11
Templar Örgütü ve sırları İnançlar Avrupa Birliği Şövalyeleri Templar Örgütü ve "Sırlar" 1300´lerde kurulan bir şövalye örgütü, artık günümüzün dünyasını yönetiyor; gerçekten CIA-Vatikan ilişkisinin ardında Templar şövalyelerinin olduğu anlatılıyor; Atlantik kıyılarından, tüm Akdeniz ´e ve Urallar´a uzanan dev bir Avrupa Devleti´nin temelleri atıldı mı? Gizemli şövalyeler Romalılar´ın Kudüs´den kaçırdığı Süleyman Tapınağı´nın belgelerini saklıyorlar ve Hz. İsa´nın yaşamı çok farklı anlatılıyor; evli, çocuk sahibi İsa´nın Kuran´da yazdığı gibi haça gerilerek ölmediği de söyleniyor; Musevi-Hıristiyan bütünlüğü Hz. İsa ´nın şahsında dinsel olarak sağlanırsa, İslam dünyası ne olacak? Eğer belli bir açıdan bakacak olursanız. tarih garipliklerle doludur; sayısız hastalıklı anlaşmalar ve uluslararası acaip uyumsuz evlilikler. Özellikle de son 80 yıl tam bir gariplikler dönemidir; Sovyetler Birliği batı dünyası tarafından tehlikeli bir potansiyel ve güncel bir düşman olarak tanımlandığında, 1941-1945 dönemi daha yeni geçilmişti ve Sovyetler aslında batı dünyasıyla hala müttefiktiler

Templar Örgütü ve sırları

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Uploaded from Google Docs

Citation preview

Page 1: Templar Örgütü ve sırları

Templar Örgütü ve sırları

 

İnançlar

 

 

Avrupa Birliği Şövalyeleri

Templar Örgütü ve "Sırlar"

1300´lerde kurulan bir şövalye örgütü, artık günümüzün dünyasını yönetiyor; gerçekten CIA-Vatikan ilişkisinin ardında Templar şövalyelerinin olduğu anlatılıyor; Atlantik kıyılarından, tüm Akdeniz´e ve Urallar´a uzanan dev bir Avrupa Devleti´nin temelleri atıldı mı? Gizemli şövalyeler Romalılar´ın Kudüs´den kaçırdığı Süleyman Tapınağı´nın belgelerini saklıyorlar ve Hz. İsa´nın yaşamı çok farklı anlatılıyor; evli, çocuk sahibi İsa´nın Kuran´da yazdığı gibi haça gerilerek ölmediği de söyleniyor; Musevi-Hıristiyan bütünlüğü Hz. İsa´nın şahsında dinsel olarak sağlanırsa, İslam dünyası ne olacak?

Eğer belli bir açıdan bakacak olursanız. tarih garipliklerle doludur; sayısız hastalıklı anlaşmalar ve uluslararası acaip uyumsuz evlilikler. Özellikle de son 80 yıl tam bir gariplikler dönemidir; Sovyetler Birliği batı dünyası tarafından tehlikeli bir potansiyel ve güncel bir düşman olarak tanımlandığında, 1941-1945 dönemi daha yeni geçilmişti ve Sovyetler aslında batı dünyasıyla hala müttefiktiler ama düşmanlık savaş bitmeden önce başlamıştı; Amerikan ve İngiliz askerleri, ABD endüstrisinin ürettiği Nazi kurşunlarıyla ölürlerken, aynı kurşunlar bu kez Sovyet silahlarından çıkarak Alman askerlerini de öldürüyordu. Daha küçük ölçekteki örnekler azımsanamaz. 1982´de Arjantin´de Anti-Sovyet bir politika güden cunta, Falkand´da İngilizler´le savaşırken, Sovyet silah yardımını almaya hazırdı; Körfez Savaşı´nda

