18

Özgürleme Yolunda… · 2016. 5. 27. · Özgürleme Yolunda HAKİKAT NOTLARI CENGİZ TA Duygular Kalbi, Kalp Yüreği, Yürek Cesareti Tetikler…Cesaret İse Hakikat’i İster…

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • Özgürleşme Yolunda

    HAKİKAT NOTLARI

    CENGİZ TAŞ

    Duygular Kalbi, Kalp Yüreği, Yürek Cesareti Tetikler… Cesaret

    İse Hakikat’i İster… Hakikat Aşk’a Çağrıdır… Hakikat

    Varoluş’a Çağrıdır… Ve Aşk’ın kendisi olmak; Var Olmanın,

    Hakikat Olmanın Tek Yoludur…

  • Önsöz yerine:

    Aşk arayışı… Benim Aşk arayışım; salt devasa

    duyguların, algıların, düşmüşlük ve kalkmışlığın, nefretin,

    öfkenin, erdemin, bilginin, sevginin; acının, hazzın,

    beklentilerin, kurtulmak isteyişin, özgürlük açlığının;

    işkencenin, mahpusluğun, hayırsızlıkların; vefanın ve cefanın ve

    yolların, kadife tenli kadınların ve tüm yaşanmışlıkların

    imbiğinden süzülmüş deneyimlerim ile taçlanmadı… Benim Aşk

    arayışımın derinliğe uğraması, boyutlara taşması, zaman

    yanılsamasını aşarak nehrin karşı tarafına geçebilecek takati,

    enerjiyi, cesareti bulması, tamamen kendime olan tanıklığımın,

    özgürleşme isteğimin ürünü oldu… Ve hayatımın bizzat

    değişmesi ve dönüşmesi ile oldu… Ustaların; yani bir Osho’nun,

    bir Buda’nın, bir Lao Tzu’nun ve diğerlerinin hep salık verdiği

    üzere; içsel devrimimin üstünde durmam, varoluşsallığımı

    anlamlandırmam ile gerçekleşti…

    Ve gerek Ortadoğu ve gerekse dünyadaki politik,

    sosyolojik, kültürel, bilimsel ve birçok dinamiğin rahminden

    doğan şimdiki zamanın mucizesinin ürünü olan Yaşam’a dair

    bütünlüklü olarak sürekli kaleme aldığım doğaçlamalarım,

    süreçsel açıdan oldukça heyecan vericiydi… Hakikat notlarında

    fevkalade kendiliğinden, doğal olarak akan entelektüel bir

    düzey, sımsıkı bir yürek, kendini arayan bir çocuk ve bilginin

    ermişliğinden serzenişler, bilgece aforizmalar işiteceksiniz…

    Makalelerin belirli tarihlerde yazılmış ve belirli olaylar,

    durumlar kasışındaki duruşumu da içeriyor olması yazılanları

    bir zaman – olay düzlemine hapsetmez… Yazılanların esasen

    mevcut tarih algısının ötesindeki hep asıl olan şimdiki zamanı

    ifade ettiğini ve hep edeceğini apaçık belirtmek isterim…

  • Farkındalığın fakındalığı derinliğinde, başlangıç ve

    sonun aynılaştığı çizgide, geçmiş ve geleceğin aslında şimdiki

    zamanın ta kendisi olduğunu duyumsamak, algılamak ve

    evrendeki tüm hareketleri, değişimleri, dönüşümleri, olayları,

    durumları, akışları, enerjinin sürekli form değişimini bilince

    yansıtmak, olağanüstü bir deneyim… Yarattığımız kültürel,

    sosyal, siyasal, ekonomik, askeri, felsefi ve daha birçok

    dinamiklere dayanan araçların işlevselliği ve neyi ifade ettiği

    konusundaki analizler, okuyucuya fevkalade bir iç görü, farklı

    bir derinlik aktaracaktır… Aklın ve mantığın eleştirisi üzerine

    oturtulmuş zekâ ve yürek dolu çözümlemeler elbette kimilerini

    sarsacak ve şoklayacaktır…

    Gezegenimizdeki her alanda, her yerde, her coğrafyada,

    her kültürde anlamsızlaşan, gereksizleşen davranış

    biçimlerimizi, duygu ve güdü salınımlarımızı, hayatımızı

