204
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İLAHİYAT ANABİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ Yüksek Lisans Tezi AHMET YAVUZ ŞAHİN İstanbul, 2009

SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

  • Upload
    others

  • View
    16

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İLAHİYAT ANABİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI

SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ

Yüksek Lisans Tezi

AHMET YAVUZ ŞAHİN

İstanbul, 2009

Page 2: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İLAHİYAT ANABİLİM DALI İSLÂM TARİHİ BİLİM DALI

SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ

Yüksek Lisans Tezi

AHMET YAVUZ ŞAHİN

Danışman: PROF. DR. ZİYA KAZICI

İstanbul, 2009

Page 3: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,
Page 4: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

i

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER………………………………………………………………………….. I

ÖNSÖZ…………………………………………………………………………………IV

KISALTMALAR………………………………………………………………………VI

GİRİŞ

A. DOĞUMU VE ŞEHZÂDELİĞİ……………………………………………………...2

B. CÜLÛSU...……………………………………………………………………………6

BİRİNCİ BÖLÜM

DÖNEMİN SİYASÎ OLAYLARI

A. İÇ SİYASET………………………………………………………………………...11

I. Sened-i İttifak……………………………………………………………………..19

II. Sekbân-ı Cedîd’in Teşkili………………………………………………………..26

III. Alemdâr Mustafa Paşa’ya Karşı Yeniçeri Ayaklanması………………………..30

IV. Merkezî Otoritenin Güçlenmesi İçin Yapılan Bazı Sadâret

Değişiklikleri …………………………………………………………………...40

B. DIŞ SİYASET………………………..……………………………………………...42

I. Erfurt Görüşmesi………………………………………………………………….42

II. Osmanlı-Rus Savaşı ve Tatariçe Zaferi………………………………………….44

III. Bükreş Muâhedesi ………………..…………………………………………….49

IV. Son Osmanlı-İran Savaşı………………………………………………………..50

V. Osmanlı-Rus Harbi ve Edirne Antlaşması (1828–1829)………………………...53

VI. Cezayir’in Fransa Tarafından İşgali…………………………………………….62

VII. Osmanlı-Rus İlişkileri ve Hünkâr İskelesi Antlaşması………………………...66

Page 5: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

ii

İKİNCİ BÖLÜM

MİLLİYETÇİLİK FİKİRLERİNİN OSMANLI TOPRAKLARINDA

SEBEP OLDUĞU İSYANLAR

A. SIRP İSYANLARI (1804-1817)…………………………………...……………….74

I. İsyanın Başlaması ve Gelişmesi………………………………………..………...76

II. İsyanlara Rusya’nın Karışması……………...…………………………………...78

B. VEHHÂBÎ İSYANLARI……………………………………………………………80

Haremeyn’in Vehhâbîler’den Temizlenmesi ve II. Mahmud’a “Gâzi” Unvanının

Verilmesi…………………………………………………………….……...………80

B. RUM İSYANLARI (1815–1830)…………………..……………………………….82

I. Rumların Osmanlı Devleti’ndeki Durumu…………….………………………….82

II. İsyanın Sebepleri…………………………………………………………………85

III. Tepedelenli Ali Paşa Meselesi ve İsyanla İlgisi………………………………...88

IV. İsyanların Başlaması (Eflak-Buğdan İsyanı)……..................…………………..91

V. Mora İsyanı…….………………………………………………………………...93

VI. Osmanlı Devleti’nin İsyanlara Müdahalesi….……………………………….....94

VII. Mehmet Ali Paşa’nın İsyanlara Müdahalesi……………….…………...……...99

VIII. Avrupa Devletlerinin İsyanlara Müdahalesi…………………………………..99

C- MISIR VALİSİ MEHMED ALİ PAŞA’NIN İSYANI (1831–1840) ……….…….102

I. İsyanın Sebepleri………………………………..……………………………….105

II. İsyanın İkinci Safhası ve Nizip Savaşı (1839)…...……………………………..111

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SULTAN II. MAHMUD’UN REFORMLARI

A. ASKERÎ REFORMLAR……………………...…………………………………...121

I. Eşkinci Ocağı’nın Kuruluşu………………………..……………………………124

Page 6: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

iii

II. Vak’a-i Hayriyye (Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışı).…………………………….130

III. Asâkîr-i Mansûre-i Muhammediyye’nin Kuruluşu……………………………149

B. İDARÎ REFORMLAR……………………………………………………………..153

I. İhtisâb Nezâreti………………………………………………………….………157

II. Nüfus Sayımı ve Kadastro…...………………...………………………….……158

III. Posta, Pasaport ve Karantina Uygulaması………………………………...…...160

C. TOPLUMSAL REFORMLAR…………………..………………………………...162

I. Giyim Kuşamla İlgili ……………..…..…………………………………………162

II. Vakıflarla İlgili ……………..……….………………………………………….164

D. EĞİTİME YÖNELİK REFORMLAR……………….…………………………….166

E. EKONOMİYE YÖNELİK REFORMLAR………………………………………..170

F. II. MAHMUD’UN ŞAHSİYETİ VE ÖLÜMÜ...…………………………………. 172

SONUÇ………………………………………………………………………………..182

EKLER………………………………………………………………………………..187

BİBLİYOGRAFYA………………………………………………………………….. 191

Page 7: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

iv

ÖNSÖZ

Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla, ilme ve adâlete vermiş

olduğu değerlerle tarih sahnesine çıkmış ve böylece muazzam bir medeniyet seviyesine

ulaşmayı başarmıştır. Şüphesiz Devlet-i Alîyye’nin bu başarısının altında, İslâm

dininden aldığı ilham vardır ki bu ilhamla muâsır medeniyetler seviyesini yakalayıp,

ırkları ve dinleri farklı pek çok insanın asırlarca bir arada huzurlu bir hayat sürmelerini

sağlamıştır.

Zamanla, gerek içte gerekse dışta meydana gelen bazı gelişmeler, ister istemez

Osmanlı Devleti’ni de etkisi altına almıştı. Gittikçe çözülmeler kaçınılmaz olmaya

başladı. Bu kötü gidişatı önleyebilmek için hem Pâdişahlar hem de ileri gelen devlet

adamları çare arayışlarına koyuldular. Neticede reformlar ve ıslahatlara başvuruldu. İşte

tam bu noktada Sultan II. Mahmud devri, devletin kurtarılması çabalarının ön plana

çıktığı önemli bir zaman dilimi olarak karşımıza çıkmaktadır.

“Sultan II. Mahmud ve Dönemi” adlı çalışmamızda, ağırlıklı olarak II.

Mahmud’un devlet politikası çeşitli yönleriyle ele alınmak suretiyle, dönemin belirgin

karakterleri işlenmeye çalışılmıştır.

Çalışmamız esas itibariyle üç bölümden müteşekkildir. Birinci bölümde, II.

Mahmud henüz tahta çıktığında kendisini nasıl bir ortamın beklediği, zaman içerisinde

durumlara göre ne gibi tedbirler aldığı ve dış devletlerle yapılan harpler neticesinde

imzalanan ağır antlaşmaların etkileri, çeşitli açılardan ele alınmıştır.

İkinci bölümde, Osmanlı’nın yıkılmasında en büyük paya sahip olan,

milliyetçilik fikirlerinin tesirleri, yayılışları ve devletin yıkılmasında nasıl etkili

oldukları teferruatıyla ortaya konulmuştur. Son bölümde ise, Vak’a-i Hayriyye

(Yeniçeri Ocağı’nın ilgası) başta olmak üzere onun ıslahatları incelenmiştir.

Bu çalışma hazırlanırken, dönemin kendi yazılı kaynakları başta olmak üzere,

dönemle ilgili pek çok araştırmalardan yararlanılmıştır.

Page 8: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

v

Araştırmamın tüm aşamalarında, her türlü desteğini bana sağlayan muhterem

hocam Prof. Dr. Ziya Kazıcı’ya, yetişmemde emeği geçen tüm hocalarıma, aileme ve

tezimi hazırlarken yardım ve teşvikini hiçbir zaman esirgemeyen eşim Ayla Şahin’e

teşekkürü bir borç bilirim.

29 Ocak 2009

Ahmet Yavuz Şahin

Page 9: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

vi

KISALTMALAR

age. Adı geçen eser

agm. Adı geçen makale

bk. Bak, bakınız

c. Cild, cildi

cc. Celle celâlühû

Çev. Çeviren

Der. Derleyen

DİA. Diyanet İslâm Ansiklopedisi

Düz. Düzenleyen

H. Hicrî

Haz. Hazırlayan

Hz. Hazreti

İA. İslâm Ansiklopedisi

M. Miladi

nşr. Neşreden

ö. Ölümü

s. Sahife

s.a.v. Sallellâhû Aleyhi Vesellem

TOEM Tarih-î Osmanî Encümeni Mecmuası

trc. Tercüme eden

yy. Yüzyıl

Page 10: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

1

GİRİŞ

Page 11: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

2

A. DOĞUMU VE ŞEHZÂDELİĞİ

Sultan II. Mahmud, Sultan I. Abdülhamid’in Nakş-i Dil Vâlide Sultan’dan, 13

Ramazan 1191/20 Temmuz 1785’te dünyaya gelen oğludur.1 Babası öldüğünde henüz

dört yaşında olan II. Mahmud, çocuğu olmayan III. Selim tarafından bir öz evlat gibi

titizlikle yetiştirilmiştir. III. Selim, IV. Mustafa’nın on dört aylık saltanatı sırasında

Şehzâde Mahmud ile sık sık temas ederek ona mûsiki öğretmek bahanesiyle, tahta

geçince yapması icap eden her şeyi, yeterli düzeyde telkin etmişti.2

Annesi Nakş-i Dil Vâlide Sultan’ın Fransız asıllı olduğunu iddia edenlerde

vardır. Bu iddiaya göre: “1766 Senesinde Martinik Adası’nda Dûbuk ailesinden

Matmazel Dûbuk adında bir kız dünyaya gelir. Aynı tarihte yine aynı aileden, bilahare

Napolyon’un zevcesi olan Jozefin doğmuştur. Bunlar iki kardeş çocuklarıdır (kuzen).

Jozefin, Fransa’ya gelip izdivaç yaptıktan sonra Matmazel Dûbuk’da Fransa’ya gelip

tahsil yapmak üzere manastıra girer. Tahsilini tamamladıktan sonra 1784’de Fransa’dan

gemi ile ayrılır. Gemi yolda su almaya başlayınca başka bir gemi yetişip herkesi

kurtarır. Yolcuları Mayorka adasına götürürken yolda Cezayir korsanlarının eline düşen

Matmazel Dûbuk esir olur. Sonra da Cezayir’den İstanbul’a getirilir. On beş-on altı ay

içinde Matmazel Saray’a girer ve Vâlide Sultan olur. Nihayet 1817’de vefat eder.” II.

Mahmud, validesinin akrabalarını araştırmak isteyince, Matmazel Dûbuk’un eniştesi

Marle, İstanbul’daki Fransız elçiliğine müracaat eder. Sefirlik bu iddiaya hiç ehemmiyet

vermemiştir. Fakat bunun üzerine II. Mahmud’un validesi Fransız olduğuna dair ortada

bir kanaat hâsıl olur. Dr. Cabana: “Mamafih bu efsane bir kere ortaya çıkmıştır. Artık

onun izâlesi kabil değildir.” der. Bu hikâyenin tarihi bir hakikat olduğunu, ispat edecek

kesin bir vesika elde yoktur. Bu meseleyi tenvir için yazılan makaleler hep tezatlar ve

yanlışlıklarla doludur.3 Bu mesele hakkında o kadar çok yorumlar yapılmışki, Sultan

Mahmud’un ıslahatçılığının temelinde bu Fransız kadının tesiri olduğu ve hatta Sultan

Murad’ın Fransızca lisanını sevmesinin sebebi damarlarında Fransız kanının

dolaşmasından ileri geldiği de söylenmiştir. 1 . Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmanî, İstanbul 1308, I, 73. 2 . Yılmaz Öztuna, II. Mahmud, Ankara 1989, s. 107. 3 . Ahmed Refik Altınay, “Mahmud-u Sâni’nin Vâlidesi Fransız mıydı?”, Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası (TOEM), İstanbul 1341, 87/218–219.

Page 12: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

3

Bu iddia özellikle Batılı kaynaklarda çok fazla rağbet görmüş ve zaman zaman

Fransa’nın Osmanlı ile ilgili ilişkilerinde kullanılmaya kalkışılmıştır. Ahmed Refik

Altınay, konu ile ilgili olarak Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası’nda yazmış olduğu

bir makalede, Türklerce Pâdişah hanımlarının Türk veya ecnebi olmasının hiçbir

kıymeti olmadığını, ancak ecnebi olanlarından devletin çok fenalık gördüğünü, bunların

içerisinde olan Rus asıllı bir câriye Hürrem Sultan’ın ihtirasından dolayı üç-dört masum

Şehzâde ve iki Vezir-i Âzam’ın kurban gittiğini ifade eder.4 Bu meseleye dair Osmanlı

kayıtlarında herhangi bir belge olmamasına rağmen, Batılıların aklına böyle bir

hikâyenin durup dururken hangi maksatla geldiğini ve bu iddialarına ısrarla vurgu

yapmalarının nedeninin ne olduğunu anlamak kolay değildir.

II. Mahmud, kendisinden 23 yıl büyük olan III. Selim’in (babasının amcaoğlu-

amcazâdesi), devlet idaresine yönelik fikirlerini benimsemişti. Dolayısıyla onun

zaaflarından gereken dersi alarak aynı hatalara düşmemeye çalışmıştır.

Cülûsu da, vefatı da Temmuz ayına denk gelen5 Sultan II. Mahmud, edebiyata

merak salmıştı. Edebiyat, müzik, akâid ve Arapça dersleri alan Sultan Mahmud,

Topçuluk alanında çok iyi bilgi sahibi idi. Özellikle XVIII. ve XIX. yy. sultanlarının

ortak hedefi olan, Osmanlı Devleti’nin yeniden eski ihtişamlı günlerine döndürülmesi

hayalini ana gaye olarak kendisine şiar edinmişti. Tüm Osmanlı Pâdişahlarına dünya ve

pâdişahlık hakkında öğretilmesi kural olan mistik bilgiler ona da öğretilmiştir.6 Hiçbir

batı dilini bilmediği için batı hakkında doğrudan doğruya bilgi edinememişti.7 Ayrıca II.

Mahmud, kendisinden sonra günümüze kadar gelen tüm Osmanoğulları’nın atası olup,

dördü ikbal (Pâdişaha eş olmaya namzet gözde cariye) olmak üzere toplam on yedi tane

kadın efendiye ve yirmi üç çocuğa sahiptir.8

4 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Altınay, “Mahmud-u Sâni’nin Vâlidesi Fransız mıydı?”, TOEM, 87/218–224. 5 . Ahmed Lütfi, Tarih-i Lütfi, İstanbul 1302, VI, 38. 6. Enver Ziya Karal, “II. Mahmud”, İslâm Ansiklopedisi (İA.), VII, 165; Kemal Beydilli, “Mahmud II”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA.), Ankara 2003, XXVII, 352; Karal, Osmanlı Tarihi, Ankara 1988, V, 142. 7 . Bilgi için bk. Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, trc. Metin Kıratlı, Ankara 1998, s. 78–79. 8 . Ahmet Akgündüz – Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul 1999, s. 239–240.

Page 13: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

4

Sultan II. Mahmud, âlim, âkil (zeki), muktedir, müdebbir (tedbirli) vakur, mehib

(heybetli), ve şecaatli bir hükümdardı. İyi bir şair, bestekâr ve aynı zamanda da hattattı.

Devrinin tüm bilgileriyle mücehhezdi. Son zamanlarında biraz Fransızca öğrendiği de

rivayet edilmektedir. “Adlî” mahlası (bilahare şiirlerinde kullandığı ikinci adı-lakabı)

ile şiirler de yazmıştır.9 Ayrıca Yeniçeri Ocağı’nı kaldırırken bu teşkilatın bir parçası

olan Mehterhâneyi de kaldırmış, onun yerine batı türü askerî bandoyu kurmuştu. Ancak

o, geleneksel Türk Mûsikîsi hayranıdır. Her ne kadar yenilikçi olsa da, kişisel zevkleri

eskiden yana idi. Sultan II. Mahmud, ney üflemede ve tambur çalmada üstâd idi. Türk

Mûsikîsinin son büyük hâmisi diyebileceğimiz Sultan II. Mahmud, üstâd bir besteci

olarak çok güzel eserler vermiştir. Özellikle onun “Hicaz Divânı”, mûsikîmizin

şaheserlerindendir. Hemen hemen Türk müziğinin her türü ile meşgul olan Sultan, otuza

yakın eser meydana getirmiştir. Bunlardan yirmi kadar şarkı, bugün hâlâ repertuarlarda

yer almaktadır.10 Sultan Mahmud, Batı Mûsikîsini resmî olarak Türkiye’ye sokmuştur.

Yine Müzikayı Hümâyûn’u Avrupa ve Türk mûskîleri bölümleri halinde kurmuştur.

Ayrıca 1826’da Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye için bizzat kendisi bir marş

bestelemiştir. Mûsikîmizin şaheserlerinden olan şu Hicâz Aksak Dîvân’ının güftesi de

kendisine aittir.

“Ebrûlerinin zahmı nihandır ciğerimde

Gül-ruhlerinin handelerî çeşm-i terimde

Eşkin yerine kan dökülür dîdelerimde

Sevdâ-yı muhabbet, esiyor şimdi serimde

Takdîre ne hâcet bu da varmış kaderimde”11

Osmanlı hattat Pâdişahları içinde günümüze eserleri en çok ulaşmış olan da

Sultan Mahmud’dur. Ebu Eyyûb Türbesi’nde sanduka üzerindeki pûşîde hatlarının da

9 . Tayyarzâde, Tayyarzâde Ahmed Ata, Tarih-i Atâ, İstanbul 1293, IV, 86-87; M. Süreyya, age., I, 73; M. Uğur Derman, “Sultan II. Mahmud’un Hattatlığı”, Sultan II. Mahmud ve Reformları Semineri, İstanbul 1990, s. 39–40. 10 . Sultan II. Mahmud’un musiki çalışmaları hakkında geniş bilgi için bk. Yılmaz Öztuna, Türk Musikîsi Ansiklopedisi, İstanbul 1974, II, 2–3; Abdullah Kılıç, “Musikîşinas Osmanlı Padişahları” İstanbullu (1999), 1/4, 103. 11 . Öztuna, II. Mahmud, s. 16.

Page 14: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

5

II. Mahmud’a ait olduğu nakledilmektedir.12 II. Mahmud, aynı zamanda zarif ruhuyla

pek çok hat şaheserine imza koyan ve dönemin âbide musikîşinası Dede Efendi’ye

hürmet ve iltifatlar sunan bir Sultan’dır.13 Ayasofya Camii, Fatih, Bayezid,

Süleymaniye, Selimiye, Bursa Ulu Camii, Üsküdar Yeni Valide, Emirgân ve Aksaray

Valide Camii gibi hanedan mensupları tarafından yapılan camilerde malakârî tekniğiyle

kabartılarak koyu renkli zemine yapıştırma altınla hazırlanmış celî sülüs levhaları

bulunan Sultan II. Mahmud’un Bahçekapı’da kendisi yaptırdığı Hidayet Camii’nde de,

ağaç kabartma “Ciharyâr takımı” mevcuttur. Yine Selimiye Kışlası’nda da ona ait

“Cennet, kılıçların gölgesi altındadır.” Hadis-i Şerifi vardır.14

II. Mahmud, Batılı tarihçiler tarafından da “Büyük Hükümdâr” olarak

vasıflandırılmıştır. Dâhiliği bir yana, son derece sabırlı ve azimli bir kişiliğe sahipti.

Başladığı bir işi bitirmede son derece atik ve sert olmakla birlikte icap ettiğinde, yerine

göre geri adım atmasını da biliyordu. Pek çok meziyeti kendisinde cem eden Sultan II.

Mahmud’un, yetişmesini borçlu olduğu selefi III. Selim’den bu yönleriyle daha dirayetli

ve liyakatli olduğunu, daha sonraki pâdişahlık yıllarından anlamaktayız. III. Selim gibi

büyük bir sanat koruyucusu ve imarcısı olan II. Mahmud’a, Osmanlı devletinin en

buhranlı bir anında tahta çıkmak mukadder olmuştu.15 Harpler ve isyanlar içinde geçen

buhranlı bir ömür yaşayan Sultan II. Mahmud, Osmanlı Devleti’nin köklü kuvvetleri

olan ocak, ulemâ ve taşrada hâkim âyânın çoğunluğunun desteğini almayı başarmıştı.16

III. Selim’in icraatları Sultan II. Mahmud’a ışık olmuştu. Fakat o esnada gerek iç

gerekse dış buhranlar sebebiyle uzun bir süre icraatlarını gerçekleştirmeye fırsat

bulamamıştı. Zira o esnada ilk hamleyi yapan Alemdâr Mustafa Paşa idi. İster istemez

onun bu atılımı Pâdişahı ikinci plana düşürmüştü.17 Sultan II. Mahmud’un en çok

eleştirildiği konu, batılılaşmada bazen ölçüyü kaçırmış olmasından ileri geliyordu.18

12 . Hüsrev Subaşı, “Hattat Osmanlı Pâdişahları”, Yeni Türkiye Mecmuası (2000), Osmanlı Özel Sayısı: IV, 608. 13 . Beşir Ayvazoğlu, Geleneğin Direnişi, İstanbul 1997, s. 40. 14 . Bilgi için bk. Derman, agm., s. 42. 15 . Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi,, İstanbul 1978, VI, s. 416. 16 . Halil İnalcık, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu”, Belleten 28/111–112 (1964), s. 603. 17 . Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul 1969, II, 581. 18 . Bilgi için bk. Akgündüz –Öztürk, age., s. 237; Öztuna, Türkiye Tarihi, VI, 420.

Page 15: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

6

B. CÜLÛSU

Otuz birinci sultan olarak otuz bir yıl Osmanlı tahtında kalan Şehzâde Mahmud,

III. Selim’in tahttan indirilmesi (21 Rebiülevvel 1222/29 Mayıs 1807) ve onun yerine

geçen ağabeyi IV. Mustafa’nın cülûsu ve bunun da Bâbıâlî Baskını ile Alemdâr Mustafa

Paşa tarafından hal’i üzerine, 4 Cemâziyelâhir 1223/28 Temmuz 1808 tarihinde

Osmanlı tahtına sıkıntılı ve buhranlı bir dönemde oturtulmuştur.19 Çünkü II.

Mahmud’un Osmanlı tahtına oturması, Osmanlı tarihinde Kabakçı isyanı diye bilinen ve

Sultan III. Selim’in şahâdeti ile sonuçlanan büyük ve tehlikeli bir siyasî olaydan sonra

meydana gelmiştir. Bu olaylar Sultan II. Mahmud devrinin siyasî durumu üzerinde derin

etkiler yapmıştır.

“Dünyanın her şeyi fânidir, nihayet bulur. Ama âhiretin her şeyi ebedîdir,

nihayet bulmaz. Saadette bulunan saadette, hırmanda (ümitsizlik, mahrumiyet) bulunan

mahrumiyette ebedîdir. Her bir insan kendi ettiğinden sual olunur. Ama Pâdişahlar

mülkünde ve cem’-i memâlikinde mevcut bulunan âlâ ve edna ve sağir ve kebir rical ve

nisa ve ağniya ve fukaranın mecmuundan sual olunur ve hesap olunur. Bunların cümlesi

taraf-ı haktan Pâdişaha emanet olunmuştur.”20

Bu bilgiye göre pâdişahlık Allah (cc.) vergisidir ve onlar yaptıklarından âhirette

Allah’a karşı sorumludurlar. Adâlet kesindir ve Allah’ta (cc.) adâletlidir. İşte dünya ile

âhireti uzlaştıran bu bilgiler ışığında II. Mahmut, amcası III. Selimden, Osmanlı’nın

içinde bulunduğu kötü durumu, aynı zamanda devletin kurtarılabilmesi için yapılması

gereken ıslahatın yapısını ve karakterini öğrendi.21

III. Selim’in öldürülmesi, akabinde Alemdâr Mustafa Paşa’nın yeniçeri ihtilali

ile öldürülmesi, iç isyanlar ve dış savaşlar neticesinde Osmanlı Ordusu’nun devamlı kan

kaybetmesi Sultan II. Mahmut’ta, köklü bir düzen değişikliği yapma duygu ve

19 . Lütfi, Tarih, VI, 31; M. Süreyya, age., I, 73. 20 . Karal, age., V, 142. 21 . Karal, age., V, 142–143.

Page 16: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

7

düşüncesinin gelişmesine tesir etmiştir. Bu uğurda pek çok Pâdişah ve vezirlerin,

imparatorluğun muhafazacı kuvvetleri önünde yerlerini ve hatta hayatlarını

kaybettiklerini biliyordu. Ancak devletin kurtuluşu için başka çıkar yol yoktu. Tek çare,

kapsamlı bir ıslahat programının hayata geçirilmesiydi.

Genel itibariyle Sultan II. Mahmud’un dönemine bakacak olursak, bu dönemde

Osmanlı Devleti hızlı bir gerileme sürecine girmiş bulunuyordu. Devlet mali ve

ekonomik yönden bozulurken, giderek devlet teşkilatının zayıflaması, ordunun ve

eğitim kurumlarının kendini yenilemekten yoksun kalması ayrıca ulaşım ve haberleşme

olanaklarının gelişmemiş olması gibi etkenler bu süreci gitgide hızlandıran belli başlı

sebepler olmuştur. Vaziyetin en can yakıcı tarafıysa devlet idarecilerinin Avrupa’da

meydana gelen değişikliklere itibar etmeyişleridir. Gelişen devletlerarası ilişkilere ayak

uyduramadıkları gibi bu gelişmeleri gereksiz görüyorlardı. Oysaki Avrupa devletleri

Osmanlı Devleti’nin içerisinde bulundurdukları daimi temsilciliklerle devletin her

şeyinden haberdar oluyorlardı. Dolayısıyla bu yolla zaman zaman devletin içişlerine

karışma imkânına da sahip olabiliyorlardı. Bu kötü gidişata dur demek isteyen bazı ileri

görüşlü devlet adamları ise, karşılaşmış oldukları muhalefet karşısında bir etki gösterme

imkânına maalesef sahip değillerdi.

Sultan II. Mahmud’u bekleyen sorunlar sadece devletin içteki sosyal çöküntüsü

ve kurumlarının yozlaşması değildir. 1789 Fransız ihtilaliyle yayılmaya başlayan

milliyetçilik cereyanları git gide Osmanlı Devleti’nde isyanlara sebep olan ve devletin

yapısını sarsan dış etkenli büyük sorunlar olmuştu.22

Sultan Mahmud, dama çıkmak suretiyle kendini kurtardıktan sonra, kapıların

açılması ile âsi cellatlar sağa sola kaçıştılar. Âsilerin kaçmasından sonra Şehzâde

Mahmud, hasekiler dairesinin damından kuşhâne damına geçti. Buradan seferli

kethüdası Mehmed, Başlala* Tayyar Efendi ve İmam Hâfız Ahmed Efendi’nin

dayadıkları bir merdivenden aşağı inerek doğruca Alemdâr Mustafa Paşa’nın bulunduğu

yere doğru ilerledi. Bu sırada Sultan III. Selim’in cesedi başında bulunan Alemdâr Paşa,

22 . Musa Çadırcı, “Tanzimatın İlanı Sıralarında Türkiye’de Yönetim”, Belleten (1987), LI/201, 1217.

Page 17: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

8

yanına getirilen Şehzâde Mahmud’u görünce, tanımadığı için kim olduğunu sordu.

Şehzâde Mahmud olduğunu öğrenince, hemen ondan Selim’in katillerinin

cezalandırılmasını istemiş, Şezâde Mahmud’un güvence vermesi üzerine de, beraberce

Hırka-i Saâdet Dairesi’ne gitmişlerdi. Tahttan inmek istemeyen IV. Mustafa ise hareme

gönderilmiştir.23 Sonuçta, Saraya mahpus edilen III. Selim’i kurtarmak için İstanbul’a

gelen Alemdâr Mustafa Paşa, Şehzâde Mahmud’a biat etmiş oldu.24

Ağabeyi IV. Mustafa’nın yerine Osmanlı saltanat tahtına oturan II. Mahmud’a

bu imkânı Alemdâr Mustafa Paşa sağlamış olduğundan, daha sonra onu Sadâret

makamına getirerek ödüllendirmişti.25 Sadrâzam tayin edilmesini, Alemdâr Mustafa

Paşa da bizzat Pâdişahtan istemiştir.26

Bu arada, III. Selim’in öldürülmesinden sorumlu olanlardan Başçuhadâr*

Abdülfettah, Hazine Kethüdası* Ebe Selim, Nezir Ağa, Bağdadlı Naci Ali, Bostancı

Deli Mustafa, ve Dârussaâde Ağası Mercan Ağa gibi önde gelen bazı kişiler hemen

idam edildiler. Sürgüne gönderilen bazı kimseler de sürgün yerlerinde katledildiler.

Yine Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesinde aktif rol oynayanlardan Köse Musa Paşa

ile Nizâm-ı Cedid’e düşman olan Tayyar Mahmud Paşa da öldürüldü.27

III. Selim’in katli esnasında ölümden kıl payı kurtulmuş olarak darbeler ve karşı

darbelerle başlamış olan Sultan Mahmud’un saltanatı aynı yoğun tempoyla devam

* Başlala: Kahveci, tüfekçi, sarıkçıbaşılık gibi başlalalık da sarayın muteber mensuplarındandı. Bunların muteber oluşu padişahlarla her zaman münasebette bulunmalarından ileri geliyordu. Başlala pâdişahın hususi hizmetlerine bakar, tebdil gezdiği sırada padişaha refakat ederdi. II. Sultan Mahmud’un evâil-i saltanatına kadar yemek esnasında başlalaların huzur-u hümayunda bulunmaları kaidedendi. Yeni sarayın şubesinden olan Topkapı Sahilsarayı’na nakledildikten sonra bu usul terk edilmiştir. (Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1971, I, 166). 23 . Vahid Çabuk, Kuruluşundan Cumhuriyete Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul 1999, VIII, 20–21. 24 . Geniş bilgi için bk. İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 1983, s. 27–28. 25 . Ziya Kazıcı, “Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal” İslâm Tarihi “Osmanlı Devleti ve Medeniyeti”, İstanbul 2005, XIII, 371. 26 . İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Mustafa Paşa”, İA., İstanbul 1979, VIII, 725. * Başçuhadâr: Osmanlı sarayındaki hizmetkârların ileri gelenlerinden birinin adı idi. Maiyetinde kırk çuhadar bulunurdu. Padişahlar bir yere giderken rikâb-ı hümayunun sağ tarafında yaya olarak yürür ve elini padişahın atının sağrısına kordu. (Pakalın, age., I, 162). * Kethüda: Büyük devlet adamlarıyla zenginlerin işlerini gören adam için kullanılan bir tabirdir. Halk arasında “kâhya” denilirdi. (Pakalın, age, II, 251). 27 . Geniş bilgi için bk. Fahri Ç. Derin (nşr.) “Yayla İmamı Risâlesi” İstanbul Üniversitesi (İÜ.) Tarih Enstitüsü Dergisi (1973), III, 247-248; İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Mustafa Paşa”, İA., VIII, 725.

Page 18: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

9

etmiştir. Devrini meşgul eden en önemli olaylar, yeniçeri isyanları, merkezi idareyi

sarsan dikta idareciler, ayanların terbiye edilmesi, Sırp ve Yunan ayaklanmaları, İran ve

Rus savaşları ile özellikle Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın isyanıdır.

Sultan II. Mahmud’un saltanatının ilk devresi, (1826-Yeniçeri Ocağı’nın ilgasına

kadar geçen süre) menfaatlerini geleneksel düzenin sürdürülmesinde gören, ekseriyetle

askerî ve ilmiye sınıfı tarafından temsil edilen, Anadolu ve Rumeli’deki âyânlar

tarafından desteklenen ve ıslahat karşıtı olan Yeniçeri cephesinin tahakkümü altında

geçti. Alemdâr Mustafa Paşa’nın dört ay gibi kısa süren sadaretinde imzalanan Sened-i

İttifak antlaşmasıyla ayanlık kurumunu devlete bağımlı hale getirmeyi amaçlayan bu

siyasî girişim, ayanların ferdî hareket etmelerinden ötürü sonuçsuz kalmıştı. Ancak

1832 yılına gelindiğinde devlet bu gaileleri büyük ölçüde temizleyebilmişti. Bütün

bunlara rağmen devletin yeniden yapılanması için hayati ehemmiyet gerektiren köklü

ıslahatların sürdürülmesi, dönemin en belirgin karakteri olarak yerini korumuştur.28

28. Beydilli, “Mahmud II”, DİA., XXVII, 352–353.

Page 19: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

10

BİRİNCİ BÖLÜM

DÖNEMİN SİYASÎ OLAYLAR

Page 20: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

11

A. İÇ SİYASET

Bu döneme genel bir bakış yaptığımızda olayların genellikle Alemdâr Mustafa

Paşa ve onun çevresindeki Rusçuk Yârânı’nın* etrafında cereyan ettiğini görüyoruz.

Kabakçı Mustafa isyanı sonucunda Sultan III. Selim tahttan indirilmiş, yerine IV.

Mustafa geçmişti. Bu ihtilal yüzünden devletin itibar ve nüfuzu günden güne

azalmaktaydı. III. Selim’e taraftar olanlar takibata uğramaktan kurtulamıyordu.

