29
tasavvuf ve Akademik Dergisi Ankara 2005

tasavvuf - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2005_VI_14/2005_VI_14_GUNDOGDUC2.pdfengtz olarak, Cenab-ı Mevlana'nın sine-i esrar-ı gencine-i deryalanndan zahir olmuştur."13

  • Upload
    others

  • View
    13

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

tasavvuf İlnı1 ve Akademik Araşt:ınna Dergisi

Ankara 2005

MevHina'nın Mesnevi'sinde "M ana Dili", Mesnevi'nin Türkçeye Şerh Geleneği ve Bu Bağlamda Halveti Şeyhi Abdulmecid-i Sivasi'nin MesnevfÜzerine Çalı§maları

Cengiz GÜNDOGDU Yrd. Doç. Dr. Atatürk Üniversitesi ilahiyat Fakültesi [email protected]. tr

Özet

"Bu Mesnevi mihıddır;feılliilı,fdi!dt değil" Mesııevi

[Cengiz Gündoğdu, "Mevlana'ıun Mesnevi'sinde "Mana Dili", Mesııevi'nin Türkçeye Şerh Geleneği Ve Bu Bağlamda Halvet:i Şeyhi Abdulmecid-İ Sivasi'nin

MestıevlÜzerine Çalışmaları", Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara 2005, Y. 6, S. 14, ss. 121-148]

Bu çalışmada, Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin Memevi'de kullandığı "mana dili" ve Mevlana merkez alınarak Mesnevl etrafinda yazılan eserlerde bu "dil"in çözümlenmesine yönelik çabalarla oluştumlan Türkçe tercüme ve şerhlere

değinilmiş, bu bağlamda Abdulmecid-i Sivasi'nin Mesnevi üzerine yaptlği çalışmalar taıu11larak Şerh-i Mesnevl adlı eserinden ilk iki beytin şerhi metin olarak verilmiştir.

Giriş

Mesnevi, her beyti kendi arasında kafiyeli nazına verilen addır1 . Beyit sının olmadığı için uzun eserlerde tercih edilen ve genel anlamda İslami edebiyatlarda (özellikle Fars Edebiyatl, ve XV.yy'dan sonra Türk Edebiyan) şairlerin, uzun aşk hikayelerini ve destanımsı konulan işlerken kullandıklan bu edebi nazım türü,2 mutasavvıf şairler tarafindan yaygın olarak tasavvufi konuları anlanp öğretıne amacıyla da kullanılmışnr.

Mevlana Ceıaleddin-i Rumi(ö. 672/1273)'nin Mesnev! adlı eseri de bu türde vücuda geldiği için aynı isimle anılmaktadır. Zaten Mevlana da Mesnevi'sinin dib:icesinde "Bu kitdb Mesnevf kitabıdır ... " diyerek eserinin ismini bizzat kendisi koymuştur. Mevlana eseri için "Saykal-i Ervah", "Hüsaminame" gibi bazı isimlendirmeler kullansa da bunlar kitabın adı

1 Muallim Naci, Lugat-ı Na,,; Asır Matbaası, İstanbul, 1322, s.590; Mehmed Zeki Pakalın, O.rmanlı Tarih Deyimleri '" Terimleri S ö:;jüğü, l'I1EB., Yay., İstanbul, 1993, II, 488. Daha geniş bilgi için bkz. Ahmed Ateş, "Mesnevi", MEB İsldtn An,-iklopedisi, VIII, 127 vd.

2 Yılmaz Öztuna, "Mesnevi'', Türk Amiklopedisi, MEB. Yay., Ankara 1983, XXIV, 46.

122 tasavvuf

olmayıp Mesnevlnin vasıflandır3 . Eserin adı gerek Mevlana'nın döneminde gerekse daha sonraki devirlerde hep Mesnevz olarak anılmıştır.

Mevlana ve Mesnevtsinin çağnşımı o kadar güçlü olmuştıir ki, gerek tasavvufi, gerekse edebi çevrelerce "mesnevi" denince akla Mevlana'nın Mesnevt'si geldiği gibi, XIII. asırcia alim ve arifler için kullanılan "mevlana" kelimesi de daha sonraki asırlarda, Mevlana Celaleddin-i Rumi'ye has bir isim halini almıştır.

Efl:iki'nin Kadı Necmeddin Taşti'den naklettiği değerlendirme ''M.esnevf"ve "Mevlana" isimlerinin yaptığı çağnşımın daha ilk dönemlerden itibaren var olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Taşti'ye göre; "Bütün düf!Yada genel olan üç !V' vardı. Bu iiç fi!Y

Mevlana ya nisbet edildikten sonra iizel bir anlam kazandı ve insanların qydınları bunu ho{ gôrdüler. Bunlardan biri 'mesnevt'dir. Eskideıı her (kqryeli) iki mısraa mesnevi derlerdi; fakat zamanımızda mesnevf denilince akla, hemen Mevlana'nın Mesnevf'sigelir. İkincisi, eskiden bütün bilginfere 'mevlana' dryorlardı, fakat bugün 'mevldna' denilince Mevlana hai'!et!eri anlaftlır. Üçüncüsü her mezara türbe derlerdi. Bugün ise türbe laji anıldığında Mevlana 'nın türbesi akla gelir. •>ı.

V eled Çelebi (İz budak) de Türk Dili S ôZfüğil' nde "mesnevi" kelimesini tanımlarken: "Her iki mısra'ı bir kafiyede olan şür ki, ekseriya uzunca manzume suretinde olur" dedikten sonra bunu takiben "Mevlana Celaleddin-i Rlımi Hazretlerinin bu surette müretteb kitab-ı meşhuru: Mesnevf-i {erif, .}erh-i Mesnevt', der. "Mevlana" terimini açıklarken de "Bazı büyük ulema ve meşayiha verilen unvandır: Mevlana Celaleddin-i RUmi derken, Alem-i İslam'da ve Türklük'te yalnız "Mevlana" veya Hazret-i Mevlana denilince "Muhammed Celaleddin-i RUmi" murad olunur." şeklinde değerlendirmede bulunur5.

"Mevlana" denince Cel:ileddin-i Rumi'nin; "mesnevi" denince de onun eserinin çağnşım yapması Mesnevlnin türü içinde, Mevlana'nın da tasavvufi, ilmi ve edebi çevreler arasındaki yerini ve toplum nezdinde kazandığı mevkii göstermektedir.

Neticede, Mevlana'nın "mana alemi" ile bağlantısı ismini öne çıkarırken, bu alemin ona ilham ettiği "mana dili" de eserlerini ayncalıklı kılmıştır. İşte Mevlana merkez alınarak Mesnevf etrafinda yazılan sayısız eserde bu "dil"in çözümlenmesi yoluna gidilmiş, bu çabalar neticede bir "Mesnevi şerh geleneği" nin oluşmasına yol açmıştır.

Bu çözümleme kültürünün oluşmasında ilk çabalar Farsça ve Arapça şerhlerle ortaya konmuş, bilahare Türkçe'ye tercüme ve şerh edilmeye başlanmıştır.

Bilindiği gibi Mesnevf Selçuklular döneminde resmi ve edebi dil olarak benimsenen Farsça ile yazılmıştır. Ancak bu dönemde resmi ve edebi dil olarak benimsenen Farsça, Osmanlı döneminde yerini yavaş yavaş Osmanlıca'ya bırakmıştır.

:XVI.yy.dan itibaren Mevleviliğin yaygınlaşması ile birlikte Mevlevi dervişleri ve bir tarikata mensup olsun veya olmasın Mevlana muhiplerinden Farsça'ya vakıf olamayanlann Mesnevlden gerektiği gibi istifade edernemeleri Me.rnevı'nin Türkçe'ye tercüme edilmesi için bir gerekçe olmuştur. Diğer taraftan, mürid ve muhibler, Mevlana' mn da;

"Bu Mesııevi mdnddır;jetl!uıı, fdildt değil" 6

'~e kle aldananlar miiawher!ere biiriiıımiirler,

mdndya değer vereıı!er ise md nd deııizjni bıJ!murlardır. "7

3 Bkz. Abdulbaki Gölpınarlı'run, V ele d İz budak'ın Memet>i çevirisine yazdığı "önsöz", s. B, (Mevh!na, Memel'i, çev. Veled İzbudak, I-VI c. MEB. Yay., İstanbul, 1991); Abdulbaki Gölpınarlı, Mel'ldnd Celaleddin, İnkiliip Kitabevi, İstanbul 1985, s. 268; a.g.mlf, lvle.met•f ı~ Şerhı; Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Kültür Yay., İstanbul 1973, I, 21; Kul Sacli, Mel'ldııJ'yı Anlamak, Vahdet Yay., İstanbul, 1984, s. 33; Fürlızanfer, Met•ldna Celaleddin, çev. Feridun Nafiz Uzluk, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul1963, s. 213.

4 Ahmed Efıaki, Arijleniı MeııkJbe!eri, Terc. Tahsin Yazıcı, Remzi ICitapevi, İstanbul, 1987, II,50; Gölpınarlı, Met•ld;ıd Ce!a!eddiıı, s. 268 dipnot: 34; a.g.mlf., Memeti ı c ŞedJi, I, 6; Fürılzanfer, a.g.e., s. 211.

5 İsmail Parlatır, "Veled Çelebi'nin Türk Dili Adlı SözlüğündeMevlana İle İlgili Sözleri ve Yorumlan", Bildinler (UluJiar araJ< Metidııd Bilgi Ş ilieni Sempo:;yumu- 15· 17 Aralık 2000), Ankara, 2000, s. 193, 194.

6 MeJnet·f, VI, 15, (160. b.) Çalışmamızdakullandığımız Aie.rııeti beyideri Veled İzbudak'ın tercümesinden alıruruş olup, cilt, sayfa ve beyit numaralan da bu tercümeye göre \'erilmiştir.

cengiz gündoğdu / mcvlana'run mesnevi'sinde "miinii dili"... 123

tarzında işaret ettiği mana boyutunu yakalamak ve kavramak için çaba içine girmişler, bu konuda ehil. olanlan Mesnevi'yi şerh etme konusunda teşvik etmişlerdir. Bu talepler doğrultusunda Mevlevi olsun olmasın bir çok tarikat mensubu ve ilim erbabı Kur'an'ın özü olarak kabul edilen eserin "dil" ve "muhteva" derinliğini ortaya koymak, rumuz ve nüktelerindeki incelık ve hakikatleri açmak için şerh etme yoluna gitmişlerdir. Bu· doğrultuda Mesnevi'deki kelime ve kavramlan bağlaınianna uygun şekilde anlayabilmek için Farsça-Türkçe sözlükler oluşturulmuş, Mesnevt'den seçme beyitlerin ya da Mesnevi'nin tamamının şerlıi yapılmıştır.

Çalışmamızda Mevlana'nın kullandığı "mana dili"ne vurgu yapılarak bu "dil"in çözümlenmesi maksadıyla kaleme alınan tercüme ve şeriliere değinil.ecek, daha sonra da bu tercüme ve şerhlerle oluşan gelenek içinde Abdulmecid-i Sivasi(ö. 1049/1639)'nin Mesneviile ilgili çalışmalan ~anıtılacaktır. Mesnevi'nin Türkçe ve diğer dillere yapılan tercüme ve şerllieriyle alakah şimdiye kadar pek çok çalışma yapıldığından, çalışmamızda aynı konuların tekranna girmeyecek, sadece Mevlana'dan Abdulmedd Sivasi'nin yaşadığı döneme kadar yapılan Türkçe tercüme ve şerhlere değinmekle yetineceğiz.

1- Mevliinii'nın Mesnevi'sinde "Miinii Dili"

Mevlana, vaı1.dat, aşk ve heyecanı ile ortaya koymuş olduğu, düşünce, tespit ve ruhlara yönelık beyanlan ile adeta aşkınlık ufkunun sesi-soluğu olmuş ve üzeı-inden asırlar

geçmesine rağmen bu vadinin biı1.cilc gözdelerinden biri olarak ilahi muhabbetin solunmasında, birlık ve dirlık yolunda rehberlık etmiştir. Eserlerinde ve özellikle bu alanda bir şalıika olan Mesnevi'sinde topyekun varlığı mul-ıabbetle kucaklayışı, onlara karşı sıcak ilgi ve alakası, kısaca bütün varlıkla pozitif diyaloga geçişi bu ufkun çağn ve yansımasından başka bir şey değildir.

O bir taraftan kendisini Mevlana yapan "aşkın gerçeklik"ten ilham almak suretiyle ebedi gerçeklikler etrafında yolculuk yaparken, diğer taraftan vücuda getirdiği eserlerle bu yolculuğunda kendisiyle yürümek isteyenlere aydınlık iklimini açmıştır. Onun yapıtlannın asırlardır en çok rağbet gören eserler arasında yer alması, işte bu ufkun açılımıyla alakalıdır ve bu ufkun mul-ıteva bakın-ıından izdüşümü Mesnevi'dir.

Mevlana Mesnevi' sini tarumlarken onun için; "Mesnevt'miz vahdet dükkanıdır; orada Bir'den baJka ne görürsen puttul'." der. Bu sembolik

anlatırnda ilri anlam kategorisine vurgu yapılmaktadır. Bunlardan biri "vahdet dükkanı" diğeri ise ']ıut"tur. Mevlana Mesnevi adına ortaya koyduğu bu "vahdet dükkanı"

tarumlamasırun dışında, farklı bir okuma için özgürlük alanının var olduğunu dikkate sunarak, bu düllanda İlahi iradenin belırişinden başka görülen "şey"in aslında bakan kimsenin görmek istediği "şey/ben" olduğunu söyler ki, bu "şey" onun lısanıyla "put"tur. Esasen Mevlana'nın öğretisinde "put", bir anlamda "masiva bataklığına düşmüş ney"le temsil edilmiştir. Bundan dolayıdır ki o, Mesııevfnin ilk beyiderinde bir anlamda, özünden ayn düşen ve ayrılık iniltileriyle didinen bu "ney" e seslenmekte ve onu "vahdet dükkanı'ha dönmeye çağırmaktadır. Çünkü şuurlu veya şuursuz Allah'tan kopan ve aynlık ateşi içinde inleyen neyin bu inleyişi, birlık dükkanından ayrılmak suretiyle yaşadığı esatetten kaynaklanmıştır. Bu esarette en çok mağdur olan da insandır ve Mevlana bu çağnsıyla "vahdet düllanı"ndan nasiplenmek isteyeıliere masiva kaydından kurtularak birlık

yolunda adım atmasuu istemekte ve ona şefkat elini uzatarak şöyle seslenmektedir:

7 MesnetJi, I, 219, (2742. b.)

8 Mesnet•ı~ VI, 123, (1528. b.)

124 tasavvuf

"Ey oğul, bağı çô·Z; aiJl! ol. Ne zamana kadar gümür, altın esiri olacaksın?" 9

"Halbuki halk makam ve derece ifin arağı/ık/ara katlanır, bqyağı hallere dürer; yücelik ümid!J!e horluktan lezzet alır, horlanır. " "On günlük yücelik ipn '{jlleti çekerler; gam ve gussa ile boyunlarını iğ gibi ipince bir hale kor/ar. " "Nasıl oli!Jor da benim bulunduğum yere, bu yücelikte, qydın güner olduğum mekana

gelmfyorlar?" 10

"Ne mutlu o doğana ki uçuruma 1-!Yar; talihiyar olur da sımmı anlar. Bana yapıpn da doğan olun; bqyku[Sanız bile doğanlapnf1 1

İşte bu birlik dükkanına çağn Mevlana'nın dilinde adeta tecdid edalı bir renk arınonisi ile yapılmış, bu çağrı her iklim için adeta bir diriliş muştusu olmuştur. Daha da önemlisi Mevlana bu muştuyu seslendirişinde kendisiyle beraber yürümek isteyen çevresini de alıp beraber götürmek istemiştir. Bu yaklaşım söz konusu çağılda kullandığı "mana dili''ni idrak için okuyucunun rolüne verdiği önemi de göstermektedir.

Mevlana pozitif diyalog diyebileceğimiz okuyucuya verdiği bu rolü. şöyle

dillendirmektedir:

"Bu kitap, masal djyeııe masa/dır; fakat bu kitapta hdlini gijren, bu kitap la keııdini anlayan

kiji de erdir/"12

Mevlana bu ifadeleriyle aynı zamanda vücuda gelen ve satttiara dökülen beyitlerin sanatsal kaygı ile üretilmiş birer eserden ziyade, ilahi kaynaklı bir "dil"in üıünü, bir mana iklimi olduğunu vurgulamaktadır.

A. Avni Konuk bunu şu ifadeleri ile dile getirmektedir: "Mesnevi-i .}er([, fesahat ve belagat kasdı olmaksızın ve sanayi ve bedayi hususunda

tekellüf bulunmaksızın, fesahat ve belagat ile mili ve rengin-i dürd-amiz ve halavet-i ştir­engtz olarak, Cenab-ı Mevlana'nın sine-i esrar-ı gencine-i deryalanndan zahir olmuştur."13

Yani Mevlana'nın çağrısında, kendinden gelen değil Hak'tan gelen "şeyler" vardır. Bunu kendisi de şu şekilde ifade etmektedir:

Gönliimdetı kopup gelen o söv o tartiftan ge!mededir.

Çünkü gönülden günle pencere vardır14.

Öyle görünüyor ki, Mevlana'nın bu çağnda kullandığı "dil" ne muhakemelerimizi prangalayacak felsefi bir dildir, ne de idrak ve duygu dünyamızı aşacak sanatsal bir kaygı taşımaktadır. Diğer bir ifadeyle bu "dil", ne felsefeye, ne de sanatsal kaygılan öneelemeye imkan bırakan, ilahi yücelikle bağlantılı lisarun semavi yankısı olan kalbin mahsillüdür. Ve o, kalbe hitap etme san'an ile işlenmiştir. Şüphesiz Mevlana için bu "mana dili"ne zarf olacak araçların en önemlisi şiir formu olmuştur.