    kolaylaştırmak için yarattığımız modern bilim dâhil birçok

    aracın nasıl kâbusumuz haline geldiğini, yüksek bir sesle ve özet

    halinde ifade ediyor notlar… Arayışı olanlara da nasıl

    yaşamalının rehberi niteliğini taşıyor…

    Hakikat Notları’nın okuyucuya değişik bir düzlem

    yaratmasını, yüreklerimizin hep birlikte farklı melodilerle de

    olsa Hakikat’in, Varoluş’un ve Evren’in şarkısını söylemesini

    diliyorum…

    Cengiz Taş

  • Yaşam Ağacı

    08 Aralık 2014

    Bir Yaşam Ağacı ve bu Yaşam Ağacı’nın dallarında ve

    yapraklarında açan çeşit çeşit canlı formlar cümbüşü…

    Evrendeki milyonlarca galaksiden biri olan Samanyolu

    Galaksisi’nden… Milyonlarca sistemlerden biri olan Güneş

    Sistemi’nden… Ve milyonlarca gezegenden biri olan Dünya

    gezegenindeki bildiğimiz tüm canlılarla aynı DNA özellikleri

    etrafında kümelenmiş canlılardan birisin… İnsan, bok böceği de

    dâhil bütün canlıların anası ve bir mikrop tohumundan olma

    Yaşam Ağacı’nın türlerinden biridir… Gezegende bildiğimiz

    tüm canlı formlar ile aynı mikroptan türeme, dolaysıyla diğer

    tüm canlı formlar ile öyle üvey de değil, düpedüz öz kardeş,

    gendaş, DNAdaş, RNAdaştır… Ve metabolizmasına en yakını

    fare olduğundan, özellikle ilaçlarla ilgili deneyler fareler

    üzerinde yapılır…

    Ama insanın başına zihin diye bir şey geldi, hafıza diye

    bir şey geldi, bilinçaltı diye bir şey geldi… Ve insan Yaşam

    Ağacı’nın bir türü olduğunu unuttu… O her şeye

    yabancılaşmakla kalmadı, türdeşlerine de yabancılaştı ve o artık

    kendisini tanıyamaz halde… Çarpık Modernizm’in çarkları

    arasında ve her geçen gün biriktirdiği bilgi karşısında daha da

    ezikleşen, parçalanan bir dişli… Doğa karşısında ne yapsa

    zayıf… Tuhaf bir şekilde doğada hafızaya sahip tek tür olmasına

    karşın yine kendisine en çok yabancılaşan tek tür… Ve

    dayanıksız… Geçen yıl eksi otuz dereceyi aşan soğuklar

    nedeniyle kötürüm olan devasa New York binaları misali… O

    devasa binalar ve yapılar, o güçlü kent, Varoluş karşısında

    küçük bir ot kadar bile dayanıklı olamadı… Ve öyledir… Bu

  • arada Darvin’in doğal seleksiyon teoremine göndermede

    bulunmuş olduk…

    İlginçlikler var tabii…Kızılderililer, ırklar kırması da

    sayılabilecek olan karma Beyaz Adam’ın, bir tür ırk savaşına da

    dönüşen kanlı soykırım tarihinden sonra bile yok olacağını-

    olduğunu iddia ediyorlar…Kızılderililer onca kıyımlara rağmen,

    çoğunluk katışıksız kadim bir ırk olarak kaldıklarını belirterek,

    ırk savaşlarını kendilerinin kazandıklarını söylüyorlar…Çünkü

    Beyaz Adam karman-çorman oldu, ırklar karmaşasına

    dönüşerek savaşı kaybetti, onların ırklarında, kültürlerinde bir

    özgünlük, bir orijinallik yok artık !... Kızılderililer, Beyaz

    Adam’ın bir gün tamamen yok olacağını ve kendilerinin tekrar

    eskisi gibi vatanlarında rahat bir şekilde, anneleri olan

    gökyüzünü kucaklayabileceklerine inanıyorlar… Kaybeden

    güçlü Beyaz Adam ve onların karşısında güçsüz ve onlarca kez

    soykırıma uğramış kazanan zayıf Kızılderililer !...

