Upload
others
View
7
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLERİ TEFSİR ANABİLİM DALI
İLK DÖNEM İNGİLİZ ORYANTALİSTLERİN KUR’AN ÇALIŞMALARI
W.MUIR VE D.S.MARGOLIOUTH ÖRNEĞİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
TEZ DANIŞMANI
Prof. Dr. Mehmet PAÇACI
TEZİ HAZIRLAYAN
Esma Atay 03912731
Ankara-2006
I
İÇİNDEKİLER SAYFA
ÖNSÖZ ……………………………………..……………………………………….….III
GİRİŞ ……………………………………….……………………………………….…..V
A. Araştırmanın Konusu ve Önemi.….……………………………………….....VI
B. Araştırmanın Amacı ve Metodu …….………………………………………..VII
I.BÖLÜM: ORYANTALİZM VE KISA TARİHİ.….……………..………………….....1
A. Oryantalizm nedir? Oryantalist Kimdir?..……………...………….…………....2
B. Oryantalizmin Kısa Tarihi……………….…………..…………….…………....5
C. Ondokuzuncu yüzyıldaki Oryantalist Gelişmeler ve İngiliz Oryantalizmi...…..18
D. Oryantalistlerin Kur’an Çalışmaları……………………………………..……...22
II. BÖLÜM: SIR WILLIAM MUIR VE KUR’AN HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ ...30
A. Sir William Muir Kimdir?……………………………………………..….…….31
1.Yazarın Hayatı…………………………………………………………...……31
2. Yazarın Eserleri……………………………………………………..………..32
3. Yazarın Kaynakları……………………………………………..………… …34
B. Sir William Muir’ın Kur’an Çalışması…………….………….………………….34
1. Sir W.Muir’ın Kur’an’ın Sıhhati Konusundaki Düşünceleri ..…..…………. 37
2. İlk Vahiy Süreci ……………………………………………..…….………..40
3. Garanik Meselesi ……………………………………….………….………..42
4. Kur’an’ın Toplanması ve Düzenlenmesi………….………………..………..44
5. Kur’an-ı Kerim’in Cem Edilip Çoğaltılması….……………………………..47
6. Kur’an Ayetlerinin Kronolojik Sıralaması..……………...………………….50
6.1. İlk Dönemde Yer Alan Sureler ………………….………………...50
6.2. İkinci Dönemde Yer Alan Sureler ………………………………....51
6.3. Üçüncü Dönemde Yer Alan Sureler ……………………………….…52
6.4. Dördüncü Dönemde Yer Alan Sureler . .……………………………...52
6.5. Beşinci Dönemde Yer Alan Sureler …………..……………………....53
6.6. Son Dönemde Yer Alan Sureler ………………………………….54
7.Eski ve Yeni Ahit’in Kur’an-ı Kerim’deki Kanıtları .…....………….……..….58
7.1. Eski ve Yeni Ahit’ten Bahseden Ayetler…………….……………...…..59
II
7.2. Eski ve Yeni Ahit’in Hz. Muhammed zamanında Geçerliliği ve Varlığı…….62
7.3. Kur’an-ı Kerim Yahudi ve Hıristiyan Kitaplarının Vahiy Olduğunu Bildirir 65
7.4. Yahudiler ve Hıristiyanların Kutsal Kitapları Kur’an’da Övülür……………..71
7.5. Hz.Muhammed Tarafından Önceki Kutsal Kitaplara Başvurulması …………75
7.6. Kur’an’da Yahudilere Karşı Suçlama …………………………..……………80
III. BÖLÜM: DAVID SAMUEL MARGOLIOUTH VE KUR’AN HAKKINDAKİ
DÜŞÜNCELERİ ……………………………………………………………………………...83
A. David Samuel Margoliouth Kimdir? ………….………………………………..84
1. David Samuel Margoliouth’un Hayatı.….…………………………………………..84
2. Eserleri ……………………………………………………………………...……86
3. Kaynakları …………………………….……………………………………………88
B. D.S.Margoliouth’un Kur’an Hakkındaki Görüşleri ...……….…….…………………..89
1. D.S.Margoliouth’a Göre Kur’an’ın Orjinalliği ……………………….….…………94
2. Vahyin İslamî Düşüncedeki Yeri ……….…………………………………………..98
3. Vahyin Genel Karakteri ……………….………………………………………...99
4. Kur’an’ın İçeriği …………..………………………………………...….…102
5. Kur’an’ın Ana Teması ………………………………………..………………....110
C.Muhammed-Joseph Smith Benzetmesi …………………………………………...…...113
D.Fatiha Suresini Pater Noster’e Benzetmesi ………………………………………...…115
E.Kur’an’daki Bazı Konulara İlişkin Yorumları ……………………………………...…117
1.Şeytan Mefhumu ………………………………………………………………...…117
2.Nesh Etme ………………………………………………...……………………...119
3.Yahudi ve Hıristiyan Kutsal Kitapları ……………………………………...……...120
5.Kıblenin Değişmesi ………………………………………………………………...121
SONUÇ ………………………………………………………………………………...……123
KAYNAKÇA ……………………………………………………………..…………………..127
III
ÖNSÖZ
Batı ile Doğu’nun birbiriyle irtibatı tarih kadar eskidir. Doğu ve
Doğu’nun dini olan İslam ve İslam’ın ilahi kitabı olan Kur’an-ı Kerim, Doğu
hakkında çalışmalar yapan Batılı ilim adamları oryantalistlerin ilgi odağı
olmuştur.
Batılılar ortaçağda Kilisenin taassubu altında İslam’a karşı Haçlı
savaşlarına giriştiler. Hıristiyan birliğini sağlayan Haçlı seferleriyle karşıt imge
olan İslam’ı yakından tanıyıp İslam medeniyetinin üstünlüğüne şahit oldular.
Kendilerinden farklı olan bu medeniyeti keşfetme ihtiyacı hissettiler. Bunu
yaparken önyargılarını da yanlarından eksik etmediler. Hz. Muhammed’in bir
rasul ve nebi olduğunu ve Allah’tan ilahi vahiy aldığı gerçeğini kabul etmeyen
ortaçağın İslam’ a bakış açısı yüzyıllar boyunca Avrupa’nın ve Hıristiyanlığın
zihninden silinmedi. Öyle ki bu zihniyet misyoner olarak işe başlayan
oryantalistlerin çalışmalarında gözle görülür derecede açıktı.
Değişen dünya yapılaşmasında XVIII. yüzyıl Batı’nın politik, askeri ve
ekonomik açıdan üstünlüğe sahip olduğu, sömürgecilik faaliyetlerine hız
vererek dünyanın geri kalanına hâkimiyet kurmaya çalıştığı asırdır.
Emperyalist ve sömürgeci devlet politikaları Doğu hakkında bilgilere sahip
oryantalistlerden epeyce faydalandılar. Akademik araştırmaları teşvik
etmelerinin en büyük sebebi ticaret ve sömürgecilikten gelen kazancı
artırmaktır. Nitekim bu yüzyılın sonlarına doğru, XIX. yüzyılda Osmanlı
devleti toprakları Avrupa devletleri tarafından paylaşma çabasına girilmişti.
Sömürgecilik faaliyetlerinde önde gelen devletlerden en önemlisi güneşin hiç
batmadığı yer olarak adlandırılan İngiltere’dir.
IV
Oryantalizmin akademik bir disiplin haline geldiği dönem XIX.
yüzyıldır. Bu yüzyılda İngiltere’nin oryantalist çalışmaları ön plana çıkar.
Oryantalizme orijinal kaynaklardan faydalanılarak yazılan eserler kazandırılır.
Bu döneme dair önemli eserler veren İngiliz Oryantalistlerin başında
Edward William Lane, William Wright, Sir William Muir ve David Samuel
Margoliouth gelmektedir.Bu araştırmamızda bu oryantalistlerden son ikisini
seçerek Kur’an-ı Kerim ile ilgili yaptıkları çalışmalarda yer verdikleri
düşüncelerini, iddialarını inceleyerek özgün bir çalışma ortaya koyacağız.
Karşıt imgeleri olan İslam’ın ilahi kitabını hangi açılardan ele aldıklarını,
hangi kaynaklardan faydalandıklarını bir ilahiyatçı perspektifinden ele
alacağız. Bu kişilerin Kur’an düşüncelerini betimleyerek bundan sonraki
konuyla ilgili çalışmaları anlamaya katkı sağlayacaktır. Ayrıca İslam
dünyasını bu düşünce ve hedefleri anlayarak, kendi kimliğini daha iyi ortaya
koymasına ışık tutacaktır.
Farklı bir fakülteden lisans mezuniyetim olmasına rağmen bana
kapılarını açarak bu çalışmayı yapma fırsatı veren Ankara İlahiyat Fakültesi
Tefsir Anabilim dalı başkanı Prof. Dr. Salih Akdemir’e, danışmanım Prof. Dr.
Mehmet Paçacı ve diğer tüm hocalarıma ve bu çalışmayı tamamlamamda
bana çok yardımları olan aileme özellikle de kardeşim Fatma ATAY’a ve
sevgili arkadaşım Ayşegül ŞEN’e çok teşekkür ediyorum.
V
GİRİŞ BÖLÜMÜ
VI
A- ARAŞTIRMANIN KONUSU VE ÖNEMİ
Bu çalışmanın konusu oryantalizm alanına fazlasıyla katkı sağlayan ilk
dönem olarak addedebileceğimiz XIX. yüzyıl İngiliz oryantalistlerden adı
geçenleri Müslümanların kutsak kitabı olan Kur’an-ı Kerim ile ilgili yaptıkları
çalışmaları tespit edip incelemektir.
İslam’ın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim, insanları doğru yola sevketmek
için Hz. Muhammed’e indirilmiştir. Allah’u Teala Kur’an’da Yasin suresi 36:
2-6. ayetler de bunu şöyle ifade eder:
“ (Ey Muhammed!) Bilgelik dolu olan Kur’an’a andolsun ki sen, Bizim
doğru yola ulaştırmak üzere (gönderdiğimiz) elçilerden birisin. (Bu Kur’an,
sana) ataları uyarılmamış olan ve bu yüzden de (doğru ya da yanlışın ne
olduğundan) habersiz bulunan bir halkı uyarman için, çok güçlü, çok müşfik
olan (Allah) tarafından indirilmiştir.”
Kur’an-ı Kerim, kıyamete dek tek yol gösterici vasfını sürdürebilecek
tek ilahi kitaptır, İslam dini de son ilahi dindir. En son gelen semavi din İslam
olduğu için önceki semavi dinler olan Hıristiyanlık ve Yahudilik, bir karşıt ile
mücadele içine girmek durumunda kalmıştır. Hıristiyanlık ve Yahudilik
kökenleri Doğu’ya dayansa da, bu dinler Batı’yı, İslam ise Doğu’yu temsil
eder duruma gelmiştir.
Bütün dünyayı saran İslam karşısında, Batılı oryantalistler, İslam’ı,
Peygamberini ve Kur’an-ı Kerim’i tanıma ihtiyacı hissettiler. Oryantalizm
çatısı altında görebileceğimiz çalışmalar yapmışlardır.
VII
Dünya tarihi üzerinde köklü etkiler gerçekleştiren İngiliz oryantalistler,
Hz.Muhammed’in hayatından yola çıkarak Müslümanların hayatına yön veren
en önemli aracı , Kur’an-ı Kerim’i anlama ve araştırma yolluna gitmişlerdir.
Bu araştırmaların akademik anlamda olgunluğa eriştiği dönem XIX.
yüzyıldır. Bu dönemde, eserleri ile öne çıkan İngiliz oryantalistler Sir William
Muir ve David Samuel Margoliouth’dur.
Önde gelen bu iki ismin Kur’an-ı Kerim ile ilgili yaptığı çalışmalar ve
konuya dair düşünceleri ve getirdikleri açılımlar araştırmanın konusuna ve
önemine işaret eder.
Sömürgecilik, ortaçağ İslami bakış açısının İngiliz kültür ve
medeniyetinin etkilerinin çalışmalarına etkisi de incelenmiştir.
İşte bu araştırma bu bağlamda W. Muir ve D.S.Margoliouth’un İngiliz
oryantalistler olarak Arapça kaynaklara inerek özgün İngilizce eserleriyle
Kur’an-ı Kerim ile ilgili oryantalizme kattıkları düşünce boyutlarını konu
edinmiştir.
B- ARAŞTIRMANIN AMACI VE METODU
İngiliz oryantalistlerin Doğu bilimine katkısı şüphesizdir. İngiltere,
dünya coğrafyasının ve politikasının değişip şekil almasında kültürel, siyasi
ve dini mirası ile önemli bir rol oynar. Müslüman Doğu’nun en önemli İslami
kavramı olan Kur’an-ı Kerim ile ilgili yaptığı çalışmalar göz ardı edilemez.
İngilizlerin ve Fransızların çalışmaları ile oryantalizm akademik bir disiplin
oldu. Biz bu çalışma da sadece İngiliz oryantalistlerden başlıca ikisini ele
alarak değerlendireceğiz.
VIII
Oryantalizmin bilimsel anlamda olgunluğa ulaştığı ilk dönem olarak
addedebileceğimiz XIX. yüzyıl’dır. Bu dönemin İngiliz oryantalistlerden Sir
William Muir ve O’nu takip eden David Samuel Margoliouth sahip oldukları
konumları, geçmişleri ve akademik bilgileri ile tam anlamıyla bu yüzyılın
zihniyetini yansıtır. Bu sebeple bu ilim adamlarının Kur’an-ı Kerim’i nasıl
anlayıp, değerlendirdikleri önemlidir.
Böylece İngilizler bağlamında Batılı düşüncesini ve William Muir ve
D.S.Margoliouth İngiliz oryantalistlerin Kur’an’a bakışları, düşüncelerini
değerlendirmiş olacağız.
Konuyu işlerken genel oryantalizmden hareketle İngiliz oryantalizmi ve
onun oluşumundaki İngiliz oryantalistlerin Kur’an çalışmalarını ortaya koyduk.
Birinci bölümde, oryantalizmin ne olduğu, oryantalistin kime
dendiğinden bahsederek açılışı yaptık. Daha sonra oryantalizmin kısaca
tarihi seyrine değinerek, sömürgeciliğin oryantalizmin gelişimine katkısı ve
İngilizlerin oryantalizmde ki yeri ve Kur’an-ı Kerim ile ilgili yapılan
çalışmalarda oryantalistlerin özellikle ele aldıkları konulara değindik.
İkinci bölümde, William Muir’ın hayatı ve eserlerinden bahsettikten
sonra, Muir’ın Hz. Peygamberin yaşamı doğrultusunda Kur’an-ı Kerim
hakkında kaleme aldığı kitabından yola çıkarak, diğer eserlerinde yer alan
düşünceleriyle birlikte, Kur’an-ı Kerim hakkındaki düşüncelerine yer verdik.
Üçüncü bölümde D.S. Margoliouth’un hayatı, eserleri ve kaynaklarına
yer verdikten sonra, Kur’an-ı Kerim ile ilgili ortaya attığı iddiaları yer
almaktadır. Zira D.S. Margoliouth’un Kur’an-ı Kerim hakkındaki iddialarının
yer aldığı sadece bu konuları işlediği tek bir kitabı yoktur. Hz. Muhammed’in
IX
yaşamını ve İslam’a dair konuları işlerken çeşitli kitaplarında iddialarına yer
vermektedir.
Bu iki oryantalistin konuları işlerken örnek olarak verdikleri ayetleri
yorumlamalarında sadece kendi iddialarını destekleyen kısımlarını
gördüklerini ya da iddialarını destekleyici şekilde anlamlandırmalarda
bulunduklarını daha açık şekilde beyan edebilmek için bu dönemde İngiliz
sömürgesini yakından yaşamış, bu dönemin zihniyetini gayet iyi bilen Ebu’l
Ala el-Mevdudi’ nin tefsirine yer verdik
Yine bu iki oryantalistin iddialarından yola çıkarak genel anlamda
İngiliz oryantalizminin karakterine ve İngiliz oryantalistlerin düşünce
boyutlarına şahid olacağız. Böylelikle İslam dünyasının bu düşünce ve
hedefleri anlayarak, kendini daha iyi ifade etmesine ışık tutacaktır
1
BİRİNCİ BÖLÜM:
ORYANTALİZM VE KISA TARİHİ
2
A- ORYANTALİZM NEDİR? ORYANTALİST KİMDİR?
Oryantalizm denildiğinde oldukça kapsamlı bir konu ortaya
çıkmaktadır. Oryantalizm arkeolojist, tarihçi, dilbilimci, filozof, müzisyen,
ressam ve ilahiyatçıların ilgilendiği bir sahadır. Biz Oryantalizm konusunu
ilahiyatçı gözü ile değerlendireceğiz.
Oryantalizm kavram itibariyle “Doğu Bilimi veya Doğu Dünyası Bilimi
yada Şark İlmi” demektir.1
Oryantalizm Doğu ’nun Batı tarafından incelenmesi anlamına gelirken öte
yanıyla da Batı’nın kendi bilincine varmasının en önemli aracı olarak
gözükmektedir. Doğu yoksa Batı da yoktur ve Doğu, Batı ’nın en mükemmel
ötekisidir. İşte oryantalizm de Batı’nın bu en mükemmel ötekisini, Doğu’yu
kendine konu edinmiştir 2
Edward Said ise oryantalizmi şöyle tanımlar: Oryantalizm kültür bilim ve
kurumlar tarafından sessizce meydana çıkarılmış basit bir tema yahut politik
bir alan değildir. Doğu üzerine yazılmış eserlerin geniş ve yaygın bir
koleksiyonu da değildir. Oryantalizm estetik, bilimsel, ekonomik, sosyolojik,
tarihe ait ve filolojik metinler aracılığı ile aktarılmaya çalışılan bir cins jeo-
ekonomik görüşler bütünüdür. Oryantalizm coğrafi bir ayrım değil - dünya
Doğu ve Batı olmak üzere eşit olmayan iki bölüme ayrılmıştır- bir seri çıkarlar
toplamıdır.
Bir başka deyişle oryantalizm, “ Avrupa’nın Doğu fikridir.”3
1 M. Hamdi Zakzuk, Oryantalizm veya Medeniyet Hesaplaşmasının Arka Planı, Işık Yay.,İzmir 1993,
s .8 . 2 Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi, Küre Yay. İst. 2004 , s. VII . 3 Edward Said, Oryantalizm, trc. Nezih Uzel , İrfan Yay. İst. 1998 , s. 26-31.
3
Ana hatları ile hareket noktası olarak XVIII. Yüzyılın sonu ele
alındığında söz konusu oryantalizm Doğu’yu konu edinen kurumların tamamı,
verilen beyanatlar, takınılan tavırlar, yapılan benzetmeler, bir cins öğreti,
yönetim biçimi veya hükümet şeklidir. Kısacası bu oryantalizm, Batı’nın
üstünlük sürdürme taktiği, Doğu üzerinde otorite kurma çabasıdır.1
Elli yıldan daha kısa bir süre önce, Doğu’yu ve Doğulu halkları araştıran
disiplinler genel olarak Oryantalizm olarak adlandırılır ve bu alanlarda
araştırma yapanlara da oryantalist denilirdi.2
Oryantalist; Şark ile ilgili incelemeler yapan, oraya dair her hangi bir
konuda uzmanlaşmış Batılı bilim adamı demektir.3
Oryantalizmin yüksek eğitim kurumlarını da içine aldığını düşünürsek,
Doğu hakkında akademik anlamda ders veren, yazı yazan ve araştırma
yapan herkes oryantalisttir.4
Edward Said oryantalizmi “hepsi birbirine dayalı birçok şey” olarak
anlamakta ve genel kabul gören anlamlarını sıralamaktadır:
“Antropolog, sosyolog, tarihçi veya dilbilimci olsun özel yahut genel bir
açıdan şarkı öğreten, yazıya döken araştıran kimse şarkiyatçıdır (oryantalist)
ve yaptığı şey şarkiyattır (Oryantalizm). Zenginliği, nakil usulü, ihtisas
sahaları ve iletimi kısmen bu kitapta ele alınacak olan bu ‘bilimsel gelenek
için’ oryantalizmin daha geniş bir manası vardır: Oryantalizm ‘Doğu ile Batı
arasında ontolojik ve epistemolojik ayırıma dayalı bir düşünüş biçimidir. Şimdi
oryantalizmin üçüncü anlamına geliyorum: bu anlamda oryantalizm, diğer
ikisinden ziyade ‘tarihi ve maddi’ biçimde tanımlanmıştır. On sekizinci yüzyıl 1 Edward Said, Oryantalizm , s. 14 2 Yücel Bulut, , Oryantalizmin Kısa Tarihi s.1. 3 Suat Yıldırım, Oryantalistlerin Yanılgıları , Ufuk Kitapları , İst. 2003, s, 19 4 Edward Said, Oryantalizm, s.13.
4
sonlarını kabaca belirlenmiş bir başlangıç noktası kabul edersek, Oryantalizm
Şark ile uğraşan toplu müessesedir; yani Şark hakkında hükümlerde bulunur,
Şark hakkındaki kanaatleri onayından geçirir, Şark’ı tasvir eder, tedris eder,
iskan eder, yönetir; kısacası ‘Doğu’ya hâkim olmak, onu yeniden kurmak ve
onun amiri olmak için’ Batı’nın bulduğu bir yoldur.
Said’in söylediği gibi Oryantalizmin hem akademik bir yönü, hem
sömürge faaliyetleriyle bir ilişkisi, hem de dini ve kültürel bir veçhesi
bulunmaktadır.1
Oryantalizm Doğu’nun Batı tarafından incelenmesi anlamına gelirken
öte yanıyla da Batı’nın kendi bilincine varmasının en önemli aracı olarak
gözükmektedir. Doğu yoksa Batı da yoktur ve Doğu, Batı’nın en mükemmel
ötekisidir. İşte oryantalizm de Batı’nın bu en mükemmel ötekisini, Doğu’yu
kendine konu edinmiştir.2
Oryantalizmin literatüre en büyük katkısı Arapça kaynakları neşretmekte
gösterdikleri çabadır. Onlar, Arapça kaynakları, el yazmalarını toplayıp tasnif
ederken İslam âlimleri için gerekli bilgilere de erişme imkânını sağladılar.
Fakat Oryantalizm önyargılardan kurtulamadı. Çünkü üniversite âlimleri,
işadamları, misyonerler, devlet memurları, tüm bu kişilerin asıl hedefleri
sömürgeleştirilecek bölge hakkında bilgi edinerek hedeflenen kitlenin zihnine
nüfuz etmeyi kolaylaştırmaktı.
Oryantalistler Doğu insanını çalışmalarının nesnesi görünümü vererek
“ötekilik duygusu” oluşturma ve bunu zihinlere aşılama gayesindeydiler.
Böylece doğulu insana “Avrupalılar normal insan, Doğulular ise pasif, iştirakte
bulunamayan kendi kararlarını veremeyen; dolayısıyla da Avrupalının
1 Edward Said, Oryantalizm, s.15-16
2 Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi, s. VII .
5
yönetimine ihtiyaç duyan insanlar oldukları” düşüncesi beyinlerine kazınmaya
çalışılmıştır.
B- ORYANTALİZMİN KISA TARİHİ
Oryantalizmin inceleme nesnesi Doğu’dur. Başka bir deyişle
oryantalizm Doğu’nun tarihi, kültürü, dini ve Doğu’ya ait her şeyi konu olarak
alır. Oryantalistler bu alanı irdeleyerek Batı’nın karşıtını kendi söylemleri ile
şekillendirmeye çalışmışlardır. Oryantalizm Batı’nın bizzat kendisi ile ilgilidir.
Batı’da Doğu toplumlarını açıklamak iddiasıyla ortaya atılan teoriler Batı
kimliğini ve üstünlüğünü daha belirgin bir şekilde vurgulamaya dönüktür. Batı,
Oryantalist söyleminde, Doğu’ya bakışında kendini ele vermektedir. Batı
‘öteki’ kavramıyla Doğu’ya bakarken aslında kendine bakmaktadır, kendini
ifade etmektedir. Batı Oryantalizm süreciyle kendi bilinçlenme tarihi
hakkında bize bilgi vermektedir. 1
Doğu ya da Batı kavramlaştırmaları kimi zaman kavranamaz, sınırları
muğlâk hayali kavramlar haline dönüştürülmüşse de gerçekte oryantalist
çalışmalar “ hayal ürünü” olmayıp bilakis Avrupa’nın somut ihtiyaçlarının ve
bilinçli uğraşlarının bir sonucudur. Görünüm itibariyle Doğu ve Batı iki coğrafi
bölgedir. Nasıl ki sadece Batı tek başına var değilse, Doğu’ da tek başına
var değildir. İkisi de birbirini tamamlar ve birbirine dayanır.2
Doğu olmasaydı eğer “Batı” da olmazdı. Batı Doğu ‘yu ötekileştirmek
suretiyle, başka bir deyişle, kendisinin tamamen zıddı olan bir Doğu icat
ederek, Doğu’yu Doğulaştırarak kendini tanımlar. Bu ötekileştirme işlemiyle,
kendisinde olan iyi şeylerin Doğu’da olmadığını ve kendisinde olmayan kötü
şeylerin hepsinin Doğu ‘da var olduğunu iddia eder .
1 Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi , s.14 2 Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi,s.8
6
Doğu’nun Batı görüşü hakkındaki son dönem tartışmaları savaş
sonrasına ait küresel çatışma ve diğer kültürler hakkındaki uyuşmazlığın bir
ürünü olarak ortaya çıkar. Temel konu İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik
dinlerinin aynı dinin (İbrahim’in dininin) varyasyonları olmasıdır, fakat Batı’nın
kategori olarak Doğu’dan ayrılması için bu dinler arasındaki farklılıklar
vurgulanmıştır.
Tarihi ve kültürel tanımlamada İbrahim’i inanışlar kesin ve belirli
şekilde, belirli bir coğrafi bölgeye ya da yerleşim alanına tahsis edilemez,
fakat böyle bir tahsis politik sebeplerle yapılabilir. Bu dinler yüce bir Tanrı, bir
kutsal kitabı, dini bir öğreti ve asil peygamberler ailesi gibi özellikleri
paylaşırlar. Yahudi ve Hıristiyanlık gelenekleri ve coğrafi kökenleri açısından
Yakın Doğu’dur. Bu açıdan oryantalizm, eski bir aile kavgası gibidir ve
böylece başka dinlerin ötekiliği hem kaçınılmaz hem de merak uyandırıcıdır.
Doğu-Batı anlayışına göre tiksindirici, aynı zamanda ayartıcı ve çekici olan
yasaklanmış “öteki” imajına sahiptir.1
İşte bu perspektifle oryantalizmin inceleme nesnesi Doğu’dur, bununla
birlikte o, Batı’nın bizzat kendisiyle de ilgilidir. Batı’da Doğu toplumlarını
açıklamak iddiasıyla ortaya atılan teoriler, Batı kimliğini ve üstünlüğünü daha
belirgin bir şekilde vurgulamaya yöneliktir.2
Bütün Oryantalizm faaliyetleri , genelde Doğu ‘dan kaynaklandığı halde
Doğu ’yu belirli bir mesafe içinde tutmayı uygun görmektedir. En dar anlamda
oryantalizm Doğu’dan çok Batı’ya bağlıdır. Bu bağlılığı Batı’nın çeşitli
teknikleri yaratır. Böylece Doğu, açık seçik ve nutuklarda yer aldığı şekli ile
ve Batı’nın takdimi ile ortaya çıkar. 3
1 Bryan S.Turner, “Outline of a Theory of Orientalism”, Orientalism: Early Sources, Volume I, Routledge, London, 2000 ,s.1 2 Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarih,s.13 3 Edward Said, Oryantalizm, s.39
7
Batıda oryantalizm faaliyetleri kilise eksenli idi. Aydınlanma Çağı’na
gelinceye kadar Kilise temsilcileri halka göre daha üst bir statüde yer
almaktaydı. Kilise temsilcileri, kutsal metni yetkisinin sadece kendisinde
olduğunu, dinde tek söz sahibi olarak düşüncelerinin ilahi kaynaklı olduğunu
ve yanlışlık içermediğini savunmuşlardır. Kilise aklın tesirini uzaklaştırmak
için kilisenin kutsal metni yorumlamasına kalben bağlılığı vurgulamıştır.
İslam Orta Doğu’da sahneye çıktığında, hem Yahudilik hem
Hıristiyanlık, İslam’ı bir tehdit olarak algıladı ve İslam’ın kendilerinin elde ettiği
statüye sahip olmasını istemediler.
Hıristiyanlık ve Yahudilik İslam’ı bir tehdit olarak tanımladı.
İslam’ın ilahi bir din olarak inandırıcılığına zarar vermek için Haçlı Seferleri de
dahil denenmedik strateji bırakmadılar.1
Hıristiyanlığın özüyle çelişen davranışlar sergileyen kilisenin insanlar
üzerindeki baskıcı tutumu insanları daha seküler bir dünya düzenine yöneltti.
Bunun sonucunda ve Haçlı Seferlerinin de tesiri ile Hıristiyanlık XV. yüzyılda
cani, kan dökücü bir din profili çizdi.
İslam ve Hıristiyan kültürler arasındaki ilişki hep çekişmeli olmuştur.
Çünkü seküler dünya anlayışı ve kolonileşme boyutu, Avrupa ve Orta Doğu
politikalarına yansımıştır. Seküler ve politik değişmeler Hıristiyanlık ve İslam
arasındaki eski gerilimi artırmıştır. Politik güçle birlikte İslami kimlik
konusunda da problemli ilişkiler söz konusudur. 2
Modern dönemin başlangıcında ise Oryantalizmin şekillenmesinde
Reform ve Rönesans Hareketleri göze çarpar. Martin Luther’in (1483-1546)
1 Asaf Hussain, “The Ideology of Orientalism”, Orientalism, Islam and Islamists Amana books, USA, 1984,s.5 2Bryan S.Turner, “Outline of a Theory of Orientalism”, Orientalism: Early Sources,s.2
8
1521 yılında Wittenberg Kilisesi’nin kapısına astığı doksan beş maddelik
bildirgesiyle reformasyon fiilen başlamış oldu.
Martin Luther Katolik kilisesi din adamlarına savaş açarak her
Hıristiyan’ın kutsal kitabı kendisinin okuyup anlama yetisine sahip olması
gerektiğini ortaya koydu.1Böylece Oryantalizmin dini boyutu şekil değiştirerek
başka amaçlar doğrultusunda ilerlemeye başladı.
İslam’ın hızla yayıldığı İspanya’da ve İtalya’da ise son derece parlak bir
medeniyet kurduğu, bilimde teknolojide önemli keşifler yaptığı, edebiyatta ve
felsefede önemli eserler verdiği, devlet idaresinde önemli yollar kat ettiği
zengin, huzurlu olduğu dönem Ortaçağ’dır. Ancak Ortaçağ Avrupa için
karanlık bir dönemdir. Özellikle bu dönemde Kilise’nin her alanda baskısı
hissedilmektedir. Başka bir deyişle, Orta çağda Avrupa kendi varlık ve
birliğini sürdürmek amacıyla Hıristiyanlık paydasında buluşmuştur. Netice
itibariyle, Orta Çağ’da İslam’ın ortaya çıkması ve yaygınlaşması üzerine
Doğu-Batı ilişkisi, iki düşman din arasındaki çatışmaya dönüşmüştür.
Hıristiyanlığın etkisi Avrupa’da İslam’ın yayılışı sonrasında belirginleşmiştir.
Bunun en güzel örneği Haçlı savaşlarıdır.1095–1272 yılları arasında sekiz
Haçlı seferi yapılmış 2 ve böyle bir ortamda Batılılar, Haçlı seferlerinde elde
ettikleri imkânlarla Doğu’yu ve pek çok araştırma potansiyeline sahip olan
İslam’ı daha iyi tanımışlar ve karşılarında üstün İslam medeniyetinin varlığını
kabul etmişler.3 Haçlı Seferleri Batı’nın Doğu ülkelerinde ilk koloni kurma
çabasıdır. Haçlı seferleri ile Avrupa, ilk kez kendi sınırı olmayan bölgelerde,
Asya içlerinde koloniler kurma başarısını göstermiştir. Haçlı seferleriyle
bölgelerin tamamını işgal edilmeyip stratejik-ticari yerlerin işgal edilmesi
1 Şehmus Demir,Kur’an’ın Yeniden Yorumlanması,İnsan yayınları,İstanbul, 2002,s.14-15 2Yücel Bulut,Oryantalizmin kısa Tarihi,s.29,31 3 İsmail Cerrahoğlu, “Oryantalizm ve Batı’da Kur’an İlimleri Üzerine Araştırmalar”,AÜİFD, cilt:31, Ankara, 1989, s.113
9
dikkat çekicidir.1 Haçlı seferleri sonucunda Doğu Akdeniz ticareti Avrupalılara
yeniden açılmış oldu.
Bu perspektiften bakıldığında Akdeniz havzasındaki yeni İslam
medeniyeti, Hıristiyan Batı dünyasını Haçlı seferleriyle İslam-Doğu’ya karşı
harekete geçiren en önemli sebeptir. Zira İslam’ın doğuşu ve gelişimi tarihin
kırılma evrelerinden biridir ve O’nun Akdeniz havzasında yayılması politik ve
dinsel açıdan önemlidir. İslam, Hıristiyanlığın kendine dönüşünü ve kendi
değerlerine sarılışını körüklemiştir. İslam’ın yayılarak, üstün bir güç oluşu
Hıristiyanlığı canlandırmış ve Doğu ile Batı arasındaki zorlu mücadeleyi
başlatmıştır. İslam medeniyeti gelişip güçlendikçe, Batı kendi değerlerine
vurgu yapmış, kendi zihinsel ve siyasal çerçevesine daha da sarılmak
durumunda kalmıştır. 2 11-13 yüzyılda, İslam artık açıkça bir “öteki”dir.
