36
YENİ BİRLİK Demokrasİ • seçme özgürlüĜü • İşbİrlİĜİ • Dayanışma İsveç Türk İşçİ Derneklerİ feDerasyonu yayın organı•www.trf.nuYıl (år): 33Sayı (nr.): 2/2010 “PARLAMENTOLARDA TARİH YAZILMAZ!..” ERMENİ SORUNU

Yeni Birlik 2/2010

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Yeni Birlik Dergisi Sayı 2/2010

Citation preview

Page 1: Yeni Birlik 2/2010

yenİ bİrlİkDemokrasİ • seçme özgürlüĜü • İşbİrlİĜİ • Dayanışma

İsveç Türk İşçİ Derneklerİ feDerasyonu yayın organı•www.trf.nu•yıl (år): 33•Sayı (nr.): 2/2010

“PARLAMENTOLARDA TARİH YAZILMAZ!..”ERMENİ SORUNU

Page 2: Yeni Birlik 2/2010
Page 3: Yeni Birlik 2/2010

İÇİNDEKİLER

3 başyazı

4 İTİDf 19’uncu kongresi

9 kutlu ay, kutlu Doğum -bülent baloğlu

10 soykırımın kabulüne ”Hayır” mitingi

14 süryani soykırımına İlişkin belge yok

18 8 mart Dünya kadınlar günü

21 Hukuk köşesi - sadık kutlu

22 İğne ve çuvaldız - memet aktürk Drake

28 yaşar kemal sergisi ”Portreler” stockholm’da

30 sigorta -analık babalık Hakkı

33 kongreler

İsveç Türk İşçi Dernekleri Federasyonu Aylık Yayın Organı Utges av Turkiska Riksförbundet • Adres/Adress: Järnvägsgatan 86 172 75 Sundbyberg • Tel: 08-728 00 34 - 08 531 732 05 -08 531 706 15 Fax: 08-728 00 42 • Internet: http://www.trf.nu • e-mail:[email protected] [email protected] • Telefon saatleri (hergün)/Telefontid (vardagar): Pazartesi-Cuma / 09.00-12.00 / 13.30-17.00 Sahibi/Ansvarigutgivare: Hasan Dölek • Redaksiyon/I redaktionen: Mustafa Sönmez, Sadık Kutlu • Fotograf/Bilder:Kapak Mustafa Sönmez • İlan sorumlusu/Annonsansvarig: Adem Okur • Grafik Tasarım/Layout: Mustafa Sönmez • Dizgi/Sättning: Atilla Kulbay Yıllık abone ücretleri/Årsprenumeration: Üyeler/Medlemmar: 100:- Örgüt ve Kurumlar/Org: & Ins: 250:- Yurtdışı/Utrikes: 250:- PlusGiro: 439 83 10 – 5

Önemli / Viktig: Sipariş edilmeyen yazılardan veya okuyucu mektuplarından redaksiyon sorumlu değildir!Redaktionen är icke ansvarig för insänt eller ej beställd material!Verilmiş veya verilecek anonslarda olası değişliklikler, her iki ayda bir ayın 15’inde Yeni Birlik’e ulaştırılması gerekmektedir. Verilen tarihten sonra itiraz veya değişiklik istemi geçersiz olup, muhtemel yanlışllıklardan Yeni Birlik sorumlu tutulamaz.Annons och/eller manustext förväntas vara oss tillhanda senast den 15 i varannan månad.Yeni Birlik förbehåller sig rätten till ansvarsfrihet för fel som inte reklamerats inom angiven tidsgräns.

SAYI : 2/2010 yenİ bİrlİk ISSN – 0349-2109

Değerli Yeni Birlik Okurları,

11 Mart 2010 tarihinde İsveç Parlamentosu sözde soykırımı tanıma kararı almıştır. Bu talihsiz karar ta-bii ki İsveç toplumu’nun büyük bir bölümü tarafından kabul görmedi. Parlamentolar hiçbir zaman mahke-me olmamıştır ve olamazlar. Fakat politik olarak bu kararı alanlar 100 yıl önce 1 Dünya savaşı yıllarında olan olayları kendi gözleri ile net bir şekilde görebi-liyorlar da neden daha dün olan Bosna’yı, Karabağ’ı, Ruanda’ yı, Fransızların öldürdüğü yüzbinlerce Ce-zayirli müslümanı görmüyorlar.

Gerçi hangi parlamentoda olursa olsun ülke’ nin menfaatleri sözkonusu olduğu zaman veya iç poli-tika’ ya malzeme lağzım olduğu zaman bildiği veya bilmediği hiçbir belgeye dayanmadan her hangi bir konuyu da soykırım diye tanıya bilir. Birileri za-man zaman derneklerimiz , federasyonumuz sözde soykırım konusunda ne yaptı diyorlar? Federasyon-umuz başından beri elinden geleni yaptı ve yapmaya devam etmektedir. Fakat burada şu anlaşılıyor ki si-vil toplum örgütleri ne yaparsa yapsın belliki birileri sözde soykırımı İsveç’ in iç politikasına alet etmeyi kafasına koymuş. Ama bizler doğru bildiklerimiz-den vazgeçmeyeceğiz ve doğru bildiğimiz yolda, yo-lumuza devam edeceğiz.

Dostlar, 17 Nisan tarihinde İsveç Türk İşçi Der-nekleri Federasyonu’ nun olağan kongresi yapıldı. Birileri’ nin art niyetli bir şekilde kongreyi engel-lemeye çalışması delege’ nin sağ duyusunun önüne geçememiştir ve demokrasi kazanmıştır. Artık o birileri’nin anti-demokratik hareketleri yeni nesil delegeler tarafından kabul görmediğini kendileri de görmüş olmalıdırlar ki, salondan kaçmak zorunda kaldılar.

Dostlar, yeni İTİDF yönetim kurulu yeni dönemde birçok yenilik getirecek ve yoluna devam edecek-tir. Sözde soykırım meselesi olmak üzere hem İsveç hem de Türkiye kökenli vatandaşlarımızın sorun ve sıkıntıları ile ilgilenmeye devam edecektir.

Sevgili gençler ve çocuklar 23 Nisan Ulusal Egemen-lik ve Çocuk Bayramınızı kutlar ve nice bayramlarda birlikte olmayı dilerim.

Dostlar, Yeni Birlik dergisinin yayınlanmasında uzun yıllar görev almış olan arkadaşımız Mustafa Sönmez, hem dergideki hem de internet sayfasındaki görevlerinden bu sayı itibariyle ayrılmıştır. Kendisi-ne teşekkür ediyor, bundan sonraki çalışmalarında başarılar diliyorum.

Sevgi ve saygılarımla,

Hasan Dölek İTİDF Genel Başkanı

Page 4: Yeni Birlik 2/2010

4 Yenİ BİRLİK

19’uncu kongreyi bir konuşmayla açan Federasyon Başkanı Hasan Dölek, “kon-gre salonunu selamladıktan sonra, fe-derasyonumuz otuz üç yıldır değişen ve ortaya çıkan yeni zorluklara rağmen yoluna devam ediyor. Bunda özverili üyelerimizin katkılarını çok büyüktür hepisine teşekkür ediyorum” dedi. Bu kısa konuşmanın ardından sözü Tür-kiye Stockholm Büyükelçisi Zergün Korutürk’e bıraktı.

Büyükelçi Korutürk yaptığı konuşmasın-da davet edildiği için teşekkür ederek , kongreye başarılar diledi. Konuşmasına devamla, “Federasyon bir İsveç sivil to-plum örgütüdür. İsveç’te yaşayan Türkler, içinde bulunduğumuz ülkede milli örf ve ananelerimizi koruyarak ve topluma

entegre olmuş bir biçimde yaşadıklarını göreve başladığım altı ay içerisinde büyük bir mutlulukla izliyorum. Fede-rasyon olarak sizlerden beklentilerimiz, Türkiye kökenliler arasında bazı eksik-liklerimizin giderilmesinde sizlerin en eski, en büyük federasyon olarak tari-hin sorumluluklarını da yerine getir-menizdir. Burada yaşayan Türk toplu-munun iki sıkıntısı bariz bir biçimde ön plana çıkyor, birincisi; anadil ve diğeri eğitim düzeyi. Burada yaşayan aişlelerin çocuklarının anadilini unutmamaları için yapmanız gereken sorumluluklarınız var. Tabii ki, bunda TC hükümetini de görevler düşüyor. Burada etkin bir Eğitim Müşavirliğinin yeniden göreve başlaması çok önemlidir. Bu konuda yoğun çabada harcıyoruz yakında boş olan bu yere gereken atama yapılacaktır. Fakat ne ol-ursa olsun, çocuklarınızla evlerinizde Türkçe konuşun ve çocuklarınızın ana-dilini unutmalarına izin vermeyin. İkinci önemli unsur eğitim; 1960’lardan bu

1977 yılında kurulan İsveç Türk İşçi Dernekleri Federasyonu 17 Ni-san Cumartesi günü yaptığı kongresiyle 33’üncü yılını tamamlamış oldu. Federasyon bünyesindeki yaklaşık 12 bin üyesiyle İsveç’te bir sivil toplum örgütüdür.

İsveç Türk İşçi Dernekleri Federasyonu 19’uncu Olağan Kongresini yaptı

Hasan Dölek

Yönetim Kurulu Alim Şerif Avcu, İlknur Akdağ, Macide Akay, Sami Görgülü, Hasan Dölek (başkan), Ramazan Kavaklı, Havva Uygur, Bülent Öztürk, Nezahat Andıç, Gültekin Özcan, Mehmet Çelebi (resimde yok).

TOPLUM

Page 5: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 5

yana buradasınız ve üçüncü kuşak devre-de, ama yine de Türkler eğitim açısından diğer göçmen toplulukları arasında ve özellikle üniversite eğitimi açısından yüzde 12 gibi bir rakamla en düşük dü-zeyde bulunuyorlar. Çocuklarınıza mec-buri eğitimi tamamladıktan sonra kendi işyerlerinizi teklif edeceğinize onlara üniversite perfektifi kazandırın. Bu anne ve babanın sorumluluğudur. Salonda bu-lunan tüm anne ve babalara bu çağrıyı da yapıyorum.

Bir diğer çok önemli bir konu siyaset. Burada yaşayan Türkler artık İsveç to-plumunun bir parçasısınız ama siya-sal alanda etkinliğimizin çok sınırlı kaldığını maalesef en son sözde soykırım tasarısının kabulü sırasında da gördük. Bu nedenle hepiniz İsveç’in siysai hayatına girmek için gayret içerisinde olun. Partilere üye olun, belediye me-clislerine girin, milletvekilliklerine aday olun ve çıkarlarınızı koruyun. Sözde soykırım konusunda verdiğiniz uğraşlar için hepinize çok teşekkür ediyorum. Fakat görüyorsunuz bu yetmiyor. Eğer sizler burada federasyonlar olarak birlik içerisinde hareket eder, tek vücut olabi-lirseniz bütün bu sıkıntılar aşılacaktır. Aksi takdirde unutmayın hep aklınızda tutun, bir ölçüde diğer grubun sağladığı artı gıdım gıdım, adım adım sizin aley-hinize işleyecektir. Bundan da en büyük zararı burada yaşayanlar olarak sizler göreceksiniz. Bu nedenle hepiniz birlik içerisinde hareket edin.

Medya yönüne baktığım zaman yine bu-rada yaşayan Türk toplumu açısından bir zafiyet görüyorum. Diğer topluluklar ses-lerini rahat bir biçimde duyurabildikleri

radyolar ve televizyonları var. Bu konuyu da bir düşünün ve eğer mümkünse siz de medya alnında daha aktif olun. Neden, bir Türk televizyonu ve daha etkin bir Türk radyosu devrede olmasın, bunların hepsini değerlendirin...

Yine birlikte hareket ederek Türk tica-ret ortaklıkları, Türk Ticaret Odaları kurmanız önem arz etmektedir. Bö-ylece siyasi gücünüze bir de ekonomik güç katmış olacaksınız. Elçiliğimizin ve Müşavirliklerimiz kapısı her zaman siz-lere açıktır. Bizler de her zaman sizlerin yanındayız. Bu bir kez daha belirtmek gereğini duyuyorum. Teşekkür ederim” diyerek konuşmasını tamamladı.

Azerbaycan Federasyonu adına konuşan Settar Sevigin ise; Azerbaycan’la Türkiye Türklerinin aynı tarihin köklerinden ge-len ve aynı tarihi paylaşan bir ulus ama iki farklı devlet olduğunun unutulmaması gerektiğini söylerek, sorunlarımızın pek değişik olmadığını vurguladı. Gerek ül-kelerimiz arası gerekse İsveç’teki örgütler arası ilişkilerin ve işbirliğinin önemine değindi. Sevigin; “İyi ve kötü günlerimiz-de hep birarada olmak ve birbirimize de-stek vermek, yardım etmek ilişkilerimizi, dostluklarımızı pekiştirecektir. Biz Azerbaycanlılar olara her zaman sizlerin yanındayız ve olmaya devam edeceğiz. İnanıyoruz ki, sizlerde aynı düşüncelere sahipsiniz. Bizler 11 Mart’ta İsveç Par-lamentosunda oylanan ve kabul edi-len Sözde Soykırım tasarısı önce ve sonrasında siz kardeşlerimizin yanında olduk ve olmaya da devam edeceğiz. Ge-rek Azerbaycan’ın gerekse Türkiye’nin

dünya kamuoyunda haksızlıklara maruz kalması bizler arasında daha da sık işbirliğini güçlendirmeyi gerektir-mektedir. Kimi ulusal bayramlarımızı örneğin ‘Nevruz’ kutlaması gibi birlikte kutlayabiliriz. Sorunlarımıza yönelik or-tak mitingler yapabiliriz. Gençlerimizin yetiştirilmelerinde ve İsveç toplumunda gereken yerlerini almalarında ortak ha-reket edebiliriz.” dedi.

SIOS Kadın Komitesi Başkanı Macide Akay örgütü adına yaptığı konuşmasın-da, SIOS Kadın Komitesinin önemine ve yaptığı işlere ilişkin açıklamalarda bulundu. Sözlerine; “Etnik kadın ör-gütleri arasında eşgüdümü sağlamak, güçbirliği oluşturmak amacıyla çalışmalarımızı yürütüyoruz. Kadınlar arasında dostluklar kurmak, sanatsal

Macide Akay

Azerbaycan Fed. Bşk.Settar Sevigin

Büyükelçi Zergün Korutürk

TOPLUM

Page 6: Yeni Birlik 2/2010

6 Yenİ BİRLİK

işbirliği yapmak, İsveçli kurumlarla birlikte çalışmalar yapmak hedefleri-mizdir. Biz Türk kadınları omuz omuza erkeğimizle Cumhuriyetimizin kuruluşa destek verdik. Çağdaş bir Cumhuriyetin kuruluşunda aktif görev aldık. Atamızın yaşamak demek, çalışmak, üretmek de-mektir sözünden haraketle Türk kadının neler yapabileceğini bir çıkar gözet-meksizin ortaya koymaya çalışıyoruz” dedi.

Konuşmalardan ve konukların salon-dan ayrılmalarından sonra kongre çalışmalarına başladı. Gerekli yoklama-nın yapılmasından sonra çoğun-luğun salonda bulunduğunu açıklandı. Divan Başkanlığına eski başkanlardan Yaşar Pektaş’ı ve diğer üyeliklere Muhsin Ünver, Fehim Yılmaz, Elif Nur Kaya, Nezahat Andıç’ı önerdi. Kabul edilen öneri üze-rine Divan Heyeti yerini aldı. Divan hey-etinin seçiminden sonra çalışma raporu üzerinde açıklamalar yaptı. İki yıl içeris-inde federasyonun çalışmalarını anlattı.