9 Memet't; I, 3, (19.b.)

10 Mwıed, II, 84, (1104-1106.b.)

11 Me.rnel'i, II, 89, (1165-1166. b.) 12 Me.met'f, IV, 3, (32. b.) 13 Mevlana Cel:iledclin-i Rumi, Memet't~i .JerıJ, Tercüme ve Şerh: A. Avni Konuk, Yayma haz.: Selçuk

Eraydın, Mustafa Tahralı, I, 38.

14 Me.merf, VI, 391, (4196. b.)

cengiz gündoğdu 1 mevlana' mn mesnevi'sinde "mana dili".... 125

Şiire karşı alakasız göı-ünümüne rağmen Mevlana, şiir yazmaktan kendini alamamış,15

harflerin, vezin ve kafiyenin kendisine yabancı olduğunu sürekli hatu:latmasına rağmen, ilham geldiğinde daima yeni mısralar terennüm etmiştir16 . Çünkü, sufi şairler genellikle günlük dilin sığ ve dar imkanlan yanında, aktarmak istedikleri "yüce mana"ya şiirsel dilin daha fazla imkan sağlamasından dolayı tercihen şüre yönelmişlerdir17. Mevlana da "gönlünden kopup gelen" şeyleri ifade için bu formu kullanmayı gerekli görür; fakat Bürgel'in de belirttiği gibi,18 dilin hakikat önünde yetersizliğini bilerek onu kullanır.

Sabah vakti sevgilisiyle buluşan Mevlana;

"Bugün seher vaktinden beri darmadağıııığıv sarhoçuz

Madem ki darmadağm o!mtJfUv dannadağm söifer söyleye!im"19

derken mantığın kategorize ediciliğine uğramamış, sistematik olmayan o gelişleri, doğuşlan kastetmektedir. Ne var ki bir müddet sonra, aşığın aşkı dalıa da arttıkça şürin de yetersiz kalmaya başladığı göı-ülür. Dilin sırur kalıplan içerisine sığdinlamayacak enginlikteki o ulvi duygulan şür dilinin teknik kurallanna uydurmaya çalışmak zarılretinden fazlasıyla rahatsız olmaya başlar. Çünkü onun gibi coşkulu bir rinde artık bu elbise dar gefu:2°.

"Ben kiifrye diiçiiNi!Jomm oysa sevgi/im bana der ki; 7Jechimderr baçka birley diifiinme." "Ey bmim kiifrye dii[iinetıim! Rahatpı otur, benim yammda erı güzel kiifrye sensin." "Haıf 11e oluyor ki sm o mf diiçiimsi11! Haıf mdir? Ü::;jim bağııım yittm duvan!" "Harfi, sesi, sözü m1ık birbiriııe vurup parça!ayayım da seııiıı!e bu iiçii o!makstifll

konuçayım!'121

"S eıı o!madıkpı, s min indyetiıı !Htfttmedıkçe gece-giiNdiiz nai!m ve kdfryemiı 1ıe değeli olabilir;

bu fCfit meyda11a ge/m çiire kim bakar ki?"22

Mevlana her ne kadar şürden hoşlanmadiğıru, kendisini şair olarak görmediğini söylese de o bir şairdir. Öyleki dizelerinin güzelliği, tıpkı, kutsallığın samimi ilam için, "varolu~çu" şartıngereği olan bir mabedin güzelliği gibidir23 .

Sezai Karakoç'un da dediği gibi; "Mevlana gibi rUh öncüleri şiirden öteye geçmişlerdi!, ama şüri de kendileı1yle beraber geçirmişlerdir. Dolayısıyla Mesnevi'de şiirden başka bir şey görmemek, insam yanıltu:."24. Ziya Paşa'nın dediği gibi;

':ş-dir demek öyle e hi-i hale iras-ı nakısedir kemale."

Mevlana, gerçekte "feıllıln, f:iilat" değil "ayrı bir planın deyişleri"ni seslendirdiğini

bizzat kendisi söylemektedir.

15 Seyyid Hüseyin Nasr, "Mevlana ve Tasavvuf Geleneği", Çev. Ethem Cebecioğlu, İ/im t'e Sanat, Sayı: 38, Mayıs 1995, s. 54

16 Annemane Schinımel, Ben Rüo:;ganm Sen Ate,r, Çev. Senail Özkan, Ötüken Yay., İstanbul, 2000, s. 54. 17 M. Erol Kılıç, Sufl ı~ Şiir, O.rmanlı Ta.rrmwf Şiirinin Poetika.ıı, İnsan Yay., İstanbul, 2004, s.70. 18 Bkz.]. C. Bürgel, "Mevlana'run Dil ve Şiir I-!akkmda Birkaç Önemli Beyti", Meı•ldnd ı•e Yatama Seıind,

Haz.: Feyzi I-!alıcı, Konya Turizm Derneği Ankara 1978, s. 219. 19 Mevlana Celaleddin-i Rumi, Diı•dn-ı Kebir'detı S efmeler, haz. Alıdulbaki Gölpınarlı, Ankara 199 5, s. 8. 20 Kılıç, Siift '''Şiir, s. 71.

21 Esnevi, I, 138, (1727-1730 b.)

22 MeJneı,ı: III, 120, (1493. b.)

23 Seyyid Hüseyin Nasr, a.g.m., s. 54. 24 Sezai Karakoç, Makamda, İstanbul 1980, s. 67-68.

126 tasavvuf

Çünkü ister kurallı ister kuralsız şiirde bütün ifade biçimlerinin kelime, harf, savt gibi yaratılmış ve bu açıdan kısıtlı araçlarla yapılıyor olmasından dolayı bunların hepsi nilüyerinde o sınır tanımayan gönle bir pranga vurmaktan geri kalmayacaktır25 .

İşte Mevlana'nın Mesnevi'de kullandığı "dil" aslında şiirin sınırlı kalıpları içine sığmayacak aşkınlığa sahip bir "dil"dir. Yani manadır, "feıllfuı, failat" değil. Bu dilin terennümü de Mesnevi'de "lisan-ı Mevlana" diyebileceğimiz Mevlana'ya has bir renk taşımaktadır.

Ahmed Avni Konuk bu hususa işaretle şunları söylemektedir: "Hz. Mevlana'dan sonra efrad-ı insaniyeden hiçbir ferde ayıklık kudreti ile beraber, halet-i mahviyet ve istiğrak nasib ve bu ınertebe ulum-i akli ve nakli'nin il1atası ve müşahedat-ı keşfı ve vicdaru müyesser olmamıştır ki Mesnevi-i 5 er!Jin mislini söyleyebilsin. 26

Mevlana'da "ınana", şekle öylesine hakimdir ki, O, Divan'ında, klasik Fars arılzunun tüm kurallarını yıkmıştır. Yine de «mana", ruh dünyasından geldiğinden ve kendi hevesleri ile hayallerinin mahsıllü olmadığı içindir ki bu, hep şekil güzelliklerini yansıtmıştır. Klasik vezin kuralları kitapları içinde pek hoş olmadığı ~nlatılan Divan vezinleri dahi, insanın rUhunu, dünyaya ait esaret zindanlarının ötesindeki muazzam seınaya çekme ve insanın içinde, o yüce sonsuzlukla birleşrnek için sınırsız bir neş'e uyandırma gücüne sahiptir. -İdrak kabiliyeri olan bir okuyucu için, onun şiirlerinin, ruhlar aleminin varlığı gerçeğinin en güçlü kanıtı olduğu da söylenebilir-27.

Mevlana'nın Mesnevi'sini genel olarak incelediğimizde orada muhtelif dini inanışlar, tasavvuf esasları, bilhassa "vahdet-i vücud felsefesinin tahlil edilmekte olduğu, münasip hikayelerle, Kur'an kıssaları anlatıldığı ve her bir 11ikayenin, telkin edilmek istenen fıkre tatbik olun d uğu görülür.

Bu arada Mevlana, sade, fakat düşündürücü deliller getirir, örnekler verip, anlatınak istediği şeyi açmaya çalışır. Hatta bu maksatla sıra dışı hikayeler bile söylemekten çekinınez. İyi incelendiğinde bu hikayelerin tasavvufı derinlikli, hikmetli metinler olduğu görülür.

Dizelerinin çoğunda bir mizalı duygusu vardır. Hatta dinleyicilerini şaşırtmak, belki de onları uyarmak için müstehcen gözüken ifadeler kullanmaktan da kaçınmaz.28 . Mevlana'ya göre bu çaba ınuhataba bir şeyler belletınek içindir ve ciddiye alınınası gerekir:

"Şaka ve latife, bir fCY belietmeye yarar.. oııu ciddi dinle; gb"riiııüpe !atife olufuna kapılma! Her ciddi {ey, maskara/ara gb"re maskara/ık, {akadır .. fakat akılılara gb"re de latifeler, ciddidir" 29

Ahmed Avni Konuk'a göre; "Hak teala Hazretleri 'Biz Kuran'da nas için her bir meselden bryan ve tasftfl ettik. 80 ayet-i kerimesi mucibince, Kur'an-ı Kerim Kerim'de esrar-ı maaniyi ve hakayık-ı ilahi'yi darb-ı emsal ve lllkayat-ı selef ile setr huyurduklan gibi, Cenab-ı Mevİana dalli maaniyi ve esrar-ı gaybiyi kıssa ve efsane perdesi altında mestur ve muhtecib kılınıştır; ta ki samiin ınahsüsden ına'küle intikal etsinler."31

'Mesneı;f bir bütün olarak düşünülmezse bazen sade ve tertipsiz parçalada karşılaşılır. Bir bütün olarak kabul ettiğimiz takdirde ise ondaki sadeliğin, tertipsizliğin, kemalin ve noksanın hülasa bin bir türlü tezalıürün kudretli bir ahenk içinde muazzam bir birlik

25 Kilıç, SUjfıJe Şiir, s.73. 26 Mevlana Celaleddin-i RUmi, Mwıeı1-i Şerij; Tercüme ve Şerh: A. Ami Konuk, c. I, s. 38-39. 27 Scyyid Hüseyin Nasr, a.g.m., s. 53-54, 55 28 Schimmel, Ta.raı•ı·ufun Boyutfaı1, Terc. Ender Gürol, Adam Yay., İstanbul 1982, s. 274-275. 29 Mesneı•f, IV, 284, (3558-3559. b.) 30 İsra, 17/89. 31 Mevlana Celaleddin-i RUmi, Me.rneı•i-i Şerf/, Tercüme ve Şerh: A. Avni Konuk, c.I, s. 39.

cengiz gündoğdu / mevlana'run mesnevl'sinde "mana dili"... 127

meydana getirdiği görülür."32 Bu sadelik ve sırursızlık, onun insan ve cihan ötesi ilahi alemle sürüp giden dostluğunun bir delilidir33.

Mesnevf, XIII. Yüzyılda bilinen akla gelebilecek bütün tasavvufı kavramlan içerir. Vahdet-i vücuddan kişisel tasavvufa, vecd halindeki aşktan dini kurallara bağlılığa kadar her ne ararursa onda bulunur. Çünkü onun ucu bucağı yoktur34.

Diğer taraftan Mesnevi'de kullanılan motifler çağının bütün geleneklerini de yansıtmaktadır. Tek bir şiir ve güzel söz söyleme biçimi yoktur ki, büyük bir ustalıkla kullanmış olmasın; bununla birlikte ince kafiyelı sözler düşünmekten usarup dizenin birine çoşkun tirilala takabilir, ya da mefailün fa'ilatun veznine uygun ilginç sözler de söyleyebilir. Bütün bunlarla aşk sırlannı anlatabilmek için okuyucularının ruhunu hazır hale getirecek bir kıvanç havası yaratır. 35.

Mevlana bu ahenk içinde zaman zaman esrar perdesini açmak için hikmetli bir dille okuyucunun ilgisini çeken sade hikayelere başvurur, bunları tahlıle tabi tutar, çoşkun beyitlerle süsler, bununla da yetinmez, ayet ve hadislerden delıller getirmek suretiyle harika bir taliliye usulü dener.

Bütün bunlarla birlikte Mevlana;

Saııır mısın ki Mesnevf sifzjerini oki!Jasın da ucuzca, bedavam duyasııı, mıli!Jamı?; Yahut hikmet J"ifzjeri ve gizli sırlar, koli!Jca kulağına girsin, ağiflla gelsin. Duyarstil di!Jarsm ama sana masa! gibi gelir .. dıf yiiifnii di!Jarsııı, iç yiiziinii değil!

Bir güzel, bapııa,yiiziim çarfafiııı öıtmiiç, senden yiiziiııii gizjemifl 36

ifadeleriyle Mesnevi'yi anlamanın onun iç yüzüne vakıf olmadıkça kolay olmayacağına dikkat çeker.

A. A vni Konuk da bu hususa işaretle şunları söylemektedir: "Kur' an-ı Kerim'in şanında nasıl ki: 'Çok kimseler onunla daıalete düşer ve çok kimse

hidayet bulur'37 vaı'id olmuş ise: Mesnevi-i Ma'nevi'nin şanıda öyledir. Her kim onu i'tikad ile okur ve kelam-ı Hak ile bilirse, o kimse kemal-i imana, belki derece-i velayete vasıl olur. Eğer bila i'tikad efsane ve hezl tavrıyla okursa velev alım-i ma'kul ve menkUl olsun, onun feyzinden mahrum ve belki meslubü'l-iınan olur"38

Mevlana kendisini anlatmak ve sahip olduklannı paylaşmak için bir metod ileri sürer: Bu da aymızdırabı çekme, aynı duygulan hissetme metodudur ki, buna "varoluşçu metod" adını verebiliriz. İşte Mevlana,

"Aynlıktan parra parça olmuç, ka/b isterim ki, içtiyak derdini açayım. •ü9

beyriyle bu fikri ifade eder. Ney iştiyak derdini anlatabilmek için kendisi gibi parça parça olmuş sine ister40. Mevlana aslında burada "göıünmek" ile "olmak" gibi biri yapay

32 Gölpınarlı, MeJilei'lnin Veled İzbudak çevirisine Önsöz, s. H. 33 İbrahim Emiroğlu, Sıiji ı•e Dil (Mel'laııd Örneği), İnsan Yay., İstanbul, 2002, s. 21.

34 Schimmel, a.g.e., s. 271-272, s. 272.

35 Schimmel, a.g.e., s. 274.

36 Memel'i, IV, 277, (3459-3462. b.) 37 Bakara, 2/26. 38 Mevlana Celaleddin-i Rı'ıml, MeJııel'f-i Şerif, Tercüme ve Şerh: A. Avni Konuk, c. I, s. 37-38. 39 Me.cnet•i, I, 1, (3.b.) 40 Mehmed Kaplan, "Mevlana'yı Nasıl Anlamalı?", Meto/and ı•e YaJama Seıoind, Haz.: Feyzi Halıcı, Konya

Turizm Derneği Ankara 1978, s. 32-37.

128 tasavvuf

diğeri gerçeklık olan iki olguya dikkat çekmekte ve "varoluş" için "olmak" olgusunu öngörmektedir.

Mevlana' daki bu "varoluşçu metod" okuyucuya verdiği rolü ve onu kendisiyle beraber yürütme için seçiği bir metoddur ve bunu Mevlana oldukça ustaca kullanmaktaclır. Çağnda kullanılan bazen girift bazen sade bu gergef dil, bir anlamda okuyan gönüllere merdiven olup onu kendi duygu dünyasına çekmektedir. Çünkü Mevlana'nın çağnsı, anlamak için satırlan dolaşmak, nakışlarda takılmak değil o satıriann sud ur ettiği kaynağın nabzına denk bir yürüyüşe iştirak ister. İşte bundan dolayı olsa gerek Mevlana'nın tesirinin uzun soluklu olması salt Mesnevf okumakla değil onun gönül dünyasındaki enginliğin yansımasma

iştirakle olmuştur.

Fün'ızanfer bu hususu te'yiden derki; "Aşikarclır ki, ululann sözlerinin mahiyetini anlamak, sırlarını idrak etmek, onlann fesahatlerinin derecesini ölçmek, yalnızca şiir

zevkine sahip olmak, edebiyatın lafza ait tekniğini bilmekle, sathi bir inceleme ve araştırma ile müyesser olmaz. Belki bu yolun esas şartı, cana aşina olmakla mümkündür. Bir kimse kendi ruhunu manevi latifelerle bezemedikçe, onlann sözlerinin inceliğini, anlatışlannın yüceliğini anlayamaz, başan elde edemez."41 Çünkü söz, meraını ve maksadı ileten anahtar olduğu gibi, bazen de anlamı kapatan bir kilit niteliğindedir42. Hatta surete takılıp kalma insanı yanlışa düşüren bir tehlikedir. Mevlana bunu, kendi Mesnev?sini örnek göstererek onun, sözlerindeki surete kapılanı azclırarak yolunu kaybettireceğini, manaya bakan kişiye yol göstererek doğm yolu bulduracağını43 şu beyriyle dile getirmektedir.

Mestıevi'nin sii'<feıindeki sdret de srJrete kapılam azdmr, yolunu kqybettirir, ma~tqya bakan

kiffye de yol giisterir, doğru yolu bu !durur++.

Bu nedenledir ki, bu yüksek aşk ve mulıabbet ikliminde dillendirilen "öz" bazen herkesin yudumlayacağı türden olmayan, ruhiini zevk ve neşveye sahip kimselerin duyabileceği bir mahremiyete de bürünmüş, aklın sınırlannın aşıldığı, mananın maddeyi gölgelediği bir boyut sergilenmiştir.

