Upload
others
View
1
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Merhaba, Sevgili Arkadaşlar, Koca bir yılın son günlerine yaklaşmak üzere “merhaba” dedik bu kez sizlere. Zaman hızla akıyor. Kurban bayramı, yeni yıl derken neredeyse sömestr tatili yaklaştı. İşte bu hızla geçen zamanı verimli kullanmak, anlamlı kılmak yine bizim elimizde. Biz yine sizler için, bilgilenmek, bilgilenirken hoşça vakit geçirmek isteyen tüm arkadaşlarımız için zengin içerikli bir sayı hazırladık.
İçinde bulunduğumuz aylarda birçok önemli günü yaşadık ve yaşıyoruz. Bunlardan biri de milletçe bizi coşturan Cumhuriyet bayramı oldu. Cumhuriyeti, eşsiz bir masal tadında okuyun ve gözlerinizde canlandırın istedik.
Renk seçimimiz, kimi zaman bizim kişiliğimiz hakkında ipucu verir. Bu sayımızda hayatımıza anlam katan renkleri tanıyacak, renklerin oluşumu ile ilgili fikir sahibi olabileceksiniz. Tablolarında renkleri büyük bir ustalıkla kullanan Leonardo da Vinci’nin dehasına inanamayacaksınız.
Vücudumuzu tanımaya, onun sırlarını çözmeye sinir sistemimizi inceleyerek devam ediyoruz. Vücudumuzu tanırken onu temiz tutmayı da ihmal etmiyoruz değil mi? Artık sağlık alanında da adından çokça söz ettiren lazer ve çeşitleri, hepimizin merak konusu sanırız.
…ve daha neler neler. Tüm bunları okurken keyif alacağınızı ümit ediyoruz…
Yeni yılın tüm dünyaya ve ülkemize güzellikler getirmesi dileklerimizle…
içindekilerTÜRK STANDARDLARI ENSTİTÜSÜ ÖNCÜ ÇOCUK DERGİSİ
Ekim-Kasım-Aralık 2009 Yıl: 15 Sayı: 52
SahibiTürk Standardları Enstitüsü Adına
Tahir Büyükhelvacıgil
Genel Yayın YönetmeniAhmet Pelit
Sorumlu Yazı İşleri MüdürüY. Selim Çelebi
Yayın KuruluO. Murat PerçinA. Sabit YöneyAslıhan KökerCanan DoğanTürkay Birben
Yönetim YeriTürk Standardları Enstitüsü
Pazarlama ve Tanıtım Dairesi BaşkanlığıNecatibey Caddesi No: 112 06100 Bakanlıklar / Ankara
Tel: 0.312 416 63 12 - 416 63 25Abone
Ayşe Nedret GüneşTel: 0.312 416 63 17 Faks: 0.312 416 65 84
e-posta: [email protected]
Yayın Türü: Yerel SüreliBasım Tarihi: Ocak 2010
BaskıFersa Ofset Baskı Tesisleri
Ostim / AnkaraTel: 0.312 386 17 00 (pbx)
www.fersaofset.com
Yayına HazırlayanlarCanan ÖzyaşarZeynep Özek
ResimleyenÖzgür Alican
TeşekkürBu sayıda katkısından dolayı
Stj. Dr. Eyüp Bayatlı, Dr. Kemal Yandakçı‘ya teşekkür ederiz.
S
AHAFLAR
30
YALV
AÇ URAL
TEMİZ OLALIM
O
RGAN
BAĞIŞI
SİNİRSİSTEMİ
44
15içindekiler
içindekiler
BELİRLİ GÜN veHAFTALAR
57
34
25,64BİL-BUL
48
20
S
AHAFLAR
40
33ORİGAMİ
1026
49
53
YALV
AÇ URAL
SİNİRSİSTEMİ
içindekiler CUMHURİYET’İN
HİKAYESİTS 10002
MÜŞTERİ
MEMNUNİYETİ
YÖNETİM
SİSTEMİ
LEONARDO DA
VİNCİ
RENKLERİTANIYALIM
LAZER
NEDİR?
RAKUN
AYAKKABI
bir konu
4
CUMHURİYET’in HİKÂYESİ1914 yılıydı. Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’na birlikte girdiği ülkeler
yenildiği için savaştan yenik çıkmış sayıldı. Dört yıl süren ağır bir savaş ol-
muştu. Yorgun ve yoksul düşen halk, İngiliz, Yunan, Fransız ve İtalyanların
topraklarını işgaliyle daha da zor günler yaşıyordu.
5
CUMHURİYET’in HİKÂYESİ
Başka ülkelerin egemenliği altında yaşayamayacak ve bir karış toprağını kolay kolay düşman çıkarlarına bağışlamayacak bir yapıya sahip olan Türk milleti, git gide ağır basan bir umutsuzluk dalgası altındaydı.
O karanlık günlerde halkının, ülkesinin özgürlük ve bağımsızlığını düşü-nen Mustafa Kemal, kendisi gibi düşünen arkadaşları ile birlikte zor bir
mücadeleye girdi. 19 Mayıs 1919’da Samsun’dan başlayan serüven, Er-
zurum, Sivas Kongreleri ile de-vam etti. Buralarda alınan en
önemli karar, egemenliğin sarayın değil milletin elin-de olduğuydu. Yurdun her köşesinden gelen milletve-killeri Ankara’da toplandı. 23 Nisan 1920’de açı-lan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde alınan kararla Kurtuluş Savaşı başlatıldı. Kadın, erkek, çoluk çocuk, eli silah tutabilen herkes gerek cephe önünde gerek cephe arkasında el birliği ile ülkenin kurtulacağı-
6
na inandılar ve bu inançla savaştılar. Bir yandan halk bir yandan ordu, düşmanı yur-dumuzdan kovmayı başardılar. İnanılması güçtü, ama olmuştu. Yoksul ve umutsuz bir halk bu imkânsız gibi görünen zaferi kaza-nabilmişti.
Savaşın sonunda imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile yeni bir devlet kuruldu. Yeni kurulan bu devletin henüz yönetim biçimi belli değildi. Atatürk; düşmanın ülkeden atılıp sınırlarımızın belirlenmesinden son-ra, çoktan beri tasarladığı cumhuriyetin ilanı üzerinde hazırlıklar yapmaya başladı. 28 Ekim 1923 akşamı yakın arkadaşlarını Çankaya’da yemeğe çağırdı. Onlara “Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz.” dedi.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi. Ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal oldu. Böyle bir coşku görülmemişti, Halkın “ya-şasın cumhuriyet” sesleriyle yepyeni bir dönem başlamış oluyordu. Bundan sonra da güçlükler vardı, ama artık bağımsız, özgür bir devlettik.
Esaret sona ermiş, şimdi büyük mücadele-nin ardından hiç de kolay kazanılmayan ba-ğımsızlığı kutlamaya sıra gelmişti.
Can verilip, kan dökülmüş, bedel ödenmişti. Ancak artık sokaklarda düşman çizmelerinin sesi yoktu, sokaklar “Yaşasın Cumhuriyet” sesiyle çınlıyordu.
7
TSE
8
TS ISO 10002 MÜŞTERİ MEMNUNİYETİ YÖNETİM SİSTEMİ
Sevgili arkadaşlar, günümüzde global ticaretin yaygınlaşması ve benzer ku-
ruluşların artması, rekabet şartlarının daha da sertleşmesine sebep oldu.
Bu durum, kuruluşların en önemli varlık sebebi olan müşteri kavramını
daha da önemli kıldı. Kuruluşlar açısından müşterilerinin beklenti ve şikâ-
yetlerine kayıtsız kalmak gibi bir lüks kalmadı. Müşteri beklentilerinin kişi-
den kişiye değişmesi, bu durumu kontrol etmeyi zorlaştırıyor ve sistematik
bir yaklaşımı gerekli kılıyor. Geleneksel metotlarla müşteri beklentilerini
karşılamaya çalışmak günümüzde artık yeterli olamıyor. Müşteri kavramı,
TS EN ISO 9001 Kalite Yönetim Sisteminde de öncelikli prensipler arasında
yer alıyor ve bununla ilgili olarak maddeler içeriyor. TS EN ISO 9001 Stan-
dardı bu konuyla ilgili maddeler içerse de müşteri beklenti ve şikâyetlerinin
yönetimi ile ilgili kılavuzluk bilgileri konusunda yetersiz kalmaktadır. Müş-
teri beklentilerinin artması ve pazar payının giderek küçülmesinden dolayı
kuruluşlar müşteri memnuniyeti proseslerini oluşturmakta ve yönetmekte
zorlanmaya başlamışlardır.
9
TS ISO 10002 MÜŞTERİ MEMNUNİYETİ YÖNETİM SİSTEMİ
Günümüzde global ticaretin yaygınlaşması ve benzer kuruluşların artması rekabet şartlarının daha da sertleşmesine sebep olmuştur. Bu durum, kuruluşların en önemli varlık sebebi olan müşteri kavramını daha da önemli kılmıştır. Kuruluşlar açısından müşterimizin beklenti ve şikayetlerine kayıtsız kalmak gibi bir lüks kalmamıştır. Müşteri beklentilerinin kişiden kişiye değişmesi bu durumu kontrol etmeyi zorlaştırmakta ve sistematik bir yaklaşımı şart koşmaktadır. Geleneksel metotlarla müşteri beklentilerini karşılamaya çalışmak günümüzde artık yeterli olamamaktadır. Müşteri kavramı, TS EN ISO 9001 Kalite Yönetim Sisteminde de öncelikli prensipler arasında yer almakta ve bununla ilgili olarak maddeler içermektedir. (5.2-Müşteri odaklılık; 7.2-Müşteri ile ilişkili prosesler; 8.2.1-Müşteri memnuniyeti). TS EN ISO 9001 Standardı bu konuyla ilgili maddeler içerse de müşteri beklenti ve şikayetlerinin yönetimi ile ilgili kılavuzluk bilgileri konusunda yetersiz kalmaktadır. Müşteri beklentilerinin artması ve pazar payının giderek küçülmesinden dolayı kuruluşlar müşteri memnuniyeti proseslerini oluşturmakta ve yönetmekte zorlanmaya başlamışlardır.
Müşteri Beklentilerinin Evrimi;
Müşteri şikayetlerinin bir sistematik dahilinde yürütülmesi ile ilgili çalışmalar dünyada 1990’lı yılların başlarında CRM (Customer Relations Management) çalışmalarıyla başlamıştır. 2004 yılında ISO (International Standardization of Organization) 2004 yılında ISO 10002 standardını yayınlamış ve 2006 yılında ülkemizde TS ISO 10002/2006 olarak yürürlüğe girmiştir.
ISO 10002 Nedir;
Müşteri memnuniyetinin sağlanması ve sürekli kılınabilmesi amacıyla müşteri şikayetlerinin sistematik bir şekilde yönetilmesine kılavuzluk eden standardtır.
Neden ISO 10002;
Bir kuruluşun mevcut müşterisini elinde tutması, yeni müşteri edinmesine kıyasla en az dört kat daha masraflıdır. Müşteri kaybeden kuruluşların bu kayıplarını telafi etmeleri ve itibarlarını tekrar kazanmaları büyük çaba ve maliyet gerekir. Bu durumlara maruz kalmamak için her yönetim sisteminin ortak yaklaşımı olan önleyici yaklaşımla sistemimizi yönetmemiz gerekmektedir.
Bu sebeple ISO 10002;
Müşteri şikayeti ile karşılaşılan durumlarda kuruluşlara nasıl davranmaları gerektiğine dair yol gösterir.
Kuruluşlara, müşteri ile yaşanan bir olay sonrasında “özür” dilememiz yeterli mi, yoksa telafi etmek için tazminat ödemek de dahil olmak üzere daha büyük bir faaliyet mi planlamamız gerektiğine dair rehberlik eder.
Müşteri şikâyetle-rinin bir sistematik
dahilinde yürütülmesi ile ilgili çalışmalar dün-
yada 1990’lı yılların başlarında CRM (Customer Relations Management)
çalışmalarıyla başlamıştır. Uluslararası Standar-dizasyon Teşkilatı ISO, 2004 yılında ISO 10002 Standar-
dını yayınlamış ve bu standard 2006 yılında ülkemizde TS ISO 10002/2006 olarak yürürlüğe girmiştir.
ISO 10002 Nedir?Müşteri memnuniyetinin sağlanması ve sürekli kılınabilmesi amacıyla müşteri şikâyetlerinin sistematik bir şekilde yönetilmesine kılavuzluk eden standarddır.
