15
DOI: 10.7816/idil-05-24-02 idil, 2016, Cilt 5, Sayı 24, Volume 5, Issue 24 1079 www.idildergisi.com TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASI VE SANATA YANSIMALARI Nesrin KARACAN 1 ÖZET Toplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle 1960’lı yıllardan sonra ve postmodernizmle birlikte önem kazanmış, felsefe, sosyoloji, sanat gibi alanlarda da pek çok çalışmaya konu olmuştur. Elbette bu kavramlar yeni ortaya çıkmış kavramlar değildir. Toplumsal cinsiyet kavramı, daha önce adı konmasa da tarih, sosyoloji, felsefe, ekonomi ve politika bağlamlarında açık ya da örtük, geçmiş de olduğu gibi bugün de varlığı ve etkileri yaşanıp, tartışılan bir kavramdır. Toplumsal cinsiyet kavramının içeriğinde kadın konusu en başta gelen konudur. Bu metinde de aynı ağırlıkla kadının sanat alanındaki konumu olmakla beraber, toplumsal cinsiyet ve kimlik kavramlarının yeniden yapılandırılması ve çağdaş sanattaki yansımaları incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Toplumsal cinsiyet, feminizm, sanat, performans. Karacan, Nesrin. "Toplumsal Cinsiyet Kavramı, Yeniden İnşası ve Sanata Yansımaları". idil 5.24 (2016): 1079-1093. Karacan, N. (2016). Toplumsal Cinsiyet Kavramı, Yeniden İnşası ve Sanata Yansımaları. idil, 5 (24), s.1079-1093. 1 Yrd. Doç. Mersin Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi / Heykel Bölümü / nesrinkaracan(at)yahoo.com

TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

  • Upload
    others

  • View
    33

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

DOI: 10.7816/idil-05-24-02 idil, 2016, Cilt 5, Sayı 24, Volume 5, Issue 24

1079 www.idildergisi.com

TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASI

VE SANATA YANSIMALARI

Nesrin KARACAN1

ÖZET

Toplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk

farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle 1960’lı yıllardan sonra ve postmodernizmle birlikte

önem kazanmış, felsefe, sosyoloji, sanat gibi alanlarda da pek çok çalışmaya konu olmuştur.

Elbette bu kavramlar yeni ortaya çıkmış kavramlar değildir. Toplumsal cinsiyet kavramı, daha

önce adı konmasa da tarih, sosyoloji, felsefe, ekonomi ve politika bağlamlarında açık ya da örtük,

geçmiş de olduğu gibi bugün de varlığı ve etkileri yaşanıp, tartışılan bir kavramdır. Toplumsal

cinsiyet kavramının içeriğinde kadın konusu en başta gelen konudur. Bu metinde de aynı ağırlıkla

kadının sanat alanındaki konumu olmakla beraber, toplumsal cinsiyet ve kimlik kavramlarının

yeniden yapılandırılması ve çağdaş sanattaki yansımaları incelenecektir.

Anahtar Kelimeler: Toplumsal cinsiyet, feminizm, sanat, performans.

Karacan, Nesrin. "Toplumsal Cinsiyet Kavramı, Yeniden İnşası ve Sanata

Yansımaları". idil 5.24 (2016): 1079-1093.

Karacan, N. (2016). Toplumsal Cinsiyet Kavramı, Yeniden İnşası ve Sanata

Yansımaları. idil, 5 (24), s.1079-1093.

1 Yrd. Doç. Mersin Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi / Heykel Bölümü / nesrinkaracan(at)yahoo.com

Page 2: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

Karacan, N. (2016). Toplumsal Cinsiyet Kavramı, Yeniden İnşası ve Sanata Yansımaları. idil, 5 (24), s.1079-1093.

www.idildergisi.com 1080

CONCEPT OF THE SOCIAL GENDER,

RECONSTRUCTION AND THE REFLECTION OF

ART

ABSTRACT

In the social gender and the concept of identity, feminism including subjects such

as queer, ethnicity, racial difference, got importance especially after 1960s and with the

postmodernism and has been the subject of many studies such as philosophy, sociology and.art

Of course, these concepts are not new. The concept of social gender, even if it wasn’t named

before, has been an issue that is explicit or implicit in the context of history, sociology,

philosophy, economics, and politics, an issue whose effects and presence are experienced and

discussed today as in the past. The issue of woman is the foremost one in the context of the

concept of social gender. In this text, both the position of women in the field of art with the same

importance and the reconstruction of social gender and the concepts of gender and the reflection

of them in the contemporary art will be examined.

Keywords: Social gender, feminism, art, performance.

Page 3: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

DOI: 10.7816/idil-05-24-02 idil, 2016, Cilt 5, Sayı 24, Volume 5, Issue 24

1081 www.idildergisi.com

Cinsel Kimliğin Toplumsal Belirlenimleri ve Sanata Yansımaları

Bugün küreselleşen dünyada erişim hızının artmasıyla coğrafi sınırlar küçülüp,

ulaşım hızlanırken, toplumsal ve uluslararası ilişkiler de daha yakın, ulaşılabilir ve

etkin hale gelmiştir. Böyle bir dünyada halen kadın, erkek, homoseksüel, siyah, beyaz

gibi ayrımların anlamı da kalmamıştır. Ancak küçük coğrafyalarda, gelenek ve toplum

yapısı halen cinsiyet, ırk gibi ayrımlar konusunda değişmemekte ısrarcı da olabilmekte.

Yüzyıl önce, küçük ya da uzak coğrafya olarak görülen yerler ve yaşama biçimlerine

ilgi, egzotizm ilgisi olarak adlandırılıyordu ve sanat tarihinde farklı zamanlarda

oryantalizm ve eklektizm gibi etkilerle görülmüştür. 20. Yüzyılın başında da sanat için

ve belli bir ticari kaygının bakış açısı farklılık aramaktı, bu nedenle ilkel toplulukların

yaşamı ve sanatı ilgi konusu olmuştur. Oysa bugün yerel kültür ve etnik konular sadece

dönemsel ya da belli bir duyarlılığın ilgi duyacağı bir alan ve yaşama biçimi değil,

sanattan hukuka kadar pek çok alanın tanıması gereken bir zorunluluktur. Bilişim

çağında siyasi ve ekonomik düzen, büyük ya da küçük, bütün öteki topluluklar yanında,

kadın, erkek ve cinsel tercihi farklı olan tüm kesimlerin sırtında taşınıp, aynı zamanda

tüketim kitlesiyken, elbette sosyal, hukuki ve ekonomik düzlemde de varlık alanlarının

belirlenmesi gerekmektedir. Yüzyıldan bile daha kısa bir zaman önce, öteki kabul edilen

topluluk, cinsiyet ve ırklar bugün ekonomi ve politikanın, başka bir şey değilse bile,

üretim ve tüketim zincirinden dolayı gözetmesi gereken değerler oldular. Bu nedenle

siyasi, ekonomik, teknik ve toplumsal rejimler insan hayatını biçimlerken, günün

gereklerine göre kendileri de içerik değiştirmektedirler. Bu değişen içeriklerden biri de

toplumsal cinsiyet kavramıdır.

