Upload
others
View
13
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
A E S İ N . E HAZ İ 9 8 E kEde
i AYLIK FİKİR VE SANAT DERGİSİ
Hazreti Türkistan
Dr. EMEL ESİN
CAGDAŞ TÜRK
ANIT SAYISI SAYI: 123 100 SAYFA 200 TL.
Tek-Esin Vakfı
Tek-Esin Vakfı
BU SAYI DA a s B m ÇAĞDAŞ TURK EDEBİYATLARI
• Ahmet Kabaklı (Üç kıt'a Edebiyatı) • Pnıf.Dr. Ayhan Sungur (Finlandiya Türkleri) • Arif Nihat Asya'dan Kıbrıs Rubaileri • Niyazi Yıldırım Gençosmanoglu \ (İstanbul'da Minareler)
• Prof.Dr.Necmettln Ilacıeminoğlu (Türk Edebiyatının hütiinlütuı • Yj.Üülcnl Bakiler (Türküz türkü çağırırız) • Dr.Emel Esin (Ha/reli Türkistan) • Prof.Dr.Faruk Sümer (Tiirk-İslâm devletlerinde Türk kültürü) • İlhan Bardakçı (Bize dair meçhul şeyler ) • Avla Ağabcgüm (Balı Trakya'dan Vakıflara)
YUGOSLAVYA • Mustafa İsen (Çağdaş Prizren şairleri) • Gültekln Sâınanoglıı (Yugoslavya'da şiir şenliği) • Necati Zekeriya Yugoslavya Türk Edebiyatını anlatıyor (Konuşan: Ahmet Taşgetircn) • Altay Suroy'un görüşleri • Prof.Dr.Derviş Maniz.ade t Yugoslavya' dan hatıralar! • Feyzi Halıcı (Struga şiir akşamları) • Kâmil Siyariç (Hikâye-Penccrc altındaki ihtiyar) • Nimetullah Hafız. Hasan Mercan.
Altay Sıııoy. Zeynel Beksaç. Neealı Zekeriya. Derviş Manizadc, Feyzi Halıcı. Bayram İbrahim ve İskender Muzbcğ'dcn şiirler • Necati Zekeriya'dan iki çocuk hikâyesi • Yahya Kemal'den Kaybolan Şehir...
DOĞU TÜRKİSTAN • Sultan Mahmut Kaşgârî (1 lygur Edebiyatı) • Turğun Almaş, fay ip C an Kliyop, Sultan Mahmut Kaşgârî. Mehemmed Ali. Abdülaziz Mahzurn'dan şiirler
AZERBAYCAN • Prof.Dr. Mehmet Kaplan (Pırlanta gibi bir şiir) • Cengiz Aytmatov (Vahapzâdenin şiiri üzerine-çeviren: Ahmet Schmicde) • Dr.Yavuz Akpınar (Azeri Edebiyatına umumi bir bakış) • Hüseyn Hüseynzade, Ahmed Cevad. Abbas Sıhhat Ahmed Cemil Nabi Hazri'den şiirler
,r I
•İZİ
T
mmmm
' 3
N E V A İ : "Cihanda T ü r k edebiyatı b a y r a ğ ı n ı k a l d ı r m a k suretiyle
T ü r k l e r i tek millet haline soktum"
ÖZBEK • Said Ahmed'dcıı ıkı kısa hikâye IAktaran: Dr.Recep Toparlı) • ( amal Kamal ((ia/el) • Alihck Rüstcmov (Nevai w ()/hck edebi dili-Aktaran Hüscvin Ö/bav)
KERKÜK • Türkmenoğlu (Hiciv Dede)
KIRIM • Sevinç Çokum (Hilâl Görününce romanından bir bölüm) • Dr.Nadir Devlet ( lalar edebiyatına kuşbakışı)
KIRGIZ • Doç.Dr. Şerif Aktaş (Bir coğrafyanın kaderi-Giin Uzar Yüzyıl Olur)
İRAN • Fethi Gedikli (İran'daki Türk Edebiyatı) • Hasan Mecidzade Savalan, Mir Hidayet Hisari, Hamid Nutki, Bulud Karaçorlu Sehend'den şiirler V
BULGARİSTAN • Mehmet Çavuş (Bulgaristan Türkleri Edebiyatı)
OSVIAN\ÜK&L SEKDENGBÇTİ
1 " i • Hüseyin Üzmez
(Serdengeçti, geldi geçti-2) • Osman Yüksel Serdengeçti (1 lasia yalağında notlar) • Ali Akbaş (Bir garip ölmüş diyeler)