Page 2: Templar Örgütü ve sırları

İran, İsrail´e lanetler yağdırırken, gizli raporlara göre İsrail´den silah satın alıyordu çünkü İsrail politikasına göre Irak, İsrail için daha büyük bir tehlikeydi. 1985´de Reagan ve Gorbachev buluştuklarında, uluslararası ilişkiler Disneyland düzeyine indirilmişti, iki lider uzun uzun dünyadışı bir düşmanın saldırısı karşısında dünya birliğinin nasıl sağlanabileceğini tartıştılar. Reagan daha da uçuktu; Sirius´dan gelecek mor insan-yiyicilerin ölüm ışınlarıyla düşmanlarını nasıl karbonlaştıracağını anlatıyordu ve daha niceleri... Bunlar gerçektir ve gerçekten konuşulmuştur. Yeni Dünya´nın sınırsız uçukluğunun kontr ucunu oluşturan Uzak Doğu´nun ekonomik at gözlüğü ve Orta Doğu´nun bir türlü aydınlanamayan kavgacı karanlığı nedeniyle, Avrupa farklı ama otantik, güçlü ama tavizkar bir bağımsızlık ipini ufak ufak ucundan çekiyordu ve derinlerde görünmeyen bir yerde Sion Grubu adlı yönetici, zengin ve emperyalist bir grup vardı; Sion Grubu bugün de var ve artık Avrupa egemenliği üzerine kurulmuş bir dünya kontrolunu ağlarını oluşturmaya çalışıyor, içeriğinde ise 700 yıllık bir tarikat saklı; Templar ve özündeki Malta Şövalyeleri; İşte bu öykü size belki de İnsanlığın en büyük fenomenini anlatıyor.

 

 

Churchill Şövalye mi?

Avrupa Birleşik Devletleri düşüncesi, İkinci Büyük Savaş sırasında Fransa´da Vaincre ve Almanya´da Helmut J. von Moltke tarafından uygulamalı olarak ciddiyetle ortaya atılmıştır. Ardenler´de Naziler´e karşı direniş sürdürülürken, Fransa, Belçika, Lüksemburg ve hatta karşıt Almanlar arasında ulus farkına bakılmaksızın bir birlik kurulmuştu, fikrin coşkulu ve ateşli bayraktarı Andre Malraux 1941´de "Yeni Avrupa Birliği-Rusya dışında bir federal Avrupa" düşüncesini anlatıp duruyordu. 19 Eylül 1946´da Winston Churchill Zürih Üniversitesi´nde bir konferansda; "Artık Avrupa Birleşik Devletleri´ni kurmalıyız." cümlesini kullandı; İngiliz lider 1942´de ise Britanya Savaş Kabinesi´ne yazdığı bir yazıda; "Söylemesi zor ama bir anlaşma çerçevesinde birleşmiş ve Avrupa Konseyi´nin yönettiği Avrupa ailesine inanıyorum; geleceğin Avrupa Birleşik Devletleri´ne bakıyorum." diyordu. Mayıs 1948´de Avrupa Konseyi kuruldu; Churchill´in düşüncesine çok uygundu ve Onur Başkanı seçildi. Kısacası Avrupa Birliği potansiyel olarak kurulmuştu; işte bu anlarda Amerika´nın ilgisi başladı ve ilginin kökeninde ise Avusturyalı bir kont olan Richard C. Kalergi vardı.

 

 

 

Page 3: Templar Örgütü ve sırları

Bilderberg´in doğumu...