Hıristiyan Batı birliğini sağlamak için hedef gösterilen bir karşıttır. Oryantalizm
negatif ve yüzeysel bakışta “ötekini” yabancı ve tehlikeli bir çerçeveden
görmeyi içerir.3
Tarihin bu sahnesinde, Avrupalılar ve Müslümanlar birbirleri hakkında
pek çok şey bilen iki farklı gruptu. Sahip oldukları bilgiler de doğruluğu
belirgin bilgilerdi. Zira Çin, Hindistan gibi etnik temelde tanımlanmış ve
coğrafi olarak sınırları belli olan bu uygarlıkların tersine, İslam, inançları
kendini algılayış biçimi, daha da önemlisi ilke olarak evrenseldi. Müslüman
kimse Allah’ın son vahyinin temsilcisi olduğuna inanıyor ve bu vahyi tüm
insanlığa götürmeyi kendine bir görev sayıyor ve bunu cihat olarak
tanımlıyordu. İslamiyet bu yönüyle Asya, Avrupa ve Amerika’nın öteki
uygarlıklardan keskin bir biçimde ayrılıyor, fakat kendine özgü bir misyon ve
ayrıcalık duygusuyla hareket etmesiyle Hıristiyanlığı andırıyordu. Ortaçağın
sonuna değin Müslümanlar amaçlarını hayata geçirme konusunda
1 Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa Tarihi ,s.33 2Halil İnalcık, “Türkiye ve Avrupa: Dün Bugün”, Doğu Batı Dergisi, Sayı 2, Nisan 2000, s.9 3 Bryan S.Turner, “Outline of a Theory of Orientalism”, Orientalism: Early Sources, s.14
10
Hıristiyanlara nazaran daha ileri bir noktaya gelmişlerdi. Hıristiyanlık ise
evrenselci hedef ve iddialarına karşın Avrupa dini olarak kalmıştı.1
Oryantalistler, Müslümanlardan farklı olarak karşıt imgeleri ve gizemli
doğuyu tanıma girişimlerinde bulunmuşlardı. Oryantalistlerin girişimleri farklı
tezahürlerde cereyan etmiştir. Onların bu girişimleri somut olarak da
gözlenmiştir. Zira Batı’da Müslüman toplumların dillerinin öneminin erken
dönemde anlaşılması üzerine İspanya, Fransa, Hollanda, İngiltere, Almanya,
İtalya ve İsviçre gibi pek çok Avrupa ülkesinde dil okulları açılmıştır.
Üniversitelere de doğu dillerinin öğretildiği bölümler eklenmiştir. 2 Mesela XIII.
yüzyılda İspanya, Mısır ve Suriye’ de yaşayan Hıristiyanlar da Arapça
biliyorlardı. Ayrıca İspanya’ da Dominik tercüme ve araştırma evleri
bulunmaktaydı. Batı’da bilimsel anlamda şarkiyatçılık 1312 Viyana’ da
toplanan Kilise Şurası’nda Paris, Oxford, Bologne (İtalya ), Avignon ( Fransa)
ve Salamanque ( İspanya ) üniversitelerinde Arapça, Yunanca, İbranice ve
Süryanice kürsülerinin kurulmasının kararlaştırılmasıyla başlar.3
Oryantalizmin tarihsel seyrini şu şekilde yansıtmak mümkündür:
Doğu araştırmalarıyla ilgilenen ilk batılı ilim adamının kim olduğu ve
oryantalizmin ne zaman başladığı kesin olarak bilinmiyor. Ancak, Batı
kiliselerine bağlı ruhbanlardan bir kısmının şan ve şeref dolu günlerinde
Endülüs’e gelerek buradaki medreselerde okudukları Kur’an-ı Kerim’i ve bazı
Arapça kitapları kendi dillerine çevirdikleri, başta felsefe, tıp ve matematik
olmak üzere çeşitli ilimlerde Müslüman âlimlere talebelik ettikleri tarihi bir
1 Bernard Lewis,Çatışan Kültürler ve İslam,s:3 2 Abdulhamit Birışık,Oryantalist Misyonerler ve Kur’an, s:85 3Edward Said, Şarkiyatçılık, trc:Berna Ünler,Metis, İstanbul,2001;s.59,Albert Hourani, Batı düşüncesinde İslam,trc: M.K.Atalar, Pınar yay.,İst.1996,s.27,aktaran Abdülhamit Birışık, Oryantalist Misyonerler ve Kur’an, s.84
11
gerçektir. Rahipler vatanlarına döndükten sonra Arap eserlerini neşretmeye
başladılar ve Padua medresesi gibi enstitüler kurdular.1
Bazı araştırmacılar, Hıristiyan Batı’da oryantalizmin resmen ortaya
çıkışını, 1312’de toplanan Viyana Konsülü’nün çeşitli Batı Üniversitelerinde
birkaç Arap dili kürsüsünün kurulmasına dair karar çıkarılmasıyla
başlatıldığına işaret ediliyorsa da, oryantalizmin başlangıcı için kesin bir tarih
belirlemek güçtür. Ancak burada “Kilise oryantalizmine” işaret edilmesi, bu
tarihten önce gayr-i resmi bir oryantalizmin olduğunu gösteriyor.
Bir kısım araştırmacılar, oryantalizmin ilk başlangıcının Miladi XI.
yüzyılın başlarına kadar dayandığını söylerken; Rudi Paret, Avrupa’da İslam
ve Arap araştırmalarının Kur’ân-ı ilk defa Latince-Arapça sözlüğün çıkarıldığı
XII. Yüzyılda başladığı görüşündedir. 2
Bazıları ise, Raymond Lulle’ü(1231-1315) Batı oryantalizminin
kurucusu diye nitelendirirler. Hıristiyan din bilgisi almasının yanında felsefe,
edebiyat ve tabii bilimlerle de ilgili olan biriydi. Müslümanlara karşı
Hıristiyanlığın gerçekliğini göstermek içinde görüşme ve akli deliller getirme
taraftarıydı. Hıristiyan misyonerlerini yetiştirmek için Mayorka Adasında
Arapça öğreten bir okul kurdu. Bu okul 1276–1294 döneminde öğretime
devam etti.3
Bu ilk dönemlerde oryantalizmin İslam karşısında takındığı tavırlarda
iki ayrı eğilim vardı: Birincisi; milli efsane ve hurafelerden bakan , taraflı ve
subjektif bir mücadele yolu izleyen dini bir eğilimdir. İkincisi ise; birincisine
1 Mustafa Sibai, Oryantalizm ve Oryantalistler: Yararları ve Zararları, trc: Doç.Dr. Mücteba Uğur ,
Beyan Yayınları, İstanbul, 1993, s.34-35
2 M. Hamdi Zakzuk, Oryantalizm veya Medeniyet Hesaplaşmasının Arka Planı , s.8-9 3 Suat Yıldırım, Oryantalistlerin Yanılgıları, s.21
12
oranla objektiflik ve bilimselliğe bir derece daha yakın olan ve İslam dinini
tabiat, tıp ve felsefe ilimlerinin beşiği olarak gören eğilimdir.
1539 yılında Paris’teki College de France’de ilk Arap Dili Kürsüsü
kuruldu. Bu kürsünün başına ilk gerçek oryantalist sayılan Guillaume Pastel
(1581) getirildi.1
Batı’da ilk düzenli Arapça eğitimi 1587 yılında Paris’ teki College de
France’ ın Arapça profesörü ve Asya Derneği (Societe Asiatique, 1822) ilk
başkanı Silvestre de Sacy ve onun takipçisi olan Ernast Rennan’ın ( 1832 –
1892 ) dilbilimi, Arap dili ve tarihi çalışmaları da önemlidir. 2
Oryantalist çalışmalar bir taraftan okullarda yürütülmeye başlanmışken
omlardan önce yola çıkan misyonerler yollarına devam ediyorlardı. Onyedinci
yüzyıl boyunca Doğu’ya karşı misyoner ilgilerin yanısıra ticari ilgilerde
artmaya başladı. İngiltere, Fransa, Almanya, Portekiz, Hollanda gibi bir sürü
Avrupa ülkesinin ticaret şirketleri Müslüman ve Müslüman olmayan ülkelerde
kuruldu. Avrupalı ticareti için politik ilgilerin artması çok uzun zaman almadı.
Bu ülkelerin henüz kullanılmamış kaynaklarının olması, bu kaynakların
sürekliliğini devam ettirmek ve maksimum seviyede kullanmak için, bu ülke
topraklarının denetimini ele geçirmeye ve sömürgeleştirmeye itti. 3. Böylece
ticarî kazançların devamını sağlamak amacıyla Avrupa ülkeleri
sömürgeleştirme yoluna gittiler.
Doğu ile yapılan ticaretin artması ile diplomasi ve ticaret bilen
insanlara duyulan ihtiyaç artmaya başladı. Bunlara bağlı olarak Avrupa’da,
Doğu araştırmaları yapan kürsülerin sayısı arttı.1632’de Cambridge’de,
1634’de Oxford’da birer kürsü oluşturuldu. Bu Arapça ve İslamî ilimler
1 M. Hamdi Zakzuk, Oryantalizm ,s.15-18 2 Abdulhamit Birışık, Oryantalist Misyonerler ve Kur’an, s.85 3 Asaf Hussain, “The Ideology of Orientalism”, Orientalism, Islam and Islamists, s.6
13
bölümleri zamanla büyüdü ve burada başka üniversitelerde de benzer
bölümler açacak öğretim görevlileri yetiştirildi. 1
On sekizinci yüzyılın ortasından itibaren Doğu- Batı ilişkilerinin iki
temel eleman taşıdığı görülmektedir. Bunlardan birincisi Avrupa’nın Doğu
üzerindeki sistematik gelişen bir bilgiye sahip oluşudur. İkinci özelliği de
Avrupa’nın üstünlük iddiasında bulunmasa dahi güç dengesini daima kendi
tarafında tutuşudur.2
XVII. ve XVIII. yüzyıllar boyunca Doğu konusunda üretilenler, önceki
yüzyıllara oranla daha zengin ve verimli idi. XVIII. yüzyıla kadar İslam’dan
ve Doğu Dünyasından bahsedilirken Hıristiyan ideolojisi ön plana çıkarılarak
Batı’nın üstünlüğü vurgulanmaktaydı ve oryantalizmin uğraşı alanı kendinden
farklı bir “öteki” yaratmak ve öteki kültürü öğrenmek idi. XVIII. yüzyıldan
sonra ise bu ideolojinin yerini başka bir eleştirel bakış almıştı. Artık
oryantalistler “ötekine” karşı “uygarlaştırıcı” bir misyon yüklenmiştiler ve
oryantalizm Batı’nın üstünlüğünü vurgulamak, bu üstünlüğü dünyanın geri
kalan bölgelerine yayılmasının gerekli olduğuna diğerlerini inandırmak için
Doğu’nun farklılıklarını ortaya koyup, bu farklılıkları incelemenin ve Doğu’nun
zenginliklerini edinebilmenin ideolojisi haline geldi. 3
İslam’ı tanımak konusunda yapılan ilk ciddi bilimsel girişimler ise ,
Hollanda Autricht Üniversitesinde Doğu Dilleri Profesörü Hadrian Roland
(Ö.1718) tarafından gerçekleştirildi . 1705 yılında iki cilt halinde Latince
olarak “ed-Diyanetü’l Muhammediye” isimli bir kitap yayınlandı. Ancak,
1 Yücel Bulut, Oryantalizmin kısa Tarihi, s.66; A.J.Arberry, British Orientalists, s.16 2 Edward Said, Oryantalizm, s.63 3 Recep Boztemur, “Marx, Doğu Sorunu ve Oryantalizm”, Doğu Batı dergisi, s:135, M. Hamdi Zakzuk, Oryantalizm ,s.23
14
Katolik Kilisesi bu kitabı İslam’a dair tarafsız ve olumlu sayılabilecek
düşünceler ihtiva etmesi sebebiyle yasak kitaplar listesine aldı 1
XVIII. yüzyılda, ilk Alman oryantalist olarak bilinen J.J.Reiske (1716-
1774) Almanya’da Arap Dili araştırmalarını seçkin bir konuma getirdi. Din
adamları tarafından zındıklıkla itham edildi ve son derece fakir, kimsesiz
olarak öldü.2
Hukukçu ve Arabiyat araştırmacısı George Sale (1697-1736) İngilizce
Kur’an çevirisi (1734) yaptı. Bu eserin giriş bölümündeki düşünceler ile
birlikte, İslam’ın yeni bir tarzda araştırılmasına imkân tanımaktaydı. Sale’e
göre Hz. Muhammed doğrudan doğruya tanrı tarafından gönderilmiş değildi,
ancak Hz. Muhammed’in gerçek dini düzeltmek için gönderilmiş olduğuna
ilişkin inancı, coşkusu, etkileyici anlatımı, yargılarındaki isabet, nezaket ve
kibarlığı gibi, dikkate değer niteliklerin mümkün olan tek açıklaması buydu.
Edward Pocock ve Simon Ockley gibi şahsiyetlerin çalışmalarıyla birlikte
İslam Peygamberi bir Deccal olarak görülmekten çıktı ve tarihte belli bir yeri
olan, belli bir tarihsel rol oynamış bir kişi oldu.3 Oxford’da Arapça
Kürsüsü’nün ilk sahibi Pocock’tan sonra profesörler çizgisi sönük kalmıştı. Bu
kürsüye 1889’da David Samuel Margoliouth (1858-1940)’un atanmasına
kadar önemli bir sivrilme olmadı. Margoliouth, mükemmel bir eğitim
almamasına rağmen, kişisel gayreti ile kendisini bir Arabiyat ve İslamiyat
uzmanı olarak yetiştirmişti. Arapça, Grekçe, İbranice, Latince, Sanskritçe,
Süryanice ve Türkçe biliyordu. İslam uzmanı olarak tanınmasını sağlayan
eserleri Avrupa’da temel eserler olarak kabul edilmişti. İlk dönem Müslüman
1 M. Hamdi Zakzuk, Oryantalizm, s.23 2 M. Hamdi Zakzuk, Oryantalizm , s.25 3Yücel Bulut, “Oryantalizmin Tarihsel Gelişimi Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, Marife dergisi, Yıl:2, Sayı:3 , 2002 , s .13-38
15
İslam tarihçilerinin kaynaklarını kullanmasına rağmen, batılı literatürde yaygın
olarak bulunan imgeleri kullanmayı sürdürmüştü. 1
Said’e göre Avrupa’nın diğer kültürlere üstün olduğu iddiası Oryantalist
söylemi mümkün kılar ve Avrupa’nın kültürel hegemonyasını besler. Aslında
doğu-batı ilişkisini ilginç kılan batının her zaman güçlü ve baskın konumda
olmasıdır. Oryantalist söylemin gücü ve dayanıklılığı ise bu egemenlik
ilişkisine ve bu ilişkinin uzantısı olan toplumsal, ekonomik ve siyasi
kurumlardan kaynaklanmıştır. 2
Batı’nın teknolojik üstünlüğü, askeri gücü ve ticaretteki büyümesi tabi
ki endüstriyel kapitalizmin büyümesinin sonuçlarıydı. İslam, prensipleri ve
düzenlemeleriyle Avrupa’nın ekonomik ve politik üstünlüğünü durdurabilecek
bir tehditti ve bu yüzden akademik merakın nesnesi oldu. Bu tehdidin daha
yakından tanınarak alt edilmesi gerekliydi. Doğu dilleri, tercümeler ve doğu
kütüphanelerindeki eserlerinin tasnif edilmesi çalışmaları, XVIII. yüzyıl
ortalarında İslam’a olan ilgiyi körükledi.3
Napolyon’un Mısır çıkartmasını betimleyerek, Said oryantalist
düşünürler ve yazın ile batılıların emperyalist ve sömürgeci politikaları
arasındaki sıkı bağlantıyı göstermeye çalışır.4
XVII, XVIII, XIX. yüzyıllar boyunca oryantalizm ile ilgili göze çarpan
bir diğer önemli nokta onunla Avrupa ticaretinin yayılması arasındaki yakın
ilişkinin varlığıdır. Bu ilişki özellikle İngiliz ve Fransız sömürgeciliğini ve
emperyalizmini tetikler.
1 Yücel Bulut,“Oryantalizmin Tarihsel Gelişimi Üzerine Bazı Değerlendirmeler”Marife dergisi, s.33 2 Edward Said, Oryantalizm, s.40,204,149 3 Bryan S.Turner, “Outline of a Theory of Orientalism”, Orientalism: Early Sources, s.17 4 Edward Said, Oryantalizm, s.40,204,149
16
Öyle ki, Fransa da İngiltere’de olduğu gibi kolonicilik en erken
4.Henry(1604) zamanından başlar. Fransız Devrimi ve Napolyon Savaşları
(1793-1815) zaman periyodunda oryantalizm ve kolonicilik arasındaki ilişki
gözle görülür derecede ortaya çıkar. İki düzineden fazla Fransız oryantalistin
Bonaparte’ın Mısır seferine katkısı olur. Bu seferin ardından oryantalistlerin
katkılarıyla Mısır’ın kültürü dili ve coğrafyası hakkında çalışan bir enstitü
kuruldu; ve oryantalistler sadece tercüman, yorumcu olarak değil, devlet
memuru olarak da hükümet yönetiminde göreve getirildiler. Mısır seferinin
başarısız olmasından sonra Bonaparte’a eşlik eden oryantalistler tarafından
toplanılan materyallerin pek çoğu “Désciription de l’Egypte” kitabında
basıldı.1805’de Fransız Dışişleri Bakanı Talleyrand Fransız Koleji’nde doğu
dilleri öğretimini oldukça cesaretlendirdi. Çünkü Fransa’nın Asya’daki dış
politika hedeflerine destek için tercümanlara ihtiyaç vardı.
Fransa’nın Cezayir’i işgali sürecinde de oryantalistlerin bildirgelerinin
tercüme edilmesi ve yeni yönetimin organize edilmesi gibi yardımlarının
olduğu görülür. Dolayısıyla zaman zaman oryantalistler hükümetlerde
görevlere de getirilmişlerdir.1
Napolyon Bonapart’ın 1798’de Mısır’ı işgali, daha sonra Suriye’de
gezintiye çıkması Oryantalizmin modern tarihinde muazzam sonuçlar
doğurmuştur.2
Bonapart, Avrupa ile Doğu arasında uzun bir ilişkiler serisinin
doğmasına yol açmıştı. Bu yeni serinin içinde Oryantalistin uzmanlığı
doğrudan doğruya sömürgeciliğin emrine verilmiş bulunuyordu. Bonapart
Doğu’yu oryantalist metinler ve oryantalistlerin ileri sürdüğü fikirler dışında
göremiyor, Doğu’yu bu metinlerle anlayacağına inanıyordu.
1 A.L.Macfie, Orientalism,s.45-47 2 Edward Said, Oryantalizm , s. 115
17
Napolyon,’un Mısır işgaline kendisi ile birlikte oryantalist bilim
adamlarını götürmesi Doğu’yu sadece yazılı metinlere dayandırdığının kanıtı
idi. Bonapart’ın çevirmenlerinin çoğu 1796’dan sonra Doğu Dilleri Halk
Okulunun tek ve yegâne profesörü olan Silvestere de Sacy’nın öğrencisi
olmuşlardı. Sacy’nın yetiştirdikleri asrın üç çeyreği içinde oryantalizmin
hâkimi oldular. Bunlardan çoğu politikanın vazgeçilmez isimlerindendi. 1
Sacy’nın Doğu Dilleri Halk Okulu özellikle onsekizinci asırda Fransa ve
İngiltere’de oryantalizmin kiliseden ayrılmasından sonra, kendi döneminde
ilmi ve laik oryantalizmin örneği sayılması da altı çizilmesi gereken
noktalardan biridir.2
İngiliz oryantalistlerinden bir diğer önemli isim olan E. W. Lane (1801–
1876), İngiliz üniversitelerinde eksik olan bir hususu İslam dünyasında
seyahat ve ikamet noksanlığını giderdi. Uzun yıllar Kahire’de kaldı. O’na ait
Arabic-English Lexicon, kadim klasik diller hakkında bugüne kadar yazılmış
en doyurucu ve isabetli sözlük olma özelliğini hala korumaktadır. Bu sözlük
Lane’in tek başına Avrupalı bir akademisyen olarak Arap çalışmalarına
yaptığı en büyük katkı olarak kabul edilir. Bin Bir Gece Masallarını (The
Arabian Nights) İngilizce’ye çevirdi. Manners and Customs of the Modern
Egyptians (1836) isimli eseri hala diri olan ve zaman geçtikçe de değişen bir
Müslüman şehir toplumu ve medeniyeti hakkında okuyucusuna bir fikir
verebilmektedir. William Lane’in ayrıca Kur’an ile ilgili düşüncelerinin
toplandığı Selections from the Qur’an with an Interwoven Commentary adlı
bir kitabı da bulunmaktadır.3
Kısacası oryantalizm modern tarihin başlangıcından günümüze kadar
geçen süre içinde, yabancı bir dünyayı ele alan bir düşünce sistemi olarak, 1 Edward Said, Oryantalizm, s.121–125 2 M . Hamdi Zakzuk, Oryantalizm , s.29 3 Yücel Bulut, “Oryantalizmin Tarihsel Gelişimi Üzerine Bazı Değerlendirmeler”Marife dergisi,s.33; A.J.Arberry, British Orientalists, Londra: William Collins of London, 1943,s.20
18
farklılıklar üzerine kurulmuş bütün diğer bilim dalları gibi maalesef insan
düşüncesini “Doğu” ve “Batı” olmak üzere iki bölüm içinde kanalize etmiştir.
Söz konusu eğilim oryantalizmin özü, teorisi ve pratiğidir.1
C. ONDOKUZUNCU YÜZYILDAKİ ORYANTALİST GELİŞMELER
VE İNGİLİZ ORYANTALİZMİ
XIX. asırda Avrupa’nın Doğu hakkındaki görüşünü belirleyen olay
emperyalizmdi. Zira bu asır Batılı sömürgecilerin İslam Dünyasının geniş bir
bölümünü istila etmesine şahit olmuş, Sömürgeci zihniyet oryantalist
kültürden fazlasıyla istifade etmişti. Bununla birlikte Avrupa’nın iktisadî,
siyasî, askerî üstünlüğü gittikçe ezici bir mahiyet alırken Doğu sürekli bir
çöküş süreci içerisindeydi. Bunun en bariz örneklerinden birisi 1857’de İngiliz
lerin, siyasî olarak Hindistan’ı istila etmeleridir. Böylece Hindistan resmen
İngiliz Kraliyetinin tebaiyetine girdi. Bu ülkeyi nüfuzu altına alabilmek için
oryantalistlerin edindikleri bilgilerden faydalandılar. İngiltere’nin en büyük
emeli istila ettiği Hindistan ve diğer yerlerdeki Müslümanlar üzerindeki İngiliz
hâkimiyetini tam olarak gerçekleştirmekti. Zira bunu gerçekleştirmek adına
Londra Üniversitesi’ne bağlı şark ve Afrika Araştırmaları Okulu’na dönüştü. 2
John Mackenzie’nin ifadesiyle, XVIII. yüzyılın son çeyreği ve XIX.
yüzyılın ilk çeyreğinde oryantalizm kelimesi İngiltere’nin Hindistan’daki
yönetimi çerçevesinde yeni bir anlam kazandı. İngiltere hükümeti, kendi
görevlilerinin Doğu Hindistan’da karşılaştıkları problemleri anlatmaktaydı. Bu
yaklaşıma göre Müslümanların dilleri ve kanunları göz ardı edilmesi ya da
yerine yenilerinin yapılması ihtiyacını gerektirmiyordu bu kurallardan
1 Edward Said, Oryantalizm,s.72 2M.H. Zakzuk, Oryantalizm,s.36; Yücel Bulut, “Oryantalizmin tarihsel gelişimi üzerine
değerlendirmeler”, Marife Dergisi , s.31
19
faydalanıp hukukları korunarak geleneksel sosyal düzen sağlanmaya devam
edildi. O zaman için Müslüman halkların tepkisini çekmemek ve İngiliz
üstünlüğünü vurgulayarak devam ettirmenin en uygun yolu buydu.1
XVIII. yüzyıl sonu XIX. yüzyıl başında İngiltere tarafından Hindistan
üzerinde devam ettirilen oryantalist politika, Batı’nın Doğu hakkındaki
bilgisinin artmasına oldukça büyük bir katkı sağladı.2
İngiliz Oryantalizmini başladığı tarihten bu yana teşvik eden şeyler
vardır. Bunlar içerisinde kâr getiren ticaret bulma girişimi, en güçlü
uyarıcılardan biri olmuştur. Tüccar Doğu insanıyla ilişkilerinden yarar
sağlayıcı bir materyal ararken, misyoner de (takdire şayan) Tanrı’nın “tüm
dünyayı dolaş ve her yaratılana İncil’i öğret” emrini yerine getirmek ve
kendinden öncekiler gibi övgüye mazhar olabilmek istemiştir. Bunun için de
Onların dillerini ve düşünce süreçlerini öğrenmeyi amaç edinir.
Böyle bir gayenin peşinde koşan Hıristiyanlar bir başka misyoner din
olan İslam’la karşı karşıya kalınca, onların bu gayesi her zamankinden daha
çok arzulanır olmuştur.3
Aslında, XIX. yüzyıldan çok öncelerinde de İngiltere’de oryantalist
çalışmalar yapılmaktaydı. Örneğin; Sir Thomas Adams Cambridge’de
1632’de ilk Arap Kürsüsü’nü kurdu. Bu yeni dönemin önde gelen Arap
Bilimcisi William Bedwell’dir. O, Kur’an’ın ilk İngilizce versiyonunu yazdı. John
ve Thomas Greaves Kardeşler Oxford’da Arapça ve Farsça’yı iyi biliyorlardı.
1 John Mackenzie,Orientalism: History, Theory and The Arts, s.3 2 A.L.Macfie, Orientalism,s.56 3 A.J.Arberry, British Orientalists,s.14-15
20
XVII. yüzyılın önde gelen Arap çalışmalarını yapan Edward Pococke
‘du. Pococke, Yakın Doğu’ya seyahatler yaptı ve Arapça’ya dair derin bilgiler
edindi. Gegorge Sale ise bir avukattı ve Arap çalışmalarına merak sardı ve
takdire şayan bir Kur’an tercümesi yaptı.1 Bu eser pek çok oryantalist
tarafından referans gösterilmiş ve övgülere mazhar olmuştur.
XVIII. asrın sonları ve XIX. asrın başlangıcındaki Oryantalistler,
insanlık tarihinin en eski abidelerini iyi bir şekilde tetkik ederek Rönesans’ı
tamamlamış oldular. XVIII. asrın sonlarına kadar misyonerlik, diplomasi ve
ticaret işleri için yetiştirilen Oryantalistler yavaş yavaş şark dillerinin sahibi
olan milletleri tarih, sosyal hayat, sanat açısından tanımaya çalıştılar. Artık
oryantalizm hareketi, Avrupa’nın mühim merkezlerine yayılmış, Doğu dilleri
üniversitelerinde okutulmaya başlanmıştır. Doğu, her devirde Avrupa’nın
ihtiyaçlarına göre yorumlanmaya çalışılmıştır.2
Yukarıda da ifade edildiği üzere, bir önceki asrın evrensel ideolojisinin
yönlendirdiği Avrupalı bakış açısı, Avrupalı olmayana biraz olsun saygı
gösterirken, XIX. Asırda tepeden bakan bir bakışa dönüştü. Irkları “ileri” ve
“geri” olarak nitelendiriyordu. 3
Artık, XIX. yüzyıl Batı’nın dünya üzerinde hâkimiyetini sağlamlaştırdığı
bir yüzyıldı. Batı dünyası her alanda dünyanın ve toplumların kaderi üzerinde
belirleyici olmuştur. Bunu diğer ülkeleri imzalamak zorunda bıraktığı ticaret
anlaşmalarında açıkça görmek mümkündür. Sömürgecilik ve işgal Doğu
topraklarını Batı’ya açıyordu. 4
1 A.J.Arberry, British Orientalists ,s.16 2 İsmail Cerrahoğlu, “Oryantalizm ve Kur’an ve Kur’an İlimleri Üzerine Araştırmalar”, AÜİF Dergisi,s.104,105 3 M . Hamdi Zakzuk, Oryantalizm , s.26-27 4 Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi ,s. 95
21
Böylece XIX. yüzyıl oryantalizmin en parlak dönemi olmuştu. XIX.
yüzyılda oryantalistlerin değeri artmıştır. Yeni pazar arayışları, sömürge
faaliyetleri oryantalizmin çalışmalarından faydalanma ihtiyacı doğurmuştur.
XIX. yüzyılın bir diğer önemli özelliği bu dönemde Oryantalizmin
kurumsallaşmasıdır.1 Oryantalizmin statüsü bir disiplin olarak algılanmaya
başlandı XIX. yüzyıl itibariyle gelişigüzel, sistemsiz araştırmalar açısından
gelişmesiyle daha güçlü, sağlam metodlarla yapılmaya başlandı. Doğu
çalışmalarına nasıl yaklaşılacağının genel mutabakatı Doğu akademisleri
arasında gelişti.2Oryantalizmin XIX. yüzyılda yaşadığı en parlak çağında bu
disiplini yeteri kadar ayakta tutabilecek uzmanlar yetiştirmiş ve Batı’da
Doğu’nun hemen hemen bütün dillerini öğretecek kurumlar geliştirmiştir. Bu
çağda Batı’da yayınlanan, tercüme edilen ve yorumlanan Doğu’ya ait
eserlerin listesi oldukça geniştir. 3
XIX. yüzyıldaki bu eserler arasında R. Dozy, William Muir, D.S.
Margoliouth gibi yazarların eserleri meşhurdur. İslam tarihi ve siyer ile ilgili
yaptıkları bu çalışmalarda göze çarpan önemli bir husus Doğu’ya ve İslam’a
karşı duyulan bir nefretin bulunmasıdır. Bunu bazen açıkça bazen de imâlı bir
şekilde yansıttıkları görülmektedir. Bu tür çalışmalarla Hz. Muhammed
hakkında bilinmedik bir şey bırakmamak hem dini kudretinden hem de
Avrupa’yı ürküten güçlerinden arındırılmış haliyle göstermektedir. 4
Oryantalizm İslam’ın bir din olarak otoritesinin ve orjinalliğinin çeşitli
şekillerde sorgulandığı konularla meşgul olur. Mesela, İslam peygamberi ile
ilgili yanlış bir özdeşleştirme eğilimi vardı ve bu yüzden bu din
“Mohammedanism” olarak adlandırıldı. Hatta İslamı bir mezhep hareketi
olarak görenler vardı. Muhammedanism terimi George Sale tarafından 1 Recep Boztemur, “Marx,Doğu sorunu ve Oryantalizm”,Marife dergisi,s.139 2 Asaf Hussain, “The Ideology of Orientalism”, Orientalism, Islam and Islamists, s.8 3 Edward Said, Oryantalizm, s. 140-141 4 Abdulhamit Birışık,Oryantalist Misyonerler ve Kur’an,s.112
22
yapılan Kur’an tercümesinde vardır. 1911 yılının sonlarında, Oxford
üniversitesinde Arapça profesörü D.S.Margoliouth’da kitabının adını İslam
yerine Mohammedanism koymuştur.
Bu yakıştırmaların arkasındaki fikir Peygamber’in aslında bir sahtekar
olduğudur. Bu düşünce Allah’ın elçisi aracılığıyla Kur’an’ı vahyettiği iddiasını
derinine incelenmesini ortaya çıkardı. 1Ve böylece oryantalistler bu
düşüncenin etkisiyle Kur’an’ı incelemeye başladılar.
D.ORYANTALİSTLERİN KUR’AN ÇALIŞMALARI
Oryantalistler, İslam’ı tanımak ve İslam’ı din olarak kabul eden,
temsilcilerinin çoğunlukla Doğu’lu olduğu Müslümanları kendi inançlarıyla
vurmak için Peygamberimizi ve Kur’an’ı ve İslamla ilgili daha pek çok konuyu
inceleme yoluna gitmişler ve kendi amaçları doğrultusunda Kur’an ve Kur’an
ilimlerinin çeşitli konularını ele alan kitaplar veya makaleler yayımlamışlardır.
Oryantalistler bu konular içinde belki de en çok Kur’an ile ilgili konuları
irdelemişler, kendilerine göre pek çok açıklama ve yorumlamalarda
bulunmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’i araştırıp kendilerince onun eksik ve yanlış
taraflarını ortaya koyup bu inanışın temellerini sarsmak ve bu dinî
prensiplerini kendileri için bir tehlike olmaktan çıkarmak amacını
edinmişlerdir. 2Bu konulardan en belirginlerini şu şekilde gruplandırmak
mümkündür:
1.Kur’an-ı tercüme çalışmaları
2.Kur’an tarihi ile ilgili çalışmalar.
a)Kur’an kaynağı.(Kur’an vahiy mahsülü müdür,değil midir?)