GARAUDY • Ardan Zenlürk, Müslüman Fransız düşünürü ile görüştü (Benim için önemli olan islâmın cihanşümul mesajıdır)
TİYATRO-SİNEMA-OPERA • Mustafa Temur ( Tiyatro ile ilgili temel birkaç sözden, IV.Muıad Operasına, ordan da Rocky'ye)
MUSİKÎ • Ayfer Çağlayan-Fatih Salgar (Klasik Koro Mağrib ülkelerinde)
HAT • Savaş Çevik (Hocam Emin Barın)
SANAT GÜNLÜĞÜ • Hayali I ülekçioğlıı • Birsel Gürbüz
EDEBİYAT DÜNYASINDAN ÇEHRELER: • Muzaffer Doğan (Şeyh Galib. Paul Valery)
• VAKFIMIZDAKİ SOHBETLER (Remzi Aydın)
SANAT FİDANLIĞI • Ömer Liitfl Mete
Her a y ı n ilk g ü n l e r i , istanbul'da y a y ı n l a n ı r Türk Edebiyatı
AYLIK TIKIR VE SANAT D E R G İ S İ • /
Gönderilen yazılar, basılsın btaıltnııın •tfllm» yayınlanan yazılar kaynak gösterilmeden iktibas edilmez.
Sahibi Turk Edebiyatı Vaklı Abına Yan İşleri Mudüru: v « Y ı « m i»h «•***>• td»<* yen V u e t n ı A d f e a ı m ı r
Ahmet KABAKL' Anmel T * e « K T l t » İ » l
Servei KASAKLı Nuruocmamya C » o »7 t C o g a ı o g i u . ı S T A N O u ı
Plı ? S ı r k e o If. F A N B U L TPI m M ti
Dizgı-Baskı: İ H L A S MATBAACILIK VE D A Ğ I T I M A Ş. İ S T A N B U L TEI 520 97 82
Dağıtım: GAMEDA
İ l i
?a I -3k
I r-
A r.' ı-
k
a
Tek-Esin Vakfı
Tek-Esin Vakfı
Türk Edebiyatı
Dr. EMEL ESİN 'OCAK/55
Hazreti Türkistan A rife günü, Taşkent'ten trenle Türkistan
şehrine yani eski Yas'a hareket ettik. Timur devrinin büyük mimari âbidelerinden olan Hbca Ahmed Yesevi camii'ni ziyaret etmek istiyorduk. M . XI . nci asırda, Yas' da doğan Ahmed Ycsevi'nin, Türklerin lslâmiyeti kabul etmesinde tesiri olmuş "Türkedir imanım" diyen büyük şair ve sufınin, Orta Asya halkının mânevi hayatında mevkii yüksekdir. Yesevi tesirleri Türkiye'de de, Bektaşi, Halveti ve Nakşibendilik gibi tarikatlarda müşahede edil i rd i . Tasavvuf an'ancsinde Türk ırkından olan sufilerin, ruhi miraçlarının bir safhasında, Hoca Ahmed'e muhakkak rastladıkları rivayet edilirnıiş. Şalı İsmail'in, mağlûb ettiği Özbek ordusu, felâket ve tehlike anında, "Türkistan'da mezar buldum mena" diyen şairin türbesi yanında melce aramış. "Hazreti Türkistan" tesmiye edilen velinin yattığı Yas şehrine, asırlardan beri, sadece Türkistan denmektedir. Bugünkü Türkistan halkı kendisinden "Hazreti Sultan" diye bahseder. Hoca Ahmed Yesevi divanı esrarlı bir
eserdir. Şair hayatının safahatını, hattâ ölümünü anlatır. Bu son nokta, muhtelit surette tefsir edilmiş. Divan'ın Hoca Ahmed'in kendisi tarafından yazıldığı farzedilen kısmının müta lâas ından sonra, şöyle bir tefsir de mümkün görülebilir: Bütün eski sufiler gibi, Hazreti Muhammed'e mânen yaklaşabilmek için, Peygamber'in geçdiği ruhî hallerden. Hoca Ahmed'in de geçmiye gayret ettiği