Upload
others
View
7
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Moira Young - Yeni Cennet
Toz Diyarı 3
www.CepSitesi.Net
DOĞU GEÇĠDĠ
KoĢuyoruz. Gece vakti, beĢ kiĢiyiz ve Yeni Cennet'in
orma-nındayız... Lugh, Tommo, Ash, Creed ve ben...
Kuru ağaç döküntüleri yerin tesirini azaltıp
çizmelerimizin sesini susturuyor. Soğuk nedeniyle
ağzımızdan buharlar çıkıyor.
Hepimiz hedefe odaklanmıĢ durumdayız.
Lugh halatı göğsüne çaprazlama asmıĢ. Bense
yetersiz teçhizatımın yanı sıra çuvalıma tıkılı çanta
bombasını taĢıyorum.
Ayrıca taĢıdıklarım Ģunlar: uzun bakıcı, uyku
tulumu, ilaç çantası, çakmak, deri matara, tuz öğütücü,
piĢirme tenekesi, gömlek, çizmemin kınındaki bıçak, kısa
ok fırlatıcı, kısa ok kemeri, akmeĢe yayım ve dolu bir ok
kılıfı... Kalp-taĢı, boynumda asılı ve bana bir tür serinlik
hissi veriyor.
Hemen hemen hepsi bu kadar...
SavaĢçılar az eĢyayla yolculuk eder ve hızla
ilerler. Biz de öyleyiz. Yeniden doğan Özgür ġahinler'iz.
Yeni Cennet'te yaĢama hakkı için mücadeleye koyulduk.
Verimli topraklar ve temiz su bu dünyada zor bulunur.
Fakat Yeni Cennet'te var. Burada yaĢamak herkesin
hakkı. Zayıf ve güçlü, yaĢlı ve genç ayrımı olmaksızın
yani. Sadece onun ve seçilmiĢlerinin değil, yeryüzünde
yaĢayan tüm insanların ve hayvanların. ..
O DeMalo, Yol Gösterici... SeçilmiĢleriyse
Dünyanın Kurtarıcıları... Saf gençler; güçlü ve sağlıklı.
Onun aydınlık yeni dünyası için üreyenler, iĢçiler, silah
zoruyla ona hizmet edenler, gururları okĢanıp
kandırılanlar, ikna edilerek iradesine boyun eğenler,
TontonIar'ca hizaya getirilenler...
Bu gece ağaçların arasından geçiyoruz. Kendi
gidiĢ yolumuzu planlıyoruz. Derelerin ve kayaların
üzerinden atlıyoruz. Derken yerüstü köklerinin içinden
güvenli bir patika açmak için ansızın yavaĢlıyoruz.
Herhangi bir yaralanmaya, ayak kayması, burkulması
veya kırılmasına geçit veremeyiz.
Yeni Cennet'in en uç noktasında, Raze'in çıplak
arazisine açılan uzak bir köĢesindeyiz. Burası hiçbir
yerleĢim yerinin veya çiftliğin olmadığı ölü bir diyar.
Koca koca dağlar, çukurlar ve tepeler var. Burada arazi
kendisini âdeta dıĢarıya kapalı tutuyor. Toprak kayaların
üstüne ince bir tabaka halinde yayılmıĢ; ağaçlarsa zoraki
kök salmıĢ.
Aym soğuk beyaz ıĢığıyla etraf yıkanıyor.
Gölgelerden ıĢığa doğru ilerliyor, sonra tekrar gölgelere
dalıyoruz. Defalarca dalıp çıkıyoruz; beyaza
boyanıyoruz. Firardaki hayaletleriz.
Takipçi'yse benim hayalet kurt köpeğim. O
arazinin kaim kürklü lordu. Kocaman vücudu yanımda
kayar gibi ilerliyor. Gökyüzündeki Nero, gecenin içinde
karga sörfü yapıyor. Yıldızlar denizindeki rüzgârı
kullanıyor. Yerinde duramayan yıldızlar denizinin...
Yıldız vakti... Yıldız mevsimi... Aydınlığın erken
son-landığı ve her Ģeyin karanlığa gömüldüğü, senenin bu
kısa günlerinde yıldızlar, gece boyunca gökyüzünü ıĢıl
ıĢıl çizgilere boyuyorlar. Ölülerin huzursuz ruhları onlar.
TamamlanmamıĢ iĢleri için dünyaya geri dönüyorlar.
Çoğunlukla önde koĢuyorum. Ama nefesimi
tüketmemek için ara sıra geride kalıyorum. GidiĢ
yolumuz doğuya, Plough'un doğusuna doğru.
Biraz dinlenmek için konakladığımız mağaradan
ayrılırken, hızlı adımlarla yürümeye baĢlıyoruz. Ama
birkaç adım sonra hepimiz koĢuyoruz. Ne de olsa
yavaĢlayama-yacak kadar gergin ve heyecanlıyız.
Keskin bakıĢımı baĢından beri sürdürüyor,
Jack'in ilk yol iĢaretini arıyorum. Beyaz ladinlere
bıraktığı izlerin baĢlangıcını. .. Beyaz ladin benzersiz bir
ağaçtır. Bodur ve bükümlü. Gece veya gündüz, her daim
fark edilir. Ġlk ağacı, ilk iĢaretini fark ettiğimde
gülümsüyorum. Tıpkı söylediğimiz gibi yapmıĢ. Ağacın
kuzey tarafına, omuz yüksekliğindeki bir dala bir kök
kıvrımı asmıĢ. Her yarım fersahta bir beni bu kestirme
yola yönlendirmiĢ. Bu bizim sırrımız. Onun ve benim...
Aslında Jack de benim sırrım. Benden baĢka
herkes onun ölü olduğuna inanıyor; bir ay önce
öldürüldüğünü zannediyorlar. DiriliĢ'i havaya
uçurduğumuz zaman yani. Zaten olması gereken de bu.
Jack ölü olmak zorunda. Onun aramızda birkaç arkadaĢı
var. Bu gece ormanda beraber koĢtuklarımsa onun
arkadaĢı değiller.
Ash ve Creed, zamanını Tontonlarda geçirdiği
için Jack'ten nefret ediyorlar. Jack hiç kuĢkusuz
düĢmanlarımızın arasına katıldı. Yine de onların lehine
değil; aleyhine çalıĢmak gayesiyle. Fakat kanla lekelendi.
O gece Tontonlar'm arkadaĢlarımızı öldürdükleri
Karanlıkağaçlar toplu katliamında oradaydı. Ama Özgür
ġahinler'i ve Akmcılar'ı katlettikleri gece o kanlı eylemde
rol almadı. Aslında onların hayatlarını kurtardı da
denebilir. Creed ve Ash'in, evet. Ma-ev'inkini de tabii. Ve
bize DiriliĢ'te yardım etti. Kaleyi havaya uçuran oydu.
Jack'in hızlı düĢünebilmesi, Emmi'nin hayatını bağıĢladı.
Ash ve Creed'e göre bunların hiçbiri ona itibar
kazandırmıyor. Onlar o gece kabilelerini yitirdiler.
Ruhları derinden ve sonsuza dek yaralandı. Jack katillerle
beraber at sürüyordu ve bu gerekçe onu lanetlemek için
yeterli. Sağ olduğunu bilseler, onu kesinlikle ele verirler.
Aramızda en çok Lugh, Jack'ten nefret ediyor.
Tommo da hemen ardından, ikinci sırada geliyor. Her
ikisi de benimle alakalı nedenlerden ötürü ondan nefret
ediyorlar. Slim, Jack'i tanımıyor. Molly ve Emmi onu
seviyorlar. Durum, söz konusu Jack olduğundan o kadar
da basit değil. Bu yüzden Jack ve ben bir karar verdik.
Hiçbirine güvenenleyiz, dolayısıyla kimseye
söylemememiz en iyisi. Onlar için Jack ölü olmalı, ölü
kalmalı.
Oysa keĢke bilselerdi. Jack bizim tarafımızda. O
benim gözcüm, casusum. Yeni Cennet asilerine dair
minik iletiĢim ağını iĢletmekle meĢgul. Birkaç köstebeği,
yani bizimle aynı amacı taĢıyan keskin zekâlı birkaç
Kurtarıcı var. DıĢarıda da birkaç adamı var. Ormanda
saklandıkları için onlara Ağaç Köpekleri deniyor.
DeMalo, diyarlarını ele geçirdiğinde, onlar kalmayı
seçmiĢ. Saklı kalmayı ve onun baĢına bela olmayı...
Jack benim bu ilk eylemi planlamama yardım
etti. Toprağa haritalar kazıdı. Taktikleri ve cephaneyi
konuĢtuk. Mağaradan köprüye kadar en az iki fersah
uzunluğundaki yolumuzu belirledi. ġimdi Yeni Cennet'i
Raze'e bağlayan Doğu Geçidi'ni de kapsayan köprüyü
havaya uçurmak için hazırız.
Köprü köle iĢ gücüyle yeni yapılmıĢ. DeMalo,
yolların ve köprülerin mimarı... Tontonlar'a daha hızlı bir
yolculuk imkânı, çalıntı çiftlik arazilerini iĢleyen
Dünyanın Kurtarıcılarına da kolay bir geçiĢ hakkı
sağlıyor. Hepsini yavaĢ yavaĢ parçalamayı amaçlıyoruz.
ĠĢte burası baĢlamak için iyi bir yer. Talimimizi,
disiplinimizi, yöntemimizi müdahale korkusu olmaksızın
teste tabi tutacağız.
Ġyi ki Jack yolu bizim için iĢaretlemiĢ. Yeni
Cennet'i Ģimdiye dek oldukça iyi biliyoruz. Fakat onlar
bu köprüyü inĢa edinceye kadar, bu ıssız köĢede hiçbir
Ģey yokmuĢ.
Jack'in son yol iĢareti için gözlerimi dört açarak
geriye doğru kayıyorum. Ġleride bir beyaz ladin var. Bu
ağaç yalnız baĢına ve ayrı duruyor. Ona doğru
yaklaĢırken biraz yavaĢlıyorum. Evet, iĢte orada. Bir
daldaki kök kıvrımı. Dar geçit ve köprü tam önümde
uzanıyor. Derken benliğimi sıcak bir heyecan dalgası
sarıyor. ġimdi tekrar öncülük etme sırası. Ben ileriye
doğru atılırken, Takipçi de bana ayak uyduruyor.
Creed biraz solumda. Her zamanki gibi
gömleksiz ve boynundan beline kadar dövmeli. Ve tabii
yine çizmesiz. Ayaklarının, dokunduğu toprağı
haritalandırdığım söylüyor. Ama soğuk hava onu hanım
evladı gibi redingot giymeye teĢvik etmiĢ. Redingotun
yırtık pırtık kuyruk kısmı ardında dalgalanıyor. Yanından
geçerken bana geniĢ, içten bir gülücük yolluyor; gümüĢ
küpeler kulaklarmda parıldıyor.
Ash uzun adımlarla geliĢigüzel yürüyerek arayı
açıyor. Uzun bacakları esnek. Omuzları düĢük. Saçı
beline kadar uzun örgüler halinde bir bayrak misali
geriye savruluyor.
Onun yanından geçerkense baĢ onayı veriyorum.
UlaĢmamıza gerçekten az kaldı, bunu hissediyorum.
Yüzü nadir görülen bir gülümsemeyle aydınlanıyor. Ash
halinden asla Ģikâyet etmez. Fakat aslında keyfi hiç yok.
Tommo'yu zorlayıp yanma sokuluyorum. Benden
kaçıyor. BaĢını eğdiği için saçı gözlerini örtüyor. Fakat
biliyorum ki o gözlerde incinmiĢlik ve kızgınlık var.
Köprünün yakınında olduğumuzu bildirmek için koluna
dokunuyorum. Fakat o kolunu hızlı ve biraz da kaba bir
hareketle çekiveriyor.
Tommo Ģu anda benden fazlasıyla nefret ediyor.
Nefret etmekte de haklı. Onun kalbine sonrasını
düĢünmeden, pervasızca girerek büyük bir hata yaptım.
Ne de olsa Tommo on beĢ yaĢında ve çocuklukla erkeklik
arasında bocalıyor. Ben bir öpücükle hem bir erkeği hem
de bir çocuğu aldattım. Yalandan bir aĢk öpücüğüyle... O
Ģimdi benim hilekârlığımın açtığı yarayı sarma derdinde.
Takipçi ve ben Lugh'u ortamıza alarak süratle
ilerliyoruz. Lugh bir süredir lider olarak yola devam
ediyordu. Biraz önce ise bunun daha fazla
süremeyeceğinin farkına vardım. Lugh'un aklında yine
bir Ģeyler var fakat bunun ne olabileceğine kafa yoracak
zamanım yok.
"Lugh!" Ona yanaĢırken sesimi alçak tutuyorum.
"Neredeyse geldik. Bundan sonrasını ben devralacağım."
Bana bir bakıĢ atıyor. Güzel yüzü ay ıĢığıyla
parlarken, doğumayı dövmesi de esrarengiz bir biçimde
göze çarpıyor. Tıpkı benimki gibi, sağ elmacık kemiğinin
en tepesinde. Bizi özel olarak iĢaretlemek için oraya
babam tarafından yapılmıĢ. Ġkimiz ender rastlanan
ikizleriz. Lugh gün ıĢığından yapılmıĢ, güneĢ gibi altın
sarısı, annemizin en gözde çocuğu. Bense gece vakti
kadar karanlığım, Lugh'un gölgesinde doğmuĢum. Bu
yüzden annemizin rahmini paylaĢtığımızı düĢünmek
Ģöyle dursun, Lugh ve benim akraba olduğumuza
inanmakta dahi güçlük çekebilirsiniz.
Ona "Geri çekil," diyorum. "Ahaliye ben
rehberlik ediyorum, bunu biliyorsun."
Beni onaylamıyor. Yalnızca tam karĢıya bakıyor.
Ġnadı çenesinin kasılmasından dahi anlaĢılıyor.
Hızlanmaya baĢlıyor. Ben de öyle. Derken birbirimizle
yarıĢıyoruz. BaĢa baĢ bir mücadele. Ona inanamayarak
bakıyorum. "Kes artık Ģunu," diyorum. "Haydi ama
Lugh!"
Beni yanıtlamıyor. Kendisini zorluyor. Zorlukla
solurken burun delikleri geniĢliyor. Gelgelelim uzun süre
var gücüyle koĢmayı sürdürüyor.
BaĢımı iki yana sallayarak hızımı arttırıyorum.
"Ġyi!" diyorum. "Öyle olsun!"
Derken Takipçi ve ben onu geride bırakıyoruz.
Arkama bir göz atıyor, Lugh'un durduğunu görüyorum.
Elleri dizlerinde. Ġki büklüm olmuĢ. Havayı içine
çekerken göğsü kabarıyor. Ash, Creed ve Tommo onun
çevresinden dolaĢmak zorunda kalıyorlar.
ZıtlaĢmak için ne kadar da uygun bir zamanı
seçiyor. Onunla daha sonra konuĢmak durumundayım.
Bu sorun Ģu an için bekleyebilir. ġimdi, havaya
uçuracağımız bir köprü var.
Köprünün yukarısındaki tepenin üst kısmında
bulunan kayalar kümesinin arkasına çömeliyor, diyarın
özelliklerini incelerken nefesimizi düzene sokuyoruz.
Serinlemek için dilini dıĢarıya sarkıtan Takipçi, Ash ile
aramıza yığılıyor.
Nero baĢıma konuyor. Pençeleri kafa derime
batıyor. Onu kaldırırken sağ bacağına bağlı minik viĢne
ağacı kabuğu tomarını görüyorum. Bu, Jack'ten gelen bir
mesaj. Diğerlerinin görüĢ alanı dıĢındayken onu
açıyorum. Hemen öğrenmem gereken bir Ģeyler olabilir.
Kabuğa bir piramit kazımıĢ. Hayır, durumun aciliyeti
yok. Bu geceki buluĢma yerimizi değiĢtirmiĢ. Benimle
Demirağaç'ta görüĢecek. Bildirdiği Ģey bu. Akabinde
tomarı belimdeki küçük deri çantaya sokuyorum.
Uzun bakıcımı hem köprüye hem de çevresindeki
araziye doğrultuyorum. Köprü tıpkı Jack'in benim için
toprağa bir çubukla çizdiği ve benim de bu operasyona
çıkarken takımım için çizdiğim gibi. Çizimiyle birebir
örtüĢüyor. Jack ince ayrıntılara dikkat eden bir adam,
orası kesin.
Köprüyü eski bir Wrecker köprüsüne ait demir
kalıntıların üstüne inĢa etmiĢler. Birkaç ahĢap destek
payandası, yeni bir köprü döĢemesi ve kiriĢleri var. Düz
ve sağlam, kayalık bir dağ geçidinin sarp yarığını
bağlıyor. Doğu Geçidi. Dünyanın yüzeyindeki bir savaĢ
baltası kesiği. Çok aĢağılarda, süratli suyun gazabı
akıyor. Geceleyin gümüĢ renkli bir ırmak kolu, yokuĢ
aĢağı aceleyle giderken öfkeden âdeta kudurup
köpürüyor.
Ash yavaĢça ıslık çalıyor. Lugh'a "Umarım
yükseklik korkun yoktur," diyor. "Eğer görevleri takas
etmek istersen, teklifim hâlâ geçerli."
"Ne? Göreve uygun olduğumu düĢünmüyor
musun?" diyor Lugh.
Ash onun can sıkıcı ses tonuna ĢaĢırıyor.
"Sinirlenme hemen. Bir Ģeyleri havaya uçurmaktan
hoĢlandığımı biliyorsun."
"Özellikle de Tontonlar tarafından inĢa
edilmiĢse/' diyor Creed.
"Köleleri kastediyorsun," diyor Ash. "Yeni
Cennet'i inĢa edenler onlar."
"Tamam," diyorum. "ġunu bir kere daha gözden
geçirelim." Tommo'nun koluna hafifçe vuruyorum. Bana
bakıyor. "Tommo," diyorum, "avantajlar."
Koyu renk gözleri parıldıyor. Dudaklarında
alaycı, küçük bir gülümseme var. "Bulut yok," diyor. "Ay
parlak. Köprü ufak. Tez iĢ. Tamam mı?" Boğuk sesi her
sözcüğü çok yavaĢ, çok keskin kılıyor.
Hissettiğim sıcaklık yanaklarımı yakıyor. Çünkü
son zamanlarda onunla küçümseyerek konuĢuyormuĢum
gibi yapıyor. Oysa hiç de öyle değil. Belki de sağır bir
oğlan ön safta savaĢmamalıdır. Ike bundan endiĢe ederdi.
Fakat Tommo sağırlığı için aman dilemiyor. Buna hiç
ihtiyacı yok. Biz nice zorluğu beraberce atlattık ve
Tommo bizi asla hayal kırıklığına uğratmadı. Ona bir kez
bile özel biriymiĢ gibi davranmadım. Dolayısıyla,
taklidimi yapması canımı yakıyor. Bunun beni üzdüğünü
biliyor. Böyle davranmasının asıl sebebi de bu.
Ona "Güzel," diyorum. "Peki, dezavantajlar.
Creed?"
Yolu inceliyor, "iĢte asıl sorunumuz bundan
kaynaklanıyor," diyor.
O konuĢurken, çuvalımdan ihtiyaç duyduklarımı
almaya koyuluyorum. Boynuma astığım bir ipteki cırtlak
bir teneke düdük... Bu bizim acil durum iĢaretimiz. Ġki
üfleme; gruplara ayrıl, koĢ, buluĢma yerinde toplan
anlamına geliyor. Sonraki, çanta bombası... Büyüklük ve
ağırlık bakımından bir tuğlaya benziyor. Yağlı kumaĢa
sarılı; uzun ısırganotu fitili, düzenli bir yığın halinde.
"GörüĢ hatlarımız iyi değil," diyor Creed.
"Tommo ve ben bu tarafta otuz metrelik açık bir görüĢ
alanına sahip olacakken, öteki tarafta taĢ çatlasın yirmi
metrelik bir görüĢ alanına sahip olacağız. Ha, Tommo?"
Tommo baĢıyla onaylayarak aynı fikirde olduğunu
belirtiyor. "Eğer birileri bu tepelere uğrayacak olsa,"
diyor Creed, "tam üzerimizde olurlar ve acil karar vakti
gelip çatar. Vurmak ya da vurmamak dıĢında bir
seçeneğimiz kalmaz yani."
Dar toprak yol batıdan doğuya uzanıyor,
tepelerin dönemecinden son anda görüĢ alanımıza giriyor.
Tıpkı Creed'in söylediği gibi.
"Ġstihbaratçı sensin," diyor Lugh. "Bağlantı
kurduğun Ģahıs veya Ģahıslar; Tontonlar'ın bu kadar uzak
mesafelerde devriye gezmediklerinden kesinlikle eminler
mi?"
"Olumlu," diyorum. "Ama tetikte bekliyor ve
soğukkanlılığımızı koruyoruz ve bu hepimiz için geçerli.
Değil mi, Creed?"
"Ne?" diyor. "Ben kanı kaynayan biri miyim?
Buz gi-biyimdir, buz."
"Ash," diyorum; "sen ve Takipçi bizim erken
uyarı sis-temimizsiniz. Gözetlemek için nerede
duracaksınız?"
Civardaki tepeleri dikkatle incelemek için kendi
uzun bakıcısını kullanıyor.
Arkamızdaki çalılık tepeyi iĢaret ediyor. "Orada,"
diyor, "hiç Ģüphesiz. Orası çevredeki en yüksek nokta."
"Tamam, Takipçi seninle," diyorum. "Ġyi Ģanslar.
Haydi, oğlum, Ash ile git."
Duraksıyor. Bir kadının kurt köpeği iĢte. Onunla
karĢılaĢtığımızda Mercy'nin köpeğiydi. Sonra her nasılsa
-evinden günlerce uzak bir mesafede- onu bulmuĢtum.
Daha doğrusu, o beni bulmuĢ ve benimsemiĢti.
"Takipçi, git," diyorum.
Takipçi, Ash ile depara kalkarken; Creed ve
Tommo kayaların ardında konumlanıyorlar. Avantajları,
dezavantajları, en iyi gözetleme noktasını, hepsini
önceden biliyorduk. Bütün bu operasyonu defalarca
konuĢmuĢ ve adım adım planlamıĢtık fakat gerçek
operasyon bu. Burada olduğumuza göre her Ģeyi
tekrarlamak, gözlerimizin önün-dekileri
zihinlerimizdekilerle birebir örtüĢtürüyor. Üç küçük
meĢaleyi kemerimin arkasına ve çanta bombasını da
koltuğumun altına sokuyorum.
"ġu Ģeyin yeterli gücü barındırdığından emin
misin?" diyor Lugh.
"Eminim," diyorum. "Slim ne yaptığının
farkındadır. Pekâlâ, o önemli an gelip çattı.
ÇalıĢabildiğimizce hızlı bir Ģekilde çalıĢacağız."
"Biz sizi koruruz," diyor Creed. Tommo'yla
birlikte yaylarına oklarını yerleĢtirirlerken yüz ifadesi sert
ve bakıĢı keskin, iĢine odaklanmıĢ artık. Lugh ve ben
bayırdan aĢağıya doğru aceleyle iniyoruz. Nero
önümüzde uçuyor. Yolda ilerliyor, köprüye birkaç metre
kala koĢuyor ve kayalardan aĢağıya sürünerek iniyoruz.
Köprünün alt bölümü karanlık. Çok yoğun, yeni kesilmiĢ
kereste kokusu burnumuza geliyor. Lugh taĢımakta
olduğu halatı çıkarırken, çanta bombasını kenara koyup
çakmak ve çeliğimden çıkan kıvılcımla bir meĢaleyi
yakıyorum. Yüksekte tutuyorum, böylece yapıyı
görebiliyoruz.
Yapı son derece sade. Siperli bir çatı tarafından
yukarıda tutulan düz bir çatıya benziyor. Wrecker
günlerinden kalmıĢ iki ana kiriĢ, Dar Geçit'in iki yakasını
birleĢtiriyor. Oradan, köprü döĢemesinin ortasında karĢı
karĢıya getirecek bir açıyla yukarı kalkıyor. Her bir
kiriĢte V Ģeklinde yeni ahĢap payandalar var. Sürpriz yok.
Tam da beklediğimiz gibi...
AĢağıdaki kanyona Ģöyle bir göz atıyorum.
KeĢke bunu yapmasaydım. Derhal baĢka bir tarafa
bakıyorum. Dar Geçit, ırmağın ölümcül öfkesine baĢ
döndürücü bir süratle ve dik bir biçimde düĢüveriyor.
Halatını tam da yarığın kenarına saplandığı noktada
kiriĢin çevresine bağlarken Lugh'u meĢaleyle
aydınlatıyorum. Bağlamasının akabinde bir ilmikle
düğümlüyor. Birincisiyle diğer iki meĢaleyi de yaktıktan
sonra üçünü birden kayalara saplıyorum, böylece
köprünün alt kısmı aydınlanıyor.
Bu esnada Lugh halatın öbür ucunu göğsüne
dolamıĢ. Kendisini güvenceye almak için baĢka bir
düğüm atmıĢ ve gitmeye hazır. KiriĢe ata biner gibi
oturuyor. Çanta bombasını ona veriyorum. Güvenli bir
Ģekilde ceketine sokuyor ve halata olanca gücüyle
asılmaya baĢlıyor. Köprünün ortasına doğru, daima
yukarı tırmanıyor. O giderken halatı gevĢetiyorum.
Ona "Sakin ol, acele etme," diyorum.
"KoĢmaya niyetim yok," diye yanıtlıyor beni.
V Ģeklindeki ahĢap payandalara ulaĢıyor. ġimdi
onların arasından çok dikkatle geçmek zorunda. "Halatı
biraz kımıldat," diyor.
Ona yardımcı olması için ilk payandayı
kullanarak çö-meldikten sonra kiriĢin üstünde ayağa
kalkıyor. Giderken onları kucaklayarak iki payandanın
etrafında, üzerinde ve arasında hareket ettiği esnada
nefesim kesiliyor. Bu garip. Ayaklarını dikkatle
yerleĢtiriyor. Halatın ona zorluk çıkarmayacağından emin
oluyorum.
Derken baĢarıyor. Gülümsüyor. "Ġnsanın ayakları
kayıyor," diyor. DiĢleri karanlıkta bembeyaz parıldıyor.
Bir kez daha kiriĢe ata biner gibi oturuyor.
Tekrardan çok yavaĢ bir Ģekilde hareket edip köprünün
ortasına doğru ilerlerken ben halatı gevĢetiyorum.
Tedirginlik tenime sanki iğneler batırıyor.
AĢağıdaki ırmağın kükreyiĢine kulak asma.
Kayaların keskinliğine kafa yorma.
Lugh çanta bombasını ceketinden çıkarıyor.
"Onu iyice sıkıĢtırdığından emin ol," diyorum.
"Ağırdan al, Lugh, dikkatli ol."
"Yeter ki sus," diyor.
Bir kurt köpeği uluması havayı titretiyor.
Takipçi. ĠĢaret bu.
"Gelen var," diyorum.
"MeĢaleleri al," diyor.
"Ama halat—"
"MeĢaleleri söndür!"
"Kımıldama, orada kal, sana emrediyorum!"
Halatı bırakarak meĢaleleri kapmakta acele ediyorum.
Onları söndürmek için alevli kısımlarını kayalara
sokuyorum. Sonuncuyu kapıp da Lugh'un iyi olduğundan
emin olmak için dönerken, onun uzandığını, çanta
bombasını yerine sıkıĢtırmak için elini uzattığını
görüyorum.
Uzandığını...
Dengesini kaybettiğini...
Ve düĢtüğünü...
Kayalardan aĢağıya doğru sürünerek ilerliyorum.
Halatı kapmak için sıçrıyorum. Halat birdenbire gergin
biçimde Ģaklıyor ve payandalara takılıyor.
Lugh ırmağın yukarısında, havada asılı kalıyor.
Göğsüne sarılı halattan baĢka hiçbir Ģey tarafından
tutulmuyor. Bir eliyle fitili ucundan sımsıkı tutuyor.
Çanta bombası ondan epeyce aĢağıya sarkıyor.
Kendimi kiriĢin üstüne savuruyorum. KiriĢ
boyunca eĢeleyebildiğim kadar hızlı bir biçimde
eĢeliyorum. Nero panik içerisinde üstüme çullanıyor ve
acı acı çığlıklar atıyor. "Kapa gaganı," diye tıslıyorum.
V Ģeklindeki payandalara tırmanıyor ve kendimi
onların arasına sıkıĢtırıyorum. Elimi aĢağıya uzatıyorum.
Halatı avuçlayarak tutuyorum. Ne yapacağımı
bilmiyorum. Lugh aĢağıdan bana bakıyor. Yüzü
korkudan ötürü gergin. Kıvranıyor, sallanıyor. Halat
gıcırdıyor.
Sonra sesi iĢitiyoruz. Toynakların yola vuruĢu...
batıdan bize doğru geliyor. Bir at, burnundan soluyor. Ġki
binici.... Ne acele ediyorlar ne de yavaĢ ilerliyorlar.
Derken tam üze-rimizdeler. Demir naili toynaklar
köprünün üstünde takırdarken, nefes almaya dahi cüret
edemiyorum. Binicilerden biri bir Ģeyler söylüyor.
Ġkincisi gülüyor.
Yola geçiyorlar. Yeniden nefes alıyorum. Sesleri
gittikçe azalıp duyulmamaya baĢlıyor. Yol tepenin
etrafından doğuya doğru kıvrılırken sırtlarını görüyorum.
CilalanmıĢ koĢum takımları olan bakımlı atlara
binmiĢler. Dizlerine varan deri çizmeleri parıldıyor. Kısa
kırpılmıĢ saçları var. Temiz görünüyorlar. BaĢtan ayağa
siyah giyinmiĢler. Tontonlar... DeMalo'nun milisleri.
Gecenin ortasında, ıssızlığın kıyısında, burada ne halt
ediyorlar?
Derken dönemeçte gözden kayboluyorlar.
Lugh'a "Tontonlar," diyorum.
"Salla beni," diyor.
"Ne?"
"Beni yana doğru salla!"
Ne demek istediğini hemen anlıyorum. Dar
Geçit'in sarp yamaçlarında köklenmiĢ küçük ağaçlar ve
çalılar var. Onu biraz sallayabilirsem, onlardan birini
tutarak güvenli bölgeye tırmanabilir. Halatı sallamak için
çaba harcıyorum. Önce kayalara, sonra yine geriye doğru.
Kuvvetli ama kasılmıĢ vaziyetteyim ve Lugh çok ağır.
Neredeyse kımıldamıyor.
"Devam et," diyor. "Daha sert."
Çekiyor, bırakıyorum. Sonra tekrar... çekip
bırakıyorum. Kaslarım yanıyor. Omuzlarım âdeta çığlık
atıyor. Öfkeden kuduruyorum. Bu sayede gücüme güç
katıyorum.
"Benimle beraber çabala," derken zorlukla
soluyorum. "Benimle beraber nefes alıp ver. Verirken
ver. Alırken al. Vücut ağırlığını kullan."
Gözlerimiz birbirine sabitleniyor. Beraber
çabalamaya koyuluyoruz.
Beraber nefes alıp veriyoruz. Ben çekiyorken,
veriyoruz. Bırakıyorken, alıyoruz. Vücut ağırlığını
kullanıyor... nefes verirken... ve nefes alırken. YavaĢ
yavaĢ bu daha da kolaylaĢıyor. Her nefeste biraz daha
ileriye gidiyor.
Bize doğru gelen ayakların sesi iĢitiliyor ve
Tommo köprünün kenarından aĢağıya doğru koĢuyor.
Sorunun ne olduğunu anlamak için Creed tarafından
gönderilmiĢ. Küfreder gibi bir bakıĢla zor durumumuzu
anlıyor. Kayalardan aĢağı, Dar Geçit'in yarığına doğru
sürünerek ilerliyor. Sağlam yapılı bodur bir ağaçta
tutacağı bir yer buluyor. Yeterince yakma sallandığı anda
Lugh'u yakalamak için konumlanıyor.
Tekrar tekrar sallanıyoruz ve— "ġimdi!" diyor
Lugh.
Tommo'ya yaklaĢırken kolunu uzatıyor. Tommo
onunla buluĢmak için kendisini geriyor. Birbirlerinin
ellerini yakalıyorlar. Lugh'un ters yöne doğru
sallanmasının kuvveti Tommo'nun ayaklarını yerden
kesiyor. Serbest kalıyorlar. Tommo ölümden dönerken,
kayalar aĢağılara sağanak halinde yağıyor. Tommo
kendisini daha iyi hazırlıyor.
"Evet, Ģimdi," diyor.
Bu sefer, elleri kenetlenirken, Lugh çok daha
yakında. Tommo var gücüyle çekiyor. Lugh ağacı
kavrıyor ve yuvarlanıyorlar. Tommo güvende. Lugh
güvende. Her ikisi de öyle. RahatlamıĢ bir halde iç
çekiyorum.
Lugh ağaca tutunup kafasını toplarken, Tommo
çanta bombasını dikkatle yukarı doğru çekiyor. Derhal
bana getirmesini elimle iĢaret ediyorum. Köprüye
tırmanıp payandaların arasında sıkıĢıp kaldığım yere
varan kiriĢ boyunca aksayarak yürüyor.
"Vazgeçmeliyiz," diyor.
"Bana çantayı ver," diyorum. "Gidip Lugh'a
yardım et."
"Ġçimde kötü bir his var," diyor.
"Tommo, dediğimi yap!" Çantayı gömleğimin
güvenli bölümüne sokuyorum. Kendimi payandaların
arasından kurtardıktan sonra hiç düĢünmeden ve aĢağı
bakmadan ilerlemeye baĢlıyorum. KiriĢ boyunca, ağır
ağır, köprünün altındaki karanlık kısımda, baĢımın
döĢemeye dokunduğunu hissedinceye dek yürüdükten
sonra yavaĢ ve çok dikkatli hareket ederek çantayı çıkarıp
tek elimle yerleĢtiriyorum. Ġyice sıkıĢtığına kanaat
getiriyor ve fitili gevĢeterek geri geri yürüyorum.
ġimdi tekrar toprak zemindeyim. Görev
tamamlandı. Lugh ve Tommo inmeme yardımcı
oluyorlar. Biz tepeye hızla tırmanırken, bir alçak bulut
kümesi üstümüze çöküyor. Orman sisi kadar nemli, beyaz
ve kalın... Ayaklarımı dahi göremeyecek bir haldeyim.
Fitili dosdoğru bir Ģekilde götürmeye çalıĢıyoruz. Ġri kaya
parçalarının üstünden, çalılarla ağaçların arasından...
Derken Creed'e ulaĢıyoruz.
Creed yanan tutuĢturma kâğıdını hazırlamıĢ. "Ne
halt oldu?" diyor.
"Daha sonra anlatırım," diyorum. "Yak Ģunu, çok
uzun süredir buradayız."
Fitil hemencecik ateĢ almıyor. "Rutubet," diyor
Creed. "Bu lanet bulut yüzünden. Bunun ne anlama
geldiğini biliyor musunuz? Ash hiçbir Ģeyi göremeyecek
ve çok iyi iĢitemeyecek."
Lugh geçirdiği Ģoktan dolayı titriyor. Omuzlarına
sarılıyorum. "Ġyi misin?" diyorum.
"TeĢekkür ederim," diyor. "Sana da, Tommo."
Tommo'nun elini tutuyor. "TeĢekkürler, adamım.
Hayatımı kurtardın."
Tommo'nun öteki elini tutmaya cesaret
ediyorum. Geri çekilmemesi benim için tam bir sürpriz.
"Sensiz bunu baĢaramazdım," diyorum. Bana
gülümsemelerin en miniğini sunuyor.
"Haydi, haydi," diye mırıldanıyor Creed.
Fitil ateĢ alıyor. ĠĢitilen bir tıslamanın ardından
da cızırdamaya baĢlıyor ama hâlâ cılız... "Haydi, yan,"
diyor Creed, "yan seni kahrolası Ģey!"
Tam o esnada, Takipçi'nin feryadı bulutu
titretiyor. BaĢlarımızı kaldırıyoruz.
Tommo bana sessizce "Ne?" diye soruyor.
"Takipçi," diyorum.
Fakat Takipçi tekrar feryat ediyorsa, bu demek
oluyor ki—
DüĢüncem oracıkta bölünüyor. Bulut duvarı
aralanıp sallanan kapılar misali açılıyor. Altta üç Tonton,
görüĢ alanımıza at sürerek giriyorlar. Tıpkı diğer iki
Tonton gibi batıdan geliyorlar. Arkalarında, atların
çektiği iki araba takırdayarak ilerliyor. Creed sövüyor.
Bakıcımı çabucak alıyorum.
Ġlk at arabasında sırtı dik bir oğlanla ve bir kız,
ahĢap sürücü koltuğunda yan yana oturuyorlar. Beyaz
bulut ıĢığında, almlarmdaki çeyrek daire damgası tüm
çıplaklığıyla göze çarpıyor. Dünyanın Kurtarıcıları.
DeMalo'nun seçilmiĢleri...
Kızın boynunda benekli bir mendil bağlı. Saçı
sırtından aĢağıya serbestçe dalgalanıyor. On dört
yaĢından daha fazla görünmüyor. Oğlan da hemen hemen
o yaĢta. Bütün Kurtarıcılar gibi, kuvvetliler ve sağlıkla
ıĢıldıyorlar. O kadar gençler ki büyük ihtimalle Cennet'in
dıĢında yeni eĢleĢtirilmiĢler. En üstün
damızlıklarmıĢçasına, birbirleri için DeMalo tarafından
seçilmiĢler. At arabası masa, sandalyeler, aletler ve
diyardaki yaĢam için diğer gereksinimlerle tepeleme
dolu. Gerçi neredeki yaĢam? Kesinlikle Raze'deki değil.
Orası boĢa harcanmıĢ, ıssız bir yer.
Gelgelelim kalbimi durduran, ikinci at arabası
oluyor.
Arabayı bir Tonton sürüyor. Diğer Tonton geriye
dönük, ateĢ çubuğuyla niĢan almaya hazır, arabadaki
yüke göz kulak olmayı sürdürerek oturuyor. O yük, köle
iĢçilerden ibaret. Belki on, belki de yirmi kiĢi. Erkekler
ve kadınlar tıkıĢ tıkıĢ olmuĢlar. Üstü açık at arabasının
zemininde oturuyorlar. BaĢları tıraĢlı. Boyunlarında
demir tasmalar var.
En arkadan gelen ve atlı sekiz Tonton'dan oluĢan
bir grup daha var. Büyük iki av köpeği yanlarında onlara
ayak uyduruyor. Pürüzsüz beyaz derili, pembe gözlü,
keskin hatlı çeneleri olan, kocaman kafalı köpekler...
"Hayalet av köpekleri," diyor Creed. "SavaĢ
köpekleri."
Fitile Ģöyle bir göz atıyorum. Hâlâ cılız ancak
istikrarlı bir biçimde yanıyor. Köprüye ve çanta
bombasına doğru yönelmiĢ. Kölelere, masum kanma
doğru ilerliyor. Hareketleniyorum. Bakıcıyı yere fırlatıp
çizmemin kınındaki bıçağımı çekiveriyorum.
Tommo kolumu kavrıyor. "Çok geç," diyor.
Ondan kurtulup koĢuyorum.
"Saba, geri gel!" diyor Lugh.
Dikkatleri çekmemeye çalıĢarak ve yanan fitili
takip ederek yokuĢ aĢağı iniyorum. Erken davranıp onu
durdurmak zorundayım. Neyse ki rutubetli. Ona
yaklaĢıyor, onu geçiyorum. Ardından arkama
dönüyorum. Onu kesip etkisizleĢtirmeye hazır bir halde,
bıçağımla süpürerek yanmamıĢ fitili kapmaya
çalıĢıyorum.
Ayaklarım bir taĢ yığınına denk geliyor. Kayıyor,
düĢüyorum. .. Yere çarpmama rağmen ilerliyorum.
Tepeden aĢağıya, çizmelerim önde, sırtüstü kayarak
gidiyorum. ġimdi o fitil, canlı bir biçimde yanıyor,
yanımdan tıslayarak geçiyor, yarıĢırcasına ilerliyor.
Ağaçların arasından uçarak geçip çalılara çarpıyorum.
Beni durdurması muhtemel en ufak bir Ģeye dahi
uzanmaya çalıĢan hoyrat elimi sağa sola savuruyorum.
Kaim bir kökü yakalıyorum. ġiddetli bir sarsıntıyla
bileğim oyuğa giriyor. Sarsılarak aniden duruyorum. Geç
kaldım. Ah, çok geç kaldım.
Ġlk üç Tonton köprüde at sürüyorlar. Tam
arkalarında Kurtarıcılar'm tepeleme dolu at arabası
tahtaların üstünde yol alıyor. Cızırdayan fitil gözden
kayboluyor. ġimdi köle arabası köprüye eriĢmek üzere.
Kendimi yüzükoyun yere atıyorum. Kollarım baĢımın
çevresinde, kulaklarıma sımsıkı kenetli.
Çanta bombası patlıyor. Kulakları sağır eden bir
patlama sesi yerküreyi sarsıyor. Havaya fırlıyor ve
akabinde yere yığılıyorum. TaĢlar ve toprak, sağanak
halinde, üstüme ve etrafıma yağıyor. Dünyanın sesi
azalmıĢ gibi; suyun derinliklerinden duyuluyor sanki.
BaĢımı kaldırıyorum. Boğazım bir uyarı
çığlığıyla düğümleniyor. Asla seslendirmediğim bir
çığlıkla. Bulutun yer değiĢtirmesi nedeniyle gözlerimi
kısarak bakıyorum. Patlama sesinin yankısı, kurĢun
misali ağır havada giderek azalıyor ve hayal parçalarını
andıran ani parlamalar içerisinde gözlerim etrafı görmeye
baĢlıyor. Derken enkaz yağmurunun arasında iĢimizin
emareleri gözlerime iliĢiyor ve derim kemiklerime
yapıĢıyor.
Hepsi ölmüĢler. Üç Tonton, at arabasındaki
Kurtarıcılar, suçsuz hayvanlar... Hayvanlar ve insanlar
Ģimdi kanlı et öbekleri halindeler. Kayaların üstünde
oraya buraya fırlatılmıĢ gibiler. At arabasının parçaları
paramparça oluyor; kayıyor, yuvarlanıyor ve aĢağıdaki
ırmağa düĢüyor.
Rüya değil bu. Tam bir kâbus. Ayağa
kalkıyorum. Bir at arabası tekerleği bulutlardan bana
doğru süratle yuvarlanarak geliyor. Gökyüzünden peĢi
sıra indirilen intikam bu. Güçlükle ilerleyip eğiliyorum.
Tekerlek zemine çarpıyor, rastgele sekip omzuma
vuruyor ve beni uçurarak yere deviriyor.
Yangın köprüyü yalayıp yutuyor. Turuncu
alevler geceyi çentikliyor. Duman dalgalar halinde
yükseliyor.
Sonra sesler giderek daha az duyuluyor. Duman,
bulut ve kaosun ortasındaki atların, insanların feryatları
azalıyor. Bir Tonton, atının altında ezilmiĢ. At ayağa
kalkmanın mücadelesini verirken kendini zorluyor ve
debeleniyor. Köle arabası parçalanmıĢ. Bedenler yola
dökülmüĢ, hareketsizce yayılmıĢ ve hâlâ bileklerinden
zincirli bir vaziyetteler.
Bir Ģey koluma konmak için aĢağıya doğru
süzülüyor. Ona hayretle bakıyorum. Benekli bir kumaĢ
parçası bu. Uzun saçlı Kurtarıcı kızın mendili. Islak.
Kanıyla ıslanmıĢ.
Lugh bir çakıl tıkırtısı eĢliğinde kayarak yanıma
geliyor. "Haydi!" Beni çekerek ayağa kaldırıyor ve yokuĢ
yukarı sürüklemeye baĢlıyor. "Kör olmayasıca Saba, ne
düĢünüyordun?"
Sözcükler dudaklarıma yapıĢıyor. "Bunu
durdurmaya çalıĢtım," diyorum.
AĢağıdan bir haykırıĢ yükseliyor. BaĢlarımızı
çevirip yola Ģöyle bir göz atıyoruz. Ayağa kalkan,
sersemlemiĢ Tontonlar bizi görüyor. Biri bizi iĢaret
ediyor. Haykırıyor. Buyruklar veriyor. Altısı
bulunduğumuz yöne doğru koĢmaya koyuluyorlar.
Havlayarak peĢimize düĢen hayalet av köpekleri onlarla
birlikte geliyor.
KıĢın kuzey rüzgarı misali çok tiz bir feryat
iĢitiliyor.
"Acele edin!" Creed ve Tommo ellerini endiĢeyle
sallayarak bizi hızlandırıyorlar.
Düdüğü derhal kapıyorum. Ġki uzun üflemeyle
öttürüyorum. "KoĢun!" diye bağırıyorum. "Gidin!
KoĢun!"
Creed, Tommo'yu tutuyor ve gidiyorlar,
yukarıdaki ormana savruluyorlar. Her nerede olursa
olsun, bunu Ash de iĢitecek. Beklemeksizin, buluĢma
noktasına yönelecek.
Lugh'a "Git!" diyorum.
"Hayır, seni bırakmıyorum!"
"BuluĢma yerinde görüĢürüz. Kör olmayasıca
Lugh, git. Git!"
Onu göğsünden itiyorum. Bir küfür savurarak
tepeye tırmanıyor. Ters yönde ilerliyorum.
Kızgınlık içimde hoyrat bir hal alıyor. Beni
sürüklüyor, bana ivme kazandırıyor. Ormanda devrilmiĢ
ağaçların ve kayaların üzerinden atlarken ayaklarımı
âdeta yerden kesiyor. Nero da benimle beraber kaçıyor.
Sessiz. Akıllı kuĢ. Gaklamıyor, cik sesi bile çıkarmıyor.
Aksi takdirde onlar bizi bulurlar çünkü, biliyor.
Takip sesleri... Bağırtılar... Tontonlar... Benden
uzağa yöneliyorlar. Ġyi, çok iyi. Hayır, baĢka birimizin
peĢinde olabilirler. Belki de Lugh'un. Hayır, Lugh
olmasın, lütfen, ah lütfen. ġayet onu bulurlarsa canını
yakacaklar. Yaptıklarımızdan ötürü intikam almak
isteyecekler. Aman Tanrım! Sebep olduklarımız: Kan,
çığlık, tahrip olmuĢ ve fırlamıĢ vücut parçaları—
Midem ekĢiyor. Tökezleyerek durup kusuyorum.
Azar azar ve acınası bir Ģekilde hem de. Bir nefes
kesilmesi ve hıçkırık sonrasında, ağzımı kolumla silerek
koĢmaya devam ediyorum.
Sonra bir ses duyuyorum. Ölüm perisinin
ulumaları havayı bıçak gibi kesiyor. Kemiklerimi
dilimleyen iniltiler iĢitiyorum. Hayalet av köpeklerinin
iniltilerini... Duraksayıp etrafı dinliyorum. Korkuyorum.
Aman Tanrım, bu tarafa geliyorlar. Panik gitgide daha da
hızlanmama yol açıyor. Köpeklerden koĢarak
kurtulamam. Katiyen. Suya ihtiyacım var. Bir dereye.
Kokumu Ģimdi kaybettirmek zorundayım.
Ormanı yara yara, bitkileri eze eze ilerliyorum.
DüĢün. Çabuk ol ve düĢün.
Su... Köprü... Yarık... Irmak... Evet. Nereden
dökülüyordu? DüĢün. Kuzeybatıdan mı? Evet. ġimdi
neredeyim? Rüzgâr bulutu kaldırmıĢ. Jüpiter'i
görüyorum. Alçakta, arkamda. Sol yana doğru iniyorum.
Nero dibimden ayrılmıyor.
Kayaların üstünde sürünerek yol alıyorum.
Tökezliyorum. Süratleniyorum. Akciğerlerim yanıyor.
Bir ses duymaya baĢlıyorum. Belli belirsiz bir ses... Bir
telaĢın izi bu. Ağaçlardaki rüzgâr mı? Hayır, suya daha
çok benziyor. O sesi takip ediyorum. Hayalet av
köpeklerinin gittikçe artan tüyler ürpertici ulumaları iyice
yakından duyuluyor. Tenim korku kokuyor. Bıraktığım
izler açıkça anlaĢılıyor olsa gerek. Daha hızlı, daha hızlı
ve daha hızlı koĢuyorum.
Sonra ağaçlar geride kalıyor ve ormandan
çıkıyorum. Derken... iĢte! Bir dere. Berrak ve -ah neyse
ki- sığ. TaĢ çatlasa yarım metre derinliğinde. Nero suya
yakın kanat çırparak bana öncülük ediyor. Her tarafı
gözden geçiriyorum. Ortam dingin gözüküyor. Derenin
kendince bir telaĢı var. Kızıl gerdanlı bir bülbül ötüyor.
Ormanın yumuĢak sesleri, içimi tam anlamıyla
ferahlatıyor. ġafağın sökmesine az kaldı. Av köpekleri
artık feryat etmiyorlar. Bu olabilir mi? Onlara izimi
kaybettirmeyi baĢardım mı? Peki ya baĢka avı
buldularsa? Tommo, Creed veya Lugh'u? Ama hiçbir ses
iĢitmiyorum. Eğer korktuğum gibi olsaydı kesinlikle
iĢitirdim. Silah sesleri, bağırıĢlar ya da herhangi bir Ģey...
Giderken ağzıma avuçlar dolusu su alıyorum.
Ağzımı çalkaladığım suyu tükürüyorum.
Tam önümde bir çam devrilmiĢ. Irmağa köprü
oluĢturuyor, yolumu engelliyor. Nero ona konuyor ve bir
tahtakurusu arıyor. Kabuğu gagasıyla deliyor. Ağaca ata
biner gibi oturup Nero'yu yakalıyorum.
"Onları bul, Nero," diye fısıldıyorum. "Gidip
köpekleri bul."
Onu havaya fırlatıyorum. KuĢ bakıĢı görünüm
için ormanın yukarısında uçuyor ve görüĢ alanımdan
uzaklaĢıyor. Gri gökyüzü en uçuk pembeye çalıyor. ġafak
söküyor.
Ve yeni bir gün...
Yayımı elime alıyor ve bir oku kiriĢine
yerleĢtiriyorum. Yeniden suya doğru kayıyorum. Silahlı
ve temkinli bir biçimde, akıĢın tersine bir yol izliyorum.
Su Ģırıltısının ötesinde, hava kasvete bürünüyor. Civarda
bir sapığın sessizliği hüküm sürüyor. Yüreğim ağzımda
atıyor.
Dere kıvrılıyor. Dönemeci yanlamasına giderek
aĢıyorum. Birkaç uzun adım atmamın ardından, ırmak
sakin ve huzurlu bir gölete açılıyor. Orman sıklaĢıyor.
KarmakarıĢık kökler suyun içine uzanıyor. Ben içinden
yürüyerek geçerken, su derinleĢiyor. Önce dizlerime,
sonra uyluklarıma geliyor. Nero üstüme birdenbire dalıĢ
yapıyor. Dünya âdeta infilak ederek yerinden oynuyor.
Ulumalar ve feryatlar... Hayalet av köpekleri!
Oradalar! Ormanın içinden bana doğru yıldırım hızıyla
koĢuyorlar. Burada olmaları an meselesi. Yayımı
omzuma asarken yabanıl bir bakıĢla çevreyi süzüyorum.
Sağlam, büyük bir sedir ağacı gölete doğru eğiliyor.
Sudan zıplayıp kalın bir dalı kavrıyor ve kendimi yukarı
doğru çekerek tırmanmaya baĢlıyorum.
Hayalet av köpekleri ormandan çıkıyor. Bir su
Ģırıltısı eĢliğinde tam alttaki suya düĢüyor ve kendilerini
bir anda bana doğru savuruyorlar. Vücutları bükülüyor.
Çeneleri beni kapmaya çalıĢıyor. Ayağımı ucu ucuna
kurtarıyorum. Olabildiğince yükseğe tırmanıyorum.
Onların gazabı beni korkutuyor. Hırlıyor ve salya
akıtıyorlar. Havaya pençe atıyorlar. Suya tekrar düĢüp
yeniden sıçrıyorlar. Beni parçalamak için âdeta
çıldırıyorlar.
Ağacın gövdesine sımsıkı sarılıyor ve kaim
dalların arasına sokuluyorum. Elim kalbimde, tir tir
titriyorum. Kalbim göğsümden firar etmeye hazır.
KalptaĢı, tenimde sıcak.
KalptaĢı mı? Onu kavrıyorum. Sıcak. Bu, Jack
demek oluyor. Ama - Jack? Onun adını düĢünürken,
dudaklarım sessizce kımıldıyor. Jack çok uzakta.
Anlamıyorum.
"Skoll! Hati! AĢağıya!" Bir erkek sesi köpeklere
emrediyor. "Buraya gelin."
Hayalet av köpekleri sakinleĢiyor. Sudan
sıçramalarını ve nefes nefese kalmalarını duyabiliyorum.
O ses... O ses...
"AĢağıya," diyor adam onlara bir kez daha.
Bir anlık sessizliğin ardı sıra gülüyor. Kısa ve bu
hiç komik değil türünde bir kahkahayla.
"Bir kedi gibi köĢeye sıkıĢmıĢsın," diyor.
"Elindeki kartları ne zaman göstereceğini merak
ediyordum. AĢağıya gel, Saba. Orada olduğunu
biliyorum."
O ses... Derin ve karanlık. Ġçimi ürperten bir
panik duygusu yakama yapıĢıyor. Bu, Jack değil. Ah
hayır. Bu, DeMalo.
DeMalo. Bu olamaz. Ama öyle. Demek ki
köprüdeymiĢ. Arkadaki Tontonlarda beraber at
sürüyormuĢ. Her zamanki gibi adamlarının arasındaymıĢ.
DeMalo burada. Buna inanmıyorum.
"ÖlmemiĢsin. Zaten senin öldüğünü hiç
düĢünmedim," diyor soluk soluğa. "Anlıyorsun, onun
cesedini hemen bana getirdiler," diyor. "Kırmızılı kız.
ArkadaĢın, Özgür ġahin."
Maev. DiriliĢ'te Tontonlar tarafından vurulmuĢtu.
Eli böğrüne sıkıca basılıydı. Ona bir zamanlar yaĢam
veren kanı yere damlıyordu.
"Bana elbiseni ver. Onların tek gördükleri,
kırmızı elbiseli bir kız. Yardımcı ol, Saba. Çabuk."
Emmi'yi kurtarmıĢtık. Neredeyse biz de
kurtuluyorduk. Kalede sadece Maev ve ben kalmıĢtık. O
zaman bir hata yapmıĢtım ve bizi bulmuĢlardı. Tontonlar
peĢimize düĢmüĢ ve Maev'i vurmuĢlardı. Ölümcül bir
yaraydı aldığı. ĠĢi bitikti ve bunun farkındaydı. Yapacağı
son Ģey hayatlarımızı kurtarmaktı. O hepimizin hayatım
elbisemi giyerek kurtardı.
"Sana verdiğim elbiseyi giymesi fena bir fikir
değildi," diyor DeMalo. "Ölümüne savaĢ verenin sen
olduğunu düĢünecektim. ArkadaĢlarının kaçabilmeleri
için adamlarımı oyaladığını zannedecektim."
"ġimdi git buradan. Olabildiğince uzağa,
gidebileceğince hızlı. Git!"
Onu son görüĢüm bu olmuĢtu. Çok aĢağıdaki
göle atlarken, geriye bakmıĢtım. BaĢı dikti, saçları beline
kadar uzanıyordu ve her iki elinde de birer fırlatıcı vardı.
Maev,
Özgür ġahinlerin savaĢçı kraliçesi, o an hafızama
iĢte böyle kazındı.
"Onun korkusuz olduğunu söylediler," diyor
DeMalo. "Mangal gibi bir yürekle savaĢtığını... Onu odun
yığınına kendim yatırdım. Sırf önemsiyorsundur diye onu
tam bir savaĢçı merasimiyle onurlandırdım. Kendisinin
fedakârlığına nasıl bir övgü ama. Ey sen, bir ağaca
sinen... O her kimse, senin gibi yüz kiĢiye bedeldi."
Beynime kan hücum ediyor. Ağaçtan güçlükle
iniyor ve suya atlıyorum. Onunla yüz yüze geliyorum.
Yayım çekili. Ok, yayımın kiriĢinde.
"Onun adı Maev'di. Tanrı seni kahretsin,
Maev'di," diyorum.
Aramızda beĢ metrelik bir mesafe var. Uyluk
boyumun derinliğindeki sudayım. O bir kenarda duruyor
ve iki hayalet av köpeği de diğer taraftalar. Dilleri salya
damlatan ve gözleri DeMalo'ya sabitlenmiĢ köpekler
itaatkâr bir halde yere yatmıĢlar. Kemerindeki fırlatıcınm
dıĢında silahı olmayan DeMalo dizlerine kadar ulaĢan
çizmeler, pantolon ve gömlek giymiĢ. Omuzlarını siyah
bir pelerinle örtmüĢ. YıpranmıĢ bir deri çantayı göğsüne
çaprazlama asmıĢ. Elinde benim çuvalımı tutuyor.
"Ah anlıyorum," diyor. "Dolayısıyla buradaki
kabahatli kiĢi benim, değil mi?" Çuvalımı yere indiriyor,
pelerinini çıkarıyor ve gölete giriyor.
"Biraz daha yaklaĢırsan, seni öldürürüm,
köpekler umurumda değil," diyorum.
Oralı olmuyor. Bana doğru yavaĢça ilerliyor.
"Onların yaralı arkadaĢını kim ölmeye terk etti?" diyor.
"ġu köprüyü kim havaya uçurdu? O insanları kim
öldürdü? Hesabıma göre on iki kiĢiyi. Sen buna ne
diyorsun, Saba?"
Yayımın kiriĢini daha sıkı çekiyorum. "Çok
ciddiyim, orada kal."
Fakat gelmeyi sürdürüyor. Gece gibi koyu
gözleri bende sabitlenmiĢ. "Söylediğin sözü sana
hatırlatayım," diyor. "Odama geldiğin o gece, en azından
her Ģeyi daha iyi kılma gayreti göstermezsek bu hayatın
bir anlamı olmadığını söyledin. Bunu hatırlıyor musun?"
"Kapa çeneni," diyorum. Kafamın içindeki ses
nedeniyle düĢünemiyorum bile.
Fırlat! Bitir Ģu iĢi! Aklından zorun mu var senin?
Fırlat, Tanrı aĢkına! Vur onu!
Sığ suda bana doğru sessiz ve kararlı adımlarla
ilerliyor. "BaĢka ne söylediğini anımsıyor musun?
Seninle birlikte çalıĢmak istiyorum, Seth. Dünyayı daha
iyi bir yer haline getirmek istiyorum."
Sesi, bereketli kahverengi toprağa benziyor.
"Olduğumuz gibi devam edemeyiz. Yeni bir yol
bulmamız gerekiyor. Söylediğin buydu, Saba. Yeni yolun
bu mu? Yok etmek mi? Öldürmek mi? Ben bir Ģey
oluĢturuyorum. Kaosu düzene sokuyorum. AĢama aĢama,
yeni bir dünya kuruyorum. Yeryüzünü ve onun
insanlarını iyileĢtiriyorum. Aynı Ģeyi istediğimizi
sanıyordum."
"Kapa çeneni, anladın mı? Yalnızca kapa Ģu
çeneni!" Yayımı sıkı tutuyorum. Daha sıkı. "Haydi,
haydi," diyorum kendi kendime. "Tek atıĢla bütün bunlar
sona erecek. Yılanın baĢını kopar. Yap Ģunu da bitsin
artık. ġimdi yap."
Bir metre uzağımda duruyor. Kollarını iki yana
açıyor. Bana onu öldürmem için apaçık bir fırsat sunuyor.
GümüĢ bilekliği bileğinde ıĢıldıyor. Ġnce beyaz
gömleği rutubetlenmiĢ bir halde sarkıyor. Bu vesileyle,
onun Tonton kan dövmesini görebiliyorum. Kalbinin
üzerindeki, yükselen kızıl güneĢi. Kokusu yüzünden
tenim geriliyor. Koyu yeĢil ardıcın ılık kokusu bu.
Yapamam. Bunu yapamam. Yayımı yavaĢça
indiriyorum. "Tanrı seni kahretsin, orospu çocuğu,"
diyorum.
Kollarını aĢağıya indiriyor. "BoĢa harcanan bir
diğer mükemmel fırsat," diyor. "Tıpkı o gece, odamdaki
gibi. Beni etkisiz hale getirmek için Ģarabıma her ne
koyduy-san, ondan bir ya da iki damla daha fazlası beni
öldürürdü. Öyle değil mi? Bu çok kolay olurdu. Ama sen
bunu yapmadın. Neden acaba?" YaklaĢıyor. KalptaĢma
dokunuyor. KalptaĢı, alev alev yakıyor. Göğüslerimin
arasından damla damla ter akıyor.
Çıplak tenime dokunuyor. Tenim dokunuĢuyla
ürperiyor. Eli kalptaĢma sürtünüyor. "TaĢ sıcak," diyor.
"O bir kalptaĢı," diyorum. "Sen kalbinin arzusuna
yaklaĢtıkça, o seni daha çok yakar.”
“Kalbinin arzusu ben miyim?"diyor.
Hayır, hayır, hayır.
Ondan hemen uzaklaĢ, uzaklaĢ.
Ona güvenilemez; o tehlikeli, benim düĢmanım.
Fakat uzaklaĢmıyorum. Yerimden kımıldamıyorum.
"Beni niye öldüremiyorsun, Saba?" diyor.
"Ben de sana aynısını sorabilirim," diyorum.
"Seni ilk kez Ümitkent'te gördüm," diyor. "Seni
tanıyordum. Aslında kim olduğunu, kim olabileceğini
biliyordum."
"Beni tanımıyorsun," diyorum.
"Ah, seni tanımaz olur muyum!" diyor. "îçinde
nadide bir ateĢ taĢıyorsun. Her Ģeyi değiĢtirecek gücü,
kendinden daha büyük birtakım Ģeylerin hizmetinde etkin
bir rol oynayacak cesareti taĢıyorsun. Bununla beraber,
kendini son derece talihsiz bir duruma sokuyorsun. Ne
yaptığının farkında mısın?"
Ağzımı açmıyorum.
"Ben iyilik yapıyorum," diyor. 'Ġnsanları
gereksinim, zorluk ve ıstıraptan özgür kılarak; daha iyi
bir geleceğe giden yolu göstererek onlara kılavuzluk
ediyorum. Sen o Ģafakta, orada, o yer altı
sığmağındaydm. Dünyanın eskiden olduğu haline tanıklık
ettin. Toprağın bereketine, denizin zenginliğine, o
muhteĢem canlılara ve hayal dahi edilemez harikalara
Ģahit oldun. Hatırlıyor musun?"
O Ģafakta gördüklerimi asla unutamam.
"ġu anda, bu yerde, yeniden baĢlamak ve bu kez
yeryüzüne iyilik yapmak için gerçek bir Ģansımız var. Bu
belki de tek Ģansımız. Daha iyi bir dünya kurabiliriz. O
harikalardan bazılarını bizler de tanıyabiliriz. Bana bunu
istemediğini söyleme. Seni seyrediyordum. Simanı ve
gözyaĢlarını gördüm. Tıpkı benim önemsediğim gibi
önemsiyorsun bu tür Ģeyleri."
Sözleri dört bir yanımda usulca kayarak dönüyor,
beni sıkıca tutup ona doğru çekiyor.
"Ġstediğini elde etmek için insanları
öldürüyorsun," diyorum.
"Sen de öyle yapıyorsun. Az önce bunu yine
yaptın," diyor. "Ama bunun, isteklerimle hiçbir alakası
yok. Ben doğru olanı yapıyorum. Her gün zor ve gerçek
kararlar alıyorum. Var olan kıt kaynakları, en iyi
kullanabilecek kiĢiler arasında bölüĢtürüyorum. Ahlaklı
ve sorumlu bir Ģekilde davranıyorum. "
"Ahlaklı bir Ģekilde, öyle mi?" diyorum.
"Pek çok insan günü kurtararak hayatta
kalıyorlar," diyor. "Benim insanların çıkarma hizmet
etmek için daha yüksek bir tutkum var. ġiddetin herhangi
bir türü esef verici olsa da amaca ulaĢtıran bir araçtır.
Erdemli bir gereksinim bile diyebilirsin. Sana
söylediklerimi anımsıyorsundur. Bizler Toprak Ana'nın
iltihaplanmıĢ yaralarını temizliyoruz. O Ümitkent lağım
çukurunu yok ettiğinde gözyaĢı döktün mü? Oradaki
alevlerde yanmıĢ olabilecek herhangi bir pislik için
uykun kaçtı mı?"
Bu sorulara yanıt veremiyorum.
"Hayır," diyor. "Birbirimize çok benziyoruz,
Saba."
"Erdemli bir gereksinim," diyorum. "Sen onların
yeni doğmuĢ bebeklerini öldürdüğünde, Kurtarıcıların
durumu böyle mi adlandırıyorlar?"
"Senin de iyi bildiğin gibi, bebeklerin
öldürülmesi söz konusu dahi değil," diyor. "Zayıf olanlar
gece boyunca açık alanda bırakılırlar. Sabahleyin hâlâ
hayattalarsa, bir Ģans daha elde ederler. Bu, dünyanın
yöntemidir ve buradaki herkes bunu anlar. Bir kuĢ bütün
yavrularını eĢit ölçüde mi besler? Elbette hayır. En
sağlıklı ve en iri olanlar büyüyüp geliĢir. Zayıf olanlar
geride kalıp ölür. Toprak Ana'yı iyileĢtirme Ģansına
sahipsek, en kuvvetlilere ve en iyilere ihtiyacımız var.
Daima daha büyük çoğunluğun çıkarma hizmet
edilmelidir."
Gözleri ikna edici. Sesi baĢtan çıkarıcı. "Aynı
kaderi paylaĢıyoruz, Saba," diyor. "Buyruk vermek için
doğmuĢuz, itaat etmek için değil."
Nihayet gözlerine bakıyorum. Öylesine koyu
renk gözler ki... BakıĢı onun kim olduğunu gizler gibi.
Gözlerinin dağ gölüne özgü derinliğinde minik bir
yansıma görüyorum.
O, benim.
"Ben senin yaratığın değilim," diyorum.
"Yaratığım olmanı istemiyorum. Onlardan çok
sayıda var."
BaĢını eğiyor. Ilık nefesi dudaklarımı öpüyor.
Ah, benim hain ruhum. Beni ona bağlayan ne var?
DokunuĢu, tadı ve kokusu nedeniyle, keskin
hatlarımın yumuĢamaya baĢladığı anı hissedinceye dek
kendimi salıveriyorum. Onu yatağına yönlendiriyorum.
Beraber yatıyoruz ve karanlığında âdeta eriyorum.
Tenim ürperiyor. Güç bela fısıldıyorum.
Fısıldayarak da olsa, konuĢuyorum: "Bana sahip
olmayacaksın."
DurgunlaĢıyor. Tamamen sessizleĢiyor.
Aramızdaki sessizlik sebebiyle gün bile nefesini tutuyor.
Sonra kendimi geri çekiyorum. Hava
akciğerlerime öyle bir akın ediyor ki baĢım dönüyor.
Yeryüzünü iyileĢtirmek... Bu doğru. Fakat bunu yapma
yöntemi yanlıĢ. Hem de çok yanlıĢ. Daha büyük
çoğunluğun çıkarı... Ahlaklı... Erdemli... Ben birini
diğerinden ayırt edemeyinceye dek yalanlarla gerçekleri
ve gerçeklerle yalanları birbirlerine katıyor. Kim
olduğum ve neye inandığımdan kuĢku duyun-caya değin
kafamı allak bullak ediyor.
Bugün köprüde yanlıĢ bir Ģey yaptık. Ne var ki o
da yanılıyor. Hatalı davranıyor. ĠĢin doğrusu baĢka bir
yerde olmalı. Belki ikimizin arasında veya bizden ötede...
"Eğer bu Ģekilde devam edersen, daha fazla insan
ölecek," diyor. "Belki de önemsediğin insanlar dahi
ölecekler. Kız kardeĢin... Erkek kardeĢin... Siz kaç
kiĢisiniz? On? On iki? Boyunu aĢan iĢlere kalkıĢıyorsun.
Senin yerinde olsam, fırsatlarımı iyi değerlendirirdim."
"Bu yeryüzü burada yaĢayan her Ģeye ait,"
diyorum. "Sadece senin değerli kabul ettiğin
SeçilmiĢlerine değil. Temiz su ve verimli toprak herkesin
hakkı. Onları alıkoyamazsın. Onlara sahip olamazsın.
Özgür ġahinler hiçbir yere gitmiyorlar."
"Ġyi çalıĢılmıĢ, Saba," diyor. "Bu sözleri senin
ağzına kim yerleĢtirdi?" Bir an için sessiz kalıyor. Her
zamanki gibi, yüzünden hiçbir Ģey okuyamıyorum.
Zihninde nelerin olup bittiğine dair bir ipucu
yakalayamıyorum. Sonra "Sana bir teklifte bulunacağım,"
diyor. "Bu koĢullar altında cömert bir teklif. Tüm
silahların ve savaĢçılarınla birlikte bana teslim olacaksın.
Aile üyeleri ve arkadaĢlarının her birine BoĢ Arazi
üzerinden güvenli geçiĢ temin edeceğim. Onlara AĢağı
Çin Geçidi boyunca bir refakatçi sağlayacağım. Dağların
arasında oradan batıya doğru giden iyi bir patika var.
Elbette onların Yeni Cennet'e geri dönerlerse
ölecekleriyle ilgili katı anlayıĢı da içeren teklifim tam
olarak budur."
"Peki bunun karĢılığında ne istiyorsun?"
diyorum.
"Seni," diyor.
"Bir tutsak yani?"
"Hayır. EĢim olarak..."
"Aynı Ģey," diyorum. "Ne de olsa cehennemde
görüĢeceğiz."
"Sen ve ben meleklerin tarafındayız," diyor.
Sığ suyun içinden kenara doğru yürüyor, bir dalı
kavrıyor ve kendisini göletin dıĢına çekiyor. Su
pantolonunu ve çizmelerini gösteriyor. O, pelerinini
yerden alırken; hayalet av köpekleri kalkıyorlar. "Bir
hafta içerisinde köprüyü yeniden inĢa edeceğim," diyor.
"Bana bir kere daha saldırırsan, sana on katıyla karĢılık
vereceğim. Pes ettiğinde hâlâ ayakta duruyorsan gelip
beni bul. Teklifim ay tutulmasına kadar geçerli.
Söylediğim gibi, kendimi cömert hissediyorum. O andan
sonra, bütün bahtsız çeteni yakalatıp öldürteceğini.
Nereye kaçarsanız kaçın fark etmez, yani buna sen de
dâhilsin, Saba. Ġnan bana, duygusal değilim."
"Demek öyle," diyorum. "Tıpkı benim elime
geçenler gibi, senin de eline birtakım fırsatlar geçti. Ve
ben hâlâ buradayım."
"Bu, oyunun nihai aĢaması," diyor. "Bundan
sonrasını yeni kurallara göre oynuyoruz." Gitmeye
koyuluyor. "Ah!" Bir Ģeyi yeni hatırlamıĢ gibi arkasına
dönüyor. "Hamile olduğunu sanmıyorum."
Tez bir hareketle, yayımı yukarı kaldırıp atıĢ
yapıyorum. Okum onu kıl payı ıskalayarak baĢının
bitiĢiğindeki ağaca saplanıyor. Köpekler kıpırdanıyorlar.
Bana saldırmak için hazırlar. Elinin kalkması onları
durduruyor. DeMalo yana çekilmedi, korkmadı.
Bembeyaz gömleğine kulağından kan damlıyor.
"Yeni kurallar," diyorum.
"Ay tutulması," diyor.
Bir baĢ selamıyla, ağaçların arasında ve kocaman
beyaz köpeklerin yakın takibi eĢliğinde gözden
kayboluyor.
Yerimden bir milim bile kımıldamıyorum. Buruk
kalbim DeMalo'nun peĢinden gidiyor. Çıt çıkarmadan. O
ve köpekleri sessizce ilerliyorlar. Hayır, onu kalptaĢının
sıcaklığıyla takip ediyorum. Sıcaklık azalıyor. KalptaĢı
soğuyor.
Yayımı indiriyorum. Titreyen uzun bir nefes
koyuveriyorum. Meydan okuyuĢum inleye inleye
sönüyor. Onun iradesi, hızlı bir ırmak akıntısı misali beni
sürüklüyor. Direnmek zorunda olduğum her Ģeyi
götürüyor.
Titrek ayaklarımı sığ suda kıyıya doğru zorlukla
yürütüyor ve yosunlu köklerin arasına yığılıveriyorum.
Tanrı'nın cezası kalptaĢı. Kalbimin arzusu, DeMalo değil.
Asla, asla DeMalo değil. KalptaĢının bağını boynumdan
koparıyorum. TaĢı fırlatmak için kolumu geriye çekiyor,
onu avucumda sıkıyor, kendimi onun sıcak yalanlarından
kurtarıyorum. Fakat duraksıyorum. Fırlatamam. O,
annemindi. ġimdiye dek sahip olduğum, anneme ait tek
eĢya... Onu cebimin en derinine sokuyorum.
Ağrıyan omzumu rahatlatıyorum. Bunu ancak
Ģimdi hissediyorum. Köprüdeki arabadan fırlayan
tekerlek bana çok sert çarptı. Bir çürüğüm ve dolayısıyla
bu olaya iliĢkin bir kanıtım olacak.
DeMalo beni iliklerime kadar sarsıyor. Son
sözleri baĢımı bir mengene gibi sıkıyor. Çocuğunu
karnımda taĢımadığımdan kesinlikle eminim. Önce
köprüdeki kâbus, sonra peĢime düĢmesi ve beni tüyler
ürperten hayalet av köpeklerinin aracılığıyla
yakalaması... Gerçekten de bunlara niyetlenmiĢ olabilir
mi?
Ay tutulması... Hasat dolunayı sonrasındaki ilk
dolunay.
DüĢün, Ģimdi düĢün.
Dün gece ormandan koĢarak geçtiğimiz sırada ay
hilaldi. Çeyrek ay. Demek ki... ne zaman? Yedi gece
sonra mı? Yedi. Cömert olduğundan bahsetti. Bunun
hiçbir anlamı yok. Yalan söylüyor, blöf yapıyor. Oyunun
nihai aĢamasında olduğumuzu söyledi. Yeni kurallarımız
var.
Eğer bu Ģekilde devam edersen, daha fazla insan
ölecek. Belki de önemsediğin insanlara veda etmen
gerekecek.
Önemsediğim çok sayıda insanı zaten
yitirmiĢtim. Öte yandan avantajlı bir konumda da
değildik. Yedi gün... Onu katiyen yenemeyiz. Kaçmak
zorundayız.
Sizi yakalatıp öldürteceğim. Nereye kaçarsanız
kaçın fark etmez.
Dediğini yapar da...
Sanki ben adi bir korkakmıĢım gibi kaçmayı
düĢünmemin utancıyla terlemeye baĢlıyorum. Bu
yalnızca onun beni nasıl rahatsız ettiğinin ispatı. Bu
mücadeleye Emmi dıĢında hepimiz hazırız. Emmi'nin
tehlikeden uzak durmasını istiyorum. Bunu uzun süre
önce yapmam gerekirdi. Onu Yılan Irmağı kampına geri
göndereceğim. Orada güvende olacaktır. Biz ölürsek, o
bir kadın oluncaya dek kendisini Auriel yetiĢtirecektir.
Aslında Lugh onu oraya götürebilir. Ama hayır, Lugh
beni asla bırakamaz ve Em'i bir yıldız okuyucunun
büyütmesine olanak tanımaz. Tommo, öyleyse. Em
onunla gidebilir.
Öyleyse ayağa kalk, savaĢ ve kazan.
Ancak köprüleri havaya uçurarak bu mümkün
değil.
Bana bir kere daha saldırırsan, sana on katıyla
karĢılık vereceğim.
BaĢka bir yöntem olmalı.
Tepemdeki ağaçtan sakıngan bir gaklama
geliyor. Nero bunca zamandır saklandığı yerden çıkıyor.
Bu, kurt köpekleriyle gagasını ve pençelerini kullanarak
dövüĢen karga... Beni bütün tehlikelere karĢı savunmaya
çalıĢan karga... Elbette ki o tehlike DeMalo diye
adlandırılmadıkça...
"ĠĢe yaramazın tekisin," diyorum. "Eh sağ ol
yani. Onu doğruca buraya getirmiĢsin."
Kucağıma düĢtükten sonra kulağımı gagasına
almak için önüme tırmanıyor. Kendisini her suçlu
hissediĢinde bunu yapar. Mesele Ģu ki DeMalo'dan
hoĢlanıyor ve hoĢlanmaması gerektiğini biliyor. Beni
savunurken köpeklere saldırmıĢtı; problem yok fakat
DeMalo'ya ve yanındaki köpeklere hiç zarar vermemesi
kafasının karıĢmıĢ olduğunu gösteriyor.
"Sen kimin tarafındasm?" diyorum, onu
kucaklayıp göğüs tüylerini okĢayarak. Bundan bir ay
önce DeMalo'nun Ģahini tarafından yaralandığında hasar
gören tüyleri yeniden aynı güzellikte uzuyor. "Kiminle
konuĢuyorum?" diyorum. "Ben kimin tarafındayım? O
ellerimdeydi ve ben onu öldüremedim. Yapamadım.
Aklımdan zorum mu var benim?" Nero'nun baĢını
öpüyorum. "Hiç kimseyle bunun hakkında konuĢamayız,
duyuyor musun?"
Mutabık olduğunu cıvıldıyor. Nero. Bugünlerde
özgürce konuĢabildiğim tek canlı varlık... Kendimi
samimi olduğum diğer herkesten sakınmaya mecburum.
Bir lider kendi insanlarına bilmeleri gerekenlerin
haricinde, mümkün olduğunca az Ģey anlatır. Bu,
Slim'den öğrendiğim bir söz.
Daha fazla insan ölecek. Önemsediğin insanlar.
Kız kardeĢin. Erkek kardeĢin.
"Lugh," diyorum. "Aman Tanrım, Lugh, elbette.
Haydi, buluĢma yerine varmamız lazım. Hepsinin
kurtulduğundan emin olmalıyım. Ayağa fırlıyorum. Nero
bir itiraz ciyaklamasıyla yere düĢüyor. EĢyalarımı
toplarken, "Nerede olduğumuzu merak edeceklerdir.
Emmi endiĢeden ötürü telaĢa düĢecektir. Nero,
gitmeliyiz. Haydi." diyorum.
Sağır numarası yapıyor ve gagasını kanat altına
sokarak tuhaf sesler çıkarıyor. Fakat benim gitmem
lazım. Nero bana daha sonra yetiĢecektir. Onun için
uygun olan zamanda.
Çuvalımı ve yayımı omzuma asıyorum.
Geçerken okumu ağaçtan sertçe çekip alıyorum.
Hayatımda ilk kez ıskalamak için fırlattım.
Göletten ayrılırken olabildiğince dikkatli
davranıyorum. Boyalı Kaya'daki buluĢma yeri için
kuzeye doğru bir gidiĢ yolu belirliyorum. Gözlerimi
keskin, kulaklarımı açık, kısa ok fırlatıcımı elimde hazır
tutuyorum. Tehlike yok. NahoĢ bir durum yok. Ormanda
bir ağaçtan gelen sesler dıĢında ses yok. Ötleğen
kuĢlarının cıvıltılı sohbeti, rüzgârın uğultusu var.
Birkaç adımın akabinde gevĢemeye baĢlıyorum.
Sonra havadaki değiĢikliği seziyorum. Bir ses yok fakat
yakınımda biri var. Tam ilerlemeye baĢlarken bir silah
enseme dayanıyor ve beni ittiriyor. Ansızın duruyorum.
O kalkık uçlu silahın dokunuĢunu hissediyorum. Kısa ok
fırlatıcı...
Hemen arkamdan biri sesleniyor: "Silahlarını ve
çuvalını alacağım. Seni onlar uğruna öldürmek zorunda
kalsam da benim için hiç fark etmez. Önce fırlatıcmı,
sonra yayını bırakacaksın. Teker teker, yavaĢça."
O bir kadın... Kısa ok fırlatıcısmı tutan eli sabit.
Açıyı dikkate aldığımda, kadının benden daha uzun boylu
olduğunu söyleyebilirim. Boyu yaklaĢık 1 metre 80
santim.
Fırlatıcımm yere düĢmesine izin veriyorum.
Kadın toprak ve ter kokuyor. Sesi zor yılları ve zor
seçimleri yansıtıyor. Zihnimin köĢesinde bir Ģeyler
kıpırdanmaya baĢlıyor. Bir an tereddüt ediyorum.
"Yayı da!" Kısa ok fırlatıcısmı omurgamla
kafatasım arasındaki hassas noktaya daha Ģiddetli ve daha
derin bir biçimde bastırıyor. Bir Ģamanın armağanı olan,
az bulunan, akmeĢe yayımı omzumdan kaydırarak
çıkarıyor ve bir kenara dikkatle atıyorum. Ok kılıfım da
peĢinden gidiyor. Kadının çizmemin kınında gizli olan
bıçağımı Ģimdiye dek fark ettiğini sanmıyorum.
Derken onu da kapıveriyor. Bir çıngıraklı yılan
kadar hızlı hareket ediyor. Bıçak gitti ama silah
kıpırdamadı. Kadın hünerli. Uzun kollara sahip olsa
gerek diye düĢünüyorum.
"Çuvalını alayım," diyor.
Onu da bırakıyorum.
"Eller yukarı," diyor. "BaĢının üstüne."
Öyle yapıyorum.
"ġimdi," diyor. "Yere diz çök."
Kızgınlık birdenbire içimde alev alıyor ve birden
anılarımda Pine Tepesi'ne geri dönüyorum: Emmi'yle
beraber, Vi-car Pinch'in tutsağıyım. Geri kalanlarımız o
ve Tontonlar'ı tarafından yenilgiye uğratılıyor,
kurnazlıkla alt ediliyor. Ayaklarının dibine diz çöküp
sevdiklerimin hayatları için yalvarıyorum.
Derken anılarımdan sıyrılıyorum.
"Hiç kimse için diz çökmem," diyorum.
Yakamı kavrayıp bacaklarımın arkasına tekme
atıyor. Mecburen dizlerimin üstüne çöküyorum.
Kafatasıma silah dayalı.
"Baban sana görgü kurallarını öğretmedi mi?"
diye soruyor.
Bu sözcükler kulağıma öyle tanıdık geliyor ki bir
zamanlar Emmi'yle Ģirin mi Ģirin bir vadide olduğumuzu
anımsıyorum. Bir derenin kenarında bulunan kulübeyi,
yahni kâselerini, ödünsüz nezaketi... Ama hayır, hayır.
Bu o olamaz.
O an Nero geliveriyor. Çığlık çığlığa ve öfkeli.
Gagası, kanatları ve pençeleriyle saldırıya geçiyor.
Yırtıyor, vuruyor, acı çığlıklar atıyor ve kadının geriye
doğru sendelemesine sebep oluyor. Ben de fırsattan
istifade hemen ayağa fırlayıp arkama dönüyorum. Evet,
o. Mercy. Annemin dostu Mercy. Öldüğünü samyorduk.
Peki Ģimdi burada ne yapıyor?
Nero'dan kurtulmak için yerde debeleniyor.
Kollarını baĢına sararak kendisini koruyor. Saçı tıraĢ
edilmiĢ. Boynunda demir bir tasma var. Köle tasması.
Nero üzerine çullanıyor, daha beterini ona
yaĢatmaya hazır. "Nero, hayır!" diye avaz avaz
haykırıyorum. "Dur! Vazgeç!" Onu kıĢkıĢlıyorum ve
bana ters ters bakıp bir ağaca konuyor. Mercy iki büklüm
halde yanlamasına yatıyor. Yanına çömeliyorum.
"Mercy," diyorum. "Bir Ģey yok, Mercy. Benim,
Saba. Allis'in kızı. Willem ve Allis'in." Eline
dokunuyorum. Hafifçe, zoraki... Onun bir karaltı, bir
gölge olması ihtimaline karĢı. Ama canlı, gerçek...
"Çaprazçay'da sana geldik," diyorum. "Beni ve
Emmi'yi hatırlıyor musun? Babamız öldürüldüğü ve
Tontonlar Lugh'u götürdükleri zaman gelmiĢtik. Onu
buldum, Mercy. Geri getirdim."
Kolları baĢından aĢağıya ağır ağır iniyor.
"Burada," diyorum. "Bak!" KalptaĢını cebimden
çekerek çıkarıyorum.
Elayretle bakıyor. ġaĢkın. Gördüğüne inanmakta
güçlük çekiyor. Annem kalptaĢını ona uzun yıllar önce
vermiĢ. Ben doğmadan çok önce. Sonra Mercy onu bana
verdi. Dosttan dostuna, dostundan kızma...
"Saba," diyor. "Gerçekten sen misin?"
Oturmasına yardımcı oluyorum. Gözlerini dikip bana
bakıyor. Nasırlı elini yüzüme sürüyor. "Bu mümkün
değil," diyor.
GözyaĢlarımm gözlerimi acıttığını
duyumsuyorum. KalptaĢını boynuma asarken
gözyaĢlarımı gülümseyerek siliyorum. Jack'in daima
söylediğini tekrarlıyorum: "Hiçbir Ģey imkânsız değildir.
DüĢük olasılıklı fakat imkânsız değil. Bu son
karĢılaĢtığımızdan bu yana iyice öğrendiğim bir Ģey.
Ayrıca çok daha fazlası var," diyecek oluyorum. Cingöz
bakıĢlı kahverengi gözleri âdeta zihnimi okuyor ve
söylemek istediğimden çok daha fazlasını görüyorlar.
"Çaprazçay'da bana toy bir kız geldi," diyor. "O kızı artık
göremiyorum."
"Sana yardım edeyim," diyorum. Onu elinden
tutup ayağa kaldırıyorum ve orada öylece dikiliyoruz.
Birbirimize uzunca bir süre bakıyoruz.
Uzun boylu, ince, havanın etkilerine maruz
kalmıĢ, sapasağlam, dipdiri ve bilge... Mercy ormanın
derinliklerinde saklı küçük yeĢil cennetinde yalnız ve hür
yaĢayan muhteĢem bir ağaç gibiydi. Çıkık elmacık
kemikli, kırpılmıĢ beyaz saçlı ve koyu renk kaĢlı güzel
bir kadın... ġimdi eti kemiklerine yapıĢık bir halde.
Kenevir lifinden yapılma, adi, köle iç gömleği dizlerine
dek lime lime sarkıyor.
Bedenen küçülmüĢ olabilir ama ruhen her nasılsa
daha da büyümüĢ. Köle tasmasını sanki en güzel Wrecker
altın kolyesiymiĢçesine boynunda taĢıyor.
"Senin öldüğünü sanıyorduk," diyorum.
"Az kalsın ölüyordum," diyor. "Biz tam da bir
köprüden geçmek üzereyken, bazı herifler orayı havaya
uçurdular. Ama aynı zamanda onlara Ģükranlarımı
sunarım. Bana zincirlerimden kurtulma Ģansını verdiler.
Anahtarı ve yanı sıra kendi silahını ölü bir muhafızdan
çalmak daha kolay. Aklıma gelmiĢken—"
Mercy düĢen kısa ok fırlatıcısmı yerden almaya
giderken, "Rica ederim. Benim için bir zevkti," diyorum.
ĠrkilmiĢ bir halde dönüyor. "Sen miydin?" diyor.
"Ben ve diğer birkaç kiĢi," diyorum. "Boyalı
Kaya diye adlandırılan bir yerde onlarla buluĢmalıyım.
Dört fersah kuzeyde. Benimle geliyorsun." Hem
konuĢuyor hem de eĢyalarımı topluyorum. Dağınık
haldeki silahlarımı ve çuvalımı...
"Ayak uydurmak için bütün gücümü
kullanacağım," diyor. "ġayet seni yavaĢlatırsam, beni
bırak."
Nero ona saldırdığı için kanayan kollarının
görüntüsü, acı duyup yüzümü buruĢturmama neden
oluyor. "Nero adına özür dilerim," diyorum. "Biraz daha
iyi misin?"
"Hayatta kalırım elbet," diyor. "Daha kötüsü de
baĢıma geldi." GüneĢe dayanıklı teninde çapraz, ince,
beyaz çizgiler halindeki kırbaç izleri dikkatimi çekiyor.
"Seni nasıl yakaladılar ki?" diyorum.
"Daha sonra anlatırım," diyor. "Ġlerleyelim. Hâlâ
civarda kol geziyor olabilirler."
Mercy kısa ok fırlatıcısmı eyleme hazırlarken
ben de fırlatıcımla aynısını yapıyorum. Çuvalımı kapıp
omzuna alıyor. Ġtirazımı haĢin bir bakıĢla söndürüyor.
"Daha ölmedim. Önden buyur," diyor.
Nero'ya ıslık çalıyorum. Gözlerimizi ve
kulaklarımızı dört açıp yola koyuluyoruz. Mercy ve ben
buluĢma yerine doğru ilerliyoruz...
Hepsi gruplara ayrıldıktan kısa bir süre sonra o
yakalandı. Sise ve bölgenin koĢullarına maruz kalarak;
baĢ döndüren, sarp bir yarıkta kendi kendini pusuya
düĢürdü. Kenardan geriye doğru sendelediğinde, ateĢ
çubuklarını kalbine niĢan almıĢ üç Tonton oradaydı.
Kendisini atıĢlara, namlu uçlarının parlamasına,
vurulmaya hazırladı. Sakin ve huzurluydu. Kalbinin
müthiĢ bir ritimle çarptığını hissediyordu.
Fakat hiçbir atıĢ olmadı. Ölüm, kendi seçimi
olmalıydı. Dönüp atlamayı ve aĢağıdaki kayalara doğru
süzülürken yaĢam için haykırmayı tercih ederdi. Orada
huzur yoktu artık. Ama teslim oldu. Onu elleri arkasında
bağlı, kukuletalı ve ağzı tıkalı olarak zorla yürütüp
ormandan geçirdiler. AĢağı yukarı yarım fersah
yürüdüklerini tahmin ediyordu. Bir açıklığa vardıklarını
anladığı yerde durdular. Onu zemine oturttular.
Dördü de öylece bekliyordu. Sisin kalkmaya
baĢladığını hissedebiliyordu. Gün ıĢığı tenini ısıtıyor,
zaman geçiyordu.
Bekliyorlardı.
Aniden, onu çekiĢtirerek ayağa kaldırdılar.
Kukuletası ve ağız tıkacı çıkarıldı.
ilk önce iki hayalet av köpeği, ağaçların
arasından kayarcasına geçerek geldi ve nefes nefese
soluyarak derhal oturdular. Akabinde hepsinin
bekledikleri adam ortaya çıktı. Zaten o da baĢka birinin
gelmesini beklemiyordu; Tontonlar böylesine disiplinli
bir Ģekilde, sabırla baĢka kimi bekleyeceklerdi ki?
Adamın gece gibi koyu olan bakıĢları onu bir
müddet inceledi. Derken Yol Gösterici'nin gözlerindeki
derin kara suda âdeta bir dalgalanma oluĢtu.
Gülümsedi. Bu, aradığını bulan bir adamın
gülümsemesiydi.
“KonuĢacağımız çok Ģey var/' dedi.
Mercy'nin sakat ayak bileğini neredeyse
unutuyordum. Kırdığı ve kendisinin sabitlemek
durumunda kaldığı ayak bileğini... Kendi tabiriyle çok
salakça bir iĢ yaptığı için sol ayak bileğinin topallaması
kalıcı olmuĢtu. Mercy'nin ruhu zorluklara göğüs gerip,
tavındaki demir misali iĢlenmiĢken, bedeni özveriyle
geçen bir ömür yüzünden sapasağlam. Bu yüzden hiçbir
zaman yardım istemiyor, geride kalmıyor. Fakat
yürüyüĢümüz sebebiyle biraz yorulduğunu
söyleyebilirim.
KuĢluk vaktinde bir hayli yavaĢlıyor. Sadece iki
fersah, yani yolun yarısını katetmiĢiz. Tepeye tırmanması
ve ormandan geçmesi onu tüketmiĢ olmalı. Sadece
sarsılmaz metaneti nedeniyle ilerlemeyi sürdürüyor.
Bunu yapmaktan nefret ediyorum ama yakın zamanda
durup dinlenmeye mecbur olacağız. Hüsranımdan ötürü
dudaklarımı ısırıyorum. Kendi baĢıma olsaydım, son hız
koĢardım.
Ölü diyar, gür otlarla kaplı bir çayıra dönüĢmüĢ.
Gün sıcak, aĢırı nemli, bunaltıcı, kurĢun gibi ağır... Issız
bir çiftliğin çevresindeki gizli bir patikanın kenarından
geçiyoruz. Belli ki birtakım sakar aptallar, yakılacak
odun için ağaçları merhametsizce katletmekteler.
"Buna inanabiliyor musun?" Mercy baĢını
tiksintiyle iki yana sallıyor.
Birkaç adım sonra aptalları görüyoruz. Lastikten
yapılma kulübenin önündeki tarlada, doğa tarafından
cezalandırılan, en fazla on beĢ yaĢında, Kurtarıcı iki
çocuk kırık bir sabana dair hararetli bir Ģekilde
tartıĢıyorlar. Kulübenin etrafını ve anayola varan patikayı
temiz tutmayı baĢarıyorlar, fakat hepsi o kadar. Parlak
kızıl bir midillinin kulübenin bitiĢiğindeki ağaca bağlı
durduğu dikkatimi çekiyor.
Mercy'e "Burada bekle," diyorum.
Dikkatlerini çekmemeye çalıĢarak otların
arasından süratle koĢuyor, midillinin ipini çözüyor ve onu
Mercy'e doğru sessizce yönlendiriyorum.
"Gitmeni kolaylaĢtıracaktır," diyorum. "Binmene
yardım edeyim." Avuçlarıma basıyor, ata biniyor ve fark
edilmeden aceleyle uzaklaĢıyoruz.
Epeyce yol aldığımızda, "Midilli olmaksızın,
hayat onlara birazcık daha zor gelecektir," diyorum.
"Onların bakıĢ açısından," diyor Mercy, "bunun,
bardağı taĢıran son damla olabileceğini söylerdim. Ġkisi
de yeteneksiz ve bilgisiz. Aralarında güven olmadığını
anlayabilirsin. Büyük olasılıkla birbirlerini pek
tanımıyorlar.
Evlerini parçalamak uzun zaman almaz. Sağlam
temeller üstünde durmuyor."
"Umarım," diyorum.
"Bir süre önce orası orta kalite bir yerdi," diyor.
"Tontonlar onu 'yeniden yerleĢtirme' diye adlandırırlar.
Ben hırsızlık diye adlandırıyorum. BaĢkalarından
çalınmıĢ arazi parçasına sahip olanlar, keĢke toprak
bilgesi kimseler olsalardı. ġu beceriksiz çocuklar gibi
olmazlardı en azından. Hayır, mevsimler boyunca izler,
dinler ve çalıĢırlardı. Neye gereksinim duyduklarını kendi
topraklarından öğrenir, nasıl yaĢayabileceklerini
keĢfederlerdi. Çünkü bu yıllar alır."
Çaprazçay'daki emeği, özeni ve ümidinin beĢiği
yeĢil vadisini düĢündüğünü biliyorum. Oranın iyi ellerde
mi olduğunu yoksa bir harabeye mi dönüĢtüğünü merak
ediyor. Çamlarla gölgelenmiĢ küçük ahĢap kulübesini,
kapının yanındaki kırmızı kanepeyi, taĢların üzerindeki
sığ suyun sesini özlüyor.
"Lugh o karıĢıklığı görseydi, ateĢ püskürürdü,"
diyorum. "En büyük arzusu verimli bir araziye sahip
olmak, toprağı iĢlemek ve bizim oraya yerleĢmemiz."
"Ya sen?" diyor. "Ġstediğin bu mu? Araziyi
iĢleyerek yaĢamak mı?"
"Kafamı buna fazla yormadım," diyorum. "Bu
daha sonrası için. ġimdi, kafamda daha büyük planlar
var."
Ay tutulması...
Kafamdaki bu. Yedi gece uzakta...
Mercy'ye yalan söyledim. Kafamı buna, yani
araziyi iĢleyerek yaĢamaya yormuĢtum.
Lugh aynı Ģeyi hep istedi. Bir yere yerleĢmeyi,
toprağın kalp atıĢıyla yaĢamayı... Hiçbir Ģeyin
değiĢmediği ama aslında her Ģeyin değiĢtiği yerdeki
yükseliĢi, alçalıĢı... Biz küçükken, Lugh baharın ilk
çimenlerine merak içinde diz çökerdi. Ben aynısını
yapmaya çalıĢırken, çimenleri dizlerimle ezerdim.
Yine de onun istediklerini isterdim. Ne de olsa
birbirimize aittik. Birlikte vücuda getirilmiĢtik. Bir
bütünün iki yarıĢıydık. Oğlan ve kız. SarıĢın ve esmer.
YaĢamımızı hep beraber geçireceğimizi hiç kuĢku
duymaksızın kabul ettik. Bunun aksini düĢünmek
aklımızın ucundan dahi geçmezdi. Ancak bu öncedendi.
Tontonlar, GümüĢgöl'e gelip babamı öldürerek Lugh'u
götürmeden ve her Ģey sonsuza dek değiĢmeden önce
öyleydi.
Ġçinde bulunduğumuz zaman Ģimdidir ve geçmiĢ
zamanın sonrasıdır.
'Sonra' tıpkı babamın bize anlattığı Ģu adama
benziyor: Kolu kangren olmuĢ ve kolunu omzunun tam
altından kestirmek zorunda kalmıĢ. Babam onunla
tanıĢtığında, adam yıllardır kolsuzmuĢ ama o kolunu,
ağırlığını ve uzun süre önce yitirdiği elini uzatma
dürtüsünü hâlâ hissedebildiğine iliĢkin yeminler
ediyormuĢ. Ben bunu asla hayal edemezdim. Katiyen.
Derken Lugh benden alındı, ilk kesim yapıldı. Lelek,
talih ve kader oyununu oynadı ve biz ruhtaki, bahsi dahi
söz konusu olmayan büyük yaralar, sırlar ve yalanlar
yüzünden birbirimizden ayrı düĢtük.
