Upload
others
View
13
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
i
T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İŞLETME ANABİLİM DALI
TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN REKABET YAPISININ ANALİZİ
GAMZE GÖÇMEN YAĞCILAR
DOKTORA TEZİ
DANIŞMAN DOÇ. DR. ŞEREF KALAYCI
ISPARTA, 2010
ii
i
ÖNSÖZ
Akademisyenliğe başlamama vesile olan ve tüm yüksek öğrenim hayatım
boyunca beni motive eden, yönlendiren ve yetiştiren Tez Danışmanım Doç. Dr. Şeref KALAYCI’ya teşekkürü bir borç bilirim.
Tez çalışmamda değerli yardım ve katkılarını gördüğüm arkadaşlarım
Arş.Gör. İbrahim Y. GÖK’e ve Arş. Gör. Münire ÇİFTÇİ’ye teşekkür ederim. Son olarak, aileme ve sevgili eşim Mustafa YAĞCILAR’a sabır ve
desteklerinden dolayı sonsuz teşekkürler.
ii
ÖZET
TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN REKABET YAPISININ ANALİZİ
Gamze GÖÇMEN YAĞCILAR
Süleyman Demirel Üniversitesi, İşletme Bölümü Doktora Tezi
200 Sayfa, Ağustos 2010
Danışman: Doç.Dr. Şeref KALAYCI Bu tez çalışmasında, Türk Bankacılık Sektöründe faaliyet gösteren ticari
bankaların rekabet dinamikleri araştırılmıştır. Bu amaçla öncelikle, Lerner Endeksi hesaplanarak 1992–2008 yılları arasında faaliyet gösteren bankaların rekabetçi davranışları belirlenmiştir. İkinci olarak, rekabetçi davranışı belirleyen banka düzeyindeki değişkenler tespit edilmiştir. Üçüncü olarak, yabancı girişlerinin sektördeki rekabeti nasıl etkilediğinin değerlendirilmesi amacıyla rekabetçi davranışların banka grupları arasında nasıl değiştiği incelenmiştir. Son olarak, bir rekabet stratejisi olan Birleşme ve Devralmaların rekabet yapısı üzerindeki etkileri ele alınmıştır.
Avrupa Birliğine girme çabasındaki Türkiye’de Bankacılık Sistemi, ülkenin Birliğe katılmaya hazır bir sektörü olarak faaliyetlerine devam etmektedir. Bu bağlamda sektördeki gelişmeler, 1980’li yıllarda piyasaların serbestleşmesinden başlayarak 2010 yılına kadar değerlendirilmiştir. Avrupa Birliğine giriş sürecinin, bankacılık sektörü üzerindeki en önemli etkisinin rekabet boyutunda gerçekleşeceği düşüncesiyle, faiz oranlarının serbestleştiği dönemden itibaren bankacılık sektörünün piyasa yapısındaki gelişmeler analiz edilmiştir. Doğrusal regresyon analizi kullanılarak, piyasa yapısı göstergesi olan Lerner Endeksi hesaplanmıştır. Lerner Endeksinin tercih edilmesinin nedeni, diğer piyasa yapısı göstergelerinden farklı olarak bu yöntemin banka düzeyindeki değişkenlerin analizine imkân vermesidir.
Lerner Endeksinin banka ölçeğindeki belirleyicilerinin tespiti, Panel Veri Analizi ile gerçekleştirilmiştir. Analiz sonucu Türk Bankacılık Sektöründe rekabetçi davranış üzerinde etkili olan faktörlerin, Krediler/Toplam Aktifler, Krediler/Mevduatlar, Faiz Dışı Gelirler/Toplam Aktifler, Toplam Gelirler/Toplam Giderler, Aktif Karlılığı (ROA), Risk, Özkaynaklar/Toplam Aktifler, Bilanço Yapısı ve Net Faiz Marjı olduğu sonucuna varılmıştır.
Avrupa Birliği yolunda bankacılık sektörüne yabancı girişlerinin yoğunluk kazanmasının rekabetçi yapıyı nasıl etkilediğini belirlemek amacıyla da parametrik olmayan Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney U testleri uygulanmıştır. Elde edilen bulgular, Türkiye’de şube açan yabancı bankaların yüksek piyasa gücüne sahip oldukları, kamu bankalarının ise düşük marjlarla çalışmak suretiyle rekabet çabasına girdikleri yönündedir.
Anahtar Kelimeler: Bankacılık, Piyasa Yapısı, Rekabet, Lerner Endeksi, Panel Veri Analizi
iii
ABSTRACT
ANALYSIS OF COMPETITIVE STRUCTURE OF TURKISH BANKING SECTOR
Gamze GÖÇMEN YAĞCILAR
Suleyman Demirel University, Department of Business Administration, ph.D. Thesis
200 Pages, August 2010
Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Şeref KALAYCI In this thesis, competitive Dynamics of commercial banks operating in
Turkish Banking Sector is investigated. For this purpose, firstly, competitive behavior of banks which have been operated during 1992-2008 period have been assessed with estimation of Lerner Index. Secondly, bank level variables effecting competitive behavior were identified. Thirdly, in order to evaluate how foreign presence effected sectoral competition, differences of Lerner Index among banking groups were investigated. Finally, as a competitive strategy, effects of Mergers&Aquisitions on competitive structure were discussed.
Banking system is one of the best-prepared sectors in Turkey to join European Union. In this context, developments in the sector is evaluated beginning with the financial liberalization in 1980’s until 2010. Most significant effects of integration process on banking sector is expected to be seen in competitive framework. For this reason, using linear regression model, Lerner Index is estimated as a Proxy of market structure. Lerner Index is preferred because, unlike other indicators of market structure, this method allows the analysis of bank-level variables.
Bank level determinants of Lerner Index is analysed using Panel Data Regression Method. Results indicate that in Turkish banking sector, factors effecting competitive behavior are Credits/Total Assets, Credits/Deposits, Faiz Dışı Gelirler/Toplam Aktifler, Total Revenues/Total Expenses, Return over Assets, (ROA), Risks (standart deviation of ROA), Equity/Total Assets, Structure of Balance Sheet and Net Interest Margin.
In order to investigate the effect of foreign precense on the competitive conditions of Turkish Banking Sector, non-parametric Kruskal-Wallis and Mann-Whitney U tests were applied. Results show that foreign banks operating by branch offices have the highest market power, whereas publicly owned banks operate with lowest price-marginal cost margins.
Keywords: Banking, Market Structure, Competition, Lerner Index, Panel Data Analysis
iv
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ.................................................................................................................... i
ÖZET ..................................................................................................................... ii
ABSTRACT .......................................................................................................... iii
İÇİNDEKİLER ......................................................................................................iv
KISALTMALAR DİZİNİ .................................................................................. viii
ŞEKİLLER DİZİNİ ................................................................................................x
ÇİZELGELER DİZİNİ .........................................................................................xi
GİRİŞ ......................................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM
BANKALARIN VARLIK NEDENLERİ, TÜRLERİ VE TEMEL İŞLEMLERİ
1.1. BİRER FİRMA OLARAK BANKALARIN VARLIK NEDENLERİ ................4
1.1.1. Finansal Aracılık Yapmak ...........................................................................4
1.1.2. Likidite Yaratmak .......................................................................................5
1.1.3. Kredi Talep Edenleri Değerlendirmek ve İzlemek .......................................5
1.1.4. Asimetrik Bilgi Problemini Çözmek............................................................6
1.1.5. Para Politikalarının Etkinliğini Arttırmak ....................................................7
1.1.6. Ekonomik İstikrarı Etkilemek......................................................................7
1.1.7. Ölçek ve Kapsam Ekonomileri ....................................................................8
1.2. BANKALARIN TÜRLERİ................................................................................8
1.2.1. Kapsamlarına Göre Banka Türleri ...............................................................8 1.2.1.1. Özel Bankacılık ....................................................................................9 1.2.1.2. Perakende Bankacılık ...........................................................................9 1.2.1.3. Toptancı Bankacılık..............................................................................9 1.2.1.4. Evrensel Bankacılık............................................................................10 1.2.1.5. Uluslararası Bankacılık.......................................................................10 1.2.1.6. Holding Bankacılığı............................................................................11 1.2.1.7. Kıyı Bankacılığı .................................................................................11
1.2.2. Faaliyet Alanlarına Göre Banka Türleri .....................................................11 1.2.2.1. Merkez Bankaları ...............................................................................11 1.2.2.2. Ticaret Bankaları ................................................................................11 1.2.2.3. Yatırım Bankaları ...............................................................................12 1.2.2.4. Kalkınma Bankaları ............................................................................12 1.2.2.5. Katılım Bankaları ...............................................................................12
1.3. BANKALARIN TEMEL İŞLEMLERİ ............................................................12
v
İKİNCİ BÖLÜM
BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABET
2.1. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABETİN ÖNEMİ..................................16
2.2. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABET YAKLAŞIMLARI.....................19
2.2.1. Yapısalcı Yaklaşımlar ...............................................................................20 2.2.1.1. Yapı-Davranış-Performans Paradigması .............................................20 2.2.1.2. İşbirliği Hipotezi.................................................................................22 2.2.1.3. Etkinlik Hipotezi ................................................................................22 2.2.1.4. Yarışılabilirlik Teorisi ........................................................................23
2.2.2. Yapısalcı Olmayan Yaklaşımlar ................................................................25 2.2.2.1. Lerner Endeksi ...................................................................................25 2.2.2.2. Panzar-Rosse Modeli ..........................................................................26
2.3. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABETE İLİŞKİN AMPİRİK MODELLER ..........................................................................................................26
2.3.1. Bankacılıkta Rekabet Modellerinin Arkaplanı: Para Çarpanı .....................26
2.3.2. Bankacılık Sektöründe Tam Rekabet .........................................................27
2.3.3. Klein Monti Monopol Modeli....................................................................28
2.3.4. Cournot Modeli (Oligopol Varyantı) .........................................................29
2.3.5. Bertrand Modeli ........................................................................................29
2.3.6. Salop Modeli (Tekelci Rekabet) ................................................................30
2.4. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABETİN ETKİLERİ .............................32
2.4.1. Rekabet, Ekonomik Büyüme ve Refah İlişkisi ...........................................32
2.4.2. Rekabet ve Faiz Oranları İlişkisi................................................................37
2.4.3. Rekabet ve İstikrar İlişkisi .........................................................................41 2.4.3.1.Rekabet-Kırılganlık Hipotezleri ...........................................................43
2.4.3.1.1. Risk Kanalı ..............................................................................43 2.4.3.1.2. İlişki Bankacılığı Kanalı...........................................................44 2.4.3.1.3. Bankalar Arası Piyasa Kanalı ...................................................45 2.4.3.1.4. Diğer Kanallar .........................................................................45
2.4.3.2. Rekabet-İstikrar Hipotezleri................................................................46 2.4.3.2.1. Yüksek Aktif Riski ..................................................................47 2.4.3.2.2. Batırılamayacak Kadar Büyük Olma Problemi .........................47
2.4.4. Rekabet ve Etkinlik İlişkisi........................................................................49 2.4.4.1. Rekabet-Etkinlik Hipotezleri ..............................................................52 2.4.4.2. Rekabet-Etkinsizlik Hipotezleri ..........................................................54
2.4.5. Rekabetin Yarattığı Olumsuz Etkiler .........................................................56 2.4.5.1. Asimetrik Bilgi Argümanı ..................................................................56 2.4.5.2. Marka Değeri Argümanı .....................................................................58
vi
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABETİN UNSURLARI
3.1. KÜRESELLEŞME VE SERBESTLEŞME ......................................................62
3.2. ULUSLARARASILAŞMA..............................................................................65
3.2.1. Yabancı Girişlerinin Etkileri......................................................................65
3.2.2. Gelişmekte Olan Ülkelerde Yabancı Bankalar ...........................................69
3.2.3. Yerli ve Yabancı Bankaların Rekabet Stratejileri.......................................72
3.3. KONSOLİDASYON VE YOĞUNLAŞMA .....................................................76
3.3.1. Konsolidasyona Yol Açan Faktörler ..........................................................76
3.3.2. Konsolidasyonun Etkileri ..........................................................................79
3.3.3. Yoğunlaşma ve Rekabet İlişkisi.................................................................81
3.4. FİNANSAL İNOVASYON..............................................................................84
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABETİ DÜZENLEYEN POLİTİKA ARAÇLARI
4.1. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE DÜZENLEME VE DENETLEME İHTİYACI...............................................................................................................................87
4.2. MEVDUAT SİGORTASI VE MERKEZ BANKASININ ROLÜ.....................91
4.2.1. Mevduat Sigortasının Fonksiyonları ..........................................................92
4.2.2. Mevduat Sigortası Uygulamalarının Rekabet ile İlişkisi.............................93
4.3. SERMAYE DÜZENLEMELERİ .....................................................................96
4.4. GİRİŞ VE ÇIKIŞ ENGELLERİ .......................................................................99
4.5. FAALİYET KISITLAMALARI ....................................................................102
BEŞİNCİ BÖLÜM
TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN GENEL GÖRÜNÜMÜ
5.1. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE GELİŞMELER VE SERBESTLEŞMEYE YÖNELİK ATILIMLAR...................................................105
5.1.1. Cumhuriyet Sonrası Türkiye’de Bankacılık .............................................106
5.1.2. 1980 Sonrası Gelişmeler..........................................................................107
5.1.3. 1990 Sonrası Gelişmeler..........................................................................109
5.1.4. 2000 Sonrası Gelişmeler..........................................................................113
5.2. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE YAPISAL DÜZENLEMELER .......117
5.3. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE KONSOLİDASYON.......................123
5.4. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN TEMEL GÖSTERGELERİ.............126
5.5. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE YABANCI BANKALARIN YERİ..133
vii
ALTINCI BÖLÜM
TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN REKABET
DİNAMİKLERİNİN TEST EDİLMESİ
6.1. ARAŞTIRMANIN DİZAYNI........................................................................137
6.1.1. Bankacılık Sektöründe Lerner Endeksi ....................................................137
6.1.2. Bankacılıkta Piyasa Gücünü Lerner Endeksi ile Test Eden Çalışmalar.....140
6.1.3. Araştırmada Kullanılan Analiz Teknikleri ...............................................144 6.1.3.1. Çoklu Doğrusal Regresyon Analizi...................................................144 6.1.3.2. Panel Veri Analizi ............................................................................145 6.1.3.3. Kruskal-Wallis Varyans Analizi .......................................................146 6.1.3.4. Mann-Whitney U Testi .....................................................................146 6.1.3.6. Panel Veri Regresyon Modellerinin Hesaplanması-Hausman Testi ...147 6.1.3.7. Levin-Lin ve Chu Testi.....................................................................149
6.1.4. Veri Seti ..................................................................................................149
6.2. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ İÇİN LERNER ENDEKSİNİN HESAPLANMASI ...............................................................................................149
6.3. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABET YAPISINI BELİRLEYEN FAKTÖRLER.......................................................................................................152
6.3.1. Değişkenlerin Tanımlanması ...................................................................152
6.3.2. Durağanlıkların Test Edilmesi .................................................................153
6.3.3. Analiz Sonuçları......................................................................................155
6.3.4. Banka Grupları İtibariyle Rekabet Gücünün Değerlendirilmesi-Kukla Değişkenlerin Analizi .......................................................................................164
6.4. BİRLEŞME VE DEVRALMALARIN ETKİSİ..............................................167
GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ .......................................................170
KAYNAKÇA ......................................................................................................177
EKLER................................................................................................................193
ÖZGEÇMİŞ ........................................................................................................199
viii
KISALTMALAR DİZİNİ
AB Avrupa Birliği
ABD Amerika Birleşik Devletleri
ATM Otomatik Vezne Makinesi (Automatic Teller Machine)
BDDK Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu
CR(x) Concentration Ratio (İlk x sayıda bankanın yoğunlaşma rasyoları)
DPT Devlet Planlama Teşkilatı
ECU Avrupa Para Birimi (European Currency Unit)
FSAP Finansal Hizmetler Eylem Planı (Financial Services Action Plan)
GSMH Gayrisafi Milli Hasıla
GSYH Gayrisafi Yurtiçi Hasıla
HHI Herfindall-Hirschmann Index
KOBİ Küçük ve Orta Ölçekli İşletme
LE Lerner Endeksi
MASAK Mali Suçları Araştırma Komisyonu
MC Marjinal Maliyet
NEIO Yeni Ampirik Endüstriyel Organizasyon (New Empirical Industrial
Organization)
NFM Net Faiz Marjı
NPL Çalışmayan Krediler (Non-performing Loans)
OECD Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (Organization for
Economic Co-operation and Development)
ROA Aktif Karlılığı (Return Over Assets)
ROE Özkaynak Karlılığı (Return Over Equity)
ix
TA Toplam Aktifler
TBB Türkiye Bankalar Birliği
TBS Türk Bankacılık Sektörü/Sistemi
TCMB Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
TL Türk Lirası
TMSF Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
YDP Yapı-Davranış-Performans
x
ŞEKİLLER DİZİNİ
Şekil 2.1. Salop Çemberi
xi
ÇİZELGELER DİZİNİ
Çizelge 5.1. Bankacılık Sektöründe Devir ve Birleşmelere İlişkin Gelişmeler 126
Çizelge 5.2 Türkiye’de Finansal Sektör İçinde Bankacılık Sektörünün Yeri 127
Çizelge 5.3. Türk Bankacılık Sektörünün Finansal Sağlamlık Göstergeleri 129
Çizelge 5.4. Ticari Bankaların Şube ve Personel Sayıları 130
Çizelge 5.5. Türk Ticari Bankacılık Sektöründe Yoğunlaşma 131
Çizelge 5.6. Ticari Bankaların Karlılık Göstergeleri 132
Çizelge 5.7. Türkiye'de Faaliyeti Sona Eren Yabancı Bankalar 134
Çizelge 5.8. Ticari Bankalardaki Yabancı Sermaye Payları 134
Çizelge 6.1. Türk Ticari Bankacılık Sektörünün Lerner Endeksi Değerleri 151
Çizelge 6.2. Levin-Lin ve Chu Durağanlık Testi Sonuçları 153
Çizelge 6.3. Değişkenlerin Deterministik Bileşenlerine Göre Durağanlık Düzeyleri
154
Çizelge 6.4. Hausman Model Tanımlama Testi Sonuçları 155
Çizelge 6.5. Sabit Etkiler Yöntemiyle Panel Veri Regresyon Analizi Sonuçları
156
Çizelge 6.6. Ticari Bankaların Toplam Aktifleri İçerisinde DİBS’lerin Payı 158
Çizelge 6.7. Ticari Bankaların Faiz Gelirleri İçerisinde Menkul Değerlerden Alınan Faizlerin Payı
159
Çizelge 6.8. Ticari Bankaların NFM ve Kambiyo Kar/Zararlarının Yıllar İtibariyle Gelişimi
160
Çizelge 6.9. Toplam Krediler İçerisinde Takipteki Kredilerin Payı 161
Çizelge 6.10. Türk Bankacılık Sektöründe Uzmanlaşmanın Yıllar İtibariyle Gelişimi
162
Çizelge 6.11. Lerner Endeksi Normallik Testi Sonucu 164
Çizelge 6.12. Kruskal-Wallis Varyans Analizi Sonuçları 164
Çizelge 6.13 Mann-Whitney U Test Sonuçları 166
Çizelge 6.14. Birleşme ve Devralma Sonrası Rekabet Gücündeki Değişmeler 168
1
GİRİŞ
Bankalar ekonominin can damarıdır. Ekonominin özelde parasal boyutunun
genelde tamamının sağlıklı işleyişi, iyi işleyen bir bankacılık sistemi ile mümkündür.
Bankacılık sisteminde görülen bir aksaklık, istikrarsızlık ya da sektörün geleceğine
ilişkin olumsuz beklentiler, ekonominin tüm birimlerince olumsuz karşılanır. Çünkü
bankalar, yatırımlar için gereken finansmanın temini için birincil kanal olmak
suretiyle reel kesimin lokomotifi olmakta, belirli bir getiri sunmak karşılığında hane
halklarının tasarruflarının ekonomiye kazandırılmasına aracılık etmekte, Merkez
Bankası tarafından yürütülen para politikalarının aktarım organı olarak mali sisteme
yön vermekte, gelir ve servet dağılımını etkilemekte, ödemeler sisteminin etkinliğine
katkıda bulunmakta ve uluslararası ticaretin gelişmesine katkı sağlamaktadır. Bu
nedenle bankacılık sektörünü etkileyen tüm gelişmelerin izlenerek, doğru zamanda
uygun müdahalelerin yapılması hayati bir önem arz eder.
Türkiye’nin dünyadaki trendlere uyarak, 24 Ocak 1980 kararları ile serbest
piyasa ekonomisine geçmesi ve ekonominin dışa açılması, Türk ekonomisinin başta
Avrupa Birliği olmak üzere dünya piyasaları ile bütünleşmesinin önünü açarken,
Türkiye piyasalarını küresel rekabet ile karşı karşıya bırakmıştır. Bu etkinin en
yoğun yaşandığı sektör, uluslararası boyut taşıyan geniş faaliyet alanı ve düzenleme
çerçevesiyle bankacılık sektörüdür. Bankacılık sektöründe optimum rekabet
düzeyinin ne olması gerektiği teorisyenler arasında tartışılmaya devam eden bir konu
olup, konunun önemini arttıran faktörlerin başında, rekabetin fayda ve maliyetleri
arasındaki tercih yapma zorluğu gelmektedir. Bankacılık sektöründe rekabet,
bankaları daha etkin ve verimli çalışmaya zorlarken, aynı zamanda ekonomik
birimlerin refah düzeyini arttırır. Ne var ki rekabet halindeki bankalar pazar paylarını
korumak ve kar elde etmek gayesiyle daha riskli varlıklara yatırım yaparlar ki bu da
bankaların kırılganlığını arttırır ve sektördeki “bulaşma etkisine” bağlı olarak da
genel ekonomik istikrarı olumsuz etkiler.
Bu tez çalışmasında, Türk Bankacılık Sektöründe faaliyet gösteren ticari
bankaların rekabet dinamikleri araştırılmıştır. Bu amaçla öncelikle, Lerner Endeksi
2
hesaplanarak 1992–2008 yılları arasında faaliyet gösteren bankaların rekabetçi
davranışları belirlenmiştir. İkinci olarak, rekabetçi davranışı belirleyen banka
düzeyindeki değişkenler tespit edilmiştir. Üçüncü olarak, yabancı girişlerinin
sektördeki rekabeti nasıl etkilediğinin değerlendirilmesi amacıyla rekabetçi
davranışların banka grupları arasında nasıl değiştiği incelenmiştir. Son olarak, bir
rekabet stratejisi olan Birleşme ve Devralmaların rekabet yapısı üzerindeki etkileri
ele alınmıştır.
Bu kapsamda birinci bölümde bankacılık sistemi tanıtılmış, varlık nedenleri,
türleri ve temel bankacılık işlemleri ele alınmıştır.
İkinci bölümde, bankacılık sektöründe rekabete ilişkin teorik bir çerçeve
çizilmiş; bankacılık sektöründe rekabetin önemi tartışılmış, rekabet yaklaşımları ve
rekabete ilişkin ampirik modeller tanıtılmıştır. Bankacılık sektöründe rekabetin
etkileri, ekonomik büyüme ve refah; faiz oranları; istikrar ve etkinlik ile ilişkili
olarak değerlendirilmiş, ayrıca bankacılık sektöründe rekabetin asimetrik bilgi ve
marka değeri bağlamlarında yarattığı olumsuz etkilere değinilmiştir.
Üçüncü bölümde bankacılık sektöründe rekabetin unsurları olarak
küreselleşme ve serbestleşme, uluslararasılaşma, konsolidasyon ve yoğunlaşma ile
finansal inovasyon olguları tartışılmıştır.
Dördüncü bölümde, kamusal müdahale aracı olarak uygulamaya konulan
politikaların sektördeki rekabet üzerinde yol açtığı etkiler ele alınmıştır. Bu bölümde
bankacılık sektöründe düzenlemelerin önemi tartışılmış, başlıca düzenleme araçları
olarak mevduat sigortası; sermaye düzenlemeleri; giriş-çıkış engelleri ve faaliyet
kısıtlamalarının bankalar arası rekabet üzerindeki etkileri incelenmiştir.
Beşinci bölümde Türk Bankacılık Sektörünün genel görünümü ortaya
konmuştur. Türkiye’nin Bankacılık sektöründe yaşanan tüm gelişmeler, dört dönem
(1923–1980, 1980–1990, 1990–2000, 2000–2008) halinde detaylı olarak
anlatılmıştır. Bu bölümde ayrıca Türk Bankacılık Sektörünün mevcut durumu,
sektöre özgü temel göstergeler itibariyle değerlendirilmiş, Türk Bankacılık
Sektörünün yapısal ve davranışsal özellikleri hakkında bilgi verilmiştir. Tezin
3
uygulama aşamasına zemin hazırlamak üzere Türk Bankacılık Sektöründe 1980’li
yıllardan itibaren yaşanan gelişmeler, faiz oranlarının serbestleşmesi ve yapılan
düzenlemelerle bankacılık sektörünün rekabet açık hale getirilişi bağlamında ele
alınmış; Türk Bankacılık Sektörünün yapısal özellikleri yanında, sektörün
konsolidasyonu ve uluslararasılaşması konuları tartışılmıştır.
Altıncı bölüm tezin uygulama kısmı olup, bu bölümde 1992–2008 dönemi
itibariyle Türk Bankacılık Sektörünün piyasa yapısı ve bu yapının banka ölçeğindeki
dinamikleri analiz edilmiştir. Piyasa yapısı üzerinde etkili olan faktörlerin tespit
edilebilmesi için öncelikle piyasa yapısının belirlenmesi gerekir. Piyasa yapısını
temsilen Lerner Endeksi seçilmiştir. Bundaki temel gerekçe, diğer piyasa yapısı
göstergelerinden farklı olarak Lerner Endeksinin banka bazında ölçülebiliyor
olmasıdır. Doğrusal regresyon analizi ile Lerner Endeksinin hesaplanmasında
kullanılan Marjinal Maliyet fonksiyonu çözülmüş, bulunan piyasa yapısı ölçüsü,
kendisini belirleyen faktörlerin incelendiği Panel Veri Analizi için bağımlı değişken
olarak kullanılmıştır. Analiz sonuçlarına göre, Krediler/Toplam Aktifler,
Krediler/Mevduatlar, Faiz Dışı Gelirler/Toplam Aktifler, Toplam Gelirler/Toplam
Giderler, Aktif Karlılığı (ROA), Risk, Özkaynaklar/Toplam Aktifler, Bilanço Yapısı
ve Net Faiz Marjı, Türk Bankacılık Sektöründe faaliyet gösteren ticari bankaların
rekabetçi davranışı üzerinde etkili olan faktörler olarak bulunmuştur.
Uygulamada son olarak, rekabetçi davranış yönünden bankalar arasındaki
farklılıklar araştırılmış, bankalar kamu bankaları, yerli özel bankalar, Türkiye’de
kurulmuş yabancı bankalar ve Türkiye’de şube açan yabancı bankalar olarak dört
gruba ayrılmıştır. Lerner Endeksi açısından piyasa gücü en yüksek grubun
Türkiye’de şube açan yabancı bankalar, en düşük olan grubun ise kamu bankaları
olduğu anlaşılmıştır. Birleşme ve devralmaların etkisi analiz kapsamı dışında
tutulmakla birlikte, bundan sonraki çalışmalara ışık tutması amacıyla kısaca
değerlendirilmiştir. 1992–2008 yılları arasında sürekli olarak faaliyet gösteren
bankalardan Birleşme ve Devralma süreci geçiren bankaların birleşme öncesi ve
sonrası Pazar payları ve piyasa güçleri karşılaştırılmıştır. Buna göre, Ziraat Bankası
hariç tüm bankaların pazar paylarında birleşme sonrası nispi artışlar görülmüş ve
yine Ziraat Bankası hariç tüm bankalarda rekabetçi davranış yoğunluk kazanmıştır.
4
BİRİNCİ BÖLÜM
BANKALARIN VARLIK NEDENLERİ, TÜRLERİ VE TEMEL
İŞLEMLERİ
1.1. BİRER FİRMA OLARAK BANKALARIN VARLIK NEDENLERİ
Para politikasına ilişkin temel yaklaşımlarda bankalar pasif bir küme olarak
görülürler. Oysa ticari bankaların çevrelerine optimal tepkiler veren bağımsız
oluşumlar olarak modellenmeleri gerekir. Endüstriyel iktisatta banka, belirli bir
pazarda müşterilerine hizmet sağlayan ve bu hizmetleri üretmek için de belirli bir
maliyete katlanan bir firma olarak tanımlanır. Bu süreçte banka, fiyatı ve fiyat dışı
araçları kullanarak ve sektördeki varlığını hissettirecek belirli bir getiri elde ederek
sektördeki diğer bankalarla rekabet etmek zorundadır (Deb, Murthy, 2008:37).
Bankalar özel kuruluşlardır. Çünkü kısa vadeli fon arz ve talep edenler
arasında Aracılık yaparlar, likidite yaratırlar, kredi talep edenleri değerlendirir ve
izlerler, asimetrik bilgi problemini çözerler, para politikasının etkinliğini arttırırlar ve
ekonomik istikrarı etkilerler. Ayrıca bankalar, ölçek ve kapsam ekonomilerinden
yararlanarak işlem maliyetlerini azaltırlar.
1.1.1. Finansal Aracılık Yapmak
Finansal kurumlar finansal sözleşmeleri ve menkul kıymetleri aynı zamanda
alma ve satma faaliyetinde uzmanlaşmış ekonomik aracılar olarak tanımlanabilir.
Bankalar, finansal varlıkların perakendecileri olarak finansal kurumların bir alt
kümesi olabilir: borç alanların ihraç ettiği menkul kıymetleri satın alırlar ve onları
borç verenlere satarlar. Bankaların çeşitli ve karmaşık işlemleri açısından bir
bankanın işlemsel tanımlaması şu şekilde olabilir: Bankalar, cari işlemleri halktan
aldığı mevduatlarla kredi sağlamak olan kurumlardır. 1949 tarihli Bankacılık
Düzenleme Yasasında (Banking Regulation Act) “Bankacılık” şu şekilde
tanımlanmıştır: “Bankacılık, borç vermek ya da yatırım yapmak amacıyla halktan,
talep üzerine veya başka yolla geri ödenebilir, üzerinde çek, senet, emir ya da başka
5
şeyler düzenlenebilir mevduat kabul etmek anlamındadır”. Sözleşme, bir ticari
bankanın üstlenebileceği fonksiyonları tanımlamış ve faaliyetlerin kapsamını
sınırlamıştır (Deb, Murthy, 2008:18).
Bossone (2000) bankalar için “finansal aracılardır; bundan ne daha fazlası ne
de daha azı” ifadesini kullanmakla birlikte, bugün bile bankaların hükümetler, halk
ve ekonomistler tarafından özel bir statüde değerlendirmesinin nedenlerini, arz ettiği
kredileri izleme konusunda ölçek ekonomilerinden faydalanarak yarattığı sosyal
faydaya; kısa vadeli ve nominal değerden paraya çevrilebilir mevduat hesapları
sayesinde likidite sağlama kapasitesine; para, kredi ve ödeme sistemlerini
birleştirmesine bağlamaktadır (Bossone, 2000:3-4).
1.1.2. Likidite Yaratmak
Bankalar sundukları vadesiz mevduat hizmetiyle kişilere ve firmalara ne
zaman isterlerse harcama yapma imkânı sağlarlar. Ayrıca sağladıkları kredi
imkânlarıyla, likiditenin ekonominin geneline yayılmasına katkı sağlarlar (Kalaycı,
2010:9).
Kamunun bankaların mevduata ilişkin yükümlülüklerini yerine
getirebileceğine olan güveni, bankanın varlıklarının kalitesine ve genel finansal
durumuna bağlıdır. Diğer kurumların gerçekleştiremediği durumlarda bile bankaların
kredi ve likidite arz etme kabiliyeti vardır çünkü bankaların mevduat yaratma
fonksiyonu, diğer kurumlar için hemen ulaşılabilir olmayan, kredi ve likidite
esnekliği sağlar (Corrigan, 1982).
1.1.3. Kredi Talep Edenleri Değerlendirmek ve İzlemek
Bankalar ağırlıklı olarak tasarruf sahiplerinden mevduat kabul ederler ve
topladıkları fonları şahıs ve firmalara kredi olarak kullandırırlar. Bu bağlamda
bankalar, kredi talep eden şahıs veya firmaların kredi verilebilirliğini
değerlendirirler. Bankaların, kredi talep edenin risk düzeyini ölçebilecek personel ve
enstrümanları vardır. Bu nedenle iyi borçlu ile kötü borçluyu birbirinden düşük bir
maliyetle ayırabilirler. Bankaların bilgi derleme ve işleme kapasiteleri sayesinde
ekonomide verimli projeler seçilir ve kredilendirilir. Tasarruf sahiplerinin ve
yatırımcıların arada bankalar olmaksızın karşılaşabilmeleri ve tasarrufların
ekonomide verimli yatırımlara dönüşebilmesi adeta imkânsızdır. Bu anlamda
6
bankalar, tasarruf sahiplerinin tasarruflarını kabul eder ve bunları en verimli
kullanabilecek yatırımcılara aktarırlar. Değerli bulunan projeler finanse edilir ve
açılan krediler geri ödeninceye kadar bu projeler izlenir (Kalaycı, 2010:5-6).
Varlıklar tarafında geleneksel bakış açısına göre bankalar girişimciler tarafından
ortaya konan projelerin karlılığını ve nispi kapasitesini değerlendirmek konusunda
uzmanlaşmışlardır ve bu projeler hakkındaki bilgi üretimlerine dayalı olarak
girişimcilere kredi sağlarlar. Yükümlülükler tarafında geleneksel bakışa göre
bankalar, toplayıp üretim işletmelerine sağladıkları uzun vadeli kredilere yatırdıkları,
küçük tutarlı, kısa vadeli talep edilebilir mevduatları dolayısıyla özeldirler. Varlıklar
ile yükümlülükler arasındaki bu vade uyumsuzluğu, varlıklarının güçlü bilgi içeriği
ile birlikte bankalara mevduat sahiplerine likidite sağlamakta ilave bir rol yükler
(Carletti, Hartmann, 2001:8; Vives, 2001).
1.1.4. Asimetrik Bilgi Problemini Çözmek
Projelerin kalitelerine ilişkin bilgiye ulaşmak bazen maliyetli bazen de
imkânsızdır. Bilgiyle ilgili bu problem, finansal piyasalarda Asimetrik Bilgi olarak
ifade edilir. Başka bir ifadeyle, herhangi bir proje veya mal hakkında taraflardan
birinin (proje sahibi, mal sahibi gibi) sahip olduğu bilgiye, diğer tarafın (bankanın)
sahip olmaması veya eksik bilgiye sahip olmasının, finansal piyasalarda doğru
kararlar alınabilmesini engelleyebilir (Kalaycı, 2010:7).
Finansal piyasalardaki bu tür bir bilgi noksanlığı iki tür problem yaratır
(Vadareri, Dursun, 2010:139):
� Ahlaki Zafiyet (Moral Hazard): kredi alan tarafın, kredi verenin bakış
açısına göre ahlaki olmayan bir biçimde davranarak, daha yüksek getirisi olan
ve buna karşılık riski, kredi verenin kabul edebileceğinden daha yüksek olan
projelere girişerek zarar etme olasılığını ifade eder.. Bu tür projeler başarılı
olursa, yararı borçluya olmasına karşılık, başarısız olursa riskin büyük kısmı
kredi verene aittir.
� Ters Seçim (Adverse Selection): Kredi almak konusunda en istekli olan
müşterilerin potansiyel “kötü” borçlu olduğu asimetrik bilgi sorunudur.
Büyük risk almak isteyen müşteriler, kredilerin geri ödenmesi konusunda
7
istekli olmayacaklarından, yüksek faiz oranlarından kredi almakta bir sakınca
görmezler.
Bankalar finansal piyasalarda (kredi piyasalarında) yer alan ters seçim ve
ahlaki zafiyet sorunlarını büyük ölçüde çözebilirler (Kalaycı, 2010:8).
1.1.5. Para Politikalarının Etkinliğini Arttırmak
Bankalar ile Merkez Bankası arasında, kısmen Merkez Bankasının son ödünç
verme mercii (lender of last resort) olma fonksiyonundan kaynaklanan, doğrudan bir
ilişki vardır. Merkez Bankalarının işlem ve politikaları, finans piyasalarının
durumunu, para ve kredi yaratımını ve genel ekonomik koşulları yönetir (Corrigan,
1982). Bir ekonomide para politikasının etkinliği o ekonomide gelişmiş bir
bankacılık sisteminin olmasına bağlıdır. Merkez Bankalarının para politikası araçları
(açık piyasa işlemleri, iskonto mekanizması, karşılık oranları) ancak gelişmiş bir
bankacılık sisteminin varlığı halinde ekonomi üzerinde etkili olabilir (Kalaycı,
2010:10).
1.1.6. Ekonomik İstikrarı Etkilemek
Bankacılığın önemli özelliklerinden biri de, bir bankanın başarısızlığının
diğer bankalara da yayılmasıyla doğacak bulaşma etkisidir (Gomes, 2004).
Bankaların ve bankacılık sisteminin sahip olduğu özel statüyü Carletti ve Hartmann
(2001:8), bankaların temel olarak istikrarsızlık karşısında diğer sektörlere göre daha
savunmasız olarak görülmelerine, ayrıca banka mevduatlarında tutulan fonların
önemli bir bölümünün küçük yatırımcılara ait olmasına bağlamaktadırlar. Banka
bilançolarının bu özel görünümüne vurgu yapan Vives (2001) de, banka sermayesi
içinde borcun ağırlıklı olmasının ve küçük yatırımcılar arasındaki geniş dağılımının
banka faaliyetlerinin izlenebilirliğini zorlaştırırken, bankaların da iflas (ya da borç
ödeyememe) riskini arttırdığını belirtmektedir. Bu durum, bankaların çok fazla risk
alma eğilimini arttıran ahlaki tehlike problemini ifade eder. Dahası, bankaların
iflasının yol açacağı sosyal maliyet de daha geniş olur. Bu sosyal maliyet, finansal ve
ekonomik sıkıntı maliyetlerini içerir. Finansal sıkıntı maliyeti bankaların
alacaklılarına ve pay sahiplerine dayanır ve böylece bankaların kararlarında
içselleşir. Bilgi sermayesinin kaybı, borçlularla ilişkilerin iyileştirilmesi gibi kayıplar
ise banka tarafından kısmen içselleştirilen maliyetlerdir. Ödeme sistemlerinin
8
bozulması ve bulaşma etkisi gibi maliyetler ise dışsal maliyetlerdir (Vives,
2001:538).
Gerçekten de vadesinde borçlarını ödeyebilecek durumda olan bir banka
tamamen spekülatif bir panikle karşılaşabilir ve mevduat sahiplerinin fonlarını
çekmeye başlamasıyla banka varlıklarını hızla ve yüksek bir maliyetle paraya
çevirmek zorunda kalabilir. Bunun yanında, bir firmanın başarısızlığından
kaynaklanan bulaşma etkisi nedeniyle, hem finansal sektör hem de reel sektör için
güçlü negatif dışsallık yaratan sistematik risk tehlikesi ortaya çıkar. Bankacılık
sektörünün kırılganlığını telafi etmek için uygulanan mevduat sigortası ve son ödünç
verme mercii, ahlaki tehlike (moral hazard) problemini doğurabilir (Vives,
2001:538).
1.1.7. Ölçek ve Kapsam Ekonomileri
Bankalar, örgütsel sabit maliyetlere bağlı olarak ölçek ekonomilerinden,
mevduat ve kredi faaliyetlerinin ortak provizyonu yoluyla da kapsam
ekonomilerinden faydalanabildikleri için özeldirler (Gomes, 2004). Benston ve
Smith (1976; alıntılayan Kalaycı, 2010) uzmanlaşmaya bağlı olarak finansal
aracıların ölçek ekonomilerine ulaştıkları ve bu nedenle işlem maliyetlerini
düşürebildiklerini vurgulamaktadır. Bankalar müşterileri hakkında da detaylı finansal
bilgileri çok daha düşük maliyetle elde edebilirler. Ayrıca, bankalar araştırmayla
ilgili işlem maliyetlerini de azaltabilirler.
1.2. BANKALARIN TÜRLERİ
Bankaları kapsamlarına ve faaliyet alanlarına göre iki grupta ele almak
mümkündür.
1.2.1. Kapsamlarına Göre Banka Türleri
Kapsamlarına göre bankaları, özel bankacılık, perakende bankacılık, toptancı
bankacılık, evrensel bankacılık, uluslararası bankacılık, holding bankacılığı ve kıyı
bankacılığı olarak sınıflandırabiliriz.
9
1.2.1.1. Özel Bankacılık
Özel bankacılık (Private Banking) olarak adlandırılan hizmet türü,
müşterilerin varlıklarının kişilerin belirlediği risk ve beklentilerine göre özel olarak
yönetilmesini ifade eder. Bu uygulamada banka tarafından müşterinin profili
belirlenmek suretiyle, onun ihtiyaç ve yatırım tercihlerine göre kişiye özel alternatif
ürünler sunulmaktadır. Bankalar özel bankacılık hizmetini bu iş için özel olarak
hazırlanmış şubeler aracılığıyla verirler. Özel bankacılık her türlü standart
bankacılık, kiralık kasa ve gişe hizmetleri; repo işlemleri, sabit getirili menkul
kıymetler ve yurt içi hisse senetleri alım-satımı gibi yatırım hizmetleri; birikimlerin
yabancı para ve menkul kıymetlerde değerlendirilmesi; türev ürünlerde yatırım;
kişiye özel tasarlanmış kredi kartları, özel fonlar, kişiye özel hazırlanmış mevduat
ürünleri ve opsiyon stratejileri gibi ürün ve hizmetleri kapsamaktadır. Türkiye’de
özel bankacılıkta genelde 250 bin TL üstü varlığa sahip müşteri kitlesi
hedeflenmektedir (www.tuketicifinansman.net).
1.2.1.2. Perakende Bankacılık
Bireyler ve KOBİ’ler ile gerçekleştirilen, mevduat kabulü ve kredi sağlama
faaliyetlerini kapsar. Bu işlemlerin her biri küçük tutarlı olup, toplamda geniş
hacimlidir (Mathews, Thompson, 2005:55). Tüketicilere yönelik perakende
bankacılık ürünleri cari işlemler hesabı (current accounts), yatırım amaçlı mevduat
hesabı (deposit accounts), tüketici kredileri (consumer term loans), kredi kartları,
mortgage kredileri, yatırım fonları vb.’dir. KOBİ’lere yönelik perakende bankacılık
ürünleri ise, cari hesap, vadeli kredi (term loans) ve kredi limitlerinden (credit lines)
oluşmaktadır. Bu ürünlere ilave olarak perakendeci bankalar küçük işletmelere
yönelik leasing vb ürünler de sunmaktadırlar1. Bu hizmetlerin karşılığında banka,
faiz ve ücret geliri sağlamaktadır (Ceylan, 2003:343).
1.2.1.3. Toptancı Bankacılık
Perakende bankaların aksine, toptancı bankacılık kapsamında az sayıda fakat
yüksek hacimli işlemler gerçekleştirilir (Mathews, Thompson, 2005:56). Kurumsal
Bankacılık hizmetlerini içerir. Finansal olmayan işletmeler, finansal nitelikli
1 European Commission, Interim Report II: Current Accounts and Related Services, Sector Inquiry under Article 17 Regulation 1/2003 on Retail Banking, 17 Temmuz 2006.
10
işletmeler (sigorta kuruluşları) ve hükümetin bazı kurumlarının faaliyetlerini
kapsamda yer alır. Bu kategoriye göre ayrıca, banka dışı finansal kurum olarak kabul
edilen leasing, forfaiting ve factoring kuruluşları da girmektedir (Ceylan, 2003:343-
344). Toptancı bankacılık, bankalar ya da diğer finansal kurumlar arasındaki çift
yönlü aktiviteleri ifade eder. Kıta Avrupasının bankacılık ağırlıklı finansal
sisteminde, evrensel banka grupları arasındaki likidite aktarımı toptancı bankacılığın
en önemli bileşenidir ve bu gruplar tüm finansal hizmet faaliyetlerinin büyük bir
bölümünü kontrol eder (Cabral vd, 2002:11).
1.2.1.4. Evrensel Bankacılık
Evrensel bankalar, tarihsel gelişimleri, örgüt yapıları ve stratejik yönelimleri
itibariyle finansal sektör içerisinde çok ürün üreten firmalar olarak ortaya çıkmıştır.
Kendi ana ülkelerinde evrensel bankalar hemen hemen tüm müşteri kitlelerini hedef
almakta ve onlara her alanda uygun finansal hizmetler sunmaya çalışmaktadırlar.
Kendi ülke piyasalarının dışında ise çoğu faaliyetlerini uluslararası bankacılık,
toptancı bankacılık ve menkul kıymet faaliyetleri alanlarında toplayarak, genellikle
daha sınırlı bir rekabet profili çizerler. Yabancı piyasalarda nadiren perakende
bankacılık faaliyetlerinde bulundukları da olur (Walter, 2003:207) Evrensel
bankacılık, İşletme finansmanını, sermaye piyasası ve yabancı para araçlarını ve
hizmetlerini kapsayan çok geniş faaliyet alanlarını içine alır. Birçok evrensel banka,
faaliyetlerini faiz gelirlerinden ziyade hizmetler karşılığında aldıkları
komisyonlardan karşılamaktadır (Ceylan, 2003:344).
1.2.1.5. Uluslararası Bankacılık
Uluslararası bankalar, yabancı müşterilerine mahsup hesabı (payment
accounts) ve kredi fırsatları gibi finansal hizmetler sunan kuruluşlardır. Sözkonusu
yabancı müşteriler bireyler ya da şirketler olabilmekte, böylece her uluslararası
banka iş yaptığı kişiler ile kendi çalışma prensiplerini oluşturabilmektedir.
Uluslararası bankalarla çalışan işletmeler kendileri için oldukça maliyetli olabilecek
uluslararası işlemleri kolaylaştırma amacı taşırlar. Ayrıca uluslararası bankalar ile
çalışan firmalar, kendi faaliyetlerini uluslararası ölçeğe taşımak konusunda da bu
bankalardan destek alabilmektedirler. Bireylerin uluslararası bankalarla çalışmaları
ise birkaç nedene bağlı olmaktadır: Bunlardan biri, gelirlerin uluslararası bankalarda
11
gizlenmesi suretiyle vergiden kaçınmaktır. Diğer sebepler ise, uluslararası bankaların
ulusal faiz dalgalanmalarından daha az etkileneceği ve daha güvenli olacağı
düşüncesi, uluslararası bankalar tarafından mevduata verilen daha yüksek faizler
olarak sıralanabilir (www.howstaffworks.com).
1.2.1.6. Holding Bankacılığı
Holding bankacılığı, bir bankanın doğrudan veya dolaylı olarak bir ya da
daha fazla bankaya sahip olması, kontrol etmesi veya bir bankanın sermayesinin
çoğunluğunun bir holdingin kontrolünde olması şeklindeki yapıyı ifade eder (Takan,
2001:21).
1.2.1.7. Kıyı Bankacılığı
Off-shore bankacılık olarak bilinir. Denetim ve vergilendirmenin en az
düzeyde olduğu yerlerde konvertibl paralar üzerinden işlem yaparak, çok uluslu
şirketlere ve uluslararası girişimlere hizmet veren bankalardır (www.tbb-bes.org.tr).
Euro-kredi sendikasyonları, yabancı tahvil ihraçları, faiz ve para swapları, fon
yönetimi, leasing, factoring, forfaiting, altın ve döviz işlemleri başlıca faaliyet
alanlarıdır (Akbulak vd, 2004:83).
1.2.2. Faaliyet Alanlarına Göre Banka Türleri
Faaliyet alanlarına göre bankalar, merkez bankaları, ticaret bankaları, yatırım
bankaları, kalkınma bankaları ve katılım bankaları olarak sınıflandırılabilir.
1.2.2.1. Merkez Bankaları
Emisyon yetkisine sahip olarak para arzını kontrol eden bankalardır. Bu
nedenle merkez bankaları para piyasasını düzenlemek, fiyat istikrarını sağlamak,
bankacılık sistemini kontrol etmek, ülkenin altın ve döviz rezervlerini yönetmek gibi
önemli fonksiyonlar üstlenirler (Akbulak vd, 2004:83).
1.2.2.2. Ticaret Bankaları
Bankacılık sektöründe en çok karşılaşılan banka türü olup, temelde klasik
bankacılık faaliyetleri olan mevduat toplama ve kredi verme faaliyetiyle uğraşırlar.
Başlıca fon kaynakları mevduat, kullanılan krediler ve özkaynaklardır (Akbulak vd,
2004:82).
12
1.2.2.3. Yatırım Bankaları
Devletlerin ve firmaların uzun vadeli fon ihtiyaçlarını karşılamaları için
onların hisse senetleri ve tahviller gibi menkul kıymetler ihraç etmelerine aracılık
eden kurumlardır.
Mevduat toplama yetkisine sahip olmayan yatırım bankaları, tahvil ihraç
etmek ve kredi almak suretiyle elde ettikleri kaynakları kendi nam ve hesaplarına
menkul kıymet almak ya da firmalara orta ve uzun vadeli yatırım ve proje kredisi
sağlamak şeklinde kullanırlar. Yatırım bankaları, yatırım yaptıkları menkul
kıymetleri daha sonra halka satmaları nedeniyle literatürde menkul kıymet taciri
olarak da adlandırılırlar (Akbulak vd, 2004:82).
1.2.2.4. Kalkınma Bankaları
Gelişmekte olan ülkelerde yatırım sermayesi eksikliğini gidermek ve
kalkınmada öncelikli bölgelere finansman sağlamak amacıyla kurulmaktadırlar.
Hükümetler veya uluslararası kurumlar tarafından sağlanan fonlar ve tahvil ihracı
yoluyla kaynak temin ederler. Mevduat toplama yetkisine sahip değildirler (Akbulak
vd, 2004:82-83).
1.2.2.5. Katılım Bankaları
Konvansiyonel bankacılık anlayışının dışına çıkarak, faizden uzak kalmak
isteyen kişilerin finansman ihtiyaçlarını karşılamaları, tasarruflarını
değerlendirmeleri ve modern bankacılık hizmetlerinden yararlanmaları amacıyla
faizle çalışan klasik bankalara alternatif olarak kurulan kuruluşlardır. “Özel Cari
Hesap” ve “Katılma Hesapları” adı altında iki yöntemle fon toplayabilen özel finans
kurumları, topladıkları bu fonları üretim desteği, bireysel finansman desteği, kar-
zarar ortaklığı yatırımı, finansal kiralama ve mal karşılığı vesaikin alım-satımı
şeklinde kullandırmaktadırlar (Coşkun, 2005:111-115).
1.3. BANKALARIN TEMEL İŞLEMLERİ
Genel anlamıyla bankalar, bir dizi karakteristikler (likidite, risk ve geri
dönüşün özel bir bileşimi) ile yükümlülüklerini satıp, farklı karakteristiklerdeki
varlıkları satın alarak kazanç elde etmeye çalışırlar. Bu süreç sıklıkla varlık
transformasyonuna işaret eder. Bir birey komşusuna rehin karşılığı borç
13
vermektense, parasını bankadaki bir tasarruf mevduatı hesabına yatırır ve bankaya da
komşusuna vereceği krediyi sağlar. Böylece banka tasarruf edilen mevduatı kaydi
paraya dönüştürmüş olur (Mishkin, 1998:232).
Bankacılık işlemlerini aslında üç ana gruba ayırmak mümkündür: Mevduat
toplama, kredi dağıtımı ve belirli bankacılık hizmetlerinin görülmesi.
Bankalarda varlık transformasyon süreci kısa vadeli borç alıp, uzun vadeli
borçlanması şeklinde gerçekleşir. Varlık transformasyon ve bir dizi hizmet (çek
ödemeleri, kayıt tutma, kredi değerleme ve benzerleri) süreci, bir şirketin herhangi
bir üretim sürecine benzer. Eğer banka istenen hizmetleri düşük maliyetlerle üretir ve
varlıklar üzerinden ciddi bir girdi sağlarsa, kar sağlamış olur; tersi durumda ise
kayıptadır (Mishkin, 1998:232).
Bir örnekle özetlemek gerekirse; bir bankadaki hesap üzerine yazılan çek,
başka bir bankaya verildiğinde, mevduatı alan banka çek tutarına eşit miktarda rezerv
kazanmış olur ve üzerinde çek yazılan banka rezervlerinin de aynı tutarda düştüğü
görülür. Bu nedenle bir banka ilave mevduatlar aldıkça rezerv kazanmış, mevduat
kaybettikçe de rezerv kaybetmiş olur (Mishkin, 1998:233).
Tüm diğer özel işletmeler gibi bankaların da amacı, uzun dönemli
karlılıklarını maksimum düzeye çıkarmaktır. Banka karları her şeyden önce
kredilerden sağlanan faiz geliri ve yatırımlardan elde edilir. Uzun dönemli karları
maksimize etmek mantıklı bir amaçtır, çünkü beklenen yıllık karların büyüklüğü ve
zamanlaması kadar, cari yıl karlarını da dikkate alır. Menkul kıymetleri açıkça ihraç
edilmiş olan bankalar için bu amaç firmanın menkul kıymet fiyatlarına yansıtılabilir.
Bir firmanın menkul kıymetlerinin fiyatı, pazarın o firmanın beklenen kazançları ve
muhtemel riskleri hakkında bir yargıya varmasına yol açar. Bu durumun uzantısı
olarak, pazar fiyatı, menkul kıymet sahipleri lehine yönetimin ne kadar iyi bir
performans gösterdiğinin devamlı bir göstergesi olur. Hissedarların tatmin
olmadıkları herhangi bir zamanda menkul kıymetler satılabilir ve bu da hisse başına
piyasa fiyatı üzerinde aşağı yönlü bir baskı doğurur (Kidwell, Peterson, 1990:164).
14
Türkiye’de, araştırmamızın konusunu oluşturan ticaret bankalarının
yapabilecekleri işlemler 5411 sayılı bankacılık kanununda aşağıdaki gibi
sıralanmıştır:2
• Mevduat Kabulü,
• Nakdi, gayri nakdi her cins ve surette kredi verme işlemleri,
• Nakdi ve kaydi ödeme ve fon transferi işlemleri, muhabir bankacılık veya çek
hesaplarının kullanılması dâhil her türlü ödeme ve tahsilât işlemleri,
• Çek ve diğer kambiyo senetlerinin iştirası işlemleri,
• Saklama hizmetleri,
• Kredi kartları, banka kartları ve seyahat çekleri gibi ödeme vasıtalarının ihracı
ve bunlarla ilgili faaliyetlerin yürütülmesi işlemleri,
• Efektif dâhil kambiyo işlemleri; para piyasası araçlarının alım ve satımı;
kıymetli maden ve taşların alımı, satımı veya bunların emanete alınması
işlemleri,
• Ekonomik ve finansal göstergelere, sermaye piyasası araçlarına, mala, kıymetli
madenlere ve dövize dayalı; vadeli işlem sözleşmelerinin, opsiyon
sözleşmelerinin, birden fazla türev aracı içeren basit veya karmaşık yapıdaki
finansal araçların alımı, satımı ve aracılık işlemleri,
• Sermaye piyasası araçlarının alım ve satımı ile geri alım veya tekrar satım
taahhüdü işlemleri,
• Sermaye piyasası araçlarının ihraç veya halka arz yoluyla satışına aracılık
işlemleri,
• Daha önce ihraç edilmiş olan sermaye piyasası araçlarının aracılık maksadıyla
alım satımının yürütülmesi işlemleri,
• Başkaları lehine teminat, garanti ve sair yükümlülüklerin üstlenilmesi işlemleri
gibi garanti işleri,
• Yatırım danışmanlığı işlemleri,
2
5411 Sayılı Bankacılık Kanunu, md. 4.
15
• Portföy işletmeciliği ve yönetimi,
• Hazine müsteşarlığı ve/ veya Merkez Bankası ve kuruluş birlikleri nezdinde
oluşturulan bir sözleşme kapsamında üstlenilen yükümlülükler çerçevesinde
alım satım işlemlerine ilişkin piyasa yapıcılığı,
• Faktöring ve forfaiting işlemleri,
• Bankalararası piyasada para alım satımı işlemlerine aracılık,
• Finansal kiralama işlemleri,
• Sigorta acenteliği ve bireysel emeklilik aracılık hizmetleri.
16
İKİNCİ BÖLÜM
BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABET
2.1. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABETİN ÖNEMİ
Tüm dünyada bankacılık sektörü sürekli bir değişim ortamı içerisinde
bulunmaktadır. Bu ortamda bankalar risklerini çeşitlendirmek için hem yeni iş
türlerine yönelmekte; hem de kendi ülkeleri dışındaki ülkelerde faaliyet göstermekte
ve sınır ötesi birleşmeler yoluyla dışa açılmaktadırlar. Aynı zamanda banka dışı
finansal kurumlar, bankaların kendi sahası olagelmiş piyasa segmentlerine
girmektedirler. Bu gelişmeler, yeni bilgi teknolojileri, aracıların devre dışı
bırakılması (disintermediation), serbestleşme ve Euro’nun yürürlüğe girmesiyle
tetiklenerek, bankacılığın görünümünü değiştirmiş (Canoy ve diğerleri:2001) ve
kaçınılmaz bir rekabet ortamı yaratmıştır. Bu ortamda politika yapıcılar rekabet
sürecini, fayda ve maliyetleri arasında denge sağlayacak düzenlemelerle
yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Ne var ki bankacılık sektörlerinde etkinliği ve
istikrarı aynı anda temin ederken ekonomik büyümeyi ve refahı da destekleyecek
rekabet düzeyinin ne olması gerektiği, cevap bulunamamış sorular arasındadır.
Genellikle tekelin tersi olarak ifade edilmesine rağmen, McNulty’nin (1968)
tanımında rekabet, fiyat ve marjinal maliyeti eşitleyerek kaynakların kullanımında
dağılımsal etkinliği temin eden güç olarak ifade bulmuştur. İktisatçılar genellikle
tüketim toplumlarına en iyi hizmetin rekabetçi piyasalarda verildiğine
hükmetmektedirler (rekabetçi piyasalar teorisi). Rekabetçi piyasalar teorisinin en
önemli sonuçlarından biri, piyasa yapısı ile iktisadi kaynakların etkin dağılımı
arasındaki ilişki ile ilgilidir. Çünkü rekabetçi piyasalarda firmalar mal ve hizmetleri
tüketici talepleri doğrultusunda üretmek isterler. Yani firmaların üretim düzeyleri,
üretilen çıktının maliyetinin tüketicilerin ödemeye hazır oldukları fiyat karşısında
dengelenmesi ile belirlenir. Mal ve hizmetlerin üretilmesinde firmalar kaynakları,
mümkün olan en düşük maliyetle maksimum çıktıyı sağlayacak şekilde birleştirmeye
17
çalışırlar. Kaynakların optimal kullanımı firmaların kendi uzun vadeli karlarını
maksimize etmek istemelerinden dolayı ortaya çıkar (Kidwell, Peterson, 1990:231).
Finansal sistemin etkin ve etkili işlemesini temin etmeye yönelik politik
yaklaşımlar, rekabete dayalılık ve piyasa güçlerinin çalışması konularına önem
vermektedir (Bröker, 1992). Diğer sektörlerde olduğu gibi finansal sektörde de
rekabetin derecesi finansal hizmet üretiminin etkinliği, finansal ürünlerin niteliği ve
sektörel yeniliğin derecesi açısından önemlidir (Claessens, Leaven, 2004:563). Halka
hizmet sağlanması noktasında sektör yapısının performansı etkilediği şeklinde ifade
edilen rekabetçi model, çok sayıda rakibin olduğu piyasaların diğer yapısal özellikler
sergileyen piyasalara tercih edildiğini ortaya koymaktadır (Kidwell, Peterson,
1990:232). Finansal hizmetler için serbest piyasaların oluşturulması ve işletilmesi ile
finansal sektörde rekabeti kısıtlayan tüm engellerin ortadan kaldırılması yönündeki
politik yaklaşımların arkasında yatan anlayış da budur (Bröker; 1992).
Ne var ki, rekabetçi piyasalar teorisinin geçerliliği bir takım oldukça katı
varsayımlara dayanmaktadır. Eğer bunlar karşılanmazsa, kaynakların tüketicilere en
iyi hizmeti sağlayacak şekilde dağıldığı sonucuna varmak mümkün olmaz. Bu
varsayımlardan özellikle üç tanesi bankacılık ile ilgilidir (Kidwell, Peterson,
1990:232):
1- Giriş Kısıtlamalarının Olmaması: Rekabetçi piyasalar teorisi, piyasalara
girişin kısıtsız olduğunu öne sürmektedir. Eğer piyasalar kısıtlanmışsa, kötü bir
şekilde yönetilen veya piyasada tekel pozisyonuna sahip bankalar yüksek fiyat veya
düşük kalitede hizmetler sunabilirler, çünkü halkın başka bir alternatifi yoktur.
Girişlerin serbest olduğu durumlarda, diğer bankalar da bu piyasalarda hizmet
sunabilir.
2- Çıkış Kolaylığı: Rekabetçi piyasalar teorisi, gerek birleşme gerekse
başarısızlık yoluyla etkin olmayan ve istenmeyen firmaların pazardan çıkışının
mümkün olması gerektiğini varsayar. Çıkış serbestliği olmadan sektörün yapısı yeni
koşulları karşılayacak şekilde değişemez. Fakat bankacılık sektöründe banka
başarısızlıkları batan bankanın yanında geniş kapsamlı etkilere sahip olabilir ve bu
durum bankalar arasında rekabetin mutlaka denetim altında tutulmak istenmesine
neden olur.
18
3- Doğal Tekellerin Olmaması: Rekabetçi piyasalar teorisi doğal tekellere
neden olan ölçek ekonomilerinin var olmadığını varsayar. Doğal tekeller sektörün
maliyet eğrisi firma büyüdükçe birim maliyetlerin daima azaldığı bir şekil aldığında
meydana gelir. Eğer bu durum bankacılık için geçerli olsa idi, en etkin banka
büyüklüğü, olabilecek en yüksek düzey olurdu ve rekabetçi piyasa her bir pazarda
yalnızca bir bankanın ayakta kalmasına yol açardı.
Diğer sektörlerden farklı olarak bankacılık sektörüne özgü olan durum,
rekabet ve istikrar arasındaki ilişkidir (Claessens, Leaven, 2004:563). Rekabet ve
bankaların istikrarı arasındaki ilişkinin anlaşılması bankacılık düzenlemelerinin
tasarımı için fevkalade önemlidir ve finansal krizlerin riskini hafifletmede eninde
sonunda yardımcı olacaktır (Wagner; 2007). Rekabet ve istikrar arasındaki negatif
ilişki, politika yapıcıların bankalara yönelik temel yaklaşımını belirlemektedir. Her
ne kadar finansal olmayan sektörlerde olduğu gibi piyasa rekabeti etkin bir
bankacılık sektörünün önkoşulu olarak görülse de, bazı teorik ve ampirik çalışmalar,
tekel kazançlarının bankalara daha küçük ve şeffaf borçlularla ilişkileri geliştirme
eğilimi kazandıracağını öne sürerek, rekabetin kısıtlanması gerektiğini
savunmaktadırlar. Aşırı rekabetin kırılganlığı arttıracağı şeklinde genel bir kanı
bulunmakla birlikte, rekabet ve istikrar ilişkisi teorik ve ampirik olarak bir sonuca
bağlanmış değildir (Beck: 2008:1).
Ampirik olduğu kadar teorik olarak da gösterilen bir başka etki de, finansal
sektörde rekabetin derecesinin firmaların ve hane halklarının finansal hizmetlere ve
dış finansmana girişini, ardından da tüm ekonomik gelişmeyi etkilemesidir
(Claessens, Leaven, 2004:563-564).
Piyasa gücünün yol açması beklenen yüksek marjların sosyal refah için iyi
olup olmadığı ise ayrı bir tartışma konusudur. Bir taraftan dar marjlar, düşük aracılık
maliyetleri ve düzenleyici “vergiler” (rezerv ve sermaye gereklilikleri) ile nispeten
rekabetçi bankacılık sistemine işaret edebilir. Diğer taraftan nispeten geniş marjlar,
karlılığa ve banka sermayesine eklenmek suretiyle bankaları makro ve diğer şoklara
karşı koruyarak, bankacılık sistemine bir miktar istikrar getirebilir (Saunders,
Schumacher: 2000).
19
Bankacılık sektöründe rekabet koşullarının ölçülmesi ve değerlendirilmesi
politika yapıcıların ilgisini çekmektedir. Maliyet, gelirler ve bankaların giriş
davranışlarını da kapsayan pek çok kamusal düzenleme nedeniyle bankacılıkta
rekabetin değerlendirilmesi oldukça zordur (Anderson; 1966:125). Ne var ki,
rekabetin fayda ve maliyetleri arasında denge kurma zorluğu (tradeoff) olduğu da
aynı derecede doğrudur. Rekabet finansal aracılığın maliyetini düşürüp ekonomik
etkinliğin gelişmesine katkıda bulunurken, olumsuz gelişmelerle baş etme
kabiliyetini zayıflatarak bankaların piyasa gücünü ve karlılığını da düşürebilmektedir
(Mamatzakis vd: 2005). Politika yapıcılar hem ekonomik etkinliği hem de istikrarı
destekleyen bir finans sistemini oluşturma amacındadırlar (Northcott, 2004:29).
2.2. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABET YAKLAŞIMLARI
Rekabet Yaklaşımları, bankacılık piyasalarının yapısının belirlenmesi ve
işleyişinin değerlendirilmesinde araştırmacılara bir altyapı sağlaması ve öngörü
kazandırması bakımından önemlidir. İnsan unsurunu barındırması ve insan
davranışları ile şekillenmesi nedeniyle sosyal bir bilim olan ekonomideki kuramların,
her biri benzersiz (unique) ve kendine özgü özellikler taşıyan finans ve bankacılık
piyasalarının tümünde geçerli olacağını beklemek doğru değildir. Nitekim farklı
yaklaşımların farklı piyasalar için analiz edilmesi ile birbiriyle çelişkili gibi görünen
sonuçlar elde edilebilmektedir. Bu bölümde açıklanan teoriler, geçerliliği ile ilgili
kesin çıkarımlar yapılamayacak olan, ancak piyasa analizleri için etkili yönelimler
sağlayabilen paradigmalardır.
Bankacılık çalışmalarını yönlendiren yaklaşımlar, Deb ve Murthy (2008:26)
tarafından dört grupta toplanmıştır. Bu çalışmaların içerikleri aşağıda verilmiş olup,
özellikle Endüstriyel Organizasyon Yaklaşımı, bankacılık sektöründe rekabetin
analizine ilişkin modeller için bir temel oluşturmaktadır.
- Bankaların finansal kurumlar olarak ekonomik gelişmelerle ilişkisinin
analizi: Kurumsal iktisada dayanır ve rekabet çalışmaları için bir çerçeve
oluşturmaz.
- Bankaların finansal yönetim açısından incelenmesi: Bireysel birer firma
olarak bankaların mali işlerinin iç yönetimi ile ilgilidir.
20
- Temelde Merkez Bankaları ile ticari bankalar arasındaki ilişkilere
odaklanan para politikası yaklaşımları: Bankaları, tepkilerini mekanik
olarak veren pasif oluşumlar olarak gören friksiyonel rezerv bankacılığı
teorisi ile ilgilidir. Bankaların bir taraftan halkın her nicelikteki vadesiz
mevduat talebini, diğer taraftan da para otoritelerinin munzam
karşılıklarını yerine getiren kuruluşlar olduğu varsayılır.
- Endüstriyel Organizasyon Yaklaşımı: Sektörlerde ve özellikle bankacılık
sektöründe rekabete ilişkin mevcut yaklaşımlar iki argümanla endüstriyel
organizasyon yaklaşımına başvurmaktadır. Bu argümanlardan ilki, fiyat-
maliyet marjına dayanmaktadır ve ikincisi oligopole müracaat etmektedir.
Uzun vadede rekabetçi güçler marjları bozma eğilimindedir. Kısa vadede,
giriş üzerindeki kısıtlamalardan dolayı, kıtlık fiyatı normalüstü karlar
yaratarak piyasaya yeni üreticilerin girmesi için bir teşvik oluşturur. Fakat
bir kere girişler meydana geldikten ve sektörde uzun dönem dengesi
kurulduktan sonra, fiyat-maliyet marjı bozulur ve artık giriş için bir sinyal
olarak davranmaz. Bu nedenle uzun dönem dengesinin yanında daha fazla
büyüme fiyattan bağımsızdır. Tekelci rekabet şartlarında, sektörün bir
sonraki seyri, yerine yeni firmalar geçen etkin olmayan firmaların
piyasadan çekilmesidir.
Banka rekabeti ile ilgili araştırmalar ise iki yönde gelişmektedir: yapısal
yaklaşımlar ve yapısal olmayan yaklaşımlar.
2.2.1. Yapısalcı Yaklaşımlar
2.2.1.1. Yapı-Davranış-Performans Paradigması
Geleneksel yapısal rekabet yaklaşımı daha fazla firmanın varlığının fiyat
rekabetini arttıracağını, daha az firmanın varlığının ise rekabetçi davranışı
azaltacağını savunmaktadır. Klasik Endüstriyel Organizasyon yaklaşımından gelen
bu anlayış Yapı-Davranış-Performans (YDP)3 (Structure-Conduct-Performance/SCP)
paradigması (Bain: 1951) olarak bilinir ve genelde rekabetin, özelde ise bankacılık
3 Yapı-Davranış-Performans paradigmasına göre, bir sektördeki rekabetin derecesi (performans) firmaların davranışlarına (gizli anlaşmalar, yenilikler, tanıtım vs) dayalı olarak açıklanabilir ve davranış piyasanın yapısal özelliklerine bağlıdır (firmaların sayısı ve büyüklüğü, maliyet ve talep koşulları).