anlaşılır. Netekim, fakirlik, riyazet, merhamet, tevekkül ve hicret, Hoca Ahmed' in de hayatının merhaleleridir. Hoca Ahmed, mürşidi Aslan Baba rüyada görünüp kendisini vatana geri. çağırın-caya kadar, gurbetde hasret çektiğini anlatır. Şair, 63 yaşına, yani Hazreti Muhammed'in öldüğü vasa varınca, onun malanrini tutmak için, yar allına kadem bandığını »ovler. ve olumun ön sindeki vukuatı hikâye eder Yesevi dcı vişlerinin yer allında çile doldurduğu hakkında malûmatın bazı el yazmalarında görüldüğünü, müsteşriklerimizden Dr, Tııhsin Yazıcı'dan öğrendim, Bö> lece, Hoca Ahmed'in "ölüm" tesmiye
ettiği vaziyet, yeraltında çileye girmek olabilir Bu faraziye takib edilirse, divanda anlatılan bad'el-mevt hadiselerin, çile esnasında karanlıkda cereyan ettiği düşünülebilir. Hazreti Muhammed' in, "Ölüm size gelmeden, ölünüz" hadisini tatbik eden bir kimse, esasen dünyevi düşüncelere ölmüşdür.
"Mezari'da dahi. Hoca Ahmed Türkistan halkını düşünmüş. Onları bir İsıâm cemaatı şeklinde toplanuya gayret ederken, bazan yeise düşdüğü Divan'da okunur. Bir şiirinde, mezarda iken baş ucuna gelen Hazreti Muhammed, kendisine şöyle der:
"Ümmet dedin, eya ferzend, nerde ümmet"?
"Ümmet dedi. içim doldu dağ ve hasret "
Türkistan şehri, laşKem'in 2K> kilometre şimalinde. Kazakistan Cumhıriye tindedir, Mavi dağların çerçevelediği biı ovada, ekseriyeti kerpiç olan erlerden müteşekkil, 15 bin kadar nüfuslu bir kasabadır. 'Trenimiz, Türkistan'a havramın ilk günü, sabahleyin erkenden vardı Bulunduğumuz vâsi ovada. Hoca
Desen: Emel Esin
Ahmed âbidesi, yüksek piştak ve kubbelerde en uzaklardan görülüyordu. O gün bayramın İlk günü olduğu için çok kimseler Bayram namazını Ahmed Yesevi' nin yanında kılmağa, uzak yerlerden günü birlik gelmişler. Gami kapalı olduğundan, binanın etrafında yayılan ovada, gün doğarken,'6000 kişi Bayram namazını kılmış. Erkek, kadın, ihtiyarlar ve gençler varmış. Gençler, bütün sene namaz kılmadıkları halde, Bayram namazını kaçırmazlarmış.
İstasyonda bulduğumuz eski bir otomobilin şoförü, "Hazreti Sultan'a mı?" diye sordu. Kasabayı aşıp, sahra ortasında yükselen "Hazreti Sultan"a yaklaştığımız zaman, Timur devrinin tamamen ayakta kalan nâdir eserlerinden biri oian bu binanın heybeti önünde hayrette Maldık, Haz tuğladan inşa edilmiş kısmen çiti' ile kaplı, müstakil bir hınn idi, İki Kul» onmanda yOKMürh 40 metre boyundaki pışıakın azameti, Ktesi-fon ile ölçüşebilirdi. Sivri kemerli bu tâk, âbidevi bir medhal teşkil ediyordu. Binanın mihveri üzerinde iki kubbe vardı., l âkın arkasında kavun şeklindeki büyük
Tek-Esin Vakfı
Tek-Esin Vakfı
Türk Edebiyatı OCAK/56
kubbe mescide aiddi. Öbür UÇfötfi, daha küttük vıı dilimli vubttu lan I uıüu'niM üzerinde yükseliyordu.
