190
TEFSİRDE ÖTEKİ CELÂLEYN’DE İSRÂİLİYÂT PROF.DR. MUSTAFA ÜNVER SİDRE 2008

tefsirde oteki celaleynde israiliyat

  • Upload
    unverm

  • View
    1.086

  • Download
    4

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

TEFSİRDE ÖTEKİCELÂLEYN’DE İSRÂİLİYÂT

PROF.DR. MUSTAFA ÜNVER

SİDRE 2008

Page 2: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

2

PROF. DR. MUSTAFA ÜNVER:

1966’da Çankırı’da doğdu. 1985’te Ankara Merkez İmam Hatip Lisesinden, 1991’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1993’te “Kur’an’ı Anlamada Siyâkın Rolü” başlıklı çalışmasıyla Yüksek Lİsans; 1998’de “Tefsir Usûlünde Mekkî-Medenî İlmi” adlı teziyle Doktora çalışmalarını tamamladı. Alanıyla ilgili araştırmalar yapmak üzere 1993-1994 öğretim yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de bulundu. 2004’te doçent, 2009’da profesör olan ve altı tanesi basılı kitap olmak üzere altmışın üzerinde yayını bulunan Ünver, 2005-2007 yılları arasında Kırgızistan’ın Oş şehrindeki Devlet Üniversitesi Teologiya Fakültesi’nde misafir öğretim üyesi olarak görev yaptı. Evli ve üç çocuk babası olan Ünver, halen Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürmekte; Arapça, İngilizce ve Rusça bilmektedir.

Page 3: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

3

TEFSİRDE ÖTEKİCELÂLEYN’DE İSRÂİLİYÂT

PROF. DR. MUSTAFA ÜNVER

SİDRE2008

Page 4: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

4

Sidre: 11

Kur’an Dizisi: 6

Kasım, 2008, Samsun

Prof.Dr. Mustafa ÜNVER

Tefsirde Öteki Celâleyn’de İsrailiyat

ISBN

978-605-60581-0-3

Baskı

Bahadır Baskı-Fotokopi

SİDRE

Mimar Sinan Mah. 154. Sk. (Şeyh Galip) 2/15 Atakum SAMSUN

Tel: 0 362 437 81 05

Page 5: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

5

İTHÂF…

“Bu nâçiz eseri, 20 Temmuz 1995 Perşembe günü öğle saatlerinde elim bir trafik kazasında ikisini birden yitirdiğimiz sevgili annem Lütfiye Ünver ve sevgili babam Enver Ünver’in ruhlarına ithâfediyor, Yüce Rabbimden rahmet ve bağışlarına vesile olmasını niyâz ediyorum.”

Page 6: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

6

İÇİNDEKİLER

KISALTMALAR .....................................................................................................7ÖNSÖZ .................................................................................................................9GİRİŞ ..................................................................................................................11

A. Konunun Önemi ve Amacı .......................................................................11B. Araştırmanın Metodu ve Konuyla İlgili Çalışmalar..................................30

I. BÖLÜM ...........................................................................................................34İSRAİLİYAT KAVRAMI VE İSRAİLİYATA BAKIŞ...................................................34

A. İsrailiyat Terimi ve Kapsamı.....................................................................34B. İslami Kaynakların İsrailiyata Bakışı.........................................................39C. Şer’u Men Kablenâ Çerçevesinde İsrailiyat .............................................75

İKİNCİ BÖLÜM ...................................................................................................87CELÂLEYN TEFSİRİ VE İSRAİLİYAT .....................................................................87

A. Celâleyn Tefsiri Müellifleri .......................................................................89B. Celâleyn Tefsirinin Değeri ve Tefsir Yöntemi ..........................................94C. Celâleyn Tefsirinde İsrailiyat Haberleri ve Değerlendirmesi.................100

SONUÇ .............................................................................................................169KAYNAKLAR.....................................................................................................179

Page 7: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

7

KISALTMALAR

age. Adı geçen eser

Ahmed Ahmed b. Hanbel, Müsned

as. aleyhisselâm

Ata.ÜİİD. Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi

Ata.ÜİFD. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

AÜİFD. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

AÜSBE. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

a.y. Aynı yer

b. İbn (oğlu)/Binti (kızı)

Bkz. Bakınız

Bsk. Baskı

c. cilt

çev. çeviren

ÇÜİFD. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

CÜİFD. Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

DEÜİFD. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

DİA. Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

DİB. Diyanet İşleri Başkanlığı

ed. editör

h. no: Hadis Numarası

Hz. Hazreti

İA. İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları

Krş. Karşılaştırınız

Md. Maddesi

MEBY. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları

Page 8: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

8

MÜİFV. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı

Nak. Nakleden

Neşr. Neşriyat/Neşreden

OMÜSBE. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

S. sayı

s. sayfa

sas. Sallallâhu aleyhi ve Sellem

thk. tahkik eden

trz. tarih yok

vd. ve devamı

Yay. Yayınları

yty. yayınlandığı yer ve tarih yok

YÜİFD. Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

Page 9: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

9

ÖNSÖZ

Beşeriyet tarih boyunca ayrıştırmadan ve öteki olarak yaftalanmadan kaynaklanan çok büyük acılar ve trajediler yaşadı. Bu akıbet hala da sona ermiş değil ve insanlık benzer acıları yaşamaya devam ediyor. Binaenaleyh bütün mahlukatı topyekün rahmet ve şefkat kanatlarıyla sarıp kucaklayacak bir medeniyet açılımına şiddetle ve acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Tüm samimiyetimizle inanıyoruz ki, bu medeniyet açılımı, yüce dinimiz İslamın temsil ettiği rahmet ve şefkat medeniyetinde karşılık bulacaktır. Tarihte bu şefkat ve rahmetin sayısız örnekleri görülmüştür ve inanıyoruz ki bu rahmet medeniyeti tüm insanlığı yeniden kucaklayacak, emniyet ve selamet kanatlarını üzerine indirecektir.

İslam; türedi, sonradan çıkma bir din değildir. Bilakis İslam, hep kucaklayıcı ve kuşatıcı bir rahmet dini olmuş, kendisini sürekli ilahi dinler ve peygamberler silsilesinin son halkası olarak görmüş, bu itibarla geçmiş kitaplara ve peygamberlere sahip çıkmış, onlara iman etmeyi son din İslama girip iman etmeye eşdeğer kabul etmiştir. İslamın bu kucaklayıcı niteliği, müntesiplerine önceki din ve kültürlere ait bilgi ve tecrübe birikiminden yararlanmaları noktasında teşvik edici olmuştur. İstisnaları olmakla birlikte, ortaya konmuş olan tefsir, hadis ve tarih türü eserlerde sözü geçen bilgi ve tecrübe birikiminden müstagni kalınmamıştır. Hatta önceki din, toplum ve kültürlerin birikimlerine kayıtsız kalmaması;İslamiyetin, sunduğu medeniyet projesiyle tüm mahlukatı kuşatıcı, kapsayıcı vasfa sahip olduğunun da işareti olmuştur. İslam önceki kültür ve medeniyetlerle yüzleşme kudretine ve güvenine sahiptir ve bu yönüyle de evrensel olma niteliğini devam ettirir.

Ne ki bu kanaldan olumlu ve yararlı birikimler geçtiği gibi maalesef İslam’ın ruhuna uymayan kimi yanlış ve zararlı birikimler de İslam kaynaklarına girmiş ve zaman içinde Müslümanların inanç, fikir ve davranışları üzerinde etkili olmuştur. Bu tür olumsuz sızmalardan kendisini koruyabilmiş kaynaklarımız bulunmasına rağmen, başta tefsir, hadis ve tarih kaynakları olmak üzere birçok eser, israiliyattan nasibini

Page 10: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

10

almış, asırlar boyunca yararları yanında kimi olumsuz etkilerini de sürdürmüştür.

Bu itibarla elinizdeki çalışma, “Celâleyn Tefsiri” adıyla meşhur olan ve deyiş yerindeyse dört asırdır Müslümanların elinden düşmemiş olan bu Kur’an yorumunu israiliyat açısından ele alıp incelemeye çalışacaktır. Celâleyn Tefsiri, özlü yapısı sayesinde hemen her dönemde revaçta olma başarısını elde etmiş ve sürdürmüş nadir kaynaklardan birisi olmakla birlikte, içerdiği israiliyat haberleri açısından da kimi zaman eleştiriye açık bir yapı arzetmiştir.

Biz, geçmişteki müellif ve kaynaklarına takdir, ihtiram ve şükran duygularıyla yaklaşmak durumunda olduğumuz kadar; onları ilmî, akademik, toplumsal vb. yönlerden analiz ve tahkik eden, değerlendiren ve gerektiğinde de eleştiren bir bakış açısıyla sahiplenmek göreviyle mükellefiz. Zira iyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla bu kaynaklar bizim geleneğimizi oluşturan temellerdir ve bu yönüyle geleceğe güvenle bakabilmemiz adına doğrularımızı devam ettirmek, yanlışlarımızı düzelterek islah etmek Kur’an’ın deyişiyle “en hayırlı bir ümmet” olabilmemizin temellerini oluşturur.

Binaenaleyh bu çalışmamızın Celâleyn Tefsiri özelinde doğruları takdir; kusurları tenkit doğrultusunda Kur’an’ın sağlıklı bir şekilde anlaşılmasına ve Tefsir Edebiyatına mütevazı da olsa bir renk katabilmesini niyaz ediyoruz.

Son olarak bu çalışmayı baştan sona okuyarak gerekli düzeltmeleri yapan ve değerli görüş ve önerileriyle önemli katkılar sağlayan kıymetli dostum Prof.Dr. Osman Güner’e ve oğlum Ahmet Emin’e, ayrıca fedakarane desteğini akademik hayatımın her aşamasında arkamda hissettiğim canperver eşime teşekkür ediyorum.

Çalışmak bizden, tevfik Allah Teâlâ’dandır.

Prof. Dr. Mustafa Ünver

Samsun 2008

Page 11: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

11

GİRİŞ

Çalışmamızın bu bölümünde konumuzun ele alacağı meselelerde okuyucunun zihninde netliklerin oluşmasına katkı sağlamak amacıyla öncelikle İslam kültür tarihinde israiliyat maddesinin önemi ve çağrışımları üzerinde durulacaktır. Ardından Celâleyn Tefsiri özelinde israiliyat maddesi ele alınırken takip edilecek yöntemden bahsedilecek ve konuyla ilgili daha önce yapılmış olan bazı önemli çalışmalara işaret edilecektir.

A. Konunun Önemi ve Amacı

Allah Teala, elçisi Hz. Muhammed’in (sas), Kur’an’ı Kerim’i inkar eden ehl-i kitaba, “Musa’nın getirdiği Kitabı kim indirdi?”1 sorusunu sormasını ister. Çünkü İslam inancına göre Hz. Musa’nın (as) getirdiği kitaba inandığını iddia eden bir kimse, Hz. Muhammed’in (sas) getirdiği kitabı da inkar edemeyecektir.

Benzer şekilde Kur’an-ı Kerim insanların bir erkek ve bir dişiden yaratılarak şubelere ve kabilelere ayrılmasını da birbirleriyle tanışıp etkileşim içine girmeleri sebebine bağlar.2 Hakikaten de sosyal bir varlık olan insanoğlunun meydana getirdiği medeniyetlerin bir şekilde birbirini etkileyip rekabete yol açtığı, bu sayede imkanların geliştiği, hayatın kolaylaştığı tarih boyunca görülmüştür.

Kur’an öteki kültür ve inanç gruplarının özellikle de kendisiyle aynı geleneğe ait olan dinlerin inançlarına, ilkelerine, pratiklerine ve kutsal kitaplarına atıfta bulunarak değerlendirmeler yapan bir kitaptır.3 Hatta

1 En’am, 6/91.2 Bkz. Hucurat, 49/13.3 Kur’an-ı Kerim, içine Yahudilerin ve Hıristiyanların girdiği Ehl-i Kitaba,

Sabiilere, Putperestlere ve Mecusilere pek çok ayette atıfta bulunur. Bu ayetlerden bazıları için bkz. Ehl-i Kitaba atıflar: Fatır, 35/32 ; Yunus, 10/68-70 ; Nahl, 16/118, 124 ; Bakara, 2/40-48, 75-80, 96, 111-113, 122, 159, 174, 211, 253 ; Al-i İmran, 3/19, 21-25, 75-78, 181-184, 187, 199 ; Nisa, 4/44-47,

Page 12: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

12

İslam hukukunun dayandığı kaynakları arasında bizden öncekilerin şeriatları anlamına gelen “şerâiu men kablenâ” da yer almaktadır. Karşıt görüşler bulunmakla birlikte, bağlayıcı olduğunu düşünen ilim adamlarına göre bu kaynak, icma ve sahabe görüşü gibi kaynaklardan farksızdır, onlar kadar öneme haizdir.4 Böyle düşünen alimler en başta Kur’an’ın “O size dinden Nuh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimizi şeriat yaptı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. (İşte Allah’ın gönderdiği bütün dinlerin temeli budur). Fakat kendilerini çağırdığın bu esas, Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve iyi niyetle yöneleni kendisine hidayet eder”5 ayetine dayanırlar. Daha da önemlisi bu ayet tüm peygamberlerin getirdikleri öğretilerin özde aynı olduklarını göstermektedir.6 Muhyiddîn İbn Arabî (638/1240)’nin deyişiyle söylenecek olursa, “bütün şeriatlar, Allah’ın vaz’ıdır, hükmüdür.”7

İnsanlar arası ilişkilerde olduğu gibi kültürler arası ilişkilerde de diğer mensubiyetlerle karşılaşmaya ve yüzleşmeye hazır olabilmek, esasında sahip olunan değer ve niteliklere inanmanın ve güvenmenin debir göstergesidir. Binaenaleyh israiliyat olgusunu bir anlamda Müslümanların diğer din ve kültür mensuplarıyla karşılaşması, buluşması ve bir anlamda yüzleşmesi olarak okumak mümkündür. Aksi takdirdeisrailiyat haberlerini ayırım yapmadan kötüleyerek bizim havzamızdan bütünüyle uzaklaştırmak, başka bir deyişle bu kaynağı tasdik ve tashih edicisi olmadan kendi başına bırakmak, ilahi yaklaşıma uygun bir tutum

153-162, 171-172 ; Hadid, 57/16, 27-29 ; Beyyine, 98/4-5 ; Cuma, 62/6-8 ; Maide, 5/14, 17, 41-45 , 64-66, 72-76, 78-85. Putperestlere atıflar: Kalem, 68/10-14 ; Furkan, 25/55 ; Yusuf, 12/106 ; En’am, 6/136-140 ; İbrahim, 14/30 ; Ankebut, 29/65-68 ; Bakara, 2/165 ; Al-i İmran, 3/151 ; Nisa, 4/116. Sabiiler ve Mecusilere Atıflar: Bakara,2/62 ; Maide, 5/69 ; Hac, 22/17.

4 Dehlevî, Şah Veliyyullâh b. Abdirrahîm, Huccetullâhi’l-Bâliga, thk. Seyyid Sâbık, Kahire-Bağdad, trz., Dâru’l-Kütübi’l-Hadîse-Mektebetü’l-Mesnâ, c. I, s. 267-270 ; Konu hakkında geniş bilgi için ayrıca bkz. Altıntaş, Ömer Faruk, Geçmiş Şeriatların İslam Hukukunda Kaynak Değeri, OMÜSBE., Samsun 1994, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 11, 15, 27-74.

5 Şura, 42/13.6 Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1991, Yeni Ufuklar

Neşr., c.VIII, s. 178.7 İbn Arabî, Muhyiddîn, el-Futuhâtü’l-Mekkiyye, Beyrut, trz., Dâru Sâdır, c. III,

s. 11.

Page 13: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

13

olmayacaktır. Zira onları zaman zaman tasdik, zaman zaman tashih ederek olgunlaştıracak ve söz gelimi Tevrat’ta recmin bulunduğunu onlara hatırlatacak bir son din ve rehbere her zaman ihtiyaç duyulmaktadır.

İslamın öteki kültür gruplarıyla yüzleşme olgusunun tarih boyuncaçok çeşitli temsilleri var olmuştur. Hatta İslamiyet daha ilk zuhur etmeye başladığında çeşitli din mensuplarıyla karşılaşılmış, ilk etapta Hıristiyan ve Mecusilerle buluşulmuştur. Zaten ticari münasebetleriyle meşhur olan Mekkelilerin Hıristiyanlar yanında Yahudi gruplarla da sık sık bir araya geldikleri tarihen sabittir. Müslümanların karşılaşmış olduğu Hıristiyanlar daha ziyade Tağlib ve Necran Araplarıydı. Ancak Cevad Ali’nin de dediği gibi Kudâa, Temîm ve Tay kabilelerinde de Hıristiyanlık yaygındı ve Arapları gelenek ve görenekleriyle etkiliyorlardı. Bunun gibi Mekke, Yesrib ve Taif gibi şehirler de bu din mensuplarını barındırmaktaydı. Necran ise dönemin başlı başına önemli Hıristiyan merkezlerindendi.8

Öte yandan Araplara büyük tesiri olduğu bilinen Hîre devleti ise Doğu Süryani Kilisesinin önemli bir merkezidir. Hatta Izutsu’nun deyişiyle ifade edecek olursak “O günlerde Araplar Hıristiyan kuvvetlerle çevrili idiler. Habeşistan Hıristiyan idi; Habeşistanlılar monofizit idiler. Arapların, yüksek medeniyetlerine hayran kaldıkları Bizans imparatorluğu da Hıristiyan idi. Arabistan’ın sınır bölgesinde yaşayan, Bizans Rum imparatorlupuna bağlı bir kral olarak hüküm süren Gassan ailesi de Hıristiyan idi… Gassaniler de monofizit idiler.”9

Medine’de ise hatır sayılır oranda bir Yahudi nüfus bulunmaktaydı. Çok eski zamanlardan beri Yahudiler eski adı Yesrib olan Medine’yi vatan tutmuşlar; sanatta, ziraatte, ticarette ve ilimde önemli bir yer ihraz etmişlerdi.10

8 Bkz. Cevâd Ali, el-Mufassal fî Târîhi’l-Arab kable’l-İslâm, yty., c. IV, s. 1464

vd., (166. fasıl).9 Izutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, y.t.y., Yeni

Ufuklar Neşr. s. 100.10 Bkz. Derveze, Muhammed Izzed, Sîratü’r-Rasûl Suverun Muktebesetün

mine’l-Kur’âni’l-Kerîm, nşr. Abdullah b. İbrahim el-Ensârî, Beyrut-Sayda, trz., Menşûrâtü’l-Mektebeti’l-Asrıyye, c. II, s. 121 ; Güner, Osman, Resülüllahın Ehl-i Kitab’la Münasebetleri, Ankara 1997, Fecr Yay., s. 61-63 ; Güner, Osman, Sünnet’ten Topluma Toplum ve Kültür Yazıları, Ankara 2006, FecrYay., s. 175-176.

Page 14: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

14

Esasında Araplar öteden beri hem Arabistan Yarımadasında hem de Şam bölgesinde Yahudi ve Hıristiyanları tanımışlar, onlardan etkilenmişlerdi. Çünkü onlar kitap ehli kimselerdi ve birçok konuda kendilerinden daha fazla bilgiye sahiplerdi. Bu itibarla İslam öncesi Araplar ehli kitaptan salt etkilenmelerinin ötesinde bazısı Yahudilik veya Hıristiyanlık dinine de giriyor, bazısı da İbraniceye yönelerek kendi dilini bozuyordu. Derveze’ye göre hatta dini ve mezhebi meselelerde ihtilafa düşüp tefrika meydana getirmeyi bile yine karşılaştıkları Yahudi ve Hıristiyanlardan öğrenmişlerdi.11

Mekke’de, ilticaları bisetten çok önce gerçekleşmiş olan ehl-i kitab mülteciler bulunmaktaydı ve İslam öncesinde Araplar onlarla daha kolay kaynaşıyor, arkadaşlık ve komşuluk edebiliyorlardı.12 Ne var ki İbn Haldun’un da dediği gibi bu Arapların karşılaşıp tanıştıkları Hıristiyanlık tevil ve felsefe karışmış bir din değil, nassa dayanan sade bir Hıristiyanlıktı.13 Müslümanların bu ilk karşılaşmalarının ardından Suriye ve Irak topraklarının fethedilmesiyle yeni buluşmalar ve karşılaşmalar gerçekleşmiştir. Bu kez Müslümanlar yoğun bir tevil ve felsefe birikimiyle karşılaşmış, Hıristiyanlıkla organize ve kurumsal bir din olarak karşıkarşıya gelmişlerdir. Muhammed Behiyy’e göre bu yeni Hıristiyanlık, özellikle İsa-Mesih meselesi, ekânim fikri, kader ve ihtiyar gibi konularda Müslümanlara tesir etmiştir.14 O dönemde bu bölge Hıristiyanlarının medeniyet ve kültür bakımından Araplara nazaran oldukça ileride

11 Bkz. Derveze, Sîratü’r-Rasûl, I, 327. T. Izutsu’ya göre Hıristiyanların İslam

öncesi Araplara tesiri çok fazla araştırmaya konu olmamış, onun deyişiyle bu konu “araştıranların dikkatinden kaçmıştır.” Bkz. Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, 92.

12 Bkz. Derveze, Sîratü’r-Rasûl, I, 328.13 İbn-i Haldun, Abdurrahman, Mukaddime, y.t.y., Daru’l-Fikr, s. 439. Ayrıca

bkz. İbn-i Haldun, Mukaddime, çev. Halil Kendir, Ankara 2004, Yeni Şafak Kültür Armağanı, c. II, s. 614-615.

14 Bkz. Behiyy, Muhammed, İslam Düşüncesinin İlahi Tarafı, çev. Fuat Sezgin, İstanbul 1948, s. 76 ; Cerrahoğlu, İsmail, Kur’an Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, Ankara 1968, AÜİF. Yay., s. 71 ; Newman, Terry, “The Isra’iliyyat Literature: What is the nature of this literature and how did it reflect relations between Islam and Judaism?”, http://www.terrynewman.com/ Israiliyat%20literature.htm (11.08.2008) ; Corci Zeydan, İslam Medeniyeti Tarihi, çev. Zeki Megamiz, İstanbul 1974, Üçdal Neşr., c. IV, s. 75-76, 78-80.

Page 15: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

15

bulundukları bir vakıadır. Bu yönüyle de İslam fatihlerinin onların bu tesirlerinden pay almaları muhtemeldir. Müslümanlar Suriye’ye geldiklerinde oradaki Hıristiyanları İslama davet etmişler, onlara karşı İslamiyetin hak din olduğunu ispat etmeye çalışmışlardı. Benzer tavrın Hıristiyanlar tarafından da geliştirilmiş olduğunu tahmin etmek zor değildir. Çünkü o dönemde Suriye (Şam) Hıristiyanlık merkezlerinden biri konumundaydı ve yoğun bir Hıristiyan nüfusa sahipti. Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki münakaşalar daha çok Hz. İsa’nın konumu, Allah’ın kelimesi olması, ruhun üflenmesi gibi konular hakkında oluyordu. Bu tür münakaşalar özellikle Emeviler döneminde Şam’da sıklıkla yapılmaktaydı. Sözgelimi Abdülmelik’in sarayında makam, mevki sahibi olan ve aynı zamanda Hıristiyanlık dinine de sımsıkı bağlı olan Yahya ed-Dımaşkî, Müslümanlara karşı Hıristiyanlığı müdafaa etmek için bir kitap yazmıştı. Bu kitap sorulu ve cevaplı bir üslupta yazılmış, “Müslüman sana şöyle sorarsa sen de ona şöyle cevap ver” tarzında telif edilmişti.15

Benzer bir karşılaşmaya II/VIII. yüzyıllarda meydana gelen ve Abbasi halifesi Mehdî ile Nastûrî Kilisesi patriği Timothy I arasındaki dini içerikli tartışmayı örnek olarak vermek mümkündür. Bu diyalog ve yüzleşmede halife patriğe Hıristiyanlık dinindeki tezahürlerle ilgili sorular yöneltmekte, patrik de bunlara cevaplar vermektedir.16

Müslümanlarla ehl-i kitap mensupları arasında cereyan eden bu tür yüzleşmelerin gerçekleştiği dönemlerde Hıristiyanlar ve diğer din salikleri İslam dininin hakim olduğu bölgelerde geniş bir özgürlük anlayışı içinde din ve vicdan hürriyetine sahip olarak inançlarını yaşayabiliyor ve onları savunabiliyorlardı. Hatta bununla da kalmayıp, örneğin bilhassa Emeviler döneminde, Hıristiyanlar oldukça yüksek makam ve mevkileri işgal edebiliyorlardı. Kendilerine Mushaf’ın dahi yazdırıldığı oluyordu. Örneğin Abdurrahmân b. Avf (31/651) Hîre ehlinden bir Hıristiyana Mushaf yazdırmış ve ücret olarak altmış dirhem vermişti. Başka bir haberde Abdurrahmân b. Ebî Leylâ (148/765)’nın da Hîre Hıristiyanlarından bir

15 Ahmed Emin, Duha’l-İslâm, 10. Bsk., Kahire, trz., Mektebetü’n-Nahdati’l-

Mısrıyye, c. I, s. 362-363.16 Bkz. Lejla Demiri, Muslim-Christian Dialague In The Eighth Century: The

Nestorian Patriarch Timothy I and The Abbasid Caliph al-Mahdi”, Rome 2004, Pontificia Universita Gregoriana Facolta di Missiologia (Unpublished Licentiate Thesis), s. 7-8, 38-68.

Page 16: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

16

kâtibe mushaf yazdırdığı rivayet edilmektedir. Ayrıca yine bir Hıristiyanın Alkame’ye (62/681) de Mushaf yazdığı bilinmektedir.17

Hasıl İslamın özgürlükçü düşüncesinin etkisiyle İslam devletinde bir arada yaşayan unsurlar birbirlerinden medeniyet alışverişinde bulunuyorlar ve bunda bir beis de görmüyorlardı. Bu anlayış içerisinde Müslümanlar, gayr-i Müslim bir köle edinme konusunda da bir rahatsızlık duymuyorlardı. Benzer şekilde bir Hıristiyanın Müslüman ve Mecusi öğrencisi olduğu gibi, bunların aksi de olabiliyordu. Nitekim Hıristiyan ve Mecusilerin en gözde öğrencilerinin Müslümanlar olduğu ifade edilmektedir.18 Bu ortam içerisinde farklı din mensuplarının Müslümanlar üzerinde çeşitli yönlerden tesir etmeleri doğal karşılanmıştı.19

Müslümanların diğer din mensuplarıyla münasebetlerine etki eden diğer bir âmil de İslamiyetin ehli kitap kadınlarıyla evlenmeyi caiz kabul etmesi olmuştur.20 Böylece bu nevi evlilikler yapılmış, bazı ehli kitap kadınları Müslüman olmuş, bazıları da olmamıştı. Hatta bazıları da Müslüman görünüp eski dinlerinde sebat etmişlerdi. Hz. Ömer (23/644)’in hilafeti zamanında meydana gelmiş olan şu olay oldukça ilginç görünmektedir. Kureyş’in ileri gelenlerinden Hâris b. Abdillah(80/700)’ın annesi Kubâ’ ölmüştü. Kadınlar yıkayıp kefenlemek üzere elbiselerini çıkardıklarında şaşkınlıktan bağırıp çağırmaya başlamışlar, bunun üzerine Hâris kadınlara ne olduğunu sormuş, onlar da annesinin bir Hıristiyan olarak öldüğünü, çünkü boynunda bir haç bulduklarını haber vermişlerdir. Bunun üzerine Hâris insanların huzuruna çıkarak şu cümleleri sarfeder: “Ey insanlar Allah sizden razı olsun, dağılabilirsiniz. Çünkü annemin kendisine bizden ve sizden daha evlâ olan dini bir

17 Sahabe ve Tabiinden bazı kimselerin Hıristiyanlara Mushaf yazdırmaları

konusundaki tüm rivayetler için bkz. İbn Ebî Dâvûd, Ebû Bekr Abdullâh, Kitâbu’l-Mesâhıf, nşr. Arthur Jeffery, 1. Bsk., Mısır 1936, el-Matbaatü’r-Rahmâniyye, s. 133. Ayrıca Müslümanların Hıristiyanlarla ilk dönemdeki karşılaşmaları hakkında daha geniş bilgi için bkz. Lejla Demiri, Muslim-Christian Dialague In The Eighth Century, 9-11.

18 Bkz. Corci Zeydan, İslam Medeniyeti Tarihi, IV, 42.19 Ayrıca bkz. Cerrahoğlu, Kur’an Tefsirinin Doğuşu, 71-72 ; Newman, “The

Isra’iliyyat Literature”.20 Bkz. Cerrahoğlu, Kur’an Tefsirinin Doğuşu, 72.

Page 17: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

17

cemaati bulunmaktadır.” İnsanlar Hâris’in bu davranışını hoş karşılamışlardır.21

Müslümanların öteki kültürlerle temaslarını artıran yollardan bir başkası da göçler olmuştur. Hicret düşüncesi Arap zihninde su ve otlak bulmak amacıyla İslam öncesi dönemlere kadar uzanıyordu. Daha geniş maişet imkanlarına nail olmak amacıyla mamur şehir ve memleketlere halklarıyla, çadırlarıyla, hayvanlarıyla ve eşyalarıyla göç eden Müslüman Araplar elbette göç ettikleri yerlerde diğer kültürlerle yakından temas ediyorlardı.22

Galiba bu karşılaşma ve yüzleşmeyi mümkün kılan faktörlerin başında da bizzat İslamın konuya bakışı gelmektedir. Çünkü İslam, Hz. Adem (as)’den Hz. Muhammed (sas)’e kadar gelmiş olan tüm ilahi dinlerin ortak adıdır.23 Bu bakımdan Hz. Muhammed (sas)’e gelmiş olan İslamiyet dininin son versiyonu, Hz. Adem’den beri gelen aynı adlı dinin bir çeşit ihyası ve tecdidi olarak tanımlansa yanlış olmasa gerektir. Bu doğrultuda Kur’an, gelmiş geçmiş pek çok peygamberden bahsetmiş, onlara ve mesajlarına sahip çıkmış, tevhid mücadelesindeki çabalarını desteklemiştir. Ancak Kur’an, onların ve ümmetlerinin tüm tarihini anlatmaktan ziyade, yaşam serüvenlerinin ilahi rehberlikle ilgili yönlerini hatırlatıp geçmiştir. Haliyle Müslümanlar özellikle de Hz. Peygamberin vefatından sonra Kur’an’ın özlü ve müphem ifadeleri karşısında merak etmişler ve eski çağlara ait bilgi eksikliklerini telafi etme saikiyle hemen her mevcut çareye başvurmuşlardı. Merhum Muhammed Hamidullah’a göre onların bu merak ve bilgi elde etme istek ve gayretleri tüm peygamberlerden ziyade sadece Kur’an’da ismi geçen peygamberler ve

21 Ebu’l-Ferec el-Isfehânî, el-Eğânî, 1. bsk., şerh. Abdullah Ali, Semîr Câbir,

Beyrut 1986, Dâru’l-Ktübi’l-Ilmiyye, c. I, s. 76. Müslümanların ehli kitap kadınlarıyla yaptıkları evliliklere dair başka örnekler için de bkz. Aynı eser, I, 74-75.

22 Bkz. Corci Zeydan, İslam Medeniyeti Tarihi, IV, 80-81 ; Durant, Will, İslam Medeniyeti, çev. Orhan Bahaeddin, y.t.y., Tercüman Yay., s. 15.

23 Bkz. Al-i İmran, 3/19, 85, 67 ; Maide, 5/3 ; En’am, 6/125 ; Zümer, 39/22 ; Yusuf, 12/101.

Page 18: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

18

şahıslar üzerine odaklanmıştı. Bu yönüyle esasında onların bu tutumları aşırı ve garip bir arzu da değildi.24

Kur’an-ı Kerim pek çok ayetinde Kitab-ı Mukaddes’e paralel açıklama ve atıflarda bulunmuştur. Daha açık başka bir deyişle Iraklı tarihçi Cevad Ali’nin de kaydettiği gibi Kur’an’ın Hz. Adem, Nuh ve tufanı, İbrahim, İshak, Yakub, İsmail, Ad, Semud, Salih ve kavmi, Eykeliler, Tubba’ gibi şahsiyet ve toplumlardan bahsetmesi; rivayet, tarih ve tefsir alimlerini bu konular hakkında daha fazla bilgi sahibi olmaya sevketmiş, kimi kapalı konularda önceki kaynaklara müracaat etmeye teşvik etmiştir.25 Bu itibarla kimi Kur’an ifadeleri ile Kitab-ı Mukaddes cümleleri arasında paralellikler kurulabilmekte, bir anlamda israiliyat haberlerinden de bu boşlukları doldurması istenebilmektedir. Ne var ki bazen de bu boşlukları doldururken ilgili israiliyat anlatıları konunun manevî ve derûnî yönünü dağıtmakta ve ruhunu bozan açıklamalar katabilmektedir. Nitekim Ahkâmu’l-Kur’ân sahibi İbnü’l Arabî (543/1148),Kur’an kıssalarıyla israiliyat arasında bir bağlantı kurar ve Allah Teala Peygamberine en güzel kıssaları en doğru şekilde anlatmışken, israiliyatın sürece müdahil olarak bu en doğru ve en güzel anlatımı bozmuş olduğunu ve yanlış beyanları karıştırdığını söyler.26

Kur’an’ın öteki kitaplara bakışını Maide Suresinin 48. ayetinde yer alan Kur’an’ın “müheymin” sıfatından okumak mümkündür. Buna göre Kur’an, öteki semavi kitapları orijinal kökenleri itibariyle küllî anlamda tasdik ve te’yid etmektedir. Hali hazırdaki konumları itibariyle de asli şekliyle muhafaza edilen kısımları tasdik; tahrif ve değişikliğe uğramış kısımları ise tashih edici özelliğe sahiptir.27

Müfessir Ebussuud Efendi (982/1574), Maide suresinin 48. ayetini tefsir ederken Kur’an’ın önceki vahiyleri tasdik edici olmasının manasını izah ettikten sonra onun “müheymin” olma vasfı üzerinde durur ve

24 Bkz. Hamidullah, Muhammed, “İslami İlimlerde İsrailiyat Yahut Gayr-i İslami

Menşeli Rivayetler”, çev. İbrahim Canan, Ata.Ü.İ.İ.D., S. 2, Ankara 1977, s. 295.

25 Bkz. Cevâd Ali, Mufassal, I, 149, (10. fasıl).26 İbn Arabî, Ebû Bekr Muhammed b. Abdillâh, Ahkâmu’l-Kur’ân, thk. Ali

Muhammed el-Becâvî, Mısır, trz., Matbaatü Îsâ el-Bâbî el-Halebî, c. III, s. 1266.

27 Remzî Na’nâa, el-İsrâiliyyât ve Eseruhâ fî Kütübi’t-Tefsîr, Dımeşk-Beyrut 1970, Dâru’l-Kalem-Dâru’d-Dıyâ, s. 30.

Page 19: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

19

Kur’an’ın bu sıfatını şöyle izah eder: “Kur’an, değişikliğe uğramaktan korunmuş olan öteki kitapları gözetip kollayıcıdır (rakîb). Çünkü o, bu kitapların sağlıklı ve sabit olduklarına şahitlik eder, şeriatlerinin temellerini ve geçerliliği devam etmekte olan fer’i hükümlerini kabul eder, neshedilmiş hükümlerini de tayin eder. Böylece ilgili kitapların (bazı hükümlerinin) meşruiyetinin sona erdiğini ve artık onlarla amel etmenin süresinin bittiğini beyan eder. Kuşkusuz Kur’an’ın önceki kitapların meşruiyeti devam eden hükümlerini geçerlilik süresi biten hükümlerinden ayırması onun müheymin olma sıfatından kaynaklanmaktadır.”28

Kur’ân-ı Kerîm ile Kitâb-ı Mukaddes anlatıları arasında görülen gönderme ve paralleliklere şu örnekleri vermek mümkündür:

Kur’an’da kısasla ilgili olarak “Biz onda (Tevrat’ta) onlara şunu da yazdık: cana can, göze göz…”29 ayeti yer alırken, Tevrat’ta da şu cümle geçmektedir: “Fakat zarar olursa, o zaman can yerine can, diş yerine diş, el yerine el, ayak yerine ayak, yanık yerine yanık, yara yerine yara, bere yerine bere vereceksin.”30 Benzer ifadeler Levililer’de de şöyle geçer: “Ve bir kimse bir adamı vursa mutlaka öldürülecektir. Ve bir kimse komşusunu sakatlarsa kendisine de yaptığı gibi yapılacaktır; kırık yerine kırık, göz yerine göz, diş yerine diş olmak üzere, adamı nasıl sakat etti ise kendisine de öyle edilecektir.”31

Kur’an’da “Andolsun Tevrat’tan sonra Zebur’da yazmışızdır ki, yeryüzüne salih kullarım mirasçı olacaktır.”32 mealindeki ayet, Kitab-ı Mukaddes’de “Salihler yeri miras alır, ve onda ebediyen otururlar”33

şeklinde yer alan paralel cümlede karşılık bulmaktadır.

Hz. İsa’yla ilgili olarak Kur’an’da geçen “Ne Mesih, ne en yakın melekler Allah’ın kulu olmaktan asla çekinmezler”34 ayetiyle “(İsa gelip) dedi ki: Ben gerçekten Allah’ın kuluyum. O, bana kitap verdi ve beni

28 Ebussuûd, Muhammed b. Mahmud, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-

Kur’ani’l-Kerîm, II. Baskı, Beyrut 1990, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, c. III, s. 45.29 Maide, 5/45.30 Çıkış, 21/24-25.31 Levililer, 24/17-20.32 Enbiya, 21/105.33 Mezmurlar, 37/29.34 Nisa, 4/172.

Page 20: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

20

peygamber yaptı.”35 şeklindeki ayetin muhtevası, Kitabı Mukaddes’teki şu cümlelerde yer bulmaktadır: “İşte benim seçtiğim kulum, canımın kendisinden razı olduğu sevgilim…”36, “İşte kendisine destek olduğum kulum; canımın kendisinden razı olduğu seçme kulum.”37

Aynı şekilde Kur’an, bazı konularda Yahudi ve Hıristiyanlar arasında çözemedikleri ihtilaflar bulunduğunu ifade eder ve bu yönüyle de ehl-i kitaba ve Kitab-ı Mukaddes’e atıfta bulunur. Bu ayetlerden iki tanesi şu mealdedir:

“Bu kitabı sana (başka bir hikmetle değil) ancak hakkında ihtilaf ettikleri şeyleri açıkça anlatmak için ve iman edecek herhangi bir kavme bir hidayet ve rahmet olarak gönderdik.”38

“Şüphesiz bu Kur’an, İsrail oğullarına, ihtilaf içinde oldukları pek çok konuyu açıklar.”39

Yukarıdaki ayetlerin açıklaması sadedinde örneğin altın buzağı yapılması hususunda Hz. Harun’a izafe edilen rol, Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an anlatımları bağlamında önemli bir ihtilaf konusudur. Nitekim Tevrat’a göre kavmi bir tanrı yapması için kendisine müracaat edince Hz. Harun altın buzağıyı dökmüştür. Keza bu altın buzağının önünde kurban kesilecek mezbahı da yapan Hz. Harun’un kendisidir.40 Oysa Kur’an için böyle bir şeyi bir peygamber olan Hz. Harun hakkında düşünmek imkansızdır. Nitekim Kur’an bu batıl işi yapanın Sâmirî adında bir yerlinin olduğunu belirtir. Hz. Harun ise bu menfur işe değil rıza göstermek, engel olmaya çalışmıştır, ne var ki halk onu öldürmekle tehdit etmiştir.41

35 Meryem, 19/30.36 Matta, 12/16-18.37 İşaya, 42/1.38 Nahl, 16/64.39 Neml, 27/76.40 Bkz. Çıkış, 32/1-30.41 Bkz. Taha, 20/80-99 ; A’raf, 7/150-151. Kitab-ı Mukaddes’teki buzağı

anlatılarındaki birçok kapalı noktanın Kur’an anlatımlarıyla aydınlandığına inanan D. J. Halperin adlı bir oryantalistin yaptığı bir çalışma için bkz. Halperin, David J., “Can Muslim Narrative Be Used as Commentary on Jewish Tradition?”, Medieval and Modern Perspectives on Muslim-Jewish Relations, ed. Ronald L. Nettler, Oxford 1995, Horwood Academic Pub.

Page 21: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

21

Önceki din taraftarlarının yanlış inanç ve tasavvurlarınınPeygamberimiz (sas) tarafından da tashih edildiğini görmekteyiz. Örneğin Hz. Peygamber Mekke’yi fethettiğinde Kabe’nin içine girmiş ve Kabe’nin duvarlarının resimlerle dolu olduğunu görmüştü. Bunlar arasında Hz. Peygamberin dikkatini İbrahim ve İsmail peygamberlerin suretleri de çekmişti. Resimde bu iki peygamber ellerinde birer fal oku ile kısmet diliyorlar, falcılık yapıyorlardı. Hz. Peygamber, İbrahim ve İsmail peygamberlerin bu resimlerine bakarak: “Allah bu suretleri yapanları kahretsin! Allah’a yemin ederim ki bu putperestler de pekala bilirler ki bu iki peygamber hiçbir zaman rızıklarını ve geçimlerini böyle münker ve fena işlerden kazanmamışlardı” buyurmuştur.42

Hz. Peygamberin (sas) ehli kitapla ilişkilerini dikkate almak da konuya önemli bir boyut kazandırmaktadır. Nitekim ehli kitap mensupları zaman zaman Peygamberimize gelerek çeşitli amaçlar için sorular sormuşlardır. Bu amaçlar bazen Peygamberimizin risaletinin hak olup olmadığını test etmek, bazen de işledikleri bir suçun cezasının Tevrat’ta ağır olması sebebiyle daha hafif bir cezayla kurtulmayı istemek olabiliyordu.43 Bazı durumlarda da Peygamber Efendimiz bu din mensuplarına, kitaplarında çeşitli suçlara verilen cezalarla ve kendisinin müjdelendiği vasıflarla ilgili sorular soruyordu.44

Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin önceki dinlere ilişkin yaklaşımı tasdik ve tashih edici bir yapı arzetmesine rağmen bu konuda müsteşrik W. M. Watt farklı bir düşünceyi savunur ve Kur’an’ın tashih edici bakışınınolmadığını ileri sürer. Nitekim bu yaklaşıma göre Kur’an özellikle Yahudilik ve Hıristiyanlık başta olmak üzere önceki dinler ve coğrafyalarhakkında dönemin bilgi düzeyi çerçevesinde mevcut birtakım yanlış kanaatleri dile getirmiş ve bunları düzeltmeden aynen tekrar etmiştir. Çünkü Kur’an’ın temel hedefi bu yanlışlıkları düzeltmek değildir. Buna

42 İbn Hişâm, es-Sîratü’n-Nebeviyye, nşr. Taha Abdurrauf Sa’d, Beyrut 1975,

Daru’l-Ceyl, c. IV, s. 41 ; İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd fî Hedyi Hayri’l-Ibâd, Kahire 1989, el-Mektebetü’l-Kayyime, c. II, s. 265.

43 Bu tür sorulara Kur’an da işaret etmektedir. Bkz. İsra, 17/85 ; Maide, 5/41-43.

44 Konuyla ilgili değişik hadisler için bkz. Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl, Sahîhu’l-Buhârî, İstanbul, trz., el-Mektebü’l-İslâmî, Büyû’ 50 ; Taberânî, Süleyman b. Kâsım, el-Mu’cemu’l-Kebîr, thk. Abdulmecid Hamdî, Musul 1404, yy., c. XVIII, s. 332.

Page 22: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

22

örnek olarak Yahudilerin Uzeyr’i, Hıristiyanların da Meryem ve İsa’yı Allah’ı bırakarak ilah edindiklerini bildiren ayetler zikredilir.45 M. Watt’a göre Kur’an bu ayetlerde o dönemde Mekkelilerin Yahudiler ve Hıristiyanlar hakkında edindikleri yanlış kanaati tekrar etmiş, temel amacı onları tashih etmek de olmadığı için düzeltmeden bırakmıştır.46

Biz bu iddiayı kabul edilemez bulmakta ve bu yaklaşımı Kur’an’ı Hz. Muhammed’in eseri olarak görme vehminden ve takıntısından M. Watt gibi nispeten ılımlı oryantalistlerin bile hala kurtulamamış olmalarının bir tezahürü olarak görmekteyiz.

Kaldı ki Kur’an’ın tashih edici yönünü kabul edip bu durumu Kitâb-ı Mukaddes adına yararlanılabilir bulan kimi oryantalistler de bulunmaktadır. Örneğin Ida J. Glaser, birçok oryantalistin Kur’an’ın içerdiği mesajlardan çok, kökenine takıldıklarını ve bu yüzden de Kur’an’ı Kitab-ı Mukaddes ve diğer dini metinlerin anlaşılmasına katkı sağlayan bir tefsir kaynağı olarak göremediklerini ve bundan faydalanamadıklarını belirtir. Glaser’e göre İslâmî kaynaklara kulak vermek onların Eski ve Yeni Ahit okumalarını etkileyebilecek güçtedir. Bu tezin ispatı sadedinde ise Glaser, Kur’an ve Kitab-ı Mukaddes’teki ‘yaratılış/tekvin’ kıssalarıyla ilgili anlatımları karşılaştırır ve Kur’an’ın verdiği bilgilerle ve İslâmî tefsirlerin Kitab-ı Mukaddes’in anlaşılmasında şu üç ana fonksiyonu yerine getirdiğini söyler: 1. Kitab-ı Mukaddes anlatımındaki boşlukları doldurmak. 2. Bazı kapalı bölümlere açıklamalar getirmek. 3. Düzeltmeler yapmak.47

Gerçekte Hz. Peygamberin ehl-i kitaba ve kültürüne ilişkin bakışının, Kur’an’dan farklı olmayan koruyucu, kollayıcı, tasdik ve tashih edici olduğunda şüphe yoktur, çalışmamız içinde sıklıkla verilen tarihi belgeler bunu açıkça göstermektedir. M. İzzed Derveze’ye göre Hz. Peygamberin ehl-i kitaba ilişkin hissettiği sıcaklık ve sevgi, nübüvvet öncesi Mekke dönemine dayanmaktadır. Bu itibarla Mekke döneminin ilk yıllarında nazil olan ayetlerde ehli kitaba sıcak, yumuşak ve kabul edici bir yaklaşım

45 Bu ayetler için bkz. Maide, 5/116 ; Tevbe, 9/30.46 Bkz. W. Montgomery Watt, Muhammad’s Mecca History in the Qur’an,

Edinburgh University Press, 1988, s. 2.47 Bkz. Albayrak, İsmail, “Metinsel Diyalog: İslamiyat”, İslamiyat, c. V, S. 3,

Ankara 2002, s. 113-114.

Page 23: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

23

sergilenmekte, ılımlı mesajlar verilmektedir.48 Daha sonra ehl-i kitabın hakikat karşısındaki sert, inatçı ve yanlış tutumlarına paralel olarak eleştiri de artmış, üslup keskinleşmiştir.

Netice itibariyle gerek Kur’an’ın gerek Hz. Peygamberin (sas) önceki din ve kültür mensuplarına bakışı sebebiyle yaratılışın başlangıcı, mead, önceki milletlerin kıssaları, kevni olaylar, peygamber kıssaları gibi çeşitli alanlardaki kapalılıklar, kaynaklardan biri olarak bahsi geçen din ve kültür verilerinden giderilmeye çalışılmıştır. Kapalı noktaların izahında ve tefsirinde bu kaynağın istihdam edilmiş olmasının İslam toplumuna tesiri kaçınılmaz olmuştur. İslam alimlerinin çoğuna göre bu tesirin bir kısmı, zararlı ve olumsuz yönde gerçekleşmiştir.

Sözgelimi Bediüzzaman Said Nursî (1960) israiliyat haberlerinin zararlı olan kısmının İslam toplumuna olumsuz tesirde bulunduğunu ifade etmekte ve meseleye bakışını özetle şöyle dile getirmektedir: Bukısım israiliyat İslam dairesine girmekle, “din” adı altında görünerek fikirleri karıştırmaya başlamıştır. Ümmi olan Araplar, İslamı kabul eder etmez bütün kabiliyetlerini İslam’ı öğrenmeye hasretmişlerdi. Arapların hassas olan zevklerine, tabii mizaçlarına ilham veren geniş ve sakin olan bir çevreleri vardı ve bu ortamda fıtratlarını terbiye eden de sadece Kur'an-ı Kerim'di. Araplar hayatlarına bu minval üzere devam ederken diğer kavimlerin İslam’a kazandırılmaları da diğer taraftan adeta bu saf ve berrak çevrenin kirlenmesine yol açtı. Böylece Müslüman olan kavimlerin malumatları da kendileriyle birlikte İslam’a girmiş oldu. Aslı ve esası olmayan israiliyat haberleri, Vehb b. Münebbih (124/741) ve Kabu'l-Ahbar (32/652-653?) gibi şahsiyetlerin Müslüman olmasıyla, Araplarındüşünce ve hayal dünyalarında ma'kes bulmaya başladı. Ayrıca halife Me’mun asrında “hikmet-i Yunaniyyeyi Müslüman etmek için” tercüme olunmasıyla beraber içindeki pek çok hikaye ve hurafe de Müslümanların fikirlerine karıştı. Böylece İslamiyetin ilk saf ve berrak ufku israiliyat haberleriyle birlikte Yunan felsefesinin çevirileriyle daha da karmaşık hale gelmiştir. Bu iki kapının açılmasıyla zahirperest bilginler, Kur'an'ın nakliyatını israiliyat, akliyatını da Yunan hikmetine tatbik ettiler. Sonuçta zahirperest bir kısım bilginler Kur'an ve Sünnet ile israiliyat arasında

48 Derveze, Sîratü’r-Rasûl, I, 336. Ehl-i kitaba nisbeten sıcak mesajlar veren

erken dönem Mekke ayetlerinden bazıları için bkz. En’am, 6/84-90, 92; Müddessir, 74/31; A’lâ, 87/18-19; Araf, 7/156-157; Fatır, 35/31-32; Yunus, 10/37.

Page 24: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

24

köprüler kurarak münasebetler geliştirmeye çalıştılar. Ayrıca Kur'an ve Sünnetin gerçek akliyatı ile de sahte olan Yunan felsefesi arasında bir benzerlik kurdular ve bunları Kur'an ve Sünnete tefsir kaynağı haline getirdiler. Diğer taraftan israiliyat İslam’ın temel prensipleriyle çelişmediği gerekçesiyle mücerred hikayeler şeklinde rivayet edilerek tenkitsiz bir şekilde dinlenmeye başlandı. Fakat ne yazık ki, zamanla bu hurafeler hak ve doğru telakki edilerek Kur'an ve sünnetin bazı işaretlerine de kaynak kabul edildi. Zahirperest bazı alimler de bir kısım ayet ve hadisleri İsrailiyata tatbik ederek tefsir ilmine soktular. Oysa sahih hadisin dışında hiçbir kaynak Kur'an'ın gerçek tefsiri olamazdı, hükümleri gibi kıssaları dahi neshedilmiş ve tahrife uğramış olan Tevrat ve İncil de Kur'an'a tefsir olamazdı.49

İslam kültürüne doğru gerçekleşen önceki din ve kültür medeniyetlerine ait yanlış bilgi akışı, Müslüman toplumda birtakım hurafe ve bidat anlayışlarının oluşmasına sebep olmuştur. Aslında din dışı alanları da kapsamakla birlikte dinî konularda daha yaygın olarak görülenhurafe hemen hemen bütün dinlerde mevcuttur. Genellikle hurafeler otantik dinî metinlerin zamanla yok olması ve geçmiş kavimlere ait bâtıl inançların yeni dine taşınması yoluyla oluşur.

İslâmın temel kaynağı olan Kur’ân ı Kerîm’in bizzat Hz. Peygamber tarafından yazılı bir metin haline getirilmesine, ayrıca Müslümanlarca ezberlenmesine rağmen yine de dinimize önceki din ve kültürler kanalıyla çeşitli hurafeler sokulmuştur.

Çeşitli hurafe ve bidatların Müslümanların zihinlerinde oluşmasının bazı sebepleri vardır ve bu sebeplerin hemen hepsinde de israiliyat kaynağı etkili rol oynamıştır:50

1. Önceki din ve kültürlere ait bazı unsurların İslâma geçmesi:İslâmiyeti kabul eden çeşitli din mensuplarının eski dinlerine ait bazı anlayış ve telakkiler, belki de doğal olarak, Müslümanlığa aktarılmıştır.Örneğin câhiliye devri Arapları uğura, uğursuzluğa ve cinlerle ilgili çeşitli

49 Bediüzzaman Said-i Nursî, Muhâkemat-ı Bediîyye, Kostantiniyye, Matbaa-i

Ebuzziyâ, s.18-19. Ayrıca bkz. Yılmaz, Mûsa Kâzım, “Bediüzzaman'ın Tefsir Anlayışı”, Köprü Dergisi, S.54, Bahar 96, http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster=Yazi&YaziNo=265 (13.10.2008)

50 Yavuz, Yusuf Şevki, “Hurafe” Md., DİA., c. XVIII, s. 382.

Page 25: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

25

hurafelere sahiplerdi. Cinlerin kertenkele, kirpi, deve kuşu, tarla faresi, tavşan gibi hayvanların şekline bürünerek insanlara göründüğüne inanılması, karga vb. kuşların uğursuz addedilmesi, göz değmesinin insanlar üzerinde etkili olması, cinler çocuklarına zarar vermesin diye üzerlerine tilki ve kedi gibi hayvanların dişlerini takmaları bu dönemdeki inançlar arasında zikredilir.51 Eski İran ve Hint dinlerine mensup gruplarla Türkler’in İslâmiyet’i kabul etmesinden sonra İslâm dünyasında başka yeni hurafeler de meydana gelmeye başlamıştır. Önceden Şamanizm, Budizm, Maniheizm ve Zerdüştîlik gibi dinlere bağlı olan din adamları, câhiliye devri Arap kültürüne ait hurafelerin cahil halk tabakası arasında yayılmış olmasından da faydalanarak cesaret bulmuşlardır. Örneğin eski Şaman afsunlarına âyet, Kâbe, levh i mahfûz, arş, kürsî gibi çeşitli İslâmî motifleri karıştırmak suretiyle eski mesleklerini yeni dinlerinde de devam ettirmişlerdir. Şamanizmden intikal eden su kültü, Yahudilikten geçen tılsımlar, Hıristiyanlıktan kalan türbeleri kutsallaştırma hurafeleri bu konudaki bazı örnekleri teşkil eder.

2. Cehalet: Daha çok bilgisizliğe bağlı olduğu kabul edilen hurafelere inanılması hususu, İslâmı ana kaynaklarından öğrenip halkı aydınlatacak yeterli sayıda âlimin yetişmemesiyle yaygınlaşmıştır. İslâmiyet insanları, düşünmek suretiyle inançlarını temellendirmeye ve akıl yürütme güçlerini kullanmaya davet eden bir dindir. Bu maddeye bazı vâizlerle sohbet ehli kimseler de olumsuz katkı sağlamışlardır. Nitekim pek çok İslam âlimi özellikle bazı vâiz ve tasavvuf ehli kimselerin yaydığı bid‘at ve hurafeler konusunda uyarılarda bulunmuşlardır.

3. Mevzû hadisler: İslâm’ın ikinci kaynağını oluşturan hadislerin toplanmasına II. (VIII.) yüzyıldan itibaren başlanması, çeşitli konularda hadis uydurulmasına ve birçok İsrâiliyat haberlerinin İslâmî kaynaklara girmesine zemin hazırlamıştır. Bu yolla da bazı hurafeler İslâma girmiştir.

İsrailiyat konusunun daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağı düşüncesiyle, görülen belli başlı hurafelerin neler olduğuna yine Yusuf

51 İslam öncesi cahiliye döneminin cin ve uğursuzluk algılaması konusunda

ayrıca geniş bilgi için bkz.. Âlûsî, Mahmûd Şükrî, Bulûgul Ereb fî Ma’rifetin liahvâli’l-Arab, nşr. Muhammed Behcet el-Eserî, Beyrut, trz., Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, c. II, s. 325-365; Cevâd Ali, Mufassal, III, 943-944 vd. (86. fasıl); 949-950 vd. (87. fasıl).

Page 26: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

26

Şevki Yavuz’un kaleme aldığı “Hurafe” maddesi kapsamında bakmak faydalı olacaktır:52

1. Ulûhiyyetle İlgili Hurafeler: Allah’ın herhangi bir maddî varlık şekline bürünmesi, yaratıklarından birinin bedenine girmesi (hulûl, tecessüd), yaratıklarla birleşmesi (ittihad ve bazı vahdet i vücûd yorumları) veya onlara benzetilmesi (teşbih) ulûhiyyetle ilgili bâtıl inançlardandır. Bu tür inançlara Hıristiyanlar, Yahudiler, Allah’ın imamlara hulûl ettiğini kabul eden aşırı Şiî gruplar (Galiyye) ve bazı aşırı sûfîlerde rastlanılmaktadır. Ulûhiyyete ait sıfat veya fiillerden birini veya bir kısmını yaratıklara nisbet etmek de bâtıl inanç ve hurafedir. Bazı tasavvuf mensuplarının velî nazarıyla baktıkları şeyhlerine dilediklerini öldürme veya diriltme gücünü nisbet etmeleri ve kâinatın yönetiminde söz sahibi olabileceklerini iddia etmelerini bu maddeye örnek olarak vermek mümkündür.

2. Gayb Bilgisi: Kur’ânı Kerîm’de duyu, haber ve akıl yoluyla bilinemeyip gayb âlemine ait kalan hususları Allah’tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği açıkça belirtilir.53 Yıldızlardan ahkâm çıkarma, kahve, ok, bakla, iskambil kâğıdı, suya bakma ve kitap yani Kur’an veya başka kitaplar açma gibi yöntemlerle yapılan falcılık, İslâm öncesi döneme ait bâtıl inançlardandır.

3. Uğur veya Uğursuzluk: Bazı hayvanları görmek veya seslerini duymak, belirli günlerde ve zamanlarda iş yapmak, mavi boncuk vb. şeyleri takmanın ve bazı rakamların uğursuz yahut uğurlu olduğuna inanmak, İslâmî temeli bulunmayan hurafelerdendir. Aynı bâtıl inançlar çerçevesinde evden çıkarken kedi veya köpek görmek, baykuş ötmesinive köpek ulumasını duymak, elden ele sabun veya makas vermek, salı günü iş yapmak veya yolculuğa çıkmak, cuma günü çalışmak, iki bayram arasında nikâh kıymak, cumartesi günü yorgan kaplamak, insan üzerinde iken elbisenin söküğünü dikmek uğursuz sayılmış; buna karşılık at nalı, kurt dişi, leylek kemiği, inek veya koç boynuzunu taşımak yahut bunları evin dışına asmak uğurlu kabul edilmiştir.

4. Ölülerden Medet Ummak: Yaygın hurafelerden biri de ölülerin türbelerini ziyaret ederek onlardan yardım beklemektir. Dileklerin

52 Bkz. Yavuz, “Hurafe” Md., XVIII, 383.53 Örnek olarak bkz. Al-i İmran, 3/179 ; En’am, 6/50, 59 ; A’raf, 7/188 ; Yunus,

10/20 ; Hud, 11/123 ; Sebe, 34/14.

Page 27: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

27

gerçekleşmesi için veya hastalıktan kurtulmak amacıyla din âlimlerine ve şeyhlere ait türbeleri ziyaret edip mum yakmak, bez, çaput bağlamak, taş yapıştırmak ve adak adamak suretiyle ölülerin ruhaniyetinden medet ummak bu konudaki belli başlı hurafeleri teşkil eder. Ağaçlara bez parçası bağlamak da buna benzer inançlardandır.

5. Cinlerden Korunmak İçin Dans vs. Etmek: Kur’an’da cinler âleminin varlığından haber verilmekle birlikte onların mahiyeti, faaliyetleri ve insanlarla ilişkileri konusunda ayrıntılı bilgi yer almamıştır. Buna karşılık halk arasında cinlerin özellikle kadınları etkilediği, insanları çarptığı ve ruh hastalıklarına sebebiyet verdiği inancı yaygındır. Şüphesiz insanlara zarar veren bu türden cinler süflî ve habis cinlerdir. Cinlerin tasallutundan korunmak için cincilere başvurup muska yazdırmanın ve bunu taşımanın gerektiğini kabul etmek de bu inancın bir devamıdır.54 Bu telakkinin Eski Mısır ve Roma inançlarında da karşılığı bulunmaktadır. Câhiliye devri Arapları arasında da bu tür inançların görüldüğü ve insanların bedenlerine giren kötü ruhları kovmak için gruplar halinde dans ettikleri rivayet edilir. M. Reşîd Rızâ bunun cinlere tapmaktan ileri gelen bir inanç olduğunu belirtir.55 Bu tür hususları istismar ederek din gerçeğine materyalist ve pozitivist bir anlayışla yaklaşan bazı düşünür ve yazarlar dinin bilimsel verilere dayanmadığını, bu sebeple hurafelere kaynak oluşturduğunu ileri sürerler ve madde ve fizik ötesi varlıkları inkar etme cihetine giderler. Ancak ilâhî dinlerin ve özellikle tevhid inancını en önemli ilkesi olarak kabul eden İslâmiyet hurafelere zemin hazırlamak için değil, onlarla mücadele etmek için gönderilmiştir. Kaldı ki hurafeler sadece dinî meselelere has değildir; din dışı bazı konular, hatta bilim adına ileri sürülen kanıtlanmamış teoriler de bu statü içine girebilmektedir. Bu çeşit teoriler “modern hurafeler” olarak değerlendirilebilir. Evrim teorisi bunun en çarpıcı örneklerinden biridir. Zira evrim teorisine ilişkin tatmin edici kanıt bulunmadığı itiraf edilmesine rağmen yine de bu teorinin doğruluğuna inandığını söyleyen ve savunan bilim adamları mevcuttur. Özellikle de eski Sovyetler

54 Bkz. Ebu’n-Nîl, Muhammed Abdüsselâm, Dirâsât fi’l-Kur’âni’l-Kerîm Tefsîr

Mevdûıyy, 2. bsk., Kahire 1987, Dâru’l-Fikri’l-İslâmî, s. 75-86. 55 Ayrıca cinlerin tarih boyunca algılanış biçimleri ve insanlık üzerine etkileri

konusunda bkz. Reşîd Rıdâ, Muhammed-Muhammed Abduh, Tefsîrü’l-Menâr, Kahire 1983, el-Hey’etü’l-Mısrıyyetü’l-Âmmetü li’l-Kitâb, c. VIII, s. 56, 369-371; VII, 538-540, 422-430.

Page 28: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

28

Birliği’ne bağlı ülkelerde eğitim ve öğretim felsefesi hala mutlak doğruymuşçasına Darvinizm temeline dayandırılmaktadır.

Hurafelerin Kur’an ve Sünnete dayanan herhangi bir temelinin bulunmadığı, bu iki kaynağın her türlü hurafeyi reddettiği İslâmiyeti bilen herkesin kabul ettiği bir husustur. Çeşitli âyetlerde gaybı yalnız Allah’ın bildiği, peygamberlerin bile sadece Allah’ın bildirmesi halinde gaybdan haber verebilecekleri ifade edilmektedir.56 Bundan dolayı İslamda falcılık yasaklanmıştır.57 Hadislerde de arrâflık, falcılık ve kâhinlik yapmak, gaybdan haber almak için bunlara başvurmak, Allah’a eş koşup Hz. Peygamber’i ve onun getirdiği vahiyleri inkâr etmek anlamına geldiği bildirilmiştir.58 Ayrıca İslâm’da uğursuzluk telakkisinin bulunmadığı, uğursuzluğa inanmanın kişiyi şirke düşürebileceği haber verilmiş, kuşun ötmesinin ve uçmasının uğursuzluk sayılamayacağı belirtilerek ilginç görülen nesne ve olayların hayra yorulması tavsiye edilmiş,59 büyü yapmanın, büyüden ve hastalıktan korunmak için muska taşımanın tevhid inancını zedeleyeceği bildirilmiştir.60 Kişilerin inançlarını istismar eden kâhin ve falcılarla onların günümüzdeki uzantıları olan medyum ve astrologların sözlerine itibar edilmemesi İslâmî açıdan bir zorunluluktur.61

Hasılı toplumda görülen hurafelerde israiliyat haberlerinin önemli bir etkisi olmuştur ve tefsir kitaplarında nakledilen israiliyat haberleri de çoğunlukla yukarıda ifade edilen detaylardan farklı değildir. Binaenaleyh tefsir kitaplarında israiliyat haberlerinin şu konularda yoğunlaştığı görülmektedir: Kur’an kıssaları ve önceki peygamberler ve ümmetleri.Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yaratılışı, cennetteki hayatları, Kabe’nin yapımı, Tufan hadisesi ve Hz. Nuh’un gemisi, Hz. İbrahim’in babasıyla ilişkisi, kurban olarak kesmeye niyet ettiği oğlunun İsmail mi İshak mı olduğu, Hz. Davud ve iki davacının muhakemesi, Harut ve Marut kıssası, İsrailoğulları, Hz. Yusuf’un ailesiyle ilişkisi, Hz. Eyyub’un imtihan edilmesi,

56 Âli İmrân 3/179; Cin 72/26-27.57 Mâide 5/90.58 Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5. Bsk., Beyrut-Dımeşk 1985, el-Mektebü’l-

İslâmî, c. II, s. 68, 408 ; Müslim, İbn Haccâc el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî, Sahîhu Müslim, İstanbul, trz., el-Mektebü’l-İslâmî, Selâm, 122, 125.