Evvelki günlerde böyle bir 'sonra' olacağını
tahmin dahi edemezdim. Adamın nasıl hissetmiĢ
olabileceğini Ģimdi biliyorum.
Köprüden beri çizmelerimde taĢlar var. Mercy
yiyeceğe ve suya fena halde ihtiyaç duyuyor. Çiftlikten
itibaren yarım fersah ilerleyince, küçük bir Wrecker
tapmağı yıkıntılarında bir dinlenme molası veriyorum.
Tapmağın ufalanmıĢ taĢ duvarları arasında yetiĢen birkaç
çam ağacı bize hoĢ bir karĢılama gölgeliği sağlıyor.
Çalıntı midilli, son çıkan ısırgan otları arasında
tıkınmaya koyulurken, çizmelerimdeki minik çakılları
boĢaltıyorum. Mercy çizmelerindeki bağcıkları
gevĢetirken ıstırapla dudaklarını ısırıyor.
"Ġyi misin?" diyorum.
BaĢıyla onaylıyor. Ona matarayı veriyorum ve
uzun bir yudum alıyor. "Bu iyi geldi," diyor.
Ben de içip birazını Nero için kapağa
döküyorum. Geri kalanını serinlesin diye baĢına
damlatıyorum. Gözlerini memnuniyet içerisinde kapıyor.
Çuvalımı gıda maddeleri bulmak için karıĢtırıyorum fakat
bir yaprağa sarılı, kurutulmuĢ acı bir kök parçasından
baĢka bir Ģey bulamıyorum. "Üzgünüm," diyorum. "Fazla
seçeneğimiz yok."
"Bana göre hava hoĢ," diyor Mercy.
Hepsini ona sunuyorum. Aç değilim. Kucak
dolusu kozalak topluyor ve fıstıkları için onları kırarak
açıyorum. Çoğunu Mercy'ye veriyor, birazını da Nero'ya
ikram ediyorum.
Küçük ısırıklar alarak yavaĢ yavaĢ çiğniyor.
"Çam fıstıkları ve acı kök, özgürlüğün tadı," diyor.
"Kimin aklına gelirdi? Kim beni kurtarmaya senin
geleceğine dair tahmin yürütürdü ki? Talihin yolları
gerçekten acayip."
"ġans," diyorum. "Olacağı varmıĢ."
Gülümsüyor. "Burada bir yıldız okuyucunun kızı
konuĢuyor," diyor. "Kim bilir? Haklı olabilirsin."
O yerken, ikimiz de susuyoruz. Sorulmadık
sorularımızın ağırlığı giderek artıyor. Onun bana, benim
de ona... îçimde bazı Ģeyleri anlatma ve itiraf etme
ihtiyacının arttığını duyumsuyorum.
"Senden ayrıldıktan sonra pek çok olay yaĢandı,"
diyorum. "Ümitkent'e ulaĢtık. Sen beni oranın kötü bir
yer olduğuna iliĢkin uyarmıĢtın. Ama inan bana kötüden
de kötüydü. Birtakım Ģeyler yaptım. Yol boyunca çok
fazla Ģey yaptım. Bazı kiĢileri öldürdüm. Öldürmek
istediğim için değil, öldürmek zorunda kaldığım için...
Çünkü 'öldür ya da öl' kuralı geçerliydi. Sence yanlıĢ mı
yaptım?"
Bütün bunları söylemek istemiyordum.
Gerçekten istemiyordum. Lanet olsun!
"Bu önemli bir soru," diyor Mercy. "BaĢka bir
kiĢiyi öldürmek hiç doğru olur mu?"
Nasıl köleleĢtirildiğini sormak üzere tam ağzımı
açacakken konuĢmaya devam ediyor.
"Bir gün Tontonlar Çaprazçay'a geldiler. Beni
kovalamak, evimi yakmak veya beni öldürüp arazimi
alıkoymak maksadıyla. Bir kırbaç darbesini ilk kez o
zaman hissettim. Fakat iyileĢtiğimi fark ettiklerinde,
faydalı olabileceğime karar verdiler. Bebek evlerinin
birinde çalıĢtırılacaktım. Bir kadının doğum yapmasına
yardım edebilirdim elbette. Fakat bir yeni doğanın gece
boyunca açık havada bırakılması, bir hayvan tarafından
götürülmesi yahut soğuktan ölmesine ortak olamazdım.
Onların zayıf olanlara yaptıkları tam da bu."
"Bana da öyle anlatıldı," diyorum.
"Bunu açıkta bırakma olarak adlandırıyorlar,"
diyor. "Bebekler dıĢarıda çıplak bırakılırlar. Eğer geceyi
atlatırlarsa, yeterince sağlam olduklarına hükmedilir ve
bir Ģansa daha sahip olurlar. Ancak ben geri getirilen bir
bebek görmedim. Gizlice kaçıp onları kurtarmaya
çalıĢırdım. Ah, türlü türlü planım olmasına rağmen bunu
hiç baĢaramadım. Her seferinde yakalandım. Beni bol bol
kırbaçladılar ama denemeyi sürdürdüm. Sonunda benden
bıktılar. Yollarında çalıĢtırarak beni pes ettirme kararı
aldılar. Sen köprüyü havaya uçurduğun zaman yeni bir
yolda çalıĢmaya baĢlamak üzereydik."
"Tüm bunlar da neyin nesi?" diyorum.
"Raze'deki yeni bir yol ve yerleĢimciler yani... Raze ölü
bir diyardır."
"Hiçbir fikrim yok," diyor Mercy. "Yine de sana
bunu anlatayım. Ormanda koĢan büyük av köpekleri
"Evet, onları gördüm," diyorum.
"Bir TontonTa beraber geldiler," diyor. "Ġyice yol
aldığımızda, köpeklerle beraber ortaya çıktı. Arkada at
sürmeye henüz baĢlıyordu. Onlardan hiçbiri tek kelime
bile konuĢmadılar fakat onun kim olduğunu gayet iyi
biliyorlardı. O andan itibaren eyerde çok daha dik
oturarak atlarını sürdüler. ġayet onun gibi önemli birini
gönderiyorlarsa, iĢin de önemli olduğunu düĢünüyorum."
"Ben de senin haklı olabileceğini düĢünüyorum,"
diyorum.
"Sana Ģunu da söyleyeyim," diyor. "Raze'deki o
yol benim sonum olurdu. Benden geriye bir Ģey
kalmazdı."
"Seni yeniden kuvvetlendiririz," diyorum.
Ağzına bir fıstık daha atıyor. KaĢlarını çatarak
demir köle tasmasını yavaĢ yavaĢ hareket ettiriyor.
"Ağır mı?" diyorum.
"En kötü Ģey ona ne kadar çabuk alıĢtığındır,"
diyor. BaĢını geriye yatırıp gözlerini kapıyor. Nero'nun
gagalayıp tırmaladığı yerlerdeki kan kurumuĢ.
Kollarında, omuzlarında ve boynundaki birkaç yerde...
Ġlaç çantamı çuvalımdan çıkarıyorum. Sheemamm ucunu
matarama daldırıp ıslatıyor, Mercy'nin yan tarafına diz
çöküyor ve onu hafif dokunuĢlarla temizliyorum. Ġlk
dokunuĢta dudaklarında küçük bir gülümseme oluĢuyor.
"Beklentilerini pek yükseltme," diyorum.
"Doktorlukta senin kadar iyi değilim. Vurulan elimi
iyileĢtirdiğini hatırlıyor musun?" Ona sağ elimi
gösteriyorum. "Ustaca bir iĢ çıkardın ve sana söyleyeyim,
o zamandan beri birçok yara izi aldım. Teke otu
merhemim var. Biraz ister misin?"
"TeĢekkürler," diyor. Merhemi yaralarına serçe
parmağımla dikkatlice sürerken Mercy'nin gözleri
kalptaĢma takılıyor. Derken gözlerimiz buluĢuyor.
Yüzüm ısınmaya baĢlıyor. Sürekli bakıĢımı
görevime yöneltiyorum.
"Onu sana sanki çok uzun bir zaman önce
verdiğim hissine kapılıyorum," diyor.
"O nedir? Çok Ģirin/' diyor Emmi.
Uçuk gül pembe taĢ, pürüzsüzlük ve serinlik hissi
veriyor. KuĢ yumurtası biçiminde. BaĢparmak
uzunluğunda. IĢık onun içinde süt beyazı renginde
parıldıyor.
“KalptaĢı," diyor Mercy. “Seni kalbinin arzusuna
götürür. Sen yaklaĢtıkça, taĢ daha çok ısınır."
Jack için yanıyor, DeMalo için yanıyor. Arzu,
evet. Ayrıca tehlike ve ihanet. KalptaĢının beni götürdüğü
yerde tam olarak bunlar var.
"O sabahı iyi hatırlıyorum," diyor Mercy.
"Çaprazçay cennet gibi görünüyordu. Bir süre sonra o
ahĢap kulübelerde uyuduk. Biz köleleri kastediyorum.
Birbirlerine zincirli erkekler ve kadınlar güruhu. Ġlk
gecemde, orada yatıyordum. Etraf sessizdi fakat tüm o
ruhlardan yükselen öyle bir feryat vardı ki çok geçmeden
Adım, Mercy. Evim Çaprazçay. Tatlı, yeĢil bir vadidir/
dedim. Ağızlarını bıçak açmazken adamlardan biri Adım,
Cade. Hiç evim olmadı ama yolum uzun. Gökyüzünden
baĢka hiçbir çatıya ihtiyacım yok/ dedi. Hepimiz teker
teker konuĢtuk. Adlarımızı ve nerelerden geldiğimizi
söyledik. Sonrasında her gece yatmadan hemen önce
kendimizi hatırlatmak için aynı Ģeyi mutlaka yaptık.
Böylelikle kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi hiçbir
zaman unutmadık."
Ümitkent'te benim yaptığım da aynı Ģeydi. Her
gece, o hücre bloğunda, karanlıkta, tek baĢıma, beni bu
dünyaya bağlayan zamanı en iyi Ģekilde değerlendirmeye
çalıĢmıĢtım. Üstelik doğan güneĢin hayatım adına tekrar
tekrar dövüĢmem için Kafes'e getirildiğime tanıklık
edeceğini bile bile... Kendimi kaybetmeye çok fazla
yaklaĢmıĢtım.
"Anlıyorum," diyorum. "Buradaki iĢim bitti.
Yola çık-sak iyi ederiz." Çuvalımı toplarken Mercy
çizmelerini bağlıyor. Elimi aĢağıya doğru uzatıp ayağa
kalkmasına yardımcı oluyorum. "Slim'in seni Ģu
tasmadan kurtaracak ve ayrıca ketumluk konusunda
güvenilebilir hurdacı bir arkadaĢı var," diyorum.
Elimi sımsıkı tutuyor. "Ben de güvenilirim,"
diyor. "Üstelik, iyi bir dinleyiciyimdir."
"TeĢekkürler," diyorum. "Ben hazırım."
Yanağıma dokunuyor. YumuĢak ve tatlı bir
Ģekilde "Sen YVillem'e çok benziyorsun," diyor. "O
Ģimdiye kadar gördüğüm en iyi adamdı."
Babamın adını söyleme biçimi böyle. Sanki bu
ad uzun zaman önce onun içinde güneĢ biçimindeki bir
mücevher misali alev alev yanmıĢ. Babamı sevdiğini
aniden idrak ediyorum. Mercy babamı seviyormuĢ.
Kafamda türlü türlü sorular yükseliyor. Nasıl? Ne
zaman? Babam onu seviyor muydu acaba? Mercy sahip
olamadığında bile babamı sevmeyi sürdürmüĢ müydü
peki? Babam anneme delicesine tutkundu ve onları
birlikte görmek, Mercy'i incitmiĢ olmalıydı. Yine de
annemin gerçek dostuydu. Lugh'la benim dünyaya
gelmeme yardımcı olmuĢ, Emmi'yi hayatta tutmuĢtu.
Gelgelelim bu soruları sorma Ģansım olmuyor.
Belli ki yüzümü okudu, kendisini bu sorgulamamdan
sıyırdı ve sır kapısını kapadı. Midilliye doğru yürürken
yüzünde bir tür ifadesizlik var. "Ona Tam diye hitap
edeceğim sanırım," diyor. Yardımım olmaksızın biniyor.
"Daha ne kadar yolumuz kaldı?"
Gökyüzüne gözlerimi kısarak bakıyorum. "Öğle
vakti orada oluruz."
Ben hızlı bir tempo belirliyor ve Mercy,
midilliyle beni arkamdan takip ederken hayatımın içinden
geçen karanlık katman hakkında iyice düĢünüyorum. Ben
doğmadan evvel baĢlayıp bu ana ve bu anın ötesine doğru
iĢleyen süreci. Talihi, kaderi, feleği düĢünüyorum.
Demek ki henüz bilmediğim bir nedenden ötürü
Mercy'yle bu zamanda, bu yerde yeniden buluĢmam
gerekiyordu. Bunun nedenini zaman söyleyecektir.
Bugünlerde, eğer herhangi bir Ģey bana talih gibi
gözüküyorsa hemen kulak kabartıyorum.
Babamın sesini sık sık iĢitiyorum. Aklımda,
kanımda hâlâ yankılanıyor. Dünya baĢladığı an,
yaĢamlarımız yıldızlarda belirlenmiĢti. YazılmıĢ olanı,
kaderi değiĢtiremezdiniz. Babamın inandığı buydu. Buna
ben de inanıyordum. Kendi aklımla düĢünmeye
baĢladığım vakte kadar... Babamın bana söylediği son
sözler, yıldızlardan gelen bir uyarıydı. Belki de babama o
zamana dek sundukları tek gerçekti.
Lugh ve Emmi sana ihtiyaç duyacaklar, Saba. Ve
baĢkaları da olacak. Korkuya teslim olma. Güçlü ol ve
asla vazgeçme. Ne olursa olsun.
Babamın son sözleri tekrar tekrar yola devam
etmemi sağladı ve ben zayıf durumdayken bana güç
verdi. Mercy'nin babamı sevmesi ne tuhaf. Bir tarafta
sırtını dünyanın bilgeliğine dayamıĢ Mercy, diğer tarafta
yanıtlar için yıldızlara boĢu boĢuna bakan babam...
Mercy'nin Auriel'le ilgili ne düĢüneceğini ve
karĢılaĢsa-lardı nasıl anlaĢacaklarını merak ediyorum.
Aynı ortamda ikisiyle beraber sohbet etmeyi kesinlikle
çok istiyorum.
Auriel... Auriel Tai. Kurt köpeği gözlü, yıldız
okuyucu kız. AkmeĢeden yayımın yapıcısı, Yıldız
Dansçısı Namid adlı savaĢçı bir Ģamanın torunu. Auriel
ender rastlanan insanlardan. Babam gibi de değil, kendine
özgü. Dünya ve yıldızların arasındaki ince katmanda
yürür. Rüyalar, ıĢıklar ve ruhlar katmanında gezinir.
Neleri ve nasıl bildiği kolay kolay açıklanamaz.
Eğer Auriel olmasaydı, ben hayatta olmazdım.
Takipçi, Yılan Irmağı'nda beni ona götürdüğü zaman
ölüleri gece gündüz görerek, kederden delirmek
üzereydim. Auriel bana yardım etti, beni iyileĢtirdi ve
cesaretlendirdi. Bana umut ve amaç verdi. Önce
yaĢadığım her Ģeyi anlamlandırdı. Bana olacakları haber
veren, yazgıdan bahseden ilk kiĢiydi.
Ġçlerinde her Ģeyi değiĢtirecek gücü barındıran ve
ender rastlanan bazı insanlar vardır, Saba. Eylemleriyle
insanlığın gidiĢatını değiĢtirirler.
GidiĢatı DeMalo'nun aleyhine çevirmek benim
yazgım. Auriel'in söylediği bu. Yürüdüğüm tüm yolların
beni ona götürdüğünü söyledi ve defalarca haklı çıktı.
GidiĢatı değiĢtir.
Bunu nasıl yapacağımı bildiğimi ve önümdeki
yolun açık göründüğünü sanıyordum.
Onu en hassas yerinden vur. Onu sık sık vur.
Onun sıkı tutuĢunu zayıflat.
Ancak bugünden sonra bunu yeniden düĢünmem
gerekiyor. KeĢke Auriel burada olsaydı. Yapmam
gerekeni düĢünmek zorunda kalmaz, yıldızlarda yazılı
olanı okuyacağı için hemencecik biliverirdi.
Oysa burada değil...
Benim Jack'e de ihtiyacım var. Hem de hemen.
Fakat bu geceye kadar sabretmeliyim. Onunla
Demirağaç'ta buluĢtuğumuzda, ne yapacağımıza beraber
düĢünerek karar vereceğiz.
Jack, DeMalo'dan, ay tutulmasından ve oyunun
nihai aĢamasından baĢka türlü haberdar olamaz ki...
Boyalı Kaya, ağaçların arasında yükseliyor. Bu
kaya aslında tek bir kayadan oluĢmuyor. Sırtları
gökyüzüne karĢı kambur duran, bitiĢik üç devasa kayadan
ibaret.
Nero geliĢimizi haber vermek için havada
dönüyor. Kanatlarının telaĢı sessizliği bozuyor.
Mercy havayı kokluyor. PiĢmiĢ ete dair oldukça
hoĢ bir koku var. "Bir Ģey kesinlikle harika kokuyor,"
diyor.
"Bu, yemeği Molly'nin yapmadığını gösterir,"
diyorum. "Ne kadar da Ģanslıyız! Molly tencerenin
baĢındayken, o yemeğe Ģeytan karıĢır."
Ellerimi ağzımın çevresinde birleĢtirerek gündüz
iĢaretimizi veriyorum. Bir çam reçinesi kuĢunun ötüĢünü
üç kere tekrarlıyorum. Ġki saniye bekledikten sonra bir
kere daha ötüyorum. Kayanın zirvesinden cıvıltıyla gelen
bir yanıt var. Küçük bir figür gözüküyor.
"Emmi orada," diyorum.
Bizim tarafa doğrulttuğu bakıcısının camından
ıĢık ani bir parıltı Ģeklinde yansıyor. Bir elimi
kaldırıyorum. Mercy de bir elini kaldırıyor. Bir heyecan
çığlığı sessizliği bölüyor. Em gözden kayboluyor.
"Seni gördü," diyorum. "Kendini hazırla."
Kamp üç kocaman kayanın ortasında. Ġkisinin
arasındaki geniĢ bir boĢluktan, gökyüzüne açık, daire
biçiminde büyük bir alana geçiyoruz. Uzun bir geçmiĢe
dayanan yerlerden birindeyiz. Zemin pek çok ayak
tarafından aĢınmıĢ. Çağlar boyunca pek çok el, kaya
duvarlarına iz bırakmıĢ.
TaĢlara hayalperestler, boĢ gezenler, sanatçılar ve
aptallar tarafından sözler ve resimler kazınmıĢ.
Kozmik, park halinde duruyor. Slim'in ilaç
arabası, Kozmik Kompendaloryum... "Kendi türünün
dördüncüsü," diyor Slim. Ne demek istiyorsa artık. Parlak
sarıya boyalı, her yanında güneĢler, aylar ve yıldızlar
olan, her iki yanı sıvı ve katı ilaçlarla dolu bir at
arabasından bahsediyorum. Atlar kurumuĢ çimen
yığınlarını burunlarıyla itip kakıyor. Molly'nin Bean adlı
uysal katırı, Slim'in atı, benim Hermes'im dâhil toplam
sekiz hayvan var.
BoĢluktan geçerken herkesin baĢı bize doğru
dönüyor. Hem atlar hem de insanlar. Slim ateĢin baĢında,
Ash'in tenekesine kepçeyle yahni dolduruyor. Molly bir
kayada oturmuĢ, yemeğini yiyor. Nero onun etrafında
hoplayıp bir pay dilenerek beleĢe konma derdine düĢmüĢ
bile. Fakat Lugh, Creed ve Tommo ortada yok. Midem
sıkıĢıyor.
Ash'e "Neredeler?" diyorum.
"Onlardan hâlâ hiçbir iz yok," diyor. "Neler
oldu? Bombanın patladığını duydum. Bir sürü duman.
Kahretsin, keĢke bunu görebilseydim."
"Takip edildik," diyorum. "Bizimkilerin Ģimdiye
dek burada olmaları gerekirdi."
"Buraya kendin yeni geldin," diyor Slim.
"Tontonlar orada ne yapıyorlardı? Bağlantıda olduğun
kiĢi ya da kiĢilerin bu kadar uzak mesafelerde devriye
gezmediklerine iliĢkin yemin ettiklerini sanıyordum."
"Devriye yoktu," diyorum. "Onlar bir çalıĢma
grubuyla beraber yeniden yerleĢtirme için Raze'ye doğru
ilerliyorlardı. Hepsi cehennemi boyladı. Ben... lanet
olsun, bizimkiler neden bu kadar gecikti? Biri bile henüz
geri dönmemiĢ."
"Sakin ol," diyor Slim. "Muhtemelen dolambaçlı
bir yola girmek zorunda kalmıĢlardır. Herkes geri dönüp
yerine yerleĢir yerleĢmez bilgi alacağız. Bu arada...
görgün nerede, seni yabani?"
Slim'in iğneleyici sözlerine alıĢkınız ama
Mercy'ye garip bir adam gibi görünüyor olsa gerek.
Yamalı bir elbisenin içinde sallanan göbeği, yanlamasına
takılmıĢ pis bir göz bandı, gür favorileri ve karahindiba
gibi kıvırcık saçıyla...
Tiksinti veren eski bir tavĢan ayağı, kemerindeki
zincirden sarkıyor. "Bugünkü gençler görgü kurallarından
habersizler," diyor. "YaklaĢıp yüzlerine tokat atsa dahi,
nezaketi tanımazlar. Kendi girizgahlarımızı yapıp onları
utandırmak zorunda kalacağız. Doktor Salmo Slim, SHC.
Yani Seyyah Hekim ve Cerrah. Memnun oldum,
madam."
"Ben Mercy," diye kendini tanıtıyor çaresizce.
"ÇalıĢma grubundaydı," diyorum. "O hengamede
kurtulmayı baĢardı. Ne Ģanstır ki kendisi bir aile
dostumuz. Oradaki Ash. ġu da Molly."
Mercy yorgun ve tükenmiĢ olmasına karĢın
gülümsemeyi baĢarıyor. "Sizinle tanıĢtığıma sevindim."
Slim ve ben midilliden inmesine yardım
ediyoruz. Ona "Mercy Ģifacıdır," diyorum.
"Profesyonel bir dost, ha? Bu durumda, sizinle
tanıĢıklık kurduğuma iki kat memnunum, Bayan Mercy."
Slim onun eline nazikçe eğilirken keskin gözlerle
birbirilerini süzüyorlar. "Dilerseniz, Ģu ayak bileğinize bir
bakayım."
"TeĢekkürler," diyor Mercy. "Gerçekten
istediğim, bu tasmadan kurtulmak."
Slim tasmaya yakından dikkatle bakıyor. "Bunun
için kesici aleti olan bir hurdacıya ihtiyacınız var," diyor.
"Bunu zahmetsizce çıkaracak birini tanıyorum. Sizi oraya
bir an evvel götüreceğiz."
"Eğer merak ediyorsanız, madam, evet, giymiĢ
olduğu bir kadın elbisesidir," diyor Ash. "Ölen annesine
aitmiĢ."
"Yine de bunun moralinizi bozmasına izin
vermeyin," diyor Molly. "O, nitelikli bir sahte doktordur
ve bizim Slim'imizdir."
"Annem bana üç elbisesini, tahta bacağını ve iki
sol ayakkabısını bıraktı," diyor Slim. "Pooceli ihtiyar bir
herif, bacağı ve ayakkabılardan birini satın aldı ama
annemin elbisesi bana uyuyordu. Hem ben kıyafet
konusunda özgürlüğünden ödün vermeyen bir adamım ve
tehlikenin canı cehenneme!"
"Mercy!" diye haykırıyor Emmi. Tam
arkasındaki Takipçi'yle birlikte boĢluktan koĢarak
geçiyor. "ġensin, gerçekten sensin! Senin öldüğünü
sanıyorduk!"
Em, Mercy'ye doğru koĢarken Mercy Takipçi'yi,
Takipçi de onu görüyor. Ağzı açılan Mercy "Takipçi?
Gerçekten bu sen misin?" derken, Takipçi heyecanla
havlayarak Mercy'nin üzerine atılıyor. Derken Emmi
tarafından kucaklanıyor ve Takipçi uzun ıslak diliyle her
yerini yalayarak ters dönüyor. Bütün bunlar baĢ
döndürücü bir Ģamata. Mercy bana "Onu nasıl buldun?
Neden söylemedin?" diyor.
"Kusura bakma, unuttum. Sana daha sonra
anlatırım," diyorum.
ġaĢkın görünüyor. Em Takipçi'nin bizi nasıl
bulduğunu anlatmak için nefes nefese bir mücadeleye
giriĢiyor bile. Hal böyle olunca, "O zaman bu kadar yeter,
ona daha sonra anlatabilirsin," diyerek sözlerimi
yineliyorum. Emmiyi ondan zorla uzaklaĢtırıyorum.
Slim Mercy'ye ateĢin yanma, Ash ve Molly'yle
beraber oturması için yardımcı oluyor. Her zamanki
neĢeli yöntemiyle türlü türlü sesler çıkarıp ona bir
yiyecek tenekesi doldurarak etrafında koĢturuyor.
"Seni bunca zaman alıkoyan neydi?" Emmi bana
sülük gibi yapıĢıyor. Bacaklarıyla beni sımsıkı sarıyor;
sıska kolları boynuma uzanıyor. "Lugh nerede? Çocuklar
neredeler? Gözlerim resmen yollarda kaldı!"
"Hey, beni boğuyorsun," diyorum. "Ġn aĢağı, çok
kocamansın."
Bana daha da sıkı sarılıyor. Kirli elleriyle
yüzümü kavrıyor. Gök mavisi gözlerini endiĢe bulutları
kaplıyor. "BaĢınıza kötü bir Ģey geleceğinden
kaygılandım durdum. GelmiĢ de," diyor. "Tontonlar
gelmiĢler. Ash söyledi. Neler oldu? Lugh ve Tommo
neredeler?"
"Yoldadırlar," diyorum. "ġimdi beni serbest
bırak. Yere in."
Gönülsüzce aĢağıya kayıyor. Elleri kirli olabilir
ama bir kerecik yüzünü yıkamıĢ. Aslında temiz ve
tertipli. Kesinlikle takdire Ģayan. Dağınık kahverengi saçı
örgülü. Gömleğinin sokulu olduğu pantolonu
düğmelenmiĢ. Hatta botlarını bağlamıĢ. Bu, Molly'nin
sayesinde. Kendisine kalsa, Em bostan korkuluğundan
farksız bir kız.
Kollarını çaprazlama kavuĢturmuĢ, çenesini
yukarı kaldırmıĢ ve ağzını sımsıkı kapamıĢ haliyle ayakta
duruyor. Ardından "Ben ne yaptım ki Ģimdi?" diyor.
"Bana bu Ģımarık yüz ifadesini gösterme,"
diyorum. "Dinle, Em, sen bir Özgür ġahin'sin artık.
Ortalıkta az önce yaptığın gibi ve küçük bir
çocukmuĢçasına çığlıklar atarak dolaĢamazsm. Sana daha
önce söyledim."
"Fakat ben—"
"Kim gözcülük ediyor?"
"Ben," diyor.
"Öyleyse burada ne yapıyorsun?"
Iç çekiyor. "Peki, ölmediğine sevindiğim için
beni affet," diyor.
"Oraya derhal geri dön, haydi," diyorum.
"Saba?" diyor Slim. "Tencerede bamyalı meyve
yarasası yahnisi var."
"Bir Ģeylerin güzel koktuğunun farkmdaydım."
Lugh'un sesi giriĢ yolundan geliyor. Kendi etrafımda
dönüyorum. O sapasağlam. Kollarını iki yana açarken
gülümsemesi geniĢliyor. "Beni özleyen var mı?"
"Ben özledim, ben özledim!" Emmi süratle koĢup
Lugh'un üstüne atlıyor. Lugh onu bir dairenin içinde fırıl
fırıl döndürüyor. "Seni serseri!" diye çığlık atıyor. "Seni
aĢırı derecede merak ettim. Tommo'yu gördün mü?
Creed'i?"
Bana "Ne? Hâlâ gelmediler mi? Bu kadar
geciktiğim için üzgünüm," diyor. "Tontonlar'a izimi
kaybettirmek için köĢe bucak kaçmak zorunda kaldım.
Onları atlatmak, epey bir vaktimi aldı."
"Ben sana ne söyledim?" diyor Slim.
"Saba'nm kimi bulduğuna bak! O Mercy," diyor
Emmi.
"Ne?" Lugh Mercy'nin elini sıkarken "Bunun
nasıl gerçekleĢtiğini muhakkak bilmek istiyorum. Uzun
zaman oldu, madam," diyor.
"Açlıktan miden kazınıyor olmalı, oğlum," diyor
Slim. "Herkes gelip yesin."
Em'in gözcülüğe geri dönmesi için bu kadar
yeter. Aksi halde onu oraya atkuyruğundan sürükleyip
götürmek zorunda kalacağım.
Slim'in yahni tenceresinin çevresinde
toplanıyoruz. Takipçi ve Nero, önlerine Slim tarafından
atılan sincap eti parçalarını bir çırpıda yiyorlar. Onun
eline atılıp üstüne sıçratmamaya özen göstererek,
gözlerini ondan ayırmıyorlar. Slim son kez
sıçrattıklarında onları iki soğuk gece boyunca ateĢten
mahrum bırakarak cezalandırmıĢtı. Hep beraber yemeğe
oturuyoruz. Herkes Mercy'ye bir Ģey sormak veya
anlatmak isterken Tommo en sonunda çıkageliyor.
Lugh'un anlattığı hikâyenin aynısını anlatıyor. PeĢinde-
kilere izini kaybettirmek için yolunu değiĢtirmek zorunda
kalmıĢ. Yiyeceğe bir çakal gibi saldırıyor.
Kısa bir süre sonra Creed ulaĢıyor. Üstü çıplak.
Ceketini katlayıp koltuğunun altına sokmuĢ. Diğer kolu
çizgiler halindeki kurumuĢ kan lekeleriyle dolu. Omzuna
saplanmıĢ bir ok var.
Molly yarasını ince bir kemik iğne ve bağırsaktan
yapılma bir iplikle dikerken, Creed iri bir kaya parçasına
yaslanmıĢ oturuyor. Ġpe sapa gelmez kıvırcık saçları,
kulaklarındaki gümüĢ küpeleri, belinden boynuna kadar
dolanmıĢ sarmaĢıkların ve yılanların yer aldığı
dövmesiyle doğanın bir parçası gibi görünüyor.
Molly baĢını eğiyor. Her zamanki gibi, uzun sarı
renk buklelerinin üzerine bağlanmıĢ bir eĢarp var. O
nefret uyandıran harf damgasını gizlemek için alnına
kadar indirilmiĢ. Tontonlar'm, tenine kızgın demirle
bastıkları yalan. F harfi. FahiĢenin F'si. Fakat o damga,
Molly'nin güzelliğine leke sürmüyor. Hiçbir Ģey bu
güzelliği gölgeleyemez. Melekleri sevinçten ağlatacak bir
yüz, derdi Ike. Ġçkinin yanında birer gülümseme de servis
edeceği umudunu taĢıyan birçok erkeği yoldan çevirip
Fırtına KuĢağı'na yönlendirmiĢ dudaklar, onun
dudakları...
ġimdiyse gülümsemiyor. Creed'e özgü yüz
ifadesini takınmıĢ. Ve o ifade diyor ki: "Eğer Creed bir
daha herkesin önünde bana olan aĢkını ilan ederse onu
tokatlayacağım." Fakat Creed ona olan aĢkına öyle
kapılmıĢ ki kendisini tutabilecekmiĢ gibi görünmüyor.
Dahası sevdiğinin ona acıyacağını ve en sonunda aĢkını
kabulleneceğini düĢünüyor sanırım. Sanki onun gibi
enfes bir kadın böyle sarsak bir oğlandan
hoĢlanacakmıĢçasına... Molly Ģehvet kurbanı hödüklere
hadlerini bildirmeye taverna günlerinden alıĢık; ama
Creed apayrı bir vaka.
Yanlarına çömelip Molly'yi biraz olsun
ferahlatmaya çalıĢıyorum. "Tüm Ģu dövmelere karĢın,
yaptığın iĢi görebilmene ĢaĢırıyorum. Ok ne kadar derine
saplanmıĢ?" diyorum.
"Fazla değil," diyor. "Gel gör ki Creed pireyi
deve yapıyor."
"Seni bana yakın tutacak bir vesile, sevgilim,"
diyor Creed.
"Ben senin sevgilin falan değilim," diyor Molly.
"Kes Ģunu, Creed," diyorum.
Creed baĢını Molly'nin epey yakınma eğiyor.
"Senin için çıldırıyorum, Molly. Evlen benimle," diyor.
Molly ona öyle sert bir tokat atıyor ki âdeta
baĢını uçuruyor. Herkes sese, tenin tendeki öfkeli
Ģaklamasına dönüyor. Molly'nin kahverengi gözleri ateĢ
püskürüyor. Dozu daha düĢük hiddet içeren bir sesle
"Sana söyledim fakat hiç oralı olmuyorsun. Azgınlık
peĢindeki bu erkek geyikten ölesiye nefret ediyorum.
ġayet bir yetiĢkin olsaydın, seni Ģimdi vururdum. Son
olarak, Creed, beni rahat bırak!"
Molly hayal kırıklığıyla haykırıĢına son veriyor.
AteĢin yakınma gidip otururken ortama sessizlik hâkim
oluyor. Uzun bir müddet hiç kimse hareket etmeye dahi
kalkıĢmıyor. Sonra gergin bir dikkatle tekrar yemek
yemeye koyuluyorlar. Sesin Molly'yi tekrar
sinirlendirmesi ihtimaline karĢı, kaĢık çınlamasından
daha yüksek bir ses çıkmıyor.
Durumun bu hale gelmesine asla izin
vermemeliydim. Slim ve ben birkaç gün önce aynı
konuyu konuĢmuĢ, Creed'i uygun davranmaya davet
etmem gerektiğinde karar kılmıĢtık ama ben bunu özel
dikkat isteyen bir iĢ diye erteleyip duruyordum.
Creed gözlerindeki yalvarıĢla bana bakıyor.
Molly'nin elinin izi, yüzünde çirkin bir çiçek gibi açıyor.
Dahası Molly dikiĢini de yarım bırakmıĢ. Ġğne, yaraya
saplı ve iplik sarkıyor. ĠĢ baĢa düĢtü diye mırıldanıp
marifetimi göstermeye koyuluyorum. Ġğneyi rutubetli
ellerimle çıkarıp yarayı dikmeye baĢlıyor, Creed'le sesimi
kısarak konuĢmaya çalıĢıyorum.
"Buna hemen son vermek zorundasın. Bu sırf
Molly'yi kızdırmakla kalmıyor, herkesin huzurunu
kaçırıyor. Onun hâlâ Ike'nin yasını tuttuğunu biliyorsun.
Yalnızca altı ay geçti, Tanrı aĢkına. Ona biraz saygı
göster."
KaĢlarını çatarak sessizce duruyor.
"Beni dinliyor musun?" diyorum.
"Anlamasını sağlamam lazım," diyor. "Ne
yapabilirim?"
"Adam ol, Creed," diyorum. "Seni istemediğini
kabullen ve onu rahat bırak. KarĢımıza çıkabilecek çok
fazla tehlike var. Biz birbirimize bağlı olmak ve sımsıkı
kenetlenmek mecburiyetindeyiz. Tamam, burada iĢim
bitti. Emmi'ye yaranı sardıracağım; zarif parmakları
vardır."
"Sadece anlamıyorum," diyor.
Dizini kavrıyor ve sertçe sarsıyorum. "Molly
sana göre değil. Bunu kabul et. KapiĢ?"
Bana bakıyor. "Hayır, yani... kendimden öyle
emindim ki," diyor. "Onu ilk gördüğümde, kalbim
resmen duracak gibi oldu... Ah, o sensin, sen osun'
deyiverdi. Bu nasıl yanlıĢ olabilir?"
"Kalbin mi?" diyorum. "Pantolonun gibi geldi
bana."
Ayağa kalkıyorum, Creed de öyle yapıyor. Gri-
mavi gözlerinde bir fırtına kopmak üzere. "Sen gerçekten
acayip bir Ģeysin, bunu biliyor musun? Birbirine bağlı
olmak, sımsıkı kenetlenmek filan. Sen söylediğin için
komik." diyor.
SavaĢ davullarının gümbürtüsünü iĢitmeye
baĢlıyorum. "Sorunun nedir?" diyorum. "Ne demek
isteğini açıkça söyle de içinde kalmasın."
Sesini herkesin duyabileceği tarzda yükseltiyor.
"Sorun sensin. Demek istediğim bu. Bunu hepimiz
düĢünüyoruz," diyor. "Söyleme cesaretine sahip tek kiĢi
benim. Ne halt yedin, Saba? O fitili kovalayıp köprüye
geri dönerek? Oradan güvenli bir biçimde çoktan
uzaklaĢmıĢ olmamız gerekiyordu. UzaklaĢmak yerine az
kalsın hepimizin öldürülmesine yol açıyordun."
"Nedenini biliyorsun," diyorum. "Orada masum
insanlar vardı. Mercy gibi köleler..."
"Bu onların kötü talihi," diyor. "Kimin
tarafındasm? Senin insanların biziz; onlar değil."
"Neyin kötü gittiğini bana bugün anlattılar,"
diyor Slim. SulanmıĢ tek gözünün çipil çipil bakıĢını
bana sabitliyor. "Creed haklı," diyor. "Planda uzlaĢtık.
Görevi baĢlat, köprüyü havaya uçur ve tabanları yağla.
En ince ayrıntısına kadar çabuk ve temiz."
AteĢin etrafındaki herkesin bakıĢları bana
çevriliyor. EndiĢeli gözleri fal taĢı gibi açılmıĢ olan
Emmi, Mercy'nin ayaklarının dibinde oturuyor.
"Öldürmek, planın parçası değildi," diyorum.
"Buna sivil zayiat denir," diyor Slim.
"ArkadaĢlarının öldürülmelerini mi tercih ederdin?
Gözünü hedefte tutar, disiplini sağlarsın ve bu seni de
kapsar."
"Bazen taktik değiĢtirmek zorunda kalabilirsin,"
diyorum.
"Aynı fikirdeyim," diyor. "Ama senin yaptığın bu
değil. Ġki sebeple taktik değiĢtirirsin. Amaca ulaĢmak
veya takımını korumak için. Amaca halihazırda
ulaĢmıĢtın. Senin yaptığın, takımını tehlikeye atmaktı. Bu
kötü bir liderlik örneği."
"Seni anlamıyorum, Saba," diyor Ash.
"Karanlıkağaçlar'ı hatırlıyor musun? Tontonlar
arkadaĢlarımızı uyurken katlettiler. Kırk hayat. Özgür
ġahinler ve Akıncılar. Unuttun mu? Epona, Maev, Ike ve
Bram... Hepsi bu savaĢ yüzünden öldü. Üzgünüm fakat
Creed haklı. Nerede senin sadakatin?"
"Sadığım," diyorum. "Unutmadım. Ne
Karanlıkağaçlar'ı ne de adlarını saydıklarını. Ama bunun
sadakatle hiç alakası yok, ben—"
"Bana göre var," diyor Tommo.
"Ancak Ģimdiki durum farklı," diyorum.
"Anlamıyor musunuz? Burada, Yeni Cennet'te, yani.
Tontonlarla aramızda kalan çok fazla sayıda insan var.
Masum insanlar..."
"Zayıf bir liderliğe göz yumamayız," diyor Ash.
"Creed ve ben, Maev'le beraber, o yola daha önce
girmiĢtik. O yol bizi bozguna ve ölüme götürür.
Kuvvetlisin. Kendinden eminsin. Kararlısın. Bugün
gördüğümüz Ģu kanayan yürek değilsin. Tanrı kahretsin,
Ölüm Meleği'sin. Efsanesin, Saba. Arkanda hep birlikte
sıralanmamızın nedeni bu."
"Belki de bunun için cesaretin yoktur artık,"
diyor Creed.
Soğukkanlılığımı sürdürüyorum. "Bu bir meydan
okuma mı?"
"Gereksinim duyduğumuz kiĢi ol ya da kenara
çekil," diyor.
"Bu kadarı yeter," diyor Lugh. AteĢin yanındaki
yerinden ayağa kalkıyor. Bunca süredir konuĢulanları
dinliyordu. "Köprüde yaĢananlar benim hatamdı," diyor.
Herkes ona bakıyor. Yüzlerinde ĢaĢkınlık,
bakıĢlarında bilinmezlik var.
"Buna nasıl kanaat getirdin?" diyor Creed.
"Ġlk iki Tonton'u görünce paniğe kapıldım," diyor
Lugh. "Çanta bombasıyla, köprünün altındaydım. Saba
kıpırdamamamı emretti ama kıpırdadım. Kayıp düĢtüm
ve beni kurtarmaya geldi. O ve Tommo olmasalardı,
ölürdüm. Kumandanımdan gelen dolaysız bir buyruğa
itaat etmedim. Disiplini bozan kiĢi benim. Onu ve geri
kalanınızı tehlikeye attım. Saba herhangi bir Ģeyi yanlıĢ
yaptıysa eğer, onu ĢaĢırttığım içindir. O bana tabi olamaz.
Bugünün sorumluluğu tümüyle bana aittir. Özür dilerim.
Herkesi hayal kırıklığına uğrattım."
Lugh bütün bunları baĢka hiç kimseye değil,
doğrudan bana bakarak söylüyor.
Boğazım resmen düğümleniyor.
Bir dakika sonra "Pekâlâ, bu sefer Ģansımız yaver
gitti. Hiç kimse öldürülmedi. Öyleyse, Lugh'un özrünü
kabul ediyor ve konuyu burada kapatıyoruz diyorum.
ġimdi yola devam etme zamanı."
"Fakat bundan böyle hatalara tahammül
edemeyiz," diyor Slim. "Herhangi birimizin yapacağı, en
ufak bir hataya. Buna bağlantı kurdukların da dâhil,
Melek. Her kim olurlarsa olsunlar, bize yanlıĢ bilgi
verdiler. Kasten değil, bunu söylemiyorum ama burada
her Ģey çabuk değiĢiyorsa, ayak uydurmaya mecburlar.
Hayatlarımız onların istihbaratına bağlı. ġimdi, siz
ikinizin el sıkıĢıp barıĢmalısınız."
Hepsi yemeklerine ve sessiz sohbetlerine geri
dönerken, elimi Creed'e uzatıyorum. Gözleri hâlâ
boğazıma bir bıçak dayıyor gibi. Sonra gülümsüyor ve
tek koluyla sarılıp beni hızla kendine doğru çekerken
"Affedersin, bazen aksileĢtiğimi biliyorsun. DikiĢler için
teĢekkürler. Molly'nin hakkında söylediklerini
anlıyorum," diyor.
Bense gözlerindeki o bakıĢı hayalimde
canlandırıp canlandırmadığımı merak ediyorum.
Aydınlığın karanlığa her gün daha da hızlı bir
Ģekilde evi-rildiği bir dönemindeyiz.
Slim'i tek baĢına yakalar yakalamaz "Ay
tutulmasının ne zaman olduğunu merak ediyor musun?"
diye soruyorum.
"Hayır, merak etmiyorum," diyor. "Çünkü... biliyorum."
Dün geceye göre çok daha ĢiĢman olan aya bakıyor. "Bu
gece de dâhil..." diyor, "yedi gece var."
"Gerçi sekiz de olabilir," diyorum. "Veya dokuz.
Kesin konuĢamazsın."
"Elli yıldır büyüyüp küçülen o leydi sayesinde
hayatımı yaĢıyorum. Yüzlerinin tamamını biliyorum ve
yedi diyorsam yedidir. Eminim." Bana dikkatle bakıyor.
"Bir Ģey mi oldu?"
"Hiç..." diyorum.
Bu esnada Tommo ilk nöbeti tutmak için Boyalı
Kaya'mn üstüne çıkıyor. Geri kalanımız ateĢin çevresinde
toplanıyor. Bense büyük bir heyecan içinde, Jack'le
Demirağaç'ta buluĢmamız için oradan ayrılacağım
zamanın gelmesini bekliyorum. Erken gitmem hiçbir
anlam taĢımıyor. Çünkü
Jack belirlenen vakitten önce asla ortaya çıkmaz.
BuluĢma noktalarına birçok kez erken gittim ve onun
geliĢini beklerken ağaç olup kök salmak zorunda kaldım.
AkĢam boyunca oturuyoruz. Slim incelikle
iĢlenmiĢ bir pipoyu tüttürmek üzere bir sandalyeye acıyan
dizleri yüzünden homurdanarak oturuyor. Ash ve Molly
yay kiriĢleri için kenevir sicimlerini yuvarlıyorlar. Ben
rutubetli çizmelerimi ateĢin yanında kuruturken, Nero da
kısa bir uyku çekmek için montuma kıvrılıyor.
Sular sakin gözüküyor olabilir ama ben yüzeyin
hemen altındaki akıĢını hissedebiliyorum. AnlaĢmazlığın
ters akıntısı, baĢka bir hatamla yeniden yükselecektir.
Onları suçlamıyorum. Onların yerinde olsaydım, ben de
tamamen aynısını hissederdim.
Hep birlikte olmaya ve dayanmaya mecburuz.
Onlara, aileme, arkadaĢlarıma bakıyorum. Alevlerin
dansı onların hem tanıdık hem de bilinmeyen
yüzlerindeki gölgeleri kovalıyor. Bu eski yerde
yaptığımız eylem de eski. Zamanın kanında akıyor. Dört
yanları karanlık tarafından kuĢatılırken, ateĢin yakınında
oturan insanlar hep vardı. DeMalo'nun sözleri,
düĢüncelerimin etrafını kuĢatıp sıkıĢtırıyor.
Eğer bu Ģekilde devam edersen, daha fazla insan
ölecek. Belki de önemsediğin insanlar dahi ölecekler.
Fırsatlarım iyi değerlendir.
DüĢüncelerimi toparlayamıyorum. Halbuki bunu
derhal yapmalıyım. Yedi gece... Jack'le konuĢmaya
ihtiyacım var. Gökyüzünü ikide bir kontrol etmemeye ve
ne denli sabırsız olduğumu etrafımdakilere
göstermemeye çalıĢıyorum.
Lugh ve ben bir kütükte birbirimize yakın
oturuyoruz. Beni dürtüyor. "Bu gece bir buluĢman mı
var, ha?" diye fısıldıyor. Ona bakıyorum. "Gökyüzünü
kontrol edip duruyorsun da."
Hepsi DeMalo'ya, Tontonlar'a ve Yeni Cennet'te
olup bitenlere iliĢkin düzenli istihbarat aldığımı
biliyorlar. Bağlantılarımın kim veya nerede olduklarını
onlara söyleyemediğimi de. Bram'in eski istihbarat
Ģebekesiyle buluĢtuğumu sanıyorlar. O gün, DiriliĢ'e
ulaĢan yolda ölmeden önce kurmayı baĢardığı;
bağlantılar, muhbirler ve köstebeklerden oluĢan küçük
çeteyle. ġimdi onları Jack yönetiyor. Jack'in görevi,
bilgilendirme. Benimki eylem. Beraber planlıyoruz.
Ondan baĢka hiç kimseyle buluĢmuyorum.
Creed bir süredir Slim'in tüccar arkadaĢı Bobby
French'ten aldığı Ģu küçük akordeonu onarmakla meĢgul.
ġimdi onu ilk kez deniyor. Çatlak körüklerinden tatlı,
melankolik ve hırıltılı bir ses çıkıyor.
"Aman Tanrım, çalıĢıyor!'" diyor Ash. "Çalmayı
nerede öğrendin?"
"Gezici gösteride," diyor. "Akordeon, cambaz
ipi, ateĢ yutma... her zamanki iĢler iĢte."
Ash ona kuĢkuyla bakıyor. Creed'in söylediği bir
sözün kuyruklu yalan mı yoksa gerçek mi olduğunu
anlamak bazen zordur çünkü. "Sen asla bir gösteri adamı
değildin," diye diretiyor.
"Sana her Ģeyi anlattığımı mı zannediyorsun?"
diyor Creed gülerek.
"Hah, peki," diyor Ash. "Bu pek çok Ģeyi
açıklıyor."
Molly'nin yeni içkisinin deri tulumu elden ele
gezdirilirken, Creed akordeonu usul usul çalıyor. Bu
seferki kuĢ üzümü romu kötü kokuyor. Keskin acılığı
olan, baharatlı tadıyla insanın zihnini uyuĢturmaya
yetecek kadar etkili bir içki. Onu es geçiyorum. Benim
berrak bir kafaya ihtiyacım var.
Emmi gelip yanı baĢımıza sere serpe uzanıyor.
Burnunu Lugh'un gömleğine gömüyor. Abisinin ona tam
olarak nasıl koktuğunu biliyorum. Güvenli yuva gibi
kokuyor.
Bu durum beni de etkiliyor. Daha önce hiç bu
kadar yakın olmamıĢtık. Eskiden Lugh ve ben daima bir
aradaydık, Em ise hep dıĢımızdaydı. Oysa Ģimdi üç
kardeĢ sanki ilk kez bir araya gelmiĢiz gibi hissediyorum.
Lugh bana Em'in baĢının üzerinden gülümsüyor. Ben de
ona gülümsüyorum. Bu gece her nasılsa keyfi yerinde
görünüyor.
Emmi'yi Auriel'e göndermeyi ve onsuz olmayı
düĢünmeye bile katlanamıyorum. Fakat bunu yapmak
durumundayım. Onu güvende tutmanın tek yolu bu.
Lugh'la sabah bu konuyu konuĢacağım.
Gökyüzünde yıldızlar kayıyorken, Creed
akordeonuyla onları yolcu ediyor. Akordeonun eski iç
çekiĢleri, haĢin sözlerin ekosunu biraz olsun azaltıyor.
Molly baĢını hayretler içerisinde iki yana
sallayarak onları izliyor. "Çok fazla sayıda kayan yıldız,"
diyor. "Böyle devam ederlerse, geride yıldız
kalmayacak."
Mercy bir süredir Lugh'a bakıyor. Kendisini
bakmaktan alıkoyamıyormuĢ gibi, gerçek anlamda sabit
gözlerle bakıyor. Bu bakıĢ Lugh'un yüzünü kızartıyor ve
onu yapmacık hareket etmeye yönlendiriyor. En
nihayetinde "Ona bu kadar çok benzemen esrarengiz bir
durum. Gözlerin tıpatıp aynı. Yüzün, gülümseyiĢin, hatta
baĢını çeviriĢin bile," diyor Mercy. Elaklı. Lugh annemin
kopyasıdır. Omuz silkse de hoĢnut olduğuna emin
olabilirsiniz.
Vakit yavaĢ geçiyor. Midem düğümleniyor.
Acele et, acele et, Jack'i görmem gerek.
Ash ayağa kalkıp oldukça kuvvetli bir Ģekilde
geriniyor. "Benim nöbetim," diyor. "Gidip Tommo'dan
nöbeti devral-sam, iyi olur." Slim'i çizmesiyle pek nazik
olmayan bir biçimde dürtüyor. "Hey, uyuyan güzel, geç
kalma." Slim sağlam gözünü aralıyor ve "Kaygılanma,"
diyor.
Sessiz adımlarla yürüyen ve yayını elinde tutan
Ash gölgelere doğru ilerliyor. "O hangi ezgi, Creed?"
diyor Emmi.
"Hiçbir fikrim yok," diyor Creed. Çalınan bu eski
ezgi galiba son Ģarkı. Creed yumuĢak ve kendinden emin
bir tarzda çalmaya devam ediyor. Çok geçmeden Ģarkı
kendisini gösteriyor. YavaĢ ve kısa. Çağlar öncesinden
geldiği için yıpranmıĢ gibi... "Ah," diyor Creed.
Bu Ģarkıyı hatırladığımda, boğazıma bir yumru
oturuyor. ġarkı sanki kalbimde çalıyor. Ezgi
durgunlaĢıyor. Doğru sesin onu talep etmesini bekliyor.
Molly'yi bekliyor. Derken Molly söylüyor:
Satılık rüyalar, çeĢidi bol, satılık güzel rüyalar
var
Arıgus gelmiĢ satılık rüyalarıyla ta buralara kadar
Hafızam beni can evimden vuruyor. Lugh ve
bana uyumamız için aynı ninniyi söyleyen annemi,
teninin güneĢ kokusunu, parmaklarının saçımı
düzeltmesini anımsıyorum. Yıldızlara gideli on yıl oldu.
Fakat bu müzik beni derinden yaralıyor. Yaralarımın asla
iyileĢmediği yere tuz basıyor. Derken kolunu omuzlarıma
saran Lugh beni sımsıkı kucaklıyor.
Bebeğim, sus artık ve korkusuzca uyu, n'olursun
sus!
Canım benim, bir rüya getirecek sana Rüyacı
Angus.
ġarkı Molly'nin ağzından çok dokunaklı bir
Ģekilde dökülürken duruyor. Onun Ģarkıyı Jack'ten olan,
beĢ ay üç gün yaĢadıktan sonra hummadan ölen çocuğu
Gracie'ye söylediğini sezgisel olarak anlıyorum. Em
yanımızdan ayrılıyor, ateĢin etrafından dolaĢıyor ve
baĢını Molly'nin kucağına koyuyor. GümüĢgöl'deki
müzik, annemle beraber öldü. Emmi için bir kere bile
ninni söylenmedi.
Creed akordeon çalarken Molly Ģarkı söylüyor.
Gözlerinde hem ateĢkes hem de birbirleri için birer
gülümseme var.
Bir hatırlatma daha olursa, mahvolacağım.
En sonunda benim için gitme vakti geliyor.
Lugh'un elini sıktıktan sonra, Nero hâlâ ceketimin içinde
kıvrılmıĢ uyumaktayken, sessizce uzaklaĢmaya
koyuluyorum. Takipçi Mercy'nin ayaklarının dibindeki
yerinden kalkıyor. Slim gidiĢime piposunu kaldırıyor.
Creed baĢıyla selamlıyor. Molly gülümsüyor. Hepsi de
Ģimdiye kadarki gece vakti gezilerime alıĢkınlar.
Ok kılıfımı ve yayımı bulundukları yerden
alıyorum. Sıcaklığı, aydınlığı, insanlarımı ve annemin
Ģarkısını ardımda bırakıyorum. Yanımda Takipçi'yle,
gece ormanının derinliklerine doğru yürüyorum.
Nero'yu uçuruyorum ve kuzeye yöneliyoruz.
Jack'in buluĢmamız için seçtiği son yer olan Demirağaç
buradan tam iki fersah ötede.
Bir anlığına duraksıyorum. Gece vakti iĢaretini
veriyorum. Dul kuĢunun iki defa ötüĢü. Böylece
nöbetçimiz aĢağıdaki ormanda kimin ilerlediğini biliyor.
Boyalı Kaya'nm tepesinden yanıt geliyor. O, Ash. Nöbeti
Tommo'dan devralmıĢ. Tommo kampın rahat ortamına
iniyor olmalı.
"Saba, bekle!" Ormandaki patikayı kullanarak
peĢimden koĢan, Lugh.
"Ne?" diyorum hızla.
"Sadece Ģey yapmak istedim -Ģu Ģarkı," diyor.
"Kalamadım. Bünyeme fazla geldi."
"Biliyorum," diyorum. "Son zamanlarda
rüyalarımda annemi görüyorum."
"Bu garip," diyor, "çok uzun süredir onsuzuz, sen
baĢının çaresine baktığını sanıyorsun, bir anlamda
bakıyorsun da ama sonra Molly Ģarkı söylemeye baĢlıyor
ve bütün o duyguların ve hatıraların birdenbire
çıkageldiğini, annemin o Ģarkıyı bize son kez söylediği
ana geri döndüğümü fark ediyorum. Muhtemelen sen de
böyle hissedi-yorsundur." Lugh titrek bir nefes
koyuveriyor. "Bu durum epey acıtıyor, Saba fakat... öte
yandan... sanki annem bir an için bizimleymiĢ gibi
hissettim."
"Bizimleydi," diyorum. "Dinle ... Lugh,
gitmeliyim, ben—"
"Biliyorum ama mesafeyi belki seninle beraber
yürüyebileceğimi düĢündüm, ne dersin?" Bana bu öneriyi
hoĢ karĢılamama ihtimalinden ötürü tereddütle bakıyor.
Ah, zavallı kalbim. Bir gece için Molly'nin
Ģarkısı yetmezmiĢ gibi, bana doğru bir adım atan Lugh da
burada. Aylar önce Tontonlar'm onu benden aldıkları
günden beri ben bu adımı bekliyordum oysa.
"Bu hoĢuma gider," diyorum. "Hem de çok
hoĢuma gider fakat... Lugh, uzun uzadıya düĢünmem
gerekiyor.
Benim yerime kendin yapmıĢsın gibi konuĢmanı
gerçekten takdir ediyorum, ancak bugün köprüde kötü bir
iĢ çıkardığımı ikimiz de biliyoruz. Haklılar. Liderliğim
yeterince iyi değil. Hemen Ģu andan baĢlayarak, çok daha
iyisini yapmaya mecburum. Bazı kaygılarım var ve
ben—"
"KonuĢabiliriz," diyor. "Belki yardım edebilirim.
Sen ve ben her Ģeyin üstesinden beraber gelebiliriz."
Mesafeyi seninle beraber yürüyebilirim.
KonuĢabiliriz.
Lugh'a her Ģeyi anlatmak için can atıyorum... Ya
da anlatmak zorunda kalmam çünkü zaten olanı biteni
biliyordur.
"KeĢke beraberce halledebilseydik," diyorum.
"Fakat bu kendi baĢıma çözmem gereken bir mesele.
Yine de seninle beraber yürümek istiyorum. Yakın
zamanda."
"Seve seve," diyor. "Ne zaman istersen, ben hep
buradayım."
Gitmek için dönmemin ardından hatırlıyorum.
"Seninle Em hakkında konuĢmam lazım," diyorum. "Onu
Yılan Ir-mağı'ndaki Auriel'e geri göndermek istiyorum.
YaĢı daha çok küçük, onu burada tutmak yanlıĢ olur.
Böyle bir mücadelede bir çocuğa yer yok. Eğer ona bir
Ģey olursa, ben... ben bunu düĢünemiyorum bile. Ya da
bizim baĢımıza bir Ģey gelirse, hali n'olur?"
"Buna onay veremem," diyor Lugh. "Onu bir
yere göndermek isteseydim bile, onu asla Auriel Tai'ye
göndermezdim. Biz bir aileyiz, Saba. Bir arada kalmak
için mücadele ettik ve ne olursa olsun, bir arada
kalacağız. Onun da sorumluluk alması gerekiyor. Ama
esas mevzu Ģu: Bir an aklı baĢında hareket ettiği için ona
güvenebileceğini sanıyorsun; fakat bir de bakıyorsun ki
aklı bir karıĢ havadaki küçük bir çocuk gibi davranıyor.
Onunla bu konuyu konuĢacağım."
"Fakat ben—"
"Bunu tartıĢmayacağız," diyor.
"Peki," diyorum çaresizce. ġimdi tartıĢmanın
sırası değil. "Gitmeliyim."
Ben uzaklaĢırken o "Bekle bir saniye, ben—"
diyerek kolumu tutuyor. KonuĢurken gözlerime
neredeyse hiç bakmıyor. "Senden özür dilemek
istiyorum. Buna ihtiyacım var. Beni Özgürlük
Tarlaları'ndan kurtardığın andan itibaren sana davranıĢ
tarzım nedeniyle özür dilerim. Sana yüz çevirdiğim, her
Ģeyle alakalı olarak daima seni suçladığım, öyle öfkeli
davrandığım için. Annem öldükten sonra göstereceğim
tek çaba, kız kardeĢlerimi korumak çünkü. Kendimi size
siper etmeliyim belki de."
"Bunun bir önemi yok, biliyorsun," diyorum.
"Seninle köprüye kadar yarıĢmaya çalıĢmak gibi
aptalca Ģeyleri neden yaptığımı bir düĢün. Çünkü oraya
ilk önce benim varmam gerekiyor," diyor Lugh. "Önce
ben varmalıyım ki sizi koruyabileyim. Fakat
alıkonulduğumda, siz ikiniz bensiz baĢardınız. Hem sen
hem de Emmi. Gittikçe kuvvetlendiniz ve akıllandınız.
Sizinle gurur duyuyorum. Ama bir süredir kendimi, ne
bileyim iĢte... faydasız hissediyordum. Gelgelelim, artık
öyle hissetmiyorum. Buna yemin ederim. Bugün her Ģey
değiĢti."
"Her Ģeyin değiĢtiği andan haberim var,"
diyorum. "Köprüdeyken, seni sımsıkı tuttuğum sırada...
Bizzat oradaydım, Lugh, o anı biliyorum. Ölüm seni
götürmeye yeltendiğinde, sana öyle yakındır ki nefesini
koklayabilir ama her Ģeye rağmen ona hayır dersin.
Hayır, seni lanet olasıca! Bu seferlik beni almıyorsun
Lugh bana durağan gözlerle bakıyor ve ben
konuĢurken, akli dengesi yitik biriymiĢim gibi
parmaklarımı kollarına batırdığımın farkına varıyorum.
"Mevzuyu iyi kavramıĢsın," diyor. "Aynen öyle. Bunun
nasıl söyleneceğini bilen tek kiĢisin."
"Saba?" Seslenen Tommo. Ağaçların arasında
duruyor. "Seninle konuĢabilir miyim?"
"ġimdi olmaz, Tommo," diyorum.
"Ama ben yalnızca—"
"Daha sonra, tamam mı?" Lugh ona doğru
sabırsızca dönüyor.
Bir anlık duraksama oluyor. Ağaçların
gölgesindeki yüzü okunmuyor. "Affedin," dedikten sonra
gidiyor.
"Sana tutulmuĢ," diyor Lugh. "Bugün onun elini
tuttun. Bundan cesaret alacaktır."
"Mevzu o değil, sensin ama," diyorum.
"Evet, Ģey... bugün idrak etmemi sağladı." BaĢını
iki yana sallıyor. "KeĢke sözcüklerle aram iyi olsaydı.
Çok fazla istediğimi idrak ettim, Saba. BaĢımın
yukarısındaki göğü, güneĢi, yıldızları ve ayaklarımın
altındaki toprağı ellerimde hissetmek istiyorum. Ve
benim için her Ģey olduğunuzu anladım. Sen ve Emmi.
Bunu bilmelisiniz."
Beni kollarına çekiyor ve birbirimize
tutunuyoruz.
GözyaĢlarını gözlerimi ısıtıyor. "Seni uzun
zamandır özlüyordum," diyorum. "Tabii senin bundan
haberin yok. Canını yaktığım için özür dilerim, Lugh.
Öyle olmasını hiç istemezdim. Bencil ve inatçı
davrandım. Yalnızca JackTe ilgili olarak değil, ayrıca—"
"O gitti, hepsi bitti," diyor. "Her Ģey yoluna
girecek, Saba. Sen ve ben olmamız gerektiği gibiyiz.
Yeniden biziz."
"Nihayet bugünün içinden iyi bir Ģey ortaya
çıktı," diyorum.
"Ġstediklerimizi elde edecek güce sahibiz.
Yakında bir gün, bu verimli diyarın bir parçası kendimize
ait olacak. Ġlk defa, tıpkı daima hayal ettiğimiz kadar
değerli bir yaĢam süreceğiz ve bundan böyle geçmiĢin
tutsağı olmayacağız. Em için endiĢelenme. Onu güvende
tutacak bir yol bulacağız."
Onu son kez sertçe kucaklıyorum. "Gerçekten
gitmeliyim," Geriye doğru yürüyerek ondan uzaklaĢmaya
koyuluyorum. "GörüĢmek üzere," diyorum.
"Eğer daha önce ben seni görmezsem," diyor.
Çok bilindik, çok kötü bir espri, ancak bizi her
zaman gülümsetir. Lugh'u orada, ay ıĢığıyla yıkanmıĢ
ormanda bırakıyorum. Omzumun üzerinden nihai bir
bakıĢ attığımda, tekrar kampa yöneldiğini görüyorum.
Ormanda ilerliyorum. Yıldız ıĢığıyla, son hız
hem de. Kurt köpeği ve karga, yoldaĢlarım benim.
Üstelik umut sadece içimde fısıldamıyor. Artık geceye
yüksek sesle haykırıyor.
Erkek kardeĢim bana geri döndü.
Kurt köpeğinden daha iyi bir yol arkadaĢı yoktur.
Takipçi ileriye doğru koĢuyor, hareket alanını geniĢletip
etrafımda defalarca dönüyor. Buna benzer bir ay
geçirdiğimizden kendisi oldukça deneyimli. Bu esnada
Nero da yerdeki hızıma uyum sağlayarak ağaç tepelerinin
yukarısında uçmayı sürdürüyor.
Bu coĢkun haller bana ilk yarım fersahta epey hız
kazandırıyor. Saf mutluluğu içimde duyumsuyorum.
Zaten Lugh da ilk adımı attı, bana kollarını açtı. Lakat
düĢüncelerim zihnime usulca geri dönerken ayaklarım
yavaĢlamaya baĢlıyor.
Her Ģey yoluna girecek, Saba. Sen ve ben
olmamız gerektiği gibiyiz. Yeniden biziz.
Kendimi kandırıyorum. Biz olmak, gerçeğin
aramızda temiz su misali akacağı anlamına gelirdi. Tıpkı
eskiden olduğu gibi. Ama Ģimdi bunu korku yüklü su
damlalarının içinden bulup çıkarıyorum. Lugh'a sırlarımı
anlatabilsey-dim, Lugh Jack'in hâlâ yaĢadığını öğrenip
onu kabullenmenin bir yolunu buluncaya kadar, eski biz
olmak Ģöyle dursun, yeni bir çeĢit biz olma Ģansını dahi
yakalayamazdık.
Lugh, Jack'e en baĢından beri karĢı çıktı. Oysa
ben ona minnet duyacağını sanıyordum. ġayet Jack
olmasaydı, Lugh'un hayatını kurtarmak için Özgürlük
Tarlaları'na asla vaktinde ulaĢamazdık. Maev bana bunun
nedenini söyleyen kiĢiydi. Meseleyi kendim
çözemeyeceğim için umutsuz olduğumu da belirtmiĢti.
Lugh'a göreyse, kendisi Tontonlar'ın elinde tutsak,
güçsüz ve çaresizken, Jack beni ondan çalmıĢtı. Bunun
doğru olduğuna bir noktada ben de inanıyorum esasen.
Neticede, ikizler sıradan kardeĢler değildir. Tontonlar'ın
onu GümüĢgöl'den götürdükleri güne dek, Lugh ve ben
de bir gibiydik.
Bu yüzden Jack Ģimdilik ölü ve öyle kalmalı.
Lakat bu mücadeleyi kazanırsak hayata dönecek ve onu
gördüğüne pek de sevinmeyen yalnızca Lugh olmayacak.
Çünkü
Tommo ve Ash de var. Gelgelelim bütün bunları
düĢünmenin zamanı değil Ģimdi.
Eğer bu mücadeleyi kazanırsak...
Kazanmak... Yedi gece içerisinde...
Eğer Slim haklıysa, ay tutulmasına yedi gece var.
Onun haklı olduğunu biliyorum. Yeni bir plan yapmalı.
Hem de olabildiğince hızlı. Havaya uçurulmuĢ baĢka bir
köprü, bir yol ya da bir kontrol noktası olursa, DeMalo
tehdit ettiği gibi yapacaktır.
Bana bir kere daha saldırırsan, sana on katıyla
karĢılık vereceğim.
Bize karĢı tüm gücünü kullanırsa, hayatta
kalamayız. Tıpkı Karanlıkağaçlar'da geceleyin uyurken
katledilen ġahinler gibi oluruz. DeMalo sadece olası bir
sorunu ortadan kaldırıyordu. Onlar ne Yeni Cennet'e
yakın bir yerdeydi ne de onun baĢına gerçekten bela
olmuĢlardı.
Eli kanlı ve her yere uzanıyor...
Bütün bahtsız çeteni yakalatıp öldürteceğim.
Nereye kaçarsanız kaçın fark etmez. Erkek kardeĢini...
Kız kardeĢini... Fırsatlarını iyi değerlendir.
Kendimi kandırıyorum belki de. Çünkü hepimiz
aptalız. Onu yenebileceğimizi düĢünmekle kendimizi
kandırıyoruz. Azınlığız... Zayıf tarafız.
Azınlık ve zayıf taraf...
Birdenbire kafama dank ediyor. BaĢından beri
belli: DeMalo'nun sayesinde hayattayız. Bunca zaman -
bugün köprüde, Ümitkent'te, Özgürlük Tarlaları'nda, Pine
Tepesi'nde ve daha sonra DiriliĢ'te- gözü pek, atılgan ve
çoğu kez de Ģanslıydık. Tabii sıkı mücadele de etmiĢtik,
daha ederiz de. Üstelik akıllıca mücadele ettiğimiz anlar
da olmuĢtu. Ancak doğruyu söylemem gerekirse, bizi
hayatta tutmaya yetecek kadar akıllı veya Ģanslı değildik.
Sadede DeMalo bizi yok etmekten vazgeçmiĢti. Bu da
muhtemelen benimle ilintiliydi. Benden istediği her
neyse... bizi hayatta tutan da oydu.
Aile üyeleri ve arkadaĢlarının her birine BoĢ
Arazi üzerinden güvenli geçiĢ imkânı temin edeceğim.
Peki bunun karĢılığında ne istiyorsun?
Seni.
Beni... Onunla evlenmek... Ölüm, o kadar kötü
değil. Sadece bir kez ölürsünüz. Eğer onunla evlenirsem,
her gün ölürüm.
Nero bir süredir civardaki ağaçların arasına dalıp
çıkıyor.
Bir Ģeye dikkat kesilmiĢ gibi... Biraz ötemdeki
Takipçi rüzgârda bir koku yakalıyor belli ki ve ansızın
duruyor. Bacakları kaskatı. BaĢı yukarıda. Yanma
yaklaĢırken, yayımı omzumdan alıyor ve bir oku kiriĢine
yerleĢtiriyorum. Bodur çamlar burada sıklaĢıyor. Hiçbir
Ģey göremiyorum. Onun bana doğru gelmesi için iĢaret
veriyorum ve bir ağacın arkasına beraberce saklanıyoruz.
Derken ani bir karmaĢa oluyor. Dalların
hareketlenmesiyle, ağaçlardan üç küçük yosunkuyruk
düĢüyor. Gecenin içinde kocaman, kırmızı gözler
beliriyor. Nero'yla birlikte patikamızın üzerinden
sıçrayarak geçiyorlar. Demek ki Nero kafayı onlara
takmıĢ.
Rahatlıyorum. Takipçi onların ardından bakıyor.
Ne bir Ģeyi kovalar ne de yalvarır. Çok asil bir hayvan.
Fakat burnundan kuyruğuna kadar arzuyla titriyor. DüĢen
yalnızca bir değil, üç yosunkuyruk. Takipçi bana bakıyor.
Nero ona endiĢe ve ısrarla haykırıyor. Onların yetersiz
miktardaki sincap parçalı akĢam yemeğini hatırlıyorum.
Böyle bir Ģölen fırsatı ender bulunur.
"Git o zaman/' diyorum.
Sözümü dinliyor ve süratle ilerliyor. Bizimkilerin
canhıraĢ kovalaması nedeniyle yön değiĢtiren
yosunkuyruk-larınm sesini iĢitiyorum. Neredeyse aynı
anda gitmelerine izin verdiğim için kendime lanet
okuyorum. Nero ve Takipçi, onlar benim bekçilerim.
Göremediklerimi görüyor, duyamadıklarımı duyuyor,
sezemediklerimi seziyorlar.
Yola devam ediyorum ancak korkularımın
ayyuka çıkması uzun sürmüyor. Ya DeMalo peĢime
adamlarını taktıysa? Ya köprü vakasının cezasız
kalmasına gönlü razı olmadıysa? Ona niye güvenmem
gerekiyor? Oyunun nihai aĢamasına gelindiğini söyledi.
Oyun yeni kurallara göre oynanıyor.
Kestirme bir yoldan geri dönüyor, doğuya doğru
ilerlemeye koyuluyorum. Kayaların dağınık olarak
bulundukları bir yerde çizmelerimi çıkarıp üstlerinden
yalınayak geçiyorum. Birkaç yerüstü kökü örgüsünden
sonra, ağaçların arasında uzanan sert bir karayosunun
üstündeki geçiĢ izlerimi kaybediyorum.
Daha sonra kuzeye doğru hızla yol alıyorum.
Yayımı oklu ve hazır tutuyorum. Kuzeye, Demirağaç'a,
Jack'le buluĢmaya gidiyorum.
Ġyi saklanıp ağaçların arasında kedi adımlarıyla
yürüyerek Saba'yı takip ediyordu. Onun gibi sessiz bir
takipçi için kolay bir eylemdi bu.
Takipçi kokusunu hemen almıĢtı. Ama bir
arkadaĢ söz konusu olduğu için tehlikeye dikkat
çekmenin gereği yoktu. Onu kontrol etmek için geriye
dönmeyi ve aynı zamanda hem avcıyı hem de avı
korumayı sürdürüyordu.
O aslında Saba'yı avlamıyordu. Avlamak istediği,
Jack'ti. Teslim etmeyi vadettiği av, Jack'ti.
Jack'i Karasu Dağ Gölü'ndeki o geceden beri
görmemiĢti. Onları kayalardan seyretmiĢ, kıyıda ikisini
beraber görmüĢtü.
Saba, Jack'le olduğunda kendinden emin bir yüz
ifadesi takınıyordu. Bunu onun dıĢında baĢka hiç kimse
fark edemezdi.
Takipçi gibi, Nero da geceleyin bir zarar
görmeyeceğinden emin bir Ģekilde ve ormana dalıp
çıkarak gözünü üstünden ayırmıyordu. Fakat daima
ormanda uçtuğu için Saba'nın dikkatini çekecek hiçbir
Ģey yoktu.
Sonra yosunkuyrukları ĢaĢkınlığa sebep oldu.
Onlar paniğe kapılıp uzaklaĢırlarken, o saklandı. Saba bu
hareketliliğin sebebini öğrenmek isteyecekti elbette.
Takipçi'yle beraber gelecekti. Onu saklandığı yerden
çıkaracaktı. Saba'ya sunabileceği mazeretlere kafa
yorarken, kalbi küt küt atıyordu.
Fakat Saba gelmedi.
Her yer tekrar sükunete büründüğünde, Saba’nın
yola devam ettiğini anladı. Takipçi ve Nero
yosunkuyrukların peĢinden gitmiĢlerdi. Saba'nın izini
yeniden sürecekti o halde. Fakat çok vakit geçmeden,
Saba aynı yoldan çabucak geri dönüp doğuya yöneldi. O,
Saba'yı bir karayosuna kadar takip etmeyi baĢardı.
Orada Saba'nın izi kayboldu. Belli ki Saba'yı
korkutmuĢ ve kaybetmiĢti.
Buna inanmakta zorlanıyordu. Kendisine
küfrediyordu. Ziyan edilmiĢ fırsatlar için vakti yoktu.
Jack'i ay tutulmasında Yol Gösterici'ye teslim etmeliydi.
AnlaĢma böyleydi.
Bunun kolay olmayacağı hiç aklına gelmemiĢti.
Bu düĢünce aklına yeni düĢmüĢtü ve kahroldu. Ya
vaktinde teslim edemezse, o zaman n'olurdu? Bunu
önlemek için her türlü hadise meydana gelebilirdi. Çok
fazla Ģey kontrolü dıĢındaydı ve halihazırda basit bir hata
yapmıĢtı.
Yol Gösterici mazeretleri kabul edecek türde biri
değildi. Böyle bir adamla yaptığınız bir anlaĢmayı
bozamazdınız.
Korku onu ani, sıcak bir dalga halinde sımsıkı
yakaladı. Bu hatayı asla yapmamalıydı. Boyunu aĢan bir
iĢe kalkıĢmıĢtı. Bu her türlü sorunla sonlanabilirdi.
Ormanda ilerlemeye baĢladı. KarıĢık düĢünceleri
nedeniyle dikkatsizdi, önünü dahi göremiyordu. Bir köke
takıldı ve dizlerinin üstüne çöktü.
Yerde cansız yatan kargayı gördü.
Gölgeliğin yukarısında yükselen Demirağaç'ı
görünce içim rahatlıyor. Gölgelerdeki her hareketin bir
Tonton olduğunu düĢüne düĢüne kuĢkucunun teki olup
çıkıyorum. Bu ben değilim, hayır. Hayatımda ilk kez bir
gece vakti orman beni ürkütüyor. Bu durumun bana
Takipçi ve Nero'yu yakınımda tutmayı öğreteceğini
umuyorum.
Demirağaç, Demirorman'da. Burada bir zamanlar
büyük bir Wrecker yerleĢimi olduğu kuvvetle muhtemel.
ġimdiyse yıkıntılar ve kök salmıĢçasına zeminden
yükselen devasa demir kiriĢler dıĢında hiçbir Ģey yok.
Onlar da ilk bakıĢta fark edilmiyor. Çünkü ormana
gömülüler. Ağaçlar büyürken demirleri bünyelerine almıĢ
ve onları yutmuĢ. ĠĢte o ağaçların kralı, geri kalanlara
yukarıdan bakıyor. Demirağaç... Muazzam gövdesi ve
muhteĢem dalları olan kocaman bir meĢe. Jack kendisine
ağacın en üst bölümlerinde, yerden bakınca görülmeyen
küçük bir kartal yuvası, bir platform inĢa etmiĢ.
Jack ve bana özel iĢaretimizi veriyor ve
bekliyorum. Yanıt yok. Yayım atıĢa hazır vaziyette
dikkatlice ilerliyorum. Jack'in midillisi Kell'e iliĢkin
hiçbir iz de göremiyorum. Bir kez daha sesleniyorum.
Yanıt yok.
Neredesin Jack?
Demirağaç'm dibine kadar geliyorum. Ortama
sessizlik hâkim. Adı batasıca Jack! Gene geç kalmıĢ. Bir
iç çekiĢle yayımı yere bırakıyorum.
Yukarıda bir vınlama sesi duyuyor, yukarı
bakıyorum. Bir adam ta gökyüzünden, üzerime doğru
düĢüyor. Önce çizmeler... Tam aĢağıda. Elleri bir halatı
tutuyor. Siyah kıyafetleri uçuĢuyor, baĢı bir sheemayla
sarılı. Korku beni âdeta tekmeliyor. KalptaĢı ılık. O,
DeMalo. O burada!
Eğilip koĢmaya çalıĢıyorum. Ama beni belimden
yakalıyor ve havaya zıplıyoruz. KuĢlar kadar hafif bir
Ģekilde yükseliyoruz. Kauçuktan yapılmıĢ halatı kavrıyor,
DeMalo'yu da can havliyle sımsıkı tutuyorum. Hem
yayım hem de ok kılıfım zemine düĢüyor. Kızgınlık
içimde alev alıyor. KalptaĢı sıcak. Ben hiçbir Ģey
düĢünemeden yüksekteki platforma konuyoruz.
Halatı ve belimi serbest bırakırken yön değiĢtirip
onu yere seriyorum. Çenesine bir yumruk onu uçuruyor.
Sırtüstü yere seriliyor. Çizmemdeki bıçağı çekiyor ve
keskin bıçağımı havaya kaldırıp üstüne çullanıyorum. Bu
sefer ne pahasına olursa olsun, onu öldüreceğim.
Bileğimi kavrıyor, boğuĢmamızın akabinde
üstüme oturuyor. Direniyor ve debeleniyorum. Onu
elinden, kolundan, eriĢebildiğim herhangi bir yerinden
ısırmak için kafamı kaldırıyorum. Gözlerindeki öfke
parıldayıp sönerken beni uzakta tutuyor. GümüĢ ay ıĢığı
rengi gözleri var.
GümüĢi gözler... Siyah değil. O, DeMalo değil.
Olduğum yerde donuyorum.
"Jack?" diyorum.
Elini ağzıma kapatıyor. "Takip ediliyorsun."
Alttaki ormanda, ağaçların arasından gürültülü
bir Ģeyler çıkıyor, hızlı hareket ederek bu tarafa doğru
geliyorlar. Ayağa kalkıyoruz. Jack iki fırlatıcısını
kemerinden çekip çıkarıyor ve birini bana atıyor.
Platformun kenarından bakarak, aĢağıda nelerin olup
bittiğini görebilmemiz için sarkan yosunları ikiye
ayırıyoruz. Yayım, ok kılıfım ve oklarım zemine saçılmıĢ
haldeler.
Yassı baĢlı domuzlar sürüsü, çalılıklarda
çılgıncasına koĢuĢuyor. En fazla dizlerime gelecek
uzunluktalar. ġu küçük hayvanlardan belki de sekiz tane
var. Sesleri giderek azalmaya baĢladığı esnada, ben tam
da ona bas bas bağırmak için ağzımı açacakken Jack
Demirağaç'ın zirvesine tırmanıyor. Bakıcısıyla ormanı
tarıyor. Etraf sessizleĢmiĢ. BaĢını iki yana sallayıp tekrar
aĢağı iniyor.
"Yassı baĢlılar!" Kolunu tutuyorum. "Buna
inanmıyorum," diyorum. "Deli misin nesin?"
Çenesini yoklarken bana temkinli bir Ģekilde
bakıyor. "Tam da yumuĢamaya baĢladığını düĢündüğüm
anda," diyor.
"O da neydi öyle?" diyorum. "Birdenbire üstüme
çullanmak da neyin nesiydi? Seni öldürebilirdim."
"Nasıl? Beni ölümüne ısırarak mı?" diyor. "Takip
ediliyordun, Saba. Sana yukarıdan göz kulak
oluyordum."
"Evet, domuzlar tarafından," diyorum. "Kurtar
beni lütfen!"
"Aklını kullan," diyor. "Bir Ģey onları ürkütmüĢ
belli ki. Anlayacağın orman karanlık. Kimin olduğunu
tam göremedim tabii. Dolayısıyla buna yemin edemem
ama kesin görünen bir Ģey var ki—"
"Kesin görünen mi? Ah, tam bir gözcüsün!"
diyorum.
"Peki o halde, unut gitsin. Öyle ya da böyle,
birileri olsaydı, Takipçi muhakkak onları ortaya çıkarırdı.
Sözü açılmıĢken, o nerede?"
"Buralarda bir yerlerdedir." diyor ama ona
Nero'yla Takipçi'yi avlanmaya yolladığımı söylemeye
cüret edemiyorum. Aksi halde beni fena halde azarlar
çünkü.
Jack sheemasmı çıkarıyor. Kısa saçını karıĢtırıp
bozuyor. "Her neyse. Ha bu arada, Saba, seni böylesine
gergin kılan nedir?" diyor. "Ben olduğumu anlamıĢ
olmalısın." KalptaĢma parmağıyla fiske vuruyor.
"Bir Tonton gökyüzünden bana uçarak geliyor,
ben de düĢünmeyi kesip dövüĢüyorum," diyorum. "Lafı
açılmıĢken, neden hâlâ bu kıyafetlerdesin, Jack?
'Tontonlar'ın arasına sızmak' sözcükleri dudaklarından
dökülmese iyi olur."
Ona en sert bakıĢımı atıyorum.
"Oysa ne karar vermiĢtik?" diyorum.
"Giymeyecektin, öyle anlaĢmıĢtık."
"Bunun çok tehlikeli olduğuna dair hemfikir
olduğumuzu hatırlıyorum. Gelgeldim, asla
giymeyeceğimi hiçbir zaman kararlaĢtırmadık."
"Saçmalık, sen de bal gibi biliyorsun," diyorum.
"Yalnızca bir veya iki kere giydim zaten," diyor.
"Bugün ve... tamam, belki de birkaç kere. Fakat sırf
ortamın güvenli olduğunu bildiğimde. Bilgi güçtür, Saba.
Elde edebildiğimiz kadar çok bilgiye ihtiyacımız var.
Köprüyü nereden öğrendiğimi sanıyorsun? Dostlarını
yakın ve düĢmanlarını daha yakın tut derler, bilirsin."
Kıyafetlerine dikkat çekiyor. "Kim benden daha iyi? Ben
onların içeriye sızma yöntemlerini biliyorum. Daha fazla
yaklaĢacağımızı sanıyorsan yanılıyorsun."
KeĢke düĢmanlara ne kadar yakın olduğumu
bilseydi. Oysa asla bilemez. Hiç kimse bunu bilemez...
"Ya Tontonlar senin bize DiriliĢ'te yardım ettiğini
biliyorlarsa?" diyorum. "Onlardan biri olmadığını fakat
sahte ve komplocu olduğunu öğrenmiĢlerse? Hepsi de
seni bulma, gözetleme ve takip etme emri almıĢ
olabilirler."
"Beni hiç kimse takip etmiyor." Ġç çekiyor.
"Bak," diyor, "orayı yok ettik. Öldürülen elli adam vardı.
Tam bir karmaĢa oldu. O hadiseden sonra birileri benim
durumumu düĢündüyse, havaya uçurulduğumu
varsaymıĢlardır. Tıpkı senin Ģu Özgür ġahin çetesinin de
düĢündüğü gibi. ġayet Tontonlar benden haberdar
olsaydı, Ģimdiye kadar hepimizin kellesini sırıklara
takarlardı."
"Sakın bunu bir daha söyleme. Kendini çok fazla
tehlikeye atıyorsun," diyorum. "Artık bunu yapma, Jack.
Bana söz ver. Söz ver!"
"Hayır," diyor. "Tehlikeleri göze almazsak,
kazanamayız. Bu iĢ, çocuk oyuncağı değil, sevgilim."
"Beni konuĢarak sindirmeye yeltenme sakın!"
diyorum. "En ufak bir yara daha alırsan, yemin ederim
ki... seni gebertirim!"
Öfkem içimde fokur fokur kaynıyor. Ona,
DeMalo'ya, Tanrı'nm cezası bütün dünyaya dair... KuĢku
ve zayıflıkla kuĢatıldığım, korkmuĢ bir kız olacak kadar
alçaldığım için öfkeliyim. Oysa ben Ölüm Meleği'yim.
"Çıkar Ģu kıyafetlerini," diyorum. "Onların
içindeyken senden nefret ediyorum. Onlardan nefret
ediyorum, duyuyor musun?"
Üstündekilere saldırıyor, kıyafetini çekiĢtirmeye
baĢlıyorum. Silah, kemerine dolandığı için kemeri
belinden çıkarıp yere atıyorum. Jack ne yardım ediyor ne
de beni engelliyor. Sadece duruyor. Derken gömleğini
avuç dolusu kavrıyor ve Jack'i ağacın gövdesine
çarpıncaya dek hızla geri geri yürütüyorum. "Bundan
nefret ediyorum, kahrolsun."
Sonra onu öpüyor, öpüyor, öpüyorum.
Ġçimdeki DeMalo'yu Jack'le aramızdaki ateĢte
yakacak, yükselen alevlere yalanlarımı ve sırlarımı
atacağım. Kendimi Jack'in bedeninin sıcaklığına
bırakacak, kemiklerimi tutuĢturup küle dönüĢtüreceğim.
Gece melteminin nefesi, zihnimin pusunu
dağıtıyor. Fakat Jack onu öpmeme karĢılık vermiyor.
Bana dokunmuyor. Kımıldamadan, öylece duruyor.
Bedenimi ona daha da bastırıyorum. Hararetli ellerim
vücudunda umarsızca, kararlılıkla geziniyor.
Ve Jack ellerimi sımsıkı tutuyor, "Tam orada
dur," diyor.
Afallıyorum.
"Niye?" diyorum. "YanlıĢ olan nedir? Beni
istiyorsun. Ġstediğini biliyorsun."
Garip bir ses, baĢlamadan biten türde bir kahkaha
sesi çıkarıyor. Kenarları kırıĢık, yakıcı gümüĢi gözlerini
dört açmıĢ. Derin bir nefes alıyor. "Ah," diye
mırıldanıyor, "bu benim için bir ilk."
"Bunun doğru olmadığını ikimiz de biliyoruz,"
diyorum. Dudaklarına yine saldırıyorum fakat bir adım
geri çekiliyor. Aramıza boĢluk, hava ve soğukluk giriyor.
"Mesele nedir?" diyorum. "Beni neden öpmüyorsun?"
"Çünkü sen beni öpmüyorsun," diyor. "ġu anda
bütün istediğin, sıcak bir vücut. Benimki sadece
halihazırda en yakın olanı. Ġçinde bulunduğun durumdaki
hemen hemen herkes böyle yapardı."
Sinirlenip tutuĢundan silkinerek kurtuluyorum.
"Bunu söylemeye nasıl cüret edebilirsin?" Ters ters
bakıyorum. "Sen neden bahsediyorsun böyle? Hem sen
ne zaman böyle erdemli oldun?"
Bir parmağını nazikçe yanağımdan aĢağıya
kaydırıyor. "Bilmiyorum," diyor. "Yüzünü gördüğüm an
herhalde."
Bu, yelkenlerimi suya indirmeme sebep oluyor.
Göğsüne sabitlenmiĢ gözlerle bakıyorum. ĠĢaretler ve
yara izleri var. Omzundan kalçasına kadar inen,
büzüĢmüĢ, üç kaim çizgi... Cehennem solucanı
pençelerinin tırmalama izi... Kalbinin üzerine yapılmıĢ
Tonton kan dövmesi olan yükselen kızıl güneĢ...
DeMalo'nunkiyle aynı. Yine DeMalo. Daima DeMalo.
Demek ki onu unutamayacağım.
"Bugün neler olduğunu anlat bana." Jack'in sesi
sakin, kararlı.
Onun ne yaptığım ilk defa fark ediyorum. Zemini
yumuĢatmak için platformun bir ucuna köknarın
dallarından bir çardak yapmıĢ. GökkuĢağı parıltısı
diskleri dört bir yandan sarkıyor, dönüp sallandıkça ay
ıĢınlarını yansıtıyor. Soğuk bir kızartılmıĢ av kuĢu,
ekmek ve bir ĢiĢe var. Epeyce zahmete girmiĢ. Bu güzel
ve özel.
Kalbimi acıtıyor. Ağlamamak için kendimi zor
tutuyorum. "Tekrar hırsızlık yaptığını görüyorum,"
diyorum. "Erdeme ne oldu?"
"Abartıyorsun," diyor.
"Affedersin," diyorum. "Zamanlamam daima
berbattı. Özellikle konu sen olduğunda.”
"Buna itiraz edemem," diyor. "Yiyelim.
KonuĢuruz."
Kader yolunu belirlemiĢ, ona ölü kargayı
göstermiĢti. O da ne yayacağını derhal anlamıĢtı. Karga
öleli çok olmamıĢtı. Onu gömleğine soktu ve Nero'yu
aramaya gitti.
Yosunkuyruklar kaçıĢları sırasında kırılan
dallardan bir yol bırakmıĢlardı. Yolu avlanma yerine
kadar takip etti. Nero oradaydı. Midesini minik bir yosun
tavĢanının leĢiyle tıka basa dolduruyordu. Takipçi
görünürlerde yoktu. ArkadaĢı için çabucak avlanıp
kendisi için daha büyük bir hayvanın peĢinden gitmiĢe
benziyordu. Böyle Ģeyleri daha Önce de yapmıĢtı.
Nero'nun, kendisini kimin alıkoyduğunu
öğrenmesine izin veremezdi. Kokusunun onu ele
vermemesi gerekiyordu. Kargalar zayıf bir koku
duyusuna sahiplerdi ve Nero'nun gagası hem kan hem de
et cennetine dalmıĢtı. Yine de bundan emin olsa iyi
ederdi. Ceketini önceden çıkarmıĢtı. ġimdi onun içine
avuçlar dolusunca çürüyen orman zemini boĢaltıyordu.
Kargalar bir yüzü her zaman tanırlardı ne de olsa.
Sheemasını baĢına sardı.
Eline sadece bir Ģans geçecekti. Ağaçların
arasında en uygun anı kolladı. Nero içeride daha derin bir
oyuk açarken, açgözlülüğü dikkatinden fazlaydı.
YavaĢ yavaĢ yaklaĢtı. Daha yakına... Yeterince
yakma... Ceketi Nero'nun üstüne fırlattıktan sonra onu
yakalayıp hızla uzaklaĢtı.
Ben konuĢurken Jack yiyip içiyor, anlattıklarımı
dinliyor. Köknar dallarının arasında oturuyoruz ve ona
her Ģeyin nasıl kontrolden çıktığını anlatıyorum. Lugh'un
ölümle burun buruna gelmesini, Ash'in bizi vaktinde ikaz
edememesine yol açan sisi, biz farkına varmadan önce
konvoyun yukarımızda oluĢunu, patlamayı engellemeye
çabalayıp baĢarısız olduğumu, köleleri, hayvanları,
Kurtarıcılar'ı ve Tontonlar'ı anlatıyorum. Maruz
kaldığımız gürültü, kokular ve ölümün kâbus gerçekliği
gibi sözle anlatılamayan Ģeylerden bahsetmiyorum. Ona
bunun korkunç olduğunu söylüyor ve konuyu
kapatıyorum. Sonra Mercy'yi bulmanın tarifsiz
sevincinden ve yaralı Creed'in meydan okumasından söz
ediyorum. Anlatılamaz olanları, yani DeMalo ve ay
tutulmasını ise kendime saklıyorum.
Jack pek fazla konuĢmuyor. Birkaç soru soruyor
ve bir ya da iki kez baĢıyla onaylıyor. Fakat kafa
yorduğunu söyleyebilirim.
"O köprüyü niye yaptıklarını merak ediyorduk,"
diyor. "Gelgelelim, bir yerleĢim grubu, kölelerle birlikte
Raze'e yönelmiĢ. Böyle çorak bir arazide ne arıyorlar?
DeMalo ne iĢ çeviriyor? Bir planı olduğundan emin
olabilirsin. ĠĢte o planın ne olduğunu bulmamız
gerekiyor."
Jack'i DeMalo'nun bugün orada olduğundan
haberdar etmek istiyorum. Ancak bunu doğrudan doğruya
söyleyemem. Bunu ses tonumla, gözlerimle veya yüz
ifademle açığa vurmalıyım. O nedenle "Bugün
Tontonlar'm yanında iki büyük köpek vardı. Creed onları
hayalet av köpekleri diye adlandırdı," diyorum.
Gözleri kıvılcım saçan Jack doğruluyor. "Demek
ki DeMalo oradaymıĢ," diyor. "Köpekler onun yamndan
katiyen ayrılmazlar. Onları DiriliĢ'ten sonra edindi.
Kendisini pek güvende hissetmediği kanaatindeyim. Onu
gördün mü? Bana seni fark etmediğini söyle."
"Biz birbirimizden fazlasıyla uzaktık," diyorum.
"Duman ve gürültü vardı, her Ģey karmakarıĢıktı... hayır,
fark etmiĢ olamaz. Onu kesinlikle görmedim."
Düpedüz yalan... ÇarpıtılmıĢ gerçekler, kaçamak
yanıtlar. ..
"DeMalo'nun orada olması, konvoyun muhakkak
özel bir amacının bulunduğuna delalet," diyor Jack. "Aksi
takdirde, o iĢi her zamanki gibi Tontonlar'a bırakırdı."
"Mercy'nin söylediği de bu," diyorum.
"Mercy," diyor. "Evet. Kölelerin baĢka hiç kimse
tarafından fark edilemeyen Ģeyleri fark ettiklerine dair
bahse girebilirsin. Onun bildiği her Ģeyi öğrenmek
zorundayız. Saba, duyuyor musun beni? Mercy'yle
konuĢman lazım."
"Evet," diyorum. "Mercy, tabii." Yanımda
sallanan bir parıltı diskine durağan gözlerle bakarak
söylediklerinin sadece yarısını dinliyorum. Diski
döndürürken, ay ıĢığı yansımasını seyrediyorum.
Akabinde doğruca Jack'e bakıyorum. "Bu savaĢı
kazanamayız," diyorum. "Çok az kiĢi kaldık."
KaĢlarını çatıyor. "Bu eski haber," diyor. "Bunu
en baĢından beri biliyorduk."
"Ama artık bunun ne anlama geldiğini iyi
biliyorum," diyorum. "Neye benzediğini ve nasıl
hissettirdiğini... Altı savaĢçımız var, Jack. Hepsi o kadar.
Emmi ayak bağı ve Ģimdi bir de Mercy'miz var. Tommo
ve Creed paçayı zor kurtarmıĢlar zaten. Lugh neredeyse
düĢüp ölüyordu. Eğer onları yitirseydik, resmen biterdik
ve tüm bunlar ne için?"
"Bu bizim ilk operasyonumuzdu," diyor.
"Öğreniyor ve ilerliyoruz. Daha iyiye gidiyor ve
akıllanıyoruz. Harekatı kazanmamıĢız gibi konuĢuyorsun.
Oysa kazandık."
"O köprüyü halihazırda yeniden inĢa ediyor
olacaklar," diyorum.
"Öyleyse onlara baĢka bir yerden hemen bir kez
daha saldırırız," diyor. "Tek amacımız bu, bunu
biliyorsun. Çok kiĢi olmamamıza rağmen çabuk hareket
edebiliyoruz. Art arda, beklenmedik saldırılar
düzenleriz."
"Bizim bugünkü çabamız, ateĢ gücümüz ve
cesaretimiz ziyan oldu," diyorum. "Ġnsanları öldürerek
kazanacak değiliz. Ölüm yalnızca daha fazla ölüme
götürür."
"Bugünkü saldırı, DeMalo'yu sarsmıĢtır," diyor.
"Bunun benzeri baĢka birkaç saldırıdan sonra saklanmaya
çalıĢacaktır. Kayıpları artar, zayıf görünmeye baĢlar ve
insanların güvenini kaybeder. Birkaç saldırı daha,
insanları bizim tarafa doğru çekmeye baĢlar ve—"
"Bu oyun fazlasıyla uzun süreceğe benziyor,"
diyorum.
"Oyunu hızlandırmamız gerekiyor," diyor. "Bir
dahaki sefer, Tontonlar'a saldırırız. Bu en çok
DeMalo'nun canını acıtacaktır. Aynı gecede Yeni
Cennet'in karĢıt uçlarındaki iki kontrol noktasını ortadan
kaldırmaya yönelik bir planım var."