Çünkü "Mevlana, suretlerden SUretin aynını göstermek için değil, onlann örttükleri mana ve hakikati anlatmak için bahseder. Sufi görüşe göre, bütün dünya, bütün yaradılış, Tannnın varlığı, Allah'ın hakikatini hem gösterir, hem örter. Mevlana da aynı sıfatı dil ve şiirde de görür ve söylediği şiiri ve içinde perdelerren "mana"yı iyi anlatmak için okuyucunun yardımcı faaliyetine lüzum hisseder. Mevlana dilin perdelerne sıfatını iyi bilir ve dilin bu sıfatını hem noksan hem fayda olarak kabul eder. Dilin eksikliği hakikatin tam manasıyla ifadesine kafi gelmemesidir, onun faydası, şairin açık söylemek istemediği şeyleri perdelerneye imkan vermesidir. Hem Allah'ın sırnnı saklayan gayreti hem sufi olmayan kimselerin şüpheleri sufiyi, tanıdığı bazı sırlan ya söylememek ya da dil yardımıyla

perdelerneye zorlar."45 Mevlana kendini ifade edebilmenin zorluğunu Dıvan'ında şöyle dile getirmektedir:

Sırları elden çıkarqyım, diyorum,yapamıyorum O llları lqyık olanlara açıklqyqyım diyorum,yapamıyorum İçimde beni hof tutatı bir fey vaı;·

O ~ta parmak basqyım diyorum,yapamıyorum.f.6

41 Fürılzanfer, a.g.e., s. 219. 42 Emiroğlu, a.g.e., s. 33. 43 A.g.e., s. 34.

44 Memm: VI, 55, (655.b.)

45 Bürgel, a.g.m., s.218-221.

4G Mevlana, Di1d;ı-ı Kebir, Çev. A. Gölpınarlı. Ankara. 1992, IV, 889.b.

cengiz gündoğdu / mevlana'run mesnevi'sinde "mana dili"... 129

Mevlana hillini söze sığclıramamanın kendi elinde olmadığını da dile getirir:

Şimdi benim halim, siize sığma!"{; Zaten bu söylediğim tk beııim ahvalim değil, Aynada bir suret görürsün ya .. fakat o seııin suretiııdir, aynaımı deği/.47

Mevlana'ya göre Allah istemedikçe dil söyleyemez; dil söylediğinde de O'nun müsaade ettiklerinden başka bir şey söylemez;

Ya beni bırak, hiç söylemeyeyim;ya da i;;jıı ver, tamamıyla açıklayayım.

Yoksa m bmıu istiyor, ııe onu istiyorsan yine forman senin ... '48

N eyzeıı ney iifler. Fakat bu nefes ve bu nefesten çıka11 ses, ııeyiıı midir, neyzeııiıı mi .. bu ses, ııeyin

ham mı, ııevzeııitı harcı mı719

Mevlana'ya göre, kalbe doğan şeyler söylenmek istense bile söylenilmesinde iki engel vardır. Bunlardan biri peygamber buyruğu:

"Ben bunu tamamıyla söyleyemiyorum, f"iiııkii peygamberler men ediyorlaı: '50

Diğeri de okuyucunun idrak seviyesidir:

"Halka bundan fazla söylemeye imkan yok; deııi;;jn ırmağa sığması miimkiiıı değildiı: " ''Akıllanıı alacağı kadar a;ağı meıtebeden siiylemekteyim. Bu ayıp değil, peygamber'in içidir. " 51

''Bum! yüz türiii açar aıılatmm ama ince sörlerden insanın aklı siircer... Oııım ifiıı

va;;geçiyomm!'52

Bu konuda sonuç beyti ise şudur:

''Bu babis/er buraya kadar söylembilir; bundan soııra ııe zıthı/ra gelirse giifenmesigerektir."

"Söylersetı de faydası!\: Yüz binlerce cehd etseıı de aıılatmaya çahçsaıı yiııe açığa pkmaz'53

İşte bu yaklaşımdan dolayı Mevlana mana iklimini kendi ufk.unun sesi ve soluğuna denk düşen bir şür diliyle seslendirirken, büyülü sözleri kelime sarmalında, yariina açık, ağyara kapalı müphemlikler içinde bazen şathiyat diliyle sunmuştur.

Mevlana, bu iklimin "dil"ini ruhundan fışkıran farklı bir ses ve solukla hem çağınırl insanlan111, hem de daha sonrakileri "vahdet dükkanı" na çağnda kullanırken bu çağn11111 yüceliğine uygun muhtevada bildik bir edebi tür olan Mesııevi adını verdiği bir zarf kullanmıştır. Fakat mazrufun dalga boyutu o kadar aşkın olmuştur ki, mesnevi denince akla zarf değil bizzat Mevlana'nın Mesııevi'si gelir olmuştur.

2- Mesnevi Tercüme ve Şerh Geleneği

Mevlana,

47 Mesıım; II, 137, (1791-1792. b.)

48 Me.rıım; II, 119, (1555-1556. b.)

49 Me.rneıf, II, 137, (1793. b.)

SO Memeı'i, I, 135, (1680. b.)

51 Mmıeıi, I, 304, (3810-3811. b.)

52 Mesııwf, IV, 74, (902. b.)

53 Memeı>i, VI, 368, (4620-4621. b.)

130 tasavvuf

"Biz dm sonra Mes11evf {ey h lik edmk ve ara)'atı!ara doğm yolu giJsterecek; 011lan yöııetecek ve onlara iiııderlik edeı~ktir. '154 .

derken aslında yaptığı çağnnın baki hakikatierin kendi faru varlığıyla kayıtlı kalmaması, kendisinden sonra rehber olarak Mesııevf{ieki hakikatierin alınması gereğille de elikkat çekmekte ve buJıeyanlanyla Mesııevf'yi herkese açmaktadır.

Eflaki'nin naklettiğine göre; "Bir gün müderris-zade Şemseddin kendi hücresinde uyumuş, dalgınlık ve unutkanlık yüzünden de Mesııevi'yi arkasına koymuştu. Birdenbire 1\Ievlana içeri girdi, o kitabı bu vaziyette gördü. Bunun üzerine Mevlana şöyle dedi: 'Demek ki, bizim bu sözümüz arkaya atılsın' diye söylendi. Tanrıya tekrar tekrar yemin ederim ki, bu mana, güneşin doğduğu yerden, battığı yere kadar bütün dünyayı kaplayacak ve uzak iklimiere gidecektir. Hiçbir mahfıl ve meclis olmayacak ki orada bu sözler (Mesnevf) okunmuş olmasın; hatta o dereceye kadar ki, mabetlerde, zevk ve safa yerlerinde okunacak, bütün milletler bu sözlerle süslenecek ve onlardan faydalanacaklardır."55

Gerçekten de tarih 1\fevlana'yı yalanlamamış, Mesnevf yüzyıllar boyu sadece Mevlevi mahvilleı'inde değil pek çok mecliste el kitabı, başvuru kaynağı olarak vazifesini idame ettirmiş tir.

Mesnevf sadece }\nadolu topraklannda değil doğu-batı pek çok ülkede okurrup tercüme ve şerh edilmiştir. Mevlana'nın doğu aleminde en geniş tesiri Hint-Pakistan yanmadası ve İran'da olmuştur. Böylece hem Me.mevf Urduca'ya defalarca tercüme edilmiş, Farsça, Urduca ve Pencap dilleriyle şerhler yapılmış, hem de Mesnevf ile ilgili, sözlükler, dizinler, antolojiler oluşturulmuştur%.

Mevlana ve Mesnevfye yönelik ilgi Selçuklu sultanlarının saraylarında Mesnevf.yi Şerif okutup, Mevlevi ayini icra ettirmeleri ile başlamış, bu ilgi daha sonraki dönemlerde de artarak devam etmiştir. Özellikle Osmanlı padişahlan tarafından lv!esnevlye büyük ilgi gösterilip bu eserin tercüme ve şerlıi için bazı ulema ve sılfıler görevlendirilmiştir57

Kaplan'ın dediği gibi: "Hiçbir Osmanlı aydını tasavvur edilemez ki Mesnevfyi okumamış, onda geçen hikaye ve hikmetleri işitmemiş olsun. Türkiye'de Kur'an'dan sonra camiye giren iki kitap vardır: Mev!id ve Mesnevf, Kur'an ve Mevlid, umılmi olarak sadece okunuyor, Mesnevfise Oıem okunuyor hem de) şerh ediliyordu.''58

Hüseyin Vas saf, Mesnevlnin bu vasfını şu beyitle dile getirmektedir:

Salik-i rah-1 Hudaya pı{vadır Mesmvi Cümle erbdb-ı tadka rehııümadır Mesııevi

Bu özellik, Mevlana'nın tasavvuf terminolojisinde bilinen şekliyle müridliği, dervişliği, postnişinliği ve şeyhliğinden ziyade; onun Allah'la münasebetlerinde bir aşk u iştiyak

insanı; Allah'tan ötürü kendisine teveccüh edenler karşısında da bir muhabbetullah sakisi olmasından kaynaklanmıştır.

Mesnevf'ye samimi olarak yönelenler ve ondaki özü yakalamak isteyenler adeta Mevlana'nın da beraber yürüme talebine cevapla önce onu okumayı, bu şekilde ondaki incelikleri yakalamayı denemek istemişler, "Mesnevi'nin her beytinin her kelimesinde, hatta

54 Sipchsalar, Meddııa ı·e l~ttujindakiler, Tcrc. Tahsin Yazıcı. İstanbul, 1977, s. 75

55 Eflaki, a.g.e., I, 312.

56 Schimmel, a.;;.e., s. 279. 57 Sahih 1\hmcd Dedc, Meıim1eıiıı Taıibi (Meonuatu't-Teıudbi'I-Medeı~!J''), çeY.: Cem /:orlu, İnsan Yayınları,

İstanbul2003, s. 45. 58 Kaplan, a.g.m., s. 28.

cengiz gündoğdu / mevlana'run mesnevi'sinde "miina dili"... 131

her harfinde gizli manilar bulmuşlardır."59 Böylece sohbet meclislerinde, tekkede ve ilmi mahfillerde Mesnevi okuyup okutma ve açıklama yapma yaygınlaşmış, bu aktanmlar esnasında din, ahlak, şiir, edebiyat, tarih gibi geniş bir alanda dolaşılmıştır60 . Bilahare Mesnevi okuyup açıklama yapma yaygınlaşmaya başlamış, bu işi yapanlara "Mesnevihan" denilmiştir. Hatta bu çabalar daha ileri gitmiş ve Mesnevlyi ezberleyenler dahi olmuştur. Mesela Molla Cami (ö. 1492) Mevlana'ya büyük bir sevgiyle bağlanmış altı ciltlik Mesnevlyi ezberleyecek kadar Mevlana'nın etkisinde kalmıştır61 • Bu arada özellikle XVI. YüzyJ.l.dan itibaren Mesneviyazıcılığı da o kadar yaygınlaşmıştır ki, mesela aynı zamanda bir hattat da olan Cevri (ö.1065/1654) Mesnevlyi 22 kere yazmıştır62.

Mesnevi'ııin şöhretinin yayılmasıyla birlikte, yalnız Mevlevihanelerde ve Mevlevilere değil, Mevlevi olmayanlara da Mesnevi'yi açmak için Dam'l-Mesnevi'ler kurulmuş, oralarda Mesnevi okuyanlar, onu okutmak üzere icazetnameler almışlardır. Fatih devrinde açJ.l.an Kalenderhanele :de Mesnevi okunmuş, III. Ahmed zamanında Damat İbrallİm Paşa'nın yaptırdığı medresdere girmiş hatta camilerde bile Mesnevihanlann bu kitabı dil ve mana bakımından tahlile koyulduklan görülmüştür.63.

İşte Mesnevi şerhi olarak bize intikal eden kitaplann bazJ.l.an bu Mesnevi meclisierindeki sohbetlerin yazıya geçirilmesi ile oluşmuştur. Bir çoğu ise müellifleri tarafından bizzat kaleme alınmıştır64.

Bu teşebbüsler sayesinde Osmanlıda XVI. yy.dan itibaren Mesnevi kültürü oldukça geniş bir çevreye yayılmış böylece Mevlana'nın duygu dünyasına iştirakte istekli olan muhibleıin ondan daha fazla istifade edebilmeleı-i ·için Türkçe'ye tercüme ve şerh edilmesi zorunluluğu ortaya çıkmış bu bağlamda sadece Mesnevlyi daha iyi aniaya bilme ve ondaki ibarelere tam vukufiyet için Farsça-Türkçe lügatler dahi yazılmıştır65 •

Bu çabayla birlikte bir çok mutasavvıf tasavvuf tefekkürünün Türkçe'de nesirle ifade sırlannı kurcalanıış ve devirlerinin Türkçe'sinde hayli zengin bir kelime hazinesi oluşturmuşlardır66.

Tercüme ve şerhler yapJ.l.ırken Mesneviaen bir veya birkaç seçme beyit, bazen bir hikaye bazen de bir bölüm seçilmek suretiyle beyitlerin muhtevası doğrultusunda yorumlar aktanlmıştır. Böylece bir taraftan ı'vlesnevi tercüme ve şerh edilirken diğer taraftan onda yer alan bazı beyitler eser yazanlar için ilham kaynağı olmuş hatta ondan bazı beyitler alınmak suretiyle MeSJZevlye küçük büyük bazı nazifeler de yazılmıştır.

A- Mesnevfnin Tesirinde Yazılan Eserler

Mesnevlnin ilk ciddi tesiri Sultan Veled (ö. 712/1312)'in ilk mesnevisi olan İbtiddname (Veledndme)'de 67 görülür. Sultan Veled, babasına benzemek maksadıyla Mesnevi usUlünde

59 Kaplan, a.g.m., s. 29. 60 Mehmed Dcmirci, "Mesnevi Şerhleri \"e Şarihleri Hakkında Birkaç Not", Kubbea!tı Akademi Mecmua.rı, Yıl:

33, Sayı: 1 Ocak 2004, s. 20. 61 Emine Yeniterzi, Meıidtıd Ce!dleddiiı Rı/mı: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., i\nkara, 1995, s. 103. Molla Cami,

yine Meme!'! nin ilk iki beycini hacimli bir kitapta şerh etmiştir. (l\iolla Abdurrahman b. i\hmed Cami, Şerh-i du­bCJıf e::;_-Me.rneıi, Tahran, 1934, 463. Bk. Mehmet Önder, A1etidııd Bıbliyografja.rı, (Yazmalar), Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara 1974, Il, 192)

62 Yeniterz~ a.g.e., s. 99. 63 Gölpınarlı, Veled İzlıudak'ın Mwıeı'içcvirisine "önsöz", s. II-T. 64 Demirci, a.g.m., s. 20. 65 Muhammed Şabanzade'nin Muc;f;im'l-İrkd!i bu rnaksatla yazılmış bir eserdir. bk. Gölpınarlı, Meı,fdnd'daıı

S onra Meı,feı-ilik, s. 147.

66 N. Sami Banarlı, Rc.rimliTiirk Edebi),alt Tatihi, .MEB Yay., İstanbul, 1987, II, 669. 67 Sultan Veled bu eseri 690 senesinde 94 günde tamarnlanuştır. Sahih i\hmcd Dcdc, Aiecmuatii't-Teı'iitihi'I­

Meı'leıiye (1\1el'!eıi!eriıı Tarihi), Haz.: Cem Zorlu, İnsan Yay., İstanbul2003, s. 203.

132 tasavvuf

de onun yolunu takip etmek istediği için bu eserini yazdığım söyler ve "Gücüm yettiğince 0

Haz:ete beıızemeye çalırtım, ama buııa imkaıı yoktu" det'8. Yine babasının Mesııevi'sinin vezninde ve aynı tarzda kaleme aldığı Rebdbname ile İntihaname de Sultan Veled'in Mesııevi etkisinde yazdığı eserlerdir69•

Yunus Emre (ö. 648/1240-41)'nin şürleriyle Mevlana'nın şürleı-i arasında da bazı benzerlikler vardır70 . Hatta bazı şiirleri Mevlana'dan Türkçe tercümeler mahiyetindedir71. Yine Aşık Paşa (ö.733/1332)'nın Garib-ııame'sinde büyük ölçüde Mevlana'nın tesiri görülür72. Gülşehri (ö.717 /1317'den sonra.), Felekııame'de Mevlana'nın Mesnevi'sinden geniş ölçüde yararlanmış73 Feridüddin Attar'ın Mantıku't-T qylını esas alarak meydana getirdiği eserinde de Mevlana'nın etkisinde kalmış ve Mesnevi'den bir çok hikayeyi kullanrnıştır74. Ahmed Eflaki(ö. 761/1360), Mesnevi'den özellikle tanık olarak aldığı beyitler bakımından çok yararlanmıştır. Denilebilir ki, Eflaki'nin 745/1344 yılında bitirdiğiAn'jlen'n Menkıbeleri(Menakıbu'!-An'fin)'nde geçen beyitlerin yüzde doksan beşinden fazlası

Mmıevi'den alınnuştır75 . Dede Ömer Rı.lşeni(ö. 892/1487)'nin Çoban-name, Miskiıılik-name, Ney-name adlı eserleı-i de l\1:evlana'nın Mesnevlsindeki konu ve ınulüeva esas alınarak

işlenmiş76 , bu eserlerde Mesnevlnin bazı beyitleı-i manzum olarak tercüme edilmiştir. Mesnevlyi ilham kaynağı alarak oluşturulan Türkçe mesnevilerden en mühimi ise İbrahim Gülşeni(ö. 940/1534)'nin Manevlsidir. Mevlana'nın Mesııevlsine nazire olarak yazılan ve kırk bin beyti ilıtiva eden bu eserde bir çok beytin Mevnevi'den nakledildiği görülür77. İbrahim Gülşeni aynca Me.ınevlde geçen "Çobanla-Hz. Musa Kıssası" nı Çoban-name adıyla Türkçe müstakil bir manzuıne olarak kaleme alrnıştır78 .