Toplumsal cinsiyet kavramı Freud ve Foucauld gibi düşünürlerle gündeme

gelmiştir. Toplumsal cinsiyet kavramı iktidara, yani hâkim olan beyaz soylu erkek

sınıfına göre ve yine bu sınıf tarafından belirlenip, bu kesimin yarattığı kural, gelenek

ve yasalar etrafında sınırları çizilmiş bir sisteme dayanmıştır. Öncelikli ayrım, kadın

erkek farkı olmuş, farklı olan her kesimin sosyal statüleri ve bunlara bağlı hakları

yanında, psişik durum analizleri, aileden hareketle toplumu biçimlendiren roller

üstünde durulmuştur. Kadın ve erkeğin biyolojik ve toplumsal anlamda birbirlerine göre

farklılıkları, zenciler ya da etnik farklılıklar yanında, cinsel tercihleri farklı olan

kesimlerin, iktidarı elinde tutan sınıf ve cinsiyete göre statülerinin belirlenmesidir.

Toplumsal cinsiyet kavramının geleneksel formundan, tüm diğer kesimlerin beyaz

erkekten sonra geldiği bir düzen ve yaşamsal her unsur, ırk ve cinsin bu düzene göre

sıralanıp, biçimlendirilmesini anlıyoruz. Bu egemen kesim dışında kalan kadınlar,

köylüler, köleler hatta etnik köken ve ırk başkalıkları bu etkin gücün himayesinde ve

hizmetinde yaşamıştır. Kadınların bütün diğer ötekilere göre toplum ve aile içinde daha

temel, ağırlıklı bir yerleri olsa da, erkekten sonra gelmiş, aynı şekilde de kölelerde

beyaz erkek kölenin, siyah erkek köleden önce gelmesi gibi bir hiyerarşi geçerli

Page 4: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

Karacan, N. (2016). Toplumsal Cinsiyet Kavramı, Yeniden İnşası ve Sanata Yansımaları. idil, 5 (24), s.1079-1093.

www.idildergisi.com 1082

olmuştur. Hiyerarşide üstün çoğunluğun hizmetinde olan bu kesimler, hayatın her

alanında ve her türlü görevde bulunduğu halde erkek egemen dünyaya göre emeği ve

varlığı gözetilmeyen düşük bir yaşam standardında yaşamışlar ve hak kaybına

uğramışlardır.

Antikiteden beri cinsellik, cinsel kimlik ve toplumsal düzen o toplumun siyasi,

ekonomik, politik, dini yapılarına göre belirlenmiştir. Kadınlar, doğurganlık, üreme gibi

konularda sanatın konusu olmuştur ancak bu içerikler toplumsal düzen ve gelenekler

çerçevesinde, tıpkı diğer ötekiler gibi kompozisyondaki yerlerini, konuya göre,

kendilerine yüklenen toplumsal konumda almışlardır. Mısır ve Yunan sanatlarından,

Anadolu uygarlıklarına kadar, dünya sanatında ortak özelliklerle, günlük hayattaki

işlevleri, doğurganlık yorumları gibi kültürlerdeki bir birlerine göre farklı formlarda ele

alınsalar da, toplumsal görevleri çerçevesine sanatta konuya dâhil olmuşlardır.

Gelenek, din ve toplumun yarattığı sınıf sistemleri, cinsel ayrımı kadın erkek

ilişkisi gibi iki temel ilişki bağlamında ve normal kabul edilen çerçevede ele almıştır.

Toplum içinde homoseksüel, lezbiyen ve benzeri cinsel kimlikler tanınmamış ya da

normal dışı kalıplar olarak kabul görmüş ve gelenek, din gibi yaşamalarla tanımlanarak,

cezalandırılmış veya normal dışı olmaları utanç kaynağı, günah gibi bağlamlarda

değerlendirilip, insani boyutları en iyi niyetle örselenmiştir. Toplumsal cinsiyetin ve

kimliklerin içeriği, toplumların kendisi tarafından belirlenmiştir. Bunu şöyle

destekleyebiliriz; “Toplumsal cinsiyet yaban otu gibi, mülkiyet gibi toplumsal yaşamın

var ettiği kategorilerden biridir. Fakat bu demek değildir ki, toplumsal cinsiyet biyolojik

cinsiyetten tümüyle bağımsızdır.” (Direk, 2014: 41- 42)

Bu alıntıdan da anlaşıldığı gibi toplumun belirlediği bu kalıplar beden yapısı ve

renk gibi fiziki özelliklere göre anlam yüklenerek toplum tarafından yaratılıp, toplumsal

statülere şekil verilmiş ve kuşaktan kuşağa taşınan ortak özellikler olmuştur. Yetenek

ve zekâ gibi faktörler yine kadın, ırk ve etnik köken başkalıklarına yakıştırılmamış,

beyaz erkeğe özgü bir veri, özellik ya da güç gibi görülmüştür. Yetenek ve zekâ

faktörleri yanında, eğitim ve bilgi bu kesimin hakkı olmuş, bu hakla birlikte, sanat ve

bilim de beyaz erkeğin tekelinde ilerlemiştir.

Kültürün beşiği sayılan Avrupa’da bile birçok düşünür, zekâ ve yeteneği, beyaz

erkek dışında sadece kadına değil, diğer hiçbir coğrafya ya da ırka özgü bir varlık olarak

kabul etmediklerine dair tezler öne sürmüşlerdir ki, bu tezler de belirlenmiş toplumsal

cinsiyet ya da kimlik kavramına bağlı gelişmiştir. Kadınlar, doğulular ya da bir

Afrikalının eğitim göremeyeceği, matematik bilemeyeceği, bilim ya da sanat

yapamayacağı gibi yargılar, modernizm öncesinin bakış açısı ve yerleşik politikalarına

bağlı geliştirilmiş, ama bugün içi boşalan düşüncelerdir. Postmodernizme kadar akıl,

cinsiyet, ten rengi, coğrafi özellikler ve ırka bağlı bir güç gibi algılanmıştır.

Page 5: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

DOI: 10.7816/idil-05-24-02 idil, 2016, Cilt 5, Sayı 24, Volume 5, Issue 24

1083 www.idildergisi.com

Postmodernizm, düşünce olarak tüm bu farklılıkları öne çıkarır, ayrı ayrı görür, ancak

akıl gibi bir yetiyi bu farklılıklara göre ayrı ayrı tanımlamaz, tam tersine, akılı toplumsal

cinsiyet kavramı ve geleneksel rollerle belirlenmiş konumundan çıkarıp, bireysel

söylemleri meşrulaştırarak ele alır;

Akıl böylesine parçalanmış ve meşruluğunu yitirmiş bir kapasite değildir. İyi akıl

yürütme kötüsünden ayırt edilebilir ve aklın eleştirisi ancak akıl sayesinde

yapılabilir. Kartezyenler gibi, aklın vücudun mahalli, toplumsal, kültürel

biçimlenmesinden bağımsız bir varlık olduğunu da iddia etmiyorum. Akıl vücuttan

ayrıştırılmayıp onunla bir görüldüğünde, vücudun tabi olduğu pek çok şekillenmeye

ortak olacaktır.” ( Direk, 2014: 44)

Akıl, bedenle ve bedenin yeterlilikleriyle ya da cinsiyet gibi farklılıklarıyla koşut

bir yeti değildir. Daha öncesinde bu şekilde sınırlanması elbette iktidarlar ve toplumun

yerleşik değerleriyle ve bu değerlerden dolayı ortaya çıkan dönemsel inanış, düşünce

ve verileriyle ilgilidir. Okuma yazma, düşünme, düşünce ürünü üretme hakkı

verilmezken, bu kesimler için sanat ve bilim yapamaz şeklinde üreyen bir yargıya

dayanmaktadır. “Rejimler bireysel-kimlik açısından merkezi öneme sahiptir, zira

alışkanlıkları bedenin dış görünüşüyle ilgili özelliklere bağlarlar. (Giddens, 2014: 87).

