Upload
others
View
13
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
TercümanTarih ve Kültür Yayınları 2
YAHYA KEMAL’İNDÜNYASI
• Derleyen:Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver
A’Dercüman
TARİH VE KULTURYAYINIABI
* Bütün haklan TERCtMAN TARIH ve KÜLTÜR YAYINLARI’naaittir.
* Birinci basım, İstanbul-1980
■>= TERCÜMAN MÜESSESESİ'nin bir kültür hizmeti olarak yayınladığı bu eser,KERVAN KİTAPÇILIK BASIN SANAYİ VE TİCARET A.Ş. Ofset Tesisleri'nde dizilmiş ye basılmıştır. ^
İSTANBUL1980
Ö N S Ö Z
L âtin harflerinin kabulünden sonra gelen nesiller yerleşm iş kiiltürü- müzün "tem el" eserlerinden, bugün, faydalanam az hale gelm iştir. Bu büyük boşluğu giderebilm ek için, zam an zam an önem li çalışm alar olm uş, milli ve ilm i kuruluşlarım ız birçok teşebbüslere girişm işlerdir. Misal olarak, "Birinci Türk N eşr iya t Kongresi''nde (Ankara 1039) ve 1951 yılında toplanan "Türk Kültür Eserleri K om isyon u " raporlarında yayınlanan lis te le r iz ik red eb ilip z .
F aydalı bir teşebbüs o la n ve M illi E ğitim Bakanlığt'nca gerçek leştirilen "1000 Tem el E ser"yarıda kalınca, bu hizm eti, m illetim izin menfaatin i düşünerek sürdürmeyi milli bir vazife saydık. "Tercüman 1001 Tem e l E ser” başlığı altında devam ettirilen bu seri, kütüphanelerimize 150 kitap kazandırm ıştır. Yardımlarını sağladığım ız üniversitelerim iz ve ilm i kuruluşlarım ız ile alim lerim izin gayretleri, bu eserlerin geliştirilerek daha da artacağının tem inatıdır.
Tercüman M üessesesi’nin yayın lad ığ ı eserler ile. güttüğü am aç, ilme ve kültüre h izm et e tm ek tir . Bu düşünce ile "Tercüman 1001 Tem el Eser"in stnvrit alanını yen i teşebbüslerle gen işletm eğe ça lıştık . Tarih ve kültürümüzün, ç e ş it l i yön leri ile araştırılması, incelenm esi ve yanlış eksik bilgilerin giderilm esi için bu teşebbüste:
a) Kaynak m ahiyetin i taşıyan yazm alarım ızın "nüsha fakları ile karşılaştırm a"yapılarak yen i Türkçe yayınlanm ası,
b) Yeni belge ve bilgilerle Türk Tarih ve Kültürü'nü belirtecek eserleri yayınlam ak,
c) Tarihi kişilerin, olaylara açık lık getirecek hatıralarını yayınlam ak,d) Türk tarih ve kültürüne a it doğu ve batı eserlerini d ilim ize çevirip
yayınlam ak,başlıca görevim iz olacaktır.
JC
* jKBu kısa izahatımızla, sadece Türk Tarih ve Kültürü'ne faydalı olm ak
gayesin i taşıdığım ızı açıklam ak isteriz. Bir milletin, varolması ve geleceğe güvenle bakabilmesi için zengin tarih ve kültürünün kuvvet ve kudretin i benliğinde duym ası gerektiğ ine inanıyoruz. G eçm işim izin tarih ve kültür mirası ile bugünlere, birbirim izden kopm adan ulaşabildik. Takdirlerinize ve başarıya ulaşabilm ek için ça lışm ak bizden, yard ım Allah'tan dır.
KEMAL ILICAK
—
İteFcüıaıasıGazetesi Sahibi
Hocam Yahya Kemâl ile 1943-1958 seneleri arasında geçen 15 . sene iç inde sohbetim oldu. 1915'den beri devam ed^h v e 'h e r sena artan bir şevk ile devam ettiğ im her güzef ve faydalı b ilg ile r i gerek İşiteyim, gerek okuyayım kaydetmek mutadımdır. Bittabii, bence her sözü bir cevher olan Yahya Kemâl'i dinlerken eğer söylediklerini kaydetmezsem asla: beni tatmin etmezdi.
ilk not etmeğe başladığım gündü. Arzu göstermediler ve «yazma» dediler. Ben ufak tefek kısımlarını olsun yazmaktan kendimi alıkoya- nııyordum. Hatta bir aralık durakladıkları oldu. Bunu ben asla bir ihtar mahiyetinde telakki etmeyerek devam etmek istediğimi şöylece ifadeye çalıştım:
— Efendim:, ; p kadar güzel komışuyor, benim sfe senelerdir yazmak, basmak istediğim hususları öyle bir anlatılıştı izah buyuruyorsunuz ki, miitlalca yazmak ihtiyacını duyuyorum. Emriniz haricine çıkmak istemem. O zaman dikkatle dinlediklerimin hiç olmazsa en azını huzurumızd'an ayrffınca bir görünmez yerf siper alarak kaydetmeye ça-
jlı^acağım. Belki de hatâlarda bulunacağım. Müsaade büyürün şimdi neşr edecek değilim. Kendim bunlarr defalarca okuyacağım. Yanınızda yazayım dedim.
H'alîm® acıyarak «pekiyi» dediler. Ben de bütün konuşmalarında işittiğim sözlerin en ruhlularını kaydettim. Bunları tarih sırasr ile değil de konulara ayırarak koydum. Zira aralarında büyült zaman farkı olduğu gibi olgun fikirlerinde artık geçici değişmeler de yokdu. Ayrıca fcfindisi ile buluştuğumuz zamanlarımda bir de listesirii yaptım.
Yahya Kemâl üstadımız sağ olup ta bu değerli söylediklerinin kontrolünü bizzat yapsalardı, belki bunların çöğünü koydurmazfardı. Zira, ben bunları sadece sohbet için söylemiş geçmiştim, diyebiiır- Ibrdi. Biz de bundan başka bir şey yapmadık. Bunları bir a'forizma
Ö N S Ö Z
-5 -
şeklinde gelişi güzel sıralamakla kaldık. Sırf bir eser maiıİYeti almasın diye bunlara, ait olduğu bahislere meselâ edebiyat, musiki, şiir sanatı, tarih ve kültürümüz diye tasnifini yapsa idik, belki rahmetli asıl buna ran olmazdı. Fakat biz bunu deneme mahiyetinde sıralamağı kontrol eden dostlarimla uygun gördük. Zira bir sohbet esnasında ko~ nuşutanlar kayd olunsa dahi, ileride bahislere ayırarak onun bir eseri olarak ortaya koymaya hakkımız yoktur. Zira bu konuşulanlar aît cl- dugy bahislerin birer kîl ü kali (dedikodusu) mahîyetindo idi. öyle id i^ rn a , Yahya Kemâl'in hemen hepüinde değişmez kanaatlerinden se> stintilor mevcuttu. Asıl fikirlerinden uzak değildi. Fakat böyle söylüyorlardı. Elbette kendi bu bahisleri yazsa idi — ki yazabilirdi— , maalesef yapmadı. Böyle söylediği gibi yapmaz, ve onlan yalnız söyleyiş değil, yazış üslûbuna sokmakda itina gösterirdi. O itinası, şiirlerindeki titiz- likden de asla Dşağı olmazdı.
Burada hepimizi ihata eden ve taht olarak da kalplerimizi seçen v« orada benliğimize müessir olan derleme mahiyetinde olan bu gayretimizden dolayı aziz Yahya Kemâl'in ıruhundan özür dilerim.
Bu toplama asla onun bir eseri olarak çıkmayacaktır. Maksadımla;, Yahya Kemâl ancak sevdiklerinin bulunduğu hususi toplantılarda öyle konuşur ve tamamen şahsî görüşlerini öyle ifade ederdi, dikeceğiz. Ama, bizce hepsi ayrı ayrı mensur birer «m'ısra-ı b'«srceste-i Yahya Komal» dir.
Sözlerine, kullandıkları kelimelere bizzat sadık kaldım. Ve basılarını âa tavzih İçin kendilerinden sordum. Bir kısmim bizzat tasnif ettiler diyebilirim. Lakın hepimizden çok senelerin - devamı müddetince yanından ayrılmayan ve her nüktesini, sözlerini, menkabelerini, rivayetlerine, kanaatlerini dinleye dinleye içine sindiren çok değerli hocamız Pmf. Dr. Vehbî Eralp ve değerli araştırmacımız Prof. Orhan Şaik Gök- yay bunları (jördüfer. İkişer defa okumak lutfunda bulundular. Beiki ücele not etmekden doğan bazt ksilime yanlışlıklarını doğrulttular ve bu ."îuretio ftserin yanlışsıs çıkmasında da âmâ! oldular.
Kendimi, Yahya Kemâl Bsyatlı üstadımızla her veîsileden fay- dalanarats pek d® seyrek olmamak üzere konuşma saadetirıe srmiş savar va hunıj hayatımırî emsal.'îsz bîr mashariyati telakki ederim,
!üi.<î?;:Hİann ömrü, «oylu snsiartlara gıbta ile geçmeli, soysusîanrt hasedi 5İb gaçmemeü ve mutlaka ®n iyi işlerden gftiî kalmamalsdır. Evet, bunu âdrak etmakdars fariğ mlmar>aak!a beraber Yahya, Kemâ! ite «agîS görüşmek va ksrşıSaçmaktian mahrum kalmış olurlar, üzülmesin- iör, bu cierlememl karıştıranlar, bsr dereceye kadar kendilerini banim gtİJÎ Yahya Karnisi huzurunda bulunmuş snyabîlsrier,
!ste bîzö nasib olan bw fırsaîdan mademki bu kadar faydalandık.
- 6 -
bu nimetden neden başkaları nasibini almasın? işte benîm kusurlarım arasında bir iyi huyum da bunları neşr etmeği istememeitı oldu.
Bundan sonra, Süheyl'e ne mutlu, Yahya Kemâl İle bu kadar buluşmuş, demek yok. İşte bu toplamaya sahip olanlar o huzurda im iş le r gibi: müstefid olsunlar. Vakıa ona muhatap olamadıksa da, ona tabi olanlardan tıpkı ondanmış gibi çok şeyler öğrendik, desinler v« buna hak kazandıklarını bilsinler.
Yahya Kemâl bu çok İstifadeli konuşmaları ile Süheyl'e müessir olmuş demekden ziyade, onu görmediğimiz halde biz de onun kadar pek çok düşünce hususiyetlerine vakıf olduk' demelidirler.
Yahya Kemâl'in güzel sözlerinden ilhamını alarak vefatından sonra hakkında eser yayınlayanlar az değildir. Bunları ne kadar lezzet alarak okuduk. Fakat gönjümüz bunları tahlilden ziyade biraz da ta m a - ' men onun malı, malzer^ıisi olarak verilmesini izahlara gitmeğe lüzum görmeyerek olumlu sâydîİc/ ^Ve b o muhterem zevat ilekonüşıîialarmdan bir cüimîeV^ d ^ | buraya almadığımız gibi, mütofor- rik olarak işittiğimiz nîeıîkabeleriirıi esas olanlardan da seçmeler yapıp buraya koymadık.
Yahya Kemâl, birer afbrizmaşi gibi telakki ettiğimiz bu sözleri arasına, bazan kendisinin veya başkalarının nazım ve şiirlerinden parçalar da eklerdi. Onlar esasen yayınlanmış bulunduğundan ilaveyi düşünmedik. Mümkün mertebe bu gibi tekerrürlerden kaçındık. Fakat yine de bu toplama içinde (tazı tekerrürler bulunabilecektir.
Aziz üstadım Orhan Şaik Gökyay ve sayın Vehbî Eralp'e, bunları çıkaralımmı dediğim zaman buyurdularki «Hayır kalsın, hem bunlar çkadar çok değildir. Kalmasında fayda görüyoruz.» Demek ki, o da bunları tekrardan zevk alırdı dedirtmiş oluruz.
Şu anda Yahya Kemâl'in, Namık Kemâl'in öldüğü gün doğmasını hatırlarım; Demekki kemale sahib olanlar ölmüyor. Kaptan kaba boşalabiliyor. Bu gibi olaylar her haldis bir tesadüftür. Fakat tesadüflierf de, uyuyorsa, keyfimize katabiliriz. Bir Kemâlin yıldızı sönmüşse yeni bir Kemâl kabul etmek Hoşa gitmelidir. Amma her ikisi de aynı işi yapmış değildir. Neden? Çünkü lüzum yok. O zaman hadiseler Namık Kemâl'e ihtiyaç göstermiştir ki çıkmış. Fakat Yahya Kemâl de tam za- rnanında gelmiş, Bizi bize halkın olgunlaştırdığı dili ile öğretmeğe çalışmış, münevverlerin başı boş değil. Bazı nâdide fikirlerin ışığı altında d a h a olgunlaşması yolunu göstermiştir. Bazı fikirler doğar, fakat onların zamanla bazı pürüzlerini düzeltmek icab eder. İşte topladığımız bu sözleri ile, Yahya Kemâl, bu gibi düşünce aksaklıklarını tashih etme yoluna gitmiş ve muasırları ile yeni nesle bunun vollannı bildir
miştir,
- 7 - -
Su sözler her cihetten birer hazinedir. Çoğu, Yahya Kemâl böyle demiş idi dîye, bazı nakiller de işimize yarayacalctır. Hem rahmetli yad edilmiş ve hem de i>u olgun düşünceleri yayılmış olur.
Biz bazı mütefekkir büyüklerimize ve hocalarımıza rastladık ki, öldükten sonra unutulmuş olmaktan korkarlardı. Bunu asla ağızlarından duymuş değilim. Fakat yakıhlarından bu rivayetler gelirdi. O zaman şunu düşünmüşdüm. InsariV kuru kuru anılmaz ki. Geriye bıraktıkları bir hayır, bir iyi söz, güzel bir’ fikir, iyi bir tavır ve hareketi varsa, öylece unutulmazlar. Öldükten sortYa yad edilmek istiyenler, bu yoldan yü- rümelidirler. Şüphe yok ki Yahya Kemâl konuşurken, bunlar benim için de söylenecek sözlere bir gün esas olur dîye asla düşünmemiştir. Ama hadiseler ve hayattaki çalışmalar bunu icab ettirir. Ve her zaman söz arasında hatırlanırlar.
Hayatta bir 9ün Qİur hçr ŞQy boş gider, fakat çalışma ve mahsûlleri hayatında maddî ve ruhî mükâfatına V^rar. Ve ölümünden sonra da, hakkında en güzel anmanın sermayesi olur.
İşte, Yahya Kemâl unutulmuyor ve unutulmayacaktır. Onun geri- ’ ye bıraktığı bîr çuval tohumdur. Yalnız iyi bir mahsul verebilmesi için almasını bilmeli. Onun bir zerresini dahi kaybetmemeli ve onun sohbetine nail olanlardan en güzel taraflarını da toplamalıdır.
Yahya Kemâl asla taklîd edilemez. Onun en büyük hususiyetlerinden bîri de budur. Fakat pekâlâ bu güzel sözleri birer sermaye olur ve toplantılarda da bitmemek şartiyle konuşulabilir. O zaman:
«Muhabbetten Kemâl'ler oldu hasıl Kemâl'lersîz muhabbetten ne hasıl»
diyebiliriz.Bu vesile ile üzülerek bir noktaya temas edeyim. Onun ne değer
li bir kafa, ve kemaie mazhar olduğunu görmek istemeyenler bazı toplantılarda üstadı çekiştirirlerdi. Buna üzülürdüm. Müdafaa etmeğe Fü- zum görmezdim. Zira küçük hislerinin bir boşalmasını temin ederler. Ve muhakkak ki bundan rahatlarlardı. Bizce büyük adamların kusurları değil, kemalleri ortaya konur. Bundan gafil gibi davrananlara bu ruh haletlerinin bozukluğundan dolayı acınır.
O zaman. Birleşik Amerika'da tarih hocası H. Lamp'ın Kanuni hakkında söylediği şu söz aklıma'gelirdi.
— ■ Kanunî öyle büyük bir padişah ki, hatâlarını bîr iki üç diye sayabiliyor. Fakat hizmet ve faziletlerini sayamıyorsunuz, diye yazmıştır.
Bir de şunu diyebiliriz ki, bir insanın 49 hatâsı olupta bir lyı hareketi varsa insarr oJ'arriar onun bu faztIet tarafını yad etmeli, bu suretle büyüklüklerini göstermelidir.
- 8 -
Hareketlerimizde isabetli ve dikkaflf olmalıyız. Çünkü, bu gibi küçüklükleri yapanlar teşhir olunamaz ama, muhataplarının kalbinde damgalanırlar. Ve mutlaka bir gün böyle cevaplarla suçlandırdırlâr.
Bu derlemeye başkaları ile konuştuklarından ve yayınlanan diğerlerinden bir misal dahi almadım. Buraya koyduklarımızın asıllan enstitümüzün Yahya Kemâl dosyasında hıfz edilmiştir. Arzu edenlerin emirlerine âmâdedir.
Bu sözlerin çoğu hükümetimizin yetkili imar mümessillerine ve onların Vasıtası olan beJediyelerimızde b ire r anayasa gibi sayılmalıdır. Bunlar aynı zamanda Türk çocukları ve gençlerinin de şahıslarını imar edip, şâTüsiyete kavuşmalarının kanunu itibar edilmelidir.
Yahya Kemâl, şiirlerinde bizim konuştuğumuz dili en güzel b îr şekilde kullanmıştır. Fakat muhabbetlerinde bize aşıladığı fikirlerin m ânllah da ayrı bir olgunluktadır. Sonra, böyle bir hassas şairimizin ilerlemesinde âmil olan ciddî eserleri ne kadar dikkat ile ve bir netice çıkaracak titizlikde okuduğunun bir ifadesidir.
Yahya Kemâl tarihçi değildi. Yalnız tarihi bahisleri anlatmakla kalmaz, aym zamanda yaşatırdı ve hattâ tâ, içine sokardı. Kaç defa onunla Fatih'in ordusuna katılıp, fstanbul fethine dahi bİzferi İştirak ettirdi, diyebiliriz. Yahya Kemâl o günün heyecanım 5 asır sonra bize de duyuran bir büyük insandır Bu az hizmetmidir? Etrafındakiler! bu gibi menkabelerle doyurur ve beslerdi.
Bu toplama tamam olup meydana çıkınca, aklımdan geçeni biraz garip görünecek olsa bile, burada tekrardan vazgeçemiyeceğim.
Yahya Kemâl sağ oll Tanrı seni üzerimizden eksik etınesin, çünkü eserin var. Onun güzellikleri yanlız seni değil bizi de yaşatacaktır.
Bu; vesîle ile bu sözlerin bu şekle sokulmasında ve kontrollerinde bence değerlerinden zerre kadar tereddüdüm olmayan üstadlarım Prof. Dr. Vehbi Eralp ile Prof. Orhan Şaik Gökyay'a şükranlarımı takdimi bir borç bilirirh. Bu hizmetlerinden dolayı her yanı ile bahtiyar olmalarını dilerim.
Dr. A. Süheyl ÜnvOr
- 9 -
- 10-
YAH YA KEMÂLTE SOHBETLERİMİZ LİSTESİ : t — 18 Şubat 1934 Kadıköyü Halkevi konferansında 2 — 10 Haziran 19433 — 18 Haziran 1943 Park Otelde bir kısım öğrencilerle.4 — 24 Haziran 1943 Üçüncü ziyaret5 — 1 Temmuz 1943 Park Otelde6 — - 1 /2 Nisan 1944 Y. M . Mühendis Ekrem Hakkı Ayverdi'de
(Selim Nüzhet, Hidayet Fuad, Salih Fuad Keçeci, Tahsin Öz, Refik Ahmet, Sedaf Çetintaş ve Necmettin Okyay ile)
7 — 2 9 /3 0 Kasım 19448 — 1 8 /1 9 Kasım 19459 — 19 Kasım 1945
10 — 12 Şubat 1946 Maraş Gecesinde. (Annem, eşim ve çocuklarımla.)
11 — 17 Ekim 194612 — 18 Ocak 1947 Ekrem Hakkı Ayverdi'de (Tahsin ö z , Salahat-
tin Refik ve Salih Keçeci ile.)13 — 19 Ocak 1947 E. H. Ayverdi'de.14 — 19 Ocak 1948 Park Otelde.15 — 29 Ocak 1948 E. H. Ayverdi'de (M ünir Nureddin, İzzettin ve
Tahsin öz ile).16 — 6 Şubat 194817 — 10 Kasım 1948 Ankara'da Ankara Palasda (Afi Canip, Halil
Vedat, Tefik Mustafa, Rahmeti Beyler ve eşimle.)18 — 11 Kasım 1948 Ankara Palasda.19 — 13 Kasım 1948 Ankara Palasda.2 0 — ^ 1 8 Ekim 1949 Topkapı Sarayı Müzesinde, (Tahsin Öz ve Ha
lûk Şehsuvaroğlu ile).
- 11-
21 — 21 Oak 1950 Cerrahpaşa Ha«tahanesi.22 — 29 Mayıs 1950 Park Otelde.2 3 — 15 Eylül 1951 Park Otelde,2 4 — 5 Aralık 1952 Park Otelde Bir Kısım Öğrencflerimle.'25 — 11 Mayıs 1953 Tıp Tarihi Enstitüsü'nde.2 6 * — 27 Kasım 1953 Park Otelde.27 — 10 Aralık 1953 Tıp Tarihi Enstitusü'nde.28 — İSİ Ocak 1954 Abdullah Efendi Lokantasında.29 — 12 M art 1954 Abdullah Efendi Lokantasında.30 — 19 Kasım 1954 Park Otelde (Faruk Haznedar, General Cevdet
Çulpan, Bn. Nadide ve Ayten.)31 — 3 Aralık 1954 Tıp Tarihi Enstitusü'nde.32 — 20 Aralık 1954 Tıp Tarihi Enstitüsü'nde.33 — 15 M art 1955 General Halil Sedes'te (Ebul Ülâ, Sıddık Sami
ev Haluk Şehsuaroğlu ile).34 — 9 Aralık 1955 Tıp Tarihi Enstitüsü'nde (Operatör Ali Rıza Faik,
İsmail Ünai, Prof. Fazıl IMoyan ve Ahmet Yakuboğlu ile .)35 — 29 Mart 195636 — 20 Haziran 1956 Tıp Tarihi Enstitüsü'nde.37 — 5 Aralık 1S56 Tıp Tarihi Enstitüsü'nde (30 Kişi Huzurunda.)
- 1 2 -
KAİNATVE
ALLAH
— Fa:sGal çok büyük bir adam. Modern Melâmî.Bu kürre-i arzın etrafı, nihayeti olmayan bir sirkon-
ferans (daire) ve her yer merkezdir. Bundan bir rubaî çıkardım, ü ç mısraı benim, birincisi Pascal’m.
(<. Bomboş sonu yok m uhit hep merkezHallak ne canibdedir insan bilemez.İdrakini yorma, zevke dal gülşendeGülrenk lebinden öpülür duhteri rez.;j— Eski Peygamberler coğrafya bilmediklerinden
zannederlermiş k i bir sem a var, bir yer var. Bilseler ki bu bir kürrei arzdır, altı yine sem a’dır. Döndüğünü ancak 300 senedir biliyoruz. Beşeriyet bu muamma içinde milyarlarca senelik. Beşeriyet de yenidir. Beşeriyet bir cinstir ki, evveli var, âhiri var. însam h da sonu gelir. Topraktan her ‘sefer yeni bir şey gelir.
M uammanın kuvvetine bakın, insan bel kemiğinin ve kaburga kem iğinin bugünkü duruma gelmesi için birkaç m ilyon seneye ihtiyacı varmış. Natıka (konuşma) ve gülme. Hayvanlar gülmez ve söylemez. Milyarlarca sene lâzım. '
«Natıka» bizi hayvanlardan ayırır. Lâkin bu insanoğlu ikamet ettiği küre-i arzın bir yıldız olduğunu 400 senedir öğreniyor. Bel kemiği için m ilyonlarca sene lâzım. Bunu hâlâ bilmeyen kabileler var. Hazreti Muham- med’in bu tarzda çok âkilâne görüşlerinden biri de mi- raçdadır. Çok nazarı dikkatimi çekmiştir. A llah’ın davetine icabet ediyor, ik i saat içinde oluyor. Cebrail önde;. gidiyorlar. Gidiyorlar.
Bir yere geliyorlar ki, (sizi yalnız bırakacağım. Benim m ezuniyetim buraya kadar. Siz yalnız gidebilirsiniz. Zira yaklaştık.) diyor.
- 1 3 -
Kendisi, yalnız olarak, Allah’ın karşısına çıkacak.. Hep tüller. Hep gidiyor,^ Tüller. Sonrasını anlatmıyor. Demek ki görülmez bu. Peygamber görüyor.. Fakat söylemiyor. Gördüm, diyor. Nasıldır diyene söylemiyor. Söylemez. Muammadır diyor. Çok zekice.
Hıristiyanlar da Allah'ı insan gibi telâkki ediyor.. Peygamberlerden sonra Peygamber çıkmadı. Peygamber olduklarını iddia edenler zuhur etti. Hazreti Muhammed o itibarla sondur, P^gam berlik onunla sona ermiştir.
MEVLANAVE-
TASAVVUF
— Mevlânâ âyiûlflfe bir gazelim vardır. îsm âil De- de’nin kâinatı.
Mevlâna’ya pek vakıf değilim,, ama,, yine de’ öiıun hayranıyım.
îsmâ'il Dede’nifiî kâıinatr: BfeyhiHdeldi kâinatı Mesnevi şevkini eflâke çıkarmış.
•— Mevlâna Belh’den vatanımızın en mağdur ve en mazlum zamanına geldi. Babası Sultaiîül-Ulema ile Belh’den geldiğinde yedi yaşında. I22S dö: gelmiş, Cengiz ;ââmanı katliamdan kurtulmak için.
Şeyh deyince şimdiki gibi saymayın. Tebaası var, Konya p zaman perişan. Konya’da öaıhacirlefdenv
’Tebriz’den gfelöıiş Şpmsi Tebrizî var. Dinââaik ruMamn' en harikuladesi. Mevlâna’nın üstadı oluyor. Tasavvufun’ esası olan vahdet-i vücut felsefesini aşılıyor. Onufi' terbiyesinde yetişiyor. Talebesi, yani müridleri var. Oğlu Sultan Veled çok iyi yetişmiş.- Mevlâna- iki eser bırakıyor. Birisi Mesnevi, diğeri Divan-ı Kebir, Nesirleri de var.
Mesnevi muhakkak yalftTz JElevlânâ’hın. Fakat Mev-
- 1 4 -
İĞvi’ler derler Asıl eseri Öîvan-ı Eiebir’Üir, Divan-ı Kebir’de çok serbesttir. Siıriıll mezfiepl6finl köllkyan hâli var. Vahdeti vücut gizli kapaklıdır. Üleöıa; Mieshevi’yi tekfir etmemiş, Divan-ı Kebir’i tekfir etm iştlr.>
Mevlâna ne muazzam adam. Divan-ı Kefcir’de 1500 rubai var. iman mülhem, im an kuvveti, iran lıiar Mesnevi lisanını bilmezler. Divan-ı Kebir muhkem,’fnökem- mel. Meft-unîâi’i söylemiş.
Hindistarı’da bulunan Divan bizdekinden büyük. Nu- ruosmaniye’deki yazına nüsha daha küçük. Memlekete göre büyüyor, küçülüyor.
Sonra, Mevlevi tarikatım Mevlâna’ya ,^şık olanlar çıkarmış.. Sema ederdi, ney dinlerdi diye Mevlâna hayatın ı yazmışlar. Konya'daki Asitane teşekkül etmiş. Musikişinaslar ve şairlerle büyümüş. Türkiye’de pek çok Mevlevihane vardı., İran, Hindistan, Mısır ve Halep’de bile var.
Vahdet-i vücut, Mevlâna’ya ve tarikine o kuvvet veriyor.
Dinler ikiye ayrılır. Panteizma: Vahdet-i Vücut. Yunanı, İranı konsepsiyon. Bütün mahlûkat Ulûhiyetine bir cüzüdür.
Monoteizma: Vahdaniyet. Eski îbraniler’den geliyor. Bir Allah va,r. Hâlik, o mahlukâttan ayrılır.
İşte Mesnevî’n in başında gizli surette bu nazariye görülür)
Nahifi tercümesinden: D inle neyden... Tabiatın sesi Ney’den.
Mevlâna, Vahdet-i Vücut nazariyesine Mesnevî’den başlar, Sünnîlik ve başka şeylere kaçar. Vahdet-i Vücut bize üç menba’dan girmiş. 13. asırda. Hülâgü katliâmı
, zamanında. Arap, Acem ve Türk’den.Eşraf ve Selçuk hanedanı kaçmış. Köyü yalnız kal
- 15-
mış. Çok ıztıraplı birşey. insan kitlesinin birşeye sarılma ihtiyacı var, «Horasan erleri». Cengiz’den kaçanlar gelmişler. Taptuklar v.s... Teselli vermişler.
Arap’dan Muhiddin'i Arabî ile gelmişler. Muazzam alîm. Aslen Endülüslü. Galiba Konya’ya kadar gelmiş. Damadı Sadrüddin-i Konevi.
Vahdet-i Vücut nazariyyesi çok mudil (karışık ve çapraşık) halk nufuz edemez. «Havas» zümresinde kalmış.
Türk’den gelen Ahmed Yesevî'den. Bunlar Horasan İl. Türk Edebiyatını, Türk halkı çabuk anlıyor. Türkçe olduğu için.
Gelen Horasan erlerinden biri Hacı Bektaş Velî. Kırşehir’de bir tekke yapmış. Onun için herkes oraya yapışmış. Oradan Bektaşîlik ve Melâmîlik yavılmıs. Aran ve Acem kolundan geleni de öğrenmiş. Sonra buna hacet kalmamış. Arap ve Acem’den öğrenmiş, sonra Melâm ilik çıkmış. Yüzlerce şeh it vermiş. Zamanımıza kadar da geldi. İşte ayni zamanda çok güzel şiirler bıraktılar, Melâmiler. Bilhassa, onlardan Nev’îzade Ataî, lyiurad-ı Rabî zamanında dünyevî şeylerle iftihar ederlerdi. fSöy- leyenler kendisini bilmez, bilenler söylemez), (Cûylar kim yardılar deryaya hâmuş oldular)... gibi lâtif şeyler söylemişlerdir.
İslâm iyet bunu tekfir ^ e r . Müslümanlar tey’il eder. Tam yahdanî birşey.
Konya softaları Mevlevilere düşman.Ya Allah ayrıdır, ya bizimle birdir. Te’lif edilmez,
ama telif etmişler.TARİH
— Uzun .Hasan’a karşı zafer, Türk’ü şiilik tahakkümünden kurtarmaktır.
— Patrona.'Halil ihtilâli sosyaldir.— Rumeli muzafferiyetleri, Varna, Kosova... Türk>
~ 16-
lüğün diğer muzaffçriyetlerine benzemez.— OsmanlI 'Padişahları muzafferiyetleri zamanı İha-
ta noktasından mühimdir. Hiçbir muzafferiyete teşbih edilemez. Sonraki Napolyon ve Hitler Harbleri, zaferleri mekânidir, geçicidir, Neticeler mâlum, v6Q0 sene Rum eli’de kalmışız. Suriye ve Mısır’da 400 sene kalmışız.
— İstanbul F ethi’ne ait birşey yok. Tursun Bey bugünkü dile çevrilmesin. Herşeyiyanhş. Bursa’Iı Cebe Ali Bey biraderi, tarihi kırk sene sonra yazdığından unutmuş. Görüş adesesi Mahmud Paşa ile. Fatih’le bulunmamış.
«Tursun Bey hatıratı»nı Meşrutiyet zamanında Said Paşa’dan öğrendik. Bunun bizde el yazması var, dedi: Bunlar meçhulattan. Fakat m alum bir vak’aya baktığımızda muhayyelemize fazla yer yok.
îbnî Kemâl’in Muhaçnâmesi var. Kanunî Sultan Süleym an’ın o zaman müftüsü. îbn î Kemâl çok âlim, mükemmel nâsir. Yazdıklarında Mohaç’dan başka herşey var. Yalnız Muhaç yok içinde. Laflar ve ne istersen var, Muhaç yok. Nesrimiz bu kadar feci, tki cahil: Evliya Çelebi ile silahdar yetişmeseymiş fena; eseri imlâ yanlışları ile dolu. Ama yine de bunlar olmasa imiş tarihimizi bilmiyecekmişiz.
— Kritovulos Fatih’in lehindedir. Fakat Türk m illetin in aleyhindedir. M illete Barbar, diyor.
— Eski ve yeni odalar banisi Fatih’dir, Asıl merkez yeri odalar. Şehzade Camiî yapılınca yeni odalara dönüldü. (Orta Camii) değil, (Ortalar Camii) dir. Yeniçeri merkezi yeni odalar, yani Etmeydanı.
— Yeniçeriliği Kanunî bozdu. Adedini çoğalttı. Rağbet çoğalınca bozuldu.
— Yeniçeriliği asıl bozan Veledeş kanunudur. U lemayı bozan-, beşik uleması, Tekkeleri asıl bozan da babadan oğula geçmek.
-1 7 -
— Vak’ai Hayriye hazırlanırken îzzet Mehmed Paşa Sadrıazam. Saray-ı Atik) kadınları tahliye edilmiş, Eski Sarayın sonu. Muharebe başlayınca Ağa Hüseyin Paşa beraber yürümeğe başladılar. Tersane ve Tophane askerleri, (talebesi ulum)' ve halk hücum ettiler. Yeniçeri sinmiş. Yeni Odalar’a dolmuş. Eski odalar Şeyhzâde- başmda. Yenileri Et meydanında. Bayezidde iki kol ayrılmış. Ağa Hüseyin Paşa Şehzâde’de. İzzet Mehmed Paşa da Aksaray’dan gelip sarmışlar.
( Karacehennem İbrahim Ağa, Cesur bir adam. Yeniçeriler Şehir içinde top atılır zannetmemişler. Tomruk dairesi topa tutulmuş. «Odalar» böyle fethedilmiş. Yeniçeri kaçsın diye göz yummuşlar. Nitekim katliâm olmasın diye yapmamışlar. İstanbul’da 6-7 bin kişi ölmüş.)
Ağa, Hüseyin Paşa ordu, ile Eski Sarayı işgâl etmiş. Sonra yeniçeri taraftarları uyanarak yangın çıkardı. Ah- şab yangın kulesi yandı. Ağa Hüseyin Paşa yangını söndürdü ve eşki Sarayı terketmedi. îlk Serasker Ağa Hüseyin Paşadır. Her daire teşekkül edince yeni bir bina yapılıyor. Eski Saray kalktı, sonra Babı Seraskerî ö,ldu. Ağa Hüseyin Paşa cahil. O zaman en gözde ve gayretli, modern adam Hügrev Paşa. Ağa Hüseyin Paşa azlolun- ca yerine geldi.
Aynen X uhcu Sari gibi bir esvab yaptılar. Başka şapka olmuyor. Cezayirliler fes giyiyor. Tersane Acemi- oğlanları fes giyiyor. Alışıklık var. Padişah ve Sadrı’azam sorguçlu fes giydi ve gâvur elbisesi giydiler diye irtica ve reaksiyon olmadı.
Maattessüf Rus Harbi çıktı, Ruslar babasının evine gîder gibi Eflâk Buğdan’a, Bulgaristan’a ve hatta Edirne’ye kadar girdi. Sultan Mahmud ham iyyet gösterdi. 1229 da Edirne muahedenamesi.
inkilâp’da inat etti, Mehmed Ali ile ihtilaf. Sonra sulh. Sonra İki sene kadar karışık bir devir.
-1 8 -
Hüsrev Paşa Sultân Mahmüd’u Mehmed Ali’ye sevk etti. 1232 de Harp başladı. Mehıried Ali oğlu İbrahim Paşamı Akkâ’ya sevk etti. Abdullah Paşa orada mukavemet edeceğine teslim oldu. İbrahim Paşa Kütahya’ya kadar geldi. Ağa Hüseyin Paşa ihtiyardı, öldü. Yerine Gürcü Reşid Paşa geçti.
Mısır ordusu tâlim görmîış. Bizimki 7 senelik. Mehmed Ali oğlu İbrahim’in OsmanlI Ordusunu yenmesi -807-1808 de (Nizamı Cedid) bizde kaldırılmış, fakat Mısır’da kaldırılmamış. Fransız muallimleri ve Süleyman Paşa tarafından oradaki ordu yetiştirilmiş. Biz daha çok Lazlardan asker alırdık. Talimli olan talim li olmayana^ galebe, çalmıştır, Küthya’da bizim orduyu kandırıyorlar.
Hafız Paşa mektebi Harbiyeden mezun amma beceriksiz. Fakat Sultan Mahmud’un itimadı var.
Moltke Nizib’jde var: 1838, Konya’da yok: 1833. Konya’da İbrahim ' Paşa’ya iki defâ mağlûp olmuşuz. Ordumuz perişan. Reşid Mehmed Paşa Konya’da yalnız kalmış. Ordu serapa firar^etmiş. ibra:him Paşa Sadrıazama sadrazam hörmeti yapmış. Şehir şehir sadnazamla Kütahya’ya geldiler. Sultan Mahmud korkusundan Rus tarafına iltica etti.
Bu ilticada Rusya Beykoz’a 40.000 asker çıkardı. İngiltere şaşırdı. Bütün dünya, Devleti Osmaniyenin battığına hükmetti. İngiltere ne yapacak bakıyordu. İngiltere Fransa’yı tehdid İle hahgi taraf dansın? 24 saatde haber ver, dedi. Louis Philip korktu ve İngiltere’ye iltihak etti. Memleketten ayrıldı. İngiltere, Fransa ve Prusya bera- bei’ oldu. İtalya’ya kapıldı. Avrupa konseyi teşekkül etti.
tngilîere ki,. istaribüF seıfinneeı^ret. Mehmed A li^e Fransa’nın ;Ondari ayrıldığını bii- {iırsin. Ordu Kütahya’dan çekilsin. Beh de senirije bera-
değilim. Şü vaziyete an la tı ki, İbrahim İstanbul’a
- 1 9 -
giremez. Oğlunu Kütahya’dan çekti. Konya’dan çekil dediler. Konya’dan çekilmem dedi. Devletler namma Rusya’ya nota verdi. Biz tamamiyeti mülkiye taraftarıyız. Sen ne dersin? dediler. O da tam amiyeti Mülkiye taraftarıyım, dedi.
Feleğin ve mukadderatın bizi kurtarmasına sebeb oldu. Rusya şimdi onlar beş kişi. Ben bir kişiyim. Neye harbedeyim dedi.
Eğer Fevzi Paşa’yı yaltaya gönderip iltica etmese idik, Samsun’a kadar ben işgal edeceğim, deseydi onlar çıkmazdı. Vazo kırılınca tamir edilmez. Birinci Nikola’- dan bizi temamiyet kurtardı.
Mehmed Ali Konya’dan çekilmem deyince 6 sene müzakere edildi. Anadolu elimizden çıkmış. Toplanma yeri eski Malatya. Hafız Paşanın yeri. Karargâh orada. Esas onun. 1838 senesine girdik. Mehmed Ali halâ direnmede. İngiltere bizi ona karşı sevkediyor. O zaman Moltke var. B izim ordu yürüm eğe başladı. Mehmed Ali harb etmeyin diye yalvardı. Fellah Mısır’ı zaif görüyordu. Bağ- dad ecnebi taarruzdan emin. Arkada Basra ve Arabistan var.
Plurşid Bey, parayı Arap rüesasına kaptırdı, parasız kaldı. Askerine verecek birşey kalmadı. Bizim ordu yürüyüp Nizib’e gelince, Süleyman Paşa ve İbrahim Paşa bizim ordunun efradını para ile kaçırtarak bir günde mağlup ettiler. İngiliz yüzünden başımız belâya uğradı.
Nizib haberi gelmeden Sultan Mahmud öldü. Nizib ölmüş, fakat haber gelmemiş. Hemşiresi Esma Sultan’ın Sarıkaya’da köşkünde 56 yaşında öldü.
*it ir ■
— Biz acaib rejimlere tabiiz. Bizde meşrutiyet oldu ama bizimki gibi oldu. Diktatörlük ve Cumhuriyet oldu ama bizimki gibi oldu. Eskiden rejimlere iman vardı. Şimdi risjimlere iman -yok. Osmanlı Hanedanının 600
-2 0 -
sene durması sebebi bu imandan. Halkda işu iman vardı ki bu sülâle devam ederse nizamıâlem devam eder.
Sığaya çekilen Padişah devlete itaat etmemiştir. Zımnî veya tahteşşuur: Devlet nizamlarına hörmet etmedin. Seni sığaya çekeriz, diyor. Vak’ai Vakvakiye’de (ayak divanı) ve Sipanilerin yaptığı budur.
Bayezid-i Veli’nih sıygaya çekilmesi. Demişler ki sen serdarlık etmiyorsun. Acemden, Çerkes’den dayak yedin, sen yapamıyorsun? Padişahlık ayak üstünde olur. Oğlun yerine geçsin.