21
sektöründe rekabetin anlaşılmasına yardımcı olacak en yetkin çerçeve olarak kabul
edilir (Deb, Murthy: 2008). Buna göre, piyasanın yapısı ile firmaların fiyatlama
davranışı, firmanın karları ve piyasa gücünün derecesi arasında nedensellik ilişkisi
vardır. Bunun anlamı, piyasadaki firma sayısı arttıkça firmaların daha rekabetçi
fiyatlama davranışı sergileyeceğidir. Bu da piyasa gücünün derecesini minimize
ederek (Northcott, 2004:18) olağanüstü karların azalmasına ve tüketicilerinin
refahının artmasına yol açar (Mendes, Rebelo, 2003).
Yapı-davranış-performans paradigmasının temel bileşenleri arasındaki
ilişkilerin daha iyi anlaşılması için, bu bileşenlerin genel bir tanımını yapmakta fayda
vardır. Temel bileşenleri aşağıdaki gibi tanımlamak mümkündür:
Piyasa Yapısı: Piyasadaki rekabet ve fiyatlama üzerinde stratejik etkilere
sahip örgütlenme özelliklerini belirtmek üzere kullanılan bir kavramdır. Piyasa
yapısının temel unsurları; alıcılar ve firmalar açısından yoğunlaşma derecesi, ürün
farklılaştırma derecesi ve pazara giriş koşulları şeklinde sıralanabilir. Piyasa
yapısının, temel arz ve talep koşullarına bağlı olduğu kabul edilmektedir. Temel arz
ve talep koşulları ile de; ürünün dayanıklılığı, ham maddelerin sahipliği ve coğrafi
yeri, teknoloji, arz esnekliği, talep esnekliği, pazarın büyüme eğilimi ve dönemsel
dalgalanmalar açısından özellikleri gibi unsurlar kastedilmektedir (Davut 1994, 6-8;
alıntılayan Ardıç: 2004-4).
Piyasa Davranışı: Bu kavram, firmaların piyasa yapısının düzenlediği
koşullara nasıl tepki verdiği ve rakipleri ile nasıl bir etkileşim içinde olduğunu ifade
eder. Davranış (conduct), diğer bir kimsenin seçimini etkileyen stratejik hareketleri
içerir. Piyasa davranışı, piyasadaki alıcı ve satıcıların ve piyasaya girmesi olası
firmaların, kontrol alanlarına giren değişkenlerin seçiminde takip ettikleri davranışsal
kurallar olarak tanımlanmaktadır. Piyasa davranışlarının başlıca unsurları arasında;
fiyatların nasıl oluştuğu; ürün hacminin, niteliğinin ve çeşitlerinin hangi yollarla
belirlendiği; araştırma ve geliştirmenin planlanması ve uygulanması; yasal taktikler
gibi konular yer almaktadır (Deb, Murthy, 2008:39-40; Davut, 1994:6–8 alıntılayan
Ardıç: 2004-4) .
Piyasa Performansı: Performans, piyasa davranışının sonuçları hakkındaki
yargılardır. Piyasa performansının temel unsurları etkinlik, doğruluk ve ilerleme
22
şeklinde sıralanabilir. Etkinlik kullanılabilir kaynakların piyasa tarafından ne kadar
iyi kullanıldığıdır. Doğruluk, piyasanın ekonomik faaliyetlerin faydalarını
katılımcılara ne kadar adil dağıttığı ile ilgilidir. İlerleme ise daha iyi ürün ve üretim
tekniklerini piyasanın ne kadar etkinlikle sağladığıdır (Deb, Murthy, 2008:40).
2.2.1.2. İşbirliği Hipotezi
Geleneksel Yapı-Davranış-Performans paradigması, kendisinden türeyen ve
Bain (1951) tarafından geliştirilen İşbiliği (Collusion) Hipotezini beslemektedir ve
yoğunlaşmanın, firmalar arasındaki gizli anlaşmaya dayalı (collusive) davranışları
teşvik ederek rekabeti zayıflatacağı varsayımına dayanır (Casu, Girardone,
2006:443). Bu hipoteze göre yüksek yoğunlaşma örtülü anlaşmaların maliyetini
düşürür ve bunun sonucunda kredilere daha yüksek fiyat uygulanırken, mevduata
ödenen faizler düşer, ücretler artar vs. Rakipler birbirlerinin davranışlarını analiz
ederek hareket ederler ve rakipler bu analizleri kullanarak faaliyetlerini belirlerler.
Örneğin; firmaların piyasa fiyatını etkileyemediği ve pasif fiyat alıcıları (price
takers) olduğu tam rekabet piyasalarının aksine, oligopol piyasalardaki firmalar tüm
piyasa katılımcılarını zarara uğratacak büyük fiyat savaşlarını önlemek için fiyat
kırmaktan kaçınırlar. Bu durum bir tür “zımni anlaşma”dır (tacit collusion). Yani,
firmalar arasında açık bir iletişim olmasa dahi, tekel fiyatı uygulama konusunda
örtülü anlaşma olması durumudur (Kraft: 2006). Bu görüşe göre, piyasa
yoğunlaşması ile karlılık arasında doğrusal, dolayısıyla yoğunlaşma ile piyasa
performansı arasında ise ters yönlü bir ilişki söz konusudur. Kısaca belirtmek
gerekirse, yoğunlaşmanın yüksek olduğu piyasalarda yüksek karlar nedeniyle faaliyet
gösteren firmaların etkinlikten (azalan maliyet) uzak olacakları yani bu piyasada
rekabet düzeyinin düşük olacağı varsayılmaktadır (Çelik, Kaplan: 2007). Elbette
böyle bir sonuç toplumun bütünü için istenmeyen bir durumdur; çünkü etkin
olmayan yüksek fiyatlarla ve sosyal refahın azalmasıyla sonuçlanır (Kraft:2006).
2.2.1.3. Etkinlik Hipotezi
Alternatif olarak geliştirilen bir diğer yapısal yaklaşım “Etkin Yapı Hipotezi”
(efficient structure hypothesis) olarak bilinir. Buna göre, yoğunlaşmış piyasalarda
faaliyet gösteren bankaların nispeten yüksek karları, büyük bankaların küçüklere
göre daha etkin çalışmasının sonucudur. Demsetz (1973), etkinlik hipotezinin
23
temellerini attığı çalışmasında, rekabetçi yapının baskısı altında ve etkili giriş
engellerinin olmaması durumunda, bir sektörün çıktılarının birkaç firmada
yoğunlaşmasının, ürünlerin üretilmesinde ve fiyatlamasındaki üstünlükten veya
yalnızca birkaç firmanın faaliyet gösterdiği sektörel yapının üstünlüğünden ileri
geldiğini öne sürmektedir. Bilgi ve kaynak hareketliliğinin yalnızca bir maliyetle
sağlanabildiği bir dünyada, rekabetçi koşullar altında bir sektörde yoğunlaşmanın
artması için, ancak çıktısını genişletecek farklı avantajlar geliştirebilen bazı
firmaların bulunması gerekmektedir. Böyle bir gelişme, firmaların kazandığı getiri
oranları ile aynı zamanda yoğunlaşma düzeyini de arttırır. Yoğunlaşmada artış
doğuran unsurlardan biri olan maliyet avantajı, sektörde ölçek ekonomilerinin
oluşmasına yol açmasının yanında, marjinal maliyetlerin azalmasını ve müşteri
taleplerinin daha düşük maliyetle ve daha kaliteli ürünlerle karşılanmasını sağlar
(Demsetz, 1973:1). Bu görüşü savunan Yanelle (1997), aracılıkta artan ölçek getirisi
olduğunu savunmakta ve tam rekabetçi çıktılar bekleyemeyeceğimizi ortaya
koymaktadır.
İşbirliği (collusion) ve Etkinlik hipotezleri arasındaki bu çatışma nedeniyle,
büyük bankaların elde ettiği yüksek karların faaliyette bulundukları yoğunlaşmış
piyasadan mı yoksa üretim ve yönetim tekniklerinin maliyetleri düşürmesinden mi
kaynaklandığı tartışma konusudur (Goddard vd:2007). Ancak işbirliği (collusion) ve
etkinlik tartışmasının sonuca bağlanması, uygulanacak rekabet politikaları açısından
önemli bir rol oynar. Çünkü piyasadaki yüksek karlılık firmalar arası işbirliğinden
kaynaklanıyorsa, rekabet politikaları eksik rekabetçi piyasa yapısını değiştirmeye
yönelik olarak geliştirilecektır. Bu şekilde oluşturulan rekabet politikaları, etkinliği
ve verimliliği arttıracaktır. Ancak piyasalardaki yüksek karlılık firmaların
etkinliğinden kaynaklanıyorsa, yoğunlaşma piyasadaki rekabetçi yapıyı engellemez,
dolayısıyla da piyasa yapısını değiştirmeye yönelik bir rekabet politikasına gerek
duyulmaz (Çelik, Kaplan: 2007).
2.2.1.4. Yarışılabilirlik Teorisi
Uzun zamandır var olan Endüstriyel Organizasyon teorisi sektörün
rekabetçiliğinin yalnızca piyasa yapısı göstergeleri (Yoğunlaşma endeksleri,
firmaların sayısı) ile ölçülemeyeceğini göstermiştir. Giriş tehdidi piyasa
24
katılımcılarının davranışları üzerinde daha önemli bir belirleyici olabilir (Besanko ve
Thakor, 1992, alıntılayan Claessens, Leaven, 2004). Endüstriyel Organizasyon teorisi
aynı zamanda banka marjlarının ve karlarının büyüklüğü gibi performans ölçülerinin
de bankacılık sisteminin rekabetçiliğini belirtmede yeterli olamayacağını öne
sürmektedir. Bu ölçüler ülkelerin makro performansları ve istikrar, finansal aracıların
vergilendirilme biçimleri ve dereceleri, ülkelerin bilgi ve hukuk sistemlerinin niteliği,
faaliyetlerin ölçeği ve risk tercihleri gibi bankalara özgü faktörler gibi daha çok
sayıda faktörden etkilenirler. Bu nedenle bu ölçüler rekabet derecesini belirtmede
oldukça zayıftırlar (Claessens, Leaven, 2004:564).
Ekonomik araştırmalar piyasaya girişlerin rekabet sürecinin önemli bir unsuru
olduğunu göstermiştir. Son yıllarda geliştirilen dinamik modeller, piyasaya girişlerin,
mevcut firmaların ekonomik davranışları üzerindeki etkilerinin ampirik araştırmalara
dahil edilmesine imkan tanımaktadır. Dinamik modeller, giriş ve genişlemelerin
eksik rekabetin yol açtığı normalüstü karları düşürmeye çalıştığı rekabetçi süreci
incelemektedir. Ampirik çalışmaların pek çoğu, doğrudan girişlere değil, girişin
yapay değişkeni (Proxy) olarak piyasa yoğunlaşmasındaki değişikliklere bakarak
girişin piyasa davranışı üzerindeki etkilerini incelemektedir (Amel, Liang:1997:59).
İlk olarak Baumol, Panzar ve Willing (1982) tarafından tanıtılan bu yaklaşım,
“Yarışılabilir Piyasalar Teorisi” (Contestable Market Theory) olarak bilinir. Bratland
(2004) yarışılabilirlik teorisi altında, çok ürün üreten tekelcilerin bile, potansiyel
rakiplerin piyasaya giriş tehditleri nedeniyle fiyatlama davranışlarını
kısıtlayabileceğini öne sürmektedir.
Etkili rekabetin derecesinin test edilmesi yapısal yarışılabilirlik yaklaşımını
gerekli kılar. Diğer sektörlerde olduğu gibi bankacılık sistemindeki rekabetin
derecesinin de bankaların gerçek davranışlarının dikkate alınması ile ölçülmesi
gerekir. Gerçek davranış yalnızca bankacılık piyasasının yapısıyla değil, aynı
zamanda sektör içi rekabetin derecesini kısıtlayabilecek yabancı sahiplik engelleri ve
faaliyet kısıtlamalarının şiddeti gibi giriş engelleriyle de ilişkilidir. Dahası,
bankacılık sisteminin rekabetçiliğini belirlemede banka dışı diğer finansal aracıların
da rolü vardır (Claessens, Leaven, 2004:564).
25
Günalp ve Özel’e (2005) göre, rekabet politikalarının ana hedefi idealize
edilmiş bir “tam rekabet” modeli olmamalıdır. Bunun yerine rekabet politikaları,
“aksak” rekabet koşullarında bile rekabetin işleyebilmesini sağlayacak şekilde
oluşturulmalıdır. Yazarlara göre rekabet politikaları piyasaların “yarışılabilirliğini”
özendirdiği ölçüde aksak rekabet koşullarında bile başarılı olabilecektir. Bu
yaklaşıma göre yarışılabilir bir piyasa, piyasaya girişlerin serbest ve piyasadan
çıkışların maliyetsiz olduğu bir piyasa olarak tanımlanmaktadır.
2.2.2. Yapısalcı Olmayan Yaklaşımlar
Yapısal olmayan yaklaşım, piyasa yapısı ve yoğunlaşma dışındaki, giriş-çıkış
engelleri ve piyasanın genel yarışılabilirliği gibi faktörlerin de rekabetçi davranışı
etkileyebileceğini öne sürmektedir. Bu son yaklaşımlar Yeni Ampirik Endüstriyel
Organizasyon (NEIO) literatürü kapsamında geliştirilmiştir. Piyasa gücünü
belirlemeye yönelik olarak geliştirilen uygulamalar yapısal yaklaşım olarak
geleneksel Yapı-Davranış-Performans yaklaşımını (ve güncel varyasyonlarını)
kullanmayı başarırken, piyasanın yapısını (yani yoğunlaşma seviyeleri, firma sayısı)
gözetir ve bunu firmanın performansıyla (yani Aktif Karlılığı-ROA, Özkaynak
Karlılığı-ROE) ilişkilendirir; yapısal olmayan yaklaşımlarda ampirik çalışmalar
rekabet çevresini gözetmez fakat bunu ölçmeye/anlamlandırmaya çalışır. Yapısal
yaklaşımlar, yoğunlaşmış piyasaların rekabetçi olmadığını çünkü yarışılabilirliğin
potansiyel rekabetin derecesine bağlı olduğunu varsayar. Muhtemelen yapısal
olmayan yaklaşımların en önemli avantajı, bu şeklindeki bir neden sonuç ilişkisini
varsaymamasıdır. Yapısal olmayan modellerin bir diğer avantajı, her bir bankanın
davranışı kendi piyasa gücü hakkında bir fikir verebildiği için, coğrafi piyasa
tanımlamasına gerek olmamasıdır (Casu, Girardone, 2006:444). Yapısal olmayan
rekabet ölçüleri temel olarak Lerner’in (1984) piyasa gücü ölçüsüne dayanır.
Özellikle oligopolistler arasındaki rekabet ölçülerini içerir (Iwata 1974) ve
yarışılabilir piyasalardaki rekabet şartlarını test eder (Bresnahan 1982, Lau 1982,
Panzar and Rosse 1987).
2.2.2.1. Lerner Endeksi
Lerner’in ortaya koyduğu varsayım, piyasa yapısının nispi marjlar yoluyla
açıklanabileceğini, oligopol rekabet modellerinin nispi marj [(Fiyat-Marjinal
26
Maliyet)/Fiyat] ile piyasanın yapısal ve rekabetçi koşulları arasındaki denge ilişkisini
tanımladığını ifade eder. Ayrıca nispi marj, piyasa gücünün varlığına bağlı olarak
ortaya çıkan sosyal refah kaybının da bir göstergisidir (Maudos, Nagore:2005).
2.2.2.2. Panzar-Rosse Modeli
Panzar-Rosse Modeli, hem banka hem de sektör düzeyinde karı maksimize
ederek denge çıktı düzeyi ve denge banka sayısını belirleyen genel bir bankacılık
piyasası modelinden türemiştir. Piyasa yapısının doğasını (monopol veya oligopol,
monopolcü rekabet veya tam rekabet) tanımlamak için, Panzar-Rosse modeli, H-
istatistiği denilen bir ölçü kullanmaktadır. Panzar ve Rosse, toplam faiz gelirlerinin
esnekliklerinin toplamı ve bankaların girdi fiyatlarındaki değişmeler yoluyla,
bankaların rekabetçi davranışları hakkında sonuç çıkarmaya imkân verir.
Bresnahan’ın yaklaşımı da yapısal rekabet modellerine dayanır ve bankaların kısa
dönemde piyasa gücünü belirlemeye çalışır (Bikker, Haaf: 2002:2193).
2.3. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABETE İLİŞKİN AMPİRİK MODELLER
Bu bölüm, geleneksel endüstriyel organizasyon yaklaşımına göre bankacılık
mikroekonomisine odaklanmaktadır. Burada bankalar çevrelerine optimal tepkiler
veren firmalar olarak görülmektedir. Bu bağlamda bankalar için başlıca rekabet
modelleri aşağıdaki gibidir.4
2.3.1. Bankacılıkta Rekabet Modellerinin Arkaplanı: Para Çarpanı
Kredi ve mevduat üreticisi olarak bankaların varlıkları rezerv varlıklardan (R)
ve kredilerden (L); yükümlülükleri ise mevduatlardan (D) oluşmaktadır. Merkez
bankasının mevduat üzerindeki rezerv katsayısı α, bilançoları kısıtlamaktadır.
Toplam rezervler (toplam zorunlu rezervler = Mo) para kredi çarpanı modelinin
işlemesini mümkün kılar. Böyle bir durumda parasal genişleme kredi ve
mevduatlarda artışa yol açar.
4 Elmer STERKEN ve E.Philip DAVIS’in ders notlarından yararlanılarak hazırlanmıştır. http://www.eco.rug.nl/~sterken/notes/lecturenp07-4.pdf http://www.zen13767.zen.co.uk/5007-3.pdf
27
Mo= αD
∆D=∆Mo/α
∆L= ∆Mo(1/α-1)
Böylece ∆D/∆Mo = 1/α > 0 para çarpanı
Ve böylece ∆L/∆Mo = (1/α-1) > 0 kredi çarpanı olmaktadır.
Burada problem, bankaların pasif kurumlar olarak görülmesi ve bankalara
birer firma olarak bakılmasıdır.
2.3.2. Bankacılık Sektöründe Tam Rekabet
N sayıda banka olduğunu farz edelim. C(D,L) getirileri azaltan maliyet
fonksiyonudur. Bankalar pasif fiyat alıcıları olduklarından kredi faizleri rL, mevduat
faizleri rD ve interbank piyasası faizleri r üzerinde etkili değillerdir.
Yönetim maliyetlerini de dikkate alarak bankaların kar fonksiyonu şu şekilde
oluşturulur:
π = rLL + rM – rDD – C(D, L)
Her bir banka için net interbank pozisyonu,
M = (1 – α)D - L
Böylece karlar yönetim maliyetleri çıkarıldıktan sonra kredi ve mevduatlar
üzerinden aracılık marjlarının toplamı olarak yeniden yazılabilir:
π(D, L) = (rL – r)L + (r(1 – α) – rD)D - C(D, L)
Kar maksimizasyonu, yukarıdaki maliyet fonksiyonları ışığında (ölçeğe göre
getiriyi azaltır ve konvekstir):
0),()( =∂
∂−−=
∂
∂LD
L
Crr
LL
π
0),())1(( =∂
∂−−−=
∂
∂LD
D
Crr
DDα
π
şeklinde yazılır.
28
Böylece rekabetçi banka, marjinal yönetim maliyetlerine eşit aracılık marjları
uygular. Mevduat faizlerindeki artış bankaların mevduat talebini azaltırken, kredi
faizlerindeki artış kredi arzını arttırır. Çapraz etkiler CDL(D,L)’ye bağlıdır. Eğer
CDL>0 ise, rL’nin artması D’yi azaltır. Kapsam ekonomilerinde; CLD<0 ise, L’deki
artış mevduatın marjinal maliyetini azaltır; CLD>0 olursa, kapsam disekonomileri
oluşur.
Kredi, mevduat ve bankalar arası piyasadan (M) oluşan üç piyasadaki, tek
başına hiçbir bankanın etkileyemediği rekabet dengesi (otoriteler para politikası
faaliyetleri ile sektörü etkileyebilmelerine rağmen) aşağıdaki şekilde oluşur:
I(rL)= Σn=1…N Ln(rL,rD, r)
S(rD)=B+ Σn=1…N Dn(rL,rD, r)
Σn=1…N Ln(rL,rD, r)=(1- α) Σn=1…N Dn(rL,rD, r)
2.3.3. Klein Monti Monopol Modeli
Tam rekabet bankacılık sektörü için, giriş engelleri bulunması nedeniyle tam
olarak uygun değildir. Bu nedenle her bir bankanın krediler için talep fonksiyonu
L(rL) aşağı yönlü bir eğri ve mevduat için talep fonksiyonu D(rD) yukarı yönlü bir
eğri şeklinde oluşur. Bu fonksiyonların tersi ise rD(D) ve rL(L) şeklindedir.
Bankalar kredilerin (L) ve mevduatların (D) miktarlarına karar
verebilmektedirler. Bu kararlar da ilgili faiz oranlarını etkilemektedir.
Buradan yola çıkarak, kar fonksiyonu:
π = π (L, D)=(rL(L) – r)L+(r(1- α)-rD(D))D-C(D, L),
Birinci dereceden türevleri alındığında:
0),()1()(
0),()(
''
''
=−−−+−=∂
∂
=−−+=∂
∂
LDCrrDDrD
LDCrrLLrL
DDD
LLL
απ
π
Arz (Krediler) ve talep (Mevduatlar) esneklikleri ise;
0)(
)('>−=
L
LLL
rL
rLrε ve 0
)(
)('>
D
DD
rD
rDr
29
Çözümler (yeniden düzenlendiğinde), Lerner endeksleri ([Fiyat-Marjinal
Maliyet] /Fiyat) ile ters esneklikler arasındaki eşitliği vermektedir:
)(
1)1(
,)(
1)(
**
*'
**
'*
DDD
DD
LLL
LL
rr
rCr
rr
Crr
ε
α
ε
=−−−
=+−
Bankaların piyasa gücü arttıkça esneklikler azalır, Lerner endeksi artar ve
böylece aracılık marjları yükselir (daha düşük mevduat faizi ve daha yüksek kredi
faizi).
Böylece monopolistik bir banka kredi ve mevduat hacimlerini Lerner
endeksini ters esnekliklere eşitleyecek bir düzeyde belirler. Bankalar uygulayacakları
kredi ve mevduat oranları ile ilgili karar süreçlerini, bu iki piyasa birbirinden
bağımsız olduğu ölçüde ayırabilmektedirler.
2.3.4. Cournot Modeli (Oligopol Varyantı)
Klein Monti modelinin yeniden yorumlanması ile oluşturulmuştur ve tekel
yerine oligopol bir piyasa yapısı üzerinden hareket eder. Bankalar diğer bankaların
tepkilerini görmezden gelirler. Esneklikler N (banka sayısı) ile çarpılır. Tam rekabet
piyasalarında sonsuz sayıda banka bulunması durumunun sınırlandırılmış halidir.
Bu modelde Klein Monti modelinin birinci dereceden türevi aşağıdaki gibi
değişmekt
)(
1)1(
)(
1)(
**
*
*
*
DDD
DD
LLL
LL
rNer
rCr
rNer
Crr
=−−
=+−
α
2.3.5. Bertrand Modeli
Cournot varsayımlarına yönelik standart eleştiriler, büyük bankaların neden
diğer bankaların davranışlarını görmezden geldikleri ile ilgilidir. Kredi ve mevduat
piyasalarında bankaların diğerlerinin davranışlarını ve rekabetini takip ettiklerini
varsaymak akla uygundur.
30
2.3.6. Salop Modeli (Tekelci Rekabet)
Salop modeli, tüm bankaların birim çember üzerinde yer aldıkları uzamsal bir
rekabet modelidir. Bu modelde ürün farklılaştırma stratejileri tanıtılır ve müşteriler
tarafından katedilmesi gereken mesafe önem kazanır (lokasyon ürünleri
farklılaştırır). Yani ürün farklılaştırma davranışı nakliye masrafları tarafından
belirlenmektedir.
Şekil 2.1: Salop Çemberi
n sayıda bankanın yer aldığı bir piyasada tüm bankalar bu çember üzerinde, 1.
bankaya olan mesafelerine göre sıralanırlar. Bankalar mevduat toplar ve bu
mevduatları r kadar bir getiri ile risksiz (riskless) teknolojiye yatırırlar. Mevduat
sahiplerinin bu teknolojiye yatırım yapma şansı yoktur. Mudi bankaya mevduatını αx
maliyetle yatırır. X, banka ve mudi arasındaki mesafedir ve mevduatın maliyeti
üzerinde etkilidir. Birim çember üzerinde D kadar toplam mudi bulunmaktadır ve
mudiler çember üzerinde düzgün dağılmaktadır.
n sayıda banka ile maksimum uzaklık 1/2n kadardır. Bu durumda tüm
mudilerin toplam nakliye masrafları:
∫ =20
42n
nDxDdxn αα
olmaktadır.
Bir bankanın kurulum maliyeti ise F kadardır. Optimal banka sayısı kurulum
ve nakliye masraflarını minimize eder. Yani
31
n
DnF
4
α+ denklemi minimize edilirken, optimal sayıyı ifade eden n*
aşağıdaki gibi yazılır.
F
Dn
α
2
1* =
Girişlerin serbest olduğu tekelci rekabet piyasalarında n sayıda banka çember
üzerinde sıralanır ve uyguladıkları mevduat oranı da ri kadar olur. Peki, her bir
bankada ne miktarda mevduat bulunacaktır?
Salop Çemberine baktığımızda, marjinal mudi için i bankasına gitmekle i+1
bankasına gitmek arasında bir fark yoktur (Bankalar arasındaki mesafe 1/n kadardır):
−−= +
ii
ii x
nrxr
11 α
Böylece,
α2
)(
2
1 1+−+=
ii
i
rr
nx
Banka başına toplam mevduat miktarına ulaşmak için yukarıdaki denklemi
mesafe ile tamamlamak gerekmektedir.
−−+=
+−
α2
)2(1 11 iii
i
rrr
nDD
Böylece i bankasının karı,
−−+−
+−
α2
)2(1)(
11 iiii rrr
nrrD olacaktır.
Her i bankası ri mevduat oranını maksimize ederse kar denklemi aşağıdaki
gibi olur:
2
)2( 11 −+ −−+=
iiii rrr
nrr
α
Bu denklemden,
32
nrrr n α
−===L1 denklemine ulaşır ve tüm bankalar için kar,
2n
Dα olur.
Kurulum maliyeti olan F de dikkate alındığında
F
Dn
α= olmaktadır.
Böylece serbest rekabet çok sayıda bankanın doğmasıyla sonuçlanır.
2.4. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABETİN ETKİLERİ
2.4.1. Rekabet, Ekonomik Büyüme ve Refah İlişkisi
Gerek bölgesel gerek ulusal düzeyde ekonomik büyümenin seyri, finansal
kurumların tasarrufları toplama ve bu fonları üretim sermayesine dönüştürecek olan
işletmelere kredi olarak aktarma noktasındaki aracılık yeteneklerinden
etkilenmektedir (Valverde vd, 2003: 228). Fon fazlası olanlardan fon açığı olanlara
fonların transferini sağlayan başlıca kanal olmak suretiyle bankacılık sektörü
ekonomik büyümede temel bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda, bankaların
sürdürdüğü bu aracılık fonksiyonunun mümkün olan en düşük maliyetle yerine
getirilmesi, sosyal refah için önemlidir (Maudos, DeGuevara, 2004:2260).
Ülkelerin makro ölçekte büyümesi, mikro ölçekte işletmelerin üretimlerini
arttırarak büyümeleriyle mümkün olur. İşletmelerin üretim artışını sağlayacak
sermaye yatırımlarını gerçekleştirme şansı ise, en uygun maliyetle finansman desteği
bulmalarına bağlıdır. Gerek gelişmiş, gerekse gelişmekte olan ülkelerde işletmelerin
finansman aradıkları başlıca kaynak bankalar olmaktadır. Ancak rekabetçi olmayan
ekonomilerde bankaların kredi vermede daha seçici davrandıkları, genel bir inanıştır.
Ayrıca müşteriler için alternatiflerin kısıtlı olması, bankaların piyasada “fiyat alıcısı”
olmaktan uzaklaşarak hem krediler hem de mevduatlar için piyasa fiyatını
etkileyebilen bir konuma ulaşmalarına yol açar. Bu durum bankalar için “piyasa
gücü” yaratırken, büyüme fırsatları arayan işletmeler için kaynak maliyetinin artması
anlamına gelir. Diğer taraftan, eksik rekabetin neden olduğu düşük mevduat
33
faizlerinin de, tasarrufların bankalardan uzaklaşarak (döviz, altın vs. gibi) üretime
dönük olmayan alanlarda değerlendirilmesine yol açacağı beklenir.
Ne var ki, rekabetçi bir bankacılık sisteminden, tasarrufların ekonomik
büyümeyi hızlandıracak yatırımlara aktarılmasını sağlayarak, bankaların finansal
aracılık için etkin güçler olmasını temin etmesi istenir (Buchs, Mathisen: 2005).
Rekabetçi piyasalarda bankalar tasarruflara daha yüksek faiz verirler ve kredilerin
faiz oranlarını daha düşük düzeyde tutarlar. Böylelikle tasarruflar artarken,
işletmelerin banka kredilerine olan talebi yükselir. Sonuç olarak tasarrufların üretimi
destekleyen alanlara kanalize edilmesi süreci etkinlik kazanır (Valverde vd, 2003:
228).
Tüm sektörlerde olduğu gibi bankacılık sektöründe de rakiplerin sayısı,
ortalama firma büyüklüğü ve küçük ve büyük firmaların kompozisyonu, davranış ve
piyasa performansı üzerinde etkisi olan faktörlerdir. Bu nedenle de sektörde sermaye
birikiminin ve büyümenin, sonuç olarak da sektörün genel ekonomik faaliyetlerinin
düzeyine olan katkısının belirleyicileridir (Cetorelli, Strahan, 2004:3-4). Rekabetçi
bir piyasada pazar payının önemli bir bölümü çok sayıda üretici arasında dağılmıştır.
Piyasada daha fazla rekabet, belirli bir talep düzeyinde daha fazla çıktının daha
düşük maliyetle üretilmesine olanak tanımaktadır. Böylece genellikle daha fazla
sayıda rekabetçinin olduğu piyasalar tüketim toplumunun ekonomik refahına daha iyi
hizmet etmektedir (Kidwell, Peterson: 1990:232).
Bu görüşü destekleyen çalışmalardan biri, Podpiera’ya (2007) aittir.
Podpiera’ya (2007) göre bankacılıkta rekabetin, tekel karlarını ve maliyet
etkinsizliğini azaltarak, refah kazanımları sağlayacağı beklenmektedir. Bankacılıkta
yüksek rekabet düzeyi, bankaların tekel gücünü azaltır ve böylece bankanın
uyguladığı fiyatları düşürür. Yatırımlar ticari faiz oranlarının düşmesine duyarlı
olduğundan, tekel karlarındaki azalma, yatırım ve ekonomik büyüme üzerinde
olumlu etki yaratır. Beklenen bu kazanımlar, banka kredilerinin şirketler için en
geniş dış finansman kaynağı olduğu ülkeler için başlıca sonuçlardır (Podpiera, 2007).
Benzer bir bulgu, Maudos ve Nagore (2005:29) tarafından ortaya konmuştur.
Buna göre, herhangi bir sektöründe rekabet düzeyinin ölçülmesi, tekel gücüne sahip
firma sayısındaki artışa bağlı olarak azalan sosyal refah düzeyiyle yüksek bir ilişki
34
içindedir. Finansal aracılık fonksiyonunun ekonomik büyüme üzerindeki önemi
hesaba katıldığında, piyasa gücünün neden olduğu sosyal kayıpların analizi daha da
özel bir durum yaratmaktadır. Finansal aracıların piyasa gücü arttıkça, finansal
aracılığın maliyeti de artacak, bu da ekonomik büyüme üzerinde olumsuz bir etki
yaratacaktır.
Claessens ve Leaven (2005:5), rekabetin ülkelerin sektörel büyümeleri ile
pozitif ilişkili olduğunu, daha rekabetçi bankacılık sistemlerinin finansal olarak
bağımlı firmalara daha iyi finansman sağladıklarını ampirik olarak ortaya
koymuşlardır. Piyasa yapısının sektörel büyümenin öngörülmesine yardım ettiği
şeklinde bir kanıt bulunamamıştır. Böylece, piyasa gücünün firmaların finansmana
geçişi için iyi olduğu görüşü destek bulamamıştır. Yüksek rekabet vazgeçme (hold-
up)5 problemlerini azaltıp aracılık maliyetlerini düşürebilir ve firmalarının dış
finansman isteme ve sağlama şansları da artar. Çalışmanın bulguları dış finansmana
bağımlı sektörlerde daha rekabetçi bankacılık sisteminin daha hızlı büyüme
sağladığını ortaya koymuştur.
Levine de (2001) rekabet ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi etkinliğe
dayandırmaktadır. Levine’ye göre, yabancı bankaların rekabetine izin verilmesi,
yerel bankacılık sisteminin etkinliğini de arttıracaktır. Bunun ardından da, daha etkin
bankalar, üretim artışının hızlanmasıyla, ekonomik büyümeyi teşvik edecektir.
Böylece, uluslar arası finansal entegrasyon, yerel finansal sistemdeki ilerlemeleri
teşvik ederek, ekonomik ilerlemeleri arttırır.
Bankaların ekonomik büyüme üzerindeki bir diğer etkisi, kredilerin izlenmesi
(monitoring) sürecinde karşımıza çıkar. Bankalar verdikleri kredilerin geri dönüşünü
sağlamak için, daha yüksek getirileri temin etmek ve üretim artışını hızlandırmak
amacıyla kalite kontrolörü olarak hareket etme eğilimindedir (Buchs, Mathisen:
2005). Levine (2004), finans sisteminin sahip olduğu; muhtemel yatırımlar ve
5 Sözleşmeye özgü veya ticari ilişkiye özgü yatırımlarda ortaya çıkan bir durumdur. Bu tip yatırımların özelliği, anlaşma sona erdikten sonra diğer alıcıların ihtiyaçlarını sağlamakta kullanılamaması ve satımı anında değerini önemli ölçüde yitirmesidir. Diğer bir değişle, sözleşmeye/ilişkiye özgü yatırım, batık maliyet özelliği göstermektedir. Bu tür sözleşmelerde taraflardan birinin, sözleşme yapıldıktan sonra diğer tarafa kendi çıkarları için dezavantajlı yeni hükümler kabul ettirmeye çalışması ya da yükümlülüklerini yerine getirmemesi, Vazgeçme (Hold-up) Problemi olarak nitelendirilir. Bu problemin ortaya çıktığı durumlarda alıcı yatırımı amorti edemeyeceğinden, yatırım yapmaktan vazgeçecektir (Karakurt: 2005).
35
sermaye dağılımı hakkında tahmini bilgiler üretmek, finansman sağladıktan sonra
yatırımları denetlemek ve yönetişim icra etmek, ticaret, çeşitlendirme ve risk
yönetimine yardımcı olmak, tasarrufları toplamak ve harekete geçirmek, mal ve
hizmetlerin değişimini kolaylaştırmak türünden fonksiyonlar dolayısıyla tasarruf ve
yatırım kararlarını, dolayısıyla da ekonomik büyümeyi etkilediğini öne sürmektedir.
Tekel gücünün bütünüyle negatif etkilerinin olduğu koşullar da söz
konusudur. Ayırt etme (screening) teknolojisinin çok pahalı olması ya da tasarruf
arzı koşullarının inelastik oluşu, tekelci bankacılığın büyüme üzerindeki net
etkilerinin olumsuz olduğu durumlardır. Elde edilen bu bulgular gelişmekte olan
ülkelerle de tutarlıdır. Gelişmekte olan bir ülke örneğin, sözleşme yazmada ve
yürürlüğe koymada yaşanan zorluklar ve gelişmemiş menkul kıymet piyasaları ile
nitelendirilebilir. Kredi piyasalarında tekel gücü, bu tür problemler için, sermaye
birikimi sürecini geliştirmek amacıyla makul bir çözüm olabilir. Az gelişmiş
ülkelerde ayrıca, örneğin altyapı, bilgi, deneyim ve diğer çevresel faktörlerin
eksikliğine bağlı olarak üretim sermayesi niteliğinin düşük olduğu gözlenebilir. Eğer
bu sorunların şiddeti ile gelişmişlik düzeyi arasında pozitif bir ilişki varsa, çalışmada
oluşturulan model, bu sorunların çözümünde bankacılıkta tekel gücünün gelişmiş
ülkelere kıyasla gelişmekte olan ülkelerde büyüme üzerinde daha faydalı olacağı
sonucunu ortaya koymaktadır (Cetorelli, 1997:23-24).
Guzman (2000) genel olarak tekelci bankacılık sisteminin varlığının hem
sermaye birikimi hem de ekonomik büyüme için zarar verici olduğunu kredi
derecelendirmeyle ilişkili olarak ortaya koymaktadır. Çalışmadan elde edilen
sonuçlar şunlardır: İlk olarak, bankacılıkta tekel gücünün varlığı sermaye stokunun
denge hareket yasasını (law of motion) zayıflatır ve böylece uzun vadede reel
faaliyet düzeyini düşürür. Kredi derecelendirme meydana geldiğinde, tekelci banka
kredileri rekabetçi bir bankacılık sistemine göre daha ağır bir şekilde
derecelendirecektir ve derecelendirme olmadığında tekelci bankanın varlığı, kredi ile
fonlanan yatırımın aşırı kontrolüne (excessive monitoring) yol açacaktır. Her iki
durum da sermaye birikimi için olumsuz sonuçlar yaratacaktır. İkincisi, tekel
bankacılığın kredi derecelendirmeye öncülük etmesi daha muhtemeldir. Üçüncüsü,
kredi derecelendirme varsa, mevduata ödenen faiz oranı tekelci bankacılık
sisteminde daha düşük olur. Ne var ki, tekel bir banka varsa ve kredi derecelendirme
36
yapılmıyorsa, kredilere uygulanan faiz oranı daha yüksek olacaktır. Dördüncüsü,
bankacılık sektörü tarafından tüketilen kaynakların miktarı (yatırım projelerinin
kontrolünün bir sonucu olarak) tekel bankacılığa sahip bir ekonomide en büyük
düzeyde olacaktır (Guzman: 2000).
Cetorelli (1997), kredi piyasalarının rekabetçiliği ile ekonomik büyüme
arasındaki etkileşimi incelemiştir. Çalışmada yazar, rekabetçi finansal piyasaları
karakterize eden borç verme ilişkisi probleminin sermaye birikimi için negatif
yansımaları olduğunu göstermiştir. Piyasada ulaşılabilen potansiyel borç verme
stratejilerine odaklanıldığında, ekonomik büyüme için bankacılıkta tekel gücü
yoluyla fayda sağlanan muhtemel bir kanalın olduğu bulunmuştur. Tekelci bir banka
denge kredi miktarını azaltabilir, fakat kredi arzının daha iyi (yüksek kalitede)
dağıtılmasına izin verir (Cetorelli, 1997:23).
Demirgüç-Kunt ve Huizinga (2000), finansal yapının bankaların
performansını nasıl etkilediğini inceledikleri çalışmalarında, banka performansının
göstergeleri olarak, piyasa gücü hakkında da fikir veren karlılık ve faiz marjı
değişkenlerini kullanmışlardır. Yazarlar bu değişkenleri aynı zamanda bankacılık
sisteminin etkinliğinin de göstergeleri olarak yorumlamaktadır. Bu sıfatla
değişkenler, firmalar için banka finansmanının maliyetini, karlı bulunan yatırım
projelerinin genişliğini ve dolayısıyla da ekonomik büyümeyi etkilemektedirler.
Gitgide daha fazla çalışma finansal gelişme ile ekonomik büyüme arasında
güçlü ve pozitif bir bağın olduğunu ortaya koymaktadır ve finansal gelişmişlik
seviyesi, gelecek ekonomik gelişmeler hakkında bir öngörü sağlamaktadır. Ne var ki,
finansal yapı ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki hakkındaki kanıtlar sonuçsuz
kalmıştır (Levine: 1997). Ekonomik büyüme üzerinde en etkili/olumlu sonuçları
sağlayacak olan bankacılık yapısı, Greenbaum (1967: 462)’ a göre dört temel koşulu
yerine getirmelidir: 1) Üretimde maksimum etkinliği desteklemeli, 2) Ekonomideki
kaynakların dağılımı üzerinde belirleyici olmamalı, 3) Tüketicilerin ve üretim
faktörlerinin istismarına olanak vermemeli, 4) Piyasadaki ve teknolojideki
değişimlere en hızlı biçimde cevap verebilmelidir. Bu koşulları sağlayan bankacılık
yapısı, sosyal olarak optimal bankacılık yapısıdır.
37
2.4.2. Rekabet ve Faiz Oranları İlişkisi
Rekabetin, bankaların fiyatlama davranışının önemli bir belirleyicisi olduğu
yönündeki genel kanı6, sektördeki rekabet düzeyinin anlaşılmasında faiz oranlarının
anlamlı bir gösterge olarak algılanmasına yol açmaktadır. Nitekim bankacılık
sektöründe rekabeti konu alan çalışmalar, rekabet ve faiz oranları arasındaki ilişkinin
anlaşılmasına odaklanırken, yapısal olmayan rekabet modelleri de (örneğin Panzar-
Rosse H- istatistiği ve Lerner Endeksi) piyasa yapısını temelde varlık fiyatlarına
(bankalar için faiz oranları) ya da karlara dayalı olarak ölçmektedir. Burada dikkat
edilmesi gereken, faiz oranlarının tek belirleyicisinin sektördeki rekabet düzeyi
olmadığı, faiz oranlarını belirleyen makroekonomik pek çok faktörün bulunduğudur.
Bununla birlikte, Kraft (2006:18)’ın da belirttiği gibi, rekabet düzeyi arttıkça faiz
marjları düşmektedir ve ideal bir tam rekabet piyasası gerçekleşebilirse, homojen
bankacılık ürünlerinin faiz oranlarında bankalar arasında bir fark bulunmayacaktır.
Müşterilerin ulaşabildiği alternatiflerin, çok sayıda bankanın faaliyet gösterdiği
rekabetçi bir piyasada daha fazla olması, müşterilerin kredi piyasalarında daha
düşük, mevduat piyasalarında ise daha yüksek faiz oranları ile karşılaşma şanslarını
yükseltir. Çünkü rekabet ortamında hayatta kalmaya çalışan diğer firmalar gibi
bankalar da, bir yandan kar etmeye çalışırken, diğer yandan yoğun bir fiyat yarışına
girerek müşteri çekme çabasında olurlar. Diğer bir değişle satıcıların tekel gücü
müşterilerin alışveriş kabiliyeti ile ters orantılıdır (Phillips:1964).
Yoğunlaşmanın, bankaların fiyatlama davranışı üzerindeki etkisi genel olarak
iki karşıt teori ile açıklanmaktadır. Yapı-Davranış-Performans hipotezi, bankaların
örtülü anlaşma yoluyla karlarını yükseltmek için piyasa gücünü kullanacaklarını öne
sürmektedir. Etkin Yapı teroisi ise yoğunlaşmanın, sektördeki genel etkinlik düzeyini
yükselteceğini iddia eder. Bu hipoteze dayanarak yoğunlaşma, daha etkin bankaların
daha hızlı büyümesinin veya daha etkin bankaların etkin olmayanları devralmasının
sonucudur. Eğer bu durum geçerli ise, bankalar hizmetleri fiyatlarken daha rekabetçi
davranacaklardır (Corvoisier ve Gropp, 2002:2156).
Rekabetçi piyasalarda fiyatların farklılığını ve değişkenliğini belirleyen
unsurlar ürünlerin homojenliği ve müşterilerin niteliği iken (Phillips; 1964);
perakende fiyatlama davranışını niteleyen temel unsur heterojenliktir (De Greave, De 6 Bkz. Akbulak vd., 2004:166.
38
Jonghe, Vennet, 2007:261). Bir dereceye kadar, fiyatlamada banka düzeyindeki
farklılıklar piyasa gücünün ve banka borç verme kanallarının etkisinin bir sonucu
olmaktadır. En geniş pazar payına sahip bankalar ürünlerini daha az rekabetçi
fiyatlamaktadır. Fakat diğer taraftan, iyi sermayeleşmiş ve likiditesi yüksek
bankaların hem kredi hem de mevduat fiyatları, piyasa koşullarındaki değişimlerle en
az uyumludur. Ayrıca fiyatlama davranışında ürünle ilişkili farklılıklar da
bulunmaktadır (De Greave, De Jonghe, Vennet, 2007:275).
Phillips (1964) bankaların farklı müşterilere aynı tür ve büyüklükte krediler
için farklı fiyatlar uygulamasını, kısmen farklı risk faktörlerine ve satılan ürünün
farklı boyutlarına (teminatların türü, geri ödemelerin süresi, gerekli teminat miktarı
vb) bağlamaktadır. Ayrıca, mükemmel finansal pozisyonu nedeniyle hiç
borçlanmamak da dâhil, daha geniş alternatifleri olan bir müşterinin, daha az
alternatifi olan ya da hiç olmayan müşteriye göre daha düşük faiz oranları ile
karşılaşma şansı yüksektir.
Piyasa yapısının marjlar üzerindeki etkisi ülkeler arasında da farklılık
göstermektedir. Daha fazla bölümlenmiş ve sınırlandırılmış (şubeler üzerindeki
coğrafi sınırlamalar ve bankacılık hizmetlerinin evrenselliği anlamında) bankacılık
sistemlerinde, var olan bankaların daha fazla tekel gücüne sahip oldukları ve
marjlarının da daha yüksek olduğu gözlenmektedir. Bu durum, ABD’de ulusal
bankacılığa doğru gidişin ve AB’de ortaya konan direktifler doğrultusunda sınır ötesi
bankacılığın gelişmesinin marjları düşürerek sosyal refah üzerinde olumlu etkiler
yarattığını ortaya koymaktadır. Marjlar piyasa yapısına duyarlıdır fakat bu etki
ülkeler arasında farklılık göstermektedir (Saunders, Schumacher: 2000). Örneğin
Leuvensteijn ve diğerleri (2008), daha güçlü rekabetin Euro bölgesindeki ülkelerde
hemen her kredi piyasasında, beklendiği gibi daha düşük marjlara yol açtığı
sonucuna varmışlardır.
Kredi ve mevduat piyasalarında yoğunlaşma arttıkça marjlar yükselmekte ve
karlılık artmaktadır. Bunun nedeni yoğunlaşmanın örtülü anlaşmaya (collusion) ve
bankalar için daha yüksek faiz marjına yol açacağıdır. Bu sonuç yapı-performans
hipotezi doğrultusunda elde edilen bir kanıttır. Ne var ki, tasarruf mevduatı ve vadeli
mevduat ürünlerinde daha yüksek yoğunlaşmanın olduğu piyasalarda daha yüksek
39
marjlar görülmemektedir. Bu sonuca sebep olan faktör ise, yoğunlaşmadaki artışla
aynı zamanda, yarışılabilirlikte de artış gerçekleşmesidir (Corvoisier ve Gropp,
2002:2157).
Yapılan ampirik çalışmaların pek çoğunun ortaya koyduğu sonuç, rekabetin
derecesi ile bankacılık ürünlerinin fiyatları, dolayısıyla bankaların uyguladığı marjlar
arasında negatif yönlü güçlü bir ilişki olduğudur (Demirgüç-Kunt ve Huizinga, 1998;
Mallet ve Sen, 2001; Heggestad ve Mingo, 1976, Leuvensteijn ve diğerleri, 2008).
Bankaların piyasa gücü, mevduat için ne kadar atak bir rekabetçi davranış
sergilediğinin de belirleyicisidir. Bankanın pazar payı büyüdükçe veya piyasanın
yoğunlaşması yükseldikçe, sunduğu fiyat ve hizmetler üzerindeki kontrolü de o kadar
yüksek olacaktır (Heggestad, Mingo, 1976).
Leuvensteijn ve diğerleri (2008), Boone (2001) tarafından ortaya konulan
rekabet göstergesini (Boone indicator) kullanarak, banka rekabetinin kredi ve
mevduat faiz oranlarını nasıl etkilediğini analiz etmişlerdir. Bu yaklaşıma göre,
rekabetçi bir piyasada daha etkin şirketlerin pazar payı ve yüksek kar elde etme
olasılığı yüksektir. Böylece, etkinliğin pazar payı üzerindeki etkisi güçlendikçe,
rekabet de daha şiddetli olacaktır. Dahası, bu etkinlik-pazar payı ilişkisinin zamanla
nasıl değiştiği analiz edilerek, yaklaşım rekabetteki değişimin borçlanma maliyetini
hem bireyler hem de girişimciler için nasıl etkilediğinin belirlenmesinde kullanılacak
bir ölçü sağlamaktadır. Çalışmanın sonuçları kredi piyasasında rekabet arttıkça, cari
hesaplara ve vadeli mevduatlara uygulanan banka faizleri ile piyasa faizleri
arasındaki farkın da arttığını göstermektedir. Kredi piyasalarında rekabet baskılarının
mevduat piyasalarından daha yoğun olduğu da gözlenmiştir. Bunun sonucunda,
rekabet altındaki bankalar, kredi piyasası gelirlerindeki azalmayı telafi etmek için
mevduat faizlerini de düşürmektedir. Bunun yanında, daha rekabetçi piyasalarda
bankaların faiz oranları piyasa faiz oranlarındaki değişimlere daha hızlı ve güçlü
cevap vermektedirler (Leuvensteijn vd; 2008).
Heggestad ve Mingo (1976), piyasa yapısının ticari bankacılık piyasalarında
bireysel müşteriler için fiyat rekabeti ve fiyat dışı rekabet üzerindeki etkilerini
incelemişler; bankacılık sektöründe gerek gelenekler gerekse düzenlemeler fiyat
rekabeti için fiyat dışı ikamelere doğru bir yönelimin olduğunu belirtmişlerdir.
40
Regulation Q7 altında vadeli mevduata ödenen maksimum faiz oranı ve vadesiz
mevduata faiz ödemesinin yasaklanması bankaların bireysel mevduat için doğrudan
rekabet etme kabiliyetlerini kısıtlamaktadır. Regulation Q etkin olduğunda, bankalar
bireysel mevduatları elde etmek için fiyat dışı rekabeti kullanmaya zorlanırlar.
Dahası, tüm bankalar maksimum kredi faizi uyguladıkları için sıkı para politikası
dönemlerinde, denge kredi faizleri daha az rekabetçi piyasalarda daha yüksek
olmasına rağmen devlet tefecilik kanunları (state usury laws) oldukça etkili olabilir.
Bu piyasalarda tekel gücünün yansıması, hizmetlerin azalması şeklinde olabilir.
Ayrıca, bankaların büyük ve itibarlı müşterilere yönelik faiz uygulamaları (prime rate
convention) gibi sektörel gelenekler bankalar arasındaki fiyat rekabetini
kısıtlayabilir. Bu nedenlerle Heggestad ve Mingo (1976) fiyat dışı rekabet ile piyasa
yapısı arasına sıkı ve hatta fiyat-yapı ilişkisinden daha güçlü bir ilişki olduğunu
öngörmüşlerdir.
Bröker’e (1992) göre, serbest ve rekabetçi finans piyasalarının geliştirilmesi
ve özelikle tasarrufların toplanması, kredi dağılımı ve etkin ve etkili tasarruf toplama
süreci ile kredi arzı süreci arasında bağın kurulması konularında serbest faiz oranı
politikaları özel bir önem taşımaktadır. Etkinliğin gözetilmesi finansal sistem
içerisinde serbest faiz oranı uygulamalarının tanıtılmasını isterken, sistemik istikrarın
da aynı zamanda isteniyor olması faiz oranı rekabetinin şiddetinden bankacılık
sektörünü korumayı gerektirmektedir.
Uygulamada, tüm OECD ülkeleri tarihlerinde kısmen de olsa finans
piyasalarında fiyat rekabetini sınırlamış ve bir dereceye kadar faiz oranlarını kontrol
altında tutmuşlardır. Son yıllarda tüm dünyada yaygınlaşan serbestleşme ile birlikte
fiyat rekabeti üzerindeki kısıtlamalar ortadan kaldırılmış olmakla birlikte, Fransa ve
Japonya gibi bazı ülkeler bu kısıtlamaları sürdürmektedir. Ne var ki, devam eden
kısıtlamalar bu ülkelerde piyasa güçlerinin çalışması için ciddi engeller teşkil
etmemektedir. Söz konusu kısıtlamaların amacı yalnızca, rekabetin aşırılığını,
yıkıcılığını ve sağlıksızlığını engellemek ve piyasa koşulları hakkında yeterli bilgiye
7 ABD hükümeti tarafından uygulanan ve bankaların ödeyebileceği faiz oranlarına sınırlama getiren bir düzenlemedir. Vadesiz mevduata sıfır faiz uygulanmasını öngörür. Bu uygulama para piyasası fonlarını ve bankalara alternatif olabilicek kuruluşların ortaya çıkmasını özendirir.
41
ulaşma kabiliyeti düşük olan perakende hizmet tüketicilerini korumaktır (Bröker:
1992).
2.4.3. Rekabet ve İstikrar İlişkisi
Finansal istikrar, güçlü ve sağlam finansal kurumlar, istikrarlı piyasalar ve
sağlıklı işleyen ödeme sistemleri anlamına gelir. Bu anlamda finansal sistemin ana
unsurlarını oluşturan ekonomik altyapı, kurumlar ve piyasalar ile özel sektörün ve
kamu sektörünün bir arada uyum içerisinde çalışması son derece önemlidir (Özince:
2005).
Finansal istikrar iki temel koşula bağlıdır (Aras, Müslümov: 2003):
(i) Finansal sistemde temel kurumların istikrarlı oluşu, yani, dış yardım veya
müdahale olmadan sözleşmelerden doğan yükümlülüklerini yerine getirmelerine
imkân verecek tam güvenin söz konusu olması,
(ii) Temel piyasaların istikrarlı oluşu, yani, piyasa katılımcılarının piyasadaki
arz-talep dengesini yansıtan fiyatlar üzerinden güvenle işlem yapması ve temel
göstergelerde köklü bir değişiklik olmadığı durumlarda kısa dönemde fiyatlarda
önemli dalgalanmaların olmaması.
Finansal istikrarın önemli karakteristiklerinden biri, insan unsurunu ve
geleceğe ilişkin bir zaman boyutunu içermesidir. Bu özellik insanların taahhütlerini
yerine getireceği ve borçların zamanında geri ödeneceği varsayımı ile ilgilidir. Bu
nedenle finansal sektör ileriye dönük temel belirsizlikler içerir (Özince: 2005).
Bankaların istikrar üzerindeki etkilerini belirleyen temel özellikler şunlardır
(Güngör: 2000):
- Bankalar özellkle fon akımlarının takası ve ödemelerin sağlanması
açısından finansal sistemde merkezi bir konuma sahiptirler. Bu açıdan
bankacılık sisteminde ortaya çıkacak sistemik kriz ödemeler sisteminin
hasar görmesine neden olur ve ekonomik sistem bundan zarar görür. Bir
bankadaki iflas, sektördeki diğer bankaları da olumsuz etkiler (bulaşma
etkisi) ve bu sektöre ve makro ekonomiye yansır.
- Mevduat sahiplerinin yaygın bir biçimde paralarını çekmek için bankalara
yönelmesi, yani banka hücumları, sistemik bir tehlike yaratır.
42
- Bankaların sözleşmelerinin, kısa vadeli yükümlülükler ve uzun vadeli
varlıklar şeklindeki özelliği, bankalar için risk yaratırken, finansal istikrar
için de bir tehdit teşkil eder.
- Mevduat sigortası ve son kredi mercii gibi güveni sağlayan sistemler
bankacılıkta ters seçim (adverse selection) ve ahlaki tehlikeye (moral
hazard) neden olur.
Reel ekonomi ile finansal sistem arasındaki yakın ilişki, finansal
istikrarsızlığın reel ekonomiye ve giderek sosyal ekonomiye yansımasına yol açar
(Erçel: 1998). Finansal istikrar açısından kurumların da istikrar içinde olması gerekir
ve bu açıdan da bankalar özel bir konuma sahiptirler (Güngör: 2000). Bu çerçeveden
bakılıdığında, finansal istikrar ile ilgili kaygılar, piyasa yapısının bankaların risk
alımı üzerindeki etkilerine, dolayısıyla bankacılık sektöründeki rekabetin finansal
istikrar üzerindeki etkilerine ilişkin tartışmaları gündeme getirmektedir.
Genel olarak bankacılık sisteminde rekabetin, istikrar üzerinde negatif bir
etkisi olduğu düşünülür. Çünkü rekabet arttıkça faiz marjları daralacak, bankalar
verdikleri/verecekleri kredilerin seçilmesi (screening) ve denetlenmesi (monitoring)
noktasında hassasiyetlerini yitirerek (ahlaki tehlike/moral hazard), risk düzeylerini
arttıracaklardır. Bu riski bankacılık sektörünün, dolayısıyla da finans sisteminin
bütününe yayan unsur ise, bankalar arasında değişik kanallarla kurulan sıkı
bağlantılardır. Ayrıca, yoğunlaşmanın yüksek ve müşteri için alternatiflerin kısıtlı
olduğu bir piyasa yapısının sağlayacağı yüksek marjlar, her bir bankanın, dolayısıyla
tüm bankacılık sisteminin istikrarını destekleyecektir. Diğer taraftan, rekabetin
istikrar üzerinde olumlu etki yarattığı durumlardan da bahsetmek mümkündür.
Rekabetin etkinlik üzerindeki etkileri ile birlikte değerlendirildiğinde, bankaların
etkinliğini arttıracak bir piyasa yapısının, finansal istikrarı da destekleyeceği
düşünülebilir. Ayrıca, büyük bankaların denetim ve kontrolündeki zorluklar ve
büyük bankaların iflasının yol açacağı yüksek maliyetler, politika yapıcıları rekabeti
teşvik etmeye yönelten konulardır. Ancak bu etki, yüksek marka (franchise)
değerlerinin iflas etmenin fırsat maliyetini yükselteceği düşüncesinin, büyük
bankaları risk almak konusunda daha çekimser yapması ile dengelenebilir.
43
Beck’in (2008) yapmış olduğu literatür araştırmasına dayalı olarak rekabet ve
istikrar arasındaki ilişkileri açıklayan teorileri iki grupta toplamıştır:
• Rekabet-Kırılganlık Hipotezleri
• Rekabet-İstikrar Hipotezleri
2.4.3.1.Rekabet-Kırılganlık Hipotezleri
Sistemik risk ile ilgili tartışmaların özünde temel olarak finansal sistemin
içsel kırılganlığı ve istikrarsızlığı hakkında, De Bant ve Hartmann’ın (2000)
“finansal kırılganlık hipotezi” yatmaktadır. Finansal kırılganlık bakışını netleştirmek
ve analiz etmek için, iktisadi davranış ve risk alma teorileri ile ilişkilendirilmesi
gerekir (Summer:2003).
Bankalar arasındaki rekabetin, ekonomik istikrar üzerinde tamamen olumsuz
etkiler yaratacağı görüşünü savunur. Bu hipoteze göre rekabetin istikrar üzerindeki
olumsuz etkileri şu kanallarla gerçekleşir:
- Risk Kanalı
- İlişki Bankacılığı (Relationship Banking) Kanalı
- Bankalararası Piyasa Kanalı
- Diğer Kanallar
2.4.3.1.1. Risk Kanalı
Yüksek rekabetin, bankaların risk alma eğilimini arttıracağı görüşüne dayanır.
Bazı modeller daha yoğunlaşmış ve rekabetin az olduğu bankacılık sistemlerinin,
karlar kırılganlığa karşı bir tampon görevi göreceği ve aşırı risk almanın aksine bir
eğilim sağlayacağı için daha istikrarlı olduğunu öne sürmektedirler. Bankacılıkta
“Marka Değeri8” olarak bilinen bu yaklaşımda bankalar, kendi portföy risklerini
belirleme konusunda özgür kabul edilirler. Karlar üzerindeki baskıların yoğun
olduğu rekabetçi çevrelerde bankalar aşırı risk üstlenmek konusunda istekli
olacaklardır ve bu da bankaların kırılganlığının artmasıyla sonuçlanacaktır. Buna ek
olarak, daha rekabetçi çevrelerde bankalar, borçlularla olan ilişkilerinde daha az 8 Ayrıntılı bilgi için Bkz. Sayfa 58.
44
bilgiye dayalı kazanç elde edeceklerdir ve bu da onları, borçluları düzenli bir şekilde
gözleme eğiliminden uzaklaştıracak ve kırılganlık riskini arttıracaktır (Beck; 2008:7).
Teorik olarak rekabetin, bankaların charter değerini düşürdüğü takdirde istikrar
üzerinde olumsuz bir etki yaratacağı, böylece bankaların risk alma davranışlarında
sağduyulu olma eğilimlerini azaltacağı düşünülür (Yeyati, Micco: 2007).
Rekabetin şiddetlenmesi ile bankaların risk almada agresif davranması
arasındaki bağlantı bazı ampirik çalışmalarla da ifade edilmiştir. Örneğin Canoy ve
diğerleri (2001) yoğunlaşan rekabetin, bankaları sıkışan kar marjlarını telafi etmek
amacıyla daha riskli faaliyetler gerçekleştirmeye zorlayabileceği görüşündedir. Daha
yüksek toplam risk, bankaların iflas olasılığını arttırabilir ve finansal sistem
içerisinde kamu güvenliğini bozabilir. Bu nedenle büyük ölçekli bankaların varlığı ve
rekabetin ilerleme hızının hafifletilmesi, sistemik istikrarsızlığa karşı bir teminat
olabilir (Canoy ve diğerleri:2001). Wagner de (2007) bankacılık sektöründe
rekabetin finansal istikrar üzerinde zarar verici olduğunu öne sürmektedir. Bu fikrin
arkasındaki dayanak, bankaların mevduat için yoğun rekabet içinde olmalarının faiz
oranlarını düşüreceği ve bankaların marka değerini aşındıracağı görüşüdür. Böylece
bankaların, bir iflas sonucu yaşayacakları kayıplar azalır ve risk alma eğilimleri artar.
Bu argüman banka düzenlemelerinin, örneğin rekabetin şeklinin ve birleşme
politikalarının, biçimlendirilmesinde oldukça önemlidir (Wagner: 2007).
2.4.3.1.2. İlişki Bankacılığı Kanalı
Rekabetin artması ile ilişki bankacılığının (relationship banking) kısıtlanacağı
anlayışına dayanır. Güncel finansal aracılık teorilerine göre, bankaların temel
rollerinden biri ilişkisel kredi kaynağı olarak hizmet etmeleridir. Bir banka
müşterilerine daha fazla hizmet sağladıkça, müşterileri ile daha güçlü ilişkiler kurar
ve müşterileri hakkında daha özel bilgiler kazanır. Bu tür bir ilişki potansiyel olarak
hem bankanın hem de müşterilerinin yararına olacaktır. Örneğin, ilişki bankacılığı
bankalara borçluların ödeyememe riskinin denetlenmesi konusunda yardım ederek
borç vermede nispi avantaj kazandırır. Aynı zamanda bankalar için farklı ürünlerin
gerektirdiği bilginin maliyetini düşürür. Bankacılık sektörün rekabetçiliğine bağlı
olarak bu tarz faydalar gerek kredilerin miktarını arttırması gerekse fiyatını
düşürmesi suretiyle bankaların kredi arzını arttırır (Agarwal vd.; 2009:1).
45
Borç alan ve veren arasında bilgi akışının sürekliliğini sağlayan bu ilişkiler
(Boot; 2000:13), aynı zamanda asimetrik bilgi ve ters seçim olasılığını azaltarak
bankacılık sektörünün sağlamlığını destekler. Genel görüş, rekabet ve ilişki
bankacılığı arasında negatif bir ilişki olduğu yönündedir. Ne var ki bazı yazarlar
rekabetteki artışın bu ilişkiyi zayıflattığını öne sürerken (Besanko, Thakor; 2004),
diğerleri aksini savunmaktadır (Boot, Thakor; 2000).
Buna göre, bankacılıkta daha az rekabet, bankaların müşterileri ile daha uzun
süreli ilişkiler kurmalarına imkân tanıyorsa, yoğunlaşmanın yükümlülük riski
üzerinde olumlu yansımaları olabilir ve istikrarın artmasına öncülük edebilir (Beck;
2008).
2.4.3.1.3. Bankalar Arası Piyasa Kanalı
Rekabetin istikrar üzerinde etki yarattığı bir başka kanal ise bankalar arası
piyasa ve ödeme sistemleridir. Tam rekabet, bankaların geçici likidite sıkıntısı içinde
olan başka bir bankaya likidite sağlamasını önleyebilir. Eğer tüm bankalar fiyat
alıcıları ise, hiçbir banka problemli bir bankaya likidite sağlama eğiliminde
olmayacaktır ve bu da problemli bankanın nihayetinde tüm sektör üzerinde olumsuz
yansımaları olacak şekilde batması ile sonuçlanacaktır (Beck; 2008:7). Allen ve Gale
(2004), bu görüşü desteklemektedirler. Tüm kurumların fiyat alıcıları olduğu tam
rekabetçi bir interbank piyasasında küçük bir likidite şoku, tüm bankaları varlıklarını
paraya çevirmeye zorlayabilir. İnterbank piyasalarında tam rekabet bulaşmada
(contagion) önemli bir rol oynar. Her bir banka küçük olduğu, fiyat alıcıları olduğu
ve faaliyetlerinin denge üzerinde etkisinin bulunmadığı varsayıldığı için hiçbir banka
sorun yaşayan bankaya likidite desteği sağlamaya meyilli olamaz (Allen,
Gale:2004:477).
2.4.3.1.4. Diğer Kanallar
Rekabet-Kırılganlık hipotezini savunanların bir diğer argümanı ise, daha
yoğunlaşmış bankacılık sistemlerinde portföylerini daha iyi çeşitlendirme imkânına
sahip büyük bankaların bulunduğudur. Son olarak ortaya atılan bir argüman da, eğer
daha yoğunlaşmış bir bankacılık sistemi daha az sayıda banka anlamına geliyorsa,
bunun denetleme yükünü azaltacağı ve böylece bankacılık sisteminin genel istikrarını
arttıracağıdır (Beck; 2008:8-9).
46
Bankacılık sektörünün sahip olduğu kendine has özellikler dolayısıyla artan
rekabetin sonuçlarını, geleneksel endüstriyel organizasyon teorisi anlayışına
dayanarak değerlendirmek zordur. Özellikle, borç sözleşmeleri ile ilişkili sınırlı
yükümlülükler, borç alan ve verenler arasındaki bilgi asimetrisi ve proje sahiplerinin
ulaşabildiği yatırım teknolojisinin doğası gibi bir dizi faktör, rekabetin bankaların
risk alma eğilimleri üzerindeki etkisinin nasıl olacağını belirlemektedir. Böylece,
artan rekabetin bankaların maruz kaldığı riskler üzerinde anlamlı bir etki yaratması
beklenebilir (Koskela, Stenbacka: 2000).
Heggestad ve Rhoades (1976), ticari bankacılıkta piyasa yapısı ve istikrar
ilişkisini test etmişlerdir. Buna göre, piyasada yoğunlaşma düzeyi arttıkça firmaların
istikrarı da artmaktadır. Bankacılıkta fiyat düzenlemeleri piyasa yapısının performans
üzerindeki etkisini gizlerken, temel piyasa güçleri firmalar arasındaki rekabeti veya
davranışı etkilemektedir. Sonuç olarak piyasa yapısı bankacılıktaki rekabetçi
çevrenin koşullarına dayanmaktadır.
Banka başarısızlıkları elbette etkin rekabetin amacı değildir, fakat başarısızlık
riski ve sıklıkla da bankaların devredilmesi (turnover) rekabetle birlikte ortaya
çıkmaktadır (Phillips: 1964). Diğer sektörlerden farklı olarak bankacılık sektöründe
rekabet politikaları, rekabet ve finansal istikrar arasındaki etkileşimi hesaba katmak
zorundadır. Daha fazla rekabet etkinlik için yararlı, fakat finansal istikrar için zararlı
olabilir (Allen, Gale:2004:453).
2.4.3.2. Rekabet-İstikrar Hipotezleri
Rekabetin, mevduat faizlerini yükseltmesinden ve böylece bankaların marka
değerini aşındırmasından dolayı istikrara zarar verdiği şeklindeki genel inanışa
rağmen (Wagner; 2007) rekabet ve istikrar arasında pozitif bir ilişki olduğu yönünde
kanaatler de vardır. Örneğin McNulty (1968)’ye göre, rekabet bir şekilde fizik
bilimindeki yerçekimi kuvveti ile benzeşmektedir; rekabet yoluyla kaynaklar en
üretken kullanımlara doğru çekilir ve fiyat da uzun vadede sürdürülebilir en düşük
seviyeye gelmeye zorlanır. Bu bakımdan, fizik dünyasında yerçekiminin yaptığı gibi
ekonomi dünyasında da rekabet düzeni ve istikrarı temin eder. Rekabetin istikrarı
bozacağı görüşü güncel literatürde de, piyasa gücünün firmaların davranışları
üzerindeki potansiyel etkisini ihmal ettiği gerekçesiyle (Beck; 2008:9)
47
tartışılmaktadır ve kredi piyasası yoluyla işleyen bir karşı hareket kanalı olduğu
vurgulanmaktadır (Wagner; 2007).