Ekonomik raporun sunulmasından sonra delegelere söz verildi. Delege-ler yapılan çalışmaları değerlendirerek görüşlerini açıkladılar.

Söz alan Denetleme Kurulu üyesi Osman Özkanat federasyon yönetiminin işini doğru dürüst yapamadığını özellikle de başkan, sayman ve genel sekreterin bu konuda istenilen belgeleri kendile-rine sunmakta yetersiz kaldıklarını ve orada çalışan bir memurun herşeyden sorumlu gibi bir görev üstlendiğini eleştirerek; “herşey bir memurun üze-rine bırakılamaz. Federasyonun Kon-gresi açan başkan İsveç’e, Avrupa’ya ve Türkiye’ye yönelik güncel olaylar, sorunlar bağlamında bir değerlendirme konuşması yapmıyor, sanki herhangi bir dernek kongresi yapıyoruz. Federasyon-un hiçbir görüşü, vizyonu yok mu? Fe-derasyonun bir siyasi duruşu ve vizyonu olmalıdır ki, ona göre bir program ortaya koyabilsin. Gelen giden evrak dosyasını inceledim. İsveç kurumlarıyla ilişkili

bir evrak yok. Bu şu demektir, siz İsveç kurumlarıyla görüşmemiş demektir. Böyle birşey olabilir mi? Bütün bunlara baktığım zaman tüzüğe göre bir çalışma yapılmamıştır” diyerek eleştirilerini dile getirdi. Federasyon Başkanı Hasan Dö-lek, bunun haksız bir suçlama olduğunu dile getirerek, “Biz gerektiği zaman gerektiği biçimde hem İsveçli hem de Türk kurumlarıyla görüşmeler yaptık” dedi.

Kongreye Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ziyareti esnasında federasyonun yaptığı toplantı harcamaları damgasını vurdu. Tartışmalar yoğun bir biçimde ve za-man zaman sertleşerek saatlerce sürdü. Denetleme Kurulu üyesi federasyon eski başkanı Osman Özkanat, 2008 yılında Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İsveç ziya-reti sırasında federasyon tarafından dü-zenlenen halkla buluşturma toplantısı için yapılan harcamaların usulüne göre yapılmadığını dile getirek uzun uzun yönetimi eleştirdi. Bu konu üzerinde uzlamaşa sağlanamayınca tartışmalar başka delegeler tarafından da ele alınarak olumlu ve olumsuz yönleriyle enine boyuna tartışıldı. Federasyon Başkanı Hasan Dölek, bu konunun Denetleme Kurulu’yla bundan bir yıl önce görüşü-lerek çözüme bağlandığını ama bugün buraya taşınmasını Denetleme Kurulu üyesi Osman Özkanat’ın kendisinin yeniden aday olmasından dolayı şantaj olarak gündeme taşındığını söyledi. “Eğer aday olmasaydım, bu gündeme gelmeyecekti. Çünkü Osman Özkanat bizzat bana bunu söyledi” dedi.

Tartışmalara katılan delegeler durumun

Osman Özkanat

TOPLUM

Delegeler

Page 7: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 7

abartılmaması gerektiğini dile getirerek, kurumları ve insanları yıpratmanın kim-seye bir yarar getirmeyeceğini belirttiler. Bir delege her kongrede gereksiz konular tartışılıyor ve asıl sorunlara sıra gelmi-yor, bu tür tartışmaları kongre boyunca sürdürmenin anlamı ne? diyerek tepkile-rini ifade etti. Buna rağmen tartışmalar sürdürüldü. Salonun 16.00 saatlerinde kapanacak olması delegeleri tedirgin etti. Stockholm dışından gelenler, kongrenin bugün bitirilmesi gerektiğini söylediler.

Bredäng delegesi Mustafa Tümtürk aklamanın iki aşamalı yapılmasının daha iyi olacağını söyleyerek; aklamanın oya sunulmasını ve diğer olayın seçilecek Denetleme Kurulu’na görev verilerek ge-lecek kongreye çözümünü yapmış olarak bir rapor sunmasına karar verilmesini daha uygun olacağını öneridi.

Denetleme kurulu üyesi Ertaş Güven son olarak yaptığı konuşmasında 2008 ve 2009 federasyonun faaliyetlerinde ve ekonomik raporlarında kendisi için bir sorun yaratacak durum olmadığını beyan ederek, yönetimin aklanmasını önerdi.

Tartışmalar gelecek Denetleme Kurulu’na verilecek görevle tatlıya bağlandı. Yö-netimin aklanması için yapılan oyla-mada, çoğunluk aklanması yönünde oy kullandı.

Tartışmalardan sonra çok sınırlı bir za-man içerisinde başkan ve yeni yönetim kurulu seçimlerine geçildi.

Seçimlerden önce yönetim kurulu eski üyeleri Mustafa Sönmez ve Sadık Kutlu yeni seçilecek yönetim kuruluna aday olmadıklarını açıklayarak, delegelere teşekkür ettiler.

Eski Başkan Hasan Dölek’ten başka aday için yapılan oylamayla Hasan Dölek yeniden başkan seçildi.

Yönetim Kurulu ise: Sami Görgülü, Ma-cide Akay, Havva Uygur, Bülent Öztürk, Ramazan Kavaklı, İlknur Akdağ, Meh-met Çelebi, Gültekin Özcan, Gürsel Coşkun, Nezahat Andıç, Yedek üyelikle-re Talha Okur, Alim Şerif Avcu, Muhsin Ünver seçildiler.

Denetleme Kurulu: Ertaş Güven, Ömer Karan, Halid Osman

Mustafa SÖNMEZ

Divan heyeti soldan sağa Nezahat Andıç, Elif Nur Kaya, Yaşar Pektaş (başkan), Muhsin Ünver, Fehim Yılmaz

Elif Nur Kaya İsa Yılmaz (Malmö)

Federasyon eski Başkanlarından Haydar Akan’a Bulgaristan Türkleri 1989 yılında İsveç’e geldikleri zaman yaptığı çalışmaların anısına bir plaket verdiler. Fehim Yılmaz, Haydar Akan, Bülent Öztürk, Macide Akay

TOPLUM

Page 8: Yeni Birlik 2/2010

8 Yenİ BİRLİK

Page 9: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 9

İçinde bulunduğumuz Nisan ayı, Sev-gili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in doğumunun gerçekleştiği aydır. Bu yıl, Peygamberimizin doğumunun 1439. yılını, Yüce Kitabımız Kur’an-Kerim’in bütün insanlığa indirilmeye başlamasının ise 1400. yılını idrak ediyoruz. Bu sebeple, bu yıl, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından “Kur’an Yılı” olarak ilan edildi. 14–20 Nisan ta-rihleri arasında hem Peygamberimizin doğumunu anmak, hem de Kur’an’ın an-lam ve önemini kavramak, anlaşılmasını sağlamak amacıyla Anavatan dâhil, vatandaş ve soydaşlarımızın bulunduğu her yerde çeşitli anma merasimleri ve bilimsel toplantılar icra edildi. Bu iki önemli olayın bir arada kutlanması bu yılki faaliyetlere ayrı bir önem ve güzel-lik kattı. Bilindiği üzere, Sevgili Peygamberimizi bir ibadet anlayışı içinde mevlitlerle, şiirlerle, naatlarla anmak bizim asırlardır süren bir geleneğimizdir. Bu anma me-rasimlerinin genç nesiller tarafından daha iyi kavranmasını, Peygamberimizin insanlığa vermek istediği mesajın daha açık bir biçimde anlaşılmasını temin için konferans, panel ve sempozyumlarla bu anma programları zenginleştirilmiştir. Bu çerçevede, Sosyal İşler ve Din Hiz-metleri Müşavirliği olarak biz de Mal-mö, Oslo ve Stockholm’de konferanslar tertipledik. Diyanet İşleri Başkanımız Prof.Dr. Ali Bardakoğlu da Oslo ve Stockholm’deki programlarımıza iştirak edeceklerdi. Ne yazık ki İzlanda’da meydana gelen yanardağ patlamasının külleri buna engel oldu. Ancak Sayın Başkanımız, gelemeseler de bize özel bir konuşma yaptılar ve bunu Oslo’da internet üzerinden halkımıza ilete-bildik. Bu konuşmayı web sitemize de koyacağız ve arzu edenler oradan din-leyebilirler. Stockholm’de Fittja Ulu Camii Kültür Merkezi’nin açılışını ise gerçekleştiremedik. Sayın Başkanımız en kısa zamanda gelecekleri sözünü verdiler bize; kendilerini sabırsızlıkla bekliyoruz.Müslüman olarak bize miras kalan iki önemli yol gösterici Peygamberimizin Sünneti ve Kur’an-ı Kerim’dir. Bunların birbirlerini tamamlayıcı olduğunu, bir-birinin alternatifi olmadığını kesinli-kle bilmemiz gerekir. Kur’an-ı Kerim’i okumak ve anlamak her Müslümanın hedefi olmalıdır. Onun anlaşılmayan, bize kapalı gibi gelen hususları, Peygam-berimizin sözleriyle, uygulamalarıyla açıklanmıştır. Peki, Kur’an’ı gerçekten

anladığımızı nasıl anlarız, fark ederiz? Onu sıradan bir kitabı okuduğumuz gibi okuyamayız. Her bir ayetinde ayrı bir mana, ayrı bir mesaj vardır. Dolayısıyla, okuduğumuz her ayette biraz durup, onun Türkçe anlamını okumalı ve an-lamaya çalışmalıyız. Sonuçta, adâb-ı muaşeret adını verdiğimiz, davranışları-mızda bir güzellik, düzelme, değişme, gelişme gerçekleşiyorsa Yüce Kitabımızı hakkıyla okumuşuz demektir. Ama bir düzelme olmuyorsa, insanlarla ilişkilerimizde, kişiliğimizde hala ciddi sorunlar gözleniyorsa, bu okuma eksik veya hatalı bir okumadır. Bu sebeple, onu okumak, onu anlamak ve hayata ak-tarmak demektir. Uygulama olmaksızın yapılan okuma eyleminin ne kişiye, ne topluma ne de insanlığa bir faydasından söz edilebilir.

Diğer taraftan, Kutlu Doğum ile kaste-dilen şey, bilindiği üzere, Peygamberi-mizin doğumudur. Bu doğum, karanlık, cehalet ve zulmün hüküm sürdüğü, in-sani ilişkilerin dibe vurduğu, kölelik ve sömürünün alabildiğine yayıldığı, ada-letsizlik ve haydutluğun kol gezdiği bir dünya için kutlu bir kurtuluş müjdesiydi. Ancak bu kutlu doğumu vesile kılarak, Hz. Peygamberi insanüstü bir varlık veya yarı-ilah konumuna yüceltmek, putlaştırmak ya da ilahlaştırmak gibi bir şey asla söz konusu olamaz. Onun doğum gününü kutlamak veya anmak, onun bir insan olarak hayat denen süreci nasıl algıladığını, nasıl yaşadığını, tev-hid inancını hayatla nasıl uzlaştırdığını anlamak, kavramak ve uygulamaktır. Kur’an-ı Kerim’de Yahudilerin Üzeyir’i,

Hıristiyanların da İsa’yı Allah’ın oğlu saydıkları ve insanları tanrılaştırdıkları için Allah’ı inkâr ettikleri anlatılmaktadır (Maide, 5/12; Tevbe, 9/20). İslam’ın hiç-bir döneminde, hakiki Müslümanlar arasında İslam peygamberi Hz. Muham-med hakkında böyle bir algı veya kabul gerçekleşmemiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hedefi, modern çağda yaşayan modern insana, yani bize ve bizim nesillerimize Kur’an’ın hayata ışık tutacak ilkelerini doğru bir biçimde anlatmak, İslam Peygambe-rinin hayatını doğru kaynaklarından tanıtmaktır. İşte Kutlu Doğum kutlama-ları bu çerçevede algılanmalıdır. Gerçek şu ki, 1989 yılında “Kutlu Doğum” adı altında başlatılan bu faaliyet bugün artık kültürümüze yerleşmiş ve tatlı bir geleneğe dönüşmüştür. Bize düşen bundan azami bir biçimde yararlan-mak ve bu vesileyle hayatımıza ve insani ilişkilerimize yeniden bir çeki-düzen vermektir.

Bu kısacık hayat serüveninde Kur’an reh-berimiz, onun Sevgili Peygamberi de bi-ricik yol arkadaşımız olsun. Sözlerimizi merhum Ali Ulvi Kurucu’nun şu dizesi-yle bitirelim:

“Ruhum sana âşık, sana hayrandır Efen-dim,Bir ben değil, âlem sana kurbandır Efen-dim.”

Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU

Sosyal İşler ve Din İşleri Müşaviri

KUTLU AY, KUTLU DOĞUM

DİN

Page 10: Yeni Birlik 2/2010

10 Yenİ BİRLİK

İsveç Meclisinin “Sözde Soykırım” kararına sert tepkiİsveç Türk İşçi Dernekleri Federasyo-nu, Türk Gençlik Federasyonu, Türk Kadınlar Federasyonu ve Azeri Fede-rasyonuyla birlikte bir protesto mitingi düzenlendiler. Miting İstiklal Marşı ve İsveç Milli marşının ardından I. Dünya Savaşında yaşamlarını yitirenler adına bir dakikalık saygı duruşuyla başladı.

11 Mart’ta İsveç Parlamentosu Ermeni, Süryani/Asuri, Keldani, Pontus Rumları’-na yönelik I. Dünya Savaşı esnasında

1915 yılında soykırım uygulandığına dair aldığı kabul etme kararına İsveçli Türkler, bugün düzenlenen mitingde büyük tepki gösterdiler. Parlamento 130 “hayır” oyuna karşılık 131 “evet” oyuyla tasarıyı kabul etmişti.

Soğuk, karlı, yağmurlu bir havada Sergel Meydanı (Sergels Torg) dolduran üç bine yakın gösterici, bu kararın hiçbir biçim-de kabul edilemeyeceğini haykırdılar. Katılımcıların genel kanısı İsveç

Parlamentosu’nun haksız bir biçimde kendini Uluslararası mahkeme konumu-na koyarak tek taraflı almış olduğu bir karar olarak değerlendirildi. Parlamento bu kabul kararını alırken, Türk Tarihini, Türk Ulusunu ve tüm Türk dünyasını ayaklar altına almıştır, görüşü ege-mendi. Konuşmacıların da altını çizdiği gibi, katılımcılarda bu kararın alınmış bir politik karar olduğu düşüncesinde birleşirken, tarihin politik amaçlara alet edilmesinin yanlış ve aynı zamanda da çok tehlikeli sonuçlar doğuracağın dile getirmeleriydi.