"Ama bu yanlıĢ!"
"Hayır, doğru ve bunu sen de çok iyi biliyorsun,"
diyor. "Bu, geleceğe kimin sahip olacağıyla ilgili. Ya bir
adam ya da herkes... DeMalo veya Yeni Cennet'in
insanları. Dünyayı düzeltmeyi kim istemez ki? Ortak bir
neden uğruna bir araya gelmeyi, herkesin kendi küçük
toprak parçasını korumasmdansa bir değiĢime yönelik
ortak yarar için birlikte çalıĢmayı? Tabii kendi
kaderlerinden sorumlu özgür insanlar olarak... Bir zorba
onların sırtlarına silah daya-maksızın..."
"Yeni Cennet çok küçük," diyorum.
"Gizlenebileceğimiz fazla yer yok. Ġzimizi sürerek bizi
kısa sürede yakalayacaktır."
"Geleceğin DeMalo ve adamlarına mı ait
olmasını istiyorsun?"
"Tabii ki hayır, benim kastettiğim bu değil—"
"Çünkü hepimiz geri çekilirsek, 'benim hatam
değil, ben ne yapabilirim zaten çok zayıfım, o çok
kuvvetli' dersek meydana gelecek olan budur. Sen Lugh'u
ararken böyle davranmadın. Onu geri almak için
dünyayla tek baĢına mücadele ettin. Fakat... Ah doğru, bu
ailenle ilgiliydi, değil mi? Ve dürüst olalım, senin için her
Ģey orada bitiyor, değil mi? Bıçak kemiğe dayanınca
yani..."
"Hayır," diyorum.
"Sana söylediğimde gitmeliydin," diyor.
"DiriliĢ'ten sonra. Sadece bize engel oluyorsun. ĠĢi bize
bırakman gerekiyor." Gözleri gümüĢ renginde değil, buz
renginde parıldıyor. ġaraptan hızlı bir yudum alıyorum.
Tatlılık ve ateĢ, sözlerini içimde yakıp kül ediyor. Orada
sık ve iç bayıltıcı bir biçimde çalkalanıyorlar. Dingin ve
kaygısızız. Ağızlarımızı bıçak açmıyor. Derken bana
bakmadan konuĢuyor.
"Onaylamamı mı istiyorsun, Saba? Gitmene izin
vermemi mi? Peki. Üçünüz gidin ve iyi Ģanslar. Bunda
utanılacak bir Ģey yok. Denedin fakat bu türde bir
mücadele sana göre değil. Ailene kanınla, sevginle
bağlısın. Bu ne olursa olsun, onların kurtulması için acele
edeceğin anlamına geliyor ve geri kalanımız için de
tehlikeli. Bugün Lugh'a ne olduğu her Ģeyi açıklıyor.
Sevgi seni iyi bir lider yapmaz. Aksine zayıflatır."
Jack'in sözleri sonrası kalbim küt küt atıyor. Aile,
kan bağı, akrabalar... Yeni, bilinmeyen bir Ģey içimde
nefes alıp vermeye baĢlıyor sanki. Bir tür heyecan
ürpertisi eĢliğinde üstelik.
Sevgi beni zayıflatır.
Bunu fısıldayarak kendi kendime tekrarlıyorum.
Lugh'un her zaman söylediği budur. Benimse
asla gerçekten inanmadığım...
"Sevgi zayıflatır demek?" diyorum yüksek sesle.
"Belki de zayıflatmıyordun Belki de beni farklı
kılıyordun Senden... Onların geri kalanından...
DeMalo'dan..."
"Tamam," diyor Jack, "ama anlamıyorum, bunun
olup bitenlerle ne alakası—"
"Demem o ki DeMalo bizden haberdar artık.
Bugünden sonra vur-kaç taktiğimizi bildiği için bizim
yerimizde olsa neler yapacağını hesaplayacak ve bizim
gibi düĢünmeye baĢlayacaktır. Muhtemelen bundan keyif
bile alacak, bunu bir oyuna dönüĢtürecektir. Sonuçta
onun bir çeĢit oyununu oynuyoruz. Bunca zamandır
hepimizin oynamakta olduğu, Ģiddet içerikli bir oyun."
"Yani?" diyor Jack.
Bugün köprüde yanlıĢ bir Ģey yaptık. Ne var ki
DeMalo da yanılıyor. Hatalı davranıyor. Doğru olan,
baĢka bir yerde olmalı. Belki ikimizin arasında veya
ötemizde.
Belki öyle değildir. Doğru olan, belki de
yuvamıza çok daha yakın bir yerdedir.
"Yani..." diyorum yavaĢça, "onun gibi
düĢünmekten vazgeçerek, benim gibi düĢünmeye
baĢladığımızı varsayalım."
"Senin gibi mi?" Jack'in gözleri ani bir ilgiyle
kısılıyor. "Devam et," diyor.
"O bizim baĢka bir köprüyü, yolu ya da kontrol
noktasını havaya uçurmamızı bekliyor olacak," diyorum.
"Ya öyle yapmazsak? Ya oyunu değiĢtirirsek? BaĢka bir
Ģey yaparsak? Tamamen farklı bir Ģey?"
"Ne gibi?" diyor Jack.
"Bugün bir atı çaldım," diyorum.
"Yaramazlık," diyor. "Seni seni...."
"Hayır," diyorum. "Hayır, söylemek istediğim bu
değil. Bundan fazlası, çok daha fazlası. Mercy bir Ģey
söyledi... neydi o? Biliyorum. Onların evini parçalamak
uzun zaman almaz. Sağlam temelleri yok. DeMalo Yeni
Cennet'i sağlam temeller üstüne inĢa etmemiĢ, Jack.
Aileler yok. Çocuklu babalar ve anneler yok. Hepsini
bölmüĢ. Bu doğal değil. Yeni
Cennet'in kalbi yok. Ortada sadece bu fikir var.
Onun fikri. Anlıyor musun?"
"Tamam," diyor. "Fakat bu bizim ne
yapacağımızı nasıl etkiliyor?"
"Tam olarak bilmiyorum," diyorum.
"Çözümlemeli-yim. Ġçimde güçlü bir his var, Jack ve
bunu yalnızca içimde hissetmiyorum. Her yerime yayıldı
bu duygu. Ve bu her neyse, içinde önemli bir konuyu
barındırdığını biliyorum. Mercy'yle konuĢmam lazım.
Haklısın, o bir Ģeylerden haberdardır. Gitmem
gerekiyor."
"Hey, hey, bekle." Tam ilerlemeye koyulurken
kolumu kavrıyor. "Sezgilerinle hareket ettiğine
inanıyorum. Fakat beni düĢündürüyorsun da. Bugün
köprüdeki hatan yüzünden amacımız anlaĢıldı. Haklısın,
DeMalo bizi kurnazlıkla yenmeye çalıĢacaktır. Onun
yerinde olsaydım, ben de aynısını yapardım. Ama
kanaatimce DeMalo bir mıknatıs taĢı, Saba. Buradaki güç
ancak onda yatıyor. Tek adam. Mucizevi görüĢ
yetenekleri olan Yol Gösterici... Deli Vicar Pinch ve
ÜmitkentTe kıyaslarsan aynı durumun söz konusu
olmadığını anlarsın. DeMalo'suz Yeni Cennet çöker.
Burada onun planı, onun fikirleri, onun irade kuvveti
geçerli. Evet, oyunu değiĢtirelim. ġu anda kısa keselim.
Tontonlar'm arasına geri döneceğim. Beni fark etmelerine
fırsat tanımadan çabuk hareket edecek ve onu
öldüreceğim."
"Ne dedin sen?" diyorum hayretle.
"Onu öldüreceğim," diyor Jack. "Ne kadar erken,
o kadar iyi."
"Hayır, hayır, ondan önce," diyorum.
"Mucizevi görüĢ yetenekleri olan Yol
Gösterici..."
Gündoğumundaki görüntüler zihnimde
canlanıyor. Onları gözlerimle gördüm. Kalbimde
sakladığım baĢka bir sır var. DeMalo beni oraya kendi
eliyle götürmüĢtü. Tepedeki yeraltı sığınağına, beyaz
duvarlı odaya, mucizevi görüĢ yeteneklerini paylaĢtığı
yere... Dünyanın Wreckerlar onu yok etmeden evvelki
görüntüleri... YaĢadığım sürece aklımdan çıkmayacak
olan, tasavvurun dahi ötesindeki harikulade manzara...
"Onları gördün, değil mi?" diyorum. "O
görüntüleri yani... Tüm Kurtarıcılar ve Tontonlar oraya
gitmezler. Bilirsin, ona ne deniyor-"
"Kabul töreni demek istiyorsun," diyor Jack.
"Gitmek için hazırlandım ama gidemeden önce
öldürüldüm hani." Duraksıyor. "Her Ģey Ģafak vakti o
tepede olur. Ağlayan Su denen bir yerin yakınlarında. Hiç
kimsenin gördükleri hakkında konuĢmasına izin verilmez
ve hiç kimse böyle bir Ģey yapmaz aslında ama duyman
gerek. Akabinde törene katılan herkes DeMalo'ya
güneĢin kendisiymiĢ gibi bakarlar. Bu oldukça ĢaĢırtıcı
bir Ģey olsa gerek."
"DeMalo mıknatıs taĢı, haklısın," diyorum. "Ve
Ģayet Yeni Cennet'in bir kalbi varsa, iĢte o tepedir. Oraya
gitmek zorundayız, Jack. Hem de hemen!"
"Hemen mi?" diyor. "Olmaz. Haline bak, nasıl da
gerginsin. Elbette bugün olup bitenler yüzündendir. Tabii
bana dün gece o mağarada biraz uyuduğunu da
söyleyemezsin."
"Uyku zaman kaybıdır," diyorum.
"Aptallık etme," diyor.
"Peki, yarın. Ağlayan Su. Gece yarısının
ardından seninle o tepede buluĢuruz. MeĢaleleri getir.
Ġçeriye bir Ģekilde gireriz."
"Ne yapmak için?" diye soruyor.
"Bunu kendin söyledin, bilgi güçtür. O yer
hakkında bilinmesi gerekenleri öğreneceğiz. Bu daha
önce aklımıza gelmedi ama gelmeliydi."
"Makul," diyor.
"Ve o zamana kadar hiçbir Ģey yapma," diyorum.
"Hiçbir Ģey. Ne sessizce etrafta dolan ne de düĢman gibi
giyin. Bana söz ver."
Gülümsüyor. "Söz veriyorum," diyor.
Gözleri gümüĢ renginde kararlılıkla parıldıyor.
Ben ayağa kalkarken elimi tutup çekiyor ve köknar
dallarının derinliğinde üstüne düĢüyorum. Onu
DeMalo'ya nasıl benzetebildim ki? Kokusu hiç kimsenin
kokusuna benzemiyor. Ilık ten ve belli belirsizce ılık
adaçayı kokuyor. Daha geniĢ diyarların fısıltısı misali.
Gün sonu sakalı, yüzüne gölge yapıyor. Nazik
parmaklarımı sakallı yüzünde gezdiriyorum.
"Gördün mü?" diyor. "Sakin olabiliyoruz. Sakin
ve sessiz."
"Gitmeliyim," diyorum.
"Daha önceyi anımsıyor musun?" diyor. "Yassı
kafalı domuzlar seni çiğnemek üzereydi ve ben senin
hayatını kurtarmak için aĢağıya sallandım ya hani..."
"Rüyalarında," diyorum.
"Kendimi büyük bir tehlikeye atarak üstelik,"
diyor. "Seni üçüncü kez ölümden kurtardığıma dikkatini
çekmek istiyorum sadece. Anlarsın, Ģu Ģey vardır...
Hatırlıyor musun bilmiyorum, Üç Kuralı diye
adlandırılır... Bundan daha evvel bahsetmiĢ miydim?"
"Evet, bahsettin tabii," diyorum. Burnuyla
oynuyorum. Hafifçe eğri ama aynı zamanda asil ve
görkemli. "Burnuna yumruk atmadığım için memnunum/'
diyorum. "Çok hoĢ çünkü."
"Dikkatimi dağıtma," diyor. "Kural Ģöyle iĢliyor:
Birinin hayatını üç kez kurtarırsan-"
"-onun hayatı sana ait olur. Biliyorum, Jack."
"Demem o ki domuzlar sayıyı benim için üç
yaptılar. Ben kazandım."
"Sen zavallının tekisin," diyorum. "Çaresizsin..."
Dudaklarını en ince ayrıntısına dek inceliyorum.
Pürüzsüz ve ılık. "Domuzlar yakınımda bile değillerdi,"
diyorum. "Biz ikide kaldık."
Beni alıkoyuyor. "Çaresizim, ha?" diyor. "Ben
sana çaresizliği gösteririm." Parmaklarımız sarılıyor,
bacaklarımız dolanıyor ve dudakları her yanıma güller
konduruyor. Ben ona yönelik arzumla ürperip
titreyinceye kadar. "Seni kim öpüyor?" diyor. "Sana kim
dokunuyor?"
"Sen," diyorum.
"Adımı söyle," diyor.
"Jack," diye fısıldıyorum. "Jack. Jack."
"ġimdi öp beni," diyor.
Adını söylerken dudaklarını da öpüyorum.
Pürüzsüz, Ģarap tatlısı dudaklarını... "Gitmem gerek,"
diyorum.
"Gitsen iyi edersin," diyor.
ÖpüĢmelerimizin doyumsuzluğu ve
vücutlarımızın harareti artıyor.
AĢağıdan bir köpek havlaması geliyor. Gelen
Takipçi. Nefes nefese geri çekiliyor ve dalların arasından
gökyüzüne dikkatle bakıyorum. Jüpiter doğuda sarkıyor.
Gecenin yarısı geride kalıyor. "Geri dönmem gerek,"
diyorum. Jack'i hafifçe itiyor, doğruluyor ve kıyafetlerimi
düzeltiyorum. Beni soymak için üstün bir çaba sarf
etmiĢti.
"Bayağı hızlısın," diyorum.
"Yerinde duramıyorsun ki! Buna mecburum. Dur
sana yardım edeyim."
Ben düğmelerimi ilikliyorum, o düğmelerimi
açıyor. Ben ilikliyorum, o açıyor.
Elini tokatlıyorum. "Bunu kendim yaparım,"
diyorum.
Ben ayağa fırlayıp iĢimi düzgünce yaparken
dirseklerine yaslanıyor. "Seninleyken ne düĢüneceğimi
asla bilmiyorum," diyor. "Fakat hal böyleyken, bu
gecenin önceden tahmin edilemez olduğunu
söylemeliyim."
"Önceden tahmin edilemez zamanlarda
yaĢıyoruz," diyorum. "Yarın gece. Ağlayan Su. Sakın geç
kalma."
Kauçuk halatı tutuyor ve ikaz etmek için
Takipçi'ye ıslık çalıyorum. Sonra platformdan atlıyorum.
Zemin bana hızla yaklaĢırken, kendimi serbest
bırakıyorum. Takipçi ĢaĢkın bir halde yolun dıĢına dalıĢ
yapıyor. SaçılmıĢ oklarımı toplayıp ok kılıfıma
dolduruyor ve yayımı omzuma asıyorum.
"Kampa farklı bir dönüĢ rotasını takip ederek
git," diyor Jack. "Ve arkanı kolla."
Yukarıya Ģöyle bir göz atıyorum. Yosun ve dallar
perdesinin arasından bana bakıyor.
"Ay tutulmasına kaç gece var?" diyorum.
"Bu geceyi hesaba katıyor muyuz?" Aya bakıyor.
"Yedi gece var. Niye sordun ki?"
Farklı bir Ģey söylemesini, Slim'in yanıldığını
umuyordum. Yedi gece sonra kaderlerimize karar
verilecek. Elepsi benim ellerimde. Hepsinden ben
sorumluyum. "Yarın gece," diyorum. "Sakın gecikme."
Domuzlar tarafından ezilmiĢ çalıların yanından
geçerken daha önceki yosunkuyrukları anımsıyorum.
Paniğe kapılmıĢ vaziyette, patikamızın karĢısındaki
ağaçlardan düĢmüĢlerdi. Jack'in sözleri içimde
yankılanıyor.
Bir Ģey onları ürkütmüĢ. Aklım kullan.
Bizi takip eden birileri olsaydı, Takipçi onları
bulurdu. Bana bildirirdi. Beni uyarırdı.
Nero ortalıkta görünmüyor.
Takipçi ve ben ormandaki dolambaçlı bir geri
dönüĢ rotasını takip ederek koĢarken gözlerim de onu
arıyor. Ağaçlarda, gökyüzünde, ayın karĢısında bir anda
ortaya çıkmasını umuyorum.
Demirağaç'a Takipçi'yle beraber gelmesi
gerekiyordu. Gelmemesi tuhaf. Ne de olsa Nero, Jack'i
gerçek bir bağlılıkla sever. Bizim onunla buluĢmaya
gittiğimizi de biliyordu.
Çıplak bir bayırın tepesinde nefes almak için
duruyorum. Buradan dört bir yanı görebiliyorum.
Gökyüzün-deyse binlerce yıldız var. Her biri, gece,
dünyaya parıltılarını yolluyor.
Fakat simsiyah parlayan Nero görünürlerde yok.
Bu seferki kayboluĢu da diğer kayboluĢları gibi
mi acaba diye düĢünmeden edemiyorum. Pek çok kez
birkaç günlüğüne beni bırakıp gitmiĢti ne de olsa.
Nero'nun benden bağımsız bir hayatı vardı. Her Ģeye
rağmen, onun bu seferki yokluğu beni endiĢelendiriyor.
Bu bilinmezlikten ötürü epey gerginim.
Elimi Takipçi'nin kafasına koyuyorum. Ona
"Nerede?" diye soruyorum. "Nero nerede?"
Kafasını geriye yatırıp uluyor. Gecenin kalbinde
canhıraĢ bir feryat bu. ArkadaĢını üç kez çağırıyor.
Ses azalırken beklemeye baĢlıyor ve bir müddet
beklemeyi sürdürüyoruz.
Ama hiç yanıt yok.
O yüzden yola devam ediyoruz.
Biz Boyalı Kaya’ya yaklaĢtığımızda, ayaklarımız
yavaĢlamaya baĢlarken yaklaĢtığımızı bildirmek için
nöbetçiye iĢaret veriyorum. Slim boğuk boğuk yanıtlıyor.
Onun "ötüĢünü" asla diğerleriyle karıĢtıramazsmız.
Takipçi önden zıplaya zıplaya giderek görüĢ
alanımdan çıkıyor. Birdenbire berbat bir ses geceyi
bölüyor. Çok tiz bir yaygaraya dönüĢen, sarsılmıĢ bir
acıyla gelen havlama sesi... Sese doğru korku içerisinde
koĢuyorum.
Küçük bir açıklık alanda uzun bir akçam
duruyor. Takipçi onun önünde çıldırmıĢçasına daireler
çiziyor. Ağacın gövdesine çivilenmiĢ bir karga var. BaĢ
yüksekliğinin biraz yukarısında. Kanatları iki yana
açılmıĢ.
Ölü.
Nero...
Kalbim sıkıĢıyor. Bir müddet kıpırdamadan
öylece duruyorum. Sonra dizlerimin üstüne çöküyorum.
Herkes elinde silahlarla koĢarak geliyor. Gürültü
yüzünden herkesin uykusu bölünmüĢ. Ash yolu bir
meĢaleyle aydınlatıyor.
Emmi onu gördüğünde çığlık atıyor. "Nero!
Hayır!" Ona ulaĢmak için yırtınarak ağaca doğru
koĢuyor. "O Nero. Lütfen, biri ona yardım etsin!"
Nefesim tıkanıyor. Sadece "Lugh!"
diyebiliyorum.
Molly, Em'e doğru koĢup onu yakaladığı esnada
"Sakin ol artık, tatlım. O öldü. Ah zavallı Ģey. Gel
buraya," diyor.
Lugh da burada, dizlerinin üstünde ve beni
tutuyor. Bense nefes alamıyorum. "Nero. Hayır. Ash..."
diyor. "Onu indir, lütfen."
Ash aramızdaki en uzun boylu kiĢi. "Tanrı
cezasını versin, bunu yapan her kimse, onu bulup
öldüreceğim," diyor. "Beni aydınlat, Tommo." Tommo
meĢaleyi ona yakın tutuyor. Ash çakısıyla, kuĢun
kanatlarındaki çivileri sökmeye koyuluyor. "Tanrı
aĢkına," diyor. "Biri Ģu Takipçi'nin çenesini kapasın."
Takipçi hâlâ havlıyor ve ıstırabını inleyerek açığa
vuruyor. Mercy onu yumuĢak sözleri ve elleriyle
okĢayarak yatıĢtırmaya çalıĢıyor. Takipçi'nin havlaması
ve inlemesi acıklı, hafif bir inilti haline dönüĢüyor.
Ash kuĢu serbest bırakırken, Creed de kuĢun her
iki kanadını kıvırarak ona yardımcı oluyor. Çok dikkatli
ve du-yarlılar. Onu incitmediklerinden emin olmak için
azami çaba sarf ediyorlar. Zaten ona zarar veremezler.
Çünkü o ölü. Olamaz, olmamalı, hayır.
Derken Lugh bana sımsıkı sarılıyor.
"Hey Saba?" diyor Ash. "Buraya gel."
Sesinde ihtiyat gibi bir Ģey var. Ona doğru
tökezleyerek ilerliyorum. KuĢu ellerime kibarca yatırıyor.
Kendini bırakmıĢ bir ağırlık. "ġuna bir bak/' diyor.
Tommo Nero'nun parlak, siyah bedenini,
yumuĢak ve pürüzsüz göğsünü meĢaleyle aydınlatıyor.
Kalbim gördüklerime daha fazla dayanamayacak diye
korkuyorum. Karganın göğüs tüyleri parıl parıl parlıyor.
Gelgelelim Nero'nun göğsü böyle değildi. Çünkü tüyleri
DeMalo'nun Ģahini tarafından saldırıya uğrayıp
yaralandıktan sonra tekrar uzamaya baĢlamıĢtı. Bir an
için, gördüğüm Ģeyi idrak edemiyorum.
Sonra gerçek ortaya çıkmaya baĢlıyor.
"Evet?" diyor Ash.
"O değil," diyorum. "Bu, o değil. Göğüs tüylerine
bakın. Nero değil."
Haykırıyor ve karganın cansız bedenine bakmak
için yakınlaĢıyorlar. Nero'nun yaralandığını
saklayamazdım. Bu yüzden ona bir Ģahinin saldırdığı ve
yarasını tedavi etmek amacıyla bir ilaç çantası çalmak
için bir YerleĢimci'nin kulübesine gizlice girdiğimle ilgili
bir hikâyeyi anlatmıĢtım. Daha fazla sır, çarpık gerçekler
ve düpedüz yalanlar... Hal böyleyken, kimse
anlattıklarıma pek de aldırıĢ etmemiĢti. O sırada, bizi
ilgilendiren çok daha büyük iĢlerimiz vardı.
Bir anda beynim çalıĢmaya baĢlıyor. Berrak ve
sakin... "Bu karga kendi eceliyle ölmüĢ," diyorum.
"Bakın, boynunda bir yumru var."
Emmi hüngür hüngür ağlamaktan ötürü titriyor,
gözyaĢları yüzünü ıslatıyor.
"Haklısın," diyor. "O değil. Ama anlamıyorum."
"Biri onun olduğuna inanmamızı istemiĢ," diyor
Mercy.
"Ama neden?" diyor Em. "Böyle zalimce bir Ģeyi
kim yapmıĢ olabilir ki?"
"Tontonlar," diyor Tommo. "Böyle çivileyen
sadece onlar var."
"Tontonlar gelmiĢ olsalardı, biz ölürdük," diyor
Ash. "Diğer bir Karanlıkağaçlar vakası."
Fakat kendi kendime düĢünüyorum. Hayır, bu
tam da DeMalo'nun yapabileceği türde bir Ģey. Bana bir
mesaj vermek, ne denli yakma gelebileceğini kanıtlamak,
istediği anda bizi nasıl da kolayca öldürebileceğini
göstermek için. Oyunumuzun nihai aĢamasında bir
sonraki hamle bu mu? Belki de.
"Ya da tek baĢına bir adamdı," diyor Tommo.
"Bu mantıklı," diyor Molly. "Bir adam bizimle
boy ölçüĢemez ama bir mesaj bırakabilir. Bir uyarı. Bir
dahaki sefere çivilenen siz olacaksınız gibilerinden.
Tommo'nun haklı olduğunu düĢünüyorum."
DeMalo bizi köprüden beri takip etmiĢ olabilir.
Ya da tek bir adam kendi baĢına hareket etmiĢ olabilir.
Eğer bu iğrenç numarayı yapacakları anı kollayarak
buradaki ormanda gizlenen birileri olsaydı, Takipçi
onların kokusunu önceden kesinlikle alırdı.
"Ash," diyorum. "Sen ve Takipçi buraya
ulaĢırken, en kısa sürede hızla ilerlediniz, doğru mu?"
BaĢıyla onaylıyor. "Ve bunca zamandır birimiz
nöbetteydi," diyor.
"Bunca zaman değil," diyor Creed. "Geri
döndüğümde, nöbette hiç kimse yoktu. Herkes
kamptaydı."
"Benim hatam." Emmi'nin yüzü ıstırapla
buruĢuyor. "Saba bana geri dönmemi söyledi," diyor,
"ama sonra Lugh geldi ve geri dönmedim. Üzgünüm,
hepsi benim hatam."
"Bir yetiĢkinin görevini bir çocuğa asla
vermeyin," diyor Creed.
Lugh ona kaĢlarını çatarak dönüyor. "Takip
edilmiĢ olmalısın," diyor.
"Nasıl olduğunu anlamıyorum," diyor Creed.
"Buraya cidden yılan gibi bir dönüĢ rotası izleyerek
geldim."
"Yine de kontrol edeceğiz," diyorum. "Emmi ve
Mercy burada kalın. Geri kalanınız, gidin."
Biz yayılıp Boyalı Kaya'nm çevresinde
koĢtururken, aĢağı gelmesi için Slim'e ıslık çalıyorum. Bu
uzun sürmüyor. Her Ģey çok açık. Tam da kamp ateĢinin
etrafında yeniden toplanırken, Slim Kaya'nm zirvesinden
itibaren telaĢa kapıldığı için göğsü körük misali inip
kalkarak, boĢluktan alelacele geçiyor.
Soluk soluğa "Ne oldu?" diyor. "Köpeğin
ulumasından sonra bütün velveleyi iĢittim. Ah Tanrım,
hayır!" Yerdeki ölü kargayı görüyor.
"Sorun yok, o Nero değil," diyorum.
"Birileri bizi korkutmak istemiĢ," diyor Lugh.
"Bir hayli baĢarılı oldular üstelik."
"Bir Ģeyleri görmüĢ olmalısın, Slim," diyor Ash.
"Hiçbir Ģey," diyor Slim. "Ortalık sessizdi, yemin
ederim. Yalnızca Saba ve Takipçi geri dönüyorlardı."
Creed ona birdenbire saldırıyor. Bir parmağıyla
göğsünü dürtüyor. "Onları gözden kaçırmıĢ olmalısın,"
diyor. "Beyinsiz ihtiyar, sen hiçbir iĢe yaramazsın, bunu
biliyor musun? Sen ve lanet olası elbisen! Tontonlar tam
buradaydılar ve sen onları görmedin."
"Creed, kes Ģunu." Molly ağzından ateĢ
çıkarırcasına çemkiriyor. "SlimTe bu tarzda konuĢmaya
cüret etme."
"Yeter," diyorum. "Kim, neden ve nerede daha
sonrayı bekleyebilir. Buradan gidiyoruz. Yıldız IĢığı
Geçidi'ni düĢünüyorum," diyor, Slim'e bakıyorum.
"ArkadaĢın UçuĢ Peg'e ne dersin?"
"Ġyi fikir," diyor.
Slim'in dıĢında hiçbirimiz hurdacı ahbabı Peg'i
tanımıyoruz. Fakat Peg davamıza yakın ve yaĢadığı yer
Yıldız IĢığı Geçidi'nde, BeĢinci Bölge'de. Orası, Ağlayan
Su ve DeMalo'nun tepedeki yer altı sığmağından çok da
uzakta değil. Jack'le yarın geceki buluĢmamı
kolaylaĢtırır.
"Ama Nero," diyor Emmi. "Saba, onu bulmak
zorundayız! Onsuz gidemeyiz!" Gözleri yalvarmadan
dolayı kocaman; elimi sımsıkı tutuyor.
Nero tüm yaĢamı boyunca benimleydi. Onu
bulduğumda, iki büklüm kıvrılmıĢ bir halde yerde
yatıyordu. Biçare bir deri ve tüy yığınıydı. Yuvadan
düĢmüĢtü, annesi görünürlerde yoktu. Ben onu tutarken
minik yüreği ellerimde hızla çarpıyordu. Bana bakıyordu,
ben de ona bakıyordum ve yemin ederim ki benim de
annemin olmadığını biliyordu. Ruhlarımızı o anda ve
sonsuza dek birleĢtirmiĢtik.
Fakat Jack'in sesi benimle konuĢuyor, Jack'in
sözleri içimde yankılanıyor.
Ailene kanla ve sevgiyle bağlısın. Bu, ne olursa
olsun, onların kurtulması için acele edeceğin anlamına
geliyor ama bu durum, geri kalanımız için son derece
tehlikeli. Sevgi iyi bir lider yapmaz, aksine seni zayıflatır.
DüĢüneceğim sekiz can daha var. Tam da burada
karĢımda dikiliyorlar. Benden ihtiyaç duydukları lider
olmamı, sadece kalbime en yakın olanlar için değil, hepsi
için elimden gelenin en iyisini yapmamı bekliyorlar.
"Bu kargayı gömeceğim," diyorum. "Creed,
Takipçi'yi kayanın etrafında bir kez gezdir. Nero'yu
çarçabuk arayın."
"EĢlik edeceğim," diyor Tommo.
Tommo yalnızca gerçekten iyi bir Ģekilde dudak
okumuyor. Öbür duyuları da, iĢitebilen bizden çok daha
ileriye uzanıyor. Kedi gözleri, kedi ayakları ve aĢırı
duyarlı bir burnu var.
"Ġyi fikir," diyorum. "Geri kalanınız, kampı
sökün."
Dün onu Ģafakta uyandırmıĢlardı. Yeryüzü Ģarkı
söylüyordu.
Emmi gecelerdir rüyasında toprakları, taĢları ve
onların Ģarkılarını görüp iĢitiyordu. Onlara dokunduğunu;
Ģarkıları kalbi, aklı, bedeni ve bütün benliğiyle
duyumsayabildiğim; Ģarkılarınsa ona yol gösteren, bir
Ģeyler anlatan, öğreten sözsüz ezgiler olduğunu
hissediyordu.
Rüyalar her Ģeyin meydana gelebileceği yerlerdi.
Bilinçli yaĢam rüyaya benzemezdi. En azından Ģarkılarla
dolu bir dünyaya ve kendisine uyandığı dünün Ģafağına
dek...
Onları baĢka hiç kimsenin duyamadığını vakit
çok geçmeden anladı. Bunun ne olduğunu iĢte o zaman
öğrendi. Bu bir çağrı, bir davetti. Auriel Tai de küçük bir
kızken bu tür çağrılar almıĢtı. IĢık -onun ruh kılavuzu-
ona Ģarkılar söylüyordu. Auriel'in büyükbabası öğretmeni
olmuĢtu. ġimdi Em'in de bir öğretmene ihtiyacı vardı.
Auriel bir öğretmen bulması için ona yardım edebilirdi.
Gün boyunca mesajını taĢlara elleriyle ve toprağa
çıplak ayaklarıyla basarak, Auriel’in gelip onları
bulmasını istemiĢti. Bu yöntemin iĢe yarayıp
yaramayacağını veya kendisinin ne yaptığını bilmeden;
fakat onlara değen herhangi bir ıĢık vesilesiyle
konuĢabileceklerini umarak... Belki de güneĢ, ay veya
yıldızlardan gelen ıĢığı kullanabilirdi ki o ıĢık daha sonra
Auriel'le konuĢacaktı:
"Bana gel, Auriel. Sana ihtiyacım var."
Ona fena halde ihtiyaç duyuyordu. Birini
öbüründen ayıramadığı çok fazla sayıda Ģarkı vardı. TaĢ
Ģarkıları, toprak Ģarkıları, gece Ģarkıları ve gündüz
Ģarkıları... Ve insanların söylediği Ģarkılardaki gibi
hafifçe inleyen Ģarkılar... Molly'nin ninnisini söylediği
zamanki gibi ah eden Ģarkılar...
Ama bu gece kampta tek bir Ģarkının diğerlerinin
arasından sıyrılmaya çalıĢtığını ayrımsadı. Çok belirsiz,
çok kısa fakat duyulmaya ihtiyacı olan bir Ģarkı. KeĢke o
Ģarkının ne anlama geldiğini anlayabilseydi.
Onlar gitmek için kampı toparlamaya baĢlarken
Emmi birdenbire anladı. O Ģarkı aĢağının, karanlığın,
yalnızlığın ve korkunun Ģarkisiydi. Çıplak ayaklarına
yürüdükleri yolu hissetmelerini ve onu Ģarkının baĢladığı
yere götürmelerini söyledi.
ġu bir ayı aĢkın sürenin ardından, her geçen gün
gelgitleri gayet iyi idare ediyoruz. Slim'in araba atı Duff,
Kozmik'e bağlı bir halde, sabırlı bir Ģekilde bekliyor.
Kalanımız atlarımızı hazırlarken, Molly ve Tommo, katır
Bean'e cephaneyi ve öteki muharebe teçhizatı parçalarını
yüklüyorlar. Fazla konuĢma yok. Cereyan eden
olaylardan ötürü hepimiz sarsılmıĢ vaziyetteyiz.
Takipçi, Tommo ve Creed'le beraber Boyalı
Kaya'mn etrafında Nero'yu arayarak dönüp dururken, biz
kurt köpeği ulumalarını iĢitebiliyoruz. Onu bulmalarının
ihtimal dâhilinde olmadığını bilmeme rağmen,
dönüĢlerine kadar gerginliğim sürüyor.
Tommo'nun yüz ifadesi her Ģeyi anlatıyor.
"Üzgünüm," diyor. "Ondan hiçbir iz yok."
Mercy tam da çalıntı midillisi Tam'e binmek
üzere. Ona destek vermek için koĢuyorum. Yardımıma
gerçekten ihtiyacı yok ama bu, Jack'i gördüğümden beri
onunla konuĢmak için ilk Ģansım. Ay gölgeleri, hem
yüzünün yorgun çukurlarını hem de Nero'nun saldırısıyla
oluĢmuĢ çizikleri karanlıkta bırakıyor. Yüzündeki her bir
çizgi ve kırıĢıklığa rağmen, boynunda köle tasması takılı
bir kraliçe edasıyla dimdik oturuyor.
Dizgini ayarlıyorum. KonuĢurken sesimi kısık
tutarak, "Seninle konuĢmam lazım. BaĢ baĢa. Yıldız IĢığı
Geçidi'ne varır varmaz," diyorum.
Gözleri onayını belirtiyor.
"Orada rahat mısın, Mercy?" diyor Lugh. Sesi
beni yerimden hoplatıyor. Onun bu kadar yakında
olduğunun farkında değildim.
"Kız kardeĢin bir Ģok yaĢadı," diyor Mercy. "Ona
dikkat et, olur mu?"
Lugh kolunu omuzlarıma doluyor. "Bunu bana
söylemene lüzum yok," diyor. "Nero bizi bulacaktır,
Saba. Bilirsin, her zaman buldu. Muhtemelen sadece bazı
karga iĢleriyle meĢguldür."
Bohçamı Hermes'e asarken Tommo'nun bana
sabit gözlerle baktığını görüyorum. Diz çökmüĢ,
çizmesinin bağcığıyla uğraĢıyor. Gözlerimizin buluĢtuğu
anda, baĢını aĢağıya eğiyor, yanakları kızarıyor.
Vicdanım beni suçluluk duymaya çağırıyor. Onun
benimle daha önce konuĢmaya çalıĢtığını unutuyorum.
Lugh haklı. Köprüde elini tutmamam gerekiyordu.
"ġimdi, gittiğiniz yeri biliyorsunuz," diyor Slim.
"Yıldız IĢığı Geçidi, BeĢinci Bölge." Derin bir nefes
alıyor. Kolu, yönü göstermek için yukarı kalkıyor.
"Buradan güneybatıya doğru yöneliyorsunuz—"
"Anladık," diyor Ash. "Bunu bize zaten iki kez
söyledin."
"Peki," diyor. "Konu Ģu ki tabelanın kaplanmıĢ olması
muhtemel. Söndürülmesi zor bir yangın gibi dört bir yana
yayılan, hızla büyüyen yılan sarmaĢığı var—"
"Tetikte olacağız," diyorum. "Yola koyulsan, iyi
edersin."
"Peg'e hakkmızdaki her Ģeyi sayısız kere
anlattım," diyor. "Fakat yine de sıcak bir karĢılama
beklemeyin. Peg hurda iĢinde bir dâhidir fakat adı çıkmıĢ
huysuz bir ihtiyarın da tekidir. Dolayısıyla Geçit'te çok
sayıda parazit karakter yoktur. Gizlenmek için ideal bir
yerdir. Ah, Ģunu da söylemek isterim ki Willowbrook'ta
çürük diĢini çekmeye söz verdiğim Kurtarıcı bir delikanlı
var. Oraya uğrayıp diĢ çekeceğim. Belki de yol boyunca
birkaç yerde daha dururum. Ġyi niyetli görünmeye devam
etmek zorundayım. Koyun postuna bürünmüĢ kurt, benim
iĢte. Koyun elbisesi demem gerekiyor. Ha ha! Görülmeye
değer bir Ģey olmaz mı sizce de?"
"Slim," diyorum. "Git."
"Yürü, Duff." Atını dürtüyor ve "Yakında
görüĢürüz!" diyerek yola çıkıyor. Çukura ve gözle
anlaĢılmayan bir Ģeye takılınca Kozmik'in iç kısmındaki
ilaç ĢiĢeleri dolaplarında tangırdıyor.
Slim acayip bir adam, hiç kuĢkusuz. Fakat birkaç
hekimden biri. Bu nedenle Slim kıymetli ve Yeni
Cennet'te resmi görevli. Sağ kolundaki beĢ daire dövmesi
öyle söylüyor. Buna rağmen Tontonlar haricindeki herkes
için gün doğumuna değin sokağa çıkma yasağı var. ġafak
henüz sökmedi. Gün ıĢığına kadar eski yollardan birinde
seyahat etmek zorunda kalacak. Bugünlerde hiç kimsenin
pek fazla kullanmadığı, döne döne, kıvrıla kıvrıla giden,
yavaĢlatıcı, engebeli yollar... Öte yandan DeMalo'nun
yeni yolları var. Kalanımız, doğayı takip edeceğiz. Büyük
ihtimalle Slim varmadan önce Yıldız IĢığı Geçidi'ne
varacağız.
Etrafa son kez göz atıyorum. Alan temiz.
Nero'yu düĢünmeyeceğim. DüĢünmeyeceğim.
DüĢünmeyeceğim.
Flepimiz buradayız ve atlarımıza binmeye
hazırız. Birimiz dıĢında. "Emmi nerede?" diyorum.
Hiç kimse kampı sökmeye baĢladığımız andan
itibaren onu gördüğünü anımsamıyor.
"Gün boyunca aklı bir karıĢ havadaydı," diyor
Molly.
"Lanet olsun," diyorum. "Niye yapmakla
yükümlü olduğu Ģeyi asla yapamıyor?"
Lugh iç çekiyor. "Gidip bakayım."
"Kimi bulduğuma bakın!" Bu bir haykırıĢ.
Emmi'nin sesi. Kollarında Nero var.
Kalbim âdeta yerinden sıçrıyor. "Nero!" diye
çığlığı basıyorum.
Takipçi delicesine havlayarak hemen Emmi'nin
yanma gidiyor. Ben de patlak veren heyecanın büyüsü
içerisinde, Em'e doğru koĢuyor ve Nero'yu alıyorum.
Nero beni rahatlama gaklamalarıyla selamlıyor. Ne olup
bittiğini kendi dilinde bana anlatıyor; keĢke
anlayabilseydim... Onu ıslak sevinç yalayıĢlarıyla
boğmaya baĢlayan Takipçi'yi dirsekleyerek
uzaklaĢtırıyorum.
"Onu nerede buldun?" diyor Creed. "Biz
gerçekten baktık, Saba. Yemin ederim ki."
Ben iyi olduğuna kesin kanaat getirmek için
Nero'yu muayene ederken, Emmi heyecanla nefesini
tutuyor.
"Onu tavĢan yuvasındaki bir kazığa iple bağlı
buldum," diyor. "Gagası bağlandığı için yardım
isteyemiyordu. Az kalsın kurtulamayacaktı. Öyle akıllı ki
bu keskin taĢa sürtünüyordu ama ah, zavallı Nero, bu
korkunç olmalı. Beni gördüğüne kesinlikle sevindiğini
söyleyebilirim."
"Yuva neredeydi?" diyorum.
"Ah, ta ötede." Emmi elini belirsiz bir yöne
doğru savuruyor.
"Yer altında," diyor Creed. "Tahminimce,
Takipçi onun kokusunu bu nedenle almamıĢ."
"Nereye bakacağını nasıl bildin?" diyorum.
Em duygularını gizlemede ümitsiz vaka.
Gözlerimle buluĢmayı denese de bunu yapamıyor. Hali,
akĢam yemeğini çalmıĢ, suçlu bir köpek gibi...
"Bilmiyorum," diyor. "Nerede olduğunu yalnızca
hissettim"
"HissetmiĢmiĢ," diyor Lugh. "Hayal ürünü.
Haydi, Em, mistik palavralarından vazgeç."
"Bu, palavra falan değil! Yemin ederim," diye
çıkıĢıyor Emmi.
Lugh bana kaĢlarını çatarak bakıyor. Tam o
sırada kollarımdan çok kızgın bir ciyaklama geliyor ve
Nero'nun baĢ tüyleri diken diken oluyor. Takipçi onu
dilinin salgılarıyla sırılsıklam etmiĢ. Gülüyoruz. O kadar
uzun süredir gülmemiĢim ki bunun nasıl hissettirdiğini
neredeyse unutmuĢum. Akabinde Emmi'ye sarılıyor ve
baĢının üstünden öpüyorum.
"TeĢekkürler, Em," diyorum.
"Gözcülük yapmadığım için gerçekten ama
gerçekten çok özür dilerim," diyor. "Kendimi çok berbat
hissediyorum. Fakat bakın, size bağlama ipini getirdim.
ĠĢte burada."
Ġki katlı kısa kenevir sicim parçasını bana
veriyor. Pek çok kez kullanıldığı anlaĢılan, yassı, alelade
bir sicim bu. Sicimi alıp cebime sokuyor, "Çizmelerin
nerede?" diye soruyorum. "Gidip onları giy, Creed kadar
kötüsün. Tamam, yola koyuluyoruz. Bir sonraki durak,
Yıldız IĢığı Geçidi!"
Nero, vakit çok geçmeden kurtulmayı
baĢaracaktı. Bundan emin olmak için onun gagasını
gevĢek bağlamıĢtı. Yine de bu yaptığından nefret etmiĢti.
Böyle yaptığı için kendisinden nefret etmiĢti. Onu
alıkoyduğu, korkuttuğu için...
Saba'yı ĢaĢırtmıĢtı. Saba onları bir Tonton'un
takip ettiğini düĢünüyordu ki bu durumda, ölü karga ve
Nero Tontonlar’ın ona -onların hepsine- her an, her yerde
ulaĢabileceklerini kanıtlıyordu. DeğiĢen neydi? Saba
vazgeçmeyecek, korkuya kapılıp kaçmayacaktı. Onun
böyle bir Ģey yapacağını bir an için bile gerçekten
düĢünmüĢ müydü?
Hayır. Zaten düĢünmeye son vermiĢti. Aklım
yitirmiĢti. Bu utanç verici, aptalca bir numaraydı. Gece
vakti ormanda paniğe yol açmıĢtı.
Serinkanlı kalmak, DeMalo'yu unutmak ve
sadece planım sürdürmek zorundaydı. Planı gayet basitti
ve iĢe yarayacaktı. Saba'yı Jack'le buluĢmaya giderken
takip edecekti.
ġansını arayacak ve yakalayacaktı.
Pazarlığıysa onların geçmiĢi ve geleceğiyle
yapacaktı.
BeĢinci Bölge'ye giden yol bizi asitli su
kaynakları ve henüz yerleĢilmemiĢ kayalık tepeleri olan
kırların içine götürüyor. Burası uzun zaman önceki
katliama dair, tenlerimizin ürpermesine neden olan, ani
yankıların duyulduğu bir yer. Rüzgâr âdeta kayaların
üstünde pençelerini biliyor. Yeni bir toprak kayması
olmuĢ. Bu yüzden atlardan inip onların parçalanmıĢ
katmanlarda ağır adımlarla ilerlemelerini sağlıyoruz.
DüĢüncelerimle baĢ baĢa kalmak istediğimden
geride kalıyorum kalmasına ama düĢünmek için pek de
fırsatım olmuyor. Göğsüme saklanmıĢ haldeki Nero'yu
taĢıyorum. Nereye gittiğimizi görmek için baĢını dıĢarı
çıkarmıĢ olsa da ceketimin içinde sessiz sedasız duruyor.
Takipçi arkadaĢına bakmayı sürdürmekte ısrarcı davranıp
burnunu içeriye sokup duruyor.
Ash bizi beklemek için oyalamyor. "O nasıl?"
diyor. "Hey, Nero. Nasılsın, dostum?" Elini yavaĢça
uzatıyor. Nero küstahça ötüyor ve ona gaga atıyor.
"Tamam, tamam, canını acıtmayacağım," diyor Ash.
Ancak Nero kendisini okĢaması için Ash'in kendisine
yeterince yaklaĢmasına izin vermiyor. Ash bana dönüp
"Ne acayip bir Ģey," diyor.
"Bunu sen söyledin," diyorum. Hermes'i
yürütmek için hamle yapıyorum ama eliyle beni
durduruyor. Saldırgan rüzgâr Ash'in saç örgüsünü
kapmaya çalıĢarak ve atların yelelerini kırbaçlayarak
daireler çiziyor. Ash rüzgâra karĢı sağlam duruyor. Uzun
boylu, koyu renk gözlü ve keskin hatları olan beyaz yüzlü
Ash... Geçidimizin kenarındaki taĢlardan haykıran eski
bir savaĢ hayaleti gibi... Parmakları kolumun tamamını
donduruyor.
"DüĢünüyorum da..." diyor. "Bu durumun beni
götürdüğü yer hiç hoĢuma gitmiyor."
Ġçimdeki yalancı, temkinli bir Ģekilde geri adım
atıyor. "Neden bahsediyorsun?" diyorum.
"Haydi," diyor, "sen de böyle düĢünüyor
olmalısın. Nero'ya bunu yapan, bizden biriydi. Onu
alıkoyup bağladı."
Ona durağan gözlerle bakıyorum. "Katiyen
aklımdan geçmedi," diyorum.
"Bunu içimizden birinin yaptığını düĢünmek
istemiyorum," diyor. "Fakat baĢka nasıl açıklayacağımı
da bilemiyorum."
DeMalo'yla. Ama söyleyemiyorum. Asla
söyleyemem. "Hiçbirimiz Nero'yu incitmenin rüyasını
dahi görmemi-Ģizdir," diyorum.
"Eğer biri sana ulaĢmak, seni sarsmak istediyse,
Nero'yu kullanmaktan daha iyi bir yöntem var mı sence?"
diyor. "Yani, el ele tutuĢup bir dairenin içinde tatlı tatlı
dans ediyor değiliz. Zor bir zamandayız, arkadaĢım."
"Creed'den mi söz ediyorsun?" diyorum. "Sen ve
o en iyi arkadaĢlarsınız."
"Hiç kimseyi yaftalamıyorum. Bunu söylemekten
bile nefret ediyorum. Belki de yanılıyorum. Fakat bu
durumu gözden geçirmen lazım. ġayet içimizden biriyse,
kim olduğunu bilmek zorundayız. Gerekçesini de..."
"Umarım baĢka hiç kimseye bundan
bahsetmemiĢsin-dir," diyorum.
"Hayır," diyor. "Dinle, benden de kuĢkulanmayı
unutma, tamam mı? Sana burada hedef ĢaĢırtmayı
deniyor olabilirim. Aklında bulunsun, ben olsaydım,
böylesine kepaze bir giriĢimde bulunduğum için
utancımdan ötürü kendimi cezalandırmak zorunda
kalırdım."
"Buna lüzum yok," diyorum. "Tamam, Ash. Bu
seninle benim aramda."
Yakasını rüzgara karĢı kaldırırken baĢıyla
onaylıyor. DüĢen kayaların arasından dikkatle geçiyoruz.
Biraz sonra "Beni tanıyorsun, değil mi? Deli filan
değilim. Hiç hayal gücüm olmadığını Tanrı biliyor ama
onun hâlâ burada olduğunu hissediyorum. Bizimle..."
diyor Ash.
Kimi kastettiğini söylemeye mecbur hissetmiyor
kendini. Onun Maev olduğunu biliyorum.
"Ve onu görüyorum," diyor Ash. "Bazen dönüp
onu gördüğüme yemin ederim. Yalnızca bir anlık
görüntüsünü yakalıyorum. O kadar gerçek ki ay ıĢığına,
güneĢ ıĢığına tutulmuĢ gibi."
"Belki de odur," diyorum.
"Hayatımla, kim olduğumla uzun zamandır iç içe
geçmiĢ bir vaziyetteydi," diyor Ash. "Hayatımdan ve
benden gitmesi mümkün görünmüyor. O ve ben bazı
zamanlarımızı beraber geçirdik. Söylediklerimi anlıyor
musun? Baskın karakter falan değil, hiçbirimiz öyle
değildik fakat..."
"Ah," diyorum. "Sanırım, öyle düĢünüyordum...
çünkü o ve Lugh-"
Ash bana muzipçe gülümsüyor. "Lugh, o...
hangisiyse artık," diyor.
"Üzgünüm," diyorum. "Onun hakkında yeterince
konuĢmadığımızı biliyorum. Kendimi fazlasıyla suçlu
hissediyorum."
"Hissetme, bundan nefret ederdi," diyor Ash.
"Sana inanıyordu, Saba. Bu mücadeleye inanıyordu.
Onun kim olduğunu, nasıl biri olduğunu hatırla ve ondan
kuvvet al."
Elini bu kez uzattığında Nero onun, baĢını
okĢamasına müsaade ediyor. "KeĢke kargalar
konuĢabilselerdi," diyor Ash.
KeĢke.
Sabahın ortaları... BeĢinci Bölge'nin
kuzeydoğusu. Birdenbire bastıran yoğun sıcaklık
yüzünden terden sırılsıklam bir vaziyette, bir orman
patikası boyunca dikkatle ilerliyoruz. Tek yol, eski bir
yerleĢime ait üstü örtülmüĢ harabelerin, demir
yığınlarının arasından kıvrıla kıvrıla gidiyor. GüneĢ
ıĢınları dalların arasından dağılarak sızıyor. Tam
hesapladığım gibi, Slim'in önündeyiz. Patika uzun süre
kullanıldığı için derin tekerlek izleriyle dolu fakat bugün
üstünden hiçbir Ģey geçmemiĢ belli ki. Yol kule misali
yükselen bir duvara doğru yönelirken daralıyor. Orman
tarafından yutulan büyük bir Wrecker binasının son
parçası...
Emmi'yi son gördüğümde Takipçi'yle birlikte
tam yanımda yürüyordu. Ama Ģimdi yok. Arkama dönüp
bakıyorum. Yüzündeki garip ifadeyle, kütük gibi
hareketsiz kalakalmıĢ.
"Ne oldu?" diyorum.
Yanıtlamıyor. Takipçi hafif iniltiler çıkarıyor ve
her yanını kokluyor. Em kocaman bir kayanın bitiĢiğinde
durmuĢ. BaĢını hızla çeviriyor. Gözlerini kayaya dikiyor.
"Oyalanma, Em, neredeyse geldik. Emmi. Haydi.
Hayal görmeyi bırak."
Yol, ağaçlarla kaplı yüksek duvarda sona eriyor.
Hurdalığa iliĢkin hiçbir tabela yok.
"Slim'in güzergahını takip ettik mi?" diyor Creed.
"Evet," diyorum. "Ama Slim çok konuĢuyordu.
Bazı ayrıntıları kaçırmıĢ olabilirim."
"Tabelanın kaplanmıĢ olabileceğinden
bahsettiğini iĢitmedin mi?" diyor Mercy. BaĢıyla yılan
sarmaĢığı tarafından boğulmuĢ duvarı iĢaret ediyor.
Lugh ve Creed tutunabilmek için kökleri
kullanarak tırmanmaya, sarmaĢığı koparmaya baĢlıyorlar.
Hepimiz asılarak ve çekerek onlara katılıyoruz. Sonra
temizlemediğimiz kısma bakarken, sarmaĢığın parçalarını
toplayarak orada dikiliyoruz.
Kocaman, paslanmıĢ bir geçit. KiriĢleri çökmek
üzere ama kütükler sayesinde hâlâ ayakta ancak harabeye
dönmekten kurtulamamıĢ. Ortasında asılı tabelaya sabit
gözlerle bakıyoruz. Hangi malzemeden yapıldığını
söylemek zor. Zeminde Ģimdiye dek hiçbir Ģeyin
yetiĢmediği kesin. Belli ki bir zamanlar parlak renkliymiĢ
fakat rengi uzun zaman önce atmıĢ. Kuyrukluyıldıza
benzeyen Ģey, ĢiĢelere çarpıyor ve onları geriye uçuruyor.
Sözcükler olabilecek harfler kümesi mevcut.
"Yıldız... IĢığı... Geçidi..." diyor Tommo. "ĠĢte bu
kadar."
Ona hayretler içerisinde bakıyoruz. Kıpkırmızı
oluyor, bakıĢlarımızdan rahatsızlık duyuyor.
"Okuyabiliyorsun," diyorum.
"Yani?" diyor Tommo.
"Hiç söylemedin," diyor Lugh.
"Hiç sormadınız ki," diyor Tommo. "Sayılarım
da var." Tabelayı yavaĢ ve dikkatli Ģekilde okuyor. "On
broĢ," diyor. "Yirmi hat. Harika bir randevu. Ġçeri girin
ve sayı kazanın." Bir sonraki bölümde zorlandığı için
kaĢlarını çatıyor. "S, e, n, y, ö, r, 1, e, r. Seeneye-örler
mi? Senyörlere öz-el tarifeler Pzt ve PrĢ."
Bekliyoruz.
"Hepsi o kadar," diyor.
"Bu ne anlama geliyor acaba?" diyor Ash.
"Kim bilir? Wrecker sözü," diyorum. "Fakat
burası Yıldız IĢığı Geçidi."
"Ġyi okuyorsun, Tommo," diyor Lugh. "Sana kim
öğretti? Ike mi?"
Tommo omuzlarını silkiyor. Hayatı ikiye
bölünmüĢ. Ike'den önce ve Ike'den sonra. Tommo, Ike
sonrası hayatı hakkında konuĢur fakat Ike öncesi hayatı
hakkında tek kelime etmez. Okumayı öğrendiği dönem,
önceki hayatının bir parçası olsa gerek.
"Peg'i bulalım. Kendimizi tanıtalım," diyorum.
Kapılardan geçmemize öncülük ediyorum. Bir
hayli kalabalığız. Sekiz kiĢiyiz, üstüne birkaç at, çalıntı
bir midilli, katır Bean, bir kurt köpeği ve omzuma
tünemiĢ, gergin bir karga. Buradaki yol boyunca Nero
benden ayrılmıyor. Ona yaklaĢan baĢka herhangi birini
düĢmanca karĢılayarak gagalamaya çalıĢıyor.
"Aman Tanrım!" diyor Emmi.
Hurdalık önümüzde yükseliyor. Böylesini hiç
görmemiĢtim. Ġrili ufaklı, hurda metal yığınları ve
tepelerinin yanı sıra aralarından kıvrılarak giden acayip
patikalar var. ÇeĢit çeĢit alçak barakalar ve dağınık halde
ardiyeler. Avlunun arkasında üstü düz, çimenlerle kaplı
bir tepe yükselirken, önünde de devasa bir hurda yığını
duruyor.
Hurda yığınından oluĢmuĢ bir kulübe var. Tez bir
bakıĢta, otomobil kapılarını, metal sacları, varilleri,
levhaları ve kütükleri görüyorum. Hepsi de eski bir
yöntemle bir araya gelmiĢ. Düzinelerce merdiven ve
kaldırım bir örümcek ağı misali hurdanın tepesine,
yanlara ve sağa, sola uzanıyor. Halatlar, zincirler,
kovaları olan makaralar, kaydıraklar, kanallar, raylar,
salıncaklar, variller, ağlar, tekerlekler, bayraklar, bir ipte
asılı yırtık pırtık bir çamaĢır ve kafeslerde canlı kuĢlar
var. Yüzlerce kuĢ her yerde. Hava onların titrek sesleriyle
ve gevezeliğiyle titreĢiyor. Nero onlara gaklıyor.
Molly ĢaĢkınlık içerisinde baĢını iki yana
sallıyor. "Ben de Ümitsiz Vaka'nın bir çöplük olduğunu
sanıyordum."
"Ee, Ģu UçuĢ Peg nerede?" diyor Ash. "Ne biçim
bir isim bu zaten?"
Bir deve yakındaki bir hurda metal tepesinden bu
tarafa doğru dolaĢa dolaĢa geliyor. Pirelerce ısırılmıĢ bir
tüy karmaĢası. Hörgücü çökmüĢ.
"Bakın kimmiĢ," diyor Em.
"Ah hayır," diyor Lugh. "Onun burada olduğunu
unuttum."
O, Musa.
Musa, en baĢından beri bizi hiç sevmedi.
Pillavvalla Deve YarıĢı'nda beĢ kez galip olmuĢtu ve
yıllardır Slim için Kozmik'i çekiyordu. Fakat aĢırı hilebaz
bir deve olduğu için iĢimize yaramaz diye onu UçuĢ
Peg'e vermiĢtik. Devir tesliminden sonra Slim bir gece
boyunca bir fıçı dolusu çavdar tohumunun yanı sıra,
develer ve kardeĢlik hakkmdaki uzun, karmakarıĢık
Ģarkıların eĢliğinde matem tutmuĢtu. Biz de Slim'in
hatırına kederleniyor gibi davranmıĢ fakat gizlice
kutlama yapmıĢtık.
Bizi görmüyor ama etrafa kötü kötü bakıyor.
"Çok mutlu görünmüyor," diyor Creed. "Bizi
suçluyor olabilir mi?"
"Aptal olma," diyorum. "Hey, Musa."
Musa öfkeyle böğürüp, saldırıya geçiyor.
"Bizi suçluyor besbelli ki!" diye çığlık atıyor
Emmi.
Hepimiz can güvenliğimiz için dağılıyoruz. Tam
dağılırken dev bir kuĢ gökyüzünden üstümüze doğru
geliyor. Hayır, kuĢ değil, uçan bir makine! Ama bir
Wrecker uçucusu da değil. Hurda uçucu. Metal kanatları
olan iki tekerlekli bir vasıta. Koruyucu gözlük ve kask
takmıĢ, sıska, yaĢlı bir fosil kontrol çubuklarıyla
mücadele veriyor.
"Dikkat edin!" diye haykırıyorum.
Musa aniden yönünü değiĢtirip sürünerek
ilerliyor. Neyse ki hepimiz tam zamanında yere
yatıyoruz. Uçucu, hurda metal tepesine süratle çarpıyor
ve bir patlama yaĢanıyor. Patlama öyle korkutucu ki onu
aydan bile iĢitebilirsiniz. Ortam yatıĢmaya baĢlarken
ayağa kalkıp üstümüzü silkeliyoruz. Bean yaygaracı bir
telaĢ içerisinde anırıyor. Musa saklandığı yerden
böğürerek yanıt veriyor. Nero acı acı çığlıklar atıyor.
"Yıldız IĢığı Geçidi'ne hoĢ geldiniz," diyor
Creed.
"Ġyi misiniz?" diyorum ve herkes baĢıyla
onaylıyor.
Pilot ĢaĢırmıĢ görünmüyor. Uçucusunun hasarını
incelerken her Ģeye rağmen koruyucu gözlüklerini ve
yamuk kaskını takarak kendi kendine konuĢuyor. Hasarın
haricinde hiçbir Ģey yok. Uçucu tamamen mahvolmuĢ
tabii. ġimdi farkına varıyorum ki bu özel hurda tepesinin
temel maddesi, düĢüp parçalanmıĢ hurda uçucu gibi
gözüküyor. Ani çakılmalar bu civarda süregelen düzenli
hadiseler olmalı.
"Ah... UçuĢ Peg," diyor Ash. "ġimdi anladım."
Sesleniyorum. "Hey, selam, bayım? Merhaba? îyi
misiniz? Biz Slim'in arkadaĢlarıyız."
Hâlâ kendi kendine konuĢarak yığından aĢağıya
kayarak iniyor ve hurda tepesi kulübesine doğru alelacele
gidiyor. Belki de kaza, kask, yaĢlılık ve tüm
gerekçelerden dolayı beni duymuyor. Hurdaların arasında
oraya buraya sapıp zıplayarak onu takip ediyorum.
Takipçi, Emmi ve Nero da benimle geliyorlar. Ona
yetiĢip yanında hızlı adımlarla yürüyoruz. "Affedersiniz?
Bayım? UçuĢ Peg? Ben—"
"Slim'in kızı, Ölüm Meleği, evet evet, kapa
çeneni, seni duydum," diyor kadın.
Kadın... UçuĢ Peg bir bay değil, kadın. Sıska ve
yaĢlı bir kadın. Bronz teni buruĢ buruĢ. Akbaba boynu
uzun ve dar omuzları arasından yükseliyor.
"Üzgünüm," diyorum. "Yani, bayım dediğim için
özür dilerim, hanımefendi. Slim her an burada olabilir.
Çok gerimizde değildi. Sizin için sorun yaratmayacağını
düĢündüğünü söyledi, eğer biz—"
Ama gidiyor. Sağlam bir merdivene tek elle
tutunup örümcek hızında tırmanarak hem de. Ve hâlâ hiç
durmadan konuĢuyor. "Adım adım, en baĢlangıca, temel
prensiplere geri dön, seni ahmak, seni mankafa," diyor.
Em ve ben peĢinden merdivene tırmanıyoruz.
Takipçi aĢağıda kaldığı için sızlanıp havlıyor.
O kulübesine doğru koĢtururken onu takip
ediyoruz. Söylemesi kolay, yapması zor. Suntalar eksik
olduğu ve aĢınmıĢ halata parçalar halinde yama yapıldığı
için bir tehlike söz konusu.
"Affınızı diliyorum, Bayan Peg, ancak sorun
yaratmazsa, burada biraz kalmak istiyoruz," diyorum.
"Sizin için hiçbir sıkıntıya neden olmazsa, yani."
"Af diliyorsun falan filan!" Peg boĢtaki elini
baĢına götürüyor. Kafeslerdeki kuĢların yanından
aceleyle geçerken kanat çırpma ve cırlamaları içeren
büyük bir yaygara kopuyor. "Evet evet, canlarım,
biliyorum, biliyorum! Azıcık daha bekleyin!" diye
bağırıyor.
Akabinde kulübenin açık kapısından içeriye
dalıyor. Bize "Sessiz!" diye fısıldayarak emrediyor ve bir
parça tebeĢirle duvara bir Ģeyler çizmeye koyuluyor.
"Hava akımı," diye mırıldanıyor, "dönüĢ, yükseliĢ, itiĢ.
Adım adım, en baĢlangıca geri dön. Temel prensiplere,
seni ahmak, seni mankafa."
"Hanımefendi?" diyorum. "Minnettar olurum
Ģayet, ah... Ģuna bakarsanız."
Bir rüzgar krankı resmi ortaya çıkmaya
baĢlarken, büyülenmiĢ bir halde izliyorum. En ince
ayrıntısına değin belirgin ve keskin... Böyle dırdırcı,
ihtiyar bir ahmağın bunu yapacağı kimin aklına gelir?
"Bu Ģeylerle ne kadar uzağa uçtunuz?" diyorum.
Yanıt vermiyor, iĢinin dıĢındaki hiçbir Ģeye
aldırıĢ etmiyor. Nero bizi içeride takip etmiĢ. Her zaman
olduğundan bir kat daha ihtiyatlı fakat en azından bir
gözetlemeye direnemeyecek kadar meraklı. Kulübe,
dıĢarıdaki avlunun benzeri bir hurda yığını. Fakat kapalı
ve düzenli bir mekân. Her Ģey uçucularla ilgili. Kova ve
kasalarda yedek parçalar var. Duvarlara resimler ve
planlar çizilmiĢ. Bu oda, hurda yığının üstündeki
yapıların kalbiymiĢ gibi görünüyor. Koridorlar, garip
merdiven boĢlukları ve diğer odalara dair karıĢıklığı
görmek için etrafı inceliyorum. Ġrili ufaklı düzinelerce
pencere aracılığıyla, güneĢ ıĢınları, geçmiĢ bin günün
tozunu ısıtıyor. Peg'in tek konforunun sallanan bir
sandalye ve ağlarla kaplı, paslı bir soba olduğu
anlaĢılıyor.
Derken kanepedeki savaĢ teçhizatı gözüme
iliĢiyor. Bir çift kol bandı ve bir yeleği oradan alıyor,
tozdan arındırıyorum. Wrecker zamanlarından kalma;
pürüzsüz ve yumuĢak olmalarına rağmen fena
durmuyorlar. Paslı metal plakaları olan, sapasağlam,
koyu kahverengi deriden ve keçeyle bir güzel kaplanmıĢ.
Pirinç tokalı. Yelek kendi zamanında birkaç oku
durdurmuĢa benziyor. Zira bunu gösterecek sıyrıklar
taĢıyor. Kol bantları beni bileğimden dirseğime dek
örtüyor. Sahip olunası güzel Ģeyler. Peg'e "Bu zırh
parçaları için ne istiyorsunuz?" diye soruyorum.
"Onlar satılık değil," diyor. Bakmaya dahi
zahmet etmiyor, karalamayı sürdürüyor.
Ben onları bırakmaya yönelirken "Onlar Ģenindir.
Senin için hazırladım ve sakladım. Onları giy," diyor.
Duraksıyor, kaĢlarımı çatıyorum. Çatlak ihtiyar.
Ardından "TeĢekkürler," diyorum. Yeleği baĢımın
üstünden geçiriyor, kol bantlarını kaydırıyor ve tokaları
bağlıyorum. Mükemmel.
Emmi bunca zamandır sessiz. Bir masanın yanma
diz çökmüĢ, masada duran bir kuĢ kafesine ĢaĢkınlık
içerisinde bakıyor. Kafes küçük. Ġki yumruğum
büyüklüğünde. Böyle Ģirin bir metal eĢyanın mümkün
olabileceğini akimın ucundan dahi geçirmez insan.
Ġçeride bir salıncağa tünemiĢ metal bir ispinoz var. Renk
kabukları onun uzun zaman önceki boyalı güzelliğini
anlatıyor. Böyle bir Ģeyi yapmak için nasıl bir dünyada
yaĢamalı acaba? Ve ne tür bir motivasyonla hareket
etmeli?
Nero kanat çırpıp masaya konuyor. BaĢını bir o
yana, bir bu yana yatırarak kuĢa dikkatle bakıyor.
Gaklıyor. Parmaklıklara gagasıyla nazikçe vuruyor.
"Nero, vurma," diyor Em. "O uyuyor."
"Onu uyandır," diyor Peg. "O bir Ģarkı anahtarı."
TebeĢiri yere atıyor ve ellerini pantolonuna sürterek
geliyor. Eluysuz yaĢlı parmakları aĢağı kısımda saklı bir
anahtarı çeviriyor. Madeni bir sesin fısıltısından sonra
müziğin çınlaması duyuluyor. Gagasını açıp kapayan
ispinoz, kuyruğunu sallayarak öne ve arkaya eğiliyor.
ġarkı biterken tüneğe bir kez daha oturuyor. Gagası
yavaĢça kapanıyor.
Anahtarın sonraki çevriliĢine dek donuyor.
"Ah," diyor Emmi. "Ona yine Ģarkı söyletelim!"
"Lütfen," diyorum.
"Özür dilerim... lütfen," diyor.
Peg elini sallayarak onay veriyor. Em anahtarı
çeviriyor ve Ģarkı, toz ıĢınlarının içinden parmak
uçlarında yü-rürcesine bir kez daha baĢlıyor.
"DıĢarıdaki kuĢlar kafeslere hapsolmuĢ,"
diyorum. "Onları özgür bırakmalısınız. KuĢların uçmaları
gerekiyor."
"Yakında, kızım, yakında. Ben ve onlar," diyor
Peg.
Üzerimize bir gölge düĢüyor. Tommo kapı
aralığında dikiliyor. "Slim geldi, at arabasını kenara
çekiyor," diyor.
Slim bana gizlice haberleri veriyor. Buraya
gelirken üç kez konaklamıĢ. Birincisi, Willowbrook'ta diĢ
çekmek için. Ġkincisi, bir boyun çıbanını yarmak için ve
üçüncüsü, hususi bir rahatsızlığı tedavi etmek için.
Hadisenin korkunçluğu karĢısında dehĢete kapılmıĢ gibi
yapıyor. Bu durum beni hayli eğlendiriyor. Ancak onu
kontrol altında tutmaya çalıĢıyorum.
Ve olayın özü Ģu:
Durduğu her yerde ona aynı Ģeyi anlatmıĢlar.
Ölüm Meleği'nin Yeni Cennet'e dadandığı haberi
kulaktan kulağa yayılıyormuĢ. Meleğin hayaleti her gece
yıldız çağlayanıyla ortaya çıkıyormuĢ. Dün gece ve bir
önceki gece görülmüĢ. Kurt köpeği ve kargasıyla seyahat
ediyor, rastladığı herhangi birinden ölümünün intikamını
alıyormuĢ. Hepsi tedirgin olmuĢlar. Bunun ne anlama
geldiğini merak ediyorlarmıĢ. Yakında bir belanın
geleceğine dair bir alamet olduğundan korkuyorlarmıĢ.
Oysa beni hiç kimse görmedi. Mevzu Ģu ki yıldız
çağlayanı mevsiminde halk, olmayan hortlaklar görür. Bu
gece görüĢtüğümüzde Jack'e bundan bahsetmeliyim.
Neyse ki Yıldız IĢığı Geçidi'nde safi hurdadan
çok daha fazlası var. Bir miktar soğuk su içeren yıkanma
göleti, arka tarafta ağaçlık bahçe yaması, kabuklu yemiĢ
alanı ve bir kavak topluluğu mevcut. Musa, Hermes ve
Bean'i orada ağaçların kabuklarını diĢlerken buluyoruz.
Hermes kavak kabuğu için herkese katlanabilir. Kötü
huylu bir deveye bile...
Peg'in bizi gölete yönlendirebilmesine hayret
ediyorum. Epey kötü koktuğu için onun suya yabancı biri
olduğunu sanıyordum.
Tam da Slim'in çıkaracağını söylediği gibi,
Peg'in çok kısa bir sürede çıkardığı köle tasmasının
bulunduğu yerde, Ģimdi soluk bir ten halkası olan Mercy
kenevir ipinden yapılma, yırtık pırtık tuniğini çıkarıyor,
ince kırbaç izleri görünür olurken, tuniğini özenle
katlıyor.
"O Ģeyi yakmak isteyeceğini düĢünmüĢtüm,"
diyorum.
"Yeni Cennet'te hiç köle kalmadığı gün," diyor,
"bir odun yığınını istifleyecek ve onun yanmasını
seyredeceğim."
Yüzüp yıkanmak için sığ suda yürüyor. Ona
sabun demetimi fırlatıyorum fırlatmasına fakat doğrudan
doğruya bakamıyorum. Dayanamam. Mercy'nin dermanı
kalmamıĢ olmalı. Çıplak vücudunun görüntüsü öyle
yaralı ve zayıf ki kızgınlığımdan ötürü içime âdeta
bıçaklar saplanıyor. Bunun sorumlusu DeMalo. Zekice
sözlerinin gölgesinde bütün bunlardan sorumlu olduğunu
kendime hatırlatmam gerek. Mercy kendisi gibi pek çok
köleden yalnızca biriydi. Tıpkı Slim'in arkadaĢı Billy Six
gibi. Arazisi çalındı ve boğazından çivilenip sanki bir av
sıçanıymıĢçasına kazığa mıhlandı. Maev öldü. Bram
öldü. Özgür ġahinler'in ve Akıncılar'm hepsi öldüler.
Ġstediğini elde etmek için insanları öldürüyorsun.
Sen de öyle yapıyorsun. Az önce bunu yine
yaptın. ġiddet esef verici olsa da amaca ulaĢtıran bir
araçtır. Ümitkent'i yok ettiğinde gözyaĢı döktün mü?
Oradaki alevlerde yanmıĢ olabilecek herhangi bir pislik
için uykun kaçtı mı? Hayır. Birbirimize çok benziyoruz,
Saba.
DeMalo'ya benziyorum. Onun sesini susturmak
zorundayım. Her zaman aklıma geliyor. Zihnimi allak
bullak ediyor. DüĢüncelerimi çarpıtıyor. Vücut ısımın
yanaklarıma yükseldiğini hissedebiliyorum. Mercy
anlıyor. Ne de olsa dikkatinden pek bir Ģey kaçmaz fakat
yorum yapmıyor.
"Geliyor musun?" diyor.
"Yalnız baĢıma banyo yapacağım, üstüne
alınma," diyorum.
Bunu da anladığını hissediyorum; fakat yine
yorum yapmıyor. Mercy esaretin kirini teninden ovarak
çıkarırken, sıcak yüzüme su çarpıyorum. Hararete
kapılmıĢ zihnimi serinletmeye çalıĢıyorum. Midemi
bulandıran Ģu hastalıklı öfkeyi dindirmek için avuçlar
dolusu su içiyorum.
Sudan çıkıp kendisini temiz bir çuvalla ovarak
kuruttuğumda, "Hakkında konuĢmak istediğin Ģey
nedir?" diyor Mercy.
"Sevginin seni zayıf kıldığını düĢüyor musun?"
diyorum. "Lugh sevginin bizi zayıflattığına inanıyor.
Babamın, annemin öldükten sonraki hali yüzünden."
Mercy hemen yanıtlamıyor. Sonra "O, Lugh'un
kanaati. Ya seninki ne? inandığın Ģeyi söyle bana," diyor.
BakıĢlarımı çizmelerimde sabitliyor ve
sözcüklerimi tartarak konuĢuyorum: "Her ikisini de
gördüm. Bunu sırf baĢka insanları gözlemleyerek değil,
bizzat kendimden biliyorum. Lugh'u ararken sevginin
beni nasıl güçlü kıldığının farkmdaydım. Onunla bağım
bu kadar kuvvetli olmasaydı, yaĢadıklarıma tahammül
edemezdim. Öte yandan bu beni zayıflattı da. Bazı kötü
seçimler yaptım. Fakat bütüne bakıldığında, hangisi diye
sorarsan... Sevgi sayesinde daha güçlüyüm, daha zayıf
değil," diyorum.
"Ben bundan daha iyi ifade edemezdim," diyor
Mercy. Çuvala sarınmıĢ durumda yanıma oturuyor.
Gözleriyle buluĢmak için baĢımı kaldmyorum.
"Çaprazçay’da bana söylediğin bir Ģeyi anımsıyorum,"
diyorum. "Babamın yanıtlar için yıldızlara baktığını
söyledin fakat sen burada, önünde, çevrende olanlara
bakıyorsun. Neler gördüğünü bana anlatmana ihtiyaç
duyuyorum, Mercy. Bu yer hakkında ne düĢünüyorsun?
Yeni Cennet hakkında yani."
"Hah!" Küçük bir kahkaha atıyor. "Bugünlerde
akimda büyük soruların yer aldığı kesin," diyor. "Yeni
Cennet hakkında ne mi düĢünüyorum?" Biraz
duraksamanın akabinde "Her Ģey, her zaman göründüğü
gibi değildir. Keza insanlar da..." diyor.
"Bu yeni değil," diyorum.
"Neden bilmiyorum... Fakat Yeni Cennet
tümüyle gerçek görünmüyor," diyor.
"Yara izlerin yeterince gerçek ama," diyorum.
"Elbette ama mesela..." diyor. "Bebek evinde
bakımıyla ilgilendiğim kızlardan birinin sen olduğunu
düĢün. Ailen sürgün ediliyor veya öldürülüyor -belki de
gözlerinin önünde- ama sen öldürülmüyorsun. YaĢamak
zorundasın çünkü Yol Gösterici'nin SeçilmiĢleri'nden
birisin. Dünyanın Kurtarıcısının artık. Onun tarafından
büyüleniyor ve ikna ediliyorsun. Güç ve Ģiddetle seni
korkuya hapsediyorlar."
"Evet," diyorum.
Mercy devam ediyor. "Tanımadığın biriyle
eĢleĢtiriliyorsun. Araziyi sürmek ve Yeni Cennet için
sağlıklı bebekler yapmak üzere bu yabancıyla beraber
oluyorsun. Eğer Ģanslıysan, ondan hamile kalıyorsun.
Belki ona katlanamıyorsun fakat söz sahibi de değilsin.
Ne düĢünürsün? Bütün bunlarla ilgili olarak nasıl
hissedersin?"
Öldürdüğümüz Kurtarıcılar aklıma geliyor.
Ümitsiz Vaka yolu üstündeki sığ bir mezara
gömdüğümüz Eli ve River-Lee. Oğlanın kızdan
hoĢlanmaması, kızın oğlandan korkması ve bir çocuk
sahibi olmakla ilgili çaresizliği. Bir çocuk sahibi olmazsa,
köleleĢtirileceğim bilmesi... RiverLee'nin değerli gümüĢ
kolyesini hatırlıyorum. Yeni Cennet'te aile yadigarları
yasak ama ona kim olduğunu ve nereden geldiğini
anımsatması için kolyeyi bir sır olarak saklı tutuyordu.
"Nasıl hissedersin? Bana anlat hadi," diyor
Mercy.
"Ailemle ilgili olarak berbat hissederim,"
diyorum. "Neden beni ailemden ayırıyorlar ki? Onların
yasını tutar, onları özlerim fakat nasıl hissettiğimi
gizlemek zorunda olduğum için susarım. Hiç kimseyle
konuĢamam. Benimle eĢleĢtirilen oğlandan nefret ederim.
Bana temas ediĢinden nefret ederim. Üstelik bir bebeğim
olmazsa beni teslim edecek ve köleleĢtirileceğim.
Korkarım ve kendimi yalnız hissederim."
"Bu konuda haklısın," diyor Mercy. "Ben de sana
bir Ģey anlatayım. Doğum yapan kızlar daima annelerine
gereksinim duyarlar. Annen de öyle yaptı. Kurtarıcılar da
öyle yaparlar. Hiç kimse bebeğinin ondan alınmasını
istemez. Ne hissettiklerini gizlemeye çalıĢırlar. Ne olursa
olsun, Yol Gösterici en iyisini biliyordur ve bu, Yeni
Cennet ve Toprak Ananın yararınadır fakat ben onların
ne hissettiklerini gözlerinde, yüz ifadelerinde her zaman
gördüm. Geceleyin ağlarlar. Peki ya cılız bebekleri
doğuranlar? Onlar ne olacağını baĢtan bilirler.
Vücutlarında taĢıdıkları, kendi parçaları olan çocukların
açık havada ölmeye terk edileceklerinin farkındadırlar.
Soğuk alıkoymazsa, bir hayvan alıkoyacak. Belki de
kendi yavrusunu onunla besleyecek. Zavallı kızların
kendilerini öldürmeleri an meselesi. Biri ben oradayken
kendi canına kıydı mesela."
"Kendisini mi öldürmüĢ?" diyorum.
"Bunun ortaya çıkmasına izin vermezler," diyor
Mercy. "Maneviyat açısından iyi değil. Kurtarıcı kızlar,
doğuranlardır. Onların dölyatakları Yeni Cennet'e aittir.
Doğal duygular ve yönelimler buna dâhil edilmez.
Onlardan her iki yılda bir çocuk doğurmalarının
beklendiğini biliyor muydun?"
"Ġki yılda bir, ha?" diyorum. "Bilmiyordum,
hayır."
"BaĢarısız olurlarsa, köleleĢtirilirler. Erkeklerse
asla suçlanmaz."
"Peki onlar ne yaparlar?" diyorum. "Erkekler
yani?"
"YetiĢkin bir birey gibi davranırlar," diyor.
"Kendi çocuklarını hiç görmemeleri hakkmdaki hislerini
sadece tahmin edebilirim. Yeni Cennet'in tüm
SeçilmiĢleri, DeMalo'nun söylediği kiĢiler olmaya
çabalıyor. Bu nedenle Kurtarıcılar ve bebek evi var/'
diyor Mercy. "Cennet Yurdu hakkında hiçbir Ģey
diyemem, oraya dair en ufak bir bilgim yok. Sadece
bebeklerin memeden kesilir kesilmez oraya gittiklerini
biliyorum."
Cennet Yurdu, çocukların Yeni Cennet'e hizmet
etmek üzere büyütüldükleri yer. Kendi ailelerinden
çalınmıĢ çocuklar, memeden kesilmiĢ bebekler... On dört
yaĢma geldiklerinde, her biri Dünyanın Kurtarıcısı olur
ve hem çoğalmaları hem de çalıĢmaları için Yol Gösterici
tarafından eĢleĢtirilirler.
"Sonra köleler var," diyor Mercy. "Çoğu benim
gibi zorla kaçırılmıĢ. Bazıları SeçilmiĢler'den. Yol
Gösterici'nin gözünden düĢenlerden..."
"Bir değerli, bir kıymetsiz desene," diyorum. "Bu
onları ciddi anlamda düĢünmeye sevk etmiĢ olsa gerek."
"Senin anlayacağın, hiçbir Ģey gözden
kaçmıyor."
"Tontonlar da var," diyorum. "Onları da
unutma."
"Unutmam imkânsız," diyor.
"O zaman insan en ince ayrıntısına kadar
incelemeye koyulup ona yakından bakmaya baĢladığında,
Yeni Cennet'in de göründüğü gibi olmadığını anlar. Fakat
plan iĢliyor, değil mi? Yol Gösterici'nin yeni bir dünya
kurma planı..."
"Bazı bakımlardan, evet," diyor Mercy.
"Kurtarıcılar artık her zaman iyi besleniyorlar. Demek ki
kızların çoğu hamileliklerini sonuna dek götürüyor.
Mahsul miktarının da yüksek olduğunu iĢittim."
DeMalo'nun sesi zihnimde dolaĢıyor.
Her gün zor ve gerçek kararlar alıyorum. Var
olan kıt kaynaklan, en iyi kullanabilecek kiĢiler arasında
bölüĢtürüyorum. Ahlaklı ve sorumlu bir Ģekilde
davranıyorum.
Mercy ve ben oradaki soğuk su göletinin
kenarında bir süre sessizce oturuyoruz. Tenime değen
güneĢ, yumuĢaklık ve nadiren de olsa sevecenlik hissi
uyandırıyor. Aynı sözler, içimde tekrar tekrar
yankılanıyor. Ġnsanlar göründükleri gibi değiller. Bütün
olarak bakıldığında, sevgiden dolayı daha güçlüyüz.
DeMalo'nun zayıflığı bizim kuvvetimiz.
Mercy'nin beni belirgin biçimde, meraklı gözlerle
izlediğini fark ediyorum. Düzenli bir Ģekilde katlanmıĢ
tuniğini alıp ona veriyorum.
"Çok yakında bir gün Ģu odun yığınını istifliyor
olacaksın," diyorum.
ĠĢte orada, bükülmüĢ ağacın yanında. Allis,
benim güneĢ ıĢığı annem. BaĢ baĢayız. O ve ben, geniĢ
düz ovadayız. Dünyanın kenarındaki grilikteyiz. Bulutlar
sarkıyor. Rüzgâr yüksekte uğul-duyor. Çıplak ve beyaz
ağaç parıldıyor.
Mezar çukuru, ağacın dibinde. Engebeli, dar ve
derin. O sırada annem ve ben çukurun yanında
dikiliyoruz. Ġçerisinde neyin yattığını biliyorum. Paslı
zırhı olan ceset. Çukur boyunca uzanmıĢ. BaĢı kan
kırmızı bir Ģalla sarılı.
Altın Allis. Çok uzun zaman önce öldü. GüneĢten
saçlar, gök mavisi gözler, parıl parıl parlayan bir ruh.
Ama karanlık aydınlığına üstün gelmiĢ. Sürükleniyor,
yön değiĢtiriyor, rengi soluyor.
Havadaki ayakları mezara giriyor. Beni 'benimle
gel' iĢaretiyle çağırıyor. Mezar çukuru boĢ Ģimdi. Onu
aĢağıdaki karanlık dünyaya doğru takip ediyorum.
Sonra çıplak bacaklarımdan yukarıya doğru su
yükseliyor. Hayır, su değil. Kan. Süratle yükseliyor. Ġç
karartıcı ve yoğun bir Ģekilde. Uyluklarıma, belime,
göğsüme dek. Beni sımsıkı tutuyor, kurtulamıyorum.
Kayıyorum, nefesim kesiliyor, boğuluyorum, nefesim
kesiliyor, nefes alamıyorum, ben—
Boğazımı tırmalayarak, beni boğan Ģeyi çılgınca
çekerek bir anda uyanıyorum.
"Saba, uyan!" Molly'nin ısrarcı sesi bu.
Nefes alamıyorum... Nefes... Alamıyorum...
"Bitti, tamam, onu çıkarıyorum. Saba, haydi
tatlım, aç gözlerini. Doğrul, haydi."
Elime nazikçe vuruyor. Gözlerimi
kırpıĢtırıyorum. GüneĢ ıĢığının ani göz kamaĢtırıcı
parıltısıyla aptallaĢıyorum. Rüyamın karanlık
diyarlarında kaybolmuĢken, hayata dönüyorum. Molly
yanıma diz çöküyor. Kırmızı Ģalı tutuyor.
"Ah!" Geri çekiliyorum. "ġunu uzaklaĢtır!"
"Tamam, sakinleĢ, tamam, gitti." ġalı eteklerinin
arkasına, gözden uzağa itiyor. "Onunla kendi boğazını
sıkmıĢsın, hepsi bu."
Zangırdayan kalbimin ritmi giderek yavaĢlıyor.
"Çuvalımın dibindeydi o," diyorum. "Onu nerede
buldun?"
"Emmi verdi," diyor. "Mercy bana seni uyuman
için yalnız bıraktığını söylediğinde, üstünü örtmeye ve
güneĢ çarpması nedeniyle ölmediğinden emin olmaya
gelmiĢtim."
Ona aptal aptal bakıyorum. "Uyumak
istemiyordum ki," diyorum.
Çok yorgunum. Vücudum sanki üstüme taĢlar
yüklen-miĢçesine ağır.
"Özür dilerim," diyor Molly. "Seni rahatsız
etmek istemezdim."
"Hayır, hayır," diyorum. "Ġyi ki geldin.
Halletmeyi düĢündüğüm pek çok mesele var."
"ġu son zamanlarda neredeyse hiç
uyumuyorsun," diyor. "Yorgun olman, hiçbirimizin iĢine
yaramaz. Haydi, uzan. Üstünü de bununla ört."
BaĢörtüsündeki düğümü çözüyor ve örtüyü bana uzatıyor.
Örtü bütünüyle, cildi yumuĢatan ve saça güzel bir koku
yayan, gül yağıyla kaplı. O, buklelerini silkerken, ben de
alnındaki F damgasına bakmamaya özen gösteriyorum.
Bakmadığımı fark edince "Bugünlerde savaĢ yarasını
ortaya çıkarma fırsatım pek olmuyor," diyor.
"Bunu nasıl hafife alabiliyorsun?" diyorum.
"Ne yapmalıyım?" diyor. "Hayatımın geri
kalanında ağlamalı mıyım? Acıların Molly'si mi
olmalıyım?"
"Hayır ama onca olaydan sonra buna nasıl
dayandığını bir türlü anlayamıyorum."
"Senin savaĢ yaraların var. Bu da benimki,"
diyor. "Bunun benim için ne anlama geldiğini biliyor
musun? Ben hayatta kalmaktan yanayım. Ya neden Ģu
anda burada olduğumu, bunu neden yaptığımı
hatırlamaya ihtiyaç duyarsam? Tabii bu baĢka birçok
gerekçemin olmadığını da göstermez. Ike ve Jack
mesela." Bir anlığına duraksadıktan sonra "Bu arada...
Ondan hiç bahsetmiyorsun," diyor. "Öldüğünden beri
adını laf arasında bile ağzına almadın. Diğerleriyle
konuĢtuklarını kontrol altında tutmaya mecbur olduğunun
farkındayım, gelgeldim benimleyken aynısını yapman
gerekmediğini biliyorsun." Gözlerindeki gücenmiĢlik
ifadesi ve ĢaĢkınlık beni mahcup ediyor. "Jack'in
imkânsız olduğunu biliyorum," diyor. "Ġmkansızdı.
Onunla arandaki iliĢkinin karmakarıĢık olduğunu da
biliyorum. Belki de senin ona dair hissettiklerin, onun
sana dair hissettikleri kadar güçlü değildi. Bilemiyorum.
Neticede senin kalbin benim üstüme vazife değil ama
aĢkın kolay olmadığını kesinlikle biliyorum. Söylemeye
çalıĢtığım Ģu ki gerçekten istediğim, gerçekten ihtiyaç
duyduğum Ģey seninle onun hakkında konuĢmak. Hepsi o
kadar."
Suskunum. Hararet yanaklarımda dalgalanırken,
sabit gözlerimle çizmelerime bakarak oturuyorum. Bu,
Molly'nin sırlarımdan birini bildiğine iliĢkin dolaylı bir
anımsatmaydı. Birlikte olduğum ilk erkeğin Jack
olmadığından haberi var. Fakat kiminle birlikte
olduğumdan habersiz. O erkeğin DeMalo olduğunu
rüyasında görseydi, buna inanamazdı.
"Mevzu mu?" diyor. "Jack'in öldüğü düĢüncesi
aklıma bir kere bile düĢmedi. Bir kere bile. BaĢına açtığı
veya baĢına gelen tüm dertlere rağmen. Diğer konu ise,
benim dıĢımda Gracie'yi bilen tek kiĢi Jack."
Sesi titriyor. Yanaklarından aĢağıya iri gözyaĢları
dökülüyor. "Lanet olsun," diyor. "Üzgünüm." Ve cebini
karıĢtırmaya baĢlıyor.
Bundan nefret ediyorum. Yani herkese yalan
söylemekten. Her Ģeyden önemlisi, Molly'ye Jack
hakkında yalan söylemekten nefret ediyorum. Molly,
Jack ve benim için en büyük vicdan azabı. Bu mecburi
aldatmacadaki en büyük piĢmanlığımız. Jack'in matemini
derinden tutan, en sevgili arkadaĢı. Fakat ölmüĢ olduğuna
inanmak zorunda. Bir sırrı ne kadar çok kiĢi bilirse,
baĢkaları tarafından bilinmesi de aynı oranda
muhtemeldir. Tek bir bakıĢı dahi, birinin sır sakladığımızı
düĢünmesine yol açabilir. Kendi hayatım söz konusu
olsa, küçük Özgür ġahin çeteme güvenirdim. Ancak
Jack'in hayatı söz konusu ve çok daha temkinli olmak
durumundayım.
ĠĢin doğrusu, söylememem gereken bir Ģeyi
ağzımdan kaçırırım korkusuyla kendim dahi onun
adından söz etmeye neredeyse hiç yanaĢmıyorum. Oysa
Molly'ye bizzat itirafta bulunmak, her Ģeyi anlatmak için
nasıl da yanıp tutuĢuyorum. Her Ģeyden kastım sadece
Jack değil; dürüst olmam gerekirse, DeMalo da.
Molly'nin beni anlayabilecek, bunu anlamlandırmama
yardım edebilecek, dünyadaki tek kiĢi olduğunu
düĢünüyorum. DeMalo'yla aramızda geçenlerin nedenini
kavramama yardım edebilir. Onunla yakın arkadaĢ olmak
istiyorum. Ama bu mümkün değil. ġimdi değil. Henüz
değil...
"Üzgünüm, asla ağlamam ben." Molly kullanıĢsız
küçük mendil parçalarına sümkürüyor ve "Peki, geri
dönsem iyi olur," diyor. "Creed, büyük olasılıkla, tekrar
tekrar özür dilemek için beni arıyordur. Onun hiçbir iĢi
yarım bırakmadığına kalıbımı basarım. Yüzüne tokat
attığım için mi yoksa senin daha sonra ona söylediklerin
yüzünden mi bilmiyorum fakat oğlan bin piĢman. Artık
ilan-ı aĢk ya da evlenme teklifi yok. Ona böyle
söylediğimi sakın söyleme, ancak bu normal davranıĢları
bir hayli hoĢuma gidiyor."
Üstünü baĢını düzelterek ayağa kalkarken
çimenli parçaları temizleyip temizlememekte tereddüt
ediyor. Jack hakkında konuĢmak için kalmasını
isteyeceğimi umduğunu söyleyebilirim fakat ben sefil bir
kalple, sessizce oturuyorum.
ġalı kollarında tutuyor. "Bunu beğenmemen çok
yazık," diyor. "Rengi sana yakıĢıyor."
"ġallar bana göre değil," diyorum. "Bu da bir
istisna değil."
ĠĢin aslı hemen hemen bu; ama kopardığım
yaygara için kötü bir mazeret. Molly anlasa dahi açığa
vurmaz.
"Kimin akima gelirdi ki?" diyor. "Ölüm Meleği
bir Ģalla ilgili konuĢmaktan çekiniyor. EndiĢe etme, sırrın
bende güvende."
Bunu ona açıklamayı denemeye dahi
kalkıĢmıyorum. Kendime bile açıklayamıyorum zaten.
Niye Auriel Tai'nin kan kırmızı Ģalının onunla tanıĢtığım
andan itibaren rüyalarımla bağlantılı olduğunu, niye
daima mezar çukurundaki yüzsüz savaĢçı cesedinin
baĢında sarılı olduğunu ve o cesedin Lugh mu, Jack mi
yoksa DeMalo mu olduğuna bir türlü karar veremediğimi
açıklayamıyorum. Ġlaveten Ģalı çuvalımda bulmamın
cesaret kırıcılığını da... Auriel ve ben Yılan Irmağı
kampında ayrıldığımız zaman, Ģal onun omuzlarını
örtüyordu. Daha sonra her nasılsa -tuhaf, imkansız bir
Ģekilde- ben fersah fersah ve saatlerce uzaktayken, Ģalı
çuvalımda bulmuĢtum. Onunki olduğundan kuĢkum yok.
Çünkü Ģalında saçlarına rastlamıĢtım. Uzun ve güzel,
solgun ateĢ renginde...
"Saba?" Molly küçük bir kaĢ çatıĢı eĢliğinde beni
izliyor. "Bunu gerçekten istemiyorsan, ben alacağım,"
diyor.
ġalı ondan alıyorum. "Hayır, bu benim değil,"
diyorum. "Daha sonra görüĢürüz."
Derken yanımdan ayrılıyor. Hak etmediğim bir
gülümseme, bir el sallayıĢ ve zarafetle...
Yalnız baĢıma kaldığımda bakıĢlarımı Ģala
sabitliyo-rum. O benim. En azından bir nedenden ötürü
benimmiĢ gibi görünüyor.
Molly'nin gül kokulu baĢ örtüsünü baĢıma yastık
yaparak, göletin kıyısındaki çimenlikte kıvrılıyorum.
Nero yanımda, kırmızı Ģala kendi için bir yuva yapıyor.
Uyumaya meylediyor fakat irkilmeyle
uyanıyorum. Sanki uçurumun kenarındayken, birdenbire
düĢüyormu-Ģum gibi. Defalarca. Tekrar tekrar. Her
düĢtüğümde, kalbim çarparak beni uyandırıyor. Karanlık
rüyalar beni sığ halkalarda tuzağa düĢürüyor. Döne döne.
Durmaksızın.
Geceleyin köprünün yukarısındaki tepedeyim.
Kurtarıcı kız at arabasında. Yüzü açık bir Ģekilde
görünüyor. Gülümsüyor. Boynundaki mendil benekli.
Patlama sesi duyuluyor, çığlıklar yükseliyor ve kan
üzerime yağıyor.
O sırada Mercy'nin sesi sürekli olarak aynı
sözleri yineliyor. "Tanımadığın biriyle eĢleĢtirilmiĢsin.
Tanımadığın birinden hamilesin.”
Ben ve DeMalo. Köprünün yukarısındaki
göletteyiz. Suda, onun kollarındayım. Yüzeyin altında bir
sağa bir sola hareket edip duruyoruz. Üzerimizde güneĢ
ıĢığı parıldıyor. Beyaz gömleği dalga dalga kabarıyor.
Sesi fısıltı Ģeklinde çıkıyor: "Bunu bir düĢün. Bir çocuk.
Senin ve benim.”
Öptüğü ve dokunduğu her yerimden kan
damlamaya baĢlıyor. Su kırmızılaĢıyor. Eller beni aĢağıya
çekiyorlar. AĢağılardaki en karanlık derinlikler beni daha
da aĢağılara çağırıyor.
Molly Ģarkı söylerken derine, daha karanlığa
gidiyorum. “Bebeğim, sus artık ve korkusuzca uyu,
n'olursun sus! Canım benim, bir rüya getirecek sana
Rüyacı Angus.”
Saçları karanlıktan bana doğru esiyor. Annemin
uzun ve sarı saçı yabanıl otlar misali çevreme dolanıyor.
Sonra hayalet, benim beyaz sisler içindeki annem
kollarını bana sarıyor ve çok daha aĢağılara iniyoruz.
Canım benim, bir rüya getirecek sana Rüyacı
Angus.
Kanım damlıyor. Suda boğuluyor, zifiri karanlığa
sürükleniyorum.
Bir ürpermeyle kendime geliyorum. Çabucak
doğrulup oturuyorum. Bu tür rüyaların uykusu hiçbir
zaman normal bir uykuyu çağrıĢtırmaz. Soğuktan ötürü
tüylerim ürpermiĢ. Günün sisi gitmiĢ, rüzgâr değiĢmiĢ.
Doğudan soğuk ve kuru esen rüzgâr, günün döküntülerini
geceyle süpürmekle meĢgul.