59 Buhârî, Tıb, 19; Müslim, Selâm, 102-109, Mesâcid, 33.60 Ahmed, I, 381; Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî el-Ezdî, es-Sünen,

İstanbul, trz., el-Mektebü’l-İslâmî, Tıb, 17.61 Bkz. Yavuz, “Hurafe” Md., XVIII, 383.

Page 29: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

29

Hz. İlyas’ın hayatı, Hz. Musa’nın Mısır ve Medyen günleri, Firavun’la mücadelesi, Hz. İsa’nın ve annesi Hz. Meryem’in hayatı gibi pek çok konuda israiliyat haberleri bulunmaktadır.62

Ne var ki israiliyat sürecinin islamiyat sürecine63 doğru devinim yapabileceğine dair işaretler belirmeye başlamaktadır. Daha önce Glaser örneğinden söz ederken de ifade ettiğimiz gibi, Kur’an ve tefsirinin sunduğu verilerin Kitab-ı Mukaddes ve diğer dini metinler için önemli olduğunu ifade eden oryantalistler de bulunmaktadır. Bu tür yaklaşımları Albayrak’ın deyişiyle metinsel diyaloğu israiliyat ve islamiyat sınırları içinde atılmış temelleri olarak okumak ve ciddi analiz ve ihtiyata konu edinmek mümkün görünmektedir.64 Bu kapsamda başta Kur’an ve özellikle de hadisler olmak üzere İslami kaynaklarda yer alan veriler doğrultusunda örneğin Hz. İsa’nın şemailini konu alan bir çalışma çok önemli görünmektedir.

Açıkça görülmektedir ki kimi oryantalistlerin denedikleri bu tür işlevler aslında Müslümanların Hz. Peygamber’in (sas) sağlığından beri müracaat ettikleri isrâîliyyâtın tefsirdeki konumuyla fazlasıyla örtüşmektedir. Örneğin Glaser bu tarz deneyimi ‘yaratılış’ kıssası çerçevesinde örneklendirir. Ona göre, Kitab-ı Mukaddes bize Havva’nın aldatıldığında Hz. Adem’in nerede olduğunu, Hz. Adem ve Havva’nın daha sonra tövbe edip etmediklerini ve Tekvin 1/26’da65 kime hitap edildiğini belirtmemektedir. Öte yandan Kur’an bu konulara açık bir şekilde değinmektedir.66 Tekvin’de kapalı kalan önemli bir başka konu da Şeytan’ın konumudur. Oysa Kur’an’a göre Şeytan, kendisine karşı üstün

62 Dehlevî, Şâh Veliyyullâh, el-Fevzu’l-Kebîr fî Usûli’t-Tefsîr, çev. Mehmed

Sofuoğlu, İstanbul 1980, Çağrı Yay., s. 26-28 ; Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrailiyyât, Ankara 1979, DİB. Yay., s. 73-316 ; Birışık, Abdülhamit, “İsrailiyat” Md., DİA, c. XXIII, s. 200.

63 Buradaki islâmiyyât ifadesi isrâîliyyât kavramının karşıtı olarak kullanılmakta ve süreci her iki taraftan tanımlamak için de “metinsel diyalog” tabiri üretilmektedir. Bkz. Albayrak, “Metinsel Diyalog: İslamiyat”, 109.

64 Bkz. Albayrak, “Metinsel Diyalog: İslamiyat”, 112-113.65 “Ve Tanrı dedi: Sûretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım; ve denizin

balıklarına, ve göklerin kuşlarına, ve sığırlara, ve bütün yeryüzüne, ve yerde sürünen her şeye hakim olsun.”

66 Bkz. Araf, 7/20-25 ; Taha, 20/115-123.

Page 30: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

30

tutulan insanoğlunu kıskanmaktadır.67 Kur’an’ın Kitab-ı Mukaddes’i düzeltmesiyle ilgili olarak da Glaser şu tespitleri yapar. Tekvin’e göre Adem bizatihi kendisi hayvanları isimlendirmektedir, halbuki Kur’an Allah’ın Hz. Adem’e isimleri öğrettiğini bildirmektedir. Bir başka konu da Adn cennetinin bulunduğu yerle ilgilidir. Tekvin’e göre Adn cenneti yeryüzündedir, Kur’an’a göre ise söz konusu yerin cennette olduğu -ki burasının da dünya olmadığı- kıssadan anlaşılmaktadır. Bu ek bilgiler ona Kitab-ı Mukaddes’i yorumlarken ciddi katkılar sunmaktadır. Fakat Glaser için asıl önemli olan bu iki benzer anlatımın arka planında yer alanfarklılıkların görülmesidir. Çünkü ona göre bir diyalogtan söz edilecekse, birinin kıssası, ötekinin bakış açısıyla değerlendirmeye alınmalıdır. Şu halde gerçek bir diyaloğun başlangıcı ötekine, ötekinin bakış açısıyla kendi kıssasını sunabilmekten geçmektedir. Başka bir deyişle, bir Hıristiyan olan Glaser bu tür bir okuyuşla iki inanç arasındaki peygamber, günah ve tövbe gibi birçok konunun daha iyi anlaşılacağının altını çizmektedir. Nitekim ona göre Müslüman-Hıristiyan diyaloğunun önündeki en büyük engel, iki inanç grubunun birbirlerini anlamamasıdır ve Kur’an ve Kitab-ı Mukaddes arasında gerçekleştirilebicek olan bu tür kısa okumalar karşılıklı anlayışa kapılar açabilecektir. Biraz önce de ifade edildiği gibi Glaser, ötekinin dinî metin anlayışını kavramayı ya da her bir dinî metnin farklılığını görebilmeyi diyaloğun olmazsa olmaz şartlarından kabul etmektedir.68

Öyle görünüyor ki İslam dininin mensuplarına aşıladığı kapsayıcılık, kuşatıcılık, başkasını hoşgörme ve insanlığın ortak değerlerinden istifade etme fikri ve yaklaşımı, başta Yahudi ve Hristiyanlar olmak üzere tüm insanlığa egemen olmalıdır. Zira bu yaklaşım tüm insanlara medeniyetlerini geliştirme, ötekiyle birlikte hoşgörü ve barış içinde yaşamayı mümkün kılacak bir dinamiğe sahiptir.

B. Araştırmanın Metodu ve Konuyla İlgili Çalışmalar

Araştırmamız kaynak taraması ve ulaşılan bulguların analiz edilerek değerlendirilmesi metoduna dayalı olarak gerçekleştirilmiştir. Başta israiliyat alanıyla ilgili, yeri geldikçe de konuya katkı sağlayabileceğini düşündüğümüz İslami ilimlere dair diğer kitap, tez ve makaleler taranmış,

67 Bkz. Araf, 7/12-13, 17-18.68 Bkz. Albayrak, “Metinsel Diyalog”, 114-115.

Page 31: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

31

ulaşılan bilgiler kaydedilerek analitik ve değerlendirmeci bir bakış açısıyla, fikri bir tutarlılık ve bütünlük içinde yazıya geçirilmiştir.

Çalışmaya, özellikle yirminci yüzyılın sonlarında Sovyetler Birliğinin tüm bloklarıyla birlikte çökmesi ve Amerika Birleşik Devletlerinde gerçekleşen 11 Eylül saldırıları sonrasında dünyanın İslama ve Müslümanlara daha çok islamafobi penceresinden bakışının bir miktar etkili olduğu ifade edilebilir. Anılan algı sebebiyle israiliyat konusunun İslamın ötekiyle birlikte yaşama projesine olumlu katkılar içerdiği düşünülmüş; mesele öteki dinlere ve kültürlere sahiplenici tutumu penceresinden ele alınmaya çalışılmıştır.

Bu itibarla taşıdığı kimi özelliklerden dolayı yaklaşık altı asırdır ümmetin takdir ve iltifatına mazhar olmuş Celâleyn Tefsiri özelinde israiliyat konusunu ele almanın, hem klasik tefsir tarihi ve edebiyatı açısından, hem de İslamın birlikte yaşama projesinin önemli bir ayağını oluşturduğuna inandığımız geleneksel israiliyat meselesine farklı sayılabilecek bir zaviyeden bakılması açısından önemli katkılar sağlayacağı düşünülmüştür.

İsrailiyat konusu üzerine analitik, değerlendirmeci ve daha çok da eleştirici tarzda yapılan araştırmaların büyük çoğunluğu modernleşme dönemine aittir ve alana ait pek çok çalışma yapılmıştır. Bu konudaki ilk çalışmanın Vehb b. Münebbih’e ait olduğu ifade edilmekte ve onun Kitâbu’l-İsrâiliyyât’ta yaratılıştan İslam’a kadar geçen süreçteki tarihi olayları konu aldığı ileri sürülmüştür. İslami kaynaklara israiliyat haberlerinin girmesi problemini ele alan en önemli çalışma Hüsni Yûsuf el-Etyâr’ın el-Bidâyâtü’l-Ulâ li’l-İsrâiliyyât adlı eseridir (Kahire 1991).Oryantalistlerin konuya ilişkin ilk çalışmalarını ise Abraham Geiger’in Judaism and Islam, Erwin Isak Jakub Rosenthal’in Judaism and Islam,Charles C. Torrey’in Jewish Foundation of Islam gibi eserlerioluşturmuştur. Bu eserler öncelikle İslamın Yahudilikten etkilendiğidüşüncesini savunmayı hedeflemişlerdir. Kavram olarak konuyu ele alan en önemli çalışmalardan biri de Roberto Tottoli’nin “Origin and Use of the Term Israiliyyat in Muslim Literature” adlı makalesi olmuştur.69

İsrailiyat konusu daha çok tefsir alanıyla ilgili görüldüğü ve bu tür haberler en çok da tefsir kitaplarında bulunduğu için konuyla ilgi çalışmalar daha çok tefsir sahasında yapılmıştır. Remzi Muhammed

69 Bkz. Hatiboğlu, İbrahim, “İsrailiyat” Md., DİA, c. XXIII, s. 198.

Page 32: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

32

Na’nâa’nın el-İsrâiliyyât ve Eseruhâ fi Kütübi’t-Tefsîr, Abdullah Aydemir’in Tefsirde İsrailiyat, Muhammed Ebû Şehbe’nin el-İsrâiliyyât ve’l-Mevdûât fî Kütübi’t-Tefsîr, Muhammed Huseyn Zehebî’nin el-İsrâiliyyât fi’t-Tefsîr ve’l-Hadîs, Roland Meynet’in de içinde bulunduğu bir grup Batılı araştırmacının Kitab-ı Mukaddes metinleriyle Kur’an ve Sünnet metinlerini karşılaştırdıkları Tarîkatü’t-Tahlîli’l-Belâgî ve’t-Tefsîr: Tahlîlât Nusûs mine’l-Kitâbi’l-Mukaddes ve mine’l-Hadîsi’n-Nebeviyyi’ş-Şerîf(Beyrut 1993) adlı eserleri önde gelen çalışmalardandır. Bu eserler israiliyatı, İslami kaynaklara giriş yolları ve bu tür haberleri rivayet eden meşhur şahsiyetleri açısından ele almaktadır.

Konuya dair özgün yaklaşımlar içeren araştırmalarıyla tanıdığımız ve bizim de bu çalışmayı yaparken çok istifade ettiğimiz Doç.Dr. İsmail Albayrak’ın başta “Qur’anic Narrative and Isrâ’îliyyât in Western Scholarship and in Classical Exegesis” , (İngiltere Leeds Üniversitesi 2000) başlıklı basılmamış doktora tezi olmak üzere “Metinsel Diyalog: İslâmiyyât”, “Re-evaluating the Notion of Isrâîliyyât” ve “Isrâîliyyât and Classical Exegetes Comments on the Calf with a Hollow Sound: Q.20:83-98/7:147-155 with Special Reference to Ibn 'Atiyya” başlıklı makalelerinizikredebiliriz.

Bunlara ilaveten konuya tefsir ilmi çerçevesinde yaklaşan, gerek oryantalist gerekse Müslüman araştırmacılar tarafından makale boyutunda yapılmış olan pek çok çalışma bulunmaktadır. Bunlar arasında W. Montgomery Watt’ın “Islamic Attitude to Cultural Borrowing” ve “The Early Development of the Muslim Attitude to the Bible”, İzziyye Ali Taha’nın “et-Tesebbüt fi Kabu’l-Ahbar ve Rivayetüha fi Risaleti’s-Sema”başlıklı makaleleri de sayılabilir.70

Giriş bölümü dışında iki temel bölüm şeklinde planladığımız çalışmanın giriş bölümünde Kur’an ve Sünnet zaviyesinden başta ehl-i kitap olmak üzere ötekine bakışın mahiyeti ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu itibarla çalışmanın giriş bölümünün israiliyat rivayetleri bir tarafa İslamın birlikte yaşama ve öteki projesine bakışı ve katkıları bağlamında meselenin önemi vurgulanmaya çalışılmış ve alanla ilgili yapılan başlıca çalışmalara kısaca temas edilmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde “israiliyat” terimine geniş bir perspektiften bakılmaya çalışılmış; kökeni, kelimenin İslam kaynaklarında kullanılmaya ne zaman başladığı, İslami

70 Bkz. Hatiboğlu, “İsrailiyat” Md., XXIII, 198.

Page 33: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

33

kaynakların meseleye bakışı gibi zaviyeler işlenmeye çalışılmıştır. İkinci bölüm ise Celâleyn Tefsiri ve müelliflerinin tanıtıldığı, tefsirin ihtiva ettiği bütün israiliyat tabanlı yorumların tespit edilerek kaydedildiği ve değerlendirmeye tabi tutulduğu bir bölüm olmuştur. Celâleyn Tefsiriözelinde tespit ettiğimiz israiliyat haberlerini imkan ve fayda mülahazası ölçüsünde diğer tefsirlerden ve Kitab-ı Mukaddes’ten de tahkik etmeye çalıştık. Böylece okuyucuya Celâleyn Tefsirinde mevcut bulunan israiliyat anlatımlarına dair daha bütüncül bir bakış kazandırmayı amaçladık. Nihayet çalışma sonuç ve bibliyografya kısmıyla son bulmuştur. Çalışma boyunca verilen ayet mealleri zaman zaman Süleyman Ateş ve Suat Yıldırım Hocalarımızın meallerinden alınmıştır, bazı durumlarda da ayetlerin mealleri tarafımızdan yapılmıştır.

Page 34: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

34

I. BÖLÜM

İSRAİLİYAT KAVRAMI VE İSRAİLİYATA BAKIŞ

Bu bölüm israiliyat konusunu incelemeye çalışacağımız Celâleyn Tefsirinden bağımsız olarak ele alacak; israiliyat kavramını kökeni, tanımı, kullanımı, etkileri ve İslami kaynaklara geçmesi gibi yönlerden inceleyecektir.

A. İsrailiyat Terimi ve Kapsamı

“İsrâiliyyât”, “isrâiliyye” kelimesinin çoğulu olup “isrâîl” deyişinin nispet ismidir. Büyük oranda Yahudi, kısmen de Hıristiyan kaynaklarından nakledilen efsane, kıssa, olay veya bilgi manasınakullanılmaktadır. Kur’an’da da kırk üç defa geçmekte olan71 “isrâîl” kelimesi, Remzi Na’nâa’ya göre Hz. Ya’kub (as)’un ikinci ismi veya lakabıolup “Allah’ın kulu” demektir. Ne var ki Kitab-ı Mukaddes’te üç defa geçmekte olan bu kelime, her seferinde Hz. Yakub’un Tanrı’yla yaptığı güreşi anlatmaktadır.72 Bu anlamdan hareketle “isrâîl” kelimesinin anlamını mücadele etmek, uğraşmak ve kararlı olmak şeklinde vermek daha isabetli görünmektedir. Îl kelimesinin Tanrı’yı tanımlayan genel bir isim olduğu konusunda ihtilaf bulunmamaktadır. “İsrâîl” kelimesinin “Allah’la birlikte cihad eden emir” manasına bir lakap olduğunun belirtilmesi de bahsi geçen tespit doğrultusunda anlaşılmalıdır. Bu yüzden Hz. Yakub’un soyundan gelen Yahudiler “İsrailoğulları” diye anılmaktadır. İsrailiyat kelimesi Hz. Yakub’dan, Musa ve İsa peygamberlere, hatta Hz. Muhammed (sas)e kadar gelen bir süreci anlatır. Bazı alimler, kökenleri ne olursa olsun bütün İslam muhaliflerinin bu dine ilave etmeye çalıştıkları asılsız ve uydurma haberlerin hepsihakkında “israiliyat” terimini kullanarak kelimenin anlam alanını genişletirler. Bazı alimler ise Yahudi kaynaklı bilgiler için “isrâiliyyât”,

71 Bkz. Abdü’l-Bâkî, Muhammad Fuâd, el-Mu’camu’l-Müfehres li Elfâzi’l-

Qur’âni’l-Kerîm, İstanbul 1982, el-Mektebetü’l-İslâmiyye, s. 33.72 Bkz. Tekvin, 32/24-29.

Page 35: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

35

Hıristiyan kaynaklı bilgiler için ise “mesîhiyyât” veya “nasrâniyyât” kelimelerini kullanmışlardır.73

Öyle görünüyor ki, lügavî anlam itibariyle kelime her ne kadar İslam kaynaklarına girmiş olan Yahudi kültürünü ifade ediyorsa da, bunda bir inhisar düşünmemek daha doğru görünmektedir. “İsrailiyat” kelimesinin seçilmiş olmasının sebepleri arasında şu hususları saymak makul ve mümkün gözükmektedir: Yahudiler eski bir dinin mensubudurlar, Hz. Musa itibarlı ve köklü bir şeriata sahiptir ve tüm İsrailoğulları bu şeriatı kabul ederler, içerisinde şeriat anlamında hükümler bulunmayan İncil müntesipleri bile Yahudi şeriatına uyarlar. Ayrıca İslam vahyi döneminde Arap Yarımadasında Araplar tarafından daha çok Yahudiler bilinmekte ve bu din mensupları çoğunluğu teşkil etmektedirler.74 Şu halde İslamkaynaklarına ve özellikle tefsir literatürüne girmiş olan Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik ve Sabilik gibi diğer dinlere ve kültürlere ait bilgi birikimleriyle, dinin gerek lehine ve gerekse aleyhine uydurulup Hz. Peygambere ve onun muasırları olan sahabe ile müteakip nesillere izafe edilen her türlü haber, isrâiliyyât kelimesinin kapsam alanına girmektedir. Buna göre Garanik, Hz. Zeyneb b. Cahş ve Peygamberimizin onunla evlenmesi etrafında kurgulanan kıssalar da israiliyat konusuna girmektedir.75 İsrailiyat kapsamında değerlendirilebilecek olan bir başka konu ise peygamberlerin kıssalarını inceleyen kısâsu’l-enbiyâ alanıdır. Aslında israiliyatı bu konuya inhisar etmek de doğru değildir. Çünkü

73 Ebû Şehbe, Muhammed b. Muhammed, el-İsrâliyyât ve’l-Mevdûât fî

Kütübi’t-Tefsîr, 4. Bsk., Kahire 1408, Mektebetü’s-Sünne, s. 12 ; Zehebî, Muhammed Huseyn, el-İsrâliyyât fi’t-Tefsîr ve’l-Hadîs, 4. Bsk., Kahire 1990, Mektebetü Vehbe, s.13 ; Hatiboğlu, “İsrailiyat” Md., XXIII, 195 ; Müsâıd Müslim Abdullah, Eseru’t-Tatavvuri’l-Fikriyyi fi’t-Tefsir fi’l-Asri’l-Abbâsiyyi, Beyrut 1984, Müessesetü’r-Risâle, s. 120-121 ; Remzî Na’nâa, el-İsrâiliyyât ve Eseruhû fi Kütübi’t-Tefsîr, 71-72 ; Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat, 6, 7 ; Albayrak, Metinsel Diyalog, 110 ; Ferid Vecdi, Muhammed, “İsrâîl” Md., Dâiratü’l-Meârif, c. I, s. 280 ; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Ankara 1983, Diyanet Vakfı Yay., 244 ; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Tarihi, Ankara 1988, DİBY., c. I, s. 120.

74 Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîm, el-Milel ve’n-Nihal, thk. Muhammed Seyyid Keylânî, Beyrut, trz., Dâru’l-Ma’rife, c. I, s. 209.

75 Remzî Na’nâa, İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 72-74 ; Hatiboğlu, “İsrailiyat” Md., XXIII, 195; Zehebî, İsrâliyyât fi’t-Tefsîr ve’l-Hadîs, 13-14 ; Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat, 7.

Page 36: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

36

peygamberlerin kıssalarının bütün kaynağı israiliyat olmadığı gibi israiliyatın tek konusu da peygamber kıssaları değildir. Bu bakımdan peygamberlerin kıssaları konusuna, israiliyat teriminin kapsama alanında yer alan komşu kavramlardan biri olarak bakmak daha isabetli görünmektedir.76

Etimolojik olarak Yahudi kültürüne işaret eden israiliyat kavramınıntüm diğer kültürlere de şamil olması, “taglîb” tarikiyle açıklanmaktadır. Buna göre kökenleri ne olursa olsun tüm batıl ve hurafe haberlerin Yahudilere dayandırılması, temelde bu tür haberlerin çoğunun Yahudi menşeli olmasından kaynaklanır.77 Esasında bu genelleme doğrultusundadiğer tüm unsurların Yahudilere katılarak “israiliyat” teriminde bu anlam genişliğini oluşturması, Emin el-Hûlî’nin de dediği gibi Yahudilerin baştan beri yeryüzünde yoğun olarak yaşadıkları göçler, maceralar, tecrübeler ve sıkıntılara dayanmaktadır. Gerçekten de İsrailiyat oluşumunda yer bulan bu kadar zengin renk, figür ve maceraların yoğun dokusu, tüm bu süreçte israiloğullarının edindikleri tecrübelerden kaynaklanmaktadır.78

İsrailiyat terimi üzerine özellikle de şarkiyatçı ilim adamları pek çok düşünce geliştirmişlerdir. Gordon Newby’a göre israiliyat haberleriyaygın olarak kullanılmaya hicri I. asırdan sonra başlamıştır. Nitekim birinci asırda israili rivayetler toplanmış ve böylece yaygın şekilde kullanılmaya zemin hazırlanmıştır. Ne var ki daha sonraki asırlarda anılan türe ait dökümanlar, fıkıhçı imamların marifetiyle popularitesini yitirmiştir. N. Abbot ve R. Firestone ise israiliyat rivayetlerinin eleştiriye başlanmasını, Abbasi hilafetinin Bağdat’ta kurulması olayına kadar ileritarihlere götürür. Bu görüşe ilave olarak W.R. Taylor ise anılan rivayetlere karşı geliştirilen olumsuz bakışın Yahudi ve Hıristiyanlara olan düşmanca tutumdan ileri geldiğini belirtir ve bunun tarihini Abbasi hilafetinin veya Sünniliğin kurulmasına bağlar.79

76 Bkz. Albayrak, İsmail, “Re-evaluating the Notion of Isra’iliyyat”, DEÜİFD., S.

XIV, İzmir 2001, s. 71.77 Zehebî, İsrâliyyât fi’t-Tefsîr ve’l-Hadîs, 15.78 Emîn el-Hûlî, “Tefsîr” Md., Dâiratü’l-Meârifi’l-İslâmiyye, Tahran 1966,

İntişârâti Cihân, c. V, s. 351 ; Emîn el-Hûlî, Kur’ân Tefsirinde Yeni Bir Metod, çev. Mevlüt Güngör, İstanbul 1995, Kur’an Kitaplığı Yay., s. 22.

79 Bkz. Albayrak, “Isra’iliyyat and Classical Exegetes’ Comments on the Calf with a Hollow Sound Q.20: 83-98/ 7:147-155 with Special Reference to Ibn cAtiyya”, Journal of Qur'anic Studies, S. XLVII/1, Spring , Manchester 2002, s.

Page 37: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

37

Ayrıca israiliyat teriminin İslami kaynaklarda ilk defa görülmesiyle ilgili olarak da oryantalist yazarlar, İbn Kesîr ismini ön plana çıkarmakta ve onun bu konudaki gayretlerini antisemitik ve dogmatik bir sebebe ve alana sıkıştırmaktadırlar. Biraz sonra verilecek olan delil ve açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, bu tez isabetsiz ve temelsiz bir iddiadır, doğru değildir. Çünkü bu temelsiz iddia, daha önceki çalışmaları ihmal ederek kurgulanmıştır.80

Bir terim olarak “israiliyat”, İslami kaynaklarda yanlış tespit etmediysek ilk defa Endülüslü mâlikî müfessir ve fakih Ebû Bekr İbnü’l-Arabî (543/1148) nin Ahkâmu’l-Kur’ân adlı eserinde geçmektedir. İbnü’l-Arabî mezkur tefsirinde yapmış olduğu dokuz değişik ayetin yorumunda israiliyat kelimesini kullanmakta, Kur’an’a aykırılık arzeden bu tür rivayetleri eleştirmekte, çelişki ve aykırılık arzetmeyen rivayetleri de zikretmekte ve bunları kullanmakta bir beis görmemektedir.81

39-40. Ayrıca bkz. Twakkal, Abd Alfatah, Ka’b al-Ahbar and the Israiliyyat, (A Thesis Submitted To Mcgill University In Partial Fulfilment Of The Requirements For The Degree Master Of Arts), Montreal, Quebec 2007, s. 9-13.

80 Ayrıca bkz. Albayrak, “Metinsel Diyalog”, 112.81 İbn Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân adlı tefsirinde israiliyat kavramını aşağıdaki

ayetlerin yorumunu yaparken kullanmaktadır: Araf, 7/59 ; Hud, 11/69 ; Taha, 20/44 ; Enbiya, 21/78 ; Nur, 24/30 ; Furkan, 25/63 ; Şuara, 26/63 ; Kasas, 28/27 ; Sebe, 34/13. Hatta Şuara suresinin 63. ayetini tefsir ederken mezhep imamı Malik b. Enes’den bir israiliyat cümlesi nakletmekte ve bu cümlenin, mezhep imamı nezdinde Kur’an’a uyan israiliyatın makbul addedildiğini gösterdiğini ifade etmektedir.Değerli meslektaşımız İsmail Albayrak zühul eseri İbn Teymiyye (728/1328) isminden söz ederek, onun da el-Mukaddime fî Usûli’t-Tefsîr adını taşıyan kitabında israiliyat terimini kullandığını belirtmektedir ki bu açık bir yanlışlıktır. Bkz. Albayrak, “Isra’iliyyat and Classical Exegetes’ Comments”, 40-41. Çünkü İbn Teymiyye ilgili eserinde “israiliyat” terimini değil, sahih ve sahih olmayan rivayetler anlamında “menkûl” ve “menkûlât” kelimelerini kullanmaktadır ki bu kelimeler ehl-i kitabtan alınmış bilgiler kadar, Hz. Peygamber (sas)den sahih yolla nakledilen haberler için de istihdam edilmektedir. Bkz. Bkz. İbn Teymiyye, el-Mukaddime fî Usûli’t-Tefsîr, y.t.y., s. 6, 7, 8. Bize göre arkadaşımızın böyle bir kanaate ulaşması eserin orijinalinden değil, İngilizce çevirisinden yararlanmış olmasından kaynaklanmaktadır. Esas itibariyle İbn Teymiyye’nin öğrencisi olan Ebu’l-Fidâ İbn Kesîr (774/1373), ünlü rivayet tefsirinde bu kelimeyi teknik

Page 38: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

38

Yanılmıyorsak kelimeyi ikinci olarak kullanan âlim, Necmüddîn Süleyman b. Abdilkavî et-Tûfî (716/1316)’dir. Nitekim Necmüddîn Tûfî teknikanlamda israiliyat teriminden tefsir usulüne hasrettiği el-İksîr fî Ilmi’t-Tefsîr adlı eserinde bahsetmektedir. Aslında tespit edebildiğimiz kadarıyla Tufi, israiliyat konusundan çok da olumsuz bir durum olarak değil, ancak ihtiyaçtan doğmuş bir tefsir kaynağı olarak söz etmektedir.82

Ele aldığı temaları itibariyle kapsamı oldukça geniş olan israiliyat rivayetlerinin genellikle İsrailoğulları’na gönderilen peygamberleri ve mucizeleri, peygamberlerin isyankarlara yaptıkları uyarıları ve mücadeleleri, bunlara verilen cezaları, inananların söz ve davranışlarıyla,mazhar oldukları manevi lutufları ele aldığı görülmektedir. M. J. Kister gibi Batılı araştırmacılar, haklı olarak, terimin peygamberlerin geçmişi ve geleceği, halifeler, idareciler, saltanatların yükselmesi ve çöküşü, mehdi inancı, kıyamet alametleri gibi hususları da içine aldığını ifade ederler.Bazı şarkiyatçılar ise konuyu geçmiş dinlerin kaynaklarına dayalı bilgilerden çok, önceki ümmetlere ait folklorik bilgileri ihtiva eden rivayetler olarak belirlerler. Şu halde israiliyat kavramının sadece geçmiş olayları değil, gelecekteki olaylar ve gayba dair bilgilerle fiten ve melahim türü rivayetleri de içine aldığı rahatlıkla ifade edilebilir.83

Hatta israiliyat kelimesinin, zaten sahip olduğu geniş manalarailaveten, modern Batı düşüncesinin yaydığı fesat ve ateistik fikirleri de ihtiva etmesi gerektiğine dair önerilerle de karşılaşılmaktadır. Örneğin Bekr b. Abdillâh Ebû Zeyd, bir ilim talebesinin hususiyetleri konusuna tahsis ettiği eserinde kaçınılması gereken olumsuz durumların arasında,

anlamda kullanmaktadır. Nitekim bu eserin mukaddimesinde ve tefsirinin değişik yerlerinde hem israiliyat terimi kullanılmakta, hem de konuya bakışın nasıl olması gerektiği belirtilmektedir. Örneğin İbn Kesîr’in “israiliyat” kavramını kullanması ve eleştirmesi için bkz. İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmâîl, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Beyrut 1984, Dâru’l-Ma’rife, c. I, s. 4 ; c. III, s. 181-182, 145.

82 Bkz. et-Tûfî, Necmüddîn Süleyman b. Abdilkavî, el-İksîr fî Ilmi’t-Tefsîr, thk. Abdulkâdir Huseyn, Mısır 1977, el-Matbaatü’n-Nemûzeciyye, s. 6. Tûfî’nin Şam’a yaptığı ilim yolculuğunda ders aldığı hocalarından biri de İbn Teymiyye’dir. Bkz. Taş, Abdurrahman, Necmuddin et-Tufi Hayatı, Eserleri ve Tefsirdeki Metodu, OMÜSBE., Samsun 2003, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 15.

83 Hatiboğlu, “İsraliyat” Md., XXIII, 195-196.

Page 39: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

39

“yeni israiliyat” manasında “isrâiliyyât cedîde” şeklinde bir başlık atmaktadır. Ebû Zeyd bu başlık altında ilim talebesinin oryantalistlerin yaydıkları fâsit düşünce ve fikirlerden uzak durması gerektiğini savunur. Hatta ona göre bu israiliyat çeşidi, ihbârî olan israiliyattan daha zararlıdır. Çünkü israiliyat rivayetlerinden hangisinin reddedileceği, hangisinin kabul edileceği artık bellidir, alimlerimiz bu alanda pek çok eser vermişlerdir. Bu itibarla ihbârî israiliyatın zararları artık oldukça sınırlı hale gelmiştir. Ancak genelde Yahudi ve Hıristiyan olan yazar ve fikir adamlarından, İslam dininin özellikle de muamelât ve ibadet konularında sadır olan düşünce ve fikirlerinden uzak durmak ve bunlara karşı uyanık olmak bir ilim talebesinin yapması gerekenlerdendir. Bu uyarıya kulak asmayan kimi Müslümanların sonuçta başörtüsü emri, çokevlilik ruhsatı, içki içme haramlığı, yabancı kadınların elini sıkma yasağı gibi kimi İslami davranış şekillerini eleştirdikleri ve küçümsedikleri görülmektedir ki, Ebû Zeyd’e göre bu oldukça tuhaf bir durumdur.84

B. İslami Kaynakların İsrailiyata Bakışı

Bir önceki başlık altında kavram olarak “israiliyat” kelimesinin ilk defa ne zaman kullanıldığını tesbit etmeye çalışmıştık. Bu başlık altında da İslami kaynakların israiliyat konusuna bakışına geçmeden önce bir olgu olarak israiliyat yaklaşımının ilk defa ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı, bu tür rivayetlerin İslam kaynaklarına kimler eliyle nasıl girdiği, bu süreçte herhangi bir reaksiyonla karşılaşıp karşılaşmadığı gibi soruların cevaplanmaya çalışılması yararlı olacaktır.85

Bu soruların cevabını vermeye çalışmak önemlidir, çünkü İslam kaynaklarında özellikle de klasik tefsir kitaplarında israiliyat haberlerinin yoğunlukla kullanıldığı bilinmekle birlikte bu tür tefsir rivâyetlerinin gerçekte hangi Yahudi ve Hıristiyan kaynağına ve geleneğine ait olduğunugösteren yeterli bilgi ve delil sunulmamaktadır.86 Bu itibarla israiliyat rivayetlerinin İslam kaynaklarında daha çok, Kur’an’da kapalı bırakılan boşlukların salt doldurulması olarak ele alındığı, isnadı dışında detaylı köken araştırmasına pek de girilmediği söylenebilir.

84 Bkz. Bekr b. Abdillah Ebû Zeyd, Şerhu Hılyeti Tâlibi’l-Ilmi, şerh. Muhammed

b. Sâlih Asyumeyn, thk. Muhammed b. Hâmid, Mektebetu Dâri’l-Basîra, İskenderiye, trz. s. 218-219.

85 İsmail Albayrak da bu tür soruları sormakta ve cevaplarını bulmaya çalışmaktadır. Bkz. “Re-evaluating the Notion of Isra’iliyyat”, 71 vd.

86 Albayrak, “Metinsel Diyalog”, 111.

Page 40: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

40

Arabistan Yarımadasında Yahudi grupların yaşadığı ve bunların bir kısmının da Medine ve civarında ikamet ettiği bilinen bir tarihi gerçektir. Beni Kaynuka, Beni Kureyza ve Beni Nadir gibi Yahudi kabileler Medine ve civarında; Hayber, Teyma, Fedek ve Vâdi’l-Kurâ Yahudileri ise Arabistan Yarımadasının Medine’ye uzak kısımlarında yerleşmişlerdi. Bu Yahudilerin Yarımadaya ne zaman gelip yerleştikleri konusunda çeşitli görüşler olmakla beraber bazı alimlere göre bu göç, Hz. Davud (as) zamanında, bazılarına göre ise M.Ö. 717-690 yılları arasında hüküm sürmüş olan kral Hazekyal zamanında gerçekleşmişti. Konuyla ilgili bir diğer görüş ise onların miladi I ve II. Yüzyıllar arasında Romalı Titus’un Yahudileri 70 yılında sürmesi üzerine göçün gerçekleşmiş olmasıdır. Onların Arabistan Yarımadasına gelirken yaptıkları en önemli şeylerden birisi beraberlerinde doğal olarak inançlarını, dini ve örfi geleneklerini, uygulamalarını ve ritüellerini getirmek olmuştur. İçinde Tevrat ve Mişna tedris ettikleri, tarihlerini, kültürlerini ve peygamberlerinin serüvenlerini öğrenip öğrettikleri ve adına da “el-midrâs”, “beytü’l-midrâs” ya da “midrâş” dedikleri dini mekanları vardı. Arapların ticaret ehli olmaları sebebiyle kış mevsiminde Yemen’e, yaz mevsiminde Şam’a seyahat etmeleri, bu bölgelerde yaşayan çok sayıdaki ehl-i kitapla tanışıp görüşmelerine vesile oluyordu. Ne var ki İslam gelmeden önce Arapların bu kültürlere karşı tavrı ve tepkisi daha çekingen bir görünümdeydi. Ancak İslam’dan sonra Müslümanların ehli kitapla ilişkileri kendileri açısından daha bilinçli ve sağlam temellere oturmuştu. Burada israiliyat açısından tekrar ifade edilmesi gereken önemli husus, ehli kitabın Arabistan Yarımadasında “beytu’l-midrâs” tabir ettikleri medreselerini, ibadetgahlarını ve meclislerini korumaları ve faaliyetine devam etmeleridir.87

Hatta Hz. Peygamberin hicretten sonra Medine’de kaldığı dönemde Yahudileri İslama davet etmek, onları inkar etmekten sakındırmak için midraslarına gidip geldiğini sahih haberler bildirmektedir.88 Aynı şekilde

87 Bkz. Cevâd Ali, Mufassal, III, 859 (77. fasıl), IV, 1150 (141. fasıl) ; Remzî

Na’nâa, İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 106-107 ; Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, 100. Ayrıca cahiliye ve ehl-i kitap geleneklerine ait pek çok örf ve adetin İslam diniyle ortaklaşa devam ettirildiği hakkında geniş bilgi ve örnekler için bkz. Ateş, Ali Osman, İslam’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri, İstanbul 1996, Beyan Yay., s. 27-498.

88 Mesela bkz. Buhârî, İ’tisâm, 18 ; İbn Hişâm, Sîre, II, 144.

Page 41: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

41

Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer gibi bazı sahabilerin de beytu’l-midrâsa gittikleri, alimlerini dinledikleri ve onlara Hz. Muhammed (sas)’e iman etmeleri gerektiğini, çünkü onun doğruluğunu en iyi kendilerinin bildiğini hatırlatmışlardır.89

Ümmi olan Araplara karşı kitap bilgisine sahip olma üstünlükleri sayesinde Yahudiler, kendilerine yöneltilen sorulara cevaplar veriyorlar, bir anlamda Hıristiyanlardan daha çok Yarımadanın nabzını tutma imkanını elde ediyorlardı. Bölge Araplarının bu tür soruları Hz. Peygamber (sas)’in peygamberliğinden sonra da Yahudilere yönelttikleri, onlardan bilgi sordukları bilinmektedir. Bilgi elde etmenin bu tarz gerçekleşmesi de israiliyat haberlerinin ileride bir şekilde hadis ve tefsir kaynaklarına geçmesi yollarından biri olacaktır.90 Buna ilaveten Kur’an-ı Kerim de onların bu sorulara verdikleri cevapları veya değindikleri meseleleri dikkate alarak bu hususlara değinmekte ve değerlendirmeye almaktaydı.91

İslamiyetin zuhur ettiği asırda, hem Yahudilerin ve hem de Hıristiyanların kendi mukaddeslerine dayalı birer medeniyetleri mevcut idi ve bu iki medeniyet, belli ölçüler dahilinde Müslümanlara tesir etmiştir. Bunlardan Yahudilik, diğerine nispetle, daha belirleyici bir hüviyete sahip olmuştur. Çünkü İslamiyetin doğup geliştiği bölgelerde Yahudilerin fazlaca bulunması, bu insanların İslamın bidayetinden itibaren Müslümanlarla kaynaşması ve netice olarak bazılarının Müslümanlığı kabul etmesi gibi sebepler, Yahudilere ait menkûlatın İslamiyete diğerlerinden daha fazla girmesini sağlamıştır. Bu bölgede İslamdan önce elliden fazla ekol bulunmakta ve bunlar sahip olduklarıkültürel, felsefi, dini ve ilmi sermaye ile bilgi alışverişinde bulunuyorlardı. Başka bir deyişle İskenderiye'den, yarımadanın kuzeyinden, güneyinden ve doğusundan bilgi yüklü dalgalar yarımadanın ortasına ve etrafına doğru yayılmaktaydı. Elbette ticari yolculuklar bu kültür dalgasının yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Ancak şunu da söylemek durumundayız ki, İskenderiye ve Antakya gibi ilim ve kültür merkezlerinden gelen bu kültürel dalgalar, Arap yarımadasına yani

89 Bkz. Remzî Na’nâa, İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 107-108.90 Bkz. Remzî Na’nâa, İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 109-110.91 Mesela bkz. Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli

Âyi’l-Kur’ân, Beyrut 1988, Dâru’l-Fikr, c. XV, s. 155-157 ; c. XXX, s. 342-343 ; c. VII, s. 266-268.

Page 42: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

42

Mekke, Taif ve Yesrib gibi şehirlere ulaştığında buralarda “âlim/havass bir kültür” değil, İbn Haldun'un israiliyat için söylemiş olduğu gibi, “avam bir kültür” oluşturuyordu. Bu durum, Arap kültür tarzının oluşum devresindeki baskın karakterdi.92 Şu halde Muhammed Hüseyn Zehebî’nin de dediği gibi aslında israiliyatın, tefsir ve hadis kaynaklarına girmesinden çok daha önce, cahiliye döneminde Arap kültürüne sızmış olduğu gerçeği dikkate alınmalıdır.93

Rivayet tefsirlerine israili haberlerin karışma süreci ve sosyolojik sebepleri hakkında İbn Haldun, Mukaddime adlı eserinde şöyle der:

“… Tefsirin iki sınıfından biri, seleften nakledilen haberlere dayanan naklî tefsirdir ve nasih-mensuh, esbâb-ı nüzul ve ayetlerin maksatları hep bu yolla bilinir. Bu tür konuları sahabe ve tabiinden gelen rivayetlerden başka bir yolla öğrenme imkanı da yoktur. Önceki alimler nakli tefsir olan rivayetleri kitaplarda toplamışlar ve hiçbir şeyi dışarıda bırakmamışlardır. Ne var ki onların bu kitapları sağlam, zayıf, doğru, yanlış her türden rivayeti ihtiva etmektedir.

Bunun sebebi Arapların kitap ve ilim ehli olmamalarından ve ümmilik vasfının onlara galip gelmesinden kaynaklanmıştır. Onlar varlıkların sırları ve sebepleri ve yaratılışın başlangıcı gibi konularda her insan benliğinin merak ettiği bilgileri öğrenmek istedikleri zaman yaptıkları şey, bu konuları ehli kitaba sormak ve onların verdikleri cevaplardan yararlanmak olmuştur. Soru sorulan bu kimseler ellerinde Tevrat bulunan Yahudiler ile onların dinine tabi olmuş Hıristiyanlardı. Ancak o dönemde Araplar arasında yaşayan Yahudiler de bedevi idiler ve aslında bu konularda sıradan bir ehli kitabın bildiğinden de fazla bir şey bilmiyorlardı. Bunların çoğu da Yahudiliğe geçmiş Himyer kabilesi mensuplarıydı.

Bu kimseler Müslüman olduktan sonra, şer’i hükümlerle ilgili olmayan yaratılışın başlangıcı ve istikbalde vuku bulacak olaylarla ilgili

92 Bkz. el-Câbirî, Muhammed Âbid, “Bağdat: Kültürel çeşitliliğin barışın kaynağı”,

http://www.yenisafak.com.tr/yorum/?c=12&i=6196, (20.09.06) Ayrıca tercümeler hakkında geniş bilgi için bkz. Demirci, Mustafa, Beytü’l-Hikme, İstanbul 1996, İnsan Yay., s. 71-108 ; Watt, Montgomery, İslam Medeniyetinin Avrupa’ya Tesiri, çev. Hulusi Yavuz, İstanbul 1984, Boğaziçi Yay., s. 34-51.

93 Zehebî, İsrâliyyât fi’t-Tefsîr ve’l-Hadîs, 15-17.

Page 43: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

43

haberleri muhafaza ederek rivayet ettiler… Bu tür rivayetler Hz. Peygambere dayanan merfu haberler şeklinde değil, mevkuf hadisler tarzındaydı ve şer’i hüküm olmadıkları için doğru olup olmadıklarıyla da ilgilenilmemişti. Bu yüzden müfessirler böyle haberleri almada gevşek ve rahat davrandılar ve tefsir kitaplarını bunlarla doldurdular. Biraz önce de söylediğimiz gibi bu haberlerin aslı çölde bedevi tarzda yaşayan Tevrat ehline dayanıyordu ve naklettikleri bu haberlerin doğruluğunu tahkik etme durumları yoktu. Ne var ki din ve ümmet içinde sahip oldukları konumlarından dolayı yaygın bir şöhret elde etmişler, etkinlikleri büyük olmuş ve o günden beri kabul görmüşlerdir.”94

İbn Haldun’un yukarıdaki ifadelerinden de anlaşıldığı gibi israiliyat haberlerinin tefsir kitaplarına girişinin arkasında birtakım dini sebepler bulunduğu gibi çeşitli sosyal sebepler de mevcuttur. Öyle görünüyor ki İbni Haldun’un Yahudilerin de Araplar gibi bedevi olmalarından söz ettiği ifadeler Reşid Rıza gibi bazı alimler tarafından maksadı aşan ifadeler olarak değerlendirilmiştir. Zira bu alimlere göre madem ki İbni Haldun Yahudilerin de bedevi olduklarını söyler, o halde onlardan nakledilen bu tür rivayetlerin hiçbir asılları yoktur. Buna binaen Reşid Rıza, İslam kaynaklarındaki israili rivayetleri kutsal kitaplardaki mevcut bilgilerle karşılaştırdığını ve bir çoğunun bu kaynaklarda yer almadığını gördüğünü söyler.95

Arapların bedevi oluşlarını kültürel olarak anlamak gerektiği gibi, coğrafi olarak da anlamak gerekir. Zira Arap Yarımadasının İskenderiye, Antakya, Şam, Babil gibi ilmi ve kültürel merkezlerden uzak olduğu bir gerçektir, ama oradaki israili bilgilerin asılsız ve temelsiz olduğunu söylemek oldukça zordur, belki bunlar şifahi kültürle yaygınlaşmıştır demek daha isabetlidir. Hem sonra bu tür bilgilerin sadece Ehli Kitap kültürünün temel kitaplarından yüzeysel olarak aranması ve bulunamamış olması, bu bilgilerin asılsız olduğunu da tam olarak göstermez.96

94 İbn Haldun, Mukaddime, 439. Çevirisi için ayrıca bkz. İbn Haldun,

Mukaddime, II, 614-615.95 Bkz. Muhmmed Reşid Rıza, Tefsirü’l-Menar, IV, 219.96 Bkz. Hatiboğlu, “İsraliyat” Md., XXIII, 196 ¸ Müsâıd, Eseru’t-Tatavvuri’l-Fikriy,

123-124.

Page 44: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

44

Yahudi ve Hıristiyan kültürüne ait israiliyat birikiminin tefsirde müessir oluşunun bir başka sebebi de, daha önce de ifade edildiği gibi Kur’an-ı Kerim’in bu milletlere ve mensup oldukları dinin kitaplarına sık sık atıfta bulunması, ortaklaşa bazı konulara değinmesidir.97

Ne var ki Kur’an’ın önceki kitaplarla, en azından konu olarak,ortaklaşa anlattıkları kıssalar arasında pek çok yönden farklılıklar da vardır. Nitekim Kur’an’daki kıssalarda cüz’i meselelerin detaylarına girilmez, olayların tarihleri, kahramanları ve gerçekleştikleri mekanların isimleri verilmez, sadece ibret alınacak esasa temas edilir.”98

Kur’an’ın müphem bıraktığı hususların detaylarını öğrenmek maksadıyla araştırma içine giren Müslümanlar, doğal olarak, hemen her yerde rahatlıkla ulaşılabilecek olan Kitab-ı Mukaddes bilgisine sahip kimselere müracaat ediyorlardı; bu süreçte Mecusi ve Sabi kaynakları ise daha az yaygınlıktaydı.99

Böylelikle yaratılışın başlangıcı, mead, önceki milletlerin kıssaları, kevnî olaylar, peygamber kıssaları gibi çeşitli konularla ilgili israili haberler gündeme geliyor; bazen de bu haberler ya peygamberimize ya sahabeye veya tabiine isnad edilerek rivayet ediliyor ve bu tür haberlere uydurma anlamında “mevdûât” ismi veriliyordu.100 Tefsirdeki bazı israili haberler de İslam ilim geleneğinin bir rivayetin kabul edilebilmesi için şart koştuğu isnad zincirinden yoksun olarak rivayet ediliyordu.101 Tefsirin evvel emirde müstakil bir ilim olmadığı, hadis ilminin bir şubesi olduğu dikkate alındığında israiliyat ve uydurma kabilinden haberlerin tefsire de rivayetler kanalıyla geçtiği görülmektedir.102

97 Zehebî, Muhammed Huseyn, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, Beyrut, trz., Dâru

İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, c. I, s. 165 ; Çelik, Ahmet, “Kur’an’ın Nassına Aykırı Olduğu Halde Tefsir Kitaplarında Yer Verilen Haberler”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Kış 2005, C. 3, S. 11, s. 56-57. www.e-sosder.com/dergi/1106ACelik.doc (10.10.2008)

98 Bkz. Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I, 122. Ayrıca bkz. Ateş, Çağdaş Tefsir, I, 47.99 Hamidullah, “İslami İlimlerde İsrailiyat”, 295.100 Ebû Şehbe, İsrâiliyyât ve’l-Mevdûât, 15.101 Bkz. Goldziher, Ignaz, İslam Tefsir Ekolleri, çev. Mustafa İslamoğlu, İstanbul

1997, Denge Yay., s. 85.102 Bkz. Ebû Şehbe, İsrâiliyyât ve’l-Mevdûât, 85-86.

Page 45: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

45

Hz. Peygamber, Sahabe, Tabiin ve Tebei Tabiin Dönemlerinde İsrailiyat

Sahabe tabakası arasında Kur’an’ı tefsir etmek için israiliyat haberlerini kullananların sayısı sınırlı iken; tabiin ve tebei tabiin dönemlerinde bu sayıda büyük bir artış görülmüştür.103 Bu tespitin izahı sadedinde sahabe dönemi için Hz. Peygamberin (sas) hayatta olması, farklı kültürlerle daha az kaynaşma ve tanışma gibi birçok dini, sosyal ve kültürel sebepler ileri sürülebilir. Ancak şu bir gerçektir ki tabiin ve tebei tabiin döneminde kullanılan israiliyat rivayetlerinde belirgin bir artış olmuştur. Bunun en açık örneklerinden birisi, Mukâtil b. Süleymân(150/767)’ın pek çok israiliyat haberiyle dolu olan tefsiridir.104 İbn Nedim’in (385/995) el-Fihrist adlı eserindeki beyanına göre bu dönemlerde tefsirlerde aşırı derecede israiliyat haberlerinin görülmesinin sebeplerinden birisi Ahmed b. Abdillah b. Selâm tarafından Tevrat ve İncil gibi pek çok kitabın harf harf İbranice, Yunanca ve Sabice olmak üzere yabancı dillerden Arapçaya tercüme edilmesidir.105

Öte yandan Müslümanların eski dinlere ve kültürlere ait kaynaklara müracaat etme konusunda bütünüyle lehte veya bütünüyle aleyhte davranış geliştirmelerinin önünde bazı teorik zorluklar da bulunmaktaydı. Bu zorlukların en başında belki de Kur’an’ın önceki din ve kültürlere bakışı geliyordu. Çünkü Kur’an, Yahudilerin kendi kitaplarını tahrif

103 Suyûtî, Celâleddîn, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, 4. bsk., İstanbul 1978,

Kahraman Yay., c. II, s. 227.104 Bkz. Goldziher, İslam Tefsir Ekolleri, 85; Güngör, Mevlüt, Kur’an Tefsirinde

Fıkhi Tefsir Hareketi ve İlk Fıkhi Tefsir, İstanbul 1996, Kur’an Kitaplığı Yay., s. 103, 105. İslam Ansiklopedisinde yer alan maddede Mukâtil’e israiliyat haberlerini kullanmasından değil, çalışmalarına konu olan malzemeyi sağlam ve çelişkisiz rivayetlere dayanmamasından dolayı eleştiri yöneltilmektedir. Bkz. Türker, Ömer, “Mukâtil b. Süleyman” Md., DİA., c. XXXI, s. 135-136.

105 Bkz. İbn Nedîm, el-Fihrist, Beyrut 1978, Dâru’l-Ma’rife, s. 33 ; Birışık, “İsrailiyat” Md., 199-200. Sahabe tabakasından ismi israiliyata karışmış Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Amr b. Âs, Abdullah b. Selâm, Temîm ed-Dârî gibi şahsiyetlerin hayatları ve israiliyat haberlerine karşı tutumları ve neticede bu kimselerin israiliyata gözü yumuk bulaşmadıkları hakkında geniş bilgi ve belge için bkz. Remzî Na’nâa, İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 123-164.

Page 46: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

46

ettiklerini açıkça ifade etmişti.106 Öte yandan bazı ayetlerinde de, Kitab-ı Mukaddes’in bir kısım cümlelerini aynen zikrederek atıfta bulunmuştu.107

Bazı ayetlerinde ise Yahudilerden kitaplarını getirip okumalarını istemiş108

ve yirmiye yakın ayette de kendisini önceki vahiylerin tasdikçisi olarak tanıtmıştı.109 Bazı durumlarda ise, Kitab-ı Mukaddes’in yanlışlarını açıkça düzeltmişti.110

Esasında Hz. Peygamberin önceki vahiylere karşı tutumu da Kur’an’a paralellik arzediyordu. Her şeyden önce Hz. Peygamber (sas) kendisini önceki kültürlerden bütünüyle bağımsız ve soyut görmüyordu. Sözgelimi aşağıdaki hadiseler Hz. Peygamberin önceki din ve kültürlerin kaynaklarına karşı nasıl bir tutum içinde olduğu hakkında fikir vermektedir:

Cüdâme’den nakledilen bir hadiste Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Vallahi gileyi, yani emzikli kadınla cinsel ilişkiyi yasaklamak istedim. Fakat Romalılarla İranlıların bunu yaptıklarını ve sonucunda çocuklarına herhangi bir zarar gelmediğini gördüm. Bu itibarla yasaklamaktan vazgeçtim.”111 Görüldüğü gibi bu hadis, Romalılarla İranlıların şeriatlarında, emzikli kadınla cinsel ilişkinin serbest olduğunubildirmekte ve aynı serbestliğin İslam şeriatında da devam ettirildiğini ortaya koymaktadır.112

Vâhidî’nin kaydettiği bir rivayete göre Hz. Ömer Yahudilerin derslerine gidiyor, alimlerini dinliyor ve Kur’an’la Tevrat’ın karşılıklı olarak birbirlerine bu kadar çok muvafakat etmesine taaccüb ediyordu.113

Bir gün Hz. Ömer Medine Yahudilerini Kitab-ı Mukaddes okurken işitir. Okunan kısmın neresi olduğu bilinmemekle beraber, Kitab-ı Mukaddes’ten okunan bu kısım Hz. Ömer’in çok hoşuna gider ve

106 Bkz. Nisa, 4/46; Maide, 5/13, 41; Bakara, 2/75.107 Krş. Kur’an, Maide, 5/45 – Eski Ahit, Çıkış, 21/23-25, Levililer, 24/20.108 Al-i İmran, 3/93.109 Örneğin bkz. Bakara, 2/89.110 Krş. Kur’an, Bakara, 2/102 – Eski Ahit, 1.Kırallar, 11/7 vd.111 Müslim, Nikah, 49.112 Bkz. Altıntaş, Geçmiş Şeriatların İslam Hukukunda Kaynak Değeri, 59.113 Bkz. Vahıdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed en-Neysâbûrî, Esbâbu’n-Nüzûl, 2.

bsk., Beyrut-Lübnan 1991, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, s. 16 ; Suyûtî, Celâlüddîn, Lübâbu’n-Nukûl fî Esbâbi’n-Nüzûl, 7. bsk., Beyrut 1990, Dâru İhyâi’l-Ulûm, s. 22.

Page 47: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

47

Yahudilerden bu parçayı kendisi için yazmalarını rica eder. Sonra onu alarak Hz. Peygamber’e götürür. Hatta Müslümanların Kur’an yanında Kitab-ı Mukaddes metinlerini de okumalarını teklif eder. Muhtemelen daha Peygamberimizin cevabını almadan, elindeki parçayı okumaya başlar. Hz. Ömer yine bu okuduğu parçadan o kadar etkilenmiştir ki, Peygamberimizin verdiği tepkiyi bile fark edemeyecektir. Sonunda cemaatten biri dayanamaz ve “Ya Ömer, Peygamberimizin yüzünün renginin ne kadar değiştiğini görmüyor musun” diye uyarır. Bunun üzerine Hz. Ömer durur, özür diler ve deyiş yerindeyse iman tazeler. Ardından Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Eğer Hz. Musa şimdi hayatta olsaydı beni takipten başka bir şey yapması ona helal olmazdı. Siz de beni bırakıp ona tabi olsaydınız, dalâlete düşmüş olurdunuz.”114

Benzer şekilde bir gün Hz. Ömer’in kızı ve Peygamberimizin de zevcelerinden olan Hz. Hafsa da Peygamberimize kürek kemiği üzerine yazılmış bir parça getirir ve okumaya başlar. Parçada Hz. Yusuf’un hikayesi anlatılmaktadır. Bunun üzerine Hz. Peygamber’in mübarek yüzünün rengi değişir ve Hz. Hafsa’ya hitaben “Ben aranızda iken Hz. Yusuf gelse ve siz de beni terketseniz, dalâlete düşmüş olurdunuz” der.115

Abdullah b. Amr b. el-Âs anlatıyor: “Bir defasında rüyamda parmağımın birine erimiş tereyağı, diğerine de bal bulaşmış olduğunu ve onları yaladığımı gördüm. Sabah olunca rüyamı Hz. Peygambere (sas) anlattım, şöyle tabir etti: ‘Sen iki kitabı da okuyacaksın, Kuran’ı da Tevrat’ı da’”. Ravi şu ilavede bulunur: “Gerçekten Abdullah b. Amr b. el-Âs her ikisini de okuyordu.”116 Aynı tavrı Yahudi mühtedilerden sahâbî Abdullah b. Selâm da gösteriyordu, nitekim Peygamberimiz ona “bir gün Kur’an, bir gün Tevrat oku” demişti.117

Bir seferinde Hz. Peygambere, Yahudilerden zina etmiş bir erkek ile bir kadını getirdiler. Hz. Peygamber Yahudilere, “bu durumda ne ceza

114 Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân, es-Sünen, İstanbul 1981,

Çağrı Yay., Mukaddime 39 ; Abdurrezzâk b. Hemmâm, el-Musannef, thk. Habîbu’r-Rahmân el-A’zamî, II. Bsk., Beyrut 1983, el-Mektebü’l-İslâmiy, h. no: 10163, 10164, 19213 ; Ahmed, III, 387, 471 ; IV, 266.

115 Bkz. Abdurrezzâk, Musannef, h. no: 10165.116 Ahmed, II, 222. Ayrıca bkz. Heysemî, Hafız Nureddin Ali, Mecmeu’z-Zevâid

ve Menbeu’l-Fevâid, 3. bsk., Beyrut 1982, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, c. VII, s. 184. 117 Zehebî, Ebû Abdillâh Şemsüddîn, Kitâbu Tezkirati’l-Huffâz, Beyrut 1955,

Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, c. I, s. 27.

Page 48: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

48

veriyorsunuz?” diye sordu. Cevaben “biz böylelerinin yüzünü siyaha boyar, halka teşhir ederiz” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz “sözünüzde doğru kimselerseniz getirin Tevrat’ı okuyun (bana bunun yerini gösterin)” der. Tevrat getirilir ve aralarından güvendikleri birine “Hey tekgözlü oku şunu” derler. Adamcağız okumaya başlar ve belli bir yere gelince parmaklarıyla kitabın bir kısmını kapatır. Orada hazır bulunan Abdullah b. Selâm ona elini kaldırmasını söyler, bunun üzerine elini kaldırır ve zina edenlerin recm edileceğini ifade eden Tevrat cümlesi ortaya çıkar. Bunun üzerine Yahudiler “Ya Muhammed, aslında her ikisi de recm edilmek zorundaydı ancak biz aramızda bu ayeti gizlemeyi adet edindik” dediler. Hz. Peygamber, her iki mücrimin de recm edilmesini emreder ve emir yerine getirilir. Olayı rivayet eden Abdullah b. Ömer ilaveten “ben bu adamcağızın, (recmedilen) kadını atılan taşlardan korumaya çalıştığını gördüm” der.118

Enes b. Mâlik’in rivayetine göre “bir Yahudi, bir kadının başını iki taş arasında ezmişti. Hz. Peygamber kadına ‘sana bunu kim yaptı?’ diye sordu ve falanca mı, falanca mı diyerek pek çok kişinin ismini saydı. Bir Yahudinin ismi zikredilince kadıncağız başıyla tasdik işaretinde bulundu. Derhal yakalanan Yahudi suçunu itiraf etti. Hz. Peygamber bu Yahudinin başının iki taş arasında ezilmesini emretti”119

Ebu Hureyre'nin naklettiği habere göre, Hz. Peygamber zamanında ehl-i kitaptan Yahudiler Tevrat'ı İbranice okurlar ve onu Müslümanlar anlasınlar diye Arapça olarak tefsir ederlerdi. Durumdan haberdar olan

118 Buhârî, Menâkıb 26 ; Tefsîru Sûreti 3, 6 ; Müslim, Hudûd 26 ; Ebû Dâvûd,

Hudûd 25 ; Mâlik b. Enes, el-Muvatta’, thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, yty., Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Hudûd 1 ; Dâramî, Hudûd 15 ; Ahmed II, 5 ; İbn-i Hişâm, Sîre, II, 152-153. Ayrıca bkz. Levililer, 20/10-12 ; Tesniye, 22/22 ; Yuhanna, 8/3-5. Benzer bir olayla ilgili başka bir hadis için mesela bkz. Müslim, Hudud 29. Hz. Peygamber’in Yahudiler için Kitab-ı Mukaddes’in bu emrini tatbik etmesinin sebep ve arkaplanını anlamak için bkz. Maide, 5/42-50.

119 Buhârî, Diyat 4, 5, 7, 12, 13; Husumat 1, Vesaya 5; Müslim, Kasâme 15; Ebû Dâvûd, Diyat 10; Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevra, el-Câmiu’s-Sahîh (Sünenü’t-Tirmizî), thk. Ahmed Muhammed Şâkir, 1. bsk., Kahire 1937, Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Diyat 6 ; Nesâî, Ahmed b. Şuayb b. Ali, es-Sünen, Beyrut, trz., Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, Kasame 11.

Page 49: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

49

Resulullah: "Ehl-i kitabı tasdik de, tekzip de etmeyin; sizler ‘biz Allah'a ve O'nun tarafından indirilene iman ettik’ deyiniz”120 buyurur.121

Abdullah b. Abbas bir gün bazı müslümanlara şöyle serzenişte bulunur: “Ey müslümanlar topluluğu! Elinizde Allah'ın, Resulu Muhammed'e indirdiği ve okumakta olduğunuz en son ve hiç bozulmamış Kitab'ı bulunduğu halde, nasıl oluyor da Ehl-i kitaba (bazı şeyler) soruyorsunuz? Kaldı ki Allah Ehl-i kitabın kendilerine indirilen şeyleri değiştirdiklerini, Kitabı elleriyle tağyir edip bozduklarını haber vermiştir: ‘Onlar elleriyle Kitabı yazıp da, sonra onu az bir paraya satabilmek için, bu Allah katındandır dediler.’122 Vahye dayalı olarak size gelen ilimden bunca şey, sizi onlara müracaattan alıkoymuyor mu? Andolsun ki biz onlardan hiç birinin size indirilenden sorduğunu asla görmüyoruz.”123 Öyle görünüyor ki İbn Abbâs’ın bu serzenişi, ehl-i kitab mensuplarının son din olan İslama karşı gösterdikleri ilgisizliklerine bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Başka bir deyişle onun bu sözleri, ehl-i kitab bilgisi ve kültürüne karşı İslamın olumsuz bakışa sahip olduğunu ortaya koyma gayesine matuf değildir.

Ehl-i Kitab alimlerinden birisi Hz. Peygambere gelerek, kendilerinin sahip olduğu bir bilgiyi Peygamberimizin bilip bilmediğini öğrenmek isterve şöyle der: “Allah gökleri bir parmağında, yerleri bir parmağında, ağaçları bir parmağında, suyu ve yer altında olan her şeyi bir parmağında ve tüm diğer mahlukatı da bir parmağında taşır ve ‘Ben Melikim’ der. Bunu dinleyen Peygamberimiz azı dişleri görünecek kadar güler ve ardından ‘onlar Allah’ı hakkıyla takdir edip tanımadılar’124 ayetini okur.”125

Benzer bir olay da Hz. Peygamber (sas) ile Selmân-ı Fârisî arasında geçmiştir. Hz. Selman konuyu şöyle anlatır: “Ben Tevrat’tan yemeğin bereketinin yemekten sonra el ve ağız yıkamada (vudu) olduğunu okudum ve Tevrat’tan okuduğum bu bilgiyi Peygamberimize arzettim.

120 Bakara, 2/136.121 Buhârî, Şehâdet, 29 ; İ’tisâm, 25.122 Bakara, 2/79.123 Buhârî, İ'tisâm, 25 ; Tevhîd, 42, 43 ; Şehadet, 31.124 En’am, 6/91.125 Buhârî, Tevhid, 19, 26, 36, Tefsiru Sureti 39, 2 ; Müslim, Münafikun, 19, 21,

Tefsiru Sureti 39, 3.