Neden ISO 10002?Bir kuruluşun mevcut müşterisini elinde tutması, yeni müşteri edinmesine kıyasla en az dört kat daha masraflıdır. Müşteri kaybeden kuruluşların bu kayıplarını telafi etmeleri ve itibarlarını tekrar kazanmaları için büyük çaba ve maliyet gerekir. Bu durumlara maruz kalmamak için her yönetim siste-minin ortak yaklaşımı olan önleyici yaklaşımla sistemin yönetilmesi gerekir.
Bu sebeple ISO 10002;
• Müşteri şikâyeti ile karşılaşılan durumlarda kuruluşlara nasıl davranma-ları gerektiğine dair yol gösterir.
• Kuruluşlara, müşteri ile yaşanan bir olay sonrasında “özür” dilemek ye-terli mi, yoksa telafi etmek için tazminat ödemek de dahil olmak üzere daha büyük bir faaliyet mi planlamak gerektiğine dair rehberlik eder.
• Müşteri ile yaşanan problemlerin en adil şekilde ele alınmasını sağlar.
• Şikâyetlerden ders çıkarılarak iyileştirmeye açık alanların tespit edilme-sini sağlar.
kim kimdir
(1452- 1519)
Leonardoda Winci
Leonardo da Vinci, yalnızca bir sanatçı değildi. Aynı zamanda anatomist, mühendis, heykeltıraş, mimar, ressam, düşünür, teknisyen ve bilim insanıydı. Her bakımdan öncü bir dahiydi.
En az sanatı kadar bilimsel çalışmalarıyla da 15. yüzyıl ve sonrasını aydınlattı. Yaşamı sırlarla dolu Leonardo da Vinci, ateşi evrendeki en büyük güç sayıyordu. Yaşamı ve yarattığı eserlerde de karanlıklar içinde parlayan bir ateş gibi sonraki
kuşakları hep aydınlattı.
1452 yılında İtalya’ da Vinci Kasabası yakın-
larında dünyaya geldi. Leonardo’nun doğ-
duğu ev, Vinci’ye üç kilometre
uzaklıktaki Anchiano’daydı.
1986’da restore edilen evin
çevresindeki manzara,
Leonardo’nun zamanından
pek de farklı değil. Leonar-
do, ilköğrenim yıllarında
aritmetik ve geometride
sorduğu sorularla öğret-
menlerini şaşırtacak
kadar çabuk ilerledi.
Keskin zekâsı ve
yetenekleri, çok
11
küçük yaşlarda bile dikkat çekiyordu. Fakat
çocukluk yıllarında en gözde uğraşısı re-
simdi. Leonardo’nun bu yeteneği kısa
sürede çevresi tarafından fark edildi.
Çocuk sayılabilecek yaşta ünlü res-
samların yanında çıraklık yapmaya
başladı. Bu dönemde atölyede boya-
ları karıştırdı, resimlerin küçük bazı
bölümlerini boyadı. Aynı zamanda
telli bir çalgı olan lir çalmayı öğ-
rendi. Yalnızca sanatsal beceriler ve
teknikler değil başka birçok konuda da
eğitim aldı. Yirmi yaşına bastığı sırada
bağımsız bir ressam oldu. İlk bilinen resmi
olan “Arno Vadisi”ni de aynı yıl yaptı. Yaptığı
resimlerin başında herkesin bildiği ve henüz gizemi
çözülememiş Mona Lisa gelir. “Son Akşam Yemeği” adlı tablosu da Mona
Lisa’dan sonraki en ünlü yapıtıdır.
Leonardo, sahip olduğu özellikler sayesinde özgün ve etkileyici olmayı ba-
şardı. Günlüklerini sağdan sola ve tersten yazabiliyordu.
Tüm bunlar zaten gelişmiş olan
beyninin her
iki bölümünün
faaliyetlerini hız-
landırıyordu. Ya-
şadığı Rönesans
döneminin en
önemli sanatçıla-
rından birisiydi.
12 ilk otomobil ve belki de ilk
mekanik hesap makinesi çizimi
Resimde ışık ve gölge etkilerinin ilk farkına varan ressam olan Leonardo, rengin perspektifle değişkenliği üzerinde çalıştı. Işığın özelliklerini sadece görmekle yetinmedi, bilim adamı yönüyle gözün fiziksel yapısını, optik ve dalga konularını da inceledi.
Leonardo, hayvan ve insan be-deninin yapısını inceledi ve adale hareketlerinin kurallarını araştırdı. Birçok insan iskeleti çizimi yaptı ve omurganın çift-s formunu ilk tanımlayan kişi oldu. Anne karnındaki yedi ay-lık bebek ilk defa onun tarafın-dan ustalıkla çizildi.
Leonardo, sadece insan vücu-
dunun yapısıyla değil, aynı
zamanda fonksiyonuyla da
ilgileniyordu. Bunun için
fizyoloji konusunda da
çalışmalar yaptı. Fizyo-
lojik deformasyonu olan
kişilerle ilgili çizimleri
bulunmaktadır.
13
Resimleri ve heykel-
lerinden başka not defterlerindeki
yazıları ve taslaklarıyla yüzyılların en büyük insanı ve
en yüce zekâsı sıfatını hak eden Leonardo, o çağlarda uçak taslağı
çizmiş, buharın kullanışını da inceleyip bir buhar topu ve gemilere çark şemaları da
çizmiştir.
Leonardo’nun, köprüler, binalar, kanal yapımı konu-larında da mimarı tasarım çalışmaları oldu. Uçma ko-nusuna duyduğu müthiş ilgi sebebiyle, Leonardo kuşların uçması hakkında detaylı çalış-malar yaptı ve çok çeşitli uçan makineler tasarladı. Her ne kadar savaşı insan
faaliyetlerinin en kötüsü olarak nitelese de, Leonardo’nun defterlerinde askeri
mühendislik alanında çalışmalar bulunmaktadır. Bunların arasın-da makineli tüfekler, zırhlı tank, bombalar, paraşüt gibi tasa-rımlar yer almaktadır. Diğer buluşları arasında bir denizaltı, dişliler kullanılarak yapılmış ilk mekanik hesap makinesi
ve yaylı bir mekanizmayla çalı-şan bir araba da bulunmaktadır.
14
Altmış yedi yaşında ölen Leonardo’nun
son sözleri “biraz daha
zaman” oldu, çünkü onun
yapacak çok şeyi vardı ve
zamanın yetmediğine üzülüyordu.
Vatikan’da bulunduğu yıllarda güneş enerjisini kullanmak için, içbükey ay-nalar yardımıyla suyu ısıtacak bir tasarım da yapmıştır. Bugün kullandığı-mız haliyle makasın tasarımcısı da Leonardo’dur. Bu tasarımların birçoğu Leonardo’nun yaşadığı dönemde hayata geçirilememiştir. Ancak sonradan birçoğunun modelleri yapılmıştır ve Amboise’deki Chateau du Clos Luce’de bulunan Leonardo da Vinci Müzesi’nde sergilenmektedir.
Her yönüyle başarılı olan Leonardo’nun coğ-rafya ile ilgilendiğini de görüyoruz. Hazar Denizi’nde med ve cezir üzerine araş-tırmalar yaptı. 1502 yılında bütün orta İtalya’yı baş mühen-dis sıfatıyla dolaşa-rak bu yolculukları sırasında yaptığı kusursuz ve ay-rıntılı altı harita bugün Windsor
Saray Kitaplığı’nda saklanmaktadır.
Hidrolik biliminin yaratıcısı ve resim çekiminde karanlık odanın mucididir. Suyun molekül yapısı, ses ve ışık dalgaları üzerine geniş bilgisi olan Leonar-do, çiçek ve filiz yapısı ve düzeni konusunda da çalışan ilk kişidir.
Leonardo, yaşamın, doğanın sırrını canlı gözlemleriyle araştırarak çözmeye çalış-mıştır. Ömrü boyunca, çocuksu meraklı bakışlarını hiç kaybetmemiş ve bu muhteşem gözlem gücünü sonuna kadar kullanmıştır. Yaşamına ve ger-çekleştirdiği işlere bakıp da ona şaş-mamak ve hayran olmamak elde değildir.
15
Unutmayalım
15
Arkadaşlar, temizliğin, hijyenin anlamını, önemini, kurallarını bilmeyenimiz yok değil mi? Biz de bazı hastalıkların yaygınlaşması nedeniyle sizlerle konuyu tekrar gözden geçirelim, unuttuğumuz ayrıntıları hatırlayalım istedik.
Günümüzde çokça duyduğumuz hijyen sözcüğü, sağlığı korumak amacıyla alınan ön-lemler ve uyulan temizlik kuralları anlamına gelmektedir.
Temiz olmak, sağlığımızı korumak, rahatlamak, dinlenmek ve gevşemek, vücuttaki kötü kokuları gidermek için şarttır. Her şeyden önce güven ve mutluluk verir.
Temiz olmak için de temizlik kurallarını iyi bilmemiz gerekir. Bu kurallara uyulmadı-ğında pek çok hastalığın ortaya çıktığını hepimiz biliyor, hastalıklardan korunmak için temizlik uygulamalarını ihmal etmememiz gerektiğini biliyoruz değil mi?
Arkadaşlar, sürekli olarak bir şeylere dokunuyor, zaman zaman bu ellerimizi ağzımıza götürüyor ya da bir şeyler yiyoruz. Bu nedenle de günlük yaşantımızda vücudumuz pek çok mikroorganizmayla karşılaşıyor.
Bulaşıcı hastalıklar, halen tüm dünyada en sık görülen hastalık grubunu oluşturuyor. Tam da içinde bulunduğumuz mevsimden dolayı sıkça duyduğumuz gribal hastalıklar, bulaşıcı hastalıkların en başında geliyor.
1616
KİŞİSEL HİJYEN
Kişisel temizlik, sağlıkla yakından ilgilidir. Pek çok hastalık mikrobunun temiz olma-yan kişilerde kolayca yerleştiği bilinmektedir.
Sağlığın korunması için düzenli bir şe-kilde el, ayak, tırnak, saç, vücut, ağız ve dişlerimizin temizlenmesi ve giyecekle-rin sık yıkanması gereklidir.
EL TEMİZLİĞİ
Ellerimizi NedenYıkamalıyız?
Ellerimiz gün boyunca kirlenir. Çevre ile her türlü bağlantıyı sağlayan, bu nedenle de en fazla bakteri barındıran organımız ellerimizdir. Bazı bakteriler, gözenek, çizik,
çatlak, kir ve kıllara sıkıca yapışmış vaziyette bulunurlar ve yağ ve ter salgıları özellikle toz
ve kirle karışarak bakterilerin gelişmesi için uygun bir ortam oluştururlar. Bu nedenle, gün
içerisinde sık sık ellerimizi yıkamalıyız.
Ellerimizi Ne Zaman Yıkamalıyız?
Eller;• Yemek yemeden önce ve yemek yedikten sonra,• Yemek hazırlamadan önce ve sonra, • Tuvaleti kullandıktan sonra, • Diş, ağız, yüz, göz temizliği yapmadan once,• Kirli, tozlu bir işi tamamladıktan sonra,• Eve, okula, iş yerine geldikten sonra,• Hasta olan bir yakınımızı ziyaretten önce ve sonra,• Uykudan önce ve kalktıktan sonra,• Pişmemiş gıdalara (özellikle kırmızı et, tavuk, balık, yumurta) temas ettikten sonra, • Üst solunum yolu hastalıkları geçirenlerle temas ettikten sonra (hapşırma, öksür-
me vb.), • Bozulmuş gıda ve çöplere dokunduktan sonra, • Saçlar tarandıktan veya ellendikten sonra, • Toplumda ortak kullanılan araçların kullanımından sonra (toplu taşım araçları,
para alış verişi, telefon vb) • Kedi, köpek ve diğer tüm hayvanları elledikten sonra mutlaka doğru yöntemle yı-
kanmalıdır. • Bunlardan hiçbirisini yapmasak da gün içinde çeşitli saatlerde ellerimizi mutlaka
su ve sabunla iyice yıkamalı ve kurulamalıyız.