Bayezid-i Veli iyi bir insan. Amma Osmanlı. Padişahı serdar olmadımı dayak yiyor. Yeniçerinin dediği ölur. 20 sene dayak yediğimiz Çerkeslere Yavuz dayak attığı gibi onların padişahlarını imha ediyor ve Acem’e dönüyor. Yine aynı m illetle başta iş gördü. Zira yapmasını biliyor.
♦* *— Dâhî yoktur, yalan. Ne Napolyon ve ne diğerleri.
Mistik bazı insanlar dahiye inanırlar. Jül Sezar bütün insanlardan biraz başkadır. Çok da başka olamaz. Zira insan tabiatı buna mani.
Bir de çok seziş vardır. İnsanlar budur, yaratamazsın. O insanları tanımak meselesi. Yavuz, başa geçince hemen değiştiriyor, laikin mevcudla. Hatta kendine itiraz edenlerle. Sinan Paşa saltanatına itiraz etmişti; Sinan Paşa’yı Anadolu Beylerbeyi yaptı. B ilir ki Şah İsm ail’e bununla gidilir. Sinan Paşa ve Haşan Paşa ile Çaldıranca gidilir. Seziş kuvveti.
— İhtifaller ve armağanlar elzemdir. İfratlara neü- zübillah.
— Padişahlar bir muahede’de kazandığı şeyi değiştiremezler. Muahedeye^ dokunulmaz. Zira bütün muahede sarsılır.
— Tanzimatın ne kadar hayranı olsak yeri vardır.
- 2 1 -
o kadar itidal ve derin düşünmek vardır ki,- asıl mesele de budur.
•b* K
Tanzimat diyoruz. Eski rejimden yeni rejime geçme. Nasıl uymuş ve uydurmuştur. Eski silahlarla vuruşulmuyordu. O kadar ustalıkla hareket ediliyor-ki düşününüz. Mahkemei Şeriye’de Fransız ceza kanununu tatbikine ustalıkla ve ne normal geçiş. Fesi mezar taşına soktu. Biz sokamadık. Olsaydı sokardık. Onu stilize ederek yapamazdı,
— Yeni mezarlık ne şenaat. Hangi milletindir belli dpgil. Kapısında edebî bir lâkırdı. Burası sükûn yeri, böyle şiir olur mu?
— OsmanlI çok yaman. Bizans gibi kendine çok faik bir medeniyet payitahtını alıyor. Kendi mezarlığım koyuyor. Ondan birşey konmuyor. Ondan başkasını koyuyor. Hamamı alıyor. Türk yapıyor. Mezarlıklar sırf Türk. Hamam esasen Roma’nın. Acem ve Arap’da yok,” Oralarda OsmanlI devri hamamları var, AvrupalI Romen hamamına Türk diyor. Çünkü onlar da bizde görmüşler.
Bizans şiir Edebiyatında bizim kayık yok. Kayığı da icad etmişiz. Bizim ki ne zarifdir^
— Vekayii tarihiyeyi kendi vicdanıma vururum. 93 harbinde ben olsam ne yapardım? 1876 da bulunmak şartıyla düşündüm. Ben de Tuna’yı eli kolu bağlı veremezdim. Bir devlet tasfiyesinde ham iyetli bir insan buriu yapamaz.
Bugün Tuna için yapılan yarın Konya için yapılır. Rus harbi mukadder, bin defa mukadder.,,
- - Resul, nebî almamışız. Peygamber diyoruz. Haber verici manâsına Farisîden gelme. Müslim demiyoruz. Müslüman almışız. Bu da Farisî. Çaryar, cihari yarı gü- zin, Acemcedir. Arapdan almamışız,
— «Dârâ zamanında konuşulan dil. Gobineau Histö-
-22-
ire de la Perse: 2 cilt. Onu okuyun. Abidevî bir eser, tranı, Kadisiyle muharebesi ikiye böler. O kadar şedMdir ki. Eski iraıi orada lisaniyle,. diliyle birgünde yok oldu.. Nasıl ki Vezüv bir gecede Pompei’yi kül altında bırakmış. Arap- 1ar Ispanya’da Gotları yok etmiş.
Acem eski şiirde veznini halâ bilmiyor. Müslüman Acem sırf yeni bir teessüs. Arapça öyle bir yerleşiş yerleşmiş ki. İşte biz islâm iyeti endirekt olarak bundan telâkki ediyoruz. İslâm din ve ilim lerini ve devletini hep Acemden alıyoruz.' Arabistan bu kadar sene bize bağU, ondan almamışız.
Bizim nemiz var, nemiz yok, çok şeyimiz Acemden alınmış. Padişah farisî bir sözdür. Oğlu ismi Şehzadedir, iskem le ismi taht, oturduğu şehir payitahttır. Sarayında ne varsa rikâbdar, sancakdar, silahdar, dar...dar. dar.. Hep Farisî. Adetler farisî.
Selçuk zamanında büsbütün. Keyhusrev, Keykavus, bıi.sbütün Acem. EsKI Bizans m üellifleri Selçuk’u Acem itibar ediyor. Vakia Selçuk’da Alp Arslan’da ve Melik- şah’da sonra Acemleşmiş.
Türkler, Anadolu Selçukluları sayesinde bu güne gelmiştir. Şiî olsaydık, Acem olurduk. Şiî Müslüman amma, Acem müslüman. Şiîler Acemleştiriyor.
Sünnilikte Kürt, Türk ve Çerkeş oluyorsun.Bizim sebebi zuhurumuz Sünniliktir. Ve devamımız
yine ondadır. Ecdadımız Maveraünnehir’de Sünniliği, Şiîliğe karşı müdafaa vesilesi diye almış. Bağdad halifesi Ali Beye, Acem hanedanı tazyiki altında şiîliği kabul et, demiş. Ordüsu da yok, ne yapsın? Selçukları çağırmış, bunlar için tam fırsat. Sünniliği müdafaa vesilesiyle Horasana hücum ile Âli Bey’i def ettiler. Biraz ilerlesem, Irak’a gitsem dedi; Tuğrul Bey dördüncü batında,
Selçuk Horasan’a yerleşince Dördüncü batında Tuğrul Bey’I verdi. Bağdad Şiîleşmiş. Kerh şehri Şiiliğin yuvası idi.
- 2 3 -
Halife, gel, bizi buradan kurtar, dedi. -Tuğrul Bey’in istediği şey, Bağdat’a girdi. Gelenler belki vahşidir diye Halife korkmuş, mahzenlere saklanmış. Tuğrul Bey, Halife bizden neden korkuyor, demiş.
Düşünün kurtaranlardan koricmuş.50 Sahanlı yemek ikram etmişler. Bizimkilerin at sü
tü, sarmusaklı yemekleri mutadı idi. Sarayda yediklerinizi beğendiniz mi? demişler de iyi ama sarmusağı eksik demiş.
Tuğrul Bey çok siyasî. H alifenin elini öpelim, bizim halifemiz, demiş.
— Sen şuraya otur, halifesin. „ tslâm iyeti idare et. Yer yüzünde vekilin benim demiş. Minberlerde halifeden sonra ismi söyleniyor. Halife matbu’u mevkiine düşüyor.
Tuğrul Bey iki sene sonra öldü ,oğlu yok. Çağrı Bey kardeşi, o da ölmüştü. Onun oğlu Alp Arslan. Halifenin vekili sıfatıyla tahta geçiyor telâffuzu Atillâ’dır. Silivri’ye kadar gelmiş. Yukardan Avrupa’ya geliyor. Hunlar ve Bulgarlar Turanı kavim.
— Bizde cehalet telâkki ediyor. Bizde cehaletin envai var. Cehalet zehir. Allah çok vermez, ölçülü verir.
— Sünnîlik sebebi vücudumuz olmuştur. Fatih, Yavuz, Kanunî ve Muradı Salis Sünnîliği müdafaa için bir- raber Vezüv indifainm Pompei’yi mahvettiği gibi yok etti. Araplar iki m illeti mahvetti: 1— Acemler, 2— Got- 1ar’ (Ispanya’da), Araplar İran’ı fethedince Hindistan ve Çin’e bile geçtiler. Ne ise Şim âle doğru gittiler. Kutaybe bizim ecdadımızı dine davet etti. Tarihin en büyük ehemmiyeti haiz oldu.
Araplar, İslâmiyet inkilâbından sonra islâm iyete davet etmekle Türkleri keşfettiler. Araplar 200 sene sonra düştü. Amma bu sefer İslâmiyet Türklerin eline geçti. Kuteybe’nin gitmesi ehemmiyetlidir.
Ecdadımız peyderpey müslüman oldu.
- 2 4 -
Asıl ecdadımız Selçuklular. Tuğrul Bey, biraderi Çağrı Bey’in oğlu ve Halefi 1060 da kiendi yerine geçince, Anadolu fütuhatına girdi. Malazgirt’de 1071 de Anadolu’ya girdik.
Anatolikos yalnız Konya diyarına denir, bütün Anadolu’ya denmezdi. Selçuklular Van cihetinde taarruz ettiler. Malazgird vücudumuzun olduğu yerdir.
Alpaslan Agustos’da Malazgird’i kazandı. Tarihin en mühim ve müthiş muharebelerinden biri. Çünkü Türkiye’ye vücud verecek ve Türkiye oradan çıkacakmış. Avrupa başına birçok işler çıkaran m illet buradan çıkacakmış. Bizim ecdadımız İran içinden peyderpey (diyarı Rum’a) aktı. Roma diyarına geliyoruz. Anadolu’da halka Rum deriz. R om a-R u m , R um -R om alı, demek. Hep Kostantinden kalan hatıra, Araplara geçmiş. Onlardan bize geçmiş.
Malazgirtten 10 sene sonra, bütün Türk aşiretlerinin Anadolu içine yürümesi 10 sene sürmüş. Anadolu fatihi Süleyman bin Kurtulmuş, ordu ile Üsküdar’a gelerek Ayasofyayı gördü. Süleymân iznik’e girerek oraya yerleşti.
iznik’de İstanbul fethine az birşey kalmıştı.tznik’e yerleştikten 15 sene sonra tarihde imponde-
rable (intizar edilmeyen), (hesapta olmayan) hadiselerden biri çıktı.
Kudüs'i fethe Haçlı ordusu geldi. Bizi tznik’den attılar. Mukadderatımız değişti. Bizimkiler müthiş harp ettiler. AvrupalIlar hayret içinde kaldı.
’ Ne m illet bu dediler. Birinci kolu yendi, ikinci kol çok Ş İÎ katlettiler. Sünnilik Şiî olmamak demek. Şiî o lmadın mı Acem olmuyorsun, demek. Bu manâca güzel bir telâkki, bu sayede biz Türk kalmışız.
Anadolu Selçuklarım beğenmiyorlar. Onlar olma- saymış Türklük mü varmış? Ne oldu İran Selçukluları? Acemleşti.
- 2 5 -
— Köprülü Mehmed Paşa, Haşan Paşa hanında m isafir iken sadaret teklif olunmuş.
— Fatih 31 sene saltanat sürdü. Lâkin Mahmud Paşa sadareti zamanı parlaktır. Diğerlerinde o parlaklık yoktur. Mahmud Paşa sadrı’azam olmadığı zaman da yani Bosna, Mora ordular, ve Kaptânı Derya olduğu zamanda dalma parlaktır.
— Biritiş Muzeumda Alparslan’ın bir minyatürü varmış, Rauf Ahmet Bey söylemiştir.
— Din değişmesiyle (Hıristiyanlığın zuhuru ile) Kü- rei arzın bu kısımda mühim bir .tahavvül oluyordu. İkinci birşey değişiyordu. Payitaht Roma iken buraya (İstanbul’a) gelince yeni ve eski Roma olamaz. Ahali Romen değil Elendi. Lisan, din ve ırk değişecekti. Kostantin belki bunun farkında değildi. M illetler yerlerini değiştirmişlerdi.
Bu hep Roma üzerine geliyor, tik harekete geçen Germenlerdi. Bizansı ezeceklerdi. İşte Kostantin’in 330 da buraya verdiği şeyler. O zannediyor ki burası eski ve temiz bir Roma olacak. Halk Lâtince konuşacak ve Roma Saltanatı devam edecek. Annesi ile Hıristiyanlık el altından saraya girmiş ve Elena’nm annesi Hıristiyan olmuştu. Askerin çoğu Hıristiyan, Kostantin düşündü; Asayiş ve siiiîı ve sükûnun muhafazası için Hıristiyanlık da serbest olsun, Putpei’estlik de.
Hıristiyanlık serbest bırakılınca hemen kiliseler yapmağa başladılar. Biraz sonra Putperest mabetlerini yıkarak mazlum mevkiinden zalim mevkiine geçtiler.
Hıristiyanlık gaz yağı gibi parladı ve etrafa yayıldı. Hiristiyanlar galip geldiler. Bu aralık (Hiristiyan veya değil), İzmit veya Hereke taraflarında öldü. Cenazesi Fatih civarında bir yere gömüldü.
Hanedanı da 30 sene kadar durabildi. Jülyanus isminde güzide bir genç, putperest terbiyesi almıştı, tahta
-26-
geçti. Hıristiyanlığı sevmiyordu. Gayret gösterdi. Hiris- tiyanlar (mürted Jülyanus) derler. Acemlerle muharebede öldü, ölürken Tuas Vaincu Gallileen «Gallileyi yendin» diye bir rivayet var.
Sonra, vaktiyle Roma’da olduğu gibi en kuvvetli General kral olmağa başladı. Hiristiyanlık günden güne yerleşti.
(Burüncu Teodos) 1360 de Hiristiyanlığı resmî din yaptı. Kostantiniye’de 30 sene sonra latinceyi kimse konuşmuyor. Ğarb ve Şark farkları bu suretle başladı. Kayser Rumca konuşuyor. Din Hıristiyanlık.
Anlaşıldı ki, Roma’dan başka bir şeye Kostantin farkında olmıyarak vucut vermiş. Şimdi Rumlar Roma anane ve dinini reddediyor ama arazisini istiyor. Lâkin Romalı olmak istemiyor.
Roma’da papa' yok, bir piskapos var. Binaenaleyh İkinci Teodos zamanından sonra Lâtinlik tamâmiyle unutuldu, Putperestlik m emnudü.'Bizim zamanımızda gâvur olmak ne ise o da öyle oldu; .
Ortaya bir Rum imparatorluğu, (Bizans) çıktı. İtalya kendisine yabancı idi. Biz Rum diyorduk. Biz nasıl Rum kelimesini benimsedik. Oraya gelelim.
Derken İslâmiyet zuhur etti. Hesapta olmayan bir- şey Hazreti Ömer zamanında Yenbuğ muzafferiyetini kazandı. Kadisiye muharabesiyle 3 harbi vardır. Muzaffe- riyet sebebi Yenbuğ, Kadisiye ve Mısır.
Birincisi, Bizans’ı Suriyeden kovdu. Kadisiye, Acemi kovdu. Mısır’da Fustata’a girdi. Herakliyos sersemledi. Peygamber zamanında bir mektup almış, dine davet ediyor. Buna gülmüşler. Bir Arap Şeyhi mektup göndermiş, öyle zannetmişler,
Yenbuğ ve Fustat’tan sonra Mısır ve Suriye’den kovulmak akıllarını başlarına getirdi. Mısır’da kalmadı, Tâ
- 2 7 -
Septe boğazına kadar geldi, Berberîler’i buldu. Orada durmayarak Serte’den Ispanya’ya ve Fransaya geçti. Poitiers’ye kadar geldi.
Arapl^r gömlekler ve ciritlerle Kadisiye de harbi kazandı. Bunlar yabanı. îran müdhiş medenî. O müdhiş medenî milleti bu bedeviler âdeta imha etti. Bundan Önce İran medeniyeti, dil ve sanatı varken îran m illetiyle be- daha kuvvetli. Lâkin ona yenildi. Sonra Konya’ya çekildi, Ehli salib yakarak ve kaHâm ile Antakya’ya geldi. Orayı da aldılar. Kudüs’e gitti. 1099 da İsa’nın kabri olan Kudüs’ü fethetti.
Bu vak’a müthiş bir tesir yaptı (İsa’nın kabrini aldı), diye. Ordu müflis, Zadegan yer yer fethe geliyorlardı. Baronluklar, kontluklar (Ekseri Fransız, sonra Alman, İngiliz) Fransa’da olduğu gibi Suriye’nin sahil kısmında kontluklar ve baronluklar yaptılar ve taksim ettiler.
Tunus kontu, Kudüs fethinde büyük iş görmüş. Kudüs krallığmı kendisine verecekler zannetti. Başkasını yaptılar. Muğber oldu.
Askerini alıp Fransa’ya gitmek üzere iken Bizans Kayseri; — Kal burada, seninle Anadolu’yu fethedelim. Anadolu Hükümdarı sen olursun ve bana tâbi’ kalırsın, dedi. İnandı ve kaldı. Bizans kuvvetli bir ordu kurdu. Askerin başına geçirdi. 1102 senesinde, Kudüs’ün feth inden 3 sene sonra!
Bir hamlede Ankara’yı aldı. Anadolu’yu zaptediyor- lardı. «Malazgirt zaferimizden çok az bir zaman geçmişti. Henüz yerleşmemiştik.
Danişmend’in oturduğu yer Sivas. Danişmentler fazla egoist, Sivas’a yerleşince Eskişehir’de Haçlılar savaşına imdada gelmedi, asıl, Selçuk kazanmasın diye;.
Frenk ve Bizans ordusu var kuvvetiyle yürüyor. Samsun’a gelince «Bafra’ya» Birinci Kılınç Arslan kuvvetleri
- 2 ^
Danişmend ile Frenkleri mağlup^ etti. Sivas kurtuldu ve Frenklere ma’ni oldu. Türklük Anadolu’da kaldı.
Danişmend, Kılınç Arslan’a tekrar ihanet etti. Anadolu’dan kovulmamağa Bafra’daki muzafferiyetler se- bebdir.
Suriye’ye 8 Haçlı seferi var. En mühimi birincisi. Y ine Suriye'ye dönelim. Bu (şalibiyyun), eğer Danişmend Eskişehir’e gelip de ihanet etmeselermiş, orada boğulacakmış. Danişmentlerin bu ihaneti fena olmuştur.
ikinci salib seferi 1125 de yapıldı, Şam üzerine. Muvaffak olamadılar, iş i gevşek tuttular, alamadılar.
Şimdi mühim bir bahse geçiyoruz.Ceddimiz Selçuk’un ceddi Tuğrul 1060 da Bağdat’a
gelmiş, Halifenin vekili olmuştur. Alp Arslan zamanında da mühim bir inkişaf yaptı. Melikşahlar zamanında oğulla n bozulmağa başladılar. Acemleşmeğe başladılar, Ra- havete duçar oldular. Cengâverlikleri kalmadı. Selçuk (İran Selçuklan) bizim babalarımız. Çünkü Anadolu Selçukluları’nın babalan. Gevşediler. Bu sefer, o zaman oldu.
Suriye’ye yardiAı edemediler ve muvaffak olamadılar. 30 sene kadar Müslürnanlar, Hıristiyanlar elinde mazlum bir halde kaldılar.
Derken İslâm iâleminde bir uyanıklık husule gelmeğe başladı.
Bunu kim yapacak. Türk-hanedanından Musul Ata- beğleri Zenki hanedanından idi. îrnadüddin Zengi. Buna, Halife iltica etti. Bu hiristiyanlan Suriye’den atabilirsen, seni bütün Suriye’ye Emir yaparım, dedi. Oğlu Nureddin’i beraber aldı, Frenkler üzerine yürüdü. Ha- leb e geldi. Kapandı. Ordu durdu. Frenlderle iyi döğüştü- 1er. Frenkler hayret etti. Fövkâlade bir adamdı, imadüd- din. Kaleleri birer birer düşürdü.
Bu sefer rehavet sırası onlara geldi. Avrupa’dan yar
-2 9 -
dım çok. İslâmiyet dirilmeğe «başladı.' îmâdüddin öldü. Oğlu geçti. Peygamberden sonra îslâm iyetin en m innettar olması icabeden bir insan da budur. Çok hamiyetli, îş in başına geçince bütün müslümanlarda dögüşme azm i vardı. Sen adam m ısın —Neye mücadele ile şehid olmuyorsun—, derdi. îslâm iyeti müdhiş uyandırdı. Ordunun % 95 i Türk, % 5 i Kürt.
Nurisddih Hâleb’deki emaret’ini genişletti. Nerede ise Kudüs’ü alacaktı: Kendisine "celbettiği emirler arasında Kürt Salahaddin-i Eyubî vardı, Kürtlerle gelmişti.
Nureddin düşündü ki Mısır’ı fethetm eksizin Kudüs fetholunamaz. Frenkler tekrar gelir alır, Mısır’da Fati- mîler hükümran. Arap değil fakât araplaşmış. Bâğdad ve bizler sünnî. O zaman. Şiî ve Sünnî farkı müdhiş.
Eyyubun oglu Salahaddin’e hayrandı. Salahaddin’i seçti ve Mısır’a memur etti.
Halep ve Mısır sünnî olunca Kudüs’ü geri alsınlar, dedi, Kürt ailesi Mısır’a gitti. B innetice Mısır’ı aldılar. Mısır’a girdi. Zengin bir kıta. Haleb e benziyor._
Mısır’a girer girmez ihanet fikirleri uyandı. Ayrıl- sak dediler. Lâkin ordu Türktü, Nureddin de, mukaddes bir insan gibi benimsemişti. Nureddin bir Kürd ailesi ihanetini hissetti. Bunlara çok müşkül bir vazife verdi. Dedi ki: Şiîliği kaldırın, Sünnîliği, ikame edin. Bu gerçekti. Düşündü, yapamam dedi. Fakat birgün de Şiîliği m en’ ettiler, Fatimîlerden itiraz edenler asıldı. Sünnî oldu. BU” nu Salahaddin yaptı. Nureddin kendi kuyusunu kazdı. Salahaddin’in namı büyüdü, nifakı kaldırdı diye.
Bir cUvan yapılmış. Salahaddin’in Babası Eyüp sağ. Divanda Nureddin’den ayrılmağa karar vermişler, Sala- ahddin tatbika başlamış, üm era, bu kadar çalıştık, elbet- bette ki siz de nimetlere nail olmalısınız. Biz de saltanat olalım, dediler.
Eyüb kalkarak: sus, küstah, ne biçim lâkırdı. Nured-
-3 0 -
na inanmayız dediler. Salahaddin pekâla, Haleb’i size veriyorum dedi. Müslümanlar bak ne diyör? dediler.
Salahaddin’in nüfuzu Irak’a kadar gitti ve hükümdar oldu. Zenginler kanmadı. Lâkin Salahaddin Kudüs’e girdi. Kudüs, 80 sene Frenk idaresinde kalmıştı.
Hiristiyanlar girince katliam yapmışlardı. Bu, bilâkis insanlık gösterdi., ,
Fakat Kudüs’ün rgeriye alınması Avrupa’da top gibi pâtladı. Alman imparatoru, ben gideceğim, dedi, din Emirül mümini efendimiz, O bizi buraya gönderdi, sus, demiş.
Susmuş. Divandan sonra; Bu aşikâre konuşulur mu, yayılır. Amma böyle budalalık olur mu? Hepsi Türk, de- miş.
Salahaddin-i Eyyubî’nin Kürd’lük namına Türklükten ayrılması karşısında bunun ihanet olduğunu anladı. Nureddin samimi. Bir müddet sonra Eyyüb öldü. Salahaddin Mısır başında kaldı. Kudüs’ü geri alacağız. Siz Mısır’dan yürüyün. Ben de yukardan ineceğim, dedi.
•Salahaddin bunu bir pusuya düşürülme anladı. Tut- du, ayak diredi ve lüzumsuz yere bazı kaleleri sardı. Lâkin gelmedi. Nureddin bekledi, ihanet olduğunu anladı. Belki de Nureddin’in niyeti, Salahaddin’i harcamaktı,
tşte Nureddin’le. Salahaddin arasında nifak çıktı. Lâkin Nureddin öldü. Alemi İslâm’da bir buhran çıktı. Çeşitli dedikodular başladı.
Salahaddin, Emir reisimiz öldü. Kim geçerse geçsin, ben yerine geçmek istemem diye ağız yaptı. Bu is- tinkâf . lehine döndü. Maksad Kudüs’ü geri almak. Bize lâzım olan bir erdir. Varsın Salahaddin olsun, dediler.
Ben Nureddin yetiştirmesiyim, onun hanedanına sa- dıkım, dedi.. Fakat, Zengi hanedanı, Nureddin oğluna: Babana ihanet etti, sözüne inanma dediler.
Oğlu Haleb’e kapandı. Kurt masalı söyledi; biz sa-
- 3 î -
üçüncü haçlı seferini daha müdhiş yaptılar, Saıa- haddin baktı, Kudüs’ü geri almağa geliyorlar. Sıkıştı. Bir ihanet daha yaptı. Rumeli (diyarı Rum) Selçuklan toprağını Bizans’a peşkeş çekti. Bu bize ihanetti. Ham- dolsun icra edilemedi. Amma muahedeyi imza etti.
Frederik, Barbaros, Arslan kalbli Rişar da Karadeniz’den geldiler. Bizans imparatoru korktu, vaz geçti. Frederik Çanakkale’ye çıktı. Anadolu garbinden yürümeğe ve ortalığı tahrib etmeğe başladı,
Rişar evvelâ İzmir’e çıktı. İzmir’de Karşıyaka’ya (Kordelyo) Derler (Rişard Ceur da Lion’dan gelir.)
Salahaddin bize ihanetle beraber, çok mahirane hareket etti, Müslümanları birbirine düşürerek Kudüs’ü vermedi. Frederik Barbaros, Tarsus’da boğuldu. Aralarında nifak çıktı. Rişard’da çekildi, Salahaddin Kudüs’ü vermedi.
. İşte Salahaddin Avrupa nazarında büyüdü. Elân büyüktür. Mısır’da oturmuyor, Şam’da oturuyordu, Salahaddin öldü. Biraderi Melik-ül Adil yerine geçti. Son 50 sene .hülâsası:
Eyyübîler yüz sene kadar Mısır’da kaldılar. Dejenere oldular. Mısır toprağı dejenere ediyor. Melik Şah zamanında (5 ini batın) bir Türk cariye (Şeceret-üd-dür) sarayı eline aldı. Mısır’da 10 bin asker ;Türk vardı. Bariyo diyorlardı... Elcezire de kışlaları var.
MeHk Şah zamanında (Şeceretüddür) kocasına hakim olunca Türk ordusuna istinad etti. Parayı onlara verdi. Türklere geçmesine bu sebeb oldu. (Baybars) m basma iki buçuk metre boyunda bir dev (Ejderhalı bir Türk) Moğollar katlinden yalnız bu kalmış. Satılmağa değer. Bunu, şuna buna satmışlar. Fındık Dâî namında bir Türk emirine satılmış, O da Baybars’a satmış. Bari- yon askerine katılmış. Dev gibi. Lâkin zeki, işte Şecerüt- dür’de Bariyon başında, 1248 de... St Louis’yi para ile
-3 2 -
zâdegâniyle beraber satın aldılar,Eyyübi Hanedanı bitti... Türkler Mısır’ın başına geç
ti. Suriye’yi feth ile nihayet buldu.— Kandihar. İskender’den geliyor. İskender tesis et
miş, İskender’i kendi hükümdarı addeder. Cengiz, Hulâ- gu ve Alparslan padişahı. Kim galebe etmiş ise orada padişah olmuş. İran bunları kendinden sayar.
— Büyük İskender Yunanlıları Arabistan’a yerleştir- seydi yine İslâm kültürü çıkardı. Lâkin daha başka bir müslümanlık olurdu. Zira gittiği yere, Yunan kültürünü götürüyordu. Hindistan’ı alabilseydi orada izleri olacak- tı.
— İskender’in üç büyük zaferi:.Acemlere karşı Granikos savaşı. Ankara önüne gel
mişti, Sencan köyü’ne kadar. Sonra Adana’ya geçer. Dört yol (Payas),.Sis, Sus muzafferiyeti orada. Mısır’ı feth ile kendisini orada ilâh ilân ettirdi. (Arbel) Erbil’e gelerek Dârâ’yı (Daryüs) öldürdü, iran lılân m ^ u p etti. Perse- polis’e girdi. Tahran yok, Rey vardı.)
Persepolis’e girince, İran’ın şa’şaa ve şöhretiyle gözü kamaştı. Acemleşmeğe başladı. Bir İran prensesi aldı. Roksan (Rûşen) isminde. Aceıp tarzında giyindi. Kritus adında bir kumandanı bunu beğenmedi. Geceleri çeşitli eğlence ve rezaletler.
M illî ahlakın müdafaasını güden Kritus’u okla öldürmesi trajedilere misâl olmuştur, öldürülünce ağlar.
Sonra İskender Pencab ve Sind’e giderek fetheder. Daha sonra Irak’a döndük 33 yaşında Bağdat’la Basra arasında bir yerde öldü.
Beşer tarihi bundan büyük yürüyüş görmemiş. Efsaneler yapıldı. Generalleri memleketi taksim ettiler. Bat- lemyus Mısır’ı aldı. Slokiyus (Slokidler) Antalya tarafını aldı.
AvrupalI, her bilinen şeyi bilir, bilmediği şeyi uydur
-3 3 -
ma?;. İskender’in hocası Aristo. İskender hem Yıınanis- lan’ı imha eUi hcın o kültürü dünyaya yaydı. Babasınnı payitahtı Vodina idi. Mekedonya m illeti artılî yok.
— Bizim yatanımızda iki m illet tamamen ortadan kalkmıştır:
1 — MakedonyalIlar, Rum eli’de.2 — Frikyalılar, Anadolu’daZira bunlar katledildi. Frikyalılar Anadolu’nun ze
ki ve.çalışkan en çetin ve kuvvetli unsuru. Ermeni ve Burnu bırakmış, bunu bırakmamış. Selçuklular temizlemiş.
Yunanistan ve İskender’den sonra Roma geldi. Bunların yerine geçti.
— Edirne’yi I. Murad fethetti. Yıldırım Çukurova’da mağlup oldu. Osmanh devleti Anadolu’da zail oldu,. Rumeli’de kaldı. Bosna, Hersek ve Arnavutluk henüz fet- hedilmertıiş. Türk olan Osmanh Devletinin Rum eli’de kalabilmesi için bir Türk unsura istinad etmesi lâzım geliyordu. Biz Türk unsurlarını Anadolu’dan bu 42 senede mi muhaceret ettirmiştik. Şimdi mümkün olabilen bu muhaceret, o zaman 42 senede olabilir mi idi?
1360 da geçen Türkler, Rum eli’de o zaman Peçenck- lerin, Oğuzların, Romanların ve Vardar Türklerinin nesillerini bulmuşlardı. Bu nesiller gerçi Bulgar, Sırp, Arnavut ve Rum, Ortadoks kilisesine tabidiler. Hiristiyan- dılar. Amma göçebe oldukları için Hiristiyânhklan zaifdi ve Türkçe konuşuyorlardı.
İşte Osmanh Türkleri aslen Türk olan bu Ortadoks- ları ihtida ettirdiler, ilk Yeniçeri devşirmeleri tabiatıyle bu unsurlar tarafından yapıldı. Bunun içindir ki Yeniçeri Ocağı Türk mizacında bir ocaktı.
Buna delil: İstanbul’da, Rumeli ve Anadolu şehirlerinde gördüğümüz sütçü, yoğurtçu helvacı gibi kısa veya orta boylu esnaf, yani Arnavut tipi; buna mukabil uzun,
-34-
kemiljli, sarışın olanlar malisör yani dağlı tipidir. Bunlara katiyen benzemez.
Sütçülük ve yoğurtçuluk gibi sanatları aslında Arna- vutlar yapmaz. Bu, eskidenberi Turanı bir sanattır. Onlar yapar. Acaba bu sütçü ve yoğurtçular, fizikçe ve boyca, vaktiyle Arnavut kilisesine dahil olmuş, sonra Müslüman olmuş ve Arnavutlara dahil olan Pccenekler olmasın? Çünkü Peçenek tipindedirler.
MEDENİYETVE
DİN— Medeniyet parça parçadır. Akdenizde olduğumuz
dan bir İslâm medeniyeti ve bir Avrupa medeniyeti olarak iki zannediyoruz. Halbuki ötede koca bir Çin medeniyeti var, bunlarla alâkadar değil. Esasını ararsanız medeniyet birdir.
Alimler «medeniyet beynelmilel ve müşterektir», demişler. Beynelmileldir. Yalnız iklim değiştiriyor. Vaktiyle medeniyet Mısır’da imiş, itibardan düşünce Bağdat’a, Irak’a gelmiş. Asur ve Kaide medeniyeti. Derken Yunan medeniyeti diye harikulâde medeniyet zuhur etmiş. Kalitece hepsine faik. Zira beşerî bir şey. İnsana yaklaştırmış.
Asur ve Kalde’de medeniyet hareketsiz, cansız. Esk:l Y unanda vücut her tarafta oynuyor. Büyük heykeltraç- lık var.
Derken trajedi yapmış. Hem o zamanlarda. Hâlâ o ayarda trajedi yapılamıyor. Sofokles tarzında bir eser yapmak kabil değil. Nitekim bir «Venüs de Mile» yapılamıyor.
İnsan anlar ve iyi okursa ve temsil olunduğunu görürse gözleri kamaşıyor. Medeniyet Eski Yunan’da birden patladı. Partenon yapıldı. Müverrihlerden biri (nesri o kadar sağlam ki, zannedersiniz, bugün yazılmış, hiçbir pürüzü yok) der.
- 3 5 -
Buna Yunan mazisi diyorlar. Bu lâkırdı doğrudur. Bunu kimse idrak edememiş. Yükseldi, birdenbire eski medeniyetlerin hepsini sildi. (Orta çağ) karanlık bir alem doğdu.'Her şey mühmel. Sonra bir şafak. Buna Rönesans diyorlar.
Evvelâ İtalya’da doğdu. Herkes oradan feyz aldı. Sonra Şimale gitti. Şimdi Şimaldedir, Anglo-Saksönlarda.
Tecrübe zamanla mantıki yendi. Onun için, mantıki bıraktılar tecrübeye geçtiler. Mantıkin hududu var, tecrübenin hududu yok.
Uçak yapmış, uçuyor. Yüzbinlercesi uçuyor. Tecrübenin hududu yok,
Aristo mantıki (filan şey o lm az); diyor, duruyor. Amerika medeniyeti öyle terakki etti ki eskiler bu- •
nu fark etmezdi ve bilmezdi. Atom’u geliştirdi. Kimbilir daha neler bulacak. Bunu, tecrübe yapıyor, Amerika’da öyle bir medeniyet teşekkül etti ki, Avrupa’ya geldik köy zannettik, diyorlar.
Bu medeniyet, eski medeniyetler gibi yalnız manevî değil, biraz da maddî. Ahlâkı kıvamında bırakmış. Bunun haricinde müthiş bir hürriyet’e erişmiş. Medeniyetin bu dei’ece terakkisinden sonra iptidaî milletlere j^anmak, yakılmak düşüyor, yetişm ek kabil değil. Medeniyet, toprağı akıllıca işlem esini biliyor.
Dünyanın altınını o çekiyor. Saklayacak yeri yok. Bir şeye ihtiyacı yok. Herşey sanayileşmiş. Evvelce zannederdik ki yağ, mandadan veya kojmndan olur. Yeni medeniyet nebatî yağ yaptı. Görüyorsunus, ne kadar sıhhî, 3^aptığı işe bak işe. Yarın belki büğda-yı, ekmeği değiştirecek.
Gelelim bu kadar ilerlemesine mukabil ilerlemediği noktalar var. insanların nasıl idare edileceğini bilmiyor, idare Hukuku lâzım. Keşke medeniyet bu kadar ilerlemese idi de, (kendimizi idare) olsaj^dî.
- 3 6 -
— Göz neye bakarsa orasını görür. Eskiden gözler .insanın içine dönmüştü. M illetler eskiden azlıktı. Atina 10.000 idi. Şimdiki Yunanlıların Yunanlılıkla münasebeti yok. Roma’da en fazla m illet 200.000.
Eflatun bir odalı evde oturur, elbisesi iki kat. Aklı fikri felsefede. Eski Atina’da büyüklerin evleri basit. Gözlerin teveccüh ettiği şey başka, onlar Amerika’yı keşfe bakmıyor. Atina Cumhuriyeti, bir iki saat mesafede. Aklı fikri trajedi ve heykel. Floransa’ya gittim. Fatih zamanı DükaJar Sarayı var. Dükalar Sarayından Floransa hududu görülüyor. Bu Floransa bütün dikkatini heykeltraş- lığa, şiire vermiş.
— îpek kozasını ham alıyor, kumaş yapıyorlar. Avrupa’da fazla para var, îpek alıyorlar. Sata sata ipekçilikten zengin oluyorlar. Parasını kime versin, ressam ve tiyatrocuya veriyor.
Floransa’da İpekçi Sarayı yanında Dolmabahçe Sarayı ahır kalır. Güzel Mimarî işte. Bütün Avrupa Kralları bu ipekçilerin kızlarını alır. Medicis Floransa’dan. Hep bunlard.an Avrupa Saraylarına Floransa’nın ihtişamını götürdüler. Bu artan parayı artistlere vermesi şerefti. Bir ipekçi galerisi var. Rafael ve M ikelanj’ın heykeli lazım. Bunları koyacak.
— Amerikalılar işi çok maddileştirdi. Beşe^riyet her gün daha maddîliğe gidiyor. Lâkin Kiliseler dolu. Dinsizlik yok. Kiliseler muhteşem. Şimdi inceldiler. Zengin olunca incelik kolay. Fakirlikte güç. Hanımlar güzelleştiler., Amerikan kadını güzel kadın oldu.
— Gönül ister ki insanlık terakki etsin. San Pran- sisko’yu telefonla istersin. Bundan ne çıkar? Perişan halkı mesut göreyim, bana bu lâzım. Bazılarında var, diğerlerinde yok. Gönül ne ister, bunu bütün beşeriyet temin edebilsin.
- 3 7 -
— Beynelmilel medeniyet Şark’dân Şimale doğru gitmiş. Oradan Fransa ve İtalya’ya geçerken zayıflamış. Şimdi Angolasaksonlar'da. (Batı) dediğimiz Medeniyette Yunanlılık var. Disiplinde Roma Hukuku var. D ininde Yahudi dini. Irk’ında Cermanizm Var.( Avrupa başlıca üç ırklı. Cermen. K elt ve İslav Irkından teşekkül etmiş. Bunların kaliteleri yüksek.)
— Doğu) ya gelince; Çök daha eşki, Asuf, Mıisır’a: gitmiyelim. İslam (şark) ında başta Araptân gelnıiş, bir başkalık var. İnsanın gözlerini kamaştırır. Bir Hazrcti Muhammed çıktı. Arabistan’dan. ‘Cebelüttârık ye : sönrâ Fransa’ya vardı. Ezah-i Muhammed’i oraya kadar ğelmiş: Hem de Cebel-ül Tarık’a gelenler arasında Hazreti Mu- hammed’l görenler olmuş. Bir de Ganj’âj »Çin’e ka:dar gitr mis. Bu mucizeli bir işdir.
Gelgelelim kafasına. Arabın kafâsiy Yunan kafgisı gibi değil. Bir zaman medeniyet Endülüs’e inmiş. Yunan eserlerini o anlamış. Onu anlamak bir şt>ref oluyor. Yunan’a ne diyelim? Onu yaratmış.
Arab onun m antığını anlamış, sanat tarafını anlamamış.
İbn-i Rüşid gibi muazzam bir kafa, Aristoyu okumuş, anlamış, hazmetmiş.
İslam medeniyetinin iki üstadı var. ön ce Arab, sonra Acem. Bizim de iki üstadımız var olmuş. Yalnız Arat olmamış. Acem’in tahakkümünde Müsliiman olmuşuz. Peygambere nebi dememişiz de Farsça Peygamber demişiz. Namaz, oruç, abdest, hep Acem kelimesidir. İşte biz Acem’in irşadıyle Müslüman olmuşuz. Fakat, Acemin esiri değil, hâkimi olmuşuz. Gaznelilerde ve Selçuklularda onları hakimiyetimiz altına almışız. O da bizi medeniyeti ile ezmiş.
— Avrupa medeniyetinin en feyizli menbaı: Yunan ve Roma. Bizim ise en feyizli menbaimız Arab ve Acem.
-3 8 -
Buna, bir de Asyalılığı katın, Asya ahlak ve mizacını.Mommsen der kİ: Asya’da Hind’de, Çin’de ve İran’da
büyük saraylar, süsler ve kumaşlar var. Felsefeye benzer bir hususiyetleri de var. Fakat Hürriyet, demokrasi ve Hukuk bir saniye yer tutmamıştır.
Beşeriyeti iyi yola, doğru yola sevk eden hukuk ve hürriyet fikridir. Bizde hürriyet fikri; ferdin hürriyeti fikridir. (Kendi hukukum) vardır. O egoizmdir.
