135
Anayasa’nın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, yargı bağımsızlığı, kanuni hakim güvencesi, yasaların ve idari işlemlerin geriye yürümezliği ve kişilerin hukuki güvenliklerinin sağlanması, yasaların Anayasa’ya ve idari işlem ve eylemlerin hukuka uygunluğunun yargısal denetimi “Hukuk Devleti” idealini gerçekleştirmeye yarayan araçlardır. Kişilerin, devlete güven duymaları, maddî ve manevî varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Örneğin hukuk güvenliğinin olduğu bir ülkede, bir sabah kalktığınızda çocuğunuzu gönderdiğiniz okuldan dolayı terörist listesine alınmazsınız. Her ay evinize yakın bankaya yaptığınız fatura ödemeleriniz bir gün karşınıza meslekten ihraç gerekçesi olarak çıkmaz. Devletin kontrolünde ve izni ile açılan bir sendika üyeliğiniz nedeniyle açığa alınmazsınız. Bir gün öncesine kadar heykeli dikilecek ve Başbakan tarafından zırhlı araç tahsis edilecek ölçüde kıymet verilen bir savcı iken, bir gün sonra vatan haini ilan edilmezsiniz. Yine bir gün öncesine kadar kahraman ve destan yazan bir emniyet görevlisi iken bir gün sonra düşmana dönüşmezsiniz. Cemaat, Camia, paralel yapı, silahlı terör örgütü 17/25 Aralık 2013’ten sonra Türkiye’de bütün bunların hepsi fazlasıyla gerçekleşti. 17/25 Aralık 2013 tarihlerinde bazı bakanların ve bakan çocuklarının da karıştığı iddia edilen büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarından sonra siyasi iktidar, kendisine karşı bir “darbe” olarak nitelediği bu operasyonlarda rolü olduğunu ileri sürdüğü ve o tarihe kadar “Cemaat, Camia” olarak nitelediği Gülen Hareketini bu kez “paralel yapı” söylemleriyle düşman ilan etti. İktidar partisinin tabanından tavanına kadar kendilerinin de bizzat ilişki içerisinde bulundukları ve tümüyle devletin gözetim ve denetiminde olan bu harekete bağlı veya ilişkili eğitim, sağlık, finans, vakıf/dernek ve sair binlerce kurum da bundan nasibini aldı. “Paralel yapı” söylemi zamanla giderek sertleşti ve yerini “FETÖ/PDY silahlı

humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

  • Upload
    others

  • View
    7

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Anayasa’nın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.

Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, yargı bağımsızlığı, kanuni hakim güvencesi, yasaların ve idari işlemlerin geriye yürümezliği ve kişilerin hukuki güvenliklerinin sağlanması, yasaların Anayasa’ya ve idari işlem ve eylemlerin hukuka uygunluğunun yargısal denetimi “Hukuk Devleti” idealini gerçekleştirmeye yarayan araçlardır. Kişilerin, devlete güven duymaları, maddî ve manevî varlıklarını korkusuzca geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir.

Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Örneğin hukuk güvenliğinin olduğu bir ülkede, bir sabah kalktığınızda çocuğunuzu gönderdiğiniz okuldan dolayı terörist listesine alınmazsınız. Her ay evinize yakın bankaya yaptığınız fatura ödemeleriniz bir gün karşınıza meslekten ihraç gerekçesi olarak çıkmaz. Devletin kontrolünde ve izni ile açılan bir sendika üyeliğiniz nedeniyle açığa alınmazsınız. Bir gün öncesine kadar heykeli dikilecek ve Başbakan tarafından zırhlı araç tahsis edilecek ölçüde kıymet verilen bir savcı iken, bir gün sonra vatan haini ilan edilmezsiniz. Yine bir gün öncesine kadar kahraman ve destan yazan bir emniyet görevlisi iken bir gün sonra düşmana dönüşmezsiniz.

Cemaat, Camia, paralel yapı, silahlı terör örgütü

17/25 Aralık 2013’ten sonra Türkiye’de bütün bunların hepsi fazlasıyla gerçekleşti. 17/25 Aralık 2013 tarihlerinde bazı bakanların ve bakan çocuklarının da karıştığı iddia edilen büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarından sonra siyasi iktidar, kendisine karşı bir “darbe” olarak nitelediği bu operasyonlarda rolü olduğunu ileri sürdüğü ve o tarihe kadar “Cemaat, Camia” olarak nitelediği  Gülen Hareketini bu kez “paralel yapı” söylemleriyle düşman ilan etti. İktidar partisinin tabanından tavanına kadar kendilerinin de bizzat ilişki içerisinde bulundukları ve tümüyle devletin gözetim ve denetiminde olan bu harekete bağlı veya ilişkili eğitim, sağlık, finans, vakıf/dernek ve sair binlerce kurum da bundan nasibini aldı. “Paralel yapı” söylemi zamanla giderek sertleşti ve yerini “FETÖ/PDY silahlı terör örgütü” kavramına bıraktı. Hukukta hiçbir karşılığı olmasa da iktidar partisi 17/25 Aralık’ın milat olduğunu kabul ederek, bu tarihten sonra Gülen Hareketine bağlı kurumlarla ilişkisi olanları terör suçlusu olarak ilan edeceğini bildirdi. “Yeni Türkiye’nin istiklal mücadelesi” olarak adlandırdıkları bu dönemde, istedikleri adımları atabilme konusunda karşılarında büyük bir sorun daha vardı; bağımsız yargı.

Dönemin Başbakanı Erdoğan 12 Mart 2014 tarihinde Kanal24 televizyonunda canlı yayınlanan bir program esnasında kendisi ile röportaj yapan gazeteci Mustafa Karaalioğlu’nun, Erdoğan’ın 17 ve 25 Aralık operasyonlarından sorumlu tuttuğu ve önceleri kendilerinin de “Cemaat, Camia” olarak hitap ettikleri Gülen Hareketi hakkında yine “Cemaat” tabirini kullanması üzerine sert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma, örgüt var, niye korkuyorsun, örgüt var, bir hareket olamaz, örgüt var, cemaat

Page 2: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

de diyemezsin” şeklinde sözler söyledi. Şüphesiz bu sözler yargıya yapılan müdahaleleri ve proje mahkemeler adı verilen yürütmenin güdümünde bir yargı teşkilatı oluşturulmasının perde arkasını sergiler nitelikte.

Proje mahkemeler: Sulh Ceza Hakimlikleri

Dönemin Başbakanı, daha önce “cemaat” adını verdiği Gülen Hareketi hakkında herhangi bir yargı kararı bulunmadığı halde “örgüt” olduğuna hükmetti, süreç içerisinde kamuoyu tarafından bu şekilde algılanmasını sağlamaya yönelik propaganda yapıldı ve sonraki tarihlerde ortaya çıktığı üzere bu algının yargı kararına dönüştürülmesi, yani iddia konusu paralel yapı hakkında “örgüt” kararı verilmesi konusunda proje mahkemeler oluşturulması yoluna gidildi. Bu sonuca ulaşılabilmesinin ancak ve ancak yürütmeye bağımlı bir yargı mekanizması sayesinde mümkün olabileceği, mevcut bağımsız yargı kurumlarının bu amaca ulaşma konusunda engel olduğunun değerlendirilmesi sonucunda, dönemin Başbakanının “bir proje üzerinde çalışıldığı, Sulh Ceza Hakimliklerinin kurulacağı” yönündeki işari beyanlarından da anlaşılacağı üzere, söz konusu amaçları gerçekleştirmek üzere yürütmenin güdümünde bir yargı teşkilatı oluşturmak için yeni arayışlara girişildi.

Adını Erdoğan’ın yukarıda belirtilen söyleminden alan “Proje mahkemeler” planlamasıyla 3 ayaklı bir yargı teşkilatı kurulması öngörüldü:

1- Soruşturma aşamasında karar mercii olarak Sulh Ceza Hakimlikleri,

2- Kovuşturma aşamasında terör ve örgütlü suçlara bakmakla görevli ihtisas mahkemeleri,

3- Temyiz mercii olarak Yargıtay’da yeni bir daire oluşturulması.

28 Haziran 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı yasayla Sulh Ceza Hakimliklerinin kurulması ile proje mahkemelerin birinci ayağı tamamlandı. 16 Temmuz 2014 tarihli HSYK kararı ile de bu hakimlikler faaliyete geçirilerek yeni atamalar yapıldı. İddia konusu paralel yapıya yönelik operasyon merkezi olan İstanbul’da, 17/25 Aralık operasyonlarında tutuklanan Reza Zarrab ve diğer zanlılar hakkında tahliye kararı veren hakimlerin sulh ceza hakimi olarak atanmaları dikkatlerden kaçmadı.

Sulh Ceza Hakimliklerine yönelik en önemli eleştirilerden birisi de kapalı devre sistemine sahip olmasıydı. Yani bir sulh ceza hakiminin verdiği karara karşı, numara olarak kendisinden sonra gelen diğer hakimlik nezdinde itiraz edilebiliyor, savcıların verdiği takipsizlik kararlarına karşı yapılacak itirazlar da yine aynı hakimler tarafından incelenip karara bağlanıyordu. Bu şekilde bir üst merci veya mahkeme tarafından yapılacak denetim imkanı ortadan kaldırıldı.

Birinci aşamadaki sulh ceza hakimliklerinin kurulmasından sonra sıra diğer yargı mercilerinin oluşturulmasına geldi. Bağımsız yargıyı ayak bağı olarak gören siyasi iktidar, mevcut mahkemelerin kendi siyasi amaçlarına ve

Page 3: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

eğilimlerine aykırı karar vermesi ihtimalini nazara alarak yargıyı kontrol altında tutmak için yeni mahkemeler kurma yolunu tercih etti.

İlk hedef HSYK seçimleri

Bunun için ilk hedef 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerinin kazanılmasıydı ve HSYK seçimlerine aday listesi çıkarması için Yargıda Birlik Platformu (YBP) kuruldu. Yargıda Birlik Platformu seçim çalışmalarında iktidarın tüm olanaklarını kullanarak şu araçlardan yararlandı: Ücretsiz toplantı odaları ve ulaşım ayarlandı, hakimlere toplantılara katılmaları telkin edildi, bilgi teknolojileri seferber edildi (hakimlerin e-mail adresleri ve telefon numaralarına erişim sağlandı), maaş zammı ve YBP’nin kazanması halinde disiplin soruşturmalarının düşürüleceği vaat edildi. Son olarak, yeni bir oy sayma sistemi kurularak kimlerin YBP’ye oy vermediğini tespit etmek için bölgesel oy sayımı yerine her il merkezinde ayrı ayrı oy sayımı yapıldı. Seçmen iradesini etkileyecek her yol denendi ve nihayet seçim sonucu beklentilere uygun çıktı; YBP HSYK’da net bir çoğunluk elde etti. Bu sonuç bugün gerçekleştirilmekte olan tasfiyeleri kolaylaştırdı.

‘Proje Mahkemeler’in devamı olarak ‘Görevli İhtisas Mahkemeleri’

Diğer yandan proje mahkemelerin devamı olarak ikinci aşamada terör suçlarına bakmakla görevli ihtisas mahkemeleri kuruldu. Bazı Ağır Ceza Mahkemelerine terör suçlarına bakma görevi verildi ve bu mahkemelerin başkan ve üyeleri yeni oluşan HSYK tarafından değiştirilerek bu yöndeki yapılanma da tamamlanmış oldu.

Son olarak üçüncü aşamada temyiz mercii olan Yargıtay’a da müdahale edildi. TBMM’de çoğunluğa sahip iktidar tarafından Yargıtay Kanununda değişiklikler yapılarak Yargıtay’da yeni daireler oluşturuldu ve bu dairelerin görev dağılımı konusunda yeni düzenlemeler getirildi. Bu arada HSYK tarafından Yargıtay’a 144 yeni üye atandı. Öteden beri terör suçlarına bakmakta olan Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin bu görevine son verildi. Bütün bu müdahaleler sonucunda yeni oluşturulan 16. Ceza Dairesi terör suçlarına bakmakla görevlendirildi.

Bu şekilde proje mahkemeler tüm safhalarıyla birlikte oluşturularak harekete geçirildi. “Paralel yapı” iddialarından sonra, hukuka/seçimlere müdahale edilerek kurulması, üyelerinin seçilme ve atanma biçimleri, yürütme organları karşısında bağımsızlık ve tarafsızlıklarını koruyamama hususunda taşıdığı şüpheler göz önüne alındığında doğal hakimlik ilkesine tamamen aykırı olan bu mahkemeler nihayet kısa zaman içerisinde yürütmenin güdümü altında, siyasi saikle hareket eden kurumlara dönüştü ve muhalifleri sindirme ve yok etme aracı olarak kullanılmaya başlandı.

Artık siyasi iktidarın toplumun herhangi bir kesimi veya muhalif gördüğü kimseler hakkında bir delil olsun veya olmasın, faaliyetleri suç oluştursun veya oluşturmasın “terör örgütü” kararı aldırmasında veya herhangi bir suçtan tutuklama kararından başlayarak mahkumiyete varıncaya kadar

Page 4: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

istediği herhangi bir kararı temin etmesinin önünde hiçbir engel bulunmamakta.

‘Allah’ın lütfu’ 15 Temmuz kalkışması

Siyasal iktidarın bu şekilde Devletin tüm imkanlarını kullanmasına rağmen, Gülen Hareketi’ni terör örgütü gösterme ve kabul ettirme çabaları kamuoyunda tam olarak karşılık bulamadı. Gülen Hareketi’ne bağlı herhangi bir kurumdan bir şekilde istifade eden veya faaliyetlerine katılan insanlar 40-50 yıldır tanıdıkları bu kimselerin terör örgütü olduğuna inanmak istemedi. Gerçekten de 15 Temmuz’dan sonra 100 binden fazla insan gözaltına alındığı halde bir tek çakı bıçağının bile ele geçirilmemiş ve silahlı bir eylemlerine rastlanmamış olmasından da anlaşılacağı üzere iktidarın bu hareketi silahlı terör örgütü gibi göstermesi için elinde hiçbir argüman yoktu.

Bu konuda oldukça zorlanan iktidarın imdadına bilahare “Allah’ın lütfu” olarak niteledikleri (gerçekte faili meçhul olan ve her nedense iktidar tarafından da faili bulunmak istenmeyen) 15 Temmuz kanlı darbe girişimi yetişti. Darbe girişiminin daha ilk dakikalarından itibaren başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, tüm iktidar mensupları ve akabinde Savcılıklar ve HSYK yetkilileri, olaya ilişkin yargılama yapıp kesin hüküm vermişçesine hep bir ağızdan Gülen Hareketini suçladı. Kendileri tarafından da itiraf edildiği üzere normal yasal koşullarda yapılamayacak olan mala mülke el koymalar, kamu kurumlarından ihraç ve tutuklamalar, bu dönemde ilan edilen OHAL sürecinde çıkarılan KHK’ler ile sıradan bir şekle büründü.

KHK rejimine hoş geldiniz…

15 Temmuz sonrasında artık iktidarın muhalif gördüğü herhangi bir kimsenin iddia konusu FETÖ/PDY üyeliğinden veya başka herhangi bir suçtan tutuklanmasının, mal varlığına el konulmasının önünde hiçbir engel kalmadı. O kadar ki, Fethullah Gülen ile aynı fotoğraf karesinde yer alması nedeniyle Doğan Holding Ankara İdari Temsilcisi Barbaros Muratoğlu’nun, MİT tırları ile ilgili haber yapan ve 17 Aralık savcısı Celal Kara ile röportaj gerçekleştiren Cumhuriyet Gazetesi yazarı Can Dündar’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat açılışında bulunduğu Bank Asya’dan kredi çeken gariban esnafın, TBMM eski Başkanı Bülent Arınç’ın her sene katıldığı Türkçe olimpiyatlarında Gülen Okullarına övgüler dizmesinden etkilenerek çocuğunu bu okullarda okutan sıradan vatandaşın, iktidarın sopasına dönüşen proje mahkemelerden kendini kurtarması, bu bağlamda; sulh ceza hakimi tarafından terör suçundan tutuklanması, daha sonra terör suçuna bakan ağır ceza mahkemesinden mahkumiyetine hükmedilmesi ve son olarak temyiz mercince verilecek onama kararı ile artık bir terör hükümlüsü haline gelmesi mümkün hale geldi.

Nitekim başta Sulh Ceza Hakimlikleri olmak üzere proje mahkemelerin faaliyete geçtiği tarihten beri vermiş oldukları kararların pek çoğu tartışma konusu olmuştur. Özellikle Cumhurbaşkanına hakaret (TCK.299), silahlı örgüt (TCK.314), hükumete darbe (TCK.312), siyasi ve askeri casusluk (TCK.328) gibi suçlardan verilen tutuklama ve diğer tedbir kararlarının neredeyse tamamının tartışmaya neden olduğu, muhalif kesimleri susturmaya,

Page 5: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

sindirmeye ve yok etmeye yönelik olarak, yürütme organlarının etkisi altında ve siyasi saikler, siyasi ve konjonktürel gelişmeler gözetilerek karar verilmiş olduğu yönünde ciddi bir kanaat oluştuğu görülmektedir.

Yargı üzerinde, yürütmenin etkisi altında bulunan ve hatta yürütmeye bağlı bir kurum gibi faaliyet gösteren HSYK marifetiyle oluşturulan baskı ortamı, farklı dönemlerdeki örnekleriyle kıyas kabul edilemez oranda artmış ve bu sistem içerisinde tamir edilemez boyutlara ulaşmıştır. Bugün yürütmenin ve yürütmenin etkisi altındaki HSYK’nın istemediği biçimde karar vermek ve yargı bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir. Ne yazık ki bu manzara artık hukuk devletinin bittiğinin de resmidir.

]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]

YÜKSEK YARGI KARARINI VERDİ: BİLMİYORUM AMA PARALEL YAPI YAPTI [TARIK ÇETİN – HUKUKÇU]

9 Kasım 2016 günü yayınlanan AB Türkiye İlerleme Raporu, iktidarın yanı sıra, yürütmeye bağlı bir çizgide faaliyetlerine devam ettiği gözlenen Yargıtay’ın da hoşuna gitmemiş anlaşılan. Yargıtay Başkanlığı, 21 Kasım’da yayınladığı basın açıklamasında, başta “temel insan hakları”, “demokrasi”, “hukukun üstünlüğü” ve “yargı bağımsızlığı” olmak üzere çeşitli konularda Türkiye’ye yönelik ciddi eleştiriler getiren söz konusu raporun içeriğinde gerçeklerle bağdaşmayan yorumlara yer verildiğini ileri sürerek “kamuoyunu doğru bilgilendirmek” amacıyla açıklamalarda bulundu. Ancak “merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler” misali, Avrupa’ya haddini bildireyim derken, yeni hukuk cinayetlerine imza atmaları, bir hukuk adamına yakışmayacak tarzda iktidar ile söylem birliği içerisinde masumiyet karinesini ve hukukun temel ilkelerini hiçe saymaları, eleştirdikleri raporun ne derece yerinde tespitler içerdiğini gözler önüne seriyor aslında.

Yargıtay Başkanlığı, 15 Temmuz olayını “FETÖ/PDY Terör Örgütü üyesi teröristler tarafından demokrasimize ve hukuk devletine karşı yapılan darbe girişimi” olarak niteliyor. Yargının en tepesindeki kurum bir cümle içerisinde birden fazla hukuk cinayeti işlemekten kendisini alamamış. Bir hukuk adamının iddialara, soyut söylemlere ve ön yargılara göre konuşma lüksü olabilir mi? Böyle bir konuda konuşan, topluma mesaj veren bir hukuk adamı belgelere dayanmak zorunda değil midir? İddia konusu “FETÖ/PDY Terör Örgütü” hakkında kesinleşmiş bir yargı kararı var da, bizim mi haberimiz olmadı? Peki 15 Temmuz’un failinin, hakkında yargı kararı olmayan bu “örgüt” olduğuna hangi ara karar verdiniz, ne zaman yargılama yaptınız ve ne zaman kesin karara ulaştınız? Bir terör örgütünden söz edebilmek için o örgütün kesinleşmiş yargı kararı ile terör örgütü olarak kabul edilmesi gerektiğini bilmiyor olamazsınız.

Yargıtay Başkanlığı bununla da yetinmiyor ve basın açıklamasının devamında bakın ne diyor: “…FETÖ/PDY terör örgütü tarafından sahte belge ve dijital delil üretilmesi, gizli tanıklık, yasa dışı dinleme ve teknik takip gibi koruma tedbirleri aracılığıyla bir kısım hâkimlerin ve Cumhuriyet savcılarının hukuku bir silah gibi kullandıkları, diğer güçlü delillerin yanı sıra bu örgüte mensup

Page 6: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

hâkim ve Cumhuriyet savcılarının yazılı, görsel ve sosyal medyada da kolaylıkla ulaşılabilecek itiraflarından açıkça anlaşılmaktadır.”

Hukuk cinayeti demek yeterli olmuyor artık, çünkü ard arda seri cinayetler söz konusu. Bahsettiğiniz bütün bu konularda elinizde kesinleşmiş bir yargı kararı olmadığı halde konumunuzun gereklerini de hiçe sayarak nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsunuz? “Örgüte mensup hakim ve Cumhuriyet savcıları” öyle mi? Kim onlar, örgüt mensubu olduklarına hangi mahkeme karar verdi, neye dayanarak bunu söyleyebiliyorsunuz? Yargılama süzgecinden geçmemiş ve mahkemede ikrar edilmemiş “itiraf” adı altındaki beyanlara kesin hüküm nazarıyla bakmanız ise yine ayrı bir hukuk cinayeti. Hakim ve savcıların, itirafçı olmaları için hücreye konulup tecrit edildikleri, OHAL var denilip yakınlarıyla ve avukatlarıyla görüştürülmedikleri, kalem/kağıttan yiyeceğe varıncaya kadar ihtiyaçlarının sağlanmayarak işkence edildiği, itiraf adı altında sonradan alınan ifadelerin maddi ve manevi baskı ortamında alındığı gibi hususlar belki dikkatinizden kaçmış olabilir (!) ancak gizlilik kararı olan, sanık ve avukatlarına dahi bilgi verilmeyen dosyalarda mevcut ifadelerin “yazılı, görsel ve sosyal medyada kolaylıkla ulaşılabiliyor” olmasını sorgulamamış olmanıza ne demeli?

Mesele aslında bu kadar açık ve net

Hukuku ayaklar altına almanızdan sonra kalkıp AB’ne ders verircesine: “Mesele bu kadar açık ve net iken, Raporda bu konudaki tespitlere yer verilmemesi ve bu yapının bir terör örgütü olduğunun kabul edilmemesi üzüntüyle karşılanmıştır.” demeniz karşısında eminim AB yetkilileri ne kadar haklı olduklarına kanaat getirmiş, bu modern çağda sahip olduğunuz hukuk anlayışınız ve yargısız infaz kabiliyetinizin yüksekliği karşısında hayret ve üzüntülerini gizleyememişlerdir. Ne diyelim, gerçekten içler acısı bir durumla karşı karşıyayız.

Şimdi kalkıp da mesleğinin zirvesine ulaşmış bu yargıçlara, Anayasa’nın 38/4. maddesinde geçen “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/2. fıkrasındaki; “Hakkında suç isnadı bulunan bir kimse, hukuka göre suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar masum sayılır.” hükümlerinde mevcut en temel insan haklarından biri olan “masumiyet karinesini” hatırlatmak hicap duyulacak bir durum gerçekten.

Sözün burasında yargı etiği ilkelerinden bazılarını tekrar hatırlatmakta da fayda var sanırım; “Hâkim, genelde toplumdan, özelde ise karar vermek zorunda olduğu ihtilâfın taraflarından bağımsızdır. Hâkim, yasama ve yürütme organlarının etkisi ve bu organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiilen uzak olmakla kalmayıp, aynı zamanda öyle görünmelidir de. Tarafsızlık, yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece bizâtihî karar için değil aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir. Hâkim, önündeki bir dava veya önüne gelme ihtimâli olan bir konu hakkında, bilerek ve isteyerek; yargılama aşamasının sonuçlarını veya sürecin açıkça âdilânelik vasfını makul ölçüler çerçevesinde

Page 7: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

etkileyecek veya zayıflatacak hiçbir yorumda bulunmamalıdır. Ayrıca hâkim, her hangi bir şahsın ya da meselenin âdil yargılanmasını etkileyebilecek alenî olsun veya olmasın her hangi bir yorum da yapmamalıdır…” Meseleye bir de bu ilkeler ışığında bakınca, yargının tepesinde bulunan bir kurumun, söz konusu davaların önüne gelmesi muhakkak olan bir konu hakkında ve ilk derece mahkemelerini etki altına alacak tarzda böylesine pervasız davranmaları kabul edilemez bir durum.

15 Temmuz akşamı Türkiye lanetle karşılanacak bir olaya şahit oldu. Olayın gelişimi herkesin malumu. Kısaca belirtmek gerekirse; Bir yaz günü, saat 22.00 sıraları, insanlar uyanık ve sokaklarda, bir grup asker Boğaziçi Köprüsünün bir yönünü trafiğe kapatmış. Bir süre sonra TRT ve CNNTÜRK yayınlarına 5-10 askerle müdahale edilmiş. Ancak hiçbir iktidar mensubuna dokunulmamış, değişik TV kanallarında canlı yayınlara katılıyorlar ve korkusuzca “fail FETÖ’dür” deyip insanları sokağa davet ediyorlar vs.

Peki 15 Temmuz’un faili gerçekte kim?

Olayın hemen başında siyasilerin bütün kin ve nefretleriyle “FETÖ/PDY” deyip işaret ettikleri (AB Raporundaki tabirle) Gülen Hareketi mi? Savcılar ve HSYK, maddi gerçeği araştırmak yerine hemen olay anında ve ertesi gün bu söyleme nasıl, hangi delille itibar edebildiler?

Olay hakkında pek çok soru işareti vardı ve bunlar çeşitli mahfillerde soruldu ve sorulmaya devam edilmekte. Yukarıda sözü geçen basın açıklamasında “fail FETÖ’dür” diyen Yargıtay Başkanlığına, “15 Temmuz’da bu örgütün silahlı bir örgüt olduğu ortaya çıktı” diyen HSYK üyelerine ve diğer tüm iddia sahiplerine burada kendi mesnetsiz argümanlarıyla sormak isterim: “40 yıldır Devletin tüm kurumlarına sızan, kumpaslar kuran, 14 yıldır ülkeyi yöneten iktidar dahil herkesi kandırmış olan, 160’a yakın ülkede örgütlenen, tutuklanan ve ihraç edilen general ve subay/astsubay sayılarına göre ordunun yarıdan fazlasını kontrol ve hareket ettirme kabiliyeti bulunan, son derece sinsi ve profesyonel bir örgüt, ülke geçmişinde darbe tecrübesi de bulunduğu halde, nasıl oluyor da böyle başarısız bir girişime imza atıyor? Çizdiğiniz tabloya sahip bir örgütün bir darbe kalkışmasından başarısız çıkma ihtimali olabilir mi?

Aslında faili meçhul olan ve siyasi irade tarafından gerçek faili de bulunmak istenilmeyen bu olayın faillerini tespit etmek için sorulacak birinci soru “bu olayın kimin işine yaradığı” dır ki, bu sorunun cevabı herkesin malumu. İkinci olarak, güya darbeden haberdar olmadıkları halde 16 Temmuz sabahında ellerinde başta TSK ve yargı olmak üzere tüm kurumlarda tasfiye edilecek, göz altına alınacak kimselere ilişkin listelerle ve KHK metinleriyle hazır vaziyette arz-ı endam eden kimselerin bu olayın gerçek failleri hakkında bilgi sahibi olabilecekleri asla gözden uzak tutulmamalıdır.

Nitekim ünlü Alman dergisi FOCUS’ta 24 Temmuz’da yayınlanan; “Darbe çatışmasının başlamasından yarım saat sonra İngiliz istihbarat kurumu GCHQ, Türk Hükümetinin telefon, e-mail ve yazılı yazışmalarını yakaladı. Bu

Page 8: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

yazışmaların içeriğinde şu bilgiler geçiyor: “Yarın temizlik (tasfiye) operasyonları başlatılsın ve darbenin baş yöneticisi Gülen ilan edilsin!” şeklindeki haberde de aynı noktaya işaret edilmektedir.

Aklını siyasi iradeye kiraya vermemiş olan her insan bu olayın bilinen bir darbeye benzemediğini, ardında başka hesaplar ve senaryolar bulunduğunu düşünmekte ve gün geçtikçe bu durum daha da netleşmektedir. Bu olay üzerindeki şüpheler her geçen gün artmasına karşın, başta HSYK ve yüksek yargı temsilcileri  her nedense baştan beri siyasilerle söylem birliği içerisinde ve konumlarını da hiçe sayarak failin “FETÖ/PDY” olduğunu söylemekten çekinmemektedirler.

Ergenekon yargılamalarında bunlar yapılmadı

Çok yakın geçmişte Ergenekon yargılamalarını da gördü Türkiye. Bugün bu şekilde yargısız infazda bulunan ve masumiyet karinesini ayaklar altına alan yargı mensuplarının aksine, Ergenekon davasına bakan mahkeme “Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ)” denilerek bu hataların işlenmesinin önüne geçmek için duruşmada “iddia konusu Ergenekon Terör Örgütü” denilmesi konusunda ara kararı almıştı, o tarihten sonra her yerde ve her metinde bu ibare kullanıldı. Yine hiçbir mahkeme “iddia konusu ETÖ” propagandası yapmak suçundan açılan davalarda mahkumiyet kararı vermedi, ana davanın sonuçlanması beklenildi. Hatta “ETÖ” hakkında terör örgütü olduğuna ilişkin bir yargı kararı olmadığı gerekçesiyle beraat kararı verenler bile oldu. Bir de şimdiki duruma ve seviyeye bakın. Eleştirdiğin bir hususta daha kötüsüne imza atmak ve eleştirdiklerinin dahi gerisine düşmek ne korkunç bir sükut değil mi?

Yargı mensuplarının, “bilmiyorum ama paralel yapı yaptı” diyen vatandaştan bir farkınız olması gerekmez mi?

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Bu yazıyı 15 Temmuz sonrası soruşturulan herkes okusun…

15 Temmuz darbe girişimi ve Olağanüstü Hal (OHAL) ilanı sonrasında kamuoyu FETÖ tutuklamalarının kaç bine ulaştığı, haksızlığa uğrayan mağdurların ne tür başvuru yollarının olduğu gibi konulara odaklanmış durumda. Bu bilgi kirliliğinde, ‘OHAL’ ilanının meşruiyeti’ meselesi kendine gündemde yer dahi bulamadı. Darbe teşebbüsü sonrasında FETÖ’yle mücadelede konjonktürel olarak en üst düzey kamuoyu desteği yakalayan ve özgüven tazeleyen iktidarın, OHAL’in meşruiyetini sorgulatmama konusunda taktiksel olarak başarılı olduğu kuşkusuz. Ancak, Anayasada çerçevesi net biçimde çizilmiş olan OHAL’in varlık koşulları gerçekten mevcut mu? OHAL’le ilgili hükümler 15 Temmuz darbe girişimiyle alakasız şekilde bütün ‘milli güvenlik’ meselelerine teşmil edilebilir mi?

1) Bakanlar Kurulu 20/07/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı kararıyla, Anayasa’nın 120. maddesi ile 2935 sayılı kanunun 3. maddesine dayanarak OHAL ilan etmiştir. Burada haklıdır ancak dikkatlerden kaçan çelişkiler ağı da

Page 9: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

tam burada başlamaktadır. Darbe girişimi saatler içerisinde püskürtülmüş, darbeye kalkışan kişiler kolluk kuvvetlerince yakalanmıştır. Anayasal düzenin yeniden tesis edildiği, hükümetin yönetimdeki kontrolü tamamıyla sağladığı aynı gün resmi olarak açıklanmıştır. Diğer bir ifadesiyle OHAL, olağanüstü hali gerekli kılan somut olgu ve maddi gerçeklerin ortadan kalkmasından ve kamu düzeninin bütünüyle tesis edilmesinden altı gün sonra ilan edilmiştir.

2) Hâlbuki Anayasa’nın 120. maddesi ile 2935 sayılı Kanunun ilgili maddelerinde, OHAL’in ancak ve ancak ‘doğal afet’, ‘tehlikeli salgın hastalık’, ‘ağır ekonomik bunalım’ veya ‘yaygın şiddet hareketlerinin’ varlığı durumlarında ilan edileceği kaydedilmiş. Sözkonusu mevzuata açıklık getiren Anayasa Mahkemesinin 05.03.1992-21162 sayılı kararında ise “olağanüstü yönetim usullerine, iç karışıklık, ayaklanma, savaş tehlikesinin baş göstermesi, savaş hali, doğal afet, ağır ekonomik bunalım ve bunlara benzer nedenlerle devletin ve toplumun güvenliğini büyük ölçüde sarsan durumlarla karşılaşıldığında başvurulur” ifadesine yer verilmiştir.

3) Bununla birlikte, Anayasa’nın ilgili maddelerinin gerekçeleri ile Danışma Meclisi görüşmesi tutanaklarında, OHAL rejiminin amacının devam eden şiddet olaylarını bastırmak veya yayılmasını önlemek üzere olağanüstü tedbirler alınması olduğu mükerreren ve tereddüde yer bırakmayacak şekilde kaydedilmiştir. Diğer bir ifadesiyle, yaygın şiddet olaylarının son bulduğu ve kamu düzenini ciddi şekilde bozabilecek şiddet olaylarına ilişkin ciddi belirtilerin de mevcut olmadığı bir durumda OHAL’in ilan edilmesinin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Anayasa’yla çizilmiş OHAL çerçevesi dışında kalan olgu ve olaylarla mücadele ne kadar ciddi boyutta olursa olsun ve milli güvenlik bakımından ne derece büyük tehdit arz ederse etsin, yaygın şiddet olaylarına mevcudiyet vermediği takdirde olağanüstü hal sebebi sayılamayacaktır.

4) OHAL’in sebep unsurunun sakatlığının diğer bir göstergesi, Hükümetin OHAL’in ilanından sonra halkı sokaklara inmeye teşvik etmeye devam etmesidir. Bu çağrı, olağanüstü halin bulunmadığının dolaylı olarak ilanıdır. Hâlbuki yaygın şiddet olayları sebebiyle alınacak tedbirlere ilişkin OHAL Kanunun 11. maddesinde ilk iki bendinde “sokağa c ıkmayı sınırlamak veya yasaklamak” ve “belli yerlerde veya belli saatlerde kis ilerin dolas malarını ve toplanmalarını, arac ların seyirlerini yasaklamak” ifadeleri yer almaktadır. Demek ki sözkonusu OHAL gerçekte devam eden yaygın bir şiddet hareketliliği bulunmadan ilan edilmiştir.

5) OHAL’i tavsiye eden 498 sayılı MGK tavsiye kararına ilişkin yapılan açıklamada ‘darbe girişiminde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilebilmesi’ amacına dikkat çekilmiştir. Esasında bu açıklamada, darbe girişiminin bastırıldığı, yaygın şiddet olaylarının bertaraf edildiği ve anayasal demokratik düzenin yeniden tesis edildiği dolaylı olarak ifade edilerek, OHAL’in esas amacının faillerin cezalandırılması olduğu dile getirilmektedir. Hâlbuki terörle mücadele – kamu düzenini bozan yaygın şiddet olayları son bulduğu takdirde – olağan dönem kanunlarının ve terörle mücadele yasalarının konusudur.

Page 10: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

6) Sebep unsurunun yanı sıra, amaç ve kapsam öğeleri bakımından da mevcut OHAL’in Anayasal sınırların tamamıyla dışına çıktığı görülmektedir. İlgili OHAL KHK’ların metinleri sırasıyla incelendiğinde, söze ‘darbe teşebbüsüyle mücadele’ ibaresiyle başlandığı görülmekte, ardından ‘terörle mücadele’, ‘milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen FETÖ/PDY’yle mücadele’ gibi genel ifadelere yer verilmekte ve nihayetinde ‘milli güvenliğe karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplar’ ibaresine yer verilmek suretiyle somut gerçekten ve maddi olgudan bütünüyle sapılmaktadır. Sanki “ülkenin yarısı 15 Temmuz’da darbe planladı” gibi bir hava oluşturulmakta ve bu bahaneyle ‘göze kestirilen’ herkes tasfiye edilmektedir.

7) Tamamen istisnai bir rejim olan OHAL sürecinde tümüyle belirsiz, sübjektif ve hukuksal çerçevesi de muğlâk ‘milli güvenliğe aykırı oluşumlar’ kavramı üzerinden de jure kapsamınının genişletilmesi anılan KHK’ları bütünüyle hukuksuz kılmaktadır. AYM’nin mezkûr kararında, “olağanüstü halin gerekli kıldığı konular, olağanüstü halin neden ve amaç öğeleriyle sınırlıdır. İlân edilmiş olan olağanüstü halin nedeni, şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin bozulmasıdır. Olağanüstü halin amacı, neden öğesiyle kaynaşmış bir durumdadır. Bu tür KHK’lerle yalnızca olağanüstü hal ilânını gerektiren nedenler gözetilerek bu nedenlerin ortadan kaldırılması için o duruma özgü kimi önlemler alınabilir” ifadesine yer verilmiştir. Keza Anayasanın 120. maddesi, tasarının Danıs ma Meclisi Genel Kurulundaki gorüşmesinde çıkarılacak KHK’lerin, OHAL ilanını gerektiren nedenler dikkate alınarak onların ortadan kaldırılmasına yönelik olacakları ve olayla sınırlı oldukları konusunda görüs birliği dikkat c ekmektedir.

8) Bununla birlikte, anılan KHK’lar ‘milli güvenliğe tehdit’ koşuluyla de yetinmemiştir. Milli güvenliği tehdit ettiğine karar verilen grup, oluşum veya yapılara üyeliği, mesubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen kişi ve kurumları hedef alacak şekilde konusu genişletilmiştir. Bu ibarenin olağan dönem ceza yasalarının kapsam ve konusunu aşar nitelikte olduğunu ifade etmek gerekir. Son derece sübjektif, niyet okumaya varan, muğlâk ve yorum açık ifadeler barındıran sözkonusu ibare, idareye Türkiye nüfusunun yarıdan fazlasını keyfi bir değerlendirmeyle ‘milli güvenlik tehdidi’ ilan etme yetkisi vermektedir. Cemaat okullarında eğitim görmüş, sivil kurumlarında herhangi bir etkinlikliğe katılmış, evlerinde ya da yurtlarında kalmış, burs, kurban veya deri bağışında bulunmuş milyonlarca kişi ve bunların aile bireyleri, yakınları ve arkadaşları da bir şekilde bu yapıyla irtibatlı kabul edilebilir.

9) Diğer taraftan, sözkonusu KHK’larının yazım biçimi on milyonlarca insanı kapsamına alabilecek bir teknikle kaleme alınmışken, sözkonusu hükümlerin yalnızca belirli kişiler hakkında işletilmesi ve kalan büyük gruba dokunulmaması daha büyük soru işaretlerini akla getirmektedir. Öyleyse bu KHK’lar suçtan suçluyu bulmayı değil, suçlu ilan edileceğine karar verilmiş kişiler için geniş bir suç tanımı oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu durum, Orta Çağ hukuk anlayışının da gerisine gidildiğinin açık bir göstergesidir.

Page 11: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

10) Bir an, Anayasanın yaygın şiddet olaylarına sebebiyet veren kişi ve kurumlarla mücadeleyi OHAL ilan etme gerekçesi kabul ettiğini varsayalım. Bununla birlikte, darbe teşebbüsüne katılmış olup, yakalananların dışında TSK içerisinde mevcudiyetini sürdüren ‘FETÖ’ mensuplarının yeni bir darbe girişiminde bulunabileceği yönünde şüphe bulunduğunu gerçek ve maddi bir vakıa kabul edelim. Bu ihtimalde dahi güvenlik güçleri dışındaki öğretmenlerin, akademisyenlerin, iş adamlarının ve sporcuların OHAL kapsamında görevden ihraçları, soruşturulmaları ve kovuşturulmalarının hukuki izahatı bulunmamaktadır. Kaldı ki bu tedbirler, darbenin sivil ayağına ilişkin somut delillere ulaşılamadığının Başbakan tarafından bizzat itiraf edildiği dönemde uygulanmaktadır.