1 Bryan S.Turner, “Outline of a Theory of Orientalism”, Orientalism: Early Sources, s.17 2 Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s.32
23
b)Kur’an’ın sıhhati.(Kur’an orijinal şekliyle günümüze kadar gelmiş
midir?)
c)Kıratların mahiyeti
3.Kur’an’ın muhtevası=Surelerin düzeni(tertibi)bazı ayetlerin uygun
yerlerde bulunup bulunmadığı, kıssaların kaynağı ve gerçekliği nasih-mensuh
vb.konular1
Hıristiyan dinine mensup yazarlar polemik yazılarında özellikle İslam
peygamberinin bir sahtekar ve Kur’an’ın uydurma olduğu fikrini işlediler.2
Bu çalışmaları gerçekleştirirken Oryantalistlerde görülen en bariz özellik
onların Kur’an’ın vahiy mahsulü olmadığı şeklinde bir önyargı ile hareket
etmeleridir. Akademisyenler çalışmalarında subjektif tutumlarını, objektifmiş
gibi sergilerler, fakat böyle bir önyargı saklı kalamaz ve eserlerinde görülür.
Onlar en baştan Kur’an’ın kaynağını ilahi bir vahiy olarak görmezler ve Hz.
Peygamber’in (s.v.a) eseri olduğunu iddia ederler. Peygamberimizin okuma –
yazma bilmediğini dolayısıyla İncil ve Tevrat okuyup bu kitaplardan alıntı
yapılamayacağı gerçeğini ise Hıristiyan ve Yahudilerden duymuş ve
ezberlemiştir, diyerek hasıraltı ederler. Oryantalistler görünen bir şüphe ya da
tereddüt olmaksızın İslamî vahyin kaynağını irdelerken sürekli olarak genel
bir mantığa dayanan tartışmaları olan Kur’an’ın gerçek olmasının imkansızlığı
ya da Muhammed’in Peygamber olamayacağında çok ısrarlı idiler. Onların bu
tartışmaları Müslümanlar tarafından asılsız ve kabul edilemez olarak
addedilir.3
1 Abdurrahman Çetin, “Kur’an kıratlarına Yönelik Oryantalist Yaklaşımlar”, Marife Dergisi, s.74-75 2 Asaf Hussain, “The Ideology of Orientalism”, Orientalism, Islam and Islamists,s.5 3 Norman Daniel, Islam and The West, Edinburg: Edinburg University Press,1980, s.47
24
Bu durum İslam’a yabancı bir durum değildir. Zira risaletin ilk
dönemlerinde bu iddiayı Peygamber Efendimize bizzat kâfirlerin kendileri de
yapmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu durum şöyle anlatılmaktadır:
“Şüphesiz onların Kuran’ı ona bir insan öğretiyor dediklerini
biliyoruz…”1 “hayır, (Muhammed’in söyledikleri) karmaşık rüyalar (boş
hayaller) hayır, onu uydurmuş, hayır, o bir şiirdir dediler”2 “İnkar edenler ‘bu
Kur’an olsa olsa Muhammed’in uydurduğu bir yalandır. Başka bir grup da bu
hususta kendisine yardım etmiştir dediler” böylece onlar şüphesiz haksızlığa
ve iftiraya başvurmuşlardır. Yine onlar dediler ki ‘Bu onun başkasına yazdırıp
da kendisine sabah-akşam okunmakta olan, öncekilere ait masallardır’ Dedi
ki: O’nun göklere ve yerdeki gizlilikleri bilen Allah indirmiştir”.3
Oryantalistlerin inceledikleri diğer bir konu da Kur’an’ın sıhhatidir.
Oryantalistler Kur’an-ı Kerim’in kendi Kitapları İncil ve Tevrat gibi değişikliğe
uğrayıp bozulduğunu aslını koruyamadığını düşünürler.
Bununla birlikte İslam kaynakları göstermiştir ki; Kur’an-ı Ker’im, daha
önce indirilen semavî kitapların koruyucusu ve Ehl-i Kitap arasındaki ihtilafları
çözümleyici bir kitap olarak Allah tarafından indirilmiştir. Hepsinin kaynağı bir
olduğuna göre, bazı konularda benzerlik olması da oldukça normaldir, aksi
olsaydı anormal olurdu. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu konuda,
“Peygamberlerin izleri üzerine, kendinden önce gelen Tevrat’ı
doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik ve ona, içinde yol gösterme
ve nur bulunan, önündeki Tevrat’ı doğrulayan ve muttakiler için bir hidayet ve
öğüt olan İncil’i verdik.”4 “Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu
1 Nahl 16:103 2 Enbiya 21:5 3 Furkan 25:46 4 Maide 5:46
25
korumak üzere hak olarak Kitab (Kur’an)ı gönderdik. Artık aralarında Allah’ın
indirdiği ile hükmet…”1 ”Bu kitabı sana, hakkında ihtilaf ettikleri şeyleri açıkça
anlatman için ve iman edecek bir topluma da hidayet ve rahmet olarak
gönderdik”2 şeklinde pek çok ayet vardır.3
Kur’an-ı Kerim’e kaynak aramak oryantalistlerin şimdiye kadar
yaptıkları araştırmaların genel özelliğini teşkil eder. Böyle bir eserin hiçbir
yaratıcı hayal gücü tarafından bir araya getirilemeyeceğine ikna olan
oryantalistler için, aslında Kur’an hâlâ bir muammadır. Pek çok oryantalist,
Kur’an’ın Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarından yararlanılarak bir araya
getirildiğine inanır. Peygamber efendimizin gençlik yıllarında amcasıyla
seyahatlere giden fazlaca yolculuk yapan biri olduğu göz önüne alınınca,
bazı Hıristiyan din adamları ile karşılaşmış olacağını düşünürler.
Oryantalistlerden bir kısmı ana kaynağın Yahudilik olduğunu, bir kısmı da
Hıristiyanlık olduğunu iddia eder. Oryantalistlerin bu konu ile ilgili
düşüncelerini şu şekilde gruplandırmak mümkündür: 4
1.Kur’an- ı Kerim’de Yahudi tesiri gören müsteşrikler
2. Kur’an- ı Kerim’de Hıristiyan tesiri gören müsteşrikler
3. Kur’an- ı Kerim’de hem Yahudi hem Hıristiyan tesiri gören
müsteşrikler
4. Kur’an- ı Kerim’de putperest tesiri gören müsteşrikler
5. Kur’an araştırmalarında müsteşriklerin metoduna karşı çıkan
araştırmacılar
1 Maide 5:48 2 Nahl 16:64 3 İsmail Albayrak, “Kur’an Ayetlerinin Tertibi Hakkındaki Söylem”, Marife Dergisi, Yıl:2, Sayı:3,2002,s.156, Abdurrahman Çetin, “Kur’an kıratlarına Yönelik Oryantalist Yaklaşımlar”, Marife Dergisi,s.76 4 Salih Akdemir, “Müsteşriklerin Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’e yaklaşımları”, AÜİF Dergisi,
Ankara,1989, XXXI,s.193; Norman Daniel, Islam and The West,s. 48-50
26
Kur’an’ın ilahî kaynaklı olması gerçeğine Batılı oryantalistler
inanmamaktadır. Hıristiyanlar bazen Kur’an’ı İncil’e paralel görürler. Onlar
Kur’an’ın kendini ve kendinden önceki vahiyleri tanımladığını hiçbir zaman
farkına varamazlar ya da fark etmek istememektedirler.1
W. Muir, D.S. Margoliouth’da Kur’an-ı Kerim’in Hz. Muhammed
tarafından Yahudi ve Hristiyanların kutsal kitaplarından alıntılar yapılarak
yazıldığını iddia ederler. Öyle ki Eski ve Yeni Ahit’te yer alan hikayelerin
Kur’an’da da olduğunu öne sürerler. Çoğu oryantalist gibi, W. Muir ve D.S.
Margoliouth’da Kur’an-ı Kerim’i kendi mukaddes kitapları ile karşılaştırırlar ve
onlar kendi kitaplarının sahih olduğunu düşünürler.
Halbuki Kur’an-ı Kerim, okuma yazma bilmeyen, öğretim görmemiş
(ümmî) Hz. Muhammed’e indirildi. O dönemin âlim ve filozofları ile irtibatı
olmamıştı ve diğerlerinin kitaplarını düşüncelerini de bilmiyordu. Dolayısıyla
Kur’an Hz. Muhammed’in yazdığı bir eser değildir. Kur’an O’na vahyedilmiş
bir kitaptır. İşte oryantalistler tarafından anlaşılmayan veya anlaşılmak
istenmeyen nokta budur. 2
İslam’ın dayandığı en önemli esaslardan biri Kur’an vahiy mahsulü
olmasıdır. Aslı itibariyle teolojik bir düzlemde ele alınacak olan bu durum
Oryantalistler tarafından psiko-sosyolojik ilimler açıdan ele alınır. Bu
sebepten dolayı iki taraf arasında bir uygunluk mümkün olmamaktadır.
Aslında sosyal ilimler metodunu, metafizik bir mesele olan vahye
uygulayamayız. Vahiy meselesi, pozitif ve negatif elektrik uçlarının birleşmesi
ile meydana gelen bir ışık olayı gibi açıklanamaz. 3
Kur’an-ı Kerim’le ilk elden tanışma fırsatını asırlar önce elde eden
batılılar Kur’an-ı Kerim’deki sure ve ayetlerin düzensiz bir şekilde 1 Norman Daniel, Islam and The West, s.33 2 İsmail Cerrahoğlu, “Oryantalizm ve Batı’da Kur’an”, AÜFİD, s.120 3 İsmail Cerrahoğlu, “Oryantalizm ve Batı’da Kur’an”, AÜFİD, s.133,134
27
sıralandıklarını iddia etmektedir. Batılıların bu yaklaşımı Kur’an-ı Kerim’i Hz.
Peygamberin(s.a.v) bir ürünü olarak görmelerinden, Onlar Kur’an’ı bir tarih
kitabı gibi algılamalarından, böyle bir görüşle değerlendirmeye tabi
tutmalarından ve de kendi kutsal kitaplarında aşina oldukları olayların birbirini
takip ettiği anlatım tarzını bulamamalarından kaynaklanmaktadır. Kur’an’la
ilgili böyle bir tertiple karşılaştıklarında da yaptıkları şey, bu durumu
“Kur’an’ın ilahî kaynaklı olmaması ve sıhhatinde eksiklik bulunması"na delil
göstermek olmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber’in(s.a.v) sözde Kur’an-ı Kerim’in
oluşturma sürecini ise Toledolu Mark’dan (Ö-1216), Weil, Muir, Margoliouth’a
kadar tanınmış oryantalistler genelde onun (haşa)epilepsi hisleri, şeytanla
kurduğu ilişki kasıtlı şekilde insanların gözünü gizemli işlerle boyamak,
meditasyon ya da ilahi gücün altında olduğunu gösterecek bir takım
tavırlarda aramışlardır1.
Hz. Muhammed ile önceki peygamberlerin tebliği arasında benzerlik
olması konusuna gelince, bu bir tesadüf değildir. Kur’an-ı Kerim bu konuda
Müslümanlara şöyle hitab eder: “Allah size sınırlarını bildirmeyi ve sizden
önce geçenlerin yollarına hidayet etmeyi ister.” 2
“İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların
yoluna uy. De ki: Ben buna (peygamberlik görevime) karşılık sizden bir ücret
istemiyorum. Bu (Kur'an) âlemler için ancak bir öğüttür.”3
Kur’an-ı Kerim eski peygamberleri ve şeriatlarını aynı şekilde tebliğ
ediyorsa bunun tek sebebi vardır, o da Kur’an-ı Kerim’in de aynı kaynaktan
çıkması, yani vahiy mahsulü olmasıdır.
1 Norman Daniel, Islam and The West,1980, s.108; Richard Bell, Introduction to The Qur’an, Edinburgh University Press, Edinburgh, 1970,s.80–81 2 Nisa 4:26 3 En’am 6:90
28
Vahiy olgusu, Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından da kabul
edilmektedir. Bu durumda, Yahudi ve Hıristiyanların vahiy mahsulü en son
kitap olan Kur’an-ı Kerim’i ve onu tebliğ eden Hz. Peygamber’i kabul
etmemeleri, hatta karşı çıkmaları nasıl açıklanabilir?
Kendi milletlerinden olan ve kendilerine pek çok mucizeler gösteren
Hz. İsa’yı (AS) bile peygamber olarak kabul etmeyen Yahudilerin, kendi
soylarından olmayan bir peygamberi kabul etmeleri, getirdiği kitaba
inanmaları pek olası değildir.1
Oryantalistlerin Kur’an ile ilgili takıldıkları bir diğer konu nesh
meselesidir. Oryantalistler nasih ve mensuh ilmine sarılmış ve bu konuyu
Kur’an’ın sıhhatinin olmadığını, onun çeliştiğini ve beşeri olduğu iddiasına
delil göstermeye çalışırlar. Oryantalistlere göre, Rasulullah düşünme,
danışma ve tefekkürden sonra eskilerini nesh eden yeni hükümler
getiriyordu. 2 Bu konu onlar için çok büyük anlam ifade ediyordu ve onlar her
fırsatta bu konuyu vurguluyorlardı.
Son olarak; Oryantalistlerin Kur’an ile ilgili olarak ortaya koydukları
diğer çalışma alanı da Kurân tercümeleridir. Maksatlı sayılabilecek İlk Kur’an
tercümelerin Batı’da onikinci ve onüçüncü asırlarda Latin Diliyle yapılmıştır.3
İlk olarak 1143’te Clunny Manastırının başpapazı Peter the Venerable’ın
yönlendirmesiyle Kur’an’ın Latince’ye tercümesi kazandırılmıştır. Akabinde
çeşitli Batı dillerine yapılan Kur’an tercümeleri birbirini izlemiştir.4 Daha
sonraki asırlarda Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan ve İspanyol dillerinde
tercümeler yapılmış, çeşitli tenkitlere maruz kalsa da, ilerleyen asırlar
boyunca Kur’an tercüme faaliyetleri olumlu yönde gelişme göstermiştir. 1 Salih Akdemir, “Müsteşriklerin Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’e yaklaşımları”,AÜFİD, s.182,184 2 Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler ,s.293 3 İsmail Cerrahoğlu, , “Oryantalizm ve Batı’da Kur’an ve Kur’an İlimleri Üzerine Araştırmalar”, AÜİFD,s.113 4 Selahattin Sönmezsoy,Kur’an ve Oryantalistler, s.32-33
29
Şüphesiz Batılı ilim adamları, ortaçağ kilisesinin baskısından kurtulmaları,
Kur’an konusunda hataları az dereceye indirmeye çalışan ciddi tercümeler
ortaya koyabilmişlerdir. 1 Ancak Bu tercümelerin maksatlı olduğu, yeterli
olmadığı ve yanlışlarla dolu olduğu bilinmektedir.2
XVIII. yüzyıldan sonra XIX. yüzyılda Hıristiyan Avrupa, eğitim ve
bilimdeki durumunu bir hayli geliştirmiş ve birçok bilimsel çalışmayı başarı ile
sonuçlandırmıştır. Ne var ki eğitim ve bilimdeki bu gelişmeler çok uzun bir
süre Batılılarca yürütülen İslam araştırmalarının keyfiyetini değiştirmemiştir.
İslam’a, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e olan önyargılı bakış eğitim
seviyelerinin artmış olmasına rağmen tarafsız araştırmalar yapmalarına ve
yansız sonuçlar almalarına yaramamıştır. 3
Bu bölümde Oryantalizmin ne olduğuna, oryantalistin kime dendiğine
ve oryantalizmin tarihsel seyrinden hareketle İngiliz oryantalizminin gelişimine
ve neden XIX. Yüzyılın önemli olduğuna ve oryantalistlerin Kur’an-ı Kerim ile
ilgili değindikleri mevzulara yer verdik.
1 İsmail Cerrahoğlu, “Oryantalizm ve Batı’da Kur’an ve Kur’an İlimleri Üzerine Araştırmalar”, AÜİFD, s.113 2 Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, s.32-33 3 Abdülhamit Birışık, Oryantalist Misyonerler ve Kur’an, s:76
30
İKİNCİ BÖLÜM
SIR WILLIAM MUIR VE KUR’AN HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ
31
A-SIR WILLIAM MUIR KİMDİR?
1.YAZARIN HAYATI
Sir William Muir, 27 Nisan 1819’da Glasgowl’da doğmuştur.
Kilmarnock Akademi’de, Edinburg Üniversitesi’nde, Haileybury College’da,
öğrenim gördü. 1837’de Bengal sivil örgütüne girdi. Kuzey Batı Eyaleti
hükümetinde görev yaptı ve, Agra vergi dairesinde de çalıştı. İsyan
süresince, orada istihbarat bölümünde idareciydi. 1867’de kendisine şövalye
ünvanı verildi ve 1868’de Kuzey-Batı eyaletleri hükümet vekili oldu. 1874’de
meclisin mali üyesi olarak atandı ve 1876’da Londra’da Hindistan meclis
üyesi olduktan sonra emekli oldu.
Muir, her zaman eğitimle ilgili konularla ilgilendi. Onun büyük
gayretiyle Allaha-bad şehrinde, Muir’ın koleji diye bilinen bir kolej inşa edildi
ve Muir, okul için sürekli gelir sağladı. 1885’de, Sir Alexandar Grant’ın yerini
alarak Edinburg Üniversitesine müdür olarak seçildi. Bu görevi 1903’e kadar
devam ettirip emekli oldu. Sir William Muir oldukça derin bilgilere sahip bir
Arap akademisyeniydi.
W.Muir, Elizabeth Huntly Wemyss ile 1840’da evlendi. Bu evlilikten
beş oğlu ve altı kız çocuğu dünyaya geldi. Oğullarından dördü Hindistan’da
görev yaptı. Diğer oğlu olan Colonel A.N.Muir ise Nepal’de çalışmalarda
bulundu.1
Yazdığı eserler ile Sir William Muir tam bir oryantalist görüntüsü
çizmektedir. Aslında Muir, East India Company adına idari görevli olarak
Hindistan’a gelmiş ve İskoçya’ya döndükten sonra da Edinburgh Üniversitesi
1 http://www.answers.com/topic/william-muir http://en.wikipedia.org/wiki/ William_Muir
32
Rektörlüğü yapmış bir devlet ve ilim adamıdır. Ancak o dönemdeki devlet
adamları oryantalizm ve misyonerlik faaliyetleriyle yakından ilgilidirler.1
2.YAZARIN ESERLERİ
W. Muir’ı oryantalistler arasında ünlendiren “The Life of Mahomet” adlı
kitabıdır. Dönemin siret eserleri açısından bakıldığında Arapça orijinal
kaynaklara inilerek yazılmış oldukça önemli İngilizce bir eserdir. Hz.
Muhammed’in gerçekten bir Peygamber olmadığını ve Kur’an-ı Kerim’in
O’nun yazdığı bir kitap olduğunu bu çalışmasında yansıtır.
W. Muir’ ın “The Apology of Al-Kindy in Defence of Christianity
Against Islam” adıyla tercüme ederek yayımladığı kitap aslında Abdülmesih
b. İshak el-Kındi’ nin Halife Me’mun ile İslam hakkında yaptığı tartışma ve
münazaranın yazıya geçirilmiş halidir.2
Yazması Türkiye’den temin edilen kitap uzun yıllar misyonerlerin en
temel kitaplarından biri olmuştur. Muir’ in, The Mohammedan Controversy-
Biographies of Mohammed-Sprenger on Tradition- The Indian Liturgy and the
Psalter adıyla neşrettiği kitapta dört makale vardır. “The Mohammedan
Controversy, Henry Martyn, Pfander…” başlığını taşıyan birinci makalede
Hıristiyan münazaracıların çalışmaları tanıtılmış ve değerlendirilmiştir ( 1–63).
İkinci makalede ise Hz. Muhammed’ in hayatını yazan Batılı ve yerli
yazarların eserlerine yer verilmiştir ( 65–101 ). Üçüncü makale ise Aloys
Sprenger’ in Kur’an tefsirleri ve sünnet görüşünü içerir ( 103–152 ). Son
makalede ise kilisede okunan ayin kitapları ve Zeburların ayin kitabı
olmasından bahsedilmiştir ( 153-218 ) Görüldüğü gibi İslam’ı bir bütün olarak
1 Abdülhamit Birışık, Oryantalist misyonerler ve Kur’an, s.105-106 2 Abdülhamit Birışık, Oryantalist misyonerler ve Kur’an, s.105- 106, W. Muir, The Apology of Al-Kindy, s.13
33
ele alıp muhtelif konularda derleme yapmıştır. Dolayısıyla misyonerler
tarafından fazlasıyla kabul gören bir kitap olmuştur. 1
On sekizinci yüzyıldan itibaren Hz. Peygamber ile ilgili çalışmalarda
önceki döneme göre bir değişim olduğu görülür. Nitekim Hz. Muhammed,
önceki dönemlerde mitolojik bir kahraman gibi ele alınırken daha sonra
herkes gibi ayağı yere basan bir insan portresi çizilmeye başlanmıştır. Ancak
onun peygamberliği ile ilgili düşünceleri değişmemiştir. Bu sonraki dönem
portresinde ise onu yer yer sıradan insanın dahi yapmayacağı şeyler
içerisinde gösterecek O’ nu küçültmeye çalışmışlardır. Bu bir anlamda 18.
yüzyılda Avrupa’ nın dünyevileşen kültüründen doğan modern oryantalizmin
sonucudur.XIX. yüzyılda R.Dozy, William Muir gibi yazarlar tarafından İslam
tarihi ve siyer ile ilgili eserlerde Doğu’ya ve İslam’a karşı bir nefret görülür. Bu
tür çalışmalarla Hz. Muhammed hakkında bilinmedik bir şey bırakmamak
hem dini kudretinden hem de Avrupa’yı ürküten güçlerinden arındırılmış
haliyle göstermektedir.2
Kur’an-ı Kerim hakkındaki düşüncelerini toplu şekilde okuyucuya
ulaştırdığı kitabı The Coran: its Composition and Teaching ;and the
Testimony it Bears to the Holy Scriptures’dır. Bu kitapta özellikle Kur’an sure
ve ayetlerinin tertibi üzerinde durur. Kendinin hazırladığı, olması gerektiğini
düşündüğü şekilde surelerin kronolojisi yer almaktadır.
Önemli eserlerinin isimlerini şöyle sıralayabiliriz:
• The Life of Mahomet and History of Islam
• Annals of the Early Caliphate
• The Caliphate
1 Abdülhamit Birışık, a. g. e., s.106 2 Abdülhamit Birışık, Oryantalist misyonerler ve Kur’an, s.112
34
• The Coran: its Composition and Teaching ;and the Testimony it Bears
to the Holy Scriptures
• The Mohammedan Controversy
• Apology of al-Kindy
3.YAZARIN KAYNAKLARI
Siret eserleri açısından bakıldığında Muir’ in “The Life of Mohamet”
adlı eseri oldukça ilgi uyandırmıştır. Bunda Muir’ in Britanya’da bir yönetici
olmasının ve konuları çok fazla akademik ele almasının etkisi vardır. İslam
tarihi kaynaklarından Taberi ve Vakidi’nin eserlerinin yazmalarına sahip
olduğunu söyler.1
W. Muir eserinde Hişami diye bir yazardan bahseder. Bu kişinin ibn
Hişam olduğu anlaşılmaktadır. İbn Hişam’ ın es-Siresi’nden faydalanmıştır.
Hz. Muhammed’ in Yahudilere haksızlık yaptığını ileri sürer, bunun en başta
kanıtı olarak ta Yahudilerin Medine’den sürülmesini gösterir. Ayrıca Hendek
savaşında Müslümanlara ihanet eden Beni Kurayza’ nın kılıçtan geçirilmesini
çok ağır bir dille eleştirir2.
B- SIR WILLIAM MUIR VE KUR’AN ÇALIŞMASI
Sir William Muir ‘in Kur’an-ı Kerim üzerine yaptığı en önemli çalışması
“ THE CORÂN its Composition and Teaching ;and the Testimony it Bears to
the Holy Scriptures “adlı eseridir. Bu eserinde Kur’an-ı Kerim ile ilgili
peygamber efendimiz Hz. Muhammed’in hayatını anlatarak bu doğrultuda
açıklama yoluna gitmiştir. Kitabın ilk sayfalarında W.Muir, Kur’an-ı Kerim’i
1 Abdülhamit Birışık, Oryantalist misyonerler ve Kur’an , s.113 2 Abdülhamit Birışık, Oryantalist misyonerler ve Kur’an,s.114
35
İslam’ın temeli olarak tanımlar. Kur’an-ı Kerim’in otoritesinin sadece dini
alanda değil aynı zamanda politika, ahlak, bilim gibi alanlara da nüfuz ettiğini
söyler. Daha sonraki cümlelerinde Kur’an-ı Kerim ile ilgili övgülerde bulunur;
Kur’an son derece yücedir, O’nun öğretilerinin çoğu hiçbir soruya mahal
bırakmayacak şekilde sadedir. Müslümanlar Kur’an’a son derece bağlıdır.1
Bu sözlerden sonra W.Muir’ın Kur’an-ı Kerim’e karşı olumlu bir tutumu
olduğu düşünülebilir. Fakat W.Muir daha sonraki sözleriyle Kur’an-ı Kerim’e
karşı daha farklı bir yaklaşıma sahip olduğunu gösterir. Nitekim Muir, Kur’an-ı
Kerim’i tek başına ele aldığında diğer kutsal kitaplara oranla en az
anlaşılabilir olarak değerlendirir. Kur’an-ı Kerim ile İncil’i kıyaslar ve İncil’deki
konuların oldukça düzenli olduğunu Kur’an’ın ise karmaşık, anlaşılmasının
güç olduğunu söyler. Kur’an-ı Kerim’i oluşturan sureler zaman ya da konu
bütünlüğü olmaksızın düzensiz bir şekilde sıralanmıştır, demektedir.2
Bu konularda daha net bir vizyona sahip olmak için Kur’an’ın yazarı
olduğunu iddia ettiği Hz. Muhammed’in hayatını anlatarak ve ayetlerle
ilişkilendirerek okuyucuya sunar. W.Muir, Hz. Muhammed’in biyografisini
anlatırken İbn Hişam, el-Vakidi ve Taberi’nin eserlerine başvurur. Ayrıca
Buhari, Muslim ve Tırmızi rivayetlerinden de faydalanır ve Siret öğrencilerine
de bu kişiler dışındakileri kaynak olarak göstermemelerini tavsiye eder.
Hz.Muhammed’in doğumundan, annesinden, babasından, süt anneye
verilmesinden bahsettikten sonra kendi iddialarına temel oluşturacak
cümlelere de yer verir. Sütannesinin Hz. Muhammed’in epilepsi (sara)
nöbetleri geçirdiğine şahit olduğundan bahseder.3
1 W.Muir, The Coran and its Composition and Teaching and The Testimony it Bears to The Holy
Scriptures, E. & J. B. YOUNG & CO., London and New York, third edt.,1878,s.7 2W.Muir, The Coran , s.8 3 W.Muir, The Coran , s.9
36
Muir her dönemdeki sure özelliklerini belirtmiştir. Örneğin, Mekke’den
Medine’ye giden Müslümanlardan sonra, İslam çok hızlı bir şekilde
Medine’de yayılmaya başladığı dönemde sureler huzur aşılamakta,
surelerde azametli bir vaad (teminat) ve zaman zaman olaylara yönelik ilahî
gazap uyarıları, dinsiz şehre karşı cezalandırmalar yer almaktadır diye
belirtir. Bu konu ile ilgili bir diğer örnek ise Muir’in ifadesi ile “Hicret’in ikinci
yılında Kureyş’e karşı olan düşmanlığın Kur’an’da yeni bir safha açması”dır. 1
Muir, Müslümanların Kur’ an-ı Kerim konusundaki hassasiyetlerine de
değinir:
“Kuran için yoğun saygı duymaları, Muhammed yandaşlarında Kur’
an-ı sıradan bir kitap gibi basılıp satılmasına karşı aşırı bir nefret duymalarına
neden oluyor. Ayrıca başka dillere tercümeyle hatalı çevriye maruz kalacak
diye kutsal metnin kutsallığını bozmak konusunda bir endişe var. Örneğin,
Pers dilinde ve Urduca’ ya çevrilmiş nüshalar var. Fakat bu çeviriler o kadar
kelimesi kelimesine çevrilmiş ki anlaşılması güç durumda, harfi harfine kopya
edercesine her kelimeyi bağlılık, duygu ve ruh verme girişiminde bulunmama
daha büyük bir saygısızlıktır.”
Muir, George Sale’ in Kur’an tercümesine övgüler bulunur ve iyi bir
İngilizce çeviri olduğunu söyler. 2
Muir, Müslümanlar kelimesi yerine Muhammedci, Muhammed
yandaşları anlamına gelen “Mohammetans” kelimesini kullanır. Böylece
İslam’ı Hz. Muhammed’in uydurdu bir din olduğu iddiasını şekilsel olarak
göstermiş olur.
1 W.Muir, The Coran ,s.17 2 W.Muir, The Coran , s.48
37
1.SIR W. MUIR’IN KUR’AN’IN SIHHATİ KONUSUNDAKİ DÜŞÜNCELERİ
Kur’an-ı Kerim, İslam Dini’nin inanç ve kanunlarını ahlak ve adabını
ihtiva eden Müslümanların temel kitabıdır.1
Kur’an, müminlerin O’nu ezberlemeleri, yazmaları ve okumaları
yoluyla nesilden nesile günümüze kadar ulaşmıştır.2
Kur’an-ı Kerim Cebrail aracılığıyla Allah tarafından, Hz. Muhammed’e
vahiy yoluyla indirilmiştir:”Bu Kur’an, kuşkusuz, âlemlerin Rabbi tarafından
indirilmiştir. Uyarıcılardan olman için, onu senin kalbine apaçık bir Arapça ile
güvenilir Ruh indirmiştir. O, öncekilerin kitaplarında da vardır. İsrailoğulları,
bilginlerin onu bilmeleri, onlar için bir delil değil midir?”3
Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed’e Allah tarafından Arapça olarak
vahyedilmiştir. Hz Muhammed Kur’an-ı Kerim’in tamamını ezberlemiştir.
Müslümanlara hiçbir değişiklik yapmadan ve okuyarak tebliğ etmiştir. Bu
hususlar Kur’an’da açıkça yer almaktadır. “Ayetlerimiz onlara açık bir biçimde
okunduğunda, Bizimle karşılaşacaklarını ummayanlar (sana):”Sen bize,
bundan başka bir Kur’an getir ya da onu değiştir!”demektedirler. (Onlara) de
ki: “Benim, onu kendiliğimden değiştirmeye hakkım yoktur; çünkü ben, ancak
bana vahyolunana uyarım. Bu yüzden ben, eğer Rabbime karşı gelecek
olursam, o çok büyük günde beni cezalandırmasından korkarım. Eğer Allah
dilemeseydi, ne ben size onu okurdum ne de O size onu bildirdi. Vahiy
gelmeden önce de aranızda uzun zaman kalmıştım. Hala aklınızı başınıza
toplamayacak mısınız?”4
1 M. Hamdi Zakzuk, Oryantalizm veya MedeniyetHesaplaşmasının Arka Planı,s.75 2 Abdurrahman Çetin, “Kur’an Kıratlarına Yönelik Yaklaşımlar” , Marife, Y:2,S:3,kış-2002, s.65 3 Şuara 26:192-197 4 Yunus 10:15-16
38
Muir’a göre Hz. Muhammed kendi iddiasını tasdik amacıyla kendinden
önceki Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarına başvurdu. O’nun pozisyonu
Eski Ahit tarihinden uzun ve rastgele seçilmiş kıssalarla güçleniyordu. Bu
kıssalara Muir şunları örnek gösterir: İnsanın yaratılması ve cennetten
çıkarılması, sel, İbrahim, Davut ve Süleyman’ın hikâyeleri. Bu kıssaların
bazen tam tamına İncil’deki ifadelerle verildiğini ve bazen de yerli efsanelerle
aktarıldığını söyler. Yahudilerden bir esinlenmeye sahip olduğu açıkça
görülmektedir. “Hz. Muhammed Kureyş tarafından eser hırsızlığı ve uydurma
ile suçlanmıştır” diyen Muir bu konuya dair Kureyşliler ile Hz. Peygamber
arasında geçen diyaloğu aktardıktan sonra kendi fikrini beyan eder: “Vahiyler
apaçık O’nun kendi esinlenmesi, telkinidir.” 1
Mekke müşriklerinin Kur’an’a karşı olan tutumları gibi, W.Muir da
Kur’an-ı Kerim’in vahiy olmadığını, Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından
yazıldığını iddia eder
W.Muir’ın, “The Life of Mahomet” adlı kitabının önsözünde yazdığı
konuyla ilgili düşüncelerine göz atalım:
“Kur’an Muhammed hayattayken ne şekilde korundu? Kur’an
Muhammed’in iddia ettiğine göre zaman zaman Cebrail yoluyla Allah’tan
gelen açıklama ve emirlerden oluşur. Her bölüm Muhammed tarafından
ezberlenip arkadaşlarına okuduktan sonra aralarından bazıları tarafından
yapraklara, deriye, taşa veya benzeri elde taşınabilecek materyallere
yazılırdı. Bu ilahi mesaj, O’nun peygamberlik yaşamının yirmi üç yılı boyunca
devam etti, böylece son bölüm O’nun ölüm yılına kadar tamamlanmadı.
1 W.Muir,The Coran, s.16
39
Sonra kurallar tamamlanmıştı, fakat peygamber hayattayken içindekiler
sistematik şekilde düzenlenmedi ve hatta bir araya bile getirilmedi.1
Peygamber bu bölümleri bir araya getirmek için çaba sarf etmedi. O
önemli kısımları kendi himayesi altına alıp almadığı konusunda bir kanıtımız
yok. Belki de olan kopyaların yeteri kadar güvende olduğunu düşündü ya da
mucizevî bir azamet ile ya da güçlü Arap hafızasıyla korunacağını düşündü.