Uygun el yıkama pratiğinin kazandırılması halinde bulaşıcı hastalıkların sıklığında önemli derecede azalma sağlanabilmektedir. Konunun önemini bildiğinizi ve ellerinizi en doğru şekilde yıkadığınızı söylüyorsunuz değil mi arkadaşlar? Ama uzmanlar, he-men herkesin bunları bildiğini söylemesine rağmen yine hemen herkesin ihmal etti-
1717
ğini belirtiyorlar. Yapılan bir çalışmada; insanların % 32’sinin tuvalet sonrası ellerini yıkamadığı, ayak üstü yemek yenilen yerlerde insanların % 47’sinin ellerini yıkama-dığı, ellerini yıkayanların % 58’inin sadece su kullandığı ve sadece su kullananların ortalama el yıkama süresinin 5 sn olduğu, ellerini, su-sabunla yıkayanların ortalama el yıkama sürelerinin ise 10,7 sn olduğu belirlenmiştir.
Ellerimizi Nasıl Yıkamalıyız?
El hijyeninde amaç; kimyasal ve fiziksel zararlıların ve enfeksiyonlara yol açan mik-roorganizmaların uzaklaştırılmasını sağlamaktır. Eller sadece su ile yıkandığında, gö-rünür kir uzaklaştırılmakta, ancak tam bir hijyen sağlanamamaktadır. Bu nedenle, el temizliğinde su ile birlikte sabun kullanılması gerekmektedir. Normal katı el sabun-ları ve sıvı sabunlar, meydana getirdikleri etkiler bakımından farklı değildir. Ancak
katı sabunlar bulunduruldukları ortamlardan ve kulla-nıldıktan sonra genellikle temizlenmeden yerine
konulmakta ve kirlilik kaynağı olabilmektedir. Bu nedenle, özellikle toplu yaşanan yerlerde
el temizliğinde sıvı sabunların kullanımı tercih edilmelidir.
Etkin bir el hijyeni, her seferinde doğ-ru yıkama tekniğinin uygulanması ile sağlanabilir. Sadece 30 saniyede uy-gulanabilecek doğru el yıkama tekniği ile, bulaşıcı ve salgın pek çok hastalığa karşı önlem alınabilir, kişisel ve toplum sağlığının korunmasına önemli bir katkı sağlanabilir.
Arkadaşlar, gün içerisinde ellerinizi aşa-ğıda belirtilen yöntemle sık sık yıkayınız.
Ellerinizi ılık veya dayanabileceğiniz kadar sıcak su ile ıslatın ve sabunu elle-rinizin bütün yüzeylerine dağıtarak iyice köpürtün.
Ellerinizin her yerini (bilekler, avuç içleri, parmaklar, parmak araları, el sırtı ve tırnak içleri) en az 30 saniye kuvvetlice ovalayın.
Ellerinizi sabun ile ovaladıktan sonra akan suyun altında iyice durulayın.
Yıkama ve durulama sonrasında, özellikle halka açık yerlerde tek kullanımlık havlu kağıt ile ellerinizi kurulayın. Başkası tarafından kullanılmamış havlu, kağıt havlu ya da kağıt mendil ile kurulamak en ideal olanıdır. Bunlar yoksa ellerimizi bir yerlere sürmek yerine havada kendiliğinden kurumasını sağlamak en doğru davranış olacaktır.
1818
TIRNAK BAKIMI ve HİJYENİ
Haftada bir kez el ve ayak tırnakları kesilmelidir. Tırnak uçlarının altında kir ve yağ birikir. Ayrıca birçok mikrop, parazit kolayca yerleşip üreyebilir. Bu nedenle, tırnaklar düzenli kesilmeli, banyo yaparken tırnak fırçası ile temiz-lenmelidir. Ayrıca, tırnak kesim ve bakımında kullanılan aletlerin kişiye özel olması, bazı bulaşıcı hastalıkların (Örneğin AIDS) önlenmesinde önemli rol oynar.
El tırnakları yarım ay biçiminde, ayak tırnakları ise düz olarak kesilir. Ayak tırnaklarının yarım ay biçiminde kesilmesi tırnak batmalarına neden olabilir.
Tırnak yemenin zararlarından birini anladınız değil mi?
Özellikle umumi lavabolarda ellerinizi kurutmak için kullandığınız kağıt havluyu musluğu kapatmak için kullanın ve çöp kutusuna atın.
Su ve sabun bulunmayan yerlerde el temizliğimizi hazır ıslak temizlik mendiliyle yapabiliriz.
Kişisel ve toplum sağlığı açısından doğru el yıkama alışkanlığını kazanır ve çevremize de bu alışkanlığı aşılayabilirsek pek çok bulaşıcı hastalıklar ile besin kaynaklı hasta-lıkların önüne geçebiliriz.
Bulaşıcı hastalıklardan korunmak için nelere dikkat edelim?• Öksürdüğünüzde ya da hapşırdığınızda ağzınızı ve burnunuzu bir kâğıt mendille
kapatın. Kullandığınız mendili hemen çöpe atın.• Öksürdükten veya hapşırdıktan sonra ellerinizi bol su ve sabunla yıkayın. En az 15-
20 saniye yıkamanız gerekiyor.• Ağzınıza, burnunuza ve gözlerinize dokunmaktan kaçının. • Hasta kişilerle yakın temastan kaçının.• Genel sağlığınıza dikkat edin. • İyi uyuyun, fiziksel aktivitelerde bulunun, stresten kaçının, bol sıvı alın ve iyi besle-
nin.
Kişisel temizliğimizi yapmak, yalnızca el temizliği ile bitmez tabi ki. Vücudumuzun diğer bölgelerine de aynı özeni göstermeliyiz. Ellerde, alında, tükürükte, dışkıda, kafa derisinde vb. bulunan mikroorganizmaların vücudumuzda hastalıklara neden olması-nı engellemek için temizlik kurallarına uymak ön koşuldur.
y Sabun ve 37-38 derece suyla yapılan banyo, kir ve salgıların temizlenmesini sağ-lar. Olabilirse her gün, değilse haftada 3, en az haftada 1 kez banyo yapılmalı, ban-yo sonrası temiz çamaşır giyilmelidir.
y Diş ve diş etlerinin temizlenmesi, ağzın bol su ile çalkalanması, diş etlerinin uya-rılması ağız bakımı ile sağlanır. Ağız bakımına dikkat edilmediği takdirde ağız
1919
Unutmayalım;
Temiz olmak,
hijyen kurallarına uymak, kendi
vücudumuza, sağlığımıza ve
yaşadığımız topluma karşı
görevimizdir.
kokusu, diş eti rahatsızlıkları, çiğneme güçlüğü ve hazımsızlık görülür. Dişler günde en az iki kez 3 dakika süre ile diş macunu ile tüm diş yüzeyini kapsayacak şekilde fırçalanmalıdır. Fırçalama işlemi yemekten sonra ilk yirmi dakika içinde yapılmalıdır. Dişlerin arasındaki artıkları ve plakları temizlemek için diş ipi kulla-nılmalıdır.
y Ayakların her gün yıkanması ve yı-kandıktan sonra, özellikle parmak ara-larının iyice kurulanması gerekir. Aksi halde nemli ortam mantar enfeksiyon-larının gelişmesine yol açabilir. Ayak tırnakları da düzenli aralıklarla kesilme-
lidir, ancak tırnak batmasını önlemek için düz kesilmesi gerekir. Her gün çoraplar değiştirilmeli ya da her gün yıkanmalıdır. Başkalarına ait terlik, çorap ve ayakkabı-ların giyilmemesi ve toplu yaşanan yerlerde çıplak ayakla dolaşılmaması gerektiği konusunda da uyarmak isteriz.
y Saçların temizliği de sağlığı etkiler. Çünkü bazı enfeksiyon etkenleri ve parazitler, kirli saçlara ve o bölgedeki deriye daha kolay yerleşir. Saçların her gün, olası de-ğilse günaşırı, en az haftada iki kez yıkanması gerekir. Tarakların da haftada en az bir kez yıkanması önemlidir.
Özetlersek arkadaşlar; ellerimizi gerektiğinde ve sık sık, doğru bir şekilde yıkıyor, ku-ruluyoruz. İşten veya okuldan eve geldiğimizde el, yüz ve ayaklarımızı yıkıyoruz. En az haftada bir defa banyo yapıyor, çamaşır ve giyeceklerimizi sık değiştiriyoruz. Haf-tada bir defa el ve ayak tırnaklarımızı kesiyoruz. Akşamları yatmadan önce dişlerimi-zi fırçalıyor, elbiselerimizi çıkarıp pijama veya gecelik giyiyoruz. Günde en az iki defa dişlerimizi fırçalıyor, her gün saçlarımızı tarıyor, sık sık uygun şampuanla yıkıyoruz.
Temiz bir çevre, canlıların sağlıklı yaşamaları için gerekli en önemli şartlardan birisi-dir. İnsan kendisini, evini temiz tuttuğu gibi çevresini de temiz tutmak zorundadır.
Temiz ve sağlıklı bir yaşam dileğimizle…
meslekler
20
S A H A F L A RSevgili arkadaşlar,
Bu sayımızda, adını sık sık duyduğumuz. ama hakkında çoğumu-zun fazla bir şey bilmediği sahafları ve sahaflık mesleğini anlat-mak istedik. Sahafın, genellikle kullanılmış eski kitaplar alıp sa-tan kitapçıya verilen addır.
Yeni kitapçı ve ders kitabı satıcılarından farklı olarak sahaflar, pi-yasada bulunmayan ya da az bulunan, baskısı bitmiş, nadir, eski veya antik kitapları, dergileri ve “efemera” tabir edilen her türlü eski dokümanları ikinci elden satın alarak tekrar satışa arz eden meslek erbabıdır.
21
Eski kitap alıp satma mesleğinin ilk örnekleri-ne 14. ve 15. yüzyıllarda Bursa ve Edirne’de rastlıyoruz. Bu meslek, matbaanın olma-yışı dolayısıyla matbu eserin bulunmadı-ğı bir toplumda medrese öğrencilerinin kitap ihtiyacını karşılamak için bir ticari faaliyet olarak gelişmiştir. Diğer esnaf teşek-küllerinde olduğu gibi kendine özgü lonca teşkilatı ve ahlaki kuralları bulunurdu. Sahaflar çırak, kalfa, usta-lık dönemlerini geçirmek zorundaydı.
Sahaflık mesleğinin esas merkezi, özellikle Fatih Sultan Mehmet dönemin-de Semâniye Medreselerinin kurulması ile birlikte İstanbul’a kaymıştır. O dönemler sahafların bulunduğu yerlerde hattatlar (Çok güzel el yazısı ya-zan sanatçı), mücellitler (kitap ciltleyen), müzehhepler (yaldızla süsleyen-ler), kağıtçılar (kağıt yapan kimse veya kağıt ve yazı gereçleri satan kimse), kalemtıraşçılar (kırtasiye), mürekkepçiler (mürekkep yapan veya satan kişi) toplanırdı.
Sahafların dükkânları oldukça küçük olup, kitaplar bu-günkü gibi raflarda değil, tahta tezgâh üzerinde üst üste konulurdu. Sa-haf da tahta zemine yaydığı kilimin üzerine oturur, satışını yapardı. Sahaflar, cülus tören-lerinde (Cülus, Osmanlı İmparatorluğu’nda, padişahlığa seçilen şeh-zadenin padişahlığının ilan edilmesi için yapılan törene verilen addır.) veya çeşitli ne-
22
denlerle yapılan etkinliklerde Osmanlı padişahının önünden geçerlerdi. Bu
geçit töreninde üzerine yerleştirdikleri kitapların bulunduğu taht-ı revan da
çok önemliydi. Osmanlı zamanında “esnaf-sahafan” olarak adlandırılan bir
meslek grubunun ismi olan sahafçılık, eskiye özlem duyanların, okunmuş
kitap sevenlerin mesleğidir.
Kitapları çok iyi tanıyan bu kişiler, geçmiş zamanları geleceğe taşırlar. Bu
işi yaparken de adeta sattıkları kitapların kurdu olurlar. Zaten bu işi ya-
panların gönlünde para kazanma hırsından çok kitaplara duyduğu merak
ve sevgi yatmaktadır. Bu anlamıyla sahaflık mesleği bir gönül işidir. Bu
mesleğin bir okulu yoktur. Bir sahafa gittiğinizde eski kitapların sayfaları
arasında dolaşırken adeta tarihin derinliklerine yolculuk yaparsınız. O tozlu
kitapların baygın kokusuna kapılıp, geçmişle gelecek arasındaki köprüden
geçmemek imkânsızdır.