2.4.3.2.1. Yüksek Aktif Riski
Daha yoğunlaşmış piyasaların daha kırılgan olacağı görüşünü savunur. Bu
argümana göre, bankalar arasındaki rekabet kredi faizlerini düşürme eğilimindedir ve
bu da, yüksek mevduat faizlerinin bankaları daha riskli yapmasıyla aynı nedenden
ötürü borç alanları daha güvenli hale getirir (Wagner: 2007). Çünkü kendi
varlıklarının riskliliğini seçen bankalar değildir, fakat borçlular kendi yatırımlarının
riskliliğini seçerler ve bu risk banka tarafından verdiği krediler yoluyla üstlenilir.
Yoğunlaşmış bankacılık sistemleri piyasa gücünü yükseltir ve bu da bankaların
firmalara uyguladığı faiz oranını yükseltmelerine izin verir. Fakat bu yüksek faiz
oranları firmaları daha fazla risk üstlenmeye iter ve kredilerin geri ödenmeme riskini
arttırır. Böylece yoğunlaşma ve kırılganlık, buna bağlı olarak da sistemik sıkıntı
arasında pozitif bir ilişki kurulabilir (Beck; 2008:9). Bu görüş, Boyd ve De Nicolo
(2005) tarafından ampirik kanıtlarla ortaya konmuştur.
Boyd ve De Nicolo’ya (2002; 2005) göre, bankalar daha çok mevduat
piyasasında rekabet ettiklerinde, kredi piyasalarındaki rekabeti de arttırmaları
muhtemeldir. Girişimciler riskli girişimlere yatırım yapmak için bankalardan kredi
sağlarlar. Girişimciler karlar daha düşük olduğunda daha fazla risk alma
eğilimindedir. Fakat bankalar arasında daha fazla rekabetin olması, ödünç alanların
ödediği faiz oranlarını düşürür, girişimlerinin karlılığını yükseltir ve böylece risk
alma eğilimini azaltır. Kredi faizlerinin düşmesi, bankaların bilançonun aktif
tarafında faaliyet gösteren yeni kanalların doğmasına yol açar. Daha düşük kredi
faizleri borç alanların karını yükseltir ve böylece bankanın batma olasılığını azaltır.
Böylece bankalar arasındaki rekabetin artması, finansal istikrarın artmasına öncülük
eder (Boyd, De Nicolo: 2005).
2.4.3.2.2. Batırılamayacak Kadar Büyük Olma Problemi
İkinci olarak, rekabet-istikrar hipotezini savunanlara göre, dağılmış
bankacılık sistemlerine göre yoğunlaşmanın yüksek olduğu piyasalarda genellikle
daha az sayıda banka vardır ve banka sayısı az olduğunda politika yapıcılar
bankaların batmasından daha fazla endişe ederler. Bu varsayıma dayanarak,
48
yoğunlaşmış piyasalardaki bankalar, “batmak için çok büyük” veya “batmak için çok
önemli” şeklindeki örtülü politikalar yoluyla daha fazla sübvansiyon/devlet yardımı
alırlar ve bu da bankaların risk alma eğilimlerini arttırır (Yeyati, Micco; 2007).
Sonuç olarak bankacılık sisteminin kırılganlığı artar. Dahası, yoğunlaşmış
sistemlerde daha büyük bankaların bulunması, yoğunlaşma ve sistemik kırılganlık
arasında pozitif bir ilişkiyle sonuçlanacak şekilde bulaşma (contagion) riskini arttırır
(Beck; 2008:10).
Bu yaklaşımı savunanlar, yoğunlaşmış bankacılık sistemlerinde daha az
sayıda banka bulunmasından dolayı bu piyasalarda denetim yapmanın daha kolay
olacağı görüşüne de katılmamaktadır. Banka büyüklüğü, karmaşık yapı ile pozitif
ilişkilidir ve bu büyük bankaları denetlemek, küçükleri denetlemekten daha zordur.
Diğer tüm ekonomik koşullar sabit kalmak şartıyla, yoğunlaşmış bankacılık
sistemlerinde banka büyüklüğü daha fazladır. Ayrıca, son zamanlarda artan
konsolidasyon eğilimi, finansın tüm alanlarında hizmetler sunan finansal iş
ortaklıklarının doğmasına öncülük etmektedir ve bu da banka denetimini daha
karmaşık bir hale getirmektedir. Dolayısıyla bu argümana göre de bankacılık
sisteminde yoğunlaşma ve kırılganlık arasında pozitif bir ilişki bulunmaktadır (Beck;
2008:10).
Schaek ve diğerlerinin (2006) elde ettiği bulgular da, finansal kurumların
rekabetçi davranışlarının, sistemik bankacılık problemlerinin olasılığını azaltmakla
kalmadığını, aynı zamanda bankacılık sisteminin yaşamını sürdürme süresini de
uzattığını ortaya koymaktadır. Bankacılık sistemlerindeki rekabetçi davranışın pozitif
etkisine ilişkin sonucun, bir dizi kurumsal ve düzenleyici değişken için kontrol
edildiğinde de sağlam olduğu görülmektedir. Daha rekabetçi sistemlerin daha
kırılgan olacağına dair bir sonuç ise elde edilmemiştir.
Schaek, Cihak ve Wolfe (2006), bankacılık sistemlerinde yüksek rekabet
düzeylerinin sistemik krizden zarar görme riskini azalttığını, ampirik olarak
kanıtlamaktadırlar. Ayrıca, bankacılık sistemlerinin yaşamını sürdürme süresinin de
daha rekabetçi bir çevrede artış eğiliminde olacağı öne sürülmektedir. Analizde
sektörel yoğunlaşma seviyesi kontrol altında tutulsa bile, daha rekabetçi bankacılık
49
sistemlerinin bankacılık problemleri karşısında daha esnek olduğu sonucuna
varılmaktadır.
Jimenez ve diğerlerinin 2007 yılında yaptıkları çalışmada, İspanyol
bankacılık sistemine ait veriler kullanılarak, rekabet ve risk arasındaki ilişki analiz
edilmiştir. Analizin bağımlı değişkeni, geri dönmeyen kredilerdir (non-performing
loans). Makro ekonomik faktörler ve bankaların özellikleri kontrol edildikten sonra,
kredi ve mevduat piyasalarında rekabetin çeşitli ölçülerinin etkisi incelenmiştir. Elde
edilen bulgular, bankaların sayısının bağımlı değişken üzerinde bir etkisinin
olmadığını, eğer varsa pozitif olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, kredi ve
mevduat piyasalarındaki CR59 ve HHI10 gibi yoğunlaşma endeksleri de bağımlı
değişken üzerinde, ne ayrı ayrı ne de birlikte, bir etkiye sahip değildir.
Finansal istikrarsızlığın görünen geniş maliyetlerine bağlı olarak, politika
yapıcıların finansal krizlerden kaçınmaya öncelik vermeleri doğaldır. Ancak,
yoğunlaşmanın yol açtığı etkinlik maliyetlerinin ölçülmesindeki zorluklar bu
önceliğin geri plana atılmasına neden olmaktadır. Gerçekte, rekabet ve finansal
istikrar arasında hissedilen denge kurma zorluğu ile birlikte yoğunlaşmanın
maliyetinin belirsizliği, politika yapıcıları yoğunlaşmaya, rekabet politikası giderleri
açısından bakmaya teşvik etmektedir. Rekabet politikasının finansal istikrara bu
şekilde boyun eğmesi pek çok nedenle sakıncalıdır. Finansal krizlerin maliyeti
şüphesiz yüksektir, fakat bu maliyetlerden kaçınmak için rekabeti azaltmanın gerekli
olduğu söylenemez. İkincisi, yoğunlaşmadan kaynaklanan etkinlik maliyetleri ile
ilgili geniş hesaplamalar dizisi, yüksek rekabetten sağlanan yüksek etkinlikle
tutarlıdır. Üçüncüsü, finansal krizlerin maliyetleri nadiren ortaya çıkmaktadır, belki
her on yılda veya birkaç on yılda; fakat yoğunlaşmanın etkinsizlik maliyeti devamlı
olarak karşımıza çıkmaktadır (Allen, Gale:2004:455).
2.4.4. Rekabet ve Etkinlik İlişkisi
İktisatçılar rekabeti severler, çünkü rekabet piyasa oyuncularını etkin olmak
konusunda harekete geçirir. Etkinlik, kıt kaynakları en düşük maliyetle kullanarak
9 CR5: Yoğunlaşma Oranı (Concantration Ratio). Sektörde faaliyet gösteren en büyük 5 bankanın sektör içindeki paylarını ifade eder. 10 HHI: Herfindahl-Hirschman Index. Sektör içindeki her bir firmanın paylarının karelerinin toplamı alınarak hesaplanan bir yoğunlaşma ölçüsüdür.
50
amaca ulaşmak anlamına gelir (Canoy ve diğerleri:2001). Tam rekabetin
olamayacağı kabul edilse bile, etkin rekabet bir sektörde statik ve dinamik etkinlik
için gerekli görülmektedir. Prensip olarak, rekabetin dağılımsal, üretimsel ve
dinamik etkinliğe olan katkıları bankacılık sektöründe, kendine has bazı özelliklerine
rağmen diğer sektörlerden farklı değildir (Vives, 2001:538).
Etkinlik geniş bir kavram olarak işletme faaliyetlerinin pek çok boyutuna
uygulanabilir (Amel ve diğerleri: 2003:5). Finansal etkinlikten bahsedilirken,
etkinliğin iki farklı tanımı üzerinde durmak gerekir. Bunlar “kaynak tahsisinde
etkinlik (dağılımsal etkinlik)” ve “üretimde etkinlik”tir. Bunlardan ilki kaynakları,
toplumsal getirisi en yüksek alanlara yöneltme başarısını tanımlar. Diğeriyse, tahsis
edilen kaynakların verimli kullanılması veya daha somut bir anlatımla fon
kullanımının en düşük aracılık maliyetiyle gerçekleştirilmesini tanımlamaktadır
(Tunay: 2005, s.235). Bir firma, belirli bir çıktı düzeyinde maliyetlerini minimize
edebiliyorsa maliyet etkin; belirli bir girdi ve çıktı bileşiminde karlarını maksimize
ediyorsa kar etkindir. Bu iki tanım, büyüklük ve teknolojiyi sabit kabul eder ve
firmanın gerçek maliyet ve karlarını bu alanda en iyi uygulamayı gerçekleştiren
kurumlarla karşılaştırarak, üretim faktörlerinin bileşimi üzerinde durur (Amel ve
diğerleri: 2003:6).
Daha geniş bir kavram olarak etkinlik, ölçek ve kapsam ekonomilerini
dikkate alır. Buna göre etkin bir firma, kendi sektöründe optimal büyüklüğe (ölçek)
ulaşmış ve üretim faktörleri için belirli bir fiyat seviyesinde optimal ürün karmasını
(kapsam) üreten firmadır (Amel ve diğerleri: 2003:6).
Finansal sektörde etkinliğin farklı yönleri ise şu şekildedir (Bröker: 1992):
- Ulaşılabilirlik yönü: Bir ülkenin finansal sisteminin olanaklarının ve
düzenlenişinin nasıl olacağı ile ilgilidir.
- Maliyet yönü: Finansal sistemin temel fonksiyonlarını ne kadar maliyetle
gerçekleştireceği ile ilgilidir.
- Nitelik ve uygunluk yönü: Finansal sistemin temel fonksiyonlarını yerine
getirirken ve ekonominin finansal hizmet ihtiyacını doyururken nasıl
“kullanıcı dostu” olacağı ile ilgilidir.
51
- Rekabetçilik yönü: Bu yön, hem bireysel finansal kurumlarla hem de
ülkenin finansal sisteminin bütünüyle ilgilidir.
- Esneklik ve intibak yönü: Var olan finansal kurumların, ekonomide
finansal sistemi etkileyen yapısal değişimlere hızla cevap verebilme
yeteneği ile ilgilidir.
Rekabet ve etkinlik arasındaki ilişki incelendiğinde, çift yönlü bir etkileşim
olduğu görülmektedir. Hicks’in (1935) “quiet life11” kavramı, rekabetin etkinliği
pozitif etkilediğini ortaya koymaktadır. Diğer bir değişle, tekel gücü etkinlik
çabalarının gevşetilmesine yol açmaktadır. Buna göre, rekabetin yoğun olduğu bir
ortamda bankaların kendilerine rekabet avantajı sağlamaya yönelik çabaları,
etkinliklerinin de artmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla rekabet bankaları etkin olmaya
zorlayacaktır. Diğer taraftan, Demsetz (1973) tarafından önerilen etkin yapı hipotezi,
en etkin bankaların daha düşük maliyetlerden ve bu nedenle de daha yüksek pazar
payından yararlanacağını ortaya koymakta, etkinliğin rekabeti bozarak piyasa gücüne
doğru bir yapı oluşturmaya katkı sağlayacağını öne sürmektedir. Rekabet ve etkinlik
arasındaki bu çift yönlü zıt ilişki, bankacılık sektöründe oligopol yapıya doğru doğal
bir eğilim olduğu12 görüşünü destekler gibi görünmektedir. Bu görüş geçerli ise,
rekabeti ya da piyasa gücü oluşumunu desteklemeye yönelik her türlü düzenleyici
müdahale, piyasanın genel işleyişi içerisinde eritilerek, piyasanın yeniden oligopol
bir yapıya dönmesi ile sonuçlanacaktadır.
Bröker’e (1992) göre finansal sektörde etkinliğe ulaşmakta rekabetin ve
piyasa güçlerinin işlerliğinin rolünün değerlendirilmesinde bir dizi nitelik uygun
görülmektedir. Öncelikle, rekabet amaç değil, etkinliğe ulaşmada bir araçtır. Ayrıca,
rekabete dayalılık ve piyasa güçlerinin çalışması etkinliğe ulaşmada tek araç değildir.
Bazı alanlarda işbirliği etkinliğe ulaşmanın daha etkili ve doğrudan yolu olmaktadır.
Belirli koşullar altında rekabet adaletsiz, sağlıksız ve yıkıcı olabilmektedir ve
rekabetin yol açacağı bu durumların düzeltilmesi hem zaman almakta hem de
ekonomi için yüksek maliyetler içermektedir. Bu nedenle rekabete dayalılık ve
11 Hicks’in Quite Life Kavramı: Tekel kazançlarının en iyisi sakin bir hayattır. (The best of all monopoly profits is a quite life; JR Hicks, Econometrica: 1935). 12 Bkz.: Anderson, 1966:126; Berg, Kim, 1994:310; Neuberger: 1998:105; Baglioni, 2000:15; Vives, 2001:544; Gonzales-Maestre, Granero: 2003:851; Liviatan, Barkai: 2007:137; Walter, 2004:77; Chio, 2008; Khemraj, 2009:13.
52
piyasa güçlerinin çalışması kavramlarının “laissez faire, laissez aller, laissez passer”
politikası13 şeklinde yorumlanması doğru değildir. Piyasa güçlerinin nihai etkinlik
amacı doğrultusunda uygun işlemesi için örgütsel ve düzenleyici koşulların da
oluşturulması gerekir.
Rekabet ve Etkinlik arasındaki ilişkileri teorik olarak ele alan hipotezler
aşağıda özetlenmiştir.14
2.4.4.1. Rekabet-Etkinlik Hipotezleri
Rekabet-Etkinlik Hipotezi: Demsetz’in 1973 yılında ortaya attığı etkin yapı
hipotezinden uyarlanmıştır. Bu hipoteze göre rekabetteki artış, kar etkinliğindeki
artışı hızlandırır. Buna göre, bankaları maliyetleri minimize etmeye, hizmetleri daha
düşük fiyatla sunmaya ve aynı zamanda da karlarını arttırmaya zorlayan dışsal bir
şok olduğunda, etkin bankalar (yani sahip oldukları üstün yönetim ve teknolojileri
kara dönüştürebilenler) büyüklük ve pazar payı olarak gelişeceklerdir. Böylece
piyasada yoğunlaşma artacaktır. Tersine, piyasada rekabetin düşük olması,
maliyetlerin kontrol altına alınamamasından dolayı “sakin bir hayat sürmesine (quiet
life)” yol açacak ve etkinlik azalacaktır. Bu hipoteze göre rekabet, etkinliğin
artmasına neden olur (Schaek ve Chiak: 2008).
İhtiyatlı ve Etkin Yönetim Hipotezi (Prudent and Efficient Management):
Rekabet-Etkinlik hipotezi için bir mantıksal temel sağlar. Buna göre, rekabetçi
ortamlarda bankaların gözetim ve kontrol prosedürleri daha incelikliyken, tekelci
piyasalarda gözetim ve denetim harcamaları daha azdır. Daha az riskli borçlular da,
iyi ve kötü borçluyu birbirinden ayırabilen bankalardan kredi almayı tercih ederler.
Çünkü iyi borçlular krediye daha iyi erişim ve daha yüksek kredi limitleri anlamında
fayda elde edebilirler. Etkin gözetim ve kontrol süreçlerini sürdürebilen kurumlar,
etkin olmayan firmaların karşı karşıya kaldığı, temerrüde düşmüş borçluların
kontrolü, borçların yeniden yapılandırılması gibi ilave maliyetlerden kaçınabilirler
(Schaek ve Chiak: 2008).
Adam SMITH’in rekabetçi piyasa analizine göre rekabetin varlığı, toplumun
istediği fiyat ve miktarda mal ve hizmetin sağlanmasına olanak vermekte ve 13 Bırakınız yapsınlar, bırakınız gitsinler, bırakınız geçsinler politikası. Bireylerin ve kurumların işlerine hükümetin karışmaması gerektiği ilkesi ya da politikası. 14 Detaylı bilgi için bkz. Schaek ve Chiak: 2008.
53
toplumsal refahı arttırmaktadır. Rekabete dayalı piyasa mekanizması aynı zamanda
toplumun talep ettiği malları üreterek, kaynakların etkin dağılımına olanak
yaratmaktadır (Işık: 2006).
Schaek ve Cihak’ın (2008) analizlerinden elde edilen sonuçlar, rekabetin
etkinliği ve bankaların sağlamlığını arttırdığı yönündedir. Bu şekliyle de Rekabet-
Etkinlik hipotezini doğrulamaktadır. Buchs ve Mathisen (2005) de, Gana’nın zayıf
ve etkin olmayan finansal sistemini, rekabetçi olmayan piyasa yapısına
bağlamaktadır.
Kidwell ve Peterson (1990), rekabetin bankaların performansını yükselttiğini,
ne var ki banka performansının dikkatle tanımlanması ve nasıl ölçüleceğinin
belirlenmesi gerektiğini öne sürmektedir. Bir bankanın performansı özel performans
ve sosyal performans olarak değerlendirilebilir. Özel performans pay sahiplerinin
refahı ile ilgilidir. Firmanın uzun vadeli karlarının maksimize edilmesi ile
gerçekleşir. Diğer taraftan sosyal performans, toplumun genel refahının maksimize
edilmesi anlamına gelir. Sosyal performansın maksimizasyonu bankacılık düzenleme
kurumlarının ilgilendiği temel konudur (Kidwell, Peterson, 1990:232).
Maudos ve diğerleri (2002) ise, artan serbestleşme ve daha fazla rekabetin
ortalama maliyetlerde ve marjlarda azalmaya ve etkinlikte artışa yol açacağını ifade
etmektedirler. Son yıllarda bankalar, gerek deneyimleri nedeniyle gerekse sahip
oldukları belirli nitelikler dolayısıyla, kendilerine rekabet avantajı kazandıracak iş
kollarında özelleşmeye çalışmaktadırlar. İspanya bankacılık sektöründe ve finans
piyasalarında deneyimlenen dönüşümler, şirketlerin üretim yaptıkları uzmanlık
alanlarında çeşitliliği arttırmalarını da beraberinde getirmiştir. Bu çalışmada değişik
alanlarda uzmanlıklarını geliştiren şirketlerin nispi etkinliğinde büyük ilerlemelerin
meydana geldiği gösterilmektedir (Maudos ve diğerleri: 2002).
Piyasa yapısı maliyet etkinliğini birkaç nedenle etkileyebilir. İlk olarak,
piyasadaki yüksek yoğunlaşma düzeyi firmaların rekabetçi seviyelerin üzerinde fiyat
koymalarına izin verirse, yöneticiler yüksek fiyatın faydalarından yüksek karınki
kadar olmasa da, maliyetleri kontrol altında tutmak için çok fazla çalışmayacakları
“quiet life” formunda yararlanırlar. Reel fiyat ile rekabetçi fiyat arasındaki fark bir
tampon ya da serbest hareket alanı (comfort zone) sağlar. Disipline edici diğer
54
mekanizmaların yokluğunda yöneticiler birim maliyetlerin bu tamponun bir
bölümünü tüketecek kadar yükselmesine izin verebilirler ve yine de sahiplerin,
maliyet minimizasyonu için tam bir çaba harcamadan da ekonomik kazanç elde
etmesine izin verebilirler (Berger, Hannan:1998:).
İkinci olarak, piyasa gücü (yine diğer disipline edici mekanizmaların
başarısızlığı ile birlikte) yöneticilerin firma karları veya yönetimsel boş zaman
(leisure) dışındaki amaçlarını kovalamalarına izin verir. Üçüncüsü, yöneticiler piyasa
gücünü sağlamak ve sürdürmek için kaynakları genişletebilirler. Örneğin bankalar,
giriş bariyerlerini ve rekabet engellerini sürdürmek için kaynaklarını, banka
ruhsatlarının sayısını sınırlamak veya şubeleşme üzerinde coğrafi sınırlamaları
korumak için lobicilik faaliyetlerine harcayabilirler. Bu tür genişlemeler, sonuç
olarak karları yükseltebilse bile, maliyetleri yükseltebilir ve ölçülen maliyet
etkinliğini düşürebilir. Dördüncü olarak, piyasa gücünden sağlanan fiyat avantajı
(Cushion) etkin olmayan yöneticilerin veya uygulamaların, firma değerini maksimize
etmek dışındaki amaçları kovalama niyeti olmaksızın devam etmelerine izin verir
(Berger, Hannan:1998).
Berger ve Hannan (1998), yoğunlaşmış ürün piyasalarında faaliyet
göstermenin maliyet etkinliğini zayıflatıp zayıflatmadığını ve bu ilişkinin gücünü test
emişlerdir. Çalışmada test edilen hipotez, yoğunlaşmış piyasalardaki firmalar
tarafından uygulanan piyasa gücünün, sektörün dışına çıkmadan bu firmaların
maliyet minimizasyonundan kaçınmalarına izin verdiğidir. Bulgular, yoğunlaşmış
piyasalardaki bankaların daha düşük maliyet etkinliği ile faaliyet gösterdiklerini
güçlü olarak kanıtlamaktadır.
2.4.4.2. Rekabet-Etkinsizlik Hipotezleri
Rekabet-Etkinsizlik Hipotezi: Rekabet-Etkinlik hipotezine alternatif olarak
geliştirilmiştir. Rekabetin etkinliği azaltacağını öne sürer. Bunu da birkaç nedene
dayandırır. İlk olarak, yüksek rekabet muhtemelen banka ve müşterileri arasında
daha az istikrarlı ve daha kısa süreli ilişkilerden kaynaklanır. Çünkü rekabet arttıkça
müşterilerin firma değiştirme eğilimleri de artar. Bu fenomen, borçluların gözetimi
ve kontrolü için ilave kaynaklar gerektiren bilgi asimetrilerini arttırır. İkincisi,
bankalar rekabetçi ortamlarda müşterileri ile daha kısa süreli ilişkiler beklediğinden,
55
ilişki kurma çabalarını azaltırlar ki bu da bilginin değerini azaltır ve yeniden
kullanılabilirliğini engeller. Birlikte ele alındığında bu argümanlar, bankaların elde
ettiği özel bilgilerin değerinin azaldığını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bankalar,
ATM yatırımları, yeni bilgi sistemleri ve atak pazarlama çabaları yoluyla eski
müşterilerini muhafaza etmek ve yeni müşteriler çekmek için daha fazla harcama
yapmak zorunda kalırlar. Böylece rekabetin artması etkinliğin azalmasına neden olur
(Schaek ve Chiak: 2008).
Zayıf ve Etkin Olmayan Yönetim Hipotezi (Poor and Inefficient
Management): İhtiyatlı ve Etkin Yönetim Hipotezine alternatif olarak geliştirilmiştir.
Rekabetin etkinliği olumsuz etkileyeceğini, bununda bankanın sağlamlığını
azaltacağını ileri sürmektedir. Etkinliğin azaldığı bir durumda kurumlar, eski
müşterileri muhafaza etmek ve yeni müşterileri kazanmak için harcama yapmakla
meşgul olacaklardır. Sonuç olarak, yetersiz kaynaklar menkul kıymet aracılık
standartlarına ve borçluların gözetim ve denetimine harcanacaktır. Böyle bankaların
incelikli kredi değerleme modellerine yatırım yapması olası değildir ve teminatları
uygun şekilde değerleme kabiliyetleri kaybolacaktır. Bu da kredilerin büyük bir
bölümünün düşük ve negatif net bugünkü değere sahip olması ile sonuçlanacaktır ve
bankanın sağlamlığı bundan olumsuz etkilenecektir. Böylece, yetersiz menkul
kıymet aracılık standartları ve karları yükseltmeye harcanan yetersiz kaynaklar
bankanın etkinliğini azaltarak faaliyetlerin sağlıksız şekilde yürütülmesine yol
açacaktır (Schaek ve Chiak: 2008).
Podpiera (2007) Çek Cumhuriyetinde rekabet ve maliyet etkinliği arasında
negatif ilişki bulunmuştur. Bu durum, artan rekabetin giderek daha yüksek kontrol
maliyetine neden olmasının ve banka ve borçlu arasındaki ilişkinin zayıflaması ile
etkinliğin azalmasının sonucudur (Podpiera: 2007).
Banka rekabetinin özgünlüğü, rekabetin etkinlik üzerinde negatif bir etki
yaratmasını doğurabilir. Bankacılıktaki teorik literatür, bankacılık piyasalarında
eksik rekabetin, kredi faaliyetlerinde banka ve borçlu arasındaki bilgi asimetrisinden
kaynaklandığını ortaya koymaktadır. Sonuç olarak, bankalar ters seçim ve ahlaki
tehlike problemlerini çözecek mekanizmalar kullanmak zorundadırlar. Bankalar için
bu uygulamaların bir yolu, borçlular hakkında daha iyi bilgi elde edilmesini
56
sağlayacak ve bilgi asimetrisini azaltacak uzun vadeli ilişkilerin kurulmasıdır.
Rekabet, ölçek ekonomilerini imkânsız kılar ve sonuç olarak kontrol maliyetlerinin
yükselmesiyle bankaların maliyet etkinliğini azaltır (Podpiera: 2007).
Mendes ve Rebelo (2003), 1990’lar boyunca Portekiz bankacılık sektöründe
yapı ve performans ilişkisini değerlendirmişlerdir. Çalışmada elde edilen iki
sonuçtan biri, 1990’ların başında CR4 yoğunlaşma endeksi bankaların performansı
üzerinde pozitif bir etki yaratmıştır. Ne var ki bu etki, 1990’ların ikinci yarısından
sonra kaybolmuştur. Yönetim etkinliği15 değişkenlerinin pozitif etkisine bakılarak,
örtülü anlaşma/etkinlik karma hipotezleri, 1990’ların başında Portekiz bankacılık
sektörü için reddedilemez. Ne var ki, sermaye akımlarının ve faiz oranlarının
serbestleşmesinin etkisi altında ve düzenleyici yasalarla birlikte yoğunlaşma
1990’ların ikinci yarısında ilişkisiz hale gelmiş ve modifiye edilmiş etkin yapı
hipotezi görülmeye başlanmıştır. Portekiz perakende bankacılık sektöründe
serbestleşme süreci rekabetin artmasına yol açmıştır ve üstün etkinliğe sahip
bankalar daha iyi performans sergilemeye başlamıştır. Yerel düzeyde bir miktar
piyasa gücü kalmış olmakla birlikte, kentsel bölgelerde banka şubeleri yoğunlaşmış
durumdadır.
2.4.5. Rekabetin Yarattığı Olumsuz Etkiler
Rekabetin aşırı olmasının yarattığı olumsuz durumlarla ilgili iki argüman
bulunmaktadır. Bunlardan ilki, ters seçim ve ahlaki tehlike sonuçlarını yaratacak
asimetrik bilgi argümanıdır. İkinci argüman ise marka değeri (franchise value)
argümanı olarak bilinir (Kraft:2006).
2.4.5.1. Asimetrik Bilgi Argümanı
Bankacılık sektöründe istikrarsızlığın bir kaynağı, varlık tarafında risk alımı
ile ilişkilidir. Agency (temsil) teorisinden de bilindiği gibi, vekâlet veren ve temsilci
arasındaki ilişkide, tarafların çıkarları tam olarak bağlantılı olmadığından, temsilci,
vekalet verenin çıkarlarına göre davranmada her zaman en iyi davranışı sergileyemez
(Carletti, 2005:12). Yüksek rekabet seviyeleri, asimetrik bilginin neden olduğu ters
seçim ve ahlaki tehlike (moral hazard) problemlerini şiddetlendirebilir. Örneğin, 15 Bir ekonomide kaynak tahsisinin sağladığı etkinliğin yanısıra yönetici ve diğer çalışanların motive edilmesiyle ulaşılabilecek etkinlik (Kaynak: http://www.bilgininadresi.net/Madde/12422/X-etkinli%C4%9Fi-(x-efficiency))
57
müşteri elde etmek için yaşanan rekabet çoksa, bankalar izleme (monitoring)
çabalarını azaltabilirler; böylece ters seçim artar ve bankanın portföy kalitesi azalır.
Proje seçimlerinde, borç alanlar elbette kredi alma şanslarını arttırabilmek için
kendilerini mümkün olan en iyi şekilde sunarlar. Daha kötüsü, iyi borçlular
niteliklerini abartmazlar, çünkü onlar gerçekten de geri ödeme yapma niyetindedirler
ve böylece ödeyebileceklerinden fazla kredi almak onlara bir şey kazandırmaz. Kötü
borçlular ise kredi alıp geri ödeyemediklerinde çok da üzülmeyeceklerdir ve bu
yüzden de abartma eğilimleri daha fazladır. Bankaların temel problemi, iyi borçluları
kötü borçlulardan ayırt etmektir (screening), çünkü borçlular kendi durumları
hakkında bankanın bildiğinden daha fazla bilgiye sahiptirler (Kraft; 2006).
Mevcut teorik literatür, artan rekabetle karşılaştığında ahlaki tehlikenin
şiddetliğini ve bankaların kasıtlı olarak daha fazla risk aldığını ortaya koymaktadır.
Boyd ve De Nicolo (2005) bu literatürü incelemiş ve bankaların rakiplerinin sayısı
ile risk arayışı arasındaki pozitif ilişkinin olduğunu göstermişlerdir. Özellikle, aynı
sayıda banka hem mevduat hem de kredi piyasasında rekabet ediyorsa bu etki daha
da büyümektedir. Çalışmada, borçluların proje riskini, bankanın verdiği faiz oranına
bağlı olarak tamamen belirlediği varsayılmıştır.
Boyd ve De Nicolo (2005), borçluların, firmalarının riski üzerinde sahip
oldukları etki yoluyla, bankaların riski üzerinde tam bir kontrole sahip olduğunu
varsaymıştır. Wagner (2007) ise analizini borç verme kanalına genişletmiştir.
Wagner, borçlular kendi firmalarının riskliliğini belirlerken, nihayetinde ne kadar
risk almak istediğine karar verenin bankanın kendisi olduğunu tartışmaktadır.
Bankalar bunu, örneğin toplamda ne kadar borç verileceğine veya riskli sektörlere
borç verip vermemeye karar vererek yaparlar. Bankalar aynı zamanda kredi
standartları, ayırt etme (screening) ve kontrol etme (monitoring) çabaları ve kredi
kısıtlamaları yoluyla kendi kredi portföylerinin riskini belirlerler. Wagner’in
modelinde, hem borçlular kendi firmalarının hem de banka kendi riskini seçme
şansına sahiptir.
Aracılar, finansal piyasaların belirsizliğine (imperfection) ve eksikliğine
cevap olarak ortaya çıkarlar. Asimetrik bilgi ve belirsizlik ile nitelendirilmiş bir
piyasada aracılar, bilgi üretmede sahip oldukları ölçek ekonomilerinden ve
58
tüketimlerinin zamanlaması konusunda kararsız olan mudilere sigorta
sağlamalarından dolayı değerlidirler. Bilgi üretimi ve sigorta tedariki, bankaların
özgünlüğünü niteleyen iki temel faktördür. Fakat aynı zamanda da kırılganlığın
kaynağıdır. Bankalar, borçlular ve mevduat sahipleri arasındaki bilgi asimetrileri ve
bankaların kısa vadeli mevduatları uzun vadeli varlıklara yatırarak gerçekleştirdiği
vade dönüştürme işlemi bankaları muhtemel hücumlara maruz bırakır. Erken çekilen
mevduatların tutarı bankanın kısa vadeli yatırımlarından elde edilebilecek tutarı
aşarsa, bir hücum başlar ve banka likit olmayan varlıklarını satmak zorunda kalır. Bu
problem de bankayı borçlarını ödeyememe noktasına getirebilir (Carletti, 2005:5).
Finansal sistemde istikrarsızlık kaynaklarından biri de, başlangıçta yalnızca
bir bölgeyi ya da sektörü hatta belki de birkaç kurumu etkileyen küçük bir şokun
bankadan bankaya sistemin geneline doğru sıçrayarak, sonradan tüm ekonomiyi
etkilemesi anlamına gelen, bulaşma (contagion) olasılığıdır. Finansal sistem kırılgan
olduğu zaman küçük bir şok büyük bir etki yaratabilir. Bir finansal kriz kontrolden
çıkabilir ve tüm ekonomik yapıyı yıkabilir. Belirli bir bölgede likidite talebinde
yaşanan küçük bir şok, sistematik riske öncülük edebilir. Şok küçük olmasına
rağmen, bir bankanın iflas etmesine ve varlıklarını tasfiye etmesine sebep olabilir. Bu
durum, sırayla o bankadan mevduatı bulunan diğer bankaların da iflas etmesine
neden olur ve bu durum böyle devam eder. Nihayetinde, tüm bankalar varlıklarını
önemli kayıplarla tasfiye etmeye zorlanırlar (Allen, Gale:2004:476-477).
2.4.5.2. Marka Değeri Argümanı
Bu argüman bankaların, rekabet artışına bağlı olarak marka (franchise)
değerlerinin azalacağını ve risk alma eğilimlerinin yükseleceğini ortaya koymaktadır.
Böylece, aynı şartlar altında daha rekabetçi bankacılık sistemi daha düşük marka
değerine ve daha yüksek portföy riskine sahip olacaktır.
Daha riskli politikaların çalışmayan kredilerin oranını ve bankaların iflas
olasılığını yükseltmesi gerekir. Tersine, rekabetin kısıtlanması, bankalara rekabet
gücü kazandırarak yüksek marka değerlerini korumaya ve yükseltmeye iter. Daha
yüksek piyasa değeri/defter değeri rasyosu ile belirlenen piyasa gücü yüksek olan
bankalar, varlıklarına oranla daha fazla sermaye bulundururlar ve temerrüt riskleri
düşük olur. Bu da bankaları tüm bankacılık sisteminin istikrarına katkıda bulunacak
59
daha güvenli stratejiler izlemeye teşvik eder (Jimenez ve diğerleri: 2007, Keeley:
1990). Bu marka değeri16 (francihse value) paradigması teorik ve ampirik olarak pek
çok çalışmada desteklenmiştir (Keeley, 1990; Boyd, De Nicolo, 2005; Marquez,
2002).
Piyasaların yoğunlaşma düzeylerini gösteren endeksler ampirik çalışmalarda
bir kurumun monopol kazançları elde etme kabiliyetinin doğrudan ölçüleri olan
piyasa gücü ölçülerinin göstergesi olarak kullanılmıştır. Jimenez ve diğerleri (2007),
İspanyol bankacılık sistemi için, çeşitli kredi ve mevduat ürünlerine uygulanan
bankalara özgü marjinal faiz oranını kullanarak, Lerner endeksine dayalı piyasa gücü
ölçüsü oluşturmuşlardır. Ampirik sonuçlar, kredi piyasasında piyasa gücünü ifade
eden Lerner ölçülerinin bankaların riski ile negatif bir ilişkisi olduğunu
göstermektedir. Bunun anlamı, piyasa gücü arttıkça, bankaların geri dönmeyen
krediler (NPL-non-performing loans) rasyosunun azalacağıdır. Bu sonuç, marka
değeri paradigmasını destekleyen doğrudan bir kanıttır. Mevduat piyasalarındaki
Lerner ölçülerine bakıldığında, çoğunun bankaların risk alma davranışı ile bir
ilişkisinin olmadığı görülmektedir. Kredi ve mevduatlar bir arada ele alınarak
oluşturulan Lerner endeksi ise, bankaların NPL rasyosu üzerinde negatif ve oldukça
anlamlı bir etkiye sahiptir (Jimenez ve diğerleri, 2007).
Bankacılık sektöründe yasal kısıtlamaların azalması yanında faiz oranlarının
serbestleşmesi, teknolojik gelişmelerin ardından banka dışı finansal kurumların da
artmasıyla birlikte bankaların karşı karşıya olduğu rekabet ortamını değiştirmiştir.
Artan rekabet bankaların risk alma bağlamında ihtiyatlı davranma eğilimlerini
düşürebilir. Sektöre giriş ve rekabet üzerindeki yasal kısıtlamalar (Amerika’da
1950’ler ve 1960’ların başları) bankaların marka değerini yükseltmiştir (Keeley,
1990). Marka değeri bankaların risk alma eğilimlerini düşürmede denetleyicilerin
işini kolaylaştırmaktadır. Bankacılıkta marka değerinin kaynakları etkinlik,
rekabetten korunmuş piyasalara giriş ve değerli borç verme ilişkileridir. Marka
değeri aşırı risk alımını engeller, çünkü riskli projelerin kötü sonuçlanması halinde
16 Marka Değeri (franchise value): Faaliyette bulunan bir girişim olarak bir firmanın kazanmayı beklediği kar akımlarının bugünkü değeri. “Charter Value” olarak da ifade edilir. Bankacılık literatüründe marka değeri çoğunlukla firmanın net aktif değerini ya da gerçek değerini ifade etmekte kullanılmaktadır. Bir bankanın marka değeri, gelecekte elde edilmesi beklenen iktisadi karların bugünkü değeridir. Etkinlik, piyasa gücü, müşteri ilişkileri gibi gelecekte kar getirecek potansiyelini ifade eder (Bkz. Palia ve Porter: 2004).
60
bankanın uğrayacağı kayıp büyük olur (Demsetz vd, 1996). Varlık olarak değerli
marka, bankanın sahipleri banka iflasını açıkladığında marka değerlerini bir kerede
satamayacakları için, bankaların iflas riski almaktan kaçınmalarına neden olur
(Keeley, 1990).
Rekabetin artması aynı zamanda mevduat faizlerinin yükselmesine de neden
olur. Artan mevduat faizleri mevduat sahiplerinin faydasına olmakla birlikte, eğer
bankalar mevduat faizlerini yüksek riskli projeleri finanse etmek için
yükseltmişlerse, iki problem ortaya çıkar: ilk olarak, toplam portföy riskinin artması
ve ikincisi, portföy riski düşük olanlar da dahil tüm bankalar için yüksek mevduat
faizlerinin negatif dışsallığı (Kraft, 2006).
Demsetz ve diğerleri 1996 yılındaki çalışmalarında, marka değeri ve risk
alımı arasındaki ilişkileri 1986–1994 yılları boyunca incelemişlerdir. Marka değeri
ile bankanın varlıklarının, yükümlülüklerinin ve bilanço dışı pozisyonunun riskini ve
kaldıracı da içine alan, hisse senedi getirisinin (stock return) değişkenliğine dayalı
risk ölçüsü arasında negatif ilişkinin var olduğu görülmüştür. Ayrıca, marka değeri
yüksek olan bankaların daha yüksek sermaye tuttukları ve marka değeri düşük olan
bankalara göre daha az riskli varlık bulundurdukları bulunmuştur. Riskli krediler
bulundurma eğilimleri diğer bankalarla benzer olmakla birlikte, marka değeri yüksek
olan bankalar daha iyi çeşitlenmiş kredi portföylerini koruyabilmektedirler (Demsetz
vd, 1996).
Asimetrik bilgi ve marka değeri argümanlarının ikisinin de gösterdiği durum,
artan rekabetin portföy riskindeki artışla ve potansiyel istikrarsızlıkla bağlantılı
olduğudur. Bankacılık sektöründe rekabet fenomeni diğer sektörlerdeki kadar hoş
karşılanmamaktadır ve düzenlemeler rekabeti kısıtlayıcı yönde olmaktadır (Kraft,
2006).
Ne var ki, bu düzenlemelere ilişkin bu tutum basit bir nedenle değişmiştir:
bankacılık sektöründeki rekabetin kazandırdığı geniş faydalar. Çünkü mevduat ve
krediler tüm ekonomide büyük bir öneme sahiptir. Ayrıca rekabet yalnızca teklif
edilen fiyatları düzenlemekle kalmaz, bankacılık hizmetlerinin erişilebilirliğini de
arttırır. Bu durumların hepsi ekonomik büyüme ve refah üzerinde anlamlı ve pozitif
bir etki yaratır (Kraft, 2006).
61
Bankacılık sektöründe optimum rekabet yapısının ne olduğu, bankacılık
literatüründe cevap bulunamamış soruların başında gelmektedir. Kesin olan şudur ki,
sektörün yapısı, rekabetin fayda ve maliyetleri arasında denge sağlayacak bir
düzeyde olmalıdır.
62
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABETİN UNSURLARI
3.1. KÜRESELLEŞME VE SERBESTLEŞME
Finans piyasalarının serbestleşmesi, bankaların yurt dışındaki bankalardan
borçlanması, uluslararası piyasalardan özkaynak temin etmesi ve yabancı para
cinsinden nakit akımları üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması (Ribon, Yosha; 1999)
yanında, bankaların uluslararası düzeyde faaliyet göstermeleri ve şube açmaları
demektir. Tüm dünyada finans piyasalarının serbestleşmesi ve bu serbestleşmenin
getirdiği işbirlikleri ve entegrasyonlar, küreselleşmenin kaçınılmaz sonuçları
arasında yer almaktadır. Özellikle Avrupa Birliğinde Euro’nun kabul edilmesi
piyasaları bankacılık için potansiyel olarak genişletirken (Corvoisier ve Gropp,
2002:2155), bilgi ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemeler de, serbestleşen çevrede
piyasa katılımcılarının yeni fırsatlar yaratmalarını temin etmek suretiyle bu süreci
desteklemiştir (Vesala, 1995). Bu gelişmelerin sonucunda bankalar farklı
piyasalardaki kar fırsatlarından yararlanma imkânı bulurken, faaliyette bulundukları
ana ülke piyasalarında da potansiyel rakiplerin giriş tehdidi ile karşı karşıya
kalmaktadırlar.
Tüm firmalar üzerindeki rekabet baskısını arttırmak yoluyla serbestleşme,
etkin olmayan firmaları ya performanslarını geliştirmeye ya da birleşerek veya iflas
ederek sektörün dışına çıkmaya zorlar. Pazar payının daha iyi, daha etkin firmalara
doğru yeniden yapılandırılması ve yeniden dağıtılması, toplu ya da sektörel düzeyde
verimliliğin sağlanmasındaki kilit oyunculardır. Daha iyi ve etkin firmalar
diğerlerinden daha hızlı büyür ve pazar payı kazanır; bu da ortalama performansı
doğrudan yükseltir. Bazı firmalar nispi performanslarını yükseltirlerken, ölçek olarak
da büyürler (Stiroh, Strahan, 2003).
Önceden düzenlenmiş bir sektörün serbestleşmesi, yöneticilerin, sahiplerin ve
iş gücünün oynadığı oyunun kurallarını değiştirmeyi gerektirir. Bu değişikliklerin
tüketiciler için negatif sonuçları olabilir. Örneğin, farklı piyasalar arasında
serbestleşmeyle baş gösteren etkileşim, fiyatların hızlı bir şekilde değişmesine neden
63
olacaktır –buna rağmen, ortalama fiyatın serbestleşme öncesi düzeyin altına inmesi
beklenir. Artan rekabetin serbestleşmeden kaynaklanan bir diğer muhtemel sonucu
belirli hizmetlerin ve hatta bazı firmaların bütünüyle ortadan kalkabileceğidir.
Gerçekten de, firmaların birleşme ya da kapanma yoluyla sektörden çıkışı, pek çok
sektörde serbestleşmenin klasik sonuçlarından olmaktadır. Bu tarz bir çıkışın ne var
ki sektördeki firma sayısında azalmaya yol açması gerekmemektedir. Çünkü yeni
girişler ayrılan firmaların yerini doldurabilmektedir (Kaufman vd, 1984).
Serbestleşmeye doğru atılan adımların net bir sonucu finansal kurumların
öncekine göre daha geniş faaliyet alanlarına girmede serbest olmalarıdır. Gelecekte
kurumların bir veya birkaç hizmette uzmanlaşmalarının veya çok sayıda farklı
hizmeti kapsayan bir çeşitlendirme yapmalarının kapsamının ne olacağının
belirlenmesinde ekonomik güçlerin büyük rol oynamaları beklenmektedir (Kaufman
vd, 1984).
Ülke deneyimleri dikkate alındığında, serbestleşme öncesi fiyat ve ücretler
üzerindeki düzenlemelerin, bankalar arasındaki fiyat yarışlarını baskı altına aldığı
görülmektedir. Bu nedenle rekabet, en açık örnekleri ödemeler ve hesap tutma gibi
ikincil hizmetler olan serbest ve eksik fiyatlanmış hizmetlerle sınırlı idi. Dolayısıyla,
yaşanan bu serbestleşme sürecinin en önemli sonuçlarından biri, bankalar ve diğer
finansal kurumlar arasında gerçekleşen güçlü fiyat yarışlarıdır (Vesala, 1995).
Bankacılığın serbestleşmesi ile ortaya çıkan değişimler, genel hatlarıyla şu
şekildedir (Vesala, 1995):
1- Bankalar üzerindeki, yatırımlarının ve faaliyetlerinin seçimi ile ilgili
kısıtlamalar kaldırılmıştır. Ayrıca, eşit rekabet koşullarının sağlanması
amacıyla, farklı kredi kuruluşları arasındaki yasal ayrım iptal edilmiştir.
2- Bankaların rekabetçi davranışlarına, kredi ve mevduat faizlerinin kontrolü,
hizmet ücretleri ve şubeleşme şeklindeki düzenlemelerle yapılan doğrudan
müdahaleler ortadan kaldırılmıştır.
3- Yerel piyasalardaki serbestleşmeye, yatırımcıların ve bankaların uluslararası
faaliyetleri üzerindeki dışsal kısıtlamaların gevşetilmesi eşlik etmiştir.
Serbestleşme sürecinin sonucu olarak, etkin devlet koruması anlayışı ve giriş
kısıtlaması uygulamaları terk edilmiştir.
64
Canhoto (2004:61) Portekiz bankacılık sektörü için yaptığı analizler
sonucunda, bankacılık piyasalarının serbestleşmesinin rekabeti güçlendirdiğine dair
kanıtlar elde etmiştir. Ribon ve Yosha (1999)’un İsrail için elde ettiği bulgular da,
bankacılık sektöründe yoğunlaşmanın yüksek kalmasına rağmen bankaların piyasa
güçlerini kaybettikleri yönündedir.
Besanko ve Thakor (1992:910), 1981 yılından itibaren ABD’de rekabeti
teşvik etmek üzere finansal piyasaların serbestleşmesi sonucu sektörün yeni girişlere
açılmasının borçlular, tasarruf sahipleri ve bankaların pay sahiplerini nasıl
etkilediğini incelemişlerdir. Çalışmada geliştirilen uzamsal (spatial) modelde,
bankalar birbirlerinden hem kredi hem de mevduat tarafında farklılaşmaktadırlar. Bu
farklılaşma mevduat ve kredi piyasalarında ihtilaf yaratmaktadır ve bu piyasalardaki
dengeyi banka sayısına bağlı hale getirmektedir. Yazarlar, banka sayısının bu
dengenin doğası üzerindeki etkisini incelemişlerdir. Başlıca sonuçlar şu şekildedir:
Rekabetin artması ile birlikte kredi faiz oranları düşmekte, mevduat faiz oranları ise
yükselmektedir. Ayrıca, artan rekabet bankaların pay sahiplerinin daha kötüye,
borçluların ve mudilerin daha iyiye gitmelerine neden olmaktadır. Bu durum,
bankaları konsolidasyona iten ekonomik teşviklerin olduğunu ortaya koymaktadır.
Munzam karşılıkların (reserve requirement) maliyeti bankanın mudilerinden ve pay
sahipleri tarafından taşınmaktadır. Muhtemelen çalışmanın en anlamlı sonucu,
minimum sermaye gereksinimindeki bir artışın borçluların faydasına, mudilerin
zararına olacağıdır. Çalışmadan çıkarılacak genel sonuç, artan rekabetin borçluların
ve tasarruf sahiplerinin yararına olduğudur.
Dışa açıklığın ve rekabetin artması pazar payının kötü bankalardan iyi
bankalara doğru aktarılmasına neden olmaktadır. Düşük kalitedeki bankacılık
piyasalarında rekabet istikrarı olumsuz etkilerken, yüksek kaliteli piyasalarda
güçlendirmektedir (Boot, Marinc, 2006:23). ABD bankacılık sektörünün
muntazaman serbestleştiği 80’ler boyunca banka karlılığı ve pazar payında bunu
izleyen değişim arasındaki korelasyon dikkate değer biçimde güçlenmiştir (bir yılda
gerçekleşen ortalamanın üzerindeki performans, sonraki yıl elde edilen pazar payıyla
anlamlı bir ilişki içerisindedir) (Stiroh, Strahan, 2003).
65
3.2. ULUSLARARASILAŞMA
Uluslararası ticaretteki ve sınır ötesi finansal işlemlerdeki hızlı artışlara
uluslararası bankacılıktaki genişleme eşlik etmiştir. Bu genişlemenin belirleyicisi ise
yabancı banka birleşmelerinin sayısı ve yabancı şubelerin faaliyetlerinin ölçeği
olmuştur (Focarelli, Pozzolo, 2003).
Rekabet ve yabancı girişleri arasındaki ilişkiyi inceleyen ampirik çalışmalar,
bu durumu sonuca bağlamış değillerdir. Benzer şekilde, gelişmekte olan ülkelerde
yabancı girişleri ile finansal istikrar (sistematik risk eğilimi veya bankaların risk alma
davranışları ile ölçülmektedir) arasındaki ilişkiyi test eden birkaç çalışmada karmaşık
sonuçlar elde edilmiştir. Literatürde kullanılan ve karlılık veya net marjlar olarak
bilinen (daha düşük marjlar ya da karlar daha rekabetçi bir çevreye işaret etmektedir)
rekabet ölçüleri önemli uyarılara sahiptir. Özellikle kriz dönemlerinde Latin
Amerika’da yabancı bankaların finansal sıkıntı içindeki yerli bankaları satın alması
şeklinde gerçekleşen yabancı girişleri, düşük karlara ve (yüksek risk primi nedeniyle)
yüksek faiz marjlarına neden olmuştur (Yeyati, Micco, 2007).
3.2.1. Yabancı Girişlerinin Etkileri
Yabancı girişlere açıklık, yarışılabilirliği belirleyen temel unsurlardan biridir.
Yabancı girişleri (diğer girişler gibi) karlılığı azaltabilmesine rağmen, dengeleyici
yararları da olabilir. Yabancı bankaların yol açtığı rekabet, yerli bankalar üzerinde
verimliliğin arttırılması ve hizmetlerin geliştirilmesi konusunda baskı yaratır ve
yabancı uzmanlık hizmetlerinden yararlanmak da yerli bankaların daha etkin
olmasına yardım eder (Claessens, Klingebiel, 2001:22).
Ayrıca, artan yabancı girişleri, daha iyi düzenleme ve denetim, daha geniş
kamuyu aydınlatma politikası ve diğer ilerlemeler yoluyla finansal hizmetlerin
çerçevesinin geliştirilmesine katkıda bulunabilir. Açıklığın aynı zamanda kuralların
güvenilirliğini de arttırması beklenir. Avrupa Birliğine üye olan ülkelerde örneğin,
piyasalarını yabancı aracı kurumlara açarken bir yandan da reform çabalarını
konsolide etmiş ve düzenleyici rejimlerini uyumlu hale getirmişlerdir (Claessens,
Klingebiel, 2001:25).
Genel görünüm, bankalara yabancılar tarafından sahip olunmasının ev sahibi
ülkede rekabeti ve etkinliği arttıracağı (Eisenbeis, Kaufman, 2008; Levine, 2001;
66
Phillips, 1964; Lensik, Hermes, 2004; Demir, Gençtürk, 2006), coğrafi ve sektörel
çeşitliliğin artması yoluyla toplam riskleri azaltacağı ve bankacılık sektörüne
yatırılan sermayenin toplam miktarını arttıracağı şeklindedir (Eisenbeis, Kaufman,
2008).
Yabancı sahipliğin ortaya çıkaracağı faydalara rağmen, şubeleşme ya da bağlı
ortaklıklar yoluyla sınır ötesi bankacılık, finansal istikrarsızlık tehdidi olduğunda bir
dizi önemli politik konu doğurur. Kilit kaygıların merkezinde mevduat sigortası
provizyonları, ihtiyari düzenlemelerin etkinliği, piyasa disiplinin gücü, iflas eden bir
kuruluşun resmi olarak iflas ettiğinin deklare edilmesi ve banka iflaslarının
çözümleme prosedürleri yer alır (Eisenbeis, Kaufman, 2008).
Yabancı bankaların varlığı ilk önce rekabet yoluyla yerli bankaları
maliyetlerini azaltmaya, etkinliklerini yükseltmeye ve finansal hizmet çeşitliliğini
arttırmaya teşvik eder. Yabancı bankaların varlığında yerli bankalar pazar paylarını
sürdürebilmek için hizmet kalitelerini yükseltmek zorunda kalırlar. Ayrıca artan
rekabet faiz marjlarının ve karların düşmesine de yol açabilir (Lensik, Hermes,
2004). Diğer yandan, daha fazla yabancı bankanın varlığı, banka karları ve
bankaların genel yönetim giderleri (overhead costs) ile negatif ilişkilidir. Yabancı
bankalar rekabeti şiddetlendirir ve ulusal bankacılık piyasalarını daha etkin hale
getirir. Artan yabancı girişi, yerli bankaları aşırı genel yönetim giderlerini kısmaya
ve daha düşük karları kabul etmeye zorlar. Kısacası, daha fazla yabancı girişine izin
vermek, yerli bankacılık sisteminin etkinliğini arttırır ve ardından daha iyi bankalar
verimliliğin artışını hızlandırarak ekonomik gelişmeyi teşvik eder (Levine, 2001).
Bunların yanı sıra, yabancı girişi pozitif bir spill-over17 etkisi yaratabilir.
Yabancı bankaların yeni finansal ürünler tanıtmasıyla yerli bankalar da bu tür ürünler
geliştirmek zorunda kalırlar ki sonuçta yerli finansal sistemde finansal aracılığın
etkinliği yükselir. Ayrıca yabancı bankalar yerli bankalar için yeni ve daha modern
ve etkin bankacılık teknikleri tanıtabilir ve bu teknikler yerli bankalar tarafından
kopya edilebilir. Bunların yanında yabancı bankalar özellikle yabancı banka yerli
17 Spillover effect: Yayılma etkisi olarak adlandırılabilen bu durum, bir ekonomide doğrudan doğruya yer almayan bir faaliyet ya da sürecin, o ekonominin bütünü üzerinde yarattığı dışsallıklar olarak tanımlanmaktadır (Wikipwdia). Bu çalışmada yabancı bankaların ulusal bankacılık sektörü üzerindeki etkileri bağlamında kullanılmıştır. Yabancı bankaların, bankacılık sektöründe etkinliği, yeniliği, karlılığı, istikrarı ya da istikrarsızlığı bütünüyle etkilemesi, “yayılma etkisi”nin bir sonucudur.
67
bankanın yönetiminde doğrudan yer alıyorsa (örneğin joint-venture veya devralma
şeklinde) yerli bankaların yönetim kabiliyetlerini geliştirmelerine de yardım edebilir.
Yabancı bankaların girişi yerli bankacılık sektöründe denetleme ve düzenleme
fonksiyonlarının gelişmesine katkıda bulunur. Çünkü yabancı bankalar girdikleri
ülkede daha gelişmiş düzenleme ve denetleme sistemleri talep ederler. Ayrıca
yabancı bankalar yerli finans sektörü üzerindeki devlet etkisini de azaltır (Lensik,
Hermes, 2004).
Sektöre giriş en etkili rolünü, uzun vadeli arz üzerindeki etkisi nedeniyle,
kaynakların etkin dağılımında oynamaktadır. Yerel piyasalara yeni bir banka
girdiğinde arz artar ve bu da fiyatların aşağı doğru baskılanmasına neden olur (eğer
yeni gelen banka da piyasadaki mevcut anti-rekabetçi düzene uymazsa). Ekonominin
tümü için, daha fazla banka diğer sektörlerde olduğu gibi daha fazla arz anlamına
gelmemektedir. Eğer banka sayısı artarsa ve banka kredilerinin arzı sabitse, ortalama
banka büyüklüğü azalır ve ölçek ekonomilerinin var olduğu varsayılırsa, sistem en
etkin kaynak dağılımından uzaklaşır. Çıkışa zorlama, elbette düzenleme ve
denetlemelerin, giriş kısıtlamaları da dahil, kesinlikle önlemek üzere
şekillendirildikleri durumdur (Phillips, 1964).
Levine (1996) yabancı bankaların sektördeki etkilerini şöyle özetlemektedir:
yabancı bankalar i) yerel finansal piyasalarda finansal hizmetlerin niteliğini ve
erişilebilirliğini bankalar arasındaki rekabeti arttırarak ve daha modern bankacılık
yetenek ve tekniklerinin uygulanmasını sağlayarak geliştirirler, ii) bankacılıkta
denetim ve yasal çerçevenin temelini teşkil eden unsurların gelişimini teşvik ederler,
iii) bir ülkenin uluslar arası sermayeye ulaşmasını kolaylaştırırlar.
Ampirik çalışmalarda ülkelerin çoğunda yabancı sahipliğindeki bankaların
artmasının yerel bankaların karlılıklarının ve marjlarının azalmasına yol açtığı ifade
edilmektedir. Dahası, yabancı banka girişlerinin müşterilerin refah seviyelerini de
yükselttiği gözlenmektedir. Bu sonuç, yabancı banka girişlerinin kısıtlanması ile
bankaların net faiz marjlarının arttığını ortaya koyan kanıtlarla da desteklenmektedir.
Yabancı bankaların girişi ayrıca hizmet kalitesini yükseltmekte ve yenilikleri
hızlandırmaktadır. Ne var ki, bilgi duyarlılığı yüksek olan alanlarda (örn. küçük
işletmelere borç verilmesi) ve eğer yerel uygulamalar informal mekanizmalara
68
dayanıyorsa, yabancı bankalar yerel aracılarla etkin rekabette daha büyük zorluklarla
karşı karşıya kalabilirler. Finansal istikrar açısından bakıldığında, yabancı bankaların
girişi, yerli olmayan aracıların daha iyi çeşitlendirilmiş portföylerinin olması ve
böylece yerel çöküntülerden daha az etkilenmeleri şartıyla bankacılık sektörünün
ekonomik krizler karşısında esnekliğini geliştirebilir (EU Banking Structures Raport,
2006).
Lensik ve Hermes (2004) yabancı banka girişinin yerli bankaların davranışları
üzerindeki kısa vadeli etkilerini ampirik olarak incelemişlerdir. Bulgular, ekonomik
gelişmenin düşük olduğu bankacılık piyasalarında yabancı bankaların girişinin artan
maliyetler ve marjlarla ilişkili olduğu, gelişmiş ülkelerde ise böyle bir ilişkinin
olmadığı ya da negatif olduğu şeklindedir.
Claessens ve diğerleri (2001:906), 80 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede
yabancı banka varlığının yerli bankacılık piyasaları üzerindeki etkilerini
incelemişlerdir. Elde edilen bulgular, yabancı banka katılımının yerli bankaların
karlılığını düşürdüğü, belirli durumlarda da faiz dışı gelirleri ile genel yönetim
giderlerini azalttığını ortaya koymaktadır. Diğer değişkenler sabitken, yüksek karlılık
düşük rekabeti ve yüksek genel yönetim giderleri düşük etkinliği ifade edeceğinden,
yazarlar elde ettikleri bulguları, yabancı banka girişinin girdikleri piyasalarda
etkinliği arttırdığı şeklinde yorumlamaktadırlar.
Amel ve Liang (1997:77), piyasaya yeni girişler üzerinde yüksek karların,
piyasa büyüklüğünün ve piyasa büyümesinin etkili olduğunu savunmaktadırlar.
Ayrıca yazarlar, piyasaya girişlerin fiyatlama konusunda piyasa gücünü de azalttığını
belirtmektedirler.
Gelos ve Roldos (2002), yabancı banka rekabetinin, rekabet yoğunluğunda
konsolidasyondan kaynaklanan bir azalmayı hafifleteceği görüşünü
desteklemektedirler.
Boot ve Marinc (2006), yabancı girişlerin sektör üzerindeki etkisini belirleyen
kilit unsurun, yerel piyasaların niteliği olduğunu öne sürmektedir. Zayıf bankacılık
sistemlerinde yabancı giriş tehdidi yerel kurumlar arasındaki birleşmeleri arttırır,
fakat yüksek nitelikli bankacılık sistemlerinde arttırmaz. Ayrıca, düşük nitelikli yerel
bankaların yabancı bankalarla rekabeti yerel piyasalarda önemli istikrarsızlıklara
69
neden olabilir. Pazar payında düşüş bekleyen zayıf bir yerel banka kontrol
yatırımlarını kesecek ve riskliliğini yükseltecektir. Bu durum, eğer yabancı bankalar
piyasaya yerel kuruluşları devralarak giriyorsa gerçekleşmez. Bu türden devralmalar
kontrollerin azalmasına neden olmaz çünkü yeni giren (birleşme yoluyla) firmanın
pazar payı risk altında değildir (Boot, Marinc, 2006:24).
3.2.2. Gelişmekte Olan Ülkelerde Yabancı Bankalar
Yabancı bankaların varlığındaki artış çoğunlukla, zaten yüksek olan ya da
giderek artan yoğunlaşma düzeylerinin olduğu ülkelerde görülmektedir. Gelişmekte
olan ülkelerde yabancı bankaların varlığındaki artış ile yüksek yoğunlaşma
seviyeleri, bazıları birbiriyle ilgili bir dizi faktörün sonucudur. Artan yabancı banka
katılımı, son yıllarda gelişmekte olan ülkelerde deneyimlenen daha geniş finansal
serbestleşme ve uluslararası entegrasyon sürecinin bir boyutudur. Ne var ki
çoğunlukla krizlerin yarattığı zorunluluktan doğan yabancı girişleri, yerli finansal
sistemin sermaye yapısının düzeltilmesinin maliyetini düşürmek için yerel bankacılık
otoriteleri tarafından teşvik edilmiştir. Yüksek yoğunlaşma seviyeleri aynı zamanda
kısmen, krizleri takiben gerçekleşen birleşme, devralma ve kapanmaların sonucudur.
Dahası, yabancı banka girişi, bazı durumlarda yoğunlaşmaya neden olmaktadır. Pek
çok ülkede, yabancı bankalar asıl olarak, mevcut ulusal bankaları devralarak sisteme
girmektedirler. Ayrıca, bazı ülkelerde gözlenen ulusal banka konsolidasyonu ve
yoğunlaşması yabancı bankalarla rekabete cevap olarak ortaya çıkmaktadır (Peria,
Mody, 2004).
Yükselen piyasalardaki yabancı banka varlığı uzun zamandır incelenen bir
konudur. Yükselen piyasaların bankacılık sistemlerinde yabancı katılımı teşvik
etmek amacıyla sürdürülen geleneksel argümanlar yabancı banka varlığının en iyi
uygulamaları tanıtma, kredi analizlerini ve diğer süreçleri geliştirme, yatırımların
dağılımsal etkinliğini arttırma, rekabeti teşvik etme ve bankacılık reformlarının
hızlandırılması konularında etkin olduğunu öne sürmektedir. Diğer yandan yükselen
piyasalardaki politika yapıcılar kendi finans piyasalarını yabancı rekabetine açmakta
ne kadar hızlı davranacaklarını belirlemede zorluklar yaşamaktadırlar. Bankacılık
sisteminin egemenliğin içsel bir parçası olduğu şeklindeki milliyetçi anlayışlarla,
yerli grupların finansal hizmetlere erişimlerinin zorlaşması şeklindeki korkular ve
70
yerli bankacılık sistemi global bankalar tarafından ele geçirildiğinde ülkenin gelişim
sürecinde kontrolünü yitireceğine dair kaygılar, politika yapıcıların yüzleşmesi
gereken konulardır (Pomerleano, Vojta, 2001).
Yabancı banka girişi ve banka yoğunlaşması gelişmekte olan ülkelerin
bankacılık sektörlerini pek çok boyutta etkileyebilmektedir. Peria ve Mody (2004),
yabancı bankaların katılımının ve yoğunlaşmanın 1990’ların sonları boyunca banka
marjları üzerindeki etkisini incelemişlerdir. Arjantin, Şili, Kolombiya, Meksika ve
Peru’da banka düzeyinde veriler ile yapılan analizler sonucu elde edilen bulgular şu
şekildedir: Yabancı bankalar daha düşük marjlar uygulayabilmektedir ve yerel
bankalara göre maliyetleri daha düşüktür. Ayrıca, yerli bankaları devralan yabancı
bankalar, bir miktar piyasa bölümlenmesi veya pazar payı elde etmek için uygulanan
fiyatlama stratejilerindeki farklılıkları ortaya koyarak, faaliyetleri yeniden
oluşturan/sıfırdan sektöre giren bankalardan daha yüksek marjlara sahiptir. Ne var ki,
marjlar üzerindeki doğrudan yayılma etkisine dair (spillover effect) tutarlı bir kanıt
bulunamamıştır. Bunun yerine, yabancı katılımının düzeyi (kredilerin payı ile
hesaplanan), maliyetler üzerindeki etkisi nedeniyle marjları etkiler gibi
görünmektedir. Yabancı bankaların payı arttıkça, sektör genelinde maliyetler
azalmaktadır. Diğer taraftan, bankacılık sisteminde yoğunlaşma derecesi hem marjlar
hem de maliyetler üzerine pozitif ve iktisadi olarak anlamlı bir etkiye sahiptir.
Yükselen piyasalarda yabancı sahipliğinin genellikle tüm bankaların
sağlamlığını arttıracağı düşünülür. Özellikle yabancı banka iyi düzenlenmiş bir
finansal sisteme aitse ve kendisi de sağlıklıysa. Böyle ana bankaların bilanço gücünü
destekleyecek şekilde sermaye ve likiditeye daha fazla erişeceği ve risk yönetimi ve
içsel kontrolleri arttıracak yetenek ve teknolojileri yerli bankalara transfer etmeleri
beklenir. Yabancı bankaların varlığı yükselen piyasaların finansal sistemlerini
muhasebe denetimi, muhasebe, kamuyu aydınlatma ve denetim standartlarını
yükseltmeye teşvik eder (Crystal ve diğerleri, 2002:1).
Crystal ve diğerleri (2002:5), Latin Amerika’daki yerli ve yabancı bankaların
1995–2000 yılları arasındaki verilerini kapsayan çalışmalarında yerli ve yabancı
bankaların finansal gücünü ve performansı arasında anlamlı bir fark olmadığını
ortaya koymuşlardır. Bunun anlamı yerli ve yabancı bankaların yerel bankacılık
71
piyasalarında etkin olarak rekabet edebildikleridir. Bu benzerliğe rağmen yerli ve
yabancı bankalar arasında önemli davranışsal farklılıklar görülmektedir.
Gelişmekte olan ekonomiler için yabancı girişlerinin etkinlik üzerindeki
olumlu etkileri açıktır fakat bu girişler sağlanan hizmet dizisi ve bankacılık
sektörünün istikrarı için bazı riskler getirebilir. Elde edilen kanıtlar yabancı
bankaların kendi yerli müşterilerini yurt dışında da takip etmekten daha fazlasını
yaptıklarını ortaya koymaktadır. Yabancı bankalar gelişmekte olan ülkelerdeki yerel
borç verme fırsatlarını, gelişmiş ülkelerdekinden de fazla kovalamaktadırlar. Tüm
sektörlere bilinçli bir şekilde eşit olarak girmedikleri halde, kanıtlar yerli bankalar
üzerinde yeterince büyük rekabet baskısı yarattıklarını ortaya koymaktadır. Bu
rekabet baskısı hem fiyatlara hem de hizmetlere yansıyarak müşterilerin lehine bir
durum yaratmaktadır. Finansal krizler süresince gelişmekte olan ülkelerdeki
varlıklarını düşürdükleri takdirde istikrarsızlığı arttırmakla birlikte, Asya ve Latin
Amerika’dan elde edilen kanıtlar yabancı bankaların son kriz dönemlerinde yerli
bankalara göre kredileri genişletme olasılıklarının daha yüksek olduğunu
göstermiştir. Bunun yanında yabancı girişlerinin bu bankaların kendi ülkelerinde ya
da faaliyette bulundukları gelişmekte olan ekonomilerde ekonomik dalgalanmalara
da neden olabileceği şeklinde kaygılar vardır (Clarke vd, 2003).