Giddens’ın (2014: 87) dediği gibi “bedenin dış görünüşüyle” ilgili yargıların yanlış

olduğunu, pek çok fiziksel farklılık ya da engelin, o bedende zekâ olmadığı anlamına

gelmediğini, bugün görüyor ve biliyoruz.

Çağımıza kadar yaşam pratikleri özellikle iki temel cinsiyet üzerine kurulduğu

gibi, ayrımlarına yüklenen özellikler, hem de her coğrafyada, dile bile geçmiş,

cinsiyetin belirlediği bir terminoloji de oluşturmuştur. Kadının doğurganlığından dolayı

başka bir terminoloji gelişmiş anakara, anadil, gibi ve daha da fazlası olduğu üzere, her

dilde yerleşmiş, cinsel kökene dayandırılan bir terminoloji söz konusudur. İnsan

tabiatıyla ilgili bir takım, tanım ve deyimlerin toplumsal cinsiyette olduğu gibi, etnik

köken üzerine kurulduğunu da bilmekteyiz. Yüceltici, güç, kuvvet gibi üstünlük

ifadelerini içeren terminoloji ve deyimlerin de erkek cinsiyetine dayandırıldığı her

toplum ve dilde gözlemlenecek ortaklıklardır. Bedensel özelliklerden dolayı kadın ve

erkeğin, siyah- beyaz ve benzeri her ötekinin iş bölümü de, toplumsal cinsiyet ve kimlik

kavramına dayanmış, cinsiyet ve kimlik farklarına göre rolleri ve mekân kavramı

belirlenmiştir.

Gelenek, yasa ve toplumsal yapıya koşut gelişen rollerle kadın, erkek, zenci,

işçi gibi kesimlerle, normal ya da üstün sayılan kesimin toplumsal kimlikleri

doğrultusunda mekân kavramları ev içi, dışı, tarla, fabrika ve benzeri şekillerde

çeşitlenmiş ve rolleri bunlara göre biçim kazanmıştır. Bedensel farklılık ve bu farka

dayalı rollerle kadına tanınan mekân, ev içi olmuştur. Kadın iç mekâna hapsedilmiş,

hayatın içindeki yeri ve toplumsal kimliği de bu sınırlarla belirlenmiştir. Ev içi yaşam

Page 6: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

Karacan, N. (2016). Toplumsal Cinsiyet Kavramı, Yeniden İnşası ve Sanata Yansımaları. idil, 5 (24), s.1079-1093.

www.idildergisi.com 1084

ve bağlı yükü yanında, bugün bile konumu ne olursa olsun, çocuğun bakımı öncelikle

kadına dair görev ve içgüdü gibi algılanmaktadır. Cinsiyetçi toplum bakışına dayalı

kimlik belirlemekten ve bu yapının yüklediği görevlerden dolayı kadınlar, farklı ırklar

ve medeni kabul edilen kıtalar dışında kalan diğer coğrafi bölgeler, bu yüzyıla kadar

bilim ve sanatta etkin yer almamışlardır. Etkin derken, elbette Afrika’nın ve ya siyahi

ırkın sanatı ya da bilimsel verisi hiç olmamıştır anlamına gelmemekle beraber büyük

harflerle yazılan bilim ve sanatın yokluğundan bahsedilmektedir.

Cinsiyetçi toplum ve kimlik politikalarının belirlediği görev alanları, toplum

içinde cinsel kimlikle bağdaştırılmış, tarihin belirgin dönemlerinde Fransız ihtilali gibi

laik ve demokratik rejimler ya da endüstri devrimi gibi etkiler bireysel hak ve yasaları

hareketlendirmiştir. Bunun yanında farklı dönem ve kültürlerde kadının idari varlık

alanları olsa da erkekler dünyasında ve beyaz ırkın karşısında ciddi ve dünya genelinde

1950’lerde başlayıp bugüne taşınan radikal değişimler gibi köklü hareketler

gözlenmemiştir. En radikal sonuçlarıyla, eğitim görmek, meslek edinmek, boşanma,

bedeniyle ilgili kendisinin karar verdiği, hukuki düzenlemelerde de yer alan değişimler

dünyada genel olarak 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren geçerlidir. Aslında sadece

kadın değil, ötekileştirilen her kesim için geçerli olmak üzere yaşam ve ekonominin en

temel üretim noktalarında olmalarına rağmen emekleri gözetilmeden ve özellikle

cinsiyet, ırk ve etnik kimlikleriyle yargılanıp bu kimlikleri, erkek egemen dünya

tarafından belirlenen yasaları ve çizgilerinin içine hapsedilmişlerdir. En temel insan

hakları bile gözetilmemiştir.

Postmodernizm dediğimiz sürecin getirileriyle, beyaz dışındaki farklı ırklar ve

erkek dışındaki farklı cinsel kimlikler de dâhil, daha önce hiçbir üst sınıfsal düzenin

içinde barındırılmayan her kesim ve eğilim öne çıkmaya başlamıştır. Feminist hareketle

birlikte kadın ev içinde belirlenen görevlerinin dışında, daha önce de aktif olarak ürettiği

alanlar da dâhil, tanınmayan haklarını kazanıp, kendi kimliğiyle çeşitli alanlarda yer

almaya başlamıştır. Sanat ve bilim alanlarında daha önce akademik kurumların bile

kabul etmediği kadınlar ve diğer ötekiler, bilim ve sanat alanlarında aktif rol almaya

başlamıştır. Kadınlar el işleri ve küçük ölçekli sanayide, üretimin her alanında ve her

zaman ekonominin parçası olmuşken, resim, heykel, mimari gibi büyük sanat dalları ve

bilim alanlarına dâhil edilmemişlerdir.

Feminist hareketle beraber kadın ve erkeğe özgü zekâ tartışmaları, birbirlerine

göre üstünlükleri, yeterlilik ve yetersizlik gösterdikleri alanlara ilişkin tartışmalar

yanında, bedensel başkalıkları vurgulanmıştır. Bilim ve sanattaki bilginin merkezi,

zekânın belli bir cinsiyet, ırk ya da kökene ait olup olmadığı tartışmaları gündeme

gelmiştir. Halen incelenmesi gereken tarihsel, felsefi ve tıbbi boyutlarına rağmen kadın

ve erkeğin birbirine göre farklı, aynı, daha başarılı ya da başarısız oldukları alanlar ve