Mesııevi, Mevlevi olsun veya olmasın birçok mutasavvıf, alim, edip ve şaire ilham teşkil etmiş 79 ve bu yazarlar eserlerinde Mesııevlyi esas tutmuş, bir kısmında onu tanzir etmiş ve yer yer de Mesnevlden beyider alarak adeta bir Mesnevitercüme ve şerh geleneği yanında bir de "Mesnevi Edebiyatı" nın doğınasına sebep olmuşlardır.

Oldukça hacimli bir eser olan80 Mesııevi'nin, sırlannın anlaşılmasrnın güçlüğünden dolayı, Mevlana'dan hemen sonra alimler, mutasavvıflar onun müşkül noktala11n1 açıklamak, kanşık yerleı-ini çözmek için uğraşmışlar; gerek manzum gerek mensı.lr, Arapça, Farsça, Urduca, Türkçe ve sair dillerde bütün Mesnevi defterlerine, yahut onlann muhtelif

68 Sultan V el ed, İ/Jtidd11dme, çev. Abdulbaki Gölpınarlı, Ankara, 1976, s.2.

69 Eflaki, a.g.e., II, 23-24 7° Cemal Anadol, Goiıüller Sultam YuııuJ Emre, Kamer Yay., İstanbul 1993, s. 59.

71 Yenitcrzi, a.g.e., s. 98.

72 Günay Kut, "Aşık Paşa", DİA, TV, 2. 73 Mustafa Özkan, "Gülşehri", DİA, XIV, 250; Yeniterzi, a.g.e., s. 98. 74 Saadetlin Kocatürk, Giii.Jebri ıe Fe!ek-ııdme, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 2000, s.27-28; Özkan,

a.g.mad., XIV, 251 . 75 Eflak:i, a.g.e., T, 31.

76 Mustafa Uzun, "Dedc Ömer Rılşeni", DİA, s. 82. 77 Himmet Konur, İ/Jrabim Gii~reııi, Hayatı, E.rer!eri, Tarikatı, İnsan Yay., İstanbul, 2000, s. 180; Nihat

Azamat, "İbrahim Gülşeni", DİA, XXI, 304. 78 Konur, a.g.e., s. 196. 79 İlıniye sınıfından olup da Me.rıte~i'ye şerh yazanlardan biri de Molla Fenari (ö.835/1431)'dir. Molla Fenari

Me.rııednin mukaddimcsini Jer!Ju Dibdati'I-Me..-ııeti adıyla Arapça olarak şerh etmiştir. İki varaktan ibaret olan bu ~sale için bk. Fenari, Jer!m Dt1Jdırti'I-Me.met'f, Süleymaniye Ktp. Esad Efendi Bül. No: 3684;. Süleymaniye Ktp. Aşir Efendi Birn. No: 440/5 ..

80 Vf ciltten oluşan Me.rnerlnin cilt sayısında olduı;ou gibi bcyit sayılan konusun da ihtilaf vardır. Cilt sayısının altı odu!',ou huwsunda genel ittifak olmakla birlikte bcyt sayısmda bu ittifak yoktur. Bu farklılık muhtemelen müstemihlerin MevEma'ya ait olduğunu düşündükleri llfwıel'i üslubundaki ilavelerden ve çıkarmalardan kaynaklanmıştır. Mesela Eflaki'ye göre 26660 olan beyit sayısı Gölpınarlı'nın nüsha farklanıu da göstererek hazırladığı şerhe göre 25669'dır.

cengiz gündoğdu/mevlana'nın mesnevl'sinde "mana dili"... 133

kıs1mlaıma bir çok şerhler yaznuşlar, antolojiler oluşturmuşlar, telifler meydana getirmişlerdir81 . Bu çabalar XIV. Yüzyıldan itibaren artan bir hızla devam etmiştir.

XVI. Yüzyılın sonu ile XVII. Yüzyılın başında yaşanuş olan ve gerek Mevlana'ya bağhlık ve saygısı gerekse Mesnevf merkezli çalışmalanyla adeta bir Mesnevf mütehassısı diyebileceğimiz Halveri Şeyhi Abdülmecid Sivasi (ö. 1049/1639)'nin bu yönüyle ilgili çalışmalauru tanıtmadan önce dönemine kadar yapılnuş olan Mesnevi tercüme ve şerhlerine kısaca temas edelim.

B- Abdülmecid Siviisi'nin Dönemine Kadar Yapılan Mesnevf Tercüme ve Şerhleri

a- İlk Türkçe Mesnevi Tercümesi Daha Mevlana' dan kısa bir süre sonra onun eserinden iktihas ve seçmelerle başlayan

tercüme ve şerh geleneğini içinde sayısız eserin kaleme alındığı görülür. Bu kategoride ilk Mesnevf tercümesi olarak kayıtlara geçen eser Muinüddin b. Mustafa

(Muini)'nin, 839/1435-36 tarihinde yazdığı ve Sultan IL Murad'a (ö. 855/1451) sunduğu Mesnevi-i Muradf(Mesnevf-i Manevi)'sidir. Muini bu eserinin Mesnevi'den intihab olduğunu, bu intihabı Sultan IL Murad için yaptığını söylemektedir. Muini eserinin Mesnevi' den intilıab olduğunu söylemesine rağınen birinci cildin. tam bir tercüme ve şerhidir. Yani Muini altı ciltlik Mesnevi'nin birinci cildini intihab etıniş ve bu intihabı da şerh ederek iki cilde sığdırnuştır82.

Bu ilk Mesnevi tercümesinin padişaha sunulınuş olması Mesnev?nin Osmanlı padişahlan nezdinde kabul gördüğünün bir işaretidir. Nitekinı daha sonraki dönemlerde de bu eserle ilgili çalışmaların bir çoğunun padişahlara sunulması bir gelenek halini alnuş bazen de padişahlar bizzat Mesnevi'ye şerh yazılmasını isteyebilmişlerdir.

b- Mesnevi'den Seçmelerle Oluşturulan Tercüme ve Şerhler XVI.yy.dan başlayarak yoğun bir şekilde Mesnevi'den seçmeler (Antoloji/Muntehabat)

yapılnuş ve seçilen belli sayıdaki beyider tercüme ve şerh edilmiştir. Y azılış taı1hine göre değerlendirdiğimizde ilk derli toplu seçmelerden biı1nin XVI. yüzyılın ünlü Mevlevi şairlerinden biri Yenicevardar'lı Yusuf Sine-çak (ö.953/1546)'ın Mevl:l:na'nın

Mesııev?sinden 366 beyit seçerek meydana getirdiği Cezfre-i Mesnevi133'si olduğunu söyleyebiliriz. Sine-çak, Mevlana'nın Mesnev?sinden aralannda anlam bakınundan

münasebet bulunan beyideri seçmiş, böylece küçük de olsa bir eser vücuda getirmiştir. Yazıldığından beri Mevleviler arasında çok tanınan ve benimsenen bu eseı1n Farsça­Türkçe Manzum ilk tercümelerinden biri Dal Mehmed Paşa'nın 1004/1595 tarihli, Cez!re-i Mesnevi Tercüme.rı' dir84.

Bu eser aynca Şam Mevlevihiinesi şey hi Bağ d atlı Mehmed Alemi D ed e (ö. 1020/1611) tarafından 1571 tarihinde Türkçe olarak Şerh-i Cezfre-i Mesnevf5 adıyla şerh edilmiştir86 .

81 Fürüzanfer, a.g.e., s. 222; Gölpınarlı, Me.rneı-'i'nill Vcled İzbudak çevirisine Önsöz, s. H-T. ; a.g.mlf., Me.rned re Şerhi, "sunuş", s. XVII, a.g.mlf., Meıldnd Mii'(!.ri Yac;:ma!ar Kata/oğu, II, Ank. 1971, s. 239; Mwıel'i'den yapılan incihaplar için bkz. Önder, a.g.e., II, 95 vd.

82 Kemal Yavuz, Memeı'i-i Murddiye, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1982, VII, XII, XV. 83 Bu eserin nüshaları için bk. Yusuf Sine-çak, Ce;::zlr-i MeJıım; Süleymaniye Ktp. HaletEfendi ilavesi, nr. 78;

Laleli, nr. 1910; M. Arif-M. Murad, nr. 74/1; Nafiz Paşa, nr. 440/2, 449; Şehid Ali Paşa, nr. 2771/3; Pertev Paşa, nr. 635/1.

84 Bu eserin müellif hatti için bkz. Ankara Umumi (İl halk Ktp.) nr: 407. (Önder, a.g.e., II, 152). 85 Bu eser ve nüshaları için bk. Alemi Dede, Şerh-i Ce:jre-i Me.rneı>f, Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, 263;

Hacı Mahmut Efendi, nr. 2526, 2636, 2846/1, 2422; Lala İsmail, nr. 131/1, Mihrişah Sultan, nr. 232; Pertev

134 tasavvuf

Daha sonra Abdülmecid-i Siviisi Ceifre-i Mesnevi'yi 1011/1602 tarihinde Şerh-i Ceifre-i Mesııevi adıyla şerh etıniştir87.

Bu dönemde kaleme alınan bir diğer intihab da Şam Mevlevihanesi şeyhi Sabılhi Ahmed b. Muhammed (ö. 1057 /1647) tarafından yapılmıştır. Sahilili Ahmed Dede Mesnevi'rıin altı cildinden başka başka beyitleri intihab edip admı İhtiyarat-ı Sabuhi koymuş, daha sonra bu eseri Türkçe şerh etıniştir88.

c- Mesnevi'nin İlk Türkçe Tam Şerhleri Şu ana kadar ki tespitiere göre Mesnevi'nin Türkçe ilk tam tercüme ve şerili Mustafa

Şem'i (ö.1009/1600'den sonra)'nin 995/1586'da Sultan III. Murad'ın "Kitab-ı Mesnevi}i Ş erıJ'i Türki !isan üzere rerh edesitı" emri üzerine yazmaya başladığı Şerh-i Mesnez;f adlı eseridir. Şem'i 1002/1593 tariiline kadar tamamladığı beş cildi padişaha sunmuştur. Bir süre hastalığı sebebiyle ara verdiği şerlllne 1003/1594 senesinde III. Murad'ın vefatından sonra yerine geçen III. Mehmed'in emri üzerine yeniden başlamış ve altıncı cildi 1005/1596'da tamamlayıp, III. l'vfehmed'e sunmuştur89. Bu dönemde yazılmış bir başka şerh de Bosnah Si'ıdi'rıin (ö.1005/1596) pek tanınmaıruş olan şerludir90.

Mesnevi tercüme ve şerhleriyle ilgili çalışmalarda genellikle bu şerhlerden sonra tarih sırası itibariyle ilk tam tercüme ve şerh İsmail Rüsılhi Dede (Ankaravi) (ö.1041/1631)'ye aittir. Ankaravi, önce Mesnevi'de geçen ayet ve hadislerin manalan ile ilgili olan beyitlerle,

Arapça beyitlerin, ve anlaşılması güç bir takım kelimelerin şerhini konu alan Cdmiu'l-ijyaı91

isimli eseri, daha sonra Mwıev?rıin ilk onsekiz beyirini ve müşkil kelimelerini izah için kaleme aldığı "Fatihü'!-Ebyat' adlı ikinci bir eserini birleştitip genişletmek suretiyle

Mecmuatu'I-Letdif ve Matmuretu'!-Maari./2 adlı Mesnevl şerlllni oluşturmuştur. Bu çalışmalanyla Hz. Şarih unvanı alan Ankaravi haklı bir şöhrete kavuşmuş; eseri Mesnevi}i anlama hususunda en önemli kaynak olarak kabul edilnliştir. Yazdığı Mesnevi o kadar kabul görmüştür ki, ondan sonra ivfesnevi okutacak kimselere verilen okuma ruhsatlannda onun yolu ve usulü başlıca şart olarak kabul edilnllştir93 .

Bu eserin İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi, Pertevpaşa Kitaplığı 306 ve 307 numaralarda kayıtlı bulunan ve bizzat Ankarav-i tarafından Derviş Ganem'e yazdınlan altı

Paşa, 619/11; Tahir Ağa, 400; Zühdi Bey, 545. İlmi (Alemı) Dede'nin bu şe;hi daha sonra Abdullah Bosnevi (ö.1054/1644) tarafından Ceo;ire-i Me.metiadıyla nazmedilmiştir.

86 Sahih i\hmed Dedc, Medeti!eti12 Tarihi, s. 291; Gölpınarlı, Metidtıd'datı Sotıra lv!er!etflik, s. 125; Önder, a.g.e., II, 147.

87 Ce::jı~-i MeJtıeıi ve şerhleri konusunda bk. Gölpınarh, Merldtıd'datı Sotıra Jl.1etieti!ik, s. 125-126; Hüseyin Ayan, CewiHtl)>dlı, Edebi KiJ"ilifi Emieri re Dit>lıı'ıttttı Tetıkid/i Metm; Atatürk Ün. Ed.Fak. Yay., Er7.urum, 1981, s. 17; Şeyh Galib, Şerh-i Ce::fre·i Me.mel'f, haz. Turgut Karabcy, Mehmed Vanlıoğlu, Mehmed Atalay, Atatürk Üniv. Fen-Ed.Fak. Yay. Erzurum, 1996, s. 9.

88 Salıih Ahmed Dcde, a.g.e., s. 293; Önder, a.g.e., II, 174, Eserin bir nüshası Süleymaniye Ktp., Esad blm. Nr. 1310'de bulunmaktadır. (Amil Çelebioğlu, "Muhtelif Şerhlcre Göre Mesnevi'nin İlk Beyriyle İlgili Düşünceler", E.~·ki Türk Edebiyatı Arapırma!an, MEB Yay., İstanbul, 1998, s. 544-545)

89 Sahih Ahmed Dede, a.g.e., s.277-280; eserin bir nüshası Süleymaniye Ktp., HaletEfendi blm. Nr. 334'da bulunmaktadır. (Gölpınarlı, Merldııd'daıı Soııra Merleı•f!ik, s. 142-143)

90 MeJtıet•!nin tarih itibariyle ilk tam şerili Kcmiileddin Hüseyin b. Hasan cl-Harezmi (ö.840/1436) tarafindan Kiitıtic;u'f. Hak.dyık,ji mmüc;:u'd-dakdik, (1-III c) adıyla yapılan Farsça şerhidir. Pek tanınmamış olan bu eserin şerhine 833/1430 tarihinde başlanmıştır. Mwıel'f'nin üç cilcliı1İn şerhidir. 1069/1658'de ya:-:ılrmş bir nüshası İstanbul Üıuv. Kütp. 'de bulunmaktadır. (Gölpınarlı, Merldtıd'datt Sonra A1et1m1ik, s. 141)

91 Konya Mevlana Müzesi Kütp. 2081, istinsah tarihi, 1024/1615, (Önder, a.g.e., II, 166); Süleymaniye Ktp, Antalya Tekelioğlu, 390, intinsah tarihi, 1024/1615, müstcnsih, Dcn·iş Ganem. (Bkz. Erhan Yetik, İrmaif-i Ankarat•i Hayatı Ü.>Tr!eti tt Ta.rat•ıufl Giirii}leri, İşiiret Yay., İstanbul 1992, s. 92).

92 Yetik, s. 60, 88, 91(Esere Memıuatu'!Letdif tr A1atmuretu'f.Jı1adrif isimi Ankaravi tarafından verilmesine rağmen bu isim hemen hiç kullanılmamış, kısa olarak ya Şethu'Uı1eJtıeıi, Şerh-i Atıkarati denilmiş veya şerbin başına bakılarak Fatiha '1-Ebydt adı ile yetinilmiştir. Y etik, a.g.e., s. 68) ·

93 Yetik, a.g.e., s. 60; a.g.mlf. "Ankaravi İsmail Rusı'ıJıi", DİA, III, 212.

cengiz gündoğdu / mevlana'nın mesnevi'sinde "mana dili"... 135

ciltlik nüshasın.ın I-III ciltleri 1033/1623, IV-VI. Ciltleı-i 1035/1625'de, VI. Cilt ıse

1036/1626- senesinde tamamlanmıştır94. Ankara vi:, M es nevi' nin altı cildin e benzetilmiş ve bir ölçüde de başanlı olduğu söylenen bir yedinci cildi de yarularak şerh etmiş ve o tarihten bu yana yedinci cilt meselesi tartışılan bir konu olmuştuı-95 .

Ankaravi:'nin Mesnevl ile ilgili bir diğer çalışması da Mesnevt'de geçen müşkil beyitlerin ve hikayelerdeki maksatlan açıklama amacıyla hazıdadığı Hall-i Mü[kilat-ı Mesnevi adlı

eseridir. Ankaravi: bu eserinde önce şerhini gereklı gördüğü beyideri seçmiş, sonra bunlan ayet ve hadisiere müsteniden açıklamıştır96 . Ankaı-avi'nin bir başka eseri de Mesnevi'den seçilen bazı beyitleı-in şerlıi olan T uhfetü '1-Berere' dir97 .