Nero'yu eski bir usulü kullanarak Ģalla
kundaklıyorum. Kendimi uyandırmak için hızlı bir
tempoyla yürümeye baĢlıyorum. Rüyanın devam
etmemesi tek ümidim... Akabinde Hermes'i kavak
alanından alıyorum. Bu gece Jack'le buluĢmaya onun
sırtında gideceğim.
Hurdalığa yaklaĢırken Peg'in kafes içindeki
kuĢlarından çıkan curcuna gittikçe yükseliyor. Müziği
iĢitiyorum, ilkin belli belirsiz. Biz, yani Nero ve ben,
avludaki patikayı takip ederken, müziğin hüzünlü bir ağıt
olduğu anlaĢılıyor. Telli kutunun baĢında biri var. Ġyi bir
çalgıcı. Peg olmalı. Hiçbirimiz o telleri çekmeyiz. Vakit
çok geçmeden, müziğe piĢmiĢ etin yoğun kokusu da
katılıyor. Ağzım sulanıyor. Bir kahkaha sesi geliyor.
Müzik, kokular ve insan sesleri, yıkık dökük bir
barakanın açık kapısından geliyor. DıĢarıda bir kızartma
çukuru var. ġiĢ boĢ, kayalar soğumaya baĢlamıĢ. Takipçi
bekçi köpeği göreviyle hurda yığınlarının arasında gizlice
yürüyor. Bizi dik bir baĢ ve kuyruk sallayıĢla
selamlamasının ardından burnu aĢağıda devriye atarak
tekrar gözden kayboluyor.
Nero'yla birlikte içeri giriyoruz. Saz mumlu
fenerler barakanın duvarlarında asılı. Tozlu dağınıklığın
üzerinden ıĢık süzülüyor. Hepsinin ortasında açılmıĢ
büyük bir boĢluk var. Peg yıpranmıĢ bir telli kutuya
eğiliyor. Sıska kolu, yayıyla uyumlu bir Ģekilde kutunun
içinden o hüzünlü melodiyi çıkarıyor. Creed ona
akordeonuyla eĢlik ederken, baĢını hayranlıkla iki yana
sallıyor. Molly, Slim ve Mercy varillerin ve benzeri
nesnelerin üstünde oturuyorlar. Yemek yemeye çalıĢıyor,
ancak pek baĢarılı olamıyorlar. Emmi baĢ döndürücü bir
heyecanın boyunduruğu altında. Dilini damağına değdirip
klik klak gibi birtakım ritmik sesler çıkararak onların
yanında hoplaya zıplaya dans ediyor. Onlar gülümsüyor
ve baĢlarıyla onaylıyorlar. Aptallar. Onu
cesaretlendirmemek gerektiğinden habersizler. Artık o
yoruluncaya veya ölüm onları alıncaya dek
hapsolacaklar. Ash ve Tommo iĢin doğrusunu biliyor.
Emmi'nin gözleriyle buluĢmaktansa, baĢlarını aĢağıda
tutup midelerini dolduruyorlar.
Lugh kapının hemen yanında. Elinde yemek
tenekesi, rüyanızda görebileceğiniz bir ziyafetin harabeye
dönmüĢ kalıntısını ayıklıyor. Alabildiğine titiz
davranıyor. Hem et hem de gevrek deri sunmak için
kızartılmıĢ dağ sıçanı, kaynatılmıĢ zambak soğanları,
ısırgan otu pastası ve çok daha fazlası var. Kıt kanaat
yaĢamaya alıĢkınım. Bolluğu görünce kafam allak bullak
oluyor. Nero masaya dalıĢ yapıyor. Lugh "Hayır!" diye
haykırsa da artık çok geç. Nero fırsattan istifade kaptığı
sulu, büyük bir dağ sıçanı parçasıyla bir çatı kiriĢine
konarken acı acı bağırıp baĢkaldırısını dıĢa vuruyor.
"Bütün bunlar neyin Ģerefine?" diyorum. "Em'i
böyle bir kudurukluğa sevk eden de nedir?"
"Ah, nihayet geldin!" Lugh hızla dönüyor. "Bu
bir doğum günü partisi. Molly düzenledi. O bir harika,
değil mi?"
"Molly'nin doğum günü mü?" diyorum.
"Hayır, salakcım, Emmi'nin. Em artık on
yaĢında."
"Ne?" diyorum. "Bugün mü?"
"Geçen ay," diyor. "Unutuyorsun, kötü kız
kardeĢim."
"On," diyorum. "Yok canım! Öyle ya da böyle,
kötü erkek kardeĢim, sen de unutuyorsun. Niye gelip beni
almadın? Yüzünde yağ var."
"Uyuman lazımdı." Yüzünü gömleğinin koluyla
siliyor ve kısık gözlerle beni inceliyor. "Anladığım
kadarıyla uyumamıĢsın," diyor. "Bu çirkin surat maskesi
içinde yaĢlı UçuĢ PegTe ciddi bir rekabete giriĢiyorsun.
Gözlerinin çevresinde son derece yorgun, kırıĢ kırıĢ ve
büyük koyu renk halkalar—"
Koluna bir tokat indiriyorum. "Ben kırıĢ kırıĢ
falan değilim, sen—"
Ağzıma bir pasta parçası tıkıyor. "Sen ne?" Bir
zambak soğanını azar azar ısırırken, bana masum bakıĢlı
mavi gözlerinden birini kırpıyor. "Üzgünüm, seni
duyamıyorum."
"Saba, hey Saba!" Emmi koĢarak geliyor.
Hoplayıp, beni daireler içerisinde döndürerek ellerimi
çekiĢtiriyor. Ben pastayı yutarken son sürat ve anlaĢılmaz
bir tarzda konuĢuyor. "Molly bana saçım için bir tarak -
kendisinin en gözde tarağını- verdi ve günde iki sefer
kullanırsam, saçımın tıpkı onunki gibi güzel uzayacağını
söylüyor. Ve Creed -tahmin et, ne yaptı? AteĢ yedi,
gerçekten yedi, görmeliydin! Daha sonra büyü
aracılığıyla kulağımdan bir düğme çıkardı. Burada, bak,
onu hediye olarak saklamamı söyledi. Ash bana bir çakı
verdi ve Slim raĢitizmi önleyecek bu özel ilaç kolyesini
verdi ve—"
"RaĢitizm değil; romatizma," diyor Lugh.
"O benim kolyem bir kere ve romatizma değil,
raĢitizm," diyor. "Mercy de kısaltacağı bir tane bulur
bulmaz bana yeni bir gömlek yapacağını söyledi ve
birazdan dans edeceğiz ve—"
"Emmi!" Tommo sesleniyor. "Buraya gel!"
Em tekrar alelacele gidiyor, Lugh ve ben onu
takip ediyoruz. Gözleri parlayarak Tommo'nun önünde
duruyor. Tommo boĢ yemek tenekesini yere koyuyor.
Creed ve Peg olanı biteni seyretmek için çalmayı
bırakıyorlar.
Ona "Elareketsiz dur," diyor Tommo. "Eller açık.
Gözler kapalı."
Emmi gözlerini sımsıkı kapıyor ve kollarım
önüne doğru uzatıyor. Tommo elini arkasına götürüyor.
Öten minik metal ispinozun olduğu Ģirin küçük kuĢ
kafesini ortaya çıkarıyor. Onu Em'in ellerine nazikçe
yerleĢtiriyor.
"Aç," diyor.
Em gözlerini açıyor. Bir nefes koyuveriyor.
Sevinç ve hayret yüzünü aydınlatıyor. Bir an için... Bir
nefeslik... Sonra yüzü sarsıntıya uğramıĢlığın dehĢetiyle
kararıyor.
Dört bir yanda ĢaĢkınlık var. KalkmıĢ kaĢlar ve
afallamıĢ tebessümler... Kafes, eĢine ender rastlanır
güzellikte bir nesne. Oysa Tommo'nun takas çantasındaki
en iyi Ģey bir kemer tokası.
"O ne güzel hediye öyle!" diyorum. "Pahalıya
mal olmuĢtur. Onun karĢılığında ne aldın, Peg?"
BaĢını ve çalgı yayını iki yana sallıyor. "Sana ne
be!" diyor. "Çocuk teklif etti, aldım, bu bir iĢ, bizim
iĢimiz, onun ve benim. Bayan Burnunu Her ġeye Sokan,
senin değil."
"Tommo, bu olamaz." Emmi sözcükleri hayretler
içinde telaffuz ediyor. Besbelli onun neyi takas ettiğini
çok iyi biliyor. Bundan bir nebze bile hoĢlanmıyor.
Tommo da onun tepkisinden hoĢlanmıyor. KaĢlarını
çatarak esrarengiz bir Ģekilde bakıyor. Yanakları
kızarıyor.
"Hayır," diyor Emmi. "Olamaz."
"Haydi ama," diyor Ash. "Ne var?"
Tommo, Emmi'ye ters ters bakıyor. Yüzü öfkeyle
buruĢan Emmi de ona ters ters bakıyor. Uzun, rahatsız
edici bir sessizlik oluyor. Nero'nun yemek masasında
kafasına göre takıldığını fark ediyorum.
Sonunda Mercy konuĢuyor, "Biri sana hediye
verdiğinde, Emmi, teĢekkürle kabul etmek, tek uygun
davranıĢtır."
Düz bir biçimde "TeĢekkür ederim," diyor Em.
"Sahip olacağım en iyi hediye bu."
Sahip olacağı en iyi hediye için ne öpücük ne de
sarılma var, bir gülümseme bile yok. O esnada Peg tatlı,
eski bir valse geçiveriyor ve bu tuhaf an bozuluyor.
Mercy yemek tenekelerini toplamaya koyuluyor. Molly
yiyecekleri kurtarmak için Nero'nun üstüne çullanıyor.
Onu bir yandan hırsızlığı yüzünden azarlarken, öte
yandan en lezzetli lokmalarla besliyor.
Lugh bana "Bu da neydi böyle? Bunu nasıl
becerdi? Tommo'nun hiçbir Ģeyi yok," diyor.
"Biliyorum," diyorum. "En ufak bir fikrim yok."
Ash, Tommo'yu küçük düĢmekten kurtarıyor.
Ona nasıl vals yapılacağını göstermek için elinden
tutuyor ve daha sonra Tommo defalarca bir-iki-üç diye
sayarak Ash'in kaba çizmelerinden kaçmakla meĢgul
oluyor. Çok kibar bir reverans eĢliğinde, Slim Emmi'yi
dansa davet ediyor. Hantal gövdesine rağmen, zarif
dönüĢler ve hamlelerle, dört bir yana uçuruyor. Emmi,
Tommo'yu görmezden gelme gösterisi yapıyor. Ġlk
partisindeki hoĢnutluğu kayboluyor.
Lugh'a "Onunla konuĢtun mu?" diyorum.
Suratını ekĢitiyor. "Üzgünüm, unutuyorum.
Fakat, haydi, onu kendi haline bırak. ġimdi zamanı
değil."
"ġimdi tam zamanı," diyorum. "Bunu ben
yaparım -endiĢelenme, ona iyi davranacağım ama bana
borçlanıyorsun, bunu da bil. Ona hediye vermeyenler
sadece ikimiz olamayız. Gidip bir Ģeyler bul."
"Nereden?" diyor.
"Bilmiyorum, etrafı araĢtır, Peg'e sor," diyorum.
"Hurdalıktayız, Tanrı aĢkına. Ben sana bir çöp sahasında
o kolyeyi bulmayı baĢardım ve onun bir hayli güzel
olduğunu düĢünüyorum."
Kolyeyi avucuna alıyor. Ona geçen doğum
günümüz için verdiğim, deri bir sicime takılı küçük yeĢil
cam halka... On sekizinci yaĢ hediyesi. "Belki
verebilirim—" derken, bana umut dolu bir bakıĢ atıyor.
"Bunu ona veremezsin," diyorum. "Nankör
domuz. Yedek çizme bağcıklarını vermeye de kalkıĢma."
Yanımdan ayrılarak çevrede dolaĢıyor ve kirli,
eski bir varile dikkatle baktığını görünce ĢaĢırmıyorum.
On yaĢında bir kız için bir doğum günü hediyesi öyle bir
yerde bulunabilirmiĢ gibi! Bu meseleyi çözmek bana
düĢecek ama önce onu biraz terleteceğim.
Creed'in bakıĢını yakalıyor ve onu baĢımla
onaylıyorum. Hava yeni kararıyor. Creed için devriye
görevindeki
Takipçi'ye katılma vakti. Akordeonunu bir
kenara koyup bana doğru yönelirken Peg eski ama
hareketli bir dans müziği çalıyor. Büyük bir keyifle ve
ayağıyla tempo tutarak yayını tellere sürtüyor. Zavallı
Slim kederli bir inilti koyuveriyor. Lugh ona acıyıp Em'i
tutarak döndürmeye baĢlarken, Em irkilmiĢliğin
sevinciyle çığlıklar atıyor. Lugh iyi bir insan, iyi bir
ağabey.
Slim alnını silmek için bir tabureye doğru
sendeliyor. Creed beni görüĢ alanında tutuyor. Çenesi,
görevdeki bir adammki gibi kararlı biçimde öne çıkık.
Onunla muhtemelen karakter kusurlarım hakkında daha
fazla konuĢmak üzere olduğumuzu hissediyorum.
Bedenim kaçmaya mey-letse de olduğum yerde
dikiliyorum. Onu sonraya bırakmak zorunda kalacağım.
Çünkü Jack'le Ağlayan Su'da buluĢmaya gitmem Ģart.
Molly, Mercy'nin masayı temizlemesine
yardımcı olurken, bir yandan da ayağıyla tempo tutuyor.
Creed onların yanından geçerken eline dokunuyor. Ona
bakmıyor. DokunuĢu kısa; ıĢık da yeterli değil fakat hayal
görmediğimi biliyorum. Elini uzatıp dokunan kiĢi,
Molly'ydi. LoĢlukta görülmeyeceğini düĢünmüĢ olmalı.
Creed sersemlemiĢ görünüyor. Yumruk yemiĢ
gibi bir hali var. Yanımdan hızla geçiyor. Gözlerimi
kırpmaksızm Molly'ye bakıyorum. Gülümseyip
Mercy'yle sohbet ediyor. Creed'e katlanamıyormuĢ gibi
yapıyor. Güzel. Bunu kendisi söylemiĢti:
Hayat da insanlar da siyah-beyaz değildir. Aile,
arkadaĢlar, sevgililer... Ne kadar uzun yaĢarsam, o kadar
çok görür ve o kadar az emin olurum. Özellikle gönül
meselelerinde.
Çok sayıda sır var. Emmi ve Tommo, Ģimdi de
Molly ve Creed. BaĢka nelerden haberdar değilim acaba?
Sırların gittikçe artmasından endiĢe ediyorum.
"Emmi!" Peg'in kemanının sesini bastırırcasma
bağırarak ona el sallıyorum. "Buraya gel!"
"Molly," diye sesleniyor Lugh. "Ġki dansçı
eksiğimiz var. Bize yardım et."
"Bu tatsız tuzsuz eski cig dansında mı?" Molly
omuz silkiyor. "Neden olmasın?" Kırmızı kombinezonun
hıĢırtısı eĢliğinde, oraya doğru zarifçe yürüyor ve Lugh
onu bir fırıldak misali döndürüyor.
Emmi somurtkan bir itaat içerisinde, çok ağır
adımlar atarak bana doğru geliyor. "Ne?" diyor.
"Ne deme bana, Bayan On YaĢında. Haydi,"
diyorum. "Hermes'i eyerlememe yardımcı olman
gerekiyor."
Hermes kamıĢ hasırını ve dizginini taĢıdığımı
gördüğünde kiĢniyor. Rüzgâr ince bulut parçalarını
gökyüzünün bir ucundan diğer ucuna aceleyle
sürüklüyor. Gecenin ilk saatlerinin mavi siyahına tezat
oluĢturarak beyaz beyaz parlıyorlar. Hava değiĢmiĢ.
Soğuyacağa benziyor.
Em paslı bir demir yığınının üstüne oturuveriyor.
Nero bizi takip etmiĢ. Em'in yeni ilaç kolyesini çalmaya
uğraĢmakla meĢgul. Yakalanıp oyukta tuzağa
düĢürüldüğü andan beri etrafındakilere nasıl davrandığı
gözümden kaçmıyor. Ben ve Em'le arası iyi ama o kadar.
Diğerlerini hiç önemsemiyor, yok sayıyor. Arası en çok
erkeklerle bozuk.
Ömrü boyunca tanıdığı Lugh'la bile. Bu durum
onu yakalayan adamla alakalı muhtemelen.
"Kes Ģunu, Nero!" Em onu kucağına koyuyor.
Bir sorunun çıkacağını bekliyor gibi omuzları kambur.
Ardından bana "Ne istiyorsun?" diye soruyor. "Hermes'i
eyerleyebilecek boyda değilim ve sen de bunun
farkmdasın."
"Öyle mi? Artık on yaĢında olduğun için
boyunun yetebileceğini sanıyordum," diyorum. "Dinle,
Em, sana özel bir görev veriyorum. Bu gece gideceğim
yere Nero gelemeyeceği için onun sorumluluğunu sana
bırakıyorum."
Gözleri parlıyor. "Onu gözlerimin önünden bir an
olsun ayırmayacağım," diyor. Nero'yu kucaklıyor.
"Zavallı Nero, senin ve öbür zavallı karganın baĢına
gelenler korkunçtu. Sen bunu kimlerin yaptığını
biliyorsun, değil mi?" diyor bana. "Yüz ifadenden
anladım."
"Belki biliyorumdur," diyorum. Hasırı
yerleĢtiriyorum.
"Onların peĢinden Ģimdi mi gideceksin?"
"Bu senin sorunun değil, iĢler benim kontrolüm
altında. Fakat dinle, Em, olup biten her Ģeyi bilmem
gerektiğini anlamak zorundasın. Ne kadar küçük veya
önemsiz olduğunu düĢünsen dahi bana anlatman lazım.
ġimdi söyle bakalım, Tommo kafesin karĢılığında neyi
takas etti?"
Yüzü ıstırap içerisinde buruĢuyor. Ġki arada,
görev ve arkadaĢlık arasında kalmıĢ. "Sana söyleyemem,"
diyor. "Bu baĢkasını ilgilendiren bir mevzu değil ve asla
söylemeyeceğime dair ant içtim."
"Ant içmek durumun ciddiyetini gösterir,"
diyorum. "Bir hayli önemli olmalı."
"Sadece onun için," diyor. "BaĢka hiç kimse için
değil, gerçekten."
"Buna ben karar veririm, sen değil," diyorum. "O
neydi? Tommo'nun değerli hiçbir Ģeyi yok."
"Sen öyle san," diyor. Sonra dudaklarını sımsıkı
kenetliyor.
"ġimdi bir yere gidiyoruz," diyorum. "Onu uzağa
mı saklamıĢ, ha? Ike'nin ona verdiği bir Ģey mi?"
"Daha fazlasını söy-le-ye-mem," diyor. "Bunu
seninle zıtlaĢmak veya bam teline basmak için
yapmıyorum. Doğru olanı yapıyorum. Lugh sana hep
sırlarını anlattı ve bahse girerim ki onların birini bile
kimseye söylememiĢsindir."
Babamın viskisini, silahını, bıçağını sakladığı
yer... Lugh ve ben bir ant içmiĢtik, kimseye bunun nerede
olduğunu söylemeyecektik. Ben de bu anda uydum ve bu
konuda ağzımı hep sıkı tuttum.
"Verdiğin sözü tutmak zorundasın," diyor Em.
"Bunu senden öğrendim. Sen ne olursa olsun sözlerini
tutarsın. Ben de öyle yapıyorum. Dilersen, bana iĢkence
edebilirsin ama yine de söylemeyeceğim!"
Dudaklarını kilitleyip anahtarı uzağa
fırlatıyormuĢ gibi yapıyor. Yemin ederim, bu keçi inadı,
kıçına bir tekmeyi hak ediyor. Fakat Emmi öyle acıklı
görünüyor ki Hermes'in dizginini baĢından geçirirken
dudaklarım titriyor. "Peg'e her zaman sorabilirim,"
diyorum.
"Devam et ve zamanını boĢa harca, Peg boĢboğaz
değildir," diyor cevaben.
"Bana ukalalık etme," diyorum. "Bunun için hiç
vaktim yok, Em. Bana Ģu Ģeyin önemli olmadığına dair
söz- yemin veriyorsun ve bu iĢi burada bitiriyoruz.
Yalnızca bu seferlik dinle beni."
Nero'yu kucağından indiriyor ve güç bela hurda
yığınından iniyor. "Sana yeminli söz veriyorum," diyor.
Elini uzatıyor ve el sıkıĢıyoruz.
Sözüne itimat etmekten baĢka çarem yok. "Sana
güve-nebilmeliyiz, Em," diyorum. "Bizi hayal kırıklığına
uğratmayacağını biliyorum. Bu, emirlere her zaman
uyacağın anlamına geliyor. Güvenimizi kazandığın gün
geldiğinde, iĢte o gün dilediğin gibi hareket
edebileceksin. Ama o güne kadar sana söylenildiği gibi
yapacaksın; soru sormadan ve itiraz etmeden."
"Özür dilerim," diyor. "Sen söylediğinde, nöbete
geri dönmem gerekiyordu. Herkesin sağ salim geri
geldiğini gördüğüme çok sevinmiĢtim fakat küçük bir
çocuk gibi davrandığımın farkındayım fakat artık öyle
değilim. Daha iyisini yapacağıma dair söz veriyorum."
"ĠĢte Ģimdi bir savaĢçısın, bir Özgür ġahin'sin,"
diyorum. "Ölen yoldaĢların var çünkü onlar insanların
özgürce yaĢamaları gerektiğine inandılar. Sen, ben ve
Lugh, özgürlüğümüzü kaybetmenin ne demek olduğunu
çok iyi biliyoruz. Sen sadece bir defa değil, iki defa
mahkûm oldun. Seni yakaladıklarında ve DiriliĢ'e
götürdüklerinde..."
Gözleri gözlerimle buluĢuyor. "Beni zincirli
tuttular," diyor. "Tıpkı sana Ümitkent'te yaptıkları gibi."
"Ve bir savaĢçıya yakıĢır Ģekilde davrandın,"
diyorum. "Sen benim kız kardeĢimsin, Em. Demek ki
ihtiyacın olan cesaret sende var. Güçlü ve akıllısın. Bu
mücadeleyi biz kazanacağız. Özgürlük uğruna ölenleri
onurlandıracağız.
Özellikle babamızı. Peki Ģimdi söyle bakalım.
BaĢka kimleri onurlandıracağız?"
"Maev ve Epona'yı," diyor. "Ike, Bram ve Jack'i.
Karanlıkağaçlar'da yaĢamlarını yitiren tüm Özgür
ġahinleri ve Akıncıları."
"Güzel, onları hiç unutma; arkadaĢlarımızı ve
babamızı," diyorum. "O zaman nasıl davranacağını
bilirsin."
"Öyle yapacağım," diyor.
"Farkmdasındır, sen ve ben, birbirimize çok
benziyoruz."
ġaĢkınlık içerisinde gözlerini kırpıĢtırıyor.
"Benziyor muyuz? Nasıl?"
"Ġlk önce harekete geçiyor, sonra düĢünüyoruz,"
diyorum. "Fakat burada kazanacaksak, zafere dair
herhangi bir Ģansımız varsa, önce düĢünüp sonra harekete
geçmek zorundayız. Öyleyse, Ģu andan itibaren, sen ve
ben soğukkanlılığımızı koruyoruz, tamam mı? Bunu
yapabilir misin?"
"Evet," diyor.
"Birlikte?" diyorum.
"Evet, birlikte," diyor. "Seni bir daha hayal
kırıklığına uğratmayacağım, Saba. Asla." Kollarını
savurup belime doluyor. "Elepsinin içinde en çok seni
seviyorum."
Bu kız beni her zaman gafil avlıyor. Ġçimde hızla
akan bu sıcak, alev alev sevgi... Uzun zamandır
dıĢladığım, kanıma karıĢmasını engellemeye çalıĢtığım
kız kardeĢ sevgisi. BaĢının üstünü öpüyorum. "Doğum
günün kutlu olsun," diyorum. "Hadi, gidip dans et biraz
daha."
Nero'yu bıraktığı yerden alıyor ama gitmiyor.
Ben Hermes'in son kontrolünü yaparken eski Lingery
Lou'yu deniyor. Kemeriyle ve genel bakımıyla meĢgul
oluyormuĢ gibi yapıyor. Bir Ģeyler söylemek istediğini
belli ediyor. Arkadaki partide herkes hep bir ağızdan
Peg'in Ģarkısına eĢlik ediyor. Slim'in gür sesi ve
böğürtüsü öbür sesleri bastırıyor.
Em'e "Eğlenceyi kaçırıyorsun," diyor, metal kaplı
yeleğimi giyiyor ve tokalarını güvenli bir biçimde
bağlıyorum.
"Auriel'in muhtemelen Büyük Su'ya gittiğini
tahmin ediyorum, ne dersin?" diyor. "O, Meg, Lilith ve...
Yeni Cennet'ten kaçan tüm insanlar gidiyorlar mıdır
sence?"
Kol bantlarını takıyorum. Her birinde üç küçük
toka var. "Yılın bu zamanları geç oluyor," diyorum.
"KıĢtan önce dağları aĢmaları ve büyük bir kervanla yola
koyulmaları Ģart. Onların bahara kadar Yılan Irmağı'nda
kalacaklarını sanıyorum. Auriel akima nereden geldi?"
"Ah, hiçbir yerden." Emmi omuz silkiyor.
"Yalnızca... ondan hoĢlandığımı biliyorsun."
Yine ketum davranıyor. "Hı hı," diyorum. "Seni
sabahleyin göreceğim. Nero'yu kendine yakın tut.
Gözünün önünden ayırma." Kendimi Hermes'in sırtına
savuruyorum.
Em dizgini tutuyor ve "Onu nasıl bulduğuma
gelecek olursak -Nero'yu kastediyorum- aklım bir karıĢ
havada değildi ve onun yerini bana... toprak söyledi,"
deyiveriyor. Son birkaç sözcüğü, büyük baykuĢ
gözleriyle bana bakarak fısıldamasının ardından tüyüyor.
Göğsüne yapıĢtırdığı Nero'yla birlikte, barakaya koĢarak
geri dönüyor.
Ardından bakakalıyorum. Em gaipten haber
veren olmaya eğilimli. ġen... BaĢı bulutlarda olan bir
hayalperest... Her zaman hisleriyle hareket ediyor. Lugh
böyle Ģeyleri onun mistik palavraları olarak adlandırıyor.
Kimi zaman abuk sabuk olduğunu düĢünüyor. Benimse
henüz bu tür Ģeylerle ilgili fikrim yok.
Hermes'i dilimle tık tık sesi çıkararak yürümeye
teĢvik ediyorum. Derken yola koyuluyoruz. IĢıkları,
sıcaklığı ve Ģöleni geride bırakıyoruz. Soğuk gece
yükseliyor ve ben Ağlayan Su'ya, Yeni Cennet'in
mıknatıs taĢma, tepedeki yer altı sığmağına ve
DeMalo'nun gündoğumundaki görüntüleri gördüğü,
beyaz duvarları olan odaya doğru rota belirlerken Yıldız
IĢığı Geçidi'nden ayrılıyoruz.
Oraya gitmemiz gerektiğinden kesinlikle emin
olmamın nedenini hâlâ söyleyemiyorum. Ama eminim.
Adım gibi eminim. Belki de bizzat ben biraz
hayalperestimdir.
Ahıra bir gölge düĢtüğünde, dizgini henüz
kaldırmıĢtı. Metali çınlatmamaya dikkat ederek dizgini
çiviye tekrar astı. Kapıyı açtı ve ay ıĢığınca yıkanan
avluya çıktı. Gelen Molly idi.
"Ah!" Molly elini boğazına götürdü. "Aklımı
baĢımdan aldın," dedi. "Ne yapıyorsun?"
"Atları kontrol ediyorum."
Molly burnunu okĢamak için Prue'nun ahır
bölümüne gitti. "Hermes'in olmadığım görüyorum," dedi.
"Tahminimce, Saba Ģu bağlantısıyla yeniden buluĢmaya
gitmiĢ."
Hayal kırıklığını belli etmemeye çabaladı. "Öyle
anlaĢılıyor," dedi. "Git," diye düĢündü. "Lütfen, Molly,
git."
Fakat Molly'nin acelesi yoktu. Prue'nun, boynunu
okĢayarak sorgulayıcı bir bakıĢla karĢısındakinin ceketini
süzüyordu. "Biraz daha sakinleĢtin mi?" dedi.
Onunsa Saba'ya yetiĢme umudu yoktu artık. Çok
geç kalmıĢtı. Bir fırsat daha kaçmıĢtı. Ceketini çıkardı ve
Molly'nin omuzlarına örttü. "ÜĢütme," dedi.
Molly bir gülümseme eĢliğinde "Çok
centilmensin," dedi. Ġlık yaz güllerinin kokusunu
taĢıyordu. O da bu yüzden tir tir titriyordu. Molly onu her
zaman etkilemiĢti. GülümseyiĢi, kokusu ve güzelliğiyle...
Tatlı bir telaĢ içerisinde, Molly'yi kollarına alıp
ahır duvarına yasladı. ÖpüĢüyor, birbirlerine
dokunuyorlardı. Büyük bir arzuyla ve nefes nefese...
Molly geriye çekildi. Parmaklarını dudaklarına
koydu. "Biri bizi görebilir/' dedi. ġimdi Molly de tir tir
titriyordu. "Aman Tanrım," dedi, "bana her defasında
yaptığın Ģey hiç hoĢ değil."
"Bana sen öğrettin."
Bir kaĢ çatıĢı, Molly'nin alnını kırıĢtırdı.
"Öğretmemem gerekiyordu," dedi. “Buna asla
baĢlamamalıydık. Aslında hiçbir zaman öyle bir niyetim
yoktu."
"Biliyorum. Ben bir delikanlıyım, birbirimize
âĢık değiliz, sen hâlâ Ike'yi seviyorsun."
"Onunla yaĢadıklarımı sana yaĢatmak istiyorum,"
dedi Molly.
Molly'nin nefesi ona tatlı tatlı dokunuyordu. "Bir
gün, yaĢayacağım," dedi. "Bu nedenle bir kadını nasıl
memnun edeceğimi öğrenmeye ihtiyacım var. Sen bana
öğretiyorsun. Durum bundan ibaret."
Bir an için birbirlerine durağan gözlerle baktılar.
Molly'nin dudakları bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Ders
vakti o zaman," dedi.
Sonra onu elinden tutup ormana doğru sürükledi.
Hermes'le yer altı sığmağına kuzeyden
ilerliyoruz. Bu yöne hiç aĢina değilim; bu nedenle
tetikteyim. Ama sığmak birdenbire karĢımıza çıkıyor.
Öyle ani oluyor ki Ģok beni can evimden vuruyor.
Birkaç ağacın arasındaki alçak bir bayırın
üstündeyiz. ĠĢte burada. O küçük tepe. Tatlı çimenlerin
ortasında. Diğer herhangi bir tepe gibi gözüküyor. Onun
kalbinde böyle bir sır saklandığı, derininde Wrecker yer
altı sığmağının olduğu asla akıllara gelecek gibi değil.
DeMalo'nun uzun zaman önce kaybolmuĢ ve unutulmuĢ
dünyaya ait, benim de bizzat tanıklık ettiğim,
görüntülerini paylaĢtığı beyaz oda iĢte orada.
Yine buradayım. Kendimi Hermes'ten aĢağıya
savuruyor ve çayıra yüksekten dikkatle bakıyorum.
Burası apansız bir yaz yağmurunda onun beni öptüğü yer.
Çimenlerde, yağmurda, ormanda, Ağlayan Su'daki
yatağına doğru el ele koĢtuğumuz yer. Kendimi ona
verdiğim, onu ilkim kabul ettiğim yer. Kendimi onda
kaybettiğim ve neredeyse kendime gelemediğim yer...
Tepenin doruğu, böğürtlen çalısından
arındırılmıĢ. Tepenin yokuĢlarını boğan ve o sıcak yaz
gününü tatlandıran zengin meyveler yok olmuĢ. Çayır
budanmıĢ. Zemin, ay tarafından yaldızlanan ve
gölgelenen anızlar nedeniyle-sert. Kayan yıldızlar, gece
göğünü yararak süratle ilerliyor.
Bir gece kuĢu civcivi çabuk ve cızırtılı bir tarzda
ötüyor. Sonra bir kez daha... Akabinde de "Saba!
Buraya!" diyor.
Bu fısıltıyla beni yerimden hoplatmaya yetiyor.
O, Jack. Altı metre kadar tepemden bir çalının arkasına
çömelmiĢ. Ona yaklaĢmam için sabırsızca el sallıyor. Ona
yaklaĢırken yanaklarım yanıyor. Sanki düĢüncelerimi
okumuĢ olma ihtimali varmıĢ gibi. KalptaĢı ise ılık. Yeni
fark ediyorum.
Hermes'i Jack'in midillisi Keli ile ağaçların
arasına bırakıyorum. Jack beni ani bir hareketle yanma
çekiyor. Öfkeyle "Senin derdin ne?" diye tıslıyor. "Orada
heykel gibi duruyorsun. Bense ses tellerim kopana kadar
sana seslenmeye çalıĢtım. ġĢĢt... Muhafızlar geliyor."
O konuĢurken iki pislik Tonton, iki yandan
atlarını tepeye getirerek yer altı sığmağının giriĢinde
buluĢuyorlar. Böğürtlen çalılarınca kısmen gizlenmiĢ,
sağlam bir metal kapının önünde duruyorlar. Tepeden
tırnağa silahlılar.
"Tonton kıyafetlerini getirdiğini söyle bana,"
diyorum.
Jack bana seni-az-önce-doğru-mu-iĢittim bakıĢı
atıyor. "Bir kez daha öyle giyindiğimi katiyen görmek
istemediğini bana söyleyen Ģendin," diyor.
"Tam senlik bir hareket," diyorum. "Sana
söylediğimi hiçbir zaman yapmazsın. Bir kere olsun sana
söylediğimi yapmaman gerekirken, yapacağın tutuyor.
Kör olmayasıca Jack, Ģimdi de beni tıpkı senin gibi
konuĢturuyorsun. ġu zımbırtıyı ver bana."
Uzun bakıcıyı elinden kapıyorum.
"Öyleyse... bir dahaki sefere Tonton kıyafetlerimi
giyerim. Ya da giymem." BaĢını ĢaĢkın bir Ģekilde iki
yana sallıyor. "Sırası gelmiĢken," diyor, "savaĢ
kıyafetlerinden hoĢlanırım. Onlar çok, ah... çok..."
Bakıcıyı döndürerek kısık gözlerle bakıyorum.
"Ah evet, unutuyorum," diyorum. "Seni zorlayan
kadınlara karĢı bir zaafın var."
"Yalnızca birine," diyor. "Çok seçiciyimdir."
Muhafızlar bakıcıda gayet net görünüyorlar.
"Merhaba, çocuklar," diyorum.
Yüzleri tepe yüzünden göremeyeceğim kadar çok
gölgeleme de birbirlerine neredeyse omuz omuza gelecek
Ģekilde duruyorlar. Gökyüzüne ne denli sıklıkla baktıkları
düĢünülürse, kayan yıldızlar tarafından ĢaĢkına
uğratılmıĢlar. Belki de babamın bizimle birlikte yaptığı
gibi, seyahat halindeki huzursuz ruhları sayıyorlardır.
Atları onların ruh halini algılıyor ve tedirginlik içerisinde
yer değiĢtiriyorlar.
"Bak sana ne diyeceğim," diyor Jack. "Issızlığın
ortası, gecenin yarısı, tam teçhizatlı iki muhafız...
DeMalo'nun orada korumak istediği bir Ģeyler var.
Ġçeriye girmeninse bir tek yolu var." Yanında duran
yayını yerden kaldırıyor. "Sağdaki adamı ben
halledeceğim," diyor. "Soldakini de sen avlarsın. Üçe
kadar sayacağım."
"Bekle," diyorum. Simsiyah bir kuĢ, ayın beyaz
çehresinden geçip bize doğru uçuyor. "Nero," diyorum.
Midem öfkeyle kasılıyor. Emmi yine yaptı
yapacağını. Ona güvenilmeyeceğini bilmem gerekirdi.
Tüm büyük vaatleri buraya kadarmıĢ iĢte.
Nero alçaktan uçup muhafızlarla dalga geçme
fırsatım asla kaçırmaz. Siyah pelerinlileri tanır ve
onlardan nefret eder. Gecenin içinden sessizce çıkıp
doğruca kafa larını hedef alıyor. Tontonlar telaĢ çığlıkları
atarak çömeli-yor. Nero üzerlerine çullanırken yer altı
sığmağının kapısına yaslanıyorlar.
"Tahminimce, hayvansever değiller," diyor Jack.
"Ondan korkuyorlar," diyorum.
Nero ardımızdaki bir ağaca konuyor. Jack'in
omzuna iniyor ve baĢını gagalıyor.
"Hey!" Nero'yu birden çekip alıyorum. "Tamam,
özür dilerim."
"Onu ne kızdırdı böyle?" diyor Jack.
"Sana daha sonra anlatırım," diyor ve bakıcıyı
tekrar kaldırıyorum. Muhafızlardan biri kapı aralığından
dıĢarıya adım atıyor. Muhtemelen Nero'nun hâlâ civarda
olup olmadığını görmek için. AteĢ çubuğu atıĢa hazır;
gökyüzünü kontrol ediyor. Aym aydınlattığı suratını
inceliyorum. Genç ve korkak...
ArkadaĢına bir Ģeyler söylüyor. Her ikisi de telaĢ
içindeler.
"iĢimize bakalım." Jack yayına ok takıyor.
"Hayır," diyorum. "Onları vurmamız
gerekmiyor."
"Peki oraya nasıl gireceğimizi düĢünüyorsun?
Onlardan kibarca isteyerek mi? Onlara bir bak, Saba,
tetiği çekmeye hazır bekliyorlar."
"Hayır, asıl sen bak." Bakıcıyı ellerine itiyorum.
"Korkuyorlar, Jack. Bunu anlayabilirsin. Burada olmayı
istemiyorlar. Yıldızlardan hoĢlanmıyor, bir kargadan
ürküyorlar. Ġkisi de burada yalnız baĢına. Üstelik çok
toylar."
"Ne demek istediğini anlıyorum," diyor Jack.
"Belki senin hakkında ağızdan ağza dolaĢan Ģu hikâyeleri
duymuĢlardır. Korku duyulan Ölüm Meleği ve onun
DiriliĢ'ten mucizevi kaçıĢı. On adamı öldürmüĢ, hatta
yirmi- hayır, otuz. Her Ģey örtbas edilmiĢ ve o hâlâ Yeni
Cennet'te. Hayır, hayır onun bir yangında öldüğünü
iĢittim. Onun hayaletini kendi gözleriyle gören bir
adamla bile tanıĢtım. Geceleyin kurt köpeği ve kargasıyla
seyahat ediyor, rastladığı kiĢilerden ölümünün intikamını
alıyor."
"O söylentileri yayan sensin," diyorum. "Tahmin
etmeliydim."
"Ben yalnızca halihazırda mevcut olanları biraz
besledim, o kadar. Bu diyarda haber, kontrol edilemeyen
yangın misali yayılır. Ölüm Meleği insanların
zihinlerinde büyük bir etkiye sahip. Bir kralı öldüren ve
onun krallığını yok eden, hiç yenilmemiĢ dövüĢçü. Güçlü
karakter özellikleri. Sahip olduğumuz her bir üstünlüğü
kullanmak zorundayız."
"Jack?" diyorum. "Bir hortlağın üzerime doğru
geldiğini hissediyorum."
"Bu bir vakit kaybı," diyor. "Eğer sen onları
öldürmek istemiyorsan, ben öldürürüm."
"Hayır. Bunu benim yöntemimle yapıyoruz,"
diyorum.
Ġki Tonton çoktan gerilmiĢ haldeler. Gerçek
dehĢete öylesine yakınlar ki onlara saldırmak acımasızca
görünüyor. Onlar için üzülüyorum. Bunu yapacak
olmaktan ötürü kendimi kötü hissediyorum. Böyle
hissetmesem fena olmazdı hani.
Jack muhafızlara tuzak kuruyor. Hiç istemese de
bunu yapıyor. Benim güçlükle iĢittiğim kurt ulumalarıyla
baĢlıyor fakat bu bile muhafızları fena halde korkutmaya
yetiyor. Kurt taklidi yaparken etrafındaki ağaçları ve
çalıları hıĢırdatmak için taĢlar savurarak onlara
yaklaĢıyor. Yaylım ateĢi açacak kadar panikliyorlar.
Jack'in vurulmaması tam bir mucize. Fakat baĢını aĢağıda
tutup hareket etmeyi sürdürüyor. Bu sırada Nero, Hermes
ve ben tepenin arkasına gizlice gidip tam zirvede iyi bir
konuma yerleĢiyoruz.
Uzun süre beklememize gerek kalmıyor. Kainat
bizden yana. O an birden çok yıldız kayıyor ve
muhafızların dikkati iyice dağılıyor.
"ġimdi. Git, haydi!" Nero'yu havaya fırlatıyor,
dizginleri sert bir Ģekilde çekiyorum. Hermes Ģahlanıp ön
ayaklarıyla havayı döverek tiz bir Ģekilde kiĢniyor. Nero
tepemizde dönerken çığlık atmaya baĢlıyor.
Nero'nun da görülmesiyle birlikte muhafızlar
Ölüm Meleği'nin kızgın bir yıldız olarak gökyüzünden
yeryüzüne indiğine inanmıĢ olmalılar.
Korkudan kaskatı kesilmiĢ bir halde gökyüzüne
bakmaya devam ediyor ve Ölüm Meleği'nin ortaya
çıkmasını bekliyorlar. Nero susuyor, Hermes susuyor ve
etrafı tekinsiz bir sessizlik kaplıyor. Bu sessizlik onları
daha da ürkütüyor ve atlarına doğru koĢmaya baĢlıyorlar.
Bu esnada silahları yere düĢüyor. Tökezliyor,
sendeleyerek yürüyor ve haykırıyorlar. Paniğe kapılmıĢ
bir Ģekilde, birbirleriyle yarıĢırcasına, paldır küldür
kaçıyorlar. Toynak sesleri giderek azalıyor ve ortam
sessizliğe bürünüyor. Hepsi o kadar. Gittiler. Cesaret
ettik ve kazandık.
Jack pantolonunu yokluyor ve sonra asma kilidi
kolayca açıyor. Derken tepedeki kapıdan içeri geçiyoruz.
Jack'in DeMalo'nun beyaz odasını bulmasına,
yüksekte tuttuğu acil durum meĢalesiyle kılavuzluk
etmesine müsaade ediyorum. Ne de olsa daha önce
burada bulunmamıĢım gibi davranmak zorundayım. Onu
zemine inen merdivenler ve duvarlarında ranzaları olan
upuzun, dar odalar boyunca takip ediyorum. Her oda bizi
bir diğerine götürüyor. MeĢalelerimiz pürüzlü ve
sıkıĢtırılmıĢ toprak duvarlara, tavana ve tabana titrek
turuncu ıĢığın yansımalarını yolluyor.
Burası tıpkı o yaz günü koktuğu gibi kokuyor.
Küf kokulu ve serin. Tıpkı o gün hissettirdiği gibi
hissettiriyor. Tenimde bir ağırlık hissine sebebiyet
veriyor. Yer altından nefret ediyorum.
Alnım terle ıslanıyor ve birden GümüĢgöl'deki
fırtına mahzenimize, ailem tarafından toprağa kazma ve
kürekle kazılmıĢ sekiz metrekarelik o çukura geri
dönüyorum. Mahzen göle yerleĢtiklerinde ailemin ilk
eviymiĢ. Lastik kulübeyi inĢa ederlerken orada
yaĢıyorlarmıĢ. Daha sonra fırtınalı havadan dolayı
sığmağımız olmuĢ. Ne de olsa hava durumu yeterince
kötü olduğu için GümüĢgöl'deki fırtınalardan
korunmamız gerekiyordu. Fakat güneĢin dünyayı ve ona
bağlı her Ģeyi haĢladığı o kavurucu günlerde de mahzen
bizim tek korunağımızdı. Mahzen babama, Lugh'a ve
Em'e hiç sıkıntı vermezdi. Ama beni resmen daraltıyordu.
Oraya canlı canlı gömüldüğümü hissediyordum.
Derin bir nefes alıyorum. Gömülü değilim.
Ġyiyim.
"Bu bir Wrecker yer altı sığmağıymıĢ," diyor
Jack. "Bunun benzerini daha önce de gördüm. Yine de
bundan çok daha küçüktü."
Sığınak hakkında bildiklerimi ona
söyleyemiyorum. DeMalo'nun kapıyı ilk kez keĢfedip
açtığı zaman burada on iskelet bulduğunu, onların
öldükleri ranzalarda yattıklarını, büyük olasılıkla bir
faciadan buraya sığındıklarını ve onların dünyasını kasıp
kavuran böyle daha birçok facia olduğunu da. Eğer onlar
baĢka birileri olsaydı, yaĢadıkları drama üzülürdünüz.
Fakat Wreckerlara merhamet edilmez.
"ġimdiye dek tepenin merkezine yaklaĢmıĢ
olmalıyız," diyor Jack.
Yakınız. Dar küçük koridordayız. Bizi beyaz
odaya doğru sıkıĢtırıyor. Kapalı kapıdayız. Jack kapıyı
dikkatlice açıyor ve içeriye usulca bakıyor.
"Buranın ötesinde hiçbir Ģey yok," diyor. "Burası
olduğunu mu düĢünüyorsun?"
"Evet," diyorum.
Sanki burada, yanımızda birileri varmıĢ gibi
fısıldayarak konuĢuyoruz. Bence zaten var. DeMalo'nun
bizzat kendisi. Ne de olsa burası onun özel yeri. Belki
tam da Ģu anda, o her nerede olursa olsun, görüntü
odasında olduğumu biliyordur. Bu aptalca, farkındayım.
Hatta imkânsız. Nasıl bilebilir ki? Ancak yine de kalbim
güm güm çarpıyor.
"Peki, sen sezgileri olan birisin," diyor Jack.
Ve içeri giriyoruz. Zifiri karanlık bizi karĢılıyor.
Biz meĢaleleri odanın dört bir yanına doğru tutarken
onlar gölgelere saldırıp geri çekiliyor. Burası yer altı
sığmağının geri kalanından tamamıyla farklı. KöĢeleri
yuvarlak, pürüzsüz beyaz duvarlarla örülü. Her taraf
yirmiĢer adım boyunda. Kubbemsi bir tavanı olan
pürüzsüz beyaz bir tabanı var. Geçen geliĢimde
göründüğünden çok daha büyük görünüyor.
Hatırlayın, burada DeMalo ve benimle beraber
bir düzine Kurtarıcı ve iki Tonton muhafızı
bulunmaktaydı.
Jack duvarları inceleyerek odanın içerisinde
yavaĢ adımlarla tur atıyor. "Bunların hangi malzemeden
yapıldığına dair hiçbir fikrim yok," diyor ve elini
duvarlarda gezdiriyor. "Pürüzsüz ve soğuk," diye ekliyor.
"Aradan onca zaman geçmesine rağmen hâlâ iyi
dürümdalar. Bir tür garip Wrecker teknolojisi. Bölümler
halinde yapılmıĢa benziyor. Onları buraya öyle bir
yöntemle getirdiklerini tahmin ediyorum."
ĠĢte bu duvarlarda gündoğumuna ıĢığın
serpilmesini gördüm. KuĢ ötüĢü ve telli kutuların müziği
havayı tat-landırıyorken, gün ıĢığı çevremizi
aydınlatıyordu. Hepsi harikaydı. Fakat bu yalnızca
baĢlangıçtı.
Kartalların uçtuklarını, dev balıkların
okyanuslarda zıpladıklarını ve hayvan sürülerinin engin
ovalarda dörtnala koĢtuklarını gördüğüm duvarlara
dokunuyorum. Ormanların, dağların, ırmakların, göllerin,
kuĢların ve insanların, haklarında düĢünmeye bir ömrün
yetmeyeceği kadar görkemli manzaralarla birlikte
gözlerimi kamaĢtırdıkları duvarlara... Bir asır yaĢayacak
olsam bile, kalbimi parçalayan o esrimeyi hatırlatacak
duvarlara...
Onun yaptığı gibi, odanın ortasında dikiliyorum.
Gözlerimi yumuyorum. Fakat hiçbir Ģey hissetmiyorum.
Oda soğuk ve karanlık, hepsi bu. DeMalo olmaksızın bir
ölüden hiçbir farkı yok.
"Hiçbir Ģey," diye fısıldıyorum.
"Bir adamın görüler elde ettiği bir oda sadece.
ArkadaĢın olan yıldız okuyucu kız gibi insanlar bunu
yapıyor," diyor Jack. "Burada ne bulacağımızı
sanıyordun ki?"
"Bilmiyorum," diyorum. "Bir Ģey var, Jack. Var
ama ona ulaĢamıyorum. Sanki tam da görebileceğim ve
iĢitebileceğim bir yakınlıkta veya—" Hayal kırıklığı
içerisinde nefesimi koyuveriyor, duvara elimi
sürtüyorum. "Auriel görüleri olduğunu bildiğim bir diğer
kiĢi," diyorum. "Böyle Ģeyler hakkında sen ne biliyorsun
peki?"
"Ben mi?" Jack baĢını iki yana sallıyor.
"Kültürsüzlerle takılıyorum," diyor. "Tuz parçalarını,
sakatatı ve külleri okuyanlarla... Her türdeki Ģarlatanla...
Elde ettikleri münferit görüntüler, çok fazla beyaz
yıldırımdan kaynaklanıyor."
"DeMalo kendisininkileri Ģafakta elde ediyor,"
diyorum. "Görülerini, yani. Bu, doğru değil mi?"
"Öyle sanırım, bilmiyorum. Dinle, Saba. Geldik,
baktık, burada hiçbir Ģey yok. Hem tam anlamıyla bir
vakit kaybı da değil," diyor ve ardından beni öpüyor.
YumuĢak bir biçimde. Tatlı tatlı. "Haydi," diyor. "Çekip
gidelim, göreceğimizi gördük."
Ben odaya son bir kez daha göz atarken, Jack
bekliyor. Ġçime sinmeyen bir Ģeyler var.
Ranzalı odalardan geri dönerken ona "Öyleyse
neden muhafızlar vardı?" diyorum.
"Niye muhafızlar ve köpeklerin olduğunu, onun
niye evden eve taĢındığını, niye sadece kendi ellerinin
dokunduğu ve baĢka hiç kimsenin dokunamadığı Ģeyleri
yiyip içtiğini..." diyor Jack.
Kendi kendime, çünkü onu ilaçla uyuttum diye
düĢünüyorum. Minik bir kahverengi ĢiĢeden onun
Ģarabına damlattığım iki damlayla...
"DeMalo bu yüzden kolay lokma değil," diyor
Jack. "DiriliĢi havaya uçurduğumuzda, onun tahtını
salladık.
Ona bir sonraki seferde ne zaman ve nerede
saldıracağımızı bilmiyor."
"Hmm," diyorum, "seni anlıyorum."
"Onun oyun odasını tahrip edebiliriz," diyor.
"Geri dönmek ister misin?"
"Hayır," diyorum. "Orayı bırakacağız."
Serin bir gece meltemi, yer altı sığmağının toprak
havasını birbirine katıyor. Biraz ileride, ay ıĢığının
merdivenlerden aĢağıya süzüldüğünü görebiliyorum. Jack
merdivenlerden yukarıya ve dıĢarıya ok gibi çıkıyor. Bu
Wrecker yerlerinden nefret ediyor. Hayaletlerle dolu
olduklarını iddia ediyor. Hayaletlerden haberim yok fakat
bu mezardan çıkmaya ziyadesiyle hazırım. Ġlk basamağa
bir adım atıyorum. O da neydi? Gözümün ucuyla bir
parıltıyı yakaladım. MeĢalem az önce bir Ģeyin üstünde
parıldadı. Onun ne olduğunu buluncaya kadar etrafı
araĢtırıyorum. Tüylerim diken diken oluyor.
Parıltı bir metal, bir kilide ait. Kumlu ve yağlı bir
kilit. Kapı, gölgeler içinde kalmıĢ. Onu gözden
kaçırmıĢız.
"Jack," diyorum. "Buraya geri dön."
O bir kapı mandalı kilidi. Tek baĢına olsaydım
Ģanssızım demekti. Ama değilim. Jack'le birlikteyim. Bu
yüzden Ģanslıyım. Ömrü fırlamalıkta uzmanlaĢmakla
geçmiĢ. Elbette ki kapı mandallarını daha önce kırmıĢ.
Ġtiraz ediyor, gitmek istiyor fakat ben baskın geliyorum.
Ġçeriye hemen bir bakıp gideceğiz.
Beni dinliyor ve kilidi çeviriyor. Kilidi açılması
için âdeta baĢtan çıkarıyor. Derken kilit açılıyor.
Bu kez yolumuzu ben aydınlatıyorum. Bir elimde
meĢale ve öteki elimde ok fırlatıcı var. Ayaklarımızın
altındaki zemin aĢağıya doğru eğimleniyor. Uzun, yavaĢ
bir rampa gibi kademe kademe. Burada da duvarlar ve
taban sertleĢmiĢ topraktan. Tavan kalaslarla kaplanıp
payanda ve kiriĢlerle desteklenmiĢ.
"Bu yeri kim, her kim yaptıysa, akimda konfora
dair en ufak bir Ģey yokmuĢ," diyorum.
"Belki de alelacele yapmaya mecbur
kalmıĢlardır," diyor Jack.
Ġlerlerken daha da yakından bakıyorum. Yeni
yapılmıĢ tamiratın iĢaretleri var. Kaplamaların birçoğu
yeni görünüyor. Burası iyi durumda tutuluyor.
Toprağın derinliklerine doğru iniyoruz. Hava
serinliyor ve yoğunlaĢıyor. Bundan nefret ediyorum.
Terliyorum. Derin derin nefes alıyorum.
Nihayet Jack duruyor. "Tamam, yeterince
gördük, gidelim," diyor.
Sözcükler dudaklarından dökülürken bir adım
daha atıyorum. Birtakım tıkırtılar duyuluyor. IĢık
gözümüzü alıyor. içgüdüsel olarak atıĢ yapıp yere
yatıyorum. Tahta çatırdıyor. Üstümüze toprak yağıyor.
AtıĢım tavanı vurmuĢ olmalı. Muhtemelen bir kaplama
parçalandı. Gürültü dinip hiç kimse atıĢa ateĢle karĢılık
vermeyince yavaĢ yavaĢ ayağa kalkıyoruz. Boğazımıza
kaçan tozu öksürüyoruz. Üstümüzü baĢımızı silkelerken,
birbirimize sabitlenmiĢ gözlerle bakıyoruz.
Ġlerideki duvarlarda sekiz yuvarlak ıĢık penceresi
görünüyor. Dördü sol ve dördü sağ duvarı kaplıyor.
Dökme demir bir kapıya ulaĢan düz bir patikayı
aydınlatıyorlar. Kapının ortasında büyük bir demir
tekerlek var. Jack ve ben bir kere daha birbirimize
bakıyoruz. Gözleri, kirli yüzünde solgunca parıldıyor.
Saçı baĢı, toza toprağa bulanmıĢ.
"Bir diğer kapı," diyor. "Önden buyur."
Ben tekerleği sağa çevirirken ellerim terliyor.
Tekerlek pürüzsüzce dönüyor. Kilit gibi iyice yağlanmıĢ.
YumuĢak bir tıslama oluyor. Kapının gıcırdadığını
hissediyorum. Kuvvetle çektiğim kapı sallanarak ardına
kadar açılıyor.
"DeMalo'nun içeride neyi olduğunu görelim,"
diyor Jack.
Biz kapının yanından geçerken önümüzde
kırmızı ıĢıklar beliriyor. Yükseğe, alçağa ve aradaki her
yere yayılmıĢlar. Onlardan oldukça var fakat parlak
değiller. Rampa-dakilere benzemiyorlar. Bunlar bulutlu
bir kıĢ gününde günbatımının sonu misali donuk bir
kırmızılık veriyorlar.
"IĢıkları tetikleyen bizim hareketimiz," diyor
Jack. "Her nasılsa, bu onları ateĢliyor."
MeĢalelerimizi kaldırıyoruz. Burası dolaplarla
dolu bir oda. Cam kapıları olan, uzun, ağır ahĢap
dolaplar... AhĢap ve metal sandıklar... Kutular, kasalar ve
yarısı kesilmiĢ variller... Bir de raflar var ve her bir raf,
kapaklı cam kavanozlarla doldurulmuĢ.
Kavanozlar renk renk, ebat ebat tohum içeriyor.
"Burası bir tohum deposu," diyorum.
"Bir Wrecker tohum deposu," diyor Jack.
Sıralardan biri boyunca ilerlemeye baĢlıyoruz.
Bakarak ve dokunarak... Bu bende bir rüya hissi
uyandırıyor. Bazı kavanozlar ağızlarına kadar dolu.
Bazılarında yalnızca küçük bir avuç dolusu tohum var.
Etrafta tozun zerresi yok. Hepsi tertemiz. Raflar,
kavanozlar, zemin... Hava kuru ve serin. Biraz küf kokulu
ama rutubet yok. Her kavanoza içindeki tohumun el
çizimi bir resminin yer aldığı eski birer kâğıt parçası
yapıĢtırılmıĢ. Çiçekler, sebzeler, meyveler, ağaçlar ve
çimler... Tamamen büyüdüklerinde hangi boyda
olacaklarını gösteren birer insan figürüyle beraber...
AĢama aĢama, yeni bir dünya kuruyorum.
Yeryüzünü ve insanlarım iyileĢtiriyorum.
MeĢalemi iki metal dolabın arasına sıkıĢtırıyor,
küçük bir kavanozu alıp ıĢığa tutuyorum. Ġçindeki
tohumlar parıldıyor. Minik, hafif ve kırmızılar. Onları
hafifçe sallıyorum.
Derken Jack "Burada ağaç tohumu var," diyor.
"Bu resimleri doğru anlıyorsam kurak alanlar için
uygunlar." MeĢalesinin ıĢığı, sırada, bir aĢağı bir yukarı
hareket ediyor.
DeMalo'nun ilaçlı Ģarabı içip kendinden geçerek
kollarımda bayılmadan biraz önce bana söyledikleri
Ģimdi anlamlı geliyor.
Sana söylemek istedim. Harikulade bir Ģey
buldum. O Ģayet düĢündüğüm Ģeyse, her Ģeyi
değiĢtirecektir.
DeMalo bunlarla tüm dünyayı yeniden
tohumlayabilir.
"Saba, buraya gel." Jack'in sesi acil bir uyarı gibi
geliyor. Kavanozu, beceriksiz ellerimle aldığım yere
koyuyor ve Jack'in yanma gidiyorum. Burada dolap yok.
Büyük bir masa yapmak için bitiĢtirilmiĢ dört masa var.
Masanın üstünü, düzenli yığınlar halinde istiflenmiĢ
kitaplar ve kâğıtlar örtüyor. Kullanılmaya hazır vaziyette,
taĢtan yapılma yağ lambaları, bir sandalye, battaniyeli bir
karyola ve yarısı boĢ bir Ģarap ĢiĢesi var. Demek ki
DeMalo burada çalıĢıyor. GörünüĢe göre, bazen burada
uyuyor.
Jack gözlerini sabitlediği son duvara bakıyor.
Uzun-luğunca tutturulmuĢ olan, büyük, kaim kâğıt
yaprakları var. Genellikle pembe, sarı ve turuncu
renkteler ve üstlerinde kaim mavi yılanlar, ince mavi
çizgiler, her boyutta mavi benekler, siyah sözcükler,
siyah sayılar ve bol miktarda kıvrımlı çizgiler var.
"Bütün bunlar da nedir?" diyorum.
"Haritalar," diyor Jack.
"Daha önce sadece toprak haritaları görmüĢtüm,"
diyorum.
"Gel de Ģu gerçekten iyi olanlara bir bak," diyor.
Elimden tutup beni sol taraftaki en uzak haritaya
götürüyor. "Yeni Cennet'in haritası bu," diyor.
"Bölümlere ayrılmıĢ. Sayıları görüyor musun? ġimdi
bulunduğumuz yer, güneyde uzanan Ağlayan Su, doğru
mu? Birinci Bölge."
"Hı hı," diyorum.
Parmağını haritaya koyuyor. "Sanıyorum ki bu
bizim burada olduğumuza iĢaret ediyor. Anladın mı?
Tamam." Beni sonraki haritaya doğru çekiyor. "Burası da
Yeni Cennet," diyor. "ġekli görüyor musun? Dört bir
yanındaki diyarda nasıl konumlandığına bak. Tek yeĢil
yama o. Ağaçları ve geliĢmeyi ifade ediyor olmalı.
Çünkü biz bütün bu sarı parçaları ve oraların kasvetli
yerler olduklarını biliyoruz. Doğuda Raze, batıda BoĢ
Arazi, güneyde -görüyor musun?- iĢte burada Karadağlar,
onların güneyinde eskiden Ümitkent'in olduğu yer ve iĢte
burada Kumdenizi-"
"GümüĢgöl orada bir yerlerde," diyorum.
"O hiçbir haritada olmayacak," diyor. "Ve
burada, kuzeyde, bu büyük mavi alana doğru uzanan yer,
Kalkan. Mavi alan, su olsa gerek."
"Yeni Cennet çok küçük gözüküyor," diyorum.
Beni sonraki haritaya götürüyor. "Bu haritada
daha da küçük," diyor. "Sonrakinde Yeni Cennet sadece
bir nokta. Saba, görüyor musun? Burası ötedeki dünya.
Senin ve benim Ģu ana değin bulunduğumuz herhangi bir
yerin ötesinde. Burası hiç iĢitmediğimiz, hayal
etmediğimiz bir dünya."
"Niçin her yerde sayılar var?" diyorum. "Her
yerde-ler." ikinci haritaya geri dönüyorum. "BoĢ Arazi,"
diyorum. "Raze ve Karadağlar'ın güneyi." Çok ufak ve
muntazam sayıları olan haritalardan, kâğıt ve kitap
yığınlarının durduğu masaya göz gezdiriyorum. "Bu
kâğıtlarda da sayılar var," diyorum.
"SayılandırılmıĢ haritalar," diyor Jack.
"SayılandırılmıĢ kâğıtlar. Bu dolap sıralarında da sayılar
var. Her dolaba bir sayı. Tohum kavanozlarının sayıları
olduğunu fark ettin mi? Bu bir plan, Saba. Ekme planı."
Donup kalıyorum. Durağan gözlerle Jack'e
bakıyor, ancak onu görmüyorum. BaĢımdaki her saç teli
ve kollarımdaki minik tüyler ürperiyor. "Dünyayı
yeniden tohumlamak için plan," diyorum. "Tamamen
bununla alakalı."
"Kilitlerin ve muhafızların nedeni bu," diyor
Jack.
"Yeniden yerleĢim grubu," diyorum. "Onların
Raze'e yönlendirilmelerindeki gerekçe de bu. Bu, Doğu
Dar Ge-çidi'ndeki yeni köprüyü açıklıyor."
"DeMalo'nun niye onlarla beraber olduğunu da
açıklıyor," diyor Jack.
O yıpranmıĢ deri çanta, göğsünün üzerinde
bağlıydı. Eli zaman zaman çantaya gidiyor ve
dokunuyordu. Hâlâ orada durduğundan emin olmak
istiyordu sanki.
"Tohumları taĢıdığına inanıyorum. BaĢka hiç
kimseye güvenmez."
"Tohum ekecek ilk kiĢi olmayı ister," diyor Jack.
"Kurtarıcılara herhangi bir tohumu nasıl yetiĢtireceklerini
ve o tohumla nasıl ilgileneceklerini öğretmek için..."
AĢama aĢama.
O aslında bunu kastediyordu. Bunu gerçekten
yapabilir. Yeni bir dünya. ĠyileĢtirilmiĢ bir yeryüzü.
Çimenleri, ağaçları ve herkese yetecek gıdanın
sağlanacağı mahsulleri olan bir yeryüzü. Fakat herkese
değil. Yalnızca onun değerli kabul ettiği kiĢilere.
SeçilmiĢlerine...
Derken bir kitabı açıyor ve sabit gözlerle,
anlayamadığım harflere bakıyorum. Harflerin
oluĢturdukları sözcükler DeMalo'ya nelerin yapılması
gerektiğini anlatıyor. "KeĢke bunları okuyabilseydik,"
diyorum. "Tommo bazılarını okuyor. Belki de onu buraya
getirseydik, okuyabilirdi—"
"Bunlar teferruat. Ne anlama geldiklerini bilmek
için okumak zorunda değiliz," diyor Jack. "DeMalo
birkaç hafta içerisinde köprüyü yeniden inĢa edecek ve
Raze'de tohum ekiyor olacak. Hangilerinin tutup
hangilerinin tutmadığını görmek için iĢe test yataklarıyla
baĢlayacaktır. Kahrolası, bunu çoktan yapmıĢ bile
olabilir. Her Ģeyi özenle planlamıĢ. Projeyi güçlendirmek
için bu tohum deposunu, kitapları, korkuyu ve silahları
plana dâhil etmesinden çıkan sonuç, her yeri tıpkı Yeni
Cennet gibi düzenleyecek olması. Tamamıyla onun
kontrolündeki köle iĢçilerin yeĢil cenneti... YaĢlı, hasta,
zayıf veya mükemmelin altında hiç kimse orada
yaĢayamayacak. Kimin yaĢamaya uygun olduğuyla ilgili
kararı yine DeMalo verecek."
"Arı kovanı, sürekli çalıĢacak, sonsuz sayıda
Kurtarıcı erkek arı pompalarken üstelik..." diyorum.
"SeçilmiĢleri... Yalanın daniskası! Onlar da köle. Sadece
zincirleri görünmüyor."
Haritalara bakarak bir an için sessiz kalıyoruz.
"Sadece Yeni Cennet'in olduğunu sanıyorduk,"
diyorum.
"Benim tanıdığım zorbalar küçük düĢünmezler,"
diyor Jack. "Ve hırsları genellikle kendi felaketlerine yol
açar."
"Onu Ģimdi durdurmalıyız," diyorum. "Bu gidiĢat
bizi aĢmadan önce... Tüm haritalarda sayılar var.
Kaçacak, saklanılacak, özgürce yaĢanılacak hiçbir yer
kalmayacak. DeMalo'nun karar verdiği Ģeylerin haricinde
herhangi bir Ģey olmayacak veya yapılmayacak."
"Kaçan hiç kimse olmayacak," diyor Jack.
"Korku, kuvvetli bir silahtır. Ġnsanlar senden korkarsa,
onları kontrol edersin. Yeni Cennet halkının çoğunluğu
özgürlükten habersizdi. Biz bu mücadeleyi onlar için
kazanmadıkça, özgürlükten bihaber olacak ve ondan
yoksun kalacaklar."
Jack'in elini tutuyorum. Eli sıcak ve güçlü.
Sımsıkı tutulacak bir el... Durağan gözlerimizle duvara
bakıyoruz. Bütün çıplaklığıyla hazırlanmıĢ olan
geleceğe... DeMalo tarafından kontrol edilen gelecekteki
yeryüzüne ve insanlara...
"Haklısın," diyorum. "O bunu yapabilir. Ġradesi,
inancı ve gücü var."
"Olay kapandı," diyor Jack. "Onu öldürürüz. Bir
an evvel Tontonlar'm arasına geri dönüyorum."
"Hayır hayır, düĢünmem gerek."
"Ne hakkında?" Bana onu durdurmama
inanamıyor-muĢ gibi bakıyor. "Durum sana göre daha
nasıl açık olabilir? DeMalo'nun gitmesi gerekiyor. Söz
açılmıĢken, bizim de gitmemiz gerek. Burada, aĢağıda,
zaman kavramını yitirmek kolaydır. ġafaktaki nöbet için
yeni muhafız grubu kendini çok geçmeden gösterecektir.
O zamana kadar buradan iyice uzaklaĢmıĢ olsak iyi
ederiz."
Sessizlik içerisinde, tekerleği çevirip büyük
kapıyı kapatıyoruz. Yarılan tavan kaplamasını yerine
bastırıp rampaya dökülen toprağı ayaklarımızla sürüyerek
dağıtıyoruz. ġayet onun yukarıya bakması için herhangi
bir neden bırakmazsak, DeMalo hasarı fark etmeyebilir.
Jack kapı mandalı kilidini de bulduğumuz haline geri
getiriyor.
ġimdi dıĢarıdan gelen ve merdivenlerden aĢağıya
süzülen ıĢık, ay ıĢığı değil. ġafak ıĢığı. Solgun ve
belirsiz...
"Sana söyledim," diyor Jack.
MeĢalemi söndürürken, yer altı sığmağının
içinden hafifçe gelen sesi iĢitiyorum. Kalbim sarsıldıktan
sonra süratle çarpmaya baĢlıyor. Jack'in elini kavrayıp
merdivenlere yöneliyorum.
Beni çekerek kaĢlarını çatıyor. "Bekle," diyor.
"Müziği dinliyorum."
"Ben hiçbir Ģey duymuyorum. Gitmeliyiz,"
diyorum.
Beni umursamıyor. "Evet," diyor. "ġu odadan
geliyor gibi. Bunu duymalısın. Dinle. ĠĢte."
Gözlerim onunkilerle buluĢuyor. "Bu çok
tehlikeli," diyorum. "Lütfen hemen gidelim."
Bir an, bana gözlerini kırpmaksızm baktıktan
sonra koĢarak DeMalo'nun beyaz odasına doğru gidiyor.
Ardından hızla koĢuyor, ranzaların yanından
geçiyorum. Bu müziği biliyorum. Daha önce de dinledim.
DeMalo'nun görülerindeki müzik. DeMalo burada.
Odada. Muhafızla r yok, yer altı sığmağının kapısı açık.
BaĢka biri tüm bunların nedenini aramaya gelirdi. Ama o
bunu yapmaz. Bizimle resmen oynuyor. Amacı bizi içeri
çekmek...
Jack'in kapıya ulaĢtığını ve elini kapı koluna
uzattığını tam vaktinde görüyorum. Kısa ok fırlatıcısmı
baĢının hemen bitiĢiğinde tutuyor.
''Jack!” diyorum. "Yapma!"
MeĢalesini indiriyor. ġimdi tamamen
karanlıktayız. Duvarı elleyerek yavaĢ yavaĢ ilerliyor,
silahımı hazır tutuyorum. Jack kapıyı birazcık aralarken,
bir ıĢık çizgisi parladıktan sonra yavaĢ yavaĢ geniĢliyor.
YumuĢak ıĢık dıĢarıya yayılıyor.
"Saba!" Jack bana usulca sesleniyor.
Ona katılmak için acele ediyorum. Hâlâ gerginim
ve hâlâ tetikteyim. Fakat fırlatıcılara gerek yok. Burada
yalnızca iki kiĢiyiz. Jack ĢaĢkınlık içerisinde bakakalıyor.
Bende aynısını yapıyorum ama çok farklı bir sebepten
dolayı. ġafak dört bir yanımızdaki odanın duvarlarında
ıĢıldıyor. Ölü hava, müzikle canlanıyor.
IĢık taze sabahın altın sarısı renginde
parıldadıkça parıldıyor. Müzik yükselip hızlanıyor.
Duvarlar hayat buluyor. Jack hayrete düĢüyor. Tıpkı daha
önceki deneyimimden hatırladığım gibi, gür ve yeĢil
çayırların yukarısında, alttaki dünyayı kuĢ bakıĢıyla
görerek uçuyoruz.
"Bu da neyin nesi böyle?" diyor.
Kalabalık hayvan sürüleri, uzakta baĢı karlı
dağların da olduğu ovalarda ilerliyor. Bu hâlâ sihir gibi...
Ġnsan inanmakta güçlük çekiyor. O kadar güzel ki...
Geçen sefer gözümden yaĢlar akmıĢtı ama bu sefer
ağlamıyorum. DeMalo'nun görüleri var. Ama DeMalo
burada değil...
"Hiçbir fikrim yok," diyorum.
Jack çok tüylü büyük boynuzlu yaratıklardan
birine kayalıktan kayalığa zıplamaktayken dokunmayı
deniyor. Tıpkı benim onu gördüğümde yaptığım gibi.
Yüzü kuĢkuyla kararıyor. "Görüler, kıçımın kenarı,"
diyor. "Wrecker teknolojisi bu. Üçkâğıtçı, orospu
çocuğu!"
Görüntülerin nasıl iĢlediğini öğrenmek için
duvarları ellerken, kartallar ellerinin altında uçuyor.
Benim gibi mağlup olmak Ģöyle dursun, tarihe karıĢmıĢ
dünyanın anlık görüntülerini hemen fark ediyor.
"Sanki duvarlar geçmiĢin hatıralarını saklıyor,"
diye mırıldanıyor. "Bir Ģey görüntüleri tetikliyor olmalı.
IĢıklar bizim hareketimiz sayesinde yandı. Ama
görüntüler zaten oynuyordu, öyleyse bunu ne tetikledi?"
Tetik... IĢık... Hatıralar... Tavandaki minik ıĢık
deliğini birdenbire hatırlıyorum.
O delikten, cılız bir ıĢın çıkarken DeMalo'yu
görüyorum. Odanın ortasında, deliğin tam altında
duruyor. Berrak, cam gibi bir kaya parçasını kaldırıyor.
IĢık huzmesi onun üzerine vuruyor. Kaya parçası solgun
pembe bir ıĢıkla parlamaya baĢlıyor. Fakat yalnızca kaya
parçası değil, tüm oda aydınlanıyor. IĢık kuvvetleniyor.
KuĢlar ötmeye koyuluyor.
DeMalo Ģimdi burada değil. Bir kaya parçası
yok. Ancak yine de kuĢlar cıvıldıyordu. Yine de gün, bu
odanın duvarlarına doğdu. Odanın ortasında duruyor ve
gözlerimi kısarak tavana bakıyorum. Oda Ģimdi öyle
aydınlık ki de liği görmek daha zor. Kubbede yer alan
ıĢık deliğini zar zor görebiliyorum. O deliğin orada
olduğunu bilmeyen bir insan onu hayatta göremez. Fark
etmeniz mümkün değil.
"Jack," diyorum. "DıĢarıdan gelen ıĢık mı acaba
bunlara sebep?"
Jack bir saniye sonra yanımda. Gözlerimizi
tavana dikiyoruz. "Seni dâhi," diyor. "Onu günün ilk ıĢığı
tetikliyor. Bir Ģekilde içeriye giriyor, belki... bir boru
veya herhangi bir Ģey yoluyla. Onu neredeyse hiç
göremiyorum. Neden oraya bakma gereği duydun ki?"
"Bilmiyorum," diyorum. "Ben sadece yukarıya
baktım ve oradaydı."
Müzik çalıyor. Kayıp dünyanın kayıp yaratıkları
çevremizdeki duvarlarda dolaĢıyor, göklerde uçuyor,
sularda yüzüyorlar. Göllerde, ırmaklarda ve DeMalo'nun
okyanus, deniz diye adlandırdığı Büyük Su'da... Bu
görüntülere yine tanıklık edeceğim aklımın ucundan dahi
geçmezdi. Kalbim kendisini onlarla doldurmak için
sonuna kadar açılıyor. Oburca... ĠĢtahla... Nasıl
hissettiğimi gizlemek zorunda kalmadığıma memnunum.
Sonuçta bunu ilk kez izliyor olmam gerekiyor.
"Harika ötesi bir Ģey bu," diyorum. "Bunu asla
hayal edemezdim."
"Kesinlikle harika," diyor Jack. "Fakat bunun
DeMalo'yla hiçbir alakası yok. Eğer Ģafak tarafından
tetikleniyorsa, bu her gün meydana geliyordur. Bütün bu
Yol Gösterici saçmalığı... DeMalo büyük oynayan bir
düzenbazdan baĢka bir halt değil."
"Yalan söylemiĢ/' diyorum. "Her Ģeyle ilgili. ."
"Kulağa pek de ĢaĢırtıcı gelmiyor," diyor. "Her
halükarda, yalan söylemek, günahlarının en kötüsü
sayılmaz."
O sabah tatlı çimen çayırında oturuyorduk.
Kurtarıcılar, DeMalo ve ben... DeMalo onu bu odaya
yönlendiren rüzgârın melodisinden bahsederken, meltem
gözyaĢlarımı kurutuyordu.
O yeni gün doğarken, çok daha geniĢ bir bakıĢ
açısına eriĢtim. Tıpkı bugün gördüğünüz gibi. Toprak
Ana dünyamızın eskiden olduğu haliyle tasavvur
edilemez görkemini bana sundu. Ve bana kaderimi
gösterdi. "Sen Yol Göstericisin," dedi. "Beni iyileĢtirmen
için seni seçtim."
Hepimiz ona büsbütün inanmıĢtık. Zira
anlattığına kendisi de inanıyordu. Hikâyeyi o denli
sıklıkla anlattı ki onun için bile gerçeğe dönüĢtü. Bu
durumun hangi noktada meydana çıktığını merak
ediyorum. Yani ne de olsa bir noktada kendi yalanlarınıza
inanmaya baĢlarsınız.
"Bunlar tamamen onun uydurduğu hayal
ürünleri," diyor Jack. "Yeniden doğmuĢ Toprak Ana
hayali ve daha geniĢ bir bakıĢ açısı olan büyük kahraman
DeMalo..."
Etrafımızdaki duvarlarda, çok uzun zaman önce
ölmüĢ insanlar yürüyor, koĢuyor ve dans ediyorlar. Uzun
süredir hatırlanmamıĢ ve yasları tutulmamıĢ insanlar...
Wrecker-lar... Ama Ģu anda, Jack ve benim için
yaĢıyorlar. Ranzalarında yatan Ģu on iskelete kafa
yoruyorum. Kim oldukları bilinmese de o insanlar -erkek,
kadın, çocuk- bir gün, korunaklarının onlara mezar
olabileceğini, gökyüzüne son kez baktıklarını bile bile,
tepenin yan tarafındaki kapıyı kapatıp kendilerini içeriye
hapsetmiĢler.
Aniden idrak ediyorum. "Birlikte iĢliyorlar,"
diyorum.
"Ne birlikte iĢliyor?" diyor Jack.
"Tohum deposu ve bu görüntülü oda," diyorum.
"Burayı bize bırakmıĢlar. Yani sonradan gelebilecek
olanlara... Onlar ranzalarına son kez uzandıklarında
ümitle ölmüĢler. Binlerinin bir gün gelerek burayı
bulacakları ümidiyle... Gelgelelim DeMalo gibi birinin
bulması için hazırlamamıĢlar. Böyle bir armağan,
geleceğe armağan, tohumlar sayesinde sil baĢtan baĢlama
fırsatı... hepimiz için hazırlanmıĢ. Sırf insanlar için değil;
aynı zamanda yeryüzünün kendisi ve her mahluk için.
Herkesin yararına. Azınlığın değil, çoğunluğun kârına.
Hakkaniyetle ve adilane kullanılsın diye hazırlamıĢlar.
Bu görüntüler bize öyle söylüyor. Bak!"
Duvarların çevresinde gençler ve yaĢlılar var.
Güçlüler zayıflara yardım ediyor; sağlıklı olanlar
hastalara bakıyorlar. ÇeĢit çeĢit insan birlikte.
"DeMalo bu yeri çalmıĢ," diyorum. "Daha geniĢ
bir bakıĢ açısına sahip biri değil. Hırsız. Yalancı."
"Saba," diyor Jack. "Gitsek, iyi ederiz."
Tam arkamdaki sesi beni harekete geçiriyor.
"ġafak vakti," diyor ardından. "Nöbet değiĢimi.
Unutma!"
Beni elimden tutuyor ve koĢuyoruz.
Garip bir sabaha at sürüyoruz. Çalkantılı geceden
doğmuĢ, ne olacağı belirsiz güne... Gün kasvetli ve ıslak.
Yağmur damlaları hiç olmadığı kadar keskin. Jack
Ģapkasını aĢağı bastırıp, yukarı çektiği pelerinine sımsıkı
sarmıyor. Nero pelerine sokulmakta aceleci davranıyor ve
at sırtında yolculuk ediyor. Benimse üstümde ceketim ve
sheemam var. Fakat kısa bir süre içerisinde sırılsıklam
oluyoruz.
Ġçimde de Ģiddetli sağanak yağıĢ var.
DüĢüncelerim resmen tıkanıyor, çalkalanıyor.
Duygularım beni delirtiyor ve kırbaçlıyor. Duygularımı
çözümlemeye çalıĢıyorum.
Bir - DeMalo'nun mucizevi görüĢ yetenekleri
yok. Bu bir hile. O olduğunu söylediği kiĢi değil. Kendisi
hakkında söyledikleri doğru değil. Yer altı sığmağını ve
sırlarını Ģans eseri keĢfetmiĢ. Onları sahiplenmiĢ ve kötü
amaçla kullanmaya koyulmuĢ.
Ġki - Onun bir düzenbaz olduğu açığa vurulmalı.
Herkesin o görülerden haberdar olması gerekiyor. Herkes
derken, Kurtarıcıları ve Tontonları kastediyorum.
Ġnanmalarının tek yolu, bizzat görmeleri. Benim Özgür
ġahinlerim ve Jack'in çetesi, ne bulduğumuzu onlara
anlattığımızda bize inanacaklardır.
Üç - Sonraki hamlem ne? Beyan ettiği bu oyunun
nihai aĢamasında benim bir sonraki hareketim? Her ne
yapacaksam, bildiklerimi yararımıza en uygun biçimde
kullanmak zorundayım. Akıllı, serinkanlı olmalıyım.
DüĢünüp planladıktan sonra eyleme geçmeliyim. Doğru
Ģekilde, doğru zamanda, bunu en az beklediği anda. Ama
o kadar az vaktim kaldı ki hiç Ģansım yok.
Dört - Bu inanılmaz. Bu utanç verici. Ama iĢte
burada. Ġhanetin soğuk taĢı içimde yanıyor. DeMalo
tarafından ihanete uğradığımı ve kandırıldığımı
hissediyorum. Kalbimin tam sağındaki bu sert yumrunun
farkındayım. Jack'in bana ihanet ettiğini düĢündüğümde
de onu hissediyordum. Ben DeMalo'ya inandım. Bana
özel olduğumu ve baĢka hiç kimseye benzemediğimi
söylediğinde ona inandım. O andan itibaren bana -diğer
herkesten önce- daima doğruyu söy leyeceğine inandım.
Fakat benimle tıpkı herhangi biriyle oynadığı gibi
oynuyor. Oltasına yem takıyor ve bizi olta sıyla
yakalıyor. Benim yemim neydi? Küstahlığım, kendim i
önemseyiĢim ve bedenimin ona karĢı zaafı.
Jack'in de durduğunu fark ediyorum. Sanki
düĢüncelerimi iĢitiyormuĢ gibi tenim suçluluk ateĢiyle
yanıyor.
"Affedersin," diyorum. "Bir Ģey mi dedin?"
"Burada yollarımızın ayrıldığını söyledim,"
diyor.
Kayalık alanın ortasındaki Atkemeri'ndeyiz. Jack
eyere tekrar oturuyor. Kell'i yavaĢ yavaĢ uzaklaĢtırıp
aramıza mesafe koyuyor. ġapkası gözlerini saklıyor. Yer
altı sığınağını terk ettiğimizden beri yalnızca tek bir Ģey
söyledi: "ġansımız varmıĢ ki geciktiler." Bu cümleyi
kurduğundan beri tek kelime etmedi ve bu biraz garip.
Jack çenesi düĢük biri olmasa da sokulgandır, daima
hareketlidir. Beni bunca süredir düĢüncelerimle yalnız
bırakmak hiç de ona göre değil.
"Çok sessiz kaldın," diyorum.
"Kafamda bir sürü Ģey var," diyor.
Mesafeli ses tonuyla irkiliyorum.
"Evet," diyorum, "bu her Ģeyi değiĢtiriyor, değil
mi? Tohum deposu, sahte görüler... Ne bulduğumuzu
Lugh'a ve diğerlerine söylemem gerektiğini düĢünüyor
musun?"
"Henüz değil," diyor. "Bu onlara çok fazla gelir.
ġimdilik aramızda kalsın."
"Doğru," diyorum. "Dinle, bugün senin
Ģebekenle tanıĢmak istiyorum. Sen, ben ve onlar. Daha
sonra hepsini bir araya getirebilir misin?"
"TanıĢmamanın daha güvenli olduğu konusunda
anlaĢtığımızı sanıyordum," diyor.
"Bütün bunlardan önce öyleydi," diyorum.
"Onlarla hemen konuĢmam gerekiyor."
"Ne hakkında?"
"Nerede buluĢacağımızı söyle."
"Dördüncü Bölge. Don Ġrmağındaki su
değirmeninde. AkĢama doğru görüĢürüz. Getirebileceğim
kadar fazla kiĢiyi getireceğim," diyor. Kell'i tık tık sesi
çıkarıp yürümeye teĢvik ederek, dizginlere asılıyor ve
yönünü kuzeye çeviriyor.
"Hey," diyorum.
Geriye bakıyor.
"Kargam sende," diyorum.
"Unutuyordum," diyor. "Uyuyor." Elini
pelerininin altına sokuyor. "Haydi, uyan, Nero," diyor.
Onu dıĢarıya çıkarıyor. Nero bir silkinme ve
gaklama eĢliğinde havalanıyor. Yağmur olsun ya da
olmasın, uçmaktan mutluluk duyuyor. Uzun süredir
içeride tıkılıydı.
"Jack," diyorum.
Bekliyor. ġapkası hâlâ gözlerinin üzerine çekili.
Beni dıĢlıyor gibi. Sanki yaĢananlardan soyutluyor. Bu
katiyen onun tarzı değil. Huzursuzluk karnıma
dokunuyor. Sözcüklerim boğazıma yapıĢıyor.
"Ne oldu?" diyorum.
"Hiçbir Ģey. Aynı anda anlaĢılamayacak birçok
Ģey var. Biraz uyuyacağım. Sen de uyumalısın. Daha
sonra görüĢürüz."
"Benimle olduğuna sevindim," diyorum. "Yani
senin ve benim olduğumuza. Her zaman iyi bir takımız.
BaĢka hiç kimseyle takım olmak istemezdim."
ġapkasının ucuyla yanıtladıktan sonra yuları
hafifçe Ģaklatarak Kell'i ilerletiyor. BaĢını çevirmesini
diliyorum.
Arkana bak, arkana bak, kör olmayasıca Jack.
Bir gülümseme veya el sallaması için yanıp
tutuĢuyorum.
"Jack!" diye sesleniyorum. Sis sesimi
durduruyor, gölge misali sise karıĢıyorlar. Jack
muhtemelen beni duymadı bile. Nero kemere tünüyor ve
gitmek için sabırsızlandığını söy-lercesine gaklıyor.
Haklı. Ġlgileneceğim çok daha büyük iĢlerim var.
Yıldız IĢığı Geçidi'ne hayli dalgın bir halde at sürerek
geri dönüyorum. ġimdiye kadar iĢitmekte ve söylemekte
olduğum tüm sözlerin yanı sıra, gördüklerimi,
düĢündüklerimi ve hissettiklerimi sınıflandırıyor, ince
eleyip sık dokuyor ve dikkate alıyorum.
Bu yer hakkında ne düĢünüyorsun, Mercy? Yeni
Cennet hakkında?
Her Ģey, her zaman göründüğü gibi değildir.
Ġnsanlar da göründükleri gibi değildir. Yeni Cennet'in
bütün SeçilmiĢler'i, DeMalo'nun söylediği kiĢiler olmaya
çabalıyorlar. Anlıyor musun? Yeni Cennet tam manasıyla
gerçek değil.
DeMalo ve görü yeteneği, yer altı sığmağı,
tohum deposu, mıknatıs taĢı... Mıknatıs taĢı DeMalo.
Erkek kardeĢler, kız kardeĢler, babalar ve anneler.
Ailelerinden çalman Kurtarıcılar...
Tanımadığın biriyle eĢleĢtiriliyorsun. Bu
yabancıyla birlikte araziyi iĢlemek ve Yeni Cennet'e
sağlıklı bebekler yapmak için gönderiliyorsun. Nasıl
hissedersin?
Safi duyguların hissedilmesi mümkün değil.
Yetenekleri, bilgileri ve birbirlerine güvenleri
yok. Birbirlerini neredeyse hiç tanımıyorlar. Onların
evini parçalamak uzun zaman almaz. Sağlam temeller
üstünde durmuyor.
Sağlam temeller... Aile, kan bağı, Kurtarıcılardan
alınan bebekler...
O kızlardan hiçbiri bebeğinin ondan alınmasını
istemez. Ne hissettiklerini gizlemeye çalıĢırlar'fakat ben
bunu onların gözlerinde, yüz ifadelerinde her zaman
gördüm.
Zayıf temeller... DeMalo'nun zayıflığı... Bizim
gücümüz.
Benim gibi düĢün, benim gibi... Onun gibi değil.
Demirağaç'ta Jack ve ben... O beni neredeyse
soydu ve ben hiç farkına varmadım bile.
Dur sana yardım edeyim.
Düğmelerimi ilikliyorum, o düğmelerimi açıyor.
Ben ilikliyorum, o açıyor...
Yap... Boz...
Onların evi er geç yıkılacak.
Onu boz.
Hızla...
Çabucak...
Neye inanıyorsun, Saba?
Bütün olarak bakıldığında, sevgiden yana daha
güçlü olduğumuzu düĢünüyorum.
Derken kendim gibi düĢünüyorum. Onun gibi
değil.
Yıldız IĢığı Geçidi'nin kuyruklu yıldızdan, öteki
yıldızlardan ve bir zamanlar birilerine bir Ģeyler ifade
eden sözcüklerinden oluĢan tabelası ağaç tepelerinin
arasında gözüküyor. Derken Molly'nin silüetini
yakalıyorum. Biraz ileride, ormandan çıkıp patikaya
doğru kayarcasma yürüyor. Tamamen gül kırmızı ve pek
düzeltilmemiĢ giysiler içinde. ġafağın çisentisinden
itibaren gün sanki fikrini değiĢtirmiĢ. ġimdi, erken sabah
güneĢi, ağaç tepelerinin arasından süzülüyor. Onun beline
kadar uzun, altın sarısı saçlarını parıl parıl parlatıyor.
KarmakarıĢık bir kuyruk halinde, her zamanki gibi geriye
doğru bağlanmıĢ. Molly sanki ormanın yarısını saçma
dâhil ettirecekmiĢ gibi görünüyor. Elinde, ezilmiĢ bir
kova sallanıyor. Kalçalarını da temkinli bir coĢkuyla
sallıyor.
"Günaydın," diye sesleniyorum.
Yerinden zıplıyor fakat çok geçmeden korku,
tatlı bir karĢılama gülümsemesine dönüĢüyor. Kovasını
göstererek "Mantar topluyordum," diye sesleniyor. "Ah!"
Nero, Molly'nin omzuna konuyor. "Sana da günaydın,"
diyor Molly. Nero onun saçındaki bir yosun parçasını
büyük bir özenle alıp ona veriyor. "Peki, teĢekkür
ederim."
Nero, yosun parçasının ardından, Molly'nin
saçlarından önce bir yaprak, sonra ince bir dal, daha
sonra da bir bir yaprak ayıklıyor. "Sana söyleyeyim,"
diyor Molly, "benimki gibi uzun saçların olmadığı için
çok Ģanslısın. Benimki, görüyorsun ya, her Ģeyi topluyor.
Yosun, ince dallar ve—"
"Erkekler mi?" diyor ve kendimi Hermes'ten
aĢağıya savuruyorum. "Yoksa gençler mi demeliydim?"
Gülümsemesine keder bulanıyor. "Aman
Tanrım/' diyor, "yemin ederim, Saba, bunun olmasını
istemezdim. Hiç niyetim yoktu. O sadece—"
"Hey," diyorum. "SakinleĢ, sorun değil."
"Öyle mi?" diyor.
"Benim ben, hatırlıyor musun?" diyorum.
"Kimseye öğüt verecek konumda olmadığımı biliyorsun.
Bana yapılan iyiliklerin karĢılığını nasıl olur da böylesi
acımasız bir yargılamayla verebilirim? Üstelik...
hepimizin bildiği üzere, o hem yakıĢıklı hem büyüleyici
ve istese, çok ikna edici olabilir—"
"O kadar da—"
"Molly, Molly... Sen de insansın. Üstelik
aramızdaki en güzel, en muhteĢem kadınsın. Uzun süredir
de yalnız baĢı-nasm. Dürüst olmak gerekirse, aranızdaki
iliĢkinin bende tam anlamıyla bir Ģok etkisi yaratmadığını
sana söylemek zorundayım."
"Öyle mi?" Gözlerinde ve sesinde sakıngan bir
ĢaĢkınlık var.
"Sizi gördüm," diyorum.
"Ah?"
"Em'in partisinde. Onun eline dokundun."
"Onun eline mi dokundum?" diyor.
"O, gözcülük görevine giderken... Sen Mercy'yle
yemek masasmdaydın, o senin yanından geçiyordu ve
onun eline dokundun."
"Doğru," diyor. "Hakikaten görmüĢsün."
"Tek fark eden bendim," diyorum. "Bundan hiç
kimseye söz etmedim ve etmeyeceğim. Molly, sen de
mutluluğu hak ediyorsun. Tanıdığım herkes kadar çok
hem de. Bir gece, bir hafta, ömrünün geri kalanı boyunca.
Kabul etmeye mecbur olduğun tek Ģey, ikinizin arasında
zaten fırtınaların estiği gerçeği... Ve ben... bilmiyorum,
daha fazla soruna yol açacak bir aĢık kavgası ya da buna
bağlı herhangi bir neden istemiyorum."
"Fazla söze gerek yok, anlıyorum," diyor. "Bu
mücadeleyi tehlikeye atacak hiçbir Ģey yapmam. Creed'le
konuĢacağım. O gerçekten benim tipim değil."
"Ah, hayır, yapmak zorunda olduğunu
kastetmedim."
"Tamamdır." Elimi sıkıp gülümsüyor. "Yüreğini
ferah tutabilirsin."
"Ah, Molly." Onu yanağından öpüyorum. Cildi
çiy gibi yumuĢak. Ormandaki âĢıklara özgü, ılık misk
gibi kokuyor. "Nero'nun saçını düzeltmesine izin versen,
iyi edersin," diyorum. "Uzun sürmesin ama. Hepinizle
konuĢmamı gerektiren bir konu var."
Onları Peg'in uçuĢ sahasında buluyorum. Takipçi
beni hurdalığın arkasındaki çimenli tepeye çıkarıyor. Peg
burada kuĢlar gibi uçmaya çalıĢır. Bu sabah Musa, Bean
ve çok fazla sayıda halatın yardımıyla, onun en son hurda
aracını gökyüzüne fırlatmak için ellerinden gelenin en
iyisini yapıyorlar. Onları sessizliğe davet etmek istiyorum
fakat öylesine çocuksu bir heyecana kapılmıĢlar ki hiç
oralı olmazlar. Bu yüzden vazgeçiyorum. Ne de olsa
kendilerine gelmeleri uzun sürmeyecektir.
Slim yayıldığı Ģezlongun rahatlığında tavsiyeler
buyuruyor. Bense oturup, durağan gözlerle yere bakıyor
ve ne söyleyeceğimi düĢünüyorum. Onlara katılmayı
nasıl da istiyorum. Bir kere de olsa rahat hissetmeyi...
Gelgelelim, zamanım tükeniyor. Devireceğim bir zorba
var.
"Bu bir Ģaka, değil mi?" Creed bugün
gülümsemiyor, biraz hoĢnutsuz.
"ġaka derken?" diyorum. "Ne münasebet!
Kazanabilmemizin tek yolu bu."
"Kazanmak mı?" Daha ziyade somurtkanlığa
benzer yarım gülümseme eĢliğinde etrafa bakmıyor.
"Bunu duydunuz mu, millet?" diyor. "Silahlar, yaylar,
çanta bombaları ve bıçaklar olmaksızın. ġeyleri olan
adamlarla savaĢacağız -Ģeyleri nasıl adlandırıyordunuz?
Ah evet- kötü davranıĢları."
"Ġtaatsizlik," diyorum.
Peg hariç hepimiz bir çeĢit çember oluĢturmuĢ,
uzanmıĢız. Herkes kendi ruh haline göre takılıyor. Hâlâ
Peg'in uçuĢ sahasındaki tepedeyiz. Peg ise hurdaların
bakımıyla meĢgul. Yine mırıldanıp, kıkır kıkır gülüyor.
Nero ise en gözde oyunlarından birini oynuyor. Peg bir
Ģeyi yere koyuyor ve Nero onu çalıyor. Peg öyle meĢgul
ki konuĢmamıza bir an olsun ilgi göstermiyor.
Onlara "Anlattığım gibi," diyorum. "DeMalo
Yeni Cennet'i hiç de sağlam olmayan bir zemin üzerine
inĢa etmiĢ. Ve birçok kiĢi, hatta o bile bunun farkında
değil. Temel sorun, aileleri parçalamıĢ olması. Bu,
doğaya aykırı. Duygu ve kan bağlarına aykırı. Böyle
Ģeylerin zayıflıktan kaynaklandığına inanıyor fakat
yanılıyor. Kurtarıcılar kuvvetliler, direniyorlar ama biz
DeMalo'yu yenmek için Kurtarıcılar'! kullanabiliriz.
Mercy size bebek evlerinden bahsetmiĢtir; bebekleri
onlardan alındığı zaman annelerin nasıl olduklarından. ..
Bu bir nevi fay hattı. Bu gece orada küçük bi gürültü
çıkarmayı planlıyorum. Bu tür ufak depremler yaratarak
onları sarsacak ve amacımıza ulaĢacağız. Burunlarının
dibinde olacak ama iĢi doğru yapacağız. ĠĢ iĢten
geçinceye kadar da ne çevirdiğimizin farkına
varamayacaklar. Nihayetinde çok büyük bir gümbürtü
çıkaracağız ve tüm sırlar ortalığa dökülecek ve Yeni
Cennet yıkılacak."
Sessizlik... Ne yaygara ama! Slim favorilerini
çekiĢtiriyor. Ash çizmesinin topuğunu toprağa sokuyor.
Diğerlerinin -Lugh, Tommo, Creed ve Molly'nin-
aralarında somurtmalar, kalkmıĢ kaĢlar, bakıĢmalar ve
benzeri surat ifadeleri var. Mercy bir kayada oturduğu
yerden bana minik bir gülümseme yolluyor.