Page 7: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

DOI: 10.7816/idil-05-24-02 idil, 2016, Cilt 5, Sayı 24, Volume 5, Issue 24

1085 www.idildergisi.com

karşılaştırmaları yanında, haklı ya da haksız ve bilgiden çok, gülünçleşip, tuhaflaşan,

inanış esaslı sonuçları sıkça ele alınan, konulardır. Kadın ve erkeklerin zekâ ve

yeteneklerinin kıyaslandığı çeşitli alanlarda gösterdikleri etkinlik ve

değerlendirmelerine yüklenen olumsuzluklar ya da durum incelenmelerinde zayıf ya da

güçlü yön belirleyen istatistik verileri ve nedenleri özellikle geçmişe dönük yüzüyle de

hem belirsiz, nedenlerine ilişkin kesin verisi olmayan içeriklerdir. Bütün bu tartışmalara

genel olarak söylenecek şey, geçmişe bakıldığında, postmodernizme kadar sadece

kadınların değil, beyaz erkek ve ırkın dışında hemen her kesim ve cinsiyetin toplumsal,

ekonomik, siyasi ve hukuk bağlamında ikincil bir yaşam sürdüğüdür. Kadınlar başta

olmak üzere tüm ötekilerin yaşam üzerindeki yer, hak ve söylemlerine meşruluk

kazandıran düşünce postmodernitedir ve Harvey (2014:22) şöyle açıklar;

postmodernizm, bu tür “üst-anlatılar”ın ölümünün habercisidir. Bu “üst-anlatılar”ın

gizli terörist işlevi, “evrensel” bir insan tarihi yanılsamasını temellendirmek ve

meşrulaştırmaktı postmodernizme göre. Şimdi artık, maniplasyona dönük aklı ve

bütünsellik (totality) fetişi ile bu modernlik karabasanından uyanma sürecindeyizdir.

İçine uyandığımız yeni ortam, bütünleme ve kendini meşrulaştırma yolundaki

nostaljik dürtüden kurtulmuş postmodern dünyanın, hayat tarzlarının ve dil

oyunlarının o heterojen yelpazesinin, ferah çoğulculuğudur. (Harvey, 2014:22)

Yine bugünün koşullarıyla bakıldığında aslında insanlığın pek de adilane

yaşamadığı, gücü elinde tutan ırk, cinsiyet ve rejimlerin kendileri dışındaki tüm

kesimleri ne kadar kısıtladığıdır. Buna karşın bu kesimler dışındaki her topluluk ve

cinsiyetin haklarını kazanma konusunda, diğeriyle ne kadar çok savaştığı, ama

hepsinden çok, bu hak kazanımının ne kadar uzun bir zaman aldığı düşündürücüdür.

Hak kazanımında da uğraş veren her kesimin, gücü elinde bulunduran, üstün kabul

edilen siyasi güç ve erkek direnciyle çatıştığıdır. Tarih ve barındırdığı sömürü, trajik ve

acılı bir birikim yığınıdır bu anlamda. İnsanlık tarihine baktığımızda en gelişmiş canlı

insan gibi görünse de, ne kadar geç geliştiği ve ne büyük acılara, kendisinin sebep

olduğu da ortaya çıkmaktadır.

Postmodernizm, gelenekle aktarılan ve sürdürülen, toplumsal cinsiyet ve kimlik

belirlemelerine ait her türlü düşüncenin altını oymaya, ezilmiş, silik, temel haklarından

yoksun her kesimin hak aradığı ve sanatla felsefenin içine dâhil edildiği çok sesli bir

etki yaratmıştır. Toplumsal yapının yerleşik değerlerinin yıkımı ve yeniden inşası kadın,

çocuk, etnik köken ve ırk gibi tüm ayrımların tanınması, modernizmle başlayıp,

postmodernizmle birlikte temellenmiş köklü değişimlerdir ve bireyin gelişip, kendini

gerçekleştirmesi düşüncesi yanında, hayatın tüm boyutlarını ve çok çeşitliliği içeren bir

ağdır. Giddens (2014: 35) ve Harvey’le ( 2014:27).şöyle destekleyebiliriz;

Modernite özünde gelenek- ötesi bir düzendir. Yerinden- çıkarıcı mekanizmalara

eşlik eden zaman ve mekânın dönüşümü toplumsal hayatı yerleşik ilkeler veya

pratiklerin etkisinden uzaklaştırır.” (Giddens, 2014: 35)

Page 8: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

Karacan, N. (2016). Toplumsal Cinsiyet Kavramı, Yeniden İnşası ve Sanata Yansımaları. idil, 5 (24), s.1079-1093.

www.idildergisi.com 1086

Aydınlanma düşüncesinin ilk habercilerinden olan Francis Bacon, New Atlantis

(Yeni Atlantis) başlıklı ütopik risalesinde, bilginin muhafızı, ahlak yargıcı ve gerçek

bilim adamı işlevlerini üstlenecek hikmet sahibi bilgelerden oluşan bir topluluk

öngörüyordu; bunlar, toplumun günlük yaşamının dışında kalarak, onun üzerinde

olağanüstü bir manevi iktidar uygulayacaklardı. Bacon’ın yalnızca erkeklerden ve

beyaz ırktan oluşan bu seçkin ama kolektif bilgesinin karşısına, başka

Aydınlanmacılar, eşsiz çabaları ve mücadeleleri sonucunda akıl ve uygarlığı ister

istemez gerçek bir kurtuluşun sınırlarına kadar götürecek olan büyük düşünürlerin,

insanlığın bu büyük banilerinin, dizginlenmemiş bireyciliğini çıkarıyorlardı.

(Harvey, 2014:27).

Toplumsal Cinsiyet Kavramının Yeniden İnşası ve Sanata Yansımaları

Postmodernizmle birlikte sanatın eğildiği bir alan olan toplumsal cinsiyet

kavramı, daha önceden verili ve öğrenilmiş rollerin bir eleştirisidir, bu verili görevlere

ilişkin haklar tanındığına göre, yeniden inşa edilebilir düşüncesi de en etkin çalışma

alanlarından biri olmuştur. Özellikle insan haklarının evrensel bir kavram olması,

demokratikleşme hareketleri, eğitim hakkının, beyaz ırk dışındaki ırklara ve gelişmiş

ülkeler dışındaki tüm dünyada tanınması yanında, yayılan etkileri toplumsal cinsiyet

eleştirişini başlatmıştır. Feminizm de bu etki ve eleştiri alanlarından biri olup, toplumsal

cinsiyet kavramını ters yüz etmeye yönelik ciddi atılımlarını, aynı felsefi, toplumsal ve

siyasi etkilerle oluşturmuş, kendi yapısı dışındaki kitlelere de katkı sağlayan, en köklü

hareket ve eleştiri alanıdır. Kadının yüzyılımız öncesinde diğer ötekileştirilen kesimlere

göre nasıl öncelikli bir yeri varsa, bu sıralama ve statü yine aynı şekilde ve öncelikle

etkin olmuş, ilk olarak da feminist hareketle toplumsal cinsiyet eleştirisinde etkili

sonuçlar alınmaya başlanmıştır.

Kadının el işi ve zanaat kabul edilen alanlarla, ekonomide insanlık tarihi

boyunca çok temel bir yeri olmasına rağmen, büyük sanat geleneği içinde 1950 ve 60’lı

yıllara kadar yeri olmamıştır. Kadının, sanat ve bilim alanında üretimi bildiğimiz az

örneklerle söz konusu olduğunda bile, bu kadınların, yaşamları ve üretimleri yine

toplumsal cinsiyetçi bakışın belirlediği roller gereği, zor benimsenen ya da kabul görene

kadar korkunç denecek bedel ödenmesine ya da derin yalnızlıklar yaşamalarına neden

olmuştur. Hatta geçmişte sayısı çok az olan bu sanat ve bilim kadınlarının üretimleri,

boşuna ve normal dışı bir çaba gibi görünüp, aile ve toplumun dışına itildikleri de

bilinmektedir. Toplu halde değerlendirildiğinde bu trajik hayat öyküleri, toplumsal

cinsiyetin tanımlanma biçimi ve geleneksel olarak da aktarımından kaynaklanmıştır.