Mesnevt şerhlerinde genellikle müdlifler Mevlana'nın "mana dilı"nin benzersiz beyanlanru çözme ve anlama adına onun kullandığı rumuz ve nüktelerin incelık ve hakikatlerini, beyitler arasındaki münasebetleri ve bunlartn hangi ayet ve hadisin mazmunu olduğunu beyan ve tahkik etmeye, anlaşılınayan yerleri vuzuha kavuşturmaya

çalışmışlardır. Bu arada farklı meşreblerdeki şaı-ilı.lerin kendi meşreb ve mülahazalannı özellikle vahdet-i vücud düşüncesini benimseyen sufilerin bu anlayışlarıru Mesnevt eksenli açıklama eğilinıinde oldukları da göiülmektedir.

Son dönemlerde Mesnevi: şerhleri üzerine yapılan bazı etüdlerde şarilı.lerin kendi meşrebleri doğrultusunda Mevl:'ina'nın inançlaımı tahlıl etmiş olmalan eleştiı-i konusu olmuş, Mevlana'nın sözleı1ni herhangi bir tasavvuf sistemine uyduı-maya çalışmadan, olduklan gibi, basit manalanyla kabul etmek gerekir şeklınde yaklaşımlar ileri sürülmüştür.

Mesela Füruzanfer; "Şarihler, kendi bilgileı-inin, kendi fikirlerinin derecesi ile Mevlana'nın inançlarıru tahlil edip izah ediyorlar. Bazıları da Mesnevlnin müphem yerlerini çözmek için lıikmet ile felsefe kitaplannın yardımına müracaat edip, hakimiet-in yollan ile Mesnevlyi şerh ediyorlar. Eğer bu zahmetler yeı-ine Mesnevfnin kendisini dikkatle mütalaa etseler, incelemede bulunsalardı onu daha iyi şerh edebilirlerdi."98 derken Memevi'nin yine Mesnevl ile şerh edilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Gölpınarlı da aynı kanaate "Mesnevt'yi şerh eden de yine Mesnevt'dir." değerlendirmesiyle iştirak etmektedir99. Aslında Gölpınarlı bu görüşü ileri sürmekle beraber kendi şerlıinde eski şarihlerin yorumlarından faydalanmayı da ilı.mal etmez ve birçok şarilıin yaptığı gibi Mesnevlyi tasavvuf geleneğine göre yorumlar.

Gölpınarlı diğer tarftan şaı-ihlerin Mesnevfyi şerh ederken Mevlana'nın diğer eserlerinin, hayatıyla ve felsefesiyle ilgili ana kaynaklann tetkik edilmesi gerektiğini söylemektediı-100 .

Ahmed Ateş de, eski şarihlerin yapmış oldukları yorumlada "Mesnevlnin manasını izah değil, bilakis iğlak ettikleri tezini ileri sürmüştüı-101 . Ateş, bu şerhleri yapanların aslında kendi fikirlerini ortaya koyduğu kanaatindediı:. Buna sebep eski şarilı.leı-in metne bağlı olmayışlan, ona metinde bulunmayan fikirleri katmalandiL Ateş'e göre Mesnevt'yi anlamanın yegane yolu, esas olarak, bütün şerhleri bir tarafa bırakıp, Mevlana'nın sözlerini

94 Yetik, a.g.e., s. 75-76. 95 Yetik, a.g.e., s. 75. 96 Bu cs;rin tanıturu ve nüsha değerlendirmesi için b k. Y etik, a.g.e, s. 109 vd.; a.gmlf., "Ankara vi İsmail

RusıJhi", III, 212 97 Bu eserin tanıtımı ve nüsha değerlendirmesi için bk.Yetik, u.g.e, s. 108 vd.; a.grruf., "/\.nkaravi İsmail

Rusılhi", III, 212.

98 Füruzanfer, a.g.e., s. 222.

99 Gölpınarlı, Me.rno~· ı·e Şerbi, !, 12. 1 OO Abdulbaki Gölpınarlı, Meddııd 'dan S onra Meı•!m'!ik, İnkilap Kitap evi, İstanbul1953, s.149. 101 Ahmet Ateş, "Mesnevi'nin İlk Onsekiz Beytirlin Manası" Fual Köprüiii Armağum, İstanbul1953, s.37 vd.

136 tasavvuf

herhangi bir tasavvuf sistemine uydurmaya çalışmadan, oldukları gibi, ilk ve siyak içindeki basit manalanyla kabul etmektir102.

Ateş'in bütün şerhleri bir tarafa bırakarak metni ilk ve siyak içindeki manalarıyla kabul etme şeklindeki yaklaşımı aslında Türk kültüründe önemli bir yeri olan şerhleri toptan reddetmek, Mesnevlnin herhangi bir tasavvuf sistemine uydurmaya çalışmadan ele alınması fıkri de Mevlana'nın bütü~ hayatına ve eserlerine hakim olan tasavvufu yok sayma anlamına gelmektedir ki, şimdiye kadar bu tarz bir çalışma yapılmadığı gibi yapılması da güçtür.

3- Abdulınecid Sivasi ve Mesneviİle İlgili Çalışmaları:

A- Abdulınecid Sivasi Hayatı ve İlmi Kişiliği

Abdülmecid-i Siviisi 971/1563 tarihinde Zile de doğmuştur. Halvetiyye tarikatı

şeyhlerinden Muharrem Efendi'nin oğlu ve yine aynı tarikatın Şemsiyye kolu müessisi olan Şeyh Şemseddin Siviisi'nin yeğenidir. Abdülmedd-i Siviisi otuz yıl kadar medrese tahsilini sürdürdükten sonra tasavvufa sülUk etmiş, kısa zamanda şeyiilik makamına yükselmiştir. Zahiri ve batıni ilimlerdeki şöhreti sebebiyle III. Mehmed tarafından İstanbul'a davet edilmiştir. Bu sayede Şemsiyye şubesi taşradan merkeze taşınmıştır.

Abdülmecid-i-i Siviisi İstanbul'a geldikten sonra bir taraftan tekkesinde müridierini irşada çalışırken, diğer taraftan da başta Ayasofya olmak üzere İstanbul'un merkez camilerinde verdiği va'zlarla halkı irşad etmeye devam etmiş, Sultan Ahmed Camü'nin yapılmasıyla buraya viiiz olarak atanmış ve ölünceye kadar buradaki görevini sürdürmüştür.

Sivasi, devrin idarecileı1yle, özellikle padişahlarla iyi münasebetler içinde olmuş, zaman zaman toplumdaki bozulmalara dikkat çekmiş, bunun düzeltilmesi hususundaki fıkirlerini devlet adamlarına gerek yazılı gerekse sözlü olarak iletmiştir.

Siviisi'nin yaşadığı dönemde Osmanlı'nın kurucu güçleı-inden olan tarikat ve medrese erbabı arasında dikkat çekici olaylar tezahür etmiş, tekke-medrese münasebetleı1 daha önceki dönemlerden farklı olarak ilmi ve ahlaki çizgiyi aşmış, her iki tarafın birbirlerine bakışında değişme ve sertleşme görülmeye başlamıştır. Bu tezahürler, söz konusu çevreleı1n birbirlerini toplumdaki bozulmalardan sorumlu tutup, idareye şikayet etmeleri ve değişik mahfillerde birbirleı1ni suçlamaları şeklinde kendini göstermiştir. Bu sebepten dolayı da her iki taraf arasında ciddi tartışmalar cereyan etmiştir. Siviisi bu tartışmalara doğrudan katılarak, tasavvuf ve taı1katleı1 savunmuştur. Bu tartışmalarda mutasavvıflann savunduğu fikirler Sivasi ile; karşı göıiişler de Kadızade ile özdeşleşmiş ve taraflar arasındaki tartışmalar Kadızadeliler-Sivasiler müddelesi olarak tarihe geçmiştir.

Bu tartışmalara rağmen Abdülmecid-i Siviisi'nin yaşadığı dönemde tarikatierin yaygınlığı artmış, buna bağlı olarak tarikat. zümreleı1 arasında muhtelif kanaat ve inanç farklılıklan da gelişmiştir. Bunlardan bir kısmının tavırlan şeriacin zahirine uygun, bazılaımınki de aykın göıiildüğünden, bu sonrakiler hakkında bazen devlet tarafından tilkibat yapılmıştır. İşte Abdülmecid-i Sivasi de bu dönemde bir taraftan tarikatiara karşı yüıiitülen taassub ile mücadele ederken, diğer taraftan da, faaliyetlerini gizlice sürdüren Melamiler ve özellikle İdris-i Muhtefı'nin şeriate muhalif gözüken görüş ve davraruşlarına şiddetle karşı çıkmış, herkesin havsalasına sığmayacak taşkın fıkirleı1n yayılmasına mani olmaya çalışmıştır.

Siviisi'nin en mümeyyiz vasfı belki de Ehl-i Sünnet'in sıkı bir bağlısı ve savunucusu olmasıdır. Bu doğrultuda o, gerek tarikat gerekse şeriat meseleleı-ini izalı ederken, İslami geleneğe uymuş, görüşleı-ini dile getirirken ayet ve hadisleri sıkça kullanmış, farklı

102 Mchmed Kaplan, "Me,·Iana'yı Nasıl Anlamah?", Meddna ı;e Yajama Seı•iızci, Haz.: Feyzi Hahcı, Konya Turizm Derneği Ankara 1978, s.30-31.

cengiz gündoğdu/mevlana'nın mesnevi'sinde "mana dili"... 137

kaynaklardan yaptığı nakillerle bu göıüşlerini te'yid etmeye çalışm1ştır. Abdülmeddci Sivasi muhtelif dini ilimler yanında, yazclığı şiirler ve oluşturduğu

Dfvan'ıyla da üzerinde durulmaya değer bir edebi kişiliğe sahiptir. Şiirlerinde "Şeyhi"

malılasını kullanm1ştır. Dönemindeki şairlerden farklı olarak, şiiri sırf sanat telakki etmemiş ve şiirlerinin hemen hepsinde tasavvufi muhtevayı yansıtm1ştır. O, şiiri sanat için değil, halkın dini, içtimai ve ruhi eğitimi için bir vasıta olarak kullanmlş, düşünce ve fıkirlerini okuyucuya sade bir tarzda ve samimi bir şekilde ifade etme ve aktarma

gayretinde olmuştur. ı 03 XVII. yüzyıl Türk tasavvuf ve tefekkür tarihi'nin en önemli simalarından biri olan

Abdülmedd-i Sivasi, tasavvuf, tefsir, hadis, kelam, akaid, Arapça ve Farsça sarf, nahiv bilgisi branşlaımda kalem oynatm1ş ve bu sahalarda yirmiden fazla eser yazan seçkin sufıleı1nden ve velud yazarlarından biridir.

Muhammed Nazmi (ö.1112/1701) onu "alim ve amil, arif ve vasıl, cami'u'l-'ilmeyn, mecmau'l-bahreyn" gibi vasıflarla zikrederken, Sivasi ile aynı dönemde yaşam1ş Hulvi Mahmud Efendi (ö.1604/1653) de onun hakkında benzer ifadeleri kullanm1ştır104. Peçevi İbrahim Efendi (ö.1061/1641), Tan"h'inde onun zahiri ve batıni ilimlerde benzersiz birisi olduğunu dile getirmekte10S, Hüseyin Yassaf da ilim ve fazilette nadire-i zaman sayıldığını nakletmektedir1 06.

Eserlerini Türkçe, Arapça ve Farsça olarak kaleme alan Siviisi'nin bu dilleı-i

kullanmadaki kudreti, eserlerinde açıkça görülmektedir. Mulıammed Nazmi'nin ifade ettiğine göre onun Fars dilinde elde ettiği seviye lügatçiler ve şairleı1 hayran bırakm1ştır107 . Bu yetkinlik onun Mesnevf ile ilgili çalışmalarında da kendisini göstermiş ve bu çalışmalanyla o, adeta bir Mesnevf mütehassısı olarak tarilıteki yerini almıştır. Fakat onun bu çalışmalarının yeteı1nce tanındığıru söylemek zordur. Nitekim Mesnevf şerhleriyle ilgili etüdlerde onun Mesnevf çalışmalarına sadece ismen değinilmiş malıiyederi diğer şerhler arasındaki yerine pek değiııilmenıiştir. Biz bu çalışmam1zda Siviisi'nin Mesızevfile ilgili tesbit ettiğimiz üç çalışmas11ll, yaziliş gerekçelerini, mahiyet ve özellikleı1ni vererek kısaca

tamtınaya çalışacağız. Bu arada Mesnevf şerlıine örnek olmak üzere yaptığı şerhin ilk iki beytinin metnini vereceğiz.

B- Abdulmecid Sivasi'nin Şerh-i Mesnevfsi

Şerh-i Mesnevf, Abdülmecid-i Siviisi'nin en meşhur eserlerinden biri olup onun eserlerinden bahseden kaynakların hemen hepsinde ismi zikredilmektedir. Eseı1n MEB Ank. Genel Kitablık nr. 683'te bulunan Abdülmecid-i Siviisi'nin kendi hattıyla yazclığı nüshasımn ilk varaklarında sonradan yazılclığı anlaşılan bir kayıtta "Şerh-i Mesnevf-i Şen] Şemsüddin Sivasi bi-hattilıi" şeklinde eser Şemseddin Sivasiye aitmiş gibi gösteı1lse de, diğer bir varakta eseı1n Abdülmecid-i Siviisi'ye ait olduğu belirtilen kayıdar mevcuttur. Aşağıda vereceğiıniz metinde de görüleceği gibi onun bu eseı1nde amcasından da nakilde bulunmuş olması bu eseı1n Şemseddin Sivasi'ye ait olmaclığını göstermektedir. Nitekim

103 Abdulmcdd Sivas!' nin hayatı ilmi, tasavvufi, edebi şahşiyeti ve eserleri hakbuda daha geniş bilgi için b k. Cengiz Gündoğdu, Bir Türk Muta.raı•ı•zji Abdu!meıid Siı-d.ri, Hayatı, B.rer!eri ı•e Tmat•t•ıif! Görü,r!eri, Kültür Bakanlığt Yayınlaı1, Ankara 2000, ss. 417.

104 Hulv1, Cemaleddin, L.Lme;;dt-ı Hu!tiyye e;;-1 .Lmedt-ı Ufti)lye, (haz. Mehmed Serhan Tayşi), MÜİF, Yay., İstanbul 1993, s. 597.

105 Pcçevi İbrahim Efendi, Tarib-i Peçeı.Z, Matbaa-i Amire, İstanbul1283/1866, ll, 357. 106 Vassaf, Hüseyin Vassiif, Seji"tıe·i Et.fiyd·ı Ebrdr t'e Şerb-i E.rmdr-ı Errdr, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağtşlar,

nr. 2306-2309, III, 257. 107 Nazmi, Muhammed, Hediyyetü'f.İbıwı, (İnceleme ve Edisyon Kritikli Metin) (haz. Osman Türer),

(Doktora Tezi İkinci Kısım) Ank. 1982, s. 120; Hoca-zade Ahmed Hilmi, Ziyaret-i El'fiyd, Daru'l-Hilafeti'l-Alıyye, İstanbul1317 /1899, s. 85.

138 tasavvuf

nüsha üzerindeki kayıtlardan birinde "Sivasi Efendi'nin kendi hatt-ı şerifleridir gaflet olunmaya" ve yine kime ait olduğu belli olmayan 1229 tarihli bir diğer kayıtta ise bu eseri Şemseddin Siviisi'nin kardeşinin oğlu ve halifesi olan Abdülmecid-i Siviisi'nin yazdığı, benzerinin bulunmadığı, bu hususta gaflet olunmamasma dair ifadeler yer almaktadır. Aynca aşağıda da zikredeceğimiz üzere eserin mukaddimesinde şarihin Abdülmecid-i Sivasi olduğu açıkça bellidir.