Daha önemli olan vahiyler vahiy kâtiplerine de bırakılmış olabilir ya da
Peygamberin hanımlarından biri tarafından ilerisi için saklanmış olabilir. Ne
olursa olsun, kesin olan şudur ki Muhammed öldüğünde orijinal nüshaların
tümünün saklandığı bir yer yoktu ve orijinal nüshaların kendilerinin var
oldukları da şüpheli görünmektedir.
Fakat Kur’an’ın korunması Muhammed hayattayken öyle belirsizlik
içinde değildi. İlahi vahiy İslam’ın temel taşıydı. Cemaat dualarında, kişisel
ibadetlerde sürekli okuyorlardı. Zaten Arapların ezber yapma alışkanlığı
vardı, şiir ezberlemeye bayılıyorlardı.
Zamanımıza kadar gelen şimdiki Kur’an ne konu ne zaman açısından
pek çok bölümü anlaşılabilir bir düzenleme takip etmez. Muhammed’in
sıralamayı bu şekilde yapmış olması inanılabilir gibi değil. Ayetlerin ya da
surelerin numarasını şimdi elimizde olduğu gibi Muhammed tarafından
belirlenip belirlenmediğinden şüphe duyabiliriz. Medine’de inen bir bölüm
ardından daha önce Mekke’de inmiş bir bölüm gelebiliyor.
Bir başka taraftan, en azından sureler aynı şekilde ve aynı sıralama
tıpkı Muhammed’in bize bıraktığı gibi. Bunda şüphe edilecek bir durum
görünmüyor.”1 1 W. Muir, burada dipnot kullanarak şöyle bir açıklama yapar: Muhammed yandaşlarının Cebrail ,her yıl tüm Kur’an’ı Kerim’i Peygamberle birlikte ezberden okumasıyla Kur’an’ı Kerim’deki surelerin sıralarının Muhammed tarafından düzenlendiği fikri vardır.
40
Görüldüğü gibi, Kur’an’ın Hz. Muhammed’in uydurması olduğu
iddiasına her iki kitabında da yer verir.
2.İLK VAHİY SÜRECİ
İlk vahiy süreci Muir’a göre şöyledir:
Arap dünyasında(İslamiyet’ten önce) dini ,sosyal ve politik anlamdaki
sıkıntı ve zorluklar mevcuttu. Muhammed(s.a.v.) bu problemleri, savaş ve
yağmacılığı da içeren çeşitli taktiklerle halletti diye düşünür. VI. ve VII.
yüzyıllarda Arap yarımadasında var olan Hıristiyanlık ve Yahudiliğin bu
sorunlarla başa çıkamadığını kabul eder. Fakat Hz. Muhammed’i övgüye
layık bulmaz, çünkü Muir’a göre Peygamberimiz düşüncelerinin çoğunu
Hıristiyanlık ve Yahudilik dinlerinden almıştır. Böylece O’nun misyonunun
orijinal olmadığı sonucunu çıkartır.2 Yani Hz. Muhammed ilahi yeni bir din
getirmemiş Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinden alıntılar yapıp kendi
ilavelerde bulunmuştur demek istiyor.
Muir, yarımadadaki insanların düştüğü karanlığı aydınlatmak isteyen
Hz. Muhammed’in sara nöbetleri geçirir gibi düşlere, hayallere dalıp, sonunda
doğruluğa davet edici olduğuna kendini inandırdığını ve emir getiren bir
meleği gördüğünü zannettiğini iddia ettikten sonra ilk vahiy sürecini tanımlar:3
İlk emir şöyleydi:
1. Yaratan Rabbinin adıyla oku!
2. O, insanı alaktan (embriyodan) yarattı.
3. Oku, Rabbin en büyük kerem sahibidir.
4. O ki kalemle (yazmayı) öğretti. 1 W.Muir, The Life of Mahomet, s.ix-xx 2W.Muir, The L ife ofMahomet, s.xcvii ve 197-203,TheCoran,s.11 3 W.Muir, TheCoran, s.11
41
5. İnsana bilmediğini öğretti.1
Muir, Hz. Muhammed’in bu olaydan çok etkilendiğini belirttikten sonra
meleğin örtüye bürünen Hz. Muhammed’e kastederek 74.sureyi getirdiğini
söyler:2
Ey örtüsüne bürünen (Peygamber)!
Kalk ve (insanları) uyar
Rabbini tekbir et (O'nun büyüklüğünü an)
Elbiseni temizle,
Pislikten kaçın.
Yaptığını çok görerek başa kakma.
Rabbin için sabret.3
Muir, burada Hz. Muhammed’in insanları doğrulara sevk etme rolünü
kendisinin üstlendiğini, aslında Hz. Muhammed’in gerçekten bir peygamber
olmadığı düşüncesini ifade etmeye çalışır. Öyle ki İslam’ın iki temel ayağı
vardır. Bunlardan biri Hz Muhammed ve O’nun sünneti diğeri ise Kur’an’ı
Kerim’dir. Eğer Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu kabul ederse,
Kur’an’ı Kerim’in ilahi bir kitap olduğunu dolayısıyla İslam dinini de kabul
etmek zorunda kalacaktır. Hâlbuki diğer oryantalistler gibi Muir’in İslam
üzerine çalışmalarının en önemli sebebi Kur’an’ı Kerim’i ve Hz. Muhammed’i
kendince sebepler ile gerçeklikten uzak iddialarla itham ederek Hıristiyanlık
yararına çalışmaktır. Zaten, W.Muir, bu amacını tüm kitaplarında yer verir.
Apology of al-Kındi, adlı kitabının kapağında “In defense of Christianity
1 Alak ,96:1-5 2 W.Muir,The Coran,s.11-14 3 Müddessir ,74:1-7
42
against Islam(Hıristiyanlığın İslam’a karşı müdafaası) ”tabiri bunun en güzel
delilidir.
Muir, Müslümanların Kur’an anlayışına değinir: Kur’an Müslümanlara
göre Hz Muhammed tarafından ulaştırılan en doğru ilahi anlayışı ifade eder.
Kur’an’ın bazı parçaları, Hz. Muhammed’in kendisi tarafından Kur’an’a
eklenmiş olabilir, fakat Müslümanlar bunu saygısızlık olarak kabul eder ve
Kur’an’ın tamamıyla her şeye kadir olan Allah’tan geldiğini düşünürler.1
Muir, Kur’an-ı Kerim’in Hz.Muhammed tarafından düzenlendiği fikrini
hiçbir delile dayandıramaz.
3- GARANİK MESELESİ
Oryantalistler, İslamı her yönüyle ele alıp, zayıf taraflarını bulma
gayreti içerisine girerler. Buna misal teşkil edebilecek bir konu da Garanik
hikâyesidir. W.Muir’da bu konuya temas etmiştir. Hz. Muhammed’in Mekke
müşriklerine hoş görünmek istediğini onların tanrılarını kendi sistemine dâhil
ederek, Yüce İlah ile aracı olmaları için bir uzlaşma girişiminde bulunduğunu
söyler ve olayı şöyle aktarır:
“Kureyşli müşrikler Kâbe’nin etrafında otururken, Muhammed onların
önünde melek hayaline yönelerek ezberden Necm suresini okumaya başladı.
“Söyleyin bakalım; siz Lat, Uzza ve diğer üçüncüsü Menat hakkında
ne biliyorsunuz? Onların şefaatleri umulur.” 2
1W. Muir, TheCoran, s.12,13 2 Necm 53: 19-20
43
Hepsinde taviz vererek yumuşama oldu ve onlar Muhammed’in
Tanrısı önünde eğildi. Fakat Muhammed’in içi rahat değildi, kısa bir süre
sonra şeytan tarafından söylenen iğrenç, sevimsiz satırlar(Onların şefaatleri
umulur), Cebrail tarafından yürürlükten kaldırıldı ve uzlaşmacı olmayan,
putları lanetleyen cümlelerle yer değişti, bu olaydan sonra da O (Muhammed)
asla yolundan sapmadı.
“Demek ki erkek olan size, dişi olan ise O’na öyle mi? O halde bu
haksız bir taksimdir! Onlar, sizin ve atalarınızın adlandırdığı adlardan başka
bir şey değildir…”1
Bu olay üzerine Kureyş’in zulümleri daha da şiddetlenerek devam etti.
Uzlaşma üzerine geri dönmeye kalkan göçmenler, tekrar Habeşistan’a
kaçtılar.”2
W.Muir, Garanik kıssasının sıhhatine delil için Habeşistan’a giden
Müslümanların sükûnetli bir hayata kavuşmalarına rağmen geri dönmelerini
gösterir. Eğer onlara Kureyş ile Hazreti Muhammed arasında barış olduğuna
dair Habeşistan’a haber gitmemiş olsaydı müslümanlar geri dönmezdi demek
istemektedir. Hâlbuki onların geri dönmelerinin iki sebebi vardı. Birincisi, Hz.
Ömer’in Müslüman olmasıyla İslam’ın daha çok güçlenmesiydi ,diğeri de
Habeşistan’da çıkan iç çatışmalardan uzak durmayı istemeleriydi3
Üstelik Garanik haberine ait ibarelerin Kur’an’dan olamayacağının en
büyük delili Necm suresinin 19–20. ayetlerinden sonra garanik ibarelerini
1 Necm 53:21-23 2W. Muir, TheCoran, s.14 3 A.H.Berki,O.Keskioğlu, Hz Muhammed ve Hayatı,s.111-113
44
koyacak olursak 21-23. ayetlerle tezat teşkil edecektir. Fakat böyle bir şey
Kur’an için bahis söz konusu olmaz1
4-KUR’AN’IN TOPLANMASI VE DÜZENLENMESİ
Muir, Kur’an-ı Kerim’in bir kapak altında toplanması ve düzenlenmesi
konusunda “the Coran“ ve “the Life of Mahomet” kitaplarında şu bilgilere yer
verir:
“Peygamberin ölümüyle vahiy bitti. Hz. Muhammed hayattayken
Kur’an-ı Kerim’i oluşturan sureleri bir kitapta toplamak için hiçbir teşebbüste
bulunulmadı ve sistematik biçimde düzenleme yapılmadı. Orijinal nüshaların
nasıl korunduğu hakkında kesin bir bilgimiz yok. Ayetler, ulaştıkları zaman
vahiy kâtipleri tarafından yazılıyor ya da onlar önce ezberliyor, bir süre sonra
kaleme alıyorlardı. Bu işle görevli Araplar yapraklara, deriye, taş tabletler gibi
ilkel malzemelerin üzerine yazıyorlardı. Bunların sistematik bir düzenlemesi
yoktu. Surelerin düzenlenmesinin büyük bölümü peygamber hayattayken
yapılmış görünüyor ve bu şekil kişisel okumalarda ve günlük duaların
ezberden okunmasında kullanıldı. Surelerin bazıları kısa ve diğerlerinden
bağımsızken, bazıları da daha uzundu ve Muhammed’in emriyle” bu ayetler
bu konudadır ” diye yeni açılımlarla eklemeler yapıldı. Bu yazılı nüshaların
saklanacak belirli bir yeri yoktu. Peygamber kendi himayesinde mi
bulunduruyordu acaba? Vahiy onları kayıt altına alan kâtipler ya da
peygamberin hanımlarından bazıları tarafından saklanıp korunuyordu. Üstelik
bunları ezberleyen kişilere büyük saygı vardı. Bununla birlikte, kesin olan
şudur ki Muhammed öldüğü zaman orijinal nüshaların tüm serisi hiçbir yerde
yoktu ve orijinal nüshaların var oldukları da şüphelidir.
1 Prof.Dr.İsmail Cerrahoğlu, “Garanik meselesi istismarcıları”,A.Ü.İ.F.D.,s.71
45
Arapların kuvvetli bir ezberleme kabiliyeti olduğunu inkâr edemeyiz.
Hatırlama yetenekleri yüksek seviyedeydi ve Arap ruhunu uyandıran bir
hevesle, bu kabiliyet Kur’an’a uygulandı. Hafızalarının kuvvetli olması ve
büyük ezber kabiliyetiyle, Muhammed’in takipçileri, hadislere göre,
Muhammed hayattayken tüm vahyi tekrar edip ezberlediler”. 1
Muir bu cümlelerin ardından The Life of Mahomet kitabının ilgili
bölümünde yer alan dipnot kısmında kendisinin asıl fikrinin ne olduğunu
söyler:
“ Tabiî ki ben Muhammed’in sonraki günlerinde korunan ve geçerli
olan ayetlerin çok büyük ihtimalle kaybolduğunu, zarar gördüğünü ve terk
edildiğini düşünüyorum”.2
Bu sözlerden açıkça anlaşılıyor ki, Muir, Arapların ezberleme
yeteneklerinin kuvvetli olduğunu, Kur’an-ı Kerim’in ayetler indikçe yazıya
geçirilmesini kabul etse de Hz. Muhammed’in ayetleri sistematik biçimde
düzenlemediğini, ayetlerin ayrı ayrı sayfalarda ve ayrı ayrı kişilerde olduğunu,
dolayısıyla tümünün Hz. Muhammed’in zamanında bile bir kitap halinde bir
araya getirilmediğini ve günümüze kadar da çok büyük bir bölümünün
kaybolmuş, zarar görmüş olduğunu düşünür. Buna en büyük delil olarak,
kendince, ayet ve surelerin zaman ve konu açısından tertibinin olmadığını
beyan eder.
Kur’an-ı Kerim’in toplanması ve çoğaltılması hakkındaki diğer sözlerini
de göz atalım:
1 W.Muir, The Coran, s.37-38 2W. Muir, The Life of Mahomet, Smith, Elder, & Co. ,third edition, London ,1861, s.xvi ,dipnot:6
46
“İslam inancı genişledikçe Arabistan’daki çeşitli kabilelere İslam’ın
gerektirdiklerini, yeni dine girenleri bilgilendirmek için öğretmenler gönderildi.
Bu öğretmenler Kur’an’ ı ya yazılı olarak ya da zihinlerine kaydedilmiş olarak
tebliğe gittiler. Bu durum Peygamber’in ölümünden sonra da bir yıl devam
etti. Yemame savaşından sonra, Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş olanların çoğu
vahşice katledildi. Bu tehlikeli durum, Ömer’ in kafasını karıştırdı ve Ebu
Bekir’e : “ Başka şiddetli bir savaşta Kur’an-ı ezberleyenlerin katliamından
korkuyorum, bu nedenle tavsiyem Kur’an-ı Kerim’i bir kapak altında toplaman
için emir vermendir.” Ebu Bekir vahiy kâtiplerinin başı olan Zeyd’i
görevlendirdi. Zeyd herkesten Kur’an ayetlerini topladı. Hurma ağacı
yapraklarına, beyaz taş tabletlere yazılmış olanları ve ezberlemiş olanlardan
ezberledikleri ayetlerin hepsini bir araya getirdi. Kur’an’ın el yazması
düzenlendi, tüm sureler bir araya getirildi ve Peygamber’in hanımlarından
Hafsa’ya koruması için verildi. Bu nüsha Hz. Ömer’in halifeliğinin on yılı
boyunca standart metin oldu.
Zeyd bu işi o kadar samimiyetle yaptı ki, Ali ve yandaşları, Osman’ın
düşmanları dahi Kur’an-ı Kerim’in sahihliğinden emindi. Muhammed’den
gelen bazı kısımlar ölümünden önce terk edilmiş, bunlar tümümün arasında
gözden kaçırılmış olması büyük ihtimaldir.
Biz Kur’an-ı Kerim’in içeriğinin değişip değişmediğinden emin
olamayız. Bazı sureler, özellikle kısa olanlar, şiirsel anlatımlar, kıssalar daha
bütün ya da daha eksik. Önce yürürlüğe girenler kronolojik sıra
gözetmeksizin var olanlardır.” 1
Muir’ın, Kur’an-ı Kerim’in tüm surelerinin sıralı şekilde tek bir kitap
olarak toparlanıp düzenlenilmesi işini gerçekleştiren kişilerin işlerini özenle
1 W.Muir,The Coran,s.38-39
47
yapmalarından dolayı takdir etmesine rağmen Kur’an’ın içeriğinin değişip
değişmediğinden emin olunamayacağını söylemesi son derece çelişkilidir.
5-KUR’AN’I KERİM’İN CEM EDİLİP ÇOĞALTILMASI
William Muir, Kur’an-ı Kerim’in cemi ve çoğaltılması ile ilgili şu
düşüncelere sahiptir:
“Zaman içinde çeşitli bölgelerdeki diyalektik çeşitlilikleri nedeniyle bu,
bir araya getirmeden sonra pek çok kopya(nüsha) türedi. Halife Osman buna
bir çözüm düşündü ve yine Zeyd ile birlikte bir grubu görevlendirdi. Kureyş’in
üç otorite kişisi bu olayda en son kararı verecekti. Ülkenin tüm eyaletlerinden
çeşitli okuma şekilleri araştırıldı ve yeni koleksiyon Muhammed(a.s) vahiy
zamanındaki Muhammed’in kullandığı saf Mekke diyalektiğiyle bağdaştırdılar.
Tüm nüshalar toplandı, sonra doğruluk ve geçerlilik açısından referans
alınması (bilgisine başvurmak)için başlıca şehirlere gönderildi. Önceki tüm
kopyalar yakıldı. Bu iş o kadar dikkatlice takip edildi ki Muhammed’i dünyanın
muazzam sınırları boyunca sadece bir tek ve aynı Kur’an-ı Kerim hüküm
sürüyordu. Çok küçük farklılıklar olan sesli harf harekeleri ve farklı fonetik
işaretler vardı, ama Zeyd’in orijinal nüshasında bu farklılıklar yoktu.”1
Fakat W.Muir,bir Hıristiyan olarak Kur’an-ı Kerim’in bir kapak altına
alındıktan sonra,titiz bir çalışmayla çoğaltıldığını ve tek olduğunu kabul
ettikten sonra,ortaya yine bir çelişki atıyor, Kur’an-ı Kerim’in içeriğinin değişip
değişmediğinden emin olamayız diyor.
“Şu anda elimizde bulunan Kur’an’ın çeşitli kısımları ne konu ne
zaman açısından anlaşılabilir bir mefhuma sahip değil. Bazı sureler, özellikle
kısa olanlar, şiirsel anlatımlar, kıssalar tam iken, bazıları daha eksik. 1 W.Muir, The Coran, s.39
48
Kur’an’ın büyük bölümünde –tahminen daha önce inen-ayetlerde kronolojik
sıralama yok. Beklenmedik şekilde konularda eksiklikler ve boşluklar var.
Bölümler doğal bir sadelikte yerleştirilmiş. Bu yüzden karmaşık bir durum var.
Bölümler öyle kabaca ve tesadüfi bir araya getirilmiş ki bu tasarım bozulmuş
ve anlaşılması güç bir hal almış. Uzun yıllar boyunca uzayıp giden bu süreç,
günden güne değişen olaylara dayanıyor ve fevri düşüncenin izini açıkça
taşıyor. Bir emir iptal edilmiş ya da değiştirilip düzeltilmişse bile tutarsızlık ve
çelişki ilahi davet düşüncesiyle bağdaşmaz. Sonuçta, iki metinden biri
diğeriyle çeliştiğinde, Müslümanlar eskisinin yenisi tarafından yürürlükten
kaldırıldığını kabul ederler.(nasih-mensuh meselesi)
Her surenin parçaları ya zaman açısından ya da konu açısından
bütünlüğe ihtiyaç duyuyor. Bazı sureler hiçbir kural olmaksızın birbirinin
ardından geliyor. Uzunluk özelliği hariç. Uzun olan sureler önce, kısa olanlar
sonra geliyor; taki en kısa olanlarla kitap bitene kadar.”1
W.Muir, bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra en iyisinin kendi
kronolojik düzenlemesi olduğunu ileri sürüyor. Bu düzenlemeyi yaparken
temel aldığı kıstasları ise şu şekilde sıralar:
“Birincisi stil, tarz: erken dönemde öfkeli ve coşkulu, ikincisi yavan,
sıradan ve öykü anlatımlı, son olarak ta resmi ve emir veren tarzdadır.
Ayrıca, kaide ve doktrinlerde yaşanan tartışmalara dayanarak
gelişmeler oluyor; ya Mekke’nin putperestlerine ya Yahudilere ya da
Hıristiyanlara ya da bağlılığı azalmış Medine vatandaşlarına, zulüm ve eziyet
görmüş inananlara hitap ediyor. Son olarak da tarihi imgeleri apaçık ifade
eden sözler, metnin dönemini belirginleştiriyor. Bir başka deyişle, surelerin
büyük bir kısmı-özellikle uzun olanlar-Peygamberin hayatının çeşitli
1 W.Muir, The Coran, s.40-41
49
dönemlerine ait olarak meydana gelmiştir. Ama aslında Kur’an’ın büyük bir
kısmı belirli, kendine özgü özellikler taşımıyor ve hangi zaman dilimine ait
olduğunu belirlemek çok da kolay değil”.1
Kur’an-ı Kerim’in sureleri ve ayetlerin tertibiyle ilgili klasik ve modern
usul kitaplarımız bize çok detaylı bilgi vermektedir. Kur’an ayetlerinin
tertibinin tevkifîliği konusunda İslam âlimleri arasında icma vardır. Ayetlerin
sureler içindeki düzeni, Hz. Muhammed’in bildirmesiyle gerçekleşmiştir. Hz.
Peygamber Hz. Cebrail ile karşılıklı Kur’an okumaları da tevkifîliğinin bir
göstergesidir ve ayetlerin düzenine başka hiçbir kimsenin tasarruf yetkisi
bulunmamaktadır. Üstelik Hz. Peygamber’e inen Kur’an-ı Kerim ayetlerinin
Peygamber tarafından düzenli bir şekilde namazlarda, dualarda, vahiy
kâtiplerine yazdırdığı, özel görüşmelerde okuduğu ve çok sayıda sahabenin
bu ayetleri Hz. Muhammed’den duyduğu tertib ile ezberledikleri göz önünde
bulundurulursa konu hakkında söylenecek sözün olmadığı açık bir şekilde
ortaya çıkar.2
Kur’an-ı Kerim hakkındaki bu oryantalist söylemin sebeplerinden biri
Kur’an-ı Kerim’i okudukları zaman alışık olmadıkları bir üslupla
karşılaşmalarıdır. Kitab-ı Mukaddes’teki olayların bir hikâye gibi birbirini takip
ettiği anlatım tarzını Kur’an-ı Kerim’de görememeleridir. Hâlbuki Kur’an-ı
Kerim, tarih kitabı gibi olayları kronolojik sıralamayla sunmaz. Kur’an-ı Kerim
bir biyografi kitabı da değildir. Bu nedenle ana maksatla alakalı olmayan
detaylardan bahsetmez. Dolayısıyla neseb bilgileri de Kur’an’da mevcut
değildir. Benzer nedenlerle Kur’an-ı Kerim üslubunu W.Muir gibi batılı
araştırmacılar aykırı görmektedir.
Diğer bir sebepte , Hıristiyan ve Yahudilerin “İlahi Kitap” kavramlarının
farklı olmasıdır. Nitekim Yahudilerin ve Hıristiyanların ellerinde bulunan
kitaplar yüzyıllar süren bir geleneğin ürünüdür. Bu gelenekte yetişen ve sonra
1W. Muir, The Coran ,s.41-42 2 İsmail Albayrak, “Kur’an Ayetlerinin Tertibi Hakkındaki Oryantalist Söylem”, Marife Dergis,s.155-156
50
da İslami alanlarda çalışma gösteren pek çok oryantalist, mensubu oldukları
dini geleneği maalesef Kur’an-ı Kerim araştırmalarına da yansıtmışlardır.
Kur’an-ı Kerim ne Eski Ahit ne de Yeni Ahit gibi tarihsel bir sürece tabi
olmamıştır. Aksine Kur’an-ı Kerim, O’nu tebliğ eden Hz. Muhammed’in
hayatında kaydedilmiştir ve Peygamber’in vefatından bir veya bir buçuk yıl
aradan sonra iki kapak arasına alınmış eşsiz bir kitaptır.1 Ön yargı ile
yaklaşan ve Kur’an-ı Kerim’in Rahmani olduğu gerçeğine gözlerini kapatan
batılı oryantalistler kendi iddialarını tasdik etmesi amacıyla öne sürdükleri
asılsız bir iddiayla dikkat çekmek istemektedirler. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim
tamamıyla insanı anlatan, insanı dünyevi ve ruhani boyutlarıyla yansıtan
yegane bir kitaptır. Zira insanın kendisi bile gün içerisinde sabah uyandığı ruh
halini akşama kadar değiştiren aynı gün içinde öfkeyi, nefreti, sevgiyi,
acımayı, merhameti içinde barındırıp karmaşayı büyük uyum içerisinde
yaşayan ve yaşatan eşsiz bir varlık iken insana hitap eden bu kutsal kitabın
uyumsuz ve tertipsiz olduğu iddiası son derece yersizdir.
Muir, İlahi bir kitap olan Kur’an-ı Kerim’in ayet ve surelerinin
düzenlemesini beğenmeme cüretini göstererek yeni bir düzenleme
girişiminde bulunur.
6.KUR’AN AYETLERİNİN KRONOLOJİK SIRALAMASI
W. Muir, Kur’an-ı Kerim’in surelerinin doğru şekilde sıralanmadığını
düşündüğü için 114 surenin düzenlemesini, kendine temel aldığı kıstaslarla
aşağıdaki şekilde sıralamıştır:
6.1.İLK DÖNEMDE YER ALAN SURELER
Bu dönemde18 sure yer alır:
1 İsmail Albayrak, “Kur’an Ayetlerinin Tertibi Hakkındaki Oryantalist Söylem”, Marife Dergis,s.163-164
51
103.Asr suresi, 100.Adiyat suresi, 99.Zilzal suresi, 91.Şems suresi,
106.Kureyş suresi, 1.Fatiha suresi, 101.Karia suresi, 95.Tin suresi,
102.Tekasür suresi, 104.Hümeze suresi, 82.İnfitar suresi, 92.Leyl suresi,
105.Fil suresi, 89.Fecr suresi, 90.Beled suresi, 93.Duha suresi, 94.İnşirah
suresi, 108.Kevser suresi.
Bu surelerle ilgili yorumu ise şöyledir:”Bunlar kısa sureler. Muhammed
İlahi misyonunu tasarlamadan önce oluşturmuş olabilir. Hiçbiri Allah’tan gelen
bir mesaj formatında değil”.
Muir, İlahi mesaj formatının ne olduğu konusuna açıklık getirmiyor,
kendince bir yorumda bulunuyor.
6.2.İKİNCİ DÖNEMDE YER ALAN SURELER
Bu dönem Hz. Muhammed’in başkanlığıyla açılıyor. Bu dönem sureleri
ve Muir’ın yorumları şu şekildedir:
Sure 96-Alak Suresi: ‘Allah‘ın adıyla oku!’ emrini içerir.
Sure113-Felak Suresi: Allah’ın bir tek ve sonsuz olmasından
bahseden beş kısa ayetten oluşur. Bu surenin tam olarak hangi dönemde ait
olduğuna dair bir işaret yoktur. Fakat ‘gul’ ‘De ki’ sözcüğüyle başlar. Böylece
Muhammed’ in Allah’tan kendine vahiy geldiğini zannettiği zamana denk
gelir.
Sure 74- Müddessir suresi: Dine davet emriyle başlar ve Kıyamet,
günü ve yeniden diriliş hakkında olay eden Mekke kabile ve reislerinden
birine iğneleyici suçlamalar, lanetleme ile devam eder. İnanmayanlar
cehennemle tehdit edilirler.
52
Sure 111- Tebbet suresi: Peygamberi’nin amcası Ebu Lehep ve Onun
karısı sert ve şiddetli bir ifadeyle lanetleniyor.1
6.3.ÜÇÜNCÜ DÖNEMDE YER ALAN SURELER
W.Muir, üçüncü dönemi Hz. Muhammed’in halka başkanlığından
başlatır, Habeşistan’a göç ile sonlandırır. Surelerin sıralamaları ve açıklaması
şu şekildedir:
87.A’la suresi, 97.Kadir suresi, 88.Gaşiye suresi, 80.Abese suresi,
81.Tekvir suresi, 84.İnşikak suresi, 86.Tarık suresi, 110.Nasr suresi,
85.Buruc suresi, 83.Mutaffifin suresi, 78.Nebe suresi, 77.Mürselat suresi,
76.İnsan suresi, 75.Kıyamet suresi, 70.Mearic suresi, 109.Kafirun suresi,
107.Maun suresi, 55.Rahman suresi, 56.Vakia suresi.
‘’Bu sureler genel olarak yeniden dirilişin, Cennet ve Cehennem’in
tanımlarından oluşmuştur,’’ yorumunu ekler.2
6.4.DÖRDÜNCÜ DÖNEMDE YER ALAN SURELER
W.Muir bu dönemi Hz..Muhammed’in başkanlığının altıncı yılından
onuncu yılına kadar olan dönem olarak kabul eder.
67.Mülk suresi, 53.Necm suresi, 32.Secde suresi, 39.Zümer suresi,
73.Müzemmil suresi, 79.Nazi’at suresi, 54.Kamel suresi, 34.Sebe suresi,
31.Lokman suresi, 49.Hucurat suresi, 68.Kalem suresi, 41.Casiye suresi,
44.Duhan suresi, 37.Saffat suresi, 30.Rum suresi, 26.Şuara suresi,
25.Furkan suresi, 51.Zariyat suresi
1 W. Muir, The Coran, s.43 2 W. Muir, The Coran, s.43
53
Bu dönem surelerinin Yahudi Kutsal Kitabı’ndan öyküler, Yahudilerin
yaptıkları ve Arap efsanelerinden bahsettiğini nakleder.1
6.5.BEŞİNCİ DÖNEMDE YER ALAN SURELER
Muir’a göre Hz. Muhammed’in başkanlığının onuncu yılından başlar,
Miraç olayına kadar devam eder.
46.Ahkaf suresi, 72.Cin suresi, 35.Fatır suresi, 36.Yasin suresi,
19.Meryem suresi, 18.Kehf suresi, 27.Neml suresi, 42.Şura suresi,
40.Mü’min suresi, 38.Sad suresi, 25.Nur suresi, 20.Taha suresi, 43.Zuhruf
suresi, 12.Yusuf suresi, 11.Hud suresi, 10.Yunus suresi, 14.İbrahim suresi,
6.En’am suresi, 64.Tegabun suresi, 28.Kasas Suresi, 23.Mü’minun Suresi,
22.Hac suresi, 21.Enbiya Suresi, 27.Neml Suresi, 26.Şuara suresi, 13.Ra’d
suresi, 29.Ankebut suresi, 7.A’raf Suresi, 63.Munafikun suresi, 64.Tegabun
Suresi.
Muir, 63.ve 64.surenin bu döneme ait olup olmadığından çok emin
değildir. Bu dönem sureleriyle ilgili şu açıklamaları yapar:
“Bu dönem sureleri İncil’den bazı öyküler aktarır. Hac farizası
eklenmiştir. Yeniden diriliş ve hesaba çekilmek, Cennet ve Cehennem
delilleriyle Allah’ın birliği, gücü ve lütufları hakkında gözlerimiz önüne canlı
resimler sunuluyor.
Aşama aşama sureler daha uzun oluyor ve bazıları birçok sayfayı
dolduruyor. Bu dönemin sonraki surelerinde, ilgili konulara dayanan araya
1 W. Muir, The Coran, s.43,44
54
eklenmiş Medine pasajlarına çok sık rastlamıyoruz. Örneğin; 22. Hac
suresinde 41.ayet,17.surede 33.ayet,16.surede 110.ayet.”1
6.6.SON DÖNEMDE YER ALAN SURELER
Muir bu dönemi Medine’de nazil olan sureler olarak nakleder. Sureler
ve açıklamaları şu şekildedir:
98. BEYYİNE SURESİ: Sekiz ayetten oluşan kısa bir suredir. İyi ve
kötü Yahudiler ve Hıristiyanlardan bahseder. Kronoloji hakkında belirgin bir
tarafı yoktur.
2.BAKARA SURESİ: Kur’an’da en uzun sure olarak kabul edilir.
Bakara (inek demektir) suresi 67.ayette Musa’nın direktifleriyle İsrailliler
tarafından kurban edilen kızıl sığırdan almıştır adını. Bu surede Miraç’tan 2
ya da 3 yıl sonra ulaşan çeşitli konularda ayetler bir araya toplanmıştır.
Büyük bölümü zaman zaman nasihat edilen, bazen de şiddetle kınanan
Yahudilerden bahsetmektedir. Eski ve yeni ahitten bol miktarda hikayeler
bulunmaktadır. Kıble’nin değiştiğine dair emir, samimiyeti azalmış Medine
halkını suçlama, savaşmak için uyarılar ve kutsal aylarda silah taşımak için
izin verilmesi de yer almaktadır. Yasa koyan bir karakter Medine’ye ilk gelişte
yer almaya başlamıştır.
3.AL-İ İMRAN SURESİ: Oldukça uzun bir suredir. Bir kısmı Bedr
savaşından hemen sonraki zamana aittir. Diğer uzun kısım Uhud yenilgisiyle
alakalıdır, dolaylı olarak Bedir’e ikinci keşif seferinden bahseder. Yahudiler
büyük uzunlukta yer verilir ve biraz da onlara karşı düşmanca bir tavır vardır.
Hıristiyan temsilcileriyle görüşme kısmı (57.-63. ayetler) daha sonraki
döneme aittir. Son olarak Veda Haccı’na ait bölümler mevcuttur.