"Çok büyük bir gümbürtü," diyor Ash. "Ne tür
bir gümbürtüden söz ediyorsun?"
Ona "Henüz söyleyemem," diyorum.
"Bilmiyorsun," diyor Creed. "Hiçbir fikrin yok,
değil mi?"
"Sorulacak birçok soru olduğunun farkındayım,"
diyorum. "Bu yeni bir fikir. Fakat enine boyuna
düĢünmeden reddetmeyin."
Creed gülüyor. "Neden reddetmeyelim ki?
Hazırda bekleyen bir cephaneliğimiz var. Hey, Slim,
senin gizli deponda bol miktarda silah var, doğru mu?"
"Bol miktarda," diyor Slim.
"Niye kullanmayalım o halde?" Creed herkesin
onayını almak için kollarını açıyor. "SavaĢçıyız," diyor.
"Bildiğimiz ve en iyi yaptığımız iĢ bu. BaĢından beri
savaĢlarda Tontonları yeniyoruz. Bunun da onlardan farkı
yok."
"Buna mecbur değilsek, neden savaĢalım?"
diyorum.
"Köprüdeki o patlama, beynine hasar vermiĢ
olmalı," diyor Creed. "Cesaretini kırmıĢ. O zamandan
beri öldür-memeye takmıĢsın kafayı. Sana söyleyeyim,
senden gelen böyle bir öneriyi kabullenmek zor. Sana
boĢu boĢuna Ölüm Meleği demiyorlardı. Bana hatırlat.
Dans kartında kaç ölü var, canım?"
Gözlerimiz sabitleniyor. Creed âdeta yarama tuz
basıyor. Öfke içimde baĢ gösteriyor.
"Gerekirse savaĢır, gerekirse öldürürüm. Fakat
bu savaĢı yaylar, silahlar ve bombalarla yapmak akıllıca
olmaz. Üç sebepten ötürü... Birinci sebep, kaç kiĢi
olduklarına ve ne kadar az sayıda olduğumuza bak. Ne
kadar az sayıda gerçek savaĢçı olduğumuzu söylemek
istiyorum, salt kiĢi sayısını kastetmiyorum, hiç kimse
kusura bakmasın."
Slim, Mercy ve Mol ly'ye bakıyor. "Bizi
kastediyor hanımlar," diyor. "YaĢlıları, sakatları ve
yavaĢları..."
"Ah, ben her zaman yavaĢ değilimdir," diyor
Molly. Dirseklerine dayanmıĢ, bacaklarını uzatmıĢ,
uyuĢuk bir rahatlıkla çıplak ayaklarını inceliyor. Küçük,
biçimli ve dikkat çekecek derecede güzel ayakları var.
Creed ona aç bir köpek gibi bakıyor. "Devam et, Saba.
Üzerimize alınmıyoruz."
"Bu mücadeleyi sürdürürsek/' diyorum, "onlar
hiç zaman kaybetmeden üstünlük sağlarlar ve biz ölürüz.
Ġkinci sebep, onları bir süreliğine kovalamayı
sürdürebilsek dahi, Yeni Cennet'in arazisi bu tür bir
eyleme olanak tanımaz. Her Ģey fazlaca yakın ve geri
çekileceğimiz yeterli sayıda yer yok. Tüm siperlerimizin
nerede olduklarını derhal öğrenirler ve saklanılacak
hiçbir yerimiz olmaz."
Her birine tek tek bakıyor, yüzlerini, gözlerini
okumaya, sözcükleri özenle seçmeye, fazla hızla
konuĢmaya baĢladığımda kendimi yavaĢlatmaya
çalıĢıyorum.
"Üçüncü sebep," diyorum. "Yeni Cennet'le ilgili
birçok Ģey öğrendim, öğreniyorum. Mercy'den ve diğer
kaynaklardan... DeMalo hakkmdaki bilgi önüme geldi.
ġu anda sizlere daha fazlasını anlatamam ama Ģunu
söylemeliyim ki ne yaptığımın farkındayım. Onu
yenmenin en akıllıca ve iyi yolu, bir el dahi ateĢ
edilmemesidir. Ben bunun yapılabileceğine, bunu
yapabileceğimize inanıyorum."
"Ben inanmıyorum," diyor Creed. "Senin buna
inandığına da inanmıyorum. Belanın ilk belirtisinde, elini
silahına veya yayma uzatıyor olacaksın. Sen busun.
Erkek kardeĢin, elinde bir yayla doğduğunu söylüyor.
Bunu bilmek için seni bir kez hareket halinde görmem
yeterli oldu."
"Üzgünüm, Saba," diyor Ash. "ġimdiye kadar
sana daima sadık kaldım fakat bunun nasıl iĢleyeceğini
anlayamıyorum. Yani, Kurtarıcıları bizim tarafa
getirmekten bile bahsediyorsun." BaĢını iki yana sallıyor.
"Bu hoĢ bir düĢünce ama bence biraz hayal kuruyorsun."
"Böyle bir Ģeyi katiyen duymadım -savaĢsız bir
mücadele- ve bin küsür yaĢındayım," diyor Slim.
"Üzgünüm, kardeĢim, bu konuda Ash'le hemfikirim."
"Ben de/' diyor Tommo.
"Geri kalanınızdan ne haber? Mercy?" diyorum.
"Molly? Kimi destekliyorsun? Lugh? Seni sormalı?"
"Üzgünüm, ancak Ģüphe edenlerden yanayım,"
diyor Lugh. "Bu iĢe yarasaydı bile epey vakit alır."
"O kadar emin olmayalım. Denemezsek asla
bilemeyiz. Bunu kanıtlamak için bir Ģans iĢe yarayabilir,"
diyorum. "Ġstediğim bu. Eğer bu gece o bebek evinde iĢe
yararsa, hepiniz desteklersiniz. Haydi, Lugh. Sadece bir
Ģans istiyorum sizden."
Bana uzun bir süre bakıyor ve bir Ģey
söylemiyor, dediklerimi zihninde değerlendiriyor.
Ardından "Pekala," diyor. "Bir Ģans. Em ve ben o zamana
kadar seni destekleyeceğiz. Değil mi, Em?"
Gözlerim ona minnettarlığımı bildiriyor. Emmi
de baĢıyla onaylıyor. Geri döndüğümden beri bana biraz
mesafeli. ġimdi de Takipçi'yi aramızda bir kalkan olarak
kullanıyor. Kucağına yatması için onu ikna etmiĢ.
Nero'dan ötürü mahcup. Daha iyisini yapacağına dair
verdiği sözü tutamadığından ötürü elbette. Ama onu
azarlamayacağım. Ona ters ters dahi bakmayacak, kendi
haline bırakıp neler olacağını göreceğim.
Creed, Lugh'a küçümser bir ifadeyle bakıyor.
"Evet, tabii ki onu desteklersin, değil mi?" diyor. "Bu
Ģimdiye ka-darki en saçma fikir olsa bile ki zaten öyle."
"Bundan o kadar emin olmazdım." Molly aniden
hareketlenip doğruluyor. "Bir taverna iĢletmecisi olmanın
sana öğrettiği bir Ģey varsa, o da bir dövüĢü baĢlatmanın
birden fazla yolu olduğudur. ġimdiye dek bu mücadele
her zamanki kasvetli yolda devam etti. Ike öldü, Jack
öldü,
Bram, Maev ve öteki arkadaĢlarınız da öyle.
Onlara katılmaya henüz hazır değilim." Omuz silkiyor.
"Bunu denemeliyiz. Denemezsek, aptallık ederiz."
"Güzel konuĢtun," diyor Mercy. "Saba'ylayım."
"Bu gece yardımına ihtiyaç duyacağım, Mercy,"
diyorum.
"Eğer sana ayak bağı olmayacaksam," diyor.
"Dörde karĢı dört." Slim cebini karıĢtırıyor.
"Burada bir yerlerde bir madeni para var sanırım."
"Bu görev bir yazı tura atıĢma bağlı olamayacak
kadar önemli," diyorum. "Elerkesin beni desteklemesini
isterim. ĠĢe yararsa, hepimiz bunu yapmak, buna inanmak
ve bunu sürdürmek zorundayız. Sadece birimiz-ikimiz
değil, diğerleri de silahlarını bırakırlar. Aklımdan zorum
falan yok, size söz veriyorum. Bu, cesaretimi kaybettiğim
için ortaya attığım umutsuzca bir fikir değil. Akla uygun
gelen tek fikir. Riskli. Daha önce herhangi birimizin
yaptığı herhangi bir Ģey için gerekenden daha soğukkanlı
ve daha akıllı olmayı gerektiriyor. Ben haklıysam, hiç
kimsenin canı yanmadan kazanabiliriz. Lütfen. Bütün
istediğim, bir Ģans. Bu gece. Bir eylem. Silah yok. O
çatlak hattı yarmama ve ne olacağını görmeme izin verin.
Ne dersiniz?"
Slim dizlerini tokatlıyor. "Diyorum ki Slim
amcanızın ayağa kalkmasına yardım edin." Tommo ve
Ash onu Ģezlongdan çekiyorlar. Elimi kavrıyor ve beni
kendi hantal gövdesine doğru çekiveriyor. Gözlerimi
gözlerine sabit-liyorum. "O gün sen ve ben Tontonlarda
harika bir cesaret oyunu oynadık," diyor. "Senin
cesaretinle alakalı hiçbir sorun yok, Bayan Ölüm. Devam
et, öyleyse. Bana daha evvel hiç görmediğim bir Ģey
göster. Yanıldığımı ispat et.
Bana kalırsa, Ģansını yakaladın." Elimi serbest
bırakıyor. "Bu üçe karĢı beĢ demek oluyor."
"Ġkiye karĢı alü," diyor Tommo. "Sana
inanıyorum, Saba."
Gülümsüyor ve "TeĢekkürler, Tommo," diyorum.
Daha rahat nefes almaya baĢlıyorum.
Ash bana sabit gözlerle bakıyor. Asla
çözmeyeceği bir problem olduğumu ifade eden küçük bir
somurtma eĢliğinde. ..
Ona "Sen bana bu fikri ilk aĢılayan kiĢisin,"
diyorum. "DiriliĢi ilk defa fark ettiğimizde... Önümüzde
yükselen o devasa kaleyi... Ġçerisinde cephaneliği de
bulunan Tonton garnizonunu... Elepsine karĢı sadece beĢ
kiĢiydik, hatırla. Bu o kadar imkânsız görünüyordu ki
neredeyse cesaretimizi kaybediyorduk. Senin dıĢında.
'Küçük Ģeyler büyük sıkıntıya sebebiyet verebilirler,'
dedin. BaĢardık ve tekrar baĢarabiliriz."
BaĢıyla sözümü onaylıyor. "Sivrisinek ısırığı
ateĢe neden olur," diyor. "Sana küçük diken batar, kanın
akar. Peki, senin Ģu iĢi kotardığını göreyim. Bu seni, tek
reddeden kiĢi yapıyor, Creed."
"Geri kalanımızla beraber sen de uçurumdan atla,
oğlum," diyor Slim. "Kanat çıkarıp uçabiliriz belki."
Creed kollarını göğsünde çapraz kavuĢturmuĢ,
ara sıra baĢını iki yana sallayarak yere bakıyor. "Buna
inanmıyorum," diyor. "Elepiniz. Bu tam bir zaman kaybı.
Devam et, istediğini yap." UzaklaĢmaya baĢlıyor. Ardına
bakmadan "BaĢarısızlığa uğradığında, gelip beni bul ve
gerçek bir savaĢ hakkında konuĢalım. Yani hâlâ bu
civardaysam..." derken sesini yükseltiyor.
"Creed!" Ardından sesleniyorum. "Bir Ģans!
Elaydi!"
Elini reddedercesine sallıyor ve tepenin
kenarında gözden kayboluyor.
"BaĢardım!" diye haykırıyor Peg.
Hepimiz dönüyoruz. Peg hava arabasının
burnundaki rüzgâr krankını tutmuĢ. Çevirmek için olanca
ağırlığıyla asılıyor. Krank dönüyor. Bir kez, çok yavaĢ bir
Ģekilde. Sonra yavaĢ yavaĢ tamamı çöküyor.
DüĢünmek için sessiz bir yer bulmak amacıyla
tepeden iniyorum. Ash peĢimden geliyor ve "Bekle!"
diyor.
Dar ve zikzaklı patikanın kayalık yolunda
aĢağıya doğru ilerlerken "Hayli çılgın bir fikir. Tarzını
biraz değiĢtirmiĢsin," diyor.
"Ne pahasına olursa olsun, Ash. Bu konuya dair
kanaatim kesin," diyorum. "Söylediğim gibi, akla uygun
gelen tek fikir bu."
Ardımızdan ayak sesleri geliyor. Emmi'nin ve
Takipçi'nin peĢimizde olduklarını görmek için geriye
bakıyoruz. Takipçi kayalarda bir dağ keçisi gibi
zıplayarak yanımızdan uçarcasına geçip gözden
kayboluyor.
"Geçtiğim için beni bağıĢlayın!" Emmi aramıza
sıkıĢıp Ash'i dirsekleyerek geçerken ayakları kayıyor.
"Hoppala!"
Ash onu takla atarak düĢmekten kurtarmak için
yakasından yakalıyor. "Arkandan atlı mı kovalıyor,
küçük hanım?"
Em koluma asılarak kendisini doğrultuyor. Yaz
yağmuru damlaları gibi berrak gözleriyle bana bakıyor.
"Seni
katiyen bir kere daha hayal kırıklığına
uğratmayacağım," diyor. "Kendimi geliĢtireceğim, yemin
ederim. Göreceksin."
Sonra bizden sıyrılıp patikadan aĢağıya doğru
paldır küldür ilerleyerek gidiyor.
"Hey!" diye sesleniyorum. "Sana bağırabilmem
için buraya geri dön. BaĢının belada olmadığını sanma,
Emmi!"
"Bu kız tam bir roket," diyor Ash. "Sorunu
nedir?"
"Ona yanından ayırmamasını söylediğim halde
Nero'yu serbest bıraktı. Güvenilmez Em yine bildiğini
okuyor." Yola devam ederken baĢımı iki yana sallıyorum.
"Hey, Saba?" diyor Ash. "Söylediklerimi hiç
düĢündün mü?"
"Ne hakkında söylediklerini?"
"Nero," diyor. "Onu kimin bu Ģekilde kaçırmıĢ
olabileceğini fark etmiĢ olmalısın. Arası bütün biz
kadınlarla iyi, hiç tanımadığı Peg'le bile iyi. Ama
erkeklerle arası hâlâ bozuk. Onlara güvenmiyor."
Emmi'nin bana verdiği Ģu sicim parçası hâlâ
cebimde. Buna daha fazla kafa yormadım.
Duruyor ve dönüyorum. "Öyleyse kimi
suçluyorsun, Ash? Erkek kardeĢimi mi? Tommo'yu mu?
Slim'i mi? Kesinlikle değil. Asla. Creed'in ve benim
görüĢ farklılıklarımız olabilir fakat ben ona hayatımı
emanet ettim. Tıpkı hepinize emanet ettiğim gibi ve siz
beni hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmadınız.
Herhangi birinizi suçlamak için bir nedenim yok."
"Kim yaptı o zaman?" diyor.
Bu iĢin peĢini bırakmayacağını Ash'in yüzünden
anlayabiliyorum. DeMalo'nun emrini yerine getiren bir
Tonton tarafından yapıldığını ona kesinlikle söyleyemem.
Bu yalnızca daha fazla sayıda soru doğurur.
"Bak," diyorum. "Bunu kimin ve niye yaptığına
iliĢkin çok sağlam bir fikrim var." Ağzı ĢaĢkınlıktan
dolayı açılırken "Bundan daha fazlasını söylemeye
yetkim yok," diyorum. Yukarımızda dolaĢan Nero'ya
Ģöyle bir göz atıyorum. "Nero'ya zarar verilmemiĢ ve asıl
mesele bu. Yapacağım ve hakkında düĢüneceğim bir sürü
Ģey var. Dolayısıyla bu konu hakkında daha fazla
konuĢmayacağım."
"Ġyi," diyor, "her neyse iĢte. ĠĢin baĢından aĢkın.
Sorun yok."
Onu tanırım. Aklının nasıl iĢlediğini bilirim.
"Ash, ortalığı karıĢtırmanı yasaklıyorum," diyorum.
"Burada keĢfedilecek hiçbir Ģey yok, inan bana. Hiç
kimseyle bu mesele hakkında konuĢmanı istemiyorum ve
senden konuĢmayacağına dair söz vermeni istiyorum."
Ona elimi uzatıyorum. "Haydi, bana söz ver, derhal!"
"YanlıĢ bir fikri inatla savunuyorsun," diyor.
Fakat gönülsüzce omuz silkinceye dek ona dikkatle
bakıyorum. "Ġnadında aynen devam et," diyor. Elimi her
zaman yaptığı gibi, sıkıĢmıĢ bir tulumba kolunu
tutarcasına tutarak kendine doğru hızlı ve sert bir Ģekilde
çekip bırakıyor.
Ash'in sözüne güvenilir. Bana el sıkıĢma
yöntemiyle verdiği sözünün akabinde tepeden inmeye
devam ediyoruz.
Bebek evinde Mercy'nin yanımda olmasına
ihtiyacım var. Bugün Jack'le ve onun Yeni Cennet
asileriyle buluĢuncaya kadar planımın tam olarak ne
olduğunu ben de bilmiyorum.
Ama bebek çalmaya gideceksek, bebekler
konusunda yetenekli birine ihtiyacımız olacak. Mercy'den
daha iyisini mi bulacağız? O aynı zamanda bebek evinin
iĢleyiĢini de biliyor.
Bu yüzden Mercy'ye Jack'ten bahsetmeye
mecburum. Jack'i tanımadığı ve aramıza yeni katıldığı
için onunla ilgili öyle veya böyle bir önyargıya sahip
değil. BaĢka herkesten farklı olarak, Mercy'nin bu sırrı
saklayacağını da düĢünüyorum.
Biz buluĢma noktamız olan, Dördüncü
Bölge'deki su değirmenine doğru giderken, onu Jack ve
Yeni Cennet asilerinden haberdar ediyorum. Bram'in,
kadını Cassie'nin yardımıyla, küçük bir çeteyi dikkatle ve
yavaĢ yavaĢ bir araya getirdiğini, Bram eylemde
öldürüldüğünde çete üyelerinin neredeyse hiç faaliyete
geçmediklerini, Jack'in onları devraldığını ve benimle
birlikte çalıĢtığını ona ayrıntılı bir biçimde anlatıyorum.
Mercy fazla konuĢmuyor. Ara sıra baĢıyla
onaylıyor. KonuĢmamın sonunda, "KalptaĢı bu erkek için
yanıyor. Haklı mıyım?" diye soruyor.
"Evet," diyorum, "haklısın."
Değirmen bir vadi çukurunda, Don adındaki
gürültülü küçük ırmağın üstünde bulunuyor. Eski su
çarkı, kemiklerinden Ģikâyet eden bir kocakarı misali
gıcırdıyor. Değirmen rutubetten yeĢermiĢ ve eskiden
kalma. Değirmen taĢları içeride gümbürdüyor; bir
pencereden, beyaz bir un bulutu yükseliyor.
Jack, Mercy'yi sarp taĢ basamaklardan yukarı
çıkarıyor. Basamaklar seneler boyu kullanılmaktan ötürü
aĢırı aĢınmıĢ bir halde. Mercy halat tırabzanı sımsıkı
tutuyor. Bense arkadan geliyorum. Bir an aĢağıdaki
ırmağa Ģöyle bir göz atıyorum. Öyle berrak ki yatağının
taĢları görülüyor. Solgun ve parıltılılar. Uzun yabanıl ot
tutamları onların etrafında saç misali dalgalanıyor.
Kalbim göğsümde çarpıyor. Tırabzanı
tutuyorum. Biraz daha bakmak için eğiliyorum.
Mevcut taraklar, uzun hoyrat saçındaki zararlı
otları ayıklıyor.
Annem...
Suyun içinde.
Ölü.
Solgun taĢlardan yapılma yatağında, bembeyaz
bir ölü olarak yatıyor.
Gözleri kapalı.
Dudaklarında bir gülümseme var.
Rüyasında gülleri görürken donmuĢ gibi.
Ben de onunla beraber yatıyorum.
Ben...
Oradayım.
Beni kucaklamıĢ halde uyuyor.
Hayatla doluyum, dudaklarımda bir gülümseme
var, ölü annemin kollar ındayım.
Tekrar yükseliyorum. Nefesim boğazımda
düğümleniyor.
Jack yarıladığı kapı aralığında duruyor. Neden
geciktiğimi merak ederek bana el sallıyor. "Haydi,
geliyor musun?" Yüzümü görünce soruyor: "N'oldu?"
Nefesimi tutarak tekrar bakıyorum. Solgun
yuvarlak taĢlar su tabanını kaplamıĢ. Yabanıl ot tutamları
dalgalanıp zikzak çiziyor. Annem gitmiĢ. Ben gitmiĢim...
Zaten hiçbir zaman orada olmadığımızı acı da olsa fark
ediyorum.
"Ġyi misin?" diyor Jack.
BaĢımla onaylıyorum.
Ölüler gecelerimin yanı sıra gündüzlerimi de
onurlandırdıklarında bu ruhumun huzursuzluğuna bir
iĢarettir. Ama öte yandan... belki de sadece yorgunumdur.
Çünkü uyumadım ve hadise bundan ibaret olabilir.
"Saba," diyor Jack. "Bekliyorlar."
Doğruluyor, gülümsemeye çalıĢıyorum.
"Geliyorum," diyorum.
Kocaman değirmen taĢları inildeyerek yavaĢ
yavaĢ duruyor. Ġçeride, galeta ununun yoğun sisi var.
Değirmen odasından geçerken sisin fırıl fırıl dönüp dans
etmesine neden oluyoruz. Jack köĢedeki el merdivenini
kullanarak ambar ağzından geçip değirmenin çatısındaki
bir odaya ulaĢmak için bize öncülük ediyor. Oda küçük
ve insanlarla tıkıĢ tıkıĢ doluymuĢ gibi görünüyor. Oysaki
sadece altı kiĢi var. Üçümüz bu sayıyı dokuza
yükseltiyoruz. Hafif bir rüzgâr, açık pencereden içeriye
süzülüyor.
Orada, saç buklelerinden çizmelerine kadar
beyaz una bulanmıĢ ve bir heykel kadar yakıĢıklı,
değirmenci Vain Ed, alınlarında dörde bölünmüĢ daire
damgaları olan, utangaç çift Manuel ve Bo, yüzünün
derisi soyulmuĢ, kaçak köle Skeet var. Skeet'in gözleri,
Mercy'nin boynuna yöneliyor ve kollarındaki çift x
damgasını arıyor. Skeet ve Juneberry -kısaca JB-
anladığım kadarıyla birlikteler. Mercy'yle yaĢıt
olduklarını söyleyebilirim. Ġplerle bağlanmıĢ uzun saçlara
sahip, sıska fakat sağlamlar; ter, toprak ve orman
kokuyorlar.
Jack sayesinde, JB'nin Açıklık'taki son
direniĢçilerden biri olduğunu biliyorum. Bazıları Yılan
Irmağı'ndaki ahali gibi kaçmıĢlar. Birkaçı, JB gibi
ormana sığınmıĢ. Ağaçkö-pekleri diye adlandırılıyorlar.
Yüksek dalların arasında yaĢıyor ve arazilerini çalan
Kurtarıcılar'a sorun çıkarmak için süratle yayan
ilerliyorlar. Çoğu Slim'in direğe çivilenen arkadaĢı Billy
Six gibi kaçırılmıĢ.
Cassie de orada. Ben de bundan korkuyordum.
Onunla karĢılaĢmaktan... Bunu uzun süre önce
yapmalıydım. Bram öldürüldükten hemen sonra...
KarĢılaĢmak yerine korkakmıĢım gibi bundan kaçındım.
Ona doğru bakmaya cesaret edemiyorum. Kollarını
göğsünde kavuĢturmuĢ vaziyette, açık bir pencereye
iliĢmiĢ.
Söylemem gerekenleri söylüyorum. Özgür
ġahinlerime söylediklerimle örtüĢen sözleri... Yeni
Cennet'in çatlak hatlar üzerinde inĢa edildiğini... ġayet o
hatları yerlerinden oynatırsak, DeMalo'nun tüm
projesinin çökeceğini...
"ġayet DeMalo'yu öldürürsek, tüm projesi
çöker," diyor Jack.
"Jack ve ben bu noktada aynı fikri
paylaĢmıyoruz," diyorum. "Onun haklı olmadığını
söylemiyorum. Fakat bu yöntem bizi katliama sürükler.
Bakın, benim kastettiğim baĢka. ġöyle izah edeyim:
DeMalo yeryüzünü iyileĢtirme planını uygulamak için
neye ihtiyaç duyuyor? Öncelikli olarak iĢ gücüne.
Toprağı iĢleyecek olan Kurtarıcılar'a, yolları yapacak ve
ölesiye çalıĢacak kölelere. Ġkinci olarak sadece birkaç
yıllık değil, tüm nesiller için bir plan. Bu, istikrarlı bir iĢ
gücü akıĢını sağlayacaktır. Demek ki Kurtarıcılar çok
sayıda çocuk doğurmak ve bunu sürdürmek zorundalar.
Üçüncü olarak burada kalacak ve onun
buyruklarını sorgu-lamaksızın yerine getirecek olan
kölelere ve Kurtarıcılar'a ihtiyaç duyduğu için iradesini
cebren kabul ettirecek olan Tontonlar'a ihtiyacı var.
Anlayacağınız fazla sayıda insana ihtiyaç duyuyor.
Onlardan her biri iĢte bir dağ oluĢturuyor. DeMalo'nun
iktidarı bütünüyle onlara dayalı. Bu insanlar artık o dağın
bir parçası olmamaya karar verirlerse, DeMalo da çöker.
Bir parçası bile yer değiĢtirmeye baĢlasa, yapı
zayıflamaya baĢlar."
Jack dinliyor. Her sözcüğü dikkate alıyor.
DüĢüncelerimin ve duygularımın beni götürdüğü yerin bu
olduğuna ĢaĢırdığını söyleyemem ama Jack'in tam olarak
ne düĢündüğünü de anlayamıyorum. Ne de olsa bu
DeMalo'yu öldürme komplosundan çok daha farklı bir
durum.
Diğerlerine gelince, bana bir kere bile bakmadan
duvara yaslanmıĢ vaziyette duruyorlar. Sanki kulaklarını
söylediklerime kapamıĢlar gibi... Sanki sadece Jack'e
iyilik olsun diye buradalar. Cassie'ye sadıklar. Zaten
Cassie'nin erkeği Bram -onların arkadaĢı ve lideri- benim
yüzümden öldü.
Eğer Cassie'nin dostluğunu kazanamazsam,
onlarınkini asla kazanamam. Bunu biliyorum. Onların
bana iletecekleri, Kurtarıcılar'a iliĢkin içeriden bilgilere
de ihtiyacım var. Fakat Ģu an bunun için hiç de uygun
görünmüyor.
Cassie bana bariz bir biçimde hor gören gözlerle
bakıyor. Diğerlerinin aksine gözlerini bir saniye için bile
benden ayırmıyor. Havayı öyle kara bir nefretle
dolduruyor ki o nefretin etrafımı sardığını, konuĢurken
yüzümün giderek kızardığını hissedebiliyorum. Ne kadar
aptalca konuĢtuğumu ve ne kadar budala göründüğümü
düĢünmeye baĢlıyorum. Dudaklarım kuruyor, sözcükleri
berbat edip birbirine karıĢtırmcaya dek tedirginliğim
giderek artıyor.
DeğiĢim yalnızca bende olmuyor tabii. Belli ki
herkes söylediklerimden rahatsızlık duyuyor ki yer
değiĢtirmeler baĢlıyor. Vain Ed baĢka bir pencereyi
dirsekleyerek açıyor.
Jack, Cassie'nin bana kabalık edebileceğine dair
uyarıda bulunmuĢtu. Bunu bekliyordum; ama yine de bu
kadarını beklemiyordum.
Keder âdeta onun sevgi dolu, yuvarlak yüzünü
pençe-lemiĢ, dudaklarındaki gülümsemeyi kemirmiĢ gibi.
Güzel kahverengi saçı bir zamanlar gevĢek ve dalgalı bir
Ģekilde sallanırdı. ġimdi saçlarını bir ceza gibi taĢıyor.
Saçları geriye taranıp bir topuzla sıkıca düğümlenmiĢ. Ve
alnındaki daire damgası tüm çıplaklığıyla göze çarpıyor.
"Gücünüz var," diyorum. "Sadece ona imkân
verirseniz, söylediklerini yaparsanız ve ona sadık
kalırsanız, sizi yönetebilir. Anlıyor musunuz?"
BitiĢe doğru tökezliyorum. Kulakları sağır eden
sessizliğe dolanıyor ayaklarım...
Cassie aĢağılama gayreti içerisinde dudak
büküyor. "Çatlak hatlar," diyor. "Dağlar. Dağ un ufak
oluyor, DeMalo çöküyor ve biz el ele tutuĢup güneĢte
dans ediyoruz. Bu kadar kolay olabileceği kimin aklına
gelirdi ki?"
"Peki," diyorum. "Bana bu yer hakkında
Kurtarıcılar'ı rahatsız eden tek bir Ģey söyle. DeMalo'nun
insanların anlamadığı veya adaletsiz olduğuna inandığı
kanunlarından birini... Ġnsanlar onların adaletsiz
olduğunu söyleyemez fakat düĢünebilirler ve kalplerinde
hissedebilirler."
Yine sessizlik hüküm sürüyor. Mercy'nin
bakıĢları odada geziniyor ve ifadesiz bir yüzü olan
Kurtarıcı Kız Bo'da duruyor. Bo incecik sakalı olan eĢi
Manuel'e göz ucuyla bakıyor. Bana yaklaĢmamaları
konusunda uyarıldıkları bir yaratıkmıĢım gibi birbirlerine
sokulmuĢlar. ġimdi fark ediyorum; Bo hamileliğin
dıĢarıdan ilk kez anlaĢılmaya baĢladığı dönemde. Bana
bakıyor.
"Bebeğini alıp götürürler/' diye fısıldıyor.
"Ebeveynin çocuğuna bağlılığı güçlüdür," diyor
Mercy.
"Demek ki bebeğini Yol Gösterici'den, bebek
evinden geri alacak olsaydın..." diyorum, "bu güçlü bir
eylem olurdu. Dağı sarsmaya baĢlardı. Bunu yapan anne
ve baba, Yol Gösterici'ye ve Yeni Cennet'e itaatsizlik
ediyor olabilir. Bir risk alıyor olabilir. Hem de büyük bir
risk... Dolayısıyla her kim yapıyorsa, elbette korkacaktır.
Ama çocuğuna özlemi, korkusundan çok daha büyük
olacaktır. Çocuğuna kavuĢur kavuĢmaz da ilk kez yendiği
korkusundan arınmaya baĢlayacaktır. DeMalo korkuyla
kontrol ediyor. Eğer insanlar ondan artık korkmazsa,
iktidarı sona erer."
Hepsinin anlattıklarımı tam manasıyla idrak
etmelerine fırsat vermek adına biraz bekliyorum. Acaba
onlara ulaĢtım mı? Onları biraz olsun düĢündürdüm mü?
"Mercy ve ben bu gece bebek evinde bir ön
araĢtırma baĢlatacağız," diyorum. "Mümkün olursa, bir
bebeği alıkoyacağız. Yardımınızı istiyorum. Buradaki
kızları tanıyorsunuz. Ġçeriye dair bildiklerinize
ihtiyacımız var."
Cassie gülüyor. "Biz mi?" diyor. "Size yardım
etmek mi? Sizinle çalıĢmak mı? Ne yani Bram'in yaptığı
gibi mi demek istiyorsun? Çünkü sonu çok iyi oldu, değil
mi?"
"Üzgünüm, Cassie," diyorum. "Gerçekten
üzgünüm."
"Sen gerçekten üzgünsün, Bram gerçekten ölü ve
cesedi hâlâ senin bıraktığın kayanın altında," diyor.
"Bense yeni bir erkekle, yatağımda uyuyan ve Ģahin
gözleriyle beni seyreden bir yabancıyla eĢleĢtirildim.
Yeni Cennet'te iĢler böyle yürür."
"Kocası hiç sebep yokken ortadan kaybolan bir
kadın, Ģüphe uyandırır," diyor Vain Ed.
Cassie halihazırda kusursuzca düzgün olan
giysilerini düzeltirken, bilhassa eteğine ve gömleğinin
kollarına yoğun özen göstererek konuĢuyor. "Benden her
Ģeyimi aldın ve Ģu anda daha fazlasını istiyorsun," diyor.
"Benden alacağın her Ģeye sahip olmuĢsun. Kız kardeĢini
kurtarmak için Bram'in seninle beraber gitmesine izin
verdim. Asla geri dönmedi. Gelip bana onun öldüğünü
söyleme nezaketini dahi göstermedin. Bunu Jack'ten
duymak zorunda kaldım. O en azından insanlara düzgün
davranmasını biliyor."
Cassie benden hiç hoĢlanmadı, bana asla
güvenmedi ve bunu hiçbir zaman açıkça söylemedi.
ġimdi benden fena halde nefret ediyor. Daha önce zehirli
sözlerinden haberdardım fakat bu saldırıdan dolayı
kendimi epey kötü hissediyorum. Derken Jack'e Ģöyle bir
göz atıyorum. O da bana ben-ne-yapabilirim bakıĢıyla
karĢılık veriyor. Mercy ellerini kucağında gergin bir
Ģekilde kavuĢturuyor. Benim adıma konuĢması mümkün
değil, dolayısıyla eleĢtirilere kendim göğüs germeliyim.
Ama yine de ruhumu gözleriyle yatıĢtırıyor.
"Bu benim hatamdı," diyorum. "Gelmem
gerekirdi. Gelmek istedim fakat—"
"Fakat ne? Ne? Yapacağın daha iyi bir Ģey mi
vardı?"
"Hayır," diyorum, "elbette yoktu. Üzgünüm,
Cassie, sana erkenden ulaĢmam gerekiyordu."
"Ama ulaĢmadın," diyor. "Üzgünümlerini
paketleyip kendinle birlikte cehennemin dibine
götürebilirsin Ģimdi."
"Senin yerinde olsaydım, muhtemelen ben de
kendimden nefret ederdim," diyorum. "Ne var ki
suçlamakta ısrar etmek Bram'i geri getirmeyecek. Hiçbir
Ģey onun fedakârlığını onurlandırmaya yetmez."
"Fedakârlık!" diye tıslıyor. "Sen bana
fedakârlıktan bahsetme cüretini gösteriyorsun!" Üzerime
yürüyüp bana saldırıyor. Yanağımı öyle sert tokatlıyor ki
baĢım geriye doğru gidiyor.
Jack bir adım atıyor. Mercy de olaya müdahale
etmeye hazır. Onları elimle durduruyorum. Cassie
dehĢete kapılmıĢ bir halde, fal taĢı gibi açılmıĢ gözleriyle
bakıyor. Bunu yapmayı planlamamıĢ belli ki. Ed'in kolu
omuzlarını sarıyor. Yanağım alev alev yanıyor ve
sızlıyor. Yıldızları görüyorum. Ancak, darbeyi ve acıyı
hoĢ karĢılıyorum. Bir gün onun inadını kıracağım.
"Seninle Kafes'te karĢılaĢmak zorunda
kalmadığıma memnunum," diyorum. "Bunu hak ettim.
Lütfen, birlikte çalıĢmayı deneyebilir miyiz?" Elimi
uzatıyorum. Elime bakıyor. Bana bakıyor. Yüzünü
sakınmak için geri çekmiĢ.
"Üzgünüm," diyorum. "Sana olan borcumu
ödeyemem. Ne kadar çok istesem de kaybını telafi
edemem. Bütün yapabildiğim, Bram'in bize verdiği Ģansı
ziyan etmemeye çabalamak. Bunu yapmak için yardımına
ihtiyacım var. Lütfen, Cassie. Bunu bir deneyelim.
Umduğum gibi iĢe yararsa, hepinizin bunu kendi baĢınıza
ileri taĢıması mümkün olacaktır. Bana ihtiyacınız
kalmayacak."
Oturup hiçliğe bakmak için pencereye geri
dönüyor. Bunu kafasında bitirmiĢ. Beni...
Diğerlerinin de beni kafalarında bitirdikleri
anlamına gelir bu. Jack'in yüzünde, her Ģeyin çok açık
olduğunu okuyorum. GeçmiĢteki hatalarım beni tümden
lanetliyor.
Cassie'nin dostluğunu kazanabileceğimi
düĢündüren neydi? Buraya gelmek tam bir hataydı. Belki
de tehlikeli bir hata... Eğer onun nefreti bana ihanet
etmesine yetecek kadar çoksa...
"DeMalo zayıf, ancak güçlü olduğuna inanıyor.
Siz güç-lüsünüz, ancak zayıf olduğunuza inanıyorsunuz."
BaĢımla veda ediyorum. Mercy'ye "Gidelim," diyorum.
Jack ambar kapağını kaldırırken, Mercy
taburesinden kalkıyor. Duraksamasının akabinde elini
Skeet'e uzatıyor. Bir an sonra Skeet kabul ediyor.
"TanıĢtırılmadık. Adım Mercy. Evim Çaprazçay. Tatlı
yeĢil bir vadi."
Mercy'nin kelimeleri, Skeet'in sabit bakıĢını
hatıralara doğru çeviriyor. Skeet sessizce konuĢarak
"Adım, Skeet. Evim, bir at arabası. Sarı tekerlekleri ve
onu çeken Otis adında bir atı var."
PaylaĢılan sıkıntılar ani bağlar kurar. Mercy diğer
elini, tokalaĢtıkları ellerinin üstüne koyuyor. Skeet de
aynısını yapıyor.
"Kız kusursuz değil, arkadaĢım," diyor Mercy.
"Fakat ender bulunur kumaĢtan kesilmiĢ. Ona bağlılık
yemini ettim, ne pahasına olursa olsun."
"Buradaki JB yaklaĢık bir yıldır Ağaçköpekliği
yapıyor. Birkaç aydır onunla birlikteyim. Bir kuyuyu
bozar, bir saman ambarını yakarız ama hep köpekleri
ormana salıp bizi aramaya gelirler. Bazen evlerimizden
birini bulup o ağacı devirirler. Daha fazla hızlananlayız,
ha Junie B? Bir gün, belki de çok yakında, Ģansımız
tükenecek. Onlar hasarı tamir edecek ve devam
edecekler. Oysa ne gariptir ki öyle ya da böyle baĢka bir -
belki de daha iyi bir- yol olup olmadığını kendime
sormaktan asla vazgeçmedim."
Skeet konuĢmasını bitirdiğinde, odaya tuhaf bir
sessizlik hâkim oluyor. Skeet'in tavrı, herkeste sanki
Mercy'yle kırk yıllık ahbaplarmıĢ da uzun bir sohbetin
ortasmdalar-mıĢ gibi bir izlenim uyandırıyor.
"Belki de bir yol bulmanın zamanı gelmiĢtir,"
diyor Mercy. "Belki de hep beraber bir yol bulmamızın
zamanı gelmiĢtir."
Elleri ayrılıyor. El merdivenine doğru
ilerliyorum. Önden gidecek ve Mercy'nin güvenle
inmesine kılavuzluk edeceğim.
"Hey Bo, bebek evine birkaç gün önce giren bir
kız yok muydu?" Manuel çabuk ve biraz da yüksek sesle
konuĢuyor. "Onu tanırsın. Sanıyorum ki o kız yeni paralı
yolun yakınlarında."
Duraksıyorum.
"Demek istiyorsun ki- ah, onun adı ne?" Bo
kaĢlarını çatıp parmaklarını Ģaklatıyor. "Dian, iĢte bu
kadar."
Vain Ed baĢını kaĢıyor. "Hayır," diyor, "bu bana
doğru gelmiyor. Cherry mi?"
"Sen bilirsin, ben de Ģimdi onun Eula
olabileceğini düĢünüyorum," diyor Manuel.
"Siz üçünüz o ümitsiz rol kesmeyle bir çocuğu
bile kandıramazsınız." Cassie pencereden bu tarafa
dönüyor. Gözleri temkinli bir ateĢkes içerisinde
benimkilerle buluĢuyor. "Onun adı, Rae," diyor. "On beĢ
yaĢında. Zamanından önce sancıları olmaya baĢladı. Onu
tanıyorum. Bu eylemi destekleyebileceğini düĢünüyorum.
Sizinle geleceğim."
"TeĢekkürler," diyorum.
"Hunter'dan ne haber?" diyor Bo. "Ona fark
ettirmeden geceleyin dıĢarı çıkamazsın."
Cassie'nin dudakları gerginleĢiyor. "Ġçkiye
düĢkündür ama," diyor.
Cesaretim artıyor. Hava yeniden soğumaya
baĢlıyor. El sıkıĢma Ģansım yok ama Cassie'ye küçük bir
baĢ onayı sunuyorum. Beni hiç affetmeyebilir. Asla
arkadaĢ olamayabi-liriz. Bana tümüyle güvenmeyebilir
de. Oysa ben hepsini o kadar da kötü görmüyorum.
Önemli olan tek Ģey onun denemeye ve birlikte çalıĢmaya
istekli olması.
"Hava kararır kararmaz, gideriz," diyorum. "Sen,
ben, Mercy ve Jack..."
Gökyüzü yine kıyamet gibi. Yıldızlar düzensizlik
içerisinde süratle kayıp gidiyor. Gölgeler diyarındaki
tarla patikaların yakınlarından geçiyoruz. Ama aslında
yolları ve kontrol noktalarını kullanabilirdik. Yıldız
çağlayanı mevsiminde karanlıktan sonra pek çok kiĢi,
kapılarını sürgüler. Aylakça dolaĢan karaltılardan
korktukları için bir kapı tıklamasına da yanıt
vermeyeceklerdir. Solgun yüzlerimiz ve koyu renkli
kıyafetlerimizle burada, ahırların arkasında gizlenirken,
pekâlâ hortlaklara benziyor olabiliriz. Belki de
hayattayken baĢlarımız kesildiği için kayıp bedenlerimizi
aradığımız zannedilebilir. Tek istisna, hayaletlerin soğuk
bir gecede sis solumamalarıdır.
"Sol tarafta, önde," diye fısıldıyor Jack.
"Kadınların kaldıkları yer orası. Doğumhane de o tarafta.
Binayı ikiye bölen ve ön kapıdan arkadaki kapıya dek
dümdüz uzanan bir koridor var."
"Çocuk odası sağda," diyor Mercy. "Ebelerin ve
sütannelerin yatakları da o odada. Arka tarafta Tonton
karargahları ve bir mutfak, dıĢarıda bir kuyu, bir tuvalet
ve bir odun deposu var. Her iki-üç günde bir yiyecek
teslimatı oluyor."
"Bütün bunları nereden biliyorsun?" diyorum.
"Sen burada ebelik yapmadın ki."
"Bebek evlerinin hepsini tamamen aynı Ģekilde
düzenlerler," diyor Jack. "Görev baĢında her zaman dört
adam bulunur. Bir kumandan ve üç asker... Buradaki
ahırda dörl at durduğuna göre hepsi içeride."
Kendi atlarımızı yarım mil kuzeydeki fundalık
bir çukura bıraktık. Yakınımızda olsalardı daha mutlu
olurdum fakat baĢka seçeneğimiz yoktu. Buralarda hiçbir
sığınak mevcut değil.
Bebek evi düz bir dört yol ağzında kendi baĢına
duruyor. Küçük kavaklar tarafından üç yanı çevrelenmiĢ.
Ama onların evi saklayacak kalınlığa ulaĢması Ģöyle
dursun, rüzgâr siperi olacak yüksekliğe eriĢmesi dahi
yıllar alır. Bu yer Jack'e göre, sadece birkaç ay önce inĢa
edilmiĢ. Ağaç kabuğu ve çimen çatılı, alçak tek katlı bir
ev. AhĢap, çamur ve saman balyası duvarları alçak ve
uzun haliyle geniĢ bir alana yayılmıĢ. Ortada sağlam
parmaklıklı bir kapı, iki tarafta dar, demir çubuklu iki
pencere var. Ġç taraftaki ahĢap kepenkler kapalı fakat
suntaların arasından ıĢık sızıyor. Onları bakıcıyla
inceliyor ama bir Ģey göremiyorum. Burada ahırların
arkasında, evden belki metrelerce uzaktayız.
"Bebek evi," diyor Cassie. "Bebek hapishanesine
daha çok benziyor. Bizi yutturabileceğini gerçekten
düĢünüyor musun, Jack?"
"Ah, bunu sorunsuz yapabilirim," diye cevaplıyor
Jack. "Ben asıl bundan sonra neyin geldiğini merak
ediyorum. AnlaĢılan o ki neyin geldiğine dair hiçbir
fikrimiz yok." Bana yüzünde o çarpık gülümsemesiyle
bakıyor.
Bu gece Jack kendisine sanki daha fazla
benziyor. Hiç kimse son derece rahatladığımın farkına
bile varmıyor. Onun aramıza mesafe koyan tavrına daha
fazla katlanabileceğim! sanmıyordum. Jack bu gece -dün
geceden farklı olarak- Tonton kıyafetlerini giymiĢ. Ġlk
kez onu bu kıyafetlerin içinde gördüğüme memnunum.
Ona böyle söylediğimde, sadece tek kaĢını kaldırdı.
Gerçek Ģu ki Jack bu yere girmek için tek Ģansımız.
Mercy, Cassie'nin hamile karnını yumuĢak bir
dolgu malzemesiyle kaplayarak büyüttü. ġu anki
planımız -ne kadar berbat olsa da- Jack'in kapıya vurup
doğurmak üzere olan bir hamile kadın getirdiğini
söylemesi. Mercy, Cassie'ye yalancı doğum belirtileri ve
ne zaman ne yapılacağıyla ilgili uygulama yaptırdıktan
sonra Cassie isteri nöbetine tutulmuĢ gibi davranmakta
ustalaĢtı. Mercy içeriye girildiği anda Tontonlar'm onunla
ilgilenmesi için ebeyi yalnız bırakacaklarını söylüyor.
Cassie'nin sahtekâr olduğunu anladığı zaman, ebenin
düdük çalmayacak olması iyi bir fırsat. Ebeler
köleliklerinden, yaptıkları iĢten ve her Ģeyden önemlisi
Tontonlar'dan nefret ediyorlarmıĢ. O andan sonrası, Jack
ve Cassie'nin ne yaptıklarına bağlı. Silah kullanmadıkları
ve hiç kimse yaralanmadığı sürece...
"Sana güveniyorum," diyorum.
"Bana olan inancından dolayı resmen koltuklarım
kabardı," diyor Jack. "Senin de bildiğin üzere,
doğaçlamadan yanayım. Ama benim standartlarıma göre
bile bu çok üstünkörü bir plan. Bunu yapmak
istediğinden emin misin?"
"Son söz Cassie'ye ait," diyorum.
"Daha yakma gidelim," diyor Cassie.
"Kepenklerden bakalım ve neler olup bitiyor görelim."
Alçakta kalarak avluyu bir uçtan ötekine
koĢuyoruz. Kendimizi sol yandaki pencereye bitiĢik
olarak eve yaslıyoruz. Kepenk suntalarının arasından
Ģöyle bir göz gezdirmek amacıyla yanaĢıyoruz. Orada
duvar lambalarıyla aydınlatılmıĢ uzun bir oda ve iki sıra
yatak var. Sadece iki kız içeride. Onlardan biri karnı
burnunda, yatakta doğrularak uzanmıĢ bir kız. Öbürü ise
tatlı, tükenmiĢ ve korku dolu bir yüz ifadesi olan bir kız.
Hamile değil. Volta atıp dönüyor. BaĢlıyor ve duruyor.
Muhtemelen kendi yatağının yanındaki zeminde bir
patika aĢındırıyor. Yatağındaki küçük, kumaĢla sarılmıĢ
bohça da dikkate alınırsa gitmeye hazır görünüyor. Belini
iki eliyle de kavrıyor. Parmaklarının ıstırap veren
kavrayıĢını engellemeye çalıĢıyor ve bunda baĢarısız
oluyor. Koridora açılan kapıya sabitlenmiĢ gözlerle
bakıyor.
"O, Rae," diye fısıldıyor Cassie. "Bebeğini
doğurmuĢ olmalı."
Bebek evinin diğer tarafından cılız bir feryat
yükseliyor. Emmi böyle feryat ederdi. Yeni doğmuĢ bir
fare misali zayıftı ve onu besleyecek anne sütü yoktu.
YaĢaması bir mucizenin de ötesinde.
Mercy baĢını iki yana sallıyor. "Vaktinden önce
doğmuĢ, yavrucak."
BomboĢ bir yüz ifadesi olan, tasmalı bir köle,
kapının yanındaki bir sandalyede oturuyor. însan azmanı
bir kadın. Onu seçmelerinin ve burada olmasının sebebi
belli; kızları kapının bu tarafında tutmak. Rae ona
gidiyor, onunla konuĢuyor, ona yalvarıyor. Kadın, baĢını
iki yana sallıyor. Hayır, Rae bebeğine gidemiyor.
Rae baĢka bir tarafa dönüyor. Kendisini tutmaya
çabaladığını fakat âdeta parçalandığını görebilirsiniz.
Diğer kız elini uzatıp adını söylüyor. Rae ona koĢuyor ve
baĢını omzuna gömüyor. Kız onu tutarken ağlıyor. Sırtını
sıvazlarken, onunla sessizce konuĢuyor. Rae'yi doğrultup
gözyaĢlarını kuruluyor.
Kepenkler onların seslerini boğuyor. Saz mumu
lambalarının gece vakti ıĢık titremeleri sıkıntılarını
yumuĢatıyor, bulanıklaĢtırıyor.
"Diğer tarafa bakalım," diyorum.
Ön kapıdan bebek odasının penceresine doğru
koĢuyoruz. YavaĢça, ihtiyatla bakınıyoruz. Diğerinin
tıpatıp aynısı bir oda. Yalnızca burada, yatakların yerine,
umut-landırıcı küçük bebek karyolalarından oluĢan sıralar
var. DeMalo'nun Yeni Cennet'in geleceğiyle ilgili
inancına somut birer kanıt teĢkil ediyorlar. Buradan
kaçının dolu olduğunu göremiyoruz. Gelgelelim bir
Kurtarıcı kadın onların belki yarısının arasında
içlerindeki bebekleri kontrol ederek yer değiĢtiriyor.
"Ebe," diye fısıldıyor Mercy.
BaĢka bir kurtarıcının kendi göğsüne tuttuğu
kundaklı bir bebekten yürek burkan bir ses geliyor. Kadın
bebeğe bir yudum süt içirmeye çalıĢarak bir sandalyede
oturuyor. Derken bebeğin baĢı öbür tarafa düĢüveriyor ve
bebek haykırmaya baĢlıyor. Rae'nin bebeği bir ay erken
doğmuĢ.
"Sütanne," diyor Mercy. "Sadece kendi bebeği
ölmüĢ veya çok zayıf olduğu için açıkta bırakılmıĢ
kadınları kullanırlar."
Ölülerin anneleri esir tutulmuĢ. Yas tutmaları için
bile fırsat olmaksızın. Bir çocuğun, sütleri sayesinde
sağlıkla büyüdüğünü görmek onların kederini hafifletir
mi? Bebeği eceliyle ölmüĢ kadınların kederini belki
hafifletiyordun
Bunun yardımcı olabildiğini anlayabiliyorum.
Ancak böyle çelimsiz bebekleri olan kadınlara yararı
dokunuyor mudur? Onların çocuklarının kaderini kim
biliyor? Bu onların ruhlarında derin yaralar açıyor olmalı.
Rae'nin bebeğini tutan Kurtarıcı gömleğini
düğmeliyor ve onu omzuna yaslayıp sırtını ovarak, elleri
ve sesiyle sakinleĢtirmeye çalıĢıyor. Biraz Maev'inkine
benzeyen bakır renginde kıvırcık saçları var. Benimle
yaĢıt olduğunu söyleyebilirim. Eğer bebeği öldüyse,
muhtemelen ilkiydi. Benim gözlerime dahi deneyimli
görünmüyor. BakıĢı odaya az önce giren iki Tonton'a
endiĢeyle yöneliyor.
YaĢça büyük olan, koyu tenli, son derece
yakıĢıklı adam sorumlu. Öteki yaklaĢık yirmi yaĢında,
kırmızı yanaklı bir oğlan. Kan dövmesi olmayacak kadar
temiz yüzlü gözüküyor ama olması lazım. Kumandanı
Kurtarıcı sütanne ve ebeyle konuĢurken o kapının
yanında direk gibi duruyor. Onların neler söylediklerini
duyamıyoruz, sesleri çok alçak ama belli ki Rae'nin
çocuğu hakkında konuĢuyorlar. Kumandan onlara
bebeğin kundağını açtırıyor, böylelikle onu adamakıllı
görebiliyor ve iyice inceleyebiliyor.
O bir kız. Kıpkırmızı teni, minik serçe kolları,
narin bacakları var. Ağlamaya son vermiĢ artık. Orada
öylece yatıyor. DeMalo'nun zihnimde çınlayan sesini
iĢitebiliyorum.
Kimlerin çocukları yeryüzüne en iyi hizmeti
verecek? O Ümit-kent lağım çukurunda doğanlar mı?
Zayıf kiĢiler olmak için doğan zayıf çocuklar mı? Yoksa
bu insanların çocukları mı?
Bazen güçlüler zayıfları doğururlar. Bazen de
zayıflar büyüyüp güçlenirler.
"Tıpkı Emmi'nin bebekliğine benziyor," diyor
Mercy.
Emmi. O da erken doğmuĢtu, onu dünyaya
bağlayacak anne sevgisini tanımadı, ilk birkaç hafta zar
zor dayandı. Sonra Mercy'nin bakımıyla yaĢamak için
mücadele etmeye baĢladı.
Kumandan çocuğu kontrol ediyor. Kadınlarla bir
müddet daha konuĢuyor. Genç Tonton'a dönüp
parmaklarını Ģaklatıyor. Oğlan odadan çıkıyor.
Bakır rengi saçlı sütanne bebeği bir kere daha
kundaklamaya koyuluyor. Kumandan onu durduruyor. O
ve ebe endiĢe içerisinde kumandanla konuĢuyorlar.
Seslerini yükseltmiĢler, böylelikle anlayabiliyorum,
"Birkaç gün daha, lütfen, efendim." Kumandan kaldırdığı
eliyle laflarını ağızlarına tıkıyor.
"Karar vermiĢ," diyor Mercy. "Bu bebek için hiç
umut yok."
Kumandan birkaç kelime daha söylemesinin
ardından odayı terk ediyor. Genç Tonton hemen geri
geliyor ve kapı aralığında birbirlerine baĢ onayı
veriyorlar. Oğlan kadınlara doğru yürüyor. Sütanne
Rae'nin çıplak bebeğini kendisine bastırdıktan sonra
baĢını ve ellerini birkaç kez nazikçe öpüyor.
Tonton'un bebeği ne kadar dikkatli bir Ģekilde
aldığını, baĢını eliyle nasıl desteklediğini ve onu kollarına
nasıl da kolay, doğal biçimde yatırdığını fark ediyorum.
Onun bunu daha önce de yaptığını düĢünüyorum.
Belki küçük bir kız kardeĢi vardı. Ona yardım ettiği için
mutluydu, onu seviyordu. Benim gibi değil. Kendimden
utanıyorum, Em'e bir kez olsun dokunmadım. Annemin
ölümünden ötürü onu suçladım. Lugh ise babama onun
bakımında yardım etti.
Birdenbire koĢan ayakların sesini iĢitiyoruz.
Hepimiz yere yatıyoruz. Bir saniye sonra, bebek evinin
arkasından iki Tonton beliriyor. Ahırlara doğru
yöneliyorlar. GörüĢ menzilinden çıktıkları an, binanın
uzak köĢesini dönüyoruz. Nefeslerimizi tutuyor,
bekliyoruz.
Kızgınlık içimde kıpırdanmaya baĢlıyor, serbest
kalmak için çırpmıyor. Elim silah kemerime gidiyor ama
kemerimi takmadım. GümüĢgöl'den ayrıldığımızdan beri
ilk kez silah taĢımıyorum. Hiçbirimiz taĢımıyoruz. Ne
yay, ne silah, ne de çizmemin kınında bıçak var. Kendimi
iyi hissetmiyorum. Jack'in elinin de silahının
bulunmadığı yere dayalı olduğunu fark ediyorum.
Tontonlar ahırlardan iki kanepeli at arabasını
çekerek çıkarıyorlar. Biri bir at getirmek için tekrar
içeriye koĢuyor ve onu bayıltıp yukarıya çekiyorlar. Her
Ģey bir anda olup bitiyor.
"Rae'yi eve götürecekler," diye fısıldıyor Mercy.
Cassie'ye "Onun nerede yaĢadığını biliyor
musun?" diyorum.
BaĢıyla onaylıyor. Alabildiğine dingin bir hali
var. Onunla ilk karĢılaĢtığım geceki soğukkanlı tavrını
hatırlıyorum. Jack, Emmi'yi kaçırdığında, o ve Bram'in
serinkanlılığı sayesinde hepimizin hayatta kaldığı
geceyi...
Tontonlar atı ve arabayı ön kapıya getirirken,
kilitler takırdıyor, demir çubuklar gıcırdıyor ve kapı
savrularak ardına dek açılıyor. Kumandan, Rae'yi
dirseğinden tutarak dıĢarı çıkarıyor. Rae sarıldığı küçük
bohçasını göğsüne yapıĢtırıyor. ġimdi gözyaĢlarından
eser yok. Ne de olsa Kumandan'm önünde sorun
çıkarmaya cüret edecek değil. Bu yüzden baĢını yukarıda
tutuyor. Bir Kurtarıcı'nm davranması gerektiği Ģekilde
davranmak için elinden geleni yapıyor.
Kumandan, Rae'ye at arabasının arka koltuğuna
tırmanırken yardım ediyor. Gülümsüyor ve baĢını eğiyor.
Rae ona cevaben gülümsemeyi neredeyse baĢarıyor. Ġki
Tonton at arabasına tırmanıp ön koltuğa oturuyorlar.
Koltuğun yolcu yerinde oturan adam, ateĢ çubuğunu
dizlerine yatırıyor. Dizginlerin Ģaklaması ve ani
sarsıntıyla, at arabası avludan gümbürdeyerek kalkıp,
kuzey yolunu gümüĢ renginde aydınlatan ay patikasına
doğru ilerliyor.
Rae'nin arkasından "EndiĢelenme kızım,"
diyorum. "Yakında bebeğini göreceksin." Sonra Cassie'ye
"Artık rol yapmana gerek kalmayacak," diyorum.
"Gelmek için doğru geceyi seçtik. Sen ve Mercy atları
alırsınız. ġu kuzey yolu boyunca ilk virajda bizi bekleyin.
Orada bir kayalık var. Jack, sen benimlesin. Gidip Ģu cılız
bebeği alalım."
Genç Tonton'u fark etmek, gözlerimizin önünde
tutmak kolay. Gece ay ıĢığından dolayı tamamen
aydınlık, arazi dümdüz uzanıyor ve bizim dıĢımızda
hareket eden tek Ģey o. Hafif bir meltem, bebeğin zayıf
feryadının nağmelerini bize taĢıyor. Böylelikle Tonton'un
arkasına bakma olasılığını düĢünerek, ağırdan alıp
aĢağıda kalıyoruz. Nero tepemizde dolaĢıyor, ancak hiç
kimse gece uçan bir kargayı dikkate almaz. Yani fark
etmiĢ olsalar bile...
Tonton ilerimizde, kesinlikle çocuğu bırakmasını
söyledikleri yere doğru gidiyor. O yerin bebek evinden ve
iĢitme menzilinden epey uzakta olacağını tahmin
ediyorum. Hiç kimse bütün gece boyunca açık havada
ağlayan bir bebeğin sesini duyamaz. Tontonlar dahi...
Bu Tonton, askeri hiyerarĢinin dibinde olsa
gerek. Onu yaklaĢık yarım fersahtır, bodur çalılıkların
arasındaki bir patikada takip ediyoruz. Zemin
yıpranmamıĢ fakat rahat ilerlemek için yeterince ezilmiĢ.
O esnada Tonton birdenbire gözden kayboluyor.
Jack boynunda asılı bakıcıyı kapıyor. Etrafı
tararken "Nereye gitti?" diye mırıldanıyor. "Kahretsin.
Haydi!"
Ovanın bir yanından öbür ucuna hızla ilerliyoruz.
Ona takılıp düĢmemize ramak kalıyor. Genç Tonton
bağdaĢ kurarak oturmuĢ ve bebek kucağında yatıyor. Bir
kaya parçasının arkasına siniyor ve gizlice bakıyoruz.
Bebek Ģimdi hafif iniltiler çıkarıyor. Tonton kendi
sheemasmı ona sarmak için çıkarmıĢ. Bu onun
yapmaması gereken bir Ģey. Öte yandan düzenli ve
dikkatli bir iĢ yapıyor. AteĢ çubuğu hemen bitiĢiğinde
duruyor.
"Bana öyle bakma," diyor. "Bu benim kabahatim
değil. Sen çok ufaksın ve bu kimin kabahati? Senin...
Yeterince büyüyene kadar annenin içinde kalman
gerekiyordu. Fakat, ah hayır, senin çok acelen vardı. Peki
ya ne için? BaĢını soktuğun derde bak."
Onunla herhangi biriyle konuĢur gibi konuĢuyor.
Jack ve ben birbirimize bakıyoruz. Bu gece, çok kısa bir
an için Jack'in baba olduğunu görüyorum. Gracie'nin
babası. Bunun gibi bir kız çocuğu vardı. Bir çocuğu
olduğunu hep unutuyorum. Mevcut manzaranın ona zor
gelebileceği aklıma geliyor.
"Tamam, benimle iĢin bitti," diyor Tonton.
Bebeği kollarına alıp ayağa kalkıyor. "Seni rüzgâr
almayan bir yerlere koymalıyım. ÜĢütmek istemezsin.
Çakalların kokunu almalarını da istemeyiz. ġuraya mı?
tyi fikir." Bebeği kayaların arasındaki bir kuytuya
yerleĢtiriyor. "Gördün mü bak! Sımsıcaksm. ġimdi dinle
beni ve bu gerçekten önemli, tamam mı? Ağlayamazsm,
en ufak bir ses dahi çıkaramazsın, ciddiyim. Eğer bir
çakal seni bulacak olursa—" Ağlamamak için mücadele
verirken, boğazı düğümleniyor. Ve ansızın geceye,
karanlığa karıĢıyor.
Jack ve ben parmaklarımızla ona kadar
sayıyoruz. Sonra yavaĢça ayağa kalkıp bakıcıyla etrafı
kontrol ediyor. "Gitti sanırım," diye fısıldıyor.
"Sen burada kalıyorsun," diyorum.
Dikkatlice kayalardan aĢağı doğru iniyorum. Çıt
dahi çıkarmamalıyım. Fakat son adımım, çakılların
kaymasına yol açıyor. Donup kalıyorum. Yukarıdaki
Jack'e durağan gözlerle bakıyorum. Bakıcıyla kontrol
ediyor.
"Gözden kayboldu," diyor. "Devam et."
Bebek yeniden miyavlama gibi bir ses çıkarmaya
baĢlıyor. Sel yatağı boyunca ona doğru koĢuyorum. Ben
onu kayaların arasında sokulduğu yerden çıkarmaya
uğraĢırken, o güçsüz bir itirazı ağlayarak dile getiriyor,
tĢi nasıl kotaracağımdan pek emin değilim. Onu
yanlıĢlıkla incitmek istemiyorum. Ona "ġĢĢt," diyorum.
Ellerim kendimi beceriksiz hissettiriyor. Tonton'un
sheemasımn bir Ģeye takıldığını fark ediyorum.
Nero gaklayarak yukarıda daireler çiziyor.
Bebeğin tiz ağıtlarından muhtemelen hoĢlanmıyor.
HoĢlanmayan sadece o değil. Ama her ne olursa olsun,
onu Rae'ye çabucak götürmemiz lazım.
Sheemayı çekiĢtiriyor ve ağır ağır, bebeği serbest
hareket ettirmeyi baĢarıyorum. Ellerimi içeriye sokup onu
alıyorum. Neredeyse hiçbir ağırlığı yok. Daha çok,
altındaki ĢiĢkin bezden ibaret. Aynı yoldan geri gitmek
için dönüyorum.
Derken Tonton'u görüyorum. Sel yatağında
dikiliyor. Altı metre uzakta. Kısa ok fırlatıcısı kalbime
niĢan alınmıĢ. Doğumayı dövmemi fark edince nefesini
tutuyor. Ölüm Meleği. Korku, yüzünü bin parçaya
bölüyor. Geri adım atıyor ama silahı hâlâ bana
doğrultulmuĢ vaziyette.
Jack görmeden bana nasıl böyle gizlice
yaklaĢmıĢ? Ya da ben onu iĢitmeden? Bu yeri o biliyor ve
biz bilmiyoruz, iĢte bu yüzden.
Sesimi yükseltiyorum. "Yalnızım," diyorum.
"Silahlı değilim."
Beni duyuyor musun, Jack? Ortaya çıkma. Hiçbir
Ģeye kalkıĢma.
Tonton'un gözleri fal taĢı misali açılıyor.
"Senin ne düĢündüğünü biliyorum fakat ben
hayalet falan değilim. Yeterince gerçeğim," diyorum.
"Buradayım." Elimi ona uzatıyorum. "Haydi," diyorum.
"Dokun. Sıcağım."
Bir süre sonra yanaĢıyor. Parmak uçları
benimkilere değiyor. Küçücük bir baĢ onayının ardından
"Bana temiz olduğunu göster," diyor.
YavaĢ ve rahat bir Ģekilde hareket ederken,
gözlerimi ondan ayırmıyorum. Saldırıya uğramak
istemiyorum. Bebeği yere yatırıyorum. Ceketimi çıkarıp
kayaların üstüne atıyorum. Kollarımı iki yana açıp kendi
etrafımda dönüyorum.
"Kargayı gördüm," diyor. "Onun bebeğe zarar
verebileceğini düĢündüm."
"Karga benim ve bebek güvende," diyorum.
Tonton ve ben birbirimize bakıyoruz. "Seni gördüm,"
diyorum. "Onunla konuĢtuğunu duydum. Onu yerden bir
kez daha alacağım, tamam mı? Yerde üĢütmesini
istemiyorum." Çö-melip bebeği kollarıma alıyorum.
"Onu yanlıĢ tutuyorsun," diyor Tonton. "BaĢını
desteklemelisin, sen hiçbir Ģey bilmiyor musun?"
"Fazla değil," diyorum. Halihazırda silahını
kılıfına sokmuĢ ve bebeği kollarıma uygun bir Ģekilde
yerleĢtirmeye koyuluyor.
"Onunla aran iyi," diyorum. "Küçük bir kız
kardeĢin mi var?"
Çenesi kasılıyor. Ağzı da... Bu bana her Ģeyi
anlatıyor. Evet. Fakat yaĢıyor mu yoksa ölü mü, tam
olarak anlam-landıramıyorum. Belki o da bilmiyordun Bu
durum canını acıtıyor olsa gerek.
"Bir kız kardeĢin var," diyorum. "Tıpkı bunun
gibi zayıf doğmuĢ. Ama çok iyi geliĢmiĢ ve... özel bir
kız."
"Onu nereye götüreceksin?" diyor. Cevap
vermiyorum. Akabinde "Seninle ilgili sırları
anlatmayacağıma dair yemin ederim," diyor. PiĢmanlık -
hayır, bundan daha ziyade-utanç, yüzünü gölgeliyor. Bu
oğlan, onun hiçbir Ģeyi olmayan bir bebek için gözyaĢı
döküyor.
"Onu annesine geri vereceğim," diyorum.
"Çabuk olmalısın," diyor. "O pek iyi değil. Çok
ufak." Bebeğin yanağını bir parmağıyla okĢuyor.
"Böyle olmak zorunda değil," diyorum. "Kan
bağları kesiliyor. Anne çocuğundan, erkek kardeĢ kız
kardeĢinden ayrılıyor. Kız kardeĢini Cennet Yurdu'na mı
götürdüler?"
"Bilmiyorum," diyor. "Belki."
"Onun adı nedir?" diyorum.
Sonra insanların düĢmanı Ölüm Meleği'nin
yanında durduğunu ve onunla baĢka biriymiĢ gibi
konuĢtuğunu aniden idrak ediyor sanki. Yüzü
ciddileĢiyor. UzaklaĢıyor. BaĢı yukarıda, dimdik durarak
sağ yumruğunu kalbine götürüyor ve "Yol Gösterici çok
yaĢasın!" diyor.
Yumruğumu kalbime götürüp yumuĢakça
"Özgürlük, kardeĢim," diyorum.
Bir anda gözleri ıĢıldıyor. Bir fitilin ateĢlenmesi
gibi... Yumruğu gevĢiyor, dudakları aralanıyor. Aman
Tanrım, bunu yapacak. Söyleyecek!
Söyle. Haydi. Özgürlük de.
"Yol Gösterici, olduğunu söylediği kiĢi değil,"
diyorum.
Tonton'un yüzü her düĢüncesini açığa vuruyor.
Benim gibi birine inanmaması gerektiğini biliyor. Ama
sanki sözlerimi çok küçük katlayıp gizli bir yerlere
saklıyor. Daha sonra oralardan çıkarıp düĢünmek üzere...
"Senden bahsetmeyeceğim," diyor. "Söz veriyorum."
Sonra gidiyor. Diğerleri onu neyin bu kadar uzun
süre alıkoyduğunu merak etmeden önce bebek evine
süratle geri dönmek için kayalara tırmanıp sel yatağından
çıkıyor.
Jack de kaya parçasının arkasından çıkıp bayırı
tırmanmama yardım etmek için aĢağı iniyor. Gözlerinin
ıĢıltısında beliren olasılıklar, gülümsemesinin köĢelerinde
toplanıyor. Bana elini verirken, "Ġyi," diyor.
Elini tutarken, "Evet, gayet iyi," diyorum.
"Ellerim bir silah için yanıp tutuĢuyorlardı,"
diyor. "Yine de vaziyet ilginç bir hal aldı."
"Onun gibi birçok kiĢinin olmasını umalım/'
diyorum. Bebek tekrar sızlanmaya baĢlıyor. "Onu sen
götürürsün," diyorum. "Bebeklerle aram iyi değil."
Jack sheemamn uçlarıyla kendi etrafında bir askı
yaptıktan sonra bebeği göğsünde rahat ve güvenli bir
tarzda tutarak, çalılıklarla kaplı alanı tez adımlarla geçip
kuzeye doğru ilerliyor. Mercy ve Cassie'nin bizi
bekledikleri ve kuzey yolunun ilk virajı aldığı yere
doğru...
Üçünü Bölge'de her yer sessizliğe bürünmüĢ.
Bizim dıĢımızda hiç kimse ayakta değil. Soğuk rüzgâr
kararsızca esip duruyor. Tenim ürperiyor. Belki de
yanımdan geçen düĢkün bir ruh vardır. Ġnsanlar böyle
gecelerde ruhların, gittikleri herhangi bir istikamete
doğru, rüzgârın sırtında seyahat ettiklerine inanırlar.
Bir tarlada fare arayan bir yaban kedisi
duraksıyor. BaĢı yukarıda, daha büyük bir yemek bulma
umuduyla bizi kokladıktan sonra arayıĢını sürdürüyor.
Onun gibiler açıklığa bırakılmıĢ bir bebeği kolayca kapıp
götürebilir. Tam'in hafif sarsıntısı ve Mercy'nin kalp atıĢı
sayesinde, bebek Ģimdi uyuyor.
Hava, kıĢın yakında geleceğini, küflü mısır
anızının toprağa geri döneceğini fısıldıyor. Bu, hayatımın
ilk kıĢı olacak çünkü GümüĢgöl'de hiç kıĢ geçirmedim. O
kadar uzun süre hayatta kalabilir, DeMalo'nun beni
ezmesine yol açacak bir hata yapmazsam tabii. Ama eğer
ezilirsem, insanlarım da ezileceklerdir.
Aya bakıyorum. Bir anda ĢiĢmanlamıĢ gibi
görünüyor.
Cassie'ye "Ay tutulmasına kaç gece kaldığını
düĢünüyorsun?" diye fısıldıyorum.
"Bu geceyi hesaba katarsak mı? ġu andan
itibaren beĢ gece kaldığını söyleyebilirim."
Jack beni iĢitiyor ve kaĢlarını çatıyor. Belli ki
niye sürekli bunu sorduğumu merak ediyor. Daha dikkatli
olmam gerek.
Rae'nin çiftliği de sessiz. Tontonlar onu bırakıp
hemen geri dönmüĢ olmalılar. O ve Noble adındaki eĢi on
akre-lik bir alanı ekip biçiyorlar. Orada çimen damlı
hurda bir kulübe ve gürültülü iki baraka var. Uzun rüzgâr
göstergesi bir yandan öbürüne yön değiĢtiriyor. Cassie'ye
göre, en yakın komĢuları görüĢ mesafesinden pek uzakta
olmasalar dahi iĢitme menzilinden epey uzaktalar. Bir
bebeğin ağlamasını duyamazlar.
Kulübe kapısının altından ıĢık sızıyor. Ġçeride bir
kız ağlıyor. Yüksek, canhıraĢ, yürek parçalayan
hıçkırıklar... Burası, yalnızca eĢinin tanıklık ettiği,
Rae'nin çözülmesi için güvenli bir yer.
Jack uzakta durmayı sürdürüyor. Onu tanıyan
insan sayısı ne kadar az olursa, o kadar iyi. ġimdilik,
Mercy ve ben de gölgelerde kalıyoruz.
Hermes kafasını silkiyor. Ayakları dörtnala
koĢma isteğiyle yer değiĢtiriyor. Son hızla uzaklara
koĢmanın, yukarısında büyük gökler olan sonsuz ovaları
koĢarak geçmenin özlemini duyuyor. Bunun için doğmuĢ.
Dört bir yanı kuĢatılmıĢ bu diyarın gölge kenarlarında,
ağaçların arasında, bir o yana, bir bu yana, ileriye, geriye
yürümek ya da civarda gezinmek için değil...
Ellerim onu yatıĢtırıyor, ona vaatte bulunuyor.
Ne pahasına olursa olsun, özgürlüğünü kazanacak. Onun
hiçbir Tonton'a kölelik etmeyeceğinden emin olacağım.
Cassie kollarındaki Tonton sheemasma sarılı
bebekle beraber kapının önünde dikiliyor. Karnım
burkuluyor. Ağzım kuru. Mercy omzumu sıkıyor.
Gözlerim Jack'inkilerle buluĢuyor. Burada büyük bir
fırsat yakalıyoruz. Bu yalnızca haklı veya haksız
çıkacağım anlamına gelmiyor.
Cassie maskesini kaldırarak hayatını tehlikeye
atıyor. Artık boyun eğmiyor. Sırtını dikleĢtiriyor, derin
bir nefes alıyor ve kapıyı tıklatıyor.
"Kim o?" Ġçeriden bir erkek sesi yükseliyor. HoĢ
karĢılamayan... KuĢkulu...
"Noble, ben Cassie," diyor. "Kurtarıcı Cassie."
Çabuk adımlarla biri kapıya geliyor. "Cassie?
Gecenin yarısı. DıĢarıya çıkma yasağından sonra burada
ne yapıyorsun?"
"Kapıyı aç," diyor Cassie. "Acele et. Lütfen."
Demir çubuğu kaldırırken el yordamıyla hareket
etmenin telaĢından sonra uzun boylu, iri cüsseli bir
delikanlı kapı aralığını dolduruyor. Saz mumlu fenerle
geceyi aydınlatıyor. Koltuk altında bir de ateĢ çubuğu
var. "Yol Gösterici çok yaĢasın!" diyor. "Mesele nedir?
Ne oldu?"
Cassie bebeği uzatıyor.
Noble kaskatı kesiliyor. "O nedir?" diyor.
"O senin kızın, Noble." Cassie sesini yükseltiyor.
"Rae, bebeğinizi getirdim."
Keskin bir çığlık ve telaĢlı adımlardan sonra Rae
kapı aralığında beliriveriyor. Kolları bebeğe ümitsizce
uzanıyor.
Noble onun geçememesi için kapı aralığını
vücuduyla engelliyor. Rae bir öfke homurtusu eĢliğinde
Noble'ın sırtım yumrukluyor. "Nasıl yaptın? Onu çaldın
mı?" diyor Noble.
"Onu kurtardım," diyor Cassie. "Gece
hayvanlarının kapıp götürmesi için onu bir çukura
bırakmıĢlar."
"Onu bana ver!" Rae, Noble'ı iterek geçmeye
çabalarken sıkı bir mücadele veriyor. Fakat Noble
yerinden dahi kımıldamıyor.
Cassie'ye "Onu almamalıydın," diyor. "O, iĢe
yaramaz olmalı yoksa bunu yapmazlardı. Yol Gösterici
en iyisini bilir."
"Bu bebekle ilgili yanlıĢ bir Ģey yok," diyor
Cassie. "Ebeveyninden göreceği iyi bakım ve sevginin
dıĢında hiçbir Ģey ona iyi gelmez. Bak! O mükemmel.
Erken doğmuĢ, hepsi bu." Cassie sheemayı çekerek
uzaklaĢtırıp, Noble'a uzuvlarını gösterse de Noble
bakmıyor. Göz ucuyla dahi... Yaygaradan dolayı uyanan
çocuk ağlamaya koyuluyor. Cassie onu tekrar örtüp
sakinleĢtiriyor.
"Sorun istemiyoruz," diyor Noble. "Burada bebek
sahibi olmuyoruz. Bizim tek ailemizin Yeryüzü olduğunu
biliyorsun. Öğrenirlerse, onların bize neler
yapabileceklerini düĢünmeye değmez."
Kapıyı kapamaya çalıĢıyor, ancak bir "Hayır!" ile
Rae kendisini onunla kapının arasına tıkıyor.
"Öğrenmeyecekler," diyor Cassie. "Ben size
yardım edeceğim. Hepimiz size yardım edeceğiz. Her Ģey
değiĢiyor, Noble. Yeryüzünü iyileĢtirebilir, toprağı
iĢleyebilir, çocuklarımızı yetiĢtirebiliriz fakat namlunun
ucunda olmadan..."
"Bu tür bir konuĢma seni köleleĢtirir ya da daha
kötü bir hale sokar. ġimdi onu buradan götür, kastettiğim
bu," diyor. "Rae, sus, lütfen! Burada doğru olanı
yapmaya çabaladığımı göremiyor musun?"
Rae onu itiyor, çekiyor. "Al onu! Ġçeri!" diyor.
Üç sözcüğün her biri de testere misali keskin.
"Yanımda yaĢça büyük biri var," diyor Cassie.
"Bebekler hakkında çok Ģey biliyor. Ona nasıl
bakacağınızı ve onun nelere ihtiyaç duyacağını size
öğretecek. O çoğunlukla size ihtiyaç duyar. Anne ve
babasına..
"Aman Tanrım, sen ne yapıyorsun?" diyor
Noble. "Burada neler oluyor?" Bocalamaya baĢlıyor.
Bebeğe ilk kez bakıyor. "Peki buna ne buyrulur?" diyor.
"Tıpkı anneminki gibi bir burnu var." Sesinde hem merak
hem de yenilgi mevcut.
"O senin kendi et ve kanından doğdu, Noble. O
senin çocuğun," diyor Cassie. "Burada tanıĢmanızı
istediğim birkaç arkadaĢım var."
Bunun üzerine, Mercy ve ben karanlıktan,
fenerin aydınlığına çıkıyoruz. Noble dövmemi hemen
görüyor. "Aman Tanrım," diyor. AteĢ çubuğunu
kaldırmaya çalıĢıyor fakat fenerle yer değiĢtirip Rae ve
Cassie'yi birbirinden uzak tutarken zaten eĢikte olduğu
için son savunması çöküyor.
Bir rahatlama çığlığı eĢliğinde, Rae bebeği
kavrıyor ve Cassie, Noble'ı atlatınca ikisi birden kulübede
gözden kayboluyorlar. Ellerimi kaldırıyorum; Mercy ve
ben yaklaĢmaya devam ediyoruz.
"Silahımız yok, Noble," diyorum. "Silahlı
değiliz. Yardım etmek için buradayız."
Geçmemize olanak tanımak için kendisini
düzleĢtiriyor. Yüzü tam bir karmaĢa içerisinde allak
bullak oluyor. Saçı eğreti duruyor. ArkadaĢça
gülümsüyorum. Hayalet gibi değilim, aksine normal
görünmeye çalıĢıyorum. BakıĢı, avlusundaki ağaçta
tünemiĢ olan Nero'ya doğru seğiriyor. O bir ileri bir geri
hareket ederek cıvıldarken, aĢırı yıldızlı gökyüzüne ve
rüzgâr göstergesine baktıktan sonra bakıĢını tekrar bana
çeviriyor.
"Rüzgârla seyahat ettim," diyorum.
Kapıyı arkamdan kapatıyorum. Yeni doğmuĢ bir
çocuğu olan iki gergin insanın ve onlara yol gösteren
Mercy'nin üstüne... Bir an için kapıya yaslanıyorum.
Uzun, minnetle dolu bir nefes koyuveriyor.
"Her Ģey yolunda gidiyor mu?" Jack'in boğuk
sesi karanlıkta kolayca yolculuk ediyor. Ona doğru
gidiyorum. Pelerinine sarınmıĢ bir halde, barakaya
yaslanıyor.
"iyiyim," diyorum, "ama o bebeğin sorunları var.
Adı, ġanslı Yıldız. Kısaca, ġans."
Ġrkiliyor. "ġanslı Yıldız adında bir taverna
biliyorum," diyor. "AĢağılık bir çöplük."
Pelerininin içine davetsizce giriyorum. Beni
saran sıcaklığına, kalp atıĢma kavuĢuyorum. Kolları
belimi sarıyor.
"Böylelikle," diyor. "Acımasız katil, hatasını
anlıyor. Nasıl bir duygu?"
"Bunun gibi," diyorum. Yüzünü ellerimin arasına
alıyor ve onu öpüyorum. Gönül rahatlığıyla... Umutla...
Hiç yaĢamadığım bir günün tazeliğiyle... Toz duman
ruhumun, adını bilmediği bir Ģekilde...
"Bu gece seninle olmak istiyorum," diye
fısıldıyorum. "Jack, ben—"
Geriye çekiliyor. "Kaybedecek pek fazla Ģeyim
olmayacak, duyuyor musun?" derken gözleri sıcaklığını
yitiriyor.
Kemiklerime bıçak saplanıyor sanki. Çabuk ve
soğuk. Onun ne demek istediğini hemen anlıyorum. Beni
sevmeyeceğini kastediyor. Bana her Ģeyini vermeyecek.
Her Ģeyini daha önce yitirmiĢ. En çok sevdiğini...
Çocuğunu... Gracie'Sini...
Her Ģeye rağmen neden, neden, neden? Onu bu
noktaya getiren Ģey nedir? Sadece iki gece önce, köknar
dallarından yaptığı yatakta beraber yatıyorduk oysa.
Belki onu doğru duymadım. Belki de o—
Beni kendinden, kollarından uzaklaĢtırıyor. "O
beyaz odadayken..." diyor. "DeMalo'nun sahte
görüleriyle birlikte... Ranzalarındaki insanlar dediğinde,
ne kastediyordun?"
Tehlikenin kokusu, kafamın derisini
karıncalandırıyor. "Öyle dediğimi hatırlamıyorum,"
diyorum.
"Öyle dedin," diyor. "Onlar ranzalarına son kez
uzandıklarında birilerinin bir gün tohum deposunu
bulacakları ümidiyle öldüklerini söyledin. Onların orada
öldüklerini nereden biliyorsun?"
ĠĢte, nedeni bu. Görüntü odasında daha önce de
bulunduğumdan mı kuĢkulanıyor? Buradaki bir yanlıĢ
söz, her Ģeyi açığa çıkarabilir.
Dikkatli ol. Çok dikkatli ol.
"Öyle söylediğimi gerçekten hatırlamıyorum,"
diyorum. "Fakat, ah, neler olabildiğini yalnızca tahmin
ettim sanırım. Söylediğin gibi, aynı anda kavranacak çok
fazla Ģey vardı. Tohum deposu, haritalar, görüntü odası
ve ranzalar. Onların hepsini görür görmez, bana mantıklı
gelen bir hikâye uydurdum galiba. Sen uydurmadın mı?
Herkesin yapacağı ilk Ģey bu olmaz mıydı?"
"Bilmiyorum, sen söyle," diyor.
Bana pek de inanmadığını düĢünüyorum. Onun
yerinde olsaydım, kendime inanır mıydım? BaĢka neyi
ağzımdan kaçırmıĢ olabileceğimi düĢünmeye çalıĢarak
zihnimi bir süre daha meĢgul ediyorum. Zihninden
nelerin geçtiğini söylememesi, günahlarım yüzünden beni
azarlamaması mümkün değil. Ama o sırada Cassie
kulübeden çıkıyor ve Jack sanki az önce bana bir bıçak
saplaması imkân dâhilinde değilmiĢçesine, tamamen
normal olarak, "Ee, sırada ne var, Saba? Bir bebek daha
çalmak mı?" diyor.
"Ben... Ģey... evet," diyorum. "Mercy gece
boyunca bu ikiliyle ilgilenir. Becerilerinden memnun
olursun, yani sen ona artık ihtiyaç duymaymcaya dek
kalmayı sürdürecektir. Onların ölüme terk ettikleri her
çocuğu almak ve ebeveynlerine geri götürmek gerekiyor
fakat sadece güvenilebilir kimselerse. Aksi takdirde
bebekleri senin güvende ve iyi durumda tutman
gerekecek."
"Tamam," diyor. "Fakat buna çok sayıda maruz
kalan olmayacaktır. Herhangi bir ilerleme sağlamak
içinse çok daha fazla sayıda bebek gerekecektir. Bu,
haftalar alır. Aylar..."
"Hayır, hayır," diyor Cassie. "Yaptığımız ortada.
Aslında Rae bunu söyleyen kiĢiydi. Bebekleri çalıp
ebeveynlerine teslim etmek için ebelerin yardımına
ihtiyaç duyacağız. Doğumhanede hiç Tonton yok,
yalnızca ebe var. Mercy onların ölü doğanlarla
ilgilenmediklerini söylüyor. Onları görmek istemezler.
Ebe definden sorumlu. Yani o bir ölü doğumu bildirir ve
biz de bebeği alırız." Cassie Jack'e bakıyor. "Mercy'yi
önceden bulunduğu bebek evine geri götürebilir misin?
Oradaki diğer ebe, Mercy'yle aynı görüĢteymiĢ. Onun
yardım edeceğinden emin."
"Bunu kapsayacak bir hikâye uyduracağım,"
diyor Jack. "Mercy'nin bulunduğu zaman orada olan
Tontonlar çoktan gitmiĢ olurlar."
"Bebekleri kaçırmak için elimizden gelenin en
iyisini yapmaya gayret edeceğiz," diyor Cassie.
"Ağlamamalarından emin olmak zorunda kalacağız
elbette. Neyse, bunlar yalnızca bu konudaki ilk
düĢüncelerimiz. Konuyu irdelediğimiz andan itibaren
daha fazla Ģey düĢüneceğimizden eminim. BaĢka bir fikri
olan var mı?"
"Bu mükemmel, Cassie. Tam da böyle olması
gerektiğini kastediyorum. Bir düĢünceniz olur, plan
yaparsınız ve planı uygularsınız. Hepiniz birlikte
çalıĢırsınız. Size bunu veya Ģunu yapmanızı söyleyecek
olan ben değilim. Tek yaptığım sizi teĢvik etmek, farklı
bir yönde düĢünmenizi sağlamak. Sonra siz devam edip
diğerlerine öğretirsiniz. Kendi liderleriniz olursunuz,
anlıyor musun? Cassie, sen bu gece, hayatını değiĢtirdin.
Rae ve Noble da öyle. Bir adım... Attığınız bir adımla
halihazırda Yeni Cennet'i değiĢtirmeye baĢladınız."
Gözleri parlayan Cassie gülümsüyor. "O dağ
biziz," diyor, "ve hareket halindeyiz. Bunu değirmende
açıkladığın zaman anlamadım. Dinledim fakat gerçek
anlamda iĢitmedim. Kendi gözlerimle görmek, kendim
için yapmak zorundaydım. Bu kadar basit."
"Herkes senin gibi değil," diyor Jack. "Bu
konuda Rae gibi bile değil. Bu yüzden dikkatli
olmalısın."
"Ve unutmayın, silah yok," diyorum. "Bir kere
bile Ģiddete baĢvurursanız, düĢmanlardan farkınız
kalmaz."
"Bu sırrı uzun müddet saklayamayız," diyor Jack.
"Rüzgârla taĢman bir bebek ağlaması pekâlâ iĢitilebilir.
Burada dedikodular, kuru odunları tutuĢturan bir kıvılcım
gibi çabuk yayılır ve yerel kumandanın gözüne girmek
isteyen bir dalkavuk daima vardır."
"Eğer Rae ve Noble bilgilendirilirlerse," diyor
Cassie, "birileri onların bebeğini almaya geldiğinde,
silahlarına davranacaklardır. Bebeğin bir mücadele
vermeden alınmasına müsaade etmeyeceklerdir."
"Bu her faaliyet alanında çabuk hareket etmemiz
gerektiği anlamına geliyor," diyorum. "Haber
duyulmadan önce..."
"Ay tutulmasından önce olmasın o? Ne zaman
olduğunu sorup duruyorsun," diyor Jack. "Niye öyleyse
artık?"
Dikkatli ol. Çok dikkatli ol.
"BeĢ gece ne çok uzak ne de çok yakın,"
diyorum. "Muhtemelen ketum kalabildiğimiz sürece.
Yani gerçekten zorlamamız lazım. Hızlı hareket
etmeliyiz. Bebek malzemeleri senin sorumluluğunda
artık. Beni herhangi bir nedenle iĢin içine dâhil etmek
istemediğin sürece ben geri çekiliyorum. Bir sonraki
sorumluluğun köleler, Jack. Tonton kumandan rolü
yapmanı ve Skeet'i birkaç köle çetesine sokmanı
istiyorum. Bir sabah burada, bir öğleden sonra orada...
Çabuk çabuk, bir içeride bir dıĢarıda... DeMalo'ya
kölelerden hiçbir destek yok."
"Onlardan bazıları önceden onun
SeçilmiĢler'iydi," diyor Jack. "Muhbire dönüĢerek yine
onun gözüne girmeyi akıllarından geçirebilirler. Skeet'in
kimlerle konuĢtuğuna dikkat etmesi gerekecek."
"Asıl önemlisi, çağrı aldıklarında harekete
geçmeye hazır olmalarının gerektiği."
"Neye çağrı?" diyor. "Zincirlerini kırmaya mı?"
"Bu doğru," diyorum.
"Tamam, nasıl?" diyor. "Ne zaman?"
"Bunun üzerinde çalıĢıyorum."
"Hızla çalıĢsan, iyi edersin."
"Boyun eğmemeleri lazım," diyorum.
"Tontonların doğruca gözlerinin içine bakmaları gerek.
Kibar olmaları, onların söylediklerini yapmaları, sertçe
azarlamalarına fırsat vermemeleri... Fakat doğrudan
doğruya gözlerine bakmaları Ģart. Hem erkeklerin hem de
kadınların onlarla yüz yüze gelmeleri lazım. Aciz
davranır ve aciz olduğuna inanırsan, onlar da senin aciz
olduğuna inanırlar."
"Yüksek fikirli sözler," diyor. "Onları
aktaracağım."
"Hunter gelmeden önce eve gitsem, iyi olur,"
diyor Cassie. Bana bakıyor. Tebessümüm onu ısıtıyor.
"Bu gece yaptığımız Ģey çok güçlü. Daha önce asla
tasavvur edemediğim türde bir güç. Bram hayran kalırdı.
Çok memnun olurdu."
BoğulmuĢ durumdayım. Bana böyle bir kemik
atması gerekmezdi. Yerinde ben olsaydım onun kadar
nazik olmazdım. Bu kez o bana elini uzatıyor.
Tutuyorum. Sonra beni kucaklıyor. "TeĢekkür ederim,"
diyor.
O, atma binmeye giderken Jack "Ġyi geceler,
Saba," diyor. "Seni gidiĢattan haberdar edeceğim."
Herhangi biriymiĢim gibi... Öpücüğüm ona etki
etmemiĢ gibi, vücudum onu etkilememiĢ gibi, ona demin
söylediğimi ikimiz de bilmiyormuĢuz gibi, Ģafağın
söküĢüne kadar benimle olmamıĢ ve yanmamıĢ gibi...
Yüz ifadesi, fırtına öncesi sessizliği andırıyor. O ve ben
normalde böyle değiliz. O böyle biri değil.
Çabuk bu durumu düzeltmek için doğru sözü bul.
Yine de Cassie'nin iĢitme menzili içinde olduğunu
unutma.
"Bu gece iyi iĢ çıkardın/' diyor.
Lütfen, baĢka bir Ģey söyle, lütfen, Jack.
Hayır, hayır, elbette, hayır, söyleyemez. Cassie
burada, iliĢkimizden haberi yok ve olamaz. Ama bir
bakıĢla, Jack bir Ģeyler baĢarabilir. Bense pek bir Ģey
baĢaramıyorum.
"Gitme," diye fısıldıyorum.
Fakat Jack zaten Kell'in sırtında ve çoktan yola
koyuluyorlar. Bense avluda dikilip onların gitmelerini
izliyorum. Cassie, Bram olmayan erkeğine ve canını
hayatta tutan gizli yaĢamına geri dönüyor. Jack bunu
yapması gerekmediği halde benden uzağa at sürüyor.
Bunu yanlıĢ yorumluyor ve buna çok fazla anlam
yüklüyor olabilir miyim? Kimse her zaman iyi olamaz.
Sonra biz o Tonton'un bebekle konuĢmasını
dinlerken Jack'in yüzündeki, gözlerindeki o bakıĢı
hatırlıyorum. Hepimizin asla iyileĢmeyecek yaraları var.
Jack'in ölü çocuğu onun yaralarından biri. Derinine
iĢlemiĢ olmalı. Belki de Jack bir süreliğine yalnız kalmak
istiyordur. Her Ģeyin daima benim hakkında olduğunu
düĢünmeye bir son vermeliyim. Öyle olmadığını çok iyi
biliyorum.
BaĢka bir Ģeyi de iyi biliyorum. Kabullenmeye
veya saklamak için bir hikâye uydurmaya mecbur
kaldığım diğer her ne olursa olsun Jack, DeMalo'yla
yaĢadıklarımı asla öğrenemez. Bunu katiyen
açıklayamam. Onun anlamasını asla sağlayamam. Bazı
hatalar affedilmeyecek kadar büyüktür.
Gözkapaklarım yarı kapalı vaziyette bizimkilerin
yanma varmak üzereyken, sonraki buluĢmamızı
ayarlamadığımızı fark ediyorum. Jack'e ihtiyacım var.
Onun Cennet Yurdu ön araĢtırmasında benimle beraber
olmasını istiyorum.
Belimdeki yıpranmıĢ deri çantayı karıĢtırırken,
ıslık çalarak Nero'yu aĢağıya çağırıyor ve Hermes'i
durduruyorum. PeĢinde olduğum, kiraz ağacının
kabuğundan ruloyu buluyorum. Yukarısında ay olan bir
karenin içerisinde zayıf bir çocuk... Bu gece benimle
Cennet Yurdu'nda buluĢ. Ortasından bir ok geçiyor. Bu,
eylem için hazır ol anlamına geliyor.
Nero baĢıma konuyor. Onu alıp bacağına ruloyu
bağlıyorum. Ona "Jack'i bul," dememin ardından Nero'yu
tekrar havaya fırlatıyorum. Kuzeye doğru yan yatarak
dönüp, bir veda gaklamasıyla Jack'e doğru istikrarlı bir
biçimde kanat çırpıyor.
Bu ön araĢtırmada ona gereksinim duyuyorum.
Fakat -her zamanki gibi bencilce- onu her gördüğümde
yeniden denemek için bir Ģans daha oluyor. Deneyip bir
kereliğine bir Ģeyleri doğru yapmak için...
BaĢka birilerine de acilen ihtiyacım var. Auriel'e
ihtiyaç duyuyorum. Auriel Tai ve onun Yılan Irmağı
sığınmacılarının en iyilerine... Yeni Cennet'te
topluluklara ihtiyacımız var. Bu çatlak hatlardan her
birinin iç yüzünü çabucak kavramak zorundayız.
Ay tutulması süratle üstümüze doğru geliyor.
ġafağın ilk gölgeleri doğu göğünü aydınlatırken,
Yıldız IĢığı Geçidi'nin kapısından atla geçiyorum. Slim,
Ģezlongunda nöbet tutuyor. Gerçi bu kahramanca öge,
devasa-lığı ve mavi elbisesinin içerisinde tümüyle
kaybolmuĢ. O, ayağa kalkma mücadelesi verirken, kıçına
eklenmiĢ gibi gözüken Ģezlong da onunla birlikte geliyor.
"Lanet Ģey," diyor. "Onun küçüldüğüne yemin
ederim." Homurtular ve küfürlerle, eğilip bükülerek
ondan kurtuluyor. "ġu dolandırıcı Bobby French beni
yine kazıklamıĢ. Pazarlık için el sıkıĢtığın bir adamın
rüzgârı ateĢlemesi sana onu gergin olduğunu bildirir.
Kendi kendime bunun nedenini sormam gerekirdi.
Nezaket, rencide edici hale nasıl gelir?"
Kendimi aĢağıya savururken, Slim, Hermes'in
kafasını tutmak için sallana sallana geliyor. Çizmelerim
yere çarptığında tökezliyorum. Sandığımdan daha
yorgunum. Her tarafım uyuĢmuĢ.
"Dur bakayım!" Slim kolumdan yakalıyor.
"Bayan Mercy nerede?"
"Bir Kurtarıcı çiftin bebeğine alıĢması için
yardımcı olmak maksadıyla kaldı," diyorum.
Slim'in yüzüne geniĢ bir sırıtma yayılıyor.
"Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?!" Beni tek
koluyla kucaklıyor. "Demek bebek çalıyorsun! Ha ha!"
"Kim bulursa onundur," diyorum. "Birileri onu
dıĢarıya atmıĢ."