11) OHAL’e ilişkin Anayasa hükmüyle ilgili Danışma Meclisi tutanakları incelendiğinde, OHAL’in ‘geçiciliği’ hususunun tüm taraflarca fikir birliği ile vurgulandığı görülmektedir. Ancak mevcut KHK’lar, bunun aksine, konjonktürü fırsat bilerek oldu bittilerle mutlak sonuç almaya yöneliktir. Hiçbir hukuki güvence ve adil süreç işletilmeden yüzbine yakın memurun KHK’yla görevinden ihraç edilmesi ve tekrar kamu görevine girmelerinin yasaklanması en iyimser tabirle yangından mal kaçırma, daha gerçekçi ifadesiyle öç alma saikiyle kaleme alınmıştır.

12) OHAL’in süresinin 90 gün daha uzatılması Anayasa’daki güçler ayrılığı ilkesinin rafa kalktığının ve olağanüstü Anayasal düzenin ‘olağanlaştığının’ açıktan ilanıdır. Şartları oluşmadan ilan edilen bir OHAL süreci fiili yasama gaspını sonuç vermektedir.

13) Diğer yandan, bağımsız yargının ve ceza hukukun temel işlevi suçlu ve suçsuzu ayırt etmektir. Yürütme organını mevcut KHK’larla bu görevi de üstlenmiş, dilediği yapıyı terör örgütü ilan etme, arzuladığı kişiyi de bu grupla irtibatlandırma yetkisini kendinde toplamıştır. Kaldı ki, aldığı kararları da yargı denetiminden kaçırmak suretiyle mutlak yasama ve yargı gaspını gerçekleştirmiştir.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

NOT: 15 Temmuz’dan sonra işini kaybeden bir hukukçudan gelen metni, yazarın güvenliği gerekçesiyle isimsiz olarak yayınlıyoruz.

(TR724)

Birkaç gündür havuz medyasında ‘itirafçı HSYK üyeleri’ haberlerinden geçilmiyor. Başta Hürriyet olmak üzere bu itiraflar çarşaf çarşaf yayınlanıyor. ‘Yargıdaki Cemaat yapılanmasının boyutları’ gerilim müziği eşliğinde okurların zihnine kazınıyor.

Öncelikle etkin pişmanlık  hükümlerinden yararlanan HSYK üyeleri ile hakim ve savcıların basına yansıyan itiraflarını “eski bir yargı mensubu gözüyle” objektif bir şekilde değerlendirmek isterim.

ETKİN PİŞMANLIK NEDİR?

Page 12: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Etkin pişmanlık, Türk Ceza Kanunu’nun 221. maddesindeki 4. fıkrasında düzenlenmiş.  Buna göre “suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır.”

HSYK üyelerinin basına yansıyan itiraflarına bakıldığında; Gülen Cemaati’nden bahsedilirken anlatılanlardan suç oluşturacak bir örgütlenmenin çıkarılamayacağı, yazılanların hiçbirinin mevcut ceza yasalarına göre suç teşkil etmediğini söyleyebilirim.

1. Örneğin, Yargıtay’a üye seçimi hususunda anlaşma yapıldığına dair beyanların (velev ki doğru olsun) TCK’da suç olarak bir karşılığı yok. Kaldı ki bugün üye seçerken AKP’nin yargı yapılanması olan Yargıda Birlik Platformu’nun (koalisyonu) oluşturduğu HSYK’nın da kendi arasında Yargıtay ve Danıştay üyeliklerini bölüştüğü, bunun üzerine pazarlıklar yapıldığı, belli bir oranda üyenin sözde sosyal demokratlar, Okuyucu Grubu (Nur Cemaatinin bir kolu), Hakyol Vakfı Cemaati ile ülkücüler arasında paylaşıldığı son HSYK seçimlerinde basına yansımıştı. Eğer itirafçı HSYK üyesinin beyanlarında geçen husus, mesela yargı bürokrasisindeki bazı isimlerin çalışmak isteyecekleri kişilerle ilgili bir çeşit lobicilik yapması suçsa, o zaman bugünkü HSYK da aynı suçu işliyor.

2. Cemaatin “dosya takip ettiği, dosyaların karar verilmeden önce Pennsylvania’ya gönderilip orada gelen sinyallere göre karara bağlandığı” hususu somut bir delille ortaya konulmamıştır. Bu hususu ilk defa dile getiren dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, bir dosya ile ilgili ne karar verilmesi gerektiği hususunu dosyanın kısa bir özeti ile birlikte Pennsylvania’ya gönderildiğini, Fethullah Gülen’in, “Adalet neyi gerektiriyorsa ona göre karar verin” dediğini iddia etmişti. Eğer bu doğruysa, “Adalet neyi gerektiriyorsa ona göre karar verin” demek yargıya müdahale etmek değil aksine rehberliğine güvenilen bir kişinin bir yargı adamına dosdoğru bir nasihat vermesidir.

3. Diğer yandan bir suçtan bahsedilebilmesi için hakimlere baskı, tehdit şantaj yapıldığının ispatlanması gerekir ki bu hususta hiçbir beyan ve delil yok. Kaldı ki bu ülkede bizzat dönemin Başbakanı ile Adalet Bakanını arasında geçtiği iddia edilen ve medyaya sızan bir telefon görüşmesinde, Yüksek Yargı üyelerini Alevi-Sünni diye fişledikleri, dosyanın o kişiye düşmemesi için kırk takla attıkları bilinmektedir. Yargıya müdahale ve lehe karar çıkartmaktan bahsedilecekse sanırım bu örnek iktidarı sanık yapmaya yetecektir.

4. HSYK Bşk. Vekili Mehmet Yılmaz, gizli olan/olması gereken soruşturmayı HSYK üyelerinin isim ve beyanlarını açıklamak suretiyle ‘gizliliği ihlal suçu’nu işlemekte, yine Anayasa’nın 138. maddesini ihlal ederek, kendisini mahkeme yerine koyarak sözde örgüt aleyhinde çok önemli bir delil ve açıklama olduğunu ilan edip hakim ve savcılara bu itirafları nasıl yorumlamaları gerektiği talimatını vermektedir.

Page 13: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

5. Peki HSYK üyeleri neden itirafçı oldu? Son 1 ayda Türkiye’de NTV ve Sözcü’nün başını çektiği ‘sözde objektif’ medyasında cezaevlerinde toplu firar ve tutukluların öldürüleceği haberleri yoğun bir şekilde yer aldı. Son olarak AKP milletvekili Hüseyin Kocabıyık, bu konuyu bir adım ileriye taşıdı ve halkın cezaevlerini basıp tutukluların öldürüleceğini iddia etti. Tutuklu yargı mensuplarının can güvenliklerinden endişe edip, bir an önce dışarıya çıkmak istemelerini çok da yadırgamamak gerekir belki de. Generallerin de içinde bulunduğu işkence fotoğrafları boşuna servis edilmedi. İnsanların “koskoca generallere bunu yapıp ilan eden bana ne yapmaz?” diye düşünmesi için bilerek yapıldı. Bu alçakça psikolojik harp taktiğinin az da olsa ürün verdiği görülüyor.

6. İçlerinde HSYK üyeleri ile bir kısmı yüksek yargı mensubu olan hâkim ve savcılar darbe girişimi ile hiçbir ilgileri olmamasına rağmen, önceden hazırlanmış fişleme listelerine göre 16 Temmuz sabahı göz altına alınıp tutuklandılar.

Neden 16 Temmuz?

Page 14: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Çünkü bu şekilde darbecilerle birlikte hareket ettikleri algısı oluşturuldu. Bu durumun imkânsız olduğunu ve absürtlüğünü daha fazla sürdüremeyeceğini anlayan HSYK Başkanvekili, hakim savcıların darbeden dolayı soruşturulmadıklarını açıklamak zorunda kaldı.

Hiçbir somut delil olmadan tutuklanan hakim ve savcılar tutuklandıktan sonra hiçbir şartı gerçekleşmediği halde aylarca tek kişilik hücrede tutuldular. Kendilerine yemek, su verilmedi, hatta dertlerini anlatmaları için kâğıt ve kalem bile verilmedi, yazılan dilekçeleri ya yırtılıp atıldı, ya da aylarca bu dilekçelere cevap verilmedi. Bu insanların mallarına el konuldu, çocukları ve

Page 15: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

eşleri açlığa mahkum edildi. Avukat seçme hakkı tanınmadı, savunma hakları kısıtlandı. Aileleri ile görüşme ve telefon hakları kısıtlandı.

Bütün bunlar olurken bir yandan da sürekli itirafçı olmaları telkin edildi. Hatta bir cezaevinde sorumlu savcı tecritteki hakim savcılara ara sıra uğrayıp “Konuşacak kimse var mı?” diye yoklama çekmeyi ihmal etmedi. Bütün bu kötü muamele, sistematik işkence, zorlama ve dayatmalar bu kişilerin serbest iradeleri ile karar vermelerini engellemek içindi. Zira bu işkencelere maruz kalan insanların hukuktan umutları kalmadığı için önlerine konan veya yönlendirmelerle oluşturulan sözde itiraflarla içinde bulundukları durumdan kurtulmaya çalıştıkları görülmektedir. Delil yoktu, bu yüzden delilden sanığa değil sanıktan delile ulaşmak istediler. Ama anlaşılan onca işkence ve baskıya rağmen umduklarını bulamadılar.

Karne ile ekmek, tüp vs dağıtılan günlerden karne ile hukuk dağıtılan günlere geldik. İktidar ve emrindeki HSYK izin vermeden hukukun da adaletin de uygulanmayacağına en iyi örnek; itirafçı HSYK üyelerinin tahliyesidir. Hiçbir sucu olmayan 3.000 hakim ve savcı cezaevlerinde tutulmakta. Tek kurtuluşları yalan yanlış bile olsa önce kendilerini suçlayıp sonra bazı isimler vermek ve ardından tahliye. Bunun adı hukuk değil bizzat Yargı ve HSYK’nın şantajıdır.

HSYK üyelerinin itiraflarına bakıldığında yukarıda değinilen nedenlerle haklarında TCK 221/4 maddesinin uygulanmasını gerektirir nitelikte bilgi vermedikleri açıktır. Peki buna rağmen neden ısrarla HSYK üyelerinin ‘itirafçılığı’ gündemde tutulmaktadır?

Bunun nedeni ellerinde fişlemeden başka delil olmamasıdır. (HSYK Başkan vekili Yılmaz, en önemli delillerinin Bylock listeleri olduğunu söylemişti. Ki bu iddialar İsmail Saymaz’ın Bylock’un sahibiyle yaptığı röportajla çöktü.) Bir başka nedeni de tutuklu hakim ve savcılara baskı yapıp yeni ‘itirafçılar’ çıkmasını sağlamaktır.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi’nde öğretim üyesi Yard. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, OHAL kapsamında Resmi gazeteda yayınlanan  672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 50 binden fazla kamu görevlisinin kamu hizmetinden çıkarılmasının ulusal ve uluslarararası açıdan değerlendirmesini yaptı.

Bianet’te yayınlanan makalesinde evrensel hukuk, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararları açısından memuriyetten atılan ve temelli hak kullanım yasağı getirilen kamu görevlilerinin dumunu masaya yatırdı. Altıparmak, KHK’larda listeleme usulü kamu görevinden çıkarmanın anayasanın 2. maddesinde düzenlenen cumhuriyetin temel ilkelerinin ağır ihlali anlamına geldiğini detaylarıyla anlattı. Hiçbir iş bulamaycak hale gelen, fişlendiği için sadece kamu değil, hayatını idame ettirecek hiçbir işe girememesinin ‘sivil ölüme mahkum’ edilmesinin insan hakları ve evrensel

Page 16: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

değerlere aykırı olduğunu anlattı. Altıparmak, “Türkiye uluslararası hukukun da koruduğu evrensel ilkelere aykırı, insanları “sivil ölüm”e mahkum eden bu pratiği ilelebet devam ettiremez. Siyasi olarak bu yoldan dönülmezse, eninde sonunda bu uygulama hukuken geri dönmeye mahkumdur. Ne var ki, bu geri dönüş beraberinde haksız bir şekilde devlete yerleşen, vatandaşlara yönelik şiddet eylemlerine başvuranların da aklanmasına yol açacaktır. Bu nedenle, siyasi iktidarın acilen hukuk dışı yöntemler yerine, halkın hakikati bilme hakkına saygı gösteren şeffaf ve adil soruşturmalar yoluyla temizleme yoluna yönelmesi gerekir.” değerlendirmesinde bulundu.

Yard. Doç.Dr. Kerem Altıparmak’ın Bianet’te yayınlanan OHAL KHK’leri “Sivil Ölüm” mü Demek? Başlıklı makalesinin tamamı şöyle:

1 Eylül Perşembe günü Resmi Gazete’de yayımlanan 672 Sayılı Olağanüstü Hal (OHAL) kanun hükmünde kararnamesi (KHK) ile kamu hizmetinden çıkarılan kamu görevlisi sayısı toplamda 50 bini geçti. Bu sayının çok daha artacağına dair iddialar da var.

Bu kadar insan gerçekten darbe girişimiyle ilgili midir, ya da Gülen Cemaati’ne dahil midir bilmemiz mümkün değil. Bununla birlikte, hiçbir ilgisi olmadığından emin olduklarımız var, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden atılan meslektaşlarım[1] gibi. Öte yandan, ilgisi olmadığını söyleyenlerin de aksi kanıtlanana kadar masum olduğunu varsaymak durumundayız şüphesiz. Tabii bir de Gülen Cemaati’nden olmakla birlikte, kusurluluğu ileri sürülemeyenler vardır ki tahminimiz sayıları çokça olmalı.

Bir ceza yargılamasının olmaması idari yöntemle kamu görevinden çıkarmaya tek başına engel değil, bunu biliyoruz. Ama bu kamu görevinden çıkarma işleminin hiçbir usule tabii olmaksızın, sınırsız bir şekilde, listelerle yapılabileceği anlamına da gelmiyor. Bu işlemin sınırlarının ne olacağına dair sürekli sorular geliyor. Soruyu basitleştirirsek, herkes şunu soruyor: Bundan sonra ne olacak?

Bu soruyu da ikiye ayırmak lazım aslında:

1. Kamu görevinden çıkarma işlemiyle ilgili ne yapılacak?

Page 17: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

2. Bu insanlar, bir daha kamu görevine giremeyecekse ne yiyip içecekler, bunun çıkış yolu yok mu?

Herkes acil olarak, birinci sorunun cevabını aramaya başladı. Buna ilişkin, daha detaylı bir cevabı somut olarak daha sonra vereceğiz. Ancak şimdilik çok dokunulmayan ikinci soruya; yani bu insanlar hayatlarının kalan 20 ila 60 yılında ne yapacak sorusuna cevap vermeye çalışacağım bu yazıda.

Konuyu netleştirmek için görevden çıkarma kararıyla ilgili birkaç hususu netleştirmek gerekiyor:

1.Kamu hizmetinden çıkarma yaptırımı bir OHAL KHK’si ile yapıldı. Bununla birlikte, yaptırımın Olağanüstü Hal’le sınırlı olmadığı açık. 672 Sayılı KHK’nin 2. maddesinin 2. fıkrası bu kişiler hakkında “bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler.” diyor.

2.Aşağıda örneği verilecek Doğu Avrupa ülkeleri örneklerinden farklı olarak, bu karar alınırken yürütülmüş adil bir idari soruşturma süreci söz konusu değil. Kamu hizmetinden çıkarılan bazı kişiler, daha önce açığa alınmış ve bazılarının savunması istenmişse de biliyoruz ki hiç bildirim yapılmadan görevden çıkarılanlar mevcut.

3.Her ne kadar yaptırım sadece kamu hizmetinden çıkarmaya ilişkinse de birçok kişinin sonrasında hiçbir iş bulamayacağı açık. Örneğin, üniversitede teorik alanlarda çalışan öğretim üyelerinin üniversite dışında iş bulması çoğu zaman imkansızdır. Ya da bir hukukçunun avukatlık da kamu hizmeti sayıldığı için özel büro açması da mümkün olmazsa, hayatının kalan kısmını işsiz olarak tamamlaması gerekebilir. Bunun dışında, kamu hizmetinden çıkarılan kişilerin adları açık bir şekilde yayımlandığı için bir çeşit damgalanmanın olduğu da ortada. Daha sonra çıkarılacak olası idari ve hukuki engellerin yanında salt bu durumun bile KHK’lar yoluyla işten çıkarılanlar için ciddi bir istihdam engeli yaratacağını öngörmek güç değil.

“HUKUKSUZ TASFİYE EDİLEN KAMU GÖREVLİLERİ GÖREVE İADE EDİLMELİ”

Ebedi işsizlik ya da sivil ölüm

Kamu hizmetinden yanlışlıkla çıkarılan sadece bir kişinin var olduğunu düşünelim. O kişi, mesleği gereği özel alanda istihdam edilemiyor olsun. Ya da “FETÖ”cü damgası yediği için özel sektörün bu kişiyi istihdam etmekten kaçındığını düşünelim. Bu kişinin, hiçbir süre ve konu sınırı olmaksızın yoksulluğa mahkum olması kabul edilebilir mi? Ya da, hükümet sözcüsü gibi davranan Cem Küçük’ün aylardır büyük keyifle ifade ettiği gibi insanlar “sivil ölüm”e mahkum edilebilir mi?

Page 18: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

OHAL bittiğinde, bu kişilerin anayasa ve uluslararası sözleşmelerde korunan hakları hala güvence altında olacağına göre bu sorunun cevabını anayasanın 13. maddesine göre vermemiz gerekir.

13. maddeye göre “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

Darbeyle somut hiçbir ilişkisi kurulamamış olan bir kişinin, ömür boyu tüm ekonomik ve sosyal haklarından ve bunun doğal sonucu olarak medeni haklarından mahrum bırakılmasının bu hakların özüne dokunduğuna şüphe olmasa gerektir. Bu nedenle, hükümete yakın yazarların çok sevdiği “sivil ölüm” kavramının, hakkın özüne dokunduğu ve insan hakları hukuku açısından kabul göremeyeceği açıktır.

Böyle bir önlemin ölçülü olmayacağı da açıktır. OHAL kalktıktan sonra, yapılacak değerlendirme OHAL ölçütlerine değil olağan dönem ölçütlerine göre yapılır. Somutlaştırmak gerekirse; on sene sonra kamu görevine giremeyen bir kişi AİHM’e başvursa, AİHM değerlendirmesini o günün geçerli koşullarına göre verir, 10 yıl önce alınan olağanüstü kararına göre değil.

Bununla birlikte, OHAL’in on yıllarca devam etmesi halinde bile durumun farklı olmaması gerekir, çünkü OHAL’de de temel hakların nasıl sınırlandırılacağı anayasanın 15. maddesinde sayılmıştır:

“Savaş, seferberlik, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir.”

Maddeden görülebileceği üzere; olağanüstü halde hak kısıtlamasının da iki önemli sınırı vardır: a. milletlerarası hukuka aykırı olmama, b. durumun gerektirdiği ölçüde olma.

O halde, milletlerarası hukuka aykırı olan ve durumun gerektirdiği ölçütü aşan sınırlandırmalarla hakkın özüne dokunan sınırlandırmaların ilelebet devam etmesi mümkün değildir. Bu ön bilgiler ışığında KHK ile görevlerine son verilen personelin orta vadede haklarını ve kısıtlanma koşullarını inceleyebiliriz.

Kamu hizmetine girme hakkı ve çalışanların özgürce edindikleri bir işle yaşamlarını sağlama hakları

Anayasa’nın 70. maddesine göre:

“Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir.

Page 19: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

“Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez.”

Hükümden anlaşılabileceği gibi kamu hizmetine girme hakkının tek bir meşru sınırlandırma sebebi olabilecektir; görevin gerektirdiği nitelikleri taşımamak. Şüphesiz, bazı suçların işlenmiş olması görev tipine göre kişinin görevin gerektirdiği nitelikleri taşımadığı sonucunu doğurabilir. Örneğin Milli İstihbarat Teşkilatı’na uzman alımında, kişinin anayasal düzene karşı suç işleyip işlemediğine bakılmasında bir sorun yoktur hatta böyle bir araştırmanın yapılması gereklidir. Aynı şekilde, zimmet suçundan hüküm giymiş bir kişinin savcı veya polis olmasının engellenmesi için düzenleme yapılmasında bir sorun görülmeyebilir.

Bu olasılık, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün çalışma hayatında ayrımcılığı yasaklayan 111 no’lu Sözleşmesi’nde de kabul edilmiştir. Anılan sözleşmenin 4. maddesine göre “Devletin güvenliğine halel getiren faaliyetlerden ötürü muhik sebeplerle zanlı bulunan veya bu faaliyetlere girişen bir şahıs hakkında alınan tedbirler, ilgili kişinin milli tatbikata uygun olarak kurulmuş olan yetkili bir makama başvurma hakkı saklı kalmak şartıyla, ayırım sayılmaz.”

Ancak aşağıda açıklanacağı gibi bu hükmün hükümetler sınırsız bir yetki verdiği şeklinde anlaşılması mümkün değildir. Hükmü, anayasanın 70. maddesinde olduğu gibi hizmetin gerekleri sınırları içerisinde ve ölçülü bir sınırlama getirecek şekilde anlamak gerekir.

Nitekim, Avrupa Sosyal Şartı’nın 1. maddesinin 2. fıkrasına göre Akit Taraflar “Çalışanların özgürce edindikleri bir işle yaşamlarını sağlama haklarını etkili bir biçimde korumayı” taahhüt ederler. Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nın E maddesi, şartın uygulanmasında ayrımcılık yasağını düzenlemektedir. şartın G maddesi ise şartta tanınan hakların “sadece demokratik bir toplumda başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ya da kamu yararının, ulusal güvenliğin, halkın sağlığının ya da ahlakın korunması için ve ancak yasayla sınırlamaya ve kısıtlamaya tabi tutulabileceğini” belirtmektedir.

Bir başka deyişle, özgürce edinilen bir işle yaşamı sağlama hakkına karşı alınan önlemin ulusal güvenlik için alınmış olması yeterli değildir. Bu önlemin bir yasal dayanağı olmalı ve aynı zamanda önlem demokratik bir toplumda zorunlu olarak alınmış olmalıdır.

SINIRSIZ OLARAK BELİRLİ İSTİHDAM İMKANLARININ KAPATILMASI DEMOKRATİK TOPLUMDA KABUL EDİLEMEZ

Avrupa Sosyal Haklar Komitesi, komünist rejimlerde üstlendikleri hizmetler nedeni ile kamu hizmetinden çıkarılanların durumunu incelerken “demokratik toplumda zorunluluk” ölçütünü özgürce edinilen iş kavramına uygulamıştır. Komiteye göre, insanların özgürce iş edinebilme haklarına getirilecek sınırlamalar sadece kamu düzeni ve ulusal güvenlik alanında sorumlulukları bulunanlar veya bu nitelikte fonksiyonları yerine getirenler için öngörülmemişse demokratik bir toplumda zorunluluk niteliği taşıdığını

Page 20: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

söylemek de mümkün değildir.[2] Komitenin ifadesini şu şekilde yeniden formüle etmek mümkündür; sınırlamaya tabi olan kişi kamu düzeni ve ulusal güvenlikle ilgili sorumluluk üstlenip kamu gücü ayrıcalıklarını kullanacaksa bu durumda hizmetle kısıtlılık arasında bir illiyet bağı bulunduğu için sınırlama demokratik toplumda zorunluluk olarak değerlendirilebilir. Ancak bu nitelikte görevler üstlenmeyecek kişilere, hem de sınırsız olarak belirli istihdam imkanlarının kapatılması demokratik bir toplumda kabul edilemez.

Bu nedenle, KHK’ler ne kadar “bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler; bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler” derse desin, OHAL bittiğinde bir kişi uluslararası hukuktan kaynaklanan ve anayasada tanınan haklarını ileri sürdüğünde, anayasanın 15. ve 90. maddeleri uyarınca alınan önlemin demokratik bir toplumda zorunlu olup olmadığının incelenmesi gerekecektir. Kamu düzeni ve ulusal güvenlikle ilgili tehdit oluşturduğu somut olarak kanıtlanamayan kişilerin, ebediyen kamu hizmetine girmekten mahrum bırakılmasının da mümkün olmayacağı açıktır.

Özel hayat ve kişiliği geliştirme hakkı

İnsanların özgürce iş ve meslek seçme özgürlüğüne getirilen, kapsam ve süre sınırı olmayan kısıtlamaların kamu hizmetine girme hakkını düzenleyen anayasaya ve uluslararası antlaşmalara aykırı olacağı açıktır. Dahası bu türde düzenlemeler yoğunluğuna bağlı olarak sadece kamu hizmetine girme ve bilim özgürlüğünü değil başka hak tiplerini de ihlal etmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, anayasadan farklı olarak kamu hizmetine giriş hakkını düzenlememektedir. Kamu hizmetine giriş hakkıyla bağlantılı başvurular da sözleşme kapsamında olmadığı gerekçesiyle AİHM tarafından reddedilmiştir.[3] AİHM’e göre, demokratik bir devletin kamu görevlilerinin toplumun kurulu olduğu anayasal ilkelere bağlılık göstermesinde meşru bir yararı vardır.[4]

Bununla birlikte, mahkemeye göre özel hayat kavramı, kişinin moral ve fizik bütünlüğünü korumakta ve kişinin kişiliğini geliştirme ve yerine getirme konusunda bir alanı güvence altına almaktadır.[5] Buna göre, özel hayat kavramının dış dünya kavramından soyutlanmış bir iç dünya şeklinde tanımlanması çok kısıtlayıcı bir yaklaşım olacaktır. Özel hayata saygı, bir ölçüye kadar diğer insanlarla ilişki kurma ve geliştirme hakkını da içermektedir. Birçok insanın dış dünya ile ilişkilerinin geliştirilmesinde çok önemli bir yere sahip olan meslek ve iş hayatının “özel hayat” kavramının dışında tutulmasını açıklayacak makul bir gerekçe yoktur.[6]

Konuya ilişkin öncü karar olan Sidabras ve Dziautas davasında başvurucular, eski KGB ajanı oldukları gerekçesi ile 10 yıl süre ile çok sayıda alanda çalışma yasağı ile karşılaşmıştır. Başvurucuların tüm çalışma imkanları ortadan kalkmamakla birlikte; yasak, başvurucuların dış dünya ile ilişki geliştirme imkanlarını ciddi anlamda kısıtlamış ve hayatlarını

Page 21: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

kazanma konusunda ağır sonuçları olmuştur.[7] Mahkemeye göre, bu durum aynı zamanda başvurucular açısından sürekli bir damgalanma durumu yaratarak, dış dünya ile sağlıklı bir ilişki kurmalarını engellemiştir. AİHM, bu durumun orantısız bir müdahale niteliği taşıdığı, başvurucular aleyhine ayrımcılığa yol açtığına karar vermiştir.

Bir başka deyişle, her ne kadar çalışma hakkı veya kamu hizmetine girme hakkı AİHS’de düzenlenmemiş olsa bile kişinin çalışma hayatına ilişkin orantısız müdahaleler, dış dünya ile sağlıklı ilişkiler geliştirmeyi engellediği için 8. maddede düzenlenen özel hayat güvencesini ve diğer kişiler karşısında ayrımcılığa uğrayan kişilerin ayrımcılığa uğramama hakkını (AİHS, md. 14) ihlal etmektedir.

O halde, böyle bir müdahalenin meşru görülebilmesi için olağanüstü hal ile yapılan müdahale arasında bir illiyet bağının olması ve alınan önlemin ölçülü olması gerekir. Aşağıda bu bağ ve ölçülülüğün nasıl sağlanacağını göstereceğiz. Bununla birlikte, geçerken hemen ifade etmek gerekir ki, başta var olan illiyet zamanın geçmesi ile ortadan kalkabilir. Doğu Avrupa davalarında AİHM, bu nedenle zaman faktörünü dikkate almıştır. Türkiye’de de cemaatin yarattığı tehlike ortadan kalktığında alınan önlemlerin demokratik bir toplumda zorunluluk olarak nitelenmesi daha da güçleşecektir.

 

İHRAÇ EDİLEN İKİ AKADEMİSYENDEN “MÜCADELEYE DEVAM” MESAJI

Demokratik toplumda gereklilik ölçütü

Olağanüstü hal ilanı, olağan zamanlardaki yöntemlerden farklı bazı önlemlerin alınabilmesini mümkün kılar. İç hukukta olduğu gibi uluslararası hukukta da bu risk tanınmış ve taraf devletlere bu dönemde daha geniş bir takdir marjı tanınmıştır. Bir devletin kamu çalışanlarından sadakat bekleme hakkının bulunduğu kabul edilmektedir, bu nedenle kamu hizmetinden çıkarma cezası tek başına insan haklarının ihlal edildiği anlamına gelmez.[8] Bununla birlikte, devletin bu yönde bir bildirimde bulunmuş olması bu dönemde dilediğini yapabileceği ya da yaptıklarının olağanüstü hal sonrasına kalabileceği anlamına gelmez.

Kamu hizmetinden çıkarılmaya yönelik işlemler ya da daha yaygın adıyla temizleme işlemlerinin (lustration) demokratik toplum ölçütüne göre gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin saptanması usul ve esas olarak iki başlık altında incelenebilir. Birincisi işlemin nasıl yapıldığına ilişkindir (usul). İkincisi ise işlemin kapsamına ilişkindir (esas).

Usul

Kamu hizmetinden çıkarma yaptırımının salt bir idari yaptırım mı, yoksa cezai bir yaptırım mı olduğu tartışılabilir. Bu tartışma, işleme uygulanacak usul

Page 22: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

hukukunun saptanması açısından da önemlidir. İşlem bir ceza yaptırımı olarak kabul edilirse, uluslararası hukukta daha ayrıntılı olarak düzenlenen ceza yargılaması güvencelerinin de uygulanması gerekir. Salt ulusal hukuk açısından bakıldığında yaptırımın idari bir yaptırım olduğu ileri sürülebilir. Gerçekten de 672 sayılı KHK’nin 2. maddesinin 2. fıkrası, yaptırımın “mahkûmiyet kararı aranmaksızın” uygulanacağını belirtmektedir.

Ne var ki, AİHS açısından iç hukukun ne dediği tek başına belirleyici olamayacaktır. Sözleşmenin 6. maddesinde düzenlenen “cezai alanda kendisine yöneltilen suc lamalar” kavramı sözleşmenin özerk kavramlarından biridir. Bunun anlamı, iç hukukun bir yaptırımı ceza hukuku kapsamında görmesinden bağımsız olarak AİHM’in, sözleşme açısından yaptırımı ceza hukuku kapsamında görebileceğidir. Bunun hukuki sonucu ise, sözleşmeye göre ceza hukuku kapsamında görülen yaptırımla ilgili adil yargılanma güvencelerinin daha geniş uygulanmasıdır.

Bir yaptırımın “cezai” sayılması için üç unsura bakılması gerekmektedir: Muhakeme usulünün iç hukukta nasıl sınıflandırıldığı, suçun niteliği ve başvurucunun çarptırılması olası cezanın niteliği ve ağırlığı.[9] Bununla birlikte, AİHM iç hukuktaki sınıflandırma ile bağlı olmadığı gibi suçun ve cezanın niteliği ölçütleri kümülatif değil alternatif ölçütlerdir.[10] Bununla birlikte, herhangi bir unsurla kesin bir sonuca ulaşılamadığı durumlarda unsurların kümülatif olarak değerlendirilmesi yoluna da gidilebilir.[11]

Polonya’daki temizleme davaları, iç hukukta ceza hukuku kapsamında görülmemesine rağmen AİHM, başvurucuya yöneltilen suçlamanın sözleşme anlamında ceza suçlaması olduğu sonucuna ulaşmıştır. Mahkemenin bu sonuca ulaşmasında uygulanan muhakeme usulünün, ceza muhakemesine çok yakın olması yanında, işlenen suçun niteliği ve verilen cezanın ağırlığı dikkate alınmıştır. Başvurucular, hapis cezası yatmadığı gibi para cezasına da çarptırılmamaktadırlar. Ne var ki, komünist geçmişi ile ilgili yalan söylediği saptanan kişiler 10 yıla kadar kamu hizmetinde çalışma ve siyasete katılma hakkından mahrum kalmaktadırlar. AİHM’e göre bu unsur, diğer unsurlarla birlikte değerlendirildiğinde başvurucuya yönelik cezai bir isnat olduğu anlamına gelmektedir.[12]

CEZA MUHAKEMESİ İŞLETİLMESİ GEREKEN BİR SÜREÇTE, HİÇBİR MUHAKEMEYE BAŞVURULMAMIŞ OLMASI HÜKÜMETİ YÜKÜMLÜLÜKTEN KURTARMAZ

Türkiye’de OHAL kararnamelerine bakıldığında benzerlikler ve farklılıklar görülmektedir. Her ne kadar, bu işlemin medeni hak ve ödevlere ilişkin olması halinde de adil yargılanma kurallarının uygulanması gerektiği açıksa da[13] biz Türkiye’deki KHK uygulamasının bir ceza yaptırımı olduğunu ve ceza muhakemesi güvencelerine tabi olması gerektiğini düşünüyoruz. Evet, Polonya örneğinden farklı olarak Türkiye’de kararlar hiçbir muhakeme işlemi yapılmadan uygulanmıştır. Ancak bu hükümetin lehine değil tam tersine aleyhine uygulanması gereken bir husustur. Ceza muhakemesi işletilmesi gereken bir süreçte, hiçbir muhakeme yoluna

Page 23: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

başvurulmamış olması, hükümetin yükümlülüklerinden kurtulması sonucunu doğuramaz. Suçun ve cezanın niteliği açısındansa, yaptırımın cezai niteliği Polonya’daki uygulamadan çok daha açıktır.

Yaptırıma neden olan eylem (ya da suç) “Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulu’nca devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olmak”tır. Terör örgütü üyeliği ceza kanununda ağır bir suç olarak düzenlenmiştir. Bu suç bir disiplin suçu niteliğinde olmayıp, sadece belirli görevleri yerine getirenler tarafından işlenen değil toplumun her kesimi tarafından işlenebilen bir suçtur.

Üyelik, mensubiyet, iltisak veya irtibat eylemlerinden birini gerçekleştiren kişiye uygulanacak yaptırım da Polonya’dakinden çok daha ağırdır. Bu eylemi gerçekleştiren kişiler süresiz olarak kamu görevinden çıkarılmakta ve açıkça terörist olarak damgalanmaktadır.

YARGILAMA YAPILMADAN CEZA VERİLMESİ ANAYASA’NIN 15. MADDESİNE AYKIRI

Yukarıda söz edilen kamudan temizleme davalarına bakıldığında görüleceği üzere, AİHM muhakemenin ceza muhakemesi usulüne uygun yapılmaması nedeniyle sözleşmenin 6. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.[14] Bu konunun ayrıntılarına girmiyoruz, çünkü OHAL KHK’leri açısından değil adil olmayan bir muhakeme hiçbir muhakeme yapılmaksızın, en ufak bir savunma hakkı verilmeksizin onbinlerce kişi kamu görevinden çıkarılmıştır. Bu durumda, aslında yargılama yapılmaksızın bir ceza mahkumiyetinin tesis edildiği söylenebilir. Oysa bizzat anayasanın 15. maddesi buna engeldir. Anılan maddenin 2. fıkrası olağanüstü halde dahi askıya alınamayacak hakları saymaktadır:

“Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler (Değişik: 7.5.2004-5170/2 md.) dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”

Öte yandan şunu belirtmek gerekir ki; kamu hizmetinden çıkarılma cezasının bir ceza davasındaki muhakeme güvencelerine tabi olması gerekmesi, yargılamanın bir ceza mahkemesi tarafından yapılmasını zorunlu kılmamaktadır. Tam tersine, koşulların aciliyeti, yoğunluğu ve özelliği olağan yargılama yerleri dışında mekanizmaların kurulmasını zorunlu kılabilir. Bununla birlikte, kurulacak olan mekanizmanın adil yargılanma ilkelerine uygun çalışması gerekir. Bunun için gerek Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin[15] (AKPM) gerekse de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin[16] belirli ölçütler geliştirdiğini görmek mümkündür.

Page 24: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Komünist rejim sonrası kamudan temizleme işlemlerinin hukuk devleti ilkelerine uygun bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacıyla AKPM tarafında hazırlanan ve hem AİHM hem de Venedik Komisyonu[17] tarafından esas alınan rehber ilkelere göre; bu işlemler en azından, bu amaçla kurulmuş bağımsız komisyonlar tarafından yürütülmelidir. Komisyon önünde suçlanan kişiye düzgün bir yargılamanın tüm imkanları sunulmalıdır. Bu güvenceler, avukata erişim hakkı, hakkındaki suçlamalara uygun bir şekilde cevap verme, aleyhine gösterilen tüm delilleri görme ve değerlendirme, lehine olan delilleri ileri sürebilme gibi çok çeşitlidir. İnsan Hakları Komiserliği’nin de silahların eşitliği ilkesine uygun bir yargılama yapılması gerekliliğini vurguladığı hatırlatılabilir.

Bu bilgiler ışığında, uluslararası ölçütleri hiçe sayarak, tamamen keyfi bir şekilde hazırlanmış listelerle kişilerin kamu hizmetinden çıkarılması işleminin OHAL sonlandıktan sonra devam etmesi de mümkün değildir. Aksi halde, binlerce davanın AİHM önüne akması kaçınılmazdır.

Esas

Usul bakımından fazlasıyla sorunlu olan kamu hizmetinden çıkarma cezasının uygulanma şekli esas bakımından da sorunludur. Yaptırımın kimlere, ne kadar süreyle ve ne şekilde uygulanacağı tamamen belirsizdir. Oysa kamu hizmetinden çıkarma yaptırımının amacı, olağanüstü hale yol açan tehlikeyi bertaraf etmektir. Bu nedenle, sınırlarının da bu tehlikeyi bertaraf etmeye uygun olup olmamaya göre çizilmesi gerekir. Bu amacı aşan, intikam alma amacıyla yapılan işlemler konu bakımından uluslararası hukuka aykırı olacaktır.

O halde, kamudan temizleme işleminin konu, kişi ve zaman bakımından ortaya çıkan tehlikeyle arasında bir illiyet bağının bulunması gerekir.

AKPM Rehber İlkeleri, bu nedenle temizlemenin insan hakları ve demokrasiye tehdit teşkil eden pozisyonlarla sınırlı olması gerektiğini belirtmektedir. Bu uygulamanın, kamu gücü ayrıcalığı kullanan, insan hakları ihlaline neden olabilecek kişilerle sınırlı tutulmasını gerektirmektedir. Polis, asker, hakim, savcı gibi meslek kategorileri bu kapsamda görülebilir. Ancak alt ve orta düzey kamu görevlileri bu işlemin muhatabı olmamalıdır. Bir kişinin görevini, kendi kişisel kusurunu, çalıştığı dönemi dikkate alıp bireyselleştirme yapmadan uygulanan hizmetten çıkarma yaptırımlarının da sözleşmeye aykırı olduğu tespit edilmektedir.[18] AİHM, KGB ile hangi düzeyde bağı olduğuna bakmaksızın herkesi kapsayan düzenlemelerin sözleşmeye aykırı olduğuna karar vermiştir.[19]

Ayrıca, bir kişi eğer açıkça suç ve insan hakları ihlali işleyen nitelikte değilse, salt bir derneğe üye olduğu için kamu hizmetinden çıkarılma işleminin muhatabı olmamalıdır.[20] Aynı şekilde bir kişinin kanaat ve düşünceleri de tek başına meslekten çıkarma için yeterli olamaz. Kamudan temizleme işlemleri, ceza hukuku ile benzerlik gösterdiği için kişinin kusurunun mutlaka değerlendirilmesi gerekir. AİHM, AKPM kararını hatırlatarak, hakkında işlem yapılan kişinin zorla mı yoksa kendi iradesiyle mi

Page 25: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

eski rejimle işbirliği yaptığının araştırılması gerektiğini belirtmiştir.[21] Varolan koşullarda, kusurlu sayılamayacak kişilerin salt bir görevde olmaları haklarında işlem yapılmasını meşru gösteremez.[22]

Buna ek olarak, yandaş yazarların hedeflediği “sivil ölüm” önlemleri de insan hakları hukukuna açıkça aykırıdır. Üniversiteden atılan insanların özel üniversitelerde çalışamamasını veya herhangi bir şekilde özel sektörde görev alamamasını hedefleyen planlamaların meşru amaçla bir ilgisi yoktur ve uluslararası hukukun ağır ve açık ihlaline yol açar.[23] Kamu görevine dönmenin mutlak olarak yasaklanmasının meşru olduğu durumlarda bile kişinin tüm istihdam imkanlarının engellenmesi kabul edilemez.[24]

Anayasa Mahkemesi de, kişilerin kusurluluğunu ve suçun niteliğini dikkate alarak hak yoksunluğu sonucu doğuran kuralların, ölçülü olması gerekliliğini şu şekilde vurgulamıştır:

” […] ceza hukuku alanında olduğu gibi hak yoksunluğu getiren iptal davasına konu düzenlemelerde de kuralların, önleme ve iyileştirme amaçlarına uygun olarak ölçülü, adil ve orantılı olması gerekir. Yasa koyucunun hak yoksunluklarını belirlerken takdir hakkı çerçevesindeki tercih serbestisinin de anayasaya uygun olması gerektiği açıktır.