1 W. Muir, The Coran, s. 44
55
8.ENFAL SURESİ: Bedr savaşından sonra elde edilen ganimet
hakkında çıkan anlaşmazlık üzerine verilen talimatları içerir. Bazı kısımları
Mekke dönemi tarzındadır ve Kureyş’e atıfla bulunur.
47.MUHAMMED SURESİ: Savaştan bahsedilmektedir, Mekke
putperestleri uyarılıp tehdit edilir.
62.CUMA SURESİ: Yahudileri cahilliklerinden dolayı suçlayan kısa bir
suredir.
5.MAİDE SURESİ: Büyük bölümünde Yahudileri suçlar. Açılış
kısmında hac farizasını beyan eder, bunun bir bölümünde Hudeybiye’den
bahseder ve Veda haccından sözlerde vardır:”Ben, bugün dininizi
olgunlaştırdım ve size olan nimetimi tamamladım”(Maide suresi3.ayet)
59.HAŞR SURESİ: Çok uzun değildir ve kuşatma ve inkâr edenlerin
yurtlarından çıkarılmasından bahseder.
4.NİSA SURESİ: Kadınlar anlamına gelen bu surenin büyük bölümü
kadınlara nasıl davranılması gerektiği ve cinsiyet ilişkilerinden bahseder.
Sosyal, politik, miras hukuku gibi düzenlemeler yer alır. Aynı şekilde
Yahudilere karşı eleştiriler vardır.
58.MÜCADELE SURESİ: Boşanma gibi diğer sosyal konuları içeren
kısa bir suredir.
65.TALAK SURESİ: Boşanma ve bununla alakalı konularda bazı dini
uyarıları içeren çok kısa bir suredir.
56
63.MUNAFİKUN SURESİ: Abdullah İbn Ubey’in Beni Mustalik
Kabilesine keşif seferinde devlete ihanet niteliğindeki sözlerinden dolayı
gözdağı içeren kısa bir bölümdür.
24.NUR SURESİ: Yaşadığı talihsiz olaydan dolayı Ayşe’nin
(r.a)suçsuzluğunu kanıtlayan ayetleri içerir. Evlilikte sadakatsizlik, muhtelif
uyarılar gibi konuları içeren ayetler mevcuttur.
33.AHZAB SURESİ: Hicretten 5 yıl sonra olan olaylardan oluşmuştur.
Peygamberin, evlatlığı Zeyd’in önceki karısı Zeynep ile evlenmesine
müsaade edilmesi yer alır. Çeşitli ayetler Muhammed’in evlilikle ilgili ilişkileri
üzerinedir. Geriye kalan ayetlerde, Medine kuşatması, Beni Kureyze’nin
düşüşü, girişilen askeri hareket sonrası dört ayda meydana gelen olayları
anlatır.
57.HADİD SURESİ: Savaşmak için uyarılar içerir ve savaşın
giderlerine katkı sağlamaktan bahseder, bu kişilerin özel ödüller elde
edecekleri açıklanır. İkiyüzlüler uyarılır ve Hıristiyanlardan bahsedilir.
61.SAF SURESİ: Önceki gibi kısa bir suredir.”Allah kendi yolunda,
duvarları birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf tutarak savaşanları
sever.”(4.ayet)1 ayetiyle yakın bir zafer sözü verilir
48.FETİH SURESİ: Hudeybiye mütarekesini anlatır. Geriye kalan
sureler Peygamberin son 5 ayında nazil olmuştur
1 W.Muir,bu ayet 3.ayet olduğu halde 4.ayet diyerek yanlış bilgi vermektedir.
57
60.MÜMTEHİNE SURESİ: Ateşkes anlaşmasından sonra Mekke’den
gelen muhacir kadınlara nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili kısa bir suredir.
Mekke putperestleriyle arkadaşlık kurma konusunda, inananlar uyarılır.
66.TAHRİM SURESİ: Kıpti kadın ile Muhammed arasında yaşanan
olay üzerine kısa bir suredir.
49.HUCURAT SURESİ: Bedevi Arapları samimiyetsizlikleri ve diğer
yaptıklarından dolayı suçlayan, inananları da onlara itimat etmemeyi
öğütleyen bölümler içeren kısa bir suredir.
9.TEVBE SURESİ: Biraz uzun olan son bölümdür. Tebük seferini ele
alır. Sure İslam’ın diğer dinlere düşmanlığını açıklar. Muhammed
yandaşlarının Mekke’den çıkarılması ve Hac ritüelini anlatır. Putperest
insanlara karşı acımasızca katliam yapmaları1 ve onları köleleştirmeleri
söylenir. Yahudilere ve Hıristiyanlara karşı, onlar vergi ödeyinceye ve kibirleri
kırılıncaya kadar, savaş emredilmektedir. Bu sure savaştan önce askeri
harekâtların Halifesi tarafından orada okunurdu ve bu sure cihad suresi
olarak adlandırılır.2
Muir Kur’an-ı Kerim ile ilgili düşüncelerine şu şekilde devam eder:
“Surelerdeki ayetler sıralandırılmamış, Hatta surelerin kendileri de
sıralanmamış ve Muhammed yandaşları arasında bilinenlerinde sayısal
sıralamaları yok. Fakat İncil'de olduğu gibi her bölümün ayrı bir adı ya da
içindeki konu ya da ifadenin bir başlığı var, İsra suresi gibi. Her sure
1W. Muir, bu cümlede özellikle acımasızca haksız yere adam öldürmek anlamına gelen “slaughter” kelimesini kullanmıştır.İslam’ın diğer dinlere ve diğer din mensuplarına karşı acımasız ve düşmanca olduğunu kendince kanıtlamaya çalışır 2 W.Muir, The Coran, s.43-47
58
‘bismillah diye başlar, otuz cüze ayrılmıştır; böylece tümü günlük
okunduğunda bir ayda okunabilir. (Kutsal kitaptaki gibi ilahiler gibi )1
7.ESKİ VE YENİ AHİT’İN KUR’AN’I KERİM’DEKİ KANITLARI
W.Muir “The Coran it’s Compositson and Teaching; and the Testimony
it Bears to Holy Scriptures” adlı kitabının ikinci bölümünde Kuran-ı Kerim de,
Eski ve Yeni Ahit’e fazlasıyla değinildiğini, bu kutsal kitapların
Peygamberimizin yaşadığı döneme kadar geldiğini ve Allah’ın bu kutsal
kitaplardan övgüyle bahsettiğini Hz. Muhammed taraftarlarına(Müslümanlara)
ispatlama amacı olduğunu söyler. Bununla ilgili düşüncelerini kendi ağzından
dinleyelim:
“Kuran-ı Kerim’de Eski ve Yeni Ahit’in bahsedildiği her yerde,
Yahudilere ve Hıristiyanlara kendi kutsal kitaplarının ilkelerine uymaları
konusunda nasihatte bulunulur. İncilin başından sonuna kadar olan tüm
bölümlerinde saygı ve bağlılık açısından samimi bir inançla tutarlılık
gösterdiğinden bahsedilir. Sonraki ifadeler doğal olarak bu görüşe göre
yorumlanabilir böylece şu zorunludur ki onlar bu şekilde kavranmalıdır,
Kuranın geri kalanına zıt olacak duygusuyla değil.”2
W.Muir, Müslümanların Eski ve Yeni Ahit’in varolan kopyalarının
geçerliliğini reddettiklerini söyler. Müslümanlara Eski ve Yeni Ahit’in ilahi
vahiy olduğunu ve kutsallıklarını koruduklarını kendi kitabımız olan Kur’an-ı
Kerim’den ayetler göstererek kendince ispata çalışır. Muir’ın konuyla ilgili
sözlerine bir göz atalım:
1 W. Muir, The Coran, s.47 2 W. Muir, The Coran,s.66-68
59
“Bu tartışmayı tamamlamak ve sorunsuz hale getirmek için Kur’an’ın
genel anlayışını burada belirtildiği gibi göstermek gereklidir. Bu amaçla
teferruatlı biçimde yeniden gözden geçirmeliyiz. Kutsal kitapları ima eden,
dolaylı ifade eden ya da açıkça ifade eden her bölüm idrak edilmelidir. Bu
yazının amacı budur. Kuran’da yer alan delillerin toplamını gösterir. Sonuçta,
Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitapları Muhammed döneminde de geçerliydi ve
ilahi otorite tarafından gerçekliği korunuyordu. Bu çalışma Muhammed
yandaşlarını hedef alıyor. Belki böylece Muhammed yandaşları Eski ve Yeni
Ahit’in Kur’an’da büyük bir saygıdan başka bir şeyle açıklanmadığını
anlayabilirler.”1
W. Muir ayetlerin düzenlenmesini kendince kronolojik olarak verdiğini
söyler. Önce Mekke dönemi ayetlerine, sonra Medine dönemi ayetlerine yer
verir Kur’an-ı Kerim’de Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarında alınmış
hikayelerin var olduğunu, hatta bazı hikayelerin İncil’dekilerle bire bir
örtüştüğünü söyleyerek buna örnekler verir: Adem ve Havva , İshak Lut,
Sodom ve Gomore’nin yok olması Musa ve Yusuf kıssaları, bakire Meryem,
İsa ve O’nun doğumu. Buradan şu sonuca ulaşır: “İncil’de ki pek çok nokta
Kur’an tarafından desteklenmiştir Fakat kimse bu konuya değinmemiştir.” 2
7.1.ESKİ VE YENİ AHİTTEN BAHSEDEN AYETLER
W.Muir’ın önceki dinlerden ve kutsal kitaplarından bahsettiği
ayetlerden örnekler vererek inceleyelim.
Necm 53:36-39.ayetler:
* * *
1 W. Muir, The Coran, s.67-68 2 W. Muir, The Coran, s. 66–70
60
36.Yoksa Musa'nın ve sözünü yerine getiren İbrahim'in kitaplarında olanlar
kendisine bildirilmedi mi ki?
37.Ve çok vefalı İbrahim’in (sahifelerinde bulunan şu gerçekler):
38.Hiç bir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez;
39.İnsan ancak çalıştığına erişir
Muir, bu ayetlerin açıkça daha önce vahyolunan kitapları kastettiğini,
genel olarak da insanın sorumluluklarını, gelecekteki ödül ve cezadan,
Allah’ın kudretinden ve lütfundan bahsedildiğini belirtir.
Abese 80:11-16.ayetler:
* * * *
11 Hayır; çünkü o (Kur'an), bir öğüttür.
12 Artık dileyen, onu 'düşünüp-öğüt alsın.'
13 O (Kur'an), 'şerefli-üstün' sahifelerdedir.
14 Yüceltilmiş, tertemiz (mutahhar) kılınmış.
15 Kâtiplerin ellerinde,
16 (Ki onlar,) Üstün değerli, 'iyilik ve dürüstlük sembolü.
Tefhimu’l Kur’an’da ayetlerin tefsiri şöyledir:
“Yani kesinlikle bu şekilde davranma ve Rabbini unutarak bu dünyada
gururlanıp dolaşanları o kadar fazla umursama. İslâm dini gibi, değerli bir
nimetten yüz çevirenlere, İslâm'ı bu şekilde takdim etme ve ayrıca kendini de
fazlaca yıpratma. Çünkü onlar İslâm'ın yayılışının kendilerine bağlı olduğunu
sanabilirler. Onlar her ne kadar kendilerini Hak'tan müstağni sayıyorlarsa da,
asıl Hak onlardan müstağnidir.
61
On üçüncü ayette ‘o’ kelimesi ile Kur'an-ı Kerim kastedilmiştir.
Yani halis ve paktır. Bu kitabın içine ifsat edici ve bâtıl düşünceler
karışamaz. Çünkü Kur'an diğer dinî kitaplar gibi değildir ve bu kitap insanî ve
şeytanî vesvese ve düşüncelerden münezzehtir.
Burada katipler ile melekler kast olunuyor. Yani bu sayfalar Allah'ın
(c.c.) emriyle doğrudan doğruya melekler tarafından yazılıyorlar ve onların
emin elleri vahyi Rasûlullah'a (s.a) ulaştırıyor. Melekler için burada iki farklı
kelime kullanılmıştır: Şerefli ve çok iyi. Birinci kelimenin anlamı, onlar
şereflidirler ve hiyanet etme ihtimalleri olmadığı gibi, emanete de layıktırlar,
demektir. İkinci kelimenin anlamı ise, onlar sayfalara yazmak ve vahyi
Rasûlullah'a ulaştırmak konusundaki sorumluluklarını hakkı veçhile yerine
getiriyorlar, demektir.
Burada iyice düşünülecek olursa, bu ayetlerin amacının sadece
Kur'an'ın azametini ikrar etmek olmadığı anlaşılır. Rasûlullah (s.a) getirdiği
mesajı inkâr eden mütekebbirlere 'bu kitap o kadar yücedir ki, sizlere muhtaç
değildir, yani sizlerin kendisini kabullenmesine ihtiyaç hissetmeyecek
derecede yüce bir kitaptır' denilmek isteniyor. Sizler hidayete ermek
istiyorsanız, bu kitabın içindekilere teslim olmanız gerekir. Aksi takdirde
sizlerin büyüklenmesi bu yüce kitabın azametini azaltmaz. Bilakis bu kitap
sizlerin gururunu yerle bir eder.1
Bu ayetlerin tefsirine baktığımızda W.Muir’ın amacına hizmet
etmediğini görüyoruz. Fakat Muir bu ayettin Kur’an’la alakalı göründüğünü
ama bazı tefsircilerin Peygamber’den önceki kitapların kastedildiğini
söylediğini belirtir.2
1 Ebu’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, İnsan Yayınları, İstanbul,1986, cilt:7,s.39 2 W.Muir,The Coran, s.74
62
7.2.ESKİ VE YENİ AHİT’İN HZ.MUHAMMED ZAMANINDA
GEÇERLİLİĞİ VE VARLIĞI
W.Muir,Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde Yahudilerin ve Hıristiyanların
kitaplarından bahsedildiğini,onların çeşitli isimler kullanılarak kendini
gösterdiğini ifade eder. Bu isimler Allah’ın kitabı- ب ا� آ�
,Allah’ın sözü- م ا�� آ
Tevrat راة�� -İncil, ا��� Bunların . ا����
Kuran’da Hz. Muhammed’den önce Allah’ın gönderdiği kutsal kitaplar
olduğunu ve Kuran’da söylendiğine göre sadece Hz. Muhammed
zamanında geçerli olduğunu aynı zamanda Yahudi ve Hıristiyanların
arasında kullanımda olduğunu belirtir. Bu söylediklerine ayetlerden örnekler
verir. Bu ayetlerde geçen ifadeleri vurgular:
Senden önce kitap gönderilenler- ���� ب !%ؤن ا�"�)ی ی& ا�
Onlar (Yahudiler) ondan okurlar(çalışırlar)- )�* �ا ! ودر+
Onlar Allah’ın sözünü işitirler- م ا��/.�ن آ ی0
W. Muir ,Kuran’da Yahudi ve Hıristiyanlara kendi kutsal kitaplarına
göre davranmalarının teşvik edildiğini ,kendilerinde bulunan kutsal kitapların
nüshalarının geçerliliğinin vurgulandığını düşünür.
Ayrıca Muir Hz. Muhammed’in kendi iddiasına delil için önceki kutsal
kitaplara başvurduğunu söyler.1
Muir’ın incelediği ayetlerden bazılarına bakalım:
Yunus 10: 94.
1 W.Muir, The Coran, s.217-218
63
“Eğer sen, sana indirdiğimizden kuşkuda isen, senden önce Kitabı
okuyanlara sor. Andolsun, sana Rabbinden hak geldi, sakın
kuşkulananlardan olma!”
Mevdudi bu ayeti şöyle tefsir eder:
Her ne kadar bu ifade Hz. Rasule raci ise de, aslında burada onun
risaleti hakkında şüphe belirtenler kastedilmektedir. Ehl-i Kitabın durumuna
bakarak -ki onlar vahyi bilgiye sahip bulunmaktaydılar- Arap kavmi semavi
kitapların sesine ne de olsa yabancı kalıyordu. Dolayısıyla umulur ki, Ehl-i
Kitabın dinine bağlı ve haktanır âlimleri, vahyin daha önceki resullere
indirilenin aynısı olduğunu ikrar etsinler.1
Muir, buna göre Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarına halkın dini
kitapları olarak başvurduklarını ve Hz. Muhammed’in bunları okuyanlardan
herhangi bir kabile ya da insan ya da şehir ayırt etmeksizin şüphelerinden
emin olmak için bilgi edinmek istediğini söyler Muhammed bu kaynaklara
başvuruyordu demek ki onlar o zaman da sahih, bozulmamıştı diye ekler. 2
Böylece Muir, bu ayeti kendi iddiasına yönelik olarak yorumlar.
Araf 7: 167-169
*
*
1 Ebu’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, cilt:2, s.337 2 W. Muir, The Coran, s.100-101
64
167. Rabbin, kıyamet gününe kadar, onları, kötü azaba uğratacak
kimseleri üzerlerine göndereceğini bildirmişti. Doğrusu Rabbin, cezayı çabuk
verir. Doğrusu O bağışlar ve merhamet eder.
168. Onları yeryüzünde topluluklara ayırdık. Onlardan kimi iyi kişilerdi,
kimi de alçak! Belki dönerler diye onları iyiliklerle de, kötülüklerle de sınadık.
169. Derken, arkalarından Kitab’ı (Tevrat'ı) miras alan bozuk bir nesil
bunların yerine geçti. Onlar şu alçak dünya malını alırlar, bir de: "Biz nasıl
olsa bağışlanacağız!" derler. Karşı taraftan da kendilerine öyle bir şey gelse,
onu da alırlar. Allah'a karşı yalnız hakkı söyleyeceklerine dair kendilerinden
Kitapta söz alınmamış mıydı? Ve onun içindekileri durmadan okumadılar mı?
Halbuki ahiret yurdu Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır; hala
akıllanmayacak mısınız?
Tefhimu’l Kur’an’da ayetlerin tefsirine bakalım:
M.Ö. 8. asırdan beri İsrailoğulları'na bu çeşit ikazlar, tekrar tekrar
yöneltilmiştir. İşaya, Yeremya ve bunlardan sonra gelen peygamberlerin
kitaplarında bu hususlar belirtilmektedir. Daha sonra Hz. İsa, İncillerdeki
muhtelif hitabelerinde, aynı şeyi onlara yöneltmişti. İlahî kitapların en
sonuncusu olan Kur'an da aynı ikazlarda bulundu. Yahudi topluluğunun
aşağılanmaya ve rezil edilmeye başlandığı ilk zamanlardan beri, bunun
semavî olarak kabul edilen kitaplarda birkaç kez yinelenmiş olması gerçeği,
Kur'an-ı Kerim'in ve o kitapların gerçekten Allah'tan olduğu hususunda da
açık bir delildir.
65
Onlar bizzat kitabı incelemişlerdir. Dolayısıyla, İsrailoğulları'nın teklifsiz
kurtulmuş oldukları hususunda Tevrat'ta kesin olarak hiçbir işaretin
olmadığını bilmektedirler. Allah'ın onlara hiçbir garanti vermediği ve
peygamberleri de kurtuluşa erdikleri konusunda onlara herhangi bir teminat
vermediği halde, nasıl oluyor da, Allah'ın kendileri için söylediği şeyi O'na
isnad ediyorlar? Ayrıca, Allah hakkında yalnız doğruyu söyleyecekleri
konusunda yapmış oldukları anlaşmayı bu şekilde bir kere daha bozmaları
nedeniyle, suçları daha da bir çirkinleşiyor ve haince bir hareket halini alıyor.1
W.Muir,bu ayetlerin muhtemelen Medine döneminde Hz.Muhammed
ile Yahudiler arasında farklılık başlayınca indiğini söyler.Yahudiler gerçekleri
yanlış aksettirdikleri için azarlanırlar,fakat onlar a kitapları bozulmamış
şekilde ulaşmıştı diyor. Bu ayetlerde geçen “Kitabı miras alanlar” ifadesinin
Yahudilerin Kitabının nesilden nesile geçtiğinin kanıtı olarak görür.2 Muir,
ayetleri asıl anlamından uzaklaşarak yorum yapmaktadır.
W.Muir,bu konudaki düşüncelerini desteklemek için verdiği diğer
örnekler şunlardır:Araf 7: 170.ayet, Bakara 2:53. ayet ve 113.ayet, Al-i İmran
3: 23-24.ayetler ve 93-94.ayetler
7.3.KUR’AN-I KERİM YAHUDİ VE HIRİSTİYAN KUTSAL
KİTAPLARININ VAHİY OLDUĞUNU BİLDİRİR
W.Muir , Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarının ilahi kaynaklı ve Hz.
Muhammed zamanında varlığını korumuş olduğunu ,Kur’an’da Hz.
Muhammed tarafından bunun bildirildiğini ifade eder.
Kur’an’da bu kutsal kitapların Allah katından olduğuna dair ayetlerde - 1 Ebu’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an,cilt:2,s.101 2 W. Muir, The Coran, s.129-130
66
2ل � gönderildi, - 34� ب2ل آ�ب Allah - أ�
kitapları hak olarak indirdi,- 8 ,Allah tarafından verildi- أوت
vahyolundu gibi ifadeler kullanılır.1 - وح8 -
W.Muir’ın bu konu için verdiği ayetlerden birkaçına bakalım:
Şura 42:1-3
��
�
1-2.(EH) Ha, Mim, Ayn, Sin, Kaf
3.O aziz ve hakim olan Allâh, sana ve senden öncekilere böyle
vahyeder.
Ayetlerin Mevdudi tarafından tefsiri şöyledir:
Surenin açılışından da anlaşılacağı gibi, Rasulullah'ın daveti ve Kur'an
hakkında, Mekke'deki her yerde, her toplantıda, her cadde ve sokakta
yorumlar yapılmaktaydı. Buna binaen şöyle buyrulmuştur: Sizler, bu şahsın
acayip şeyler iddia ettiğini söylüyor ve diyorsunuz ki, "O halde atalarımızın
takip ettikleri yol yanlış mıydı? Muhammed şimdi çıkmış asırlar boyu
inandığımız şeyleri reddediyor ve ayrıca kendisine Allah tarafından
vahyolunduğunu iddia ediyor. Belki, söylediklerinin kendine ait olduğunu
kabul etse makul karşılanabilir ama o, Allah tarafından kendisine
vahyolunduğunda ısrar ediyor. Bizler onun Allah'la konuştuğuna nasıl
inanabiliriz." Burada Rasulullah'a (s.a) hitap edilerek kendisinin ve dolaylı
olarak kafirlerin söz konusu endişelerine karşılık verilmiştir: "Aziz ve Hakim
olan Allah, daha önceki peygamberlere nasıl vah yetmişse, sana da öylece
vahyeder."
1 W. Muir, The Coran,s.221-222
67
Vahiy, lügatte "Ancak muhatapların anlayabileceği ve başkalarının
anlayamayacağı derecede gizli ve hızlı işaret" anlamına gelir. Deyim olarak,
"huden" (yol gösterici) karşılığında kullanılır. Elektrik akımı insana nasıl
aniden geçerse, işte Allah’ta kullarına bu şekilde vahiy gönderir. Bu
bağlamda Allah şu hususun anlaşılmasını murat etmektedir: "Allah'ın bir
kuluyla haberleşmesi için bizzat konuşması gerekmez. Çünkü O'nun
kullarıyla irtibat kurması hiç de güç değildir. O, Aziz ve Hakim'dir. O, irade
ettiği takdirde hiçbir şey O'na mani olamaz. O, yol göstermek üzere vahyini
gönderir." Aynı konu surenin sonunda daha ayrıntılı bir biçimde beyan
edilmiştir.
Daha sonra, kâfirlerin "Muhammed'e vahyolunması ne acayip bir şey"
şeklindeki düşünceleri reddedilerek şöyle buyruluyor: "Muhammed'e
vahyolunmasında hayret edilecek bir şey yoktur. Ondan önceki
peygamberlere de aynı şekilde vahyedilmişti."1
Ankebut 29:47.ayet:
Resûlüm!) İşte böylece sana (önceki kitapları tasdik eden) bu Kitab'ı
indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar.
Şunlardan (Araplardan) da ona iman eden nice kimseler vardır. Âyetlerimizi,
ancak kâfirler (inatları yüzünden) bile bile inkâr eder.
Bu ayetin Mevdudi tarafından tefsiri şöyledir:
Bu ifade iki anlama da gelebilir: 1) "Nasıl daha önceki peygamberlere
kitaplar göndermişsek, bu kitabı da sana indirdik." 2) "Biz bu kitabı, daha 1 Ebu’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, cilt: 5, s.204,205
68
önceki kitaplarımızı reddetmesi için değil, onları tasdik etmesi ve böyle
olduğuna inanılması için gönderdik."
Konunun akışından bunlarla tüm Kitap Ehlinin değil, kendilerine ilâhî
kitapları doğru anlama ve kavrama yeteneği bahşedilmiş ve gerçek anlamıyla
"Kitab Ehli" olan kimselerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Onlar, daha önceki
ilâhî kitapları da tasdik ederler. Allah'ın son kitabı geldiğinde, inatçılık ve kibir
göstermeyip daha önceki kitapları kabul ettikleri gibi onu da samimiyetle
kabul etmişlerdir.1
W.Muir, bu ayetlerden Yahudilerin ve Hıristiyanların kitaplarının da
Kur’an ile aynı kategoriye konduğunu ve bu kitapların vahiy olduğu sonucuna
varır2
Nisa 4:162–164.ayetler:
*
*
*
1 Ebu’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an,cilt: 4,s.279
2 Muir, The Coran, s.29,126,221
69
162.Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve mü'minler, sana
indirilene ve senden önce indirilene inanırlar. O namazı kılanlar, zekâtı
verenler, Allah'a ve âhiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir
mükâfat vereceğiz!
163.Biz, Nûh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz
gibi, sana da vahyettik. Nitekim İbrâhim'e, İsmâil'e, İshak'a, Ya'kûb'a, sıbtlara
, Îsâ'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Hârûn'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Dâvûd'a da
Zebur'u vermiştik.
164.Daha önce sana anlattığımız elçilere ve sana anlatmadığımız
elçilere de (vahyetmiştik). Ve Allah Musa’ya da konuşmuştu
Tefhimu’l kur’an’da yer alan tefsir şu şekildedir:
Burada, ilâhî kitapların niteliklerini çok iyi bilen, adil, doğru ve her tür
önyargı, isyan ve zulümden uzak olan Yahudi âlimleri kastediliyor. Onlar
körcesine babalarının dinine tâbi olmamış ve vahyolunan kitaptan
öğrendikleri Hakk'a hemen tâbi olmuşlardır. Bu nedenle onlar Kur'an
öğretilerinin kendi peygamberlerinin öğretileriyle aynı olduğunu kolayca
anlamışlar ve samimiyetle her ikisine de inanmışlardır.
Bu, Hz. Muhammed'in (s.a) yeni bir şey getirmediğini, tarihte ilk defa
yeni bir şeyi iddia etmediğini vurgulamak, O'nun gerçekte kendisinden önce
gelen tüm peygamberlerle aynı kaynaktan vahiy aldığını ve dünyanın her
tarafına gelen bütün peygamberlerin getirdiği Hak ve gerçeğin aynısını
getirdiğini göstermek içindir.(…)
Şu anda elde bulunan Kitab-ı Mukaddes'te, Mezmurlar kitabının
sadece bir bölümü, Hz. Davud'un (a.s) Mezmurlarından oluşur ve O'nun adı
ile anılır. Diğer bölümler başka insanlar tarafından söylenmiş mezmurlardır
70
ve onların adlarıyla anılırlar. Gerçekte Zebur, yani Hz. Davud'un (a.s)
mezmurları incelendiğinde, onun Allah katından gelme bir kitap olduğu
kolayca anlaşılır. Aynı şekilde Hz. Süleyman'ın (a.s) meselleri kitabına da
eklemeler yapılmıştır ve son iki bölümün ekleme olduğu çok açıktır. Fakat
buna rağmen Meseller'in büyük bir kısmı Hakikat ve Hikmet doludur. Aynı
şey Hz. Eyyub'un (a.s) kitabı için de geçerlidir. Bu kitap incelendiğinde,
hikmet dolu olduğu görülmesine rağmen, kitabın tümünün Hz. Eyyub'a (a.s)
atfedilmesi yanlıştır. Kur'an'ın ve Eyyub kitabının giriş bölümlerinin, Hz.
Eyyub'un (a.s) gösterdiği sabra şahitlik ediyor olmasına rağmen, bu kitabın
son bölümlerinde Hz. Eyyub'un (a.s) Allah'a şikâyette bulunduğu ve
arkadaşlarının O'nun Allah'ın adaletsiz olmadığı konusunda yatıştırmaya
çalıştıkları yer alır.
Bunun yanısıra, Eski Ahit'teki İsrail peygamberlerinden on yedi kitabın
hepsinin büyük bir bölümü gerçek vahiydir. Özellikle Yesu, Yeremya,
Hezekiel ve Amos'un kitaplarında vahyin azametini gösteren ve insan
gönlüne neşve veren ibareler vardır. Onlardaki yüce ahlâkî öğreti,
putperestliğe karşı açılan savaş, Allah'ın birliğini ispatlayan deliller akla
uygun tezler ve İsrailoğulları'ndaki bozulmayı eleştiren bölümler gösteriyor ki,
bunlar, Hz. İsa'nın (a.s) Yeni Ahit'teki vaazlarıdır ve Kur'an'la aynı kaynaktan
gelmektedir.
Vahyin, Hz. Musa'ya (a.s) geliş şekli diğer peygamberlere geliş
şeklinden farklıydı. Diğer peygamberler ya bir ses duymuşlar, ya da
Melek'ten mesaj almışlardır. Fakat Hz. Musa, (a.s) Kur'an'da (Ta-Ha 20: 11-
48) sözü geçen (Allah'la doğrudan konuşma) ayrıcalığına sahip olmuştur. Bu
ayrıcalıktan Kitab-ı Mukaddes'te de bahsedilir. "ve Rabbi Musa ile bir
kimsenin arkadaşı ile konuşması gibi yüz yüze konuştu" (Çıkış, 33: 11).1
1 Ebu’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an,cilt:1,s.384-385
71
W.Muir, bu ayetlerden sonra tespitlerde bulunur. Birincisi: bu ayetlerde
öncelikli olarak Yahudilere sesleniliyor ama Müslümanlarla eşit kategoride
anılmaktadır. Kur’an gibi önceki vahyedilenlere de büyük mükâfat sözü
verilmektedir.
İkincisi: Muhammed’e vahyedilme şekli ile önceki peygamberlerinkinin
aynı olduğu açıklanıyor1
Vahyolunduğuna inanmadığı ve Peygamberliğini kabul etmediği Hz.
Muhammed’e vahyedilme şekli ile önceki peygamberler vahyedilme şeklini
kıyaslayarak bahsetmesi oldukça büyük bir çelişkidir. Üstelik, bu ayetlerle
Mevdudi’nin de bahsettiği gibi, yüce Allah Kur’an ile ondan önceki ilahi
kitapların benzerliklerine işaret ediyor, fakat Muir bunu görmek istemiyor.
W.Muir’ın konuyla ilgili verdiği diğer ayetler ise. Al-i İmran 3: 68-
73.ayetlerdir.
7.4. YAHUDİLERİN VE HIRİSTİYANLARIN KİTAPLARI KUR’AN’DA
ÖVÜLÜR
W.Muir ,Kur’an tarafından Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarına en
büyük değerin isnat edildiğini, Kur’an’da büyük saygı ve hürmetle
bahsedildiğini belirtir.
Musa’nın kitabı için - ورح <إ!!! , ���ب ا�/0 , آ�
%�ب ا�/?س - ,açık,anlaşılır,aydınlatıcı kitap- ا�"�?�Bى ��را وه�
insanlığa yön verici ,aydınlatıcı gibi ifadelerin kullanıldığına dikkat çeker.
Allah’ın, Tevrat ve İncil’i insanlığa yön verici, kılavuz olarak
gönderdiğini Kur’an’da söylediğini dolayısıyla Yahudi ve Hıristiyan kutsal 1 W.Muir, The Coran,s.168
72
kitaplarını manevi aydınlık ve insanlığa yön verici, iki yüzlüleri uyaran ve
onlara nasihat eden, kılavuz ve rahmet aracı olduğunu içeren sözlerle
övüldüğünün altını çizer. Müslümanların bunu dikkate alması gerektiğini
söyleyerek, Müslümanlara sizin için Kur’an’dan başka bir delil ne olabilir,
diyerek konuya dikkat çeker.1
W.Muir’ın konuyla ilgili verdiği ayetlerden bazılarını inceleyelim:
Ahkaf 46:12.ayet:
12.Kur'ân'dan önce de bir rehber ve rahmet olarak Musa'nın kitabı
Tevrat vardı. Bu Kur'ân ise zulmedenleri uyarmak, iyilik yapanları
müjdelemek için Arap lisanı ile indirilen ve kendinden öncekileri tasdik eden
bir kitaptır.
W.Muir , Hz. Muhammed’in Kur’an’da Musa (a.s)’ın kitabının bir rehber
ve rahmet kitabı olduğunu itiraf ettiğini söylüyor.Muir’a göre ,Kur’an’ın ana
hedefi önceki kitapları onaylayan Arapların kendi dillerinde bir kitap
sağlamaktı.