Eserin te'lif sebebi: Abdülmecid-i Sivasi bu eseri hangi gerekçelerden dolayı yazdığım mukaddime

kısmında şu şekilde ifade etmektedir:

''Jı.1evfiilıd Rttm/ (ks) hazretleri Kur'dn'm iizü olan ve bmzersiz beydn!amıda!l oiH{Cllt MeS11evi-i $m]'ferinde yazdığı nmmz ve ııiikte!erin iııte!ik ve hakz"katleriııi, her bir beyti birbirim tatbik ve bmılarııı sii!tikda haı~gi makama ifdret ettiğiııi {erh ve tahk/k etmediğindm zarıtti olarak bu rtf!Jmzlardaki iııte!ikferi tedki'k ve her beytiıı hanzj ayet-i kelime ve haı~gi hadis-i fet7Jin maznntmf o!dıığttmf beydıı ve tahki'k etmek, an!ap!ma_yaıı yerleri VI!'(!Jha kavu{tmmak için latif bir us/ı/b ile şerh olunmost iyiıı b11 fakir ktt!a tevdz" ettiği giirevi emir te/akkı" edip, şerh etmeye ba{fadım. Ömriim oldukça itmd!J11ııa gayret edeceğim. "108

Abdülmecid-i Sivasi bu görevin kendisine tevdi edilişini şöyle açıklamaktadır:

"Bu {erhe başfamadaıı öııte iki kere ıiiydda liittJjlan o!ıtp Üfiiııdide "benim kitdbmtı başka kitabiara 1ndni' ey!e" diye bHyıtrdlflaı: Giirevimiz ve p:ı!ı{ma!anmız çok o!dttğmıdaıı kustir etmiştik. Netıl:ede Mevldııd'ımı smı tetef!z" etti ve bu {erhi bir aıı önce yazmam gerektiğini bana işaret etti. Zdhimı ve bdtmm u!tt'l-mır o!aıı Suftaıı Ahmed Han Hazret!eri;ıe (ö. 22 Kasım 1617) ve su!taıı-ı mülki'!-haki'ka Mev!dııd Hazretleriııe ittibd farz olduğundau kustirlamna

rağmeıı {erhiyazmaya ba{!adım. "109

Muhammed N azmi bu hadiseyi biraz daha detaylı olarak şu şekilde nakletmektedir:

"Sivdsi Eftudi MeSilevi-i $mf iizelim, Su!tall Ahmed Han'm ibrdm ve i!hdhıy!a, bir {erh-i !atif yaztnt{fardır. Lôkill, bir dft tamam olup, sdir!eri Jıtiisveddede kafmı,rtzr. Bd'is-i te'lif dahi bu obmq ki, H:z: Cela!eddiıı Ri/mi ile 'd/em-i hd!de mü!dkdt vdki' o!ub, Hz. Sivasiye hitdb idiib, "Bmim Aiwıevl kitdbıma {trh ya'{!ıtamz maksıidNJJıdur." dediler. Hz. Sivdsi daM o·v· beydıı edip, ''Hazmm !i-mfsiht benim ;ıe haddimdir? S ii} n ke!imdt-ı diirer-bdrımrza ıttt!d tahsıl itmek, ka11de kaldı ki, {erh yazmak? Hustisetı 11iı~ ,rerh!er vaı: Bii}1n {erhimize 1ıe ihtiyac?" dedik!erit1de, ''Ho{, onlar da güzel, ldki11 kd! ba,rka hdl ba{kadzr. Be11im Mesmvi'mi ferh etmeğe, si<:fngibi bir eh!-i hdl, sahib-i kemd!, 'ilm-i Ke!dm'da mdhir vefe~t~ı-i TasavV!Ifda 11ddir gerekdir." bııyımtr!ar. Be,reriyyet d!emim ge!dikde, ihmd! bııyumr!ar. Bir-kaf' giinde;ı so11ra yim mii!dkdt ederler; ''Ben size be11im MeS11eviine ferh yaifH demedim mi?" btıy11mr!ar. Hz. Sivdsi yitıe itiraz itmek murdd ettikleıinde, ''H of, imdi biz smıa top11z ile ettiriri:;:" diye bııyumr!m: Fi'f-vaki a!d's-sabdh tarafı Pddi,rahtdeıı hatt-ı wif ile iki f'C!Vtlf gelip, kağız-bahd yiiz sikke-i hasme getirirler. Hatt-ı $ ed'fi kırd'at btıyHrdNkfamıda, ''Betıim faif!et!i pedeıim, b11 saat lı.Iemevl'-i Mevfevıye şerh yazmaya emrim obıt1f{tur. Biz de me 'mı/m:;:" demifler. Ve heJttfll of

saat, dest-i {erğletim kalem alıp tahdr ederler. "11 0

Abdülmedd-i Sivasi'nin yazmış olduğu bu şerh MesnevPnin birinci cildinin ortalanndaki "Arslanın kuyuya bakması ve kendisiyle tavşan111 akislerini görmesi" başlıklı hikayenin ortalannda kalmıştır. Abdülmedd-i Sİvasi bu hikayenin on iki beyrini şerh etmiş daha sonraki on üç beyti de şerh etmeden yazarak eserini MeS!levlnin 1328. beyrinde bırakmıştır. Şerhini ise 1315. beytekadar yapmış, çok olmasa bile bazen sadece metinlerini verip şerh

108 Bk Abdülmedd-i Sivas!, Şerh-i AfeJJtm; MEB. Ank Genel Kitablık, nr. 683, vr. 3b. 109 A.g.e., vr. 3b. Benzeri ibareler Antalya Tckelioğlu nüshasında da yer almaktaclır. 110Nazmi,a.g.e.,s. 120-121.

cengiz gündoğdu 1 mevlana'nın mesnevi'sinde "mana dili"... 139

etmediği beyider de olmuştur. Muhammed Nazmi Abdülmecid-i Siviisi'nin Mesnevi'nin bir cildini tamamladığını ve

diğerlerinin müsvedde kaldığını, eserin nüshasının hazinede müsveddesinin de mahdumlannda kalıp yayılmadığını, halen bu müsveddelerin kendinde bulunduğunu söylemektedir111 . Bu ifadelerden Abdülmecid-i Siviisi'nin diğer cilderi de şerh ettiği anlaşılmaktaysa da tesbit ettiğimiz nüshalarda bu hususa işaret eden herhangi bir kayıt yer almamaktadır.

Abdülmecid-i Sivasi bu eserinde önce beyideri kelime ve terkib halinde tercüme ettikten sonra açıklamalarda bulunmuş, şerhlerinde ayet ve hadislerden iktihaslar yapmış, zaman zaman bazı meşayihin sözlerine de yer vem:ıiştir. Yer yer de kendi ve başkalanna ait şürlerle şerl:ıi zenginleştiım.eye çalışmıştır. Şerhleri yerine göre bazen uzun bazen de kısa tutmuş, bazı beyiderin de sadece tercümesini vermekle yetinmiştir.

Nüshalan: 1- incelemiş olduğumuz bu nüsha 11EB Ank. Genel Kitablık nr. 683'de kayıdı olup,

210x145-bb112 mm. 1b-166b vr. bb. st. halinde nohudi beyaz kağıda siyah mürekkeple yazılmıştır. Beyider v:e bölüm başlıklan kırmızı mürekkeple yazılmış, üstleri yine kırmızı mürekkeple çizilmiştir. Eser miklebli, sırtı meşin, bez kablı, mukavva cildidir.

2- Süleymaniye Ktp. Antalya/Tekelioğlu, nr. 391'de bulunan nüsha 295x185, 205x100 mm. ebadında 321 vr. 15 st. halinde nesili hat ile kül renkte yerli kağıda siyah mürekkeble yazılmıştır. Yazılar yaldızlı mürekkeple çerçevelenmiş, beyiderin yazımında mavi mürekkeb kullanılmıştır. Sırtı mavi renkte kağıda onanlmış, kapaklar kahverengi meşin ciltle ciltlenmiştir. Cilt kapağı salbek şemseli, köşebendli ve zencireklidir. Mehmed Sıddık ve Şeyh Hasan'a ait mülkiyet kayıtlan ile Hacı Osman-zade Muhammed Ağa'nın l:ıicri

1221 tarihli vakıf kaydı vardır. Müstensil:ıi ve istinsili taril:ıi belli değildir. Bu nüsha, Mesnevlnin 993. beytine kadar yukanda zikrettiğimiz asıl nüshayla

be=eşmektedir. Asıl nüshada şerhedilmeyen 994 ila 997. beyitler bu nüshada şerh edilmiş ancak bu nüsha 997. beyitte son bulmuştur. Yani asıl nüshaya göre eksiktir.

3-. Bayezid Devlet Ktp. Veliyüddin Efendi, nr. 1651'de bulunan nüsha Mevltma

Bibliyoğrafjası'nda Şerh-i Müntehabat-ı Mesnevf olarak zikredilmektedir113. Ancak eserin başında yer alan ilk varakta bu eserin isminin Şerh-i MeStıevf-i Ş enJ olduğuna dair kayıt yer almaktadır. Bu varakta sonradan yazıldığı anlaşılan ve kurşun kalemle yazılan kayıtta da eserin ismi Terdime-i Mesnevf olarak gösterilmiştir. Doğrusu Şerh-i Mesnevi olmalıdır. Söz konusu nüsha, 295x200, 195x95 mm. ebadında, 262 vr. 21st. halınde nesih hada beyaz kağıt üzerine siyah mürekkeple yazılmıştır. Yazılar kırmızı mürekkeple çerçeve içine alınmış, beyitlerin yazımında kırmızı mürekkep kullanılmıştır. Eser Vişne çürüğü parlak meşin ciltle kaplanmış, kapak üzeri hafif oyuk şemseli olup, içieri ebrulu kağıtla

kaplanmıştır. Müstensil:ıi ve istinsah tarihi belli değildir. 4- Bu eserin bir diğer nüshası da İzmir (Tire) Necip Paşa Ktp. nr. 312'de, 189x135,

126x70 mm. ebadında 159 varak 19 st. halınde bulunmakta olup, nesih hada yazılmıştır. İstinsah taril:ıi ve müstensil:ıi belli değildir.

Abdulmecid Siviisi'nin Mesnevi Şerl:ıi ile ilgili tetkiklerin:ıizde dikkatimizi çeken hususları şöyle sıralaya biliriz:

1- Eser muhtemelen Ankaravi'nin şerhinden önce yazılmıştır. Nitekim esenn mukaddimesinde geçen "Sultan Ahmed Han (ö. 22 Kasım 1617) Ha~t!eriııe ve sultan-ı

müfki'!-hakfka Mevlana Ha'(!etlerine ittiba' farz olduğundan kusurlarıma rağmen Jerhi yazmaya ba[ladım. " tarzındaki ifadeler şerhin Sultan I. Ahmed zamanında yazılmaya başladığını

111 A.y.

112 "bb" kısaltınası kitaplan tamtan kataloglarda standart ölçüsü olmayan sayfa ve satır adedi için "başka başka" milııasına kullanılrruştır. Dolayısıyla biz de ayru çlurumlarda bu kısaltınayı kullandık.

113 Önder, a.g.e., II, 827.

140 tasavvuf

göstermektedir. I. Ahmed'in 1603-1617 yılları arasında padişahlık yaptığı, 1617 yılında vefat ettiği ve Ankarav:i'nin de şerhini Derviş Ganem'e 1033/1626 tarihinde yazdırmaya başladtğı114 dikkate alındığında Sivasi'nin bu şerili Ankarav:i'nin şerilinden önce yazmaya başladığını söyleyebiliriz.

2- Muhammed N azmi bu şerh için şunları söylemektedir: "N efiinde bir {erhdir ki, tamam Mevlana'nın muradlan üzeredir. '115 Giriş bölümünde de ifade ettiğimiz gibi Mesnevi şerhleriyle ilgili eleştirilerde dikkat çekilen hususlardan biri de yapılan şerhlerin Mevlana'nın muradına uygun olarak yapılıp yapılmadığı idi. Nazmi Efendi'nin Sivasi'nin şerlıi için "Mevlana'nın muradı"na uygundur" dediği husus muhtemelen Sivasi'nin yukarıda vurgulamaya çalıştığı Mesnevi'deki ıumuz ve nüktelerin incelik ve hakikatlerini her bir beyti birbirine tatbik ve bunların sülılkda hangi makama işaret ettiğini tahkik etmek ve yine her beytin hangi ayet-i kerime ve hangi hadis-i şeritin mazmillıu olduğunu beyan ve anlaşılınayan yerleı-i vuzuha kavuşturmaktır.

Öyle anlaşılıyor ki, Si va si, şerilinde metod olarak Me sn evi beyiderini yine Mesnevi ile şerh etme yolunu seçerken, bu teşebbüsü tasavvufi eksene oturtmaya ve beyitlerin sülılkda hangi makama işaret ettiğini tahkik etmeye çalışmakta, neticede mananın Kur'an ve sünnet bağlamını ortaya koymaya çalışmaktadır. Sivasi'yi bu şerhi yazmaya sevk eden amil budur. V e öyle anlaşılıyor ki ona göre kendi dönemine kadar yapılan şerhlerde bu husus yeteı1nce uygulanmamıştır.

Bu arada Nazmi Efendi'nin nakli eğer bir tarafgirlik edasıyla verilmemişse Sivasi'yi şerili yazmaya iten hususlardan biı1 de Sivasi'nin kendi döneminde "ehl-i hal, sahib-i kemal, 'ilm-i Kelam'da mahir ve fenn-i Tasavvufda nadir" biı1si olarak görülmesi ve bu eseı1n şerh edilmesinin bizzat padişah tarafından istenınesidir.

Diğer taraftan Sivasi'nin naklinde Mevlana'nın ona "benim kitabımı bafka kitabiara mani' v;/e"şeklindeki ikazınında(!) da kasdedilmeye çalışılan diğer Mesnevi şerhleri ise bu da Sivasi'nin bu hususta kendinde bir yetkinlik görmesi olarak algılanabilir.

Bu tanıtımdan sonra Sivasi'nin şerhine örnek olmak üzere ilk iki beytin şerlllni metin olarak sadeleştirmeden latinize ederek aşağıda sunuyoruz:

******************* [4b] Tabib-i derd-i dil olan hazret-i Mevlana nüfUs-ı emmarekane mahbub olan; hırsla

gurur ve zib-i dünyayla sürılr ki, akıbeti sakim olub, ;.A ı:ıf-9 ~ ;.AU~l \)3! G.; ı;...~ l:ıj 116()~ hükmünce nilıayeti herman ve azab-ı elim olub, bila gam ab u gilden ve sevcia vu beyza ve safradan perlliz etmeyip hasta olan canın maraz-ı lurs u heves ve kibr u gurılruna

·şifa için .ı..dy c::)l,JI 117 misdakınca evvel birnarlıane-i tab'-ı ketiminden ı>I.J~ yı Js 118

tıbakınca,

Beyt:

S dlikd virmek dilersen medise ger itıtizdm O 1 gam-ı dildamı !hı evvel ta dm an dmı ke!dm

fehvasınca, ney derciamiz ve gam-engiz il12ar edip b buyururlar ki;

114 Y etik, a.g.e., s. 75. 11 5 N azmi, a,g.e., s. 121.

~ <.::.;ıi.S..:ı.. Ü..» ~ jl fo.

116 "Kendilerine ı·eri!enle .rtıiııiıııt an.rı7n otıhıı yakaladık da uml!f.ruc:: ka!mrdi!eı: "Enam, 6/44 117 '1hr hi!afi i/edir': Benzer bir ifade için bkz. el-Münavi, AbdurraUf, Fey'\u'I-Kadzr,Mektebctü't-Ticwyye,

Mısır 1356, ll, 256. 118 'Her aı7 i!a,tır. "Benzer bir ifade için (•l_ıo yol i) bkz. İbnu'l-Esir, en-Nihaye fi Garibu'l-Haclis, Thk. Tahir

Ahmed cz-Ziıvi-Mahmud et-Tıbaği, Diru'l-Fikr, Bcynı.t 1979, IV, 316.

cengiz gündoğdu/mevlana'nın mesnevi'sinde "mana dili"... 141

4 ü,ı~ ~ 4:1 ı~ jı Yani, j~tıı:, ~ı ~ ~:, 119de "sem"'i takdim ettiğinde müfessirin; "mebde-i

hidayet sem'dir (ya'ni hasse-isem'den maksud olan istima' ve kabuldür), zira LJ:1;ılLı4- ~ 120~1 ;:ı_,:ı~:ı· J~ı ;:ı_,:_.'\.,j semtince sarni'e seadetle beşaret istima'ına göredir" dedikleri üzere hazret-i Mevlana dahi marza-ı mezkureye beşaret, şifa ve sılılıata istima' şarttır

demeye imaen " ~" buyurdu . ..nı ı)! ,.;t)=..:, ~ fi::;ıl W! 121 dersini ta'limen ve jb _,ll ~ CJt..a.'!ı <)o 122 mazmılnunu teflllnıen buyurdu ki, .

Dılı/e kamı{datı ne gıl!ıe hikJyet ider Ayrılıklardmı {ikt!yet ider

Yani talebe-i ma'rifetin der-i hane-i dilleri münfetih ve hucb-ı sudur-ı matla'-i bedtirlan münşerih olmağa rniftah-ı fatih-i muğlakat ve misbab-ı rafi' -i ğayahib-i müşkilat :u ı~\! ı_Mt:, 123 ayeti ver&>-~ı 124 hadisi üzere (ahiru'l-hadis A..lc.t! J;j!_, 125 Revahu el-Kuzai fi Şihabihi) hüsn-i istima' ve semt-i ensattır ve bu emr-i vacibu'l-[Sa] imtisalda ancak natıkdan istima'a mahsus değildir. Zira ~~ ~ tl! r:?ı U,. u!J 126 delaletince her şeyin makal-i halisi vardır. Belki •Y.i>-! .hc..5 C:.'-" ~~ 127hadisinin umumu üzere [said olanlar] kamuş ve taş ve ağaç gibi bir mikdar hava duhulüne kabil [kesafet-i sivadan]lülı, mahalli ve menfezi pak olan eşyadan dahi dinlesin ki ~Y tl! W Ulli.. ı:., 128 tahkikince arz u sema ve mafihimada sıfat-ı Hak'dan mayalanmadan vücuda gelmiş yoktur.

Beyt: Sıır-t u der-zeban-i her düm Hod to bi:Jnev ki men nryem gammdz

İmdi ~ı:, ;):ıl ~:, 129 mazmununca alır kulakla dinleyene çe ve çünde ve ben'ın ve derılnda manasız sada yokdur. Esvat-ı vuhuş ve nağamat-ı tuyur, tanin-i meges ve enin-i ceres belki kapı sadası, kaya yankısı, meşe iniltisi, cümle remz-i Kur'an'ı ve sırr-ı tevhid-i Yezdan'ı izhar eder.

Beyt: Kesani ki Yezddn-peresti kotıend

Zi dvdz-i du/db mestikotıend130

Lakin gılş-i haı1., üzn-i insanda belki k....uı .ıJ WiS 131 üzere sem'-i ralımanda fena kılub heva-i sivadan halı dil ve gılş ve talib-i teslim ve bi hod ve medhuş gerek ta ki, sırr-ı

tevhid-i eşyayı ve terncid-i mdaike-i semayı duya. Dolu ve musammetden ses çıkmaz. Li muharririhi

Kalbi hdli kılmayan sır so·z!eritı gu{ idemez Fd{ ider bu nükteyi çenk u ney u mizmar u dej

119 " .. .. Si::(jn iıin kulaklar ve gözler ı~rdi .... ". Mülk, 67/ 23. 120 '~ .. Dinleyip de eııgii'i}l JÖ'if uyaıı kullarımı müjde/e ... ", Zümer, 39/18 121 " ... Ben ii::(jintü ı·e taJamıyalııızAl!ah'a jikayet ederim ... ", Yusuf, 12/86. 122 "Vatan m;giJi imaııda!ıdır': Mevzudur. Ancak manası sahihtir. Bkz. ei-Aclılni, İsmilll b. Muhammed,

Keffu'!-Hajii, Thk. Ahmed el-Kallaş, Müessesetü'r-Ris:ile, Beyrut 1405, I, 413 (H No: 1102)

123 ·~ ... onu dinleyin ı•e .ruJun ... •: A'raf, 7/204.