Büyük tâk çini kaplı değil, boz tuğladandı. Binanın bu cebhesinin tezyini bitirilememişti. Fakat, iki uzun cebheyi teşkil eden duvarlar, lâciverd ve
j mavi renkte sırçalı tuğladan mozayiklerle tezyin edilmişti. Motifler, bermutad, hen-desî şekillerin içinde kûfı yazılardı. "El-Mülkülillah", "El-tzzulillah", "Subha-nallah" ve "Elhamdülillah" ibarelerini
1 okuyabildik. Yan cephelerin altındaki küçük pencerelere, aralan boş bırakılarak dizilmiş sırlı tağlalardan, yıldız şeklinde kafesler örülmüştü. En yüksekte, binanın dört tarafını çeviren lâcivert çiniler üzerinde, şu âyet yazılı idi: "Gaybın anahtarlan Ondadır. Ondan maâda, kimse bilmez "
Türbenin dilimli kubbesinin bulunduğu uçta ikinci bir tâk vardı. Bu tâk öbürüne nisbeten daha çok küçüktü. Ortasındaki kapı örülmüş ancak kafesli bir küçük pencere bırakılmıştı. Türbe cephesi de baştan aşağı sırlı tuğladan mozayiklerle kaplı idi. Tâk kemerinin içinde, yine sırlı tuğla mozayikten, yerden başlıyan ve kemeri takip ederek yükselip inen bir büyük kufi yazı vardı. "Kale Resûlul'llah " diye başladığı için had îs o l d u ğ u n u a n l a d ı m , fakat okuyamadım.
Seyfullah, büyük tâkın önünde kalmıştı. Orda rastladığımız Kırgız külâhlı imam ve kırmızı takkeli bir Özbek, ricamız üzerine, binanın muhafızını çağırmaya gitmişlerdi. Zira, esasen tamirde olan cami ve türbe kapali idi. Böylece, hadisli kemerin gölgesinde. Hoca Ahmed Yesevî'nin penceresi önünde, bit müddet yalnız kaldım.
İki adam bana doğru geldiler. Başlarında takke, üstlerinde yüksek yakalı, siyah kazak hırkası vardı. Bir tanesi gözlerini kırpıştıran, mahviyetkâr halli, kır sakallı, yaşlıca bir adamdı. Diğeri biraz daha gençti. Parlak kara gözleri ve seyrek siyah sakalı vardı. Bu ikincisi bana sordu: "Sen nerelisin?" 'Tü rküm" dedim. Bu
l*y—M- -sözleri söylerken, bana sual sorana değil, arkadaşına bakıyordum. O. elini göğsüne koymuş, başını selâm verir gibi eğerek, "biz de Türküz" dedi. Bu kullandığı tâbir acayibti, zira Orta Asya'da bilhassa halk arasında bugün, Türk tâbiri kullanılmaz. Kazak, Özbek ilh.... gibi mevziî isimler duyulur. İkinci adam yine sordu: "Kur' an okur musunuz?" Müsbet cevabım üzerine, "O halde, okuyalım" dedi.Hoca Ahmcd'in penceresine karşı döndüler, sağıma ve soluma bağdaş kurdular. Ben aralarında, ayakta duruyordum. Bana sual soran kişi, güzel bir ses ve fasih bir arabça ile, "Yasin" suresinin son kısmını
okudu. "Ve Î/eyhı türeeûn". diy» bitirdi, Okuduğu âyetler şunlardı;
İnsan, görmüyor mu ki, onu bir n ut İçilen yarattık, ve o Bize, açıktan açığa hasım oldu.
Ve Bize misiller buluyor, ve kendi hâlk edilişini unutuyor, ve diyor ki; Kim, bu çürümüş kemiklere hayat verecek?
De ki; Onları ilk inşa eden, onlara tekrar hayat verir,ve O, her türlü hâlk etmesini bilir.
O ki, size yeşil daldan ateş yarattı, tâ ki onunla yakasınız.
Semaları ve arzı Yaratan bir mislini daha yaratmıya kadir değil midir? Beli, ve O asıl Hâlkedici ve Alimdir.
Bir şeyi irade etti mi, ne der? "Ol" , der ve olur.
Subhan Ona ki, her şeyin hükümdarlığı elindedir, ve siz Ona geri gideceksiniz.