Federasyonlar adına bir konuşma yapan Asım Kurtoğlu yaptığı konuşmasında genellikle şu görüşlere yer verildi.“İsveç Parlamentosu 11 Mart 2010 ta-rihinde, kırmızı yeşil koalisyonun girişimiyle ve bir oy farkıyla talihsiz 1915 soykırımını tanıma kararı almıştır. Böylece parlamento bu şekilde bir tarih yazıcılığı yapmakla kalmamış, bu tür da-valara bakmakla ve hüküm vermekle yet-kili Uluslararası Ceza Mahkemesinin de yerine geçmiştir. Bu çok saçma tanıma kararı vatandaşlarımızın ve sağduyulu Senem Çağlareri

GÜNCEL

Page 11: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 11

tarafsız İsveçli dostlarımızı üzmüştür. Biz İsveç Türkleri bu tanıma kararını taraflı, hatalı ve dayanaktan yoksun olarak alınmış bir karar olarak değerlendiriyor ve reddediyoruz. Parlamentonun takın-dığı bu tavır haksız ve parlamentonun bu konularda karar alması gibi ne bir görevi ne de bir yetkisi olmadığına inanıyoruz. Biz İsveçli Türkler hem tek tek hem de federasyonlar olarak uluslararası hu-kuku ilgilendiren konularda tavır almak görevinin temsili bir organ olan İsveç Meclisinin işi olmadığına inanıyoruz. Bizim görüşümüz; 1915’te yaşananlar konusunda bir uzlaşmaya varılması için hareket noktalarının; serbest araştırma, tartışma, tüm arşivlerin açılması ve gerekirse konunun bu alanda yetkili bir uluslararası bir mahkemeye götürülmesi şeklindedir. Eğer bu tanıma kararına kabul oyu veren milletvekillerinin elin-de yeterli kanıtları varsa, o zaman bu konuyu Uluslararası Ceza Mahkeme-sine götürmeliydiler “ denildi. Asım Kurtoğlu konuşmasına devamla; İsveç’in böylesine tartışmalı bir kararı almak için neden,” 100 yıl beklemiştir” sorusunu sordu. Hrant Dink’ten alıntılar yaparak Türk ve Ermeni halklarının sorunlarını yine kendilerinin çözebilecekleri-ne değindi. Parlamento kararlarının yanlışlığına yine Hrant Dink’in “-Bu karar Fransız Meclisi’nin midir? -Bu karar Amerikan Senatosunun mudur?-Bizim uzlaşma reçetelerimizi kim ya-zacak?-Bizim doktorumuz kim olacak?-Bana göre Ermeniler Türklerin dok-torudur ve Türkler de Ermenilerin dok-torudur.-Çeşitli parlamentoların bu konudaki tek taraflı tavırlar çözüm değildir.”

Sözlerini ele alarak değerlendirme yaptı.

Asım Kurtoğlu sorunların mono-logla değil, ancak diyalogla çözüm-lere kavuşturulacağını ve tek taraflı çalışmaların çözüm değil; çözümsüz-lükler üreteceğini dile getirerek konuşmasını sonlandırdı.

Muhafazakar Parti temsilcisi Göran Pet-tersson ise yaptığı konuşmasında, bu tür olayların oylama yerinin kesinlikle parlamentolar olmadığı ve dolaysıyla yanlışlık yapıldığını dile getirerek, “Biz politikacılar olarak tarih yazmamalıyız.biz iktidar partisiyiz ve bu yanlış kararı engelleyemedik özür dilerim. Bu karar bizim partimizi de üzmüştür. Bu kararın etkisi Türkiye ile Ermenistan arasında başlayan barış diyaloguna zarar vere-cektir. Sosyal Demokratların bu kararı, Türkiye’yi AB’den uzak tutacak grupları çok sevindirecektir” dedi.

Federasyonlar adına konuşan Senem Çağlareri, Parlamentonun almış olduğu kararını eleştirdi. Bunun yansımalarının burada yaşayan Türkleri olumsuz etkileyeceğini ve gelecek kuşaklar üzerinde ayrımcılık yaratacağını söy-ledi. Parlamentoların tarihi olayları politikleştirerek kendi çıkarları doğ-rultusunda kullanılmasının kabul edile-meyeceğini belirtti.

Azeri Federasyonunun görüşlerini başkan Settar Sevigin dile getirdi. Se-vigin; “Karar Azeriler tarafından da ka-bul edilmiyor. Bundan neredeyse 100 yıl önce yaşanmış ve hâlâ tartışmalı olan durum tek taraflı kabul görüyor ama, dün olan ve Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini eline geçir-mesi, Karadağ bölgesinden 1.200.000 bin Azerinin hâlâ yurtlarına döne-miyor olması ve Hocaali’de soykırım yapılmasına gözlerini kapıyor ama, yüz

Muhafazakar parti milletvekili Göran Pettersson kararı sert biçimde eleştirdi. Mustafa Sönmez

Asım Kurtoğlu

GÜNCEL

Page 12: Yeni Birlik 2/2010

12 Yenİ BİRLİK

Page 13: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 13

yıl önce olmuş ve tartışmalı bir olayda taraf olarak karar alıyor” dedi.

Miting alanı Onuncu Yıl Marşı ve diğer marşlarımızla hareketledirildi. Çeşitli konuşmacıların ardından kürsüye İsveç Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Mustafa Sönmez davet edildi.

Mustafa Sönmez;” Bundan yaklaşık 95 yıl önce Osmanlı topraklarında ve daha ileriye gidilerek, bugünkü Türkiyemizde yapıldığı iddia edilen ve adına “Soykırım” denilen bir karalama, ağır bir suçla hâlâ suçlanmaktayız. Bu çığırtganlar kor-osuna ne yazık ki, İsveç Parlamentosu da katılmış durumda. 11 Martta yapılan oylamada 1 oy marjinaliyle “soykırımcı” ilan edildik. Bunu kabul etmek, bunu be-nimsemek mümkün değildir. Bu karar beni, bizi, hepimizi derinden üzmüş ve bizleri aşağılamıştır. İsveç’te yaşayan bir Türk olarak bu karardan utanç duydum. Utanç duyduk... Şurası çok iyi bilinmeli-dir ki, Sözde Ermeni Soykırımı koskoca bir emperyalist yalandır” dedi.

Sönmez konuşmasında geniş bir değer-lendirme yaparak, tarihi olayların ta-rihçilere bırakılması gerektiğini dile getirdi. Devamla; “Parlamentolar, si-yasi parti kongreleri tarihsel olayları yargılama yerleri olamazlar. Buralar mah keme salonları değillerdir. 349 milletve-kilinin 1’nci Dünya Savaşı öncesinde ve esnasında yaşananlardan yeterince bilgi-si var mıdır? Bu tür parlamento kararları olayları çözüme değil, çözümsüzlüğe götürür. Kuşaklar arasında düşmanlıkları besler, geliştirir. Batı bile bile kendi çıkarları için ‘Soykırım Tacirleri’ne boyun eğmektedir. Soykırım tacirleri-nin tek geçim kaynakları bu ‘soykırım yalanı’dır. Bu yalanın ellerinden yitip gitmemesi için bütün güçleriyle hem çalışmaktadırlar.

Biz, İsveç’te yaşayan Türk toplum olarak tek el, tek yumruk, tek ağız olabilir-sek; sesimizi o derecede duyurma ve sorunlarımza çözümler bulma imkanına kavuşuruz. Bizim tek silahımız birlik ve beraberlik içerisinde olmaktır. Eğer bunu başarabilirsek, burada varlığımızı rahat bir biçimde sürdürebiliriz.Ya değilse, ha-vanda su dövmekten öteye geçemeyiz” diyerek konuşmasını tamamladı.

Protesto mitingi saat 16.00 dolaylarında sessizce sona erdi.

Mustafa SÖNMEZ

Page 14: Yeni Birlik 2/2010

14 Yenİ BİRLİK

Süryanilerin soykırıma uğratıldığına dair hiçbir belge yok…Türkiye’de Süryani toplumu üzerine yapılmış bilinen fazla bir çalışma yok. Yapılan çalışmalar daha çok anlatılan bir takım sözlere dayandırılarak ortaya konulmaya çalışılyor. Bu da Süryani to-plumu hakkında yeterli bilgiden uzak bulunuyor. İsveç’e Süryaniler üzerine konferanslar vermek üzere gelen Prof. Dr. Bülent Özdemir Stockholm ’da , ”1915 Olayları ve Süryaniler” adlı bir konferans verdi. Balıkkesir Üniversitesi Fen- Edebiyat Kürsünü Tarih Bölümü öğretim üy-esi olan Özdemir; ”I. Dünya Savaşı esnasında Anadolu’da yaşanan olaylar incelendiğinde Süryanilerin soykırıma uğratıldıklarına dair hiçbir belgeye rastlayamıyoruz” dedi. İsveç’e geliş ta-rihinin parlamentoda ele alınacak olan ”Soykırım” iddialarına denk düşmesinin tamamen tesadüf olduğunu belirten Özdemir, ”daha farklı bir ortam içeris-inde gelerek, bu konuyu hem İsveç Türk toplumuna hem de İsveçlilere ve diğer gruplara anlatmak isterdim. Fakat bu akşam gündem böyle denk geldi. Son beş yılda Süryaniler üzerine yaptığım araştırmalarda elde ettiğim bilgileri siz-lerle paylaşacağım. Umarım sizlere yararı

olur ” yönünde görüşlerini dile getirdi.Konuşmasına “Süryaniler kimlerdir” diye bir soruyla başladı. Bu tür sorulara Türkiye’de yaşayan insanların doğru dü-rüst cevaplar veremediğini ifade ederek; “Bu sorunun cevabı Osmanlı dönemin-de olsaydı farklı verilebilirdi ama, ulus devlet yapısı içerisinde Süryaniler pek fazla bilinmiyor, hatta Yahudiler olabilir mi? diye cevaplar verenler bile olabili-yor. Bugün Süryaniler kendi kimliklerini tanıma açısından da sorunlar yaşıyorlar. Bu soruyu var olan tanımlamalar üze-rinden sizlere anlatmak istiyorum. Sür-yanilerin kimliği konusunda etnik ve dinsel kimlik olmak üzereden iki kim-likli bir tartışma söz konusudur. Sürya-niler, Hıristiyanlığın yayılmaya başladığı I. Yüzyıldan itibaren Aramice konuşan halklar olarak Hıristiyanlığı kabul etmiş ve Ortadoğu’da, Kuzey Mezepotamya, Suriye, Antakya bölgeleri dahil olmak üzere yaşayan bir halk olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Daha sonra Bizans döne-minde bir cemaat ve halk grubu olarak algılanmış ve tanımlanmışlardır. Osman-lı döneminde de bir etnik grup olmaktan çok, bir cemaat olarak yorumlanmış-lar ve muamele görmüşlerdir. Bunların temsilcileri her zaman patrik olmuştur.

Osmanlı 1892’ye kadar bunların tem-silcilerini muhatap olarak almamış ve kabul etmemiştir. Osmanlı Fener Rum Patrikhanesi ve Ermeni Patrikhanesini kabul etmiş ve muhatap almıştır. Süryani ve Nasturi Patrikhaneleri işlerini Ermeni Patrikhanesi üzerinden yürütmüşlerdir. Bu Süryanilerin dinsel açıdan bir kimlik tanımıdır” dedi. Süryanilerin etnik açıdan tanımın özel-likle son yirmi yıl içerisinde ortaya çık-tığına dikkat çekerek;” Süryanilerin Ku-zey Mezepotamya’da yaşayan etnik bir halk oldukları ve köklerinin Asurlulara, Babillilere kadar dayandırılan bir tarih-lerinin olduğu biçimindedir. Araştırma-cılar açısından olaya baktığımız zaman birtakım sorunlar yaşamaktayız. Bugün Türkiye sınırları içerisinde yaşayan bir Süryani toplumunun köklerini Asurlula-ra kadar indirerek bilimsel olarak ispat-lamak neredeyse imkansızdır diyebiliriz. Kökenlerimiz Asurlulara dayanır, biz Asurluyuz demekle olacak birşey değil-dir. Diyebilirler ama, bilimsel hiçbir da-yanağı olmaz; sadece demekle yetinirler. Süryaniler açısından baktığımız zaman kökenlerini Asurlulara dayandırabilirler, görebilirler bu bağlamda bir mahzuru da

GÜNCEL

Türk Kadınlar Fed. Bşk. Hülya Göker, Prof.Dr. Bülent Özdemir, İTİDF Bşk. Hasan Dölek

Page 15: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 15

yoktur ve çok da pragmatikçe düşünül-müş bir anlayıştır bu. Neticede Süryani-ler yüzyıllarca din merkezli bir yapılan-manın içerisinde yaşamış ve günümüze kadar çok farklı biçimlerde parçalanmış olarak gelen, Aramice konuşan diyalek-tiği Ortodoks Süryaniler ve Nasturilerde değişen bir halk grubudur. Başlangıçta din bunları bir arada tutan bir kimlik kazandıran çimento iken, daha sonra-ki yüzyıllarda aynı din yani Hıristiyan-lık içerisindeki tartışmalar bağlamında Süryanilerin de parçalanmasına ve farklı grupların ortaya çıkmasına neden oldu-ğunu görüyoruz. Bu grupların içerisinde Ortodoks Kadim Süryaniler ya da Yaku-bilerdir. Osmanlı belgelerinde her zaman Osmanlılar, Ortodoks Süryanilerini, ‘Kadim Süryaniler’ olarak tanımlamış-tır. Yakubiler adı pek sıkça kullanılmaz. Diğer gruplar; Nasturiler, Keldaniler ve Masturiler. Bu gruplar baktığımız zaman Hıristiyanlığın biraz da politize olmasın-dan dolayı yaşanan çekişmeler dolaysıyla parçalandıklarını görüyoruz. Örneğin Nasturiler Süryani kökenli olmakla be-raber daha sonra Patrik Nesturius’un öğretilerini kabullenerek, biraz da Sasani devletinin koruması altına girmiş – biraz da Bizanslılardan kaçmak uğruna- Hak-kari ve Urumiye bölgelerinde yaşamaya başlamışlardır. İnanç olarak da Süryani Kadim Kilisesi’nden ayrılmışlardır. Din-sel olarak da ilk ayrılanlar Nasturilerdir. Keldaniler ise, 1600’lü yıllarda misyo-nerler tarafından Katolikleştirilen Nas-turilerdir. Irak’taki Kalde yerleşim bölge-sinden dolayı adları Keldaniler olmuştur. Maruniler bugün Lübnan’da yaşayan Katolik Süryanilerdir ve 1600’den sonra Fransız misyonerlerinin çalışmaları son-rasında Patriklerinin adıyla anılır olmuş-lardır” diyerek, dinsel ayrılıklardan orta-ya çıkan gruplar hakkında bilgiler verdi. Süryaniler ya da Süryanilik denince ge-nel olarak tüm alt grupları içerisine alan bilimsel bir terim olduğunun söyledi.Süryanilik içerisindeki bölünmelerin en büyük ayağı 19’uncu yüzyılda yaşan-dığını ve bu yüzyılın Osmanlı’nın son yüzyılı yani İlber Ortaylı’nın söylediği gibi ‘İmparatorluğun en uzun yılı’ oldu-ğunu aynı zamanda çok olaylara tanık-lık ettiğini anlatarak; “bunun en önemli özelliği misyonerlerin Anadolu’yu istila ederek, hemen hemen her tarafta okullar ve hastaneler bazında dahası insanların sosyal ihtiyaçlarını karşılama adına bir örgütlenme girmişlerdir. Bunda da başa-rılı olmuşlardır. Bütün bunları niye an-latıyorum. Mardin, Midyat ve Nusaybin