Kalergi, 1922´de iki büyük savaşın arasında Pan-Avrupa Birliği´nin pratik düzeyde kurucusuydu. Oluşturulan düşünsel grubun içinde, Leon Blum, Fransa´dan Aristide Briand, Çekoslovakya´dan Eduard Benes ve tabii Winston Churchill bulunuyordu; kültürel temsilcilik ise Albert Einstein, Paul Valery, Miguel de Unamuno, George B. Shaw ve Thomas Mann tarafından yürütülüyordu. Kalergi, 1938´deki Nazi işgali sırasında Avusturya´dan sürülünce, ABD´ye gitti ve eylemini orada sürdürmeye başladı. Aralarında Senatör Fulbright´ın da bulunduğu bir grup senatöre uzun uzun düşüncelerini anlattı. ABD savaşa girdikten sonra, inanılması güç bir şey oldu ve CIA´in prototipi olan OSS bu fikri desteklemeye başladı. Ütopyo sanılan amaç artık günceldi, Naziler´den kurtarılan Avrupa´nın bu kez Komünizm´den korunması gerekiyordu; eski dost düşman olurken, eski düşman Almanya ise yeniden dosttu. İsviçre´de 1953-1961 arasında CIA Başkanı olan Allen Dulles´ın başkanlığında bir örgüt kuruldu, örgütün dört yöneticisinden birisi de, daha sonra VI. Paul adıyla Papa olacak olan Vatikan Haberalma Örgütü´nden Giovanni Montini´ydi. 1948´den sonra, İtalyan seçimlerinde Komünistler´in gelişimini durdurmak amacıyla büyük paralar akıtan CIA ile Vatikan kökenli gücün temelinde, işte bu örgüt vardı ve "Pro Deo-Tanrı İçin" logosuyla hareket eden örgüt Hıristiyan Demokratlar´a milyonlarca dolar pompalayarak amacına ulaştı, İtalyan Komünistleri Guareschi´nin Don Camillo´sundaki Peppone´nin ötesine geçemediler ve CIA işine devam etti; kısmen de olsa CIA tarafından finanse edilen Avrupa Birliği Hareketi´den Joseph Retinger, Hollanda´dan Prens Bernhard, İngiltere´den Sir Colin Gubbins ve CIA uzantısında General W. Bedell Smith ve İtalya Başbakanı, Mayıs 1954´de küçük bir Hollanda köyünde Oosterbeek´deki Bilderberg Oteli´nde bir "think-tank" yani düşünce-eylem grubu olarak toplandılar; Bilderberg Konferansları başlamıştı, hala da sürüyor ama bu başka bir konu...

 

 

 

Kontr Gerilla Şövalyeleri;

Vatikan-CIA ilişkileri Avrupa bütünlüğü çizgisinde, bugün de sürmektedir. İtalya´da Komünist hareket bu birleşiminin etkisiyle adeta silinmiştir; 1960 seçimlerinde sonuç çok belirgindi; Ama o tarihlerde ve öncelerinde, Roma Katolik Kilisesi´nin kullanması için ABD tarafından oluşturulan "kara para"nın tutarı artık çok büyümüştü. Avrupa Birliği sanki bir başka amacın şapkası olmuştu. Bunu Vatikan Bankası ilişkileri izleyecek ardından da bankanın önemli isimlerinden olan Michele Sindona ve P2 adlı Mason Locası gelecekti. P2 olayı veya skandalı bir başka konudur ama masonik ortamda, kilisenin ve CIA´in buluşma noktasını simgeler ama gücü ya da kolları İtalya sınırlarının

Page 4: Templar Örgütü ve sırları

dışına da taşmıştır. David Yallop şöyle anlatır; "... bu kollar Arjantin, Venezuela, Paraguay, Bolivya, Fransa, Portekiz ve Nicaragua´da etkilidir; örgütün üyeleri İsviçre ve ABD´de aktiftir; P2´nin İtalyan Mafyası ile iç ilişkisi vardı ve bu ilişki kompleksi Latin Amerika´daki askeri rejimleri ve çeşitli türlerdeki Neo-Faşist grupları doğurdu. CIA, bu oluşumun dibindeki temel taşıydı ve Vatikan´ın kalbine yönelmişti. Olayın odağında, Komünizm korkusu ve nefreti bulunuyordu..." Yallop´un sözleri ciddidir ve uzantısındaki bazı yazarlara göre ise, bugün amaç yine aynı içeriği korumaktadır ama artık eylem sadece Rusya bozkırlarına yönelik değil, aynı zamanda da Orta Doğu´ya yöneliktir. 1981 Mart´ında, İtalyan polisi P2 Mason Locası´nın Büyük Üstadı Licio Gelli´nin evini bastı; ele geçirilmesi amaçlanan örgüt üyelerinin tam listeleri bulunamadı ama bazı listeler bulunarak gazetelerde yayınlandı ve listelerde İtalyan başbakanlarından Giulio Andreotti´nin ve yakın çevresindekilerin adları da bulunuyordu. Andreotti, Sion Örgütü üyesiydi ve "Order of the Temple of Jerusalem-Kudüs Mabed Tarikatı Egemenliği"nin askeri kanadını yönetiyordu. Peki, neydi bu tarikat? Tam bu noktada karşımıza bir gizem örgütü çıkıyor; "Templar Şövalyeleri"