Bunların bazıları öldürülüp mallarına el konulurken, bazıları da görevlerinden

azledilmekteydiler. Sonuçta, Nizâm-ı Cedid’e ait ne varsa ortalıktan süpürüldü. Bir

taraftan da devlet Rusya ile savaş içerisinde olduğundan, iş bilen ve idareden anlayan

tecrübeli devlet adamlarına son derece muhtaçtı. Ne yazık ki Kabakçı Mustafa İsyanı,

Sultan III. Selim’in yetiştirdiği değerli devlet adamlarını da yok etmişti. Devletin

içerisinde bulunduğu bu kötü durumu, Tilsit Antlaşması esnasında Napolyon tarafından

Rus Çar’ına söylenen şu sözler açıkça göz önüne sermektedir. “Hikmet nev’inden

olarak bir vak’a, beni Devlet-i Osmanîyye’den kurtardı. Müttefikim ve muhibb-i

sâdıkım olan Sultan Selim hal’ ve haps olundu. Zannederim ki, biraz arka olmağla

Osmanlıları adam etmek ve şeceat-ı fıtrîyelerinin isti’mâlini (fıtrî cesaretlerini)

kendilerine öğretmek kabildir. Meğer bu bir hülya imiş. Kendi kendini idare edemeyen

bir heyet, devleti mahv edip de parçalarını İngilizlere kaptırmamak daha hayırlıdır.”29

Sultan II. Mahmud’un cülûsundan takriben bir yıl önce imzalanan Tilsit

Muahedesi’ne, dönemin zorluğunun daha iyi anlaşılmasına ışık tutması açısından kısaca

değinmeyi uygun görüyoruz.

Osmanlı Devleti, III. Selim tahtta iken Fransa’nın dostu olarak evvela Rusya’ya,

sonra da İngiltere’ye harp açmıştı. Rusya’ya harp açarken Eflak ve Buğdan’ı

* Rusçuk Yârânı: Kabakçı Mustafa isyanında, Nizâm-ı Cedid taraftarlarından ve bu hareketin başı olanlardan ele geçirilenler, asiler tarafından parçalanıp malları yağmalanmıştı. Fakat en değerli Nizâm-ı Cedid erkânı kaçmayı başararak, Rusçuk’ta Vezir Alemdâr Mustafa Paşa’ya sığınmışlardı. Bunların elebaşları: Reisülküttap (Dışişleri Bakanı) Mehmed Said Gâlip Efendi, Sadâret Kethüdası (İçişleri Bakanı) Mustafa Refik Efendi, Sadâret Mektupçusu (Başbakanlık Özel Kalem Müdürü) Mehmed Tahsin Efendi, Baş Muhasebeci (Maliye Müsteşar Yardımcısı) Abdullah Ramiz Efendi, Tuna Yalısı Mübâyaacısı Mehmed Emin Behiç Efendi’dir. Bu zatlara “Rusçuk Yârânı” denmektedir. (Bilgi için bk. Öztuna, Türkiye Tarihi, VI, 417). 29 .Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, İstanbul 1302, VIII, 223.

Page 21: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

12

(Memleketeyn) kurtarmayı, Kırım’ı geri almayı ve böylece Boğazlar üzerine çökmüş

bulunan Rus baskısını kırmayı hedefliyordu. İngiltere ile savaşmasının sebebi ise,

İngiliz Hükümetinin İskenderiyye’ye asker çıkarmış olmasından kaynaklanıyordu.

Napolyon, Osmanlı ordularının Rus ordularına saldırmasını fırsat bilerek

Rusya’ya savaş açtı. İki ordu Fridland’da karşılaştı (Haziran 1807). Yapılan meydan

muharebesini Napolyon kazandı. Rus çarı Aleksandır’ın başvurusu üzerine Tilsit

muâhedesi yapıldı (3 Cemâziyelevvel 1222/9 Temmuz 1807). Bu muâhedenin Osmanlı

devletini ilgilendiren başlıca hükümleri şöyledir.

1. Fransa, Rusya’nın kendisine yapacağı hizmete karşılık olarak Türkiye ile

Rusya arasında arabuluculuk yaparak bir mütareke yapılmasını temin etmeye çalışacak.

2. Napolyon, Türkleri Eflak ve Boğdan’ı Ruslara bırakmaları hususunda ikna

etmeye çalışacak. Şayet bunda muvaffak olunamazsa, buraları Rusya’nın güç kullanarak

alması için, ona yardım edecek.

3. Napolyon Lehistan Kırallığı’nı tekrar kurmak projesinden vazgeçecek, buna

mukabil Rusya’da, yedi Yunan adalarıyla, Dalmaçya ve Cattaro üzerinde Fransız

hâkimiyetini kabul edecekti.

Napolyon’un Türk dostluğu, gerçek yüzünü Tilsit’te göstermiştir. Burada Rus

emelleri uğruna Türklere ihanet edercesine hareket eden Napolyon, Türkler için daha da

ileri giderek, “Bu barbarlar artık adam olmaz.” ifadesini kullanma cüretinde dahi

bulunmuştu. Onun siyasî anlayışında Türkler, şahsî menfaatleri için bir âlet olarak

kullanılmaktan başka bir mana taşımıyordu. Napolyon, Avrupa projelerini

gerçekleştirmek için, Osmanlı Devleti’nden nasıl menfaatleşebileceğinin düşüncesi

içerisindeydi. Zira daha sonra ele alacağımız Erfurt Mülakatı’nda onun gerçek yüzü

ortaya çıkmıştır.30

30 . Karal, age., V, 98-99.

Page 22: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

13

Kabakçı Mustafa isyanı çıktığında Osmanlı Devlet, Rusya ile savaş halinde

olduğu için ordu cepheye hareket etmişti. Diğer taraftan Marmara’ya giren İngiliz

donanması İstanbul üzerine hareket etmişti. İstanbul’da olaylar patlak verince, ordudaki

disiplin bozulmuş, Sultan III. Selim’in âsilere karşı Nizâm-ı Cedid ordusunu harekete

geçirmemesi, başkenti siyasî bir çalkantıya sürüklemişti. Emellerine ulaşan Kabakçı ve

yandaşları III. Selim’i tahttan indirerek yerine IV. Mustafa’yı Pâdişah yapmışlardı.31

Alemdâr Mustafa Paşa, düşmanlarla sürekli temasları neticesinde imparatorlukta

ıslahatın gerekli olduğuna kesin olarak inanmıştı. III. Selim’in Nizâm-ı Cedit’ini

yürekten destekliyordu. III. Selim’in tahttan indirilmesinden sonra İstanbul’dan ve

ordudan kaçarak yanına gelen, tarihte “Rusçuk Yârânı” diye ün salmış kişileri

himayesine aldı. Alemdâr ile bu kişiler III. Selim’i tekrar tahta çıkarmak için çalışmaya

karar verdiler.32

III. Selim’in tahttan indirilmesi ve IV. Mustafa’nın cülûsu gibi önemli olaylar

üzerine, Alemdâr Mustafa Paşa* ve beraberinde onu desteleyen, onunla aynı fikirleri

paylaşan Rusçuk Yârânı harekete geçmişlerdi. Niyetleri, III. Selim’e yapılan haksızlığı

gidermekti. Alemdâr ve ekibi olaya el koyunca, IV Mustafa tahtını korumak için

kendisine rakip olan III. Selim ve II. Mahmud’un öldürülmelerini emretmişti. III. Selim

31 . A. Cevat Eren, “Selim III”, İslâm Ansiklopedisi (İA.), İstanbul 1988, X, 455–456. * Alemdâr Mustafa Paşa: Hotin’de doğmuştur. Babası Rusçuk yeniçerilerinden Hacı Hasan Ağa’dır. 1768–1774 Osmanlı-Rus harbinde bölüğünün bayrağını taşıdığı için “Bayraktar” ismiyle de ün salmıştı. Önce Yeniçeri Ocağı’na intisap etti. Sonra da hayvancılık ve ziraat ile meşgul olmuştur. Bu sırada yörenin en güçlü ayanı olan Tirsinikli İsmail Ağa’nın hizmetine girdi. Kabiliyeti sayesinde kısa zamanda yükselmeyi başardı. Tirsinikli’nin ani ölümü (1806) üzerine çabucak Ruscuk’a gelerek duruma hâkim oldu. Daha önce tayin olduğu Hezargrad ayanlığından gelip Tirsinikli’nin kontrolünde bulunan diğer tüm ayanların ittifakıyla “âyânlar âyânı” seçildi. Bu duruma, önce tavır koyan merkezi hükümet daha sonra yetki sahasını genişletmeye karar verdi. III. Selim tarafından vezirlik rütbesi ile ömür boyu Silistre Valiliği ve Tuna Seraskerliği’ne atandı. İsmail Kalesi’ni Rusların eline düşmekten kurtardı. 1806’da başlayan Rus harbinde büyük hizmetler gören Alemdâr, Tuna’yı geçerek Rus Generali Michelson’a karşı savaştı ve düşmanı bozguna uğrattı. Onun bu başarısı üzerine kendisine vezirlik verilen Alemdâr Mustafa Paşa, okuma-yazma bilmemesine rağmen ileri görüşlü ve açık fikirli bir kimseydi. Hotin’de 1179/1765’de doğan Alemdâr’ın doğumu ile ilgili olarak Uzunçarşılı, farklı bir bilgi verir. Buna göre “1768 seferi altı sene kadar devam ettiğinden Alemdar’ın bu seferde bayraktar oluşuna göre yaşının herhalde yirmiyi geçkin olması icap etmektedir. Bu tahmine göre takribi olarak 1160/1747 senesinde doğmuş olması kabul edilebilir.” (Bilgi için bk. Beydilli, “Alemdâr Mustafa Paşa”, DİA., İstanbul 1989, II, 364; Uzunçarşılı, Meşhur Rumeli Âyânlarından Tirsinikli İsmail, Yılıkoğlu Süleyman Ağalar ve Alemdâr Mustafa Paşa, İstanbul 1942, s. 40; Uzunçarşılı, “Mustafa Paşa Bayraktar”, İA., VIII, 720–722; Arif Oruç, Alemdâr Mustafa Paşa, İstanbul 1932, s. 10–19). 32. Karal, age. V, s. 87; Beydilli, “Alemdar Mustafa Paşa”, DİA., İstanbul 1989, II, 364.

Page 23: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

14

öldürülürken, II. Mahmud son anda canını zoraki kurtarabilmişti. Ancak devletin en

gergin olduğu bu dönemler, Alemdâr ve ekibini hesaplarında yanıltmıştı. Sonuçta

Yeniçerilerin tekrar devreye girmesiyle tüm planları altüst oldu.

Rusçuk Yârânı, Sultan III. Selim Hân’ın iyilikleri ve lütuflarını görmüş, devrin

zorbalarının nefret ettiği kişiler idiler. Alemdâr’a sığınarak tahtından indirilmiş olan III.

Selim’in iyiliklerini ve ahlakını ona sayıp döktüler. Onun tahttan indirilmesi ile devletin

içine düştüğü karışıklıkları ve musibetleri anlata anlata sonunda III. Selim’in yeniden

tahta çıkarılmasına Alemdâr’ı ikna ettiler. Ancak bu işin hiçte kolay olmayacağını

bildikleri için sırası geldikçe gereğine göre davranılmak üzere belli bir karara vararak

pek çok planlar kurdular.

Önce Refik Efendi, sonra da Behiç Efendi İstanbul’a geldiler. Daha sonra devlet

yöneticilerinin yakınları olan kimselerin içlerine girip, “Mütegallibe-i Dârü’s-

Saltana’nın umûr-i devlete müdâhale ve zât-ı şâhânenin bir Şeyhülislâm azline iktidârını

selb etmek derecede mugâlebeleri asdıkâ-yı devleti dil-hûn ve husûsuyla Alemdâr

Paşa’yı mükedder ve mahzûn etmekle müsa’de-i seniyye erzân buyurulur ise te’dîb-i

eşkıyâya hâzır ve zuhûr-ı emr-i fermân-ı pâdişâhîye muntazırdır.”33 diyerek, türlü türlü

sözlerle onların zihinlerini çeldiler ve taraftarlıklarını sağladılar.

İşte yeniliklere taraftar olan bu önemli devlet adamları, o vakte kadar yenileşme

hareketine ilgisiz kalan Alemdâr’a sığındılar ve ona keyfiyeti anlatarak daha sonraki

hayatına yeni bir mâna kazandıracak tarihî bir misyon yüklediler.

Rusçuk Yârânı’nın hazırladığı plana göre, yeni Pâdişah IV. Mustafa ve çevresine

hoş görünerek III. Selim’i tekrar tahta çıkaracaklar ve böylelikle Nizâm-ı Cedid yeniden

ihya edilmiş olacaktı. Bu planı uygulamak için harekete geçen Alemdâr ve ekibi,

mütareke için ordu ile birlikte Edirne’de bulunan Sadrâzam Çelebi Mustafa Paşa’yı da

ikna etmeyi başardılar. Bu ekip IV. Mustafa’nın yakın çevresinin III. Selim’i öldürmeye

hazırlandıklarını duyar duymaz İstanbul’a gitmede acele ettiler. Dolayısıyla Alemdâr’ın

33 . Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuât, İstanbul 1327, IV, 54.

Page 24: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

15

etkisiyle tekrar önemli devlet hizmetlerine atanan Rusçuk Yârânı’nın faaliyetleri

neticesinde İstanbul’a gitmeye ikna edilen sadrâzamın maiyetinde Edirne’den yola

çıkıldı. Alemdâr henüz yolda iken, kendisine bağlı Pınarhisar âyânı Ali Ağa’yı

Boğaz’da Rumeli Feneri’ne yolladı ve elebaşılığını yaptığı isyandan sonra Boğaz

nazırlığını elde eden Kabakçı Mustafa’yı öldürttü. Kabakçı Mustafa idam edilince,

saray erkânı ve İstanbul yeniçerileri arasında büyük bir heyecan oluşmakla birlikte

Alemdâr’a karşı herhangi bir mukavemette önlenmiş oldu.

Edirne’den hareket eden ordu, Davut Paşa Sahrası’na vardığında, sancak-ı şerif

bizzat IV. Mustafa tarafından karşılandı (25 Cemâziyelevvel 1223/19 Temmuz 1808).

Huzûra kabul edilen Alemdâr, saltanat değişikliğinin kolayca gerçekleştirilebileceği

yolunda, yârândan Ramiz Efendi’nin görüşünü, IV. Mustafa’nın orduyu ve sancak-ı

şerifi karşılamakta olduğu bir esnada böyle bir harekete kalkışmanın yakışmayacağını

söyleyerek reddetmişti.

Alemdâr, ilk iş olarak III. Selim’in tahttan indirilmesinde rol oynayan bazı

ulemâ ve zorbaların cezalandırılması ile meşgul oldu. Rumeli askerlerinin aldığı sert

tedbirler Yeniçerileri sindirdiği için şehirde bir süre sükûnet hâkim oldu.

Sadrâzam Çelebi Mustafa Paşa, Alemdâr’ın çalışmalarından memnun olmakla

birlikte, onun giderek artan nüfuzundan hoşnut olmamaya ve artık İstanbul’u terk

etmesi yönünde ona telkinlerde bulunmaya başladı. Bunun üzerine Alemdâr, 28

Temmuz sabahı on beş bin kişiyle harekete geçerek şehrin önemli noktalarını tuttu. Ve

Topkapı sarayını bastı. Onun alelacele davranmasının sebebi, esas niyetinin bir şekilde

duyulmuş olmasıdır. Bâbıâlî’yi ele geçirip Sadrâzamdan zorla mührü aldı. Kızlar

Ağası’nı da III. Selim’in hazırlanması için görevlendirmişti Ayrıca Alemdâr,

Şeyhülislâm Arapzâde Ârif Efendi vasıtasıyla IV. Mustafa’ya, tahttan çekilmesi ve III.

Selim’in tahta çıkarılması doğrultusunda haber yollayarak, “Ulemâ, Rical-i Devlet ve

Rumeli Ağaları ve Anadolu Hânedanları Sultan Selim Efendimizin cülûsunu istiyorlar.

Bunu Sultan Mustafa’ya haber ver.” dedi. Sultan Mustafa tahttan çekilmeye

yanaşmayınca Alemdâr kuvvete başvurup sarayın kapısını kırmaya başladı. Bu

gelişmeler karşısında Sultan Mustafa saray kapılarının kapatılmasını emrederek,

Page 25: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

16

rakipsiz kalmak için amcası III. Selim ile kardeşi Şehzâde Mahmud’un öldürülmelerine

izin verdi. Alemdâr’ın saray kapılarını zorladığı ve çatılara çıkarak içeriye girmeye

çalıştığı sıralarda katiller III. Selim’e saldırdılar. Silahsız olmasına rağmen III.

Mustafa’nın oğlu, III. Selim’i cesaretle savundu. Katillerin çoğunu yere serdi ancak

kurtarmaya muvaffak olamadı. Cansız bedeni Alemdâr’ın kırmakta olduğu kapının

önüne getirildi. Kapı açıldığında Alemdâr ruhsuz vücut üzerine kapanarak ağlamaya

başladı. Yanındakiler onu ikaz edip “Kadın gibi ağlanacak sıra değil, yeni bir cinayete

yer vermeyelim. Şehzâde Mahmud’u kurtaralım.” dediler.34

Kamil Paşa, bu olaydan eserinde şu şekilde bahseder. “Katiller güya Alemdâr’ı

me’yûs idüpde tasmiminden vaz geçirmek hayal fasdiyle Sultan Selim’in nâ’şi şerifîni

bir şilte üzerine çıkarup arz odasının büyük kapusi önündeki safihiyye koymuşlar idi.

Alemdâr Paşa kapıyi kırıp içeriye girdikte Sultan Selim şehidin vücûdi hümâyûnlaruni

serâpa kane buyanmış olduğuni görünce sûzan ve gözleri gûryan olarak: Vay efendim

seni tahta iclas içun bu kadar yerden şedd-i rihâl (yolculuk) idup gelmişken şu kör olasi

gözlerim bu halde gördi.”35

Şehzâde Mahmud, canilerin elinden fedakâr câriye ve hizmetkârların yardımıyla,

sarayın damına çıkarak kurtulmaya muvaffak olmuştu. Onun kurtuluşunu Kamil Paşa

şöyle aktarır. “Sultan II. Mahmud’un bir gürcü câriyesi hamam külhanından bir kâse kül

alup hazırlamış idüğünden katillerin hücumunda hemen gözlerine kül serpup ve onlar

gözlerini silûp açayûm dedükçe tekrar kül serperek onları meşgul ettukleri esnada

Anber Ağalar bunu fırsat ittihaz ederek Sultan II. Mahmud’i cüz’ice yârelenmiş olduğu

halde dam üzerine çıkarmışlardır.”36

Kaderin tuhaf cilvesiyle Sultan II. Mahmud damdan indirilip tahta çıkarıldı.

Sonra da Pâdişah ilan edildi. Alemdâr Mustafa Paşa ile birlikte ulemâ, devlet ricali ve

ocak ağaları ona beyat ettiler.

34 . Karal, age., V, 87-89. 35 . Kamil Paşa, Tarih-i Siyasî-i Devlet-i Alîyye-i Omanîyye, İstanbul 1327, III, 17–18. 36 . Kamil Paşa, Tarih, III, 17.

Page 26: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

17

Alemdâr Paşa Sultan Mahmud’a hitaben: “Ah efendim ben amuceni tahte

çıkarmak içün gelmiş idüm. Kör olasi gözlerim oni bu halde gördi. Bari seni iclas ile

müteselli olayum. Lâkin ona kurban ve oni bu hale koyan Enderûn* halkîdur. Onları

kâffeten kılınçtan geçireceğim.” deyince, cevaben Ahmed Efendi: “Efendim Enderûn

halkının ne kabahati vardır. Bu cinayeti işleyenler malumdur. Efendimiz onları

buldurup icrayi mücazatlari içün size gönderir.” der. Bunun üzerine Sultan Mahmud

Hân Hazretleri, Alemdâr’a ilk emri olmak üzere: “Paşa, ben onları buldurup size

gönderirim. Sen askerini dağıt ve silahlarını çıkar. Hırka-i Saâdet dairesine gidelim.”37

diye emir vermesi üzerine Alemdâr Paşa, askerlerine dışarı çıkmalarını emretmişti.

Böylece Paşa ile yeni Pâdişah Sultan Mahmud, Hırka-i Saâdet Dairesi’ne gitmişler. Bu

esnada Sultan Mustafa, senet ve sarık odaları önünde ve Bağdat Köşkü suffesinde

(çimenliğinde) gezinerek: “Ben tahttan inmedim. Mahmud’i kim çıkardı? diye

söylenmekte iken, Alemdâr Mustafa Paşa: “Bu kim? Sultan Mustafa mı? Söyleyin ona

bucağına gitsin. Yoksa elimden kıyamete kadar lanetleme olacak bir iş sudûrine sebep

olur.” Deyince, İmam Ahmed Efendi ve refikası Sultan IV. Mustafa’ya yanaşıp:

“Efendim Taht-ı Âlîyye’de kısmetiniz bu kadar imiş. Birazda Harem-i Hümâyûn-i teşrif

ile istirahat buyurunuz.” diyerek Sultan Mustafa’yı hareme i’zâm etmişlerdi.38

Alemdâr Mustafa Paşa, Şehzâde Mahmud’a tahtı vermişti. Bunun karşılığı

olarak Sultan II. Mahmud’da ona Sadâret Mührü’nü verdi. Böylece mevcut kargaşa o

anlık son bulmuş oldu.

1835–39 yılları arasında Türk ordusunda askerî öğretmen ve tahkimat uzmanı

olarak çalışan, bir tarihçi ve aynı zamanda da bir asker olan Helmuth Von Montke’ye

* Enderûn: Saray, Mabeyn karşılığı olarak kullanılan bir tabirdir. Devletin idaresine memur olanlara da, bunun mukabili olmak üzere birûn denilir. Farsça olan bu iki tabirden Enderûn iç, birûnda dış demektir. Yalnız olarak Enderûn denildiği gibi “Enderûnî Hümâyûn” şeklinde de kullanılırdı. Osmanlı Devleti’nin teşekkülü sırasında, devlet işleri pek basit ve ibtidâi vasıtalarla görülüyordu. Orhan Gâzi ve oğlu Murad Hüdâvendigâr tarafından yapılan teşkilat ile askerlik bir nizam ve intizam kazandı. Memleket büyümeye başladığı için yavaş yavaş saray teşkilatı da yapılmaya başlandı. Asıl saray Yıldırım Bayezid ve II. Murad tarafından kurulmuş, debdebe ve şaşaayı ise Fatih tesis eylemişti. Enderun sarayın iç hayatı ve düzeni demektir. Bununla ilgili kanunnâmeler ve düzenlemeler mükemmel olarak yapılmıştı. Enderun bir nevi mektepti. Buradan altmış Sadrâzam, üç Şeyhülislâm ve yirmi üç Kaptan Paşa yetişmiştir. (Pakalın, age., II, 533). 37 . Kamil Paşa, Tarih, III, 17. 38 . Kamil Paşa, Tarih, III, 17–18.

Page 27: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

18

göre Sultan II. Mahmud, tahtını tüm dileklerini kabul etmek zorunda kaldığı âsilerle

pazarlığa ve kardeşinin idamına borçludur.39 Dolayısıyla Alemdâr’ın, yeni padişah’ın

ilk Sadrâzamı olması kaçınılmaz olmuştur. Alemdâr’ın sadareti, Osmanlı’nın son

yüzyıllarda geleneğinden ne kadar da uzaklaştığını gösterir. Zira İstanbul’un fethinden

itibaren devlet adamları köken olarak kul olmasalar da kul muamelesi görüyorlardı.

Alemdâr ise eski bir yeniçeriydi. Ancak Sadrâzam olduğu sırada kul olması imkânsızdı.

pâdişahı değiştirmeye teşebbüs etmesi onun kul olmadığının en somut delilidir. Tüm

bunlar Osmanlı’nın mutlakıyeti için tahammül edilmesi imkânsız şeylerdi.40

Alemdâr Mustafa Paşa, Sadrâzam olur olmaz, III. Selim’in intikamına koyuldu.

Üç yüz kişinin başları vuruldu. Hızlı bir şekilde IV. Mustafa ve çevresindekilerin

tasfiyesine başlanıldı. Üç yüz bostancı başı ile Köse Musa Paşa’nın başları önemlerine

binaen saray kapısı önünde teşhir edildi. Ahmed Esat Efendi Şeyhülislâm olurken, fitne

çıkaran ulemâda sürgüne gönderildi. Rusçuk Yârânı önemli görevlere getirildi. Böylece

yenilik taraftarları tekrar iktidara gelmiş oldular.

Alemdâr Paşa, şimdilik gereken kuvvete sahip olmakla birlikte devlet işlerini

çevirecek tecrübe ve düşünceden mahrumdu. Bunu kendiside itiraf ettiği için Rusçuk

Yârânı, nâzırların tavsiye ettikleri tedbirleri yürürlüğe koyarak devlete hizmet etmeye

çalıştı.

Alemdâr ve Rusçuk Yârânı iş başına geçtikleri vakit devletin durumu son derece

içler acısı idi. İstanbul’da devlet otoritesi ve prestiji zorbaların yüzünden sarsılmıştı.

Anadolu ve Rumeli derebeylerin etkisi altındaydı. Alemdâr ve arkadaşları bu kötü

gidişata son vererek âsayişin sağlanmasını gerekli görüp, işe İstanbul’dan koyulmaya

karar verdiler. Yeniçeri zorbaların bir kısmı öldürülüp bir kısmı da sürgün edilince

İstanbul’da âsayiş geçici bir süre için de olsa sağlanmış oldu. Bundan sonra Rumeli ve

39 . Helmuth Von Moltke, Türkiye’deki Durum ve Olaylar Üzerine Mektuplar (1835–1839), trc. Hayrullah Örs, Ankara 1960, s. 279. 40 . Sina Akşin, Türkiye Tarihi, İstanbul 1988, III, 89.

Page 28: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

19

Anadolu’nun durumu ele alınmak suretiyle, Sadrâzam tarafından tüm âyânlar devletin

meselelerini görüşmek için İstanbul’a çağrılmıştır.41

I. Sened-i İttifak

II. Mahmud tahta çıktığında, öncelikle halletmesi gereken iki mühim mesele

vardı. Birincisi, amcası III. Selim’in ölümüne sebep olan canilerin cezalandırılması,

ikincisi de devletin içine düştüğü ağır sıkıntıdan kurtulabilmesi için gerekli olan

ıslahatların yapılması idi. İlk önce, Anadolu ve Rumeli’de otorite boşluğundan

yararlanarak idareyi ele almış olan âyânları*, devlete itaat eder hale getirebilme

meselesi ele alındı. Neticede “Sened-i İttifak” adıyla, âyânlar ve devletin vekilleri

arasında bir anlaşma yapıldı.42

“Pazvantoğlu, Tuzcuoğlu, Nasuhoğlu, Dağdevirenoğlu, Kalyoncuoğlu,

Tekkelioğlu, İbrahim Ağa, Katip Ağa, Sarı Osman, Kara Osman, Dede Bey, Kara Feyzi,

Kel Ahmet, Hasköy Ayanı, Emin Ağa, Bülbüloğlu, Tepedelenli Ali Paşa, Ravendizli

Kör Mehmet Paşa ve İshak Paşa” Sened-i İttifak’ta bulunan âyânların elebaşlarıdır.43

41. Bilgi için bk. Beydilli, “Alemdâr Mustafa Paşa”, DİA., II, 364-365; Karal, age., V, s. 89-90. 42. Akgündüz-Öztürk, age., s. 237. * Âyân: Devletle halkı alakadar eden işlerle mükellef olmak üzere yerel bölge halkı tarafından seçilen temsilci demektir. Bunların seçim sonucu atanmaları önceleri valiler ve sonrada sadrazamlar tarafından onaylanarak resmiyet kazanmaktayken, devletin zora düşmesi neticesinde bozulmuş ve temsilcilik durumundan çıkarak derebeyi haline dönüşmüş ve âdeta bağımsız hale gelmişlerdi. Anadolu ve Rumeli eskiden olduğu gibi tekrar bu derebeylerin idaresine girmiştir. Mesela Arnavutluk’un Toksa bölgesinde Yanya valisi Tepe Delenli Ali Paşa, Kegalık bölgesinde İşkodra valisi Kara Mahmut Paşa gibi âyânlar söz sahibi olmuşlardı. Halep karışıklıklar içerisindeydi. Bağdat’ta Kölemenler bağımsızlık hevesine düşmüştü. Vehhabîler Mekke ve Medine’yi ele geçirmişler, Pâdişahın ismi hutbelerden çıkarılmıştı. Mısır’da Mehmet Ali Paşa Kölemenlere karşı mücadeleyi sürdürmekteydi. Garp Ocakları, bölgenin idarecileri olan dayıların zulmü altındaydı ve Anadolu’da da yer yer hanedanlıklar kurulmuştu. Bunların bir kısmı; Aydın’da Kara Osmanoğulları, Bozok’ta Cebbaroğulları idi. Kısacası memleketin ahvali, hem dışta hem de içte vahim bir durumdaydı. (Bilgi için bk. Sarıcaoğlu, age, s. 26). 43 . Karal, age., V, 154. * Voyvodalık: Voyvoda: Reis, subaşı, ağa gibi muhtelif manalara gelen bir tabirdir. Voyvoda kelimesi İslâvca bir kelimedir. Voyvodalık Osmanlılarda Hicrî on birinci (milâdî on yedinci) asırda başlamıştır. Eyalet valileri ve sancak mutasarrıfları uhdelerine tevcih olunan eyalet ve sancakların mülhak kazalarına daireleri gediklerinden veyahut halkın isteğiyle yerlilerin ileri gelenlerinden birini voyvoda tayin ederlerdi. Bu voyvodalara merkezce mukataat hazinesi kaleminden evâmir-i şerife verilirdi. Vazife gittikçe tevessü ve taammüm ederek sonraları bunlar kaza kaymakamlığı vazifesiyle de muvazzaf olmuşlardır. (Pakalın, age., III, 598). * Mütesellimlik: Sözlükte “teslim edilen şeyi alan, kabul eden” anlamındaki mütesellim kelimesi Osmanlılarda çeşitli idarî görevliler için kullanılmıştır. (Geniş bilgi için bk. Yücel Özkaya, “Mütesellim”, DİA, İstanbul 2006, XXXII, 203–204).

Page 29: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

20

Devlet öyle müşkül bir duruma düşmüştü ki, gerek Anadolu gerekse Rumeli’de

tıpkı derebeyiler gibi nüfuz sahibi olan bu âyânlar, özellikle XVIII. yy.’dan sonra

Anadolu ile Rumeli’nin değişik yerlerinde, devlet tarafından gönderilen idarecilerin

önüne geçmek suretiyle, yöre halkı ile hükümet arasında aracı vazifesini teşkil eden bir

zümredir. Bu sebeple âyânlar; voyvodalık*, mütesellimlik*, muhassıllık* hatta valilik

gibi önemli memuriyetleri elde ederek bulundukları bölgenin siyasî hâkimiyetine sahip

oluyorlardı. Aynı zamanda, vakıf müessesesi, mültezim ve çiftlik sahibi gibi sıfatlarla

bölgelerinde iktisadi ve sosyal nüfuz kazanıyorlardı. Önceleri, halk tarafından seçilen ve

görevleri, vergi-asker toplamak, erzak-levâzım tedarik etmek ve bulundukları yerin

güvenliğini sağlamak olan âyânlar bilahare kuvvetlenip devletin otoritesini sarsacak

duruma gelmişlerdi. Dolayısıyla Sultan II. Mahmud, ilk tedbir olarak bunların itaat

altına alınması gerektiğini düşünmekteydi. Aksi halde devlet otoritesinden

bahsedilemezdi. Zira Devlet otorite ile anlam kazanır. Eski, tecrübeli devlet adamları da

bu konuda onu teşvik edip desteklemekteydiler. Böylece devletin sarsılmış olan otoritesi

yeniden sağlanacak ve ülke, içerisinde bulunduğu zor şartlardan kurtulması için çare

bulunacaktı. Bu maksatla Anadolu ve Rumeli’deki bütün âyanlar İstanbul’a çağrıldılar.

Âyânların çoğunluğu ya Alemdâr Mustafa Paşa’dan çekindikleri için veyahut ta, kendisi

de âyândan biri olan yeni sadrazamın bir zarar vermeden kendilerini meşru bir düzene

koymak için çağırıldıklarını düşünerek icabet etmeyi uygun buldular. Beraberlerinde,

can güvenliklerini temin etme adına, komuta ettikleri askerleri de getirdiler. Cevdet

Paşa, eserinde bu meseleden bahsederken “ve evâsıt-ı mâh-i recebe doğri mudavviyen

mûmi ileyhim birer birer gelmeye başladıkları esnada Cebbarzâde ve Kara Osmanoğlu

güzîde süvarileriyle gelüp Üsküdar yakasinda ikamet eylediler. Evâhir-i recebde Sirûzi

İsmail Beğ dahi on iki bin kadar güzide askeriyle gelup Davud Paşa Sahrası’nda

mansup olan hîmelerde ikamet ile Dersaâdet’in her tarafı böyle ordularla muhat olup

* Muhassıllık: Arapça “tahsil” mastarından türeyen, “tahsil edici” anlamındadır. Osmanlı Devleti’nde kuruluştan itibaren Anadolu’da ve Rumeli’de cizye, âşar, âdet-i ağnâm, imdad-ı seferiyye, hazariyye, sâlâriyye, mukabele, bedel-i nüzul, avâriz, ispençe vb. adlarla anılan vergilerin tarh ve tahsilinde muhassiller görev yapmışlardır. (Geniş bilgi için bk. Yücel Özkaya- Ali Akyıldız, “Muhassıl”, DİA., İstanbul 2006, XXXI, 18–19).