    Modern insan bir yandan kendine sınırlar çizerek,

    başkalarını ötekileştirerek kendini farklı kılma çabası güderken,

    öte yandan pratik olarak tamamen melezleşip, birbirine

    karışıyor… Buna ırklar bulamacı, diller cereyanı da denebilir…

    Tekrar Yaşam Ağacı’na döndüğümüzde, bir anlamda bunun

    doğal olduğu ve zaten hep öyle olduğu apaçık görülür… Göç

    dalgaları, karışım zamanları hep olmuştur… Ve yaşamın kendisi

    de göçmendir… Yaşam Ağacı’nın kökündeki mikrobun, bir

    dönemler hayat olan Mars yörüngesinden kopan asteroitler ve

    yine Mars’tan kopan cisimler tarafından taşınan sular veya

    bakteriler katkısıyla türediği sanılmaktadır… Yani Marslı olma

    ihtimalimiz çok yüksek !... Ama iliklerine kadar saçmalığa

    bulaşmış yada belki belirli bir yükseklikte bakıldığında

    karıncalardan farklı olmayan insan, yaşamak, yaşam kurmak

  • konusunda karıncalara ve diğer türlere göre çok beceriksiz, çok

    primitif, çok rahatsız… Halen dil yasaklığı, kültürel soykırım,

    açlık, barınma, sağlık, ulaşım, iletişim, savaş gibi ucube sorunlar

    etrafında dolanıp duruyor… Doğadaki beslenme zincirinin

    bilmem neresinde bulunan bir kaplanın bir geyiği avlama

    fenomeninden daha geri bir durumda…

    Ve insanlar bir serçe kadar bile kendileri değiller,

    çevresel kozmik bağın farkında değiller… Bir yılan kendisine

    yaklaşan bir canlının ruh haline olağanüstü hakimdir… Onun ne

    tür bir refleks içinde olabileceğini bilir… Bir geyik dünyanın

    herhangi bir yerinde başka bir geyik öldüğünde-öldürüldüğünde

    bunu sezinler, bunu derinden hisseder ve belki türdeşi için acı

    duyar… Hayvanların çok çarpıcı sezgileri vardır ve doğal insan

    da aslında sezgiseldir… O nedenle o gelecek hakkında mevcut

    zihniyet üzerinden ilginç tahminlerde bulunabilir… Şimdiki

    zamanda olup bitenlerle ilgili şeyler hakkında da birçok şey

    bilebilir… Ve doğal insanın etkileyici psişik güçleri vardır…

    Bunların çoğunu bilgiye değil, sezgiye, zekâya dayanarak

    bilir…

    Swami Saraswati, Güneybatı Avustralya’daki ulusal

    sağlık servisinde çalışan bir doktordu… Ve bir kanser

    hastasıydı... Saraswati, hastalığını yenme konusunda yıllarca

    eğitimini aldığı Klasik Tıp’tan umudunu kesmişti… O kendisini,

    doğal bir hekim olan Aborjin asıllı yaşlı bilge Jimmy Baker’in

    ellerine bıraktı… Jimmy’in elleri gerçekten mucizeler yaratan

    nitelikte idi çünkü o bütün ameliyatlarını elleri ve yüreği ile

    yapıyordu… Jimmy Baker, öğrendiği her şeyi büyük babasından

    ve o da kendi büyük babasından öğrenmişti… Doğal tedavi

    yöntemleri ve yaşam felsefeleri ile 60 bin yıl boyunca

    sürekliliklerini sağlayan Aborjinler evrenin gizil bilgilerine

  • sahip olduklarını belirtirler… Klasik Tıp öğrenimi alarak doktor

    olan Saraswati doğal olarak kendini binlerce yıllık ayakta

    kalabilen sevgi ellerine bırakacaktı… Ve yine doğal olarak

    Jimmy’in ellerindeki ve içindeki sevgiyi tüm hücrelerinde

    hissettiğini söyleyecekti ve bir süre sonra iyileşecekti…

    Doğal insan doğal olarak sezgisel, bilge ve

    iyileştiricidir… Çarpık Modernizm ise doğal olarak zihinsel,

    aptallaştırıcı ve hastalık kaynağıdır… Baktığınız her yerde bu

    tuhaflıkları görme yetisine sahipsiniz…

    Cesaret, Tek Başınalık Ve Aşk

    17 Aralık 2014

    Ve eğer birileri insanlara, onların kurtarıcıları,

    özgürleştiricileri olduklarını söyleyerek, devletlerine,

    örgütlerine, partilerine, çetelerine, şirketlerine, ümmetlerine,

    tarikatlarına, camilerine ve sinagoglarına, kiliselerine,

    tapınaklarına ve öğütçü organizasyonlarına hizmet etmelerini

    istiyorsa, bilin ki onlar pek ciddiye alınacak birileri

    değildir…Cennetten bahseder cehennemi yaşatırlar, özgürlükten

    ve demokrasiden bolca nutuk atar ama toplum ve değerler

    ayağına insanları iliklerine kadar sömürürler…Yarınlardan,