Kur’an Yahudilerin kitabının yerini almak için değildi, önceki kitaplar
Arapların diline yabancı olduğu için, Kur’an onlar için daha uygundu ve bu
sebeple bu şekilde beyan edildi. Kur’an önceki vahyolunan kitapları
onaylayıcıdır.2
1 W.Muir, The Coran, s.222,223,224 2 W. Muir, The Coran, s.85-86
73
Mümin 40:53-55.ayetler
*
53.Andolsun ki, Biz Musa'ya o hidayeti verdik ve İsrail oğullarına o
kitabı miras kıldık
54. (O) sağduyu sâhiplerine bir yol gösterici ve öğüttür.
55. Sabret, Allâh'ın va'di mutlaka gerçektir. Günâhına da istiğfar et ve
akşam sabah Rabbini övgü ile an.
Muir,burada geçen kitap ile Tevratın kastedildiği konusunda
tefsircilerin hemfikir olduğunu söyler.Ayette geçen yol gösterici ve öğüt
kelimelerinin altını çizer.1
En’am 6:91.ayet
91.Allâh'ı şânına yaraşır biçimde tanıyamadılar, zira "Allâh, insana bir
şey indirmedi" dediler. De ki: "Öyleyse Mûsâ'nın, insanlara nur ve yol
gösterici olarak getirdiği, ki siz onu parça parça kâğıtlar haline getirip
gösteriyorsunuz, çoğunu da gizliyorsunuz- ve ne sizin, ne de babalarınızın
bilmediği şeylerin size öğretildiği Kitabı kim indirdi?" "Allah" de, sonra bırak
onları, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar.
W. Muir, Suyuti tefsiriyle ayeti açıkladıktan sonra, Hz. Muhammed’in
Eski Ahit’teki kehanetleri Medine Yahudilerini kendine çekmek için 1W. Muir, The Coran,s.93
74
kullandığını ve Hz. Muhammed’in Yahudilerin kitabına vahiy olduğu, o gün
kadar varlığını koruyarak geldiği ve sahih olduğu için başvurmuştur şeklinde
yorumunu katar.1
Al-i İmran 3:2-4
* *
2.Allâh ki, O'ndan başka tanrı yoktur, dâimâ diri ve (yaratıklarını)
koruyup yöneticidir.
3.Sana Kitabı gerçek ile ve kendinden öncekini doğrulayıcı olarak
indirdi, Tevrât ve İncil'i de indirmişti.
4.Daha önce de, insanlara doğru yolu göstermek üzere Furkan'ı
indirmiştir. Bilinmeli ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için şiddetli bir azap
vardır. Allah, suçlunun hakkından gelen mutlak güç sahibidir.
W.Muir,burada açıkça Tevrat ve İncil’in insanlara yol gösterici olarak
gönderildiğinin açıkça belirtildiğini ifade eder.Yahudi ve Hıristiyanlar kadar
Müslümanlarında Allah’ın işaretleri ve vahyi konusunda dikkatli olmaları
gerektiği yoksa Allah’ın gazabı ile karşılaşacaklarının yer aldığını söyler.2
W.Muir’ın konuyla ilgili verdiği diğer ayetler şunlardır: En’am 6:154,
Kasas28:44, Enbiya21:48–50, Bakara 2:140–141, Maide5:43–48
1 W.Muir, The Coran, s.103-104 2 W. Muir, The Coran,s.180-181
75
7.5.HZ. MUHAMMED TARAFINDAN ÖNCEKİ KUTSAL KİTAPLARA
BAŞVURULMASI
W.Muir, Hz. Muhammed’in sık sık Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarına
başvurduğunu ve kendine tabi olanları bu kitaplara uymaktan menettiğini
belirtir.
W. Muir’a göre, Hz. Muhammed, Kur’an’da önceki kutsal kitaplar ve
onlara inananlardan bahsederek kendi misyonunu desteklemek için kullanır
ve Hz. Muhammed bu kitapların içeriğinin Kur’an’la örtüştüğünü iddia eder.
Sebe 34:6
6.Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, sana Rabbinden indirilen
gerçeğin ta kendisi olduğunu ve onun, yüceliğinin sonu olmayan her türlü
övgüye layık olan (Allah') ın yolunu gösterdiğini görüyor
Tefhimul Kur’an’da ayet şöyle tefsir edilir:
Yani, "Bu düşmanlar, ne kadar çok çalışırlarsa çalışsınlar, senin
getirdiğin gerçeğin yanlış olduğunu ispatlamaktan ibaret olan emellerine
ulaşmayacaklardır. Çünkü onlar hile ve düzenleri ile ancak cahil insanları
kandırabilirler, kendilerinde ilim bulunanları saptıramazlar."1
Muir, burada ilim verilenlerin Yahudi ve Hıristiyanları da kapsadığını
belirtir.
En’am 6:20.ayet:
1 Ebu’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an,cilt:4, s.445
76
20.Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi) çocuklarını
tanıdıkları gibi tanırlar; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü onlar inanmazlar
Mevdudi ayeti şöyle açıklar:
Burada, vahyedilmiş Kitaplar'ın bilgisine sahip olanların, ilâhlığında
hiçbir ortağı bulunmayan tek bir İlâh'ın bulunduğunu kesinlikle bildikleri
belirtilmektedir. Bir insanın kendi oğlunu binlerce başka çocuk arasında
kolayca seçebilmesi gibi, onlar da Allah hakkındaki yığınla değişik inanç ve
teori arasından doğru olan inancı görebilirler.1
Muir, Şura 26: 191-197.ayetler ve yine En’am 6:114. ayetin bu ayetle
aynı anlamı ihtiva ettiğini belirtir.
Kasas 28: 53.ayet
53. O kendilerine okununca hemen: "Biz buna iman ettik; bu şüphesiz
Rabbimizden gelen bir gerçektir. Doğrusu biz önceden müslümandık." Derler.
Mevdudi’nin yorumuna bakalım:
Yani: "Bundan önce de biz rasûllere ve ilâhî kitaplara inanırdık. Zaten
İslâm'dan başka bir itikadımız yoktu. Dolayısıyla bu peygamberin Allah’tan
getirdiği bu Kitab'a da inandık. Yani inancımızda bir değişiklik olmuş değil,
daha önce nasıl Müslüman idiysek şimdi de öyle Müslümanız." Bu sözlerden
açıkça anlaşıldığına göre, İslâm yalnızca Hz. Muhammed (s.a) tarafından
getirilen itikadın adı; "Müslüman" da yalnızca ona uyanlara verilen bir ad
değildir.
1 Ebu’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an,cilt:1,s.471,472
77
Aksine İslâm, başından bu yana gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin
itikadıydı ve onlara her asırda uyanlar da Müslüman idiler. Demek ki, daha
önceki peygamberlere inanıp daha sonrakini de tasdik eden o topluluğun
teslimiyetinde hiçbir kesinti yoktu. Daha önce Müslüman idiyseler, sonra da
Müslüman olmaya devam ettiler. İşin tuhafı bir takım âlimler de bu gerçeği
anlayamadılar. Ve bu apaçık ayet bile onların fikirlerini değiştiremedi.
Sözgelimi Sûyûti, "Müslüman" teriminin yalnızca Hz. Muhammed'in (s.a)
takipçilerine has olduğu konusunda bir risale yazmıştır. Hatta bizzat kendi
ifadesine göre bu ayetle karşılaşınca afallamış ve Allah'a kendisine bu
konuda yol göstermesi için niyazda bulunmuştur. Fakat sonunda görüşünü
tadil etmek yerine daha da sabitleştirdi ve ayete her biri, diğerinden daha
geçersiz birkaç yorum getirdi. Mesela bu yorumlardan birisi şöyledir: "Biz
bundan önce de Müslüman’dık." ayeti şu anlama gelir: "Biz Kur'an vahiy
edilmeden önce Müslüman olmaya niyetliydik. Çünkü bizim kutsal
kitaplarımızda onun geleceği önceden haber verilmişti. Ve biz de geldiğinde
İslâm'ı kabule niyet etmiştik." Diğer bir yorum da şöyledir: "İfadede
"müslimîn"den sonra bir, "bîhî" kelimesi hazf olmuştur. O zaman anlamı şöyle
olur: Biz Kur'an'a peşin peşin inandık. Çünkü onun gönderileceğini
umuyorduk ve güven içinde geleceğini bekleyerek ona iman ettik. Dolayısıyla
biz Tevrat ve İncil'e inandığımız için değil, daha vahyedilmeden, Kur'an'ın
vahyedileceği gerçeğine teslim olduğumuz için Müslümanız." Üçüncü yorumu
ise şöyledir: "Bizim Hz. Muhammed'in gelişi ve Kur'an'ın inzaliyle birlikte
İslâm'ı kabul etmemiz takdir edilmişti. İşte bu takdir yüzünden biz daha önce
Müslümandık." Bu yorumlardan hiçbirini ayetin doğru tefsiri için ilâhî yardıma
müracaat edilmiş de alınmış gibi bir izlenim uyandırmadığı ortadadır. Kur'an
yalnızca burada değil, birçok yerde şu temel prensibi açıklamıştır: Gerçek
hayat tarzı yalnızca İslâm'dır. (Allah'a teslimiyettir) ve Allah'ın âleminde,
O'nun mahlûkatı için başka bir hayat tarzı olamaz. Yaratılışın başından beri
insanlığa hidayet için gelen her peygamber bu hayat tarzını getirmiştir.
Peygamberler daima müslimler olmuşlardır ve takipçilerinden de
Müslümanlar olarak yaşamalarını istemişlerdir. Dolayısıyla peygamberler
78
tarafından getirilen ilâhî emire teslim olan tüm izleyiciler, her çağ için geçerli
olmak üzere Müslümandılar. Sözgelişi, şu birkaç ayeti mütalaa ediniz:
a. "Kuşkusuz Allah katında din İslâm'dır." (Ali-İmran 3: 19)
b. "Her kim bu İslâm yolundan başka bir yolu benimserse bu ondan kabul
edilmeyecek." (Ali-İmran 3: 85)1
İsra 17:107–109
*
*
107.De ki: "Kuran'a ister inanın, ister inanmayın, O'ndan önceki
bilginlere o okundugu zaman, yuzleri uzerine secdeye varirlar" ve "Rabbimiz
munezzehtir. Rabbimiz'in sozu suphesiz yerine gelecektir" derler.
108. Ve derler ki: Rabbimizi tenzih ederiz. Şüphesiz ki Rabbimizin
vaadi gerçekleşir.
109. Ağlayarak çeneleri üstüne kapanırlar ve Kur'ân onların derin
saygısını artırır.
Mevdudi ayetleri şöyle yorumlar:
Burada ilâhi kitapları çok iyi bilen ve onların lafız ve mânâlarından
hüküm çıkarabilen Ehl-i Kitap âlimleri kastedilmektedir.
Yani, "Onlar Kur'an'ı dinledikleri zaman, hemen onun daha önceki
peygamberlerin kitaplarında müjdelenen peygamber olduğunu anlarlar."2
1 Ebu’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an,cilt:4, s.170,171 2 Ebu’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an,cilt:3, s.131
79
W.Muir, ayeti Suyuti’nin tefsiriyle açıklar, inanlardan kastın kitap ehli
olduğunu belirtir. Muir’ın yorumu, Mevdudi’nin yorumuyla paralellik arz eder.
Muir, burada Hz. Muhammed’in Allah tarafından yönlendirilerek
inanmayan Mekkelilere şöyle söylemiştir demektedir:“İnanıp inanmamak size
kalmış bir şey çünkü önceki ilahi vahiy ellerinde bulunduğundan daha iyi
karar verebilirsiniz.”
Onlar da Kur’an’a kendi kitaplarını onaylaması açısından inandılar1
diyen Muir, bu bilgilerin dayanağını belirtmez. Ayrıca Hz. Muhammed’in
peygamberliğini kabul etmeyip hem de Allah tarafından yönlendirildi demesi
bir çelişkidir.
W.Muir’ın konuya dair verdiği diğer ayetler şöyledir: Ra’d 13:36,43,
Araf 7:156-157, Müddessir74:30-31, Bakara 2:89,146
Muir’ın, Kur’an’dan edindiği tespite göre daha önce indirilen tüm
kitaplara inanmak, tüm Müslümanların inancının vazgeçilmez parçasıdır.
Ayrıca kitabına sımsıkı sarılanlara mükâfatın öngörüldüğünü söyler ve
Araf 7: 170.ayeti örnek olarak verir:
*
170.O(koruna)nlar ki Kitaba sımsıkı sarılırlar ve namazı kılarlar;
elbette biz, iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz.
Burada geçen kitabın Eski Ahit olduğunun içerikten anlaşıldığını belirtir2
1 W.Muir, The Coran,s.121-122 2 W. Muir, The Coran ,s.225
80
Kur’an’da kitaplara inanmayanların cezalandırılacağına dikkat çekerek
Müslümanları ikna çabasına girdiği görülür.
7.6.KUR’AN’DA YAHUDİLERE KARŞI SUÇLAMA
W.Muir, Kur’an’da Yahudilerin tıpkı ataları gibi asi ve dediğinden
şaşmaz kişiler olmakla ve kutsal kitaplarını anlamından saptırmakla
suçlandıklarını söyler.
Muir’a göre Muhammed (a.s) Medine’ye geldiğinde, Yahudilerin O’nun
davasına olumlu bakmalarını umuyordu ve onlarla yakın irtibata geçti. Fakat
Yahudiler Muhammed’in İsa’nın Mesih olmasına, kendi inançlarıyla doğrudan
doğruya çalışan diğer ilkelere inandığını görünce, Muhammed’in davasına
düşman oldular ve O’nun başvurduğu kendi kitaplarında bulunan herhangi bir
kehaneti kabul etmeyi de reddettiler. Yahudiler gelecek peygamberin kendi
soylarından olacağını düşünüyorlardı, İsmail’in soyundan değil. Dolayısıyla
Arap bir peygamberi reddettiler.1 Böylece aralarındaki düşmanlık büyüdü.
Bunun üzerine Muir, Hz. Muhammed’in düşmanlarının öldürülmesine neden
olduğunu, en sonunda onlarla açıkça savaş başlattığını, Beni Nadir ve Beni
Kaynuka adlı iki kabileyi sürgüne yolladığını ve üçüncü kabile olan Beni
Kureyze’nin erkeklerini öldürttüğünü, kadınları ve çocukları esir aldıklarını
söyler.
1 İbn Hişam, Sira, 2.cilt, s.140 aktaran Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü, s.134 ‘de şu diyaloğa yer verir: Hz. Safiye babasıyla amcası arasındaki konuşmayı şöyle aktarır: “Ebu Yasir: Bu geleceği beklenen ‘o Peygamber’midir? Huyey : Evet ,vallahi O’dur. Ebu Yasir: Bunun o Peygamber olduğuna eminmisin? Huyey: Elbette! Ebu Yasir: O halde O’na karşı kalbinde taşıdığın duygu nedir? Huyey: Vallahi ben hayatta oldukça ona hep düşman olacağım
81
Muir, Yahudilerin kılıçla susturulduğunu fakat Yahudilerin,
Hz.Muhammed ile mücadeleye münakaşalarla devam ettiklerini belirtir ve
sözlerine şöyle devam eder:
“Yahudiler, kendi durumlarını destekleyici pasajları kendi kitaplarından
iddiaları getirdiler. Fakat Muhammed, düşmanlarının iddialarında samimi ve
dürüst olduklarını itiraf etmedi. Muhammed, onları kutsal kitaplarının anlamını
saptırmak ve kitabın genel maksadını doğru şekilde anlamamakla suçladı.
Muhammed Medine Yahudilerini bağlamı dışında, doğru anlamı
bozarak ayrı pasajları bir araya getirmekle suçlar.1
Bakara suresinde yer alan ayet buna güzel bir örnektir
Bakara 2:75
75.Şimdi (ey mü'minler) siz, bunların size inanmaların mı
umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup vardı ki, Allâh'ın sözünü işitirlerdi de
düşünüp akıl erdirdikten sonra, bile bile onu değiştirirlerdi.
Görüldüğü üzere The Life of Mahomet adlı eseriyle üne kavuşan
W.Muir, Hz.Muhammed ve Kur’an-ı Kerim ile ilgili düşüncelerini ifade
ederken Batının Peygamber efendimize ve Kur’an-ı Kerim’e olan bakışını
yansıtır. W.Muir, Hz. Muhammed’in peygamber olmadığını ve Kur’an’ın da
ilahi vahiy mahsulü olmayıp Peygamber efendimizin yazdığı iddiasında
bulunur. Kur’an-ı Kerim’in ilahi kaynaklı olmadığını, Hz. Muhammed’in Yahudi
ve Hıristiyan kaynaklarından alıntı yaptığını her fırsatta dile getirir. Kur’an-ı
Kerim ile ilgili olarak üzerinde durduğu önemli bir diğer konuda sure ve 1 W.Muir, The Coran, s.229-233
82
ayetlerin tertibidir. Bu tertibi beğenmeyerek kendince bir kronolojik
düzenleme yapar. Ayrıca Kur’an’dan ayetlerle kendi iddialarına yarayan
kısımlarını görüp buna isnaden yorumlarla Müslümanlara Yahudi ve
Hıristiyan kutsal kitaplarının Hz. Muhammed döneminde de tahrif olmadan
varlığını koruduğunu ve bu kitapların hala ilahi kitap olma özellilerini
koruduğunu ispata çalışır. Hz. Peygamber’in Yahudi ve Hıristiyan kutsal
kitaplarından alıntılar yaptığını bunun nedenin de O’nun kendi misyonunu
desteklemek ve diğerlerini kendi yanına çekmek olduğunu iddia eder. Muir’a
göre Hz. Muhammed bu kitapların içeriğinin Kur’an’la örtüştüğünü kabul
etmektedir.
83
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM:
DAVID SAMUEL MARGOLIOUTH’UN KUR’ AN HAKKINDAKİ
DÜŞÜNCELERİ
84
A-DAVID SAMUEL MARGOLIOUTH KİMDİR?
1.DAVID SAMUEL MARGOLIOTH’UN HAYATI
XIX. yüzyılın ikinci yarısında Muir’in çalışmasından sonra, Batı’da Hz.
Muhammed hakkında çok az İngilizce eser bulunuyordu, bunlardan bir kısmı
da Muir’in çalışmasının tekrarı olarak görünüyordu.(Muir’in fikirlerinin tekrarı-
Muir’s theory)1
1861–1905 yılları arasında nerdeyse yarım yüzyıl bu konu üzerine
metodoloji alanında ve ilimde ve din alanında büyüme konusunda yeni
gelişmeler beklerken, yeni bir çalışmasıyla arenaya David Samuel
Margoliouth girdi.2
D.S. Margoliouth, 17 Ekim 1858’de Londra’da doğdu ve 22 Mart
1940’da seksen bir yaşında öldü. O, Ezekiel Margoliouth ve Sarah Iglitzki’nin
tek oğluydu.3 Yahudi haham olan ve Yahudi bir nesilden gelen babası
Ezechiel Margoliouth sonradan Hıristiyan olmuş hatta bir Anglikan misyoneri
olarak Hıristiyanlığın yayılması için çalışmıştır. 4
D.S. Margoliouth’un babasının amcası, Moses Margoliouth (1818–81)
önceden hristiyanlığı seçmiş bir Yahudi idi. İncil ve Doğu çalışmalarıyla
tanınan amca Margoliouth, sonraki yıllarda Buckhinghamshire’daki Little
Linforda kilise papazı olarak görev yaptı.5
1 J.Buaben, Image of the Prophet Muhammad in the West, Leichester: The Islamic Foundation,1996,s.21 2 J.Buaben, Image of the Prophet, s.49 3 J.Buaben, Image of the Prophet ,s.49,50. 4 Abdulhamit Birışık, Oryantalist Misyonerler ve Kur’an, s.114-115 5 J. Buaben, Image of the Prophet,s.49-50 ve Abdulhamit Birışık, Oryantalist Misyonerler,s.114-115
85
Bu bilgilerden de anlaşıldığı üzere D.S. Margoliouth Yahudi bir
kökenden gelmekteydi1 ve güçlü bir Anglikan misyoner ortamı içinde arka
planıyla doğmuştu. Ailesinin etkisiyle Hıristiyan ilahiyatına ilgi duymuş ve
Winchester ve New College Oxford’da Hıristiyan ilahiyat eğitimi almıştı.2
1881-1889 yılları arasında aynı kolejde dersler veren Margoliouth, uzun
bir süre Oxford Arapça kürsüsünde İslam ve Yahudilikle ilgili çalışmalar yaptı.
Margoliouth’ta dikkati çeken en önemli unsurlardan birisi Hz. Muhammed ile
ilgili yaptığı çalışmalarda Muir’ in görüşlerini kabul etmesi ve hatta bazı
konularda daha aşırı değerlendirmeler yapmasıdır.3
Margoliouth oldukça parlak biriydi ve Oxford’daki New College’ı,
birincilikle bitirdi. 1889’da Oxford Üniversitesi’nde Arapça kürsüsündeki
görevi kabul etti bu pozisyonu 1937’de sağlık sorunlarından dolayı emekli
olana kadar devam etti. 1899’da İngiltere kilisesine din görevlisi olarak tayin
edildi ve kısa zamanda dinleyenleri etkilemesiyle ve çok akıllı olmasıyla ün
kazandı. O seyahat etmeyi sevdi ve Hindistan’a konferans vermek için
gitmeyi kabul etti ve bir süre Irak’ta kaldı.
Margoliouth Royal Asiatic Society konseyine üye iken sonradan onun
yöneticisi oldu. Üç yıl boyunca başkanlık yaptı. Bu derneğe mükemmel
hizmetlerinden dolayı bir altın madalya ile ödüllendirildi.1915’de İngiliz
Akademisi’ne üye oldu.1921’de bu akademinin katkılarıyla “The Relations
between Araps and the Israilities Prior to the Rise of Islam” adıyla İslam’ın
doğuşuyla İsrailliler(Yahudiler) ve Araplar hakkında bir konferans verdi. Daha
sonra bu konferansı bir kitap haline getirilerek yayımlanmıştır.
1 J. Buaben, , Image of the Prophet Muhammad in the West, s.49-50 2 J.Buaben, Image of the Prophet Muhammad in the West, s.49-50 3 Abdülhamit Birışık, Oryantalist Misyonerler ve Kur’an, s. 114-115, J.Buaben, Image of the Prophet
s.50
86
Bir kimse belki de Margoliouth’un kendine olan güveninden onun asla
hata yapmayacağını düşünebilirdi. O Ortodoksluğa çok bağlı, doğru olduğu
düşünülen her şeye şüpheyle yaklaşan, Yahudilere sevgi ve sempati duyan
biri olarak tanımlanabilirdi.1
2.DAVID SAMUEL MARGOLIOUTH’UN ESERLERİ
D.S. Margoliouth, amcası Moses Margoliouth gibi, kutsal kitapları
hakkında yazılar, makaleler yazmış, pek çok eser meydana getirmiştir.
O’nun yazı yelpazesi çok geniştir. Zira O, Oryantalist bir âlim olarak
hemen hemen her konuda yazmıştır. Bununla birlikte bazı Arapça metinlerin
tercümesi ve neşrini de gerçekleştirmiş, hatta Arap Edebiyatı’ndaki karmaşık
konuları da ele almıştır. Mohammed and the Rise of Islam kitabıyla birlikte
Mohammedanism kitabı ve konferanslarını topladığı The Early Development
of Mohammedanism adlı kitabı O’na İslam konusunda yetenekli diye bir ün
kazandırmıştır.2
1913’te Londra Üniversitesi’nde verdiği konferanslarının yazıya
geçirilmesiyle The Early Development of Mohammedanism kitabı ortaya
çıkmıştır.
D. S. Margoliouth İslam üzerine oldukça fazla yazdı ancak bunlar içinde
en öne çıkan eseri, Hz. Muhammed’in eleştirisini ve biyografisini verdiği kitabı
“Mahommed and the Rise of Islam” oldu. Zira bu eser Akademik değerde bir
eser verip vermediği Müslümanlar tarafından şüpheyle bakılırken batılı
eleştirmenlerden övgü dolu sözler aldı. 3
1 J.Buaben, , Image of the Prophet Muhammad in the West,s.50-52 2 J.Buaben, Image of the Prophet, s.51 3 J.Buaben, Image of the Prophet, s.51
87
Mohammed and the Rise of Islam adlı kitabı Hz.Muhammed’in hayatına
bakışını anlatır. Kitap on üç bölümden oluşur, İslamiyet öncesi Arap
dünyasını, Hazreti Muhammed’in köklerini analiz ettiği yazısıyla başlar. Sonra
konu Peygamberin önceki hayatı doğrultusunda gelişir, İslam’ın nasıl gizli
büyüdüğünü, açık hale geldiğini, Hicret olayının analizi, ilk savaş konularıyla
devam eder. Yahudi toplumuyla karşı karşıya gelmeyi melodramatik bir
tarzda işler. Sonra Hazreti Muhammed’in Mekke’yi fethederek yeniden şehre
girişini anlatır ve Peygamber’in son dakikalarıyla kitabını bitirir.
D.S. Margoliouth, “Textual Variations of the Koran” adlı makalesinde
Kur’an-ı Kerim’in düzeninin İbranice İncil kadar homojen bir yapıda
olmadığını söyler. Kur’an-ı Kerim ile ilgili çeşitli konulara farklı yazarların
makalelerinde yer verdikleri düşüncelerle açıklık getirmeye çalışır. Bu
makalesinde Kur’an-ı Kerim ile ilgili olarak kendince gördüğü nesh meselesi,
cihad gibi mevzulara değinir. Bu mevzuların olumsuz noktalar olarak Kur’an-ı
Kerim’in eksiklikleri olduğunu iddia eder.
Margoliouth, altı bölümden oluşan Mohammed adlı kitabında yine
Peygamber efendimizin hayatı ve İslam ahlakına, Hukukuna dair konulardan
bahseder, bunu yaparken Kur’an-ı Kerimden ayetlerle anlatır. İslamiyet
öncesi hayata da değinir.
Mohammedanism kitabını Royal Asiatic Society(Kraliyet Asya Derneği)
üyesi iken yazmıştır ve editörlüğünü oryantalist profesör arkadaşları
yapmıştır. Bu kitabında da yine Hz. Muhammed’den, İslam devleti, İslami
kurallar ve uygulanışı, İslam’da sanat, edebiyat ve bilim, Müslüman din
adamları ve Kur’an’dan bahseder. Kitabının ikinci bölümünde Kur’an-ı Kerim
ile ilgili düşüncelerine yer verir.
88
Arap ve İslami çalışmaları doğrultusunda etki uyandıran çalışmalar
yapmıştır : 1898 ‘de Letters of Ebu’l Ala kitabını yazmış, Yakuti’nin Dictionary
of Learned men eserinin yedi cildini1907 ile 1931 arasında editörlüğünü
yaparak oryantalistler dünyasına kazandırmıştır.1
Önemli eserlerinin isimlerini şöyle sıralandırabiliriz:
• Mohammedanism
• The Early Development of Mohammed
• Mohammed and The Rise of Islam
• Mohammed -What did they teach?
• The Relations between Araps and Israelities prior to the Rise of
Islam
• Textual variations of the Koran(makale)
3.DAVID SAMUEL MARGOLIOUTH’UN KAYNAKLARI
Margoliouth, Mohammed and the Rise of Islam adlı kitabının giriş
kısmında, Ahmed İbn Hanbel’in Müsned’ine ve Taberi’nin Tefsiri’ne güvendiği
için kaynak aldığını söyler.2
Margoliouth hadisleri kastederek, geleneğin (hadisin) uydurma olduğuna
götüren etkenlerin sayısı o kadar çok ki “bir tarihçi kasıtlı olarak
uydurulmuşları kesin doğru(kayıt) bilgi olarak kullanmaları tehlikesiyle sürekli
karşı karşıyadırlar,” demektedir.3
1 J.Buaben, , Image of the Prophet Muhammad in the West, s.53 2D.S. Margoliouth, Mohammed and the Rise of Islam, s. v 3D.S.Margoliouth, Mohammed and the Rise of Islam, s. vi
89
Margoliouth, Muir’a oranla daha çok temel kaynağa inmiştir. Ayrıca
Margoliouth’un Arapça bilgisi oldukça iyidir fakat bu durum O’nun eserlerinde
objektif olduğu anlamına gelmez Margoliouth kaynaklar konusunda orijinal
biyografi kaynaklara gidilmesi gerektiği üzerinde durur. Bu görüşüne rağmen
objektifliğini koruyamadığı görülmektedir.1
B- D.S. MARGOLIOUTH’UN KUR’AN HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ
Margoliouth Kuran-ı Kerim’in H.z Muhammed’in kendi eseri olduğu
teorisini gündeme getirir. Zira O, “Kur’an Muhammed’in kendi eseridir” fikrine
tüm kitaplarında yer verir. Hz. Muhammed’in 23 yıl konuşarak misyonunu
anlattığını, gruplar halinde onun dinine dönenler olduğunu, ikna olmayanlara
ise kılıcını çektiğini ve yüzlerce binlercesini kılıçla kazandığını ifade eder.
O’na göre Hz. Muhammed’in Kur’an’ın düzenlenmesinde parmağı vardır. Bu
düşüncesini desteklemek için en ufak bir noktayı dahi kendince yorumlayarak
aktarmaktadır.2
Margoliouth’a göre Hz. Muhammed gösterdiği yetenekleri ile
zamanımızda başarı kazanmış diktatörlerle kıyaslanabilir. Hz. Muhammed’in
biyografisine bakıldığında O’nun en büyük mucizesi olarak iddia ettiği Şeyin
Kuran-ı kerim olduğunu söyler.3 Margoliouth Kuran-ı Kerim hakkındaki
düşüncelerini “Muhammed” adlı kitabında şu şekilde açıklar:
Muhammed’in söylediğine göre Kur’an korunmuştur, saklanmıştır. İlk
vahye baktığımızda “Allah O’na öğretti, O hiçbir şey bilmiyordu.”
denilmektedir Müslümanlara göre Kuran’ın içeriği Peygamberin kalbine
Cebrail meleği tarafından ilham edilmiştir. Aslında Kur’an’ın mucizevi
1 J.Buaben, Image of the Prophet in the West, s.312,313 2 D.S.Margoliouth, Mohammed and the Rise of Islam.,s.vii,s.69; The Early Development of Mohammedanism, s.4 3 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.2
90
karakteri, eşsiz derecede ahenkli olması ve Peygamberin diğer başka
kaynaklardan öğrenmiş olmasındadır. Mesela Kur’an-ı Kerim’de bir ayet
bununla ilgilidir. 1 “Eğer insanlar ve cinler birleşip Kur’an gibi bir şey üretmeye
çalışsalardı başarılı olamazlardı.2
Buna örnek olarak Mücadele suresinin ayetlerini yorumlama tarzını
verebiliriz:
“Ey inananlar, siz Elçi ile gizli konuşacağınız zaman bu gizli
konuşmanızdan önce bir sadaka verin. Bu sizin için daha hayırlı ve daha
temizdir. Şâyet (sadaka verecek bir şey) bulamazsınız, Allâh bağışlayandır,
esirgeyendir.
Gizli (özel) bir şey konuşmanızdan önce sadaka vermekten korktunuz
da mı yerine getirmediniz? Fakat Allah da sizi affetti. Şu halde namazı kılın,
zekatı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Allah, yaptıklarınızdan haberi
olandır.”3
Ayetlerin daha iyi anlaşılması açısından Mevdudi’nin bu ayetleri
tefsirine bakalım:
“İbn Abbas, bu ayetin nüzul sebebini şu şekilde açıklar: bazı
Müslümanlar, Hz. Peygamber'in (s.a.) yanına gelerek kendisiyle gizlice
konuşmak istediler. Hz. Peygamber'in (s.a.) bu tekliften rahatsız olması
üzerine de, Allah O'nun yükünü hafifletmek için bu emri indirir. (İbni Cerir).
Zeyd bin Eslem ise, şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a) kendisiyle özel
görüşmek isteyen hiç kimseyi geri çevirmezdi. Bu yüzden de dileyen gelir,
kendisiyle özel görüşme talebinde bulunurdu. Hatta kendisine, özel
görüşmeye değmeyecek şeyler sorarlardı. Üstelik o günler tüm Arabistan'ın
1D.S. Margoliouth, Mohammed, s.2 2 Bakara 2:3 3 Mücadele 58:12,13
91
Medine'ye karşı savaş durumunda olduğu bir dönemdi. Bazen biri gelerek,
Hz. Peygamber'e (s.a.) fısıltılı bir şekilde konuşur ve bu konuşmanın hemen
ardından şeytan, "Bu adam filan kabilenin hücum edeceği haberini getirmiş"
şeklinde Müslümanlar arasına dedikodular yayardı. Böylece Medine'nin her
tarafında asılsız haberler dolaşmaya başlamıştı. Öte yandan münafıklar bu
hadiseleri fitne çıkarmak için istismar ederken, "Muhammed duyduğu her
şeye inanır" diyorlardı. İşte bu nedenlerden ötürü, Allah Teâlâ, bu ayeti
indirerek, gizli konuşmadan önce sadaka verilmesini emretti. (Ahkam'ul
Kur'an, İbn'ul-Arabi), Katade, "Bazı kimselerin kendilerine büyüklük atfetmek
ve etrafa Hz. Peygamber (s.a) ile çok yakın olduklarını göstermek için O'na
özel görüşme talebinde bulunduklarını" söyler.