“Dava konusu düzenlemeler, meslek veya görevlerin özellikleri, suçların niteliği, bu suçlara verilen cezalar ve cezaların süresi, kasıtla veya taksirle işlenip işlenmediğine bakılmaması ve bir kademelendirme de yapılmaması ve bu suçlardan mahkûm olanların belirli meslekleri ve görevleri sürekli olarak icra edememeleri, işledikleri suçlara göre adaletli ve eylemle orantılı olmayan ölçüsüz bir hak yoksunluğuna yol açması nedeniyle anayasanın 2. maddesinde belirtilen “Hukuk Devleti” ilkesine aykırıdır.”[25]

Görüldüğü gibi AYM, hakkında mahkeme tarafından hüküm kurulmuş kişiler açısından bile sınırsız hak yoksunluğunu anayasaya aykırı bulmaktadır. Hakkında bırakın bir ceza yargılamasını, hiçbir soruşturma yapılmayan, savunma hakkı verilmeyen kişiler açısından durumun evleviyetle bu şekilde değerlendirilmesi gerekir.

Zaman bakımından da kamu hizmetinden yasaklanma işleminin söz konusu tehlike ile arasında bağlantı olması gerekir. Tehlikenin kalkmasından sonra, yasaklılığın devam etmesi demokratik bir toplumda gereklilik ilkesiyle açıklanamaz.[26] Bu mantığın, hakkında mahkumiyet kararı verilen kişiler için böyle olması gerektiğini iktidar partisinin hazırladığı 5273 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesinin gerekçesinde görmek de mümkündür:

“İşlediği suç dolayısıyla toplumda kişiye karşı duyulan güven duygusunun sarsıldığı, bu sebeple, suçlu kişinin özellikle güven ilişkisinin varlığını gerekli kılan belli hakların kullanmaktan yoksun bırakıldığı ve madde metninde, işlediği suç dolayısıyla kişinin hangi hakları kullanmaktan yoksun bırakılacağının belirlenmiş olduğu; ancak, bu hak yoksunluğunun süresiz olmadığı, cezalandırılmakla güdülen asıl amacın, işlediği suçtan dolayı kişinin

Page 26: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

etkin pişmanlık duymasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılması olduğuna göre, suça bağlı hak yoksunluklarının da belli bir süreyle sınırlandırılması gerektiğinden madde metninde söz konusu hak yoksunluklarının mahkum olunan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar devam etmesi öngörüldüğü; böylece, kişinin mahkum olduğu cezanın infazının gereklerine uygun davranarak bunun tamamlanmasıyla kendisinin tekrar güven duyulan bir kişi olduğu konusunda topluma da bir mesaj verdiği; bu bakımdan hak yoksunluklarının en geç cezanın infazının tamamlanması aşamasına kadar devam etmesi, suç ve ceza politikasıyla güdülen amaçlara daha uygun düşeceği belirtilmiş olup; yeni Türk Ceza Kanunu ile getirilen sistemde süresiz bir hak yoksunluğu söz konusu olmadığı için, yasaklanmış hakların geri verilmesinden artık söz edilemeyecektir“.

Nitekim, Danıştay 1. Dairesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun çıkmasından sonraki dönemde yaptığı incelemede  “5237 sayılı kanunun, mahkumiyete bağlı hak yoksunluklarını belli sürelerle sınırlayarak, bu yoksunluğun kişinin hayatının sonuna kadar devam etmesine engel olduğu, hak yoksunluğu sona erince de kişinin toplumun diğer bireyleri gibi kanunlar çerçevesinde haklarını kullanabilmesine imkan tanıdığı”nı saptamıştır.[27]

ONBİNLERİN SÜRESİZ İŞSİZ KALMAS KABUL EDİLEMEZ

Bu nedenlerle, temel hakları sınırlandırmak için meşru bir sebebin varlığı yeterli değildir, bu önlemi uygulamak için demokratik bir toplumda zorunluluk da bulunması gerekir. Bu nedenle, Türkiye’de bu önlemlerle hedeflenen ‘FETÖ’nün bir risk olmaktan çıkması sonrasında, alınan önlemlerin zorunluluk koşulunu sağlamayacağı ortadadır. Bu nedenle, şu aşamada onbinlerce insanın süresiz olarak işsiz kalmasının kabul edilmesi mümkün değildir.

AİHM’in, kamu hizmetinden çıkarılma olmaksızın salt isimlerin yayımlanması halinde bile yeterli güvenceler olmadığında önlemi sözleşmeye aykırı bulduğu[28] düşünüldüğünde; zaman, konu ve kişi bakımından hiçbir ayrım gözetmeksizin listelerle kamu hizmetinden çıkarılma cezasının verilmesinin insan hakları hukukunu ağır bir şekilde ihlal ettiği kolayca görülebilecektir.

Sonuç

KHK’larda listeleme usulü kamu görevinden çıkarma anayasanın 2. maddesinde düzenlenen cumhuriyetin temel ilkelerinin ağır ihlaline vücut vermektedir. Bununla birlikte, Türkiye uluslararası hukukun da koruduğu evrensel ilkelere aykırı, insanları “sivil ölüm”e mahkum eden bu pratiği ilelebet devam ettiremez. Siyasi olarak bu yoldan dönülmezse, eninde sonunda bu uygulama hukuken geri dönmeye mahkumdur. Ne var ki, bu geri dönüş beraberinde haksız bir şekilde devlete yerleşen, vatandaşlara yönelik şiddet eylemlerine başvuranların da aklanmasına yol açacaktır.

 

Page 27: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Bu nedenle, siyasi iktidarın acilen hukuk dışı yöntemler yerine, halkın hakikati bilme hakkına saygı gösteren şeffaf ve adil soruşturmalar yoluyla temizleme yoluna yönelmesi gerekir. Yoksa sadece onbinlerce insan haksızlığa uğramayacak, FETÖ’yle mücadele de yalan olacak. (KA/YY)

 

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Gazeteci Ümit Kıvanç, Gazete Duvar’a yazdığı yazıda, gazeteciler Can Dündar ve Bülent Korucu’nun eşlerinin ‘rehin’ tutulmasını eleştirdi. Uygulamanın 1940’larda Zonguldak’ta madencilere yönelik bir ‘tehdit’ olarak kullanıldığını yazdı.

Son çıkan Kanun Hükmünde Kararname ile aranan zanlıların eşlerinin pasaportlarına devlet el koyabiliyordu. Ayrıca kapatılan Yarına Bakış gazetesinin genel yayın yönetmeni Bülent Korucu’nun eşi Hacer Korucu da, kocası bulunamadığı gerekçesiyle tutuklandı.

Ümit Kıvanç, yazının sonunda şu soruyu soruyor: “Bu işlerin mağdurları -ve tanıkları, bizler- kendilerini aşağılanmış, küçültülmüş, tehdit altında hissediyor, anladık; bu işleri akıl edenler, yapılsın diyenler, yapanlar ne hale düşüyor? Mecburen takınacakları sıfatlar nelerdir?”İşte Ümit Kıvanç’ın yazısı:

EŞLERİ, KIZLARI REHİNE ALMA ÂDETİ

Türkiye’de madencilik adı altında yürütülen angarya mekanizmasını araştırırken beni en çok çarpan ayrıntılardan biri, Mükellefiyet dönemine ilişkindi. Mükellefiyet neydi, onu izah edeyim, öyle söyleyeyim.

1940’ların başında -1947’ye kadar- Zonguldak yöresindeki altmış bin insana maden ocaklarında çalışmak zorunlu tutulmuştu. Evet, basbayağı mecburiyetti, kaçamazdınız. 16 yaşından büyük herkes devletin madenci köleleri ilân edilmişti yani.

Fakat kaçıyorlardı. İşçiler öbek öbek kaçıyorlardı ocaklardan. Çünkü çalışma şartları çok ağır, görülen muamele alçaltıcı, ezici, alınan ücret çok düşük, güvence neredeyse sıfırdı.

1940’larda Zonguldak’ta öğretmenlik yapan İlhan Berk, “Burada iki şey açıkça belliydi,” diye yazdı. “Yöneten ve yönetilen tarih. Yönetilen tarih yeraltlarına gömülmüştü. Yeryüzüne sanki hiç çıkmayan bir dünyaydı. Yöneten, bir yeryüzü adamıydı; ışıklı, beyaz, bayındır. Yeraltlarına iniyorsa salt yeryüzündeki işlerini daha iyi yürütmek, denetlemek için iniyordu, o kadar.”

ÖYLE İNSANLAR GÖRDÜM Kİ…

Page 28: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Berk, gördüklerini şiiriyle de aktardı: “Öyle insanlar gördüm ki, ölüm peşlerine düşmeye korkardı… Ya kuyulara iniyorlar ya kuyulardan çıkıyorlardı… Bir düdük sesinde bütün şehir ayaktaydı… İkinci bir düdüğe kadar… tıs yoktu. Uyudum uyandım aynı seslerdi… Anladım en kısa ömür insanoğlunundu.”

1940’la ’47 arasındaki mükellefiyet döneminde tam yedi yüz işçi ocaklarda can verdi. Mükellefiyet, yörenin üzerine çökmüş bir kara belaydı. Çok partili hayata geçişle birlikte, 1947’de kaldırılır gibi olmuş, 1960’a kadar zaman zaman yeniden dayatılmıştı.

Gelelim o çarpıcı ayrıntıya: İşçilerin ocaklardan kaçtığı dönemlerde devlet ne yaptı, biliyor musunuz? Kaçan işçinin ailesini, özellikle karısını rehine alıp işçi dönene kadar jandarma karakollarında tuttu. Açıkça “namus tehdidi” de içeren bu rehine alma işlemiyle yarı-köylü yarı-işçi madencileri ocağa girmek mecburiyetinde bırakmayı umuyordu.

Düşündüm ki, böyle bir muameleye maruz kalmak insana ne biçim koyar… Kusura bakmayın, bunun lafı budur, böyle söylemek gerekir.

Peki ya bu muameleyi akıl eden, yapılsın diyen, uygulayanlar? Bu arada onlara ne olur? Onlar kendilerini haklı, temiz pak, pürüzsüz mü görürler? Aynaya baktıklarında, gece yattıklarında hiçbir ses mi gelmez gaipten? Hiç mi karaltılar belirmez, renkler karışmaz?

Durduk yerde, devletin Mükellefiyet zamanı madenci eşlerini rehine alması nereden akla geliyor?

Okuduğum haberlerden?

Şu, meselâ: El-Kaide örgütü ile Pakistan devleti arasında bir rehine/esir değiş-tokuşu yapıldı. Pakistan, eski genelkurmay başkanının örgütün elindeki oğluna karşılık, örgüt liderinin ve önemli cihatçı önderlerden birinin kızını verdi.

El-Kaide lideri Eymen el-Zevahiri’nin kızları Fatime ve Ümeyme ile çocukları Veziristan’dan kaçarken Afganistan-Pakistan sınırında, Mercan Salim’in kızı Sümeyye ve çocuklarıysa şehre giren Pakistan ordusunca yakalanmışlardı ve 2014’ten beri tutukluydular.

Meğer rehineymişler. Zira şimdi General Eşfak Pervez Kayani’nin oğluna karşılık El-Kaide’ye teslim edildiler. Generalin oğlu da muhtemelen, uluslararası cihadın muvaffakiyeti için kurban edilmek üzere değil, bu tür bir esir/rehine değiştokuşunda kullanılmak üzere örgütçe götürülmüştü.

CAN ALMANYA’DA, DİLEK REHİNE

Esir/rehine işi pis iştir. Hele iyi kötü bir yasal düzene, bir toplumsal sözleşmeye dayalı iş görmesi beklenen, adı “devlet” olan, bu sıfata binaen

Page 29: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

insanlardan vergi toplayan, onları askere alan, bir meşruiyet zeminine dayanmak zorunda olan örgütlü yapıların kategorik olarak kaçınması gereken bir iştir. Yasası, anayasası, kuralları, kurumları olan devlet, esir veya rehine almaz, yasalara göre yargılar.

Gelin görün ki, bir devletin terkibine bir defa Mükellefiyet türü hainlikler karışmış olmasın; kafalar ruhlar bir türlü temizlenemiyor.

Yirmi-yirmi beş gün önce, -öküz ölünce “FETÖ” denen- Cemaat’le bağlantılı olmakla itham edilen gazeteci Bülent Korucu’nun eşi önce gözaltına alındı, sonra tutuklandı. Kapatılan Yarına Bakış’ın genel yayın yönetmeni Bülent Korucu aranıyor, bu yüzden eşi Hatice Korucu [Hacer Korucu, edit.] dokuz gün gözaltında tutuldu, şimdi de hapiste. Rehine.

Geçen gün de, Can Dündar’ın eşi Dilek Dündar yurtdışına çıkarken, pasaportuna elkonduğunu öğrendi. Can Almanya’da, Dilek burada. Yani rehine.

Tek parti Türkiye’sinin parti-devleti, Mükellefiyet, Pakistan, rehineler, El-Kaide, şantaj, Yenikapı Türkiye’si… Sonuncusu, ‘zanlıymış, şüpheliymiş bakmam, gıcık olduğum insanın çoluğuna çocuğuna hayatını zehrederim’ diye kararname bile çıkardı.

Yukarıdaki soruyu tekrar edeyim: Bu işlerin mağdurları -ve tanıkları, bizler- kendilerini aşağılanmış, küçültülmüş, tehdit altında hissediyor, anladık; bu işleri akıl edenler, yapılsın diyenler, yapanlar ne hale düşüyor? Mecburen takınacakları sıfatlar nelerdir?

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Prof. Baskın Oran ve Oya Aydın’ın OHAL ve KHK’lar ile ilgili T24 internet sitesinde 24 Ağustos 2016 tarihinde yayınlanan makalesi, 15 temmuz darbe girişimi sürecinden sonra yaşanan hukuk ihlallerini sıralıyor.  ‘OHAL ve KHK’leri üzerine her şey’ başlıklı makale şöyle:

En merak edilen ve tepki uyandırandan başlayalım: KHK’ler sonucu 90.000’e yakın kişi işinden atıldı, tutuklandı, avukatıyla bile görüştürülmüyor. OHAL’de bunun hukuksal temeli var mı?

OHAL KHK’lerinin hukuksal (anayasal) temeli var. Ama içeriklerinin ve uygulamalarının hiçbir hukuksal temeli yok. Şöyle ki:

OHAL, adı üstünde, özgürlükleri geçici olarak kısıtlayan bir hukuksal rejim. Konumuzla ilgili olanlar Anayasa’nın esas olarak 15. ve 121. maddelerinde düzenlenmiş. Ama bu maddelerde insanları kısıtlamaktan çok, insanları iktidarın aşırılıklarına karşı koruma çabası var:

Page 30: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Md. 15: Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması olağanüstü hallerde kısmen veya tamamen durdurulabilir. Ama:

1. a) Uluslararası hukuktan doğan yükümlülükler ihlal edilmemek şartıyla; b) Durumun gerektirdiği ölçüyü aşmamak şartıyla; c) Kişinin yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne dokunmamak şartıyla; ç) Kimseyi din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlamamak şartıyla; d) Suç ve cezaları geçmişe yürütmemek şartıyla; e) Suçluluğu mahkeme kararıyla saptanmamış kimseyi suçlu saymamak şartıyla.

Md. 121/1: 120. madde uyarınca, kamu düzeninin şiddet olaylarıyla bozulması halinde en fazla 6 ay süreyle OHAL ilan edilebilir. Ama:

1. a) OHAL ilanı “hemen” TBMM’nin onayına sunulur; b) TBMM tatilde ise “derhal” toplantıya çağrılır. TBMM bu OHAL’i kaldırabilir, süreyi değiştirebilir veya her seferinde 4 ay uzatabilir.

Md. 121/3: OHAL süresince KHK’ler çıkarılabilir. Bunların TBMM’de onaylanmasına ilişkin süre ve usul, TBMM İç Tüzüğü’nde belirlenir. Ama:

1. a) Bu KHK’ler Resmî Gazete’de yayınlandıkları “aynı gün” TBMM’nin onayına sunulur; b) TBMM İç Tüzüğü Md. 128’e göre bu KHK’ler “Komisyonlarda ve Genel Kurul’da öncelikli ve ivedilikli olarak “en geç 30 gün içinde görüşülür ve karara bağlanır. Komisyonlarda en geç 20 gün içinde görüşmeleri tamamlanmayanlar doğrudan Genel Kurul gündemine alınır”. [1]

Bu hükümlere göre, bir OHAL KHK’sinin nitelikleri neler?  

1) Konu bakımından sınırlıdır. Sadece OHAL’in “gerektirdiği” konularda ve ölçülülük ilkesi dikkate alınarak düzenlenebilir. Ör. gazete ve TV kapatma, kişilerin mülkiyet hakkına el konulması, sosyal güvenlik haklarının iptali, üniversite kurmak ve kapatmak veya adını değiştirmek vs. gibi kararlar OHAL’in gerekçesi olan şiddet olaylarının bastırılmasıyla ilgisizdir.

2) Zaman bakımından sınırlıdır. OHAL’in kalkmasıyla birlikte kendiliğinden ortadan kalkar. Bu nedenle, kalıcı kural getiremez. Ör. kalıcı şekilde kimseyi görevden alamaz. [2]

3) Getirdiği kurallar bakımından sınırlıdır. Bunlar yukarıda belirtildiği gibi Anayasa Md.15’te açıkça sayılmıştır.

4) Yasa değiştirici bir işleve sahipse AYM denetimine tabidir. Ör. OHAL konusuyla ilgisi olmayan, üniversite kuran ve kapatan veya adını değiştiren, devlet şemasını değiştiren, yasalarda değişiklik yapan veya OHAL sonrası da geçerli olacak hükümler getiren KHK’ler AYM tarafından iptal edilir.

Page 31: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

5) TBMM denetimine tabidir. TBMM onayladığı anda da KHK yasa haline gelir ve AYM yargısı devreye girer.

Bunlar, olması gerekenlerdir. OHAL hukuku kurallarıdır. Bütün bunlar gözönüne alındığında, mevcut KHK’lerin Anayasa’ya aykırılıkları açıktır. En basitinden, Anayasa’nın “tatildeyse derhal çağrılır” dediği TBMM 1 Ekim 2016’ya kadar tatile sokuldu. TBMM ele alınca, o da alırsa, en iyi ihtimalle 120 gün geçmiş olacak.

Bu durumda ne yapılacak? AYM’ye de gidilemiyor

Gidilemediği bir aldatmacadan ibaret.

Bir kere, OHAL dönemindeki idari işlemlere karşı iptal davası açılabilir; [3] Anayasa Md. 125/6’ya göre kanun yürütmeyi durdurma vermeyi sınırlayabilir, o kadar. Aydın’da yürütülen “FETÖ/PDY” soruşturmasında tutuklanan 4 yargıç ve 2 savcı hak ihlali gerekçesiyle AYM’ye başvurdu ve 100.000 TL maddi, 10.000 TL de manevi tazminat talebinde bulundu. [4]

İkincisi, Anayasa Md. 148’e göre OHAL KHK’leri için AYM’ye gidilemez ama bu kural Anayasa’ya uygun çıkarılan KHK’ler içindir. Bugünkü KHK’lerin hiçbiri hiçbir biçimde Anayasa’da tanımlanan OHAL KHK’si değil. Konu, zaman, kural, hiçbir sınır tanımıyor. Hükümet isimlerini KHK koymuş, ama 1876 Anayasası’ndan önce yayınlanmış Padişah fermanlarından hiçbir farkları yok.

Onun için, bu KHK’lere karşı AYM’de iptal davası açılabilir. Çünkü AYM, önüne getirilen metnin ismine bakıp da kendini o isimle bağlı saymaz. Noterler bile önlerine gelen her metne otomatik mühür vurmazken, AYM önüne gelmiş metnin Anayasa’nın öngördüğü gerçek bir “OHAL KHK’si” niteliğinde olup olmadığını incelemek ve bu nitelikte görmediği düzenlemeleri Anayasa’ya uygunluk denetimine tabi tutmak zorundadır.

İlginçtir ki, bu KHK’lerle işten atılan ve/veya tutuklanan on binlerce kamu görevlisinin  “suçlu” sayılması için hiçbir kanıt da gerekmiyor. Bunların terör örgütleriyle irtibatlı [bağlantılı] ve iltisaklı [birleşmeli] olduklarının “değerlendirilmesi” kafi geliyor.

OHAL KHK’si iptali için AYM’ye açılmış dava var mı?

Tabii ki var. Bugünkü CHP Üç Maymun’u oynuyor ama ör. SHP (Sosyaldemokrat Halkçı Parti) 1990 yılında çıkarılmış 2 ayrı OHAL KHK’sini AYM’ye götürdü ve bunların birçok maddesini iptal ettirdi. [5] Hatta, AYM bu vesileyle şu tespitleri yaparak günümüz açısından fevkalade önemli bir içtihat oluşturdu:

1) OHAL’in gerekli kıldığı konularda çıkarılmayan kararnameler OHAL KHK’si sayılamazlar ve bunlar hakkında AYM’ye iptal davası açılabilir.

Page 32: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

2) OHAL KHK’leri sadece OHAL süresince geçerlidir. OHAL kalkınca bunlar da kendiliğinden yürürlükten kalkar.  OHAL’in veya sıkıyönetimin gerekli kıldığı konularda çıkartılan KHK’ler, bu rejimlerin ilan edildiği bölgelerde ve ancak bunların devamı süresince uygulanabilirler.

3) OHAL KHK’leri yasalarda değişiklik yapamaz. Çünkü bunlar sadece “OHAL’in gerekli kıldığı konular”a ilişkindir ve OHAL süresince geçerlidir. Bu kuralların OHAL bölgeleri dışında veya OHAL’in bitmesinden sonra da devamı isteniyorsa, yasa çıkarmak şarttır.

AYM şimdi kendi iki üyesini görevden atarken verdiği kararda böyle demiyor?

Demiyor ve zaten bu yüzdendir ki AYM hem kendi içtihadını hem de Anayasa’yı açıkça ihlal etti. Şöyle diyor:

1) 667 s. KHK’nin 3. ve 4. maddelerinde düzenlenen tedbirler [meslekten, kamu görevinden çıkarma, vb.] dikkate alındığında, terör örgütleriyle irtibatlı olduğu değerlendirilen kişilerin tamamının tüm kamu kurum ve kuruluşlarından çıkarılmak istendiği anlaşılmaktadır.

2) Bu maddeler, tüm kamu kurumları için emsal olacak, geçici olmayan ve nihai sonuç doğuran olağanüstü tedbir niteliğindedir. Bu kurumlar arasında AYM de vardır.

2) Darbe teşebbüsü ile AYM üyeleri arasında “üyelik” veya “mensubiyet” aranmamış, “iltisak” ya da “irtibat” yeterli görülmüştür.

3) Bu bağın sübut bulması [gerçekleşmesi] aranmamıştır. Belli bir delile dayanma zorunluluğu da öngörülmemiştir. Böyle bir bağın AYM Genel Kurulu’nun salt çoğunluğunca “değerlendirmesi” yeterli görülmüştür. Bu iki üyenin savunması alınmış, meslekten çıkarılmalarına oybirliğiyle karar verilmiştir. [6]

 

Binlerce yargıç ve savcı görevden alındı ve tutuklandı. Yargıçlar hangi durumlarda görevden atılabilir ve tutuklanabilir? 

2802 s. Hakimler ve Savcılar Kanunu Md. 88’e göre: “Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü halleri dışında suç işlediği ileri sürülen hâkim ve savcılar yakalanamaz, üzerleri ve konutları aranamaz, sorguya çekilemez.”

Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) ise suçüstü’nü şöyle tanımlıyor:

“Suç işlenirken veya fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanmak” (Md. 2); “Kişiye suçu işlerken rastlanması veya suçüstü bir

Page 33: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

fiilden dolayı izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması.” (Md. 90).

Eşyanın tabiatı gereği, bu kurallara göre “örgüt üyeliği” açısından suçüstü hali olamaz. Suçüstü ancak adam öldürme, resmî evrakta sahtecilik, hırsızlık, tecavüz, uyuşturucu satma, vb. suçlarda olur.

Görevleri icabı Türkiye’deki memurların en ayrıcalıklı kesimi olan yargıçlara yapılan muamele bakımından şu anda yasanın bu kuralları ihlal edilmekte:

– Suriye’deki Esad muhalifi terör örgütlerine silah götürdüğü iddiasıyla MİT tırlarının 19.01.2014’de durdurulup aranması olayında sanıkları tutuklamayan yargıç 20.07.2016’da yani 2,5 yıl sonra tutuklandı. [7]

– Yargıç ve savcılarının 5’te 1’i görevden alınmış vaziyette (3.670 yargıç ve savcı). [8]

– 3.000’i aşkın yargıç ve savcının mal varlığına tedbir konuldu. [9]

– 2.131 hakim ve savcı tutuklu. [10]

Üstelik, OHAL ve KHK’ları yokken de bu yasa maddeleri ihlal edilmekteydi: ‘Paralel yapı’ soruşturmasındaki tahliye krizinin iki yargıcı birbiri ardına tutuklandı; tutuklanma gerekçelerinden biri “silahlı terör örgütü üyesi” olmak. [11]

Bu durumda hukuken yapılabilecek hiçbir şey yok mu?

Türkiye’de hukuk bu haldeyken, ulusal olarak yapılabilecek fazla bir şey yok. Şöyle ki:

1 Ekim 2016’ya kadar tatile girdiğine göre, bu KHK’ler TBMM tarafından 30 gün içinde görüşülüp karara bağlanamayacak. Bu durumda hukuken yürürlükten kalkacaklar. Fakat bunu hangi mahkeme, özellikle de ilk derece mahkemesi bu korku ortamında uygulayacak?

Hukuka uygun ve yapılabilir en mantıklı durum, kendisine yapılacak bir bireysel başvuru sonucunda AYM’nin bunları yok hükmünde sayarak iptal etmesi.

Nitekim İHD, 4 Ağustos tarihli KHK’yle getirilen 30 günlük gözaltı süresinin anayasaya, yasalara, kişi güvenliği ve özgürlüğüne, masumiyet karinesine, işkence ve kötü muamele yasağına aykırı olduğu gerekçesiyle tedbir için bireysel başvuruda bulundu. Fakat 2 hafta geçtiği halde bir ses yok ve 1 Eylül’e kadar durum böyle devam ederse doğrudan AİHM’ye gidilecek. [12]

AİHM’nin bu konuda tutumu ne olur?

Page 34: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

İç hukuk böyle ihlal ediliyorsa, Avrupa hukuku haydi haydi ediliyor. Bu yüzden Türkiye AİHS’yi askıya aldığını bildirdi. Türkiye daha önce bunu 1990 ve 92’de yaptı. Bu konuda en yetkili kalem olan Dr. Rıza Türmen, askıya almanın denetimden kaçabilmek anlamına gelmediğini hatırlatıyor. Üstelik arada bugün aleyhine büyük farklar var: [13]

O tarihlerde AİHS’nin belli maddelerinin askıya alındığı belirtilmiş, oysa şimdi “genel” bir askıya alma var. AİHM alınan tedbirlerin tehdit azaldığı oranda azalmasını istiyor oysa durum tersine; şimdi bir de FG plakalar toplanmaya başlandı. Ölçülü olmasını istiyor, oysa 1996’da 14 gün mahkemeye çıkarılmamak Türkiye’nin mahkum olmasına yol açmışken bugün gözaltı süresi 30 gün ve bu işkence yapmaya çok müsait; gazetelerde mor suratlı insan resimleri dolaşıyor.

Hepsi bu değil. Tutukluluğa itirazlar dosya üstünden yapılacak, oysa yargıcın tutukluyu görmesi lazım (14. yüzyıldan kalma habeas corpus; “işte vücut” kuralı). Tutuklananların mülkiyet hakkına el konuyor ve bu da 1 Numaralı Protokolün ihlali. O kadar çok ki. AİHM bunların hiçbirini kabul etmez.

Etmez de, AİHM kararlarına normal dönemde bile zorunlu din dersleri [14] ve Alevi ibadet yerleri [15] konusunda uymayan AKP’nin, hayatını bağladığı bu KHK’lerin geçersiz olduğuna ilişkin bir AİHM kararına uymasını beklemek kolay değil. Belki de ‘AİHM karar verene kadar kim öle kim kala’ diyor AKP.

Hele de, AYM’nin kendi 2 yargıç üyesini yukarıda anlatılan bütün yargıç güvencelerine rağmen görevden aldığı hatırlanırsa.

Eskiden hiç duyulmamış bir şey başladı: Mal varlıklarına (para, menkul, gayrimenkul, vs.) ve hatta emekli maaşı ve sosyal güvencelere el konuyor. Bunun hukuksal temeli nedir?

CMK Md. 128’e göre kişinin her türlü para, mal, hak, alacak, vs.’sine el koymak mümkün. Fakat bunun için:

1) Bu değerlerin “soruşturulan veya kovuşturulan suçun işlenmesinden elde edildiğine” (‘suçun işlenişinde kullanılan’ değil!) ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe bulunması gerekir.

2) Durum hakkında BDDK, SPK, Hazine vs. gibi kurumlardan rapor almak gerekir. Alınmış mı bilmiyoruz çünkü şeffaflık sıfır

3) Elkoyma kararını ağır ceza mahkemesi oybirliğiyle vermelidir.  Hangi mahkeme vermiş belli değil.

Hepsinden önemlisi, ceza hukukunun 1 numaralı kuralı ihlal ediliyor: “Suçun ve cezanın şahsiliği”. Çünkü mirasçılar da cezalandırılmış oluyor.

Page 35: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Kişinin emekli maaşı, sosyal güvenlik hakkı, miras yoluyla elde ettiği malvarlığına gelince. Bunlar hiçbir biçimde bu Md. 128 kapsamında değerlendirilemez. Zira yasa açıkça “suçun işlenmesinden elde edilen gelir” diyor.

Zaten bu elkoyma hükümleri, kara para ve yolsuzlukla mücadele için AB standartları gereği getirilmiş bir düzenlemeydi. AKP, 17/25 Aralık sonrası malvarlığına elkoymayı zorlaştıran düzenlemeler yapmıştı (21.02.2014 tarih ve 6526 sayılı yasa). [16] Ör. BDDK, SPK, vs’den rapor alma mecburiyeti, “somut delillere dayanan” ve “somut olarak belirlenen” ibareleri, ağır ceza mahkemesinde oybirliği şartı.

Ama AKP iktidarı şimdi kendi getirdiği bu düzenlemeleri tanımıyor.

 

 

 

[1] Bugüne kadar çıkan KHK’lerin ihlal ettiği iç hukuk kuralları için ayrıca bkz. Rıza Türmen, Cumhuriyet, 22.08.2016.

[2] 12 Eylül’ün sıkıyönetim dönemindeki kararlar açısından bu durum Danıştay 5. Dairesinin 14.04.1988 tarih ve E: 1987/2417 ve K 1988/1286 sayılı kararı doğrultusunda verilen 07.04.1989 tarihli Danıştay İçtihadı Birleştirme Kararı’yla bağlayıcı hale gelmiştir:

“Sıkıyönetim komutanlarının [1402 sayılı yasa icabı] istemleri üzerine işlerine son verilen memurların, diğer kamu görevlilerinin ve kamu hizmetlerinde görevli işçilerin, ilk kez kamu görevine girdikleri tarihte bu görev için yasa ve yönetmeliklerde öngörülen nitelikleri kaybetmemiş olmaları koşuluyla, işlerine son verildiği bölgede sıkıyönetim kalktıktan sonra, kurumlarınca eski görevlerine iade edilmeleri gerekir”.

1402 sayılı yasanın sıkıyönetimden sonra etkisiz hale geleceğini tespit eden bu davayı açan Prof. Dr. Metin Günday, bu yöntemle görevden atılan insanların emeklilik ve sosyal güvenlik haklarına dokunulamayacağını

Page 36: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

belirtmenin yanı sıra, bunlara çalışmadıkları sürelerde mahrum kaldıkları gelirlerin tazminat olarak ödendiğini ilave etmektedir (http://t24.com.tr/haber/prof-metin-gunday-yanitladi-devletten-atilanlarin-emeklilik-ve-diger-haklarinda-yasal-durum-ne,355032)

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

15 Temmuz darbe girişimini ‘Allah’ın bir lütfu’ diye kamuoyuna duyuran AKP hükümeti ve güdümlü yargı,  OHAL’in 5. ayında 100 bine yakın kişiyi gözaltına aldı, 40 bin kişiyi tutukladı. Darbe girişiminden sonra fişleme raporları ile hareket ettiği artık açıkça ortaya çıkan hükümet ve yargının hukuk alanında iki büyük hamlesi oldu. İlki darbe sabahından itibaren MİT ve istihbarat raporlarına dayalı cadı avında 12 bin hakim ve savcıdan 3 bin 910 kişinin açığa alınıp ihraç edilmesiydi. Tutuklu hakim savcı sayısı bugün 3 bini aştı.

İkinci önemli hamle ise  avukatlara yapıldı. On binlerce insan savunmasız bırakıldı. Zaten son 2 senedir sürdürülen cadı avı kapsamında açılan davalardaki şüphelilerin davalarına bakan 600’den fazla avukat hakkında işlem yapıldı. Halen 250’den fazla avukat tutuklu. Gözaltına alınan, tutuklanan, mal varlıklarına ve banka hesaplarına tedbir konan yüzlerce avukat var.

17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk skandalını ortaya çıkaran emniyet mensupları,  istihbarat dinlemesi, Bank Asya, Koza İpek, Zaman, KPSS, Tahşiye, MİT Tırları, 301 madenciyi yitirdiğimiz Soma maden kazası, Karaman cinsel istismar, Karaman maden kazası gibi soruşturma ve  davalarının avukatları tutuklandı.  ÇHD, Özgür Hukukçular Derneği, 108 kişinin öldüğü Ankara Gar Saldırısı Mağdurları Derneği avukatları, İnsan Hakları Derneği Şırnak Şube Başkanı tutuklu. HDP Eş Başkanı Figen Yüksekdağ’ın avukatı Sevda Çelik Özbingöl 5 gündür gözaltında. Yine Kasım ayında Selahattin Demirtaş’ın avukatı da gözaltına alınmıştı.

Page 37: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

AVUKATA TERS KELEPÇE: Avukatlar gözaltına alındığında en azılı suçlulara yapılmayan muamele yapıldı, Mersin örneğinde olduğu gibi çoğu ters kelepçe ile adliyelere sevk edildi.ÖNCE ADİL HAKİMLER, SONRA SAVUNMA AVUKATLARINA DARBE

Türk hukuku, üçlü bir yargılama sistemi üzerine kurulu; hakimlik,  savcılık  ve savunma. Hakim, kararı veren inşa eden, adaleti sağlaması gereken makam. Savcılık iddia sahibi, suçlamaları yönelten, kamu adına hakları arayan. Avukatlar ise hem müşteki-mağdur hem şüpheli-sanık haklarının savunucusu. Bu üçlünün olmadığı yargılamanın adilliği de olmuyor. Avukatlar sadece mahkeme ya da savcılık aşamasında değil, soruşturmanın en başında; örneğin gözaltı, arama, emniyet, jandarma, ifade alınması aşamalarında iş yapıyor.

Batılı ülkelerde savunma ve savcılık eşit görülüyor. Adliyelerde savcıların avukatlarla aynı seviyede kürsüsü yapılsın tartışmaları hatırlanacaktır. Batıda böyle. Bizde savcı hakimle aynı masada, avukatlar sanıkla bir.

AVUKATA ERİŞİM İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELEYE ENGEL

Uluslararası işkenceyi önleme anlaşmaları ve evrensel hukuk normlarında da avukatlara erişme, kişinin avukatının olması  adil yargılamanın olmazsa olmazı. Denebilir ki, evrensel hukuk, işkencenin önündeki en büyük engel olarak avukatları görüyor. Çünkü insan hakları, yaşam hakkı, fikir ve düşünce özgürlüğüne müdahale gibi bugünlerde sıkça yaşanan ve bir devlet politikası haline getirilen kötü muamele, işkence ve ihlalleri önlemenin garantörü bağımsız avukatlar. İktidar kanadı, sürecin en başında özellikle Ankara ve İstanbul barolarıyla  işbirliği içinde avukatlık müessesesini işlemez hale getirdi. Sanık, şüpheliler kendi avukatlarıyla ifade veremedi.

Page 38: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

AVUKATLA GÖRÜŞME YASAĞI, CMK AVUKATLARININ ÖNLEYEMEDİĞİ OLAYLAR

KHK ile  şüpheliyi avukatıyla 5 gün görüştürmeme kural haline getirilirken, fiilen bu 10-15 günü, kimi yerde bir ayı buldu. Gözaltı süresince avukatı ve yakınlarıyla görüştürülmeyen onlarca örnek var. Annesi milletvekili olmasına rağmen bir protestoda gözaltına alınan Hüda Kaya’nın oğlu Cihat Kaya avukatın olmadığı yerde polis tarafından omurgası kırılacak kadar darp edildi.

CMK ve TCK’ya savunmanın güçlendirilmesi için konulan baro avukatı uygulaması, bugüne kadar on binlerce kişinin kötü muamele, yüzlerce kişinin işkence, 27 şüpheli ve mağdurun intihar etmesinin önüne geçemedi örneğin. Bu haliyle uygulama tam bir ‘savunmayı yok et’ uygulamasına döndü… Adil yargılama yapma ihtimali bile hükümeti korkutmuş olmalı ki, işe bugüne kadar haklarında idari soruşturmama bile açılmamış binlerce  savcı ve hakimi tutuklayarak başlamıştı. Darbe soruşturması yapmak isteyenler önce adil hakimlere, sonra savunma avukatlarına darbe yaptı.

 Takip et

Av. Hakan Canduran   @HakanCanduran Ankara Barosu yönetimi Ankara Emniyet Müdürü'yle görüştü.http://bit.ly/2a09CHy 09:29 - 20 Temmuz 2016

 

 33Retweet

 

 66 beğeni

BAROLAR AVUKATLARI NEDEN KORUMADI, CANDURAN EMNİYETLE NE GÖRÜŞTÜ?

15 Temmuz’dan sonra Adalet Bakanı’nın barolara baskı yaptığı ve ‘savunma hakkının işletilmemesi’ için belirli baro başkanlarıyla görüştüğü iddia ediliyor. Nitekim bunun Ankara’da uygulandığına avukatlar şahitlik ediyor: Hakkında

Page 39: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

soruşturma olan avukatların emniyet ve adliyelere alınmaması uygulandı. İlk haftalarda da listeler işledi. Avukatlara göre bu listeler, Adalet Bakanı Bozdağ ile Ankara Baro Başkanı Hakan Canduran’ın görüşmesinden sonra devreye sokuldu. Baro Başkanı Bozdağ görüşmesinden sonra 20 Temmuz’da Ankara Emniyeti Müdürlüğü’nü ziyaret etti. Bunu @HakanCanduran hesabından paylaşan baro başkanın twitter hesabından daha sonra açıklamanın linki kapatıldı. Bütün bu süreçten sonra bu kanuni kılıfa büründürüldü, KHK ile olaya  kılıf uydurulmaya çalışılsa da evrensel hukuka aykırı şekilde avukata erişim engellendi, savunma ortadan kaldırıldı.