Feminist hareket ilk çıktığı zaman toplum ve iktidarlar tarafından pek hoş

karşılanmadığı gibi varlığını sürdürme gayretinde olan sınıf ve güçlerce direniş ve

zayıflatma çabalarıyla da karşılaşmıştır, bu anlamda tıpkı tüm ötekilerin savaşı gibidir.

Feminist kadın kuşaklarını yeniden anlatmak gibi bir tekrara girmeden, feminist

hareketin sanattaki yansımalarının da ilk çıktığı dönemden çok, sonrasında daha etkili

olduğunu söyleyebiliriz. Performans, feminist hareketin başlıca üretim alanlarından biri

Page 9: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

DOI: 10.7816/idil-05-24-02 idil, 2016, Cilt 5, Sayı 24, Volume 5, Issue 24

1087 www.idildergisi.com

olmak yanında, sanattaki cinsiyet ayırt edilmeksizin her kesimin yöneldiği popüler

eğilimlerin başında yer alır. Yani bugün tek başına kadın hareketinden beslenmekten

çok, genel olarak cinsel ayrım gözetmeksizin benimsenen popüler bir eğilim olmuştur.

Postmodern düşünce topluca düşünüldüğünde geleneksel sanatın altını oyan ve

geleneğin sanat olan olarak ortaya koyduğu her değeri eleştiren bir tutum olarak dile

gelirse, feminizmin de geleneksel sanat ve tarihinin cinsel anlamda en ciddi eleştirisidir

demek yanlış olmaz. Sanat dışındaki alanlarda da toplumsal cinsiyet kavramı toplumsal

ve diğer yönleriyle eleştirilirken sanatta, kadının sanat alanındaki yokluğu en çok

vurgulanan konu olmuştur. Sanatın erkek sanatçı tarafından üretilmesi, yazar,

eleştirmen ve tarihçinin erkek bakışı dile getirilmiştir. Ancak feminizm bir taraftan,

kadın varlığına ilişkin sanat alanındaki boşluğu doldururken ve gelenekle biçimlenmiş

rollerini yeniden inşa ederken, diğer taraftan yarattığı etkilerle diğer her kesim

tarafından benimsenmiş genel eğilimlere de ışık tutmuştur. Antmen (2010:91)

feminizmi şu şekilde değerlendirir;

Feminizm bugünün ve dünün sanatının geçerliliğini veya geçersizliğini saptayacak

kanotik bir manifesto ya da kapalı bir sistemmişçesine kendisini sanata ve tarihe

dayatmaz; canlı ve süregelen bir sanat ve kültür eleştirisi sunar. Kadın sorunlarına

dikkat çekmenin ötesine geçerek, sanatın üretimine, değerlendirilmesine ve

sanatçının rolüne yönelik yepyeni bir anlayış barındırır.” (Antmen, 2010:91)

Geleneksel sanata göre çağdaş sanatın değişen anlamı ve formuna etki eden

köklü değişimler, Kübizmle başlayıp, 1950 ve 60’lı yıllarda etkisini artırarak ve çok

radikal sonuçlarla kendini göstermiştir. En radikal sonuçlar, performans ve beden

sanatının kendileri olduğu gibi bu kategorilerin, çirkin ve iğrenç sanatındaki ciddi

üretimlerinin geleneksel sanat dizgesinin büyük ve elitist her söyleminin ters yüz

edilişinde aldıkları rolleridir. Sanatın sorgulanan geleneksel anlam ve üretimleri kadar,

bu günkü yapısına en büyük etki ve eleştirilerden biri bu anlamda feminist harekettir.

En başta gelen değişim kadının sanatta bir konu ve obje değil üreten başka bir boyut

kazanmasıdır. Performans, vücut sanatı ve enstalasyon kavramları bu eleştiriden

kaynaklanıp, beslenmiş eğilimlerdir. Bu eğilimlerin köken araştırması yapıldığında

elbette ritüellerden, tiyatroya kadar pek çok kaynağı vardır. Ancak özellikle 1950 ve

60’lı yıllardan sonra ortaya çıkan ve güncel sanatın tipik özelliği sayılacak bu eğilimler

feminist sanatla da temellenen eğilimlerdir. Bugün güncel sanatın karakteristik özelliği

olarak kabul ettiğimiz performans gibi alanlar feminist eleştiri ile gündeme gelmiş ve

güncel sanatta da her kesimin popüler bir dil olarak ilgisini çeken ve çalışmalarını

yürüttüğü alanlardır. Kadının konu olduğu değil, ürettiği sanat alanında, öncelikle

konum değiştirmek öne gelmiştir. Değişen konumla beraber bedenin ve bedene

yüklenen anlamın formsal karşılığı başkalaşmıştır.

Tarih boyunca kadınlar doğurganlıklarından dolayı kısmen saygı görmüşlerse

de, bedenleri dönem ve toplum yapısına bağlı olarak günah ve suçun simgesi olarak da

görülmüştür. Sanattaki yansımasında da kadın bedeni, tutkunun, içten ama gerçek ya

Page 10: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

Karacan, N. (2016). Toplumsal Cinsiyet Kavramı, Yeniden İnşası ve Sanata Yansımaları. idil, 5 (24), s.1079-1093.

www.idildergisi.com 1088

da uzaktan yaşanan bir sevginin karşılığı ve güzellik simgelerinin en önde geleni olduğu

gibi, günah, kötülük gibi şeytani etkilerin de üstüne yıkıldığı bir nesne olmuştur. Kadın,

tarih boyunca çıplaklıkla koşut düşünülen bir obje durumunda algılanmış, çıplaklığı

hem istenen, gözlenen, hem de sömürü aracı olarak ele alındığı gibi, güzelliğin karşılığı

olarak belge niteliği de taşımıştır. Feminist sanatla birlikte sanat ve tarihinin cinsel

eleştirisi yapılmaya başlandığında, feminist sanatçıların bir bölümü tarafından, kadın

kimliği öne çıkarılarak biyolojik farklılıklarının ve geleneksel sanattaki yukarıda

anlattığımız konum ve bakış açısının reddi öne getirilmiştir. Toplumsal cinsiyet ayrımı

ve kişilik belirlemeleri tarafından, kadın için tanınan malum mekân kavramları ve

görevleri eleştiri konusu yapılmıştır. Bu nedenle de feminist hareketin bir kanadında,

kadın bedeninin sömürülmesine, asırlardır sanatta konu olduğu güzellik ve çıplaklıkla

eş koşulan obje konumuna karşı çıkan kadın sanatçılar, kadın bedenini kullanmaya tepki

göstermişlerdir. Sanat ve hayatta kadın bedeninin karşılık geldiği sembolik yapısından

uzaklaştırılması ve bu düşünceyle beraber sanatçının, kadın bedenini veya kendini

sunmasını eleştirip, tepki göstermişlerdir.