    güzel gelecekten bahseder lakin bugünün ve doğan her günün

    içine ederler…Doğrusu ne derlerse desinler pratikte tersini

    ederler…

    Ve beri yandan insanlar ilginç bir şekilde, fevkalade

    sosyal, siyasal, kültürel ve bilimsel olmak üzere bir çok farklı

    dinamiklerin kurbanı olmaya pek de hevesli…Durum bu olunca

    ve gerçekten aptallık, her anlamda açlık, görmemişlik,

  • görgüsüzlük devasa boyutlara ulaşınca Yeni Osmanlıcılık,

    Peygamber dönemi İslamcılık ve her türlü fantastik toplum

    mühendisliği tavan yapıyor…Hipnotize edilmiş sürüler, hasta ve

    sapkın tiplerin arkasına takılmakla bir kez daha hakikate

    yabancılaşıyor, Varoluş ile arasına bir çember daha örüyor ve

    bir set daha çekiyorlar…Gözlerini örten perdeler, kulaklarını

    tıkayan tıkaçlar ve dillerine vurulan kilitler arttıkça, daha da

    artıyor…

    Bana göre, insanlar tek başına olmayı beceremedikleri

    müddetçe ne özgürleşebilir ve ne de gerçek anlamda

    toplumsallaşabilirler… Ortadoğu gibi kinciliğin, şiddetin,

    milliyetçilik, mezhepçiliğin ve dinciliğin, cinsiyetçiliğin,

    omurgasızlığın, her türlü haysiyetsizlik ve düzenbazlığın kök

    saldığı, kol gezdiği, kronikleştiği yerlerde ise özgür birey olma

    tutumu geliştirilmedikçe bütün siyasi, cemaat, tarikat

    yapılanmalarının gideceği yer farklı türden faşizmdir… Bugüne

    kadar öyle olmadı mı ?... Tabii genelde öyledir ama

    Ortadoğu’nun daha şiddetli bir çılgınlığa, tek başınalığa ihtiyacı

    var…Geçenlerde cezalandırılacağını bile bile Afganistan

    sokaklarında etek ile dolaşmaya cesaret eden kadın gibi anarşist

    uçluklara ihtiyaç var …Ve dikkat ederseniz ne kadar çok örgüt

    varsa o kadar çok kölelik vardır, ne kadar çok devlet ve ne kadar

    çok din, cemaat, tekel, gelenek, görenek şu, bu varsa o kadar

    çok perde ve yabancılaşma vardır…

    Ve bence artık bu ego savaşları, ölü severlik, kutsallıkla

    alakası olmayan tapınışlar yıkılmalı… Dünyada hiç bir

    tahakküm kırıntısı kalmamalı…Basit bir kurum bile insanın

    boynuna geçirilmiş bir kölelik halkasıdır…Gezegen, salt insan

    olmayı beceren hiçlik - her şeylik ikilemiyle var oluşsallığını

    süreklileştiren gerçek insan türünün, özgürlük vadisi

  • olmalıdır…Çünkü diğer tüm biçimsellikler, kimlikler faşizmdir,

    illüzyondur, hipnotize olunmuşluk dolaysıyla uyur-

    gezerliktir…İnsanlar artık araçlar türetip onlara tapmaktan

    vazgeçmeli… Bu uyur-gezerlikten vazgeçmelidir… Ve yine

    ilginç bir şekilde modern insan putperestlik denen dönemden

    daha zayıf, daha tapınıcıdır… Marka tapınıcılığı, tarikat, mülk

    tapınıcılığı, etiket tapınıcılığı, mezhep, milliyet tapınıcılığı,

    örgüt, parti tapınıcılığı ve saymakla bitmeyen irili ufaklı binlerce

    küçük tapınaklar…Spor, müzik, sinema, sanat, estetik ve

    edebiyat bile düzeysiz bir egonun hizmetine girmiş birer fetişist

    aygıttan öte bir rol oynamaz hale gelmiştir…

    Ve sen tüm bunların dışına çıktığında derin bir nefes

    almış olacaksın…Gerçekte o zaman yaşıyor olacaksın…Bu

    kuşatılmışlığı bir kez fark ettiğinde ve buna çok sıradan, objektif

    bir tanıklık ettiğinde algılayış biçimin değişecek ve dönüşmeye,

    kendiliğinden başlayacaksın…Ve tüm bunların siyasi

    örgütlenmelerle, silahla, savaşla, klasik devrimler veya devrim

    sanılan karşı devrimler ile alakası yok, ilgisi yok !… Onlar

    kimseye bir saatlik bile huzur vermemiştir…Doğrusu hiç bir

    partinin, bir dinin, bir devletin birilerini (sürekli) huzurlu, mutlu

    kıldığına şahit olmadım ama insanların ışıklarının nasıl

    söndürüldüğünü, nasıl insanlıktan çıktıklarını çok gördüm…

    ***

    İ.S 400 yıllarında kendini gerçekleştiren İskenderiyeli

    Hypatia olağanüstü bir kadındı… Felsefe, matematik ve

    astronomi ile çok yakından ilgiliydi… Hypatia, bilime olan

    tutkusu ile birlikte zarafeti ve güzelliği ile de adından söz