23
Sahafçı, eline geçen kitap,
dergi ve belge gibi dokü-
manları özenle elden geçirir,
yıpranan yerlerini onarır. O
kitabın birçok okuyucu ile bu-
luşmasını, dolayısıyla ömrünün
uzamasını sağlarlar. Kitaplar
aileden biridir onlar için. Artık bir
yaşam tarzıdır kitaplar, kitapsız ya-
pamazlar. 20-30 metrekarelik dükkân-
ları kitaptan geçilmez. Raflar kitap, yerler
kitap, masa üzeri ve kutular, kısacası her yer
kitaptır.
Sahafların eski Türkçeyi ve bunun yanında en az iki
yabancı dili bilmeleri gerekir. Bu mesleği yapan kişi-
lerin ciddi bir bilgi birikimi olması da gereklidir. Onlar
kitapların ilim yönleriyle, sanat yönleriyle ilgilenirler.
Sahaf kendisine ulaşan bir kitabı baskı tarihinden,
içeriğinden tutun da baskı adeti, yazı şekli gibi birçok
faktörü de göz önünde bulundurarak değerlendirir.
Bu noktada elimizde bulunan, bizim için eski püskü
sayılabilecek bir kitap, onlar için hazine niteliği taşı-
yabilir.
Bir kitabın sahafiye kitap olması için basılan kitabın
baskı sayısının az olması gerekir. Bu, o kitabı sahafi-
ye kitabı yapan en önemli özelliklerin başında gelir.
Bir kitapta kaleme alınan konu ilk ve en eski ise o
kitap sahafiye kitap özelliğini taşır. Kimi önemli mat-
baaların bastığı kitaplar da antika kitap olarak kabul
edilebilir.
24
Eğer tozlu raflarda yüzlerce
yıl öncesini aramak, o küçücük dükkândaki geçmişin
havasını koklamak istiyorsanız, fırsat bulduğunuzda sahaflar çarşısını
ziyaret etmenizi öneririz. Sahafa uğradığınızda o size aradığınız
kitapları bulmakla yetinmez, size araştırma, inceleme alanınızda
yeni kitaplar önerir.
Tüm çarşıların en sessizi olan Sahaflar Çarşısında dükkânlar genellikle
küçüktür. Birbirlerine çok yakın olan dükkânlar aynı sokak üzerinde yer
almaktadır. İstanbul’da, Beyazıt’ta bulunan Sahaflar Çarşısı en bilinen çar-
şıdır. Eskiden daha çok el yazması kitaplar satan sahafların sayısı günden
güne azalmaktadır. Oysa üstlendikleri görev o kadar anlamlıdır ki, tarihe
tanıklık eden kitapları toplayarak kaybolmalarını önlemektedirler.
Geçmiş günlerin sahaf-
ları, kitap meraklılarının,
yazarların, bilim adamla-
rının sık sık uğradıkları,
sohbet ettikleri, edebi ve
ilmi yerlerdi. Eski sahaf
ustalarının çok belirgin bir
özelliği de; kitabı, parayı
çok verene değil, o konu-
nun ilgilisine satmalarıydı.
25
Arkadaşlar, iki resim arasındaki 8 farkı bulabilir misiniz?
bilim teknik
26
LAZER nedir?
Lazerler şiddetli ışık demetleri üreten aletlerdir. Lazer kelimesi “ışığın güçlendirilmesi” anlamını taşır.
Elektrik ampulünden bütün yönlere dağılan ve her dalga boyunu içeren beyaz ışığın tersine, lazer tek dalga boyunda ve
yoğunluğu dar olan bir ışın yayar. Sıradan ışık yayıldıktan sonra yavaş yavaş kaybolurken, bir lazer ışını demeti bu şekilde davranmaz. Düz ve güçlü bir ışın halinde binlerce
kilometre yol kat edebilir.
27
LAZER nedir?
Lazeri 1960 yılında ABD’li fizikçi Thedo-
re Maiman yakuttan elde edilen ışıkla
üretmiştir. Yakut flaş lambasından
ışığı alır ve lazer ışığı olarak saçar.
Kızıl ya da Gaz Lazerleri
En yaygın lazer çeşidi, kızıl öte-
si ışın üretir. Bu kızıl ötesi lazer
içerisinde çubuk biçiminde bir
kristal bulunur. Kızıl ötesi lazerler;
yanıp sönen, güçlü ışık parlamaları da üretir. Gaz lazerleri ise genelde sü-
rekli ışın üretirler. Bu lazer tipleri kristal yerine lazer özelliği olan gazları
kullanır. Lazer özellikli sıvıların kullanıldığı lazerler de vardır; bunlara boya
lazer adı verilir.
Lazer ışınlarının dar ve yoğun olması, yüzlerce farklı kullanım olanağı su-
nar. Nesnelerin koyu ya da açık, düz ya da çukurlu, sabit ya da titreşimli
olup olmadıkları, az güçlendirilmiş lazer ışınlarının nesnelerden yansıtılma-
sı ile öğrenilir. Lazerlerin diğer kullanım alanlarına, ürünler üzerindeki fiyat
barkodlarının okunması, CD ve DVD üzerine kayıt çu-
kurları açılması suretiyle bilgi depolanması
ve yine bu bilginin okunması ya da
cihazların titreşimlerinin gözlen-
mesi gibi örnekler verilebilir.
Tamamen doğrusal bir biçim-de yansıtılan lazer ışınları, bir inşaatın duvarlarının ya da zeminlerinin düzgün olarak yapımında hizala-ma amacıyla rehberlik edebilir.
bilim teknik
28
Çok güçlü lazer ışınlar, katı metaller üzerinde düzgün bir çukur açmaya ye-
tecek enerjiyi sağlayabilir. Lazer ışığı öylesine güçlüdür ki; bu enerji, kâğıt,
giysi, ahşap ve metali bile kesebilir.
Cerrahlar da kesin doğruluk oranıyla dokuları kesmek için
lazerleri kullanırlar. Işık demetleri yara etrafındaki kılcal
damarları kapatarak kanamayı azaltır.
Tıkanmış damarları açmada,
beyin ameliyatlarında küçücük hücreleri dokula-
rından ayırmada, en ince damarı
bile hiç bozmadan kes-
mede ve daha birçok
alanda, lazerden
yararlanmak-
tadır. Teleko-
münikasyon
sistemlerinde
de bilgi fiber
optik üzerin-
den lazerlerle
gönderilir.
Arkadaşlar bu harika
ışın gökyüzüne de renkli re-
simler çizebiliyor. Işığı Ay’a ulaşabi-
lecek kadar güçlü, bir göz ameliyatını
yapacak kadar da hassas. Bilim adamları
çok güçlü lazer ışınları ile Güneş’i yeryü-
29
zünde taklit etmeyi hedefliyorlar.
Herhalde lazeri bulan fizikçi bulu-
şunun bu kadar başarılı olacağını
tahmin bile edemezdi.
Hologram, lazerin en fazla hay-
rete düşüren kullanım biçimidir.
Hologram, doğru ışıkta görülebi-
len ve üç boyutlu bir görüntü (de-
rinliği olan görüntü) oluşturan bir dizi
kabarık çizgidir. Hologram, lazer ışını ile
bir nesne yüzeyinin bütünüyle taranması
ile gerçekleştirilir. Hologram üzerin-
deki çizgiler, üzerine ışık vurduğunda
üç boyutlu bir görüntü oluşacak şe-
kilde, nesnenin ışığı yansıtma biçi-
mini kaydeder. Hologramlar, banka
kartlarında ve banknotlarda
kullanılır.
Araştırmacılar, bugüne kadar ulaşı-
lamayan hassaslık, hız ve güçte
yeni lazer türleri geliştiriyorlar.
Bunlar sayesinde maddenin en
küçük parçası görülür hale ge-
lecek ve sonsuza kadar yetecek
miktarda ucuz enerji
üretilebilecek...
bir konu
30
Organ BağışıArkadaşlar, bu sayımızda sizlere çok hassas ve önemli bir konu olan organ bağışı konusunu anlatmaya çalışacağız. Organ bağışı, kişinin sağlığında veya öldükten sonra sağlıklı olan organını veya organlarını hasta kişilere bağışlamasıdır.
31
Tedavi şansı, sadece organ nakli olan hastalar yaşamlarını sürdürebilmek
için ihtiyaç duydukları organı yakın akrabalarından veya organını
bağışlayan kimselerden beklemektedirler. Uygun organ bulabilen pek çok
hasta, yeniden eski sağlığına kavuşabilmektedir.
Organları işlevini yitirmiş, makinelere bağlı olarak hayatlarını sürdüren
çok sayıda hasta vardır. Her yaştan binlerce hasta, organ nakli için sıra
beklemektedir. Ülkemizde
kalp, böbrek, karaciğer, ilik
nakli ve kornea gibi organların
nakli başarıyla yapılmaktadır.
Yaşayan bir kişiden alınan
bir organ bir başka kişiye,
bir ölüden alınan organlar
ise birçok kişiye hayat
vermektedir.
Organ bağışı, kan verme gibi
düşünülebilir. Nasıl kan bağışı
hayat kurtarıyorsa organ bağışı
da aynı şekilde hayat kurtarır.
Yaşam boyu kullandığımız, bizi yaşatan organlarımızın, öldüğümüzde
bambaşka bazen de tanımadığımız insanları yaşatmak amacıyla
kullanılması ve bu organlardan, bağışlayanların herhangi bir menfaatinin
olmaması, kavram olarak gerçek bir bağış olduğu gibi aynı zamanda büyük
bir insanlık örneğidir de!
Ülkemizde ilk kez bir insandan diğerine kalp naklini, 22 Kasım 1968
tarihinde Dr. Kemal Beyazıt gerçekleştirdi. Ancak hasta, yeni kalbiyle birkaç
saat yaşayabildi. Daha sonra Prof. Dr. Mehmet Haberal, 1975 yılında bir
anneden oğluna yapılan başarılı bir böbrek naklini gerçekleştirdi. Bu olay,
binlerce kronik organ hastasının yaşamında ve Türkiye tıp tarihinde dönüm
noktası oldu.
32
Organ
bağışı, bazen
görmeyen bir insanın
içine ışık doğmasını ya da yaşamını
diyaliz cihazına bağlı olarak sürdüren
bir böbrek hastasının yeniden hayat
bulmasını sağlar; bazen de
içindeki bütün sevgileriyle birlikte
bir yüreğin başka bir bedende
çarpmasını...
Yasalara göre, organ bağışı
yapabilmek için 18 yaşını
doldurmuş olmak gerekir.
Ayrıca bu isteğin iki tanık
huzurunda sözlü olarak beyan
edilmesi; bağış için, bir sağlık
kuruluşuna başvurarak, Doku
ve Organ Bağış Belgesi alıp
doldurmak gerekmektedir.
“Organ Bağış Kartları”, kişilerin
kendi düzenledikleri belgeler
ve resmi kimlik kartlarındaki
ilgili bölümlerle, kişilerin kendi
kontrolleri altında niyetlerini
belirttikleri belgelerdir. Beyin
ölümü gerçekleşmiş 18
yaşından
küçüklerin
organlarının kullanılabilmesi, ebeveynlerinin
izniyle mümkündür.
Hayatını kaybeden kişinin üzerinden organlarını
bağışlamadığına dair bir belge çıkarsa, hiçbir
şekilde organları alınamaz.
33
Arkadaşlar, bu sayımızda sizlerle şirin bir balık yapacağız. Bunun için bize gerekli olan,farklı renkte iki şerit kağıt.
nereden nereye
34
AyakkabıArkadaşlar, farkında mısınız? Vücudumuzun bütün yükünü ayaklarımız
çekiyor. İnsanlar vücutlarını dış etkenlerden koruma ihtiyacını duydukları andan itibaren ayaklarına da bir kap yapmışlar.
Diğer bir ifade ile ilk ayakkabıyı…
35
Ayakkabının tarihi, neredeyse insanlık tarihi kadar eski. Tarihte bilinen
ilk ayakkabı şekli, düzleştirilmiş ot veya kaba derinin ayağa ilkel iplerle
bağlanmasından oluşur. Bu alandaki en eski kanıt, tarihi MÖ 8000 yılı
olarak belirlenen Amerika yerlilerine ait sandaletler. Eski Mısırlıların kutsal
emanetleri arasında papirus yapraklarından yapılmış çeşitli sandaletler
mevcuttur. Ayrıca mezarlarında tabanı tahta veya deriden yapılmış
sandalete benzer ayakkabılar görülmüştür.