 

 

 

Avrupa İmparatorluğu´na doğru...

Templar Şövalyeleri´nin son Büyük Üstadı olan Jacques de Molay, 1314´de idam edilmişti ama bu idam örgütün sonu demek değildi. Resmi kayıtlara göre, örgüt Papalık tarafından dağıtılmıştır ama bu bir anlaşma hatta bir imtiyazdır ve araştırmacılara göre örgütün yüzyıllarca sürecek olan ebediliği amaçlanmıştır. Bu imtiyazın nitelikleri ve gerçek dökümantasyonu tarihçiler için hala bir sırdır veya bazılarınca korunmaktadır. Ortada, tehdit veya baskıcı bir unsur görülmez ama son derece etkin ve çok kalın bir perde örgütün üzerinde asılıdır. Asla aktif ve zorlayıcı bir çaba görülemez ama geride daha büyük bir güç yani ayrıcalıklar, yetkiler, imtiyazlar vardır şövalyelerin iddiaları aynen selefleri gibidir. Bugünkü Şövalyeler´in ve Avrupa uzantılarının dış yüzeylerinde antik araştırmalar yapmak ve hayırseverliğe adanmışlık çalışmaları görülür. İçte ise, amacın yanısıra zaman zaman Freemasonlar´ı anımsatan doğal ritüeller geçerlidir ve diğer müjdeci tarikatların benzeridirler; Altın Post, Kutsal Mezar ve St Maurice tarikatları gibi. 1990´ların başında Şövalyelerin lideri Portekizli Kont Antonio de Fontes´di. Templar Şövalyeleri´nin resmen kabul edilmese de güncel liderlerinden birisi olarak düşünülen Anton Zapelli ise Paris´de örgütlenmişti, Zapelli´nin arkasında Sion Örgütü´nün gücü vardır ve yapılan araştırmalarda Zapelli´nin uluslararası bankacılık ve finans organizasyonunu yönettiği öne sürülmektedir. Yukarda kısa geçmişi anlatılan Avrupa Birliği´nin oluşumunda, Templar Şövalyeleri´nin rolü Zapelli bağlamında görülür; plan

Page 5: Templar Örgütü ve sırları

sanıldığından veya göründüğünden çok ötelerdedir; İsviçre tipi bir konfederasyon modelinin uygulanacağı Atlantik kıyılarından, tüm Akdeniz´e ve Urallar´a uzanan bir birliktir bu...

 

 

 

Osmanlılar sahneye çıkıyor...