gibi bölgelerde yaşayan Süryaniler ara-sında toplum içerisinde sosyal bir ayrış-ma yani ötekileştirme söz konusu değil. O bölgede yaşayan Nasturi aşiretleriyle, Kürt aşiretleri aynı işlerle uğraşıyorlar ve yapılanmaları aşağı yukarı aynı dü-zeyde. Aralarındaki sorunları Patrik ve birkaç Kürt aşiret Beyi biraraya gelerek çözüyorlar. Bu bağlamda Osmanlı pek müdahil değil. Örneğin Kürt Beyleri-nin Nasturi Patriği Marşimon’a Amuca diye hitap ettiklerini kayıtlarda okuyo-ruz. Her ne kadar Kürtler Müslüman ve Nasturiler Hıristiyan da olsa karşılıklı bir hoşgörü ve anlayış var. Fakat o bölgelere misyonerlerin gelmeyesiyle durumlarda yavaş yavaş değişiklikler ortaya çıkmaya başlıyor. Bir bağlamda misyonerler tara-fından bir kimlik bilinci yaratılmaya ça-lışılıyor. Siz Hıristiyansınız gibi... Açılan okullarda verilen düşünceler ve bu ço-cuklara ileriki eğitimlerinin Avrupa’da, Amerika’da yaptırılması... Dolaysıyla bu bölgede yaşayan halk içerisinde bir öteki-leştirme düşüncesinin doğmasına neden oluyor yani düne kadar yüzyıllardır bera-ber yaşayan halk, bir ölçüde Kürtlerden, Türklerden farklı olduklarını düşünmeye başlıyorlar. Bu bölgede –İran hariç- ya-şayan Hıristiyan topluluklarının tahmini sayısı 350 ile 400 bin arasında değişiyor. Bu bir çok konsolos ve misyoner raporla-rında da aynı oranda olduğunu görüyo-ruz. Bu sayıyı iki katlayarak ortaya koy-mak pek gerçekçi aynı zamanda bilimsel de değil... Mardin, Midyat, Nusaybin ve Diyarbakır bölgeleri içerisinde yaşayan Süryanilerin sayısı 1914 yılı itibariyle 150 – 200 bin dolaylarındadır.Ben bu alanda-ki arşiv çalışmalarımı daha çok İngiliz, ve Amerikan kaynakları üzerinden yaptım.” biçiminde olaylara değinerek geniş bir yalpaze çizdi. Prof. Dr. Bülent Özdemir nüfus kaynak-ları incelendiği zaman tüm Süryanilerin nüfusunun 400 bini aşmadığına vurgu yaparak; “ nasıl olur da Birinci Dünya Savaşı esnasında 700 bin üzerinde Sür-yani öldürülmüş olabilir, sorunu anla-yamadığını söyledi. Süryanilerin açılmış olan ‘Seyfo Center’ adlı internet sitesin-de bilimsel yanı olmayan kulaktan dol-ma yanlış bilgi ve haberlerle insanların aldatıldığını ve sitede hiç arşiv belgesi göremediğini dile getirdi. Bu Center baş-kanının bilim adamlığı gibi bir yanının bulunmadığı ve rastgele karalama kam-panyalarıyla insanları yanlış bilgilendir-diğini söyledi. Bu bağlamda da Osmanlı-ca, Türkçe, Süryanice bilmeyen bir bilim

adamının yazdığı kitaplarında sanki o diller biliyor ve kaynaklarını kendi oku-muş gibi ortaya koyduğunu ve bunun bilimsellikle kesinlikle bağdaşmadığını söyledi. Süryanilerle ilgili verdiği bilgilerin olay-ları daha iyi anlamaya yönelik olduğu hatırlatarak Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan olaylara üzerinde duracağını belirti:”Arşivlerde çalışma yaparken be-nim için en önemli soru: Birinci Dünya Savaşı’nda ne oldu? biçimindeydi. Os-manlı kaynaklarına baktığımız zaman iki olayla karşılaşıyoruz. Bir, Süryani-lerin Nasturi grubunun savaşta taraf olduğunu ve Ermeni ihtilalci örgütler gibi 1915’ten itibaren Rus ordusu için-de Osmanlıya karşı savaştıkları görüyo-ruz. İkincisi;1915’te Ermenilerin zorun-lu göçü (tehcir) sırasında Midyat’ta ve çevresindeki birkaç köyde küçük çaplı isyan çıktığına tanık oluyoruz. Bu isyan-ları bastırmakla görevlendirilen Ömer Naci Bey Müfrezesi ve toplam 650 ki-şidir. Aslında Ömer Naci Bey, Güney Azerbaycan’a gidip orada Rusya’ya karşı ayaklandırmalar çıkarmakla görevlen-dirilmiştir. Yolda bu isyanlar çıkmış ve telgrafla bu komutandan müdahale et-mesi istenmiştir. Ömer Naci Bey uzlaş-ma yoluyla çözmeyi denemiş ama kabul görmemiş yapılan çatışmada iki üç asker öldürülmüş ama, karşı taraftan ölenler belli değildir. Bir iki denemeden sonra Ö. Naci Bey uzlaşma sağlayarak isyanı ba-rış yoluyla sona erdiriyor. Silahlar teslim ediliyor ve bozulan telgraf telleri onarı-lıyor. I.Dünya Savaşı esnasında Mardin, Midyat bölgesinde olan Kadim Süryani-ler açısından baktığımız zaman yaşanan en önemli olay bu... Zaten o bölge cephe

GÜNCEL

Page 16: Yeni Birlik 2/2010

16 Yenİ BİRLİK

gerisi bir bölgedir yani cephe oluşturulan bir bölge değil. Savaş sırasında da Kadim Süryaniler normal şartlarda diğer Os-manlı tebaasından olan vatandaşlar gibi durumlarını korumuşlardır. Bu bölge tehcir yolu üzerinde olduğu için gerek tehcirden kaçan gerekse o bölgede kimi Ermeni çetelerinin kışkırtmaları var: Sıra size de gelecek, size de tehcir uygu-lanacak yönünde istibaratlar belgeler-de var. Tehcirden muaf tutulan Katolik Ermenileri, İstanbul Ermenileri, İzmir Ermenileri vbg... Ermeni grupları var-dır. Süryaniler kesinlikle bu durumun dışında tutulmuşlardır. Midyat’ta 1915’te yaşanan bu küçük çaplı isyanın dışında 1916 – 1919 yılları arasında başka bir-şey yoktur. Hatta Süryani eşrafından İstanbul’a birlikte yaşanmak istendiğine dair telgraflar çekilmiştir. Bunlar arşiv-lerde mevcuttur. Bu açıdan baktığımız zaman I.Dünya Savaşı esnasında 700 bin Süryani’nin öldürüldüğü pek mantıklı değildir. Ne İngiliz ne Amerikan ne de Birleşmiş Milletler arşivlerinde Midyat isyanına dair bir tek kelime bile bulama-dım. Ama, Osmanlı arşivinde var. Örne-ğin 1917’ye kadar açık olan İngiliz Kon-soloslukları ya da misyoner kuruluşları Mardin’de bulunuyorlar. Niye böyle bir isyanı rapor etmemişler ya da yazmamış-lar? Bunu çok merak ediyorum.” Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya’nın ya-nında savaşan Nasturilerin 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Kafkaslarda dahil olmak üzere çekilen Rusya’nın kendileri-ni yalnız bıraktığını ve Urumiye’ye doğru ilerliyen Osmanlı askerlerinden çekin-dikleri için hem Ruslar hem İngilizler ve Fransızlar tarafından nasıl bir oyuna getirilerek aldatıldıklarını anlattı. Nastu-rilerin Urumiye ve Hakkari bölgesinden ve Hamadan üzerinden Bağdat yakınla-rında bulunan Bakau bölgesinde sığın-macı kamplarına yerleştirilmelerin ve bu uzun yolculuk esnasında hastalık ve benzeri olaylardan verdikleri kayıpların fazlalığına değindi. Üç yıl burada kalan Nasturiler daha sonra manda haline geti-rilen Irak Krallığı altında bırakıldıklarını ve I. Dünya Savaşı esnasında Nasturiler açısından yaşanan olayın bu biçimde ge-liştiğini ve işin acıklı yönünün kazanan tarafın yanında yer alan Nasturilerin savaş sonrası kaybeden taraf olduğunu, terk ettikleri topraklara bir daha geri dö-nemediklerini açıkladı. Savaş sonrası Paris’teki barış görüşmele-rinde taraf olmak isteyen Nasturiler, Er-

meniler ve diğer dinsel azınlıklar kendi sorunlarının da görüşülmesini istiyorlar. Gerekçeleri biz sizlerin yanında yer aldık ve bizi bırakmayın, diyorlar. Bu durumu Özdemir;”ben kayıp kabileden en küçük müttefike diyorum. 19’uncu yüzyılda Anadolu’ya gelen misyonerler, Nasturi-leri Kenan bölgesinden kaybolan yitik kabile olarak sanmışlardı. İngiliz Lord Curzon’un bir sözü var: O da; Süryaniler için, ‘bizim en küçük müttefikimizdi’ diyor. Başvurular dikkate alınmayarak işleme konulmuyor. Paris görüşmelerin-de görevli İngiliz George Kidston bakınız bu başvurular için,’bu gidişle Asya’da bulunan bütün köyler Paris görüşme-lerine delege gönderecekler, bu nedir? Bunlar engellensin...’ diyor. Paris barış görüşmelerine Nasturi, Keldani ve bazı Süryani gruplarınca sunulan bir harita var. Van Gölü’nden Urumiye Gölü’ne ve Kuzey Mezopotamya’yı içine alan bir üçgen var. Burada otonom ya da manda (Amerikan ya da İngiliz) bir devlet iste-niyor. Bu üçgende Mardin, Midyat yani o bölgeler yok. Bunun nedeni orada ya-şayan Süryanilerin Osmanlıdan ayrılma gibi bir dertleri yok. Aynı şeyi Lozan içinde söyleybiliriz. Süryaniler Lozan’da azınlık statüsü bile istememişler. Dolay-sıyla kendilerini bu ülkenin asli bir unsu-ru kabul etmişlerdir. Bugünde Türkiye’de yaşayan Süryani vatandaşlarımızda aynı konumdadırlar yani asli unsurdurlar... Bana sorarsanız Süryanilere Lozan’da azınlık statüsü verilmeliydi.Nasıl ki, Er-menilere, Yahudilere ve Rumlara verildi, onlara da verilmeliydi. Bugün bile böyle bir statü isteniyorlarsa, verilebilir.” açık-lamalarını yaptı.

Prof. Dr. Bülent Özdemir, bugün Türkiye’yi suçlayanların aslında bugün ulaşılan bilgi ve belgelerin ışığında İtilaf Devletlerini (İngiltere, Fransa, Rusya) suçlamaları gerektiğini, çünkü savaşta onların yanında yer aldıklarını ve savaş sonrası kendi çıkarları için bu grupları gözden çıkardıklarını savundu. Bir ölçü-de bugün Türkiye’ye yüklenmeye çalışı-lan suçun büyük bir haksızlık olduğunu ifade ederek; “ne gariptir ki, bu manza-ra karşısında Türkiye ‘Soykırım’la suç-lanıyor. Biz de bunun belgesini ya da belgelerini bulamıyoruz” dedi.

Bülent Özdemir, “Peki, bu soykırım meselesi tarihi belgelerle ispatlanamı-yorsa; nasıl ortaya çıkıyor, ona gelelim. Gerek savaş esnasında gerekse savaş sonrasında ve özellikle 1929 yılında İn-

giltere manda yönetimini kaldırıp yerine Irak Krallığına devrederken yine başta Nasturiler olmak üzere Irak’ta yaşayan Süryani gruplarının durumlarıyla ilgili başvuruları var ama, İngiltere ciddiye al-mıyor. Nasturiler savaş sonrası İngiltere adına o bölgelerde jandarmalık yapıyor ve Kuzey Irak’ta Kürt isyanların bastı-rılmasında silahlı güç olarak İngilizler tarafından çok fazla yararlanılıyor. İn-giltere yine onları kaderleriyle başbaşa bırakıyor. Dolaysıyla göçler yaşanıyor. 1960 sonrası Türkiye’den de Avrupa’ya 1970’li yılların ortalarında İsveç’e büyük göçler var. Bu nedenle bugün yurtdışın-da bir Süryani Diasporasından rahatlıkla söz edebiliriz. Bu diaspora Süryanileri 1990’lar sonrasında yaşadıkları ülkele-rin farklı kültürel etkileriyle de karşılaş-tıklarından ve özellikle de artık 2., 3. nesil yaşamaya başladığından dolayı bir kültürel ve kimlik sorunuyla da karşılaş-tılar. İşte bu kimlik sorununun üstesin-den gelmek için yeni bir tarih okuması, yeni bir kültür okuması gerekiyordu (bu bir sosyolojik olay). Bu beraberinde bir-takım şeylerin yeniden inşaa edilmesini yani birtakım sloganların yaratılmasını gerektiriyordu. Süryaniler bu nedenle ‘SEYFO 1915’ sloganını yaratarak dört elle sarıldılar. Ben merak ederek arşiv belgelerinde çok aradım ama, hiçbir belgede ‘Seyfo’ tabiri geçmiyor. Hatta otantik belgelerde de yok. Anlatılara bakıyorsunuz, onlarda yaşanmışlıklar anlatılıyor, elbette yaşanmışlıkları yok sayamazsınız ama, orada da yok... 1914 – 1918 o dört yıl içerisinde gerek savaş içinde gerek cephe gerisinde ve güvenli-ğin iyice zayıfladığı ve sizin jandarmanı-zı bile cepheye sürdüğünüz bir dönemde farklı birtakım olaylar yaşanmış olabilir. Kürt aşiretlerinin saldırıları, Nasturilerin Kürtlere saldırmaları ve hatta o bölgede bulunan Osmanlı kimi devlet adamları-nın yanlışlıkları ya da suistimalleri (insa-nın olduğu her yerde zaaflar da vardır) birtakım olaylarının yaşanmasına neden olabilir. Fakat siz bunlara soykırım der-seniz iş çok boyutlu bir durum ortaya çı-kar. Soykırım dediğinizde; devlet, planlı, programlı bir şekilde askerini, ordusunu göndererek bir grup insanı ya dininden ya etnik yapısından ya da kültüründen dolayı çoluk çocuk demeden öldürme-si, ortadan kaldırması demektir. Böyle birşey söz konusu değil, karşılıklı hoş olmayan yaşanmışlıklar var. İşte bunu I. Dünya savaşında nereye oturtabiliriz. Örneğin Ermeni tehciri esnasında ih-malkarlıklarından, usulsüzlüklerinden,

GÜNCEL

Page 17: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 17

haksızlıklarından dolayı yargılanarak idam edilen 172 tane devlet adamı, as-ker var. Süryanilerin yaşadık dedikleri olayların hem belgelerini bulamıyoruz hem de 700 bin kişinin öldürüldüğü bir soykırımdan bahsediliyor ki, adına ‘SEY-FO’ deniyor ve o Seyfo tabirini de otan-tik anlatımlarda bile yok, bulamıyoruz. Bu nedenle ‘SEYFO 1915’ bir slogandan öteye geçemiyor. Bu niye yapılıyor; Seyf, Arapça (Aramice, Arapça’nın kardeş dili) kılıç demek, Seyfo, kılıç yılı anlamına ge-liyor. Ben, bu tür asılsız iddiaların kimlik sorunu noktasında ortaya konuyor diye, düşünüyorum yani yeni bir kimlik in-şaası, hani o kilise merkezli yüzyıllardır tanımlanan bir Süryani toplumu değilde, Kuzey Mezopotamya’da yaşamış, ‘Kadim’ çok eski çağa belki ta Asurlulara kadar dayanan etnik bir toplum iddiası ve bunu şöyle kısaca açabilirim; siz, biz kökenle-ri Asurlulara kadar dayanan Kadim bir halkız düşüncesi etrafında birleşmek mi daha kolaydır, yoksa 1915 yılında 700 bin şehit vermiş büyük bir toplumuz dediği-niz zaman mı daha etkili olur? Buradaki soykırım iddialarının daha çok bu nok-tada kullanıldığını düşünüyorum. Daha doğrusu yaptığım çalışmalardan çıkan analiz yani sonuç bu şekilde olduğunu gösteriyor” biçiminde görüşlerini anlattı.