Feminist sanatçıların bir diğer tarafında ise, kadın kimliği ve biyolojik

farklılıklarının savunusu ve sergilenmesi öne getirilmiştir. Feminist sanatçıların bu

kanadı, kadınsal yaşamı ve kadın bedenine dair her içeriği, kanı, salgısı ve atığına kadar

kendilerinin ya da başkalarının bedenlerini ve çıplaklığını, beden sanatında ve

performanslarda kullanmışlardır. Bu yönüyle bu feminist kadın sanatçılar (Foster,

2009:209) “çirkin” ve “iğrenç” sanatını ciddi şekilde biçimlendirmişlerdir;

Çağdaş kültürdeki birçok kişiye göre hakikat travmatik veya iğrenç öznede,

hastalanmış veya zarar görmüş bedende yatar. Bu beden, hakikate tanık olmanın,

iktidara karşı gerekli başarının kazanılmasının önemli ve temel kanıtıdır. Fakat

hakikatle bu karşılaşmanın, politik imgelemimizin iğrençleştiren (abjectors) ve

iğrençleşenler (abjected) olarak ikiye ayrılması ve seksistler ve ırkçılar arasında

sayılmak isteyen birinin bu öznelerden nefret bir nesneye dönüşmek zorunda olması

gibi tehlikeleri vardır. Eğer iğrençlik merakının tarihsel bir öznesi varsa bu ne İşçi,

ne Kadın, ne de Ten Rengi Değişik Kişi değildir, Cesettir. Bu sadece farklılıklar

politikasının belli belirsiz olma haline taşınması değil; bu öteki politikasını hiçlik

politikasına itmektir.( Foster, 2009: 209)

Toplumsal cinsiyet kavramının cinsiyet üzerinden en çok tartıştığı konu beden

konusudur. Özellikle kadın bedeninin seyirlik bir obje olması bazen de tamamen tersi

yapılarak, tabulaştırılması, bunun yanında farklı cinsel kimliklerin bedensel farklılıkları

ve farklı ihtiyaçlarından dolayı, beden hem irdelenen, özgür kılınması gereken bir konu,

hem de bu farklılıkların meşruluğu yanında, mahremiyetinin korunması adına, örtük bir

konudur aynı zamanda. Başkalık, insanları korkuttuğu için gerçekliğin yani farklı olanın

sergilenerek meşrulaştırılması düşüncesi, tabu olan ama aslında herkesin bildiği şeyin,

açık edilmesi meselesi iğrenç ya da çirkin boyutları öne getiren bir sanatı doğurmuştur.

Beden sanatı ve Performansların ilk örneklerinde olduğu kadar bugünkü örneklerinde

Page 11: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

DOI: 10.7816/idil-05-24-02 idil, 2016, Cilt 5, Sayı 24, Volume 5, Issue 24

1089 www.idildergisi.com

de Foster’ın (2009: 209) deyimiyle “çirkin” ya da “iğrenç” sanatının içinde bu feminist

çalışmaların önemli bir yer tuttuğunu görürüz.

Kadın performansı ve erkek performansı diye bakıldığında da erkek

performandaha çok homoseksüel kesimin ucundan tutup, queer ilgiyle beslenen bir taraf

olmuştur. Queer kavramı, örtük yaşandığı halde tarih boyunca olduğu gibi, bugün de

var olan farklı cinsel eğilimlerin başında gelir ve toplumsal cinsiyet tartışmalarında

kadın konusundan sonra en çok tartışılan diğer bir konudur. Bu nedenle artık toplumsal

cinsiyet bağlamında sosyoloji, psikoloji ve politikanın akademik boyutlarıyla da ele

aldığı bir gerçekliktir. Genel olarak şöyle tanımlanır;

Aslen "tuhaf, acayip"[2] anlamına gelen queer sözcüğü ilk kez 20 yy. da İngilizce’ de

"ibne" anlamında kullanılmıştır.[1] İlk olarak transfobikler tarafından hakaret ve

aşağılama amacıyla kullanılan bu argo sözcük zamanla LGBT argosunda eşcinseller

tarafından benimsenmiş ve negatif anlamından sıyrılmıştır. Günümüzde eşcinsel

hakları gibi konularda yaygın olarak eşcinsel anlamında kullanılır ve herhangi bir

hakaret anlamı içermez.[1] Bir sıfat olan "queer" zamanla ad halini almıştır. (

“Queer”, Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press,( 2003)

10.06.2016. http://tr.wikipedia.org/wiki/Queer)

Cinsiyetlerin ve cinsel yönelimlerin (eşcinsel, biseksüel, heteroseksüel) tanımladığı

kimliklerin baskıcı olduğunu ve bunların -kimlik politikası yapanlarca- sınırlarının

çizildiği kadar sabit ve net olmayabileceğini iddia eden queer teorisine işaret eder.

Queer teori ne olduğuyla değil neye karşı olduğuyla kendini ortaya koyar.

“Normal”i, normalliği kuran normların kuruluş ve işleyiş yapısını sorgular. Cinsiyet,

toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsel pratiklerle ilgili her tür etikete,

dolayısıyla da kimlik ve cinselliğin üzerine kurulduğu “apaçık” her tür kategoriye

karşı durur. Toplumsal cinsiyetin de içinde bulunduğu (kadınlık/erkeklik) ikili

düşünce yapılarına, bu yapıların beraberinde getirdiği uyumluluklara (kadın, kadın

gibiyse erkeğe arzu duyar) karşı, cinsiyet/toplumsal cinsiyet/cinsel yönelim

kimliklerinin hiçbirinin “doğal” olmadığını, tarihsel, kültürel ve toplumsal olarak

kurulduğunu ve dolayısıyla da iktidar ilişkilerinden bağımsız düşünülemeyeceğini

savunur. Bu bağlamda, ana soruları cinsel kimliğin inşası, bu kimliklerin nasıl

düzenlendiği ve bu kimliklerle özdeşleşmelerin bizi nasıl mümkün kıldığı ve

kısıtladığı etrafında yoğunlaşır. İlk olarak akademik çevrede ortaya atılan bu teoriyi

zamanla benimseyen kişiler şu an kendilerini -cinsiyetlerden ve cinsel

yönelimlerden bağımsız şekilde- "queer" demektedir. Queer bireyler heteroseksizme

ve heteronormativiteye karşı politik bir tutum alan bireylerdir. (Sofuoğlu Kılıç,

Nilgün, Aralık, 2010),Erişim tarihi: 5 Ekim, 2013, 10.06.2016.

(http://tr.wikipedia.org/wiki/Queer)

Beden sanatı feminist ilgiliyle odaklanılan bir konu olması yanında farklı

bedensel yapı, ihtiyaç ve yaşamların meşrulaşmasıyla yeniden ilgi çeken bir konu

olmuştur. Sanat zaten soyut sanata kadar ağırlıkla figüratif olduğu için, beden de

geleneksel sanatın en çok irdelediği konu olmuş, ancak form olarak insanın ve ya

tanrısal olanın idealleştirilmesi ya da tabu olması gibi iki tezat içerikte toplumların

yapısına, dönemsel ilgi ve etkilerine göre farklı şekillerde biçimlemiştir. Bedenle

beraber cinsellik de aynı şekilde hayatın kendisi gibi, sanatın da konusu olmuştur.

Ancak bedenin formu daha dolaylı ele alınmış ve Postmodern dönemdeki gibi kendisi,

Page 12: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

Karacan, N. (2016). Toplumsal Cinsiyet Kavramı, Yeniden İnşası ve Sanata Yansımaları. idil, 5 (24), s.1079-1093.

www.idildergisi.com 1090

atıkları, salgıları gibi ilgileriyle, doğrudan ve dolaysız bir biçimde ortaya konup,

sergilenmemiştir.