Hz. Ali, bu ayet nazil olduğunda, Hz. Peygamber'in (s.a.) kendisine
"sadaka miktarı ne kadar olsun? Bir dinar yeterli mi?" diye sorduğunu ve
kendisinin de O'na, bu miktarın fazla olup, herkes veremez, dediğini rivayet
eder. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) ona, "Yarım dinar olmasına ne
dersin?" diye sorar. O yine bu miktarın fazla olduğunu söyler. "O halde ne
kadar olmalı?" diye Hz. Peygamber (s.a) sorunca, Hz. Ali: "Bir arpa tanesi
kadar altın versin" der. Bu sefer Hz. Peygamber (s.a) ona "Sen çok az bir
miktar tavsiye ettin" diye karşılık verir. (İbn Cerir, Tirmizi, Müsned-i Ebu
Yâlâ). Başka bir rivayette Hz. Ali şöyle diyor: "Kur'an'ın bu ayeti, öyle bir
ayettir ki benim dışımda hiç kimse onunla amel etmemiştir. Çünkü, bu ayet
nazil olduğunda ben sadaka verdim ve sonra Hz. Peygamber'e (s.a.) bir
mesele hakkında soru sordum." (İbn Cerir, İbn Münzir, Abd bin Humeyd)
Onüçüncü ayetteki emir, önceki emrin nazil olmasından çok kısa bir
zaman sonra nazil olmuş ve bu emirle sadaka şartı yürürlükten kaldırılmıştır.
Ancak bu emrin ne kadar bir zaman yürürlükte kaldığı hususunda ihtilaf
vardır. Katade, bir günden az bir zaman sonra yürürlükten kaldırıldığını
92
söylerken, Mukatil bin Hayyan, bu müddetin (ki en fazla müddet bildiren
rivayettir) 10 gün olduğunu söyler.1
Margoliouth ayetlerin ihtiva ettiği anlam ve gayeyi anlamaktan uzaktır.
Margoliouth’nun iddiasına göre Hz.Muhammed bu kuralı geri çekmek
zorunda kaldı, çünkü bu insanlara ağır geldi. Üstelik Kur’an’daki metnin
kendisinde yürürlükten kaldırıldığına dair bir ifade yok demektedir.2
Margoliouth’un En’am 6:68.ayeti yorumlaması da ilginçtir:
“Âyetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğün zaman,
onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir; eğer şeytân sana
(bunu) unutturursa hatırladıktan sonra (hemen kalk), o zâlimler topluluğuyla
beraber oturma!”
Margoliouth’a göre bu ayet Peygamberden inanmayanlarla konuları
tartışmaktan kaçınması istenmektedir. Üstelik Peygamber efendimize de
ithamda bulunur. O’nun münakaşalarda kendini çok kolay kontrol
edemediğini, Hz.Muhammed’in şiddete çok eğilimli olduğunu soru soranlara
aşağılayıcı cevap verdiğini belirtir. Bu ayetinde kendini kontrol etmesi
gerektiğiyle ilgili olduğunu iddia eder.3 Halbuki, bu ayet İslami gerçekleri
aşağılamak , dalga geçmek isteyenlerle vakit kaybetmemesini söyler.
1 Eb’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an,cilt:6,s.164,165 2 D.S.Margoliouth, Mohammed and the Rise of Islam.,s.216,217. 3 D.S.Margoliouth, Mohammed and the Rise of Islam,s.127
93
Margoliouth’nun Kur’an anlayışı Medine nazil olan vahiyleri ele alırken
de görülür. O, Peygamberin arkadaşlarının dahi, vahiylerinin köklerinin
anlaşılmasına asla izin vermez, demektedir.1
Peygamber hayattayken Kur’an tamamlanmamıştı, O’nun ölümü
Kur’an’ı tamamladı, sonradan sureler arkadaşları tarafından kategorilere
ayrılıp bir araya getirildi diyen Margoliouth Kur’an’ı bize ulaştığı şekliyle analiz
etmeye çalıştığını söyleyerek, Ankebut 29: 46–49 ayetlerle Kur’an’ın
indirilişiyle ilgili ayetlere yer verir:
“Kitap ehli ile zulmedenleri bir yana ancak en iyi bir şekilde mücadele
edin ve deyin ki: "Biz, hem bize indirilene iman ettik, hem size indirilene ve
bizim ilahımız ile sizin ilahınız birdir. Ancak biz yalnız O'na teslim
olmuşuzdur."
“İşte sana (öncekileri tasdik eden) böyle bir kitap indirdik. O'nun için
kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ederler. Şunlardan da ona iman
edenler vardır. Bizim ayetlerimizi ancak kafirler inkar eder.”
“Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle
olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı”
Kendi iddialarını bir zemine oturtmak için farklı değerlendirmelerle
ortaya çıkar. Öyle ki Margoliouth Peygamber Efendimizin çocuklarının
adlarını putların isimlerinden koyduğunu iddia eder. Peygamberimizin Hatice
validemizden olan Kasım, Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm, Fatıma, Abdullah
isimli çocuklarını kasteder. Aslında Margoliouth’un bu iddiasına temel teşkil
edecek bir dayanağı yoktur. Hz.Muhammed’in o dönemde tek tanrılı bir
1 D.S.Margoliouth, Mohammed and the Rise of Islam, s.217
94
inancı olduğuna ya da onların dininden döndüğüne dair çıkarım yapılabilecek
hiçbir şey yoktur, der. 1
Margoliouth , “Mohammed and the Rise of Islam”adlı kitabında
Welhausen’in (Berlin ,1987 s.34) “Reste Arabischen Heidentums” adlı
kitabından alıntı yapmış ve Hz.Muhammed, Uzza adlı puta kendi elleriyle gri
bir koyun kurban ettiğini itiraf etmiştir. Hatta kanıt göstermeksizin şöyle bir
hikâyeyi de beyan eder; Peygamber Mekke’nin Haniflerinden (tek tanrılı dini
olanlarından) Zeyd b. Amr’ı putlara sunduğu etten hazırlanan yemeğe iştirak
etmesi için davet eder. Zeyd bu eti yemeği reddeder.2 Hâlbuki Peygamber
Efendimiz’in putlara tapmaya nasıl karşı çıktığı ve İslam dininin Tevhit
inancını temel aldığı gerçeğine kendini objektif bir bilim adamı olarak
nitelendiren Margoliouth, gözlerini kapatmış olmalıdır.
1. D.S. MARGOLIOUTH’A GÖRE KUR’AN’IN ORJİNALLİĞİ
D.S.Margoliouth’un tıpkı Muir gibi kendini ortaçağ bakış açısından
kurtaramadığı görülmektedir. Margoliouth’a göre Hz. Muhammed bir
sahtekârdır ve Kur’an-ı Kerim O’nun kendi eseridir. Kur’an, Peygamber’in
düzenlemiş olduğu bir kitap olduğuna göre, bu kitabı oluşturacak bilgileri bir
yerden alması gerektiğini düşünerek, adres olarak o dönemdeki ve o
çevredeki Yahudi ve Hıristiyanları göstererek, Yahudi ve Hıristiyan kutsal
kitaplarından fikirleri çalmış olduğunu söyler.
Margoliouth, böylece Hz. Muhammed’e bunları öğretecek bir öğretmen
arar ve bu kişi Hz. Hatice’nin kuzeni Varaka bin Nevfel’dir. Varaka, İslam’ın
başlarında çok şey yapmış görünüyor. İncil’i ya da en azından bir kısmını
Arapça’ya tercüme edebilirdi ve bu da sonradan peygamberin çok işine
1 D.S.Margoliouth, Mohammed and the Rise of Islam , s.69-70 2 D.S.Margoliouth. , Mohammed and the Rise of Islam , s.70
95
yaramıştır, demektedir. Bu düşüncesini biraz daha ileri boyutlara taşır ve
Yahudi yolculardan ya da karşılaştığı diğer Yahudilerden onların kutsal
kitaplarından öğrendiklerini, Kur’an’da yer vermiştir, demektedir.1 Bu
sözleriyle İncil ve Tevrat’ta yer alan bazı ifadelerin Kur’an’ı Kerim’de de yer
almasını bu nedene bağlayıp Kur’an’ı Kerim’in önceki ilahi kitaplardan alıntı
yapılıp Hz. Muhammed tarafından düzenlenildiği fikrini beyan eder.
Margoliouth, Hz. Muhammed’in eğitim görmemiş, okuma-yazması
olmadığını kabul eder 2. Peygamber’in okuma-yazması yoksa nasıl
Tevrat’tan ve İncil’den okuyup alıntı yapacaktır sorusuna cevabı ilginçtir: H.z.
Peygamber’in-o dönemdeki diğer Araplar gibi-çok iyi bir ezber kabiliyetine
sahip olduğunu, Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarını okumadan duyarak
öğrendiğini ve bazı hikâyeleri alıp kendi Kur’an’ına (his Qur’an) yerleştirdiğini
ifade eder.3
Benzer ifadelere diğer kitabında da rastlarız:
“Muhammed’in biyografisine baktığımızda, O’nun iddia ettiğine göre en
büyük mucize Kur’an’dır. Kur’an’ın, ki bu kitap onun duruma göre söylediği
sözleri içerir, muhafaza edilmiş korunmuş olduğunu söyler.
İlk vahiylerin Allah tarafından hiç bilmeyen bir adama yani Muhammed’e
kalemle öğretildiği belirtilir. Onun içeriği Cebrail adlı melek tarafından
Peygamberin kalbine (düşüncesine) ilham edilmiştir.”4
1 D.S.Margoliouth , Mohammed and the Rise of Islam s.42 2 D.S.Margoliouth, Mohammed and the Rise of Islam,s.59 3 D.S.Margoliouth , Mohammed and the Rise of Islam ,s.107 4 D.S.Margoliouth, Mohammedanism,s.63
96
Kur’an’da yer alan bazı bilgilerin sadece orada yer aldığı iddia edilir.
11.surede Nuh’un hikayesi uzunca anlatılır ve sonunda, Peygamber
kastedilerek:
*
* *
“Peygamberlerin haberlerinden, senin kalbini sağlamlaştıracak her
şeyi sana anlatıyoruz. Bunda da sana hak ve inananlar için bir öğüt ve ibret
gelmiştir
İmana gelmeyen o kâfirlere de ki: "Elinizden geleni geri koymayın! Biz
de yapacağımızı yapacağız
Bekleyin, biz de bekliyoruz!”1
Bazen Muhammed’e tanımlanan sahnede olmadığı hatırlatılarak
bunları sadece vahiy ile öğrenebileceği söylenir. 2
Hz. Muhammed’in okuma yazma bilip bilmediği konusunun fazlaca
Kur’an’da yer aldığını ifade eden Margoliouth, Kur’an’dan hangi sure ve ayet
olduğunu belirtmeden örnek verir. Kur’an’da Muhammed’in edindiği bu
bilgilerin doğaüstü bir bilgilendirmeyle olduğu vurgulanmaktadır.3
1 Hud ,11:120-123 2 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.2,3 3 D.S.Margoliouth, Mohammed ,s.4
97
“Sen bundan önce, ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle
olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.”1
D.S.Margoliouth, Mekke halkının genel olarak okuma yazma bilmeyen
insanlar olduğu için ayetlerin sadece sözel olarak halk arasında dolaştığını
söyler. Medine döneminde hem yazınını hem de ezber metodunun unutma
durumuna karşı birlikte kullanıldığını belirtir.
D.S.Margoliouth, Hz.Muhammed’e karşı çıkan Mekkelilerin
şikâyetlerinden bahseder. Mekkelilerin Kur’an melekler tarafından ya da
Allah’ın kendisi tarafından getirilmesini istediklerini görürüz demektedir.
Meleklerin elçisi melek halkına getirirdi cevabının onlara verildiğini de ekler. 2
D.S.Margoliouth, Kur’an-ı Kerim’in ilahi kaynaklı olmadığını ve
Hz.Muhammed tarafından yazıldığını iddia ettiği için, Peygamberimizin
Hıristiyan ve Yahudi kaynaklarından ve bu dine mensup kişilerle
sohbetlerinden alıntılar yaptığına inanır. Mohammed adlı kitabında konuyla
ilgili şu sözlere yer verir:
“Muhammed seyahatlerinde Hıristiyan ya da Yahudi yolcularla
karşılaştığını düşünebiliriz. Kur’an’da Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında
geçen bir sürü isim var. Mesela Yunus-Jonah, İlyas-Elijah.
Diğer isimler ya da teknik kurallar İbranice ya da Süryanicedir. Hadis
geleneği bize bir zamanlar irtibatı olmuş bir rahip olan Bahira’nın ismini verir.
Mekkeliler Muhammed’in o bilgileri yabancı kaynaklardan edindiğini iddia
ediyorlardı. Hem Yahudilik hem de Hıristiyanlık O’nun doğduğu zamanlarda
Arap yarımadasında hatırı sayılır bir yere sahipti. Fakat o dönemde İncil’in
1 Ankebut, 29:48 2 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.5
98
Kureyş ya da diğer Arap diyalektlerine çevrilmiş bir nüshası olduğuna dair bir
delil yok.”1
Kur’an-ı Kerim’in cem edilip çoğaltılmasına da değinen Margoliouth,
Hz. Peygamber’in hayattayken, Kur’an’ın bir kitap haline getirilmiş standart
bir nüshasının olmadığını ifade eder. Üçüncü halifenin emriyle böyle bir
standart nüshanın oluşturulup diğerlerinin yakıldığını ve bunun politik bir
gereklilik olduğunu beyan eder. Fakat sözlü olarak ifade edilen Kur’an’ın tam
olarak doğruluğunu koruyamayacağına işaret ederek, Kur’an’ın sıhhati
konusunda emin olunamayacağını belirtir. 2
Görüldüğü gibi yazarın sözleri Kur’an’ın ilahi vahiy olmadığını
kanıtlama amacına yönelik bilimsellikten uzak sözlerdir.
2.VAHYİN İSLAMÎ DÜŞÜNCEDEKİ YERİ
D.S Margoliouth Kuran-ı Kerim’in vahiy ürünü olduğunu
düşünmemekle birlikte İslam’daki vahiy düşüncesi şu şekilde tanımlar:
“İslam’a göre Kuran-ı Kerim’in dili tanrının konuşmasıdır. Ve O’nun
fikirleri dinleyenleri etkileyecek biçimde ifadesi harikadır. Allah ile iletişim
kuruyor olmak; bu davranışları yönlendirmek için yayınlamak, rehber
durumlar ve davranış kuralları açısından üstün bir kaynak.
1 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.18,19 2D.S. Margoliouth, “Textual Variations of Koran”, The Muslim World, s.334-344
99
İlk ayete baktığımızda, tanrı açıklar ki; O kalemle bilmediği öğretilen
kişidir. Kalemle öğretmek kitap yazmak için genel (yaygın) bir rehberdir1, ve
Kuran-ı görüş de önceki vahiyler bu şekildedir. Yahudi ve Hıristiyan kutsal
kitapları da bu sitille yazılmıştır. Bu da Müslümanların onların sahihliği
hakkındaki tartışmalarıyla çelişir.”2
Margoliouth, Kuran-ı Kerim’in İncil ve Tevrat’ta olduğu gibi bir yazım
stiline sahip olduğunu bu yüzden de Hz. Muhammed’in Kur’an-ı Kerim’i
Tevrat ve İncil’den esinlenerek yazdığını söylemeye çalışır
3.VAHYİN GENEL KARAKTERİ
Margoliouth, Kur’an-ı Kerim’in sadece içeriğiyle değil aynı zamanda
şekilsel olarak da ilgilenir. O dönemdeki Arap Edebiyatı, şiire düşkünlük ve
kafiyeli söylemlere değinir.Vahyin genel karakteri ile ilgili söylediklerine
bakalım:
“Kur’an’da aniden söylenilen bir tarz var, ve süreklilik arzeden
paragraflar Kur’an’da istisna olarak fark edilir. Bu özellik Arap edebiyatı
sanatının iki stiliyle örtüşür ki bu özellik Kur’an’da da vardır: kafiyeli düzyazı
ve şiir. Beyitlerin sonları ritmik olarak birbirine benzer. Cümleler aynı sesle
biter. Bununla birlikte eğer böyle birkaç beyit birleştirilirse şiir oluşturulur,
beyitlerin hepsini aynı harfle kafiyeli olması gerekir. Kur’an’ın bazı pasajları,
çok fazla olmasa da, bu iki sistemin bütünlüğünün işaretlerini gösterir. Bu
örnek dikkate değer:
Elem nashrah leke sadrak 1D.S.Margoliouth bu ayetleri kastetmektedir:”Yaratan Rabbinin adıyla oku. Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en büyük kerem sahibidir. O ki kalemle (yazmayı) öğretti.”Alak,96:1-5 2D.S. Margoliouth, Mohammedanism, s.63
100
Weweda’na anke vizrak
Ellezi enkada zahrak
Warafa’na laka zikrak 1
Müslümanlar Kur’an-ı Kerim’deki kafiyeli söylem ya da şiir stilinin taklit
edilemez olduğunu düşünürler.2
Margoliouth Kur’an’ın Peygamber efendimizin kalbine Cebrail
tarafından ilham edildiğini dolayısıyla gözle görülmediği için, Mekke
müşriklerinin O’na karşı çıkarak gökten yazılı olarak indirilmesini istediklerini
ve Kur’an’ın neden Arapça olarak indirildiğini Kur’an’dan ayetlerle açıklar.3
Kasas 28:86
Sen, o Kitabın, senin kalbine bırakılacağını ummazdın. Ancak
Rabbinden bir rahmet olarak (Kitap senin kalbine bırakıldı). O halde kâfirlere
arka olma.
En’am 6:7
1 İnşirah, 94:1-4 2 D.S.Margoliouth, Mohammedanism, s.64,65 3 D.S.Margoliouth, The Early Development of Mohammedanism, s.7-11
101
Eğer sana kâğıt üzerine yazılı bir Kitap indirmiş olsaydık da onu
elleriyle tutsalardı, yine inkâr edenler, "Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey
değildir!" derlerdi.
Zuhruf 43:3
*
Biz, düşünüp anlamanız için onu Arapça bir Kur'ân yaptık.
Kur’an’ı bir araya getirip toplayanların Mekkeli ve Medineli
Müslümanlara danışarak ellerinde yazılı olarak var olan daha önce
öğrendikleri tüm ayetleri toplayıp yazdıklarını ifade eden Margoliouth,
surelerin bu nedenle büyük ölçüde aynı konuda tekrarlar içerdiğini söylüyor.
Bu tekrarların bazılarında çok az, bazılarında hissedilir derecede farklılıkların
olduğunu belirtiyor.
Bir vaiz ya da konferansçı aynı konuları ya da onların esaslarını pek
çok defa tekrar etme durumuyla karşılaşıyorlar. Hz.Muhammed hayattayken
Kur’an’ın tümünün yazılı belgesi olmadığından tam olarak neyi nereye
yerleştireceklerini bilemediler demeye çalışıyor ve örnekler veriyor: “Musa’nın
ya da İbrahim’in hikâyesinin anlatımlarının her ayrı bölümünü farklı sureler
olarak mı yoksa aynısının farklı versiyonu olarak mı düşünmeleri gerektiğini
bilemediler.” Bu tekrarları içermesinin Kur’an’ı düzenleyenlerin sıkıntısı
olduğunu söylüyor.
Bu kadar çok tekrarın hiçbir kitapta yer almadığını, en azından Yüce
Tanrının böyle yapmayacağını söylüyor.1
1 D.S.Margoliouth, Early Development of Mohammedanism, s.26, Mohammed, s.9
102
Kıraat farklılıklarını kelimelerin yanlış olarak yazıya geçirilmesi olarak
görür. Okuyucular doğru okuyuşun hangisi olduğuna nasıl karar vereceklerini
bilemezler der. Sessiz harflerde anlaşmazlık olmadığını, sorunun sesli
harflerde olduğunu söyler. Bazı kelimelerde böyle bir anlaşmazlık olduğunda
kelimesi anlamını ciddi bir şekilde etkileyeceğini belirtir. 1
4.KUR’AN’IN İÇERİĞİ
Kuran’ı Kerim’in ihtiva ettiği konular üzerine Margoliouth şu
değerlendirmeleri yapar. Kur’an edebiyatının bir bölümü durumlara göre inen
vahiy üzerindedir, örneğin; metin bildirildiğinde peygamberin yaşamındaki
tarihi olayların anlatımı. Daha sonra biz peygamberin yaşamında bunun
yansımalarının daha fazlalaştığını görürüz. Metinde kimleri kastettikleri
açıklanır, mesela peygamberin hanımları ve evlatlık oğlu. Ya da olayların
iması aşikardır. Bedir ve Huneyn savaşları Hayber’in alınması, Mekke’nin
fethi, hacdan (Kabe’den) putperestlerin uzaklaştırılmaları, Kuba’daki rakip
caminin inşası bunlara örnektir.2
Medine döneminde sınırları genişleyen ülkenin hükümdarı ve büyüyen
bir ordunun komutanı olarak, Hz. Muhammed’in görevlerinin yeni koşullara
göre şekillendiğini ve peygamber olarak işleriyle birleştiğini belirtir.
Margoliouth, Medine dönemi vahiylerinin Mekke dönemine göre biraz daha
sıradan olduğunu düşünür. Fakat Kur’an’ın yine tüm sorulara cevaplar veren
ve tüm zorluklarda yol gösterici niteliğini koruduğunu belirtir. İkinci sırada yer
alan surelerin en uzununda (Bakara suresi) İslam öğretisinin bir çeşit devamı
olduğunu, diğer Medine dönemi surelerinde de Yahudilere saldırıldığı gibi, bu
surenin bir kısmında da Yahudilere karşı polemikler yer aldığını söyler.
1 D.S.Margoliouth, “Textual Variations of the Koran”, The Muslim World, sayı:15,1925, s. 334-44. 2 D.S.Margoliouth, Mohammedanism, s.66,67
103
Bu sözlerden anladığımız kadarıyla her fırsatta Margoliouth kökeninin
Yahudilere dayanmasının da etkisiyle olsa gerek, Kur’an-ı Kerim’de
Yahudilere karşı sarf edilen sözlere vurgu yapıyor.
İslam’ın ana doktrini olan, Allah’ın tek ve bir olmasının ve gelecek
yaşamın (ahiret hayatı) önceki kadar çok vurgulanmadığına dikkat çeker.1
Kur’an’da, anlamında şüpheye yer bırakmayan sabit ayetler (muhkem
ayetler) olduğu gibi, iki veya daha fazla anlama gelebilecek, ya da sadece
izahatını Allah’ın bilebileceği ayetler (müteşabih ayetler) bulunduğunu
belirtir.2
D.S.Margoliouth, anlamını sadece Allah’ın bilebileceği ayetler diye
bahsederken huruf-u mukattayı da kasteder.
Kur’an-ı Kerim’de yol göstermek için emir zinciri şeklinde çeşitli ayetler
olduğunu belirtir. Bu ayetler erdemli davranışların bir sıralaması, uyarıyıda
içeren tavsiyeler olabilmektedir. Margoliouth ayetlerden bu emirlerin listesini
çıkarır. Böyle bir listenin örneği olarak şu ayetleri örnek verir 3
En’am 6:151-153
*
1 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.22,23 2D.S. Margoliouth, Mohammed, s.23,24
3D.S.Margoliouth, Mohammed, s.72. Margoliouth, burada sadece 152. ayet olarak belirtmiştir fakat
ayet numaralarını eksik vermiştir.
104
*
151. De ki: Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na
hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla
çocuklarınızı öldürmeyin, sizin de onların da rızkını biz veriyoruz. Kötülüklerin
açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Haksız yere Allah'ın haram kıldığı cana
kıymayın. Düşünesiniz diye Allah size bunları emretti.
152. Yetimin malına yaklaşmayın: yalnız erginlik çağına erişinceye
kadar (onun malına) en güzel biçimde (yaklaşabilir, onu uygun tarzda
sarfedebilirsiniz); ölçü ve tartıyı tam adâletle (dengeli) yapın. Biz, kişiye
gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söylediğiniz zaman da akrabânız
da olsa adâlet yapın ve Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Hatırlayıp öğüt alasınız
diye (Allâh) size bunları tavsiye etti.
153. İşte benim doğru yolum budur, ona uyun, (başka) yollara
uymayın ki, sizi O'nun yolundan ayırmasın! Korunmanız için (Allâh) size
böyle tavsiye etti.
Bu ayetlerde dokuz tane emir silsilesi olduğunu belirtir:
1. Allah’ a ortak koşmayın.
2. Anne-babanıza iyi davranın.
3. Yoksulluk nedeniyle çocuklarınızı öldürmeyin.
4. Kirli işlere bulaşmayın.
5. Allah’ın kutsal kıldığı ruhunuza(canınıza ) kıymayın.
105
6. Yetim malına, o ergenlik çağına gelene kadar (sadece güzel
şekilde sarf edebilirsiniz) yaklaşmayın.
7. Doğru ölçüler ve tartılar kullanın.
8. Konuşurken akrabanız bile olsa dürüst olun.
9. Allah’ın ahitine bağlı kalın.1
Mekke’nin fethinden sonra kadınların İslami toplumda daha etkin hale
gelmesiyle, Hz. Muhammed’in (s.a.v) çeşitli düzenlemeler yaptığını söyler.
Düzenlemelerden kastı tabiî ki ayetlerdir.2
“Ey peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak
koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zinâ etmemeleri, çocuklarını
öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftirâ uydurup getirmemeleri, iyi
bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana bi'at ederlerse onların
bi'atlerini ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allâh, çok bağışlayan,
çok esirgeyendir.”3
Bu ayetlerden de emirler zinciri çıkartır:
1. Onlar hiçbirşeyi Allah’a ortak koşmayacaklardır
2. Onlar çalmayacaklardır.
3. Zina etmeyeceklerdir.
4. Çocuklarını katletmeyeceklerdir.
5. İftira atmayacaklardır.
6. Doğru olan hiç bir şeyde Muhammed’e karşı çıkmayacaklardır.
1 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.72 2 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.73 3 Mümtehine 60:12
106
Margoliouth, İsra, 17: 24–40 ayetlerde bu emirlerin tekrar edildiğini
ama daha fazla ayrıntıya girilerek çeşitli konulara açıklık getirildiğini ifade
eder.1
Peygamber efendimiz Medine’ye gittiği zaman, Kur’an’ın başka bir
form kazandığını belirten Margoliouth konuyla ilgili şu ifadelere yer verir:
“ Kur’an daha çok o dönemde gelişen olaylarla ilgilendi, efsanevi ya da
tarihi geçmişe başvurmak yerine kısa zaman önce olmuş olaylardan ahlaki
kurallar, dersler çıkarıyor (oluşturuyor). Kur’an, Müslümanların Uhut’ta neden
yenildiğini, Peygamberin evlatlık oğlunun karısını neden aldığını, O’nun
hanımlarına söz vermekten neden kaçındığını anlattı; Kur’an Ayşe’nin (r.a)
onurunu korudu, O birçok zaferi öve öve bitiremedi, O düşmanlarını ve
bağlılığını yitirmişleri tehdit etti. Uygulamaların çeşitli formlarını düzenledi:
mirasın paylaşılması, evli çiftler arasındaki uyuşmazlıklar, v.s.”2
Margoliouth, Peygamberimize itaat etme konusuna değinir: “İslam’ı
kabul etmek demek Peygambere itaat etmeye söz vermek demektir. Bazıları
bunun meşru ve şeref verici olduğunu düşünse de, zaten böyle bir koşul
Peygamberin bir diktatör olduğu anımsanınca çok büyük bir anlam ifade
etmiyor. 3
Kur’an’ın hükümlerinin tutarsız ve kendi içinde çeliştiğini düşünen
Margoliouth ahlaki ve metafizik sorulara tam doğruluk (kesinlik)
bekleyemeyeceğimizi iddia eder. Kur’an’ın metafiziğini konuşacak olursak,
onda tarih çelişkisi (zaman tutarsızlığı) görünüyor diyerek bir örneklendirme
yapar. Kur’an inanmayanların karşı çıkmasını, Allah’ın fiiliyatına bağlar. Bir
1 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.73 2D.S. Margoliouth, Early Development of Mohammedanism, s.14 3 D.S.Margoliouth, Early Development, s.15
107
kişinin İslam’ı kabul etmesi Allah’ın o kişinin göğsünü (kalbini) genişletmesi
sebebiyle olduğunun Kur’an’da yer aldığını söyler.1
En’am suresi 6:125
*
125. Allâh kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslâm'a açar, kimi de
saptırmak isterse onun göğsünü, (o kimse) göğe çıkıyormuş gibi dar ve
sıkıntılı yapar. Allâh. inanmayanların üstüne işte böyle pislik (sıkıntı) çökertir.
Yunus 10:99-100
*
*
99.Bir kişinin İslam’ı reddetmesinde göğsünün (kalbinin) kapatıldığı,
Allah’ın böyle birini sağır ve kör yaptığı, mühürlediği ve böylece onları
kullanamadığının söylendiğini belirtir.
100. Allah'ın izni olmadıkça hiç kimsenin iman etmesi mümkün
değildir. O, aklını kullanmayanlara kötü bir azap verir.
Allah’ın cezalandırılmasına karar verdiklerini kurtarmanın imkansız
olduğunun Kur’an’da anlatıldığına değinir. Örnek olarak verdiği ayet şudur:
Zümer suresi 39:20
1 D.S.Margoliouth, Early Development, s.46
108
20.Fakat o Rablerine sığınarak korunanlar için altlarından ırmaklar
akan kat kat yapılmış odalar ve balkonlu köşkler vardır. Bu Allah'ın va'didir.
Allah va'dinden dönmez.
Muhammed’in (s.a.v) insanları inanmaya zorlayamayacağı Kur’an’da
belirtildiğini ifade eder.
Allah inanmayanlar hakkında neye hükmettiyse, bunun
değiştirilemeyeceğinin Kur’an’da yer aldığını söyler.
En’am suresi 6:149
*
149.De ki: "Kesin ve açık delil ancak Allah'ındır. O, dileseydi, sizi hep
birden doğru yola iletirdi."
Nahl suresi 16:37
*
37.(Ey Muhammed!) Sen o kâfirlerin hidayete ermelerini ne kadar
istesen de Allah, saptırdığı kimseyi hidayete erdirmez. Onların hiçbir
yardımcısı da yoktur.
Margoliouth’un ayetlerin manasını tam olarak anlayamamasından olsa
gerek, bu ayetlerin İslam inancının iddiasıyla çeliştiğine inandığını görüyoruz.
109
Margoliouth, Kur’an’ı Kerimde kesin olarak tutarlı olan tek noktanın, ilk
emir olduğunu düşünür: “Allah’tan başka ilah yoktur.” Bu ilkenin zaten bütün
peygamberlerin getirdiği yegane mesajdır demektedir. 1
Kur’an’da anne-babaya iyi davranılması gerektiğinden bahsedildiğini,
fakat İbrahim peygamberin durumundaki gibi bir sıkıntıyla karşılaşılırsa ne
olacağını sorar: “Eğer anne-baba inanmayanlardan ise ne olacak?” 2
İsra 17:24
*
24. İkisine de acıyarak tevazu kanatlarını indir. Ve şöyle de: "Ey
Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de
kendilerine merhamet et."
Ankebut 29:7
*
İnanıp iyi işler yapanların, mutlaka kötülüklerini örteceğiz ve onları,
yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandıracağız.
Lokman 31:14
*
Gerçi insana anasına, babasına (itaat etmeyi) de tavsiye ettik. Anası
onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. (Onun) sütten ayrılması da iki yıl
içindedir. Bana ve anana-babana şükret diye de (tavsiye ettik). Dönüş ancak
Banadır.
1 D.S.Margoliouth, Early Development of Mohammedanism, s.46 2 D.S.Margoliouth, Early Development of Mohammedanism,s.47
110
Margoliouth sözlerine şöyle devam eder:
“Fakat 40. surede göçten dolayı, Bedir savaşından sonra, bu durum
önemli bir sorun teşkil eder ve Müslümanlara kendileri ve inanmayanlar
arasındaki daimi düşmanlık beyan edilir ve İbrahim’in babası için dua
edeceğine dair verdiği sözün istisna olduğu söylenir.” 1
Kur’an’da Yusuf 12: 111, Duhan 44: 3,En’am 6: 38’de Kur’an her şeyi
içeren bir kitaptır dendiğini ifade eden Margoliouth bir kıssa anlatır:
N.Bonaparte Müslümanlara Kur’an’da her şeyin yer alıp almadığını, mesela
top dökümü, barut yapımı gibi şeyleri içerip içermediğini sorunca onlar da
içerdiğini söylediler; ama her okuyan kişinin onları nasıl bulacağını
bilmediğini itiraf ettiler. 2
Burada tipik ortaçağ batılı zihniyetine şahit oluyoruz. Napolyon
kendince Müslümanların kitabını aşağılamak ve orada bulduğu bir eksikliği
Müslümanların yüzüne vurmaya çalışmaktadır. Napolyon’a cevap veren
Müslümanlar da batının üzerlerinde oluşturduğu baskının etkisiyle kompleksli
cümleler sarf ediyorlar.
D.S.Margoliouth’da bu örneği vererek kendi düşüncesine dayanak
teşkil etmiştir.
5.KUR’AN’IN ANA TEMASI
D.S.Margoliouth’a göre Kur’an’ın ana teması şudur:
“Kur’an’ın ana teması sürekli olarak belirtilen Allah’ın, bir ve tek
olması, yeniden dirilişin ve yargılanma gününün olması, İslami ilkeleri
1 D.S.Margoliouth, Early Development of Mohammedanism ,s.48 2 D.S.Margoliouth, Early Development of Mohammedanism ,s.40-41
111
reddedenlerin karşılaşacağı felaketlerin uyarısı ve bu ilkeleri kabul edenlere
verilecek ödülün vaad edilmesidir.”