Bülent Özdemir, peki bu tanım neden kilise merkezli yapılmıyor, kendimize birkaç tane soru soralım diyerek; “İlk Hıristiyanlar olarak aynı dili konuşan, iki bin yıllık bir geçmiş, farklı ülkelerde yaşayan binlerce dindar, neden kimlik tanımlaması için yeterli görülmüyor da; hayır biz, etnik bir toplumuz ve bize soy-kırım yapıldı, deniyor? Eski çağda Kuzey Mezopotamya’da yaşamış farklı ve Kadim bir etnik toplum olduklarını iddiası... Birincisi; bugün kimlik sorunu, politize olmuş bir sorun olarak karşımıza çıkı-yor ve bu doğrultuda yönlendirilmek-te. İkincisi, etnik bir Süryani ve Asuru toplumunun varlığı doğal olarak, bera-berinde bir ‘vatan’ algısını da getiriyor. Dinsel bir topluluk olsanız, dünyanın her hangibir yerinde yaşabilirsiniz. Ör-neğin Hindistan’da 750 bin Süryani’nin varlığı gibi (!?)... Eğer etnik bir grupsa-nız, ister istemez toprak algısı ön plana çıkar. Bu bağlamda da özellikle soykırım (genocide) dayanağı etrafında bir kimlik ve birlik oluşturmak düşüncesini ağır-lıklı olarak ortaya çıkarma gayretleridir. Bir başka olaya değinmek istiyorum. Seyfo Center’in internet sayfasında var (Center’den çok fazla söz ettim ama, yan-

lışlarla dolu bir websayfası). Orada ‘Ci-had’ ilanından söz ediliyor; İslam huku-kuna göre (küçük bir araştırma bile bunu gösterir); yüzyıllardır birlikte yaşadığı, ondan vergi aldığı ve onu korumakla gö-revli olan bir devlet kendi tebaasına (va-tandaşına), bunlar Hıristiyan da olsalar, cihad ilan etmez. Böyle bir kural, anlayış ve gelenek de yok. Cihad bir devlet baş-kanının, bir başka devlette savaşa girdiği zaman diğer Müslüman devletlere ken-disine yardım için ilan ettiği durumdur. Osmanlı 1914 yılında Cihad ilan edecek ve Süryani toplumunu kılçtan geçirecek; böyle birşey yok. Bu İslam hukukuna ta-mamen aykırı bir durumdur. Zaten böy-le bir devlette olamaz, bu yanlışı burada düzeltmek istiyorum. Süryani kardeşleri-miz alınmasınlar...” biçiminde ifade etti.Sözlü anlatımların tarihçiler açısından ne oranda geçerli ve güvenilir olduğu aşamasına da değinen Özdemir; “1915 olayları sırasında yaşayanların ne ka-darının hayatta olduğu, anlattıklarının ne oranda gerçeği yansıttığı gibi soru-lar akla gelebilir... Bir de sözlü tarihin, tarihçiler arasında hep bir handikapı vardır. Tarihçiler, sözlü tarihten çeki-nirler, uzak dururlar. Çünkü, işin içine, duygu,nefret, kin yani herşey girer. Bir diğer nokta,kimin anlattığı, hangi dünya görüşüne sahip olduğu ve ne anlattığı da çok önemli. Ayrıca kimin ne şekilde soru sorduğu ve bilgileri ne amaçlı topladığı gibi durumlar çok önemlidir. Örneğin 1919’da sözlü anlatımları toplayan Isaac Amolto adlı Katolik bir papaz. Buradan David Gaunt da kitabına alıntı olarak koymuş (bir bilimadamına yakışmayan bir durum) ve anlatıda bir papaz şöy-le diyor; ‘ beni Mardin’de bir mahzene kapattılar.Her yan karanlıktı ve bir süre sonra baktım,köşede sepetler içerisinde kulak, burun, parmak, tırnak falan vardı’ yani sepetler dolusu insan uzuvlarından (parçalarından) bahsediyor. Tabii bu ilk planda ne kadar korkunç bir durum. Ben şuradan hareket etmek istiyorum. Kaldı ki, bütün dinlerde ölü insandan parçala-rın kesilmesi günahtır, yasaktır, etik de-ğildir vs... Diyelim ki yaptılar, niye sepet-lere koyup da o odaya bıraktılar? Bunu çok merak ediyorum. Peki,bu çok büyük bir abartı değil mi? Gerçek bir bilim ada-mı buna nasıl güvenecek?, Dolaysıyla bu tür abartılar bilime de zarar veriyor. Bu işi zıvanasından çıkarmak değil mi? bu sözlü anlatımlara bir soru işareti koymak gerekiyor, ben bir tarihçi olarak bunu de-lil olarak kabul edemem” dedi.

Bülent Özdemir birtakım belgeleri gös-terek Süryanilere soykırım uygulan-madığını ve bu tür olaylara soykırım demenin neredeyse olanaksız olduğunu tekrar ederek; “Midyat’taki Süryanilerin henüz Türkiye Cumhuriyeti kurulma-dan önce TBMM (Türkiye Büyük Millet Meclisi)ne gönderdikleri telgrafta şöyle diyorlar;’yüzyıllarca birlikte yaşadık, siz bizlerin hamisi (koruyucu) oldunuz. Yö-neticileriniz geldi, bizlerin liderlerini li-der kabul ettiler’ yönünde 20 maddeden oluşan bir yazı gönderiyorlar. Bu telgra-fın diğer maddelerine bakıldığı zaman Türkiye sınırları dışında kalan Nasturiler Hakkariye dönsünler, Urumiye ve Salaz bölgesindeki Süryaniler de gelsinler ve vatandaş olarak kabul edilerek güven-likleri sağlansın diyorlar. Ayrıca Nasturi Süryanisi olan Agha Petros’ta bir dilekçe ile başvurarak olumlu isteklerde bulu-nuyor. Bir düşünün soykırıma uğradı-ğını söyleyen ve sınırlar dışında kalan bir halk tekrar soykırıma uğradığı ülke-ye dönmek ister mi? Bunun bir mantığı olabilir mi? Siz düşünün... Kısaca şunu söyleyebilirim, şuna kadar bulduğum belgeler ıiığında bir Süryani soykırımdan söz etmek olanaklı değildir. Bu tür var-sayımlar politize olmuş varsayımlardır” diyerek konuşmasını noktaladı.

Katılımcıların açıklamalı sorularını da ya-nıtlayan Prof. Dr. Bülent Özdemir, akade-mik her türlü ortamda David Gaunt’la tar-tışmaya hazır olduğunu sözlerine ekledi.

Bizde bu yararlı bilgileri için sayın Bü-lent Özdemir’e teşekkür ediyoruz.

Mustafa SÖNMEZ

GÜNCEL

Page 18: Yeni Birlik 2/2010

18 Yenİ BİRLİK

Türk Kadınlar Federasyonunun düzenle-diği ve erkeklerin kabul edilmediği ge-ceye iki yüzün üzerinde kadın katıldı. Stockholm’un çeşitli yerlerinde kutlama programları vardı. Yılda birgün bile olsa kadınların gönüllerince hem eğlendikleri hem de kendi aralarında sorunlarını konuştukları bir kutlama oldu.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü bir konuşmayla açan Türk Kadınlar Federa-syonu Başkanı Hülya Göker, “Değerli ko-nuklar, hepinizin Kadınlar günü’nü kut-luyor, hoş geldiniz diyorum. Bugünün tarihini ve önemini hepimiz çok iyi bi-liyoruz. Kadınlar bugünkü konumlarına öyle kolay kolay ulaşamadılar. Kadınlar açısından çok çetin zorluklar yaşandı

ve mücadeleler verildi. Bu mücadele-leri verenleri şükranla anıyoruz. Sonuçta tüm dünya kadınları için mükemmel ol-masa da, bugünkü haklarımızı elde et-tik. Elbette bu yeterli değildir. Kadınlar mücadelelerini sürdürmelidirler.

Bugün en önemli sorunlarımızdan birisi dünyada yaygın bir biçimde kadına uygu-lanan şiddettir. Şiddetin bu kadar yaygın olmasına karşın uygulayana en az cezalar verilmektedir. Bu durumu kabul etmek mümkün değildir. Bugün dünyamızda iki yüz milyon kadın kayıplar listesinde görülmektedir. Bunun nedeni de ya doğarken erkek olmadıkları için öldürül-meleri ya da erkek kardeşleriyle eşit gıda ve tıbbi olanaklara sahip olmadıkları için

hayatlarını kaybetmelerinden kaynak-lanmaktadır. Örneğin Yemen’de sekiz yaşındaki kız çocukları evlendiriliyorlar, Çad’da on kadından ancak biri okuma yazma biliyor, Mısır’da on yıl öncesine kadar kadının boşanma hakkı yoktu. Geri kalmış ülkelerde listeler böyle uzayıp gidiyor.

Değerli konuklar, bir ülkede çağdaşlığı ve kalkınmışlığı anlamanın yolu; o ülkedeki kadınların toplumsal ve siyasal alandaki konumlarına bakmak yeterli olur. Söz-lerimi Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün Şubat 1923’te söylediği şu söz-leriyle bitirmek istiyorum: ‘Bizim sosyal toplumuzun başarısızlığının nedeni, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgi-

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü KutlandıTürk Kadınlar Federasyonu yönetim kurulu toplu halde ve kutlamadan memnun oldukları gözleniyor...

TOPLUM

Page 19: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 19

sizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak de-mek, faaliyet demektir. Bundan dolayı bir toplumun bir organı faaliyette bu-lunurken, diğer organı işlemezse; o so-syal toplum felçlidir.’ Hepinize saygılar sunuyorum.”

Türk Kadınlar Federasyonu başkanı Hülya Göker’e, İsveç’teki Türk kadınları-nın genel durumlarına yönelik birtakım sorular soruyorum. İşte aldığım yanıtlar: “İsveç’teki Türk kadınlarının genel du-rumu, İsveçli kadınlarla kıyaslanamaz. Türk kadınları arasında eğitim dü-zeyi bir hayli düşük ve özellikle genç kızlarımızın eğitime yönlendirilmesi arzu edilen düzeyde değil. Kadınlarımız ağır ve zor işlerde dahası İsveçlilerin yapmadığı işlerde çalışıyorlar. Ücret-leri düşük ve İsveçlilerle eşit değil. Sık sık ayrımcılığa uğruyorlar, bu durumu kanıtlamaları dil yetersizliklerinden zor oluyor. Aynı zamanda kadınlarımız için en önemli sorun işsizlik sorunudur. İşsiz kalan kadınlarımızda sosyal sorun-lar artıyor. Bir de hâlâ toplumuzda tabu olan şiddete maruz kalıyorlar. Çok az kadınımız kurumlara şikayette bulunuy-or. Bu konuda hem federasyon olarak hem de derneklerimiz projeler yaparak bilgilendirme çalışmaları yapıyorlar. Fe-derasyonumuzun namus cinayetlerine yönelik çok geniş kapsamlı bir projesi kurumlara sunulmuş durumda ve yanıt bekliyoruz. Kadın sığınma evleriyle ilişkilerimiz sürekli var. Onlara bazı konularda yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bir de şunu unutmamamız gerekiyor, kadın hakları ve şiddet konusunda hem İsveç’te hem de ülkemiz Türkiye’deki

Türk Kadın Fed. bşk. Hülya Göker

Macide Akay piyango biletlerini satmaya çalışıyor

Kutlamaya katılan kadınlar kutlamadan memnun olduklarını söylediler

TOPLUM

Page 20: Yeni Birlik 2/2010

20 Yenİ BİRLİK

erkeklerimizin eğitilmeleri zorunludur, diye düşünüyorum.”

Salonda bulunan kadınlarla yaptığım konuşmalarda kadınların içinde bu-lundukları durumlardan memnun olma-dıklarını gözler önüne seriyor. Her türlü ayrımcılıkla karşı karşıya kalabiliyorlar ve haklarını aramaları zor oluyor. Federa-syon yönetim kurulu üyesi Macide Akay, “bizlere çok büyük işler düşüyor ama, bizlerinde yapabileceği ve yapamayacağı durumlar var” diyor.

Genç kızımız Selda Akan, ”İsveç toplu-munda sorunları aşmanın tek yolu iyi bir eğitimden geçiyor. Bilinçli kadınlar yetiştirmek zorundayız. İsveç Türk to-plumu kızlarının eğitimi konusunda çok yetersiz durumdalar. Ailelere çok büyük işler düşüyor ama, onlarda bu konuda hem bilinçsiz hem de ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dolaysıyla çocuklarına yardımcı olamıyorlar. Tabii bu konuda önlerini tıkayan başka sosyal baskıları da unutmamak gerekiyor. İsveç Türk toplumunun üzerinde kendi otokontrol sistemi var. Bu da genç kızlarımızın iler-lemesinin önünde engeller oluşturuyor. İsveç gibi bir ülkede de Türk kadını sorununu aşabilmiş değil. Bir de İsveç’in kendi yapısından kaynaklanan sorun-lar var. Bizim kadınlarımız onlarla da baş etmek durumunda ama eğtimleri ve pozisyonları buna olanak vermiyor. Ben genç kızlarımızın geleceğinden pek iyimser değilim. Burada da çağın geri-sine düşmüş durumdayız. ”

Gecede piyango çekilişi heyecanlıydı ve İlayda Kutlu talihliyi belirleyecek bileti seçiyor

Misafir sanatçı ........ türküleriye geceye renk kattı

Mustafa SÖNMEZ

TOPLUM

Page 21: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 21

HUKUK KÖŞESİ

Değerli Yeni Birlik okuyucuları bu sayı-mızda, uzun zamandır tartışmalara konu olan ve en sonunda 15 Nisan 2010 tari-hinde yürürlüğe giren aile birleşimi hak-kında yeni düzenlemeler getiren kanun değişikliğini inceleyeceğiz.

Daha önce, gerek Hukuk Köşemiz’de konu olarak gerekse de federasyonun web sayfasında sizden gelen soruları ce-vaplandırırken aile birleşimi sebebiyle yapılan müracaatlarda geçerli olan hu-kuki şartlarıa değinmiştik. Eski düzen-lemeye göre, Avrupa ülkeleri dışından evlilik ya da aile birleşimi yoluyla İsveç’te oturma izni başvurusunda bulunanların sadece evliliğin ya da birlikteliğin ciddi ve gerçek olduğunu ispat etmesi yeter-li oluyordu. Yukarıda bahsi geçen ve şu anda yürürlükte olan kanuna eklenen ek maddeler ile bu konu hakkında yeni dü-zenlemeler getirilmiştir ( 5 kap. 3b §, 3c §, 3d §, 3e § ve 27 §).

Bu bağlamda, yeni düzenlemenin ilk ek maddesine göre, aile birleşiminden dola-yı oturma izni verilebilmesi için, İsveç’te bulunan kişinin (anknytningspersonen-referenten) kendisini geçindirebilecek kadar bir gelire sahip olması ve ortak yaşam için uygun bir evinin bulunması gerekmektedir.

Ancak şunu hemen belirtmek gerekir ki, kanun koyucu gelen eleştiriler sonu-cunda büyük bir kitleyi bu şarttan muaf tutmuştur. Bu bağlamda, ek madde 3c ve 3d’ altında getirilen istisnalarda yu-karıda öngörülen şart öyle budanmıştır ki, nerdeyse yeni düzenleme sadece sü-resiz oturma iznini yeni almış ve henüz İsveç’te oturma iznine sahip olarak en az dört sene yaşamamış olanları kapsaya-cak şekle getirilmiştir. Bu bilgiler ışığın-da ‘ekonomik yeterlilik ve ortak yaşama uygun ev’ şartından muaf olan gruplar aşağıdaki gibidir.

İsveç’te bulunan kimsenin(referent) ço-cuk olduğu durumlarda, çocuklar,İsveç, İsviçre ya da herhangi bir Avrupa ülkesinin vatandaşı olanlar,

İltica hakkına sahip olanlar (flykting veya alternativt skyddsbehövande- in-sani veya sağlık sebebiyle alınan iltica hakları hariç olmak kaydı ile),Süresiz oturma iznine sahip olup da en az dört senedir İsveç’te oturma iznine sa-hip olarak yaşamış olanlar.