Yanımdaki iki Kazak ellerini semaya doğru açtılar ve bir müddet sessizce dua ettiler. Kur'an okuyan ayağa kalktı ve eli ile arkamı sıvayarak, "Rahmet, kızım, rahmet" dedi ve aynı esnada, ikisi de gittiler. "Rahmet" Orta Asya türkçesinde "teşekkür ederim" demektir. Ben hayretle döndüğüm zaman, Kazaklar ortada yoktu. Bir saniye tereddüden sonra, binayı çepe çevre saran hendeği atlıyarak, gittiklerini farzettiğim tarafa doğru koştum. Onlan, uzun siyah hırkaları ve sarkan kuşaklan ile, çok uzaktan ve arkadan, bir kere daha gördüm. Göçebelerin kolay y ü r ü y ü ş ü ile, hızlı hızlı gidiyorlardı.
Seyfullah'ı aradım. Onun da, bana verecek bir haberi vardı. Sovyetler Birliği' ne geldik geleli, vaktile Taşkent'te basılmış olan Hoca Ahmed Yesevı Divanı'nı arıyorduk. Seyfullah, camiin ön ccbhe-sini dolaşırken bir Kazak da onunla konuşmaya gelmiş. "Acaba Ahmed Yesevî Dîvânı burada bulunur mu?" diye soran Seyfullah'a, Kazak, "bekle" deyip gitmiş. Uzunca bir müddet sonra, göğsünde sakladığı, el yazması bir divanla geri gelmiş. "Hazreti Sultan'ın hikmetini al, özünün olsun" demiş. "Sonra ilâve etmiş: "Sende durması yahşirekdir."
Biz, böylece caminin etrafında dolaşırken, binanın muhafızı, anahtarlarla geldi. Soluk mavi gözlü, yaşıl bir Tatardı. Arabçayı vaktile Ufa'da öğrenmiş. Binanın üzerindeki sülüs yazıları okuyabili-yorsa da ki l l i le r i okuyamıyordu . "Benden sonra, sülüsleri de kimse okuya-mıyaeak ve anlamıyacak" dedi.
Büyük tâkı içindeki bir kapıdan binaya girdik. Bulunduğumuz med-halde, vaktile, şadırvan varmış. Bu şadır-vanı biz Leningrad'da Ermitaj müzesinde görmüştük. Tunçtandı ve üzeri oymalı ve yazılı idi. Takriben, iki metre yüksekliğinde ve yayvan bir kadeh
şttkHndttycti. Ankara'da, Hacı Bayram külliyesinin madeni şadırvanına pek benziyordu.
Medhalden mescide geçtik. Mescid, büyük bir mük'ab şeklinde idi• 30 metre yüksekliğinde duvarların üzerine, Türk üslûbunda stalaktitlerden müteşekkil pandantiflerle desteklenen muazzam bir kubbe oturtulmuştu. Kubbeyi taşıyan duvarlar, mescidin eninden daha yüksekti. Koyu mavi çiniden bir mihrab vardı. Mihrabın üstünde şu âyet yazılı idi: "Selatlan hıfz ediniz...." Ayrıca, mihrabın etrafında, Âyet-ül-Kürsi yazılı çiniler dizilmişti.
Piştak medhalinin tam karşısına türbenin kapısı geliyordu. Bu kapının önünde, takriben 12 metre boyunda, bir bayrak direği dayalı idi. Tepesinde, tunçtan alem ve bir tuğ olan bu direğe yırtık ve soluk bir yeşil bez parçası asılı idi. Rehberimiz, Timur'un sancağı karşısında olduğumuzu söyledi.
Türbenin içi, yine mük'ab şeklinde ve kubbeli idi. Ortada iki metreye yakut yükseklikte, yeşime benzeyen, filizi renkte, şeffaf bir taştan büyük bir sanduka duruyordu. Sandukanın dört köşesi ince ve burmalı küçük sütunlarla tezyin edilmişti. Hoca Ahmed Yesevî, bir yana çökmüş olan bu sandukanın şeffaf taşı altında yatıyordu. Henüz hayatta iken, yer altına kadem bastığını Dlva-nın'da anlatan bu adamın mezarı, kışın ölüp baharda tekrar haşr olan bir ağaç gibi açık yeşil ve ferahtı - - ' *
Gayet büyük, kıvrım kıvrım ve burmalı boynuzların yığıldığı bir odada, üstüne bir tahta kafes geçirilmiş ve koyun postlarile süslenmiş bir sanduka duruyordu. Rehberimiz bu boynuzların yabani koçlara ait olduğunu söyledi. Fakat türbede kimin yattığını bilmiyordu. Sonradan Prof. Z. V. Toğan'dan öğrendim ki, üzeri postlar ve muazzam boynuzlarla örtülü bu ölü, Kazakların son hanlarından Ablay Han imiş. Dağda avlanan yabani koçların boynuzları ve postları ona hediye getirilirmiş. Dehlizlerde, diğer mezar taşları arasında, r Uluğ Bey'in kızı, Rebia Hatun'un taşını da gördük. Rebia Hatun'un vaktile ayn bir türbesi varmış, fakat yıkılmış.