AKP-BARO İTTİFAKININ FOTOĞRAFI: Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, 15 Temmuz darbesinden ardından Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ile buluştuktan sonra Ankara Emniyeti ve Adliyesi’nde birçok şüphelinin özel avukatları engellenirken, CMUK avukatları devreye alındı.23 Temmuz’da verdiği demecinde Canduran, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) gereği o gün itibariyle 2 bin 200 kişiye 430 avukat görevlendirildiğini anlatırken şöyle diyordu: “CMK ile görevlendirilen avukat arkadaşlarımızın darbecileri savunmaması gibi bir durumdan söz edilemez. Çünkü CMK bir kamu görevi. Darbecilerin özel avukatları konusunda belki böyle bir şey söylenir, söylenmez, onu bilemeyiz.”

Page 40: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

TACİZ YASASI MECLİS’TE BARO BAŞKANI BOZDAĞ’IN YANIBAŞINDA: Bakan Bozdağ ile Kasım ayında da buluşan Ankara Baro Başkanı Candan’ın (sol başta), baro seçiminde rakibi olan Eski Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in oğlu Avukat Cem Şahin (sağ başta) ile birlikte ziyaret yapması dikkat çekti. Cinsel taciz sanıklarının affı için Bozdağ’ın öncülük ettiği yasa değişikliği tartışılırken Bakan ile buluşan Baro başkanı bir gün sonra hiçbir şey olmamış gibi halkın tepkileri üzerine yasa değişikliğine eleştirmek durumunda kalmıştı.Keza İstanbul Barosu ve çevresinde de benzer şeyler yapıldı. ‘Cemaat davaları’ diye oluşturulan bir kategoride avukatlar işlevsiz hale getirildi. Hatta eski Baro Başkanı Ümit Kocasakal, ‘Cemaat davaları’na avukat göndermemekle övündü.

 

Page 41: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

İŞKENCELERİ DE AVUKAT TUTUKLAMALARINI DA GÖRMEZDEN GELİYORLAR

Mayıs 2014’te Danıştay’ın 146. kuruluş yılı etkinliğinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile atışan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu da tıpkı bu iki büyük baro gibi, avukatların sorunlarına sahip çıkmayarak, iktidarın günahlarına ortak oldu.

Avukatlık Kanunu’nun 76. maddesinde düzenlenen hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak baroların en temel görevi. Bu hüküm barolara başta çevre ve sağlık olmak üzere yurttaşların bireysel ya da toplu hak ihlallerine karşı dava açabilme ve davaya katılabilme hakkı tanıyor. Sonuçta bırakın işkenceleri, yüzlerce avukatın tutuklanmasına karşı bile kılını kıpırdatmayan TBB, Ankara, İstanbul baroları ile karşı karşıyayız.

Page 42: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

CMK AVUKATI: MÜVEKKİLİME GÖZÜMÜN ÖNÜNDE İŞKENCE ETTİLER

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch – HRW), darbe girişimi sonrası Türkiye’deki gözaltı merkezlerinde işkence ve kötü muamele yapıldığı iddialarını içeren raporda, CMK avukatlarının sanık ve şüphelileri koruyamadığı örnekleriyle anlatılmıştı. Bir adli yardım avukatı, polisin, subay olan müvekkilini Ankara Emniyeti’ndeki sorgu sırasında defalarca dövdüğünü aktarmıştı.

CMK avukatı müvekkili olduğu kişiye gözünün önünde işkence edildiğini  şöyle anlatmıştı: “Arkasında birkaç polis ayakta duruyordu. O da masanın önündeki bir sandalyede oturuyordu. Konuşması için normalde kelepçe olarak kullandıkları plastik bantlarla kırbaçlar gibi vurmaya başladılar; yumruklarıyla da başına ve vücudunun üst kısmına vurdular. Elleri kelepçeli olduğundan kendini korumak için hiçbir şey yapamıyordu. Bir aşamadan sonra artık sırtımı döndüm. Ona kaç kez vurduklarını bilmiyorum. Daha fazla bakamadım. Durdurmak için yapabileceğim bir şey olmadığını biliyordum. En sonunda ifade verdi. O saatte oradaki tek avukat bendim. Her yerde şiddet vardı ve polis benim orada olmamdan memnun değildi. ‘Bu insanların neden avukata ihtiyaçları var ki’ diyorlardı.”

ALTERNATİF BAROLARIN BAŞKANLARI TUTUKLU, 29 DERNEĞİN KAPISI KİLİTLİ

Page 43: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Bütün bu hukuksuzluk sürecinde alternatif barolar ve hukukçu dernekleri de susturuldu. Konya Baro Başkanı Fevzi Kayacan (23 Temmuz), Gümüşhane-Bayburt Bölge Baro Başkanı İsmail Taştan (28 Temmuz), Erzurum Barosu eski Başkanı Mehmet Küçük (3 Ağustos), MHP Manisa milletvekili ve  eski Baro Başkanı Zeynel Balkız (2 Eylül), Siirt Baro Başkanı Cemal Acar (23 Eylül)  ve Trabzon Baro Başkanı Orhan Öngöz’ün (27 Eylül) aralarında yer aldığı baro yöneticileri tutuklandı.

İçişleri Bakanlığı kararları ve KHK’lar marifetiyle hukukçuların kurduğu derneklerin kapılarına kilit vuruldu. Mizan Hukuk Derneği, Denge Hukuk Derneği, Harran Hukuk Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Ahenk Hukuk Derneği, Adalet Hukuku Derneği, Özgür Hukukçular Derneği’nin aralarında yer aldığı  29 hukuk derneği kapatıldı. Anayasa’nın 36. maddesindeki savunma ve adil yargılanma hakkı, AİHS 6. maddesi ihlal edildi. Avukatlara savunma yaptırılmadı. Avukatını seçme, doktorunu, oturduğun evi seçme hakkı gibi temel bir hak. Hiçbir avukat kendini müvekkili yerine geçip savunmaz yapmaz. Ancak bu temel prensipleri dahi sindiremeyen bir iktidar, savunma hakkını hoyratça yok edebilir. Savunmayı tutuklayabilir!

SAVUNMA HAKKI BÖYLE YOK EDİLDİ: Konya’da gözaltına alınan 12 avukattan biri olan M.K., gözaltındaki aşağılama ve yorgunluğa dayanamayarak bayılmıştı. M.K’nın elleri kelepçeli ve baygın fotoğrafı, avukatların düşürüldüğü durumu özetleyen zulmün sembolü olmuştu.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Yeni Asya Genel Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz, cadı avı kapsamında tutuklanan ve Topal Hafız olarak tanınan 86 yaşındaki Ali Osman Karahan’ın çarpıcı hikayesini yazdı.

Page 44: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Güleçyüz, Karahan’ın tutuklanma sebebinin, Topal Hafız’ın Bediüzzaman ile tanışıklığı sırasında Said Nursi’nin kendisine anlattığı şu ifadeler olduğunu yazdı: ‘“İleride sıkıntılı ve büyük bir nifak dönemi gelecek. Tutuklamalar olacak, belki cezaevlerinde yer kalmayacak. Ama Rabbim orada kardeşlerimi muhafaza edecek. Dışardakiler bile çok sıkıntılar yaşayacak. Ama sonra hizmetlerin çok artacağı güzel bir dönem olacak inşaallah. Sen de o dönemi görecek, belki tutuklanacaksın.”İŞTE O YAZISon operasyonlarda tutuklanan 86 yaşındaki “Topal Hafız” Ali Osman Karahan’ın ailesinden aldığımız mesaj:1930 doğumlu, Isparta Yalvaç’ta ikamet eden dedemiz doğuştan kalça çıkıklığı sebebiyle Topal Hafız olarak biliniyor.

23 yaşlarında imam-hatip görevini ifa etmekte iken Risale-i Nur’la tanışma fırsatı bulmuş ve Nur hizmetlerinde ömrünü tamamlamaya çalışan bir insan.

Üstad Hazretleriyle çok anıları var, ama kendisi hatıralardan ziyade hizmetin daha önemli olduğunu düşünür. Belki bu yüzden çok ismi duyulmadı şimdiye kadar.

Üstadın vasiyetiyle rahmetli Sungur Abiden belirli aralıklarla “tayinat” aldı.

Üstad, dedemizi “meselelerini rüyalarla halleden kişi” olarak tavsif etmiş.

Dedemiz Nur Talebeleri arasında ihtilaf olmasını hiçbir zaman kabul edemedi.

Hatta Sungur Abi bir defasında Yalvaç’a ziyarete geldiğinde bu konuyu ıztırapla kendisine ileterek “Bazı arkadaşlar yanıma gelmiyor” diye dertlendi ve kutuplaşmaları bitirmek için çok emek verdi.

Bir ziyaretinde Üstad “İleride sıkıntılı ve büyük bir nifak dönemi gelecek. Tutuklamalar olacak, belki cezaevlerinde yer kalmayacak. Ama Rabbim orada kardeşlerimi muhafaza edecek. Dışardakiler bile çok sıkıntılar yaşayacak. Ama sonra hizmetlerin çok artacağı güzel bir dönem olacak inşaallah. Sen de o dönemi görecek, belki tutuklanacaksın” demiş.

Bu süreç başladığından beri hazır bir şekilde tutuklanmayı bekledi hep ve şu anda babamızla beraber aynı koğuşta.

Tutuklanma sebebi bu konu. Hâkim “Medyada böyle bir bilgi var, sen böyle demişsin, darbeyle ilgin ne?” diye sormuş. Dedemiz “Üstad bana böyle birşey söyledi, ben de bunu zaman içinde anlatmıştım, oradan duyulup söylenmiştir, 86 yaşındayım, ne darbesi?” demiş. “Bunları bildiğine göre demek ki darbeyi buralarda organize ettin” gerekçesiyle tutuklanmış.

Kalp hastası, prostat kanseri. Gözleri yüzde 25 civarı görüyor ve tek böbrekli. 3 heyet raporu var. Buna rağmen tutuklu.

Page 45: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Mesajın özeti bu. “Mağdur falan yok” denilen bir ortamda aktaralım dedik. Tutuklananlar içinde böyle bir insan da var..

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Hizmet Hareketine yönelik ‘terör örgütü’ suçlamasıyla çatı iddianamesi hazırlayan Ankara Savcısı Serdar Coşkun, yalanlanmış bilgiler üzerinden skandal iddialara imza attı. Birçok soruşturma konusunu ‘AKP’yi devirmek isteyen cemaat mensuplarının işi’ olarak gösterdi. Suriye’ye silah taşıyan MİT’e ait TIRlar ile ilgili yapılan savcılık aramasını “AKP hükümetine darbe” olarak değerlendiren Coşkun, sayfalarca kaleme aldığı metinde, taşınan malzemelerin gıda içerikli yardım malzemeleri olduğunu savundu. MİT TIRlarından alınan patlayıcı numuneleri incelediklerini açıklayan subayların ifadelerini ise hiçe saydı.

“Kamu görevlilerinin ülke içinde bir yerden bir yere insani yardım taşıması hiçbir zaman suç değildir” sözleriyle TIR’ların sacede ülke içinde hareket ettiği izlenimi veren Coşkun, birkaç sayfa sonra bu iddiasını da kendi ifadeleriyle yalanladı. MİT yardımının sınırdan geçemeyince Halep’in Çobanbey Kasabası’nın terör örgütü IŞİD’in eline geçtiğini ileri sürdü. Gıda yardımıyla IŞİD’e nasıl karşı konulacağını ise açıklamadı. Delilsiz iddianame ile asılsız suçlamalarda bulunan Coşkun, TIR’larla taşınan malzemeler konusunda tüm iddialarını bir kenara koyarak, şu skandal ifadelere imza attı:

“Terör saldırılarına uğrayan ve canı yanan bir ülkenin tedbir alması ve saldırıları önlemek için yurt dışındaki müttefik gruplara gizlice silah sevkiyatı yapmasından doğal bir şey olamaz.”

Savcı Coşkun, o tarihlerde bu faaliyetin suç olduğu ve MİT’in böyle bir yetkisinin olmadığı dikkate bile almadı. Yargılamalar devam ederken MİT’e silah ve patlayıcı taşıma yetkisi verildi.

Savcı Coşkun silah ve patlayıcı taşındığının ortaya çıkması ile birlikte Suriye’nin, Türkiye’yi El Kaide ve El Nusra gibi terör örgütlerine yardım etmek iddiasıyla Birleşmiş Milletler’e şikayet etmesini de Cemaat’in eylemi olarak gösterdi.

YARGI KARARLARINI GÖRMEZDEN GELDİ

İddianamede Samanyolu Tv’de 28 Kasım 2015 günü yayınlanan Şefkattepe Dizisinde geçen repliklerden akıl almaz suçlamalar yer aldı. Dizi senaryosunda yer alan bir replikteki “selam söyleyin tevhidlerini bozmasınlar” ifadesiyle Yargıtay üyelerine gizlice emir verildiği ileri sürüldü. Böylece  Selam Tevhit Terör Örgütü davasının bu talimat üzerine onandığı iddia edildi. Oysa Yargıtay bu dizinin yayınlanmasından yıllar önce, 2002, 2006 ve 2014 yıllarında 3 ayrı kararla Selam Tevhit Kudüs Ordusu yapılanmasının terör örgütü olduğuna dair mahkeme kararlarını onamıştı.

SAVCI DA ‘REZA’NIN ÖNÜNE YATMIŞ’

Page 46: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Cemaat’in 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarıyla AKP hükümetinde darbe girişiminde bulunduğunu ileri süren savcı Coşkun, ABD’de tutuklu bulunan Reza Zarrab’ın mal varlığının suçtan elde edildiğine dair delil olmadığını ileri sürdü. Reza Zarrab’ın şirketlerinin ve İran ile yaptıkları ticaretin hukuka aykırı olduğuna dair bir bilgi ve delil bulunmadığını aktaran Coşkun, ayakkabı kutularıyla dağıtılan rüşvet için ise, “Halkbank Genel Müdürünün Zarrab’tan şirket işlerini kolaylaştırma karşılığı menfaat elde ettiğine dair delil bulunamamıştır. Evinde bulunan paralar bir üniversite ve imam hatip lisesinin yaptırılması için verilen paradır” ifadelerini kullandı.

Ancak okul yapımı iddialarının doğru olmadığı ortaya çıkmış, polis tarafından el konulan paralar faiziyle birlikte sahiplerine iade edilmişti.

İddianamede gerçeği yansıtmayan bir başka bilgi de Selam Tevhit soruşturmasında havuz medyasının ortaya attığı binlerce kişinin dinlendiği bilgisi. Dosyada toplam 234 şüphelinin dinlendiği ortaya çıkmıştı.

Savcı Coşkun, Selam Tevhid Kudüs Ordusu terör örgütü suçlaması ile usulsüz şekilde başbakanın da  dinlendiğini ileri sürdü. Ancak diğer iddialar gibi delil gösteremedi. Oysa Emniyet Müdürlüğündeki tasfiyelerin ardından yeniden yapılanan polis teşkilatı da bu bilginin doğru olmadığını tespit etmişti.

DÖNEMİN BAŞBAKANI İFADESİ

İddianamede, yer alan “Başbakan hakkında ‘dönemin başbakanı’ ifadesi geçen fezleke taslağı düzenlenmiştir. Örgütün emniyet kadrolarının iç yazışmalarında da amacın hükümeti devirmek olduğu çok açık anlaşılmaktadır.” İddiasının da doğru olmadığı ortaya çıkmıştı. Soruşturma dosyasına giren şube müdürleri imzalı fezlekede dönemin başbakanı ifadesi bulunamadı. Bu iddia havuz medyasında yayınlanmış ancak delil gösterilememişti.

‘CEMAAT GAYRİ MEŞRU İŞLERİ DEŞİFRE ETTİ’

İddianamede Cemaat ‘gayri meşru’ işleri deşifre ederek kişileri itibarsızlaştırıp hedef haline getirmekle suçlandı. Diğer taraftan hukuk dışına çıkarak faaliyet gösteren okullarla ilgili ithamlarda bulundu. İddianamede sıkça delilsiz yorumlarda bulunan Coşkun, yurt dışı okullarında dindar insan yetiştirilmediğini, hiç kimseye Türkçeyi öğretilmediği öne sürerek, “Türkiye’ye yurt dışındaki okulların hiçbir fayda ve katkısının olmadığı, toplanan ekonomik kaynağın heba edildiği” iddialarında bulundu.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Darbelerde önce medya kontrol altına alınır. Çünkü darbecilerin meşruiyetlerini halka kabul ettirmeleri için medya önemli bir araçtır. Türk medyası bugüne kadar yaşanan bütün darbelerde kötü sınav vermiş, genelde darbecileri destekleyen yayınlar yapmıştır. Öte yandan medya patronlarının başka sektörlerde hatırı sayılır yatırımlara sahip olması, hoşa gitmeyen

Page 47: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

yayınlar yapıldığında ilan gelirlerinin kesilmesi, sürpriz vergi cezaları ve kapatma gibi yaptırımlarla karşılama ihtimali de bu desteğin önemli sebeplerinden.

17/25 Aralık yolsuzluk skandalıyla öğrendiğimiz hususlardan birisi de tamamıyla Erdoğan’ın kontrolünde bir ‘Havuz medyası’ oluşturulmasıydı. Ayrıca Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın geçenlerde ortaya saçılan maillerinden de anlıyoruz ki Doğan Grubu da ‘Damat’ Mehmet Ali Yalçındağ üzerinden bu havuza dahil olmuş, Erdoğan’ın ‘Medya İmamı’ Serhat Albayrak’a sormadan adım atmaz hale gelmiş.

Yeni Türkiye’nin medyasında gazetecilik, günün 24 saati iktidara yalakalık yapmak, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanların canlı yayınlanan konuşmalarından kalan boşlukları gelen haberlerle doldurmak şeklinde yapılır oldu. Arada kazara gazetecilik yapanlar olursa da gazeteci görünümlü tetikçiler üzerinden doğduğuna pişman ediliyor.

Basın yazmazsa kimse duymaz

Dünyanın her yerinde basın iktidarı eleştirir, denetler, ihmalkarlıklarını, ve hatalarını deşifre eder. Haksızlığa uğrayanın sesini duyurur, gücün karşısında ezilen kimsesizlere arka çıkar. Bu yüzden ‘dördüncü kuvvet’ diye anılır, kamu adına denetimin merkezidir.

Eğer bir ülkede iktidar basını, basın da iktidarı övüyorsa orada bir sorun vardır. Bizdeki ‘havuz’ medyası tam da böyle. Ertuğrul Özkök’ün A330 mürettebatı diyerek arada bir ti’ye aldığı havuz kalemşörlerinin ‘körler sağırlar birbirini ağırlar’ vaziyetlerine milletçe çok alıştık. Soru sormak değil uçakta uçmak marifet çünkü…

Erdoğan ve AKP iktidarının muhaliflere (ya da kendine biat etmeyenlere) uyguladığı baskılardan, iktidar önünde diz çökmemiş ve havuza dahil olmamış medya sayesinde az çok haberdar oluyorduk.

Bütün darbelerde olduğu gibi Erdoğan’ın darbesinde de yaşanan hukuksuzlukların duyulmaması için muhalif medya kuruluşları birer birer kapatıldı, gazeteciler, yazarlar, muhabirler, gazete sahipleri hapse atıldı, mallarına el konuldu. Yetmedi sosyal medya hesaplarına bile yasak getirildi. 668, 675, ve 677 sayılı OHAL KHK’ları ile, 16 televizyon, 5 haber ajansı, 24 radyo, 62 gazete, 19 dergi, 29 yayınevi ve dağıtım kanalı kapatıldı.

Zaman Gazetesi başta olmak üzere bir çok gazete çalışanı, gazete dağıtıcısı, aşçısı, şoförü ve güvenlik görevlisine varıncaya kadar bir çoğu 15 Temmuz’dan itibaren komşuları tarafından ‘ihbar edildi, polis tarafından gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı. Polisin bir kişiyi gözaltına alması için Zaman Gazetesi vb. gazetelere abone olduğuna dair isimsiz bir ihbar yeterli sayıldı.

Bu iddianameyi yazan savcılar nerede yetişir?

Page 48: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Geçen Ağustos ayında 20 yıl gazetecilik yaptıktan sonra işsiz kalmış bir gazeteci, çocuklarını parkta gezdirirken polis tarafından kelepçelenip gözaltına alındı. Kısa süre içinde silahlı terör örgütüne üye olmaktan hakkında iddianame düzenlendi. İddianameyi okudum. Savcı beye göre iktidarı eleştiren yayınlar yapmak suçmuş! Bunu derken aslında gazetecilik yaptıkları bir nevi itiraf edilmiş. Zaman, Today’s Zaman, Bugün, Taraf, Cumhuriyet gibi havuza dahil olmayan gazetelerden herhangi birinde yöneticilik yapan, çalışan veya bu gazeteleri satın alan milyonlarca okuyucu, ya ‘silahlı terör örgütü yönetmek’ veya ‘silahlı terör örgütüne üye olmak’ suçlarını işlemiş sayılırmış!

Ve iddianamede yer alan akıldışı suçlamalar: 1) Cemaate yakın bir gazetede çalışmış olmak, 2) Bank Asya’da hesap açtırmak, 3) Çocuğunu Cemaate yakın bir okulda okutmak! Eğer bunlar suç ise önce hapse tıkılmayacak bir AKP’li bakan, milletvekili var mıdır?

Bir başka çarpıcı örnek de sulh ceza hakimlerinin tutuklamaya itiraz taleplerinin değerlendirilmeleri. Bir avukat arkadaşım anlattı. 18 tane gazeteci farklı avukatlar aracılığıyla farklı tarihlerde farklı dilekçelerle tutukluluğa itiraz etmiş. Normal olan her talebin ayrı ayrı gerekçelendirilerek karara bağlanması. İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimi İslam Çiçek, ihtimal ki 18 gazetecinin dilekçesini tek tek okumaya vakti olmamış, hepsini bir kalemde ele alarak tek kararla tutukluluğun devamını uygun görmüş!

Aylardır gazetecilik yapmaktan başka bir suçları olmayan onlarca gazeteci somut bir delil olmaksızın cezaevinde tutuluyor. Neye itiraz ettiklerine bile bakmadan basmakalıp/matbu gerekçelerle, tutukluluğun devamına karar vermiş.

Hatırlayalım. O günlerde havuzun bütün gazeteleri hep bir ağızdan ‘darbeye iştirak’ suçundan gözaltına alındıklarını yazmışlardı. Her iki olayda da ‘darbeye iştirak’ suçunu işlediklerine dair tek satır delilin olmamasını neyle izah edeceksiniz?

‘Suçu gazetecilik yapmak’

Dün havuz medyası hep bir ağızdan ‘Dünya’nın en büyük gazeteci hapishanesinden geliyorum’ diyen Can Dündar’a hücum etmiş. Meğer Can Dündar’ın gazeteci dediklerinin hepsi terörist çıkmış!

Bir de ikisi tutuklu kalanı çeşitli suçlardan hüküm giymiş 20 kişilik liste yayınlamışlar. İyi de gazeteci hapishanesinden kastedilen bu değil ki!

Birincisi adi suçtan cezaevine giren hiçbir gazeteci için hiç kimse tek kelime etmiş değil. İkincisi 170’ten fazla gazeteci sadece gazetecilik yaptıkları için cezaevinde. Biriniz de korkmadan çıkıp bu yapılanlar zulümdür cesaretini gösteremeyecek mi?

Page 49: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Bugün cezaevlerinde çile dolduran Ahmet Turan Alkan, Ali Bulaç, Mümtaz’er Türköne, Şahin Alpay, Mustafa Ünal, Büşra Erdal, Emre Soncan, Ayşenur Parıldak ve diğer gazetecilerin hangisi bir kişiye zarar vermiş olabilir? Bu gazetecilerin darbe girişimi ile hangi somut ilişkisi vardır? Hangi somut delil ve suçlama ile aylardır cezaevinde tutuluyorlar? 27 Mayıs’ta merhum Menderes ve Demokrat Partililere ‘sizi buraya tıkan irade böyle istiyor’ diyen Cunta Hakimi Egesel ile İstiklal Mahkemelerinin Kel Alilleri de böyle hüküm ihdas ediyordu. Yaz kızım… Suçu gazetecilik yapmak, hapsine…

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) mimarlarından hukukçu Prof. İzzet Özgenç, piyasada ‘itiraflar’ olarak dolaşan hapisteki yargı mensuplarının ifadelerine bakarak, bunların suç teşkil etmediğini söyledi. Prof. Özgenç’e göre, eğer bunlar suçsa, en başka hükümetteki ve mevcut bürokrasideki isimlerin de tek tek hesap vermesi gerekiyor. Bu yerinde bir uyarı, zira şu anda koltuğunu kaybetmemek için canhıraş AKP’nin suçlarına ortak olanlar, ileride, hukuk geri geldiğinde nelerle yargılanacaklarını iyi bilmeliler.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) bugünlerde Anayasa’yı rafa kaldırmış, yasaları uygulanmaz hâle getirmiş, yargıyı da Saray’a bağlamış olabilir ama bugünden geriye doğru bakınca ‘suç çetelesini’ görebiliyor mudur? Bir gün ellerindeki güç kayıp giderse, nelerle karşı karşıya kalacaklarını hiç düşünmüşler midir?

Düşünmüş olmalılar ki, başka çare görmeyip iktidara sımsıkı tutunuyorlar. 17-25 Aralık’ta kapalı kapılar arkasında çevirdikleri dümenler ortaya çıkınca başladı bu ‘tutunma’ hâli. Belki sadece 4 bakanla sınırlı kalsa, onlar feda edilebilirdi ama soruşturma Bilal Erdoğan’a uzanınca üstüne beton döküldü. Bir kez suç sarmalına girince, geri dönüş mümkün olamadı. Muhalifleri, medyayı susturma, sermayeye el koyma, gasplar peşi sıra geldi. 15 Temmuz sonrasında ise adeta bir uçurumdan yuvarlandı Türkiye.

Ancak tek suç, 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları değildi. Üzeri böylesine örtülmek istenen çok başka ‘suç dosyaları’ da mevcut. Normal bir ülkede her biri iktidarı bir gecede değiştirir ancak Türkiye’de üzerine bir de hamaset bina ediliyor. İşte o dosyalardan belli başlı olanları…

Page 50: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

1- 17 ARALIK: 87 MİLYAR EUROLUK KARA PARA DAVASI

17 Aralık’ta Reza Zarrab ile 4 AKP’li bakan ve çocuklarının merkezinde yer aldığı 87 milyar Euro’luk kara para, rüşvet ve yolsuzluk trafiği polisin ve adaletin ağına takıldı. AKP, atadığı polis ve savcılarla takipsizlik kararı verdirse de dosya 5 Mayıs 2014 ile 5 Ocak 2015 tarihleri arasında 15 kişilik TBMM soruşturma komisyonu kayıtlarına girdi. 4 bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi AKP’li üyelerin oylarıyla engellendi. Ancak gerek TBMM kayıtları gerek süreci tersine çevirerek emniyet ve yargı mensuplarına yönelik tutuklama dosyalarında 17 Aralık’ın orijinal iddianame ve bilgileri mevcut. 71 sanıklı dava, hukukun normal işlediği günlerde açılacak.

2- 25 ARALIK: 100 MİLYAR DOLARLIK İHALE VE USULSÜZLÜK DOSYASI

İstanbul’da Savcı Muammer Akkaş’ın yürüttüğü ve 1.5 yıl süren rüşvet ve yolsuzluk  soruşturmasında kara para aklama, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma ve yolsuzluk incelemeye alındı. Mali değeri 100 milyar doları bulan dosya kapsamında 28 büyük ihale ve usulsüz işlem yakın takibe alındı. Urla villaları, El-Kaide ile şaibeli ilişkileri olduğu iddia edilen Yasin el-Kadı’nın korunması, medyayı ele geçirmek için 600 milyon dolarlık rüşvet havuzu oluşturulması gibi ciddi suçlamaların soruşturulması engellendi.

3- OSLO GÖRÜŞMELERİ, HABUR OLAYI, ÇÖZÜM SÜRECİ İTİRAFLARI

Page 51: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Kürt Sorununu çözmeye yönelik adımlar çerçevesinde başlayan ve içinde Oslo görüşmeleri, Habur olayı gibi kritik gelişmeleri de barındıran süreçte önce inkar politikası izlendi. Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan ve Oslo’da PKK-MİT görüşmelerini uzun süre ‘ihanet’, ‘şerefsizlik’ gibi güçlü sözlerle reddetti. Oslo’da PKK’ya verilen sözler ile Habur Sınır Kapısı’nda 19 Ekim 2009’da 34 PKK’lının teslim olup serbest bırakılmaları sürecinde anayasa ve yasaların çiğnendiği tartışılıyor.

Erdoğan: Valilere üzerine gitmeyin dedik, silah yığdılar

Çözüm sürecinde PKK, evlere ve şehirlere silah ve bomba yığınağı yaptı. 16 Eylül 2015’te Tayyip Erdoğan önce “Çözüm süreci içerisinde valilerimize ‘operasyon yapmayın’ talimatı verdik” sonra 21 Mart 2016’da “Valilere üzerine gitmeyin dedik, silah yığdılar” itirafında bulundu. CHP, Erdoğan, Başbakan Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve çözüm sürecinde görev alan bakanlar hakkında “teröre yardım ve yataklık yaptıkları” gerekçesiyle Savcılığa suç duyurusunda bulundu. AKP’li eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, 100’den az terörist grup görülürse müdahale edilmeyeceği talimatı verildiğini teyit etti.

Askerin operasyon talebini valiler ve hükümet engellediği belgelendi

2013’te yazılan yeni görev emri ile PKK’nın sınır dışına çıkışlarına göz yumulması istendi. Polis ve askerin yetkileri daraltılırken, önce 2015’te askerin PKK’ya yönelik 100’den fazla operasyon talebine izin verilmediği ortaya çıktı. MHP’li Oktay Vural, çözüm sürecindeki bu tavizin sayısını “1000 operasyon” olarak açıkladı. Örgüt şehirlere 80 bin silah ve bomba yerleştirirken buna göz yumulduğu, askerin yazılı izin taleplerine cevap verilmediği ortaya çıktı.

Anayasayı ihlal ederek şehirleri yıkma emri, milyonlara sürgün

7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına iktidarı kaybeden AKP, Güneydoğu’da terörü aktifleştirdi. Çözüm sürecinde askere kırsalda bile operasyon izni vermeyen AKP iktidarı bu kez Anayasa’yı şehir ve ilçeleri tanklarla bombalayarak askıya aldı. Diyarbakır Sur, Silopi, Şırnak, Yüksekova, Silvan, Lice, Hani, Hazro, Bismil, Dicle, Bağlar, Kayapınar, Yenişehir, Kocaköy gibi ilçelerin bir çoğunda taş taş üstünde kalmadı.

Milyonlarca insan göç etti. En az 400 sivil, 2 bine yakın polis ve askerin şehit edildiği, bir o kadar PKK’lının öldürüldüğü  bir süreç yaşandı. Mahalle mahalle ilan edilen Sıkıyönetim ve OHAL’ler,  faili meçhul cinayetler ile  bölge 1990’lı yıllardan daha kötü günler yaşadı.

4- SURİYE’DEKİ İÇ SAVAŞA TAŞINAN SİLAHLAR

Adana Savcılığı’nın talimatıyla 19 Ocak 2014’te ihbar üzerine Jandarma’nın durdurduğu tırlarda 1,000 havan, 1,000 top mermisi, 50 bin makineli tüfek mermisi, 30 bin ağır makineli tüfek mermisi ele geçirildi. MİT’le ilişkili olduğu

Page 52: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

inkâr edilmeyen TIR’larda önce ilaç gibi insanî yardım malzemesi olduğu söylendi. Ancak daha sonra silahların da görüntüleri çıktı.

Bu tırlardan yüzlercesine izin verildiği, Suriye iç savaşına silah ve mühimmat sevkiyatı yapıldığı belirlendi. Operasyon yapan jandarma, savcı ve hakimler tutuklandı. Ancak medyanın yakın takibi ile suç belgeleri ve görüntüleri deşifre oldu. Uluslararası savaş suçları kapsamına giren bu olayı Erdoğan ve iktidarı savunmaya devam ediyor.

Terör suçlusu IŞİD’lileri takas ve salıverme

Ekim 2014’te İngiliz Times gazetesi, Türkiye’nin terör örgütü IŞİD militanlarının elinde tutulan 49 kişinin serbest bırakılması için örgütle müzakere ettiği ve bu müzakereler sonucunda aralarında iki İngiliz vatandaşının da bulunduğu 180 IŞİD militanını serbest bıraktığını yazdı. Olay yalanlanmadı.

IŞİD, Türkiye’deki ilk kanlı eylemini 20 Mart 2014’te gerçekleştirdi. Niğde’nin Ulukışla ilçesindeki bu olayda, bir astsubay, bir polis ve bir kamyon şoförü hayatını kaybetti. Failler yakalandı. Ankara Cezaevi’nde tutuklu olduğu söylenen ancak davaya katılmayan Benyamin Xu,  Çendrim Ramadani, Muhammed Zakiri’ye müebbet hasip cezası verildiği açıklandı. Ancak sanıkların yüzleri görülmedi, mahkemeye dahi çıkmadan hüküm ihdas edildi.

5- 15 TEMMUZ İHMAL, İŞKENCE, GASP VE OHAL HUKUKU

15 Temmuz 2016 gecesi başlayan darbe girişimi, henüz sabaha ulaşamadan bastırıldı. Ancak hâlâ darbenin kimler tarafından planlandığı, darbeyi gerçekleştiren kişilerin amaçlarının ne olduğu ortaya çıkmış değil. Dahası, ortaya çıkan bilgilere göre darbenin geleceği önceden bilindiği hâlde önlem alınmamış ve 250’ye yakın insan ‘ihmal’ ya da daha kötüsü ‘kasıt’ sebebiyle hayatını kaybetmiş durumda.

4,5 aydır darbenin komutanları dahi tespit edilemezken,  sırf Hizmet Hareketi ile irtibatı var ya da muhaliftir diye 100 bin kişi gözaltına alındı 40 bine yakını tutuklandı. Hakkında suçlamaları dahi bilmeden hapis yatan 170 gazeteci, 2 bin 400 yüksek yargıç, on binlerce polis ve asker var. Darbeleri Araştırma Komisyonu, darbenin en kritik isimlerini dinlemedi. Şu ana kadar dinlenen isimlerse meseleyi aydınlatmaktan çok başka tartışmalar açtı. Belli ki bağımsız bir komisyonun darbenin arka planını araştırması istenmiyor.

15 Temmuz’da linç edilerek öldürülen askerî lise öğrencileri ve askerler

Darbe girişimi esnasında ‘sivil görünümlü’ kimselerin iki askeri lise öğrencisi ve bir erin, linç ederek, kafaları kesilerek öldürdüğü ileri sürüldü. Ekim 2016’da, Boğaz Köprüsünde 15 Temmuz gecesi vahşice boğazlanan kişinin, harp okulu öğrencisi 21 yaşındaki Murat Tekin olduğu ortaya çıktı. Otopsi raporu ve ailesinin beyanlarıyla kesinleşen bu cinayete ilişkin soruşturma

Page 53: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

açılıp açılmadığı bilinmiyor. Diğer iki olay ve ölümlerin de üstü kapatıldı. AKP yöneticilerinin bu linç ortamının oluşmasına yaptığı katkılar, dava konusu.

6- 15 TEMMUZ İŞKENCELERİ, OHAL VE MÜLK GASPLARI

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW), AF Örgütü, İnsan Hakları Derneği, sanık avukatları ve yakınlarının beyanı ile yüzlerce insana işkence edildiği ortaya çıktı. Cezaevi, gözaltı ya da görevden alma aşamalarında 25’i geçen şüpheli intiharlar soruşturulmadı. OHAL ve KHK’lar bahane edilerek, hukuk askıya alında. Avukat ve yakınlarıyla görüştürülmeyen insanların ev, araba, fabrika ve holdinglerine hiçbir somut delil getirilmeden sulh ceza hakimleri kararıyla, yani tek kişinin oluyurla el konuldu. Gasp edilerek TMSF’ye devredilen holding sayısı bile 300’leri geçti. Binlerce şirkete el konurken, Hizmet Hareketi ile irtibatı nedeniyle 2 binden fazla eğitim kurumu, 15 üniversite, onlarca hastane kapatıldı. Yüz binlerce hasta, öğrenci, öğretmen, çalışan mağdur edildi.

7- MEDYAYA HUKUKSUZ KAPATMA, YANDAŞ MEDYAYA USULSÜZ HİBE

AKP, iktidarını pekiştirmek için önce yandaş medya oluşturmaya başladı. Ardından TRT ve Anadolu Ajansı gibi devlet kurumlarını ‘yandaşlaştırdı’. Son hamle, muhalif medyayı çeşitli bahanelerle kapatmak oldu. Koza-İpek Medya’ya kayyım eliyle çökülmesinin üzerinden bir yıldan az bir zaman geçti ama bu süreçte Samanyolu ve Zaman Grubu, Özgür Gündem, İMC TV gibi kanallar ve toplamda 200’e yakın medya organı kapatıldı.

Buna karşın TMSF ve Sulh Ceza hakimlikleri eliyle alınan kararlarla medya AKP yandaşı haline getirildi. 10 televizyondan 7’si iktidar borazanı haline geldi. Muhalifler susturulurken, yandaşlar reklam ve kamu kaynaklarıyla beslendi. Örneğin sadece Sayıştay raporlarına konu olan kamu bankalarının son 5 yıllık reklam bütçesi de 1 milyar TL’yi aştı. Bu bütçenin çoğunluğu Sabah, Star, Yeni Şafak, Akşam, Güneş, Takvim, Yeni Akit ve Türkiye gazeteleri arasında dağıldı. Yine A Haber, Ülke Tv, TV Net, 360 TV, 24 TV, Beyaz TV’ye reklamlarla ihya edildi. TRT ve AA bütçeleri ve harcamaları denetim dışı kaldı.

8- HAVUZ İŞADAMLARI, USULSÜZ İHALELER, KİT VE SAYIŞTAY DENETİMSİZ TÜRKİYE

TOKİ, Karayolları, TCDD, DMO alım ihaleleri başta olmak üzere on milyarlarca dolarlık ihalelerde AKP’nin işadamı havuzu hep önde oldu. 3. köprü, 3. havalimanı, Hızlı Tren, İzmir Demiryolu, Diyanet Vakfı’nın karıştığı yolsuzluklar, torpilli ihaleler araştırılmadı. Kayseri, İstanbul, Ankara, Hatay, Fatih belediyelerinde onlarca yolsuzluk iddiası ya mahkemelerde ya da İçişleri Bakanlığı müfettişleri eliyle örtüldü.

Sayıştay denetim raporları son 4-5 yıldır TBMM’den kaçırılmak suretiyle, kamu harcamaları tamamen denetim dışı tutuldu. En akılda kalan denetimsiz kamu

Page 54: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

harcamaları arasına Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve MİT bütçesi girdiği halde denetim yapılmadı. Kamu ihalelerinde yüzlerce kurum için denetim devre dışı bırakıldı. Devlet ihaleleri yandaş şirketlere peşkeş çekildi.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın en fazla umut bağladığı, defalarca atıf yaptığı ‘çatı davası’ başladı. Ama Hizmet Hareketi’ni bir terör örgütü olarak gösterebilmek için yaklaşık üç yıldır çalışan Ankara Başsavcılığı’nın yargılamaya temel teşkil eden iddianamesi bir absürtlükler ve çelişkiler yumağı. Orta düzeyde yandaş gazetecinin birkaç saatte kaleme alacağı cinsten bir metin.

Bazı bölümlerde ise savcı Serdar Coşkun asgari hukuk bilgisinin gerektirdiği sınırları çizmek zorunda kalmış. O bölümler, bu soruşturmalarda iddianame yazmanın neden zor olduğunu ve binlerce insanın niye aylarca mahkemeye çıkarılmadan esir tutulduğunu açıklıyor. Savcının hukuken söylemek zorunda kaldığı bölümleri hiçbir gazete basamaz; ertesi gün soluğu cezaevinde alır.