Page 30: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

21

İstanbul’da hiç görülmedik surette bir asker kalabalığı olduğu halde evâmir-i alîyye

sektesiz icra oluna geldiği cihetle emniyet-i umûmîye ber-kemal idi.”der.44

İstanbul’da, devlet adamları ve ulemânın katılımıyla birlikte, âyânlarla bir

meşveret-i âmme yapıldı (17 Receb 1223/8 Eylül 1808). Kamil Paşa, konuya dair şu

bilgileri aktarır. “Devlet-i Alîyye’nin istikbali temin içün Rumeli ve Anadolu âyânı dahi

da’vet ve celb olunarak akt olunan meclis-i meşveret-i âmmede ceryan eden müzakerât

neticesinde her hâlü ve kârda evâmir-i seniyye-e nâfiz olarak her yerde murtabıt hazine

istifa olunmak ve devlet nâmine asker alınmak ve şayet muhalefet eden olur ise te’dibi

zımnında bil cümle âyân ve hânedan da’vacı olmak ve fakat onlardan birisinin dahi

hılafi şart ittifak bir hareketi zuhûr etmedikçe hakkında ta’riz olunmamak hususlarına

karar verilerek bu esas üzerine tanzim olunan ittifak senedi cümle tarafından imza ve

tahdim ve Hudûr-i Hümâyûn’a arz ve takdim kılınması üzerine zati Pâdişahı buni

Enderûn-i Hûmâyûn ricâlinden ba’zilariyle müzâkere buyurduklarında baş çûkadâr

hazret-i şehriyâr-i Eğri Boyun Ömer Ağa: Bu sened sizin istiklâl-i saltanatınıza

dokunur. Lâkin reddi kabil değildir. Şimdilik çaresiz tasdik buyûrilûp ba’de bunun feshî

çaresine bakmalıdır. demesiyle her ne kadar sened tasdik buyurulmuş ise de bu mâdde

zât-ı şahâneye dağ derûn olarak o günden i’tibaren âyân gürûhuna ve onlara muayyen

olanlara izmâr-u gazab ve kin edilmişdir. Her halde Nizâm-ı Cedid Ocağı ‘sekbân’

unvaniyle ihya ve yazılan asâkir Levend Çiftliği ve Üsküdar kışlalarına yerleşdirilûp

cümlesine yeknesak elbise iksâ olundu.”45 Toplantı, Alemdâr’ın son olaylar hakkında

bilgi verdiği bir konuşmasıyla açıldı. Konuşmasında, devletin içerisinde bulunduğu zor

şartlar ile memleketin, geçirmekte olduğu zor ve sıkıntılı günlere vurgu yaptı.

Akabinde, kendisinin de yeniçeri taraftarı olduğu, ancak eğitimli askere ihtiyaç

bulunduğu, aksi takdirde devletin varlığını sürdüremeyeceğini ifade etti. Artık

ayrılıklara son verip birlik ve beraberliğe dönülmesini, herkesin gücü nispetinde bu

ittifaka destek vermesi umûmun menfaatine olacağını söyleyerek âyânlardan destek

istedi. Ayrıca Alemdâr, konuşmasının sonunda Yeniçeri Ocağı’nın düzene konulmasına

yönelik olarak alınması gereken tedbirleri şu maddelerle dile getirmiştir.

44 . Cevdet Paşa, Tarih, IX, 3. 45 . Kamil Paşa, Tarih, III, 21.

Page 31: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

22

1. Yeniçeri subaylarının gediklerinin kaldırılması.

2. Bekâr yeniçerilerin kışlalarında oturmaya zorlanması.

3. Askerlik yapan yeniçerilerden başka hiç kimseye yeniçeri ulufesi

verilmemesi.

4. Hak etmedikleri halde kendilerine ulufe verilenlerin tasfiyesi.

5. Kanunnâmelerde işaret edilen eğitimin yeniçerilere yaptırılması.

6. Avrupalıların ileri savaş teknikleri ve silahlarının Şeyhülislam fetvasıyla

Osmanlı Ordusu’na alınması.46

Toplantıda hazır bulunanlar, Alemdâr’ın bu altı maddelik düşüncelerini

onayladılar. Akabinde yapılan istişareler neticesinde hükümet ile âyânlar arasında,

tarihimizde “Sened-i İttifak” adı verilen anlaşma yapıldı. 16 Şaban1223/7 Ekim 1808’de

Kâğıthane Kasrı’nda imzalanan bu anlaşmaya göre:

1. Âyânlar, Pâdişahın emirlerini mutlak surette yerine getireceklerdi.

2. Pâdişahın, mutlak vekili olan Sadrâzamın emirleri, aynen hükümdârın

emirleri gibi kabul edilecekti. Bu bakımdan onun kanuna uygun emirlerine

itaat edilecek, kanuna aykırı olan emirlerine ise birlikte karşı konulacaktı.

3. Âyânlar, devletin eyaletlerden asker almasına karşı gelmeyeceklerdi. Bu

hükme muhalefet edenlere karşı tüm âyânlar davacı olacaklardı.

4. Hazine gelirleri, her yerde devletin koymuş olduğu kanun ve hükümlere göre

toplanacaktı.

5. Âyânlarda devlet adamları gibi bu anlaşmaya uyacaklar şayet karşı gelen

olursa bütün âyânlar, beraberce onun hakkından geleceklerdir.

46 . Geniş bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, IX, 3–5; Kamil Paşa, Tarih, III, 21-22; Karal, age., V, 90-93; Yuzo Nagata, Tarihte Âyânlar, Ankara 1997, s. 9-12.

Page 32: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

23

6. İstanbul’da, yeniçeri ve diğer ocaklarda isyan çıkarsa âyânlar emir

beklemeden gelerek isyan eden ocağı ilga edeceklerdi.

7. Pâdişah, adâlete uygun ve eşit vergi alacaktı.47

Bu ahitnâmenin ebedîyen var olması için yedi maddeye zeyl olarak bir madde

daha eklenmiştir. Buna göre her yeni Şeyhülislâm ve Sadrâzam bu senedi imzalamakla

sorumlu tutulmuştur. Böylelikle bu hükümlerin daimîliği, teminat altına alınmış

oluyordu. Bilahare Şeyhülislâm bu senedin meşruluğuna dair bir fetva vermiş, Pâdişah

ile devletin diğer ileri gelen adamları da bu fetvayı imzalamıştır.48

Devlet ile tebeası arasında imzalanan bu sened, Osmanlı Tarihi’nde benzeri

olmayan bir anlaşmadır. Devlet, âyânların varlığını bu belge ile kabul etmek zorunda

olduğu gibi onlara ve hatta çocuklarına da bazı haklar tanımaya mecbur kalmıştı.

Osmanlı idare sisteminde devletin böyle bir mükellefiyeti yüklenmesi, gerçekte

Pâdişahın bir kısım yetkilerinin sınırlandırılması ve bazı yetkilerinden de feragat etmesi

demekti.

Sened-i ittifak, devletin, Anadolu ve Rumeli’de kendi kendine sivrilip

güçlenmiş, bir bakıma bağımsızlıklarını ilan etmiş olan âyânlarla pazarlığa oturmasıdır.

Bu ise, hele hele o dönemin devlet egemenliği düşüncesinde asla yeri olmayan bir

keyfiyettir. Bu sebeple Pâdişah, böyle bir senedin yazılmasını talihsizlik olarak telakki

etmiştir. Lâkin günün şartları icabı yapılacak başka bir çarede yoktu.49 Nitekim Cevdet

Paşa: “Eğerçi Devlet-i Alîyye ile kendi tebeasından olan birtakım bey ve ağalar

beyninde (arasında) öyle bir ittifaknâme tanzim olunması ve kuvve-i icraiyyenin

birtakım şerâit (şartlar) altına alınması istiklal-i saltanata (saltanatın bağımsızlığı)

47 . Geniş bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, IX, 278–383; Stanford J. Shaw- Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, trc. Mehmet Harmancı, İstanbul 1983, II, 26–27; Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, İstanbul 1994, III, 114–120. 48 . Karal, age., V, 92. 49 . Bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, IX, 6–8; Karal, age., V, 92-93; Shaw, age., II, 26–27.

Page 33: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

24

münâfî (aykırı) ise de bir müddetten beri vukua getirilen suiisti’mâlat ile cism-i devlette

açılan yaralara ondan başka çare bulunamamıştı.” demektedir.50

Âyânların, henüz devam etmekte olan Rus harbine iştirak ve pâdişaha sadâkat

hususunda devletle anlaşması, aslında Yeniçeri Ocağı’na meydan okuyan yeni bir

kuvvetin neşet etmesi anlamına geliyordu. Hiçbir olumsuz olay yaşanmadan, ziyafet ve

şenlik havasında geçen bu Meşveret-i Âmme’den sonra âyânların yerlerine gitmişlerdi.

Âyânların yerlerine gitmesinden sonra, meydan tekrar Alemdâr ve onu idare eden

Rusçuk Yârânı’na kalmıştı.

Aslına bakılacak olursa bu sened, devlete nizam veriyoruz diye başlatılan yanlış

ıslahat uygulamasının feci sonuçlarından biridir. Bir mütegallibe güruhu olan âyânlar,

devlet otoritesinin yerine geçmek istemişler ve bu isteklerini de Sened-i İttifak’la tescil

ettirmişlerdi.

Bu sened birçok eserde, İngiliz kralı John ile Feodal Beyler arasında yapılmış,

karşılıklı hakları saptayan bir belge niteliğindeki “Magna Carta” , “Anayasal hareket”

ile özdeşleştirilerek övülmüştür. Oysaki bu düşünce içerisinde olanlar, Osmanlı’nın

gerçek bir hukuk devleti olduğunu göz ardı etmektedirler. Sened-i İttifak mahiyet olarak

Magna Karta gibi olabilir. Ancak Magna Karta belli bir geleneğin başlatıcısı iken,

Sened-i İttifak kısa sürede geçerliğini yitirmiş olan hukukî bir belgedir.51 Pâdişah’ın

nüfuzunun ilahî ve şer’î kanunlar ile takyit edildiğini, Şeyhülislâm’ın onayı olmadan

Pâdişah bile hiçbir hüküm icra edemiyordu. Bu yanlış benzetmeyi yapanlar, devlet

reisliği salâhiyetinin fiilen ve mutlak olarak kullanılamayacağını, mütâlaa (tetkik)

edememişlerdi.52 Öyle ki, Osmanlı Devleti’nde yürürlüğe girmesi gereken kanunlar için

“Şer’-i Şerife muvafakati mukarrerdir” diye imza koyan Şeyhülislam, bu yönü ile bir

bakıma “Anayasa Mahkemesi” görevini de yürütmekteydi.53 Padişahı, batıdaki krallar

gibi despot gören bu zihniyet sahipleri, devlet reisi otoritesinin azaltılmasını ilericilik

olarak görüyorlardı. Bunlar, Pâdişahın otoritesinin sarsılmasının, çeşitli kültürlere 50. Cevdet Paşa, Tarih, IX, 6. 51 . Akşin,age., III, 91. 52 . Aksun, age., III, 119. 53 . Ziya Kazıcı, Osmanlı’da Toplum Yapısı, İstanbul 2003 s. 62.

Page 34: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

25

mensup insanları sınırları içerisinde barındıran büyük bir devletin birleştirici unsurunu

yıkmakla aynı olduğunu dahi görmezden gelmişlerdir. Bu anlayıştan gerek olacakki

âyânlardan sadece dördü bu belgeyi imzalamış, diğerleri hükümete yardıma ve

birbirlerini kollamaya söz vererek, kendi bağımsızlıklarını da sınırlandıracağı için

sessizce memleketlerine dönmüşlerdi.54

Bu senetle özet olarak Osmanlı Devleti, yeniden büyük devlet olmayı ve eski

hâkimiyetine kavuşmayı istiyordu. Böylece her yerde devletin kanun ve emirleri aynı

olacak, vergiler sadece devlet hazinesinde toplanacak, sadece devlet namına asker

toplanabilecek, âyân ve derebeylerin haklarına da müdahale edilmeyecekti. Sultan II.

Mahmud bu yedi maddelik anlaşmayı pâdişahlığın yetkilerine bir sınırlama olarak kabul

etmiş ve onu hazırlayan sadrâzamına kin bağlamıştı. Sadrâzam ise bu durumu, âyânları

sindirebilecek bir orduya sahip olmadığı için çaresizlik sonucu ortaya çıkan, kaçınılmaz

bir düşüncenin neticesi olarak görüyordu.55

Âyânların çoğu bu belgeyi imzalamadığı için Alemdâr, âyânların durumuna

hukuki bir nitelik kazandırmak istemiş fakat bunda başarılı olamamıştı. Bu senetten bir

ay sonra çıkan yeniçeri isyanlarına âyânların tepki göstermemesi, kendi menfaatlerinin

peşinde koştuklarını ve devletin menfaatini düşünmediklerini ispat etmiştir.56

Görüldüğü üzere Osmanlı Devleti bu senetle, devlet adına hiçbir sanı dahi

olmayan bir takım şahısları muhatap almak mecburiyetinde kalmıştır. Neticede bu

senedi ne Pâdişah, ne de devlet erkânı kabullenememiştir. Bu senet, Devlet-i Alîyye’nin

aczini göstermekten başka bir işe de yaramamıştır.

54 . Shaw, age., II, 27. 55 . Akgündüz-Öztürk, age., s. 237; Mehmet Esat Sarıcaoğlu, Malî Tarih Açısından Osmanlı Devleti’nde Merkez Taşra İlişkileri (II. Mahmud Döneminde Edirne Örneği), Ankara 2001, s. 28. 56 . Özcan Mert, “ Osmanlı Devleti Tarihi’nde Âyânlık Dönemi”, Yeni Türkiye Mecmuası (2000), sayı: 31, Osmanlı Özel Sayısı: I, 464. * Sekbân: Muhtelif zümrelere unvan olarak kullanılmış bir tabirdir. Halk arasında “seymen” denir. “köpek muhafızı anlamına gelen sekbanın, “sokman” kelimesi ile de münasebeti ihtimali vardır. Bu durumda “muharebe saflarını yaran yiğit” anlamı kazanmıştır. Yeniçeri Ocağı’nın üç kısmından birine “Sekbân” deniyordu. Yaz mevsiminde mahsulün muhafazası için kullanılanlara da “sekbân” denirdi. Ancak bunlara, gördükleri işin öneminin anlaşılması ve diğer sekbanlardan ayrılması için “kır sekbânı” adı verilmiştir. (Pakalın, age., III, 145–147).

Page 35: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

26

II. Sekbân-ı Cedîd’in Teşkili

Sekbân-ı Cedid, Alemdâr Mustafa Paşa tarafından, Nizâm-ı Cedid Ocağı’nın

yerine kurulan askerî bir kurumdur.

Eyaletler sened-i ittifak anlaşması ile merkeze bağlandıktan ve âyânların

İstanbul’u terk etmelerinden sonra karar gereğince Alemdâr Mustafa Paşa, başta

Yeniçeri Ocağı olmak üzere yedi ocaktan muvafakat aldıktan sonra talimli Sekbân-ı

Cedîd adında yeni bir askerî sınıfın çekirdeğini oluşturmaya başladı. Ancak yeniçerileri

ürkütmemek için dikkatli davranarak Nizâm-ı Cedid ismi yerine 12 Şaban 1223/3 Ekim

1808’de kurulan bu yeni askeri sınıfa, Yeniçeri Ocağı’na mensup “sekbân”* sınıfının

ismine izafeten “Sekbân-ı Cedîd” adını tercih etmiştir. Böylece, ahâliye, yakın mazinin

dehşetli olaylarını hatırlatan “Nizâm-ı Cedîd” terimi sözde bir kenara bırakılmış

oluyordu. Aynı zamanda yeniçerilerin esnaflık ve ticaret işlerini bırakarak, Kanunî

devrinde olduğu gibi, kışlalarında kalıp talim ve askerlikle iştigal etmeleri

emrolunmuştu. Anlaşıldığına göre bu yeni askeri sınıf kısmen de olsa ulema tarafından

desteklenmekteydi. Çünkü Ubeydullah Koşmanî adında bir vaiz, Ramazan ayında

camilerde “Emr-i bil ma’ruf “ bahsi altında talimli askerlerin önemine işaret ederek

halkı Sekban Ocağı’na yazılmaya teşvik ederken “Nehy-i ani’l-münker” bahsi altında

da bu uygulamaya karşı çıkanları yermekteydi. Fakat yeniçerilere göre ise kendi

ocakları aleyhinde söz söylemek neredeyse küfür sayılmaktaydı. Hatta Koşmanî bir gün

Fatih Camii’nde vaaz ederken yeniçeri mensubu olan bir cemaatın şiddetli tenkidine

maruz kalmıştı. Şöyleki: Koşmanî vaaz ederken, Yedinci Cemaat Odabaşısı, kürsüden

indirmek üzere Koşmanî’nin eteğine yapışınca, Koşmanî “Ulemâ yok mu?” diye

bağırınca, odabaşı da “Yeniçeri yok mu?” diye feryâd etmişti. Bunun üzerine, büyük bir

infial çıkmasına ramak kala bazı kimselerin araya girmesiyle ortalık sakinleştirilmişti.57

Cevdet Paşa’ya göre bu ocağın teşekkülünde medrese hocaları, tarikat büyükleri ve

selattin camilerin imam ve vaizleri ile yüksek rütbeli ulemânın büyük etkisi olmuştur.58

57 . Bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, IX, 20. 58 . Cevdet Paşa, Tarih, IX, 10.

Page 36: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

27

Sekbân-ı Cedid’in kuruluşu ile Yeniçeri Ocağı’nın nasıl bir tutuma girdiğini

Ahmed Rasim şöyle zikretmektedir. “Alemdâr, Asâkir-i Cedîde’nin, ayrıca bir ocak

itibar edilerek bundan böyle Asâkir-i Osmanîyye’nin sekiz ocaktan mürekkep olmasını

taht-ı karara aldığı gibi sekizinci ocak olan Sekbân-ı Cedid Ocağı’na dahi tuğ, tabl,

alem-i i’ta eyleyerek ocağa bir şekl-i istiklal verdi. Yeniçeriler böyle bir ocağın

teşekkülünden daha ziyâde alev aldılar.”59 Yeniçerilerin hoşnutsuzluğunu gidermek için

Sultan II. Mahmud’un çıkarmış olduğu fermanın bir kısmı şöyledir. “Yeniçeri Ocağım

kâr-i kadim ecdâd-ı i’zâmdan mevrus hassa askerimdir. İslâm’da ne şekil yararlık

ettikleri tevârihte manzurum olmuştur. Benim dahi itibarım onlaradır. İnşaallahu Teâlâ

nice nice gazalarda yararlık ibraz edip mazhâr-ı fütuhat olarak ecdâdım gibi gâzi

okunmamı kudret-i hakla anlardan ümit ederim.”60 1808 Ramazan’da çıkan yeniçeri

isyanında Alemdâr’ın öldürülmesiyle Sekbân-ı Cedid Ocağı son bulmuş oldu.61

Bu yeni kuvvetin çekirdeğini Kadı Abdurrahman Paşa’nın getirmiş olduğu, hızlı

ateş eden tüfeklerle donatılmış üç bin kişilik bir ordu teşkil ediyordu. Buna eski Nizâm-ı

Cedid ordusundan kalanlar ile Karaosmanoğlu ve Çapanoğlu liderlerinin getirdikleri

askerler katıldılar. Levent çiftliği ve Üsküdar’daki eski Nizâm-ı Cedid kışlaları onarılıp

bu yeni sekbân birliklerine verildi. İlaveten beş bin gönüllü de bunlara katıldı. Ayrıca

yeni asker alınması için de emir çıkarılıp çevreye fermanlar gönderildi. Bu

fermanlardan biri de Edirne Bostancıbaşısı Dağdevirenzâde Mehmed Ağa’ya

gönderilmişti.62

Bu yeni askerlere tek tip elbise giydirilecek ve Avrupa usûlünde eğitim

görmeleri sağlanacaktı. Cevdet Paşa, bu askerlerin elbiselerini şöyle anlatmaktadır.

“Elhasıl Nizâm-ı Cedid Ocağı ihya buyuruldi ve muceddiden yazılan asâkir Levend

çiftliği ve Üsküdar kışlalarına yerleşdirildi ve cümlesine yeknesak olarak aba dizlik ve

tozluk giydirildi. Fakat mukaddema Nizâm-ı Cedid askeri ve Asâkir-i Şahâne tabir

olunurken bu kere Sekbân denildi. Ve evvel başlarına bostancı baratası giyerler iken bu

59 . Ahmed Rasim, Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi, İstanbul 1329, IV, 1543. 60 . Karal, age., V, 145. 61 . Sekbân-ı Cedid hakkında geniş bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, IX, 8–10; Naci Çakın-Nafiz Orhon, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi (1793–1908), Ankara 1978, III, 65. 62 . Bu fermanla ilgili bilgi için bk. Sarıcaoğlu, age., s. 50.

Page 37: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

28

defa şubara giydirildiki Rumeli halkına mahsus yedi sekiz terkli çuha kalpaktan ibaret

olup bir kısmının üzerine kırmızı ve diğer kısmının üzerine nergizî mağrib şalları

sarıldı.”63

Alemdâr bu yeni birliğe, eski bir Nizâm-ı Cedid subayı olan Süleyman Ağa’yı

komutan olarak atamışsa da esas komutan aslında Kadı Abdurrahman Paşa’ydı. Birliğin

ayrı bir maliyesi olmamakla birlikte, ulemâya cazip gelen Umûr-u Cihâdiye Nezâreti

adı altında bir isim verilerek gerekli geliri toplamak üzere kurulmuştur. Kurulurken yüz

bölük ve üç tümenden oluşan yüz altmış bin kişilik bir ordu düşünülüyordu. Bu

askerlere aynı tip elbise giydirilip Avrupa usulünde eğitim ve talim verilmeye başlandı.

Bunlar ordunun sekizinci ocağı olarak tabir ediliyorlardı. Kendilerine, Tuğ, Tabl ve

Sancak verildiği için Sekbân-ı Cedid Ocağı kısmen de olsa bağımsız bir ocak haline

gelmiş oldu.

Sekbân-ı Cedid Ocağı’na paralel olarak Yeniçeri Ocağı’nda da ıslahat yapıldı.

Yeniçeri ortalarına bağlı olmakla, askerlikten anlamayan pek çok zerzevatçı, hamal ve

kayıkçı delikanlıların, sekbân veyahut kalyoncu sınıflarına yazılarak askerliği

öğrendikten sonra sanatlarıyla uğraşmalarına izin verildi.

Alemdâr’ın yeniçeri birliklerine yönelik yapmış olduğu önemli yeniliklerin biri

de memuriyet satışının yasaklanmış olması ve kıdeme göre terfi düzenin yeniden

getirilmesidir. “Esâme” adı verilen yeniçeri cüzdanları iade edilmediği için bunların

binlercesi başkalarının elinde ya da para karşılığı başkalarına satılmış olduğu için bu

kişiler cüzdan sahibi yaşıyormuş gibi aylık almaktaydılar. İşte bunların hizmet karşılığı

olması için kaldırılmasına çalışıldı. Ancak politikanın inceliklerini iyice kavrayan II.

Mahmud, binlerce kişinin, velevki gayri meşru da olsa, gelirini birdenbire kesmenin

yeni bir isyana sebep olma ihtimalinden çekindiği için, cüzdanların, değerinin yarısına

satın alınmak suretiyle ortadan kaldırılmasını emretti. Cüzdanlarını kendi istekleriyle

vermeyenlere ise, devlet herhangi bir tazminat ödemeyecekti.

63 . Cevdet Paşa, Tarih, IX, 8–9.

Page 38: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

29

Yeniçeri Ortaları’na bağlı olmakla, askerlikten anlamayan pek çok sebzevatçı,

hamal ve kayıkçı delikanlılar sekbân veyahut kalyoncu sınıflarına yazıldı. Bunlar

askerliği öğrendikten sonra sanatlarıyla uğraşabileceklerdi.

Sekbân Ocağı bol maaşları, modern kıyafet, silah, talim ve davulları ile

kuvvetlendirilip imtiyazlı bir sınıf olarak ümit kaynağı olmuşlardı. Şeyhülislâm’ın

fetvasıyla meşrulaşan bu askerler artık muntazam bir ordunun çekirdeğini

oluşturuyordu.

Şayet isim değişikliğini bir kenara bırakacak olursak, Nizâm-ı Cedid’in 23

Şaban 1223/14 Ekim 1808’de yeniden diriltildiğini söyleyebiliriz. Aynı ıslahatlar

benzer şekilde Tersane Ocağı’na da tatbik edilmişti.

Eski Nizâm-ı Cedid zabitleri ve Kadı Abdurrahman Paşa’nın Anadolu

valiliğinden getirdiği birkaç bin kişilik talimli “tüfenkçi” askerleri de Sekban Ocağı’nı

güçlendirmişti. Bir taraftan Sekban Ocağı’nın yükselişi, diğer taraftan yeniçerilerin artık

talim ve terbiye ile uğraşmaya zorlanmaları, ticaret ve esnaflıktan ayrılmaları onların

keyfini iyice kaçırmıştı. Menfaatleri bozulan esnaf ve sıranın kendilerine geleceğinden

korkan bazı ulemâ da bozguncu ortamı körüklemeye başlamışlardı.

Donanmanın ıslah edilmesi işi Alemdâr Mustafa’nın lalası ve yakın danışmanı

olan Abdullah Ramiz Efendi’ye verilmişti. Ramiz Efendi liyakatsiz olanların işine son

vermiş, eski gemileri de ıskartaya çıkarmıştı. Nifak yuvası haline dönüşmüş olan Galata

Kışlası’na kilit vurulmuştu. Denizciler, tersane veyahutta gemilerde yaşamak zorunda

bırakılmışlardı.

Yapılan tüm bu ıslahatların kaderi, Alemdâr ve onun yandaşlarının iktidarda

uzun süre kalabilmelerine bağlıydı. Ancak ıslahatları içine sindiremeyenler yıkıcı

faaliyetlerini gizlice sürdürürken, harekete geçmek için elverişli ortamın oluşmasını

beklemeye koyulmuşlardı.64

64. Shaw, age., II, 27–28; Karal, age., V, 93–94; Turan, age., II, 257; Çakın-Orhon, age., III, 65.

Page 39: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

30

III. Alemdâr Mustafa Paşa’ya Karşı Yeniçeri Ayaklanması

Alemdâr Mustafa Paşa, ülke genelinde devlet egemenliğini ve asayişi, İstanbul

dâhil olmak üzere sağlamıştı. Ancak, gerek kendisi gerekse adamlarının göze batan bazı

davranışları, onun halk nazarındaki prestijinin gitgide azalmasına sebep oldu. “Samiha

Ayverdi, “Türk Tarihinde Osmanlı Asırları” adlı eserinde bu durumu onun saflığına

bina ederek şöyle der: “Rumeli’nin saf ve sade muhiti içinde yetişmiş olan Alemdâr

Mustafa Paşa, İstanbul’un politik cereyanlarını, içten içe tezgâhlanan siyasi

komplolarını sezip takip edecek bilgi ve tecrübeden mahrumdu. Onun içinde Sultan

Mahmud’u tahta getirmek ve üç beş zorbayı tepelemekle dertlerin bittiğine, böylece

devlet işlerine gözünü yumup eğlence ve zevk âlemlerine sıra geldiğine inanmış

bulunuyordu. Hâlbuki vaziyet hiçte emniyet sükûnet verecek bir çehre arz etmiyordu.

Zira ocağın sindirilmesi demek, birer zorba, vurguncu ve hilekâr tâcir demek olan

Ocaklının maddi zararı demekti. Aynı zamanda Nizâm-ı Cedid’in yerine tesis edilen

Sekbân-ı Cedid adı altındaki talimli sınıfın teşkili de, yine onlar için bir endişe mevzuu

demekti.”65

Alınmış olan tüm önlemler, Pâdişaha ve Sadrâzama karşı, muhafazakar

muhalefetin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Yeni orduda göreve çağrılanlar veya eski

ordudaki arpalıklarından olanlar bu imtiyazların ellerinden gitmesine öfkelenmişlerdi.

Yeni orduya konulan yeni isme ne ordu ne de halk inanıyordu. Bunun sadece bir isim

değişikliğinden ibaret olduğunu açıkçası herkes biliyordu. Dolayısıyla tepkici unsurlar

yeni ordunun varlığından huzursuz oluyorlardı.

Mevkisinin gücüne, İstanbul’un havasına ve büyüklüğüne alışkın olmayan

Alemdâr ve çevresi kısa sürede hem pâdişahtan hem de kendilerini destekleyenlerden

hızlıca yabancılaşmaya başlamışlardı. Cevdet Paşa, Alemdâr ve çevresinin durumunu

şöyle izah eder. “Ol vezir-i gaflet semir ve yârân-ı nahvet masir ise zorbalar mağlub ve

zor-bâzu-yı iktidarları bütün bütün meslûb oldu zu’muyla hemen celb ve iddihâr-ı

65 . Samiha Ayverdi, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, İstanbul 1978, II, 287.

Page 40: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

31

emvâle iştigal ve meşâgil-i zevk ve şevk-i iş’al ile her gece bir yerde tertib-i ziyafet ve

müzâkere-i hafiye bahanesiyle akd-i cemiyet ve sâzende ve bâzende ve hânendeler ile

tezyin-i bezmgâh-i iyş-ü işret (içki) ederek meşgul-i hay-u hûve yerli yerine

avdetlerinde âverde-i ağuş arzu eylemiş oldukları cevari-i zühre tal’at ve hür kıyafet ile

hem pehl-ü olup mısrâ’i [Yar ile zânu be zânu (diz dize) câm ile leb ber lebiz]

mazmununu yar ve ağyara işrâb ve izhar ve pâ-beste-i dâm-ı şehvet ve ganude-i câme

havâb-ı gaflet olarak imrâr-ı leyl-u nehar etmekte idiler. Hatta içlerinden en ziyade fazl

ve dirayet mavsuf ve cerbeze-i nutk-u fesahat ile maruf olan Kaptan-ı Derya Ramiz

Paşa dahi derya-yı iyş-u safaya bibân-ı zevrakrân (kayık-sandal) inhimâk (bir şeye fazla

düşkün olma) olub biger daime mesabesinde hatayı ta’bir ettikleri bir nev’i cariye

arzûy-i çund salesi olmağla İstanbul derûnine ve ba’zi diyâra kavl kavl esîrciler tisyâr

ve her ne mikdar kıymetli olur ise osun iştirâ’ (satın alma) eylemek babında terhıs ile

şehevât-i nefsanîyeye hasr (sıkıştırma) efkâr eylediği ol esnada iştihâr (şöhretlenme)

bulmuş idi.”66

Alemdâr sanki geçek hükümdârmış gibi davranıyor, müşâvere ve onaylama

formalitelerine girmeden emirler savuruyordu. Sultan II. Mahmud’un itirazları

karşısında kendisine çekidüzen verecek yerde, Sultan’ın yerine, Kırım Hânlığı’nda hak

iddia eden Selim Giray’ı geçirmeyi dahi düşünüyordu.

Filhakika yeni askerlere karşı giderek artan gerilim, neticede Bâbıâlî duvarlarına,

“Rumeliden geldi bir çıtak, bayram ertesi ya kılıç oynayacak, ya bıçak” gibi tehditvâri

sözlerin yazılmasıyla iyice gün yüzüne çıkmıştı. Yine yeniçeriler Alemdâr’ın camiye

gidiş ve dönüşlerinde Sekbân-ı Cedid askerleriyle aralarında olaylar çıkarmak suretiyle

ona hem gözdağı veriyorlar hem de onu küçük düşürerek Alemdâr Paşa’ya saygısızlık

etmekten geri kalmıyorlardı. Şu ifadelerinden, onların hisleri açık bir şekilde

anlaşılmaktadır.

“Geldi Rum-elinden nice bin çıtak,

Açıldı bayraklar yürüdü asker;

66 . Cevdet Paşa, Tarih, IX, 13.

Page 41: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

32

İslâmlar içinde kanlar akacak,

Hacı Bektaş ocağı kahraman besler.

Kadir gecesinde yediler bıçak,

Nizâm-ı Cedidler bir satır ister.”

Yeniçeriler aralarında, “Bir haydut başı geldi; bir Pâdişahı halletti. Şevketlü

efendimize layık olan kulluğu da göstermiyor. Biz ona Müslümanlığımızı ve

yeniçeriliğimizi anlatmalıyız.” diyerek isyana hazırlanıyorlardı.

Alemdâr ve arkadaşları, tımarlara ve tımar yöneticilerinin elde etmiş oldukları

hakları kanıtlayan belgeler gösteremeyenlerin vakıf mallarına el koymak suretiyle,

mevkilerinden yararlanıp büyük servet sahibi olmuşlardı.

İstanbul ahalisinin çoğunluğu, Sadrâzamın askerlerinin sokaklarda başıboş

dolaşıp ev-dükkân demeksizin talan etmelerinden yakınmaktaydı. Alemdâr sözünü

kimseden esirgemiyordu. Yanına çıkan herkesi korkutup azarlayabiliyordu. Bu vb.

sebeplerden dolayı Alemdâr, çevresinden hızlıca uzaklaşmıştı.67

Tuhaftır ki başarılı bir sadrâzam olan Alemdâr’ın zamanla elde ettiği bu

başarılar, kişiliği üzerinde engin bir gurur meydana getirmiş ve artık o, arkadaşlarını

lüzumsuz, düşmanlarını da ehemmiyetsiz ve her türlü değerden mahrum görmeye

başlamıştı. Rumeli kıyafetlerini bırakmış olması ve onun yerine cariyesi Kamertab’ın

etkisiyle divâna hançersiz gelmesi, Rumeli âyânlarından çoğunu rencide etmişti. Bunun

için onlar taraftarlarını alıp memleketlerine döndüler. On altı bin emin askeri bulunan

Alemdâr, Kadı Paşa’nın komutasında da üç bin asker bulunduğu için âyânların gidişine

pek aldırmamıştı. Hatalarını önemsemeyen Alemdâr Mustafa Paşa, farkında olmadan

akıbetini bir bakıma kendi hazırlıyordu.

Yaklaşmakta olan isyanın elebaşları her zamanki gibi yine yeniçerilerdi.

Kahvehaneler başta olmak üzere aleyhte yoğun bir propaganda yürüterek “Devlet

67. Geniş bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, IX, 13-29; Shaw, age., II, 29; Turan, age., II, 258.

Page 42: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

33

adamları eski kıyafetlerini bırakacaklar, başlarına şubara denilen Rumeli serpuşu

koyacaklar, yeniçerilik kaldırılacak, herkesin ekmeği elinden alınacak vs.” sözler sarf

ediyorlardı.