Yeyati ve Micco (2007), sekiz Latin Amerika ülkesine ait kapsamlı
bankacılık verileri ile Panzar-Rosse modelini kullanarak bankacılık sektörünün
rekabet yapısını incelemişler ve bu yapının yoğunlaşma ve yabancı girişleri ile
ilişkisini test etmişlerdir. Elde edilen bulgular, yoğunlaşmanın sektörde rekabeti
düşürdüğüne dair bir kanıt sağlamazken, yabancı girişlerinin daha az rekabetçi bir
çevre yarattığını ve yabancı girişleri ile banka karları arasında pozitif bir ilişkinin
bulunduğunu göstermiştir. Çalışmada ayrıca, rekabet, yoğunlaşma ve
uluslararasılaşmanın finansal istikrarı nasıl etkilediği incelenmiş, yabancı girişlerinin
rekabet ve risk üzerindeki etkileri araştırılarak, rekabet derecesindeki değişmelere
bağlı olarak tanımlanan risk etkisinin yabancı girişleri ile teşvik edildiği
bulunmuştur. Yoğunlaşmanın bankaların borç ödeyememe riski ile arasında bir ilişki
bulunamazken, ödeyememe riskinin rekabetle pozitif ilişkili olduğu ve bu kanalla
yabancı girişleri ile negatif ilişkili olduğu ortaya konmuştur.
72
Yükselen piyasalarda yabancı banka katılımını özendiren, bankacılık
sistemindeki yeni eğilimlerden kaynaklanan faktörler de vardır. Sektördeki
konsolidasyon eğilimi artmaktadır ve küresel ekonomi reel ve finansal anlamda artan
bir biçimde birbirine bağlantılı hale gelmektedir. Küçük sayıdaki çok büyük
bankacılık kuruluşu sınır ötesi faaliyetlerde rekabetçi arenada baskın rol
oynamaktadır. Yükselen (ve pek çok diğer) piyasalardaki yerli bankalar ise rekabetçi
küresel networkler kurmak için yeterli kaynağa sahip değillerdir. Bu nedenle de
küresel bankalarla anlaşmalar yaparak pek çok alanda kendi müşterilerine küresel
hizmetler sağlamaya çalışmaktadırlar (Pomerleano, Vojta, 2001).
Bir diğer önemli eğilim ise, yerel sermaye piyasalarının gelişmesidir. Yerel
piyasaların gelişmesi, şubeler, joint ventureler ve diğer işbirlikleri şeklinde yabancı
uzmanlığının ithal edilmesini gerektirir (Pomerleano, Vojta, 2001).
Son yıllarda gelişmekte olan ülkelere yoğun bir yabancı banka akını
gözlenmiştir ve bu eğilim devam edecek gibi görünmektedir. Fakat yabancı
bankaların gelişmekte olan ülkelere getireceği fayda ve riskler, yapılan çalışmaların
yetersizliği nedeniyle tam olarak bilinememektedir. Gelişmiş ülkeler üzerine yapılan
çalışmaların sonuçlarının gelişmekte olan ülkeler için aynı şekilde yorumlanması ise
uygun olmamaktadır. Örneğin, çalışmaların çoğunda yerli bankalar yabancı
rakiplerinden daha etkin bulunmaktadır ve bu sonuç gelecekte sınır ötesi
konsolidasyonun sınırlanacağı şeklinde yorumlanmaktadır. Fakat gelişmekte olan
ülkeler için elde edilen bulgular, yabancı bankaların yerli bankalardan daha iyi
performans gösterdiğini ortaya koymuştur. Bu sonuç gelişmekte olan ülkelerde, yerli
bankaların yabancılara satılması veya sınır ötesi konsolidasyon yoluyla, etkinlik
arttırıcı bir yeniden yapılandırma olasılığına işaret etmektedir (Clarke ve diğerleri,
2003).
3.2.3. Yerli ve Yabancı Bankaların Rekabet Stratejileri
Yabancı banka girişleri iki şekilde gerçekleşmektedir: şube ve yan kuruluşlar
yoluyla veya mevcut bir kuruluşu satın almak yoluyla. Citibank, JP Morgan Chase ve
Deutsche Bank gibi bankalar ilk stratejiyi izlemekte ve yeni bir piyasada organik
olarak büyümektedirler. ABN AMRO, Commerzbank, HSBC ve Banco Stander ise
mevcut kuruluşları satın alma yoluna gitmektedirler. Her iki stratejinin de avantaj ve
73
dezavantajları bulunmaktadır. Organik büyüme zaman almakta ve yerel piyasa
koşullarına yabancı olmakla ilgili riskler içermektedir. Mevcut bir kuruluşun azınlık
ya da çoğunluk paylarını almak ise içsel yeniden yapılandırmayı ve personelin ve
faaliyet süreçlerinin transferini gerektirmektedir (Pomerleano, Vojta, 2001). Ayrıca,
Latin Amerika’da bankacılık sektörü konsolidasyonu büyük ölçüde yerli bankaların
daha büyük yabancı kurumlar tarafından devralınmasıyla ortaya çıkmıştır. Finansal
sıkıntı olayı ile altı çizilen bu süreç, kısmen yabancı bankaların finansal şoklar
karşısındaki hissedilen kırılganlığının daha az olması ile ilişkilidir (Yeyati, Micco,
2007). Yabancı banka katılımı ve özel sektör borçlanmasına ilişkin veriler yabancı
bankaların istikrar sağlayıcı etkisini savunan hipotezleri desteklemektedir (Clarke ve
diğerleri, 2003).
Yerli bankalar tarafından izlenen stratejiler ticari, perakende ve KOBİ
sektörlerindeki yerel avantajlarının ve yabancı bankalar tarafından uygulanan rekabet
baskısının yansıması şeklinde gerçekleşir. Yabancı bankaların girişi yerli piyasalarda
teknoloji ve süreç transferi meydana getirir. Varlıkları yerli bankaları hizmetlerini
iyileştirmeye iter ve banka müşterilerini de daha iyi ürün ve hizmetler talep etmeye
teşvik eder. Yerli bankalar kendi ürünlerini, hizmetlerini, kredi ölçümlerini,
karşılıklarını ve yönetim yöntemlerini giderek yabancı bankalarınkiyle uyumlu hale
getirmektedirler. Bu hızlı transferlerin yanında yerli piyasalar da pazarlama, halkla
ilişkiler, muhasebe ve hukuk gibi ilişkili hizmetlerin transferine maruz kalmaktadır.
Bu transferler ülkelerin finansal ve diğer hizmetlerinin sofistikasyonunu
arttırmaktadır. Yerli bankaların stratejilerinin ikinci bir örneği, yabancı bankaların
zor ve maliyetli buldukları birincil müşterilere toptan borç verme faaliyetidir. Yerli
bankalar kurumsal müşterilerine uluslar arası ve ulusal hizmetler sağlamaya
odaklanmaktadır. Yerli kaynaklar aynı zamanda perakende ve KOBİ hizmetlerine
aktarılmaktadır (Pomerleano, Vojta, 2001).
Geleneksel finansal aracılık teorileri, bankaların borç verme faaliyetlerinin
merkezinde bilgi asimetrisinin yer aldığını ileri sürmektedir. Muhtemel borçlular
kendi borç geri ödeme kabiliyetleri hakkında borç verenlerden daha fazla bilgiye
sahiptirler. Dolayısıyla bankalar nitelikli girişimcileri seçmek ve düşük nitelikliler
arasında iflas riskini düşürmek amacıyla borçluları izlerler. İlişkisel borç vermeye
(relationship lending) ilişkin güncel literatür ise tekrarlanan etkileşimin banka ve
74
borçlu arasındaki bu türden bilgi asimetrilerini azaltacağını öne sürmektedir. Bu
görüşe göre, bankalar borç verme ilişkisi boyunca borçlunun borcunu geri ödeme
konusundaki tutumu hakkında fikir edinir. Sonuç olarak ilişkiler yerli bankaların
yabancılar karşısındaki rekabet avantajının birincil kaynağını teşkil eder. Bu da kredi
piyasalarında rekabeti bozar; yerli bankanın kendi müşterileri hakkındaki bilgi
üstünlüğü rakip bir bankanın daha düşük faizle kredi sunma yeteneğini azaltır
(Sengupta, 2006).
Mevcut bankalarla rekabet edebilmek için yabancı bankalar daha düşük faiz
marjı uygulamakta ve potansiyel olarak finansal aracılığı beslemektedir. Yeni
kurulan bankalar özellikle düşük marjlarla faaliyet göstermektedir. Ne var ki, bu tarz
girişlerin refah üzerindeki etkisi net değildir. İkinci olarak, daha fazla yabancı varlığı
marjlarda genel bir düşüşe yol açmamaktadır, fakat faaliyetlerin maliyetini düşürmek
yoluyla aracılığı etkiler görünmektedir. Daha geniş çaplı yabancı banka varlığı
bankacılık sistemi genelinde maliyetlerin düşürülmesine yardım eder. Muhtemelen
yerli bankaları kendi müşteri tabanına el uzatmakla tehdit eden potansiyel rekabet,
banka müşterilerinin faydasına olacak şekilde maliyet azaltımı baskısı yaratır.
Böylece, yabancı girişlerinin uzun vadeli yararları bankacılık sisteminin maliyet
yapısının düşürülmesinden ileri gelir (Peria, Mody, 2004).
Yabancı bankalar daha fazla varlık kalitesini sürdürme eğiliminde olmuş ve
mevduat finansmanına daha az dayanmışlardır. Ayrıca yabancı bankalar özel yerli
bankalara, yerel ekonomik sıkıntı dönemlerinde bile daha güçlü kredi büyümesi
göstermişlerdir. Yabancı bankalar kötü kredilere karşı daha agresif hazırlanmışlardır
ve daha etkin oldukları söylenebilir çünkü zayıf kredileri daha erken fark
edebilmekte ve kaynaklarını yeniden dağıtmada daha hızlı olabilmektedirler.
Yabancı bankalar daha düşük karlılık profili çizmekle birlikte yerli bankalara göre
daha yüksek riske dayalı sermaye oranını sürdürebilmektedirler. Uzun vadeli
kurumsal gücü temin etmek amacıyla yakın zamanda daha düşük kredileri tolere
etme veya katlanma isteğindedirler (Crystal vd, 2002:5).
Yabancı banka katılımı ile doğrudan yabancı yatırımları arasındaki ilişki
incelendiğinde yabancı bankaların yurt dışındaki müşterilerini takip ettikleri
görülmektedir. Ne var ki bu etki gelişmekte olan ülkeler için aynı değildir. Yabancı
75
banka katılımını etkileyen unsurlar arasında yerel piyasa fırsatları da önemli bir rol
oynamaktadır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarından kişi başına daha yüksek
pay alan ülkeler arasında yabancı bankalar, gelişmemiş bankacılık sektörlerinde
varlıkların yüzde 44’ünü tutarken, nispeten gelişmiş ülkelerde yalnızca yüzde 18’ini
tutmaktadırlar (Clarke vd, 2003).
Yapılan çalışmalar yabancı bankaların yerli bankalar üzerinde rekabet baskısı
oluşturduğunu ortaya koymuştur. Bu durum yerli bankaları maliyetlerini azaltmaya
zorlamakta ve bazı durumlarda da karlılıklarını azaltmaktadır. Ayrıca, yabancı
bankalar tüm piyasa segmentlerine farklı oranlarda girdiklerinden, yerli bankalar
üzerindeki rekabet baskıları da farklı derecelerde gerçekleşir. Özellikle ABD gibi
gelişmiş, güçlü yerli bankaların yer aldığı piyasalarda yabancı bankalar, yabancı bir
bankada iş yapmanın getirdiği yüksek maliyetten ötürü kendilerini rekabette avantajlı
görmeyebilirler. Böyle ülkelerde yabancı bankalar çoğunluklu toptancı bankacılık
alanlarında fiyat rekabeti içerisinde bulunurlar (Clarke vd, 2003).
Bilgi teknolojilerinde ve telekomünikasyonda son yıllarda ortaya çıkan
ilerlemeler bankacılık hizmetlerinin tüm dünyaya satılmasını mümkün kılmasına
rağmen, kişisel ilişkiler pek çok geleneksel bankacılık faaliyeti için temel olarak
kalmıştır. Bu nedenle yabancı bir ülkede anlamlı bir pazar payı elde etmek isteyen
bankalar, daha önce kurulmuş bir bankanın özsermaye paylarını satın almayı daha
karlı bulmaktadırlar. Yabancı bir banka bankacılık faaliyetlerinin organizasyonu
anlamında rekabet üstünlüğüne sahip olabildiği halde yeni bir pazarda yerli
müşterilerle yeni ilişkiler kurmak konusunda daha iyi bir durumda olması mümkün
değildir (Focarelli, Pozzolo, 2003).
Yabancı bankalara rekabet avantajı sağlayan, yerli bankaların ise aynı
başarıyla sunamadığı ürünler, kur faaliyetleri, türev ticari faaliyetler, sınır ötesi
menkul kıymet aracılığı, birleşme ve devralmalar, ticaretin finansmanı, döviz, nakit
yönetimi, global emanet ve yatırım hizmetleridir. Yerel bankalar ise genellikle yerel
yetenekler gerektiren özellikle fon temini ve know-how gibi ürünlerde rekabet
üstünlüğüne sahiptirler (Pomerleano, Vojta, 2001).
76
3.3. KONSOLİDASYON VE YOĞUNLAŞMA
Finansal hizmetler sektörü son yıllarda, bilgi teknolojilerindeki ilerlemeler,
serbestleşme ve küreselleşmenin sonucu olarak dramatik değişimlere sahne olmuş
(Gelos, Roldos, 2002), bankacılık sektörünün içinde bulunduğu rekabet ve etkinlik
arayışı, bankaların ve finansal kurumların, faaliyetlerini farklı coğrafi bölgelere
dağıtarak genişlemelerine etkide bulunmuştur. Bu durum hem yurt içi hem de yurt
dışında şube ağlarının genişlemesi, finansal toplulukların bankaları ve sektör
dışındaki firmaları satın alması veya birleşmesi ile sonuçlanmıştır. Bu eğilimin en
önemli nedeni dünyada artan ve giderek sertleşen rekabet ortamında başarılı
olabilmek için bankaların artık kendilerini büyük olmak zorunda hissetmelerinden
kaynaklanmaktadır (Şahözkan, 2003:47).
Konsolidasyon hem aynı iş kolları içerisinde hem de farklı iş kolları arasında
meydana gelmekte, bu da ticari bankacılık, yatırım bankacılığı, sigorta ve emeklilik
fonu hizmetlerini bir arada sunan büyük finans şirketleri ile sonuçlanmaktadır.
Konsolidasyon sıklıkla etkinlik ve ölçek ekonomileri argümanları ile tartışılırken,
konsolidasyon süreci ve sonucunda ortaya çıkan büyük finans şirketleri istikrar
kaygılarını gündeme getirmektedir. Özellikle, bu kurumların büyüklüğü ve
karmaşıklığı, hem piyasaların hem de otoritelerin uygun düzenleme ve denetleme
yapma kabiliyetlerini zayıflatmaktadır (Beck, 2008:2). Bankacılıkta süregelen
konsolidasyon dalgası, artan yoğunlaşma ile birlikte rekabetin azalabileceği
ihtimalini yükseltmiştir (Corvoisier ve Gropp, 2002:2155) ve politika yapıcıların
dikkatini bu durumun potansiyel ekonomik sonuçlarına odaklandırmıştır.
3.3.1. Konsolidasyona Yol Açan Faktörler
Düzenlemelerdeki ve teknolojilerdeki değişimlere cevap olarak finansal
kurumlar, coğrafi erişimlerini ve sundukları ürün dizisini arttırarak yeni müşterilere
ulaşmaya ve etkinliklerini arttırmaya yönelmişlerdir. Pazar paylarını arttırarak düşen
marjları koruma ve yeni müşterilere ulaşma arzuları, finansal kurumlara hızla
büyüme ve yeni ürün ve piyasa bilgilerine ulaşma olanağı sağlayan birleşme ve
devralma yoluyla gerçekleşmiştir (Amel vd, 2003:2).
Kwan (2004) büyük banka birleşmelerinin arkasında yer alan dört temel
güçten söz etmektedir:
77
1- Ölçek Ekonomileri: Ölçek ekonomileri, üretim hacmi ile çıktı başına ortalama
üretim maliyetleri arasındaki ilişki olarak değerlendirilir. Yüksek hacimde
çıktı üreten bir firma, yönetim ve tanıtım harcamaları gibi bazı maliyetlerin
sabit olmasından dolayı üretiminin birim maliyetlerinin azaldığını görecektir.
Ne var ki, iş büyüdükçe maliyetlerin arttığı durumlar (diseconomies of scale)
da söz konusu olabilir. Ortalama üretim maliyeti, belirli bir üretim hacmi
aşıldıktan sonra yükselmeye başlayabilir. Çünkü çok büyük bir firmayı
yönetmek yüksek maliyet doğurabilir. Bu maliyetler kurumsal yönetim
sorunlarından, koordinasyon ve uygulama zorluklarından ve değişen
piyasalara hızlı cevap verme esnekliğinin kaybedilmesinden doğabilir.
2- Kapsam Ekonomileri: Kapsam ekonomileri, iki tamamlayıcı ürünün ortak
maliyetlerinin bu iki ürünü ayrı ayrı üretirken oluşacak toplam maliyetten
daha düşük olduğu durumları ifade eder. Bu durum, söz konusu iki ürünün
sermaye ve işgücünü de kapsayan ortak girdiler ile üretilmesi halinde
oluşabilir.
3- Potansiyel Risk Çeşitlendirmesi: Coğrafi genişleme bankaya yalnızca
varlıklar tarafında portföy riskinin düşürülmesi şeklinde değil aynı zamanda
yükümlülükler tarafından fon maliyetlerini düşürerek de fayda sağlar. Bunun
yanında ürün genişlemesi de – özellikle banka ve menkul kıymet faaliyetleri
arasında- faydalı çeşitlendirmeler yaratabilir. Böylece büyük bankaların
ekonomik şoklara karşı daha dayanıklı olduğu, sermaye maliyetini
düşürebildiği ve yalnızca üretim sürecinden gelen ölçek ve kapsam
ekonomilerinin faydalarını birleştirdiği söylenebilir.
4- Yöneticilerin Kişisel Eğilimleri: Bu, yöneticinin daha büyük bir şirkete
ulaşma ve kendi refahını arttırma arzularını kapsar.
Bunların yanında rekabet disiplini de banka birleşmelerinin motivasyonunda
önemli bir role sahiptir. Banka birleşmeleri bu açıdan, müşteri taleplerini
karşılamaya odaklı finansal hizmet menülerinin hazırlanmasına yönelik yapılanmalar
olarak düşünülebilir (Şahözkan, 2003:65).
Akar ve Çiçek (2007), bir sektörde firmaları birleşmeye yönelten süreci şu
şekilde özetlemektedir: Firmanın üretim araçlarına daha fazla yatırım yapması firma
78
açısından bir maliyet unsuru olmasına karşın, ölçek ekonomisinden faydalanarak
diğer kapitalistler karşısında maliyet avantajı elde edebilmesini ve uzun dönemde
rekabet açısından görece daha güçlü bir konuma gelebilmesini sağlamaktadır. Üretim
sürecinde ortaya çıkan bu farklılaşmanın artan rekabet koşullarına bağlı olarak
fiyatlara yansıması sektörde bazı üreticilerin rekabet açısından zorlanmasına, kar
oranlarında bir düşüşün ortaya çıkmasına, bu düşüşü engellemek için daha fazla risk
üstlenilmesine ve bunun sonucunda bazı firmaların zarar etmesine neden olmaktadır.
Kar oranlarındaki azalış veya zarar durumu bir dönem sonra rekabet kuralı gereği
bazı firmaların piyasadan elenmesine neden olmaktadır. Kar oranı azalan veya zarar
eden üreticilerin piyasadan elenmesi durumunda firmanın sahip olduğu fiziksel
sermaye yok olmamaktadır. Firmanın elindeki mevcut sermaye birikimi sektörde geri
kalan firmalar arasında rekabet koşullarına ve yasal düzenlemelere göre
paylaşılmakta, bu noktada merkezileşme eğilimi hız kazanmış olmaktadır. Burada
üreticiler arasındaki ilişki biçiminde eşitsiz bir bölüşüm mekanizması devreye
girmektedir. Bu mekanizmada ya piyasada sermaye bakımından güçlü olan bir üretici
kar oranı düşen veya zarar eden firmanın mevcut sermayesini satın almakta veya bu
firmayı küçük ortak olarak bünyesine katmakta ya da piyasadaki gücü zayıflayan iki
firma güç birliğine gitmektedir (Akar, Çiçek, 2007:170).
Konsolidasyon sürecini yürüten güçler hem gelişmiş, hem de yükselen
piyasalarda benzerdir; fakat ikincinin bazı ayırt edici özellikleri vardır. İlk olarak,
sınır ötesi birleşme ve devralmalar gelişmiş piyasalarda istisna iken, yükselen
piyasalarda konsolidasyon faaliyetinin önemli bir payını oluşturmaktadır. İkinci
olarak, gelişmiş piyasalarda konsolidasyon, aşırı kapasitenin iflastan (diğer bir
değişle çıkış) daha etkin bir şekilde elimine edilmesine hizmet ederken, yükselen
piyasalarda konsolidasyon sıklıkla finansal krizlerden ileri gelen problemlerle
mücadele etmenin bir yolu olmaktadır (Gelos, Roldos, 2002).
Gelişmiş piyasalarda konsolidasyonu teşvik eden başlıca güçler –çoğunlukla
küreselleşme, bilgi teknolojilerindeki ilerlemeler ve serbestleşme- ve ondan
caydıranlar –bilgi ve şeffaflık eksikliği, düzenleyici çerçevede ülkeler arası
farklılıklar, sahiplik yapıları ve kültür- yükselen piyasalarda da işlemektedir. Ne var
ki bu faktörlerin nispi önemi ülkeler arasında farklılık göstermektedir (Gelos,
Roldos, 2002).
79
AB bankacılık sisteminde yaşanan birleşme ve devralmalar genel olarak
bankaların etkinliğini artırmış ve bankaların sermaye piyasalarında faaliyet
göstermek için gerekli optimal büyüklüğe ulaşmalarını sağlamıştır. Bundan sonraki
süreçte, ulusal sınırlar içindeki birleşme ve devralmalardan beklenen getirinin elde
edilmesiyle birlikte yoğunlaşmanın boyutu bankacılık sisteminin oligopol yapısını
bozması ve ulusal sınırlar içinde gerçekleşen birleşme ve devralmaların yerini sınır
ötesi birleşme işlemlerinin alması beklenmektedir. Bunun yanında bankaların
büyüme stratejilerini özellikle gelişmekte olan ülkelerden banka satın almak suretiyle
devam ettirecekleri öngörülmektedir (Erdönmez, 2004).
3.3.2. Konsolidasyonun Etkileri
Konsolidasyonun etkileri ile ilgili beklenti ve yorumlar, bankaların etkinliği
ve sağlamlığı yanında finansal sistemin istikrarı konuları baz alınarak
şekillenmektedir. Gerek yoğunlaşma ile ilgili yaklaşımlar, gerekse rekabet ile ilişkisi,
söz konusu etkinlik ve istikrar tartışmalarıyla paralellik göstermektedir.
Daha yüksek yoğunlaşma, marjları önemli ölçüde yükseltmektedir. Bu durum
özellikle yerli bankalar için geçerlidir. Aynı zamanda, yoğunlaşma yüksek yönetim
maliyetleri ile de ilişkilidir. Yabancı girişleri, yoğunlaşma seviyelerinin yükseldiği
yerlerde bu etkileri kısmen dengeleyebilmektedir. Politika yapıcılar için daha fazla
rekabet, marjların düşmesi için gerekli olduğu fakat yerli bankaların marka değerini
ciddi bir şekilde aşındırarak savunmasızlık yaratabileceği için, bir tartışma
konusudur (Peria, Mody, 2004:535).
Burada karşımıza çıkan soru, piyasa gücünün toplam refahı nasıl etkilediğidir.
Toplam refah yalnızca müşterilerin faydasını değil, aynı zamanda üreticilerin
karlarını da içerir. Sınırlı piyasa gücü üreticilerin karlarını düşürür. Artan ölçek
getirisi altında, üreticilerin her durumda üretim yapması için bir miktar piyasa
gücüne sahip olmaları gerekir (Canoy ve diğerleri:2001).
Birleşme ve Devralma faaliyetleri etkinliği birkaç yolla arttırır: ilk olarak,
konsolidasyondan doğan daha büyük firmalar, maliyet tasarrufu sağlayan
teknolojilere erişebilir veya sabit maliyetlerini daha geniş bir alana yayabilir,
bunların sonucunda da ortalama maliyetlerini düşürebilirler. Etkinlik kazanımları
kapsam ekonomilerinin ortaya çıkmasıyla da meydana gelebilir: birleşen birimler,
80
yeni piyasalara girme ve ürünlerini daha geniş müşteri kitlelerine ek hizmetlerle
birlikte sunma imkânına erişebilirler. Son olarak, konsolidasyon yönetimsel etkinliği
geliştirebilir (Amel ve diğerleri: 2003:4).
Geleneksel olarak ürün piyasalarında yoğunlaşma hakkında araştırma ve
kamu politikası kaygıları, yüksek yoğunlaşma düzeylerinde piyasa gücünün
uygulanması ile ilişkili olarak ortaya çıkan sosyal kayıplara odaklanmaktadır.
Yoğunlaşmış piyasalardaki yüksek fiyatlar, rekabetçi düzeye göre çıktı
kısıtlamalarını ve buna bağlı olarak da kaynak dağılımının bozulmasını beraberinde
getirir (Berger, Hannan:1998).
Boyd ve De Nicolo (2005), piyasadaki yoğunlaşma arttıkça bankaların daha
riskli olmasına neden olan bir mekanizmanın var olduğunu göstermektedirler. Bu
mekanizma bilançonun varlık tarafında yer almaktadır. Normal şartlar altında,
rekabet azaldıkça bankalar kendi kredi piyasalarında daha yüksek faizler uygulayarak
daha fazla kazanç elde etmektedirler. Daha yüksek faiz oranları banka borçluları için
daha yüksek iflas riski demektir. Bu etki, daha yüksek faiz maliyeti ile
karşılaştıklarında kendi iflas risklerini yükselten borçluların ahlaki tehlike sorununu
desteklemektedir (Boyd, De Nicolo:2005).
Bankacılık piyasalarının, doğal bölünemezlikten (inherent indivisibility)
kaynaklanan, yoğunlaşmaya doğru bir eğilimi vardır. Yoğunlaşma ve büyük firma
ölçeği rekabet için kötüdür, çünkü müşterilerin zararına olan piyasa gücünü
yaratmaya, sürdürmeye ve kullanmaya yardım eder. Piyasa gücü bir üreticinin
ürettiği bir ürünün piyasa fiyatını üretimin marjinal maliyetinin üzerinde belirleme ve
bu fiyatı koruma yeteneği olarak tanımlanabilir (Canoy ve diğerleri:2001).
Banka birleşmeleri antitrust kaygılarının artmasına neden olur. Banka
birleşmeleri piyasa yapısını değiştirebileceği ve piyasa yapısı da bankacılıkta
rekabeti, dolayısıyla da müşterilere sunulan bankacılık hizmetlerinin fiyatını
etkileyeceği için tüm birleşme uygulamaları düzenleyici kurumlar tarafından dikkatle
incelenmektedir. Megabankaların yaratılması sistemik risk kaygılarını da
arttırmaktadır. Bankacılık faaliyetleri birkaç büyük bankada yoğunlaştığında tek bir
firmaya yönelik şoklar tüm finansal sisteme ve reel ekonomiye yansıyabilmektedir.
Sistemik risk potansiyelinin artması bu bankaların “batmak için çok büyük”
81
görülmesi şeklinde bir tehlike de yaratabilir ve bu görüş nihayetinde ahlaki tehlike
sorununu doğurabilir (Kwan: 2004).
Yoğunlaşmanın yüksek olduğu piyasalarda, küçük bankalar sıklıkla büyük
bankalarla, büyük bankaların sektörden dışlamasıyla karşılaşmaksızın yan yana
faaliyet göstermektedir. Büyük bankalar, ölçek ekonomileri olmasa dahi, sahip
oldukları daha büyük varlıklar ve avantaj sağlayan talep ilişkilerinin çapraz esnekliği
sayesinde potansiyel rekabet avantajına sahip olmalıdır. Başka bir değişle fiyat
rekabetine yönelten özel ya da kamusal yaptırımlar olmadığında veya aynı duruma
yol açan ürün farklılaştırma olmadığında daha fazla banka başarısızlığı, en azından
küçük bankalar arasında, yaşanması beklenmektedir (Phillips:1964).
Bankacılık sektöründe hızlı bir konsolidasyon vardır, bu nedenle dikkatimizi
alternatif senaryolar arasından ilk olarak genişleme ve çıkış ile ilgili olanları ayırt
etmeye odaklamalıyız. Bir durumda, başarılı bankalar zayıf performans gösteren
bankaları devralarak yeni pazarlara yayılırlar ve sonra var olan yönetimi performansı
yükseltecek şekilde geliştirir ve değiştirirler. Bu süreç varlıkların daha iyi bankalara
doğru yeniden dağıtılmasını sağlar ve sektörün performansını yükseltir. Alternatif
olarak ortalamanın üzerindeki firmalar diğer iyi işleyen yerleşikleri satın alarak yeni
pazarlara girebilirler. Devralan ve alınan eşit derecede başarılı olabileceği için bu
adım doğrudan bir yeniden dağılım etkisi yaratmaz. Ne var ki, nispeten zayıf
yerleşikler, ilave kaynakları olan (örneğin güçlü bir mevduat tabanı veya sermaye
piyasalarından düşük maliyetle sağlanan fonlar) daha güçlü devralanlar tarafından
piyasadan çekilmeye zorlanırlar. Bu durum daha zayıf yerleşiklerin pazar payını
kaybetmesine veya gelişmeye zorlanmasına yol açar (Stiroh, Strahan:2003).
Amel ve diğerleri (2003:23) ticari bankalar arasındaki Birleşme ve Devralma
faaliyetlerinin maliyet ve kar etkinliklerini anlamlı biçimde etkilemediği ve
ortakların değerini arttırmadığı sonucuna varmışlardır.
3.3.3. Yoğunlaşma ve Rekabet İlişkisi
Bankacılık sektöründe rekabet çok sayıda üye ülkede yüksek konsantrasyon
düzeylerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Birçok ülke, özellikle de küçük AB üyesi
ülkelerin bankacılık sektörlerinde yoğunlaşma oranı yüksektir (Belçika, Hollanda ve
Finlandiya’da en büyük 5 kuruluşun aktifleri, toplam aktiflerin %84’ü civarındadır).
82
Bununla birlikte yoğunlaşma oranı Almanya, İtalya, Lüksemburg ve İngiltere’de
nispeten düşük kalmıştır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda yoğunlaşmış piyasa
yapısının rekabetçi piyasa koşullarını olumsuz etkileyip etkilemediği
değerlendirilmektedir. Eğer bir piyasa monopol veya oligopol olarak karakterize
edilirse bu durum piyasa gücünün istismar edildiği endişelerini gündeme
getirmektedir. Nitekim bir çok AB ülkesinde bankacılık piyasasının monopol bir
yapıda olduğu gözlenmektedir (Erdönmez: 2005).
Yapı-Davranış-Performans paradigmasına göre daha yoğunlaşmış bir
piyasayı ifade eden, piyasada daha az sayıda firma bulunması genellikle daha az
rekabetçi davranışları ve performansları teşvik eder. Davranış genellikle maliyet
rasyolarına oranla kar ya da fiyat ile ilişkilendirilir (Brewer, Jackson:2004). Ancak
bankaların konsolidasyonunun daha yoğunlaşmış, buna bağlı olarak da daha az
rekabetçi bir sistem meydana getirdiği yönündeki genel inanışa rağmen, prensipte
piyasa yoğunlaşması ve rekabet derecesi arasında birebir ilişki olduğuna dair
literatürde net bir bulgu yoktur (Gelos, Roldos: 2002; Yeyati, Micco:2007). Örneğin
yarışılabilir piyasaların uç bir durumu olan, giriş engellerinin hiç olmaması halinde,
piyasa yoğunlaşması çok yüksek bile olsa, bankalar potansiyel rekabet tehdidine
bağlı olarak piyasa gücünü kullanamayabilirler. Yükselen piyasalarda
konsolidasyonu teşvik eden benzer güçlerin bazılarının, artan yabancı banka girişi
gibi, rekabeti de şiddetlendirmesi muhtemeldir (Gelos, Roldos: 2002). Yeyati ve
Micco (2007) da firmalar arasındaki birleşmelerin, binişik ve özdeş piyasaların
oluşumuna hizmet ederek, faaliyetlerin çoğalmasını önleyebileceğini ve rekabeti
azaltıp, etkinliği arttırabileceğini öne sürmektedir. Alternatif olarak, yoğunlaşma ve
rekabetin zıt yönlerde hareket edip etmediği de net değildir. AB ve ABD
deneyimlerini analiz eden çalışmaların büyük bir bölümü birleşmelerin genellikle
rekabet arttırıcı olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, bankaların konsolidasyonun,
bankacılık hizmetlerinin ikame edilebilirliğinin artmasının sonucu olduğu ve rekabeti
şiddetlendirdiği yönünde görüşler de vardır. (Yeyati, Micco:2007).
Claessens ve Kligebiel’e göre (2001), rekabetçi bir finansal sistemde mutlaka
çok sayıda finansal kurum bulunması gerekmez; yoğunlaşmış sistemler de eğer
yarışılabilir piyasalarsa (yani rekabete açıksa) rekabetçi olabilirler. Çoğu Avrupa
ülkesindeki finansal sistemler sınırlı sayıda bankaya sahip oldukları halde oldukça
83
rekabetçi olarak görülürler. Gelişmekte olan ülkelerde de bankacılık sisteminde
yoğunlaşma yüksek olmakta fakat bu sistemler rekabetçi sayılabilmektedir.
Dolayısıyla, yarışılabilirlik (contestability) ile yoğunlaşma arasında bir tutarsızlık
olması gerekmediği gibi, bankacılık kurumları arasında rekabetin artması ve
yoğunlaşmanın çoğalması arasında da bir tutarsızlık yoktur.
Buchs ve Mathisen (2005) de yoğunlaşma ve rekabet arasında birebir ilişki
bulamamıştır. Bir taraftan, rekabetçi olmayan davranış, potansiyel borçlular kadar
potansiyel mevduat sahiplerini de yıldıran ve düşük borç verme oranlarına neden
olan yüksek faiz marjlarının varlığı ile tutarlıdır. Diğer taraftan, piyasa büyüklüğü
ölçek ve kapsam ekonomilerinin oluşmasına imkan vermektedir. Rekabet üzerindeki
net etki için önemli olan, piyasadaki yarışılabilirliktir: potansiyel rekabet tehdidi,
piyasa yoğunlaşmasına bakılmaksızın rekabetçi koşulları oldukça etkilemektedir.
Dünya bankacılık sektörünün genişleyen yeni görünümü, güçlü bir birleşme
ve devralma dalgası ile şekillenmektedir. Avrupa’da, 1992 tarihine dayanan Ortak
Pazar programının, 1990’lar öncesinden beri ortaya konan Avrupa Birliği bankacılık
direktiflerinin, özellikle de 1999 yılında başlatılan parasal birliğin süregelen finansal
inovasyonla birlikte sunduğu düzenleyici değişiklikler, bankacılık sektörünün
biçimini değiştirecektir. Uzun vadede Avrupa Birliği çerçevesinde finansal
entegrasyonun temel amacı, bankacılıkta rekabeti teşvik etmektir. Genel kanı
rekabetin pek çok kısıtlayıcı uygulamayı elimine edeceği, borç verme ve alma
arasındaki faiz farklarını azaltacağını ve böylece bankacılık sektörünün
performansını yükselteceği şeklindedir (Koskela, Stenbacka: 2000).
Ulaşılabilen kanıtlar hem ABD hem de Avrupa’da piyasa yoğunlaşmasının
bankaların pazar gücünden kazanç elde etmelerine izin verdiğini göstermektedir.
Yoğunlaşmış piyasalardaki bankalar daha yüksek kar elde etmeye, kredilere daha
yüksek ve mevduata daha düşük faiz uygulamaya eğilimlidirler. Ne var ki, ABD
bankaları için genel olarak elde edilen karlardaki farklılıkların çok küçük bir oranı
piyasa yoğunlaşması ile açıklanabilmektedir. Dahası, daha güncel veriler kullanan
bazı çalışmalar yoğunlaşmanın ve piyasa gücünün fiyatlar üzerindeki etkisinin
zayıflamakta olduğunu göstermektedir. Elde edilen sonuçlar bankacılık piyasalarının,
serbestleşmeye ve teknolojik ilerlemelere bağlı olarak daha rekabetçi veya
84
“yarışılabilir” olmaya başladığını göstermiştir. Yeni çalışmalar bu tür bir
genelleştirilmiş sonucu desteklememektedir fakat özellikle perakende bankacılıkta
ürün piyasasındaki rekabet ve giriş engellemelerinin hala var olduğunu öne
sürmektedir (Canoy ve diğerleri:2001).
Gelos ve Roldos (2002)’nin, 1994–2000 döneminde yükselen piyasaları
kapsayan çalışmalarında tüm yükselen piyasalarda bankaların sayısı azalmış, fakat
bu durum yoğunlaşmada bir artışla sonuçlanmamıştır. Rekabetin yoğunluğunun
azaldığına dair bir gösterge bulunmamaktadır. Yükselen piyasaların yapısı, tekelci
rekabet olarak tanımlanabilir. Dahası, giriş bariyerlerinin azaltılması ve yerel
piyasalarda yabancı banka katılımının artmasına izin verilmesi, bankacılık
sektöründe konsolidasyonun rekabet yoğunluğu üzerinde neden olduğu olumsuz
etkileri dengelemektedir. Örneğin, Panzar-Rosse modeli ile elde edilen rekabet
endeksi ile yabancı banka katılımı endeksi arasında pozitif ilişki bulunmuştur (Gelos,
Roldos: 2002).
3.4. FİNANSAL İNOVASYON
Finansal sektörde küreselleşmenin ve serbestleşmenin etkisiyle piyasaların
yerli ve yabancı yeni bankalara ve diğer finansal kurumlara açılması, mevcut
firmaların pazar paylarını korumakla ilgili kaygılarını arttırmaktadır. Söz konusu
şiddetli rekabet ortamında müşterilerine en iyi hizmeti en hızlı ve en düşük maliyetle
sunan, bunun yanında da değişen ve gelişen ekonomik ortamda yeni oluşmaya
başlayan ihtiyaçları öngörüp karşılayan kurumlar ayakta kalabileceklerdir. Bu
noktada finansal yenileşme (inovasyon), ihtiyaçlara maksimum yeterlilikle cevap
vermeyi, bunu yaparken de maliyetleri düşürmeyi sağlaması nedeniyle rekabet
sürecinin belirleyici bir unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.
Frame ve White (2002)’ye göre finansal yenilik, maliyetleri ve riski düşüren
ya da katılımcıların taleplerini daha iyi karşılayacak daha gelişmiş
ürün/hizmet/araçlar sağlayan her şeyi kapsamaktadır. Finansal yenilikler yeni ürün
ve hizmetler; yeni “üretim” süreçleri ve yeni örgüt biçimleri şeklinde
gruplandırılmaktadır. Ürün ve hizmet yenileşmesi, yeni ürün ve hizmetler
geliştirilmesini veya pazar ve müşteri hedeflerini değiştirmeyi içerir ve en popüler,
85
en çok takip edilen inovasyon türüdür. Üretim süreçlerinin yenileşmesi (operasyonel
inovasyon), bankanın fonksiyonel alanlarında etkinliğin ve etkililiğin geliştirilmesini
içerir. Yeni örgüt biçimleri (iş ve girişim modelleri) şeklinde görülen inovasyon ise
bankaların girişimlerini genişletmeleri, yeniden yapılandırmaları ve yeniden
odaklandırmalarıdır (White; 2007). Dolayısıyla finansal yenileşme, finansal sistemi
daha etkin ve daha kapsamlı hale getiren araçlar bütünüdür (Bernanke; 2009).
White (2007)’ye göre, bankacılıkta yenileşmenin önemi iki nedenle belirir:
Bunlardan biri, bankaların odaklarını büyüme üzerine çevirmiş olmalarından ileri
gelir. Bankalar son yıllarda maliyetleri düşürmeyi ve etkinliklerini arttırmayı
başarmışlardır. Fakat bugün piyasanın, bankaların büyüme kabiliyetleri ile yeterince
uyumlu olmadığını gösterecek şekilde fiyat kazanç oranlarının düşmesine ilave
olarak, faaliyet kar marjları ve aktif karlılığı bankaları büyüme stratejilerini yeniden
gözden geçirmek zorunda bırakmıştır. İkinci ve belki de en önemli sebep, gerek
geleneksel bankacılık sektörlerinden, gerekse sektör dışından yeni oyuncuların neden
olduğu rekabetin, en büyük bankalar arasında bile görülebilen konsolidasyon ve
temel bankacılık ürün ve hizmetlerinin pek çoğunun metalaştırılması ile birlikte
bankaların kalabalıkta ayakta durmak için gerçekten büyük bir çaba harcamak
zorunda kalmalarıdır (White; 2007). Son 25 yılda izin verilen bankacılık faaliyetleri
ile ilgili, fiyatların, ürünlerin ve coğrafi sınırların serbestleşmesi, bankacılık
sektöründe inovasyon artışına katkıda bulunurken (Bos vd.; 2009:3), bilgi
teknolojilerindeki, pazarlama kanallarındaki ve finansal mühendislikteki hızlı
inovasyon akışına bağlı olarak rekabetin kısıtlanması istense bile, bunu başarmak
mümkün görünmemektedir (Vives; 2001:543).
Dünyada yenileşmenin başlıca üç kaynağı olduğundan söz edilebilir: Finansal
serbestleşme, kredi piyasalarına yönelik kamu politikaları ve daha geniş teknolojik
değişim. Serbestleşme öncesi banka piyasalarında gözlenen faiz kısıtlamaları,
bankaların mevduat çekme, dolayısıyla kredi verme kabiliyetlerini sınırlandırırken,
şube kısıtlamalarının etkisiyle de bankaların hizmet verdikleri pazar daralıyor, ölçek
ekonomileri yoluyla maliyetleri düşürebilecekleri alanlara etki etme şansları ortadan
kalkıyordu. Bu kısıtlamaların kaldırılması ile gelişen bankacılık ağları, ürün
yenileşmesinde sabit maliyetlerin genişleyen pazarda paylaşılması sağlanmış,
böylece yeni ürünlerin pazarlanması daha karlı hale gelmiştir (Bernanke; 2009).
86
Teknoloji cephesinde ise, bilgi teknolojilerindeki ilerlemeler bilginin
toplanması, işlenmesi ve bireylere ve işletmelere ait finansal bilgilerin dağıtılması
noktasında maliyetleri düşürmüştür (Bernanke; 2009). Diğer taraftan, bankaların
“kredi teknolojisi” adı altında, daha iyi borçluları seçme ve değerlendirme, aynı
zamanda genel olarak riskleri yönetme konusunda daha sofistike teknikler
geliştirdikleri bilinen bir gerçektir. Menkulkıymetleştirmenin hızla yaygınlaşması ve
kredi türevlerinin kullanılması da bu trendin unsurlarındandır. Belki aynı derecede
önemli bir başka husus da, bilgi teknolojilerindeki ve borçlulara ait büyük
veritabanlarının derlenmesi konusundaki ilerlemeler bankalar tarafından
kredibilitenin yeni yollarla ölçülmesine ve yeni kredi ürünleri arz edilmesine olanak
sağlamıştır (Hardy, Tieman; 2008).
Amendola ve diğerleri (2003) rekabeti, yeniliğin temeli olan üretim
kapasitesinin yeniden yapılandırılması biçiminde tanımlamaktadırlar. Bu nedenle de
rekabet sürecinin analiz edilmesinin en iyi yolu, yakından ilişkili olduğu yenileşme
sürecinin analiz edilmesidir. Diğer taraftan yenilik, teknoloji ve çevre arasında
sürekli bir geri bildirim ile nitelendirilir. Yeni bir teknolojinin ortaya çıkması,
maliyet şartlarındaki, karlılıktaki ve nispi fiyatlardaki değişmeler ile tüketicilerin
tercih şekillerinin değişmesi gibi nedenlerle, varolan sektörel yapının bozulmasına
yol açar ve piyasa şartlarını etkiler (Amendola ve diğerleri: 2003:185).
87
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABETİ DÜZENLEYEN POLİTİKA ARAÇLARI
4.1. BANKACILIK SEKTÖRÜNDE DÜZENLEME VE DENETLEME İHTİYACI
Düzenleme terimi, ticari bankaların giriş, birleşme ve şubelerinin kontrolü;
portföy düzenlemeleri (varlık, yükümlülük, sermaye hesaplarının yapısı); vadeli ve
vadesiz mevduatın faiz oranlarının düzenlenmesini de içeren ayrıcalıklarına her türlü
devlet müdahalesini kapsar. Bankacılık sektörüne yönelik düzenlemelerin haklılığı
iki biçimde belirir. İlk olarak, bankacılık sektörü istikrar politikalarının ekonominin
geniş bölümlerine aktarıldığı bir kanal olarak hizmet eder. Düzenlemelerin de
istikrarı arttırdığı ve bankacılık sisteminin bir aktarım kanalı olarak kullanışlılığının
devamını sağladığı düşünülür. İkincisi, bankaların “endüstriyel organizasyonu” ile
ilgilidir. Düzenleme bankacılık sisteminin, toplum tarafından istenen dağılımsal,
dağıtımsal, teknolojik sonuçları beslemesini teşvik eder. Bankacılık düzenlemelerinin
ikinci rasyonelinin altında yatan, sosyal olarak optimal bankacılık yapısı oluşturmaya
yönelik, bulanık olarak tanımlanmış amaçtır (Greenbaum;1967:460).
Carletti (2005)’ye göre, piyasa gücüne sahip bankaların iflas etme
olasılıklarının genellikle daha düşük olduğu düşünülür. Yüksek marjlar beklenen
kayıplara karşı bir tampon görevi görür; gelecekte beklenen yüksek karlar iflas
etmenin fırsat maliyetini yükselteceğinden bankalar aşırı risk almaktan kaçınırlar. Bu
görüş, bankacılık sisteminin, yoğun rekabetin neden olacağı olumsuz sonuçların
sınırlandırılması ve istikrarın temin edilmesi için düzenlenmesi gerektiği anlayışını
doğurur. Fakat düzenlemelerin uygun şekilde nasıl tanzim edilebileceği, ayrı bir
tartışma konusu olmaktadır. Bir olasılık, rekabetin doğrudan sınırlandırılmasıdır. Bu
tarz düzenlemelere örnek olarak faiz oranları üzerindeki fiyat sınırlamaları ya da giriş
kısıtlamaları verilebilir. Bu uygulamaların rekabeti azaltması ve bankaları ihtiyatlı
davranmaya sevk etmesi beklenir. Bir diğer olasılık, rekabetin olumsuz etkilerini
düzeltecek şekilde düzenlemelerin biçimlendirilmesidir. Örneğin, riske göre
88
düzeltilmiş mevduat sigortası pirimi veya uygun sermaye koşulları yoğun rekabet
altında bile risk alımının kontrol altında tutulmasında etkin yollar olabilmektedir.
Düzenlemelerin biçimlendirilmesinde dikkat edilmesi gereken faktör ise, farklı
piyasa yapılarının bankaların risk alma eğilimi üzerindeki etkilerinin hesaba
katılmasıdır (Carletti, 2005:35).
Düzenlemelerin, kamu kaynaklarını ve finansal sisteme duyulan güveni
korumak üzere şekillendirilmesi gerekir. Bankaların kamu yararına çalışan kurumlar
olduğu düşünülür; fakat kendi heveslerine bırakılırsa eninde sonunda büyük zararlara
ve finansal aracılığın sağlamlığına ve dürüstlüğüne duyulan güvenin kaybolmasına
neden olacak derecede yüksek riskler üstlenebilir. Düzenlemeler banka yönetimlerine
kimlerin getirileceğini, bankaların nerelerde faaliyet göstereceğini ve hangi ürün ve
hizmetleri sunmalarına izin verileceğini belirlerler (Koch: 1995-69). Rekabetin
yanında bu tarz yasal ve yapısal düzenlemelerin de bankaların performansı üzerinde
etkileri olmaktadır. Örneğin sektöre giriş koşulları ağırlaşınca banka etkinliği azalır.
Bu da daha yüksek faiz marjları ve genel giderlere yol açar ve yabancı banka
katılımını kısıtlayarak bankaların kırılganlığını arttırır (Claessens, Leaven, 2005:3).
Bankaların hücumlar ve sistemik krizler karşısındaki savunmasızlığı ve
tüketicilerin refahına ilişkin kaygılar, mevduat sigortası ve son ödünç verme mercii
formundaki düzenlemelere ve güvenlik ağı tanzimlerine ihtiyaç duyulmasının temel
nedenleridir. Örneğin mevduat sigortası, bankaların kısa vadeli yükümlülüklerini
uzun vadeli varlıklara dönüştürme kabiliyetini azaltmaksızın, panik hücumlarının
ortaya çıkmasını önleyebilir. Optimal merkez bankası müdahalelerine ilişkin
tartışmaların merkezinde sıkıntılı bankalara yapılan devlet yardımlarının faydaları
(krizleri önleme) ve maliyetleri (niyetin bozulması ve ahlaki tehlike problemi)
arasındaki denge kurma zorluğu (trade-off) yer alır. Bu denge kurma zorluğu da
sermaye düzenlemeleri, faiz oranı düzenlemeleri ve giriş kısıtlamaları gibi diğer
düzenleyici yollara başvurulmasına ihtiyaç doğurur. Ancak bu düzenlemeler de,
rekabetin azalması gibi olumsuz etkileri olabileceği ya da etkin olamayacağı
düşüncesiyle eleştiri konusu olmaktadır. Düzenlemelerin yan etkileri bundan dolayı
rekabetin rolünün anlaşılmasında hayati öneme sahiptir (Carletti, 2005:3-4).
89
Düzenlemelerin rekabet üzerindeki dolaylı etkileri marka (charter) değeri ile
ilişkilidir. Bankacılığa ilişkin düzenlemeler, ahlaki tehlike problemine işaret etmek
için istenen banka sermayesi düzeyini bankaların risk düzeyleri ile birleştirmeye
çalışmaktadırlar. Ne var ki, yüksek getiri yüksek risk ile bağlantılı olduğundan, eğer
sermayenin de yüksek tutulması istenirse, özkaynak getirisi kesilmiş olacaktır.
Sermaye, bankaların marka değerini yükseltir veya riskin azalmasına neden olur ve
riskin azalması da marka değerini yükseltir (Palia ve Porter: 2004).
Etkin düzenleyici yapının, yalnızca iyi zamanlarda rekabeti ve etkinliği
hızlandırması gerekmez, aynı zamanda bankaların borç ödeyememesi ile ilişkili her
tür ters dışsallığın maliyetinin azaltılmasını da amaçlaması gerekir (Eisenbeis,
Kaufman: 2008). İhtiyari düzenlemelerin temel motivasyonu, bankacılık sektörünün
borç ödeme kabiliyetini yükseltmektir. Özellikle, bankaların sermaye yapısına ilişkin
düzenlemelerin amacı, bankaların iflas riskini ve banka krizlerini azaltmaktır. Ne var
ki, sektörde faaliyet göstermenin maliyeti arttıkça, ihtiyari düzenlemeler faaliyet
gösteren firma sayısını azaltmaya da gidebilir. Bu nedenle, daha iyi ihtiyari
düzenlemeler artan borç ödeme gücü anlamında fayda yaratırken, daha az firma ile
sektör daha az rekabetçi olacağı için, rekabet anlamında genellikle bir maliyeti
olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, ihtiyari kriterler rekabet ve borç ödeme gücü
arasında bir tercih yapma zorluğu yaratır (Schargrodsky, Sturzenegger: 2000).
Finansal hizmetler tek pazarının oluşturulması amacıyla AB’de bankacılığı
düzenleyen çok sayıda direktif bulunmaktadır. Bu bağlamda, entegrasyon sürecine
etki eden düzenlemeleri üç grupta incelemek mümkündür (Erdönmez: 2004):
1. İhtiyatlı düzenlemeler: Bu düzenlemeler banka iflaslarına yol açan negatif
dışsallıklar veya fazla risk almaya yol açan asimetrik bilgi sorunları gibi sistemden
kaynaklanan sorunların giderilmesine yöneliktir. İhtiyatlı düzenlemeler,
özkaynaklara, ödeme gücüne, büyük risklere maruz kalma durumuna, mali olmayan
firmaların sistemde yer almasına ilişkin kurallar ile bankaların iflas riskini önlemeye
yönelik mevduat garantisi modellerini içermektedir. Bunların, genellikle bankalara
özel bir maliyet yüklediği ve prensip olarak piyasa mekanizmasının yetersizliğini
düzeltmeye yönelik müdahaleci düzenlemeler oldukları kabul edilmektedir.
90
2. Düzenlemelerden kaynaklanan ve sektöre doğrudan uygulanan
kısıtlamalar: Genellikle kredi kuruluşlarının piyasaya girişleri, şube açmaları ve
başka bölgelerde faaliyet göstermeleriyle ilgilidir. Bu önlemler doğrudan piyasa
mekanizmasının yetersizliğini gidermeye yönelik olmamakla birlikte, bankalar
arasındaki rekabetin yumuşatılması ve bankaların isim hakkı değerinin (franchising
value) arttırılması için çoğu ülkede yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu kısıtlamaların
bir diğer etkisi de, bankacılık faaliyetlerinin kapsamını daraltarak, kredi
kuruluşlarının risklerini azaltmasıdır.
3. Kredi kuruluşlarından talep edilen bankacılık ürün ve hizmetlerine ilişkin
bilgilerle ilgili düzenlemeler: Bu düzenlemeler bankacılıkta eksik bilgiden
kaynaklanan (mevduat sahibinin dolaylı olarak elinde tuttuğu bankacılık aktifleri
hakkında çok az bilgiye sahip olarak, bankacılık faaliyetlerinin genişlemesini
önlemesi gibi) sorunların giderilmesine yöneliktir. Söz konusu düzenlemelerde
bankalardan elde edilen bilgilerin eksiksiz ve zamanında kamuoyuna duyurulması
için gerekli denetimlerin yapılması esası kabul edilmektedir.
Gual ise, 1999 yılındaki çalışmasında bankalara yönelik düzenleyici
müdahaleleri, yarattıkları etkilere göre üç grupta toplamıştır:
A) Yerel rekabeti yumuşatan düzenlemeler:
- Faiz oranları ve ücretler üzerindeki kontroller,
- Kredi kontrolleri,
- Giriş kısıtlamaları,
- Birleşme ve devralmalar üzerindeki kısıtlamalar,
- Sermaye akımları üzerindeki kısıtlamalar.
B) Bankaların kapsamını ve ölçeğini sınırlayan düzenlemeler:
- Yerel şube kısıtlamaları,
- Yabancı piyasalarda kurulum kısıtlamaları,
- Faaliyetlerin geleneksel bankacılıkla sınırlandırılması,
- Sigortacılık faaliyetlerinin sınırlandırılması,
91
- Menkul kıymet faaliyetlerinin sınırlandırılması.
C) Bankaların dışsal rekabet pozisyonlarını değiştiren düzenlemeler:
- Rezerv ve yatırım katsayıları,
- Borç ödeme gücüne (solvency) ilişkin düzenlemeler,
- Sermaye yeterlilik koşulları,
- Mevduat sigortası düzenlemeleri
- Finansal olmayan kurumlarla sahiplik bağlarının kısıtlanması.
Finansal sektör için etkinlik, sistemik istikrar ve müşterinin korunması
şeklindeki üç temel finansal politika amacını dikkate alan rekabet politikalarının
oluşturulmasında dört daha temel sorunun açıklığa kavuşturulması gerekir (Bröker:
1992): i) finansal kurumlar için izin verilebilecek faaliyetler açısından finansal
düzenlemeler nasıl yapılandırılmalıdır? Bütün finansal kurumlar tüm alanlarda
faaliyet göstermeli ve dolayısıyla rekabete katılmalı mıdır? ii) Finansal kurumların
faiz oranları ile ücret ve komisyonlar açısından fiyat rekabeti içine girmesine olanak
verilmeli midir? iii) Finansal sisteme yerli ya da yabancı girişleri için giriş
engellerinin kapsamı ne olmalıdır? iv) Finansal sektörün rekabetçi yapısı hangi
yönlerden etkilenmelidir? Finansal sistemde gücün yoğunlaşmasının sıkı bir şekilde
kontrol edilmesi, diğer taraftan da rekabetin teşvik edilmesi ihtiyacı ne kadardır?
4.2. MEVDUAT SİGORTASI VE MERKEZ BANKASININ ROLÜ
Uzun vadeli likit olmayan kredilerin finansmanında kullanılmak üzere
çoğunluğu kısa vadeli borçtan (mevduat) oluşturulan sermaye yapısı kombinasyonu,
bankaları geleneksel olarak banka hücumlarına ve bankacılık paniklerine eğilimli
hale getirir. Bu tarz bir istikrarsız kombinasyonun nasıl açıklanabileceği iktisat
teorisyenlerinin tartıştığı bir konudur. Aracılık teorileri içerisinde en bilinen ve
bugüne kadar pek çok çalışmayı etkileyen çalışmalar Bryant (1980) ve Diamond ve
Dybvig’in (1983) çalışmalarıdır. Bu teori mevduat sigortasını, kısa vadeli ve
istendiği anda çekilebilen banka mevduatının, mevduat sahipleri için tüketim
ihtiyaçlarının zamanlamasının belirsizliğine karşı sigortalanması olarak
92
açıklamaktadır. Mevduat sigortası ve son ödünç verme merciinin kurulması,
fraksiyonel rezerv kaynağı18 ile çalışan bankaların içsel istikrarsızlıklarına karşı
kurulan iki bankacılık düzenleme aracıdır (Summer:2003).
Kesin olarak belirlenmiş bir mevduat sigortası sistemi bankacılık sisteminin,
halkın bir bankaya yatırdığı mevduatın, borç ödeyebilme ve likidite gibi sorunlara
bağımlı olmayacağını garanti etmesi ve böylece mudilerin fonlarını istedikleri zaman
geri çekebileceklerinden emin olması olarak tanımlanabilir. Son yirmi yılda dünyayı
sarsan ekonomik ve finansal krizlerin kötü sonuçları, finansal sistem ile ilgili pek çok
düzenlemeyi mevduatın korunması ile ilgili kesin bir düzenlemenin tanıtılmasına
dayandırmıştır. Bu araç iki amaca hizmet etmektedir: sistematik istikrarın sağlanması
ve mudilerin korunması. Ne var ki, bu düzenleme aynı zamanda, finansın bu alanında
etkinsizliğin ve piyasa gücünün göstergesi olarak bankacılık sisteminin faiz
marjlarını da etkilemektedir (Carapella, DiGiorgio, 2004:77-78).
4.2.1. Mevduat Sigortasının Fonksiyonları
Mevduat Sigortası, bir yandan bankacılık sisteminin istikrarını korurken,
diğer yandan küçük mevduat sahiplerini de banka iflasları sonucu oluşabilecek
kayıplardan korumayı amaçlayan bir mekanizmadır (Aydın ve diğerleri, 2006:246).
Böylece mevduat sigortası sistemi, banka paniği olasılığı azaltmakta ve bankaları
büyük miktarda mevduat çıkışı sorunuyla karşılaşma riskinden korumaktadır (Şıklar:
2004:243).
Kamu müdahalesine ihtiyaç duyulmasının en açık nedeni, arz edilen paranın
likiditesinin korunmasıdır. Bu nedenle mevduat sigortasının yokluğunda banka
iflaslarını önlemek için gözetim ve denetimler yoğunlaştırılır. Mevduat sigortasının
varlığında, ödemeler mekanizmasının likiditesi bankaların kendi likidite ve ödeme
güçlerine değil, bankaların borç aldıkları kişilerin (mevduat sahiplerinin) likiditesine
bağlıdır. Bu borcun sürdürülmesi sigortanın fonksiyonudur. Bununla birlikte,
mevduat sigortası bankaların denetim ve düzenlemelerinin ortadan kaldırılmasını
mümkün hale getirmez (Phillips:1964).
18 Fraksiyonel Rezerv Bankacılığı: Bankaların, yatırılan mevduatın yalnızca bir kısmını rezerv olarak bulundurduğu, geri kalanını ise kredi olarak verdiği, bu arada da eşzamanlı olarak talep edilen kredilerin ödenmesi zorunluluğunu sürdürdüğü bir bankacılık uygulamasıdır. Fraksiyonel rezerv bankacılığı, vadesiz mevduatlardan sağlanan fonlar herhangi bir oranda ödünç verildiğinde kaçınılmaz olarak gerçekleşir ve modern bankacılıkta evrensel bir uygulamadır. (Kaynak: Wikipedia).
93
Özince (2004) uluslararası yaklaşımları da dikkate alarak mevduat sigortası
sistemlerine ilişkin uygulamalarda şu özelliklerin bulunduğunu belirtmektedir:
1. Sistemin yasa ve yönetmelikler ile açıkça tanımlanması, mali güç ile uygun
risk alınması
2. Gözetim ve denetim otoritesinin zor durumdaki mevduat kurumlarına acil
çözümler sağlayabileceği bir mekanizmanın olması
3. Mevduat sigortası kapsamının makul ve sigorta aritmetiğine uygun düzeyde
tutulması
4. Üyeliğin zorunlu olması
5. Sistemi güçlendirmek amacıyla Fon’a yeterli kaynağın sağlanması
6. Bir bankanın iflası durumunda mevduatların ivedilikle ödenmesi
7. Riske ayarlı prim sistemi olması
8. İflas düzenleme ve prosedürlerinin etkin olarak uygulanması
9. Bankalar hakkında piyasa için gerekli kamuoyu bilgilendirme yönteminin
düzenlenmesi
10. Mevduat Sigorta Kurumunun bağımsız olması
11. Denetim Otoritesi ve Merkez Bankası ile yakın işbirliği içinde olunması
4.2.2. Mevduat Sigortası Uygulamalarının Rekabet ile İlişkisi
Mevduat sigortası, banka hücumlarını önleyerek kırılganlığı azaltır fakat
bankaların daha fazla risk alma eğilimlerini arttırıp, piyasa katılımcıları için denetim
eğilimini azaltarak bankacılık sisteminde risk aktarımı ve ahlaki çöküntü sorunlarının
ortaya çıkmasına yol açar. İmtiyaz değerinde bir azalma ve daha cömert bir mevduat
sigortası sistemi, bankacılıkta istikrarın zayıflaması için çoğaltıcı bir etki yaratır
(Beck: 2008:8). Matutes ve Vives (1996), mevduat sigortası programlarının sistemik
güven krizlerini önleyeceğini ve koordinasyon başarısızlığı problemlerinin
üstesinden gelinmesine yardım edeceğini ifade etmektedirler. Ne var ki aynı
zamanda bu programlar bankalar arasında sağlıksız rekabeti arttırır, çeşitlendirmenin
faydalarını azaltır ve iflas olasılığını eninde sonunda arttırır (Beck: 2008:8). Cordella
ve Yeyati (2002) ise sabit oranlı mevduat sigortası programlarında yüksek rekabetin
94
mevduat faizlerini arttırarak karları düşüreceğini belirtmektedir. Diğer taraftan riske
göre düzeltilmiş mevduat sigortası primleri ile bankalar risklerini azaltmaya
yönelirler ve bu da yoğun rekabet ortamlarında da fonların maliyetlerinin
azaltılmasına yardımcı olur.
Bankaların risk alımına ilişkin modern modeller, mevduat sigortasının ve
diğer devlet müdahalelerinin, bankaların risk eğilimini bozan ahlaki tehlike ile
sonuçlanan rolünü nitelemektedirler. Literatürün ortaya koyduğu sonuç, mevduat
sigortasının, muhtemelen sınırsız ve kasıtlı olarak iflas riski alma eğilimi yarattığı
şeklindedir. Bu eğilim, büyük kazanımların bankaların pay sahiplerine ve büyük
kayıpların hükümete gittiği bir ödeme yapısına bağlıdır. Kavramsal olarak, bu
problemi çözmenin yolu, bankanın pay sahiplerine önemli derecede yüksek bir pay
(stake) sağlayarak, eğilimlerini mevduat sigortacısı ile uyumlu hale getirmektir
(Boyd, De Nicolo: 2005).
Böyle bir politikayı uygulamanın birbiriyle ilişkili fakat farklı iki yolu vardır:
i) politika yapıcı ya bankanın pay sahiplerini amaçlarına karşı daha yüksek bir pay
tutmaya zorlayabilir veya gönüllü olarak tutacakları daha büyük paylar (stake)
verebilir. Teorik olarak böyle politikaların işlemesi için, ya sigortalanan bankanın
iflas riskini yükseltme kabiliyeti sınırlandırılmalı, ya da yüksek iflas riski, varlıkların
beklenen getirisinde azalmayla sonuçlanması anlamında maliyetli olmalıdır (Boyd,
De Nicolo: 2005).
ii) ikinci düzenleyici yaklaşım, bankanın özkaynak sahiplerine kendi
bankalarında yeterince yüksek bir pay vermektir.
Gropp ve diğerleri (2006), kamu destekleme (bail-out) garantilerinin, (outside
the safety net) güvenlik ağı dışındaki bankaların risk alımları üzerindeki etkisini
incelemişlerdir. Elde edilen sonuçlar, sigortalanan rekabetçi bankaların payı arttıkça,
bankaların risk alımları da anlamlı derecede artmaktadır ve hesaplanan risk artışı
önemlidir. Aksine, korunan bankanın kendisinde daha fazla risk alımına ilişkin bir
kanıt bulunamamıştır. Devlet garantilerinin rekabetçi etkileri önemlidir ve bankacılık
sisteminin istikrarını tehdit edebilir. Aslında, açık ve gizli devlet garantilerinin
başlıca maliyetleri, bankaları korumaktan çok, rekabetçi bankaların daha yüksek risk
almaları ile oluşmaktadır.
95
Besanko ve Thakor (2004), bankaların birbirleriyle ve sermaye piyasalarıyla
rekabetlerinin, tam mevduat sigortası düzenlemesi altında bankaların portföy
seçimlerini ve borçluların refahını nasıl etkilediğini analiz etmişlerdir. Riske duyarsız
mevduat sigortası fiyatlaması, bankaların sosyal anlamda müsrifçe risk almalarına
yol açmaktadır.
Geçmişte mevduat sigortası sisteminin yarattığı olumsuz eğilimler, bankaların
yüksek marka değerlerini kaybetmelerine yol açmış ve bankaları kendi risk alımlarını
azaltmaya yöneltmiştir. Bu elbette, bankaların risklerini azaltmak için anti rekabetçi
kısıtlamaların olduğu bir sisteme geri dönüşün gerekli ya da arzu edilir olduğu
anlamına gelmemektedir. Fakat mevduat sigortası sistemi bankaların aşırı risk
alımlarını önleyecek yönde yeniden şekillendirilmelidir (Keeley: 1990).
Mevduat sigortası uygulamalarının bankaların ahlaki tehlike eğilimini
arttırarak risklerini çoğaltacağı yönünde yukarıdaki açıklamara rağmen, rekabetçi
bankacılık sistemlerinde mevduat sigortasının bankaların bilançosunun sağlıklı bir
yapıya kavuşturulmasını destekleyici etkileri de olabilir. Rekabetin, bankaların risk
alma eğilimlerini arttıran bir süreç olduğu düşünülür. Mevduat sigortası ise bu riski
mevduat sahipleri lehine elimine etmenin ve banka hücumları ve bulaşma etkisi
yoluyla ekonominin tümüne yayılmasını engellemenin bir aracı olarak
kullanılmaktadır. Rekabetçi bankacılık sistemlerinde marjlar daha düşük olacak,
beklenmeyen zamanlarda yaşanan mevduat çekilmelerinde yükümlülüklerin yerine
getirilebilmesi noktasında bankanın kaynakları (kredilerden alınan faizler)
yoğunlaşmış piyasalara göre daha yetersiz olacaktır. Bu riski gören mudiler
mevduatları karşılığında daha yüksek faiz talep edeceklerdir. Mevduat sigortası
mudilerin riskini azaltacağından, mevduat faizlerinin düşmesine ve bankaların
marjlarının yükselmesine etki edebilir. Böylece bankalar da daha yüksek faiz elde
etme amacıyla fonlarını riskli kredilere plase etmek zorunda kalmayabilir ve sağlıklı
bir bilanço yapısını sürdürebilirler. Ne var ki bu görüş ampirik olarak bir kanıt
bulamamıştır.
Carapella ve DiGiorgio (2004), mevduat sigortasının ampirik etkilerini
incelemişlerdir. Buna göre, kesin olarak belirlenmiş bir mevduat sigortası
düzenlemesinin varlığının, kredi-mevduat marjını yükseltmesi muhtemeldir. Ne var
96
ki bu etki, mevduat sigortasının mevduatı daha güvenli hale getireceği ve böylece
karşılığını düşüreceği beklentisinin aksine, mevduat tarafından değil, daha çok
ortalama kredi faizlerindeki artıştan kaynaklanmıştır. Bu bulgu yazarlar tarafından,
mevduat sigortası tarafından teşvik edilen ahlaki tehlike problemi ile ilintili olduğu
şeklinde yorumlanmıştır: mevduatın korunması bankaların, daha yüksek kredi
faizleri ile fiyatlanan daha riskli borç verme faaliyetleri ile iştigal etme eğilimlerini
arttırır. Mevduat sigortası düzenlemesinin faiz oranları üzerinde etkili bulunan tek
özelliği, koasürans (müşterek sigorta) hükümleridir (coinsurance provisions). Bunun,
hem mevduat, hem de kredi faizlerini yükselttiği görülmüştür. Sonraki beklenen bir
etki iken, önceki, provizyonların bankaların kredi faaliyetleri ile bağlantılı olan
ahlaki tehlike sorununu azaltmada etkili olmadığını göstermektedir. Son olarak,
kurumsal kalite göstergelerinin dikkate değer bir açıklama gücü vardır. Mevduat
karşılıklarının düşmesini domine eden kredi faizlerindeki azalmayla birlikte,
kurumlarının kalitesi yüksek olan ülkelerin daha düşük marjlar sergileme eğiliminde
oldukları görülmektedir (Carapella, DiGiorgio, 2004:89).