Bedeni cinsel nitelikleriyle ilişki içinde nasıl ele almamız gerekir? Cinselliğin,

biyolojik olarak önceden- verili cinsel farklılığın basit bir uzantısından ziyade, bir

öğrenme ve sürekli “çalışma” meselesi olduğu yeterince açıktır….Agnes örneği, bir

“erkek” veya “kadın” olmanın bedenin ve bedensel hareketlerin sürekli

gözetilmesine bağlı olduğunu gösterir. Gerçekte, tüm kadınları tüm erkeklerden

ayıran belirleyici bir bedensel özellik yoktur.35 Sadece her iki cinsin de üyesi olma

deneyimini tümüyle yaşayan çok az kişi, cinsiyetin “yapılma” araçları olan bedeni

sergileme ve bedensel idarenin ayrıntılarının ne kadar kapsamlı olduğunu gerçek

anlamıyla değerlendirebilir. (Giddens, 2014: 88)

Kadının, sadece bedeniyle, güzelliğin yansıtıldığı seyirlik sanatın objelerinden

biri olmak dışında, postmodern döneme kadar sanatta hiç yerinin olmadığı gerçeğini

Linda Noklin (Antmen, 2010:11) ünlü sorusuyla ortaya sermiştir;

Bunların arasında Linda Nochlin’in “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?”

başlıklı makalesi, o tarihe kadar erkek egemen bir akademik disiplin olarak

şekillenen sanat tarihinin yalnızca kadınları değil, her ‘öteki’ni dışlama

biçimlerini/süreçlerini/yöntemlerini irdeleme önerisiyle çığır açıcı bir öneme

sahiptir. (Antmen, 2010:11)

Linda Noklin’in bu sorusu hem kadınların yitik hakları ve toplum tarafından

belirlenen kimliğini, hem de erkek egemen sanat ve tarihinin bakış açısını sorgulatan

bir soru olmuştur. Bu sorunun sorgu alanı içinde öncelikle sorgulanacak toplum ve

gelenek temelli bir zemin vardır. Erkek egemen sanatçı, galeri sahibi, müze yöneticisi,

tarihçi ve eleştirmene yöneltilmiş bir soru olduğu kadar, niyete bağlı, kadınla farklı ırk

ve cinsiyetin, tarihin geriye dönük kısmında üretimlerinin olmayışını zekâ ve yetenek

eksikliğine bağlayan zihniyete de fırsat yaratan bir soru olmuştur. Toplumun genelinde

bilimden, sanata ve günlük hayattaki tüm çalışma alanlarına kadar her alanda erkek

dışında her kesimin üretimi ve varlığı dün olduğu gibi bugün de geçerli olan bir

gerçekliktir. Gücü emeği ve ürettiği en çok sömürülen kesimlerdir. Sanat tarihinde de

tıpkı hayatın diğer kollarında olduğu gibi erkek egemen bir bakış açısının getirdiği bir

bakıştan dolayı, kadınlar ve ötekileştirilen hiçbir kesim, sanatçı konumunda olmamıştır.

Kadın ve diğer ötekilerin sanat tarihinde bu tarihlere kadar üreten sanatçı olarak yer

almaması şaşırtıcı olduğu kadar toplumsal hiyerarşi, din ve geleneklerle sınırlandırılmış

bir durumdur.

Sanat tarihinde neden hiç büyük kadın yok sorusu, Çinli, zenci, homoseksüel

gibi diğerleri de yok şeklinde, yukarıdan aşağı bir sayma eylemini başlatmakla beraber,

salt bir gerçekliği de ifade eder. Gerçekliği yansıtmak yanında, haklı ve haksız birçok

yorum doğurmuş bir sorudur. Tarihin utandırılması olarak adlandırılan bir perspektifle,

beyaz erkeğin suçlandığı, kadının ve diğer ötekilerin savunulduğu tarihsel mağdurlar

tartışmalarını doğurmuştur ve onca yüz yılın her birinde nedenlerini çok da incelenme

Page 13: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

DOI: 10.7816/idil-05-24-02 idil, 2016, Cilt 5, Sayı 24, Volume 5, Issue 24

1091 www.idildergisi.com

olanağı olmayan bir alanı işaret eder aynı zamanda. Antmen’in ( 2010:125 ) aşağıdaki

belirlemesini eklersek bu sorunun etkilediği diğer boyuta da bakmış oluruz;

Mesele şudur ki, bildiğimiz kadarıyla çok büyük kadın sanatçılar olmamıştır, ama

yeterince araştırılmamış ve değerlendirilmemiş bazı ilginç ve çok iyi kadın

sanatçılar vardır, fakat aynı zamanda, ne kadar iyi niyetli olursak olalım, hiç büyük

Litvanyalı caz piyanisti ya da Eskimo tenis oyuncusu da yoktur. Durumun böyle

olması üzücüdür ama tarihsel ve eleştirel kanıtlarla ne kadar oynarsak oynayalım

durum değişmeyecektir; tarihin şovenist erkekler tarafından çarpıtıldığı yolundaki

ithamlar da durumu değiştirmeyecektir. Michelangelo veya Rembrant, Delacroix

veya Cezanne, Picasso veya Matisse, hatta yakın dönemlerden De Kooning veya

Warhol ayarında kadın sanatçı yoktur, aynı zamanda bunlara eş değer siyah

Amerikalı sanatçı da yoktur. Gerçekten de çok sayıda “tarihe gizlenmiş” büyük

kadın sanatçı olsaydı, ya da erkeklerin sanatına karşılık kadınların sanatının farklı

ölçülerle değerlendirilmesi gerekseydi –ki ikisi birden söz konusu olamaz- o zaman

feministler ne için savaşıyor olurdu ki? Kadınlar sanat konusunda erkeklerle aynı

statüye sahip olabildiyse, o zaman statükoyu aynen korumanın bir sakıncası yoktur.

(Antmen, 2010:125)

İki temel üretim alanı olan sanat ve bilim, günlük hayatta siyaset, ekonomi gibi

alanlar, kadın ve diğer başka kesimlerin tarihin geriye dönük kısmında kayda değer

varlık gösterdikleri alanlar olamadığı gibi, Avrupa dışında, Müslüman ülkeler ve Afrika

gibi bölgeler söz konusu olduğunda durum tamamıyla içler açısıdır. Yani belli bir

dönemden önce, Avrupa ve Amerika’nın dışında hiçbir yerde azınlıkların sanat ve bilim

yaptığını, bu alanlara dair kurumlarda her hangi bir şekilde yer aldıklarını görmüyoruz.