Ordusu, özel muhafızları, bir bölümü henüz silâh altına alınmakta ve eğitimde

olan Sekbân ordusu, Alemdâr’ı İstanbul’da en güçlü kişi konumuna getirmişti. Ancak

düşmanların kışkırtmasıyla Bulgar âyânı Ekim ayı ortalarında Alemdâr’ın memleketi

olan Rusçuk’a saldırdı. Alemdâr bu olay üzerine oradaki eski düzeni korumak için

askerlerinden çoğunu oraya sevk etti. Gönderilen askerlerin yerlerine, Rumeli’den işsiz,

şehir hayatından anlamaz dağ köylülerini getirtti. Sadrâzamın bu yeni kuvvetleri,

İstanbul’da seleflerinden daha çok talan etmekle beraber, efendilerini korumada

maalesef talanda göstermiş oldukları başarıyı gösteremediler.

İstanbul’u sindirdikten sonra planlarını bir bir devreye koymaya başlayan

Alemdâr Mustafa Paşa, zaman içerisinde değişmeye ve yakın arkadaşlarını kaybetmeye

başlayınca, pusuda olan muhalefet için harekete geçme vakti artık gelmiş oldu.

Pâdişah, Sened-i İttifak’ı imzaladığı için, ulemâ kendilerine değer verilmediği ve

nüfuzlarını kırdığı için, Yeniçeri Ocağı da Sekbân-ı Cedid kurulduğu için Alemdâr’a

cephe almaya başlamışlardı. Yakın çevresi Alemdâr’a, yaklaşmakta olan tehlikeyi haber

verdiler. Ancak o, her nedense bu söylemleri kale almadı. Nihayet Ramazan’ın 27.

gecesinde (27 Ramazan 1223/16 Kasım 1808) bir diğer Yeniçeri isyanı daha patlak

verdi.

Ramazanın bu gecesi, Sadrâzam iftar için Şeyhülislâmın konağına gitmişti.

Dönüşünde sekbânlar, halk kalabalığı arasından sadrâzama yol açmak için değnek ve

kamçı kullanarak halktan bazılarının yaralanmasına sebep oldular. Bu yaralılar yeniçeri

ve cebeci kahvelerine giderek, “Biz ehl-i islâmız, zerre kadar cürüm ve günahımız yok

iken bizi dövmek, bize hakaret etmek neden lazım geliyormuş? Bir haydut başı geldi;

Padişâhı tahttan indirdi. Cebren Mühr-i Sadâret’i aldı. Niçin ondan korkmalıyız?

Elhamdülillah bizler onun yanındaki bir avuç hayta (çadır kazığı) güruhundan kat kat

ziyadeyiz. Biz ona Müslümanlığımızı, yeniçeriliğimizi anlatmalıyız.” dediler. Bu durum

Page 43: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

34

üzerine, zaten tetikte bir kıvılcım bekleyen Yeniçeriler harekete geçmeye karar verdiler.

Planları gayet basitti. Âniden yangın var diye bağıracaklar ve böylece, olay yerine

gitmek için konağından çıkacak olan Sadrâzam öldürülecekti. Fakat Sadrâzamın

“yangın var!” çığlıklarına aldırmayışı, bu planın gerçekleşmesini engellemişti. Bunun

üzerine âsiler Bâbıâlî’ye hücum ettiler. Sekbânlar, dağınık ve komutasız kaldıkları için

Sadrâzama yardım edemediler. Alemdâr, teslim olmaktansa sonuna kadar direnmeye

karar verdi. Âsilerden, pek çoğunun hakkından gelmeyi başardı. Ancak, onun bu

mücadelesi nihai akıbeti değiştirmeye yetmedi. Daha sonra âsiler, Alemdâr’ın sığınmış

olduğu cephanenin kubbesini delmeye başladılar. Bu vaziyeti gören Alemdâr,

yanındakileri, “Ocağın namusuna tevdî ediyorum” diyerek yeniçerilere teslim etti.

Sonra da tek başına biraz daha mücadeleye devam etti. Hiçbir kurtuluş çaresi olmadığını

anlayınca da ölümü şecaatle karşılayıp tabancasının tetiğine basarak cephaneliği ateşe

verdi (27 Ramazan 1223/16 Kasım 1808). Yanından ayrılmayı kabul etmemiş olan baş

kadını ve cariyesiyle birlikte, teslim olmaktansa ölümü tercih ettiler. Alemdâr, bu büyük

infilak ile kendisini öldürmek için cephaneliğin etrafını kuşatmış olan üç yüzden fazla

yeniçeriyi de, kendisiyle beraber aynı âkıbete sürüklemiş oldu.68

Fahri Ç. Derin’in neşrettiği yayla imamı risâlesi’nde bu olaydan şu şekilde

bahsedilmektedir. “Hemen yeniçeri hücûm edüp, davranman deyüp oda kapularını alup

cümlesine perişanluk gelup hayret engiz kimini öldürüp ve kimi kaçup andan hareme

yürüyüş eylediklerinde amma Alemdâr Mustafa Paşa mukaddem bir mahzen yapturup

ve üst katına lağım ve birkaç varil barut koyup bu akabe böyle zuhur edicek birkaç

gulam ile Paşa, ol mahzene kaçup hemen yeniçeri askeri Paşa Kapusu’na bir ateş verüp

kapı yanmağa başladıkda ertesi günü öğle vakti Mustafa Paşa hayatından me’yûs olup

köleleri taşra çıkarup hemen tabancayı varillere ateş eyledikde üzerinde olan yeniçeri

ihrâk-ı bi’n-nâr olup andan yine ol gece Tatlı Kuyu’da Kethudâyı-ı Sadr-ı Âlî Mustafa

Kethüdâ’nın konağına gelüp etrafını muhâsara edüp lakin anlar gelmezden mukaddem

Defterdar Tahsin Efendi gelüp ve kendi dahi güvez kadife potur giyüp Kethüdâ Bey

Konağı’nda vâfir (çok bol) sekbân var idi.”69

68 . Geniş bilgi için bk. Shaw, age., II, 29; Aksun, age., III, 121-129; Karal, age., V, 94-95 Beydilli, “Alemdar Mustafa Paşa” DİA., II, 365. 69 . Geniş bilgi için bk. Ç. Derin, “Yayla İmâmı Risâlesi” agm., 254–255.

Page 44: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

35

Öldüğünde kırk üç yaşında olan Alemdâr, ölüm şeklinden de anlaşıldığı üzere

çok cesur ve hamiyetli idi. Lâkin zeki ve kavrayışlı olduğu kadar da cahil birisiydi.

Şayet iyi sevk edilebilseydi iş görüp devlete faydalı olabileceği muhakkaktı. Nitekim

önceki başarıları bunu açıkca gösterir. Birkaç ay içinde teneffüs edip yaşadığı İstanbul

havası, karakteri üzerinde şaşırtıcı bir etki yaparak büyük bir gaflete sürüklenmesine

sebep olmuştu. Fahri Ç. Derin, neşrettiği risâle’de Alemdâr’ın âkıbetini şöyle

nakletmiştir. “Amma arife günü Cuma gün oldukda Paşa Kapusu’nun harem tarafında,

atılan lağımı lağımcılar hafr eylediklerinde lağımın altında bir mahzenden Sadrıâzam

Mustafa Paşa’nın lâşesi çıkıp henüz solmamış ve bir yerine helal gelmemiş ve

koynunda saati dahi durmamış ve mühr-i humâyûn koynunda çıkup hemen mühr-i

humâyûnu ve bir kese mücevher çıkup anı Şevketlû’ye irsal ve Sadrıâzam Mustafa

Paşa’nın ayağına bir ip takup yeniçeri taifesi sürüyerek ve envai şutum-ı galiz ile şetm

ederek ve Devlet-i Âlîyye’ye şeyn verecek dürlü hezeyan söyleyerek Meydan-ı Lahm’e

getürüp Sadrıâzam Alemdâr Mustafa Paşa’yı baş aşağı dut ağacına salb edüp çırçıplak

avret yeri dahi mekşûf ve ağzına çubuk sokup envâ’ı dürlü halt-ı kelam ederek teşhir

olunup ba’dehu meydanda olan lâşeleri ve Alemdâr Paşa’nın lâşesini Yedikule

haricinde bir hendeğe atup anda kalup bir mahalle defn olmadı.”70

Osmanlı Tarihi’nde Alemdâr Mustafa Paşa, Yeniçeri Ocağı’nın isyanına karşı,

kanının son damlasına kadar mücadele eden tek Osmanlı Sadrâzamıdır. İsyancılar onu

öldürdükten sonra pek çok büyük memurların konaklarını yağmalayıp talan etmişlerdi.

Bu sırada yârân’dan Refik, Tahsin ve Galip Efendiler de öldürülmüştür. İstenmese de

her türlü anarşiye fırsat doğmuş ve bu yağmalama olaylarından sarayda payını almıştı.

İstanbul tekrar isyancı askerlerin eline düştükten sonra, isyancılar Pâdişahtan

yeni bir Sadrâzam ve yeni bir Ağa isteğinde bulundular. Tıpkı kısa bir süre önceki gibi

amcası III. Selim’in durumuna düşen Pâdişah, gereken dersi almış olduğu için verilen

tavizlerin arkası kesilmeyeceğini ve kendi yerine IV. Mustafa’nın getirileceğini çok iyi

biliyordu. Bu nedenle isyancıların isteklerini reddetti. Ramiz Paşa ile Kadı

70 . Ç. Derin, “Yayla İmâmı Risâlesi” agm., III, 259–260.

Page 45: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

36

Abdurrahman Paşa’ya, askerlerini saraya göndermeleri için haber gönderdi. İstekleri

reddedilen Yeniçeriler saraya saldırdılar. Fakat güçlenmiş olan saray birliği onları

püskürtmeyi başardı. Artık bir şey yapamayacaklarını anlayan yeniçeriler, âdetleri

gereği yangın çıkardıktan sonra At meydanı’nda toplanıp meşveret kurdular. Bu

meşverette II. Mahmud’u istemediklerini, onun yerine IV. Mustafa’yı tahta oturtmak

istediklerini yüksek sesle ilan etmeye başladılar. Bu durum karşısında II. Mahmud,

gönlü razı olmasa da Şeyhülislâm’ın fetvası gereğince, ağabeyi IV. Mustafa’nın

boğdurularak idam edilmesini onayladı. Devlet erkânı Sultan IV. Mustafa’nın izâlesine

karar verince, genç Hükümdâr Sultan Mahmud, bu karar karşısında irkilmiş ve kara

kara düşündükten sonra: “Acep âher sûret bulunamaz mı?”71 diye sormuştu. Çünkü

onun merhametli yüreği buna bir türlü elvermiyordu. Ancak ağabeyi, amcası III. Selim

ile kendisinin fermanını hiç düşünmeden vermişti. Şehzâde Mahmud, içi kan ağlayarak

bu işe olur verdi. Onun bu kararı vermesinde zorbaların, “Sultan Mustafa’yı İsterük!”

diye bağırmaları elbetteki etkili olmuştu. Sultan Mustafa’yı desteklemek için harekete

geçenler farkında olmadan onun ölüm fermanına sebep olmuşlardı. Çünkü onun

vücudunun varlığı, devlet için cidden zararlı bir hale gelmişti. Bu sebepten ötürü IV.

Mustafa, Sultan III. Selim’in ölümünün yıldönümünde Kadı Abdurrahman Paşa’nın

öncülüğüyle, aynı Harem Dairesi’nde kuşakla boğularak öldürüldü. Böylece Osmanlı

hânedanında Sultan II. Mahmud’dan başka erkek kalmamıştı. Bu zor kararla

isyancıların tazyiki sona ereceği düşünülmüştü. Fakat durum, hiçte düşünüldüğü gibi

olmadı. Onun idamını duyan âsiler, çılgına döndü. Bu olay isyancıların sayısının daha

da artmasına sebep oldu. Sonunda büyük bir çatışma başladı. İsyancıların gözü öylesine

dönmüştü ki, artık Sultan II. Mahmud’a güvenlerinin kalmadığını söyleyerek

“Pâdişahta bir insan değil midir? Kim olursa Pâdişah olur. Yeter ki bizim ocağımız

devam etsün” diyorlardı.

Eğer Sultan Mahmud’u öldürseler hânedan sönecekti. Başka hiçbir şehzâde

yoktu. Muvaffak olsalar Osmanoğullarının çevresinde toplanan muazzam devlet, başta

uzak eyaletler olmak üzere dağılıp yok olacaktı. Ancak bu ihtimal âsiler için hiçbir

anlam ifade etmiyordu. Hatta içlerinden bazıları Esma Sultan’ın veya Konya’daki

71 . Ayverdi, age., II, 288.

Page 46: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

37

şeyh’in veyahutta Kırım Tatarhân-zâdelerinden birisinin Pâdişah ilan edilmesini

istiyorlardı. Bir kısmı da II. Mahmud’dan altı yaş büyük olan ablası Esma Sultan’ı tahta

çıkarmayı istiyordu. Esma Sultan, III. Selim’in Nizâm-ı Cedid’ci Kaptan-ı Derya’sı

Damad Küçük Hüseyin Paşa’dan dul kalmış, 29 yaşında vakarlı bir kadındı. Ancak bir

kadının başa gelmesi Osmanlı tarihinde görülmesi söyle dursun, akıldan dahi

geçirilmeyecek kadar olağan dışı bir olaydı. Zira bir kadın istisnai de olsa belki Pâdişah

olabilir fakat halife olması imkânsızdı.72 Çünkü hilâfet, ne krallıklara, ne sultanlıklara,

ne imparatorluklara, ne de cumhuriyetlere benzer. Hilâfet nev’i şahsına münhasır bir

özelliktir. Hz. Peygamber’in (s.a.v) halefi ve kendisinden sonra yerine kâim olmak

üzere İslâm toplumunun en yüksek reisinin, yani imamının unvanı gibi manalara

gelmektedir. Bu bakımdan halifenin kadın olması usulen imkânsızdır. 73

Yeniçeriler, esnaf ve kentin başıboş takımının desteğini kazanarak, saraya

Ayasofya yönünden saldırıp suyunu kestiler. Yeni Sekbânlar, saray dışına karşılık

verdiyseler de saldırganların sayıca üstünlükleri sebebiyle çemberi yaramadılar (27

Ramazan 1223/16 Kasım 1808).74 İsyancılar, işi azıtıp saraya hücum edince Pâdişah,

dört bin kişilik Sekbân-ı Cedid askeriyle saltanatı muhafaza etmeye çalıştı. Bunun

yanında, isyancıların mukavemetini kırmak için Donanmay-ı Hümâyûn’a bağlı

gemilerden, Yeniçeri Ağası’nın bulunduğu yere toplar atıldı. Hatta bu atışlardan

Süleymaniye Camii’nin bir minaresi yara almıştır.75 Haliçteki donanmanın, yeniçeri

kışlaları ile saray çevresindeki kuşatmacıları topa tutması bu olayların bilânçosunun çok

ağır olmasına sebebiyet verdi. Çıkan yangınlarda Sultanahmet, Ayasofya ve Divân Yolu

Mahalleleri büyük zarar görmüştü. Osmanlı tarihinde benzeri az olan bu dehşet

olayların neticesinde binlerce sivil hayatını kaybetmişti. İç hesaplaşmalar nedeniyle boş

yere akan kanlar Devlet-i Alîyye’nin bağrını sızlatan farklı bir kara leke olarak tarihe

geçmiştir.

72 . Bilgi için bk. Karal, age., V, 95-96; Öztuna, Türkiye Tarihi, VI, 434. 73. Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Ziya Kazıcı, İslâm Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, İstanbul 2003, s. 92–108. 74. Shaw, age., II, 30. 75. Akgündüz-Öztürk, age., s. 237–238.

Page 47: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

38

Yeniçeri liderleri, başarılı olamayacaklarını anlayınca uzlaşmaya yanaştılar.

Bağışlanmalarına karşılık, Pâdişaha bir “Sened-i İtaat” imzaladılar. Ancak, hâlâ

sekbânları hazmedemeyen küçük rütbeli yeniçerilerle IV. Mustafa’nın idamını

hazmedemeyenler, pâdişahın tahttan indirilmesini isteyerek anlaşmayı bozdular. Bunun

üzerine II. Mahmud sekbânları ile yine sarayı savunmaya başladı. Aracılığı üstlenen

ulemâ, isyancıları yeni bir görüşmeye razı etti. Sekbân birliklerinin geleceğinin ne

olacağı hususu ise, çözümü en zor problem olarak ortada kaldı. Konu uzun uzun

tartışıldıktan sonra, 28 Ramazan 1223/17 Kasım 1808’de sağlanan bir antlaşma ile

Sekbân birliklerinin dağıtılmasına karar verildi.

Sonunu nereye varacağı bilinmeyen bu problemi çözmek için maalesef ödün

vermekten başka çare yoktu. Sekbân askerlerinin canlarına kastedilmeden İstanbul’u

terk etmeleri, anlaşmanın şartlarından birisi olduğu halde netice hiçte böyle olmadı.

Sekbânlar anlaşma gereğince silahsız ve üniformasız olarak saraydan çıkarlarken,

dışarıda bekleyen isyancı güruhu, onların üzerlerine saldırdılar. Ayrıca, kışlalara da

saldırarak herkesi öldürdüler. Ramiz Paşa ile Kadı Abdurrahman Paşa da öldürülenler

arasındaydı. Böylece isyancılar bir kere daha galip gelmiş oldular.

Tahtta kalmayı başaran II. Mahmud, tüm olanlara rağmen, reformlara devam

etme kararlığından vazgeçmemişti. Eski ordu ortadan tamamen kaldırılmadan yenisinin

etkili bir şekilde kurulamayacağını, yaşanan olaylardan bir kere daha tecrübe etmişti.

Reformların sadece askerlerle sınırlandırılmayıp, Osmanlı devlet kurumlarının ve

toplumunun tümüne yayılması gerektiği, yaşanan bu kanlı olaylar sonrasında daha iyi

anlaşılmıştı. II. Mahmud, artık Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması için gerekli şartların

oluşacağı zamanı beklemeye koyuldu.

1808 Kasımının bu sıcak olayları bir yıl önce III. Selim’i tahttan deviren ihtilal

kadar kuvvetli değildi. Olaylar koşulsuz teslimle değil uzlaşmayla neticelenmişti.

Dolayısıyla II. Mahmud isyancılar karşısında çok pasif olmamakla birlikte, eyaletler

kendisine karşı sorumluluklarını reddetmiş olan Ağaların egemenliğindeydi. Pâdişah,

yeni ordunun ilk adımı olduğu kadar, kişisel bir güç aracı olarak da kurduğu yeni

sekbân birliklerini kaybetmişti. Ancak II. Mahmud, bunalım süresince amcasının

Page 48: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

39

kararsızlığı ve zayıflığıyla taban tabana zıt, çok büyük bir karalılık ve isteklilikle

mukâvemet gösterip yılmadan yoluna devam ediyordu. O, bundan sonraki on sekiz yıl

boyunca kendisine bağlı bir asker ve devlet adamı kadrosunu sıfırdan yetiştirirken,

aldığı bu derslere uygun olarak hareket edecek olduğu günleri sabırla beklemişti.

Yaşadığı bu buhranlı günler ise, tecrübe babında bilahare kendisine çok yardımcı

olmuştu.76

Sonuçta, III. Selim’in yapmaya çalıştığı Nizâm-ı Cedid hareketinden sonra,

Alemdâr Mustafa Paşa’nın gerçekleştirmek istediği reformlar, onlara karşı olanlar

tarafından engellendiği gibi, bu reformları fiiliyata geçirmeye çalışanlar için de hayatları

pahasına ağır bir bedel olmuştu.

İstanbul’un bu gibi iç hesaplaşmalarla kardeşkanı kaybetmesi, siyaset ve askerlik

sahalarını da olumsuz etkilemişti. Zira devlet, içten ve dıştan çok ciddi tehlikelerle yüz

yüze gelmişti. Nitekim Balkanlar’da Sırbistan isyan halindeydi. Hicaz’daki Vahhâbîlik

hareketi, devletin İslâm birliğini parçalayacak bir şekilde yayılıp genişlemekteydi.

Birtaraftan Bâbıâlî ile Rusya arasında harp devam ediyordu. Fransa Osmanlı’nın

dostluğunu askıya alıp Rusya’ya meylediyordu. Erfurt anlaşmasında Fransa, Rusya’nın

Eflak ve Boğdan’a yerleşmesine rıza gösteriyordu.77 Hulasa İstanbul’da vaziyetin böyle

olması, Osmanlının Avrupa devletleri tarafından taksim edilmesine hizmet etmekten

başka bir işe yaramamıştır.

Alemdâr Mustafa Paşa’nın bu kadar kısa sürede hal edilmesi oldukça

düşündürücüdür. Çünkü haksızlığı önleyip adâleti bulmak için İstanbul’a hareket

etmişti. Bunun gereği olarak hem siyasî gücü hem de itibarı daha ziyâde artması

gerekirken ne oldu da kısa sürede herkesin nefretini kazandı? Gerçekte bu sorunun

cevabı Cevdet Paşa’nın “Yar ile zânu be zânu (diz dize), cam (kadeh) ile leb ber leb

(dudak dudağa)-rizz (gizli ses) ” diye zikretmiş olduğu cümlededir. Alemdâr’ın,

tevazudan uzaklaşarak daha evvel hiç görmediği zevki sefâ âleminin câzibesine

kapılması, onun akıbetinin kısa bir sürede felaketle neticelenmesine sebep olmuştu.

76. Geniş bilgi için bk. Shaw, age., II, 30-31; Akgündüz-Öztürk, age., s. 237-238. 77. Z. Kazıcı, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi Osmanlı Devleti ve Medeniyeti, XIII, 382.

Page 49: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

40

IV. Merkezî Otoritenin Güçlenmesi İçin Yapılan Bazı Sadâret Değişiklikleri

II. Mahmud’un devrine baktığımızda, sadrâzamlarını sık sık değiştiğini, bazen

aynı kişiyi azlettikten belli bir süre sonra tekrar atadığını görürüz. Bu şekilde

davranmasının elbette değişik sebepleri vardı. Ancak, beklide en önemli sebebi onların

zaman içerisinde güçlenerek Pâdişahın nüfuzuna tesir edebilecek bir güce erişebilmeleri

ihtimalini ortadan kaldırmaya yönelikti. Zira Sultan II. Mahmud’un başını en çok

ağırtan husus, devletin kontrolünün elden çıkmış olması meselesidir. Bunun içindir ki

henüz tahta çıkar çıkmaz âyânlarla mücadele etmiş ve onları itaat altına almaya

çalışmıştı.

İki yıl, dokuz aydan beri Sadâret makamında görev yapmakta olan Mehmet

Emin Rauf Paşa’nın azledilmesine, Kırımlı Hâlet Efendi’nin* kıskançlığı sebep

olmuştu. Azledilmesinin sebebi yenilikçi olması hasebiyle Yeniçerilerin gayretini güden

Hâlet Efendi’nin husûmetini celbetmesidir. Katli Pâdişahtan istenince, Sultan Mahmud,

onun uzun boylu ve vecâhetli (güzel yüzlü, şerefli) olması sebebiyle: “Kallâvî (kavuk),

başına pek yakışıyor. Ben o güzel başına kıyamam.” demiş ve Sakız Adası’na sürgün

edilmesiyle iktifa edilmişti.

Gerçekte muhafazakâr olan Mehmed Emin Rauf Paşa, devletin yenilenmesi

hususundaki konuşmalarla karşılaşınca, işi alaya alarak “Güzel ama kallavî artık bizi

kurtaramaz.” diyerek yeni feslerin hoş olmadığını îma ederdi. Onun azlinden sonra

yerine vasat bir devlet adamı olan Derviş Mehmed Paşa tayin edilmişti (26 Safer 1233/5

Ocak 1818). Mehmed Paşa her ne kadar Hâlet Efendi ile iyi geçinse bile kısa bir süre

sonra azledilmekten kendisini kurtaramamıştı. Bunun yerine Tanzimatçı Reşat Paşa’nın

eniştesi olan, Bursa ve Kocaeli mutasarrıfı Seyyid Ali Paşa tayin edildi (19 Rebîülevvel

1235/5 Ocak 1820).78 Bir yıl üç ay bu makamda kalan Seyyid Ali de kifayetsizliği

* Halet Efendi (1760–1822): İstanbul’da doğmuştur. Kadı Kırımî Hüseyin Efendi’nin oğludur. Asıl adı Mehmed Said’dir. Meşhur olduğu Hâlet adı ona küçük yaşlarda takma ad olarak verilmiştir. Düzenli bir medrese tahsili yoktur. Şeyhülislâm Mehmed Şerif Efendi’nin aracılığıyla kadılık mesleğini seçmiştir. Mehmed Râşid Efendi’nin yanında mühürdâr yamağı olmuş ve onun teveccühünü kazanmıştır. Galata Mevlevîhânesi şeyhi Galib Dede’ye intisap ederek kısa sürede onun da gözüne girmeyi başarmıştır. Bazı

Page 50: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

41

sebebine binaen azledildi. Onunda yerine tam tersi sert bir mizaca sahip olan Çirmen

Mutasarrıfı Benderli Ali Paşa getirildi. Şiddeti belki derde deva olur zannıyla işbaşına

getirilen Paşa, Alemdâr gibi taşrada yetişmiş ince işlere akıl erdiremeyen ancak iyilik

seven bir kimse idi. Rum isyanı esnasında Etniki Eterya mensuplarına karşı sert

tedbirleri, istenen neticeyi almak için maalesef yeterli olmamıştı. Bunun üzerine

etrafındaki bazı kimselerin tesiriyle Sultan’dan, Hâlet Efendi onun azlini isteyince

Sultan, onun bu teklifine temkinli yaklaşarak bir düşüneyim dedi. Sonra da bilahare

saraya çağırılarak mühür kendisinden alınıp Kıbrıs’a sürülmüştü. Daha sonra da

hakkında idam fermanı çıkarılarak Kıbrıs’ta idam edildi. Ondan boşalan yere ise Hacı

Salih Paşa getirildi (27 Receb 1236/30 Nisan 1821).79 Salih Paşa da, Hâlet Efendi’nin

telkini ile bir yıl altı aylık kısa bir memuriyetten sonra azledildi.

Hâlet Efendi gittikçe kendi aleyhine dönen havayı dağıtmak için kendi adamını

hiç düşünmeden görevden almıştır. Sultan II. Mahmud, Salih Paşa’yı azletmekle birlikte

kendisine karşı hiçbir olumsuz temâyülü bulunmadığını ifade ederek ondan sonrası için

ne yapmak gerektiğine dair fikrini sordu. Sâbık Sadrâzam Salih Paşa ise, “Halet’in bir

müddet seyahat ettirilmesi” ifadesiyle sürgün edilmesi fikrini Sultan’a telkin etti.

Pâdişah onun bu fikrini uygun buldu. Bunun üzerine Hâlet Efendi Konya’ya sürgün

edildi. Daha sonra makamını kaybettiği için aleyhinde hücumların artmasıyla fermanlı

ilan edilip orada idam edildi. Kesik başı ibret olsun diye İstanbul’a getirilip “Seng-i

ibret” taşında teşhir edildikten sonra Galata Mevlevîhânesi’ne gömüldü. Kendisine

hayranlık duyanlarda yok değildi. Zira Onun idamını duyan Hurşit Paşa üzüntüden vefat

etmişti. Onun idamına daha sonra Pâdişahın bile pişman olduğu bildirilir. Hâlet Efendi devlet adamlarının kâtipliklerinde bulunan Hâlet Efendi, Dîvân-ı Hümâyun tercümanlığını ellerinde tütan Fenerli Rumlar’la tanışmıştıktan sonra onların tercümanlığını yaparak büyük servet sahibi oldu. Bu münasebetle birçok düşman kazanmıştır. 1803 yılında başmuhasebecilik pâyesi ve orta elçi unvanıyla Paris’e gönderilen Hâlet Efendi üç yıl kadar sönük bir elçilik yaptı. 1806’da İstanbul’a dönüp beylikçi vekili ve ardından rikâb-ı hümâyun reîsülküttâbı oldu. Ancak İngilizler’le gizlice muhabere ettiğine dair Fransa elçisi Sebastiani’nin ihbarı üzerine görevinden alınarak Kütahya’ya sürüldü. Sonra tekrar İstanbul’a gelerek rikâb-ı hümâyun kethüdalığı ile gizli haberleşme işlerinin başına, ardından da nişancılık görevine getirilmiştir. Uzun süre bu görevde kalan Hâlet Efendi gittikçe pâdişahın nezdindeki nüfuzunu artırıp başdanışman oldu. Halk arasında “devlet kâhyası” diye anıldı. Tayin ve azillerde büyük rol oynadı. (Mesela Hâlet Efendi, Şeyhülislâm Halil Efendiyi sürgün etmiş karısını da öldürtmüştür. Karısının öldürüldüğünü duyan Halil Efendi üzüntüsünden felç geçirip ölmüştü.) Hâlet Efendi’nin Fenerli rumlarala beraber adı yolsuzluklara karıştı. Çağdaşlarınca merhametsiz, kindar biri olarak nitelenmiş ve pek sevilmemiştir. (Bilgi için bk. Abdülkadir Özcan, “Hâlet Efendi”, DİA., İstanbul 1997, XV, 249-250). 78 . Aksun, age., III, 150. 79 . Aksun, age., III, 161-162.

Page 51: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

42

idam edildikten sonra yakın adamları da birer birer sürgün edildi. Ayrıca Hâlet Efendi,

tarihte aklın alamayacağı kadar hakkında ithamlar yapılmış bir adamdır.

Dirayetli bir devlet adamı olduğu söylenen Hacı Salih Paşa’dan boşalan Sadâret

makamına, cesaret ve sertliğiyle tanınmış bir kimse olan ve bu sebeple “Deli Abdullah”

lakabı verilen Boğaz Muhafızı Hamdullah Paşa getirilmişti (24 Safer 1238/10 Kasım

1822). Lakin bu zât da azledilmekten kendini kurtaramamış ve memuriyeti dört ay

sürmüş, kifayetsizliği bahane edilerek azledilmiş. Onun yerine halim, selim, sâdık ve

gayretli bir kimse olan Ali Paşa getirilmiştir (26 Cemâziyelâhir 1238/10 Mart 1823).

Silahdâr Ali Paşa da bu makama dokuz ay dayanabilmiş. Azledildikten sonra yerine,

siyasî bakımdan gayet becerikli olduğu söylenilen Mehmed Said Galip Paşa getirildi (9

Rebîülâhir 1239/13 Aralık 1823). Ancak ortamın çok hareketli olması ve devletin bir

taraftan Yunan isyanlarıyla uğraşması nedeniyle, siyasî bir dâhi olan Gâlip Paşa’nın da

bu koltukta çok kısa bir memuriyeti olmuştu.80 Gâlip Paşa’nın yerine bu makamda

epeyce kalmayı başaran Mehmed Selim Sırrı Paşa getirildi (20 Muharrem 1240/14

Eylül 1824).81

B. DIŞ SİYASET

I. Erfurt Görüşmesi

Napolyon, İspanya savaşı nedeniyle Rusya’ya her zamankinden daha çok

muhtaçtı. Dolayısıyla Tilsit’teki dostluğu bir adım daha öne alarak pekiştirmeyi

düşünüyordu. Çünkü esas korkusu, İspanya harbi esnasında Avusturya ile Rusya’nın

ayrı ayrı ya da müşterek olarak, onun bu zayıf ânını fırsat bilip kendisine saldırmaları

ihtimalinin olmasıydı. Dolayısıyla bu korkudan emin olmanın en kestirme yolu,

Rusya’yı bu duruma karşı koz olarak kullanmaktan geçiyordu. Bu nedenle Napolyon,

Rusya’nın Tarihi isteklerini bir kere daha gözden geçirme ihtiyacını hissetti. En nihayet

Rus Çarı Aleksandır ile Erfurt’ta bir araya geldi (1 Şaban 1223/22 Eylül 1808).

Müzakereler Napolyon ile Rus çarı arasında devam ederken, sıra İstanbul’a gelince

80 . Aksun, age., III, 169-170. 81 . Aksun, age., III, 173.

Page 52: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

43

anlaşamamışlardı. Çar’ın, İstanbul ve Boğazları istemesi üzerine, Napoyon: “İstanbul

tek başına bir imparatorluğa değer. Kaldı ki, Marsilya’nın bir kapısı da Boğazlardır.”

diyerek, Tilsit’te Eflak ve Boğdan için vermiş olduğu vaadini yineledi.

Rus Çarı, Fransa’nın dostluğuna ve ittifakına önem veriyordu. Ancak bunun

karşılığı olarak kendisine de bazı hakların verilmesini istiyordu. Napolyon: “İcap hâli

nazren politikaca vuku’ bulan tebdilâta başka tebdilât ilavesi tehlikeli olduğundan

şimdilik oluriyle kanaat olunmalıdır. Devlet-i Osmanîyye’nin mekâsimesi bahsine

gelince, İstanbul ile iki boğazın Fransa tarafından Rusya’ya terkinin kâbil

olamayacağını ve Fransa buna razı olsa bile İngiltere, Avusturya ve İspanya devletleri

ile hayatını devam ettirmek için ayaklanmış olan Türkiye Halkı’nın birleşip, son

nefeslerine kadar uğraşacakları açıktır. Böyle bir ağır meselenin ortaya konulması için

münâsip vakit gözetmelidir. Tuna sahillerinde olan Rusya Ordusu, Osmanlı Ordularıyla

uğraşmaya kâfi ise de Türkler milletçe ayaklandıkları vakit Rusya var kuvvetini o tarafa

vermeye mecbur olur. Bu sebeple şimdiki halde Rusya, Finlandiya ile Eflak ve

Buğdan’ın zaptına kanaat etmelidir. İleride zamanın müsaadesine göre şarkça icraat-ı

cesîmeye dahi teşebbüs olunur. Ve iki imparator genç olduklarından büyük işler icrasına

daha çok vakitleri vardır.” der.82

Her iki imparatorluğun hâriciye nâzırları müzâkerelere giriştikten sonra 21

Şaban 1223/12 Ekim 1808’de Erfurt Anlaşması’nı imzaladılar. Buna göre: Finlandiya,

Eflak ve Boğdan, Rusya’ya terk edilmedikçe Fransa sulha razı olmayacaktı.83

Osmanlı-Fransa ve Rusya müzâkerelerini Paris’e aldıran Fransa bir yıldır

konuyu uzatıp sulha yanaşmıyordu. “Onların bu ikiyüzlülüğüne hiç şaşmamalıdır. Belki

diplomatlıkta utanmak gailesi ve doğruluk dâiyesi olmadığı bilinmelidir.”84 Cevdet Paşa

ifade ettği gibi, bir müddet sonra Fransa kendine yakışanı yaparak tavassuttan

(arabuluculuk) da vazgeçti. Devlet-i Âlî, Rusya ile doğrudan müzakere için 1223 Şevval

sonlarında Tuna yalısına bir heyet gönderdi. Fransa, Eflak ve Buğdan’ın Rusya’ya

82 . Cevdet Paşa, Tarih, IX, 62–63. 83 . Cevdet Paşa, Tarih, IX, 64. 84 . Cevdet Paşa’dan naklen bk. Nuri Ünlü, İslâm Tarihi, İstanbul 1994, III, 15–16.