OKULDA ÖĞRETMEN YA DA ÖĞRENCİ OLMAK SUÇ DEĞİLDİR

Savcı, bir okulda öğretmen ya da öğrenci olmanın, bir şirkette çalışmanın ve vakfa üye olmanın soruşturma konusu yapılamayacağını itiraf etmiş. İddianame mahkemede kabul edilmiş bir metin, kermes yaptığı diye tutuklanan ev kadınları, öğretmenler, gazeteciler herkes savunmasına bu bölümleri ekleyebilir. Savcı aynen şunları söylüyor: “Soruşturmanın amacı örgütün siyasi bir faaliyetini ve amacının olup olmadığı, devlete ve hükümete yönelik ele geçirme amaçlı bir örgütlenme olup olmadığı, örgütün işlediği suç varsa kimlerin karıştığı, suç yok ise bu örgütlenmenin neden suçlandığını ortaya koymaktır.

Bu örgütün evinde kalan, yurtlarında barınan veya okul ya da dershanelerinde öğrenim gören gençler, dershane, özel okul ve yurtlarda faaliyet yürüten öğretmenler ve yöneticiler, aynı şekilde örgütün emrinde faaliyet yürüten dernek, vakıf, banka veya ticari şirket çalışanları, bu örgütün elindeki işyerlerinde ücretli çalışan emeği ile geçinen kimseler, açıkça bir suça karışmadıkları sürece sırf bu irtibatları ceza sorumluluğu doğurmadığından özellikle soruşturma dışında tutulmuştur.”

Savcı Coşkun daha ileri giderek “Sırf bu harekete mensup olmak cezalandırma için yeterli değildir. Bu harekete destek vermek veya sempati beslemek ya da şirket, okul veya dershanede çalışmak, buralarda bir süre ikamet etmek ceza sorumluluğu doğuran, suç teşkil eden davranış değildir.” diyor. Söz konusu cümleler 40 bine yakın tutuklunun bulunduğu soruşturmaların hukuksuzluğunu gözler önüne seriyor.

Page 55: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Savcı Coşkun, belki de iddianamenin suçlama ve talep bölümlerindeki hukuk dışı absürtlükler ve çelişkileri örtbas edip, kendini bir nebze temize çıkarmak adına o cümleleri yazdı. Giriş bölümünü yazanla diğer sayfaları kaleme alanın aynı kişi olduğuna inanmak hayli zor. Coşkun o sayfalardan sonra cüppesini çıkarıp o cüppeyle duvardaki hukuk diplomasını kapatıp işine devam etmiş gibi.

Ceza kanunlarında karşılığı olmayan, akademik metinlerde bile seviyesiz bulunup kapsam dışında bırakılacak subjektif değerlendirmeler dolu. Soyut analizlerle suç üretme çabası tezatları beraberinde getiriyor. Mesela “Terör örgütü mensupları ve örgüt sempatizanları, kendilerini belirsiz şekilde ‘hizmet hareketi’, ‘camia’ ve nadiren ise ‘cemaat’ olarak isimlendirmektedir” cümlesinden biraz sonra “Fetullah Gülen ve cemaatinin bir isim kullanmamasının nedeni, bu örgütlenmenin hata yapmama, son ilahi ordu olma, ahir zamanda ortaya çıkma ve seçilmiş olma gibi öğretilerinden kaynaklanan olağanüstü bir kibir ve gururun sonucudur. Ülkeler, milletler, devletler hep kendilerine bir isim seçerek birbirlerini tanımışlardır…” İsmi var mı yok mu? Savcı henüz ona bile karar verememiş.

Teoloji ve sosyoloji başta olmak üzere bütün sosyal bilimcileri kıskandıracak yorumlar yapan savcı, pedagojiyi de boş geçmemiş: “Takiyye-tedbir; yalan söylemek, muhatabı aldatmaktır. Yalan münafıklığın sebebidir. Küçük yaştaki çocukları, tedbir adıyla yalan söylemeye alıştırmak onların gelişimine ve pedagojik açıdan zararlıdır.”

GÖZLER LATİF ERDOĞAN VE KEMALETTİN ÖZDEMİR’İ ARIYOR

Savcı, hemen bütün dini akımlarda olan ve Risale-i Nur camiasında öne çıkan ‘şefkat tokadı’nı iddianameye almış, ne alaka ise… “14-) Şefkat Tokadı; Örgüte göre, kötü iş yapan (genellikle abi veya ablanın talimatına uymakta ihmal gösteren) kişinin tanrı tarafından bir kötülükle ikaz edilmesidir.” Bu suç ise literatürü oluşturan Bediüzzaman’dan işe başlamak lazım. Kemalettin Özdemir ve Latif Erdoğan’a sorsalar Onuncu Lema’dan kendisine ders yaparlardı. Sahi bu isimler neden sanıklar arasında yok? “Örgütü birlikte kurduk yönettik” demiyorlar mı? Kermes yapan kadınlar içeride onlar dışarıda; adalet bu mu? Kimse etkin pişmanlık demesin, Yargıtay içtihatları aksini söylüyor. Kaldı ki Erdoğan ve Özdemir tard edilmek ve Cemaat’te hak ettikleri makamları alamamaktan şikayetçiler!

KAFALAMA SUÇU!

İddianamenin en absürt bölümü ‘kafalama’ başlığı. Bir hukuk metninde böyle bir bölüm ve suçlama olabilir mi?

“Kafalama; Örgütle organik bağı olmayan bir kişinin, şirin gözükerek kendine bağlaması, sempatizan hale getirmesi veya himmet vermeye razı hale getirilmesidir. İşadamı kafalanırsa örgüte para veya mal varlığı vererek himmet öder, öğrenci kafalanırsa örgüte ilerde kazandırılacak üye yetiştirilir.”

Page 56: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Savcı Coşkun, Cemaatin bir adının da ‘altın nesil’ (hani yoktu ismi) olduğunu ileri sürüyor. Tanım ise tek kelimeyle muhteşem (!) “F. Gülen bir elinde bilgisayar bir elinde Kur’an olan nesil şeklinde ifade etmektedir.” Savcı üşenmemiş ilgili konuşmayı delil klasörüne de koymuş. Gülen, bir elinde Kuran bir elinde bilgisayar olan nesiller istiyormuş; ne kadar büyük bir cürüm!

Türkiye medyasından kes yapıştır ile yargılama yapıldığını çok gördük, savcı bütün rekorları kırmak istercesine uluslararası basında aleyhte çıkan haberleri de almış. Herhalde 1453 sayfalık İstanbul iddianamesinden geride kalmak istememiş.

Hayal gücü İsmail Uçar kadar geniş olmadığından Habil ve Kabil’e girmemiş. Onun yerine Usa Today’de yayınlanan “Türk İnanç hareketi kongre üyeleri ve çalışanlarının 200 seyahatini gizlice finanse etti” başlıklı yazı ve benzerlerini almış. Delil torbasını doldurmakta zorlandığı anlaşılan savcı, yandaş medyadan kes-yapıştır metoduyla üretilen şikayet dilekçelerini de delil diye eklemiş. Hukuk tekniği açışından şikayete bağlı olmayan suçlamalar için; kasaba arzuhalcisinde yazdırılan “Devleti ele geçirdiler” türü somut suçlama içermeyen metinlere dayanılmaz. Ama çaresizlik insana her şey yaptırıyor.

SAVCIDAN BİLE GİZLİ TANIK

Gazetelerde yazılan şeyleri anlattığı halde, dosyaya esrarengiz bir hava vermek üzere gizli tanık ifadeleri konmuş. Daha komiği isimsiz ihbar mektupları dahi delil kabul edilmiş. Hele ‘bir acılı baba’ mektubu var, evlere şenlik! “şikayet dilekçesinde geçen olayla ilgili somut bir bilgi temin edilemediği, polis memurunun kim olduğunun tespit edilemediği” diye başlayan cümle sıkı durun şöyle bitiyor: “Dilekçenin içerisinde anlatılan olayların örgütlü bir yapıyı gösterdiği anlaşılmıştır.”

Tane tane bir daha söyleyeyim: olay bulunamamış, kişi tespit edilememiş ama anlatılanlar ‘gizli yapıyı’ göstermiş.

Bu arada sanık avukatlarının hukuktan kaynaklanan suç duyurusu ve HSYK’ya şikayet dilekçeleri dahi suçlama konusu yapılmış. Mahkemelere değil de mafyaya mı gitseydi avukatlar!

TECAVÜZCÜ BİLE DİLEKÇE GÖNDERMİŞ

Aynen alıyorum, yoruma gerek yok:

“Soruşturmayı zorlaştıran bir diğer sorun ise kişilerin her şeyi paralel yapıya havale ederek bundan ‘yarar sağlama beklentileri’ olmuştur. Alakası olsun olmasın her olayı paralel yapının işlediği iddia edilerek başvurular yapılmış ve sonuçta soruşturmada gerçekten paralel yapının faaliyeti ile ona atfedilen olayları ayırmak için uzun süren çaba gerektirmiştir. İşlediği suçun sorumluluğundan kurtulmak isteyen cezaevindeki hükümlü ve tutuklulardan birçok gereksiz dilekçe gelmiştir. Mesela 2001 yılında ırza geçmeye

Page 57: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

teşebbüsten mahkum olan bile bunu paralel yaptırdı diyerek dilekçe göndermiştir.”

Tabi Savcı Bey, bu satırlarla günah çıkartıp “Bakın biz aslında çok titiz soruşturma yapıyoruz” demeye getiriyor bir yandan da.

DELİL YOK AMA HELE BİR SORUN NİYE?

İddianamenin tarihi itirafını savcı şöyle kayıtlara geçirmiş:

“Örgüte karşı yürütülecek soruşturmayı engellemek için FETÖ, bir yandan da kripto elemanlarına hükümet eliyle mevzuat değişikliği yaptırılması için görev vermiş, soruşturmayı güçleştiren her türlü hukuki tedbir el altından alınmıştır. Dosyaların her avukat tarafından görülebilmesi, suret alınması, tutuklama, el koyma ve dinleme gibi delil elde etme yöntemlerinin hiç yapılamaz şekilde zorlaştırılması gibi birçok mevzuat değişikliği yaptırılmıştır. Bu kanuni engeller soruşturmanın seyrini etkilemiş ve delil elde etmek imkânsız hale getirilmiştir.”

“Delil yok diye beni suçlamayın, elimi kolumu siz bağladınız” diyor kısaca. Daha önemlisi AKP içinde yasama faaliyetlerinden sorumlu Adalet Bakanı, Komisyon Başkanı ve grup başkanvekillerini ‘kripto FETÖ’cü’ olmakla suçluyor. Şikayet ettiği şeyler ise asgari hukuk standartları ve hükümet bunları demokrasi paketi olarak sunmuştu.

KİM ÖRGÜTSE ALLAH BELASINI VERSİN!

“Beddua, hiçbir din adamının ağzına yakışmaz. Müslüman bir adamının beddua etmesi rencide edicidir” şeklinde teolojik saptamalar yapan savcı Gülen’e ait şu sözleri aynen almış:

“Kim paralelse Allah onun belasını versin, Allah yedi sülalesini yerin dibine batırsın, kim sülükse Allah onun bin belasını versin, sülüklerin evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın, bizsek yani kim çete ise şayet o çetelerin evlerine Allah ateş salsın, ellerini dizlerine vurdursun, hicran gözyaşı dökmeye sevk etsin, kim örgütse Allah onun belasını versin, kim milletine kötülük yapıyorsa Allah onun belasını versin, kim millet hukuk olarak arpa kadar bir haram yemişse Allah onun yedi sülalesinin belasını versin…”

Savcı Coşkun ‘amin’ demenin suç olup olmadığını yazmamış ama ne olur ne olmaz siz içinizden amin deyin.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

İCİNDE TERÖR EYLEMİ OLMAYAN TERÖR İDDİANAMESİ!

Page 58: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Adı iddianame. Konusu bir terör örgütü. Toplam 2268 sayfadan oluşuyor. Şipariş bir dava. Erdoğan’ın yıllar önce “Beni kızdırmasınlar 1 savcı 3 polisle onları terör örgütü ilan ederim” dediği sözün siparişi demek ki.

Büyük bir kısmına baktım. Hukuk fakültelerinde “İşte böyle hazırlamayın denecek bir iddianame”

Açık tanık olarak Hüseyin Gülerce, Latif Erdoğan, Kemalettin Özdemir, Ahmet Keleş, Selim Çoraklı ve Nurettin Veren, Çetin Açar.

Gizli Tanık olarak “Güneş”, “Kasırga”, “Bulut”, “Arif” ve bir iki isim var.

Siz hırsızlıkla ilgili bir iddianame hazırlıyorsanız bir kaç hırsızlık örneği verirsiniz.

Cinayet iddianamesi hazırlıyorsanız cinayeti anlatırsınız.

Adına terör örgütü diyorsanız hiç olmazsa bir tane terör eylemi koysaydınız bari. Yok. 2268 sayfa içinde tek bir terör eylemi yok. Cari hukuka göre suç unsuru tek bir eylem yok.

Ne var? Şu, şununla görüştü. İşte HTS kayıtları. Bu, bununla bir araya geldi. O, şuna şu parayı gönderdi. Falan hastaneye bakıyor. Filan falan okulların genel müdürü. Şu şu kitapları yazdı… Yaptıkları uygunsuzluklar yüzünden cemaatten kopmuş 2-3 isim bulup konuşturmuşlar. Onlar da meydan boş ağızlarına geleni sallamışlar. İddia konusu dedikoduların hepsi havada.

Terör eylemi diye koydukları havuz medyasının masa başı iftiraları. Danıştay cinayetinden Hrant Dink’e ne bulsa eklemiş. Hiçbirinin iddianamede adı geçen hiçbir isimle ilgisi yok. Hepsi havuzun hergün yenilediği safsatalar. Sadece Roma’nın yakılmasını cemaat yapmamış onlara göre! İddianamede geçen şahıslarla ilgili mahkemelerde hükme bağlanmış tek bir kayıt yok.

Eğer aynı şeyi AKP için yapsanız, ayrılmış veya kovulmuş 2-3 ismi konuştursanız bakın ne iddianameler çıkar. Bülent Arınç’ın Melih Gökçek için “Ankara’yı parsel parsel sattı” iddiasından başlayabilirler. Tayyip Erdoğan için ne iddianameler çıkar. On binlerce sayfayı da bulabilir. Ki içinde gerçek örnekler yer alır. Aynı şeyi cemaat için yapınca ne hırsızlık bulabilmişler ne dolandırcılık ne irtikap ne rüşvet ne de terör eylemi.

Kim hazırlamış bu iddianameyi?

Adının başına Cumhuriyet Savcısı koymuş olan Serdar COŞKUN isimli biri. Numarası bile var: 39663 Savcı olabildiğine göre demek ki 4 yıl hukuk okumuş. Dünyanın en muteber günlük gazetesi The New York Times’ı dergi sanacak kadar da cahil. Vaktiyle araba hırsızlığından cemaat eylemi çıkarmaya çalışan ve madara olan savcı. Afrikada iki kabilenin hukukunu emanet etseniz emin olun kabileler iki gün barış içinde yaşayamaz, bir birine

Page 59: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

girer. Hazırladığı sözde iddianame tam bir dedikodu almanağı. Ne kadar cemaatle hesabı olan varsa hepsine sayfalarca yer vermiş. Hani iddianamelerde sanıkın lehinde deliller de yer alır ya sayın savcı ortada konuşanlara bile yer vermemiş. Ama aferin siparişi yerine getirmiş.

Mutlaka ödüllendirilmeli. Kariyeri sıfırlamak ucuza gitmemeli. Mesela 2268 sayfa için en az beş milyon telif almalı. Hukuk fakültelerinde dalga konusu olmaz az sefalet değil. Yarın torunlarına rezil olmanın bedeli az olmamalı.

Erdoğan, sıfırlanamayan parasının üstüyle alınan Şehrizar Konakları’nın beşinden birini veya Urla Villalarından birini bu savcıya hemen hediye etmeli. Makama gelince artık böyle bir savcıyı Adalet Bakanlığı’ndan aşağısı kurtarmaz. Son icraatlarıyla gözden düşen Bozdağ’ın yerine Coşkun’dan başka kim olabilir ki?

2016’da Küresel Hukukun üstünlüğü endeksinde 113 ülke içinde 99.culuğa, Zimbabve ve Özbekistan’ın altında düşmüş bir Türkiye’ye Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan, Adalet Bakan’ı olarak da Serdar Coşkun çok yakışır.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[OHAL döneminin alametifarikası hükmüne geçen ve Erdoğan’ın “normal zamanda yapamadıklarımızı yapıyoruz” diyerek açıkça itiraf ettiği Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yine toplu tasfiyeler ve sivil toplumun yıkımı gerçekleşti. Dün yayınlanan 677 ve 678 no’lu KHK’lar, 16 bin memurun ihracını, 500 STK’nın kapatılmasını getirdi.

Başta Anayasa’nın belirlediği temel hak ve hürriyetler olmak üzere; taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Evrensel İnsan Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Ulusalarası Çalışma Örgütü (İLO) sözleşmeleriyle güvence altına alınmış bütün haklar KHK’lar eliyle gasp ediliyor. Maaş, özlük, sigorta, hatta yargıya ulaşıp dava etme hakları dahi ellerinden alınıyor. Konu bir süredir ‘sivil ölüm’ başlığıyla tartışılıyor.

Mer’i Türk Ceza Kanunu’nu yapan isimlerden Prof. Dr. İzzet Özgenç’in tabiriyle “Ağaç kökü yiyerek hayata tutunmaya mahkumiyet cezası” veriliyor insanlara. Semt pazarlarında çalışan öğretmenler, onlarca işyerinden kovulan memurlar, bulaşık yıkayarak çocuklarına bakan hakim-savcı eşleri. Aileler bölünüyor, neyle suçlandığı bilinmeyen 100 binden fazla insan gözaltına alınmış, 40 bine yakını hapishanelerde. Bir de üstüne insanların işleri, bankalardaki birikimleri dahi ellerinden alınarak hayatta kalma imkanları ortadan kaldırılıyor.

Cezaevindekiler bu  ‘sivil ölüm’ mahkumiyetini aileleriyle birlikte çekiyor maalesef. Varsa, evlerine, arabalarına tedbir konmuş ya da hacze verilmiş. Sendikal örgütlenme hakları, sivil toplum kurma, muhtaçlara yardım etme

Page 60: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

gibi en temel insani görevleri yapamaz hale getirilmiş bir toplum yapısı var karşımızda.

Hizmet Hareketiyle irtibatlı bütün STK’lar kapatılmış. Önünden geçen, suyundan içen, bankasından kart alan kodese gönderilme tehdidiyle karşı karşıya. Alevi, Sünni, Kürt, Zaza, sol, sosyal demokrat, Milliyetçi, ülkücü muhalif kim varsa gözaltı ve mahpus ile terbiye edilmeye çalışılıyor. İşkenceler, maddi-manevi gasplar, mala mülke çökmeler, ırza, insanlık onuruna tecavüzler almış başını gidiyor.

Peki KHK’larla inşa edilen hukuksuzluklara anayasa ve evrensel hukuk ne diyor; birlikte bakalım.

DİN, DİL, IRK, SİYASİ DÜŞÜNCE, İNANÇ, MEZHEP FARKI GÖZETMEKSİZİN KANUN ÖNÜNDE EŞİTLİK

Anayasa Madde 10. “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”

Yani siz filanca cemaatten, siz filanca fırkadan, ırktan, görüştensin diye kimse işinden, evinden, barkından, malından, canından, namusundan edilemez.

TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİ, REFAH VE  HUZURU KORUMA GÖREVİ

Anayasa Madde 5. “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”

Manzarada huzur bulanlar, sadece Erdoğan ve AKP rejiminin zulümle serfiraz elit zümresi gözüküyor. Topyekûn ülkedeki huzursuzluk, bir trafik kazasından kahvede çıkan tartışmaya kadar en ufak olay ölümle, cinayetle, kavgayla sonlanıyor. Cinayet üstüne cinayet işleniyor. Cinnet, ahlaksızlık, hırsızlık gırtlağa dayanmış. Toplum boğuluyor.

TEMEL HAK VE HÜRRİYETLER ORTADAN KALDIRILAMAZ, SINIRLANAMAZ

Anayasa Madde 14. “Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.”

Page 61: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

İki taraflı bu hüküm, devletin temel hak ve hürriyetleri ortadan hiçbir şartta kaldıramayacağını söylüyor. Bu ülkede Anayasa maalesef 4 senedir askıda. Bir adamın, bir grubun sözleri kanun. Uymayanlar şaki, terörist!

UÇLULUĞU İSPATLANANA KADAR HERKES MASUMDUR, İNSANIN MADDİ MANEVİ VARLIĞI ORTADAN KALDIRILAMAZ

Peki, savaş, sıkıyönetim, olağanüstü hallerde hak ve hürriyetlerin kullanımı durdurulabilir mi? Hayır. Anasaya’nın 15. maddesinin ikinci fıkrası çok açık. “…Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir. Birinci fıkrada belirlenen durumlarda da, savaş hukukuna uygun fiiller sonucu meydana gelen ölümler dışında, kişinin yaşama hakkına, maddî ve manevî varlığının bütünlüğüne dokunulamaz; kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.”

Bırakın düşünce açıklamayı; gazete, kitap, cevşen okudu, TV izledi, internete girdi, filanca kişiyi twitter’da takip etti, filanca onu takip etti diye hapse giren onbinler var. Haksız yere hapsedilen masumların evinden çıkan suç aletlerine bir bakın; kitap, cd, bilgisayar, tefsir, risale…. Ya masumiyet karinesi!? Yerle yeksan. Anayasal, yasal, insani, İslami hiçbir güvence işletilmiyor. Devlet kanunla değil, sanki hukuksuzlukla, çete-mafya düzeni ile yönetiliyor.

MADDİ MANEVİ VARLIĞINI KORUMA HAKKI

Madde 17. “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

Suçsuz yere hapse atılmış, iddianamesi bile yazılmamış 40 bin kişi var.

Madde 19. “Herkes, kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir”

Page 62: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Evinden alınmış, 2-3 aydır eşiyle, avukatlarıyla görüştürülmeyen binlerce insan var. OHAL ve KHK’lar gerekçesiyle gözaltı süresi 30 gün. 5 gün avukatla görüşmek yasak.

Madde 20. “Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.”

Madde 21. “Kimsenin konutuna dokunulamaz. “

Madde 22. “Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir”

Madde 23. “Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir”

Madde 24. “Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir”

Madde 25. “Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir”

Uzağa gitmeyin, Diriliş Ertuğrul dizisini seyretmediğini söyleyen Okan Bayülgen’in havuz medyası ve Saray eliyle nasıl hizaya getirilip, özür diletildiğine bakın. Bir diziyi seyretmediğini söyleyecek kadar özgür bir ülke Türkiye! Ya da şarkıcı Sıla’nın, Yenikapı mitingini eleştirdiği için konserlerinin ardı ardına iptal edildiğini hatırlayın.

BASIN VE İFADE HÜRRİYETİ; TUTUKLU GAZETECİLER, KAPALI KURUMLAR

Madde 28. “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz. Müsadere edilemez.”

Tutuklu gazeteci sayısı 146. Kapatılan basın yayın ve medya kurumu sayısı, son KHK ile eklenenlerle birlikte 174.  Bunların 50’si gazete, 32’si televizyon, 29’u kitap yayınevi, 3’ü Türkiye’nin en büyük ajanslarından… Sendika ve derneklerin rapor ettiğine göre 10 bin civarında gazeteci, basın çalışanı son 3 yılda işsiz kaldı.

Madde 33. “Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir.”

667 sayılı KHK ile 1125 vakıf ve dernek, son KHK ile 500 sivil toplum kuruluşu kapatıldı.

AİLEYİ, BİREYİ, ÇOCUKLARI VE MASUMLARI KORUMA

Madde  41. “Aile, Türk toplumunun temelidir. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması sağlar.”

Anne-babası hapiste, kendisi devlet yurtlarına verilmiş, hayatları gasp edilmiş yüzlerce çocuk var. En iyisinin durumu, akraba-taallukatın yanında sığınmacı

Page 63: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

olarak hapis yolu gözlemek. On binlerce çocuğun durumu bu maalesef. Anne-babadan yoksun bırakmak nasıl bir anayasal ceza olabilir ki!?

Madde 42. “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.”

Okul, yurt, etüt merkezi dahil 2 binden fazla eğitim kurumu kapatıldı. Açığa alınan öğretmen sayısı 78 bin. Öğretmensiz kalan öğrenci sayısı 1.5 milyon. Kapatılan özel eğitim kurumu mağduru öğrenci sayısı 200 bin. İşsiz öğretmen sayısı 80 bin.

ÖRGÜTLENME, SENDİKALI OLMA HAKLARI

Madde 51. “Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir.”

Sendikalar kapatıldı, sendikalı olduğundan dolayı binlerce öğretmen, memur tutuklandı. Sadece bugünü KHK’lar ile kapatılan 500 derneğin içindeki iki isme bakmak bile yeterli. Barış Derneği. Güvenilir Gıdalar Vakfı. Barış Derneği hemen her darbe ve cuntanın hedefi olmuş. 12 Eylül darbesi bile yargılamayı seçmiş, kapatmamış.  Hayrettin Karaman, Tayyar Altıkulaç, Şemsi Kopuz, Murat Ülker gibi isimlerin kurucusu olduğu bir vakıf, Zaman ve Samanyolu’ndan iki gazeteci de üye olduğu için kapatılıyor. Türkiye’de helal ve güvenilir gıda adına yola çıkmış bir sivil toplum kuruluşu ortadan kaldırılıyor.

FİİLİ DURUM MASALI VE ANAYASA’NIN BAĞLAYICILIĞI

Cumhurbaşkanı, başbakandan başlamak üzere devletin en üst kademesi anayasanın fevkinde yetkiler kullanıyor. Ve bunu ‘fiilî durum’ masalıyla satıyor. Oysa Anayasalar kamu erkini kullananların yetkilerini, görevlerini, sorumluluklarını dağıtırken iktidar gücünün suistimal edilmesini engelleyecek hükümler getirir. Burada amaç iktidarda temsil edilmeyen azınlıklara kadar her bireyin, kurumun hakkını korumaktır.

Bizde de 12 Eylül darbesinin bir ürünü olsa bile törpülenmiş ve değiştirilmiş maddeleriyle Anayasa, hak ve özgürlükleri koruma altında tutuyor. Ama OHAL ve KHK’larla özgürlüğün bu kadarına bile tahammül edemeyen bir rejim kendi zulüm kalesini inşa etmeye devam ediyor.

Anayasanın 90. maddesi modern hukukun bize kazandırdığı ve tahaahüt altına alınmış haklarımız olduğunu söylüyor. O maddede “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir” deniyor. Yani KHK’dan ve hatta kanunlardan dahi üstte bir anayasa normu ile bütün evrensel hak ve özgürlükler güvenceye alınmış. Ama buna rağmen KHK’ları çıkaran zihniyet, “Kimse Türkiye’nin iç hukukuna karışamaz” diye naralar atıyor.

Page 64: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Yukarıdaki maddeleri okurken sıkılmayın lütfen. Bu kanunsuzlukları ve hukuksuzları yaşayan akraba, eş-dost, yakınlarınızın açacağı davalarda, suç işleyenlere bu maddeler sorulacak. Çünkü işkence yaparak temel yaşama hakkını, sermaye, din-vicdan hürriyetini, basın ve örgütlenme özgürlüğünü, bu ve benzeri  temel hürriyetleri yok edenler modern dünyada mutlaka mahkeme ediliyor. Bekleyelim görelim KHK rejiminin sonunu.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Yürürlükteki Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) mimarlarından Ceza Hukuku Profesörü İzzet Özgenç, Kanun Hükmünde Kararnamelere (KHK) tepkisini Twitter hesabından yaptığı paylaşımlar ile dile getirdi. Özgenç, KHK’lar ile Türk ‘hukuk’una yeni bir ceza türü kazandırıldığına işaret ederek, yapılanın adını ise şöyle koydu: ‘Ağaç kökü yiyerek hayata tutunmaya mahkumiyet cezası’

Kanunları askıya alan KHK’lar ile icat edilen suç ve cezalandırma yöntemlerini eleştiren Prof. Dr. İzzet Özgenç, OHAL’den sonra uygulanan çarpık yargı anlayışını şöyle özetledi:

”Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri ile Türk ‘hukuk’una yeni bir ceza türü kazandırıldırılmıştır: Ağaç kökü yiyerek hayata tutunmaya mahkumiyet cezası!

Bu ‘ceza’ ile cezalandırılabilmek için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kanunlarında tanımlanmış herhangi bir suçun işlenmesi gerekmemektedir.

Bu ceza için, kişi hakkında adli soruşturma yapılmasına ve kişinin usulune uygun savunma yapmasına gerek bulunmamaktadır.

Hatta bu ceza ile cezalandırılabilmek için, yargı kararlarına da gerek bulunmamaktadır.

Bu cezanın belirli bir süresi de bulunmamaktadır.

Bu ceza ile cezalandırılmak, sadece hakkında karar verilen kişi bakımından değil, iaşe ve ibatesini karşılamakla yükümlü olduğu aile bireylerinin cezalandırılması sonucunu doğurmaktadır.”

MİLYONLAR İŞSİZLİĞE VE SİVİL ÖLÜME MAHKUM EDİLİYOR

15 Temmuz sonrasında 111 bin memurun görevden alınması, yine 100 bine yakın kişinin gözaltına alınıp bunların 36 bininden fazlasının tutuklanması sonucu çok ciddi sosyal bir yara açıldı. Tutuklu ve gözaltında olanlar haklarındaki suçlamaları neredeyse 4 aydır öğrenemedi. Şirketlere kayyım atanması, medya kuruluşları, okul, üniversite ve sivil toplum kuruluşlarının da yer aldığı 2 binden fazla kurum ve kuruluşun kapanması nedeniyle yüzbinlerce öğrenci ve 1 milyondan fazla kişi ve ailelerin mağdur olduğu kayda geçti.

Page 65: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

İşsiz kalan insanların kamuda ve özel sektörde iş başvurularının cevapsız kalması, cadı avı ve şeytanlaştırmanın toplumun tamamına yayılmasından sonra bu kişilerin hukuken ‘sivil ölüme’ mahkum edildiği tespiti yapılmıştı.

 [[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

‘978-605-111-885-7’ yazıyor arka kapakta. Yazarı Helen Rose. Amerikalı Sosyolog. Prof. Rose, katıldığı bir konferansta kitabı Gülen Hareketini anlamak için kaleme aldığını anlatıyor. Aynen şu cümleleri kullanıyor: “Etkilendiğim bu topluluğun esin kaynağı ile tanışmayı çok isterim. Ancak ben objektifliğimi korumak için Sayın Gülen’le tanışmayacağım.”

Masum insanları terör örgütü ilan etmek için bin bir yalan ve baskıyı kolluk güçleri ve yargı eliyle inşa eden AKP-Erdoğan rejiminin operasyonlarında gözden kaçan bir ayrıntı kitaplar. Gözaltına alınan ya da örgüt üyeliğiyle suçlanan hemen herkesin evinden, işyerinden çıkan kitaplar tırnak içinde ‘silahlı örgüt’ delili olarak sunuluyor. Fotoğrafların çoğu ajansların günlük servis ettiği haber malzemesi! Nedense gazetelerde de pek yer almıyor aslında bu silahlı örgüt delilleri. Amerikalı Rose’un kitabı da geçen haftaki bir operasyondan sonra ele geçirilen örgüt dokümanı diye ajansların servis ettiği fotoğrafların arasında yer aldı.

‘TERÖRİST MÜSLÜMAN, MÜSLÜMAN TERÖRİST OLAMAZ’

Rose’un Gülen Hareketi ile tanışması ve bu yapıyı mercek altına almasının uzunca bir hikâyesi var. Kendi ağzından aktarayım: 11 Eylül 2001’de Amerika Birleşik Devletleri’ne tarihinin en büyük terör saldırısını yapan El Kaide sonrasındaki tartışmalar üzerine sosyolog Rose konuya mercek altına almış. Rose, o günlerde çoğu Amerikalının bile uzak kaldığı soruların cevaplarını aramış. “Bu saldırıları yapanlar İslam dinini temsil ediyor olamaz…” düşüncesiyle sorular sormuş.

O günlerde teröre karşı entelektüel çaba gösteren, tepki veren İslamî hareket ve entelektüellerin kimler olduğuna bakmış. Çok da kimseyi bulamamış. Ta ki, Fethullah Gülen’in açıklamalarını okuyana dek: “Müslüman terörist, terörist de Müslüman olamaz.” 11 Eylül saldırılarının sıcak günlerinde yapılan bu açıklamalar, dünyadaki birçok akademisyenden önce Rose’un dikkatini çekmiş. Sonra Hizmet Hareketi ile tanışarak, gördüklerini araştırma olarak

Page 66: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

sunmak istemiş. Şimdi bu eser terör örgütü suç aleti!

ELMALILI HAMDİ YAZIR TEFSİRİ VE RİSALELER DE LİSTEDE

Silahlı terör örgütü diye itham edilen masumların ev ve işyerlerinde bulunup Emniyet müdürlüklerinde suç aleti(!) diye sunulan tek kitap bu değil tabi. Mesela Sonsuz Nur kitabı var. Elmalılı Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili tefsir ansiklopedileri var. Lemalar, Mektubat, Sözler, Mesnevi-yi Nuriye gibi çağın mütefekkiri Bediüzzaman Said-i Nursi’nin eserleri var.

15 Temmuz’dan sonra başlatılan cadı avının ‘ilk ve en önemli malzemeleri’ bu kitaplar. Koli koli, deste deste kitaplar diziliyor filanca ilin emniyet müdürlüğünün basına açılan odalarında. Ne bunlar? Savcılıklara sunulan suç delilleri… İnsanların akıllarıyla alay edercesine sürdürülüyor bu yalan. Hem teşhir ediliyor, hem tutuklama sebebi diye gösteriliyor.

HEPSİ BANDROLLÜ, HEPSİ ONAYLI

Yazının girişinde bahsettiğimiz o rakamlar, her kitapta var. Meraklısı yakından bilir, ISBN numarası deniyor bunlara. Yani kitabın Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü kontrolünden geçtiğini, korsan, yasaklı, illegal yayın olmadığını gösteriyor. Vergisi ödenmiş, yayıncısı belli, hatta belki içeriği okurdan önce devletin ilgili kontrolörlerine gitmiş yayın demek.

Nerede görülmüş, hangi terör örgütü vergisini vererek yüz binlerce adet kitap basmış? Ülkedeki akıl tutulması o kadar kesif ki, bu soruları soracak tek bir entelektüel, tek bir hukukçu yok! Bylock gibi teknolojinin yüz binlerce insana

Page 67: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

ulaştığı bir mesajlaşma programını örgüt yazılımı diye yutturanlar, kitapları da silahlı örgüt delili diye sunuyor.

Sorumuz şu: Bu kitaplara bandrol verenler, piyasada satılmasını onaylayanlar da suç ortağı olarak yargılanacak mı? Etrafınıza iyi bakın, belki sizler de bizim örgüttensinizdir?

OTORİTER REJİMLERİNİN KARA PROPAGANDASI HEP BÖYLE…

Otoriter rejimler kitap düşmanıdır. Darbe dönemlerinde bu hep böyle olmuştur. Hatta 27 Nisan e-muhtırası yazılırken, Ege’nin illerinde Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri kutlanırken Kur’an’dan ayetler okunması, küçük öğrencilerin okudukları şiirler, Asr-ı Saadet piyesleri suç unsuru, suç delili olarak sunulmuştu.

İstibdat rejiminin yeni sahipleri, kendi partilerinin yani AK Parti’nin kapatma davası dosyasına tekrar bakarlarsa bu saçma delilleri ve iddiaları tekrar okuyabilirler. Belki bugün kendilerinin ürettiği saçma iddialara bakıp utanırlar.

HANGİ SİLAHLI ÖRGÜTTE BU KADAR ÇOK KİTAP ÇIKAR?

Page 68: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

AKP-Erdoğan rejimi ‘cemaat düşman’ söylemini önce ‘parelel yapı’ diye 3 yıllık kara proganda ile halka dikte etti. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise ‘fetö’ diyerek silahlı örgüt kategorisine alma çabası ile yeni bir propaganda argümanı ve makinesi çalıştırmaya başladı. İrtica söylemi yaygın iken devlet medyaya takkeli, sarıklı, cübbeli, çarşaflı fotoğraflar servis ederdi. Şimdilerde ise, cemaat operasyonlarında yakalanan kitap-cd,  1 dolar görüntüleri revaçta.

Niyet aynı, korku pompalamak. Koli koli kitaplar diziliyor ve bunu yazan, okuyan, dağıtan herkese ‘terörist’ deniyor, yaftalanıyor. Kitap düşmanlığının bu kadar zihinleri kararttığı dönem olmamıştır herhalde.

ÜNİVERSİTE REKTÖRÜNÜN İŞİ KİTAP İMHA MI?

Bir de toplu imha işlemi yapan ‘üst akıl sahibi memurlar’ (!)  var onların aklı iyice karışık sanırım. Kitapları üniversite matbaasında hızardan geçiren Cumhuriyet Üniversitesi rektörünün kitap düşmanlığı dillere destan örneğin. Ajanslara servis edilen haberde rektörlük, oluşturdukları bir komisyon marifetiyle merkez kütüphanedeki kitapların, dergilerin imha edildiğini duyuruyor:

“Üniversitemiz bölüm ve kütüphanelerinde bulunan paralel yapı lideri ve sempatizanları tarafından yazılan tüm kitap, dergi vb. yayınlar toplanmış ve imha edilmiştir.”

Page 69: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

AHMET ŞIK’IN KİTABI, ERDOĞAN’IN ‘BOMBADAN DAHA TESİRLİ’ SÖZLERİ…

Cemaat kelimesinin irticaın yerine kullanılması ilk olarak eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Nisan 2009’da İstanbul’daki Harp Akademileri Komutanlığı’ndaki konuşmasında olmuştu. Ergenekon süreciyle birlikte cemaate karşı yürütülen kara propaganda ve psikolojik savaş hız kazanmıştı, medya başı çekmişti o dönemde. Hanefi Avcı olayı, Oda TV baskını, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmaları hızlıca Cemaate yıkılmıştı.

Ahmet Şık dâhil herkes, sadece ‘Cemaat polislerini’ suçlasa da olayın baş aktörü tanıdıktı. 11 Haziran 2011’de bir televizyon programının canlı yayınında dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan, Ahmet Şık’ın kitabından dolayı tutuklanmasına atıfla “Kitap yazmak nasıl terör olur?” sorusuna şöyle cevap vermişti: “Yani öyle kitaplar vardır ki bombadan daha tesirlidir.”

Sırf evlerinde kitap bulunduğu için terörle suçlananlar da aynı zihniyetin hedefi bugün. Ahmet Şık olayı yanlıştı, kitap yazmak tutuklama sebebi olamazdı, polisin yaptığı da, Erdoğan’ın sözleri de baştan aşağı yanlıştı. Ancak bu fatura hep Cemaate kesildi, top kale çizgisini geçmişti çünkü.

NUR TALEBELERİNDEN BUGÜNE…

Page 70: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Dönelim tarihe. Dünün vesayet rejimi temsilcileri de farklı davranmıyordu. 27 yıl süren Tek Parti dönemi serbest seçimlerle bitmiş, 1950’de çok partili hayata geçilmişti. Ancak iktidarda Demokrat Parti (DP) olmasına rağmen Nurculuk faaliyetlerinin takibi hiç bitmedi. Nurculuk devlet için ‘en büyük suç’lardan biri olarak sunulup Nur talebeleri adım adım izlendi. ‘Nurcubaşı’ diye yaftalanan Said Nursi’ye selam vermek bile suçlanmak için yeterliydi.

Said Nursi ve talebelerine, ‘irtica şebekesi’ adı takılmıştı. Halka korku salmak için, masum insanların evlerine yapılan baskınlarda el konulan kitaplar suç aleti olarak teşhir ediliyor, ellerine kelepçe vurularak insanlar mahkemelere sürükleniyordu. Devlet başkanından valilere kadar herkes ‘Nurculuğun’ ülke için nasıl bir tehlike olduğunu anlatıyor ve gazeteler, bu nefret söylemini manşetlerine çekiyordu. Manzara bugünden farklı değildi.