— Roma’da kadın haremde idi. Muhterem mevkie getirdi. Seksüel ahlâk yüksek. Şark sekse, başka türlü bakıyor. Söğme hep seks ile ilgilidir. Batı bunu pek anlamaz. Orada kadın muhteremdir. Dost veya zevce diye bakar. Doğu öyle bakmaz.
— Hıristiyanlığa gelelim. Yahudi menşeinden bir din olduğu halde hem yahudilikten ayrıldı. Hem de Av- i’upaî bir din oldu. Tohum toprağa karışınca başka şey verir. Din, diyanet ihtiyacından doğuyor. Bir m illet inanmak ve teselli istiyor. îlk vesile’yi yakalıyor. Bizde ilk (vesile) islâmlılık oluyor, islâm lılıkta, hıristiyanlığın zaman ve manâ farkı var. İsa ve Meryemleri kendi hayaline uydurdu.
İsa heykelleri maddidir. Hollanda’da oralı gence benzer. Meryem, Hollanda’lı kadındır. Çinde Meryem, Çin kadınıdır. Bizde de başka türlü değildir. Din Arab dini değil, biz onu kendimize uydurmuşuz.
— Ispanya’da Arablardan ■ üç şey kalmış;(1) Boğayı, almışlar. Arablardan kalma, tspanyollar
başka şekil vermişler, Ispanya’da çok münteşir. Araplar bunu döğüştürüyor. Onlar da çingenelerden almışlar. Bulgaristan’daki çingenelerden bize başka türlü geçmiş. Horoz döğüşü gibi.
(2) İspanyol dansı,. Arablardan kalma.(3) Mani, MakamU okuma. Ispanya’nın belli başlı
39-
özellikleri de, bu üçüdür.— Çingene zengin olunca Osmanlı düğünü yapıyor
ve OsmanlI elbisesi giyiyor,— Araplar Ispanya’nın yarısına hakim oldular. Bir
kısmında îspanyollar var. Araplar nerede durmuşlar. Hurmanın bittiği yerde.
— (Toro) önce Arablarda var. ispanyollara bu oyunu vermişler. Şimdi halkın sevdiği, tuttuğu oyun.
— Trablus Şam’daki bir kadayıf cinin fikrindeyim: 1923 de Vâlâ Nureddin’e sorrnuşlar: — Türkler dini kaldırdılar mı? Cevap; — Yok Canım mürtecilerin lafı. Ne dini kaldırdılar, ne de devletten ayırdılar.
Ramazan’da kandiller yanıyormu? Sim it çıkıyor mu? Davullar çalıyor mu? sorusuna «evet» deyince: — O halde din yerinde duruyor, demiş.
Biz işin eşkâline bakarız. Böyle Müslümanız, manâsına bakmayız.
— Bir katolik papazı, o kıyafette Madrid’e geldi. Fa- külte’de Arab ortantalisti. Papazın ağzından Islâm ve Arap muhabbetini hissettim. Ezanın ispahya’da ve Fransa’da kaç sene okunduğunu! Bordeaux, da, Poitiers’de orada burada, altı sene Ezan-ı Muhammedi okunmuş. Poi- tiers dediler. Abdürrahman-ı sani hatırıma geldi. Nerede ise Paris’e gideceklermiş. O kadar yakın.
— İnsan Kurtuba’da yüksek, binalardan alçak binalara iniyor. Sokakta Karpuz-yiyen adamı görünce kendimizi Anadolu’da sandık. Camii kebir’e doğru gittik. Kala kala köprü başlıkları kalmış. Kızılırmak ve Yeşilır- mak’a benzer. Yazın kurur. Ortada ince, pis bir su akar. Camii kebir’i dolaşıyorum. Camii Kebir yok. Fotoğrafçı camii Kebir’e dair resimler satıyor M...... nerede dedim,kışlayı gösterdi, inkisar-ı hayale uğradım. Kilise avlusu ve kuyu gibi bir yer. Kapıdan girdik, tş değişti. Bir sütun ormanı. Ufuklara kadar gidiyor. Devam ediyor, içine dal
- 4 0 -
dım. Abdürrahman-ı Saliş zamanında yapılmış ve tevsi edilmiş.
Süleymaniye, Bayezid, Sultan Ahmed gibi bir bina değil. Sütunlar gidiyor. Tavanı da gayet alçak. Türkle Arab’ın farkını orada gördüm. Türk, (ayakta dönüyor) gibi. Bunlar orada (oturmuş) gibi. Kurtubayı îspanyol- 1ar 1226 da almışlar. İspanyolların âdeti var. Bunun etrafına ayrı şapeller yapmışlar, daralmış. Ortasına o zamanki müslümanlığı ezmek için Rönesans bir bina yaparak bu eseri küçük düşürmek istemişler. Kral Charle, yıktığınız şey yapılmaz, fakat bu yaptığınız her zaman yapılır, demiş. ■
EBEDÎMESLEKLER
— Realizmi Flaubert’den beri bir asırdır biliyoruz. (Ecole de Realisme) sonra. E. Zola geldi de Naturalisime dedi. Felsefe dolayısıyle iştigal beyhude. E Cole, şudur, budur dediler.
Realite nedir? Bu ECole zamanında yapılmıştır. Ne yapmışlardır. Realizm roman yapmış, bu sahayı geçememiştir. Gerek G. Flaubert ve gerek E. Zola indî birçok şeyler söylemişler. Bunun bir (Valeur)’ü varsa küçüktür. Asıl (Valeur) nedir?
Realisler Flaubert’den sonra tngilizler de Thakery’- dir. Sonra Dosticveski hem naturalizm, hem realizm yaptı.
Yüz senelik bir bahisti. Ondan evvel yoktur ve olamazdı. Eskiden edebiyatta Klâsik o kadar ruhlara işlem işti ki, (Yunan işi derler. Ondan ötesi yok. Bizde şiir Acem şi’iri idi. Acem kâinatından mürekkepti. Onda mahbus idi. tik defa romantikler bu şeyi kırdı. Klâsik bu demektir. Orada Yunanı, Bizde tranî. Orası mühim. Bu işleri çıkaran hep Avrupa.
Derken Almanya’da Schlegel kardeşler ve Orim kar
- 4 1 -
deşler başka bir şiir kâinatı olduğunu isbat ettiler. Nie- belungen’i keşfettiler. D em ek.ilyada’danda başka varmış.
Hurafe. Herkes demeğe başladı ki, Yunan diye saplanmışız. Şimâl âlemi varmış dediler. Çok geometrik Parthenon. Akropolda yükselen bir mimariyi niçin bundan ibret farzediyoruz. Zira mabet zıddı Parthenon. Ne kadar aydınlık ve geometrik ise bu da o kadar karanlık. Katedral derin. Parthenon sathî. Gözle görülebilir. Parthenon’da esas güzellik. Kuyruklu cinler, gözleri fırlamış mahluklar. Çirkinlik de bazan güzeldir. Çirkin güzeldir diyenler var. Parthenon’da geometrik hakim, ka- tedral’da bu yok.
Derken Orim kardeşler Niebelung’i haîk ağzından buldular. Kral Arthur masalları, Danimarka’da Hamlet masalları aldı yürüdü. Şairler şi’riyatın tahtında şiir yaz dılar. Ba’zıları Yunan’ı inkâr ettiler. Parthenon ve illada sathidir dediler. İşte romanizm buna diyorlar,
Klassisim ’in iklimi Akdeniz. Merkez Yunan, Daha merkez Atina, Daha merkez Akropol. İkinci merkez Şimaldir,
Klassizm’in esası ilk çağlardır. Bu, Germenlerde yürümeğe başladı, ve XIX uncu asır başında dünyayı istilâ etti. Fakat, klasik şiir soğuktu,
Byron denizi bundan hariç tasvir etti. Daha etrafa bakalım dediler. Muztarib amele sınıfı gördüler, Burju* vaya yetişmiş. Sonra realizm doğdu.
Daha birçok şeyler doğdu. Bu arada Egzotizm doğ- dn. Romantizmden sonra bizi, İran’ı Çin’i sevdiler. Kendi zevklerinin haricinde zevk olduğuna inandılar. Realizm eskiyi durdurdu.
— Şiir iptidaî birşeydir. İnsanlar cahil iken şiir söylemiş. Hugo bir yabanidir. Orta Çağ’dan kopmuş, aramızda yaşıyor dediler. Mevzun olmaz, bundan vazgeçmeli, dediler.
-4 2 -
İbreyi çevirdiler. Edebiyatta modalar biribirini ta’- kiij eder. Zamanla hayal zayi oldu. Zola realizm kâfi değil, natüralizm, lâzım dedi. Çiğ şeylere kadar gitti. La Ferre, romanmda çiğlikler yazdı. Bu iflas etti. Geriye ruc’u. Psikolojik roman, ruhu tahlil etti.
Stendhal romanlarmı yazınca 1880 den sonra ben ı anlayacaklar, demiş.
Naturalist roman da realist roman gibi iflâs etti.EDEBİYAT —
İDARE — ORDU — DUYĞU
— Toprakla insan beraber görünür. Edebiyatın toprağa dönmesi icabederdi.
— (Gönüldendir şikâyet, kimseden feryadımız yoktur) .Ne geliyorsa ondan geliyor başımıza.
— Gözü dışarıda olalı m illetin edebiyatı olamaz: (Ahmet HamdiTanpınar)..
— Yeniçeri devşirmesi evlenemez. Evlenenler kışlayı bırakamamış. İstemiş ki oğlu da girsin. Nitekim padişahın soytarısı bile girmiş, işte Yeniçeri bundan bozuldu. Sonra çöküntü devam etti. Vak’a-i Hayriye’de yandan fazlası Kürt hamalı. Delâletle girmişler. Kabadayı, masum adam lan şehir ortasında öldürdü.
— Varşova'da bir çok ziyafet verdim. Bir kadehi idare ederek şarap içerdim ve herkese içirirdim. Gittiğim yerlerde ise iki kadeh. Katiyen bir sefir herkesin gözü önünde içmemeli. Fikren çoşmalı, alkol ile asla. Varşova’da Madrit’te böyle yaptım.
^ 3 -
ŞAİR,ŞİİR
VEMUSİKÎ
— Şiir doğrudan doğruya fikri söyler. Demek ki san’- atlan en beşerisi. İnsanı dile getiren san’at şiirdir,
— Musikinin notası vardır. Muganni notaya bakar, okur, falso belli olur. Şiiri okuyanın falsosu fark edilemez, (tnce) 1er fark eder.
— Musikinin notası vardır, fakat şiirin yok. Şiire nota yapmak imkân haricindedir.
— Kelimeleri fertler değil, cemiyetler yapar. Şair cemiyetin kelimesini söyler,
— Ne kadar şair varsa o kadar şiir vardır,— Şiir beşerîdir, hayvan söyleyemez. Yıldırımdan
çıkmaz. Deniz gürültüsü onu ifade etmez. Kelimeyi yalnız insan söyler.
— Bir mısranın, denildiği gibi okunması elzemdir.— Bestesi yapılmış bir şiiri nesir okuyoruz, O zaman
şiir kayboluyor.— Şiir, manâsı güzel olduğu için değil, kelimelerin
dizilmesi ile güzel oluyor. Nice manâlar var şiir değil, is tif sürüklerse olur,
— Mallarme, Degas a demiş ki: — Azizim, doğan fikirlerle şiir yazılmaz, kelimelerle yazılır. Mallarme demek istiyor ki, bir mısranın kelimeleri şi’iri ifade eder,
— Şiir musikisinin başka türlü bir nağmesidir.Şiir okumak gençlerin arzusudur ve bizim memleket
te bu meseledir. Şiir okumak Avrupa lisanlarında mües ses bir san’attır.
— Sadası güzel olmayan, şi’iri bilse de okuyamaz. Okumak bir Allah vergisi’dir.
— •'Şiir olmayan mısra şiirleştirilemez. Kötü bir muganni şiir olan bir mısraı bozabilir. Bizde ekseriya okuyanlar bozmaktadır.
- 4 4 -
— inşad eden şi’iri söylemiyor. Kendi aklından bir- şey söylüyor, şüphesiz ki her mısra şiir değildir. Yani aktör, şiir olmayan bir mısraı güzel okursa da şiirleştire- mez. Zira mısra şiir değildir ki..
— Şiiri şairin yazdığı gibi okumak. îşte muganniler, bize şairin yazdığı gibi okumaz. Bir şey ilâve, falso yapmak demektir.
— 19 uncu asırda şairlerimiz meşhur da, bestekârlarımız değil. Bizim bestekârlar şairlere, nazaran bin defa yüksek. îsm aii dede Efendi, bestesinde Hamid’in şi’rin- den yük^k.
— Musiki’yi anlayan var ki ş i’iri anlamaz.- r Bütün filozofların ittifak ettiği bir nokta: Şiir,
Wr duyuşu deyiş haline getirmektir.— Musiki sada ile, şiir kelime ile ifade edilir.— Racine Fransızlığın ifadesidir. Fransız’ı anlamak
isteyen onu ökümalı. Bütün Fransızlar Racine’i anlamıyor. Şeftâli ağacı şeftali vermeğe yarar, şeftalinin lezzetin i vermez. Onun gövdesinde, dallarında, yapraklarında şeftali kokusu, lezzeti yoktur, tşte Racine odur, şeftali değildir. Belki şeftalinin lezzetidir. Verdiği meyva, şeftalidir.
Bir şiir, okuyucusunu kendisine hayran bırakmalı, hayretlere sokmamalı. Yeniler hayret uyandırıcı. Halbuki hayret çabuk geçer, hayranlık ise uzun müddet devam eder. Genç şairler hayret ettirmek yolunu tutmamalıdır, Zira şiirin gayesi hayret ettirmek değildir,
— Gençler şiirin nasıl yazılacağını bilmiyorlar. Meselâ bir Boks maçl tasavvur edin. Boks, eldivenle ve mu- ayyen_^kaidelerle yapılır. Halbuki bir taraf boks eldiveni yerine tabanca kullanırsa bu, bokstan başka* bir şey olur. Gençlerin şiirleri de böyle. Çünkü gençlere üslûpsuz yazmak ve vezin bilmemek meziyettir, dediler. Gençler de
- 4 5 -
meğer biz ne meziyetli insanlarmışız da haberimiz yokmuş diye sarıldılar kaleme.
— Makale eskir ama, hakiki şiir her zaman yeni olarak kalır.
— Gençler, eski yazılar eskidir, diyorlar. O halde bugün yazdıkları üç asır sonra eskiyecek. Hiç böyle şey olur- mu?
— Şüphesiz kı'her dilin kendine göre bir şiriyeti vardır. Fakat onu ifade etmek hünerdir,
— Dil bir realitedir, kural değildir. Ben realiteyi kabul ederim. Ben evvelâ dili arayıp buldum, sonra şiir yazdım.
— Şi’irin mevzuu herşey olabilir. Hatta bir şiir cemiyetin aleyhinde de olabilir. Yeter ki şiir olsun.
— Frenk şi’irinin kuvveti fikri kanunlaştırmasıdır, ifadesi matematik kurallara tabidir.
—^;Şiir, lisan demektir. Sultan Velet Farsça şiir Hafız gibi söylüyor. Türkçe söylemiyor. Çünkü Türkceyi ifade etmek istediği şey için kâfi görmüyor.)
— Ahmed Paşa’dan sonra bakmışlar Necâti bir adım atmış. Bayezid’in oğlu Şehzade Mahmud Kastamonu Valisi iken hocasıdır. Genç yaşında ölünce bu talebesine mersiye yazmış. Bu beyit o zaman ifade mükemmeliyeti addedilmiş;
Yanında bunca kulundan bir ademi bile yok.Beyim bu nice seferdir ki ihtiyar ettin.
Yani Şehzade ahirette yalnız gidiyor. Yanında kimse yok. Şiir manzumla değil, her şeyden önce; edasıyla, tavrıyla ifade etmektedir.
— Bizim, musikimiz yazılmamiştiri Musiki edebiyatımız da yok. Esad Efendi’nin «Etİ’abul-Âsar» .eseri de yeterli değildir. 74 kişinin 6 0 1 Sultan İy^ Mehmed zamanında Sultan I. Ahmed’e ködar, daha eski zamanlara kadar gitmiyor.
-46-
— Fatih’in ş iir ler in i, okumuşumdur, ama hatırımda değil. Dikkat edilecek bir beytini görmedim. Şu beyit ilginçtir:
Benimle saltanat lâfın edermiş ol KaramanîHûda fırsat verirse ger kara yire karam anı.
Sonra o kara yere koydu. Karamanoğlunun bize ihaneti ağırdır. Etrafımızı kışkırttı.
— Naili-i Kadim 1650-1660 da Türkçeyi şiir lisanına hakim etmiş. Türkçe lisanını (Vilâyat-ı Şarkiye) ağzıyla söyler. Ahmed Paşa’da böyle şark şivesine hakim. Naili-i Kadimden sonra ise İstanbul lehçesi hakim oldu.
— Ziya Paşa diyor ki: Kültür merkezi İstanbul iken, Türkçenin güzelliğini iki taşralı yaptı. Biri Nef’i, diğeri Nabi. Urfa’lı Nabi’de İstanbul şivesi nazara çarpar. Nailî Istanbul’lu. Bunun hizmeti çok. Şeyhülislâm Yahya da böyle. Gittikçe İstanbul Türkçesi hâkim oluyor. Nâbi İstanbul Türkçesini, hanımların vay efendim, sadalanm beğeniyor. Kendini ona kaptırmış. İstanbul Türkçe ve şivesi zamanla şi’ire hâkim oldu.
—[^Her dil diğer bir dilden tahrif edilmiştir. Mese]â İspanyolca ve İtalyanca, Lâtinceden muharreftir. Arap.r. ca, İbraniceden muharreftir. Fransızca hakeza Lâtinceden, Lâtince Yunancadan, Yunanca kimden muharref?
— Şiir okumak gençlerin arzusu. Bu bizim memlekette bir mesele. Şiir okumak Avrupa lisanlarında müesses bir sanattır. Şiir nasıl okunur? bütün şartlarıyla bellidir. Bizde medeniyet ikiye ayrılmıştır. Birisi 7-8 yüzyıl Doğu’ya. Son yüzyıllarda ise Batı’ya. Bizde şiir okumak değişti. Eski şairler fazla mevzun okurlardı. Güzel okuyuştu. Yeni şiirde o değişti. Hatta (fâilâtün) bile çirkinleşti. Yeni şiir esasları Avrupa’dan geliyor.
Şi’irin okunma şartı hakikatte bir maddelik pedagoji. Şiirin tam kendi tarifi bir maddelik bir derstir. Onu da basitleştirir ve ilmileştirirsek, şiir şairin yazdığı gibi
-4 7 -
okunmalı. Okuyanın rolü şairin yazdığı gibi okunmak olmalı.
Şair, denebilir ki şi’irin bestesini yapmıştır. Nasıl ki musiki’de de Mozart, Bethoven aynı şeyi yapm ıştır. Okurken kıl ucu kadar söylediğinden ayrılmak olamaz. Aksi halde böyle okumağa falso derler. Bu ne demektir? Bu demektir ki, şiir bir nağmedir, cümle değil. Musikinin başka türlü bir nağmesidir. O nağmeyi, inşad eden Bakînin. Nafi’nin, Ruhî’nin, Nailîi Kadim’in yaptığı bestede okumalı.
Demek ki şiir bir bestedir. Bir cümledir. Şiir arasına konmuş nesir parçaları vardır. Bunlar şiir addedilmez. Ancak b ir beste gibi olan şiirdir. Beste .ftasıl olur?
Şiiri bir çok kimseler tarif etmek istemiş. Çok kimse tarafından pek çok tarif edilmiş de, tam tarif edilememiş. Bence en güzel tarifi Mallarme yapmış. Bunun bir arkadaşı, sevdiği bir ressam vardı: Degas. Kibarlık âlemi resimlerini yapar. Birgün demiş ki: Bir şair yapmak istedim, olmadı. (Niye olmadı bu?) demiş’ Mallarm^ demiş ki, Azizim doğan fikirle şiir yazılmaz, kelimelerle yazılır. Niçin kelimelerle yazılır? Mallarme demek istiyor ki: bir mısraın kelimeleri şiiri ifade eder, istif halinde okursa, İstif teşekkül ederse, ritm içinde olursa, şiir olur. Meselâ çoğumuz biliriz. Nedim’in:
(Dökülen mey, kırılan şişe-i rinden olsun) mısraını ele alalım. Şiiri anlamayan bazı acemiler mânası güzel zannederler.
Varsın dökülen şampanya, kırılan şampanya şişesi olsun.
Varsın dökülen şarap, kırılan şarap şişesi olsun.Bu şiir oldu mu? Olmadı. Yani, yalnız bunun manâsı güzel olduğu için değil, her şeyden evvel kelimelerin dizilmesi ile güzel oluyor,
Nedim bile her zaman şiir söylemeye kabiliyetli o lmaz.
- 4 8 -
Demek şiir kelimelerle, istifle. Nice mânalar var, şiir değil; istif sürüklerse şiir var.
Büyük şair Bâki bir sonbahar halini anlatıyor.Bakî çekmende hayli perişan imiş varakBenzer ki bir şikâyeti var ruzigârdan
Ton üzerinden bir ütü geçiriyor. Manâ kayboluyor. (Hayli) koymazsanız manâ ta:m olmaz. Demek o bestesini yapmış. Bestesi yapılmış bir şiiri okuyoruz. O zaman şiir kayboluyor. Hem toplayarak, hem de yayılarak anlamak ve anlatmak istiyor. Şairin söylediğini aynen söylemek., Yayılarak anlattığımızda ton, tavır, eda tesiri vardır.
Şiir, bir duyuşu deyiş haline getirmektir. Bazı şairleri bu duyuşu deyiş haline getirebiliyor;
Gönüldendir şikâyet kimseden feryadımız yoktur)Ne geliyorsa ondan (gönül’den) geliyor.Şiir kelime ile ifade edilir. Musiki ile ne kadar ayrı
lıyor; Şiir beşeridir. Hayvan söyleyemez. Yıldırımdan çıkmaz. Denizin gürültüsü ifade etmez. Kelimeyi yalnız ihsan söyler. Daha derin bir bahse girdik.
İnsanlar aynı lisanla mı konuşur? Lâtince, Arapça, İngilizce söyler. Lisan ayrıdır. Ne kadar m illet varsa o kadar lisan ve o kadar şiir vardır.
Fransızca’da Nuage, Nue, Nuee, bulut kelimesini verir. Bunlarla bir münasebeti yok. Türk şairi bu istifi ya-
’ parken bulut demek istediğinde bulut diyor.Kelimeleri fertler yapmıyor. Cemiyet yapıyor.Ş a ir cem iyetin söylediği kelimeyi söylüyor. Fransız
ca’da Nuaj, Türkçe’de bulut diyor. Şu da ayrıca bir mesele: Türkçe deniz kelimesi eskiden bizde tengiz. Anadolu’da deniz olmuş. M illetin yumuşattığı kelimeyi, böyle- ce söylediğinde duyuyoruz. Bütün Türkler aynı kelimeyi ayni şekilde söylemiyor. Kendi ikliminde söylendiği g ibi söylenmiş olursa duyuyor.
Musiki noktası yapılmıştır. Do, re, mi, fa, sol... Bu,
^ 9 -
bir sondur. Bu hem insan’dan ve hem de tabiattan çıkar. Bir bakıma manâsı yok. Fakat her birinin bir manâsı var. Tepe, kıyı... gibi.
Yalnız biz değil, bütün m illetler sanat bahislerinde geridir. İngiliz Westeminister’den birşey anlamaz, Fransız’a sorsan (Nötre Dame) bir binadır, der. Chef d’oeuv- re olduğunu bilmez. Bizim memleketimizde de böyledir. Milyonlarca insan kendisini tem sil eden bu sanatlardan bihaberdir. Sanat müntesipleri, meselâ Türk mimarisi yoktur, derler. Hem de bunlar cahillerden değil, bu işi bilenlerdendir. Mevcudiyetini görüyor. Sanat müntesib- lerinde böyle cahiller var.
— Meselâ birisi Türk musikisi yoktur der. Konser denilen yerde yanlış şeyleri okuyunca herkes neşeli. Itriyi okudunuz mu? sıkılıyor ve anlamıyorlar. Bestekârlar 19. asırda birinci sırada Sultan III. Selim’in Hocası İshak, Vardakosta Ahmed Ağa, en büyükleri ism ail Dede, o zamanki şiirimizden sonsuz derecede yüksek.
— Şairin yazdığı gibi okumak. Halbuki bizde çok defa şairin yazdığı gibi okunmazlar. Birşey ilâve veya herhangi bir yanlış okuma falso demektir.
— Herkes şiir okuyamaz, herkes teganni edeme?. Ses ve tamperaman'ın dahli var. Sadası güzel olmıyan şi’iri rışık. Yenilik bir hamlede olmuyor. Eski şiirde Eylül yoktu. Takvim vardı, ism i de yoktu bunun.
Eskilerde son bahar görmedim, ilkbahar’a Evvelba- har derler. Köhnebahar, Sonbahar olacak. Aynı zamanda köhne diyerek bir maksat güdüyor, bir ima yapıyor.
— İstanbul’un baharı yok. Yaz, Kış ve Sonbahar var. Bazı köşelerde ilkbahar var, Çenub köşelerinde olduğu gibi değil,
Türkçe’de Dördüncü mevsim ismi yok. Güz, Yaz, Kış isimleri var.
Fikret’de bazı ihmaller var. (Terennüm eyliyor sesin,
-50-
ne söylüyor bilirmisin?» diyor. Ses terennüm etmez, insan terennüm eder. Ses söylemez.
Fikret’te Sonbahar çok güzel değildir. «Temaşayı Hazan» Çenab’m. Bu mutlak surette bir sonbahardır.
Bahar çok gür bir şekilde tasvir edilmiş, Baki’de, Ne- fî’de ve Nedim’de bilhassa, var. En güzel manzumeyi Şeyhülislâm Yahya Efendi yazmıştır;
Bülbüller öter, güller açar, şâd gönül yok,Hiç böyleliğin görmemişiz fasl-ı baharın, diyor.
Milletin hüzniyle terennüm etmiş, zira Genç Osman öldürülmüş.
îzzet Molla’dan:Bir meysim-i baharına geldik ki âleminBülbül hamûş, havz tehî, Gülsitan harâb,— İnsanı incelten kuvvet mahdud. Milletleri musiki
inceltir. Bizi de öyle.■— Avrupa musikisi geniş tabiatta inkişaf etmiş. Alet
leri tabiata göre çok ses çıkarır. Bizimkiler ince, İnce saz. Tanbur ve kemençe azdır, ince saz oda içinde icra edilir.
Avrupa musikisi Allahın kubbesi altında. Bizimki başka bir kubbe altında.
Allahın kubbesi içinde kapalı. Onun için ses içindedir. Tanbur açık havuzda kaybolur.
İkincisi besteler, şarkılar, Kârlar bile küçük eserlerdir. 2-3 dakika söylenir. Batı’daki muhakkak uzun sürer. Bizdeki melodi esasına müesses, ve tek ses üzerine. Onlarda müteaddid sesler, İncelten kuvvet daima az. Bunun için notaya lüzum yok. Mahdud bir âlemde herkes biliyor.
İsmail Dede dâhimiz, Avrupa notasmı bilmemiş. Zamanında .Kumkapı’da bir Hamparsum çıkmış. Bir nota yapmış. Bizim musikiyi unutulmaktan kurtarmış. Ham- parsüm notasından istifade edilerek bir çok besteler kurtulmuş.
- 5 1 -
Şeyhülislâm Esad Efendi musikişinaslar’a dair küçük risalesinde Itr î’den bahsederek: Büyük eserleri vardı, amma Hamparsum’a kadar yirmi bestesi gelebilmiş, diğerleri kaybolmuş, diyor.
Seyyid Nuh, Diyarbekir’li. Bâzı şiir mecmualarında güfteleri var. Fakat malesef besteleri kaybolmuş. Nota, yok ki kaydolunsun. Mahdut bir (Elit) tabaka imişler. Hattat mahdud, şair, bestekâr, muganni ve sazende mah- dud. Musiki bütün millete sari değil.
I trî’ye Mozart ve Bach’dari fazla kıymet veriyorum. Onlar Avrupa âleminde yetişmişler.
Musikiden bizde anlayanlar nihayet iki bin. Itrî bir Bethoven ayarında. Dehaları aynı derecededir. O Harmoni, bizimki melodi üzerine müesses.
Subhi Ziya dedi ki: Sultan II. Murad zamanından beri neden beste yok. Sultan IV, Mehmed zamanına geç. O zamana kadar 350 senede ne imiş.
Bestekârlar, güfteler ve makam isimleri var. Fakat eser yok.
Subhı Ziya şöyle bir söz söyledi: Galiba musikimiz mükemmel değildi. Bakî gelinceye kadar şVirimiz gibi. BursalI Ahmed Paşa zâmarimda monüman olur. Sonra Bakî de monürnan olur. Ondan evvel ya Rum ya Acem kokuyordu. Musikimiz Itr i’de millileşti. Her devirde mükemmel olmaz. Bir devirde olur. Mükemmeliyet aynı surette zirvede durmaz. Sonra bozulur tabiî.
Musiki mühim bir bahis. Ruhun içeri taraflarında birşey. Birgün gençlerden biri dediki bizim şi’irimiz ile musikimiz arasında değer farkları nedir? dedi. O genç’e şunu dedim. Biz musikiyi Acemden almışız. Rumdan aldıklarımızla meze etmişiz. Ordular Mora ve Macaristan’a girince havalar almışız. Itrî zamanına gelince bu tam amen Türk olmuş. Sentez tamam olmuş; Musiki de % 1000, şiirde % 50 Türkleşmişiz. Musikiyi bir Zaharya yapabilir. Şi’iri, entellektüel yapar. Zaharya belki bir Itrî
- 52 -
derecesinde. Rum, Ermeni ve Türk iştirak etmiş. Biz hakimiyetimiz altında bulundurduğumuz milletlere musikideki vadeti yayabilmiş olsa idik, tek bir millet olurduk.
İki-üç yüzyıl gitmiş. O yüzyıllardan beste yok. Mühim olarak biliyoruz ki II. Murad zamanında Abdulkâdir Me- rağı ve oğlu gelmiş. Lâkin vesika yok. I. Ahmed’e kadar elimizde vesika yok. Makam isimleri var. Lâkin eserleri yok. I. Ahmed zamanında bir eser, Tatarın bestesi var, bilmiyoruz. Sultan İbrahim zamanında küçük Mustafa Efendi, Hatipzâde Osman var. Itri, IV. Murad zamanında bir altın devir başlıyor, O zamana kadar tekevvün halinde. Itrîde tam Türkleşmiş. Şiir niye Türkleşmemiş?
Çünki musiki arkasında farisi yok, Şakir ağa gibi Farisi ve Arabi bilmeyen de yapıyor. Acem’in teşbih, istiare ve estetiğini bırakacaksınız, Acem, Yenişehirli Avni ve Muallim Naci’ye kadar yakamızı bırakmamış. Musikide Nevakâr tam Türk olmuş. I. Mahmud zamanında bir kürkçü Rum, Zaharya Türk bestekârı olmuş. Onun besteleri kadar mühim az eser var. Bestesinin bugün pabucu olamayız. îsak Ortaköylü Yahudi. Dernek ki şiirde Acem divanı ensemizi bırakmamış. Musikiyi herkes yapabildiğinden İstanbul iklimi havasını alarak ilerlemiş.
— Şiirimizde sentez yok, beyitler ve mısralar var. Itrî, Zaharya, İsmail Dede ve Arif Efendi’nin gazelleri var, devam eder, bitmez. Musiki bu cihetle sentetiktir. Bunu takviye eden diğer bir misal: Arab ve Acem musikisi halâ sentetik değil. Bizde sentetik. Avrupa’da Sabas- tien Bach’da olduğu gibi bizde beste var. Bunlar birer eserdir.
Diğer bir üstünlüğü: I tr î’den, eser olmak üzere 20 eseri kalmış. Eh büyük şairimiz Bakî ve Nedim’in ancak bu kadar mısraı var. Nedim’in 150 mısraı var. Nailiî Kadimin ancak 5-6 mısraı gelir. Diğerleri harcıâlem Musikimiz öyle değil. Kolosal eser.
- 53 .
SANAT— Her sanatı anlayış, insanların derecesine göredir.
Mimarîyi ince adamlar anlar, hatta heykeli ve resmi. Bunu da anlayanların dereceleri vardır. Bu çok değildir. Şiiri anlayanlar da beşeriyette azdır. Bu beşeriyetin ga- rib tecellisidir.
— Yalnız biz değil, bütün milletler san’at bahislerinde geridir. Bir İngiliz Westeministerden pek bir şey anlamaz. Fransız’a sorsam Nötre Dame bir binadır. Şaheser olduğunu pek bilmez. Milyonlarca insan kendisini temsil eden bu sanatlardan habersizdir.
— Sanatlar: Güzellik sanatları. Büyük Sanatlar: Belli başlı mimarî, resim, heykeltraş, musiki ve şiirdir.
Küçük sanatlar daha az ehemmiyetli. Dekor gibi. Sanattır ama resim yanında birşey değildir. Bütün sanat ikiye ayrılır. Birisine plastik sanat diyorlar. Resim, hey- keltraşı ve mimarı gibi. Gözle görülenler.
İkincisi ritmik sanatlardır. Nazım sanatları gibi. Kulakla işitilir, iki büyük sanat, biri şiir, diğeri musiki. Nazım sanatı diye ayrıirnış.
Bu sanatlardan musiki sada ile ifade edilir. Bunun da alfebesini yapmışlar. Do re mi fa sol... zabtetmişler. Çünkü musiki sadalarla ifade edilir. Hem insan hem de hayvan ve hem taştan zuhur eder. Tabiat birçok şeylerden zuhur eder. Sada, vâhidi kıyasî (birimi) bir tek şeydir. Ya «re» dir ya «fa» dir. Ya ‘sol’.
— Veraset. Müzelerimizde gördüğümüz dekorlar, halı. Bunlardan zevk almak ve yürümek, model zannettiğimiz şeyler birer varıştır. Bir meşaledir, devrilir, elden ele geçer. Millet de odur, medeniyet de odur. Şimdi bir köksüz sanat var.
Maurice Meterling 7-8 dram yazdı. Eşhas hep kendisinin tehayyülü. öyle isimler yok. Herşeyi kendi icat etti. Lâkin bu tutmadı. 50-60 sene evvel, işte bir dahî,
- 5 4 -
her yarattığı kendinindir. Böylelikle meşhur oldu.Biz gençler çok hayrandık Ben unutalı 30 sene oldu.
Antolojide ismi yok. Unutuldu gitti. Hani nahî idi?icad eserleri idi. Racine’de ise Yunan’da ise isimleri
meşhur idi. Euripide’den almadır. Sofoklede vardır, isimleri de mevcud. Racine 350 sene önce öldüğü halde hala yaşıyor. Daha bin sene de yaşar.
Yaratıcılık eşhasın isim ve cismiyle (nebi) yapmak değil; edebiyat ve şiirde aynı oyunları almak, tekrar yapmaktır. Yunanca bilenler bakar ki Euripid’in mısraı var. Bunu yapmaktan çekinmiyor. Yaratıcılığına dokunmuyor.
Bu mukayeseyi yaparken bir neticeye varalım.Racine verasete mâliktir. Bütün güzellikleri tevatüs
etmiş. Bir daha yapıyor. Süheyl (Ünver) müzede ve câ- ml’de gördüklerini massetmiş. Kökü var, yapıyor. Kökün çok mühim rolü var.
Ziya Gökalp dostum mazi eserlerine bağlılığı görüp de demişti ki, neden mazideki eserlerle uğraşıyorsun. Kendin ol. Harabelerle meşgulsün. Harabati değilsin. «Hara- bisin, harabati değilsin». «Gözün mazidedir, ati değilsin.
Ne harabı ne harabatiyimKökü mazide olan atîyim.Racine’den bahsediyorum. Bunun îfigeni diye bir
trajedisi vardır. Ağamemnun’un kızıdır, ilahlara kurban edilmiştir. Kâhinler kurban edip, demişler. Lâkin ilâhlar onu kesmemiş. Kurban etmişler. Racine 1695 de bir daha yazmış. Bir şaheser. Mevzuu almış, ismini de almış. Ola^ nın Lejand’ım değiştirmemiş. Versaille sarayında yaşayan sembolik, kadınlar ve erkeklerle ifigeni mevzuunda bir şahaser yapmış. Jan Moeeasi, benim üstadım, şair, ifigeni yazdı, 1900 a doğru. Fransız tiyatrosuna verdi. Direktör bunu oynayamıyor ve ayak diriyor. Neye oynatmıyorsun? Ama herkes ifigeni yazıyor demiş. Başka bir ifigeni Racine’nin, bu da bankadır.
- 5 5 -
Klâsik sanat bu demektir. Veraset değildir, tevarüs edilmiştir.
Bizde tevarüs acemden olmuş. Ondan tevarüs. Tevarüs amma taklid değil. Çoğu karıştırıyor.
Zamanımızda Paul Valery, sıkı surette Stephane Mal- larme tilmizidir. Diğer bir münakkid demiş ki, çok kimse Paul Valery’yi imitasyonla itham eder, Filiasyondur, diyor.
Klâsik dediğimiz de verasettir. Racine klâsiktir. Sha- kespeare romantikdir. Verasette ikisi birleşir.
Jules Cesar Dramı var. Shakespeare çalmış dersiniz. Cümleler var geçiyor. Hamlet en meşhur dramı. Danimarka masalının dram halinde yazılışıdır. Kraliçe Elizabeth zamanında Danimarka halk hikâyeleri moda imiş, 1595 e doğru bu yayılmış. Shakespare tiyatro sahibi. Bakmış masal çok güzel. Shakespeare yapınca bir milyon defa güzel olmuş. Danimarka masalını almış, dram yapmış. Shakespeare o zaman Chef d’oevure (şaheser) yaptığının o zaman farkında değil. O dram yapıyordu.
Makbet, tskoçya masalıdır. Diğer biri bir Britanya masalıdır. Romeo Juiette îtalyan masalıdır. Otello, oda bir masal. Bizim Lala Mustafa Paşa 1575 de Kıbrıs’ı istilaya gidiyor. îtalyanlar Kıbrıs fethinde bu dramı yazmışlar. Otello bir asilzade kızına aşık. Lâkin kendisi zenci. Aileyi kazanmak için kahramanlıklar göstermek lâzım. Dram, Kıbrıs fethi.
20 sene sonra Shakespeare bir dram yapmış. Mevzuu bu. Verasettir, Ondan önceki güzelliğe şekil vermesi.
Stephane Mallarme sembolistlerin piridir. Biri H6- radiade diğeri L’apres-midi d’un faune. Bir diğer dramı çok güzeldir. Her mısradan güzellik akar. Daha doğrusu fragmandır. Eserine bakarsanız Yunan ve Lâtin trajedisi, aynı zamandâ bir İbranî masalıdır. Tabiat nasıl uyanıyor, Sembolistler de verasete bağlıdır.
Matern hiç bir yere bağlı olmayan şeyi yapmış. Diğer eser ve dramları oynanıyor. Edebiyatta o kadar infi
- 56 -
sah etti ki, bu günün şairleri arasına koymuyorlar. Sebebi köksüzlük. Sırf kendi hayalinden alıyor.
Şimdi bizim Türklüğe gelelim:Biz istedik ki şair, ressam, mütefekkir, hakkâk, nak
kaş hepsi milletin yaptığı Türk güzelliği ve ikliminden yapsınlar. 7-8 yüz senelik bir kök var. Bizim vatanda bundan mülhem olsunlar. Bu güzellikleri mass edip kendileri birşey yapsınlar.
Birçok gafiller, maziye tapınmak dersi veriyorsunuz, diye ayaklandılar. Mazi acaba varmıdır? Vakti, insanlar bir vehme uyarak üçe taksim ederler. Mazi (geçmiş), hal (şimdi). istikbal (gelecek).
Hakikatte bunların üçü de yok. Yürüyen birşey var. Hâl bugün, Aralık ayının beşidir. Cuma. Hal içindeyiz zannederiz. Yarın mazîye intikal ediyor, istikbal diyoruz. Gelecek ay Cuma günü, gün geçecek mâzi olacak.
İstikbâl dediğimiz mâzi olacak. Her üçü yok, bir im- tidad var. Devamlılık var.
îmtidad bir milletin hayatında var. Biz bu imtidad içinde maziye mi; tapıyoruz. Maziye değil, ondaki güzelliklere tapıyoruz. Çünkü güzel şey,
(^.Fatih’in, Mahmud Paşa’yı öldürmesine tapmıyoruz. Biz maziye tapmıyoruz, iyi şeylere tapıyoruz. Güzellik yapmışsa ona tapıyoruz.
Mimarını dayakla öldürmüş diyorlar, Süleyman, dedemin mimar vak’asını hatırlasın, demiş. Fatih’i mübarek bilir, mimarı öldürmesini çirkinlik sayarız. Bunu hâle tatbik ediniz. Bugün de böyle.)
On sene, elli sene sonra bir yüksek insan çıkarsa ona da tapacağız. Bir Türk şairi bir vatandaşı öldürürse hayran değiliz. Bu imtidad sırasında güzelliklere tapıyoruz.