Page 53: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

44

bırakılmasını nazikâne istedi.85 Bu istekler Türk halkını ve hükümetini Fransa aleyhine

döndürdü. Fransa’nın tavassutundan bir şey çıkmayacağı anlaşıldığı ve sulh da

yapılamadığı için Rusya ile savaşa devam etmeye karar verildi.

Osmanlı devlet adamları, Napolyon’un Tilsit ve Efurt’ta, Çar Aleksandır’a

yapmış olduğu va’dleri öğrenmişlerdi. Dolayısıyla Fransa ile işbirliği içinde olmanın

hiçbir manası kalmamıştı. Tam bu sıralarda Fransa’nın ezeli düşmanı olan İngiltere,

Napolyon aleyhine kurulan ittifaka Türkiye’nin girmesi için teklifte bulunmaktaydı.

Bâbıâlî buna da sıcak bakmadı. Ancak 1807’de İngilizlerin Mısır’a asker çıkarmasıyla

bozulan ilişkilerin düzeltilmesi için, yeniden görüşmeyi kabul etti. Sonuçta, 1809 Türk-

İngiliz antlaşması yapılarak Ruslarla harbin devamına karar verildi.86

II. Osmanlı-Rus Savaşı ve Tatariçe Zaferi

20 Cemâziyelâhir 1222/25 Ağustos 1807’de IV. Mustafa tahtta iken, Fransız

Napolyon’un taarruzları karşısında zor duruma düşen Rusya, çareyi Osmanlı Devleti ile

sekiz ay gibi kısa süreli bir mütâreke imzalamakta bulmuştu. Bilahare bu süre, her iki

tarafın savaşa yanaşmaması üzerine karşılıklı olarak uzatılmıştı. Napolyon, Rusya ve

Purusya ile barış yapıp Osmanlı toprağı olan Eflak ve Boğdan eyaletlerinin, Çar

tarafından işgal edilmesine rıza gösterinceye kadar durum böyle idi. Ancak,

Napolyon’un bu tavrı ve Rusya’nın Eflak ve Boğdan’ı işgal etmesi, Avrupa’daki siyasî

dengeleri altüst etti. Napolyon, İngiltere’yi barışa zorlamak için büyük bir kara

kuşatması başlattı. Fransa’nın İngiltere’yi bu şekilde ablukaya alması üzerine, tüm

Avrupa devletleri ekonomik ve siyasî bir krizin eşiğine geldi. Çünkü kahve, şeker ve

kakao gibi ticari payı yüksek olan mamullerin fiyatlarının artmasıyla tüccarlar zora

sokulmuş, deniz güvenliğinin azalmasıyla da korsanlık faaliyetleri artmaya başlamıştı.

Eskiden beri denizlere hâkim olan İngiltere, mallarını ancak kaçak yollarla Avrupa

pazarına sokabiliyordu. Neticede Napolyon idaresi kıtada çekilmez bir hal olmuştu.

85 . Cevdet Paşa, Tarih, IX, 70. 86 . Karal, age., V, 98–99.

Page 54: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

45

İngiltere, Avrupa’daki sarsılan ticaretini Akdeniz’de telafi etmeye yönelmişti.

Bu nedenle Akdeniz’e egemen olan Osmanlı devletiyle aralarındaki soğukluğu

gidermek istiyordu. Bu gelişmeleri dikkatle takip eden Osmanlı Hükümeti, Rusya’nın

Fransa vesilesiyle Avrupa’ya gittikçe sokulmasından hoşnut olmuyordu. Osmanlı

Hükümeti, Napolyon ile Çar’ın anlaşmaları karşısında, geleneksel denge siyasetinin bir

gereği olarak, onlara muhalif cephe olan İngiltere ile ittifakı bir zaruret görmüş ve 18

Zilka’de 1223/5 Ocak 1809’da Osmanlı-İngiliz Muâhedesi imzalanmıştı. On iki

maddelik ittifak muahedesine göre İngilizler ellerindeki Osmanlı kalelerini, Osmanlılar

da el koymuş oldukları İngiliz gemileri ve mallarını karşılıklı olarak iade etmeyi taahhüt

ediyordu. Her iki tarafça tayin edilen konsoloslar eşit hukuka haiz olacaklar, eski

imtiyazlarda aynen yürürlükteymiş gibi sürdürülecekti. Ayrıca boğazlardan harp

gemilerinin izinsiz geçmeleri yasaklanmış olduğu için deniz yolu yabancı donanmalara

kapatıldı. Bu muâhededen ayrı olarak dört maddelik gizli bir ittifak daha yapılmıştır.

Buna göre Osmanlı Devleti Fransa’nın saldırısına maruz kalacak olursa, İngiliz

donanması Karadeniz’e kadar Osmanlı sahillerini muhafazayı, silah ve mühimmat

vermeyi taahhüt ediyordu. Hulasa bu anlaşma ile Osmanlı Devleti, Fransa ile Rusya’ya

karşı alternatif olarak oluşan, İngiltere-Avusturya ittifakına girmiştir.

Osmanlı-İngiliz ittifakına rağmen Ruslar, Bâbıâlî’nin, Eflak ve Boğdan’ın

boşaltılması isteğine uymamakla kalmayıp, yeniden ileri hücuma geçtiler. Bunun

üzerine 10 Cemâziyelâhir 1224/23 Temmuz 1809’da Sadrâzam Yusuf Ziyaeddin Paşa,

Serdâr-ı Ekrem sıfatıyla ordunun başında İstanbul’dan ayrıldı. Şumnu ve Rusçuk yolunu

takip ederek Silistre’ye ulaştı. Bu esnada da altmış bin kişilik bir Rus ordusu, Silistre

yakınlarındaki Tatariçe’ye gelmişti. Sadrâzam Yusuf Paşa, Pehlivan İbrahim Ağa’yı

Ruslara karşı gönderdi. 15 Ramazan 1224/24 Ekim 1809’da yapılan Tatariçe Meydan

Savaşı’nda on bin askerini kaybeden Rus ordusu büyük bir yıkım yedi. Buna mukabil

Türk tarafındaki zayiat sadece bin kadardı. Bu büyük Meydan Savaşı’nı kazanmasından

dolayı Pehlivan İbrahim Ağa’ya vezirlik pâyesi verildi.87

87. Bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, IX, 139–140.

Page 55: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

46

Bu zafer, Rusları kamçılamış ve dolayısıyla saldırganlaşmalarına sebep olmuştu.

Nitekim kış mevsimi (1809–1810) girince Ruslar Tuna Deltası’na hâkim oldular. Aralık

ayında İsmail, Ocakta da İbrail kaleleri düştü. Aynı şekilde üstünlük, Kafkas cephesinde

kış mevsiminin ağır şartlarını iyi değerlendiren Rusya’nın eline geçti. Ruslar Batum’un

kuzeyine kadar ilerleyip Poti’yi de işgal ettiler. 1810 yılı baharı gelince, son bir hamle

ile tüm güçlerini toplayarak Türklerin üzerine hücuma geçtiler ve Dobruca ile Kuzey

Bulgaristan’ı işgale başladılar. Hacıoğlupazarı’nı savunan Pehlivan İbrahim Ağa

Rusların eline esir düştü. Hezargrad ve Silistre düşünce Dobruca’da düştü. Artık güneye

inen Ruslar Varna’yı da kuşatmaya başladı. Ancak Osmanlı donanmasının Varna

limanına girmesi üzerine kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldılar.

Şumnu önlerinde yapılan meydan muharebesinde mağlup olmaları ve yirmi bin

asker kayıp vermeleri, Rusların ileri hamle gücünü kırmıştı. Ancak Rusların bu

hamlelerinin haberi İstanbul’a ulaşınca büyük bir heyecan oluşmuştu. Serdâr-ı Ekrem

Yusuf Ziya Paşa, General Kaminsky’nin tehditler savurduğu mektubunu Pâdişah’a

göndermesi üzerine Sultan Mahmuh Hân-ı Sâni, bundan büyük bir üzüntü duyarak “Bu

hâli cümle Ehl-i İslâm’a bildirmek ve artık milletçe çaresine bakılmak lazım gelmeğin

bi irade-i seniyye Fatih Camii şerifinde meclis-i umûmî akdiyle Sadrâzamın tahriratı ve

Rusya generalin mektubu ile umûmen ehl-i İslâm-ı gazaya da’veti muntazamın ve

halife-i müslimin hazretlerine bizzat azm-u sefer buyuracaklarını mübeyyin şer-i fesâdir

olan hatt-ı hümâyûn kıraat olunmasıyle bunun te’hiratından efkâr-i islâmiyye çûş ve

hurûşa gelub uğur ve devlette son dereceye kadar dayanmağa karar verildi ve bu karar

memâlik-i mahruse-i şahânenin her tarafına evâmir-i şerife ile i’lân ve umûmen millet-i

islâmiyye taht-ı livâyı saadete da’vet buyurulmağla beraber cihad ve ğazaya asker

göndermekten a’bâ-i din beldelerden nevab ve hutabânın kalkmaları lâzime-i

diyanetden olduğu her tarafa bildirildi.”88 diyerek, Fatih Camii’nde umûmî bir meclisin

toplanmasını emretmişti. Burada, olayın vahametini herkese anlatmak için Rus

generalin mektubu okundu. Daha sonra da “Cihad-ı Ekber” ilan edildi. Devlet ricali ile

tüm Müslümanlara hitaben neşredilen Hatt-ı Hümâyûnda, düşmanın son saldırıları

anlatılarak hamiyet-i islâmiyyenin bunlara tahammül edemeyeceği, Pâdişahın da bizzat

88. Kamil Paşa, Tarih, III, 38.

Page 56: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

47

sefere iştirak edeceği bildiriliyordu. Fatih Camii’ndeki bu meşveret de, daha sonra,

“Şöyle olsaydı daha iyi olurdu.” demeye mehal vermeyecek şekilde, herkesin aklına

gelen hayırlı düşüncelerini söylemesi istenmiştir. Daha sonra da Allah Teâlâ’dan,

Devlet-i Âlîyye’ye yardım etmesi için, bu devlete yardım edenlerin de, iki cihanda

yüzlerinin ak olması için, Peygamberlerin seyyidi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’in

hürmetine dua ve niyazda bulunularak toplantı sona ermişti.

Cevdet Paşa tarafından metni verilen bu hatt-ı hümâyûn’da şöyle deniliyordu.

“Eslâf-ı izâmın, menâbir ve mehâfilde nâm-ı Muhammed aleyhi’s-selâmın ism-i

sâmilerinin tezkirine kani olarak şeâir-i İslâm’ın takviyesine sarf-ı makdur

eylemişlerdir. İşbu memâlik-i mahrûsada nidâ-yı Ezân-ı Muhammedî munkati olup

yerine sadâyı nâkus (çan sesi) ikame ettirmenin gayret-i diniyyesi olanlara düşer mi?

Bir kere mulahaza oluna ve memâlik-i iyade-i küffarda olduğu halde zeamet ve tımar ve

mukadaa ve kulların mevâcibi nereden alunur verilûr. Cümle ahâli İslâm’dan

ma’dudiyet iddiasını ederken Ezân-ı Muhammedî’nin inkıtaına nice razı olunur? Bunun

encâmı kulle yevm hakaretle vakt geçurmekten ise şimdi din yolunda can fedâ eylemek

dahi a’la değil mi? Sıbyan ve nisvan (kadın) karındaşlarımız vatanlarından dûr olup

sefil ve sergerdar olup beliyyelerde (keder, felâket) ah ve enîn (inilti) ederlerken bizler

ne günümüze dururuz? Elhamdülillah, Rumeli’de yedi krala cevap vermeye askerimiz

vardır. Anadolu’dan dahi fevc fevc geliyor, cülûs-i hümâyûnumdan beri her bir umura

mevâdd-ı saireye ikdâm (gayret ve sebatla çalışma) ederim.”89 deniliyordu.

Varna muhasarasında Ruslar, içteki reâyâdan* bazı casusların ihanet etmesi

sonucunda kaleyi düşürerek tüm reâyâyı kılıçtan geçirmişlerdi. Bu olayın İstanbul’da

nasıl etki yaptığını Fahri Ç. Derin, neşrettiği risâlesinde şöyle nakletmektedir. “Sene

1225 mâh-ı cemâziye’l-evvelin yirmi birinci Pazar günü vakt-i zuhrda Ebu’l-feth Sultan

Mehmed Hân Camii şerifine cem’ olunmak içün cümle ulemâ ve ricâl-i devlete ve

89 . Cevdet Paşa, Tarih, IX, 301. * Reâyâ: Hükümete itaat eden ve vergi veren halk manasına gelen raiyetin cem’idir. Raiyyet yahut raiyye alelıtlak tebea demektir. Osmanlılarda bir zamanlar İslam olsun olmasın bütün tebeaya reaya, halk arasında reaya denilirken sonraları yalnız gayr-i müslimlere hasr ve tahsis edilmiştir. İslam memleketlerinde yerleşen gayr-i müslimlere “ehl-i zimmet” yahut tek kelime ile “zimmî” denilirdi. Böyle denilmesi “zimmet” tâbirinin lügat manası gibi bunların cizye vermelerine karşılık can, ırz ve mallarının muhafazası Müslümanlar tarafından zimmet farizası sayılması sebebiyledir. (Pakalın, age., III, 14-16).

Page 57: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

48

ocaklıya tezkireler dağılup öğle namazında cümlesi hâzır olup mihrab önünde

Kaymakam Halil Paşa ve Şeyhülislâm Dürrîzâde Seyyid Abdullah Efendi ve Sadr-ı

Rum Beyefendi ve Sadr-ı Anadolu, Sır Kâtibi Mehmed Efendi ve İstanbul Kadısı ve

cümle ulema ve ricâl ve ocaklı ve oda bekçileri aşçılar cem’ olup müterakkıb iken hatt-ı

hümâyûn gelüp mazmûnu şöyle kim; Hâlâ Moskov keferesi Silistre’yi, Urusçuk’u,

Pazarcık’ı ve Yerköy’ü alup Varna’yı ve hâlâ Şumnu da orduyu hümâyûnu ve

Sadrıâzamı dahi muhasara edüp ben kendim dahi giderim, Müslüman olan benimle

ma’an gider. Allahu Teâlâ bize de yardımcıdır deyu ayet-i kerîme ve ehâdis-i şerîfe ile

muayyen hatt-ı şerîf kıraat ve Bundan böyle ne zeâmet ve ne gümrük vazifesi ve ne kul

mevâcibi yokdur ve nereden verelim deyu hatt’da tahrîr olunup kıraat olundukda

cümlesi istişâre edüp Şevketlû Efendimizin gitmesi mi evlâdur? deyu meşveret ve ne

ulemâ ve ricâl ve ne ocaklı cevâb veremeyup mülahaza edelüm deyu dağıldılar. Ertesi

günü Ağa Kapusu’nda meşveret olup “Cümlemiz Şevketlû Efendimiz ile ma’ân gideriz.”

Deyu cevâb verüp ertesi günü Mimar Ağa ve Şehremîni* gelüp Davupaşa Sarayı’nı keşf

ve amele üşürüp binasına bed’ olundu (başlanıldı).”90

Devlet-i Alîyye’nin bu hareketi, onun bir İslâm devleti olmasından ileri gelir.

Zira İslâmiyet şûrâya büyük önem verir. İslâm’ın hâkim olduğu toplumlarda ise, isterse

Pâdişah olsun hiç kimse istediği gibi hareket etme hakkına sahip değildi. Umûmî efkâra

itibar vardır. Nitekim camide okunan bu hatt-ı hümâyûn büyük bir yankı uyandırmış ve

her taraftan İstanbul’a doğru asker akmaya başlamıştı.

Rusçuk ve Yerköyü’nü ele geçiren Ruslar, Sırbistan üzerine doğru yürümeye

karar verdiler. İşte tam bu esnada Napolyon Bonaparte’ın Rusya seferine başlaması,

Rusların bu tazyikini durdurdu. Napolyon, ısrarla Osmanlı Devletine “Rusların işini

bitirelim.” teklifinde bulundu. Ancak Napolyon’un dönek siyaseti ve güvenilmeyen

kişiliğinden dolayı haklı olarak Devlet-i Âlî onun bu teklifini hiç kale almamıştır.

* Şehremîni: Bu görevli, 2 Zilhicce 1271/16 Ağustos 1856 tarihinde “İhtisâb Nezâreti” yerine kurulan ve bir manada belediye başkanlığı demek olan Şehremâneti’nin başına getirilen görevli değildir. Osmanlılarda Tanzimat (1839)’a kadar şehreminliği, saray ve hükümete ait bina işleriyle meşgul olan, Galata ve İbrahim Paşa Sarayları sakinlerinin yiyecek ve giyecekleri ile Eski ve Yeni Sarayların, Harem-i Hümâyûn’un hizmetinde bulunanların maaş ve masraflarını veren önemli bir şahsiyettir. (Bilgi için bk. Z. Kazıcı, Osmanlı’da Toplum Yapısı, s. 49–50). 90 . Ç. Derin, “Yayla İmamı Risâlesi”, agm., III, 271

Page 58: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

49

1811 yılı, her iki taraf için de muvâzene (denklik) halinde geçtiği için, önemli bir

harekât söz konusu olmadı. 16 Rebiülevvel 1226/10 Nisan 1811’de Sadrâzam Yusuf

Ziya Paşa azledilerek yerine İmrahor Ahmed Paşa Sadârete getirildi. İstanbul’dan

Şumnu’ya gidip ordu komutanlığını selefinden devralan Ahmed Paşa, 5 Cemâziyelâhir

1226/27 Haziran 1811’de, Rusların elindeki Rusçuk’u muhâsaraya başladı. On iki gün

dayanabilen Ruslar, 9 Temmuz’da kaleyi Sadrâzam’a teslim ettiler.91

III. Bükreş Muâhedesi

Rusya, Fransa ile ilişkilerinin bozulması ve Rusçuk’un tekrar Osmanlıların eline

geçmesi üzerine artık kendi lehine neticelenecek bir anlaşmaya Osmanlı Devleti’nin

yanaşmasının mümkün olmayacağını anladığı için başkumandan Kodozof aracılığıyla

mütâreke (ateşkes) talebinde bulunmuştur. Bu teklif üzerine Yergöğü’nde 14 Şevval

1226/1 Kasım 1811’de mütârekelere başlanıldı. Aradaki ihtilafların çok olması

hasebiyle görüşmeler bir süre kesildi. Bir süre sonra heyetler yeniden Bükreş’te bir

araya geldiler (22 Zilhicce 1226/7 Ocak 1812). Mütârekeler uzun süre devam ettiyse de

Ruslar, Prut Nehri’nin hudut olmasını kabule yanaşmadılar.92 Dolayısıyla müzâkereler

kesildi ve 1226 Muharrem başlarında tekrar savaş hazırlıklarına başlanıldı. Anadolu’dan

64.000 nefer-i âm yazıldı. Hükümet mevcut şartlarla sulh yapılmasına karşı çıktı. Ancak

bütçede de para yoktu. Zahîre ve asker yetersizdi. Fakat Fransız-Rus savaşı ihtimalinin

gitgide artması üzerine Rus Çarı Aleksandır, geri adım atarak Prut Nehri’nin sınır

olabileceğini kabul etmeye mecbur oldu. Bunun üzerine her iki tarafın heyetleri 19

Rebiülâhir 1227/2 Mayıs 1812’de Bükreş’te bir araya gelerek, bu seferki Osmanlı-Rus

harbini bitirecek olan anlaşmayı müzâkere etmeye başladılar.

On altı maddeden meydana gelen muâhedenin başlıca hükümleri şöyledir:

Basarabya’nın (Bucak) tamamı (yaklaşık yetmiş bin km kare) Rusya’ya bırakıldı. Prut

Nehri sınır olarak kabul edildi. Kafkasya sınırı, eskiden beri olduğu gibi kalırken Eflak

ve Boğdan Osmanlı Devleti’ne bırakılmıştı. Tuna Nehri’nin deltası, her iki devlet için

91 . Karal, age., V, 100; Öztuna, Türkiye Tarihi, VI, 435–436. 92 . Bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, X, 10–17.

Page 59: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

50

müşterek kabul edildi. Esirler karşılıklı olarak mübadele edilecekti. Ayrıca, Rusya

tarafında kalan Müslüman tebeaya göç etme imkânı verilirken, beraberinde de Sırplara

bir kısım imtiyazların verilmiş olduğu bu antlaşma, 17 Cemâziyelevvel 1227/29 Mayıs

1812 tarihinde imzalanmıştır.93

Üç yıl daha devam etmesine rağmen belirli bir netice alınamayan bu harpte,

talimsizliğine rağmen askerin bazı başarıları da olmuştu. Rusya bu savaşta Basarabya’yı

alarak Tuna kıyısına ulaştı. Sırplara muhtariyet sağlandı. Bu durum da Mora’da isyan

eden Rumlara maalesef örnek teşkil etti.

Osmanlı Devleti, Rusya ile yapmış olduğu bu harbin sonuna doğru, Tatariçe

Meydan Savaşı’nı kazanarak savaşı lehine neticelendirmiş olmasına rağmen, masa

başında aynı üstünlüğü gösterememiştir. Anlaşmanın maddelerine baktığımızda, sanki

zor durumda kalarak antlaşma isteyen tarafın Osmanlılar olduğunu görüyoruz. Oysaki

tuhaf olan, durumun tam tersi olmasıdır. Çünkü Rusya için zaten yeni bir harp

yaklaşmaktaydı. Zira Napolyon, bu antlaşmanın akabinde Rusya’ya harp ilan etmişti.

Osmanlı devlet adamları, içerdeki buhranın vermiş olduğu sabırsızlıkla antlaşmayı

alelacele imzalamışlardı. Zaten başka çare de yoktu. Çünkü mevcut ordu ve bütçe ile

savaşı devam ettirmeye imkân yoktu.94 Devlet, Rus-Fransız savaşı esnasında biraz daha

direnseydi çok daha fazlasını koparabilirdi. Ancak bu kadarıyla yetinmek zorunda

kalmıştı.95

Sulh yapılmadan, Fransa ile birlikte Rusya’ya karşı ortak savaşılsaydı, elbette

sonuç çok daha farklı olacaktı. Ancak daha evvel Fransa’nın dönekliği bilindiği ve

tescillendiği için haklı olarak bu yola başvurulmamıştı. Neticede Fransa, dönekliğinin

bedelini Rusya karşısında almış olduğu büyük bir hezimet ve perişanlıkla ödemiştir.

IV. Son Osmanlı-İran Savaşı

93 . Bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, X, 22–29, 242–250; Şânîzâde, Tarih, İstanbul 1290; II, 139–140. 94 . Bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, X, 28–32. 95 . Şânîzâde, Tarih, II, 141.

Page 60: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

51

Osmanlı Devleti’nin, dönülmesi pek mümkün olmayan bir yola girerek, uçuruma

git gide yaklaşması, Rusya başta olmak üzere Avrupa devletleri ve çevresindeki

devletler tarafından paylaşılmaya hazır bir pasta gibi görülmesine sebep olmuştu. Her

biri kendi menfaatleri doğrultusunda nasıl pay alabileceğinin hesabını yapmakta idiler.

Osmanlı Devleti gibi Türk-İslâm devleti olan İran’da, kendine göre bir takım haklı

sebeplerle Osmanlı’nın bu zayıf anından istifade etmek istedi.

Muhakkak devletlerarası menfaatlerde duygusallık yoktur. Ama din bağından

kaynaklanan bir dostluk olmalıydı. Günümüz İslâm Âlemi’nin en büyük sıkıntısı din

birliğinin gerektirdiği dayanışmadan mahrum olmalarıdır. Halen günümüzde, bakıyoruz

dünyanın çeşitli yerlerinde İslâmı temsil eden savunmasız pek çok insan zulme maruz

kalmaya devam ediyor. İslâm ülkelerinde din birliği sağlanmadıkça, dünyaya egemen

olan güç unsurları asla bu tavırlarından vazgeçmeyecekler. Osmanlı, dünyadaki egemen

güç olan konumunu kaybettikten sonra bu manzara hep aynı şekilde devam ede geldi.

Şüphesiz, Osmanlıya alternatif bir Müslüman güç unsuru kuruluncaya kadar Müslüman

kanı akmaya devam edecektir.

Osmanlı Devleti, XIX. Asrın başlarında, önce Sırp isyanı sonra da Yanya Valisi

Tepedelenli Ali Paşa ve Yunan isyanı ile uğraşırken, karşısına bir de İran sorunu çıkmış

oldu.

Daha evvel İran, 1812’de Napolyon’un teklifi üzerine Bükreş Muâhedesi’yle

biten Osmanlı-Rus harbine katılarak Rusya’ya bıraktığı bazı toprakları geri almak

istemişti. Fakat Osmanlı Devleti Bükreş Muâhedesi’ni imzalayıp savaştan çekilince

İran, Rusya ile baş başa kalıp hezimete uğradı. Netice itibariyle Ekim 1813’de Gülistan

Muâhedesini imzalamaya mecbur oldu. İran, bu antlaşmaya göre Karabağ, Şirvan,

Derbent ve Bakû’yü Rusya’ya terk etmiş ayrıca Hazar Denizi’nde de donanma

bulundurmamayı kabul etmişti.

Bugün çok büyük bir öneme hâiz olan Bakü petrollerini İran, daha o zamandan

kaybetmişti. Hatta Çar’ın emriyle bu yağlı sıvıları araştırmak için bölgeye giden bir

heyet, ne olduğu henüz belli olmayan bu maddenin kullanıma katiyen elverişsiz

Page 61: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

52

olduğuna dair rapor hazırlamıştı. İşte İran, Rusya’ya kaptırmış olduğu bu toprakların

acısını, yıkılmakta olan Osmanlı ülkesinden çıkararak telafi etme yoluna gitmişti.

Osmanlı-İran hududu, muhtelif göçebe Türkmen ve Kürt aşiretlerinin bulunduğu

bir saha olup, bunlar yaylak ve kışlak için bir taraftan öbür tarafa göçer dururlardı.

Maalesef bu aşiretlerin arasında sürekli bir geçimsizlik söz konusu idi. Osmanlı-İran

savaşının zâhiri sebebi de bu husûmetler olmuştu.

İran’ın başında bulunan ve Türk Kaçar hânedânının ikinci hükümdârı olan Feth-

Ali Şah, Osmanlıların Bükreş Anlaşmasını kendisine haber vermeden imzaladıklarını

belirterek, İran’ın uğradığı zararların faturasını da Osmanlılara yüklemişti.

İran birlikleri, sınır boylarında huzursuzluklar çıkararak Doğu Beyazıt ve Van

taraflarından hudutları geçip bazı yerler ile kaleleri zapt ettiklerini ilan ettiler. Osmanlı

devleti bu esnada Yunan isyanı ile uğraştığından doğuda yeni bir cephe açması oldukça

güçtü. Buna rağmen, Ocak 1821’de Doğu Anadolu’ya bir miktar kuvvet göndererek

tedbirler almaya başladı. Ancak bu kuvvetler yetersiz olduğu için İranlılar birçok koldan

Osmanlı topraklarına saldırmaya devam ettiler. Feth-Ali Şah’ın oğlu Abbas Mirza, Kürt

aşiretlerinin hududa tecavüz etmesini bahane ederek Doğu Anadolu’ya saldırmış,

Kars’ın Kağızman sancağını yağma etmiş, Ekim 1821’e kadar Beyazıt ve Eleşgirt

(Toprakkale)’i işgal etmişti. Bir kısım askerleri ise Muş, Bitlis ve Erciş taraflarını

yağmalamış, kış mevsiminin yaklaşması üzerine Tebriz’e çekilmişlerdi. Diğer oğlu

Mehmed Ali Mirza ise, Bağdat’ı almak üzere saldırıya geçti. Ancak bu kuvvetler

kuzeydekiler gibi muvaffak olamayıp mağlup oldular.

Bâbıâlî, İran saldırılarına karşı bazı askerî tedbirler aldı. Bu tedbirler gereğince,

cepheye Trabzon yoluyla asker ve mühimmat gönderilmiştir. Erzurum Valisi Hüsrev

Paşa’da serasker* olarak tayin edilmişti. Sulh için gerekli çabalar gösterilse de

Page 62: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

53

İranlıların saldırıları devam etmiştir. Toprakkale’yi muhâsara edip almaya çalışan

Osmanlı birlikleri, Abbas Mirza’nın kuvvetlerince püskürtülmüştür.96

İran, ordusunda kolera salgını baş gösterince büyük kayıplar vererek geri

çekilmeye mecbur oldu. Cevdet Paşa bu konuyu anlatırken şöyle der. “Gariptirki Abbas

Mirza burûce bâlâ Toprakkale’den Çerheci Paşa fırkasını bozmuşken ferdâsi ordusunda

bir şiddetlû kolera illeti zuhûr ile İranlılar cenâzelerini defne vakit bulamamışdır. Ve bu

illet ol havâlice henüz ma’lum bir şey olmayûp, bağteten böyle zuhûr ile irâs-ı dehşet

edicek, İran ordusu târumar ve Abbas Mirza Ric’ate mecbur olmuşdur.”97

İran ordusu, Irak cephesi kumandanı olan Şehzâde Mehmed Mirza da bu

vebadan ölenler arasındaydı. Kendi dertlerine düşen İranlılar, Osmanlılardan toprak

koparamayacaklarını anlayınca sulh yapmaya razı oldular. Osmanlı Devleti de Batı’da

gittikçe artan Yunan isyanları sebebiyle barışa razı oldu.98 O esnada Şark seraskeri olan

Mehmed Emin Paşa ile İran heyeti arasında müzâkereler başlamış, bir müddet sonra

1159/1746 senesinde Nadir Şah’la akdedilen muâhedenin aynı esaslarına göre, yeni bir

anlaşma imzalanarak savaş haline son verilmişti (19 Zilka’de 1238/28 Temmuz 1823).99

Her iki taraf açısından da faydasız ve çok lüzumsuz olan bu savaşın bitmesiyle Osmanlı

Devleti o esnada devam etmekte olan Rum isyanına yönelmiştir.

V. Osmanlı-Rus Harbi ve Edirne Antlaşması (1828–1829)

Rum isyanlarının başlangıcında tarafsızlığını ilan eden Rusya, kısa bir süre sonra

işe karışmaya başladı. Rusya’nın isteği üzerine Akkirman’da yapılan müzakereler

sonunda “Akkirman Ahidnâmesi” imzalanmıştır (5 Rebiülevvel 1242/7 Ekim 1826).

* Serasker: Eskiden Millî Müdafaa Vekili (Savunma Bakanı) yerine kullanılan bir tabirdir. Yeniçeri Ocağı kaldırılarak yerine Nizâmiye teşkilâtı yapılırken ocak gibi ağalık ünvanı da lağvedilmiş ve “Umur-i Beriyye-i Askeriyye Nezareti”nde bulunan zata “serasker” denilmiştir. Eskiden orduyu kumanda edenlere de bu isim verildiği için yeni bir tabir olmamakla birlikte işlev bakımından farklıdır. (Daha geniş bilgi için bk. Pakalın, age., III, 176-177). 96 . Aksun, age., III, 162–163. 97 . Cevdet Paşa, Tarih, XII, 12. 98 . İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul 1995, IV, 107; Rifat Uçarol, “Küçük Kaynarca Andlaşmasından 1839’a Kadar Osmanlı İmparatorluğu” Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1989, XI, 386. 99 . Aksun, age., III, 163.

Page 63: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

54

Buna göre, 16 Cemâziyelevvel 1227/28 Mayıs 1812 yılında imzalanan “Bükreş

Anlaşması” tasdik ediliyordu. Ayrıca Eflak ve Boğdan’a tayin edilecek beyler mahalli

meclis tarafından yedi seneliğine seçilecek, Sırbistan’daki yalnız kaleler Osmanlı

idaresinde kalacak ve muhtar bir idare tesis edilecekti.100

1821’den beri devam eden Yunan isyanı, Sırp meseleleri ve Eflak Boğdan

meseleleri üzerine, Akkirman Anlaşması’ndan doğan pürüzler eklenince Rusya, bizzat

Osmanlı’yı huzursuz etmeye başladı. Neticede Rusya, Yunan meselesinde Avrupa

devletlerince verilen karara razı olmadığı gerekçesini bahane ederek Osmanlı’nın

ordusuzluğundan donanmasının zayıflığından, ayrıca yıllardan beri isyanlarla uğraşıp

yıpranmışlığından ve ekonomisinin bozukluğundan istifade ederek 11 Şevval 1243/26

Nisan 1828’de neşrettiği bir beyanname ile Osmanlı’ya harp ilan etti. Buna mukabil

Osmanlı Devleti de, ulema ve devlet erkânının İstanbul’da olağanüstü bir toplantısı

neticesinde mecburen Rusya’ya hap ilan etti (6 Zilka’de 1243/20 Mayıs 1828).