Araştırmacılar bunu resmen, kanıtlayamadıklarını açıkça söylüyorlar ama görünür bağları da gösteriyorlar; Zapelli´nin P2 ile olan ilişkisi örneğindeki gibi; ortada yüksek finans çevrelerini yönlendiren gizli örgütlerin Pan-Avrupa politikası açıkça görülmektedir. Konuyu yıllarca araştıran üç uzman; Michael Baigent, Richard Leigh ve Henry Lincoln bu görüştedirler; bu arada uzak geçmişte Templar Şövalyeleri ile yakın ilişkisi olan ama görünür tarihte rakibi olarak gözüken bir diğer gizem örgütünün de burada adı geçer yani St. John Şövalyeleri´nin veya bilinen adıyla Malta Şövalyeleri´nin; bu örgütün geçmişi ilk Haçlı Seferi´nin 30 yıl evvelinde başlar, Templar Şövalyeleri´ne göre çok daha savaşcıdırlar. Haçlı Seferleri döneminde, hem onlarla, hem de Töton Şövalyeleri ile birleşerek Filistin´deki askeri ve ekonomik gücü ele geçirmişlerdi, örgütlenmeleri Filistin´in dışına taşmış, Avrupa´nın birçok yerinde şatolar kurarak, her an savaşa hazır şövalye birlikleri oluşturmuşlardı. Tümden amaç tekti, tüm gruplar otantik kökenler dışında; birleşik Hıristiyan Avrupa´yı amaçladıkları sınırlar içinde yaratmak istiyorlardı. Bunun için de kökendeki gizem felsefesini, ritüelistik çizgide sürdürüyor ve koruyorlardı, hala da öyleler... 1291´de Kutsal Topraklar´ın kaybından sonra St. John Şövalyeleri Kıbrıs´a çekildiler ve 1309´da Rodos´da üslendiler. 1522´ye kadar Osmanlı baskısına dayandılar ve sonunda yenildiler, bu kez Malta´da örgütlendiler ama 1565´de Osmanlılar Malta´ya da geldiler; tüm askerlik tarihinin en kanlı ve en zorlu savaşlarından birisi yaşandı; asla ele geçirilemez denen sarp şatoda 541 şövalye ve 9000 asker vardı; Osmanlı donanması ve ordusu 30.000´in üstündeydi; büyük denizci Turgut Reis´in de yaşamına malolan korkunç bir savaş yaşandı ve ada düştü. Zaten varolan Türk-İslam düşmanlığı artık bir ayet olmuştu; 1571´de Şövalyeler´in donanması, Birleşik Avrupa Haçlı Donanması´nın bir parçası olarak İnebahtı´da yine Osmanlılar´ın karşısına çıktılar ve bu kez kazandılar; Barbaros Kardeşler ve Turgut Reis gibi yetenekli liderlerini yitirmiş olan Osmanlı denizcileri Akdeniz´de ilk yenilgilerini almışlardı, İnebahtı Deniz Savaşı Osmanlı´nın Akdeniz´deki sonunun başlangıcıydı. Bunun diğer nedenleri arasında, Avrupa´nın teolojik temellere dayalı birlik felsefesine karşıt olacak İslam Birliği´nin kurulamaması ve Osmanlı Sarayı´dan Türkler´in kovularak yerlerini Avrupa kökenli devşirme vezirlerin, kadın-sultanların ve provake edilen cahil ve köktendinci yöneticilerin almasıydı. Örgüt, bunu bilinçli ve uzun vadeli bir planın uygulanmasıyla başarmıştı.

Page 6: Templar Örgütü ve sırları

 

 

 

Şövalyeler Orta Amerika´da;

17. Yüzyıl´da Şövalyeler hala Malta Adası´ndaydılar ama yeni bir düşmanla karşılaşmışlardı; Napolyon Bonapart Malta´nın Fransa´ya ait olduğunu iddia etti; bir sürü çatışmadan sonra Şövalyeler yeni üslerini Roma´da kurarak İngiltere ve Almanya´da örgütlenmeye başladılar. İsrail kurulmadan evvel, yeniden Kudüs´de egemen olmayı başarmışlardı. 1979´da örgütte 9.562 şövalye vardı; ayrıca da 1.000 Amerikalı, 3.000 de İtalyan üye kayıtlıydı ve görünürde doğal afetlere yardım örgütü olarak çalışıyorlardu. "Soğuk Savaş" yıllarından sonra CIA ile bütünleşme sürecinin hemen ardından, örgüt üyelerinin arasında CIA Başkanlarından William Casey ve William Colby´nin de adları geçiyordu; hatta Colby "Ben sadece küçük bir anahtarım..." diyordu. Bu yalanlanmadı ve bugün bilinen güncel üyelerin içinde artık ABD Vatikan Büyükelçisi William Wilson´un, eski İtalya Büyükelçisi Clare B. Luce´nin, CIA Karşı Casusluk Şefi George Rocca´nın ve ABD eski bakanlarından Alexander Haig´ın da adları sayılıyor. Örgüt, geçmişteki idealini yitirmiş değil ama bugün dünya çapında bir etkinliğe sahip ve bunu çok doğal olarak uyguluyor. Baigent, Leigh ve Henry Lincoln´a göre, içinde ABD eski Hazine Bakanlarından William Simon´un da bulunduğu bir grup Şövalye, örgütün ideolojik ve finansal amaçları doğrultusunda, El Salvador, Guatemala ve Honduras´da organize olarak Nicaragua kontr-gerillalarını desteklediler. Artık harita çok büyümüştü, 1300´lü yılların mistik gizem örgütü, amaçları doğrultusunda dünyaya yön verme yolundaydı ama Pan-Avrupa idesi de sürüyordu.