Bundan başka, bahsedilen şart şu hal-lerde de geçerli olmayacaktır:

Eğer başvuruda bulunan kimse çocuk ise ve aile birleşimine konu olan kimse (yani İsveç’te bulunan kimse) çocuğun ebeveyni ise,Eğer başvuruda bulunan kimse ile İsveç’te bulunan kimsenin ortak çocukları var ise ve başvuru ortak çocukla birlite yapılıyorsa.

Bundan başka, ekonomik yeterlilik şartını yerine getirmek zorunda kalan ancak özel sebeplerden dolayı, mesela çalışma kabiliyetini ortadan kaldıran hastalık durumu gibi, çalışma gücünden yoksun olan kimselere de muafiyet sağlanabilecektir.

Bu bilgiler ışığı altında hemen belirtmek gerekir ki, İsveç veya başka bir Avrupa ül-kesi vatandaşı olan kimseler ve en az dört senedir İsveç’te yaşayıp da süresiz otur-ma iznine sahip olan kimseler otomatik olarak bu şarttan muaf olacaklardır.

İsveç’e yeni iş göçü kanunu ile gelmiş olan ve Türkiye’den ailelerini getirmek isteyen kimseler açısından ise şu tespiti yapmak mümkündür. Eğer, aile birleşimi yoluyla gelmek isteyen eş, başuvurusunu ortak çocukları ile beraber yaparsa ‘ekono-mik yeterlilik ve ortak yaşama uygun ev’ şartından muaf olacaktır. Ancak, ortak çocuk yok ise veya eş tek başına müra-caatta bulunmak isterse o zaman İsveç’te bulunan eşin ortak yaşama uygun bir ev olduğunu kira kontratı ile kanıtlaması gerekecektir. Ayrıca gelirini belirten maaş bordrosunu da Migrationsverket’e vermek zorunda kalacaktır.

Bu bağlamda hemen şunu belirtmek

gerekir ki, henüz ‘ekonomik yeterli-lik ve ortak yaşama uygun ev’ şartı hakkında hangi kriterlerin esas alınacağı hakkındaki tüzük henüz yürürlüğe gimemiştir. Ancak, Migratiıonsverket bu konudaki kriterlerin Nisan ayı sonunda açıklanacağını bildirmiştir. Kanunun ön şalışmalarına göre, bu konuda Migratitonsverket’in geniş bir takdir yet-kisi bulunmaktadır ve her başvuru kendi şartlarına göre değerlendirilecektir. Me-sela, ekonomik yeterliliğin hesabında, İsveç’te yaşayan kimsenin sabit giderleri ve hayat standardı v.s gibi durumlar göz önüne alınacaktir.

Yukarıdaki açıklamalardan da görüldüğü üzere, yeni getirilen düzenleme çok şükür ki büyük bir kitleyi etkilememek-tedir. Her ne kadar kanun metni oldukça açık olsa da, konu hakkında muğlak kalan bazı noktalar bulunabilir. Bu du-rumda, sorularınızı lütfen e-posta yolu ile bize iletiniz. Elimizden geldiğince ce-vaplamaktan memnuniyet duyacağımızı bilmenizi isteriz.

Stockholm 2010-04-21

Saygılarımla

Avukat Sadık KutluJur kandLedamot av Turkiets advokatsamfund Juristfirman Sadik Kutlu ABKungsholmsgatan 10 2 tr112 27 StockholmTel: 08- 650 24 41Fax: 08-650 24 42Mobil: 073 533 43 13E-post: [email protected]

Försörjningskrav vid anhöriginvandring – Aile birleşi-mi hakkında 15 Nisan 2010 tarihinde yürürlüğe giren ‘ekonomik yeterlilik’ şartının hukuksal açıdan değer-lendirilmesi.

Page 22: Yeni Birlik 2/2010

22 Yenİ BİRLİK

İsveç Parlamentosu’nda 11 mart 2010’da bir oy farkla alınan soykırımı tanıma kararının ardından İsveç Türkleri arasındaki tepkiler her geçen gün büyümekte. Tasarı, her ne kadar sağ ittifakın verdiği dört fire olmadan alınamayacaktıysa da arkasındaki asıl destek üç sol partiden geldi. Bu neden-le İsveç’teki birçok Türk, ortak seçim programlarında da soykırımın tanınması için çaba göstereceklerini ilan eden sol partilere karşı ateş püskürüyor. Daha önceki seçimlerde sol partilere oy vermiş ve uzun zamandır sol seçmen olan birçok Türk dahi bu seçimde sağ parti-lere oy vermeyi düşündüklerini söylüy-or. Gençlik Federasyonu’nun internet-teki kamuoyu yoklaması da tasarıya en soğuk bakan Muhafazakâr Parti’nin (M) eylüldeki seçimlerde Türkler arasında oy patlaması yapabileceğini gösteriyor. Tepkilerin ana hedefi, kongresinde aldığı yeni kararla tasarının parlamentodan geçmesinde başrolü oynayan Sosyalde-mokrat Parti. Bilindiği üzere oylamadan birkaç hafta önce İsveçteki Türk örgütleri bu kongre kararını kınayan 5000 imzayı Sosyaldemokrat Parti başkanı Mona Sahlin’e teslim etmişlerdi. Göteborg’da bir buçuk sene önce kurulmuş olan Türk Sosyaldemokrat Derneği ise parlamento kararını protesto etmek için kendini feshetme kararı aldı. Öte yandan birçok Türk, Yeşillerden milletvekili olan Türk kökenli Mehmet Kaplan’a asıl görüşü yönünde tasarıyı reddetmek yerine parti

çizgisine ters düşmemek için oylamaya katılmadığından dolayı kızgın. Kısacası birçoğumuz soykırım tasarısının par-lamentodan biraz da beklenmedik biçimde geçmesinin faturasını sol par-tilere kesmiş bulunuyoruz. Bazılarımız ise seçimlerde sağa oy vererek solun bu tutumunu cezalandırmaya hazırlanıyor. Ancak, bu şekilde iğneyi sol partilere batırırken biraz da çuvaldızını kendi-mize batırmayı ihmal etmememiz gerek. Bu haklı ilk tepkilerden sonra sağduyulu bir şekilde özeleştiri yapma zamanının geldiği kanısındayım. Öncelikle kendi-mize sormamız gereken soru bu nok-taya nasıl gelindiği. Tasarının geçmes-inde en önemli rolü sosyaldemokratların 2008’deki makul tavırlarını 2009’daki kongrelerinde değiştirmelerinin oyna-dığı belli oluyor. Hatırlanacağı gibi bu kongrede parti yönetimi tasarıya karşı olduğunu açıklamasına rağmen kongreden tasarıyı destekleme kararı çıkmış ve parti yönetiminin elini kolunu bağlamıştı. Anlaşılan o ki bu kongreden sonra toplanan tüm imzalar ve kamuoyu ile milletvekillerini etkilemek için canla başla yürütülen tüm çalışmalar aslında boşaymış çünkü kongrenin aldığı kararla bu iş zaten orada bitmiş.

Aklımız kongreden önce neredeyi?Pekiyi o hâlde biz İsveç Türkleri, örgütle-rimizle ve sosyaldemokrat politikacıları-mızla bu kongre kararından önce ne yapıyorduk? Kongrede böyle bir oylama

yapılacağından neden haberimiz yoktu? Sosyaldemokrat Parti’ye mensup Türk kökenli politikacılarımızın aklı neredey-di? Neden bizi böyle önemli bir kongre oylaması öncesinde haberdar ve sefer-ber etmediler? İşte bu noktada gerçek-ten çuvaldızını kendimize batırmamız gerekiyor. Eğer kongre kararından son-ra yürütülen kampanyanın dörtte biri kongre öncesinde yürütülmüş olsa ve nüfuz sahibi sosyaldemokrat delegeler markaja alınsa belki de kongreden ve daha sonra İsveç Parlamentosu’ndan soykırımı tanıma kararı çıkmayacaktı. Tandoğan Uysal’ın haberine göre bu soykırım tasarısı 2008’de ilk defa İsveç Parlamentosu’na sunulduğunda o za-manki TC Büyükleçisi bu gelişme hak-kında Türk örgütlerini uyarmamış. Örgütlerimiz de bu yüzden bu konuda bir şey yapamadıklarını beyan etmişler. Anlaşılan Türkler kırk yılı aşkın süre-dir İsveç’te yaşamalarına ve bu ülkenin dilini ve adetlerini geçici bir büyükelçi-den çok daha iyi bilmelerine karşın konu İsveç siyaseti olunca kendilerini Türk büyükelçisinin uyarmasına muh-taçlar. Böyle bir anlayış olabilir mi? Biz topraklarında yaşadığımız ve hattâ vatandaşı olduğumuz İsveç’in siyase-tini bireyler ve örgütlerimiz olarak kendimiz takip etmeyip bunu TC Büyükelçi’sinden bekleyeceğiz. Büyük elçi bunu yapmayınca ise ortaya çıkan durumun suçunu eski büyükelçiye at-maya çalışacağız. Bu nasıl bir aciz ve basiretsizlik örneğidir? İsveç siyase-tine hâlâ bu kadar uzak mıyız? Örgüt-lerimizin ve politikacılarımızın kendi sorumluluklarını başkalarının omuzları-na yıkmaya çalışması gerçekten çok va-him. Lütfen açıkça itiraf edelim: İsveç Türkleri olarak İsveç siyasetine dair ev ödevimizi yapmayı ihmal ettik. Sözde soykırımın İsveç’te siyasete alet edilme-sine uzun süre pasif kalarak göz yummuş olduk. Ve en nihayetinde bu kararın par-lamentodan geçmesinde başkalarının olduğu kadar tek milletvekilimizle, ye-rel poltikacılarımızla, örgütlerimizle ve aydınlarımızla bizim de suçumuz var. Şimdi özeleştiri yapmazsak bu son geliş-melerden ileriye dair hiçbir ders çıkarma şansımız olmayacaktır.

İsveç Türkleri ve İsveç’teki soykırım iddialarıGeçtiğimiz hafta ve aylarda Türkler olarak İsveç kamuoyunu ve politikacılarını ikna etmek için önemli teşebbüslerde bulun-duk, özverili çalışmalar yaptık. Emeği

İĞNE VE ÇUVALDIZsoykırım kararının ardından özeleştiri yapma zamanı

GÜNCEL

Page 23: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 23

geçen herkezi öncelikle kutlamak iste-rim. Ancak geç kaldık, hem de çok geç kaldık! Bir tek sosyaldemokratların kon-gresi öncesi uyumakla değil senelerce soykırım iddiaları konusunda pasif kal-makla çok büyük hata ettik. Soykırım iddialarını yakından takip eden aktif bir vatandaş olarak bu hatalara biz-zat şahit oldum. 2005 senesinde Forum för levande historia ve bazı etnik fede-rasyonlar ABF’te soykırım konferansı düzenlediğinde hıncahınç dolu salonda belki iki elin parmakları kadar Türk vardı. Sonra 2006’da bu konferansı eleştirmek için Diyalog Grubu’nun az sayıda Türk örgütünün desteğiyle yaptığı çalışmalar Forum tarafından yokuşa sürüldü. Fo-rum, muhatapı olarak ana federasyonu (İTİDF) görmek istediğini bildirdiğinde ise o zamanki federasyon yönetimi suya sabuna dokunmak istemedi. Aradan dört sene geçti ve ancak şimdi beş Türk ve bir Azeri federasyonu zar zor bu konuda güç birliğine gidebildi. Bu geniş destek dört-beş sene önce var olsaydı belki bu soykırım kararı engellenebilirdi. Oysa, Ermeni ve Süryani örgütlerinin konfe-ranslar düzenleyerek, kitaplar bastırıp dağıtarak ve anıt dikmeye çalışarak harıl harıl çalıştığı bu dört-beş seneyi Türk ör-gütleri bölünerek çoğalmakla ve birbirle-riyle didişmekle geçirdi. Şimdi ise suçu başkalarına atmaya çalışıyorlar. Ayrıca İsveç’teki Kürt ve Süryani örgütlerinde aydınlara önemli yerler verilirken bizde halkla aydınlar yağla su gibi ayrışmakta. Türk aydınları halktan kopuk bir tablo çizip İsveç tribünlerine oynamayı ter-cih ederken birçok vatandaşımız ve ör-gütümüz de aydınları küçümseyip görüş ve tavsiyelerine baş vurmuyor ya da kulak asmıyor. Kısacası büyükelçiden uyarı beklediklerini söyleyen örgütleri-miz, aydınlarımızın senelerdir yapmaya çalıştığı uyarıları ise göz ardı etmiş bu-lunuyor.

İsveç’teki Türk toplumu ve siyasetTabii ki bazı kişi ve örgütlerin geçtiğimiz senelerde takdire şayan çalışmalar yaptığını inkâr etmek haksızlık olur ama bir bütün olarak İsveçteki Türk to-plumuna bakacak olursak çizdiğimiz genel tablo, önemli gelişmelerden geç haberi olan, birlik olmakta zorlanan, aydınlarını dinlemeyen ve siyasette pasif kalan bir toplum olduğumuz. O kadar ki, İsveçteki Türklerin sayısını ve toplum olarak kaç oyumuz olduğunu dahi doğru dürüst bilmiyoruz. Örneğin Göteborg Türk Sosyaldemokrat Derneği Başkanı

Newsmill sitesindeki istifa yazısında İsveç’te 100  000, sadece Göteborg’da ise 20 000 Türk oyu olduğunu iddia edebi-liyor. Asıl gerçek ise bırakın Göteborg’u, toplasanız belki İsveç’in tümünde taş çat-lasa sandığa giden 20  000 Türk seçmen bulabileceğimiz. Artık politikacılarımız bile ne kadar potansiyel seçmenleri olduğunu bilmiyorlarsa vay halimize! Benim kendi bilimsel araştırmalarım çerçevesinde topladığım bilgilere göre İsveç’te 70 000 ila 75 000 Türkiye kökenli kişi yaşamakta. Bunların üçte birin-den biraz fazlasının, takriben 25 000 ila 30  000’inin etnik Türklerden oluştuğu tahmin edilmekte, geri kalanı ise aşağı yukarı yarı yarıya Kürt ve Süryanilerden oluşmakta. İşte bu 25-30 bin Türk’ten faraza üçte ikisinin İsveç’te oy hakkı olsa ulaştığımız Türk seçmen sayısı en fazla 20  000 eder. Diğer yandan bu seçmenlerin ne kadarının gerçekten sandığa gittiği de önemli bir soru. Önde gelen Türk politikacılarımızın heps-inden defalarca Türklerin İsveç’te oy haklarını kullanmadıklarına dair sitem işitmişliğim var. Stockholm’de Türklerin yoğunlukta yaşadığını bildiğimiz Alby, Fittja, Rinkeby ve Tensta gibi ilçelerdeki oy kullanma oranlarına baktığımızda da benzer bir tabloyla karşılaşıyoruz. 2006 seçimlerinde Stockholm genelinde oy kullanma oranı % 81’de seyrederken bu oran Alby-Fittja’da % 64’e, Tensta’da % 60’a, Rinkeby’de ise % 55’e kadar düşüyor. Tabii ki bundan Türklerin oy

kullanma oranına dair kesin bir çıkarım yapmak zor. Ama diyelim ki Türk seç-menler İsveç ortalamasıyla aynı oranda (% 79) oy kullandılar, o hâlde İsveç ge-nelinde en fazla 16 000 Türk oyu var de-mektir. Yani biz İsveç’te ne kadar küçük bir etnik grup (25-30 bin) olduğumuzu bilmediğimiz gibi ne kadar az oyumuz (en fazla 16 bin) olduğunun da farkında değiliz. Özetle İsveç siyasetinde zaten binde üçe tekabül eden cüzi bir grup-ken oy hakkımızı kullanmayarak ken-dimizi daha da küçültmekte ve İsveç partileri nezdinde neredeyse yok etmek-teyiz. Sonra da böyle kararlarla bizi yok sayıyorlar diye bu partilere kızıyoruz. Özellikle Türkiye’ye soğuk bakan etnik gruplarla karşılaştırıldığında sayımızın verdiği dezavantajı, oylarımızı aksatma-dan kullanarak ve siyasi partilerde aktif rol alarak telafi etmek yerine tam tersine İsveç siyasetine uzak duruyor ve sandığa gitmeye üşeniyoruz. Türkler siyasete bu kadar mesafeli durmaya devam et-tikçe İsveç’te maruz kaldığımız haksız eleştiriler ve saldırılar bir ölçüde müsta-hak sayılır. Bunun suçunu başka kimsede aramanın alemi yok.