Eski Mısır’da sandalet imalatı, itibarlı bir sanattı. Mısırlılar, ıslatılmış kumda
ayaklarının kalıplarını çıkarıyor, bu kalıplarda şekillendirdikleri tabanı ham
deriye bağlayarak sandaletler yapıyordu. Bu sandaletler, zamanla giyen
kişinin statüsünü gösteren birer simge halini aldı. Kadınlar sandaletlerini
mücevherlerle süsledi, erkekler ise ayakkabılarının deri kayışlarına ender
bulunan değerli taşlar taktılar.
36
nereden nereye
Sandalet yapımında Yunanlılar daha
çok tasarım ve güzelliğe önem vermiş,
Romalılar ise asker tipi sandaletleri
icat etmiştir. Japonların da sandaletle
tanışıklığı çok eskilere dayanır. Japon
sandaletlerindeki her
bir şekil, ayrı bir mevkii veya
mesleğe işaret eder. Sandaletler bugün
bile yaygın olarak kullanılmaktadırlar.
Genellikle insanlar, iklim şartlarına
ve yaptıkları işlere göre ayakkabı
modeli geliştirmişlerdir. Ortaçağda
insanların ayağı saran deri ya da
kalın kumaşlardan yapılmış ayakkabılar
giydikleri bilinmektedir. Daha sonraki yıllarda
tabanı düz olan ayakkabılara topuk eklendi. Mantar
topuklar, hem ayakkabıyı koruyor hem de ayakları sıcak tutarak soğuktan
daha az etkilenmelerini sağlıyordu.
Yağışlı bölgelerde tahta tabanlı
ayakkabılar giyiliyordu.
Hollandalıların yaptığı sabo
denilen tahta ayakkabıları
hepimiz biliriz.
17. yüzyılın
başlarında
ayakkabıların
yerini yüksek
topuklu uzun
çizmeler aldı.
37
1660’tan sonra siyah, üzeri
bağcıklı ya da tokalı,
kalkık kare burunlu
ayakkabılar çizmenin
yerini aldı. Gün geçtikçe
kurdeleler, toka ve fiyonklarla
birlikte daha güzel modellere
ulaşıldı. Tıpkı günümüzde olduğu gibi eskiden de ayakkabı
modelinde moda önemli bir rol oynuyordu.
18. yüzyılda kadın ayakkabıları
saten ya da brokardan (sırma
veya gümüş işlemeli bir tür
ipekli kumaş) yapılıyor ve
toka, kurdele ya da fiyonklarla
süsleniyordu. 1790’larda
yüksek topuklu ayakkabılar
tümüyle ortadan kalktı.
Sokaklar ve yolların kötü ve
çamurlu olmasından dolayı,
insanlar evden dışarıya çıkarken şosonlarını (kumaş ya da ince deriden,
çoğunlukla düz topuklu ve ayakkabı üzerine giyilen, ayağı bütünüyle saran
ayakkabı) giymek zorunda kalıyorlardı.
19. yüzyılda kadın ayakkabıları topuksuzdu
ve kullanılan malzeme saten ya da kadifeydi.
Erkekler ise genellikle düğmeli, bağcıklı çizmeler
giyiyorlardı. 1860’ların bağcıksız ve yanları
esnek yarım çizmeleri çoğu zaman beyaz ipekten
yapılıyordu. On yıl sonra yüksek topuklar yeniden
moda oldu, çizmeler de yanları düğmeli olarak
yapılmaya başlandı. Ayakkabılarda ve çizmelerde
38
nereden nereye
Çarık (Türk-İslam Eserleri Müzesi)
hâlâ bez kullanılıyordu, ama ayakkabıların
burunları bazen deriden yapılıyordu. 19.
yüzyılda kadınların da fabrikalarda ve
bürolarda çalışmaya, bunun yanında yürüyüş
ve bisiklete binmek gibi sporlar yapmaya
başlamasıyla daha sağlam ayakkabılar kaçınılmaz hale geldi. Birinci Dünya
Savaşı yıllarında bağcıklı, rahat, yürüyüş ayakkabıları ortaya çıktı.
Türklerde Ayakkabı
Orta Asya’da yaşayan Türkler genellikle, çizme, çarık
giyerlerdi. Çarıklar deriden yapılırdı. Bugün hâlâ sayıları çok
az da olsa çarık yapan ustalar var. Türklerde keçe yapımı
yaygın olduğundan çizme yapımında keçe kullanıldı.
Osmanlı devleti döneminde ayakkabıcılık mesleği çok gelişti.
Yöneticilere, ordudakilere ve halka ihtiyacına göre ayakkabı
yapılabildi. Evlerde giyilen ayakkabılar daha çok kadife
ve atlas kumaştan yapılmış ve sırma işlemeli modellerdi.
Saray halkının dışarı ayakkabıları bile ince işçilik gerektiren
süslemelere işleniyordu.
Ayakkabılar, yapıldıkları
malzemeye, biçimlerine
ve kullanıldıkları yere
göre adlar alırdı.
Başmak, cimcime,
çapıla, çizme, yarım
çizme, çedik, çedik pabıç, edik, fotin, galoş, mest,
kalçın, kundura, merkub, nalın, sandal, terlik,
tomak, yemeni, başlıca ayakkabı çeşitleriydi.
39
Arkadaşlar, ayakkabı, ayak
sağlığımızı koruyan, aynı zamanda giyimimizi, tamamlayan
önemli bir aksesuardır. Ancak ayakkabı seçimimizi yaparken görüntüsü
kadar rahatlığına da önem vermeliyiz. Aksi takdirde ayak
sağlığımızdan olabiliriz.
Ayakkabı İmalatı
Ayakkabının yerle temas eden kısmına taban, üst kısmına ise saya denir.
Saya, deri ya da kumaştan olabilir. Topuklar ve taban, kösele, kauçuk veya
yapay malzemelerden yapılmaktadır. Eskiden el işçiliğine dayanan ayakkabı
üretimi, teknolojinin ilerlemesi ile birlikte pek çok alanda olduğu gibi
makineleşme ile daha da hızlandı.
Ayakkabı imalatçıları,
1840’a kadar Eski
Mısırlıların kullandığı
aletleri kullanmayı
sürdürdüler. 1845
yılında Amerika Birleşik
Devletleri’nde icat edilen silindir şeklindeki
makine ile deriyi düzleştirmek kolaylaştı ve çok
zaman alan deriyi çekiçle dövme işlemi tarihe
karıştı. 1858 yılında, Lyman R. Blake isminde
bir ayakkabıcı, ayakkabının tabanı ile sayasını
dikmek için bir makine icat etti.
Bu makinelerin girişiyle canlanan
ayakkabı sanayi, diğer sektörlerde
de makine kullanımının yolunu açtı.
Bundan sonra da sürekli
bu sektörde yenilikler
yapılmıştır. Delici, birleştirici,
tutucu gibi eski aletler
zamanla çok gelişti. Bunun
yanında tarihi denilebilecek birçok
alet de halen kullanılmaktadır.
bir konu
40
Sevgili Arkadaşlar;
Çevremize baktığımızda gördüğümüz, ağaçlar, gökyüzü, meyveler,
çiçekler… renkleriyle hayatımıza neşe katan unsurlardır.
Renk deyince bir çırpıda cevap verebiliyor muyuz? Biraz zorlanıyoruz
değil mi? Doğduğumuz günden beri renklerle iç içeyiz. Peki, renk
nedir, kaç tane renk vardır? biliyor musunuz?
Renk, nesnelerden yansıyan ışıkların gözümüzce algılanması sonucu
gördüğümüz şeydir. Görüp algıladığımız foton enerjisidir. Renk
aslında bir ışıktır. Bir nesnenin üzerine gelen ışığın bir
kısmı emilir, yansıyan ışık bize yüzeyin rengi
olarak görülür. Renkleri ayırt etmemizdeki
temel sebep ışıktır.
41
Tayf nedir?Tayf, beyaz ışığın, bir prizmadan geçtikten sonra ayrıldığı renklere verilen isimdir. Beyaz ışığı meydana getiren yedi rengin kırılmaları değişik olduğu için, bir prizmadan ayrı ayrı açılarla kırılırlar ve böylece değişik yedi renkli tayfı (renk tayfı) meydana getirmiş olurlar.
Tayfın en bilindik örneği gökkuşağıdır. Güneşin ışınları, tüm renkleri içerir. Maviyi, kırmızıyı, yeşili, sarıyı ve diğerlerini… Yağmur
yağdıktan sonra bulutlarda bulunan su damlacıkları, güneş ışınlarını temel renklerine ayırarak
(kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, lacivert, mor) gökkuşağının oluşmasına neden olur. Özellikle güneş ışığında görülen bu tayf, yağmurlu havalarda görülen gökkuşağında, yağmur damlalarının bir prizma vazifesi
görmesi sonucu belirli bir şekilde kendini gösterir.
Işığın yansımasıBir nesne, yansıttığı ışık nedeniyle; yalnızca tek bir renk
olarak görünür. Örneğin; bir yaprak yeşil renkli görülür, çünkü yeşil ışığı yansıtırken tayfta yer alan diğer bütün renkleri emer. Turuncu renkte gördüğümüz mandalina, portakal turuncuyu yansıtır, diğer renkleri emer. Kırmızı gömleğimizin kumaşı bir boyar madde ile doyurulmuştur. Beyaz ışık kumaş üzerine düştüğünde boyar madde ışığın yeşil ve mavisini tutar, kırmızısını yansıtır.
Ana renkler19. yüzyılda bilim adamları neredeyse tüm renk ışıklarının, üç temel rengin (kırmızı, mavi ve yeşil) değişik miktarlarda, birbirlerine karıştırılmasıyla elde edilebileceğini keşfettiler. Bu üç renk, ışığın ana renkleri olarak bilinmektedir. Eğer eşit miktarlarda kırmızı, mavi ve yeşil ışık karıştırılacak olursa ortaya beyaz ışık çıkacaktır. Fotoğraf, baskı ve televizyonda renkler karıştırılarak milyonlarca farklı renk elde edilmektedir. Resim yapmakta kullanılan renk maddelerinin ana renkleri farklıdır. Buradaki ana renkler; sarı, mavi ve kırmızıdır; karıştırıldıklarında siyah rengi oluştururlar.
Sarı, kırmızı ve mavi renklere, “Esas Renkler” veya “Meydana Getirilemeyen Renkler” adı verilir. Yeşil, turuncu ve mor renkler ise esas renklerin ikişerli karışımından meydana gelirler.
Örneğin: Sarı+kırmızı = turuncu, Sarı+mavi = yeşil, Mavi+kırmızı = mor
Renkler, aynı zamanda sıcak ve soğuk renkler olarak da sınıflandırılır. Sarı, kırmızı, turuncu sıcak olarak algılanırken mavi, yeşil, mor soğuk olarak algılanır.
Işıkla ilgili optik alanlarda
ve teknolojilerde yeşil, mavi,
kırmızı temel renk kabul
edilir. Bunlar ışık renkleridir.
Karışımından magenta,
cyan ve sarı ortaya çıkar. Bu
renklerin (renkteki ışıkların)
üçü üst üste bindirildiğinde ise
“beyaz” ortaya çıkar.
43
Doğada gözümüze yansıyan tüm renkler, “mavi”, “yeşil” ve “kırmızı”nın karışımıyla oluşur. Televizyon, bilgisayar, kamera, dijital fotoğraf makinesi, bu yönteme uygun bir teknoloji ile çalışır. Kısaca renk burada ışık ile elde edilir. Işık yoksa renk de yoktur.
Rengi belirlemek için mutlaka ışık olmalı, görünen bir yüzey, onun dokusunda pigment ya da boyar madde renkleri ayrıştıran tanecikler bulunmalı ve bunları gören sağlıklı bir göz ile gözden gelen sinyalleri algılayan beyin gerekmektedir. Bu şartlar bir araya geldiğinde sağlıklı bir biçimde renkleri görebiliriz.