124 "Sumt /Jusmak hikmet/ir" 125 ''Onu.yapan azdtr'; ei-Kuziii, Ebu Abdillah, MüJnedii'f·J'ibtib, Thk. Harndi es-Silefi, Müessesetü'r-Risale,

Beyrut 1968, I, 168 (H. No: 240) 126 ·~ .. O 'nu öı;gü ile te.rbih etmeyen birbir FJJ]Oktur. .. •; İsr:l, 17/44 127 "Sa'fd kiJi ba,rkaJıııdaıı m't alandır. •; el~Kuzai, a.g.e., I, 79 (H. No: 76). 128 ·~.Oııları Jadereger1~k bir.rebeple, (hikmet/i bıi·gdye ile)yarattık ... '; Duhiin, 44/39.

129 ·~ .. be!feyeıı kulak(lar) oııu be!kriıı. ",Hakka, 69/12.

130 "Al!ah'a kulluk edeııler, ı'(lrk .rmiıdeıı me.rt olurlar." 131 ''Ben oııuıı i[iteıı kulağı olurum ... •; İbn Ebi' d-Dünya, ei-Eıiiya, Thk. Muhammed es-Said b. Besyılni Zeğlul,

l'vfüessesetü'l-Kütüb, Beyrut 1413, s. 9.

142 tasavvuf

Pes .J~(jı ı)_,ly I_,Y.JC-1.! 132 nassı _fi.i:ilts o.l\.,ıc 'l_.ı 133 hadisi iizre gılş-i huşla ve üzn-i ibretle cümle eşyadan dinle ki, cümleden; sana ney düdügü iniltisi içinde zeban-ı hille derki, ben evvel ab u gil içinde neşv u nemada ve tena'um ve safada idlln, hak ve ashmla takayyüdüm ve şah u bergümle ta'allukum muhkem idi.

[Sb]Beyt: Li muharririhi

'Asel içitıde yata11 mrlm )'atımı miim hdlilıi bibnez S amir J'Ok kaz la dtq jirdk bd lım bilmez D ehr-i denl11itı dştlb u findsmdmı Ve di'{jgdr nl'{jgdmr senJiinJ hevdsmda1ı bi haber

Başuma büyüyüp kendi hevamda kfıhl ve vahşi hevam gibi kesb-i hevada idim. N agah semriyüb büyü.rüb bi't-t:Ul ve'l-'araz ile's-sema-i ve'l-arz gah tevazu' semtinde geh asi ve geh fer' tarafına imtidad ve tetaviile göz değmişken bu tezeyyün ve· teşebbii'iim ve bu gurur ve tereffu'üm ve her tarafla takayyüdiim nezd-i viielid-i mutlakda ~~ ~:ı ı..J.o .....;-.! _,. ı... ~ ~ '~..,U:S ,.: _,1134 hadisi üzere ekber-i cerayim ve a'zam-ı

measim olub, kibriya ve azamet, turab-ı süflinin şanı değildir. Kibriya ve azarnet benim şan-ı bi-çfuıuma yaraşır ~b.J .,ı._._fi..l1_, c;}} :i..k.\1 135hükmünce lf)G ffi_.1 ~jl:ı (.)<ı! 136tıbkınca sende bed hal var zevayanı ateşe çal var. Ve min ba'd mülkümde durma üzi! ve kesil, derbeder ve hercayi ve bi-karar bir aşık-ııüsvayi gah nağınegir ve gah lal ve her gece bir yeni tekyede abdal ol deyu ~:)137 emri A)ijC. 0~ U 138nehyi gelüb bu vücud-ı müste'ar lA~ w lA~ ~ JJ1j J.l:. _, ~ _,b. l,ı.i..ıll 139 tıbkınca evveli hab u hayal 'akıbeti

yabis-i ihtimal olan sılret-i balıara aldanıp menşe' ve ashn ki giilzar-ı ceberutdur onu feramuş etmek neden diye tiğ-i kazayla alem-i vas! ve aslımdan ser u payumu kesib ayırdılar ve ciğerimi deldiler lj.JÜ ...:ih.:ı1 üzere gerekmez yerlerimi fena ateşine huraka ve ateşzerre atdılar. Ba'dehu hazret-i kerimin 1:.;..4 ~1 ~ 01! 140 tıbkınca ~ ~;; )J.S. ..:ı~..Jı 141 hadisince [6a]ciiz'i cefaya ~ ~ _; '' ;;_. ·· 142 tıbkınca hisyar vefa ve lutf u kerem etmek resm-i kadimi olmağın bilahare bu kadar kılavuz himmetimi rahmete ve 'işe-i

heniyye ve teslim ve mevtimi hayat-ı tayyibe-i ebediyyeye ve t:Ul-i emel ve tefrika ve kesretimi milk-i vahdete tebdil edip iradet ve tefvizim beni akıbet LJ-=.)1 ~ ı..J.o e;.ı)l 143nefes-i enfesi ile sahib-i nefes ve her na'me ve safaya dest-res etdi. Ağaz-ı halim gafletle

132 ': .. Ey ak,ı/ Jabipleti ilm:! a!m. '; Haşr, 59/2. 133 'Teftkkiir gibi ibadet yoktur'; el- Kuzai, a.g.e., II, 38 (H. No: 836). 134 "Eğer Jizgiilıab iflemeJC)'dillic;:, kmdinic;i beğmmirliğini:::fen dolayı daha kötü duruma diifecej!jtıi:::jen emlife ederdim';

el- Kuzm, a.g.e., II, 321 (H. No: 1447). 135 "Azıımet izaıım. Kibtiyd (büyüklük) tidamdır. ", Ebu Davud, Süleyman b. Eş' as, Sü11etı, Dık. Muhammed

Muhyiddin, Daru'l-Fikr Tsz., Libas 28 (H. No: 4090) 136 ''Kibir ır a'ijlmet huxtt.ftmda /Jmimle mücadele edm-e, oJtu ıdJCtıtteme .rok.anm': Ebu Davud, Libas 28 (H No:

4090)

137 ''O'tıa )'Ömf'; Müzzemmil, 73/8

138 " .. . Gözleıini dikme", Hi cr, 15/88. 139 ''DüllJll ye,rif ~~tat/ıdır. Yo~ olan giilgedit: Artırmak i•teyettleti noksaıılaştınr, iıtifade etmek irteyenlere zarar t~tir" 140 "M.ubakk.ak her güriiikle beraber bir kofaylık mrdet: '; İnşirah, 94/5. 141 "Ölüm her mümitı iıi11 k.efdrrttir'; el- Kuz:ü, a.g.e., I, 133 (H. No: 171). 142 ''Rahme/im gazaiJtmt gqti'; el-Buhan, Mulliımme b. İsmail, Sabfb, 11ık. Mustafa Dili el-Buğ:i, Di'ını İbn

Kesir, Beyrut 1987, Tevhid 55 (H. No: 7114). 143 "Yel, Rabman'ın tıeft,iJıde~tdir'; Hadisin metni Miixtedrek'tc şu lafızla geçmektedir:" :..=JI ~ Ü" ~!! ı::-;)1

"bkz. el-Hakim en-Neysaburi, el-Müstedrek ala's-Sahfuayn, Thk. Mustafa Abdulkaclir Ara, Daru'l-Kütübi'l­İlmiyye, Beyrut 1992, II, 298 (H. No: 3075).

cengiz gündoğdu /mevlana' mn mesnevi'sinde "miina dili"... 143

ve eelılle şer u şfu: vücud-ı hayali ibtilasında iken encarrum feyz ve ma'rifete ve hicret ve inkıtil'ım her miratda seyr-ihakikateve her kesretde şuhud-ı vahdete müntehi oldu. ~'i~ eY> A..ij.).J .uıy.. JS .&1 oliS:.&\ ı)i ~\ c.J.o.J 144 va'd-ı sadıkı üzere ki, hazret-i

seyyidi'l-munkatin aleyhisselam buyurmuştur: "Ben dahi bir kamuş-pare olub zahirimde bu keramat-ı mürrifeye hiç mesas ve liyaka yokken meğerlji_,...J ı:ıi ~ ljiy 14s mertebesine teslim olmak her na-kabile kabiliyet ve her deniye rif'at-bahş-ı nur-ı cesim olur imiş. Ona binilen ı.,P.J'.J U,.~ r-,;9ı:, 146 izafet-i teşrifısine layık göıülüb şimdilik Hamden !i!l!ih mutrib-i meh!ift!-drd ve bülbül-i nağme-giiy u dil-gu{d ve tuti-i ferahfezd ve mahall-i na 'md ve mahz-i dl!i oldum" der. Amma bu ma'nalar tegazzül mazmunudur. Hakikatde neyden murad ney gibi ab u gilden ve 'ıyş-ı behimiden tebettül olup, alaka-i sivildan ferağatla cil1at-ı sitten meyl ve hareketden ve ~\ tl) L. ı 47 hükmünce 'ucb ve gurur ve isti'ladan ve sivaya nigehban olmakdan (.L.l;JI eY>~ 148 hadisi üzre sefahet ve belahet budaklan kesilip ~ U""')l,.,i c.J.o \....h pı49 ~ ~ ıso hadisi üzre beyt-i kalble mukayyed olup, ~:.,

~ ısı ile ney gibi [6b] kalbin südde ve hicablann ve vesavis ve gıll u gışşın tiğ-ı ateşin-i zikirle delüb nefh-i ruh-i izafı'ye mazhar olmuşlardır. Ve hazret-i Molla "~ ıJ.!I ~, nüshasında nefslerine işaret etmiştir. Hasılı kamiller ney gibi ser u pa ve batını ve zahiri bir edip kendi hevalanndan geçüb zahirieri Allah Hak ve batınlaı1 hava-yı Hu'ya mahzar olup neyin de sadasının intizarru üstada teslimle olduğu gibi, arif de,

rkJI eY> \Y"-! .).ı$.;.J yi_;..JI lf~ lf~\ eY> ô.}:J lS2mazmunundan korkup kendi nefsi hevasından geçtiği için IY-"'-!.J k...wı .U c::.ı.;s; ısJ müzdüne layık olub, \jj ~ l.ıl LS~\ ,J.. ~ı.::.:., _;,..~ :;,..:., lS4 devletine mahzar olur. Pes çünkü kilmilin batını beyt-i hak ve nefes-i rahman olunca ana duhul eden tecelli ve visale irer.

Beyt: Ey bddefiirtl[-i men S ermaye-i l'tf{-i men Ez tıtst hımlf-i meıı Meıı ııdyem u tıl ııdyt:

Buradan ehl-i dile ruşen oldu ki Mansur'un "ene" sadası kendinin değilmiş. Nayla neyzeni fark etmeyip ~ l",;oi sırnn im'an J=.-)1 ~ eY> C-:!)1 remzin iz'an etıneyen ve hakikat-i vücudu ve vücudun meratibde seyrini ve imkan ve vucubu ve mumla ziyayı ve ser-çeşme-i 'aynla bina-i çeşme ve nehrle dolab ve gözeleri ve zat-ı şemsle ziyasim ve cism-i gül ile gülabı ve bi'l-cümle mir'at-ı mezahirle zahir yüzünü seçmeyip, suret-binlikle tefrikada kalanlar ol nefes-i ralımanı kafes-i Mansılri'nin sanub şikeste kıldılar. Amma hazret-i Mansur'un baz-ı ruhunun zencir-i beden ve rakiyyetinden ve kafes-i unsurdan kurtulup yine geldiği sa'id-i sultana vusilluna ha}ıli nusret etdiler, henüz Mansur oldu.

[7a] Li muharririhi

144 "Her kim ki kendini Allah 'a ı•erine Allah oııun bütün güflükleıini halleder tt onu ummadeğı yerden rı::;ıklandınr." 145 İbn Hacer bunun hadis olmadığım söylemiştir. Bkz. İbn Hacer, Ahmed b. Ali, ei-İmtd' bi'I-Er&aini'I-

Mutebdyene bi Şartlr-Semd', Thk. Ebu Abdillah eş-Şafıi, Diiru'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1418, s. 98.

146 •: .. oııa ruhumdan iiflediğim :;:aman .... •; Sad, 38/ 72.

147 "Giiva,ımadı ... ", Necm, 53/17. 148 "Geııclik delilikten bir ptbedir", el-Kuzai, a.g.e., I, 100 (H. No: 116).

149 "EYin sergisi gibi bir sergi ol.", Ebu Davud, Fiten 2 (H. No: 4258). 150 "Hııiı içi .raııa .Ye!Jiıı. •; et-Taberiini, Süleyman b. Ahmed , ei-Mu'cemu'I-Eı,·at, Thk. Tank b. Avdillah-

Abdulmuhsin ei-Ilüseyni, Daru'l-haremeyn, Kaltire 1415, VI, 62 (H. No:5799).

151 '1]ı-imi temi':je. ",Hac, 22/26. 152 ''Aynadayaııkılaııaıı bir damla !Jeı·e.r, ilim deııi;jni bulaııdırır." 153 "Onun i,riten kulağı ,göırıı gö;ji olurum.", İbn Ebi' d-Dünya, ei-Eıliyd, Thk. Muhammed es-Said b. Besyum

Zcğlul, Müessesetü'l-Kütüb, Beyrut 1413, s. 9. 154 ''O(ııun okudı;ğu Kur'dıı) keııdi•ine ı·a!Jyedileıı ı•a!Jiyden ba,<ka bir,rey değildir.'; Nean, 53/3-4

144 tasavvuf

Kayıt koyaıt gdyib of11r mabv of11r kryfıyeti Kendü gider !mda Hak söyler bemdıı ry izzeti Keııdüsüti giimı kifiııin "la" ve illd"dır sii;;j Mabv olaıı dise '~ııe" isbat ider bakkiyyeti Çok namaz kıldııı efindi lik tekbir etmedili Mabvla ;;jkretmryüb mfy etmedin imıiyyeti 'Aym 'ayna sem 'i s em 'a degi{figo·r Ş rybiyd İfidir iııııi me 'i-bak mabvedeıı kiilliyyeti

Sual: Neyden murad vasıllar olunca şekva niçindir? C eva b: Ruh bedene girmedin safi nezd-i Hak'da kayin ve müsalıib idi. Kalbe girmekle galıi

levazımı ile mukayyed olub galıi bayin ve ecnebi semtinde olur. J_ıc ..ıi9 .fi~l yi.. U.. 155

huyurduklan budur. Şol mahi ki galıi dalar galıi geldiği alemde bulunur gah çıkar dünyaya bakar. Pes u\...; ';ll U.. u.b yll ~ 156 tıbkınca rUh-ı mecrılh yine ol safi tecenüdi makamına tehassür çeker. Li amınina ve şeyhuna Şemsüddin Sivas! kuddise sırrahu tıfl-ı can mehd-i 'amadaydi elestden ileri uyanub ağlaması ona beladan oldu. Yalmd muddlan şekva.olmaya belki sabıkda alem-i televvünde olduklan şekvayı beyan ola ve talebeye inkisar ve tazarru' ta 'limi ola;

Beyt: iricek V1Jslata dpk gam-ı cd m gitmez Ya re gerfi oml11r lik ni{ dm gitmez

Beyt: Didi vashmla gam gitdi nifin eksik degil d bm Didüm go[·dügi nmı;;jlde komaz mı kdrbdn dtef

mazmunu ola. Kale kuddise sırrahu:

.lj\ •Oj!! Iy \:i 0~ jS _lj\ o..ı,ılli ı.)j-' oy i' _);!ii jl KamdfiHkdal! bmi ta ki kesmiflerdir, İııiltimde;ı er ve avrat inlemiflerdir.

[7b] .Mazmun budur ki, kaçan ki mürşidini kesret-i ekl ve şürbden ve bed-musaruble gaflet ve alayiş ve kuduret-i dünyadan riyazet ve halvetle ayınp kesafet-i anasıriyye ve jengar-i hevadan ayine-i dil münceli oldu. Hernandem kendimi ne halde idiğim göıüp vatan-ı cennet ve makam-ı ervahdan aynldığım hatınma gelip inledim şöyle ki, benim için· mevcudatın babası mesabesinde olan akl-ı kül! ve anası mesabesinde olan nefs-i kül! bile inlenıişlerdir.

Beyt: Ş emsi'ııiıı bobdi bd/i ol ezel bağında Bıt 'ufdnet ana b11 köbne seradan old11.

Pes benimle hemrah olup gümdhlıkdan kurtulayım dersen, teşne suya haris olduğu gibiı.:;...;.JI :Uı....... :L.&.ll 157 olan melekut ve ervilia müte'allık kelam-ılıikmet-anıiz ve suhen-ı muhabbet-engize külliyetinle müteveccih ol ki, salık vardır ki, bir kelimede birkaç hendek sıçrayıp murada ulaşır. Zira kelimat-ı kudsiyye-i nuramyete mişkat-i kalb-i .Muhammedi'den [ve kanun-ı ruh-ı Ahmedi'den muktebes bir çerağdır ki eline alan ma'şuka yol ir göıür. Onun içindir ki, oların sözü L>~l uC ~ t:o:, semtince sırr-ı vahy ve 'ayn-ı ilhamdır. Derd ve i'tikadla dinlemek sa'adet alarneridir ve vuslat süllenıidir. Dinlemek istememek hızlan ve şakavet mukaddimesidir. Söz cevherdir ne dilce söylenirse.