Demek güttüğümüz güzelliklerdir. Mazi çok geniş. Mazide güzellik çok. Zira bir yığıntıdır. Herşey var. Raf-
- 5 7 -
hael, Racine, herşey var. Artistleri seviyoruz. Lâkin burjuvaların namussuzluklarını sevmiyoruz. Fazla radikal düşünenler, hayır diyorlar: Beşeriyieti Islâh için maziyi unutmalı. Bilhassa güzellikleri mahvedelim ki bağlanmı- yalım. Yanı senedleri var gibi. Güya istikbâlde herşeyi güzel yapacaklar.
— Şair Moreas emsalsiz sözler söylerdi. Birgün kahvede kırmızı gül almış, güle bakıyormuş. Bir ressam demiş ki: neye bakıyorsun o kadar. Moreas mimarisine bakıyorum, demiş. Gülde düz çizgi yok.
MİLLİYETVE
RESİM— Maksat Türk olmamız değil, Türklüğü sevmektir.— Ne talihsizliktir ki milliyet cereyanı bile Türklü
ğün aleyhine dönmüştür. Delâletlerle kendisini unutturacak hale gelmiştir. Hiç bir şey ona zahîr yardımcı de- ğil ki, kendisini görebilsin.
— Mazi yoktur, bir imtidat var. Devamlılığı koruyabilelim. Kesilmiyelim. Kesilirsek biz olmayız. Bugün, yarın mazi olacak, istikbâlde, öyle. Ben maziyi sevmiyorum, güzelliklerini seviyorum.
— Milliyetim idrak eden millet, ölüleri ile birlikte yaşar.
— Türkler ikâmetgâhdan ziyade mezara ehemmiyet vermiş. Ecdad tercümei halleri yok, yattığı yer mühim.
— Bizim vatanımız her vatan gibi feth edilmiş. Fetlı edilince Türkleştirmek için mezarları esaslandırmış. Bu mezarlarla vatanımızı Müslüman etmişiz. Onun için mezara ehemmiyet vermişiz. Ecdadımızdan bir çokları için nerede oturur demeyiz de, nerede gömülü olduğunu yazarız. Biz ölülerimizle yaşıyoruz.
' — iyilik eden muhterem. Fenalık etmişse ona bu iyi
- 5 8 -
lik mevkiini vermeyiz. Vatandaş iyiliği kötülüğü ayırt etmeli. İyiliğe iyilik,'kötülüğe kötülük demeli.
— AvrupalIların: Lâtin ve Yunan medeniyeti tesirlerini aldıklanndan iftihar ettikleri gibi, bizim de Bizans ve İran’dan bir şeyler almamız iftiharı mucibidir.
— Azeri Türktür, lâkin bizim Türk değil, Anadolu Türk’ünden farklı.
— OsmanlIlarda padişah devam etmedi, millet devam etti. Acemlik bizde devam etmezdi. Nitekim elli sene sonra Uzun Haşan sülâlesi devam etmedi.
— Ordu bir yeri aldı mı, âmire itaat bizi çok ilerletmiş. Hareketi milliye de bundan olmuştur. Türk milleti bunu itaatten yapar. Bunun fena tarafı subaya itaat ediyor, amma çok defa müstebide de itaat ediyor.
— Düşünce tarafımız noksan. Her meziyet bir nakise bırakıyor.
— 18 milyon Türk değiliz (1944) de. Malazgirtten beri ölülerimizle birlikte belki 200 milyondan fazla, belkide fazlayız. Biz ölülerle yaşıyoruz, ö lüler ölmemişlerdir. Hangi vatandaşımız Fatih kadar yaşar? Fatih gibi yaşamaktadır.
— Delâlet bir, hepsi fânidir. Türk milleti bâkidir.— Milliyetini idrak eden millet, ölüleri ile birlikte
yaşar. Döğüşmüşler. Fethetmişler. Hayrat bırakmışlar.— Lamartin der ki: Vatan ecdadın küllerinden ya
pılmış bir toprakdır.— Bizim vatanımız, her vatan gibi fethedilmiştir.
Fethedince Türkleştirmek lâzımdır. Bunun için mezarları esaslandırmak lâzım.
— Ben vatanı milletle beraber düşünür, yani milletin yerleştiği toprak sayarım. Benim . nazarımda milletin ruhunun estiği ve esmediği topraklar var.
— Camilerimiz Balkanlarda bile, Budapeşte’den başlayıp Atina’ya kadar devam ediyor.
- 5 9 -
— Birçok milliyetçilere (maziperest) geçmişi sever diyorlar. Asıl milliyetçiler maziperest değildir. Fatih’i severiz, fetihler yapmış. Amma mimarını dayakla öldürtmüş, hareketini beğenmeyiz. Biz tarih in güzel şeylerini seviyoruz. Beğenmediklerimizi sevmiyoruz. Demek maziyi sevmiyoruz, iyi olan ve güzel olan şeyi seviyoruz.
— Seveceğimiz mazi,-hal değil; güzellik, iyilik ve doğruluktur. Fatih’in Halil ve Mahmud Paşaları öldürmesini sevmiyoruz. Halil Paşa’yı garazına ve hasedine mebni öl- dürtüyor. Halil Paşa sayesinde İstanbul’a girmişizdir, Halil Paşa olmasaydı, belki de Varna ve Kosova olmazdı. 1444 de Fatih’i alaşağı edip II. Murad’ı getirdi. Varna’yı kazanmasaydık İstanbul’u alamazdık. II. Murad’ı getir- meseydi İstanbul’a giremezdik. Veya çok gecikirdik.
İkinci defa Fatih’i hal’ ettirdi. Demek ki maziyi sevmiyoruz. Ayırd ediyoruz. Biz çirkin ile güzelliği ayırt et- .mediğimizden bu halde bulunuyoruz. Fenalığa fenalık, iyiliğe iyilik desek bu hal olmaz.
— Bizim işlerimiz çapaçuldur. Cehaletten mi? değil, -Çapaçulluktam
— Şark çapaçulluğu. Arabın, Acemin, Türkün tarih lerine bakınız. Kimin velâdetini (doğumunu) söyler, kiminin söylemez. Bazı yeri ibni Haldun gibi, palavrayla doldurur. Bunların bir ciddi tarafı yoktur. Lâtin revizyon’.' vardır. Şüpheli ya^Biaz. Mutlaka riyazi (matema- tUcKol) olacak. Meselâ vefatını bilmezse şüpheli koymaz, biliyoruz, der.
— Türk milleti, ordu millettir, p a lâ da öyleyiz,— 190S e doğru bizim gençlik kozmopolitti. Vatan
haricine çıkmak arzuları doğardı. Din ve milliyetimize muhalif. Osmanlılık; ve Müslümanlığı terk eden ruhla Paris’e geldim. Milliyetimin kıymetini Paris’te duydum. Talebe öyle hassas ki, alkışları yerinde sarf ediyor ve can kulağı ile dinliyorlardı. '
Paris’te Tâki zaferi görürsiinüz. Muharebe resimleri var. Hükümleri az sürmüş. Bizim öyle takımız yok. Niğ- bolu ve Kosava muharebeleri sembolleri ile Rumeli’de 600 sene durmuşuz.
— Hem Avrupa resmi, hem de minyatür var. Minyatürü Acemden almışız. Sonra kendimize has yapmışız,
— Resmimiz olmadığından millî tarihimizi doğru dürüst bilmiyoruz.
— Bizim milliyetimiz cidden çok kuvvetlidir. Muhayyileyi tahrik edecek resim ve nesir olmadığı halde bu kadar kuvvetli. Ya olsa idik. Bizim milliyetimizin za’fı, resim yok. Eski zaferleri bundan dolayı bilmiyoruz.
— Malazgirt’! bir Ermeni papaz yazmasa bizde yok. Vatanıniizın teşekkülüne sebeb olmuş vak’a muhayyilemizde ecdadımız, şehitlerimiz yok. Nesir yok.
— Türklerin milâdî 1300 den sonraki tekevvünü hakkında malesef zamanımızda bazı bilgiçler bir delâlete düştüler. Tekevvününüz, asıl 1300 den sonradır.
Milliyetimiz bu tarihden sonra bir manzara arzetti. O manzara mimarisi ile gözümüzün önünde. Nihayet biz kadm-erkek bir milletiz. Şüphesiz terekküb etmişiz. Orijin değiliz. Orijinler Rumeli’de ve Anadolu’da duruyor. Terkip îstanbul’da oldu. Herşey başkentte teşekkül eder, bir merkezde olur. 5-10 yerde olmaz. Fransa, Paris’e, İn giltere Londra’da tekevvün etmiş.
Meselâ teşekkülümüz jKonya’da olabilirdi. O da Karamanda olan elemanlarla dolu. Mukadderat istedi ki, İstanbul’da teşekkül edelim.
Bu teşekkül, bu üslûbu bizim milletimize verdi. İstanbul üslûbu. Başta lisan gelir. Türkçeyi İstanbul öyle hâle koydu ki, mevcud Türkçelerin en güzeli. Bu Türkçe Türk’ün şiarından gelme. Bu şiarı nedir? Fatihliği.
Fatih birçok arazî fetheder. Halkın bir kısmını kendisine, dinine âdetlerine uydurur. Onlarla terekküb eder.
- 6 1 -
Türk milleti, (Fatih) olduğundan bir çok eenebî unsurları Türkçeleştiriyor. İstanbul’a getirdi. Ordu, Enderun, medrese ve konaklarda yuğurup kendi kılığma koymuştur. Bunlar âdetçe ve meşrebçe Türk’ün yabancısı. İslâm olunca hepsini unutur. Asıl Türklüğü alıyordu. Acaba us- lûbu alıyor mu idi?
Bu terkibin asıl göze çarpan noktası lisan diyordum. Yine diyordum ki İstanbul’da yüzde yetmiş mikyasda fethedilmiş toprakların müslüman edilmiş milletleri vardır. Hiristiyan kalanları mevzuu bahis değildir. Onlar reâyâ.
İc+ç,n|-.,;V;j gclon bir Gürcü kadın, esir düşmüş. Cariye diye satmışlar. Yine hariçden kendisi gibi gelen bir Hırvatla evlenmiş. Hırvat Mehmed olmuş, Mehmed Ağa sonra Hacca giderek Hacı Mehmed Ağa olmuş. Evlenmiş. Bir çocuğu olmuş.
— Şair Necati Rum çocuğu. Edirne taraflarından yetim geliyor. Esir. Bunu alan kadın iyi okutmuş. Zamanla şehzâde hocası olmuş. Şehzade Abdullah, Kastamonu Beyi. Bu Necatı iyi Farisî biliyor. Neye Türkçe böyle değil, ona üzülüyor. Şehzâde Abdullah, genç ölmüş, ona bir mersiye yazmış.
Beğim bu nice seferdir ki ihtiyar ettin...Yapayalnız gidiyorsun diyor.
Necati, zâti, Ahmed Paşa istiyorlar ki Türkçede Farisi gibi birşey olsun. Fuzulî 50-60 sene sonra şiir farisî iken nazik olur, Türkçede olmuyor, diyor Fuzulî bile şikâyet ediyor.
Şairlerden ziyade halk konuşa konuşa, zaman ve mekânla ala ala bu şive ile konuşarak İstanbul' şivesini yapıyor. Bu mukadderdi. Böyle oldu.
— Malazgirt Meydan muharebesinden sonra Türk Anadoluya bir sel gibi girdi. Türk aşirçtleri gelmeğe başladılar.
- 6 2 -
Ayvalık ve îzmir İskelesine gelen ilk Türk Aşireti denizi gördü.Deniz sahilinde bir yer var. Ceneviz, Venedik gemileri
duruyor.Susuyorlar, Buna ne derler? Eskala. Bundan iskele
yapıyor.Yemek satılan yerde Logandayı, Lokanta yapıyor.Yeşil birşey yiyorlar; Salada, Salata yapıyor.Şişede satılan; Levanda, Lavanta yapıyor.Çanta, çanta. Para bozdurmağa banka.Yolcuların gittiği, Açanta (Acenta), Anahtar, Dala-
vera, Konişmento, Tonilato bunlar halâ var. Türk, îzmir lisanından kaç şey öğreniyor.
— Bir millet yeni mefhumları lisaniyle birlikde alıyor. Yalnız Türk milleti mi? Fransızlar da alıyor. Boks, Golf, onlara İngiltere’den gelmiş. Fransa medenî bir lisana sahib iken o da alıyor. Vaktiyle bizim lisanımızda Fransızca kelime yoklu. Hep İtalyanca idi. Salon, Pan- talon, komisyon. XIX üncü asırda Fransiüilanu sonra başladı.
Mukabillerini ilk önce Türkler Arapça ve Farsça ile alıyorlar. Sonra komisyon demeyelim, encümen diyelim diyorlar. Bu kelimeyi bir ecncbi milletten diğcı* ccrıebi bir millete devrediyoruz.
Voltaire şimdi kalksa, bu Fransızca lisanını garip bulur. Fransızlar buket’i almış, Almanlar da almış, bu İngilizce kelimedir. Bir milletten diğer milletin almaması kabil değildir.
Tahtelbahir yanlış. Suyabatan dedim, olmaz dediler. Yerebatan gibi olurdu.
Teyyareye uçan dedim, olmaz dediler, Fransızcadan Avion almadık. Araba geçirdik tayyare dedik. Daha doğrusu Avion almalı İdik. Her millet mefhumu ötekinden alıyor. Tezyini sanatlar var, pentür yok. Bizde tazyinî sa
-6 3 -
nalların ilmi yok. İstılahları yok. Dekorasyon, dekoratör gibi,
Pentür, desen, birbirini tefrik etmezdik. Pentürün desenden farkı olduğunu bilmezdik. Desen yapana Des- sinatör diyor. Pentür yapana Pentr diyor. Olduğu gibi olacağız. Acemin zâten bundan haberi yok. Haberi olsaydı, bizim de haberimiz olurdu.
— Lisanımız, bizim milliyetimizdir.— Türkçede (ekstra ordiner) yok. Biz fevkalâdeyi
uydurmuşuz. Bu fevkalâde yetişti. Bir de harikülâde pey* da oldur. Müfrit Türkçüler olağanüstü yaptılar.
— Arapça mükemmel, zengin bir dil olabilir. Lâkin hürriyet Arapça’da yok. Namık Kemâl icadı. Vatan, yalnız birisinin doğduğu yer. Onu memlekete teşmil etti. Milliyet dendi. Konsiyans’a vicdan dendi.
Bir devirde mevcud olmayan mefhumların isimleri de olmuyor. Mefhum vücuda gelince istilahı moda oluyor. Selçuklular’da komplo vardı. Fakat ismi yoktu. At- tentat-süikast vardı, ismi yoktu. Sonra suikasd dendi.
Demek bir millete mevcud olmayan nosyonlara isim lâzım. Komplo yapıyoruz da, komplo yaptığımızın farkında değiliz.
Fransızca öğrenmeseydik grev kelimesi olmazdı. Grev yok mu idi, vardı. Fakat ismi yoktu, bize de geçti. Tarihimizde inkilaplan var. Fakat kelimesini bilmezdik.
— Bir millet lisanını terketmez. Zira vatanından eski, En eski millî unsurumuz bu. Fakir olsun, fakat sonra zengin olur. Bizi birleştiren odur. Asırlar aşırı birleştirir.
300 sene evvel Şeyhülislâm Yahya Efendi:(Neler çeker bu gönül söylesem şikâyet olur), dedi,
bizi birleştiriyor, O zaman da birleştiriyordu. Bunu nasıl terkederiz?
— İftiharımız taklide kadar gidiyor, ileriye gidemi
- 6 4 -
yoruz. Onun aynını alacağımıza biz de birşey icadedelim. Arabi ve Acemi olduğu gibi almışız, bunu da alırsak çıraklıktan başka birşey olmaz,
— Amerika’ya çok büyük, Hollandaya çok küçük demek olmaz, Büyük küçük değil, onun gibi kreatör (yaratıcı) olmak lâzım. Biz medenileşmede, istemede bile geri kalmışız. Mukallitler ve taklit' edilenler aşağı olur.
— Buzbek, Sokullu ile görüşerek Hırvatlığını anlamamış. Birgün ona şöyle demiş, Müslüman olsana. Seni sevdiğimden yanmayasın diye söylüyorum demiş. Buzbek milyonla tebaası olan bir Hırvat sefiri iken farkında değil. Millet o zaman yekpare.
— Türk miletini iki şey öldürmüştür. Nesr’in ve resmin olmaması. Türk milletini çok söndürmüştür. Bu iki sanat varsa da'gayet sönük bir mikyastadır. Eski resimlerimizde muhayyele. Yani vâk’alan diriltmek hassası yüzde doksan dokuz, bir mikyasta yoktur.
İstanbul fethinde hazır bulunan Dursun Bey gördüğünü anlatmadığı gibi, Muhaç’ta hazır bulunan ve mu- zafferiyeti Muhaçname’sinde güya tasvir eden en büyük bir edibimiz yani ibni Kemâl vak’ayı zerre kadar diriltmiyor ve bize birşey Öğretmiyor. Çaldıran, Merci Dâbık ve diğer muzafferiyetlerimiz hep bu pısırık nesirle cansız ve kansız olarak beş on satırda anlatılmıştır. Eğer Malaz- girdi bir Ermeni papazı sağlam bir nesirle mümkün olduğu kadar bir nesirle tasvir etmeseydi, Anadolu’da vatanımızın kuruluşuna dair olan en mübarek bir vak’ayı bilmezdik.
Httnername’nin, Nusretname’nin resimleri üzerimizde np kadar müdhiş bir tesir yapıyor. Eğer bütün devirlerimizde cedlerimiz, şehirlerimiz, ev, sokak hayatlarımız, kalabalıklarımız resmedilmiş bulunsalardı zamanın işlemesi içinde idrak ederek daha ne kadar kuvvetli olurduk.
-6 5 -
— Padişah devam etmedi. Millet devam etti. Acemlik devam etmezdi. Nitekim 50 sene sonra Uzun Haşan sülâlesi devam etmedi.
— Çaldıran muzafferiyeti olmuştur. Bununla Kızılbaşlığı kaldırarak vahdeti bulmuştur.
— Benim babam doğramacıdır. Ben onu severim, isterse kimseye faik olmasın. Ben milliyetimi severim. Yaptıklarını severim.
— İngiliz Shakspeare’i yetiştirmiş, lâkin musikiyi yapmamış. Hollanda’nın musikisi var. Lâkin onun Shaks- peare'i yok. Ben kendimi severim.
r— Biz -071 den beri yeni bir devletiz ve yeni bir ırkız. 870 sene eder. (1). 1071 den evvel kaç. 870 sene vardı ki gösterilebilsin. Meçhul değil, yoktur. Ondan önce bir Süleymâniye, bir Çaldıran yoktur. Merci Dabık sayesinde 400 sene Mısır’da, Suriye’de 402 sene durmuşuz. Cengiz ve İskender bile bu kadar duramamış. Alman orduları üç yıl cihanı fethetti, ü ç yıl sonra birşey yok. Herkes Berlin’e geldi. Nayolyon’un bütün zaferleri 4 seneye çıkar. Aus- terlitz’in hükmü 6 sene.
Biz Mercidabık’dan sonra Suriye’den ancak ittihatçılar sayesinde çıkmışız.
— Milletler bir terkibdir. 1071 den sonra başka bir terkibiz.
— Anadolu’ya 1071 den sonra giren aşiretler Selçuk- dur. Oğuz boylarıdır. Türk girdiği yöre birçok şeyler getiriyor. Girdiği yerde birçok şeyler buluyor.
Anadolu’ya girerken pencereyi biliyoruz. Bilmeseydik Rumca'dan alacaktık. Bıçak, kaşık Türkçedir. Kev- glr-kefegir. Kepçe-kefce, Farsça. Kelime Türkçe değil İran’dan alınmış, Anadolu’ya girmiş. Isgarayı almış. Alan Türkdür. Almayan millet yok. İngiliz ve Fransızlar da al-
(1) 18 Kanunusani 1947 ye göre.
- 66 -
mışlar. îş terkibi yapabilmedir. Rum ve Ermeni yemeğini almışız. O kadar bi?:im olmuş ki Rum vc Ermeni aşçılık ediyor... Almadığımızı o kadar Türkleştirmişiz. Yazıda çok ilerlemişiz. Arap Elhamra’da «velâ galibe illallah» ı yazamamış. Bakmaya tahammül olunmaz,
— Vatan cedlerin küllerinden yapılmıştır. Her memlekette olduğu gibi milletin kendisini his ettirdiği kadar, lüç hissettirmediği yerler var. Kocamustafa Paşa’da Türklüğü hissedemezsiniz. Ama yanyana.
Bursa’da hissedilir. Ama bazı yerlerde hissolunmaz. F atih ’de olduğu gibi değil. Kocamustafa Paşa şiirimde: Nice asırlardan beri .ecdadımız bir yerde kökleşmiş. Tabii asırlarca ruhunu;, mizacını ve şiarını o toprağa vermiş. Böyle topraklar Anadolu’da ve Rumeli’de çoktur. Şimdi o topraklarda doğmuyoruz. Şişli gibi toprağın his- solunmadığı yerlerde doğuyoruz. Bazı yerlerde çok, bazı yerlerde az ama yine hissedilirdi. Simdi bu eskisi gibi değil-
Viyana’da bir Viyana’lı arkadaş diyor ki, eski Viya- na’da Avusturya ruhu vardı. Bugün yok. Buna şimdi us- lüb şuursuzluğu derler. Her milletin başına bu gelebilir, üslûbda şuursuzluk devri geliyor. Bir millet uslûbunu hissetmiyor.
Bizde 1730 dan sonra Millî mimarimizi hissetmemeğe başladık, üslûbu hissetmiyor, Mekân, bina olsun da ne olursa olsun. Türk de ne imiş gibi bir şeyler geldi. Mimar Kemâl ve Vedad Beyler memlekete geldiklerinde bir Türk üslûbunun vücudunu haber verdiler.>
Otomobil ile geçerken Ebulfadî medresesini aradım, bulamad:im. Mimar kemâleddin onu kurtarmağa uğraştı. Yarısını kurtarabildi. Bizim üslûbun en asil zamarmdan- dı. Belediye Sarayı gibi bina her yerde yapılabilir, fakat Ebülfadi medresesi yapılamaz. Şimdi her millet milliyetini bildiren şeyleri muhafazaya çok dikkat ediyor.
-6 7 -
Tevarüs ettiğimiz şeyler var. Meselâ Bizans. Onun da varisiyiz. Onlar bize miras. Valenis kemeri yolu tutuyor. Varsm tutsun. Yol başka yerden geçsin. İstanbul bina edildiğinde ve im parator olunca kemeri yapmış, su getirmiş. Muhafaza edilmeli, Roma’nm, ziyam yok, Roma’- mn .varisi biziz.
— Eski ve millî. Her eski millî değil. Boğaziçi millî üslûp. Yalısı olanlar az. Lâkin peyzaj yapmış. Millî değil de eski. Bir de millî var. Onunla iftihar ederiz. Duvar milli. Milliyetimizin en tabiî olduğu zamanda vücuda getirilmiş.
Mimar Kemâleddin’den Acem Ali’sine, Koca Sinan’a, Davut Ağa’ya ve Mehmed Aga’ya kadar devir şiirine kadar millî, Itrî musikisi ne kadar millî ise, mimarîsi de o kadar millî. Mimar Koca Sinan su katılmamış kadar millî. Bunlardan taş koparmak günâh.
Şimdi ne garibtir ki eski millet nazariyyesi 100 ve 200 sene önce yoktu. Fransızlar ve Almanlar eskiyi yıktıklarına bu gün tessüf ediyorlar. Şimdi biz onlafın yıkr ma devrine girdik.
Paris'de bizim Alafranga vatandaşlardan biri 1856 da Paris ta lim in e hayran olmuş. Paris’i Haussmann boz^ muz diyorlar, şimdh Paris o zaman semt semt. Her semtin başka bir farkı, özelliği varmış. Silmiş, dümdüz yap- ; îiîiş. Şimdi istanburun güzelliği «Varie» ve çeşitli olüşun- dâ.
— Mİillî olan cihetlerde cadde neye açılır? Galatâyı Fatih’e benzetemezsiniz. Lüzumsuz. Ticaret Eminöriüne gelmiştir. Kocamustafa Paşa sükûn içinde. Galatadaki ticareti Fatih’e nakledemezsiniz. Bursa’da Yeşirde, yol genişledi, ne faidesi oldu? Orasının havası bâzuldu. İstanbul ve Üsküdar semtlerinin milliliği muhafaza lâzırri. Kadıköy tarafı geniş, genişlet. Milliyeti yok.
Orta Anadolu var, Trakyamız var. Vatan Anadolu ol
- 68 -
duğuna. ve kamyon devrinde olduğumuza göre kamyon ve otomobil en büyük vasıtadır, Anadolu iskelesi Kadıköy'dür, Moda'dır. Erzurum’dan. Van’dan kalkan hep oraya gelir, istediğin yeri aç. Zira orada yıkılacak Ebulfadi medresesi yok.
Hem caddeleri açmak hem de millî eserleri muhafaza kabil. Camiler yanında yüksek bina lâzım değil. Ha- ussmann’ı beğenmiyen Paris'liler karşısında halâ uyuyoruz. Eksikliği muhafaza edenlere eski kafa diyoruz.
Yüz, Yüz otuz sene evvel bu fikirlerin tanzimat zamanında büyük tesiri olmamıştı. O zaman bu muhafaza ediliyordu. Bu millete bazı nazariyeler birçok tahribata sebeb olmuştur.
Modern, yani alafranga diyoruz. Türkler bu nazari- yeyi hissetmiyor. Eski bir eserin yıkılmamasına teessüf ediyor.. Niçün diyorsunuz? Yol açılıyor, diyor,
Birgün acı birşey söyledim. Ufak şeyleri yıkıyorsunuz, Küçük câmi’, sebil yıkıyorsunuz. Birşey değil. Süley- mâniyeyi yıkmalısınız, ki birşey yapmış olasınız.
Herşey bir an’ane olmıyor, Ba’zılan milliyeti hissediyor, bazıları hissetmiyor. Bir arada olamıyor.
— Fuzulî biraz geç kalmıştır. Avrupa’da Fuzulî kadar kıymetli olmayan şairlerin kadrini bilir ve büyük değer verirler. Bir tarafta bir büyük şairimiz olan Fuzulî’de
■ geç kalmışız. 1530 dan beri ve bizim Bağdat’a girdiğimiz zaman Fuzulî’yi o zaman buldular. O zamandan şimdiye kadar tekkelerde ve konaklarda, saraylarda ve her evde diğer şairlerden fazla okunmuş, söylenmiş ve yüceltilmiş- tir.
Kanunî ordusu ile sulhan Bağdat’a girdiğinde, garib- tirki o kadar münevver ve şair padişah, Fuzulî’yi çağırıp, görüşmüyor ve Fuzulî’yi İstanbul’a getirmiyor, Nasil olur anlamıyorlar.
Getirilmemiş. Eline berat vermişler, Evkaftan fay
- 69-
dalansın diye. Bunu da kendisine vermemişler. Bu devirde bu ricalin gafleti şöyle tevil olunabilir:
Milliyet hissi tabi’dir. Rum Türkleri (Anadolu Türk- leri ile Azerî Türkleri birbirinden farklıdır.
ihtim al, şiirlerini şive bakımından birşeye benzete- mediklerinden tutmuyorlardı,
O zaman orduda Tımar Beylerinden Taşlı cali Yahya ve Hayalî Beyler Fuzuli’yi görmüşler, demişler ki:
Leylâ ile Mecnun hikâyesi Arap ve Acem’de çoktur. Türklerde bu hikâye yoktur. Bizim Türkçe lehçemizde de oldun. O da öyle yazıyor. Fuzulî ayarında şairimiz yoktur,
Bağdad’a Kanunî girdiğinde, onu bize getirseydi. Fuzulî 55 yaşlarında Bakî 9 yaşında» Elbette başka olurdu, İstanbul’a gelince İstanbul şivesini alırdı.
Şiiliğe ulema ve münevver halk ehemmiyet vermezlerdi. Zira bütün halk’ın hepsi değildi. Rical taassub bilmezdi. Taassub ülemayâ mahsusdu. Belki Fuzulî’yi bize getirmemekte bu farkın da tesiri vardı.
< Determinizm Felsefesi milliyetle beraber gider. Olduğu gibi kabul eder. Eğer o kafa ve o ruhda olmasalardı, belki yapamazlardı. Bizim bu kadar aklımız var da niye Kanunî Sultan Süleyman Devri eserlerini yapmıyoruz. Onlar öyle idiler. Hataları ve faziletleri ile böyle idiler. Bir kül idiler
Bağdat’ı alacak kadar meziyetleri vardı. Fuzulî’yi getirmeyecek kadar da ne hataları vardı. Bunları böyle almaktan, kabul etmekten başka çare yok. Böyle idiler.
— Türk milliyetçiliğini olduğu gibi almazsak o zaman dağılırız. Eksiklik (Nakısa) ve olgunluk (kemâl) aynı vücutta bulunuyor.
(F uzuIî Divanı m ısralan bizi çok sarıyor. Osmanlı şairlerinde o kalite yok. Amma incelik ve tekammül noktasından onu zaman zaman çok geçiyorlar.;
- 7 0 -
— Şiir bahsi, Yunanlıİardan beri Lâtinlerden gelerek tekemmül eden şiir tarif edilememiştir, Daima elden kaçan birşey, anlatılamıyor. Şi’irin muhtelif tarifleri var. Tam tarif imkânsız. Ben zannediyorum ki, tarif edilememesinin sebebi bir adam tarafından yapılmış olmasıdır. Bir kişi yazıyor. Bir kişi ise değişik kompleksleri plan bir mahlûk. Anlaşılamıyor. Ne gibi (veraset) lerden teşekkül ediyor, basit birşey değil. Şair «filan», Şair «Racine« ... birer kişi. Hepsi de birbirine benzemiyor, işte tarif edilememesi bundan geliyor.
Şiir bir şuur değil, bir şahsın ayrı görüşüdür. Söylemek sanatı, vezin tarif edilir. Dünya’da bütün şairleri alsanız şiir nedir, nasıl söylenir tarif edemezsiniz. Şi’iri en iyi bilen, asla en iyi şair değildir.
Racine acemi, Nedim de acemi. Paule Valery sıfır olarak da düşünülebilir. Nasıl söylemesini biliyor, lâkin söylemiyor. Bundan anlıyoruz ki şiir bir kuşun ötmesidir. Bu anlaşılıyor.
Dünyanın en büyük şairlerinden biri demiş ki (ben bir kuşum bir dalda öterim). Her mısra musiki. Şüphesiz ki okuyabildiğimiz şairlerin en ziyade manâyı nağme hâline getirmesi budur.
Valery şiirin nasıl söylendiğini biliyor. Lâkin Allah onu şair yaratmamış.
CFuzulî, Bakî bu bahisleri yazmakta cahil kalırlardı. Onlar Valery’den Mallame'den çok iyi şiir söylemişlerdir. Mısra’lar söylemişlerdir. Bakî’de 50, 60 mısra var ki fev- k a lâd ^ .^ö tü mısra’lar da çok. Nedim’de kötü mısra’lar istediğiniz kadar. Onun söylediği (fena) lan herkes söy- ter'/ Hafız ve Sadî de böyledir. Bir kısım mıs’ralar nefis, bir kısmını da yazmış, sanki onların değiL j;
Gide’in (ele avuca sığmayan şiir) dediği, şahsî görüşümle, bu anlaşmazlık. Şiirin muhtelif şahıslar tarafından, şairlerin mütenevvi, söylemelerinden ileri geliyor.'
- 71 -
Hafız, Sâdı ve Hayyam’ın ve frenk şairlerinin bazılarının bir çok noksanlan vardır. Fakat, şair yaradılmış bir şahıs olmalarından ileri geliyor. Amma şiir sanatı malum. Onu Valery de biliyor. Şiir sanatını bilen söylemiyor da bilmeyen Nedim söylüyor.
Fuzulî’de kötü kötü mıs’ralar da var. Bazı gazellerde bir mısraı görürsünüz, inci gibi, diğerleri derbeder. Asıl Fuzulî, inci gibi olandır. Güzel mısra ve beyitleri dışında tam bir gazelini hatırlamıyorum.
Sorsa canâ bilmezem kâmı dili şeydâ nedir Güzel, çok güzel bir beyit.
Ne yanar kimse bana âteşi dilden özgeNe açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayri.Âşıkân-i l*ah-ı tecridiz, hatar havfin çekipGâh Mecnun, gâh ben devr île mevlud bekleriz.
Şeytanın hatırına gelmez.Neler var, nefis şeyler.........
inşad Acem tarzında olursa güzel oliıyor. Azerî başka, her zaman hoşumuza gitmiyor. Ziı'a -iklim bizi ayırmış. Portekiz Ispanya’dan ayrılmış, amma bir, k ıt’a. Şiir ayni iklim istiyor.
Memleketimizin, milletimizin dehası büyük, kalbi büyük, Fakat adedi fazla değil. Fethettiğimiz diyarı kucak- lıyamamışız. Bağdad’ı almışız, içine girememişiz.-Dehası büyük; herşeyi büyük.
Fikret’in;Sığmamış sadrı pelengâhına kalbi şi’irin
Bizim milletin arsîân kalbi var. Fakat fethettiği diyar büyük, kucaklıyamamış. Bağdat’da ve Suriye’de 4 asır yabancı kalmışız. Arap o iklimden, biz o iklimden değiliz. Türk köylüsü Bağdat’ta ziraat yapamıyor. Hararete daya- narnıyor.
Mısır’ı fethetmişiz. Yukarı Mısır’da 65 derecede durmak lâzım. Yarım saat duramazsın. Orada yalnız fellah durabilir.
- 7 2 -
— Ispanya’da bulunduğumda Arapların Ispanya’yı fethiyle meşgul oldum. Bir İspanyol tarihçisine sordum. Yalnız Endülüs’de kaldılar da yukarda kalmadılar, nedendir? dedim. Tuhaf bir cevap vererek;
— Araplar hurm anın yetişdiği yere kadar gittiler, dedi. Biz de bizim mahsullerin olduğu yere kadar gitmişiz, ondan ötesine gidememişiz. Harran çok münbit, fakat Türk köylüsü dayanamıyor. Bütün bir sene oturamıyor. Harran bir zaman bütün Bizans’ı beslermiş, o kadar münbit.
İklim çok mühim mesele.Biz Kuzeydeniz. Hem aslen Türk olanlar, hem de son
radan Türk olanlar. Şimalden. Mutedil iklimlerde oturmuşlar. Fakat ekvator’a doğru gidemiyorlar. Ingilizler (mütegallib), (istilâcı) olarak gidiyor. Topu, tüfeği var. Kendi ayrı yaşıyor.
— Elli senedir varlığımızı hafiften idrak ediyoruz, îslâm san’atı diyorduk. İçinde Türk şuurunu 40 senedir biliyoruz. Cami’, medrese gibi dinî ve han, kervansaray gibi sivil mimaride. Hatta Prof, Sedad Hakkı Eldem gibi milliyetçi bir mimar, nihayet bazı motifler ilâve etti. Mimarî konpensiyondan ibaret, ü ç yüz sene evvelki şartlar başka, bugün iş başka. Mesele iktisâdı duruma yaslanıyor. Eskiden yaşama basit. Yer sofrası. Şimdi yemek sofrası lâzım. Basık tavanlı eski ikamet yerlerimizde sofra kursak başımız tavana değer. Ecdadımız yaradıcı adamlarmış. Nasıl yaşıyorlarsa, her şeyi ona göre yapmışlar. Pencere açmazlar, yerde otururlar.
Boğaziçinde yalı yapmış ve bize mahsus kayık ve kayıkçılar meydana getirmiş, binlerce insan bunlarla geçiniyor. Kimi kayık, kimi kürek yapıyor. Gömlekleri için tezgâh yapmış. Kayığa ne lâzımsa yapmış. Bizde şimdi hemen herşey Avrupadan. Onlar kendinden yapıyor.
— Biz milliyetimizi muhakkak seviyoruz. Eski Türk.
- 7 3 -
Türk olduğunu bilmez amma yaratıcı. Kendine güveni var.
— Boğaziçi Türk için bir (cadde). Ayrıca caddeye lüzum görmüyor. Kayık yapıyor, sandalı devrilıne:z, kayıkçı mükemmel.
Nedim’de bir beyit. Göksuya gidiyor sıkılıyorlar, Çubuklu kalabalık, Kâğıthane’ye gidelim diyorlar. Çünkü kayık gidiyor. Hem de çabuk. Fakat şimdi vesait bol olduğu halde gidemiyoruz. Onlar için kolay.
Kandilli’de Niko var. Onun balığı güzel. Gece yarısı, haydi gidelim, diyorlar. Sultan Selim’den kalkıyorlar. Bunlar için kolay. Hayat farkları ne kadar başka. Bir balık içifi gidiyorlar.'Bügün yapamazsınız. (Niko balığı) şöhreti oraya kadar gelmiiş.
— Niçin mimarımız Türk evini yapamıyor?İngiliz, İngiliz evini yapıyor. Zira refah içindedir.
Biz değiliz. 24 milyon insan müreffeh değildir. Herşeyi düşüneceği gibi evini de düşünür. Eskiden bu gün olduğu kadar düşünmeden Türk evini yapardı. Şimdi ancak gece kondu kuvveti var.
— Biz Türk ve Müslüman olmak istiyoruz. «Alafrangalar»^ ne olursak olalım, diyorlar. Medenî âlemde İngiliz, İtalyan var. Biz ne olacağız, ismi var, cismi yok. Ankâmı? Biz buna razı değiliz. Onlar Türk ismini lâf için söylüyor.
Şaşılacak şeydir^ ecda.dımizııi bıraktığı şeyler. Bunu, (alafranga Türkiye) ye anlatamadık. Çünkü kültürü mü* sait değil.
Hem Avrupa medeniyetini alalım, hem biz olalım.— Yeniçeri ocağı çok Türktü. Mizaç, tavır, psikoloji
itibariyle, memleketin eh Piyade Türklük ifade eder ocağı idi. Acaba bu Türklük Yeniçeri ocağına nereden geliyor.
İlk devşirmelerin Rumeli’li Hiristiyan çocuklarından
- 7 4 -
yapıldığı muhakkakdır. Murad Hudavendigâr zamanında Arnavutluk ve Bosna’yı fethetmiş değildir ki onların çocuklarından devşirme yapalım. Milâdî 13İ60 dan sonra OsmanlIlar Rumeli’de Peçenekler, Oğuzlar, Komanlar ve Vardar Türklerini buldular. Bunlar Bizans tarafından Serhad Askeri olarak yetiştirildi. Bunların orada vücudu ve 1200 M. den sonra isimleri kaybolmağa başlıyor. Ortodoks kiliselerine giriyorlar. Göçebedirler. Türkçe konu- şvıyorlar. Irk itibarilc Türktüler.' O cihetle Yeniçeri Devşirmelerinde Türk an’anesi vardı.
— Bugünkü fikirlerimizin bir çoğunu bugünkü dertlerimizden mülhem olarak edinmişiz. Ve yanlış yaptığımızın farkında olmayarak bugünkü dertlerimizden mülhem olan bu fikirleri dört-beş yüz sene evveline tatbik ediyoruz. Halbuki o zaman o dertler ve o vaziyet yoktu. Mesela Evliya Çelebi’nin bir nüshasına, herhangi bir nüshasına, herhangi bir müstensih tarafından Yavuz’un Rusya’yı imha etmek hakkında bir vasiyeti dere olunmuştur. Belli ki bu haşiye Rusya bizim başımıza belâ olduktan sonra yazılmıştır. Çünkü Yavuz zamanında Rusya yoktu ve Rusya’nın derdi de yoktu. Yavuz öyle bir vasiy- yeti bırakamazdı.
— Yeniçeri Devşirmelerden olunca mükemmeldi. Müthiş bir seçme ile alıyorlardı. Bu kalkınca bozuldu. Ayni zamanda Hiristiyanları azaltmak için an’anevî bir siyaset idi.
— Türk ilk defa İzmir’e sahile gelince yemek yenen (lokanta) olduğunu öğreniyor, alıyor.
Biber, frenkce, Patlıcan-Arapca, Fasulya-italyanca. Bize girmiş. Demek medeniyet müşterek ve beynelmileldir.
Rum ve Ermeni yemeğini almışız. O kadar bizim olmuş ki Türkler gibi Rum ve Ermeni de şimdi bize aşçılık ediyor. Aldığımızı o kadar Türkleştirmişiz.
-7 5 -
Mühim bir mesele, İran’dan getirdiğimiz yemekler var. Fetihlerden sonra Rumeli’den, Rum ve Macar’dan aldıklarımız var. Bundan bir sentez hasıl olmuş. Sonra bizim ) Mutfak) ımız teessüs etmiş. Bu temsil kabiliyetinin kuvvetine misâldir.
— 1453 den sonra Türk milleti Avrupa medeniyetinin hayat ve teknik şartlarnia mutlak olarak' mensubdur. Bu da hem mukadder ve hem doğrudur. Böyle olunca (eski İstanbul) un muhafaza edilmesi, yahud da yine kendimize benzer bir üslûp yaratılması bazı kısa görüşlülere imkânsız gibi görünüyor. Halbuki bu pek mühimdir ve mümkündür.