İsveç’teki Türk politikacılar ve sol par-tiler Soysaldemokrat bir arkadaşım geçen gün soykırım kararını tartışırken “kon-greden beri kâbus görüyorum” dedi. Arkadaşım ve sol görüşlü birçoğumuz için bu durum hakikaten bir kâbusu

GÜNCEL

Page 24: Yeni Birlik 2/2010

24 Yenİ BİRLİK

andırıyor. Bir yanda köklerimizin olduğu ve bu gibi kararların kırılgan demokrasi-sine zarar vereceğini çok iyi bildiğimiz Türkiye; Müslümanı, Hristiyanı, ateisti, Türkü, Ermenisi ve Süyanisiyle Türki-yemiz, öbür yanda ise ikâmet ettiğimiz ve yine güçlü bağlarla bağlı olduğumuz İsveç’in senelerdir desteklediğimiz sol partileri. Bazıları bizden bu ikisi arasında bir seçim yapmamızı bekliyor; bize sırtını dönen sol partilere biz de sırtımızı dönelim diyorlar. Kimileri bu seçimi Türkiye’den yana yapmayı tercih ediyor. Başkalarımız ise aslında böyle bir seçim yapmak zorunda olmadığımız kanısında. Pekiyi çözüm gerçekten sol partileri ve sol ideolojiyi terk etmekte mi, yoksa kalıp mücadeleye devam etmekte ve di-yalog sağlamaya çalışmakta mı? Daha önce anlatmaya çalıştığım gibi başımıza ne geldiyse siyasette yeterince aktif olmadığımız için gelmiş bulunuyor. Asıl çözüm, neokolonyalist bir gaflet içinde bulunan sol partilerden uzaklaşmak ye-rine onları yakın markaja alıp içlerinde Türk solcular olarak daha aktif roller almaya çalışmakta. Ancak bu şekilde hatalarını anlamalarını sağlayabilir ve gelecekte çocuklarımıza daha so-rumlu sol politikalar bırakabiliriz. Bu bakımdan kanımca üstüne en fazla düşülmesi gereken parti yine Sosyalde-mokrat Parti. Sosyaldemokratlar her ne kadar son kongrelerinde çok talihsiz bir karar almış olsalar da parti üyelerinin eski kongrelerde, parti yönetimin ise hâ-len soykırımın siyasete alet edilmesine karşı olduklarını unutmamalıyız. Partiyi tekrar eski makul çizgisine getirmede hâliyle Türk sosyaldemokratlara önemli görevler düşüyor. Bu görevi, batan ge-misini terk eden kaptan misali ilk fırsatta sağ partilere geçerek yapmak ise müm-kün değil. Unutmamalıyız ki önümüz-deki seçimde Türkler sola oy vermese dahi sol partiler iktidara gelebilir, son kamuoyu yoklamalarına göre de gele-cek gibi gözüküyor. Böyle bir durumda

da Türklerin bu partilerin dışında kalıp onları “düşman” gözüyle eleştirmesinden ziyade içlerinde yer alıp dost uyarıları yapmaları daha etkili olacaktır. Ancak bunu yaparken Türk solcuların önce-likle yeni yöntemlere ve ikinci neslin katılımına ihtiyaç olduğunu idrak etme-leri gerekli.

Yola nasıl devam etmeli?Bu yazıda diğer herkes gibi iğneyi sol partilere batırmaktansa çuvaldızını İsveç’teki Türk toplumuna yani ken-dimize batırmayı tercih ettim. Emi-nim bundan dolayı bana sitem edecek ve kızacak çok kişi çıkacaktır. Bu tabii ki sola yöneltilen eleştirileri paylaş-madığım anlamına gelmiyor. İsveç solunu daha önceki yazılarımda yete-rince eleştirdiğim kanısındayım. An-cak bizim de biraz özeleştiri yapmaya ihtiyacımız var. Bu özeleştiriyi yaparken aramızda günah keçileri aramanın ve bi-ribimize düşmenin alemi yok. Olanların sorumluluğunu tüm kesimleriyle İsveç Türk toplumu olarak üstlenmek ve bundan ders çıkarmak zorundayız. Kırk yıldır yaşadığımız bu ülkedeki konumumuzu doğru analiz etmeliyiz, hayal aleminde yaşamanın hiçbirimize faydası yok. Biz İsveç’te her ne kadar kâğıt üzerinde iyi örgütlü bir etnik grup gibi görünsek de sayıca azız. Yer yer karşımızda bulduğumuz başka göçmen grupları ise hem nüfusça hem de nüfuzca bizden çok daha avantajlı bir konumda-lar. Bu gruplarla ve bazı partilerin yanlış politikalarıyla demokratik mücadelemiz-de ancak tüm örgütlerimizle birlik olabi-lirsek, bu konulara vâkıf aydınlarımızla kenetlenmeyi bilirsek ve diğerlerinden daha fazla çalışırsak başarılı olma şansımız olacaktır. Oysa örgütlerimizin birbirinden kopuk ve ihtilaf içinde olması bize zarar vermekte. Aydınlarımızın si-yasi bağlamlardan dışlanması ya da zor işlere soyunmaya tenezzül etmemesi bizi zayıflatmakta. Üçüncü neslimizin büyü-

mekte olduğu ikinci vatanımız İsveç’te siyasete hâlâ uzak durmamız, sağ olsun sol olsun değişik partilerde farklı sevi-yelerde az temsil ediliyor olmamız, se-simizi duyuracak yöntem ve vekilleri bulamamış olmamız bizi mağdur duru-ma düşürmekte. Ayrıca toplum olarak, bu son olayların tetiklediği milliyetçi refleksleri ve aşırı tepkileri dengelemeye azami özen göstermezsek yeni zorluklar-la karşılaşabiliriz. Önümüzde soykırımın yüzüncü yılının anılacağı ve Türkiye’nin AB’ye üye olup olamayacağının belli olacağı 2014-2015 dönemi var. Bir son-raki hedefimiz, İsveç’in ve özellikle de sol bir hükümetin başka Avrupa ülkele-rinden gelecek teşvik ve baskılar sonucu Ermeni soykırımının tanınmasını Tür-kiye için bir AB’ye üyelik koşulu hâline getirmesini engellemek olmalıdır. Bu son gelişmeler de bir kez daha göstermiştir ki İsveç kamuoyunu artık 1915 olaylarının soykırım olmadığına ikna etmek müm-kün değildir. Kanımca enerjimizi artık 1915 olaylarının soykırım olmadığını is-pata çalışmaktan ziyade bu konunun si-yasette daha fazla sömürülmesini ve AB müzakerelerine bulaştırılmasını engel-lemeye yönlendirmeliyiz. Birçok konuda geç kalmış olabiliriz. Eski yöntemleri-miz iflas etmiş olabilir. Güvendiğimiz dağlara dahi kar yağmış olabilir. Ancak elimizde güç birliği edebilecek altı ulusal örgüt, birçok değerli aydın ve uyanmakta olan vatandaşlarımız, özellikle de genç-lerimiz var. Zaman, geçmişteki hataların üzerine sünger çekip elimizdeki insani ve mali kaynakları daha etkili stratejiler etrafında bir araya getirme zamanıdır. Türk solcuların, üyesi veya destekçişi oldukları sol partiler içindeki rollerini gözden geçirmeleri kadar tüm Türk to-plumunun da İsveç siyaseti içindeki konumunu yeniden değerlendirmeside fayda vardır. Türk örgütlerinin ise aci-len aralarındaki eski anlaşmazlıkları bir yana bırakıp sorumluluklarının gereğini yerine getirmeye başlaması ve İsveç’teki Türk aydınları ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açması elzemdir. Daha akıllı ve ustaca bir lobicilik devrini bir an önce başlatamazsak üçüncü neslimiz dahi İsveç siyasetinde mağdur olacaktır. Bu bakımdan 19 Eylül’deki seçimlere kadar vatandaşı, örgütleri ve politikacılarıyla Türk toplumu olarak göstereceğimiz si-yasi faaliyetler geleceğimiz için önemli ipuçları verecektir.

Memet AKTÜRK DRAKE5 nisan 2010

GÜNCEL

Page 25: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 25

Page 26: Yeni Birlik 2/2010

26 Yenİ BİRLİK

Page 27: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 27

Page 28: Yeni Birlik 2/2010

28 Yenİ BİRLİK

Yaşar Kemal’ın yakın dostu, arkadaşı ga-zeteci, yazar, fotoğrafçı ve sinema yönet-meni Güneş Karabuda’nın objektifinden 40 yıldır yansıyan fotoğrafları bir sergiye dönüştürülerek önce Paris’te sonra da Stockholm’da sergilendi. Fransa’da çok büyük ilgi gören sergi, Stockholm’da da çok sıcak bir ilgi gördü. Sergisi için Stockholm’a gelen yazar Yaşar Kemal

büyük bir hayran kitlesiyle karşılaştı. Serginin gerçekleşmesinde Anadolu Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Gülse-ren Engström’ün büyük katkıları oldu.

Serginin açılılışı 13 Mart tarihinde Fotoğrafçılar Merkezi’nde gerçekleştiril-di. Sergiyi kısa bir konuşmayla açan merkez yöneticisi Gunilla Muhr, Yaşar

YAŞAR KEMAL, “PORTRELER SERGİSİ” FRANSA’DAN SONRA STOCKHOLM’DAYDI...

Kemal’ın tanınmış bir yazar olmasının yanısıra dostu Güneş Karabuda’nın bir projesiyle aramızda olmasından duyduğu mutluluğu dile getirdi. Anadolu Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Gülseren Engström sergi açılışında yaptığı konuşmasında Yaşar Kemal’in bir edebiyatçı yönünü ele alan bir konuşma yaptı: “Yaşar Kemal, sadece Türkiye’de değil, dünyadaki en iyi yazarlardan birisidir. O eserlerini şiirsel bir dille yazmıştır. Yaşar Kemal’in ilham kaynaı zengin Anadolu kültürüdür. Kemal, bu mozağin sözlü halk geleneği ürünlerin-den esinlenmiştir. Yaşar Kemal’in kahramanları, sadece onurunu koruya-bilmek için yaşamını feda etmeye hazır, gösterişsiz ve sade insanlardır. Yaşar Ke-mal eserlerinde aşk, sevgi, saygı, insaf, güven, gurur gibi duyguların yanısıra insanın doğa ile ilişkilerini anlatır. Onun kahramanları doğa ile tam bir uyum içinde yaşarlar. Yaşar Kemal, Ana-dolu insanının sözlü anlatım geleneği ürünleri olan; destanlardan, ağıtlardan, halk öykülerinden, masallardan, türkü-lerden ve çağdaş roman tekniklerinden

SANAT OLAYLARI

Page 29: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 29

ustaca yararlanmıştır. Kullandığı yerel sözcükler, deyimler, atasözleri, yakarışlar kendine özgü bir uslüp oluşturması, anlatımını canlı ve güçlü kılmıştır.”

Yaşar Kemal’ın yakın arkadaşı ve fotoğraflarını çeken Güneş Karabuda yaklaşık elli yıla varan arkadaşlıklarından

Güneş Karabuda

Gülseren Ergün Engström

kesitler anlattı. Karabuda, Yaşar Kemall’le 1955’li yıllarda onun “İnce Memet’i” yazdığı yıllarda tanıştığını bu arkadaşlıklarının hem Türkiye’de hem de Fransa’da, bir süre İsveç’te de devam ettiğini anlatarak; “Yaşar’ın İnce Me-met romanı bir dünya klasiğidir” dedi.

İsveç’in tanınmış tiyatro ve sinema sanatçısı Sven Wolter, Güneş Karabuda’-nın çektiği “Menekşe Koyu” adlı filmin çekimi sırasında Türkiye’de yaşadıklarını ve Yaşar Kemal’le olan arkadaşlıklarını ve dostluklarını anlattı.

Sven Wolter

Gunilla Muhr

SANAT OLAYLARI

Page 30: Yeni Birlik 2/2010

30 Yenİ BİRLİK

Hastalık parasına esas olan gelir miktarı esasen nedir? Försäkringskassa, ne kadar ödenek alabileceğinizi hesapladığında, hastalık parasına esas olan gelir miktarınızdan hareket eder. Hastalık parasına esas olan gelir miktarınız sizin tahmini yıllık gelir miktarınızdır, yani eğer ücretli çalışan iseniz genellikle aylık maaşınızın oniki katıdır. Ancak, hastalık parasına esas olan gelir miktarının tavanı, fiyat katsayısının 7,5 katına tekabül eder. 2010 yılı için fiyat katsayısı 42 400 krondur ki, buna göre olabilecek en yüksek hastalık parasına esas olan gelir miktarı 2010 yılı için yılda 318 000 krondur. Tam da anababalık parası için bu konuda bir istisna vardır. Försäkringskassa, ne kadar anababalık parası alabileceğinizi hesapladığı zaman, fiyat katsayısının on katına kadar olan gelir miktarını hesaba katar ki bu 2010 yılı için yılda 424 000 krondur. Bu, mümkün olan en yüksek miktarda anababalık parasının günde 901 kron olduğu anlamına gelmektedir.

Ödenek miktarını hesaplayın Anababalık parası olarak, hastalık parasına esas olan gelirinizin yaklaşık % 80’inin 365 ile bölünmesi sonucu elde edilen miktar kadardır. Ne ka-dar anababalık parası alabileceğinizi aşağıdaki biçimde hesaplayabilirsiniz:

Hastalık parasına esas olan gelirinizi te-spit edin. Bu miktarı 0,97 ile çarpın. Elde ettiğiniz miktarı yine 0,8 ile çarpın. Bunu 365’ e bölün. Elde ettiğiniz sonuç günlük olarak alacağınız ödenek miktarıdır.

Bu örnekte hastalık parasına esas olan gelir miktarının 240 000 kron olduğu varsayılmaktadır. 240 000 x 0,97 = 232 800 kron 232 800 x 0,8 = 186 240 kron 186 240 : 365 = 510,24 kron/günde (510 kron olarak yuvarlanır)

Değişiklikleri her zaman bildirin! Ödenek hakkınızı her hangi bir biçimde etkileyebilecek olan bir değişiklik olduğu zaman bunu derhal Försäkringskassa’ya bildirin. Bu değişiklikler, örneğin şunlar olabilir: Gelir miktarınız azalmışsa; Çalışma süreniz kısalmışsa; Ekstra çalışmaya başlamışsanız.

Hakkınız olmayan bir ödenek almışsanız normal olarak bu paraları geri öde-

mek ile yükümlü olursunuz. Bu du-rum, sizin yaptığınız bir yanlışlıktan kaynaklanmamış da olsa geçerlidir.

Sorularınız için 0771-524 524 nolu te-lefondan Müşteri Hizmetleri bölümünü arayabilirsiniz.

Çocuk Sağlık Bakımı çin Anababalık Geçici Parası Çocuklar sık sık hastalanırlar. Bundan dolayı geçici anababalık parası alma olanağı vardır. Bu, hasta olan çocuğunuza bakmak için işe gitmediğiniz zaman size ödenek verilmesini sağlar. Çocuğun normal bakımından sorumlu olan kişi hastalandığı zaman da bu ödene i ala-bilirsiniz. 12 yaşından küçük çocuk-lar için geçici anababalık parası alabi-lirsiniz. 240 günden daha küçük olan çocuklar için özel kurallar geçerlidir. Normal anababalık parasının aksine geçici anababalık parası alma hakkı bazı durumlarda anababa dışında başka bir kişiye de devredilebilir.