Gözaltına alınan Nurcular, günlerce hapishanelerde tutulduktan sonra mahkeme karşısına çıkarılmıştı. Sanıklar hakkında idama varan cezalar isteniyor ancak dosyaların içi bir türlü doldurulamadığı için çoğu dava beraatla sonuçlanıyordu. Bugün Diyanet tarafından devlet eliyle basıldığı için övünülen Risale-i Nurlar dünya tarihinde belki de hakkında en çok dava açılan ve toplatılan kitaplar arasına girmişti. Her dava sonunda da toplatılan kitaplar sahiplerine iade ediliyordu.

Page 71: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

 

KORKUN KİTAPTAN!

Fethullah Gülen’in 40 yıllık fikir yolculuğunun meyveleri niteliğindeki eserler Arapça, İngilizce, Urduca, Boşnakça gibi dünyanın çeşitli dillerine çevrildi, milyonlarca insana ulaşıyor. Sızıntı dergisi başyazılarından oluşan Çağ ve Nesil serisi, 1 milyondan fazla basılmıştı. Gülen’in ABD’ye gitmesinden sonraki sohbetlerinden derlenen Kırık Testi serisi, yine 1 milyondan fazla eve girdi.

Tarih boyunca yasaklanan kitaplar, geçici zulümler sona erince el üstünde gezdirildi. Bazıları kitapları evlerden, kütüphanelerden çıkarıp yok etmeye çalışsa da, o kitapları girdiği gönüllerden çıkarmaya kimsenin gücü yetmedi, yetmiyor, yetmeyecek.

Page 72: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

15 Temmuz darbe girişiminin ardından Cumhuriyet savcılıkları tarafından başlatılan soruşturmalarda yaklaşık 105 bin şüpheli hakkında işlem yapılmış. Soruşturmalar sonrasında gözaltına alınan yaklaşık 75 bin kişiden 34 bini tutuklanarak cezaevine konulmuş.

İktidar bu operasyonları Cumhuriyet savcıları ve özel seçilmiş sulh ceza hakimleri eliyle yapıyor. Bugüne kadar değil teröre bulaşmak, eline çakı dahi almamış on binlerce insanın hayatı nasıl bu kadar kolay karartılabiliyor, anlamak zor.

BEYEFENDİ’NİN HOŞUNA GİTMEYECEK KARARLARI VERENİN AKIBETİ

Geçen yılın Nisan ayında İstanbul adliyesi hakimleri Metin Özçelik ve Mustafa Başer Silivri’de tutuklu bulunan Hidayet Karaca ve bazı polisleri tahliye ettiği için tutuklanıp Silivri’ye gönderildiler. Halbuki o güne kadar verdiği karardan dolayı bir yargıcın apar topar tutuklanması görülmüş değildi.

O sıralar yargı mensubu bir dostumu ziyarete gittiğimde bunun görevdeki hakim ve savcılara gözdağı vermek, iktidarın hoşuna gitmeyecek kararlar verenlerin akıbetinin hapis olacağını göstermek için yapıldığını anlatmıştı.

Yine o dönemde bir hakim, havuz medyasının çakma amiral gemisinin avukatının kendisine gelerek ‘bu dosya beyefendinin önüne gidecek, kararınızı ona göre verin’ diyerek tehdit ettiğini söylemişti. O hakimin şimdi tutuklu olduğunu söylemeye gerek var mı!

15 Temmuz’dan hemen sonra 3456 hakim ve savcı meslekten ihraç edildi, bunların 2400’ü de tutuklandı. Tutuklananlar arasında 2 bin 250 hakim ve savcı, 102 Yargıtay, 41 Danıştay, 2 Anayasa Mahkemesi ve 5 HSYK üyesi bulunuyor.

Havuz gazetesi yazarını bile isyan ettiren şu hadise o günlerde yaşanmış: Yargı mensubu karı-koca sorguya alınır, tutuklanmazlar. Tekrar alınınca ikisi de tutuklanır. Tutuklama kararını veren hakime hanım bayan meslektaşının boynuna sarılarak güvenlik kameraları karşısında hıçkıra hıçkıra ağlar, “ne olur beni affet bunu yapmaya mecburum kurban sen misin ben miyim hakkını helal et” der. Çünkü tutuklama kararını vermese kendisinin tutuklanacağına inanmaktadır! Ve bu şekilde yüzlerce örnek var.

HAKİM VE SAVCILARIN TUTUKLANMASININ HUKUKİ KARŞILIĞI VAR MI?  

Hakim ve savcıların Cumhuriyet Başsavcılıklarınca FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye oldukları iddiasıyla soruşturulup tutuklanmaları veya meslekten ihraç edilmeleri, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Anayasa’ya aykırıdır.

Page 73: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Hakim ve savcılar hakkında TCK’nın 314/2. maddesinde yer alan silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan soruşturmalar yapılmaktadır. Ve bu soruşturmalar hakim ve savcıların bu suçu görev sırasında ve görevinden dolayı işledikleri varsayımıyla herhangi bir izin prosedürü uygulanmamaktadır. Halbuki Anayasanın 159/9. maddesi hakim ve savcılar için görevleri sırasında ve görevlerinden dolayı işledikleri suçlarda soruşturma yetkisini HSYK ilgili Dairesine ve HSYK Başkanına verilmiştir. Anayasa hükmü hakim ve savcıların görevlerinden dolayı ve görevleri sırasında suç işleyip, işlemediklerini doğrudan soruşturma yetkisini Cumhuriyet Başsavcılıklarına vermemişken, savcılıkların hakim ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işledikleri iddiasıyla CMK’nın 161/8. maddesine göre başlattıkları tüm soruşturmalar Anayasaya aykırıdır.

Aynı şekilde bu soruşturmalar, Hâkimler ve Savcılar Kanununun 88. maddesine de aykırıdır. Çünkü darbe girişiminin bastırılmasında sonra ve darbe ile ilgili olmadıkları ve suçüstü hali bulunmadığı bilinmesine rağmen soruşturma başlatılmıştır.

Tüm bu aykırılıklara rağmen neden 3456 hakim savcı hakkında soruşturma başlatılmış ve meslekten ihraç edilmişlerdir.

Peki, iktidar neden bu hukuksuzlukları yapıyor?

1. Planlanan ve istenilen sayıda muhaliflerin tutuklanmalarını sağlamak, bu şekilde toplumda var olan/oluşturulan tutuklanıyorsa suçludur algısından faydalanmak, Anayasaya göre OHAL’de dahi korunması gereken masumiyet karinesini yok etmek, topluma korku salmak.

2. Soruşturmaları kendi atadıkları ve tamamen kontrollerinde bulunan kolluk kuvvetleri, savcılar ve sulh ceza hakimleriyle yaparak, gizli yürütülmesi gereken bir kısım soruşturma bilgilerini ve ifadeleri kamuoyuna sızdırarak, kamuoyunu yanlış yönlendirerek toplumun desteğini almak.

3. Hakim ve savcılara gözdağı vermek ve korkutmak. Tutuklama kararları vermeyen hakim savcıların açığa alınmaları veya FETÖ/PDY örgütü soruşturmalarında iddianameyi iade eden ağır ceza heyeti hakkında soruşturma başlatılması, bunu doğruluyor. Ve itirafçıların olduğu söylenip 1000 kişinin durumunun incelendiği açıklanarak, korku devam ettiriliyor. Herkes sindirildi. Korku yargıçların ruhunu esir aldı.

4. HSYK seçimleri sırasında Adalet Bakanlığı tarafından kurdurulan ve desteklenen Yargıda Birlik Platformuna üye olan hakim ve savcıların bu soruşturmalarda görevlendirilerek, tüm soruşturma işlemlerinin hükümetin kontrolünde yürütülmesinin sağlanması, soruşturmaya tabi tutulan ve ihraç edilen hakim ve savcıların ise iktidara tabi olmayacak, bağımsız vicdani kanaatlerine göre karar vereceği için muhalif görülen yargıçlardan oluşması, bazılarının kapatılan YARSAV derneğine üye olanlardan olmaları diğer hakim savcılara gözdağı verilip, susturulmak istenmiştir. Bir süre sonra yargı sisteminde bağımsız vicdani kanaatine göre karar verecek yargıç kalmaması amaçlanmaktadır.

Page 74: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Türkiye’de hukuk, demokrasi ve insan hakları bittiği için tüm devlet mekanizması artık ispiyon, fişleme ve ihbarla çalışıyor. Atamalar, terfiler birilerinin şahsi referanslarına göre yapılıyor. Soruşturma ve kovuşturmalardaki kanıtlar, hukuki verilerden değil kimliği belirsiz itirafçıların kendini kurtarmak için ürettiği yalanlardan oluşuyor.

Erdoğan “Eğer sizler gelip bildiklerini anlatmayacak olursanız kusura bakmayın; alır sizi de aynen o cezaevlerine tıkarız” demişti. Adalet bakanı şimdi bu projenin peşinde. Tüm savunma avukatlarını hapse attıktan sonra Cemaate çağrı yapıyor: “Avukatlarınıza danışın, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanın.”

Önce “hapishanede yer açacağız” gibi hukuk tarihinde görülmemiş bir gerekçeyle 40 bin suçluyu tahliye ettiler. Onların yerine saçma sapan delilleri bahane edip 50 bin masum insanı hapse attılar. Bankada hesap açma, sendikaya üye olma, telefonuna program indirme, 1 dolar taşıma vb. gibi akla ziyan delillerle…

Yüzlerce hâkim bu içi boş kararların altına imza attı. HSYK Başkan vekili “ByLock bizim en güçlü delilimiz. ByLock’un örgüt elemanları dışında başkaları tarafından kullanılabilen bir program olmadığı net” diyerek anlattığı Bylock delili paçavraya döndü. 600 bin telefona indirildiği, 15 Temmuz darbe girişiminden 7 ay önce kullanımdan kalktığı ortaya çıktı.

Yani bu hukuksuzluklara imza atanların güvendiği dağlara kar yağdı. Ufukta hesap verme görününce…

SARAY YARGIÇLARINA KORUMA ZIRHI VE ETKİN PİŞMANLIK

On binlerce insana hiçbir hukuki değeri olmayan safsatalarla tutuklama veren yargıçlar ve onların siyasi patronlarının şimdi iki çaresi kaldı:

1-KORUMA ZIRHI

12 Eylül darbecileri ilerde başlarına bir iş gelmesin diye anayasaya “haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz” maddesi koymuştu.

Şimdinin sivil darbecileri aynı yola başvurdu. Ve önceki gün kanun hükmünde kararnameye aynen şunu yazdılar: “Bu kanun kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu görevleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.”

Page 75: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Darbeci zihniyet değişmiyor. Fakat yarın bir gün hukuk geri geldiğinde Saray’ın kanun hükmünde kararnameleri tarihin çöplüğüne atıldığında bu hukuk cinayetlerini işleyenlerin durumu ne olur bilinmez.

Veya KHK’leri kendi yazdırıp kendi imzalayan Cumhurbaşkanı’nın 4 yıllık diploması olmadığı ortaya çıktığında altını imzaladığı binlerce evrakın “butlan” ve “yokluk”la malul olduğu ortaya çıkınca neler olur bilinmez.

2- ETKİN PİŞMANLIK

On binlerce kadın ve erkeği hiçbir maddi delil olmadan tutuklayanların güvendikleri yegâne delil çökünce bu insanları hapiste tutmanın izah edilir yanı kalmadı. Şimdi tutukluları suçlayacak muhbirlere ihtiyaçları var. Çoğu AKP bakanı gibi Türkçe özürlü olan Bekir Bozdağ niyetini ‘anlatım bozukluğu’ eşliğinde şöyle ifade ediyor: “Bazılar belki ceza almaktan kurtulacak, bazıları da çok çok ceza alma imkânına sahip olacaktır.”

Yani elde delil yok. Birileri ihbar ederse “çok çok” ceza verecekler.

Cezanın kaynağı “ispiyon ve ihbar”. Evrensel hukukta karşılığı olmayan arayışlar peşindeler. Ellerinde delil yok. ‘Bankada hesap açmak’ diyorlar dünya kendilerine gülüyor, ‘1 dolar şifre’ dediler âleme rezil oldular. ByLock dediler. Çöktü. Suç içeren tek bir ByLock haberleşme verisi ortaya koyamadılar.

Şimdi insanlara korku salıp, ‘hapse atarız’ diye yalan attırarak delil üretmeye kalkıyorlar.

Kendileri suça battıkları gibi muhbirler üreterek onlara suç işletecekler. Oluşturdukları korku ikliminde ruh sağlığı yerinde olmayanlarla, psikolojik sorunları olanlarla on binlerce tutuklu masuma suç isnat edecekler.

BAŞARIRLAR MI?

Kendilerini yaktıkları gibi muhbirlerin de başını yakacaklar. Bazı insanlar estirilen psikolojik terör sebebiyle ‘hapse atılırım’ korkusuyla çevresini ihbar edecek. ‘Kendimi kurtarayım bari’ diye listeler üretecek. Ama hukuk bir gün geri geldiğinde olan, hem hukuksuz kararları verenlere hem de Bozdağ’ın gazına gelip ‘etkin pişmanlık’ adı altında ‘atfı çürmlere’ girenlere olacak. Haklarında davalar açılacak. Ağır tazminat cezalarına mahkûm olacaklar.

BEKİR BOZDAĞ ACİLEN ‘ETKİN PİŞMANLIK’A BAŞVURMALI

Bence bu yasadan ilk faydalanması gereken kişi Bekir Bozdağ. Neden mi?

Kendisi geçenlerde hizmet hareketine karşı önlem almaya 2010’da başladıklarını söylemişti. Ama önlem aldıkları tarihten 1 yıl sonra meclis

Page 76: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

kürsüsünde şu sözleri söylemiş: “Fetullah Gülen bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymettir. Seversiniz, sevmezsiniz ama değerli bir insandır, bilge bir insandır. Bu ülkenin milli ve manevi değerlerine bağlı nesillerin yetişmesi için hizmet yapıyor. Her şeyi de açık, devletin denetimi, gözetimi altında açık, her şeyi gözünün önünde…”

Daha sonraki yıllarda hep Hizmet hareketine destek olmuş. Mesela Irmak TV’nin açılışına katılmış ve orada şunları demiş:

“Okullar nasıl yararlı insanlar yetiştirmede hizmet ediyorsa, Irmak TV de sınırların ötesine akmalı, hakikati oradaki insanların gönüllerine akıtmalı. Kur’an ve sünnetten akan ve oradan müminlerin gönüllerine, evlerine akan böylesi bir ırmakla bütün evlerin içi şenlenecektir. Mutlaka Arapça, İngilizce ve başka dillerde yayın yaparak dünya televizyonuna dönüşmeli.”

Şimdi böyle düşünen hemen herkes hapiste.

Ne olur ne olmaz üç gün sonra ulusalcı bir savcı kalkıp kendisini karga tulumba hapse tıkmadan Bekir Bozdağ derhal ‘etkin pişmanlığa’ başvurmalı.

Orada şunları dese kendini kurtarabilir:

“Sayın hâkimim valla billa biz bunlarla mücadeleye 2010’da başladık. O günkü sözlerim takiyye idi. Yani yüzlerine gülüyordum ama münafıklık yapıyordum. İnanmayın övgü sözlerime, ne olur yalvarırım beni içeri atmayın! İşte size cemaate destek olanların kırmızı listesi:

Tayyip Erdoğan’ın Bank Asya’da hesabı yoktu ama bankanın açılışında en öndeydi. Sonra aleni olarak ‘Ne istediler de vermedim’ demişti.

Abdullah Gül yurt dışı Türk okullara referans olmuştu.

Bülent Arınç “Bütün bu siyasi hayatımı 50 ile çarpsanız, bu çocuklar için yapılan hizmetin yanında sıfır derecede kalır” demişti.

Melih Gökçek okul yeri vermişti…”

Bekir Bozdağ böyle 100-200 isim verirse kesin kurtulur. Ama hâkim dönüp şunu da diyebilir: “Tamam Bekir, seni affediyorum ama senin o gün mü yoksa bugün mü takiyye yaptığına dair şüphelerim var.”

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Page 77: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

ERDOĞAN’IN SİSTEMATİK İŞKENCELERİ TARİHİN HÜKMÜNÜ BEKLİYOR [AKİF UMUT AVAZ]Despot Erdoğan liderliğinde kendisini ahlak ve insaftan soyutlamış bir İslamofaşist dikta rejimi altında inim inim inleyen Türkye’nin her köşesinden sistematik işkence feryatları geliyor. Erdoğan Dikta Rejimi, Hizmet Hareketi’ne karşı giriştiği “sosyal soykırım”ı tartışmalı darbe sonrası yaygın şekilde uygulanan sistematik işkencelerle ve intihar süsü verilmiş gözaltındaki infazlarla fiziki soykırım aşamasına taşımış görünüyor.

Bu sistematik işkenceleri emreden ve uygulayan insanlığını yitirmiş zalimler kadar bu feryatlara kulak tıkayan, ses çıkarmayıp “dilsiz şeytanlar” olmayı yeğleyenler de mutlaka tarih önünde mahkum olacak. Buyrun tarihin hükmüne havale edeceğimiz yorumsuz notlarımızı hep birlikte okuyalım.

1987’de Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite’yi kuran UNCAT Sözleşmesi’nin 1. maddesine göre işkence, bir kimseye karşı, kendisinden itiraf almak veya üçüncü kişi hakkında bilgi edinmek, kendisinin veya üçüncü kişinin yaptığı veya yaptığından kuşkulanılan bir eylem nedeniyle cezalandırmak veya kendisini veya üçüncü kişiyi korkutmak veya zorlamak amacıyla veya ayrımcılığa dayanan herhangi bir sebeple, bir kamu görevlisi veya resmî sıfatla hareket eden bir başka kişi tarafından veya bu görevlinin veya kişinin teşviki veya rızası veya muvafakatiyle işlenen ve işlendiği kimseye fiziksel veya ruhsal olarak ağır acı veya ıstırap veren herhangi bir eylemdir.

(24 Temmuz günü polis Antalya’da öğretmen Eyüp Birinci ve kayınpederini gözaltına alır) “… Sonunda bir savcı, avukata (öğretmen Eyüp) Birinci’nin hastaneye götürüldüğünü söyledi… Birinci’nin eşi çeşitli hastaneleri aramaya başladı ve nihayet kocasının izini buldu. Ancak hastaneye gittiğinde polis, eşiyle konuşmasına izin vermedi. Tekrar görmeye gittiği savcı ise bu kez eşinin karın ağrısıyla hastaneye yatırıldığını söyledi. Birinci’nin eşi hastaneye geri döndü. ‘Eşimin odasına daldım. Etrafta kimse yoktu. Ona ne olduğunu sordum. Bana polisin kendisini fena dövdüğünü ve o yüzden bağırsaklarının zarar gördüğünü, ameliyat edildiğini söyledi. Ayrıca pantolonunun da yırtıldığını söyleyerek yeni bir tane istedi…’”

Resmî bir BM belgesi olan 1999 tarihli “İstanbul Protokolü”, işkencenin ve sonuçlarının belgelenmesine dair uluslararası yönergeleri barındırır.

 “Ertesi gün eşi doktora Birinci’nin durumunu sordu. Doktor… bağırsaklarından 10 santimetre aldıklarını anlattı. …Başhekim aileye daha fazla bilgi verilemeyeceğini ve hiçbir tıbbi belgenin gösterilmeyeceğini söyledi. Birinci’nin eşi, kocasının daha önce hiçbir sağlık sorunu yaşamadığını kaydetti.”

Page 78: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

(Eyüp Birinci savcılık ifadesinde:) “Gözlerim bağlı idi… ‘Bildiklerini anlat, Antalya’da ne işin var’ diyerek çırılçıplak soydular… Gözaltına alan, ismini bilmediğim, komiser olduğunu düşündüğüm yüzüme gözüme tokatla vurmaya başladı… Ayaklarımın altına, karnıma vurarak, sonrasında hayalarımı sıkarak ‘seni hadım ederim’ şeklinde sözler söyleyerek işkenceye devam ettiler. Yüzüstü yatırıp sağ kolumu ve sol kolumu geri çevirerek, polis memuru bana bu şekilde işkence yaptı. Sonrasında sırt üstü döndürüp ayaklarımı ıslatıp copla vurmaya başladılar. Sonra her iki koluma da copla vurdular. Boynumu ıslatıp copla boynuma da vurdu… Hatta copu ağzıma sokup ağzımda çevirdi… Sonrasında kaldırıp yumrukla vurmaya başladı. Her vurduktan sonra dik dur diyerek karnıma dakikalarca vurdu. İlk doktor muayenesinin gözaltına alındığı gün karakolda yapıldığını ve doktorun dövüldüğüne dair kanıtları ’basit, ciddi değil’ diyerek görmezden geldiğini söyledi…”

İşkence, bugüne kadar itiraf almak amacıyla en fazla kullanılan şiddet içerikli bir sorgulama yöntemidir. İşkence ayrıca bir baskı yöntemi olarak veya tehdit olarak algılanan toplulukları kontrol altına alma aracı olarak da kullanılmıştır.

“Avukat müvekkilini ilk kez, gözaltına alındıktan altı gün sonra, Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde gördüğünde sol omuzunda berelenme, yüzünde yara ve izler, bileklerinde kelepçe izleri gördüğünü söyledi. Müvekkilinin kendisine polisin üç kez gözlerini bağladığını ve alıkonulan başkalarıyla birlikte üst katlardan birine çıkarıldığını anlattığını aktardı. Burada, polis memurları onları Gülen Hareketi’ne mensup olmakla suçlamış. Suçlamaları reddettiklerinde ise polis önce hakaret etmeye, ardından vurmaya ve tekmelemeye başlıyormuş. Müvekkili avukata, kendilerine ve eşlerine tecavüzle tehdit edildiklerini de söylemiş.”

10 Aralık 1948’de BM, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul etti. Bu bildirgenin beşinci maddesi şöyle der: “Hiç kimse işkenceye maruz bırakılmamalı, kimseye zalimce, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele edilmemelidir.”

“Avukat müvekkilinin duruşma sırasında, ilk gözaltına alındığı spor salonunda polisin kendisini ittiğini ve vurduğunu, bu yüzden kollarında ve vücudunda çizikler oluştuğunu anlattığını aktardı. Başındaki izler ve morluklar ise, başını yere vurduklarında oluşmuş… Hakimin kararını açıklamadan önce verdiği arada, kötü muameleyle ilgili şikâyette bulunduğu esnada salona giren bir kıdemli polis memurunun yanına geldiğini anlatan avukat, polisin kendisine ‘senin de gözaltına alınmanı sağlamak çok kolay’ diyerek tehdit ettiğini söyledi.”

“Darbe girişiminden birkaç gün sonra yüksek rütbeli bir subaya adli yardım için atanan bir avukat, müvekkilini Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde ilk gördüğünde alnında ve boynunda yara ve izler, kollarında sıyrıklar, kelepçeden kaynaklanan morluklar ve ayaklarının üstünde sıyrık ve morluklar olduğunu söyledi. Ayrıca bacağındaki yaranın da adeta bir parça et kopmuş gibi gözüktüğünü belirtti.”

Page 79: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

BM’in İşkenceye Karşı Konvansiyonu’na göre, bu konvansiyonu imzalayan devletler hiç kimseye cezalandırmak, itiraf ya da bilgi almak, onlara ya da üçüncü şahıslara baskı yapmak amacıyla kasten acı ve ıstırap çektirmeyeceğine söz verir.

“Adli tıp uzmanının incelediği ikinci vaka Gülen hareketiyle bağlantısı olduğu şüphesiyle gözaltına alınan bir işadamıydı. İlk iki muayenede herhangi bir yaralanma izi yoktu. Ancak üçüncü muayenede adli tıp uzmanı işadamının sırtında morluklar gördü. Uzman ‘Morlukların sert zeminde yatmaktan kaynaklandığını söyledi, ama morlukların sebebinin bu olmasına imkân yoktu. Birisi sırtına künt bir cisimle vurmuştu’ dedi.”

“Arkasında birkaç polis ayakta duruyordu. O da masanın önündeki bir sandalyede oturuyordu. Konuşması için normalde kelepçe olarak kullandıkları plastik bantlarla kırbaçlar gibi vurmaya başladılar; yumruklarıyla da başına ve vücudunun üst kısmına vurdular. Elleri kelepçeli olduğundan kendini korumak için hiçbir şey yapamıyordu. Bir aşamadan sonra artık sırtımı döndüm. Ona kaç kez vurduklarını bilmiyorum. Daha fazla bakamadım. Durdurmak için yapabileceğim bir şey olmadığını biliyordum. En sonunda ifade verdi… Avukat, normalde bu koşullar altında ifade tutanağını imzalamayı reddedeceğini ya da tutanağa koşullarla ilgili bir not ekleyeceğini, ama bu kez ikisini de yapamayacak kadar korktuğunu söyledi.”

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, işkenceyi çok ciddi bir insan hakları ihlali olarak görür. 3. ve 4. Cenevre Konvansiyonu’nu imzalayan devletler, silahlı çatışma durumlarında bile insanlara düşman kampın sivillerine ve savaş esirlerine işkence yapmayacağını beyan eder.

“(Sırtının alt tarafında büyük morluk olan) subay kötü muameleye ilişkin şikâyetini avukatın da hazır bulunduğu sorgu sırasında bir polis memuruna da tekrarladı. Ancak polis memuru iddiayı dikkate almayarak bu yaraları darbe gecesi kavga sırasında almış olabileceğini söyledi. Avukat, ifade tutanağında müvekkilinin kötü muamele iddialarına yer verilmediğini, kendisinin de tutanağa bununla ilgili bir not düşemeyecek kadar korktuğunu söyledi.”

Üçüncü (CSIII) ve Dördüncü (CSIV) Cenevre Sözleşmeleri’nin 3. maddelerinde şöyle denilmektedir: “Uluslararası olmayan silahlı çatışmalarda silahlarını bırakan silahlı kuvvetler mensupları da dahil olmak üzere, husumette etkin bir şekilde rol almayan kişilere… bütün hallerde insanca muamele edilecektir ve hiçbir şekilde kişiye ve yaşama karşı şiddet, özellikle de her tür cinayet, sakatlama, zalimane muamele ve işkence veya kişisel onura karşı hakaret, özellikle de aşağılayıcı ve küçümseyici davranış olmamalıdır.

“(Avukat Gülhan) Kaya, müvekkillerinin anlatımlarını aktararak, polisin onları soyunmaya zorladığını, kavurucu güneş altında saatlerce tuttuğunu, ağır dayak atıp copla tecavüz etmekle tehdit ettiğini anlattı. Ayrıca testislerini de sıkmışlar. Gözaltındaki müvekkillerinin anlattıklarını aktaran Kaya, bir polisin müvekkillerine … oradan canlı çıkamayacaklarını, çünkü artık polisin onları 30 gün boyunca tutmaya hakkı olduğunu söylediklerini kaydetti… Kaya, müvekkillerinin karınlarında, sırtlarında ve omuzlarında morluklar, yüzlerinin

Page 80: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

yan taraflarında ise çizikler gördüğünü anlattı. Birinin tek omuzunda yanık izine benzeyen bir iz de gördüğünü belirtti.”

CSIV’ın 32. maddesi şöyle der: Korunmuş kişiler cinayet, işkence, fiziksel cezalandırma, sakatlama, tıbbî ve bilimsel deneylere… ayrıca ister sivillerce ister askerî yetkililerce uygulansın diğer herhangi bir zulüm aracına karşı korunma hakkına sahiptirler.

“Avukat, müvekkilinin anlattıklarını şöyle aktardı: polis ilk önce arkadaşını gözaltına almış ve işkence yaparak kendisini ihbar etmesini sağlamış. Polis müvekkilini karakola getirdikten sonra, yoğun olarak dövmüşler. Karısını karakola getirip tecavüz etmekle tehdit edince, suçlamaları kabul etmeye karar vermiş. Polis, kendisinin önünde itirafı kayıt altına alması için farklı bir adli yardım avukatını getirmiş. Ancak müvekkili bu koşullarda ifade vermeyi reddedince polis bir kez daha karısına tecavüz edeceği tehdidinde bulunmuş ve müvekkili sonunda suçlamaları kabul etmiş. Sağlık raporunu avukat görmese de, kendisi gören müvekkili avukata, doktorun kendisini karakolda muayene ettiğini ama raporda iyi olduğunu yazdığını söylemiş.”

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesi de “Hiç kimse işkenceye, insanlıkdışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya maruz bırakılamaz” der.

“Beni avukat görüşü diye 3 gün boyunca her gün sorguya götürdüler (İstanbul-Vatan’da). Üzerimdeki kıyafetleri indirip ve yırtarak cinsel organlarımızı sıkma, darp etme, iğrenç yönelimlerde bulunarak, tehditler savurdular. “Anneni buraya getirdim konuşmazsan gözünün önünde ona tecavüz edeceğim” dediler. Kafama bir torba geçirip ellerimi arkadan bağlayıp kafamı yere, duvara vura vura beni domalık dedikleri bir pozisyona getirerek “yok mu buna tecavüz edecek babayiğit” diye bağırıp gülüyorlardı. Vücudumun her yerini darp içinde bıraktılar…. İşlemediğim bir suçu, hayatımda görmediğim tanımadığım birini tanıtmak için “tanıyacaksın yoksa sana daha çok şey yapacağız” gibi hakaret ve tekmelerle üstüme geliyorlardı. Sonra “7-8 kişiyi mahkemeye getirtir, üstüne ifade verdiririm, bir daha dışarıyı göremezsin; eğer suçu kabul edip isim vermezsen hayatını kaydırırız” dediler. Darp raporları aldığım hergün beni bir kez daha darp ediyorlardı… ‘Sen istediğin kadar rapor al, bize sökmez, herşey bizim elimizde’ dediler.”

Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, işkence ve zalimane, insanlıkdışı ve onur kırıcı muamele ve cezayı açıkça yasaklamıştır.

“Adli tıp uzmanı… Polis bu kişiyi 36 saat boyunca elleri arkadan bağlı, alnı yere değecek şeklide eğilmiş halde dizleri üstünde oturtmuş. Ne zaman hareket etmeye kalkışsa polis sırtına ve başına kemerle vuruyormuş…  Adli tıp uzmanı ‘Vücudunda morarmamış yer yoktu ve zorlayıcı poziyonda tutulduğu için ‘donmuş omuz’ hastalığından şikâyetçiydi’ dedi.”

BM’nin Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kuralları, disiplin cezası olarak bedensel ceza, karanlık bir hücrede bırakarak cezalandırma ve bütün zalimane, insanlıkdışı ya da onur kırıcı cezaların bütünüyle yasaklandığını belirtmektedir.

Page 81: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

“Müvekkili avukatına gözaltı merkezine bir doktorun geldiğini, ama kendisine yalnızca birkaç soru sormakla yetinip herhangi bir muayene yapmadığını anlatmış… ‘hasta kötü muameleden yakındı’ diye not düşmek dışında hiçbir yarasını kayıt altına almamış. Sonrasında polis telefonuyla raporun bir fotoğrafını çekip birine göndermiş. Müvekkili avukata, karakola döndüklerinde polisin doğrudan yanına götürdüğünü kıdemli bir polisin kendisine vurmaya başladığını ve doktora kötü muameleden şikâyet ettiği için cezalandırdığını söylediğini aktarmış… Müvekkillerinden birinin, içerideki bir adamın kolunun kırık olmasına rağmen çok korktuğu için doktora görünmek isteyemediğini anlattığını aktardı. Avukat ’Çok korkuyorlar. Artık hukuk filan kalmadı’ dedi.”

UNCAT’ın 2. maddesi der ki: “Her bir taraf devlet, kendi egemenliği altındaki topraklarda işkenceyi önlemek için etkili yasal, idarî, yargısal veya diğer tedbirleri alır. Her ne olursa olsun, savaş durumu, savaş tehdidi, iç siyasal huzursuzluk veya diğer olağanüstü hal gibi herhangi bir istisnaî durum işkenceyi haklı göstermek için ileri sürülemez. Bir amirin veya bir kamu makamının verdiği bir emir işkenceyi haklı göstermek için ileri sürülemez.

27. Muhtarlar Toplantısı’nda konuşan Erdoğan: “Son zamanlarda bir mağduriyet edebiyatıdır gidiyor. Şu anda tutuklu olanlar mağdurmuş… Kim ki bunlarla ilgili FETÖ terör örgütünün mensupları sebebiyle mağduriyet edebiyatı yapıyorsa kusura bakmasınlar, ihanet içindedir… Karısına kocasına evladına sahip olma, sonra içeri girince benim evladım mağdur. Himmet toplantılarında bunca parayı toplayacaksın sonra benim evladım mağdur…”

UNCAT’ın 16. maddesi der ki: Her bir taraf devlet, kendi egemenliği altındaki bir ülkede, birinci maddede tanımlanan işkenceye varmayan diğer zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya ceza edimlerinin bir kamu görevlisi ve resmî sıfatla hareket eden bir diğer kimse tarafından veya bu kimsenin teşvîki veya rızası veya muvafakati ile işlenmesini önlemeyi taahhüt eder.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş: “FETÖ mağdurları, böyle bir şey yok. FETÖ mağdurları kavramı bizzati FETÖ’nün algı operasyonunun aracıdır. Bu memlekette FETÖ’nün mağdur etmeye kalkıştığı 79 milyon milletimiz var. Dolayısıyla bu tabiri kullanmayalım… Kimse bizden bu konuda merhamet beklemesin. FETÖ ile mücadele yufka yüreklilikle yapılacak bir şey değildir. Öyle bir noktaya iş getirilmek isteniyor ki, ‘efendim ona dokunmayın, berikine dokunmayın!” Eee kime dokunacağız?”

İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Davranışların veya Cezalandırmaların Önlenmesine Yönelik Avrupa Sözleşmesi’nin 1. maddesi, sözleşmeyle aynı isimle anılan komiteyi (EPT), özgürlüğünden mahrum edilmiş kişilere karşı muameleleri incelemek ve işkence ya da aşağılayıcı davranış veya cezalandırılmalardan korunmaları amacıyla ziyaretlerde ve inecelemelerde bulunmakla görevlendirmiştir.

EPT ve diğer yerel ve uluslararası insan hakları kuruluşlarının inceleme yapmasını engelleyen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ: “Türkiye’de kötü muamele

Page 82: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

ve işkence kime yapılmış kardeşim, isim yok. Kim yapmış, isim yok. Hangi ceza veya tutukevinde yapılmış, adres yok, ne zaman yapılmış, yok. Hem bunları söylemiyorlar, hem de Türkiye’yi suçluyorlar.”

Not: Yazıda alıntı yapılan sistematik işkence vakalarını “Açık Çek  –Türkiye’de Darbe Girişimi Sonrası İşkenceye Karşı Koruma Tedbirlerinin Askıya Alınması” ( https://www.hrw.org/sites/default/files/report_pdf/turkey1016turkish_web.pdf ) başlıklı raporunda biraraya getirerek tarihin yargısına emanet eden İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne (HRW) teşekkürü bir borç bilirim.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[SAVCI VE HAKİMLER SUÇ İŞLİYOR, HAMİLE KADIN TUTUKLANAMAZ [ALİ MİRZA YAZAR]15 Temmuz darbe girişiminin ardından AKP iktidarının Gülen cemaatine yönelik başlattığı kitlesel kıyımda kanunlar görmezden geliniyor.

Hamile veya emzikli çocuğu olan kadınların gözaltına alındığı, tutuklandığı hatta işkenceye varan muamelelere maruz kaldıkları, şüpheli yakınlarının beyanlarıyla kamuoyuna yansıyor. Gazeteci Tuğba Tekerek başta olmak üzere tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilen birçok kişinin bu yöndeki demeçleri de zaman zaman medyada haber oluyor.

Yaşanan bu dram örnekleri, hamile veya bebeği olan annelerin gözaltına alınması ya da tutuklanmasının hukuki karşılığı var mı? sorusunu gündeme getirdi.

Konuya ilişkin görüşlerine başvurduğumuz hukukçuların birleştiği nokta şu: ‘Ceza yasalarında bu husus açık bir şekilde düzenlemiş. Hamile ya da altı aydan küçük bebeği olan kadınların tutuklanması iç hukuka göre mümkün değildir.’

Hukukçular, 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanununun 16’ya 4. Maddesine dikkat çekiyor:

“Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya

Page 83: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

anasından başka birine verilmiş olursa, doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur.”

Bu kanunun 116. Maddesi de bu durum “tutuklular hakkında da uygulanır’’ şeklinde kesin hüküm içeriyor. Ancak tüm bu bağlayıcı kanunlara rağmen, gözaltı kararı veren, tutuklamaya sevk eden hâkimler göz göre göre suç işlemeye devam ediyor.

HUKUKÇULAR: TUTUKLU AVUKATLARI TAHLİYE TALEBİNDE BULUNSUN

İç hukuktaki bağlayıcı kararlar kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) karar ve içtihatları da hamile kadın ve bebeği olan şüpheli ya da tutuklu anneleri koruma altına alıyor. AİHM kararları, ‘’Tutuklama sadece iç hukuka uygun olmakla kalmamalı, aynı zamanda keyfi de olmamalıdır. Kanunları kötü niyetli uygulama açık keyfiliktir.’’ diyor

Hukukçular şu noktaya dikkat çekiyor: ‘’Yukarıdaki iki hüküm ışığında bu türden durumda olanların suç işledikleri iddia ediliyorsa, gözaltına alınmadan ifade çağrılmaları Anayasa m. 13’ün de gereğidir.

Bu nedenle zaman zaman medyada gündeme gelen hamile olan ya da 6 aydan küçük bebeği olup da tutuklananlar veya avukatları, 5275 sayılı Kanunun 16/4 ve 116. Maddelerini gerekçe gösterip tahliye talebinde bulunmalıdır.’’

TUĞBA TEKEREK, MAHPUSTAKİ 8 AYLIK ANNE ADAYINI YAZMIŞTI

Gazeteci Tuğba Tekerek, cezaevinde şahit olduğu örneklerden birini kaleme aldığı makalede şöyle anlattı:  ‘’Sekiz aylık hamile bir kadın da vardı, konuşmalara pek katılmıyordu, daha çok, büyümüş bedenini idare etmeye çalışmakla meşguldü, sıkıntısı yüzünden okunuyordu. Hukuk da okuyormuş bir yandan ama şimdi hukuktan nefret ediyor. Operasyon olduğunda doğum iznindeymiş arandığını öğrenince, birlikte çalıştığı savcıya gidip “Ben teslim olmak istiyorum” demiş. Üç buçuk yaşında bir kızı varmış. “Yüzünü unuttum nerdeyse, keşke yanıma fotoğrafını alsaydım” dedi, ağlayarak. Başka birisi araya girdi “İzin vermezler ki. Ayna bile yok burada!” Evet, insanın kendi yüzünü bile unutabileceği bir yerdi burası.’’

Tr724 İŞKENCE GERİ DÖNDÜ DİZİSİNDE MAHKUM ANNELERE YER VERMİŞTİ

Yaşananların küçük bir kısmına ulaşan Tr724.com İşkence Geri Döndü yazı dizisinde tutuklu annelerin anlattıklarını Türkiye ve dünyaya duyurmuştu. Bebeğini emzirmesine izin verilmeyen annelerin yürek burkan dramları, açık açık suç işlenmesine rağmen OHAL bahanesiyle devam ettiriliyor.

Page 84: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve iktidarın Hizmet Hareketi’ne yönelik başlattığı “kitlesel arındırma” çerçevesinde, 100 binden fazla insan meslekten atılırken, 30 binin üzerinde tutuklama gerçekleşti.

Bu süreçte gözaltında yaşanan işkence vakaları, hapishanelerdeki kötü şartlar ve toplumsal linç yüzünden çok sayıda “intihar vakası” gözlendi. Bunların çoğu “şüpheli intiharlar”, çünkü birçoğunun nasıl gerçekleştiğine dair ikna edici açıklamalar yapılmadı.

Canına kıydığı belirtilenler arasında iş adamları, kamu personelleri, askerler, polisler ve siviller var. Bazı maktul yakınları, ölümlerin intihar değil, işkence sebebiyle olduğunu ancak intihar olarak kayıtlara geçirildiğini iddia ediyor.