— Ne aleyhimizde olandan korkmalıyız ne de lehimize istemeliyiz. Babinger’in düşmanlık on parmağından akar. Roman gibi yaKmamjş, düşman gibi yazmış. Fatih 'in aleyhine yazmamış, Türkün aleyhine yazmış. Müverrih gibi yazmamış, hiristiyan gibi yazmış, O kadar ki... Varna zaferimize öyle kızmış ki, nerede ise mağlup oldular diyecek. Bunlara kulp buluyor ve Kosova’yı da tcnkid ediyor,
Fatih’e dair he kadar iftira varsa ve iftira oldukları muhakkaksa onları bir defa, koyuyor. Sonra da, belki doğru değildir diyor amma, bir defa yazıyor.
Pespaye ruhlu. Müverrih değil, Almanlığa bu adam leke olmuş. Müverrihliğin şan ve şerefi olduysa, bu da şerefsizliği olmuştur. . : ,
Babinger vukuatı da iyi bilmiyor. Fatih 3 defa cülüs etmiş. 1444-1445 sonuncusu kafi, 1451 de. 1444 de haline ait vukuatı 1445 dekilerle karıştın yor. Tarih bilmediğinden 1444. ü alıyor. Yeniçerilerin ayaklanmasında II. Mu- rad’ı: çağırıyorlar.
Fatih’in ikinci Kosova muharebesinde Sancak beyi olarak hazır öldüğünü bilmiyorduk. Bunu Babinger'den ilk. defa duyuyoruz.
- 7 6 -
Fatih’iri'bizzat bulunduğu muharebeler cülüsiyle başlar. Hepisinin başında bulunmuştur. Bosna llhakmda bulunmamıştır. üsküp’de idi. Oraya Mahmut Paşa gitmiştir. Belgirad’da da , bulunmuş ve hatta yaralanmıştır, Fatih ’in muvaffak olmamasına Hıristiyan taassubiyle memnun da oluyor,
Osmanlılık camiai İslâmî idi. Anadolu Türkleriyle Devşirmeler arasında kavga çıkıyor. Muvaffakiyet Devşirmelerde kalıyor. Bu devleti yapan Devşirmeler diye yazıyor.
Babinger, Anadolu Türk’ü bayağı, Devşirme •• esastır diyor.: (Dönme) ve (Dönme olmayan) yok, hep biziz.
— Türkler hem mekânı ve hem zamanı fethediyor. Macaristan’da 140 seneden fazla kalmışız. Sırbı ve Macaristan'ı biz. yöntmuş,ve'zelil hale getirmiştik.,Macaristan durdukça Rumeli’de durarnazdık,
— Hoca Sadettin Efendi’nin (Tacüttevarih) i nefis bir eser. Keşke yeni harflerirnizle de basılsa. Yavuz ölün-
rce sevab olsun diye Gatmr-mahallesi Fenere gömdüler. Kanunî, mahrem hizmetinde bulunauları-tekaüd etti. Ha-
•san Can Bursa'ya gitti. oM sce- TiirJr. ) ti^fnolundu.
— Haşan Can Yavuz’un hayatını anlatıyor. (Vâlid der idi ki..) der. Hususî hayatına dair 20 kadar fıkra var.
Bir anekdot var. (Vâlidi der idi fıkraları) nm birinde. Cennetmekân Hünkâr ile Yeni Sarayın yazın bahçesinde idik. Halimi Çelebi de vardı. Mabeyincilerden biri gelerek lebi deryada köşk yapmış. Görmek istermisiniz, dedi.
Hep beraber indik. Köşkü seyrettik. Nakkaşlardan biri Ebülfeth’in tasvirini resmetmişti. Eline aldı ve; Ben bu büyükbabamı tanırım. Nakkaş çalışmış amma ben- zetememiş. Beni kucağına alır, hoplatırdı, dedi.
— İstanbul’u fethi’ne dair hadis’e sahih demezler. Amma en sahih hadis budur.
- 7 7 -
— Mensup olduğum Türk milletine inanırım. Bir Türkiye var. Malazgirt’ten beri camili, medreseli bir memleket, dindar bir millet yapmış. Bu maksatla yüzde elli seve seve ölmüştür. Ayasofya’yı cami etmiştir. Bunu cami yapmağa o kadar özenmiştir ki, Müterake’de kilise yapamamışlardır. Niçin Türkiye vardır. Türkiye Müslüman- dır. İnanmasa yapamazdı. Yaptıklarına inandığı için yapabildi. Bu uğurda şehid oldu. İşte ben buna inanıyorum. Türk milletinin inandığı şeye.
Meselâ, Müslüman Bursa’da Psikoterapi yaptı. Mille - time inanıyorum.
— (Fatih’in yanlışları var mı idi) sualine karşı, yanlışı doğruyu nasıl tefrik edelim. Hiçbir şeyi doğru dürüst bilmiyoruz ki, vesikaları görmekten aciziz.
— Bizde Islâmiyetin men’ ettiği herşey kalkmış değil. Hem men’ edilmiş, hem yapılmış. Hem Avrupa resmi, hem minyatür var. Acemden almışız. Sonra kendimize has yapmışız. Belgrad’da bile minyatür çarşısı var. Sultan III. Selim devrinde minyatür çarşısı var.
— Çinili Köşk. Orada mukadder bir şey olmuş. Oradan (Kozbekçiler koğuşu) kaldırılmış, yıkılmış, yerine müze yapılmış. Müzenin o tarihlerdeki endişelerle saray surları içinde bulunması mukadder bir düşünce addedilir. Ancak o peyisajı boğduğu da inkâr olunamaz.
— Biz Bizans’dan da almışız. Terbiye, nezaket ve inceliği bir derece Kumlardan almışız. Fuzulî söylüyor, (Leylâ ve Mecnun) iptidasında:
(Bir nice zarihi Hıttai Rûm. Rumi ki dedik kaziyye malûm). Bizanstan çok şey almışız. Azerî Türk ile bugünkü Türkün farkı bundan doğmuş. Anadolu Türk’ü çok karışmış.
Onun servisini almış, Türk yapmışız. Divarmı bile aynen almışız. Hamamını aynen almışız. Lâkin onu (biz) yapmışız (bizden yapmışız). Aslımız Türko-grek Hatta
- 7 8 -
Greko-Iraniyen. Fakat bunlardan biz kendimize, onlara benzememek, lâkin onlardan almak şartiyle bir çok şeyler almış ve (biz) olmuşuz.
Hükümetimizi Bizans’m topraklan üzerinde kurmuşuz. Her veçhile onları istihlaf etmişiz. Onların halefi olmuşuz, Amma biz yapmışız, bize döndürmüşüz.
— Bugünkü keskin cerayan, sanat telakkisini alt üst etti. Sanat için, Picasso mücerreddir dedi. Nasıl mücer- red?
Mücerred yoktur. Mücerred matematikdir. Hiçbirşey bir milimetre şaşmaz. Matematik gibi, sanat da mücerreddir, dedi.
İzzet Melih, Nejad'ı Paris’de gördüm. Onlar söylüyordu, ben dinliyordum. (Canım çizgi fazladır. Çizgi olmamalı; Renk, renk. Renk de olmamalı), ne olmalı, dedim. (Böyle şçyı gitmeli) diyörlar. Duvar buraya kadar gidiyor.
Stilize resimleri beğeniyor. Bizim halı veya Harir halısını. Hah ; yerde. Oha resim diyori dndan mülhem ol- muşlan Eskiler buna stilize resim disrlerdi. Yani hiçbir cismi olmayacak. Konsepsiyon olacak. Esasından değiştirdiler. Bir de tarih var.
Rönesans’ta kaç ekol var. Her bir ekol bir moda. Modası geçince başka ekol geliyor, ötekiler nasıl geçtiler, bu da geçecek.
Felsefede birşey ki başlıyor, biter diyorlar. Allahdan başka başlangıc’ı ve son’u olmayan şey yoktur. Ona da akıl erdiremeyiz.
İnsan düşünse aklı başından gider. Kâinata kimse akıl erdirememiş. Pascal yalnız bir isim vermiş. {Bomboş, sonu yok, muhit, heryer merkez,) diyor,
— İslâmlık domuz eti' ve şarabı men’ eder. Biz kabirlere ehemmiyet vermişiz. Kabirler sayesinde vatanı
-79-
Türk etmişiz. Biri ölmüş, biz onu aziz gibi saklamışız. Temsil kudretine bakın, Kocamustafa Paşa Camii bir kilise idi. Orası şimdi çok Müslümandır. Ayazma’sını Sün- bül Efendi Müslüman etmiş. Merkez Efendi de oradaki Ayazmayı Müslüman etmiş. Bunlar islamiyete uygun değildir. Bereket versin ki uygun değildir, yoksa orası Rum kalırdı,
— İslâmiyet Arab’a Acem’e uygun değildir^Tançalda. cami’e gitim. Pantolonlu cami’e sokmadılar, (gâvur) di- ye7 Orada (teganni) günah. Çünkü (maliki) . Biz teganni ediyoruz.
— Mevlid. Tahminen 1400 senelerinde. Hazreti Mu- hammed’in annesi Amîne Hatun, Bursa’lı bir kadın havası yaşar. O sanki, Bursa’da bir nalıncının eşidir. İstanbul’da Hazreti Muhammed, Şeyh Galip’e göre, Ortaköy’- de ipekler içinde oturan bir Efendi gibi oluyor:
Sen Ahmed-ü Mahmud-u Muhammed’sin Efendim. İklime ve zamana uyan şey. Bunlar bize aittir. Subjektif- dir. Nasıl ki Hollanda’da Meryem sarışındır. Bizde de böy- ledir.
— Avrupalı’lar (Orta Çağ) rüyasından uyanınca, gözlerini Roma’ya ve Yunan’a açtılar. Lâtinceyi öğrendiler, Incil’i okumağa başladılar. Biz Arapça öğrendik, Kur’anı anlamağa pek çalışmadık. ,
— Bizde Lütfü Paşa tarihi var. Kanunî’nin hemşiresini tutar. Âlim ve Sadnazam. 50 kadar kitabı var. Bir kısım Arapça. İkisi Türkçe. Birisi tarihî. Birisi Asafnâme, yani sadrıazamlık sanatı.
Tarihinde bir fıkra neşrediyor: Mabeyinde iken Yavuzla Mısır’a ğitmiş. 1517 senesinde Yavuz, Mısır fethi bitince, Mısır’ın acaibini, dağlarını görmeğe gittik, diyor. Yavuz piramitlere çok hayret etmiş. Beraberindeki erkândan biri demiş ki: Mısır’da bir ihtiyar var, o bilir.
İhtiyar, Arapça demiş ki, Ey Emir-i Rum. Ne oldu-
- 8 0 -
ğunıi kimse bilmez. Sen bana Nil’i sor. O zaman Lütfü Ağa, orada bunu duymuş. îbnî Kemâl ve Celalzâde’de var. Bunlar cahil değil. Zira Yavuz âlimdi. îbni Kemâl ve Lütfü Ata da âlim. Lâkin bu tarafım bilmiyor, Piramitleri bilmiyorlar. Tarih ve Coğrafya bilenler (Asrı Saadet) in Öncesini pek bilmez. Demek ki Herodote’den okumayınca Piramit bilinmez. AvrupalIlar Mısır’a girmemişlerdi, lâkin bilirlerdi. Zira ondan okumuşlardı. Onlar medeniyetin bir başkasına biz bir başkasına bağlıyız.
AvrupalIların Rönesansından ve Fransız inkilâbından sonra ilimler ve teknik doğdu. Şark eski hâlinde kaldı. Arap ve Acem Nasyonalistleri hep (bizi Türk mahvetti) derler. Pekiyi mahvetmediği diğer yerlerde siz ne yaptınız?
Biz İran’ın her tarafına mı gittik? Biz Endülüs’e, biz Hind’e mi gittik? Onlar neden geri kaldı? Hakikatte, mukadderat bizi İslâmlık dünyasma, onları da Hiristiyanlık dünyasına attı. Tarih, kaza ve kaderden ibarettir.
islâmiyete girdik ve sayesinde İmparator olduk. Zararları değil, faydaları olmuştur. Sekiz yüz senelik iş. Ufak bir iş değil.
Şark milletleri arasında rekabet. Kim evvel aldı? Ba- t ı’nın meziyeti Roma’dan alması. Bugün emsalsiz bir fai- kiyeti var. Türklüğümüzü bile Garp’den öğrendik.
Yarım Avrupalılaşan Kozmopolit, tam AvrupalI olan Türk oluyor. İdrak, yüzde yüz Avrupalı olan Türktecjir.
Tarihi tashih etmeği bir tarafa bırakalım.. Neyi tashih edeceğiz? Tashih edilemez ki. Realiteyi kabul edelim. Biz büyuz diyelim. Malazgirt’den beri biz buyuz diyelim.
Onu birleştirmiş olan her unsur millîdir. Dağıtmış olan her unsur millî değildir, Mısır üç defa millileşmiş. Türkler orada büyük cami’ler yapmış. Fakat Arap üslûbunda. Banisi Türk. Kale içinde Süleyman Paşa camiini gördüm, Türk.
- 81 -
ibnî Sina ve Fafabî Türk diyoruz. Aslen Türk. Ter- kible Türk Lâkin Sokullu Mehmed Paşa, Gedik Ahmed Paşa, Mahmud Paşa Türkdür.
Ben Türküm. Fakat, Çaldıran’ı duya duya Türk oldum, Malazgirt’ten beiri Türküz. Ama kanımıza karışmış.
Mahmut Pasa’nıh babası hırvat, anası Rum. Bu adam Hırvatlıgı ve Rumluğu perişan eden ve dağıtan bir adam. Kendisi o kadar Türk ve Müslümandı ki, Hurufilere karşı çıkmış idi^ Acem’den bir takım saçma adamlar geliyor, onları karıştırmayın, diyor. Dini bütün. Bu millet ona bundan dolayı Mahmud Paşa’yı Velî demiştir. Milleti tanzim elti. Otluk Belin’e bu millet onu çağırdı. Bursa Me
busu Rafet Bey kıymetli bir adamdı. Sen Yavuz ve Kanuni devri’ni beğenirsin, serdarları Türk değil, dedi. (Dur, nasıl) dedim. Türk, istemezmisin o devre dönmeği? Bunların, bu şeylerin hepsi Türk’dü.
Davut Paşa semti. Tam Türk semti. Irkan Türk değil. Koca Mustafa Paşa, Kasım Paşa Türk değil. Lâkin hepsi Türk olmuştur. Hem de tam Türk. Eyüp Sultan’da Sokullu, Türk tabutu içinde yatar. Bunlar o semti o kadar Türkleştirmiştir.
— Milletler sentezlerdir. Biz de böyleyiz.ingilizler Selt, Danimarka’lı ve Norman v.b. karışık
tır. 5 unsurdafTmürekkepdir. Bunlarla önce İngiliz tipi çıkmamıştır. Norman’lardan sonra çıkar. İngiliz tipinden İngiltere çıktı, trkan Germendirler. Niye birbirleriyle cenk ettiler.
Fransızlar’da Cermen karışıktır. Niçin Almanlarla harp ediyor, iş, evvelce olan kanda değil, sonra olan sentezdedir.
Türklerden de biz sentez olmuşuz. Biz bugün bütün Türklere el uzatmadan Azerîlere uzatamayız. Lâkin ondan uzaklaşmışız. Otluk Beli, Çaldıran nedir? (Çaldıran, ben Acem olmam), muharebesidir. Birleştirin olmaz. Zira
- 8 2 -
sentezler ayrıdır. Türk, Şi’î olmuş ve bana saldırmış ise o Türk değildir,
Türk, Mahmut Paşa’ya derler. Türk, Mimar Koca Sinan’a derler.
— Vatan devletsiz, milletsiz ve dinsiz de olmuyor.—{ ıl917 de Ziya Gökalp bana dedi ki:
Harabîsin, harabati, değilsin.Gözün mazidedir, atî değilsin.
Ona cevap olarak dedim ki;Ne harabı ne harabatiyimKökü mazide olan atiyim.
Meselâ inkılâpçılardan, kökünden herşeyi koparan takıma denilebilir ki Alman’ı, Alman-Fransız hududundan, Almanları ve Rusları birbirinden ne ayırıyorsa bizi deo ayırsın.
Biz devlette nice mevkiler vardır ki, hiçbir iş görmez. Lâkin bu, oraya bir liyakatsizin tayinini icabettir- mez. Devlet, um yettir. Devletin faaliyet göstermiyen kısımları vücudumuzun zaman zaman faaliyet göstermiyen kısımları gibi olabilir.
— Koca Mustafa (Paşa) Rum. Bir Kiliseyi Cami yapıyor.
— Temsil kabiliyetimiz o kadar kuvvetli ki. Aldıklarımızdan Türk mutbahı yapinışız. Sonra Rum ve Ermeni, aşçımız olmuş.
— Motifleri almışız, Türk musikisi olmuş. Ermeni- 1er sonra Türk bestekârı olmuş.
— Hamam Romendir, sonra Bizans’a geçmiştir. Hamamı o kadar Türkleştirmişiz ki ona şimdi herkes (Türk Hamamı) diyor.
— Servi Rum ve Arap’dı. Onu o kadar Türkleştirmişiz ki. Temamen Türk olmuş. Amma şimdi. Karacaah- löed’de hergün eksiliyor. Lâkin eskiler tekrar dikerlermiş.
— Ispanya’da Endülüs eserleri sayılıdır. Bizde eski
- 8 3 -
Yunan, Romen, Bizans eserleri pek çoktur. Biz çok, muhafaza etmişiz. Frenkler yıkmışız diye bühtan ederler. İstanbul’da ne varmış? Ayasofya. Havariyyum Kilisesi zaten yıkık ve haraptı. Ayakta duranlarını kullanmışız.
— Atina'da Akrepol’da Fethiye Camii; (Hikmetha- ne-i Eflatun) demişiz. Minare kaidesi içerdedir. Yarım metre açıktan yapılmış, mimarisine halel gelmesin ve ahengi bozulmasın diye.
— Bizim milliyetimizde ne vaki’ oldu ise biz buyuz demek lâzım. Onları tashih etmemeli.
— Malazgirt’ten bugüne kadar bir şekilde, olarhayız, (Hat) da, (musiki) de, (şiir) de üslûb aynı olmamış ise bunda da olmaz. Fakat biz buyuz demek lâzım. Bir zaman zâde imişiz, sonra oğlu olmuşuz. Değişme söz’de.
— Bayezid’deki Türkocağından beri Türküz değil. Kendimize Türk demediğimiz, Türklüğe kötü baktığımız zamanda da çok Türk idik. Frenk gömleğini giydik, gâvur oluruz korkusu vardı. Türk’ü kaba saba manâsına kullandık. Lâkin realite Türktü. Ne zaman milliyetimize uygun olursak, o zaman Türk oluruz.
— Hep harcıâlem lâkırdılar söylenmiş tarihimize dair. Vesikalara şimdiye kadar lüzumu, kadar müracaat olunmamış.
-- Mıihim bir mesele. İran'dan getirdiğimiz yemekler var. Sonra Rumeli’den Rum ve Macardan aldıklarımız var. Bundan bir sentez olmuş. Sonra bizim (mutfak) ımız teessüs etmiş.
— Bir insan kendisini bir işe verdi mi dağılmamalı. Biz Türküz. Malesef Şarklı’yız, kendimizi dağıtıyoruz. Bizim eski Türk’ün disiplini, bugün Avrupa’da var. İşleri teker teker ele almalı ve teker teker yürütmeli.
— Devlet teşkilâtı isimleri Acemcedir. Veliahd’a Şah- zâde derler. Hükümdar padişahtır. Taht, saray hep Aciem- cedir. Görülüyor ki Acem kültüründen çıkmışız, AvrupalIların Lâtin’den çıktığı gibi.
- 8 4 -
Acemlerden diyarı Rum’u almışız, Rum elemanı girmiş. Rumlardan da almışız. Sahillere gelen İtalyanlar- dan almışız. Rum evini, duvarını almışız. Temsil kabiliyetimizin büyüklüğüne misâl. Lâkin o kadar Türkleştirmişiz ki, meselâ yemekleri öyle yapmışız ki, Türk aşlarını Rum ve Ermeniler yapmağa başlamış. Tabiî Türk aşçılar da var.
Servi Grek’di. Sonra Türk olmuş. Roma Hamamı’nı Türk hamamı yapmışız. Bugün Avrupa’da (Türk Hamamı) diye meşhur. Yeni aldığımız vatanda yeni aldıklarımızı o kadar meze etmişiz ki, o kadar Türk olmuş ki.
Acem kafasından çok şey almışız. Arab’ın ona verdiği ile beraber biz Acem’den çok şey almışız. Arabistan'ı sonra almışız. Medreselerimizde Arapça okumuşuz. Araplık bize nüfus edememiş. Biz Acemden almışız. Rumdan direktman hayat kısmım almışız. Duvar, kuvveyi Rumdan almışız amma şeklini ve yüksekliğini hepsini Türkleştirmişiz. Bizans duvarı artık Türk duvarı olmuş. Biz öyle mezcetmişiz ki, üstünlüğümüz inkâr olunamaz.
— Milliyete ne mazî, ne hal, ne atî vardır. Maziyi, bir milliyetçi sever zannedilir. Lâkin bu yanlış bir düşüncedir. Çünkü bu mâzinin güzeUiklerini sever. Demek ki maziyi değil, güzelliklerini sever.
Hâl, yarın mazi olacak. Mazi olmayacak bir vakit yoktur ki. Hal’in nasıl çirkinliklerini sevmiyoruz, güzelliklerini seviyoruz. Hal, takvim yaprağı çevrilince mazi olacak, güzelliklerini yine seveceğiz, çirkinliklerini sevmi- yeceğiz. Maziyi bir kül olarak sevseydik, meselâ İstanbul fethini güzel birşey nlarnk sevdiğimiz kadar, Fatih’in Mimarbaşını dayak altında öldürmesini de sevmemiz lâ- z!ım gelirdi. Onu sevmiyoruz. Onu çirkin addediyoruz.
— Fütuhatı yaptıran milliyettir. Hurufilik’de Acem tesiri gören Mahmut Paşa, bunu men’etmek ister. Fahrettin ’i kışkırtır. Onda işin milliyet tarafı var. Bizi Acemlik-
-85
den ayıran her şey mübarektir. Ayrılmayan Azerî Acem- leşmişlerdir. Türkü Türk yapan, bu ayrılıktır.
—r:!Milliyet nazariyesl tabiat üzerine müessesdir. İn sanları beş yüz defa dünyaya ayırsak beş yüz millet olur. Tabiatta (hattı müştekim) olmadığı gibi Milliyette de yoktur. Milliyet nazariyesl hürriyeti kabul eder, Radikalizm i kabul etmez. Dinden dinsizliğe kadar herşeyi kabul eder.
— Maziyi vatandan ayırmak, ruhu bedenden ayırmak kadar imkânsızdır.
— 1071 Malazgirt’ten Türk vatanının tessüsünün başlangıcıdır.
— Millet başka, milliyet başkadır. Birçok insanlar vardır ki, Türk milletinden değildir. Fakat milliyeti Türk- dür.
— OsmanlI sınıfı fukaralık üzerine müesses. Fukara semtini çok beğenir. Bunu ekonomik faktör yapmışız. Millet fukaralıkdan yiyememiş, yiyemediğinden sağlam kalmış. Mollazâdeler ve Paşazadeler dejenere olmuşlar, jem işler. Millet fukaralıktan şikayet etmemiş, bunu güzelleştirmiştir. Millet fukara olduğundan semti ahşab- dır, dardır. Yangın siler süpürür. Bir paşayı medh için (fukaraya bakardı) denir. Fukara o kadai bol ki nerede ise meziyet olmuş. Eskiler buna rağmen bize koca bir vatan bıraktılar.
— Mezhep farkı bizi İran’dan ayırmış. Eğer mezhebimiz aynı olsaydı biz belki de iran ’lı olacaktık.
— Fukaralık ruhumuzu güzelleştirmiş. Semtlerini de güzelleştirmiş.
— Biraz da irfan yoksulluğu. Millî eksikliklerimiz, Millî mefahirimiz ve meziyetlerimiz gibi devam ediyor. Meselâ tanzim at’tan sonra boğaz sahilleri binalarla dolmuş,. Yol arkada, Avrupa’da görüyor, bizde aksini yapıyor, Boğazı tenvir için iki Rum Meyhanesinin aydınlığına muhtacız. Anadolu Yakası ise temamen karanlık.
- 86 -
— Şark kültürünün vârisi biziz. Arapça, Farsça, Türkçe. Eflâtun bize Arapdan intikal etmiş. Aceme de Arap- dan. Esası Arap. Yakut, Şeyh Hamdullah ve Nafiz Osman yazıları bizim,
— Çandarlv. ailesi. OsmanlIlar ailesinden daha olgun, Acemleşmiş. Timurleng’e Yıldırım mağlup olunca, Lütfü Paşa ya2 iyor. Bir Yeniçeri kalkarak ona tevhibde bulundu. Ve dönüp T atar’a teslim oldu, diyor. Milli ahlâkin misali. Askerlikde Millî ahlâkdan ayrıldın mı, böyle oluyor. Ahlâkî sağlamlığı milliyette gören bir neferin bu sözü yıldırım’ın ağırına gidiyor.
— Biz vatanımızın nasıl bir hazine olduğunu idrak etmek şöyle dursun, Avrupayı bile tanzim attan sonra biliyoruz. Daha önce kendimizi de bilmezdik.
— Aşağı yukarı biliyoruz ki minyatürün esası Çin- dir. Şark dâ en eski Çin’dir. Sonra Hind’dir. Sonra Acem’dir. Bizim en sona gelişimizin esası söyledin Milletin oluşması sonradır da ondan.
Her milletin bir sentezi olduğuna göre, muayyen bir devrede tekevvün eder. Medeniyeti Islâmiyeyi Acem’den almışız. Din, devlet, sanat ne varsa hepsinde Acem tesiri büyüktür. Arap’la vasıtalı münasebetimiz var. Acem ile doğrudan doğruya. Yalnız sanatta değil, herşeyde...
Din^ İranlI Müslümanlar tarafından geldiğinden, İstılahlar acemledir. Meselâ Peygamber (Nebi, Resul değil), Salâta nemaz diyoruz, Farisîdir. Savm ve siyam demiyoruz, oruç diyoruz.
Garibdir, îjulefayı Raşidin’e Çihar yârı Güzin diyoruz. ,
Resim’i günah saymışız, hatta şiddetle. Dinin diğer hususlarında olduğu gibi bunu da günah saymışız. Hem şarap içmişiz, hem de şarabı şi’irde teganni etmişiz. Günah olduğu halde, yani bütün günah olan şeyleri yaptığımız gibi yapmışız.
- 8 7 -
Resimde kendimizden çok şey katmışız. Katmamak kabil değil. Bir insan yaptığı işe mutlaka şahsiyetini verir.
Resimde İslâmiyet bize geniş miktarda tesir etmiş. Kaçak eşya gibi kullanılmış.. Asıl tesiri: medresede resim öğretilmemiş. Türk miDeti bunun zevkini alamamış, 2i- ra mektepde iken Arab’a, Acem’e ve bize çocuk iken resim öğretilmediğinden, zevkimize girmemiş ve bunun muhayyileye büyük zararı olmuş.
Tarihimizi muhayyilemize nakletmemişiz. Ecdadımızı, şehirlerimiz ve muharebelerimizi resimlerimizde göremedik. Bu, büyük zarar olmakla beraber, asıl zarar, çizginin terbiyesini almaması yaratıcılıkta vahim bir noksan teşkil etmiş. Eliyle Tablat’ı tekrar yaratmak noksanı.
— Milliyetini idrak eden millet ölüleriyle birlikte yaşar.
— Türkler ikâmetgâhdan ziyade mezara ehemmiyet vermiş. Ecdadımızın tercümeihâlleri noksan, yattıkları yer mühim.
— Bizim vatanımız her vatan gibi fethedilmiş. Fethedilince Türkleştirmek için mezarları esaslaştırmış. Bu mezarlarla vatanımızı Müslüman etmiş. Onun için mezara ehemmiyet vermişiz. Ecdadımızın birçokları için nerede oturuf demeyiz de nerede gömülü olduğunu yazarız. Biz ölülerimizle yaşıyoruz.
DİLTürkçe zaman geçtikçe güzelleşmiş. İstanbul lehçesi
şiire yüz sene sonra geçmiş.— tng;ilizçe Almanca’dan muharref. İstanbul şivesi
eski Türkçe’dien muharef. Başka türlü, olamaz. Madem ki bir mman, mekân vardır. Bir çok tesirleri olacaka JD1-' ger- bin şeyler alacak.
— Lisan tekevvür ettikçe neleri almış. Lisan durmuyor. Canlı bir hâlde bizden hariç yaşıyor. Bazen lü2uırflu
- 88 -
kelimeleri atıyor. Rumeli’den gelen «kaçan-haçan» atılmıştır.
Lisan canlılığına misâl «haçan.» Bir Türk’e sorun, çirkin değil. Modadan düştüğünden çirkin oluyor. Hâçan çirkin, kaçan çirkin değil. Lisan bu lüzumlu kelimeyi atmış.
«tmdiyi» atmış. Şimdi Türkçede yoktur; şu imdi: Şimdi olmuş, imdi gitmiş. Bazen lüzumlu kelimeleri atıyor. İmdi, Kaçan sözlerini atmış. Fantazisine son yok. Canlı bir lisan. «01», «Sol» kelimesi yerine «şu», «bu»yu alıyor. Lisan canlı bir şey. Millet tarafından telaffuz edilir. Bugün Lâtincehin durumu gibi olur. Kimse konuşmaz. Kitaplarda kalır, (Langue Morte). ölü dil olur. Lâtince ve İbranice'artık üniversitelerde okutuluyor.
İstanbul şivesi Türkçenin hakimi olduktan sonra, Rumeli ve Anadolu’ya yayılır. Her Türk İstanbul lehçesi ile konuşmak ister. İstanbul’a ilk geldiğimde çocuklar benim lisanımla alay ederdi. İstanbul şimdi bunu yapmıyor. Ben bugün eski Türkçenin halisini, en iyisini konuşuyorum. İstanbul o zaman dili yontuyordu. Hattâ Karaman’- lıyı, Gürcü’yü ve Kürd’ü yontarak terbiye ediyordu. Meddahların alay ettiği Acem dili değil, Azerî Türk dilidir. İstanbul olacağına lisanın değiştiği merkez Konya olsaydı, o zaman «Konkunç»a, «Gorkunc» derdik. Bizim ırkımızın şiarı ne ise milleti o oldu. İstanbul’un millî olan ta biatı, inceliği.
— Çok eskiden bir genç hakim Paris’e staja gönderilmiş. Gidince otuz gün mektup yollamamış. Sonra bir Fransızca mektup yollamış. Burada Türkçemi unuttum demiş. Aklınca babasını hayran edecek. Babası da zarif adam. Cevabımda: Oğlum sana otuz senede öğrettiğim Türkçeyi otuz günde unutursan, geldiğinde, öğrendiğin Fransızcayı kaç günde unutacaksın demiş, ^
— Ziya Gökalp ile karşılaştık. Türkçe için bir top
-8 9 -
lantıda idi. İhtilâf Yahya Kemâl ve Ziya Gökalp arasında. Reis Halide Edip, ikisi de vâzih konuşsunlar, dedi:
— Yahya Kemâl - Türkçe hangi milletin lisanıdır?Ziya Gökalp - Türk milletinin lisanıdır, 'Y.K, — Türk milleti hangi kıtalarda sakindir.Z,G. — Türkiye’de Anadolu, ■ Rumeli, İstanbul, kay
bettiğimiz yerlerde, Türkiye haricinde İran’da, Rusya’nın Şark ve Garbinde, bir çok Çin’de Hind’de, şurda bür- da, birçok kıtalarda.
Y.K. — Bu kıtalarda ikamet eden Türkler aynı Türk- çeyi mi konuşuyorlar.
Z.G. — Nahiyen olarak mutlaka, gramer olarak vasi’ bir mikyasta lehçe farkları ile konuşurlar. Ulema ve edipler isterse, mükemmel bir edebiyat yaparlarsa, bu ülkelerde oturan Türkler konuşurlar.
Y.K. — Sual ve cevap burada Kafidir. Çünki ben böyle düşünmüyorum. Âlimler ve şairler ittifak etseler, bir edebi lisan yapsalar, bu kıtalard'aki Türkler yine aynı T'ürkçeyi konuşamazlar.
Tarlh’de bu âna kadar âlimlerin, ediplerin ve şairlerin ittifak edip bir dil yaptıkları görülmez. Bunlar belki, milletlerin yaptığı lisanlardan âbideler yapmışlardır.
Z.G. — Yahya Kemâl Bey kendi fikrini kendi izah etsin-
Y.K. — Tura,nî ırka mensup milletlerin lisan mukayesesi bitmez, tükenmez. Zaten ben bunların mütehassısı değilim. Ben memleketimizin Türkçesinden bahsederek
, düşüncemi açıkça anlatmış olacağım.^Biz Türkler dil bakımından Ural-Altay zümresinde
niz. Amma Ural-Altay’ın Türk kısmındasınız. Çünkü Türk kısmından ojmavan Turan île r ja rd ir. Türklerin Oğuz' kıs- ıHina mensubuz. Buna mensub olamıyanlar vardır. Oğuz töresinden İran’a gelen Selçuklardanız.)
— Selçuklulara mensubuz ama 1071 den sonra Ana-
-9 0 -
dolu’ya, sonra Rum’eliye geçip, sonra İstanbul’u alan ve Türkiye’yi vücuda getiren Türkleriz. Bugünkü Türkçe, o Türklerin 800 : bu kadar sene tekâmülünden sonra vücuda gelmiştir. Bu derecede olmaksızın Tabiat’ın tekevvü-^ nünü görmek imkânsızdır, Türkçeye Röntgen şuaları ile bakmak mümkün olsaydı, Türkçeye girmiş bir kelimenin hangi ve ne gibi mecburiyetle girmiş olduğunu görürdük. Meselâ şöyle bir misâl alıyorum; ,
<$ 1071 de Malazgird’de döğüşenler 1081 e doğru Üsküdar, İznik, Ayvalık ve İzmir’e geldiler. Müfrezelerden biri İzmir Limanına geliyor, O zamana kadar görmemiş. Deniz kenarında bir iskele var ve orada Venedik, Kata- lan ve Diyar-ı Rum gemileri duruyor.. Soruyor, buraya ne derler? Iskala, derler. İlk gördüğü şeyden iskele alıyor. Yemek yedikleri yere lokanta derler, alıyor. Liman, Rum- cadan, alıyor. Dalavire, çanta... yoktan kelimeler derler, alıyor. Liman, Rumcadan, alıyor. Dalavire, çanta... yoktan kelimeler Türkçeye giriyops
iskele kelimesini Türkçeden atmak hatadır. Malazgirt Türkünün İzmir’e gelmek hatırasını atmak demekticf
işte Türkler İran’dan neyi getirmiş belli, neyi getirmemiş belli. Bir Türk’e pencereyi gösterin, pencere der. Pencere, cam, çerçeve kelimeleri farisi olduğu için bunları İran’dan biliyor. Bilmeseydi Rumca’dan alırdı. Pancur ve terasayı sonradan almış. Şehnişini biliyor. Sonradan Şahniş olmuş. Biber frenkce. Patlıcan Arapça, Fasulya ital- yanca, bize girmiş. Demek ki medemyet~îM’şTefe^ve beynelmileldir, Fransızca böyledir. Her millet böyledir.^’
— fistılâhlar biitün milletlerde değişmiştir. Bizde de değişiyor. Vatan ve Millet ismi değişmiş, lâkin ifade ettiği şey aynıdır. (Millet-i islâmiye) dendiği zaman millet ne ise şimdi Türk milleti diyince odur. (Memalik-i Mah- ruse-i Şahane) de öyle. Şimdi Türkiye diyoruz. Aynı şeydir.''
- 9 1 -
Namık Kemâl vatan kelimesini bulmuş, Fransızcası Patrie. Millet, milliyet kelimesini bulmuş. Nation’a karşı vatan vardı. O kadar şiddetli vardıki Türk milleti Bu- din'i zihinden çıkaramamıştır. 1680 den sonra sükût etti. Türklcrin içinde bir yara idi.
Budin kızlarını esir etmişler. Avusturya neferleri almışlar, Budin müftüsü kızı acıklı bir türkü bırakmış, hattâ bestesiyle birlikte:
Ben güzel Budiıı’de Müftü kızıydım,Anamın babamın iki gözüydüm,Ben de bir yuvada körpe kuzuydum.Aldı Nemçe bizim nazlı Budin’i.
Sabah ezanında düştü bir yıldız Deftere yazıldı ön iki bin kız Anam padişahım biz de tslâmız Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i,
«La chose est meme» millet aynıdır, isim değişir^ Maatteessüf cedlerimiz Anadoluyu Feshettikten sonra bütün isimleri değiştirmemişler. Edirne, Trabzon, İstanbul. Yalnız Türkçe konuşursa doğru tahrif etmişler.
İnegöl'ün aslı Asya Aya Nikolâ imiş. Polis’i, Boli-Bo- lu yapmış.
Vatanımız genişlemiş, Arapların istilâ ettikleri yeri almışız Tri polis (üç Şehir) Garb Trablusü demiş. Tire Polise: Tirebolu demişiz. Adriyarto Polis — Edirne, ik i asır evvel Edirne olmuş. Bizde iki defa değişmiş. Flipe Polis — Flibe demişiz.)
İstanbul — istinbolis, (De la ville â la ville) demek. Etrafdaki köj'lüler şehirden şehire derlermiş. Türkler civarda oturur, bir kısmı şehirde. Bizimkiler bunu isim zan- m ile İstanbul kelimesi kalmış.
Bazı kelimeleri olduğu gibi almışız. Ayasofya’yı muhafaza şayan-ı hayret. Dini bir tabir, Ayasofya camii şe
-9 2 -
rifi demişiz. Manastır camii demişiz. Değiştirmeğe lüzum görmemişiz. Ayostafonos, Hiristos demişiz. Olduğu gibi almışız. Rumeli Türkçe olmuş. Rumeli, Diyar-ı Rum demek. Bu tuhaf bir şeydir.
Roma, Roma imparatorluğu demek. Biz Anadolu ve Rumeliyi Bizans’dan fethettik. Rom diyemiyor, Rum diyor, BizanslIlar buraları aldı, böyle, dedi. Sonra biz aldık, Rum tâbirini buradan aldık. Diyar-ı Rum «Pays Ro- m ain’i» fethettik. Bizans Roma’nın tebaası olduğundan, kendini Bizans, Roma’nm varisi addederdi.
İSTANBUL— Bir kadın bazen bir eser ortaya koyar ki hayret
edersiniz; Meselâ Fatih’in annesini düşünün, o ne kadın! Yavuz’un Kanunî’nin annelerini düşünün.
— Keşke bütün kültürümüzü İstanbul’da yapsaydık. Vilâyetlerde olursa ayrılır, vahdet olmaz,
— Hiçbir devlet İstanbul kadar güzel bir payitahta malik olamadı. Zira her veçhile eşsiz. Lâkin fakirlik ve zaruretten kurtulamadı. Bizim millet fukaralığa istinad eder. Her zamanda çok kanaatkârdır.
Müterakede düşman içine girdi, yine alamadı, öyîe bir manzume bırakmış ki alınamaz. Kader bizlere öyle birşey bıraktı ki, İstanbul’u imardan önce, Türk halkını imar etmeli. Bugün kozmopolit millet yok. Ma’muriyet olsun. Kimin için? Bizim için olmazsa, olmasın o ma’muriyet,
— Fikrimce herşeyden önce İstanbul bir Türk şehri olmalı ve bu esas dahilinde imar edilmelidir, İstanbul’un yalnız millî ve siyasî bakımdan ve hukukça Türk olması kâfi değildir. Şekilce üslûbca Türk olması şarttır. Eski İstanbul’un muhafaza edilmesi ve kendimize benzer bir üslûbda yaratılması bazı kısa görüşlülere imkânsız gibi görülüyor. Halbuki bu pek mümkündür.
— Barbaros’un medresesi var, kitapları var. Kefere
- 9 3 -
zamanındaki ayazma muhafaza olunmalı, diyor.— «İstanbul’da sehabe kabirleri» mezar değil, ma
kamdır.— insandan, faziletkâr insandan ayrılma.— Eyüp Sultan serapa rüyadır. Askerin ruhunda Ak-
şemseddin bir şey sezmiştir. Kazmışlar bir sanduka bulmuşlar. Nerede öldü malum değil. Bütün bu Türk işidir. Türk bu rüyayı görmüştür, Türk askerinin ruhunu besleyen budur. Fatih, Cami ve Türbesini bina etti. Sütçü köyü iken Eyüp Sultan doğdu.