Mesih´in kimliği tartışılıyor...

Güncel Şövalyelerin ve etkinlik alanlarının finans-politik tablosunu daha derinleştirmek, uçlarını ve yöresel uzantılarını sergilemek bir başka uzmanlık ve yayın alanıdır. Templar ve Malta Şövalyeleri´nin ve de gizemli Sion Örgütü´nün finansal egemenlik ihtiraslarının kökeninde, çok uzak geçmişin bir olayı da vardır; örgüt liderlerinden Plantard´ın bizzat anlattığına göre; MÖ 66´da Hz. Süleyman´ın ünlü Kudüs Tapınağı´nın hazineleri Romalılar tarafından yağmalanmış ve Güney Fransa´ya taşınarak saklanmıştır; Plantard´a göre artık hazinenin İsrail´e dönmesinin zamanı gelmiştir ama bu hazine Tutankamun´un veya Troya´da Schlimann´ın bulduğu hazine gibi değildir; hazinenin çağdaş anlamı dinsel ve politik güç demektir fakat örgütün karşısındaki görünen dev engel sanıldığı gibi değildir yani örgüt engel olarak ne Filistinlileri, ne de diğer İslam ülkelerini görmektedir. Engelin iki boyutu vardır birinin adı Hz. İsa´dır; ötekisi de Roma öncesinden kalan ve saklanan yazmalardır. Saf Hıristiyan

Page 7: Templar Örgütü ve sırları

olan Örgüt, Kudüs´e dönmelidir ama orada Museviler vardır; o zaman bir yerde iki dinin mutabakatı gerekmez mi? Öyleyse Hz. İsa´nın, Tevrat´taki "Mesih" olduğunun kanıtlanması gerekecektir. Ama Mesih miti ve inancı, Hıristiyanlığın sonraki yüzyıllarında yoktur yani güncel Hıristiyanlık mesajı Mesih fikrini önde tutmaz, oysa İncil, İsa-Mesih´i sunmaktadır fakat Hz. İsa´yı öldürmekle ve reddetmekle suçlanan Musevilerin 2.000 yıl bekledikleri Mesih, Hz. İsa´mıdır? Burada çarpıcı ve inanılması çok güç bir gizem daha ortaya çıkar; Bunlar Örgüt´ten sızan bilgilerdir;

İslamiyet işin neresinde?