155 'Zikirden geıi kalaıı rariddt ı•e t•ekJyetden ma ''ijı! o!ut: " 156 Mevzudur. Ancak manası sahihtir. el-Aclılni, a.g.e., I, 413 (H. No: 1102) 157 "Hikmet mümi11iııyitiğidir. •; el-Kuz:ii, a.g.e.,I, 118 (H.No: 146).

cengiz gündoğdu / mevlana'nın mesnevi'sinde "mana dili"... 145

Şeb-çerağlna tarafından naks ermez, i'tibar cevheredir. "Kar-ı şimşir mi koned ne ğtlaf." 158

Eğer sende elest hit:ibın işittiğin ve aynldığln sohbet-i Huda'yı istersen bunda ne dam-ı belaya tutulduğun hatıra kıl ve gamlan ta ol neş'et-ı uladan sana bir mikdar beyan edeyim deyü buyurur ki,

[Sa] Jl.) j1 <.:..y:;. <.:..y:; ~1_,.;.. ~ J~ı ~_)~ey:; ~fo. l:i

Bir sadr isterem ki rerha rerha olmıqtur jiraktat1 Ta ana diyem derd u ipiyak rerhini

************************

C- Abdulmecid Siviisi'nin Mesnevfİle İlgili Diğer Çalışmaları:

a- Şerh-i Cezire-i Mesnevi Hediyyetü'I-İhvdıı'da Şerlı-i Cezfre-i Mesııevf-i ŞenJ 59, Hediyyetü'I-Arijin'de160 ve Osmanlı

Müe!Jiflednde161 Şerh-i Cez!retü'I-Mesııevi adıyla Abdülmedd-i Siviisi'nin eseriefi arasında zikredilen bu eser, yukanda bahsettiğimiz Yusuf Sine-çak (ö.953/1546)'ın Cezfre-i Mesııevl sinin şerhidir.

Alemi Dede'nin şerhinden sonra Ce:;fre-i Mesneı,lye yazılan şerhleı-in ilki muhtemelen Sivasi Efendi'nin yazdığı Şerlı-i Ce::;fre-i Mesnevldir. Dolayısıyla bu yönüyle de ayn bir önemi haizdir.

Muhammed N azmi Siviisi'nin bu eseri için şunlan söylemektedir: "Sivas/ Efendi Ce::;j'ı·e-i M eSilevi-i Ş e life bir rerh yaznuriardır ki, naifri n1t1hd!, misli gayr-i ihtima!dir. Eğer ki Alemi Dede'nin rerhi dahi makbıJI ve makıJldiir, ldkin bımlarııı rerhi 'ald vechi't-tahkik rerh oluııd11ğuııdmı mdadd, siilrJk ahva!iııin ve hakikat sözlerinin ziibdesi onda

miiııderiıdir. "162

Eseı-in Te'lif Sebebi: Sivasi, eseı-in başında besmele, hamdele ve salveleden sonra dört halifeye tarziye,

amcası ve Şeyhi Şemseddin Siviisi'ye saygısını ifadeden sonra Mevlana'ya medil-ı ve senada bulunmakta ve devamla bu eseri te'lif sebebini ve takip ettiği metodu şu şekilde izah e tın ektedir;

"lvfev!ana (Mesııevl'siııde) baif yerieri tafsil ederken baiflamıda da i''mzda bu!tJnmtlf, herkesi kendi ne(esiııe kıyasla mı!amqya sevketmiftir. Beıı de yine oıııJJı himmetleriyle bu yerleri apklayıp bu cevher vari ifade!erdm maksat nediı; KHr'aıı'dmı hangi dyete, ve hadısierden hangisine iraret edilmipir otıu tesbit etmeye ralırtım. Ş erhe barlamadmı !ince kelimelerin ltJgat manalan m verip, sonra da tahk/k ve tatbik yollanndan riipheleıi giderip kay11aklamıa iraret ettim. Yani herbirinin maltaSt/IZ tahk/k edip, salikin vitdaııztıa hangi açtdaıı lf)lgHtı diireceğini bildiğim

kadarıyla apkladım. Böylece bu eser ortaya pkmır oldu." Sivasi devamla şunlan söylemektedir:

"Şerhe ba1layıp, Sıfıe-p:ik'ın Mesmv/'den Sef1iği beyideri bir araya getirip, soııra btJ!duğum

Mwıevi cilt!eıini tetkik edip, her ıildden birer beyt alarak birbiıiııe miinasip bu!duklanmz bir araya getirdim. B111111 yaparkm mtJrddım daha b"!ıı-e yaifltllt eserleri eksik göriip onlara i'tirazda bul1111mak değildi. Bu hi'(1l1eti bm )'tiıe anlamı sır ve himmetinde!l bilinm. Belki yi11e fUhtldıtm da o11lamı rtJhalliyetillilldir. Eseri yazmaya barladığım tdrih 1 O 11/ 1602 yılım11 rebiiilevvel ayımn ortalamıda idi. Bu dbmmde pddirah da Sultan Mehmed b. StJitmı Murdd (1595-1603)

158 "Kı/tc gibi i}"giirür; kııı gibi değıl" 159 N azmi, a.g.e., s. 120 160 Bağdatlı İ'ôffiail Paşa, 1-Iedi)_yetü'l-Arijılı E .. mdü'I-Miiellifiıı ı·e A~·dru'!-Mt~.raııııijı"n, (Keifi<';;:-Zunuıı Zeyli), Milli

Eğitim Basımevi, İst. 1945-1947, I, 62. 161 Bursalı Mehmed Tahir, O.ımanlı Miie!!ifleri, (haz. lı.. Fikri Yavuz-İsmail Özen), Meral Yayınevi, İstanbul

ts., I, 50. 162 Naz!T'i, a.g.e., s. 120.

146 tasavvuf

idi. "163

Abdülmecid-i Sivasi yukarıda kendi ifadeleriyle de dile getirdiği gibi önce Mesnev! beyiderini vermekte daha sonra kelimelerin mazi, muzari emir gibi sığalanru göstermekte, şaz olanları belirtmekte, kıyasi olanlan göstermektedir. Daha sonra kelimenin manasım veımekte ve şiir içinde hangi manaya geldiğini ifade ederek beytin bütün manasını vermektedir. Cezire-i Mesnevtde olmayan beyideri de ilave edip aralarında münasebet kurduğu beyiderle birlikte izah etmektedir. Sivasi beyideri şerh ederken ayet ve hadisler yamnda mutasavvıfların ilgili konu hakkındaki görüşlerini de aktarmaktadır. Aynca zaman zaman kendisine ait şiirlerle şerhini zenginleştirmektedir.

Nüshaları:

1- Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Efendi, nr. 2453'de 193x127, 145x85 mm. ebadında 141 varak olup, bu eser Abdülmecid-i-i Sivasi tarafından 1011/1602 taıiliinde yazılmış ve yine ayru yılın cemaziyel3Jıir ayında istinsah edilmiştir. Müstensilıi Hüseyin b. Şemseddin el- Kızılcavi'dir.

2- Süleymaniye Ktp. Hacı mahmud Efendi, nr. 2527 /2'de bulunan nüsha 8-92 varak olup, ismi eserin içinde Şerh-i Müntehabat-ı Mesnevi olarak kaydedilmiştir, fiş kaydında ise Şerh-i Mesnevi olarak gösterilmiştir. l\Iüstensihi ve istinsah tarilli belli değildir.

3- Süleymaniye Ktp. Hacı mahmud Ef., nr. 2453'de Şerh-i Mesnevi şeklinde kayıtlı bulunan 141 varaklık bu nüshamn istinsah taı1hi 1011 olup, müstensilli belli değildir.

4- ·süleymaniye Ktp. Kasideci-zade, nr. 327'de bulunan 126 varaklık bu nüsharun müstensilli ve istinsah tarilli belli değildir.

5- İÜ Ktp. TY., nr. 196'da Şerh-i Mesnevi-i Şerif li- Şemsüddin Sivasi adıyla kayıtlı bulunan ve aslında Şemseddin Sivasi'ye değil Adulmedd Siviisi'ye ait olan nüsha, 1047/1637 tarillinde Ömer b. el-Hac İlyas es-Sivasi tarafından istinsah edilmiştir.

b- Mey!idfnü'l-Fursan Muhammed Nazmi'ye göre Abdülmecid-i-i Siviisi'nin hususen Fars dilinde elde ettiği

seviye lugatçiler ve şairleı1 hayran bırakınıştı 164. Gerçekten de Meyadılıü'I-Fursan adlı eseri onun bu husustaki kudretini göstermektedir.

Abdülmecid-i-i Siviisi'nin Farsça gramer kaideleri ve Farsça kelimelerin lugatına dair hazırladığı bu eserin ismi, Süleymaniye Ktp. Aşir Efendi I<:itablığındaki nüsharun fiş kaydında ve eserin ilk varağında Lugat-ı Mesnev/ olarak geçmektedir. Ancak Nur-ı

Osmaniye Kütüphanesi'ndeki nüshanın hem fiş kaydında hem de eseı1n ilk sayfasında Meyadinü'I-Fursan li-Sivasi kaydı yer almaktadır. Bu eseı1n ismi, Osmanlı Müellif!en'nde Meyadinü'I-Fursan Kavaid-i Farisiyye olarak verilirken 165 Hediyyetü'I-Arifin'de MI!Jiddinü'I­Fursan166, Sefine-i Evliyada ıse Lugatu'I-Farisiyye olarak verilmiştir167 . Bu farklı

isimlendirmeler eseı1n farklı iki eser olmasından dolayı değil, iki nüshada da farklı isimlerle anılmış olmasından dolayıdır.

Eserin Te'lif Sebebi: Abdülmecid-i-i Sivasi kitabının mukaddimesinde büyük kardeşi Feyzullah Efendi'nin

Mesnevı'de yapılacak istihrac için kolaylık olsun diye Farsça müştak kelimeleri tavzilı

etmesini istemesi üzeı-ine Sıbaheyn, Cami', Bahm'I-Garaib vb. muhtelif kaynaklardan bir sene boyunca araştırma yaparak bu eseri hazırladığıru, dokuz kere müsvedde hazırlayıp daha sonra yazdığım ifade etmektedir168.

163 Abdülmecid-i SiYasi, ŞedJ-i Cec;fı~-i Memeıi, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Efendi, nr. 2453, vr. 4a-6a. 164 N azmi, a.y., Hoca-zade, a.g.e., s. 85.

165 Mehmet Tahir, o.,man!ı Miie!!ıf!en; I, 50. 166 İsmail Paşa, a.g.e., 1, 62. 167 Vassaf, a.g.e., III, 258. 168 Ek. Abdülmccid-i SiYasi, Lugat-ı MeJtıeıoı: Süleymaniye Ktp., Aşir Efendi nr. 385, vr., 2a-2b.

cengiz gündoğdu/mevlana'nın mesnevi'sinde "mana dili"... 147

Muhtevası:

Abdülmecid-ici Sivasi eserin başında Farsça sarf kaideleı-iyle alakah bilgiler vermekte, sonra lügat kısmına geçmektedir. Bu kısımda da önce harf sırasına göre ketimeleı-i

vermekte daha sonra kelimenin Türkçe manasını vererek açıklamaktadır. Bu arada kelimenin şaz, müştak vs. olduğunu belirtmekte, bazen de gerekli olduğunda kelimeleri i'Ial etmektedir.

Nüshaları:

1- Eserin Süleymaniye Ktp. Aşir Efendi, nr. 3935/1'de, kayıtlı bulunan bu nüshanın istinsah taı-i.hi 1021/1612 olarak veı-i.lmiş, müstensihi adını zikretmemiştir. Eserde Mustafa Aşir'in 1161/17 48 tatilili vakıf mühıü ile Mustafa b. Ali'ye ait mülkiyet kaydı vardır.

2- Nılıuosmaniye nr. 4323/4886'da bulunan 64 varaklık diğer bir nüshasının

müstensihi ve istinsah taıilii belli değildir. Abdulmecid Sivasi'nin Mesnevi ile ilgili çalışmalan tesbit edebildiğimiz kadanyla

bunlardan ibarettir. Bu müstakil çalışmalar yanında Sivasi eserleı-i.nde sıkça Mesnevlden beyider kullandığım da burada tekrar etmiş olalım.

Bu arada Abdülmecid-i Sivasi'nin bir başka çalışması da Mevlana'nın onbir beytten oluşan gazelinin şerlu olan Şerh-i Elryat-ı Celiileddin-i Ritmi adlı eseı-i.dir. Abdülmecid-i-i Sivasi bu eserini, kendisinden l'devlana'ya ait beyideri şerh etmesini isteyen muhibleı-i.n ısr:in üı;erine kaleme almıştır. Sivasi eseı-i.n mukaddimesinde bu şerlu yazarken Mevlana'nın "fuyılıat ve füt:Uhatından istimdad" ederek ona yöneldiğini ve onun ışık zerreleı-i.nden kalbine yansıyanlan, okyanusunun damlalarından sırnna damlayanlan yazdığım, bunu yaparken de hiç bir kitaba, deftere, herhangi bir lügate ve onun hayatı hakkında anlatılan herhangi bir söze müracaat etmeden kalbine gelen şeyleri yazdığım

belirtmektedir169.

Bu makale vesilesi ile Abdülmecid-i-i Sivasi ile ilgili doktora çalışmamızda sehven yaptığımız bir hatayı düzeltmeyi vicdani bir borç addediyoıum. Bir Türk Mutasavvıfı Abdulmecid S ivası: Hayatı, Eserleri ve· T asavvı?fi Gö'rüfleri adlı doktora çalışmamızı hnırlarken Süleymaniye Ktp. Nafiz Paşa, nr. 1491'de Abdülmecid-i-i Sivasi adına kayıtlı olan eser incelemiş üzerinde kime ait olduğuna dair bir kayıt bulunmadığından Abdülmecid-i-i Sivasi'ye nisbet ederek çalışmamızda tanıtmıştık. Daha sonra başka bir vesile ile incelediğinUz bu eserin kime ait olduğunu henüz tesbit edernemekle birlikte Abdülmecid­i-i Sivasi'ye ait olmadığı kanaatine ulaştık.

Sonuç

A'VI ve XVII yüzyıl Osmanlı dönen.U Mesnevi üzerine yapılan çalışmalar açısından oldukça münbit bir dönemdir. Özellikle Abdülmecid-i-i Sivasi'nin yaşadığı döneme kadar yapılan Memevlnin Türkçe tercüme ve şerhleı-i. açısından incelemeye çalıştığımız bu dönemlerde eserin sadece Mevleviler tarafindan değil farklı tarikate mensup alim ve sufiler tarafindan değerlendiı-i.ldiğini, yapılan tercüme, şerh ve intihablarla hatta yazılan nazirelerle zengin bir "Mesnevi edebiyatı geleneği"nin oluşturulduğunu söyleyebiliriz. Bu geleneğin oluşmasında şüphesiz Mevlana'nın Mesnevlyi yazarken kullandığı "mana dili"nin aşkınlığı etkili olmuş ve Mevlana'dan hemen sonra bu "dil"in çözümlenmesi ve Mesnevi'nin sırlannın anlaşılması adına alimler, mutasavvıflar çok çalışmışlar, hirnmet etmişler; gerek manzum gerek mensılr, farklı dillerde bir çok şerhler yazmışlardır. Bu tercüme ve şerhlerin daha hususi olarak çalışılıp etüt edilmesi bu dili çözmeye çalışanların meramını anlamada önemlı katkı sağlayacağı aşikardır. Nitekim Abdülınecid-i-i Sivasi şerhini etüd ettiğimizde onun Mesnevtdeki rumuz ve incelikierin şerlune yönelik çabasının da bu gün itibariyle

169 Bu eserin metni ye eserle ilgili daha geniş bilgi için bk. Cengiz Gündoğdu, "MeYlana'nın Şathiye Türünde Yazdığı Bir Gazeli'nin Şerhi: Şerh-i Ebyat-ı Celaleddin-i Rumi", TaJamif, Yıl: 3, Sayı: 8 Ocak-Haziran 2002, s.27-46.

148 tasavvuf

şerhe muhtaç olduğu göıülmektedir. Gölpınarlı belki de buna işaretle "şerhe de şerhler yazılabilir" 170 diyordu.

Ucu bucağı olmayan bir enginliğin nağmelerinin sonunun gelmeyeceğini "A canım, bu sö.zün sonu gelmez ... " diyerek Mevlana bizzat kendisi ifade ederken bu sonsuzluğa ait sadanın şerhinin de sonu gelmeyecek gibidir. Yine Mevlana'nın diliyle "O halde siizü kısa kesme k gerektir, vesselam. "

Abstract [Cengiz Gündoğdu, "The Language of M eaning in the Math11awiby Rümi, the

Tradition ofWriting Commentaıy on the A1athnaıvi, and Khalwat:I Shaykh Abdulmecid Sivasi's Studies on the A1athnawl', Tasavv1-({İfmi ve Akademik Arattmna

Dergisi, Ankara 2005, Y. 6, V. 14, pp. 121-148] In this article, wc will try to analyzc the language of meaning employed by

Rümi in his Mathnawi. And we will also analyze the works written in the Turkish language to shed light on this language special to Rümi. Lastly, we will provide a Turkish translation of the fırst two lin es from Ş eıh-i A1eSI!evf' by Abdülmccid Sivasi.

170 Abdulbaki G ölpınarlı, Meridııa 'dan Sorıra Mer>/el'i!ik. İnkilap Kitapevi, İstanbul 19 53, s.149.