İtikadın şekli mühim. Eyüp Sultan diyoruz, Türk gibi. Eshab Sultan olur mu? ismi Halid. Bu Eyübün babası. İsmen dahi Türkleştirmişiz. Aslı olsa bu kadar güzel olurmuydu? Bu efsaneden bir şehir çıkmış. Askerin itikadının ne kadar kuvvetli olduğuna bakın ki. Camiini kendi camiinden önce yapmış.
— Bizim tarihimiz vak’alarla doludur, yazılmamıştır. Meselâ Üsküdar İstanbul’un muhasarasını 53 gün seyretmiş. Ne seyrediş? Hiçbir şehrimizde böyle bir mazhariyet olmamış. Herkes seyretmiş. Fetih sabahı, 53 üncü gün Ayasofya’nın üzerinden haçı indirdiklerini görmüştür. Hayal gibi geliyor ama vaki olmuştur.
— (Ni’melceyş’den) Ne demek? Peygamberimizin hadisine işaret. İstanbul’u fethedecek askerî cennetle tepşir ediyor. Döğüşen askeri (Ni’melceyş) addetmişlerdir. «Ne mübarek» denilen asker. Bugünkü istiklâl madalyası gibi olmuş.
— İstanbul medeniyetinin yansı Bizans, ama Boğaziçi medeniyeti bizim.
— Ebu Eyüp’den beri İstanbul muhasarasına birçok eshab gelmiş, burada döğüşmüş. Fetihden sonra onlara makam yapmak. Heykel yapmıyorlar da makam yapıyorlar. Halk bunları mezar sanıyor.
— Roma İstanbul gibi güzel değil. Şimdiki Roma ise
-94 -
eskisinin ellide biridir. Persepolis o kadar güzel bir şey değil. Memfis keza. Resim payitahtımız, (Başkentimiz) aldığımız Bizans’tan daha güzel. Eyüp bir sütçü köyü, Boğaziçi yok. Boğaziçi Türktür. Çamlıca ve Üsküdar Türk- tür. Üsküdar vardı ama, küçüktü.
Mütarekede düşman içine girdi yine alamadı, öyle bir şehir olmuş ki İstanbul, içine girsen yine alınmaz.
— İstanbul bir transit şehridir. % 5 mikyasında. Büyük nisbette değil. İstanbul arkasında Karadeniz ve arkasında Rusya var. İstanbul Transitten kazanamaz. İkincisi büyük sanayi’. Şimdi başka yerlere de yapılıyor. Küçük sanayi’den İstanbul çok istifade ediyor. Kalıyor Turizm. Dehşetli, bir menba’. İstanbul’dan daha turistik imkânları olan bir memleket yok. Türkleri otelcilikte kullanmıyoruz. Otel endüstrisi Türk olmalı ki biz burada yaşayabilelim. Bir garson mektebi bile açmamışız.
— İstanbul’u imardan önce İstanbul’un Türk halkını imar etmeli... Ne olacak bu millî düşünmemek? Bugün kozmopolit millet yok. Millet bizden ayrı birşey. Milletin müdafii, sahibi yok. Mamurluk olsun.’ Kimin için? Bizim için olmazsa olmasın o mamurluk. İstanbul imarından önce kimler burada oturacak? Türk, önce onu düşünmek lâzım. Şüphesiz ki bu halde kalamayız,
— Her milletin İstanbul gibi şehri yoktur. Kendisine göre herşeyi yapmış. Beş yüz sene kendi sanayimizle giyinmişiz. Bir gün olmuş yapamamış. Yapamayan yalnız biz miyiz? Nice milletler de yapamıyor. «Herşey» ilerlemiş, azalmış ve bitmiş.
— Fatih üç gün İstanbul’a girmemiş. Ancak Cuma günü sabahı girmiştir, ü ç gün şehir içinde mücadele devam etmiştir. Fatih, fethinden sonra 27 gün burada kalmıştır. Kanaatim Topkapı’dan girmiştir, Vlaherna’ye girdi demek, şehre girmek değildir. Sura yakın, kapılarını açtırmış, girmiştir.
-9 5 -
—f Zağnos ismi Çağanozdur. Devşirmelere verilen Çağanoz, Doğan gibi isimlerdeindir. Rumlar benimsemiştir. Rum müverrihlerin bazılarmı benimser. Bunu benim- sememişlerdir^, Halil bey itikadmca Ocak Devşirmesi idi. Saray devşirmesi değildir. Fatih’in Lalasıdır. îlk cülusunda bir aralık gözden düşmüş, bir kenara itilmiştir. Evkafı Balıkesirdedir. Orada sürülmüş olarak bulunduğu farz- olunur. Damad olduğuna dair şüpheli kayıtlar vardır. Türbesi de Balıkesirdedir.
Fatih Devrinde birkaç defa gözden düştüğü ve sürüldüğü görülür, Trabzon fethinde bulunduğu elyevm Zağ- ros köprüsü'nün mevcudiyetinden anlaşılır. Mora fethinde oradaki Arnavut askerlerini katliâm ettiğine ve'ettiği için gözden düştüğüne dair «Hammer» bir kayıt görmüştür.
— Ne kadar talihimiz ters dönmüş ki, Boğaziçi’nin Türklüğünü koruyamamışız. 400 senede Türk yaptık. Şimdi Boğaziçınde Singapur gazinosu, Lido, Borivaj var. Utanılacak şey. Boğaziçi’nde, birçok sinema isimleri de öyle. Belediye buna itiraz etmiyor. Neşat Âbad yeri; Lido. Reşid Paşa yalısı yeri: Borivaj. Yazık, çok yazık.
— Defterhane arkasında «Gılman Sarayı» pek mühim, İbrahim Paşa Sarayında binaları birgün Şemseddin Günaltay ile gezdik. Birisi ben eski birşey zannediyordum, meğerse dört yüz senelikmiş dedi. Ben 5-6 bin senelik zannediyordum, dedim.
Ben yalnız bunların değil, yıkık bir duvarın bile muhafazası tarafdarıyım, dedim. Yine (o): Ne var bunda dedi. Bizim İstanbul’da 6.000 senelik eserimiz olamaz. 500 senedir buradayız, dedim.
— Bayezid'de Simkeşhanedeki sütunları Hamdi Bey buluyor. Meşgul olamayınca kapatıyor. Mamboury ve Prost bunu meydana çıkarmak için binayı yıkmak istiyorlar. Bu prensibi kabul edemeyiz. Çünkü bu ilme fev
- 9 6 -
kalâde mugayir bir yoldur. Ana -prensib: (Alt altta, üst üstte.) Akdeniz’de prensib şudur: En altta Prehelenik, Helenik, Romen, Bizans ve Türk bulunur. Bazı yerlerde bunlardan bulunan, bulunmayan olur. Bütün şehirler hafriyat sahası olsa neye döneriz? Biz eserlerimizi muhafaza etmişiz. Frânsa’da İtalya’da birşeyler kalmamıştır. Biz zavallılar muhafaza etmişiz. Hem neleri muhafaza etmişiz.
Bu arada birçok isim. Ayasofya. Bu ne liberalizm? Ayasofya ismini muhafaza etmişiz. "Hiristos Tepesi demişiz. Stinpolis’e, İstanbul demişiz. Kırkkilise, Neleri muhafaza etmişiz.
Çimentodan şahaserler yapacaklar. Şahaser, yapıldık- dan sonra şaheser olur. Şimdiden daha nasıl şaheser olur? Daha proje yok.
— İstanbul başkadır. İstanbul, Anadolu ve Rumeli’yi daima geçer.
— İstanbul olmazsa Türk olamayız. Zira Anadolu, Uumeli ile birleşecek. Herkez orada millî terbiyesini alacak.
— Galata’ya İstanbul fethinin ertesi günü Zağnos Paşa girmiştir. Galatalılara imtiyazlar ve müsadeler verilmiştir. Halâ fermanları Venedik’de durur. Orada sağlam bir çekirdek kalmışdır,
İstanbul çürümüş bir çekirdekti. O kolayca yıkıldı. Hemen Türk mahalleleri ile doldu. Vaktiyle İstanbul’un Rumu ve Ermenisi, Türk kadar Türk milletine bağlı. İstanbul’a yeni hayat Beyoğlundan doğdu. Şano, kanto, lokanta, sigorta...
— Semt semt İstanbul’u harap bırakıp diğer yerleri imara aklım ermez. Hele Beyoğlu tarafının imarı bir hatadır, Zira İstanbul yerine Beyoğlu diye bir şehir kurulamaz. Bu hatayı önce Abdülmecid yapmış. Evvelâ Beşik- taş’da saray yaparak oraya çıkmış. Derken cıVarı moda
- 9 7 -
olmuş. Mahalle-i Teşvikiye... filân diye. Bir Nişantaşı kurulmuş. Hem de ne saçma yerde. Tepe ve sırt. Poyraza karşı barınmak güç.
— İstanbul oldukça zengindi. Çünkü kendi şalvarını giyerdi. Para Kümelinden Anadoluya, oradan İstanbul’a devir-i daim olurdu. Türk pantalon giydi, para Avrupa’ya gitti. Fakirleşti. İstikrazlar başladı. İstanbul’un zengin ve orta hallileri fakir oldu.
— Barbaros’un İstanbul muhasarasının, kronojik ta rihi. Bu kitap Venediktedir. Alelade Venedik lisaniyle yazılmıştır. Asıl İtalyanca’dan farklı. Bu Venedikli hekim, muhasara esnasında içeride bulunmuş ve hadiseleri günü gününe tesbit etmiştir.
Francetz (Fransız okunur). Bu kitap müze kütüpha- nesindedir. Bir nüshası Rumca, bir nüshası latincedir. En enterasan kitaplardan biridir. Bu Kostantin Draga- zes’ın en yakın adamıdır. Paleolog hanedan’mın emektar bir mensubu ve ihtiyardır. II. Murad’a bir kaç kere elçi olarak gönderilmiştir. Fetih sabahi ailesini bırakarak bir gemi ile İtalya’ya firar etmiş. Sonra İtalya’dan Edirne’ye gelmiş. Galiba Fatih’i görmüş, çocuklarını da alarak dönmüştür,
Rus tarih encümeni tarafından son bir edisyon yapılmış, Tarih olarak İstanbul Fethinin en mühim bir eseridir. Başka küçük dokümanlar da var. Ducas tarihi. Du- cas, Anadolu Rumlarından. Fetihden sonra Fatih’in hizmetine girmiş. Tarihinde aleyhimize lisan kullanmıştır. Bizim hizmetimize girmemiş gibi oluyor., İstanbul fethi çok güzel yazılmıştır. Eski Fransızca olarak tercümesini İslâm Ansiklopedisi salonunda gördüm, Sabri Esad Siva- yuşgil'den haber alınabilir. Resim yok. Resimli eserler az.
Fetih resimleri ve madalyaları Avrupalılarca tesbit edilmiş. Ducasın mahsurlar arasında- bulunup bulunma
- 98 -
dığı malûm değil. Lâkin müşahadeye benzer bir lisanla bahsediyor.
— Palisad. Sur etrafında Türklerin çevirdiği tahta- perde. Surlardan kimse görülmüyor. 26-29 Mayıs'da Türklerin faaliyeti yok.
— Şehzadebaşında 18 Seğmenler (sekbanlar) mezarlığı. İstanbul fethi sabahı şehir içinde şehid düşen ve şe- hid düştükleri yere gömülen 18 seğmenin mezarlığıdır. Şehzade camii karşısında Muhtar Paşa akareti'nin arkasındadır. Bu mezarlığın muhafazası mutlaka lâzım. Mezar taşlarında yalmz seğmenlerbaşı kitabelidir. Hamza bin Rüstem yazılıdır. Diğerleri kitabesizdir. Mezarlığın kapısının üzerinde Vak'ai Hayriyeden sonra II. Sultan Mahmut tarafından konulmuş bir kitabe vardır.
Yeniçeriliğin ilgası ve Vak’a-i Hayriyeden sonra İstanbul’un maneviyatı sarsılmış, Aksülamel olarak da Sultan Mahmut İstanbul fethinde şehid düşmüşlerin kabir Te kitabelerini ihya etmiştir. Bunlardan başka Bahçeka- pısında şimdi iki tuhafiye mağazası arasında kalan ve üzerinde izzet Molla'nın kitabesi bulunan türbe İstanbul fethinde orada şehid düşmüş iki askerin mezarıdır. O da Sultan II. Mahmud’un eseridir. Muhafazası lâzımdır. Ahşap Arpacılar Camii bu iki kabrin üstündedir.
Kabataş'da odunlar konan bir sed üzerinde Fatih Hazretlerinin Hazinedar başısı var. Kitabesi varsa muhafazası şarttır. Çarşıya girerken, Mercan Örücüler kapısı yanında bir kabir var. Bu da öyle. •
Hisar üzerinde, Şehidliğin muhafazası da muhakkak lazımdır. 1922 de Hisar’m şehitliği diye tevhidi Efkâr’da b ir; yazı yazdım. O gezintide Bektaşî Takk-csinin (iVafi Baba) tam önünde bir taş görmüştüm. Bu taşın üzerinde Şehidül Fetih Mahmud Çelebi kitabesi vardı. Bir sene •sonra gittim, aradım. Taşı yerinde bulamadım. O tekkenin varisi Hüseyin Bey’e (Hüseyin Bektaş) sordum, o taş
- 9 9 -
çok kıymetli olduğundan Dergâhın içine alındı, dedi. Bu taşın alınması.
— İstanbul’u fetheden, 1444 de Varna’da ve 1447 de, İkinci ICosova da muzaffer olan askerdir. Bunlar arasında 70-80 yaşlarında Timurlenk vak’asını Çubuk Ova’da ve hatta Birinci Kosova muharebesini görenler vardı.
— İstanbul’u fetheden asıl Yeniçeridir. Beşinci askerî kapıda (Sulukule) büyük gedikten girenlerdir.
— Üsküdar 1352 de fethedilmiştir. Bu tepeler İstanbul muhasara ve fethini görmüştür.
1448 de Bertrandon de la Brouquiere İstanbul’a gelmiş, üsküdar^dan İstanbul’a geçmiştir. Türkleri öyle med- heder ki İstanbul’da müdhiş nufuzlar «Memoires» yazıyor.
— İstanbul bizim milliyetimizin yer yüzünde verdiği en büyük eseridir. Roma bile şa’şaalı zamanda o kadar güzel değildir. Biz de Boğaziçinde 1352 den, İstanbul’da 1453 den beri bulunuyoruz, Edirne’den dahi eski.
— Malazgirt meydan muharebesinden (1071) 8 sene sonra İznik payitaht olur. Rumeli ve Anadolu Türklüğü birleşiyor. Bizans oğuzları bize iltihak edince Malazgirt muharebesi kazanıldı. Türklüğün İstanbul ile alâkası bu kadar eski.
Türk’ün dimağında İstanbul fethi mukaddes' bir rü ’- ya oldu. Vatan Rumeli’ye geçti. Tuna’ya kadar gitti. Anadolu ile Rumeli birleşerek İstanbul’u alıp terkib imâl etti. Fetihden 21 sene evvel, 1432 de Üsküdar’da B. dela Brouquiere seyahatnamesi var. Gördüklerini anlatıyor: (İstanbul üç hükümettir. Üsküdar Türklerin, Galata Ce- nçvizlerin, İstanbul BizanslIlarındır. Türkler doğru ve saPvetli. BizansUlar bunlardan titrer).
İstanbul’u, fetihden sonraki mimarisiyle biliyoruz. Girdiğimizde Bizans nihayet bulmuştu. 330-1453 e kadar Hiristiyan payitahtı oldu, ilk devrede Lâtin, sonra Rum,
- 100-
«Arabî Rum» oldu. Bazı seneler inkiraz seneleri idi. «Türk İstanbul» medeniyetini bazıları beğenmediler. Bizansı medeniyetçe büyük görürler. İstanbul’da BizanslIlardan daha büyük bir medeniyet yapmışız. Fetihden sonra Boğaziçi medeniyetini icadettik. Eyüb’de en büyük ruhanî bir şehir yaptılar, ö lüler bir şehir yaptılar. Şehrin haricini imar ettik.
İstanbul’u fetihden 250 sene evvel AvrupalIlar mahvetti. İstanbul’u yeniden yarattık. 1497 de buraya gelen bir şövalye ortalığı hep mavi kubbe ve minare gördüm, diyor.
İstanbul'u çok genişlettik. Profesör Gabriel’e göre St. Apotres müstesna, Ayasofya büyük eserdir. Kariye, Küçük Ayasofya 4-5. dereceye sürer. Aynı ayarda 20 Cami var. Mimarimiz bu kadar şa’şaalıdır. 1453 de inkişaf etmiştir. İki kubbeden bir kubbeye geçmiştik, Mahmud Paşa Camii buna bir misâldir. Bayezid’-i veli’de yükseldi. XVI ıncı aisır ortasında Mimar Sinan yetişti. Her tarafı yüzlerce eserle donattı. Davud ve şakirdi Mehâıed Ağa onun ekelünden yetişti..
<^1730 a kadar mükemmel üslûp. Sonra da üslûp var. Türk rokokosu mühimdir. Buna misâl Hekimoğlu Ali Pa- üslûp zayıflar. Lâkin Boğaziçi’nde güzel eserler var. ü s lûp peyisajdır. İstanbul bundan zengindir. İstanbul kadar renkli bir şehir dünyada yoktur. Kandilli Hisara, Kanli- ca Hisara benzemez. Ortaköy, Boyacı köyü birbirine benzemez, İstanbul’da sıkılma ihtimâli yoktur. O kadar mütenevvi’, o kadar değişik.)
Kocamustafa Paşa da, içine girdiniz mi başka bir âleme girersiniz. Kendisine göre ruhu var. Hekimoğlu ve Eyüb başka kâinattır, Süleymâniye de Türklüğün kâinatıdır.
' Bu peyisajlar 400 senedir büyük yangınlarda zayi olmuştur, Cedlerimiz güzellikler yaratmışlar ve 400 defa yeniden yapmışlardır,
- 101-
400 senelik peyisaj nadirdir. Pierre Loti’nin dediği gibi Aksaray 400 senelik değildir. Hep değişmiştir.
Semtlerde ruhaniyet alâkalıdır. Topkapı’da rühaniyet var, Kâğıthane'de yol, Karacaahmed gibi bir mezarlık güzelliği hiç bir yerde yoktur. Esasen Hiristiyan mezarlıkları ruhanî değildir.
— AvrupalIlar eski mühendislerin eski şehirlerini yıkarak yeni yaptıklarına yanarlar. Bozulan eski Viyana’ nm bugünkü şeklini fena görürler. Buda'yı yıkarak karşı- suıda Peşte yapanları, Baron Hausman’ın e,'?ki Paris semtlerini kaldırmasını üzüntü ile anarlar. Paris’in eski şeklini bozmuştur. Ticarete eğri büğrü cadde yaramaz derlerdi. İngiltere eskisini muhafaza ediyor. Venedik’! ital- yanlar bir divarım yıkmayarak sanayi şehri yapıyorlar. Üslûbun şuursuzluk devri diğer eski yerleri kald:rr;.;.ıştır. Bu bizde de carî.
— Vatan, rengini milletinden alır. İstanbul mimarisini oldukça muhafaza etmişti. Tanzimat İslâhatını Şi>j- li gibi yerlerde yaptı, Şişli’nin alâmeti fârikası yoktu.
— Avrupa fikrini alıyoruz derken, tarihine bakmalı, 1840 dan değil, 1935 den almalı.
— 1830 da Fransızlar Cezayir’i zaptedip Marsilya’ya benzettiler. Fas’a bir mareşal gitti. İklimi,düşünerek Fas’ı ihya etti, numunesini gösterdi. Fas en ziyade seyahat edilecek bir memleket oldu.
— Eski mimarimizi bozmağa lüzum yoktur. Mimariyi muhafaza ederek de herşey yenileşebilir.
— Halkın iyi eserleri benimsemesinden başka çare yoktur.
— Üsküdar imareti’ni yıkan kaymakamı azlettiler. Yıkmamak düşüncesi bizim kafamızda yok. Yıkmak düşüncesi zihnimizde var. Bu geriliktir. Biz bunu ilerilik sayıyoruz.
-102
— Yeni, mimarîde eskiler meydana çıkarsa, yeni süse lüzum yoktur.
— Ecnebiler eski şeyimize bayılır ve bunun için gelir. Yeni şeye gelmez.
— Seyyah kitaplarında az eserden bahis vardır. İstanbul’da en az beşyüz mimarî eser var.
— İstanbul mesirelerini eski şekillerde yapmalı. Eğer bunlar bozulacak olursa çocuğun terbiyesine kadar tesir eder. Bulvar’da doğan, m illî hatıraları alamaz, anlayamaz. Sette doğan iyi alır, iyi duyar. Gençler şehirler hakkında bu düşünceleri benimsemeli.
— Bu nesil İstanbul’un yeniden fethini görmüştür. Yeniden de ihyasını görmelidir.
— — Profesör Gabfiel sizdeki eserlerin yüzde beşi İran’da yok, demişti.
— İstanbul’da, Barbar denen Türkler Bizanstan ne- , 1er saklamışlardır,
— Fikirlerin neslin kafasına yerleşmesi lazımdır. Avrupa Sanat âleminde yerleşmeğe başlayan bu fikir bizde yenidir. Bizde mühendis mimarlara anlatmak güçtür.
— Kostantin, Milâdın 330 senelerinde Niseum (NİŞ) şehrindendi. Babası Romalı, orada Lejyonların kumandanı. O zaman Bizans’da bir general zorla tahtı alıyor. Babaisı da bu kargaşılıkta Roma kayseri oluyor. Sonra oğlu da kayser oldu. Roma’ya gitti, tahta çıktı. Ahlâksızlıktan üç ay sonra devriliyor. Ayaklarını denk almışlar. Orada oturamıyor, girip çıkıyorlardı. Hemen diğer isyan eden yerleri te’dib etti. Bizantion da isyan etti. Onu gelerek yaktı. Bizans Divanyolu tarafında bir köydü. Hoşu-, na gitti. Surla çevirdi. İstanbul’un üç devri;
1 — Septim Sever. M ilâdın 2 inci asrı. Küçük İstanbul. Babıâli, Sultan Mahmud Türbesi sitesi. Forum, mabetler ve saraylar-var, küçük şeyler.
2 — Konstahtin3 — İkinci Feodos İstanbul’uSeptim Sever îstanbul’undan Hürriyet Gazetesi mat
baası altında bir sur parçası var, yalnız o kalmış.Sonra Kostantin 330 da İstanbul’a geldi. Düşmanı,
Kayseri Üsküdar arkasında mağlup ederek öldürdü, hakim oldu.
Kostantin Roma’ya gittikden sonra ayağını denk aldı. Ahlâksızlıktan hemen İhtilâl oluyor. Yeni bir pahitaht (başkent) tesis etmek lüzumunu hissetti.
Kendisi doğduğu Niş şehrini düşünmüş. Bakmış tehlikede. Sonra Truva harabelerini düşünmüş. Fikrini değiştirmiş, İstanbul’u bulmuş.
Lejand ile karşılık bir hikâye, İstanbul için ne düşünüyorsunuz diye etrafındakilere sormuş. Allah beni sev- kediyor, demiş. Surun hududunu çizmiş. Şimdi Atatürk’ün Unkapanı köprüsünden Langa bostamna kadar bir sur yapmış. Ciddî bir şehir meydana getirmiş. Efes ve Suriye’den etrafı soyarak İstanbul’u süslemiş. Güzel bir şehir yapmış. K a t’î surette pahitahtı buraya nakletmiş.
Onun pahitahtını buraya nakliyle tarihin ne tesadüfleri oldu. Bir defa din değişti. Hıristiyanlık intişar, etti. Ordusu Hıristiyandı. Ondan monoteizme geçmek. Eskiler tabiat Allahdan. Tabiat kuvvetleri Allah’dır diyenler, bir Allah vardır, tabiatı halketmiştir, dediler.
— Şarkı, eski şiirden yegâne almadığımız şekildir. Gazeli ve rubai’yi almışız. M illet ibda etmiş ikiden dörder mısra. Üç tane dört mısra’da olabilir. İlk kıt’ada çapraz kafiyeli, ikinci kıt’ada üç kafiye sıra ile dördüncüsü birincinin aynıdır. Buna şarkı veya türkü demişler. Sonra aruzdan olana şarkı, Hece vezninden olana da türkü denmiş. Münir Nureddin’in okuduğu Mihr-Abâd benim şarkimdir.
— Hiçbir millette olmayan bir mehtap eğlencemiz
-1 0 4 -
yardır. Bizans’da Roma’da ve Avrupa’da yoktur. Mehtabın üç gecesi mergub: 13, 14, 15. Boğaziçi’ne mahsus bakın ne kadar millî.
— Mehtap, Boğaziçi, Türk mehtabı.Mehtab Anadolu kıyısından doğar.Bizim musiki tek ses üzerine müesses. Bunun üzeri
ne müesses olunca da tek hanende çalacak. O gece bütün Boğaziçi’nde o söyleyecek. Saz takımı bir tek takım olacak.
Bu an’ane devam etmiş. 1650 den beri devam etmiş. B ir zengin devrin en büyük rafinesini yapmış.
Mehmed A lî Paşa oğlu Halim Paşa, Boğaza yerleşince bunu ihya etmiş. Bunun usulü:
Musikîye aşina zengin bir adam. Halılarla bir pazar kayığı donatıyor. Saz orada oluyor. Boğaz’m bütün yalılarından hanımlar feraceli olarak kayığa biniyorlar. Birer birer yalılardan kopuyorlar. Görmüş olanlar yaşıyanlar var. O kadar çok ki, kayıklara basarak Rumeli’den Ana' dolu sahiline geçmek kabil. Pazar kayığı arkasına takılıyorlar.
NâyI Aziz Dede, K ör Hüsameddin Bey, Nedim Bey (yalnız o söyleyecek) Said Halim Paşa zamanı.
Yüzlerce, binlerce kayık musiki ile sürüklenerek körfeze, (Anadolu Hisarı ile Kanlıca arasında Bahâî körfezi), giriyorlar.
Musikî âlemi orada başlıyor. Tek saz, melodi üzerine müesses.
Tabii o zaman en büyük musikisinaslar Halim Paşa yalısına mensub. Hep o yapıyor. Bir defa Müşir Fuat Paşa biz yokmuyuz, hep Said Halim yapıyor deyince. Paşa pekala demiş, lâkin Fuad Paşa’nınki birşeye benzememiş.
Mevlid-i mehtaba saz açmış gümüşten şahrahŞeb nedir körfezde Mihrâbad’dan görmüş o mah
-105
Sultan Mecid Devrine ait PrestişEy naz u işve velvelei şân olan sana ömrünce mest olur nice hayrân olan sana Fevvare ka’n havza düşer şermşâr olup Baktıkça gülistan’a hırâman olan sana Her âh bir hitab idi körfezde dün gece Bin mâh içinde bir meh-i tâbân olan sana Her cevr her cefâ yaraşır hüsnü ânma^Bîdâd kıl keremse de şâyân olan sana Tavsifi musikîye bırakmak diler Kemâl Bulmaz lisan’da nağme senâhân olan sana
Bakınız hanımlar ne söyletiyorlar insana, im'kânsız şeyler söyletiyorlar. Halim Paşa musikişinasları meyanında şu zevat var;
Kemani (...) Ağa, Nayî Aziz Dede. Abdülaziz devrinde kör Hüsameddin Bey. Bunlar iki tanedir. Diğeri Ab- dülhamid devrinde «kaşı yarık Hüsameddin» Bey.
— Üsküdar'a giderken aldı da bir yağmur, K ırım harbinde zuhur etmiş, pek halk türküsü değil.
— İstanbul bizim milliyetimizin yer yüzünde verdiği en büyük eserdir.
— Fatih İstanbul’u almış, Rumeli’yi Anadolu ile birleştirmiş. Fakat biz kadrini bilmemişiz,
— Türkiye’de İstanbul’dan öteye gitmemeli. İstanbul başkadır. İstanbul, Anadolu ve Rumeli’yi daima geçer.
— Türkler bile Eyyüb’e ancak peysajının sukûriunu bir yabancı gibi hissederek bakmaktadırlar. Onun muhtevi olduğu hatıraları idrak etmemektedirler.
— İstanbul Türk şehri olarak mamur olmalıdır. Yoksa yalnız m illî ve siyasî hukukça Türk olması kafî değildir. Şekilce, zevkçe ve üslûbca Türk olması şarttır.
— Türk milleti İstanbul’u, Fetih ’den sonra tamamiy- le bir Türk plânında Türk manzarasiyle yeniden yarat
- 106 -
mıştı. Bu İstanbul eğer hiç mazisi olmayan bir ovada bina edilmiş olsaydı, tek başına dünyanın en orijinal bir akameti olurdu. Kaldı ki Bizans gibi Orta Çağ’ın en şaşaalı imparatorluğunun payitahtı harabesi üzerinde ve onun plânına ve üslûbuna aslâ benzemeyerek yaradıl- ffliştı. Bu ne harikulade bir yaratıcılık kudretidir.
— İstanbul’un asıl şekli Süleyman Kanunî zamanındaki imardan sonra taayyün etmiştir.
— Hiç bir devlet İstanbul kadar güzel bir payitahta malik olamadı. Zira her veçhile eşsiz. Fakat fakr-ü zaruretten kurtulamadı.
— Eski İstanbul’un muhafaza edilmesi, kendimize benzer bir üslûbda yaratılması, bazı kısa görüşlere imkânsız gibi görünüyor. Halbuki bu pek mümkündür,
— ikinci Sultan Abdülhamid’in culusundan birkaç sene sonraya aid ve Fatih semtlerinden sızmış etmiş bir rivayet:
Bu rivayet son zamanlara kadar geldi. Ancak bir türlü tevsik edilemedi. Anlatan, o vakitte Fatih’de itfaiye kumandanı bulunmuş olan Mehmed Paşa imiş. R ivayet şudur;
senelerde yani bundan 60 sene evvel (1) Fatih semtlerinin bir çoğunda su borulannm bozulduğu anlaşılıyor. Bazı yerleri yerden taşan sular basmış. O zamanın hurafelere fazla meyyal olan bazı kimseleri Fatih’i rüyalarmda gördüklerini ve türbesini su bastığından şikâyet ettiğini ve kabrinin kurtarılmasını istediğini söylemişler. Bu rivayetler vehimli bir hükümdar olan Abdül- hamid’in kulağına gitmiş. Fatih türbesinde tamirat yapmak vesilesiyle türbenin açılmasmı, kabrinin kazılmasını, keyfiyetin hakikate uygun olup olmadığmın tesbitini irade etmiş.J
(jrade ettiği de aynen yapılmış. Türbenin içinde top-
(1 ) 24 Haziran 1943 tarihli sohbetimize göre.
- 107 -
rak birçok kazıldıktan sonra kabir veyahud lahid diye hiç bir şey çıkmamış. Bilâkis bir taş basamaklı merdiven zuhur etmiş. Bu merdivenin biri iyiden iyiye temizlendikten sonra bir demir kapı bulunmuş. Bu demir kapi açtırılmış bir mahzen zuhur etmiş.^
Mahzenin ortasında taştan bir masa üzerinde Fatih’in mumyalanmış na’şij sakalı, yüzü, hatta gözleri belli bir şekilde, vücudu iskara üzerine serilmiş olarak, hülâsa bir mumya kılığında bulunmuş.
işte çok deveran etmiş rivayet bundan ibarettir. Bu rivayetin tevsik edilmesi Meşrutiyet devrinde düşünülmüş ise de, yapılmamış Hülâsa bu iş mübhem kalmıştır.
Rivayetin ilmî bir usul ile tevsikinden önce bir hüküm vermek doğru değilse de, mantıken hâtıra gelen düşüncelerimizi açıklayabiliriz:
'Fatih’in 1481 de (Gegbuze) Gebze yakınında, önce Tekfur Çayırı ve sonra Hünkâr Çayırı denen yerde çadır altında hangi gün ve hangi saatte öldüğü, ölümünden sonra' İstanbul’da bir ordu ihtilâli çıktığı, na’şının İstanbul’a geç nakil edildiği ve şimdiki kabrine geç gömüldüğü kaydedilmiş olduğundan, naşının Gebze’de mumyalanmış olarak getirilmiş olması hatıra gelir.
Ayrıca belirtelim ki, o tarihlerden evvel ölmüş bazı Selçuk Hükümdar ve beylerinin de mumyalanmış olarak gömülmüş olduklarına dair kayıtlar ve tetkikler ve müşahedeler vardır,
— İstanbul’un iman hakkında düşünceler (1). İstanbul’un 500 üncü fetih senesi münasebetiyle iman
meselesi, m illî bir usul ile imarı meselesinden ayrılmaz, ikisi aynı meseledir.
Fikrimce, herşeyden evvel İstanbul bir Türk şehri olmalıdır. Türk şehri olabilmesi için gerek keyfiyet ve
(1 ) 2 4 Haziran 1943 de 13 üncü ziyaretim de not edilm iştir.
-1 0 8 -
gerek kemiyet itibariyle İstanbul’da nüfusunun büyük bir ekseriyeti İstanbul mıntıkasında müstahsil olarak yaşayabilmelidir.
Müstahsil olarak yaşayabilmesi için de, gerekenlerin yapılması lazım gelir, istihsal vasıtalarının başında meşrutiyetten beri daima İstanbul’un bir transit merkezi olduğu fikri vardır.
Lâkin bu rivayet birçok tetkik ve müşahedelerden sonra umulan kanaati vermedi ve veremezdi de. Çünkü bugünkü dünya’da ancak Okyanusları birbirine bağlayan noktalarda kurulmuş şehirlere transit şehri deniliyor.
İstanbul’un arkasında ise ancak Karadeniz devletleri vardır. Yani bu transit mikyası İstanbul’a göre küçüktür. Bundan sonra büyük (endüstüri) merkezi olmak hatıra gelmiştir. Lâkin İstanbul’un bir Türkiye şehri oldu- fu ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin büyük endüstriyi memleketin daha münasib yerlerinde kuracağı, nihayet büyük endüstri meselesinin sırf devlet işi olduğu ve bunda İstanbul ve belediyesinin bir dahli olmayacağı düşünülmemiştir. Bundan sonra, İstanbul halkının küçük endüstriye istinad ederek müreffeh olacağı düşünülmüştür.
Bu düşünce hem mazide çok doğru idi, hem şimdi de çok doğrudur. Fazla olarak Cumhuriyet devrinde İstanbul’da teşebbüs edilmiş ve semere vermiş bazı işler bu düşüncenin doğruluğunu fazlasile isbat etmişdir.
Bu istihsal vasıtasından sonra turizm gelir. Turizm İstanbul’un o kadar feyyez bir gelir vasıtası olur ki, bunu enine boyuna tahıhin etmek bile güçtür. Çok objektif bir görüşle denilebilir ki, bütün Avrupa’da ve turistleri tarihi kıymetinin tecessüsiyle ve ikliminin güzelliği ile kendine cezbedecek ve aynı zamanda aylarça bağlıyacak İstanbul gibi bir şehir yoktur. Ne Roma, ne Floransa, ne Napoli, ne Venedik, ne Endülüs, ne eski Alman şehirleri,
-109-
ne Mısır, Suriye, Filistin şehirleri, hiçbiri Turizm noktasından İstanbul kadar çekici değildirler.
Ancak bugünkü cihanda, turizmin otel, gazino, plaj ve birçok sürekli eğlence yerleriyle aynı mikyasta oto* mobil ve otomobilcilikle bilhassa şehir ve sayfiye otelciliği ile, pansiyonculuğu ile ileri bir konforun bütün te- farrüatıiyle alâkası olduğundan, bunların temin edilmesi hem paraya ve hem zamana mütevakkıfdır. Hakikati söylemek lazım gelirse, İstanbul % 99 dan fazlası bir mikyasta turizmin bu vasıtalarından bugün mahrumdur.
Diğer mühim bir noktayı hatırlamak gerektir. İstanbul'un turistler tarafından görülmesi ve sevilmesi ica- beden yerleri ancak % 5 mikyasta malumdur. Demek istiyorum ki İstanbul’un Türk tarafının cazibesi, yalnız yabancılar arasında değil Türkler arasında da gerektiği gibi malum değildir.
Türkler bile Eyüb’e ancak peysajının sükûnunu bir yabancı gibi hissederek bakmaktadırlar; ancak onun muhtevi olduğu hatıraları idrak etmemektedirler.
İşte gerek şehrin gerek sur haricinin, gerek Boğaz- içinin, gerek Üsküdar’ın muhtevi olduğu bütün hatıralar iyi tetkik edilir ve iyi yaşatılırsa turizme ait kitaplar da göze çarparsa, İstanbul’u görenler onu anlayıncaya kadar orada kalırlar ve aylar geçirirler. Otelcilik gibi vasıtalar sayesinde konforlarını bulurlarsa şehirden kolay kolay ayrılamazlar.
Halbuki bir taraftan konforsuzluk, diğer taraftan da tarihî malumatın üstünkörü yazılması yüzünden, İstanbul'a gelen yolcular şehirde birkaç gezintide bulunuyor ve vapurlarında limanda birkaç gece geçiriyorlar, gidiyorlar.
Bu noktaya işaret ederken İstanbul’u daha iyi tanıtmağa birinci derecede vesile olacak bir bahsi de açalım.
Hükümet zaman zaman Avrupa’nın maruf yayınevleri sahiplerini İstanbul’a davet ederse, Türk güzeilikleri-
110-
nin maasır edebiyatta tedavül etmesine çalışırsa, şimdiye kadar nazarı dikkate çarpmamış olan millî kıymetlerimizi millet arasında tanıtırsa, bu çok verimli bir netice verir. Bu mütalaaları kısaca dermeyan ettikten sonra yine ilk fikre avdet edelim.
Diyorduk ki, İstanbul Türk şehri olarak mamur olmalıdır. İstanbul’un yalnız siyasî hukukça Türk olması kâfi değildir. Şekilce, zevkçe üslûbca Türk olması şarttır.
— İstanbul hakkında;Bizans’ın orta zamanını ele alalım. Sene 960 Milâdî.
Onun bir haritasına bakalım. Aynen Osmanlı saltanatının haritasına benzer. Merkezi de İstanbul olmak şartiy- la.
Türk milletinin coğrafyaca Bizans'ın varisi olduğu inkâr edilemez bir keyfiyetir. Ancak «varisi» kelimesi geniş mikyasta yerinde değildir. Çünkü varisi değil, ayni zamanda fatihidir.
Bu haritayı Türkler parça parça zamanla ve kılınç- la fethetmişlerdir. Ve bu haritanın yerine ona zıd olarak yeni din, üslûb, teşekkül itibariyle bir heyet olarak birleşmişlerdi; Bu da Türkün Fatıhlikten başka yaratıcı bir kudret olduğunu gösterir. En bariz misâl olarak İstanbul şehrini alalım.
Fatihden sonra teşekkül eden Türk İstanbul’u Türkler eğer boş bir ovada bina etselerdi bu keyfiyet tek başına onlara ne kadar orijinal olduklarını ve o âna kadar görülmemiş ve ne kadar kendilerine benzer bir şehir yaptıklarını ifade edebilirdi.
Lâkin Türkler bu şehri eski Kostantiniye gibi Orta Çağ’ın en medenî ve en büyük harabesi üzerine ve ona asla benzemiyerek kurdular. O kadar benzemiyerek ki, şehrin plânı bile değişti. Eski mahalleler, yollar, sarayların yerleri gibi. Fazla olarak da büyüttüler. Bizans’ın zamanında olmayan bir Boğaziçi yarattılar.
-111
Bizans zamanında bir sütçü köyü olan Eyüb’ü sırf kendi milliyetlerine benzer bir ölüm şehri olarak yeniden yarattılar. Eski Krizopolis «Üsküdar» ı, bildiğimiz Üsküdar haline koydular. Hülâsa eski Kostantaniye’yi eski mikyasından en 'az on defa genişlettiler.
Bizans, Jüstinyen zainanından sonra surlariyle, kendini ancak gelen ordulara karşı müdafaaya hazır, korkak ve ürkek bir vaziyette idi. Halbuki Osmanlı zamanında İstanbul asırlarca bir düşman tehlikesinin mevcud olacağını hatırından bile geçirmedi.
Bilâkis Türkler İstanbul’dan Macaristan’ı, Almanya’yı ve Rusya cenubunu, İran’ın batısını, Arabistan’ın güneyini fetheden.orduları çıkardılar. İstanbul müdafaa, edilen de- bir tecavüz merkezi oldu.
Orta Çağ’ın sonlarına doğru, Osmanlı Türklüğünün Lâtinliğe medeniyetçe ve yaratıcılık bakımından ne kadar üstün olduğu inkâr edilgmez bir hakikattir,
Lâtinler yanı Fransızlar ve italyanlar İstanbul’u 1204 senesinde fethetmişlerdir. Orada 1261 senesine kadar kaldılar. Yaktılar, yıktılar, yağma. ettiler ve çıkıp gittikleri gün bir mezbele halinde bıraktılar. Bugün onların namlarına bir eser İstanbul’da yoktur.
işte 1453 de bu mezbeleyi tevarüs eden Osmanlı Türk- leri onu imar ettiler ve bu imar, asırdan aşıra canlanarak emsalsiz bir şehir vücuda getirdi.'Bu şehir terkibi ile ve üslûbu ile Bizans’ı hatırlatmak şöyle dursun onu ortadan silmişti bile.