4.3. SERMAYE DÜZENLEMELERİ
Bankacılık sektöründe rekabet ve istikrar aynı derecede istenen durumlardır.
Ne var ki aralarındaki negatif ilişki, optimum bankacılık yapısının ne olması
gerektiği konusunun netlik kazanmasını engellemektedir. Dağılımsal etkinliğe
öncülük etmesinden dolayı rekabet genellikle arzu edilir görüldüğü için, rekabet ve
istikrar arasında var olduğu düşünülen denge kurma zorluğu (trade-off), bankacılık
sektöründe rekabet ve istikrarın aynı anda var olmasını sağlayacak düzenlemelerin
daha fazla istenmesine yol açmaktadır. Bu sonuca ulaşmak için kullanılan en popüler
araçlardan biri bankalara minimum sermaye yeterliliğinin getirilmesidir (Allen, Gale;
2004:478).
Bankalar açısından elde tutacakları sermayenin miktarının belirlenmesi dört
nedenle önemlidir: İlk olarak banka sermayesi, bankanın mevduat sahiplerine ve
diğer kreditörlere karşı yükümlülüklerini yerine getirememesi sonucu faaliyetlerine
son vermesine yol açacak şekilde banka iflaslarının önlenmesine yardımcı olur.
Örneğin sermaye, bankanın karşılaştığı herhangi bir kaybın sermaye hesabı ile
97
kapatılabilmesinden ötürü, bankalar için borç ödeyememe riskine karşı son bir
savunma hattı olarak hizmet eder. Borç ödeyememenin kaçınılmaz olduğu
durumlarda dahi sermaye, mevduat sahiplerini, alacaklıları ve yatırımcıları bir
dereceye kadar koruyabilir. İkinci olarak, sermaye miktarı özkaynak sahiplerinin
getirisini etkilemektedir. Üçüncüsü, sermaye bankaların büyüme ve çeşitlendirmede
kaldıraçtan yararlanmasına izin verir. Son olarak, minimum sermaye miktarı
düzenleyici otoriteler tarafından şart koşulmuştur (Mishkin, 2004:213; Pasiouras ve
diğerleri:2006).
Sermaye genel olarak banka kaynaklarının küçük bir yüzdesini oluşturmasına
rağmen, bankaların uzun vadeli finansmanı ve borç ödeyebilme pozisyonu için,
dolayısıyla da kamu kredibilitesi için hayati bir rol oynar. Bir krizin ortaya çıkması
durumunda, daha düşük kaldıraç rasyosu bankanın borçlarını ödeyememe durumuna
gelme olasılığını azaltır. Bu gerçek, iflaslardan ve onun finansal sistem üzerindeki
olumsuz yan etkilerinden kaçınmak için bir sermaye yeterliliği düzenlemesinin
varlığını, bankalar bu düzenlemeye maruz kaldıkları riskleri azaltarak cevap
vermelerine rağmen, haklı çıkartır. Diğer taraftan, çok sıkı düzenlemeler bankaları
kredi arzlarını azaltmaya iter ve sonuç olarak, üretken yatırımlarda bir düşüş doğurur.
Bütün bu argümanlar, bankaların sermaye/varlıklar rasyosunun oluşturulması üzerine
yapılan çalışmaları haklı çıkartır (Barrios, Blanco, 2000).
Rekabet ihtiyatlı bankacılığı zayıflattığında, bankacılık düzenlemeleri ve
ihtiyari denetim rol oynamaya başlar. Rekabet marjları düşürerek karları azaltır.
Bunun sonucunda bankanın marka değeri düşer. Bu da iflas etmenin maliyetini
azalttığı için banka yönetimi talebi arttırmak için daha fazla risk eğilimli olabilir. Bu
noktada daha yüksek sabit bir sermaye yeterliliği koşulu, bankaların iflas etme
olasılıklarını düşüren bir unsur olarak devreye girer (Bolt, Tieman: 2004:3). Çünkü
banka sahipleri anlamlı bir sermaye düzeyini koymaya zorlanırlarsa, olası bir
başarısızlıkta kaybedecekleri kaynak daha fazla olacağından, risk almak
istemeyeceklerdir (Allen, Gale; 2004:478).
Risk alımının önüne geçen etkin sermaye düzenlemeleri düşük nitelikli
bankalar için rekabeti olumsuz etkilerken yüksek nitelikli bankalar için durum böyle
değildir. Artan sermaye koşulları, rekabet önemli derecede yüksekken ve sektörün
98
ortalama kalitesi fazla yüksek değilken iyi bankaların değerini olumlu biçimde
etkiler. Kötü bankalar üzerindeki etki ise her zaman negatiftir. Sermaye koşullarının
güçlendirilmesi, aracılık kalitesinin yüksek olduğu önemli derecede rekabetçi
bankacılık piyasalarına girişi teşvik ederken, diğer durumda caydırır. Sektörde
faaliyet gösteren banka sayısı arttıkça, kontrol teknolojilerine yapılan yatırımlar
azalır ve tüm bankalar için sermaye düzenlemelerinin etkinliği azalır (Boot, Marinc:
2006:23).
Sermaye Yeterliliği, Basel Bankacılık Denetleme Komitesinin çalışmasıyla
oluşturulan bankacılık düzenlemelerinin odak araçlarından biri olmuştur. Sermaye
yeterliliği bankaların risk ağırlıklı varlıklarının fonksiyonu olarak, oluşabilecek
kayıplar karşısında tampon görevi görecek sermayeyi bulundurmasını gerektirir.
Sermaye yeterliliğinin ayrıca sermaye yapısıyla ilişkili olarak dolaylı bir teşvik
etkisine sahip olduğu varsayılır. Borcun nispi miktarı azaltılarak, daha fazla sermaye,
risk alma eğilimini azaltır. Bunun borç finansmanının sınırlı yükümlülüklerin yasal
yapılandırması ile birleşik önemli bir teşvik özelliği ile olması gerekir. Sınırlı
yükümlülük ise bütün varlıklar nakde çevrildikten ve ödenmemiş (outstanding) tüm
borçlar en kısa zamanda itfa edildikten sonra, kalan borcun affedilmesidir. Böylece,
sahiplerin sınırlı yükümlülüklerin altındaki nakit akışları negatif olamaz. Bu yasal
yapılandırmanın teşvik edici etkisi, işletme finansmanı literatüründe riskin
yansıtılması (risk shifting) kavramı altında tartışılmaktadır. Kaldıraçlı bir firmada
sahiplerin tüm kazanımları başarıdan elde ettikleri fakat sınırlı yükümlülükler
yoluyla kayıpları borç verenlere yansıttıkları için, Pareto optimal riskin hak
sahiplerinin istekleri arasındaki dağılımından daha fazla risk alma eğilimleri
olmaktadır (Summer:2003).
Sabit sermaye yeterliliği koşuluna alternatif olarak, risk ağırlıklı düzenlemeler
de yapılabilir. Yapılan analizlerde risk ağırlıklı düzenlemelerin etkin olduğu
bulunmuştur. Riske göre düzeltilmiş sermaye yeterliliği koşulu, artan rekabetin
sonucu olarak bankaların artan savunmasızlığının kontrol edilmesinde düzenleyici
otoriteler için kullanışlı bir araç olmaktadır (Bolt, Tieman: 2004:22).
Farklı niteliklerdeki bankalar arasındaki rekabetin analiz edilmesi, sermaye
düzenlemelerinin rekabetçi dinamikler üzerinde önemli etkiler yarattığını
99
göstermektedir. Analizden elde edilen en göze çarpan sonuç, ağırlaşan sermaye
koşullarının, rekabete açık piyasalara girişleri özendirdiğidir. Bu sonuç, bankacılıkta
tanıtılan sabit oranlı mevduat sigortası şeklindeki bozulmadan (distortion) ileri gelir.
Böyle bir mevduat sigortasından en çok düşük kaliteli bankalar fayda sağlar ve bu
bankalar daha şiddetli rekabetçiler haline gelirler. Sermaye koşulları bu bozulmayı
hafifletecek etkin bir düzenleme aracıdır. Bu da, sermaye koşulları ve mevduat
sigortasının birbirini tamamladığına işaret eder. Çünkü sermaye koşulları, mevduat
sigortasının özendirdiği risk alma eğilimini hafifletir. Sermaye koşulları aynı
zamanda mevduat sigortasının sebep olduğu rekabet bozulmalarını da hafifletir.
Bunun anlamı, mevduat sigortasının düşük nitelikli bankalara kazandırdığı yapay
rekabet avantajı üzerinde düzeltici bir etki yaratacağıdır (Boot, Marinc: 2006:24).
Bunun yanında Carletti (2005:40), sermaye koşullarının etkili olabilmesini,
bankaların maliyetlerini daha yüksek mevduat faizi ödemeyi istemeyecekleri
seviyeye çıkartmasına bağlamaktadır.
4.4. GİRİŞ VE ÇIKIŞ ENGELLERİ
Herhangi bir piyasanın yarışılabilirliğindeki kilit faktör giriş ve çıkış
koşullarıdır. Giriş kısıtlamaları rekabeti sınırlar ve firmaların baskın pozisyon kurma
ve sürdürme kabiliyetlerini besler. Çıkış kısıtlamaları da rekabeti azaltır. Başarısız
firmaların iflas etmelerine izin verilmezse, fiyatlama bozulabilir ve diğer durumda
başarılı olabilecek bazı firmaların finansal kapasitesi bozulabilir (Huertas: 2008).
Geleneksel Yapı-Davranış-Performans literatüründe giriş engelleri dört
faktöre yüklenir. Bunlar, sektöre girecek firma için mutlak maliyet dezavantajı, nispi
maliyet dezavantajı, ürün farklılaştırması ve giriş için geniş sermaye koşullarıdır.
Bunlara, yüksek sabit maliyetler de eklenebilir (Deb, Murthy, 2008:44).
Rekabet muhtemelen iktisadın en temel fikirlerinden biridir ve firmalar kar
için yarıştıkça, rekabet paradigması açık dinamik öngörüler yaratır: performansı
güçlü olanlar piyasa testlerinden geçer ve ayakta kalır, zayıf performans gösterenler
ise piyasadan çekilir veya satılır. Pazar payının düşük performans gösterenlerden
daha başarılı firmalara doğru bu transferi rekabet sürecinin kritik bir bölümüdür fakat
bu yapay resim her zaman realite değildir. Düzenlemeler, belirsizlikler ve diğer giriş
100
engelleri etkin olmayan firmaları koruyabilir, giriş ve çıkışları sınırlayabilir ve kitabi
anlamda rekabete dayalı faaliyet eksilmelerini (competitive shakeout) önleyebilir
(Stiroh, Strahan:2003).
Perakende bankacılıkta asimetrik bilginin, değiştirme (switching)
maliyetlerinin ve networklerin varlığı, piyasa mekanizmasını değiştirir. Bu da piyasa
yapısını etkileyen ve banka sayısı ile rekabetçi çıktılar arasında belirsiz bir ilişki
yaratan, anlamlı giriş engelleri oluşturur (Carletti, 2005:17). Bu engeller Carletti
(2005) tarafından şu şekilde açıklanmaktadır:
Asimetrik Bilgi Altında Rekabet: Bankalar, mevduat sahipleri ile borçlular
arasında aracılık yaparak var olurlar. Böylece, iki temel fonksiyon, mevduat
sahiplerine güvence vermek ve yatırım projelerini gözlemek ve denetlemektir. Bu
fonksiyonlardan ilki istikrarsızlık riski yaratırken, ikincisi bankalarla potansiyel
borçlular ve diğer bankalar arasında önemli bilgi asimetrileri yaratır. Bu sorunlar
rekabet mekanizmasını önemli ölçüde bozabilir. Asimetrik bilgi ile rekabet literatürü
borç verenlerin piyasa gücü uygulama olasılıklarını, rekabetçi piyasaların kusurlu
(imperfect) işlerliğini, yerleşik firmaların kazanacağı bilgi avantajının önemli bir
giriş engeli oluşturacağını tartışmaktadır. Bankaların gözleme kabiliyeti banka
sayısının artmasıyla kötüleşeceği için, daha şiddetli rekabet bankaların portföy
risklerinin artmasına ve daha yüksek iflas olasılıklarına öncülük eder. Rekabet ve
istikrar arasındaki negatif ilişkinin arkasındaki mekanizma borçluların
heterojenliğinden ileri gelir (Carletti, 2005).
Rekabet ve değiştirme (switching) maliyetleri: Değiştirme maliyetleri
perakende bankacılıkta önemli bir piyasa gücü kaynağıdır (Carletti, 2005:21). Bir
bankadan diğer bir bankaya geçerken müşteriler hesapların fiziki değişimi, fatura
ödemeleri ve bilgi kaybı gibi maliyetler yüklenirler (Vives: 2001). Değiştirme
maliyetleri rekabetin derecesinde genelde zıt iki etki yaratır. Bir yandan bankalar
kendilerine bağlı bir müşteri tabanı oluşturduğunda değiştirme maliyetleri hileli
davranışa sevk eder. Diğer yandan da müşteri tabanını genişletmek için daha şiddetli
rekabeti teşvik eder. Böylece değiştirme maliyetleri bankaları müşterileri çekmek
amacıyla kasıtlı olarak daha yüksek faiz oranı teklif etmeye ve sonrasında müşteriler
bankaya bağlandığında bu oranı düşürmeye sevk eder (Carletti, 2005:21).
101
Rekabet ve Banka Ağları: Perakende bankacılıkta rekabetin doğasını
etkileyen önemli bir diğer öğe şebekelerin varlığıdır. Bankalar arası etkileşimde fiyat
dışı rekabete yol açan, böylece banka ürünlerinin fiyatlanmasını ve sektörün yapısını
etkileyen bir unsurdur. Bankaların ATM (Otomatik Vezne Makinesi) ağlarını
paylaşma olasılıkları fiyat rekabetini etkilemek için kullanılan stratejik bir değişken
olabilir. Geniş bir ATM ağının iki zıt etkisi olabilir. Bir yandan bankaların daha
düşük mevduat faizi sunmalarını mümkün kılar, çünkü müşteriler beklenmedik nakit
ihtiyaçları için kendi mevduatlarına daha kolay ulaşmanın faydasını görürler (şebeke
etkisi/network effect). Diğer yandan geniş ATM ağı fiyat rekabetini yükseltir, çünkü
bankaları daha ikame edilebilir kılar. Mevduat sahipleri bir bankanın ATM’sinin
bulunduğu yerden ve aynı ağı paylaşan rakip bir bankanın teklif ettiği daha yüksek
faiz oranından faydalanabilir (ikame etkisi). Bankalar ATM ağlarını network etkisi
ağır bastığında, yani mevduat sahipleri ATM’ler yoluyla yalnızca az sayıda işlem
yaptığında tercih ederler (Carletti, 2005:22).
Rekabetçi bir sektörde çıkışlar kilit rol oynamaktadır. Firmaları kamu
çıkarlarına hizmet etmeye yönlendirmede karlar bir ödül iken, aykırı davranan
firmaları cezalandıran sistem, piyasadan çıkışlar olmaktadır. Ne var ki bu amaca
ulaşılmasında çıkan firmaların sahiplerinin uygun eğilimler sağlaması derecesinde
etkin olabilir. Bunu yapmak için, menkul kıymet sahiplerinin, nihayetinde çıkışa
neden olacak yönetim hataları, etkinsizlikler ve aşırı risk alımlarında
cezalandırılması gerekir. Bankacılıkta ne yazık ki, düzenlemelerin doğası amaçlanan
işlevinin dışına çıkılmasını önlemeye yöneliktir. Bankacılık düzenlemeleri,
bankacılık sisteminin iyi işlemesinin, her bir bankanın finansal sağlığına bağlı
olduğuna inanılmasından dolayı, düzenlemelere tabi diğer pek çok sektörden temel
farklılıklar gösterir. Sonuç olarak banka düzenlemeleri banka iflaslarını önlemeye
doğru yönlenmiştir (Kaufman vd: 1984).
Bazı Avrupa ülkeleri girişler üzerinde kısıtlayıcı kontrolleri sürdürmekle
birlikte, hemen tüm ülkeler sınırlarını yabancı bankalara açmış durumdadır (Bröker:
1992). Giriş ve çıkışlar AB içerisinde pek çok ülkede serbest olmakla birlikte,
rekabetin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesi ve piyasa katılımcılarının korunması
amacıyla bir takım kurallar içerisinde yapılmaktadır ve bu kurallar rekabeti
kısıtlamamaktadır (Huertas: 2008). Giriş engellerinin ve coğrafi bariyerlerin
102
azaltılması, finansal kurumların sayısının, büyüklük dağılımının ve coğrafi
kapsamının, etkinlik ve banka büyüklüğü ilişkisi ve örgütsel özellikler ve fiyat,
hizmet kalitesi ve tutarlılığı konusunda müşteri tercihlerini de içeren piyasa güçleri
tarafından daha fazla belirlenmesine izin verecektir (Kaufman vd: 1984).
Giriş politikaları rekabet ve karlılık arasında bir dengeye ulaşmaya yardım
edebilir. Tek başına giriş engelleri ne var ki kar arayışlarına katkıda bulunabilir,
etkinlik gelişiminin önüne geçebilir ve yenilik eğilimlerinin sınırlanması ile
sonuçlanabilir. Dahası, girişin çıkışla da ilişkisi olduğu düşünülür. Gelişmekte olan
ülkelerin çoğunda finansal kurumlar için giriş süreci oldukça zayıf olagelmiş ve
finansal sektörler, faaliyetlerine devam etmesine izin verilen zayıf bankaların adil
olmayan rekabetine ve yetersiz sermayeli kurumlara terk edilmiştir (Claessens,
Klingebiel, 2001:22).
4.5. FAALİYET KISITLAMALARI
Geleneksel Endüstriyel Organizayon teorisinden doğan Yarışılabilirlik
yaklaşımına göre bir sektörde rekabetin derecesinin belirlenmesi için, banka
yönetiminin aktif davranışlarının da değerlendirilmesi gerekir. Bu davranışlar
yalnızca bankacılık sektörünün yapısıyla değil, sektör içi rekabeti kısıtlayabilecek,
yabancı sahiplik de dâhil giriş engelleri ve bazı faaliyet kısıtlamalarıyla da ilişkilidir
(Claessens, Leaven, 2004:581).
Rekabetin en doğal ve sezgisel anlamı, bireylerin karlı gördükleri iş alanlarına
serbestçe girebilmeleridir (Canoy ve diğerleri:2001). Ancak bu serbestlik, bankaların
bankacılık dışındaki faaliyetlerle ilgili olabilme kabilyetlerini kısıtlamak suretiyle
sekteye uğratılabilir. Doğru ya da yanlış, ticari bankaların faaliyet özgürlüğünü
kısıtlayan geniş düzenleyici çerçeve, bankacılık sektörünün özgürce rekabet etmesi
istenmediği için uygulanmaktadır. Genel düzenleyici çerçevenin bir unsuru olan şube
kısıtlamaları bankacılık sektörünün performansını etkilemektedir. Fakat şube
kısıtlamalarının varlığı aynı zamanda diğer düzenlemelerin etkisini modifiye
ederken, şube kısıtlamalarının etkileri de diğer düzenlemelerle değiştirilir (Jacobs:
1965). Barth, Caprio ve Levine (2001:13) bankacılıkta düzenleyici kısıtlamalara tabi
olan faaliyetlere örnek olarak gayrimenkul, sigortacılık ve menkul kıymetlere ilişkin
103
faaliyetleri ele almışlardır. Yazarlara göre banka faaliyetleri kısıtlanmaksızın girdi
akımlarının çeşitlendirilmesi, bankacılık sisteminin performansı ve istikrarı üzerinde
olumlu bir etki yaratmaktadır. Claessens ve Leaven (2004:581) bankacılıkta yabancı
girişlerine izin verilmesinin ve faaliyet kısıtlamalarının ortadan kaldırılmasının,
rekabeti olumlu yönde etkileyeceğini belirtmektedirler. Beck, Demirgüç-Kunt ve
Levine (2003:22) de giriş engellerinin ve faaliyet kısıtlamalarının bankacılık sektörü
üzerinde istikrarı bozan bir etki yarattığı görüşünü savunmaktadırlar.
Şube kısıtlamaları ile banka birimlerinin sayısı, banka ofislerinin sayısı ve
bankaların ortalama aktif büyüklükleri arasındaki fonksiyonel ilişki nedeniyle, şube
kısıtlamaları bankacılık sisteminin yapısını değiştirir. Eğer kısıtlamalar gevşetilirse,
diğer koşullar sabit kalmak kaydıyla banka sayısı azalacak, ofis sayısı artacak ve
bankaların ortalama aktif büyüklükleri artacaktır (Jacobs: 1965). Bankaların rekabet
ettiği piyasalar niteliği gereği oligopol olduğundan, şube kısıtlamalarının
serbestleşmesi, daha az sayıda bankanın kalmasına ve daha yüksek örtülü anlaşma
olasılığına öncülük edecektir (Anderson: 1966:126).
Kanıtlar kuvvetle ortaya koymaktadır ki, ürün hattı kısıtlamalarının
kaldırılması ticari bankaların önceleri kendilerine yasak olan hizmetlere doğru
çeşitlendirme yapmaları kadar, diğer banka dışı firmaların da ilave finansal
faaliyetlere genişlemeleri ile sonuçlanacaktır. Coğrafi serbestleşme de bir dereceye
kadar bankacılık sektörüne konsolidasyon ile sonuçlanacaktır. Bu değişiklikler
genellikle öngörüldüğünden daha küçük olabilir, çünkü bu serbestleşmelerin çoğu,
yasal olarak (de jure) olmasa bile fiili olarak (de facto) tamamlanmıştır. Daha fazla
serbestleşme tüketiciler, etkin olmayan banka yöneticileri ve politika yapıcılar için
yakın zamanda sorunlara neden olabilse de, uzun vadede iyi yönetilen bankaların ve
özellikle de tüketicilerin faydasına olacaktır (Kaufman vd: 1984).
Ürün rekabetinin kapsamı, tüm finansal kurumların finansal hizmet
faaliyetlerinin tüm alanlarında serbestçe faaliyet göstermelerine izin mi verilecek,
yoksa belirli bir dereceye kadar uzmanlaşma yasal olarak empoze mi edilecek
sorularına odaklanmaktadır. Bröker’e göre (1992) eğer ikinci politik yaklaşım kabul
edilirse, izin verilen faaliyetlerle ilgili böyle bir yasal bölümlendirme finansal
104
sektörde ürün rekabeti için önemli bir engel teşkil edecek ve ülkenin finansal
sisteminin etkinliği üzerinde olumsuz bir etki yaratacaktır.
Türk Bankacılık Sisteminde Özel Sermayeli Ticari Bankaların faaliyetlerini
sınırlayan veya onları yönlendiren çeşitli kurumsal faktörler söz konusudur.
Bankaların iradesi dışında oluşan ve uymak zorunda oldukları yasalar, hükümet
politikaları ve ekonomik koşullar bankaları belirli yapı ve uygulamaları
gerçekleştirme noktasında zorlamaktadır. Bunun yanında bankaların kuruluş, şube
açma, mevduat kabul etme ve kredi verme gibi pek çok konuda yapısal anlamda
eşbiçimlilik gösterdiği görülmektedir (Arslan, Hotamışlı: 2007).
105
BEŞİNCİ BÖLÜM
TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN GENEL GÖRÜNÜMÜ
5.1. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE GELİŞMELER VE SERBESTLEŞMEYE YÖNELİK ATILIMLAR
Günümüzde dünya ekonomisi her bakımdan büyük bir değişim içindedir.
Tüm dünyada etkili olan küreselleşme olgusu ile milli ve içe kapalı ekonomiler
nispeten önemini kaybetmekte, bölgesel entegrasyonlar artmaktadır (Yetim, Gülhan:
2005). 1980 sonrası dönemde Türkiye ekonomisi de uluslararası piyasalara açılarak
dünya ekonomisi ile bütünleşme sürecine girmiştir. Dışa açılma, önce mal ve hizmet
daha sonra da sermaye piyasalarının serbestleştirilmesiyle gerçekleştirilmiştir. Bu
sürecin tüm aşamalarında finansal kesimin, özellikle de bankacılık sisteminin kritik
bir yeri olmuştur (Köne: 2003). Bu çerçevede dünyanın en büyük ekonomi alanı olan
Avrupa Birliği, iktisadi gelişmeler açısından önemini korumaktadır (Yetim, Gülhan:
2005).
Türk Bankacılık Sistemi uluslararası rekabete açıklığı ve uygun düzenleme
çerçevesiyle, Türkiye ekonomisinde Avrupa Birliğine uyuma hazır sektörlerin
başında gelmektedir (TBB: 2002b). Gelişen serbest piyasa şartları ve rekabet
ortamında mali sistem açısından teknolojik altyapı, personel eğitimi, ürün geliştirme,
fon yönetimi ve düşük maliyetle çalışma gibi hususlar önem kazanmış ve bu yönde
belirli bir gelişme sağlanmıştır (DPT: 1992, s. 29). Nitekim kaydedilen gelişmelere,
Avrupa Komisyonunun 2007 yılı Türkiye İlerleme Raporunda19 da yer verilmiştir.
Denetleyici standartların sıkılaştırılması, likidite pozisyonları ve banka sisteminin
sermaye yeterliliğinin güçlendirilmesi, riske dayalı mevduat sigorta sisteminin
getirilmesi, mali sistemdeki gelişmelerden bazılarıdır. Raporda ayrıca, Türkiye’nin
mali piyasa altyapısında müktesebat şartlarını büyük ölçüde karşıladığına da vurgu
yapılmaktadır. Menkul kıymetler piyasası ve yatırım hizmetleri alanında uyum
makul bir şekilde ilerlerken, bankalar ve mali şirketler alanında ilave uyum olmuştur.
19 Avrupa Komisyonu 2007 yılı Türkiye İlerleme Raporu (COM-2008/674), Gayri Resmi Tercümesi, www.ihb.gov.tr, erişim tarihi 28/01/2009.
106
5.1.1. Cumhuriyet Sonrası Türkiye’de Bankacılık
1923–1932 yılları arasında bankacılık sektöründeki gelişmeler İzmir İktisat
Kongresinde dile getirilen görüş ve öneriler doğrultusunda gerçekleşmiş, bu
dönemde ekonomik gelişmenin sağlanabilmesinde bankacılık sektörünün önemi
vurgulanarak ulusal bankacılığın geliştirilmesine çalışılmıştır. Türkiye İş Bankasının,
sonraları Sümerbank’a devredilen Türkiye Sanayi ve Maadin Bankasının, Emlak ve
Eytam Bankasının kuruluşları ile tarım sektörünün desteklenmesi amacıyla Ziraat
Bankasının sermayesinin arttırılması bu dönemde gerçekleşmiştir. Bu dönemdeki bir
diğer gelişme ise Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının kuruluşudur (Akbulak vd,
2004:85).
1930’lu yıllarda devletçilik görüşünün benimsenmesi ile birlikte Sümerbank,
Belediyeler Bankası, Etibank, Denizbank, Halk Bankası ve Halk Sandıkları
kurulmuş, 1936 yılında 2999 sayılı Bankalar Kanunu yürürlüğe girmiştir. 1939–1945
döneminde İkinci Dünya Savaşının etkisiyle ekonomide yaşanan durgunluk
bankacılık sektörüne de yansımıştır. 1945–1959 dönemi ise ülkemizde özel
bankaların geliştiği bir dönemdir. Bu dönemde liberal ekonomi politikaları
benimsenmiş, Yapı ve Kredi Bankası, Garanti Bankası, Akbank, Pamukbank ve
Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası kurulmuştur. Türkiye Bankalar Birliğinin
kurulması da 1958 yılında gerçekleşmiştir. Planlı dönem olarak adlandırılan 1960–
1980 yılları arasında yaşanan başlıca gelişmeler ise bankacılık sektöründe devlet
kontrolü ve etkisinin hissedilmesi, beşi kalkınma ikisi ticari banka olmak üzere 7
bankanın kurulması, şube bankacılığına önem verilmesi, özel ticaret bankalarının
büyük bölümünün holding bankası haline gelmesidir (Akbulak vd, 2004:85-86).
Türk bankacılık sisteminin 1980 yılına kadarki gelişimi, piyasaya girişin
sınırlandığı, rekabetçi olmayan, dış ilişkilere kapalı, güdümlü faiz oranları altında
çalışan ve bu nedenle çok şubeli perakende bankacılık yapan, uzmanlaşmamış,
finansal aracı kurum olarak bünyesinde yer aldığı şirketler topluluğunun finansal
kaynak ihtiyacını karşılayan bankaların oluşturduğu bir sistem olarak
özetlenmektedir (Çolak: 2005b-265).
107
5.1.2. 1980 Sonrası Gelişmeler
Türk Bankacılık Sektöründeki dönüşüm büyük ölçüde 24 Ocak 1980 kararları
ile yurtiçi tasarrufların arttırılmak istenmesinden kaynaklanmıştır (Çolak: 2005a–
107). Bu dönemde “yapısal uyum ve dışa açık, piyasa ekonomisi güdümünde
liberalizasyon” programı finansal kesimdeki reformların da belirleyicisi olmuştur
(Köne: 2003). Piyasa ekonomisine geçilmesiyle birlikte gündeme gelen reform
niteliğindeki yapısal değişiklikler ile bankacılık sektörünün ve mali sektörün
gelişmesi ve büyümesi sağlanmıştır (TBB: 2002a). Bu anlamda atılan ilk adım
Haziran 1980’de mevduat ve kredi faizlerinin serbest bırakılması olmuştur. Bu
şekilde bankacılık sektöründe rekabetin arttırılması, reel faiz yoluyla yurtiçi
tasarrufların yukarı seviyelere çekilmesi ve mali sektöre derinlik kazandırması
amaçlanmıştır (Binay, Kunter: 1998). Ne var ki, artan piyasalaşma süreci ile birlikte
ortaya çıkan faiz yarışı, fiyatlar genel düzeyinin ve döviz kurlarının hızlı bir artış
eğilimine girmesine yol açmış, faiz oranları yüksek düzeyde seyretmiştir (Toprak,
Demir: 2001). Rekabete hazır olmayan bankacılık sektörünün bu gelişmelere tepkisi,
büyük bankaların aralarında anlaşarak20 faizlerin belli bir düzeyin üzerine
yükselmesini önlemek şeklinde olmuştur (Binay, Kunter: 1998). Ancak bu anlaşma
uzun sürmemiş, 70 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin kabul edilmesiyle
bankacılık sektörüne giriş kolaylaştırıldığı gibi, sektör için yeni bir araç olarak
görülebilecek Mevduat Sertifikası ile yastık altındaki ve kayıtdışı ekonomideki
paranın bir kısmı sektöre çekilmeye çalışılmıştır (Çolak: 2005a-107). Bazı banka ve
holdinglerin “aracı kurumlar” kurmaları ve bu kurumlara iskontolu olarak mevduat
sertifikası satmaları, bankacılık sistemini sürekli mevduat sertifikası üreten ve bunu
halka çok kere pazarlayan bir duruma dönüştürmüştür (Ponzi Game). Sertifikaların
halka daha yüksek bir fiyatla satılması ve buradan elde edilen tasarrufların yüksek
riskli yatırımlarda değerlendirilmesi, mali liberalleşmeden amaçlanan “pozitif reel
faiz” hedefinin gerçekleştirilmesine yardımcı olmuştur (Binay, Kunter: 1998). Bu
gelişmelerle birlikte ortaya çıkan faiz yarışı, 1982 yılında finans kesiminde krize yol
açmış; küçük banker iflaslarıyla başlayan çöküş, büyük bankerlerin ve bazı küçük
bankaların iflası ile devam etmiştir (Köne: 2003).
20 1. Centilmenlik Anlaşması: 1 yıllık mevduata %30 faiz verilmesi konusunda bankalar anlaşmaya varmıştır.
108
Finansal piyasaların gelişebilmesi, dolayısıyla da reel sektöre parasal kaynak
aktarılabilmesi için finansal sistemin aktif büyüklüğünün artması gerektiğinin
düşünülmesi, sektöre kaynak aktaracak kararların kısa sürede yürürlüğe konulmasını
sağlamıştır. 1980–1990 yılları arasında bankacılık sektörüne yönelik olarak yapılan
yasal düzenlemelerin temelini 1985 yılında yürürlüğe giren 3182 sayılı Bankalar
Kanunu oluşturmaktadır (Çolak: 2005a–107).
1986 yılı Merkez Bankası bünyesinde piyasaların oluşturulmaya başlandığı
yıl olmuştur. 1986 Mart ayında Bankalararası Para Piyasası, 1987 Şubat ayında Açık
Piyasa İşlemleri, 1988 yılının Ağustos ayında Döviz-Efektif Piyasası, 1989 Nisan
ayında ise Altın Piyasası kurulmuştur. Bankaların daha etkin denetimi amacıyla
bağımsız denetimden geçme uygulaması ise 1987 tarihinde başlamıştır. Özellikle
yerli bankaların, yurtdışı bankalar ile işlemlerinin artması, bankaların bağımsız
denetimden geçmelerini gerekli kılmıştır (Binay, Kunter: 1998).
1980 sonrası dönemde Türk Bankacılık Sektörünü ilgilendiren gelişmeler
açısından 1989 yılı, dikkat çekici gelişmelerin yaşandığı bir dönem olmuştur.
Bankalar arası rekabet özellikle bu dönemde şiddetlenmeye başlamıştır. Rekabeti
arttıran nedenlerin başında, Türk bankacılık sistemine yeni bankaların girişi
gelmektedir. Yeni bankaların ayırıcı özelliği, genellikle yabancı sermaye katılımıyla
kurulmaları ve daha çok yatırım bankacılığına yönelmiş olmalarıdır. Artan rekabet
bankaları yeni mali ürünler pazarlamaya, maliyetleri düşürücü önlemler almaya,
sermaye piyasalarındaki faaliyetlerini geliştirmeye ve otomasyona yönlendirmiş
bulunmaktadır. Bankalar arası rekabeti şiddetlendiren bir diğer gelişme de, 1988
yılında mevduat faizlerindeki aşırı yükselmenin bankaların kaynak maliyetini
arttırması, dolayısıyla bankaların verimli ve güvenli plasman yapmakta güçlükle
karşılaşmalarıdır (Bankalarımız 1989).
1989 yılı Ağustos ayında 32 sayılı karar ile döviz işlemleri ve sermaye
hareketleri tamamen liberalleştirilmiştir. Bu uygulamada amaç (Binay, Kunter:
1998),
• daha liberal bir döviz sistemi yaratmak ve Ortak Pazar ve diğer mali
piyasalarla bütünleşmeyi kolaylaştırmak,
109
• menkul kıymetlerin yurtiçi ve dışında alım-satımı önündeki engelleri
kaldırarak sermaye piyasalarının gelişimine yardımcı olmak,
• sermaye hareketlerini serbestleştirmek, bu şekilde bankaların yurtdışından
kredi bulmasını sağlamaktır.
Bu yeni önlemler ile TL’nin konvertibl bir para olmasının yolu açılmıştır.
1990 yılının Şubat ayında da TL, Uluslararası Para Fonu ile yapılan anlaşmanın 8.
Maddesi uyarınca konvertibl bir para olarak ilan edilmiştir (Binay, Kunter: 1998).
Böylece bankalarımız iç piyasalarda yaşanan rekabete uyum göstermenin yanında,
Türkiye’nin dış ticaretinde meydana gelen artışlarla beraber dış piyasalara da
açılmışlardır (Bankalarımız 1989).
1980 sonrası politikaların bir sonucu olarak bankacılık sektöründe dışa açılma
yönünde ortaya çıkan eğilim, ülkemizde şube açan yabancı bankaların bir sonucu
olarak görülebilir. Bu rekabet, Türk Bankacılık Sektörünün etkinliğini de arttırmıştır
(Yıldırım, Ülgen: 2006).
5.1.3. 1990 Sonrası Gelişmeler
Piyasa ekonomisine geçilen 1980’li yıllarda uygulamaya konulan reform
niteliğindeki yapısal değişiklikler bankacılık sektörünün ve mali sektörün gelişmesini
ve büyümesini sağlamıştır. Ne var ki 1990’lı yıllardaki gelişmeler bankacılık
sektörünün mali bünyesinin önemli ölçüde bozulmasına neden olmuş, bankaların
riskin çok yüksek olduğu bir ortamda çalışmalarına yol açmıştır (TBB: 2002a). 1989
yılında yürürlüğe giren 32 sayılı karara bankacılık sektörünün hazırlıksız
yakalanması, düzenlemeye uygun, etkin bir aktif-pasif yönetimi gösterilmesine engel
olmuştur. Hazine ve TCMB ise bu yeni oluşumu tamamlayacak düzenlemelere
gidememiş, bunun sonucunda bankalar, likidite yönetiminin temel ilkelerini göz ardı
ederek yabancı para cinsinden kaynaklara yönelmişlerdir (Çolak: 2005a;107–108).
Bankalar, yurt dışı kaynaklardan borçlanarak elde ettikleri döviz kaynaklarını Türk
Lirası üzerinden getiri sağlayan finansal araçlara yatırmış ya da Türk Lirası kredi
vermişlerdir. Bu da bankaların döviz varlıkları ile döviz yükümlülükleri arasındaki
farkın artmasına, yani açık pozisyonla çalışmalarına yol açmıştır (Köne: 2003).
110
Bu dönemde Türkiye ekonomisinde artan yapısal sorunlar bankacılık
sektörünü de olumsuz etkilemiştir. Yurt içi tasarruf eğiliminin gerilemesi TL tasarruf
cinsinden mali sistemi küçültmüş, kamu kesiminin tasarruf açığının artması ile
birlikte kamu kesimi mali sistemden daha çok kaynak talep eder olmuştur. Bu
gelişmeler faiz oranları üzerinde ciddi bir baskı oluşturmuştur. Faiz oranlarının daha
da yükselmesini önlemek amacıyla hem Merkez Bankası kaynaklarına hem de yurt
dışı borçlanmaya ağırlık verilmiş, TL’nin yabancı paralar karşısında değer kazanması
ve reel faiz oranlarının da etkisiyle kısa vadeli sermaye girişi hızlanmış ve kamu
kesiminin finansmanında önemli bir kaynak temin edilmiştir. Ne var ki, kaynak
kıtlığına rağmen yurtiçi talep artışına bağlı büyüme politikası iç dengeler yanında dış
dengelerin de bozulmasına neden olmuş, giderek büyüyen makro dengesizlikler 1994
yılında ciddi bir krize neden olmuştur. Bu gelişmeler mali sistemin de dikkati çeken
bir hızla daralmasına yol açmıştır. Ekonomik faaliyetlerin yavaşlaması yanında
TL’nin yabancı paralar karşısında hızlı değer kaybı, enflasyonist beklentiler
nedeniyle ekonomik birimlerin nakit tercihlerinin artması, mali sektöre duyulan
güvenin azalması nedeniyle kaynakların sektör dışına çıkması ve bankacılık
sisteminin net dış borç ödemesi mali sistemin küçülmesinin başlıca nedenleri
olmuştur (Bankalarımız 1994).
Birçok bankanın krize açık pozisyonda yakalanması, bankalardan ve aracı
kuruluşlardan bazılarının ödeme güçlüğü içine düşmesi, iflasların artmasına neden
olmuştur. Mali sisteme olan güvenin yeniden kazanılması için mevduatın tamamına
devlet güvencesi getirilmiş, mevduatın %100’ü TMSF kapsamına alınmıştır
(Doğukanlı: 2001–297). Ancak banka sisteminin denetiminde yaşanan zafiyetler
nedeniyle sağlıklı bir yapılanma gerçekleştirilememiş, tersine, mali bünye sorunları
daha da büyümüştür (TBB: 2002a-7).
1994 krizinin iki temel nedeni bulunmaktadır: i) 1989 yılında sermaye
hareketlerinin liberalleştirilmesi ve bankaların yurtdışından sağladıkları ucuz
kaynaklarla Hazine’yi fonlaması ve Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadele
çerçevesinde TL’yi değerli tutmaya çalışma politikasının yarattığı bankaların açık
pozisyonları, ii) 1989 yılında verilen yüksek ücret zamlarının iç talebi körüklemesidir
(Binay, Kunter: 1998).
111
Mali sistemde krizin daha da derinleşmesini önlemek ve ekonomide istikrarı
yeniden sağlamak üzere 5 Nisan kararları uygulamaya konulmuştur. Böylece bir
yandan mali disiplinin tesisi ve kamu kesimi açığı küçültülüp, mali sistemdeki
küçülmenin önüne geçilirken, diğer yandan bankacılık sistemini doğrudan etkileyen
kararlar alınmıştır. Kısa dönemde mevduatı cazip hale getirmek, bankaların
kullanılabilir kaynaklarını arttırmak ve kaynak maliyetini azaltmak amacıyla likidite
oranları yeniden belirlenmiştir. TL mevduata uygulanan munzam karşılık oranları
düşürülmüş, disponibilite uygulaması kaldırılmıştır. Buna karşılık mevduat dışı
kaynaklar disponibiliteye tabi tutulmuştur (Bankalarımız 1994).
Hazine ve TCMB krizin ardından yayınladıkları sermaye yeterliliği ve net
genel pozisyon tebliğleri ile bankacılık sektörünün uluslararası bankacılık kurallarına
uyumu yönünde adımlar atmalarını sağladıkları gibi bankaların likidite yönetiminde
uymaları gereken sınırları da çizmiştir (Çolak: 2005a–108).
Bankacılık sektörü 1994 yılında Türkiye ekonomisinde yaşanan kriz
sonucunda önemli kayıplarla karşılaşmış, üç banka tasfiye sürecine girmiştir. 1994
krizinin olumsuz etkileri kısa sürede atlatılmış (BDDK: 2002a), ekonominin girdiği
büyüme süreci bankacılık sektörünün büyümesini de olumlu etkilemiş, 1995, 1996
ve 1997 yıllarında bankacılık sektörü milli gelirin oldukça üzerinde bir hızla
büyümüştür. Bu büyümeyi olumlu yönde etkileyen faktörler şöyle sıralanabilir
(Bankalarımız 1997):
- Ekonomik faaliyetin beklenenin üzerinde bir canlılık göstermesi,
- Enflasyonun yükselmesi, buna karşılık TL’nin başlıca yabancı paralar
karşısında değer kazanmasına bağlı olarak açık pozisyonun sürdürülmesi,
- TL cinsinden finansal aktiflerin getirilerinin reel olarak cazibesini
koruması nedeniyle bu araçlara olan talep artışının sürmesi
- Yurtdışından borçlanmanın artması.
1997 yılında Hazine’nin borçlanma maliyetinin belirleyici olduğu bir
piyasada yükselen faiz oranları yanında bankaların kaynakları üzerinde bulunan
parasal ve mali yükler maliyetleri, dolayısıyla da karlılık performansını olumsuz
yönde etkilemeye devam etmiştir. Banka ve Sigorta Muameleleri Vergisi ve
112
Kambiyo Gider Vergisi gibi işlem ve dolayısıyla kaynak kullandırma maliyetini
etkilemeye devam eden yüklerin, vergi gelirlerinde düşüşe neden olacağı
gerekçesiyle hiç bir değişiklik yapılmadan sisteme uygulanması, Türk bankacılık
sisteminin büyümesini ve uluslararası rekabet gücünü olumsuz yönde etkileyen
faktörler olmuştur (Bankalarımız 1997).
1999 yılına kadar bankalar makroekonomik dengesizliklerin de etkisiyle riskli
bir ortamda faaliyet göstermeyi sürdürmüşlerdir. Bankacılık sistemi 1998 yılının
ikinci yarısından itibaren sürekli olarak Merkez Bankasından yüksek miktarda ve
maliyetle likidite sağlamak zorunda kalmıştır. Merkez Bankası’ndan sağlanan
kaynaklar çok yüksek bir maliyetle de olsa kamu kesiminin kaynak ihtiyacının
karşılanmasını sağlamış, ancak likidite gereksinimi içinde olan bankaların mali
bünyelerindeki bozulma hızlanmıştır. Hükümetin bankaların mali bünyelerinin
güçlendirilmesi amacıyla Bankalar Kanunu’nda değişiklikler getiren tasarısının
Meclis’ten geçmesinin ardından, beş ticaret bankasının yönetimi (Egebank, Esbank,
Türkiye Tütüncüler Bankası-Yaşarbank, Sümerbank, Yurtbank) Fon’a devredilmiştir.
Ayrıca yatırım ve kalkınma bankalarından birisinin (Birleşik Yatırım Bankası)
faaliyetine ise son verilmiştir. Ekonomide yaşanan olumsuz gelişmelerin mali sistem
üzerindeki etkilerini sınırlandırmak amacıyla 1994 yılında geçici bir çözüm olarak
getirilen tasarruf mevduatının tümüne Fon güvencesi 1999 yılında da sürmüştür
(Bankalarımız 1999).
1990’lı yıllarda makro ekonomik istikrarsızlık, yüksek kamu kesimi açıkları,
kamu bankalarının sistemi çarpıtıcı etkileri, risk algılama ve yönetiminin zayıflaması
gibi nedenlerle bankacılık sektörü, üretimi destekleme ve kaynakları uzun vadeli
yatırımlara yönlendirme şeklindeki mali aracılık fonksiyonunu etkin bir biçimde
yerine getirememiştir. Bu sürecin sonucu olarak bankaların karşılaştıkları yapısal
zafiyetler şu şekilde özetlenebilir (Acar Boyacıoğlu: 2003):
- Özkaynak yetersizliği,
- Küçük ölçekli ve parçalı bankacılık yapısı,
- Kamu bankalarının sistem içindeki payının yüksekliği,
- Zayıf aktif kalitesi (kredi yoğunlaşması),
113
- Grup bankacılığı ve risklerin yoğunluğu,
- Kredi ve karşılıklar arasındaki uyumsuzluk),
- Piyasa risklerine aşırı duyarlılık ve kırılganlık (vade uyumsuzluğu, açık
pozisyon),
- Yetersiz iç kontrol ve risk yönetimi,
- Şeffaflığın eksikliği,
- Kurumsal yönetişim eksikliği.
5.1.4. 2000 Sonrası Gelişmeler
1990’lı yıllarda yaşanan krizlerin ardından Kronik enflasyon, yüksek reel faiz
oranları ve gittikçe bozulan borç dinamikleri nedeniyle sorunlar yaşayan Türkiye
ekonomisini istikrara kavuşturmak amacıyla, 1999 Aralığında uluslararası finans
kuruluşlarınca desteklenen döviz kuruna dayalı bir istikrar programı başlatılmış
(Serdengeçti; 2002), büyüme, enflasyon ve kamu finansmanı alanlarında olumlu
sonuçlar elde edilmiştir (BDDK; 2009a). Bu süreçte ekonomik performansı etkileyen
kararlara ek olarak, bankacılık sistemini doğrudan ilgilendiren çok önemli kararlar
alınmış ve düzenlemeler yapılmıştır. Yeni düzenlemeler ile bankacılık mevzuatı
uluslararası düzenlemelere, tavsiyelere ve özellikle Avrupa Birliği direktiflerine
önemli ölçüde yaklaştırılmıştır. Özel sermayeli bankalar ile kamu sermayeli bankalar
arasında rekabet eşitliğini bozan düzenlemeler kaldırılmış, bir bankanın mali
bünyesinin zayıflaması durumunda denetim otoritesinin hareket kabiliyeti arttırılmış,
mali bünyenin güçlendirilmesini sağlayacak ya da bankanın faaliyeti ile ilgili olarak
alınacak tedbirlere ilişkin kararlar daha objektif kriterlere dayandırılmış ve karar
sürecini hızlandıran değişiklikler getirilmiştir (Keskin; 2001). Elbette bu noktada
yaşanan en önemli gelişme, BDDK’nın kurulması ve Ağustos 2000’de faaliyetine
resmen başlaması olmuştur.
2000 yılında yaşanan tüm bu olumlu gelişmelere karşın, ülkede kronik
enflasyon sürecinin kırılamadığı, kamu iç borç sorunu ağırlaştığı (Celasun; 2002) ve
bankacılık kesiminin varlık ve yükümlülüklerinin vade yapısında risklerin doğmasına
bağlı olarak (BDDK; 2009a) bankacılık sektörünün kırılganlaştığı görülmektedir
(Celasun; 2002). Yürürlüğe konan istikrar programı çerçevesinde, döviz kurunun kur
114
sepetine göre ne olacağının önceden açıklanmasıyla ortadan kalkan kur riski, yabancı
yatırımcılar için arbitraj imkânı sağlamış (Gençler; 2007), ülkeye büyük miktarda
sermaye girişine neden olmuştur. Ne var ki bu girişlerin büyük bölümü bankaların ve
özel sektörün dışarıdan aldığı borçlardan oluşmuştur (Serdengeçti; 2002). Artan
sermaye girişine bağlı olarak faiz oranları olması gereken seviyenin altında
gerçekleşmiştir. Ancak 2000 yılının sonlarına gelindiğinde, gerçekleştirilemeyen
yapısal ve mali reformlar ve kontrol edilemeyen finansal varlıkların sonucunda
büyük bir devalüasyon yaşanmıştır (Gençler; 2007). Likidite sıkışıklığının etkisiyle
faiz oranları yükselmiş, açık pozisyonu olan bankalar yüksek maliyetle kaynak
bulmak zorunda kalmışlardır (Toprak, Demir; 2001). Bankaların açık pozisyonlarını
kapatmaya çalışmaları, kamu ve özel bankaların borçlanma telaşına girmelerine
neden olmuştur. Bankaların hızla yükselen likidite ihtiyaçları ve bunun için yüksek
faizle likidite arayışı içerisine girmeleri sonucu döviz talepleri artarken, yabancı
bankalar da hazine kâğıtlarını hızla satarak Türkiye’den çıkmaya başlamıştır
(Karaçor; 2006:387).
Nitekim 2000 yılının son üç aylık döneminde yaşanan sıkıntılar, Kasım
likidite ve Şubat döviz krizine bağlı olarak ekonomik faaliyetin 2001 yılında hızla
daralmasına yol açmıştır (TBB, 2002b). Türkiye ekonomisi ve bankacılık sistemi
açısından 2001 yılı zor bir yıl olmuştur. Ekonomik faaliyet yanında bankacılık
sistemi de önemli ölçüde küçülmüştür. Fon’a alınan bazı bankaların birleştirilmesi
ve/veya kapatılması, bazı bankaların faaliyetlerine son verilmesi yanında, bazı
bankaların birleşmesi banka sayısının azalmasına neden olmuştur. 2001 yılında sekiz
banka Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu bünyesindeki Tasarruf
Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmiştir. (Ulusal Bank, İktisat Bankası, EGS Bank,
Bayındırbank, Kentbank, Milli Aydın Bankası “Tarişbank”, Sitebank ve
Toprakbank). Fon bünyesindeki bankalardan Egebank, Yurtbank, Yaşarbank ve
Bank Kapital Ocak 2001’de, Ulusal Bank ise Nisan 2001’de Sümerbank ile
birleştirilmiş, Sümerbank yıl içinde Oyak Grubuna satılmıştır (TBB, 2002a).
Türkiye’de Şubat 2001’de yaşanan mali krizin, kamu sektöründen başlayarak
mali sektöre yayılan ve sonucunda reel sektör üzerinde büyük sıkıntılar doğuran
etkileri olmuştur. Yaşanan krizin etkilerinin giderilmesi ve ekonomide istikrarın
tekrar sağlanması amacıyla Mayıs 2001 tarihinde “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
115
uygulanmaya başlanmıştır. Programın beş temel unsuru şu şekildedir (Erdönmez;
2003):
- Dalgalı kur sistemi içinde enflasyonla mücadelenin kararlı biri biçimde
sürdürülmesi,
- Bankacılık sektörünün, kamu ve Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)
bünyesindeki bankalar başta olmak üzere hızlı ve kapsamlı şekilde yeniden
yapılandırılması ve böylece bankacılık kesimi ile reel sektör arasında sağlıklı
ilişkiler kurulması,
- Kamu finansman dengesinin bir daha bozulmayacak şekilde güçlendirilmesi,
- Enflasyon hedefleri ile uyumlu bir gelirler politikasının sürdürülmesi,
- Bütün bunların etkin, esnek ve şeffaf bir yapıda gerçekleştirilmesini
sağlayacak yapısal unsurların yasal altyapısının oluşturulması şeklinde
belirlenmiştir.
2001 yılında yaşanan krizin ardından başlatılan bankacılık sektörü yeniden
yapılandırma programının aşamaları; kamu bankalarının finansal ve operasyonel
açıdan yapılandırılması, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’ndaki (TMSF) bankaların
sorunlarının en kısa sürede çözüme kavuşturulması, özel bankaların sağlıklı bir
yapıya kavuşturulması, bankacılık sektöründe gözetim ve denetim etkinliğinin
artırılması, sektörün daha rekabetçi bir yapıya kavuşturulması için yasal ve kurumsal
düzenlemelerin gerçekleştirilmesi olarak açıklanmıştır (TBB, 2003).
Banka sisteminin mali yapısının güçlendirilmesi üç kanaldan yürütülmüştür:
(i) Görev zararı stoklarını bilançolarından tasfiye etmek için, kamu bankalarına özel
tertip DİBS verilmiştir. (ii) Mali yükümlülüklerinin kapatılması ve özkaynakları ile
döviz pozisyonlarının güçlendirilmesi için TMSF bünyesindeki bankalara özel tertip
DİBS ve döviz cinsi senetler ihraç edilmiştir. (iii) Özel sermayeli ticari bankalara
yabancı para pozisyon açıklarının kapatılmasına katkıda bulunmak ve Hazinenin iç
borçlanma vadesini uzatabilecek koşulları sağlamak için bu kesimle iç borç takası
yapılmıştır (Celasun; 2002).
2002 yılına gelindiğinde, bankacılık sistemindeki yeniden yapılandırma
sürecine ilişkin en önemli gelişme, önceki yıl para ve sermaye piyasalarında yaşanan
116
kriz ve ekonomik faaliyetin hızla daralmasının da etkisiyle önemli ölçüde zarar gören
bankacılık sisteminde derinleşen sorunların çözümü ve banka sermayelerinin
güçlendirilmesi amacıyla uygulamaya konulan özel program olmuştur. Program
kapsamında özel bankalara sermaye desteğinin sağlanması yanında krizin de
etkisiyle ödeme gücü olumsuz etkilenen; ekonomiye katma değer yarattığı düşünülen
reel sektör firmalarının faaliyetlerini sürdürmeleri ve ödeme güçlerini yeniden
kazanmaları için finansal yeniden yapılandırma programı başlatılmış, varlık yönetim
şirketlerinin kurulması yönünde düzenlemeler yapılmıştır (TBB, 2003).
Türk bankacılık sektörü, 2004 yılının ilk yarısında genel olarak yurtiçi
ekonomik ve siyasal ortamda sağlanan istikrar çerçevesinde büyümeye devam
etmiştir. Bu dönemde, diğer gelişmekte olan piyasalardan ayrı olarak, uluslararası
piyasalardan Türkiye ekonomisinin performansına bağlı olarak, sermaye girişinin
sürekliliği korunurken, yurtiçi talepteki artış bankacılık sektörünün aracılık
fonksiyonunu geliştirmesine katkıda bulunmuştur. Ayrıca, Kredi Kuruluşları Kanunu
Tasarı Taslağı çalışmaları, Yeni Türk Lirasına geçiş çalışmalarının başlaması, Yapı
Kredi Bankası’nın satışına ilişkin süreç ve Pamukbank-Halkbank birleşme süreci
yılın ilk yarısında sektör içinde gerçekleşen önemli gelişmeler olarak öne
çıkmaktadır (BDDK, 2004).
2004 yılının ilk yarısında banka sayısı sektörde iki yabancı banka arasında
gerçekleşen birleşme neticesinde (Credit Lyonnais S.A. Türkiye Merkez Şubesi, 18
Mart 2004 tarihinde Credit Agricole Indosuez Türk Bank’a devredilmiştir) 49’a
gerilemiştir. Söz konusu 49 bankanın, 35’i mevduat bankası (3 adedi kamu, 18 adedi
özel, 12 adedi yabancı ve 2 adedi TMSF bankası), 14’ü ise kalkınma ve yatırım
bankasıdır (BDDK, 2004).
Bankacılık sisteminde, 2005 yılında en önemli gelişme, yabancı yatırımcıların
bankacılık sistemine doğrudan veya ortaklıklar yoluyla yaptıkları yatırımlar
olmuştur. 2004 yılında Türk Ekonomi Bankası A.Ş. ve BNP Paribas ortaklığından
sonra, T. Dış Ticaret Bankası A.Ş.’nin çoğunluk hisseleri Fortisbank tarafından
alınmıştır. T. Dış Ticaret Bankası A.Ş. yılın ikinci yarısına, statüsü değişerek,
Türkiye’de kurulmuş yabancı banka olarak girmiştir. Benzer şekilde, Koç Holding ve
Uno Credito ortaklığı, Koç Finansal Hizmetler’in Yapı ve Kredi Bankası A.Ş’nin
117
çoğunluk hisselerini almıştır. Şekerbank T.A.Ş ile Rabobank arasında sürdürülen
görüşmeler ortaklık anlaşması ile sonuçlanmıştır. T. Garanti Bankası A.Ş.’nin
yabancı yatırımcılar ile olan görüşmeleri de GE Consumer Finance ile yapılan
ortaklık anlaşması ile sonuçlanmıştır (TBB, 2005b).
2005 yılından sonra istikrarlı ortam ve sürekli büyüme devam etmiş, bu
durumun bankacılık sektörüne yansımaları da olumlu olmuştur. Türkiye finans
sektörü ve içerisinde en büyük paya sahip olan bankacılık kesimi, yapısal reformların
da katkısıyla büyüme seyrini sürdürmüş, yabancı yatırımların tetiklediği rekabet
ortamına rağmen karlılığını arttırmayı başarmıştır (BDDK; 2006). Bankacılık
sektöründe 2002 yılında başlayan büyüme, aracılık fonksiyonunun etkinliğindeki
gelişme ve performans artışı devam etmektedir. 2007 yılında ABD’de başlayarak
tüm dünyayı saran küresel finans krizini Türk Bankacılık Sektörü en az kayıpla
karşılamıştır. Genel ekonomik koşullardaki bozulmalara kıyasla bankacılık
sektöründe ortaya çıkan bu olumlu tabloda, BDDK’nın etkin gözetim ve denetimi
yanında Türkiye’de bankacılık sistemine duyulan güven, faaliyet gösteren bankaların
yüksek Sermaye Yeterliliği Rasyosu ile çalışmaları ve açık pozisyon açısından
dengeli bir yapıda durmaları önemli rol oynamıştır. Önümüzdeki yıllar için
bankacılık sektöründe bozulmaya yol açacak ciddi bir tehdit öngörülmemektedir.
5.2. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE YAPISAL DÜZENLEMELER
Türk bankacılık sektörünün dünya finans piyasaları ve özellikle AB finans
piyasaları ile entegre olabilmesi ve rekabet imkânını arttırabilmesi için finans
alanındaki gelişmeleri sürekli olarak takip etmesi, değişikliklere uyum göstermesi,
yeniden yapılandırılması ve en önemlisi de Türk bankacılık mevzuatını söz konusu
ülkelerin bankacılık mevzuatlarıyla uyumlaştırması gerekmektedir (Tanınmış
Yücememiş: 2005–282). Bu amaçla 1980 yılından itibaren bir dizi düzenlemeler
yapılmıştır.
1980 Sonrası dönemde Türk bankacılık sektörü ile ilgili olarak alınan
önlemler ve yaşanan gelişmeler şöyle özetlenebilir (DPT: 1992, s.27–28):
- Sektöre yerli ve yabancı bankaların girişine izin verilmeye başlanmıştır.
Böylece 1980 yılında 43 olan banka sayısı 1992’de 71’e ulaşmıştır.
118
- 1980’e kadar kamu otoriteleri tarafından belirlenen mevduat ve kredi faiz
oranları serbest bırakılmıştır. Özellikle pozitif reel faiz uygulaması mevduatta
reel artışlara yol açmıştır.
- Sektöre girişin ve mevduat-kredi faiz oranlarının serbest bırakılması sektörü
rekabete açmıştır.
- Kambiyo işlemlerinde ve sermaye hareketlerinde liberalizasyona gidilmiş,
buna paralel olarak döviz varlık ve yükümlülükleri aktif ve pasifte yüzde
25’in üzerinde paya sahip olmuştur. Döviz işlemlerinin artışı bankaların
kırılganlığına da katkıda bulunmuştur. Mevduat yanında yurtdışından
borçlanma önemli bir kaynak haline gelmiştir.
- Bankaların kısa vadeli likidite ihtiyaçlarının karşılanması ve likidite
fazlalarının değerlendirilebilmesi amacıyla TC Merkez Bankası bünyesinde
interbank piyasası kurulmuş ve kısa zamanda işlem hacmi büyük tutarlara
ulaşmıştır.
- Sektörde artan rekabet, işlemlerin çeşitlenmesi gibi nedenlerle daha etkin bir
denetim-gözetim sistemi gerekli olmuştur. Buna paralel olarak BIS ve AB
normlarına uygun Sermaye Yeterliliği Rasyosu uygulamaya koyulmuş;
problemli kredilerin tespit edilmesini ve yeterli karşılık ayrılmasını
uluslararası standartlara uygun hale getirebilmek için Karşılık Kararı
yayımlanmış; bankaların denetim otoritelerine mali raporlamayı daha sağlıklı
yapabilmeleri için Tek Düzen Hesap Planı hazırlanmıştır. Bankaların her yıl
bağımsız dış denetime tabi tutulması uygulaması başlatılmıştır.
- TMSF kurulmuştur.
- Liberalizasyon yönünde alınan önlemler ve otomasyondaki gelişmeler
müşteriye sunulan ürünlerin çeşitlenmesini sağlamıştır. Mevduat toplayıp
kredi verme şeklindeki geleneksel bankacılık yerine fon kaynakları ve
plasmanlar çeşitlenmiştir. Tüketici kredileri, kredi kartları uygulamaya
konulmuştur.
- Az şube ile toptancı bankacılık yapan banka sayısı artmıştır.
119
- Türk bankaları yurt dışı temsilcilik, şube açarak, banka kurarak veya kurulu
bankaları satın alarak dışa açılmaya başlamışlardır.
- Bankalar sermaye piyasası aktivitelerini arttırmışlar, yatırım fonları
kurmuşlardır.
1989 yılında meydana gelen gelişmelerden bazıları şunlardır (Bankalarımız:
1989):
- Bankaların sermaye yapılarını güçlendirmeye yönelik “3182 sayılı Bankalar
Kanununa ilişkin Tebliğ (No.6)”.
- Türk ekonomisini liberalleştirme yönünde ciddi bir gelişimi simgeleyen
“Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar”ı yürürlüğe
koyan 89/14391 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı.
- TC Merkez Bankasının oluşturduğu, orta vadede fiyat istikrarını sağlamaya
yönelik para ve kredi politikası ve diğer yeniliklerdir.
18 Haziran 1999 tarihinde 4389 sayılı Bankalar Yasası kabul edilmiştir. Söz
konusu yasa 4491, 4672, 4684, 4743, 4842 ve 5020 sayılı yasalar ile değişikliğe
uğramıştır. Yeni Yasa ve yapılan diğer düzenlemeler ile bankacılık mevzuatı
uluslararası düzenlemelere, tavsiyelere ve özellikle AB direktiflerine önemli ölçüde
yaklaştırılmıştır (Tanınmış Yücememiş: 2005–282). 4389 sayılı Kanun, bankacılık
sektöründe rekabet arttırmayı, bankacılık sektörüne ilişkin olarak kabul edilen
uluslararası kriterleri Türk Bankacılık Sektörüne taşımayı ve bankacılık sektörünün
şeffaf çalışmasını sağlamayı hedeflemektedir. Yasaya göre bu hedefleri, kurulacak
olan BDDK gerçekleştirecektir. Yasanın böyle bir yapılanmaya gidişindeki amaç,
sisteme yönelik politik müdahaleleri en aza indirgemektir (Çolak: 2005a-108).
4491 sayılı yasa ile değişik 4389 sayılı yeni Bankalar Kanunu’nun
beraberinde getirdiği başlıca değişiklikler şunlardır:21
(i) idari ve mali açıdan tamamen bağımsız bir denetim ve gözetim otoritesi olarak
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun kurulması,
21 Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel’in IMF ile yapılan Stand-by anlaşması çerçevesinde Türk Bankacılık Sektörünü 1999 yılı ve 2000 yılına dönük değerlendirmesi, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/basin000307.html, erişim 15.02.2009.
120
(ii) Banka denetim ve gözetim yetkilerinin Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu’na (BDDK) devredilmesi,
(iii) Banka kuruluş aşamasında aranılan şartların ağırlaştırılması,
(iv) Bankaların uygun bir iç denetim ile risk kontrol ve yönetim sistemine sahip
olmaları şartı,
(v) Büyük kredi tanımı ve kredi limitleri,
(vi) Mali bünyesi zayıflayan bankalara ilişkin olarak alınacak tedbirlerin daha
detaylı ve kapsamlı olarak düzenlenmesi,
(vii) Banka ortakları ve yöneticilerinin şahsi sorumluluklarının arttırılması.
Bankacılık sisteminin etkinliğinin arttırılmasına yönelik diğer tamamlayıcı
nitelikteki bankacılık düzenlemelerinin başlıcaları22
(i) Maksimum %20 olarak belirlenen Yabancı Para Net Genel Pozisyon oranının
2000 yılı Haziran ayından itibaren konsolide bazda hesaplanacak olması;
(ii) Avrupa Birliği direktifleri ve diğer uluslararası standartlar dikkate alınarak
hazırlanan yeni kredi karşılıkları düzenlemesi ile kredi alacaklarının 2000 yılı Ocak
ayından itibaren 5 grup altında sınıflanacak olması ve
(iii) 2000 yılı Haziran ayından itibaren sermaye yeterliliği rasyosunun konsolide
bazda hesaplanacak olması yer almaktadır.
Türkiye’de bankacılık sektörünün gözetim ve denetimi 4389 sayılı Bankalar
Kanunu ile kurulan BDDK tarafından yapılmaktadır. Rekabet konusunda ise yetkili
ayrı bir kurum bulunmakta, mali sektörü düzenleyen kurumların rekabeti dikkate
alacak şekilde çalışmalarını sürdürmeleri talep edilmektedir. Türkiye’de bu görev
Rekabet Kurumu tarafından yerine getirilmektedir. Mali suçların azaltılması ve
önlenmesi ile ilgili olarak Türkiye OECD nezdinde kurulmuş olan Mali Eylem Görev
Grubuna üyedir. Bu görev mali sektörün denetim ve gözetimini yapan kurumların
görevleri kapsamına girmemekte, Maliye Bakanlığı altında Mali Suçları Araştırma
Kurulu (MASAK) tarafından yerine getirilmektedir (Bakdur: 2003).
22 a.g.k., http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/basin000307.html, erişim 15.02.2009.
121
Türk bankacılık sistemi, önemli sayılabilecek düzeyde mali yüklerin
bulunduğu bir ortamda faaliyet göstermektedir. Temel işlevi fon arz ve talep edenler
arasında aracılık görevi görmek olan bankalar, bu görevi yerine getirirken
karşılaştıkları ağır kamusal yükler nedeniyle işlevlerini gereğince yerine
getirememektedirler. Bu durumun bir sonucu olarak fon talep edenler yurtiçi
bankacılık sektörü yerine yurtdışından borçlanmayı tercih etmekte (dışlama etkisi),
bankalar ise faaliyetlerinin önemli bir bölümünü yurt dışına kaydırmaktadırlar
(yabancılaştırma etkisi). Makroekonomik istikrara yönelik beklentilerin artması ve
bankaların piyasa disiplini çerçevesinde mali yapılarını iyileştirmelerine rağmen, söz
konusu kamusal nitelikli mali yükümlülükler Türk bankacılık sektörünün uluslararası
rekabet gücünü zayıflatan önemli bir unsur halini almıştır (BDDK: 2003).
Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin etkisiyle mali bünyeleri ve karlılık
performansları bozulan bankaların daha sağlıklı bir yapıya kavuşturulması amacıyla
15 Mayıs 2001’de “Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı”
uygulamaya konulmuştur. Program aracılık fonksiyonuna odaklanmış, iç ve dış
şoklara dayanıklı ve uluslararası ölçekte rekabet edebilir bir bankacılık sektörü
yaratmayı amaçlamıştır (BDDK: 2009b).
BDDK’nın (2002b) “Banka Sermayelerinin Güçlendirilmesi” konulu çalışma
raporlarında belirtildiği üzere, bankacılık sektöründe yaşanan yeniden yapılandırma
sürecini şekillendirecek düzenlemeler şunlardır:
- Bankacılık sektöründe özkaynak artışını özendirici yasal düzenlemeler
gerçekleştirilmiştir.
- Bankaların kaynak maliyetlerinin düşürülmesi amacıyla TL mevduatlar için
ayrılan munzam karşılıklara faiz ödenmesi uygulamasına başlanmıştır.
- Banka ve iştiraklerinin devir ve birleşmelerini kolaylaştırmak yönünde uygun
ortam hazırlanmış, bu amaçla kurumsal devir ve birleşmeler için vergi
teşvikleri getirilmiştir.
- Özel bankaların yabancı para pozisyonlarını kapatabilmeleri amacıyla Hazine
tarafından iç borç takas işlemleri gerçekleştirilmiştir.