    ettiriyordu… Aşkın ta kendisi idi… Babası Theon ile birlikte

    kurdukları Yeni Plâtoncu okulda düşüncelerini cesurca ve kaygı

  • duymadan öğrencilerine aktarıyor, dönemin önemli siyaset,

    bilim, din adamlarıyla görüşmeler, diyaloglar yapıyordu... Fakat

    bu durum, İmparator Theodisius ve kilise için tehlikeli ve tehdit

    edici bir durumdu… İmparator Theodisius ve işbirlikçisi

    İskenderiye Piskoposu Cyril, başta Serapis tapınağı olmak üzere,

    belli başlı müzeler ve ünlü İskenderiye Kütüphanesi’ni bizzat

    kendi elleriyle yıkıp, parçalayıp yaktılar… Ve beklendiği üzere

    bir süre sonra kentte Hypatia’nın Tanrı’nın emirlere uymayan

    baş belası bir cadı olduğu söylentileri yayılmaya başladı…

    Meydanlarda ateşli konuşmalar yapan Piskopos Cyril, ( gerçekte

    İsa ile hiç bir alakası olmayan) İncil’den alıntılar yaparak halkı

    kışkırtıyor ve Hypatia’yı dinsiz, şeytan olarak niteliyordu…

    Nihayet öfkeli 500 dini bütün Hıristiyan, Hypatia’ya bir

    kilisede tıpkı Roma ve işbirlikçisi Yahudilerin İsa’ya yaptıkları

    gibi korkunç işkenceler yaptılar… Fahişe olarak suçlanan

    Magdanalı Meryem’i taşlayan gözü dönmüş kitlenin önüne

    geçerek engel olan ve onu kurtararak ona eş olan İsa’nın adına

    Hypatia’yı önce işkence ile öldürüp sonra yaktılar… Böylece

    onlar İsa’nın ruhuna bir kez daha işkence yapıp, onun adına onu

    bir kez daha katletmiş oldular…

    Ve işte gerçek budur… Ne olursa olsun topluluklar,

    kitleler, sürüler, döner dolaşır faşizmi uygulayacak bir kılıf

    bulurlar… Dikkat ederseniz faşizm bir gezici siklon gibidir, bir

    virüs gibidir, sağdan sola geçer, oradan dinciliğe, milliyetçiliğe

    geçer, oradan da başka yerlere geçip zemin arar durur… Ben bu

    yamyamlığı durdurmanın tek yolunun, tek başınalık olduğundan

    kesinlikle eminim… Önce (ruhen) tek başına kurtul,

    özgürleş!...Özgürlüğün kitlesel veya örgütsel olarak inşa

    edileceği bir illüzyon ve yanılsamadır!... On bin yıldır olan, işte

    bu saçmalıklar ve bu yanılsamalardır…

  • İlk Tohum, Yeni Kıtalar Ve Çığlıklar

    26 Aralık 2014

    Asırlar öncesiydi… Yıldızlar olmadıkları kadar ışık

    saçarak parlaklık yayıyordu etrafa o gece… Dalgasız, lacivert

    bir çarşaf gibi uzanan ve bir yakamoz yumağı gibi yemyeşil

    dağlarla buluşan Ege denizi ve ışıldayan gökyüzüne bakarak ‘‘

    Bu şeyler neden yapılmış’’ diye sordu insan… Daha evvel buna

    benzer sorular soran Mezopotamyalı orta yaşlı bir kadın,

    topladıkları buğday tanelerine ve toprağa ve gökyüzüne bakarak

    ‘‘ Bu şey nasıl oluyor’’ diye sormuştu… Ve buğday tohumunu

    toprağa gömerek, onun yağmur sularından ve açan güneşten

    sonra filizlendiğine tanıklık etmişti… O kadın büyük tarım

    devriminin önünü açmıştı… Ve işte gerçek devrim budur…

    Gerçek devrimler basit ama anlayış ve tanıklık gerektiren

    sorular ve onu izleyen pratik adımlarla başlar… Diğer siyasi

    devrimler ise yıkıcıdır, sahtedir ve egoyla, iktidar hırsıyla başlar

    ve bir süre sonra karşıtına dönüşür ve tekrar karşıtına dönüşür

    durur… Fransız devrimi tam bir trajedidir mesela…

    Ve insanlar bunu yaptıkları sürece yani basit sorular

    sormadıkları sürece, sorgulamadıkları sürece yaşamlarında,

    köylerinde, kasabalarında, kentlerinde ve ailelerinde ve

    kendilerinde bir derinlik oluşturamazlar… Tekrarın ürünü insan

    olmaktan kurtulamazlar… Senin bu acınası yazgın, öğrenilmiş

    ve tekrara mahkum kaderin, basit sorular sormaktan kaçındığın

    içindir !... Ve ben, ırklar ve toplumlar çağını kendimde gömdüm

    özgürlük çağı şafağında…Çanlar artık hür insanlar için

    çalmalı !... Ama gömülmemiş ve görülmemiş hesaplar

    çoğaldıkça, üst üste bindikçe ve kronikleştikçe kölelik de o

    kadar derin olur… Çocukluk o kadar zor ve bilgelik pespaye

  • olur… Mülkiyet ve bilgi duvarlarını aşamayan entelektüellik ise

    şarlatanlıktan öteye gitmez… Sofistler işte öyleydi !...