Page 50: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

50

Kendileri ‘Yemeğin bereketi hem yemekten önce, hem de sonra el ve ağız yıkamada bulunur’ buyurdular.”126

Bu rivayetlerden de anlaşılmaktadır ki, Hz. Peygamber ehli kitabtan gelen bilgiye kulak vermekte, onları dinlemekte; ama aynı zamanda değerlendirme ve düzeltme yapmakta ve eksiğini tamamlamaktadır. Hz. Peygamber (sas)’den ötekine nasıl bakmaları gerektiğini böylece öğrenmiş olan sahabe tabakasının bilgi kaynaklarından birisinin de şartları gereğince önceki din ve kültürler olması çelişkili görünmemektedir.127

Önceki din ve kültür birikimine ancak belli şartlar doğrultusunda olumlu bakmayı Hz. Peygamberden öğrenmiş ve bu bakışta oldukça da hassas olan pek çok sahabinin sorumlu tavrı, ilk dönemlerden günümüze kadar birçok müfessirde makes bulmamıştır. Nitekim bu kabil müfessirlerin israiliyat haberlerini eserlerine herhangi bir değerlendirmede bulunmadan aldıkları görülmektedir. Öte yandan çelişkili ve İslami hakikatlere aykırılık arzeden bu gibi rivayetlerden kendilerini koruyabilmiş âlimlerin sayısı da az değildir. Hatta israiliyat kültürüne karşı son derece katı yaklaşım sahibi bazı âlimler, konuyu fıkhîaçıdan ele almışlar ve Kur'an dışında kalan mukaddes kitapların, bırakınız nakledilmesine, tetkik edilip okunmasına dahi müsaade etmemişlerdir.128

Binaenaleyh isimleri kasıtlı olarak israiliyat haberlerine ve uydurma rivayetlere karıştırılmış bazı sahabiler de maalesef olmuştur. Onların bu durumunu, bir anlamda istismar ederek, bütün sahabe tabakasını israiliyat konusunda duyarsız davranmış gibi göstermek hakkaniyetli bir yaklaşım olmasa gerektir. Nitekim Ahmed Emin129 ve Ebû Reyye130 gibi kimi müellifler, İbn Abbâs (68/687), İbn Ömer (74/693), Amr b. el-Âs(40/660), Ebû Hureyre (57/677), Enes b. Mâlik (93/711) ve Muâviye b. Ebî Süfyân (60/680) gibi önde gelen bazı sahabilerin akıllarının ve

126 Ebû Dâvûd, Et’ıme 11 ; Tirmizî, Et’ıme 39 ; Ahmed, V, 441.127 Zehebî, Tefsîr ve’l-Müfessirûn, I, 61.128 Yücel, Abdullah, “İsrailiyat” Md., http://kitap.ihya.org/genel/samil.php?t2

=oku&an=944&g=mhCI&s= 3&t4=&t3=isrÂiliyÂt&harf=I (24.01.08)129 Bkz. Ahmed Emin, Fecru’l-İslam, 15. bsk., Kahire 1994, Mektebetü’n-Nahda,

s. 201.130 Bkz. Ebû Reyye, Mahmûd, Edvâ’ ale’s-Sünneti’l-Muhammediyye, 5 bsk.,

Kahire 1990, Daru’l-Meârif, s. 138.

Page 51: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

51

meyillerinin israiliyata bulaşmış, karışmış ve aldanmış olduğunu söylemişlerdir.

Bu tür değerlendirmelerin sağlıklı olmadığını ve sahabe tabakasının israiliyat haberlerine karşı hassas demeçleri ile isimlerinin bazı uydurma haberlere karıştırılması meselesinin dikkatli değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Sözgelimi ehl-i kitab'tan rivayette bulunma konusunda duyarlı ve bilinçli tavrını biraz önce gördüğümüz İbn Abbas'tan, busözlerine muhalif olarak, asılsız isrâili rivâyetler de nakledilmiş olmasıdurumu makul görülemez. Makul görülemediği gibi, bu çelişkinin üzerine fikir bina ederek anılan kimsenin aklının ve meylinin israiliyata bulaşmış olduğunu ileri sürmek sağlıklı ve iyi niyetli bir değerlendirme olamaz. Nitekim İmam Şafiî bu durumu isabetli okumuş ve İbn Abbas'tan rivayet edilen yüz tefsir rivayeti dışındaki haberlerin ona ait olmadığını söylemiştir. Başka bir deyişle İbn Abbas'ın ismi istismar edilerek bazı uydurma rivayetler ona isnad edilmiştir.131

İslam kaynaklarına ve haliyle tefsir edebiyatına girmiş olan israiliyat rivayetleri ve uydurma haberler, önceleri Yahudi, Mecusi, Romalı ve diğer milletlere mensup olan mühtediler kanalıyla sokulmuştur. Bu kimseler Müslüman olmuşlar ve sahip oldukları önceki kültürlerini de İslam bünyesine taşımışlardır. Bu kimseler arasında ehli kitaptan bilgi nakleden Kabu’l-Ahbâr132, Vehb. b. Münebbih133, Abdullah b. Selâm134 ve Temîm ed-Dârî gibi isimleri saymak mümkündür. Zamanla çıkan siyasi ve mezhebi ihtilaflar, Şiî ve Râfizî gruplar ile Emevilere karşı Abbasi damarını güçlendiren siyasi taraflar, bir nevi kirlenme olarak da görülebilecek olan

131 Bkz. Sahabe tabakasının israiliyat haberlerine karşı hassasiyetlerine dair

çeşitli örnekler için bkz. Remzî Na’nâa, İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 121-122 ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I, 124-125.

132 Hayatı için bkz. Ebû Şehbe, İsrâiliyyât ve’l-Mevdûât, 100-105 ; Remzî Na’nâa, İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 167-183 ; Zehebî, Tezkiratü’l-Huffâz, I, 52 ; Cerrahoğlu, Kur’an Tefsirinin Doğuşu, 67 ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I, 130-133 ; Twakkal, Ka’b al-Ahbar and the Israiliyyat, 6-8.

133 Hayatı için bkz. Ebû Şehbe, İsrâiliyyât ve’l-Mevdûât, 105 ; Remzî Na’nâa, el-İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 183-192 ; Cerrahoğlu, Kur’an Tefsirinin Doğuşu, 69 ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I, 133-137.

134 Hayatı için bkz. Ebû Şehbe, İsrâiliyyât ve’l-Mevdûât, 97-100 ; Zehebî, Tezkiratü’l-Huffâz, I, 26-29 ; Cerrahoğlu, Kur’an Tefsirinin Doğuşu, 66 ; Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, I, 129-130.

Page 52: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

52

israiliyat geleneğinin yayılmasını hızlandırmıştır. Kıssacı vaizler de israiliyat geleneğinin yaygınlaşmasını hızlandıran bir başka kanal olmuştur. Nitekim bu hikayeci vaizler halkı heyecanlandırmak maksadıyla pek çok israiliyat rivayetlerini ve uydurma haberleri İslam kültürüne sokmuşlardır.135 Hasılı Emîn el-Hûlî (1386/1966)’nin dediği gibi sebepleri ne olursa olsun israiliyat türü haberlerin yoğunlukla birçok tefsirkaynağına girmiş olduğu bir vakıadır.136

İsrailiyat alanında önemli bir doktora tezi yapmış olan Remzî Na’nâa’ya göre israiliyat rivayetlerinin revaç bularak hadis ve tefsir kitaplarına girmesinin en önemli sebeplerinden birisi, sünnet ve ilimleri konusunda görülen bilgisizlik ve yetersizlik olmuştur. Hadis ilminin inceliklerine vakıf olmayan bazı müfessirler ve hikayeciler İsrailiyata karşı oldukça gevşek durmuşlar, böylece israiliyat rivayetleri revaç bulmuş, netice itibariyle sık sık aranıp sorulan bir pazar haline gelmiştir. İslamın temel ilke ve anlayışlarına uyup uymadığı tahkik edilmeden, hadis ve sünnet ilimleri konusunda bilgi sahibi olunmadan, hadis telakki etmeye dair hassas kurallar uygulanmadan, gelişigüzel alınmış olan İsrailiyat haberlerinin bir kısmı İslam ümmetinin akidesini de ciddi anlamda etkilemiştir. Zamanla bu tür haberler, İslamın ve Kur’an’ın bir parçası ve dinin temel prensiplerinden biri gibi algılanmaya başlamış ve israiliyat meselesi özellikle de Taberî (310/922)’den günümüze kadar hemen hemen bütün müfessirleri şöyle ya da böyle, az ya da çok meşgul etmiştir. Meselenin bu kapsayıcı özelliğinden ve zaman zaman da taşıdığı olumsuz sonuçlarından dolayı bu kabil israiliyat rivayetlerine karşı sorumlu bir anlayış ve bilincin geliştirilmesi gerekmektedir.137

135 Bkz. Ebû Şehbe, İsrâiliyyât ve’l-Mevdûât, 86-93. İsimleri israiliyat

haberlerine bir şekilde karışmış sahabe ve tabiin alimlerinin durumları hakkında geniş bilgi için bkz. Zehebî, İsrailiyyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, 54-93.

136 Emîn el-Hûlî, “Tefsîr” Md., V, 352 ; Emîn el-Hûlî, Kur’ân Tefsirinde Yeni Bir Metod, 23-24.

137 Remzî Na’nâa, İsrâiliyyât ve Eseruhâ fî Kütübi’t-Tefsîr, 6-8. Ayrıca bkz. İbn Âşûr, Muhammed el- Fâdıl, et-Tefsîru ve Ricâluhû, Kahire 1997, Ezher Mecmau’l-Buhûsi’l-İslâmiyye, s. 50-51 ; İbn Kesîr, Tefsîr, I, 4 ; Aydemir, Abdullah, Büyük Türk Bilgini Şeyhulislam Ebussuud Efendi ve Tefsirdeki Metodu, Ankara, trz., DİB. Yay., s. 204-205 ; Kırbaşoğlu, Mehmet Hayri, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara 2000, Ankara Okulu Yay., s. 344-349.

Page 53: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

53

Neticede İbn-i Âşûr’un da belirttiği gibi ortaya çıkan durum, insaf sahibi müslüman alimleri rahatsız ederek onları harekete geçirmiştir. Tefsirlerini bu tür asılsız haberlerden temizlemek için alimler, ilgili rivayetleri hadis ilminin cerh-tadil ve tenkit kriterleri doğrultusunda ele alıp değerlendirmeye, sahihini sakiminden ayırmaya yönelmişlerdir. Buna rağmen uydurma ve asılsız oldukları ortaya çıkan ilgili rivayetleri mevcut tenkit kriterleri doğrultusunda ele alıp değerlendirmeyen ve kitaplarınıgözü yumuk şekilde hala bu tür isrâilî haberlerle dolduran kimselermanevi vebal altında kalacaklardır.138

Tefsir kitaplarının özellikle de mukaddimeleri incelendiğinde,genelde müfessirlerin, izleyecekleri tefsir yöntemi sadedinde, israiliyata bakışlarını da net olarak ortaya koydukları görülmektedir. Nitekim onlardan pek çok müfessir, tefsirlerinde israiliyat haberlerinden uzak duracaklarını beyan etmelerine rağmen uygulamada bu sözlerini çoğu zaman yerine getirememişlerdir. Tefsirlerinde bu tür rivayetlere sıklıkla yer veren birçok müfessir, sakındırmak ve yalan olduklarını ortaya koymak için değil, hatta herhangi bir tenkit ve isnad serdetmeksizin gerçek olaylar gibi değerlendirerek kullanmıştır.139

Nitekim tefsir ve hadisteki israiliyat konusunda önemli bir eser telif etmiş olan Zehebî de tefsir müelliflerinin israiliyata karşı duruşları konusunda şu kategorilerin altını çizer:140

1. İsrailiyat haberlerini sadece isnadlarını vermek suretiyle nakleden tefsirler:

Bu gruptaki tefsirler naklettikleri bu tür haberlerin tenkide açık yönlerini vurgulamazlar. Bu tür müfessirler isnad vermenin, ayrıca tenkit etmekten kendilerini müstagni kıldığına kanidirler. Onlar bu yaklaşımlarıyla hadis uleması nezdinde “sana haberi isnadıyla veren, onun doğruluğunu ve yanlışlığını da bildirmiş olur” manasına gelen “men esnede leke fekad hameleke” yerleşik kuralı tatbik etmişlerdir. Bu maddeye verilecek en karakteristik örnek Taberî’nin Câmiu’l-Beyân adlı tefsiridir. Nitekim Taberî, gerek adı geçen tefsirinde ve gerekse tarihinde pek çok israiliyat haberi nakletmiş ve bu rivayetleri daha çok Ka’bu’l-

138 İbn Âşûr, Tefsîr ve Ricâluhû, 51.139 Bkz. Zehebî, İsrailiyyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, 95 ; Remzî Na’nâa, İsrâiliyyât ve

Eseruhâ fî Kütübi’t-Tefsîr, 8.140 Bkz. Zehebî, İsrailiyyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, 95-97.

Page 54: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

54

Ahbâr, Vehb b. Münebbih, İbn Cüreyc, İbn İshâk ve Süddî’ye dayandırmıştır. Rivayetleri arasında senedi zayıf olanlar bulunmasına rağmen bunlar hakkında da herhangi bir uyarıda bulunmamıştır.141

2. İsnadlarıyla ve tenkitleriyle birlikte israiliyat haberlerini zikreden tefsirler:

Bu tür tefsirler, israiliyat rivayetlerine tefsirlerinde yer verirken,sadece isnadlarını zikretmekle yetinmemiş, eleştirilmesi gereken yönlerini de ortaya koyarak okuyucularda bir bilinç oluşumunu da sağlamışlardır. Bu grubun en önemli örneklerinden birisi İbn Kesîr(774/1372)’in Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm adlı tefsiridir. Nitekim İbn Kesîr yalan bilgiler içerdiğine kani olduğu rivayetlerle ilgilenmeyi vakit kaybı olarak görür ve israiliyat haberlerinin esas itibariyle Tevrat’tan daha çok,Yahudiler tarafından kendi dinlerine sokuşturulmuş olan asılsız bilgilere dayandığını düşünür. Fakat İbn Kesîr’in naklettiği doğru veya yanlış olması muhtemel bazı rivayetler üzerine herhangi bir yorum yapmadığı da görülmektedir.142

Terry Newman israiliyat haberlerine karşı İbn Teymiyye’nin reddedici bir çığır açtığını düşünür ve devamında İbn Kesîr’in de aynı yoldan gittiğini söyler. Ona göre bu damarın kökeninde anti-semitizm yatmaktadır, bu gibi alimler içlerinde taşıdıkları Yahudi aleyhtarı duygulardan ötürü israiliyat konusuna aşırı reddedici bir yaklaşımla bakmaktadırlar. Bu tepkici yaklaşım T. Newman’a göre Araplarda ve Yahudilerde yükselen milliyetçilik dalgasıyla ondokuzuncu yüzyılda yeniden nüksetmiş ve Muhammed Abduh (1323/1905) ve Muhammed Reşid Rıza (1359/1940) gibi alimlerin israiliyata karşı reddedici ve tepkici yaklaşım içinde olmalarına sebep olmuştur. Buna göre bu alimlerin israiliyata karşı durmalarının temel sebebi, Yahudilerin kendilerine ait ilimlerle İslamın temelini sarsmaya çalışmalarıdır.143

Hatta oryantalistler, daha önce de tespit ettiğimiz gibi, tarihi vakıaya aykırı olarak israiliyata karşı durmanın kökeninde, müfessirler arasında israiliyat terimini ilk defa kullanarak bu rivayetlere cephe açan ismin önce İbn Teymiyye, ardından da öğrencisi İbn Kesîr olduğunda

141 Ayrıca bkz. Birışık, “İsrailiyat” Md., XXIII, 200.142 Bkz. Birışık, “İsrailiyat” Md., XXIII, 200.143 Bkz. Newman, “The Isra’iliyyat Literature”.

Page 55: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

55

ısrarlıdırlar.144 Genelde oryantalist yazarların israiliyata karşı İbn Teymiyye-İbn Kesir merkezli yorumları, daha önce ele alınıp değerlendirmesi yapıldığı için, tekrar değerlendirilmeyecektir. Ancak burada şu kadarını söyleyelim ki: İbn Teymiyye’den daha önce İbnü’l-Arabî’nin ve Necmüddîn Tûfî’nin eserlerinde israiliyat kelimesini kullanarak eleştirel yaklaşmaları145 oryantalistlerin günah keçisi olarak İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kesîr’i görme tezlerini geçersiz kılmaktadır.

3. İsnad ve tenkit zikretmeksizin ya da nadiren isnad zikrederek bulduğu tüm israiliyat haberlerini kayıtsız nakleden tefsirler:

Bu tür çalışmalar, bazen hezeyan boyutunda batıl fikir ve tutumları zikretmiş olurlar. Mukâtil b. Süleymân (150/767) ve Ebû İshâk es-Sa’lebî(427/1036) bu grubun önde gelen temsilcileridir.146 Ayrıca araştırma konusuna hasrettiğimiz Celâleyn Tefsirini de bu gruba dahil etmek mümkündür.

4. İsnadsız olarak, ancak bazen zayıf görüş anlamına gelen “denildi” (kîle) lafzını kullanmak ve yer yer de rivayetin tenkide açık yönünü birkaç kelimeyle ifade etmek suretiyle israiliyat haberlerini nakleden tefsirler:

Vâhıdî (468/1075)’nin el-Vasît, el-Basît ve el-Vecîz adlı tefsirleri ile Begavî (516/1122)’nin Meâlimü’t-Tenzîl’i, Hâzin (741/1341)’in Lübâbu’t-Te’vîl’i ve Suyûtî (911/1505) ’nin ed-Dürrü’l-Mensûr’u bu türün örnekleri arasındadır.147

5. Okuyucuların yanılgı içine düşmemelerini sağlamak maksadıyla önceki kitaplarda zikredilen yanlış ve batıl israiliyat haberlerini tenkit ederek hatalı yönlerini ortaya koyarak nakleden tefsirler:

Tefsirlerin büyük çoğunluğu bu kısmı oluşturur. Sülemî (412/1021), Zemahşerî (538/1144), İbn Atıyye (546/1151), Fahreddin Râzî (606/1209), Kurtubî (671/1272), Nesefî (710/1310), Ebû Hayyân

144 İbn Kesîr merkezli iddiaları ileri süren oryantalistlerin kimler olduğu ve bu

iddianın haklılık payına sahip olup olmadığı hakkında geniş bilgi ve tartışma için bkz. Albayrak, “Re-evaluating the Notion of Isra’iliyyat”, 83-87.

145 Bu konuda detaylı bilgi, çalışmamızın birinci bölümün “İsrailiyat Terimi ve Kapsamı” başlığı altında verilmiştir.

146 Bkz. Birışık, “İsrailiyat” Md., XXIII, 200 ; Bkz. Güngör, Fıkhi Tefsir Hareketi, 103, 105. Mukâtil b. Süleyman’ın tefsirinin israiliyat açısından eleştirisi için bkz. Müsâıd, Eseru’t-Tatavvuri’l-Fikriy, 125-129.

147 Birışık, “İsrailiyat” Md., XXIII, 200.

Page 56: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

56

(745/1344), İbn Cevzî (597/1201), Ebussuud Efendi (982/1574) ve Hatîb Şirbinî (977/1569) gibi müfessirler bu grubun önemli örneklerindendir. Ne var ki bu tür tefsirlerin de zaman zaman müsamahalı ve geniş bakışları sebebiyle az da olsa problemli olabilecek bazı israiliyat haberlerini naklettikleri görülür.148

6. İsrailiyat haberlerini isnadsız olarak zikrettikleri halde asıl amaçları tenkit etmek olan tefsirler:

Bu gruba örnek olarak Âlûsî (1270/1854)’nin Rûhu’l-Meânî adlı tefsirini vermek mümkündür. Âlûsî israiliyata karşı aşırı derecede muhaliftir ve bunları rivayet edenlere “erbâbu’l-ahbâr” diyerek eleştiri yöneltir. Kur’an’da ve sahih sünnette yer almayan bilgileri reddetmekle birlikte Âlûsî, peygamberlerin ismetine ve naslara ters düşen rivayetlere karşı oldukça şiddetli ve sert eleştirilerde bulunur. Kabe’nin yapımıyla ilgili olarak149 önceki bilgileri reddederken kullandığı üslupla, bazı tefsirlerde yer alan ve peygamberlerin ismetini zedeleyen israili rivayetler için kullandığı üslup oldukça farklıdır. Âlûsî’nin israiliyat konusundaki en önemli eksikliği bazı rivayetlerin zahirini reddedip bunları işârî olarak yorumlamasıdır. Örneğin Hârût ve Mârût hadisesiyle ilgili rivayeti israiliyat olarak adlandırmakla birlikte işârî olarak yorumlaması Âlûsî adına açık bir çelişki olarak görünmektedir. Diğer bir eksiklik de Âlûsî’nin çok az da olsa bazı israiliyat haberlerini hiçbir tenkide tabi tutmadan nakletmesidir.150 Grubunun başka bir örneği ise Şevkânî (1250/1834)’nin Fethu’l-Kadîr adlı rivayet-dirayet karışımı tefsiridir. Bu tefsirde israiliyat çok azdır ve müfessir bunları sadece eleştirmek için zikretmiştir.151

7. İsrailiyat haberlerini nakletmiş olan önceki müelliflere hücum edip onları karalamak maksadıyla bu tür haberleri kullanan tefsirler:

148 Birışık, “İsrailiyat” Md., XXIII, 200-201 ; Yılmaz, Muhammet, “Razi Tefsirinde

İsrailiyyat”, Çukurova Üniv.İ.F.D., S. 2, Adana 2001, c. I, s. 71, 87.149 Bakara, 2/128.150 Birışık, “İsrailiyat” Md., XXIII, 201. Örneğin Âlûsî’nin Fahreddin Râzî’yi ikindi

namazının faziletini göstermek adına asılsız israiliyat haberi rivayet ettiği gerekçesiyle ciddi tarzda eleştirisi için bkz. Âlûsî, Şihâbüddîn Mahmûd, Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’ı’l-Mesânî, Beyrut, trz., Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, c. XXIII, s. 195.

151 Birışık, “İsrailiyat” Md., XXIII, 201.

Page 57: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

57

Bu tür tefsirlerin sergilediği sistemsiz ve düzensiz hücumlardan,kendilerinden önceki müellifler paylarını aldığı gibi, kaynak olarak kendilerine dayandırılan sahabe ve tabiin tabakasının mensupları da paylarını alırlar. Ne var ki doğruluğuna ve yanlışlığına bakmaksızın ve herhangi bir yorum ve açıklamada bulunmaksızın sırf israiliyat olması hasebiyle hücum eden bu tefsirler; batıl israiliyatı körü körüne nakledenlerin düştüğü yanlışlığa bir başka yönden düşmüşgörünmektedirler. Örneğin Muhammed Reşid Rıza (1354/1935)’nın Tefsîru’l-Menâr’ı böyledir. Nitekim Reşid Rıza, israili haberleri rivayet eden Ka’bu’l-Ahbâr ve Vehb b. Münebbih gibi Yahudi asıllı mühtedi ravileri dini kasten bozmakla itham eder ve onlar hakkında ağır ifadeler kullanır. Hatta Reşid Rıza fiten, deccal, kıyametin kopması ve Hz. İsa’nın nüzulü gibi konularla ilgili sahih rivayetlerden bazılarını da israiliyat olarak adlandırıp reddeder, bu haberlerde de Kabu’l-Ahbâr’ın elinin olduğunu söyler. Öte yandan Reşid’in, israiliyat konusunda son derece hassas olmasına rağmen zaman zaman Kitab-ı Mukaddes’e başvurarak ayetlerdeki kapalılığı gidermeye çalışması, bunu yaparken tefsirlerde ve hadis kitaplarındaki rivayetleri reddetmesi izahı oldukça zor bir çelişki olarak görünmektedir. Örneğin Reşid, İsrailoğullarına tufan, çekirge, haşere, kurbağa ve kan gönderilmesinden söz eden ayetlerin152 tefsirinde Tevrat’tan uzun uzun alıntılar yapar ve bu izahları İslami literatürde yer alan rivayetlere tercih eder.153 Aynı şekilde Reşid’in Hz. Peygamberin (sas) Tevrat ve İncil’de müjdelendiğini ortaya koymak için anılan kitaplardan sayfalarca alıntılar yapması da, kendi açısından öncekine benzer bir tutarsızlık olarak ortaya çıkmaktadır.154

XIX ve XX. yüzyıl tefsir alimlerinin büyük çoğunluğu israiliyathaberlerini deyiş yerindeyse yok sayarak protesto etme hususunda neredeyse ortak tavır almışlar ve kapalı ayetlerin tefsirinde bile bu tür

152 Araf, 7/133.153 Reşîd Rızâ, Muhammed-M. Abduh, Tefsîrü’l-Menâr, Kahire 1983, el-

Hey’etü’l-Mısrıyyetü’l-Âmmetü li’l-Kitâb, c. IX, s. 79-81.154 Reşîd Rızâ, Tefsîu’l-Menâr, IX, 199-254. Reşid’in bu konuda tutarsızlık içinde

olduğu hakkında ayrıca bkz. Birışık, “İsrailiyat” Md., XXIII, 201. Reşîd Rızâ’nın tefsirindeki israiliyat yaklaşımı için ayrıca bkz. Zehebî, İsrailiyyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, 147-160 ; Hatiboğlu, “İsrailiyat” Md., XXIII, 197.

Page 58: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

58

rivayetleri pek kullanmamışlardır.155 Bu hareketin önde gelen müfessirleri arasında Muhammed Abduh (1323/1905), Reşid Rıza, Muhammed Ferid Vecdi156 (1374-1954), Hintli müfessirlerden Seyyid Ahmed Han(1316/1898), Ebu’l-Kelam Azad (1378/1958), Şiblî Nu’mânî, Hamîdüddîn Ferâhî (1349/1930), Seyyid Süleyman Nedvî (1373/1953), Mevdudî(1399/1979) ve Emîn Ahsen Islâhî ile Türk müfessirlerinden Elmalılı Hamdi Yazır (1361/1942) ve Süleyman Ateş’i zikretmek mümkündür.157

Biraz önce tefsirleri israiliyata bakışları açısından belirlenen yedi kategori içinde üçüncüsüne, yani isnad ve tenkit zikretmeksizin ya da nadiren isnad zikrederek bulabildiği tüm israiliyat haberlerini kayıtsız olarak nakleden tefsirler grubuna dahil ettiğimiz Celâleyn Tefsiri, etkinlik ve yaygınlık açısından önemli bir eserdir. Bu itibarla söz konusu tefsirin israiliyat haberlerini nasıl ve hangi konularda kullandığını ortaya koymak önemli görünmektedir.

Merhum Babanzâde Ahmed Naim Efendi (1353/1934), hadis ilmi açısından israiliyat türü haberlerin rivayet edilmesinin caiz, fakat hakkında verilecek hükmün tevakkuf olduğunu belirtmekle oldukça temkinli bir tavır izler. Zira ona göre bu tür rivayetler akla aykırı olmasalar bile yine de doğru kabul etme cihetine gidilmez. Akla, Kur’an ve Sünnete aykırı olanlar ise mutlak manada merduttur. Muvafık olanların ise mevzu olma ihtimalleri vardır, en iyimser ifadeyle senetleri munkatı olan sahih rivayetlerden olmaları söz konusudur. Bu itibarla söz konusu rivayetlere doğru ya da yanlış şeklinde hüküm vermemek, başka bir deyişle tevakkuf etmek gerekmektedir.158

İbn-i Atıyye (546/1151) ise el-Muharraru’l-Veciz adlı tefsirinde israiliyat ve benzer hurafelerin ilimle alakaları bulunmayan halktan bazıları ile alimlere ve mutemed ilmi kaynaklara müracaat etmekten

155 İsrailiyata karşı olumsuz tutum takınan alimlerden birisi de XVIII. yüzyıl

alimlerinden olan Huccetullâh Dehlevî (1176/1764)’dir. Bkz. el-Fevzu’l-Kebîr, 106-107.

156 Müfessirin israiliyat görüşü için mesela bkz. Ferid Vecdi, Muhammed, “Ilmü’t-Tefsîr” Md., Dâiratü Meârifi’l-Karni’l-Işrîne, III. Bsk., Beyrut 1971, Dâru’l-Ma’rife, c. VII, s. 287.

157 Birışık, “İsrailiyat” Md., XXIII, 201.158 Bkz. Ahmed Naim Efendi, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi

ve Şerhi, 5. bsk., Ankara 1979, DİB. Yay., c. I, s. 97.

Page 59: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

59

kendisini müstagni görenlere kötü tesir edebileceğini, aksi takdirde bunların olumsuz bir etkiye sahip olmayacağını belirtir.159

Nihai anlamda İslami kaynakların konuya bakışını özetleyenMuhammed Zâhid el-Kevserî (1372/1952) şöyle der: “İslam dininin tasdik ettiği israili haberlerin doğrulanması, tekzip ettiklerinin reddedilmesi, bunun dışındakiler hakkında da tevakkuf edilmesi şeklinde kesin bir kural konulmuştur. Nitekim Buhari’nin naklettiği şu hadis bu kuralın temelini oluşturmaktadır”160: “Ehl-i Kitabı ne tasdik edin, ne tekzib edin. Sadece biz Allah’a, bize ve size indirilenlere ve ilahınızın tek bir ilah olduğuna iman ettik ve biz ona teslim olduk deyin.”161.

Kevserî’nin dediği gibi bu bakış, israiliyata bakışta izlenebilecek sağlıklı ve doğru bir yöntem olarak görünmektedir ve anılan kural takip edildiği müddetçe israiliyat kültür ve birikiminden dinimiz adına çekinmeye de gerek yoktur. Çünkü israiliyat haberlerini kullanacak kimseler, söz konusu ilke çerçevesinde hareket edecekleri için bu türhaberler İslam düşünce, inanç ve geleneğine olumsuz anlamda tesir edemeyecektir. Bu tür bir tesirde bulunmuş olan haberlerin ise daha çok kayıtsız ve değerlendirme yapılmadan nakledilmelerinden kaynaklandığı, buraya kadar ifade ettiğimiz hususlardan hareketle rahatlıkla söylenebilir.162

Kaldı ki bu rivayetlerden en geniş şekilde istifade edenlerin bile, yanlışlığı ve uydurma olduğu açıklıkla görülen israili haberlere mutlak sahih olarak inanıp inanmadıkları meselesi de farklı bir araştırma konusudur. Bize göre onlar bu tür haberlere, inanılması gereken mutlak hakikatler gözüyle bakmamaktadırlar. Çünkü onların bu haberlerden geniş şekilde istifade etmek istemelerinin temelinde, Kur’an’da kısa ve

159 Kevserî, Muhammed Zâhid, “Ka’bu’l-Ahbâr ve’l-İsrâiliyyât”, Makâlâtü’l-

Kevserî adlı kitap içinde (s. 126-129), Kahire 1994, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, s. 129.

160 Kevserî, “Ka’bu’l-Ahbâr ve’l-İsrâiliyyât”, 128. Makalenin Türkçe çevirisi için bkz. “Kabu’l-Ahbar ve İsrailiyat” çev. Osman Güner, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IV (2004), S. 1, s. 224. Kevserî’den naklettiğimiz bu yaklaşım esasında hemen hemen bütün İslam alimlerinin ortak görüşüdür. Bunun için mesela bkz. İbn Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, III, 1266 ; Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 249.

161 Buhârî, İ’tisam, 25 ; Tevhid, 42 ; Ahmed, V, 98.162 Ayrıca bkz. Kevserî, “Ka’bu’l-Ahbâr ve’l-İsrâiliyyât”, 129. (çev. 225).

Page 60: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

60

kapalı olarak geçen bir kısım haberlerin izahında israili anlatımlarınfaydalı olabileceği, belki bir miktar renk katabileceği düşüncesi yatmaktadır.

Nitekim bu söylediklerimizi destekler mahiyette Necmüddîn et-Tûfî, el-İksîr fî Ilmi’t-Tefsîr adlı eserinde benzer bir noktaya temas eder. Ona göre müfessirler tefsirlerinde Hz. Peygamberden öğrenilen bilgiler yanında ihtiyaç duydukları Kur’an tefsirini başta dil olmak üzere sünnetten, benzer ayetlerden, tarihten, geçmiş milletlere ait olaylardan ve de israiliyat kaynaklı haberlerden elde etme yönüne gitmişlerdir.163

O halde konuyla ilgili olarak takınılması gereken tavır, gerek Kur’an’da gerekse Hz. Peygamber’in hadislerinde kapalı olarak zikredilmiş hemen hemen tüm konularla alakalı önceki dinlerde ve kültürlerde bulunan bilgileri gözü yumuk bir şekilde kabul etmemek, meseleyi değişik boyutlarıyla analiz edip değerlendirmeye almaktır. Aksi takdirde, özellikle de günümüzde, Kur’an tefsirlerinde ya da tarih kitaplarında müelliflerin tarihi dedikodularla yetinerek buldukları her şeyi rastgele kaydetmeleri ve mübalağaya düşmüş olmaları bu eserlerin alay ve kerahet kaynağı olarak görülmelerine sebep olacaktır.164

Binaenaleyh rahmetli Muhammed Hamidullah’ın ifadeleriyle söyleyecek olursak bu konuda “ne çok saf, ne çok şüpheci olmalı, aksine farklı kaynakların her birinde mevcut malumattan istifade etmeli, hepsine değerine göre haklarını vermelidir.”165 Aynı konuyu Ahkamu’l-Kur’an sahibi İbnü’l-Arabî de Şuarâ suresinin 63. ayetinin tefsiri sadedinde ele alır ve mezheb kurucusu İmam Mâlik (179/795)’in israiliyat haberlerini sadece Kur’an’a, sünnete, hikmete veya şeriatların farklı bakmadığı maslahata uygun olması durumunda zikrettiğini ve bu tavrın da önemli bir kural içerdiğini söyler.166

İsrâiliyyat'ın müslümanlar nezdinde delil olması konusunda birtakımihtilaflar olmuştur. Ancak israiliyatı İslama uygunluğuna göre üç kısımda mütâlâ etmek mümkündür. Benzer şekilde Yahudilerden alınan

163 Tûfî, İksîr, 6, 7 ; Kevserî, “Ka’bu’l-Ahbâr ve’l-İsrâiliyyât”, 129. 164 Hamidullah, “İslami İlimlerde İsrailiyat”, 316.165 Hamidullah, “İslami İlimlerde İsrailiyat”, 317.166 İbn Arabi, Ahkâmu’l-Kur’ân, III, 1435.

Page 61: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

61

haberlerin nakline ait Hz. Peygamber’den bazı hadisler167 de rivayet edilmiştir. Binaenaleyh alimler bu hadislerin de ışığı altında israiliyata ait haberleri kısaca üçe ayırmışlardır:168

1. Sahih bir şekilde Hz. Peygamberden menkul olanlar: Bu tür rivayetlerin kabulünde hiçbir şüphe yoktur. Örneğin Hz. Musa’ya arkadaşlık yapan kimsenin “Hızır” olduğuna dair yapılan rivayet gibi.169

2. Yalan ve şeriata muhalif olduğu aşikar olan rivayetler: Kabulüne aklen de imkan olmayan bu kısım haberlerin kabulü caiz olmadığı gibi, rivayeti de caiz değildir.

3. Birinci ve ikinci kısma dahil olmayanlar: Bunların lehinde veya aleyhinde hiçbir şey söylenmemiş olup; bunlar ne tasdik, ne de tekzip edilir. Bu tür haberleri hikaye etmek caiz olmakla birlikte bu kısma giren haberlerin ekserisinde dinen bir fayda mülahaza edilmez. Bu maddeyle ilgili olarak Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği şu hadisi hatırlamak mümkündür: “Ehli kitab Tevrat’ı İbranice okuyup, Arapça tefsir ediyordu. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Ehli Kitabı tasdik etmeyin, tekzib de etmeyin, Allah’a, bize ve size indirilene iman ettik deyin.”170

Benzer bir tasnif de israiliyat haberlerinin sened ve metinleri birlikte dikkate alınarak geliştirilmiştir. Bunlar da: 1. Senet ve Metin Bakımından Sahih olan İsrailiyat, 2. Sened ve Metin Bakımndan Zayıf olan İsrailiyat, 3.

167 Buhârî, Şehadet 29; Tefsir, Bakara,11; İ’tisam 25; Tevhid 51; Enbiya 50;

Tirmizî, İlim 13 ; Dârimî, Mukaddime 46 ; Ahmed, II, 159, 202, 214.168 Bkz. Zehebî, İsrailiyyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, 35-41; Ebû Şehbe, İsrâiliyyât

ve’l-Mevdûât, 106-107 ; Cerrahoğlu, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu, 65 ; Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh, I, 97 ; Birışık, “İsrailiyat” Md., XXIII, 199 ; McAuliffe, Jane Dammen, “Quranic Hermeneutics: The Views of al-Tabari and Ibn Kathir”, Approaches to the History of the Interpretation of the Qur'an, ed. Andrew Rippin, New York 1988, Oxford University Press, s. 57. Senedi, içerdiği konular ve İslam dinine muhalif olup olmaması gibi açılardan da israiliyat çeşitli kısımlara ayrılmıştır. Bkz. Remzî Na’nâa, el-İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 76-85.

169 Buhârî, Tefsir, Kehf 2-3-4; İlim 16, 19, 44; İcra 7; Şurut 17; Bed’ü’l-Halk 11; Enbiya 27; Tevhit 31; Müslim, Fedail 170; Tirmizî, Tefsir, Kehf, 3148; Ebû Dâvûd, Sünnet 17.

170 Buhârî, Şehâdât 29; Tefsîru Sûra 2, 11 ; İ’tisam 25 ; Tevhîd 51 ; Ebû Dâvûd, Ilm, 2 ; Ahmed, IV, 136.

Page 62: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

62

Uydurma olan İsrailiyat olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Biraz önce verdiğimiz tasnifle büyük ölçüde benzeştiğinden ayrıca açıklama cihetine gitmiyoruz.171

Esasında bu ve benzeri açıklamaları da dikkate alarak Hz. Peygamberin, Kur’an’ın da görüşü doğrultusunda, Kitab-ı Mukaddesi bir taraftan nazari anlamda Allah tarafından vahyedilmiş bir kitap olarak kabul ettiği; üstelik onun amelî hayatta da birçok uygulama için istihdam edilebileceği görüşünde olduğu söylenebilir. Bu yüzden İslam alimleri,ilgili başlık altında da ele alınacağı üzere, önceki din ve kültürlerin uygulamalarını, bu bakış açısıyla, kayda değer görmüşlerdir. Bu gerekçelere ayrıca Hamidullah’ın dile getirdiği şu sebebi ilave etmek de mümkündür: “Kur’an-ı Kerim pek çok defa, ister Kitab-ı Mukaddes olsun, ister bunda geçen peygamberlerden herhangi birinin sözleri olsun zikretmektedir. Müslüman müfessirler bunları araştırmak zorundadır. Kur’an’ın bu atıflarını hafife alıp görmezden gelemezler.”172

Nasıl ki Kur’an-ı Kerim, Tevrat ve İncil’i tamamen değilse bile kısmen tahrife uğramış kitaplar olarak kabul eder, israiliyat haberlerininde bu doğrultuda değerlendirilmesi gerekir. Sened ve metin kısımlarınınkritik edilmesi neticesinde bu bilgilerden bir kısmının sağlam, bir kısmının ise uydurma olarak görülmesi tabidir, sonuca göre hareket etmek gerekir. İsrailiyat kabilinden bazı bilgilerin de Hz. Peygamber tarafından ashabına anlatılması, bu söylenenleri desteklemektedir. Örneğin aşağıdaki hadisler bunlardan bir kaçıdır:

“Eğer ehl-i kitab size bir şey anlatacak olursa onu ne tasdik, ne tekzib edin. Biz Allah’a ve peygamberlerine ve onlara indirilenlere inandık deyin. Eğer batıl bir şey ise tasvib etmeyin; doğru bir şeyse karşı çıkmayın.”173

“İsrailoğullarından nakletmenizde bir beis yoktur.”174

171 Bu tasnif hakkında geniş bilgi için mesela bkz. Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat,

7-9. 172 Hamidullah, “İslami İlimlerde İsrailiyat”, 301.173 Buhârî, Tefsîru Sûra 2, 11; Ebû Dâvûd, İlm 2; Ahmed, IV, 136.174 Buhârî, Enbiya 50; Müslim, Zühd 72; Tirmizî, İlm, 13; İbn Mâce, Muhammed

b. Yezîd el-Kazvînî, Sünen-i İbn-i Mâce Tercemesi ve Şerhi, çev. ve şerh. Haydar Hatipoğlu, İstanbul 1982, Kahraman Yay., Mukaddime 5 ; Ahmed, III, 39, 46.

Page 63: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

63

Nitekim Yahudi iken sonradan Müslüman olan Abdullah b. Selâm(43/663), Ebû Hureyre, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Amr b. el-Âs(65/684), Hıristiyan bir alimken hidayete eren Temîm-i Dârî (40/660) ile Tabiinden Ka’bu’l-Ahbâr (32/652) ve Vehb b. Münebbih (113/731) gibi zatlar eski dinlerin hükümlerini iyi bilirlerdi, mukaddes kitaplardaki bilgiye sahiplerdi. Nitekim Abdullah b. Amr b. el-Âs’ın, Tevrat okuduğu bilinmektedir. Daha önce de ifade edildiği gibi Abdullah b. Selâm’a Tevrat okuma emri bizzat Hz. Peygamber tarafından verilmiştir. Ebû Hureyre’nin de Tevrat okumadığı halde ilme merakı ve ezber kuvveti sebebiyle,ondaki bilgi ve hükümleri en iyi bilen kimselerden olduğu bildirilir.175

Hz. Peygamberin Hz. Ömer ve bir başka zaman da hanımı Hz. Hafsa’nın elinde Tevrat sahifelerini görüp menetmesinden bahseden hadisler ise şöyle anlaşılabilir: Bu men, mutlak anlamda değil, kendilerinde konuyla ilgili kabiliyet ve inanç derinliği hasıl olmamış kimselerin diğer semavi kitaplarla meşgul olmasına engel olmaya matuf bir mendir. Çünkü Müslümanlar her şeyden önce kendi Kitapları olan Kur’an’ı ve Sünneti araştırmaları, öğrenmeleri ve onları hayatlarına geçirmeleri gerekir. Ancak bundan sonra bilgi artırmak için diğer kitaplardan yararlanmaları mümkündür. Bu bakımdan Peygamber efendimizden sadır olan bu ifadeler, son derece yerinde ve makul bir uyarı olmuştur.

Ayrıca Hz. Peygamber’in Tevrat için sadece teorik inanç anlamında değil, uygulama anlamında da, örneğin ayağa kalkarak saygı gösterdiğibildirilmektedir. Buradan hareketle semavi kitaplar için özellikle de Kur’an için ayağa kalkılacağına dair hüküm ihdas edilmiştir. Bu kapsamdaİslam alimleri cünüp kimsenin Tevrat, Zebur ve İncil okumasını da mekruh görmüşlerdir. Bütün bunlar Tevrat, Zebur ve İncil gibi önceki kitapların tamamının tahrife uğramadığını ve saygı gösterilmeyi hak ettiklerini ortaya koymaktadır.176

175 Bkz. Kettani, Abdulhayy, et-Teratibu’l-İdariyye, çev. Ahmet Özel, İst 1993, III,

223, vd.; Aydemir, Tefsirde İsrailiyat, 7 vd.; Güner, Sünnet’ten Topluma, 189-190.

176 İbn Âbidîn, Muhammed Emîn, Raddü’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, Beyrut, trz., Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, c. I, s. 116, 195 ; Kettani, Teratibu’l-İdariyye, III, 226 ; Ekinci, Ekrem Buğra, İslam Hukuku ve Önceki Şeriatler, İstanbul 2003, Arı Sanat Yay., s. 211.

Page 64: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

64

Konuya bakışın ve yaklaşımın makul ve dengeli bir düzeyde yer alması ve burada durdurulması esasında mümkün olmasına rağmen, uygulamada böyle olmamıştır. Aklın zaaflarından kaçınmak ve sapmayı önlemek için her ayeti mümkün olduğu kadar, daha çok rivayetle açıklama yöntemi izleyen Rivayet Tefsirleri deyiş yerindeyse özellikle de israiliyat haberlerini rivayet etme konusunda kantarın topuzunu kaçırmıştır. Daha önce de ifade edildiği gibi bu yolla tefsirlere giren israiliyat rivayetleri de çeşitli bidat, hurafe ve batıl davranış şekillerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Neticede bu olumsuz duruma karşı bazı Müslüman alimler de bunları ayıklama cihetinde aşırı hassasiyet sahibi olmuşlardır. Aslındaisrailiyata bakışta alimlerde görülen bu aşırı hassas tavır, daha makul ve dengeli olarak sahabe tabakasında da görülmekteydi. Örneğin Hz. Ömer (23/644) gibi kimi sahabiler, bu rivayetlere daha doğrusu önceki kitaplara bakışta, tarafsız ve nötr bir tavır takınıyorlar ve hakikatini bilemedikleri rivayetleri ne kabul ediyorlardı, ne de reddediyorlardı. Ama Ebu Hureyre gibi ilmini artırmaya daha fazla meraklı olan bazı sahabiler ise kimi dini meselelerde israili kaynaklara müracaat, kontrol, mukabele ve teyid ediyorlardı. Aslında muhaddisler bu konularda neyin israiliyattan olduğunu, neyin olmadığını ayıklamaya çalışmışlar ve problemli görmedikleri bazı konularda örneğin Vehb b. Münebbih ve Kabu’l Ahbar gibi Yahudi asıllı âlimlerden gelen haberleri genellikle kabul etmişlerdir. Ama, daha önce de geçtiği gibi, sünnet konusunda toptancı davranma eğiliminde olan Ahmed Emin, Muhammed Abduh, Reşid Rıza ve Ebu Reyye gibi bazı modernist alimler, bu mesele karşısında şiddetle karşı durarak, katı bir tutum takınmışlar israiliyatı ve bu alana ismi karışan herkesi tümüyle reddetme yolunu seçmişlerdir. Bu tavırlarıyla onların hadis külliyatını elemek ve budamak maksadıyla israiliyat meselesini de bir manivela aracı olarak kullanmaya kalkmış olmaları ihtimali de akla gelmektedir.

Nitekim israiliyatın tümden reddedilmesi tavrı, örneğin İbn Hacer(852/1448)’in Fethü’l-Bârî adlı Buhari şerhinde Hz. Peygamber’in yalanrivayetlere izin vermediğini hatırlatması, ancak doğruluğundan ve sıdkından emin olunan hususlarda israiliyat kaynaklarının kullanılabileceğine hükmetmesi karşısında aşırı bir gayret olarak

Page 65: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

65

görünmektedir.177 Öyle anlaşılıyor ki her türden bilgi ve rivayetin ölçüsü, Kur’an ve sahih sünnet olmalıdır. Doğruluklarını test etmek için önceki kitapların veya ümmetlerin miraslarını Kur’an ve sünnet mihengine vurmak gerekmektedir. Binaenaleyh daha önce de ifade edildiği gibi,izlenmesi gereken orta yolun hususiyeti hakkında şunlar söylenebilir: Eski dinlerin nesh edilmediğini, yürürlükten kaldırılmadığını savunmak ne kadar yanlış ise; onlardan geriye hiç hakikat kırıntısı kalmadığını söylemek de o derece isabetsizdir.

İsrailiyatın tümünü reddetme eğilimi, tümünü her halükarda kabul etme gibi aşırı bir yaklaşımdır. Nitekim bazı israiliyat kabilinden kaydedilen bilgilerin yoruma elverişli olduğunu ve bu yüzden de reddedilmeyi hak etmediğini ifade etmek lazımdır. Burada örnek olarak at konusunda verilen şu israili bilgi hatırlanabilir. Hz. Ali Peygamberimizden “Allah atı rüzgardan yaratmıştır. Bu yüzden onu kanatsız uçabilen bir varlık yapmıştır” şeklindeki bir hadisi rivayet edince Vehb b. Münebbih, “Allah atı güney rüzgarından yaratmıştır” diye açıklamada bulunmuştur.178 Aslında Vehb’in bu cevabı israiliyat kabilinden değerlendirilse de, atın süratli oluşunu anlatan mecazi bir ifade olarak anlaşılması pekala mümkün ve makul görünmektedir. Çünkü burada verilen bilgi, atın yaratılış özüyle ilgili ontolojik bilgi olmaktan çok, tabiatına ve yeteneğine ilişkin bir özelliği edebi ve mecazi bir uslupla anlatmaktadır.

Muhammed Âbid el-Câbirî ise israiliyat konusuna kültür ve felsefe havzası penceresinden bakar, süreci İslam öncesi dönemlere kadar geriye görürür ve Arabların durumları ve konumları itibariyle ehl-i kitabtan yararlanmış olmalarını doğal görür. İslam öncesi Araplar sözlü kültür geleneğine tabi oldukları için müracaat edebilecekleri herhangi bir dini kitapları da yoktur. Bu yüzden “Ehl-i kitap/Yahudi ve Hıristiyanlar” karşılığında onlara “ümmî/okuryazar olmayan” adı verilmektedir. Ayrıca nazil olan Kur'an-ı Kerim de sadece birtakım hükümler, emirler ve yasaklar ihtiva eden bir kitap değil, aynı zamanda peygamber kıssaları, geçmiş ümmetlere dair haberleri anlatan, metafizikten ve ahirete ilişkin

177 Bkz. İbn Hacer, Şihâbüddîn el-Askalânî, Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, 2.

bsk., Beyrut, trz., Dâru’l-Ma’rife, c. XIII, s. 435-439.178 Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân,

Beyrut 1985, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, c. IV, s. 32 ; Aydemir, Tefsirde İsrailiyat, 91.

Page 66: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

66

meselelerden bahseden bir kitaptır. Öte yandan Kur’an-ı Kerim de bu iki dini kabul etmekte ve kendini onlarla aynı asla yani Hz. İbrahimgeleneğine ait görmektedir. Bu itibarla Kur’an tefsiri yapanlar, peygamber kıssalarından, geçmiş milletlerin haberlerinden, kıyametin kopma anı, cennet ve cehennem gibi konulardan bahsederken tafsilat vermek maksadıyla bu kaynaklardan yararlanmışlar, “israiliyat” diye bilinen rivayetlerden, Tevrat'tan ve Talmud'dan yazılı veya sözlü olarak gelen bilgilerden istifade etmişlerdir. Ayrıca Hz. Peygamberin döneminde ve daha önceleri Araplar arasında, özellikle de Hıristiyanlar arasında Tevrat sahifelerinin bulunması, bu tür kaynakların daha sonradan da kabulünü sağlayan diğer bir etkendir. Kur’an’da geçen “öncekilerin hikayeleri”179 deyişi farklı bir siyakta kullanılmış olmasına rağmen, esasında israiliyatı ve “öncekilerin ilimleri” diye adlandırılan ve Farsçadan, Süryaniceden ve Yunancadan Arapçaya tercüme edilen ilimler derlemesini de ihtiva edebilir. Câbirî’ye göre bu iki gelişme, yani vahyin indiği bölgede ehli kitab mensupları arasında kendi dini metinlerine sahip bulunmaları ile tercümeler yoluyla giren bilgi birikimi, İslam kültür hayatında zâhir-bâtın damarlarını beslemiş, neşvü nema bulmalarını sağlamıştır. Daha açık bir deyişle israiliyattan yapılan nakiller, rivayet ekolünü benimseyenlerce Kur’an nassının arka planını açan bâtını; tevilcilerce veya başka bir deyişle dirayet ekolünü benimseyenlerce ise özellikle tercümeler yoluyla girmiş olan eski dini felsefeler, Kur’an’ın beyan özelliğini taşıyan bâtını olarak kabul edilmiştir.180

İsrailiyat kültürünün İslami kaynaklara geçişini bir yönüyle hızlandırmış olan tercüme faaliyetlerine medeniyetlerin bir çeşit yüzleşmesi olarak da bakmak mümkündür, hatta bunun kaçınılmaz bir yüzleşme olduğu ifade edilebilir. Bu kaçınılmaz yüzleşme II/VIII. yüzyıldan itibaren başta Yunan felsefesi, İran, Hint, Mezopotomya ve Mısır kökenli ilmi ve kültürel gelenekler Bağdat’ta kurulan Beytül Hikme sayesinde Arapçaya tercüme edilerek İslam düşünce havzasına taşınması

179 Kur’an’da “esâtîru’l-evvelîn” olarak yer alan bu ifade, İslam’a muhalif

düşünce ve inanç içerisinde olan inançsızların Hz. Peygamberin getirdiği vahyi eleştirmek, hafifsemek ve alay etmek maksadıyla kullandığı bir deyiştir. Tamamı Mekki ayetlerde geçen bu ifadenin içinde geçtiği bazı ayetler örneğin bkz. En’am, 6/25; Enfal, 8/31; Nahl, 16/24; Kalem, 68/15.

180 Bkz. Câbirî, “Bağdat: Kültürel Çeşitliliğin Barışın Kaynağı”.

Page 67: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

67

gerçekleşmiştir.181 Öteki medeniyetlerden yapılmış olan bu tercümeler İslam dünyasında güçlü bir şekilde makes bulmuş, ilgiyle karşılanmıştır. Bu ilgi sayesinde ve medeniyetlerin karşılıklı olması ilkesinin bir doğal sonucu olarak X ve XI. yüzyıllardan itibaren de bu kez Müslümanların kaleme aldıkları İslam eserleri Latinceye çevrilerek Avrupa’ya ışık saçmış, oralara medeniyet götürmüştür. Hatta XV ve XVI. yüzyıllara kadar Avrupa’nın tıbbı tamamen İslam eserlerine dayalı olarak yürütülmüştür.182

İslami kaynakların israiliyat bilgi birikimine karşı sahip olduğudengeli ve ılımlı bakış, bir iki asırdan beri yerini, daha önce de ifade edildiği gibi, bütünüyle olumsuz, sert ve katı bir yaklaşıma terk etmiş görünmektedir. Bu kırılmada Batı medeniyeti ve düşüncesiyle farklı düzlemlerde karşılaştığımız 19 ve 20. yüzyıllarda meydana gelen reformist hareketin etkili olduğu söylenebilir. İsrailiyata bakıştaki kırılmanın modern dünyadaki temsilcileri arasında isimlerini daha önce de saydığımız Abduh, Reşid Rızâ, Ebû Reyye, Aişe Abdurrahmân gibi alimler, israiliyat haberlerini genelde yabancı ve İslam dinine zararlı unsurlar olarak görmüşler, bu tür haberlerin çoğunu akla ve mantığa ters gelen irrasyonel fikirler ve gelenekler olarak kabul etmişlerdir.183

İsrailiyat haberlerine karşı geliştirilen olumsuz dalga hatta o kadar etkin hale gelmiştir ki, Albayrak’ın deyişiyle son iki asırdır bu tür haberlerin aleyhinde söz eden pek çok ilim adamı çıkmıştır.184 Neredeyse meseleye daha makul bir cepheden, en azından geleneksel bakış açısından bakan insanların sesleri duyulmaz olmuştur. Bu dalga o kadar etkindir ki, A.H. Johns’a göre İngiltere ve Almanya’da eğitimini alarak ülkelerine dönen orta ve uzak doğulu Müslümanlar, ülkelerinde Kur’an ve Sünnetin birbirlerinden bağımsız müstakil kaynaklar olduklarını savunmakta ve israiliyat haberlerinin ve kıraat farklılıklarının tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini ileri sürmektedirler.185

181 Bkz. İbn Nedîm, el-Fihrist, Beyrut 1978, Dâru’l-Ma’rife, s. 32-33 ; Demirci,

Beytü’l-Hikme, 17-19.182 Bkz. ve krş. Watt, İslam Medeniyetinin Avrupa’ya Tesiri, III ve V. Bölümler.183 Bkz. Albayrak, “Re-evaluating the Notion of Isra’iliyyat”, 87-88.184 Albayrak, “Re-evaluating the Notion of Isra’iliyyat”, 88.185 Johns, Anthony H., “Qur’anic Exegesis in the Malay World: In Search of a

Profile”, ed. A. Rippin, Approaches to the History of the Interpretation of the Qur’an, Oxford 1988, Clarendon Press, 274.

Page 68: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

68

Oysaki mesele, tefsir tarihinde konuya eleştirel pencereden bakanİbn Arabî, Tûfî ve İbn Kesîr gibi alimler tarafından bile bütünüyle zararlı ve kötü unsurlar olarak görülmemiştir. Hatta İslami kaynaklarda az ya da çok yer alan israili rivayetler, açıklama makamında bir kaynak olarak kabul edilmiş, ancak bunları kabulde bazı kriterlerin aranması gibi şartlar oluşturularak mesele disiplin altına alınmaya çalışılmıştır.

İsrailiyat Haberlerinin İslami İlimlere Etkisi

Daha önce de ifade edildiği gibi Kur’an, bahsettiği tarihi şahsiyet ve vakalarda detaylardan ziyade öğüt ve ibret yönü üzerinde durmakta, bu maksada vesile olmayacak ayrıntılara girmemektedir. Olayların nerede, ne zaman ve isim isim kimler arasında geçtiği Kur’an’ın üzerinde durduğu meselelerden değildir. Oysa Eski ve Yeni Ahitler Kur’an’ın bu yönteminden oldukça farklı bir görünümdedir. Sözgelimi Hz. Adem kıssası, hem Eski Ahit hem de Kur’an’ın ele aldıkları bir ortak konudur. Kur’an bu konuya değinirken cennetin nerede olduğundan, yasaklanan ağacın hangi cins olduğundan, Şeytanın Adem ve Havva’yı kandırarak cennetten çıkartmak için hangi hayvanın içine gizlendiğinden, bu konuda Hz. Adem’le Allah Teala arasında geçen diyaloğun detaylarından, cennetten çıkarıldıktan sonra yeryüzünde nereye indirildiklerinden söz etmez. Ne var ki tüm bu konularda Eski Ahit detaylı bilgiler vermekte; cennetin doğu Adn’de olduğundan, yasaklanan ağacın cennetin orta yerinde bulunan hayat ağacı olduğundan, Şeytanın içine gizlenerek Adem ve Havva’yı kandırmak için sızdığı hayvanın yılan olduğundan ve ceza olarak toprak yemeye mahkum edildiğinden, Adem’in aldanmasında temel rol oynayan Havva’nın da şiddetli doğum sancıları çekmek suretiyle cezalandırıldığından bahsetmektedir.186

Ne var ki Kitab-ı Mukaddes kökenli bu bilgiler bizim tefsir ve hadis kitaplarına o kadar yoğun olarak girmiş bulunmaktadır ki biz artık bu tür bilgileri Kitab-ı Mukaddes’ten değil Taberi ve Mukatil b. Süleyman gibi müfessirlerin tefsirlerinde, ilgili ayetlerin açıklanması sadedinde kimi zaman Vehb. b. Münebbih’den, kimi zaman Ka’bu’l-Ahbâr’dan, kimi zaman Süddî’den, kimi zaman da benzer isimlerden nakledilen rivayetlerle okumaktayız.187

186 Bkz. Tekvin, 2/4-19; 3/1-24. 187 Bkz. Remzî Na’nâa, İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 112-113.

Page 69: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

69

İsrailiyat haberleri her ne kadar temelde hadis ilminin sorunu olarak gözükse de, tefsir ilmi açısından düşündüğümüzde de temelde rivayet tefsirinin sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.188 Hatta oldukça farklı konuları içeren israiliyat haberleri, başta tefsir, hadis, kelam, tasavvuf ve hatta fıkıh olmak üzere birçok İslami ilme şöyle ya da böyle etkide bulunmuştur. Bu tür haberler her zaman ciddi bir tenkid süzgecinden geçirilseydi ve esasında bu haberlere karşı geliştirilmiş olan üçlü yöntem işletilseydi bu kadar etkiden söz etmek belki söz konusu olmayacaktı.189

İsrailiyatın tefsir ve hadis kitaplarına girmesi kadar önemli bir diğer husus da aynı birikimin cedel ve kelam ilimlerine de karışmış ve etkide bulunmuş olmasıdır. Nitekim bazı fırkaların savunduğu fikirlerin israiliyat temeline dayalı olduğunun görülmesi oldukça ilginçtir. İbnü’l-Esîr’in Târîh’inde, 241’de ölen Ahmed b. Ebî Düâd hakkında söylediği şu sözler oldukça önemli görünmektedir: “Mutezile mezhebinin görüşlerinden olan Kur’an’ın mahluk olması gibi hususları yayan bir davetçiydi ve o da Kur’an’ın mahluk oluşu fikrini Bişr el-Müreysî’den almıştı. Bişr, Cehm b. Saffân’dan, Cehm de Ca’d b. Edhem’den almıştı. Ca’d ise Ebân b. Sem’ân’dan, o da Lebîd b. A’sam’ın kızkardeşinin oğlu Tâlût’tan ve Lebîd’in eniştesinden almıştı. Tâlût ise bu fikri Hz. Peygambere büyü yapan Yahudi Lebîd b. A’sam’dan almıştı. Zira Lebîd, Tevrat’ın mahluk olduğuna inanıyor ve söylüyordu. Bu itibarla bu konuda tasnifte bulunan ilk kişi bir zındık olan Tâlût’tur ve zındıklığı yayan bir kişidir.”190

El-Fark beyne’l-Firak yazarı Ebû Mansûr el-Bağdâdî de Sebeiyye fırkasının görüşünü tanıtırken onlar hakkında şu bilgileri verir: “Abdullah b. Sebe, Hz. Ali’nin öldürülmediğini, aksine Hz. İsa gibi göğe yükseltildiğine inanır ve öldürülen Ali değil, Ali kılığına girmiş olan Şeytan’dır fikrini yayardı. Ona göre Yahudiler ve Hırıstiyanlar nasıl Hz. İsa’nın çarmıhta öldürüldüğünü iddia etmekle yalan söylemişlerse, Hz. Ali’nin öldüğünü söyleyen fırkalar da yalan söylemişlerdir…”191

188 Bkz. Zehebî, İsrailiyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, 21-22; Cerrahoğlu, Tefsir Usulü,

229.189 Bkz. Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 253, 250.190 İbn Esîr, Izzüddîn Ali b. Muhammed eş-Şeybânî, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut

1965, Dâru Sâdır-Dâru Beyrut, c. VII, s. 75.191 Bağdâdî, Abdulkâhir b. Tâhir, el-Farku beyne’l-Firak, thk. Muhammed

Muhyiddîn Abdulhamîd, Kahire, trz., Mektebetu Dâri’t-Turâs, s. 233-234.

Page 70: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

70

Şu halde olumsuz manadaki israiliyat sadece Kur’an tefsirlerini etkilemekle kalmamış zaten birbiri ile doğal bir etkileşim halinde olan hadis literatürünü de yakından etkilemiştir. İsraili rivayetlerin büyük ölçüde yanlış bilgileri ve tahrifatı içermesi ve bu tür haberlerin Hz. Peygamber’e ve sahabeye nisbet edilmesi şüphesiz İslam dini açısından çeşitli sakıncalara sebebiyet vermiştir. Bu durum teşbih ve tecsim sorununa zemin hazılamış, peygamberlerin ismetini zedeleyecek fikirlerin, ahiret hayatıyla ilgili olarak da naslarla bağdaşmayan açıklamaların ortaya çıkmasına neden olmuş, neticede dinin bidat ve hurafelerle dolu olduğu izlenimi uyandırmıştır.192

Örneğin özellikle de ehl-i kitap mensupları arasında görülen antropomorfizm yaklaşımını, yani insan görünümlü tanrı anlayışını akla getiren bazı hadislerin Kitab-ı Mukaddes’te yer alan cümlelerle büyük oranda benzerlik arzetmesi ilginç bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Sözgelimi “Allah Adem’i kendi suretinde yarattı”193 mealindeki hadis ile Tevrat’ta geçen şu pasaj arasındaki birebir uyum, önemli bir paralelliğe örneklik etmektedir: “Ve Allah yerin hayvanlarını cinslerine göre ve toprakta sürünen her şeyi cinsine göre yaptı ve Allah iyi olduğunu gördü ve Allah dedi; ‘Sûretimizde benzeyişimize göre insan yapalım’ ve denizin balıklarına ve göklerin kuşlarına ve sığırlara ve bütün yeryüzüne ve yerde sürünen her şeyin hakimi olsun...”194 Ne var ki Kur’an’ın korunmuş lafzı ile Hz. Peygamber’in buna şahitliğinin tevatüren ve kesintisiz bir şekilde nesilden nesile aktarılmış olması, Müslümanlar arasında batıl ulûhiyet tasavvurlarının yaygınlaşmasına engel olmuştur. Muhyiddîn İbn Arabîaçısından bu söz zaten hakikati ifade etmekte ve vahdeti vücud prensibini desteklemektedir. Küçük ve zayıf bünyesine rağmen insan, büyük alemin bir muhtasarı ve bütün ilahi isimlerin taşıyıcısı yüce bir varlıktır.195

192 Hatiboğlu, “İsrailiyat” Md., XXIII, 197.193 Buhârî, İsti’zân 1; Müslim, Birr 110, Cennet 28; Ahmed, II, 244, 251, 315,

323, 434, 463, 519.194 Tekvin, 1/25-26.195 Bkz. İbn Arabî, Futuhât, II, 123-124. Hadisin izahını İbn Kuteybe de

yapamamakta, izah sadedinde ileri sürülen her türlü tevil şekillerinin problemli yönler içerdiğini ve dolayısıyla bu söze inanıp, hakkında herhangi bir yorum yapmamanın daha iyi olacağını ifade etmektedir. Bunun için bkz.