Kur’an’ın ana temasını açıkladıktan sonra Kur’an’da yer alan konular
ile ilgili şu sözleri sarfeder:
“Eski Ahit’te yer alan hikayeler, Kur’an’da yeniden sergilenmektedir.
Kiliseye göre meşru olan ya da rivayete dayanan İnciller, Yahudi ya da
Hıristiyan geleneği, o hikayeler, işte bunların hepsinin temel amacı konuları
kafalara yerleştirmektir. Hikayelerin az bir kısmının kökü çok eskilere dayanır
ve O bunlar için tek kaynaktır. Diğer konular, dualarda kullanılan
bölümler ve hukukla ilgili olanlardır(yasalar). Bazı bölümler, o zamanda
geçen olaylar, bazı bölümler Peygamber’in ev yaşamı ile ilgili, eleştiriler,
suçlamalar, savunma, yakın arkadaşlarından, düşmanlarından bahseden
pasajlar, zaferlerin ardından sevince işaret eden, yenilgiyi anlatan kısımlar,
şikayetler, tehditler ve hatta lanetlemeler yer alır. 1
D.S.Margoliouth, Kur’an-ı Kerim’in olaylarla anlatıldığına işaret eder.
Bir olay olunca Kurani bir disiplin veriliyor, bu bizim kitabı sadece
Muhammed’in öğretisi için kaynak değil bir bakıma da O’nun kariyerinin
kayıtlarıdır, diyerek Kur’an-ı bir tarih kitabı konumuna koyar. Hz.Muhammed’i
de tarihi bir karakter olarak tanımlar, bir peygamber olarak değil.
Margoliouth, eğer Kur’an-ı Kerim kronolojik olarak düzenlenseydi kolay
olurdu demektedir. Sıralama kronolojik olmadığından aynı sure Peygamberin
kariyerinin çok farklı dönemlerine ait söylemleri içerir. Durumlarda çok fazla
belirsizlik var. Bir surede bir kişiden bahsedilirken kim olduğu tam
anlaşılmamaktadır diye serzenişte bulunur. Ayetlerin siyak-sibak ilişkisini ve
ayetlere açıklık getiren hadis geleneğini göz ardı eder.
1 D.S.Margoliouth, Mohammed,s.6
112
Peygamber efendimizin vefatından sonra arkadaşları tarafından cem
edilen Kur’an hem çok fazla şey içerir hem de çok az, diyen Margoliouth, çok
fazla şey içermesini şöyle açıklar: Çok fazla çünkü tüm pasajlar ve tüm
hikayeler sürekli tekrarlanıyor, bazı durumlarda defalarca ve küçük
farklılıklarla. Aynı metin farklı bağlamlarda bulunabiliyor, ayetlerin bazıları
nakarat gibi tekrar ediliyor. Margoliouth, tekrarlardan öyle sıkılmışki bir de
öneri de bulunur. Aslında bu tekrarlar çıkartılarak Kur’an daha küçük boyuta
kavuşabilir.
Çok az şey içermesinin sebebini şu cümlelerle açıklar: Çünkü Kur’an
kendisi bazı bölümleri iptal ettiğini beyan eder.1
6.KUR’AN SÜNNET İLİŞKİSİ
D.S. Margoliouth’un Kur’an ile sünnet ilişkisi hakkındaki görüşleri
şöyledir:
Peygamber öğretisinin anlaşılması için, Müslümanlar Kur’an’dan sonra
ikinci bir kaynak olarak sünnet ya da hadise dayanırlar. Avrupalılar hadisi
gelenek olarak adlandırır. Peygamberin söylediklerinin ya da yaptıklarının
korunması için ya da O’nun söyleyip yaptıklarına katkısı için güçlü bir etken
oluyor. Muhammed kendi sözleriyle Allah’tan gelen değişmez, kesin vahiy
arasına açık bir çizgi koyduğunu düşünebiliriz bu durumda.2
Bir konu hakkında Kur’an’da bir kural olmadığında, Peygamberin
sözlerine ya da yaptıklarına bakarak konunun cevabı bulunabilir. Bu prensip
hadis ilmini gerekli kılıyor ve büyük bir gayretle bu ilme sıkıca sarılıyorlar(ilmi
takip ediyorlar) diyen Margoliouth sözlerine şöyle devam eder:
1 D.S.Margoliouth, Mohammed ,s. 7,8,9 2 D.S.Margoliouth, Mohammed,s.10
113
Hz. Muhammed’in hicretten sonra yerleştiği Medine, sünnetin evidir.
Çünkü O’nun arkadaşlarının ve inananların O’nun ne söylediğine ve ne
yaptığına dikkat etme şansları vardı.
Kur’an ile sünnet ilişkisini bu şekilde açıkladıktan sonra, Margoliouth,
hadis ilminde önemli yeri olan Buhari’den bahseder. Bir hadisin güvenilir
olabilmesi için Peygamberin arkadaşlarından birine ulaşan rivayet zincirinin
takip edilmesi gerektiğine işaret eder.
Muhammed, bu dinin ve devletin kurucusu ve düzenleyicisi olduğu
için, şüphesiz pek çok anılmaya değer sözleri söylemiştir. Buhari
söylenilenlere göre doksan bin hadis içinden dört bin tanesini seçmiştir ve
doksan yedi başlık altında düzenlemiştir. 1
Bu değerlendirmeleri yaptıktan sonra kendine göre çıkarım yapar ve
hadislerin yeteri kadar güvenilir olmadığına ve Hz.Muhammed’in öğretisi
hakkında temel kaynağın sadece Kur’an-ı Kerim olabileceğini düşünür.2
C-MUHAMMED-JOSEPH SMİTH BENZETMESİ
Margoliouth Hz.Muhammed’i Joseph Smith’e benzetir. Joseph Smith
Mormonizm mezhebinin kurucusudur. 1830’da ABD’de kurulmuş olan resmi
adı ise The Church of Jesus Christ of Latter-Day Saints olarak bilinen bir
mezheptir. Hz.Muhammed için medyum yakıştırması yapan, Margoliouth,
Peygamber efendimizin uygun zaman için beklediğini, eski yaşamı ile yeni
yaşamı arasındaki geçiş için belli bir periyot olmalıdır, demektedir. Böyle bir
geçiş için çoğu medyum böyle bir yanlışlık dönemi yaşar diyerek Peygamber
efendimizin Hira dağına mağaraya inzivaya çekilmesini bu bağlamda
1 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.11-12 2 D.S.Margoliouth, Mohammed,s.13
114
değerlendirir. Margoliouth, Hz. Muhammed’in Hira mağarasına düzenli
ziyaretlerini, Joseph Smith’in ormandaki gezileriyle kıyaslama yapar.
Joseph Smith’in iddiasına göre kendisinden ulaşılabilen saklanmış
(korunmuş) ve sadece Allah’ın lutfuyla kendinin tercüme edebileceği bir dilde
yazılmış tabletleri (kitabesi) vardır ve Kur’ani vahiyle korunmuş
yazıtlardandır. Bu bağlamda Kur’an’la benzerlik gösterdiklerini düşünür.
Fakat Hz. Muhammed hiçbir zaman sadece kendisinin okuyabildiği,
anlayabildiği, yorumlayabildiği kutsal bir yazıttan okuduğunu iddia etmemiştir.
Kur’an-ı Kerim’de bu iddianın asılsız olduğunu gösteren çeşitli ayetler
mevcuttur.
Yusuf 12:2. ayet
*
2.Muhakkak ki, biz onu anlayasınız diye Arapça bir kitap olarak
indirdik.
Fussilet 41:44. ayet:
*
44. Eğer biz onu, yabancı (dilde) bir Kur'ân yapsaydık derlerdi ki:
"Âyetleri (anlayacağımız) bir dille açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı söz
mü (geliyor)?" De ki: "O, inananlar için bir yol gösterici ve (gönüllere) şifâdır.
İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve o, onlara bir
körlüktür. (Sanki) Onlar, uzak bir yerden çağırılıyorlar (da duymuyorlar).
115
D. S. Margoliouth, Hz. Muhammed’in kitabı diye adlandırdığı Kur’an’ı
Kerim’in Joseph Smith’inkine göre çok daha uzun süre varlığını devam
ettirmiştir, diye düşünür. 1
D.FATİHA SURESİNİ PATER NOSTER’E BENZETMESİ
Margoliouth, Kur’an’daki Fatiha suresini, Matta’da bulunan Pater
Noster duasına benzetir. Bu iki duayı karşılaştırmak için her ikisinin de
tercümesine bakalım:
1.Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla
2.Bütün hamdler, övgüler alemlerin Rabbi Allah’adır.
3.O Rahman’dır, Rahim’dir.
4.Din gününün, hesap gününün tek Hakimidir.
5.(Haydi öyleyse deyiniz): “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden medet
umarız.”
6.Bizi doğru yola, Sana doğru varan yola ilet.
7.Nimet ve lütfuna mazhar ettiklerinin yoluna ilet. Gazaba uğrayanların ve
sapkınlarınkine değil.
Pater Noster duasının anlamı:
“Ey göklerde olan Babamız,
İsmin mukaddes olsun;
Melekutun gelsin.
Gökte olduğu gibi, yerde de Senin iraden olsun.
1 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.89,90,91
116
Gündelik ekmeğimizi bize bugün ver;
Ve bize borçlu olanlara bağışladığımız gibi, borçlarımızı bize bağışla.
Ve bizi iğvaya götürme, fakat bizi şerirden kurtar;
Çünkü melekut ve kudret ve izzet ebedlere kadar Senindir. Amin”
“Din gününün, hesap gününün tek Hakimidir” dendiği dördüncü ayeti
Pater Noster’de yer alan “…kudret ve izzet ebedlere kadar Senindir”
sözleriyle benzerlik gösterdiğini söyler. “…Sur’a üfleneceği gün hükümranlık
O’nundur”1, ayeti ile de benzerlik bulunduğunu belirtir. Bu ayet ile aynı şeyin
kastedildiğini düşünür.
Pater Noster’deki:”Gökte olduğu gibi yerde de Senin iraden olsun”
ibaresinin Allah’ın iradesinin hem yerde hem gökte olacağına şüphe
bırakılmadığını ifade eder. Her ne kadar “bağışlayıcı” ifadesi yer almasa da,
Kur’an’da pek çok yerde geçen “Allah’ın bağışlayıcılığını bilmiyor musunuz?”
doktrini ile örtüştüğünü düşünür.2
Suat Yıldırım bu iki dua metni arasındaki zıtlığa şöyle dikkat çeker:
a)Fatiha, Allah’ın birliğini, O’nun mahluklara benzemekten münezzeh
olduğunu bildirirken, Pater Noster Tanrının babalığı kavramını ihtiva eder.
b)Fatiha, Allah’ın bütün kainatın hakimi olduğu gibi ahiret aleminin de
tek Hakimi olduğunu bildirir. Pater Noster ise Allah’ın adını tenzih edip O’nun
hükümranlığının gelmesini temenni etmekle yetinir.
c)Fatiha teslimiyeti, Allah’ın yardımına ihtiyaç duyan kulun tevazuunu
ifade eder. Oysa Pater Noster, insanın mükemmellik iddiasını içerir, hatta
Yüce Rabbe, kuldaki fazileti örnek gösterme durumuna düşer:”Biz, bize karşı
1 En’am 6:73 2D.S. Margoliouth, Mohammed,s.39
117
yapılan haksızlıkları affettiğimiz gibi, Sen de bizim Sana karşı işlediğimiz
haksızlıkları affet!” Bu, kulluk tavrına aykırı olan bir gurur ve küstahlık sayılır.
Görüldüğü üzere Fatiha ile Pater Noster birbirine zıt iki ayrı metindir.
Öyle ise Goldziher ve hiç düşünmeden onu taklid edenler hangi hakla
“Fatiha, İslam dininin Pater Noster’idir” diyebilirler? Margoliouth’un farkı
“Fatiha, Pater Noster’e tekabül eder” diyerek, biraz daha sinsi ve kurnaz bir
şekilde bu düşünceyi ifade etmesindedir.1
E.KUR’AN’DAKİ BAZI KONULARA İLİŞKİN YORUMLARI
1.ŞEYTAN MEFHUMU
Margoliouth, Kur’an-ı Kerim’de yer alan Hz.Adem ve eşinin yasak
meyveyi yediği için cennetten kovulmalarına ve şeytanın kıyamete kadar
Allah tarafından izin verildiğini ve bu vakte kadar insanları doğru yoldan
ayırmak için uğraşacağına yer verir. Şeytanın cinlerden biri olduğunu, diğer
cinlerin onun çocukları olduğunun ayetlerde geçtiğini belirtir. Bu söylemlerin
Matta, Markos ve Luka tarafından yazılmış ve birbirine çok yakın olan Hazreti
İsa’nın yaşamının anlatıldığı İncillerde yer alan insanların vücutlarına girip
çıkan şeytanlarla biraz benzerlik gösterdiğini düşünür. O şeytanların
gökyüzünde konuşulanlara kulak misafiri olmaya çalışırken kovuldular ya da
göktaşı tarafından kovalandılar demektedir. 2
Şeytanların diğer aktivitelerinin şiirler, yanlış bilgiler ilham etmek
olduğunu, hatta bu sebepten “mecnun” (şeytandan mustarip) kelimesinin
şiirlerde geçtiğini ve bazı Mekkelilerin Peygambere şeytanın musallat
olduğunu iddia ettiklerini belirtir.
1 Suat Yıldırım, Oryantalistlerin Yanılgıları, s.118, 2 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.44
118
Şeytan ile ilgili diğer sözleri şu şekildedir:
“Cinlerin de insanlar gibi Allah tarafından yaratıldığının kıyamet
gününde onların da insanlar gibi hesap verecek olduğunun Kur’an’da yer
aldığının altını çizer. İblis’e yüklenen görev, biz buna tahrikçilik (agent
provocateur) diyebiliriz. İncil’de yer alan şeytanın göreviyle benzerlik gösterir.
O insanları yanıltma çabasında bulunacağını taahhüt eder. Allah’tan izin alır.
İnsanlar günlük işlerini yapmayı unuttuklarında bile, o sorumludur.
Müslümanların hac seremonisinde şeytan taşlama vardır. Onlar şeytana
attıklarını düşünmektedirler.”
Şeytanların zihinlerde yer alması inancı, şeytanın yerleştiği insan
vücudundan dua okuyarak çıkarılması inancı vardır diyen Margoliouth bu
cümlelerine yakın ifadelerin Kur’an’da yer aldığı iki kısa sureye yer verir. 1
Felak suresi:
1. De ki: Sığınırım ben, karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe
2. Yarattığı şeylerin şerrinden,
3. Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden
4. Düğümlere üfleyip tüküren büyücü kadınların şerrinden
5. Ve hased ettiği zaman hasedcinin şerrinden
Nas suresi:
1. De ki: "Sığınırım ben, insanların Rabbine
2. İnsanların pâdişâhına,
3. İnsanların Tanrısına:
4. O sinsi vesvesecinin şerrinden.
1 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.45
119
5. O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar.
6. Gerek cinlerden, gerek insanlardan (olan bütün vesvesecilerin
şerrinden Allah'a sığınırım).
Belki de Margoliouth, İslamı anlatırken şeytan mefhumunu
vurgulayarak bu dinin şeytanî olduğu düşüncesini imgesel olarak ifade eder.
2.NESH ETME
Peygamber günden güne kurallarını değiştirmede bir sıkıntı
görmüyordu, daha önce yürürlükte olanları ortadan kaldırıyor, siliyor yada
onun yerini alabilecek biraz daha iyisini yerleştiriyor diyerek Margoliouth,
nesh etmeyi kendince açıklıyor.
Kur’an’daki yasaların kişinin yada toplumun durumuna göre
değişmesinin savunulacak bir tarafı olmadığını düşünür.1
Nasih-mensuh mevzuunda, Kur’an’da Allah’ın daha iyisini getirmek
için unutturduğu ya da sildiğinden bahsettiğine değinir. Bazılarının
Peygamber Efendimiz tarafından duruma göre eklendiği ya da kendi
eksikliğini gidermek amacıyla ayeti çıkartıp yenisini koyduğunu iddia
etmektedir. Konu ile ilgili verdiği örneklerden biri de cihad ile ilgili olandır.
“İnananlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mallariyle
canlariyle Allâh yolunda cihâdedenler bir olmaz. Allâh, mallariyle canlariyle
cihâdedenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Gerçi Allâh
hepsine de güzellik va'detmiştir ama mücâhidleri oturanlardan çok daha
büyük ecirle üstün kılmıştır:”2 ayeti inince, kör bir adamın bu durumun kendisi
1 D.S.Margoliouth, The Early Development of Mohammedanism, s.49-50 2 Nisa Suresi 4:95
120
için mümkün olmadığını söylemesi üzerine “bedence bir eksiklik olması
haricinde” şeklinde ekleme yapıldığını iddia eder. 1
Nesh meselesini Kur’an-ı Kerim’in bir eksikliği olarak düşündüğünü
sözlerinden anlamaktayız.
3.YAHUDİ VE HIRİSTİYAN KUTSAL KİTAPLARI
Müslümanların Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarına karşı tutumlarını
şöyle değerlendirir:
Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarını tasdik etmek bir tarafa, onların
kasıtlı olarak tahrif edildiği fikri çok önceki tarihlerden beri İslam’ın dogması
haline gelmiştir. Yahudi ve Hıristiyan dokümanlarının kullanılması tamamen
reddedilmiştir.
Görülüyor ki bu teori onların hukuk prensibini oluşturuyor ve
Müslüman hükümeti ile Hıristiyan konuları arasındaki ilişkiyi düzenliyor.2
İslamiyetin genel olarak Hıristiyan ve Yahudilere karşı hoş
bakmadıklarına ve onlara kötü davrandıklarına inanmaktadır.
4.CİHAD
Margoliouth, İslam’ın savaşçı bir din olduğu ortaçağ fikrini gündemine
taşır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Peygamber efendimizin
inanmayanlara karşı silah kullanarak savaşa çok yatkın olduğunu iddia eder.
1 D.S.Margoliouth, “Textual Variations of the Koran”, The Muslim World, sayı:15,1925, s. 334-44. 2 D.S.Margoliouth, The Early Development of Mohammedanism, s.53
121
Böylece Hıristiyanlık barışçı bir din kisvesine sahip olacaktır. Müslümanların
savaşçı olduğunu ifade eder:
Peygamber cihad için insanları teşvik etti, sanki savaş alanında
olmadığı kadar mutlu oluyordu. O savaşarak emperyalist hedefine ulaşmak
için hazırdı, gücü giderek büyüdü. Kur’an’da savaşanlara cennet vaat
ediliyor, demektedir.1
5.KIBLENİN DEĞİŞMESİ
D.S.Margoliouth, edindiği bilgilere göre, Hz.Muhammed’in (s.a.v)
temel doktrinlerinin Güney Arabistan’da, Rahman’a ibadet eden tek Tanrılı
inanca sahip olanlarla yakından ilişkisi olabileceğini düşünür. Şüphesiz,
Medine’nin kuzeyi Darüsselam’a namaz kılarken yöneliyorlardı. Allah’ın
Peygamberi olarak, Yahudilerin ibadet ederken Darüsselam’a döndükleri gibi,
O’da öyle yaptı. Fakat, Yahudilerin düşmanlıklarını görünce, yönünü
değiştirerek, İsmail ve İbrahim ile bağdaştırılan Mekke’de bulunan Kabe’ye
yöneldi.
Hz. Peygamberin önce Yahudilerle aynı yöne yöneldiğinde onları
yanına çekemeyeceğini anlayınca kıbleyi Hz. Muhammed’in Kâbe’ye
çevirdiğini iddia eder. 2 Yahudilerin Hz. Muhammed’e fazla müsamahakâr
davrandıklarını düşünerek kızar.
D.S. Margoliouth, eserleri ile İslam, Hz Muhammed ve Kur’an
hakkındaki düşüncelerine yer vermiştir. Margoliouth’un genel Batılı oryantalist
yaklaşımını ifade eden ciddi iddialarından biri de Kur’an-ı Kerim’in Hz.
Muhammed’in kendi uydurması olduğudur. İlahi bir vahiy olarak kabul 1 D.S.Margoliouth, The Early Development of Mohammedanism, s.63 2 D.S.Margoliouth, Mohammed, s.15
122
etmediği için Kur’an’da yer alan kendince eksiklik olarak gördüğü nasih
mensuh meselesi, kıraat farklılıkları, tekrarlar, sure ve ayetlerin tertibi gibi
çeşitli konulara değinir. Bu fikirlerini ifade eden sözlerine yukarıda yer verdik.
Aynı zamanda O’nun Yahudi ve Hıristiyanlıktan alıntılar yaptığını iddia eder.
Hatta yorumlarında aşırıya giderek Hz. Muhammed’in peygamber olmadığını
söyleyerek sapkın tarikat mensubu bir kişiyle kıyaslama yapar. O’nu
diktatörlükle itham ederek Peygamber efendimizi savaş yanlısı olarak
gösterir. Dolayısıyla Kur’an’ı ve İslam’ı kaleme alırken en baştan beri bir
önyargıyla hareket ettiğini görürüz.
123
SONUÇ
Tarihi yüzyıllar öncesine dayanan Batı’da İslam araştırmalarının bir
sistematiğe bağlandığı , bir program dahilinde yürütülmeye başlandığı dönem
XIX. yüzyıldır. XIX. yüzyıl Batı’nın akademik, teknolojik anlamda ilerlediği
yıllardır. Bu dönemde sömürgeci ve emperyalist politikalarıyla her yönden
kazancını artırma amacını güden İngiltere oryantalist çalışmalarıyla ön plana
çıkar.
XIX. yüzyılı ele alırken özellikle hem bir hükümet görevlisi hem de
oryantalist akademisyen olan Sir William Muir’ı başlangıç noktası seçtik.
Çünkü O, bu yüzyılda bulunan en geniş kapsamlı çalışmalara sahipti ve O
eserlerini Arapça kaynaklar üzerine bina etmiş İngilizce eserlere sahipti .
William Muir, İslam’ın peygamberi Hz. Muhammed ve İslam’ın ilahî
kitabı Kur’an-ı Kerim üzerine çeşitli çalışmalar yapmıştır. Bunlar arasında
özellikle Kur’an-ı Kerim’i incelediği THE CORÂN its Composition and
Teaching ;and the Testimony it Bears to the Holy Scriptures adlı eserinde Hz.
Muhammed’in hayatı doğrultusunda bilgiler sunar. W.Muir’ın Kur’an-ı Kerim
ile ilgili en önemli iddiası Hz. Muhammed’in peygamber olmadığı ve
kendisine geldiğini söylediği vahyin uydurma olduğudur. W. Muir’a göre
Kur’an-ı Kerim Hz. Muhammed’in kendi uydurmasıdır. Kur’an-ı Kerim ile
Hıristiyan ve Yahudi kutsal kitaplarında geçen kıssaların benzerlik
göstermesini Peygamber efendimizin Yahudi ve Hıristiyan kutsal
kitaplarından alıntı yaptığına delil gösterir.
Kur’an-ı Kerim’in ilahi vahiy olmadığı düşüncesine dayanak olarak
gösterdiği diğer bir konu da sure ve ayetlerin tertibidir. Mekke dönemi ve
Medine dönemi sureleri birbirine karışmış, kronolojik sıralama yok diyen W.
Muir, olayların tarihi gelişimi ve Hz. Muhammed’in yaşam seyrini göz önünde
124
tutarak sureleri kronolojik olarak düzenler. The Coran its Composition and
Teaching ;and the Testimony it Bears to the Holy Scriptures adlı kitabının
ikinci bölümünü Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarının Kur’an-ı Kerim’de
övgüyle bahsedildiğini, bu kitapların Hz. Peygamber zamanında sahih olarak
varlığını koruduğunu ve bu yüzden de Peygamber efendimizin kendi
misyonunu güçlendirmek ve iddialarının doğruluğunu kanıtlamak için Yahudi
ve Hıristiyan kutsal kitaplarına başvurduğunu Müslümanlara Kur’an’dan
ayetlerle göstermek için yazdığını ifade eder. Ayetlerle örneklendirme
yaparken kendi iddialarını destekleyici tarzda yorumlarını katar.
XIX. yüzyılın ortalarında W. Muir’ın çalışmalarının dışında orijinal
kaynaklardan faydalanılarak yazılan özgün İngilizce materyal çok az
bulunuyordu. Bunlarda genellikle Muir’ın çalışmalarının tekrarı niteliğindeydi.
İşte tam bu dönemde ortaya çıkan isim David Samuel Margoliouth’dur
D. S. Margoliouth’da da İslam’a, Peygamberine ve Kur’an’a karşı
genel Batılı anlayışını görmekteyiz. O’da Kur’an-ı Kerim’in Hz. Muhammed’in
uydurması olduğunu iddia eder. Hz. Muhammed’i değil bir peygamber olarak
kabul etmek Rahmet Peygamberini savaş yanlısı bir diktatör olarak tanımlar.
Hz. Peygamberin ilahi vahye muhatap olmadığını, kendinin öyle sandığını
çünkü O’nun hasta olduğunu iddia eder. Hz. Muhammed’in okuma yazma
bilmediği için Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitaplarını okuyamayacağını
ancak Yahudiler ve Hıristiyanlarla konuşarak onlardan alıntılarla Kur’an’ı
oluşturduğunu düşünür. Hatta Kur’an’da yer alan Fatiha suresini Matta’da ki
Pater Noster duasıyla çok benzerlik taşıdığını belirterek Kur’an’ın alıntılardan
oluştuğunu gösterme çabasına girer. Aynı zamanda Peygamber efendimizi
sapkın bir tarikat lideri olan Joseph Smith’e benzetir. Aralarındaki farkın
sadece Hz. Muhammed’in dininin daha uzun sürmesi olarak değerlendirir.
Peygamber efendimizin Yahudi ve Hıristiyanlara karşı kötü
davrandığını hatta Yahudileri kendi yanına çekemeyeceğini anlayınca
125
Yahudilerle aynı olan kıbleyi Mekke’ye değiştirdiğini ifade eder. Yahudilere de
Hz. Muhammed’i zamanında engellemedikleri için kızmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’i değişen durumlara göre Hz. Peygamberin kendisinin
işine geldiği gibi değiştirdiğini öne süren Margoliouth, delil olarak nesh
meselesini gösterir. Eğer bu Allah’ın kitabı olsaydı böyle değiştirmezdi
diyerek, Kur’an-ı Kerim’in Hz. Muhammed’in kitabı olduğuna vurgu yapar.
Kur’an-ı Kerim’in İlahi vahyin genel karakterine uymadığını öne süren
Margoliouth’un Kur’an-ı Kerim’i kendi kutsal kitaplarıyla kıyaslayarak
Kur’an’ın ilahi vahiy mahsulü olmayacağı sonucuna vardığını görmekteyiz.
Margoliouth eserlerinde Muir’a oranla konularla ilgili temel kaynaklara
daha çok indiği görülür. Fakat bu durum maalesef Margoliouth’un Kur’an ve
İslam çalışmalarında objektif olmasını sağlamamıştır. Temel kaynaklardan
edindiği bilgileri kendi mantığı çerçevesinde çalışmalarında yansıtır.
Margoliouth, Muir’a göre eserlerinde çok daha sivri bir dil kullanır. Bunda
Muir’ın hükümet görevlisi olmanın verdiği bir ağırlık olabilir.
Her iki oryantalistte, kaynaklardaki bilgilerden hemen hemen
tamamında kendi işlerine yarayan, kendi tezlerini kuvvetlendirecek bilgilere
yer vermektedirler. Akademik anlamda ileri seviyede olmalarına rağmen
doğru olduğuna inanmadıkları karşıt bir dini araştırırken ön yargıyla hareket
etmeleri onların objektif olmalarını engellemektedir. Yaptıkları çalışmalarda
Batı’nın İslamî düşünceye dair eski hükümlerinden vazgeçmiş gibi görünseler
de, dini ilimlerde objektif olabilmek oldukça zordur. Buna birde araştırmaya
başlamadan önce yanlarından hiç ayırmadıkları önyargıyı da eklediğimizde
sonuç hüzün vericidir. Zaten bu yüzyılda çalışmalar yapan diğer oryantalistler
gibi Muir ve Margoliouth’un amacı da Kur’an-ı Kerim’i ve Hz. Muhammed’i
tanımak değil kendince eksik ve şüpheli görünen noktalara değinerek, onları
çürütmek ve Hıristiyanlık yararına kullanarak kendi dinlerini yüceltmektir.
Allah hidayet eylesin. Zira “ Doğu da, batı da Allâh'ındır. Nereye dönerseniz
126
Allah’ın yüzü (zâtı) oradadır. Şüphesiz Allâh'(ın rahmeti ve nimeti) boldur. O
(her şeyi) bilendir.” (Bakara 2:115)
127
KAYNAKÇA Abdülhamit Birışık, Oryantalist misyonerler ve Kur’an,İnsan yayınları,İstanbul,2004 Ahmet H. Berki , Osman Keskioğlu, Hz. Muhammed ve Hayatı, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları, Ankara,1991.
A.J. Arberry, British Orientalists, Londra: William Collins of London, 1943 A. L.Macfie, Orientalism, Longman: Pearson Education, London, 2002
Asaf Hussain, “The Ideology of Orientalism”, Orientalism, Islam and
Islamists, Amana books, USA, 1984
Bernard Lewis, Çatışan Kültürler-Keşifler Çağında Hıristiyanlar, Müslümanlar,
Yahudiler, trc: Nurettin Elhüseyni, Tarih vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2002
Bryan S.Turner, “Outline of a Theory of Orientalism”, Orientalism: Early
Sources, Volume I, Routledge, London, 2000
D. Samuel Margoliouth, Mohammedanism, Home University Library, London, 1912. D. Samuel Margoliouth, Mohammed, Blackie and Son Limited, London, 1939 D. Samuel Margoliouth, The Early Development of Mohammedanism,
Williams and Norgate, London, 1913
128
D. Samuel Margoliouth, Mohammed and The Rise of Islam, The
Knickerbocker Press, London and New York, 1905
Ebu’l A’la Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an:Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri, İnsan
Yayınları, İstanbul, 1986
Edward Said , Oryantalizm, trc. Nezih Uzel , İrfan Yayınları ,İstanbul, 1998.
Jabal Muhammad, Buaben, Image of the Prophet Muhammad in the West,
The Islamic Foundation, UK,1996
John MacKenzie, Orientalism: History, Theory and The Arts, Manchester
University Press, Manchester and New York, 1995
Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü, 12. baskı, Denge Yayınları,
İstanbul, 2001
Mustafa Sibai, Oryantalizm ve Oryantalistler: Yararları ve Zararları, trc:
Doç.Dr. Mücteba Uğur , Beyan Yayınları, İstanbul, 1993
M. Hamdi Zakzuk, Oryantalizm veya Medeniyet Hesaplaşmasının Arka Planı ,trc:Abdülaziz Hatip,İzmir,1993. Norman Daniel, Islam and The West, Edinburg: Edinburg University
Press,1980
Richard Bell, Introduction to The Qur’an, edt.W.M.Watt, Edinburgh University
Press, Edinburgh, 1970
Selahattin Sönmezsoy, Kur’an ve Oryantalistler, Fecr Yayınevi, Ankara,
1998
129
Sir William Muir, The CORÂN its Composition and Teaching; and The
Testimony it Bears to The Holy Scriptures, third edition, E. & J. B. YOUNG &
CO., London and New York, ,1878.
Sir William Muir, The Mohammedan Controversy, Smith, Elder, & Co.
London :The Religious Tract Society, Edinburg,1897.
Sir William Muir, The Apology of Al kindy, SPCK, Second Edition, London,
1887, London.
Sir William Muir, The Life of Mahomet , Smith, Elder, & Co. ,third edition,
London ,1861
Suat Yıldırım , Oryantalistlerin Yanılgıları, Ufuk Kitapları, İst. 2003
Şehmus Demir, Kur’an’ın Yeniden Yorumlanması, İnsan yayınları,
İstanbul,2002
Yücel Bulut, Oryantalizmin Kısa Tarihi, Küre Yayınları, İstanbul, 2004 .
MAKALELER
Abdurrahman Çetin, “Kur’an Kıratlarına Yönelik Yaklaşımlar”, Marife
Dergisi,yıl:2, sayı:3,kış 2002,Konya,s.65-106
Halil İnalcık, “Türkiye ve Avrupa: Dün Bugün”, Doğu Batı Dergisi, Sayı 2, Nisan 2000
130
İsmail Cerrahoğlu, “Garanik Meselesi İstismarcıları”, AÜİF Dergisi, 24.cilt,
s.69-92,1981
İsmail Cerrahoğlu “Oryantalizm ve Batıda Kur’an ve Kur’an İlimleri Üzerine
Araştırmalar”, AÜİF Dergisi , Cilt:31, Ankara,1989
İsmail Albayrak, “Kur’an Ayetlerinin Tertibi Hakkındaki Söylem”, Marife
Dergisi, Yıl:2, Sayı:3,2002
Recep Boztemur, “Marx, Doğu Sorunu ve Oryantalizm”, Doğu Batı Dergisi,
Oryantalizm I, Y:5, S:20, 2002, s.135-150
Salih Akdemir, “Müsteşriklerin Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’e
yaklaşımları”, AÜİF Dergisi, cilt:26,Ankara,1989
Yücel Bulut, “Oryantalizmin Tarihsel Gelişimi Üzerine” , Marife Dergisi , Yıl :
2 , Sayı:3 , 2002, s .13-38
İNTERNET SİTELERİ
http://www.answers.com/topic/william-muir http://en.wikipedia.org/wiki/ William_Muir