Seraskerliğe Ağa Hüseyin Paşa getirildi. Kurulma aşamasında olan mansûre ordusu ile

Davut Paşa’dan hareket edildi (10 Zilka’de 1828/24 Mayıs 1828). İzzet Molla ile bazı

devlet adamları, böyle kritik bir esnada devletin savaşa girmesinin uygun olmayacağını,

dolayısıyla Yunanistan’ın bağımsızlığının kabul edilmesinin daha uygun olacağı

görüşünü savundukları için Sivas’a sürülmüşlerdi.101

Bu dönemde Osmanlı devletinin durumu Rusya ile harp yapmaya hiç elverişli

olmadığı malumdu. Yeniçeri ordusu kaldırılalı henüz iki yıl olmuştu. Bu kısa zaman

içerisinde de düzenli bir ordunun kurulması pek de kolay bir iş değildi. Osmanlı

Donanması Navarin’de batırıldığından deniz kuvveti de yok demekti. Eski Osmanlı

ordusunun en kuvvetli teşkilatları yok edilmişti.102 Navarin faciasında tazminat ödemeyi

reddeden İngiltere, Fransa ve Rusya elçileri İstanbul’u terk etmişlerdi. Dolayısıyla,

Rusya’ya alternatif olabilecek güçteki Avrupa Devletleri’nin bir kenara çekilmeleri,

zayıf bir halde olan Osmanlı’nın Rusya ile baş başa kalmasına sebep olmuştu. Bu

elverişli ortamı fırsat bilen Rus Çarı, Avrupa devletlerine Osmanlı’ya karşı müşterek bir 100 . Geniş bilgi için bk. Ahmed Lütfi, Tarih, I, 211–223. 101 . Ünlü, age., III, 41. 102 . Navarin faciası hakkında daha geniş bilgi için bk. Kamil Paşa, Tarih, III, 116–117; Danişmend, Kronoloji, IV, 112; M. Tayyib Gökbilgin, “Navarin”, İA., IX, 133–134.

Page 64: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

55

hücum yapılmasını dahi teklif etmişti. Ancak Fransa ve İngiltere Avrupa’daki dengenin

bozulmasından çekindikleri için bu teklife sıcak bakmamışlardı. Avusturya, Rus Çarı’na

bir heyet göndererek onu mukaddes ittifak prensiplerine bağlı kalmaya davet etmiş, tâbi

olduğu bir devlete karşı isyan eden bir kavme arka çıkılmasının sakıncalarını dile

getirerek bunun Lehistan’a dahi sıçrayıp tüm Avrupa’yı isyana sevk edebileceği

hususunda ihtar etmiştir. Lâkin Rusya, gayr-i samimi bir üslupla Avusturya’ya,

Yunanlıları zerre kadar sevmediğini, toprak ve arazi istemediğini, sadece Rus

Devleti’nin şerefini müdafaa için harbe karar verdiğini açıklamıştır. Moltke, Rusya’nın

gerçek niyetini, “Türklere karşı harp açarak, efkâr-ı umûmîye-i oyalamaktan” ibaret

görüp, “Avusturya İtalya’yı, Fransa İspanya’yı, İngiltere Portekiz’i işgal ederken

Rusya’da Osmanlı’yı işgal davasına düştüğünü” belirtmiştir.

Sultan II. Mahmud’un, tüm olumsuzluklara rağmen bu savaşı göze almasının

nedeni, Osmanlı ülkesinin en kuvvetli ve zengin kesimi olan Rumeli’yi elden çıkarmak

tehlikesinin teşekkül etmiş olmasıdır. Bir diğer sebep de yeni uygulanmakta olan

teceddüd hareketlerinin halkta meydana getirmiş olduğu memnuniyetsizliktir. Buna

işaret eden Moltke, “Onun için Sultan Mahmud bu sergüzeşte atılmaya ve böyle hareket

etmeye mecburdu. Memleketinin ahvâl-i rûhiyesine nazaran Pâdişah’ın, ecnebi

hükümetlerin tavsiyesini reddetmekten başka çaresi yoktu. Hıristiyanlara imtiyaz

verdiği takdirde, hem tahtını hem de hayatını tehlikeye koyacaktı.” demektedir. 103

Çar Nikola, Yunan sorununun çözümü için Londra’da imzalanmış olan

protokolü Türklere kabul ettirmekten başka bir amacı olmadığını teminat eden bir

beyannâme neşrederek İngiltere, Fransa ve Avusturya’nın tarafsızlıklarını sağladı. Halkı

da kendisini destekleyen Çar, ayrıca İran’la yaptığı savaşı da kazanarak Güneydoğu

sınırlarının güvenliğini sağlamıştı (Şubat 1828).104

Devlet-i Alîyye’nin, Navarin’de donanmasının yok olmuş olması ve 1826’da

kaldırılan Yeniçeri Ocağı’nın yerine kurulan “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye”

adındaki yeni ordunun henüz kurulma aşamasında olması gibi nedenlerden dolayı

103 . Aksun, age., III, 200-201. 104 . Karal, age., V, 119.

Page 65: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

56

Rusya açısından elverişli bir ortam oluşmuştu. Bu fırsatı gözeten Rusya, tarihi

emellerini gerçekleştirmek ümidiyle 29 Ramazan 1243/14 Nisan 1828’de Osmanlı

topraklarına saldırdı. Böylece yeni bir Osmanlı-Rus savaşı daha başlamış oldu.105

Bunun üzerine II. Mahmud’un güvendiği adamlardan Pertev Paşa ve diğer bazı

kimseler, bu savaşın Osmanlı Devleti’nin zaferi ile neticeleneceğine, dolayısıyla

Kırım’ın geri alınabileceğine Pâdişahı inandırdılar. Bunu üzerine Osmanlı Devlet, 6

Zilkade 1243/20 Mayıs 1828’de Rusya’ya harp ilan etti. Tahminler tutmadı ve çıkan

savaşın sonunda Ruslar Edirne’ye kadar ilerledi. Rusların Edirne’yi işgal etmesinden

sonra Bâb-ı Âlî, alelacele sulh talebinde bulunmuş ve kısa bir süre sonra da müzakereler

başlamıştı. Böylece Osmanlı Devleti, tarihinin en kötü anlaşmalarından birini daha

Edirne’de imzalamış oldu (15 Rebiülevvel 1245/14 Eylül 1829).106

Edirne Muâhedesi ve Önemi:

Rusların Edirne’yi işgal etmesinden sonra Bâb-ı Âlî, alelacele sulh talebinde

bulunmuş ve kısa bir süre sonra müzakereler başlamıştı. Anlaşmanın belli başlı şartları

şöyledir.

1. Ruslar, Rumeli yakasında, Tuna nehrinin ağzındaki adalar müstesna olmak

üzere Osmanlılardan almış oldukları toprakları geri verecekler. Prut nehri harpten önce

olduğu gibi Tuna’ya kavuştuğu yere kadar iki ülke arasında sınır olacaktı.

2. Kafkasya ve Doğu Anadolu’da Poti, Anapa, Ahıska, Akcar ve Ahıkelek

kaleleri Rusya’ya bırakılacak, Gürcistan üzerindeki Rus hâkimiyeti tanınacaktı.

3. Rus ticaret gemilerine boğazlardan geçiş hakkı tanınacak, Rus halkından

olanlar Osmanlı topraklarında serbestçe ticaret yapabilecekler ve Rus gemileri Osmanlı

memurları tarafından yoklanamayacaktı.

105 . Geniş bilgi için bk. Ahmed Lütfi, Tarih, I, 410–420. 106 . Bilgi için bk. Kamil Paşa, Tarih, III, 118–119; Aksun, age., III, 200–203; Karal, age., V, 120.

Page 66: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

57

4. Eflak ve Boğdan ile Sırbistan’a yeni haklar tanınacak, Sırbistan altı nahiye

ilavesiyle genişletilecek, buradaki kaleler yıkılacak ve Türk askerleri bu iki eyalette bir

daha bulunmayacaktı.

5. Akkerman anlaşması ile Sırbistan’a tanınan imtiyazlar bu anlaşmayla te’kid

edilmiştir.

6. Osmanlı Devleti Rusya’ya, on bölümde ödenmek üzere on bir buçuk milyon

duka altını tazminat olarak ödeyecek, bu tamamen tahsil edilinceye kadar Eflak, Boğdan

ve Bulgaristan geçici olarak Rus işgalinde kalacak. Eflak ve Buğdan’da Müslümanlar

oturamayacak ve on sekiz ay içinde emlak ve arazilerini tasfiye edeceklerdi.

7. Osmanlı Devleti 25 Şaban 1241/4 Nisan 1826’da, Yunanistan probleminin

çözülmesi için İngiltere ile Rusya arasında imzalanmış olan Sen-Petersburg protokolünü

tanımayı kabul edecektir. 107

Bu ağır anlaşmayı imzalayan Devlet, çok değerli hediyelerle başında Halil

Paşa’nın bulunduğu bir heyeti Petersburg’a gönderip anlaşmanın hafifletilmesini

istemişti. Halil Paşa, Çar’a karşı çok samimi bir şekilde davranarak tazminatı bir milyon

altına indirmiştir. Ayrıca ticari tazminatın kalan dört yüz bin altınlık kısmını da

affettirmişti.108

Umumî maddeleri böyle olan bu antlaşmanın çok ağır bir muhtevaya sahip

olduğu açıkça ortadadır. Bu anlaşma, Osmanlı Devletinin kaynarcadan sonra imzalamış

olduğu en ağır antlaşmasıdır. Artık Osmanlı Devleti, Batılı Devletler nazarında itibarını

tamamen kaybetmekle kalmayıp, pay edilmesinin vakti geldiği, ciddi bir şekilde mevzu

bahis olmaya başlamıştı.

107 . Daha geniş bilgi için bk. Lütfi, Tarih, II, 110–120, 249–251; Karal, age., V, 120–121. 108 . Geniş bilgi için bk. Lütfi, Tarih, II, 120–130.

Page 67: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

58

Bu antlaşmanın ağırlık noktasını, bağımsız bir Yunan devletinin kurulması

oluşturmaktaydı. Böylece Osmanlı’nın dağılması için, bu antlaşma bir başlangıç ve

dönüm noktası olup diğer devletlere örnek teşkil etmiştir.

Ayrıca bu antlaşma ile Osmanlı’nın, Rusya’ya yönelik tüm planları altüst olmuş

ve bundan böyle Osmanlı’nın ayakta kalması kendi dinamiklerinden çok, dış

devletlerarasındaki siyasî denge unsurlarına bağlı kalmıştır.

Harp, Rusların saldırısı ile başlamış ve daima onların lehine gelişmişti.

Muharebeler Anadolu ve Rumeli kıyılarında geçti. Osmanlı birlikleri savunma harbi

yapacak şekilde mevzilenmişlerdi.

Rumeli yakasında Ağa Hüseyin Paşa Tuna seraskeri, Kaptan-ı Derya İzzet

Paşa’da Varna muhafızı olarak görevlendirilmişlerdi. Anadolu yakasında ise eski

sadrâzamlardan Galip Paşa, Doğu seraskeri memuriyetleriyle düşmana karşı

görevlendirilmişti.109

Balkanlardan hücuma kalkan Rus Ordusu, kısa sürede Eflak ve Buğdan’ı işgal

ederek Bükreş’e girdi. Daha sonra ise, İsakçı Kalesi’ni alarak Topçu, Maçin ve İbrail’i

kuşattı. Bu muharebelerde Türk Askerleri, İbrail Kalesi’ni kahramanca savunmuşlardı.

Ne yazık ki bu kalenin düşmesi, Dobruca’nın baştanbaşa elden çıkmasına sebep oldu.

Böylelikle Ruslar hızlıca ilerleyip kısa sürede Silistre-Köstence hattına dayanmışlardı.

Bundan sora, bir kısmı Silistre’yi kuşatmış bir kısmı da, Pazarcık üzerinden Varna’yı

muhasara etmişti. O sıralarda Pazarcık’ta bulunan ve Vak’a-i Hayriyye kahramanı olan

Serasker Ağa Hüseyin Paşa, düşmana karşı hızlı bir muharebeye girişerek Rus

askerlerini kısa süreli de olsa püskürmeyi başarmış ancak Rus topçu birliklerinin

yetişmesi üzerine geri çekilmek zorunda kalmıştı. Kozluca’daki muharebede ise, Türk

ordusu Ruslara büyük zayiat verdirmişti.

109 . Aksun, age., III, 211-212; Karal, age., V, 121-122.

Page 68: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

59

Varna muhâsarasında, Osmanlı Askerlerine yardım maksadıyla gönderilen

Yusuf Paşa kumandasındaki birlik vazifesini yapmamıştır. Yusuf Paşa bazı maiyetiyle

birlikte ihanet edip düşmana katılmıştı. Bu moral çöküntüsüne fazla dayanamayan

Varna düşmüştür (1 Rebiülâhir 1243/11 Ekim 1828). Bu önemli noktanın düşmesi,

bütün Doğu Bulgaristan’ın Rusların eline geçmesine sebep oldu. Rus altıncı ve yedinci

kolorduları Varna civarında yığınak yaparak burayı, İstanbul’a yönelik üs haline

getirmişlerdi.

Harbin birinci senesi Tuna’nın etrafında cereyan etmişti. “İlk anda Silistre,

Ruscuk ve Varna müdâfileri, basit bir ablukadan ibaret bulunan çemberi kırıp

Şumnu’daki esas kuvvetlerle âtıl kalan Ağa Hüseyin Paşa’yla müşterek harekata

girişebilseydiler, düşmanı geriden de sararak pek feci bir vaziyete sokabilirlerdi.

Serasker, dört hafta sakin ve muattal bir halde kalmıştı”110 Eğer Türk orduları koordineli

olarak hareket etselerdi, şu imkânsızlık halinde dahi Rusları hezimete uğratmaları hiçten

değildi. Maalesef topluca hareket edilmediği gibi, güzel bir harp planı da

uygulanmamıştır. Tüm bu olumsuzluklar Rusların, hedeflerine ulaşmalarını

kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramamıştır.

Anadolu ve Şark Cephesi’ne gelince, Rusların burada daha başarılı olduğunu

görüyoruz. Harekâtın başladığı 23 Şevval 1243/12 Mayıs 1828’den itibaren bir ay gibi

kısa bir sürede, Anapa ve Poti gibi sahil kaleleri zapt edilmişti. Büyük ve mühim olan

Kars Kalesi ise kahpece, Yeniçeri Ocağı’nın ilgasından memnun olmayan ahalinin

teslim talebi üzerine düşman eline geçmiştir (24 Zilhicce 1243/7 Temmuz 1828). Ne

yazık ki böyle bir iç mesele, sırf kuru bir inat yüzünden düşmana kucak açılmasına

sebep olmuştu. Bu durumum, maalesef bir benzeri daha evvel ne Türk, ne de İslâm

dünyasında görülmemiştir. Millette tefrika hastalığının yayılması Rusların işini

kolaylaştırmış ve bir müddet sonra da Ahıska düşman eline geçmiştir (16 Safer 1244/28

Ağustos 1828). Millet mukavemet göstermediği için Ruslar, hem Rumeli’de hem de

Anadolu Şark Cephesi’nde kolayca ilerleyerek başarılar kazanmışlardı.

110 . Aksun, age., III, 205.

Page 69: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

60

1829 Baharında, kış mevsimi nedeniyle ara verilen harp tekrar başladı. Rus

Orduları kış ve iklim değişikliği nedeniyle çeşitli hastalıklardan çok büyük kayıplar

vermişlerdi. Sadece vebadan kırk bin askerleri ölmüştü. Buna karşılık Türkler

Şumnu’ya iyice takviye yapmışlardı. Bir taraftan Pâdişah’ta, yenilik hareketlerinden

dolayı kırgın olan halkın gönlünü kazanmaya çalışıyordu. Bu amaçla Sancak-ı Şerif’i

çıkararak din uğruna, en büyük düşmana karşı milli duyguları harekete geçirmeye

çalışmıştı. Fakat her şeye rağmen bunda muvaffak olamamış, en büyük birliğin başında

bulunan İşkodra Paşası dâhil olmak üzere, pek çok birlik harbe iştirak etmemişti.

Harp devam ederken, Darendeli İzzet Mehmed Paşa’nın yerine Reşid Mehmed

Paşa Sadrâzam olarak tayin edilmişti (22 Receb 1244/28 Ocak 1829). Yeni Sadrâzam,

olaylara vakıf olmakla uğraşırken, Ruslar Sizebolu’yu işgal ederek (12 Şaban 1243/28

Şubat 1828) Varna-İstanbul yolu üzerinde bir deniz üssüne kavuşmuş oldular. Bundan

sonra Rusların işi bir hayli kolaylaştı ve Silistre’yi kuşattılar. İki aya yakın bir müddet

mukavemet gösteren kale nihayet düştü (11 Muharrem 1245/13 Temmuz 1829). Bu

sırada yeni Sadrâzam Rus kuvvetlerine Pravadi’de bir darbe indirdiyse de, Ruscuk’ta

bulunan Hüseyin Paşa’dan yardım gelmeyince bir netice elde edilemedi. Kulefçe’de

yapılan meydan muharebesinde cephanenin de infilak etmesiyle Türkler mağlup

oldular. Sadrâzam Reşid Paşa güçlükle Şumnu’ya çekildi. Silistre’nin düşmesine de bu

mağlubiyet sebep olmuştur. Böylece Ruslara balkan geçidi açılmış oldu. Ruslar,

Şumnu’ya yaptıkları harekette istedikleri neticeyi alamayınca, İstanbul üzerine

yürümeye karar verdiler. Paravadi-Aydos ve Varna-Burgaz olmak üzere iki koldan

harekete geçen Ruslar, Misirri, Burgaz, İslimye ve Yanbolu’yu olarak Edirne üzerine

yürüdüler. Yirmi bin civarında bir orduyla yürütülmekte olan bu hareketi kumanda eden

Rus General Diebitch’in ordusunu daha fazla göstermeye yönelik tedbirler alması,

amacına ulaşmasında etkili olmuştu. Neticede Edirne, mukavemet göstermeksizin

düşmana teslim edildi (18 Safer 1244/19 Ağustos 1829). Bu hezimet üzerine İşkodra

Paşası, ıslahat karşıtı ve yeniçeri taraftarı olmasına rağmen Hilafetin artık tehlike altında

olduğunu gördüğü için kırk bin kişilik bir kuvvet ile Edirne’ye hareket etti.111

111 . Geniş bilgi için bk. Aksun, age., III, 203-208.

Page 70: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

61

Doğu cephesine baktığımızda da durumun hemen hemen aynıydı. 10 Temmuzda

Erzurum düşmüş, sıra Bayburt ve Trabzon’a gelmişti. Sultan II. Mahmud ise bu kötü

gidişat karşısında, Tarabya’daki sarayına kapanarak, memleketin onur ve izzeti tarumar

edildiği için haftalarca hüngür hüngür ağlamaktan başka çıkar yol bulamamıştı.112

Rum isyanına şöyle bir göz atacak olursak, başta Avusturya olmak üzere Avrupa

devletleri, bu meseleye Osmanlı’nın bir iç sorunu gözüyle bakmaktaydılar. Bir taraftan

Rumların bağımsızlık mücadelesi devam ederken, ihtilal ileri gelenleri 28 Rebiülâhir

1237/22 Ocak 1822’de Epidauros kasabası yakınındaki ormanda toplandı. 17 kişilik bir

kurucu meclis seçtiler. Bunların hepside patrikhâneden yetişmiş olup dokuzu papazdı.

İşte bu ormanda “Bağımsızlık Beyannâmesi” ve “Epidauros Anayasası” diye anılmakta

olan anayasayı ilan ederek aralarında kabul etmişlerdi.113

Edirne Antlaşması ile Rusya, gerek balkanlar, gerekse Doğu Anadolu’da işgal

ettiği yerleri Osmanlılara geri vermekle beraber Karadeniz’in hem doğusunda hem de

batısında biraz daha güneye inmiş oldu. Yine bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, bağımsız

bir Yunanistan’ın kurulmasını kabul etmek mecburiyetinde kalmıştı. İngiltere’nin

girişimi sonucunda Yunanistan devletinin kurulması ve sınırlarının belirlenmesi için

Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri arasında Londra’da bir konferans toplandı. Fakat

Yunanlılar, 16 Ramazan 1244/22 Mart 1829 tarihli Londra Protokolü’nde kendilerine

verilen toprakları az buldular. Nihayet 9 Şaban 1245/3 Şubat 1830’da, İngiltere ve

Yunanistan arasında imzalanan yeni bir Londra Protokolü’ne göre, Mora Yarımadası

esas olmak üzere Yunanistan Devleti resmen ilan edilerek kurulmuş oldu. Osmanlı

Hükümeti de 1 Zilka’de 1245/24 Nisan 1830’da bu devleti tanımağa mecbur oldu.114

Bu harbin, sürekli Rusların lehine gelişmesi elbette ki düşündürücüdür. Yenilik

hareketleri ahalinin oldukça moralini bozmuştu. Yeniçeri Ocağı’nın yıkılmış olması da

asker üzerinde olumsuz tesire sebep olmuştu. Şevki kırılan, moral bakımından çöken bir

ordudan düşmana karşı zafer kazanmasını beklemek elbette mantık dışıdır. Zaten 112 . Aksun, age., III, 207. 113 . M. Murat Hatipoğlu, Türk Yunan İlişkilerinin 101 Yılı, Ankara 1988, s. 20. 114 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Lütfi, Tarih, IV, 198–200; Kamil Paşa, Tarih, III, 115–120; Hatipoğlu. age., s. 24-25.

Page 71: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

62

Osmanlı Ordusu da kararsız ve isteksiz hareket etmiş, çoğu kere mukavemet

göstermemişti. Hal böyle olunca Ruslar âdeta elini-kolunu sallayarak İstanbul önlerine

kadar ilerlemişlerdi.

Sonuçta Osmanlı devlet adamları en kritik bir zamanda ileriyi göremedikleri için

Batıda Edirne’yi, Doğu’da da Erzurum’u Rusya’ya kaptırmıştı. Bu durumu önceden

tahmin eden İzzet Molla’yı Sivas’a sürgün eden II. Mahmud, Kaynarca’dan sonraki en

ağır anlaşmayı imzalamak zorunda kalmıştı. Böylece çok önemli kalelerini kaybettiği

gibi, kurmakta olduğu yeni ordusu için gerekli olan paraları da Rusya’ya tazminat

olarak ödemeye mecbur kalmıştı. Tüm ümitlerin bağlandığı yeni ordunun kurulması

böylece çıkmaza girdiği için Osmanlı Devleti için artık dağılma süreci fiili olarak

başlamış oldu. Bir bakıma Osmanlı, Rusya’ya karşı başarılı olabilme ümidini de

yitirmiş oldu.

VI. Cezayir’in Fransa Tarafından İşgali

Cezayir, 1533 senesinde Barbaros Hayrettin Paşa tarafından Osmanlı

topraklarına kazandırılmıştı. Burası daha sonra Tunus ve Trablusgarp ile beraber “Garp

Ocakları”* adı altında teşkilatlandırılarak özel bir şekilde yönetilmeye başlandı.

Buraların idaresi, devletin diğer yerlerine göre farklı olup “salyâneli”* ve “müstesna

eyaletler” olarak isimlendirilirdi. İdari bakımdan olduğu kadar vergi bakımından da

farklı uygulamalara tabi idiler. Bu faklı uygulamaya tabi olmalarında, coğrafi olarak

merkezden çok uzak oluşları, buradaki halkın sosyal yaşam biçimleri ve mezhep

farklılıklarının etkisi gibi değişik unsurlar söz konusudur.

Garp Ocakları, özellikle Batı Akdeniz’deki Türk deniz hâkimiyetinin

sağlanmasında büyük hizmetler yapmaktaydı. Bulundukları yerde Akdeniz’in çıkış

kapısı olan Cebeli Tarık Boğazı’nın olması oraya ayrı bir önem katmaktaydı.

Dolayısıyla Akdeniz ticaretinin güvenli bir şekilde yapılmasını da sağladıkları için,

burası Türk denizciliğinde ayrı bir öneme sahipti.

Page 72: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

63

Cezayir, İstanbul’dan atanan beylerbeyiler tarafından idare edilirdi. Bunların

komutasında da Anadolu’dan getirilen askerler vardı. Bunlar Yeniçeri Ocağı şeklinde

teşkilatlanmışlardı. Bu ocakların başkanları, zamanla güçlerini artırarak yönetimde

Beylerbeyilerin önüne geçmeye ve işlerine karışmaya başladılar. Dayı adı verilen bu

zorbalardan biri olan Baba Ali, 1799’da beylerbeyini kaçırarak Cezayir’in yönetimini

eline geçirmişti. Bâb-ı Âlî bu duruma sessiz kalınca, artık bundan böyle Cezayir’in

yönetiminde dayılar söz sahibi olmaya başlamışlardı.115

İngilizler, 1231/1816’da büyük bir filo ile Cezayir’i topa tutması ve Cezayir

gemilerini batırıp deniz gücünü zayıflatması, Fransızların işini daha da kolaylaştırmıştır.

Mülayim bir devletçilik anlayışı ve kendine özgü hususiyetlerle yönetilmeye

alışık olan Cezayir, Tunus ve Trablusgarp’ın gittikçe itibarı azalmaktaydı. Çünkü bu

coğrafya “Dayı denilen yerli valilerin, cahil zorbaların elinde kalmıştı. Daha kötüsü,

dünya dev adımlarla ilerlerken, bu ülke koyu bir cehaletin baskısı altında, tam bir

Ortaçağ hayatı yaşıyordu. Bir zamanlar deniz savaşlarında gösterdikleri kahramanlık ve

cesaretleri, git gide korsanlıkta karar edip İtalya, İspanya, Sicilya ve Sardunya

sahillerinin afeti halini almıştı. Bu düşüşün, bu kötü istihalenin sebebi ise, yine

cehaletti. Zira dünya her yönden ilerlemekte ve harp tekniğinde yeni buluşlar yeni

hamleler kaydederken, onlar yerinde saymak suretiyle tehlike bulutlarını üstlerine davet

etmekteydiler. Nitekim günün birinde Cezayir’e asker çıkaran Fransızlar, evvela kaleyi

sonrada memleketin yekûnunu işgal ettiler.”116

* Garp Ocakları: Kuzey Afrika kıyılarındaki devletler, merkezden uzaklıkları sebebiyle zaman içerisinde yöneticilerinin iç işlerinde yarı bağımsız durumda geniş yetkilere sahip olmaları, idarecilerinin seçimle iş başına getirilmeleri ve yarı bağımsız yönetimleri sebebiyle “Beylerbeyilik, niyabet, emaret” gibi terimlerle adlandırılırlardı. Bu garp ocaklarının en önemlisi ve muteberi Cezayir’di. (Bu konuda geniş bilgi için bk. Atilla Çetin, “Garp Ocakları”, DİA., XIII, 382-386). * Salyâne: Tanzimat’tan evvel bir kısım memurlarla müstahdemlere senelik olarak ücret mukabili verilen vazife manasına kullanılan bir tabirdir. Salyâne ile idare olunan eyaletler Mısır, Bağdat, Yemen, Habeş, Basra, Lahsa, Cezayir, Trablusgarp ve Tunus’tan ibaret iken sonraları bu usûl gittikçe taammüm etmiş ve salyâne ile idare olunan yerler çoğalmıştır. (Pakalın, age., III, 111-112). 118 . Bilgi için bk. Ercüment Kuran, Cezayir’in Fransızlar Tarafından İşgali Karşısında Osmanlı Siyaseti (1827–1847), İstanbul 1957, s. 3–8. 116 . Ayverdi, age., II, 305.

Page 73: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

64

Cezayir dayıları korsanlık mesleğini iyi biliyorlardı. Akdeniz’in tüccar

devletleri, ticaretlerinin güvenliğini sağlamak için Cezayir dayıları ile anlaşmaya

mecburdular. 1815’te toplanan Viyana kongresinde, korsanlığa son verilmesi kararı

alınıncaya kadar durum böyleydi. İngiltere bu kararın yürütülmesi için görevlendirildi

ve 1816’da Lord Exmont komutasında büyük bir İngiliz filosu, Cezayir şehrini topa

tutup dayıların gemilerini batırmak suretiyle bu görevi icra etti. Neticede Cezayir

Dayısı, Hıristiyan esirlerini teslim etmeyi, İspanya’dan alınan esirlerle kurtuluş akçasını

ve İngiliz donanma masrafını vermeyi kabul etti.

İngilizlerin Cezayir’i zayıflatması Fransızların işine yaradı. 1828–1829 Osmanlı-

Rus Harbi’nin Osmanlı aleyhine neticelenmesi de, fırsat bekleyen Fransa’yı iyice

cesaretlendirmişti. Bu esnadaki Cezayir Dayısı İzmirli Hüseyin Paşa, okuryazar fakat

dünyanın gidişatından habersiz, mağrur bir zattı. Alacağına karşılık olarak Fransız

ticaret gemilerinden birkaçını zapt etmesi, Fransa ile arasının gerilmesine sebep oldu.

Bu alacak meselesinin kökeninde, 1797’deki Cezayir dayısı İzmirli Hüseyin Paşa’nın

Fransa hükümetine bir miktar hububat ile beş milyon frank borç vermiş olması

yatmaktadır. Dayı bu alacağını iki Yahudi tacirine havale etmiş, Fransa hükümeti ise

borcunu kabul etmekle beraber, ödemeyi bazı hesaplar yüzünden durdurmuş idi.

1827’de Dayı Hüseyin Paşa, Fransa’dan derhal borcunu ödemesini istedi. Ayrıca

Fransız konsolosu ile bu meseleyi konuştuğu esnada, ansızın öfkelenip yelpazesiyle

konsolosa vurması (7 Safer 1243/30 Ağustos 1827) üzerine, Fransa harekete geçti. Bâb-

ı Âli, Fransa’nın isteği üzerine dayıya bir ferman göndererek aralarını bulmaya çalışıp,

özür dilemesini emretti. Ancak gücüne güvenen dayı bu fermana kulak asmayıp

inadında direndi. Bunun üzerine Fransa, Cezayir’e karşı tedbirler alıp 17 Zilka’de

1242/12 Haziran 1827’de Koramiral Duperre vasıtasıyla Cezayir Limanı’nı ablukaya

alıp Türk gemilerinin giriş çıkışını engelledi. Bu abluka üç yıl sürmesine rağmen dayı

pes etmedi. Oysaki eyaletin başlıca gelir kaynağı deniz ticaretiydi. Ancak bir şekilde

diğer limanlarla idare edildi. Ablukanın uzaması üzerine Fransızlar, 22 Zilhicce 1245/14

Haziran 1830’da şehrin yakınlarına General Bourmont’un komutasında otuz altı bin

asker çıkardılar. Fransız donanması, Cezayir limanını bombardımana başladı. Yirmi bir

gün dayanan Dayı Hüseyin Paşa, 5 Temmuzda teslim olduktan sonra bir müddet İtalya

Page 74: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

65

ve Fransa’da dolaştırılmış ve sonra 1838’de İskenderiye’de ölmüştü.117 Sonuçta

Fransızlar, bütün Cezayir’e hâkim olmuşlar. Fakat bu emellerine ulaşabilmek için

yıllarca uğraşmak zorunda kalmışlardı.

Bâbıâlî, bu sıralar çok müşkül bir durumda olduğu için Cezayir’in işgalini

sadece protesto etmekle yetindi. Yine de Çengeloğlu Tahir Paşa, donanma ile Cezayir

sularına yaklaştıysa da, Fransa’nın tehdidi üzerine bir etki gösteremeden İstanbul’a geri

döndü. Zira çok uzak olduğundan bu eyaleti savunmak İstanbul için neredeyse

imkânsızdı. Fransızlar, Cezayir kıyılarını birkaç yıl içinde fethettiler. En çok direnişi,

Kosantine’de gösteren Türkler bu işin sonu olmadığını görünce de vazgeçtiler. Böylece,

yüksek rütbeli Türk memurları vaktiyle gelmiş oldukları Anadolu’ya geri döndüler.

Cezayir’in savunması, Araplara ve onların güçlü lideri Emir Abdülkadir’e düştü. Bu

emir, gittikçe güçlenen Fransızlara karşı başarıyla savaştı. Hatta savaşın bu kadar

uzayacağını tahmin edemeyen Fransızlar, zaman zaman geri çekilmeyi düşünseler de,

bunun Avrupa’daki prestijleri için iyi olmayacağını düşündüklerinden geri adım atmaya

yanaşmadılar. Öyle ki XIX. Asrın sonunda bile, vaktiyle Türklerin idaresinde bulunan

Kabiliye’de Fransız idaresini tanımayan bölgeler vardı.

II. Mahmud, Trablusgarp’a donanma yollayarak Libya’yı İstanbul’a bağladı.

Trablusgarp’ın vali hanedanı olan Karamanlılara son verdi. Bağdat’ın valisi Davut Paşa

ile İşkodra valisi Mustafa Paşa’yı da ezerek merkeze bağladı. Böylece artık azar azar

sıranın kendisine geldiğini kestiren Mehmet Ali Paşa, elini çabuk tutacak olursa,

kurtulma şansının yüksek olduğunu düşünerek İsyan hazırlıklarına başladı.118

1830 yılında Osmanlı Devleti’nin, Akdeniz’de Mora’yı ve Cezayir’i

kaybetmesiyle dağılma devri hızlanmış oluyordu. İşin esasına bakılacak olursa,

zamanında yapılmış olan ufak bir ihmalkârlık veya münasebetsiz bir davranış, daha

sonra akla hayâle gelmeyecek kötü neticelere sebebiyet verebilmektedir. Hatta bu ihmal

bazen koskoca bir medeniyetin talihini değiştirmeye yeterli bir sebeptir. 117 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Kamil Paşa, Tarih, III, 120; Ahmed Lütfi, Tarih-i Lütfi, II, 183-184; Ahmet Rasim, age., IV, 1867-1870; Danişmend, Kronoloji, IV, 116; Uçarol, age., XI, 389-391; Karal, age., V, 122-124; Kuran, age., s. 14-26. 118 . Öztuna, Türkiye Tarihi, VII, 14–15.