Page 71: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

71

İsrailiyat Haberlerinin Sahabe Sonrası Dönemde Seyri

Rivayet döneminde israili haberlerin tefsir ve hadise geçmesi sahabe zamanında başlar ve tebei tabiin dönemine kadar devam eder. Sahabe kendi dönemlerinde Kur’an okuyor ve karşılaştıkları kıssaları daha çok ibret ve öğüt amacıyla ele alıyor, detayları öğrenmek için de fazla bir tecessüs içine girmiyordu. Bu genel gidişat yanında olayların ve kıssaların içyüzünü ve detaylarını merak eden kimi sahabiler de yok değildi. Nitekim onlar da bu detayları ehli kitaptan Müslüman olanlara soruyor, onlar da önceki kitaplarında ve kültürlerinde olan şeyleri aktararak cevap veriyorlardı. Kur’an’ın mücmel olarak işaret edip, Hz. Peygamberin de herhangi bir açıklama getirmediği konularda bazı sahabilerin ehli kitap kültüründen bilgi alması sınırlı miktar ve şartlarla kayıtlı olarak gerçekleşiyordu.196

Ne var ki daha önce de ifade edildiği gibi, sahabe asrından sonra başlayan tabiin döneminde bu sınır iyiden iyiye genişlemiş ve hadis ve tefsir alanlarında ortaya çıkan israiliyat rivayetlerinde dikkat çekici boyutta bir artış mülahaza edilmiştir. Hatta bu dönemde yaşamış olan Katâde (117/735) ve Mücâhid (104/722) gibi alimlere ait tefsirler neredeyse tamamen ehli kitap anlatımları olan israiliyat haberlerinden meydana gelmişti. Bu bakımdan tefsir maddesi yönüyle tabiin tabakası eleştiriye açık hale gelmişti.197

Tebei tabiin dönemine gelindiğinde ise israiliyat haberlerini rivayet etme işi deyiş yerindeyse tamamen çığırından çıkmıştı. İnsanlar akla aykırı olsa bile duydukları israiliyat kabilinden neredeyse her şeyi Kur’an’a iliştirebiliyorlar, bunda da bir beis görmüyorlardı. Bu minval üzere tedvin dönemine ulaşılmıştı.198

Tedvin döneminde ise israiliyat haberlerinin yayılmasında önemli müessirlerin başında kıssacı vaizlerin geldiği görülmektedir. Bu kimseler

İbn Kuteybe, Te’vîlü Muhtelefi’l-Hadîs, thk. Abdu’l-Kâdir Ahmed Atâ, Beyrut 1988, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, s. 143-144.

196 Zehebî, İsrailiyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, 22.197 Geniş bilgi için bkz. Zehebî, İsrailiyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, 23 ; Zehebî, Tefsîr

ve’l-Müfessirûn, I, 130-131 ; Zerkânî, Muhammed Abdulazîm, Menâhilü’l-Irfân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Kahire, trz., Dâru İhyâi Kütübi’l-Arabiyye,c. I, s. 490 ; Remzî Na’nâa, İsrâiliyyât ve Eseruhâ fî Kütübi’t-Tefsîr, 18, 165-166.

198 Zehebî, İsrailiyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, 23. Ayrıca bkz. Tefsîr ve’l-Müfessirûn, I, 167.

Page 72: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

72

mescitlerde ve halkın bol bulunduğu diğer mekanlarda halkın karşısına geçerler ve onların dikkatlerini çekmeyi başarmak gibi çeşitli maksatlara binaen konuşma ve vaazlarında bol bol israiliyat haberleri anlatırlar ve bir anlamda bu haberlerin meşruiyetini kendilerince sağlamış olurlardı.199

İsrailiyat Haberlerini Rivayet Etmenin Hükmü

İslam dinine aykırı olmayan israiliyat haberlerinin makbul olduğutemelinden hareketle, bu tür haberlerin rivayet edilmesi de caizgörülmektedir. Dinimize aykırı olan israiliyat haberleri ise makbul değildir, rivayeti de ancak batıl ve yanlış olduğu ifade edilerek caiz görülmektedir.200

İbn Teymiyye israiliyat haberlerinin itikad açısından değil, istişhad açısından rivayet edilebileceğini söyler. Zira ona göre israiliyatın şu üç kısmını dikkate almak gerekmektedir: 1. Sıhhati bizce malum olan ve kaynaklarımızın da doğruluğuna şahitlik ettiği israiliyat haberleri sahihtir. 2. Kaynaklarımıza muhalif olan ve yalan olduğu bizce de malum olan israiliyat haberleri merduddur. 3. Doğruluğu ve yanlışlığı konusunda bir şey söylenemeyen israiliyat haberleri konusunda ise biz bir hükümvermeyiz. Yani tevakkuf eder, onların ne yalan, ne doğru olduğunu söyleriz. Bu kabil rivayetleri rivayet etmemiz caiz olmakla beraber,bunların dini açıdan kayda değer bir öneminin olduğunu da söyleyemeyiz. Bu kabil konularda ehli kitap alimleri zaten ihtilaf içindedir ve aynı şekilde müfessirler arasında da ihtilaf söz konusudur. Örneğin mağara arkadaşlarının isimleri, kaç kişi oldukları ve köpeklerinin rengi, Hz. Musa’nın asasının hangi ağaçtan olduğu, Hz. İbrahim’in elinden diriltilen kuşların cinsleri, maktüle ineğin hangi uzvuyla vurulduğu, Allah’ın Hz. Musa’ya hangi ağaçtan konuştuğu gibi Kur’an’da mübhem olarak bırakılan konulara ait detayların mükelleflere din ve dünyaları konusunda hiçbir yarar taşımadığı açıktır. Kaldı ki bu kabil konulara karşı takınılması gereken tavır hakkında Kehf suresinin 22. ayeti önemli bir adap öğretmektedir. Buna göre biz dini ve dünyevi faydası olmayan

199 Zehebî, İsrailiyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, 23. Ayrıca bkz. Uğur, Mücteba, “Va’z,

Kıssacılık ve Hadiste Kussas”, AÜİFD., S. 28, 1986, s. 291-326 ; Goldziher, İslam Tefsir Ekolleri, 86-88 ; Albayrak, “Re-evaluating the Notion of Isra’iliyyat”, 78-82.

200 Lehte ve aleyhteki deliller hakkında bkz. Zehebî, İsrailiyyat fi’t-Tefsir ve’l-Hadis, 41-52 ; Remzî Na’nâa, İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 86-97 ; Hatiboğlu, “İsraliyat” Md., XXIII, 196-197.

Page 73: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

73

hususların detaylarına girme konusunda kendimizi yormamalı, tartışmaya girmemeliyiz. Zira bu tür konularda girilen her tartışma nâkıs ve zannîolmaktan öteye geçemeyecektir. Çünkü her zaman doğru olmaya açık olduğu gibi, yalan ve yanlış olma ihtimaline de açıktır.201

Müfessir İbn Kesîr de israiliyat kaynaklı rivayetler konusunda hocası İbn Teymiyye paralelinde yorumlar yapar ve özellikle İslami esaslara uygun olan veya muhalif görülmeyen ve bu yüzden de Hz. Peygamber tarafından ne tasdik ne tekzib edilmesi istenen rivayetlerin hikaye edilebileceğini belirtir.202 Aynı meseleye İslam Tarihi alanına hasrettiği el-Bidâye ve’n-Nihâye adlı eserinin başında da değinir ve eserinde ancak İslam alimlerinin kabul ettiği, dinin izin verdiği israiliyat haberlerini aktaracağından söz eder. Ona göre zaten bu kısım israiliyat haberleri, Kur’an’a ve Hz. Peygamberin hadislerine muhalif olmayan rivayetler olacaktır. Bu rivayetlere yer vermesinin sebebi olarak ise İbn Kesîr, bizim dini kaynaklarımızda muhtasar olan bir meselenin açıklanmasını, dinimizce muayyen kılınmasında herhangi bir yarar görülmeyen bir mübhemin adlandırılmasını ifade eder. Bu yüzden ilgili israili haberler bir renk ve süs kabilinden bir değere sahip olacak, itimad ve itikad noktasında bir kaynak değer ifade etmeyecektir.203

Bu konuda Bukâî’nin el-Akvâlü’l-Kavîme fî Hukmi’n-Nakli mine’l-Kütübi’l-Kadîme adlı eserinde ve ayrıca ayet ve surelerin münasebetleri konusunda çok önemli bir eser olan Nazmu’d-Dürer adlı tefsirinde yapmış olduğu şu yorumlar oldukça önemli görünmektedir: Kur’an’ın ne tasdik ettiği, ne de yalanladığı konularda İsrail oğullarından veya diğer din mensuplarından nakilde bulunmanın hükmünün caiz olduğugörülmektedir. Çünkü bunları nakletmekten maksat, yakınlık, “isti’nâs” kesbetmektir, dayanıp güvenmek, “i’timâd” etmek değildir. Bunlar bizim kendi dinimizin kaynaklarından istidlal etmeden farklıdır. Çünkü bizim dini kaynaklarımızdan istidlal etme sürecinde dikkate alınması gereken esas, ilgili delilin sabit olmasıdır. Zira bizim dini kaynaklarımız bağlamında deliller: uydurma, zayıf ve sahih olmak üzere üç kısımdır. Uydurma ve

201 İbn Teymiyye, Mukaddime fi Usulü’t-Tefsir, s. 13-14; Remzî Na’nâa,

İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 97-100.202 Bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, I, 4; Remzî Na’nâa, İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-

Tefsir, 100.203 İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 2. bsk., Beyrut 1977, Dâru’l-Meârif, c. I, s.

6.

Page 74: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

74

zayıf olmayan deliller hüccet makamında görülür. Öte yandan zayıf deliller, tergib alanında kullanılabilirken, uydurma olanlar ise yalan olmaları hasebiyle sadece uyarı amacıyla zikredilebilirler. Şu halde alimlerimizin dinimizin bir konusunda istidlal etmek maksadıyla kendi kaynaklarımızdan nakilde bulunmalarıyla ehli kitaptan nakletmeleri konusunu karşılaştırdığımızda şunu görüyoruz: Ehli kitaptan hüccet makamında nakilde bulunmak, biraz önce kısımları sayılan delil çeşitlerinden hiçbirine dahil değildir. Çünkü onlardan nakilde bulunmak, bizim kendi dinimize ilişkin hiçbir hükmü sabit kılamaz. O halde geriye sadece Kur’an’ın doğruladığı konular kalır ki bunları nakletmekte bir sakınca yoktur ve caizdir. Kur’an’ın yalanladığı konularda ise onlardan yapılan nakiller, uydurma gibidir ve batıl olduğunu açıklama maksadından başka bir gaye için nakletmek caiz değildir.204

Bu konuda benzer açıklama ve yorumda bulunan alimler, Hz. Peygamber’in, daha önce de tekrar edilen, teknik anlam yüklü şu hadisinidikkate almışlardır: “Bir ayet dahi olsa benden rivayette bulununuz. İsrailoğullarından da rivayette bulunmanızda bir sakınca yoktur. Kim benim hakkımda kasten yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.”205

Buhârî şârihi İbn Hacer’e göre Hz. Peygamber (sas) vahyin ilk yıllarında fitne çıkması endişesine binaen genelde önceki kültürlerden, özelde ise ehl-i kitabdan istifade edilmesini yasaklamıştır. Ancak İslami hükümler iyice yerleşip artık herhangi bir fitne tehlikesi kalmayınca Hz. Peygamber bu yasağı kaldırmış, İsrailoğullarından rivayette bulunmanın bir sakıncası olmadığını belirtmiştir.206

204 Bukâî, İbrâhim b. Omer b. Hasen er-Ribât, Nazmu’d-Dürer fî Tenâsübi’l-Âyi

ve’s-Süver, yty., Şâmile, c. I, s. 64 ; II, 356 ; Ayrıca bkz. Zehebî, İsrailiyyat fî Tefsîr ve’l-Hadis, 54-55 ; Remzî Na’nâa, İsrailiyyat ve Eseruhu fi Kütübi’t-Tefsir, 103-105.

205 Buhârî, Enbiya 50 ; Tirmizî, İlim 13; Dârimî, Mukaddime 46; Ebû Dâvûd, İlim 11; Ahmed, II, 159, 202, 214, 474, 502; III, 46, 56. Bu hadisin ilgili hadis kitaplarındaki senetleri ve güvenilirliği için ayrıca bkz. Aksu, Abdullah, Kitab-ı Mukaddesle İlgili Rivayetlerin Tahlil ve Tenkidi, OMUSBE., Samsun 2003, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 33-41.

206 Bkz. İbn Hacer, “Haddisû an benî İsrâîle ve lâ Harace”, http://www.almeshkat.net/index.php?pg=art&cat=10&ref=321

Page 75: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

75

C. Şer’u Men Kablenâ Çerçevesinde İsrailiyat

Bu başlık altında israiliyat konusuna çeşitli yönlerden dolayı çok yakın benzerlikleri olan bizden önceki şeriatların İslam fıkhında kaynaklardan kabul edilmesi konusunu ele almaya çalışacağız.

İslam fıkhında şer’i delillerin fer’i kaynakları arasında kabul edilen “önceki şeriatler” manasında şer’u men kablenâ, şerâi-i sâlife veya şerâiu men kablenâ gibi tamlamalar, esasında bu çalışmanın temel konusu olanisrailiyatla yakından ilgili olup, gerek kaynakları, gerekse hükümleri itibariyle israiliyat konusuyla büyük benzerlikler taşımaktadır.

Hz. Peygamber (sas)’in peygamber olmadan önce, daha önceki peygamberlerin şeriatlarına göre hareket ettiği ulemanın pek çoğu tarafından kabul edilmektedir. Sözgelimi Hanefilerin ve Şafiilerin çoğu, Kadı Adudiddin Icî ve Kadı Beydâvî gibi kelam alimleri, bir grup Hanbeli ulema ve Malikilerden İbn Hâcib bu görüştedir.207

Sözgelimi Hz. Peygamber (sas), İbrahim şeriatı üzere, sabah ve güneş batmadan önce olmak üzere günde iki vakitte ikişer rekat namaz kılardı. Hac ve umre yapar, Kabe’yi tavaf eder, ona tazim gösterirdi. Sadaka verir, hayvan boğazlar, et yer, hayvana biner, meyte (leş) yemekten kaçınırdı. Tüm bunlar şeriata tabi olmaksızın sadece aklın yol göstermesiyle yapılacak şeyler değildir. Bu bakımdan tüm bu uygulamaların bir kitâbî şeriate dayanmış olması daha anlamlı görünmektedir. Nitekim İslam fıkhı, istishab prensibi gereğince önceki peygamberlerin getirdikleri şeriatların neshi sabit olmadıkça geçerliolduğunu ifade etmiştir.208

(06.11.2008). Ayrıca bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, VI, 361. (Kitabu Ehâdîse’l-Enbiyâ, Bâbu mâ Zükira an Benî İsrâîle).

207 Zuhaylî, Vehbe, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslâmî, Dımeşk 1986, Dâru’l-Fikr, c. II, s. 839.208 Geniş bilgi için bkz. Serahsî, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed, Usûlü’s-

Serahsî, İstanbul 1984, Dâru Kahraman, c. II, s. 99-105 ; Âmidî, Seyfüddîn Ebu’l-Hasen Ali b. Ebî Ali, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, y.t.y., c. IV, s. 121 ;Gazâlî, Huccetü’l-İslâm Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed, el-Mustasfâ min Ilmi’l-Usûl, 1. bsk., Bulak 1322, el-Matbaatü’l-Emîriyye, c. I, s. 246 ;Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed es-San’ânî, İrşâdu’l-Fuhûl ilâ Tahkîki’l-Hakki min Ilmi’l-Usûl, Beyrut 1979, Dâru’l-Ma’rife, s. 239. Ayrıca Hz. Peygamberin bisetten önce, neye göre amel ettiği hakkındaki tartışma ve görüşler hakkında geniş bilgi için bkz. Ekinci, Önceki Şeriatler, 151-158.

Page 76: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

76

İslamın önceki şeriatlara bakışı konusunda Taşköprüzade’ninMevdûâtü’l-Ulûm adlı eserinde sözünü ettiği şu hususlar teorik taban konusunda önemli bilgiler içermektedir: “Kur’an’daki bilgiler üç kısımdır. Birinci kısma ait bilgileri Allah’dan başka kimse bilmez. Allah’ın isimleri ve sıfatları böyledir. İkinci kısım bilgiler hakkında ise Kur’an, yalnız Hz. Peygamber ile rasih alimlerin anlayabileceğini bildirir. Müteşabih ayetler böyledir. Üçüncü kısım bilgiler ise Hazreti Peygambere bildirilmiş ve insanlara da bildirmesi emredilmiştir. Bunlar geçmiş insanların hallerini bildiriyorsa kıssa/kısas, dünya ve ahirette yaratılmış ve yaratılacak olan şeyleri bildiriyorsa haber/ahbardır. Bunlar da yalnız Peygamberin bildirmesiyle anlaşılır. Üçüncü kısım bilgilerin son dalı ise akıl, tecrübe ve ilim ile anlaşılabilir. Bunlar da fen bilgileri ile inanılması ve yapılması gereken şeyler, yani ahkamdan ibarettir.”209 Görüldüğü gibi Kur’an, özellikle de Taşköprüzade’nin ahbâr olarak nitelediği bir kısım bilgiler içerisinde önceki din ve kültürleri dikkate almakta ve onlara atıflarda bulunmaktadır. Nitekim fakihlerin Kehf suresindeki Hızır-Musa kıssasından yirmiye yakın hüküm çıkarmış olmaları bu söylediklerimizi destekler mahiyettedir.

Bu itibarla bisetten sonra Hz. Peygamberin önceki şeriatlara nasıl baktığı konusunda aşağıdaki hususlar altı çizilmeye değer mahiyettedir:

1. Hz. Peygamber (sas) eski şeriatların hükümleriyle amel etmiştir. Zira bir peygamber için sabit olan şeriatın neshedildiği bildirilmedikçe kıyamete kadar hak üzere baki olması asıldır. Bu yüzden İslam hukukunun kaynakları arasında, eski şeriatlerin neshedilmeyen hükümleri de yer almıştır. Burada ihtilaf olmamakla birlikte alimlerin görüş ayrılığı bu itibarın vahiy yoluyla olup olmadığı noktasındadır. Nitekim Ebu Hanife ashabının çoğu, Şafii ashabından bazı imamlar ve mütekellimlerden bir grup, Maliki hukukçular, iki rivayetinden birinde Ahmed b. Hanbel, Hz. Peygamberin bisetten sonra Yahudi ve Hıristiyanların yani ehli kitabın veya Müslümanların ellerinde mevcut bulunan kitaplardan rivayet etmek suretiyle değil, vahy yoluyla amel ettiğini kabul ederler.210

209 Taşköbrizâde, Ahmed Efendi, Mevdûâtü’l-Ulûm, İstanbul 1313, Dersaadet

İkdam Matbaası, s. 414-415.210 Cassâs, Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî, Ahkâmu’l-Kur’ân, thk. Muhammed

Sâdık Kamhâvî, Beyrut 1985, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, c. IV, s. 92; Âmidî,

Page 77: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

77

2. Hz. Peygamber (sas)’in bisetten sonra eski şeriatlerin hükümleriyle amel etmediğini ifade eden görüşü ise Ebû Hanife ve Şafii’nin ashabından bazı imamlar, Hanbelilerden bir grup ile mütekellimlerin bir çoğu, ayrıca Eşariler kabul ederler. Buna göre vefatıyla beraber her peygamberin şeriatı son bulacağı için, şer’îolduğuna dair sonraki peygamber tarafından bir delil ortaya konmadıkça bunlarla amel etmek caiz olmaz. Âmidî, Ebû İshâk Şirâzî, İbn Şem’ânî, Havârezmî, Râzî ve İbn Hazm bu görüştedir. Mutezile ve Şia da aynı kanaate sahiptir.211

3. Kur’an ve Sünnette neshi bildirilmeyen önceki şeriatler, Müslümanlar için geçerlidir ve bağlayıcıdır. Çünkü artık bu hükümler eski şeriat olmaktan çıkmıştır. Ancak burada Ehl-i kitabın nakillerine ve Müslümanların bu kaynaklardan rivayetlerine itibar edilmez. Zira önceki mukaddes kitaplar tahrife uğramıştır. Hanefilerden Ebû Mansûr, Kadı EbûZeyd, Serahsî ve Pezdevî ile müteahhirun ulemasının tamamı, neshedildiğine dair açık bir bilgi olmadıkça önceki şeriatlerde bulunduğu bildirilen hükümlerle amel etmenin herkes için vacip olduğu görüşündedir. Çünkü artık bu hükümler Hz. Muhammed (sas)in şeriatı haline gelmiştir. Hanefi mezhebinde mütalaa edilen bazı meseleler bu yaklaşıma göre çözülmüştür. Örneğin İmam Muhammed taksimi mümkün olmayan müşterek malın nöbetleşe kullanılması (muhâyee)yoluyla taksimini, Ebû Yûsuf erkek ile kadın arasındaki kısas cereyanını, Kerhî köle ve zimmî ile Müslüman arasındaki kısas cereyanının meşruluğunu Kur’an’da geçen eski şeriat hükümlerine dayandırmıştır. İmam Şâfî de bu yaklaşımlara karşı olmamıştır. Ayrıca Hz. Peygamberin tatbik ettiği recm konusu ilginç bir örnektir ve bu uygulamada recmin meşruluğu açıkça Tevrat’tan istidlal edilmiş görünmektedir. Nitekim Peygamberimizin “Ben şu Yahudilerin öldürdüğü (terk ettiği) bir sünneti ihyaya daha layığım”212 sözü, gayri Müslimler üzerine recmin vücûbuna delalet ettiği gibi aynı zamanda bu hükmün artık İslam dairesine girdiğine

İhkâm, IV, 123-124 ; Kurtubî, Câmi’ li Ahkâmil’-Kur’an, VI, 178-179 ; Şevkânî, İrşâdü’l-Fuhûl, 240; Altıntaş, Geçmiş Şeriatların İslam Hukukunda Kaynak Değeri, 18-22 ; Ekinci, Önceki Şeriatler, 158-159.

211 Âmidî, İhkâm, IV, 123-124 ; Şevkânî, İrşâdü’l-Fuhûl, 240 ; Altıntaş, Geçmiş Şeriatların İslam Hukukunda Kaynak Değeri, 22-24 ; Ekinci, Önceki Şeriatler, 159.

212 Müslim, Hudûd, 28.

Page 78: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

78

de delalet eder. Fakat burada İslam şeriatı düzenlemesinin recm konusuna muhsan olma şartı koymasının ve hükme ilavede bulunmasınınbir nevi nesh olarak değerlendirilebilme ihtimali de söz konusudur.213

Geçmiş şeriatlerin İslam sınırları içinde bağlayıcı olması gerektiği meselesinde çeşitli deliller ileri sürülmüştür: Hamidullah’ın alıntıladığı bir bilginin de ortaya koyduğu gibi Peygamberlerin şeriatı bir bakıma Allah’ın şeriatıdır, dolayısıyla bu şeriatlar sadece bizden öncekilere ait değildir. Çünkü Allah temelde şeriatlerin ve hükümlerin koyucusudur. “Biz Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik”214 şeklindeki ayet, bütün peygamberlerin insanları Allah’ın şeriatına çağırdığını ifade etmektedir. Zaman değiştikçe insanların maslahatı da değişmiş; böylece nesh söz konusu olabilmiştir. Bu bakımdan her peygamberin vefatı veya yenisinin gönderilmesiyle önceki şeriatın son bulduğunu söylemek caiz değildir. Çünkü bu bir anlamda Allah’ın emirlerinde tenakuz olduğunu söylemek demektir.215

Ayrıca Yusuf suresinde yer alan “geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır”216

mealindeki ayet de bir anlamda eski şeriatlerle amel olunabileceğine dair delil kabul edilmiştir. Ancak bu ayetin önceki peygamberlere ait mukaddes kitaplardaki kıssalardan ibret alınması maksadıyla sevk edildiği yolunda itiraz vakidir. Ayrıca “de ki: yeryüzünde bir gezin de bakın; sizden öncekilerin akıbeti nice olmuştur?”217 gibi ayetler de önceki milletlerin hallerini bilmeye teşvik etmektedir.

Hz. Peygamber “Kim namazı uyuyarak veya unutarak geçirirse, sonra onu kılsın” diyerek ardından okuduğu “beni anmak için namaz

213 Serahsî, Usûl, 100; Şevkânî, İrşâd, 240; Ekinci, Önceki Şeriatler, 159-160.

Görüldüğü gibi burada zikredilen bir ve üçüncü maddeler birbirlerine oldukça yakındır ve bu sınıflama ilk dönem usul kitaplarının sistematiğiniyansıtmaktadır. Bu bakımdan son dönem fıkıh usulü kitaplarında üç değil sadece iki görüş nakledilmektedir.

214 Nisa, 4/163.215 Bkz. Hamidullah, Muhammed, “İslam Hukukunun Kaynakları Açısından

Kitab-ı Mukaddes”, çev. İbrahim Canan, Ata.Ü.İ.İ.D., S. 3, Ankara 1979, s. 403.

216 Yusuf, 12/111.217 Bkz. Ali İmran, 3/137; Nahl, 16/36; Neml, 27/69; Rum, 30/42.

Page 79: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

79

kıl”218 mealindeki ayet, aslında Allah Teala’nın Hz. Musa’ya hitap ettiği bir emirden ibarettir.219 Daha önce de ifade edildiği gibi “Tevrat’ta İsrailoğulları üzerine şunu da farz kıldık: cana can, göze göz, buruna burun, dişe diş ve yaralar birbirine kısastır”220 mealindeki Kur’an ayetinde Tevrat’ın hükümlerine atıf vardır.221

Bizden önceki şeriatlerin bizim için delil olması konusunu Hz. Peygamber’in şu hadisiyle sonuçlandırmak mümkündür: “İsa (as)ın yaptığını yapmakta ben herkesten ileriyim. Peygamberler babaları bir olan kardeşler gibidir. Anaları ayrıdır. Dinleri birdir.”222

İslami kaynakların işaret ve rivayet ettiği ve etmediği israiliyat haberlerinin hükmünün ne olacağı konusunu da ele almak gerekmektedir. Çünkü bazen israiliyat kaynağına hiç atıfta bulunulmaksızın aynı konunun tashih edildiği veya başkasıyla değiştirildiği yahut da aynen korunduğu görülebilmektedir. Bu bakımdan konuyu şu iki madde halinde incelemek mümkündür:

1. Atıfta Bulunulmadan Geçersiz Sayılan İsrailiyat Haberleri:

İsrailiyat haberlerine hiç değinilmeden yapılan açıklamalardan ilgili israiliyat rivayetlerinin yanlış ve kabul edilemez olduğu anlaşılır. Örneğin İncil’deki zina dışındaki boşanma yasağı,223 İslami kaynaklar tarafından kendisine hiç temas edilmeksizin kaldırılmış ve neticede Yeni Ahit hükmü geçersiz kılınmıştır.224

Benzer şekilde Tevrat’ta ilk oğlun mirastan iki kat pay alması;225

oğul varken kızların mirastan mahrum bırakılması;226 annenin varis sayılmaması; efendinin cariyesinden olan çocuklarının mirasa hak

218 Taha, 20/14.219 Buhârî, Mevakıtü’s-Salat 38; Tirmizî, Salat 131; Ebû Dâvûd, Salat11 ; Nesai,

Mevakıt 52, 53; İbn Mâce Salat 10; Dârimî Salat 26.220 Maide, 5/45.221 Hz. Peygamber’in hayatından benzer pek çok örnek, bu çalışmanın “İslami

Kaynakların İsrailiyata Bakışı” başlığı altında yer almıştır, burada onları yeniden tekrar etmeye lüzum görmedik.

222 Buhârî, Enbiya 48; Müslim, Fezail 143, 145; Ebû Dâvûd, Sünnet 13, Melahim 14; Ahmed II/319, 406, 437, 463, 464, 482, 451.

223 Matta, 5/32, 19/3, 6, 8-9; Markos, 10/11; I. Korintliler, 7/11. 224 Bkz. Bakara, 2/231, 232; Talak, 65/1.225 Tesniye, 21/15-17.226 Sayılar, 27/9-11.

Page 80: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

80

kazanamaması227 gibi hükümler İslamda kaldırılmıştır. Bu süreçte Ehl-i Kitap kültürüne herhangi bir referansta bulunulmadan yeni hükümler vaz edilmiştir.228

Deve ve tavşan etinin yenilemeyeceği229, güvercin ve kumrudan kurban olabileceği230, kurban etlerinin yakılacağı veya medyumlara verileceği231 gibi Tevrat hükümleri de İslam tarafından yeni hükümler konarak kaldırılmıştır.232

2. Atıfta Bulunulmadan Geçerli Olduğu Anlaşılan İsrailiyat Haberleri:

Bu başlık altında eski dinlerde ve kültürlerde yer aldığı belirtilmeden aynı veya benzer açıklamaların İslami kaynaklarca da yapılması, dolayısyla geçerli kabul edilmesi durumu aşağıdaki örnekler doğrultusunda ele alınacaktır:

On Emir’de geçen “puta tapmayacaksın, anne-babaya hürmet ve itaat edeceksin, adam öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, başkasının malına, ırzına göz dikmeyecek ve çalmayacaksın, yalan şahitlik etmeyeceksin” şeklindeki hükümler,233 Hz. Musa’ya emrolunduğu tasrih edilmeksizin Kur’an’da da yer almıştır.234

Aynı şekilde Tevrat’ta adam öldürme suçunun cezası olarak öngörülen kısas ve diyet;235 gebe kadının çocuğunu düşürmesi durumunda tazminat (gurre) ödemesi236 esası İslam kaynaklarınca da kabul edilmiştir. Yine Tevrat, oğullar için babaların, babaları için de oğulların öldürülmemesi gerektiğini ifade etmiştir. Kur’an da bu esası, “kimse kimsenin günahını yüklenmez”237 diyerek kabul etmiştir.238

227 Tekvin, 21/10.228 Bkz. Ekinci, Önceki Şeriatler, 218.229 Levililer, 11/4; Tesniye, 14/7. 230 Levililer, 1/14.231 Levililer, 14/22, 30-31; 15/14.232 Bkz. Ekinci, Önceki Şeriatler, 218.233 Bkz. Çıkış, 20/3-17; Tesniye, 5/7-22.234 Bkz. En’am, 6/151-153.235 Levililer, 24/20; Tekvin, 9/6 ; Tesniye, 19/21 ; Çıkış, 21/23-25. 236 Çıkış, 21/22-25. Bu husus Peygamberimiz (sas)‘in hadislerinde de yer

almaktadır. Bkz. Buhari, Diyât, 25 ; Müslim, Kasâme, 34. 237 En’am, 6/164.

Page 81: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

81

Çok evlilik ve ve cariyeyle evlenme Tevrat’ta meşru görüldüğü gibi,239 Kur’an’da da kabul edilmiştir.240 Tevrat’ın hayız zamanında cinsel ilişkiyi yasaklamasının Kur’an tarafından da devam ettirildiği görülür.241

Tevrat’a göre erkek dilediği zaman karısını boşayabilir. Boşanmış bir kadın da başkasıyla evlenebilir. Bir erkek karısını zinayla suçlar, ancak şahit tutamazsa bu takdirde haham huzurunda lanetleşerek ayrılabilirler.242 Kur’an bu konuya lian adını vermekte ve bu usulü benimsemektedir.243

Tevrat, nikah akdinde hazır bulunanlara verilen ziyafetten söz etmektedir.244 İncil’de de bu adetten bahsedilir.245 Hz. Peygamber (sas) de velîme adı verilen düğün yemeği adetini hem kendisi tatbik etmiş, hem de ashabına tatbik etmeleri için tavsiyede bulunmuştur. Nitekim Ensar’dan bir kadınla evlendiğini bildiren Abdurrahman b. Avf’a “bir koyunla da olsa ziyafet ver” buyurmuştur.246 Aynı şekilde Tevrat’ta yer alan evlenilen kadına bir mal ve menfaat yani bir mehir verilmesi usulü247

Kur’an’da da meşru görülerek emredilmiştir.248

İslami kaynakların geçersiz veya geçerli kabul ettiği, ancak bu süreçte kaynağına da atıfta bulunduğu israiliyat haberleri konusunu, yine örnekler doğrultusunda iki madde halinde ele almak mümkündür:

1. Atıfta Bulunulan Fakat Geçersiz Sayılan İsrailiyat Haberleri:

Bazı israiliyat haberlerinin ve hükümlerinin, eski kaynaklarda geçtikleri bildirilmekle beraber artık geçerli olmadığı beyan edilebilmektedir. Bu haberlerin içeriği ve delalet ettikleri hükmün artık İslami noktay-ı nazardan herhangi bir geçerliliğinin olması mevzu bahis değildir.

238 Ekinci, Önceki Şeriatler, 221.239 Tekvin, 16/2-3; 30/3, 4; 32/22; I. Krallar, 11/3; Hakimler, 8/30.240 Nur, 24/6-9.241 Bakara, 2/222.242 Bkz. Tesniye, 24/1-3; Yeşaya, 50/1.243 Ekinci, Önceki Şeriatler, 221.244 Tekvin, 29/21.245 Yuhanna 2/1-10; Matta, 22/2-4.246 Buhârî, Nikah 7, 49, 54, 56, 68.247 Tekvin, 34/11-12; Çıkış, 22/16-17. 248 Örneğin bkz. Nisa, 4/24, 20-21.

Page 82: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

82

Hz. Adem’in her batında biri erkek diğeri kız olmak üzere ikiz çocukları dünyaya gelirdi. Bu çocuklardan önceki batında olan kızın sonraki batındaki erkekle evlenmesi Hz. Adem’in şeriatına göre meşruydu. Hatta meşhur Habil-Kabil ihtilafının ve yer yüzündeki ilk cinayetin bu hükme boyun eğip eğmeme sebebiyle çıktığı ifade edilmektedir.249

Hatta Tevrat’ta bildirildiğine göre Hz. Adem zamanındaki geçerli adet, Hz. İbrahim zamanında da muhtemelen geçerliydi. Zira Hz. İbrahim, Mısır’dayken karısı Sare’yi üvey kızkardeşi olarak tanıtmıştı.250 Nitekim Hz. İbrahim’le Sare hakkında anlatılan bu kıssa hadis kitaplarında da yer almaktadır.251 Öyle anlaşılıyor ki bu adet, ilk olarak Hz. Musa’nın eliyle kaldırılmıştır.252

Başka bir örnek de Tevrat’ta Hz. Yakub’un iki kızkardeşle evlendiğinin anlatılmasıdır.253 Oysa bu adet, yani iki kızkardeşle aynı anda evli bulunma uygulaması Hz. Musa’nın şeriatında yasaklanmıştır.254 Aynı yasak Kur’an tarafından da ifade edilmiştir. Hatta iki kız kardeşle evlenmenin eskiden caiz olduğu, ancak artık kaldırıldığı açıkça belirtilmektedir.255

Hz. Musa’nın şeriatında evlenilecek kadınların sayısında bir üst sınır yoktu. Nitekim Kitabı Mukaddes Hz. Süleyman’ın yedi yüz karısı ve üç yüz

249 İbn İshâk’ın önceki kitapların bilgisine sahip birinden naklettiği habere göre

Hz. Adem, oğulları Habil ve Kabil’e farklı batından olma kızkardeşleriyle evlenmelerini emreder. Bu emre Habil razı olur, ne var ki Kabil bunu kabul etmez ve daha güzel olan kendi batnındaki kızkardeşiyle evlenmek ister. Bu çekişme Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi ve böylece yeryüzünde ilk insan kanının dökülmesi olayıyla sonuçlanır. Benzer bir rivayet de İbn Abbâs ve İbn Mes’ud’dan nakledilmiştir. Bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, VI, 188.

250 Tekvin, 20/12, 13.251 Buhârî, Hibe 26, İkrah 6, Enbiya 8, 11; Müslim, Fedail 154; Tirmizî, Tefsiri

Sûret-i Enbiya 3 ; İbni Mace Taharet, 413, 414; Abdulbâkî, Muhammed Fuâd, el-Lü’lüü ve’l-Mercân fîmâ İttefeka aleyhi’ş-Şeyhân, İstanbul 1985, Dâru Temel, c. II, s. 248, h. no. 1532. Bu konunun geniş açıklaması için ayrıca bkz. Ekinci, Önceki Şeriatler, 226-229.

252 Tekvin, 18/9.253 Tekvin, 29/21-28.254 Levililer, 18/18.255 Nisa, 4/23.

Page 83: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

83

cariyesi olduğunu haber vermektedir.256 İncil’de geçen on bakire kıssası da poligamide bir üst sınır olmadığını ortaya koymaktadır.257 Oysa Kur’an bu sınırı dört olarak belirlemiştir.258

Benzer şekilde Hz. Peygamber “bana ganimetler helal kılındı, oysa daha önce hiç kimseye helal kılınmamıştı”259 sözüyle de önceki dinlerdeki bir konuya atıfta bulunarak artık geçerli olan yeni hükmü ifade etmiştir.

Aynı şekilde eski şeriatlarda adam öldürme suçunda diyet cezasının bulunmadığı ve sadece kısas cezasının yer aldığı Bakara suresinin 178. ayeti tarafından bildirmekte ve bu hükme diyet seçeneği ilave edilmektedir. Gerçi diyet Tevrat’ta da vardır, ancak adam öldürme dışındaki suçlarda ve asli olmaksızın yer almaktadır.260

Yeni Ahid’te özellikle de Pavlus’un mektuplarında evlilik aleyhine hükümler yer almaktadır.261 Bu hükümlerle beraber Hz. İsa’nın bekarlığını da dikkate alan Hıristiyan din adamları evlenmemekte, ruhban hayatı sürmektedirler. Ashab-ı Kiramdan bazılarının da Peygamberimize gelerek hiç evlenmeyeceklerini ve hep ibadetle meşgul olacaklarını haber vermeleri üzerine kendisi onlara şu tarihi cevabı vermişti: “Ben Peygamberim, yerim, içerim, evlenirim, ibadet de ederim. İslamiyette ruhbanlık yoktur. Nikah yapmak benim sünnetimdir. Sünnetimi yapmayan kimse benden değildir.”262 Bu cevap açıkça önceki dinlerde yer alan evlilik aleyhindeki kanaatleri geçersiz kılmaktadır.

2. Atıfta Bulunulan ve Geçerli Kabul Edilen İsrailiyat Haberleri:

Pek çok konu, önceki dinlerde yer alıp İslam tarafından da kabul edilmiştir. Adam öldürmenin263 ve faizin264 yasak olması, oruç tutma265 ve sünnet olma266 gibi hükümler bunlardan sadece bir kaçıdır.

256 I. Krallar, 11/3.257 Matta, 25/1-10.258 Nisa, 4/3.259 Buhârî, Teyemmüm 1, Salat 56, Gusl 26, Humus 8; Müslim, Mesacid 3;

Nesai, Gusl 26; Dârimî, Siyer 28.260 Çıkış, 21/20-22.261 Bkz. I. Korintoslulara, 7/6-8; I. Timoteosa, 5/11.262 Gümüşhanevî, Ahmed Ziyâüddin, Râmûz el-Ehâdîs Hadisler Deryası

Tercümesi, çev. Abdülaziz Bekine, neşr. Lütfi Doğan-Cevat Akşit, 1982-1986, Milsan Basın, c. I, s. 144, h. no. 3, s. 239, h. no. 5; c. II, s. 498, h. no. 4-5.

263 Bkz. Levililer, 24/17; Sayılar, 35/16,18, 21, 31.

Page 84: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

84

Bu konuda en önemli konulardan biri evlilerin zinasında söz konusu olan recm cezasıdır. Nitekim bu ceza Tevrat’ta yer almaktadır.267 Ancak Yahudiler bu emri uygulama konusunda ciddi ahlaki zaaflar içindeydiler. Nitekim Hz. Peygamber zinakar Yahudiler hakkında recm kararı vermiş, “Allahım şunlar öldürdükleri zaman, Senin emrini ilk ben ihya ediyorum”268 diyerek Tevrat’a göre hükmetmiş, recmin uygulanmasını emretmiştir. Bu olay üzerine Maide 41. ayet nazil olmuştur.269

Bir diğer konu ise Hz. Şuayb’ın sekiz yıl hizmet etmesi karşılığında kızlarından birini Hz. Musa’ya nikahlamayı teklif etmesidir.270 İslam hukukçularına göre bu kıssada babanın uygun gördüğü birine kızını nikahlamasının caiz olduğuna delalet eden bir delil bulunmaktadır. Mehir olarak ifade edilen faydanın kıza ait bir hak olması gerektiği düşüncesiyle, bu kıssada yararı babaya ait olacak bir şartın mehir olması halinde bunu İslam nesh etmiş, hükmünü kaldırmıştır.271 Yine aynı kıssada geçen Hz. Musa’nın yanlarında şahit bulunmaksızın Hz. Şuayb’ın nikah teklifini kabul etmesi hususunu Malikiler şahitsiz kıyılan nikahın caiz olduğunu delil olarak görürler.272 Ayrıca bu kıssayı fakihler eşler arasında denkliğin aranması gerektiğine dair delil olarak kabul etmişlerdir. Nitekim Medyenli Hz. Şuayb, kızını vermeden evvel damat adayının halini sormuş, dini durumunu, nesebini, hür olup olmadığına dair bir fikir sahibi olduktan sonra nikah icra etmiştir.273 Konuyla ilgili ifadeler söz konusu surede şöyle yer alır: “O sırada kızlardan biri utana sıkıla geldi ve ‘babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor’ dedi. Bunun üzerine Musa onun yanına gelir ve başından geçenleri anlatır. Bunun üzerine Hz. Şuayb ona: ‘korkma, sen artık zalim milletten kurtuldun’ der.”274 Bu hadise,

264 Bkz. Levililer, 25/36; Hezekiel, 18/8.265 Bkz. Zekarya, 7/1-7; 8/19, Resullerin İşleri, 27/9.266 Bkz. Tekvin, 17/10, 11, 24-27, 12-13; Yeşu, 5/2-9.267 Tesniye, 22/22.268 Müslim, Hudûd, 28.269 Taberî, Câmiu’l-Beyân, VI, 232-233 ; Vâhıdî, Esbâbu’n-Nüzûl, 111.270 Bkz. Kasas, 28/27-29. Eski Ahit’te Hz. Musa’nın kayınpederine sekiz yıl

hizmet etmesi karşılığında evlendiği hususu yer almaz. Bkz. Çıkış, 2/21, 3/1, 18/1.

271 Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, V, 215.272 Kurtubî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kurân, XIII, 280.273 Kurtubî, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kurân, XIII, 271.274 Kasas, 28/25.

Page 85: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

85

Tevrat’ta da küçük farklarla Hz. Yakub ile dayısı arasında geçmiş olarak anlatılır275 ve Hz. Musa’nın kayınpederi Midyani Hobab276 veya Midyan kahini Reuele olarak tanıtılır.277

Kur’an’ın zikrettiği eski zamanlara ait bir diğer kıssa da Nuh tufanı kıssasıdır. Oğlu Kenan’ın gemiye binmemesi üzerine tufanda boğulması, Hz. Nuh’un üzülmesine ve Allah Teala’ya şöyle yakarmasına neden olmuştur: “Ey Rabbim, oğlum benim ailemdendi. Doğrusu senin vadin haktır. Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”278 Hz. Nuh bu sözleriyle adeta ‘hani ehlimden kimseye zarar gelmeyecekti’ demek istemiştir. Bunun üzerine Allah Teala “Ey Nuh, o senin ailenden değildir. Çünkü o kötü iş yapmıştır.”279 buyurdu. Buna göre kişinin oğlu ailesinden sayıldığı için, malın üçte birini ailesine vasiyet eden bir müteveffanın hakikatte kastısadece hanımı olmasına rağmen, bu ayet gereğince oğlan vasıyete ortak olmaktadır.280 Yine bu ayet, mü’min olmayan evladın aileden sayılmadığını, dolayısıyla varis de olamayacağını göstermektedir.281

Hz. İbrahim ile hanımı Sare’nin başından geçen aşağıdaki olay da hadis kaynaklarında Ebu Hureyre’den nakledilir. “İbrahim (as), bir defasında eşi Sare ile yolculuğa çıkmıştı ve onunla bir şehre gelmişti. Orada bir zalim hükümdar vardı. Bu zalim hükümdara ‘İbrahim, en güzel kadınlardan biriyle şehre girdi’ diye bildirildi. Hükümdar, ‘Ya İbrahim! Yanındaki kadın kimdir, nedir?’ diye haber gönderdi. İbrahim ‘kızkardeşimdir’ diye cevap verdi. Sonra İbrahim Sare’nin yanına döndüve ‘sakın beni yalancı çıkartma, ben bunlara senin benim kızkardeşim olduğunu söyledim. Allah’a yemin ederim ki yeryüzünde senden ve benden başka iman etmiş kimse yoktur’ dedi. İbrahim, Sare’yi hükümdara gönderir. Saraya varınca hükümdar Sare’ye sarkıntılık eder.

275 Tekvin, 29/13-20.276 Sayılar, 10/29.277 Çıkış, 2/16-21.278 Hud, 11/45.279 Hud, 11/46, 42-47.280 Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, IV, 377.281 Tevrat da Nuh tufanından söz etmekle birlikte, gemiye binmediği için

boğulan oğuldan bahsetmez. Onun yerine tufandan sonra babasına karşı bir suç işlediği için kendisi ve soyu ebediyen lanetlenen ve Nuh peygamberin diğer iki oğluna kul olacağı ifade edilen Ham vardır. Bkz. Tekvin, 6. vd. bablar.

Page 86: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

86

Sare de hemen abdest alıp namaza durur. Namazın ardından ‘Ya Rabbi, ben sana ve peygamberine iman ettimse, kadınlığımı kocamdan başkasına karşı ebediyen muhafaza ettimse, benim üzerime bu kâfirimusallat etme’ diye duada bulunur. Bunun üzerine melikin derhal nefesi kesilir, hırıldamaya, hatta ayağını yere vurup debelenmeye başlar. Bunun üzerine Sare, ‘Allah’ım eğer bu adam ölürse, bu kadın öldürdü denilir’ diye endişelenir. Ancak hükümdar ölmez. Sonra yine Sare’ye sarkıntılık etmeye yeltenince Sare yine abdest alıp namaza durur ve aynı şekilde dua eder. Hükümdara yine aynı haller olur. Üçüncü defa da aynı şeyler olunca melik saraydaki adamlarına ‘siz bana bir insan değil, bir şeytan göndermişsiniz, bu kadını İbrahim’e geri gönderin, Hacer’i de Sare’ye verin’ emrinde bulunur. Böylece Sare, Hz. İbrahim’e dönüp gelir ve hadiseyi anlatıp ‘Allah kafiri zelil etti, bir cariyeyi de hizmetçi verdi’ der.”282 Tevrat’ta283 da anlatılan bu kıssadan fakihler pek çok hüküm çıkarmışlardır. Bunlardan biri eski şeriatlerde abdest ve namazın bulunduğudur. Ayrıca melikin Hacer’i Sare’ye hediye etmesi ve onun da kabul etmesi, Müslüman olmayan bir harbiden hibe kabul etmenin cevazını göstermektedir. Buna kıyas ederek daha başka kar ettirici akitler de caiz görülmüştür.284

Buna benzer daha pek çok örnek vardır ve bunların hepsi de bir şekilde önceki kültür ve dinlere ait anlatımların deyiş yerindeyse dikkate alındığını, İslami kılındığını ve üzerine pek çok hüküm bina edildiğini göstermektedir.

Bu bakımdan İslamdan önceki ümmetlerin şeriatlerini delil olup olmaması açısından özet olarak dört grupta mütalaa etmek mümkündür:285

1. İslamın açıkça neshettiği hükümler.2. İslamın açıkça kabul ettiği hükümler.3. Kur’an ve Hadiste zikredilmeyen hükümler.4. Kur’an ve Hadiste zikredilip de kabulü veya reddi konusunda bir

şey söylenmemiş hükümler.

282 Buhârî, Hibe 26 ; İkrah 6 ; Enbiya 8, 11; Müslim, Fedâil 154; Tirmizî, Tefsiru Sureti’l-Enbiya 3; İbn Mâce, Taharet 413, 414.

283 Tekvin, 12/1-20.284 Ekinci, Önceki Şeriatler, 258. Ayrıca başka örnekler için de bkz. age., 239-

314. 285 Bkz. Güngör, Mevlüt, Cassâs ve Ahkâmu’l-Kur’ân’ı, Ankara 1989, s. 124-125.

Page 87: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

87

İKİNCİ BÖLÜM

CELÂLEYN TEFSİRİ VE İSRAİLİYAT

Celâleyn Tefsiri, İslam dünyasının bugüne kadar neredeyse en çok şöhret kazanmış eseri olması yanında aynı zamanda en çok faydalı bulunan tefsiri de olmuştur.286

Ünlü Celâleyn Tefsirinin iki müfessir tarafından yazıldığı bilinmekle birlikte, hangi müfessirin hangi kısımları yazdığı konusu sorun olmuştur. Hakikatin çeşitli kimseler tarafından karmaşık hale getirilmesi Şükrü Arslan’ın deyişiyle “adı geçen tefsirin ünü ile hiç de mütenasip değildir.”287

Zira örneğin Kâtib Çelebi tefsiri başından İsra suresinin sonuna kadar Celaleddin Mahallî’nin yazmış olduğunu belirtir ki, bu tamamen yanlış bir bilgidir. Ayrıca yine Kâtib’e göre Mahallî, Fatiha suresini de tefsir etmemiş, onun yöntemi ve üslubu üzerine tefsiri veciz bir şekilde Sûyûtî tamamlamış, Fatiha suresini de Sûyûtî tefsir ederek kitabın sonuna koymuştur.288

Görüldüğü gibi Kâtib Çelebi bu ifadesinde iki önemli iddiada bulunmaktadır: Birincisine göre tefsirin ilk yarısını Mahallî, ikinci yarısınıise Sûyûtî yazmıştır. Biraz önce de söylendiği gibi bu iddia yanlıştır. Kâtib’e ait ikinci isabetsiz iddia da Fatiha suresini Sûyûtî’nin tefsir ettiğini söylemesidir. Ne var ki Katib’in bu yanlışlığı kendisiyle sınırlı kalmamış,ondan sonra gelen Bağdatlı İsmail Paşa’nın Hediyyetü’l-Ârifîn’de, Ömer

286 Bkz. Zerkânî, Menâhilü’l-Irfân, I, 534 ; Sâvî, eş-Şeyh Ahmed el-Mâlikî,

Hâşiyetü’l-Allâme es-Sâvî, İstanbul trz., Eser Neşr., c. I, s. 2.287 Arslan, Şükrü, “Celâleyn Tefsiri’nin İsnadı ve el-Mahallî’nin Bakara

Suresinden Yaptığı Tefsir”, At.ÜİFD., S. 10, Erzurum 1991, s. 155.288 Kâtib Çelebi, Molla Hacı Halîfe, Keşfu’z-Zunûn an Esâmi’l-Kütübi ve’l-Fünûn,

Beyrut 1990, Dâru’l-Fikr, c.I, s. 446.

Page 88: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

88

Nasuhi Bilmen’in Büyük Tefsir Tarihi’nde, Mehmet Sofuoğlu’nun Tefsir Dersleri ve Notlarında yanlışa düşmelerine de sebep olmuştur.289

Oysa meselenin doğrusu şudur: Mahallî, Kehf suresinden Nâs suresine kadar olan ikinci kısımla birlikte Fâtiha ve Bakara suresini de 36. ayetine kadar tefsir etmiştir. Sûyûtî ise Mahallî’nin vefatının ardından onun Bakara suresinin 36. ayetine kadar yaptığı tefsiri dikkate almış ama bu sureyi başından itibaren kendisi yeniden tefsir etmiş ve İsra suresinin sonuna kadar devam ederek tefsiri tamamlamıştır.290 Nitekim Sûyûtî İsrâ suresinin sonunda kendisinin bu surenin sonuna kadar tefsir ederek Mahallî’nin başlattığı ama tamamlayamadığı çalışmayı tamamladığını açıkça ifade etmektedir.291 Fatiha suresi Mahallî tarafından tefsir edildiği için de tefsirin en sonuna, Nas suresinden sonraya konulmuştur.292

Ne var ki Mahallî’nin tefsirini yazmaya neden Fatiha suresinden başlayarak Bakara, Ali İmran, Nisa… şeklindeki sırayla devam etmeyip de, Kehf suresinden başladığı sorusunun cevabında herhangi bir bilgiyle karşılaşamadık. Hatta hayli önemli olduğuna inandığımız bu soru, belki hakkında herhangi bir bilgi olmadığından olsa gerek, ilgili eserler

289 Arslan, “Celâleyn Tefsirinin İsnadı”, 158. Konuyla ilgili Katib Çelebi’nin

yaptığı yanlış beyan, daha önceden yapılmış olan şu çalışmalarda da eleştirilmekte ve tashih edilmektedir: Mesela bkz. Karahan, Abdülkadir, “Suyûti” Md., İA., İstanbul 1964, MEBY., c. XI, s. 261 ; Zehebî, Tefsir ve’l-Müfessirûn, I, 234.

290 İbn Imâd, Ebu’l-Felâh Abdu’l-Hayy el-Hanbelî, Şezerâtü’z-Zeheb fî Ahbâri men Zeheb, Beyrut, trz., el-Mektebü’t-Ticârî li’t-Tıbâ’, c. VII, s. 304. Sayın Şükrü Arslan’ın Mahallî’nin 36. ayetine kadar Bakara suresini de tefsir ettiğini iki el yazma nüsha üzerine dayanarak tahkik etmesi ve bu tahkikli metni de neşretmesi tefsir edebiyatı adına çok büyük bir hizmet olmuştur. Sûyûtî aslında Mahallî’nin Bakara suresine dair yaptığı bu tefsiri dikkate almıştır. Mamafih yine de sureyi başından itibaren tefsir etmiştir. Bu tefsir metni için bkz. Arslan, “Celâleyn Tefsirinin İsnadı”, 164-172.

291 Suyûtî, Celâleddîn - Celâleddîn Mahallî, Tefsîru’l-Celâleyn li’l-Kur’âni’l-Azîm, İstanbul, trz., Salah Bilici Kitabevi Yay., c. I, s. 237.

292 Arslan, “Celâleyn Tefsirinin İsnadı”, 155, 158-163. Bu düşünceyi destekleyen, yani tefsirin isnadlarını isabetli olarak veren başka kaynaklar için de ayrıca bkz. İbn Imâd, Şezerâtü’z-Zeheb, VII, 303-304 ; Dâvûdî, Tabakâtü’l-Müfessirîn, yy., 1972, Matbaatü’l-İstiklâli’l-Kübrâ, c. I, s. 81 ; Lâşîn, Mûsâ Şâhîn, el-Leâli’l-Hısân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mısır 1968, s. 399.

Page 89: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

89

tarafından, gündeme bile getirilmemiştir. İtiraf etmeliyiz ki bu sorunun cevabını şu anki bilgilerimizle vermeye muktedir değiliz.

Sûyûtî tefsiri Mahallî’nin üslup ve nazım ölçüsü üzerine tamamlamış, sonuçta iki müfessire ait olduğu anlaşılamayacak yeknesaklıkta bir eser ortaya çıkmıştır.293

Sûyûtî, tefsirin kendisine ait olan bölümünü kırk günde telif ettiğinibildirmektedir.294 Sâvî’nin açıklamasına göre, Sûyûtî tefsiri yazmaya Ramazan ayının ik günü başlamış, Şevval ayının onuncu gününde de tamamlamıştır.295

Mahallî, başladığı tefsirine herhangi bir mukaddime de yazmamıştır. Bu durumu Celâleyn Tefsiri üzerine haşiye yazmış olan Sâvî, Mahallî’nin eserini kısa ve öz tutmak istemesine bağlamaktadır.296 Ne var ki Mahallî’nin takip ettiği sıra, mukaddime yazmaya zaten elverişli değildir.Günümüzde olduğu gibi eski müellifler de bu tür bölümleri tüm eser bittikten sonra yazarlar ve eserin ön tarafına koyarlardı. Bu itibarla ömrü eserini tamamlamaya kifayet etmemiş olan Mahallî, elbette mukaddime yazmaya da vakit bulamamıştı.297

A. Celâleyn Tefsiri Müellifleri

Adından da anlaşıldığı üzere Celâleyn Tefsiri, iki müellifli bir çalışmadır. Ne güzel bir tevâfukdur ki Mısırlı olan her iki müellifin adı Celal’dir ve her iki müfessir de Şafii mezhebine mensuptur. Binaenaleyh biz de bu başlık altında bu iki merhum müfessirin hayat hikayelerinden ve arkalarında bıraktıkları eserlerinden kısaca söz edeceğiz.

I. Celaleddin Mahallî

Tam adı Allâme Celâleddîn Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm el-Mahallî eş-Şâfiî’dir, hayatını Mısır’da geçirmiştir ve 791/1389’de doğmuş 864/1459’da vefat etmiştir.298

293 Bu düşünceyi ifade eden kaynaklar için bkz. Lâşîn, Leâli’l-Hısân, 400.294 Celâleyn, I, 237; Sâvî, Hâşiye, II, 372.295 Sâvî, Hâşiye, II, 372.296 Sâvî, Hâşiye, IV, 370.297 Arslan, “Celâleyn Tefsirinin İsnadı”, 156.298 Kâtib Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, I, 446 ; Ziriklî, Hayruddîn, A’lâm Kâmûsi Terâcim

li-Eşheri’r-Ricâl ve’n-Nisâi mine’l-Arab ve’l-Müste’rabîn, 8. bsk., Beyrut 1989, Dâru’l-Ilmi li’l-Melâyîn, c. V, s. 333 ; Brockelmann, Carl, Geschichte

Page 90: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

90

Celaleddin Mahallî tefsir, kelam, usul, fıkıh, nahiv, mantık gibi ilimlerde mütehassıs bir alimdi. el-Bedr Mahmûd el-Aksarâyî, Celâl Belkînî, Şems Bermâvî, Bîcûrî, Şems-i Bisâtî ve Alâ-i Neccârî gibi alimlerden ilim tahsil etmiştir.299

Kahire’de doğup, yaşayıp yine orada vefat etmiş olan ve diğer vasıfları yanında usulcü ve müfessir olarak tanınan Mahallî, tam bir zeka harikası sayılıyordu. Muasırları onun için “Mahallî’nin zekası elması deler” derlerdi.300 İbnü’l-Imâd’a göre Celaleddin Mahallî, “Arapların Taftazânî”dir. Mahallî kendisi hakkında “Zihnim hatayı kabul etmez” derdi. Buna rağmen ezber yapmakta zorlanan müfessir, bir defasında bir kitabın bir kısmını ezberlemiş, bedeni sıkıntıdan ateş basmıştı. Vakarlı ve hakkı haykıran birisiydi. Zalimlere ve yöneticilere bu yönüyle muamelede bulunurdu. Yöneticiler kendisine gelir, Mahallî ise onlara gitmezdi. En büyük kaza makamı kendisine teklif edildiği halde kabul etmemiş, Müeyyediyye ve Berûkiyye’de tedrisat ile meşgul olmuştur.301

İlim, amel, zühd, verâ ve hilim gibi büyük hasletleri kendisinde toplamış olan Mahallî, hizmetinde bulunan insanlar olmasına rağmen,evinin ihtiyaçlarını yine kendisi görür, başkasına yük olmak istemezdi.302

Yardım sever, iyiliği emreden kötülüğü yasaklayan bir karaktere sahipti, gösterişten uzak yaşayan mütevazı bir alimdi. Eserleri güzel tertip edilmiş; kısa, özlü, anlaşılır ve mutemed olmaları açısından büyük ilgi görmüştür. Geçimini baba mesleği olan kumaş ticaretiyle sağladı. Ticareti vekiline bırakarak kendisi tedris ve telif faaliyetleriyle meşgul oldu, İbn Hacer el-Askalânî’den boşalan makama geçerek Müeyyediyye Medresesinde fıkıh hocalığı yaptı. Devlet erkânından uzak durmuş, el-

der Arabischen Litteratur, Leiden 1949, E.J.Brill, c. II, s. 138 ; Lâşîn, el-Leâli’l-Hısân, 399 ; Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi II (Tabakakatü’l-Müfessirîn), Ankara 1960, D.İ.B.Yay., s. 418 ; Arslan, Şükrü, “Mahallî” Md., DİA, c. XXVII, s. 326.

299 Sehâvî, Şemsüddin Muhammed b. Abdirrahmân, ed-Dav’u’l-Lâmi’ liehli’l-Karni’t-Tâsi, Beyrut, trz., Dâru Mektebetü’l-Hayât, c. VII, s. 39-40 ; Bilmen, Tabakakatü’l-Müfessirîn, 418.

300 Şükrü Arslan Mahallî’nin keskin zeka ve muhakeme gücüne rağmen hafızasının zayıf olmasından söz etmektedir. Bkz. “Mahallî” Md., XXVII, 326.

301 İbn Imâd, Şezerâtü’z-Zeheb, VII, 303-304; Ziriklî, A’lâm, V, 333; Brockelmann, II, 138; Bilmen, Tabakat, 418.

302 Sâvî, Hâşiye, II, 372.

Page 91: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

91

Melikü’z-Zahir Çakmak döneminde kendisine yapılan başkadılık teklifini kabul etmemişti. Gerek ders alma, gerek fetva sorma ve gerekse ziyaret etme maksadıyla Kahire dışından gelen pek çok misafiri olurdu. 1 Muharrem 864/28 Ekim 1459 tarihinde vefat eden Mahallî, Kahire’deki aile kabristanına defnedildi.303

a. Mahallî’nin Eserleri

Celalüddin Mahallî’nin eserlerini şöyle sıralamak mümkündür:304

1. Tefsîru’l-Celâleyn: Daha önce de ifade edildiği gibi Kehf suresinden sonuna kadar yaptığı tefsiridir. Fatiha suresini de Mahallî tefsir etmiş ve Nas suresinin sonuna konmuştur. Suyûtî tamamlamıştır.

2. Kenzü’r-Râgıbîn fî Şerhı Minhâci’t-Tâlibîn: Nevevî’nin şafii fıkhına dair yazmış olduğu el-Minhâc fî Fıkhi’ş-Şâfii adlı eserin şerhi olarak iki cilt halinde telif edilmiştir, matbudur ve bu şerh üzerine çeşitli haşiyeler yazılmıştır.305

3. el-Bedru’t-Tâli’ fî Cem’ıl-Cevâmi’: Bu eser, Tâceddin es-Sübkî’nin fıkıh usulüne dair telif ettiği eserin en güzel şerhlerinden biri olarak kabul edilir ve matbudur.306

4. Şerhu’l-Verakât fî Ilmi Usûli’l-Fıkh: İmamu’l-Harameyn Cüveynî’nin el-Varakât adlı eserinin şerhidir. Hatta Mahallî’nin bu değerli şerhi üzerine bazı haşiyeler de telif edilmiştir.

5. el-Envâru’l-Mudıyye fî Medhı Hayri’l-Beriyye: Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî’nin Kasîdetü’l-Bürde adlı eserinin küçük ebatta bir şerhidir.

6. Şerhu’l-Bürde: Ka’b b. Züheyr’in Kasîdetü’l-Bürde’sinin şerhidir.

7. Şerhu’l-Kavâıd li’bni Hişâm: İbn Hişâm en-Nahvî’nin gramer konusunda telif ettiği el-İ’râb an kavâıdi’l-İ’râb adlı eserinin tamamlanamamış şerhidir.

8. Kenzü’z-Zehâir: Takıyyüddin es-Sübkî’nin et-Tâiyye adlı eserinin şerhidir.

303 Bkz. Arslan, “Mahallî” Md., XXVII, 326; Zehebî, Tefsîr ve’l-Müfessirûn, I, 333;

Altuntaş, Abdurrahman, Celâleyn Tefsiri ve Metodu, AÜSBE., Ankara 2004, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), s. 23.

304 Ziriklî, A’lâm, V, 333; Bilmen, Tabakat, 418.305 A.y.306 A.y.

Page 92: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

92

9. et-Tıbbu’n-Nevevî: Kaynaklarda adı geçmemesine rağmen Mahallî’ye nispet edilen bir eserdir.