122
- Bankaların risk yönetiminde etkinliklerinin arttırılması amacıyla etkin bir iç
denetim ve risk yönetimi sistemi kurmaları yönünde gerekli düzenlemeler
tamamlanmıştır.
- Faiz, kur ve piyasa risklerinin sermaye yeterliliği rasyosunun hesaplanmasına
dahil edilmesine yönelik düzenlemeler yapılmıştır.
- Bankaların verebilecekleri azami kredi miktarlarının belirlenmesinde
düzenlemeye gidilmiş, bankaların ortaklarına ve iştiraklerine doğrudan veya
dolaylı olarak verebilecekleri azami kredi oranı özkaynakların %25’i olarak
belirlenerek, uluslararası kurallara uygun hale getirilmiştir.
2009 yılına gelindiğinde adı geçen programın sonuçları alınmaya başlanmış
ve aşağıda özetlenen ilerlemeler kaydedilmiştir (BDDK: 2009b):
- Kamu bankalarının, nihai hedef özelleştirme olmak üzere, yeniden
yapılandırılması gerçekleştirilmiştir.
- TMSF’ye devredilen bankalar birleştirme, devir, satış ve tasfiye gibi
yöntemlerle çözümlenmiştir.
- Özel bankalar sağlıklı bir yapıya kavuşturulmuştur.
- Bankacılık sektöründe gözetim ve denetimin etkinliğini arttıracak, sektörü
daha etkin ve rekabetçi bir yapıya kavuşturacak yasal ve kurumsal
düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.
- 2001 krizi nedeniyle bankalara ve diğer mali kuruluşlara olan kredi borçlarını
ödeyemeyen firmalara, faaliyetlerini devam ettirebilmeleri için kredi
borçlarını yeniden yapılandırma ve gerekirse ek kaynak sağlama imkânı
veren “İstanbul Yaklaşımı23” uygulamaya konmuştur.
Bu çerçevede, 2005 yılında çıkartılan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu, finansal
istikrarın sağlanması, sektörün geliştirilmesi, denetim, uygulama ve düzenleme
çerçevesinin güçlendirilmesi, tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerinin korunması,
23 4743 sayılı “Mali Sektöre Olan Borçların Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” 31.01.2002 tarih ve 24657 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
123
kurumsal kabiliyetin güçlendirilmesi için yeni bir finansal yapı öngörmektedir
(BDDK: 2009).
Bankacılık sektörünün ekonomiye istenilen düzeyde katkı sunması için
yapılan en önemli düzenleme, sektördeki sınırsız mevduat güvencesinin kaldırılmış
olmasıdır. Her ne kadar mevduat güvence sistemi, başlangıçta mevduat artışına katkı
yapsa da, bu güvencenin sınırsız olması sektörde ahlaki istismara açık uygulamaları
da beraberinde getirmiştir (Sabancı Dinçer: 2004).
Bununla birlikte, rekabeti ve etkinliği arttırıcı önemli gelişmeler de söz
konusudur. Son yıllarda Basel Düzenlemeleri ve Uluslararası Tediye Bankası (Bank
of International Settlements/BIS) tarafından çerçevesi çizilen uluslararası standartlara
uygun olarak bankaların sermaye/aktifler oranının yükseltildiği gözlenmektedir.
Kamu bankalarının özelleştirilmesi süreci başlatılmış, ticari bankacılık yapan kamu
bankalarının sayısı üçe düşürülmüş ve kalanların da hızla özelleştirilmesi devam
etmektedir. AB’ye giriş süreci ile birlikte, bankalar pazar stratejileri ve örgütsel
yapılarında değişme eğilimine girmişler, rekabet kavramının boyutu ve içeriği
konusundaki algılarını değiştirmişlerdir (Tunay; 2005:235).
5.3. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE KONSOLİDASYON
Tüm dünyada finans sistemindeki küreselleşme sürecinde artan rekabetin de
etkisiyle, Avrupa ve Amerika’da banka birleşmeleri yoğunluk kazanmaya başlamıştır
(DPT, 1992:41). Bu gelişmelerin bankaların; ölçek ekonomilerinden yararlanma,
birleşmeyle oluşacak sinerji etkisi, maliyetlerin düşürülmesi, birleşen bankaların
değerinin artacağı beklentisi, (Şahözkan; 2003:52), kaynakların verimli kullanılması,
faaliyet etkinliğinin ve rekabet gücünün arttırılması ve büyük ölçekli uluslararası
şirketlerin bankacılık hizmet taleplerinin karşılaması (Tanınmış Yücememiş,
2005:290) türünden istek ve beklentilerin sonucu olduğu düşünülebilir. Nitekim, AB
bankacılık sektöründe süregelen konsolidasyon süreci daha rekabetçi bir ortam
yaratılmasını, bankaların etkinliklerinin artmasını ve sermaye piyasalarında faaliyet
göstermek için gerekli optimal büyüklüğe ulaşılmasını sağlamıştır. Bundan sonraki
süreçte ulusal sınırlar içinde gerçekleşen birleşme ve devralmaların yerini sınır ötesi
birleşme ve devralmaların alması beklenmektedir. Bunun yanında bankaların
büyüme stratejilerini özellikle gelişmekte olan ülkelerde banka satın almak suretiyle
124
devam ettirmeleri öngörülmektedir (Erdönmez: 2005). Bankaların rekabet güçlerini
arttırmak istemelerinden kaynaklanan bu süreç, güç dağılımı ve dengeleri doğrudan
doğruya etkilemektedir (Arslan: 2007).
Türk bankaları teknik ve mentalite yönünden uluslararası alanda rekabet
edebilecek düzeye ulaşmışlardır. Bunun yanında mali bünye ve aktif büyüklükleri
itibariyle aynı güce sahip bulunmamaktadırlar. Türk bankalarının uluslararası
piyasalarda etkin rol oynayabilmesi için mali yönden güçlenmeleri ve rekabet
edebilecek büyüklüklere kavuşması, bunun için de Türk Bankacılık Sektöründe
büyümeyi teşvik edici uygulamalara yönelinmesi gerektiği anlaşılmıştır (DPT: 1992–
41). Türk bankacılık sektörünün konsolidasyona yönelmesi gerekliliği, temel olarak
güçlü ve şoklara karşı daha dayanıklı, uluslararası ölçekte rekabet edebilecek ve
ülkenin tasarruflarını en iyi şekilde değerlendirip ve yönlendirebilecek bir bankacılık
sistemi yapısının oluşturulmak istenmesinden kaynaklanmaktadır (Dinçer; 2006).
Ülkemizde banka birleşmeleri çok sık görülmemekle birlikte, ortaya çıktığı
dönemler daha çok iktisadi kriz anlarına rastlamakta (Çolak, 2005b:267), finansal
güçlük içindeki bankalar ile ilgili olarak bu güçlüğü aşmada uygulanan çözüm
yollarından biri olarak ortaya çıkmaktadır (Şahözkan; 2003:58). Sistemde bankalar
arasında birleşme ve devralmalar daha çok kamusal sermayeli bankalara yönelik
olmakta, çoğunlukla kötü yönetim, sermaye yetersizliği, yüksek riskli faaliyetlere
girişilmesi gibi olumsuz koşulların getirdiği baskılar sonucu gönülsüz biçimde
yapılmaktadır (Çolak, 2005b:267). Bankacılık sektörünün istikrarının reel sektör ile
direkt etkileşimine bağlı olarak, sermaye yeterliliği zayıf olan bankaların tasfiyesini
önlemek; işsizliğin önlenmesi, kaynakların atıl bırakılmaması ve benzer
makroekonomik faydaların varlığı nedeniyle özellik arz etmektedir. Birleşmeler
yoluyla bankaların finansal durumlarının güçlendirilmesi, iflas maliyetlerini bugünkü
değerini düşüreceği için, bir bankanın başarısızlığı söz konusu olduğunda BDDK
gibi düzenleyici kurumlar tarafından, müşteriyi korumaya yönelik kuruluşların
müdahalelerinden sakınmak ve mevduat sigortası sistemini korumak amacıyla çoğu
banka birleşmesi teşvik edilmiştir. Yakın yıllardaki çoğu birleşme başarısız
bankaların başarılı bankalar tarafından satın alınmasını içermiştir (Şahözkan: 2003).
125
Buna karşın genel olarak, işbirliğine dayalı gönüllü birleşmelere pek
rastlanmamaktadır. Yüksek oranlı yoğunlaşmanın sonucu olan oligopolistik piyasa
yapısı zorunlu olarak sayıca az bankalı bir sistem yaratmıştır. Az sayıdaki bu
bankalar piyasada oluşan kar oranını kendileri için yeterli bulmaları sonucu birleşme
konusunda arzulu davranmamaktadırlar. Türk bankacılık sisteminin yerel bankalara
yer vermeyen alt sektörsüz ulusal piyasa karakteri, pazar payını arttırmaya yönelik
birleşmeleri de sınırlamaktadır. (Çolak, 2005b:267-268). Ne var ki, AB finans
sektöründe Euro ile şeffaflık artarken, fiyat farklılıkları da azalmakta, Türk
bankacılık sektöründe rekabet düzeyi çok düşük düzeylerde kalmaktadır
Türkiye’deki ulusal pazar içinde yüksek kar marjları ile çalışan bankalar daha şeffaf,
rekabetçi bir pazar olan Avrupa Parasal Birliği finans piyasasında aynı kazançları
bulamayacak olmaları (Tanınmış Yücememiş; 2005:290), Türk bankalarını gelecekte
konsolidasyona teşvik edecek bir unsur olarak görülebilir. Avrupa Birliği ile mali
entegrasyon bankaları daha rekabetçi bir piyasada faaliyet göstermeye zorlayacaktır.
Rekabetteki bu artışlar bankaları birleşmeye veya satın almaya yönlendirerek,
özellikle özkaynaklarını güçlendirmenin yollarını bulmaya itecektir. Bu nedenle
önümüzdeki yıllarda küçük ve orta ölçekli bazı bankaların birleşmesi olasılığı
kuvvetlidir (Çolak, 2005b:268).
Türkiye’de banka sayısındaki azalmayı yalnızca iflaslar ile açıklamak
mümkün değildir. Sektördeki merkezileşme eğilimi TMSF bünyesine alınan bankalar
çerçevesinde daha net görülebilmektedir (Akar, Çiçek: 2007:177).
126
Çizelge 5.1. Bankacılık Sektöründe Devir ve Birleşmelere
İlişkin Gelişmeler24
Devir ve Birleşmeye Konu Olan Bankalar
Yeni Banka Açıklama
Osmanlı
Bankası Körfezbank
Osmanlı Bankası
31 Ağustos 2001 tarihinde Türk Körfez Bankası AŞ tüm hak, alacak, borç ve yükümlülükleriyle ve tüzel kişiliği sona erdirilmek suretiyle Osmanlı Bankası AŞ’ye devredilmiştir.
Ziraat Bankası
Emlak Bank Ziraat Bankası Emlak Bankası 2001 yılında Ziraat Bankası ile birleştirilerek kapandı.
Garanti Bankası
Osmanlı Bankası
Garanti Bankası
Osmanlı Bankası 14.12.2001 tarihi itibariyle Garanti Bankası’na devredilmiştir.
HSBC Bank Plc.
Demirbank HSBC Bank
Plc. Demirbank 14.12.2001 tarihinde HSBC Bank AŞ’ye devredilmiştir.
Tefken Yatırım
Bank Ekspres Tefken Bank
AŞ
Bank Ekspres’in Tefken Bank AŞ’ye devri 26.10.2001 tarihinde tamamlanmış olup, devir tarihi itibariyle unvanı Tekfenbank AŞ olarak değiştirilmiştir.
Oyak Bank Sümerbank Oyak Bank 11.01.2002 tarihinde Sümerbank’ın satışı tamamlanmış, Oyakbank AŞ adı altında faaliyete başlamıştır.
Morgan Guaranty
The Chase Manhattan
JP Morgan Chase&Co.
İki bankanın birleşmesi 14.12.2001 tarihinde tescil edilmiştir.
Sınai Yatırım Bankası
T. Sınai Kalkınma Bankası
T. Sınai Kalkınma
Bankası AŞ.
Sınai Yatırım Bankası 29.03.2002 tarihinde T. Sınai Kalkınma Bankası’na devredilmiştir.
Finansbank Fibabank Finansbank Fibabank 2003 yılında Finansbank’a devredilmiştir.
Yapı Kredi Bankası A.Ş.
Koçbank A.Ş. Yapı Kredi
Bankası A.Ş. Koçbank A.Ş. 30 Mayıs 2006 tarihinde Yapı Kredi Bankasına devredilmiştir.
Kaynak: BDDK, Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı: Gelişme Raporu, BDDK
Raporları, Temmuz 2002.
5.4. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN TEMEL GÖSTERGELERİ
Türkiye’de fon akımlarının önemli bir bölümü bankacılık kesimi üzerinden
yapılmaktadır. Son yıllarda banka dışı mali kurumların sayı ve büyüklüğü artma
eğiliminde olmakla birlikte, bankacılık sektörü toplam mali sektör aktifleri içinde
yüzde 75 civarında paya sahip bulunmaktadır. Banka dışı diğer mali kuruluşların
önemli bir kısmının bankaların iştirakleri olduğu düşünüldüğünde mali sektörde
bankaların ağırlığının daha da yüksek olduğu görülmektedir (BDDK: 2002a).
24 TMSF’nin çözümleme süreci kapsamında gerçekleşen konsolidasyonun dışında kalan ve bir bankanın ortadan kalkması durumuna neden olan birleşme ve devralmalar dikkate alınmıştır.
127
Çizelge 5.2. son yıllarda bankacılık sektörünün finansal sektör içindeki
ağırlığını açık bir biçimde ortaya koymaktadır.
Çizelge 5.2. Türkiye’de Finansal Sektör İçinde Bankacılık Sektörünün
Yeri
(Milyar TL) 2003 2004 2005 2006 2007 2008
Dağılım
(%)
Aktif/
GSYİH
Bankalar 255 313.8 406.9 499.5 581.6 732.8 78.5 77.1
Finansal Kiralama Şirketleri 5 6.7 6.1 10 13.7 17.2 1.8 1.8
Faktoring Şirketleri 2.9 4.1 5.3 6.3 7.4 7.8 0.8 0.8
Tüketici Fin. Şirketleri 0.8 1.5 2.5 3.4 3.9 4.7 0.5 0.5
Sigorta Şirketleri 7.6 9.8 14.4 17.4 22.7 25 2.8 2.8
Emeklilik Şirketleri 3.3 4.2 5.7 7.2 9.5 11.3 1.3 1.3
Menk.Kıym.Aracı Kur. 1.3 1 2.6 2.7 3.8 4.3 0.5 0.5
Menk.Kıy.Yat.Ortak. 0.2 0.3 0.5 0.5 0.7 0.6 0.1 0.1
Menk.Kıym.Yat.Fon. 19.9 24.4 29.4 22 26.4 24 2.5 2.5
Gayrimenk. Yat.Ort. 1.2 1.4 2.2 2.5 3.9 4.3 0.5 0.5
TCMB 76.5 74.7 90.1 104.4 106.6 113.4 12 11.9
TOPLAM 370.4 437.7 560 668.7 770.7 934.1 100 98.5
* Aktif büyüklüğüne göre.
Kaynak: BDDK, Finansal Piyasalar Raporu, 2008.
Türk Bankacılık Sektörü, 1980’li yıllarda gerçekleştirilen bankacılık
sektörüne girişi, rekabeti ve büyümeyi kolaylaştırıcı yasal ve kurumsal
düzenlemelerin de etkisiyle, banka sayısı, istihdam, hizmet çeşitliliği ve teknolojik
altyapı konularında hızlı bir genişleme süreci yaşamıştır (BDDK: 2002a).
Finansal gelişmişlik genellikle mali varlıkların milli gelir içindeki büyüklüğü
ile ifade edilir. Bankacılık sektörü, Türk mali sistemi içinde yaklaşık yüzde 80’lik bir
paya sahip olmakla birlikte, sektörün toplam aktifinin, mevduatının ve kredi
hacminin milli gelir içindeki payı, AB ve aday ülkelerin çok gerisindedir. Bu durum
sektörün yeterince gelişemediğini, kamu sektörünün payının halen yüksek olduğunu
ve bankaların aracılık fonksiyonlarını gerektiği şekilde yerine getiremediğini
göstermektedir (Sabancı Dinçer: 2004).
Türk Bankacılık Sektörünün toplam aktif büyüklüğü AB’nin 10 yeni üyesinin
tümünden büyük olmakla birlikte, AB geneli itibariyle karşılaştırıldığında küçük
128
kalmaktadır. AB-25 ortalaması 1,3 trilyon Euro iken Türkiye’deki toplam aktif
büyüklüğünün 0,3 trilyon Euro civarındadır. AB genelindeki aktif büyüklüğünün
yüksek oluşunda uzun süreli makroekonomik ve siyasi istikrar, sermaye birikimi,
uygun düzenleme ve denetim çerçevesi, GSMH’nin büyük oluşu ve AB ölçeğinde
sağlanan entegrasyonun yarattığı sinerji etkisi gibi faktörler etkili olmuştur (BDDK,
Bankacılıkta Yapısal Gelişmeler: 2006).
Uzun süreli makroekonomik ve siyasi istikrar, sermaye birikimi, uygun
düzenleme ve denetim çerçevesi, yüksek gelir düzeyi ve sağlanan entegrasyonun
yarattığı sinerji, AB’deki bankacılık sektörlerinin başlıca üstünlükleri olarak
karşımıza çıkmaktadır (BDDK, 2007). Geçmişte bankacılık sektörünün mali aracılık
fonksiyonunu etkin bir biçimde yerine getirememesinde etkili olan faktörler ise şöyle
sıralanabilir (BDDK: 2002a): Makroekonomik istikrarsızlık, yüksek kamu açıkları,
kamu bankalarının sistemi çarpıtıcı etkileri, risk algılama ve yönetiminin zayıflaması.
Bugüne kadar Türk Ticari Bankacılık Sektöründe, kamu ve özel sermayeli
bankalar arasındaki rekabet genellikle piyasa şartlarından daha çok piyasa dışı
şartlarca yönlendirilmiştir. Ayrıca büyük bankaların kendi aralarında piyasa paylarını
belirlemiş olmalarından ötürü, dinamik bir piyasa yapısı bulunduğunu söylemek
zordur. Gerek yeni yapılan bankacılık düzenlemeleri, gerekse ekonomik istikrar
arayışları sürecinde uluslararası otoritelerin telkinleriyle, önümüzdeki dönemde
aksak rekabete yol açan şartların giderilmesi beklenmektedir. Belirtmek gerekir ki,
içinde bulunduğumuz konjonktür de serbest rekabete dayalı bir şekilde bankacılık
piyasasının yeniden yapılandırılmasını zorunlu kılmaktadır (Tunay: 2005, s.235).
Ticari bankacılık piyasası, rekabet türüne göre bölümlere ayrılmış
durumdadır. İlk piyasa bölümünde; toplam aktif, kredi ve mevduat hacmi geniş olan
ve aynı zamanda yaygın şube ağına sahip bankalar yer almaktadır. İkinci piyasa
bölümünde orta ölçekli, şube ağı çok geniş olmasa da büyüme eğilimi içindeki
bankalar bulunmaktadır. Üçüncü bölümde ise başta yabancı bankalar olmak üzere
toptancı bankacılık yapmak için kurulmuş, sektörde ağırlığı olmayan bankalar
rekabet etmektedir (Tunay: 2005, s.235).
129
Çizelge 5.3. Türk Bankacılık Sektörünün Finansal Sağlamlık
Göstergeleri
Göstergeler (%) 2005 2006 2007 2008
Sermaye Yeterliliği Standart Rasyosu 23,7 22,3 18,9 18
Serbest Sermaye*/Toplam Özkaynaklar 65,7 72,6 75,3 77
Toplam Özkaynaklar/Toplam Yab. Kayn. (1) 15,5 13,5 15 13,4
Toplam Özkaynaklar /Toplam Aktifler 13,4 11,9 13 11,8
Krediler/Toplam Özkaynaklar 286 367,8 176,6 425,7
Likidite Göstergesi (2) 51,8 50,3 47 34,4
Yab. Para Net Genel Poz./Özkaynaklar -0,2 0,5 -0,3 0
Bilanço dışı İşlemler/Toplam Aktifler 55,5 66,3 66,3 64,9
Takipteki Alacaklar/Brüt Krediler 4,8 3,8 3,5 3,6
T.G.A. Karşılığı/Toplam Aktifler 88,7 89,7 86,8 79,9
Bireysel Krediler/Toplam Krediler 31,1 32,3 33,2 32,1
Kar Eden Banka Sayısı/Toplam Banka Sayısı 45/51 41/50 46/50 45/50
Kar Eden Bankaların Aktifleri/Toplam Aktifler 93,9 99,4 99,3 99,9
Vergi Sonrası Aktif Karlılığı (ROA) 1,7 2,5 2,8 2
Vergi Sonrası Özkaynak Karlılığı (ROE) 10,9 19,2 21,8 16,5
Provizyon Sonrası Net Faiz Geç/Toplam Brüt Gel. (3) 30,8 26,9 26,7 24,8
Faiz Dışı Gelirler/Faiz Dışı Giderler 52 79,3 72,3 65,5
1- Toplam Yabancı Yükümlülükler=Toplam Yükümlülükler-Toplam Özkaynaklar
2- Likidite Göstergesi= (Nakit Değerler+Bankalardan (Merkez Bankası ve Para Piyasalarından Alacaklar dâhil) Alacaklar+Alım Satım Amaçlı Menkul Değerler+Satılmaya Hazır Menkul Değerler+Zorunlu Karşılıklar)/(Mevduat+Bankalara (Merkez Bankası ve Para Piyasalarına Borçlar Dahil) Borçlar)
3- Toplam Brüt Gelirler=Faiz Gelirleri-Faiz Dışı Gelirler
Kaynak: BDDK, Bankacılık Sektörü Gelişme Raporu, 2007.
130
Türkiye’deki banka sayısı, AB üyesi ülkeler genelindeki kredi kuruluşları
sayısı karşısında nispeten düşük kalmakla birlikte, Türkiye’deki bankaların yaygın
bir şube ağıyla çalıştığı görülmektedir.
Çizelge 5.4. Ticari Bankaların Şube ve Personel Sayıları
Şube Sayıları Personel Sayıları
Yıllar Kamu Özel Yabancı Ticari Banka
Toplamı Kamu Özel Yabancı
Ticari Banka
Toplamı
2008 2418 4290 2034 8693 43333 82136 40567 166036
2007 2286 3662 1706 7655 41056 75124 36158 152338
2006 2221 3589 1072 6883 39223 73220 25794 138237
2005 2201 4206 393 6800 38046 78806 10510 127362
2004 2316 3929 209 6454 39467 76880 5880 122227
2003 2307 3771 209 6287 37994 70614 5481 114089
2002 2368 3809 206 6383 40158 66869 5416 118329
2001 3070 3499 233 7349 56108 62386 5395 132274
2000 3179 3866 120 8241 70191 70954 3805 164845
1999 3193 4027 123 8056 72007 76386 4185 168558
1998 3129 4118 113 7695 71072 79507 4051 161189
1997 2799 3501 116 6690 69218 72070 3799 149618
1996 3129 3489 96 6714 70284 68592 3170 142046
1995 3105 3267 95 6467 72699 63010 2985 138694
1994 3140 3083 95 6318 74462 59161 3256 136879
1993 3206 3085 97 6388 76553 62764 2408 141725
1992 3201 3080 96 6377 78223 63337 3010 144570
Kaynak: TBB internet sitesinde yer alan istatistiki veriler kullanılarak hazırlanmıştır.
1992 yılından günümüze gelindiğinde, banka sayısındaki azalmaya karşın
banka şubelerinin ve personel sayılarının artış seyrinde olması son derece dikkat
çekicidir. Bankaların şube bankacılığına ağırlık vermesinin nedenlerinin başında
sektörel rekabetin yoğunlaşmasıyla bankaların müşterileri ile olan ilişkilerini
geliştirme çabasına girmeleri gelmektedir. Yaygın şube ağları müşteriler açısından
banka hizmetlerine erişimi kolaylaştıran ve hızlandıran bir faktördür. Bankalar bu
süreçte pazar paylarını ve işlem hacimlerini arttırmak amacıyla fiyat rekabeti yanında
fiyat dışı rekabet aracı olarak şubeleşme yoluna gitmişlerdir.
131
Ülkemizde banka sayısındaki azalmayı pek çok nedene bağlayabiliriz.
Bunların başında, 1980-90’lardaki politikaların aksine bankacılık sektörüne girişin
zorlaştırılması ve sektörden çıkışların sorunlu bankaların tasfiyesi yoluyla
kolaylaştırılması yönündeki yasal düzenlemeler gelmektedir. Buna rağmen şube ve
personel sayılarındaki artışta, dünyadaki ekonomik ve teknolojik gelişmelerin
Türkiye’ye de yansımış olmasıyla birlikte bankacılık ürün ve hizmetlerinin
çeşitlenmesi, sonuç olarak bireylerin ve kurumların bankacılık sektöründe daha fazla
yararlanmaya başlamaları etkili olmuştur. Bu gelişmeler, bankacılık sektörü odaklı
Türk finans kesiminde tasarrufların ekonomiye kazandırılması ve ihtiyaç sahibi kişi
ve kurumların dış finansmana erişimi noktasında etkinliğin arttırılması, bu yolla da
ekonomik büyüme ve kalkınmanın desteklenmesi ile sonuçlanmaktadır.
Çizelge 5.5. Türk Ticari Bankacılık Sektöründe Yoğunlaşma25
Krediler Aktifler Mevduatlar
Yıllar
Banka Sayısı CR5 CR10 CR15 CR5 CR10 CR15 CR5 CR10 CR15
2007 33 0.595 0.869 0.968 0.640 0.884 0.966 0.642 0.896 0.974
2006 33 0.606 0.870 0.968 0.647 0.886 0.966 0.644 0.895 0.974
2005 34 0.586 0.843 0.962 0.651 0.878 0.961 0.659 0.892 0.968
2004 35 0.574 0.835 0.961 0.618 0.872 0.956 0.642 0.888 0.968
2003 36 0.594 0.829 0.946 0.629 0.858 0.944 0.626 0.871 0.955
2002 40 0.617 0.828 0.931 0.611 0.845 0.931 0.614 0.859 0.939
2001 46 0.621 0.850 0.932 0.585 0.830 0.913 0.563 0.837 0.919
2000 61 0.502 0.780 0.869 0.500 0.724 0.810 0.512 0.724 0.809
1999 62 0.503 0.761 0.838 0.486 0.708 0.800 0.502 0.709 0.802
1998 62 0.466 0.744 0.824 0.465 0.712 0.795 0.495 0.736 0.823
1997 59 0.510 0.746 0.833 0.463 0.701 0.793 0.490 0.719 0.817
1996 56 0.518 0.746 0.834 0.494 0.722 0.810 0.524 0.747 0.838
1995 56 0.568 0.789 0.875 0.516 0.753 0.841 0.528 0.763 0.847
1994 55 0.592 0.815 0.892 0.540 0.792 0.874 0.563 0.822 0.902
1993 58 0.525 0.754 0.843 0.516 0.720 0.816 0.514 0.758 0.866
1992 57 0.594 0.789 0.874 0.525 0.754 0.859 0.566 0.816 0.911
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği (Bankaların yayınlanmış mali tablolarından yararlanılarak hazırlanmıştır).
25 Türk Ticari Bankacılık Sektöründe faaliyet gösteren bankalar arasında kredi, aktif ve mevduata göre ilk 5, 10 ve 15 bankanın yoğunlaşma oranları (Concantration Ratio:CR)
132
Bankacılık sektöründe yoğunlaşma da yıllar itibariyle artış seyrindedir
(Çizelge 5.5.). Bu gelişmede gerek sorunlu bankaların Fon’a devri gerekse birleşme
ve devralmalar yoluyla azalmasının Türk bankacılık sektöründe banka sayısının
azalması etkili olmuştur. Sektördeki yüksek yoğunlaşma oranlarının rekabet, etkinlik
ve istikrar üzerindeki muhtemel etkilerinin düzenleyici kurumlar tarafından
gözetilmesi ve yönetilmesi önem taşımaktadır.
Çizelge 5.6. Ticari Bankaların Karlılık Göstergeleri
Rasyolar Bankalar 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008
Kamu -3 1,6 2,2 2,5 2,4 2,6 2,8 1,9
Özel -3,7 2 2,1 1,6 1,1 1,8 2,4 1,8
Yabancı 1,5 1,2 2,7 2,4 2,6 2,5 2,0 1,3 ROA
Toplam -5,7 0,9 2,2 2,1 1,8 2,2 2,5 1,7
Kamu -33,5 15,7 18,7 26,6 21,7 25,1 26,8 22,5
Özel -34,7 16,0 13,9 10,3 9,7 16,9 19,9 15,8
Yabancı 6,9 5,9 11,2 11,9 18,7 20,5 15,2 10,5 ROE
Toplam -62,8 8,3 16,5 15,0 14,8 20,3 20,9 16,4
Kamu 16,6 7,2 6,2 5,8 4,1 4,4 4,3 3,9
Özel 9,7 5,0 3,1 5,4 4,6 3,8 4,3 3,96
Yabancı 12,2 11 9,1 6,5 5,9 5,0 5,6 6,1 NFM
Toplam 11 5,7 4,2 5,7 4,6 4,2 4,5 4,3
Kaynak: TBB, Bankalarımız Kitabı çeşitli sayıları
Çizelge 5.6., Türk Bankacılık Sektörünün karlılık göstergelerini ortaya
koymaktadır. Genel olarak Türk Bankalarının yüksek karlarlar faaliyet gösterdikleri
söylenebilir. Bunda Türkiye’de faiz oranlarının nispeten yüksek olması etkili
olmaktadır. Diğer taraftan ülkemizde finans kesiminin bankalar ağırlıklı olması ve
banka dışı alternatif finans kurumlarının sınırlılığı bankalara genel anlamda bir
piyasa gücü kazandırarak karlılıklarını beslemektedir. Çizelge 5.6.’da dikkat çeken
durum, 2001 yılında tüm banka gruplarının Aktif Karlılıklarının ve Özkaynak
Karlılıklarının negatif olmasıdır. Net Faiz Marjlarının diğer yıllara oranla yüksek
olmasına karşın bankaların yılı zararla kapatmalarının nedeni ise Kasım 2000 ve
Şubat 2001 dönemlerinde yaşanan krizlerdir.
133
5.5. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE YABANCI BANKALARIN YERİ
Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde yabancı yatırımcıların Türk bankacılık
sektörüne olan ilgisi önemli ölçüde artmıştır. İleriki dönemlerde AB ile sürdürülecek
iyi ilişkiler bu ilginin daha da artmasını sağlayacaktır. Yabancı yatırımcıların
Türkiye’deki bankacılık faaliyetlerini iki açıdan ele alıp incelemek mümkündür.
Yabancı bankaların Türkiye’deki faaliyetleri, Türkiye’de banka kurmak veya
bankalarına ait olmak üzere Türkiye’de şube açmak şeklinde gerçekleşmektedir.
Yabancı bankaların etkinlik alanı son dönemde özellikle Türk bankalarının satın
alınması şeklinde gerçekleşmiştir (Başak: 2007).
1990’lı yıllarda birçok ülkede uygulanan serbestleşme politikaları ile yabancı
bankaların şube açmalarına ve banka kurmalarına imkân tanıyan düzenlemeler,
gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bankacılık krizleri, uluslararası sermaye akımları,
teknolojik yenilikler özellikle gelişmekte olan ülkelerde yabancı bankaların
sektördeki payının önemli ölçüde artmasına yol açmıştır. Gelişmekte olan ülkelerde
yaşanan değişim sürecinde görülen gelişmeler şöyle sıralanabilir (TBB: 2005):
- Özel sektörün rolünün artması,
- Uluslararası entegrasyon çabası,
- Piyasa mekanizmasının gelişmesi,
- Finansal sektörün büyümesi ve işlevinin artması,
- Bankacılığın rekabete açılması,
- Uluslararası kurallara yaklaşılmasıdır.
Türk bankacılık sektörünün bir diğer farklılığı da aktiflerde yabancı
bankaların %15 gibi düşük bir oranda yer almasıdır. Bu rakam AB’ye yeni giren
ülkeler ortalamasında %50’ler düzeyindedir (Sabancı Dinçer: 2004).
134
Çizelge 5.7. Türkiye'de Faaliyeti Sona Eren Yabancı Bankalar
Banka Adı Kuruluş
Yılı Açıklama
Faaliyette Kaldığı Süre (Yıl)
Banca Commerciale Italiana 1919 1977’de tasfiye 58
Bank of Credit and Commerce International
1982 1990’da tasfiye 8
Credit Lyonnais Turkey 1987 2004’te devir 17
Credit Suisse First Boston 1998 2003’te tasfiye 5
ING Bank N.V. 1997 2003’te tasfiye 6
Kıbrıs Kredi Bankası Ltd. 1989 2000’de faaliyet izini iptal
11
Morgan Guaranty Trust Co. 1999 2001’de birleşme 2
Osmanlı Bankası A.Ş. 1863 2001’de devir 138
Rabobank Nederland 1998 2002’de tasfiye 4
Kaynak: YAYLA, M. ve diğerleri, “Bankacılık Sektörüne Yabancı Girişi: Küresel Gelişmeler ve Türkiye”, BDDK ARD Çalışma Raporları, No.2005/6
Çizelge 5.8’de Türk Bankacılık Sektörü içinde faaliyet gösteren ticari
bankaların sermaye yapıları görülmektedir.
Çizelge 5.8. Ticari Bankalardaki Yabancı Sermaye Payları
Hissedarların Kamu, Özel ve Yabancı Dağılımı*
Küresel Sermaye Payı (%)
Bankalar
Aktif Yabancı Pay (%)
Özkaynak Yabancı Pay (%)
Kamu (%)
Özel (%) Oransal
Pay Borsa Payı
Toplam
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası A.Ş.
0 0 100 0 0 0 0
Türkiye Halk Bankası A.Ş. 1,80 1,40 75 1,8 0 23,3 23,3
Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O.
1,90 1,82 74 2,9 0 23,1 23,1
Adabank A.Ş. 0 0 100 0 0 0 0
Akbank T.A.Ş. 4,30 5,32 0 64,7 10,3 25 35,3
Alternatif Bank A.Ş. 0 0 0 100 0 0 0
Anadolubank A.Ş. 0 0 0 100 0 0 0
Şekerbank T.A.Ş. 0,48 0,57 0 58,3 0 41,7 41,7
Tekstil Bankası A.Ş. 0,01 0,03 0 95,1 0 4,9 4,9
Turkish Bank A.Ş. 0,05 0,07 0 60 40 0 40
Türk Ekonomi Bankası A.Ş.
0,82 0,82 0 55,1 35,1 9,9 45
Türkiye Garanti Bankası 8,23 8,38 0 39,6 20,8 39,6 60,4
135
A.Ş.
Türkiye İş Bankası A.Ş. 3,21 3,13 0 77,7 0 22,3 22,3
Yapı ve Kredi Bankası A.Ş.
4,98 5,23 0 42,5 38,1 19,4 57,5
Birleşik Fon Bankası 0 0 100 0 0 0 0
ABN AMRO Bank N.V. 0,16 0,40 0 0 100 0 100
Arap Türk Bankası A.Ş. 0,07 0,20 15,4 20,6 64 0 64
Bank Mellat 0,06 0,08 0 0 100 0 100
Citibank A.Ş. 0,71 0,94 0 0 100 0 100
Denizbank A.Ş. 2,84 2,85 0 0,2 75 24,9 99,9
Deutsche Bank A.Ş. 0,23 0,46 0 0 100 0 100
Eurobank Tekfen A.Ş. 0,35 0,35 0 30 70 0 70
Finans Bank A.Ş. 3,66 4,03 0 0,2 58,2 41,5 99,7
Fortis Bank A.Ş. 1,45 2,02 0 5,8 65 29,2 94,2
Habib Bank Limited 0,02 0,04 0 0 100 0 100
HSBC Bank A.Ş. 1,88 2,79 0 0 100 0 100
ING Bank A.Ş. 2,16 2,13 0 0 100 0 100
JPMorgan Chase Bank N.A.
0,05 0,19 0 0 100 0 100
Millennium Bank A.Ş. 0,13 0,15 0 0 100 0 100
Sociéte Générale (SA) 0,09 0,03 0 0 100 0 100
Turkland Bank A.Ş. 0,12 0,23 0 9 91 0 91
WestLB AG 0,04 0,17 0 0 100 0 100
TOPLAM 39,8 43,8 14,5 23,9 52,1 9,5 61,6
*Kaynak: BDDK, Finansal Piyasalar Raporu, Eylül 2009.
Çizelge 5.8.’de de görüldüğü gibi, Türkiye’de faaliyet gösteren 33 ticari
bankanın yalnızca 5 tanesinde yabancı sermaye payı bulunmamaktadır. Ayrıca 11
bankada yabancı sermaye payı %100 olup, %90’ın üstünde olan banka sayısı 15’dir.
Türk Bankacılık Sektöründe ticari bankaların toplam özkaynaklarının %43,8’i
yabancı sermayeye aittir. Yabancı sermayeye düşen aktif oranı ise %39,8’dir.
Nisan 2009 itibariyle Türkiye’de faaliyet gösteren ticari bankalar ve tarihsel
gelişimlerine ilişkin bilgiler Ekler bölümünde yer almaktadır.
Türkiye’de yerleşik bankaların başta AB ülkeleri olmak üzere şube açarak,
banka kurarak veya diğer mali iştiraklere katılım yoluyla yurtdışındaki faaliyetlerini
arttırdıkları görülmektedir. Bunun en önemli nedeni Türkiye’deki bankalar ile
yurtdışındaki bankalar arasında yerleşikler aleyhine ortaya çıkan haksız rekabete
136
neden olan düzenlemeler ile parasal ve vergisel yüklerdir. Dünyada rekabete en açık
sektör olan bankacılıkta ülkelerin aracılık maliyetlerini etkileyen düzenlemelerin tam
olarak uyumlu hale getirilememesinin bir sonucu olarak bankalar rekabetin daha iyi
sağlandığı ve müşterilerine en ucuz hizmeti sunabilecekleri finans merkezlerine
yönelmektedir. 2004 itibariyle Türkiye’deki bankaların yurtdışı şubelerinden
kullandırdıkları kredilerin toplamı 10 milyar dolar olmuştur. Bu tutar yurtiçinde
kullandırılan kurumsal kredilerin dörtte birine eşittir (TBB: 2005).
137
ALTINCI BÖLÜM
TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNÜN REKABET
DİNAMİKLERİNİN TEST EDİLMESİ
6.1. ARAŞTIRMANIN DİZAYNI
Bankacılık sektöründe rekabet düzeyinin tespiti ile ilgili olarak yapılan
çalışmalar iki gruba ayrılabilir. İlk grup çalışmalar, yoğunlaşmanın performans
üzerindeki etkilerine odaklanmaktadır ve bunun için geleneksel Yapı-Davranış-
Performans (YDP) ya da Etkinlik hipotezlerini test ederler. Bu yaklaşımlarda
rekabetin göstergesi, piyasadaki yoğunlaşma ölçüleri (Herfindahl-Hirshman Endeksi
(HHI), n-firma yoğunlaşma rasyoları) olmaktadır. Etkinlik hipotezi test edilirken ise
başlıca etkinlik ölçüleri Proxy olarak devreye girer (Maudos, Nagore, 2005:3).
İkinci grup çalışmalar ise rekabetin ampirik olarak test edilmesine önem
vermektedir. Bu kapsamda geliştirilen Yeni Ampirik Endüstriyel Organizasyon
yaklaşımı çerçevesinde piyasa gücünün ölçülmesinde kullanılan modeller arasında
Panzar-Rosse H-istatistiği, Bresnahan Modeli ve Lerner Endeksi sayılabilir.
Çalışmamızda rekabeti ampirik olarak test eden modellerden Lerner Endeksi
kullanılarak Türk Bankacılık Sektörünün rekabet yapısı analiz edilecektir.
6.1.1. Bankacılık Sektöründe Lerner Endeksi
Lerner Endeksi (LE), karını maksimize etmek isteyen bir firmanın elde etmek
istediği marjinal getiriye eşit marjinal maliyet uygulaması gerçeğine dayanır
(Shaffer, 1993). Maudos ve Nagore (2005), rekabet yapısının göstergesi olarak
Lerner Endeksi’nin tercih edilmesini iki nedene bağlamaktadır. Öncelikle, LE
örneklemdeki her bir banka için hesaplanabilmektedir. Böylelikle, firma düzeyindeki
bilgiler kullanılarak, bankalara özgü değişkenlerin etkileri ve piyasa gücünün
belirleyicileri analiz edilebilmektedir. İkinci olarak, LE kullanılarak piyasa gücünün
gelişimi yıllar itibariyle görülebilmektedir.
Lerner Endeksinin genel ifadesi şu şekildedir (Delis vd., 2008:1025): Denge
noktasında karını maksimize etmeyi amaçlayan bir firma, tam rekabet altındaki talep
138
fiyatına ve tam işbirliği (collusion) durumunda sektörün marjinal gelirine denk gelen,
marjinal maliyeti beklenen marjinal getiriye eşitleyen fiyat düzeyini seçecektir.
Denge noktasında karını maksimize etmek isteyen firmalar istenen marjinal getiriye
eşit düzeyde fiyatta (ya da miktarda) karar kılacaktır. Bu düzey, tam rekabet altındaki
talep fiyatı ile ve tam işbirliği durumundaki sektörün marjinal geliri ile denk
düşmektedir (Shaffer, 1993:51, Delis vd., 2008:1025). Ortalama bir firmanın istediği
marjinal getirinin talep fiyatından sapması, piyasa gücünü ifade edecektir. LE, “0” ile
“1” arasında bir değer alır. “0”, tam rekabet piyasasını, “1” ise tekel durumunu ifade
eder. LE’nin “0”ın altında değer aldığı da görülür ki bunun anlamı, firmaların
optimum fiyatlama davnışının dışına çıktığıdır (Delis vd., 2008:1026).
Banka işletmeleri açısından Lerner Endeksi Klein-Monti eksik rekabet
modelinden türetilmektedir26. Iwata (1974) ve Appelbaum (1982) tarafından
geliştirilen ve bankacılık sektöründe uygulanan yaklaşım, bir firmanın davranışsal
eşitliğinin parametrelerinin ekonometrik hesaplamalarına dayanmaktadır. Yani, bir
firmanın (örneğin banka) karı maksimize etmek için denge fiyat ve nicelikler
uyguladığı varsayılır. Böyle bir karar maliyetler ve piyasadaki rekabet durumu
gözetilerek alınır (Angelini, Cetorelli, 2003).
Q sayıda çıktıyı p fiyatı ile üreten bir sektör düşünelim. Qj, j firmasının
ürettiği ürün miktarı ve j=1, 2, 3,……., m ve ∑ = Qq j olsun. Ters talep
fonksiyonu (inverse cost funcion) p=p(Q,z) olacaktır ve z, talebi etkileyen dışsal
değişkenler vektörüdür. Ayrıca, Cj=C(qj, wj), j firmasının maliyet fonksiyonunu ifade
etmektedir. Wj ise j firmasının kullandığı girdilerin fiyat vektörüdür. Böylece firma
karı maksimize ederken şu eşitliği çözer:
),(),( jjj zqCzQpMax −=∏ . (1)
(1) No’lu eşitliğin birinci türevi alınarak (2) No’lu eşitlik elde edilir.
,~),('ε
j
jjj wqCpΘ
−= (2)
26 Bu kısımda yer alan Lerner Endeksinin modellenmesi ile ilgili açıklamalar, Angelini ve Cetorelli (2003)’ün çalışmalarından yararlanılarak yazılmıştır.
139
Eşitliğin sağ tarafında yer alan ikinci ifade, fiyatın marjinal maliyete eşit
olduğu tam rekabet durumundan ne kadar uzaklaşıldığını ölçmektedir. jΘ terimi
genellikle j’nci firmanın çıktısına bağlı olarak sektördeki toplam çıktının esnekliğini
tahmini olarak vermektedir.
j
j
jqQ
/
/ ∂∂≡Θ ile gösterilir (3)
ve ε~ piyasa talebinin fiyata göre yarı elastikiyetini ifade eder.
0~,/~ <∂∂
≡ εεQ
pQ (4)
jΘ ve ε~ ’nin ayrı ayrı tanımlanması, Denklem (2)’deki gibi bir arz eşitliği ile
bir talep eşitliğinin eş zamanlı çözülmesini gerektirir. Ne var ki amaç sektörün
toplam piyasa gücü derecesini değerlendirmek olduğunda, ελ ~/jΘ−≡ rasyosunun
tanımlanması ve hesaplanması önem kazanmaktadır. λ 27’nın ortalama fiyata
bölünmesi ile elde edilen Lerner Endeksi ( pL /λ= ), fiyat ile marjinal maliyet
arasındaki nispi farkı ifade eder.
Lerner endeksi, her bir bankanın marjinal fiyatını, marjinal maliyetine kıyasla
ne kadar arttırabildiğini gösteren ve piyasa gücünün hesaplanmasında yaygın olarak
kullanılan bir ölçüdür. Ne var ki, Lerner endeksinin hesaplanması ürünlerin marjinal
maliyetinin uygun şekilde hesaplanmasını gerektirir (Jimenez vd., 2007:10).
Bankacılıkta marjinal maliyet, aşağıdaki gibi bir translogaritmik maliyet fonksiyonu
ile hesaplanmaktadır. Bankaların üç temel girdisi olduğu varsayıldığında,
translogaritmik maliyet fonksiyonu şu şekilde olur:
jji
ijiji
ijijjj csqcqs
qscC 314
3
11
3
1
2100 lnlnlnlnln)(ln
2ln)ln( ωωωω +++++= ∑∑
=+
=
∑=
++++3
1
26326215 )(lnlnlnlnln
iiijjjj ccc ωωωωω (5)
27 λ =Fiyat-Marjinal Maliyet farkı.
140
jji
ijij
j
j
j usqssq
Cp ++
++= ∑
=
+ λω3
1110 lnln (6)
Bu denklemlerdeki değişkenler;
C=Toplam Maliyet
q=Toplam aktif
wi (i=1,2,3)=personel giderleri, finansman giderleri ve diğer yönetim giderleri.
P=Fiyat
λ=Fiyat-Marjinal Maliyet farkı.
Dolayısıyla,
++= ∑
=
+
3
1110 lnln
iijij
j
j
j sqssq
CMC ω , (7)
Olmaktadır ve bu da marjinal maliyete eşittir.
Denklem 5’in çözülmesiyle elde edilen katsayılar, Denklem 7’nin
hesaplanmasında kullanılmaktadır.
6.1.2. Bankacılıkta Piyasa Gücünü Lerner Endeksi ile Test Eden Çalışmalar
Maudos ve De Guevara 2004 yılında yaptıkları çalışmada, 1990’larda
Avrupa’da görülen birleşme dalgasının sonucu olarak bankaların piyasa güçlerini
arttırdıklarını ve rekabetçi baskıların azaldığını öne sürmektedirler. Yazarlara göre,
bu gelişmelerin sonucu olarak bankaların faiz marjlarının yükselmesi beklenirken,
durum tam tersi olmuş, faaliyet giderlerinin ve kredi riskinin azalması ile birlikte
marjlarda düşüş gerçekleşmiştir. Uygulamada rekabet ölçüsü olarak Lerner Endeksi
alınmıştır. Marjlardaki düşüşün devam etmesi, rekabeti arttırıcı uygulamaların
(yabancı girişlerinin artması, alternatif dağıtım kanallarının çoğalması,
yarışılabilirliğin arttırılması gibi) sürdürülmesine, bankaların etkinlik düzeylerini
arttırmak amacıyla ortalama maliyetlerin düşürülmesi çabalarına ve bankaların
141
üstlendikleri risklerin azaltılması suretiyle istikrarın temin edilmesine bağlıdır
(Maudos, De Guevara, 2004:2278).
Jimenez vd. (2007), İspanyol bankacılık sisteminde rekabetin, bankaların risk
alma davranışı üzerindeki etkilerini analiz etmişlerdir. Piyasa gücünün ölçülmesinde
Lerner Endeksinden yararlanılmıştır. Bankalarda piyasa gücü arttıkça, risk alma
eğiliminin azaldığı yönünde bir bulgu elde edilmiştir.
Liebeg ve Schwaiger (2006) 1996-2005 yılları arasındaki banka verilerini
kullanarak, Avusturya bankaları için faiz marjlarını belirleyen faktörleri araştırdıkları
çalışmalarında, Lerner Endeksi ile ölçtükleri rekabet yapısının, faiz marjlarının
önemli belirleyicilerinden biri olduğu sonucuna varmışlardır.
Turk Ariss (2010), 60 gelişmekte olan ülkeden 821 banka üzerinde yaptığı
araştırmada 1999–2005 döneminde banka düzeyinde piyasa gücünün derecesini,
banka etkinliğini ve banka istikrarını hesaplamıştır. Piyasa gücünü temsilen Lerner
Endeksi seçilmiş, maliyet etkinliği ile negatif, kar etkinliği ve istikrar ile pozitif ilişki
içerisinde olduğu tespit edilmiştir.
Berger ve diğerleri (2009), 30’dan fazla gelişmiş ülkeden 8274 bankanın
1999–2005 dönemini kapsayan verileri ile yaptıkları çalışmada, Lerner Endeksi ile
ölçtükleri piyasa gücünün finansal istikrar ile ilişkisini değerlendirmişlerdir. Elde
edilen sonuçlar, geleneksel “rekabet-kırılganlık” hipotezini destekler niteliktedir.
Buna göre daha fazla piyasa gücüne sahip olan bankalar daha az risk ile çalışma
eğilimindedirler. Ne var ki elde edilen bulguların “rekabet-istikrar” hipotezini
kısmen destekleyen sonuçları da bulunmaktadır. Ulaşılan kanıtlar, piyasa gücünün
kredi riskini arttırdığını, bu riskin de yüksek özkaynak rasyoları ile bir miktar
yumuşatıldığını ortaya koymaktadır.
Fischer ve Hempell (2008), Alman Bankacılık sektöründe 1993-2001 yılları
arasında faaliyet gösteren bankalar için Lerner Endeksini hesaplamışlardır.
Hesaplanan Lerner Endeksinden yola çıkılarak, bölgesel piyasa gücünü belirleyen
faktörler tespit edilmiştir. Elde edilen bulgulara göre, banka ürünlerinin talebini
etkileyen diğer piyasa özellikleri gibi yerel piyasadaki yoğunlaşma düzeyi de piyasa
gücü ile ilişkili bulunmuştur.
142
Beighley ve McCall (1975:450), tekel gücünü oluşturan asıl unsurun, bir
ürünün fiyatı ile marjinal maliyeti arasındaki fark olduğunu öne sürmekte, bu farkın
ölçüsü olarak Lerner Endeksini ele almaktadırlar. Çalışmada Lerner Endeksi ile
taksitli kredi piyasalarının rekabet yapısı arasındaki ilişki araştırılmış, banka Pazar
payı ile LE arasındaki ilişki anlamlı bulunmamış, buna karşın piyasa gücünü
açıklayan başlıca unsurun piyasadaki yoğunlaşma derecesi olduğu ve piyasadaki
öncü bankaların daha yüksek piyasa gücü uyguladığı sonucuna varılmıştır. Diğer
taraftan, piyasada faaliyet gösteren banka sayısı arttıkça piyasa gücünün azaldığı,
bankacılıkta şubeleşmenin ise piyasa gücü üzerinde bir etkisinin olmadığı,
çalışmanın bulguları arasındadır.
Piyasa gücü ölçüsü olarak Lerner Endeksini kullanan bir diğer çalışma,
Fungacova ve Weill (2009)’a aittir. 2001 yılının ilk çeyreği ile 2007 yılının ilk
çeyreği arasında, Rusya’da faaliyet gösteren bankaların verileri ile yapılan çalışmada
rekabet ile bankaların istikrarı arasındaki ilişki analiz edilmiş, yüksek rekabetin
bankaların iflas etme olasılıklarını arttırdığı sonucuna varılmıştır.
De Guevara ve diğerleri (2005), 1992–1999 yılları arasında beş büyük
Avrupa ülkesi için LE belirleyicilerini incelemişlerdir. Çalışmanın başlıca bulgusu,
1990’larda beş Avrupa bankacılık sektöründen dördünde piyasa gücünün arttığıdır.
Ancak bu artışa neden olan faktörün, piyasalarda yükseldiği gözlenen
yoğunlaşmalardan kaynaklanmadığı belirlenmiştir. Böylelikle, bankacılık sektöründe
yoğunlaşmanın, bir rekabet ölçüsü olarak kullanılmasının yetersizliği kanıt bulmuş
olmaktadır. Pazar payı anlamlı bulunmamış fakat büyüklük (logTA) anlamlı bir
etkiye sahiptir. Piyasa gücü davranışını açıklamada etkili olan faktörler ise,
bankaların büyüklüğü, faaliyet etkinliği, borcu zamanında ödeyememe riski ve
ekonomik konjonktür olmaktadır.
Maudos ve Nagore (2005), çeşitli ülkeler için rekabet düzeyi hesaplanmış ve
bunu etkileyen faktörler tespit edilmiştir. Veriler 1995–1999 yılları arasını ve 58
bankacılık sektörünü kapsamaktadır. Rekabet üzerindeki etkileri değerlendirilen
faktörler, bankalara özgü değişkenler, piyasa yapısı, düzenleyici, kurumsal, makro ve
finansal gelişmişlik değişkenleridir. Elde edilen bulgulara göre, bankalara özgü
değişkenler (özellikle büyüklük ve etkinlik) piyasa gücünü açıklamakla birlikte,
143
piyasa yapısı değişkenleri ve finansal gelişmişlik düzeyi, ülkeler arasında rekabet
düzeyindeki farklılıkları açıklayan önemli değişkenlerdir. Yoğunlaşmanın artması
piyasa gücünü pozitif etkilemektedir. Yabancı bankaların ve kamu bankalarının payı
azaldıkça rekabet de azalmaktadır.
Shaffer (1993), bankacılık piyasalarındaki birleşme dalgasının ve başarısız
bankaların piyasadan çekilmesinin, sektörde yoğunlaşmanın artmasına yol açtığını ve
piyasa gücü oluşumu beklentileri doğuran bir potansiyel yarattığını ifade etmektedir.
Ancak, yapılan analizden elde edilen bulgular, rekabetçi davranışın ortaya çıkması
için binlerce banka olması gerekmediğini ortaya koymaktadır (Shaffer, 1993:49).
De Guevara vd (2007), Avrupa Birliğine üye 15 ülkenin 1993–2000 dönemini
kapsayan verileri ile Lerner Endeksini hesaplamışlardır. İlgili dönemde serbestleşme
sürecinin pek çok ülkede rekabet şartlarını iyileştirici bir etkisi olmadığı sonucuna
varılmıştır. Küçük piyasalarda bankalar tekelci gibi davranmaktadırlar. Yerel
piyasalarda rekabet daha zayıf, uluslararası piyasalarda daha güçlüdür. Farklı
ülkelerde rekabet düzeyi arasındaki farklılıkları belirleyen en önemli faktörlerden biri
uzmanlaşmadır. Perakende bankacılık, evrensel bankacılık ve yatırım bankacılığının
farklı giriş engelleri ve rekabet baskılarına konu olması bu farklılığa yol açmaktadır.
Ayrıca Avrupa ülkelerinin pek çoğunda piyasa gücünün arttığı görülmüştür (De
Guevara vd., 2007:42).
Weill 2009 yılındaki çalışmasında İslami bankalar ile geleneksel bankaların
piyasa güçlerini karşılaştırmayı amaçlamıştır. 2000-2007 yılları arasında 17 ülkenin
bankacılık sektörleri ele alınmış, piyasa gücünü temsilen Lerner Endeksi
hesaplanmıştır. Elde edilen bulgular, müşterileri taleplerinin daha az esnek
olmasından dolayı İslami bankaların piyasa güçlerinin diğerlerinden daha yüksek
olduğu yönündedir.
144
6.1.3. Araştırmada Kullanılan Analiz Teknikleri
6.1.3.1. Çoklu Doğrusal Regresyon Analizi
Lerner Endeksinin hesaplanmasına yönelik olarak translogaritmik maliyet
fonksiyonunun çözümlenmesinde çoklu doğrusal regresyon analizinden
yararlanılmıştır.
Regresyon analizi iki şekilde incelenebilir. 1- Basit Regresyon, 2- Çoklu
Regresyon Analizi. Basit regresyon analizinde iki değişken arasındaki ilişkinin yönü,
büyüklüğü veya eğimi belirlenirken, çoklu regresyon analizi, tek bir bağımlı
değişken ile iki ya da daha fazla bağımsız (açıklayıcı) değişken arasındaki ilişkiyi
incelemektedir (Albayrak, 2006:225).
Çoklu doğrusal regresyon eşitliği anakütle verileri için aşağıdaki gibi
yazılmaktadır:
jipjpjjj xxxy εββββ +++++= .......22110
Eşitlikte Xij bağımsız değişkenleri, Y bağımlı değişkeni, j birim değerinin sıra
numarasını ve β’lar bilinmeyen anakütle parametrelerini temsil etmektedir. Anakütle
parametrelerinin tahmini ise bi simgesiyle gösterilmektedir (Albayrak, 2006:225).
Böylece doğrusal regresyon eşitliği aşağıdaki gibi yazılır:
jipjpjjj exbxbxbby +++++= .......ˆ 22110
Bu eşitlikte b’ler tahmin edilen kısmi regresyon katsayılarını, Y bağımlı
değişkeni, ej ise j. Birim için hata terimini göstermektedir. Regresyon modelleri
birkaç teknikle çözülebilmekle birlikte, en yaygın kullanılan yöntem “En Küçük
Kareler” tekniğidir. Bu teknikle hata kareleri toplamı minimize edilecek şekilde
kısmi regresyon katsayıları (b’ler) tahmin edilmektedir. Modelde b0, regresyon
yüzeyinin Y eksenini kestiği noktayı göstermekte ve modelin sabit terimi olarak
bilinmektedir. Her bir regresyon katsayısı, diğer bağımsız değişkenlerin sabit
tutulması koşuluyla, i. Değişkenin bağımlı değişken üzerindeki net etkisini gösterir
(Albayrak, 2006:225).
Çoklu doğrusal regresyon modeli, bir takım varsayımlar çerçevesinde
uygulanır. Bu varsayımlardan ilki, normal dağılım varsayımıdır. Bunun anlamı,
145
herhangi bir değişkene ait verilerin, ortalama değerin etrafında toplanması, sapma
ölçüsü arttıkça, olasılığın azalmasıdır. Regresyon modeli, değişkenlerin dağılımının
normal ya da normale yakın olduğunu varsayar. Eğer bu şart sağlanmıyorsa analiz
sonucu anlamlı olsa bile geçersiz olacaktır.
Bir diğer varsayım, bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkenle doğrusallık
göstermesidir.
Yine, analize alınacak bağımsız değişkenlerin arasında otokorelasyon ve tam
doğrusal çoklu bağlantı olmaması istenir. Bu şartların gerçekleşmemesi halinde
aralarında bu tip bağlantılar olan değişkenlerden birinin analizden çıkartılması
gerekir.
Çoklu doğrusal regresyon modelinin diğer varsayımları ise hata terimlerinin
ortalamasının sıfır olması ve varyansın sabit olmasıdır.
6.1.3.2. Panel Veri Analizi
Lerner Endeksini banka düzeyinde yıllar itibariyle belirleyen faktörlerin tespit
edilmesinde Panel Veri Regresyon Analizi kullanılmıştır.
Ampirik çalışmalarda kullanılan veri türleri genel olarak üç türdür. Bunlar
zaman serileri (time series), yatay kesit verileri (cross-section) ve panel verilerdir.
Zaman serileri şeklindeki veriler, bir ya da daha fazla değişkenin belirli bir zaman
dilimindeki gözlemlerini içerir (örneğin, birkaç yıllık GSYH). Yatay kesit verileri,
aynı zaman noktasında birkaç örneklem biriminin bir ya da daha fazla değişken için
değerlerini ele alır (örneğin belirli bir yılda 15 Avrupa ülkesindeki suç oranları).
Panel verilerde ise, aynı yatay kesit birimlerinin zaman içerisindeki değişimi analiz
edilir. Kısacası panel veriler, hem zaman hem de mekân boyutlarını içermektedir
(Gujarati, 2004: 636).
Bu bağlamda, panel regresyon modelinin genel formülasyonu şu şekilde ifade
edilir:
itnitnititit uXXXY +++++= ββββ .....33221
Yukarıdaki regresyon denkleminde, i, i’nci yatay kesit birimini, t ise t’nci
zaman dilimini temsil etmektedir. Maksimum N adet yatay kesit birimi ve T adet
146
zaman dilimi olduğu varsayılmaktadır. Her bir yatay kesit birimi aynı sayıda zaman
serisi gözlemine sahip olduğunda panel için dengeli (balanced), yatay kesit
birimlerinin zaman serisi gözlemleri farklı sayıda olduğunda ise panel için dengesiz
(unbalanced) ifadesi kullanılır (Gujarati, 2004: 640).
6.1.3.3. Kruskal-Wallis Varyans Analizi
Bağımsız ikiden çok grubun karşılaştırılması istendiğinde varyans
analizinden yararlanılır. Kurksal-Wallis Varyans Analizi28, tek yönlü varyans
analizinin parametrik olmayan karşılığıdır.
Kurksal-Wallis varyans analizinde test istatistiği (KW), aşağıdaki formül
yardımıyla elde edilir:
)1(3)1(
12
1
2
+−
+= ∑
=
Nn
R
NNKW
k
i i
i
Burada;
Ri=Her bir gruptaki gözlemlerin sıra numaraları toplamları (Rankların
toplamı)
N= Toplam gözlem sayısı
ni= Her bir gruptaki gözlem sayısı
k= Karşılaştırılacak grup sayısı
6.1.3.4. Mann-Whitney U Testi
İki ortalama arasındaki farkın anlamlılık testi uygulamada çok fazla
karşılaştırılan parametrik hipotez testlerinden biridir29. Bu testte, incelenen bir
değişken yönünden birbirinden bağımsız iki grubun ortalamaları karşılaştırılır. İki
ortalama arasındaki farkın anlamlık testindeki varsayımlardan bir ya da daha
fazlasının yerine gelmediği durumlarda kullanılabilecek parametrik olmayan testler
arasında en güçlüsü Mann-Whitney U testidir.
28 Kruskal-Wallis Varyans analizine ilişkin bilgiler, Alpar (2001:110-148) kaynağından alıntıdır. 29 Mann-Whitney U testine ilişkin bilgiler, Alpar (2001:110-148) kaynağından alıntıdır.
147
Mann-Whitney U testinde gruplardaki denek sayılarına bağlı olarak iki farklı
test istatistiği vardır. Grupların her ikisindeki denek sayısı 20 ya da daha az
olduğunda test istatistikleri aşağıdaki gibidir:
12
11
112
)11(111
UnnU
Rnn
nnU
−=
++
+=
Burada,
n1: Birinci gruptaki denek sayısı
n2: İkinci gruptaki denek sayısı
R1: Birinci gruptaki değerlerin sıra numaraları toplamı.
Grupların birindeki ya da her ikisindeki denek sayısı 20’den fazla olduğunda
test istatistiği aşağıdaki şekli alır:
12
)121(212
21
++
−=
nnnn
nnU
z
Burada
n1: Birinci gruptaki denek sayısı
n2: İkinci gruptaki denek sayısı
U: U1 ya da U2 değeri. Bu değerlerden herhangi birinin kullanılması testin
sonucu etkilemez, yalnızca z’nin işareti değişir.
6.1.3.6. Panel Veri Regresyon Modellerinin Hesaplanması-Hausman Testi
Sabit Etkiler (Fixed effects) Yaklaşımı: Panel veri regresyon eşitliğinin
çözümünde başvurulacak yaklaşımın seçimi, sabit terim, hata terimi ve eğim
katsayısı hakkındaki varsayımlara bağlı olarak gerçekleştirilir. Aşağıdaki durumlarda
sabit etkiler yaklaşımının seçimi uygun olacaktır (Gujarati, 2004: 640):
- Sabit terim ve eğim katsayısının zaman ve yatay kesit itibariyle sabit
olduğu ve hata teriminin zaman içerisinde ve birimler arasında oluşan farklılıkları
kapsadığı varsayımında.
148
- Eğim katsayısının sabit fakat sabit terimin yatay kesitler arasında
farklı olduğu varsayımında.
- Eğim katsayısının sabit fakat sabit terimin zaman içerisinde ve yatay
kesitler arasında farklı olduğu varsayımında.
- Tüm katsayıların yatay kesitler arasında farklı olduğu varsayımında.
- Hem sabit terimin hem de eğim katsayısının zaman ve yatay kesitler
itibariyle farklı olduğu varsayımında.
Rassal Etkiler (Random Effects) Yaklaşımı: Sabit etkiler yaklaşımı, çok
sayıda yatay kesitin olması halinde serbestlik derecesi noktasında sorunlar
yaratabilmektedir. Modelin tanımlanmasında zaman içinde değişmeyen açıklayıcı
değişkenleri (ve muhtemelen zaman içinde değişen fakat yatay kesitler için aynı
değeri alan değişkenleri) modele dahil etmekte başarısız olunması ve kukla
değişkenlerin modele dahil edilmesinin bu bilgisizliği örtmesi halinde sabit etkiler
yaklaşımının kullanılması uygun olmaktadır. Kukla değişkenlerin gerçek model
hakkında bilgi kaybına yol açtığında, bu bilgi kaybı hata terimi yoluyla ifade
edilebilir. Bu amaçla rassal etkiler modeli, diğer adıyla hata bileşenleri modeli
önerilmiştir (Kök, Şimşek, 2010).
Sabit Etkiler ve Rassal Etkiler yaklaşımlarında göze çarpan önemli farklardan
biri, sabit etkiler modelinde her bir yatay kesitin, kendine ait bir sabit teriminin var
olmasıdır. Diğer taraftan Rassal Etkiler modelinde β1, bütün yatay kesit sabitlerinin
ortalama değerini yansıtmakta ve hata bileşeni, yatay kesite özgü sabitin bu ortalama
değerden rassal sapmalarını göstermektedir (Kök, Şimşek, 2010).
Uygulamada hangi yaklaşımın tercih edilmesi gerektiğine, Hausman Model
Tanımlama Testi sonuçları dikkate alınarak karar verilmelidir. Hausman testi, etkin
bir rassal etki tahmincisi tarafından tahmin edilen katsayıların, etkin bir sabit etki
tahmincileri tarafından tahmin edilen katsayılarla aynı olduğuna dair sıfır hipotezini
test etmektedir. Eğer test sonucunda p-değeri prob>α ise rassal etki kullanılması
güvenli olacaktır (Erlat, 1997, alıntılayan Düzgün, Bilgili, 2008:86).
149
6.1.3.7. Levin-Lin ve Chu Testi
Ekonomik modeller tahmin edilmeden önce zaman serisi halindeki verilerin
durağan olup olmadıklarının test edilmesi gerekir. Durağan olmayan serinin
regresyonunda, R2 ve t değerleri çok yüksek çıksa bile parametrik tahmin
sonuçlarının yorumu anlamsız olabilir. Böyle bir durumda serinin durağanlaştırılması
gerekir (Hekim, 2008:37). Durağanlıkların test edilmesinde genellikle birim kök
testlerine başvurulmaktadır. Son yıllarda panel veriler için birim kök testi yapan
çalışmalar arasında en yaygın kullanılan birim kök testleri Levin-Lin ve Chu ile Im
Peseran Shin testleridir (Aslan, Kula, 2008). Ancak özellikle endüstri düzeyindeki
verileri içeren panel veri analizleri için, sabit parametrelerin tüm kesitler için ortak
olduğunu varsayan Levin-Lin ve Chu testi önerilmektedir (Vergil, Yıldırım, 2006:9).
6.1.4. Veri Seti
Türk Bankacılık Sektöründe rekabet yapısının analiz edilmesinde, 1992–2008
yılları arasında faaliyet gösteren ticaret bankalarının, Türkiye Bankalar Birliği
tarafından yayınlanan mali tablolarından yararlanılmıştır. Bu süreçte faaliyet
gösteren tüm ticaret bankaları için Lerner Endeksi (piyasa gücü) değerleri
hesaplanmıştır. Piyasa gücünü belirleyen banka düzeyindeki faktörlerin tespit
edilmesinde ise ilgili dönemde sürekli olarak faaliyet gösteren 27 banka analiz
edilmiştir. Tüm veriler Türkiye Bankalar Birliğinin internet sitesinden
(www.tbb.org.tr) sağlanmıştır.
6.2. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜ İÇİN LERNER ENDEKSİNİN HESAPLANMASI
Lerner Endeksini hesaplamak için, Türk Bankacılık Sektöründe 1992–2008
yılları arasında faaliyet göstermiş tüm ticaret bankalarının verileri kullanılmış,
Marjinal Maliyetin (MC) her bir yıl ve banka için ayrı ayrı hesaplanmasından sonra,
banka düzeyinde Lerner Endeksleri bulunmuştur. Marjinal Maliyetin
hesaplanmasına, translogaritmik maliyet fonksiyonun çözümü ile başlanmış,
regresyon denkleminin çözümü ile elde edilen katsayılar MC fonksiyonunda
kullanılarak her bir banka için marjinal maliyetler bulunmuştur.