    ‘‘ Bu şeyler neden yapılmış ’’ diye soran Atinalının

    hemşerisi Sokrates, varoluşsallığını sokaklara borçludur… Onun

    sokak anlayışı şüphesiz kendine özgü ve bilgecedir… Taş oyma

    zanaatçılığını orta yaşlarda bırakan Sokrates, M.Ö 400 yıllarında

    büyük problemler ile boğuşmak zorunda kalmıştı… Meletos’un

    iftiralarından ve şikâyetinden önce, sokaklarda insanlar ve

    gençler ile sohbet ederek, yaşama, erdeme, bilgiye, bilgeliğe

    dair ipuçları arıyor, sorular sorup duruyordu… Ne bir örgütü,

    partisi, devlet görevi, okulu ve ne de üyesi olduğu bir kulübü

    vardı…

    Atina savaşlara, tiranlara, yıkım ve kaosa teslim olmuştu

    adeta… Bütün bu karmaşa içinde Sokrates sokaklarda tek

    başınaydı ama hiç bir zaman yalnız değildi… Sofistlerin devlete

    hizmet temeli üzerinde geliştirdikleri bilgiye, mülkiyete ve çıkar

    ilişkilerine dayalı eğitimciliği ret ediyordu… Ve askerliği,

    siyaset ilişkilerini, her şeyi ret ediyordu… Sokrates salt kendisi

    idi ve kendisi ile idi ama Atina’nın en onurlu, en gerçek devrim

    yaratıcısı, en sorumlu, en halkçı, en eşitlikçi ve en zeki bilgesi

    idi… ‘‘ Sorgulanmamış bir hayat yaşanmaya değmez ’’