‘İntihar’ vakaları artabilir

Gözaltı merkezleri ve cezaevlerindeki artan işkenceler, tutukluların mal varlıklarına el konmasıyla yakınlarının yaşadıkları ekonomik çöküntü, tutukluları ziyaret edememeleri, gözaltındakilerin avukat bulamamaları, kaldıkları cezaevleri defalarca değiştirilen ve farklı illere gönderilen tutukluların üst üste yeni travmalar yaşamaları sebebiyle bu vakaların daha da artmasından çekiniliyor.

Öte yandan, polise cezaevlerindeki tutukluları istediği zaman alıp, istediği kadar sorgulama yetkisi veren yasanın Bakanlar Kurulu’ndan geçmesiyle birlikte işkencelerin daha da artabileceği, dolayısıyla “şüpheli intihar” vakalarının çoğalabileceğinden endişe ediliyor.

15 Temmuz’dan bu yana, 20 “şüpheli intihar”

1- NECMİ AKMAN

Açığa alınan Manisa’nın Ahmetli İlçesi Kaymakamı Necmi Akman, tabancayla kendisini başından vurarak intihar etti. Akman’ın koruma polisi Ahmet G.’nin tabancasını alarak intihar ettiği açıklandı.

2- MUTLU Ç.

Daha önce aklanmış olmasına rağmen ikinci kez görevden alınan komiser yardımcısı Mutlu Ç.’nin tabancasıyla intihar ettiği açıklandı. Mutlu Ç. daha önce de “Cemaat üyeliğinden” tutuklanmış, yargılanıp beraat etmiş ve görevine dönmüştü. Darbe girişiminin ardından tekrar gözaltı kararı çıkınca intihar etti.

Page 85: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

3- AHMET BEŞLİ

Hatay’ın Belen İlçesi’nde darbe girişimi sonrası gözaltına alınan 39 yaşındaki emniyet amiri Ahmet Beşli’nin, tabancasıyla başına ateş ederek intihar ettiği açıklandı. Ancak ailesi olayın intihar olmadığını Ahmet Beşli’nin sorgu sırasında öldürüldüğünü iddia etti.

4- İSMAİL ÇAKMAK

Darbe girişiminde yer aldığı iddiasıyla tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne sevk edilen Yarbay İsmail Çakmak’ın, cezaevinde merdiven boşluğuna kendini asarak intihar ettiği açıklandı. Cezaevinde intihar edecek ipi nereden bulduğu konusu hala aydınlatılamadı. Çakmak’ın ifadesinde suçlamaları kabul etmediği ancak gözaltında çıplak arama dâhil işkence gördüğü öne sürüldü.

5- ÖMER ÇUBUKLU

Darbe girişiminin ardından tutuklanan infaz koruma memuru Ömer Çubuklu, İzmir 2 No’lu F Tipi Cezaevi’nde tek başına tutulduğu geçici kabul bölümünde ayakkabı ve eşofman bağcığı ile kendisini asıp yaşamına son verdi.

6- MUHAMMET MERTOĞLU

Ulus İlçe Emniyet Müdürü olarak görev yapan Levent Mustafaoğlu, darbe girişiminin ardından tutuklandı. Yerine komiser yardımcısı 39 yaşındaki Muhammet Mertoğlu atandı. Ancak bir ihbar üzerine yeni atanan Muhammet Mertoğlu’nun da odası aranmak istendi. Bu sırada makam odasında oturan komiser yardımcısı Muhammet Mertoğlu, iddiaya göre “Benden de mi şüpheleniyorsunuz?” diyerek tabancasını çıkarıp başına ateş etti.

7- LEVENT ÖNDER

Siirt’teki 3’üncü Komando Tugay Komutanlığı Kurmay Başkan Vekili Yarbay Levent Önder’in darbe girişimini önleyemediği gerekçesiyle intihar ettiği öne sürüldü. Ancak bir yarbayın darbe için önemsiz görülebilecek Siirt’te neden “Darbeyi önleyemedim?” diye intihar ettiği sorusu, cevaplanamadı.

8- HASAN YÜCEL

Genelkurmay Hizmet Tabur Komutanı Yarbay Hasan Yücel’in 20 Temmuz 2016 tarihinde, Karargâh’taki odasında intihar ettiği açıklandı. İddialara göre ise Yarbay Yücel’in Genelkurmay’da yasa dışı biçimde kurulan sorgu odasında gördüğü işkenceler sonucu öldüğü ileri sürüldü.

9- ENVER ŞENTÜRK

Görevinden açığa alınan 31 yaşındaki Enver Şentürk intihar etti. Şentürk, oturduğu apartmanın merdiven boşluğunda tavana bağladığı ipi boynuna

Page 86: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

geçirip kendini astı. Evli ve bir çocuk babası olan Şentürk, Adıyaman E Tipi Cezaevi’ndeki infaz koruma memurluğunda çalışıyordu.

10- HASAN TAŞTAN

Mersin’de öğretmen oğlu tutuklanan 53 yaşındaki imam Hasan Taştan intihar etti. Zeytinli Bahçe Camii imamı Taştan’ın, cemaate yatsı namazını kıldırdıktan sonra, caminin yanındaki lojmanında intihar ettiği açıklandı. Yakınları, Hakkâri’de öğretmen olan oğlu M.T.’nin Cemaat soruşturması kapsamında tutuklanmasının ardından Taştan’ın bunalıma girdiğini aktardı.

11- Ö.I.

Gözaltında bulunan Eskişehir 1’inci Ana Jet Üssü Komutanlığı’nda görevli kıdemli başçavuş Ö.I.’nın gözaltında tutulduğu sırada, polis gözetiminde tuvalete gittiği, burada temizlik malzemelerini içerek intihar ettiği iddia edildi. Ancak, gözaltı merkezlerinde tuvaletlerde temizlik malzemesi dâhil hiçbir kimyasalın bulunmadığı belirtiliyor. Ailesi olayın intihar değil işkence sonucu ölüm olduğu görüşünde.

12- EMRAH OĞUZ

Bayburt’ta açığa alınan polis memuru Emrah Oğuz intihar etti. Bayburt’ta görevden uzaklaştırılan polislerin arasında bulunan, 32 yaşındaki Emrah Oğuz, 3 Ekim günü silahını teslim etmek için gittiği Bayburt Emniyet Müdürlüğü yakınlarında tabancayla kendini öldürdü.

13- ÂDEM TIRAŞ

Darbe girişimi sonrası Mersin’de emniyetteki görevden uzaklaştırılan 26 yaşındaki bir çocuk babası Âdem Tıraş, beylik tabancası ve polis kimliğini emniyete teslim etmesinin ertesi günü bir parkta başına ateş ederek yaşamına son verdi.

14- SEYFETTİN YİĞİT

Bursa’da tutuklanan Cumhuriyet Savcısı 47 yaşındaki Seyfettin Yiğit, cezaevi tuvaletinde çamaşır ipiyle asılmış olarak bulundu. Ancak ailesi olayın intihar değil cinayet olduğunu iddia ediyor. Yiğit’in geçen yıl İstanbul’dan Bursa’ya tayin olduğu öğrenildi.

15- MUSTAFA GÜNEYLER

Darbe girişiminin ardından meslekten ihraç edilen 50 yaşındaki öğretmen Mustafa Güneyler, evinde ocağın gazını açarak intihar etti. Güneyler, Bilecik’in Osmaneli ilçesindeki çok programlı lisede elektrik ve elektronik dersi öğretmeni olarak görev yapıyordu.

Page 87: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

16- FERHAT DAŞ

Astsubay Fethat Daş’ın darbe girişimi gecesi intihar ettiği açıklandı. Tank komutanı Astsubay Çavuş Ferhat Daş’ın darbe girişimi gecesi Sabiha Gökçen Havalimanı’nda intihar ettiği, olaydan birkaç gün sonra açıklandı. Açıklamanın geç yapılmış olması soru işaretlerine neden oldu.

17- HALİL GÖK

Düzce’nin Akçakoca ilçesinde, İlçe Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memuru Halil Gök intihar etti. Gök’e darbe soruşturması kapsamında açığa alınacağı iletildi. Bunu öğrenen Halil Gök, çalıştığı binanın bodrumunda bulunan malzeme deposuna giderek tabancasını başına dayayıp ateşledi.

18- VEDAT SAVLU

Isparta’da hakkında gözaltı kararı verilen işadamı Vedat Savlu’nun evi polisler tarafından ablukaya alındı. Önce, Savlu’nun balkondan atlayarak intihar ettiği açıklandı. Ardından polislerden kaçarken balkondan düştüğü ileri sürüldü.

19- ALİ DEREBAŞI

Kayseri’de anaokulu öğretmeni Ali Derebaşı öğretmen eşinin Cemaat mensubu olduğu iddiasıyla açığa alınmasından sonra görev yaptığı okulda, 19 Eylül günü yaşamına son verdi.

20- BEDİH K.

Muğla E Tipi cezaevinde kalan Bedih K.’nın 9 Eylül’de cezaevinde intihar ettiği açıklandı. Ancak ne şekilde intihar ettiği hakkında kamuoyuna hiçbir bilgi verilmedi.

Ölümle sonuçlanmayan intihar girişimleri

Page 88: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Oluşturulan atmosferin etkisiyle kendi hayatına kastedenlerden bazıları, neyse ki, başarısız oluyor. Onlardan basına yansıyan birkaçı da şu şekilde:

-Kuleli Askeri Lisesi’nde görevli Kurmay Albay Birkan Çörez Boğaziçi Köprüsü’nün korkuluklarına çıkarak intihar etmek istedi.

-Denizli’de gözaltına alınan işadamı M.G.’nin eşi 42 yaşındaki Sevim G., 16 Ağustos’ta boğazını bıçakla keserek intihara teşebbüs etti.

-26 Ağustos’ta Burdur’da cumhuriyet savcısı Ümit Ünal’ın tutuklanmasının ardından eşi Medine Ünal, bir kutu ilaç içerek intihar girişiminde bulundu.

-Kayseri’de tutuklanan H.H, 1 Eylül’de Nevşehir E tipi kapalı cezaevinde intihar girişiminde bulundu. H.H’nin oda arkadaşlarının olayı son anda fark etmesi üzerine H.H. kurtarılarak hastaneye kaldırıldı.

EDİTÖRÜN NOTU: İntihar ettiği öne sürülen 20 kişinin ismi açık kaynaklara ve kamu otoritesinin yaptığı açıklamalara dayanarak oluşturuldu. Başka intiharlar olup olmadığı bilinmiyor.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[Bylock uygulaması kullanmak bahanesiyle hayatı söndürülen ailelere her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Gülen cemaatine yönelik cadı avının aparatı haline getirilen Bylock operasyonlarının son kurbanı ikiz bebeklerini kaybeden 19 haftalık anne adayı Nurhayat Yıldız oldu.

Dram, Nurhayat Yıldız’ın eşinin yazdığı mektup ile duyuldu. Sinop Cezaevinde yaşanan insanlık dışı olayları, Nurhayat Yıldız’ın eşinin kaleme aldığı mektup ile yayımlıyoruz.

‘Olan oldu, üç yıllık evliliğimizin meyvesi olan yavrularımızı kaybettik’

”Merhaba,

Ev hanımı olan eşim Nurhayat Yıldız 29 Ağustos Pazartesi günü, 14 haftalık hamile olarak Sinop’tan Samsun’a muayeneye giderken otobüs kontrolünde gözaltına alındı.

Sinop adliyesine intikalin ardından suç olarak örgüt üyeliği, delil olarak da daha önce adını bile duymadığımız bir uygulama, telefonunda ByLock konuldu önümüze. Bir anda örgüt üyesi oldu eşim. Herhangi bir örgütün üyesi değilim, böyle bir program kullanmadım, telefonum burada, numaram belli dese de tutuklanarak Sinop cezaevine götürüldü.

Page 89: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Eşim evliliğimizin 3. yılıında ilk defa anne adayı olmuştu. İkiz bebeğimiz olacaktı. Hassasiyetle kontrollerini yaptırıyor, sağlıklı bir gebelik geçirmesi için elimizden geleni yapıyorduk. O zamana kadar da hekim kontrollerinde herhangi bir sağlık sorunu yoktu. Ancak gebeliğinin 14. haftasında cezaevi şartlarıyla tanışmak zorunda kaldı. İkiz gebelik olması sebebiyle yaşam şartları daha da önemliydi. En azından denetimli serbestlik olsun, günlük imza atsın ama gebeliği tehlikeye girmesin, iki can taşıyan bir anne demir parmaklıklar ardında kalmasın istedim. Bu gerekçe ve sağlık raporları ile yaptığımız itirazlar incelenmeden reddedildi…

6 Ekim Perşembe eşimin cezaevine girişinin 40. günü, gebeliğinin ise 19. haftası idi. Maalesef ikiz yavrularımızı kaybettik. Daha dünyaya gözlerini açmamış iki can, Sinop Cezaevi’nde 25 kişilik koğuşta yaşam mücadelesi verdi ve maalesef yenik düştü. Bir baba olarak yüreğim yandı, beynimden vurulmuşa döndüm. Ne yapacağımı şaşırdım, bu kadar ucuz muydu insan hayatı. Bebeklerimizi kaybetmenin üzüntüsü ile eşim daha kötü oldu. İki gün jandarma nezaretinde hastanede kaldı.

Olan oldu üç yıllık evliliğimizin meyvesi olan yavrulanmızı kaybettik. Ama eşimin maddi ve manevi sağlığı da bozuldu. Stresten uzak durması gerekirken, yine parmaklıklar ardına götürdüler. Henüz yavrularını kaybetmenin şokunu atlatamamışken tekrar cezaevine konuldu. İtiraz, sağlık raporu, ameliyat, ikizlerin kaybı, hiçbiri yeterli olmadı.. Eşim bu psikoloji ile orada ne yapacak, nasıl beslenecek? Ya da eşime de bir şey olursa bunun hesabını kim verecek?

Bütün bunlar sadece sözlü olarak bize söylenen şu programı kullanmışsın iddiasıyla başladı. Eşimin ifadeleri hiçe sayıldı, kullandığına dair bir tane delil gösterilmedi. Gösterilemez de zaten çünkü kullanmadı. Ama bu sebeple tutukluluğu devam ediyor. Şu an ikiz bebeklerini kaybetmiş bir anne olarak orada yaşam mücadelesi veriyor.”

ZULÜMLERİN SEMBOLÜ: SİNOP CEZAEVi

Sabahattin Ali’nin, “Duvar” isimli öyküsünde anlattığı Sinop Cezaevi her devirde zulmün sembolü oldu. Ali, ‘Aldırma gönül aldırma’, ‘Eşkiya dünyaya’ ve ‘Leylim Ley’ şarkılarına ruh veren şiirlerini Sinop Cezaevinde yazmıştı. Tarihte kötü muamelere sahne olması ile öykülere ve şiirlere konu olan Sinop Cezaevi, 2016 yılında da bu misyonunu kaldığı yerden devam ettiriyor. Son olarak Nurhayat Yıldız’ın ikiz bebeklerinin göz göre göre katledildiği vicdansızlığa şahitlik etti.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Page 90: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

ltı insan hak örgütü TMMB başkanına bir mektup yazarak “Fetocu tutuklularla ilgili işkence ve kötü muamele iddialarıyla ilgili inceleme yapmayacağız” diyen TBMM Cezaevi Alt Komisyonu Başkanı AKP’li Mehmet Metiner’in sözlerini protesto etti.

Helsinki Yurttaşlar Derneği (HYD),  İnsan Hakları Derneği (İHD), İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (İHAD), İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD), İnsan Hakları ve Mazlumlar için Dayanışma Derneği (Mazlumder), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV)’den oluşan Türkiye’nin en önemli 6 insan hakları savunucusu örgütü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na mektup yazdı.

Mektup’ta AKP’i Mehmet Metiner’in sözlerinin hukuki, siyasi ve insani sonuçlarına dikkat çekilirken,  “kabul edilemez” olduğuna vurgu yapıldı ve şöyle dendi:

“İşkence iddiaları karşısında aldığı tutum nedeniyle Sayın milletvekili Mehmet Metiner’i protesto ediyoruz. Hiç kimseye, hangi nedenle olursa olsun,  işkence ve kötü muameleme yapılamaz. İşkence insanlık onuruna saldırıdır ve mutlak olarak yasaktır. Devlet işkence yapmama, yapılmasını önleme, yapılmışsa soruşturma, kovuşturma ve yargılama işlemlerini yapmak ve sorumlu bulunanları cezalandırma yükümlülüğü altındadır. Bu yükümlülük askıya alınamaz, azaltılamaz ve ihmal edilemez.”

İşte o mektubun orjinali:

İnsan Hakları Örgütlerinden 

AÇIK MEKTUP

13 Ekim 2016

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

 

Sayın Başkan,

Size bu mektubu yazmamızın nedeni, AK Parti Milletvekili ve TBMM Cezaevi Alt Komisyonu Başkanı Sayın Mehmet Metiner’in, Duvar Gazetesi muhabiri Hülya Özmen Karabağlı’ya yaptığı ve bu güne kadar tekzip edilmeyen 1 Ekim 2016 günü yayımlanan açıklaması ile yine 6 Ekim 2016 günlü Yeni Çağ gazetesinde yer alan TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu toplantısında yaptığı konuşma ve takındığı tutum hakkındadır.

Sayın milletvekili, Duvar Gazetesi’nde yer alan söz konusu açıklamalarında, “Fetöcü tutukluları ziyaret etmeyecekleri, onlarla ilgili işkence ve kötü muamele iddiaları ile ilgili inceleme yapmayacakları”  beyanatında bulunmuş,

Page 91: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

aynı tutumlarını TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu toplantısında şu ifadelerle sürdürmüştür:

CHP’li Veli Ağbaba ile HDP’li Burcu Çelik Özkan cezaevlerindeki insan hakları ihlallerinden örnekler verdikten sonra TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunda, Cezaevi Alt Komisyonu Başkanı AK Partili Mehmet Metiner söz aldı. Metiner darbe girişiminde bulunan FETÖ üyelerine cezaevlerinde işkence yapıldığı, kendisinin FETÖ’den tutuklananları ziyaret etmek istemediğini söylediği iddialarına sert çıkarak “FETÖ’cü teröristlerin bu yöndeki kara propagandalarına teslim olmayacağız. Algı operasyonlarına teslim olmayacağız. FETÖ’cülere işkence yapıldığı kanaatinde değilim. Bu yönde bir başvuru yok. Ama ben teröristlere gidip ‘Size işkence yapılıyor mu ?’ sorusu üzerinden bir algı operasyonu yapılmasına müsaade edilmemesi gerektiğine inanıyorum. Meclis komisyonunun buna alet edilmemesine inanıyorum, asla onlara işkence yapılmadı. Yakalanma esnasındaki yediği tekme tokatlarla ben ilgili değilim. Ben olsaydım bende aynısını yapardım. Fazlasıyla yapardım.”

Bu açıklamaları birkaç açıdan kabul edilemez bulmaktayız. İlki TBMM’nin cezaevleri alt komisyon üyesi ve bir milletvekili tarafından yapılıyor oluşudur. Yasama organı üyesi bir milletvekili, üstelik de denetim ile ilgili bir komisyonun başkanı olarak bu tür açıklamalar yapamaz/yapmamalıdır. İşkence, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur ve devlete ait mekânlarda meydana geldiği iddia edilen koşullarda bu denetimi yapmıyorum demek işkence ve kötü muamele pratiğini sergileyen görevlileri cesaretlendirir ve tam bir cezasızlık ve suça özendirme pratiği sergilemek ve işkenceyi savunmak anlamına gelir.

İkincisi, insan hakları hukuku açısından ulusal üstü insan hakları belgelerinde ve iç hukukumuzda mutlak yasak olan bir eylemin, kişilerin özgürlüklerinden yoksun olduğu ve devletin koruması ve gözetimi altındaki mekânlarda gerçekleşmesi olasılığı ve iddiası karşısında, kamu adına hareket etme mevkiindeki bir şahsiyetin (Sayın milletvekilinin) hakikati gizleme teşebbüsüdür. Sayın milletvekili, henüz inceleme yapmadan, peşin hükümlü olarak kanaat belirtmekte, işkence ihtimali ve olgusunu daha baştan reddetmektedir. Böylece objektiflik ve tarafsızlık ilkelerini ihlal etmektedir.

Demokratik ve insan haklarına saygılı tutum, işkence iddialarını inkâr ya da incelemeyi reddetmek değil, iddiaları araştırmak, incelemek ve ihlal tespiti halinde de insan hakları hukuku çerçevesinde gereğinin yapılmasının isteneceğini deklare etmek olmalıdır.

Hatırlatmak isteriz ki, işkence hem Anayasanın 17. maddesinde, hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesinde, hem de İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 5. maddesi ve BM Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 7. maddesinde yasaklanmıştır. Bu yasaklama yalnızca olağan rejim koşullarında değil, savaş ve diğer olağanüstü hallerde de geçerlidir. Bu konudaki hükümlerin de Sayın Milletvekiline hatırlatılmasını isteriz.

Page 92: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Anayasanın 15. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesi ve BM Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 4. maddesi, işkence ve kötü muamelenin savaş ve olağanüstü hallerde de mutlak olarak yasak olduğunu ve bu konuda yükümlülüklerin azaltılamayacağını öngörmektedir.

Sayın Başkan,

Türkiye, yukarıda sayılan belgeler yanında işkencenin önlenmesi konusundaki BM ve Avrupa Konseyi sözleşmelerine de taraftır.

AİHM kararlarına göre de, devletin, kendi denetim ve gözetimi altındaki mekânlarda meydana gelen işkence ve kötü muamele olaylarının kamu görevlileri tarafından gerçekleştirilmediğini (yani negatif yükümlülük doğrultusunda kamu görevlilerinin işkence yapmadığını); Keza işkence ve kötü muamelenin olmaması için de devletin gerekli önlemleri aldığını (yani önlem alma pozitif yükümlülüklerini yerine getirdiğini) ispat etmesi gerekir.

Bu açıdan da sayın milletvekilinin açıklamaları kabul edilemez niteliktedir.

Sayın Başkan,

İşkence iddiaları karşısında aldığı tutum nedeniyle Sayın milletvekili Mehmet Metiner’i protesto ediyoruz.

Hiç kimseye, hangi nedenle olursa olsun,  işkence ve kötü muameleme yapılamaz.

İşkence insanlık onuruna saldırıdır ve mutlak olarak yasaktır. Devlet işkence yapmama, yapılmasını önleme, yapılmışsa soruşturma, kovuşturma ve yargılama işlemlerini yapmak ve sorumlu bulunanları cezalandırma yükümlülüğü altındadır.

Bu yükümlülük askıya alınamaz, azaltılamaz ve ihmal edilemez.

Saygılarımızla.

Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd),  İnsan Hakları Derneği (İHD), İnsan Hakları Araştırmaları Derneği (İHAD), İnsan Hakları Gündemi Derneği(İHGD), İnsan Hakları ve Mazlumlar için Dayanışma Derneği(Mazlumder), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV).

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[Gülen Cemaati’ne yönelik kitlesel arındırma çerçevesinde gözaltı merkezleri ve cezaevlerinde yaşanan işkence olaylarından kadınlar da ciddi biçimde etkileniyor. İşkenceler, toplumun diğer kesimlerini de kapsayacak biçimde

Page 93: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

yaygınlaşmış durumda. Bandırma ve Silivri 9 Nolu Cezaevi’nden gelen haberler, kadınlara yönelik işkencelerin detaylarını içeriyor. Silivri’de gardiyanların hücrede kadın şüpheliye dikiş iğneleri batırılarak acı çektirdiği ortaya çıktı.

Bandırma Cezaevi’nde pencerelerin camlarının sökülüp tutukluların soğukla dirençleri kırılmaya çalışılırken, hasta olanlara da revir hizmeti verilmediği belirtiliyor. Cezaevinde darp edilen kadınların, durumu avukatlarına anlatamamaları için de kanuna aykırı uygulamalara başlandığı öğrenildi.

Tutuklu ve avukat görüşmesine başka kimsenin girmesi yasak olmasına rağmen avukat odalarına gardiyanların girdiği belirtiliyor. Avukatların ellerindeki belgeler ve kağıtların gardiyanlar tarafından alınıp kameraya gösterildiği, savunma gizliliğinin tamamen yok edildiği belirtiliyor. Gardiyanlar tüm görüşmeyi dinlerken, tutukluların gördükleri işkenceler konusunda konuşmaları baskıyla engelleniyor.

GÖĞÜS UÇLARINA İĞNE BATIRDILAR

Silivri’deki 9 No’lu Ceza İnfaz Kurumu’nda da kadınlara yönelik ağır işkenceler yaşanıyor. Halkın Hukuk Bürosu, 10 Ekim’de Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesinden Silivri’deki 9 No’lu Kapalı Kadın Hapishanesine sürgün edilen müvekkillerinin, kadınlık onuru da aşağılanarak işkenceye tabi tutulduklarını açıkladı.

Hukuk bürosundan yapılan açıklamada, müvekkilleri S.A.’nın, slogan attığı ve havalandırmadan kendi rızasıyla içeri girmek istemediği için işkenceye maruz kaldığı belirtilerek, şunlar anlatıldı: “Kafası duvarlara vurulmuş, bu esnada müvekkilimizin burnundan kan gelmiş, yine müvekkilimizin göğüs uçlarından sıvı akıncaya kadar sıkılarak hem işkence yapılmış hem de kadınlık onuru aşağılanarak taciz edilmiştir. Yine müvekkillerimize hücre içinde bulunan dikiş iğneleri batırılarak acı çektirilmiştir. Müvekkillerimizin anlatımına göre bu işkenceyi yapan gardiyan o kadar ileri gitmiştir ki diğer kadın gardiyanların uyarısıyla durdurulmuştur. Müvekkillerimiz halen bu işkencenin fiziki ve psikolojik etkisini taşımaktadır.”

‘DARP EDİLEREK BİLEĞİ KIRILDI’

K.S. adlı müvekkillerinin de aynı hapishanede işkenceye uğradığı iddia edilen açıklamada, “Kolları arkaya doğru ters çevrilerek kelepçelenmiş, bu haldeyken kolları bükülmeye, daha fazla acı çektirilmeye çalışılmış, sonra aniden yere atılarak, büyük ihtimalle bileğinin kırılmasına yol açılmıştır. İhtimal diyoruz çünkü üzerinden iki gün geçmesine rağmen, şişen sağ kolunda tam olarak ne olduğunun tespiti yaptırılmamıştır. Müvekkil hayat deneyimiyle bileğinde kırık olduğunu düşünmektedir” denildi.

İddiaya göre müdürün yanıtı: ‘Gardiyanlarımız erkek, sorumlu olmayız’

Page 94: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Silivri 9 No’lu Kapalı Hapishanesi’nin erkek tutuklu ve hükümlülerin tutulması esasına göre düzenlenmiş olduğu belirtilen açıklamada, kadın mahkumların burada olanaksızlıklar içinde tutulduğu ve erkek gardiyanların tehdidi altında olduğu ileri sürüldü. Hukuk bürosunun avukatları, bu olaylara ilişkin görüştükleri hapishane müdüründen, “Söyleyin direnmesinler. Burası erkek hapishanesi, gardiyanlarımız da erkek. Olacaklardan biz sorumlu olmayız” yanıtı aldıklarını iddia etti.

Yetkililerin işkence vakalarını reddeden açıklamalarının doğru olmadığı iddia edilen hukuk bürosunun açıklamasında, olayların tanıklarla ve Adli Tıp raporlarıyla sabit olduğunu belirtti. İşkencelere son verilmesi istenen açıklamada, işkencenin insanlık suçu olduğu ve zamanaşımına uğramadığı hatırlatıldı.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Gülen Cemaati’ne uygulanan kitlesel arındırma çerçevesinde Afyon Emniyet Müdürlüğü’nden ağır işkence haberleri geliyor. Psikolojik sorunlu polislerden sorgu ekipleri oluşturulduğu belirtilen Afyon’da yaşananların detaylarına Tr724 ulaştı.

Gözaltına alınanların yakınlarına anlattıkları ve serbest kalanların anlatımlarına göre Afyon Emniyeti’nde gözaltında yaşananlar:

-Gözaltına alınanlar savcı karşısına çıkartılmadan 10 gün aralıksız dövülüyor.

-Eşleri de gözaltında olanlar, “karını da buraya getiririz” diyerek tehdit ediliyor.

-Nezarethanede içki sofrası kuran polisler, sabaha kadar bir taraftan içip diğer taraftan işkence yapıyor.

-Dayaktan direnci kırılanlara zorla alkol içiriliyor.

-Sorhoş edildikten ve dayakla bilinci kaybolduktan sonra alınan ifadeler tutanağa geçirtilip imzalatılıyor.

-Gözaltındakilerden birinin gözlüğü yüzünde parçalandı ve polisler gözlüğünün camıyla yüzünü kestiler. Sözkonusu kişinin şuan yanağı boydan boya dikişli.

-Afyon Aktifsen Başkanı nezarethanede işkenceden yürüyemez hale gelince, morlukları geçsin diye 10 gün bekletildikten sonra savcı karşısına çıkartıldı

Page 95: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]]e girişiminin ardından Fuat Avni’nin Twitter’da takip ettiği hesabın sahibi olduğu gerekçesiyle tutuklanan gazeteci Ayşenur Parıldak, 19 gündür tecritte olduğunu bildirdi. Cumhuriyet’e mektup gönderen Parıldak, gözaltında darp edildiğini, tacize uğradığını belirten Parıldak, cezaevinde bir kadın hâkimin bileklerini kestiğini, 60 yaşındaki bir kadının da iki kez çıplak arandığını yazdı.

Eski Zaman gazetesinin hukukçu muhabirlerinden olan Parıldak, gazeteye kayyım atanması üzerine “işsiz” kaldı. Aynı zamanda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuyan Parıldak, bu yaz mezun olup avukatlık yapmayı planlıyordu. Ancak darbe girişiminin ardından gözaltına alındı. 8 gün gözaltında kaldıktan sonra 11 Ağustos’ta tutuklandı. Polis sorgusunda Parıldak’a Zaman gazetesinde çalışması, Bank Asya’da hesabı bulunması, Fuat Avni tarafından Twitter’da takip edilmesi ve kaçacağı yönünde bir ihbar, Twitter’da paylaştığı bazı mesajlar suçlama olarak yöneltildi.

Parıldak, Bank Asya’daki hesabı, Zaman gazetesinde çalışırken maaşının buraya yatırılması nedeniyle açtığını söyledi. Adliye muhabiri olarak kamuoyunu ilgilendiren davaları haber yaptığını söyleyen Parıldak, Fuat Avni’nin kendisini takip etmesinin nedeninin bu olabileceğini söyledi. Parıldak, emniyette ve cezaevinde yaşadıklarını ise Cumhuriyet muhabirine gönderdiği mektupta şöyle anlattı: “Darp edildim, cinsel tacize uğradım. 8 gün boyunca gece gündüz demeden sorgulandım. Alkollü olarak sorguluyorlardı, bunu da açıkça dile getirmekten korkmadılar. Sonra mahkeme süreçleri ve buradayım. Burada da 1 ay koğuşta kaldım. Sonra 20 kişi koğuşlardan toplanarak hücrelere alındık. Tecrit yani… Burada unutulacağımdan korkuyorum.” Fuat Avni’nin kendisini takip etmesiyle suçlandığını anımsatan Parıldak, “Cüzdanımdan çıkan Starbucks fişini delil olarak sunup “Fuat Avni’ye Starbucks’ın wifi’sini kullanarak mı veri aktarıyordun” diye sordular” ifadelerini kullandı.

Hâkim bileğini kesti

Parıldak, “Burada kadın bir hâkime hanımla doktora götürüldük. Bileklerini kesmiş. Oda arkadaşım A.B’yi (Ki kendisi 60 yaşında) 2 kez çıplak aramışlar. Biz 19 gündür tecritteyiz.” dedi.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[eslerini duyuracak mecra bulamayan KHK (Kanun Hükmünde Kararname) mağdurları gazetelere mektup yazarak dertlerini anlatıyor. AKP hükümetinin 15 Temmuz darbe girişiminden sonra OHAL kapsamında çıkarttığı KHK’lar sonrası işsiz kalan bir köy öğretmeni yaşadıklarını kaleme aldı. Uzun süredir, internetin olmadığı, telefonun çekmediği bir köyde öğretmenlik yaptığını

Page 96: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

anlatan K.P. bir sendika üyeliğinden dolayı açığa alındığını, hukuksuz şekilde işinden edildiğini yazdı. “Sivil ölüme mahkum edildik, hiçbir terör örgütüyle alakam yok, ayrılmış olduğum bir sendika üyeliği yüzünden sorgusuz ve sualsiz hayatım karardı” diyen köy öğretmeni çaresizliğini Yeni Asya’ya anlattı. K.P. sendika üyeliğinin nasıl terör örgütü üyeliğinden sayıldığını anlamadığına dikkat çekti.

SORGUSUZ SUALSİZ İŞİNE SON VERİLEN YÜZBİNLERCE İNSAN ÇARESİZSorgusuz, sualsiz işine son verilen yüz binlerce insan çaresi bir şekilde ‘adalet’ bekliyor. “672 sayılı kanun hükmünde kararname ile savunmam alınmadan inceleme yahut soruşturma veya kovuşturma açılmadan öğretmenlik mesleğimden haksız ve hukuksuz bir şekilde ihraç oldum” diyen köy öğretmeni K.P. da yüz binlerce mağdurdan sadece bir tanesi. Suçunun ne olduğunu dahi bilmediğini ifade eden öğretmen Yeni Asya gazetesine yazdığı mektubunda şu ifadelere yer verdi: “Tebliğ edilmediği için neyle suçlandığımı dahi bilmiyorum. Medyadan öğrendiğim kadarıyla Aktif Eğitim Sendikasına üye olduğum için terör örgütüne üye olmakla suçlandığımı düşünüyorum. Sendikanın terör örgütü olduğuna dair mahkeme kararı olmadığı gibi amirlerim tarafından da hiç bir resmi yazı ve bilgi verilmemiş olup uyarıda da bulunulmamıştır. Bu sendika terör örgütü ise neden kapatılmadı.”

BU YAŞANANLAR HANGİ HUKUKA SIĞAR?Görev yaptığı köy yerinin mahrumiyet bölgesi olduğunu belirten öğretmen, “İnternetin ve telefonun dahi zor çektiği yerlerde çalışan bir köy öğretmeni olarak bu sendikanın terör örgütü olduğunu ben nerden bilebilirdim. Anayasamızın 51’inci maddesinde; herkes izin almaksızın istediği sendikaya üye olabilir veya istediği zaman da ayrılabilir. Kendi isteğimle üye oldum ve bir takım faaliyetlerinden rahatsız olduğum içinde kendi isteğimle 15 temmuz darbesinden önce de söz konusu sendikadan istifa ettim. Öncesinde istifa ettiğim bir sendikadan dolayı görevden atılmak hangi adalete ve hukuka sığar”diyerek yaşananlara anlam veremediğini belirtti.

HİÇ KİMSE İŞ VERMİYOR, SİVİL ÖLÜMLE KARŞI KARŞIYAYIZYaşadığı mağduriyetin Anayasaya da aykırı olduğunu belirten mağdur öğrtmen K.P. , “ Anayasımızın 14’üncü maddesinde; suç ve cezalara ilişkin hükümler geçmişe yürütülemez; suçluluğu kesinleşmiş mahkeme kararı ile sabit oluncaya kadar hiç kimse suçlu sayılamaz. Devlet memuru olarak çalıştığım okullarda kamu yararından başka bir amacım olmadı. Amirlerim dışında da hiçbir kimseden veya bir zümreden yahut bir gruptan emir almadım. FETÖ’nün 15 Temmuz darbe kalkışmasında da tavrım demokrasiden ve seçilmiş hükümetimizden yana olmuştur. Ne FETÖ ile ne de herhangi bir terör örgütü ile hiçbir alakam yoktur. Hiç bir terör örgütüne de maddi veya manevi destekte de bulunmadım. Sosyal medyada ismimin geçmesi ve özel sektörde de hiç kimsenin iş vermemesi nedeniyle sivil ölümle karşı karşıya kaldık.” açıklamalarında bulundu.

Page 97: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

HAMALLIK BİLE YAPTIRMIYORLARİş bulamadığı için çeşitli mağduriyetler yaşadığını belirten köy öğretmeni, “5 yıllık evliyim. Kış giriyor kömür alacak paramız yok. Hamallık yapayım diyorum Suriyelilerin çok ucuza çalışmasından dolayı kimse hamallık dahi yaptırmıyor. Eşime ücretli öğretmenliğe başvurduk tanıdığın olmazsa zor çıkar dediler. Çaresiz kaldık ve ne yapacağımızı bilmiyoruz. Ben darbeci değilim darbeyi yapan hainlerin mağduruyum.” diyerek feryat etti.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[Türkiye son üç yıldır nefes kesen bir hızla ve hatta Türkiye sathı dışına da taşmış olan bir mücadeleye sahne olmakta. Bu mücadele bir tarafta küresel düzeyde aktif olan Gülen Hareketi ile diğer tarafta siyasal İslamcı gelenekten gelen AK Parti arasında cereyan etmekte. Gerek Türkiye komuoyu gerekse de uluslararası basından meseleyi takip edenler, yaşanmakta olan bu eşitsiz mücadelenin derinliği ve evrildiği yöne dair kaygılarını farklı şekillerde dile getirdiler. Fakat, genel bir kabul olarak şunu belirtmek gerekir ki, 15 Temmuz darbe girişimi ile birlikte ülkede ki siyasal ve sosyolojik atmosfer sadece Gülen Hareketi için değil, aynı zaman da AK Parti hükümeti içinde tamamen değişti.

Cumhurbaşkanın kendi ifadeleri ile tanımladığı ‘’Allah’ın bir lütfu’’ olan darbe girişimi, Erdoğan’ın seküler rejimin son bekçisi olan ordu içersinde etkisini sağlamlaştırdığı ve kendi yönetimine karşı kritik üreten tüm sosyal kesimleri de devam eden ‘’olağanüstü hal’’ rejimi ile susturmayı başardığı bir can simidi olarak idrak edilmekte. Özellikle, Gülen Hareketi’ne karşı son üç yıldır devam eden ve 15 Temmuz sonrası kritik eşiklere ulaşmış olan sosyal temizlik (social cleansing) açıkça gösteriyor ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan Gülen Hareketi’ni tamamen etkisizleştirme uğruna daha da büyük maliyetlere katlanacak gibi görünüyor.

Fakat, Gülen Hareketi’ni kalıcı olarak susturma gayreti, şüphesiz beraberinde bir çok toplumsal sorunu da ortaya çıkarmakta.

Toplumsal Radikalleşme Trendi ve Batı Karşıtlığı

15 Temmuz darbe girişiminin siyasal sonuçları bir çok toplumsal dinamik üzerinde son derece yıkıcı tahribatlar oluşturmaya başladı bile.

Türkiye’nin son üç yıldır binlerce radikal Islamcı grup için bir limana dönüştüğü gerçeğinin yanısıra, özellikle son günlerde artan toplumsal radikalleşme trendi, Türk toplumunun geleneksel sosyal dokusunun ne derece menfi bir değişim ile karşı karşıya kaldığını açıkça ortaya koymakta. Toplumsal dokuyu tehdit eden bu değişimin en kritik merkezi hertürlü toplumsal şiddet ile arasına mesafe koyan Anadolu’nun geleneksel Islam anlayışının tahrip edilmesi olarak ifade edilebilir. Bu değişim, devletçi paradigma ile bezenmiş Türk ulusulcılığı ve Islamcılığı kalıplarına uymayan

Page 98: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

farklı kesimleri ötekileştirirken, bu kesimlere karşı yer yer şiddete dönüşme eğilimi de göstermekte.

Bahsi geçen bu toplumsal radikalleşme trendi esasen iki önemli ayak üzerine inşa edilmekte. İlk olarak, siyasi erk ve temsilcilerinin özellikle Batı karşıtı ve siyasal Islamcı bir retorikle hergün yüzlerce hatta binlerce açıklama yapmaları, meydanlarda on binlere hitap etmeleri, bu söylemin toplumda bir karşılık bulması sonucunu doğurmakta. Bir çok Batılı siyasal gözlemci Erdoğan’nın bu yılın başında sarfettiği; ‘’Kimse 1000 yıl önce hak ve batıl arasında başlayan mücadelenin sona erdiğini düşünmesin. Sakın ha, 1000 yıl önce topraklarımıza göz dikenlerin emellerini unuttuğunu düşünmesin. Bu uzun soluklu savaş devam ediyor ve devam edecek’’ sözlerini duyduklarında büyük bir şok yaşadıklarını, ve bu sözlerin medeniyetler çatışmasına davetiye çıkardığını belirtmişlerdi.