150
Model ve modelde yer alan değişkenler şu şekildedir:
Translogaritmik Maliyet Fonksiyonu
jji
ijiji
ijijjj csqcqs
qscC 314
3
11
3
1
2100 lnlnlnlnln)(ln
2ln)ln( ωωωω +++++= ∑∑
=+
=
∑=
++++3
1
26326215 )(lnlnlnlnln
iiijjjj ccc ωωωωω
Fiyat Fonksiyonu
jji
ijij
j
j
j usqssq
Cp ++
++= ∑
=
+ λω3
1110 lnln
Marjinal Maliyet Fonksiyonu
++= ∑
=
+
3
1110 lnln
iijij
j
j
j sqssq
CMC ω ,
Modelde Yer Alan Değişkenler
C=Toplam Maliyet
Q=Toplam Aktif
W1=Personel Giderleri/Toplam Aktifler
W2=Faiz Giderleri/Toplam Aktifler
W3=Diğer Yönetim Giderleri/Toplam Aktifler
P=Fiyat
Regresyon analizinin temel varsayımlarından olması nedeniyle, ilk adımda
değişkenlerin normal dağılıma uygun olup olmadıklarına bakılmıştır. Değişkenlerin
normal dağılım göstermemesi nedeniyle regresyon çözümlemesinde Robust
özelliğinden yararlanılmıştır. Yıllık marjinal maliyetlerin hesaplanmasının ardından,
her bir banka için “fiyat” değişkeninin tespit edilmesine geçilmiştir. Bankaların
ürünlerinin homojen olmaması ve her bir ürünün fiyatının ayrı ayrı tespit edilmesinin
taşıdığı zorluklar nedeniyle bankaların ortak fiyat değişkenini temsilen (kredilerden
alınan faizler+alınan ücret ve komisyonlar)/krediler rasyosu hesaplanmıştır.
151
Yıllar ve banka grupları itibariyle Türk Ticari Bankacılık Sektörünün
ortalama Lerner Endeksi değerleri Çizelge 7.1.’de görülmektedir.
Çizelge 6.1. Türk Ticari Bankacılık Sektörünün Lerner Endeksi Değerleri
Yıllar Sektör
Ortalaması Kamu
Bankaları Özel
Bankalar
Türkiye’de Kurulan
Yabancı Bankalar
Türkiye’de Şube Açan
Yabancı Bankalar
1992 0,4452 -0,3144 0,5295 0,5421 0,5426
1993 0,5240 0,3186 0,4660 0,6824 0,6748
1994 0,6051 0,4713 0,5551 0,7088 0,7344
1995 0,4261 0,6264 0,3534 0,4328 0,5611
1996 0,1750 0,2998 0,3549 -0,9753 0,3108
1997 0,3264 0,1954 0,3302 0,1704 0,4811
1998 0,3165 0,1212 0,4881 0,0283 0,0025
1999 0,3611 0,1959 0,4769 0,3691 0,0256
2000 0,2173 0,2029 0,3113 0,2671 0,0322
2001 0,2849 0,3276 0,5770 -0,1243 -0,2714
2002 0,2418 0,1286 0,1676 0,5623 0,3175
2003 0,1180 0,0674 0,2104 -0,1707 0,0748
2004 0,3844 0,3951 0,4278 0,1762 0,3845
2005 0,1811 0,2466 0,3580 0,0284 -0,3022
2006 0,3738 0,3058 0,3637 0,3093 0,4211
2007 0,0624 0,1643 0,1544 -0,0669 -0,0630
2008 0,3900 0,3283 0,4084 0,3114 0,4654
Türk Bankacılık Sektöründe rekabet, son yıllarda 1990’ların ilk yıllarına
kıyasla oldukça yoğunlaşmıştır. 2008 yılında ise bankaların piyasa gücünü tekrar
kullanmaya başladıkları görülmektedir. 1990’larda Yabancı Banka gruplarının
Lerner Endeksi değerlerinin yüksekliği dikkat çekicidir. Bununla birlikte özellikle
kriz dönemlerinde (2000, 2001 ve 2007 yılında yaşanan küresel mali kriz) yabancı
bankaların optimal fiyatlama davranışından uzaklaştığı göze çarpmaktadır. Piyasa
gücünün kullanımı noktasında en etkin bankaların ise yerli özel bankalar olduğu
anlaşılmaktadır.
152
6.3. TÜRK BANKACILIK SEKTÖRÜNDE REKABET YAPISINI BELİRLEYEN FAKTÖRLER
6.3.1. Değişkenlerin Tanımlanması
Çalışmanın amacı, banka düzeyinde rekabet gücü üzerinde etkili olan
faktörlerin tespit edilmesidir. Bağımlı değişkenimiz, piyasa gücünü temsil eden
Lerner Endeksidir. Lerner Endeksinin değeri üzerinde etkili olduğu tahmin edilen
değişkenler şunlardır30:
Etkinlik Göstergeleri: Krediler/Toplam Aktifler ve Krediler/Mevduatlar
rasyoları bankalar için aracılık faaliyetinin etkinliğini ifade etmektedir. Daha genel
bir kapsamda ise banka etkinliği Toplam Gelirler/Toplam Giderler rasyosu ile
ölçülebilir. Etkin bankaların daha fazla piyasa gücü kazanacakları düşünüldüğünden,
Lerner Endeksi ile aralarında pozitif bir ilişki beklenmektedir. Etkinliği temsil eden
diğer bir ölçü ise, Diğer Faaliyet Giderleri/Toplam Faaliyet Gelirleri rasyosudur ve
bu rasyonun büyük olmasının bankaların piyasa gücünü azaltacağı düşünülmektedir.
Karlılık Göstergeleri: Bankaların karlılığının ölçüsü olarak Aktif
Karlılığı=Net Kar/Toplam Aktifler (ROA), Özkaynak Karlılığı=Net
Kar/Özkaynaklar (ROE) ve Net Faiz Marjı=(Faiz Gelirleri-Faiz Giderleri)/Toplam
Aktifler (NFM) rasyoları seçilmiştir. Rekabetin karlılığı olumsuz etkileyeceği
görüşünden hareketle karlılık göstergeleri ile piyasa gücünü temsil eden Lerner
Endeksi arasında pozitif ilişki beklenmektedir.
Risk: Aktif Karlılığının standart sapması ile ölçülen bu değişkenin, piyasa
gücü ile negatif ilişkili olduğu düşünülmektedir (bkz. Maudos, Nagore, 2005). Riski
ifade eden bir diğer değişken ise, Takipteki Krediler/Toplam Krediler rasyosudur ve
Lerner Endeksi ile aralarında negatif ilişki beklenmektedir.
Uzmanlaşma: Faiz Dışı Gelirler/Toplam Aktifler ve Bilanço Dışı
İşlemler/Toplam Aktifler rasyoları ile ölçülmektedir. Rekabetteki artışa bağlı olarak
bankaların yeni kazanç kapıları arayacakları beklentisine bağlı olarak Lerner Endeksi
ile negatif ilişkili olduğu düşünülmektedir.
30 Değişkenlerin seçilmesinde Maudos, Nagore:2005; De Guevara vd.:2005 kaynakları referans alınmıştır.
153
Kapitalizasyon: Özkaynaklar/Toplam Aktifler rasyosu ile ölçülmektedir.
Piyasa gücünü arttırması beklenir.
Bilanço Yapısı: Yabancı Para Aktifler/Toplam Aktifler rasyosu ile
ölçülmektedir. Yabancı paralı işlemlerin çokluğu açık pozisyon nedeniyle bankaları
kur riskine maruz bırakacağından, negatif ilişki beklenir.
Pazar Payı: Bankanın Toplam Aktifleri/Sektörün Toplam Aktifleri rasyosu
ile ölçülmüştür. Yoğunlaşma ile rekabet arasında genellikle negatif bir ilişki olduğu
düşünüldüğünden, piyasa gücünü arttırması beklenen bir değişkendir.
Ölçek: Toplam Aktiflerin logaritması ile ölçülmüştür. Büyük ölçekli
bankaların maliyet avantajı sağlayarak piyasa güçlerini arttırması beklenmektedir.
6.3.2. Durağanlıkların Test Edilmesi
Panel Veri Regresyon Modellerinin temel varsayımlarından biri,
değişkenlerin durağan olmasıdır. Bu nedenle analize dahil edilecek değişkenlerin,
deterministik bileşen içerip içermemelerine göre durağanlıkları test edilmiştir. Buna
göre aşağıdaki değişkenlerin, deterministik bileşen içermemesi, trend bileşeni
içermesi ve kesme bileşeni içermesi durumlarına göre her üç düzeyde de durağan
olduğu görülmüştür. Her üç düzeyde de durağan olan değişkenlerin deterministik
bileşenlerinin araştırılmasına gerek duyulmamıştır.
Çizelge 6.2. Levin-Lin ve Chu Durağanlık Testi Sonuçları
Det. Bileşen None Kesmeli Kesmeli ve Trendli
Değişken T istatist. Olasılık T istatist. Olasılık T istatist. Olasılık
Lerner End. -5,14159 0,0000 -5,44088 0,0000 -5,89437 0,0000
ROA -7,13467 0,0000 -5,35488 0,0000 -7,97349 0,0000
ROE -7,38458 0,0000 -5,13174 0,0000 -9,17453 0,0000
Risk -6,73470 0,0000 -9,19633 0,0000 -9,32882 0,0000
T.Gel/T. Gid -1,84301 0,0327 -3,48934 0,0002 -3,24657 0,0006
Tak. Krd./Krediler -1,84301 0,0327 -3,48034 0,0002 -3,24657 0,0006
NFM -5,39664 0,0000 -2,83424 0,0023 -5,61702 0,0000
Kredi/TA -10,2962 0,0000 -17,9224 0,0000 -8,72536 0,0000
Kredi/Mevduat -60,3777 0,0000 -167,804 0,0000 -192,075 0,0000
Faiz D. Gel./TA -7,48675 0,0000 -6,79856 0,0000 -6,46980 0,0000
Diğ. Faal. Gid./Top. Faal. Gel. -2,99148 0,0014 -4,67418 0,0000 -4,64955 0,0000
154
Üç düzeyden en az birinde durağan olmadığı tespit edilen değişkenler
aşağıdaki gibidir. Bu değişkenlerin durağanlıkları ile ilgili karar verilirken,
deterministik bileşenleri incelenmiş ve durağanlıklarına, içerdikleri deterministik
bileşen düzeyinde bakılmıştır.
Çizelge 6.3. Değişkenlerin Deterministik Bileşenlerine Göre Durağanlık Düzeyleri
Durağanlık Alanları Değişken Deterministik Bileşeni
None Kesmeli Kesmeli Trendli
Pazar Payı Kesmeli ve Trendli X
LogTA Kesmeli ve Trendli (Arındırıldı) X
Bilanço Dışı/TA Kesmeli X
Özkaynak/TA Kesmeli ve Trendli X
Bilanço Yapısı Kesmeli ve Trendli (Arındırıldı) X
Pazar payı ve Özkaynak/TA değişkenleri hem kesme hem trend içerdiğinden,
durağanlıklarına bu düzeylerde bakılmış ve durağan oldukları görülmüştür. LogTA
ve Bilanço Yapısı değişkenleri kesme ve trend içerdikleri halde bu düzeyde durağan
olmadıklarından, kesme ve trendden arındırılmış, None alanında durağan hale
getirilmiştir. Bilanço Dışı/TA değişkeni ise yalnızca Kesme içermekte olup, bu
düzeyde durağandır.
155
6.3.3. Analiz Sonuçları
Panel veri regresyon modelinin seçilmesinden dolayı, 1992–2008 yılları
arasında faaliyet gösteren tüm bankaların analize dahil edilmesi panelin
“unbalanced” olmasına yol açmaktadır. Çünkü söz konusu dönemde yıllar itibariyle
faaliyet gösteren banka sayıları farklıdır. Panelin “balanced” olmasını temin etmek
için ilgili dönemde (17 yıl boyunca) sürekli olarak faaliyet gösteren 27 banka analize
alınmıştır.
Hausman testi sonuçlarına göre, gerek yatay kestiler gerekse zaman serileri
için Rassal Etkilerin olasılık değerleri %5’ten küçük çıkmıştır. Buradan hareketle
Çizelge 6.4.’te görülen sonuçlar, hem yatay kesitler hem de zaman serileri için Sabit
Etkiler yaklaşımının seçilmesinin uygun olduğunu göstermektedir.
Çizelge 6.4. Hausman Model Tanımlama Testi Sonuçları
Correlated Random Effects: Hausman Test
Test Özeti Ki kare istatistiği Ki kara d.f. Olasılık
Cross-section random 38.105541 15 0.0009
Period random 51.823890 15 0.0000
Sabit etkiler yöntemiyle yapılan regresyon analizi sonucu elde edilen bulgular
Çizelge 7.5.te görülmektedir. Çizelge 6.5.’te, bankaların rekabetçi davranışları
üzerinde anlamlı etkiye sahip değişkenlerin, Krediler/Toplam Aktifler,
Krediler/Mevduatlar, Faiz Dışı Gelirler/Toplam Aktifler, Toplam Gelirler/Toplam
Giderler, Aktif Karlılığı (ROA), Risk, Özkaynaklar/Toplam Aktifler, Bilanço Yapısı
ve Net Faiz Marjı olduğu anlamlılık değerlerinin %95 güven aralığında %5’ten, %90
güven aralığında %10’dan küçük olmalarından anlaşılmaktadır.
156
Çizelge 6.5. Sabit Etkiler Yöntemiyle Panel Veri
Regresyon Analizi Sonuçları
MODEL ÖZETİ
Bağımlı Değişken Lerner Endeksi
Yöntem Panel En Küçük Kareler
Periyod 1992-2008 (17 yıl)
Yatay Kesit Birimlerinin Sayısı
27
Toplam Gözlem Sayısı 459 (Dengeli Panel)
R2 0.357929
Düzeltilmiş R2 0.266662
F-istatistiği 3.921779
Olasılık (F-ist.) 0.000000
Durbin-Watson 1.875870
ANALİZ SONUÇLARI
DEĞİŞKENLER KATSAYI STANDART
HATA T-
İSTATİSTİĞİ ANLAMLILIK
Kredi/Toplam Aktif* -0.006703 0.002370 -2.828303 0.0049
Kredi/Mevduat* -0.000160 8.05E-05 -1.981074 0.0483
Faiz Dışı Gelirler/Toplam Aktif**
-0.010628 0.005505 -1.930759 0.0542
Diğer Faaliyet Gid./Toplam Faaliyet Gelirleri
-4.65E-05 0.000126 -0.368741 0.7125
Top. Gelirler/Top. Giderler* 0.004779 0.000945 5.059409 0.0000
Takipteki Krediler/Krediler 5.82E-05 0.000208 0.279088 0.7803
Özkaynak Karlılığı 0.002390 0.028120 0.085007 0.9323
Aktif Karlılığı* -4.273704 0.893059 -4.785467 0.0000
Ölçek 0.168589 0.167372 1.007276 0.3144
Risk* -5.478195 1.350137 -4.057511 0.0001
Özkaynak/Toplam Aktif** 0.706651 0.405652 1.742010 0.0823
Pazar Payı -0.738928 2.634228 -0.280510 0.7792
Bilanço Yapısı* 0.001257 0.000597 2.103866 0.0360
Net Faiz Marjı** -1.168120 0.597020 -1.956584 0.0511
Bilanço Dışı İşlemler/Toplam Aktif
-3.35E-06 3.87E-06 -0.866092 0.3870
C 0.197823 0.167108 1.183805 0.2372
*: %95 güven aralığında anlamlı olan değişkenler
**: %90 güven aralığında anlamlı olan değişkenler
157
Krediler/Toplam Aktifler ve Krediler/Mevduatlar oranları bankaların aracılık
fonksiyonunun gelişmişliğini gösteren oranlardır. Bu değişkenlerin negatif katsayılar
alması, bankalarda aracılık etkinliğinin rekabet ile doğru orantılı olarak arttığını
göstermektedir. Bankaların esas faaliyet konusu, fon fazlası olan birimler ile fon
açığı olan birimler arasında fonların transferine aracılık etmektir. Bankalar
topladıkları mevduat karşılığında faiz ödemesi yapar ki mevduata verilen faizler
bankaların başlıca girdi maliyetini oluşturur. Dolayısıyla bankaların gelir elde
etmeleri, toplanan mevduatın maksimum oranda krediye çevrilmesine bağlı
olmalıdır. Verilen kredi miktarının arttırılması ise, kredi kullananların ekonominin
geleceği ile ilgili olumlu beklentilerinin yanı sıra, kredi faizlerinin düşük tutulması
ile mümkün olabilir. Analiz sonuçları bu anlayışı desteklemekte ve bankaların
mevduatın krediye dönüşüm oranını yüksek tutabilmek için yoğun biçimde rekabet
etmek zorunda olduklarını ortaya koymaktadır. Diğer bir değişle, Türk Bankacılık
Sektöründe rekabet aracılık fonksiyonunu geliştirmektedir ki bunun da üretim,
istihdam, büyüme ve refah artışına katkı sağlayacağı açıktır.
Bankalarda etkinliğin genel bir ölçüsü olarak Toplam Gelirler/Toplam
Giderler değişkeni alınmıştır. Değişkenin pozitif katsayı alması, piyasa gücü ile
etkinliğin doğru orantılı olduğu, diğer bir değişle daha etkin bankaların daha fazla
piyasa gücü elde edebilecekleri anlamına gelmektedir. Etkinlik daha az gider ile daha
çok gelir elde etmek anlamına geldiğine göre, etkin bankaların maliyetlerini düşürme
noktasında başarılı olmaları, buna bağlı olarak da fiyat-marjinal maliyet farkını
yükseltebilmeleri beklenen bir sonuçtur. Bu bulgu aynı zamanda Etkinlik Hipotezini
de desteklemektedir.
Karlılık ile ilgili olarak ele alınan iki değişken (ROA ve NFM) piyasa gücü
ile negatif ilişkili olarak bulunmuştur. Bankacılık sektörlerinde, diğer tüm sektörlerde
olduğu gibi, rekabetin karlılığı azaltması beklenir. Çünkü daha fazla rekabetçi
davranış sergileyen firmalar, satışlarını, dolayısıyla da pazar paylarını arttırabilmek
amacıyla daha düşük fiyat uygulamak zorundadırlar. Bu bağlamda, elde edilen sonuç
beklenen bir sonuç değildir. Ancak, aracılık fonksiyonunun gelişmişliği ile birlikte
ele alınırsa, rekabetçi (Lerner Endeksi düşük olan) bankalarda mevduatın krediye
dönüşüm oranının yüksek olmasının, karlılığı yükselttiği şeklinde bir yorum yapmak
mümkün olur.
158
Rekabet bankaları ürünlerini çeşitlendirmeye, geleneksel aracılık
fonksiyonunun dışında gelir sağlayacak diğer alanlara yönelmeye teşvik etmektedir.
Dolayısıyla rekabetçi bankaların elde ettikleri yüksek karlarda finansal yenilik ve
ürün çeşitliliğinin de etkili olduğu açıktır. Bununla beraber, Türkiye’de bankaların,
Devletin iç piyasalardan borçlanmasını gerçekleştirmek üzere ihraç ettiği Devlet İç
Borçlanma Senetlerinin (DİBS) satışında önemli bir rol üstlendiği de
unutulmamalıdır. Bankaların toplam aktifleri içerisinde menkul kıymetlerin payının
yüksekliği, Türkiye’de banka karlarının yalnızca kredi/mevduat oranına ya da
rekabetçi davranışlarına bağlı olmadığını göstermektedir. Bu noktada, Devletin
finansman ihtiyacının önemli ölçüde bankalar kanalıyla karşılandığı gerçeği, faiz
gelirleri içerisinde menkul kıymetlerden alınan faizlerin büyük bir yer tutmasına, bu
vesileyle de kredilere düşük faiz uygulayarak rekabetçi bir davranış sergileyen
bankaların dahi yüksek faiz marjları ve yüksek aktif karlılığı elde etmelerine yol
açmaktadır.
Çizelge 6.6. Ticari Bankaların Toplam Aktifleri İçerisinde DİBS’lerin Payı
Yıllar 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000
Kamu Bankaları 0,084 0,302 0,271 0,214 0,061 0,147 0,084 0,054 0,060
Özel Bankalar 0,117 0,188 0,201 0,239 0,051 0,104 0,099 0,091 0,056
Yabancı Bankalar 0,015 0,125 0,096 0,107 0,125 0,101 0,045 0,039 0,122
Ticari Bankalar Toplam 0,056 0,213 0,209 0,215 0,057 0,118 0,092 0,076 0,062
Yıllar 1999 1998 1997 1996 1995 1994 1993 1992
Kamu Bankaları 0,104 0,107 0,109 0,167 0,103 0,132 0,161 0,128
Özel Bankalar 0,113 0,165 0,152 0,149 0,115 0,104 0,085 0,106
Yabancı Bankalar 0,213 0,232 0,166 0,238 0,128 0,155 0,122 0,147
Ticari Bankalar Toplam 0,115 0,146 0,137 0,159 0,111 0,118 0,117 0,118
Kaynak: TBB tarafından yayınlanan banka mali tabloları kullanılarak hesaplanmıştır
159
Çizelge 6.7. Ticari Bankaların Faiz Gelirleri İçerisinde Menkul
Değerlerden Alınan Faizlerin Payı
Yıllar 2008 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000
Kamu Bankaları 0,476 0,519 0,594 0,627 0,704 0,778 0,843 0,426 0,093
Özel Bankalar 0,832 0,310 0,332 0,374 0,424 0,454 0,450 0,295 0,249
Yabancı Bankalar 0,030 0,182 0,170 0,219 0,243 0,276 0,270 0,196 0,404
Ticari Bankalar Toplam 0,219 0,358 0,403 0,452 0,535 0,607 0,640 0,366 0,184
Yıllar 1999 1998 1997 1996 1995 1994 1993 1992
Kamu Bankaları 0,087 0,113 0,143 0,192 0,127 0,230 0,338 0,261
Özel Bankalar 0,392 0,298 0,279 0,293 0,338 0,253 0,207 0,221
Yabancı Bankalar 0,416 0,341 0,283 0,366 0,386 0,176 0,230 0,234
Ticari Bankalar Toplam 0,241 0,225 0,222 0,249 0,244 0,239 0,269 0,242
Kaynak: TBB tarafından yayınlanan banka mali tabloları kullanılarak hesaplanmıştır
Çizelge 6.6 ve Çizelge 6.7. bankaların elde ettikleri fonları yoğun bir biçimde
kamu borçlanma araçlarına plase ettiklerini ve özellikle 2000’li yıllarda bu
yatırımlardan yüksek getiriler elde ettiklerini göstermektedir. Bu durum bankaların
karlılığını yükseltmekle birlikte, ülkede finans kesiminden beklenen icraatları
sekteye uğratmakta, tasarrufların yatırıma dönüştürülmesi noktasında özel kesimin
dışlanmasına (crowding-out effect) neden olmaktadır.
Diğer taraftan, Türkiye’de faaliyet gösteren bankaların karlılıkları ile ilgili
değerlendirme yaparken, başta kriz dönemlerinde olmak üzerinde bankaların maruz
kaldığı kambiyo işlem zararlarının karlılık üzerinde etkili olabileceği de gözden
kaçırılmaması gereken bir unsurdur. Pek çok bankanın, pozitif Net Faiz Marjı ile
çalıştıkları halde, kambiyo zararlarının oldukça yüksek düzeyde seyrettiği, özellikle
kriz dönemlerinde kur riskinin, net karların negatife dönmesinde etkili faktörlerden
biri olduğu görülmektedir. Çizelge 6.8. bu durumu ortaya koymaktadır.
160
Çizelge 6.8. Ticari Bankaların NFM ve Kambiyo Kar/Zararlarının Yıllar
İtibariyle Gelişimi
Kamu Bankaları Özel Bankalar Yabancı Bankalar Ticari Bankalar Toplam Yıllar
NFM Kambiyo/TA NFM Kambiyo/TA NFM Kambiyo/TA NFM Kambiyo/TA 2008 0,039 -0,0025 0,040 0,001 0,061 -0,002 0,028 -0,001
2007 0,043 0,0026 0,043 0,002 0,056 0,008 0,029 0,003
2006 0,044 -0,0012 0,038 -0,003 0,050 -0,005 0,026 -0,002
2005 0,041 0,0026 0,046 0,002 0,057 0,003 0,030 0,002
2004 0,058 0,0027 0,054 0,001 0,065 0,010 0,036 0,002
2003 0,062 0,0024 0,031 0,008 0,091 0,018 0,039 0,006
2002 0,072 -0,0020 0,050 -0,013 0,110 0,014 0,043 -0,008
2001 0,166 -0,0134 0,082 -0,079 0,147 0,009 0,060 -0,052
2000 0,031 -0,0025 0,077 -0,020 0,081 -0,027 0,033 -0,014
1999 0,034 -0,0005 0,102 -0,032 0,103 -0,053 0,041 -0,021
1998 0,041 -0,0021 0,119 -0,034 0,193 -0,092 0,063 -0,025
1997 0,034 0,0020 0,099 -0,031 0,142 -0,063 0,049 -0,021
1996 0,049 0,0008 0,094 -0,024 0,121 -0,035 0,048 -0,014
1995 0,026 -0,0038 0,087 -0,017 0,135 -0,022 0,045 -0,012
1994 0,066 -0,0191 0,101 -0,047 0,220 -0,054 0,064 -0,035
1993 0,075 -0,0013 0,085 -0,035 0,118 -0,043 0,049 -0,022
1992 0,056 0,0002 0,075 -0,022 0,116 -0,025 0,045 -0,012
Kaynak: TBB tarafından yayınlanan banka mali tabloları kullanılarak hesaplanmıştır
Çalışmanın önemli sonuçlarından bir diğeri, Risk (aktif karlılığının standart
sapması) ile Piyasa Gücü arasındaki anlamlı negatif ilişkidir. Bu sonuç, rekabetin
bankalarda risk alımını arttırdığı ve piyasa genelinde istikrarı tehdit ettiği yönündeki
anlayışla uyumludur. Rekabetin yoğun yaşandığı piyasalarda bankalar pazar
paylarını genişletmek amacıyla kredi verilecek birimlerin seçiminde daha az seçici
davranabilmektedirler. Daha fazla kredi daha az denetim ve daha fazla ödenmeme
riski anlamına gelebilir. Ayrıca, piyasa gücüne sahip bankaların müşterileri ile
kurdukları uzun süreli ilişkiler, bu şekilde sağlayacakları sürekli bilgi akışı yoluyla
kredilerin denetlenmesinin yaratacağı maliyetleri düşürebilir, ahlaki tehlike ve ters
seçim olasılığını azaltabilir. Elde edilen sonuç, Rekabet-Kırılganlık Hipotezlerini
desteklemektedir.
Çizelge 6.9. bankaların verdikleri toplam krediler içerisinde tahsili gecikmiş
alacakları göstermektedir.
161
Çizelge 6.9. Toplam Krediler İçerisinde Takipteki Kredilerin Payı
Yıllar Kamu Bankaları
Özel Bankalar
Yabancı Bankalar
Ticari Bankalar Toplam
2008 0,038 0,035 0,041 0,037 2007 0,041 0,036 0,029 0,036 2006 0,051 0,036 0,027 0,038 2005 0,078 0,042 0,033 0,049 2004 0,111 0,050 0,032 0,063 2003 0,338 0,068 0,044 0,123 2002 0,486 0,091 0,050 0,165 2001 0,461 0,268 0,057 0,311 2000 0,125 0,061 0,029 0,080 1999 0,100 0,036 0,027 0,057 1998 0,056 0,090 0,013 0,077 1997 0,028 0,021 0,013 0,023 1996 0,028 0,016 0,025 0,021 1995 0,030 0,018 0,031 0,023 1994 0,040 0,026 0,111 0,034 1993 0,045 0,018 0,029 0,029 1992 0,041 0,023 0,029 0,032
Kaynak: TBB tarafından yayınlanan banka mali tabloları kullanılarak hesaplanmıştır
Çizelge 6.9. incelendiğinde yıllar itibariyle takipteki kredilerin payında dikkat
çekici bir dalgalanma izlenmemektedir. 2000’li yılların başında takipteki kredilerin
payının artmış olmasının nedeni ise yaşanan krizler nedeniyle 2000–2001 yıllarında
verilen kredilerin geri dönüşünde sorunlar yaşanmış olmasıdır.
Faiz Dışı Gelirler/Toplam Aktifler, bankalarda uzmanlaşmanın etkilerini
göstermesi bakımından önemli bir değişkendir. Faiz dışı gelirleri doğuran önemli bir
etken, bankaların bilanço dışı faaliyetleridir. Bu faaliyetlerin son yıllarda ciddi bir
artış sergilemiş olması, bankaların Hazineyi fonlamanın yanında faaliyetlerini
çeşitlendirdikleri anlamına gelmektedir. Analiz sonuçlarına göre, rekabetçi davranış
içerisindeki bankaların faiz dışı gelirlerini arttırdıkları, bu değişken ile LE arasındaki
negatif katsayı ile anlaşılmaktadır. Yoğun rekabet bankaları daralan marjları telafi
etmek için faaliyetlerini farklı alanlarda genişletmeye zorlamaktadır. Bu sonuç,
rekabetçi bankaların (Lerner Endeksi sıfıra yakın olanlar) beklenenin aksine daha
yüksek karlar (ROA) elde etmesini açıklayan faktörlerden biri olmaktadır.
162
Çizelge 6.10. Türk Bankacılık Sektöründe Uzmanlaşmanın Yıllar
İtibariyle Gelişimi
Kamu Bankaları Özel Bankalar Yabancı Bankalar Ticari Bankalar Toplam Yıllar Faiz dışı
Gelirler/ta Bilanço Dışı/ta
Faiz dışı Gelirler/ta
Bilanço Dışı/ta
Faiz dışı Gelirler/ta
Bilanço Dışı/ta
Faiz dışı Gelirler/ta
Bilanço Dışı/ta
2008 0,011 1,987 0,025 2,401 0,016 3,370 0,017 2,424 2007 0,017 1,656 0,031 2,254 0,023 3,186 0,024 2,218 2006 0,016 1,551 0,024 2,385 0,032 2,702 0,024 2,170 2005 0,020 1,046 0,026 3,013 0,049 2,503 0,032 2,290 2004 0,018 0,790 0,031 2,111 0,070 3,027 0,040 1,662 2003 0,031 0,693 0,055 1,723 0,083 2,980 0,057 1,378 2002 0,030 0,526 0,035 1,258 0,065 2,549 0,044 1,046 2001 -0,019 0,596 -0,022 1,115 0,002 2,234 -0,013 0,966 2000 0,012 0,333 0,021 1,406 0,001 2,171 0,011 1,032 1999 0,027 0,324 0,016 1,234 0,002 2,510 0,015 0,953 1998 0,015 0,344 -0,001 1,167 -0,002 2,275 0,004 0,916 1997 0,018 0,369 -0,006 1,145 -0,002 2,804 0,003 0,944 1996 0,023 0,314 0,008 1,079 0,000 1,961 0,010 0,795 1995 0,026 0,353 0,018 0,948 0,000 2,027 0,015 0,740 1994 -0,002 0,297 -0,007 0,605 0,000 1,100 -0,003 0,488 1993 0,026 0,245 0,000 0,635 -0,001 0,898 0,008 0,491 1992 0,034 0,204 0,013 0,554 0,000 0,765 0,016 0,399
Kaynak: TBB tarafından yayınlanan banka mali tabloları kullanılarak hesaplanmıştır
Tüm banka gruplarında bilanço dışı faaliyetlerdeki artış dikkat çekicidir
(Çizelge 6.10). Bu gelişmede teknolojik gelişmelere bağlı olarak banka ürünlerinin
ve sunulan hizmetlerin çeşitlenmesinin yanında bankacılık sektöründe yaşanan
rekabetin kredi ve mevduat yarışının ötesine taşınmış olmasının rolü büyüktür.
Özkaynaklar/Toplam Aktifler, bankalarda kapitalizasyonun ölçüsü olarak ele
alınmıştır. Yüksek özkaynak rasyosuna sahip bankaların, sağlam sermaye yapısına
bağlı olarak iflas olasılıklarının, dolayısıyla da finansman maliyetlerinin düşük
olduğu kabul edilir. Bu varsayım altında, daha düşük maliyetler nedeniyle özkaynak
rasyosu ile piyasa gücü arasında pozitif bir ilişki beklenmektedir. Analizden elde
edilen sonuçlar, bu beklentiyi doğrulamaktadır. Buna ek olarak, yüksek özkaynak
rasyosu, iflas etmenin maliyetini de yükseltecektir. Dolayısıyla, bu bankalar kredi
vermede temkinli davranacak, aşırı risk almaktan kaçınacak, kredi faizlerini
yükselterek ters seçim olasılığını arttırmak yerine etkinliğini arttırarak maliyetleri
düşürmek yoluna gidecek ve piyasa güçlerini bu şekilde koruyacaklardır. Diğer
değişkenlerle birlikte değerlendirdiğimizde, piyasa gücü yüksek olan bankalarda
özkaynak rasyosunun da yüksek olduğu, riskin piyasa gücü ile ters, etkinliğin ise
doğru orantılı olduğu yönündeki bulgular, bu yorumlarımızı doğrulamaktadır.
163
Yabancı para aktifler/toplam aktifler oranının, bankalarda piyasa gücünü
arttıran bir diğer etken olduğu kabul edilmektedir. Bilindiği üzere, özellikle 1990’lı
yıllarda bankaların yabancı para pozisyon açıkları, bankacılık sektörünün
kırılganlığını arttıran ve kurlardaki öngörülmeyen artışlar nedeniyle sektörü krize
sürükleyen başlıca etkenlerden biri olmuştur. Kurlardaki artış, döviz varlıklarının TL
varlıklardan daha fazla artmasına neden olmuştur. Dolayısıyla döviz varlıkları
yüksek olan bankaların Pazar payında bir yükselme olmuş, bu varlıklar üzerinden
beklenen getirinin (alacaklarının) artmasına bağlı olarak piyasa güçleri de
yükselmiştir.
Pazar payı, yoğunlaşma ile rekabet arasındaki ilişkiyi ölçmek, yani Yapı-
Davranış-Performans (YDP) hipotezinin geçerliliğini araştırmak amacıyla analize
dâhil edilmiş, beklenenin aksine negatif bir katsayı almış, ancak bu sonuç istatistiksel
olarak anlamlı bulunmamıştır. Bilindiği gibi YDP hipotezi, yoğunlaşmış bankacılık
sektörlerinde pazar payı yüksek olan bankalar arasında gerçekleşen örtülü fiyat
anlaşmalarının, bu bankaların birbirleri ile rekabet etmelerine ihtiyaç bırakmayacak
şekilde hem pazar paylarını korumalarına, hem de kar etmelerine imkân verdiğini
öne sürmektedir. Elde edilen sonuç (anlamlı olmamakla birlikte pazar payı ve piyasa
gücü arasındaki negatif ilişki), bu yaklaşımı doğrulamamaktadır. Bu aşamada
Yarışılabilirlik Teorisini hatırlamakta yarar vardır. Yarışılabilirlik Teorisi,
yoğunlaşmış piyasalardaki yüksek karların piyasaları, piyasa dışındaki firmalar için
cazip hale getireceğini, dolayısıyla yüksek pazar payına sahip firmaların kendi
aralarında bu türden bir örtülü anlaşmaya gidemeyeceklerini, çünkü potansiyel
rakiplerin rekabet tehdidi ile karşı karşıya olunduğunu ileri sürmektedir. Elde edilen
sonuç aynı zamanda, yüksek pazar payı elde edebilmek için bankaların rekabetçi bir
tutum sergilemek, yani düşük marjlarla çalışmak durumunda olduklarını ifade
etmektedir.
Bankaların büyüklüğünü temsil eden bir değişken olan Toplam Aktifler
(logaritması), piyasa gücü ile pozitif bir ilişki içerisindedir. Yani banka büyüklüğü
arttıkça piyasa gücü de artmaktadır. Bu sonuç, bankalarda ölçek ekonomilerinin var
olduğu görüşü ile uyumludur. Ölçek ekonomilerinin varlığında, bankanın büyüklüğü
arttıkça birim sabit maliyetler azalacak, buna bağlı olarak fiyat-marjinal maliyet
marjı genişleyecektir. Ancak analiz sonucu istatistiksel olarak anlamlı değildir.
164
6.3.4. Banka Grupları İtibariyle Rekabet Gücünün Değerlendirilmesi-Kukla Değişkenlerin Analizi
Çalışmada son olarak, rekabetçi davranış açısından bankalar arasında türler31
(kamu bankaları-D1, özel bankalar-D2, Türkiye’de kurulmuş yabancı bankalar-D3
ve Türkiye’de şube açan yabancı bankalar-D4) itibariye farklılıklar olup olmadığı
araştırılmıştır. Bunun için öncelikle yapılması gereken, gruplar arasında istatistiksel
açıdan bir farklılık olup olmadığının araştırıldığı parametrik ve non-parametrik
Hipotez Testleri arasından hangi yöntemin tercih edilmesi gerektiğine karar
vermektir.
Bağımlı değişkenimiz olan Lerner Endeksi, normal dağılım özelliğini
sağlayamadığından (bkz. Çizelge 6.11.), gruplar arasındaki farklar nonparametrik
testler aracılığıyla incelenmiştir. Bu amaçla ilk olarak, banka grupları arasında piyasa
gücünün kullanılması noktasında anlamlı bir farklılık olup olmadığına, Kruskal-
Wallis testi ile bakılmıştır. Daha sonra her bir banka grubu için ayrı ayrı Mann-
Whitney U testi uygulanmış ve ilgili grup içindeki bankaların diğer bankalardan
farklı olup olmadığı araştırılmıştır.
Çizelge 6.11. Lerner Endeksi Normallik Testi Sonucu
Kolmogorov-Smirnov Shapiro-Wilk
İstatistik df Anlamlılık İstatistik df Anlamlılık Lerner Endeksi
0.242 459 0.000 0.528 459 0.000
Çizelge 7.11.’de görülen Kolmogorov-Smirnov ve Shapiro-Wilk testlerinin
anlamlılık düzeylerinin %5’ten küçük olması, normalliği araştırılan değişken olan
Lerner Endeksinin normal dağılım özelliği taşımadığını ifade etmektedir.
Çizelge 6.12. Kruskal-Wallis Varyans Analizi Sonuçları
Gruplama Değişkeni Banka Grupları N Mean-Rank
LERNER ENDEKSİ D1 51 133,53
Test İstatistikleri D2 226 242,21
Ki-Kare 35,606 D3 85 217,79
df 3 D4 97 262,98
Anlamlılık 0,000* Toplam 459
*%95 güven aralığında türler arasındaki farkın anlamlılığını ifade etmektedir.
31 Türlerin tespit edilmesinde TBB’nin sınıflandırması esas alınmıştır.
165
Çizelge 6.12.’ye bakıldığında, banka grupları itibariyle piyasa gücünün
kullanımında anlamlı bir fark olduğu, bu farkın da en çok Türkiye’de şube açan
yabancı bankalar lehine olduğu görülmektedir. Türkiye’de şube açan yabancı
bankaların çoğunlukla, diğer faktörlerle birlikte, uluslararası ticari faaliyetlerle
uğraşan kendi müşterilerine özel hizmetler sunmak üzere Türk bankacılık
piyasalarına girdiği düşünülürse, bu sonuç şaşırtıcı değildir. Türkiye’de şube açan
yabancı bankalar ulusal piyasadaki rekabet şartlarına tam anlamıyla entegre
olmamakta, bağlı oldukları ana ülke piyasalarının ve banka merkezinin politikaları ve
çıkarları doğrultusunda kendi rekabet koşullarını sürdürmektedirler. Genellikle
bankaların farklı bir ülke piyasasına giriş yapma kararı alırken gözettikleri
faktörlerden biri de o ülkedeki kar fırsatlarıdır. Dolayısıyla Türkiye’de şube açan
yabancı bankalar, kendi müşterilerini takip etmek yanında, piyasa güçlerini yüksek
getiriler sağlamak amacıyla da kullanmaktadırlar. Türkiye’de şube açan yabancı
bankalara piyasa gücü kullanma imkânı sağlayan bir diğer nokta ise faaliyet
alanlarının genellikle toptancı bankacılığa dayalı olmasıdır. Bilindiği gibi toptancı
bankalar, daha az şube ile faaliyet gösterirler. Müşteri kitleleri büyük ölçekli
firmalardan oluşmaktadır ve gerçekleştirdikleri işlemler tutar olarak yüksek olup
özellikle dış ticaretin finansmanı, leasing, factoring, forfaiting faaliyetlerine
dayanmaktadır. Dolayısıyla toptancı bankaların kredi ve mevduat pazarındaki payları
oldukça düşük kalmaktadır32. Toptancı bankacılığın bu özellikleri, Türkiye’de şube
açan yabancı bankaların sahip olduğu yüksek piyasa gücü kadar piyasa gücü ile
kredi/mevduat oranı arasındaki negatif ilişkiyi de açıklayabilecek niteliktedir.
Bunlara ek olarak, Avrupa piyasalarında perakende bankacılığın aksine toptan
bankacılık alanında ortak pazar oluşumuna yönelik piyasa entegrasyonunda
kaydedilen aşama,3334 bu bankalara piyasa gücü kazandıran bir başka unsur olarak
görülmektedir.
Türkiye’de şube açan yabancı bankaları yerli özel bankalar, onu da
Türkiye’de kurulmuş yabancı bankalar izlemektedir. Test sonuçları incelendiğinde
piyasa gücünün kullanımı noktasında en zayıf görünen grup, kamu bankaları
32 Bkz. http://www.banka-kredileri.org/index.php/2009/05/bankacilikta-serbestlesme-ve-disa-acilma-donemi-1980-1994/ 33 Bkz.European Central Bank Report on Financial Integration in Europe, s.31, Nisan 2010. 34 Bkz. Cabral, 2002:47.
166
olmaktadır. Bu sonuç ilk bakışta, kamu bankalarının diğer bankalarla ciddi bir
rekabet içerisinde olduğu şeklinde yorumlanabilir. Yani kamu bankaları özellikle
kredi faaliyetlerini genişletmek amacıyla marjinal maliyete yakın fiyat
uygulamaktadırlar. Ancak düşük Lerner Endeksi, kamu bankalarının sıkça tartışılan
etkinsizliklerine bağlı olan yüksek maliyetleri ile de ilişkilidir. Bu sonuç
değerlendirilirken, kamu bankalarının devlet kurumlarına açtıkları krediler, zayıf
aktif kalitesi, uyguladıkları faiz oranları, finansman ihtiyaçlarını piyasadan yüksek
faizle karşılamalarının yanı sıra geçmişte bu kredilerden doğan görev zararlarının
etkisi de göz ardı edilmemelidir. Özellikle de kamu bankalarına yasal düzenlemelerle
verilen bankacılık dışı görevler ile tarım kesimi ile küçük ve orta boy işletmeleri
destekleme görevi bu bankaların kaynak ve faaliyetlerinin verimli olmayan alanlara
yönelmesine ve rekabet güçlerinin zayıflamasına neden olmuştur (Benli, Sönmezler,
2002; alıntılayan Acar Boyacıoğlu, 2003:531). Ancak son yıllarda, 2001 yılında
uygulamaya konulan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma programının etkileri
görülmeye başlanmış ve kamu bankalarının daha verimli çalışması temin edilmiştir.
Çizelge 6.13. Mann-Whitney U Test Sonuçları
Kamu Bankaları Özel Bankalar Yabancı Bankalar İstatistikler
1 0 1 0 1 0
N 51 408 226 233 182 277
Mean Rank 133,53 242,06 242,21 218,16 241,87 222,20
Sum of Ranks 6810,00 98760,00 54739,00 50831,00 44021,00 61549,00
Mann-Whitney U 5484,000 23570,000 23046,000
Asymp. Sig. (2-tailed) 0,000* 0,052** 0,120
*%5 anlamlılık düzeyinde anlamlı değişken
*%10 anlamlılık düzeyinde anlamlı değişken
Mann-Whitney U Testi sonuçları dikkate alındığında, Özel Bankaların ve
Kamu Bankalarının rekabet yapısı açısından farklı davranışlar sergilediği ve bu
farkların anlamlı olduğu görülmektedir. Yabancı bankalar (Türkiye’de kurulan ve
Türkiye’de şube açan yabancı bankalar tek bir grup olarak ele alınmıştır) için ise
böyle bir farktan söz etmek mümkün değildir. Kurksal-Wallis testi ile uyumlu olarak,
Kamu bankalarının Lerner Endeksi değerlerinin diğer banka gruplarına göre önemli
ölçüde düşük olduğu; Yerli Özel bankaların ise diğer banka gruplarına kıyasla daha
yüksek piyasa gücüne sahip olduğu anlaşılmaktadır. Özel bankalara bu piyasa gücü
167
kullanma imkânını sağlayan başlıca unsurların güçlü sermaye yapıları ve yüksek
etkinlik düzeylerinin yanı sıra pazar payları ve ölçeklerinin kazandırdığı tanınırlık ve
güvenirlik gibi etkenler sayesinde müşterileri ile kurdukları uzun süreli ilişkilerin
maliyetleri düşürmesi olduğu düşünülmektedir.
Türk Bankacılık Sektörü uzun yıllar, ekonomik istikrarsızlıkların yanı sıra
kötü yönetim, alınan aşırı riskler, yabancı para işlemlerin neden olduğu açık
pozisyon ve bazı banka hâkim ortaklarının banka kaynaklarını kötüye kullanması
gibi nedenlerle müşterilerinin gözünde güven kaybı yaşamıştır. Bu güvensizlik,
özellikle mevduat noktasında tasarruf sahiplerinin fonlarını yüksek faiz verenlerin
yanında, mevduatın daha güvenle korunacağı bankalara yöneltmesine yol açmıştır.
Böylece kamu bankaları, mevduat toplama noktasında özel bankalara kıyasla daha
avantajlı duruma gelmişlerdir. Kamu bankalarına bu avantajı sağlayan diğer unsurlar,
geniş şube ağları, devlet bankaları olmalarının sağladığı güvence ve düşük faiz
verilen resmi mevduatın toplanması görevinin kanunla yalnızca kamu bankalarına
verilmiş olmasıdır (Uçarkaya, 2006:84-85). Kamu bankaları lehine haksız rekabet
yaratan bu avantajlara rağmen kamu bankalarının piyasa güçlerinin düşük kalmasına
yol açan etkenlerden biri, bu bankaların geçmişte biriken görev zararlarının neden
olduğu likidite sıkıntısını telafi etmek için, sermaye yeterliliği kısıtı ve karlılık
kaygısı taşımaksızın girdikleri mevduat yarışında uyguladıkları yüksek faizler
olmuştur.
6.4. BİRLEŞME VE DEVRALMALARIN ETKİSİ
Başta Ortak Pazarın temin edilmeye başlandığı AB olmak üzere tüm Dünya
piyasaları, küreselleşme, serbestleşme ve faiz oranları üzerindeki müdahalelerin
azalması neticesinde yoğun bir rekabet ortamına dönüşmüş, piyasada faaliyet
gösteren bankalar yerleşik bankaların yanısıra potansiyel rakiplerin rekabet
tehdidiyle de karşı karşıya kalmıştır. Fiili ve potansiyel rekabete bağlı olarak,
bankalarda marjların daralacağı ve pazar payının küçüleceği yönünde bir beklenti
hasıl olmakta, bu beklentiye cevap olarak bankalar arasında konsolidasyon
başlamakta ve sonuç olarak piyasalarda rekabet ile azalması beklenen yoğunlaşma
oranları artmaktadır. Bu çerçeveden bakıldığında, geleneksel Endüstriyel
Organizasyon yaklaşımının öne sürdüğü gibi rekabet ile yoğunlaşma arasındaki ters
168
ilişki yerine, bir döngünün varlığından söz etmek daha gerçekçi olmaktadır.
Endüstriyel Organizasyon teorisine göre yoğunlaşmış bankacılık sistemleri, yapısal
özelliğin neden olduğu örtülü anlaşmalar (collusion) nedeniyle kazanılan piyasa
gücünden dolayı daha az rekabetçidir. Rekabetçi piyasalarda ise doğası gereği
ortalama ölçekleri nispeten küçük çok sayıda banka yer almaktadır. Ne var ki,
rekabetçi piyasaların bilinen, giriş ve çıkışların serbest olması ve bu süreçte başarısız
olan firmaların sektörden elenmesi şeklindeki özelliği, rekabet ortamında ayakta
kalmak isteyen firmaları ölçeklerini büyütmeye, bu şekilde elde edilen maliyet
avantajı sayesinde piyasa güçlerini arttırmaya sevk etmekte ve doğal olarak
yoğunlaşmış bir ortam yaratmaktadır. Bu amaçla uygulanan başlıca strateji Birleşme
ve Devralmalar olmaktadır. Elbette bu stratejinin rekabet boyutundaki işlerliği,
piyasa gücünü arttırması halinde söz konusu olabilmektedir.
Çizelge 6.14.’te başka bir bankayı devralan bankaların birleşme öncesi ve
sonrası pazar payları ve Lerner Endeksi ortalamaları görülmektedir.
Çizelge 6.14. Birleşme ve Devralma Sonrası Rekabet Gücündeki Değişmeler35
Birleşme Öncesi Birleşme Sonrası BANKACILIKTA BİRLEŞME VE
DEVRALMA GELİŞMELERİ Pazar Payı
Lerner Endeksi
Pazar Payı
Lerner Endeksi
T.C. Ziraat Bankası AŞ. (2001 yılında Emlak Bank’ı devraldı)
0,181787 0,174374 0,172488 0,212996
T. Garanti Bankası A.Ş. (2001 yılında Osmanlı Bankasını devraldı)
0,053375 0,542667 0,104479 0,406178
Finansbank (2003 yılında Fibabank’ı devraldı)
0,018252 0,352695 0,02991 0,24692
Yapı Kredi Bankası (2006 yılında Koçbank ile birleşti)
0,076078 0,42216 0,096762 0,284163
Akbank (2005 yılında Ak Uluslararası Bankasını devraldı)
0,080034 0,559372 0,127391 0,393115
Ziraat Bankası hariç tüm bankaların pazar paylarında birleşme sonrası nispi
artışlar görülmüş ve yine Ziraat Bankası hariç tüm bankaların piyasa güçleri
35 1992-2008 yılları arasında sürekli faaliyet gösteren bankalar dikkate alınmıştır.
169
azalmıştır. Analiz sonuçlarımızın ortaya koyduğu gibi lerner endeksi ve pazar payı
arasında negatif ilişki burada da görülmektedir. Birleşme ve Devralmalar sonrası
bankaların Lerner Endekslerinin ve pazar paylarının artması, birleşmelerin etkisiyle
etkinliklerinin artmasının sonucu olabilir. Ne var ki bir kamu bankası olan Ziraat
Bankası için aynı yorumu yapmak mümkün görünmemektedir.
170
GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Finansal aracılar olarak bankalar, tasarruf sahiplerinin tasarruflarını en
verimli kullanılacakları alanlara kanalize ederler. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde
bankalara alternatif kanalların sınırlı olması, finans sistemi içerisinde bankaların
payını ve önemini arttırmaktadır. Dolayısıyla da bankacılık sektöründe yaşanan her
türlü olumsuz gelişmenin ülke ekonomilerine bedeli ağır olmaktadır.
Ne var ki bankacılık sistemi, işleyen bir teşebbüs olarak yüklendiği
operasyonel, mali ve piyasa odaklı riskler yanında kredi verilecek kişilerin seçimi
noktasında asimetrik bilgi, ahlaki tehlike ve ters seçim gibi tuzaklarla da karşı
karşıya kalmaktadır. Daha hayati olan ise tek bir bankanın bile borçlarını
ödeyemeyecek duruma gelmesinin, diğer banka mudileri üzerinde yaratacağı
psikolojik etkidir. Bankalar arasında çeşitli kanallarla kurulan sıkı bağlantılar, bir
bankanın iflasının diğer bankaların finansal durumunu bozacağı şeklinde bir algıya
neden olur ve bankalar hücumlara konu olurlar. Sektörel bir kriz durumunda ise reel
sektörün işleyişi sekteye uğrar, makroekonomik istikrar bozulur hatta ülkenin
ödemeler sistemi çökebilir. Bu nedenle ülkede ekonomiye yön veren yasa koyucu,
düzenleyici ve denetleyici tüm kurumlar bankacılık sektörünün istikrarına ve
sağlamlığına ilişkin tedbirler alarak sektörün etkin ve verimli çalışmasını temin
etmeye çalışırlar.
Bankacılık sektöründe istikrarı temin etmeye yönelik pek çok düzenleme
aracı mevcuttur. Bunların başlıcaları mevduat sigortası, sermaye düzenlemeleri, faiz
oranları üzerindeki kontroller, faaliyet kısıtlamaları, giriş ve çıkış kısıtlamalarıdır.
Ancak günümüz dünyasında teknolojik gelişmeler ve bilgiye erişimin kolaylaşması
ile desteklenen ve kaçınılmaz bir hal alan liberalleşme süreci, piyasalar arasında
entegrasyonu arttırmakta ve sektör üzerindeki kamu müdahalelerinin önüne
geçmektedir. Özellikle Avrupa Birliğinin temel ekonomik politikası haline gelen
Ortak Pazarın temini, düzenleme çabalarının daha evrensel bir boyutta düşünülmesi
gereğini doğurmaktadır.
Giderek liberalleşen ve küreselleşen dünya ekonomisinin diğer sektörlerde
olduğu gibi bankacılık sektörü üzerinde ilk göze çarpan etkisi bankalar arasında artan
rekabet olmaktadır. Bu nedenle gerek ulusal gerek global düzeyde yasa koyucular
171
rekabete ve rekabetin muhtemel sonuçlarına odaklanmakta, rekabet sürecini, fayda
ve maliyetleri arasında denge sağlayacak düzenlemelerle yönlendirmeye
çalışmaktadırlar.
Bankacılık sektöründe rekabet, pek çok nedenden ötürü istenen ve teşvik
edilmesi gerektiğine inanılan bir durumdur. Rekabetçi bir bankacılık sisteminde
kredi faizlerinin düşmesi, mevduat faizlerinin ise yükselmesi beklenir. Bu durumda
bankalarda toplanan tasarruflar artarken, işletmelerin banka kredilerine olan talepleri
de yükselir. Böylelikle bankalar, asıl görevleri olan aracılık fonksiyonunu etkin bir
şekilde yerine getirerek tasarrufların üretime dönük alanlarda değerlendirilmesini
sağlarken, ülkede ekonomik büyümeyi ve refah artışını desteklemiş olurlar. Aksine,
rekabetin az olduğu yoğunlaşmış piyasalarda bankaların kendi aralarında gizli fiyat
anlaşmalarına giderek marjlarını yükselttikleri görülür. Bu durum ekonomik ve
sosyal refah kayıpları ile sonuçlanmaktadır.
Bankacılık sektöründe rekabet aynı zamanda bankaların hizmet üretimindeki
etkinliklerini de arttırır. Ayrıca, rekabet ortamında faaliyet gösteren diğer sektör
işletmeleri gibi bankalar da müşteri ihtiyaç ve beklentilerine daha fazla odaklanır ve
ürün ve hizmet çeşitliliklerini arttırır, kalitelerini yükseltmeye zorlanırlar. Bu
doğrultuda rekabet finansal yeniliği teşvik eden bir unsur olarak işlev görür.
Tüm bu olumlu etkilerine rağmen bankacılık sektörü açısından rekabete
temkinli yaklaşılmasına neden olan faktör ise rekabet ve istikrar arasında var olduğu
düşünülen negatif ilişkidir. Rekabetin fayda ve maliyetleri arasında tercih yapma
zorluğu, bankacılık piyasalarında optimum rekabet düzeyinin ne olması gerektiği ile
ilgili soruları gündeme getirir. Optimum rekabet düzeyinin tespit edilmesinde
ülkelerin makroekonomik koşulları önemli bir belirleyici faktör olmakla birlikte,
sürecin baş aktörü olan bankaların kendilerinin daha yakından izlenmesi ve rekabetçi
davranışlarının analiz edilmesi, uygulanacak politikalara verecekleri tepkilerin
öngörülmesi bakımından oldukça büyük önem arz etmektedir.
Buradan hareketle bu tezin amacı, Türk Bankacılık Sektöründe faaliyet
gösteren ticari bankaların rekabet dinamiklerini ortaya koymaktır. Bu amaçla
öncelikle sektördeki rekabet düzeyi banka ölçeğinde belirlenmiş ve her bir bankanın
rekabete ilişkin tutumu ortaya konulmuştur. Rekabet düzeyinin göstergesi olarak
172
Lerner Endeksi kullanılmıştır. Çalışmada Lerner Endeksinin tercih edilmesinin
nedeni, diğer rekabet ölçülerinden farklı olarak her bir banka için hesaplanabilir
olması ve rekabeti etkileyen banka düzeyindeki değişkenlerin belirlenmesine izin
vermesidir. Lerner Endeksi (LE), karını maksimize etmek isteyen bir firmanın elde
etmek istediği marjinal getiriye eşit marjinal maliyet uygulaması gerçeğine dayanır
(Shaffer, 1993). Endeks “0” ile “1” arasında bir değer alır. 1’e yaklaşıldıkça
bankaların rekabetten uzaklaştığı, 0’a yaklaşıldıkça bankanın rekabetçi davranış
sergilediği çıkarımı yapılır. Lerner Endeksinin 1992–2008 yılları arasında faaliyet
gösteren tüm bankalar için hesaplanmasının ardından, rekabet yapısının
belirleyicileri, ilgili dönemde sürekli olarak faaliyet gösteren 27 banka için Panel
Veri Regresyon Analizi ile tespit edilmiştir.
Analiz sonucunda bankaların rekabetçi davranışları üzerinde etkili olan dokuz
adet değişken belirlenmiştir: Krediler/Toplam Aktifler, Krediler/Mevduatlar, Faiz
Dışı Gelirler/Toplam Aktifler, Toplam Gelirler/Toplam Giderler, Aktif Karlılığı
(ROA), Risk, Özkaynaklar/Toplam Aktifler, Bilanço Yapısı ve Net Faiz Marjı.
Krediler/Toplam Aktifler ve Krediler/Mevduatlar oranları bankaların aracılık
fonksiyonunun gelişmişliğini gösteren oranlardır. Bu değişkenlerin negatif katsayılar
alması, bankalarda aracılık etkinliğinin rekabet ile doğru orantılı olarak arttığını
göstermektedir. Bankalarda etkinliğin genel bir ölçüsü olarak Toplam
Gelirler/Toplam Giderler değişkeni alınmıştır. Değişkenin pozitif katsayı alması,
piyasa gücü ile etkinliğin doğru orantılı olduğu, diğer bir değişle daha etkin
bankaların daha fazla piyasa gücü elde edebilecekleri anlamına gelmektedir.
Karlılık ile ilgili olarak ele alınan iki değişken (ROA ve NFM) piyasa gücü
ile negatif ilişkili olarak bulunmuştur. Ayrıca bankaların risk düzeylerinin rekabet ile
arttığı, çalışmanın önemli sonuçlarından biri olmaktadır. Analiz sonuçlarına göre,
rekabetçi davranış içerisindeki bankaların faiz dışı gelirlerini arttırdıkları, Faiz Dışı
Gelirler/Toplam Aktifler değişkeni ile LE arasındaki negatif katsayı ile
anlaşılmaktadır. Özkaynaklar/Toplam Aktifler, bankalarda kapitalizasyonun ölçüsü
olarak ele alınmıştır; beklendiği gibi Lerner Endeksini pozitif yönde etkilediği
sonucuna ulaşılmıştır. Döviz varlıkları yüksek olan bankaların pazar payında bir
yükselme olduğu, kurlardaki artışa bağlı olarak bu varlıklar üzerinden getirilerinin
173
arttığı ve piyasa güçlerinin yükseldiği, Yabancı Para Aktifler/Toplam Aktifler
rasyosunun Lerner Endeksi ile pozitif ilişkili bulunmasından anlaşılmaktadır.
Pazar payı ve banka büyüklüğü ile Lerner Endeksi arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Bununla birlikte pazar payının analiz sonucunda
negatif katsayı alması, bankacılık sektöründe geleneksel Yapı-Davranış-Performans
hipotezinin, yoğunlaşmış bankacılık sektörlerinde pazar payı yüksek olan bankalar
arasında gerçekleşen örtülü fiyat anlaşmalarının, bu bankaların birbirleri ile rekabet
etmelerine ihtiyaç bırakmayacak şekilde hem pazar paylarını korumalarına, hem de
kar etmelerine imkân verdiği görüşü ile ters düşmektedir. Diğer taraftan, banka
büyüklüğü analiz sonucunda pozitif katsayı almıştır. Bu sonuç, bankalarda ölçek
ekonomilerinin var olduğu görüşü ile uyumludur.
Analizin bir diğer aşamasında, piyasa gücünün kullanımı noktasında banka
grupları (kamu bankaları, özel bankalar, Türkiye’de kurulmuş yabancı bankalar ve
Türkiye’de şube açan yabancı bankalar) arasında bir farklılık olup olmadığı
araştırılmıştır. Elde edilen bulgular, piyasa gücü en yüksek olan grubun Türkiye’de
şube açan yabancı bankalar, en düşük olan grubun ise kamu bankaları olduğunu
göstermektedir. Bu bulgular, Türkiye’de şube açan yabancı bankaların ülkedeki kar
fırsatlarını değerlendirdikleri, uluslararası piyasalarda faaliyet gösteren kendi
müşterilerine özel hizmetler sunmak için ülkeye giriş yaptıkları, ülkedeki rekabet
sürecine tam anlamıyla entegre olmayarak, bağlı oldukları ana ülke piyasalarının ve
banka merkezinin politikaları ve çıkarları doğrultusunda kendi rekabet koşullarını
sürdürdükleri şeklinde yorumlanmıştır. Bu bankalara piyasa gücü kazandıran bir
diğer unsurun ise faaliyet alanlarının daha çok toptancı bankacılık alanında
toplanmasıdır.
Kamu bankalarının Lerner Endeksi değerlerinin düşük olması ise, kamu
bankalarının sahip olduğu imtiyazların bu bankaları özellikle mevduat toplama
noktasında avantajlı duruma getirmesine rağmen, kendilerine verilen özel görevler ve
bundan doğan görev zararlarının yanında etkinliklerinin düşük olmasına bağlı
olmaktadır.
Uygulamanın son aşamasında, rekabet sürecinde ayakta kalmak isteyen
bankalar için etkin bir strateji olarak görülen Birleşme ve Devralmaların (B&D), bu
174
süreci yaşayan bankaların piyasa güçlerini nasıl etkilediğine bakılmıştır. Yapılan
değerlendirmeler, birleşme sürecinin bankaların etkinliğini arttırması halinde pazar
paylarının yükseleceğini göstermektedir. Ayrıca birleşen bankaların daha rekabetçi
bir tavır sergilemeye başlamaları da diğer bir önemli bulgudur.
Bu çalışmanın bir dizi eko-politik sonucu bulunmaktadır. İlk olarak, Türk
bankacılık sektörü, başta Avrupa ülkeleri olmak üzere tüm dünyada baş gösteren
liberalizasyonun etkisiyle yoğun bir rekabet ortamı içinde girmiştir. Avrupa Birliği
ile tam üyelik görüşeleri yapan Türkiye’de, bankacılık sektörünün Avrupa ülkeleri ile
rekabet edebilecek bir durumda olması gerekmektedir. Bu itibarla Türk bankacılık
sektörü dışa açık, sektöre giriş ve çıkışların serbest, piyasalar üzerinde kamu
müdahalelerinin en alt düzeyde olduğu bir yapıyı korumak durumundadır. Serbest
piyasa ekonomisinin neticesi olarak ülkede yabancı bankaların sayısında ve
bankaların sermayesi içerisinde yabancı paylarında bundan sonra da artış olacağı
beklenmektedir. Türk bankalarının bu gelişmelere cevap olarak B&D yoluyla
ölçeklerini büyütecekleri ve pazar paylarını ve piyasa güçlerini arttıracakları
düşünülmektedir. Hâlihazırda kullanılmakta olan bir başka strateji de Türk
bankalarının başta Avrupa olmak üzere çeşitli ülkelerde şube açmalarıdır.
Önümüzdeki süreçte bankaların bu stratejiye hız verecekleri tahmin edilmektedir.
İkinci olarak, Türk bankacılık sektöründe rekabetçi bankaların, asıl faaliyet
konuları olan aracılık fonksiyonunu daha etkin bir şekilde yerine getirdiği,
karlılıklarının daha yüksek olduğu, geleneksel bankacılık ürünlerinin dışında yeni
ürün ve hizmetler geliştirme noktasında daha girişimci oldukları görülmektedir. Bu
bulgu, Türkiye’de rekabeti canlandıran bir unsurun yabancı banka girişleri olduğu
düşünüldüğünde, yabancı banka girişlerinin ve bundan doğan rekabetin olumlu
etkileri olarak göze çarpmaktadır.
Üçüncü olarak, rekabetin istikrarla zıt yönde hareket ettiği anlaşılmaktadır.
Yani rekabetçi bankaların daha yüksek riskle çalıştıkları görülmektedir. Bu durum,
rekabetin bankaları daralan marjları telafi etmek için verilecek kredilerin
değerlendirilmesinde daha az seçici davranmalarına ve risklerini yükseltmelerine yol
açmaktadır. Diğer bir değişle, bankacılığa ilişkin genel anlayışla uyumlu olarak,
rekabetin kazanımları yanında küçümsenmeyecek maliyetleri de söz konusudur.
175
Dördüncü olarak, Kamu Bankalarının piyasada rekabeti aksatan yapılarına
dikkat çekmek gerekir. Kamu bankalarının düşük Lerner Endeksi (fiyat-marjinal
maliyet marjı) ile çalışmaları, diğer bankalarla aynı koşullarda rekabet ettikleri
şeklinde yorumlanmamalıdır. Düşük marj kamu bankaları için etkin çalışamamanın
ve verilen özel görevlerin sonucu olarak yüksek maliyetlerle ilişkilidir. Kamu
bankalarının fiyat-marjinal maliyet marjlarının düşük kalmasına yol açan etkenlerden
biri, bu bankaların geçmişte biriken görev zararlarının neden olduğu likidite
sıkıntısını telafi etmek için, sermaye yeterliliği kısıtı ve karlılık kaygısı taşımaksızın
girdikleri mevduat yarışında uyguladıkları yüksek faizler olmuştur. Ancak 2001
yılında uygulamaya konulan Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma programının
sonuçlarının alınmaya başlanmış olması, kamu bankaları ile ilgili geçmişte izlenen
olumsuz tablonun ortadan kalkacağına ve kamu bankalarının da diğer bankalarla aynı
koşullarda rekabet sürecine dahil olacağına işaret etmektedir.
Türkiye’de şube açan yabancı bankaların genellikle toptancı bankacılık
alanında faaliyet göstermesi, diğer ticari bankaların rekabet koşulları üzerinde fazla
bir etkiye sahip olmadıklarını düşündürmektedir. Nitekim bu bankaların müşteri
kitleleri sınırlı, ölçekleri de oldukça küçüktür. Türkiye’de kurulan yabancı bankalar
ise özel ticari bankalardan çok da farklı bir davranış sergilememektedirler. Yine de
yerli özel bankalara göre rekabetçi davranışlarının biraz daha atak olduğu dikkat
çekmektedir. Türkiye’de kurulan yabancı bankalar ve yerli özel bankaların Lerner
Endeksleri 1’e yakın olmamakla birlikte çok da düşük değildir. Yani bu bankaların
bir miktar da olsa piyasa gücüne sahip oldukları söylenebilir. Bu gücü sağlayan
faktörler ise güçlü sermaye yapıları ve yüksek etkinlik düzeylerine bağlı olarak
maliyetlerinin düşük olmasıdır.
Son olarak, bankacılık kesiminin Türk finans piyasalarındaki ağırlığına tekrar
vurgu yapmak gerekir. Ürün ve hizmet çeşitliliklerinin giderek artmasına karşın
bankalar, sermaye piyasalarının ve banka dışı finansal kurumların yetirince
gelişmemiş olmasından ötürü ideal bir rekabet ortamından uzak çalışmaktadırlar.
Ayrıca, yaşanan krizlerden alınan dersler bankacılık sektörüne girişi eskisine göre
zorlaştırmış, çıkışları ise kolaylaştırmıştır. Bunun sonucunda sektörümüzde banka
sayısı azalmış ve yoğunlaşma artmıştır. Dolayısıyla bankacılık sektörü üzerinde
rekabet baskıları bu bağlamda düşük kalmıştır. Politika yapıcıların, rekabetçi yapıyı
176
aksatmayacak şekilde piyasadaki istikrarı koruyacak tedbirlere odaklanması,
sektörün sağlıklı işlemesi bakımından son derece önemlidir.
177
KAYNAKÇA
Kitaplar
AKBULAK, Y., Kavaklı, E., Tokmak, A., Kayıp Yıllar, Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri, Beta Ya., No. 1516, 1.B., İstanbul: 2004.
ALBAYRAK, A.Sait, Uygulamalı Çok Değişkenli İstatistik Teknikleri, Asil Ya., 1. Baskı, Ankara:2006.
ALPAR, R., Spor Bilimlerinde Uygulamalı İstatistik, Nobel Ya., 2. Basım, Ankara, 2001.
AYDIN, N., Başar M., Coşkun, M., Bankacılık Uygulamaları, Anadolu Üniversitesi Ya. No. 1711, Eskişehir, 2006.
BAUMOL, W.J, JC. Panzar ve R.D. Willing, Contestable Markets and the Theory of Industry Structure, Harcourt Brace Jovanovich Inc., New York, 1982.
CELASUN, M, “2001 Krizi, Öncesi ve Sonrası: Makroekonomik ve Mali Bir Değerlendirme”, Küreselleşme, Emek Süreçleri ve Yapısal Uyum içinde, Editör: Ahmet Alpay Dikmen, İmaj Yayınevi, Ankara, 2002.
CEYLAN, A., İşletmelerde Finansal Yönetim, Ekin Ya., 8. Baskı, Bursa:2003.
COŞKUN, M., Sermaye Piyasaları, Birlik Ofset Yayıncılık, Anadolu Üniversitesi, 1. Baskı, Eskişehi, 2005.