Page 75: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

66

VII. Osmanlı-Rus İlişkileri ve Hünkâr İskelesi Antlaşması

Bu antlaşmanın imzalanmasına, daha sonra ayrı bir başlık altında ele alacağımız,

Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın isyan etmesi ve onun kazanmış olduğu önemli

başarılar sebep olmuştur. Bir valisine dahi söz geçirmeyen Osmanlı Devletinin durumu,

öyle müşkül ve aciz bir hal arz etmiştirki, bu durum karşısında en azılı düşmanından

medet umacak kadar acze düşmüştü.

Rusya, bu isyanı ilk aşamada tüm devletler gibi kayıtsızlık ve ilgisizlikle

karşıladı. Zaten Rusya, Osmanlı Devletini zayıflatan tüm isyanları takdir ediyordu.

Fakat Mehmet Ali Paşa’nın tahminleri altüst eden başarıları herkesten çok Rusya’yı

endişelendirmeye başladı. Çünkü Mehmet Ali Paşa’nın, Osmanlı Devleti’nin

mukadderatına sahip olması, Rusya’nın dibinde zayıf bir devletin yerine güçlü bir

devletin var olması demekti. Bu ise Rusya’nın iki asırdan beri gizlice gütmekte olduğu

İstanbul’a sahip olmak ve böylece sıcak denizlere inmek rüyasının sükûtu hayale

uğraması demekti. Bu düşünceyle derhal harekete geçen Rusya, Osmanlı toprağının

tamlığı prensibini benimsedi. Rus Çar’ı, generallerinden Muraviyef’i Rusya’nın

görüşünü belirtmesi için İstanbul’a ve Kahire’ye gönderdi. Böylelikle Çar, Bâbıâlî’ye

yardım ederken Mehmet Ali Paşa’ya da muharebeyi derhal durdurmasını teklif

ediyordu.

Sultan Mahmud, Fransa’nın Mehmet Ali Paşa’yı desteklediği, İngiltere’nin

tarafsız kaldığı, Avusturya ve Prusya’nın da Rusya’nın tarafından yana oldukları bir

esnada, Çar’ın yardım teklifini maalesef sevinçle kabul etmiştir. Hatta Çar, yardımın

sadece Karadeniz filosu tarafından yapılmasını teklif etmişken Pâdişah, Tuna

sahillerindeki otuz bin kişilik bir birliğin İstanbul’u koruması için gönderilmesini de

teklif ediyordu. Rusya, bu teklifi memnuniyetle kabul etmiştir. Bu sırada Pâdişah, Mısır

Valisi ile anlaşmak için yeni bir teşebbüste bulundu ise de, Fransız müşavirlerin

etkisinde kalan vali bunu kabul etmedi. Bunu üzerine Visamiral Lazarev’in

komutasında on gemilik bir Rus filosu, Boğaz’a girerek Büyükdere’nin önüne

Page 76: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

67

demirlemişti. Ayrıca on beş bin civarında Rus Askeri de Beykoz’daki Hünkâr İskelesi

civarına çadır kurmuşlardı (30 Ramazan 1248/20 Şubat 1833).119

Bu olay, Fransa ile İngiltere’yi o vakte kadar olan ilgisizlikten ansızın

vazgeçirdi. Her iki devlet, filolarına Çanakkale istikametine doğru seyretmek üzere emir

verdi. Fransa, Bâbıâlî nazarında hatırı olan Amiral Roussin’i gönderirken, İngiltere’de

İstanbul elçisi Lord Ponsonby’i gönderdi. Fransa elçisi İstanbul’a gelir gelmez işe

koyuldu. Rus donanmasının İstanbul’dan uzaklaşmasının yolu Pâdişah ile Mısır

valisinin anlaşmasına bağlı olduğunu düşünüyordu. Bunun için Bâbıâlî’nin onayını

almak suretiyle Mehmet Ali Paşa’ya Akka, Kudüs, Trablusşam ve Nablus sancaklarını

teklif ederek, cebren de olsa Pâdişah ile anlaşmasını istedi. Bu teklifi kabul etmediği

takdirde ise, Fransa’nın kendisine karşı silaha başvuracağını bildirmekten de geri

kalmadı. Lâkin, gözü kara Mehmet Ali Paşa bu teklifi kabul etmek şöyle dursun tüm

Beriyyetüşşam vilayeti ile Adana Sancağı’nın derhal kendisine verilmesi için Babıali’ye

bir ültimatom verdi. Ültimatoma olumlu cevap verilmediği takdirde de İbrahim Paşa

Üsküdar üzerine yürümekle görevlendirildi.

Bu sıralarda Mehmet Ali Paşa’nın etkisiyle Anadolu’nun bazı yerlerinde

Pâdişaha karşı isyanlar çıkmıştı. Kastamonu’da Tahmisçioğlu isyanı çıkmıştı. İzmir’de

de Mehmet Ağa adında biri, daha da ileri giderek Pâdişahın memurlarını atmak suretiyle

Mehmet Ali Paşa’nın idaresini kurmaya dahi cüret etmişti.120

Bu gelişmeler karşısında Sultan Mahmud, İstanbul’un güvenliğini dahi tehlike

de gördüğü için ulemâ ve halkın tenkidine aldırmayıp Rusya’dan, kararlaştırılan yardımı

istedi. Bunun üzerine on beş bin kişilik bir Rus kuvveti 15 Zilka’de 1248/5 Nisan

1833’de İstanbul Anadolu yakasına gelip yerleşti. Bu esnada devlet, Tophâne Müşiri

Halil Paşa ile Âhmedci (Bakanlar kurulu başkâtibi) Muatafa Reşid Bey’i Mısır’a

gönderdi. Haliyle bu gelişmeler İngiltere ve Fransa’yı dehşete düşürüyordu. Bu

devletlerin elçileri Bâbıâlî’yi, Mehmet Ali ile anlaşma yapmaya zorladılar. Sultan II.

Mahmud bunu kabul ederek Âhmedci Reşid Bey’i Fransız maslahatgüzarı Varenne ile

119 . Bk. Aksun, age., III, 221. 120 . Karal, age., V, 134-135.

Page 77: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

68

İbrahim Paşa’nın ordugâhına gönderdi. Uzun müzakere ve tartışmalardan sonra Pâdişah

ile Mehmet Ali Paşa arasında Kütahya Barış Antlaşması yapıldı (25 Zilka’de 1247/14

Mayıs 1833). Bu antlaşmaya göre Mehmet Ali Paşa’ya Mısır ve Girit valiliklerine ek

olarak Şam, İbrahim Paşa’ya da Cidde valiliğine ek olarak, Adana valiliği verildi. Buna

ilave olarak Anadolu’da Mehmet Ali tarafını desteklemiş olanlar için genel bir af kabul

edildi. Böylelikle Mısır meselesinin ilk safhası bitmiş oldu. Fakat bu sonuç her iki tarafı

da tatmin etmemişti.121

Bu antlaşmadan sonra İbrahim Paşa’nın kuvvetleri Sultan Dağı’nın berisine

çekilerek Anadolu’yu boşalttılar. Bu antlaşma, Pâdişahın söz geçiremediği valisine bir

ferman ile ilave haklar vermesidir. Dolayısıyla bu antlaşmadan kalıcı bir çözüm

beklenemezdi. Bir ferman ise devletlerarası bir muâhede gibi olamaz, çünkü

istenildiğinde geri alınabilirdi.

Bu barış antlaşmasının imzalanmasında rol oynayan İngiltere ve Fransa,

istikballerini düşünerek, daha çok Mehmet Ali Paşa’nın menfaatlerini gözetmişlerdi.

Buna mukabil Rusya ise öncesinin aksine yeni bir siyaset stratejisiyle, gitgide

Osmanlı’ya yaklaşmaktaydı. Pâdişah için Rusya’nın yardım çağrısına icabet etmekten

başka çıkar yol bulunmamaktaydı. Bu nedenle İstanbul’daki Rus elçisine ve olağanüstü

olarak gönderilen Kont Orlof’a yardım konusunu açmıştır. Bunu üzerine Rus elçisi de

hükümete, Türk-Rus ittifakına binaen, şöyle rencide edici bir belge yazdı: “Pâdişah

hazretleri kendileri için biricik kurtuluş tedbiri olarak gördükleri bir planı çoktan beri

düşünmekte ise de, henüz adamlarına bu planın sırlarını açmamıştır. Bu plan ise Mısır

valisinin tehdit edici karakter taşıyan emellerine karşı Osmanlı memleketlerini

koruyacak bir çare ve tedbir olan Rusya ile saldırganlık ve savunma ittifakı için Çar’a

müracaatta bulunmaktan ibarettir.”122

121 . Geniş bilgi için bk. Aksun, age., III, 221-223; Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmed Ali Paşa İsyanı (Mısır Meselesi), Ankara 1988, s. 53-60; aynı müellif, “Mehmed Ali Paşa”, İA., VII, 566-579; Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1970, s. 59-61. 122 . Karal, age., V, 136.

Page 78: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

69

Rus Çar’ı zaten bu teklifi ilk başta kendisi yaptığı için hemen görüşmelere

başlanıldı. 20 Safer 1249/10 Temmuz 1833 (Çarşamba) tarihinde de Osmanlı devleti ile

Rusya arasında Hünkâr İskelesi Antlaşması imzalandı.123

Bu antlaşma, bir önsöz altı açık ve bir kapalı maddeden ibarettir. Önsözde,

Osmanlı ile Rusya arasındaki bu antlaşmanın devamı için gerekli olan hazırlıkların

yapılmasına işaret edilmiştir.

1. Her iki devlet, sadece savunma kaygısıyla bu antlaşmayı imzalamışlardır.

Dolayısıyla huzur ve güvenlikleri ile ilgili tüm problemler hakkında birbirlerine

yardımda bulunacaklarını taahhüt ederler.

2. 1829 Edirne antlaşması ile bu antlaşmada geçen diğer antlaşmalar ve bu

antlaşmadan sonra geçen antlaşmalar onaylanmaktadır.

3. Gelişmeler, Osmanlı Devleti için Rusya’dan yardım isteyecek bir durum

yansıtırsa Rusya, kara ve denizden, iki taraf arasında kararlaştırılacak sayıda bir

kuvvetle yardımda bulunacaktır.

4. Yardım isteyen taraf, yardıma gelen tarafın masraflarını karşılayacaktır.

5. Antlaşma süresi sekiz yıl olacaktır.

6. Bu savunma antlaşmasının iki ay içinde onanacağı ve onanmış nüshaların

İstanbul’da değiştirileceği bildirilmiştir.

Kapalı madde ise şöyledir. “Rusya İmparatoru, bu antlaşmanın Osmanlı’ya

sağladığı Rus yardımına karşılık, Rusya’ya maddi bir yardım yapmanın Osmanlı

hükümetine yükleyeceği gider ve güçlükleri takdir ettiğinden, bir gün Osmanlı Devleti

123 . Bu antlaşma ile ilgili geniş bilgi için bk. Beydilli, “Hünkâr İskelesi Antlaşması” DİA., İstanbul 1998, XVIII, 488–490; Ahmed Rasim, Ahmed Rasim ve Osmanlı Tarihi, düz. Metin Hasırcı, İstanbul 2002, V, 412-413; Shaw, age., II, 61–64; Aksun, age., III, 221-223.

Page 79: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

70

böyle gider ve güçlükleri karşılamak zorunda kalırsa, Rusya bu yardımı Osmanlı’dan

istemeyecektir. Bâbıâlî, karşılıklı yardım kuralınca gerektiği vakit Rusya’ya yapmakla

ödevli olduğu yardım yerine siyasî ve askerî kuvvetini Rusya’nın çıkarına uygun olarak

Çanakkale Boğazı’nın kapanması için kullanacak, başka bir deyim ile adı geçen

boğazdan hiçbir yabancı harp gemisinin girmesine izin vermeyecektir.” Bu anlaşmadan

iki gün sonra Rusya, İstanbul’da bulunan savaş filosu ile askerlerini geri çekti.124

Bu gizli maddeden, açıkça anlaşılıyor ki Osmanlı Devleti artık Rusya’nın

himayesinde olacaktır. Çünkü Rusya ile batılı devletlerden herhangi birisi arasında

savaş çıkacak olursa Boğazlar bu devletlerin harp gemilerine kapatılırken Rusya’ya her

iki yönlü olarak serbest olacaktı. Bu antlaşma ile Osmanlı toprakları açıkça Rusya’nın

egomenyasına girmiştir. Dolayısıyla, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Batı

devletleri, Hünkâr iskelesi anlaşmasını kuşkuyla izlemişlerdi. Anlaşmanın

imzalanmasını öğrenir öğrenmez, Paris ve Londra kabineleri İstanbul’da ve Sen-

Petersburg’da anlaşmayı protesto ettiler. Bir İngiliz filosu İzmir önlerinde göründü.

Bundan başka Akdeniz’deki deniz kuvvetlerini çoğalttılar. Bir ara, Boğazların

zorlanması ve Karadeniz’deki Rus filosunun batırılması dahi düşünüldü. Hatta İngiltere

Hükümeti, Sivastopol’e gidilip Rus donanmasının yakılmasını Fransa’ya teklif etmişti.

Ayrıca bu iki hükümet Hünkâr İskelesi Muâhedesini tanımayacaklarını bildirmişlerdir.

Avusturya hükümeti ise, anlaşmanın Avrupa politikasındaki mahzurlarını Çar

Nicola’ya bildirmiştir. Bunun üzerine Çar, anlaşmanın mutlak surette uygulanmasının

şart olmadığını içeren bir beyanat yayımlayarak ortamı sakinleştirmeye çalışmıştı.

Ayrıca Rusya, Avusturya ve Prusya ile Münchengratz anlaşmasını yaptı (3

Cemâziyelevvel 1249/18 Eylül 1833). Bu anlaşmaya göre:

1. Bağımsız her hükümdâr, yardımına başka bir hükümdârı çağırabilir. Böyle bir

yardım durumunda yardıma çağırılan hükümdârdan başkasının yardıma engel olmak

için araya girme hakkı yoktur.

124 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Kamil Paşa, Tarih, III, 121-145; Karal, age., V, 137; Altundağ, “Mehmet Ali Paşa”, İA., VII, 570–571; Öztuna, Türkiye Tarihi, VII, 15–18.

Page 80: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

71

2. Üç hükümdâr, içlerinden biri yardım vaziyetinde, başkalarının baskını ile

karşılaşırsa, beraber savaşmayı kabul ederler.

Bu genel hükümler, Çar’ın Hünkâr İskelesi anlaşmasıyla kazanmış olduğu

hakları meşrulaştırmakla birlikte Rusya’ya, Avusturya ve Prusya’nın desteğini

sağlamıştır. İngiltere ile Fransa Münchengratze anlaşmasından sonra, Osmanlı Devleti

ile Mısır’ın yeni bir müdahale durumu oluşturmamalarını İstanbul ve Kahire’ye tavsiye

etmekle yetinmişlerdi.125

Bu antlaşma ile II. Mahmud, Mehmed Ali’nin işini bitirip modern ordusunu

kurmayı düşünüyordu. Ancak bu muâhede, Avrupa’da duyulur duyulmaz büyük bir

kıyamet koptu. Özellikle İngiltere ve Fransa, Osmanlı’yı tehdit etmeye başladılar. Fakat

Bâbıâlî bunlara kulak asmadı. Böylece Mısır meselesinin birinci safhası altı yıllığına

kapanmış oldu.126

Hünkâr İskelesi Antlaşması, Osmanlı Devletinin kendi dinamikleri üzerine değil

de dış devletlerin siyasî dengelerine binaen varlığını devam ettirme sürecine girdiğini

açıkça göstermektedir.

Yenilik adına çok ileri gidilmesi, devlet kurumlarının yozlaşması ve artan iç

huzursuzluklar ile meydana gelen hesaplaşmalar neticesinde, devlet git gide ezeli

düşmanı olan Rusya’nın oyuncağı haline gelmişti. Sonuçta Osmanlı, tarihî güç ve

şânının yerini zelilliğe bırakmış oldu.

125 . Karal, age., V, 138-139. 126 . Öztuna, Türkiye Tarihi, VII, 17.

Page 81: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

72

İKİNCİ BÖLÜM

MİLLİYETÇİLİK FİKİRLERİNİN OSMANLI TOPRAKLARINDA

SEBEP OLDUĞU İSYANLAR

Page 82: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

73

Fransız ihtilalinin ürünü olan milliyetçilik fikirleri, tüm dünyada olduğu gibi

Osmanlı Devleti sınırlarında da etkisini göstermişti. Sosyal yapısı gereği Osmanlı

Devleti’nde bu ihtilalin etkileri daha büyük olmuştur. Bu akımların, Osmanlının

zayıflamaya başladığı zamanlara tesadüf etmesi devletin derinden sarsılmasına sebep

olmuştur. Özellikle Nizâm-ı Cedid devrinde bu fikirler daha hızlı bir şekilde yayılmıştır.

Milliyetçilik fikirleri, evvela yabancı devletlerin, Osmanlı sınırlarında yaşayan

Hıristiyan halkı kışkırtmasıyla başlamıştır. Siyasî propagandalarla bu fikirler onlara

aşılanıyordu. Daha sonra çeşitli dernekler kurularak sistemli bir şekilde dış mihraklar

tarafından organize edilmiş oldukları için hızlıca yayılarak önü alınamaz bir hal almaya

başlamıştır.

Avrupa’yı körü körüne izlemek, Avrupa çizgisini her konuda adım adım takip

etmek, bu devirde övülen, takdir gören ve başkalarına karşı iftihar sebebi olarak

benimsenen moda haline geldi. Şövenist cereyanlar ortaya çıktı. Osmanlı Devleti’nin bu

son döneminde, İslâmî isimlerin arkasına gizlenerek toplumla bütünleşmiş gibi

görünenlerle, açık bir şekilde dinlerine bağlı olarak faaliyet gösteren Yahudilerin

etkileri iyice artmıştır. Bunlar, amaçlarına ulaşabilmek için bir taraftan çaba

harcarlarken diğer taraftan da Hıristiyanları siyasî emellerine alet ediyorlardı. Netice

itibariyle başta halife II. Abdülhamit olmak üzere, önlerindeki her engeli birer birer

ortadan kaldırarak hilafet müessesesini yok etmeye muvaffak olmuşlardı.127

Napolyon Bonapart, Akdeniz’i Fransız gölü haline çevirmek için Mısır’a göz

dikti. Bu emeline ulaşmak için Osmanlı Devletindeki Rumları kışkırtmaya başladığını

görüyoruz. Onun çok akıllıca hareket ettiğini komutanlarına vermiş olduğu şu

emirlerden anlıyoruz. “Halkı kazanmak için elinizden geleni yapınız. Eğer halkın

bağımsızlığa eğilimi varsa bağımsızlık duygusunu körükleyiniz.” Bu emrin etkili

olduğunu gösteren raporlar kendisine ulaşmaya başladığını görünce de “Yunanistan’da

kabarmaya başlayan milliyet taassubu, din taassubundan daha kuvvetli olacaktır.”

127 . Mahmud Şakir, Hz. Âdem’den Bugüne İslâm Tarihi, trc. Ferit Aydın, İstanbul 1994, VI, s. 299.

Page 83: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

74

diyerek, dağlı Rumlara cephane ve silah yüklü gemiler göndermişti. Aynı şekilde,

“Mısır Mısırlılarındır.” Prensibiyle milliyetçilik fikirleri o topraklarda da yayılmıştır.128

İsyanların oluşumu sırasında Osmanlı Devleti kritik bir durumdaydı. Zaten eski

sistem tıkanmış, devlet kurumları yozlaşmıştı. Yeni bir düzen oturtulmaya çalışılıyordu.

Lâkin bunun için epeyce bir zamana ihtiyaç vardı. Yeni düzeni oturtmaya çalışan devlet

adamları eski düzen savunucuları tarafından bir bir katlediliyordu. Devlet, bir taraftan

merkezde terör estiren yeniçerilerle uğraşırken diğer taraftan da taşrada derebeyiler

gailesiyle meşgul ediliyordu. Alemdâr Mustafa Paşa’nın başkanlığında toplanan ilk

mecliste bu büyük iki problem karara bağlanmıştı.129 Bu yüzden isyanlar Osmanlı

topraklarında hızlıca yayılmış ve önü alınamaz bir şekilde artarak devam etmişti. Her ne

kadar isyanların yatışması için çaba harcanmışsa da, neticede devletin o günkü şartları

elverişsiz olduğundan bu çabalar yetersiz kalmıştır.

Osmanlı Devleti, içinde barındırmış olduğu tüm ırklara adâletle muamele

etmiştir. İster Ermeni, Yahudi, Hıristiyan olsun isterse Müslüman olsun, suçu sabit

olanlar gerekli cezaya anında çarptırılıyordu. Buna örnek olarak, bir ermeni sarrafı,

kolluk çorbacısını katlettiren yahudinin ve katil kolluk çorbacısının, suçları tespit edilir

edilmez ânında idam edilmelerini verebiliriz.130 Tebeası hangi dine veya ırka sahip

olursa olsun, Osmanlı asla tebeasının arasında iltimas yapmamış ve herkese son derece

adâletle hükmetmiştir. Osmanlı’da çıkan isyanlar, aşikârdırki Osmanlı’yı içten

çökertmek isteyen büyük devletlerin kışkırtmasıyla, bilinçli ve planlı bir şekilde

organize edilmiştir. İsyana müsait olan kavimler, müstakbel sömürgeci Avrupa

devletleri tarafından bir maşa gibi kullanıldığını farkına varamamışlar. Zira Osmanlı,

onların özgürlüğüne asla kısıtlama getirmiyordu.

A. SIRP İSYANLARI (1804–1817)

128 . Karal, age., V, 101. 129 . Turan, age., II, 581. 130 . Cevdet Paşa, Tarih, X, 149. * Kur’an, Bakara, 256.

Page 84: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

75

Sırp isyanlarını daha objektif bir şekilde değerlendirmek için biraz daha

evveliyatına bakmamız gerekir. Şöyle ki, Fatih Sultan Mehmed döneminde Osmanlı

topraklarına bağlanan Sırbistan’da, Devlet-i Âlîyye’nin her tarafında olduğu gibi âdil bir

yönetim kurulmuştu. Sırp halkına hayat serbestliği verilmişti. Adâlet çerçevesinde

herkes istediği şekilde yaşama hakkına sahipti. Bu özgürlüğü onlara ve herkese Kur’an-ı

Kerim vermekteydi. Osmanlı, Kur’an’ın hükümlerini tatbik etmekteydi ve “Dinde

zorlama yoktur.”* hükmü gereği, fethettiği yerlerin ahâlisini dinlerinde ve yaşam

tarzlarında serbest bırakmıştır. Rahat bir yaşam süren Sırplar, Osmanlı’nın sadık tebeası

(vatandaşı) olmuşlardı. Ancak XVIII. Asrın ortalarından itibaren Avusturya, Rusya ve

Osmanlı Devleti arasında meydana gelen savaşlar neticesinde Sırbistan’ın toprakları

savaş alanına dönüşmüştü. Sırpların bu huzursuzluklarına, milliyetçilik duygularını

körükleyen Rus ajanların kışkırtmaları ilave olunca, güzel hava bozulmaya başlamıştı.

Oysaki Sırpların Osmanlı’da tâbi oldukları rejim, Avrupa’nın henüz derebeylikten

kurtulamamış olduğu bir dönemde dahi çok adil ve gelişmişti.

Napolyon ile Çar, Osmanlı topraklarını paylaşmaya çalışırken Osmanlı, zaman

içerisinde bünyesinde meydana gelen değişikliklerle zaten bu duruma müsait bir hâle

kendiliğinden gelmişti.

Sırp isyanlarının ilk ve önemli hareketi III. Selim devrinde başlayan ve II.

Mahmud zamanında daha bir gelişerek, muhtar ve prenslik kurulmasıyla devam eden

gelişmelerdir.

Sırbistan’da kanunnâmelerle kurulan rejim bozulmuş ve Sırplar, kalelerde oturan

yeniçeri dayılarının keyfi muamelelerine maruz kalmaya başlamışlardı. Belgrat

paşalığına bazen değerli valilerin gönderilmesi, dayıların zulmünü kırabiliyordu.

Nitekim 1794–1801 yıllarında görev yapan Hacı Mustafa Paşa, reayayı Sırp

dayılarından gözettiği için Sırplar arasında baba lakabıyla anılmaktaydı. Bu yüzden onu

çekemeyen yeniçeriler sonunda öldürmüşlerdi. Hacı Mustafa Paşa’nın öldürülmesinden

sonra yeniçeriler Pazvantoğlu’ndan, kendilerine katılan bazı kimselerle beraber olup

Page 85: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

76

Sırbistan’da bir terör rejimi kurdular. Bu rejim Sırp isyanının görünen sebebidir.131

Tüm bu gelişmelere baktığımızda Sırpların bu noktaya durup dururken gelmediklerini

görürüz. Maalesef maruz kaldıkları suiistimaller onları gitgide isyancı konumuna

sokmuştur.

Osmanlı’nın genel durumu, Sırplar arasında yapılan propagandaları önleyecek

imkândan yoksundu. Çünkü hükümetin merkezi durumundaki İstanbul’da bile asayiş

doğru düzgün sağlanamıyordu. Kilometrelerce uzaklıkta olan bir yerde bunu sağlamak

çok daha zordu. Rumeli, âyânların ve dağlı eşkıyanın tahakkümü altında zaten

bunalmıştı. Türk ve İslâm olan âyânlarla dağdaki eşkıyanın Pâdişah’a baş kaldırmaları

Sırplara örnek teşkil etti. Buna, yıllarca sürüp giden harpler de eklenince, işler gittikçe

çığırından çıkmaya başladı.

I. İsyanının Başlaması ve Gelişmesi

Sultan III. Selim döneminde bir Sırp heyeti, İstanbul’a gelerek yeniçerilerin,

eyaletlerinde kendilerine yaptıkları zulümleri şikâyet ederler. Pâdişah, şikâyetin konusu

olan emrini Sırbistan’a ulaştırınca, şikâyet edildiklerini öğrenen yeniçeri dayıları buna

kızarak “knez” adı verilen Sırp ileri gelenlerini öldürürler. Bu olay Sırp isyanının

kıvılcımı olur ve Sırplar 22 Şevval 1218/4 Şubat 1804’te yeniçerilere karşı silahlı olarak

harekete geçerler. Böylece Sırp isyanı fiili olarak başlamış oldu. Görüldüğü üzere Sırp

isyanını çıkaran Sırplar değil, Yeniçeri dayılarıdır. Eğer onların beyinsizce, sırf

kindarlığa yönelik bu tutumları olmasaydı isyanların başarıya ulaşması mümkün

olmayabilirdi.

İsyan eden Sırplar, bir eşkıya ve domuz tüccarı olan Kara Yorgi’yi kendilerine

lider seçtiler. Bu lider, eşkıyalığın yanı sıra bir ara Avusturya ordusunda da hizmet

görmüştü. Kara Yorgi, zaten başlamış olan Sırp isyanlarını belli bir sisteme oturtmayı

sağladıktan sonra, balkanların klasik gerilla harbini benimseyip sistemli bir şekilde

mücadeleye başladı. Dağlara sığınıp yollara, hanlara, önemli geçitlere ve bazı küçük

131 . Karal, age., V, 102-104.

Page 86: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

77

kalelere baskınlar düzenlemek suretiyle yeniçerileri yıpratmaya başladılar. Kara Yorgi,

bu mücadeleyi Pâdişaha karşı değil, bilakis Pâdişah tarafından yeniçerilere haddini

bildirmek üzere görevlendirildiğini söylüyordu. Böylece Müslümanların arasında ikilik

çıkarmış olacaktı. Onun bu taktiği neticesinde bazı Müslümanlar kendisine yardımda

bulundular. Hatta Bosna Valisi Bekir Paşa bile bu oyunun bir parçası olup isyancılara

yardım etti. Sonuçta Yeniçerileri alt ederek Belgrat’a hâkim olduktan sonra isyandan

vazgeçmeleri icap ediyordu. Ancak şu şartları ileri sürmeleri niyetlerinin hiçte

yeniçerilerle sınırlı olmadığını ortaya koyuyordu.

“Belgrat muhâfızı paşanın maiyetinde Sırp milleti tarafından bir vekil bulunacak

ve kalenin müdafaasına bin beş yüz Sırp iştirak ettirilecek. Bundan başka, genel af ilan

edilecek, eski vergiler istenmeyecek, yeniçerilerin cezalandırılması için yapılmış olan

savaşta harcanmış olan para, Pâdişah tarafından ödenecek, kiliselerin tamirine, çan

çalınmasına ve mabetlere haç takılmasına müsaade edilecek.”132

Sırp âsileri, bu şartları kendileri düşünerek ileri sürmemişlerdi. Onların fikir

babalığını, artık bağımsız bir Sırbistan’ın vakti gelmiş olduğuna inanan Sırp papazları

yapmıştır. Onlar hedeflerine ulaşmak için isyanı bir fırsat olarak görüp

desteklemekteydiler.

Osmanlı hükümeti, Sırpların bu şartlarını kabul etmeyince, Sırp meclisi

toplanarak Kara Yorgi’yi baş knez seçti.133 Böylece hedeflerini büyütüp, Osmanlı

Devletini karşılarına alarak, bağımsızlıklarını kazanıncaya kadar savaşmaya karar

verdiler.134

Bazen ufacık bir hareket, büyük bir milletin ve devletin kaderine yön veren

dönüm noktası olabilmektedir. Şayet yeniçeri ağaları böyle bir harekete fırsat

vermeselerdi, bekli de diğer isyanlara örnek teşkil eden Sırp isyanları başlamayacak ve

Balkanlar Osmanlı’nın elinden bu kadar kolay bir şekilde çıkmayacaktı.

132 . Karal, age., V, 105. 133 . Bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, X, 189–191. 134 . Karal, age., V, 104-105.

Page 87: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

78

II. İsyanlara Rusya’nın Karışması

Sırp isyanı devam ettiği sıralarda Osmanlılar ile Ruslar arasında harp başlamış

ve Ruslar, Eflak ve Boğdan’a girmişlerdi. Rus çarı, zaten baştan beri, Slav birliği için135

destekleyip kışkırttığı Sırp âsilerine, Osmanlılara karşı beraber savaşmak için anlaşma

teklifinde bulundu.

Bir Rus temsilcisi, beraberindeki subay ve memurlarla Belgrat’a yerleşerek

Sırbistan’ın ordusunu ve idaresini düzenlemeye başlamıştı. Bu nedenle Sırp isyanlarının

şekli, değişik bir hal almaya başladı. Çünkü bu isyanlar artık Rusların gözetiminde

organize ediliyordu. Çar’ın yardımı bütün Sırpların bir çatı altında toplanması ümidini

doğurmuştu. Karadağ’da Sırplara katıldı. Kara Yorgi, Napolyon’a mektup göndererek

Avusturya’daki tüm Sırpları da isyana dâhil etmeyi vaat etti. Avusturya, Rusların

himayesinde kurulacak olan Sırp devletine şiddetle karşı çıkıyordu. Bunun için

Sırbistan, Rusya ve Avusturya arasında bir müşkülat haline gelmişti.

Kara Yorgi, Aralık 1808’de kendisini bütün Sırpların başkanı ilan ettirerek

verâset sistemine dayalı Sırp monarşisini kurdu. Avusturya başvekili Meternih, kurulma

aşamasında olan Sırbistan için şu sözleri sarf etmişti.

“Doğmakta olan Sırbistan, Rusya ile Avusturya arasında bir oyuncaktan başka

bir şey değildir. Böyle olmaktansa Sırbistan’ın Türklerde kalması daha hayırlıdır.”

Belgrat’taki Rus mümessili ise, “Büyük devletler yanında Sırbistan ummanda bir

katredir.” diyerek bu konudaki fikrini dile getirmiştir.136

Ruslar, Bükreş muâhedesine kadar Sırplarla işbirliği yapmaya devam ettiler. Bu

muâhedenin metnine, Sırbistan’ın muhtarlığı hususunda elastik bir madde konunca,

Kara Yorgi bu maddenin tatbiki esnasında çok ileri gidip bağımsızlığa eşit olacak

imtiyazlar istemişti. Onun, bu haddini aşan tavrı üzerine Osmanlı Devleti kesin bir

135 . Cevdet Paşa, Tarih, X, 149. 136 . Karal, age., V, 106.

Page 88: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

79

şekilde, Kara Yorgi’ye haddini bildirmeye karar vererek, 27 Şaban 1227/5 Eylül

1812’de, Sadrâzam Laz Ahmet Paşa’nın yerine göreve getirilen Hurşit Ahmed Paşa’yı

bu hususta görevlendirdi. Bosna, Vidin ve Niş’ten hareket eden Hurşit Paşa’nın orduları

ile Bosna valisi Dârendeli Ali Paşa dâhil olmak üzere Bosna’dan harekete geçtiler. Kısa

sürede Kara Yorgi’nin kuvvetlerini dağıtarak Belgrat’ı aldılar (13 Zilka’de 1228/7

Kasım 1813). Burada işleri yoluna koyduktan sonra umûmî af ilan ederek Şevval

1228/Ekim 1813’de geri döndüler137. Kara Yorgi’nin Avusturya’ya sığınması üzerine

isyan başsız kalınca yeniden Sırbistan’ın büyük bir kısmı itaat altına alındı.

Sırplar, Viyana kongresine bir heyet göndererek Avrupa’nın kendilerine

yardımcı olmasını istediler. Fakat kongre, Sırpların isyanına başından beri muhalif olan

Avusturya başvekili Meternih’in tesiri altında olduğu için Sırpların isteği kale alınmadı.

Yalnız kalan Sırplar bu sefer, yine bir başka zengin domuz tüccarı olan Miloş

Obrenoviç’i baş knez yaparak yeniden isyan faaliyetlerine başladılar (Temmuz 1815).