Dehlizlerin birinde bir kuyu vardı. Türkistan şehri, Orta Asyalı Türklerin indinde ikinci Mekke addedildiği için, bu kuyuya da "Zemzem" denirmiş. Vaktile medhaldeki tunç şadırvan dururken, Zemzem'in suyu oradan akarmış.
Akşam saat 8 raddelerinde, Hoca Ahmed Yesevî'den ayrıldık ve istasyona döndük. Trenimiz, sabah ikide geleceğine göre, epey beklememiz icabedi-yordu. İstasyon pek kalabalıktı. Bayram namazına gelenlerin hepsi, açık havada, demir yolunun kenarına çömelmiş.
Tek-Esin Vakfı
Tek-Esin Vakfı
Tttrk Edebiyatı
dönüş trenlerini bekliyorlardı. Özbek, Kırgız, Kazak, Türkmen, türlü kıyafetler vardı. Gece semasında, Bayram hilâli parlıyordu.
Muhtelif taraflardan gelen yolcular, birbirleri ile tanışmış, herkes kendi akranı ile gruplar teşkil etmişti. Hanımlar hep beraber oturuyorlardı. Bayram namazına iştirak eden bu hanımların beyaz başörtüleri vardı. Ak sakallı, uzun boylu ihtiyarlar yahut. Şark türkçcsindc ilendiği gibi "kartlar", arkalarında heybe, ellerinde asa, birbirlerine sokulmuş duruyorlardı. İstasyon memuru onları-itti. Sürü şeklinde, sessizce uzaklaştılar, ve biraz ötede yere oturdular. "Kartlar" gayet müteces-sisdi. Ben yanlarından geçerken, dayanamayıp nereli o lduğumu sordular. "Türküm" dedim. Arkamdan bir ses, "yalan" dedi. Döndüğüm zaman bir gencin gülerek bana baktığını gördüm. Sahiden Türk olduğumu anlayınca, bu genç bâriz bir heyecana düştü. Meğer, âilesi Kafkas hududumuz civannda bir köyden gelirmiş. Fakat, kendisi ömründe Türkiye'li bir kimse görmemiş. Gece saat ikiye kadar yanımızda oturdu. "Allah'a şükür, sizleri gördüm" diye tekrar ediyordu. "Keşke hanımı da gebreydim, o da sizi görürdü" dedi. Dağarcığını açıp bize portakal verdi. Portakal, Sovyetler Bifliği'nde çok nadir bir meyvadır. Biz de, etrafımıza toplananlara Türk sigarası verdik. Ay yıldıza görünce kimse sigarayı içmedi: mendillerine sarıp, sakladılar. Sabaha, doğru trenimiz geldiği zaman, karanlıkta yüzlerini ancak hayal meyal gördüğümüz bu bir kaç saatlik arkadaşlarımızdan teessürle ayrıldık.
Ertesi gece saat 12*de, Taşkent'ten tayyareye binerek Orta Asya'yı terk edecektik. Sıcak bir gece idi. Hava meydan ı n d a ağaç la r ın a l t ına o turduk. Yanımızdaki sıraya bir Özbek uzanmış uyuyordu. Bu öyle derin bir uyku idi ki, âdeta ölüme benziyordu. Başı arkaya düşmüş, ağızı yarı açık, yıldızlı semaya yüzünü çevirmiş yatıyordu.
Türkistan'dan ayrılmak güç geliyordu. Bu memleket, bize muhabbet ve •hüzün ile karışık, derin bir tesir bırakmıştı. Asırdîde bir kültürün ölüşünü Türkistan'daki kadar vuzuhla hiçbir yerde görmemiştik.