Bunun nedeni de kadın olmakla, ya da farklı cinsel eğilim, renk ve ırktan olmakla zekâ

ve yeteneğe sahip olunmadığı meselesi değil, toplumsal cinsiyet ve kimlik

belirlemesinin biçimlediği koşullardır. Ancak bugün kadın ve diğer ötekilerin müzik,

moda, bilim, sanat ve mimari gibi birçok alandaki önemli varlık biçimleri, eskiye göre

hayli artan sayıları ve çeşitli konumlarıyla, tarihi ve toplumsal cinsiyet kısıtlamalarının

ürettiği yargıları utandıracak ve gülünçleştiren örnekler vermektedir. Bugün feminist ya

da queer gibi eğilimlerin içinde ya da bağımsız olarak ama bu etkilerle yerleşik hale

gelen varlık biçimleriyle birçok ötekileştirilen kesim, mesleklerine ciddi katkılar

sunmaktalar. Özellikle güncel sanat alanlarında önemi olan pek çok sanatçı, öteki

grubundan çıkmıştır. Irak asıllı Zaha Hadid, Hint asıllı Anish Kapoor, eşcinsel Andy

Warhol gibi sanatçılar eskiye göre öteki sayılan gruplardandır. Warhol bir homoseksüel,

Kapoor ve Hadid ise etnik kökenleri farklı, yani melez sanatçılardır. Tıpkı 1950

sonrasında ortaya çıkan ve disiplinlerarası özelliklerin birbirine karışmasıyla bugünün

melez ilgiler taşıyan sanatı gibi, bu sanatçılar da melez sanatçılardır.

Yüzyılın başında bile kadın sanatçı sayısı sayılacak kadar azken bugün her

meslek grubunda olduğu gibi bu alanda varlık göstermektedir. Ancak tıpkı hayatın her

alanında olduğu gibi kadınların ve diğer ötekileştirilen topluluk ya da cinsiyetin etkin

olduğu alanlar çoğalsa da, bu alanlardaki etkin ve üst düzeyde var olabilme oranı yine

de azdır. Erkek merkezli bakış açısı yine de eskiden olduğu kadar açık değilse de üstü

örtülü bir şekilde etkili olabilmektedir. Bunun yanında kadınların da en temel alanlarda

Page 14: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

Karacan, N. (2016). Toplumsal Cinsiyet Kavramı, Yeniden İnşası ve Sanata Yansımaları. idil, 5 (24), s.1079-1093.

www.idildergisi.com 1092

olduğu üzere, tüm haklarına sahip olmasına rağmen geleneksel rollerini kendisinin

benimsemesi ya da konformizm gibi nedenlerle varlık gösterdiği alana ve ya süreye tam

da bu rollerini benimsemesinden dolayı kendisinin sahip çıkmayabildiği de bir

gerçektir. Sanat alanında akademik çalışmalar bağlamında bakıldığında bu durumun

pek çok coğrafyada geçerli olduğunu da bilmekteyiz. Kadın, queer, etnik köken ve diğer

öteki her kesimin geçmişte maruz kaldıkları dışlanma ve ya geri itilme gibi gerekçeleri,

üretmeksizin sömürü noktası olarak kullanmaları da eleştiri konusu yapılabilmekte.

Bugün temel haklar toplumsal düzlemlerde eskisi gibi köktenci olmadığına ve yasal

düzenlemelerle de tanındığına göre bireysel ve toplumsal olarak çaba harcamak

gerekliliği bir gerçekliktir. Bir önceki paragrafta verdiğimiz ve dahası da olan azınlık

grubunun temsilcileri alanlarında belirgin kişiler olduğuna ve kökenleri ya da cinsel

tercihleriyle üretimleri değer bulduğuna göre geçmişin kötü izlerinden sanat da

sıyrılıyor anlamına gelmektedir.

SONUÇ

Toplumsal cinsiyet ve kimlik sadece kendi bulunduğumuz coğrafyaya özgü bir

kavram değil, insanlığın ortak yarattığı bir kavram ve sorundur. Çünkü dünyanın farklı

bölgeleriyle düşünüldüğünde cinsiyet ve etnik köken sorunları halen geniş kitleleri

etkileyen ve hak kaybına uğrandığı alanlardır. Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri, bireysel

hakları gözetmesiyle koşut bir kavramdır ve geleneksel yapıların korunduğu, eğitim

düzeyinin düşük olduğu ülkelerde halen bu tür sorunların gündemde olduğu da bir

gerçekliktir. Gelişmiş kabul ettiğimiz ülkelerde bile, bireysel ve küçük topluluklarda

etnik köken, kadın ve çocuk sorunları olduğu gibi her düzey ve şekilde şiddet de

içermektedirler. Birleşmiş Milletler gibi uluslararası topluluklar ya da ulusal düzeyde

farkındalıklar ve yasal düzenlemeler bu konulara eğilmekte.

Sanat ve bilim, en temel özellikleriyle, insanlığın günlük gerçekliğinden önde

giden, insan sevgisinden beslenen, insana dair ve yönelik bilgi biçimleri üretirler. Ancak

toplumsal cinsiyet ve kimlik bağlamında bakıldığında en azından tarihin geriye dönük

yüzü, tam tersinin olduğunu her cinsiyet ve ya ırkın sanat ve bilime ilişkin üretime dâhil

olmadığını göstermektedir. Yani insanlık toplumsal yaşamında, toplumsal cinsiyet ve

kimlik politikalarını tarihin geçmişe dönük kesitinde, ne ve nasıl biçimlendirmişse,

sanat ve bilime de o yansımış. Bununla beraber tıpkı, tarihin sorgulanması gibi, kadın-

erkek, farklı cinsel tercih ya da etnik köken tartışmaları da aynı şekilde anlamsız, çirkin

ve haksızlıktır ve ne bilim ne de sanatın tıpkı milliyeti olmadığı gibi cinsiyeti de olamaz.

Sanat ve bilim herkes için üretildiği gibi, özgür olduğu koşulda herkes de sanat ve bilim

yapabilir.

Page 15: TOPLUMSAL CİNSİYET KAVRAMI, YENİDEN İNŞASIToplumsal cinsiyet ve kimlik kavramları içinde feminizm, queer, etnik köken, ırk farklılığı gibi konuları kapsayıp, özellikle

DOI: 10.7816/idil-05-24-02 idil, 2016, Cilt 5, Sayı 24, Volume 5, Issue 24

1093 www.idildergisi.com

KAYNAKLAR

ANTMEN, Ahu, Sanat ve Cinsiyet Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri, Çev. Esin

Soğancılar ve Ahu Antmen, İstanbul: İletişim Yayınları 1311, Sanat Hayat Dizisi13, 2010

GİDDENS, Anthony, Modernite ve Bireysel - Kimlik Geç Modern Çağda Benlik ve

Toplum, Çev. Ümit Tatlıcan, İstanbul: Say Yayınları, 2. Baskı, Modern Düşünce-1, 2014

FOSTER, Hal, Gerçeğin Geri Dönüşü Yüz Yılın Sonunda Avangard, Çev. Esin Hoşsucu,

İstanbul: Sanat ve Kuram Dizisi 24, Ayrıntı Yayınları 533, 2009

HARVEY, David, Post Modernliğin Durumu Kültürel Değişimin Kökenleri, Çev.

Sungur, Savran, Haz. Müge Gürsoy Sökmen, Metis Yayınları, İstanbul, 2014

QUERR.Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, (2003)

http://tr.wikipedia.org/wiki/Queer. 10.06.2016.

SOFUĞOLU, Kılınç, Nilgün, “Butler’ı Schutz İle Okumak: Toplumsal Cinsiyet

Kavramı ve Cinsiyet Ayrımcılığının Bazı Göstergeleri Üzerine Bir Değerlendirme”.

(Aralık,2010), (ErişimTarihi 5 Ekim,2013)

DİREK, Zeynep ve diğer. Cinsiyetli Olmak - Sosyal Bilimlere Feminist Bakışlar, Der.

Zeynep Direk, 2524, Cogito 156, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları,2014