Hz. İsa gerçekten bir Musevi lideridir zaten Musevidir, evlenmiştir, çocukları olmuştur ve büyük olasılıkla çarmıha gerilip ölmemiş, sağ kurtulmuş, misyonunu yerine getirmiş ve yaşamını bir başka ülkede bitirmiştir yani O, Mesih´tir; misyonunu gerçekleştirmiştir yani antik dini; Museviliği yenilemiştir ve Museviliğe göre daha modern bir dinin oluşumunda ana fikir olmuştur; buna karşın Hıristiyanlık St. Paul çizgisinde apayrı bir din olarak yol ayrımına girmiş olsa dahi sonuçta Hz. İsa ortak logodur çünkü Musevidir ve aynı zamanda da Hıristiyanlığın babasıdır; üstelik sözlerinde de yeni bir dinden söz etmez aksine Musevileri uyarmaya ve "Kurtarıcı-Mesih" çizgisinde kurtarmaya çalışır... Bu ne demektir? Bu iddia; iki dev dinin yani Hıristiyanlığın ve Museviliğin aynı temele oturması ve de aynı kişilikte bütünleşmesi anlamına gelir; Özetle Hz. İsa, hem Musevilerin Mesih´i, hem de Hıristiyanların peygamberidir. Örgüt ve Plantard burada daha da öteye giderler; sanki bir dünya birliği amaçlamaktadırlar çünkü İslam´ın kökeni de buradan doğmuştur yani İslam´ın temelinde Hz. Musa ve Hz. İsa´nın öğretileri ile iki dinin ortak dinsel şablonu bulunmaktadır. Bu ince ama çok hassas çizgi, Hıristiyanlık ve Musevilik arasında teolojik farkı yok etmez mi? Hatta bir düzeyde de, İslam´ın karşıtlığını da? Örgüt, bu soruları tabii ki resmen sormuyor ama araştırmacılar bunu işaret ediyorlar. Bu noktada, olası bir uluslararası basın toplatısının sinyalleri geliyor gibidir; belki de çok uzak olmayan bir tarihte, bu yapılacaktır; Time, Newsweek ve National Geographic Magazine gibi Musevi destekli dev yayınlar konuyu sık sık değişik açılardan gündeme getirirlerken, birkaç yıl önce de BBC´de Musevi din bilimcilerin desteğiyle Hz. İsa´nın gerçek bir musevi olduğunu kanıtlayan belgesel bir dizi yayınlanmıştır.

Nazizm; Komünizm bitti; sıra demokraside mi?

İnançlara göre, Hz. İsa ve ailesi, Hz. Davud´un kanını taşımaktadırlar. (İslam´da bunu kabul ederek, peygamberlerin aynı sülaleden geldiklerini ima eder.) Şövalyelere göre aynı kan, Merovanj hanedanı üzerinden kendilerinde sürmektedir ama bu iddialar kuşkuludur çünkü amaç asalet yani asil bir kan ve de ötesindeki Aryen desenli monarşidir; İddiaların ve beklentilerin kökeninde teolojik bir monarşi isteğinin, daha da uygunu veya paraleli masonik bir yönetim biçiminin

Page 8: Templar Örgütü ve sırları

bulunduğunu farketmemek mümkün değildir. Bu, biraz da demokrasinin çıkmaz sokağa girdiği veya toplumun gereklerini tam olarak karşılayamadığı yanılgısından gelmektedir. Yine bazı araştırmacılara göre, din düşmanı Nazizm´in ezilmesinin ardından bir diğer din düşmanı ideolojinin yani SSCB´nin ve Komünizm´in sonunu Örgüt getirmiştir; Komünizm tekrar canlansa bile bir daha asla eskisi gibi olamayacaktır; öyleyse toplumu demokrasiden de uzaklaştırmanın sırası gelmiştir çünkü demokrasi bazılarına göre üstün zekalı, eşit ve iyi eğitilmiş kitlelere göredir, şu anki insan toplulukları için geçerli olamaz yani halklar en iyiyi seçmeyi başaramamaktadırlar. Üstelik demokrasi, birçok ülkede laikliğin dozunu da kaçırarak, kapitalizm çizgisinde maneviyattan uzaklaşmaktadır; bu görüşe göre; mutlak egemenliğin temelinde ortak ve tek bir güçlü inanç bulunmalıdır. Tek bir inançta buluşmuş, uluslar ayrımını aşmış ve tek elden yönetilecek İnsan toplulukları daha mutlu olacaklardır. Ama acaba görünüm böyle midir? Birinci Büyük Savaş sonrasında Avrupa, krallıkların, hanedanların çöküşünü yaşamıştır; cumhuriyetçi demokrasi artık batı toplumunun bir parçasıdır. Monarşi, arşetipik kökenini veya fonksiyonel yararlılığını tümden yitirmiştir, hanedanların genetik bozuklukları da gözden kaçırılmayacak bir diğer etkendir. İkinci Büyük Savaş´da Churchill ve diğerleri, monarşik sistemin çöküşünün ardından totaliter sistemin yükseldiğine dikkat etmişlerdi ve bunun adı Nazizm´di; gizli görüşmelerde Churchill ve Roosevelt monarşinin restorasyonunu konuşuyorlardı fakat bunu sağlamakla monarşinin dirileceğinden emin değildiler ve bu diriliş, III. Reich´ın sona ermesi anlamına gelmeyebilirdi. Avusturya ve Macaristan´da yeniden kurulacak Habsburg Hanedanı´nı, Almanya´da Lord Mountbatten´ın İmparator olacağı yeni Alman konfederasyonunu tartıştılar ve öteye geçemediler. Ama buluştukları bir gerçek vardı; liderlerin kayıtsız şartsız egemenliğiydi bu; yani yeni Mesihlerin...