"Havandan da geçilmiyor," diyor. "Kızlar daima
baĢarmazlar mı?" O iğrendiren eski tavĢan ayağını bana
doğru sallıyor. "Bu sana gülmeyi öğretecektir. Bu eski
dostu sana Ģans yollaması için ovuyorum. Her Ģeyi en
ince ayrıntısına kadar duymak istiyorum fakat seni daha
sonra dinleyeceğim. Gidip uyu. Bu gece güzel bir uykuyu
hak ettin." Elinin garip dönme hareketi eĢliğinde, baĢını
eğiyor. "Sıradan bir insan olmama rağmen o harika atınla
meĢgul olacağım. Herkese görevin baĢarıyla
tamamlandığım söyleyeyim mi?"
"Uyandıklarında," diyorum, "bu yeterince kolay
olacak. Yine de Ash'i Ģimdi görmem gerek. Ona bahçede
bekleyeceğimi söyler misin?" Meyve ağaçlı bahçeye ve
yıkanma göle-tine doğru yöneliyorum. "Ah!" Geri geri
yürürken onunla konuĢuyorum. "Bildireceğin herhangi
bir Ģey var mı?"
"Haberin olsun," diyor. "Creed beni Nass
Kampı'ndaki silah deposunu ona göstermem için
zorluyor. Ne kadar ateĢ gücümüzün olduğunu tam olarak
öğrenmek istiyor. O çocuk, baĢımıza açacağı belanın gizli
hazırlığını yapıyor. En iyisi, ona derhal yerine getireceği
tehlikeli bir görev ver."
"TeĢekkür ederim, bir Ģeyler düĢüneceğim,"
diyorum.
"Bu gece iyi iĢ çıkardın, Melek," diyor. "Sen beni
haksız çıkarmaya devam et. Kim bilir, barıĢsever biri
olmaktan hoĢlanmaya dahi karar verebilirim."
Birbirimize gülümsüyoruz. Topuğum bir kayaya
çarptığında sendeliyorum.
"Hey! Gittiğin yere bak," diyor. Bir selamlama
eĢliğinde, Hermes'i götürüyor.
EĢyalarımı bıraktığım barakaya dalıyor, yayımı
kaparak meyve ağaçlı bahçeye doğru gidiyorum.
Süratle atıĢ yapıyorum. Olabildiğince çabuk.
DüĢünmeye vaktim yok. Kaptığım oku kiriĢe
yerleĢtirdikten sonra yayı çekip fırlatıyorum. Önce hedefi
üst üste ıskalıyorum. Ok üstüne ok atıyor, derken yorgun
düĢüyorum. Dengem bozulunca biraz sallanıyorum. Ama
ardından kendimi toparlayıp iyice konsantre oluyor ve
hedefi tam on ikiden vuruyorum. Hem de art arda...
Ve o an arkamda bir alkıĢ sesi duyuyorum. Ses
nedeniyle yayımı aniden çekiyorum ve okum hedeften
uzağa uçuyor.
O, Ash. Dudaklarında ve gözlerinde bir tebessüm
var. Uzun boylu, sağlam ve tanıdık... Birdenbire
tükendiğimi hissediyorum. Yayım elimde gevĢiyor. Ash
gelip bana sarılıyor. Sımsıkı... Boğazım düğümleniyor.
Sulu gözyaĢları yanaklarımda tuzlu izler bırakıyor. Ash
bana iyice bakmak için geri adım atıyor.
"Melek galip geldi," diyor. "ġimdiye dek ilk kez
emirle uyandırıldım. Ama olsun. Seninle gurur
duyuyorum. Maev de kesin böyle hissederdi. Seninle
takılmamı bana o söyledi, bundan haberin var mı?"
BaĢ parmaklarını acemice kullanarak gözlerimi
kuruluyor.
Gülümsüyor ve "ĠĢe yaradı," diyorum. "ĠĢin aslı
bir hayli zordu, Ash. SavaĢmaktan çok daha zor. "
"Beni çağırma sebebin neydi peki?" diye soruyor.
"Buradayım ve hazırım."
Ash yol için giyinmiĢ, bohçasını da getirmiĢ.
Yeni fark ediyorum.
"Daha önce sürdüğünden daha hızlı bir Ģekilde at
sürmeni istiyorum," diyorum. "Ayrıca—"
"Saba! Saba! Gel çabuk!" Emmi heyecan içinde,
telaĢlı bir halde bana doğru hızla koĢuyor. "Lugh ve
Creed! Birbirlerini öldürecekler! Acele et!"
Ash küfürler eĢliğinde koĢmaya koyuluyor. Ben
de tam arkasmdayım.
ġafak vaktinde kavga var. Hurdalıkta bir it
dalaĢı...
Henüz yanlarına ulaĢmadan evvel, kopan kızılca
kıyameti gayet iyi iĢitiyoruz. Herkes bağırıyor, Takipçi
havlıyor, Musa böğürüyor. Lugh ve Creed
yumruklaĢıyor, boğuĢuyorlar. Çoğunlukla birbirini
ıskalayan yumruklar atıyorlar. Creed, Lugh'un dudağını
yarmıĢ. Lugh, Creed'in burnunu kanatmıĢ. Durum son
derece vahim!
"Onları durdurun!" diye çığlık atıyor Emmi.
"Lugh! Dikkat et!"
Creed, Lugh'u belinden yakalayıp aĢağıya
çekiyor. Metal, demir, levhalar, saclar, kiriĢler ve
payandalar... Keskin uçlu kenarlar, kemikleri kıracak
bloklar... Tam bir ahmaklık...
"Tanrı'mn cezası mankafalar!" diye haykırıyor
Ash. "O yığından uzaklaĢın!"
Slim bağırırken, Tommo da onları ayırmak için
birinin kolunu veya bacağını yakalamaya çalıĢıyor ama
nafile.
"Neler oluyor? Niye kavga ediyorlar?" diyorum.
"Kim bilir?" Slim baĢını bir mendille kuruluyor.
"Ahırdaydım, sonra bir baktım ki bir yaygara kopuyor.
Lanet olsun, bunun için çok yaĢlıyım."
"Ben de uyuyordum, ne oldu bilmiyorum," diyor
Tommo.
Creed daha oyunbaz bir dövüĢçü, birçok
kavganın galibi. Bunun Lugh'un ilk kavgası olduğunu da
biliyorum. Yine de, Creed'den daha uzun ve ağır
olmasının yanı sıra, Lugh hiç de kötü bir güreĢçi değil.
Üstüne üstlük çizmelerini giymiĢ. Yalınayak Creed
kaybetmeye mahkûm. Bunu biliyor olmalı fakat
kazanmak istiyormuĢçasma dövüĢüyor.
"Creed! Seni tekrar dikmem! Kes Ģunu! Lugh!
Kahretsin, siz ikiniz, derhal kesin Ģunu!" diye haykırıyor
Molly. Rengi kıpkırmızı. Mantar kovasının yanında
duruyor. Ormanda bir baĢka sabah yürüyüĢü
gerçekleĢtirdiği anlaĢılıyor.
"Kan dökülmesi an meselesi," diyor Slim. "Birisi
kafasını yaracak. Müdahale edip onları ayırsan iyi
edersin, Melek."
Vakit kaybetmeden bağırıyorum, "Pekala, yeter
artık! Bu kadar yeter!"
Tommo'yla Ash yardım ediyorlar ve üçümüz
birden onları hurda yığınından bir Ģekilde çekiyoruz.
Bunun üzerine daha da köpüren Creed bana saldırıyor.
Yana kaçarak ayağına çelme takıyorum ve düĢüyor. Yere
yüzükoyun kapaklanıyor ve orada soluksuz yatıyor.
"Pekala, bunu kim baĢlattı? Lugh?"
Yanıt yok. Bana bakmıyor, kimseye bakmıyor.
Kanlı ağzını gömleğinin koluna siliyor, göğsü inip
kalkıyor. BaĢa baĢ bir dövüĢün karmaĢasına uğramıĢ.
Gömleği parçalanmıĢ. Pantolonu yırtılmıĢ. Yara bere
içinde ve damla damla terliyor.
Creed de öyle. Takipçi ağlamaklı bir Ģekilde
onun suratını yalıyor. Creed bir inilti eĢliğinde onu iterek
uzaklaĢtırıyor. Creed sırtının üstünde yuvarlanıyor.
Tommo onun ayağa kalkmasına yardımcı oluyor. Elleri
dizlerinin üstünde, baĢını iki yana sallayarak eğiliyor.
DikiĢli omzunu yarmamıĢ olması bir mucize.
"Creed," diyorum. "Lugh söylemeyecekse, sen
bana söyle. Bu ne demek oluyor? Bunu kim baĢlattı?"
Kirli gömleğinin ucuyla burnunu kurularken
kaĢlarını çatıyor. Onun da ağzını bıçak açmıyor.
"Güzel," diyorum. "Ġkinize de harcayacak vaktim
yok. Bu bir beraberlik. El sıkıĢın ve her Ģey bitsin."
Kımıldamıyorlar. "Tanrı kahretsin," diyorum,
"adam olun ve el sıkıĢın!"
El sıkıĢıyorlar ama çabucak. Ve birbirlerine
bakmıyorlar.
"Creed," diyorum, "Sen Ash'le birlikte yola
çıkıyorsun. Temizlen ve yol için hazırlan."
Beni parmağıyla dürtüyor. Çok kızgın. "Bana
yapmamı söylediğin Ģeyi yapmam," diyor.
"Rica ediyorum," diyorum. "Lütfen."
"Niye sevgili erkek kardeĢini yollamıyorsun?"
diyor.
"Bu görevde Ash'le beraber olmanı istiyorum.
Senin yardımına ihtiyaç duyacak, tamam mı?"
"Haydi, adamım," diyor Ash. "Halihazırda
olduğundan daha büyük bir dangalak olma." Yanından
geçerken, omzuna bir Ģaplak indiriyor. Bana "Ahırda
görüĢürüz," diyor. "Orada emirleri bekleyeceğiz."
Creed duraksıyor. BakıĢı Lugh ve benim aramda
gidip geliyor. Gözden düĢüp düĢmediğine karar vermeye
çalıĢıyor.
"Haydi, Creed," diyorum. "Lütfen ve teĢekkür
ederim." Bir lanet savurarak Ash'in peĢinden gidiyor.
Lugh'u gömleğinden yakalıyor ve iĢitme
menzilinin dıĢına sürüklüyor um.
"Bu bir rezaletti," diyorum. "Bizi birbirimize
düĢürdünüz, bu mücadeleyi kaybedeceğiz. Kanayan bir
burunla kazanamayız, sonumuz olur."
BaĢıyla onaylıyor. "Üzgünüm," diyor. "Ben—"
"ĠĢte böyle, yola devam et," diyorum. Gitmek
için dönüyorum.
"Saba," diyor.
Dönüp ona bakıyorum.
"Bir Ģeyler yapmam gerek," diyor. "Köprüden
beri burada kök salıyorum ve çıldırmak üzereyim. Lütfen.
Bırak da bunu senin için telafi edeyim. Bana yapmam
için talimatlar falan ver."
Pek düĢünemiyorum, çok yorgunum. En son ne
zaman uyuduğumu anımsayamıyorum. Bütün gece iĢ
baĢınday-dım. Sonra tüm bu sıkıntı ve Ģimdi Lugh burada
ona emir vermemi istiyor.
"Haydi Saba," diyor.
"Tamam. Bu gece bir ön araĢtırmam var.
Benimle gel," diyorum.
Emmi'yle birlikte yaralarını temizleyip
iyileĢtirmeye gidiyor. Molly ve Slim zaten ortada yoklar.
Geriye yalnızca Peg ve ben kaldık. "Sanırım kavgayı
kimin baĢlattığını bilmiyorsun," diyorum.
"Kim baĢlattı, bu neyin nesi, Ģu erkekler neden,
ah neden kavga ederler?" Peg kıkır kıkır gülüyor ve bana
göz kırpıyor. Bunca zamandır bir siperde çömelmiĢ.
Pürtüklü tırnaklarını bir bıçakla keserek kavgayı bir
seyahat gösterisi gibi izlemiĢ. "Hoppala! Onu
arıyordum!" EzilmiĢ hurda yığınına dalıyor, paslı bir
krankı kavrıyor ve alelacele atölyesine gidiyor.
ġu erkekler neden kavga ederler? Neden? Ah
neden, gerçekten...
Ash ve Creed'le beraber ahırdayım. Yola birkaç
gün devam etmeleri için yeterli erzakı sağlayarak,
mataralarını dolduruyor ve eĢyalarını yüklemelerine
yardımcı oluyorum. Bunları yaparken, Yılan Irmağı'na
gidiĢ güzergahını anlatıyorum. Yann Uçurumu ile
Hayalet Yolu'nu takip edeceklerini ve burada
yaptıklarımızla ilgili olarak Auriel'e ne söylemeleri
gerektiğini... "Muhtemelen söylemeniz gerekmeyecek,"
diyorum. "O, yıldız okuyucudur ve her Ģeyden haberi
vardır. Ġnsanlarından altmıĢını, yani sahip olduklarının en
güçlülerini ve en iyilerini istiyorum. Onları Nass
Kampı'na getirin. Nerede olduğunu biliyor musunuz?"
"Slim bana söyledi," diyor Creed.
"Ġkiniz rüzgâr gibi gitmek zorundasınız,"
diyorum. "Hiçbir Ģey için duramazsınız."
"Rüzgârı boĢver, biz yıldırımız," diyor Ash.
"Yeni Cennet'i en kısa zamanda temizleriz. Toplam dört
günle neyi ifade ediyorsun? Yılan Irmağı'na gidip
oradakilerden altmıĢını Nass Kampı'na yetiĢtirme
süremizi mi?"
"Ġki," diyorum. "Daha fazla değil."
"Yolda yeni atlar çalacağız."
"Uçurum'dan tekrar geçtiğinizde bana haber
gönder," diyorum. "Nass Kampı'nda at sürüp sizinle
buluĢacağım."
"Ya onlar Yılan Irmağı'nda değillerse?" diyor
Ash.
"Bana manzaralı bir mezar kaz/' diyorum.
Bana ne yapacağını bilemez bir halde bakıyor.
"Aldırma," diyorum. "Kötü bir Ģaka. Onları
bulamazsanız, buraya hızlı bir Ģekilde dönün. Olabilecek
en hızlı Ģekilde..."
Belki kavga Creed'e biraz stres attırmıĢ, belki de
Ash onun kulaklarını kutuya koymuĢtur, bilmiyorum.
Gelgele-lim "Slim bize senin bebek evinde yaptıklarını
anlattı. Ben hâlâ her Ģeyin çılgınca olduğunu
düĢünüyorum ve bunun iĢe yarayacağını sanmıyorum
fakat bunu denemeye ikna oldum," derken sesinde bir
ateĢkes teklifi var.
"Ona dünyanın kaç bucak olduğunu gösterdim,"
diyor Ash.
"Tek istediğim bu," diyorum. "En azından
deniyorsun."
Creed elini uzatıyor. El sıkıĢıyoruz. "Yola
koyulalım," diyor.
Atma binmeye gidiyor ama Ash onu "Hey, hey, o
kadar da çabuk değil. Pissin pis, Tanrı aĢkına. Niye sana
gidiĢ ve tekrar dönüĢ esnasındaki tüm yol boyunca hep
zalimce bakmak zorunda kalmam gerekiyor?" diyor.
Creed'in boyun tüyleri diken diken oluyor.
Dudaklarında ani bir Ģey parıldıyor. Sonra değerli
ceketini çıkarıp Ash'e veriyor, at yalağına gidiyor, içine
atlıyor ve kendisi bütünüyle suya batırıp bir su dalgasının
üstünde tekrar ortaya çıkıyor. Ceketini alarak bir kere
daha giyiyor ve sırılsıklam halde kendisini atının sırtına
savuruyor. "Hazırım, anne."
Onlara "Elinizden geldiğince çabuk," diyorum.
"Seni hayal kırıklığına uğratmayacağız," diyor
Ash. "Bize Ģans dile."
Giderlerken onlara el sallıyor ve "Hepimize Ģans
dileyin," diye fısıldıyorum.
"Batı cephesinden yeni bir haber yok mu?" diyor
Slim.
Musa'ya öncülük ediyor. Ne manzara ama!
Zavallı, ihtiyar Musa. Peg'in dolambaçlı yolunda hurda
küvetini çekmek için gösteriĢli, çanlı bir koĢumla ve hasır
Ģapkayla süslenmiĢ. Deneyip Ģapkasını baĢından atmak
için baĢını iki yana sallarken, koĢumundaki çanlar
tıngırdıyor. Çaresizlik içerisinde kendi haline inliyor.
Pillawalla Deve YarıĢının Kralı resmen çökmüĢ.
"Ama bu çok zalimce," diyorum.
"KonuĢturma beni," diyor Slim. "Hem sen söyle
bana, o it dalaĢı neyin nesiydi?"
"O konuda sessizlik hüküm sürüyor," diyorum.
"Ġyi," diyor. "Ne de olsa yüksek hormonlulardan
bahsediyoruz. Belki de asıl merak edilecek Ģey, onların
dövüĢmeleri değil, bu kadar uzun zamandır nasıl
dövüĢmeden durabildikleridir."
"Haklısın galiba," diyorum. "Creed ve Lugh
hiçbir zaman birbirlerine arkadaĢça davranmadılar. Her
nedense birbirlerine tam anlamıyla uyum
sağlayamıyorlar. Daima çeliĢen amaçlardan söz ediyor ya
da birbirlerini rahatsız eden Ģeyler yapıyorlar." Ġç
çekiyorum. "Ġhtiyacım olan en son Ģey bu rahatsızlık
duygusu."
"Biri sana lider olmanın kolay olduğunu mu
söyledi?" diyor Slim. "Onlara oyalanacakları iĢler ver,
Melek. Onları meĢgul tut. Hepimiz kendi payımıza
düĢeni yapmalıyız. Her birimiz kendi sağlam
gerekçesinden dolayı bu mücadeleye kendisini tıpkı senin
gibi adadı. Bizi de dâhil etmelisin. Bunun kendi
hayrımıza olduğunu anlamaya mecburuz. Aslında siz
gelmeden çok önce bazılarımızın Bram'in liderliğindeki
mücadelede fiilen yer aldıklarını sana hatırlatırım. Tabii
ki ben ve Molly."
"Ve Cassie, biliyorum."
BaĢı dikleĢiyor. Rüzgârdaki beklenmedik kötü
kokuyu almıĢçasına... "Cassie mi?" diyor. "Onun dün
gece yanında olduğunu mu söylüyorsun?"
BaĢımla onaylıyorum.
"O kız ender rastlanan bir kiĢiliktir," diyor.
"Onun iyi olduğunu öğrendiğime sevindim. Gidip biraz
uyusan, iyi edersin. Açık sözlülüğümü mazur gör fakat
berbat görünüyorsun. Uykusuzluk kötü kararlara neden
olur. Dersimiz burada sona ermiĢtir, amin."
"Amin," diyorum. "TeĢekkürler, Slim."
Hepimiz kendi payımıza düĢeni yapmalıyız.
Bana oyalanacağım iĢler ver, Saba.
Barakanın köĢesinde, fikir ayrılığının yankıları
hâlâ toz huzmelerinde titreĢirken, çantalarımızın
oluĢturduğu yığından kendime bir döĢek yapıyor ve
Auriel'in kan kırmızı Ģalına sarınarak oracığa
kıvrılıveriyorum. Nihayet sessizlik hüküm sürüyor ve ben
uyku uçurumunun kenarında salınıyorum, tenim
yorgunluktan gevĢiyor. DüĢünceler, kaygılar, uykusuz
günlerim ve yıldız sağanağı gecelerim kayıtsızlığın
doyumsuz karanlığına çekiliyor.
Çadırının karanlığında, Ģalına bürünmüĢ haldeki
Auriel, ateĢin yanında oturuyor. Solgun kurt köpeği
gözleri bana doğru dönüyor. “Hepimiz kendi payımıza
düĢeni yapmalıyız/' diyor. "Jack, Emmi, Lugh... Sen ve
ben. Kurt köpeği ve karga. Sen doğmadan uzun zaman
önce, olaylar baĢlamıĢtı zaten. Senin için, bütün yollar
aynı yere çıkıyor."
Tepelerdeki sığmaklar, tohum depoları ve
görüler... Hepsi karanlığa gömülüyor.
Vücudumdaki ağrılar beni uyandırmaya yetiyor.
Bedenim yatağımın topak topak sertliğinden yakmıyor.
Boynum tutulmuĢ, koluma kramp girmiĢ, sırtıma
birtakım Ģeyler batıyor ve ağır bir Ģey ayaklarımı
hareketsiz kılıyor.
Bir rüyanın elleri beni uyku alemine geri
çekmeye çalıĢıyor. Peg'in kuĢlarına iliĢkin bir rüyada
Nero, kafeslerin kapılarını açmıĢtı. KuĢların gökyüzü
Ģarkılarını dinleyerek onları kavanozlardan dökülmüĢ
tohumları afiyetle yerken bulduğum tohum deposuna
kadar takip ediyordum. DeMalo bizi orada buluyor, bana
bütün kuĢları toplatıp kavanozlara koyduruyordu.
Nero'yu bile... Kapakları cıvıltılarının üzerine kapatırken
hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Oda sessizliğe bürününceye
dek beni kollarında tutuyordu.
Kum kaçmıĢ gibi hissettiren gözlerimi kısarak
etrafa bakıyorum. GüneĢ yer değiĢtirmiĢ olsa da gün ıĢığı
yukarıdaki sunta pencereden girmeye devam ediyor. Ne
denli uzun süredir kendimde olmadığıma dair hiçbir
fikrim yok.
Sersem kafam bana çok uzun süre geçtiğini ve
asla yeteri kadar uzun süre geçmediğini aynı anda
söylüyor.
Ayaklarımdaki ağırlık, Takipçi. Otururken
kendimi çekip serbest kalıyorum; üstüme tırmanıyor.
Bildiğim bir sonraki Ģey, dilinin yüzümü yaladığı.
"Pekâlâ, bu kadar yeter, teĢekkür ederim." Onu üstümden
itiyorum. Ona "ġu dağınıklığa bak," diyorum.
Çantalardan oluĢan döĢeğim çökmüĢ. Üstteki
çanta düĢüp açılmıĢ ve içindeki eĢyalardan bazıları yere
saçılmıĢ. Muhtemelen Tommo'nunki. Aramızda
yıpranmıĢ bir kahverengi gömleği böylesine düzenli
katlama zahmetine girecek tek kiĢi odur. Gömleği diğer
eĢyalarla beraber tekrar çantaya tıkıyorum. BoĢ takas
çantası, çakmaktaĢı ve çeliği, bir ısırgan otu ip sarmalı...
Isırgan otu ipi... Elim duraksıyor. Gözlerimi
dikip ona uzun uzun bakıyorum. Ġki ip katiyen aynı
değildir. Onları yapanın hünerini gösterirler. Ash'in
hemen karĢı çıktığım sözleri içimde esrarengiz bir
biçimde yankılanıyor.
Bunu bizden birinin yaptığını düĢünmek
istemiyorum fakat baĢka nasıl açıklayacağımı
bulamadım. Bizden biriyse, kim olduğunu ve niye
yaptığını öğrenmeliyiz.
Ġpe yakından bakmamıĢtım. Gece vaktiydi. O
zamandan beri de hiç incelememiĢtim. Muhtemelen
yanılıyorum ve bir Ģekilde kontrol etmem gerekiyor.
Fakat daha fazla ıĢığa ihtiyacım var. Sarmalı dıĢarıya
götürürken, Takipçi de peĢimden geliyor. Civarda kimse
yok. Ġpi ceketimin cebinden çıkarıyor, ikisini yan yana
getiriyorum. Sarmalı ve ipi... Aynılar. Kalp atıĢım
hızlanıyor. Kesik uçları karĢılaĢtırıyorum. Denk
geliyorlar. Ġkisini de aynı el yapmıĢ. Soğuk, tenimi
yatıĢtırıyor.
îp onu yapanı, avuç çizgilerinin bir hayatı
anlattığı gibi anlatıyor. Bir çocuğun ilk ipindeki
gevĢemeden tutun da aceleyle yapılmıĢ ipin pürüzüne
varıncaya dek... Babam Lugh'a ve bana ipleri nasıl
yapacağımızı ve okuyacağımızı biz küçükken öğretmiĢti.
Bunu kalbim reddedip, aklım kınarken, gözlerim
bu ipi kimin yaptığından haberdar olduklarını beyan
ediyorlar.
O, Tommo.
Bu, Tommo'nun ipi.
Aceleyle fındık bahçesinin yolunu tutuyorum.
Takipçi önden zıplaya zıplaya gidiyor. BaĢım dönüyor,
dengem bozuluyor; sersemlemiĢ bir haldeyim. Ġçkiyi
fazla kaçırdığımda olduğum gibi. Gerçeğin rüya gibi ve
belirsiz göründüğü anlardaki gibi...
Tommo, Nero'ya asla zarar vermez. Birkaçı
dıĢında genel olarak hayvanlara da sempati duyar.
Kesinlikle öyle. Çünkü hayvanlar onun sağırlığını asla
kötüye kullanmazlar. O her zaman tatlı dilli ve naziktir.
Atlara, Takipçi'ye ve Nero'ya karĢı... Tanrı aĢkına,
beslenmek için öldürmek zorunda kaldığı hayvanlara
dahi teĢekkür eder o. Bütün hayvanlara teĢekkür eder ve
'kardeĢim' der. Ama ben onu iki yüzlülüğümle yaraladım.
Acaba onu böylesine kötü yaraladığım için mi benden
böyle intikam alıyor?
Slim'i görüp görmediğini sorduğumda, Peg bir
tırnağını bahçeye doğru sallıyor. ĠĢe yarar hurda
parçalarını küvete doldurmakla öyle meĢgul ki
konuĢmaya tenezzül dahi etmiyor. Yol boyunca kendimi
yatıĢtırmak için elimden gelenin en iyisini yapıyorum.
Beklenmeyen bir Ģeyin olduğunu duyurmak istemiyorum.
Yanılıyor olmalıyım. Bu bir hata. Her Ģeyden önce
Slim'le konuĢmalıyım.
Onu ok ve yayıyla hedef alıĢtırması yapan Em'e
yardım ederken buluyorum. Birlikte çok sevimli
görünüyorlar. YaĢlı adam ve minik kız... Usta ve çırak.
Öğleden sonra güneĢinin altında, çok değerli ve sıcacık
bir hal. Hatıram, gözümde canlanıp, beni orta uzunlukta
adımlarla sersem sersem yürütüyor. Kendi değerli anım
tıpkı bunun gibi. Durun... hayır. GeçmiĢimin bir anısı
değil bu. DeMalo'nun beyaz odasının duvarlarından bir
hatıra. Uzun zaman önce kaybolmuĢ bir dünyada, benzer
bir öğleden sonra, beraber kahkaha atan yaĢlı bir adam ve
bir kız... Yine de bu küçük hatıra parçasını eski
yaĢantıma gizlice yamayacak olsaydım, hiç kimse benim
hatıram olmadığını anlamazdı.
"Güzel atıĢ, Emmi," diyerek onlara doğru
yürüyorum.
Gülümsüyor, utangaç fakat hoĢnut. "KeĢke Jack
de burada olsaydı," diyor. "O daima iyi niĢan aldığımı
söylerdi. Hâlâ katedeceğim uzun bir mesafe olsa da
Ģimdiye kadarki en iyi öğretmene sahibim." BaĢını
Slim'in koluna yaslıyor. Slim onun saçını Ģefkatle
okĢuyor.
Belli ki ona bir süredir yardım ediyor. Bundan
yeni haberdar oluyorum. Emmi'ye ok atmayı öğreten kiĢi
olmadığım için kalbimde bir sızı var. Elime fırsat
geçtiğinde, bu zahmete girmedim. Bağlama ipini ona
uzatıyorum. "Oyuktaki ip mi bu?" diyorum.
"Senin bilmen gerekiyor," diyor. "Onu sana
verdim ve hemen cebine koydun. Niye bana soruyorsun?"
"Nedenini boĢver," diyorum. "Onun bu
olduğundan emin misin? Ġyice bak, Em."
KaĢlarını çatarak inceliyor. "Hmm, yeterince
kirli/' diyor. "Bir Ģeye sarılıymıĢ. Bir hayli yıpranmıĢ.
Eminim sanırım. Karanlıktı, biliyorsun."
Ġpi ondan geri alıyorum. "Tamam," diyorum.
"AlıĢtırmana geri dön. Böyle devam et, yakında benden
daha iyi atıĢ yapıyor olacaksın."
"Henüz değil," diyor. "Belki bir gün." Ayaklarını
yere büyük bir özenle basıyor ve yosun hedefe tekrar atıĢ
yapmaya baĢlıyor. Kolları, bilekleri ve göğsü çok daha
kuvvetli. Jack haklı. Em'in doğal bir görüĢ kabiliyeti var.
NiĢan alması son derece doğru. Aklı havada bir kıza göre
bu hayret verici bir durum.
Slim'e onunla konuĢmak istediğime yönelik baĢ
onayını vermek zorunda kalmıyorum. O anlıyor.
Yanımda bitiyor ve biz Em'in iĢitme menzilinden iyice
çıkmak için ağaçların arasında ilerliyoruz. Isırgan otu
sarmalını kemerimden alıyor ve bağlama ipiyle beraber
ona veriyorum. "Bana ne gördüğünü söyle," diyorum.
Acele etmeden her ikisini karĢılaĢtırıyor.
Gözlerimiz buluĢunca bakakalıyoruz. "Nero'nun bağlama
ipinin bu ipten kesildiğini görüyorum. Sonra senin
yüzüne bakıyorum ve bunu kimin yaptığından haberdar
olduğunu görüyorum."
Slim, Tommo'nun el iĢinden habersiz. Onu
yeterince yakından gördüğünü sanmıyorum. Em de fark
etmedi, o anda çok heyecanlıydı.
"Biliyorum," diyorum. "Bilmek istemesem de
biliyorum."
Ġkisini de bana geri veriyor. "Yerinde olsam karar
vermekte acele etmezdim. ġimdiye dek iyi bildiğin üzere,
her Ģey her zaman göründüğü gibi değildir. Suç gibi
görünen Ģey, baĢka bir Ģey de olabilir."
"Ne mesela?" diyorum.
Omuz silkiyor. "Biri ipi ödünç almıĢ olabilir.
Suçlu her kimse, ipi yapanı günah keçisi durumuna
düĢürüyor olabilir. Bana deliymiĢim gibi bakma öyle. Sen
dürüst bir kiĢisin, Bayan Ölüm, herkes dürüst değildir.
Aslında bu konuda benimle konuĢmamalısın ve bilesin ki
suçlu ben de olabilirim."
"ġansımı deneyeceğim," diyorum. "Ne
yapmalıyım, Slim? Bana yardımcı ol, lütfen."
Elini çenesinden aĢağıya çekerek, baĢımızın
yukarısındaki fındık ağacının dalma biraz dalgın dalgın
bakıyor. Akabinde "Tamam, Ģeytanın avukatını
oynayayım. Gerçekten ne kadar önemli?" diyor.
"Eğer aramızda bunu yapan biri varsa, onun kim
olduğunu ve gerekçesini öğrenmeliyiz," diyorum.
Arkamızdan her türlü iĢ çevriliyor olabilir. Bu bir soruna
yol açabilir, Slim. Büyük bir soruna..."
Aramızda bir hain var. Bizden biri.
"Pekâlâ," diyor Slim, "ĠĢte baĢlıyoruz! Bununla
alakalı bir Ģey yap. Ben ne yapacağını sana
söylemiyorum, bu senin kararın. O bir Ģeyi yap, çabuk ve
kolay bir Ģey olsun, sonra akıĢına bırak ve neler olup
bittiğini gör. Neticede bir yere muhakkak bağlanır.
Unutma, etki-tepki meselesi."
"Doğru," diyorum.
"Fakat hiçbir sonuca varma," diyor, "ve bu
noktada sonuç nasıl görünürse görünsün, hiç kimseyi
suçlamaya kalkıĢma. Uygun zamanı kolla."
"Zamanımız yok," diyorum.
Slim durgun. Havayı, günün ılık Ģefkatini
kokluyor. "Dünyadaki kurnaz, kırlaĢmıĢ, yaĢlı hayvanlar
yavruları oynaĢırken gelen fırtınanın kokusunu alırlar.
Öyle olabileceği düĢüncesine kapıldım," diyor. "Ne kadar
süremiz var?"
"Ay tutulmasına kadar," diyorum. "Bana daha
fazlasını sorma."
"Ay tutulması," diyor. "ġu andan itibaren dört
gece var. Senin yerinde olsaydım, Melek, bana
gerçekleĢtireceğim bir vazife verirdim. Hem de hemen."
"Ash ve Creed'i Auriel'in yanma gönderdim, onu
da alıp Nass Kampı'na gidecekler," diyorum. "Auriel
muhtemelen sığınmacılarla beraber hâlâ Yılan
Irmağı'nda. Bazılarını muhtemelen tanıyorsundur."
"Onların çoğunu tanıyorum," diyor Slim.
"Hayatım boyunca burada olduğuma göre..."
"En güçlülerine burada ihtiyacımız var,"
diyorum.
"Nass Kampı iyi bir karar," diyor. "Epeyce sapa
bir yerde."
"Sen ve Molly oraya gidip hazırlık
yapabilirseniz, iyi olur. Bazı malzemeleri yolda temin
edin. Onlar yorgun ve aç olacaklardır; senin doktorluk
yeteneklerine de pekâlâ ihtiyaç duyabilirler."
"Peki planının devamı nedir?" diyor.
"DeMalo'ya göre Yeni Cennet'te yaĢamaları için
yeterince sağlam değiller. Bize göreyse, sağlamlar. Onları
gizlice geri getireceğiz. Onlar Yeni Cennet'e yayılır
yayılmaz, ihtiyaç duyduğumuz herkese sahip olacağız.
Anneler, babalar, erkek kardeĢler, kız kardeĢler, yeni
bebekler, eski komĢular, arkadaĢlar—"
"Sonra lanet olasıca büyük bir gümbürtü
koparırız/' diyor Slim. "Tıpkı söylediğin gibi... Bunun
nasıl sona ereceğini biliyorsun sanırım."
Korku beni can evimden vuruyor. Slim'in elini
tutup göğsüme sımsıkı bastırıyorum. Slim'in eli sıcak,
sağlam ve bilge. Ona bakıyorum. Aniden yanaklarımdan
aĢağı süzülen gözyaĢlarına gözlerimi bulanıklaĢtırıyor.
"Hey hey," diyor. "Bu da neyin nesi Ģimdi?"
"Bilmiyorum," diye fısıldıyorum. "Slim, daha
sonra ne olacağını bilmiyorum. Auriel'e bu yüzden
ihtiyacım var, onu derhal istiyorum. O ne yapmam
gerektiğini yıldızlarda görerek söyleyecektir. Fazla
vaktimiz yok ve bu, iĢe yaramak zorunda, yoksa—"
Kendimi tamamen kaybetmeden önce
duruyorum. Slim'in elini serbest bırakıyorum. Gözlerimi
ovuyor, burnumu siliyor ve nefesimi kontrol altına
alıyorum.
Yüzünde öylesine bir kaygı, öylesine bir
merhamet var ki beni kucaklamak için geliyor ama ben
bir adım geriye gidiyorum. "Ah canım," diyor. "Ne kadar
ağır bir yük taĢıyorsun."
"Lütfen sevecen davranma, buna katlanamam,"
diyorum. "Sen yalnızca bana korkunç bir hata
yapmadığımı söyle, bunu baĢarabileceğimizi söyle."
Elimi iki elinin arasına alıyor. "Bunu
baĢaracağız," diyor. "Bunu baĢarıyoruz. Sana
inanıyorum, Melek. Her zaman inandım. Göründüğüm
gibi aptal değilim." Elimi öpüyor. "Molly ve ben gitsek,
iyi ederiz," diyor.
"Çabuk olun, Slim, lütfen," diyorum.
Avluya doğru halihazırda ilerliyor. Bir el sallama
ve bir gülümseme eĢliğinde, omzunun üzerinden
sesleniyor: "Yolu yarıladık bile!"
Oyunun sonuna geliyoruz. Nihai aĢamadayız.
Biliyorum, biliyorum, bunu bir an olsun unutamam. Ay
tutulması yalnızca dört gece uzakta. Yarın bugün, dün
olacak. Bütün yarınlardan hızla kaçıyorum.
Ve aramızda bir hain olabilir.
Takipçi ve ben Tommo'yu soğuk su göletinde,
sırtı bize dönük, yıkanırken buluyoruz. Bu, kalp ağrıtacak
bir gün. Göletin kıyısındaki çimenlere diz çöküyor ve ona
su sıçratıyorum. Bunu hissederek arkasını dönüyor,
gözleri fal taĢı gibi açılıyor. Kendisini boynuna kadar
suya sokuyor. "Affedersin, sakıncası var mı?" diyor.
Yüzü kulaklarının uçlarına dek koyu kırmızıya
bürünmüĢ. Ses tonu öyle garip ki endiĢelerime rağmen
gülümsüyorum. Sanki onu gömleksiz görmemiĢim ya da
poposunu birden fazla kez görmemiĢim gibi. O da beni
çıplakken gördü. Ne de olsa, aylardır iç içeyiz. Fakat
ellerimi özür dilemek için iki yana açıyorum. "Özür
dilerim," diyorum.
"Ne istiyorsun?" diye soruyor.
"Bu gece benimle gelmeni istiyorum," diyorum.
"Cennet Yurdu'nu kontrol etmemiz lazım."
"Tamam," diyor. "Memnum olurum."
Kendimi alçak gibi hissediyorum. Alçağın da
alçağı... Çantasında ip olsun veya olmasm, Tommo'dan
kuĢkulanmayı aklımdan geçirdiğim için... O iyi huylu ve
kibardır. Cesur yürekli ve sonuna kadar sadıktır.
Tommo'nun bütün istediği aidiyettir. Bizimle bağlarım
koparmak için hiçbir Ģey yapmaz. Ona kaba davranmama
rağmen, benimle bile...
Bir Ģey söylediğini fark ediyorum. “Özür
dilerim/' diyorum, "Ne dediğini anlamadım/'
Dudakları küçük bir gülümsemeyle kıvrılıyor.
"BaĢka bir Ģey var mıydı diye sormuĢtum."
Yüzüme sıcak basıyor. Bunca zamandır ona
bakıyorum ve o yarı çıplak. Kesinlikle yanlıĢ anlayacak.
"Hayır," diyorum. "Ah... hayır hayır, hepsi bu
kadar. Daha sonra görüĢürüz."
Ayağa kalkıp bir kez daha avluya doğru
yöneliyorum. Beni giderken seyrettiğinin farkındayım.
BaĢka biri olsaydı, benimle flört ettiğini söylerdim. Yine
de çekingen, kendinden emin olmayan bir tarzda tabii.
Fakat Tommo flört etmez. Fazlasıyla ciddidir.
Asla böyle adice bir dümen çevirmez. Yine de
bunun için yalnızca kalbimi ve içimden gelen sesi değil,
aklımı da kullanmalıyım. Bu gece Cennet Yurdu'na
gideceğiz. Nasıl hareket edeceğini izleyeceğim. Birkaç
imada bulunacak ve neler olacağım göreceğim.
Metalden çıkan çekiç seslerini takip ediyor ve
Peg'i bir araba parçasına leğen Ģekli vermek için
çabalarken buluyorum. MeĢgul olduğunu, bir Kurtarıcı'ya
bunu hızlı teslim edeceği vaadinde bulunduğunu
bağırarak söylüyor. Ama ona bir Ģekilde soruyorum: Bir
veya iki günlüğüne hurda döngüsünü idare etmeye ara
vererek, geri kalanımız gitmiĢken, Emmi'yle kalabilir mi
diye. Ben sorumu ta-mamlayamadan, o çabuk ve
anlaĢılmaz biçimde konuĢuyor. "Evet, evet, neden daha
önce söylemedin?" Bu hiçbir anlam ifade etmiyor fakat
Peg nadiren de olsa böyle cümleler kurar. Bir çırpıda
aletleri yere bırakıp tepenin üstündeki alana doğru
alelacele gidiyor. Hava sandığıyla oyalanmak için
kendine bir bahane buluyor.
Tenekemi Slim'in yahni tenceresinden
dolduruyorum. Sonra Peg'in halat sundurmasına varan
merdiveni tırmanıyorum. KuĢ kafeslerinin yanma
oturuyor ve geçide Ģöyle bir göz gezdiriyorum. Köpek
gibi açım. Yemeği kaĢıklıyorum. Fakat açlığıma rağmen,
birkaç lokmadan sonra yemekle iĢim bitiyor. Midem
yediklerimi sindiremeyecek kadar gergin.
Karar vermekte acele etme. Her Ģey her zaman
göründüğü gibi değildir. Biri ipi ödünç almıĢ olabilir.
Suçlu her kimse, ipi yapanı günah keçisi durumuna
düĢürüyor dahi olabilir.
Kim Tommo'yu günah keçisi durumuna
düĢürmek istesin ki? Kim bana öteden beri düĢman? Kim
benim baĢarısızlığa uğramamı çok isterdi? Kim sorumlu
olsaydı, hepimizin daha iyi durumda olacağını
düĢünüyor?
Ġhtiyaç duyduğumuz kiĢi ol ya da kenara çekil.
O, Creed. Netice itibariyle, Nero'yu aramaya
gönderdiğim Creed'di. Emmi onu oyukta bulduktan
birkaç dakika sonra bile, onu bulamadığını iddia eden
Creed... Creed bunu kolayca planlamıĢ ve Tommo'nun
haberi olmaksızın ipini kullanmıĢ olabilir.
Dahası herkese göre en az kimi tanıyorum?
Creed'i. En az kime güvenirdim? Creed'e. Nero en az
kime gidiyor? Creed, Creed, Creed...
DüĢüncelerim dönüp duruyor. BitiĢiğimdeki
kafesin parmaklıklarından içeriye bir parça bisküvi kökü
iteliyorum. Küçük ispinoz tutuklu, cıvıldaĢarak oraya
buraya uçuĢuyor.
Peg'in kuĢları, hücrelerindeki yaĢamlarında
kederlense-ler dahi bunu anlayamazsınız. Çünkü tıpatıp
aynı biçimde öterler. Onları rüyamdaki gibi serbest
bırakmak için içimde güçlü bir arzu var. Ama Peg bizi o
zaman geçitten kovardı ve sığmağımız elimizden alınırdı.
Küçük ispinoz yiyecek istemiyor. Mandalı
kaldırıp kapıyı açıyorum. Bir kuĢ... Sadece bir kuĢ...
Azarlanmayı göze alacağım.
Ona "Haydi git," diyorum. "Asla fark
etmeyecek."
KuĢ önce kapıya konuyor, ardından tekrar
uzaklaĢıyor, sonra geri geliyor. Minik kafası bir o yana,
bir bu yana dönüyor. Parlak siyah gözleri, önündeki yeni
olasılığı tartıyor gibi...
"Haydi," diyorum. "Sana bir iyilik yapıyorum.
Yap Ģunu. Git."
Bir cıvıltı eĢliğinde, kanatlarını çırparak hayat
ateĢini tekrar alevlendirmeye gidiyor. KuĢlar özgürlükle
ne yapacaklarını iyi bilir. Bunu bilerek doğuyorlar.
Gözden kaybo-luncaya dek onu izliyorum. Sonra ayağa
kalkıp metal hapishanesini fırlatıyorum. Kafeslere
yönelik nefretimin olanca kuvvetiyle onu havaya
savuruyorum. En yakındaki hurda yığınına tepetaklak
düĢmesini seyrediyorum.
Bir kuĢ... Bir kafes... Katiyen yeterli değil.
Fakat bu da bir Ģeydir.
Bir Ģey...
Em m i'ye silahlarımızı temizleme ve yağlama
iĢini yaptırıyorum. Bu zorunlu değil ama teçhizatımızı iyi
durumda tutmamız her zaman iyi bir fikir. Saklamaya
elveriĢli bir yer olmadığı sürece, bunu herkes yapar. Ama
Slim'in söylediklerini de unutmamak gerekir. Bu Em'in
kendisini bir Ģekilde faydalı hissetmesine yarıyor. Ona
stokumuzu saymasını, ok fırlatıcılarımızı yağlamasını,
gerekirse birkaç yeni ok yapmaya çalıĢmasını
söylüyorum. Hiçbirini kullanmak zorunda kalmamamızı
ümit ediyorum fakat hazırlıklı olmak, olmamaktan daha
iyidir.
Em'i neĢe içerisinde göreviyle baĢ baĢa
bırakıyorum. Peg yamru yumru kökler biçimindeki ayak
parmaklarını sobayla ısıtıyor ve uzun, kil pipoyu
tüttürmeyi sürdürüyor. Takipçi bizimle gelmek için can
atıyor olsa da hepimiz uzaktayken, Yıldız Geçidi için
burada kalmalı.
Lugh, Tommo ve ben Cennet Yurdu'na at sürmek
için hazırlanıyoruz. Creed'in Nero'ya tuzaktan sorumlu
kiĢi olduğuna artık iyice kanaat getirdim. Bana köprüdeki
karıĢıklık yüzünden kızgındı. Herkesin bana güvenini
biraz daha fazla sarsmak istedi. "Bakın, çapaçul bir
liderlik yürütüyor, kız kardeĢinin nöbeti boĢlamasına izin
verdi ve Tontonlar bize öyle yaklaĢtılar ki hepimiz ölmüĢ
olabilirdik. Lider o değil. Benim."
Hepsi mantıklı geliyor, taĢlar yerine oturuyor.
Ama Tommo'yu test edeceğim. Yalnızca bir kez, sadece
biraz. Böylelikle Slim sorarsa, ona yaptığımı
söyleyebilirim.
Dolayısıyla ipimi kaybetmiĢ gibi davranıyor,
Tommo'ya onunkini ödünç alıp alamayacağımı
soruyorum. Bir gülümseme eĢliğinde ipini bana veriyor.
O, Nero'yu bağlamak için bir parçası kesilmiĢ olan ip
sarmalı. Onu hemen Tommo'nun çantasına tekrar
koymuĢtum. Tommo nasıl hissettiğini gizleyemez.
Kocaman koyu renk gözleri daima her Ģeyi anlatır. Ġpi
bana uzatırkenki hali, onun dürüst ve doğru sözlü
olduğunu söylüyor. Saklayacak hiçbir Ģeyi olmadığını. ..
Bunu Tommo yapmadı. Creed yaptı.
Bir gaklama alacakaranlığı yardığında, biz Yıldız
IĢığı Geçidi'nden en fazla bir fersah uzaktayız. O, Nero.
Simsiyah kanatları iki yana açılı vaziyette süzülerek bana
doğru iniyor. Yüreğim ağzıma geliyor. Tamamen
unutmuĢum. Onu Jack'in bu gece benimle buluĢmasına
yönelik bir mesajla birlikte yollamıĢtım. Omzuma
konuyor, onu alıp kucaklıyorum. Kabuk ruloyu
bacağından çabucak çıkarıyor ve hemen gömleğime
sokuyorum. Bakmama gerek yok. Jack ona gönderdiğim
ruloyu geri yollamıĢ, ancak Nero'nun sol bacağına
bağlamıĢ. Bu, orada olacağı anlamına geliyor. Cennet
Yurdu'nda...
Ah benim beyinsiz kafam! Buna inanamıyorum.
Yanımda Lugh ve Tommo varken Jack de ortaya çıkacak.
Cennet Yurdu'nda onların üçü birden benimle
beraber... Hayatta olmaz, hayır, hayır, hayır. Jack'i
öğrenmemeliler. Slim haklıydı. Çok yorgundum. Hâlâ
yorgun olabilirim. Uykusuzluk, hatalar yapmama yol
açıyor. Hem de epey kötü hatalar...
Eğer bunun onları kuĢkulandırmayacağını ve
karıĢıklığa sebebiyet vermeyeceğini bilsem, hemen durup
bizimkileri geri gönderirdim. Ne yapacağım, ne
yapacağım? Ne halt edeceğim ben?
Yüzsüzlüğe vur.
ĠĢte bu.
Ya da Jack'in söyleyeceği gibi oluruna
bırakmalıyım.
Emmi aceleyle hareket etmek zorundaydı. Acele
etmeseydi, Ģarkıları yok olup giderdi. Onların peĢinden
gidiyordu. Henüz bir planı yoktu ama olacaktı.
ġimdiye değin bir baĢ belasından ve hayal
kırıklığından, söz dinlemez bir çocuktan baĢka bir Ģey
değildi. Oysa Emmi, Saba'nın kız kardeĢi olmayı hak
etmeyi diğer her Ģeyden daha fazla istiyordu. Babasının,
Maev'in, Epona'nm, Ike'nin, Bram'in ve Jack'in
fedakârlıklarını onurlandırmaya ihtiyaç duyuyordu.
Auriel'in büyükbabası Yıldız Dansçısı Namid hem
savaĢçı hem de Ģamandı. Emmi'nin olmak istediği de
buydu.
SavaĢçılar kendilerini savaĢlarda kanıtlarlardı.
Onun kanıtlamak için her Ģeyi vardı. Yayıyla, kollarını
yorgunluktan dolayı kaldıramayıncaya dek çalıĢıyordu.
Ayaklarını yere sağlam basmak için, iyi bir okçu olma
yolunda ilerliyordu. Ama Saba onların bundan böyle
silahlarıyla savaĢmadıklarını söylüyordu. Sakin
kafalarıyla mücadele ediyorlardı. DüĢünerek, planlayarak
ve sonra eyleme geçerek... BaĢka hiç kimsenin
yapamayacağı ve onun yapabileceği bir Ģeyler olmalıydı.
YaĢayanların ve ölülerin arasında dimdik durmasına
olanak tanıyacak bir Ģeyler...
Em ve Peg yağlanacak fırlatıcılar yığını ve
Saba'nın ondan yapmasını istediği diğer her Ģeyle beraber
sobanın bitiĢiğinde sıcacık oturuyorlardı. "Onları öte
aleme dek meĢgul edecek yeterince iĢ var,” dedi Peg.
"Birlikte söyleyeceğimiz bir Ģarkımız olacak.”
Büyülü müzik kafesinin anahtarını çevirdi. Minik
ispinoz Ģarkı söylerken onu seyrettiler, dinlediler. Sonra
Em, Peg'e kafesi muhafaza edemediğini söyledi. Bir
omuz silkmeyle, Peg ona Tommo'nun takas ettiği Ģeyi
geri verdi. Tommo incinecekti ama ĢaĢırmayacaktı. Em'in
parti gecesinden beri hep tartıĢmıĢlardı. Tommo onun ne
düĢündüğünden ve haklı olduğundan haberdardı. Böyle
değerli bir Ģeyi hediye olarak veremezdi. Bir gün ona
bunun için teĢekkür edecekti.
Emmi esnemeye baĢladı. Çok fazla değil, sadece
yeteri kadar. Peg hemen akabinde "Ġyi geceler, küçük
kuĢ,” dedi. Peg de esniyordu. Em onun uykuya dalmasını
umut ediyordu. Bir iyi geceler kucaklamasıyla onu
ĢaĢırttı.
Oğlanların uyku barakasına gitti ve Tommo’nun
bilekliğini çantasına bıraktı. Kolayca bulacağı yere,
eĢyalarının üstüne... Tommo hatıraları gibi, onu da çok
uzun süre saklamıĢtı. Tak-malıydı. Eğer bir yarayı ıĢığa
tutarsanız, ıĢık onu zamanla biraz kurutacaktır.
Sonra kızların barakasına koĢtu. Daha önce az
biraz düzenleme yapmıĢtı. Lugh ve Tommo'nun Saba’yla
beraber Cennet Yurdu'na gideceğini duyar duymaz...
Yine de Peg’in onu kontrol edeceğini sanmıyordu.
Gölgelerde, çantasının üstünde kıvrılmıĢ uyuyan bir kız
görüntüsü sunacaktı. Ceketinin ceplerini sadece ihtiyaç
duyduğu maddelerle doldurmuĢtu. ÇakmaktaĢıyla
metalini, kırmızı çakısını, Molly'nin doğum günü
hediyesi tarağını ve ısırgan otu parçasını... Ceketini kapıp
ahırlara koĢtu.
Gittiğini öğrendikleri zaman, baĢı ciddi manada
dertte olacaktı. O nedenle kendi kendisine büyük
olduğunu ispatlamak zorunda kalacaktı. BaĢarısızlığa
uğrayamazdı.
Takipçi ona yapıĢtı. Maceranın kokusunu
alabiliyor, gelmeyi ümitsizce istiyordu. Ama herkes
gittiği için kalmalı ve geçide bekçi köpeği olmalıydı.
Em, Bean'i uyandırdı. Dizginini çözdü ve
hurdalıktan geçtiler. ġarkılar sayesinde sessizce
ilerliyorlardı. Sessiz yollarda Ģarkılar Emmi'ye eĢlik
ediyordu. Takipçi burnundan kuyruk ucuna dek arzuyla
titreyerek onların gidiĢini gördü.
Em kapıların dıĢına çıkar çıkmaz, dinlemek için
bir anlığına duraksadı. Toprak hâlâ onların geçiĢini
mırıldanıyordu. Güzel. Em'e takip etmesi için çok
belirgin bir iz bırakmıĢlardı. Emin ellerle, Bean'i iz
boyunca yönlendirdi.
Günlerini dinleyerek ve inceleyerek geçirdiği
Ģarkılardan -toprak Ģarkılarından ve taĢ Ģarkılarından-
öğreniyordu her Ģeyi fakat anlamadığı çok fazla Ģey
vardı. Öğretmenini bulması Ģarttı. Ona göndermekte
olduğu bütün mesajlar aracılığıyla Auriel pek yakında
gelecekti. Emmi'ye yardım edebilecek tek kiĢi, Auriel'di.
Gecenin ilk yıldız sağanağı gözüne iliĢti. Parıl
parıl parıldayan bir yıldız ruhu acil bir iĢ için dünyaya
hızla geri dönüyordu. Veya belki de o, Auriel'di.
Muhtemel en süratli yöntemle Em'e doğru bir kayan
yıldızın üstünde seyahat ediyor ve ıĢığın mükemmel
parlaklığında Yeni Cennet'e inmek için gökyüzünü
boydan boya geçiyor olabilirdi.
Kayan yıldızı hiç kimse durduramazdı. Hiç
kimse. Yol Gösterici ya da Tontonlar bile...
Atlarımızı yosunlu bir kuytuya bırakıp Cennet
Yurdu'na yaya olarak ilerliyoruz. Ağaçların arasında
yumuĢak adımlarla yürürken, tüm vücudum Jack'in bir
fısıltısına hazır. Tenim, kanım ve kemiklerim bir daim
çatırtısını, bir meltemin geçiĢini ve ayaklarımızın
altındaki zeminin iç çekiĢini dinliyor. Jack yakınlarda
mı? KalptaĢı biraz ısınmıĢ mı ne? Hayır, tüm bunlar birer
varsayım.
Buraya kadar Nero'yla yollama fırsatını bulurum
diye kıvrık haldeki iki kabuk ruloyu hep avucumda
tuttum. Rulolardan birini daha önce hiç kullanmadık.
Üstünde X iĢareti var. Toplantımızı iptal etmemiz
gerektiğini ifade ediyor. Diğeri ona benimle öğle vakti
Altıncı Bölge'deki Koyak ġelalesi'nde buluĢmasını
söylüyor. Orası Yıldız ĠĢığı Geçidi'ne en yakın buluĢma
noktamız. Dipte A V iĢaretleri var. V'nin sağ bacağının
üstünde küçük bir kare kutu var. Öğle güneĢi tam tepede.
Fakat Nero yere hiç inmedi. Gökyüzünde kaldı. KuĢkuya
mahal vermeden onu çağıramam.
Her Ģeyin olması gerektiği gibi hızla cereyan
ettiğini iĢittiklerinde Jack'in çetesinin nasıl
davranacaklarını öğrenmeye can atıyorum. Jack'e mevcut
konumunu koruyacağı konusunda güvenmediğimden
değil, çünkü koruyacaktır. Doğru olanı yapacak ve hiçbir
fırsatı kaçırmayacaktır. Yani ona güveniyorum ve
kazanabilmemiz için tek yolun bu olduğuna gerçekten
inanıyorum, ancak...
Bütün bunlar beni huzursuz ediyor. Pek azı
benim kontrolümde. Ters gidebilecek ve kaybedilecek
çok fazla Ģey var. Gerçek Ģu ki sopalar ve taĢlar
dünyasında yaĢıyoruz. Her birimizin bildiği tek yöntem
bu. Baskı altında kalırsak, birilerinin tetiği çekeceğinden
ve her Ģeyin sona ereceğinden korkuyorum.
O zaman oyun biter!
Ama Nero Ģimdilik gökyüzünde oyun oynamayı
sürdürüyor. Bizi takip etmek için daima geri dönerek
yükseliyor, yan yatıyor ve soğuk rüzgârları atlatıyor.
"Saba!" diye tıslıyor Lugh.
Etrafı dikenli tellerle çevrili bir yer yolumuzu
kesiyor. Cennet Yurdu arazisini ve binalarını çevreliyor.
Epey yüksek. Dikenleri, ellerinizi kepçe gibi yaparak
tutsanız bile, tırmanmanız imkânsız. Tek çare, çitin
içinden kendimize yol açmak olurdu.
Lugh uzun bakıcıyla yeri inceliyor. Dudaklarını
oynatarak "Muhafızlar," diyor ve iki parmağını
gösteriyor. Derken görüĢ alanımıza giren iki Tonton,
karĢıt yönlerden bize doğru yaklaĢıyorlar. Devriye atıyor
olmalılar. Eler birinde kısa zincir tasmayla bağlanmıĢ
zırhlı birer köpek var. Birbirlerinin yanından baĢ
selamıyla geçiyor ve gezinmeye devam ediyorlar.
Birbirimize bakıyoruz.
"Çiti takip edin," diyorum. "Kontrol edin. Tekrar
burada buluĢun. Köpeklerin kokunuzu almasına izin
vermeyin."
Lugh sağa ve Tommo sola doğru hareket ediyor.
Ben ana binalar, barakalar, atölyeler, küçük ahırlar ve
benzeri yapıların konumunu gözlemleyerek, biraz
merkezde bir ileri bir geri hareketlerle etrafı kolaçan
ediyorum. Civar temiz ve iyi bakılmıĢ. Burada yaĢayan
çocukların her biri ailelerinden çalınmıĢ ve on dört yaĢma
gelince Dünyanın Koruyucuları olmak üzere
yetiĢtiriliyorlar.
Burada babamın bize öğrettiği türde Ģeyler
öğretiliyor. ĠnĢa, onarım, döĢeme, ekim, bakım,
yetiĢtirme ve geçinmek için bilmeniz gereken diğer
günlük hayat bilgileri... Yarım inĢa edilmiĢ hurda bir ahır
var. Bir ördek göletinin suskun parıltısı... Tarım
mahsulleri için ayrılmıĢ zemin yamaları. .. Onların tohum
deposundan herhangi bir tohumu kullanıp
kullanmadıklarını, DeMalo'nun bütün tohumları kocaman
haritalarındaki sayılar için saklayıp saklamadığını veya
Yeni Cennet'ten daha ötelere yayılmayı planlayıp
planlamadığını merak ediyorum.
Kör olmayasıca Jack, neredesin? Gece kuĢu
civcivinin sesini beklerken, tüylerim diken diken oluyor.
Tam Ģu an burada olsaydı, acilen gidip onunla konuĢabilir
ve bizimkiler çıkıp gelmeden geri dönebilirdim.
Bir ağacın arkasına saklanıp Cennet Yurdu'nun
sessiz karanlığında gözlerimi ayırmaksızm çite
bakıyorum. Yılan Irmağı kampındaki o kadın... ismi
aklımda değil. Üzüntüden ötürü yarı delirmiĢti; ölü
çocuğunun cesedini yakılması için vermemeye kararlıydı.
Kadının Tontonlar tarafından çalman, on yaĢındaki büyük
kızı Nell bu kulübelerden birinin içinde uyuyor olabilir.
Kadınla, Ruth'la -evet, adı buydu- konuĢtuğumu ve ona
Nell'in her nerede olursa olsun ailesine nasıl geri
döneceğini planlamaya mecbur olduğunu söylemiĢtim.
Bunu yapıncaya kadar asla vazgeçmeyeceğini de... Haklı
olduğumu umuyorum.
Haydi, Jack, haydi, haydi. Neredesin?
Aniden DeMalo'nun kokusunu alıyor ve paniğe
kapılıyorum. Nefesim daralıyor, kalbim sıkıĢıyor. O
nerede? Nerede? Nefesimi tutarak kendimi ağaca
yapıĢtırdıktan sonra kendime lanet okuyorum.
DeMalo'nun gömleğinin, teninin kokusu bu. Kıyafetlerini
koyduğu sandıkta ardıcın dallarını bulmuĢtum. Ġğne gibi
bir dalcığı eziyorum. Serin karanlık koku, içimi
dolduruyor.
Bizimkiler usulca geri dönüyor. Önce Lugh,
sonra Tommo. Jack hâlâ yok ve biz bu gece burada daha
fazla bir Ģey yapamayız. Bu çocukları Cennet Yurdu'ndan
çıkarmamız, bebek çalmaktan ya da Skeet'i bir köle
çetesine koymaktan çok daha zor olacaktır. Buradaki
çitin, köpeklerin ve muhafızların yer aldığı düzen, bize
çözmemiz için tamamen farklı bir sorun sunuyor. Bunu
yapmak için fazla zamanımız yok. Gün ıĢığında tekrar
gelmemiz gerekecek.
ġimdilik gitmeliyiz. Soğuk rüzgâr, gece boyunca
bizden yana esiyordu fakat Ģimdi taraf değiĢtirerek
hareketli ve Ģiddetlenen bir hal aldı. Köpekler kokumuzu
alırsa, onlardan kurtulamayız. Arkamıza dönüp bir kez
daha atlara doğru yürümeye baĢlıyoruz. Geçide varır
varmaz, bu konuyu ayrıntılı bir Ģekilde konuĢacağız.
Lugh karmaĢık durumları çözümlemekte her zaman
iyidir.
Nero bunca zamandır ormanın yukarısında nöbet
uçu-Ģundaydı. Ve Ģimdi ansızın dalıĢa geçiyor, ormanda
gözden kayboluyor. Birkaç dakika sonra bir kuĢ ötüyor.
Gece kuĢu civcivinin ötüĢü. Kalbim hopluyor. Jack.
Sonunda. Lugh baĢını sese doğru çeviriyor. Ses
solumuzdan geliyor. KalptaĢı hafifçe ılık. Tommo'ya
onun yalnızca bir kuĢ olduğunu iĢaret ediyorum ve yola
devam ediyoruz. Karanlıktaki bir gece kuĢu civcivi ötüĢü
uygunsuz bir Ģey değildir ne de olsa. Duraksamaya neden
olmaz.
Jack iki kez daha ötüyor. Nero gaklıyor ve
yaygara koparıyor. Güzel... Kulağa daha küçük bir kuĢu
yemek yapmak için dıĢarı çıkarmayı deniyormuĢ gibi
geliyor. Demek ki Jack, Nero'yu görüyor, burada
olduğumu biliyor ama ben yanıt yollamıyorum. ġimdiye
kadar bir Ģeyler olduğunu kesinlikle anlamıĢtır zaten.
Umarım baĢımın dertte olduğunu sanmayıp beni aramaya
gelmez. Bizimkileri baĢımdan savabilir miyim? Sadece
birkaç dakikaya ihtiyacım var.
Nero baĢımın yanındaki bir dala konuyor. Sağ
bacağına bir kabuk rulo bağlı. Derken "Hey," diyorum ve
Lugh arkaya bakıyor, Tommo da aynısını yapıyor. Diz
çöküp çizmemin açıldığını, yürümeye devam etmelerini
çünkü biraz oyalanacağımı iĢaret ediyorum.
Onlar görüĢ menzilinden çıkıncaya kadar
bekliyorum. Sonra Nero'yu kavrayarak Jack'in mesajını
gözden geçiriyorum. Ġki rulo göndermiĢ. Biri bu
buluĢmayı iptal etmek için X'li ve öteki onunla
Derinkuyu Kulesi'nde buluĢmamı söyleyen bir mesaj.
Buraya en yakın buluĢma noktamız, fazla uzak değil,
yalnızca iki fersah kuzey doğuda. Acil olarak iĢaretlemiĢ.
Acil! Daha evvel bunu hiç yapmamıĢtı. Her iki ruloyu
Nero'nun sol bacağına çabucak tekrar bağlarken, kalbim
bütün aciliyet olasılıkları üzerine kafa yoruyor. Cevabım
bu. Anladım. Olabildiğince süratle orada olacağım. Sonra
Nero'yu havaya fırlatıyorum ve Nero mesajı teslim etmek
üzere kanat çırpıyor.
Kullanılmayan kabuk ruloları cebimden
çıkarıyor, küçük deri çantama tıkıyorum. Onlara artık
ihtiyacım olmayacak. Tüm bu yorgunluk yüzünden
zavallı sinirlerimi laçkalaĢtırmıĢ olabilirim. Ama Jack'in
kendisini bizimkilere yanlıĢlıkla gösterebileceğinden
korkmamam gerektiğini bilmeliydim. O, ağa
takılmayacak kadar kurnaz bir balıktır.
Köprüdeki o günden beri Saba'mn bir hata
yapmasını umuyor ve olanı biteni seyrediyordu. Ancak
tüm Ģüpheli yolculukları, gi-diĢ-geliĢleri ve onu geceleyin
çağıran sırları boyunca bir tek hain dahi yapmamıĢtı.
Bugüne değin. Nero onlar geçidi terk ettikten hemen
sonra ortaya çıktığında, Saba küçük bir sürpriz yaptı.
Neredeyse fark edilemeyen... Fakat o bunu fark etti.
Ormanda, Saba heyecanlıydı. Gerginlik onu
daraltmıĢ, dört bir yanını kuĢatmıĢtı. Sonra kuĢların
bulunduğu ağaçlarda ani bir telaĢ baĢ gösterdi. Nero tam
o anda yukarısındaki bir dala konarken, Saba çizmesini
bağlamak için durdu, onlara beklememelerini söyledi.
Saba bir iĢ çeviriyordu. Jack burada mıydı?
Öğrenmeliydi. Zaman azdı. BaĢka bir fırsat
yakalayamazdı. Onlar yosunlu kuytudaki atlarına geri
dönerken, o, yolu iĢaretlemek için birkaç ince dal kırdı.
Atlarına binmiĢ, tam da yola koyulmak
üzereydiler.
Çevresindeki zemini, ceplerini, çantasını kontrol
ederek yere atladı. Ah hayır, düĢmüĢ olmalıydı. Onun
yerini bildiğini zannediyordu. Onu bulmalıydı,
bırakamazdı.
Onların henüz geldikleri yola aceleyle geri
döndü.
Kendi bıraktığı izleri takip ederek, Saba'nın
çizmesini bağlamak için diz çöktüğü yerdeki alaçama
doğru çabucak, sessizce ilerledi. Ne aradığını bilmiyordu.
Bir Ģey bulmayı da ummuyordu. Ancak o noktayı kontrol
etmeden gidemezdi. Her ihtimale karĢı... Saba'nın bir
ipucu bırakmıĢ olması muhtemeldi. Herhangi bir Ģey...
Çünkü Saba bir hata yapmıĢtı.
Çömeldi. Bir cep döküntüsünü yakmaya cüret
etti. Bu tehlikeliydi. Fakat sadece bir anlığına, Saba'nın
durduğu zemini kurcalamak için yeterli olan sürede iĢine
yarayabilirdi. Derken, iĢte orada gerçekten de bir Ģey
vardı. Bir kiraz ağacı kabuğu kıvrımı, ormanın
karanlığında ıĢıldıyordu. Oysa bu ormanda hiç kira::
ağacı yoktu.
Saba bir hata yapmıĢtı.
Kabuk ruloyu açtı. Ruloda iĢaretler vardı. Derin
bir V, küçük bir kare, tam bir güneĢ... ġüpheleniyordu ve
Ģimdi bir kanılı vardı. Onlar Nero'yu arabulucu olarak
kullanıyorlardı. Saba beline takmaya baĢladığı Ģu küçük
deri çantayı hiç çıkarmıyordu. Çanta, mesajların zulasını
taĢmak için kusursuzdu.
Döküntüyü söndürdü. Ruloyu cebine dikkatle,
derinlemesine ve güvenli bir Ģekilde soktu. Ayağa
kalkarken, korkudan ötürü vücudunu ter bastı ve onu
yavaĢlattı. Bu durum geçinceye dek bir ağaca yaslandı.
Sonra onlara yeniden katılmak için alelacele geri
döndü. Mesajı daha sonra incelerdi. Düzeneğin nasıl
iĢlediğini, ne anlama geldiğini çözmesiyle birlikte bu
kanıtı Jack'e karĢı kullanır ve gelecek için anlaĢma
yapardı.
Emmi yaĢlıca bir köknarın tepesindeydi.
Çizmelerini boynuna asmıĢtı ve iyi bir açı elde etmek için
bir hayli yüksek bir dala tırmanmıĢtı. Nero onu hemen
buldu ama o Nero'yu kıĢkıĢladı. Nero ormana dalıp
çıktığında, nedenini öğrenmek için yavaĢ yavaĢ daha da
yükseğe tırmandı. Derken ağzını elleriyle kapattı. Aksi
takdirde bağırması gökyüzünü paramparça ederdi.
AĢağıdaki adam baĢını kaldırıp da ay, gözlerindeki
gümüĢü açığa vurduğunda, adını ağzından çıkıverdi:
Jack!
ÖlmemiĢti, Yeni Cennet'teydi. Bunca zamandır
onlara gizlice yardım ediyor olmalıydı. Muhtemelen hiç
kimse bilmiyordu. Tabii Saba hariç. Tek kelime dahi
söyleyemedi. Yanlarında o varken, kazanacaklardı. Jack
her zaman her Ģeyin üstesinden gelirdi. Ah, Em ona
koĢup sarılabilecekti. ġimdiyse gözyaĢları gözlerini
ısıtıyor ve coĢkulu sevinç duygusu kalbini ağrıtıyordu.
Onun yaĢadığını bilmek bile Em için yeterliydi.
Hepsi gittikten sonra ceketine sımsıkı sarındı ve
tatlı dal beĢiğinde rahatını sağladı. Annesine ve babasına
iyi geceler diye fısıldadı. Avcı Takımyıldızı'nın
yukarısında yan yana duran iki parlak yıldızdı onlar...
Onu korumak için sabaha kadar parılda-yacaklardı. Sonra
Emmi ormanın gece Ģarkılarına gömüldü. Eski
hatıraların, kökleri birbirine karıĢmıĢ, koyu kahverengi
mırıltıları... Ona gözlerini yumup uyumasını mırıldanıp
Ģafağa dek Ģarkı söylediler.
TaĢyol'un neredeyse karĢısındayız. Atlarımız
kiĢnemeye ve ürkmeye baĢlıyor. Nero gaklaya gaklaya
bize doğru geliyor. Yüzüme sivri bir Ģey batıyor. Sonra
bir baĢkası... Bir tuz yağmuru tepemize inmek üzere.
Tuz yağmuru, cehennemin göbeğinden gelen bir
çığlık eĢliğinde üstümüze çullanıyor ve bir anda
sırılsıklam oluyoruz. Örtülerimize rağmen fena
ıslanıyoruz. Giysilerimiz ağırlaĢıp sarkıyor, tuzdan dolayı
topaklanıyor. Her-mes titriyor. Onu ve kendimi
sakinleĢtirmek için boynunu yanağımla okĢuyorum. Nero
kalbime yaslanmıĢ vaziyette zangırdıyor.
Tuz yağmuru asla uzun sürmez. Dakikalar
içerisinde biter. Ve iĢte, geldiği gibi çabucak gidiyor.
Solgun benizli, soluksuz ve ĢaĢkın bir halde örtülerimizin
altından çıkıyoruz. Cehennem ardında bir çeĢit cennet
bırakıyor. Gökyüzü berrak bir biçimde aya ve ötesine
uzanıyor. Biz döndükçe ayaklarımız çatır çutur ediyor.
Ilık bir rüzgâr tenimize hafifçe değiyor.
Sonra yolumuza devam ediyoruz. Çakıl Yarı
kavĢağında ve gece yarısının baĢlangıcında, bizimkilerle
yolumuzu ayırıyorum. Geceden sabaha gidip
gelmelerime alıĢkınlar ama ben onlara gitmem gereken
bir yer olduğunu ve geçitte onlarla tekrar görüĢeceğimi
söylüyorum.
Yollarımız ayrılıyor. Onlar batıya, ben
kuzeydoğuya... Derinkuyu Kulesi buradan yarım mil
ötede bulunuyor.
Saba, Jack'le buluĢuyordu. Gizli bir âĢığın
telaĢıyla gitmiĢti.
Kendisini peĢine takılmaktan zorla alıkoydu.
Elleri yuları aniden kapıp çekiverdi. Atı tepki gösterdi.
Dengesini kaybetmiĢ bir kısrak gibi davranmak zorunda
kaldı.
Bundan böyle takip etmeyecekti. Artık öncülük
edecekti. Cebindeki rulonun yardımıyla, Jack'i doğrudan
doğruya DeMalo'ya yönlendirecekti.
Atını sürdü, düĢündü ve planım yaptı.
Jack ve ben daha önce burada hiç buluĢmadık.
Derinkuyu Kulesi moloz tarlasından ayrı bir yerde.
UfalanmıĢ tuğla bir parmak, gökyüzünü iĢaret ediyor.
Ben yaklaĢırken midem kaygıyla ekĢiyor. Dün gece çok
fena ayrıldık. Aramızda söylenmemiĢ çok fazla Ģey vardı.
Bu gerçekten dün gece miydi? Her gün Ģu anda bana bir
ömürmüĢ gibi geliyor.
Nero yaklaĢtığımızı haber vermek için ötüyor.
Jack'in midillisi bir kapı enkazının yanında sabırla
bekliyor. Hermes'i Kell'le beraber bırakıp baĢımı
paramparça kemerden eğerek yuvarlak bir odaya
geçiyorum. Oda taĢ çatlasa dört metreye dört metre.
Tuğla duvarları yosunlu.
"Adımına dikkat et," diyor Jack.
Odanın ortasında bir kuyu deliği var. Ay ıĢığı
tarafından aydınlatılmıĢ. Jack diğer taraftaki duvara
yaslanıyor. DeğiĢiklik olsun diye kendisi gibi görünüyor.
Üstünde kendi yıpranmıĢ kıyafetleri, baĢında hırpalanmıĢ
eski Ģapkası, ayaklarında yırtık pırtık çizmeleri...
"Mesajın acil diyordu," diyorum.
Jack bana bakmıyor. Sabit gözlerini kuyunun
karanlığına dikiyor.
"Ne oldu?" diyorum. Sesim neredeyse hiç
çıkmıyor.
"Skeet," diyor.
Bir an için rahatlıyorum. Mercy'ye bir Ģey
olduğunu düĢünmüĢtüm bir an için. "Skeet, ha?"
diyorum. "Ne olmuĢ?"
"Bir Tonton'un doğrudan doğruya gözüne
bakmıĢ," diyor Jack.
"Tam bir erkek gibi. Dimdik ve onurlu. Ona
söylediğim gibi," diyorum.
"Onu vurmuĢlar," diyor.
O an arkamdaki duvara yığılıyorum. Skeet öldü
demek. O gün değirmendeki hali gözlerimin önünden
geçiveriyor. Sarı tekerlekleri ve Otis adında bir atı olan
arabasından bahsediyordu en son.
"Bu benim hatam," diyorum.
Nihayet Jack bana bakıyor. GümüĢi gözleri ay
ıĢığında bariz fark ediliyor. "Kendini suçlamaya son ver,
her seferinde aynı Ģeyi yapıyorsun," diyor. "Bize biraz
güven. Tehlikeleri hepimiz biliyoruz ve onları göze
almayı kendimiz seçiyoruz. Skeet uzun bir süredir
hayatın kıyısında yaĢıyordu. Bu üzücü. O iyi bir adamdı
ve bizim iyi insanlara ihtiyacımız var; fakat ya bir hata
yaptı ya da sadece Ģansı yaver gitmedi. Durum bundan
ibaret. Hepimiz bunu kabul ediyoruz."
BaĢımı hayır dercesine iki yana sallıyorum.
"Evet," diyor Jack, "sana söyleyebilseydi, buna
değdiğini söylerdi, adım gibi biliyorum. Dinle, onu iki
köle çetesine sokup çıkarmayı baĢardım. DeğiĢim
vaktinin geldiği, Ölüm Meleği'nin geri döndüğü ve sen
haber gönderdiğinde harekete geçmeye hazır olmaları
gerektiği mevzularının konuĢulmasını sağladı. Bebek
meselesine gelince... onlardan birkaçı çok zayıf oldukları
için baĢarılı olamadılar. Yine de geri kalanına büyük özen
gösterdik ve Ģimdiye kadar hiçbir sorun yok."
"Öyle mi?" diyorum. "Kaç bebek var?"
"Yedi," diyor.
"Bu yeterli değil," diyorum. "Mercy'yi
bulunduğu bebek evine geri götürdün mü? Orada neler
olup bitiyor?"
"Mercy ve Cassie'nin kurdukları o plan," diyor
Jack. "Ölü doğmuĢ olarak bildirdikleri bebeklerin
kaçırılması mı? Mercy iki bebeği kaçırdı. Bütün
hesaplamalarımız, bunu çok kısa bir süre içerisinde
dikkat çekmeden yapmanın güvenli olmasına yönelikti."
"Daha fazlasına ihtiyacımız var," diyorum.
"Bunu diğer bebek evlerine hızla yaymalıyız. Mercy'yi
baĢka bir bebek evine götürmelisin."
KonuĢmaya baĢlıyor ama duraksıyor.
Söylenilmesi gerekeni söylemek istemiyormuĢ gibi bir
hali var.
Doğruluyorum, ellerim karıncalanıyor. "Ne?"
diyorum. "Ne oldu?" Kuyunun etrafından aceleyle
dolanıp kolunu tutuyorum. "Haydi, Jack, söyle bana."
"Mercy, Skeet'in yerini aldı," diyor.
"Onu durdurman gerekirdi," diyorum.
"Niye? ArkadaĢın olduğu için mi?"
"O topal, Jack. Çok zayıf."
"Öyle istedi," diyor. "Israr etti. Skeet öldüğü için
bunu yapabilecek tek kiĢi olduğunu söyledi ve haklı."
"Ona bebek evlerinde ihtiyaç duyuyoruz,"
diyorum.
"Eldekiler bunlar," diyor. "Mercy'nin beraber
çalıĢtığı ebeyi Yedinci Bölge'ye götürdüm artık."
Duvara yaslanıyorum. BaĢımı soğuk taĢa
dayıyorum. "Onun köle çetelerinde yer almasını
istemiyorum," diyorum.
"Çok kötü, o Ģimdi orada," diyor. "Hepimiz senin
planına baĢ koyduk. Her Ģey göründüğü gibi.
Mağlubiyetler, galibiyetler ve inandığımız Ģey uğruna
hayatlarımızı tehlikeye atmamız..."
"Biliyorum," diyorum. "ġaĢırdığımı söyleyemem.
Öyle yapmasaydı daha çok ĢaĢırırdım. O yırtık pırtık eski
tuniği saklaması iyi olmuĢ."
"Yırtık pırtık demiĢken, sana ne oldu?" Tuzdan
dolayı ağırlaĢmıĢ ıslak ceketimi elliyor. "Sırılsıklamsın."
"Ah evet," diyorum. "TaĢyol'da tuz yağmuruna
yakalandık."
Vücuduma bir ürperti yayılıyor. Birdenbire
üĢüyorum.
"Haydi, çıkar Ģunu. ĠĢte, benimkini al," diyor.
Ceketini çıkarıp bana sarıyor. Vücudunun sıcaklığı ve
kokusu var. "Ha Ģöyle, bu daha iyi," diyor.
"Erken saatlerde..." diyorum, "Cennet
Yurdu'nday-ken, oğlanların orada olmaları benim
hatamdı, özür dilerim. Yorgundum, doğru düzgün
düĢünemiyordum. Daha da kötü olabilirdi."
"Ziyanı yok," diyor.
"Yardımına ihtiyacım var," diyorum. "Oraya
nasıl gireceğimizi veya girmemizin gerekip
gerekmediğini düĢünemiyorum. Bir fikrin varsa, ondan
kesinlikle faydalanabilirim."
"Daha sonra," diyor. "Yorgun görünüyorsun."
"Her Ģey Yeni Cennet yüzünden," diyorum.
"Burası etrafımı kuĢatıyor. Bunu hissediyorum. Beni
giderek daha sıkı sarıyor. Tüm bu ağaçlar, kökler...
Ġleride ne olacağına iliĢkin hiçbir görüĢ yok. En kötüsü de
bu sanırım."
"Bazılarımız rotamızı ufka çevirdik," diyor.
"Öte yandan Lugh burayı seviyor," diyorum. Bir
anlığına sessizleĢmemin ardından da "Eğer herhangi bir
yere gide-bilseydin, Jack, Ģu anda nereye giderdin?" diye
ekliyorum.
"Hiç gitmediğim bir yere," diyor. "Çok yer
gezdim, sana bunu söyleyeyim. Tohum deposundaki o
haritanın tepesini fark ettin mi? Açık suyun büyük
alanından baĢka bir Ģey yok. Kenarları boĢaltılmıĢ.
ĠĢaretli bir ırmak var. O ırmağı bulur ve oraya ulaĢır
ulaĢmaz, kendime bir kayık alır ve ilerlemeyi
sürdürürdüm."
Sonra yüzüme dokunuyor. Bana dokunurken,
beni seyretmesini seyrediyorum. Biz ay zarafetinin
solgun ıĢığında... Ben onun gümüĢi gözlerinde
boğulurken...
"Bana öyle bakma," diyor.
"Bana öyle dokunma," diyorum.
Onu duvara nazikçe bastırıyorum. Gömleğini
açıp düzeltiyorum. Kalbini, tenine zalimce kazılmıĢ kızıl
güneĢi, iki kötü adama hadlerini bildirerek kazandığı
Tonton kan dövmesini dudaklarımla kutsuyorum.
Dudaklarım göğsünde bulunan, arkadaĢlık uğruna aldığı
yara izi boyunca yavaĢça ilerliyor. Dövme ve yara izleri
bana güzel gözüküyor ve âdeta onun göründüğü insan
olduğunu itiraf ediyor. Ġçindeki yaraları göremiyorum.
Bu gerekçeyle görebildiklerimi onurlandırıyorum.
Ağzımın altındaki teni ürperip yükseliyor. "Dur,
beni öldüreceksin," diye fısıldıyor.
"BaĢlamadım bile," diyorum.
Neden kaldığını, bana niye dokunduğunu, dün
geceki soğukluğundan beri zihninde neyin değiĢtiğini
sormayacağım. Utancıma, yalanlarıma göğüs gererek risk
alamam. ġimdilik bu armağanı dikkate alacağım.
KalptaĢı onun için alev alev yanıyor. îlk baĢta olduğu
gibi... Kim olduğumu ona sonsuza dek mühürlediği
zamanki gibi...
MuhteĢem bir an için gerçekten olduğum yerde
ve onun bana bir keresinde söylediği gibiyim. Ġyi, güçlü
ve gerçek...
Ten teneyiz.
Nefes nefese...
Günahlarım onun kalp atıĢma doğru
yuvarlanıyor.
ġimdi var. Burası var. O ve ben varız.
ġu bozulmuĢ dünyada, bu kadarı yeterli.
ġafağın kızıl çizgisi, mavi geceyi sabaha
evirirken Jack, Hermes'i lanet olası dikenli çalının
yanında durduruyor. Burada, geçidin doğusuna güvenli
bir uzaklıktayız. Kendimi sırtına sıkıca bastırıyorum. Keli
arkada bağlı, sessizce duruyor. Yakınlardaki bir huĢ ağacı
korusundan bir karatavuk avazı çıktığı kadar öterek ıĢığa
hoĢ geldin diyor. Nedendir bilinmez ama her Ģafağın
övülecek ender bir mucize olduğundan haberdar. Yegâne
ses bu. Suskunluk, dünyanın kemiklerine kadar iĢliyor.
Hareketsiziz. Hareket etmek, zamanın
kıyısındaki bu parıltıyı bozardı. Kalbimi Jack'in kalbiyle
birlikte çarptırıyorum. Nefesimi nefesiyle beraber alıp
veriyorum. Sabah, çevremizde yavaĢ yavaĢ, sessizce
açıyor.
KonuĢuyor. YumuĢakça. "Ve iĢte bugün tüm
dünyanın yolunu gidiyorum."
Kuleden buraya dek tek kelime dahi etmedik.
"Beni büyüten kadın," diyor. "Bazen ölenlerin
gece nöbetine otururdu. Gözlerini kapadığında böyle
söylerdi."
"GüzelmiĢ," diye fısıldıyorum. "Bir daha söyle."
"Ve iĢte bugün tüm dünyanın yolunu gidiyorum.
Bu, gitmek için uygun bir an olurdu."
Karatavuğu dinliyoruz. Derken Nero da diken
ağacındaki tüneğinden gaklıyor. Gündoğumunu mütevazı
bir karga Ģarkısıyla selamlıyor. Çok tekdüze bir Ģarkı olsa
da içtenliğinden ödün vermiyor.
Gün bizi kucaklamaya baĢlıyor. Jack, Hermes'ten
iniyor ve Kell'in bağını çözüyor. Ceketini çıkarıp ona
uzatıyorum. Zamanın dıĢındaki anımız tamamlanıyor.
Jack çocukluğundan ilk kez bahsetti. Onu
büyüten kadın hakkmdaki her Ģeyi bilmek isterdim.
Adını, hâlâ yaĢayıp yaĢamadığını, ona iyi davranıp
davranmadığını... Ailesine ne olduğunu öğrenmek
isterdim. O benim hakkımda çok fazla Ģey biliyor. Bense
onun hakkında çok az Ģey biliyorum. Ama yine de önemli
değil.
Parmağını boynumdaki kalptaĢma koyup
dizlerimin bağını çözen çarpık gülümsemesiyle bana
bakıyor. "Onun kendi kendini yakmadığına ĢaĢırdım,"
diyor. "Bu gece Cennet Yurdu'nda mı buluĢuyoruz?"
"Öyle sanırım," diyorum. "Nero'yu yollarım."
Son bir dokunuĢ, son bir öpücük, son bir söz için
neden bilmem çırpmıyorum...
Ve Jack avucumu öpmek için baĢını eğiyor.
"HoĢça kal, Saba," demesinin ardından kendisini Kell'in
sırtına savurup kuzeye dönüyor. Ben de zamanın beni
beklediği geçide yöneliyorum.
Günün ilk ıĢığından evvel, Emmi çitin
bitiĢiğindeki uzun çama tırmandı. Öbür tarafta bir bahçe
vardı. Kendisini dalların arasında derinlemesine gizledi,
gövdeye yaklaĢtırdı. ĠzlemiĢ, dinlemiĢ ve öğrenmiĢti.
Yapabileceği tek Ģeyin ne olduğunu keĢfettikten sonra
onu yapmak için eline geçecek fırsatı ve doğru zamanı
kollayacaktı.
Ranzalı koğuĢlardan sessiz tek sıra halinde uzun,
alçak binaya doğru ilerleyen oğlanları ve kızları
seyrediyordu. En az elli çocuk saydı. Her yaĢta. En
küçükleri aĢağı yukarı dört yaĢında gözüküyordu. En
büyükleri on iki veya on üç... Kızlardan bazılarının
göğüsleri vardı. Daha önce bu kadar fazla çocuğu bir
arada hiç görmemiĢti. Her biri ailelerinden koparılmıĢtı.
Bunun nasıl hissettirdiğini biliyordu. Yemek
tenekelerindeki kaĢıkların Ģakırtılarını iĢitiyordu.
Kahvaltı vaktiydi. Onların yemelerini bitirmelerini
beklerken, ısırgan otu pastasını yedi.
Derken tekrar sırayla dıĢarıya çıktılar ve Tonton
olmayan bir adam, teneke bir düdükle tiz bir ses çıkardı.
Onlara iĢçi grupları halini almaları için bağırdı. Hepsi
bunu yaptıktan ve "Yol Gösterici çok yaĢasın!" diye
haykırdıktan hemen sonra kendi iĢleriyle meĢgul oldular.
Hayvanlara bakma, çatıları onarmak için tahta
merdivenlere tırmanma, göletin kıyısındaki ördek
kümesinde yumurtaları kontrol etme, yerleri yıkamak
amacıyla kuyuda su kovalarını doldurma, yarım inĢa
edilmiĢ ahırda çalıĢma... Etrafta dolaĢan siyah urbalı
Tontonlar vardı ama Emmi onlardan çok görmedi.
Düdüklü adam gibi, baĢka yetiĢkinler de vardı.
Çocuklarla beraber çalıĢarak, onlara iĢleri doğru Ģekilde
nasıl yapacaklarını gösteriyorlardı.
Bir grup, çapaları, kürekleri, tırmıkları ve
kovaları taĢıyarak Emmi'nin aĢağısındaki bahçeye
yöneldi. Tek kelime dahi etmeden, çalıĢmaya baĢladılar.
Çapalıyor ve yabani otları çıkarıyorlardı. Toprağı
kazıyor, çeviriyor ve tırmıkla düzeltiyorlardı.
Biraz sonra Em özellikle bir kızı izledi; onu
yakından inceledi. AĢağı yukarı kendi yaĢında, kuvvetli
bu kızın kolunda di-ğerlerininki gibi sayı dövmeleri,
uzun, düzenli bir örgü içerisinde ateĢ kırmızı saçı ve
çalıĢırken etrafa bakınmayı sürdüren koyu renk gözleri
vardı. Ne arıyordu? Acaba bir fırsat mı kolluyordu?
Kız kaĢ çatarak duraksadı. BaĢını ormana doğru
çevirdi ve ağaçları taradı. Ġzlendiğini biliyormuĢçasına...
YavaĢ yavaĢ tam da çite doğru çapalayarak yol alıyordu.
Hiç kimsenin bakmadığından emin olarak yabani ot
kovasından bir ayrık otu parçasını kaptı ve dikenli tel
örgünün arasından fırlattı.
Topraklı parça, çamın yanına pat diye düĢtü.
Ağaç dallarının güvenliğindeki Emmi nefesini tuttu. Bu
doğru an mıydı? Yoksa bir tuzak mıydı? Bir çam
kozalağım büküp kopardı, göğsüne tuttu ve küt küt atan
kalbine yapıĢtırdı. Ümitkent'in Emmi'si ne yapacaktı?
Sert darbelerden ve korkudan aklı sayesinde kurtulmamıĢ
mıydı? Kozalağı kızın ayaklarına düĢmesi için fırlattı.
Kız kozalağa sabit gözlerle baktı. Gözlerini ağaca
doğru kaldırdı.
Emmi aĢağıya bir kozalak daha attı.
Kız "Kim var orada?"diye fısıldadı.
"Ben," dedi Emmi. "Adım, Emmi. Sana yardım
etmek için buradayım."
"Ben Nell." Kız alçak sesle çabuk çabuk
konuĢarak tekrar ça-palamaya koyuldu. "Bakan hiç kimse
yok. Sessiz olursak duymazlar. Buradan kurtulmalıyım,
Emmi," dedi. "Çabalayıp ailemi bulmalıyım. Bana
gerçekten yardım edebilir misin?"
"Hepinize yardım edeceğim," dedi Emmi.
Çite boylu boyunca baktı. Çocuklar için bir
kafesti bu. Tırmanan herhangi birini lime lime
parçalayacak olan yüksek ve fena dikenli telleri vardı.
Ümitkent'te, Saba kaçmak için Kafes'in parmaklıklarına
tırmanmıĢtı. Ġçeriden kurtulmak için mücadele etmiĢti.
"ġu kol dövmesi," dedi Emmi. “Yaptıklarında
canını yaktı mı?"
"Dayanamayacağım kadar kötü değil," dedi Nell.
"Tamam," dedi Em. "ġeytana tükür ve hiç
kimseye hiçbir Ģey söylemeyeceğine yemin et. Ne olursa
olsun."
Nell tükürdü. "Yemin ederim," dedi. "Sen ne
yapacaksın?"
"Görürsün."
Emmi gövdesine sarıldığı çamdan kayarak indi
ve görüĢ menzili dıĢında kalarak fakat daima çitin
kenarından giderek ağaçların arasında sessizce ilerledi.
Yola vardı. Cennet Yurdu'nun ön kapısına doğru hüzünlü
bir Ģarkı söyleyerek yürüdü.
Orada durdu; çizmeleri hâlâ boynunda asılıydı.
Devriye nöbetindeki Tonton çite yakın, ondan uzakta
yürüyordu. Kapının parmaklıklarım kavradı ve
tangırdattı. Tonton koĢarak, bağırarak, ateĢ çubuğuyla
niĢan almıĢ olarak gelirken, Emmi ellerini havaya
kaldırdı. Biraz titriyorlardı. Karnında gerginlik vardı. O
sadece bir çocuktu; onun korkmasını beklerlerdi. Ama
korkmuyordu. Sadece gergin ve heyecanlıydı.
Ümitkent'te Pinchlerin, DiriliĢ'te Tontonların
tutsağı olmuĢtu. Her iki seferinde hayatta kalmıĢ,
güçlenmiĢ ve kaçmıĢtı. O yalnızca Ölüm Meleği'nin kız
kardeĢi değil; aynı zamanda Özgür ġahin'di. Özgürlük ve
adalet savaĢçısıydı.
Muhafız kapıyı çekerek açarken, Emmi sıkılı
yumruğunu kalbine götürdü. "Yol Gösterici çok yaĢasın!"
dedi.
Böylelikle içeriye girdi. BaĢka hiç kimsenin
yapamadığı bir Ģey yapıyordu.
Yakında bir Ģey daha olacaktı. Büyük lanet
olasıca gümbürtü... Saba söz vermiĢti. Emmi dinleyecek,
öğrenecek, seyredecek ve bekleyecekti. Saba haber
verdiğinde, harekete geçmeye hazır olacaktı.
Geçitte her yer garip bir biçimde sessiz. Takipçi
beni karĢılamak için koĢarak geliyor. Merhaba diye
sesleniyorum ama hiç kimse yanıt vermiyor. Bütün
barakalar boĢ. Peg de görünürlerde yok. Sadece
hapishane kuĢları kafeslerinde cıvıldıyorlar. "Lugh!" diye
sesleniyorum. "Emmi!"
Hurda tepelerinin arasındaki patikalarda da
kimsecikler yok.
Takipçi'ye "Hepsi nereye gitti?" diyorum.
"Emmi!" diye haykırıyorum. "Lugh! Lanet olsun. Lugh!"
Avlu çanının halatını çekiyorum. Gürültüyle
uyanmıĢ gibi ciyak ciyak ses çıkarıyor. Nero kuĢ bakıĢı
görünüm için havada dolaĢıyor ve tam Lugh ıslık çalıp
yanındaki su kovasını çalkalayarak görüĢ menziline
girerken gaklamaya baĢlıyor. "Bu panik de neyin nesi?"
diyor.
"Uzun süredir sesleniyorum," diyorum. "Herkes
nerede?"
"BaĢka hiç kimseden haberim yok," diyor. "Ben
atlara bakıyordum. Açlıktan gebermiĢ olmalısın. Büyük
bir tencere dolusu kök lapası piĢireceğim. Sıcak ve
besleyici, tam da ağzıma layık."
"Suç hayatından vazgeçtiğini sanıyordum,"
diyorum.
Molly'den daha kötü bir aĢçı olabileceği pek
mümkün görünmüyor. Fakat Lugh var. Onu piĢirme
ateĢine yaklaĢtırırsanız, vebali boynunuzadır. Onun kök
lapası bilhassa berbattır.
"Nankör velet. Onu yiyecek ve bana güzelce
teĢekkür edeceksin." Geçerken yanağımdan makas alarak
pis pis sırıtıyor. "Cennet Yurdu için planları
konuĢabiliriz," diyor. "Birkaç fikrim var."
"NeĢen yerinde," diyorum. "Em nerede?"
Yanıtlamak için geriye doğru yürüyor.
"Kalktığımda gitmiĢti," diyor. "Ormanda yeni bir gezinti
için yola erken koyulmuĢ olsa gerek. Acıktığında ortaya
çıkacaktır. Sen de Ģu ceketini yıkayıp tuzdan armdırsan,
iyi edersin. îlk iĢim benimkini yıkamaktı. Bugün güzel
bir kurutma günü."
"Evet, anne," diyorum.
"Sıcak lapa hemencecik olur," diyor. "Hazır
olduğunda, zili çalarım."
"Bana acı çektirme, Ģimdi öldür beni," diye
mırıldanıyorum.
Takipçi'ye takılıp düĢmesine ramak kalan Lugh
yemekhaneye doğru yöneliyor. En nefis lokmanın
kokusunu Ģimdiden alan Takipçi, aĢçının bacaklarının
arasında yılan sarmaĢığı gibi döne döne gidiyor. Lugh'un
kök lapasının tadı, alıĢkanlıktan ötürü ona güzel geliyor
olmalı.
Nero ve ben yıkanma göletine doğru yol
alıyoruz. Yarı yolda, bize doğru gelen Tommo'ya
rastlıyoruz. Gözleri yere sabitlenmiĢ, elleri ceplerine
sokulu, aklında ağır bir yük varmıĢçasına kaĢlarını
çatarak avluya geri dönüyor. Nero onun dikkatini çekmek
için üzerine uçuyor. Tommo beni görünce irkiliyor.
Yanakları kızarıyor. Birkaç adım kala duruyoruz.
"Derin düĢünceye dalmıĢsın," diyorum.
"Em'i arıyordum."
"UzaklaĢmıĢ olamaz."
DiriliĢ'teki o berbat geceden sonra, Tommo asla
yalnız kalmamamız gerektiğine kanaat getirmiĢti.
ĠncinmiĢti ve kızgındı. Kendimden öylesine utanmıĢtım
ki ben de ondan uzak durdum. Ama art arda iki gündür
baĢ baĢa kaldığımız anlar oluyor. Onun zihninde bir
Ģeyler değiĢmiĢ. Aslında köprüden beri bir Ģeylerin
değiĢtiği aĢikâr.
ġimdi karĢımdaki konumunu bozmuyor. BakıĢı
sürekli benimkiyle, istikrarlı bir biçimde buluĢuyor.
Belirsizlik yok. Dargınlık yok.