    diyordu… Hiç bir şeydi ama aynı zamanda her şey… Çakma

    takipçisi Platon’un aksine köleliğe de karşıydı bence… Ve o

    Zerdüşt ve Buda’dan sonra, tarihin andığı üçüncü özgür

    kişiliktir…

    Utanç verici bir mahkeme tarafından rezilce ölüme

    mahkûm edilen Sokrates, kaçmayı da doğal öğrencilerinin

    kendisi için gösterecekleri cesur çabaları da ret etmiş, kendisi

    için hazırlanan zehri tereddütsüz içmişti… Sokrates’in attığı

  • özgürleşme tohumu Yunan felsefesinin ve daha sonraki bütün

    özgürlük arayışlarının temelini oluşturarak devrimsel sonuçlar

    doğurmuştu… Sokrates’ten iki bin yıl sonra yaşayan ve en etkili

    düşün insanlarından sayılan Hegel ve yine Nietzsche, onun ile

    boğuşmaktan, konuşmaktan ve ondan etkilenmekten kendilerini

    alamamışlardır… Bu arada Nietzsche’nin Sokrates ile ilgili

    değerlendirmelerini biraz haksızca veya abartılı bulurum…

    Ve insanlar yirmi birinci yüzyılın bilgi çağında, her gün

    defalarca geçtiği sokakta ne olduğunu fark edecek vakti

    olmayan, yalnız, sorumsuz, aptal, bencil, bireyci, mülkiyetçi ve

    tuhaf bir şekilde aynı zamanda kutulara hevesli hükümet

    yetkilileri kadar ‘‘toplumcu’’ ve ‘‘ sorumlu’’ olmaktan gurur

    duyuyorlar… Sevgisizlik güçlülük emaresi iken, prestij ve

    vizyon sahipliği tıraştan sonra alınması gereken olmazsa olmaz

    losyonu babında… Ve insanlar işte bunlarla büyüyor… Hırs ve

    başarı illüzyonları ile… Ve devrimlerin hırslı ve başarılı

    insanlara ihtiyacı olduğunu düşünler var… Christophe Colomb,

    çok hırslı, başarılı bir denizci ve devrim denilen gelişmelere de

    yol açmış biriydi…

    Venedikli kaşif Marco Polo’nun Çin maceraları ile

    başlayan dünyaya açılma ve keşif serüveninden 200 yıl sonra

    1480 yıllarında İspanya Kraliyeti adına bir çok kez yollara

    dökülen Colomb, çok acımasız ve aç gözlü bir ‘‘ ilerici ’’ idi…

    Japonya ve Çin seyahatleri amacıyla yola çıkıp defalarca yeni

    kıta Amerika’ya ait Bahama ve diğer irili ufaklı adalara ulaşan

    Colomb, tuhaf bir şekilde ölene kadar yeni bir yer

    keşfetmediğini iddia etti… Ulaştığı adalardaki yerliler ile olan

    teması ise çok korkunç ve yıkıcıydı… Colomb, talan çağını

    başlatmıştı… Günlüğünde yerlilerin silahı ve şiddeti

    tanımadıklarını, çok uysal olduklarını, en kısa zamanda önce

  • köleleştirilip sonra Hıristiyan yapılabileceklerini ve altın ve

    gümüşlerine kolayca el koyabileceklerini not düşecekti…

    Colomb’un ardından Avrupalı altın avcıları kısa zamanda deniz

    yolu ile yenidünyaları yağmalamaya başlamıştı bile… Roma ve

    Hıristiyan sermayesinin yükselişi, yerli kıyımları ve onlara ait

    altın ve gümüşlerin yağmalanması, el konulması ile gelişti…

    Evet… Dünün ve yarının buluştuğu bugün ve şimdiki zamanda

    ise yıkıcılık ve sevgi, başarı ve erdem… Aç gözlülük ve onur…

    Egosal devrim ve bilinç temelli dönüşüm… Toplum ve kişi…

    Serbestlik ve özgürlük… İlericilik ve adalet… Modern insan ve

    doğal insan… Yaşamak ve hayatta olmak gibi kavramların,

    tanımların ve ifadelerin üzerinden yeniden doğmak mümkün

    olduğu kadar, en büyük çirkinleşme de yine olası… Ve

    Colombların oldukça fazlalaştığı gezegende Sokrateslerin de

    çıkıp, çoğalması önemli…

    Yeni Zamanlar

    01 Ocak 2015

    Elbette onların pek bir şeylere ihtiyaçları olduklarını

    sanmıyorum… Onların, gerçek bilime, gerçek yüreğe ve gerçek

    insana ihtiyacı yok… Onların gerçek ve hakikatle ilgili hiç bir

    aydınlığa, ufuk açıcılığa ihtiyacı yok… Onların farklı türlü bir

    bilgiye, farklı türden bir bakış açısına, farklı türden yaklaşımlara

    da ihtiyacı yok… Onların elemana ihtiyacı var… Onların emir

    erlerine ihtiyacı var… Onların paraya, tekniğe, bin bir türlü

    araca ihtiyacı var ve onların kölelere ihtiyacı var…

    Kullanacakları çelişkilere, çatışkılara ihtiyacı var… Bu nedenle

    sen işçi oldun, bu nedenle sen partili, örgütlü oldun, bu nedenle

    sen madde bağımlısı oldun… Ve bu nedenle asker ve savaşçı ve

    mümin, taraftar, militan, mürit oldun… Devlet bürokratı, lider,

  • öncü ve büyük komutan oldun… Ama ben sana bütün hikâyenin

    bu olmaması gerektiğini söylüyorum…

    İnsanların, insanlığın hikâyesi bu olmamalı… Ve

    gerçekten salt bu değildir hikâye… Hakiki insanlardır dünyayı

    biraz çekilir kılan!.. Ama zihin durmaz… Ama Ego durmaz…

    Ama sefalet ve sahtelikler durmaz… Birbirlerini tetikleyerek iş

    görürler ve en berbat olasılıklar insanlara normal bir şeymiş,

    olması gereken bir şeymiş gibi sunulur… Size henüz küçükken

    ve daha sonra genç biriyken okullarda, ailenizde, mahallenizde

    öğretilenler şüphesiz hakikat değildir… Şüphesiz kozmik bilinç,

    ortak zekâ değildir… Şüphesiz bilginin göreceliği ve

    zamansızlık değildir… Ama size öğretilen modern bilim iflas

    etti, size öğretilen modern toplum ideolojileri iflas etti… Size

    öğretilen tek tanrıcılık da gitti gidecek, liberalizm yerlerde

    sürünüyor… Ve artik sen tek başınasın doğa karşısında!...