ÇOLAK, Ö.F., Finansal Piyasalar ve Para Politikası, içinde, “Bankacılık Sektöründe Rekabet ve Banka Birleşmeleri”, (COŞKUN, N. ile birlikte), Nobel Ya., 4. Baskı, Ankara: 2005b.
ÇOLAK, Ö.F., Finansal Piyasalar ve Para Politikası, içinde, “Finansal Serbestleşme Sürecinde Türk Bankacılık Sektörü ve 1980 Sonrasındaki Gelişmeler”, Uzman Gözüyle Bankacılık, Sayı 30., Ocak-Şubat 2000, Nobel Ya., 4. Baskı, Ankara: 2005a.
DOĞUKANLI, H., Uluslararası Finans, Nobel Ya., 1. Baskı, Adana, 2001.
GUJARATI, D,N., Basic Econometrics, The McGraw-Hill Co., 4. Edition, 2004.
KALAYCI, Ş., Bankacılık Krizleri ve Öncü Göstergeleri, Asil Ya., Ankara, 2010.
KARLUK,S. Rıdvan, Avrupa Birliği ve Türkiye, Beta Ya., 6.Baskı, İstanbul, 2002.
KIDWELL, D.S ve Peterson, R.L, Financial Institutions, Markets and Money, The Dryden Pres, 4th Edition, 1990.
KOCH, T.W., Bank Management, Chapter 3: Banking Trends and Competition, The Dryden Press, 3rd Edition, s. 67–89, 1995.
178
LIVIATAN, N ve Barkai, H., The Bank of Israel: Selected Topics in Israel's Monetary Policy, Oxford University Pres, 2. Edition, 2007.
MATHEWS, K., THOMPSON, J., The Economics of Banking, John Wiley&Sons Ltd, 2005.
MISHKIN Frederic S., The Economics of Money, Banking and Financial Markets, Addison-Wesley, 5.Edition, Columbia:1998.
MISHKIN Frederic S., The Economics of Money, Banking and Financial Markets, Pearson, Addison-Wesley, 7. Edition, 2004.
POMERLEANO, M. ve VOJTA, G.J., “Foreign Banks in Emerging Markets: an Institutional Study”, in Opendoors: Foreign Participation in Financial Systems in Developing Countries, Part II: What Foreign Institutions Do in Emerging Markets: Overview, Brookings Institution Press, 2001.
SEYİDOĞLU, H, Uluslararası Finans, Güzem Ya. Sayı 16, Geliştirilmiş 3. Baskı, İstanbul: 2001.
SUER, M.Ziya, Avrupa Birliğinde Vergi Uyumlaştırması ve Türk Vergi Sistemi Üzerindeki Etkileri (Cilt-1), Ankara: 1999.
ŞAHÖZKAN, B.C., Banka Birleşmeleri, TBB Yayınları Sayı 233, 2003.
ŞIKLAR, İ., Finansal Ekonomi, Anadolu Üniversitesi Ya., Sayı 1588, Eskişehir: 2004.
TAKAN, M., Bankacılık Teori Uygulama ve Yönetim, Nobel Ya., 1.B., Ankara, 2001.
TUNAY, K.B., Finansal Sistem: Yapısı, İşleyişi, Yönetimi ve Ekonomisi, Birsen Yayınevi, İstanbul: 2005.
WALTER, I., Handbook of International Banking, içinde 9. Bölüm: Universal Banking and Shareholder Value: a contradiction?, Editörler: Mullineux A.W., Murinde, V., Edward Elgar Pub. Ltd., 2003.
WALTER, I., Mergers And Acquisitions in Banking and Finance: What Works, What Fails, and Why, Oxford University Press US, 2004.
YÜCEMEMİŞ, TANINMIŞ, B., Parasal Birlik, Avrupa Merkez Bankası ve Türkiye’ye Yansımaları, Derin Yayınları, Sayı 56, İstanbul: 2005.
Makaleler
ACAR BOYACIOĞLU, M., “1980 Sonrası Türk Bankacılık Sektöründeki Gelişmeler, Krizlerin Sektör Üzerindeki Etkileri ve İyileştirici Öneriler”, Selçuk Üniversitesi SBE Dergisi, 9, s. 523-538, 2003.
AGARWAL, S., Chomsisengphet, S., Liu, C., Soulules, N.S., “Benefits of Relationship Banking: Evidence from Comsumer Credit Markets”, The Wharton School Working Papers, University of Pennsylvania, 2009.
AKAR, C, ÇİÇEK, S., “Türkiye’de Bankacılık Sektörünün Merkezileşmesi”, Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt XXIII, Sayı 2, 2007.
179
ALLEN, F., GALE, D. “Competition and Financial Stability”, Journal of Money, Credit and Banking, Vol. 36, No. 3, s. 453–480, 2004.
AMEL, D., BARNES, C., PANETTA, F., SALLEO, C., “Consolidation and Efficiency in the Financial Sector: A Review of International Evidence”, CEIS Tor Vergata Research Paper Series, Cilt. 7, Sayı 20, 2003.
AMEL, F.D., Liang, J.N. “Determinants of Entry and Profits in Local Banking”, Review of Industrial Organization, No. 12: s. 59–78, 1997.
AMENDOLA, M., GAFFARD, J.L., MUSSO, P., “Innovation and Competition: The Role of Finance Constraints in a Duopoly Case”, The Review of Austrian Economics, 16:2/3, s.183-204, 2003.
ANDERSON, B.E, “An Investigation into the Effects of Banking Structure on Aspects of Bank Behavior”, The Journal of Finance, Cilt 21, Sayı 1, s. 125-126, 1966.
ARSLAN, İ., “Basel Kriterleri ve Türk Bankacılık Sektörüne Etkileri”, Selçuk Üniversitesi SBE Dergisi, Sayı 18, 2007.
ARSLAN, R., HOTAMIŞLI, M., “Türk Bankacılık Sisteminde Kurumsal Çevrenin Bankaların Yapı ve Uygulamaları Üzerinde Oluşturduğu Teşvik ve Kısıtlamalar”, Yönetim ve Ekonomi, Celal Bayar Üniv. İİBF, Cilt 14, Sayı 1, 2007.
ASLAN, A., Kula, F., “Türkiye İmalat Sanayinde Fiyat-Maliyet Marjları: Dönemler ve Sektörler İtibariyle Karşılaştırmalı Bir Analiz”, MPRA Paper, No. 10606, Eylül, 2008.
AYDIN, A., “Bilanço Dışı İşlemler”, Bankacılar Dergisi, Sayı:34, 2000.
BAGLIONI, A., “Liquidity Cost and Interest Rate Spread in an Oligopoly Model of the Banking Sector”, International Review of Economics and Business, Cilt 47, Sayı 4, s. 559–577, 2000.
BAIN, J.S., “Relation of Profit Rate to Industry Concentration”, Quarterly Journal of Economics, Cilt 65, s. 293–324, 1951.
BARTH, J.R, CAPRIO, G. Jr, LEVINE, R., “The Regulation and Supervision of Banks Around the World: A New Database”, World Bank Policy Research Working Papers, WPS 2588, pp.1-92, April 2001.
BAŞAK, L., “Türkiye’de Yabancı Banka Hukuku ve Yabancı Bankalarla İlgili Bazı Hususların Analizi”, Bankacılar Dergisi, Sayı. 63, Aralık 2007.
BECK, T., “Bank Competition and Financial Stability: Friends or Foes?”, World Bank Policy Reseach Working Paper, Sayı 4656, s. 1-30, 2008.
BECK, T., DEMİRGÜÇ-KUNT, A., LEVINE, R., “Bank Concentration and Crises”, University of Minnesota Carlson School of Management Working Paper; and World Bank Policy Research Paper Sayı 3041, s. 1-41, 2003.
BEIGHLEY, H.P., McCall, A.S., “Market Power and Structure and Commercial Bank Installment Lending”, Journal of Money, Credit and Banking, Cilt 7, Sayı 4, s. 449-467, 1975.
180
BENLİ, A., SÖNMEZLER, G., “Türk Bankacılık Sistemi ve Kriz”, İktisat, İşletme ve Finans Dergisi, Sayı 195, Haziran 2002; alıntılayan ACAR BOYACIOĞLU, M., “1980 Sonrası Türk Bankacılık Sektöründeki Gelişmeler, Krizlerin Sektör Üzerindeki Etkileri ve İyileştirici Öneriler”, Selçuk Üniversitesi SBE Dergisi, 9, s. 523-538, 2003.
BENSTON, G.J. SMITH, C.W., “A Transaction Cost Approach To The Theory Of Financial Intermediation”, The Journal of Finance, 31, May 1976, alıntılayan KALAYCI, Ş., Bankacılık Krizleri ve Öncü Göstergeleri, Asil Ya., Ankara, 2010.
BERG, S.A., KIM, M, “Oligopolistic Interdependence and the Structure of Production in Banking: An Empirical Evaluation”, Journal of Money, Credit and Banking, Cilt 26, Sayı 2, s. 309–322, 1994.
BERGER, A., KLAPPER, L.F., Turk-Arris, R., “Bank Competition and Financial Stability”, Journal of Financial Services Research, Sayı 35, s. 99-118, 2009.
BERGER, A.N, DEMİRGÜÇ-KUNT, A, LEVINE, R, HAUBRICH, J.G. “Bank Concentration and Competition: An Evolution in the Making”, Journal of Money, Credit and Banking, Cilt 36, Sayı 3, s. 433–451, 2004.
BERGER, A.N., “The Profit-Structure Relationship in Banking –Tests of Market Power and Efficient Structure Hypotheses”, Journal of Money, Credit and Banking, Cilt 27, Sayı 2, s. 404–431, 1995.
BERGER, A.N., HANNAN, T.H. “The Efficiency Cost of Market Power in the Banking Industry: A Test of the “Quiet Life” and Related Hypotheses”, The Review of Economics and Statistics, Cilt 80, Sayı 3, s. 454–465, 1998.
BESANKO D., THAKOR, A.V, “Relationship Banking, Deposit Insurance and Bank Portfolio Choice”, Finance 0411046, EconWPA, s. 1-27, 2004.
BESANKO, D., THAKOR, A.V, “Banking Deregulation: Allocational Consequences of Relaxing Entry Barriers”, Journal of Banking and Finance, 16, s. 909–932, 1992.
BIKKER, J.A., HAAF, K. “Competition, Concentration and Their Relationship: an Empirical Analysis of the Banking Industry”, Journal of Banking and Finance, Cilt 26, Sayı 11, s. 2191-2214, 2002.
BOLT, W., TIEMAN, A.F., “Banking Competition, Risk and Regulation”, IMF Working Paper, WP/04/11, s.1-26, 2004.
BOONE, J, “Intensitiy of Competition and the Incentive to Innovate”, International Journal of Industrial Organization, Sayı 19, s. 705–726, 2001.
BOOT, A.W.A, SCHMEITS, A, “Challenges to Competitive Banking: A Theoretical Perspective”, Research in Economics, Cilt 52, Sayı 3, s. 255–270, 1998.
BOOT, A.W.A, THAKOR, A.V, “Can Relationship Banking Survive Competition”, Journal of Finance, Cilt 55, Sayı 2, 2000.
BOOT, A.W.A., “Relationship Banking: What Do We Know?”, Journal of Financial Intermediation, Sayı 9, s.7-25, 2000.
181
BOOT, A.W.A., MARINC, M., “Competition and Entry in Banking: Implication for Stability and Capital Regulation”, Tinbergen Institute Discussion Papers, Sayı 15/2, 2006.
BOS, J.W.B., Kolari, J.W., Van Lamoen, R.C.R., “Competition and Innovation: Evidence from Financial Services”, Utrecht School of Economics, Discussion Paper Series, 09-16, 2009.
BOSSONE, B., “What Makes Banks Special? A Study of Banking, Finance and Economic Development”, World Bank Working Papers, Sayı 2408, s. 1-66, Ağustos, 2000.
BOYD, J.H, DE NICOLO, G, “The Theory of Bank Risk Taking and Competition Revisited”, The Journal of Finance, Cilt 60, Sayı 3, Haziran, 2005.
BRATLAND, J. “Contestable Market Theory as a Regulatory Framework: an Austrian Postmortem”, The Quarterly Journal of Austrian Economics, Cilt7, Sayı3, 2004.
BREWER III, E., JACKSON III, W.E. “The Risk-Adjusted Price-Concentration Relationship in Banking”, FRB of Atlanta Working Papers, Sayı 35, 2004.
BUCHS, T, MATHISEN, J, “Competition and Efficiency in Banking: Behavioral Evidence from Ghana”, IMF Working Papers, WP/05/17, 2005.
CABRAL, I., Dierick, F., Vesala, J., “Banking Integration in the Euro Area”, ECB Occasional Paper Series, No.6, Aralık 2002.
CANALS, J., “Scale versus Specialization: Banking Strategies After Euro”, European Management Journal, Cilt 17, Sayı 6, s. 567–575, 1999.
CANHOTO, A., “Portuguese Banking: A Structural Model of Competition in the Deposits Market”, Review of Financial Economics, Sayı 13, s. 41–63, 2004.
CANOY, M., M. Van Dijk, J. Lemmen, R. De Mooij, J. Wiegand, “Competition and Stability in Banking”, Central Planning Bureau, Netherlands Bureau for Economic Policy Analysis, Document No:15, 2001.
CARAPELLA, F., Di GIORGIO, G. “Deposit Insurance, Institutions and Bank Interest Rates”, Transition Studies Review, 11 (3), s. 77–92, 2004.
CARLETTI, E., “Competition and Regulation in Banking”, in A.W.A. Boot, A.V. Thakor eds.: Handbook of Corporate Finance: Financial Intermediation and Banking (North Holland, London) Forthcoming, 2005.
CARLETTI, E., P. HARTMANN, “Competition and Stability: What’s Special About Banking?”, Bank of England Conference in Honour of Charles Godhart, London, 15-16, s. 1-50, November 2001.
CASU, B., C. GIRARDONE, “Bank Competition, Concentration and Efficiency in the Single European Market”, Manchester School, University of Manchester, Cilt 74(4), s. 441–468, 07/2006.
CETORELLI, N., “The Role of Credit Market Competition on Lending Strategies and on Capital Accumulation”, FRB Chicago Working Paper, Sayı 97-14, 1997.
182
CETORELLI, N., PERETTO, P.F, “Oligopoly Banking and Capital Accumulation”, FRB of Chicago Working Paper, Sayı 12, 2000.
CETORELLI, N., STRAHAN, P.E., “Finance as a Barrier to Entry: Bank Competition and Industry Structure in Local US Markets”, FRB of Chicago Working Papers, Sayı 4, s. 1-44, 2004.
CLAESSENS, S., DEMİRGÜÇ-KUNT, A., HUIZINGA, H., “How Does Foreign Entry Affect Domestic Banking Markets?”, Journal of Banking and Finance, Sayı 25, s. 891-911, 2001.
CLAESSENS, S., KLINGEBIEL, D., “Competition and Scope of Activities in Financial Services”, The World Bank Research Observer, Cilt 16, Sayı 1, s. 19-40, Spring, 2001.
CLAESSENS, S., LEAVEN, L. “Financial Dependence, Banking Sector Competition and Economic Growth”, World Bank Policy Research, Working Paper, Sayı 3481, 2005.
CLAESSENS, S., LEAVEN, L. “What Drives Bank Competition? Some International Evidence”, Journal of Money, Credit and Banking, Cilt 36, Sayı 3, Part 2: Bank Concentration and Competition, s. 563–583, 2004.
CLARKE, G., CULL, R., PERIA, M.S.M., SANCHEZ, S.M., “Foreign Bank Entry: Experience, Implications for Developing Economies, and Agenda for Further Research”, The World Bank Research Observer, Cilt 18, Sayı 1, s. 25–59, 2003.
CORDELLA, T., YEYATI, E.L., “Financial Opening, Deposit Insurance and Risk in a Model of Banking Competition”, European Economic Review, Sayı 46, s. 471–485, 2002.
CORRIGAN, E.G. “Are Banks Special?”, Annual Report Essay, Federal Reserve Bank of Minneapolis, s.2–24, 1982.
CORVOISIER, S, GROPP, R., “Bank Concentration and Retail Interest Rates”, Journal of Banking and Finance, 26, s. 2155-2189, 2002.
CRYSTAL, J.S., DAGES, B.G., GOLDBERG, L.S., “Has Foreign Bank Entry Led to Sounder Banks in Latin America?”, FRB New York, Current Issues in Economics and Finance, Cilt 8, Sayı 1, 2002.
ÇELİK, T., KAPLAN, M., “Türk Sigortacılık Sektöründe Karlılık ve Yoğunlaşma İlişkisi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 62(4), s.69-82, 2007.
DE GREAVE, F., DE JONGHE, O., VENNET, R.V, “Competition Transmission and Bank Pricing Policies: Evidences form Belgian Loan and Deposit Markets”, Journal of Banking and Finance, Sayı 31, s. 259–278, 2007.
DE GUEVARA, J. F., MAUDOS, J., PEREZ, F., “Market Power in European Banking Sectors”, Journal of Financial Services Research, Cilt 27, Sayı2, s. 109-137, 2005.
De GUEVARA, J.F, MAUDOS, J, PEREZ, F, “Market Power in European Banking Sectors”, Journal of Financial Services Reserch, 27/2, 109–137, 2005
183
De Guevara, J.F., Maudos, J., Perez, F., “Integration and Competition in the European Financial Markets”, Journal of International Money and Finance, Cilt 26, s. 26-45, 2007.
DEB, A.T., MURTHY, B., “Theoretical Framework of Competition as Applied to Banking Industry”, MPRA Paper No: 7465, January, 2008.
DELIS, M.D., Staikouras, K.C., Varlagas, P.T., “On the Measurement of Market Power in the Banking Industry”, Journal of Business Finance and Accounting, Cilt 35, s. 1023-1047, 2008.
DEMİR, Y., GENÇTÜRK, M., “İMKB’de İşlem Gören Yerli ve Yabancı Bankaların Göreli Etkinliklerinin Veri Zarflama Analizi ile Ölçümü” Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 21, Sayı 2, s.49-74, 2006.
DEMİRGÜÇ-KUNT, A., HUIZINGA, H., “Determinants of Commercial Bank Interest Margins and Profitability: Some International Evidence”, World Bank Policy Research Working Papers, Sayı 1900, 1999.
DEMİRGÜÇ-KUNT, A., HUIZINGA, H., “Financial Structure and Bank Profitability”, World Bank Policy Research Working Paper, Sayı 2430, 2000.
DEMSETZ, H., “Industry Structure, Market Rivalry and Public Policy”, Journal of Law and Economics, Cilt 16, Sayı 1, s. 1–9 1973.
DEMSETZ, R.S, SAINDENBERG, M.R, STRAHAN, P.E, “Banks With Something to Lose: The Diciplinary Role of Franchise Value”, FRB of New York Economic Policy Review, October, 1996.
EISENBEIS, R.A., KAUFMAN, G.G., “Cross-Border Banking and Financial Stability in the EU”, Journal of Financial Stability, Sayı 4, s. 168–204, 2008.
ERDÖNMEZ, P.A., “Avrupa Birliği Finansal Entegrasyon Sürecinde Bankacılık Sektörü”, Bankacılar Dergisi, Sayı 50, 2004.
ERDÖNMEZ, P.A., “Türkiye’de 2001 Yılındaki Mali Kriz Sonrasında Kurumsal Sektörde Yeniden Yapılandırma”, Bankacılar Dergisi, Sayı 47, 2003.
ERDÖNMEZ, P.A.,”Avrupa Bankacılık Sektöründe Piyasa Gelişmeleri”, TBB Bankacılık Araştırma Grubu, Bankacılar Dergisi, Sayı. 55, 2005.
ERLAT, H., “Panel Data: A Selective Survey”, Discussion Paper Series, No. 97-04, METU, 1997, Alıntılayan Düzgün, R., Bilgili, E., “Kamu Tüketim Harcaması ve Özel Tüketim: Ortra Asya Ülkeleri Üzerine Panel Veri Analizi”, Sosyoekonomi, Temmuz-Aralık 2008.
FOCARELLI, D., POZZOLO, A.F., “Where Do Banks Expand Abroad? An Empirical Analysis”, Economics & Statistics Discussion Papers, University of Molise, Sayı 9/03, 2003.
FRAME, W.S., WHITE, L.J., “Empirical Sturies of Financial Innovation: Lots of Talk, Little Action?”, FRB Atlanta Working Papars, 2002-12, 2002.
FUNGACOVA, Z., Weill, L., “How Market Power Influences Bank Failures: Evidence from Russia”, BOFIT Discussion Papers, Sayı 12, 2009.
184
GELOS, R.G, ROLDOS, J., “Consolidation and Market Structure in Emerging Market Banking Systems”, IMF Working Papers, Sayı 186, 2002.
GODDARD, J.A, Molyneux, P., Wilson, J.O.S., Tavakoli, M., “European Banking: An Overview”, Journal of Banking and Finance, Sayı 31, s. 1911–1935, 2007.
GOMES, A.F., “The Banking Firm, Competition and Growth: Overview of the Literature”, Departamento de Economia, Gestão e Engenharia Industrial, Universidade de Aveiro, Economics Working Papers Sayı 23, 2004.
GONZALES-MAESTRE, M., GRANERO, L.M.., “Industrial Loans and Market Structure”, European Economic Review, Cilt 47, s. 841–855, 2003.
GREENBAUM, S.I, “Competition and Efficiency in the Banking System-Empirical Research and its Policy Implications”, The Journal of Political Economy, Cilt 75, Sayı 4, s. 461–479, 1967.
GUAL, J., “Deregulation, Integration and Market Structure in European Banking”, CEPR Discussion Papers, Sayı 2288, 1999.
GUPTA, M.C., CZERNIK, A., SHARMA, R.D., “Operations Strategies of Banks: Using New Technologies for Competitive Advantage”, Technovation, Cilt 21, s. 775–782, 2001.
GUZMAN, M.A, “Bank Structure, Capital Accumulation and Growth: A Simple Macroeconomic Model”, Journal of Economic Theory, Cilt 16, s. 421–455, 2000.
GÜNALP, B., ÖZEL, H. “Rekabet Politikalarının Esasları”, Siyasa Dergisi, Yıl.1, Sayı.1, Bahar 2005.
GÜNGÖR, T., “Bankacılık Krizleri”, Dünya Gazetesi, 09.10.2000,
HARDY, D.C., TIEMAN, A.F., “Innovation in Banking and Excessive Loan Growth”, IMF Working Papers, WP/08/188, 2008.
HEGGESTAD, A.A, “Market Structure, Risk and Profitability in Commercial Banking”, The Journal of Finance, Cilt 32, Sayı 4, s. 1207–1216, 1977.
HEGGESTAD, A.A., MINGO, J.J., “Prices, Nonprices and Concentration in Commercial Banking”, Journal of Money, Credit and Banking, Cilt 8, Sayı 1, s. 107–117, 1976.
HEGGESTAD, A.A., RHOADES, S.A, “Concentration and Firma Stability in Banking”, The Review of Economics and Statistics, Cilt 58, Sayı 4, s. 443–452, 1976.
HEKİM, D., “Para İkamesi Histerisi: Türkiye Örneği”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 3, Sayı 1, s. 27-43, Nisan, 2008.
HUERTAS, T., “Competition in Banking: The Role of Orderly Entry and Orderly Exit”, Speech at Chatham House Conference, London, 20 June 2008.
IŞIK, S., “Adam Smith’in Parasal Analizinde Serbest Bankacılık: Para ve Bankacılıkta Regülasyon mu yoksa Serbest Ticaret mi?”, Akdeniz Ün. İİBF Dergisi, Sayı 11, s. 45-69, 2006.
185
IWATA, G., “Measurement of Conjectural Variations in Oligopoly”, Econometrica, Cilt 42, Sayı 5, s. 947–966, 1974.
JIMENEZ, G, LOPEZ, J.A, SAURINA, J, “How does Competition Impact Banks’ Risk Taking?”, Federal Reserve Bank of San Francisco, Working Paper Series, Sayı 23, September 2007.
JİMENEZ, G., Lopez, J.A., Saurina, J., “How Does Competition Impact Bank Risk-Taking?”, FRB San Francisco Working Papers, Sayı. 23, 2007.
KARAÇOR, Z., “Öğrenen Ekonomi Türkiye: Kasım 2000-Şubat 2001 Krizinin Öğrettikleri”, Selçuk Üniversitesi SBE Dergisi, Sayı 16, 2006.
KAUFMAN, G.G., MOTTE, L.R., ROSENBLUM, H., “Consequences of Deregulation for Commercial Banking”, The Journal of Finance, Cilt 39, Sayı 3, s. 789–803, 1984.
KEELEY, M.C, “Deposit Insurance, Risk and Market Power in Banking”, The American Economic Review, Cilt 80, Sayı 5, s. 1183–1200, 1990.
KESKİN, E., “2000 Yılında Türkiye Ekonomisi ve Türk Bankacılık Sistemi”, Bankacılar Dergisi, Sayı 37, 2001.
KHEMRAJ, T., “What Does Excess Bank Liquidity Say About the LOAN Market in Less Developed Countries?”, Oxford Economic Papers Advance Access, 2009.
KIM, M., VALE, B., “Non-price Strategic Bahavior: The Case of Bank Branches”, International Journal of Industrial Organization, Cilt 19, s. 1583–1602, 2001.
KOSKELA, E., STENBACKA, R, “Is There a Trade-off Between Bank Competition and Financial Fragility?”, Journal of Banking and Finance, Cilt 24, 2000.
KÖNE, A.,Ç., “Para-Sermayenin Yeniden Yapılandırılması: Türk Özel Bankacılık Sektörü Örneği”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 4 (2), 2003.
KRAFT, E. “How Competitive is Croatia’s Banking System”, Croatian National Bank Working Papers, W–14, March 2006.
KWAN, S., “Banking Consolidation”, FRBSF Economic Letters, Sayı 15, 2004.
LAZO, B.B., WOOD, D., “Competitive Threats and Diversification in Mexican and European Bank Markets”, Sodertorns Högskola, Centre for Banking and Finance, Working Paper Series Cilt 3, 2001.
LENSINK, R., HERMES, N., “The Short-Term Effect of Foreing Bank Entry on Domestic Bank Behaviour: Does Economic Development Matter?”, Journal of Banking and Finance, Cilt 28, s. 553–568, 2004.
LEUVENSTEIJN, L, Sorensen, C.K., Bikker, J.A., Rixtel, A., “Impact of Bank Competition on the Interest Rate Pass-Through in the Euro Area”, Eurpean Central Bank Working Papers, Sayı 887, 2008.
LEVINE, R., “Finance and Growth: Theory and Evidence”, NBER Working Paper Sayı W10766, 2004.
186
LEVINE, R., “Financial Development and Economic Growth: Views and Agenda”, Journal of Economic Literature, Cilt XXXV, s. 688–726, 1997.
LEVINE, R., “Foreign Banks, Financial Development and Economic Growth”, International Financial Markets, Ed. CLAUDE, E.B., AEI Pres, Washington: 1996.
LEVINE, R., “International Financial Liberalization and Economic Growth”, Review of International Economics, 9 (4), s. 688–702, 2001.
LIEBEG, D., Schwaiger, M.S., “Determinants of the Interest Rate Margins of Austrian Banks”, Oesterreichische Nationalbank Financial Stability Report, s. 104-116, December, 2006.
MARQUES, M.O., DOS SANTOS, M.C.J., “Capital Structure Policy and Determinants: Theory and Managerial Evidence”, EFMA 2004 Basel Meetings Paper, 14 Ocak 2004.
MATUTES, C, VIVES, X., “Imperfect Competition, Risk Taking and Regulation in Banking”, European Economic Review, Sayı 44., s. 184–216, 2000.
MAUDOS, J, Nagore, A., “Explaining Market Power Differences in Banking: A Cross-Country Study”, Instituto Valenciano de Investigaciones Económicas, S.A. (Ivie) Working Papers, 2005.
MAUDOS, J, PASTOR, J.,M, PEREZ, F, “Competition and Efficiency in the Spanish Banking Sector: the Importance of Specialization”, Applied Financial Economies, Sayı 12, s. 505–516, 2002.
MAUDOS, J., De Guevara, J.F., “Factors Explaining the Interest Margin in the Banking Sectors of the European Union”, Journal of Banking and Finance, Cilt 28, s. 2259-2281, 2004.
MAUDOS, J., NAGORE, A. “Explaining Market Power Differences in Banking: a Cross-Country Study”, Working Paper Series EC, Instituto Valenciano de Investigaciones Económicas, S.A, s. 1-34, October 2005.
McNULTY, P.J., “Economic Theory and Meaning of Competition”, The Quarterly Journal of Economics, Cilt 82, Sayı 4, s. 639-656, 1968.
MENDES, V., REBELO, J., “Structure and Performance in the Protuguese BAnking Industry in the Nineties”, PortEcon J. 2: 53-68, 2003.
NEUBERGER, D, “Industrial Organization of Banking: A Review”, International Journal of Economics of Business, Cilt 5, Sayı 1, s. 97–118, 1998.
NORTHCOTT, C.A. “Competition in Banking: a Review of Literature”, Bank of Canada Working Paper, Sayı 24, 2004.
ÖZİNCE, E., “Finansal İstikrar, Basel II ve Bankalar Açısından Etkileri”, Bankacılar Dergisi, Sayı 53, 2005.
PALIA, D, PORTER, R., “The Impact of Capital Requirements and Managerial Compensation on Bank Charter Value”, Review of Quantitative Finance and Accounting, 23: 191-206, 2004.
187
PANZAR, J.C, ROSSE, J.N, “Testing For Monopoly Equilibrium”, The Journal of Industrial Economics, Cilt 35, Sayı 4, s. 443–456, 1987.
PASIOURAS, F., GAGANIS, C., ZOPOUNIDIS, C., “The Impact of Bank Regulations, Supervision, Market Structure and Bank Characteristics on Individual Bank Ratings: a Cross-Country Analysis”, Rew Quant Finan Acc, Sayı 27, s. 403–438, 2006.
PAWLOWSKA, M., “Competition, Concentration, Efficiency and their Relationship in the Polish Banking Sector”, NBP Working Papers, No:32, 2005.
PERIA, M.S.M, MODY, A., “How Foreign Participation and Market Concentration Impact Bank Spreads: Evidence from Latin America”, Journal of Money, Credit and Banking, Cilt 36, Sayı 3, Part. 2: Bank Concentration and Competition: An Evolution in the Making a Conference Sponsored by FRB Cleveland May 21-23 2003, s. 511-537, 2004.
PHILLIPS, Almarin, “Competition, Confusion and Commercial Banking”, The Journal of Finance, Cilt 19, Sayı 1, s. 32–45, 1964.
PODPIERA, A., “Competition and Efficiency in the Czech Banking Sector”, CNP Financial Stability Report, 2007.
RIBON, S., YOSHA, O., “Financial Liberalization and Competition in Banking: An Empirical Investigation”, Bank of Israel, Discussion Papers, No:99.5, 1999.
ROTH, A., VELDE, M., “Operations as Marketing: a competitive service strategy”, Journal of Operations Management, s. 303–326, August, 1991.
SABANCI DİNÇER, S., “AB Bankacılık Sektöründe Yarın”, Görüş Dergisi, TÜSİAD, Ekim 2004.
SAUNDERS, A., SCHUMACHER, L, “The Determinants of Bank Interest Rate Margins: an International Study”, Journal of International Money and Finance, Sayı 19, s. 813–832, 2000.
SCHAECK, K., CIHAK, M., WOLFE, S., “Are More Competitive Banking Systems More Stable?”, IMF Working Papers, WP/06/143, 2006.
SCHAEK, K., Cihak, M., “How Does Competition Affect Efficiency and Soundness in Banking? New Empirical Evidence”, ECP Working Paper Series, Sayı 932, September 2008.
SCHARGRODSKY, E., Sturzenegger, F., “Banking Regulation and Competition with Product Differentiation”, Journal of Development Economics, Cilt 63, s. 85–111, 2000.
SCHMIDT, R.H., “Future of Banking in Europe”, Financial Markets and Portfolio Management, Swiss Society for Financial Market Research, Cilt 15, Sayı 4, s. 429–449, 2001.
SENGUPTA, R., “Foreign Entry and Bank Competition”, FRB of St. Louis, Working Paper Series, Sayı 43A, 2006.
SHAFFER, S., “A Test of Competition in Canadian Banking”, Journal of Money, Credit and Banking, Cilt 25, Sayı 1, s. 49-61, 1993.
188
STIROH, K.J., Strahan, P.E. “Competitive Dynamics of Deregulation: Evidence from U.S. Banking”, Journal of Money, Credit and Banking, Cilt 35, Sayı 5, s. 801–828, 2003.
SUMMER, M. “Banking Regulation and Systemic Risk”, Open Economies Review, Kluwer Academic Publishers, Sayı 14, s. 43–70, 2003.
TBB Bankacılık Araştırma Grubu, “Türkiye’de Yabancı Bankalar”, Bankacılar Dergisi, Sayı 52, 2005a.
TBB, “Türkiye Ekonomisi ve Türk Bankacılık Sistemi: TBB’nin Değerlendirme ve Önerileri”, Bankacılar Dergisi, Sayı. 43, Aralık 2002b.
TOPRAK, M., DEMİR, O., “Türk Bankacılık Sektörü: Sorunlar, Krizler ve Arayışlar”, Cumhuriyet Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 2, Sayı 2, 2001.
TURK-ARISS, R., “On the Implications of Market Power in Banking: Evidence from Developing Countries”, Journal of Banking&Finance, Cilt 34, s. 765-775, 2010.
VALVERDE, S.C., HUMPHREY, D.B., FERNANDEZ, F.R., “Deregulation, Bank Competition and Regional Growth”, Regional Studies, Cilt37-3, s. 227–237, 2003.
VERGİL, H., Yıldırım, E., “AB-Türkiye Gümrük Birliğinin Türkiye’nin Rekabet Gücü Üzerindeki Etkileri”, Erciyes Üniversitesi İİBF Dergisi, Sayı 26, s. 1-19, Ocak-Haziran 2006.
VESALA, J., “Testing for Competition in Banking: Behavioral Evidence form Finland”, Bank of Finland Studies, E:1, 1995.
VIVES, X. “Competition in The Changing World of Banking”, Oxford Review of Economic Policy, Cilt17, Sayı4, 2001.
WAGNER, W. “Loan Market Competition and Bank Risk Taking”, TILEC Discussion Paper, Sayı 10, 2007.
VARDARERİ, D., DURSUN, G., “Asimetrik Bilgi Çerçevesinde 2008 Küresel Krizinin İncelenmesi”, Bilgi Ekonomisi ve Yönetim Dergisi, Cilt 5, Sayı 1, 2010.
WEILL, L., “Do Islamic Banks Have Graeter Market Power?”, Institut De Finance De Strasburg Working Papers, Sayı 2, 2009.
YANELLE, M.O, “Banking Competition and Market Efficiency”, Review of Economic Studies, 64 (2), s. 215–239, 1997.
YAYLA, M., TÜRKER KAYA, Y., EKMEN, İ., “Bankacılık Sektörüne Yabancı Girişi: Küresel Gelişmeler ve Türkiye”, BDDK ARD Çalışma Raporları, Sayı2005/6
YETİM, S., GÜLHAN, O., “Avrupa Birliğine Tam Üyelik sürecinde Türk Bankacılık Sektörü -2-”, BDDK Araştırma Dairesi Çalışma Raporları, Sayı 7, Eylül 2005.
189
YEYATI, E.L, MICCO, A, “Concentration and Foreign Penetration in Latin American Banking Sectors: Impact on Competition and Risk”, Journal of Banking and Finance, Sayı 31, s. 1633–1647, 2007.
YILDIRIM, O., ÜLGEN, S., “Türk Bankacılık Sektörünün Tarihsel Gelişim Süreci”, Finans-Politik ve Ekonomik Yorumlar, Yıl 43, Sayı 504, Mart 2006.
Araştırma Raporları
Avrupa Komisyonu 2007 yılı Türkiye İlerleme Raporu (COM-2008/674), Gayri Resmi Tercümesi, www.ihb.gov.tr, erişim tarihi 28/01/2009.
BANKALARIMIZ 1989, Türkiye Bankalar Birliği Yayınları, No. 159, Mayıs 1990.
BANKALARIMIZ 1994, Türkiye Bankalar Birliği Yayınları, No. 194, Mayıs 1995.
BDDK, “Banka Sermayelerinin Güçlendirilmesi”, Çalışma Raporları, 2002b.
BDDK, “Krizden İstikrara Türkiye Tecrübesi”, Çalışma Tebliğleri, 2009a.
BDDK, “Türk Bankacılık Sektöründe Aracılık Maliyetlerinin Azaltılması”, MSPD Çalışma Raporları, 2003.
BDDK, Bankacılık Sektörü Değerlendirme Raporu, Ekim 2004.
BDDK, Bankacılık Sektörü Yeniden Yapılandırma Programı: Gelişme Raporu, BDDK Raporları, Temmuz 2002a.
BDDK, Finansal Piyasalar Raporu, Sayı 4, Aralık, 2006.
DPT 3. İzmir İktisat Kongresi Bankacılık Çalışma Grubu Raporu, 4–7 Haziran 1992.
TBB, 2001 Yılında Türk Bankacılık Sistemi, Bankacılar Dergisi, Sayı 42, 2002a.
TBB, 2002 Yılında Türk Bankacılık Sistemi, Bankacılar Dergisi, sayı 45, 2003.
TBB, Türk Bankacılık Sistemi: Eylül 2005, Bankacılar Dergisi, Sayı 55, 2005b.
İnternet Kaynakları
ARAS, G., MÜSLÜMOV, A.,”Kredi Piyasalarında Asimetrik Bilgi ve Bankacılık Sistemi Üzerindeki Etkileri”, 2. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi Tebliğleri, Oturum V A-Bilgi, Piyasa ve Rekabet, 2003, http://www3.dogus.edu.tr/amuslumov/research/Article/Muslumov%20-%20Asimmetry%20-%20IF%20-%202004.pdf, (25.06.2009).
BARRIOS, V.E., Juan M. BLANCO, 2000, “The Effectiveness of Bank Capital Adequacy Requirements: A Theoretical and Empirical Approach”,
http://www.ires.ucl.ac.be/DP/IRES_DP/2001-1.pdf, erişim: 07/12/2006,
CHIO, L.K., “Market Structure and Business Develpoment Strategy of the Banking Sector”, http://www.amcm.gov.mo/publication/quarterly/Oct2005/, erişim tarihi:13.12.2008.
ERÇEL, G., Finansal İstikrar ve Para Politikası”, http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/konusma/tur/1998/k14.html, (29.06.2009).
190
Fischer, K.H., Hempell, H.S., “Oligopoly and Conduct in Banking-An Ampirical Analysis”, www.fep.up.pt/conferences/earie2005/cd_rom/.../IV.L/Fischer. pdf, 2005, erişim: 13.08.2009.
GENÇLER, A., “2001 Ekonomik Krizinin Bankacılık Sektöründeki İstihdama Etkisi”, Sosyal Siyaset Konferansları, 50. Kitap, yıl 2007, http://iibf.kocaeli.edu.tr/ceko/ssk/kitap50/18.pdf, erişim tarihi: 04.02.2010.
GROPP, R., HAKENES, H., SCHNABEL, I, “Competition, Risk-Shifting an Public Bail-out Policies”, 2006, http://ssrn.com/abstract=965495, erişim: 11.08.2008.
KÖK, R., ŞİMŞEK, N., “Panel Veri Analizi”, erişim: 08.05.2010 http://www.deu.edu.tr/userweb/recep.kok/dosyalar/panel2.pdf,
WHITE, J., “Dare to be Different: Why Banking Innovation Matters Now”, IBM Global Business Services, (2007), www.ibm.com/services/bcs/iibv, erişim: 25.01.2010.
http://www.banka-kredileri.org/index.php/2009/05/bankacilikta-serbestlesme-ve-disa-acilma-donemi-1980-1994/
http://www.bddk.org.tr/turkce/duyurular/basin_aciklamalari/209415.05.2001.pdf
http://www.bilgininadresi.net/Madde/12422/X-etkinli%C4%9Fi-(x-efficiency)-
http://www.dunyagazetesi.com.tr/haberArsiv.asp?id=15860, (29.06.2009)
http://www.eco.rug.nl/~sterken/notes/lecturenp07-4.pdf
http://www.tbb.org.tr/turkce/konferans/Finans%20Kul%C3%BCp-mevd.doc, erişim: 12.07.2009.
http://www.zen13767.zen.co.uk/5007-3.pdf
www.howstuffworks.com
www.tuketicifinansman.net
Basel Committee on Banking Supervision, Sound Practices for Managing Liquidity in Banking Organizations, Şubat 2000, http://www.bis.org/publ/bcbs69.pdf?noframes=1, erişim:25.06.2010.
TBB, www.tbb.org.tr
BDDK, www.bddk.org.tr
Tebliğler ve Konferans Konuşmaları
BERNANKE, B.S., “Financial Innovation and Consumer Protection”, Amerikan Merkez Bankası Kamu İşleri Araştırma Konferansı 6. Bienal Konuşması, 17 Nisan 2009.
BİNAY, Ş, KUNTER, K., “Mali Liberalleşmede Merkez Bankası’nın Rolü 1980-1997”, TCMB Araştırma Genel Müdürlüğü, Tartışma Tebliğleri, Sayı 9803, Aralık 1998.
191
BRÖKER, G., Editör: Kürşat AYDOĞAN, Hasan ERSEL, “Competition and Cooperation in Banking”, Issues on Banking Structure and Competition in a Changing World içinde, Antalya Workshop’ta Sunulmuş Çalışmalar, TCMB Ya. Ankara, 1992.
JACOBS, D.P., “The Interaction Effects of Restrictions on Branching and Other Bank Regulations”, The Journal of Finance, Cilt 20, Sayı 2, (Papers and Proceedings of the 23th Annual Meeting of the American Finance Association, Chicago, Illınois, December 28–30 1964), s. 332–348, 1965.
ÖZİNCE, E., “Türkiye’de Mevduat Sigortasında Yeni Yaklaşımlar”, 25 Kasım 2004 tarihli konferans konuşması,
SERDENGEÇTİ, S., “Şubat 2001 Krizi Üzerine Düşünceler: Merkez Bankası Bakış Açısından Çıkarılacak Dersler”, ODTÜ VI. Uluslararası Ekonomi Konferansı Açılış Konuşması, Ankara, 11 Eylül 2002.
Uzmanlık Tezleri
ATAN, M., “Risk Yönetimi ve Türk Bankacılık Sektöründe Bir Uygulama”, Gazi Üniversitesi SBE Ekonometri Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2002.
BAKDUR, A., “Bankacılık Sektörünü Düzenleyen Kurumların Yapıları: Ülke Uygulamaları ve Türkiye İçin Öneri”, DPT Uzmanlık Tezleri, Yayın No: DPT 2678, 2003.
DAVUT, L. (1994), Sanayi İktisadı: Piyasa Yapısı Unsurları, İmaj Yayıncılık No: 13, Ankara; alıntılayan ARDIÇ, İ.Y., “Yatay Yoğunlaşmalarda Potansiyel Rekabet”, Rekabet Kurumu Uzmanlık Tezi, Ankara: 2004.
DİNÇER, A., “Bankacılık Sektöründe Konsolidasyon, Ülke Deneyimleri ve Türkiye İçin Öneriler”, DPT Uzmanlık Tezleri, Yayın Sayı 2697, 2006.
KARAKURT, A., “Ekonomik ve Hukuki Açıdan Piyasa Kapama Etkisi”, Rekabet Kurumu Uzmanlık Tezleri, 4. Dönem, 2005.
UÇARKAYA, S., “Kamu Bankalarının Bankacılık Sistemindeki Rolü”, TCMB Bankacılık ve Finansal Kuruluşlar Genel Müd. Uzmanlık Yeterlilik Tezleri, Ankara, Mart 2006.
Diğer Kaynaklar
5411 Sayılı Bankacılık Kanunu
İkinci Bankacılık Direktifi, 15 Aralık 1989 tarih ve 89/646/EEC sayılı İkinci Konsey Direktifi; Kaynak: EC Official Journal, 30.12.1989, N.386, s.1-13.
Finansal Hizmetler Eylem Planı (Financial Services Action Plan), http://ec.europa.eu/internal_market/finances/docs/actionplan/index/action_en.pdf.
192
European Commission, Interim Report II: Current Accounts and Related Services, Sector Inquiry under Article 17 Regulation 1/2003 on Retail Banking, 17 Temmuz 2006.
European Central Bank Report on Financial Integration in Europe, April 2010.
193
EKLER
Türkiye’de Faaliyet Gösteren Bankalar
Bankalar Kuruluş Tarihsel Gelişme
Kamu Sermayeli Bankalar
Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası AŞ.
1863 15 Kasım 2000 tarihinde yürürlüğe giren 4603 sayılı Kanunla kamu hukuku statüsünden çıkarılan banka özel hukuk hükümlerine tabi bir "Anonim Şirket" statüsü kazanmış ve yeniden yapılanma sürecine girmiştir. 4684 sayılı Kanun ile 4603 sayılı Kanuna eklenen hüküm gereğince, Türkiye Emlak Bankası A.Ş.'nin her türlü bankacılık hizmetleri ile bankacılık iş ve işlemlerinden ve bankalara olan yükümlülüklerinden doğan taahhütleri ile bir kısım aktifleri, 6 Temmuz 2001 tarihinde, BDDK tarafından onaylanan protokol ile TC Ziraat Bankası A.Ş.'ye devredilmiştir.
Türkiye Halk Bankası A.Ş.
1938 1992 yılında T.Öğretmenler Bankası, 1993 yılında Sümerbank, 1998 yılında Etibank, 12 Kasım 2001 tarihinde Türkiye Emlak Bankası A.Ş.’nin 96 şubesi ve 31 Temmuz 2004 tarih, 5230 sayılı yasa kapsamında Pamukbank T.A.Ş., Türkiye Halk Bankası A.Ş.’ye devredilmiştir. 2-3-4 Mayıs 2007'de bankanın % 21.72'si halka arz edilmiştir.
Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O.
1954 Banka, Yönetim Kurulunun 2 Kasım 2005 tarih ve 73727 sayılı Kararı doğrultusunda çıkarılmış sermayesinin halka arz yoluyla artırılmasına karar verilmiştir. Bankanın hisse senetleri 9-10-11 Kasım 2005 tarihlerinde halka arz edilmiş, 18 Kasım 2005 tarihinde İMKB'de işlem görmeye başlamıştır.
Özel Sermayeli Bankalar
Adabank A.Ş. 1985 Banka, 4389 sayılı Bankalar Kanununun 14/1 maddesi uyarınca BDDK tarafından izlemeye alınmış, 25 Temmuz 2003'de 1102 sayılı karar ile bankaya yeni bir Yönetim Kurulu atanmıştır. 3 Temmuz 2006 tarihinde Fon tarafından yapılan ihale sonucunda Kuveyt menşeli “The International Investor Company”e ihale edilmiştir. BDDK'nın 26 Temmuz 2007 tarihli Kararı ile hisse devrine izin verilmemiştir.
Akbank T.A.Ş. 1948 26 Temmuz 1990 tarihinde bankanın hisse senetleri İMKB'de işlem görmeye başlamıştır. Ayrıca banka hisselerinin bir bölümü 1998 yılında American Depository Receipt ve adi hisse senedi olarak uluslararası piyasalara arz edilerek satılmıştır. Ak Uluslararası Bankası A.Ş., 19 Eylül 2005 tarihinde tüm hak, alacak ve borçları ile Akbank T.A.Ş.'ye devir olmuştur. BDDK'nın 6 Aralık 2006 tarihli kararı ile Akbank T.A.Ş.'nin sermaye artırımı sonrasında %20'sinin Citibank Overseas Invesment Corporation (COIC) tarafından devralınmasına izin verilmiştir.
Alternatif Bank A.Ş. 1992 Bankanın hisseleri 3 Temmuz 1995 tarihinde İMKB'de işlem görmeye başlamıştır. 1996 yılında hisselerinin % 80'i satın alınarak Anadolu Grubuna geçmiştir.
Anadolubank A.Ş. 1996 1997 yılında Özelleştirme İdaresi'nce Etibank A.Ş.'nin 3'e
194
ayrılarak Etibank A.Ş., Denizcilik Bankası T.A.Ş. ve Anadolu Bankası T.A.Ş. adı altında 3 ayrı özelleştirme işlemine tabi tutulması sonucunda açılan özelleştirme ihalesi kapsamında "Anadolu Bankası T.A.Ş."nin isim ve lisans haklarının Anadolubank A.Ş.'ye devri gerçekleştirilmiştir. 27 Eylül 1997'de faaliyetlerine başlayan Anadolubank A.Ş. bir Habaş Şirketler Grubu iştirakidir.
Şekerbank T.A.Ş. 1953 Bankanın hisse senetleri 1996 yılında halka arz edilmiş, 3 Nisan 1997'de İMKB'de işlem görmeye başlamıştır. BDDK'nın 21 Aralık 2006 tarihli kararı ile bankanın ödenmiş sermayesinin % 33.98'ine karşılık gelen hisselerinin, sermayesinin tamamı Bank Turanalem JSC'nin sahip olduğu Turanalem Securities JSC tarafından devralınmasına izin verilmiştir.
Tekstil Bankası A.Ş. 1986 23 Mayıs 1990 tarihinden itibaren İMKB'de işlem görmeye başlayan Tekstil Bankası A.Ş. hisselerinin % 24,5'i halka açıktır. GSD Grubu bünyesinde yer alan bankanın ödenmiş sermayesinin % 75,5'i GSD Holding A.Ş.'ye aittir.
Turkish Bank A.Ş. 1982 1982 yılında Kıbrıs’ta kurulu “Türk Bankası Limited”in İstanbul Merkez Şubesi olarak faaliyetine başlamış, 1991 yılında kurulan Turkish Bank A.Ş.’ye devredilmiştir. 27 Aralık 1991'den itibaren "Türkish Bank A.Ş." unvanı ile ayrı bir tüzel kişilik altında Türkiye'de kurulu yabancı banka olarak faaliyetlerine devam etmiştir. 7 Ocak 1998 tarihinde ise özel sermayeli mevduat bankaları grubuna geçmiştir.
Türk Ekonomi Bankası A.Ş.
1927 1927 yılında Kocaeli'nde mahalli bir banka olarak "Kocaeli Halk Bankası T.A.Ş." unvanıyla kurulmuş, 1961'deki statü değişikliğinden sonra unvanı "Kocaeli Bankası T.A.Ş." olarak belirlenmiştir. Bankanın unvanı 1982 yılında "Türk Ekonomi Bankası A.Ş." olarak bir kez daha değiştirilmiş ve genel merkezi aynı yıl İstanbul'a taşınmıştır. Bankanın hisse senetleri 21-22 Şubat 2000 tarihinde halka arz edilmiş, 28 Şubat 2000 tarihinde İMKB'de işlem görmeye başlamıştır. 10 Şubat 2005 tarihinde bankanın ana hissedarı olan TEB Mali Yatırımlar A.Ş. hisselerinin % 50'si BNP Paribas'a devredilmiş, bu devir neticesinde BNP Paribas, bankada %42.125 oranında dolaylı pay sahibi olmuştur.
Türkiye Garanti Bankası A.Ş.
1946 Bankanın hisse senetleri 6 Haziran 1990'da İMKB'de işlem görmeye başlamıştır. 1993'te Türkiye'de ilk defa yurtdışına hisse ihracı gerçekleştiren kurum olmuştur. 2001 yılında Osmanlı Bankası A.Ş.'yi bünyesine almıştır. 22 Aralık 2005 tarihinde bankanın % 25,5'ine karşılık gelen hisse senetleri General Electric Grubuna satılmıştır.
Türkiye İş Bankası A.Ş. 1924 Hazine'ye ait olan % 12,3 oranındaki pay, 4-5-6 Mayıs 1998 tarihinde bir halka arz işlemi ile yerli ve yabancı yatırımcılara sunulmuştur. Bu hisseler bugün İMKB'de ve Londra Borsası'nda işlem görmektedir.
Yapı ve Kredi Bankası A.Ş.
1944 Hisse senetleri 28 Mayıs 1987'den itibaren İMKB'de işlem görmeye başlamıştır. 28 Eylül 2005 tarihi itibariyle, daha önce Çukurova Grubu Şirketleri ve Fon'un sahip olduğu % 57,43 oranındaki banka hisseleri, finansal iştirakleri ile birlikte, Koçbank A.Ş.'nin mülkiyetine geçmiştir. 2006 yılında Koçbank A.Ş., tüm hak, alacak, borç ve yükümlülükleri ile birlikte ve tüzel kişiliği tasfiyesiz sona ermek suretiyle Yapı
195
ve Kredi Bankası A.Ş.'ye devredilmiştir.
TMSF
Birleşik Fon Bankası A.Ş.
1958 "Çaybank A.Ş." mahalli banka olarak kurulmuş, 1964'de statüsü değişmiştir. Unvanı 1992 yılında "Derbank A.Ş.", 1998 yılında Bayındır Holding bünyesine geçmesiyle "Bayındırbank A.Ş." olarak değişmiştir. 2001 yılında Fon'a devredilmiştir. 18 Ocak 2002 tarihinde Ege Giyim Sanayicileri Bankası A.Ş., 5 Nisan 2002 tarihinde Etibank A.Ş., İktisat Bankası T.A.Ş. ve Kentbank A.Ş., 30 Eylül 2002 tarihinde Toprakbank A.Ş. tüm aktif ve pasifleriyle Bayındırbank A.Ş. bünyesinde birleştirilmiştir. Fon Kurulu'nun 7 Aralık 2005 tarih ve 515 sayılı kararı uyarınca "Bayındırbank A.Ş." 'nin unvanı "Birleşik Fon Bankası A.Ş." olarak değiştirilmiştir.
Yabancı Bankalar
Türkiye’de Kurulmuş
Yabancı Bankalar
Arap Türk Bankası A.Ş. 1977 1 Nisan 1977 tarihinde kurulan Arap Türk Bankası, Arap (% 65) ve Türk (% 35) hissedarların bir ortak girişim bankasıdır.
Citibank A.Ş. 1980 "Citibank N.A." 12 Kasım 1980 tarihinde Türkiye'de şube açan yabancı banka statüsünde faaliyetlerine başlamıştır. 2003 yılında (tamamı Citibank N.A.'ya ait bir yan kuruluş olarak) Citibank A.Ş. kurulmuştur. 31 Mart 2004 tarihinde Citibank N.A.'nın bütün aktifi (mevduat dahil olmak üzere) pasifi, hak ve borçları Citibank A.Ş.'ye devredilmiştir. Böylelikle banka Türkiye'deki faaliyet şeklini 31 Mart 2004 itibariyle "şube"den "anonim şirket" şeklindeki iştirake dönüştürmüştür.
Denizbank A.Ş. 1997 1997 yılında Özelleştirme İdaresi'nce açılan ihale kapsamında "Denizcilik Bankası T.A.Ş." hisseleri satın alınmış ve Zorlu Holding bünyesine katılmıştır. 25 Ekim 2002 itibariyle Milli Aydın Bankası T.A.Ş., tüm hak alacak, borç ve yükümlülükleri ile Denizbank A.Ş.'ye devir olmuştur. Denizbank A.Ş. hisseleri 1 Ekim 2004 tarihinden itibaren İMKB'de işlem görmeye başlamıştır. 30 Mayıs 2006 tarihinde Zorlu Holding, Denizbank A.Ş.'de sahip olduğu % 74,9965 hissesini Belçika - Fransa sermayeli Dexia Participation Belgique S.A.'ya satmış, BDDK'nın 28 Eylül 2006 tarih ve 1983 sayılı kararı ile devir izni alınmış ve 17 Ekim 2006 itibariyle fiili devir gerçekleşmiştir. Banka, bu tarih itibariyle Türkiye'de kurulmuş yabancı sermayeli bankalar grubuna geçmiştir.
Deutsche Bank A.Ş. 1988 "Türk Merchant Bank A.Ş." unvanı bir kalkınma ve yatırım bankası olarak faaliyetlerine başlamıştır. Unvanı 17 Nisan 1997 tarihinde "Bankers Trust A.Ş." olarak değişmiştir. 1 Mart 2000 tarihinde unvanı "Deutsche Bank A.Ş." olarak değişmiştir. Deutsche Bank’ın İstanbul’daki iştiraki olan Deutsche Bank A.Ş. 2004 yılında bankacılık lisans değişikliği ve Resmi Gazete'nin 15 Ekim 2004 tarih ve 25614 sayılı nüshasında yayımlanan BDDK Kararı ile mevduat kabul etme yetkisi almıştır. Bu doğrultuda banka, yabancı sermayeli kalkınma ve yatırım bankaları grubundan Türkiye'de kurulmuş yabancı bankalar grubuna geçmiştir.
Eurobank Tekfen A.Ş. 1992 "Bank Ekspres A.Ş." 1992 yılında faaliyetine başlamış, 1998
196
yılında Fon'ana devredilmiştir. 2001 yılında Tekfen Holding tarafından satın alınan "Bank Ekspres A.Ş." tekrar özel sermayeli mevduat bankaları grubuna geçmiştir. Tekfen Grubu daha sonra, 18 Ekim 2001 tarihinde, sahibi olduğu "Tekfen Yatırım ve Finansman Bankası A.Ş."yi Bank Ekspres A.Ş.'ye devrederek, iki bankayı birleştirmiştir. Bankanın unvanı da 26 Ekim 2001 tarihi itibariyle tescil ettirilerek "Tekfenbank A.Ş." olarak değiştirilmiştir. BDDK'nın 23 Şubat 2007 tarih ve 2126 sayılı kararı ile, Tekfenbank A.Ş. hisselerinin % 70'inin Eurobank EFG Holding(Luxemburg) S.A. tarafından devralınmasına izin verilmiştir. Fiili hisse devri 16 Mart 2007 tarihinde gerçekleşmiştir. Banka, bu tarih itibariyle özel sermayeli mevduat bankaları grubundan Türkiye'de kurulmuş yabancı sermayeli bankalar grubuna geçmiştir. Tekfenbank A.Ş."nin ticari unvanı 11 Ocak 2008 tarihinde Ticaret Sicilinde tescil ettirilerek "Eurobank Tekfen A.Ş." olarak değişmiştir.
Finans Bank A.Ş. 1987 Bankanın hisse senetlerinin ilk halka arzı 3 Şubat 1990 tarihinde İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda yapılmıştır. Banka’nın hisseleri 1998 yılından itibaren Londra Menkul Kıymetler Borsası’nda da Global Depository Receipts olarak işlem görmektedir. 2003 yılında Fiba Bank A.Ş.'yi devralmıştır. 3 Nisan 2006 tarihinde National Bank of Greece S.A., Fiba Şirketler Grubu ile Finans Bank A.Ş. hisselerinin %46’sını satın almış, 28 Temmuz 2006 tarihinde devir gerçekleşmiştir.
Fotis Bank A.Ş. 1964 1964 yılında "Amerikan-Türk Dış Ticaret Bankası A.Ş." unvanıyla kurulmuş, 27 Mart 1971 tarihinde "Türk Dış Ticaret Bankası A.Ş." unvanını almıştır. Bankanın hisse senetleri 13 Eylül 1990'dan itibaren İMKB'da işlem görmeye başlamıştır. Türk Dış Ticaret Bankası A.Ş.'nin ödenmiş sermayesinin % 89,34'ü, 4 Temmuz 2005 tarihinde Fortis Bank NV-SA'ya devredilmiştir. Bu tarih itibariyle banka, özel sermayeli mevduat bankaları grubundan Türkiye'de kurulmuş yabancı bankalar grubuna geçmiştir. 24 Kasım 2005 tarihi itibariyle unvanı "Fortis Bank A.Ş." olarak değişmiştir. Fortis Bank NV-SA'nın ana ortaklığı şu anda % 93,26'dır.
HSBC Bank A.Ş. 1990 "Midland Bank A.Ş." adıyla kurulan bankanın unvanı 1 Nisan 1999 tarihinde "HSBC Bank A.Ş." olarak değişmiştir. 2001 yılında Demirbank T.A.Ş.'ı bünyesine devralmıştır.
ING Bank A.Ş. 1984 1984 yılında The First National Bank of Boston Merkezi İstanbul Şubesi olarak faaliyete başlamış, 1990 yılında kurulan "The First National Bank of Boston A.Ş." The Fist National Bank of Boston Merkezi İstanbul Subesi'ni tüm aktif ve pasifleriyle devralmıştır. Bankanın unvanı 25 Aralık 1991 tarihinde Ticaret Sicilinde tescil ettirilerek "Türk Boston Bank A.Ş." olarak değişmiştir. Oyak Grubu, 1994 yılında, tüm hisseleri almasıyla birlikte bankanın unvanı 1996 yılında "Oyak Bank A.Ş." olarak değiştirilmiş, ayrıca yabancı bankalar statüsünden özel sermayeli mevduat bankaları grubuna geçmiştir. 2002 yılında Sümerbank A.Ş., Oyak Bank A.Ş.'ye devredilmiştir. 19 Haziran 2007 tarihinde yapılan anlaşma uyarınca Oyak Bank A.Ş.'nin tamamı, bir Hollanda bankası olan ING Bank N.V’ye satılmış ve Ordu Yardımlaşma Kurumu uhdesinde bulunan ve sermayesinin %100’üne tekabül eden Oyak Bank A.Ş. hisseleri 24 Aralık
197
2007 tarihi itibariyle ING Bank N.V.’ye devredilmiştir. Banka bu tarih itibariyle "Türkiye'de Kurulmuş Yabancı Mevduat Bankaları" grubuna geçmiştir. "Oyak Bank A.Ş."nin ticari unvanı 7 Temmuz 2008 tarihi itibariyle "ING Bank A.Ş." olarak değişmiştir.
Millenium Bank A.Ş. 1984 "Manufacturers Hanover Trust Company" 1984 yılında, şube açan yabancı banka statüsünde faaliyetine başlamış, 1991'de "Manufacturers Hanover Bank A.Ş." unvanını alarak Türkiye'de kurulu yabancı banka grubuna geçmiştir. Manufacturers Hanover Corporation ile Chemical Banking Association'ın birleşmeleri nedeniyle Hazine'nin 3 Şubat 1992 tarih ve 5454 sayılı yazısı ile Manufacturers Hanover Bank A.Ş.'nin unvanı "Chemical Bank A.Ş." olmuştur. Bankanın Sürmeli Grubu'na geçmesiyle birlikte, 26 Mart 1997 tarihinde unvanı "Sitebank A.Ş."olarak değişmiştir. Banka bu tarih itibariyle özel sermayeli mevduat bankaları grubuna geçmiştir. Sitebank A.Ş., 10 Temmuz 2001 tarihinde Fon'a devredilmiştir. 2002 yılında bankanın hisseleri Novabank S.A.'ya satılmıştır. Banka, bu tarih itibariyle yeniden Türkiye'de kurulmuş yabancı sermayeli bankalar grubuna geçmiştir. Ünvanı, 28 Mart 2003 itibariyle "BankEuropa Bankası A.Ş.", 29 Kasım 2006 tarihinde "Millennium Bank A.Ş." olarak değişmiştir.
Turkland Bank A.Ş. 1986 1986'da "Bank of Bahrain and Kuwait B.S.C." adıyla kurulmuştur. 1991 yılında "Bank of Bahrain and Kuwait A.Ş." unvanını almıştır. 1992 yılında Şahenk Ailesi ve Doğuş Grubu kontrolüne geçmiş, "Tasarruf ve Kredi Bankası A.Ş." unvanı ile faaliyetlerini sürdürmüştür. Aynı zamanda yabancı bankalar grubundan özel sermayeli mevduat bankaları grubuna geçmiştir. 1994 yılı Şubat ayında unvanı "Garanti Yatırım ve Ticaret Bankası A.Ş." olarak değişmiştir. En son 1997 yılında banka hisselerinin Doğuş Grubu'ndan MNG Grubu'na geçmesiyle bankanın unvanı "MNG Bank A.Ş." olarak değişmiştir. 2007 yılında MNG Bank A.Ş. hisselerinin %50'si Arap Bank plc ve %41'i BankMed tarafından devralınmıştır. Banka, bu tarih itibariyle özel sermayeli mevduat bankaları grubundan Türkiye'de kurulmuş yabancı sermayeli bankalar grubuna geçmiştir. "MNG Bank A.Ş."nin ticari unvanı 3 Nisan 2007 tarihinde "Turkland Bank A.Ş." olarak değiştirilmiştir.
Türkiye’de Şube Açan
Yabancı Bankalar
Abn Amro Bank N.V. 1921 "Holantse Bank Uni. N.V." unvanı ile kurulmuş, 1 Ocak 1995 tarihinde "ABN AMRO Bank N.V." olarak değişmiştir.
Bank Mellat 1982 16 Nisan 1982 tarihinde Türkiye'de şube açan yabancı banka statüsünde faaliyetine başlamıştır.
Habib Bank Limited 1983 4 Ocak 1983 yılından bu yana Türkiye’de şube açan yabancı banka statüsünde bankacılık faaliyetlerini yürütmektedir.
JPMorgan Chase Bank N.A.
1984 "The Chase Manhattan Bank N.A." unvanı ile 1984 yılında kurulmuştur. Yurt dışındaki "The Chase Manhattan Bank"ın, "Morgan Guaranty Trust Company"yi devralmasıyla birlikte 21 Aralık 2001'de unvanı "JPMorgan Chase Bank" olarak değişmiştir. 28 Şubat 2005 tarihi itibariyle bu unvan "JPMorgan Chase Bank N.A." olarak tekrar değişmiştir.
198
Société Générale (SA) 1989 Merkezi Fransa'nın Paris şehrinde bulunan Societe Generale Societe Anonyme unvanlı bankanın Türkiye'de şube açmasına izin verilmesiyle banka 15 Kasım 1989 tarihinde faaliyetlerine başlamıştır.
WestLB AG 1985 1985 yılında "Standard Chartered Bank" unvanıyla Türkiye'de şube açarak faaliyetlerine başlamış, 1990 yılında bankanın unvanı "Westdeutsche Landesbank (Europe) A.G." olarak değişmiştir. Daha sonra bu unvan, 1997’de"Westdeutsche Landesbank Girozentrale" ve 2002’de "WestLB AG" olarak tekrar değiştirilmiştir.
Kaynak: Türkiye Bankalar Birliği
199
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler Adı Soyadı: Gamze GÖÇMEN YAĞCILAR Doğum Yeri: İstanbul Doğum Tarihi: 15.10.1980 Medeni Hali: Evli Eğitim Durumu Lise: Antakya Lisesi (1994-1998) Lisans: Süleyman Demirel Üniversitesi İşletme Bölümü (1999-2003) Yüksek Lisans: Süleyman Demirel Üniversitesi İşletme Bölümü (2003-2005) Yabancı Diller ve Düzeyleri 1. İngilizce-İyi 2. Lehçe-Başlangıç İş Deneyimi 2004-2010 SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Araştırma Görevlisi Bilimsel Yayınlar ve Çalışmalar
Alanında, yurtiçinde yayımlanan kitapta bölüm ve ünite yazarlığı ALBENİ, Mesut ve diğerleri (GÖÇMEN, G.), SPK Lisanslama Sınavlarına Hazırlık, Temel Düzey - İleri Düzey, (Editör: Yrd.Doç.Dr. Şeref KALAYCI), Asil Yayın Dağıtım, 1. Baskı, Mart-2005, Ankara, 884 sayfa. Hakemli dergilerde yayımlanan teknik not, editöre mektup, tartışma, vaka takdimi ve özet türünden yayınlar dışındaki makale GÖÇMEN, G., "Türk Bankacılık Sektöründe Net Faiz Marjını Belirleyen Faktörler", Finans-Politik&Ekonomik Yorumlar, Yıl 42, Sayı 500, 2005. TUNCA M.Z., Aytemiz L., Özaltın O. ve Göçmen G., “Mermer İhracatçısı İşletmelerin Mevcut Durumlarına İlişkin Bir Araştırma”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.12, S.3, 2007, s.177-192. GÖÇMEN, G., "Türkiye'de Bankacılık Sektörünün Bilanço Dışı Faaliyetlerindeki Gelişmeler", Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 17, 2007. DEMİR, Y., YAĞCILAR, Gamze Göçmen, "İMKB'de İşlem Gören Banka Hisse Senetlerinin Getirilerini Etkileyen Faktörlerin Arbitraj Fiyatlama Modeli ile Belirlenmesi", Alanya İşletme Fakültesi Dergisi, Cilt 1, Sayı 2, s.36-51, 2009.
200
Hakemli dergide yayımlanan teknik not, editöre mektup, tartışma, vaka takdimi ve özet türünden yayın GÖÇMEN, G., "Bilimin Toplum Üzerindeki Etkileri" (Bertrand RUSSEL (Çev. Erol ESENÇAY), İlya Yayınları, İzmir, 2003) Kitap Değerlendirmesi, SDÜ. SBE. Dergisi, Yıl:2, Sayı:1, s.107-109, 2006. Ulusal kuruluşlarca desteklenen projede görev alma TUBİTAK 1001 107K072 Nolu Projede Bursiyer "Türkiye Finansal Raporlama Standartlarının Uygulanması"-Yürütücü Prof. Dr. Durmuş ACAR, 2007-2010 TÜBİTAK SBB-104K021 Nolu Projede Bursiyer, “Online Mermer Borsası”, Yürütücü Yrd.Doç.Dr. Mustafa Z. TUNCA, 2005-2008. İdari Görevler İşletme Bölümü Avrupa Kredi Transfer Sistemi (ECTS) Koordinatörlüğü ve Erasmus Öğrenci Danışmanlığı (2006-2007) İşletme Bölümü Avrupa Kredi Transfer Sistemi (ECTS) Koordinatörlüğü ve Erasmus Öğrenci Danışmanlığı (2009-2010) 24-27 Eylül 2009 tarihleri arasında düzenlenen Interntional Davras Congress on Social and Economic Issues Shaping the World's Future: New Global Dialogue adlı uluslararası kongrede görev