O geceden beri Tommo'ya gerçek bir özür
borçluydum. Çok uzun bir süredir. Böyle bir fırsat daha
yakalayamam. Söyleyeceklerimi kafamda planlayıp
tekrarlıyorum. Ardından derin bir nefes alıp konuĢmaya
baĢlıyorum. "DiriliĢ'te o gece," diyorum. "Seni o Ģekilde
öptüm. Ne düĢündüğünü biliyordum. Bu benim seni,
senin beni sevdiğin gibi sevdiğim anlamına geliyordu.
Oysa bencilce ve ahlaksız-caydı. Öyle biri olabilirim.
Gurur duyduğum bir Ģey değil ama ben karakterimi
geliĢtirmeye çabalıyorum. Üzgün olduğumu söylemek
istiyorum, Tommo. Sen iyi bir insansın. Bunu asla
yapmamam gerekirdi. Gönülden özür dilerim."
"O zaman özür dilemiĢtin," diyor.
"Çok erkendi," diyorum. "Acın çok tazeydi.
Bunca zamandır aramızda hep bir gerginliğe sebep oldu.
Bunu unutacağımıza inanıyorum. Seni incitmekten ve
sana yalan söylemekten nefret ediyorum, Tommo. Seni
önemsiyorum."
"Dur, tahmin edeyim," diyor. "Erkek kardeĢ
gibi."
"Çok sevgili erkek kardeĢ," diyorum.
"Ben seni bir erkeğin bir kadını sevdiği gibi
seviyorum," diyor. Yalnızca bunu söylüyor. Bu kadar
basit. Sözcükleri bir sustalı bıçak, sicim ve diğer ıvır
zıvırm karmakarıĢık bir halde olduğu cebinde taĢıyor
gibi.
ĠĢte bu hesapta yoktu. Bir sıcaklık dalgası
boynumda ağır ağır ilerliyor. "Lütfen, sevgini bana
harcama," diyorum. "Ben sana yalan söyledim, Tommo,
yanlıĢ davrandım. Sen sadece, beni sevdiğini
zannediyorsun. Tanıdığın tek kız benim. Birkaç kızla
daha tanıĢsaydm, fikrini değiĢtirirdin. Senin yalnızca,
baĢka kızlarla tanıĢmaya ihtiyacın var."
"Sen istediğini düĢün," diyor. "Ben kalbimi
biliyorum."
Bana yaklaĢıyor ve ben onun niyetini anlamadan
önce, sıcak dudaklarını benimkilerin üstüne yerleĢtiriyor.
Beni öpüyor. YavaĢ ve yumuĢak. Hiçbir surette
beceriksizce ya da belirsizce değil. îkincisi, beni daha
önce öptüğü gibi değil. Eğer onu arzulasaydım, ona içim
gitseydi, böyle bir öpücük beni mahvederdi. Mevcut
haliyle dahi nefesimi kesiyor. Derken dudaklarımız
ayrılıyor.
"Jack hayatımızdan çıktı," diyor. "Senin için hiç
de uygun değildi. Sen yaptıklarını sırf o seni çok fena
incittiği için yaptın. Bense sadığım. Hiçbir yere
gitmiyorum."
Bir an için dilim tutulduktan sonra, baĢka ne
yapacağımı bilmeksizin konuĢurken kekeliyorum.
"GeçmiĢe dö-nebilseydim, tamamen farklı davranırdım,"
diyorum. "O geceyi her düĢündüğümde, utanıyorum."
Bana sevimli bir Ģekilde gülümsüyor ve "Bitirdin
mi?" diye soruyor.
"Evet," diyorum.
"Benden ne istiyorsun, Saba?" Bunu sabırla
söylüyor. Yaramaz bir çocukmuĢum gibi...
"Senden beni sevmemeni istiyorum."
"AĢk öyle iĢlemez," diyor.
"Peki o halde, bağıĢlanma," diyorum.
Omuzlarını silkiyor. "Seni bağıĢlıyorum."
îki sözcük. Onları istiyordum. Ama Ģimdi beni
boğulma taĢı gibi aĢağı çekiyorlar. Bu tam da çok zeki
olduğumu düĢünmeme hizmet ediyor. Yani kendi
koĢullarımda her Ģeye sahip olabilirim. Tek derdim,
Tommo. Doğru Ģeyleri söyleyeceğim, özür dileyeceğim
ve olmamızı istediğim yere geri döneceğiz. Samimi ve
kolay.
Ama onu hesaba katmadım. Yani onun farklı
oluĢunu... Ondaki bu yeni amacı, bu yeni gücü. Daha
önce asla olmayan bu dayanıklılığı... Tommo'nun gözleri
daima geçmiĢine dönüktü. Bahsetmeyeceği veya
bahsedemeyeceği hadiseler yüzünden gölgeli, bulutlu
bakardı. Fakat Ģimdi bakıĢında bir keskinlik, berraklık
var.
"Bana daha içten baktığın bir gün gelebilir,"
diyor. "Fikrini değiĢtirmediğin sürece bunu tekrar
konuĢmayacağız."
O oğlandan eser kalmamıĢ. AğırbaĢlılığıyla kendi
küçüklüğümü yüzüme vuran Tommo bir baĢ selamı
eĢliğinde yanımdan geçmeyi sürdürüyor.
Kendimi Ģimdiye kadar hissettiğimden daha da
kötü hissederek, azledilmiĢ bir halde, orada öylece
dikiliyorum. KeĢke ağzımı kapalı tutsaydım. Çuvalladım.
Beni sevmemeni istiyorum. Ben yaramaz bir çocuğum.
Çok aptal ve beceriksiz... Tommo söz konusu olduğunda,
hiçbir Ģeyi doğru yapamıyorum.
"Lanet, lanet, lanet," diyorum yumuĢakça. Onun
aĢk yükünü istemiyorum. Beni suçluluk duygumun bile
çekebileceğinden çok daha aĢağıya çekiyor. KeĢke Molly
burada olsaydı. O, erkekler hakkında çok Ģey biliyor.
Bana ne yapacağımı söylerdi.
Derken Tommo tıslıyor, "Saba!" ve Takipçi
birdenbire çevremde toy bir kurdun telaĢıyla sessiz
daireler çiziyor. Kötü bir durumun olduğu uyarısında
bulunuyor. Tekrar avluya doğru koĢuyor. Tommo ve ben
de Takipçi'nin peĢinden depara kalkıyoruz. Kızgınlık,
ayaklarımın hızını arttırıyor.
Lugh... Lugh'un baĢı dertte olmalı.
Takipçi'nin tasmasını kavrıyorum ve
yemekhanenin yakınındaki bir hurda yığınının arkasına
dalıp çöküyoruz. Nefesimizi tutuyoruz. Vücutlarımız ani
korkunun kızgın sıcaklığıyla yanıyor.
Bir Tonton yerdeki bir adama silah doğrultuyor.
Yüzükoyun yatan adamın elleri baĢının arkasında. Siyah
saçlı, tıknaz, Yeni Cennet yollarının kırmızı tozuna
bulanmıĢ. Yabancı bir atı var. Ġçimde bir Ģeyler titreĢiyor.
Bu adamı tanıyor muyum? KoĢum takımları gösteriĢli iki
at daha var. Tonton binekleri... Öyleyse diğer Tonton
nerede? O sırada Lugh yemekhaneden elleri havada
çıkıyor. Ardındaki diğer Tonton, Lugh'un sırtını bir ateĢ
çubuğuyla dürtüyor. Ġki Tonton. Hazır ve nazır. Burada
ne halt ediyorlar?
Sonra yerdeki adam aniden çekilerek ayağa
kaldırılıyor. ġoktan ötürü midem kasılıyor. O, Manuel.
Değirmende tanıĢtığım Kurtarıcı. Beni görmek için
burada olsa gerek. Gece vakti yolunu değiĢtirip dıĢarı
çıkma yasağını çiğnediğine göre çok önemli bir gerekçesi
var. Tonton devriyeler onu fark edip buraya kadar takip
etmiĢ olmalılar.
Gözlerim Tommo'nun gözleriyle buluĢuyor;
ellerim panik halinde iki yana açık. Silahım yok. Tommo
da baĢını iki yana sallıyor. Onun da silahı yok.
DüĢün, Saba, düĢün.
Lugh'un gömleğinin kolunu sıyırıp bir kol
dövmesinin olup olmadığını kontrol edecekler.
Olmadığını görünce onu sorgusuz sualsiz vuracaklar.
Etrafımıza bakıyorum. Hurdadan baĢka hiçbir
Ģey yok. Faydasız, iĢe yaramaz... Akabinde baĢımın
bitiĢiğindeki yığma bakıyorum. Hayır, bunda da diĢe
dokunur hiçbir Ģey yok. Hah, evet. ġu, iĢe yarar iĢte! Bir
araba parçası olduğunu düĢündüğüm ezilmiĢ metal sacı
kavrıyorum. Tommo'ya diğer sacı kavramasını iĢaret
ediyorum. Bize uygun koruma sağlayacak kadar
büyükler. Sicim parçalarını sert tutamaçlar haline
getirmek için düğümlerken acele ediyoruz. Her birimizde
bir kalkan...
Tommo'ya Manuel'in yanındaki adamı
gösteriyorum. Külüstür kalkanlarımızı kaldırıyoruz.
Sonra sessizce sayıyorum. Bir. Ġki. Üç. Sonra vahĢi
kargaĢa çığlıkları atarak saldırıyoruz. Çok tiz ve
manyakça... Lugh'un yanındaki Tonton'a doğru
gidiyorum. Saldırıdan dolayı korkmuĢ halde hazırlıksız
yakalanıyor. Takipçi yanımdan rüzgâr gibi geçip sıçrıyor
ve Tonton'u yere seriyor. Adamın silahı elinden fırlıyor.
O, ayağa kalkarken, ben de ona son sürat vuruyorum.
Geriye doğru uçuyor. Kalkanı tutarak üstüne atlıyorum.
Bu onun iĢini bitiriyor.
Lugh silahı alıyor. Bunun üstüne "Tommo'ya
yardım et!" diye haykırıyorum.
Yerde mücadele edip tekmeleĢen Tommo,
Manuel ve öteki Tonton arasında karman çorman bir
itiĢip kakıĢma oluyor ama Tonton silahına yapıĢmasının
akabinde her nasılsa serbest kalarak ayağa kalkıyor.
Silahı Manuel'e doğru savruluyor. Tam da ben "Dikkat
et!" diye bağırırken, Peg bir anda ortaya çıkıyor. Avlu
çanının halatıyla sallanarak, adamın tam tepesine
çullanıyor. Ona öyle bir çarpıyor ki adam kendi etrafında
dönerek tam daire çiziyor. Sonra Peg kafasına
vurduğunda, feleğini ĢaĢırarak yere bir kütük gibi
çarpıyor.
Elimi aĢağıya uzatıp Manuel'in ayağa kalkmasına
yardımcı oluyorum. Biraz sersemlemiĢ ve nefessiz
kalmıĢ.
"Ne var?" diyorum.
"Bir mesaj getirdim," diyor soluk soluğa. "Senin
için." Belindeki torbayı karıĢtırıyor. "Gizlice bırakılmıĢ,"
diyor. "Bizim gruptan biri bunu dün gece geç saatte
bulmuĢ."
"Benim için, ha?" diyorum. "Nereden
biliyorsun?"
KatlanmıĢ bir kumaĢ parçasını bana veriyor.
Üstünde kömür kalemle iĢaretlenmiĢ bir kayan yıldız var.
"O sen-sin," diyor.
"Gökyüzündeki kıyamet benim hatam mı yani?"
"Yayılan haber böyle," diyor.
Bir gömleğin ucundan ya da herhangi bir Ģeyden
yırtılmıĢ kumaĢı açıyorum. Bir tek yıldız ve iki daire var.
Bunu bir an incelememin ardından cebime sokuyorum.
"Tamam, harekete geçiyoruz," diyorum. "Lugh,
Tommo. ġu iki maskarayı soyup onların kıyafetlerini
giyin. Tonton refakatine ihtiyacım var. Yoldan
gideceğiz."
Em nereye gitmiĢ olursa olsun, uzaklaĢmamıĢ
olsa gerek. Bütün eĢyaları burada ve karıĢıklık içinde.
Takipçi onları eĢelemiĢ. Em'in sakladığı bozuk bir kuru et
parçasının peĢindeymiĢ belli ki fakat birkaç çiğnemeden
sonra kusmuĢ. Emmi, Peg'in ısırgan otu pastasından iri
bir parça aĢırmıĢ.
Demek ki günün çoğunu dıĢarıda geçirmeyi
planlıyor. Hiç kuĢkusuz, son zamanlarda yaptığı gibi
kendince Ģarkılar söyleyerek ormanda geziniyordun
Molly onun tuhaflıklarını büyüme sancılarına bağlıyor.
Biz Yıldız IĢığı Geçidi'nin kapılarından
atlarımızla geçerken, Manuel hayatını kurtardığı için
Peg'e hâlâ minnet dolu bir Ģekilde teĢekkürlerini sunuyor.
Yolun uzak bir mesafesinde, iki Tonton'u yere
yığıp üstlerine Molly'nin içki fıçısını boĢaltıyoruz. O
iğrenç içki için Ģimdiye kadarki en iyi kullanım Ģekli bu.
ġanslılarsa, arkadaĢlarından biri onları tesadüfen
bulmadan önce kendilerine gelip tabanları yağlarlar. Aksi
takdirde, bilhassa atlarının ve kıyafetlerinin nereye
gittiğini; daha da vahimi, kadın elbiseleri içerisinde leĢ
gibi içki kokarlarken, kucak kucağa uyuyor olmalarını
açıklamak zorunda kalırlar.
Ölen annesinin elbiselerinden ikisini çaldığım
için Slim'den büyük ihtimalle epeyce azar iĢiteceğim.
Fakat onun bize anlattığına göre, Büyük Ceylan geçmiĢte
uçarı bir kadınmıĢ. Hatta daha fazlasını onaylayabilir
diye de düĢünüyorum.
Böylece gündüz vakti yollarda at sürme
cesaretini gösteriyoruz. Gitmemiz gereken yere, Yeni
Cennet'in kuzeydoğu ucuna en hızlı gidiĢ yöntemi bu.
Slim'in gönderdiği mesajı almıĢ olduk. Üstünde minik bir
daire olan daire. Bu, geçidi ve DiriliĢ'i havaya
uçurduğumuz ölümcül el bombalarından birini
simgeliyor. Nass Kampı'ndaki cephane yığınından
geliyorlar. Tek yıldızsa, yıldız okuyucu Auriel Tai.
Auriel orada, Nass Kampı'nda. Eğer Ash ve
Creed onu bu denli çabuk buldularsa, Yeni Cennet'in kapı
eĢiğine gelmiĢ olmalı. Soru yalnız gelip gelmediği...
Acaba Yılan Ġrmağındaki insanlarını da yanında
getirmiĢ midir?
Onları da getirdiyse, kaç kiĢiler peki?
Emmi'ye birçok soru sordular. Nerede ve ne
zaman doğduğunu, annesinin ve babasının kim olduğunu,
nasıl öldüklerini... Çoğu soruya yalanla cevap vermek
zorunda kaldı. Erkek kardeĢi var mıydı? Hayır. Kız
kardeĢi? Hayır. Dahası Mercy'yi hatırlatan bir kadın ona
canım diye hitap etti ve her yerine baktı.
DiĢlerine, kulaklarına, gözlerine, ellerine,
ayaklarına, tenine, uzuvlarının kuvvetine ve
düzgünlüğüne... Boyu duvardaki bir iĢarete göre kontrol
edildi. O ana dek yüksek ateĢinin, uzunca bir liste
halindeki Ģu veya bu hastalığının olup olmadığını
söylemeye mecbur tutuldu.
Sonra koluna sayı dövmeleri yaptılar. Epey uzun
sürdü, ateĢ gibi yaktı, kanattı ve canını çok acıttı. Yine de
ağlamadı Emmi. Ne de olsa kendisini koyuvermezdi.
Yüzünü astı ve Saba'yı düĢündü. Onu Kafes'te ilk kez
dövüĢtürmelerinin akabinde hiç ağlamadığını. .. Canını
ne kadar çok yoksalar da asla gözyaĢı dökmediğini. ..
Cehennem solucanı omzunu parçaladığında ve Jack orayı
diktiğinde dahi ağlamadığını... Bu acı, tüm o acılarla
kıyaslandığında hiç kalırdı. Bir damla dahi gözyaĢı
dökmek utanç verici olurdu. O nedenle bir damla dahi
gözyaĢı dökmedi.
Bugün cesaretimiz iĢe yarıyor. Yarın
yarayamayabilir. Bugün hava bozmak üzere. Rahatsız
geceler rahatsız günleri doğurur. GüneĢ yükseliyor.
Kuzeyden soğuk bir sis çıkageliyor.
Yolda birkaç tane boĢ kule var. Öte yandan, biz
kuzeybatıya doğru yol alırken diyar sessiz. Tommo ve
Lugh atlarıyla önden gidiyorlar. Manuel ve ben arkadan
onları takip ediyoruz. Manuel, Hermes'in arka tarafında
bağlı olduğu, Peg'in küçük at arabasını sürüyor. Ben
Auriel'in Ģalına sarınmıĢ vaziyette, onun yanındaki
koltukta oturuyorum. Dünyanın Kurtarıcıları'yız. Ġki
Tonton refakatçimiz eve mümkün olduğunca erken geri
dönmemizi sağlamaları için bizzat Yol Gösterici
tarafından görevlendirilmiĢler. Ben Yeni Cennet'in ilk
ikizlerine hamile, değerli bir yüküm. Hiç kimse
rahatımızı bozmaya cüret edemez. En azından planımız
böyle.
Apansız bir düĢünce bana Manuel'in kolunu
kavratıyor. "Jack hakkında tek kelime bile etme," diye
fısıldıyorum. "Hiç kimseye, tamam mı? Bu önemli."
Bana yan yan bakıyor. "KonuĢkan biri değilimdir
zaten," diyor.
Yolun tehlikelerine rağmen, at arabası taĢra
yollarında yavaĢça ilerliyor. Dikkatimizin ve koĢulların el
verdiği kadarıyla yeteri kadar ilerliyoruz. Son sürat
gitmek için epey sabırsızlanıyor olsam da böyle gitmek
en iyisi. Er geç oraya varacağız ne de olsa.
Kontrol noktalarının birkaçında Tontonlar
kapıdan çıkıyor ve doğru parolayı istiyorlar. Lugh
tamamen Jack'in Ģebekesi sayesinde buna hazırlıklı,
ancak Jack'ten habersiz. Yine de çoğunlukla gün
Tontonları umursamaz kılıyor. Bekçi kulübesindeki
sobanın sıcaklığını terk etmeye pek de hevesli değiller.
Bir tek muhafızlar son anda dıĢarıya koĢuyorlar.
Manuel'in alnındaki damgaya, benim ĢiĢkin karnıma
hızlıca bakıp kapıyı kaldırıyor ve geçmemizi iĢaret
ediyorlar. Tuhaf havalı günler tarafından takip edilen,
yıldız çağlayanı ve hayalet korkusuna iliĢkin tuhaf
geceler insanların ateĢin baĢından ayrılmayacakları
vakitlerdir.
Bebek evindeki genç Tonton'u düĢünüyorum.
Bebeği ölüme terk ederkenki kederini.... Özgürlük,
kardeĢim. Gözlerindeki taze umut ıĢığını... Senden
bahsetmeyeceğim, söz veriyorum. Bir vicdana sahip olan
sadece o olmayabilir. Aynısını hisseden baĢka Tontonlar
da olabilir. Ama zamanı geldiğinde fark yaratmak için
acaba onlardan yeterince mevcut mudur?
Yine de ne zaman ve nerede? Auriel bana
söyleyecektir. Auriel bilir.
Bütün yollarımın aynı yere çıktığını, bunun
kaderim olduğunu söylemiĢti. GümüĢgöl'den ayrıldığım o
korkunç günden beri kendi yolumda yürüyorum. Öte
yandan tüm bunların beni nereye götürdüğünü hâlâ
bilmiyorum. Bebekler, köleler, tohum deposu...
DeMalo'nun sahte görü yetenekleri...
Ay tutulması yaklaĢıyor. ġu iĢi bir Ģekilde
bitirmek zorundayım. YanlıĢ adım atarsam, bu hepimizin
sonu olacak. Fakat bundan sonra yapılması gerekeni tam
olarak kestiremiyorum. Kesin olan hiçbir Ģey yok.
Auriel'le konuĢun-caya kadar da olmayacak.
O an babamın sözleri aklımda çınlıyor:
Lugh ve Emmi sana ihtiyaç duyacaklar, Saba.
Çok sayıda baĢkaları da olacak. Korkuya teslim olma.
Her zamanki gibi güçlü ol ve asla vazgeçme. Ne olursa
olsun.
Onun eksikliği birdenbire beni göğsümden
bıçaklıyor. Babam akĢam vakti geldiğinde, onun
kollarına sokulur, kalbinin atıĢını dinler, nefes alıp
veriĢini duyar ve bu dünyada güvende olduğumu
düĢünürdüm. ġimdi tek
yapabildiğim onun sözlerine sımsıkı sarılmak...
Kendime tutunup yalnızca benim yürüyebileceğim bu
yolda adım adım ilerlemek...
Ne gelirse gelsin ve ne olacaksa olsun artık...
Zamanım acımasızca geçiyor.
Ve malum güne sadece üç gece kaldı.
ÜÇÜNCÜ GECE
Karanlık üstümüze erkenden çöküyor, bizi
hazırlıksız yakalıyor. Sis bütün gün kalkmadı.
Dolayısıyla yolculuğumuzun süresi de uzadı. Öğleden
sonra kasvetli kırmızı güneĢ sönüyor. Puslu karanlıkta
âdeta boğuluyoruz.
Devam edilemeyecek kadar tehlikeli olmasa da
gece Yeni Cennet'te dıĢarı çıkma yasağı anlamına
geliyor. Yoldan çekilip ormanda kamp kuruyoruz.
Oğlanlar uyuyorken ben de ilk nöbeti tutuyorum.
Zihnim sığ korkular bataklığında tuhaf bir döngüye
giriyor. Sisteki fısıltıları, gecenin kara kalbindeki hareketi
iĢitiyorum. Ben sıramı savdığımda Lugh nöbeti benden
devralıyor.
Yatıyor, gözlerimi kapatıyor ve uyumaya
çalıĢıyorum. Fakat dinlenme bana yaramayacak. Çünkü
kulağıma bir çocuğun belli belirsiz ve çok uzaktaki
hıçkırıkları geliyor. Kemiklerin ağaçlarda asılı kalmıĢ
kuru hıĢırtıları... Çaresizce gecenin geçmesini
bekliyorum.
Slim'i kaçırdığımız, ekĢi meyve ağaçlarının
olduğu kavĢakta duraklıyoruz. Rüzgârdan korunmasız bir
yerdeyiz. Bu biraz keĢfedilme tehlikesi anlamına da
geliyor.
Ben Molly'nin elbisesini çıkarıp mısır
kabuğundan göbeğimi atarken oğlanlar Tonton
kıyafetlerini değiĢtiriyorlar. Peg giyinmeme yardım
ettiğinden beri ben ben gibi değilim sanki.
Manuel bacaklarını esnetmek için at arabasından
iniyor. Mataraları elden ele gezdiriyor ve kuru
boğazlarımızı ıslatıyoruz.
Bu yerin çarpıcı bir güzelliği var. Rüya gibi.
Rüzgârlı bir gökyüzü... TaĢlaĢmıĢ büyük kızıl çam
ormanı ve âdeta piĢip çatlamıĢ kızıl toprak... IĢık
kulelerinin dört bir yana saçılmıĢ kalıntıları... Uzak
kuzeydeki dağların puslu parıltısı...
Hepimiz hararetli bir Ģekilde gitmemiz gereken
yol üzerine tartıĢıyoruz. Aklımda Jack'i bulmaktan baĢka
hiçbir düĢünce olmadığı için Ümitsiz Vaka'ya doğru
devam etmekte kararlıyım. Lugh ise zıt yönde ısrar
ediyor. Geri dönüp Büyük Su istikametinde batıya
gitmeyi arzuluyor. Onun istediği gibi yapsaydık, Maev
hâlâ hayatta olabilirdi. DeMalo'yla karĢılaĢmazdım.
YaĢamlarımızın o keskin ucuna doğru süratle gidiyor
olmazdık.
Kendi kendime ne söylemem gerekiyor? Burada,
geçmiĢin kavĢağında? Kendime ne yapmamı
söylemeliyim? Lugh'u dinleyip geri mi dönmeliyim?
Yoksa ileride neyin pusuya yattığını bildiğim halde
ilerlemeli miyim?
Lugh'un bakıĢını yakalıyorum. Ġçimdeki sesleri
onun da iĢittiğini söyleyebilirim. Fakat gerçekten bir
seçeneğimiz var mıydı; var mı? Ġzlediğimiz yol Ģu kavĢak
anından uzun zaman önce belirlenmiĢ gibi görünüyor.
Sana ihtiyaç duyacaklar, Saba. Her zamanki gibi
güçlü ol ve asla vazgeçme. Asla. Ne olursa olsun.
Vazgeçmeyeceğim. Kolay pes eden biri değilim,
baba.
Yeleğimi ve kol bantlarımı tokalıyorum.
Auriel'in Ģalım etrafıma bir kuĢak gibi sarıyorum. Kolay
pes eden biri değilim. Adım adım bu iĢin bittiğini
göreceğim. Kendi hesabıma korkum yok. Ama
sevdiklerim için çok korkuyorum. Bu beni kötü bir lider
yapıyorsa yapsın. Lugh ve Tommo'ya bakıyorum.
"Benimle gelmeye mecbur olmadığınızı biliyorsunuz,"
diyorum.
Fakat ikisi de kendilerini at sırtına savuruyor.
Manuel at arabasına zıplamıĢ bile. Yular elinde, hemen
hareket etmeye hazır.
"Haydi öyleyse," diyor Tommo.
"Gidelim," diyor Lugh.
Böylelikle kendimi Hermes'e savuruyor ve Nass
Kampı yönünde kuzeye doğru bizimkilere öncülük
ediyorum.
Sınır iĢaretimiz belli belirsiz gözüküyor. Tek bir
ıĢık kulesi ayağının paslı parçası... Ash en üstteki kiriĢe
tünemiĢ. Bizi fark ettiği an, bir Ģeyler haykırdıktan sonra
yere doğru inmeye koyuluyor. Nero onu selamlamak için
alçalıyor. Durmak üzere yavaĢladığımızda, Creed
beliriyor. Oğlanlar ve ben attan inip Manuel de at
arabasını durdururken, Creed yüzünde bir sırıtma, bize
doğru uzun adımlarla yürüyerek geliyor. Küpeleri
Ģıngırdıyor, ceket kuyrukları dalgalanıyor, hoyrat saçı
rüzgârda savruluyor.
"ġu gülümseme onların burada olduklarını
gösteriyor," diyorum.
"Sen istersin ve büyücü adam teslim eder," diyor
Creed. Elimden tutuyor ve beni ileriye doğru götürüyor.
"Ona inanma," diyor Ash. "Onlar zaten Yeni
Cennet'te-lerdi. Onlarla, Yann Uçurumu'nu
geçmelerinden hemen sonra karĢılaĢtık."
Creed kollarını iki yana savuruyor. "Dikkatle
bak," diyor. "Senin ordun!"
YumuĢak bir eğimden aĢağı doğru Nass
Kampı'na bakıyoruz. Ne beklediğimi bilmiyorum ama
aklımdaki kesinlikle bu değildi. Gün ortası güneĢinde
parlak, kuru, düz, beyaz kayalar vadisi... ġimdiye değin
gördüğüm en acayip kayalar... Konilerin, sütunların,
mantarların ve bacaların sıkı örgülü karıĢıklığı... Küçük,
büyük ve aradaki her ebatta... Bazıları çok yüksek. Ġnsan
eliyle mağara, kuytu ve kovuk Ģeklinde oyulmuĢlar. Fakat
ağzımı bir karıĢ açık bırakan, kayalar değil. Onların
arasında kamp kurulması...
"Aman Tanrım," diyor Lugh. Sesi, hissettiğim
kadar uyuĢuk çıkıyor.
"Flerkes burada," diyorum.
"Aynen öyle," diyor Creed.
Yılan Irmağı kampı toplanıp buraya taĢınmıĢ.
Onların enkaz iskeleleri, çadırları ve çardakları kayaların
arasındaki her yere yayılmıĢ. At arabaları, atları ve diğer
hayvanları. .. Ġnsanlar mağaralardan bazılarına el
koymuĢlar.
Auriel'in yama iĢi çadırına göz atıyorum.
Köpekler birbirlerini kovalıyor ve çocuklar oyun
oynuyorlar. ġikâyetini avazı çıktığı kadar böğürerek
duyuran Musa'yı iĢitiyor ve bizi fark eden Slim'i
görüyorum. Elini kaldırıyor ve hoĢ geldiniz diye
haykırıyor. Birkaç çocuk bize doğru koĢmaya baĢlıyor,
sonra herkes bizim istikametimizde ilerlemeye
koyuluyor.
"Kaç kiĢi?" diyor Tommo.
"Yüz yirmi üç," diyor Ash. "Auriel'e göre bu
sayıdalar."
Anında midem bulanıyor. Hepsini burada böyle
cüm-bür cemaat görünce kafama dank ediyor. Onlar artık
benim sorumluluğum altındalar.
"Yeni bir köprü var," diyor Ash. "Yol Gösterici
epey ilgilenmiĢ. Sadece köprüyle değil; Hayalet Yolu'nu
senin ahbapların kafatası toplayıcılarından da
temizlemiĢler. Peki ya buna ne dersin, Saba? Donakaldın,
ha?"
Donakaldım. ġok oldum. Ama söylediklerini
anlıyorum. DeMalo batıya köprü baĢını inĢa ettirmiĢ.
Elbette inĢa ettirecekti. Tohum deposundaki haritalar
zihnimde beliriyor. Diyar ve sular batıya, doğuya,
kuzeye, güneye doğru... Hepsi DeMalo'nun kontrolü
altında.
"Beni Auriel'e götür," diyorum.
O esnada çocuklar tepemize üĢüĢüyorlar. Bu kirli
yumurcaklar atlar ve at arabasıyla ilgili olarak bize
yardım ederken, anlaĢılmaz bir Ģeyler söyleyerek heyecan
içerisinde hoplayıp zıplıyorlar.
Bu insanlar Yılan Irmağı'ndan göç etmiĢ. Oysa
Ģimdi onlarla ilk kez karĢılaĢtığımızdan ne kadar da
farklılar. Auriel onları durdurmasaydı korku dolu yüzleri
ve ellerindeki silahlarıyla bize ölümcül zarar verirlerdi.
YaĢamak için DeMalo ve Tontonlar'dan kaçmıĢlardı.
Ümitkent'i yerle bir eden Ölüm Meleği'nden, yani benden
haberdarlardı. PeriĢanlık ve ölüm getiren kiĢiler olarak
DeMalo ve ben onların gözünde aynıydık.
ġimdi ellerimizi sıkmak istiyorlar. Etrafımı baĢ
selamlamaları, gülümsemeler ve umutlu olmanın
getirdiği neĢe sarıyor. Bu insanlar hem bedenen hem de
ruhen kavrulmuĢ, kupkuru bir halk. Taze yeĢil
Kurtarıcılarla yan yana dur-salardı, gerçekten zavallı
tipler gibi görünürlerdi.
Dünyanın kurtarıcıları kimlerdir? YaĢlı ve zayıf
kimseler mi? Hastalar mı? Yoksa gençler ve güçlüler mi?
Herkese yetecek kadar temiz su veya verimli toprak yok.
Sen de bunun farkındasın.
DeMalo'nun sözleri içimde yankılanıyor. Derken
bir ses iĢitiyorum: "Yol verin! Yol verin!" Slim
kalabalığın arasında kendine göbeğiyle yol açarak
ilerliyor. Molly onu peĢinden takip ediyor. "Ne diyorsun,
Melek? Tüm bunlar yüreğine su serpiyor mu?"
"Buna inanamıyorum," diyorum.
"Onlar ulaĢtıklarında, buraya kendimizi zar zor
atmıĢtık," diyor Molly. "Bizi hazırlıksız yakaladılar.
Fakat iĢe hemen tuvaletleri ve baĢka her Ģeyi kazarak
sorunsuzca baĢladılar."
înce ufak tefek bir adam kalabalığın arasından
çıkıyor. YıpranmıĢ kızıl saçları olan bir kadının elinden
tutuyor. Her ikisi de sefalet içerisinde bir ömür
geçirdikleri için keskince bilenmiĢler. Ömürlerinin
baharında dahi kıĢ yüzlüler. "Bizi hatırlayacağınızı
sanmıyorum," diyor.
"Yanılıyorsun," diyorum. "Nasılsın, Ruth? Ya—"
"Webb," diyor. "Webb Reno, madam. Ruth
sonuna kadar dayanıyor, değil mi, tatlım? Pes etmiyor,
tıpkı ona söylediğiniz gibi. O zaman bize büyük bir
hizmette bulundunuz. Mücadele etmenize yardımcı
olmak için geldik."
"Her ikinizi de gördüğüme sevindim," diyorum.
Slim'e de "Yiyecek ve sudan ne haber?" diye soruyorum.
"Yarım fersah ötede bir memba var," diyor Slim.
"Erzak bakımından pek fazlasını toplayacak
vaktimiz olmadı," diyor Molly. "Onların getirdikleriyle
beraber birkaç gün idare eder. Sana bir Ģey söyleyeyim."
YaklaĢıyor ve sesini alçaltıyor. "Bu insanlardan bazıları
iyi durumda değiller fakat her biri kendi payına düĢeni
yapmakta kararlı."
"Affınıza sığmıyorum, madam," diyor Webb
Reno. "Ama onların alıkoydukları kızımızı
bulabileceğimize dair bir Ģans olduğunu düĢünüyor
musunuz? Nell'imizi? Yeniden yanımızda olacağı gün
için yaĢıyoruz zira."
Nell... Emmi'yle aynı yaĢta. Eğer hâlâ yaĢıyorsa,
Cennet Yurdu'ndadır. Oraya girmenin bir yolunu
bulmamız gerekiyor. Belki de bu adam vesile olur.
"Hiçbir vaatte bulunamam," diyorum. "Fakat bunu daha
sonra konuĢalım."
Umuda açsanız, yalın sözcükler bile gıdanız
olabilir. Dolayısıyla benim bu sözlerim karĢısında Webb
Reno'nun mat, solgun gözlerine kıvılcım sıçrıyor.
"Ah, teĢekkür ederim! TeĢekkür ederim!" Ben
onu dur-duramadan önce Ruth elimi sıkıca kavrayıp
öpüyor.
KavrayıĢından nazikçe kurtuluyorum.
"TeĢekkürlerini hak edeceğim gün gelirse, bana elini
uzat. Tutmaktan onur duyacağım. El ele, göz göze...
Ġnsanlar arasında uygun olan budur."
"Kesinlikle uzatacağım," diyor.
Kalabalık bizi Auriel Tai'ye doğru götürüyor.
Zemindeki küçük bir yükseltinin üstüne kurulmuĢ
çadırının önünde beklediğini görebiliyorum. Yılan
Irmağı'ndan çok iyi hatırladığım, çaputlar ve yamalarla
yapılmıĢ, aynı yüksek tepeli çadır... Rüzgâr onun uzun
siyah iç eteğini aniden kıpırdatıyor.
Bu dünyada karĢılaĢılacak herkesle
karĢılaĢmadım. Buna rağmen Auriel gibi birinin daha
olamayacağını biliyorum. IĢığın bu yıldız okuyucu
hizmetkârı on altı yaĢında, bir serçe misali narin kemikli,
solgun ay beyazı tenli. Tüyler ve boncuklar takılı, ateĢ
kırmızısı saçı beline kadar sarkıyor. Koyu renk bir göz
muhafazası gözlerini örtüyor.
Auriel beni iyi biliyor. Gece gökleri ve çakan
ĢimĢeklerde kaderimi okumuĢ. GeçmiĢimi ve
geleceğimi... Aklımı ve ruhumu... Rüyalarımın gri
düzlüklerinde dolaĢmıĢ.
Bayırda onun hemen aĢağısında dururken, Nero
omzuma konuyor. Arkamdaki bedenlerin baskısını
hissedebiliyorum. Tüm insanlarımın... Tüm insanlarının...
Orada sessizce dikiliyorum. Derken Auriel sesini
yükseltiyor, böylece hiç kimse onun sözlerini kaçırmıyor.
Göldeki bahar yağmuru misali dudaklarından berrak bir
Ģekilde dökülüyorlar. Sıcak rüzgâr sanki sesiyle
yatıĢmıĢçasına diniyor.
"Yıldız dünyası değiĢkendir," diyor. "Göklerdeki
değiĢim, yeryüzündeki değiĢimi haber verir. Yıldızlar
bize Yılan Irmağı'ndan ayrılmamızı söyledi ve bizi
buraya yolladı; Saba'ya yardım etmemiz için
görevlendirildik. Yılan Irmağı arkadaĢlarım bu diyarı iyi
bilirler. Yol Gösterici gelmeden ve bu yeri onlardan
çalarak Yeni Cennet olarak adlandırmadan önce burası
onların diyarıydı. O adam çocukları, gelecek için
beslenen umutları çaldı. ArkadaĢlarım yaĢamlarından
endiĢe duydukları için kaçtılar. ġimdiyse buradalar, geri
döndüler. Gerçek özgürlüğün ümidi içerisinde her türlü
tehlikeyi göze almaya hazırlar. Yıldızlar, umudun
Saba'yla beraber olduğunu söylüyor. Biz de onun
buyruğunu bekliyoruz."
Ona doğru gelmemi iĢaret ediyor. Nero'yu
uçurup bayıra tırmanıyorken, Özgür ġahinler topluluğum
arkamda. Slim, Molly, Ash, Creed, Tommo ve Lugh...
Geriye dönüp onlara Ģöyle bir göz atıyorum.
"Onunla yalnız görüĢeceğim," diyorum.
Lugh "Ama kesinlikle ben de—" diyecek oluyor.
"Tek baĢıma, Lugh," diyorum.
Bir kaĢ çatıĢ eĢliğinde duruyor. Lugh Auriel'den
nefret ediyor. Çünkü o da babamız gibi bir yıldız
okuyucu. Dahası Auriel babam gibi üne kavuĢamamıĢ
biri de değil. Fakat Ģarlatan olmadığını kanıtlamasına
rağmen -belki de sırf kanıtladığı için- Lugh ona
güvenmiyor. Auriel annemizi tam karĢısında diriltseydi
bile bu konuda ısrar ederdi.
Auriel çadır kapısını açık tutuyor. Ben tam
içeriye dalmak üzereyken, serin elini koluma koyuyor.
"Emmi nerede?" diyor.
"Burada değil," diyorum. "Üsse geri döndü."
Auriel bütünüyle durgunlaĢıyor. Sadece bir
anlığına. Beklediği yanıt bu değilmiĢçesine. Sonra "Ġçeri
gir, Saba," diyor.
ġaman çadırı tam olarak onun evi değil.
YaĢamlarının yıldızlarca anlatılan sırlarını duymak,
ateĢin garip tozlarından doğan rüyalarda yolculuğa
çıkabilmek için arayıcıların geldikleri bir yer. Auriel'in
çadırını ve içinde bulunan portatif karyolayı, tabureyi,
sandığı, küçük masayı, ateĢ çukurunun yanında sallanan
sandalyeyi ve rüya tozlarının teneke kutusunu tıpkı Yılan
Irmağı'nda olduğu gibi burada, Yeni Cennet'te de görmek
bir hayli tuhaf geliyor bana. EĢyaların kokusu havada
yoğun olarak duyumsanıyor. Tatlı, keskin ve acayip bir
koku bu.
Sallanan sandalyesine devedikeni tüyü gibi
yerleĢiyor. Tabureyi çekip onunla yüz yüze oturuyorum.
Sesine tutan sıcak rüzgâr Ģimdi özgür bir
biçimde, aylak aylak geziniyor. Çadır dalgalanıyor. Gün
ortasının haĢin aydınlığı burada, içeride resmen
yumuĢamıĢ. Auriel'in göz muhafazasını çıkarması için
oldukça güvenli. Ne göreceğimi biliyorum ama minik bir
sarsıntı beni aynı Ģekilde heyecanlandırıyor.
Takipçi'ninkiler gibi gözleri var. ince kıĢ gökyüzünün en
uçuk mavisi. Esrarengiz kurt köpeği gözleri...
KonuĢmasını bekliyorum ama Auriel hiçbir Ģey
söylemiyor. Sadece gözlerini bana dikiyor. DeMalo'yla
iliĢkimden haberi var. Yalanlar kördüğümümden de
haberdar. Elbette biliyor. KeĢke bilmeseydi. Auriel hep
havada gezinir. Yere yukarıdan göz gezdirir. Yeryüzü
ona göre değildir. istemsizce sürüklenir.
Bana DeMalo'yla karĢılaĢacağımı, ondan
sakınmamı söylemiĢti. Kendisiyle daha uzun bir süre
kalmam için yalvarmıĢtı. Böylelikle daha hazırlıklı
olacaktım. BaĢka Ģeyler de söyledi ama ben ona aldırıĢ
etmedim. Tek düĢünebildiğim Jack'in peĢinden gitmekti.
"Sana kulak vermem gerekirdi," diyorum. "Beni
onun hakkında uyardın. Gölgelerimi tanıyacağını
söyledin. Tanıyor da. Ben... ben onunla birlikte oldum.
Ben- bunu niye söylüyorum? Sen zaten biliyorsundur.”
"Zaman kısa," diyor. "Ay tutulması yaklaĢıyor,
insanlarıma ne yaptırırdın?"
Küçük bir kahkaha atıyorum. "Onlara ne mi
yaptırırdım? Pekâlâ biliyorsun. Senin bana bundan sonra
ne yapmam gerektiğini söylemen gerekmiyor mu? Bütün
yapılanları bir araya getirecek ve DeMalo'yu yıkacak son
hamleyi düĢünüyor ve tasarlamaya çalıĢıyorum.
GerçekleĢmesi gereken Ģeyin bu olduğunu biliyorum. Ne
yazık ki Cennet Yurdu'nda sonra, hiçbir Ģey göremez
oldum. Tam bir belirsizlik hâkim zihnime. Seni çok fena
halde görmem lazımdı, Auriel. Senin bile buna ne kadar
çok ihtiyacım olduğuna iliĢkin hiçbir fikrin yoktur
muhtemelen."
Korktuğum gibi sesim titriyor ama toparlayıp
devam ediyorum.
"Sadece... lütfen," diyorum. "Senden tek
istediğim, bu iĢi bitirmem için ne yapmam gerektiğini
bana söylemen."
"Üzgünüm," diyor. "Söyleyemem."
Tenime bir ürperti yayılıyor. "Elbette
söyleyebilirsin," diyorum. "O benim kaderim. Bana öyle
söyledin. Ben doğmadan uzun zaman önce olayların
zaten baĢladığını açıkladın. Bütün yolların DeMalo'ya
çıktığını anlattın ve haklıydın, öyle de oldu. Babam da
söyledi ve o tam manasıyla bir yıldız okuyucu değildi.
Yani her ikiniz de tüm bu insanların bana ihtiyaç
duyacaklarını söylediniz ve gerçekten de ihtiyaç
duyuyorlar. Vazgeçmememi de söylediniz ve ben
vazgeçmiyorum. Büyükbaban benden haberdardı. Bana
vermen için yayını sana verdi. Hal böyleyken,
söylememene anlam veremiyorum. Yalnızca bunu... bu
son hamleyi bilmem gerekiyor çünkü hatasız yapmak
zorundayım."
"ĠĢler eskisi gibi değil," diyor. "Bunun sebebi,
yıldızlardaki kargaĢa. Sen çok değiĢtin, Saba. Üstelik bu
değiĢiklik süreklilik arz ediyor. Yılan Ġrmağındaki kız
değilsin artık. Ġki gün önceki, dünkü, bu sabahki kiĢi de
değilsin.
Kaderini kim olduğun belirler. Sen değiĢtikçe
kaderin de değiĢir. Anlıyor musun? Sen yoluna devam
ederken, heı günün her anında kaderini yeniden
yazıyorsun."
"Ben mi yazıyorum?”
"Evet," diyor. "Geleceğini sen
Ģekillendiriyorsun."
"Kaderimi kendim oluĢturuyorum yani?"
"Yaptığın seçimlerle," diyor.
"Ama tehlikede olan çok fazla Ģey var," diyorum.
"Çok sayıda hayat... DeMalo'nun ne planladığını
bilmiyorum. Buradaki tüm bu insanlar ve... Hem doğru
Ģeyi yapıp yapmadığımı nasıl bileceğim?”
"Doğru Ģey, yapıyor olduğunu yapmandır,"
diyor. "Her seferinde bir adım atmandır. Anbean, adım
adım buraya vardın. Oraya da aynı Ģekilde varacaksın.
Seçim yaptığın her anda, kendine sadık kal. Gerçekten
kim olduğuna... Ġnandığın amaca... Sen hiç kimseye
benzemiyorsun."
Ġkimizin arasında uzun süreli bir sessizlik oluyor.
"Bana tek söylemen gereken bu," diyorum.
"Yardımını istediğimde, bilmeye ihtiyacım olduğunda..."
Bir an için durmak zorunda kalıyorum. Korkunun
sıcak gerginliği sesimi alıkoyuyor.
"Bu hiçbir Ģey değil," diye fısıldıyorum.
"Bu her Ģey," diyor.
BaĢım zonkluyor. Sıcak rüzgâr çadırın etrafını
sarıyor. DıĢarıdaki seslerin gevezeliğini iĢitebiliyor,
kendimden uzağı hissedebiliyorum. Bedenimde
değilmiĢim gibi. Çadırın duvarları kah içeride kah
dıĢarıda tehditler savurup gözdağı veriyorlar.
Kulaklarımda kükreyen bir ses var.
Ayağa kalkıyorum. O da öyle yapıyor. Elini
yüzüme uzatıyor. Parmaklarını doğumayı dövmeme
koyuyor.
"Neye inandığını asla unutma," diyor. "Asla. Her
ne olursa olsun. Bir kiĢinin birçok kiĢiyi etkilediğini...
Hepimiz birbirimize bağlıyız, Saba. Kaderin tek bir
örgüsündeki bütün ipler..
Çadırdan çıktığımda sıcak ve kumlu rüzgâr beni
karĢılıyor. UyuĢmuĢum. Buna inanamıyorum. Auriel
bana yardım edemiyor. Ve ay tutulmasına iki gece var.
Ġki gece...
ġimdi ne olacak?
Ne yapacağım?
Herkes beni bekliyor. Onları neyin beklediğini,
nereye gideceklerini, nelerin olacağını duymaya can
atıyorlar. Kalbim güm güm çarpmaya baĢlıyor ama
benim düĢünmem gerek. Bu yüzden onlardan
uzaklaĢabildiğim kadar çabuk uzaklaĢıyorum.
PeĢimden acele ederek, bana sorularını
haykırarak geliyorlar.
"Ne zaman savaĢıyoruz?" diyor bir adam.
Yüksek sesle "SavaĢmıyoruz," diyorum. Bakmak
için dönmüyorum bile. Yürümeye devam ediyorum.
"Silaha ihtiyacımız var," diye sesleniyor baĢka
bir adam. "Yaylara ve oklara..."
"Silah yok," diyorum. "Bu bir kan davası değil."
"Bir sürü silahımız var." Bu Creed'in sesi.
"Ġhtiyaç duyacağımızdan daha fazlası burada,
ayaklarımızın altında. Tüneller silahlarla dolu."
Onlarla yüz yüze gelmek için dönüyorum. "Silah
yok dedim!"
Büyük bir taĢkınlık patlak veriyor. "Öyleyse niye
buradayız? Kendimiz yaparız! Silah yok mu? Bu çok
saçma."
Gürültüyü bastırmak için sesimi yükseltiyorum.
"Mücadeleyi kazanmak için en akıllı ve hızlı yöntem bu!"
"Seni görebilecekleri yere çık. Buraya!" diyor
Slim. "At arabasının üstüne!"
Peg'in buraya ManuelTe beraber sürdüğümüz
küçük at arabası yakında duruyor. Bir an duraksıyorum
ancak Slim ve Tommo halihazırda beni dirseklerimden
kavrayıp arabanın arkasına çıkarıyorlar. Sonra kalabalık
etrafımı sarıyor ve düĢünmek için duraklayamadan önce
apar topar konuĢmaya giriĢiyorum.
"SavaĢ olmayacak," diyorum. "SavaĢmaya lüzum
yok. En azından, sandığınız türdekine lüzum yok. Yeni
Cennet'i kazanmanın en akıllıca ve çabuk yöntemi hiç
savaĢmamaktır."
KonuĢurken herkesin beni iĢitebilmesi için
dönüyorum.
"DeMalo güçlüymüĢ gibi davranıyor," diyorum.
"YenilmezmiĢ gibi... Size onun güçlü ve yenilmez
olmadığını söylemek için buradayım. O, zayıf ve günden
güne daha da zayıflıyor. Bunun farkında değil. Bunu ve
burnunun dibinde olup bitenleri göremiyor."
Ġnsanlar suskun bir Ģekilde beni dinliyor. Sıcak
rüzgâr kıyafetlerini ve saçlarını âdeta kırbaçlıyor.
Kızgınlığın içimde yükseldiğini hissediyorum. Ama
savaĢmak için değil, onları ikna etmek için...
"Yeni Cennet'in insanları kölelerdir," diyorum.
"Hiç kuĢkunuz olmasın ki her biri öyle. Demir tasmalar
ve demir zincirleri olmayabilir. Yeni Cennet'teki pek
çoğu bu adaletsizliği sineye çekse de hepsi korkunun köle
bağlarını takıyorlar. Bu zorbanın korkusuyla yaĢadığımız
müddetçe daima onun kölesi oluruz. ġu anda Yeni
Cennet'in insanları korkunun köle zincirlerinden
kurtuluyor. Evet, duydunuz. Çocuklarınız, arkadaĢlarınız
ve komĢularınız... DeMalo bunun farkında değil. Bunu ve
burnunun dibinde olup bitenleri göremiyor."
Sesimi bir yükseltip bir alçaltıyorum. Önce
yavaĢ, sonra hızlı hızlı konuĢuyorum. Ellerimi onlara
uzatıyorum. Tüm gözler üzerimde.
"Bunu nasıl yapıyorlar diye soracak olursanız,
tekrar bir araya gelerek," diyorum. "Ve Ģimdi çok daha
güçlüler. DeMalo'nun parçaladıklarını onarıyorlar. Neleri
mi parçaladı? Aileyi, arkadaĢlığı, gerçek toplumu. Neden
mi parçalamıĢ? Çünkü bunlardan korkuyor. Çünkü bunlar
onun yapabileceği, olmasını umabileceği herhangi bir
Ģeyden çok daha güçlü. Burada, Yeni Cennet'te bir kez
daha el ele tutuĢuyorlar. BarıĢ, umut ve güç birliğiyle...
Gerçek bir toplum içinde el ele veriyorlar. Çünkü demir
zincirleri sadece tutuĢan eller kırar. Ama daha çok sayıda
ele ihtiyaçları var. Ellerinize ihtiyaçları var. Bugün
buradaki herkese... Her erkeğe, kadına ve çocuğa...
Hepinize... Bana da... Kaderlerimiz bizi bir araya getirdi.
Bu yerde, Ģu anda, o zorbanın saltanatına son vermek ve
bütün zorbaların üzerimizdeki hâkimiyetini sonlandırmak
için... Korkumuzdan kurtuluyoruz. Zincirlerimizden
kurtuluyoruz. BirleĢmiĢ ellerle, umut içerisinde
ilerliyoruz. Bu gece doğruya, özgürlüğe ve geleceğe
yürüyoruz!"
Gök gürültüsü gibi kocaman bir kükreme havayı
sall ı-yor. Tezahüratlar ıslıklara karıĢıyor. Beni alkıĢlıyor
ve elimi tutmak için yukarıya doğru uzanıyorlar.
Orada dikiliyorum. Sıcaklık ve gürültü nedeniyle
sersemlemiĢ durumdayım. Kızgınlık aniden kayboluyor
ve tamamen bitkin bir hale geliyorum. Tommo ve
Manuel arabadan inmeme yardım ediyorlar.
"Böyle bir konuĢmayı daha önce hiç duymadım,"
diyor Manuel.
"Etkileyici sözler," diyor Slim. "Ayrıntıları biraz
kısa tuttun ama—"
"Bizim ekip toplansın, bunu Ģimdi yapacağız,”
diyorum.
Kendimizi kayaların arasındaki sessiz bir yere
atıyoruz. Ayakta duruyorum. En iyi, ayakta
düĢünüyorum.
Onlara neler planladığımı anlatıyorum. Manuel,
Creed, Ash ve Slim birlikte çalıĢacaklar. Bu insanlardan
altmıĢ en güçlü erkek ve kadınla beraber Yeni Cennet'in
kalbine girecekler. Kesinlikle güvende olacakları ve hoĢ
karĢılanacakları çiftliklere geri dönmüĢ olmaları lazım.
Her bir çiftliğe bir veya iki kiĢi... DüĢüncem onları Yeni
Cennet'in çevresindeki mümkün olan en geniĢ alana
yerleĢtirmek. ÇalıĢmaları, çiftlik iĢlerine yardım etmeleri
ve günlük yaĢamın bir parçası olmaları gerekiyor.
Herhangi bir Tonton'dan ya da meraklı kimseden uzak
durmalılar.
Tuhaf Ģekilli kayaların üstünde oturuyor veya
zemini kaplayan yanık sarı yosunlara yayılıyorlar. Hepsi
de beni izleyip dinliyorlar. Muhalefetten eser yok. Pür
dikkat kesilmiĢler.
"Ayrıntıları size bırakacağım," diyorum. "Fakat
hızlı bir biçimde çalıĢmanız gerekecek."
"Ne kadar hızlı?" diyor Creed.
"Onları ay tutulmasına kadar yerleĢtirmeliyiz,"
diyorum.
"Zor görev," diyor Manuel. "Ama imkânsız
değil."
Ash, kızıl yonca sigara izmaritinden son bir nefes
çekiyor. "Hepsini yerleĢtirdiğimizde ne yapıyoruz?"
diyor.
"Bu görevin sessizce ve sorunsuzca
tamamlanmasını sağlayın," diyorum. "Ben size olası en
kısa sürede haber göndereceğim."
"Büyük lanet olası gümbürtüyü bekliyoruz, doğru
mu?" diyor Slim.
"Evet," diyorum. "ĠĢte bu!"
O da herkes gibi orada oturuyordu. Ona bakan
hiç kimse onun ne kadar endiĢeli olduğunu söyleyemezdi.
Bu fikrin hiçbir yere varmayacağından fazlasıyla emindi.
Gelgelelim bu fikir sürat kazanıyor, büyüyor, yayılıyor ve
kontrolden çıkıyordu. Çabuk hareket etmezse, planları
suya düĢerdi.
Onların gittikleri bu yön tehlikeliydi. Jack'in
bütün el izlerini taĢıyordu. Saba onun öylesine etkisi
altındaydı ki Jack gölgelerde saklanırken, Saba onun iĢini
yapıyordu.
Harekete geçip buna bir son verme, Jack'i bitirme
zamanı gelmiĢti.
"Nereye gidiyorsun, Saba?" diyor Molly. Koluma
girip yanımda yürüyor. Lugh ve Tommo da onun
yanmdalar. Ondan silkinerek kurtuluyorum.
"Cennet Yurdu istikametinde hemen yola
koyulmalıyız," diyorum. "Ben, bu oğlanlar ve... adı her
neyse, Ģu adam. Oraya girmenin bir yolunu bulmak
zorundayız. Son kez düzenleme yapmalıyım. Adamın
küçük kızı orada olabilir, Emmi'nin yaĢında. Webb Reno,
adı bu evet, bize yardım edecek. Onunla konuĢmam
lazım."
"Ona biz anlatırız," diyor Molly. "Derhal
dinlenmen gerekiyor. Yorgunsun, tatlım."
ġu anda onun güzel yüzündeki kaygı bana öyle
aniden, öyle acı dolu bir tarzda annemi hatırlatıyor ki
kayıp hafızamın telaĢı baĢımı döndürüyor.
"Beni rahat bırakın," diyorum.
Molly, Lugh'a "Onun epeydir uyumadığını
biliyorsun," diyor.
"DıĢarı çıkma yasağı için durduk. Uyuduğuna
yemin edebilirim," diyor Lugh.
"Saba," diyor Molly. "Dün gece uyudun mu?"
"Evet," diye yalan söylüyorum.
"Yalan söylüyor," diyor Tommo.
Bir kadın, yerdeki bir çukurdan çıkmaya
baĢlıyor. Tam önümüzde dikiliyor. Uzun sarı saçlı. Adı
kalbimde yankılanıyor. "Anne," diyor ve ona doğru bir
adım atıyorum.
"Oraya inmenin yasaklandığını biliyorsun,"
diyor. "ġimdi bu ikinci kez oluyor, Davy, gelmekte ısrar
ediyorsun. Hiçbir Ģeye dokunmasaydm, iyi ederdin."
DıĢarıya tırmanmıĢ ve yerdeki lambayı yakmıĢ. Kıpır
kıpır küçük bir oğlanı koltuk altlarından tutup yukarı
çekiyor. Bizi fark ediyor. Yüzü dehĢet içinde buruĢuyor.
"Çok özür dilerim," diyor. "Bunu bir daha yapmayacak."
Lambayı yerden alıp yanımızdan ayrılırken, oğlanı fena
halde azarlıyor.
Çukurun kenarına adım adım yaklaĢıp aĢağılara,
çukurun siyahlığına bakıyorum. Ġçeride yatanı biliyorum.
Paslı zırhın içinde bir beden... Boylu boyunca uzanıyor.
BaĢı kan kırmızı bir Ģalla sarılı...
Rüzgâr, bendeki Ģalı hareketlendiriyor. Karanlığa
doğru eğiliyorum. Ağır baĢımı serin toprağın derin
sessizliğine yatırıyorum.
"Orada kan var," diyorum.
"Orada kan falan yok, orası bir silah deposu,"
diye çıkıĢıyor Lugh.
O ve Tommo kollarımdan tutarak beni
uzaklaĢtırıyorlar. "Bize yardımı dokunacak bir Ģeyim var.
Benimle gel," diyor Molly.
"Uzun sürmez," demeyi sürdürdü. "Birkaç saat.
Daha fazla değil."
"Bu kesin değil, biliyorsun," dedi Molly.
"Elimden gelenin en iyisini yapacağım." Minik bir taĢ
ĢiĢeden küçücük bir gözyaĢı damlası ıĢıltısı döktü. "Bu,
saf sessizlik," diye fısıldadı.
"Rüyalar yok," dedi Saba.
"Bir tane bile yok, söz veriyorum."
Molly onu suda üç kez seyreltti. Saba kupanın
içerisindekini içip bitirdikten sonra uzandı. Birkaç dakika
sonra sızdı. Yanlamasına kıvrılmıĢ, lamba ıĢığının
yumuĢak havuzunda banyo yapmıĢ bir çocuk gibi uyudu.
"Bu çabuk oldu,"dedi o.
"Ona neredeyse hiçbir Ģey vermedim. Uyumadığı
ya da yemediği için bu onu çarptı," dedi Molly. "Gece
boyunca uyutacağını düĢünüyorum." Omuzlarındaki
battaniyeyi düzelterek onun yanına diz çöktü. Gözlerinin
arasındaki minik kaĢ çatıĢı giderdi. "Ağır bir yük
taĢıyor," dedi Molly. "Onun yaptıklarını yapabilecek
insanların sayısı azdır. Ben yapamam. Sizin de
yapamayacağınızı garanti ederim."
Nero mağaraya onlarla beraber girmiĢti. Kaygılı
karga sesleri çıkararak Saba'nın etrafında dört dönüyordu.
Molly onu yerden aldı. "Biliyorum," dedi. “Yalnızca
yardım etmek istiyorsun. Fakat onu Ģimdi yalnız
bırakmalısın, uyuyor."
“Gel buraya, Nero." O, Nero'yu Molly'den aldı.
Tüylerini düzeltirken Nero kollarında sessiz kaldı.
Boyalı Kaya'daki korkusundan sonra, Nero’nun
güvenini geri kazanmak için uğraĢmak zorunda
kalmıĢlardı. Erkekler, yani. En leziz yiyecek parçaları,
ikna çabaları ve tatlı sözlerle yavaĢ yavaĢ... Nihayetinde
Nero’yu geri kazanmıĢlardı. Hepsi iĢtirak ettikleri için o
da geri kalanından farklı olmadı. Nero kendisini kimin
kaçırdığını bilmiyormuĢ gibi görünüyordu. Bir erkek
olmasının dıĢında. .. O hâlâ utanıyordu ama rahatlamıĢtı.
"Aç olmalısın." Molly ona gülümsedi. "Yemek
kokularını takip et ve birileri seni besleyecektir,” dedi.
"Ben burada Saba’yla kalacağım."
Önemli an gelip çattı. Kalp atıĢları hızlandı.
"Yakında geri döneceğim," dedi.
Bir kadın ona biraz mürdüm eriği ve mısır lapası
verdi. Meraklı gözlerden uzakta, sessiz bir köĢe buldu.
Nero karnını doyururken, o kemerindeki torbadan dört
Ģey aldı. Bir sicim parçası, ince bir kömür kalem,
Saba'nın ormanda düĢürdüğü kiraz ağacı kabuğu tomarı
ve küçük bir muĢamba rulosu...
Molly ona bir hediye vermiĢti. Yalnızca birkaç
saatlik uyku değil, bütün bir gece. AkĢamüstüydü. Saba
uyandığı an tekrar harekete geçeceklerdi. Bu muhtemelen
Ģafak vakti olacaktı. Zamanlaması kritik olacaktı. Ancak
bu riske girmek zorundaydı. Nero'nun hızına
güveniyordu. Sabaya en kısa sürede geri dönmesi
gerekiyordu. Neyse ki değiĢken sıcak rüzgâr dinmiĢti.
Yani onu yavaĢlatamayacaktı.
Biraz düĢünüp taĢındı. Tomara itinalı birkaç
iĢaret yaptı. Aynı iĢaretleri muĢambanın içinde
rulolanmıĢ kağıt parçasına çizdi. MuĢambayı tekrar rulo
haline getirdikten ve sicimle bağladıktan sonra torbasına
güvenli bir Ģekilde koydu.
Nero'nun yemeğini bitirmesini ve gagasını bir
çimen öbeğinde temizlemesini bekledi. “Bir Ģeyi gözden
kaçırmıĢsın,” dedi ve baĢındaki bir mısır parçasını aldı.
Ruloyu Nero'nun bacağına bağlarken, parmaklarının
titrediğini fark etti. Nero'nun sıcak bedenini göğsüne
yatırarak ayağa kalktı.
"Jack'i bul. Nero, Jack’i bul,” dedi.
Sonra onu havaya saldı. Kocaman siyah kanatlar
istikrarlı bir biçimde uçmaya koyuldu. Ġleriye, batıya
doğru...
Onlar sert ranzalarına yatar yatmaz, Emmi dün
gece yaptığı gibi yaptı. Cennet Yurdu'ndaki ilk
gecesinde... Yatakhanedeki her kızın iĢitebilmesi için
sessizce ama anlaĢılır tarzda konuĢtu. "Adım, Emmi.
GümüĢgöl'den geliyorum. Annemin adı, Allis ve babamın
adı, Willem'di. Bir kız ve bir de erkek kardeĢim var.
Erkek kardeĢim, benim gibi mavi gözlü," dedi.
Em onları teĢvik ettikten sonra herkes sırayla
kendini tanıtmaya baĢladı. Adlarını, nereden geldiklerini,
aile bireylerinin adlarını söylediler. Daha ürkek olanlar
güçlükle iĢitebileceğiniz bir ses tonuyla fısıldadılar.
Köle çetelerindeyken Mercy'nin yaptığı da
buydu. Emmi, Mercy'yle çokça sohbet etmiĢti. Mercy'ye
Pinekler onları yakaladıklarında, Saba Kafes'te dövüĢmek
üzere ondan koparıldığında, Tontonlar onu tutsak edip
DiriliĢ'e götürdüklerinde ne kadar korktuğunu anlatmıĢtı.
Mercy de onu köleleĢtirdiklerinde korktuğunu söylemiĢti.
Adını ve geldiği yeri söylemesi kim olduğunu
hatırlamasına yardım etmiĢti ama. Bu, diğer kölelere ve
onların güçlü kalmalarına da yardımcı olmuĢtu. Buradaki
çocuklar, kölelerle aynı oranda tutsaktılar.
Dün gece ranzalarına yattıklarında, Em aynısını
yapmak zorunda olduğunu biliyordu. Böyle bir konuĢma
yasaklanmıĢ olsa da... Artık onların Toprak Ana'dan
baĢka aileleri yoktu. Sadece ona hizmet etmek için
yaĢıyorlardı. Emmi kızların güvenilir olup
olamayacaklarına iliĢkin hiçbir bilgiye sahip değildi.
Birisi onu ifĢa etseydi, dayak yiyebilirdi. Dün akĢam
yemeğindeki oğlan gibi... Çocuğun gözleri çektiği
eziyetten dolayı ağlamaktan kan çanağına dönmüĢ,
diğerlerine ibret olması için ayakta bekletilmiĢti. Bu
yüzden Em cesaretini yitirmeden önce görevine dört elle
sarıldı ve Mercy'nin yaptığı gibi yaptı. Bitirdiğinde uzun
bir sessizlik oldu. Sonra alt yataktaki Nell kim
olduğundan söz etmeye baĢladı. Ardından da diğerleri...
Hiç kimse Em'den ve yapmaya çalıĢtığı Ģeyden
bahsetmedi. En azından Ģimdilik... Ama böyle bir yerde
sırların tutulması zordu. Bir sır için güvenli tek yer
zihninizdi. KeĢke bilselerdi. Onun da kimseye
anlatmadığı bir sırrı vardı. Büyük bir sır... Yakında Saba
gelecekti. Ölüm Meleği onları özgürleĢtirmek ve
ailelerine geri götürmek için geliyordu.
Sesleri karanlıkta mırıldanırken, Em'in eli
dikkatlice ona gitti. O öğleden sonra çekiçle çivi çakmaya
gönderilmiĢti. Barakanın karanlık bir köĢesindeydi.
DüĢmüĢ olmalıydı ve hiç kimse fark etmemiĢti. Onu
alelacele oradan alıp iç çamaĢırının beline sokmuĢtu.
ġimdiyse gözlerden uzağa, ranzayla duvarın arasındaki
boĢluğa itti. Çalıntı hâzinesini... Tel kesiciyi...
Hiç kimsenin öğrenemeyeceği büyük bir sırrı
daha olmuĢtu.
Gözlerimi açtığımda sersem bir haldeyim.
Uzunca bir süre, nerede olduğumu anımsayamıyorum.
Sağanak yağmurun gür sesi, serin rutubetin kokusu ve
pürüzsüz soluk taĢ duvarlarda gri Ģafak ıĢığının yansıması
var. Mağaradayım. Nass Kampı burası. DehĢetle
sarsılıyorum. Gece boyunca uyumuĢ olmalıyım. Molly'ye
açıkça, birkaç saat, daha fazla değil demiĢtim. O hâlâ
burada. Yere oturmuĢ, duvara yaslanmıĢ ve gözleri
kapalı. Bunca zamandır bana göz kulak mı oluyormuĢ
acaba? Hareketlenmemle uyanmaya baĢlıyor.
"Yağmur yağıyor," diyorum.
"Yeni baĢladı," diyor.
"Beni bayıltmıĢsın," diyorum. YavaĢça oturmaya
koyuluyorum.
"Hayır, hayır, kımıldama." Beni omzuna
yaslıyor. "ĠĢte, bunu iç. Kafanı rahatlatmana yardımcı
olacaktır." Dudaklarıma tuttuğu kupadan bir yudum
alıyorum. Bu, su. "Sana verdiğim o doz hiçbir Ģeydi,"
diyor. "Fakat sen neredeyse yıkılmak üzereydin. Fena
çarptı."
"Bir doz uyumak, diğer bir doz uyanmak için.
Bunu ne sıklıkta yapıyorsun, Moll?"
Bana kahverengi gözlerinden ifadesiz bir bakıĢ
sunuyor. Bu bakıĢı tanıyorum. BaĢkasının iĢine burnumu
sokmamam gerektiğini söylüyor. "Hepsini iç," diyor.
Kuru gırtlağımın ferahlaması için kupanın
içindeki suyu içip bitiriyorum. "Sen bunu ne sıklıkla
yapıyorsun?"
"Bu günlerde neredeyse hiç," diyor. "Bunu büyük
iĢler için saklıyorum. Bilirsin, hayat dayanılamayacak
kadar zor geldiğinde. Biraz dinlenince her Ģeyi daha net
görebiliyorsun."
"Sana bunun için daha sonra teĢekkür edebilirim
ama Ģimdi değil," diyorum. "Kalkmama yardım et,
lütfen."
DıĢarıda soğuk, gri bir dünya var ve sürekli
yağmur yağıyor. Toprak çamura dönüĢüyor. Nero'yu bir
çıkıntının kuru zemininde yarı uyur durumda kıvrılmıĢ
vaziyette buluyorum. Webb Reno da orada. Sırılsıklam
pelerinin altına sığınarak, küçük bir kumaĢ yığınının
üstüne oturmuĢ. Ayağa fırlıyor. "Hazır olduğunuzda,
madam," diyor.
"Rica ediyorum, bundan böyle madam yok.
Sabayım ben," diyorum. "Karma hoĢça kal öpücüğü
verdin mi, Webb?"
"Elbette," diyor.
"Gidip onu tekrar öp. Yapılacak birkaç iĢim var.
"
Lugh ve Tommo da dâhil olmak üzere Nass
Kampı bir süredir uyanık. Her nasılsa bu kez açım. Beni
yemek piĢirmek için donatılmıĢ bir sığınağa götürüyorlar.
Ġp gibi, ihtiyar bir adam bana bir teneke dolusu mısır
lapası kızartıyor. Ben onu Nero'yla paylaĢırken, savaĢ
birliklerinin geceleyin sessizce nasıl da gittiklerini bana
tek tek anlatıyorlar. Slim, Creed, Ash, Manuel ve onların
altmıĢ kiĢilik barıĢçıl ordusu... "Gitmek için can
atıyorlardı," diyor Lugh. Söylediklerim belli ki iĢe
yaramıĢ diye düĢünüyorum.
"Heyecan verici sözlerdi," diyor Molly.
Hemen aklıma gelen birkaç cümleden fazlasını
hatırlayamıyorum. Hafızam bulanık, yaptığım konuĢmayı
rüyamda görmüĢ gibiyim. Asla iyi bir konuĢmacı
olmadım fakat o heyecanla sanırım iyi bir iĢ ortaya
koydum. Bunun iĢe yarayıp yaramadığını hemen görmek
için neler vermezdim. Ama iĢe yaramak zorunda. Neye
tutunmalıyım? Yıldızlara mı yoksa güneĢe mi? Belki de
Slim'in eski tavĢan ayağına... Hiç kuĢkum yok ki Slim
onu hepimiz için yeterince ovacaktır.
Yemek ve adaçaymdan sonra, gitmek için
sabırsızlanıyorum. Kafam berrak ama hava durumu hiç
de öyle değil. Sheemamı sarıp ceketimin yakasını
kaldırıyorum. Çamurda bir ileri bir geri sıçrayarak
Hermes'i hazırlarken, Auriel'i bu sabah görmediğimi fark
ediyorum. Biz yola çıkmadan önce hoĢça kal dersem iyi
olur.
Lugh ve Tommo gitmemiz gerektiğini elleriyle
iĢaret ederek atlarını bana doğru sürüyor. Tonton
kıyafetlerinin içerisinde oldukça Ģık görünüyorlar. Dize
varan siyah cübbeler, cilalı çizmeler ve teçhizat... Derken
Auriel o sessiz yöntemiyle yanımda beliriveriyor. Yamalı
bir Ģemsiye, yağmuru ondan uzak tutuyor. Böyle
karanlıkta, göz muhafazasına ihtiyacı da yok. Soluk
gözleri buz misali parıldıyor. "Sana Ģans dilemek için
geldim," diyor.
"Buna ihtiyaç duyacağımdan eminim," diyorum.
"Sana sonsuz güvenim var." Bir an duraksamanın
ardından "Bunu bildiğini sanmıyorum ama Emmi
olmasaydı, zamanında baĢaramazdık," diyor.
"Emmi," diyorum.
"Yıldız çağlayanı bize gelmemizi söyledi," diyor
Auriel, "ama Emmi'nin mesajlarını almaya baĢlayınca,
buraya olabildiğince çabuk gelmemiz gerektiğini
anladım."
"Hangi mesajlar?" diyorum.
"IĢık vasıtasıyla geldiler," diyor.
"Nasıl yani?" diye soruyorum.
"Kız kardeĢin çağrıyı almıĢ," diyor. "Emmi bir
Ģaman, Saba. O bir yeryüzü konuĢmacısı. Ona kılavuzluk
edecek hiçbir öğretmen olmaksızın bu iĢe baĢladığını
dikkate aldığımda onun oldukça güçlü bir Ģaman
olduğunu söyleyebilirim."
Nutkum tutuluyor, Auriel'e durağan gözlerle
bakıyorum. Emmi bir Ģaman.
"Saba," diye sesleniyor Lugh. "Gitmemiz
gerekiyor."
"Bu konuda endiĢelenme ve fazla düĢünme,"
diyor Auriel. "Bu harikulade bir Ģey. Onu hemen
göreceğim. ġu an için ihtiyaç duyduğun her Ģey yanında
mı?"
Ġlk olarak onun giydiği elbiseleri fark ediyorum.
Dün de giydiği, aynı uzun siyah tunik. Ben ondan çok
daha uzun boylu olduğum için bu benim üstümde... bir
Tonton kıyafeti gibi dururdu.
"Ġhtiyaç duyabileceğim tek bir Ģey var," diyorum.
Ġlk dört kontrol noktasından kolaylıkla geçiyoruz.
Biz yanaĢırken Lugh parolayı haykırıyor ve bazen ikinci,
bazen üçüncü haykırıĢtan sonra nöbetçi kulübesinden
düĢük rütbeli bir asker koĢarak geliyor. Bariyeri
kaldırmak için soğuk yağmurun ve çamurun içinde Ģapır
Ģupur ilerliyor. Sırılsıklam bir halde bizim geçmemizi
bekliyor. Biz üç Tontonuz ve tutsağımız Webb
bileklerinden zincirli. Bize neredeyse hiç bakmıyorlar.
Anlayacağınız Ģansımız yaver gidiyordu, ta ki
beĢinci kontrol noktasına gelene dek... Sekizinci Bölge
doğu yolunun baĢlangıcı. KoĢarak gelen adam, keskin
gözlü ve uyanık. ĠĢte o keskin gözlerin dikkatini hemen
çekiyorum. Özellikle de çizmelerim...
Tommo ve Lugh'un giydikleri gibi diz
yüksekliğinde. Hepimiz çamurlu ve ıslağız. Fakat benim
çizmelerim kahverengi ve eskimiĢ, onlarınki gibi, yani
Tonton çizmelerinin olması gerektiği gibi parlak siyah
değil. Bu hiçbirimizin akima gelmedi. Aceleciliğimizden
ötürü kendime lanet ediyorum. Adam beni baĢtan aĢağıya
süzerken, tehlike tüylerimi diken diken ediyor. Ellerim
yuları sıkıyor.
Hem benim teçhizatım hem de Hermes'in
donanımı neyse ki Tonton tarzında.
Geriden at sürüyorum. Adam önümdeki midillide
oturan VVebb'i umursamıyor. Doğruca önde yan yana at
süren Lugh ve Tommo'ya gidiyor. Adam onlara ve
atlarına alıcı gözle bakarak etraflarında dolaĢırken,
bizimkilerin sırtlarındaki ve omuzlarındaki gerginliği
görebiliyorum. Adam acele etmiyor. Yağmurun onu
sırılsıklam etmesinden rahatsızlık duyuyor gibi değil...
Lugh'un yanında duraklıyor ve ona bir Ģeyler söylüyor.
Lugh karĢılık veriyor. Sonra Tommo'ya gidip ona da bir
Ģeyler söylüyor. Tommo adamı baĢıyla onaylıyor.
Oğlanların silah taĢımalarına izin vermek
zorunda kaldım. Aksi takdirde Tonton olarak kabul
edilmezlerdi. Fır-latıcılar, bıçaklar, cephane kemerleri,
her Ģey... O silahları kullanmaya gerek duymamızı
istemiyorum ama—
Sonra üstümden büyük bir yük kalkıyor. Adam
bariyeri kaldırıp geçmemizi iĢaret ediyor. Yanından
geçerken baĢımla selamlıyorum fakat bana bakmıyor.
Gözleri nöbetçi kulübesine sabitlenmiĢ. Oğlanlar her ne
söylediyse-ler, bu onun dikkatini Ģüpheli teçhizatımdan
sobanın rahatlığına çevirmiĢ.
Oradan ayrılıyoruz. Artık, Cennet Yurdu'na dek
durmak yok.
At sürerlerken tüm vücudu titriyordu. Bunu
baĢarmıĢtı. ġansına zar zor inanabiliyordu. Saba yoldan
gideceklerini söylediği an, o bunun beklediği Ģansı
olacağının bilincindeydi. DeMalo'ya mesajı vaktinde
ulaĢtırmak için muhtemelen tek Ģansı... Ġlk dört kontrol
noktasını geçmelerinin ardından, bunu
baĢaramayacağından ve bir çuval dolusu incirin berbat
edileceğinden korkmaya baĢlamıĢtı. Durdurulacağı,
ilerlemesinin engelleneceği o andan korkuyordu. Çok
fazla Ģey ters gidebilirdi. Peki ya DeMalo yapacağını
söylediği gibi planlamadıysa, n'olurdu?
Fakat planlamıĢtı. Plan tıpkı konuĢtukları gibi
iĢliyordu.
Yerinden birazcık kımıldamıĢtı. Tontonun
görmesi gerektiği Ģeyi görebilmesi için yön değiĢtirmiĢti.
Askerin gözleri fal taĢı gibi açıldı. Kim olduğunu
biliyordu. Sonra at sürerlerken küçük muĢamba ruloyu
yere kasten düĢürdü. Asker onu arayacak, onlar görüĢ
menzilini terk ettiklerinde bulacaktı. Daha sonra mesaj,
DeMalo'ya yetiĢtirilecekti.
Jack onların hayatlarından sonsuza dek çıkacaktı.
Üç gece önce bulunduğumuz yere geri
dönüyoruz. Cennet Yurdu'ndaki o çitin tel örgülerine
bakan orman koru-nağmdayız. Atlarımızı aynı yosunlu
kuytuda bırakıyoruz. O gece üç kiĢiydik. Bu gündüz
vaktinde VVebb'le beraber dört kiĢiyiz. Yağmur en
sonunda durdu. GüneĢ dünyayı kapalı, nemli bir
sıcaklıkta piĢiriyor. Ağaçlardan ve kıyafetlerimizden
âdeta buhar yükseliyor. Islaklıktan ağırlaĢmayan
neredeyse tek yer, ayaklarımızın altındaki orman zemini.
Cennet Yurdu için aynı Ģey söylenemez.
Binaların arasındaki açık zemin bir çamur gölü. Ayak
bileği derinliğindeki çizme izlerinin dağınık patikası,
yarım yükselmiĢ hurda ahıra kadar varıyor. Bir avuç
dolusu daha büyük oğlan, Tonton olmayan bir adamla
beraber çalıĢıyorlar. Hayvan barakalarının arasındaki
kerestelerde yürüyen birkaç çocuk ve kadını
görebiliyoruz. Nero evlerinin üstündeki tüneğinden
onlarla alay ederken, ördekler kendi Ģikâyetlerini
vaklıyorlar. GörünüĢe göre, diğer herkes binalarda
duruyor. Çocukların Ģarkı halinde yükselen sesleri açık
bir pencereden sızıyor. Bir atölyedeki testereler ve
çekiçler gürültü yapıyor. îki yatakhanede hareketlilik var.
Çit devriyelerin-den ve zırhlı köpeklerden eser yok.
AnlaĢılan o ki sadece gece nöbeti tutuyorlar.
Yanımdaki Webb bakıcıyı sımsıkı kavramıĢ.
Kızının burada olabileceği ümidiyle gergin bir vaziyette
orayı ileri geri tarıyor. Sağdaki yatakhanenin kapısı açık
duruyor. Kovası olan bir kız orada beliriyor. Kovayı
alttaki çamurlu zemine yavaĢ yavaĢ boĢaltıyor. Ardından
kızların küçük bir geçit töreni vuku buluyor. Bir öteye bir
geriye gelip gidiyorlar. Kirli suyu döküyor, faraĢları
boĢaltıyor, paçavraları silkeliyorlar. Temizlik
görevindeler. Toplam dört kız. Fakat aralarında bakır
kızılı saçlı Nell yok.
Nero hakaretler gaklıyor. Ördekler öfkelerini
vaklıyorlar.
"BoĢa zaman harcıyoruz," diyor Webb. BaĢını iki
yana sallayarak bakıcıyı indiriyor. "Barakaları ve ahırları
kontrol edelim."
"Bekle," diyorum. Yatakhanenin kapı aralığında
alev kızılı saçlı bir kız henüz belirmiĢ.
Webb bakıcıyı ona yöneltiyor. "Evet!" diye
tıslıyor. "O!"
Kız faraĢındaki pisliği atıyor. Ördek göletindeki
kargaĢaya Ģöyle bir göz atmasının ardından uzun, kırmızı
saç örgüsünü Ģaklatarak gidiyor.
Yüzü sevinçten alev alev yanan Webb kolumu
kavrıyor. "O benim Nell'im! O! Burada!"
"Emmi!" Nell kahkaha attı. "ġu kargayı görmen
gerek! DıĢarıda ördekleri çıldırtıyor."
Diğer dört kız iĢlerine devam ettiler. Ranzaların
altını süpürüyor, elleri ve dizlerinin üstünde tabanı
fırçalarla ovuyorlardı. Yüreği ağzında atan Emmi Nell'e
sabit gözlerle baktı. Bir karga. O olabilir miydi?
Süpürgesini bir patırtıyla yere düĢürdü ve kapıya koĢtu.
Evet! O, Nero'ydu. Ördeklerin tepesinde daireler çiziyor,
onlarla dalga geçiyordu. Ama Em kendisini Nero'nun
adını haykırmaktan alıkoymak zorunda kaldı.
Çamura yalınayak bastı ve çitin dıĢ tarafındaki
ormana gözlerini kırpmaksızın bakmaya koyuldu. Saba
orada mıydı? Ağaçlar net görülemeyecek kadar gür
büyümüĢlerdi ve uzaktaydılar. Fakat Em öğrenmenin
diğer yöntemlerinden de haberdardı. Kısa bir süreliğine
çömeldi, gözlerini kapadı ve ellerini çamurun altındaki
sert toprağa bastırdı. Bu yerin toprak Ģarkısına zaten
alıĢkındı. Alçak sesli, hüzünlü bir mırıldanma. Eter
zaman aynı; gündüz ve gece. ġimdi elleri ve ayakları ona
baĢka bir Ģarkıyı getirdi. Yıldız ĠĢığı Geçidi'nden beri
takip ettiği aynı Ģarkıyı... Buradaydılar. Saba, Eugh ve
Tommo... ġarkı ormandan geliyordu.
ĠĢte bu kadar. Tıpkı Saba'nın söz verdiği gibi.
Büyük lanet olası gümbürtü buydu. Em de harekete
geçmeye hazırdı.
Biraz geri çekilip fısıltıyla konuĢuyoruz. Nell
içeride. Bu ilk adım. VVebb'in kolayca telaĢlanan türde
biri olabileceğinden ve onu dizginlemek zorunda
kalacağımdan korkmuĢtum ama istikrarını koruyor.
Nell'in de istikrarlı olduğunu iddia ediyor. Öyle
umuyorum. Ġstikrarlı olması gerekecek çünkü.
Lugh tasarladığı planı bize anlatmaya baĢlıyor.
Yöntemi karmaĢık ve iĢe yaramaz. Fakat ağzımı kapalı
tutuyor, anlatmasına izin veriyorum. Bu bana etraflıca
düĢünmek için zaman kazandıracak. Yukarıdaki dallara
henüz konan Nero'ya Ģöyle bir göz atıyorum. Bir haberci
olarak öyle iyi eğitildi ki anahtar rol oynayabilir. Bu
esnada ben gözümü olup bitenlerden ayırmayacağım. Ne
tür bir fırsatın doğacağını katiyen bilmezsiniz. Bu yüzden
bakıcıyı avluya doğrultuyorum.
Bir baĢka kızın daha yatakhanede tekrar gözden
kay-boluyorkenki son anlık görüntüsünü yakalıyorum.
Boyutu itibarıyla daha önce görmediğim biri.
Emmi tekrar içeriye koĢtu ve ranzasına tırmandı.
Nell "Emmi? Ne var? N'oluyor?" dedi. O ana dek Emmi
duvarın bitiĢiğindeki boĢluktan tel kesiciyi çıkarmıĢtı.
Yere atladı. "Dinleyin,” dedi. "Dinleyin! Fazla zaman
yok!" Kızlar sessizliğe bürünerek ona ve elinde tuttuğu
kesiciye baktılar.
“Onu çaldın mı?" dedi Frankie.
“Çalmayı niçin umursayayım?" dedi. "Benim
gerçek adım, Özgür ġahinler'in Emmi'si. Biz Tontonlar'ı
DiriliĢ'te ve Ümitkent'te yendik. Kız kardeĢim onların
Ölüm Meleği dedikleri güçlü savaĢçıdır. O tam Ģu anda,
burada, savaĢçılarımızla beraber ormanda. Sizi
ailelerinize geri götürecekler. Bense sizi buradan
çıkaracağım." Kesiciyi havaya kaldırdı. "Çitin içinden
kaçacağız."
"Biliyorum!" dedi Nell. "Kovalar! Yabani otları
ayıklıyor-muĢ numarası yapacağız." En yakındaki kovayı
kavradı ve suyu boĢalttı, "iĢte!” Onu orada duran, açık
ağızlı Bly'a doğru itti. "Ee, geliyor musun?” dedi.
"Evet,” dedi Bly.
"Ben de!” Frankie ayağa fırladı ve kovasını
boĢalttı.
"Ölüm Meleği!” Lin ovma fırçasını göğsüne
yapıĢtırdı. Yalnızca sekiz yaĢındaydı ve ödü.kopuyordu
ama arkadaĢı Runa'nııı yaptıklarını aynen yapıyordu.
"Korkma, seni incitmeyecek,” dedi Emmi.
Runa konuĢarak onların kovalarını boĢalttı. "Lin
ve ben de geliyoruz. Ama bugün bahçe çalıĢması günü
değil. Çamur sebebiyle. Ayıklanacak yabani otlar da
yok."
Emmi ne kadar soğukkanlı olduğuna ĢaĢırıyordu.
Tıpkı Saba'nın ona olmasını söylediği gibi... "Eğer
planladığımız gibi yaparsak," dedi, “hiç kimse tek kelime
dahi söylemeyecektir. Bize baĢka birilerinin yabani otları
ayıklamamızı söylediğini düĢüneceklerdir. Oraya
normaldeki gibi tek sıra halinde yürürüz. Nell baĢta gider.
Ben sonda. Oraya ulaĢtığımızda, çitin tam bitiĢiğinde
birbirimize yaklaĢırız. Eğer yabani otlar yoksa, çamur
toplarız. Frankie, sen gözetlemeye devam edersin. Ben
teli keserken geri kalanınız beni örter. Size söylediğimde
hızla ilerlemek için hazırlanın. Bu iĢi çabuk ve sessiz bir
biçimde yaparsak, hiç kimse gittiğimizin farkına bile
varmayacaktır. EndiĢelenmeyin, ben birçok kez kaçtım.
Hazır mısınız?”
Hepsi baĢlarıyla onayladılar. Gözleri fal taĢı gibi
açık, heyecanlı ve korkuyla doluydu. Emmi kesiciyi
kovasına koydu. "Gidelim,” dedi.
Ben yatakhaneyi bakıcıyla tekrar tararken, Nell
elinde kovayla kapıdan çıkıyor. Ardından da farklı yaĢ ve
boyda, hepsi de kendi kovasını taĢıyan kızlar geliyor.
KarĢımızdaki bahçe için düzgün bir hat oluĢturuyorlar.
Webb haklı; NelTinin kararlı bir görünüĢü var.
"Çabuk, bu bizim Ģansımız olabilir," diyorum.
ĠtiĢip kakıĢarak yanıma çömeliyorlar. "Bakın!"
diyor Tommo. "En arkadakine!"
Bakıcıyı en geriden gelen kıza doğrultuyorum.
Kalbim duruyor. ġu inatçı çene. O gözler... Gökyüzü
kadar büyük ve mavi...
"Emmi!" diyor Lugh. "Burada ne yapıyor?"
"Aman Tanrım," diyorum.
Jeton düĢüyor. Hiç kimsenin onu dün sabah
geçitte bulamamasının nedeni bu.
"Bizi takip etmiĢ," diyorum. "Önceki gece. O
zamandan beri buradaymıĢ belli ki. Eîaydi, daha yakma
gitmeliyiz."
Bahçenin bitiĢiğindeki çite üĢüĢtükleri büyük
çama doğru ilerliyoruz. Kızlar çamurun içinden yürüyüp
telin yanma safı sıklaĢtırarak diz çöküyorlar. Avuçlar
dolusu ıslak toprağı kovalarına yığmaya koyuluyorlar.
Bir an için kafam karıĢmıĢ bir halde bön bön baktıktan
sonra algılıyorum. Uzak mesafeden, yabani otları
ayıklıyorlarmıĢ gibi gözükecekler. Bu bir fırsat filan
değil. Em, Nero'yu görmüĢ. Bir planı var.
Lugh ve Tommo bana sokuluyor. "Burada
olduğumuzu biliyorlar," diye fısıldıyorum. Lugh ağacın
arkasındaki VVebb'e ağzını oynatarak mevcut durumu
izah ediyor. Webb baĢıyla onaylıyor.
Gözcülük yapan bir kız var. Birilerinin onları
fark etme ihtimalinden ötürü sürekli kontrol halinde. Hiç
kimse yok. Ördekler gölette geziniyor. Bir iĢçi grubu
metrelerce ötede çekiçlerini Ģiddetle indirerek gürültü
çıkarıyor. Emmi çitin sağma doğru aceleyle yürüyor.
Kovasından tel kesiciyi alıyor ve kesmeye baĢlıyor.
"Emmi," diye tıslıyorum. "Benim! Hayır, hayır,
bakma. Sadece dinle. Ne halt ediyorsun?"
"Ne halt ettiğimi sanıyorsun?" diyor.
"Kaçabilmemiz için çiti kesiyorum. Siz de bu nedenle
buradasınız. Onlara öyle söyledim."
"Emmi, dur!" diyorum. "Altı kiĢiden daha
fazlasını kurtarmamız gerekiyor. Beni iĢitiyor musun,
Em? Dur!"
Umursamıyor. Kesmeyi sürdürüyor. "Hâlâ iyi
miyiz, Frankie?" diyor.
"Tehlike geçti," diyor gözcü kız.
Onlar konuĢurlarken Webb bana, "BaĢka ne
planladığını bilmiyorum, ancak kızım Ģu anda oradan
çıkıyor," diyor.
Nell baĢını kaldırıyor. "Baba, sen misin?"
Webb ona "Evet, fakat sakın sesini çıkarma,
kızım," diyor.
Derken Lugh bana fısıldıyor: "Em'in oradan
çıkmasını istiyorum, Saba."
"Dinle," diyorum, "tehlikede olan daha fazlası—"
"Neredeyse tamam," diyor Emmi. "Bitiriyorum."
Kesicisini aĢağıya atıyor. Nell'e "ġunu geri çekmeme
yardım et," diyor. "Parmaklarına dikkat et." Telin bir
kanadını geriye eğiyorlar. Emmi bir çocuğun
geçebileceği büyüklükte bir boĢluk kesmiĢ. "Git, Nell,
çabuk!"
Sonra olanlar oluyor. Hem de birdenbire.
Nell karnının üstünde sürünerek çitten geçip
Webb onu kollarına alırken, Em "ġimdi sen, Bly," diyor
ve sarıĢın kız delikten solucan gibi kıvrıla kıvrıla geçer
geçmez, Tommo onu bulunduğumuz ağacın arkasına
çekiyor.
O anda, gözcülük yapan kız, Frankie "Emmi! O
bizi gördü! Geliyor!" diyor.
Ahırda çalıĢan bir oğlan burada neler olduğunu
fark etmiĢ. Kızlara doğru hızla koĢuyor. Hızından
anlaĢıldığı kadarıyla, onları engellemeye değil; onlara
katılmaya geliyor. Sorumlu adam bağırıyor, "Nereye
gidiyorsun? Buraya dön!"
Ahırda çalıĢan öteki çocuklar aynı Ģekilde
koĢmaya baĢlıyor.
Adam aniden durumu fark ediyor. Çitten kaçan
çocuklar var. Ne yapacağını bilemeyerek bir süre
kalakalıyor.
Bu esnada Emmi bağırıyor, "Lin! Runa! Haydi!"
En küçük kız olduğu yerde donakalmıĢ.
"Yapamam!" diyor. "Bizi yakalayacaklar! Beni
dövecekler!" Tekrar yatakhaneye doğru yürüyor. "Lin!"
diye çığlık atan arkadaĢı onun peĢi sıra koĢuyor.
Em "Frankie!" diyor. "Çabuk!" Frankie çite
doğru güçlükle ilerleyip oradan sürünerek geçiyor.
Ahırdan gelen oğlan birkaç metre uzaklıkta ve Em ona
sesleniyor: "Acele et!"
"Emmi, kendine gel, bu kadar yeter," diyor Lugh.
Fakat Em ahırdan gelen öbür çocuklara el
sallıyor. "Daha çabuk!" diye tıslıyor. "Haydi!"
Ahır sorumlusu adam da kuĢkulanıyor ve koĢarak
yardım çağırıyor.
Webb ve Tommo'ya "Gidin!" diyorum. "Geçitte
yine görüĢürüz."
Webb atları bıraktığımız kuytuya doğru hızla
koĢuyor. Nell ve Frankie hemen arkasından onu takip
ediyorlar. Tommo kolumu kavrıyor. "Emmi!" diyor.
Ellerimiz yüzlerimizin hizasına geliyor. Ġnce,
gümüĢ bir bileklik Tommo'nun sol bileğini çevrelemiĢ.
Üstüne iĢaretler oyulmuĢ. Tıpkı DeMalo'nun bilekliğine
benziyor. Tommo'ya dilimi yutmuĢ gibi bakıyorum. Onu
niye takıyor? Nasıl edinmiĢ?
"Saba!" Beni sarsıyor. "Em'e ne olacak?"
"Onu kurtaracağız," diyorum. "Onların geri
kalanını geçide götür. Kızı al. Tam arkanızda olacağız."
Sonra Tommo sarıĢın kızı elinden çekerek atlara
koĢuyor.
"Emmi! ġimdi!" diyor Lugh ama Em ahırdan
gelen çocukları çitten geçmeye teĢvik ediyor. Ormana ve
ötesine dağılmak için birbirleriyle yarıĢıyorlar.
"Emmi, haydi, bu kadar yeter," diyorum.
Ahır sorumlusu adam yardım etmesi için bir
Tonton getirmiĢ. Bize doğru koĢarak geliyorlar.
Tonton'un ateĢ çubuğu var. "Dur!" diye bağırıyor.
"Kımıldama!"
"Emmi!" diyor Lugh.
Em boĢluğa dalıyor. Lugh ve ben onu çekiyoruz.
Dönüp koĢmaya baĢlıyoruz. "BaĢardım, Saba! Gerçekten
baĢardım!" diye çığlık atıyor.
"Harikasın, Em," diyorum. "Sen en iyisisin.
Haydi! KoĢ!"
KoĢuyoruz ve onu ellerinden çekiyoruz. Lugh bir
yanında, ben diğer yanındayım.
Derken bir patlama oluyor.
AtıĢın onu vurduğunu hissediyorum.
Patlama onu öne fırlatıyor. Elini sıkıca tutuyorum
ama tökezliyorum. "Lugh!" diye feryat ediyorum.
"Gitmeye devam et," diyor.
"Ne yapıyorsun?" diyorum.
Em'i kollarıma yüklüyor, fırlatıcısmı çekiyor ve
geri gitmek için arkasına dönüyor. "KoĢ!" diyor. "KoĢ,
Saba, koĢ!"
Emmi'yi kaldırıyor ve koĢmaya baĢlıyorum.
Emmi hiç olmadığı kadar ağır. O kadar ağır ve hareketsiz
ki düĢünmeye dahi cüret edemiyorum. Sadece
koĢuyorum, kollarımda ağırlaĢan Emmi'yle
koĢabildiğimce hızlı koĢuyorum. Nero tepemizde
gaklayarak uçuyor, arkamda Lugh atıĢ üstüne atıĢ yapıyor
ve ardından bize yetiĢiyor. Em'i benden alıp göğsüne
bastırırken atlara doğru koĢuyoruz. Emmi'ye "Em sen
iyisin, sorun yok," diyorum fakat baĢı gevĢek, gözleri
boĢ, Em'imizin öldüğünü biliyorum ama ölemez, ölemez-
Derken atların yanma varıyoruz. Webb ve
Tommo çocuklarla beraber ayrılmak üzereler. Tommo,
Emmi'yi görüyor ve gerçeği hemen anlıyor. Can evinden
vurulmuĢ gibi "Hayır!" diye haykırıyor; kızlar, Em'in
küçük arkadaĢları, hepsi gözyaĢlarına boğuluyor, Lugh'un
ne durumda olduğunu ise bilmiyorum. Em'i bir an olsun
bırakmayarak atma binmiĢ, onunla birlikte yola
koyuluyor, ağaçların arasında süratle at sürüyor ancak
gitmesi gerektiği yöne değil, geçide doğru ilerlemiyor.
Tommo "Lugh nereye gidiyor?" diyor.
"Tommo, hızla sür, durma," diyor ve Hermes'in
sırtına atlayıp Lugh'un peĢinden gidiyorum. Kalbim
Em'in adını sayıklıyor.
Emmi öldü!
Emmi.
Öldü.