Renklerin, meydana getirdiği ve yansıttığı değişik havadan, insan ruhu çeşitli şekillerde etkilenir. Sevdiğimiz renkleri yansıtan kıyafet giydiğimizde kendimizi daha mutlu hissederiz. Renkler yerine göre huzur, ferahlık ve dinginlik verebileceği gibi tersine kötümserliğe veya huzursuzluğa da neden olabilir. Bununla beraber renklerin üzerimizde bıraktığı etkiler; özel durumumuza, ruh halimize bağlıdır.
vücudumuzu tanıyalım
44
sinir sistemisinir sistemiCanlılar bulundukları çevreyle sürekli bir iletişim ha-
lindedirler. Çevreden gelen uyarılarla uyarılır ve bu
uyarılara yanıt oluşturarak yaşamlarını devam et-
tirirler. Bu düzen vücudumuzun çoğu sisteminde
bulunmakla birlikte, sinir sistemi uyaranların
doğru bir şekilde alınması, ilgili merkezlere
iletilmesi, değerlendirilip sınıflandırılması
ve onlara uygun yanıtların oluşturulmasını
sağlayan en mükemmel işleyişe sahiptir.
Sinir sistemi çevreden aldığı uyarıları
İmpuls adı verilen elektriksel sinyalle-
re dönüştürerek iletir.
İnsan vücudunun yöneticisi olan
beynin, bilinç, düşünme, hafı-
za, hareket (motor) ve duyu
gibi birçok karmaşık fonk-
siyonları vardır. Beyin, sinir
sisteminin üst merkezidir.
Sinir sistemi, canlıların iç ve dış
çevrelerini algılamasını sağlayan, içeriden ve
dışarıdan bilgi alan, aldığı bilgiyi işleyip duyu
haline getiren ve ilgili bölgeye ulaştıran,
vücudu ağ gibi saran yapının bütünüdür.
Sinir sistemi, vücut içerisindeki hücreler
ağı sayesinde sinyallerin farklı bölgelere
iletimini sağlayan, organların, kasların
ve genel olarak bütün organizmanın
aktivitelerini düzenleyen bir organ
45
sistemidir. Her birine Nöron adı verilen binlerce sinir hücresi, vücudun iletişim şe-
bekesi olan sinir sistemini oluşturmak üzere birbirine bağlanır. Sinir sistemi, beyin
tarafından kontrol edilir.
Nöronun (sinir hücresi) temel
hücre yapısı, diğer hücrelerden
pek farklı değildir. Nöronlar bir
hücre gövdesi ve ona bağlanan
bir ya da birden fazla uzantıdan
oluşurlar. Bu uzantılardan kısa
olanlarına Dendrit, uzun olan-
larına ise Akson denilir. Bir nö-
rondaki dendrit sayısı birden fazla
olabilirken; aksonlar tektir. Dendritler
dışarıdan gelen impulsları nöron gövdesi-
ne getirirken aksonlar ise nöron gövdesinden
giden impulsları çevreye taşırlar.
Komşu nöronlar temas etmez. Sinaps denilen küçük boşluklar-
la birbirlerinden ayrılırlar, ancak bu boşluklardaki kimyasal madde-
lerle birbirileriyle iletişim halinde kalırlar. Nöronlar, beyin-vücut arasındaki komut-
ları çok hızlı (saniyede metrelerle ifade edilecek hızda) bir şekilde iletirler. Tüm nö-
ronların yaklaşık olarak yüzde doksanı beyinde ve omurilikte yer almaktadır. Sinir
sistemi içinde nöronlar gruplar halinde bulunurlar. Omurilik ve beyindeki değişik
büyüklük ve şekilde olan, aynı veya benzer fonksiyon yapan, bir arada toplanmış
nöron gruplarına nükleus (çekirdek) adı verilir. Beyin ve omurilik dışındaki yani
altta değindiğimiz çevresel sinir sistemindeki bu nöron gruplarına ise
gangliyon (sinir düğümü) denmektedir. Bu sinir hücrelerinin
toplu olarak bulunduğu beyin ve omurilik saha-
ları gri cevher ismini alırken, bunun dışında
kalan ve çoğunlukla miyelinli sinir liflerinden
meydana gelen sahaya da beyaz cevher denir.
Sinir sistemi, sınıflandırma anlamında anatomik
olarak iki temel gruba ayrılır: Merkezi sinir siste-
mi ve Çevresel sinir sistemi.
46
Merkezi Sinir Sistemi
Beyin ve omurilikten meydana gelir. Sinir sisteminde çevreden gelen uyarılar, elek-
triksel olarak cevabın oluşturulacağı organa iletilir. Bu, saniyeden çok daha kısa
zamanda olup biter. İlkel organizmalarda bu cevaplar, neslin de devamını sağlayan
savunma reaksiyonları şeklindedir. Fakat üst canlılar çevreden daha çok uyarı alır
ve bunların çevreyle uyum sağlaması daha da önem kazanır. Bu şekilde üst canlı-
larda, daha çok sayıda uyarı alan reseptörler gelişmiş ve gelen uyarıları düzenle-
yen başta beyin olmak üzere karışık hiyerarşik ilişkileri olan üst merkezler meyda-
na gelmiştir.
Merkezi Sinir Sistemi 2 ana parçadan oluşur de-
miştik; beyin ve omurilik. Buralar iletilen bil-
gilerin karşılıklı ilişkisinin ve uyumunun
yapılandırıldığı ana merkezlerdir. Or-
talama bir erişkinin beyni 1300-1400
gramdır. Beyin yaklaşık 100 milyar
sinir hücresi (nöron) ve trilyonlarca
“glia” denilen destek hücrelerinden
oluşur. Omurilik ise yaklaşık olarak
kadınlarda 43 cm, erkeklerde ise 45
cm uzunluğunda ve 35–40 gram ağır-
lığındadır. Omurilik aslında beynin bir
uzantısı olup omurga içerisinde beyin-
den kabaca kuyruk sokumu kemiğine
kadar uzanmaktadır. Boyunca uzanan
omur sinirleri, beyinle vücut arasında
iletişimi sağlarlar. Omurilik refleksleri de
üst merkezlerden bağımsız olarak ayrıca
önemli rol oynamaktadır. Örneğin keskin bir
cisme dokunduğumuzda, sinir uyarıları par-
mak ucundan omuriliğe, oradan da alınan ko-
mutlarla üst kol kaslarına geçer ve tehlikeden
uzaklaşmak için hemen elimizi düşünmeden ve
zaman kaybetmeden geri çekmemizi sağlar; bu
olay saniyeden çok daha kısa sürede gerçekleşir.
47
Bilişsel anlamda en üst merkez olan beyin, Serebral Hemispheres (beyin yarım kü-
releri) adı verilen iki bölüme ayrılmıştır. Bu iki bölüm gri ve beyaz maddeleri içerir.
Sinir hücre gövdesinden oluşan gri madde yüzeyde bulunur ve mesajları yaratır. İç
kısımda yer alan beyaz madde ise vücuda mesajları taşıyan sinir lifleri ile doludur
ve bu sinirleri çevreleyen miyelinin beyaz renginden dolayı bu ismi almıştır. Kabaca
değerlendirildiğinde insan beyninin her tarafı aynı gibi algılanabilir, ancak gerçekte
farklı bölgeler özel görevler üstlenmiştir. Örnek vermek gerekirse; bir bölge göz-
den gelen sinir sinyallerini alıp işlemden geçirirken bir diğeri dokunma duyusuyla
ilgilidir ve deriden gelen sinyalleri işler. Bu bölümlerin önde gelenlerinden biri de
kaslara sinyalleri gönderen motor mer-
kezdir. İşitme, tatma, konuşma ve
diğer vücut işlemlerini yerine
getirmekle görevli duyu mer-
kezleri olarak tanımlanan başka
bölgeler de mevcuttur.
Beynin bir tarafına gelen ya da
giden sinir sinyalleri vücudun
terste kalan tarafına etki eder.
Vücudun sağından gelen sinyal-
ler beynin sol yarım küresinde,
soldan gelen sinyaller ise sağ
yarım küresinde değerlendirilir,
ancak yine de iki taraf arasında
farklı düzeylerde ilişki vardır.
48
Çevresel Sinir Sistemi
Uyartıları alıp beyin ve omuriliğe ileten, oluştu-
rulan tepkiyi doku, bez ve organlara götüren
sinirlerin tümüne çevresel sinir sistemi
denir. Bu sistem Kraniyal ve Spinal
sinirlerden oluşur.
Sinir sistemi ayrıca fizyolojik
olarak da Somatik ve Otonom
sinir sistemi olarak sınıflandı-
rılabilir. Somatik sinir sistemi,
isteğimizle yaptığımız dav-
ranışların düzenlenmesinden
sorumlu olup, çizgili kas, ağız,
deri gibi organları ilgilendirir.
Otonom sinir sistemi ise kalp,
düz kas ve bezler gibi isteğimiz
dışında çalışan organları ilgilen-
dirir. Bu sistem merkezi ve çevresel
her iki sistemde de kısmi olarak bulunur.
Otonom sistem birbirine zıt çalışan, sağlıklı
bir kişide denge halinde olan sempatik ve para-
sempatik sistemlerden oluşur. Sempatik sistem vücudu tehlikeye karşı hazır; kalbin
çalışmasını hızlandırır, kan basıncını artırır ve soluk yollarını genişletirken sindirimi
yavaşlatır. Parasempatik sistem ise enerji depolama yönünde fonksiyon görür; kal-
bin çalışmasını ve solunum yollarını baskılarken, sindirimi hızlandırır.
Sinir sistemi sağlığı açısından, sağlıklı ve dengeli beslenmek ile alkol ve sigaradan
uzak durmak çok önemlidir. Sebze ve meyve tüketimine önem verilmesi şarttır.
Sigara, beyin hücrelerini tahrip eder ve yeni hücrelerin oluşumunu engeller. Sigara
gibi alkolün zararları da çok fazladır. Alkol, beyin hücrelerini yok etmekte, beyni bir
yandan harap ederken bir yandan da hafıza zayıflığına neden olmaktadır.
Başlıca sinir hastalıkları Menenjit, Migren, Epilepsi (sara), Parkinson, Şizofreni,
Alzheimer hastalığı olarak sayılabilir.
4949
kim kimdir
Bu sayımızda, sizler için dergi ve öykü kitapları hazırlayan bir yazarımızı, Yalvaç Ural ’ı tanıtacağız.
1945 yılında, Konya’da dünyaya geldi. Annesi ilkokul öğretmeni, babası ise Toprak Mahsulleri Ofisi’nde eksper müdürü idi. Annesi ve babasının memuriyetinden dolayı öğrenimini Anadolu’nun değişik yerlerinde sürdürdü. İstanbul’da Kabataş Lisesi’nde başladığı lise öğrenimini Atatürk Erkek Lisesi’nde tamamladı. Lise yıllarında müziğe ve edebiyata ilgi duydu.
5050
İşte size birkaç fil zıpırı;
Taze file ne ad verilir? filiz
Adı olmayan filden nasıl söz edilir? filan
Fillerin en sevdiği çiçek hangisidir? karanfil
Pazara giden file ne denir? fileDüşünen file ne denir? filozof
Filler nerede yaşar? filipinler
Liseden sonra meslek olarak gazeteciliği seçti. Çeşitli gazetelerde görev yaptı.
Çocukların dünyasına şiirle girdi. Çocuk edebiyatının roman dışında bütün türlerinde kitapları yayınlandı. Çağdaş çocuk edebiyatımızın öncü yazarları arasında yer aldı. Yalvaç Ural, çocuk yayıncılığı alanında da çalışmalarını sürdürüyor. 23 yılda 25 çocuk dergisi yayınladı. Yurt dışında yayımlanan Türkçe dergilere katkıda bulundu.
65 çocuk kitabı yayınlayan Yalvaç Ural, yetişkinler için dört kitap ve bir şiir kitabı yayınlamıştır. “Sincap”, Kulağımdaki Küçük Çan”, “Bir Gök Dolusu Güvercin”, “Kırmızı Kızlar Çatıları Gizler”, “Kokulu Bir Gün”, “Anadolu Efsaneleri”, “Gözü Boynuz ile İzi Yaldız”, “Müzik Satan Çocuklar”, “Tekir Noktalama İşaretlerini Öğreniyor”, “Sayıları Boyama”, “Alfabe Boyama”, “La Fonten Orman Mahkemesinde” yayınlanmış çocuk kitaplarından bazıları. Yalvaç Ural’ın kitaplarından bazılarının animasyonu yapıldı ve Türkiye’de ve birçok ülkede yayınlandı.
Yalvaç Ural, 1979 yılında 2. Uluslararası Çocuk Kitapları Fuarında birincilik ödülü, 1980 yılında Milliyet Sanat Dergisi Oyun Ödülü, 1983 yılında Türk Yunan Dostluğu, Abdi İpekçi Şiir Başarı Ödülü, 1986 yılında Polonya Gülümseme Nişanı, 1992 yılında Çocuk Vakfı Ödülü, 1996 yılında TÖMER Yılın En İyi 10 Yazar Ödülünü aldı.