    ***

    Yağmur damlalarının her alnına vuruşunda, umutsuz

    düşünceleri büyük bir ürküntü ile babası ve yeni doğan çocuğu

    arasında kalan Yu, bulunduğu tepenin üstünde yağan sağanak

    yağmura aldırış etmeden Sarı Irmak’a bakıyordu… Milattan

    önce iki bin yıllarında Çinli aşiret ve kabileler büyük bir bela ile

    karşı karşıya idi… Sarı Irmak, iki de bir taşıyor ve bütün

    ekinleri ziyan ediyordu… Kabile önderlerinden Yao, sorunun

    çözümü için önce Yu’nun babası Gun’u görevlendirmişti…

    Gun, dokuz yıl boyunca her yolu denedi fakat bir türlü baş

    edemedi asi ırmakla ve sonra bu başarısızlığını hayatıyla

    ödedi… Yu ise babasının başladığı işi bitirmekle

    yükümlendirilmişti… Ve kendisi henüz baba olmuştu…

  • Yu, ırmak yolunu aylar boyunca takip etti… Bütün

    açılardan gözlemleyerek, ırmağın geçtiği arazinin krokisini

    çıkardı… Babası yıllarca ırmağı bir şekilde tıkamakla taşmayı

    engelleyebileceğini düşünmüş, bütün yöntemlerini tıkama,

    önüne set çekme, engelleme üzerine oturtmuştu ama bir türlü

    ırmağın taşmasını engelleyememişti… Yu, uzun süren arayışları

    sonucu farklı bir bakış açısı geliştirerek ırmağın taşmasını

    engellemeyi değil, onun taşma olasılığını engellemeyi,

    dolaysıyla rahatlatmayı planlamıştı…

    Bütün aşiret ve kabile üyeleriyle beraber gerçekten

    olağanüstü bir çalışma yürüten Yu, muazzam bir mühendislik

    inceliğiyle yüzlerce kanal açarak, yağmur sularıyla coşan ırmağı

    rahatlatmış, onu fevkalade verimli hale getirmişti…13 yıllık

    hayranlık duyulacak bir çalışma yürüten Yu, ayrıca ölçme

    cihazları ve aletleri, haritacılık usullerini de yaratmıştı…

    Yu’nun hikâyesi mutlu son ile biter… Çünkü O yüreği, sezgileri

    ve zekâsı ile hareket etti… Çünkü O yaşam sorumluluğunu

    alabilecek cesareti gösterdi ve çünkü O öğretilmiş algılarla,

    bilgilerle hareket etmedi… Ama senin hikâyende, devletlerin ve

    ulusların hikâyesinde bunlar fazlaca olan şeyler değil ! … İşte

    bu nedenle mutsuzsun !... İşte bu nedenle zamana bağlandın ve

    işte bu nedenle korkuların, kaygıların, zihnin egemenliğine

    girdin… Sorunu çok çıplak ve apaçık göremezsen kendini

    gerçekleştiremez ve dolaysıyla yaşıyor olmamış sayılırsın…

    Nitekim Varoluş nazarında yaşamak başka bir şeydir !...

    Ve devlet büyüklerinin, hükümet yetkililerinin,

    bürokratların yaptıkları budur…Taşan özgürlük taleplerinin

    önünü tıkamak, engellemek, önlerine set çekmek!... Bütün

    sorunların önünü tıka ve hatta mümkünse görme yada düşünme

    !…Herkesin, en küçük, en denenmemiş örgütün veya partinin

  • veya dinin, cemaatin vesairenin yaptığı da budur çünkü aynı

    zihniyetten beslenilen bir durum var…Ve sana da bu öğretildi…

    Her şeyi bastırmak öğretildi, mutluluğu, bilinci bastırman

    öğretildi yada buna tepki olarak tersi öğretildi…Çocuğunu

    bastır, eşini bastır, işçini bastır, azınlıklarını bastır, farklı

    kültürleri, ulusları, toplulukları, dinleri, mezhepleri, cinsleri,

    sesleri ve hatta çiçekleri ve dalları, hayvanları bastır!… Modern

    insan bastırılmış veya dağıtılmış kişiliklerin toplamıdır…

    Sana yeni bakış açıları gerekli… Sana yeni yıllarda yeni

    bir yaşam gerekli ve sana yeni sen gerekli… Bu seninle birlikte,

    senin içinde, sende mevcut ama çıkarılmamış henüz,

    işlenmemiş... Bunu işlemelisin, en azından denemelisin ve ben

    sana kaç yaşında ve nerede olursan ol, bunu dene derim… Yeni

    zamanlara, yeni anlara, yeniyi yaratacak bir niyetle girmek

    coşkusuyla!...

    Dert Nedir?

    08 Ocak 2015

    Şiddet olağanüstü derinleşiyor…Anlayışsızlık, aymazlık,

    kültürsüzlük, yaşama karşı meraksızlık ve budalalık olağanüstü

    derinleşiyor… Sevgisizlik ve duyarsızlık olağanüstü gelişiyor…

    Ama bilgi artıyor ama teknik fevkalade genişleyerek ve

    yayılarak daha fazla üretime konu oluyor… Üretim bütün

    hızıyla ve çarpıcılığıyla artarken paradoksal olarak insanlardaki

    iç tükeniş daha fazla boyutlanıyor, katmerleşiyor… Değer denen

    yürek işi şeyler çürüyor… An be an!

    Ve insanlar mavi gökyüzünün altında ve ellerinin dahi

    uzanabileceği ve büyük bir coşkuyla karşılanabilecek yaşam

    olasılıklarını hayal bile edemiyor… Hayaller yok !... Bu kadar

    gelecek meraklısı, bu kadar gelecek kaygısı ve bu kadar gelecek