Bu Türk İstanbul’da Bizans eserleri görebilmek için köşede bucakta kalmış bazı kiliseleri, sarnıçları, su ke- .merlerini aramak lâzım gelirdi.
Bunu da ilâve etmek lâzımdır ki, yine medenî bir sâikle Türkler bu eserleri rnuhafaza etmişlerdi. Çünkü zerre kadar mübalağa etmeksizin diyebiliriz ki, italyanlar tevarüs ettikleri eski Roma’yı bu kadar olsun muha
-1 1 2 -
faza etmemişlerdir. Fransa’nın Cenubunda ise Roma medeniyetini ancak arkeologlar keşfedebilir. Biz daha fazla muhafaza etmişiz.
Gelelim Fetih sâikma:İstanbul’un fethi bir Müslüman ideâli olarak farzo-
lunur. Vakiâ Peygambere atfedilen bir hadis ve Emevî- 1er zamanında İstanbul’un Araplar tarafından muhasaraları bu faraziyenin,doğruluğunu hükmettirebilir. Ancak zıddını da iddia etmek mümkündür. Çünkü İstanbul’un fethi münhasıran bir Müslüman ideâli olsaydı, bu idealin Araplarda devam etmesi lâzım gelirdi ve Acemlerde bulunması ve diğer milletlerde de olması iktiza ederdi.
Acem edebiyatında İstanbul fethi idealine ait bir iz bulunmadığı gibi, Araplarda da böyle bir ideale şiir sahasında tesadüf edilmez.
Arapların İstanbul’a gelmeleri, onların istilâ ve celâdet zamanlarında herhangi bir tarafı istilâ etmeleri ka-* bilindendi. Halbuki Türklerde fikri sabit hâlinde bir hedef olmuştu.
İstanbul’un fethi Müslüman ideâlinden alınmış olsa bile, yine Türklüğün ırkî bir meyline istinad ettiği görülmektedir, Çünkü bu ideal Selçuk zamanında devam etmiş, OsmanlInın ilk devrinde ise âdeta bir diyanet halini almıştır.
işte bunun içindir ki maruf hadiste «İstanbul’u fethedecek olan fetih askerlerinin taşlarına İNimelceyşden- dir». cümlesi hâlinde hakkedilmiştir».
Fatih’in camiini Havariyyun kilisesinin yerine, yani Milâdın bin tarihine kadar oraya gömülmüş olan Kayserlerin türbeleri üzerine yaptırmış olması da çok manidardır. Yani o Kayserlerin nam ve nişanını bırakmı- yarak yerine Türklerin dinini, camiini koymak istediğini gösteriyor.
Birinci Dünya Harbi’nde, harbin yanlış şartlarla ve
-1 1 3 -
erken ilân edildiğine kani idim ve İstanbul’u müdafaa edemeyip Rus istilasma maruz kalacağımızdan korkuyordum.
1915 de «Anafartalar» olunca, kurtulduğuna coşkun bir sevinçle inandım. M illî harekete kadar gelen bağlılığım Anafartalar'a ve onu yapan kahramana olan hay- ranbğımdandı. «Mustafa Kemâl’e bağlılığım Anafarta- lar'dandır.
1918 de İstanbul düşman istilâsına maruz kaldığından çok müteessirdim. O vakit yegâne teselli olarak İstanbul fethi tarihini merak ettim. Okumağa başladım. Bu, hasta ruhuma bir deva gibi idi.
Sonra gezinmeğe başladım. 1452 de bina ettiğimiz Hi- sar’ı ve arkasındaki şehidliği sık sık ziyaret ediyordum. Surlarda dolaşıyordum. 1453 deki son muhasaranın ve feth ’in haritası yerlerini keşfetmeğe çıkıyordum. İntiba- larımı o senelerde çıkan Tevhidi Efkâr gazetesine yazmıştım.
İstanbul fethini gözleriyle görmüş ve gördüklerini yazmış ve yazdıkları bize kadar gelmiş olan Françes’in, Ducas’m ve Barbaro’nun ve diğer şahidlerin hatıralarının peşinde idim.
Elimde Türkçe olarak yalnız Tursun Bey Tarihi vardı. Yazık ki İstanbul’un muhasarasında ve fethinde hazır bulunmuş olan bu yegâne müverrihimiz, ya babayağnili- ğinden yahud Acem kitabetine fazla bağlı olduğundan çok şeyler öğretmiyordu. Belki de eserini ihtiyarlığında İstanbul fethinde hayal meyal hatırladığı senelerde yazmıştı.
Bu tarih kitabının bu kadar zavallılığına rağmen nazarımda bir kıymeti vardı. Çünkü, fethinde hazır bulunmuş bir adamın satırlarını ihtiva ediyordu. Türkçe vesikaları keşfetmek düşünülemezdi. Mateessüf halen de bu güçlük karşısındayız. Lâkin İstanbul’un fethinde hazır
- 114-
buiunmuşlann mezarları vardı. Onları birbir arıyordum.Fetih vak’asına bu alâkam o kadar artmıştı ki, 1922
de 29 Mayıs sabahı gece yarısından sonra yatağımdan kalktım. Şehzâdebaşında 18 Seğmenler mezarlığı önünden geçerek Beşinci Askerî kapının yeri olan Sulukule’ye kadar gittim ve fethin 1453 senesi 29 Mayıs’ında va’ki olduğu noktadan şehre girdim ve yürümeğe başladım. Aya- sofya'ya kadar geldim ve girdim.
O sabahıh havasını ve saatlerini çok şiddetle hissettim. Bu tahassüslerimi sonraları bazı konferanslarımda nakletmişimdir.
İstanbul fethinin merakı, bir Türk’ü Frenklerin anlayamadığı bir zevkle sarar. Lâkin bu hadiseye merak etmiş olan Mordtmann, Detier, Pirs gibi Frenkler de bu meraka tutulduktan sonra senelerce surlarda dolaşmışlardı.
İstanbul’un fethi askerî bir vak’a olarak bence askerî vak’alardan daha ziyade mi harikulâdedir, zannetmem. Çünkü bizim kendi tarihimizde bile İstanbul fethinden daha ziyade hayran olunacak askerî vak’alar vardır.
Lâkin o vak’aların hiçbiri, İstanbul fethinin umman gibi geniş bir manâsını haiz değildir. Hatta bugün yabancı yazarların m.uhayyilesinde bile İstanbul'un fethi her hangi bir fetihden çok daha mucizeli bir tesir icra etmck- î cclir.
Pv'-îb'n brı füsunu, Avrupa’da ve Amerika’da halâ hük- ri.u.:..a icra ediyor. Ne kadar garibdir ki fethi hikâye eden Pırs’in, Shlumberger’in meşhur kitaplarını okunduktan sonra bile zihinlerde yine Türklüğe karşı bir hayranlık izi kalır.
— Türkler bir defa İstanbul’u abluka, iki defa da muhasara etmişlerdir. Abluka Yıldırım Bayezid zamanında olmuştun O zaman İstanbul’u açlıkla teslim olmağa mecbur etmenin müsmir olacağı, Kayser Paleoloğun İstanbul'dan Avrupa’ya firarı, Venedik, Roma, Paris ve
- 115 -
Londra’ya yardım talebi için gitmesiyle sabit olur.O zamanı bütün müverrihler Kaysere, gerek Vene
dik, gerek Papa ve gerek Fransa ve İngiltere kralları tarafından çok iltifat gösterilmediği ve işe yarar bir muavenet vadedilmediğini yazmışlardır. Demek ki Bizans’ın vaziyeti ümidsizdir. Aynı müverrihler Bizans’ın bu Türk ablukasından ancak Timurleng’in Çubuk Ova’ya gelmesi ile ve OsmanlI saltanatını Anadolu’da 1402 de yıkması ile kurtulduğunu kaydederler.
ilk askeri muhasara 1422 de II. Murad’ı tarafından vazedilmiştir. O zaman İstanbul mucize kabilinden kurtulmuştur. Fetih nihayet 153 senesine kalmıştır.
1452 de Mart’tan Ağustos’a kadar beş ay zarfında Rumeli Hisarı yapılmıştır. Kayser’in Mora’daki kardeşlerinin bitaraflıklarını temin etmek için, Gazi Turhan Bey ve oğulları burada kalmışlardır. Fatih 1453 Mart’ında Edirne’den İstanbul’a doğru yürümüştür. Muhasara 6 Ni- san’da başlamış ve 28 Mayısı, 29 Mayıs sabahına bağlayan târihe kadar 53 gün sürmüştür.
Donanma ma’teessüf büyük bir iş görememiştir. K eza bir kısım hafif gemilerin karadan Halic’e indirilmesi de f i ’li bir tesir icra edememiştir.
Fetih, Edirnekapı ile Topkapı arasındaki en çukur jerde, Beşinci Askerî kapının yerinde vaki olmuştur. Topun buradaki sura açmış olduğu rahneye, Rum müverrihleri tarafından «Büyük gedik» namı verilmiştir. Orada döğüşmekte olan Cenevizli Jüstinyen’in önünde ve muhasara esnasında acele olarak ve baştan sonuna yapılmış olan duvara aynı müverrih «Mur de fortune» namı vermişlerdir.
Fetih ,, güneşin tulu’undan aa evvel, Yeniçeri ortalarının açılan gediğe , kesif bir hücum yapması ile ve iki sur arasındaki müdafî’leri öldürmeğe başlaması ile vaki’ olmuştur.
-1 1 6 -
Aynı saatta şehir içinde «şehir ahndı» narasiyle yayılan bozgun, surlardan müdafi’lerin umumi bir kaçışı ile her taraftan mubassırların girmesini intaç etmiştir. Hatta donanmadaki efrad dahi gemilerini bırakarak derhal şehre girdikleri için,, bu hale şahid olan Venedikli hekim ■ Barbaro eğer ö saatte, herkes fevkalâde şaşırmamış bulunsaydı, Türk donanmasını yedeğe alıp götürmek mümkündü, dismışti;
Birbirine zıd şahadetlerde bulunan müverrihlerin hâtıraları incedöh inceyi tetkik edilirse, Salı sabahından Cuma’ya kadar şehirde, kıtal ve yağmanın devam ettiği ve Fatih ’in ancak şehre Cuma günü-girdiği ve Cum^ namazım Ayasbfya’da kıldığı anlaşılmaktadır.
Kayser Kostântin Dragazes’ın öldürülmesi ve na’şı- nın bulunmasına" dâir olan birbirine zıd rivayetler, bu hadiseyi o k^dar karıştırmaktadır ki mevcud rivayetleri sıralayıp zikretmekten başka çare yoktur.
Kayserin bir Ar;ap neferi tarafından katledildiğine dair Türkçe bir eiski el yazinasında görülen şey bir harf yahlışındah ibarettir.; Eskiler/ .ya,zıda; .nokta, koymadıklarından, Arab-lârm Azeb nefer'i olması çok muhtemeldir. Çünkü kayser’Ih beşinci kapı arasında A?ep askerleri tarafından muharara edildiği kaydedilmiştir, Eski yaz:^ız- da, arab ve azeb kelimeleri arasında ancak tek bir nokta farkı vardır.
Evliyai Çelebi’nin İstanbul fethine dair, Seyahatnamesinde yazdıklarında o kadar çok yanlış vardır ki 200 sene sonra yazılmış bu sahifelere ciddî bir göz ile bakmamak lâzım gelir.
Türkler İstanbul’u çok harab ve sefil halde bulmuşlardır. Charles Diehl fethe tekaddüm eden senelerde Bizans’ın para dertlerini ve mâliyesindeki iflas yüzünden Venedik vesayeti altına düştüğünü iyi tetkik etmiş ve belirtmiştir.
^117-
Hatta bu meyanda Kayserin Ayasofya etrafındaki manastırlarda rahib ve rahibelerin iaşe masrafını ödeyebilmek zaruretiyle, Selanik şehri üzerindeki hukukunu Venediğe sattığına dair bir vesika neşretmiştir.
İstanbul bu derece sefil bîr hâlde idi.1204 deki ma’ruf Latin yağmasından beri İstanbul
tekrar mamur olamamıştı. Hatta o zamandan sonra birçok Kayserlerin Ayasofya’da icra edilen taç giyme merasiminde, elbiselerinde sahte mücevherat kullanmağa mecbur oldukları muhakkaktır.
Fethi taTcib eden günlerde mecvud kiliselerden yalnız Ayasofya’nın camie tahvil edildiği doğrudur. Diğer kiliselerin Bayezid’i Velî zamanında cami’e tahvil edildiğine dair kayıtlar bulunmuştur.
Fetihle beraber çarşı teşkilâtının hemen başladığı ve Fatih'in bir çok firarileri davet Mtiği, birkaç kalmış vesikadan anlaşılır. Bu kabilden birkaç ferman, Tarih-i Encümeni mecmuasında mevcuttur.
Fetih’den 50 sene sonra İstanbul’a gelen ba’zı Avrupa seyyahları şehrin camilerle bezendiği ve tam bir müs- lüman şehrine benzediğini görmüşlerdir.
Tarihini İstanbul fethinden 70 sene sonra yazan îb- ni Kemâl İstanbul fethinden bahsederken, eski zihniyetle, ganimetin ne kadar çok olduğunu belirtmek için diyor ki:
Zamanımızda «yani I. Sdim zamanında» mirasyedi bir kimseye, «Meğer sen İstanbul doyumluğunda bile idik» (1) derlerdi diyor, İbni Kemâl’in bu görüşü Charles Diehl görüşiyle bir tezad teşkil etmektedir,
İstanbul’un asıl şekli Kanunî Sultan Süleyman zamanındaki imardan sonra taayyün etmiştir. Asıl büyük âbideler o zamandan beridir. Fatih camii malesef 1768 zelzelesinde yıkılmış ve LTI. Mn.'itafa tarafından tekrar
(1 ) Bile idik, yani beraber mi idik?
- 118 -
bina edilmiştir. Mimarimizin hayli kötü olduğu ve o zamanda Fatih devri M imarisi, karşısında ne kadar sönük olduğu, bu cami’de Fatih devrinden kalan harem kısmiyle, yeni bina edilen câmiin mimarisi arasındaki büyük farktan anlaşılır. I I I . Mustafa keşke eski camii harabe hâlinde bıraksaydı dah^ iyi olurdu.
Fatih eserlerinden Eyüb Sultan Câmii de böyle bir tamir ve imar faciasına uğramış ve yerinden kaldırılmıştır. Fatih devrindeki mimarimizin ne kadar güzel olduğu, Rumeli Hisarında anlaşıldığı gibi, daha da fazla olarak, Fatih câmiinin 'harem dairesinden ve karşısındaki Fatih imaretinden açıkça anlaşılır.
istanburun fethinden sonra Osmanlı saltanatında 'her cihette mükemmeliyete doğru bir geçiş göze çarptığı gibi, mimaride de göze çarpar.
Her’ halde tek kubbeli cami meselesi, ya’ni muvah- hitleri tek kubbe altına alıp birlik ve bütünlük arzetmek, o devrin bir merhalesidir. O devirden sonra birçok kubbeli veya iki kubbeli cami’ler pek azdır.
— Tursun Bey: Fatih, Çinili Köşkü Ekâsire tarzında yaptırdı diyor. Bir m illi mimarî var, bir de^cnebi mi- marisi var.
— Rönesans ttalyandır. Fakat aslen Lâtindir.— Ayasofya'da Süleymaniye'nin gövdesi yoktur.— Itrinin en büyük eserleri başka y^rde yoktur.Biz kendimize dönelim.
K İŞİLER— Hâmid’in söylemek islediği muazzamdır, fakat
söyleyememiştir; Saka,t ifadeleri var. «Lâkin, «Türbe-i Fatih’i ziyaret», «Türbe-i Selim-i ziyaret» güzeldir,
— Halil Paşa fena adam olamaz. Fatih o ’na haksızlık etmiştir. 26 , sene kalmış, ihaneti vataniye ihtimali zayıf, Bu Fatih’in bir hatasıdır. Çandarlılar devleti kuran- lanndandır, hain olamaz.
- 119-
— Napolyon ve Hitler harpleri muayyen bir zaman ve mekândan dolayı sınırlıdır. Neticeler mühim. 600 sene Rumeli’de, kalmışız. Suriye’de 400 sene kalmışız. Biz (zamanı fethetmesini bilmişiz)
— Yenikapı Mevlevîhanesi şeyhi merhum; .Abdülba- kî Efendi zarif sözler söylerdi, Dergâhlar kapanmadan önce. Beyefendi, tşte Darülfunun, işte bizim dergâh. Mukayese edin. Bizim dergâh aynı zamanda Şeyh Galip ile İsmail Dede’yi yetiştirmiştir, demişti.
DÜŞÜNCELER— Sefaretler ehliyetli adam yetiştirmeye yarar.
Londra Sefaretine, ileride Sadn’azam ve hariciye nazın yapacağımız adamı seçmişiz.
Tanzimatm ricali hep sefaretten geldi. Reşid Paşa, Âli Paşa, Münif Paşâ> Ahmed Vefik Paşa hepsi Sefaretten. Sefaretlerde bulunmaları mühim. Onlara, sefaretler çok şey kazandırmıştır.
— Valilik staj yeri. (Ecille-i Bical-i Devlet) in (1) staj fermam var. Bazen bir müşir tek, bir işe yarar, bazen yaramaz. Yaramaz diye oraya bir liyakatsiz konmaz. Şu anda Uıır işe yaramıyor. Bu demek değildir ki hiç bir işe yaramıyor.
— Ulemamızdan ISbüsuud ve Zenbilli’ler ve daha başkaları ne muazzam kimseler idi. Sonra (Beşik uleması) (2) başladı, bozuldu gitti.
Ulema; iki nevi: Ulema-yı Rüsun, Ulema-yı Hakikiye. Ulema-yı Rüsun, fodla yiyenler. İçinde mükemriıel çıkan da olmuş.
— Sefir niçin istihdam edilir? İş orada değil. Bir sefir bir Milleti temsil eder, ahlâk ve karakterce ileri olmalı. Yabancılar sefirle konuşunca Türkiye’yi görmeli. Man-
n ) Devlatfn ileri getenlerî.(2) Doğuştan rütbe verilmesi.
-1 2 0 -
tıalitesini anlamalı. Türkiye’nin timsali olmalı. Beynelmilel müriasebatı mükemmel bilmeli,, Böyle sefir ecnebi memleketlerde daha da olgunlaşır. Sonra devletin elindei cn Sadnazam namzedi bulunur.
— Sultan Mecid devrinde sık sık Sadnazam değiştirilmiş. Reşid Paşa, Alî Paşa, Rüştii Paşa defalarla değişmiş. Sultan Mecid el değiştirmek için yeni kabine kurduğunda, elinin altında beş altı adamı vardı.
— Doğu, da hakim olan (adalet-i ilâhiye)dir, (ada- let-i insaniye).
KENDİSİ•— üsküb’de doğmasaydım yanardım. Bursa’yıda pek
severim. Bana üskûb’de mi veya Bursa’da mı doğmak isterdin deseler, Bursa’yı isterdim. Fakat üsküb’ü de arzu ederdimı.
— üsküb’ü severim. Zira orada doğdum. Çünkü çok Türk. Benim zihniyetime büyük tesiri oldu. Annem derdi ki: Evvela Peygamberimizi sonra Sultan Murad Efendimizi severim. Hangi Murad bilmezdi. Namaz kılarken, bizi buraya getirmişler diye, dua ederdi. Maksat büyük olan I. Murad’dır. Napolyon’dan çok büyük. Napolyon onun yanında cüce. Murad üç hükümdarı kaldırarak Ko- sova’yı alıyor. Ve 600 sene kalıyor. Ne Fatih?
— Ben maziyi olduğu gibi ve tamamını sevseydim, muayyen bir devrenin çirkinliklerini de sevmek icab ederdi,
— Ben hali de seviyorum. Fakat sevilecek şeyi seviyorum. İstiklâlimiz var, seviyorum.
— Bazıları diyor ki, sen öldükten sonra yaşayacaksın. Canım, hayattayken yaşamak yok mu?
—: üniversite talebe cemiyeti mümessilleri geldiler. Bir toplantı istiyorlar. Bana bu çok dokundu. Gençlere söz vermek mühim bir şeydir. Ben sözümde durur bir adamım. Bütün hayatımı gençlere ve Türklere verdim.
-121
Gençlerin içinde yaşadım. Mütareke senelerinde Darül- fünun’un başında bulundum. Gençlerden ayrılmadım. Gençlerle beraber bugüne geldim.
ÖZDEYİŞ
— Mutlak meziyet yok. Bir meziyet veya hasisa faydalı mı, zararlı tarafı da oluyor.
— Tabiatta ufuk beş para etmez. İnsandaki ufuk. Ufuk, başka bir insanın ruhudur. Ufuk deriz, ufuk dağ değildir, Boğaziçi güzelmiş, bunu bırak, insan ufuksuz, Hisarın ne tadı var?
— Tabiatın insana verdiği mevhibeleri tanımak lâzım.
— İlim vüsuka doğru gitmektedir.— Kökü mazide olan atiyim. Mazi, hal bir vehimdir.
Mazi yoktur. Bugün, yarın mazi olacak, İstikbal de vehimdir. O da mazi olacak.
— Cenabı hak âdil olduğundan cehaleti şiddetli vermiyor, mutedil veriyor. Fazla cahiller var. Tabiatın verdiğinden fazla.
— Medeniyet meş’aledir, elden ele verilir.— Zaten tabiatte asıl yoktur. Asıl ararsanız arkasın-,
da bir modeli var. Orijinal bir şey yok, elden ele.— Hükümet insanları iktidara getirirken munsifle-
rini geçirsin. Mutlaka en cahilini getirmemeli,— Allah bu kadar cehil vermez. Tahammül derece
sinden fazla olamaz. Zira cehil de bir zehirdir. Sahibini zehirler,
— Cahilin ihtisası yoktur,— Yola çıkıldı mı, şuna buna bakılmaz,— Yeryüzünde pek çok çiçek var. Lâkin meşhuru 4-5
tanedir. Gül, Karanfil, Yasemin, Lâle...— Bazıları namus mefhumu üzerine yemin eder.— Ben münakaşalardan kaçınırım. Çünkü bu laflar
- 122 -
birşey değiştirmez. Lâflarla, beyhude münakaşalarla başımıza dertler getirmişiz. Müsamahada emperiyal genişliğim iz var. Münakaşalar ne birşeyi tashih eder, ne benim bir fedâ edeceğim vardır.
— Bilinmiyor demek de bir ilimdir. Hayır biliriz, diyorlar.
— Fen, müsbet ilim herşeyin ve her bilginin fevkin- dedir.
— Şaheser, yapıldıktan sonra şaheesr olur.— Rivayetin ilmî bir usul ile tevsikinden önce bir
hüküm vermek doğru değilse de, mantıken hatıra gelen mütalaaları zikredebiliriz,
— tyilik eden muhterem fenalık etmişse, ona iyilik mevkiini vermeyiz.
ANADOLUFETHİNDEN
İKİSENE
SONRAİLKVE
SONBİR
MAĞLÛBİYET
Yine Yahya Kemârin bir sohbetinden;«... 900 yıl önce Malazgird’de Alp Arslan Bizans or
dusunu harikulade bir mahâretle yendi. Anadolu’nun her tarafı bize açıldı. O kadar ki iki senede yer yer fetihler tamam oldu ve İznik’i payitaht yaptık.
Lâkin bir haçlı savleti oldu ve maglub olduk. Ordumuzdan kalanlar güçlükle Konya dağlarına çekilebildi. Bu gibi üzücü hâdiselerle karşılaşmamak için toplanıp bir karar verelim, dediler,
-1 2 3 -
Devletin büyükleri toplanarak «B iz kısa bir zaman önce hârikulâde büyük bir zafer kazandık; artık bu gibi harplerde yenilmeyiz, diyorduk. Bu ânî yenilişin sebebi nedir? Ne yapalim ki bizi kimse mağlub edemesin. M illetimizi manen olgunlaştıralım ki bir daha böyle bir durumla karşılaşmıyalım..» dediler.
îşte bundan sonradır ki gâyet saıriimi ve lâkin hiç İJİr maddî çıkar sağlamayacak örnek şahsiyetleri memleketimize getirelim. Onlarla bir şey karşılığı olmaya- lak memleketimizi ruhen kalkındırahm, diye karar verdiler.
«Horasan Erleri» birçok gezginci dedeler, dervişler ve şeyhler memleketimize akın ettiler ve bir karşılık beklemeyerek mânevîyatımızı yükselttiler. Memleketimiz bir bütün olarak rühen yükseltildi, işte bu pekleşen kalkınma ile önce Rumeli’ye sahip olduk, tâ Viyana kapılarına kadar dayandık...»
îşte bu büyük, ince ve duygulu şâirimiz çok samimi toplantılarda biz talebesine böyle hisse kapılacak konuş-, malarda bulunurlardı. Bu. da onlardan biridir. Ruhu şâd clfiun,.!
TÜ R KEVİ
M U H ARRİR İ YA H Y A KEM AL (* )
(M isafirim vatanın bir, harabezarmda) diyen şair, son zamanların Türkünü ne kadar canlı bir levhada göstermiş; hepimiz bu mısraı söyleyen gibi, vatanın bir hâ- rabezannda misafiriz.
Yakın vakitlere kadar «kiracı» sıfatı müstahkar bir s.ıfattn
( * ) Eski harflerle ye mütareke yıllarına ait olm alı, çünkü, bu maka
lenin neşir yeri ve senesi belli değil.
- 124-
. Mahalle kiracının vücudunu his ederdi: Şimdi ne bu sıfatın ma’nası kaldı, ne de bu his. Türklerin evi olanları da olmayanları gibi kiralık evde oturuyorlar.
Uzun zamandan beri hayatımızı sarsan göçlerden sonra fikirlerde yavaş yavaş bir aksülamel hasıl oluyor zannediyorum.
Kaç kişiden hasretli bir sesle «ah bir evim olsa, hayatta birşey İstemezdim.» temennisini işittim. Böyle bir arzu besleyen kaç kişi nerede ve nasıl bir ev tahayyül ettiğini anlattı.
Benim birkaç erkek ağzından işittiğim bu hasret kadınlarımızın kalbinde kimbilir ne kadar derindir?
Onlar böyle bir saadeti acaba nasıl özlerler? Bizimki lisanımızda izdivaç kelimesi «ev» lenmek masdarı ile ifa de olunur. İzdivaç etmiş erkeğe ve kadına «ev» li denilir.
«Ev bark, hayatta en güzel bîr kıymeti ifade eder. «Ev kadını» kadınlığa izafe edilen en yüksek bir sıfattır. Bilakis «bekâr» ve «iç güveyisi» hoş telâffuz olunur kelimelerden değildirler. Böyle uzun süren bir göçebe haya-' tından bezeceğimiz tabiî idi.
Şimdi: «ah bir evim olsa...» diyenler çok irsî bir arzuyu ifade ediyorlar.
Türk evi bozulduktan sonra yalnız ev zevkini değil, cedlerimizin yere, yurda çok bağlı olduklarını da unuttuk.
Avrupa’dan aldıkları yarım ilim le yetinen tarihçilerimiz, muharrirlerimiz bizim aslen bir göçebe halkı olduğumuzu bin kerre yazdılar, isbata kalkıştılar.
Yataklarımızı gece dolaptan çıkarıp yere serdiğimizi, sabahleyin tekrar kaldırıp dolaba koyduğumuzu göçebeliğimizin bakîyyesinden bir misâl gibi gösterdiler.
Evlerimizde mangalı, şilteleri hep nakli kolay eşya gibi telâkki ettiler. Fakat bunların iddialarını ispat için gösterdikleri sebebler ne derece doğrudur? Çünkü diğer
-1 2 5 -
misâller varki, bunları şiddetle nakz ediyorlar; eski Türk evlerinde dıvarlar, topla yıkılmayacak kadar kalın ve metindirler.
Kış odalarındaki ocaklar çiniden ve asırlarca duran eserlerdir. Nakli kolay eşya mutlaka göçebe hayatına mı delalet eder. Kadim Atina’da ve kadim Roma’da ev gayet sâde ve eşyası, bizde olduğu gibi nakle elverişliydi.
Mamafih eski AtinalIlar ve eski Romalılar çok yerli yurtlu insanlardılar. Bizi göçebe gösteren bilgiçlerin kafaları karışık, iddiaları yalandır. Daha açık bir ifadeyle, Türkün bu vatanda yerleşmemiş ve muhacerete hazır bir unsur olduğunu ispat etmeğe çalışan yabancılar bu fikirleri yaydılar.
Bizim bilgiçlerimizi avladılar, Cedlerimiz göçebe değildiler. Fethettikleri memleketlerde yerleştiler. Şehir, mahalle, sokak, semt, dere, tepe ve simit isimlerini unutturmak bir türlü kabil olmuyor. Biz ancak bu son asırda, Türk evi bozulduktan beridir kiralık evlerde sürünüyoruz.
Eski Türk evini tahayyül, şiir sahasında kalsın, onu hayatta bir daha ihya etmek mümkün değildir.
Cedlerimizin evleri ve eşyası yaşayışlarının tarzından doğmuştu. Bağdaş kurmak şilteyi, minderi, sahandan el île yemek yendiğinden leğenle ibriği, el silecek sırma havluları icad etmişti.
Bütün bu güzel şeylere elveda! Avrupa’nın yaşayış tarzı bizi de değiştirdi. Tepeden tırnağa kadar yeni mü- rebbilerimize benziyoruz, saçlarımızı onlar gibi kestiriyoruz, onlar gibi traş oluyoruz, onlar gibi yatıyor, onlar gibi ayakta duruyor ve oturuyoruz.
Yeni mürebbilerimizin yaşayışına, giyinişine, yiyip içişine özendiğimizden beri «Türk çarşısı» yıkıldı. «Türk üslûbu» ortadan kalktı. Bütün bu güzel şeyleri biz de AvrupalIlar gibi, eski zamanların yadigârı olarak, duvarlarımızda, masalarımızın üzerinde seyredeceğiz.
- 126-
Bununla beraber yeni bir (Türk evi) ni hasretle bekliyoruz. Hangi mimarımız bu güzel hayale vücut verecek? Yedi, sekiz sene evvel Hamdullah Suphi ile böyle bir fikri kanatlandırmak istiyorduk.
Arzu ediyorduk ki Türk mimarları toplansın, Türkün yeni hayatına göre «İngiliz evi» gibi bir «Türk evi tasavvur edilsin, bulunacak netice her Türkün hayaline nakşettirilsin, yaptıracağı evin plânı ve üslûbunu kendi keyfine göre uyduran, yahutta mimann kcyfûic bırakanlara yol gösterilsin. Hasılı yeni l:\ayatta yeni bir ev tecelli etkin. Bu güzel hayali, harp ve onu takip eden' felâketler unutturdu.
Bu düşünceler bugünlere göre midir? Ben bilakis zannediyorum, ki on, onbeş sene evvelki senelerimizde bunları ne düşünür? ne de yapardık.
Bü son feci imtahan bizde hayat arzularını, yer ve yurt sevdalarım şiddetlendirdi. Hayat için mücadele gösterdiğimiz kudreti, sulhdan sonra bu sahalarda da gösterebiliriz. Düşündükten sonra da yapmak kolaylaşır.
REALİTE N, 1919 Sene 1944TÜRK
İNGİLİZ YAKINLIĞ I
Yazan: Yahya Kemâl
REALİTE, Büyük şair Yahya Kemâl’in bir müddet sükûtunu bozmak cesaretini bulmuştur. Yahya Kemâl ile geçirdiğimiz bu bir kaç saat içinde Shakespeare’le muasır olan Bakî devrinden yani Kraliçe Elizabeth'le Murat II I . zamanından beri İngilizlerle Türklerin dostluk münasebetlerinden uzun boylu bahsettikten sonra, bilhassa 19 uncu asır ortasında herkesin hayâlinde halâ yaşayan hatıraları yadettik.
Bu konuşma, REALİTE ’nin bir çok nüshalarında
4 2 7 -
birçok makalelere ziemin olabilir. Bu nüshamızda, şairin Türk - İngiliz edebî ve fikrî anlayışı hakkındaki bir mütalâasını dercediyoruz;
Türkiye ile İngiltere arasında üç yüz seneden fazla bir müddet tutan dostluk merhalelerinde kaybedilmiş f ır satları düşünürken, sınaî, ticarî ve İktisadî fırsatların kaybından ziyade, kiMtür bakımından ettiğimiz kayba acıyorum.
Bu kayıp bilhassa 1832-1878 seneleri arasında oldu demek doğrudur. Çünkü bu devrede zaten batılılaşıyorduk. Bağımsızlığımızın müdafaasına en ziyade yardım eden devlet de Büyük Britanya idi. Yenileşmemizin 1839 dan sonra büyük yıldızı olan Reşit Paşa’nın şahsında, Londra'nın yüksek siyasî mahfilleri, halis Türklüğü iyi tanımışlardı.
Reşit Paşa’nın kendi hayatında, ondan sonra da onun yetiştirdiği birinci sınıf devlet adamlarının sayesinde, Türk-Ingiliz dostlüğu bir meş’ale gibi yüksek tutuldu, iş* te bütün Türklerin hayalinde halâ canlı kalan bu güzel dostluk devresinde, İngiliz kültürünü almamak gibi bir kaybımız oldu. Reşit Paşa bunu idrak ederdi. O devrin büyük İngiliz, diplomatları nasıl oldu da bizi bu sahada aydınlatmadılar, şaşılacak iştir.
Şayet bu nokta ihmal edilmeseydi, İngiliz kültürü edebî ve İlmî her sahada Türkiye’ye yayılsaydı, edeceğimiz hudutsuz yararlardan başka, Sultan Abdülhamid’in halledemediği anlaşmazlıklar vukua gelmezdi. Fikrimce bu ihmalin neticeleri hiç de iyi olmamıştır. Bu görüşü teyit eden bir görüş hemen hatıra geliyor. Neden sonra, İngilizceyi ve İngiliz Kültürünü, Rumelihisar’ının tepelerinden, Amerikan pedagojisi ile, elli sene içinde ne güzel sağlam semereler vermişti. Eğer İngiliz pedagojisi 1832 den sonra malûm olan kudreti ile o tepelere ve başka yer
-1 28 -
lere aynı mükemmeliyetde olan kollejleriyle yerleşmiş olsaydı, İngiliz kültürünün feyzi, yüzonuncu senesini idrak etmiş olurduk.
Kaybedilmiş fırsatların üzüntüsünü duymak çok lüzumludur. Çünkü, gelecek fırsatları kaybetmemeğe yarar. Şimdi bizim gelişmiş bir Avrupa irfanımız vardır. Bu irfan içinde başta Halide Edip gibi emsalsiz bir şahsiyet olmak üzere, İngiliz edebiyatının ufuklarını açanlar bulunuyor.
Ancak, bu bir başlangıç sayılmalıdır. İngiliz edebiyatı, en az Fransızcada olduğu kadar, enine boyuna ve bütün derinliğine Türkçede parıldamalıdır. Diğer taraftan da Türklüğün şiir, tarih, mimarî ve güzel sanatlar namına bütün varlıkları İngilizcede bulunmalıdır. Gib’in daima hayranlıkla andığımız- antolojisi, Türklüğü İngilizcede yaşatmağa kâfi: değildir.
Yapılacak çok büyük işler vardır. Eğer iki millet karşılıklı olarak birbirlerinin varlıklarını kendi lisanlarında her saat: görebilir Ve bulabilirlerse çok başka türlü anlaşmış olurlar.
Fikrimce Türk-ingiliz Kültür anlaşması aramızda birinci derecede düşünülecek bir bahistir. Bu bahsin 19. asır ortasında ihmal edilmesi, dediğimiz gibi iyi cimaöı. liâkin şimdiden sonra anlaşılması güzel ve hayırlı bir iş olur.
(Sahife 28-29)R İN TLE R İN ÖLÜMÜ
Hafız’m kabri olan bahçede bir gül varmış Yeniden her gün açarmış kanayan rengi ile.Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış Eski şiraz’ı hayal ettiren âhengiyle.
ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
- 129-
Ve serin serviler altında kalan kabrindeHer seher l?ir gül açar, her gece bir bülbül öter
B ÎR TEPEDEN
Rüya gibi bir akşamı seyretmeğe geldim.Simanı veren memleketin her tepesinde:Baktım, konuşurken daha bin kere güzeldin İstanbul’u duydum daha bin kere sesinde.
Irkın seni iklimine benzer yaratırken,Kaç feth’e koşan tuğlar ufuklarda yarışmış? Tarihini aksettirebilsin diye çehren Kaç fatihin altın kanı mermerle karışmış.
TÜ R K İY E ’N İNNÜFÛSU
80M İLYO N
Ord. Prof. Dr. A. Süheyl ÜNVERTam yerini öğrenemedim ama ya Madrit, ya Varşova
büyük elçiliği görevinde iken davetlileri'gibi biraz çakır keyf, yani neşeli ânında Yahya Kemâl’imize Türkiye’nin nüfusunun kaç olduğunu sormuşlar, üstad hiç düşünmeden hemen:
— 80 milyon, demiş.Davetlilerden biri: — Efendim, bugünlerde bir gaze
tenin verdiği bilgiye göre memleketinizde yeni nüfus sayıma yapılmış.. Onbeş milyon kadar imişsiniz, deyince; Yahya Kemâl yine düşünmeden şu cevabı vermiş:
— Ben ölenlerimizi de saydım. Cevabım doğrudur. Zira biz onlarla bir arada yaşarız.
- 130 -
Y A H Y A K E M A L İN
«ÜSKÜB’Ü » (* ) Ord, Prof. Dr. A. Süheyl ÜNVER
üsküb’de 1392 den 1913 e kadar bir milli bucak yarattık, evliyası ve efsaneleri ile 600 sene kaldık. Oradan çeilmiş bulunuyoruz. Fakat ahlâk ve âdetlerimizi mahallinde bıraktık. Oralarda ne varsa halâ Türktür. Tari- . himizin en büyük kaybı Kümelinden çıkmamızdır, üsküb fe havalisi hâlen bizim değildir, fakat biz oralara manen bağlıyız. Son nesil oradan hicret etti, ölülerimiz orada kaldı. Bu cihetle hatıraları içinde yaşıyoruz.
Gazeteler yazıyor: Oradaki eserlerimizin çoğu yıkılmış. Diğer taraflar, elbete zamanla yapılır. Fakat, bu (Türk üsküb) bir daha yapılamayacaktır. Ziyanı yok, o bir zaman hakikatti, şimdi hayal oldu. Bir gün gelecek, bu dünyada her vey hayal olacak. Fakat, üsküb’ün halâ ruhan bizim olduğunu terennüm edecek. Onu kalbleri- mizdeki yoldan yürüyerek daima karşımızda arayalım.
Bana: «Haydi, üsküb’ü gidip görelim» deseler «hayır» cevabını verirdim. Çünkü, buna lüzum görmem. JSTe göreceğim, içimdeki üsküb’ü artık bulamayacağım, O halde, sizlere, hayatında 39 sohbetini tesbit ettiğim aziz Yahya Kemâl’i doğuran ve onu ruhan yetiştiren üsküb’ü bizzat kendisinden muhtelif zamanlardaki ifadeleri ile zabt ettiğim gibi nakledeyim:
«Babam, «Türk» Nişli, Annem, Nakiye Hanım ki, ona Rumeli ağzıyla «Nakış Hanım» derlerdi, -J iş yanında «Türk» Veranya’lı, ikisi de, buraları Sırbistan’a geçince üsküb’e hicret ediyor. Bu cihetle üsküb’de doğdum. Orada doğmasaydım yanardım. Bursa’yı pek severim. Bana: «üsküb’de mi doğmak, Bursa’da mı doğmak isterdin?»
(*J, Cumhuriyet g. 4 VIII. 1963 yer depremi münasebeti ile.
-1 3 1 -
deseler Bursa’yı da isterdim. Zira üsküb'ün aynı idi, fakat üsküb’ü arzu ederdim.
üsküb Bursa"ya benzer. Y ıldırım almış ve kurmuş, Murad-ı Sâni vücude getirmiş. Hiristiyan olan Arnavut ve Boşnaklara demir çivi gibi bir yer lâzım. Fatihleri Ko- , sova meydan muharebesinden üç sene sonra alınca 1392 de Üsküb’ü onun için kurmuş. Ruhanî bir Türk şehri olarak tesis etmiş, iki tepe üzerinde iki cami. Biri Mu- rad-ı Sâni, diğeri Mustafa Paşa. Bursa’da kiliseden çevrilmiş, orada kendinin var.
Oğlu Gazi ishak Bey’in Camii, Yahya Paşa Camii. Sulak ve yeşillik içinde. Türbe, türbe, m illi türbeler... Bütün döğüşmüş insanların türbeleri. Bukağılı Baba, Haydar Baba. 1100 (1688) de AvusturyalIlar zabtında şehit düşmüş. Diğerleri Çelebi Mehmed ve Murad-ı Sâni zamanında. Tekkeler, tekkeler, türbeler türbeler. 500 sene ruhaniyetleri altında oturm.uşuz. O kadar ki, üsküb’le Bağdat evliya bolluğunda yanşa çıkmışlar. Her iki taraf saymıya başlamış. Biter mi" hiç. Nihayet: «Y a üsküb’de veya Bursa’da bir evliya fazla veya noksan ama nerede? Daha malûm değil.» derlermiş. Akşamlan üsküb manevi bir âlem halini alır.