Şimdi de Celâleyn Tefsirinin ikinci müfessiri Suyûtî’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verelim:

II. Celaleddin Sûyûtî

Tam adı, Abdurrahman b. Ebî Bekr b. Muhammed b. Sâbikı’d-Dîn el-Hudayrî es-Suyûtî’dir. 849/1445’de dünyaya gelmiş, 911/1505’de vefat etmiştir. Çok meşhur olmuş, büyük bir alimdir. Kahire’de dünyaya geldiğinde babası Kahire kadısı olarak görev yapıyordu, beş yaşında yetim kalmıştı. Dedeleri Mısır’ın Süyût/Asyut şehrinde ikamet etmiş oldukları için buraya nispetle Suyutî ismini almıştır. Vefatı da Kahire’de olan merhum âlim Sûyûtî, Karâfe kapısı haricinde adına izafe edilen makberede medfundur.307

Sekiz yaşında hafızlığını tamamlayan Sûyûtî, bazı metinler ezberlemiş ardından da İbn Hacer, Alemüddîn Bülkînî, Muhyiddin Kâfiyeci gibi meşhur alimlerden ilim ve irfan tahsil etmiş, 866 da icazetini almıştır. Ayrıca Şerefüddîn Münâvî ve et-Takıyyü’ş-Şümunnî gibi alimlere de mülâzemette bulunmuştur.308

İlmini daha da artırmak ve İslam aleminin daha başka yüksek alimleriyle de görüşmek maksadıyla seyahatler yapmış; Dimyat, İskenderiye, Şam, Hicaz, Yemen, Hind, Magrib, Sûdân-ı Garbî’deki Tükrûr –Eâlî- gibi şehirlere gitmiş, çağının bilgi birikimini elde etmeye çalışmıştır.309

Hafız, tarihçi ve edip olan ünlü müellif yaklaşık altı yüz esere imza atmıştır. Bu eserlerin kimi büyük, kimi küçük kitaplardan ve risalelerden oluşur. Bu velüd yönüyle Sûyûtî, zamanında teferrüd etmiş, şöhretçe de çağdaşlarını geride bırakmıştır. Bilhassa tefsir, hadis, fıkıh, nahiv, belagat, lügat, tarih ilimlerinde tartışmasız bir otorite olmuştur.310 Ziriklî, Sûyûtî’nin el-Menhu’l-Bâdiye adlı eserinden okuduğu bilgi doğrultusunda onun kitap çocuğu manasına gelen “İbnü’l-Kütüb” diye lakab takıldığını söyler. Zira babası, Suyûtî’ye hamile olan annesinden bir kitabı vermesini

307 İbn Imâd, Şezerâtü’z-Zeheb, VIII, 51-52; Ziriklî, A’lâm, III, 301; Bilmen,

Tabakat, 446; Karahan, “Suyûti” Md., XI, 258-263.308 Bilmen, Tabakat, 446-447.309 Bilmen, Tabakat, 447.310 Ziriklî, A’lâm, III, 301; Bilmen, Tabakat, 447.

Page 93: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

93

söylemişti. Tam bu sırada annesinin doğum sancıları şiddetlenmiş ve kitapların önünde Sûyûtî’yi doğurmuştu.311

Mısır’da Şeyhûniye medresesinde senelerce hocalık yaptı. 871’den itibaren de fetva işleri yürüttü. Suyûtî kendisinin şer’î hükümler, hadis, arap dili ilimlerinde mutlak ictihad derecesini ihraz ettiğini söyler, kendisiyle münakaşa etmeye cesaret eden insanlara karşı da şiddetli bir lisan kullanırdı. Bu yönüyle aleyhinde bir cereyan oluşmuş ve Şeyhûniye medresesindeki yüksek hizmetine Tombay tarafından son verilmiştir. Bunun üzerine kırk yaşında insanlardan ayrılmış ve inzivaya çekilmiştir. Nil üzerindeki Ravdatü’l-Mikyâs’da tek başına yaşamış, arkadaşlarından sanki kimseyi hatırlamıyormuşçasına davranmış ve tam anlamıyla bir münzevî hayatı sürerek kendini tamamen eser telif etmeye vakfetmiştir.Zenginler ve emirler kendisini ziyaret ediyor, ona mal ve hediyeler veriyorlardı ama bunları kabul etmiyordu. Sultan defalarca görüşmek üzere çağırdıysa da gitmedi, gönderdiği hediyeleri de reddetti. Vefat edinceye kadar bu hal üzere devam etti.312

a. Sûyûtî’nin Tefsir İlmine Hizmetleri:

Sûyûtî tefsir ilmine çok büyük katkıları olmuş bir alimdir. Bu sahada çok değerli eserler vücuda getirmiştir. İlk telif ettiği eser, istiâze ve besmele şerhi olmuştur. Bu çalışmanın temel konusu olan Celâleyn Tefsiribir diğer önemli çalışmasıdır. Rivayet tefsiri metoduna göre önce kaleme aldığı Tercümânu’l-Kur’ân adlı geniş tefsirini, daha sonra, bunu okuyacak kimselerin himmet noksanlığını hesaba katarak ihtisar etmiş ve ortaya ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr adlı beş ciltlik tefsiri çıkarmıştır.313

Ayrıca Kadı Beydâvî’nin tefsiri üzerine telif ettiği değerli haşiyesiyle de tefsir ilmine önemli katkı sağlamıştır. Ayrıca Kur’an ilimleri sahasında telif ettiği el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân adlı eseri, tefsir usulü alanında merhum müellifin sağladığı en kıymetli eserlerden olmuş, henüz aşılamamıştır.

311 Ziriklî, A’lâm, III, 301.312 İbn Imâd, Şezerâtü’z-Zeheb, VIII, 51; Ziriklî, A’lâm, III, 301; Bilmen, Tabakat,

447.313 Bilmen, Tabakat, 447-448.

Page 94: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

94

Eserlerinden bazılarını şöyle sıralamak mümkündür.314

1. ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîri bi’l-Me’sûr

2. el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân

3. Nevâhidu’l-Ebkâr ve Şevâridu’l-Efkâr (Kadı Beydavi haşiyesidir.)

4. Tercümânü’l-Kur’an fi Tefsiri’l-Müsned

5. Lübâbü’n-Nükûl fî Esbâbi’n-Nüzûl

6. el-Leâli’l-Masnûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa

7. Tedrîbü’r-Râvî fî Şerhi Takrîbi’n-Nevevî

8. el-Eşbâh ve’n-Nezâir

9. Tabakâtü’l-Huffâz

10. el-Câmiu’s-Sagîr

11. Cem’u’l-Cevâmi’

12. Bugyetü’l-Vüât

13. Husnü’l-Muhâdara

14. Tabakâtü’l-Müfessirîn

15. Târîhu’l-Hulefâ

B. Celâleyn Tefsirinin Değeri ve Tefsir Yöntemi

Celâleyn Tefsiri küçük hacmine rağmen, manaları engin çok yararlı bir kitaptır. Merhum Bilmen’in deyişiyle söyleyecek olursak, “Tefsîru Celâleyn diye yad olunan bu mübarek tefsir, gayet muhtasar, müfid bir eserdir.” Tefsirlerin özüdür. (Lübâbü’t-Tefâsîr).315

Yazıldığı dönemlerden itibaren çok büyük rağbet görmüş olan bu tefsir, kısa ve kolay anlaşılır ibarelerinden dolayı çok okunan, elden ele dolaşan, günümüzde bile hala iltifat edilen; medrese, lise, üniversite ve diğer eğitim-öğretim kurumlarında ders kitabı olarak okutulan bir el kitabıdır.

Her iki müfessirin aynı üslubu takip etmeleri esere ayrı bir değer katmıştır. Hatta Mahallî ve Sûyûtî’nin izledikleri üslup ve yöntem o kadar

314 Bütün eserlerinin isimleri için bkz. Ziriklî, A’lâm, III, 301-302; Bilmen,

Tabakat, 448-449; Turgut, Ali, Tefsir Usulü ve Kaynakları, İst., 1991, MÜİFV. Yay., s. 46-47.

315 Kâtib Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, I, 446; Bilmen, Tabakat, 418.

Page 95: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

95

birbirine muvafık olmuştur ki, kimin hangi kısmı yazdığı neredeyse bilinemez ve aralarındaki farklılık yok denecek kadar azdır. Bu farklılıklardan iki tanesine Muhammed Huseyn ez-Zehebî işaret eder.316

Bu iki örnekten biri “ruh” kelimesinin tanımlanıp tanımlanmayacağı ile ilgilidir. Suyûtî’ye göre insanın ruh hakkındaki bilgisi oldukça az olduğundan tanımını vermemek daha iyidir. Oysa Mahallî kelimeyi “latif bir cisimdir, kendisine nüfuz etmesiyle insan hayat bulur” şeklindetanımlamaktadır.317 Diğer örnek ise şudur: Mahallî Hac suresinin 17. ayetinde geçen “sâbiîn” kelimesini tefsir ederken onların Yahudilerden bir fırka olduklarını söyler.318 Aynı kelimeyi Bakara suresinin 62. ayetinde tefsir eden Suyûtî ise, Sâbiîlerin Yahudilerden veya Hıristiyanlardan bir fırka olduklarını ifade eder.319 Görüldüğü gibi Zehebî’nin Mahallî ile Suyûtî arasında nadiren görülen farklılıklarla alakalı olarak verdiği bu örnek de, farklılıktan çok ikmal etmeyi hedeflemektedir. Zaten bu durumu Suyûtî açıkça dile getirmiştir ve kendisinin Mahallî’ye nadirattan olarak muhalefet ettiğini, bunun da yok denecek kadar az olduğunu belirtmiştir.320 Binanelaeyh Celâleyn Tefsiri farklı müelliflerce yazılmasına rağmen, farklı müelliflerce telif edildiği fark edilemeyecek kadar kuvvetli bir bütünlük ve uyuma sahiptir.

Mahallî’nin kardeşi Kemâleddîn, Suyûtî tefsiri tamamladıktan sonra kardeşi Mahallî’yi rüyasında görür. Önünde de Suyûtî durmakta olan Mahallî bir taraftan da tamamlanmış olan tefsiri karıştırmakta ve Suyûtî’ye hitaben “Hangisi daha güzel? Benim yazdığım kısım mı, yoksa

316 Bkz. Zehebî, Tefsîr ve’l-Müfessirûn, I, 337.317 Mahallî Sad suresi 72. ayetteki ruh kelimesini “latif bir cisimdir, kendisine

nüfuz etmesiyle insan hayat bulur” (Celâleyn, II, 139) şeklinde tefsir etmektedir. Oysa Suyûtî, İsra suresi 85. ayetinde ifade edilen “size bu konuda az bir bilgi verilmiştir” sözünden hareketle ruh kelimesini tanımlamaktan kaçınmakta ve “ayet sarih veya sarihe yakın şekilde ifade etmektedir ki ruh, Allah Teala’ya has bir ilimdir. Bu bakımdan kelimeyi tarif etmemek daha iyidir” demektedir. (Celâleyn, I, 238) Ancak Suyûtî, Mahallî’nin “kendisine nüfuz etmesiyle insan hayat bulur” şeklindeki yorumuna iştirak etmekte ve bu tefsiri örneğin Bakara, 2/28, 30; İsra, 17/85. ayetlerin yorumunda kullanmaktadır. Şu halde bu mesele, Mahallî ile Suyûtî arasında bir tefsir farklılığı olarak gösterilecek bir husus değildir.

318 Celâleyn, II, 38.319 Celâleyn, I, 10.320 Celâleyn, I, 237-238.

Page 96: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

96

seninki mi?” diye sorar. Suyûtî bu soruya “benim yazdığım kısım” diye cevap verir. Bunun üzerine Mahallî Suyûtî’ye “o halde bak şuralara” diyerek itirazı olan yerleri yumuşaklıkla gösterir. Mahallî’nin gösterdiği yerlere Suyûtî cevap verdikçe, Şeyh Mahallî tebessüm eder ve güler. Bu bir rüyadır elbette, gerçekte Suyûtî, Şeyh Mahallî’nin yazdığı kısmın pek çok yönden kendi yazdığı kısımdan daha güzel olduğunu itiraf eder ve bunun normal olduğunu çünkü kendisinin tefsir etme yöntemi ve tarzını Mahallî’den öğrendiğini ifade eder. Ayrıca Suyûtî, Şeyh Mahallî’nin rüyada itiraz ederek gösterdiği yerlerle ilgili olarak ise bunun bir nükte kabilinden ele alınması gerektiğini ve bu tür yerlerin çok az olduğunu, sayılarının onu bile bulmayacağını söyler.321

Celâleyn Tefsirinde garip kelimelerin manaları verilmekte, meşhur kıraatlere işaret edilmekte, en fazla tercihe şayan görüşlere yer verilmektedir. Esbab-ı nüzule yönelik haberler de yer almakta olup, en çok da israiliyat haberleri tefsirde bulunmaktadır ki bu husus, çalışmanın son bölümünde detaylı olarak ele alınacaktır.322 Ayrıca hem rivayet hem dirayet alanına ait görülen Celâleyn Tefsirinde besmelenin tefsirinin ne Mahallî, ne de Sûyûtî tarafından yapılmış olduğu bir bilgi olarak hatırlanabilir.323

Yemenli bir alim Kur’an harfleriyle Celâleyn Tefsirinin harflerini saydığını, Müzzemmil suresine kadar bunların eşit olduğunu, ancak Müddessir suresiyle beraber Kur’an’dan daha fazla harf içermeye başladığını, bu yüzden de Celâleyn’i abdestsiz taşımanın caiz olacağını belirtir.324

Sûyûtî Buğyetu’l-Vuât adlı eserinde hem Mahallî’nin hem de kendisinin Celâleyn Tefsirini tamamlarken yararlandığı eserler hakkında da bilgiler verir. Buna göre hem Mahallî’nin hem kendisinin yararlandığı eser, Kevâşî’nin et-Telhîs adlı tefsiridir. Ayrıca Sûyûtî kendisinin Kadı

321 A.y.322 Bilmen, Tabakat, 418. İsrailiyat konusu da dahil olmak üzere çeşitli

yönlerden tefsirin özellikleri ve eleştirisi için ayrıca bkz. Muhammed b. Abdirrahmân el-Hamîs, Envâru’l-Hilâleyn fi’t-Teâkkubât ale’l-Celâleyn, Medine 1414, Dâru’s-Sumay’î.

323 Zehebî, Tefsîr ve’l-Müfessirûn, I, 336.324 Kâtib Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, I, 446; Lâşîn, Leâli’l-Hısân, 400.

Page 97: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

97

Beydâvî’den, İbn-i Kesîr’den ve Vâhıdî’nin el-Vecîz adlı tefsirinden yararlandığını belirtir.325

Muhtasar olmasına rağmen ilim ehli Celâleyn Tefsirine büyük ilgi göstermiş, adeta elden ele dolaşmıştır. Üzerine pek çok talik ve haşiye yazılmıştır. Bu tür çalışmaların en önemlileri arasında Şeyh Süleyman Cemel (1204/1789)’in telif ettiği el-Futuhâtü’l-İlâhiyye (Cemel) ile Şeyh Ahmed es-Sâvî el-Mâlikî (1241/1825)’nin yazdığı Hâşiyetü’s-Sâvî adlı şerhleri yer almaktadır.326

Şeyh Muhammed Ken’ân ise Celâleyn Tefsirindeki hataları ortaya koyan Kurratü’l-Ayneyn ale’l-Celâleyn adlı bir eser yazmıştır.327

Celâleyn Tefsirinde irab hususlarının ön plana çıkartılarak kelime tahlilleri yapılması, bu açıklamalara binaen fıkhi hükümlerin belirlenmesi tefsirde dikkat çeken yönlerdendir. Daha önce de belirtildiği gibi her iki müfessirin şâfiiyyü’l-mezheb olması, bu mezhebin görüşlerinin öne çıkmasına sebep olmuştur. Ayrıca lügat ve Arap dili grameri bakımından zengin bilgi ve tahlillere sahip olması da tefsirin kayda değer yönlerindendir. Genelde her iki müfessir, farklı görüşler arasında muteber olanına yer vermiş, gereksiz ve faydasız detaylardan kaçınarak veciz bir dil kullanmaya özen göstermiştir.328

Celâleyn Tefsiri, her ayeti eşit uzunlukta tefsir etmemekle birlikte Fatiha ile Nas suresi arasında toplam 114 surenin tam bir tefsiridir. Bazı ayetler üzerine geniş sayılabilecek açıklamalar yapılabilirken, bazı ayetler için ise sadece kelime anlamı veya müradifi olan kelime veyahut dasadece irabı verilmiştir. Kısaca tefsirimiz ayetleri dil, nahiv, irab, nazım,mana, sebeb-i nüzul, nasih-mensuh, tarih ve kıssalar gibi yönlerden ele almaktadır. Kur’an’ın Kur’an’la, sünnetle, sahabe kavliyle tefsir etmek suretiyle, benimsediği tefsir görüşünü kuvvetlendirme yoluna gitmektedir. Bu tür vasıflar, Celâleyn Tefsirinin geleneksel tarzda bir rivayet tefsiriyle ortaklaşa paylaştıkları özelliklerdir. Tefsirin dirayet

325 Sûyûtî, Buğyetu’l-Vuât fî Tabakâti’l-Lügaviyyîn ve’n-Nuhât, thk. Ebu’l-Fadl

İbrâkîm, Mısır 1965, c. I, s. 401.326 Lâşîn, Leâli’l-Hısân, 400. Ayrıca diğer hâşiyeleri için de bkz. Altuntaş,

Celâleyn Tefsiri ve Metodu, 49-50.327 Ziriklî, A’lâm, V, 333.328 Bkz. Candan, Abdulcelil, “Celâleyn Tefsirine Eleştirel Bir Yaklaşım”, YÜİFD., S.

3, s. 344.

Page 98: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

98

özellikleri konusunda ise şu hususların altı çizilebilir: Tefsirimiz fıkıh, kelam, dil, edebi sanatlar, kıraat farklılıkları, tekrarlar ve hikmetleri, müteşabihler, belagat ve i’caz yorumları gibi alanlarda da söz söylemekte, böylece eser sadece rivayet tefsiri olmaktan çıkmakta, aynı zamanda dirayet tefsiri olarak da görülmeyi hak etmektedir.329

Tefsirin kaynakları arasında, başka bir deyişle tefsirde isimlerine ve eserlerine atıf yapılan önceki alimler olarak: İbn Abbâs (68/687), İkrime (105/723), Ferrâ (207/822), Hasan-ı Basrî (110/728), Amr b. Ubeyd (144/761), Sibeveyh (180/796), İmam Şâfiî (204/819), Müberred (286/899), İbn Keysân (320/932), Taberânî (360/971), Zemahşerî (528/1134) gibi isimleri ağırlıklı olarak zikretmek mümkündür.330

I. Celâleyn Tefsirinin Haşiyeleri

Kısa ve özlü ifadelere sahip olmasından dolayı Celâleyn Tefsiriüzerine birçok şerh ve haşiye çalışmaları yapılmıştır. Buna dair aşağıdaki müellif ve eserleri hatırlanabilir:

1. Şemsüddin Muhammed el-Alkamî haşiyesidir. Bu eserin adı Kabesü’n-Nîrayn alâ Tefsîri’l-Celâleyn’dir. Haşiyenin telifi 952 senesinde bitirilmiş, iki cilt olarak basılmıştır.331

2. Mevlânâ el-Fâdıl Nûreddîn Ali b. Sultân Muhammed el-Kârî (Aliyyü’l-Kârî) (1010)’nin Cemâleyn adlı haşiyesidir. Çok yararlı olan bu eserin telifi 1004 senesinde tamamlanmıştır.332

3. Muhammed Bedrüddîn el-Kerhî (1006)’nin Mecmau’l-Bahrayn ve Matlau’l-Bedreyn adını verdiği bu haşiye, dört ciltlik Celâleyn şerhidir.333

4. Fas’ta 1036’da vefat etmiş olan Abdurrahman b. Muhammed el-Fâsî el-Kasrî’nin de bir haşiyesi vardır.334

329 Bkz. Altuntaş, Celâleyn Tefsiri ve Metodu, 50, 51, 60-99. Ayrıca Ali Akpınar

da Celâleyn tefsiri üzerine yaptığı bir çalışmada örnek birim olarak seçtiği Yasin suresini detaylı şekilde incelemiş ve buradan hareketle tefsirin yöntemi konusunda bazı maddeler ortaya koymuştur. Bkz. Ali Akpınar, “Celâleyn Tefsiri ve Müellifleri”, http://www.cumhuriyet.edu.tr/akademik/fak_ilahiyat/der2/ 1aakpinar.htm

330 Geniş bilgi ve adı geçen alimlere yapılan atıfların konu olduğu tefsir örnekleri için bkz. Altuntaş, Celâleyn Tefsiri ve Metodu, 51-59.

331 Kâtib Çelebi, Keşfu’z-Zunûn, I, 446; Bilmen, Tabakat, 419.332 A.y.333 A.y.

Page 99: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

99

5. Atıyye b. Atıyye el-Burhânî el-Üchûrî (1190), Kitâbu’l-Kevkebeyni en-Nîrayni fî Halli Elfâzi’l-Celâleyn adlı bir haşiye telif etmiştir.

6. Daha önce de adından söz edilen Şeyh Süleyman Cemel’in (1204) el-Fütühâtül-İlâhiyye adlı dört ciltlik bir haşiyesi vardır ki “Cemel Haşiyesi” olarak meşhurdur.335

7. Yine ismine daha önce işaret ettiğimiz Şeyh Ahmed es-Sâvî el-Mâlikî (1241/1825)’nin yazdığı Hâşiyetü’s-Sâvî alâ Tefsîri’l-Celâleyn adlı haşiyesidir. Bu haşiye de “Sâvî Haşiyesi” olarak meşhur olmuştur.

8. Muhammed b. Salih es-Sıbâî (1268) de üç ciltlik bir haşiye yazmıştır.336

9. Sa’dullah b. Gulâm el-Kandihârî’nin kaleme aldığı Keşfu’l-Mahcûbîn an Hazyi Tefsîri’l-Celâleyn adında iki ciltlik bir şerh telif etmiş olup, müellifi Hanefi mezhebine ve Nakşibendi tarikatına mensup bir zattır.337

10. Abdullah en-Nibrâvî eş-Şâfiî de Kurratü’l-Ayni ve Nüzhetü’l-Füâd adıyla altı ciltlik haşiye telif etmiştir.338

II. Çeşitli Alimlerin Celâleyn Tefsiri Değerlendirmeleri

Celâleyn Tefsiri pek çok alimin iltifat ve övgüsüne mazhar olmuştur. Örneğin İbnü’l-Imâd, Mahallî’den söz ederken tefsirinin sağlam bir iç yapıya sahip olduğunu söyler.339 Menahilü’l-İrfân müellifi Zerkânî de yaygınlık ve yararlı olma bakımından nerdeyse en büyük tefsir olduğunu, muhtasar ibarelerinden dolayı kolay anlaşıldığını ifade eder.340

Çeşitli özelliklerinden dolayı Celâleyn Tefsirine bazı alimlerin özel muhabbet duyduklarını ve deyiş yerindeyse ellerinden bırakamadıklarını bilmekteyiz. Bu alimler arasında Muhammed Abduh ve Mehmet Akif

334 Bilmen, Tabakat, 419.335 A.y.336 A.y.337 A.y.338 A.y.339 İbn Imâd, Şezerâtü’z-Zeheb, VII, 304.340 Zerkani, Menahil, I, 534-535.

Page 100: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

100

Ersoy’un ilgilerini hatırlamak mümkündür. Nitekim Abduh Ezher’de verdiği tefsir derslerini Celâleyn Tefsiri üzerinden verdiği meşhurdur.341

Örneğin Mehmet Akif Ersoy’un Celâleyn Tefsiri düşkünlüğü meşhurdur. Bu tesbiti Suat Yıldırım şu ifadelerle aktarır: “Celâleyn Tefsirini yanından hiç eksik etmediğini, Kelam-ı kadim gibi okuduğunu, şimdiye kadar on sekiz defa hatmedip şimdi on dokuzuncu hatme devam etmekte olduğunu kendisi ifade etmiştir.”342 Hatta Akif’e göre bir mantık kitabı ile senelerce uğraşıldığı halde medrese talebelerinin Celâleynmalumatı kadar olsun nasipsiz oluşu şüphesiz pek büyük bir kusurdur.343

Şu halde dini ilimlerle meşgul olan bir talebenin asgari Kur’an bilgisinin ölçüsünü Celâleyn Tefsiri oluşturuyordu.

Sebîlü’r-reşâd 24 Şubat 1327 (1912) tarihli ilk sayısında, derginin her nüshasının baş kısmında Kur’ân-ı Kerim tefsirine yer vereceğini belirterek, tefsirinde takip edeceği usûlleri belirlerken şu ifadeleri kullanır ve insanların sahip oldukları Kur’an bilgisini yine Celâleyn Tefsiri ile mukayese eder: “Zamanımızda, tefsir öğreniminin hayli gerilediği malumdur. Âdeta Kur’ân-ı Kerimi bilmek, anlamak ehemmiyetsiz, faydasız bir iş gibi telâkki olunmaya başlamıştır. Ortada, Kur’ân-ı Kerim artık anlaşılmış, -hâşâ- daha bilinecek bir yeri kalmamış gibi bir batıl zan türemiştir. Bir mantık kitabı ile senelerce uğraşıldığı halde, medrese talebelerinin Celâleyn malumatı kadar olsun, tefsirden nasipsiz oluşu, şüphesiz pek büyük bir kusurdur. Bu sebeplerden ötürü mecmuamız, Tefsir ilminin ihya edilmesine çalışacak, mekteb ve medreselerimizde okutulmasına teşvikten geri durmayacaktır.”344

C. Celâleyn Tefsirinde İsrailiyat Haberleri ve Değerlendirmesi

Celâleyn Tefsiri bilginin salt kişisel tecrübe ve akıl yürütmeden hareketle değil, aynı zamanda rivayetler yoluyla da elde edebileceğine

341 Zerkânî, Menâhilü’l-Irfân, I, 535; Candan, “Celâleyn Tefsirine Eleştirel Bir

Yaklaşım”, 341.342 Yıldırım, Suat, “Mehmed Akif'in Kur'an Anlayışı”, Yeni Ümit, S. 73, Y. 18,

2006. http://www.yeniumit.com.tr/konular.php?sayi_id=73&konu_id=453&yumit=bolum2.

343 Yıldırım, Suat, “Mehmet Âkif’in Kur’an Anlayışı”, At.Ü.İ.F.D., S. 8, Erzurum 1988, s. 4.

344 Sebilü’r-Reşad Mecmuası, 24 Şubat 1327 (1912), sayı:1 (183), s. 5’den nak. Yıldırım, “Mehmed Akif'in Kur'an Anlayışı”, http://www.yeniumit.com.tr.

Page 101: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

101

inanan bir tefsirdir. Başka bir deyişle daha önce de ifade edildiği gibi Celâleyn Tefsiri hem dirayet, hem de rivayet tarzına sahip bir Kur’an yorumudur. Bu itibarla tefsirimiz rivayetlere pozitif değerler açısından bakmakta, öteki tefsirlere nazaran oldukça küçük hacme sahip olmasına rağmen her türden rivayeti almakta ve yararlanmaktadır.

Celâleyn Tefsirinin israiliyat haberleri ihtiva etmesinin ardında,onun rivayetlere olan bu yaklaşımı yer almaktadır. Bu bakımdan tefsirimiz küçük hacmine rağmen, israiliyat noktasında onlarca ciltlik büyük tefsirlerden geri kalmamıştır.

Celâleyn Tefsirinin ihtiva ettiği israiliyat haberlerini şu dört ana başlık altında toplamış bulunmaktayız: 1. Yaratılış ve Kevni Olaylar, 2. Geçmiş Varlıklar ve Toplumlar, 3. Peygamber Kıssaları, 4. Ahiret Hayatı.Bu ana başlıkların altında pek çok alt konular ve detaylar yer almaktadır.

I. Yaratılış Ve Kevni Olaylar

Yaratıp şekil verme, ölçüp biçip icad etme, Allah Teala’nın kudret ve hikmetini gösteren en büyük işlerdendir. Kur’an-ı Kerim, yaratma konusuna çok büyük önem verir ve bu konuyu Allah’ın varlık ve birliğinin, uluhiyet ve rububiyetinin delillerinden kabul eder.345 Ne var ki Allah’ın yaratmasına ilişkin her detaylı bilgiden söz etmek, Kur’an’ın amacı değildir. Bu bakımdan Celâleyn Tefsirinin israiliyat haberlerine dayanarak Kur’an’ın sözünü etmediği yaratılışla ilgili kimi konularda aşağıdaki bilgileri verdiğini görmekteyiz:

a. Yaratılışın Başladığı ve Bittiği Günler

“Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'tır.”346

Celâleyn Tefsirine göre yaratılış, dünya günlerinden Pazar günü başlamış, Cuma günü tamamlanmıştır.347

345 Örnek olarak bkz. A’la, 87/2-4; Kâf, 50/15; Kamer, 54/49; Yasin, 36/82;

Vakıa, 56/62-74; Hud, 11/7; Saffat, 37/11; Zümer, 39/62.346 Secde, 32/4; Kaf, 50/38; Hadîd, 57/4.347 Celâleyn, II, 103, 189, 208. Bu yorum başka tefsirlerde de yer almıştır.

Bunun için bkz. el-Begavî, Muhyi’s-Sünne Ebû Muhammed Huseyn b. Mes’ûd, Meâlimü’t-Tenzîl, thk. Osman Cum’a-Süleyman Müslim, IV. Baskı, 1997, Dâru Tayyibe, c. VII, s. 364 ; İbn Kesîr, Tefsîr, I, 68 ; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, I, 85. Eski Ahit’e göre yaratılışın cumartesi günü tamamlanmış

Page 102: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

102

“Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki bütün varlıkları altı günde yarattık da Bize en küçük bir yorgunluk dokunmadı.”348

Bu ayetle Yahudilerin ‘Allah cumartesi günü istirahat etti’ şeklindeki sözleri reddedilmiştir. Yorulma gibi sıfatlardan Allah’ın münezzeh olduğu ifade edilmiş, bu gibi sıfatların yaratılmışlara ait olduğu söylenmiştir.349

b. Gökyüzü Ve Cisimleri

“(Bakmıyorlar mı) yere, nasıl yayılıp döşendi?”350

Bu ayette yeryüzünün döşenmesi ve serilmesi gibi anlamlara gelen “sütıhat” fiilinden açık olarak anlaşılmaktadır ki, yeryüzü düzdür. Din alimleri bu zahir mana üzerinde ittifak etmişlerdir. Yoksa astronomi uzmanlarının dediği gibi, yeryüzü küre şeklinde değildir. Gerçi böyle olması da dini esaslardan herhangi birisini eksiltecek değildir.351

“Andolsun ki, üstünüzde yedi tabaka yarattık.”352

Burada sözü edilen yedi kat gökler, meleklerin yollarıdır.353

“Bakın: gündüzün sinip gizlenen yıldızlara. Dolaşıp dolaşıp yuvalarına, yörüngelerine giren gezegenlere.”354

olduğu şu cümleden çıkarılabilir: “Çünkü ben, RAB yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü`nü kutsadım ve kutsal bir gün olarak belirledim.” Bkz. Çıkış, 20/11.

348 Kaf, 50/38.349 Celâleyn, II, 189. Benzer ifadeler için ayrıca bkz. Kadı Beydâvî, Nâsıruddîn

İbn Omer b. Muhammed eş-Şirâzî, Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Beyrut 1988, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, c. II, s. 425 ; Ebussuûd, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, VIII, 134.

350 Gaşiye, 88/20.351 Celâleyn, II, 261.352 Mü’minûn, 23/17.353 Celâleyn, II, 44. Aynı yorum için ayrıca bkz. Zemahşerî, Cârullâh Mahmûd b.

Ömer, el-Keşşâf an Hakâikı Gavâmidı’t-Tenzîl, nşr. M. Huseyn Ahmed, 3. Bsk., Kahire-Beyrut 1987, Dâru’r-Reyyân li’t-Türâs, c. III, s. 179 ; Nesefî, Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd, Tefsîru’n-Nesefî, İstanbul 1984, Kahraman Yay., c. III, s. 116.

354 Tekvir, 81/15-16.

Page 103: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

103

Tekvir suresinde üzerine yemin edilen kaybolup dönen yıldızlar şu beş yıldızdır: Zühal, Müşteri, Mirrîh (Mars), Zühre ve Utârid. Bu yıldızlar yörüngelerinde dönüp çıkarlar.355

“Biz yere en yakın semayı lambalarla süsledik. Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık. Hem onlara alevli ateş hazırladık.”356

Gökyüzünde donatılıp şeytanlar için taşlamalar kılınan yıldızların görevi şöyledir: Şeytanlar kulak hırsızlığı yaptıkları zaman, ateşin içinden alınan kor parçası gibi bir alev yıldızdan ayrılır ve kulak hırsızlığı yapan cinniyi öldürür veya etkisiz hale getirir. Yerinden ayrılan cisim yıldız değil, ateştir.357

“Burçları olan göğe andolsun.”358

Furkan Suresinin ilgili ayetinin tefsirinde geçtiği üzere yemine konu olan burçlar, on iki yıldızdır.359 Bu burçların isimleri şöyledir: Hamel (Koç), Sevr (Boğa), Cevzâ (İkizler), Seretân (Yengeç), Esed (Aslan), Sünbüle (Başak), Mîzân (Terazi), Akrab (Akrep), Kavs (Yay), Cedy (Oğlak), Delv (Kova), Hût (Balık). Bunlar yedi gezegenin konaklarıdır. Merih gezegeni Koç ve Akrep burçlarına; Zühre gezegeni, Boğa ve Terazi burçlarına; Utarid gezegeni İkizler ve Başak burçlarına; Ay gezegeni Yengeç burcuna; Güneş gezegeni Aslan burcuna; Müşteri gezegeni Yay ve Balık burçlarına; Zuhal gezegeni Oğlak ve Kova burçlarına sahiptir.360

“Andolsun ma’mur eve.”361

Beyt-i Ma’mûr, gökyüzünün üçüncü veya altıncı veya yedinci katında bulunup Kabe’nin hizasında yer almaktadır. Burayı her gün yetmiş bin melek tavaf eder ve namaz kılar. Ziyaret eden bir melek, bir daha asla dönmez.362

355 Celâleyn, II, 254. Aynı yorum için ayrıca bkz. Sa’lebî, Ebû İshâk Ahmed b.

Muhammed, el-Keşfu ve’l-Beyân, I. Baskı, Beyrut 2002, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, c. VII, s. 143.

356 Mülk, 67/5.357 Celâleyn, II, 228.358 Buruc, 85/1.359 Celâleyn, II, 257.360 Celâleyn, I, 212. Hıcr, 15/16 ; Celâleyn, II, 64. Furkan, 25/61.361 Tûr, 52/4.362 Celâleyn, II, 193. Aynı yorum için ayrıca bkz. Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, VII,

382.

Page 104: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

104

c. Cinlerin Sürgün Yeri Olarak Adalar Ve Dağlar

“‘Hani bir zamanlar Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım’ demişti. (Melekler ise): ‘Orada bozgunculuk çıkaracak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz Seni överek tesbîh takdîs ediyoruz.’ dediler. (Rabbin): ‘Hayır Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.’ dedi.”363

Hz. Adem halife kılınmadan önce, cinler yeryüzünde cinayet işlemişler, kan dökmüşlerdi. Bunun üzerine Allah Teala melekleri göndermiş ve cinleri adalara ve dağlara sürmüştü.364

d. Şimşek-Melek İlişkisi

“Yahut onların misali gökten sağanak halinde boşalan ve içinde yoğun karanlıklar, gök gürlemeleri ve şimşekler bulunan yağmura tutulmuş kimselerin durumuna benzer. Yıldırımların verdiği dehşetle, ölüm korkusundan parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Fakat Allah kâfirleri çepeçevre kuşatır.”365

Gök gürültüsü anlamına gelen ra’d kelimesinden maksat, görevli melektir. Bunun meleğin sesi olduğu da söylenmektedir.366 Şimşek manasına gelen berk kelimesi ise, onu süren meleğin sesinin parıltısıdır.367

II. Geçmiş Varlıklar Ve Toplumlar

Kur’an-ı Kerim’e göre bütün peygamberler, müjdeleme ve uyarma misyonuna sahiplerdir. Aynı şekilde Hz Adem’den kıyamete kadar yeryüzünde yer alan bütün insan grupları da anılan müjde ve uyarı vazifesine karşı benzer duruşlar sergilemişlerdir. Neticede sadece iki grup insandan, yani kazanan ve kaybedenlerden bahsetmek mümkün olmaktadır. İşte Kur’an’da bu noktay-ı nazardan hareketle insandan, geçmiş varlık ve toplumlardan söz eder, amacı tarih kitabı yazmak olmadığından diğer insanlar için ibretlik yönü bulunmayan detaylara girmez. Tefsirimizin bu tür detaylara israiliyat kanalıyla girdiği ve bilgiler verildiği görülmektedir:

363 Bakara, 2/30.364 Celâleyn, I, 6.365 Bakara, 2/19.366 Celâleyn, I, 4.367 A.y., Bakara, 2/19.

Page 105: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

105

a. İnsan

“Size ne oluyor ki, Resûlullah sizi Rabbinize iman etmeye çağırdığı halde, Allah’a inanmıyorsunuz. Oysa Allah sizden bu konuda kesin söz almıştı, eğer inanıyorsanız.”368

Allah Teala’nın nefislerden kendi aleyhlerine “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” şeklinde ant alarak şahit tuttuğu bu sözü, zerre aleminde gerçekleşmiştir.369

“Biz insana, anne ve babasına güzel muamelede bulunmasını vasıyet ettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımış ve nice güçlüklerle doğurmuştur. Çocuğun anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer. Nihayet insan gücünü kuvvetini bulup da kırk yaşına girince ‘Ya Rabbi!’ der. ‘Gerek bana, gerek anneme babama lutfettiğin nimetlerine şükür yoluna beni sevket. Razı olacağın makbul ve güzel işleri yapmaya beni muvaffak kıl ve bana salih, dine bağlı, makbul bir nesil nasib et. Ben Sana yöneldim, kendini Sana teslim edenlerden oldum’.”370

Tefsirimiz insanın güç ve kuvvetine ulaşma yaşı hakkında bilgi verir. Ona göre insan; kuvvet, akıl ve fikir açısından kemale, en erken, otuz üç veya otuz yaşında girmektedir.371

“Düşünün ki (Allah) sizi, Nûh kavminden sonra, onların yerine halîfeler (hâkimler) yaptı ve yaratılışta sizi (onlardan) üstün kıldı.”372

Nuh kavminden sonraki insanların uzun boyluları yüz zira, kısa boyluları ise altmış ziraydı.373

b. İblis

“O vakit meleklere: ‘Adem’e secde edin!’ dedik. İblis dışındaki bütün melekler secde ettiler. İblis secde etmedi, kibirlendi ve kâfirlerden oldu.”374

368 Hadîd, 57/8.369 Celâleyn, II, 208. Ayrıca bkz. Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed es-

San’ânî, Fethu’l-Kadîr –el-Câmiu beyne Fenni’r-Rivâye ve’d-Dirâye min Ilmi’t-Tefsîr, yy., trz., Âlemü’l-Kütüb, c. II, s. 262-263.

370 Ahkâf, 46/15.371 Celâleyn, II, 174. Ahkâf, 46/15.372 A’râf, 7/69.373 Celâleyn, I, 136.

Page 106: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

106

İblis, cinlerin atasıydı ve meleklerin arasında bulunuyordu.375

İblis’in, meleklerden bir nevi olduğu da söylenmiştir. İşin doğrusu İblis, melek değil, cinlerin atasıdır. İsmiyle birlikte anılan zürriyeti vardır. Ama meleklerin zürriyeti yoktur.376

c. Nemrud

“Allah kendisine hükümranlık verdi diye İbrâhîm ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi?”377

Allah Teala’nın varlığı konusunda Hz. İbrahim’le tartışan ve çekişen inkarcı kişi, Nemrud’dur. Hz. İbrahim, Rabbini yaşatan ve öldüren olarak tanıtınca, Nemrud kendisinin de yaşatan ve öldüren olduğunu söylemiş; iki adam çağırtarak birini öldürmüş, diğerini serbest bırakmıştı.378

“Kendilerinden önceki kâfirler de peygamberler için hileler, tuzaklar kurmuşlardı. Ama neticede Allah onların binalarını ta temellerinden yıktı da üstlerindeki tavan tepelerine göçtü. Hem de bu azap onlara hiç farkedemedikleri bir yerden gelmişti.”379

Nemrud, göktekilerle görüşmek maksadıyla gökyüzüne doğru yükselmek istemiş, bunun için uzun bir gökdelen yaptırtmıştı. Ne var ki Allah gönderdiği fırtına ve depremle, bu kuleyi kökünden yıkmıştı.380

d. Lokman

“Andolsun ki, Lokman'a, Allah'a şükretmesi için hikmet verdik. Şükreden kimse ancak kendisi için şükretmiş olur. Nankörlük eden ise, bilsin ki, Allah her şeyden müstagnidir, övgüye layıktır.”381

Hz. Davud (as) peygamber olarak görevlendirilmeden önce, Hz. Lokman fetva veriyordu. Lokman, Hz. Davud’a da yetişmiş, ondan ilim almış ve artık fetva işini bırakmıştı. Bu konuda “yerime biri geçtiğinde,

374 Bakara, 2/34; Kehf, 18/50.375 Celâleyn, I, 6.376 Celâleyn, II, 7. Ayrıca bkz. Râzî, Fahruddîn, Mefâtihu’l-Gayb, Kahire 1992,

Mektebetü’l-Îmân, c. I, s. 652.377 Bakara, 2/258.378 Celâleyn, I, 40. Ayrıca bkz. Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, I, 278.379 Nahl, 16/26.380 Celâleyn, I, 214, 217. Ayrıca bkz. İbn Cevzî, Abdurrahmân b. Ali b.

Muhammed, Zâdü’l-Mesîr fî Ilmi’t-Tefsîr, II. Bsk., Beyrut 1404, el-Mektebü’l-İslâmiyyü, c. IV, 439.

381 Lokman, 31/12.

Page 107: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

107

ben artık yeter demeyeyim mi?” (elâ ektefî izâ küfîtü) şeklindeki hikmetli sözünü söylemişti.382

e. Hıcr Ashabı

“Andolsun ki Hicr halkı peygamberi yalanlamışlardı.”383

Hıcr, Medine ile Şam arasında bir vadidir. Bu vadinin halkı Hıcr ashabı olarak da bilinen Semud kavmidir.384

f. Kazıklı Firavun

“Onlardan önce Nûh, Âd toplumları ve ordular sahibi Firavun toplumu da Peygamberleri yalanladı.”385

Firavun işkence edeceği kimseler için dört kazık çaktırır ve mahkumun iki el ve iki ayağını bu kazıklara bağlatarak eziyet ederdi.386

“Firavn, milletine şöyle seslendi: ‘Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve ayaklarımın altından akan şu nehirler, kanallar benim değil mi? Görmüyor musunuz?’”387

Firavun ‘ben Mısır’ın ve şu nehirlerin yani Nil nehrinin sahibiyim, görmüyor musunuz nehirler saraylarımın altından akıp duruyor’ diyerek gururlanırdı.388

g. Firavun’un Karısı

“Allah, inananlara Firavun'un karısını misal gösterir: O, ‘Rabbim! Katından bana cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun şerrinden kurtar; beni bu zalim milletten halas eyle’ demişti.”389

Firavun’un karısı Âsiye, Hz. Musa’ya iman etmiş bir hanımdır. İmanından dolayı Firavun ona çok eziyet etmiş, işkence yapmıştır. Onun ellerini ve ayaklarını yere sabitlemiş, göğsünün üzerine büyük bir

382 Celâleyn, II, 101. Ayrıca bkz. Nesefî, Tefsîr, III, 280.383 Hıcr, 15/80.384 Celâleyn, I, 214.385 Sâd, 38/12; Fecr, 89/10.386 Celâleyn, II, 136, 261. Ayrıca bkz. Sa’lebî, Keşf ve’l-Beyân, X, 198. 387 Zuhruf, 43/51.388 Celâleyn, II, 165.389 Tahrim, 66/11.

Page 108: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

108

değirmen taşı koymuş, bu halde güneşin altında tutmuştu. Firavun başından ayrıldığı zaman görevli melekler onu gölgelendiriyorlardı.390

Bu işkence halindeyken, Âsiye’ye Allah Teala’dan dilekte bulunduğu cennetteki köşkü gösteriliyor, böylece çektiği azap ve işkence hafifliyordu. İbn Keysân’a göre Âsiye daha hayattayken cennete yükseltilmiş, orada yiyip içmişti.391

h. Ad Kavminin Helaki

“Allah onların kökünü kesmek üzere, üzerlerine o rüzgarı yedi gece sekiz gün estirdi. Halkın, kökünden çıkarılmış hurma kütükleri gibi yere yıkıldıklarını görürsün.”392

Ad kavmi, kış mevsiminin soğuk günlerinde yani Şevval ayının son sekiz gününde, ayın son Çarşamba sabahından itibaren başlayan bir fırtınayla helak edilmişti.393

ı. Tubba Ve Kavmi

“Eyke halkı ve Tubba milleti (de yalanlamışlardı); bunların hepsi peygamberleri yalanlamışlardı da tehdidim gerçekleşmişti.”394

Tubba’, Yemen’de bir melikdi. İslamı kabul etmiş, kavmini de Müslüman olmaya davet etmişti. Ancak kavmi onu yalanlamıştı.395

i. Boylu Boslu İrem

“Andolsun yüksek sütunlarla dolu İrem'e”396

İlk Âd milleti olan İrem halkı boylu boslu kimselerdi. Uzun boylu bir İrem insanı, dört yüz zira boyundaydı.397

390 Celâleyn, II, 227. Ayrıca bkz. Zemahşerî, Keşşâf, IV, 572 ; Sa’lebî, Keşf ve’l-

Beyân, IX, 351.391 A.y.392 Hakka, 69/7; Kamer, 54/19.393 Celâleyn, II, 200, 233. Ayrıca bkz. İbn Atıyye, Ebû Muhammed Abdulhak b.

Gâlib el-Endelüsî, el-Muharraru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, thk. Abdusselâm Abdu’ş-Şâfî Muhammed, I. Bsk., Lübnan 1993, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, c. V, s. 329.

394 Kaf, 50/14.395 Celâleyn, II, 188.396 Fecr, 89/7.

Page 109: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

109

j. Bel’am B. Bâûrâ

“Onlara, kendisine ayetlerimiz hakkında ilim nasib ettiğimiz kimsenin kıssasını da anlat: Evet, o adam bu ilme rağmen ayetlerden sıyrıldı, şeytan da onu peşine taktı, derken azgınlardan biri olup çıktı.”398

Celâleyn Tefsirine göre yılan derisinden nasıl sıyrılıp çıkıyorsa,Bel’am da küfrüyle dinden çıkmıştı. Oysa İsrail oğullarının alimlerinden biriydi. Kendisinden hediyeler karşılığında Hz. Musa’ya beddua etmesi istenmişti. Bedduada bulununca duası kendi aleyhine döndü ve dili göğsüne kadar uzadı.399

k. Ashab-ı Kehf (Mağara Arkadaşları)

“Yoksa sen Mağara ve Kitâb ehlini şaşılacak âyetlerimizden mi zannettin?”400

Mağara arkadaşlarını anlatmak üzere kullanılan kelimelerden bir diğeri olan “rakîm” kelimesi, levha demektir. Bu levha üzerinde onların isimleri ve soyları yazılmıştı.401

“Birkaç genç mağaraya sığınmış: ‘Rabbimiz! Katından bize rahmet ver ve işimizde doğruyu göster, bizi başarılı kıl’ demişlerdi.”402

Ashab-ı Kehf, imanlarından dolayı kafir olan kavimlerinden korkmuşlar ve mağaraya sığınmışlardı.403

“Kalblerine kuvvet ve metanet verdik de onlar ayağa kalkıp: ‘Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Ondan başka hiçbir ilaha yönelmeyiz. Şayet böyle birşey yapacak olursak, gerçek dışı, pek saçma bir söz söylemiş oluruz’ dediler.”404

397 Celâleyn, II, 261. Ayrıca bkz. Hatîb Şirbînî, Şemsüddîn Muhammed b.

Ahmed, Tefsîru’s-Sirâci’l-Münîr, Beyrut, trz., Dâru’n-Neşr-Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, c. I, s. 560.

398 A’râf, 7/175.399 Celâleyn, I, 147. Ayrıca bkz. İsmail Hakkı Bursevî, Tefsîru Rûhu’l-Beyân,

Beyrut, trz., Bursevî, Dâru’n-Neşr-Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, c. II, s. 360 ; Harman, Ömer Faruk, “Bel’am b. Bâûrâ” Md., DİA., c. V, s. 389.

400 Kehf, 18/9.401 Celâleyn, II, 3.402 Kehf, 18/10.403 Celâleyn, II, 3.404 Kehf, 18/14.

Page 110: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

110

Çünkü bu gençlere, putlara secde etmeleri emredilmişti. Onlar da krallarının önünde ayağa kalkarak hakkı haykıran yukarıdaki sözleri söylemişlerdi.”405

“Şu akçeyi verip içimizden birini şehre gönderelim de baksın hangi yiyecek daha hoş ve helal ise ondan size azık tedarik etsin.”406

Mağara arkadaşlarının, uyanmalarının ardından, içlerinden birini gönderdikleri şehir, şimdi adına Tarsus denilen şehirdir.407

l. Yasin Suresindeki Şehir

“Şimdi sen onlara kendilerine Resuller gelmiş olan şu şehir halkını misal olarak anlat. Hani Biz onlara iki elçi göndermiştik.”408

Yasin suresinde şehir halkı (ashâbe’l-karye) olarak misal gösterilen şehir, Antakya’dır. Hz. İsa’nın gönderdiği elçiler bu şehre gelmişlerdi.409

“O anda şehrin öbür ucundan koşarak bir adam gelmiş ve şöyle demişti: ‘Ey halkım! Gönderilen elçilere uyun.’”410

Elçilerin tebliğlerini yapmaları üzerine, halk onları tehdit etmişti. Bunun üzerine şehrin en uzak tarafından gelerek elçilere destek olan mü’min kişi, Habîbu’n-Neccâr’dır.411

“Ona ‘buyur gir cennete!’ denildi. O ise halkını hatırlayarak: ‘Ah keşke halkım da bunu bir bilseydi! Ah bir bilseler! Rabbimin beni affettiğini, beni ikramlara nasıl garkettiğini’ dedi.”412

Halkın taşlayarak öldürdüğü bu kişiye, ‘cennete gir’ diye müjde verilmiştir. Daha ölmeden diri diri cennete girdiği de söylenmiştir.413

405 Celâleyn, II, 3.406 Kehf, 18/19.407 Celâleyn, II, 4. Ayrıca bkz. Kurtubî, Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’an, X, 359.408 Yasin, 36/13.409 Celâleyn, II, 123. Ayrıca bkz. İbn Âşûr, Muhammed Tâhir b. Muhammed

Tunûsî, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr (Tefsîru İbn Âşûr), I. Bsk., Beyrut 2000, Müessesetü’t-Târîhi’l-Arabî, c. XXII, s. 206-207.

410 Yasin, 36/20.411 Celâleyn, II, 123. Ayrıca bkz. İbn Âşûr, Tahrîr ve’t-Tenvîr, XIX, 53.412 Yasin, 36/26-27.413 Celâleyn, II, 124.

Page 111: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

111

III. Peygamber Kıssaları

Kur’an kıssalarının büyük kısmı, peygamberlerin davet ettikleri kavimleriyle yaptıkları mücadelelerden oluşur. Daha önce de söylendiği gibi bu kıssalarda geçen detaylardan ibret açısından kayda değer bir yarar görülmediğinde Kur’an bahsetmemiştir. Kur’an’da bahsedilmeyen konulardan birisi de, peygamberlerin sayısıdır. Celâleyn Tefsiri aşağıdaki ayet vesilesiyle bu konuda bilgi verir:

“Biz senden önce de birçok resuller gönderdik. Onlardan bazısını sana anlattık, bazısını ise anlatmadık.”414

Rivayete göre Hz. Muhammed’e (sas) kadar sekiz bin nebi gelmiştir. Bu peygamberlerin dört bin tanesi İsrail oğullarına, dört bin tanesi ise diğer insanlara gönderilmiştir.415

a. Hz. Adem (As)

“Hani bir zamanlar Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım’ demişti.”416

Allah Teala, Hz. Adem’i yeryüzünden, yer yüzeyinin, üst tabakasından yaratmıştır. Toprağın tüm renklerinden bir avuç almış ve bu toprağı çeşitli sularla karıştırarak hamur yapmış, düzeltmiş, şekil vermişve ona ruh üflemiştir. Böylece cansız ve donuk hal sonrasında bu varlık,duyuları olan bir canlıya dönüşmüştür.417

“Âdem'e isimlerin tümünü öğretti.”418

Allah Teala, Hz. Adem’e, kalbine ilka etmek suretiyle çanak, şiddetli ve hafif yellenmeler ve kepçeye varıncaya kadar bütün medlüllerin isimlerini öğretti.419

414 Gâfir, 40/78.415 Celâleyn, II, 151. Ayrıca bkz. Hatîb Şirbînî, Tefsîru’s-Sirâci’l-Münîr, I, 277.416 Bakara, 2/30.417 Celâleyn, I, 6. Bu konuda Ebu Mûsâ ve Abdullah İbn Abbâs (ra)dan gelen bir

rivayetler için bkz. Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. Huseyn, el-Esmâu ve’s-Sıfât, thk. Abdullah b. Muhammed el-Hâşidî, I. Bsk., Cidde, trz., Mektebetü’s-Sevâdî, c. II, s. 257, h. no: 815-816.

418 Bakara, 2/31.419 Celâleyn, I, 6.

Page 112: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

112

“Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabb'inize karşı takvalı olun.”420

Ayetten anlaşıldığına göre yaratılmış olan tek nefis, Hz. Adem’dir ve eşi bu tek nefisten yaratılmıştır. Celâleyn Tefsiri, Hz. Havvâ’nın Hz. Adem’in sol kaburga kemiğinden yaratıldığını ifade etmektedir.421

“‘Ey Âdem, sen ve eşin Cennet'te oturun, ondan dilediğiniz yerde bol bol yiyin, ama sakın şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz’ dedik.”422

Hz. Adem ve Havva’nın yemek suretiyle yaklaşmaları yasak kılınan ağaç, buğday veya üzüm veya başka bir ağaçtır.423

“Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah'tır. Eşine yaklaşınca, eşi hafif bir yük yüklendi ve bu halde bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca, karı koca, Rableri olan Allah'a: ‘Bize kusursuz bir çocuk verirsen, andolsun ki şükredenlerden oluruz.’ diye duâ ettiler. Allah onlara kusursuz bir çocuk verince, kendilerine verdiği şey hakkında Allah'a ortaklar koştular. Allah, onların ortak koştukları şeylerden yücedir.”424

Havva’nın hamileliği ilerleyip karnı büyüyünce Hz. Adem ve Havva, bunun bir hayvan olmasından korktular.425 Bu yüzden, doğacak yavrunun

420 Nisâ, 4/1. Ayrıca bkz. Bakara, 2/35 ; Rum, 30/21.421 Celâleyn, I, 6, 69; II, 97. Ayrıca bkz. Izz b. Abdisselâm, Tefsîru’l-Izz b.

Abdisselâm, I. Bsk., thk. Abdullâh b. İbrâhîm el-Vehbî, Beyrut 1996, Dâru İbn Hazm, c. I, s. 301 ; Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, thk. Mahmûd Mataracî, Beyrut, trz., Dâru’l-Fikr, c. I, s. 70. Bahru’l-Ulûm tefsirinin bu baskısında ilgili tefsir Ebu’l-Leys Nasr b. Muhammed b. İbrahim es-Semerkandî (373/983)’e isnad edilmektedir. Doğrusu şudur ki Bahru’l-Ulûm’un müellifi Alâeddîn Ali b. Yahyâ es-Semerkandî (860/1456)’dir ve bu tefsir, yanlışlıkla Ebu’l-Leys’e isnad edilmektedir. Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. Yazıcı, İshak, “Bahru’l-Ulûm” Md., DİA, c. IV, s. 517-518.

422 Bakara, 2/35.423 Celâleyn, I, 7. Ayrıca bkz. Tabressî, Ebû Ali el-Fadl b. El-Hasen, Mecmau’l-

Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Tahran, trz., Mektebetü’l-Ilmiyyeti’l-İslâmiyye, c. I, s. 85-86.

424 A’râf, 7/189-190.425 Çünkü İblis, Havva’yı korkutarak kandırıyor ve karnındaki şeyin bir köpek,

eşek veya başka bir hayvan olduğunu söylüyordu. Yine İblis’in korkutmasına

Page 113: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

113

salih bir insan olması durumunda Rablerine şükür içinde olacaklarına söz vermişlerdi. Salih bir çocuk doğunca, çocuğa Şeytan’ın ismine nispetle “Şeytan’ın Kulu” anlamında “Abdü’l-Hâris” ismini vermekle şirk koştular. Oysa kul, ancak Allah’a nisbet edilmeliydi. Ama bu şirk, ubudiyette bir şirk koşma şeklinde değildir. Çünkü Adem masumdur, günahlardan korunmuştur. Semure’nin Hz. Peygamber’den rivayet ettiği hadise göre, Havva’nın dünyaya getirdiği bebekler yaşamıyordu. Yine hamile kalınca İblis yanına geldi ve yaşaması için bebeğe Abdu’l-Hâris ismini koymasını, böyle yaparsa çocuğun yaşayacağını söyledi. Havva da bu ismi verdi ve bebek yaşadı. Bunlar Şeytan’ın vahyi ve emriydi.426

“Onlara, Âdem'in iki oğlunun kıssasını doğru olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen, ‘andolsun seni öldüreceğim’ deyince, kardeşi: ‘Allah ancak sakınanların takdimesini kabul eder’ demişti.”427

Hz. Adem’in oğullarının adı Hâbil ve Kâbil idi. Hâbil’in Allah’a sunduğu kurban kabul edilmiş, gökyüzünden inen bir ateş kurbanını yemişti. Kabil’in kurbanı ise kabul edilmemişti. Bu yüzden Kabil çok kızmış, hasedini babası Âdem hacca gidene kadar içinde saklamıştı.428

“Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi. ‘Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım’ dedi de,yaptığına pişman olanlardan oldu.”429

Yeryüzünde ilk defa Adem oğullarından biri öldüğü için, kardeşinin ölü bedenine nasıl muamele edeceğini bilemediğinden Kabil, bir müddet onu sırtında taşıyıp durmuştu.430

göre karnındaki bu hayvan Havva’nın gözünden veya burnundan çıkabilir, ya da karnını parçalayabilirdi. Havva meseleyi Hz. Adem’e arzedince Hz. Adem Allah’a dua etmişti. Bkz. Sâvî, Hâşiye, II, 112.

426 Celâleyn, I, 147. Hâkim, Semure hadisinin sahih olduğunu belirterek rivayet etmiştir. Tirmizî ise bu haberi hasen garib diyerek tahric etmiştir. Bkz. Tirmizî, Sünen, Tefsîru’l-Kurân, 3003. Ayrıca bkz. Sa’lebî, Keşf ve’l-Beyân, IV, 315 ; Kurtubî, Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’an, VII, 338.

427 Mâide, 5/27.428 Celâleyn, I, 99.429 Mâide, 5/31.430 Celâleyn, I, 99.

Page 114: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

114

b. Hz. İdris (As)

“Kitapda İdris'i de zikret, çünkü o dosdoğru bir peygamberdi. Biz onu yüce bir yere yükselttik.”431

Hz. İdris, Hz. Nuh’un babasının dedesidir. Hz. İdris şu anda dördüncü, altıncı veya yedinci gökte yahut cennette diri olarak durmaktadır. Ölümü tattıktan sonra diriltilmiş, gökyüzüne alınmış ve halen de buradan çıkarılmamıştır.432

c. Hz. Nuh (As)

“Andolsun ki, Nuh'u milletine gönderdik.”433

Hz. Nuh, kırk yaşında veya daha büyük bir yaşta peygamber olarak gönderilmişti.434

“Allah, inkâr edenlere Nuh'un karısıyla Lût'un karısını misal gösterir: Onlar, kullarımızdan iki iyi kulun nikâhı altındaydılar ve onlara karşı hainlik edip inkârlarını gizlemişlerdi. Bu iki peygamber Allah'tan gelen azâbı onlardan savamamışlardı. O iki kadına: ‘Cehenneme girenlerle beraber siz de girin’ dendi.”435

Hz. Nuh’un hanımının adı Vâhile’dir ve bu kadın dışarı çıkıp kavmine kocasının deli olduğunu söylerdi. Bu şekilde eşine hiyanet içinde olmuştu.436

“Bunun üzerine ona “gözetimimiz altında sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap; Emrimiz gelip tandırdan sular kaynayınca her cins hayvandan birer çifti ve aleyhine hüküm verilmiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu alıp gemiye bindir. Haksızlık yapanlar için Bana baş vurma, çünkü onlar suda boğulacaklar’ diye vahyettik”437

Allah Teala, Nuh’un gemiye alması için tüm pençeli hayvanları, yırtıcı kuşları ve diğerlerini toplamıştı. Hz. Nuh her cins hayvanın arasında durarak sağ eli erkeğine, sol eli de dişisine dokunmak suretiyle her cinsten hayvan çiftini gemiye almıştı. Kurtulanların hanımlarıyla beraber

431 Meryem, 19/56-57.432 Celâleyn, II, 16.433 Ankebut, 29/14.434 Celâleyn, II, 91.435 Tahrim, 66/10.436 Celâleyn, II, 227.437 Mü’minûn, 23/27; Hud, 11/40.

Page 115: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

115

altı erkek olduğu söylenmektedir. Ayrıca gemiye yarısı erkek, yarısı kadın olmak üzere toplam yetmiş sekiz veya seksen kişinin binerek kurtulduğu da ifade edilmektedir.438 Hz. Nuh’a iman ederek kurtulanların yarısı erkek, yarısı kadın olmak üzere yetmiş sekiz kişiydiler.439

“Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken, Nûh, bir kenarda ayrı kalmış olan oğluna ‘oğulcuğum! bizimle beraber gel, kâfirlerle birlik olma’ diye seslendi.”440

Hz. Nuh’un hanımı ve oğlu Ken’ân helak oldular. Diğer oğulları Sâm, Hâm ve Yâfes ise hanımlarıyla birlikte gemiye binerek kurtuldular.441

“İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimetler sunduğu peygamberlerdir; Âdem'in soyundan, Nûh ile beraber taşıdıklarımızdan; İbrâhîm ve İsmail'in neslinden ve doğru yola erdirdiğimizden, seçip beğendiklerimizdendirler.”442

Gemiye binmiş aile fertleri arasında oğlu Sâm’ın oğlundan torunu İbrahim de bulunmaktaydı.443

“‘Yere, ‘suyunu çek!’, göğe, ‘ey gök sen de tut!’ denildi. Su çekildi, iş de bitti; gemi Cudi'ye oturdu. ‘Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun’ denildi.”444

Yeryüzüne, topraktan çıkan kaynak suları yutması emredildi ve yer bu suları geri içti. Gökyüzünden yağan yağmurlar ise nehirler ve denizlere dönüştü. Tufan sonrası geminin oturduğu Cudi, Musul yakınlarındaki Cizre mevkisinde yer alan bir dağdır.445

“Ama Biz, Nuh'u ve gemide bulunanları kurtardık ve bunu dünyalara bir ibret kıldık.”446

438 Onların seksen kişi olduklarını Suyûtî söylemektedir. Celâleyn, I, 184. Hud,

11/40.439 Yetmiş sekiz sayısını ise Mahallî vermektedir. Celâleyn, II, 45.440 Hud, 11/42.441 Celâleyn, I, 184. Helak olan oğlunun Ken’ân olduğu hakkında ayrıca bkz.

Celâleyn, I, 184; II, 45.442 Meryem, 19/58.443 Celâleyn, II, 16.444 Hud, 11/44.445 Celâleyn, I, 184.446 Ankebut, 29/15.

Page 116: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

116

Hz. Nuh, insanlar yeniden çoğalıncaya kadar, tufandan sonra altmış veya daha fazla yıl yaşamıştı.447

d. Hz. Salih (As)

“Semud milletine de kardeşleri Salih'i gönderdik. ‘Milletim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka tanrınız yoktur. Rabbinizden size bir belge geldi: Allah'ın şu dişi devesi size bir delildir, onu bırakın Allah'ın toprağında otlasın; ona kütülük etmeyin, yoksa can yakıcı azaba uğrarsınız’”448

Kavmi Hz. Salih’e inanmıyor, mucize olarak belirledikleri bir kayadan kendileri için bir deve çıkartmasını istiyordu.449

“Emrimiz gelince, Salih'i ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmet olarak o günün azabından kurtardık. Doğrusu Rabbin pek kuvvetli ve güçlüdür.”450

Hz. Salih’e, dört bin insan inanmış ve kurtulmuşlardı.451

e. Hz. İbrahim (As)

“İbrâhîm de şüphesiz O'nun yolunda olanlardandı.”452

Hz. İbrahim, Nuh neslindendir ve aralarında iki bin altı yüz kırk sene gibi uzunca bir zaman geçmiştir. Bu iki peygamber arasında Hud ve Salih peygamberler de vardır.453

“Bu (hüküm) elbette ilk sahifelerde de vardır: İbrâhîm ve Mûsâ'nın sahifelerinde.”454

Hz. İbrahim’e verilen suhuf, on sayfadır.455

“(Hani İbrahim) Babasına şöyle demişti: ‘Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana bir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun?’”456

447 Celâleyn, II, 91.448 A’râf, 7/73.449 Celâleyn, I, 136. 450 Hud, 11/66 ; Neml, 27/53.451 Celâleyn, I, 186; II, 77.452 Sâffât, 37/83.453 Celâleyn, II, 131.454 A’la, 87/18-19.455 Celâleyn, II, 260. Ayrıca bkz. Sa’lebî, Keşf ve’l-Beyân, I, 283.456 Meryem, 19/42.