Kıyamet geliyor mu ve ötesi?

Birleşik bir Avrupa Devleti´nin, ekonomik asgari müşterekte buluşmasının ardından, gerekli tavizleri alması kaydıyla ABD patentli bir musevi-hıristiyan bütünleşmesi pek de hayal değildir. Ama bir Mesih bu dev gücü avucuna alabilir mi? Bu Mesih kim olabilir? Elbette ki, Robespierre, Napolyon veya Hitler gibi adının üstüne yeni bir din kurmaya çalışan biri olmamalıdır; Bu hayaller vardır ve Hollywood türü üretilen senaryolarda yer alıyorlar. Templar Şövalyeleri düşlerini rasyonel biçimde halen başarıyla sürdürüyorlar; ayinler devam ediyor; Şövalyelerin geçmişteki büyük düşmanlarıyla hesaplaşmaları, ekonomi-politika bazında birbirine düşürüp savaştırması şeklinde sürüyor; burada önemli olan Orta Doğu´nun yani batının enerji deposunun karşıt görüşteki veya karşıt teoloji çizgisindeki bir inancın elinde olmasıdır. İslam dünyası bunun farkında mıdır? Günümüzdeki İslam liderlerinin ve toplumunun bunun farkında oldukları en azından kendi aralarındaki davranışlarına bakılırsa, asla söylenemez; onlar şimdilik incir çekirdeği savaşlarıyla meşguller; dipsiz dinsel bağnazlığın kuyusundan ve ayrıntılarda gizlenen şeytani bir etkiden bir türlü çıkamıyorlar. Artık uyanmaları lazım ama ne zaman? Burada,

Page 9: Templar Örgütü ve sırları

Türkiye´nin Avrupa Birliği´ne üyeliği fikri belki de çok daha derinlerde yani ekonomik platformun dışında düşünülmelidir. Kutsal İslam metinlerinde Kıyamet olgusunun ön simgesi nedir biliyor musunuz? Mesih´in yani Hz. İsa´nın tekrar dünyaya gelmesi... Ya sonra? Sonra, Kıyamet kopacaktır... Ama kimin başına? Herhalde sonuç çok uzakta olmasa gerek...

KAYNAKÇA:

P. Agee ve Wolf L.: Dirty Work: The CIA in Western Europe (Londra 1978)

Baignet, Leigh, Lincoln: The Holy Blood and The Holy Grail (Londra 1982)

Baignet, Leigh, Lincoln: The Messianic Legacy (New York 1986)

Bull G.: Inside the Vatican (Londra 1982)

Burman E.: The Templars;Knights of God (Kent 1986)

Cross F. M.: The Ancient Library of Qumran (New York 1961)

Galvin J.: The History of the Order of Malta (Dublin1977)

Goodrick-Clarke N.: The Occult Roots of Nazism (Wellingborough 1985)

Kraut, O: Jesus was Married (1970)

Lindsay H.: Countdown to Armageddon (Basingstone1983)

Waechter M.: How to Abolish War; The United States of Europe (Londra 1924)

Yallop, D.: In God´s Name (Londra 1984)