Malesef, benzer nefret söylemleri farklı siyasiler tarafından da dile getirildi. Çok yakın bir örnek olması sebebiyle, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin Gülen Hareketi mensuplarını hedef göstererek binlerce insana yaptığı bir konuşmada ifade ettiği şu sözler toplumsal radikalleşmenin boyutlarını bir kez daha gözler önüne seriyor; ‘’Bu hainler millet nasıl istiyorsa öyle cezalandırılacaklar. Yanlızca ölüm cezası da değil, bunları öyle bir cezalandıracağız ki, kendilerini gebertmemiz için bize yalvaracaklar’’.

Sosyoloji tarihi bu tarz radikal söylemlerin çoğunlukla radikal hareketlenmeleri de beraberinde getirdiği uyarısında bulunuyor. Özellikle, bugüne kadar toplumsal aşırıcılığın her türlüsü ile mücade eden Gülen hareketi gibi kapsayıcı bir grubu toplumsal alanın dışına cebren çıkarma çabası, boşalan bu sosyal alanın radikal gruplarca istila edilmesini ve nihai olarak toplumsal bir radikalleşme trendini ortaya çıkarmakta.

Bu trendin en son örneklerinden biri de yakın günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın evinin önünde Gülen hareketi mensuplarını hedef alan selefi tandanslı olduğu anlaşılan bir imamın yaptığı konuşmada ifadesini buldu. İmam; ‘’Bu hainlerden aldığımız herşey bu ümmetin malıdır. 15 üniversite hepsi sizindir. Hastaneler sizindir. Bin okul hepsi sizindir. Alın, hayrını görün’’.

Şüphesiz, bu ve benzeri aşırı söylemlerin toplumsal bir karşılığının olması, bu ifadelerin kurumsal yapılar tarafından desteklenmelerine bağlı. Bir çok güncel uluslarası ve ulusal rapor, Türkiye’de varlık gösteren onlarca IŞID ve benzeri grupların kurumsal yapıları olduğuna işaret etmekte. Bu kurumların son derece etkili çalıştıkları ve özellikle 2016 yılı itibari ile IŞID gibi radikal Islamcı gruplara olan toplumsal desteğin %23’ler civaranı ulaştığı belirtilen diğer kaygı verici hususlar arasında.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası radikalleşme devinimini hızlandırıan ve daha da derinliştiren diğer önemli etmenlerden biri de hali hazırda devam eden olağanüstü hal rejimi. Çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerle pozitif bilim ve seküler müfredatı uygulayan binlerce okul imam hatip lisesine dönüştürüldü. Bu menfur gelişme şüphesiz Avrupa’da da son derce kaygıyla takip edilen önemli diğer bir husus.

Page 99: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Bir çokları Türkiye’de yaşanan toplumsal radikalleşmenin etkilerini ve derinliğinin sınırlarını tartışabilirler, fakat bağımsız gözlemcilerin raporları, uluslararası saygın kurumların sunumları gösteriyor ki nüfusunun çoğunluğunu müslümanların oluşturduğu tek NATO ülkesi olan Türkiye derin bir toplumsal radikalleşme trendi ile karşı karşıya ve bu kritik gelişme ülkenin seküler karakterini de çok ciddi bir şekilde tehdit etmekte.[[[[

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[

Herkesin gözü önünde insanlığı mağara devrine çağıranlar bildiğini okumaya devam ediyor. Ne ‘yaptığınız zulümdür, günahtır’ diyene kulak asan var, ne de ‘yaptıklarınızın mer’i, şerr’i, moden hukukta yeri yok, suçtur’ diyeni dinleyen.

Her gün ayrı bir mağduriyet her gün onlarca yeni eziyet, işkence, cefa…

Bugün sosyal medyaya bir fotoğraf düştü. Duvar dibinde, bulduğu tahta üzerine büzülmüş şekilde uyuyan adı meçhul bir sabi. İsminin ne olduğu akıllara bile gelmiyor. Zira artık o bizzat dramın adı olmuş.

15 Temmuz kanlı darbe girişimi sonrası hiçbir suçu olmadığı halde bedel ödetilen, işinden atılan, mesleğinden men edilen 10 binlece öğretmenden biririnin oğluymuş. Son olarak lojmandan da atmışlar babasını. Yuvalarını dağıtanlar, onlara alkış tutanlar belki utanır mı umuduyla paylaşılmış Twitter’da mahsun kare…

Altına üç küçük cümlelik not düşülmüş: ”Lojmandan atılan öğretmen oğlu. Taşınırken bulduğu tahtanın üzerinde uyumuş. Buna yürek dayanmaz OHALdeKHKmağduruyuz.”

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e, ‘Ne olur bunları görün.’ diye sitem edimiş bir alttaki satırda. Haber bültenlerinde, acılara bigane kalan gazetecilere ‘Bunların haber değeri’ hatırlatılmış.

Fotoğrafa bakıp yürek burkulması yaşamamak ne mümkün; insan olan vicdan taşıyan için tabi… Bir sonuç vermeyecek elbet ne bu fotoğraf ne de bu satırlar. Ama tarihe maletmek lazım acıları. Dualara vesile kılmak lazım dramları. Gözlerden, kulaklardan, yüreklere yol kılmak lazım bu zulümleri.

Evet söz tükendi…

Denilmeyen birşey, ifade edilmeyen gerçek, kurulmadık cümle kalmadı. Firak fersah fersah, cehalet diz boyu, vicdan fukaraları dört bir yanda… Hepsi birlik olmuş, ‘beyhude yorulmayın kapılar sürmelidir’ diye ezanın cefanın tarafı olmuş.

Cehalet, asabiyete büründüren zandır, ruha eza veren hardırKim olduğunu unutan bir insan için sinsice bekleyen nefsi farktır

Page 100: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Kalbinin nidasından uzaklaşan canın, hüküm ihdas eden sancısıdırNe kerih bir nazardır, vicdanları sızlatan acıdır, mizan iyi ki haktır.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[Nezarette bir mi yoksa iki kişi mi kalacağım diye düşünürken, demir kapı açılınca bir de baktım ki onlarca ayakkabı.. Ve de ağır bir koku.. Normalde üç beş kişinin kalabileceği üç hücrede 27 kişi kalıyor. Herkes yerlerde, bacaklarını karnına doğru çekerek yatıyor, çünkü bacakları uzatacak yer yok. Sonra öğrendim ki, birkaç gün önce 43 kişilermiş ve koridorda yatanlar varmış.”

Gazeteci Tuğba Tekerek, bir gece geçirdiği Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nün nezarethanesini bu sözlerle anlatıyor. Tekerek’in çizdiği tablo, Türkiye’nin farklı bölgelerindeki gözaltı merkezi haline getirilen yerleri düşündüğümüzde “iyi” denilebilecek şartlar.

Türkiye’de 15 Temmuz’dan sonra gözaltı merkezlerinde gerçekleşen; yaralanma, ölüm, sakat kalma ve intiharla sonuçlanan işkenceleri ele aldığımız yazı dizimizin bu bölümünde, AKP toplama kamplarını ele alacağız.

İSTANBUL

İstanbul’da Vatan Emniyet Binası’nın nezarethanesi Türkiye’nin en kötü gözaltı merkezlerinden birisi olarak biliniyor. Binanın altında, güneş ışığı olmayan nezarethanelerde gözaltındakilere saat ve günler söylenmedi. Hiç kapanmayan ışık altında gözaltında 20 güne yakın tutulanların zaman kavramı yokedilirken, klimaların gündüz sıcağa gece ise soguğa ayarlandığı öğrenildi. Gözaltındakilerin hiçbirine haftalar boyu banyo imkanı verilmediği, adet günü olan kadınların dahi tuvalete çıkartılmadıkları Vatan Emniyet nezarethanelerinde, kadınlar ve erkeklere aynı lavaboların kullandırılması gibi yöntemler de izlendi.

Gözaltındakilerin uykudan uyandırılıp sık sık sorguya götürülmesi, avukat görüşme odasının bulunduğu bölümün yanındaki kamerasız odalarda sorgulanmaları, dayak, şiddet ve psikolojik işkence uygulandığı da yine serbest kalanların verdiği bilgiler arasında.

Kamerasız odada Filistin Askısı bulunduğu ve kamu görevlisi tutuklularda kullanıldığı da Vatan Emniyet hakkında anlatılan vahim durumlardan.

ANKARA

Polis Akademisi’ne bağlı spor tesisleri, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki at çiftliği ve Ankara Emniyet Müdürlüğü binasındaki spor alanları toplama kampı olarak kullanılıyor. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki at çiftliğinde özellikle Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri ve bazı üst düzey generallerin işkenceli sorgudan geçirildiği belirtiliyor. Binlerce memurun gözaltına alındığı Ankara’da, polis akademisi tesisleri de şiddet ve baskı merkezi olarak

Page 101: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

kullanılıyor. Gıda kesintisi Ankara’deki en büyük silahlardan biri. Gözaltındakilere günde bir kez küçük kutu reçel ve iki dilim ekmek verildi. Su ihtiyacı ise lavabolardan karşılanabildi.  İşkence kararı alınan memurlar, spor salonlarındaki toplama kamplarından alınarak Ankara Emniyet Müdürlüğü binasında özel hazırlanmış bölümlere götürüldü.

DİYARBAKIR

Cemaate yönelik cadı avında gözaltına alınanlar, diğer gözaltılardan farklı olarak spor salonlarında tutuluyor. Çevik Kuvvet Kompleksi’nin spor salonu ve Diyarbakır Polis Okulu’nun Spor Salonu yüzlerce insanın tutulduğu merkezler. 15 Temmuz sonrasındaki günlerde 45 dereceye varan sıcakta yüzlerce insan klimasız ortamda birarada tutuldu. Banyo ve yatak gibi ihtiyaçlar karşılanmadı. Oluşturulan sorgu bölümlerinde fiziki şiddet uygulandı.

Diyarbakır’da bir diğer nokta da Kaçakçılık ve Organize Şube’nin nezarethanesiydi. İlk gözaltına alınan yaklaşık 85 polis buraya getirildi. Maksimum kapasitesi 2’şer 3’er kişilik olan nezarethanelere 15-25 arası kişi konulduğu avukatlardan gelen bilgiler arasında. Burada da klimalar çalıştırılmadı.

Sabah kahvaltıda iki küçük kutu reçel ve kuru ekmek verilirken, öğlen yemeğinin verilmediği akşam yemeğinde ise 1 adet konserve (barbunya ve kuru fasulye) verildiği belirtiliyor.

MARDİN

Mardin Midyat Cezaevi operasyonlar sırasında kullanılan sorgu mekanlarından biri oldu. 26 kişinin bir arada tutulduğu odaların yanı sıra, cezaevinin oldukça küçük kapalı spor alanında 54 kişi haftalar boyu tutuldu. 9 kişiye bir kaşık verilmesi gibi uygulamaların yanında aşırı sıcak ve havasızlık nedeniyle baygınlık geçirenler ve kusanların  bulunduğu ancak yeterli tıbbi yardımın da verilmediği belirtiliyor.

SİİRT

Siirt Cezaevi’nin ise konferans salonu toplama kampı olarak kullanıldı. 68 kişi konferans salonuna tutuldu ve sorguya alındı. Yatak ve yemek ihtiyaçları da karşılanmadı.

ŞANLIURFA

Gözaltına alınanların Sabiha Özlek Spor Salonu’nda tutulduğu Şanlıurfa’da aşırı sıcakta su kısıtlaması bir silah olarak kullanıldı. Zeminde yataksız biçimde uyuyan şüphelilerin sayısının zaman zaman 100’ü aştığı öğrenildi. Gözaltındakilerin bir kısmı sadece iç çamaşırlarıyla yarı çıplak vaziyette ve arkadan kelepçeli biçimde günler boyu tutuldu.

Page 102: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

ZONGULDAK-ANTALYA

İstanbul ve Ankara dışında işkencenin en yoğun olduğu iki il Zonguldak ve Antalya olarak biliniyor. Bu illerde hazırlanan spor salonlarında sorgu başlamadan insanlar yaklaşık 20 gün yarı aç biçimde bekletildi. Ardından işkenceli sorgu yapıldığı ve ciddi yaralanmalar olduğu, gözaltındakilerin Adli Tıp Kontrolü’ne çıkartılmadıkları da tutuklananların yakınlarına anlattıkları bilgiler arasında.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[Türkiye genelinde yaygın biçimde uygulanan işkencelerle ilgili yazı dizimiz sonrası her yerden işkence haberleri gelmeye başladı. Bu bölümde Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden yansıyan işkence vakalarından bir bölümü sunuyoruz.

FELÇLİ ÇİFTÇİYE AĞIR İŞKENCE

İzmir’in Seferihisar İlçesi’nin Payamlı Köyü’nde çiftçilik yapan ve daha önce geçirmiş olduğu felç sebebiyle yüzde 60 engelli raporu bulunan 60 yaşındaki H. Ç., köydeki bir komşusu tarafından ihbar edilmesi sonucu gözaltına alındı. Daha önce geçirdiği felç nedeniyle engelli olan H.Ç., Jandarma nezarethanesinde kaldığı 4 gün boyunca ihtiyaçlarını karşılayamadı ve yapılan insanlık dışı muameleler nedeniyle travmaya girdi. H.Ç., dört günün sonunda yaşadığı travmadan dolayı konuşma yetisini kaybetti. 4 günün sonunda adliyeye sevk edilen H.Ç.’nin durumunu gören savcı ölüm tehlikesi geçirdiğini görünce tedirgin olarak serbest bırakma kararı verdi. H.Ç’nin son durumunu gören 90 yaşındaki annesinin de sağlığının bozulduğu belirtiliyor.

12 gün kelepçeli tutuldu

S.D., gözaltına alındığı 12 gün boyunca kelepçeli tutuldu. Tuvalet ihtiyacını bile kelepçeli olarak gördü. Kelepçeler nedeniyle bileklerine kan toplanan S.D.’nin, omuzlarında ve sırt kemiklerinde çıkıklar meydana geldi. Ailesi gözaltına alındığının 12. gününde Baro’dan verilen avukat sayesinde S.D. hakkında ilk bilgileri alabildi. S.D.’nin uyurken bile kelepçeleri çıkartılmadığı, battaniye ve yatak verilmediği, 3 kişilik hücrede 20 kişi tutulduğu da sonradan öğrenildi. Namaz kılmak istediğini defalarca söylemesine rağmen kelepçeleri çözülmeyen S.D.’nin ailesinin getirdiği temiz kıyafetler de verilmedi.

Burnu kırılana kadar dövüldü

Diyarbakır’da 17 Temmuz günü Ergani İlçe Emniyet Müdür Yardımcısı M.P. gözaltına alındı. İlçe Emniyet Müdürü K.K., kendi yardımcısı M. P.’yi burnu kırılana, suratı dağılana kadar dövdü. Ağır işkence ile bayılan M.P., baygın

Page 103: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

vaziyette saatler boyu kaldı. Suratındaki açık işkence izleriyle çıkartıldığı Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklandı.

18 gün uyutulmadı

Ankara’da 2 Ağustos’ta gözaltına alınan M.G., aşırı ışık altında bırakma, sık sık çağırma, soğuk klimaya maruz bırakma gibi yöntemlerle gözaltında kaldığı 18 gün boyunca uyutulmadı. Eşi tarafından gözaltındaki 18. gün, adliyeye sevkedilirken görülebildi. M.G.’nin aşırı derecede zayıfladığı ve tanınmaz hale geldiği, vücudunda açık işkence izleri olduğu belirtiliyor.

Çocuğu yaşındakiler işkence yaptı

Antalya’da yaşayan 66 yaşındaki Mehmet öğretmen, bir komşusunun “paraleldir” ihbarı üzerine gözaltına alındı. Sekiz gün tutulduğu gözaltında, çocuğu yaşındaki polisler tarafından buzlu su işkencesine maruz kaldı.

İşkenceci İl Emniyet Müdürü

Öğretmen U.A., Ağustos ayı başında Ağrı’da gözaltına alındı. Emniyet’te tutulduğu süre boyunca işkenceye maruz kaldı. “Emniyet imamı” olarak suçlanan ancak hakkında mahkemeye tek bir delil bile sunulmayan U.A.’ya işkence yapanlar Ağrı Terörle Mücadele Şubesi görevlileriydi. İl Emniyet Müdürü M.T.B, gözaltındayken U.A.’yı bizzat sorguladı ve onurunu kırıcı çeşitli işkence yöntemleri uyguladı. Adliyeye sevkinden önc alınan doktor raporunda açık işkence izleri bulunmasına rağmen “darp yoktur” yazıldı. Emniyetle işbirliği içinde hareket eden doktorun ismi ise Özgür Aydın.

Dayakla ifade imzalatıldı

18 Mart Üniversitesi’nde görevli akademisyen S.T., 29 Temmuz’da gözaltına alındı. Çanakkale Kaçakçılık ve Orgnize Şube Müdürü Selçuk Gedik tarafından ağır işkencelere maruz kaldı. Ardından Gedik tarafından, S.T.’ye zorla ifade imzalatıldı. Selçuk Gedik, Çanakkale’deki işkencelerin kilit isimlerinden. Gözaltına alınan polislere de işkence yaptığı belirtiliyor.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[GENERALLERE, HAKİM VE SAVCILARA ÖZEL İŞKENCE EKİBİ [YAZI DİZİSİ-4]  TR724  /    26 Eylül 2016 Pazartesi 01:30   /

Page 104: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

27P A Y L A Ş I M L A R

  Facebook  Twitter  Pinterest  Google+

İşkence nedeniyle her geçen gün yeni ölümlerin yaşandığı Türkiye’de, geçmiş dönemlerden farklı olarak işkenceci polisler, sosyal medya üzerinden yaptıkları işkenceleri ifşa ediyorlar. IŞİD’ın vahşi yöntemlerini kamera kaydına alıp sosyal medya hesaplarından paylaşmasına benzer bu durum, pek çok işkencecinin kimliğinin de deşifre olmasını sağlıyor.

15 Temmuz’la birlikte başlayan işkenceleri anlattığımız yazı dizimizin dördüncü bölümünde işkenceciler ve kimlikleri üzerinde duracağız.

İşkence ekibinde öne çıkanlar Ankara ve İstanbul’da iki başkomiser. İkisi de askerlere işkence yapmak için özel olarak görevlendirilenlerden. Ankara Emniyeti’nde görevli Komiser U. Ö., gözaltına alınan generallerin işkenceli sorgusunu yönetti. Org. Akın Öztürk’ün işkenceli seansına katılan Komiser U.Ö., gözaltına alınan generallere şişe soktuğunu bizzat kendisi anlatıyor.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde görevli Başkomiser A.K. ise, gözaltına alınan SAT komandolarını Emniyet Müdürlüğü yerine ormanlık bir alana elleri arkadan kelepçeli ve birbirlerine bağlı biçimde götürdü. SAT komandolarına ormanda günlerce ağır işkence yaptı. Pek çok komandonun vücudunda iyileşmesi mümkün olmayan hasarlar meydana geldi.

Tecavüzcü Polisler

Page 105: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Gözaltına alınan E.B.’nin makatına sert bir cisim sokarak bağırsaklarının patlamasına ve yoğun bakıma kaldırılmasına neden olan Antalya KOM Şube Görevlileri: C.T., R.A.T., M.B, S.Y., M.T.G., T.K.

Emniyet Müdürü E.P.: Şanlıurfa’da gözaltına alınanları günlerce 40 derecenin üzerinde sıcakta toplu halde spor salonunda tutulmaları emrini verdi. Banyo, tuvalet ve yiyecek kısıtlaması getirildi ve yatak, battaniye gibi ihtiyaçlar karşılanmadı.

Emniyet Müdürü V.Ö. (Kars Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü):  Gözaltına alınan Emniyet Amiri E. K.’ye keyfi biçimde ağır spor hareketleri yaptırarak kalp spazmı geçirmesine neden oldu.

Emniyet Amiri Ö.F.G. (İstanbul Emniyet Müdürlüğü): Gözaltına alınan asker, hakim ve savcılara ağır işkence uyguladı.

GÖKHAN AÇIKKOLLU’YU ÖLDÜRENLER

İstanbul’da özel bir işkence ekibi kuruldu. Terörle Mücadele, Narkotik gibi farklı şubelerden “trol” zihniyetli polisler bir araya getirildi. Yetkileri olmadığı halde gözaltına alınanlardan istediklerini sorguya alıyorlar. Tek sorgu yöntemleri ise işkence. İşkence ekibinin belli başlı isimleri şunlar:

Emniyet Amiri F.A. (İstanbul Narkotik Şube Müdürlüğü): Gözaltında hayatını kaybeden öğretmen Gökhan Açıkkollu başta olmak üzere gözaltını alınan asker, hâkim ve savcılara işkence işkence yaptı.

Polis komiseri A.S. (İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü): Gözaltında hayatını kaybeden Gökhan Açıkkollu başta olmak üzere İstanbul’da gözaltını alınan çok sayıda isme işkence uygulamıştır.

Polis Memuru İ.G. (Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü): Gözaltında hayatını kaybeden Gökhan Açıkkollu’ya işkence yaptı. İşkence ekibinin parçasıydı.

Başkomiser M.S. (İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü): Gözaltında hayatını kaybeden Gökhan Açıkkollu’ya işkence uygulayan bir diğer polisti.

HAKİM VE SAVCILARA İŞKENCE EKİBİ

Emniyet Amiri H.K. (İstanbul Mali Şube Müdürlüğü): Gözaltına alınan asker, hakim ve savcılara ağır işkence uyguladı.

Başkomiser C.A. (İstanbul Emniyet Müdürlüğü): Gözaltına alınan asker, hakim ve savcılara ağır işkence uyguladı.

KADINLARA ZORLA BAŞLARINI AÇTIRDILAR

Page 106: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

Çanakkale Organize Şubeden S.G., Polis Memuru G.G., Polis Memuru E.A., Çanakkale’de gözaltındaki kadınlara zorla başlarını açtıran isimler. Ayrıca bu ekip Akademisyen S. T.’ye işkence yaparak zorla ifadesini aldı.

KAYIP ÖĞRETMEN İŞKENCE EDİLMİŞ OLARAK BULUNDU

Coğrafya Öğretmeni D. K., İzmir Aliağa Jandarma Karakolu’nda avukat dahil hiç kimse ile görüştürülmeden 14 gün boyunca tutuldu. Ardından ailesine bilgi verilmeden Aliağa Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Ailesi dördüncü günün sonunda D.K.’yla görüşebildiğinde, gözleri ve suratının çeşitli noktaları dayaktan morarmış vaziyetteydi. Darp raporu verilmesin diye bu süre boyunca doktorla görüştürülmemişti ve avukatsız olarak saatler boyu işkenceli sorgudan geçirilmişti. D.K.’dan haber alabilmek için emniyete her gidişinde ağır hakaretlere maruz kalan 9 aylık hamile eşi doğum öncesi eşinin hayatından endişe ederek bekleyişini sürdürüyor.

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[Avrupa Birliği sürecinde Türkiye’de istisna durumuna gerileyen işkence, 15 Temmuz sonrası bütün boyutlarıyla geri döndü. İnsan Hakları Derneği’den avukat Gülseren Yoleri durumu, “Eski tip işkence başladı. Askı, elektrik gibi eski işkence aletlerini sanki saklamışlar, şimdi ortaya çıkardılar” sözleriyle özetliyor.

Polislerin Facebook sayfalarında gururla paylaştıkları işkence videoları ve basına yansıyan kanlar içindeki asker fotoğraflarının ardından işkencenin gerçek boyutu, aileler ve avukatların tutuklularla görüşmeye başlamasıyla ortaya çıktı. Filistin askısı, şişeyle tecavüz, buzlu suya maruz bırakma, kaba dayak, aç bırakma, klimayı gündüz sıcağa, gece soğuğa ayarlama ve benzeri pek çok yöntem özellikle gözaltı sürecinde uygulanıyor. Kamuoyuna “intihar” olarak açıklanan gözaltında ölümlerin de işkence sonucu olduğu düşünülüyor.

Uluslar arası Af Örgütü ve İnsan Hakları Derneği’nin varlığını kesin olarak açıkladıkları 15 Temmuz sonrası kitlesel işkenceleri, şahitlerin anlatımlarıyla, işkencecilerin isimleriyle ve işkence merkezlerinin detaylarıyla ele aldığımız bu dosya, buz dağının sadece görünen yüzü.

Pek çok aile, yakınlarının hapishanelerde öldürülmesi korkusu ya da kendilerinin de tutuklanmaları endişesiyle yaşadıklarını isimlerinin yayınlanmaması kaydıyla paylaştı. Ulaşabildiğimiz mağdurların anlattıkları, Avrupa Birliği üyeliği yolunda olan Türkiye’de ağır, kitlesel işkenceyle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini ortaya çıkardı.

İŞTE MAĞDURLARIN ANLATIMIYLA İŞKENCE GERÇEKLERİ

Öğretmen E. B., Antalya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürlüğü tarafından 15 Temmuz sürecinde gözaltına alındı. Gözaltı

Page 107: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

süresince avukat yardımından yararlandırılmadı ve ailesine nerede tutulduğu, durumunun ne olduğu konusunda bilgi verilmedi. Ailesi günler boyu tüm emniyet birimlerinde aradıkları E. B.’nin izine hastane kayıtlarında rastladı. Öğretmen E.B., hastanede bağırsaklarından ameliyat edilmiş ve yoğun bakıma alınmıştı. Ailesinin doktorlardan güçlükle alabildiği bilgiye göre, E.B.’nin makatına sert bir cisim sokulmuş bu nedenle bağırsakları patlamıştı.

Ailenin gizlice ameliyat yapıldığını öğrenmesine rağmen, E.B.’yle görüşmelerine izin verilmedi. İşkencenin boyutları ise haftalar sonra ortaya çıktı. Hakkında hiçbir delil bulunmayan öğretmen E.B.’nin sürekli olarak “itiraf et” baskısına maruz kaldığı, önce ailesiyle tehdit edildiği ardından da işkencenin başladığı ortaya çıktı. Fiziksel şiddet ve kaba dayak aşamasından sonra, soyundurularak aşağılanan E.B.’nin makatına şişe sokulduğu, bayılma ve durdurulamayan kanama sonrası hastaneye kaldırıldığı belirlendi.

Bu bilgiler ailesini kahrederken, E.B.’nin gözaltı süresi boyunca avukat hakkından mahrum bırakıldığı, günlük adli tıp raporlarının alınmadığı ve doktorlara baskı sonucu “darp yoktur” raporu verildiği belirlendi.

E.B., şu an ciddi sağlık sorunlarıyla cezaevinde tutuklu durumda. Ailesi hayatından endişe ettikleri E.B.’yle ancak 15 günde bir kez cam bir duvarın ardında telefonla görüşebiliyor. Kayıt altında yapılan görüşmeler nedeniyle işkencenin gerçek boyutları henüz aile ve avukatı tarafından öğrenilebilmiş değil.

İŞKENCECİLERİN İSİMLERİ

E.B.’nin makatına şişe sokarak komalık olmasına neden olan Antalya Kaçakılık ve Organize Şube’de görevli polislerin isimleri: C.T., R.A.T., Mehmet B.S.Y., M.T.G., T.K..

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[15 Temmuz sonrası yaygın biçimde yaşanan işkence ve kötü muamelelerle ilgili yazı dizimizin üçüncü bölümünde S.A. isimli kadın öğretmenin yaşadıklarına tanıklık ediyoruz. Öğretmen S.A., eşi A.A.’nın gözaltına alınış süreci ve yaşadıklarını anlatıyor. Gözaltına alındığının dördüncü gününde eşini görebilen S.A. şunları söylüyor: “Eşim bir daha nezarethaneye  konmamak için yalvarıyordu. 50 yıl hapse atılmaya razı olduğunu söylüyor, bir daha beni nezarete atmayın diye yalvarıyordu.”

‘EŞİM GÖZLERİMİN ÖNÜNDE YALVARIYORDU’

“Adım S. A. Öğretmenim.

Polisler, evimize Ağustos sonu bir perşembe günü gece saat yaklaşık 12:00 gibi geldiler. Kapıdan bağırarak, arama ve eşim A.A.’ya gözaltı kararı

Page 108: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

olduğunu söyleyerek eve girdiler. Bu bağırtıyı 2. kattaki komşu bile duydu. Sürekli bağırıyor ve savcılık yazısını okutmamaya çalışıyorlardı. Nihayet savcılık yazısına bakabildik. Karardaki isim ve soyisim farklıydı. Ö. I. diye birinin adınaydı karar. İsmin farklı olduğunu söyleyince polisler, “Klavye hatası” dediler.

Sürekli bağırıyorlardı. Evde küçük çocuk olduğunu söylüyor bağırmalarına gerek olmadığını anlatmaya çalışıyordum. Çocuğa bakmak için odaya geçtim. Artan bağırtılar üzerine tekrar salona döndüm. Eşime kalk ayağa diye bağırıyorlardı. Arkadan ellerini kelepçelediler. Oturmak istedi ‘asla oturmayacaksın’ diye bağırdılar. Evi aradılar. Evi ararken içeri hava girsin diye camı açtım. Ona bile dönüp ters ters dövecek şekilde baktılar. “Arabanız var mı?” diye sordular. Eşim “var” deyince elleri kelepçeli bir şekilde aşağı indirip arabayı aradılar.

Polislerden biri yukarıda kaldı. Ben “Allah bizi bu hale getirenden hesabını sorsun” diye dua edince polis “sen git darbecilere fetöcülere beddua et” diye bana bağırdı. Ben de “darbeci Allah’ından bulsun; bana ne, bizim bir alakamız yok, eve bile niye geldiğinizi anlamadık, bakıldığı söylenen hiçbir kriter bizde yok” dedim.

Sonra yukarı çıktılar. Eşim kıyafetlerini giyerken bana nerede çalıştığımı sordular. Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmenim deyince “tamam iki gün sonra senle de görüşürüz” dediler.

Eşimin hazırlanmasını beklerken polislerden biri “siz zaten bizi beklemiyor muydunuz” diye sordu. Ben de “niye bekleyelim bir suçumuz yok ki” dedim. Eşimi elleri ters kelepçeli bir şekilde polis otosuna bağırarak ve başından iterek bindirdiler. İlk 4 gün eşimle görüşemedik ve hiçbir haber alamadık. Dördüncü gün kıyafet götürdüm ve vermek için ısrar ettim. Beni ifade odası diye bir odaya aldılar. Eşimle ilgili bazı sorular sordular. “Darbeci fetöcüler kamuda çalışamaz, senin de ismini veririz sen de atılırsın” diye tehdit ettiler. Sonra eşimi yanıma getireceklerini söylediler. Ama “ağzından tek bir kelime dahi çıkarsa seni de bu soruşturmadan içeri alırız” diye tehdit ettiler.

Eşim odaya girdiğinde bitkin bir haldeydi. Yüzünde darp izleri vardı. Psikolojisi çok kötüydü, tekrar nezarethaneye inmemek için yalvardı. “İsterseniz 50 yıl hapis verin ama beni oraya indirmeyin” diyordu.

Polisler bana “senin bildiklerin varsa söyle kurtar onu, söyle itiraf etsin” diye bağırıyorlardı. Eşimle görüşürken içerde 4 polis vardı ve hepsi eşimin etrafını sarıp onu tehdit edip bağırıyorlardı. Üstüne gidip, diklenip “söyle söyle” diye bağırıyorlardı. Eşimin perişan halini görmem için yukarı çıkarmışlardı.

Günlerce bizi savunacak avukat aradım, bulamadım. Başvurduğum hiçbir avukat eşimi savunmayı kabul etmedi. Barodan bir avukat verecekler. Çok çaresizim, eşim işkence görüyor. Hayatından, akıl sağlığından endişe ediyorum. Lütfen bana yardım edin.

Page 109: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL’le birlikte gözaltı ve tutuklama sonrası işkence iddialarına her gün bir yenisi ekleniyor. İnsan Hakları Derneği (İHD) üyesi avukat Gülseren Yoleri, ziyaret ettikleri kişilere atıf yaparak, “Eski tip işkence başladı. Askı, elektrik gibi eski işkence aletlerini sanki saklamışlar, şimdi ortaya çıkardılar’ dediler.” diye konuştu.

İHD Cezaevi Komisyonu üyesi Sevim Halman’ın açıklamaları ise insan onurunu ayaklar altına alan türden: “FETÖ operasyonundan alınanlara çok kötü işkence yapılıyor. Hücrelerde inleme sesleri duyuyoruz. Onlara, su ve sigara verdik, buz attık. İşkenceye tepki gösterdiğimiz için hakkımızda soruşturma açıldı’ diyor. Sincan’dan Silivri 9. No’luya sürülen kadın mahpuslar ‘bizim sesimizi duyun’ diye mektuplar gönderiyorlar. Getirilirken çıplak aramaya maruz kaldılar, karşı çıktıları için darp edildiler. Resmiye Vatansever ve Deniz Tepeli, ‘Kameralar banyomuza bakan şekilde konumlanmış. Biz cama perde asıyoruz ama erkek gardiyanlar gelip perdeyi çıkarıyor. Dilekçelere yanıt alamadık’ diyorlar. Tacize karşı destek istiyorlar.”

‘Silivri dahil pek çok cezaevinde mahpuslar nöbetleşe uyuyor’Cumhuriyet gazetesinden Hilal Köse’ye konuşan Gülseren Yoleri’nin anlattıkları şöyle: “30 gün gözaltı ve avukat yardımı alamamak, gizlilik kararı zaten başlı başına işkence. Hukuk ve adalet herkese lazım. Kuralsızlık hızla yaygınlaşır. Gözaltında şiddet, gün gelir herkesi hedef alır. En son ziyaret ettiğim Silivri Cezaevi’ni anlatayım. 31 Ağustos’ta gitmiştik. Hak gaspları, hemen, darbe girişiminin ardından başlamıştı. TV kanallarında, gazetelerde sınırlamalar hemen yapılmıştı. İlk günler günlük gazeteler hiç verilmemişti. Evrensel ve Birgün şu an hala içeri alınmıyor. Sohbet ve tedavi hakkında engellemeler var. Mahpuslara ‘OHAL var hastaneye götüremeyiz’ deniliyor. Kapasitenin üstünde doluluk var. Silivri dahil pek çok cezaevinde mahpusların nöbetleşe uyuduklarını biliyoruz.

‘Pencereden sırayla nefes alıyorlar’“Silivri’de hücre cezası verilen yerler, koğuş haline getirilmiş. Havalandırması olmayan, tuvaletteki lavaboda bulaşıklarınızı yıkamak zorunda olduğunuz, küçücük mekanlar buralar. Mahpuslar, nefes alabilmek için sırayla cama yapıştıklarını anlattılar. Uzun süre burada kalanlarda sağlık problemleri başlamış. Açlık grevi yapmayı düşünüyorlar. Cezaevlerinde kaos yaşanıyor aslında. Açık görüşlerin ne zaman yapılacağı belli değil. Silivri’de cama, ‘gelmeden önce arayın’ diye yazı yazmışlar. Görüş günlerini keyfi olarak değiştiriyorlar. Uzak yerlerden gelenler, görüşemeden geri dönüyor. Disiplin cezaları arttı. Koğuşlara giriş ve çıkışlarda çıplak arama dayatması var. Karşı çıkıldığında şiddet devreye giriyor.

Page 110: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

‘Konuşma, sadece gör…’ Askı, elektrik gibi eski işkence aletlerini sanki saklamışlar“İHD’ye başvuran bir kadın öğretmenin anlattıklarını aktarayım. Suç duyurusu dilekçesini hazırladık. Şöyle diyordu: FETÖ’yle bir bağımız yok. Sadece muhafazakar bir aileyiz. Eşim meslekten atıldı. Gözaltında dördüncü gün gördüm. Yüzünde darp izleri vardı. ‘Ne oldu’ diye sorunca, polis müdahale etti. ‘Herhangi bir şey sorarsan, seni de alırız. Konuşma, sadece gör’ dedi. Eşimi de ‘bir şey söylersen 30 sene yatarsın, ya da bize ayrıntılı bilgi vereceksin’ diye tehdit ettiler. Eşim de ‘beni nezarete atmayın, 30 sene yatmaya razıyım’ dedi. Çok korkmuştu. Ben de orada gayri resmi olarak sorguya çekildim. Tehdit edildim. İki hafta önce 18 kişilik heyet olarak Şırnak ve Nusaybin’e gittik. Gözaltı merkezlerinde işkencenin olduğunu aktardılar. ‘Eski tip işkence başladı. Askı, elektrik gibi eski işkence aletlerini sanki saklamışlar, şimdi ortaya çıkardılar’ dediler. Aslında bölgede sokağa çıkmak da evde kalmak da işkence. Yıkıntıların ortasındalar. Sabaha kadar silah seslerinin, iş makinelerinin sesini duyuyorsunuz. Sokakları zırhlı araçlar kuşatıyor.”

‘Kameralar kadın mahpusların banyosuna bakıyor, perde asıyoruz kaldırıyorlar’İHD Cezaevi Komisyonu üyesi, ağırlaştırılmış müebbet hükümlüsü Ali Gülmez’in teyzesi Sevim Halman’ın açıklamaları ise şöyle: “Siyasi mahpusların, aklınıza gelen her türlü hak ihlalini ‘hak ettiklerini’ savunan bir anlayış var. Tecrit, tek tip insan olma dayatması, görüş yasakları yıllardır sürüyor. ‘Uslu çocuk ol’ mantığına karşı, siyasi mahpuslar, canları pahasına direniyor. Bugün değişen hiçbir şey yok. Sorunlar katmerlendi. Dışarda da bize hücre sistemi dayatılıyor. Ayda bir açık görüşü iki aya çıkardılar. Arkadaş görüşçüsü iptal edildi. Düşünün tek kişilik ve üç kişilik hücrelerdesiniz ve görüş hakkınız iptal ediliyor… Kamera sistemine karşı çıkan avukatlar görüş yapmadan geri dönüyor. Son dönemde çok fazla sürgün sevkler yaşandı. Mahpuslar ailelerinden çok uzak yerlere gönderildiler. Darbe uygulaması yaşıyoruz. Ali’nin mektupları yazısı kötü diye bize verilmiyor. Daha önce davalar açtı. Doktor raporu aldı. Her yeni sevkten sonra aynı şey yaşanıyor. Acil bir durumda arkadaşlarına faks yazdırıyor onu da göndermiyorlar. Yeniden dava açacak. Ali, sürekli sürgün, sevk yaşıyor. Keyfi uygulamalar direndiği için… 8 Mart 2000’de tutuklandı. Nevşehir, Sincan, Kırıkkale, Tekirdağ ve son olarak Edirne F Tipi’ne getirildi.

‘FETÖ diye alınanlara çok kötü işkence yapılıyor, Hücrelerde inleme sesleri duyuyoruz’“En son geçen hafta görüştük. Ben vasisiyim. Ağır müebbetlik olduğu için teyze olarak görüşe giremiyorum. ‘FETÖ operasyonundan alınanlara çok kötü işkence yapılıyor. Hücrelerde inleme sesleri duyuyoruz. Onlara, su ve sigara

Page 111: humanrights.disappearedinturkey.comhumanrights.disappearedinturkey.com/wp-content/uploads/... · Web viewsert bir şekilde müdahale ederek “Bak bir defa şu cemaat ifadesini kullanma,

verdik, buz attık. İşkenceye tepki gösterdiğimiz için hakkımızda soruşturma açıldı’ diyor. Sincan’dan Silivri 9. No’luya sürülen kadın mahpuslar ‘bizim sesimizi duyun’ diye mektuplar gönderiyorlar. Getirilirken çıplak aramaya maruz kaldılar, karşı çıktıları için darp edildiler. Resmiye Vatansever ve Deniz Tepeli, ‘Kameralar banyomuza bakan şekilde konumlanmış. Biz cama perde asıyoruz ama erkek gardiyanlar gelip perdeyi çıkarıyor. Dilekçelere yanıt alamadık’ diyorlar. Tacize karşı destek istiyorlar.”

[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[[