Page 117: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

117

Hz. İbrahim’in babasının adı, Âzer’dir.457

“Babası: ‘Ey İbrâhîm! Sen benim tanrılarımdan yüz çevirmek mi istiyorsun? Bundan vazgeçmezsen mutlaka seni taşlarım; uzun bir süre benden uzaklaş git’ dedi.”458

Âzer’in putları reddeden oğlu İbrahim’e, bu davadan vaz geçmemesi durumunda kendisini taşlayacağını ifade etmesinden maksadı, onu taşlayarak öldürmek ya da ona çirkin sözlerle hakaret etmektir.459

“Gece basınca (İbrahim) bir yıldız gördü, ‘işte bu benim Rabbim’ dedi; yıldız batınca, ‘batanları sevmem’ dedi.”460

Hz. İbrahim’in, gökyüzünde belirdiği zaman “bu benim rabbimdir” dediği yıldız, Zühre yıldızıdır.461

“Rabbi İbrâhîm'i birtakım kelimelerle denemiş, o da onları yerine getirmişti.”462

Allah’ın Hz. İbrahim’i yükümlü tuttuğu kelimeler, emirler ve yasaklardı. Bunların hac menâsiki olduğu da söylenmiştir. Ayrıca bunlardan kasıt mazmaza, istinşak, misvak, bıyıkların kısaltılması, saçı ikiye bölmek, tırnakları kesmek, koltuk altı kıllarını yolmak, etek traşı olmak, sünnet olmak ve kazai hacetten sonra temizlenmek olduğu da söylenmiştir.463

“İbrâhîm: ‘Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster’ dediğinde, ‘İnanmıyor musun?’ deyince, ‘Hayır öyle değil, fakat kalbim iyice mutmain olsun’ demişti. ‘Öyleyse dört çeşit kuş al, onları kendine alıştır, sonra onları parçalayıp her dağın üzerine bir parça koy, sonra onları çağır; koşarak sana gelirler. O halde Allah'ın güçlü ve Hakim olduğunu bil’ demişti.”464

457 Celâleyn, II, 15.458 Meryem, 19/46.459 Celâleyn, II, 16.460 En’âm, 6/76.461 Celâleyn, I, 119. Ayrıca bkz. Sa’lebî, Keşf ve’l-Beyân, IV, 163.462 Bakara, 2/124.463 Celâleyn, I, 18. Ayrıca bkz. Kurtubî, Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, II, 101.464 Bakara, 2/260.

Page 118: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

118

Hz. İbrahim’in öldükten sonra dirilişin nasıl olacağını bilmek istemesi üzerine, alıp kesmesi, sonra da çağırması emredilen kuşlar: tavus, kartal, karga ve horozdur. İbrahim onları kesmiş, kafalarını elinde tutmuş, sonra da onları geri çağırmıştı. Bunun üzerine bütün parçalar tamamlanıncaya kadar bir araya gelmişler, sonra da ortaya çıkan vücutlar kafalarına yönelmişlerdir.465

“Kocamış yaşımda bana İsmail ve İshak'ı veren Allah'a hamdolsun. Doğrusu Rabbim duaları işitendir.”466

İsmail dünyaya geldiğinde Hz. İbrahim doksan dokuz yaşındaydı.467

İshak’ın müjdelendiği sırada ise hanımı Sâre doksan veya doksan dokuz, Hz. İbrahim ise yüz veya yüz yirmi yaşındaydı.468 Tefsirimiz başka bir ayetin açıklamasında ise İshak’ın dünyaya gelmesi anında Hz. İbrahim’in yüz on iki yaşında olduğunu söyleyerek, peygamberin o andaki yaşı hakkındaki versiyonu üçe yükseltmektedir.469

“(İbrahim misafirlerin ikram ettiği yemekten yemediklerini görünce) onlardan endişeye düştü; ‘korkma’ dediler ve ona bilgin bir oğul sahibi olacağını müjdelediler.”470

Hz. İbrahim’e müjdelenen ilim sahibi çocuk, İshak’tır ve bu durum Hud suresinin 71. ayetinde de ifade edilmiştir.471

“Bunun üzerine Lût ona inandı ve İbrâhîm ‘doğrusu ben Rabbimin dilediği yere hicret ediyorum, O şüphesiz güçlüdür, Hakim'dir’ dedi.”472

Allah’a iman konusunda kavmiyle bir türlü anlaşamayan Hz. İbrahim, küfür diyarından yani Irak banliyölerinden, Şam’a doğru hicret etmiş, Arz-ı Mukaddes’e gelmişti.473

465 Celâleyn, I, 41. Ayrıca bkz. Sa’lebî, Keşf ve’l-Beyân, II, 253.466 İbrahim, 14/39.467 Celâleyn, I, 210.468 Celâleyn, I, 186. Hud, 11/72; Celâleyn, II, 191. Zâriyât, 51/29.469 Celâleyn, I, 210. İbrahim, 14/39.470 Zâriyât, 51/28. Eski Ahit anlatımına göre Lut kavmini helak için gelen

melekler, Kur’an’ın beyanından farklı olarak, Hz. İbrahim’in hazırladığı yemekten yemişlerdir. Bkz. Tekvin, 17/8.

471 Ayrıca bkz. Celâleyn, II, 191.472 Ankebut, 29/26. Ayrıca bkz. Saffât, 37/99.473 Celâleyn, II, 92; II, 131.

Page 119: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

119

“İbrâhîm'in korkusu gidip de müjde kendisine ulaşınca, Lût milleti hakkında elçilerimizle mücadeleye girişti, (Lut kavminin helakini önlemeye çalıştı). Doğrusu İbrâhîm çok içli, yumuşak huylu ve kendini Allah'a vermiş bir kimse idi.”474

Hz. İbrahim, Lut kavmini helak etmekle görevlendirilmiş meleklerle mücadele ederek onları, Lut kavmini helak etme işinden caydırmaya çalışmıştır. Onlara “içinde üç yüz tane mü’min bulunan bir şehri yok mu edeceksiniz?” der. Bunun üzerine melekler “hayır” cevabını verir. Bu kez İbrahim “içinde kırk tane mü’min olan bir şehri mi helak edeceksiniz” diye sorması üzerine melekler yine “hayır” cevabını verir. “İçinde on dört mü’minin bulunduğu bir şehri mi yok edeceksiniz” diye mücadele etmesi üzerine melekler yine “hayır” der. Bu kez İbrahim “peki içinde bir tek mü’min varsa yine de o şehri yok mu edeceksiniz?” diye sormuş, meleklerin yine “hayır” diye cevap vermeleri üzerine İbrahim “Ama o şehirde Lut var” demişti. Melekler ise “biz orada kimin olduğunu pek iyi biliyoruz” diye cevap vermişlerdi. Hz. İbrahim yine mücadeleye devam edip sözü uzatınca melekler tarafından Hud 76. ayette yer alan “ey İbrahim sen bu işten artık vazgeç” sözü kendisine söylenmişti.475

“Onlara İbrâhîm'in konuklarını da anlat.”476

Hz. İbrahim’e gelen melekler biri Cibril olmak üzere on iki veya on veya üç taneydi.477

“Çocuk kendisinin yanısıra yürümeye başlayınca: ‘oğulcuğum! doğrusu ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?’ dedi. ‘Ey babacığım! ne ile emrolundunsa yap, Allah dilerse sabredenlerden olduğumu göreceksin’ dedi.”478

Hz. İsmail’in kurban edilmeye götürülme yaşının yedi veya on üç olduğu söylenmektedir.479 Kurban edilme olayı, Mina’da geçer. Bıçak

474 Hud, 11/75.475 Celâleyn, I, 186. Hz. İbrahim’in Lut kavmini helak etmemeleri için meleklere

karşı gösterdiği bu mücadele Eski Ahit’te yer almaktadır. Bkz. Tekvin, 18/23-26.

476 Hıcr, 15/51. Ayrıca bkz. Zâriyât, 51/24. 477 Celâleyn, I, 213; II, 191. Ayrıca bkz. Hatîb Şirbinî, Tefsîru’s-Sirâci’l-Münîr, III,

491.478 Saffât, 37/102.479 Celâleyn, II, 132.

Page 120: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

120

boğazına sürüldüğü halde ilahi kudretin mani olması sayesinde bıçak boğazı kesmez.480 Buna bedel olarak büyük bir koç verilir. Bu koç da Habil’in Allah’a sunduğu kurbandır. Cebrail bu koçu getirmiş, Hz. İbrahim de tekbirlerle onu kesmiştir.481

f. Hz. Lut (As)

“Bunun üzerine Lût ona inandı ve İbrâhîm ‘Doğrusu ben Rabbimin dilediği yere hicret ediyorum, O şüphesiz güçlüdür, Hakim'dir’ dedi.”482

Hz. Lut (as), Hz. İbrahim’in kardeşi Hârân’ın oğludur ve İbrahim’e de iman etmiştir.483 Hz. Lut ve kavmi Sodom şehrindendir.484

Hz. Lut’un hanımının adı Vâı’le’dir ve eve gelen misafirlerinden kam almaları için kavmine geceleri ateş yakmak, gündüzleri duman yapmak suretiyle haber gönderir, işaret verirdi. Böylece eşine hiyanet içinde olmuştu.485

Bir rivayete göre Hz. Lut, hanımını helakten kurtulacaklar arasına katmamıştır. Buna karşın başka bir rivayette hanımını beraberinde çıkarttığı da söylenmektedir. Fakat sonuçta helakten kurtulacaklar arasında yer almasına rağmen Lut’un hanımı çıkarken (yasaklandığı halde) arkasına dönüp bakmış, geride helak olan kavmini görünce “vah benim kavmim” diyerek feryat etmiş, bu sırada bir taş çarparak onu helak etmiştir.486

“(Azâb) emrimiz gelince oranın üstünü altına getirdik, üzerine de taş yağdırdık: Çamurdan taşlaşmış (azâb için) hazırlanmış, istif edilmiş...”487

Lut kavminin şehirleri alt üst edilmişti. Cebrail şehrin altını gökyüzüne kaldırmış, yeryüzüne doğru kıvırarak düşürmüştü. Üzerlerine

480 Celâleyn, II, 132. Saffât, 37/103.481 Celâleyn, II, 132. Saffât, 37/107. Ayrıca bkz. Zemahşerî, Keşşâf, IV, 55.482 Ankebut, 29/26.483 Celâleyn, II, 92.484 Celâleyn, I, 214. Hıcr, 15/67.485 Celâleyn, II, 227. Tahrim, 66/10. Ayrıca bkz. Sa’lebî, Keşf ve’l-Beyân, IX, 351.486 Celâleyn, I, 187. Hud, 11/81.487 Hud, 11/82. Ayrıca bkz. Hıcr, 15/74; Zâriyât, 51/34.

Page 121: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

121

atılan taşlar da cehennemde pişirilmişti.488 Atılan her taşın üzerinde taşlanacak kimsenin adı işaretlenmiş ve belirtilmişti.489

“Hemen gecenin bir kısmında âileni yürüt, sen de arkalarından git, içinizden hiçkimse arkasına dönüp bakmasın. Emredildiğiniz yere gidin.”490

Hz. Lut’a emredilen yer, Şam’dır. Ailesiyle birlikte ona Şam’a gitmesi, hicret etmesi emredildi.491

g. Hz. Yakub (As)

“Tevrat'ın indirilmesinden önce İsrâîl'in (Hz. Yâkûb'un) kendilerine harâm ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrâîloğullarına helal idi; ‘doğru söylüyorsanız Tevrat'ı getirip okuyun.’”492

Hz. Yakub’un kendisine haram kıldığı yiyecek deveydi. Nitekim Hz. Yakub, halk arasında “sinir romatizması” denilen siyatik hastalığına yakalanmıştı. Şayet şifa bulursa deve yemeyeceğine dair adakta bulunmuştu. Böylelikle İsrail oğullarına deve haram kılınmıştı.493

h. Hz. Yusuf (As)

“(Kardeşleri) demişlerdi ki: Yûsuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Oysa biz bir cemaatiz. Babamız da apaçık bir hatâ içindedir.”494

Hz. Yusuf’un anne-baba bir olan küçük kardeşinin adı Bünyamin’dir.495

“Babaları, ‘onu götürmeniz beni üzüyor; siz farkına varmadan kurdun onu yemesinden korkuyorum’ dedi.”496

Çünkü Hz. Yakub’un yaşadığı bölge, çok miktarda kurt bulunan bir yerdi.497

488 Celâleyn, I, 187; I, 214.489 Celâleyn, II, 192.490 Hıcr, 15/65.491 Celâleyn, I, 214.492 Âl-i İmrân, 3/93.493 Celâleyn, I, 57. Ayrıca bkz. Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, II, 67 ; Hâzin, Alâuddîn

Ali b. Muhammed, Lübâbu’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl (Tefsîru’l-Hâzin), Beyrut 1979, Dâru’l-Fikr, I, 380-381.

494 Yusuf, 12/8.495 Celâleyn, I, 191.496 Yusuf, 12/13.

Page 122: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

122

“Yusuf'u götürüp bir kuyunun derinliklerine bırakmayı kararlaştırdılar. Biz ona, ‘kardeşlerinin bu işlerini hiç farkında olmayacakları bir sırada haber vereceksin’ diye vahyettik.”498

Kardeşleri önce gömleğini çıkarmışlar, sonra dövmüşler ve ölmesini istemişlerdi. Kuyuya sarkıtmışlar, kuyunun yarısına gelince de ölmesi için bırakmışlardı. Bunun üzerine Yusuf suya düşmüş ve bir taşa tutunmuştu. Kardeşlerinin yukarıdan (muhtemelen ölüp ölmediğini anlamak maksadıyla) seslenmeleri üzerine, kendisine merhamet ettiklerini ve geri çıkaracaklarını düşünerek cevap vermişti. Oysa onlar Yusuf’tan ses gelmesi üzerine, bu kez taş atarak öldürmeyi istediler ama onlara Yahuda engel oldu.499

“Nihayet Mısıra varınca, onu düşük bir fiyata, bir kaç dirhemesattılar. Zaten ona pek kıymet biçmiyorlardı.”500

Kuyudan çıkaranlar Hz. Yusuf’u Mısır’a getirerek yirmi veya yirmi iki dirheme satmışlardı. Yusuf’u satın almış olan kişi, onu Aziz’e yirmi dinar, bir çift ayakkabı ve iki elbise karşılığında satmıştı.501

“Mısırda Yusuf’u satın alan vezir hanımına: ‘ona güzel bak!’ dedi. ‘belki bize faydası dokunur, yahut onu evlat ediniriz!’”502

Hz.Yusuf’u Mısır’da satın alarak yıllarca evinde kalacak olduğu efendisinin adı Azîz, hanım efendisinin adı ise Zelîhâ veya Züleyhâ’dır.503

“O kemâl çağına geldiğinde kendisine hüküm ve ilim verdik.”504

Hz. Yusuf, otuz veya otuz üç yaşına girdiğinde peygamber olmuştur.505

“And olsun ki kadın onu arzulamıştı, o da kadını arzulamıştı. Ancak Rabbinin delilini gördü (de arzusuna yenik düşmedi). İşte böylece Biz

497 Celâleyn, I, 191. Ayrıca bkz. Hatîb Şirbînî, Tefsîru’s-Sirâci’l-Münîr, I, 1636.498 Yusuf, 12/15.499 Celâleyn, I, 191.500 Yusuf, 12/20.501 Celâleyn, I, 191.502 Yusuf, 12/21.503 Celâleyn, I, 192.504 Yusuf, 12/22.505 Celâleyn, I, 192. Eski Ahit, Hz. Yusuf’un Firavun’un huzuruna çıktığında otuz

yaşında olduğunu belirtir. Bkz. Tekvin, 41/46.

Page 123: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

123

fenalığı ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (ona bürhanımızı gösterdik). Çünkü o, Bizim tam ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.”506

Abdullah b. Abbas’a göre Hz. Yusuf, hanımefendisiyle olan serüveni esnasında temsili olarak babası Hz. Yakub’u karşısında görmüştü. Babasının Hz. Yusuf’un göğsüne vurması üzerine şehveti parmak uçlarından çıkıp gitmişti.507

“(Yûsuf): ‘(hayır), dedi, (ben ona saldırmadım), asıl o benden murâd almak istedi.’ Kadının âilesinden bir şâhit de şöyle şâhitlik etti : ‘eğer Yûsuf'un gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğrudur; o yalancılardandır.’”508

Hanımefendisinin Hz. Yusuf’u suçlaması, onun kendisine saldırdığını söylemesi üzerine bir kimse şahitlik etmiştir. Bu kişi, Züleyha’nın amcasının oğluydu ve gömleğin hangi taraftan yırtılmış olduğunun tespit edilmesinin meseleyi çözeceğini, suçlu olanı ortaya çıkaracağını ileri sürmüştü. Buna ilave olarak söz konusu şahsın, beşikteyken bunlarısöylediği de ifade edilmiştir.509

“Kadınların kendisinin dedikodusunu ettiklerini işitince onları davet etti; koltuklar hazırladı; geldiklerinde herbirine birer bıçak verdi. Yusuf'a: ‘yanlarına çık’ dedi. Kadınlar Yusuf'u görünce şaşıp ellerini kestiler ve

506 Yusuf, 12/24.507 Celâleyn, I, 192. Ayrıca bkz. Kurtubî, Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, IX, 170. “And

olsun ki kadın onu arzulamıştı, o da kadını arzulamıştı. Ancak Rabbinin delilini gördü (de, arzusuna yenik düşmedi)” ayetinde Celâleyn Tefsirinin yukarıda yaptığı yorum bazıları tarafından Peygamberin ismetine aykırı görülerek, Hz. Yusuf’un “çirkin eyleme teşebbüs etmesi, Allah’ın kendisi için murat ettiği makamla da bağdaşmamaktadır” denilerek israiliyat haberi nakleden tefsir eleştiriye tabi tutulmuştur. Bkz. Candan, “Celâleyn Tefsirine Eleştirel Bir Bakış”, 351. Bize göre bu haksız bir eleştiri olmuştur. Çünkü Hz. Yusuf, insan olması hasebiyle sadece arzu duymuş, ancak Allah’ın koruması sayesinde bu arzunun günah işlevine dönüşmesi mevzu bahis olmamıştır. Bu itibarla şiddetli tahrik karşısında meydana gelen ve fiiliyata dönüşmemiş bir düşüncenin peygamberlerin ismet sıfatını zedelemediğini düşünmekte, israiliyat kökenli olsa bile Celâleyn Tefsirinin yaptığı yorumun makul olduğuna inanmaktayız.

508 Yusuf, 12/26.509 Celâleyn, I, 193.

Page 124: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

124

‘Allah'ı tenzih ederiz ama, bu insan değil ancak çok güzel bir melektir’ dediler.”510

Ortaya çıkan dedikodular üzerine Züleyha’nın evine davet ederek ellerine bıçak vererek ikramda bulunduğu meyve, turunçgillerden ağaç kavunuydu.511

“Hapse, onunla beraber, iki genç daha girdi.”512

Hz. Yusuf’un iki zindan arkadaşından birisi melikin içkisinden sorumlu hizmetçisi yani sâkîsi, diğeri ise melikin yemeğinden sorumlu hizmetçisi, bir anlamda başaşçısıydı.513

“İkisinden, kurtulacağını sandığı kimseye Yusuf: ‘efendinin yanında benden bahset.’ dedi. Ama şeytan efendisine onu hatırlatmayı unutturdu ve Yûsuf bu yüzden birkaç sene daha hapiste kaldı.”

Hz. Yusuf’un zindanda yedi yıl kaldığı söylendiği gibi, on iki yıl kaldığı da söylenmiştir.514

“Hükümdar: ‘Ben, yedi semiz ineği yedi zayıf ineğin yediğini; yedi yeşil başak ve bir o kadar da kurumuş başak görüyorum. Ey ileri gelenler! eğer rüya yormasını biliyorsanız rüyamı tabir edin.’ dedi.”515

Melikin adı, Reyyân b. el-Velîd idi.516

“Hükümdar: ‘Onu bana getirin, yanıma alayım’ dedi. Onunla konuşunca: ‘bugün senin yanımızda önemli bir yerin ve güvenilir bir durumun vardır.’ dedi.”517

Melik, yönetimde kendisine yakın çalışma arkadaşı yapacağı Hz. Yusuf’un zindandan çıkarılarak yanına getirilmesi için bir elçi görevlendirir. Elçi, Hz. Yusuf’a melikin teklif ettiği görevi tebliğ eder ve ondan melikin davetine olumlu cevap vermesini ister. Bunun üzerine Hz. Yusuf kalkar, zindan arkadaşlarıyla vedalaşır, onlara dua eder, sonra

510 Yusuf, 12/31.511 Celâleyn, I, 193.512 Yusuf, 12/36.513 Celâleyn, I, 193.514 Celâleyn, I, 194. Yusuf, 12/42.515 Yusuf, 12/43.516 Celâleyn, I, 194.517 Yusuf, 12/54.

Page 125: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

125

gusül abdesti alarak temizlenir, güzel kıyafetler giyer ve bu halde melikin huzuruna çıkar.518

“Yusuf'u böylece o memlekete yerleştirdik; istediği yerde konaklayabilirdi. Rahmetimizi tıpkı bu misalde olduğu gibi istediğimize veririz; Biz iyi davrananların ecrini zayi etmeyiz.”519

Melik, Hz. Yusuf’a büyük teveccühlerde bulunmuş, kendisine yüzük takmış (mühür yetkisi vermiş) ve Aziz’i azlederek yerine Yusuf’u geçirmişti. Daha sonra Aziz’in ölmesi üzerine hanımıyla da Hz. Yusuf’u evlendirmişti. Evlendiklerinde Hz. Yusuf, Züleyha’yı bakire bulmuştu. Züleyha Hz. Yusuf’a iki çocuk doğurmuştu.520

“Yusuf'un kardeşleri gelip yanına girdiler. Kendisini tanımadılar, fakat (Yûsuf) onları tanıdı.”521

Aradan çok uzun zaman geçtiği için ve de öldüğünü sandıkları için kardeşleri Yusuf’u tanıyamamışlardı. Kardeşleri Yusuf’la İbranice konuşuyorlardı. Yusuf kardeşlerine sanki onları hiç tanımıyormuş gibi sorular sormuştur. Yusuf’un “Ülkeme gelme sebebiniz nedir?” sorusuna, “Ailemizin rızkı için geldik” diye cevap verirler. “Yoksa casus musunuz?” sorusuna, “Allah saklasın”, “Nerelisiniz?” sorusuna “Ken’an ülkesinden geliyoruz ve babamız Allah’ın peygamberi Yakub’dur”, “Babanızın sizden başka çocuğu var mı?” sorusuna ise “Evet, on iki taneydi. En küçüğümüz çölde öldü. Babamız aramızda en çok onu seviyordu. Kendisine teselli olması için küçük kardeşi babamızın yanında kaldı” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Yusuf görevlilere, bu kimseleri kalacakları yerlerine yerleştirmeleri ve ikramda bulunmalarını emretti.522

“Yusuf adamlarına: ‘Karşılık olarak getirdiklerini de yüklerine koyun. Belki ailelerine varınca, bunun farkına varıp da bir daha dönerler’ dedi.”523

518 Celâleyn, I, 195.519 Yusuf, 12/56.520 Celâleyn, I, 195. Melikin Hz. Yusuf’a gösterdiği teveccühler ve sundukları

hediyeler hakkındaki fantezi anlatımlar için bkz. Sâvî, Hâşiye, II, 248-249. 521 Yusuf, 12/58.522 Celâleyn, I, 196.523 Yusuf, 12/62.

Page 126: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

126

Kardeşlerin ihtiyaçları olan gıda maddesi karşılığında takas etmek üzere getirdikleri, Yusuf’un da memleketlerine dönerken çantalarına geri koydurduğu şey, birkaç dirhem değerindeki bir eşyaydı.524

“Babaları: ‘Oğullarım! tek bir kapıdan değil, ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben ne yapsam, Allah’tan gelecek takdiri önleyemem. Zira hüküm ancak Allah'ındır, O'na güvendim, güvenenler de O'na güvensinler’ dedi.”525

Hz. Yakub oğullarına nazar değmemesi için onlardan şehre farklı kapılardan girmesini ister.526

“Onların yüklerini hazırlatırken, su kabını, öz kardeşinin yükünün içine koydurdu.”527

Bünyamin’in çantasında bulunan maşrapa, üzerine cevherler işlenmiş altından yapılmış bir su kabıydı.528

“‘Cezâsı kimin yükünde bulunursa işte o, (çaldığı şeyin) karşılığı (olarak köleleştirilir). Biz zâlimleri böyle cezâlandırırız.’ dediler. Yusuf kardeşinin yükünden önce onlarınkini aramaya başladı; sonra kardeşinin yükünden su kabını çıkardı. İşte biz Yusuf'a (kardeşini yanındaalıkoyabilmesi için) böyle bir plan kullanmasını vahyettik. Çünkü hükümdarın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı, meğer ki Allah dilemiş olsun. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Her ilim sahibinden daha çok bilen biri muhakkak vardır.”529

Mısır melikinin kanunlarına göre Hz. Yusuf, su kabını çaldığı gerekçesiyle bir insanı alma ve tutma hakkına sahip değildi. Zira bu kanunlara göre hırsızlığın cezası, dayak atmak ve çalınan eşyayı tazmin ettirmekti; hırsıza el koyarak köleleştirmek mevcut kanunlara uygun değildi. Bu çözümü Hz. Yusuf, babası Yakub’un şeriatına göre bulmuştur.530

524 Celâleyn, I, 196. Bu eşya, pabuçlar ve hayvan derileriydi. Bkz. Sâvî, Hâşiye, II,

250. 525 Yusuf, 12/67.526 Celâleyn, I, 196-197. Yusuf, 12/67.527 Yusuf, 12/70.528 Celâleyn, I, 197. Ayrıca bkz. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, IX, 109.529 Yusuf, 12/75-76.530 Celâleyn, I, 197. Ayrıca bkz. Sa’lebî, Keşf ve’l-Beyân, X, 241.

Page 127: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

127

“‘Çalmışsa, zaten daha önce kardeşi de çalmıştı’ dediler.”531

Hz. Yusuf küçükken anne tarafından dedesinin altından yapılmış putunu çalmış ve tapmasın diye onu kırmıştı.532

“Ondan ümitlerini kesince aralarında konuşmak üzere (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: ‘babanızın sizden Allah adına kesin söz aldığını; daha önce Yûsuf hakkında işlediğiniz kusûru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye, yâhut Allah benim için hükmedinceye kadar bu yerden ayrılmayacağım. O da hükmedenlerin en iyisidir.’”533

Bu sözleri söyleyen, kardeşlerin yaşça büyük olanı Rûbîl, ya da isabetli görüşe sahip olması açısından Yahuda’dır.534

“Bu gömleğimi götürün, babamın yüzüne sürün, görmeğe başlar. Vebütün âilenizle birlikte bana gelin.”535

Hz. Yusuf’un babasına gönderdiği gömlek, Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı zaman giydiği gömlekti. Kuyuya atıldığında Yusuf’un boynunda sarılıydı ve bu gömlek cennetten gelmişti. Cebrail Yusuf’a bu gömleği babasına göndermesini emretmiş ve “bu gömlekte (cennetin veya İbrahim’in içine atıldığı ateşin) kokusu var, hangi hastaya bu gömlek sürülse, iyileşir” demişti.536

“Kervan, memleketlerine dönmek üzere ayrıldığında, babaları: ‘Doğrusu, bana bunak demezseniz, Yûsuf'un kokusunu duyuyorum’ dedi.”537

Saba rüzgarı Allah’ın izniyle Yusuf’un kokusunu babasına ulaştırmıştı. Oysa Hz. Yakub’la Yusuf arasında yürüme üç, sekiz veya daha fazla günlük mesafe yol bulunmaktaydı.538

531 Yusuf, 12/77.532 Celâleyn, I, 197. Ayrıca bkz. İbn Atıyye, Muharraru’l-Vecîz, III, 267.533 Yusuf, 12/80.534 Celâleyn, I, 198.535 Yusuf, 12/93.536 Celâleyn, I, 199. Ayrıca bkz. Sa’lebî, Keşf ve’l-Beyân, V, 254 ; Begavî,

Meâlimü’t-Tenzîl, IV, 275.537 Yusuf, 12/94.538 Celâleyn, I, 199. Ayrıca bkz. Ebussuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, IV, 305.

Page 128: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

128

“Müjdeci gelip, gömleği Yakub'un yüzüne bırakınca, hemen gözleri açıldı. Bunun üzerine Yakub ‘Ben size, Allah katından sizin bilmediğinizi biliyorum dememiş miydim?’ dedi.”539

Müjdecilik görevini Yahuda üstlenmişti. Daha önce kanlı gömleği babasına getiren yine Yahuda’ydı. O zaman babasını bu davranışıyla üzmüştü, ama bu kez onu sevindirmek istemişti.540

“Yakub: ‘Rabbim'den bağışlanmanızı dileyeceğim; O şüphesiz bağışlar ve merhamet eder’ dedi.”541

Hz. Yakub oğullarının günahlarının affedilmesi için Allah’a yalvarıp yakaracağına söz vermişti. Ne var ki o, bu duasını kabule daha yakın olması bakımından seher vaktine veya Cuma gecesine kadar erteledi.542

“Ana babasını tahtın üzerine oturttu, hepsi onun önünde secde ettiler.”543

Kardeşleri ile anne-babasının Hz. Yusuf’a yaptıkları secde, alnı yere koymak şeklinde değil, eğilme secdesiydi ki, o dönemde saygı böyle gösteriliyordu.544

Hz. Yakub, oğlu Yusuf’un yanında yirmi dört ya da on yedi yıl kalmıştı. Birbirlerinden ayrı kaldıkları süre ise on sekiz veya kırk veya seksen seneydi.545

Babası, öldüğünde kendisini (Şam’a) götürüp babasının yanına defnetmesini oğlu Yusuf’a vasiyet etmişti. Hz. Yusuf da onun cenazesini bizzat götürüp orada defnetmişti. Hz. Yusuf sonra Mısır’a geri döndü ve babasından sonra Mısır’da yirmi üç sene daha kaldı. Sonra melikliğe gücü takati kalmadığını, ölümünün yaklaştığını görünce Allah Teala’ya “babalarımdan salih olanlara beni kavuştur” diye dua etti. Bu duadan

539 Yusuf, 12/96.540 Celâleyn, I, 199. Ayrıca bkz. Ebussuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, IV, 305.541 Yusuf, 12/98.542 Celâleyn, I, 199. Ayrıca bkz. Zemahşerî, Keşşâf, II, 504.543 Yusuf, 12/100.544 Celâleyn, I, 199. Ayrıca bkz. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, IX, 103.545 Celâleyn, I, 199-200. Ayrıca bkz. Tekvin, 47/27-31.

Page 129: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

129

sonra Hz. Yusuf bir veya birkaç hafta daha yaşadı. Vefat ettiğinde yaşı yüz yirmi idi.546

Mısırlılar kabrinin hazırlanmasına büyük itina gösterdiler. Onumermer bir sanduka içine yerleştirdiler ve bereketi her yanı kuşatsın diye Nil’in en yüksek tarafına gömdüler.547

ı. Hz. Eyüp (As)

“Biz de onun duasını kabul etmiş ve başına gelenleri kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik.”548

Hz. Eyüp için ölen evlatları diriltilmiş ve onlarla birlikte bir o kadarı da rızık olarak verilmişti.549 Hz. Eyüb’ün biri buğday diğeri arpa öğütülen iki harmanı vardı. Allah iki bulut gönderdi, buğday olan harmanın üzerine altın; arpa olan harmanın üzerine ise gümüş yağdırdı. Sonunda harmanlar altın ve gümüşle taştı.550

“‘Ey Eyüp! eline bir demet sap alıp onunla vur, yeminini bozma’ demiştik.”551

Hanımı bir gün Hz. Eyüb’ün yanına geç gelmişti. Bunun üzerine Hz.Eyüp de ona yüz sopa vuracağına yemin etmişti. Emir gereğince Hz. Eyüb, içinde yüz sap bulunan bir demet almış ve karısına onunla bir defa vurmuştu.552

i. Hz. Zülkifl (As)

“İsmail'i, Elyesa'ı, Zülkifl'i de an. Hepsi iyilerdendir.”553

Hz. Zülkifl’in peygamber olup olmadığı ihtilaflıdır. Ölümden kaçarak kendisine sığınan yüz peygambere kefil olduğu söylenmiştir.554 Hz.

546 Celâleyn, I, 200. Yusuf, 12/100-101. Eski Ahid’e göre Hz. Yusuf vefat

ettiğinde yüz on yaşındaydı. Bkz. Tekvin, 50/22-26.547 Celâleyn, I, 200. Yusuf, 12/101.548 Enbiya, 21/84. Ayrıca bkz. Sa’d, 38/43.549 Celâleyn, II, 138,550 Celâleyn, II, 34. Ayrıca bkz. Abdü’l-Mecîd eş-Şeyh Abdü’l-Bârî, er-Rivâyetü’t-

Tefsîriyye fî Fethı’l-Bârî, I. Bsk., 2006, Vakfu’s-Selâmi’l-Hayrî, www.raqamiya.org, c. II, s. 789.

551 Sa’d, 38/44.552 Celâleyn, II, 138. Ayrıca bkz. Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, II, 314.553 Sa’d, 38/48.

Page 130: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

130

Zülkifl’in peygamber olmadığı da söylenmiştir. O gündüzlerin tamamında oruç tutmaya; gecelerinin tamamında ise namaz kılmaya, mahkemeleşen insanlar arasında hüküm vermeye ve kızmamaya söz vermişti ve bunların tamamını yerine getirmişti.555

j. Hz. Şuayb (As)

“Eykeliler de şüphesiz zalim kimselerdi. Bunun için onlara da hak ettikleri cezayı verdik.”556

Eyke, Medyen yakınlarında ağaçlarla dolu ormanları olan bir yerdirve bu bölgenin halkı Hz. Şuayb’ın kavmidir.557 Şiddetli sıcaklarla helak edilmişlerdir.558

“Medyen'e doğru yöneldiğinde: ‘Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım’ dedi.”559

Medyen, Mısır’dan sekiz günlük yürüme uzaklığında olan bir şehirdir. Bu şehir, Medyen b. İbrahim diye isimlendirilir.560

k. Hz. Musa (As)

Hz. Musa’nın künyesi, İbn Imrân’dır.561 Kırk yaşında peygamber olmuştur.562

“Oraya gelince, kutlu yerdeki vadinin sağ yanındaki ağaç cihetinden: ‘Ey Mûsâ! şüphesiz Ben âlemlerin Rabbi olan Allah'ım’ diye seslenildi.”563

İçinden “Ben Allah’ım” sesinin geldiği ağaç; üzüm (ınâb), böğürtlen (ahududu) (ulleyk) veya teke dikeni (avsec) denilen bir ağaçdı.564

554 Celâleyn, II, 138. Ayrıca bkz. Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, III, 163.555 Celâleyn, II, 34. Enbiya, 21/85. Ayrıca bkz. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XI, 188-

189.556 Hıcr, 15/78-79.557 Celâleyn, I, 214 ; II, 71.558 Celâleyn, I, 214.559 Kasas, 28/22.560 Celâleyn, II, 83. Ayrıca bkz. Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, II, 603.561 Celâleyn, II, 8. Kehf, 18/60.562 Celâleyn, II, 21. Tâhâ, 20/40. Ayrıca bkz. İbni Âşûr, Tahrîr ve’t-Tenvîr, XIX,

125.563 Kasas, 28/30.564 Celâleyn, II, 84. Ayrıca bkz. Şenkîtî, Edvâu’l-Beyân, III, 433.

Page 131: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

131

“Size işkence eden, kadınlarınızı sağ bırakıp oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden sizi kurtarmıştık; bu Rabbinizin büyük bir imtihanı idi.”565

Kahinlerden birisi Firavun’a İsrail oğullarından doğacak bir erkek çocuğunun mülkünün yıkılmasına sebep olacağını haber vermişti.566 Bu yüzden Firavun, İsrail oğullarından doğan bütün erkek çocukları öldürtüyordu.

“Mûsâ'nın annesine: ‘çocuğu emzir, başına gelecekten korktuğun zaman onu suya bırak; korkma, üzülme; Biz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız’ diye bildirmiştik.”567

Hz. Musa’yı annesi üç ay emzirmişti. Musa hiç ağlamıyordu. Yakalanıp öldürülmesinden korkunca, içi yatak olarak hazırlanmış ziftle sıvalı bir sanduka içine Musa bebeği koyarak kapağını kapatmış ve sandukayı geceleyin Nil’in sularına bırakmıştı.568

“Firavun'un adamları onu almışlardı. Firavun, Hâmân ve askerleri, suçlu olduklarından o, onlara düşman ve başlarına da dert olacaktı.”569

Firavun’un hizmetçileri sandukayı bulup Firavun’un önüne koymuşlardı. Kapağını açıp Musa’yı içinden çıkardığında onun baş parmağından süt emmekte olduğunu gördü.570

“Böylece onu, annesinin gözü aydın olsun, üzülmesin, Allah'ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye, ona geri çevirdik. Fakat çoğu bilmezler.”571

Musa memeden kesilme anına kadar annesinin yanında kaldı ve öz annesi tarafından emzirildi. Bu hizmete mukabil annesi her gününe bir dinar alıyordu. Çünkü Firavun, İsrail oğullarının harbîsi idi, malı da harbî malıydı.572

565 Bakara, 2/49. Ayrıca bkz. Kasas, 28/4.566 Celâleyn, I, 8; II, 81. Ayrıca bkz. İbn Atıyye, Muharraru’l-Vecîz, I, 140.567 Kasas, 28/7.568 Celâleyn, II, 81. Ayrıca bkz. İsmail Hakkı, Rûhu’l-Beyân, VI, 382. Konunun

Eski Ahit anlatımı için bkz. Çıkış, 2/2-3. 569 Kasas, 28/8.570 Celâleyn, II, 82. Ayrıca bkz. Şenkîtî, Tefsîru’s-Sirâci’l-Münîr, III, 131.571 Kasas, 28/13.572 Celâleyn, II, 81. Ayrıca bkz. Zemahşerî, Keşşâf, III, 396-397.

Page 132: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

132

“Mûsâ ergenlik çağına gelip olgunlaşınca, ona hikmet ve ilim verdik. İyi davrananları Biz böyle mükâfatlandırırız.”573

Hz. Musa’ya, otuz veya otuz üç yaşında güç ve kuvvetine, kırk yaşında da akli dengesine ulaştığında hüküm ve ilim verilmiştir.574

“Mûsâ, halkının haberi olmadığı bir zamanda, şehre girdi. Biri kendi adamlarından, diğeri de düşmanı olan iki adamı döğüşür buldu. Kendi tarafından olan kimse, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Mûsâ, onun düşmanına bir yumruk vurdu; ölümüne sebep oldu. ‘Bu şeytanın işidir; çünkü o apaçık, saptıran bir düşmandır’ dedi.”575

Hz. Musa’nın Kıptiyi öldürdüğü şehir, Firavun’un şehri Münf’dür. Musa oraya kaylûle vaktinde, Firavun’dan bir zamandır ayrı durduğu bir dönemde girmişti.576

Kıpti, İsrail oğullarından birine zorla Firavun’un mutfağına odun taşıtmaya çalışıyordu. Mazlumun Hz. Musa’dan yardım istemesi üzerine Musa Kıptiye “onu serbest bırak” dedi. Kıpti de “tamam zaten o odunu ben sana taşıtmaya niyetliyim” diye cevap verdi.577

“Medyen'e doğru yöneldiğinde: ‘Rabbimin bana doğru yolu göstereceğini umarım’ dedi.”578

Hz. Musa Medyen şehrine yöneldiğinde oranın yolunu bilmiyordu. Ancak Allah Teala ona elinde bastondan daha uzun bir mızrak bulunan bir melek gönderdi ve yolu onunla buldu.579

“Mûsâ onların davarlarını suladı. Sonra gölgeye çekildi: ‘Rabbim! Doğrusu bana indireceğin hayra muhtacım’ dedi.”580

Hz. Musa Medyen’e geldiğinde Hz. Şuayb’ın kızlarının hayvanlarını diğer çobanların suladıkları kuyunun yakınında bulunan bir başka kuyudan suladı. Bu kuyunun üstünde ancak on kişinin kaldırabileceği bir kaya bulunuyordu ve Hz. Musa o kayayı kaldırarak hayvanları sulamıştı.

573 Kasas, 28/14.574 Celâleyn, II, 82. Ayrıca bkz. İbn Atıyye, Muharraru’l-Vecîz, IV, 280.575 Kasas, 28/15.576 Celâleyn, II, 82. Ayrıca bkz. Zemahşerî, Keşşâf, III, 398.577 Celâleyn, II, 82. Kasas, 28/15. Ayrıca bkz. İsmail Hakkı, Rûhu’l-Beyân,VI, 387.578 Kasas, 28/22.579 Celâleyn, II, 83. Ayrıca bkz. Sa’lebî, Keşf ve’l-Beyân, VII, 243.580 Kasas, 28/24.

Page 133: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

133

Sonra da aç bir halde güneşin de şiddetli sıcağından yanmamak için gölgeye çekilmişti.581

“O sırada, kızlardan biri utana sıkıla yürüyüp ona geldi: ‘Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor’ dedi. Mûsâ ona gelince, başından geçeni anlattı. O: ‘korkma, artık zalim milletten kurtuldun’ dedi.”582

Kızlardan birisinin geri gelerek, Hz. Musa’ya yaptığı işe karşılık,babasının mükafatını ödemek üzere çağırdığını söylemesi üzerine Musa yaptığı iyiliğe karşı ücret almayı hoş görmedi, ama babasıyla da tanışmayı teberrük ederek olumlu cevap verdi. Kız önde, Musa arkasından yürüdü.Ne var ki rüzgar esip kızın eteğini kaldırarak bacaklarını açınca, Musa ona “sen benim arkamdan yürü ve bana yol göster” dedi. Böylece Hz. Şuayb’ın yanına geldi. Hz. Şuayb Musa’ya “otur, akşam yemeğini ye” dedi. Bunun üzerine, Hz. Musa “bu iyiliğin, kızların hayvanlarını sulamamın ücreti olmasından korkuyorum. Zira biz ehl-i beytiz, yaptığımız bir iyiliğe ücret almayız” dedi. Buna mukabil Hz. Şuayb da “düşündüğün gibi değil, benim ve babalarımın adeti böyledir. Biz misafiri ağırlar, onlara yemek ikram ederiz” diye cevap verdi.583

“Kızların babası: ‘bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikâhlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan o da senden bir lütûf olur. Ama sana ağırlık vermek istemem. İnşallah beni iyi kimselerden bulacaksın’ dedi.”584

Hasbihalin ardından Hz. Şuayb, Hz. Musa’ya koyunlarının çobanlığını teklif etti.585

“Musa süreyi doldurunca, ailesiyle birlikte yola çıktı.”586

Hz. Musa da çobanlık görevini sekiz veya daha kuvvetli bir ihtimale göre on yıl sürdürdü.587

581 Celâleyn, II, 83. Hz. Musa’nın Şuayb’ın kızlarının koyunlarını, kuyunun

üzerindeki koca taşı kaldırarak sulaması, Eski Ahit anlatısına göre Yakup Peygamberin dayısı Laba’nın kızı Rahel’in koyunlarını sulama usulünün aynısıdır. Bkz. Tekvin, 29/10.

582 Kasas, 28/25.583 Celâleyn, II, 84. Ayrıca bkz. Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, VI, 202.584 Kasas, 28/27.585 Celâleyn, II, 84.586 Kasas, 28/29.

Page 134: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

134

“Sen bir cana kıymıştın, seni üzüntüden kurtarmış ve seni birçok musibetlerle denemiştik. Bunun için, Medyen halkı arasında yıllarca kalmıştın. Sonra, ey Mûsâ, peygamberlik görevini yüklenecek bir yaşa gelince dönüp geldin.”588

Medyen’de on yıl589 kalan Hz. Musa, Mısır’a dönüş yolunda gecenin karanlığından yolunu kaybetmişti. Ailesine ateş getirmeye dair verdiği sözü tutabileceğinden emin olmadığı için “yahut ateşin orada yolu bilen birini bulurum” sözünü söylemişti.590

“Andolsun ki, Mûsâ'ya dokuz tane apaçık mucize verdik.”591

Hz. Musa’ya verilen dokuz mucize şunlardır. El, Asa, Tufan, Çekirgeler, Kene Türü Haşeratlar, Kurbağalar, Kan, Mallarının Taşa Dönüştürülmesi, (Sıkıntı Dolu) Yıllar, Meyvelerin Kesadı.592

“Onlara gösterdiğimiz her mucize diğerinden daha büyüktü; doğru yola dönmeleri için onları azaba uğrattık.”593

Hz. Musa’ya verilen tufan mucizesi, verilen azap şekillerinden biriydi. Sular yedi gün boyunca insanların evlerine girmiş ve evlerinde oturanların boğazlarına kadar ulaşmıştı.594

“Ey iman edenler! Mûsâ'yı incitenler gibi olmayın. Nitekim Allah onu, söylediklerinden beri tutmuştu. O, Allah'ın katında değerli bir kişiydi.”595

Hz. Musa gusül abdestini kavminden gizli bir yerde alırdı, onlar gibi açıktan açığa banyo yapmazdı. Bunun üzerine kavmi, “Musa fıtık olduğu, husyeleri şişkin olduğu için bizim önümüzde banyo yapmıyor”

587 Celâleyn, II, 84.588 Tâhâ, 20/40.589 Celâleyn, II, 21.590 Celâleyn, II, 20. Tâhâ, 20/10.591 İsra, 17/101.592 Celâleyn, I, 235. Son iki mucizenin bir mucize olduğunu belirten Celâleyn

Hâşiyecisi Sâvî, meyvelerin kesada uğraması cezasının yıllarca sürmüş olması gerektiğini belirterek ikisini tek mucize olarak değerlendirir. Ek olarak yukarıda sayılan mucizelere kayadan su çıkartma mucizesini de ilave eder. Sâvî, Hâşiye, II, 365. Ayrıca bkz. Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, II, 331.

593 Zuhruf, 43/48.594 Celâleyn, II, 164.595 Ahzab, 33/69. Ayrıca bkz. Saff, 61/5.

Page 135: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

135

dedikodusunu yaymışlar ve bu tür sözleriyle Hz. Musa’ya eziyet etmişlerdi. Yine bir defasında gizlice bir yerde elbiselerini taşın üstüne koymuştu, giyinmek üzere elbiselerini almak isteyince, taş elbiselerle birlikte kaçmaya başladı. Hz. Musa da taşa yetişip elbiselerini almak için arkasından koşuyordu. Nihayet taş İsrail oğullarının topluca durdukları bir yerde durdu. Hz. Musa hikmeti anladı ve elbiselerini alarak hemen orada giyindi. Kavmi de onda husyelerinin şişkinliği gibi bir fıtık hastalığınınbulunmadığını gördü.596

“Mûsâ kavmi için su aramıştı; ‘Asanla taşa vur’ dedik; ondan oniki pınar fışkırdı herkes içeceği yeri bildi.”597

İçinden on iki göze kaynağın fışkırdığı taş, Hz. Musa’nın elbisesini alıp kaçan taştır. İnsan başı gibi dört köşe şeklinde olan hafif bir mermer veya yumuşak bir taştır. Hz. Musa asasıyla bu taşa vurmuştu.598 Hz.

596 Celâleyn, II, 112; II, 219. Bu anlatımın hemen aynısı Buhârî ve Müslim

tarafından da Hz. Peygamber’e atfen rivayet edilmiştir. Bkz. Abdulbâkî, Lü’lüü ve’l-Mercân, II, 248, h. no. 1532.

597 Bakara, 2/60.598 Celâleyn, I, 9. Ayrıca bkz. Zemahşerî, Keşşâf, I, 144. Tefsirimizin mücmel

olarak işaret ettiği taş mucizesinin detayı çeşitli kaynaklardaki anlatımlara göre şöyledir: İnsanlar bir gün “Ya Muhammed! Bize Musa Peygamberin taşından ve mucizelerinden haber ver“ dediler. Hz. Peygamber de bu soruya şöyle cevap verir: O taşın aslı Cebel-i Kubeys`dir. Büyüklüğü bir kalkan miktarıdır. O taştan mucizeler meydana gelmesinin sebebi su idi. İsrail oğullarının bir adeti vardı, ne zaman banyo yapmak isteseler, birbirlerinden utanmazlar, avret yerlerini örtmezler, açıkta birbirlerinin önünde yıkanırlardı. Musa Peygamberin adeti ise yıkanmak ve gusletmek istediği zaman halktan ayrı tenha bir yere gider, orada guslederdi. İsrail oğulları “Musa’nın bir ayıbı var ki, halktan kaçıp gizli yıkanıyor, çünkü husyelerinde fıtık var demeye başladılar. Bunun üzerine Allah Teala Musa Peygamberin vücudunda herhangi bir ayıp, kusur ve hastalık bulunmadığını halka göstermek istedi. Bir gün Musa Tur dağına çıktı, Allah Teala ile mükâleme etti. Ondan sonra halka geri döndü. Yine bir gün mutad olduğu üzere güsul etmek icin halktan gizli bir yere gitti. Elbiselerini çıkarıp o taşın üzerine koydu ve gusletti. Sonra giyinmek icin elbiselerin bulundugu taşın yanına gitti. Taşa yaklaşırken, üzerinde elbiseler bulunan o taş da yerinden hareket edip Musa’nın önünden kaçmaya, ondan uzaklaşmaya başladı. Hz. Musa “taş elbiselerimi götürüyor, taş elbiselerimi götürüyor” diyerek taşın peşinden koştu, bütün gayretlerine rağmen taşa yetişemedi. O taşın ardından İsrail oğullarının bulundugu yere kadar geldi ve orada durdu. İsrail

Page 136: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

136

Musa, Tih çölündeyken susuzluk yaşamış olan kavmi için su istemiş ve burada taştan su çıkartma mucizesini göstermişti.599

“Mûsâ: ‘(Sağ elimdeki) benim değneğimdir, ona dayanırım, onunla davarlarıma yaprak silkerim, ondan daha birçok işlerde faydalanırım’ dedi.”600

Hz. Musa’nın asasını hangi işlerde kullandığı ayette, kendi dilindenifade edilmiştir. Bunlardan başka, yiyeceğini yerden çıkarmak, suyunu (kuyudan) çekmek, zehirli hayvanları kovmak gibi faydaları olduğunu da belirtmişti.601

“(Allah): Al onu, dedi, korkma, biz onu yine ilk durumuna sokacağız.”602

kavmi taşın ardından elbiselerini almak icin yürüyen Musa’nın vücudunu gördüler. Onda herhangi bir kusur ve hastalık yoktu. Hz. Şuayb’dan aldığı söylenen asa ve taş mucizesi böyledir ve asasıyla o taşa iki defa vurmustu. Her vurusunda o taşın üzerinde bir nefes meydana geldi. İstedi ki yerine geri dönsün. Allah Teala’nın izzetli hitabı vaki oldu ve: “Ya Musa nereye gidiyorsun? o taşı da beraberinde götür. O taş size lazım olacaktır.” Buyurdu. Musa (a.s) o taşı alıp İsrail oğulları “Tih” sahrasında aciz kalıncaya kadar beraberinde gezdirdi. Nihayet İsrail oğulları açlık ve susuzluktan aciz düştüğünde Allah Teala Hz. Musa’ya vahyetti. “Kırk yıl Tih sahrasında kalacaksınız.” Binek hayvanları dışında toplam altı yüz bin Israil oğulları o çölde susuzluktan aciz ve bitkin hale düştüler. Musa Peygambere yalvarıp acziyetlerini itiraf ettiler. Bunun üzerine Musa Peygamber dua etti. Cenab-ı Hakka yalvardığında Hak Teala`dan izzetli hitap vaki oldu: “Ya Musa! O taşı yere koy. Evvelce vurduğun gibi asana şimdi de vur” diye buyurdu. Bunun üzerine taşı yere koydu, evvelki vurduğu gibi asası ile taşa vurdu. Hak Teala`nin emriyle o taştan 12 pınar açıldı. Her birinden gayet soğuk, şekerden tatlı sular akmaya başladı. Hak Teala`nin izniyle her çeşme bir nehir gibi olup bir tarafa aktı. Bir başka rivayete göre Israil oğulları içinde 2 bölükte 50.000 kişi vardı. Her bölük bir nehrin kenarına konup su içmeye, gusletmeye, elbiselerini yıkamaya başladı. Kendileri içtiği gibi, hayvanlarına da içirdiler, böylece susuzluktan helak olmaktan kurtuldular. Sahradan indiler ve evlerine döndüler. O taş da hemen, eskisi gibi bir taş oldu. Bkz. Sâvî, Hâşiye, I, 33 ; http://www.tiav.org/Kirksual3.html (21.02.2008).

599 Celâleyn, I, 9.600 Tâhâ, 20/18.601 Celâleyn, II, 20.602 Tâhâ, 20/21.

Page 137: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

137

Hz. Musa elini yılanın ağzına soktu ve yılan o an asaya dönüştü. Hz. Musa anladı ki elini yılanın ağzına soktuğu yer, asasını tuttuğu yerdi. Yılanın boyun kısmı ise asanın gövdesi olmuştu.603

“Bir de elini koynuna sok! Bir başka mûcize olarak, çıkar onu hiç pürüzsüz, parlak mı parlak”604

Hz. Musa’ya sağ elini, yani ağucunu yumması, pazısının altındankoltuk altına doğru sokması ve tekrar geri çıkarması emredildi. Eli, derisinin esmer renginin tersine güneş ışığının parıltısıyla gözleri kamaştırır şekilde bembeyaz çıktı.605

“Haydi, gidin ona ve deyin ki: ‘Biz senin Rabbinin elçileriyiz; İsrâîloğullarını bizimle gönder, onlara azâb etme. Biz Rabbinden sana âyetler getirdik. Esenlik, hidâyete uyanlaradır.’”606

Hz. Musa, Firavun’a İsrail oğullarını yer kazdırmak, bina yaptırmak ve ağır eşyalar taşıtmak gibi meşakkatli işlerde çalıştırarak onlara eziyet etmemesini istemişti.607

“Firavun (İsrâîloğullarının gittiğini duyunca) şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.”608

Hz. Musa’ya ve ona inananlar aleyhine olarak ilan ettiği seferberliğe asker toplamak için Firavun, ülkesinin bütün yerleşim birimlerine toplayıcılar yolladı. Söylendiğine göre Firavun’a ait bin şehir, on iki bin köy bulunuyordu.609

“Mûsâ (sihirbazlara): ‘Size yazıklar olsun! Allah'a karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azabla yok eder. Allah'a iftira eden hüsrana uğrar’dedi.”610

603 Celâleyn, II, 20.604 Tâhâ, 20/22.605 Celâleyn, II, 20. Ayrıca bkz. Ebussuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, VI, 11.606 Tâhâ, 20/47.607 Celâleyn, II, 21. Ayrıca bkz. Hatîb Şirbinî, Tefsîru’s-Sirâci’l-Münîr, II, 514.608 Şuara, 26/53.609 Celâleyn, II, 67. Ayrıca bkz. Dımeşkî, Ebû Hafs Omer b. Ali b. Âdil el-Hanbelî,

el-Lübâb fî Ulûmi’l-Kİtâb, thk. Âdil Ahmed-Muhammed Muavved, Beyrut 1998, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, c. XV, s. 29.

610 Tâhâ, 20/61.

Page 138: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

138

Hz. Musa, her birinin elinde asa ve ip bulunan yetmiş iki sihirbazla yarışmıştı.611

“(Firavun onlara şöyle dedi) : ‘Şunlar (İsrâîloğulları) az bir topluluktur. Ve onlar bizi kızdırıyorlar.”612

Firavun, kendi ordusunun büyüklüğüne bakarak Musa’ya tabi olanların az bir grup olduğunu söylüyordu. Hz. Musa’ya inananların sayısı altı yüz yetmiş bin idi. Firavun ordusunun sadece öncü kuvvetinde ise yedi yüz bin asker bulunmaktaydı.613 Hz. Musa’ya Firavun hanedanından inananlar azdı. Bunlar arasında Firavun’un karısı Âsiye, Firavun ailesinden Hazekyel ve Hz. Yusuf’un kemiklerini gösteren Meryem binti Nâmûs vardı ve bunlardan başka kimse iman etmemişti.614

“Mûsâ'ya otuz gece vade verip sonra buna on gece daha kattık; böylece Rabbinin tayin ettiği müddet, kırk geceye tamamlandı.”615

Allah Teala’nın vad ettiği otuz gecede, Hz. Musa oruç tutmuştu ve bu ay Zilkade ayıydı. Otuz gece tamam olduğunda, Hz. Musa ağzında oruç tutmaktan kaynaklanan çirkin bir koku duydu ve bunu gidermek için misvak kullandı. Allah Teala, Musa’nın oruçtan kaynaklanan ağız kokusu geçtiği için, ona, yeniden oruç tutarak ağzı kokup ilahi konuşmaya hazır olması için, Zilhicce ayından on gece daha oruçlu geçirmesini emretti.616

“Mûsâ, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Mûsâ: ‘Rabbim! Bana Kendini göster, Sana bakayım’ dedi. Allah: ‘Sen Beni göremeyeceksin ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de Beni göreceksin’ buyurdu. Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Mûsâ da baygın düştü; ayılınca: ‘Yarabbi, münezzehsin, Sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim’ dedi.”617

611 Celâleyn, II, 22. Ayrıca bkz. Mukâtil b. Süleymân, Ebu’l-Hasen el-Ezdî, Tefsîru

Mukâtili’bn-i Süleymân, thk. Ahmed Ferîd, Beyrut 2003, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, c. I, s. 407.

612 Şuara, 26/54-55.613 Celâleyn, II, 67-68. Ayrıca bkz. Zemahşerî, Keşşâf, III, 314.614 Celâleyn, II, 68. Şuara, 26/67. Ayrıca bkz. Sa’lebî, Keşf ve’l-Beyân, VII, 166.615 A’râf, 7/142.616 Celâleyn, I, 141. Ayrıca bkz. Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, I, 561.617 A’râf, 7/143.

Page 139: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

139

Hâkim’in Müslim’in şartı üzere sahih olduğunu söylediği bir hadise göre Allah Teala, dağa nurundan sadece küçük parmak ucu miktarınca tecelli etmişti.618

“Ona levhalarda herşeyden bir öğüt yazdık ve herşeyi uzun uzadıya açıkladık; onlara sıkıca sarıl, milletine de emret en güzel şekilde tutsunlar. Size Allah'a karşı gelenlerin yurdunu göstereceğim.”619

Tevrat levhaları, cennetteki Sidr ağacının (Arabistan kirazı veya Trabzon hurması türü bir ağaç) tahtalarından yaratılmıştı. Yahut Zeberced veya Zümrüd denilen değerli taşlardandı. Yedi veya on levhaydı.620

“Mûsâ, milletine, kızgın ve üzgün olarak dönünce ‘Benim arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin (azap) emrinin çabucak gelmesini mi istiyorsunuz?’ dedi, levhaları attı ve kardeşinin başından tutup kendine doğru çekti. Harun: ‘Ey annem oğlu! Bu millet beni küçümsedi; az kalsın öldürüyorlardı. Bana, düşmanları sevindirecek şekilde davranma, beni bu zalim milletle bir sayma’ dedi.”621

Hz. Musa, Rabbi için kavmine duyduğu kızgınlıktan Tevrat levhalarını atmıştı. Hz. Musa öfke içinde kardeşi Hz. Harun’un sağ eliyle saçlarından, sol eliyle de sakalından tutmuştu.622

“Onlar: ‘Sana verdiğimiz sözden kendi başımıza caymadık. O milletin ziynet eşyasından bize yükler dolusu taşıtıldı. Biz onları ateşe attık, aynı şekilde Sâmirî de attı’ dediler. Bunun üzerine Sâmirî onlara böğüren bir buzağı heykeli yaptı. O ve adamları: ‘Bu sizin de, Mûsâ'nın da tanrısıdır, ama o, unuttu’ dediler…. Sâmirî: ‘Onların görmedikleri bir şey gördüm ve o sana gelen elçinin (Cebrâîl'in) bastığı yerden bir avuç (toprak) aldım. Bunu ziynet eşyasının eritildiği potaya attım. Nefsim bana böyle yaptırdı’ dedi.”623

Sâmirî, İsrail oğullarıyla beraber yanlarındaki zinet eşyasını ve Cibril’in atının ayak izinden aldığı toprağı atmıştı. Çünkü aldığı bu toprak

618 Celâleyn, I, 141. Ayrıca bkz. Hatîb Şirbinî, Tefsîru’s-Sirâci’l-Münîr, I, 585.619 A’râf, 7/145.620 Celâleyn, I, 141. Ayrıca bkz. Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, III, 281.621 A’râf, 7/150. Ayrıca bkz. Tâhâ, 20/94, 96.622 Celâleyn, I, 142; II, 25. 623 Tâhâ, 20/87-88. Ayrıca bkz. A’râf, 7/148.

Page 140: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

140

ruhu olmayan bir şeye atıldığında onu ruh sahibi yapıyordu. Sonra bu mücevherlerden etten ve kandan oluşmuş bir buzağı yaptı.624

Buzağı heykelinin duyulur şiddette bir sesi vardı. Heykel bu hale, Sâmirî’nin Cibril’in atının ayağından aldığı toprağı buzağının ağzına koymasıyla dönüşmüştü. Toprağın konmasıyla beraber buzağı hayat kazanmıştı.625

“Mûsâ (Sâmirî’ye): ‘Defol! Doğrusu artık hayatta, ‘Bana dokunmayın!’ demenden başka yapacağın yoktur. Senin için asla kaçamayacağın bir cezâ daha vardır. Durup üzerinde titrediğin tanrına bak, onu yakacağız, sonra denize dökeceğiz’ dedi.”626

Sâmirî o andan itibaren yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşmaya başladı ve kendisini görenlere “bana dokunmayın” diyordu. Çünkü o birisine dokunsa veya birisi ona dokunsa, her ikisi birden sıtmaya yakalanmış gibi titremeye başlıyordu. Hz. Musa bu buzağıyı kestikten sonra yaktı ve sonra da küllerini denize savurdu.627

“Mûsâ kavmine ‘ey kavmim! buzağıyı tanrı edinmekle kendinize yazık ettiniz. Yaratanınıza tevbe edin, (buzağıya tapmış olanları) öldürün, böyle yapmanız Yaratanınız katında sizin için daha hayırlıdır; O daima tevbeleri kabul ve merhamet eden olduğu için tevbenizi kabul eder’ demişti.”628

Buzağıya taptıkları için İsrail oğulları cezalandırılmış, bu günahı işlemeyen masumların şirk koşma suçunu işleyen mücrimleri öldürmeleri emredilmişti. Bu sırada görüp merhamete kapılarak öldürme işleminden vazgeçmemeleri için üzerlerine kara bir bulut gönderilmişti. Yaklaşık yetmiş bin kişi katledilmişti.629

“Onlara zillet (yoksulluk ve düşkünlük) damgası vuruldu, Allah'ın gazabına uğradılar. Bu, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere

624 Celâleyn, II, 24, 25. Ayrıca bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, I, 282.625 Celâleyn, I, 142; II, 24. Ayrıca bkz. Taberî, Câmiu’l-Beyân, I, 283.626 Tâhâ, 20/97.627 Celâleyn, II, 25. Ayrıca bkz. Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, V, 292.628 Bakara, 2/54.629 Celâleyn, I, 8. Ayrıca bkz. Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, I, 169.

Page 141: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

141

peygamberleri öldürmelerindendi; karşı gelmeleri ve taşkınlık yapmalarındandı.”630

İsrail oğulları Zekeriyya ve Yahya peygamberleri öldürmüşlerdi.631

“Sizden kesin söz almıştık. Tur dağını yükselterek tepenize dikmiştik.”632

Hz. Musa’ya Tevrat verildiğinde, İsrail oğullarından da onu kabul etmeleri ve Allah’a secde etmeleri istenmişti. Ne var ki onlar bu emirleri kabul etmekten kaçınmışlardı. Bunun üzerine, Tur Dağı kökünden sökülerek, başlarının üzerine indirilmişti.633

“Ama zulmedenler, kendilerine söylenmiş olan sözü başka sözle değiştirdiler. Biz de, zalimlere, yoldan çıkmalarından dolayı gökden azâb indirdik.”634

Yetmiş bin veya yaklaşık bu kadar İsrail oğullarına mensup insan gökten inen azapla helak edilmişlerdi.635

“Siz bir kimseyi öldürmüş ve bunu birbirinize atmıştınız; oysa Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktı. ‘Sığırın bir parçasiyle ona vurun’ dedik. İşte böylece Allah ölüleri diriltir ve aklınızı kullanasınız diye size âyetlerini gösterir.”636

Öldürülmüş kimseye hayvanın diliyle veya kuyruk sokumuyla vurulmuş, bunun üzerine ölü canlanmış ve beni amcamın iki oğlu adına falan ve falan öldürdü demiştir. Böylece amcasının iki oğlu mirastan mahrum edilerek öldürülmüşlerdir.637

“Sizi bulutla gölgelendirdik, kudret helvası ve bıldırcın indirdik, ‘verdiğimiz rızıkların iyi ve güzel olanlarından yiyin’ (dedik).”638

İsrail oğullarına gökyüzünden mucizevi olarak indirilen menn, beyaz bala benzeyen kudret helvası; selvâ ise bıldırcın kuşudur.639 İsrail

630 Bakara, 2/61.631 Celâleyn, I, 9.632 Bakara, 2/63.633 Celâleyn, I, 10. Ayrıca bkz. Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, I, 103.634 Bakara, 1/59.635 Celâleyn, I, 9.636 Bakara, 2/72-73.637 Celâleyn, I, 11. Ayrıca bkz. Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, I, 220.638 Bakara, 2/57. Ayrıca bkz. A’râf, 7/160.