5151
Çocuk edebiyatındaki çalışmaları ile yurt dışında da tanınan Yalvaç Ural,
Hollanda’daki 5. Uluslararası Çocuk Şiir Festivali’nde, “Armonikanın Şairi”,
“Dünya Çocuk Şiirinin Şampiyonu” diye adlandırılmıştır.
Müzik Satan Çocuklar, Yalvaç Ural’ın çocuklarca
en çok beğenilen kitabıdır. Şiir- roman olarak
tanımlanabilecek ve bu türün en güzel örneklerinden
birisidir. Bu kitap birçok dünya diline çevrilip, çocuk
dergilerinde yayınlandı. Makedonya’ya yardımcı
ders kitabı olarak okutulan kitap, ayrıca dünyada
Çingenece basılan ilk çocuk kitabı özelliğine de sahip.
Kitapta bir çingene çocuğu olan Sali’nin yaşadıkları
anlatılır. Annesi, babası ve köpeği Kıvırcık ile göçebe hayatı yaşar Sali.
Ayrılmaz parçası, dostu, sırdaşı gibi sevdiği bir de kemanı vardır. Sali’nin
babası yaşlandığı için yerleşik hayata geçmek ister. Fakat bu o kadar kolay
değildir. Ne iş yaparlar? Nasıl geçinirler? Bundan sonra olanlar hüzünlü,
ancak bir o kadar da ibret vericidir.
5252
Sali, bir çingene çocuğu.Sali’nin evi yeryüzü. Ve Sali’nin kalbinden her çocuğa bir sevgi yolu uzar.
DAYANIŞMA
İki fidanNasılBirbirine yaslanarakKarşı koyuyorsa Rüzgâra
Bu iki yoksul çocuk daArkadaş olarakKarşı koymaya çalışıyorlardıYaşamaAmaHer yerdeHerkesDinlemiyordu onlarıKovulsalar daKahvelerdenSokaklardan
Yine de gerekiyorduÇalacak bir yerBulmaları
Sali’nin arkadaşı Gani’yle olan dayanışmasını anlatan bölümden bir parça.
Sevgili Arkadaşlar, eğer şimdiye kadar okumadıysanız bir an önce bu kitabı okumalısınız. Bir solukta okuyacağınızdan eminiz.
53
hayvanlar
53
Belki canlısını, belki de belgesellerde gördüğümüz, elleri ile yemeklerini yiyen sevimli hayvanlar, rakunlar, bu sayımızın konukları.
Ülkemizde görmeye alışkın olmadığımız rakunlar, genellikle Amerika’da
yaşarlar. Yaşam alanları daha çok su kenarlarıdır. Bataklık ve göl
kenarlarında bulunduklarından burada yaşayan canlılarla beslenirler.
Ayrıca iyi yüzücü olduklarından balık, kurbağa, semender avlayıp
karınlarını doyururlar.
54
hayvanlar
54
Rakunların ilginç bir özelliği
de yiyeceklerini suya batırıp
yemeleridir. Bu nedenle
yıkayıcı adı yakıştırılmıştır.
Buldukları bir et parçası ne
kadar temiz olursa olsun
yemeden önce mutlaka
suya batırıp yıkarlar.
Dokuz ay anne karnında
kalan rakun, nisan
veya mayıs aylarında
dünyaya gelir. Yaklaşık
üç hafta sonra gözleri
açılır. Rakunları tanımanın
bir yolu da maskeli gibi
görünmeleridir. Yeni doğan yavruların
bile yüzlerinde sanki siyah bir maske varmış
gibi görünür.
Rakunun burnu sivri, kulakları uzun
ve diktir. Yaklaşık 25 cm uzunluğunda
fırçamsı bir kuyruğu, kuyruğunda da
siyah ve sarı halkalar görülür.
Rakunun vücudunun büyük kısmı
kahverengimsi gri bir kürkle kaplıdır. Bu
kürk bazı rakunlarda daha sarımsı, hatta
siyaha yakın olabilir. Kürkün uzun ve sık tüylü
olması, hayvanın gürbüz görünmesini sağlar. İri bir
ev kedisi büyüklüğündeki rakun, ortalama 7- 8 kilo ağırlığındadır. Bununla
beraber 25 kiloya yaklaşan rakunlar az da olsa görülmüştür.
5555
Amerika’ya gelen ilk göçmenler, rakuna oldukça lezzetli olan eti dolayısıyla değer verdiler. Göçmenlerin o meşhur başlıkları da rakunun kürkünden yapılırdı. Rakun kürkü bugün dahi «Alaska samuru» veya «Alaska ayısı» adı
altında epey rağbet görmektedir.
Bir Amerika hayvanı olan rakun, Kanada’nın güney sınırından itibaren
Birleşik Amerika’da, Meksika’da ve Orta Amerika’da yaşar. «Yengeç yiyen
rakun» denilen bir yakın akrabasına Güney Amerika’da rastlanır. Bu
hayvan, Kuzey Amerika’lı akrabasına benzerse de kürkü daha kısa ve kaba
tüylü, kuyruğu daha az dolgundur. Ağaçların üzerinde daha az
vakit geçirir. Yengeç yiyen rakunun yiyecek listesinde
yengeçten daha başka şeyler de olduğunu
belirtmeden geçmeyelim.
5656
Rakunlar, günlük ihtiyaçlarını
karşılarken ellerini çok iyi
kullanırlar. Bir rakunun
elleri çok oynaktır ve çok
iyi bir dokunma duyusuna
sahiptir. Rakunlar hem
suyun içindeyken, hem de
dışarıda iken yiyecek bulmak
istediklerinde ellerini kullanırlar.
Sonbaharda bol yağ depolayan
rakunlar kış uykusuna yatmamalarına
rağmen kışın çoğunu inlerinde
dinlenerek geçirirler. Bu sayede zorlu
kışlar onları fazla etkilememiş olur.
Bir rakun için normal hayat süresi
dokuz veya on yıldır. Fakat hayvanat
bahçesinde on üç yıl veya biraz
daha fazla yaşayanları görülmüştür.
Yavruyken ele geçirildiği takdirde,
evcilleştirilmesi oldukça kolaydır.
57
BELİRLİ GÜN ve
HAFTALAR
Dünya Hayvanları Koruma Günü(4 Ekim)
57
Dünya Çocuk Günü (Ekim Ayının İlk Pazartesi Günü)
İlk olarak 1822 yılında İngiltere’de biraraya gelen hayvan dostları, Hayvanları Koruma Birliği’ni kurdular. Amaçları, hay-vanların daha iyi koşullarda yaşamaları, insanlar tarafından kötü davranışlara hedef olmamaları ve korunmalarıydı. Bu oluşumun ardından dünyanın pek çok ülkesinde aynı amaç-la bir araya gelen gruplar, 1931 yılında Lahey’de Dünya Hay-vanları Koruma Federasyonu adı altında birleşerek 4 Ekim’i “Hayvanları Koruma Günü” ilan ettiler.
Sevgili arkadaşlar, bize çok yararı olan, kimi zaman arkadaşlık eden hayvanları sevip korumalıyız. Unutulmayalım ki; her canlının yaşama hakkı vardır. Hayvanların canını yakmak, onlara zarar vermek, bir insanlık suçudur.
En iyi arkadaşınız hayvanlardır. Ne soru sorarlar, ne de kusur bulurlar. (George ELIOT)
Bütün dünyada her yıl Ekim ayının ilk pazartesi günü Dünya Çocuk
günü olarak kutlanmaktadır. Suçlu çocuk sayısının gittikçe arttığı dünyamızda, çocukların iyi yetiştirilmeleri, iyi eğitim almaları evrensel bir konudur. Bu amaçlar
çerçevesinde, bu ortak sorunu çözmek amacıyla İsviçre’de birçok ülkenin katılımıyla Uluslararası Çocukları Koruma Birliği kuruldu. Daha sonra bu kuruluş UNICEF
adını aldı. UNICEF, 1954 yılında Dünya Çocuk Gününü her yıl kutlama kararı aldı.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 1959 yılında yayınladığı ‘Çocuk Hakları Bildirisi’nin
yanı sıra Türkiye de 1963’te ‘Türk Çocuk Hakları Bildirisi’ni hazırlamıştır.
58
İstanbul’un Kurtuluşu (6 Ekim)Birinci Dünya Savaşı’nda müttefikleri yenildiği için yenik sayılan Osmanlı
Devleti, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşmasına dayanılarak işgal edildi. 16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edilmiş
oldu. Ancak düşmanın öteden beri almak istediği İstanbul şehri öyle kolay kolay Türklerin elinden alınacak bir şehir değildi. Batı Anadolu düşmandan
temizlenip, Kurtuluş Savaşı da zaferle sona erdikten sonra imzalanan Lozan Barış Antlaşması gereğince düşman askerleri İstanbul’dan
çekileceklerdi.
5 Ekim 1923’te şehrin Anadolu yakasına gelen Türk Ordusu, 6 Ekim 1923 günü coşkun bir bayram havası içinde, sevinç gözyaşları arasında ve çiçek
yağmuru altında İstanbul’a girdi. Böylece beş yıl kan ağlayan güzel İstanbul kurtulmuş oldu.
Ankara’nın Başkent Oluşu (13 Ekim)
Anadolu’nun ortalarında kalan Ankara, Kurtuluş Savaşı yıllarında savaş cephelerine eşit
uzaklıkta idi. Savaşın yönetimi ve haberleşme Ankara’dan kolaylıkla yürütülüyordu. Kurtuluş mücadelesini Samsun’da başlatan Mustafa Kemal, yaptığı Erzurum ve Sivas
Kongrelerinde millet temsilcilerinin seçilmesini ve bir merkezde toplanmasını istemişti. İşte bu toplanılan yer de Ankara şehriydi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920’de Ankara’da açıldı ve Mustafa Kemal’i Başkan seçti. Bu tarihten sonra kurtuluş mücadelesinin tüm çalışmaları bu kentten
sürdürüldü. Yurdumuzun düşmanlardan kurtarılmasının ardından 13 Ekim 1923 günü İsmet Paşa ve dört arkadaşı Ankara’nın başkent olması için TBMM’ne yasa önerisi
verdiler. Öneri Mecliste oylandı, kabul edildi. Böylece Ankara yeni Türkiye Devleti’nin başkenti oldu.
Dünya Gıda Günü, Beslenme ve Gıda İsrafını Önleme Haftası (9-16 Ekim)
Dünya nüfusu, git gide artmakla birlikte artan nüfus bir takım sorunları
da beraberinde getirmektedir. Açlık ve yetersiz beslenme, bunun yanı sıra gıdaların dağılımındaki eşitsizlik birçok insanı etkilemektedir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım
Örgütü (FAO), 16 Ekim gününü Dünya Gıda günü olarak kabul etmiş ve gelecekte daha büyük sorun haline gelecek olan gıda sorununa dikkat çekmeyi amaçlamıştır. Dünya Gıda gününde Birleşmiş Milletlere üye ülkelerde açlık, gıda üretimi ve tüketimi gibi
konular incelenir, beslenme üzerinde durulur.
Cumhuriyet Bayramı (29 Ekim)TBMM’nin 19 Nisan 1925’te aldığı bir kararla her yıl 29 Ekim günü Cumhuriyet Bayram olarak kutlanır. 1920’de TBMM açılmış, 1922’de saltanata son verilmişti. Ülkenin önündeki yeni sorun, devletin yönetim şekliydi. Çünkü hâlâ hilafetten yana olanlar vardı. Gazi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının Meclise verdiği önerge kabul edilerek yönetim şekli belirlenmiş oldu. 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan edildi. Halk büyük bir coşku ve sevinçle karşıladı bu haberi.
Ulusal bayramımız olan “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı”, o tarihten itibaren her yıl ülke içinde ve dış temsilciliklerde resmi törenlerle kutlanmaktadır.
Birleşmiş Milletler Günü (24 Ekim)
Birleşmiş Milletler, evrensel barış ve uluslararası da-
yanışmayı sağlamak amacıyla kurulan bir örgüttür. İkinci Dünya Savaşı’nın bı-
raktığı izleri silmek ve dünyada savaşların olmaması için 51 ülkenin temsilcileri
ile birlikte 24 Ekim 1945 yılında kuruldu. Bugün bu örgütün 192 üyesi bulun-
maktadır. Eskiden beri uluslararasında yaşanan anlaşmazlıklar ve savaşların
sorunları çözmekten çok tüm insanlar için büyük bir yıkım
olduğu gözlenmiştir.