İshak Paşa Camii yanında doğdum, ibni Kemal’de is- hakiye Medresesinde yetişmiş, Ga2i' İshak Bey AmasyalI bir adam oluyor.
Konya’ya nazaran Mevlâna, Ankara’ya nazaran Hacı Bayram gibi. Buranın fatihi de bu. Gazi ishak Bey, ilk gömülen fatihlerden Meddah Baba, Namina Camii ve medresesi var.
«Ecdad», ruhanî camileri Kosova’da vücude getirmişler. Bayramlar, Ramazanlar ve kandiller .muazzam.
üsküb İstanbul fethedilince 60 senelik bir şehir, üs- küb'e söylemişler, fetihde yardım etsinler diye. Fetihden sonra İstanbul'un imarına çalışmışlar, Üskübî mahallesi
■ -132-
ni ve camiini yapmışlar, Unkapanı yanında. Üskiib’ü çok severim. Çünkü çok Türk. Benim zihniyetime çok büyük tesiri var. Annem derdi ki:
— Peygamberimizi, sonra Sultan Murad Efendimizi sev. Hangi Murad bilmezdi. Namaz kılarken; «B izi buraya getirmişler» diye dua ederdi. Maksud büyük olan birinci Murad’dır. Napolyon'dan büyük. Üç hükümdarı ortadan kaldırarak Kosova’yı alıyor ve 600 sene kalıyor. Ne Fatih bu. Üsküb Bursa'nın küçük kardeşi, Bursa’ya benzer. Camileri Bursa’dan iyi. Mehib camileri mevcut. Bunların namütenahi evkafı vardı. Şimdi almışlar. Bilmem ki ne kadar durur? Bunlar şehre bir İstanbul manzarası veriyor. 1925 de üsküb’e gittim. Sırbistan ile dostluk muahedesi imzalandı, üsküb’de annemin kabrini ziyaret edeyim dedim...»
Yahya Kemâl’in bu konuşmasını yerin darlığından izah ettiği mucib sebepleri ile genişletemedim. Hele, Kâmil Kepecioğlu namında tarihçi ve arşivci bir dostum, .RumeTThde bıraktığımız medeni eserlerin bir defterini yapmış, sayısız büyük eser. Onu enstitümüze hediye etti, şöyle bir karıştırdım; Üsküb’de dört mektep, üç medrese, 29 cami, 9 mescit, 10 tekke, 4 türbe, 8 imaret 2 han, 1 hamam, müteaddit vakıflar, hele civar köylerinde camiler ve zaviyeler, isimleriyle ve tarihleriyle sıralamış.
Bir de Evliya Çelebi karıştırılsa ve eski resimleri de bulunup basılsa. Bursa kadar bir Üsküb kitabı olur.
Dünyanın garezkâr tarihçileri derlerki: «Bizler Rumeli’de hiç bir tesir bırakmamışız. Sizler, tarafsız ve doğruyu yazan bugünün tarihçileri. Gidin, görün, Kümelide Türkün bıraktığı hasletlerden ve içtimai meziyetlerden başka neler varki? Biz oralardan çekildik. Fakat manen mağlı olduğumuz Rumeli bizi hâtıraları ile hâla yaşatmakta.
Bugün Türk ve Müslüman üsküb yıkıldı. Fakat ma
- 133 -
neviyatı gönüllerimizde yaşamakta devam edecektir. Zira Rumelide 600 sene bizi bu tesirler korumuştur.
KÖR KAZMA (*)
YAHYA KEMÂLDün Küçüksu'da Sultan III. Selim hatıralanndan
olan karakolu, enkazından kimbilir ne deposu yapmak için yıkıyorlardı.
Kör Kazma Türk İstanbul’un bir uzvunu daha kırıyor. Pencereleri çaprast, demir kafesli, sarı badanalı Ni- zam-ı Cedid neferlerinin ilk karargâhı olan bu binalardan köşede, b.ucakda birkaç tane daha var.
Bu binalarki Üsküdar’da Selimiye Kışlası’nın yavrularıdır. Bize bir asır evvel yeni bir hayata girdiğimizi hatırlatır: zaten ekseriya şehir dışında oldukları için yıkıl- masalar da olurdu, değil mi?
Bu binaları yıkmadan hâsıl olacak kâr bir arsa bile değil, ancak biraz enkazdır. Lâkin biz son devrin Türkle- ri, «Yeni» kafalı insanlarız, bu şehri harab görmekden- se, dümdüz görmekten daha ziyade zevk alırız. Bunun için de bir asırdan beri gücümüz ancak harabeleri yıkmağa yetti.
Dört sene önce bir ecnebi mimarla Haydar Paşa va- purundaydım. Vapur denize açıldıktan sonra, Anadolu sahili görünür görünmez bu ecnebi mimar: «Ne güzel mimarî» dedi. Ben Haydarpaşa garından bahsediyor sandım: «Son senelerde yeni yapıldı.» dedim, yüzüme hayretle baktı: «Hayır o müstekreh anbarı kasd etmiyorum, şu dört koşe, kuleli bina güzel» dedi ve Selimiye Kışlası’nı gösterdi.
Bütün Türkler bu şehirde herhangi bir binayı bu
( * ) Cumhuriyet g. Ocak 1337 (1 9 2 1 ) k. aslı eski harflerle. Eski Türk
evleri defterim den.
-1 3 4 -
kışladan fazla beğenir, çünkü beyinleri «yen i» dedikleri mikropla aşılanmış bir neslin çocuklarıdır.
Bu illet, bu «yen i» sar’asıyla son asır Türkleri Kör Kazma’yı kaptılar: yıkılmadık ne resmî daire kaldı, ne konak: dağılmadık ne eşya kaldı ne de döşeme.
Bereket versin Frenklerden herşeyi bir şebek zek isiyle kaptığımız gibi son zamanlarda da eski şark eşyasının, silahlarının, halılannın zevkini kaptık: belki bu mü- nasebetl(2 birgün kendi eşyamızı sevmeğe alışırız.
Harp zamanında İstanbul’a bir ecnebi mimar geldi idi. Bu sanatkâra o zamanki hükümet Rumeli Hisarı karalarını tekrar âbâd etmek işini teklif etti. Hisarları gidip gören bu mimar, Türklerin İstanbul toprağında fe- tihden bir sene evvel kurduğu o mimari fnuhalledesini asla düzenlenmeyerek, yalnız takviye etmek usülü ile ihya edeceğim; söyledi.
Hatta ICaİ’a içinde büyük sofalı, kârı kadim harap bir evi de olduğu gibi korumağı düşündü. Bizim yıkanlarımız bir zihniyette, muhafaza edenlerimiz de ayrı bir Zihniyettedir.
Rumeli Hisarı kal’asmın imârı bizim mimarlarımıza tevdi olunsâydı, her taşını cilalarcasma temizler, kulelerin tepelerine eski kubbelerini takar, zamanını bu taşlara sindirdiği ruhu tamamiyle sıyırarak, yepyeni bir hâle koyarlardı. Son zamanlarda bir kaç eski camii- miz bu üsulle imar edilmedi mi?
İstanbul daha yüz sene evvel bütün kalıbı kıyafeti ile bir Türk şehriydi. Bütün zevk ve kalb sahibi frenk sanatkârlarının öğürürcesine iğrendiği «tatlı su» binaları, bilhassa son devirde, tıpkı güvenin güzel bir kumaşı yemesi gibi, İstanbul manzarasını, korkunç bir şekilde yiyor.
Bu gidişle^ bütün İstanbul yüksek kaldu’im gibi müs~ tekreh bir bina kümesi olacak. Bunun .sebebini yalnız
--BS-
yangınlarda ve artık imar edecek kudrette olmadığımız yoksullukda değil, biraz da yeniye olan lüzumsuz düşkünlüğümüzde aramalı. Küçüksu Karakolunu yıkan Kör Kazma kaza ve kaderin değil, bizim elimizdedir.
İstanbul’u uzun bir zaman daha imar edecek biz değiliz: zaten imâr etmek kudreti elimizde olsa bile, herhalde Anadolu’nun imarından evvel teşebbüs etmek affedilmez bir hata olur.
İstanbul’da ancak bugünkü ekseriyetimizle barınmak bize yeter. Ecda;dımızdan kalma binaları koruyabilirsek iyi bir medeniyet gayreti göstermiş oluruz.
Şimdiye kadar Cemil Paşa gibi sözde aydmlarımız, bir yol açmak için Mimar Sinan’ın bir eserini Kör Kazma ile kökünden yıkar, bir iş yaptığına sahib olurdu.
Eğer itiraza uğrarsa, halkın taassubundan şikâyet ederdi. Bunlar için, Gülhane Parkı girişindeki Fatih’in geçdiği kapıyı yıkamamak bir iç acısı, oldu. Şimdi bize o kapı, Gülhane Parkı’na götürecek düz bir, caddeden daha güzel görünüyor.
Medeniyete dair bir çok kör itikatlarımız gibi kör kazmayı da bir tarafa bırakmalı. Ne bizim yeniliğe hayrımız oldu, ne de yeniliğin bize. Birgün olur yine yeniye vücud verebiliriz.
Elverirki, bize şimdi hiçbir zararı olmayan eski binalarımız yerinde dursun. Takdirine can attığımız frenkler, bize Fatih’in mezarı başında beklerken, Abdülhak Ha-mit’lc beraber:
(Durmuş başında bekler, bir kavm, türbedârın.) derse şimdilik kâfi bir takdir olur.
Y A H Y A KEM ÂL
YE N İ ÜSKÜBDE
Ord. Prof. Dr. Süheyl ÜNVER Eh, Yahya Kemâl üstelik bir de hekim olmalıymış!
- 136-
Her halde yine şiir söyler, yine tarihimizi sever ve sevdirir. Dünya Edebiyatındaki mevkiimizi, Türk hasletlerini yine terennüm eder ve kendi iç âleminde yine bizleri yaşatırdı.
Neden hekim olmasını temenni ettim? Zira onda, ne kadar büyük mevki’lere geçerse geçsin, sıradan insanlarda-görülemiyen görme ,ve işitme ve düşünme sezişleri ve akletme hassası vardı. Her halde tıbbımıza da yeni bilgiler ve bulgular katardı. Niçin? Zira, İstanbulluların umurlarında bile olmayan iki biçâre semtimizi keşf etti. Bunu ben birhastalık keşfi kadar mühim sayarım. Zira o iki asil hastanın bize tavsifini verdi, işte size ondan okuyalım:
ATİK -VALD E ’DEN İNEN SO KAKTANihat Sami Banarlı’ya
İftardan önce gitim Atik-Valde semtine,Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine, Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler.Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları Az çok yakında sezdiriyor top ve iftarı.Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;Bîr top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı Hadsiz yaşattı rülıuma bir gurbet akşamı.Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime:Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
- 137-
«Onlardan ayrılış bana Jıer ün üzüntüdür;Mâdem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür.»
(Yahya Kemâl’in «Kendi Gök Kubbemiz» adlı kitabından. Sayfa: 34) '
Hele şu Kocamustafapaşa şiirine bafen, ne diyor üs- tâd? Onun beyitleri arasında bir dolaşalım;
KOCAMUSTÂPAŞA Koca Mustâpaşa! ücra ve fakir İstanbul!Tâ fetihden beri mü’min, mütevekkil, yoksul, Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rü’yâda. öy le sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz K i biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz. Mânevi çei'ceve beş yüz senedir hep berraik; Yaşıyanlar değil Allah’a gidenlerden üzak.Bir bahar yağmurU yağmış ;da;açıbm& havayı Hisseden kiriiSe hakikat sanıyor hülyayı.Ahiret öyle yakın seyredilen jnan&araüa,O ka,dar komşu kf dünyâya, diyar yok ai^da.Geçer insarî bir adıiri atsa birinden -biririe,Kavuşu r karşıda kaybettiği .bir^sevdigine. •-
Servilikle^rde sükûn, yolda sükûn,-'evde sûkün.Bu taraf sahki bti halkıy]£ ,ezeMen meskâh'.Bir arif âile sassMî|i;ya^re^^ örtüyor farkı âsâletle^ç^ilmiş^ p^^Kaldınmsız," daraÇık, ıfri /Wkak," doğni sokak..Her geçildikçe basılnıış ve,düzelmiş toprak.Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen. Çeşmeden her su içerken: «Şükür Allâh’0 'diyen Yaşıyor sâde maîşMlerin esn şâfında;Ruh esen küytu mezarlıkların etrâfıifıda.,Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerjıiçten Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten,
-1 3 8 -
Türk’ün âsûde mizâcıyle Bizans’ın kederi Karışıp mağfiret iklimi edinmiş bu yeri.
Şu fetih vak'ası, Yârab! Ne büyük mu’cizedir!Her tecellisini nakletmek uzundur bir bir;Bir tecellîsi fakat, rûhu saatlerce sarar:Koca Mustâpâşa var, camii var, semti de var.Elli yıl geçtiği günlerde büytik mu’cizeden, Hak’dan ilhâm ile bir gün o güzel semte giden, Rum vezîr, edci manastırda ederken secde.Kalbi çok dolduran îmân ile gelmiş vecde.Onu tek Tanrısının mâbeti etmiş de hayâl, Vakfedip lîer neye mâlikse, bütün mâl ü menâl.Bir fetih câmii yapmak dilemiş Islâma.Sebep olmuş bu eser yâd edilir bir nâma.
Dört asırdır inerek camiye nûr üstüne nûr Yerde bulmuş yaşayanlar da, ölenler de huzûr. Oha hâlâ gidilirken geçilir bir yoldan,Göze çarpar ölüm âyetleri sağdan soldan. Sarmaşıklar, yazılar, taşlar, ağaçlar karışık{Hâfız Osman gibi, hattatla gömülmüş bir ışık Belli, kabrinde, ö , bir nûra sarılınış yatıyor.
Gece, şiYiyle sararken Koca Müstâpaşa’yı Seyredenler görür Allâha yakın dünyâyı.Yolda tek tük görünenler çekilir evlerine;Gece sessizliği semtin yayılır her yerine.Bir ziyâretçi derin zevk alarak manzaradan. Unutur semtine yollanmayı artık buradan.Gizli bir his bana, hâtif gibi ihtâr ediyor;Çok yavaş, yalnız içimden duyulan sesle, diyor: «Gitme! Kal! Sen bu taraf halkına dost insansın; Onların meşrebi, iklîmi ve ırkındansın.
-139-
Gece, her yerdeki efsunlu sükûnundan iyi,Avutur gamlıyı, teskin eder endişeliyi;Ne ledünnî gecedir! Tâ ağaran vakte kadar,Bir mücevher gibi Sünbül Sinan’ın rûhu yanar.Ne saâdet! Bu taraflarda, her ülfetten uzak, Vatanın fatihi cedlerle beraber> yaşamak!...»Geç vakit semtime döndüm Koca Mustâpaşa’dan Kalbim ayrılmadı bir an o güzel rü’yâ’dan.Bu muammayı uzun boylu düşündüm de yine» Dikkatim hâdisenin vardı derinliklerine:
Bu geniş ülkede, binlerce lâtif illerde,Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde.Mânevi varlığının resmini çizmiş havaya.—Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü’yâya.— Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan. Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan; Derler; insanda derin bir yaradır köksüzlük;Budur âlemde hudutsuz ve hazin öksüzlük.Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.Rüh arar başka teselli her esen rüzgârda.Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda!
(Yahya Kemâl’in «Kendi Gök Kubbemiz» adlı kitabından, sayfa: 48)
Acaba İstanbul’da, bu iki mütevâzi’ semtden başka mühim olanları yok mu? Var.. Çok! Onları da terennüm etti. «Süleymaniye’de Bayram Sabahı» kolay hisolunur ve yazılır bir konu değil... Duydu ve yazdı. Bu misâlleri daha da çoğaltabiliriz. Zira o bir şeyi değil, her şeyi duymuş. Lâkin içinde hapsetmiyerek onu memleketimizin diline has özellikleriyle giydirip karşımıza dünya güzeli olarak çıkarmasını bilmiştir.
Neden rûhen çok. asîl, fakat fakirliğin ruh zenginliğine sahib bu iki semtimizi bu kadar hisli bir süretde bi
-1 4 0 -
ze tanıtıyor? Bunu düşündüm, O sırada Y ah ya ; Kemâl de hayatta idi. Kendisine soramadım, buna lüzum da hissetmedim. Yazdıklarından başka bana ne söyleyebilirdi? Zira, onun şiirleri içinde yazılmayan bu mânâ ve sebebi gizli idi. Bir d e fa Yahya Kemâl ne bahtiyar ki, hâlen âğ- yâr elinde, amma kuvvetli Türk ve Müslüman olan Rumeli’nin Efendisi çoğunlukla Türk olan üsküp’de doğdu. Hem de büyük ve Yahya Kemâl olarak doğdu. O yedisinde ne ise, yetmişinde de o idi, İstanbul’a geldi, tahsilini burada bitirdi. Paris’e ufak yaşta, fakat büyük olarak git- tL
Amma Rumeli ve onun aziz üsküb’ü şeklen yâd ellere geçmişti. Fakat onun ruhundan geliyor ve vatan hasretinin ateşi ile içini pişiriyor; Ondan bize bir çok şeyler sunuyordu. İşte (Atik Valde) ve (Koca Mustâpaşa) şiirlerindeki ilhamı üsküb’den almıştı.
O İstanbul’da Niş ve üsküb’ü arıyordu. Zira oraları ufak ve kubbeli Camiler, Roma kaldırımlı sokaklar, birer katlı dükkânlar, birbuçuk-iki katlı evler, bunları güzelleştiren ufak mahalle m.ektebleri, suyu «Ve sekahüm Rabbühüm Şeraben tahurâ»,, « Ve Cealnâ minel..Mâi .külle şey’in hây» Âyetlerini okuyarak akan çeşmeler, sebilcik- İer medreseciklerle doluydu. Müslüman - Türk kültürüne has bir incelikle o şehir ve bucaklarımızı bizim dekorlarımız süslüyordu.
İşte Koca Musfâfapaşa ve Atik Valde, sanki onunla birlikte memleketimize göçmüş üsküb’ün birer mahalle- siydi.Onlara biz, burada Sultan Murad ve Mustafa Paşa isimlerini vermiştik. Zira o isimleri, söylemiyerek Yahya Kemâl verecekdi. Bu onun hakkıydı. Çünkü bu semtler, onun için ,üsküb şehrinin birer aynasıydı. Kendisini kaybedince buralarda buluyordu.
O, Koca Mustâpaşa ve Atik Valde’yi değil üsküb’e buralara benzeyen iki Camili semtlere, zaman zaman gi
-141
diyordu ve sıla hastalığını burada iyi ediyor, i|hânı perileri etrafını alıyor; Şiirini her seferinde mısra ve beyitlerle tamamlıyordu. Zahiren, buradaki isimlerini koruyarak, «Ne yazık, artık buralarda doğmuyoruz» diye de, ağzından ne demek istediğini kaçırıyordu.
İşte Koca Mustâpaşa, Atik Valde tablolarım buradaki hüviyeti ile okuyun. İnce hisieriniz buralarda gezinir. Bir de, Yahya Kemâl’in hisleriyle ü^fcûb ve havalisi imiş gibi gözden geçirip, mânâsını içinize boşaltını aynım bulursunuz.
Rumeli’ye giden ve oranın azınlıklannı medeniyete sokmak için bütün yaşayış hususiyetlerini oraya götürüp nemâlandıran koca Rumeli Medeniyetimizi biz orada dünyaya getirdik. Onun son timsâli Yahya Kemâl idi.,
O da bunu bize şiirlerinde bildirdi. İnanın, ne yazdım- ' sa onun hislerinin bir şerhidir. Mal onundur, ondan alıp atmadığım bir ip parçası ile derleyip bir buket hâline gfe- tirmekden başka bif şey yapmadım.
Yazdıklarımdan bir netice çıkarmak benim hakkım değil. Onu, bu satırları okuyanların iz’anına bırakıyorum.
SÜLEYMANEFENDİ
M EVLİDİNİYAZAN
KİM?Dr. A. Süheyl ÜNVER
Yahya Kemâl üstadımızın bu konuda şifahî bir tahminini bu satırlara aktaracağım:
Kim bu zât BursalI deniyor. Bu zât hakkında esaslı bilgi yok.
Ben bu zâtı merak ettim. Bunun için kalktım Bursa’- ya gittim. Kime sordumsa bana esaslı bilgi veren çıkmadı. Bir mezar gösterdiler. Burada gömülü dediler. Nihayet şu neticeye vardım. Bursa’da böyle mâruf bir zât bilin-
-1 4 2 -
miyor. Rivâyetler, tahminler bile mevcûd değil. Kendimi aydınlatamıyarak geri döndüm.
Mevlit Edirne’de yazılmıştır. Şöyle bir rivayet de var. Bunun müellifi 11 sene Edirne’de padişahlık eden Emir Süleyman’ın saray imamı imiş deniyor. Sakın bu mevlidi esasen şâir tabiatinden olan Emir Süleyman yazmış olmasın? Bu zan ile Mevlid’i tekrar ökudum, Emir Süleyman’ın bu Mevlid’i yazabilmesi üzerinde durmağa, başladım.
üstada, niye bu ihtimâli yaymadınız ve bir şey söylemediniz ve yazmadınız dedim. (Zarinım üzerinde durarak bir şey yazamam; çünkü benden vesika sorarlar. Ama ne yapalım ki bunu perçinleyebilecek bir kayıt ve işaret yok. Bu cihetle size söylemekle iktifâ ettim.’) (1) dediler.
YAHYAKEMAL’İNÜSKÜB’Ü
HATIRALARIüsküb'e bizler hâlâ bağlıyız. Tarihçesi, ile oralı olan
lar ve hâlâ orada yaşıyanlarla beraberiz: Yahya Kemâl’imiz orali olduğundan çocukluğu ve gençliği de oralarda geçti. Burada sıraladıklarımızla daima göz göze idi. Ha
i l ) ■^Emir Süleyman'ı bizim tarihlerimiz iânetlemiş. O Iradar ki onun Rumeli'de 11 senelîit padişahlığını bila kayda geçirmemişler. Garplı tarihçiler ve onlardan faydalanan yazarlar Edirne'de Rumeli'yi İdare eden bu hükümdah I. Süleyman sayarlar. Onların nazarında bizim Kânûnî Sultan Süleyman II. Süleyman oluyor^ Fakat bizde Kânû'nî 1 Süleyman'dır. O kadar ki tarihlerimiz buna kuvvet vermek için ellerinden geldiği kadar o zamanın padişahı Çelebi Sultat^TlVt^hmed'e yaranmak için Emir Süleyman'ı kabil olduğu kadaK-bat^rmışlar ve hattâ onu bir çarşı hamamında serhoş iken düşürtüp öldürtmüşlerdir. Vâkıa ölümü bir hamamda düşme neticesidir ama sarayın şehrin en güzel manzaralı bir bör lUmünü teşkil edan beğenerek oturduğu kasrının hamamında bu öldürücü kaza olmuştur.
-1 4 3 -
yatta bu gibi intibâ’lar ömür boyu sürüyor ve o ilk yaşayış. günleri kadar ruha ferahlık veriyor. Vatanına bağlılık hislerini buradan kazanıyor.
Rumeli’nde Üsküb altı buçuk asırlık tarihimiz boyunca daima Türk kalmış ye hep imar edilmiştir. Yaptığımız, dolayısıyla burasını mamûreye çeviren binalarımızın mühim ve belirli kısımlarının hâlâ var olduğunu oraya,gidenlerden ve resimlerinden öğreniyoruz. Orada ve bunun gibi belli başlı şehirlerinde ve hatta köylerinde daima çoğunlukta idik. Her şeyde olduğu gibi Rumeli’mdeki tâ- liimizin icabı 650 sene sonra oralardan çekildik. Yahya Kemâl’imizin dediği gibi «Ne yazık ki artık oralarda doğmuyoruz!»
Yahya Kemâl’in -ikinci üsküb’ü İstanbul oldu. Buranın da kültürümüz icabı, oraya benzeyen semtleri ve tarafları vardı. Meselâ üstadımız sık sık Üsküdar’da Atik Valide, İstanbul’da Koca Mustafa Paşa’ya gider ve orada saatlerle oturur, üsküb hasretini giderir ve dönerdi. Ve bu ziyaretleri sık sık tekrar ederdi. Zira üsküb’ün Gazi İsâ Bey, Gazi Mustafa Paşa ve emsâli camileri bizim İstanbul’un beğendiği semtlerindeki kadardı. Hamamları, dükkânları, pazarları, çeşmeleri ve evlerine kadar benzerdi. Ab bu vatan hasreti. Ah bu çocukluk semtleri...! .
Bugün Üsküb’de bulunan ve dost Yugoslavya’nın medenî' namusuna emanet verilen eserlerimiz orada bir kitap halinde resimleri ve planlarıyla yayınlandı mı, bilmiyoruz. Fakat bundan yarım asır önce asker bir tarihçimiz, Kâmil Kepecioğlu arkadaşımız emekli olduktan sonra Beş Vekâlet Arşivi’nde ilk defa eline geçen vesikaları defterler halinde tesbit ederken Rumeli evkafı içine giren binalarımızı da ilk yapılış tarihleri bilinemiyerek vesikalarında tamirleri vesilesiyle hâlen sahip olduğumuz bir deftere geçirmiştir.
Bu listeyi oradan, Yahya Kemâl’imizin (iç panteon)
-1 4 4 -
umuzdaki ruhundan memnunluk duyacağmı tahmin ile bu kısa bildirimizin sonuna ekledik.
’üsküb’de;Mekteplerden:
Hacı AH Mektebi Beyhan-Sultan Hacı Kasım Gazi Yahya Paşa Medreselerden:Gazi İsa Bey bin Ahmed Medresesi Gazi ishak Bey bin İsa Bey Mehmed Bey Camilerden:Garb-zâde camii Kazıasker Cafer Efendi CMelik Hamza »
Kuyucu Hamza » Yahya Paşa kızı Hanı, Hatunîye CHacı Hurrem CHacı Haşan Cİbrahim Çavuş »Gazi İsa Bey ve oğlu Ahmed Bey CGazi ishak Bey »
Göl Bey oğlu tvâz » Katırlı »Mahmud Çavuş »
Vesika TarihleriSene1101 - 1689 1212 - 17971117 - 17051136 - 1723
1140 - 1727
1091 - 1680 1124 - 1712
1257 - 1841 107p - 1659Tannverdi Mahallesi
1124 - 1712 1146 - 1733
1091 - 1680, 1257 - 18411258 - 1842, 1274 - 1857, 1091 - 1680
1141 -1728 Yoğurt Pazarı’nda
-1 4 5 -
Kaça Mehmed Paşa » 1275 - 1858,1137 - 1724Yahyalu MehmedPaşa 1134 - 1721Sultan Mehmed » — Ilıca’daMüezzin Hoca » 1117 - 1705Camilerden:Musalla C —
Hacı Muhiddin C 1232 - 1816Murad Beşe binŞahin C 1274 - 1857Gazi Mustafa Paşa ■‘tbin Abdülkerim c 1118 - 1706, 1515 - 920
tarihli vakfiyesi varHacı Ömer —TPazar Başı » ---Payko Oğlu » —Sadi Efendi » — Mûrane köyündeNazır Sinan » İ071 - 1660Yemen Fatihi SinanPaşa 1208 - 1793Tabanofça .» —Tanrı Verdi » —Taşkun Paşa » — Tamsa köyündeYahya Paşa »Zeynel }> 1266 -1849
Bâligrad kasabasındaHüseyin Şah Bey 1133 - 1720 köyündeKüncî oğlu Mescidi 1070 - 1659Haşan oğlu » 1118 - 1706
Gazi tshak Bey vakfı varİsmail Voyvoda » 1264 - 1847Hazinedar İsmail » 1139 - 1726Kasım Hacı » 1117 -1705Kara Kapucu » 1160 - 1747
-1 4 6 -
Kocacık (oğlu) »Şeyh Ramazan Efendi »Karamanlı Hoca Sinan »Hacı Yunus »Zaviye ve Tekkelerden: Ayşe Hatun binti Mehmed Efendi
Zâviyesi Karaca Ahmed Sultan » Câfer Ağa »İplikçi Haşan Efendi » Hümayun Hatuiı (Mustafa Paşa zevcesi) ' »Şeyh Mehmed Tekkesi Kulak Mehmed Efendi »Mehmed Bey »Kaçanıklı Mehmed Paşa »üryan Baba »Zekeriya »Zeynel — Zeynelâbidin Bey Mevlevihanesi Türbelerden Karaca Ahmet Sultan
TürbesiKara Kadı Baba »
üryan Baba ’Tûrbest ve Mezarlığı Paşa Yiğit ve Baba
1237 - 1821, 1118 - 1706
1118 - 1706
1135 - 1722
1131 - 1718, 1150 - 1737 1176 - 1762,1259 1118 - 1706 1048 - 1638
1234 - 1818
1137 - 1724 1247 - 1831
— Yılan özü nahiyesinde;
1086 - 1675,1137 - 1724
1176 - 1762 Zaviye dışında 1139 - 1726 ve 1211 - 1796 Gazi Baba Türbesi
1118 - 1706, 1248 - 1832
-1 4 7 -
Karaca TürbesiY iğ it Baba Meddah »imâıetler;
Sultan İmareti Gazi tsa Bey ve oğlu Ahmed Bey îmâreti Paşa Yiğit Bey oğlu Gazi ishak Bey îmâreti İsa Bey oğlu ishak Bey îmâreti Yahyalu Mehmed Paşa »Büyük Mehmed Çelebi »Gazi Mustafa Paşa bin Abdülkerim îmâreti
Gazi Yahya Paşaimâreti
İîanîai'flan:Bayram Paşa Ham Paşa Y iğ it oğlu ishak Bey Kervansarayı Cağaloğlü Rüstem Paşa »
Hamamlardan;Paşa Y iğ it oğlu İshak Bey hamamı Muhtelif:Hüma Şah Sultan Büyük köprüsü Bayram Paşa Kalesi Hacı Haşan Vakfı
1136 - 17231137 - 1724
1118 - 1706
1091 - 1680, 1140 - 1727
1091 - 1680,1234-1818
1134 - 1721 .
1109 - 1697
920 - 1514 tarihli vakfiyesi var.
1093 - 1681
965 - 1557Kaçanik Derbendinde
1136 - 1723 1061 - 1650 1077 - 1666
-1 4 8 -
Sinan Paşa Vakıfları 1080 - 1669Paşa Y iğ it vakfı
EYYAH YA
KEMÂL!Yahya Kemâl şiirleriyle kendi edası ve konuşu'şunun ,
aynı olduğu için, halkın ve münevverlerin gönlünde otağını kurdu. Edebiyat tahtında ruhu elemsiz ve ızdırapsız içimizde yaşıyor. Halkın, incelik hisleriyle eğitimini ön planda tutarken, kendisiyle temasda bulunanları da olgun fikirlerinden senelerce besledi. Çoğumuzun düşünmediği akledebileceğimiz bir çok konuları o dile getirdi. Sözlerinin çoğu bunun ifadeleri ile doludur.
Yahya Kemâl artık üç senedir, dönmeyecek bir seyahate çıktı. Fakat, içimizden uzaklaşması bahis mevzuu değil. Artık o bizim ilham kaynağımız. Şahsiyetinin sentezini yapması bize bir nümune olsun diye bıraktı. Beğendiği her şiiri her sözü mirasımız. Şimdi kadirşinas dostları delâleti ile belediyemiz Rumelihisannda kabrini de yaptı. Yedi tepeden ibaret istanbulumuzun sekizinci «Yahya Kemâl tepesi» orada kuruldu.
Ben onun bizden uzaklaştığı tarihi değil, doğup ta bu güne kadar hatıralarının geldiği doğum gününü daima anar ve onu, annesi doğmadan önce kâmil olanlardan sayarım. Yahya Kemâl en ileri çağında ne kadar olgun ise, gençliğinde de öyle. Ben onun sözlerinde ve yazdıklarında hısleriiide (ilk) ve (son) kabul edenlerden değilim.
Yahya Kemâl bize muazzam ve tükenmez bir (m illî düşünce) hâzinesi bıraktı. O her sahada bizlere örnek oldu. Kendisine yakışanı yaptı. Kalbimizin derinliklerinde yaşaması muhakkak ki hayatımızı ve yaşlarımızı artıracak. Zira onun radyo aktivitesinden bıraktıkları, sarf- olunmayacak kadar muazzamdır. Bu doğuşunun hatırası olarak dağınık mevzulardaki sohbetlerinde bize neler söyledi. Bir kaç misal vermekle iktifa edeyim.
-1 4 9 -
«Maksat Türk olmamız değil, Türklüğü sevmektir.»«Ne talihsizliktir ki milliyet cereyanı bile Türklüğün
aleyhine dönmüştür. Delâletleri kendisini unutturacak hale gelmiştir. Hiç bir şey zahir değil, tâki kendisini görebilsin.
«Kabahat bizde, namussuzlara yüz vermek.»«Mazi yoktur, bir «devamlılık» vardır. Kesilmeyelim,
kesilirsek biz olmayız. Bu gün, yarın mşızi olacak, istikbal de öyle. Ben maziyi sevmiyorum. Güzelliklerini seviyorum.
«Resmimiz olmadığından millî tarihimizi bilmiyoruz.»
«Milliyetini idrak eden millet, ölüleriyle birlikte yaşar.»
«Türkler ikâmetgâhtan ziyade mezara ehemmiyet vermiş. Ecdat tercüme-i halleri pek yok. Yattığı yer mühim.»
«Bizim vatanımız her vatan gibi fethedilmiş. Fethedilince Türkleştirmek için mezarları esaslandırmışlar. Bu mezarlarla vatanımızı müslüman etmişiz.O riun için mezara ehemmiyet vermişiz. Ecdadımızın bir çokları için nerede oturur demeyiz de nerede gömülü olduğunu yazarız. Biz ölülerle yaşıyoruz.»
«İyilik eden muhterem. Fenalık etmişse, ona bu iyilik mevlîiini vermeyiz. Vatandaş iyiliği, kötülüğü ayırt etmeli. İyiliğe iyilik, kötülüğe kötülük demeli.»
Hiç bir devlet İstanbul, kadar güzel bir Başkente malik olamadı. Zira, her veçhile misilsiz. Lâkin fakr-ü zaruretten kurtulamadı.
«Mütarekede düşman içine girdi, yine alamadı, öyle bir manzume bırakmış ki alınamaz. Kader bizlere öyle bir şey bıraktı ki İstanbul’u imardan önce Türk halkını imar etmeli. Ne olacak bu milli düşünmemek. Bugün kozmopolit millet yok.»
-1 5 0 -
«Resmimiz ve nesrimiz olsa imiş, milletimiz çok kuvvetli olurmuş. Bunlar olmadığı halde yine kuvvetlidir.»
«Gönül isterdi ki, insanlıklar terakki etsin. Sanfran- cisco’yu telefonla ararsam bundan ne çıkar. Perişan halkı mes'ut göreyim. Bana bu lâzım» .
«Fikrimce her şeyden önce İstanbul bir Türk şehri olmalıdır. Ve bu esas dahilinde imar edilmelidir. Istan- bulun yalnız millî ve siyasî ve hukukça Türk olması kâfi değil. Şekilce, zevkçe, üslûpça Türk olması şarttır. Eski İstanbulun muhafaza edilmesi ve kendimize benzer bir üslûpta yaratılması/bazı kısa görüşlere imkânsız gibi görünüyor, Halbuki bu pek mümkündür.»
DEĞERLİ ŞAİRİMİZ YAHYA KEMAL
BEYATLI’NIN Dr. A. SÜHEYL ÜNVER’E
İLTİFATLARINDAN BİRKAÇI
— TÜLAYÖ LEZ —Hocam Dr. A. Öüheyl Ün ver, ilmî toplantılar başta
völmak üzere, bilhassa kendisinin de takdir ettiği, kıymet verdiği kişiler ile sık sık sohbet toplantıları tertip eder. Onları/konuşturur, daha, doğrusu onlardan birşey kapar. Bunun için ya Enstitümüze, davet eder veyahut da bir hafta; öncesinden ziyaretlerine giderek hem hatıralarını sorar* hem de hepimiz için faydalı bilgiler toplar.
Bu ziyaretleri sadece kuru bir konıışma içinde geçmez. Beğendiği güzel sözleri, duymadığı olayları ve o şahıs hakkında bıirhediklerini küçük not defterlerine eski Türkçe ile geçirir. En güzel tarafı da bu notlarını biz talebesine ye yakın dostlarına anlatmak ve kaydettirmektir.
Bu bereketli defterlerini 1915 senesindenberi süregei- len alışkanlığı ile hazırlamışlardır. Bugün hâlâ bu usul-
-1 5 1 -
le hareket etmek sayesinde, seyahat defterleri ile bini çok aşan irili ufaklı diğer defterlerini kendi gayret ve çalışmaları ile kurmuş olduğu «Dr. A. Süheyl Ünver A rşivi ve Kütüphanesi»nde herkesin rahat tetkik' edebileceği bir şekilde muhafaza etmekte iken hâlen bunları Sü- leymaniye Kütüphanesine vermiştir.
Kıymetli ilim adamlarımıza, san’ata ve san’atkârlara çok ehemmiyet veren Hocamız, değerli Türk Şairimiz Yahya Kemal Beyatlı ile de 39 toplantıda bulunmuş ve kendisi ile yakından ilgilenerek sohbetler yapmıştır.
Bu yazımda Yahya Kemal Bey’in, hocam ile olan sohbetleri esnasındaki iltifatlarından bahsedeceğim;
— O kadar sizinle dolu ki kalbim, var olun.19 Kasım 1954
— Dr. Süheyl ünver’e tesadüf etmek ne saadettir ya- rabbî! Bir de aksi var.
— Senin gibi iyi kalbliler. Benim için teselli bu.— Sizin havanızla kalbim dolu.— Ben Süheyl gibi olana müslüman derim. Belki o
beş vakit namaz kılmaz, fakat o hakikî müslümandır,— Dr. Süheyl sayesinde, beyhude yaşamamışız.— Süheyl dört başı ma’murdur. Bir keşiftir o.— Senin ne ulvî ruhun var. (Cerrahpaşa Hastahane-
sinde rahatsızlığı esnasında)— Kahve, doktorumun yanında keyifli oluyor.— Şarap sizliniz. Süheyl 30 senelik şarap.— Canım Süheyl. Kalbinin asaleti kadar var ol,
20.6.1956— Asıl Süheyl’i görmek bayramdır. Zira ondan mü
barek adam yoktur.20.6.1956
—Bir genç için en büyük tali’, ulvî bir hocaya düşmektir. Dr. Süheyl’e talebe olmak ne bahtiyarlık.
— Nizam-ı intizam sensin, nizam-ı âlem sensin, varol..
-152 -
— Süheyl, memlekûtî ahlâk sahibidir, (Biraderi Reşat Beyath Bey’den jıaklen)
— Bunları Süheyl, senin ulvî ruhun söyletiyor. Bu taleben ne mesuttur ki, senin gibi iyi bir muallim bulmuştur.
— 12 Mart 1954 de Yahya Kemal BeyHn Dr. A. Süheyl’e söylediği söz:
Sen, bir numaralı vatandaşsın.— Yahya Kemarin Topkapı Sarayı Müzesine birinci
avluda Süheyl ünver ile karşılaştığı zaman, elini öperken ona sözü:
«B ir portreyi, çerçevesi içinde gördüm.»— Aziz Süheyl’e diyordum ki, tarihi tashih etmeyi
bir tarafa bırakalım. Neyi tashih edeceğiz.— Siz olmasaydınız, ben olmazdım,— Aziz Süheyl ile dost olursun, senin kaderin budur,
Türkiye bunlardır. 29 Ocak 1948— Süheyl, Müzede ve camide gördüklerini masset
miş. Kökü var, yapıyor, kökün mühim rolü var,15 Aralık 1952
Aziz, Doktorum, Nur-u Enver adamsın. Sen olma- san bu devir ne kadar kısır olurdu. Sen bu kadar güzel ruhları, masum ruhları topluyorsun. Büyük insanlar ahlâk itibarîyle büyüktür. Süheyl’in ahlâkı da vâsi’. Sîzleri görünce ümidim artıyor.
5 Aralık 1952
- 153 -
Portresi..
Lozan Anlaşmasının imzasından sonra bir grup arasında...
Yahya Kemal'in İstanbul'un fethine yen içeri orduları şiiri Hortlak Necmeddin’in hattı-ile...
>1Büyük elçi iken bir törende...
Hamdullah Suphi Tannöver ile 56 . yddönümiMi kutlarken....
AfganlI bir subay ile..
Dr. Muzaffer Esat’ın verdiği bir ziyafette.
Çok sevdiği İstanbul hakkında konferans verirken.
Cerrahpaşa hastanesinde...
Pakistan dönüşünde bîr dostuna veda ederken.
1/11/1961 tarihirii taşıyan kabri...