Page 142: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

142

oğullarına bu mucize nimetleri saklamamaları, biriktirmemeleri emri verilmişti, ama onlar nankörlük edip yemekleri sakladılar, sonuçta bu nimetler kesildi, artık gönderilmez oldu.640

“Binlerce kişinin memleketlerinden ölüm korkusuyla çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara ‘ölün’ dedi, sonra onları diriltti. Allah insanlara bol nimet verir, fakat insanların çoğu şükretmezler.”641

İsrail oğullarından olan bir kavimden dört bin, sekiz bin, on bin, otuz bin veya kırk bin kişi memleketlerini istila eden taundan kaçmak için ülkelerini terk etmişlerdi. Helak olmaları üzerine, Peygamberleri Hezakyel’in duasıyla sekiz veya daha fazla gün sonra dirilmişlerdi. Ölüm sararması ve emaresi üzerlerinde olduğu halde bir müddet yaşamışlar, giydikleri elbise hemen kefene dönmüş ve bu hal evlatlarında da sürüp gitmişti.642

“Allah: ‘ikinizin duası kabul olundu. Dürüst hareket edin; (Allah'ı) bilmeyenlerin yoluna asla uymayın’ dedi.”643

Bedduaları sonucunda İsrail oğullarının malları taşa çevrilmiş, Firavun da boğuluncaya kadar mü’min olmamıştı.644

“Rabbimiz, bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bağışla, bize acı. Sen Mevlâmızsın, kâfirlere karşı bize yardım et.”645

İsrail oğulları, tevbe etmek için birbirlerini öldürmekle, zekat olarak mallarının dörtte birini vermek zorunda olmakla ve elbiselerinin necaset bulaşan yerini kesip atmakla emrolunmuşlar, bu gibi ağır yüklerin altına sokulmuşlardı.646

639 Celâleyn, I, 9; I, 143.640 Celâleyn, I, 9. Ayrıca bkz. Kurtubî, Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, XI, 230.641 Bakara, 2/243.642 Celâleyn, I, 37-38. Ayrıca bkz. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, III, 475.643 Yunus, 10/89.644 Celâleyn, I, 178.645 Bakara, 2/286.646 Celâleyn, I, 46. Ayrıca bkz. Mübârakfûrî, Ebu’l-Alâ Muhammed, Tuhfetü’l-

Ahfezî bi Şerhi Câmii’t-Tirmizî, Beyrut, trz., Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, c. VIII, s. 270.

Page 143: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

143

“‘Ateş bize sadece sayılı birkaç gün değecektir’, derler; sor, ‘Allah katından söz mü aldınız? eğer öyle ise Allah sözünden caymayacaktır’”647

İsrail oğulları cehennemin kendilerine sadece kırk gün isabet edeceğini iddia etmişlerdi. Onlara göre bu kırk gün de, atalarının buzağıya taptıkları müddettir.648

“‘Doğrusu, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamak üzere Allah bize ahid verdi’ diyenlere sen, de ki: ‘benden önce peygamberler size belgeler ve dediğiniz şeyi getirmişti. Doğru sözlü iseniz niçin onları öldürdünüz?’”649

Yahudiler, gökyüzünden inecek beyaz bir ateşin yere konulan bir nimeti yakması şeklinde kurbanın kabulü mucizesini görmedikçe Hz. Muhammed (sas)’e inanmayacaklarını söylemişlerdi. Oysa bu tarz bir mucize Hz. Muhammed (sas) ve Hz. İsa (as) dışında diğer tüm peygamberler için gerçekleşmişti, ama onlar yine de iman etmemişlerdi.650

“Allah’tan korkanlar arasında bulunan, Allah'ın nimete erdirdiği iki adam: ‘üstlerine kapıdan yürüyün, oradan girerseniz şüphesiz galip gelirsiniz; eğer inanıyorsanız Allah'a güvenin’ demişlerdi.”651

Allah’tan korkan ve O’nun yardımına inanan iki kişi, Yûşe’ ve Kâlib idi. Bu iki kişi, Hz. Musa’nın görevlendirip seçtiği lider (nakîb) kadrosundandı. İsrail oğullarına korkmamaları ve şehre girmeleri için teşvik edip cesaretlendirici sözler söylemişler, böylece Hz. Musa’ya yardımcı olmuşlardı.652

“Onlara, deniz kıyısındaki kasabanın durumunu sor. Cumartesi yasaklarına tecavüz ediyorlardı. Cumartesileri balıklar sürüyle geliyor, başka günler gelmiyordu. Biz onları, yoldan çıkmaları sebebiyle böylece deniyorduk.”653

647 Bakara, 2/80. Ayrıca bkz. Âl-i İmrân, 3/24.648 Celâleyn, I, 12; I, 49. Ayrıca bkz. Hatîb Şirbinî, Tefsiru’s-Sirâci’l-Münîr, I, 236.649 Âl-i İmrân, 3/183.650 Celâleyn, I, 67. Ayrıca bkz. Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, I, 193.651 Mâide, 5/23.652 Celâleyn, I, 98. Ayrıca bkz. Zemahşerî, Keşşâf, I, 620.653 A’râf, 7/163.

Page 144: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

144

İmtihan olmak üzere cumartesi günü akın akın balıkların geldiği şehir, Kulzüm denizinin kenarındaki Eyle şehridir.654

“Allah: ‘orası onlara kırk yıl harâm kılındı; yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış millet için tasalanma’ dedi.”655

Mukaddes Belde’ye girmek istemeyen İsrail oğullarına, işledikleri bu itaatsizliğin ve hiyanetin cezası olarak mukaddes topraklar haram kılınmış ve İbn-i Abbâs’ın beyanına göre dokuz fersah genişliğindeki bir arazide kırk yıl serserice dolaşıp durmuşlardı.656 Yine rivayet edildiğine göre bütün gece ciddiyetle yürüyorlar, ancak sabah olduğunda kendilerini yine başladıkları yerde buluyorlardı. Gündüz bir gayretle yürüyorlar, akşam olunca yine başladıkları yerde durduklarını görüyorlardı. Böylece serserice dolaşıp durdukları bu dönemde yaşı yirmiden yukarı olan hepsi helak olup gitmişti. Bunların sayılarının altı yüz bin kişi olduğu söylenmektedir. Beyhude dolaşıp durdukları Tih’te, Hz. Musa ve Hz. Harun vefat etmişti. Hz. Musa vefatı esnasında, Yu’şa’ ve Kâlib’e merhametinden, inatçı İsrail oğullarına ise azap olmak üzere kendisinin arz-ı mukaddese bir taş atımı mesafeye kadar yaklaştırmasını (ve orada defnedilmeyi) Rabbinden istedi ve Allah da onu yaklaştırdı. Nitekim bu anlatımlar hadiste geçmektedir. Kırk yıllık Tih hayatından sonra Yu’şa’ya nübüvvet verildi ve zalimlere karşı savaşması emredildi. O da yanında kalanlarla beraber zalimlere karşı savaştı. Cuma günüydü ve güneş bir saat savaşı bitirmelerine kadar durdu, batmadı.657 Ahmed’in Müsned’de rivayet ettiği bir hadis, güneşin Yu’şa’dan başka hiçbir beşer için durmadığını ve Beyt-i Makdis’e olan yürüyüşleri boyunca geceleri batmadığını ifade etmektedir.658

“Mûsâ, genç yardımcısına: ‘ben iki denizin birleştiği yere ulaşmağa, yahut yıllarca yürümeye kararlıyım’ demişti.”659

654 Celâleyn, I, 144. Ayrıca bkz. Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, I, 364.655 Mâide, 5/26.656 Yani genişliği dokuz fersah, uzunluğu otuz fersah olan bir bölge içinde sıkışıp

kalmışlardı. Bkz. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, V, 648 ; Sâvî, Hâşiye, I, 277.657 Bu anlatımlar hadis kaynaklarında da geçmektedir. Bkz. Buhari, Humus, 8 ;

Müslim, Cihâd, 32.658 Celâleyn, I, 99. Ayrıca bkz. Şirbînî, Tefsİru’s-Sirâci’l-Münîr, I, 424.659 Kehf, 18/60.

Page 145: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

145

Hz. Musa’nın hizmetçisi Yûşâ’ b. Nûn’dur. Yûşa’, devamlı Hz. Musa’nın peşinden gider, hizmetini görür, kendisinden ilim alırdı.660

İki denizin birleştiği yer, doğu yakası (Afrika) istikametinde bulunan Rum Denizi ile Fâris Denizinin birleştiği yerdir.661

“İkisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca, balıklarını unutmuşlardı, balık (bırakıldığı yerden sıyrılıp) denize ulaştı (ve kaçtı).”662

Hizmetkarın unuttuğu balık denizde bir kanala yol bularak kaçmıştı. Balığın denizde yol bularak kaçtığı kanal, çıkışı olmayan uzun bir yarıktı. Böylece Allah Teala balığı tutmuştu. Su kanaldan boşalınca balık baca deliği gibi ortada kaldı. Balığın dokunduğu her şey kuruyordu.663

“O da: ‘Bak sen! Kayalığa vardığımızda balığı unutmuştum. Bana onu unutturan ancak Şeytan’dır. Balık şaşılacak şekilde denizde yolunu tutup gitmiş’ dedi. Mûsâ: ‘İstediğimiz zaten buydu’ dedi. Hemen geldikleri yoldan geri döndüler. Bu arada ikisi, katımızdan kendisine rahmet verdiğimiz ve ilim öğrettiğimiz kullarımızdan biriyle karşılaştılar.”664

Musa ve hizmetkarın balığı unuttukları yere doğru dönmeleri üzerine karşılaştıkları kul, Hızır’dır.665 Allah Teala, Hızır’a bir görüşe göre peygamberlik, bir görüşe göre de velâyet lutfetmiştir ki, alimlerin çoğuna göre Hızır, veli bir kuldur.666

“Sana bildirilmeyen birşeye nasıl dayanabilirsin?”667

Hızır, Musa’yı bilgisi olmadığı konulara karşı uyarmakta ve ona şöyle demektedir: “Ey Musa ben Allah’ın bana öğrettiği, ama senin bilmediğin bir bilgiye sahibim. Sen de Allah’ın sana öğrettiği, ama benim bilmediğim bir bilgiye sahipsin.”668

660 Celâleyn, II, 8. Ayrıca bkz. Beydâvî, Esrâru’t-Te’vîl, II, 16.661 A.y.662 Kehf, 18/61.663 Celâleyn, II, 8. Ayrıca bkz. Beydâvî, Esrâru’t-Te’vîl, II, 17.664 Kehf, 18/63-65.665 Celâleyn, II, 8. Ayrıca bkz. Beydâvî, Esrâru’t-Te’vîl, II, 17.666 Celâleyn, II, 9. Kehf, 18/65. Ayrıca Hz. Musa’nın Hızır’ı niçin aradığı ve nasıl

bulduğu Buhârî’nin rivayet ettiği bir hadiste detaylı olarak anlatılmaktadır ki Celâleyn tefsiri mezkur hadisi aynı ayetin tefsirinde zikretmektedir.

667 Kehf, 18/68.668 Celâleyn, II, 9. Ayrıca bkz. Beyhakî, Esmâu ve’s-Sıfât, I, 295-296, h.no: 220.

Page 146: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

146

“Yine gittiler; sonunda bir erkek çocuğa rastladılar, (Hızır) hemen onu öldürdü.”669

Hızır’ın öldürdüğü çocuk, henüz büluğa ermemişti. Diğer çocuklarla birlikte oynuyordu ve onların en güzel yüzlüsüydü. Hızır bu çocuğu yere yatırarak bıçakla kesmişti veya kafasını eliyle koparmış yahut da kafasını duvara vurarak öldürmüştü.670

“Yine yola koyuldular; sonunda vardıkları bir kasaba halkından yiyecek istediler. Kasaba halkı, bu ikisini misafir etmek istemedi.”671

Hızır’la Musa’nın misafir oldukları şehir, Antakya’dır.672

“Duvar ise, şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı; babaları da iyi bir kimseydi. Rabbin onların ergenlik çağına ulaşmasını ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi.”673

Hızır’ın eliyle doğrulttuğu duvar, yüz zira yüksekliğindeydi.674

Altında ise altın ve gümüşten oluşan bir hazine gömülüydü.675

“Rablerinin o çocuktan daha temiz ve onlara daha çok merhamet eden birini vermesini istedik.”676

Öldürülen çocuğun anne-babası inanmış iyi insanlardı ve o çocuk yaşasaydı onlara çok kötülük edecekti. Onun yerine Allah onlara bir kız çocuğu verdi. Bu kız çocuğu anne-babasına çok hayırlı bir evlat oldu. Bir peygamberle evlendi, peygamber doğurdu. Allah Teala bu peygamberle bir ümmete hidayet lutfetti.677

l. Hz. İlyas (As)

“Zekeriyyâ, Yahyâ, İsâ ve İlyâs'a da (yol göstermiştik). Hepsi de iyilerden idi.”678

669 Kehf, 18/74.670 Celâleyn, II, 9. Ayrıca bkz. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, X, 358.671 Kehf, 18/77.672 Celâleyn, II, 10.673 Kehf, 18/77.674 Celâleyn, II, 10.675 Celâleyn, II, 10. Kehf, 18/82.676 Kehf, 18/81.677 Celâleyn, II, 10.678 En’âm, 6/85. Ayrıca bkz. Saffât, 37/123.

Page 147: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

147

Hz. İlyas, Hz. Musa’nın kardeşi Harun’un oğludur.679 Ancak onun Baalbek ve civarındaki kavme peygamber olarak gönderilen bir başkası olduğu da söylenmiştir.680

m. Hz. Şamuel (As) Ve Talut

“Mûsâ'dan sonra İsrâîloğullarının ileri gelenlerini görmedin mi? Peygamberlerinden birine, ‘Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım’ demişlerdi. ‘Ya savaş size farz kılındığında gitmeyecek olursanız?’ demişti. ‘Memleketimizden ve çocuklarımızdan uzaklaştırılmışken niye Allah yolunda savaşmıyalım ki?’ demişlerdi. Ama savaş onlara farz kılınınca, az bir kısmı hariç yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.”681

İsrail oğulları Hz. Musa’nın vefatından sonra, peygamberleri Şamuel’den kendisiyle birlikte Allah yolunda savaşacakları bir melik tayin etmesini istemişlerdi. Şamuel de onlara Talut’u göndermişti.682

“Peygamberleri onlara ‘Allah size şüphesiz, Talut'u hükümdar olarak gönderdi’ dedi. ‘Biz hükümdarlığa ondan layık iken ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize hükümdar olmağa o nasıl layık olabilir?’ dediler, ‘Doğrusu Allah size onu seçti, bilgice ve vücutça gücünü artırdı’ dedi. Allah hükümdarlığı dilediğine verir. Allah herşeyi kaplar ve bilir.”683

Talut, o dönemde İsrail oğullarının en bilgilisi, en güzeli ve yaratılışı en mükemmel olanıydı.684 Ancak Talut, saltanat ve nübüvvet hanedanından değildi, derici veya çobandı.685

“Peygamberleri onlara, ‘onun hükümdarlığının alameti, size sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen gönül rahatlığı ve Mûsâ ailesinin ve Harun ailesinin bıraktıklarından kalanlar var; onu melekler taşır, eğer inanmışsanız bunda sizin için delil vardır’ dedi.”686

Talut’un kendilerine melik olmasını istemeyenler peygamberlerinden buna dair mucize istemişler, peygamberleri de bu

679 Celâleyn, I, 120; II, 132. Ayrıca bkz. Ebussuûd, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, VII, 203.680 Celâleyn, II, 132. Saffât, 37/123.681 Bakara, 2/246.682 Celâleyn, I, 38.683 Bakara, 2/247.684 Celâleyn, I, 38.685 Celâleyn, I, 38. Bakara, 2/247. Ayrıca bkz. Beydâvî, Esrâru’t-Te’vîl, I, 130.686 Bakara, 2/248.

Page 148: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

148

işaretin, Talut’un tabutu kendilerine getirmesi olduğunu ifade etmiştir. Sanduka da denilen bu tabutun içinde bütün peygamberlerin resimleri bulunuyordu ve Allah bu resimleri Hz. Adem’e indirmişti. Bu sanduka İsrail oğullarının yanlarında duruyordu. Ancak Amalika’nın İsrail oğullarına galip gelmesi üzerine, bu sandukayı da ele geçirmişlerdi. Daha önce İsrail oğulları bu sandukayla düşmanlarına karşı üstünlük sağlıyorlar, savaşta onu önlerine koyarak bununla sükunete kavuşuyorlardı. Ayrıca bu sandukada Hz. Musa’nın iki nalını ve asası ile Hz. Harun’un sarığı, mucize olarak verilen kudret helvasının ölçeği ve Tevrat levhalarının parçaları bulunmaktaydı. Talut, sandukanın mucize olarak getirilmesini izlemiş olan İsrail oğullarının içinden yetmiş bin genci savaşmak üzere seçmiş, ordusunu kurmuştu.687

“Talut orduyla birlikte ayrıldıktan sonra, ‘doğrusu Allah sizi bir ırmakla deneyecektir, ondan içen benden değildir, onu tatmayan eliyle sadece bir avuç avuçlayan müstesna şüphesiz bendendir’ dedi. Onlardan pek azı hariç sudan içtiler. Kendisi ve kendisiyle beraber olan inananlar ırmağı geçince, ‘bugün Calut ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok’ dediler. Kendilerinin Allah'a kavuşacağını bilenler ise: ‘nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle üstün gelmiştir, Allah sabredenlerle beraberdir’ dediler.”688

Talut ordusuyla birlikte Beyt-i Makdis’den ayrıldığı gün, aşırı sıcak bir gündü ve ordusu kendisinden su istemişti. İtaatkar olanla asi olanın ortaya çıkması için imtihan edildikleri nehir, Ürdün ve Filistin arasında yer almaktaydı. Bu sınavdan kazançlı çıkan insanların sayısı üç yüz on küsur kimseydi.689

n. Hz. Yunus (As)

“(Yunus’u) halsiz bir vaziyette sahile çıkardık.”690

Hz. Yunus balığın karnından sahile bir gün içinde veya üç, yedi, yirmi veya kırk gün sonra atılmıştır.691

“Onun için, geniş yapraklı bir bitki yetiştirdik.”692

687 Celâleyn, I, 38-39. Ayrıca bkz. Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, I, 299 ; Aydemir,

Tefsirde İsrailiyyat, 208-210.688 Bakara, 2/249.689 Celâleyn, I, 39. Ayrıca bkz. Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, II, 216.690 Saffât, 37/145.691 Celâleyn, II, 133. Ayrıca bkz. Ebussuûd, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, VII, 206.

Page 149: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

149

Halsiz bir şekilde sahile bırakılan Hz. Yunus’un üzerine kabak ağacı bitirilmişti. Mucize olarak bu kabak, âdetin aksine gövdesi olan bir ağaç şeklindeydi ve Yunus’a gölge oluyordu. Ona sabah akşam bir de ceylan geliyor, kuvveti yerine gelinceye kadar onun sütünden içiyordu.693

“Onu, yüzbin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik.”694

Hz. Yunus, Musul topraklarında yaşayan Ninova kavmine tekrar peygamber olarak gönderildi. Gönderildiği bu topluluk yüz binden yirmi bin, otuz bin veya yetmiş bin daha fazla kişiydi.695

o. Hz. Davud (As)

“Onları Allah'ın izniyle bozguna uğrattılar; Davud Calut'u öldürdü, Allah Davud'a hükümranlık ve hikmet verdi ve ona dilediğinden öğretti.”696

Hz. Davud, Şamuel ve Talut’un ölümünün ardından tahta çıkmıştı. Şamuel ve Talut, Davud’dan başka hiçbiri için fikir birliği etmemişlerdi.697

“Onların söylediklerine sabret; güçlü kulumuz Davud’u an; o, daima Allah'a yönelirdi.”698

Hz. Davud’un ibadet şekli şöyleydi: Bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Gecenin yarısında kalkar ibadet eder, son üçte birinde yine uyur, altıda birinde yine kalkar ibadet ederdi.699

“Onun hükümranlığını kuvvetlendirmiştik. Ona hikmet ve kesin hüküm selahiyeti vermiştik.”700

Muhafızlar ve askerleri onu güçlü bir şekilde koruyorlardı. Mihrabını her gece otuz bin adam beklerdi.701

692 Saffât, 37/146.693 Celâleyn, II, 133. Ayrıca bkz. Ebussuûd, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, VII, 206. Eski

Ahit’e göre Hz. Yunus’a gölgelik yapan bu bitki keneotudur. BKz. Yunus, 4/6.694 Saffât, 37/147.695 Celâleyn, II, 133. Ayrıca bkz. Ebussuûd, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, VII, 206 ; Eski

Ahit, Yunus, 1/1-2 ; 3/3.696 Bakara, 2/251.697 Celâleyn, I, 39. Ayrıca bkz. Beydâvî, Esrâru’t-Te’vîl, I, 132.698 Sâd, 38/17.699 Celâleyn, II, 136. Ayrıca bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 29.700 Sâd, 38/20.701 Celâleyn, II, 136. Ayrıca bkz. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XIII, 298.

Page 150: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

150

“Davud ve Süleyman da milletin koyunlarının yayıldığı bir ekin hakkında hüküm veriyorlarken, Biz de onların hükmüne şâhitlik ediyorduk.”702

Hz. Davud ile Hz. Süleyman’ın baktıkları dava, henüz olgunlaşmamış ekin veya üzüm konusundaydı. Geceleyin çobansız olarak ekin tarlasına girmiş ve orayı telef etmiş olan koyunlara karşı Hz. Davud, ekin sahibine telef olan ekin değerinde koyuna el koyması hükmünü; Hz. Süleyman ise “davarların tarla sahibine, tarlanın da ekinler ertesi sene aynı büyüklüğe gelene kadar koyunların sahibine verilmesi hükmünü verdi. Buna göre ekinler, koyunların sahibi tarafından bakılacak ve bir sonraki sene koyunların telef etme öncesindeki haline gelene kadar yetiştirilip büyütülecek; o zamana kadar da tarla sahibi koyunların yağından, sütünden ve yününden yararlanacak; daha sonra tarla sahibi ekinlerine, davar sahibi de koyunlarına sahip olacaktı.703

“O mahkemeleşen hasımların olayından haberin oldu mu? Onlar mabedin duvarına tırmanıp Davudun yanına birden girince, onlardan ürktü. Onlar da ‘Korkma!’ dediler, ‘biz sadece birbirimize hakkı geçen iki dâvalıyız. Senden dileğimiz şudur: aramızda adaletle hükmet, haktanuzaklaşma ve bize tam doğruyu göster.’”704

Hz. Davud’un doksan dokuz hanımı vardı. Ancak o, sadece bir karısıolan bir şahsın karısına da sahip olmayı istemişti. Nihayet onunla evlendi ve zifafa girdi.705 Hür ve cariye olmak üzere Hz. Davud’un doksan dokuz, Hz. Süleyman’ın ise yüz karısı vardı.706

ö. Hz. Süleyman (As)

“Süleyman, onun sözüne hafifçe güldü ve: ‘Rabbim! bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy’ dedi.”707

702 Enbiya, 21/78.703 Celâleyn, II, 33. Ayrıca bkz. Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, V, 332.704 Sâd, 38/21-22.705 Celâleyn, II, 136.706 Celâleyn, I, 79. Nisâ, 4/54. Ayrıca bkz. Kurtubî, Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’an, XV,

174.707 Neml, 27/19.

Page 151: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

151

Hz. Süleyman, karıncaların kendisi ve ordusu hakkında yaptıkları konuşmalarını üç mil uzaktan duymuştu. Onların konuşma seslerini rüzgar getirmişti. Bunun üzerine Hz. Süleyman karınca vadisine geldiğinde, herhangi bir zarar vermemek amacıyla, karıncalar yuvalarına girinceye kadar ordusunu gözetim altına almış, onları hareket ettirmemişti. Bu seferde ordusu binekli ve yaya askerlerden oluşmaktaydı.708

“(Süleymân) kuşları teftîş etti (içlerinde Hüdhüd'ü bulamadı). Ve ‘neden Hüdhüd'ü göremiyorum. Yoksa kayıplara mı karıştı?’ dedi.”709

Hz. Süleyman Hüdhüd’ü görmek için kuşları teftiş etmişti. Çünkü Hüdhüd, yer altındaki suyu görüyor, gagasıyla o yere işaret ediyor, şeytanlar da Hz. Süleyman’a namazı için ihtiyaç duyduğu suyu çıkarıyorlardı. Fakat Hz. Süleyman, Hüdhüd’ü kuşların arasında görememişti.710

“‘Bana (teftişte hazır bulunmaması konusunda) apaçık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım yahut keserim’ dedi.”711

Hüdhüd’ün kuşlar arasında teftişte hazır bulunmama konusunda ciddi bir mazereti olmaması durumunda onun tüylerini ve kuyruğunu yolup güneşin altına atmak ve haşerelerin de onu yemesine engel olmamakla tehdit etti.712

“Çok geçmeden (Hüdhüd) geldi: ‘Ben, senin görmediğin birşey gördüm ve Sebâ'dan sana gerçek bir haber getirdim.’ dedi.”713

Biraz sonra Hüdhüd son derece mütevazı bir şekilde başını kaldırmış, kuyruğunu ve kanatlarını kısmıştı. Onları aşağıya çekmiş olarak huzura gelince Hz. Süleyman onu affetmiş ve teftişte hazır bulunmamasının sebebini sormuştu.714 Daha sonra Hüdhüd suyun yerini

708 Celâleyn, II, 74.709 Neml, 27/20.710 Celâleyn, II, 74. Ayrıca bkz. Dımeşkî, Lübâb fî Ulûmi’l-Kİtâb, XV, 135.711 Neml, 27/21.712 Celâleyn, II, 74. Ayrıca bkz. Cezâirî, Ebû Bekr Câbir b. Mûsâ b. Abdi’l-Kâdir,

Eyserü’t-Tefâsir li-Kelâmi’l-Aliyyi’l-Kebîr, V. Bsk., Medine 2003, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, c. I, s. 14.

713 Neml, 27/22.714 Celâleyn, II, 74. Ayrıca bkz. Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, II, 578.

Page 152: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

152

göstermiş, su çıkarıldığında herkes su içmiş, abdestlerini almış ve namazlarını kılmıştı.715

“Ona bir akşam üstü, çalımlı, cins koşu atları sunulmuştu.”716

Hz. Süleyman’a öğle namazını kıldıktan sonra, cihada çıkacak birbirinden yağız bin at arz edilmişti. Atların hepsi de üç ayağı yerde, bir ayağı ise toynağının üzerinde olmak üzere bekliyordu. Atlar, durdurulması istenince sakinleşip duruyor, binicisi ayaklarını böğrüne dokundurunca da rüzgar gibi koşuyordu. Teftiş sırası dokuz yüzüncü ata gelince güneş batmıştı. Bunun için Hz. Süleyman ikindiyi kılamamış ve üzülmüştü.717

“‘Onları bana getirin.’ (dedi), bacaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı.”718

Arzedilen atların kendisine tekrar getirilmesini istedi ve atların bacaklarını ve boyunlarını kılıçla kesmeye başladı. İkindi namazını onların yüzünden kaçırdığı için böyle yaparak Allah Teala’ya yakın olmak istedi. Atların etlerini de tasadduk etti. Allah ise Hz. Süleyman’a kestiği atlardan daha iyisini ve hızlısını lutfetti, bu nimet de rüzgardı. Bu rüzgarlar dilediği her yere Hz. Süleyman’ı uçuruyordu.719

“Andolsun ki Süleyman'ı denedik, hükümranlığını zayıf düşürdük; sonra eski haline döndü.”720

Hz. Süleyman mülkü yüzünden imtihana çekildi. Hz. Süleyman arzuladığı bir kadınla evlenmişti. Bu kadın Süleyman’ın evinde ondan habersiz puta tapıyordu. Süleyman’ın mülkü yüzüğündeydi ve tuvalete çıkarken yüzüğünü de çıkarıyor, yüzüğünü genellikle Emîne adlı karısının yanına bırakıyordu. Emîne’ye Süleyman’ın suretinde bir cinni gelerek yüzüğü aldı. Süleyman’ın tahtına bırakılan cesed, işte bu cinniydi. Taş veya başka bir şey halindeydi ve Süleyman’ın tahtına oturmuştu. Kuşlar ve diğer canlılar da onu gözlüyor, emrini bekliyorlardı. Süleyman her zamanki kılığından başka bir şekilde geldi ve tahtı üzerinde oturan varlığı gördü. İnsanlara “Süleyman benim” dese de kabul etmediler. Ancak

715 Celâleyn, II, 75. Neml, 27/27.716 Sa’d, 38/31.717 Celâleyn, II, 137. Ayrıca bkz. Dımeşkî, Lübâb fî Ulûmi’l-Kİtâb, XVI, 414.718 Sa’d, 38/33.719 Celâleyn, II, 137. Ayrıca bkz. Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, III, 159.720 Sa’d, 38/34.

Page 153: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

153

birkaç gün sonra hakikat ortaya çıktı. Nitekim yüzüğünü elde edebildikten sonra mülküne dönebildi. Yüzüğünü taktı ve nihayet tahtına oturabildi.721

“Sebelilerin yurtlarında Allah'ın kudretine bir işaret vardır: sağlı sollu iki bahçe vardı. Onlara: ‘Rabbinizin verdiği rızıktan yiyin ve O'na şükredin. İşte hoş bir şehir ve bağışlayan bir Rab’ denmişti.”722

Sebe’, Arap atalarının adını almış olan bir kabiledir. Sebe’ memleketi öylesine güzel ve hoş bir yerdir ki; orada gübre, sivrisinek, sinek, pire, akrep ve yılan bulunmazdı. Elbisesinde bitler bulunan bir yabancı oraya gelse, havasının güzelliğinden bitler ölürdü.723

“Ben onlara hükümdarlık eden bir kadın buldum, kendisine (kralların muhtaç olduğu) herşey verilmiş, üstelik büyük de bir tahtı var.”724

Sebe’ melikesinin adı, Belkıs’tır. Belkıs’ın tahtı, seksen zira uzunluğunda, kırk zira genişliğinde, otuz zira yüksekliğinde altın ve gümüşten dökülmüş, inci, kırmızı yakut, yeşil zeberced ve zümrüt taşlarıyla süslenmiş, ayakları kırmızı yakut, yeşil zeberced ve zümrüdden yapılmıştı. Tahtın üzerinde yedi saray bulunmakta ve her bir sarayın da kapalı bir kapısı vardı.725

“(Süleymân) şöyle söyledi: ‘bakalım doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın.’”726

Hz. Süleyman Sebe’ Melikesine şu şekilde bir mektup yazmıştı: “Allah’ın kulu Süleyman b. Davud’dan Sebe’ melikesi Belkıs’a. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Selamet hidayete uyana olsun. Meramım şudur: Bana üstünlük taslamaya kalkmayın, Müslümanlar olarak gelin bana.” Sonra da bu mektubun üstüne misk parçası koymuş, mührüyle de mühürlemişti.727

721 Celâleyn, II, 138. Ayrıca bkz. Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, VIII, 207.722 Sebe’, 34/15.723 Celâleyn, II, 115. Ayrıca bkz. İbn Atıyye, el-Muharraru’l-Vecîz, V, 343.724 Neml, 27/23.725 Celâleyn, II, 74-75. Ayrıca bkz. Sa’lebî, el-Keşf ve’l-Beyân, VII, 203.726 Neml, 27/27.727 Celâleyn, II, 75. Ayrıca bkz. Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, II, 579-580.

Page 154: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

154

“Şu yazımı götür, onlara at, sonra bir yana çekil, verecekleri kararabak.”728

Hz. Süleyman Hüdhüd’e mektubu vererek Belkıs’a götürmesi emrini vermiştir. Hüdhüd Belkıs’a geldiğinde muhafız olarak etrafında ordusunu gördü ve mektubu odasına attı. Mektubu görünce Belkıs titredi ve korkudan mütevazı bir şekilde ürperdi. Sonra da mektubun muhtevasına vakıf oldu.729

“‘Ben onlara bir hediye göndereyim de, elçilerin ne ile döneceklerinebir bakayım.’ dedi.”730

Belkıs’ın, mektubuna karşılık olarak Hz. Süleyman’a hediye göndermesinin sebebi, onun kral mı, yoksa peygamber mi olduğunu anlamak içindir. Şayet kral ise hediyeyi kabul edecek, peygamber ise reddedecektir. Belkıs Hz. Süleyman’a yazdığı mektubu götüren bir elçiyle beraber hediye olarak beş yüz köle, beş yüz cariye, beş yüz tane altın kerpiç, değerli taşlarla süslenmiş bir taç, misk ve anber göndermişti. Hüdhüd bu durumu daha onlar gelmeden Hz. Süleyman’a haber vermişti. Bunun üzerine Hz. Süleyman derhal altın ve gümüş kerpiçlerin dökülmesini, dokuz fersahlık bir meydanın tabanına altınların döşenmesini, alanın etrafına altın ve gümüşten yüksek duvarlar yapılmasını emretti. Ayrıca çocuklarıyla beraber cinlerin ve en güzel kara ve deniz hayvanlarının da getirilerek meydanın sağından soluna kadar hazır bulunmalarını talep etti.731

“(Ey elçi) onlara dön, (ve söyle) onlara kendilerinin aslâ karşı koyamayacakları ordularla gelirim ve onları hor ve hakîr bir durumda oradan sürer (çıkarırım).”732

Belkıs’ın elçileri, gönderdiği hediyeler reddedilmiş olarak döndüklerinde, kraliçe tahtını sarayının içindeki yedi saray içine saklattı. Belkıs’ın sarayı da, yedi saray içindeydi. Kapılarını kilitletti ve başlarına muhafızlar koydurdu. Kendisine ne emrettiğini öğrenmek üzere Hz. Süleyman’a gitmek için yol hazırlıklarına başladı. On iki bin kişilik bir

728 Neml, 27/28.729 Celâleyn, II, 75. Ayrıca bkz. Ebussuûd, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, VI, 283.730 Neml, 27/35.731 Celâleyn, II, 75. Daha fantastik anlatımlar için ayrıca bkz. Semerkandî,

Bahru’l-Ulûm, II, 581.732 Neml, 27/37.

Page 155: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

155

orduyla yola çıktı. Bu sayının çok daha fazla olduğu da söylenmiştir. Belkıs’ın Hz. Süleyman’a bir fersah yolları kaldığında Hz. Süleyman onlardan haberdar oldu.733

“Kitâbın bilgisine sahip olan biri: ‘gözünü açıp kapamadan ben onu (Belkıs’ın tahtını) sana getiririm’ dedi. Süleyman, tahtı yanına yerleşivermiş görünce: ‘bu, şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; fakat nankörlük eden bilsin ki Rabbim müstağnidir, kerem sahibidir’ dedi.”734

Belkıs’ın tahtını bir göz açıp kapama hızında getiren Âsaf b. Berhıyâ’dır ve vahyedilmiş kitapların bilgisine sahip sıddık birisidir. Bu kimse ayrıca, kendisiyle dua edildiğinde Allah Teala’nın kabul ettiği ism-i a’zâmı da biliyordu.735

“Ona: ‘köşke gir’ dendi; salonu görünce, onu bir su zannetti ve paçalarını sıvadı. Süleyman: ‘burası sırçadan yapılmış cilâlı şeffaf (bir zemin)dir.’ dedi. Melîke: ‘Rabbim! şüphesiz ben kendime yazık etmişim. Süleyman'la beraber, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum’ dedi.”736

Belkıs’a Hz. Süleyman’ın yaptırdığı saraya gir dendi. Tabanı şeffaf ve beyaz cam döşenmiş olan sarayın altından tatlı sular akıyor ve içinde balıklar yüzüyordu. Denildiğine göre Belkıs’ın bacakları ve ayakları, eşek bacağı gibi kıllıydı. Saraya girdiğinde tabanında su aktığını görünce ıslanmasın diyerek eteğini kaldırdı ve sarayın başındaki tahtında oturmakta olan Hz. Süleyman Belkıs’ın bacaklarını ve ayaklarını güzel gördü. Belkıs Müslüman olduğunda, Hz. Süleyman onunla evlenmek istedi. Fakat bacağındaki çirkin kıllardan hoşlanmamıştı. Şeytanlar Süleyman’a kıl döken bir nevi ağda yaptılar. Bu ilacı kullanarak Belkıs kıllarını izale etti. Hz. Süleyman onunla evlendi ve sevdi. Belkıs yine mülkünün kraliçesi olmaya devam etti. Hz. Süleyman ayda bir defa onu ziyaret eder, yanında üç gün kalırdı. Hz. Süleyman’ın mülkünün sona ermesiyle Belkıs’ın da mülkü son buldu. Rivayete göre Hz. Süleyman on üç yaşında mülke sahip olmuş, elli üç yaşında da vefat etmişti.737

733 Celâleyn, II, 76. Ayrıca bkz. Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, VI, 163.734 Neml, 27/40.735 Celâleyn, II, 77. Ayrıca bkz. Zemahşerî, Keşşâf, III, 367-368.736 Neml, 27/44.737 Celâleyn, II, 77. Ayrıca bkz. Zemahşerî, Keşşâf, III, 370.

Page 156: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

156

“Gündüz estiğinde bir aylık mesafeye gidip, akşam da bir aylık mesafeden gelen rüzgarı Süleyman'ın buyruğuna verdik. Onun için erimiş bakırı su gibi akıttık. Rabbinin izniyle yanında iş gören cinleri onun buyruğuna verdik ve bunlar içinde emrimizden çıkan olursa ona alevli ateşin azâbını tattırırdık.”738

Erimiş bakır Hz. Süleyman’ın emrinde üç gün, üç gece sular seller gibi akmıştı. O günden bugüne kadar insanlar bakırı eriterek üretimde bulunmayı Hz. Süleyman’a verilen bu mucizeden öğrenmişlerdir. Hz. Süleyman’a itaatte kusur eden cinlere, ahiret azabından başka bir de şu dünya azabı verilmişti: Bir melek elinde tuttuğu cehennem kamçısını isyankâr cine bir kere vuruyor ve o cin yanıyordu.739

“Süleyman ne dilerse onun için mabedler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yaparlardı. Ey Davud ailesi, şükredin! zira kullarımdan şükredenler pek azdır.”740

Direkler üzerine inşa edilmiş sabit dev kazanlar, Yemen’deki dağlardan yapılmıştı ve bu kazanlara merdivenlerle çıkılıyordu.741

“Süleymân'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurdukları sözlere uydular. Oysa Süleymân (büyü yaparak) küfre girmemişti. Fakat o şeytanlar küfre girdiler. Çünkü onlar insanlara büyüyü ve Bâbil'de Hârût ve Mârût adlı meleklere indirileni öğretiyorlardı. Halbuki onlar: ‘biz bir fitneyiz, sakın küfre düşmeyin!’ demedikçe kimseye birşey öğretmiyorlardı. Fakat bunlar, onlardan erkekle karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Ama onlar, Allah'ın izni olmadan büyü ile hiçkimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine yarar vereni değil; zarar vereni öğreniyorlardı. Ancak onlar, bunu sat(arak çıkar sağlay)anın, âhirette hiçbir nasîbi olmadığını gâyet iyi biliyorlardı. Vicdanlarını sattıkları şey ne kötüdür, keşke (bunu) bilselerdi.”742

Şeytanlar Hz. Süleyman’ın mülkünü sihre dayandırmışlardı. Mülkü elinden alındığında definesi tahtının altındaydı. Şeytanlar kulak hırsızlığı yapıyorlar ve Süleyman’ın mülkü hakkında yalanlar uydurup bu bilgileri

738 Sebe’, 34/12.739 Celâleyn, II, 114. Ayrıca bkz. Hatîb Şirbînî, Tefsîru’s-Sirâci’l-Münîr, III, 350. 740 Sebe’, 34/13.741 Celâleyn, II, 114. Ayrıca bkz. Hatîb Şirbînî, Tefsîru’s-Sirâci’l-Münîr, III, 350. Bu

kazanların ölçüsü hakkında bkz. Tevrat, I. Krallar Bölümü.742 Bakara, 2/102.

Page 157: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

157

kâhinlere aktarıyorlardı. Böylece cinlerin gaybı bildikleri dedikodusu etrafa iyice yayılmıştı. Bunun üzerine Süleyman kitapları toplamış ve onları gömerek saklamıştı. Vefat edince Şeytanlar bunların yerini insanlara göstermiş, çıkarıp içine baktıklarında sihir bulmuşlar “işte mülkünüz budur, haydi bunları öğrenin” diyerek peygamberlerinin kitaplarını reddetmişlerdi. Allah Teala ilgili ayette bir taraftan Süleyman’ı temize çıkartmakta, bir taraftan da “Muhammed’e bak, Süleyman’dan bahsediyor, o bir sihirbazdır” diyen Yahudileri reddetmektedir. İbn Abbas’a göre Harut ve Marut melek değil, sihir öğreten iki sihirbazdır.743

p. Hz. Uzeyr (As)

“Sen çatıları yıkılıp virane olmuş bir kasabaya uğrayan ve ‘böylesine harap olmuş bir kasabaya Allah yeniden nasıl hayat verecek’ diyeni de görmedin mi?”744

Yıkık dökük bir şehir görünümündeki Beyt’i Makdis’e uğrayıp buraların ölümünden sonra nasıl diriltileceğini soran kimse eşeğine binmiş olan ve yanında da bir sepet incir ile bir kadeh meyve suyu olan Uzeyr’dir.745

r. Hz. Zülkarneyn (As)

“Sana Zülkarneyn'i sorarlar, ‘onu size anlatacağım’ de.”746

Zülkarneyn’in asıl adı İskender’dir ve peygamber değildir.747

s. Hz. Zekeriyya (As)

“Zekeriya: ‘Rabbim! karım kısır, ben de çok yaşlıyken nasıl oğlum olabilir?’ dedi.”748

Hz. Zekeriya, Yahya (as)’a müjdelendiğinde yüz yirmi, hanımı ise doksan sekiz yaşındaydı.749

743 Celâleyn, I, 15.744 Bakara, 2/259.745 Celâleyn, I, 41. Ayrıca bkz. Beydâvî, Esrâru’t-Te’vîl, I, 136.746 Kehf, 18/83.747 Celâleyn, II, 10. Ayrıca daha geniş bilgi için bkz. Semerkandî, Bahru’l-Ulûm,

II, 359.748 Meryem, 19/8.749 Celâleyn, II, 13. Ayrıca daha geniş bilgi için bkz. Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, I,

236.

Page 158: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

158

“Zekeriya: ‘Rabbim! öyleyse bana bir alamet ver’ dedi. Allah: ‘Senin alametin, sağlam ve sıhhatli olduğun halde üç gün üç gece insanlarla konuşamamandır’ buyurdu.”750

Hz. Yahya’nın doğacak olmasının bir işareti olarak Hz. Zekeriya,sadece zikir dışındaki konuşmaları yapamıyordu. Allah’ı zikrettiğinde ise dili açılıyor, sözleri telaffuz edebiliyordu.751

t. Hz. Yahya (As)

“‘Ey Yahyâ, Kitâb'ı kuvvetle tut (onun emirlerine göre hareket et ve onunla hükmet)’ (dedik) ve o daha çocuk iken ona hikmet verdik.”752

Kendisine hüküm verildiğinde Hz. Yahya, üç yaşındaydı.753

u. Hz. İsa (As)

“İmran'ın karısı: ‘Ya Rabbi! karnımda olanı sadece sana hizmet etmek üzere adadım, bunu benden kabul buyur, doğrusu işiten ve bilen ancak Sensin’ demişti.”754

Imran’ın hanımı Hanne, yaşı ilerleyip çocuk arzu edince Allah’a dua etmişti. Nihayet Hz. Meryem’e hamile kaldığını hissetmişti. Hamileliği devam ederken kocası Imran vefat etmişti.755

“Rabbi onu güzellikle kabul buyurdu ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi; onu Zekeriya'nın himayesine verdi. Zekeriya mabedde onun yanına her girişinde yanında yiyecekler bulurdu. ‘Ey Meryem! bu sana nereden geldi?’ demiş, o da: ‘bu, Allah'ın katındandır’ cevabını vermişti. Doğrusu Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.”756

Hz. Meryem hızla büyüyor; başka çocukların bir yılda büyüdüğü miktarı, bir günde kat ediyordu. Annesi Beyt-i Makdis’in görevlilerine Meryem’i getirmiş, “işte bu Beyt-i Makdis’e adanmış insan” demişti. Meryem, imamlarının kızı olduğu için ona vekil olma konusunda insanlar birbirleriyle rekabet içine girmişlerdi. Hz. Zekeriyya “bu konuda ben daha çok hak sahibiyim, çünkü kızın teyzesi benim eşim” diyordu. Sonunda

750 Meryem, 19/10.751 Celâleyn, II, 13. Ayrıca bkz. Beydâvî, Esrâru’t-Te’vîl, II, 27-28.752 Meryem, 19/12.753 Celâleyn, II, 14. Ayrıca bkz. İsmail Hakkı, Rûhu’l-Beyân, V, 317. 754 Âl-i İmrân, 3/35.755 Celâleyn, I, 50.756 Âl-i İmrân, 3/37.

Page 159: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

159

kura çekmeye razı oldular ve yirmi dokuz kişi Ürdün nehrine gelerek kalemlerini suya atmışlar, kimin kaleminin suyun içinde dik duracağını beklemeye başlamışlardı. Çünkü dik duracak ve nehrin içinde dikilecek olan kalem sahibi Meryem’e vekil olacaktı. Nihayet Hz. Zekeriyya’nın kalemi dik durdu ve Meryem’i aldı. Mescidde onun için bir oda yaptı. Yanına Zekeriyya’dan başkası girmiyordu. Ona ihtiyacı olan yiyecek, içecek ve yağı getiriyordu. Ancak her seferinde onun yanında kışın yaz meyvelerini, yazın ise kış meyvelerini buluyordu.757

“Sonra (Meryem) insanlardan gizlenmek için bir perde germişti.”758

Hz. Meryem kavmi kendisini görmesin diye aralarına perde çekmişti. Saçını ve elbisesini temizlerken veya hayızdan yıkanırken örtünmek maksadıyla bu perdeyi çekmişti.759

“Mahrem uzvunu koruyan Meryem'e ruhumuzdan üflemiş, onu veoğlunu, âlemler için mucize kılmıştık.”760

Cebrail (as) Hz. Meryem’in elbisesinin yakasından üfledi ve Allah Teala’nın yaratmasıyla onun bu fiili rahmine ulaştı, böylece İsa’ya hamile kaldı.761

“Meryem oğlu İsâ: ‘Ey İsrâîloğulları! doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat'ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmet olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah'ın size göndermiş olduğu bir peygamberiyim’ demişti. Ne var ki bu elçi onlara delillerle geldiği zaman: ‘bu, apaçık bir sihirdir’ demişlerdi.”762

Hz. İsa, İsrail oğullarına hitaben “ey kavmim” yerine, “ey İsrail oğulları” diye hitap etmiştir. Çünkü Hz. İsa’nın onlarla bir akrabalığı yoktu.763

“İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Onlardan Allah'ın kendilerine hitabettiği ve derecelerle yükselttiği

757 Celâleyn, I, 51. Ayrıca bkz. Mâverdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed, en-

Nüket ve’l-Uyûn (Tefsîru’l-Mâverdî), thk. Seyyid b. Abdi’l-Maksûd, Beyrut, trz., Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, c. I, s. 393.

758 Meryem, 19/17.759 Celâleyn, II, 14. Ayrıca bkz. Mâverdî, Nüket ve’l-Uyûn, III, 362.760 Enbiya, 21/91. Ayrıca bkz. Tahrim, 66/12; Âl-i İmrân, 3/49.761 Celâleyn, I, 52; II, 34; II, 227. Ayrıca bkz. İbn Atıyye, Muharraru’l-Vecîz, IV, 10762 Saff, 61/6.763 Celâleyn, II, 219.

Page 160: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

160

kimseler vardır. Meryem oğlu Îsâ'ya açık deliller verdik, onu Ruhül Kudüs'le destekledik.”764

Hz. İsa’nın Ruhu’l-Kuds ile desteklenmesinin ve kuvvetlendirilmesinin manası, Cebrail’in onun her gittiği ve her yürüdüğü yere beraberinde gitmesi demektir.765

“Onu İsrailoğullarına (şöyle diyen) bir elçi kılacak: "ben size Rabbinizden bir âyet getirdim. Ben size çamurdan kuş gibi bir şey yapıp ona üfleyeceğim, Allah'ın izniyle o hemen kuş olacaktır; anadan doğma körleri, alacalıları iyi edeceğim; Allah'ın izniyle ölüleri dirilteceğim; yediklerinizi ve evlerinizde sakladıklarınızı da size haber vereceğim. İnanmışsanız bunda size delil vardır”766

Hz. İsa’nın yapıp üflediği kuş, yarasaydı. Çünkü yarasa, yaratılışı en mükemmel kuştur. İnsanlar ona bakarken uçuyor, gözlerden kaybolunca da ölmüş olarak yere düşüyordu. Hz. İsa, iman etmeleri şartıyla bir günde duayla elli bin insana şifa dağıtmıştı. Hz. İsa ölmüş olan arkadaşı Âzer’i, yaşlı adamın oğlunu ve on yaşındaki kızı diriltmişti. Onlar hayata dönmüşler, çocukları bile olmuştu. Ayrıca Sâm b. Nuh’u da diriltmişti, o canlandıktan sonra tekrar öldü.767

“(İsa şöyle dedi: ben) benden önce gelen Tevrât'ı doğrulayıcı olarak size haram kılınan bazı şeyleri helâl yapayım diye gönderildim. Size Rabbinizden bir mûcize getirdim, o halde Allah'tan korkun, bana itâat edin.”768

Hz. İsa, daha önce İsrail oğullarına haram kılınmış olan balık ve pençesiz kuşları helal kılmıştı. Helal kılınan yiyeceklerin bütün yiyecekleri kapsadığı da söylenmiştir. Bu itibarla ilgili ayette “bazısı” anlamında geçen ba’d, bütün ve tüm demek olan kül anlamındadır.769

764 Bakara, 2/253.765 Celâleyn, I, 39. Ayrıca bkz. Begavî, Meâlimü’t-Tenzîl, I, 120.766 Âl-i İmrân, 3/49.767 Celâleyn, I, 52. Ayrıca bkz. Mukâtil, Tefsîru Mukâtil, I, 170. 768 Âl-i İmrân, 3/50.769 Celâleyn, I, 52. Ayrıca bkz. İbn Atıyye, Muharraru’l-Vecîz, I, 441.

Page 161: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

161

“İsâ onların inkârlarını hissedince: ‘Allah uğrunda yardımcılarım kimlerdir?’ dedi. Havariler şöyle dediler: ‘biz Allah'ın yardımcılarıyız, Allah'a inandık, O'na teslim olduğumuza şâhid ol.’”770

Havariler, Hz. İsa’ya ilk inanmış yakın dostları ve sırdaşlarıydı. On iki kişilerdi ve kalpleri ve elbiseleri bembeyazdı. Bu yüzden halis beyaz manasındaki “havr” kelimesinden türevle onlara havari denmişti. Çamaşırcı, yani elbiseleri ağartıcı olmalarından ötürü bu ismi aldıkları da söylenmiştir.771

“Allah, ‘Ben onu (yani yemeği) size indireceğim; artık bundan sonra içinizden kim inkâr ederse, dünyalarda kimseye yapmadığım azabı ona tattıracağım’ dedi.”772

İbn Abbas’ın ifadesine göre, meleklerin gökyüzünden indirdiği sofrada yedi çörek ve yedi balık vardı. Doyuncaya kadar bu yemeklerden yediler. Başka bir hadiste ise sofrada ekmek ve et bulunduğu ifade edilmektedir. Kendilerine, hiyanet edip de yemeği ertesi gün için saklamamaları emrolunmuştu. Ama onlar bu nimete hiyanet edip yemeği sakladılar ve ceza olarak maymuna ve domuza dönüştürüldüler.773

Rivayet edildiğine göre Allah Teala, Hz. İsa’ya bir bulut göndermiş, annesi İsa’yı buluta binmesi için kaldırmış ve ağlamıştı. Hz. İsa da annesine “(üzülme) kıyamet bizi bir araya getirecektir” demişti. Bu olay Kadir Gecesinde Beyt-i Makdis’de meydana gelmişti. O zamanlar Hz. İsa otuz üç yaşındaydı. Annesi bu olaydan altı yıl sonra vefat etti. Buhari ve Müslim’in rivayetlerine göre kıyamete yakın bir zamanda Hz. İsa inecek, Hz. Muhammed (sas)in şeriatıyla amel edecek, Deccal’i ve domuzu öldürecek, haçı kıracak ve cizyeyi koyacaktır.774 Müslim rivayetine göre Hz. İsa yeryüzünde yedi yıl, Ebû Dâvûd et-Tayâlisî’nin rivayet ettiği bir hadise göre ise yeryüzünde kırk yıl kalacaktır. Sonra vefat edecek, cenaze namazı kılınarak defnedilecektir. Bu kırk yıl süresinin gökyüzüne çekilmeden önceki ömrünü de kapsayan bir sayı olması mümkündür.775

770 Âl-i İmrân, 3/52. Ayrıca bkz. Saff, 61/14.771 Celâleyn, I, 53; II, 220. Ayrıca bkz. Zemahşerî, Keşşâf, IV, 528.772 Mâide, 5/115.773 Celâleyn, I, 111. Bu hadisler için ayrıca bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, II, 116-117. 774 Bkz. Buhârî, Mezâlim, 31; Müslim, İman, 247, 243; Tirmizî, Fiten, 21, 54; İbn

Mâce, Fiten, 33; Ahmed, II, 94; IV, 6, 7.775 Celâleyn, I, 53. Âl-i İmrân, 3/57.

Page 162: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

162

“‘Biz Allah’ın Resûlü Meryem oğlu Mesih İsayı katlettik’ demeleri yüzünden, başlarına belalar vererek onları cezalandırdık, kalblerini mühürledik. Oysa onlar İsa'yı öldüremediler, asamadılar da; öldürülen başkası idi, fakat kendilerine ona benzer gösterildi. İsa hakkında ihtilafa düşenler de bu hususta şüphe içindedirler. Bu konuda kesin bilgileri yoktur, zanna tabi olmaktan başka bir şeye dayanmamaktadırlar. (Ancak) onu kesinlikle öldüremediler.”776

Çarmıh hadisesinden sonra insanlar, öldürülen şahsın Hz. İsa olup olmadığı konusunda ihtilafa düştüler. Onlardan bazıları çarmıhta öldürülen kimsenin yüzünün Hz. İsa’nın yüzü olduğunu, ama vücudunun onun vücudu olmadığını ileri sürmüşlerdir.777

IV. Ahiret Hayatı

Ahiret hayatına iman etmek, İslam dininin temel inanç esaslarından biridir ve Kur’an-ı Kerim bu hayata cennet sevinci ve cehennem azabı figürleriyle sıklıkla temas eder. Zira ahiret hayatı, dünya hayatında ilahi iradeye uygun bir şekilde yaşamış ve yaşamamış insanların bu yaptıklarının karşılığını görmeleri anlamına geldiğinden son derece önemlidir. Biraz önce de ifade edildiği gibi Kur’an, bu hayata çeşitli figürlerle temas eder ve insanların zihninde bir ahiret tasavvuru oluşmasını ister. Celâleyn Tefsirimiz de Kur’an’ın temas ettiği bazı uhrevi figürleri israiliyat kökenli bilgilerle renklendirmekte ve açıklamaktadır.Şimdi bunları görelim:

a. İki Sur Arasındaki Zaman

“O gün gelince, sura ilk üfleme, yeri şiddetli bir depremle yıkacak! Onu izleyen ikinci üfleme ise herkesi mezarından kaldıracak!”778

Kıyametin kopmasını haber verecek olan birinci sur ile ardından gelecek ikinci sur arasında kırk yıllık bir zaman vardır.779

b. Araf

“İki taraf arasında bir perde, A'raf üzerinde de cennetlik ve cehennemliklerin her birini simalarından tanıyacak kimseler vardır ki

776 Nisâ, 4/157.777 Celâleyn, I, 92. Ayrıca bkz. Zemahşerî, Keşşâf, I, 587.778 Naziat, 79/6-7.779 Celâleyn, II, 250. Ayrıca bkz. Sa’lebî, Keşf ve’l-Beyân, X, 124.

Page 163: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

163

onlar, henüz cennete girmemişlerdir. Fakat girmeyi şiddetle arzulayarakcennetliklere ‘selamün aleyküm’ diye seslenirler.”780

Araf, cennetin surudur, duvarıdır. Ayrıca cennetliklerle cehennemlikler arasındaki perdenin (hıcâb), Araf suru olduğu da söylenmiştir.781

c. İyilerin Kitabı

“‘İlliyyûn’ bilir misin nedir? İlliyyûn, müminlerin yaptıkları işlerin kaydedildiği defterdir.”782

İyilerin davranışlarının kaydedildiği kitap, Illiyyin’dedir. Illiyyin’in meleklerin ve insan ve cin mü’minlerinin hayırlı amellerinin toplandığı bir kitap olduğu söylendiği gibi, arşın altındaki gökyüzünün yedinci katında bir yer olduğu da ifade edilmiştir.783

d. Kötülerin Kitabı

“Hayır! hileye sapmayın, ahireti inkâr etmeyin! Doğrusu, yoldan sapan kâfirlerin hesap defterleri Siccin'dedir. Siccin nedir bilir misin?Siccin kâfirlerin yaptıkları işlerin kaydedildiği bir defterdir.”784

Kafirlerin amellerinin yazıldığı kitap, siccindedir. Siccin’in Şeytanların ve kafirlerin amellerini toplayan bir kitap olduğu söylendiği gibi, yedi kat yerin altında bulunan İblis ve askerlerinin mekanı olduğu da belirtilmiştir.785

e. Cennet Hayatı

“(Cennette) yanlarında, gözlerini eşlerine dikmiş yaşıt güzeller vardır.”786

Cennet kızları bir yaşıttır ve hepsi de otuz üç yaşındadırlar.787

780 A’râf, 7/46.781 Celâleyn, I, 134. Ayrıca bkz. Sa’lebî, Keşf ve’l-Beyân, IV, 235.782 Mutaffifin, 83/19-20.783 Celâleyn, II, 256. Ayrıca bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 486.784 Mutaffifin, 83/7-8.785 Celâleyn, II, 255. Ayrıca bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 484-485.786 Sa’d, 38/52.787 Celâleyn, II, 139. İsmail Hakkı, Rûhu’l-Beyân, I, 83.

Page 164: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

164

f. Cehennem Hayatı

“O gün cehennem ortaya konur. İnsan o gün öğüt almaya çalışır ama artık öğütten ona ne? (Çünkü iş işten çoktan geçti).”788

Cehennem o gün yetmiş bin yularla getirilir ve her bir yular da yetmiş bin meleğin ellerindedir. Cehennemin şiddetli bir sesi ve öfkeden galeyana gelmiş bir homurdanışı vardır.789

“Sûra üfleneceği gün, Biz suçlu kâfirleri, gözleri (korku ve heyecandan) gömgök vaziyette haşredip toplayacağız.”790

Cehennemlik olan kafirler yüzleri kapkara, gözleri ise gömgök şekilde haşrolunacaklardır.791

“Gün gelecek, Allah onların hepsini huzurunda toplayıp: ‘Ey cin topluluğu! demek insanlardan çoğunu yoldan çıkardınız!’ diyecek. Onların insanlardan olan velileri diyecekler ki: "Yüce Rabbimiz! hepimiz biribirimizden faydalandık ve nihayet bize tayin ettiğin müddetin sonuna ulaştık.’ O da buyuracak ki: ‘(bundan böyle) ateş meskeninizdir. Allah’ın diledikleri hariç içinde ebedî kalmak üzere hepiniz oradasınız.’ Gerçekten Rabbin Hakimdir, Alimdir: hüküm ve hikmet sahibidir ve O herşeyi hakkiyle bilir.”792

Cehennemlikler kaynar su, yani hamîm içirilmek için bazı vakitler dışarı çıkarılırlar. Zira bu su, cehennemin dışında bulunmaktadır ve bu sudan içirildikten sonra tekrar cehenneme döndürülürler.793

“Oraya atıldıkları zaman, onun kaynarken çıkardığı uğultuyu işitirler.”794

Cehennemin eşek sesi gibi çirkin bir sesi vardır.795

788 Fecr, 89/23.789 Celâleyn, II, 262. Sâvî bu anlatımı hadise dayandırmaktadır. Bkz. Sâvî,

Hâşiye, IV, 318.790 Tâhâ, 20/102.791 Celâleyn, II, 25. Ayrıca bkz. Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl, II, 57-58.792 En’âm, 6/128.793 Celâleyn, I, 126. Ayrıca bkz. Ebussuûd, İrşâdü’l-Akli’s-Selîm, III, 185.794 Mülk, 67/7.795 Celâleyn, II, 228. Ayrıca bkz. Beydâvî, Esrâru’t-Te’vîl, II, 510.

Page 165: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

165

“Onların ardından, namazı bırakan, şehvetlerine uyan bir nesil geldi. İşte bunlar gayya ile karşılaşacak (azgınlıklarının karşılığını göreceklerdir).”796

Gayyâ, cehennemde bir vadinin adıdır.797

“O gün Allah: ‘Bana ortak olduklarını iddia ettiklerinize seslenin’ der. Onları çağırırlar, fakat hiçbirisi onların çağrılarına cevap veremez. Aralarına bir cehennem deresi koyarız.”798

Allah’a ortak koşulan putlarla, bunlara tapan putperestler arasına konulacak olan tehlikeli uçurum (mevbik), cehennem vadilerinden bir vadidir. Burada hem putlar hem de putperestler topluca helak edileceklerdir.799

“İnkâr edip Allah'ın yolundan alıkoyanlara, bozgunculuklarına karşılık azâb üstüne azâb veririz.”800

Küfürleri yüzünden azabı hak eden inançsızlara azap üstüne azap verilecektir. İbn Mes’ud azı dişleri uzun hurma ağaçları gibi olan akrepler tarafından sokulacaklarını söyler.801

V. Değerlendirme

Celâleyn Tefsiri vakıa olarak israiliyat alanını bir tefsir yöntemi olarak benimsemiş ve tatbik etmiş bir tefsirdir. İsrailiyatın İslam Dininin temel esaslarına aykırılık içeren kısmının birtakım zararlı etkilere sahip olduğu gerçeğini makbul ve mahfuz tutmakla birlikte, Celâleyn Tefsiri’nde yer verilen israiliyat kökenli yorumların kâhir ekseriyetinin zararlı unsurlar içermediği, hatta tefsir çabasına bir renk ve anlam zenginliği kattığı görülmektedir. “Kelâmın i’mâli ihmâlinden evlâdır” şeklinde Mecelle’de ifadesini bulan yerleşik kural gereğince de, kabulü durumunda zararlı unsurlar içermeyen anlatımların yorumda zenginlik olarak görülmesi mümkündür. Kaldı ki bu yorumların bağlayıcılıklarıolmadığı gibi, dinin müsellem esaslarından herhangi birini de geçersiz kılmamakta veya eksik bırakmamaktadır.

796 Meryem, 19/59.797 Celâleyn, II, 17. Ayrıca bkz. Beydâvî, Esrâru’t-Te’vîl, II, 35.798 Kehf, 18/52.799 Celâleyn, II, 7. Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, X, 335.800 Nahl, 16/88.801 Celâleyn, I, 223. Ayrıca bkz. Kurtubî, Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’an, X, 164.

Page 166: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

166

Bununla beraber sunmuş olduğumuz Celâleyn Tefsiri’nin israiliyat kökenli yorumları arasında birkaç husus da vardır ki, bunların üzerinde durularak değerlendirilme yapılması gerekmektedir.