Bir memleketin kültür ve sanat tarihi grafik şekilde temsil edilse, bir takım çıkışlar ve inişler olur. 1 ü r k m e n > bugün mm bit fmt Oıeorimfcdir.Eski san' at an'anesini vasavan ve anlayan ustalar «« HitHt*m«» muiw mımv'tm, amk heo (hlivar)am't yerlerini alabileni* a«Mfi«r yMiimemı», »ujılınKi) IMirtin nalkı, âbidciennin hunbılari U M «I*I -nıp barımiK: /m.Uu.i.ı HM <>.•;-< zarurim hü/mımi unutamıyoruz.
T Ü R K M E N O Ğ L U
Kerkük'ten bir sair
HICRI DEDE tim., -.nn •
Kerkük'ün bir çok şairleri arasında i üzerinde durulmaya değen müs
tesna isimlerden biri "HİCRİ DEDE" dir. Hicri Dede'nin a s ı l a d ı MAHMUD'dur, babası MOLLA A L İ , annesi ise ZEYNEB H A N I M ' d ı r . Dede, 1877 yılında Kerkük'te doğmuş, 11 Ocak 1952'de vefat etmiştir, ilk tahsilini. Kerkük'te yapmış, daha sonra tahsilini tamamlamak için Kerkük'ün tanınmış alimlerinden A L İ H İ K M E T EFENDİ'nin Dershanesine devam etmiştir. Çok genç yaşta yazmış olduğu manzumelerinin bile far-kedilir güzel l ikte ve sağlamlıkta olması onun şiir g ü c ü n ü n bir delilidir.
Tahsil hayatından sonra DEDE 1. Cihan savaşından bir kaç yıl önce K e r k ü k ' t e (Suitani Mektebi)'nin
öğretmenliğine getirilmiştir. Burada üç yıl görev yaptıktan sonra, bu okulun kapanması üzerine vazifesine son verilmiş, ancak savaştan sonra (Kale Mektebi ne) tayin edilerek orada hizmette bulunmuştur.
1927 yılında (Kerkük) Gazetesi m ü d ü r l ü ğ ü n e getirilmiştir.
DEDE, şiir olsun, nesir olsun, bütün yazılarında muhafazakâr g ö r ü nür, ve daima şöyle derdi: "irim ışığında halka, doğru yolu gösterebilmek uğruna bütün baskılara göğüs germesini bilen insanlara ve bugün her zamandan çok. düşünen insanlara, yürekli insanlara ihtiyacımız yar.
DEDE, şiirdeki yüksek mevkiine rağmen, edebiyata veni başlayanları *eşvik eder, enlerin yaeılertnt inenle' mefc ve dsfleriöno'ırmeineh *BVK duvardı
eee». \ r m «yyfuıu, a m a n ye vatan pervamı, bünye İtibarıyla de »»emme/ Smtın insanlara ifiygı gö* İSri/. öi harın pepsini AD Ari'm »irer
HUlll W? mVUh ikikUı SjUHtk sevgi üe karsılardı
(ESERİ) DEDE T ü r k ç e n i n yanı sıra A r a p ç a
ve Farsça olmak üzere Hoyrat, A t ş -s ö z ü , Rubai türünde şiirler ve birçok eser yazmıştır.
DEDE'nin el yazmasıy la bıraktığı eserlerinin sayısı (22) tanedir, bunlardan en önemlisi:
1- HABNAME : Bu eser LEYLA ve MECNUN tarzında yazılmıştır. G ö r d ü ğ ü bir rüyada F U Z U L İ ile aralarında geçen konuşmaları güzel bir dille ifade etmiştir.
2- R I Y A D - ü ş Ş U A R A • K E R K Ü K ve K E R K Ü K ' e bağlı büyük bir kasaba olan KİFRİ'de yetişen şairlerin hayatları hakkında bilgileri İhtiva eder. .
3- R U B A İ L E R : Farsça bir manzumedir.
H O Y R A T
Derya'nın sağ elma'sı Aldı al bağ elma'sı Dost mene bir daş vurdu Çetindi sağalması
• • • Katibim yahşi yazar Kötüler yoldan azar Korkma akıl düşmandan Ahmak dost kabrin kazar
ATA S Ö Z Ü ',Aiazt>*ğ»^ f̂t
Bir kavime olursa karga rehber tfiurhc o knvrm dnvçt çVİçr
k k k Mağrur dolaşma pek yamandır l;y dost bu da geçer zamandır
Tek-Esin Vakfı
Tek-Esin Vakfı