Lugh bir iblis gibi at sürüyor. Önce onun sadece
hoyrat bir
Ģekilde at sürdüğünü zannediyorum. Fakat bir
sebepten ötürü yön değiĢtiriyor. Tarlaların üzerinden ben
de onu takip ediyorum. Birçok kiĢi bizi görüyor ama
hiçbiri durdurmuyor. Koyu renk kıyafetlere bürünmüĢ iki
kiĢi dörtnala gidiyorlar.
Derken gökyüzü kararıyor. Yağmur tekrar
geliyor. Bu sefer son yağıĢtan daha yoğun bir Ģekilde...
Yollar ırmaklara dönüĢüyor, tarlalar göllere... iliklerime
kadar sırılsıklamım. Yağmur beni bu hayattan götürüyor.
Bu kez güneye at sürüyoruz. Sonra nerede
olduğumuzu fark ediyorum. YaklaĢan Ģeyden haberim
var. Yüksek Irmak; kıyılarında küçük bir Wrecker yeri
bulunan, karanlık bir kaya oyuğundaki o dere. Jack ve
ben burada bir kez buluĢmuĢtuk. Onu görmeden evvel
kükreyiĢini iĢitiyorum. Yağmurla kabaran ırmak, sel
halinde, çamurdan dolayı kahverengi, yüksek ve hızlı bir
Ģekilde akıyor.
Lugh hızını kaybetmiyor. YavaĢlamıyor. Nereye
gittiğini artık iyiden iyiye anlıyorum.
Lugh "DeMalo! DeMalo!" diye haykırarak atının
yönünü değiĢtirirken, silahlı dört Tonton binanın
arkasından koĢarak çıkıyor ve bizi ĢaĢırtıyor. Ġkisi benim,
ikisi Lugh'un karĢısına...
Ona "Niye buradayız?" diyorum.
Tontonlar, Lugh'u yakalamıyor. Lugh, Emmi'yi
kollarına kaydırarak aĢağıya atlarken, bir muhafız dizgini
kavrıyor. Diğer muhafız, silah zoruyla, Lugh'un silah
kemerini alıyor; gelgelelim bunu hareket halinde
yapmaya mecbur oluyor çünkü Lugh bunun farkına bile
varmıyor. "DeMalo!" diye haykırarak halihazırda kapı
aralığına doğru yürüyor. "Neredesin?"
"Lugh!" diye bağırıyorum. "Bekle! Dur!" Kalbim
çarparak tehlikeyi haber veriyor. Lugh, DeMalo'nun
burada olacağını biliyormuĢ. Fakat nasıl? Ben kollarımı
uzatıp Tontonlar'a "Silah yok, temizim," diyerek
Hermes'ten iniyorum. Onlar üstümü çabucak aradıktan
sonra Lugh'un peĢinden koĢuyorum.
Sorun çıkarmıyorlar. Belli ki emir almıĢlar.
Bundan hiç hoĢlanmıyorum. Tontonlar'dan ikisi bizi
arkamızdan takip ediyorlar.
"Lugh! Burada ne yapıyoruz?" diyorum.
Derken kapıdan geçiyoruz.
"DeMalo!" diye haykırıyor. Yukarıdaki odaya
doğru paslı, demir merdivenin basamaklarını ikiĢer ikiĢer
tırmanıyor. Hurda metal çatısı olan parçalanmıĢ bir bina
burası. Sert destekler ağı, binayı ayakta tutuyor.
Duvarların ve sütunların çıplak kalıntıları demir
iskeleden dökülüyor. Kırık bir tahta merdiven bir sütuna
dayalı. Basamaklarından birinde DeMalo'nun Ģahini
Culan sessiz bir vaziyette oturuyor. Eskiden pencere olan
dört kocaman delik var. Nero onlardan birine konuyor.
ġahini, eski düĢmanını gözetliyor. Meydan okurcasına
gaklıyor. Culan gergince yön değiĢtiriyor. Ve o an
DeMalo'yu odanın uzak ucunda dikilirken buluyoruz.
"O öldü!" diye haykırıyor Lugh. DeMalo'ya
doğru aceleyle yürürken. Emmi hâlâ kollarında. Yüzü
öfkeden köpüren Lugh üzüntü yüzünden hoyrat.
DeMalo'dan baĢka hiçbir Ģeyin farkında değil. "Onu
adamların vurdu," diyor. "Küçük bir kız! Ona bak, seni
Tanrı'nm belası! O ölü!"
Lugh'u kolundan çekiyorum. "Lugh, burada
olamayız. Haydi, gidelim."
"ġayet onu adamlarım vurduysa, haklı bir
gerekçeyle vurmuĢ olmalılar," diyor DeMalo.
"Seni orospunun oğlu, hangi gerekçeyle?"
diyorum.
"O bir çocuk," diyor Lugh. "Ne zarar verebilirdi
ki?" Bir anlığına durup kendine geliyor. Soluk alıp
verirken, göğsü kabarıp iniyor. "Bunun böyle olmaması
lazımdı," diye yutkunuyor.
"Kız kardeĢin senin sorumluluğundaydı," diyor
DeMalo. "Oyunu oynarsan, kaybetmeye hazırlıklı ol.
Sana söylemiĢtim, Lugh."
Ona dik dik bakıyorum. "Ona söyledin, ha?"
diyorum. "Ne zaman? Hangi oyun?" Lugh'a dönüyorum.
"Doğruca buraya at sürdük," diyorum. "Onun burada
olduğunu biliyordun. Bu adamla ne yapmak zorunda
kaldın? Lugh!" Onu sarsıyorum. "Söyle bana!"
Lugh kendisini kavrayıĢımdan kurtarıyor. Çatlak
bir taĢ masaya doğru yöneliyor.
DeMalo'ya bakıyorum. "Bilmek istiyorum, o
nedenle bana hemen Ģimdi söylüyorsun," diyorum.
DeMalo muhafızları el iĢaretiyle odadan
çıkarıyor. Yüzü her zamanki gibi pürüzsüz ve ifadesiz.
"Erkek kardeĢin ve ben buluĢtuk/' diyor. "Sen köprümü
havaya uçurduktan hemen sonra. Hainlere iliĢkin ortak
bir ilgi alanını paylaĢtığımızı keĢfettik. Bilhassa bir haine
iliĢkin. Erkek kardeĢin onu teslim edebileceğini söyledi.
Yeni Cennet'in en iyi çiftlik arazisinden bir arsa
karĢılığında."
"Sen ne diyorsun be?" diyorum.
"Senin bir arkadaĢın galiba," diyor DeMalo.
Jack... Jack'i kastediyor. Ama hayır, Jack'in
yaĢadığını hiç kimse bilmiyor.
Lugh, Emmi'yi masaya yatırmakla meĢgul.
Dikkatlice. O uyuyormuĢ da onu uyandırmak
istemiyormuĢçasma... Lugh'a gidiyorum. "Ne demek
istiyor?" diyorum. "Sen ne yaptın?"
"Henüz hiçbir Ģey," diyor DeMalo. "Teslim
etmedi. Öğleyin buradayım," diyor Lugh'a, "mesajının
haber verdiği gibi. Öyleyse o hain nerede? Onu
görmüyorum."
"Lütfen, Lugh," diyorum, "bana bu adamla bir
pazarlık yapmadığını söyle."
"Senin gözüne girmek için böyle bir iĢe kalkıĢtı,"
diyor bana. "Aksi takdirde Em asla o yurtta
bulunmayacaktı." Emmi'nin yüzündeki çamuru
mendiliyle nazikçe temizleyen Lugh'un nefesi
zangırdayarak çıkıyor. "Oysa benim istediğim gibi batıya
gitmiĢ olmalıydık. Neden onunla yeteri kadar
ilgilenmedin?" Em'in yağmurdan sırılsıklam olmuĢ saçını
düzeltiyor. "Neden benimle yeteri kadar ilgilenmedin?
Hep onun yüzünden, nedeni bu. Seni öyle etkilemiĢ ki
kendini dahi düĢünemiyorsun. Sırf onun sana
söylediklerini yapıyorsun. Kimin borusunun öttüğünden
haberdar olmadığımı sanma. Tüm bunlar hep onun
fikriydi. Ben onu gördüm. Jack'i gördüm."
Belli belirsiz bir Ģekilde "Jack öldü," diyorum.
Bana bakıyor. "Yalanı bırak. BaĢından beri
biliyordum."
Ona bakıyorum. Lugh'a... Erkek kardeĢime...
Altın kalbime. .. Bana ihanet etmiĢ. Benim ona ihanet
ettiğim gibi...
"Her an burada olacaktır." Lugh, DeMalo'yla
konuĢurken, gözlerini gözlerimden ayırmıyor. "Saba'nın
mesajı ona öğleyin dedi."
"Ona benden bir mesaj göndermiĢsin," diye
fısıldıyorum hayretle. "Nero'yla."
"Ben meĢgul bir adamım, bekleyemem," diyor
DeMalo. "Hain yoksa, toprak da yok."
"Senin lanet toprağını istemiyorum," diyor Lugh.
"Onun asıldığını görmek istiyorum. O hayatlarımızı
mahvetti. Böyle ödeĢebiliriz."
Bu söz üzerine DeMalo pencereye dönüyor,
dıĢarıya bakıyor. "Yarın gece yağmur yağmamasını
umalım," diyor. "Ay tutulmasını görmeyi her zaman dört
gözle beklerim."
BaĢka bir Ģey söylemesi gerekmiyor.
Eğer bu Ģekilde devam edersen, daha’fazla insan
ölecek. Önemsediğin insanlar... Kız kardeĢin... Erkek
kardeĢin... Teklifim ay tutulmasına kadar geçerli.
Resmi bir teslimiyet... Lugh ve diğerlerinin, BoĢ
Arazi üzerinden AĢağı Çin Geçidi'ne güvenli geçiĢi adına
silahlarımızı teslim etmek... Hiç kuĢkusuz küçük bir
Tonton ordusu onlara refakat edecek ve yol boyunca
zincirlere bağlı olacaklar. Ama dağlara ve ötesine serbest
bir Ģekilde yürüyecekler.
Ama onunla evlenirsem... Her Ģey çözülür. Bu
adil. Her gün Emmi'nin ölümünün kefaretini ödeyeceğim.
Özgürlüğümü onlarınkilerle takas edeceğim. Onlara
verebileceğim en azından bu. Ümitkent'te DeMalo'nun
gözleriyle karĢılaĢtığım andan itibaren biliyordum. Bir
yerlerde, bir gün, her nasılsa bu muamma, böyle
sonuçlanacaktı.
Kızgınlığın beni Ģimdiye dek ele geçireceğini
sanıyordum. Emmi öldü. Lugh'un ihanetine uğradım. En
sonunda DeMalo tarafından tuzağa düĢürüldüm. Ama
sakinim. Her Ģeyi uzaktan izliyormuĢ, kendi vücudumda
değilmiĢ gibiyim. ġokun azizliğinden kaynaklandığını
biliyorum. Kendi konuĢtuğumu kendim dinliyorum.
"Herkese güvenli geçiĢ hakkı istiyorum,"
diyorum. "Jack dâhil."
DeMalo baĢını bana bakmak için çeviriyor. "Onu
baĢkalarına ibret olması bakımından cezalandırmam
gerekiyor," diyor.
"Jack'e de. Bunlar benim koĢullarım."
"KoĢullar mı?" diyor Lugh. "Hangi koĢullardan
bahsediyorsun?"
Onu duymazlıktan geliyor, gözlerimi kırpmadan
DeMalo'ya bakıyorum. Henüz idrak ediyorum. BaĢının
Ģekli dikkatimi çekiyor. Tommo giderek ona benziyor.
ġimdi kendime uzağım, bunu çok açıkça görebiliyorum.
Gözleri öylesine koyu renk ki neredeyse siyah. Çıkık
elmacık kemikleri. .. Dolgun dudakları... Birbirlerine çok
benziyorlar. Bileğindeki gümüĢ bileklik...
Tommo'nunkiyle tamamen aynı. Elbette. Onlar baba ve
oğul... Tommo'nun ölen babası DeMalo... Bunu daha
önce anlayamadım. Burnumun dibindeymiĢ oysaki.
"Saba," diyor Lugh. "Hangi koĢullar?"
"Senin hayatını kurtarma koĢulları," diyorum.
"Pekâlâ," diyor DeMalo. "Senin pis, küçük, asiler
çeten ve Jack için güvenli geçiĢ."
"Güvenli geçiĢ mi?" diyor Lugh. "O bir hain. Biz
bir pazarlık yaptık."
DeMalo ve ben gözlerimizi birbirimizden
ayırmıyoruz. "Onların AĢağı Çin Geçidi'ne varıĢını da
görmek istiyorum," diyorum.
"Issız bir yolda kalleĢlik olmaz," diyor DeMalo.
"Pekâlâ. AnlaĢtık."
"Bu da ne böyle?" diyor Lugh. "Saba, burada
neler oluyor?"
DeMalo beni istiyor. Bu nedenle sözünü
tutacaktır. BaĢka ne olursa olsun, Lugh güvende olacak.
Tommo da... O, babasının öldüğüne inanıyor. Zaten bunu
ona söylemeyeceğim. Mercy, Molly, Ash, Creed, Slim,
Jack... Onların bu diyardan çok çok uzaklara gitmelerini
sağlayacağım. Layık oldukları bir yaĢam fırsatına doğru...
Buna rağmen Emmi yok. Onun için artık çok
geç. Bu dünyada her zaman kan dökülüyor. Bunu
Ģimdiye dek öğrenmeliydim.
"Teslim oluyoruz," diyorum.
"Kabul ediyorum," diyor DeMalo.
"Teslim olmak mı?" Lugh omzumu kavrayıp
beni onunla yüzleĢmem için döndürüyor. "Jack'e güvenli
geçiĢ mi?" Onun adını tükürürcesine söylerken
parmaklarını kollarıma batırıyor. "Emmi'ye güvenli geçiĢ
yok," diyor. "Bir daha hiçbir yere gidemeyecek. Em'in
ölmesi Jack'in hatası ve Jack senin gözlerini öylesine kör
etmiĢ ki bunu göremiyorsun. O olmasaydı, çoktan batıya
giderdik, güvende olurduk, oraya yerleĢirdik ve Emmi
ölmezdi. O, geleceğimizi çaldı. Seni burada tuttu,
geleceğimizi çalarak bizi mahvetti. Sen onu hayatına
soktuğun an, biz mahvolduk. Bunu yapmak istediğimi mi
sanıyorsun? Bu adamla bir pazarlık yapmayı yani... Bunu
sadece seni ve ailemi kurtarmak için yaptım. Her Ģey,
bütün hayatım, Ģimdiye değin tüm yaptıklarım sen ve
Emmi için. Kız kardeĢimiz burada ölü yatarken, sen
Jack'e güvenli geçiĢ sunacaksın, öyle mi? Sana lanet
olsun, Saba! Cehenneme git!"
Beni sertçe itiyor. Sendeleyip düĢüyorum. Nero
bana doğru uçuyor.
Lugh "Onun icabına kendim bakacağım!" diye
haykırarak kapıya koĢuyor.
O sırada Jack beliriyor. Ġki muhafız tarafından
getiriliyor. Elleri arkasında bağlanmıĢ. Durumu derhal
kavrıyor.
Muhafızlardan biri "ĠĢte o hain," diyor. Onu
arkasından itiyor.
Jack ileriye doğru tökezliyor. Lugh ona dalıyor.
Jack yana doğru kıvrılıp tahta merdivene çarpıyor.
Merdiven gürültüyle düĢerken hâlâ baĢlıklı olan Ģahin
paniğe kapılıyor. Kocaman kanatlarını çırpıyor.
Muhafızları pençeliyor. Onlar korkudan siniyor, çığlık
atıyor ve kollarını savuruyorlar. Hoyrat bir silah sesi,
çatıyı patlatıyor. Molozlar yağıyor.
"Durun!" DeMalo, Culan'ı yakalamak için hızla
koĢuyor. "Durun! Onu vuracaksınız, sizi aptallar!"
Nero'yu tutup ona "Git!" deyip onu arbedeye
doğru fırlatırken, Nero Ģahinden öcünü alacağını çığlık
çığlığa ifade ediyor.
Lugh, Jack'i boynundan yakalayarak onunla
güreĢiyor. Onu pencereden geriye doğru yarıya kadar
sarkıtıyor. Fakat Jack karĢı koyuyor. Elleri arkasında
bağlıyken hazırlıksız yakalanmasına rağmen mücadele
ediyor. Yağmur üstlerine dökülüyor. Lugh öfkeden
kudurmuĢ. Gücünün ötesinde bir çaba sarf ediyor.
Onu Jack'ten ayırmaya gayret ederek, Lugh'un
kollarına ve ceketine asılıyorum. Bir bacağını kollarımla
tutuyorum ve yan tarafa doğru tökezliyor. Derken Jack
devriliyor. Ona elimi uzatıyorum. Çok geç. "Hayır!" diye
haykırıyorum. Pencereden aĢağı eğiliyorum. Jack ırmağa
düĢüyor. Irmak onu sürüklüyor, döndüre döndüre
uzaklaĢtırıyor.
Lugh'a "Sen ne yaptın?" diye bağırıyorum.
SersemlemiĢ görünerek ayağa kalkıyor.
Bir el silah ateĢ ediliyor. Kısa ok onu sırtından
vuruyor.
"Hayır!" Lugh kıvrılıp kollarıma düĢerken
feryadı basıyorum. Sonra ikimiz de devrilip, pencereden
aĢağıdaki ırmağa düĢüyoruz.
Suya çarpıyoruz. Lugh üstümde. Batıyoruz...
Gömleğini sımsıkı tutuyorum. Bükülüp
dönüyoruz. Dalgalara kapılıp sürükleniyoruz.
Yüzeye fırlayıp yağmura tutuluyorum. Ona
bakıyorum. Adını bağırıyorum: "Lugh!"
Irmağın kükremesinde kayboluyor. Adı, sesim,
feryadım. .. Akıntı beni yakalıyor. Uzağa sürüklüyor.
Kalın bir dal yanımdan dönerek geçiyor. Onu kavrıyor,
kıyıdaki kayalıklara savruluyor ve ormanlık bir vadiye
çıkıyorum.
Nero tepemde acı acı çığlıklar atıyor. AĢırı
tedirgin bir Ģekilde etrafıma bakmıyorum. Kıyının
yakınındaki Lugh'u fark ediyorum. Devrilen bir ağacın
köklerine yakalanmıĢ. Suda yüzükoyun uzanmıĢ. Jack de
orada. Irmaktan henüz çıkıyor. "Lugh!" diye
haykırıyorum. Nihayetinde öfke içimde kabarıyor. Ben
akıntıdan kurtulup Lugh'a doğru ilerlemek için mücadele
ederken, kızgınlık âdeta içimi yakıyor. Derken yanlarına
varıyorum. Jack, Lugh'u kurtarmaya gayret ediyor.
"Ona dokunma!" diye haykırıyorum. "Lugh!"
Büyük uğraĢ verip karman çorman köklerin arasından
çıkıyorum. "Onu bana bırak!" Lugh'u tutuyorum.
"Buradayım, buradayım, her Ģey yolunda," diyorum. Ona
bakıyor, dokunuyor ve onu inceliyorum. Vurulduğu
yerde biraz kan var, fazla değil... Ona "ĠyileĢeceksin,"
diyorum. Öyle cesur ki gıkı çıkmıyor. Onu kollarımda
tutuyor ve kendime yaklaĢtırıyorum. Jack de bana
yardımcı oluyor. Güzel yüzünde hiçbir çizik yok. Aynen
benimki gibi olan doğumayı dövmesini öpüyorum.
"Kendine bir bak, Lugh," diyorum, "sen kusursuzsun."
Parmaklarımızı birleĢtiriyorum. Yanağımı onunkine
yatırıyorum. Jack'e "O iyi," diyorum. "O iyi."
Onu sımsıkı tutup kalbime bastırıyorum.
Sarsılıyorum. Titriyorum.
"Asla tahmin etmezsin," diyorum. "Büyük Su'ya
gidiyoruz. Sen, ben ve Em... Her Ģey ayarlandı. Buradan
hemen ayrılabiliriz. ġayet bu kadar inatçı olmasaydım,
seni dinleseydim, Ģimdiye dek orada olurduk. Ama oraya
ulaĢacağız, söz veriyorum, ulaĢacağız."
Bir an için durmak zorunda kalıyorum.
"Yardımına ihtiyacım var," diye fısıldıyorum.
"Görüyorsun. .. Ben bazı hatalar yaptım ve sen daima ne
yaptığının farkındasındır. Benimle daima ilgilendin. Sana
daha önce söylemiĢ olmalıydım, söylemeliydim, lütfen
beni bırakma. Lütfen. Sensiz olamam. Sensiz dünyada ne
yapacağımı bilmiyorum."
"Saba." Jack yanımıza çömeliyor.
"Uyuyor," diyorum.
Jack Ģakağımı öpüyor. "Uyumuyor," diyor.
"Emmi öldü," diyorum.
"Biliyorum." diye yanıtlıyor beni.
AĢağıdaki ırmağa durağan gözlerle bakıyorum.
Kahverengi sular yükseliyor, ayaklarımı çekiĢtiriyor.
Boğulmak kolay. Öyle söylerler. Eğer savaĢmazsanız.
Kollarımda Lugh'la suya kayabilirim. Acı gelmeden
önce... Beni almadan önce...
O gitti.
Gitti.
Altın kalbim gitti.
"Geliyorlar," diyor Jack. "Saba, kaçmalıyız. Onu
yanımızda götüremeyiz."
Jack'e bakıyorum. Sırılsıklam ve kirli. Yağmur,
baĢımıza bardaktan boĢanırcasına yağıyor.
"Bahsettiğin o ırmağı bul," diyorum. "Haritanın
tepesindeki o su uzantısını. Söylediğin gibi bir kayık bul
ve ilerle. Onun seninle ilgili sözünü tutacağına
inanmıyorum. Geri kalanımızla ilgili sözünü tutacaktır
fakat seninle ilgili sözünü tutmaz."
"Saba!" DeMalo'nun sesi yakından geliyor.
"Saba!"
"Herkes adımı söylüyor."
"Onunla bir pazarlık yapmıĢsın," diyor Jack.
"Onun istediği benim. Yalnızca ben. O her
zaman kazanır," diyorum.
Jack geri çekiliyor. Bir tür gerçeklik onda
ıĢımaya baĢlarken, yüz ifadesinin değiĢtiğini görüyorum.
"Bir parmağını bile kaldırmak zorunda kalmadı,"
diyorum. "Tek yapmak zorunda olduğu Ģey, beklemekti.
Tüm bunların sebebi benim."
"Ne pazarlığı yaptın?"
"Onunla evlenmek," diyorum.
Gözleri buz kesiyor. "Özgürlüğümüzü onun
yatağında satın almıĢsın," diyor. "ġayet sana teĢekkür
etmezsem, beni mazur görürsün artık. Erkek kardeĢini ve
beni dinlemen, sana söylediğimiz gibi bu diyarı terk
etmen gerekiyordu. Ġlk derin kesikte bundan korkacağını
hep biliyordum. Fakat bize ihanet edeceğini bir kez olsun
bile düĢünmedim."
"Seni kurtarmak için böyle yaptım," diyorum.
"Ben kurtarılmak istemedim. Hiçbirimiz
istemedik. Anladığını sanıyordum," diyor. "Çok daha
önemli bir amaç için buradayız, unuttun mu?"
"Bitti, Jack."
"Tek biten, sen ve benim. Biziz," diyor.
Sonra gidiyor, yağmurda gözden kayboluyor."
"Saba!" Bu, DeMalo'nun sesi. "Acele edin.
Orada!"
Lugh'u kalbime sıkıca bastırıyorum. Onunla
birlikte ırmağa kayıyorum.
Sonrası acı...
Sadece acı...
SONRA
Gözlerim gün ıĢığına açılıyor. Bir yatakta
yatıyorum. Bilmediğim bir odadayım.
Gördüğüm ilk Ģey, DeMalo. Bir sandalyede,
pencerenin yanında, beyazlar içinde oturup kitap okuyor.
DıĢarıda gökyüzü mavi.
Lugh, Lugh, gözlerin öyle mavi ki onların
üstünde uzaklara yelken açabilirim.
Yüzümü duvara çeviriyorum.
"UyanmıĢsın," diyor DeMalo. "Nihayet."
Onun kalktığını ve yürüdüğünü iĢitiyorum.
Bir kapı açılıyor. Gelen kiĢi birkaç söz söylüyor.
Ardından kapı kapanıyor.
Sonra DeMalo sandalyesine geri dönüyor ve
"Kendini nasıl hissediyorsun?" diyor. "Neler olduğu
hatırında mı?"
Oda ısınmıĢ. Ağzım kurumuĢ.
"Oraya tam vaktinde geldim," diye devam
ediyor. "Irmak seni neredeyse yutuyordu. Fena halde kan
kaybediyordun. Korkunç bir ıstırap içerisindeydin."
Kapı açılıp kapanıyor. Biri içeriye giriyor.
DeMalo ayağa kalkıp uzaklaĢıyor. Nasırlı parmaklar,
bileğimi kaldırıp nabzımı ölçüyor. BaĢımı çeviriyorum.
O, Mercy. Bizi ele vermemem için beni gözleriyle
uyarıyor. Elini alnıma koyuyor.
"AteĢi düĢmüĢ," diyor. "Nabzı iyi."
"Bu, Mercy. Bir süredir seninle ilgileniyor,"
diyor DeMalo.
Onu tanıdığımdan haberi yok.
"DüĢük yapmıĢsınız, leydim," diyor Mercy.
"Bana kötü bir Ģok geçirdiğiniz söylenildi. Sebebin bu
olduğunu zannediyorum. Yine de ilk seferinde sıklıkla
böyle olur. Bazen hamile olduğunuzu dahi anlamazsınız."
Hamilelik mi? DüĢük mü?
Doğruluyor. DeMalo'ya "Söylediğim gibi,
efendim, ley-dinizin kilo alması gerekiyor. Bolca istirahat
ve uygun gıda onu yakında iyileĢtirecektir. Kendisiyle
biraz daha ilgilenmem gerek."
"Elbette," diyor DeMalo. "Sizi yalnız
bırakacağım."
Mercy yatakta oturuyor. Beni kollarına alıp
tutuyor. "Üzgünüm," diyor. "Çok üzgünüm."
DeMalo Yeni Cennet'teki en iyi ebeyi bulmak
için araĢtırmacılar göndermiĢ. Tontonlar sora sora onun
izini bulmuĢlar. Apar topar buraya getirilmiĢ. Her nerede
bulunuyorsa, yanında bir Tonton bekliyor. Benim bakım
konularım haricinde hiç kimse onunla konuĢmamalı.
Burası DeMalo'nun aralarında mekik dokuduğu birkaç
güzel evden biri. Sade ama konforlu. Mercy Yeni
Cennet'i iyi bilmiyor. Tek bildiği, güneybatıda bir yerde
olduğumuz. Ev uçsuz bucaksız manzarası olan bir
çayırlıkta bulunuyor.
DeMalo beni kurtarmak için ırmağa girmiĢ. BeĢ
gece ve beĢ gündür buradaymıĢım. Mercy önce yaĢama
isteğimin olmadığından korkmuĢ. DeMalo burada hemen
hemen hiç durmamıĢ. Mercy baĢka bir yerde bir sorun
olduğunu ve DeMalo'nun sorunu halletmesi için
çağırıldığını düĢünüyor. ĠĢimizin keĢfedilip
keĢfedilmediğini merak ediyor. Ġnsanlarımız için
korkuyor.
Nero yakında. Pencereden gelip gidiyor. Mercy
ona pencere mandalını kaldırmayı öğretmiĢ. Takipçi
geçitten buraya gelmenin bir yolunu bulmuĢ. Gündüz
vakti görülmese de geceleyin havlıyor.
Erkek kardeĢim ve kız kardeĢim mezarlarında
yan yana yatıyorlar. DeMalo mezarların üzerine taĢlar
diktirmiĢ.
Mercy'nin bana anlattıkları bunlar. Daha fazlası
yok. Henüz yok. Hamileliğime, düĢük yapmama tekrar
değinmiyor. Bana hiç soru sormuyor.
KonuĢmuyorum.
Ağlamıyorum.
Solgunum.
Zayıfım.
Çırılçıplağım.
Uyanıyorum. Hava karanlık. ġöminede ateĢ var.
Oda saz mumu ıĢığıyla aydınlanmıĢ. DeMalo pencerenin
yanındaki sandalyesinde oturuyor. Elinde bir kadeh
dolusu kan kırmızı Ģarap; yıldız çağlayanı geceye
bakıyor.
Bir kurt köpeğinin ulumasını duyabiliyorum.
Takipçi uzakta değil.
"Yıldız mevsimi," diyor DeMalo. "Batıl inançlı
aptallar. Bu kıyametin seninle alakalı olduğunu
sanıyorlar. Ölüm Meleği." BaĢını çevirmiyor.
Kımıldadığımı iĢitmiĢ olmalı. "ġu kurt köpeği saatlerdir
uluyor," diyor.
Doğrularak oturuyor ve battaniyeyi itiyorum.
Uzun bir kombinezon giymiĢtim. Kalın ve yumuĢak.
DeMalo yatağımın yanma geliyor. Elini uzatıyor. Ona
baktıktan sonra tutuyorum. O, ateĢin yanma oturmama
yardım ederken titriyorum.
Kapaklı tabaklar, Ģöminenin üstünde
sıcaklıklarını koruyor. DeMalo bir tanesini alçak bir
masaya koyuyor, bana bir çatal veriyor. "Ye," diyor. "Aç
olmalısın."
Yağda yumurta. Küçük bir ısırık alıyorum.
DeMalo tahta kanepenin köĢesine yaslanıyor. Bir dizi
yukarıda, bir ayağı zeminde. Kadehime biraz Ģarap
doldurmuĢ. Yudumlamamı seyrediyor.
"Çok zayıfsın," diyor. "Çok solgunsun. Düğün
günümüz Yeni Cennet'in tarihindeki ilk büyük olay
olacak. Senden çiçek açmıĢ gibi görünmeni istiyorum. O
kadınla, Mercy'yle konuĢacağım. Bir-iki numara
biliyordur muhakkak." Kadehini Ģömine ıĢığına tutuyor.
Kan kırmızı renge sabit gözlerle bakıyor. "En yetenekli
ebeyi bulmak için Yeni Cennet'i didik didik aratıyorum,"
diyor, "ve onu nerede buluyorlar? Bir köle çetesinde.
Ġnanılması zor. Bebek evleri daima patlayacak kadar dolu
olunca, eriĢebildiğimiz her ebeye ihtiyaç duyuyoruz."
Gördüğüm bebek evi yarı doluydu.
"Sen dinlenirken ben meĢguldüm/' diyor. "Bunun
gibi bir düğün çok fazla plan ve hazırlık gerektirir. Bu
düğün olağanüstü olacak, muhteĢem olacak. Hepimizi
birbirimize bağlayacak. Yeryüzüne hizmet eden ve onu
iyileĢtiren tek aile kılacak. Yeni Cennet'in gerçek
baĢlangıcı olacak. Hikâyesi, gelecek nesiller boyunca
anlatılacak."
Elimi eline alıyor. Yorgun ama güzel görünüyor.
ġömine ve saz mumu ıĢığı sayesinde altın gibi, yani
Tommo'nun o gün güneĢ ıĢığında parladığı gibi parlıyor.
"Seni bekledim. ġimdi sana sahibim," diyor.
"Adımı söyle."
"Seth," diyorum.
Beni kendisine çekiyor, yaklaĢtırıyor. "Hayır,"
diyor. "O zaman söylediğin gibi."
O zaman. Ona kendimi verdiğim zamandan
bahsediyor. Siyah gözlerine bakıyor ve adını söylememi
istediği gibi fısıldıyorum.
Beni öpmeye kalkıĢıyor. BaĢımı hafifçe
çeviriyorum. Bir parmağıyla çenemden tutarak beni
tekrar kendisine çeviriyor. Ağzının karanlık ülkesini,
ellerinin uyuĢturucu dokunuĢunu, vücudunun sıcaklığını
bir kez daha görüyorum. "Çok cimrisin, Saba," diyor.
"Seni affedeceğim. Bu seferlik."
Tahta kanepenin köĢesine geri dönüyor. O bana
bakarken, ben de tam karĢıya bakıyorum. "Saçını
uzatacaksın," diyor. "Saçının tenine değdiğini görmek
istiyorum. ġimdi ye. Yiyeceği ziyan etmiĢ olmayalım."
Çatalımı kaldırıyorum. Kendimi bir ısırık daha
almaya zorluyorum. DeMalo Ģarabını içiyor ve beni
seyrediyor.
"Adamlarım senin asi çeteni yakalamıĢlar,"
diyor. "Onlardan geriye kalanları. Bana onlardan birinin
Ģu deli, yaĢlı hurdacı kadın olduğu söylenildi. Kurtarıcı
çift kolayca bulunmuĢ. Hemen oracıkta ifadeleri alınmıĢ.
Sormadan söyleyeyim, hayır, onları göremezsin.
Düğünden sonraya kadar güvenli bir yerdeler. EndiĢe
etme, sözümü tutmaya niyetliyim. Küskün bir eĢ
istemiyorum. Ne derler, küçük bir iyilik, uzun yol
kateder."
ġerefime içiyor.
"Madem öyle... performansını nasıl ölçebilirim?"
diyor. "Oyunun bu son aĢamasında senden çok daha
fazlasını umuyordum. Sana bir hafta veriyorum ve en iyi
yapabildiğin Ģey birkaç çocuğu onlara günde üç öğün
yemek, sıcak bir yatak ve anlamlı bir gelecek sunan,
katlanılamaz yaĢamlarından özgürleĢtirmek oluyor. Ne
olursa olsun, o çocukların hepsi Yeni Cennet'e geri
döndü. Bebekleri ebeveynlerine iade etmeyle ilgili o
duygusal numaraya gelince, onların sana minnet
duyacaklarını sanmıyorum." Bana uzun bir süre aralıksız
bakıyor. Biraz kaĢ çatıyor. "Hayal kırıklığına uğratıcı ve
kafa karıĢtırıcı, Saba," diyor. "Beni biraz zahmete soktun,
hepsi o kadar. BaĢına kendi kanın yağdı. Hain sevgilin,
hesaba katılmayan tek kiĢi. Bo-ğulduysa, akıĢ yönünde
sürüklenecektir. Ancak boğulma-dıysa, bulunup ifadesi
alınacaktır."
Cebinden bir Ģey çıkarıyor. Onu bana gösteriyor.
Kabuk rulosu mesajların olduğu küçük deri çantam.
"Nero'nun aracı olarak kullanıldığını tahmin ediyorum,"
diyor. "Bunu daha çok sevdim." Çantayı ateĢe fırlatıyor.
"Jack'e de güvenli geçiĢ," diyorum. "Söz verdin."
"Ne?" diyor. "Erkek kardeĢin senin yüzünden
boĢu boĢuna mı öldü?"
Bir tek damla gözyaĢı beni utandırıyor.
Yanağımdan akıp gidiyor.
DeMalo içkisini içerken beni seyrediyor. "Bu
nedir?" diyor. "Kendine acıma mı? Suçluluk mu? Yoksa
keder mi?"
Sorma tarzında dikkatimi çeken bir Ģey var.
BaĢıma kakmak değil, gerçekten bilmek istiyor. En
sonunda anlıyorum. DeMalo duygusuz çünkü iyilik,
suçluluk, keder, kendine acıma... bunlar ona göre
yalnızca birer sözcük. Bunları doğru zamanda söylemeyi
öğrenmiĢ.
"Ġki gece ve bir gün içerisinde evleniyoruz,"
diyor. "Ağlaman gerekirse, o zamana değin ağla ama
daha fazla ağlama." Kadehini boĢaltıyor. "Kırmızı gözlü
bir eĢ istemiyorum," diyor. "Diğerleriyle ortak tozdan
yapılmamıĢız. Seninle benim kaderimiz ayrı. Yapılacak
çok Ģey var. Planlarım var."
Beni yeniden öpüyor. Bana sahipmiĢçesine sert
bir öpücük... "Bir dahaki sefere, kimin baba olduğunu
bileceğiz," diyor.
Ayağa kalkıp kapıya yürüyor. Kapı açılıp kapanıyor.
DeMalo kapıyı arkasından kilitleyerek gidiyor.
AteĢin yanında otururken bakıĢımı alevlere
sabitliyorum. Penceredeki ani bir takırtı beni yerimden
hoplatıyor. Siyah tüylerin, lamba ıĢığındaki parıltısı
kadehten görünüyor. Kalbim hızlanıyor.
"Nero," diyorum.
Mercy'nin ona öğrettiği gibi pencere mandalını kaldırmıĢ.
Sessizce, dikkatlice pencereyi açıyor ve onu içeriye
sokuyorum. Takipçi'nin yakınlarda hâlâ uluduğunu
duyabiliyorum. Pencereden eğilip geceye bakıyorum.
Etrafta hiç kimse yok. Hafifçe ıslık çalıyorum. Bir kez.
Ġki kez. Bekliyorum. Bekliyorum. Sonra ayın ıĢığında
onu görüyorum. GümüĢi gri bir çizgi, tarlanın içinden eve
doğru koĢuyor. Kendisini aĢağımdaki duvara savuruyor.
Bana ulaĢmayı umarak arka ayakları üstünde doğruluyor.
Ama aramızda kemik kırıcı üç kat var.
Tek yapabildiğim aĢağı bakıp ona fısıldamak.
"Ben iyiyim. Tamam, buradayım." Ona ne kadar iyi bir
dost olduğunu söylüyorum. Ġniltiler çıkarıyor fakat
havlamayacağından haberdar. Sonra ona gitmesini
söylüyorum. Evin yakınında bulunmamalı. DeMalo onu
asla incitmezdi. Ġnsan olmayan herhangi bir varlığa iyi
davranıyor ne de olsa. Ama Tontonların ona zarar verip
vermeyeceğine güven olmaz.
Pencereyi kapatıp Nero'yu kollarıma alıyorum.
ġömine yanındaki sandalyeme götürüyorum. Gagasını
boynuma sürtüyor. Ona "ġimdi sadece sen ve ben varız,"
diyorum. "Onlar gittiler. Sadece sen ve ben."
Sözcüklerin tam olarak ne manaya geldiğini hâlâ
bilemiyorum.
Bir süreliğine oturuyoruz ve düĢünmeye baĢlıyorum.
Yolda bıraktığımız iki Tonton, Yıldız IĢığı
Geçidi'ne gitmiĢ olmalı. Hurdalıktaki üç kiĢi: Peg,
Tommo ve Webb. DeMalo, Kurtarıcı çiftin hemen
oracıkta ifadesinin alındığını söyledi. Tontonlar Manuel'i
takip etmiĢ olmalılar. EĢi Bo'nun da suçlu olduğuna karar
verilmiĢtir muhtemelen. Gelgelelim onlar Jack'in asi
çetesine mensup olanlardan sadece ikisi. Bu ölmeden
önce konuĢmadıkları anlamına geliyor. Onlar ölmeden
önce. Geriye Nass Kampı'ndaki Molly ve Auriel ile hâlâ
Yeni Cennet'te olan Slim, Ash ve Creed kalıyor. Benden
nefret eden Jack ise firarda. Belki de geride kalan herkes
benden nefret ediyordur.
Çiftliklerdeki Yılan Irmağı insanları henüz
keĢfedilmemiĢ belli ki.
DeMalo evliliğimiz için planlar yapmıĢ.
Olağanüstü hazırlıklar...
AteĢe bakıyorum. Deri çantam küllerde yatıyor.
Onu alıyorum. YanmıĢ ve kararmıĢ olsa da içindeki
rulolar yanmamıĢ.
Yumurtaları, mısır ekmeğinin birazını, dilimlenmiĢ ördek
göğsünü yiyor, biraz da Ģarap içiyorum.
Nero'yu geceye salmamın ardından yatıp uyuyorum.
Uyandığımda Mercy'yi hem odada dolaĢır hem
de teneke bir küveti sıcak suyla doldururken buluyorum.
Suya kekik yağı damlatıyor. KonuĢmuyoruz, gözlerimizle
anlaĢıyoruz. Derken küvete giriyorum. Ben vücudumu
suyla ovduğum esnada, Mercy saçımı sabunotuyla
yıkıyor. BaĢıma durulama suyu dökerken, DeMalo odaya
giriyor.
Kapının hemen iç tarafında bir Tonton var. Hiç kuĢkusuz
ki Mercy ve benim bir dolap çevirmediğimizden emin
olmak için. Fakat biz, bize mahremiyet sağlayan, alçak
bir tahta perdenin arkasındayız.
DeMalo perdenin çevresinden dolanıyor. Ne bir
baĢ selamında bulunuyor, ne de müsaade istiyor.
Mercy'ye "Onun yarın çiçek gibi açmasını istiyorum. Al
yanaklar, parlak gözler... Anlıyor musun?" diyor.
Mercy baĢıyla onaylıyor. "Bir baĢmelek iksiri,
melankoliyi tedavi eder," diyor. "Biraz bitki toplamam
gerekecek."
"Onu bul," diyor DeMalo. "Nereye gideceğini
biliyor musun?"
"Sanırım."
"Adamlarım seni oraya Ģimdi götürecekler."
"Onları gömdüğün yeri görmek istiyorum," diyorum.
Bana bakıyor.
"Lütfen," diyorum.
"Yarından sonra," diyor. "Bu yeterince yakın bir
zaman. ġimdi aklıma geldi." DeMalo elini cebine sokup
bir Ģey çıkarıyor. "Bunu boynunda taĢıyordu," diyor.
Fırlattığı Ģeyi yakalıyorum. Lugh'un kolyesi. Bir deri ipe
takılmıĢ olan o küçük yeĢil cam yüzük. Ona geçen doğum
günümüzde vermiĢtim. On sekiz yaĢındaydık.
"Bu geceyi baĢka bir yerde geçireceğim," diyor
DeMalo. "Seni evleninceye kadar görmeyeceğim."
Ve odadan ayrılıyor. Mercy ve ben birbirimize
bakıyoruz. Küvetten çıkıyorum. Mercy beni bir çuvalla
kurularken Tonton'a "Suyu boĢaltır mısın, lütfen?"
diyorum. Duraksadığında, "Efendiyi duydun. Hemen
uzaklaĢması gerek," diyorum.
Çuvala sarınıp bir kenarda dikiliyorum. Tonton
bana bakmadan aceleyle gelip küveti kavrıyor ve suyu
boĢaltmak için onu götürüyor. Yatağıma gidiyorum. Deri
çantamı saman döĢeğin altından çekip çıkarıyor ve
içindeki ruloları döküyorum. Onları ayıklamaya
baĢlarken, Mercy'ye fısıldıyorum: "Su değirmeninin
yakınında güvenli bir mesaj zulası var. O gün seninle
karĢılaĢtığımız Don Irmağı'nda. Bu yeri biliyor musun?"
"Biliyorum," diyor. "Oralarda biraz baĢmelek otu
arayacağım. Çoğu yerde yetiĢir zaten. Onun bundan
haberdar olmaması da bir Ģans."
Ġstediğim ruloyu bulup eline bastırıyorum.
"Bunu tam zamanında bulmamaları da ihtimal
dahilinde," diyorum. "Zulaları hâlâ kullanıp
kullanmadıklarını bile bilmiyoruz. Veya bulup
umursamayabilirler, bilmiyorum. Ne yaptığımı gerçekten
bilmiyorum, aklıma yalnızca bu fikir geliyor. Yanılıyor
olabilirim, fakat—"
"Bunun çaresine bakacağım. EndiĢelenme."
Mercy ruloyu bağrına sokarken, "Sesini tekrar
duyduğuma sevindim," diyor.
Buruk bir Ģekilde gülümsüyorum. "Lütfen dikkatli ol."
"Dikkatsiz olmak gibi bir lüksüm yok," diyor ve kapıdan
çıkıyor. Bir süre sonra gözden kaybolmuĢ olacak.
Ev sessizleĢiyor. Gelen giden hiç kimse yok.
Pencereden dıĢarıya bakıyor, oturuyor ve düĢünüyorum.
Bir elimde Lugh'un kolyesini, diğer elimde de
kalpta-Ģını tutuyorum.
Duygulanmaya izin vermiyorum. En azından
henüz... Böylelikle Ümitkent'teki hücremde geceleyin
kâbuslar uykumu böldüğünde, korkular tarafından
kuĢatıldığımda yaptığımı yapıyorum. Dört yanımdaki
dünyanın karanlık olduğunu düĢünüyorum. Kendi
derinliğime dalıyor, kendimi ufaltıyorum. Güvende
olduğum yere... Güçlü olduğum yere...
Ben bir ıĢık noktasıyım ve soruyorum:
Ben kimim?
Neye inanıyorum?
Neye inandığımı asla unutmamam gerek. Her ne
yaĢanmıĢ olursa olsun.
Ne de olsa birinin yaptığı, herkesi etkiler.
Hepimiz birbirimize bağlıyız. Kaderin tek bir
örgüsündeki ipleriz.
Kaderimi kendim çiziyorum.
Yaptığım seçimlerle...
Mercy geri dönmeyecek. Onların bana söyledikleri tek
Ģey bu. Mesajı zulaya bırakmaya çalıĢırken yakalanmıĢ
olmalı. YaĢayıp yaĢamadığını dahi bilmiyorum.
Ama biri -belki de o- baĢmelek otu toplamıĢ. Ot
suda kaynatılıp demlenmiĢ ve o iksir, Ģarapla karıĢtırılıp
bana getirilmiĢ. Ona dokunmuyorum.
Yarın DeMalo'yla evleniyorum.
Garip bir kadın köle beni uyandırıyor. Gece,
yüzünü Ģafağa doğru çevirmiĢ. Beni evlenmeye uygun
olarak giydirmek için gönderilmiĢ. O, odadaki her
lambayı yakarken, ben yatağımın ayak ucundaki elbiseyi
görüyorum. Oraya ben uyurken konulmuĢ.
Bu oldukça tuhaf... Aslında harikulade. Tıpkı
DeMalo'nun söylediği gibi kraliçeye layık bir elbise.
Yere kadar uzun. Kolları bileğe kadar sıkı, sırtı yukarıya
kadar dantelli. Koyu Ģarap renginde, çok yumuĢak bir
kumaĢtan yapılmıĢ. Eski, belli ki Wrecker zamanından
kalma. Gerçek yapraklı taze çiçekler, tüyler ve cilalı
taĢlarla süslenmiĢ. BaĢım için altın bir taç var. Çizmeler
yok. Bu onun yalın ayak olmamı istediği anlamına
geliyor.
Nero pencereye hafifçe vuruyor. Onu içeri alıyor,
yüzümü ve ellerimi yıkıyorum. Kadın saçımı tarıyor.
Utangaç. Gözlerime bakmıyor. Bana söylediği adı, Fan.
Sükunet içinde beni süslüyor. Elbise bana
kusursuzca uyuyor. Fan yağın içinde gül yaprakları
getirmiĢ. Yanaklarımı ve dudaklarımı onlarla ovuyor.
Çiçek gibi açmalıyım. Yüzümün sevinçten kızarması
lazım. DeMalo'nun istediği bu. Bugün her Ģey sadece
görünüĢten ibaret. Yeni Cennet'te zaten her Ģey
görünüĢten ibaret. Yalan, gerçeğin; kölelik, özgürlüğün
kisvesine bürünmüĢ.
Elbiseyi getiren kiĢi duvarın karĢısına bir boy aynası
bırakmıĢ. Hazırlandığım zaman Nero omzuma tünemek
için geliyor. Aynadan bize sabit gözlerle bakan yabancıya
biz de sabit gözlerle bakıyoruz. Lamba sıcaklığının
ıĢığında, taç onun siyah saçında altın sarısı renginde
parıldıyor. Gözleri koskocaman ve koyu renk ıĢıldıyor.
"Güzel," diyor Fan. "Bir orman perisi gibi."
Nero gaklamaya baĢlıyor. Beni azarlıyor, sözümü
kesiyor, bir aĢağı bir yukarı sallanıyor. Haklı. Bu yabancı
ben değilim. O değilim. O, gerçek değil. O, DeMalo'nun
büyük planına ve hikâyesine uyan bir fikir sadece. Yeni
Cennet'in güçlü, bilge babasıyla beraber var olan Toprak
Ana... Ölüm Meleği en sonunda öldü. Tıpkı kız kardeĢi
ve erkek kardeĢi gibi, DeMalo tarafından öldürüldü.
Bugünün sonunda ben de ölebilirim. Ama henüz
ölmedim.
Altın taçtan kurtuluyorum. Çizmelerimi
ayaklarıma geçiriyorum. Zırhımı elbisenin üstüne
bağlıyorum. Metal plaka yeleği ve kol bantlarını
kuĢanıyorum. Bu, zavallı Fan'i epey sarsıyor.
"Sorumluluk bana ait," diyorum.
Elinde kalptaĢı var. Onu boynuma asıp asmamak
konusunda tereddüt yaĢıyor.
"Onu değil," diyorum. "YeĢil camı."
Lugh'a verdiğim kolyeyi takıyorum.
Sonra dıĢarı çıkıyoruz. Nero havalanıyor. Hava
serin, açık ve rüzgârlı. ġafağın üç kısa gölgesi... Bana
eĢlik etmek için sıralanmıĢ sekiz Tonton'dan oluĢan bir
ekip buluyorum. Hermes ortada bekliyor. ġahane
görünüyor. Hayatında daha önce hiç bakılmadığı kadar
iyi bakılmıĢ. Kulaklarından toynaklarına değin parıl parıl
parıldıyor. Beni gördüğünde kafasını silkiyor.
Duraksıyorum. Elbisem dar. Yan oturarak at
sürmek zorunda kalacağım. DeMalo bunu da düĢünmüĢ.
Bir Tonton beni at sırtına kaldırmak için yanıma
yaklaĢıyor. Elimi aĢağıya uzatıp eteği kavrıyorum. Eski
kumaĢ kolay yırtılır. Onu uyluklarıma dek yırtıyorum.
Sonra kendimi Hermes'in sırtına savuruyorum.
Biz patikada ilerlerken, Nero tepemde uçuyor.
Derken Takipçi yan taraftaki tarlalarda beliriyor. Tonton
atları ürküyor, Tontonlar silahlarına sarılıyorlar.
"O benimle beraber," diyorum. "Hiç zararı
dokunmaz." Ona gelmesi için ıslık çalıyorum ve
Hermes'in yanında koĢuyor.
Yola vardığımızda doğuya dönüyoruz.
Gündoğumuna, Ağlayan Su'ya, tepedeki yer altı
sığmağına ve DeMalo'nun muhteĢem Ģafağına doğru...
Sırrına, yarı gerçeğine, katıĢıksız yalanma doğru...
Davul seslerinin belli belirsiz seslerini iĢitmeye
baĢlıyorum. Pek çok davul birlikte çalmıyor. MeĢale
ıĢığının uzak parıltısı gökyüzünü renklendiriyor. Biz
yaklaĢtıkça davulların gürültüsü de artıyor. Hızlı, toprağı
sarsan tempo bizi de hızlandırıyor. Ġnsan seslerinin
çokluğu havayı ısıtıyor.
Rüzgâr, yuvarlanan büyük gri bulut kümelerini
getirmiĢ. Bulutlar havada çarpıĢıyor, tepetaklak oluyor ve
bozuluyorlar.
Bana eĢlik eden Tontonda, meĢalelerle
aydınlatılmıĢ çayıra yukarıdan bakan sırtta duruyoruz.
Ortasında yer altı sığınağı tepesi bulunan çayır yüzlerce
insanla dolu. Dünyanın Kurtarıcıları temiz ve
gösteriĢliler. Civarda çok sayıda Tonton var. Onlar için
de bu bir kutlama günü. Tepenin eteğinde Cennet
Yurdu'ndan gelen çocuklar oturuyor. Bir grup Tonton
aracılığıyla diğerlerinden ayrı tutulmuĢlar. Alçak, eski
püskü çadırlar çayırı çevreliyor. Çadırların duman
delikleri sayesinde, yemek piĢirilen ateĢlerden buram
buram yiyecek kokusu yükseliyor. Töreni bir Ģölenin
takip edeceği anlaĢılıyor.
DeMalo'yu neyin bu denli meĢgul ettiğini
görüyorum. Tepeyi bütünüyle dönüĢtürmüĢ. Zirvede
beyaz görüntü odası yer alıyor. Duvarları, tabanı ve
tavanı parça parça taĢıttıktan sonra tepenin zirvesinde
tekrar birleĢtirilmiĢ. Herkes içeriyi görebilsin diye odanın
önü açık duruyor. Jack onun bölümler halinde inĢa
edildiğini söylemiĢti.
Yalnızca DeMalo böyle bir Ģey yapabilir.
Hayrete düĢmem gerekiyor ama öyle olmuyor.
DeMalo'nun tek bir amacının olduğunun farkındayım.
Tıpkı söylediği gibi, her Ģey olağanüstü. Çünkü buradaki
herkes DeMalo'nun mucizevi görüsüne tanık olacak.
Üstelik hep beraber... Ve hikâyesi nesiller boyu
anlatılacak.
Herkes bizi görüyor. Beni görüyorlar. Ben
öndeki dört Tonton'u takip ederken sessizleĢiyorlar.
Arkadaki dört Tonton en son geliyor. Biz sırttan aĢağı
inerken, davullar çalıyor, kalabalık geri çekiliyor, tepeye
varan patika bizim için açılıyor.
Fakat omzumda kargam, yanımda kurt
köpeğimle insanlar gerçek olup olmadığımdan emin
değiller. Ölüm Meleği... Kralların katili... Geceleyin
yıldızı sönmüĢ ruhlarla beraber seyahat eden...
Birkaç kiĢi meleğin elbisesine ve çizmelerine
dokunmak için ileri atılıyor. Uğultu yayılıyor. O, gerçek.
O yaĢıyor. Tutsak edilmiĢ. Yol Gösterici tarafından ele
geçirilmiĢ. Tıpkı onlar gibi...
Davullar, onca tantana, heyecandan ötürü
keskinleĢmiĢ insan eti kokusu... Kızgınlığın karnımda
yanmaya baĢladığını duyumsuyorum. O esnada tanıdık
bir yüz arıyorum. Cassie'yi, hatta değirmenci Vain Ed'i...
Ama hiçbirini görmüyorum. Vücutlar ve meĢale ıĢığı
görüĢümü bulandırıyor.
DeMalo beni tepenin eteğinde karĢılıyor.
Tümüyle beyaz giyinmiĢ. Pantolonu, gömleği ve pelerini
beyaz. Siyah saçı parıldıyor. Teni de meĢale ıĢığında altın
sarısı. Ne yaptığımı, ne giydiğimi, muhteĢem
gelinliğimdeki yırtığı, zırhımı, çizmelerimi ve Lugh'un
kolyesini gördüğünde yüzünün ifadesi değiĢiyor,
gerginleĢiyor.
"Benim güzel gelinim," diyor. "Kendi
arkadaĢlarını da getirdiğini görüyorum." Nero'yu uçurup
Hermes'ten aĢağı kayıyorum. "Kurt köpeği burada
kalıyor," diyor.
Elinin ani hareketiyle bir Tonton geliyor.
Elindeki ipi Takipçi'nin boynuna bağladıktan sonra ona
"Git," diyorum ve Takipçi, Tontonda beraber gidiyor.
Akabinde DeMalo bana elini uzatıyor. Elimi
eline koyuyorum. Acı verici bir Ģekilde kavrıyor.
Kalabalıkla yüz yüze gelelim diye bizi döndürüyor.
Davulcular davul çalar ve Ģafak usulca yaklaĢırken, Yol
Gösterici ve savaĢçı gelini, tepenin etrafında yavaĢça
ilerliyorlar. Böylece herkes onlara bakıp hayranlık
duyabiliyor.
Bunu baĢka hiç kimse anlamazdı ama ben
anlıyorum. DeMalo endiĢeli. Onu ilk defa böyle gördüm.
Gözleri gökyüzüne, gölge yapan bulutlara bakmayı
sürdürüyor. Ben tam da bunun nedenini merak ettiğim
sırada yanıt aklıma geliyor. DeMalo mucizesi için Ģafağın
berrak ıĢığına ihtiyaç duyuyor. ġafağın ıĢığı, beyaz
duvarlardaki Wrecker teknolojisini tetikliyor. îĢini Ģansa
bırakmayacağım biliyorum. Bunu test etmiĢ olmalı.
Muhtemelen birden fazla. Ne var ki kontrolün efendisi,
Toprak Ana üzerinde kontrole sahip değil. îĢ oraya
vardığında, DeMalo da tıpkı geri kalanımız gibi Toprak
Ana'nm insafına terk ediliyor.
DeMalo aslında hiçbir zaman kaybetmez. Daima
bir güvenlik ağı vardır çünkü. Ama bugün yok. Hem de
böyle önemli bir günde. Vücudu gergin. Bunu elinden
hissediyorum.
Mümkünse, düĢmanınızın güvenini kazanın.
Ona bakıyorum. Gözlerimiz buluĢuyor. Elini
sıkıyorum. "Beni affet," diyorum. "Elbise gayet güzel. O
esnada kendimde değildim."
ġaĢırmıĢ bir halde baĢıyla onaylıyor. "Görüden
sonra evlilik törenimizi yapacağız."
Neredeyse Ģafak sökecek. Rüzgâr tarafından
batıya doğru süpürülen bulutlar en sonunda hareket
etmeye baĢladı. Arkadaki gökyüzü açık görünüyor.
"Vakit tamam sayılır," diyor. Demalo beni tepeye
çıkarırken, Kurtarıcılar ve Tontonlar yokuĢları
doldurmaya baĢlıyor. Gösteriye yakın olmak istiyorlar.
SavaĢ meydanınızı bilin. Müttefiklerinizin
yerlerini saptayın.
Nero görüntü odasının üstüne tünemiĢ. Karnım
sinirimden ötürü gerginken, kalabalığı bir kez daha
gözlerimle tarıyorum. Sonra onları görüyorum. AĢağıda,
sağ tarafımdaki bir köĢedeler. Tommo, Peg ve Webb.
Tontonlar tarafından korunuyorlar. Bilekleri iple
bağlanmıĢ.
"Biz evleninceye kadar hapishanede olacaklarını
sanıyordum," diyorum.
DeMalo onlara doğru göz ucuyla bile bakmıyor.
"Bunu görmelerini istiyorum," diyor. "Böylece senin
kimin tarafında olduğuna dair hiçbir Ģüpheleri kalmaz."
Bulutlar yavaĢ yavaĢ uzaklaĢırken, gözleri
gökyüzüne sabitlenmiĢ.
Bana "Yanımda duracaksın," diyor DeMalo.
"Tepenin zirvesine ulaĢtık." Ellerimiz ayrılırken, gümüĢ
bilekliği gözüme takılıyor. O, beyaz odanın merkezinde
konumlanmaya gidiyor.
Bir Tonton'un yanında duraksıyor, ona
Tommo'yu gösteriyorum. "ġu tutuklu oğlan," diyorum.
"Yol Gösterici onu derhal buraya istiyor."
Tonton toplanmıĢ kalabalığın arasındaki yolunu ite kaka
bularak süratle aĢağı iniyor. Onun Tommo'yu tutup
tepeye alelacele tırmandırmasını görünceye dek
bekliyorum.
Beyaz odaya girip DeMalo'nun yanında
duruyorum. Merkezde ve tavanda bulunan minik deliğin
doğrudan doğruya altında. Kocaman, berrak, kristal kaya
parçasını ıĢığı emmesi için kaldırmaya hazır vaziyette
tutuyor. Bu gerekli değil çünkü iĢi duvarlar yapıyor. Ama
bu güzel görünüyor ve olaya gizem katıyor.
Nihayet bulutsuz bir gökyüzü var ve Ģafak
söküyor. Davullar duruyor, meĢaleler sönüyor. Ġnsanların
beklentisinden ötürü etrafa yoğun bir sessizlik çöküyor.
Tommo tepenin zirvesine varıyor. O ve Tonton
acele ettikleri için nefes nefeseler.
ġafağın ıĢığı, minik deliğe vurmak üzere.
DeMalo'yla sesimi yükselterek konuĢuyorum.
"Sana bir evlilik hediyem var," diyorum. "Bir bileklik."
DeMalo bana kafası karıĢmıĢ halde bakarken,
Tonton'a baĢ onayı veriyorum. Ve Tonton Tommo'yu
kollarıma itiyor. Tommo afallamıĢ bir Ģekilde bakıyor.
"Beni affet," diyorum.
Bağlı bileklerini kavrayıp yukarıya kaldmyor ve
DeMalo'ya bilekliğini gösteriyorum. Derken DeMalo'nun
yüzü solgun kül rengine dönüĢüyor. Tommo ona
hayretler içerisinde ve gözlerini kırpmadan bakıyor. Çok
uzun süre önce öldüğü varsayılan babasına...
O an görüntüler de pürüzsüz beyaz duvarlara
geliyor. Duvarlar, Ģafağın açtığı çiçeklerle renkleniyor.
KuĢların yumuĢak ötüĢü duyuluyor. Sonra huzursuz bir
uğultu duyuluyor. Yol Gösterici kristal kayasını
kaldırıyor ve görüntüler oynuyor. Ama kaya
yükselmiyor. Yol Gösterici kayayı göğsüne yapıĢtırarak
çocuğa durağan gözlerle bakıyor. Derken Tommo
kendisini tutuĢumdan kurtarıyor. DeMalo'ya doğru bir
adım atıyor. Kafa karıĢıklığı ve merak yüzünden
okunuyor.
"Geri döneceğini söyledin," diyor. "Seni bekledim, baba.
Hep bekledim. Sonra öldüğünü düĢündüm."
Sözleri, pürüzsüz beyaz duvarlarda çınlıyor.
ĠĢitme menzilindeki herkes onları iĢitiyor. Tommo'nun
sesi kaba ve boğuk.
"O, Yol Gösterici'nin oğlu! Onun çocuğu!" Bir adam
tepede yakm bir yerden sesleniyor. Adını haykırmama
ramak kalıyor ama kendimi tam vaktinde engelliyorum.
O, Jack. O burada. Her Ģeye rağmen gelmiĢ.
Haber tepeden aĢağıya yayılıyor. Çayırın bir ucundan
öteki ucuna... "Oğlu mu? Çocuk sağır. KonuĢmasını
dinleyin. Onun oğlu. Yol Gösterici'nin oğlu sağır."
Bir kadın feryat ediyor: "Tontonlar kız kardeĢimi
öldürdüler çünkü duyamıyordu!"
Aynı anda, görüntüler hakkında yükselen bir
uğultu da var. Duvarlar görüntüleri DeMalo olmaksızın
da oynatıyorlar. Gür ve yemyeĢil çayırlar, kartal, dağlar,
ovalarda dolaĢan hayvan sürüleri...
"Görüntüler sahte! YVrecker teknolojisi!" diye bağırıyor
Jack. "O, Yol Gösterici değil. O bir düzenbaz. Yalancı."
Nero tiz çığlıklar atmaya baĢlıyor. Kalabalıkta
kafa karıĢıklığı ve öfke patlak veriyor. Bazıları bize
doğru dalga dalga geliyorlar. Tontonlar bir hat
oluĢturmak için koĢuyor. AteĢ çubuklarıyla, vücutları
geriye itiyorlar.
DeMalo yerinden kımıldamıyor. DonakalmıĢ.
Yüzünde en ufak bir ifade yok. Sadece kristal kaya
parçasını sıkıca tutuyor.
"Benimle konuĢ, baba. Ne oldu?" diyor Tommo.
"Niye geri dönmedin? Beni neden aramadın?"
"Oğluna yanıt ver," diyorum. "Bu insanlara yanıt
ver. Söyle bize. Hepimiz bilmek istiyoruz."
DeMalo'nun yüz ifadesi değiĢiyor. Hiddetleniyor.
Hem de bir çırpıda. Hoyrat ve siyah bir hiddete doğru...
DeMalo kayayı düĢürüyor, bir bıçak çekiyor ve
Tommo'ya saldırıyor.
Ben de Tommo'yu hemen yere deviriyorum.
DeMalo'nun bıçağı koluma isabet ediyor. Tommo tekrar
ayağa kalkıyor. DeMalo ona tekrar saldırıyor.
Kristal kayayı kavrıyorum.
Yükseğe kaldırıyorum.
DeMalo'nun kafasına sertçe vuruyorum.
Kafatasının arkasına ağır bir darbe... Arkasından
tüm ağırlığımı savurmamla birlikte...
DeMalo yere düĢüyor.
Bir taĢ gibi...
Kımıldamıyor.
Yanma diz çöküp yaĢayıp yaĢamadığını kontrol
ediyorum. Parmaklarım kanıyla ıslanıyor. BaĢı ezilmiĢ.
Bir saç, kan ve kemik karıĢımı... Tommo yanımda. Onu
çevirmeme yardımcı oluyor.
"Seth," diyorum.
ÖlmüĢ.
Bir Ģeyler söylemek gerekiyor ama yapamıyorum. Bir an
sonra, gözlerini kapatıyorum. Ve iĢte bugün tüm
dünyanın yolunu gidiyorum.
Sessizlik var. Kalabalıktan... Tontonlar'dan...
Görüntüler oynuyor. Müzik çalıyor. Nero yukarıda
sessizce uçuyor.
Tommo'ya bakıyorum. "Çok üzgünüm. Bunu
planlamadım," diyorum.
Onu inkâr eden babasına bakıyor. "Beni öldürecekti,"
diyor. "Benden utanıyormuĢ. Terk etme sebebi bu."
Tommo'nun yüzüne dokunuyorum. "YanlıĢ
düĢünüyordu," diyorum.
"Kolun kanıyor," diyor.
Bıçağın bana isabet ettiğini Ģimdi hatırlıyorum.
Elbisemin kolunu parçalamıĢ ve derimi kesmiĢ ama kesik
derin değil. "Ġyiyim," diyorum. "Hiçbir Ģey yok."
Tontonlar bunca zamandır hayretler içinde, ne
yapacaklarını bilmeden bekliyorlardı. Ve o an onlardan
birkaçı silahlarını doğrultarak bize doğru ilerliyorlar.
Ama bocalıyorlar. Duruyorlar. BaĢka tarafa yöneliyorlar.
Çünkü bir Ģeyler oluyor. Alttaki çayırda
Kurtarıcılar haykırıyor ve sırta doğru koĢmaya
baĢlıyorlar. Tommo ve ben yavaĢça ayağa kalkıyoruz.
Gözlerime inanamıyorum.
Bir insan seli sırttan aĢağıya doğru akıyor.
Tasmalı köleler. .. Çiftliklere geri dönen Yılan Irmağı
insanları... Derken Creed, Ash ve Slim'i görüyorum. Nass
Kampı'ndan geriye kalanların yanında Molly ve Auriel de
var. Kollarında bebekleriyle, bebek evlerinden gelen
kadınlar... Kurtarıcılar da bebekleri taĢıyor. Ġnsanlar
arkadaĢlarını ve ailelerini fark ettikçe birbirlerine
sesleniyorlar. KoĢuyorlar, kucaklaĢıyorlar. GözyaĢları ve
kahkahalar var.
Ġstediğimiz Ģey bu. Doğru olan bu. Hepsine ayrı
ayrı seviniyorum. Ve bir Tonton beni yakalıyor. Sırtıma
silah dayıyor. Bir diğer Tonton da Tommo'yu yakalamıĢ.
"Plan nedir?" diyorum.
"Emirleri bekle," diyor muhafızım.
O yüzden dördümüz orada öylece dikiliyor ve
yeniden kavuĢan insanları seyrediyoruz. Cennet
Yurdu'ndan gelen çocukların erkek kardeĢlerini, kız
kardeĢlerini, annelerini, babalarını, tanıdık herkesi
arayarak özgürce koĢuĢmalarını izliyoruz. Nell'in bakır
kızılı saçını gözden kaçıramam. VVebb'i bulmuĢ. O ve
Peg bağlarından kurtulmuĢlar. Kendi Tonton muhafızları
tarafından terk edilmiĢler. Takipçi de serbest bırakılmıĢ.
Onu yanma alan Peg ikisine baktığımı görünce elini
kaldırıyor.
"Ne zaman öğrendin?" diyor Tommo.
Onu bana bakarken bulmak için baĢımı
çeviriyorum. "Cennet Yurdu'na kadar bundan haberim
yoktu," diyorum. "Senin bilekliğini gördüğüm zaman
haberim oldu. Daha önce idrak etmediğime
inanamıyorum. Sen ona gerçekten çok benziyorsun."
Seth'in çocuğunu düĢürmeseydim, o Tommo'nun erkek
veya kız kardeĢi olurdu. Bunun düĢüncesi bile çok garip.
Gözlerini baĢka tarafa çevirmesinin ardından tekrar bana
bakıyor. "Ona Seth diye hitap ediyordun," diyor.
"Sessiz olun," diyor muhafızım.
"Daha sonra konuĢuruz," diyorum.
Birkaç kumandan emirler yağdırsalar da
Tontonlar dağılıyor. Bazıları silahlarını atıp yürüyerek
uzaklaĢıyor. Bazıları kendilerini Creed, Ash, Vain Ed ve
diğer Kurtarıcılar tarafından silahsızlandırırken
buluyorlar. Direnç göstermiyorlar.
Tommo'nun muhafızı bizim tarafımıza doğru
tepeyi tırmanan bir Tonton kumandanını fark ediyor.
"Bayım!" diye bağırıyor. "Tutsaklar burada. Emirlerinizi
bekliyorlar."
Tonton kumandanı, Jack...
Bize doğru gelirken, "Bütün tutsakları serbest
bırakın ve geri çekilin," diyor.
"Geri çekilmek mi?" diyor muhafız.
"Bu bir emirdir," diyor Jack. "Dağılıyoruz. Bitti.
Artık, Tontonlar yok." Jack konuĢurken siyah pelerinini
fırlatıyor, silah kemerini çözüyor. "Eğer topluma uyum
sağlarsanız, burada, Yeni Cennet'te sizin için bir yer
olabilir. AĢağıda size bundan sonra neler olacağını, neler
yapmanız gerektiğini anlatacak bir adam var. Adı, Salmo
Slim. Onu gözden kaçırmanıza da imkân yok."
Sadece bir anlığına duraksamalarının akabinde
daha fazla tantana çıkarmadan gidiyorlar.
Tommo halihazırda Jack'i elinden tutuyor. "Uzun
süre ölü kalmayacağını bilmeliydim," diyor. Sonra
ikimize Ģöyle bir bakarak tepeden aĢağıya yöneliyor.
Emmi veya Lugh hakkında soru sormuyor. Bunu
yüreğimde görebiliyor olmalı.
Jack ve ben baĢ baĢa kalıyoruz. Seth birkaç metre
ötede yerde. Ona bakmıyoruz. Odadan çıkıyor ve
bayırdan aĢağıya birkaç adım atıyoruz. Kutlama velvelesi
sabah havasını dolduruyor. Geç sonbahar güneĢi parıl
parıl parlıyor. Masmavi gökyüzünde bulut yok.
Bir müddet ayrı duruyoruz.
"Nihayetinde gün güzelleĢti," diyor Jack.
"Tüm bunlar için sana teĢekkür etmem
gerektiğinden eminim," diyorum. "Ne yapacağımı
bilmiyordum. TeĢekkür ederim."
"Olayların gidiĢatına yön verdin," diyor. "ĠĢlerin
baĢlar baĢlamaz bu denli hızlı ilerlemesi ĢaĢırtıcıydı.
Firari bir at misali... Onu biraz dizginlemek zorunda
kaldım. Ama bu senin baĢarın. Bunun iĢe yarayacağına
gerçekten inanmıyordum, tebrikler."
AĢağımızdaki manzarayı baĢımla gösteriyorum.
"Asıl tebrik edilmesi gerekenler onlar," diyorum.
Ġki yabancıymıĢız gibi konuĢuyoruz.
Jack arkamızdaki görüntü odasının duvarlarına
bakmak için dönüyor. Bir müddet sessizlik hüküm
sürüyor aramızda. Sadece beyaz duvarlar var. BaĢka
hiçbir Ģey yok.
"Onunla beraber bu odadaydın," diyor. "Yer altı
sığınağında. Sen ve ben beraber gitmeden evvel. IĢıktan o
sayede haberdar oldun." Gözleri DeMalo'ya bakıyor.
Sonra bana... "Sen bana bu gerçeği borçlusun," diyor.
"Senin bize düĢman olduğunu zannettiğim
zamandı," diyorum. "Karanlıkağaçlar'daydm. Bana
kalptaĢını geri göndermiĢtin. Nedenini anlamadım, bunu
biliyorsun. Daha sonra Emmi'yi kaçırdın ve Lugh orada
değildi. Ben de kötü bir durumdaydım. DüĢmüĢtüm,
Jack. Yakalanmak istemiyordum ama o beni yakaladı.
Oradaki tek kiĢi oydu."
Ona bakamıyorum.
Jack suskun. "BaĢka biriyle olsaydın kendimi
nasıl hissedeceğimi sormuĢtun/' diyor. "Onu kastettiğin
aklımın ucundan dahi geçmemiĢti."
"Bu çok karmaĢık bir durumdu," diyorum.
"Belki de," diyor.
Bir Ģey söylemek üzereyim. Ne olduğunu bilmiyorum.
Belki...
DeMalo'yu hiçbir zaman sevmediğimi, her
zaman kalbimde Jack'in olduğunu söyleyebilirim. Ve
kendisini aldatmak durumunda kaldığımdan ötürü beni
affedip affetmeyeceğini sorabilirim. Fakat ben zihnimi
toparlarken, bir insan topluluğu tepeye aceleyle
tırmanarak geliyor. Ash, Creed, Slim, Molly, Tommo,
Cassie, Webb, Ruth, onların kızı Nell, değirmenci Vain
Ed ve en sonuncu Ağaçköpeği JB. Bu insanlarca
yakalanıp bir kutlama ve kahkaha dalgasının içerisinde
tepeden aĢağıya indiriliyorum.
"Haydi, Jack!" diye haykırıyor Molly. "Bizimle gel!"
Geriye bakıyorum ama o çoktan gitmiĢ.
YENĠ CENNET
DeMalo'nun Yeni Cennet'i hızla dağıldı. Ben
haklıydım. Orası çatlak hatlar üzerine inĢa edilmiĢti. Öte
yandan o da haklıydı. Hikâyesi gelecek nesillere
aktarılacak. Ama bu tam olarak onun kastettiği hikâye
olmayacak. Yeni Cennet ismen baki kalacak. Fakat ruhen
bambaĢka bir yer olmaya baĢlıyor.
Yas tutacak, yaraları saracak, yanlıĢları telafi
edecek ve bizi üzen Ģeyleri bağıĢlayacağız. Pek çoğu için,
uzun süredir tutsak edildikleri bir dünyadan zorla çekilip
alınmak gibi bir his söz konusu elbette. O dünyaya tek bir
adamın iktidarı, vizyonu, tutkusu, inancı, iradesi hâkimdi.
Bu Yeni Cennet'in insanlarmaysa cesaret ve inanç
gerekiyor. Bir daha asla hiç kimsenin peĢinden böylesine
körü körüne gitmemeleri için kafi derecede güçlü
olmalılar ve kendilerine yetebilmeliler. Yeryüzünü ve
onu paylaĢan herkesi iyileĢtirmek pek çok kiĢinin iĢidir.
DeMalo bunu söylerdi. Bunda haklıydı.
Yeni Cennet'in merkezinde dokuz bilge kadın
konseyi olacak. Halkın seçtiği ilk konsey Mercy, Auriel,
Molly ve Ash'i de kapsıyor. Beni seçmeye çalıĢıyorlar
fakat ben seçilmeyeceğim. SavaĢçı tarafım tükendi. Yeni
Cennet'in gücü, halkın geleceği halkın kendi
sorumluluğunda. Sadece ve sadece halkın...
Burada okuyabilen, aralarında Tommo'nun da yer
aldığı, birkaç kiĢi var. Onlar tohum deposunun sırlarını
keĢfetmeye çoktan baĢladılar. GeçmiĢten geleceğe
yegâne armağan, Ģimdidir. Ve ben hem Yeni Cennet hem
de yeryüzü ve gökyüzü için, sular ve ağaçlar, hayvanlar
ve insanlar için umutla doluyum.
Kendim için de umudum var. Hatta bundan daha umutlu
olamazdım diyebilirim. Bir gün ufkun ötesinde bir yerde,
kendi baĢıma ve kendi yaptıklarımla yaĢayabilirim. En
büyük günahlarım için bağıĢlanma istemeyebilirim.
Çünkü bunu isteyeceğim kiĢiler artık yaĢamıyor.
O yüzden ben artık bu diyara ait değilim.
Buradaki iĢim bitti. Yola devam etmeli, ilerlemeyi
sürdürmeliyim.
Mercy köle paçavralarını yakarken, yanında
dikiliyorum. Kocaman bir odun yığını inĢa ediliyor.
Bütün kölelerin kıyafetleri yığma yerleĢtiriliyor ve
hepimiz ateĢe tanıklık ediyoruz. Kara duman, dalgalar
halinde yükseliyor ve solarak mavileĢiyor.
Sevdiklerime, daima kalbimde taĢıyacağım
kiĢilere, söylemeye ihtiyaç duyduğum sözleri
söylüyorum. Sonunda gerçekleri anlatıyorum.
Yaptıklarımın tamamını, her birine... Hiçbiri kolay değil
elbette. Ve çok iyi kotardığımı da söyleyemem. Bir tür
bağıĢlanma umudu iĢte. Her Ģeye rağmen...
Lugh'un bundaki payını belirtmiyorum. Onlara
korkup vazgeçeceğimi umarak Nero'yu alıkoyduğunu,
kaygısının yalnızca Emmi ve benim için olduğunu,
yaptığı her Ģeyin bize olan sevgisinden ve bizi güvende
tutma çabasından kaynaklandığını anlatıyorum ama.
Onların bütün bunları bilmeleri gerekiyor çünkü.
Tommo'yla beraber uzun uzun vakit geçiriyorum. Sadece
ikimiz, baĢ baĢayız. Bana Ike'den önceki yaĢantısını,
babasının yanında geçirdiği yıllardan hafızasında
kalanları aktarıyor. Ben de ona Seth'le birlikte
yaĢayabilmenin iyi yanlarından söz ediyorum. Lugh ve
Emmi hakkında da konuĢuyoruz. Onun bana karĢı
hislerinden ve benim ona karĢı derin ilgimden
bahsediyoruz. Bana Creed'den, beni nasıl kazanacağına
dair tavsiyeler istediğini itiraf ediyor. Nihayet sırlarını
benimle paylaĢıyor.Ve en sonunda, bir tür barıĢa
ulaĢıyoruz.
Sonra tepenin üstünde yer alan, Seth'in yattığı
çayıra gidiyoruz. Tommo babasını kendisi gömdü. Böyle
olmasını istiyordu. Mezara diĢbudak ağacı fidanını
beraberce diktik. Fidanın kökleri kemiklerinin arasında
iyice kuvvetlenecek.
Molly de bana itiraflarda bulunuyor. Ormanda
Lugh'la birlikte olmuĢ. Ne kadar garip. Elem de çok
garip. O ikilinin bir araya gelmesi... Jack'ten nefret eden
Lugh'la Jack'i çok seven Molly... Onların iliĢkisi,
DiriliĢ'ten hemen sonra baĢlamıĢ. Ruhlarının incinmesi
onları bir araya getirmiĢ. Jack'ten hiç söz etmemiĢler.
ĠliĢkileri büyük bir aĢk birlikteliği değilmiĢ fakat
birbirlerine tatlı bir yakınlık hissetmiĢler.
Lugh'un Molly'yi hayatına katmasından
memnunum. Lugh onun aydınlığını ve gücünü fark etmiĢ.
Molly bana Lugh'un sevecenliğinden bahsediyor. Onun
hem Lugh'u nazik ve iyi biri olarak tanımasına hem de
sırrını anlattığı ilk kiĢi olmama seviniyorum. Molly,
Lugh'un çocuğuna hamile. Lugh bunu bilmiyormuĢ.
Molly'nin ona söylemek için hiç fırsatı olmamıĢ.
Ġçimde minik bir umut kıvılcımı çakıyor.
VedalaĢma iĢini de tamamlayıp Hermes'i
hazırladığımda, son ana bıraktığım bir Ģeyi yapıyorum.
Lugh'un ve Em'in hemen yakınında gömülü
oldukları yaĢlı meĢeye gidiyorum. Altın kalbim Lugh ve
Emmi'm... Bana söylenmiĢti ve Ģimdi de kendi gözlerimle
görüyorum. Mezarları hediyelerle kaplanmıĢ. Çiçek
demetleri... Meyve ağaçlarının dalları ve sonbahar
yaprakları... Çimenler, sarmaĢıklar ve cilalı taĢlar...
Yeryüzünün güzellikleri... KeĢke bir odun yığınında
yakılsalardı. Böylece ruhları yıldızlara özgürce
yükselebilirdi. Fakat oraya gitmenin bir yolunu
bulacaklarını biliyorum ve toprakta yer almaları da bu
duruma uygun olacaktır. YaĢamlarını bu diyar uğruna
verdiklerinden ötürü...
Onları burada bensiz bırakamam. Üçümüz
beraber yatmalıyız, bir Ģekilde...
Onların arasında dar bir çukur kazıyor, içine
Ölüm Meleği'ni gömüyorum. Asla bir savaĢ görmeyen
zırhımı, metal plaka yeleğimi ve kol bantlarımı
yerleĢtiriyorum. Uzun zamandır gördüğüm rüyadaki gibi
Auriel'in kırmızı Ģalını en üste koyuyorum. Çukuru
toprakla örtüyor ve üzerine taĢlar yığıyorum. Nero,
Lugh'un mezar taĢının üstünden beni seyrediyor.
Arkamdan Auriel'in sesi geliyor. Akarsuyu gibi serin ve
berrak sesi... "Her insanın bir ziyaret yerine ihtiyacı
vardır ve her insan bir hikâyeye ihtiyaç duyar," diyor.
Ayağa kalkıyorum. Ben çalıĢırken hepsi sessizce
toplanmıĢlar. Auriel, Mercy, Takipçi, Molly, Ash, Creed,
Slim ve Tommo...
"Uzun bir zaman önce," diyor Auriel, "diyar
hastayken ve umut ölüm döĢeğindeyken, kıĢ ortasında
doğan ikizler varmıĢ. Biri gece gibi karanlık bir kız,
diğeri gündüz gibi aydınlık bir oğlan... Ve hikâye böyle
devam ediyor," diyor bir gülümseme eĢliğinde. "Ortadaki
mezar taĢının çok yakında diğer ikisinin yanma
yükseleceğini de söyleyebilirim."
"Bu hiç de görmek istediğim bir görüntü değil,"
diyorum. "Benim için gitme vakti." Onların o güzel
yüzlerine bakamıyorum. Takipçi'nin baĢına son bir
öpücük konduruyor, Hermes'e doğru yürüyor ve "Uzunca
vedalaĢmalar yok. Söylenilmesi gerekenleri zaten
söyledik," diyorum.
"Yaygara yok, söz veriyoruz," diyor Slim.
"SıvıĢmaya kalkıĢacağını biliyorduk. Sadece giderken
sana el sallamak için buradayız."
Kendimi Hermes'in sırtına savuruyorum. Onlara
son bir kez bakmak için dönüyorum.
Ash'in gözleri ağlamaktan kızarmıĢ. "Kör
olmayasıca Saba," diyor.
Molly bir elini Lugh'un çocuğunun büyüdüğü
karnına koyuyor. Creed onun bitiĢiğinde, birkaç metre
uzakta dikiliyor. Vücutları birbirine doğru meylediyor
olsa da hiçbiri bunun farkında değil.
KalptaĢı boynumda asılı ve serin. Bir kalptaĢma
sahip olmazsınız. Sadece bir süreliğine onun koruyucusu
olursunuz. O sizi kalbinizin arzusuna götürdüğünde onu
baĢka birine teslim edersiniz.
Onu baĢımın üzerinden çıkarıyorum. "Molly,"
diyorum. "Bu Ģimdi senin."
Ve kolyeyi ona doğru fırlatıyorum. Yakalıyor ve
alabildiğine ĢaĢkın görünüyor. "Sıcak," diyor. "Bu ne
anlama geliyor?"
"Yanına bak/' diyor ve yola devam ediyorum.
Veda için ellerimizi kaldırıyoruz. Hermes
ilerliyor ve ben bu hayattan anbean uzaklaĢıyorum.
Ağlayan Su'dan bir fersah uzakta, geldiğim ilk
kavĢakta mola veriyorum. Nero yukarıda daireler çiziyor.
Hiçbir planım yok. Bundan böyle plan yapmak yok.
Gün güzel ve ılık. GüneĢ yumuĢak ve nazik.
Rüzgâr güneyden güçlü bir Ģekilde esiyor.
Rüzgârı arkanıza alırsanız, daha ileriye, daha
çabuk gidersiniz.
Hermes'i kuzeye doğru döndürüyorum. Haritanın
tepesine doğru... Sonra topukluyorum.
Ve uçuyoruz.
Irmak, kuzeydeki geniĢ suya dökülüyor. Denize
açılıncaya dek onu takip ediyor, karayı tükettiğimde
duruyorum. GüneĢli bir öğleden sonra, uçurumun
kıyısında, sonsuzluğa uzanan bir manzara var karĢımda.
Yalnızca onun gittiği yeri görmek istiyorum.
Hermes'ten yere atlayıp uçurumun kenarına
doğru yürüyorum.
Hiçbir fikrim yoktu. Deniz havasının nasıl
koktuğunu, bu ortamdan taze ve canlı bir tat alacağımı,
büyük su manzarasına baktığımda kalbimin
hızlanacağını, karayla buluĢtuğu yerde denizin
tıslayacağını ve sıçrayacağını bilmiyordum.
Beyaz deniz kuĢu sürüleri havada daireler çizip
haykırıyor. Nero onlara karadan yanıt veriyor. Bakıcıyı
çıkarıp gözlerime tutuyorum. Yalnızca onun gittiği yeri
görmek istiyorum.
GüneĢ suya kızgın bir ıĢıltıyla dokunuyor.
Manzarayı tararken gözlerimi kısıyorum.
Yüreğim boğazımda atıyor. Beyaz bir kayık...
Beyaz bir yelkenli... Bu Jack. Onu göreceğimi hiç
sanmıyordum. Çok önce gittiğinden emindim. YavaĢ
gitse de istikrarlı bir Ģekilde batıya, günbatımma doğru
yol alıyor. Durduğum yerden iki mil açıkta.
"Jack," diye adını fısıldıyorum. Sonra uçurumun
zirvelerinde koĢuyorum. Ani bir umut ateĢi ayaklarımı
hızlandırıyor. "Jack! Jack!" diye haykırıyorum. Bağırıp el
sallıyorum. Fakat o yol almayı sürdürüyor. Beni
iĢitmiyor, iĢitemiyor. YavaĢlayarak duruyorum.
GörüĢ menzilinde ama eriĢilemeyecek kadar uzak. Ona
ne söyleyecektim ki zaten? Fark yaratabilecek hiçbir
Ģey...
Hermes beni takip ediyordu. Beni baĢıyla hafifçe
dürtüyor. "Ona gelince zamanlamam beni hep yarı yolda
bıraktı," diyorum.
Yularını tutuyor, denizden tekrar iç kısımlara
doğru yürümeye koyuluyorum. Nero sert kayalıkların
yukarısında uçuyor. Birdenbire gaklamaya baĢlıyor.
Derken ileriye doğru mızrak gibi fırlayıp gözden
kayboluyor.
Çok geçmeden tiz bir çığlık sessizliği bozuyor.
Ufukta koyu renkli bir bulut beliriyor ve istikrarlı bir
biçimde bu tarafa doğru ilerliyor. Bir kuĢ sürüsüne
benziyor. Duruyor ve bakıcıyı gözlerime kaldırıyorum.
KuĢ sürüsü demek kâfi değil. Büyük bir ötücü
kuĢ sürüsü. .. Tam ortada en büyük kuĢ uçuyor. Kasklı ve
kocaman gözlüklü UçuĢ Peg! Uçan makinesinde kuĢlarla
beraber havada.
Onları özgür bırakmalısınız. KuĢların uçmaları gerekiyor.
Yakında, kızım, yakında.
Ben ve onlar...
"BaĢardı," diyorum. "Buna inanamıyorum!"
Hermes'in sırtına zıplıyorum ve onlarla buluĢmak
için dörtnala koĢuyoruz. Peg gelirken bizi fark ediyor ve
el sallıyor. Ona nihayet ulaĢıyoruz. Aramızda metrelerce
mesafe varken, ona bakıyor, "Peg!" diye bağırıyorum.
"Peg! Nereye gidiyorsun?"
Elini çanak gibi yaparak kulağına götürüyor ve
baĢım iki yana sallıyor. KuĢ curcunasından söylenenleri
duyamıyor. Hoyratça bir fikir o an yakama yapıĢıyor.
Suyu iĢaret ediyorum. Göğsümü iĢaret ediyorum.
BaĢını bir kere daha iki yana sallıyor. Anlamıyor. Suyu...
Beni... Suyu... Beni... Sonra anlıyor. YaĢasın! Derken
aĢağıya ince bir halat atıyor; arkasındaki bir Ģeye bağlı.
Ġleriye doğru dörtnala gidiyor, uçurum kenarının
biraz gerisinde duruyorum. Hermes'ten aĢağıya atlıyor,
eĢyalarımı yığıyor ve onun bütün koĢum takımını
çıkarıyorum. Dizginini, yularını ve sırtındaki keçeyi...
"Ġyi ki yüzme biliyorum," diyorum.
Kollarımı Hermes'in boynuna savuruyor ve
"TeĢekkür ederim. Seni hiç unutmayacağım," diyorum.
Peg ve sürüsü tepemizden geçiyor, denize doğru
yöneliyor. Nero onlara kılavuzluk ediyor.
Çantamı ve yayımı kapıp peĢlerinden gidiyorum.
Halat, yerin biraz üstünde sallanıyor. KoĢuyor, koĢuyor
ve tam ıskalayacakken iyice gerilerek halatı yakalıyorum.
Ağırlığımın aĢağıya çektiği uçurucu sarsılıyor, sallanıyor,
alçalıyor, hızını kaybediyor. Peg bir diĢli çarkı devreye
sokarken ani bir kükreme oluyor. Uçurucu, istikrarını
sağlıyor ve biz denize doğru ilerliyoruz.
Özgürüm... KuĢlarla birlikte uçuyorum. Nero
yanımda kanat çırpıyor. Bana çılgm dercesine gaklıyor.
"Bunu yapacağını biliyordum," diyorum.
Jack'in uzaktaki yelkenlisini görebiliyorum. Peg'e
bağırıyorum. Yukarıdan bana dikkatle bakıyor. Jack'in
bulunduğu yönü gösteriyorum. Yana yatıp yavaĢça
dönmemizin ardından batıya doğru yol alıyoruz.
BaĢımı çevirip diyara son kez bakıyorum.
Hermes bıraktığım yerde duruyor. Gitmemizi seyrediyor.
El sallıyorum. Bir an bekledikten sonra dörtnala
uzaklaĢıyor.
AĢağıdaki yelkenli kayığında, Jack kuĢların,
kendi arkasından gelen curcunasını iĢitiyor. Bakmak için
dönüyor. Biz baĢının yukarısından geçerken ağzını açıp
hayretle bakıyor.
Halata asılıyor ve Peg'e atlayacağımı bildiriyorum.
EĢyalarımı sımsıkı tutarak atlıyorum. Su soğuk.
Çizmelerim ağır. Fakat netice itibariyle, deri çantam
yüzüyor. Peg dıĢarı eğiliyor, baĢarıp baĢarmadığımı
kontrol etmek için geriye doğru bakıyor. El sallıyorum. O
da el sallıyor. Sonra o ve sürüsü karaya doğru dönüyorlar.
Jack yelkeni indirmiĢ. Kayığa doğru yüzüyorum. Çok
geçmeden kayığın yanındayım. AĢağıdan ona bakıyorum.
"Ne rastlantı!" diyor. Sesinde ve yüzünde hoĢ
karĢılamanın hiçbir belirtisi yok.
"Rastlantı değil," diyorum. "Yolu takip ettim.
Yol beni buraya getirdi."
"Seni içeriye çekersem, benim skor haneme üç
yazılacak," diyor.
Birinin hayatını üç kez kurtarırsanız, onun hayatı
size ait olur. Üç Kuralı!
"Karar senin, Jack," diyorum.
"Beni nasıl buldun? KalptaĢı mı?" diyor.
Gözlerinin içine bakıyorum. GümüĢi ay ıĢığı
gözlerine... Dingin yüreğine...
"Seni bulmak için hiçbir taĢa ihtiyacım yok.
Herhangi bir yerde bulurdum," diyorum.
Duraksamasının akabinde elini aĢağıya uzatıp
beni kayığa çekiyor. Yelkeni kaldırıp bizi seyir haline
geçirirken, ben çizmelerimi boĢaltıyor, iç çamaĢırlarıma
varıncaya dek soyunup kıyafetlerimi kayığın yanından
denize sıkıyorum. Derken Nero geliyor ve kanatlarını
geniĢ bir Ģekilde açarak gaklıyor.
"Onun bu denli sosyal olacağı hiç aklıma gelmezdi. Evcil
oluĢundan söz etmiyorum bile," diyor Jack.
"Senin çoktan gittiğini sanıyordum," diyorum.
"Ben de öyle. AnlaĢılan kayıkları elde etmek o
kadar kolay değil," diyor. "Bu küvet için iki gün boyunca
zar oyunu oynamak zorunda kaldım. Bütün kıyafetlerimi
dört kere kaybettim. Hile yapmasaydım, hâlâ orada
olurdum. Çıplak ve kayıksız..."
"Gözlerimin önüne geliyor," diyorum.
Gözlerinde bir gülümseme saklı. "Koca peĢindeysen,
bunu unut!" diyor. "Sonuncuya ne yaptığını gördüm."
"Koca filan yok," diyorum. "Yalnızca kayığı sür,
Jack."
"Kayığı sür,ha?" diyor. "Hay hay, kaptan."
Arkama yaslanıyor ve yüzümü güneĢe dönüyorum.
Kalbime vurulan zincirler yakında kırılacak. Bunu
biliyorum. Denizde ağlamak kadar güzeli var mı hem?
Jack dümendeki istikrarlı elleriyle kayığımızı
yönlendiriyor.
Omzunun üzerinden bana bakıyor. "Aklında
belirli bir istikamet var mı?" diye soruyor. "Yılın bu
zamanı rüzgâr değiĢkendir."
"Rüzgârın bizi götürdüğü yere gideceğiz," diyorum.
Öyle yapıyoruz.
O ve ben...
Rüzgârın bizi götürdüğü yere gidiyoruz.
Kitap Taramak Gerçekten İncelik Ve Beceri İsteyen, Zahmet Verici Bir İştir.
Ne Mutlu Ki, Bir Görme Engellinin, Düzgün Taranmış Ve Hazırlanmış Bir E-Kitabı
Okuyabilmesinden Duyduğu Sevinci Paylaşabilmek Tüm Zahmete Değer.
LAKİN Dikkat!!!
Mersin’in Yağmurlu Ve Puslu Sokaklarında Hazırlanan Bu E-Kitap Sizi Uçurumdan
Aşağı Atabilecek Güce Sahip Olabilir. Herhangi Bir Şekilde Ve Özellikle İzinsiz
Olarak Alınıp Kendi Yapmış Gibi Kendi Web Sayfalarında Paylaşan Adi Yaratıklar
Mersin ’in O Bilinen, Serin Ve Rutubetli Laneti, Yıllar Boyunca Bunu Yapanı Takip
Eder, Saçları Dökülür, Rüyasında Sürekli Olarak Mersin Sokaklarından Akın Akın
Geçerek Yıllık İntiharlarını Gerçekleştirmeye Giden Lemur ler İle Canavar Sürüleri
Görür Ve Derin Bir Yalnızlığa Gömülür.
Bandrol Uygulamasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin
5.Maddesinin İkinci Fıkrası Çerçevesinde Bandrol Taşıması Zorunlu Değildir.
Buraya Yüklediğim E-Bookları Download Ettikten 24 Saat Sonra Silmek
Zorundasınız.
Aksi Taktirde Kitabin Telif Hakkı Olan Firmanın Yada Şahısların Uğrayacağı
Zarardan Hiç Bir Şekilde Sitemiz Sorumlu Tutulamaz ve Olmayacağım.
Bu Kitapların Hiçbirisi Orijinal Kitapların Yerini Tutmayacağı İçin Eğer Kitabi
Beğenirseniz
Kitapçılardan Almanızı YaDa E-Buy Yolu İle Edinmenizi Öneririm.
Tekrarlıyorum Sitemizin Amacı Sadece Kitap Hakkında Bilgi Edinip Belli Bir Fikir
Sahibi Olmanız Ve Hoşunuza Giderse Kitabi Almanız İçindir.
Benim Bu Kitaplarda Herhangi Bir Çıkarım YaDa Herhangi Bir Kuruluşa Zarar
Verme Amacım Yoktur.
Bu Yüzden E-Bookları Fikir Alma Amaçlı Olarak 24 Saat Sureli Kullanabilirsiniz.
Daha Sonrası Sizin Sorumluluğunuza Kalmıştır.
1)Ucuz Kitap Almak İçin İlkönce Sahaflara Uğramanızı
2)Eğer Aradığınız Kitabı Bulamazsanız %30 Daha Ucuz Satan Seyyarları Gezmenizi
3) Ayrıca Kütüphaneleri De Unutmamanızı Söyleriz Ki En Kolay Yoldur
4)Benim Param Yok Ama Kitap Okuma Aşkı Şevki İle Yanmaktayım Diyorsanız
Bizi Takip Etmenizi Tavsiye Ederiz
5)İnternet Sitemizde Değişik İstedğiniz Kitaplara Ulaşamazsanız İstek Bölümüne
Yazmanızı Tavsiye Ederiz
www.CepSitesi.Net - www.ChatCep.Com - www.MobilMp3Ler.Com
Bu Sitede Yayınlananlar (Film Dizi Proğram Oyun Mp3 E-Kitap V.S. Gibi Tüm
İçerikler) İnternet Ortamında Elden Ele Dolaşan Kopyalardır.
Not : Okurken Gözünüze Çarpan Yanlışlar Olursa Bize Öneriniz Varsa Yada
Elinizdeki Kitapları Paylaşmak İçin Bizimle İletişime Geçin.
Teşekkürler. Memnuniyetinizi Dostlarınıza Şikayetlerinizi Yönetime Bildirin
Ne Mutlu Bilgi İçin Bilgece Yaşayanlara.
By-Igleoo www.CepSitesi.Net