Anababalık geçici parası ne zaman alınabilir? Çocuğun bakımı için işe gitmediğinizde aşağıdaki durumlarda anababalık geçici parası alabilirsiniz: Çocuk hastaysa veya bulaşıcı hastalık kapmışsa; Çocuğun normal bakıcısı hastaysa veya bulaşıcı hastalık kapmışsa; Normal bakıcı, siz çalıştığınızda çocuğa bakmak-ta olan kişidir, örneğin diğer ebeveyn, günlük çocuk bakıcısı veya bir akrabanız olabilir. Diğer ebeveyn, diğer çocuğu ile birlikte doktora gidecekse;

Çocuk Sağlık Ocağını veya çocuk sağlığı ile ilgili, örneğin diş doktoru veya çocuk ve ergen pskiyatri merkezi (BUP) gibi başka bir çocuk sağlığı kuruluşuna gidecekseniz.

Hasta veya fonksiyon engelli bir çocuğun ebeveyni olarak, örneğin habilitasyon, özürlüler özel okulu veya benzeri bir kurumu ziyarete gittiğiniz zaman da geçici anababalık parası alabilirsiniz. Ayrıca, sağlık hizmetlerinden sorumlu kurumların, örneğin İl Genel Meclisi’nin düzenlemiş olduğu bir kursa katılmak için de geçici anababalık parası alabilirsi-niz. Anaokulu veya okulun kapalı olması nedeniyle çocuk ile birlikte evde kalmak zorunda olduğunuzda, çocuk bakımı için geçici anababalık parası alamazsınız.

Kaç gün izinli olabilirim? Anababalar yılda çocuk başına en fazla 120 gün süre izinli olup geçici anababalık parası alabilirler. Ancak 60 günden sonra çocuğun normal bakıcısının hastalan-ması veya bulaşıcı hastalık kapması nedeniyle geçici anababalık parası alamazsınız.

Günün bir kısmı için anababalık geçici parası alabilirsiniz Bir iş gününün sekizde biri, çeyreği, yarısı, dörtte üçü oranlarında veya tam gün için anababalık geçici parası ala-bilirsiniz. engelli veya hasta çocuk için verilen yardım ve anababalık geçici parası engelli veya hasta bir çocuk için yardım alıyorsanız, bakım yardımı almış olduğunuz aynı sağlık ve bakım ihtiyacı için de anababalık geçici parası alamazsınız.

Kimler anababalık geçici parası alabi-lirler? 12 yaşından küçük çocuğun ebeveyni olarak anababalık geçici parası alabilirsi-niz. Anababalık geçici parası aşağıda be-lirtilen şu kişilere de ödenebilir: Bir ebeveyn ile birlikte yaşayan kişi; Aile yuvası ebeveyni (önceden koruyucu aile ebeveynleri diye anılan); Çocuğu evlatlık edinmek üzere bakımına alan kişi veya kişiler;

Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından verilen”Analık Babalık” 2010’dan itibaren parasının durumu

SİGORTA KÖŞESİ

Page 31: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 31

Çocuğun yasal velayetine sahip olan başka bir kişi.

Anababalık geçici parasını devredebi-lirsiniz Siz ve çocuğun diğer ebeveyni, ço-cuk veya çocuğun normal bakıcısı hastalandığı zaman, işinizden uzak durup evde kalmak istemiyor veya kalamıyorsanız, anababalık geçici parası hakkınızı işine gitmeyerek evi-nize gelip hasta çocuğunuza bakan bir başkasına devredebilirsiniz. Yani, siz işinize devam ettiğiniz sırada bir başkası işine gitmemek suretiyle ödenek alarak hasta çocuğunuza evde bakacaktır. Anababalık geçici parası alma hakkınızı devrettiğinizde, siz veya devralan kişi bu durumu bildirim sırasında belirtmeli-dir. Bu durumda çocuğa bakan kişiye [”Devrolunan Anababalık Geçici Parası”] başlıklı bir form gönderilir. Bu form hem anababa tarafından hem de ödemeyi ta-lep eden tarafından doldurulmalıdır.

Hastalanırsanız bir ba kası anababalık geçici parasını alabilir Çocuk veya çocuğun normal bakıcısı ile aynı anda siz de hastalanırsanız ve bundan dolayı ne çalışabiliyor ne de çocuğun bakımını üstlenebiliyorsanız, çocuğunuzun bakımı için [İsveç So-syal Sigortalar Kurumu] tarafından bir başkasının anababalık geçici yardımı alması yönünde karar verilebilir. Bö-yle durumda bir yandan onayınız, öte yandan hastalık maaşı veya hastalık parası alıyor olmanız gerekmektedir.

Anababalık geçici parası ne kadardır? Anababalık geçici parası, yaklaşık olarak hastalık parasına esas olan gelirinizin % 80’i kadar gelir sağlar. Ücretli çalışan iseniz, ödeme gün veya saat üzerinden çalışma sürenize göre hesaplanır. Başka bir işten geliriniz varsa, işletme sahi-biyseniz veya işsizseniz bu ödeme takvim günü üzerinden hesaplanır.

Geçici anababalık parası almak için ne yapılmalıdır? En geç, ödeme yapılmasını istediğiniz gün geçici anababalık parası almak istediğinizi bildirmelisiniz. Bildiriminizi ve ödeme talebinizi doğrudan www.for-sakringskassan.se adresindeki web site-sinden yapabilirsiniz. Bunu yapabilmek için internet üzerinden bankanızdan yükleyebileceğiniz bir elektronik kimlik kartınızın (e-legitimation) olması gerekir. Bildiriminizi aynı zamanda 020-524

524 nolu telefonu arayarak veya 71020 numarasına TFP ve kimlik numaranız ile çocuğun kimlik numarasını yazarak kısa mesaj (sms) yoluyla yapabilirsiniz.

Bildiriminiz Försäkringskassa’ya ulaştığı zaman size, doldurup bize geri gönde-receğiniz bir form gönderilir. Bazı işverenler otomatik olarak sizin adınıza bildirim yaparlar. Ancak işyerinizde bunun nasıl yürütülmekte olduğunu kendiniz öğrenmelisiniz.

Çocuğun anaokulu veya okulundan devamsızlık belgesi 1 Temmuz 2008 tarihinden itibaren, çocuğunuzun veya normal bakıcının hastalığı veya bulaşıcı hastalık kapması nedeniyle işinize gitmeyip evde çocuğun bakımı için kaldığınızda, anababalık geçici parası alabilmeniz için, çocuğun okula devamsızlığını gösteren bir belge bırakmanız gereklidir.

Försäkringskassa’ya anababalık geçici parası için bildirim yaptığınızda size [”Çocuğun devamsızlığı hakkında belge”] başlıklı bir form gönderir. Formu dol-durun ve anaokuluna veya okula bu formu onaylatın. Daha sonra bu belgeyi Försäkringskassa’ya gönderiniz.

Çocuk ağır hasta ise devamsızlık belgesi-nin verilmesi şartı aranmaz. Bu durumda hemşire veya doktor tarafından çocuğun hastalığına ilişkin düzenlenmiş olan bir rapor gereklidir, bu rapor çocuğun devamsızlığını göstermek için yeterlidir.

Anaokulları, aile yanı çocuk yuvası, serbest zaman yuvaları veya okul gibi çocuğun normal olarak bulunması gereken kuruluşlar böyle bir belgeyi çocuğun anababası için düzenlemekle yükümlüdür. Bu yükümlülük, çocuğun devamsızlığının sona ermesini izleyen bir sonraki ayın sonuna kadar geçerlidir.

Yedi günden sonra rapor bırakmalısınız Eğer çocuk yedi günden daha uzun sü-reli hastalanmış veya bulaşıcı hastalığa kapılmış ise, çocuğun hastalığının se-kizinci gününden itibaren, hemşire veya doktor tarafından düzenlenmiş bir rapor gösterebilmelisiniz. Sizin veya diğer ebeveynin anababalık geçici parası aldığı gün, birinci gün kabul edi-lir. Anababalık geçici parası almadığınız Cumartesi ve Pazar günleri gibi tatil günleri de adı geçen ilk yedi gün içinde hesaplanmaktadır.

Eğer normal bakıcı da hasta ise, sekizinci günden itibaren bu durum bir doktor ra-poru ile belgelenmelidir.

Çocuk hastanede tedavi görüyor-sa anababalık parası yerine geçici anababalık parası alabilirsiniz Anababalık iznini kullanıyorsanız ve çocuğunuz hastanede tedavi görüyor-sa normal anababalık parası yerine, geçici anababalık parası alabilirsiniz. Bu şekilde normal anababalık izni günle-rinizden tasarruf etmiş olursunuz. Bu değişimi, anababalık izni kullandığınız çocuğunuzun dışında bir çocuğunuz hastanede tedavi gördüğü zaman da ya-pabilirsiniz.

Sekiz aydan (240 gün) küçük olan ço-cuklar için özel kurallar Sekiz aydan (240 gün) küçük olan ço-cuklar için sadece, eğer çocuk hastanede tedavi görüyorsa veya çocuğun bir çocuk yuvasında sabit yeri varsa, çocuğa bak-mak işin işe gitmediğiniz zaman geçici anababalık parası alabilirsiniz.

Bu, örneğin çocuğun bakımı için izin-li olan ebeveynlerden biri hastalanıp çocuğa bakamaz ise, diğer ebeveynin çocuğa bakmak için anababalık geçici parası alamayacağı anlamına gelmekte-dir. Buna karşın diğer ebeveyn normal anababalık parası alabilir.

Diğer özel ihtiyaçlar Çocuk 240 günden daha küçük olmasına rağmen, hasta veya fonksi-yon engelli bir çocuk için anababalık geçici parası alabileceğiniz başka du-rumlar da söz konusudur. Bu, örneğin habilitasyon, özürlüler özel okulu veya benzeri bir kurumu ziyarete gittiğiniz zaman veya sağlık hizmetlerinden so-rumlu kurumların, örneğin İl Genel Meclisinin düzenlemiş olduğu bir kur-sa katıldığınız durumlarda geçerlidir.

Bazı durumlarda yaşça daha büyük olan çocuklar için de anababalık geçici parası alabilirsiniz.

Hatice ToklucuSigorta Uzmanı

Sorularınızı lütfen [email protected] e-post adresine yazabilirsiniz.

Devam edecek

SİGORTA KÖŞESİ

Page 32: Yeni Birlik 2/2010

32 Yenİ BİRLİK

Yeni Birlik Abone Ücreti olan100 Kron’u

ÖDEMEYİ UNUTMAPG : 439 83 10 - 5

VEFAT ve BAŞSAĞLIĞI

VEFAT ve BAŞSAĞLIĞI

Tensta’da oturan üyelerimizdenALİ TIRPANvefat etmiştir.

Merhuma Tanrı’dan rahmet, ailesine ve tüm yakınlarının acılarını paylaşır,

başsağlığı dileriz.

İSVEÇ TÜRK İŞÇİ DERNEKLERİ FEDERASYONU

Hallunda’da oturan üyelerimizdenHARUN KÜÇÜKGÖL

vefat etmiştir.

Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesi-nin ve tüm yakınlarının acılarını paylaşır,

başsağlığı dileriz.

İSVEÇ TÜRK İŞÇİ DERNEKLERİ FEDERASYONU

Page 33: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 33

TUMBA - STORVRETEN TÜRK KÜLTÜR DERNEĞİ KONGRESİNİ YAPTI

STOCKHOLM İL ÖRGÜTÜ KONGRESİNİ YAPTI

1999 yılında kurulan Stockholm İl Örgütü olağan kongresini 28 Mart 2010 Pazar günü yaparak yeni yönetimini belirledi.

Stockholm İl Örgütüne üye dernekler-den gelen ikişer üyeyle federasyon lo-kalinde gerçekleştirilen kongre, başkan Adem Okur’un açış konuşmasında, “Stockholm İl Örgütü olarak fazla bir çalışma gerçekleştiremedik. Yaptığımız bazı projelere kurumlardan ekonomik destek alamadık. Bu örgütün yapması gereken çalışmaları iyi değerlendirerek projeleştirmesi ve kurumları zorlaması gerekiyor. Umarım yeni seçilecek yöne-tim bunu gözönünde bulundurur” dedi. Gerekli olan çoğunluğun var olduğunun tesbit edilmesinden sonra divan heyeti seçildi. Divan Başkanlığına Hasan Dölek, sekreterliğe İrfan Yılmaz, oy sayımı ve onaylayıcılığa Nezahat Andıç seçil-diler. Gündemin onaylanmasından sonra Adem Okur çalışma ve ekono-mik raporları sundu. Raporlar üzerinde

açıklamalar yaptı ve soruları yanıtladı. De-netleme Raporunun okunmasından son-ra aklamaya geçildi ve yönetim aklandı. Stockholm İl Örgütüne aday adayı olan dernekler üzerinde durularak; Türkiyeliler Sanat ve Kültür Derneği, Konyaspor KIF ve Stockholm Engelli-ler Derneği asli üyeliğe kabul edildiler.

Yapılan seçimlerde Başkanlığı Bü-lent Gürkan seçildi. Yönetim; Ömer Karan, Adem Okur, Nezahat Andıç, İrfan Yılmaz, Mehmet Çelebi Mut-talip Okur ve Hüseyin Uygur seçildiler. Denetleme Mustafa Sönmez ve Ramazan Tümtürk’ten oluştu.

Soldan sağa Gürsel Coşkun, Ramazan Tümtürk, Adem Okur, Hasan Dölek, Hüseyin Uygur, Muttalip Okur, Nezahat Andıç, İbrahim Okur, Bülent Gürkan, Musa Tümer, Orhan Kaymakçı, İrfan Yılmaz, Ömer Karan

Davut Tanık, Mehmet İlgöy, Hacı Sarıkurt, Ziya Yorulmaz, Veli Çakıcı, Murat Demirok, Ömer Karan

Storvreten Türk Kültür Derneği yıllardır kendi kabuğu içerisinde çalışmalarını yürüten bir dernek. Çocuklara ve genç-lere yönelik fazla bir çalışması yok. Eko-nomik olarak bu çalışmaları karşılayabil-ecek kaynaklardan yoksunlar. Küçük dernek lokalinde daha çok orta yaş ve üstü erkekler çay, kahve bahanesiyle soh-bet ihtiyaçlarını gidermektedirler. 27 Mart tarihinde yaptığı kongresinde tartışılan konular olarak ne yapabiliriz ki, sorusu gündeme geldi Bu soruya yanıt aradılar.Divan Başkanlığını Adem Okur’un yaptığı kongre, çalışma ve ekonomik raporların kabul edilmesinden sonra yönetim aklandı. Yapılan seçimler sonu-cunda Veli Çakıcı başkanlığa seçilirken; yeni yönetim şu biçimde oluştu: Serkan Karan, Murat Demirok, Ziya Yorulmaz, Volkan Özcan, Onur Akbulut, Mehmet İlgöy. Yedek üyeliklere Erol Karan ve Da-vut Tanık seçildiler. Denetleme Kurulu: Ömer Karan ve Ahmet Mermer

DERNEK HABERLERİ

Page 34: Yeni Birlik 2/2010

34 Yenİ BİRLİK

Page 35: Yeni Birlik 2/2010

Yenİ BİRLİK 35

Page 36: Yeni Birlik 2/2010

BPOSTTIDNING

Avs:Turkiska RiksförbundetJärnvägsgatan 86 172 75 Sundbyberg