Bu tür yorumlardan birisi, doksan dokuz karısı bulunan Hz. Davud’un tek karısı olan bir adamın karısını da almak istemesi durumudur. Nihayet Davud onunla evlenerek zifafa girmiştir. Bu anlatılan hikayenin gerçekleşip gerçekleşmediği, gerçekleştiyse zaman içinde nelerin katılıp katılmadığı bilinemez ancak, gerçekleşmiş olması durumunda bile bu tür olayları o dönemdeki örf adet ve kadına bakış çerçevesinde anlamaya çalışmak gerekir. Nitekim Âlûsî’nin de dediği gibi, farzı muhal böyle bir olayın vuku bulduğunu düşünmüş olmamız durumunda, Davud şeriatında bir başkasından hanımını kendisi için boşamasını istemenin normal bir davranış olarak kabul ediliyor olmasını düşünmemiz mümkündür. Aslında asr-ı saadetin başında Medineli bir ensarın iki hanımından birini Mekke’den hicret eden muhacir kardeşinin evlenmesi için boşamak istemesi durumunu da bilmekteyiz. Ancak başkasının sahip olduğu bir hanımla da evlenmek istemiş olması, heves ve arzusuna bu kadar yenik düşmüş olması elbette düşünülemeyecek bir durumdur.802 Bu hikayenin asıl anlatıldığı ve İslam noktay-ı nazarından asla kabul edilemeyecek olan versiyonu, Eski Ahid’in anlatımında geçmektedir.803 Eski Ahit’in anlattığı şekliyle bu hikaye, değil bir peygamber için, sıradan bir insan için bile oldukça tezyif ve rencide edicidir, kabulü imkansızdır. Nitekim Eski Ahit’in anlatımıyla ilgili olarak dördüncü halife Ali b. Ebî Tâlib (ra) şöyle demiştir: “Her kim Davud’un olayını efsanede belirtildiği şekilde anlatırsa ona yüz altmış değnek vurun. Bu ceza peygamberlere iftira etmenin cezasıdır.”804

Üzerinde durulması gereken bir diğer israili haber de, Hz. Süleyman’ın daha önce arzedilen atların kendisine tekrar getirilmesini istemesi ve bu kez atların bacaklarını ve boyunlarını kılıçla kesmesidir.Çünkü Hz. Süleyman ikindi namazını onların yüzünden kaçırmış, böyle yaparak Allah Teala’ya yakın olmak istemiştir. Kurban olarak kestiği atların etlerini de tasadduk etmiştir. Allah ise Hz. Süleyman’a kestiği

802 Ayrıca İbn Hacer’e göre Hz. Davud, bu meseleyi içinde gizlemiş, kocası

Uriya’nın ölmesi durumunda evlenmek istediğini düşünmüştür. Bkz. Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XXIII, 185.

803 Bkz. II. Samuel, XI/1-27.804 Bu haber için bkz Zemahşerî, Keşşâf, IV, 81.

Page 167: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

167

atların yerine onlardan daha iyisi ve hızlısı olan rüzgar nimetini lutfetmiştir. Bu rüzgarlar Hz. Süleyman’ı dilediği her yere uçuruyordu. Hz. Süleyman’ın ordusunu teftiş etme görevini yerine getirirken, bir başka ibadeti unutması ve bundan üzülerek atları kurban keserek etlerini tasadduk etmesi bizce kabulü mümkün bir konudur. Buradan hareketle Allah’ı zikretmekten alıkoyan bir elbisenin ateşe atılıp yakılmasının helal olduğunu söyleyen İmam Şiblî’nin bu sözünün aşırı olduğunu ve Hz. Süleyman’ın yaptığı şeyle bu örnek arasında bir benzerlik bulunmadığını, sonuçta atları kurban etmenin bir malı boşu boşuna telef etmek olmadığını ifade etmek gerekir.805 Çünkü Hz. Süleyman atları kurban olarak kesmiş, etlerini fakirlere dağıtarak tasaddukta bulunmuştur.

Hür ve cariye olmak üzere Hz. Davud’un doksan dokuz, Hz. Süleyman’ın ise yüz hanımının olduğunu söyleyen israili haberleri ise sınırsız poligami gerçeğinin abartılı rakamlarla ifade edilmesi olarak değerlendirmek mümkündür.

Döneminin bilgi düzeyinin dini metinlere yansıması neticesinde ortaya çıkmış bir yanlışlık olarak görülmesi gereken bir husus da, Celâleyn Tefsirinin “sütıhat” fiilinin anlamlarından hareketle yeryüzünün düzolduğunu söylemesidir. Esasında bu durum İsrailiyat kökenle ilgili olduğu kadar, biraz önce de ifade edildiği gibi yaşadıkları çağın bilgi düzeyiyle de ilgilidir. Tefsirimizin de dediği gibi böyle yorumlar bağlayıcı nas hükmü taşımadıkları için dini esaslardan herhangi birini yıkmamakla birlikte, özellikle de kevni konularda sahip olunan farazi ve zanni bilgilerin yorum kabilinden bile olsa, dini metinlerin anlaşılmasında kullanılmaması ve bu konuda son derece dikkatli olunması gerekmektedir.

Gök gürültüsü anlamına gelen ra’d kelimesinden maksadın görevli melek veya bu meleğin sesi olduğunun; şimşek manasına gelen berkkelimesinin ise onu süren meleğin sesinin parıltısı olduğunun ifade edilmesine gelince, Abdullah Aydemir “bunun İslami esaslarla hiçbir ilgisi yoktur” demektedir.806 Ne var ki bize göre bu tür yorumları mecaza hamlederek anlamak da mümkün olduğundan, İslami esaslarla hiçbir ilgisi yoktur şeklinde kesin bir ifadeyle yargılamanın isabetli olmadığını düşünüyoruz. Tirmizi’nin Tefsîru’l-Kur’ân kitabında Ra’d suresiyle ilgili Hz. Peygamber (sas)den rivayet ettiği bir hadis de bu tutumumuzu destekler

805 Bkz. Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, XXIII, 193. 806 Aydemir, Tefsirde İsrailiyyat, 94.

Page 168: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

168

görünmektedir. Nitekim bu habere göre Yahudiler Hz. Peygamber’e gelmişler ve ra’dın ne olduğunu sormuşlar, Peygamberimiz de buna cevap olarak ra’dın “bulutlarla görevli meleklerden biri” olduğunu söylemiştir.807

Değerlendirmek istediğimiz son israili haber de, Hz. Yusuf’un babasına gönderdiği gömleğin, Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı zaman giydiği gömlek olması meselesidir. Nitekim bu gömlek, kuyuya atıldığında Yusuf’un boynunda sarılıdır ve cennetten gelmiştir. Cebrail Yusuf’a bu gömleği babasına göndermesini emretmiş ve “bu gömlekte (cennetin veya İbrahim’in içine atıldığı ateşin) kokusu var, hangi hastaya bu gömlek sürülse iyileşir” demiştir. Dedesi Hz. İbrahim’den bir gömleğin ya da bu gömleğin bir parçasının hatıra kabilinden geriye kalmış olması anlaşılabilir bir durumdur. Bir şekilde bu gömlek muhafaza edilerek Yusuf’un boynuna muska tarzında takılmış olması ve bu yolla saklanmış olması da imkansız değildir. Zaten Elmalı merhumun da dediği gibi Hz. Yakub’un ağlamaktan kör olmuş gözlerinin mucize bir gömlekle açılması kabule daha yatkındır.808

807 Tirmizî, Tefsîru Sûre 13, 1; Ahmed, I, 274.808 Bkz. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1979,

Eser Yay., c. IV, s. 2914-5.

Page 169: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

169

SONUÇ

İslam Dini, Allah Teala’nın insanlığa lutfettiği en son dindir, Hz. Muhammed (sas) de peygamberlerin sonuncusudur. Zaten Allah katından gönderilen tüm dinlerin ortak adı İslam’dır, peygamberleri de en büyük Müslümanlardır. Ne var ki önceki dinler ve peygamberlerinin Allah’tan getirdikleri mesajların bir kısmı tarihin zorlu aşamalarından geçerken kaybolmuş, bozulmuş, tahrife uğramıştır. Böyle olmakla birlikte önceki dinlere ait kimi bilgi ve mesajlar da asliyetini muhafaza ederekvarlığını devam ettiregelmiştir. Bu bakımdan İslam, önceki din ve kültürlere bakışta gerek asılları, gerekse muhtevaları itibariyle onları büyük bir özgüvenle koruyup kollamakta; doğrularını tasdik, yanlışlarını tashih etmektedir.

Sözgelimi dinimizin temel kaynağı Kur’an-ı Kerim, öteki kültür ve inanç gruplarının özellikle de kendisiyle aynı geleneğe ait olan diğer dinlerin inançlarına, ilkelerine, pratiklerine ve kutsal kitaplarına atıfta bulunarak değerlendirmeler yapmaktadır. Hatta İslam hukukunun dayandığı kaynaklar arasında bizden öncekilerin şeriatları anlamına gelen “şerâiu men kablenâ” da yer almaktadır. Aynı yaklaşım, Hz. Peygamber (sas)’in bizatihi söz, tutum ve davranışlarıyla, sahabe ve tabiin neslinin meseleye bakışında da geçerli olmuştur. Tarihi bilgi ve belgeler, deyiş yerindeyse bu sahiplenişi bütün açıklığıyla gözler önüne sermektedir.

Kabul etmek gerekir ki, insanlar arası ilişkilerde olduğu gibi kültürler arası ilişkilerde de diğer mensubiyetlerle karşılaşmaya ve onlarla yüzleşebilmeye hazır olmak, esasında sahip olunan değer ve niteliklere inanmanın ve güvenmenin bir neticesidir. Binaenaleyh israiliyat olgusunu bir anlamda Müslümanların diğer din ve kültür mensuplarıyla karşılaşması, buluşması ve yüzleşmesi olarak okumak mümkündür.

İslamın öteki din ve kültür gruplarıyla yüzleşme olgusunun tarih boyunca çok çeşitli örnekleri var olmuştur. Hatta İslamiyet daha ilk zuhur etmeye başladığı yıllarda bile çeşitli din mensuplarıyla karşılaşmış, ilk etapta Hıristiyan ve Mecusilerle yüzleşmiştir. Müslümanların ilk defa yüzleştiği Hıristiyanlık, İbn Haldun’a göre tevil ve felsefe karışmış bir din değil, nassa dayanan sade bir Hıristiyanlıktır. Ayrıca ticari münasebetleriyle meşhur olan Mekkelilerin Hıristiyanlar yanında Yahudi

Page 170: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

170

gruplarla da sık sık bir araya geldikleri tarihen sabittir. Hatta Arapların etrafında Yahudi ve Hıristiyan kuvvetlerin kümelenmiş olduğunu söylemek de mümkündür. Örneğin Habeşistan ve Arapların medeniyetlerine hayran kaldıkları Bizans İmparatorluğu Hıristiyandır. Arabistan’ın sınır bölgesinde yaşayan, Bizans Rum imparatorluğuna bağlı bir kral olarak hüküm süren Gassânî Arapları da Hıristiyandır. Medine’de ise zaten hatırı sayılır oranda bir Yahudi nüfus bulunmaktadır. Yahudiler çok eski zamanlardan beri eski adı Yesrib olan Medine’yi vatan tutmuşlar; sanatta, ziraatte, ticarette ve ilimde önemli bir yer edinmişlerdir.

Hasılı Araplar öteden beri hem Arabistan Yarımadasında hem de Şam bölgesinde Yahudi ve Hıristiyanları tanıyorlar ve onlardan etkileniyorlardı. Çünkü onlar kitap ehli kimselerdi ve birçok konuda Araplardan daha fazla köklü bilgiye sahiplerdi. Bu itibarla İslam öncesi Araplar ehli kitaptan salt etkilenmekle kalmamakta; aralarında Yahudilik veya Hıristiyanlık dinine girenler çıktığı gibi, İbraniceye yönelerek kendi anadili olan Arapçayı bozanlar da çıkıyordu.

Müslümanların bu ilk karşılaşmalarının ardından İslamın neşv ü nema bulması neticesinde gerçekleşen Suriye ve Irak topraklarının fethiyle de yeni buluşmalar ve karşılaşmalar gerçekleşmiştir. Bu kez Müslümanlar öncekinden farklı olarak, yoğun bir tevil ve felsefe birikimiyle karşılaşmış, Hıristiyanlıkla organize ve kurumsal bir din olarak karşı karşıya gelmişlerdir.

Müslümanlarla ehl-i kitap mensupları arasında cereyan eden bu tür yüzleşmelerin gerçekleştiği dönemlerde Hıristiyanlar ve diğer din salikleri, İslam dininin hakim olduğu bölgelerde geniş bir özgürlük anlayışı içinde din ve vicdan hürriyetine sahip olarak inançlarını yaşayabiliyor ve onları savunabiliyorlardı. Hatta sadece bununla da kalmayıp, bilhassa Emeviler döneminde, örneğin Hıristiyanlar oldukça yüksek makam ve mevkileri işgal edebiliyorlardı. Kendilerine Mushaf’ın dahi yazdırıldığı oluyordu. Müslümanların diğer din mensuplarıyla münasebetlerine etki eden diğer bir âmil de İslamiyetin ehli kitap kadınlarıyla evlenmeyi caiz kabul etmesi olmuştur. Böylece bu nevi evlilikler yapılmış, bazı ehli kitap kadınları Müslüman olmuş, bazıları da olmamıştır. İslamın özgürlükçü düşüncesinin etkisiyle İslam devletinde bir arada yaşayan unsurlar birbirlerinden medeniyet alışverişinde bulunmuşlar ve bunda da herhangi bir sakınca görmemişlerdir.

Page 171: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

171

Müslümanların öteki kültürlerle temaslarını artıran yollardan bir başkası da göçler olmuştur. Hicret düşüncesi Arap zihninde su ve otlak bulmak amacıyla İslam öncesi dönemlere kadar uzanıyordu. Daha geniş maişet imkanlarına kavuşmak amacıyla mamur şehir ve memleketlere halklarıyla, çadırlarıyla, hayvanlarıyla ve eşyalarıyla göç eden Müslüman Araplar elbette göç ettikleri yerlerde diğer kültürlerle temas ediyorlardı.

Esasında, daha önce de söylendiği gibi bu karşılaşma ve yüzleşmeyi mümkün kılan ve kolaylaştıran faktörlerin başında bizzat İslamın meseleye bakışı gelmektedir. Bu doğrultuda Kur’an, gelmiş geçmiş pek çok peygamberden bahsetmiş, onlara ve mesajlarına sahip çıkmış, tevhid mücadelesindeki çabalarını desteklemiştir. Ancak Kur’an, onların ve ümmetlerinin tüm tarihini anlatmaktan ziyade, yaşam serüvenlerinin ilahi rehberlikle ilgili yönlerini hatırlatıp geçmiştir. Haliyle Müslümanların,özellikle de Hz. Peygamberin vefatından sonra içinde bulundukları çevrenin de etkisiyle, Kur’an’ın özlü ve müphem ifadeleri karşısında merak duyguları kabarmış ve eski çağlara ait bilgi eksikliklerini telafi etme saikiyle mevcut her yola başvurmuşlardır. Merhum Muhammed Hamidullah’a göre onların bu merak ve bilgi elde etme istek ve gayretleri tüm peygamberlerden ziyade sadece Kur’an’da ismi geçen peygamberler ve şahıslar üzerine odaklanmıştır. Bu yönüyle esasında onların bu tutumları aşırı ve garip bir arzu da değildir. Çünkü Kur’an-ı Kerim zaten pek çok ayette Kitab-ı Mukaddes’e paralel açıklama ve atıflarda bulunmuştur. Daha açık başka bir deyişle Kur’an’ın Adem, Nuh ve tufanı, İbrahim, İshak, Yakub, İsmail, Ad, Semud, Salih ve kavmi, Eykeliler, Tubba’ gibi şahsiyet ve toplumlardan bahsetmesi; rivayet, tarih ve tefsir alimlerini bu konular hakkında daha fazla bilgi sahibi olmaya sevketmiş, kimi kapalı konularda önceki kaynaklara müracaat etme konusunda teşvik etmiştir. Ne var ki bazen bu müracaatlar neticesinde elde edilen israiliyat anlatıları, konunun manevî ve derûnî yönünü dağıtmakta ve ruhunu bozan açıklamalar katabilmektedir. Nitekim Ahkâmu’l-Kur’ân sahibi İbnü’l Arabî, Allah Teala Kur’an’da Peygamberine en güzel kıssaları,en doğru şekilde anlatırken, israiliyatın sürece müdahil olarak bu endoğru ve en güzel anlatımı bozduğunu ve yanlış beyanları onlara karıştırdığını ifade eder.

Binaenaleyh toplumda görülen bazı hurafelerde, tefsir kitaplarında anlatılan israiliyat haberlerinin önemli bir etkisi olmuştur. Genelde tefsir kitaplarında anlatılan israiliyat haberlerinin şu konularda yoğunlaştığı

Page 172: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

172

görülmüştür: Kur’an kıssaları ve önceki peygamberler ve ümmetleri. Adem ve Havva’nın yaratılışı, cennetteki hayatları, Kabe’nin yapımı, Tufan hadisesi ve Nuh’un gemisi, Hz. İbrahim’in babasıyla ilişkisi, kurban olarak kesmeye niyet ettiği oğlun İsmail mi İshak mı olduğu, Davud ve iki davacının muhakemesi, Harut ve Marut kıssası, İsrailoğulları, Yusuf’un ailesiyle ilişkisi, Eyyub’un imtihan edilmesi, İlyas’ın hayatı, Musa’nın Mısır ve Medyen günleri, Firavun’la mücadelesi, İsa’nın ve annesi Meryem’in hayatı.

“İsrâiliyyât”, “isrâiliyye” kelimesinin çoğulu olup “isrâîl” deyişinin nispet ismidir. Büyük oranda Yahudi, kısmen de Hıristiyan kaynaklarından nakledilen efsane, kıssa, olay veya bilgi manasına kullanılmaktadır. Kur’an’da kırk üç defa geçmekte olan “isrâîl” kelimesi, Kitab-ı Mukaddes’te de üç defa geçmekte ve her seferinde Hz. Yakub’un Tanrı’yla güreşmesi hikayesini anlatmaktadır.

Etimolojik olarak Yahudi kültürüne işaret eden israiliyat kavramının tüm diğer kültürlere de şamil olması, “taglîb” tarikiyle açıklanmakta ve bu tür haberler genellikle Yahudilere ve kaynaklarına dayandırılmaktadır.

İsrailiyat kelimesinin sahip olduğu geniş manalara ilaveten, kavramın modern Batı düşüncesinin yaydığı fesat ve ateistik fikirleri ihtiva etmesi gerektiği de zaman zaman ileri sürülmektedir. Örneğin Bekr b. Abdillâh Ebû Zeyd, bir ilim talebesinin sahip olması gereken hususiyetler arasında, “yeni israiliyat” manasında “isrâiliyyât cedîde” diye bir ifadeden söz eder. Ona göre bir ilim talebesi oryantalistlerin yaydıkları fâsit düşünce ve fikirlerden uzak durmalıdır. Ebû Zeyd, bu israiliyat çeşidinin ihbârî olan israiliyattan daha zararlı ve tehlikeli olduğu fikrindedir. Çünkü israiliyat rivayetlerinden hangisinin reddedileceği, hangisinin kabul edileceği artık bellidir, alimlerimiz bu alanda pek çok eser vermişlerdir. Ancak yeni israiliyat konusunda henüz bir bilinç oluşmamıştır. Bu bakımdan genelde Yahudi ve Hıristiyan olan yazar ve fikir adamlarının İslam dininin özellikle de muamelât ve ibadet konularında ileri sürdükleri düşünce ve yorumlarından uzak durmak ve bunlara karşı uyanık olmak her ilim talebesinin görevidir. Bu uyarıya kulak asmayan kimi Müslümanların sonuçta başörtüsü emri, çokevlilik ruhsatı, içki içme haramlığı, yabancı kadınların elini sıkma yasağı gibi kimi İslami davranış şekillerini eleştirdikleri ve küçümsedikleri görülmektedir ki, Ebû Zeyd’e göre bu oldukça garip bir sapmadır.

Page 173: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

173

İsrailiyat terimi üzerine özellikle de şarkiyatçı ilim adamları pek çok düşünce geliştirmişlerdir. Gordon Newby’a göre israiliyat haberleriyaygın olarak kullanılmaya hicri I. asırdan sonra başlamıştır. Nitekim birinci asırda israili rivayetler toplanmış ve böylece yaygın şekilde kullanılmaya zemin hazırlanmıştır. Ne var ki daha sonraki asırlarda anılan türe ait dökümanlar, fıkıhçı imamların marifetiyle popularitesini yitirmiştir. N. Abbot ve R. Firestone ise israiliyat rivayetlerinin eleştiriye başlanmasını, Abbasi hilafetinin Bağdat’ta kurulması olayına kadar ileri tarihlere götürür. Bu görüşe ilave olarak W.R. Taylor ise anılan rivayetlere karşı geliştirilen olumsuz bakışın Yahudi ve Hıristiyanlara olan düşmanca tutumdan ileri geldiğini belirtir ve bunun tarihini Abbasi hilafetinin veya Sünniliğin kurulmasına bağlar.

Ayrıca israiliyat teriminin İslami kaynaklarda ilk defa görülmesiyle ilgili olarak da oryantalist yazarlar İbn Kesîr (774/1373) ismini ön plana çıkarmakta ve onun bu konudaki gayretlerini antisemitik ve dogmatik bir sebeple izah etmektedirler. Oysa ilgili delil ve açıklamaların da gösterdiğiüzere bu tez, isabetsiz ve temelsiz bir iddiadır ve bu temelsiz iddia daha önceki çalışmaları ihmal ederek kurgulanmıştır.

Kavram olarak “israiliyat”, yanlış tespit etmediysek ilk defa Endülüslü mâlikî müfessir ve fakih Ebû Bekr İbnü’l-Arabî (543/1148) nin Ahkâmu’l-Kur’ân adlı eserinde geçmektedir. İbnü’l-Arabî mezkur tefsirinde yapmış olduğu dokuz değişik ayetin yorumunda israiliyat kelimesini kullanmakta, Kur’an’a aykırılık arzeden bu tür rivayetleri eleştirmekte, öte yandan çelişki ve aykırılık arzetmeyen rivayetleri de zikretmekte ve kullanmakta herhangi bir beis görmemektedir. Bu kavramı ikinci olarak kullanan âlim, Necmüddîn et-Tûfî (716/1316)’dir. Nitekim Tûfî teknik anlamda israiliyat teriminden tefsir usulüne hasrettiği el-İksîr fî Ilmi’t-Tefsîr adlı eserinde bahsetmektedir.

İslam kaynaklarında özellikle de klasik tefsir kitaplarında israiliyat haberlerinin yoğunlukla kullanıldığı bilinmekle birlikte bu tür tefsir rivâyetlerinin gerçekte hangi Yahudi ve Hıristiyan kaynak ve geleneğine ait olduğunu gösteren yeterli bilgi ve delil bulunmamaktadır. Başka bir deyişle israiliyat rivayetleri İslam kaynaklarında daha çok, Kur’an’da kapalı bırakılan boşlukların salt doldurulması olarak ele alınmış, isnadı dışında detaylı köken araştırmasına konu olmamıştır.

İsrâiliyyatın müslümanlar nezdinde delil olması konusunda birtakım ihtilaflar olmuştur. Ancak israiliyat haberleri İslama uygunluğu

Page 174: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

174

açısından şu üç kısımda mütâlâ edilmiştir: 1. İslama uygun olan haberler. Bunların makbul olduğunda şüphe yoktur. 2. Yalan ve İslama aykırı olduğu açık olan haberler ki, bunların kabulü caiz olmadığı gibi rivayeti de caiz değildir. 3. İslama muhalif olup olmadığı bilenemeyen haberler. Bu tür haberlerin lehinde veya aleyhinde hiçbir şey söylenmez, başka bir deyişle bunlar ne tasdik, ne de tekzip edilirler, muallakta bırakılırlar. Bu tür haberleri hikaye etmek caiz olmakla birlikte çoğunda dinen bir fayda mülahaza edilmez.

İslam kaynaklarına ve haliyle tefsir edebiyatına girmiş olan israiliyat rivayetleri, önceleri Yahudi, Mecusi, Romalı ve diğer milletlere mensup olan mühtediler kanalıyla sokulmuştur. Bu kimseler Müslüman olmuşlar ve sahip oldukları önceki kültürlerini de İslam bünyesine taşımışlardır. Buisimler arasında ehli kitaptan bilgi nakleden Kabu’l-Ahbâr, Vehb. b. Münebbih, Abdullah b. Selâm ve Temîm ed-Dârî gibi şahsiyetleri saymak mümkündür. Zamanla çıkan siyasi ve mezhebi ihtilaflar, Şiî ve Râfizî gruplar ile Emevilere karşı Abbasi damarını güçlendiren siyasi taraflar, bir nevi kirlenme olarak da görülebilecek olan israiliyat geleneğinin yayılmasını hızlandırmışlardır. Kıssacı vaizler de israiliyat geleneğinin yaygınlaşmasını hızlandıran bir başka kanal olmuştur. Nitekim bu hikayeci vaizler halkı heyecanlandırmak maksadıyla pek çok israiliyat rivayetleriyle uydurma haberleri tervic ederek İslam kültürüne sokmuşlardır.

Tefsir kitaplarının mukaddimeleri incelendiğinde, genelde müfessirlerin izleyecekleri tefsir yöntemi sadedinde, israiliyata bakışlarını da net olarak ortaya koydukları görülmektedir. Nitekim onlardan pek çok müfessir tefsirlerinde israiliyat haberlerinden uzak duracaklarını beyan etmelerine rağmen uygulamada bu sözlerini çoğu zaman yerine getiremezler. Onların bu tavırlarını, zikrettikleri israiliyat haberlerini muhakkak surette uzak durulması gereken sakıncalı haberler sınıfına dahil etmemeleriyle açıklamak mümkündür.

Tefsir ve hadisteki israiliyat konusunda önemli bir eser telif etmiş olan Muhammed Huseyn Zehebî de tefsirleri israiliyata karşı duruşları açısından yedi gruba ayırmıştır: 1. İsrailiyat haberlerini sadece isnadlarını vermek suretiyle nakleden tefsirler, 2. İsnadlarıyla ve tenkitleriyle birlikte israiliyat haberlerini zikreden tefsirler, 3. İsnad ve tenkit zikretmeksizin ya da nadiren isnad zikrederek bulduğu tüm israiliyat haberlerini kayıtsız nakleden tefsirler, 4. İsnadsız olarak, ancak bazen zayıf görüş anlamına gelen “denildi” (kîle) lafzını kullanmak ve yer yer de rivayetin tenkide açık

Page 175: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

175

yönünü birkaç kelimeyle ifade etmek suretiyle israiliyat haberlerini nakleden tefsirler, 5. Okuyucuların yanılgı içine düşmemelerini sağlamak maksadıyla önceki kitaplarda zikredilen yanlış ve batıl israiliyat haberlerini tenkit ederek hatalı yönlerini ortaya koyarak nakleden tefsirler, 6. İsrailiyat haberlerini isnadsız olarak zikrettikleri halde asıl amaçları tenkit etmek olan tefsirler, 7. İsrailiyat haberlerini nakletmiş olan önceki müelliflere hücum edip onları karalamak maksadıyla bu tür haberleri kullanan tefsirler.

İsrailiyat haberlerine İslama uyup uymaması açısından bakılması ve uyması durumunda kabul, uymaması durumunda ise ret edilmesi şeklinde gerçekleşen geleneksel temayül, XIX ve XX. yüzyıllara gelindiğinde deyiş yerindeyse kırılmaya uğramıştır. Bu kırılmada Ahmed Emin, Ebu Reyye, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Emin el-Huli ve Aişe Abdurrahman gibi isimlerin etkili olduğu ifade edilebilir. Nitekim bu dönemlerden itibaren ne türden olursa olsun bütün israiliyat haberlerinin reddedilmesi şeklinde bir temayül oluşmuştur. Hatta bu dönem tefsir alimlerinin büyük çoğunluğu israiliyat haberlerini deyiş yerindeyse yok sayarak protesto etme hususunda neredeyse ittifak etmişler ve kapalı ayetlerin tefsirinde bile bu tür rivayetleri pek kullanmamışlardır. Bu hareketin önde gelen müfessirleri arasında Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Muhammed Ferid Vecdi, Hintli müfessirlerden Seyyid Ahmed Han, Ebu’l-Kelam Azad, Şiblî Nu’mânî, Hamîdüddîn Ferâhî, Seyyid Süleyman Nedvî, Mevdudî ve Emîn Ahsen Islâhî ile Türk müfessirlerinden Elmalılı Hamdi Yazır ve Süleyman Ateş’i zikretmek mümkündür.

Bu tür tefsirlerin israiliyat haberlerine karşı sergilediği hücumlardan, kendilerinden önceki müellifler paylarını aldığı gibi, kaynak olarak kendilerine dayandırılan sahabe ve tabiin tabakasının mensupları da paylarını almışlardır. Oysa doğruluğuna ve yanlışlığına bakmaksızın ve herhangi bir yorum ve açıklamada da bulunmaksızın sırf israiliyat olması hasebiyle hücum eden kimseler; batıl israiliyatı körü körüne nakledenlerin düştüğü yanlışlığa bir başka yönden düşmüş görünmektedirler. Örneğin Muhammed Reşid Rıza (1354/1935)’nın Tefsîru’l-Menâr’ı böyledir. Nitekim Reşid Rıza, israili haberleri rivayet eden Ka’bu’l-Ahbâr ve Vehb b. Münebbih gibi Yahudi asıllı mühtedi ravileri dini kasten bozmakla itham eder ve onlar hakkında ağır ifadeler kullanır. Hatta Reşid Rıza fiten, deccal, kıyametin kopması ve Hz. İsa’nın

Page 176: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

176

nüzulü gibi konularla ilgili sahih rivayetlerden bazılarını da israiliyat olarak adlandırıp reddeder, ve bu haberlerde de Kabu’l-Ahbâr’ın elinin olduğunu söyler. Öte yandan Reşid’in, israiliyat konusunda son derece hassas görünmesine rağmen zaman zaman Kitab-ı Mukaddes’e başvurarak ayetlerdeki kapalılığı gidermeye çalışması, bunu yaparken tefsirlerde ve hadis kitaplarındaki rivayetleri reddetmesi, izahı oldukça zor bir çelişki olarak dikkat çekmektedir. Örneğin Reşid Rıza, israiloğullarına gönderilen tufan, çekirge, haşere, kurbağa ve kan gönderilmesinden söz eden ayetlerin (Araf, 7/133) tefsirinde Tevrat’tan uzun uzun alıntılar yapar ve bu izahları İslami literatürde yer alan rivayetlere tercih eder. Aynı şekilde Reşid’in Hz. Peygamberin (sas) Tevrat ve İncil’de müjdelendiğini ortaya koymak için anılan kitaplardan sayfalarca alıntılar yapması da, kendi açısından benzer bir tutarsızlık örneği olarak yorumlanmaktadır.

Celâleyn Tefsiri, isnad ve tenkit zikretmeksizin ya da nadiren isnad zikrederek israiliyat haberlerini kayıtsız olarak nakleden tefsirler grubuna dahildir. Etkinlik ve yaygınlık açısından önemli bir eser olan Celâleyn Tefsirinin israiliyat haberlerini nasıl ve hangi konularda kullandığını ortaya koymak tefsir tarihi ve edebiyatı için önemlidir. Çalışmamızın böyle bir katkıyı sağlıyor olması bizi sevindirmektedir.

Celâleyn Tefsirinin Celaleddin Mahallî ve Celaleddin Suyûtî olmak üzere iki müfessir tarafından telif edildiği bilinmekle birlikte hangi müfessirin hangi kısımları yazdığı konusu sorun olmuştur. Binaenaleyh gerçeğin çeşitli kimseler tarafından karmaşık hale getirilmesi Şükrü Arslan’ın deyişiyle adı geçen tefsirin ünü ile hiç de mütenasip durmamıştır.

Örneğin Kâtib Çelebi tefsiri başından Bakara suresinden İsra suresinin sonuna kadar Celaleddin Mahallî’nin yazmış olduğunu belirtir.Yine Kâtib’e göre aynı yöntem ve üslup üzere Celâleyn Tefsirini veciz bir şekilde tamamlayan Sûyûtî, Fatiha suresini de kendisi tefsir etmiş ve kitabın sonuna koymuştur.

Kâtib Çelebi’nin bu ifadesinde yer alan iddiaların her ikisi de isabetsizdir. Ayrıca Fatiha suresini Sûyûtî’nin tefsir ettiği şeklinde Kâtib’e ait olan ikinci yanlış iddia, kendisiyle de sınırlı kalmamış, daha sonra gelen Bağdatlı İsmail Paşa’nın Hediyyetü’l-Ârifîn’de, Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük Tefsir Tarihi’nde, Mehmet Sofuoğlu’nun Tefsir Dersleri ve Notlarında yanlışa düşmelerine de sebep olmuştur.

Page 177: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

177

Meselenin doğrusu şudur: Mahallî, Kehf suresinden Nâs suresine kadar olan ikinci kısmı tefsir ederek tamamlamış, ardından da Fâtiha suresinden başlayarak Bakara suresini 36. ayetine kadar tefsir etmiştir. Mahallî’nin vefatının ardından Sûyûtî, onun Bakara suresinin 36. ayetine kadar yaptığı tefsiri dikkate almakla birlikte bu sureyi başından itibaren kendisi yeniden tefsir etmiş ve İsra suresinin sonuna kadar devam ederek tefsiri tamamlamıştır. Nitekim Sûyûtî İsrâ suresinin sonunda, kendisinin bu surenin sonuna kadar tefsir ederek Mahallî’nin başlattığı ama tamamlayamadığı çalışmayı tamamladığını açıkça ifade etmektedir. Fatiha suresi Mahallî tarafından tefsir edildiği için de tefsirin en sonuna, yani Nas suresinden sonraya konulmuştur.

Mahallî’nin tefsirini yazmaya, Fatiha suresinden başlayarak Bakara, Ali İmran, Nisa… şeklindeki sırayla devam etmek yerine, neden Kehf suresinden başladığı sorusunun cevabında herhangi bir bilgiyle karşılaşamadık. Hatta hayli önemli olduğuna inandığımız bu soru, muhtemelen hakkında herhangi bir bilgi bulunmadığından olsa gerek, ilgili eserler tarafından gündeme bile getirilmemiştir. Biraz önce de ifade ettiğimiz gibi bu sorunun cevabını şu anki bilgilerimizle vermeye muktedir değiliz.

Celâleyn Tefsiri bilginin salt kişisel tecrübe ve akıl yürütmeden hareketle değil, aynı zamanda rivayetler yoluyla da elde edilebileceğine inanan bir tefsirdir. Başka bir deyişle Celâleyn Tefsiri hem dirayet, hem de rivayet tarzına sahip bir Kur’an yorumudur. Tefsirimiz rivayetlere pozitif değerler açısından bakmakta, öteki tefsirlere nazaran oldukça küçük hacme sahip olmasına rağmen her türden rivayeti alarak onlardan istifade etme yönüne gitmektedir.

Celâleyn Tefsiri vakıa olarak israiliyat alanını bir tefsir yöntemi olarak benimsemiş ve bu yöntemi tatbik etmiş bir tefsirdir. Biraz önce de söylendiği gibi tefsirin bu tavrı, onun genel anlamda rivayetlere bakışının doğal bir uzantısıdır. İsrailiyatın İslam Dininin temel esaslarına aykırılık içeren kısmının birtakım zararlı etkilere sahip olduğu gerçeğini makbul ve mahfuz tutmakla birlikte, görebildiğimiz kadarıyla Celâleyn Tefsirinde yer alan israiliyat kökenli yorumların kâhir ekseriyeti zararlı unsurlar içermemekte, hatta tefsir çabasına bir renk ve anlam zenginliği katmaktadır. “Kelâmın i’mâli ihmâlinden evlâdır” şeklinde ifade edilenyerleşik kural gereğince de, kabulü durumunda zararlı unsurlar içermeyen anlatımların yorumda zenginlik olarak görülmesi pekala

Page 178: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

178

mümkündür. Kaldı ki bu yorumların bağlayıcılıkları da olmadığı gibi, dinin müsellem esaslarından herhangi birini de geçersiz kılmamakta veya eksik bırakmamaktadır. Burada ilave edilmesi gereken bir tespit de, Celaleyn Tefsirinin zikrettiği israiliyat haberlerinin büyük çoğunluğunun türünün diğer tefsir kaynaklarında da bulunuyor olmasıdır. Çalışmamız bu tür haberlerin Celaleyn Tefsiri yanında başka hangi tesfir kaynaklarında geçtiğini de tespit etmektedir.

Celâleyn Tefsirinin ihtiva ettiği israiliyat haberlerini şu dört ana başlık altında toplamış bulunmaktayız: 1. Yaratılış ve Kevni Olaylar, 2. Geçmiş Varlıklar ve Toplumlar, 3. Peygamber Kıssaları, 4. Ahiret Hayatı. Bu ana başlıkların altında israiliyat haberlerinin kaynaklık ettiği pek çok alt başlıklar ve detayları yer almaktadır.

Bununla beraber tam çevirileriyle sunmuş olduğumuz Celâleyn Tefsiri’nin israiliyat kökenli yorumları arasında birkaç husus da vardır ki, bunlar üzerinde durularak bir değerlendirilme yapılmıştır.

Page 179: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

179

KAYNAKLAR

Abdulbâkî, Muhammed Fuâd, el-Lü’lüü ve’l-Mercân fîmâ İttefeka aleyhi’ş-Şeyhân, İstanbul 1985, Dâru Temel.

_______, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzi’l-Qur’âni’l-Kerîm, İstanbul 1982, el-Mektebetü’l-İslâmiyye.

Abdü’l-Mecîd eş-Şeyh Abdü’l-Bârî, er-Rivâyetü’t-Tefsîriyye fî Fethı’l-Bârî, I. Bsk., 2006, Vakfu’s-Selâmi’l-Hayrî, www.raqamiya.org(10.07.2008).

Abdurrezzâk b. Hemmâm, el-Musannef, thk. Habîbu’r-Rahmân el-A’zamî, II. Bsk., Beyrut 1983, el-Mektebü’l-İslâmiy.

Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 5. bsk., Beyrut-Dımeşk 1985, el-Mektebü’l-İslâmî.

Ahmed Emin, Duha’l-İslâm, 10. Bsk., Kahire, trz., Mektebetü’n-Nahdati’l-Mısrıyye.

_______, Fecru’l-İslam, 15. bsk., Kahire 1994, Mektebetü’n-Nahdati’l-Mısrıyye.

Ahmed Naim Efendi, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, 5. bsk., Ankara 1979, DİB. Yay.

Akpınar, Ali, Celâleyn Tefsiri ve Müellifleri, CÜİFD., II, Sivas, 1998, s. 181-198. http://www.cumhuriyet.edu.tr/akademik/fak_ilahiyat/der2/1aakpinar.htm

Aksu, Abdullah, Kitab-ı Mukaddesle İlgili Rivayetlerin Tahlil ve Tenkidi, OMÜSBE., Samsun 2003, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).

Albayrak, İsmail, “Re-evaluating the Notion of Isra’iliyyat”, DEÜİFD., S. XIV, İzmir 2001, s. 69-88.

_______, “Isra’iliyyat and Classical Exegetes’ Comments on the Calf with a Hollow Sound Q.20: 83-98/ 7:147-155 with Special Reference to Ibn cAtiyya”, Journal of Qur'anic Studies, S. XLVII/1 Spring, Manchester 2002, s. 39-65.

_______, “Metinsel Diyalog: İslamiyat”, İslamiyat, c. V, S. 3, Ankara 2002, s.109-122.

Page 180: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

180

Altıntaş, Ömer Faruk, Geçmiş Şeriatların İslam Hukukunda Kaynak Değeri, OMÜSBE., Samsun 1994, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).

Altuntaş, Abdurrahman, Celâleyn Tefsiri ve Metodu, AÜSBE., Ankara 2004, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).

Âlûsî, Şihâbüddîn Mahmûd, Rûhu’l-Meânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm ve’s-Seb’ı’l-Mesânî, Beyrut, trz., Dâru İhyâi’t-Tirâsi’l-Arabî.

Âlûsî, Mahmûd Şükrî, Bulûgul Ereb fî Ma’rifetin liahvâli’l-Arab, nşr. Muhammed Behcet el-Eserî, Beyrut, trz., Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye.

Âmidî, Seyfüddîn Ebu’l-Hasen Ali b. Ebî Ali, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, y.t.y.

Arslan, Şükrü, “Celâleyn Tefsiri’nin İsnadı ve el-Mahallî’nin Bakara Suresinden Yaptığı Tefsir”, At.ÜİFD., S. 10, Erzurum 1991, s. 155-172.

_______, “Mahallî” Md., DİA, c. XXVII, s. 326-327.

Ateş, Ali Osman, İslam’a Göre Cahiliye ve Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri, İstanbul 1996, Beyan Yay.

Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1991, Yeni Ufuklar Neşr.

Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrailiyyât, Ankara 1979, DİB. Yay.

_______, Büyük Türk Bilgini Şeyhulislam Ebussuud Efendi ve Tefsirdeki Metodu, Ankara, trz., DİB. Yay.

Bağdâdî, Abdulkâhir b. Tâhir, el-Farku beyne’l-Firak, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd, Kahire, trz., Mektebetu Dâri’t-Turâs.

Bediüzzaman Said-i Nursî, Muhâkemat-ı Bediîyye, Kostantiniyye,trz., Matbaa-i Ebuzziyâ.

el-Begavî, Muhyi’s-Sünne Ebû Muhammed Huseyn b. Mes’ûd, Meâlimü’t-Tenzîl, thk. Osman Cum’a-Süleyman Müslim, IV. Baskı, 1997, Dâru Tayyibe.

Bekr b. Abdillah Ebu Zeyd, Şerhu Hılyeti Tâlibi’l-Ilmi, şerh. Muhammed b. Sâlih Asyumeyn, thk. Muhammed b. Hâmid, Mektebetu Dâri’l-Basîra, İskenderiye, trz.

Behiyy, Muhammed, İslam Düşüncesinin İlahi Tarafı, çev. Fuat Sezgin, İstanbul 1948.

Page 181: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

181

Beydâvî, Kadı Nâsıruddîn İbn Omer b. Muhammed eş-Şirâzî,Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Beyrut 1988, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye.

Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. Huseyn, el-Esmâu ve’s-Sıfât, thk. Abdullah b. Muhammed el-Hâşidî, I. Bsk., Cidde, trz., Mektebetü’s-Sevâdî.

Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi II (Tabakakatü’l-Müfessirîn), Ankara 1960, DİB.Yay.

Birışık, Abdülhamit, “İsrailiyat” Md., DİA, c. XXIII, s. 199.

Brockelmann, Carl, Geschichte der Arabischen Litteratur, Leiden 1949, E.J.Brill.

Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl, Sahîhu’l-Buhârî, İstanbul, trz., el-Mektebü’l-İslâmî.

Bukâî, İbrâhim b. Omer b. Hasen er-Ribât, Nazmu’d-Dürer fî Tenâsübi’l-Âyi ve’s-Süver, yty., Şâmile.

Câbirî, Muhammed Âbid, “Bağdat: Kültürel çeşitliliğin barışın kaynağı”, http://www.yenisafak.com.tr/yorum/?c=12&i=6196, (20.09.06)

Candan, Abdulcelil, “Celâleyn Tefsirine Eleştirel Bir Yaklaşım”, YÜİFD., S. 3, s. 341-367.

Cassâs, Ebû Bekr Ahmed b. Ali er-Râzî, Ahkâmu’l-Kur’ân, thk. Muhammed Sâdık Kamhâvî, Beyrut 1985, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî.

Cerrahoğlu, İsmail, Kur’an Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, Ankara 1968, AÜİF. Yay.

_______, Tefsir Usulü, Ankara 1983, Diyanet Vakfı Yay.

_______, Tefsir Tarihi, Ankara 1988, DİB. Yay.

Cevâd Ali, el-Mufassal fî Târîhi’l-Arab kable’l-İslâm, yty.

Cezâirî, Ebû Bekr Câbir b. Mûsâ b. Abdi’l-Kâdir, Eyserü’t-Tefâsir li-Kelâmi’l-Aliyyi’l-Kebîr, V. Bsk., Medine 2003, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem.

Corci Zeydan, İslam Medeniyeti Tarihi, çev. Zeki Megamiz, İstanbul 1974, Üçdal Neşr.

Çelik, Ahmet, “Kur’an’ın Nassına Aykırı Olduğu Halde Tefsir Kitaplarında Yer Verilen Haberler”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Kış

Page 182: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

182

2005, C.3, S. 11, s. 56-57. www.e-sosder.com/dergi/1106ACelik.doc(10.10.2008)

Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdirrahmân, es-Sünen, İstanbul 1981, Çağrı Yay.

Dâvûdî, Tabakâtü’l-Müfessirîn, yy., 1972, Matbaatü’l-İstiklâli’l-Kübrâ.

Dehlevî, Şah Veliyyullâh b. Abdirrahîm, Huccetullâhi’l-Bâliga, thk. Seyyid Sâbık, Kahire-Bağdad, trz., Dâru’l-Kütübi’l-Hadîse, Mektebetü’l-Mesnâ.

_______, el-Fevzü’l-Kebîr fî Usûli’t-Tefsîr, çev. Mehmed Sofuoğlu, İstanbul 1980, Çağrı Yay.

Demirci, Mustafa, Beytü’l-Hikme, İstanbul 1996, İnsan Yay.

Demiri, Lejla, Muslim-Christian Dialague In The Eighth Century: The Nestorian Patriarch Timothy I and The Abbasid Caliph al-Mahdi, Rome 2004, Pontificia Universita Gregoriana Facolta di Missiologia (Unpublished Licentiate Thesis).

Derveze, Muhammed Izzed, Sîratü’r-Rasûl Suverun Muktebesetün mine’l-Kur’âni’l-Kerîm, nşr. Abdullah b. İbrahim el-Ensârî, Beyrut-Sayda, trz., Menşûrâtü’l-Mektebeti’l-Asrıyye.

Dımeşkî, Ebû Hafs Omer b. Ali b. Âdil el-Hanbelî, el-Lübâb fî Ulûmi’l-Kİtâb, thk. Âdil Ahmed-Muhammed Muavved, Beyrut 1998, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye.

Durant, Will, İslam Medeniyeti, çev. Orhan Bahaeddin, y.t.y., Tercüman Yay.

Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî el-Ezdî, Sünen-ü Ebî Dâvûd, İstanbul, trz., el-Mektebü’l-İslâmî.

Ebu’l-Ferec el-Isfehânî, el-Eğânî, 1. Bsk., şerh. Abdullah Ali, Semîr Câbir, Beyrut 1986, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye.

Ebu’n-Nîl, Muhammed Abdüsselâm, Dirâsât fi’l-Kur’âni’l-Kerîm Tefsîr Mevdûıyy, 2. bsk., Kahire 1987, Dâru’l-Fikri’l-İslâmî

Ebussuûd, Muhammed b. Mahmud, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l-Kur’ani’l-Kerîm, II. Baskı, Beyrut 1990, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî.

Page 183: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

183

Ebû Reyye, Mahmûd, Edvâ’ ale’s-Sünneti’l-Muhammediyye, 5 bsk., Kahire 1990, Dâru’l-Meârif.

Ebû Şehbe, Muhammed b. Muhammed, el-İsrâliyyât ve’l-Mevdûât fî Kütübi’t-Tefsîr, 4. Bsk., Kahire 1408, Mektebetü’s-Sünne.

Ekinci, Ekrem Buğra, İslam Hukuku ve Önceki Şeriatler, İstanbul2003, Arı Sanat Yay.

Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1979, Eser Yay.

Emîn el-Hûlî, “Tefsîr” Md., Dâiratü’l-Meârifi’l-İslâmiyye, Tahran1966, İntişârâti Cihân.

_______, Kur’ân Tefsirinde Yeni Bir Metod, çev. Mevlüt Güngör, İstanbul 1995, Kur’an Kitaplığı Yay.

Ferid Vecdi, Muhammed, “Ilmü’t-Tefsîr” Md., Dâiratü Meârifi’l-Karni’l-Işrîne, III. Bsk., Beyrut 1971, Dâru’l-Ma’rife., c. VII, s. 286-288.

Gazâlî, Huccetü’l-İslâm Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed, el-Mustasfâ min Ilmi’l-Usûl, 1. bsk., Bulak 1322, el-Matbaatü’l-Emîriyye.

Goldziher, Ignaz, İslam Tefsir Ekolleri, çev. Mustafa İslamoğlu, İstanbul 1997, Denge Yay.

Güner, Osman, Resülüllahın Ehl-i Kitab’la Münasebetleri, Ankara 1997, Fecr Yay.

_______, Sünnet’ten Topluma Toplum ve Kültür Yazıları, Ankara 2006, Fecr Yay.

Güngör, Mevlüt, Cassâs ve Ahkâmu’l-Kur’ân’ı, Ankara 1989.

_______, Kur’an Tefsirinde Fıkhi Tefsir Hareketi ve İlk Fıkhi Tefsir, İstanbul 1996, Kur’an Kitaplığı Yay.

Halperin, David J., “Can Muslim Narrative Be Used as Commentary on Jewish Tradition?”, Medieval and Modern Perspectives on Muslim-Jewish Relations, ed. Ronald L. Nettler, Oxford 1995, Horwood Academic Pub.

Hamidullah, Muhammed, “İslami İlimlerde İsrailiyat yahut Gayr-ı İslami Menşeli Rivayetler”, çev. İbrahim Canan, Ata.ÜİİD., S. 2, Ankara 1977, s. 295-319.

Page 184: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

184

_______, “İslam Hukukunun Kaynakları Açısından Kitab-ı Mukaddes”, çev. İbrahim Canan, Ata.ÜİİD., S. 3, Ankara 1979, s. 379-410.

Harman, Ömer Faruk, “Bel’am b. Bâûrâ” Md., DİA., c. V, s. 389-390.

Hatîb Şirbinî, Muhammed b. Ahmed, es-Sirâcü’l-Münîr fi’l-İâneti alâ Ma’rifeti Ba’di Meânî Kelâmi Rabbinâ el-Hakîmi’l-Habîr, www.mktaba.org, (25.12.2008).

Hatiboğlu, İbrahim, “İsrailiyat” Md., DİA, c. XXIII, s. 195-199.

Hâzin, Alâuddîn Ali b. Muhammed, Lübâbu’t-Te’vîl fî Meâni’t-Tenzîl (Tefsîru’l-Hâzin), Beyrut 1979, Dâru’l-Fikr.

Heysemî, Hafız Nureddin Ali, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, 3. bsk., Beyrut 1982, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî.

Izutsu, Toshihiko, Kur’an’da Allah ve İnsan, çev. Süleyman Ateş, y.t.y., Yeni Ufuklar Neşr.

Izz b. Abdisselâm, Tefsîru’l-Izz b. Abdisselâm, I. Bsk., thk. Abdullâh b. İbrâhîm el-Vehbî, Beyrut 1996, Dâru İbn Hazm.

İbn Âbidîn, Muhammed Emîn, Raddü’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l-Muhtâr, Beyrut, trz., Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî.

İbn Arabî, Ebû Bekr Muhammed b. Abdillâh, Ahkâmu’l-Kur’ân, thk. Ali Muhammed el-Becâvî, Mısır, trz., Matbaatü Îsâ el-Bâbî el-Halebî.

İbn Arabî, Muhyiddîn, el-Futuhâtü’l-Mekkiyye, Beyrut, trz., Dâru Sâdır.

İbn Âşûr, Muhammed Tâhir b. Muhammed Tunûsî, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr (Tefsîru İbn Âşûr), I. Bsk., Beyrut 2000, Müessesetü’t-Târîhi’l-Arabî.

İbn Âşûr, Muhammed el-Fâdıl, et-Tefsîru ve Ricâluhû, Kahire 1997, Ezher Mecmau’l-Buhûsi’l-İslâmiyye.

İbn Atıyye, Ebû Muhammed Abdulhak b. Gâlib el-Endelüsî, el-Muharraru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-Azîz, thk. Abdusselâm Abdu’ş-Şâfî Muhammed, I. Bsk., Lübnan 1993, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye.

İbn Cevzî, Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed, Zâdü’l-Mesîr fî Ilmi’t-Tefsîr, II.Baskı, Beyrut 1404, el-Mektebü’l-İslâmiyyü.

İbn Ebî Dâvûd, Ebû Bekr Abdullâh, Kitâbu’l-Mesâhıf, nşr. Arthur Jeffery, 1. Bsk., Mısır 1936, el-Matbaatü’r-Rahmâniyye.

Page 185: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

185

İbn Esîr, Izzüddîn Ali b. Muhammed eş-Şeybânî, el-Kâmil fi’t-Târîh, Beyrut 1965, Dâru Sâdır-Dâru Beyrut.

İbn Hacer, Hâfız Şihâbüddîn el-Askalânî, Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, 2. bsk., Beyrut, trz., Dâru’l-Ma’rife.

_______, “Haddisû an benî İsrâîle ve lâ Harace”, http://www.almeshkat.net/index.php?pg=art&cat=10&ref=321(06.11.2008).

İbn Haldun, Abdurrahman, Mukaddime, y.t.y., Daru’l-Fikr.

_______, Mukaddime, çev. Halil Kendir, Ankara 2004, Yeni Şafak Kültür Armağanı.

İbn Hişâm, es-Sîratü’n-Nebeviyye, nşr. Taha Abdurrauf Sa’d, Beyrut 1975, Daru’l-Ceyl.

İbn Imâd, Ebu’l-Felâh Abdu’l-Hayy el-Hanbelî, Şezerâtü’z-Zeheb fî Ahbâri men Zeheb, Beyrut, trz., el-Mektebü’t-Ticârî li’t-Tıbâ’.

İbn Kayyım el-Cevziyye, Şemsüddîn Ebû Abdillâh Muhammed b. Ebî Bekr, İ’lâmu’l-Muvakkıîn an Rabbi’l-Âlemîn, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamîd, Sayda-Beyrut 1987, el-Mektebetü’l-Asrıyye.

_______, Zâdu’l-Meâd fî Hedyi Hayri’l-Ibâd, Kahire 1989, el-Mektebetü’l-Kayyime.

İbn Kesîr, Hâfız Ebu’l-Fidâ İsmâîl, İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, 2. bsk., Beyrut 1977, Dâru’l-Meârif.

_______, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Beyrut 1984, Dâru’l-Ma’rife.

İbn Kuteybe, Te’vîlü Muhtelefi’l-Hadîs, thk. Abdu’l-Kâdir Ahmed Atâ, Beyrut 1988, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye.

İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünen-i İbn-i Mâce Tercemesi ve Şerhi, çev. ve şerh. Haydar Hatipoğlu, İstanbul 1982, Kahraman Yay.

İbn Nedîm, el-Fihrist, Beyrut 1978, Dâru’l-Ma’rife.

İbn Teymiyye, el-Mukaddime fî Usûli’t-Tefsîr, y.t.y.

İsmail Hakkı Bursevî, Tefsîru Rûhu’l-Beyân, Beyrut, trz., Bursevî, Dâru’n-Neşr-Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî.

Page 186: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

186

Johns, Anthony H., “Qur’anic Exegesis in the Malay World: In Search of a Profile”, ed. A. Rippin, Approaches to the History of the Interpretation of the Qur’an, Oxford 1988, Clarendon Press.

Karahan, Abdülkadir, “Suyûti” Md., İA., İstanbul 1964, MEBY., c. XI, s. 258-263.

Kâtib Çelebi, Molla Hacı Halîfe, Keşfu’z-Zunûn an Esâmi’l-Kütübi ve’l-Fünûn, Beyrut 1990, Dâru’l-Fikr.

Kettani, Abdulhayy, et-Terâtibu’l-İdâriyye, çev. Ahmet Özel, İstanbul 1993.

Kevserî, Muhammed Zâhid, “Ka’bu’l-Ahbâr ve’l-İsrâiliyyât”, Makâlâtü’l-Kevserî adlı kitap içinde (s. 126-129), Kahire 1994, el-Mektebetü’l-Ezheriyye.

_______, “Kabu’l-Ahbar ve İsrailiyat” çev. Osman Güner, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IV (2004), S. 1.

Kırbaşoğlu, Mehmet Hayri, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara 2000, Ankara Okulu Yay.

Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed, el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 1985, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî.

Lâşîn, Mûsâ Şâhîn, el-Leâli’l-Hısân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Mısır 1968.

Mahallî, Celâlüddîn, Tefsîru’l-Celâleyn li’l-Kur’âni’l-Azîm, İstanbul, trz., Salah Bilici Kitabevi Yay.

Mâlik b. Enes, el-Muvatta’, thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, yty., Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî.

Mâverdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed, en-Nüket ve’l-Uyûn (Tefsîru’l-Mâverdî), thk. Seyyid b. Abdi’l-Maksûd, Beyrut, trz., Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye.

McAuliffe, Jane Dammen, “Quranic Hermeneutics: The Views of al-Tabari and Ibn Kathir”, Approaches to the History of the Interpretation of the Qur'an, 46-62, ed. Andrew Rippin, New York 1988, Oxford University Press.

Muhammed b. Abdirrahmân el-Hamîs, Envâru’l-Hilâleyn fi’t-Teâkkubât ale’l-Celâleyn, Medine 1414, Dâru’s-Sumay’î.

Mukâtil b. Süleymân, Ebu’l-Hasen el-Ezdî, Tefsîru Mukâtili’bn-i Süleymân, thk. Ahmed Ferîd, Beyrut 2003, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye.

Page 187: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

187

Mübârakfûrî, Ebu’l-Alâ Muhammed, Tuhfetü’l-Ahfezî bi Şerhi Câmii’t-Tirmizî, Beyrut, trz., Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye.

Müsâıd Müslim Abdullah, Eseru’t-Tatavvuri’l-Fikriyyi fi’t-Tefsir fi’l-Asri’l-Abbâsiyyi, Beyrut 1984, Müessesetü’r-Risale.

Müslim, b. Haccâc el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî, Sahîhu Müslim, İstanbul, trz., el-Mektebü’l-İslâmî.

Nesâî, Ahmed b. Şuayb b. Ali, es-Sünen, Beyrut, trz., Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, (Suyuti Şerhi ve Sindî Haşiyesiyle Birlikte).

Nesefî, Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmûd, Tefsîru’n-Nesefî, İstanbul 1984, Kahraman Yay.

Newman, Terry, “The Isra’iliyyat Literature: What is the nature of this literature and how did it reflect relations between Islam and Judaism?”, http://www.terrynewman.com/Israiliyat%20literature.htm(11.08.2008).

Râzî, Fahruddîn, Mefâtihu’l-Gayb, Kahire 1992, Mektebetü’l-Îmân.

Remzî Na’nâa, el-İsrâiliyyât ve Eseruhâ fî Kütübi’t-Tefsîr, Dımeşk-Beyrut 1970, Dâru’l-Kalem-Dâru’d-Dıyâ.

Reşîd Rızâ, Muhammed - Muhammed Abduh, Tefsîrü’l-Menâr, Kahire 1983, el-Hey’etü’l-Mısrıyyetü’l-Âmmetü li’l-Kitâb.

Sa’lebî, Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed, el-Keşfu ve’l-Beyân, I. Baskı, Beyrut 2002, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî.

Sâvî, eş-Şeyh Ahmed el-Mâlikî, Hâşiyetü’l-Allâme es-Sâvî, İstanbul trz., Eser Neşr.

Sehâvî, Şemsüddin Muhammed b. Abdirrahmân, ed-Dav’u’l-Lâmi’ liehli’l-Karni’t-Tâsi, Beyrut, trz., Dâru Mektebetü’l-Hayât.

Semerkandî, Alâeddîn Ali b. Yahyâ, Bahru’l-Ulûm, thk. Mahmûd Mataracî, Beyrut, trz., Dâru’l-Fikr.

Serahsî, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed, Usûlü’s-Serahsî, İstanbul 1984, Dâru Kahraman.

Suyûtî, Celâlüddîn, Buğyetu’l-Vuât fî Tabakâti’l-Lügaviyyîn ve’n-Nuhât, thk. Ebu’l-Fadl İbrâhîm, Mısır 1965.

_______, Lübâbu’n-Nukûl fî Esbâbi’n-Nüzûl, 7. bsk., Beyrut 1990, Dâru İhyâi’l-Ulûm.

Page 188: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

188

_______, el-Câmiu’s-Sagîr fî Ehâdîsi’l-Beşîri’n-Nezîr, Kahire 1982, Mektebetü’l-Halebî.

_______, Tefsîru’l-Celâleyn li’l-Kur’âni’l-Azîm, İstanbul, trz., Salah Bilici Kitabevi Yay.

_______, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, 4. bsk., İstanbul 1978, Kahraman Yay.

Şehristânî, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîm, el-Milel ve’n-Nihal, thk. Muhammed Seyyid Keylânî, Beyrut, trz., Dâru’l-Ma’rife.

Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed es-San’ânî, Fethu’l-Kadîr –el-Câmiu beyne Fenni’r-Rivâye ve’d-Dirâye min Ilmi’t-Tefsîr, yy., trz., Âlemü’l-Kütüb.

_______, İrşâdu’l-Fuhûl ilâ Tahkîki’l-Hakki min Ilmi’l-Usûl, Beyrut 1979, Dâru’l-Ma’rife.

Taberânî, Süleyman b. Kâsım, el-Mu’cemu’l-Kebîr, thk. Abdulmecid Hamdî, Musul 1404, yy.

Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, Beyrut 1988, Dâru’l-Fikr.

Tabressî, Ebû Ali el-Fadl b. El-Hasen, Mecmau’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Tahran, trz., Mektebetü’l-Ilmiyyeti’l-İslâmiyye.

Taş, Abdurrahman, Necmuddin et-Tufi Hayatı, Eserleri ve Tefsirdeki Metodu, OMÜSBE., Samsun 2003, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).

Taşköbrizâde, Ahmed Efendi, Mevdûâtü’l-Ulûm, İstanbul 1313, Dersaadet İkdam Matbaası.

Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevra, el-Câmiu’s-Sahîh (Sünenü’t-Tirmizî), thk. Ahmed Muhammed Şâkir, 1. bsk., Kahire 1937, Matbaatü Mustafa el-Bâbî el-Halebî.

Turgut, Ali, Tefsir Usulü ve Kaynakları, İst., 1991, MÜİFV. Yay.

Türker, Ömer, “Mukâtil b. Süleyman” Md., DİA., c. XXXI, s. 134-136.

Tûfî, Süleyman b. Abdilkavi, el-İksîr fî Ilmi’t-Tefsîr, thk. Abdulkâdir Huseyn, Mısır 1977, el-Matbaatü’n-Nemûzeciyye.

Twakkal, Abd Alfatah, Ka’b al-Ahbar and the Israiliyyat, (A Thesis Submitted To Mcgill University In Partial Fulfilment Of The Requirements For The Degree Master Of Arts), Montreal, Quebec 2007.

Page 189: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

189

Uğur, Mücteba, “Va’z, Kıssacılık ve Hadiste Kussas”, AÜİFD., S. 28, 1986, s. 291-326.

Vahıdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed en-Neysâbûrî, Esbâbu’n-Nüzûl, 2. bsk., Beyrut-Lübnan 1991, Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye.

Watt, W. Montgomery, Muhammad’s Mecca History in the Qur’an,Edinburgh University Press 1988.

_______, İslam Medeniyetinin Avrupa’ya Tesiri, çev. Hulusi Yavuz, İstanbul 1984, Boğaziçi Yay.

Yavuz, Yusuf Şevki, “Hurafe” Md., DİA., c. XVIII, s. 382-384.

Yazıcı, İshak, “Bahru’l-Ulûm” Md., DİA, c. IV, s. 517-518.

Yıldırım, Suat, “Mehmet Âkif’in Kur’an Anlayışı”, At.ÜİFD., S. 8, Erzurum 1988.

_______, “Mehmed Akif'in Kur'an Anlayışı”, Yeni Ümit, S. 73, Y. 18, 2006. http://www.yeniumit.com.tr/konular.php?sayi_id=73&konu_id=453&yumit=bolum2

Yılmaz, Muhammet, “Razi Tefsirinde İsrailiyyat”, ÇÜİFD., S. 2, c. I, Adana 2001, s. 67-87.

Yılmaz, Mûsa Kâzım, “Bediüzzaman'ın Tefsir Anlayışı”, Köprü Dergisi, S.54, Bahar 96, http://www.koprudergisi.com/index.asp?Bolum=EskiSayilar&Goster= Yazi&YaziNo=265 (13.10.2008)

Yücel, Abdullah, “İsrailiyat”, http://kitap.ihya.org/genel /samil.php?t2=oku&an=944&g=mhCI&s=3&t4=&t3=isrÂiliyÂt&harf=I(24.01.08)

Zehebî, Ebû Abdillâh Şemsüddîn, Kitâbu Tezkirati’l-Huffaz, Beyrut 1955, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî.

Zehebî, Muhammed Huseyn, el-İsrâliyyât fi’t-Tefsîr ve’l-Hadîs, 4. Bsk., Kahire 1990, Mektebetü Vehbe.

_______, et-Tefsîr ve’l-Müfessirûn, Beyrut, trz., Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî.

Zemahşerî, Cârullâh Mahmûd b. Ömer, el-Keşşâf an Hakâikı Gavâmidı’t-Tenzîl, nşr. M. Huseyn Ahmed, 3. Bsk., Kahire-Beyrut 1987, Dâru’r-Reyyân li’t-Türâs,

Page 190: tefsirde oteki celaleynde israiliyat

190

Zerkânî, Muhammed Abdulazîm, Menâhilü’l-Irfân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Kahire, trz., Dâru İhyâi Kütübi’l-Arabiyye.

Ziriklî, Hayruddîn, el-A’lâm Kâmûsi Terâcim li-Eşheri’r-Ricâl ve’n-Nisâi mine’l-Arab ve’l-Müste’rabîn, 8. bsk., Beyrut 1989, Dâru’l-Ilmi li’l-Melâyîn.

Zuhaylî, Vehbe, Usûlü’l-Fıkhi’l-İslâmî, Dımeşk 1986, Dâru’l-Fikr.