59
Dünya Standardlar Günü (14 Ekim)
Standard yaşamımızın her alanında karşı karşıya kaldığımız bir
kavramdır. En basit tanımıyla standard, “yapılışta, anlayışta, ölçmede, denemede birlik ve beraberliktir. Yeni teknolojiler insana yardım etmek üzere geliştirilmektedir. Ve
insanın olduğu gibi çevrenin korunmasını da sağlamayı amaçlamaktadır. Standardlar kullanımda güvenliği, güvenilirliği, diğer ürünlerle uyumu, öngörülen amaca uygunluğu,
kaliteyi ve çevre etkilerinin korunmasında olağanüstü bir rolü üstlenmektedir.Standardları hazırlama görevini ülkemizde Türk Standardları Enstitüsü yerine
getirmektedir. Yalnız Türk Standardları Enstitüsü tarafından kabul edilen standardlar “Türk Standardı” adını alır.
Standardlar temelde teknik belgeler olarak hazırlanırlar. Nihai amacı, insan hayatını kolay ve güvenilir kılmaktır.
Hayatımız için büyük önem taşıyan standardların önemini 14 Ekim Dünya Standardlar Günü’nde anlama ve anlatma fırsatı bulunmaktadır.
60
Kızılay Haftası (29 Ekim - 4 Kasım)
Kızılay bir yardım kurumudur. Ülkemizde,1868 yılında, Yaralı Askerlere Yardım Derneği adıyla kurulmuştur.
Daha sonra adı Hilal-i Ahmer olmuştur. Hilal; ay, ahmer; kırmızı anlamındadır. Cumhuriyetten sonra derneğin adı Türkiye Kızılay Derneği olmuştur. Kızılay; savaş, deprem,
sel baskını, yangın, salgın hastalık gibi felakete uğrayanlara yardım eder. Depremden, selden, yangından zarar görenlerin yardımına koşar. Felakete
uğrayanların barınmaları için çadır, battaniye, yiyecek, giyecek dağıtır. Yaralananların iyileşmeleri için geçici hastaneler kurar. Savaşta yaralanan
askerlerin de yanındadır.
Kızılay, yardımlarını insanlar arasında ayırım gözetmeksizin yapar. Kızılay, savaşta ve barışta halkın kara gün dostudur.
Türk Harf Devrimi Haftası (1-7 Kasım)
Lösemili Çocuklar Haftası (2-8 Kasım)
Lösemi bir kan hastalığıdır. Kanın yapım yeri kemik iliğidir.
İliğinin içerisindeki kök hücreler, kendilerine benzer hücre oluşturur ve çoğalarak kana geçerler. Bu hücrelerdeki bozulmalar hastalığa neden olur. Bu hastalığa
halk arasında “kan kanseri” de denir. Her yaştan insan bu hastalığa yakalanabilir. Ancak, 0- 16 yaş çocuklarda daha sık görülmektedir. Eğer tedavi edilmezse hasta
kaybedilebilir. Bu hafta boyunca çeşitli etkinliklerde halkın hastalık konusunda bilinçlendirilme amaçlanmaktadır.
Lösemi, son derece uzun, zor ve pahalı bir tedavi gerektirmektedir. Ancak bu tedavi sonucunda % 70–85 oranında tamamen iyileşme sağlandığı
belirtilmektedir.
Cumhuriyetin getirdiği yenilik-
lerden birisi de Harf Devrimidir. Yazı dilinde
kullanılan Arap harflerinin yerine
1 Kasım 1928’de Latin Harflerinden oluşan
Türk Afabesi TBMM’de onaylanmıştır. Bugün
de kullandığımız alfabe, Türk dil yapısına en
uygun alfabedir.
61
Dünya Kalite Günü (Kasım Ayının İkinci Perşembe Günü)
Kasım ayının ikinci haftası içindeki Perşembe günü, “Dünya Kalite Günü”
olarak kutlanmaktadır. Yediğimiz yiyecekten soluduğumuz havaya,
giydiğimiz giyecekten kullandığımız eşyaya kadar her şeyde aradığımız
kalite, aslında çok geniş tanımıyla bir yaşam tarzı ve hayat felsefesi
olarak tanımlanabilir.
Yurdumuzda da kutlanan bu gün, kaliteyi yaygınlaştırmak, toplumda
kalite bilincini yerleştirmek amacına yönelik etkinliklerle kutlanmaktadır.
Atatürk Haftası (10 Kasım’ı Takip Eden Hafta)
Dünya Çocuk Kitapları Haftası (Kasım Ayının İkinci Haftası)
1917
yılında Amerikan İzcileri Kitaplık Yöneticileri tarafından
ortaya atılan “Kitap Haftası” fikri, aydınların, yazarların ve yayıncıların da çabalarıyla
benimsendi ve Kasım ayının ikinci haftası pek çok ülkede “Kitap Haftası” olarak
kutlanmaya başlandı.
Ülkemizde de Dünya Çocuk Kitapları Haftası’nda, sergiler, fuarlar açılmakta, imza gün-
lerinde yazarlar küçük okuyucularıyla buluşmakta ve kütüphanesi olmayan okullar için
kampanyalar düzenlenmektedir.
Devletimizin kurtarıcısı ve kurucusu ulu
önderimiz Atatürk, 10 Kasım 1938’de saat dokuzu beş
geçe ölmüştür. Her yıl 10 Kasım tarihi ile başlayan hafta-
da çeşitli etkinliklerle Atamızı anıyoruz. Geleceği emanet
ettiği gençler onu yalnız bu hafta boyunca değil, her za-
man örnek almalı ve anmalıdırlar.
62
Mevlana Haftası (2-9 Aralık)
Dünya Özürlüler Günü (3 Aralık)
Özürlülük, doğuştan olduğu gibi kaza veya uzun süren bir hastalık sonucu da olabilir. İnsanların, bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal yetenek-
lerinin kaybı, kendilerinin olduğu kadar içinde yaşadıkları ailenin, toplumun da sorunudur. Özürlülerin toplumun bir parçası olduğunu unutmamak, ihtiyaçla-rını karşılayacak çalışmalar yapmak, bu konuda toplumsal duyarlılığı artırmak
son derece önemlidir.
Öğretmenler Günü (24 Kasım)
Atatürk, Millet Mektepleri’nde yazı tahtasının başına geçerek dersler verdi.
Bakanlar Kurulu 24 Kasım, Atatürk’ün Millet Mektepleri Başöğretmenliğini kabul ettiği gündür.
Bir ulusu yetiştiren, düşünmeyi, okumayı, yazmayı, iyi ve kötüyü bizlere öğreten öğretmenlerimizdir. Öğretmenlerimizin toplum içinde layık oldukları değer ve önemi vurgulamak amacıyla 1981 yılından itibaren 24 kasım günü ‘Öğretmenler Günü’, 24-
30 kasım arası da ‘Öğretmenler Haftası’ olarak kutlanır.
Atatürk; “Öğretmenler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” demekle öğretmene yüklediği sorumluluğu ve değeri anlatmıştır.
1207 yılında, Horasan’ın Belh şehrinde dünyaya gelen Mevlana, İslâm ve tasavvuf dünyasında tanınmış bir şair, düşünce adamı ve Mevlevi yolunun öncüsüdür.
Mevlana’ya göre tanrıya ulaşmak için gerekli olan en önemli şey aşktır. Bir bitki ve hayvan da
sevebilir; ancak, hem bedeniyle, hem bilinciyle, hem düşüncesiyle, hem de belleğiyle sevebilen tek varlık insandır. Mevlana’nın sevgisi evrenseldir, ırk, din, dil ayrımı yapmadan tüm insanları kapsar. Mevlana’nın
bu yüce sevgisi, insanlara hoşgörüyle yaklaşmasını sağlamıştır.
Bu hoşgörüsünü şöyle ifade etmiştir: “Gel ne olursan ol, gel
İster tanrı tanımaz, ister ateşe tapar, İster bin kez tövbeni bozmuş ol
Bizim dergâhımız umutsuzluk dergâhı değil, Gel ne olursan ol, gel ”
Mevlana bu sözleriyle insanların yüreğine ışık saçmış, insanlar arası her türlü ayrımı ortadan kaldıran felsefesiyle yürekleri fethetmiştir.
63
Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası (12-18 Aralık)
Milli ekonomimizin geliştirilmesi
amacıyla satın aldığımız ürünlerin yerli malı olmasına özen göstermeliyiz.
Bu hafta, tasarruf yapmayı, yerli malı tüketmenin önemini, ülkemizin kaynakla-
rının iyi değerlendirilmesini, temel tüketim maddelerinin öz kaynaklardan
karşılanmasını vurgular.
İnsanların parasını, malını, eşyalarını, zamanını ve sağlığını koruma ve kullan-
masına tutumlu olmak denir. Tutumluluk hiçbir zaman cimrilik demek değildir.
Tutum ve yatırım, ülkeler için de önemli bir konudur. Çünkü devletler de gelir-
leriyle giderlerini dengelemek zorundadır. Bir devlet eğer gelir ve giderlerini iyi
ayarlarsa; gelir kaynaklarını iyi yatırımlarda kullanırsa kalkınır, zenginleşir ve
hiçbir devlete bağımlı kalmaz.
Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi (27 Aralık)
Atatürk Kurtuluş Savaşı’nın en iyi Ankara’dan
yönetileceği inancındaydı. Ankara, yurdumuzun tam ortasında ve cephelere de
eşit uzaklıktaydı. Bu düşüncelerle Atatürk ve temsil heyetinin üyeleri, 27 Aralık
1919’da, saat 14.00’de Dikmen sırtlarından Ankara’ya geldi.
Ankara ve çevre halkı, Atatürk’ü ve temsil heyeti üyelerini büyük sevgi ve
sevinç gösterisi ile karşıladılar. Davullar çalındı, oyunlar oynandı, seğmenler
gösteriler yaptı.
İnsan Hakları Günü (10 Aralık)
Adından da anlaşılacağı gibi insanların hiçbir ayırım
gözetmeksizin eşit haklara sahip olduklarını ifade eden İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi, 10 Aralık 1948 günü Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu
tarafından kabul edilmiştir. 30 maddelik bu bildirge tüm insanların haklarının
hiçbir tereddüde yer vermeden uygulanmasını amaçlamaktadır.
İnsan haklarını, insanın kendisi değil, yasalar, eşit olarak, hiçbir ayrım yapma-
dan koruyacaktır.
64
1
2
3 4
6 75
8
8 fark
1. ve 2. Adam geçer =2 dak
1. Adam geri döner =1 dak
3. ve 4. Adam geçer =10 dak
2. Adam geri döner =2 dak
“Oku-la giderken yolda
yedi kızı olan bir
adamla tanıştım. Her kız
yedi çanta taşıyordu. Her çan-
tada da yedi kedi vardı.
Her kedinin de yedi
yavrusu vardı. Kedi
yavruları, kediler,
çantalar, kızlar. Toplam kaç kişi
okula gidiyordur ?”
cevaplar
3 Kim evini kiraya vermez?
4 Damlaya damlaya ne olur?
5 Adamın biri durmadan uluyormuş, neden?
6 Hangi kaba su konmaz?
1
Bir, çünkü yalnızca olayı anlatan okula gidiyor.
3 Kaplumbağa
4 Su faturası kabarır
5 İçine kurt düşmüş de ondan
6 Ayakkabı
Önlerindeki bir köprüyü geç-meye karar vermiş 4 adam var. Hepsi köprünün aynı tarafında. Bütün adamları karşı kıyıya geçirmek
için yanlızca 17 dakikanız var. Ellerinde bir tek fener var. Gece olduğu için en fazla 2 kişi köprüden geçebilir. Köprüden kim geçerse geçsin feneri biri taşıyacak ve geri getirecektir. Adamların her birinin hızı farklıdır. Köprüyü geçen çiftlerden biri daha hızlı dahi olsa yavaş olanın hızında geçebilir. Adamlarımızın hızları : 1. Adam: Köprüyü 1 dak. geçiyor. 2. Adam: Köprüyü 2 dak. geçiyor. 3. Adam: Köprüyü 5 dak. geçiyor. 4. Adam: Köprüyü 10 dak. geçiyor.