Bu sıralarda Rusya’nın, Napolyon tehlikesini savmış olmasından ötürü Sırpların lehine

harekete geçme ihtimali doğmuştu. Böyle bir ihtimali değerlendiren Osmanlı Devleti,

baş knez Obrenoviç’i tanımakla birlikte, kaleler Osmanlı askerinin muhafazasında

olmak üzere, Rusya’nın etkisiyle ilk defa Hıristiyan reayanın isyanına baş eğerek,

Kuzey Sırbistan’a şu imtiyazları verdi.

Halk tarafından seçilen on iki knez, diğer knezleri seçecek, adalet tevzi ederek

vergiyi toplayacaklardı. Sırplar kilise ve mektepler içinde geniş ölçüde haklar elde etmiş

oldular. Böylelikle Sırbistan imtiyazlı bir prenslik konumuna gelmiş oldu (1816). Bu

imtiyazlar, diğer azınlıklar için de örnek teşkil ederek milliyetçilik fikirlerinin Osmanlı

sınırlarında hızlıca yayılmasını tetiklemiştir.138

Bir müddet sonra Sırbistan’a dönen Kara Yorgi, Miloş Obrenoviç tarafından

öldürülmüş ve kesik başı, samimiyetinin bir nişanesi olarak, İstanbul’a gönderilmişti.

137 . Bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, X, 107–110. 138 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, IX, 123–133; Kamil Paşa, Tarih, III, 35–46; Mahmud Şakir, Hz. Âdem’den Bugüne İslâm Tarihi, trc. Ferit Aydın, İstanbul 1994, VI, 311; A. Hajek, “Sırbistan” İA., X, 562-563; Rifat Uçarol, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, XI, 356–362

Page 89: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

80

Dolayısıyla, büyük Sırbistan hayalini düşünen ayı çobanı Georges Petroviç’te aradan

çıkmış oldu.

Sırbistan 1830 senelerinde, Yeniçeri Ocağı’nın ilgasının tesiriyle imzalanan

Edirne Antlaşması’nın neticesinde hukuken tam muhtariyet kazanmıştır.139 Böylece,

“ıslahat için ıslahat” hareketlerinin toplumda meydana getirmiş olduğu sosyal çöküntü,

beraberinde Osmanlı ordusunun çökmesine, Sırp istiklal hareketinin başarıya

ulaşmasına ve diğer isyanlara sebebiyet vererek Devletin hızlıca dağılmasına kapı açmış

oldu. Elbetteki bir medeniyetin ayakta kalmasını sağlayan en güçlü dinamikler, o

medeniyeti oluşturan fertlerin, kendilerini yönetenlerle uyum içerisinde olmasına

bağlıdır. Yukarıdan baskı ve dayatma, baskı kuranların kendi elleriyle sonlarını

hazırlamaktan başka bir şey olamadığını burada daha iyi görmekteyiz.

B. VEHHÂBÎ İSYANLARI

Osmanlı Devleti, Rumeli’de Sırp isyanlarıyla uğraşırken, Hicaz’da Vehhâbîlerin

çıkardığı fitneyi yatıştırmaya çalışıyordu. Haremeyn-i Şerifeyn (Mekke’deki Kâbe ile

Medine’deki Ravza-i Mutahhara)’i istila ederek Ravza-i Mutahhara’yı yağma eden,

sahabe türbelerini yıkan ve vakıfları talan eden Vehhâbîlerin icabına, uzun süren Rus

harbinden dolayı bakılamamıştı. Vehhahabîler Necd’den başka, Hicaz’ın da çoğunu ele

geçirmişlerdi. Hac yollarının emniyetinin sağlanması, halife olan Osmanlı Pâdişahının

vazifesi olduğu için bu meselenin halledilmesi görevi Mısır Valisi Mehmet Ali Paşaya

emrolunmuştu.

III. Haremeyn’in Vehhabîler’den Temizlenmesi ve II. Mahmud’a “Gâzi”

Unvanının Verilmesi

Bu sıralarda 19 yaşında olan Tosun Paşa’ya Bâbıâlî, 1812’de vezâret payesiyle

Cidde ve Habeş (Hicaz ve Eritre) valiliklerini verdi. Emir gereği Vali, oğlu Tosun

Paşa’yı yeterli miktarda kuvvetle Yenbuğ’a gönderdi. Tosun Paşa, 1811’den 1816’ya

139 . Aksun, age., III, 146

Page 90: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

81

kadar devam eden zor seferlerle Vehhabîleri hüsrana uğrattı. Daha sonra Bedir

mevkiinde ordugâh kurdu ve nüfuzlu kabile reislerini toplayarak onlara, halifenin emri

üzerine geldiğini, kendisine itaat etmenin yine Kuran’ın emri olduğunu anlattı. Bunun

üzerine birçok kabile reisi itaatlerini arz ederken, bir kısmı da çekimser kalmıştı.

Medine ahâlisinin haber göndererek Tosun Paşa’ya destek çıkmaları üzerine

Medine’ye hareket eden kuvvetler orayı Vahhabîlerden temizlediler (27 Zilka’de 1226/2

Aralık 1812). Medine’nin anahtarını Pâdişah’ın emri üzerine, bin kişilik bir kuvvetle

Cidde’ye gelmiş olan Mehmet Ali Paşa teslim alarak bir heyetle Pâdişah’a ulaştırmıştır.

Tosun Paşa’nın bu başarıları üzerine Sultan Mahmud’a “gâzi” unvanı verildi.

Bundan sonra yolda karşılaşılan Vehhabî kuvvetleri dağıtılarak, Mekke geri

alınmış ve Taif kurtarılmıştı (20 Muharrem 1228/23 Ocak 1813). Mekke-i

Mükerreme’nin anahtarı da teslim alınıp İstanbul’a gönderilmiş ve böylece Hicaz’ın

tamamıyla kurtarıldığı bildirilmişti. Mukaddes beldelerin anahtarları İstanbul’a

getirilerek Hırka-i Saâdet Dairesi’ne konulmuş ve bunu takip eden Cuma hutbelerinde

Pâdişah gâzi unvanıyla anılmaya başlanmıştır.

Tosun Paşa’dan sonra, kendisinden dört yaş büyük olan ağabeyi İbrahim Paşa,

Vehhâbiler’in Necd’deki merkezi Der’iyye’yi aldı. 7 Cemâziyelevvel 1229/27 Nisan

1814’te üçüncü Vehhabî emiri olan Süûd İbni’s-Süûd 10 yıl, 5 ay, 23 gün süren bir

emirlikten sonra 66 yaşında öldü. Onun yerine büyük oğlu Emîr Abdullah İbni’s-Süûd

geçti. İbrahim Paşa, bu emîri, dört oğlu, üç kardeşi ve iki de yeğeni ile birlikte esir aldı.

Önce kahireye getirilen bu emîrler, oradan Mekke ve Medine’nin kutsal makamlarından

yağmalamış oldukları mücevheratların bir kısmıyla birlikte İstanbul’a gönderildiler.

Emîr Abdullah ile dört oğlu, 28 Safer 1234/27 Aralık 1818’de İstanbul’da idam

edildiler. Vehhabîlik, bir daha ancak Osmanlı’nın yıkılışından sonra toparlanmaya

başlamıştır.140

140 . Bilgi için bk. Öztuna, Türkiye Tarihi, VI, 437-438; Aksun, age., III, 146-147.

Page 91: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

82

Mehmet Ali Paşa, Hicaz’ın Vehhabîlerden kurtarılmasını sağladığı için İslâm

dünyasında itibarı artmıştır.

B. RUM İSYANLARI (1815–1830)

I. Rumların Osmanlı Devleti’ndeki Durumu

Yunanistan’ın tarihi, M.Ö. 1200 yıllarına kadar gitmektedir. Aslen Makedonyalı

olan Büyük İskender’in yönetiminde (M.Ö. 336–323) Yunanistan, sınırlarını Anadolu

üzerinden Hindistan’a kadar genişletmiş ve medeniyet açısından parlak bir dönem

yaşamıştı.

Bizans İmparatorluğu ile Türklerin ilk teması, XI. Yüzyıldan itibaren Horasan

üzerinden Doğu Anadolu’ya akınlar düzenleyen Selçuklu Türkleri ile başlamıştır. Sık

sık Türkler ile çatışmaya giren Bizans, nihayet Malazgirt Meydan Muharebesi’nde

büyük bir yenilgiye uğramıştır. Bu mücadeleler 1071’den 1453’e kadar aralıklarla

devam etmişti. Bundan sonra Rumlar Osmanlı Devleti’nin Rum Ortodoks Kilisesi’ne

tanıdığı dinî, kültürel ve idarî imtiyazlar sayesinde varlığını korumuş, sosyal ve

ekonomik yönlerden de dönemin diğer çok uluslu imparatorluklarının azınlıklarına

kıyasla daha serbest bir hayata sahip olmuşlardı.141

Rumların Osmanlı Devleti’nde, diğer Hıristiyan reayaya göre, gerek coğrafi

dağılışları açısından olsun, gerekse kendilerine mahsus bir takım ayrıcalıklar

bakımından olsun bazı farkları vardı.

Sırplar, Bulgarlar ve daha başka etnik gruplar Osmanlı devletinde belli bir iskân

politikasına tabi oldukları için istedikleri her yerde oturamıyorlardı. Ancak Rumlar için

böyle bir durum söz konusu olmadığından onlara, büyük şehirlerde, deniz kıyılarında

vs. çeşitli yerlerde rastlamak mümkün olmakla birlikte çoğunlukta bulundukları yerler,

Mora, Yunan Adaları ve Teselya idi.

141 . Hatipoğlu, age., s. 2-3.

Page 92: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

83

Rumlara bulundukları toprak üzerinde mülkiyet hakkı da tanınmıştı. Servet

sahibi olarak istedikleri gibi refah bir hayat yaşayabiliyorlardı. Rum köylüleri XIX.

Yüzyıl başlarında batı Avrupa köylüsünden çok daha refah içindeydiler. Ancak İstanbul

Hükümeti’nin zayıflamasıyla ortaya çıkan otorite boşluğundan istifade etmek suretiyle

kendilerinden alınan, kanunnâmelerin dışındaki vergi ve paralar en büyük sıkıntıları idi.

Otorite boşluğundan kaynaklanan bu durum esasında tüm Osmanlı tebeası için

geçerliydi.

Rum tüccar ve gemiciler ise zamanla önemini kaybetmiş olan Venedik

Cumhuriyeti’nin Doğu Akdeniz’deki ticaret yerini doldurmuşlardı. Rum gemileri Türk

bayrağı altında Akdeniz ticaretinin büyük bir kısmını yapıyorlardı. Osmanlı

sınırlarındaki ürünlerin yanında Güney Rusya’nın, başta buğday olmak üzere her türlü

ürünlerini Avrupa’ya taşımaktaydılar. Bunun yanında Odesa, Marsilya, Triyeste ve

Londra’da Rum kolonileri kurulmuştu. 1816 yılında Rumların, Kuzey Afrika

korsanlarına karşı kendilerini korumak için silahlandırılmış, altı yüz civarında ticaret

gemileri vardı.

Osmanlı Devleti’nin geniş hoşgörüsü sayesinde gerek Rumlar gerekse diğer

gayr-i Müslimler her türlü hakka sahipti. Hukuklarının hem devlet hem de halk

tarafından korunması bir gelenek halini almıştı. İslâm hukukuna göre zimmî (Gayr-i

müslim halk) ehli, Allah tarafından kendilerine verilmiş bir vedia-i ilahi (Allah’ın

emaneti) idi. Hakikaten tarih, hiçbir dönemde gâlibin, başka din ve ırktan olan mağluba

bu kadar imtiyaz verdiğine şahit olmamıştır. Bu durum, ancak ve ancak şer-i

hükümlerle idare edilen İslâm devletine mahsustu. İlginç olan ise Osmanlı, Rum

Patrikhâne, kilise, örf, âdet ve eğitim gibi özelliklerini korumakla kalmayıp, onları

Katolik Batı’ya karşı muhafaza etmesidir. Müslüman Türkler, Patrikhâne’nin makamına

dokunmadıkları gibi onu daha da güçlendirmişlerdi. Zira Ortodoksluk, Katolik

dünyasına karşı ancak bu şekilde ayakta kalmayı başarmıştı.142

142 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, XI, 160–161; Kamil Paşa, Tarih, III, 63–64.

Page 93: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

84

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul ve İmparatorluğun içinde bulunan Rumları

yeniden teşkilatlandırmaya başlamıştı. Son İmparator Konstantinos Dragases şehrin

müdafaası sırasında öldüğü için ruhani reis kalmamıştı. Bunun üzerine Fatih Sultan

Mehmed, ikinci yeni patriğin seçilmesini emretmişti.143

Şayet Osmanlı olmasaydı Katolik dünyası, Ortodoksluğu yeryüzünden silmiş

olacaktı. Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u fethettikten sonra Ortodoksluğu muhâfaza

edip güçlendirmesinin altında yatan gerçek, Hıristiyan dünyasını parçalayıp onların

gücünün dağılmasını sağlamaktı. Nitekim Batıya karşı yapılan fütuhat bu sayede

kolaylaşmıştı.

İstanbul’da oturan Fenerli Rumların ise, devletin bazı idarî işleriyle ilgili olarak

görevlendirilmeleri âdeta bir gelenek haline gelmişti. Rum Patrikhânesi, dinî bakımdan

tüm Hıristiyan tebeanın idaresinde söz sahibi olmakla görevlendirilmişti. Çeşitli

eyaletlere gönderilen yüksek rütbeli papazların hepsi Rum idiler. Rumların elit

tabakasını oluşturan Rum beylerinin İstanbul’da, Bükreş’te ve Korfu’da kolları vardı.

Ayrıca Fenerli Rum beyleri, Eflak ve Boğdan voyvodalıklarında, Divân-ı Hümâyûn* ve

elçilik tercümanlıklarında görevlendirilmişlerdi. Vezirler ile eşdeğerde kabul edilen

Patrik, Rumların menfaatlerini korumak üzere Divân-ı Hümâyûn’a girebiliyordu.

Pâdişahlar da itibar göstererek Patrikleri saraylarına alıyorlardı.144

Dinî Fener’in yanında İstanbullu ve Egeli eşraftan müteşekkil, bir de sivil Fener

vardı. Bunlar tâbi olarak patriğin ruhanî merkezi etrafında toplanıyorlardı. Patriğin

etrafında faaliyette bulunan, birçok yarı dinî yarı laik memuriyetler vardı. Bunların

arasında pek çok kabiliyetli İstanbul tüccarlarının da bulunduğu, milletler arası siyaset

hayatına vakıf ve aynı zamanda birçok lisan bilen memurlar vardı. Bunlar XVIII. asrın

143 . Aurel Decei, “Fenerliler” İA., İstanbul 1964, IV, 547. * Divân-ı Hümâyûn: Osmanlı Devleti’nde, insan haklarını koruma vazifesini üstlenmiş bulunan müesseselerden biri de Divan-ı Hümâyûndur. Tüm İslâm devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de başlangıçta hükümdarın, sonraları Vezir-i Âzam’ın (Sadrâzam) başkanlığında toplanarak devlet ve toplumun işlerine bakan meclisin adıdır. Buna sadece Divan da denirdi. (Geniş bilgi için bk. Ziya Kazıcı, Uçbeyliği’nden Devlet-i Âlîyye’ye Osmanlı, İstanbul 2007, s. 79). 144. Karal, age., V, 107-108.

Page 94: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

85

sonu ile XIX. asrın başında Osmanlı’ya bağlı iki memleketi (Eflak-Boğdan) idareye

muvaffak olmuşlardı.

Gitgide zenginleşen Fenerliler, XVIII. yy.’ın ikinci yarısından itibaren Fener

semtini yavaş yavaş terk etmeye başlayarak, Boğaziçi’nde büyük köşk ve saraylar

yaptırıp buralara yerleştiler.145 Görüldüğü üzere Rumların, imtiyaz olarak Türklerden

hiçbir eksiklikleri söz konusu değildi. Öyle ki bazı noktalarda Türklerden de daha ferah

bir hayat sürdüklerini görmekteyiz.

II. İsyanın Sebepleri

Yunan problemi, Avrupalı aydınların Hümanizm ve Rönesans hareketleri

neticesinde, eski Yunan kültürüyle temasa geçerek ondan etkilenmeleriyle ortaya

çıkmıştır. Bu etkileşimle bir Yunan hayranlığı oluşmaya başladı. Fransız aydınlarından

Voltaire ve Andre Cehenier, İngilizlerden de Byron, Yunan hayranlığında başı çeken

aydınlardı. Bu aydınlar Osmanlıların aleyhinde Yunanlıların da lehinde yazılar yazmaya

başlayınca, onların tesirinde kalan halk artık Yunanlılarla alakadar olamaya başladı.

Osmanlı Devleti’nin topraklarında gözü olan Avrupalı devletlerin siyaset adamları da

Yunanlılar lehine oluşan bu ortamdan çıkar elde etmenin hesaplarını yapmaya

başladılar. Kısacası, Yunan hayranı olan aydınların düşüncelerini kendi siyasî

emellerine alet ederek Yunanlıları isyana teşvik ettiler.

XVIII. yy. da Osmanlının iki büyük düşmanı Rusya ve Avusturya’dır. Bu iki

devlet Osmanlı’yı içten yıkmak için bazen beraberce bazen de ayrı ayrı, Yunanlılar

arasında milliyetçilik duygularını körüklemek suretiyle çok uğraşmışlardı. 1768–1774

Osmanlı-Rus harbinde Ruslar, Yunan adaları ve Mora’da milliyetçilik kışkırtması

yapmışlardır. Bu harbin sonunda imzalanan küçük kaynarca anlaşmasına, “Rusların

diledikleri yerlerde konsolosluk açmak, İstanbul’da bir Rus kilisesi kurmak ve Ortodoks

145 . Geniş bilgi için bk. Decei, “Fenerliler” İA., IV, 548-549.

Page 95: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

86

tebea lehinde, Osmanlı hükümeti nezdinde teşebbüste bulunmak”146 gibi maddeleri

koymaları milliyetçilik propagandasını devam ettirmeye yönelik bir amaç içindi.

Rumların Viyana’da kurmaya çalıştıkları ilk dernek Avusturya polisi tarafından

engellenmiştir. Daha sonra üç Rum, II. Katerina’ya başvurarak “Barbar Müslümanlara

karşı gasp edilmiş imparatorluklarının, patrikhânelerinin ve kutsal dinlerinin

kurtarılması için yardım dilenmişler ve Hıristiyanlığın düşmanına karşı silahlanmış olan

Rumların, hayatları ve kaderleri adına Çariçe’nin ayaklarına kapanma cesaretini

gösterdiklerini belirterek Rus müdahalesini”147 istemişlerdi.

Rusya’nın Avusturya ile ittifak ederek 1787’de Osmanlı Devleti’ne harp

açmasının temelinde, Grek projesi yani eski Bizans İmparatorluğunu kurmak gayesi

yatmaktaydı.

Fransız ihtilalinin ortaya attığı insan hakları beyannâmesi, Napolyon’un yedi

Yunan adasına yerleştikten sonra Rumların isyan etmesine yönelik yaptığı kışkırtıcı

faaliyetler ve 1799–1805 yılları arasında Fransızların yerine geçen Rusların aynı

doğrultudaki kışkırtıcı telkinleri, Yunanlıların baştan çıkmasına sebep olmuştu. Böylece

Yunan aydınları da milliyetçilik, egemenlik ve bağımsızlık fikrini benimseyerek

yaymaya başlamışlardı.

Rum aydınları, Avrupalı aydınlarla iletişime girerek onlardan bağımsızlık ve

egemenlik gibi fikirleri öğrendiler. XVIII. yy.’ın ikinci yarısından itibaren Rum şair,

yazar ve düşünürler, Yunanistan’ın egemenliği ve dahası eski Bizans’ın yeniden

kurulması için yazılar yazmaya başladılar.

“Muharrir Korayis, Şair Rigas, bir taraftan Yunanlıları egemenlik düşüncesine

hazırlarken, diğer taraftan Avrupalı aydınları Yunanlıların yardımına çağırdılar. Yunan

146 . Karal, age., V, 109. 147 . Ünlü, age., III, 24.

Page 96: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

87

muhiplerinin de içine girdiği cemiyetler yer yer kurulmaya, okullar açılmaya ve Yunan

davasını belirten özel gazetelerle mecmualar yayınlanmaya başlandı.”148

Ayrıca Rumlar, Fransa Hotel Grec adıyla bir cemiyet ve merkezi İstanbul olmak

üzere bir İmparatorluk kurmak istiyorlardı. Bunun için Viyana’da toplanmış olan (Ekim

1814-Haziran 1815) büyük kongrenin gündemine Yunan meselesini de getirerek

katılımcıların çoğunun sempatisini kazanmışlardı. Böylece Avrupa’da Rönesans ve

Reform hareketleri ile beraber uyanan eski Yunan hayranlığı, yerini Rumlara karşı

hayranlığa bırakmıştı.149

Gizli bir cemiyet olan Etniki Eterya, Yunan isyanlarını bizzat organize edip

yöneten bir teşkilattır. Bu cemiyet 1814 yılında, ikisi Rum biri Bulgar olmak üzere üç

kişilik tüccar grubu tarafından Odesa’da kurulmuştur. Cemiyetin sözde gayesi, eğitim

ve öğretimi Osmanlıların Hıristiyan tebeası arasında yaymaktı. Fakat gerçek gayesi,

İstanbul’daki Yunan patriğinin idaresinde olmak üzere, eski Bizans İmparatorluğu’nu

yeniden kurmaktı.

Çar’a, bu cemiyetin yüksek başkanlığı teklif edilmiştir. Ancak gerçek başkanlığı

Çar’ın harp yâveri olan Aleksandır İpsilanti yapıyordu.

Cemiyete üye olmak isteyenler, gerektiğinde tüm servetini, hayatını feda etmeye

ve hiçbir surette cemiyetin sırlarını vermemeye yemin ettirildikten sonra kabul

ediliyordu. Ayrılıkçı fikirleri yaymak ve teşkilat yapmak için İstanbul’da üç kişilik bir

komite kurulmuştu. Eflak beyi Kalimati ile İstanbul Rum Patriği, Eterya Cemiyeti’nin

nüfuzlu üyeleriydi. Başta, İzmir, Sakız, Misolongi, Bükreş, Yaş, Yanya ve Triyeste

olmak üzere Osmanlı’nın her yerinde cemiyetin şubeleri açılıyordu. Dağdaki eşkıyadan

tüccarına varıncaya kadar pek çok kişi cemiyete yardım etmeye başlamıştı. Hedeflerini

çok yüksek tutan cemiyet idarecileri faaliyetlerini rahatlıkla yapabilmek için kendi

aralarında özel bir lügat dahi uydurmaktan geri kalmamışlardı. Buna göre, Pâdişah

kelimesinin karşılığı bigaraz, Rusya İmparatorununki muhibbi insaniyet, sadrâzamınki

148 . Bilgi için bk. Karal, age., V, 108-109. 149 . Daha geniş bilgi için bk. Şanizâde, Tarih, II, 139–145; Cevdet Paşa, Tarih, XI, 61–74.

Page 97: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

88

ziyâde meşgul, Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa ise kaynana kelimeleriyle

kodlandırılmıştı.

Etniki Eterya Cemiyeti böyle ciddi ve programlı bir çalışma neticesinde Rumları

ayaklanmaya hazır bir duruma getirmişti. Ancak Tepedelenli Ali Paşa’dan korkmaları

onların ayaklanmalarını geciktiriyordu. Tepedelenli Ali Paşa’nın konumu değişince işler

Rumların lehine dönmeye başladı.150

III. Tepedelenli Ali Paşa Meselesi ve İsyanla İlgisi

Tepedelenli Ali Paşa, Veli Bey adında birinin oğludur. On sekiz yaşında çete

reisi olmuş, 1768–1774 Osmanlı-Rus harbi esnasında devlete yaptığı hizmetin karşılığı

olarak Derbent Paşalığına yükseltilmiş, 1788’de de Yanya paşası olmuştu. Akıllı ve

becerikli bir kimse olan Ali Paşa, devlete karşı itaatten ayrılmadığı için gitgide nüfuz

sahibi olmuş ve kuvvetlenmişti. Napolyon’un Mısır’a saldırması üzerine, Fransa’ya

savaş ilan edilince, Ali Paşa’nın Dalmaçya sahillerindeki Fransız kuvvetlerine karşı

başarıları olmuştu. Yine Ali Paşa, 1802’de Hıristiyan Arnavutların bir isyanını

bastırdığı için bir aralık Rumeli Beylerbeyiliği’ne dahi tayin edilmişti. Oğulları Veli,

Muhtar ve Salih ile torunu Mehmet Paşalar da devlete hizmetlerinden ötürü

mükâfatlandırılmışlardı.151

Mora ve civarı Tepedelenli Ali Paşa’nın nüfuzunda bulunduğu için Rumlar,

onun bölgedeki nüfuzuna binaen kendisinden korkuyorlardı. Ali Paşa Rumların bir

ihtilal hazırlığında olduklarını öğrenmişti. Rum olan doktoru aracılığıyla Etniki

Eterye’nin faaliyetlerinin çoğundan haberdar oluyordu. Komitecilerin bazı mektupları

eline geçiyordu. Hatta bir defasında Yanya despotuna yazılan bir mektubu eline

geçirmişti. Despotu çağırarak “Okusanız da dinlesem” hitabıyla eline uzatınca, despot o

esnada kalp krizi geçirerek ölmüştür. Bu olaydan sonra Ali Paşa, Bâbıâlî’yi durumdan

haberdar etse de, Sultan Mahmud’un mühürdarlığında bulunan Hâlet Efendi,

150 . Cevdet Paşa, Tarih, XI, 106; Karal, age., V, 109-110; Aksun, age., III, 157-158. 151 . Tepedelenli Ali Paşa hakkında daha geniş bilgi için bk. M. Cavid Baysun “Tepedelenli Ali Paşa”, İA., I, 343-348.

Page 98: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

89

Tepedelenli’nin daha evvel kendisine göndermiş olduğu hediyeleri kesmesinden dolayı

Ali Paşa’ya kızgındı. Ayrıca Hâlet Efendi, Fenerli Rum beylerinin kâtipliğinde ve

çocuklarının mürebbiliğinde bulunmuş olduğu için onların müdafaasını üzerine almıştı.

Aynı konuyla ilgili olarak İstanbul’daki İngiliz elçisinin, Rum isyanına hazırlık

yapıldığı yönünde bir ihbarda bulunması üzerine Hâlet Efendi, elçinin ihtarını

değerlendirmek üzere Etniki Eterya’nın üyelerinden bulunan divân tercümanı Nikola

Moruzi Bey’i, konuyu araştırması için Mora’ya göndermiştir. Moruzi Bey konuyla ilgili

hazırlamış olduğu raporunda, Rum reâyâsının kesin sadâkatinden bahsetmekle beraber

Hâlet Efendi’nin Tepedelenli hakkındaki suçlamalarında haklı olduğu düşüncesini

uyandırmıştı. Gerçekte, Etniki Eterya’nın gizli üyesi olan Moruzi, raporunda Mora’daki

Rum tebeanın sâkin ve her bakımdan devlete bağlı bulunduklarına dair yanıltıcı bir

rapor sunmasından başka, Mora’ya gider gitmez devlete karşı bir an önce isyan etmeleri

için sergerdelerini (elebaşı) teşvik ve teşci etmiştir. Hâlet Efendi yüzünden Moruzi’ye

güvenme gafletine düşen devlet, Mora’ya asker göndermekten vazgeçtiği gibi, Mora

Kocabaşılarından (Osmanlı’da Hıristiyan taşra memuru) Mavro Mihal’in oğlu Yorgi’de

Mora’dan uzaklaştırılmıştı.152

Halbuki şahsiyet sahibi, zeki ve güçlü bir devlet adamı olan Tepedelenli Ali

Paşa, Rumların sinsi planlarını büyük bir dikkatle ve titizlikle takip ediyor ve gereken

istihbaratı Bâbıâlî’yle anında paylaşıyordu. Kısacası Etniki Eterya’nın faaliyetlerini

engelliyordu. İşte böyle değerli bir Devlet adamının, iftira ve çeşitli hilelerle isyan

etmesine sebep olan Hâlet Efendi, Fenerli Rum Beylerinin kâtipliğini yapmış, onlarla

dostluğu bulunan ve aynı zamanda onlara borçlu olan bir şahsiyetti. Zira o, ikbalini

temin için yeniçerilere karşılıksız dağıttığı paraları Fenerli Rum Beylerinden temin

ediyordu.153 Devletine ve milletine ihanet eden Hâlet Efendi, bu yönleriyle Rum

isyanının önünü açan kilit isim olarak tarihe geçmiştir.

152 . Cevdet Paşa, Tarih, XI, 106; Kamil Paşa, Tarih, III, 52–54. 153 . Cevdet Paşa, Tarih, XI, 95. * İlmiyye: İlimle iştigal eden topluluk demektir. İlmiye sınıfı, medrese eğitiminden geçmiş ilim adamları için kullanılan bir tabirdir. Bu sınıf için aynı zamanda “Ehl-i Şer” tabiri de kullanılmaktadır. (Bu konuda geniş bilgi için bk. Ziya Kazıcı, Toplum Yapısı, İstanbul 2003, s.61).

Page 99: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

90

Burada şunu da zikretmek gerekir ki, Ali Paşa’nın isyan etmesinde Hâlet

Efendi’nin rolünün olmadığını iddia edenlerde vardır. Böyle düşünenler, her ne kadar

aralarında bir husumet olsa da, kendisine bin kese altın gönderilmedi diye kudretli bir

Paşanın üzerine, bu kadar paradan sebep ordu gönderilmesinin mantık dışı olduğunu

ileri sürmektedirler. Yine Hâlet Efendi’nin, tercümanlığını yaptığı Rumların tesirinde

kalmasının mümkün olmayacağını söylerler. Çünkü Osmanlı devlet müesseselerinin

başında bulunan ilmiyye*, kalemiyye* ve seyfiyye* ricali ile saltanat makamı bu

durumu fark etmemesi çok zor bir ihtimaldir. Ayrıca Yanya’da çıkarılan bir isyan

Yeniçeri Ocağı’nın ne kaldırılmasına ne de kaldırılmamasına etken olamaz kanısında

idiler.154

Meseleye bu çerçeveden baktığımızda Tepedelenli Ali Paşa’nın isyan etmesini

sadece Hâlet Efendi gibi bir zata bağlamak pek doğru olmasa gerek. Her şeye rağmen,

Ali Paşa’nın isyanına, vezirliğini düşürerek Hâlet Efendi sebep olduğunu varsayalım.

Vezirlik devlet tarafından verilen bir makam değil midir? Bu makamı istediğine veren

devlet yine istediği zaman onu sebep göstermeksizin geri alabilir. Sebep her ne olursa

olsun rütbenin geri alınması hiçbir surette isyan etmeyi meşrulaştırmaz. Her halükarda

görüyoruz ki Tepedelenli’nin sonunun hüsran olmasında kendi kabahati daha büyüktür.

Eğer haddine göre hareket edecek olsaydı, Hâlet Efendi gailesinin ihanetine âlet

olmayabilirdi.

Sultan II. Mahmud zaten Tepedelenli Ali Paşa’ya, Avlonya mutasarrıfı İbrahim

Paşa’yı hapsederek, sancağını kendi idaresine almak için yapmış olduğu bu

hareketinden ötürü kızgındı. Neticede işler bu noktaya gelince, Tepedelenli’nin

cezalandırılmasına karar verilerek fermanlı* ilan edildi.

* Kalemiyye: Yönetici sınıfını idare eden önemli dallardan biridir. Büro veya daire anlamına gelen devlet kalemlerinde çalışan her seviyedeki idari memurların oluşturduğu zümreye ehli kalem veya kalemiyye denir. (Bk. Aynı müellif, Toplum Yapısı, s. 75). * Seyfiyye: Osmanlı askeri teşkilatının bir başka unsuru da Arapça bir kelime olan seyf, “kılıç” demektir. Bu anlamıyla kelime, Osmanlı toplumunda bir deyim olarak işi, sadece askerlik ve savaşmak olan bir zümreyi ifade etmektedir. Bu sınıfa ayrıca “ehl-i örf” de denilmektedir. (Bk. Aynı müellif, Toplum Yapısı, s. 71). 154 . Bu konuda geniş bilgi için bk. Kamil Paşa, Tarih, III, 52-54; Aksun, age., III, 151-155.

Page 100: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

91

Öncelikle Ali Paşa ve oğullarına, Yanya sancağı ile yetinmeleri, diğer yerlerden

el çekmeleri emrolundu. Tepedelenli bu emre karşılık olarak affını diledi. Ancak Hâlet

Efendi gailesi onun bu dileğinin kabul olmasını engellemekle kalmayıp vezirliğini de

geri aldırttı. Bunun üzerine Tepedelenli Ali Paşa isyan etti. Hurşit Paşa onun üzerine

gönderilmekle görevlendirildi. Eldeki kuvvetlerin çoğu Yanya üzerine sevk edilince,

Rumlar hem Tepedelenli’den hem de üzerlerine sevk edilebilecek muhtemel Osmanlı

birliklerinden emin oldular. Bir taşla iki kuş vurmayı başaran Rumlar, artık isyan için

bekledikleri tarihi ânın geldiğini gördükleri için harekete geçtiler.155 Bu isyan, yakın

tarihimizde yaşamış olduğumuz ve üzerinde inceden inceye düşünmemiz gereke en

ibretli hadiselerdendir.

IV. İsyanların Başlaması (Eflak-Buğdan İsyanı)

Kırımlı Hüseyin Efendi’nin oğlu olan Hâlet Efendi’nin devlete en büyük zararı,

Mora isyanını devlet ve Hükümdâr nezdinde ehemmiyetsiz göstererek örtbas etmesidir.

Cevdet Paşa, onu anlatırken şu tabirleri kullanmıştır. “içi dışına uymaz muamelât-ı

safsatakârâne ile devleti yed-i istiklaline alıp istediği gibi kullanan Hâlet Efendi”156

Nitekim onun entrikalarıyla Tepedelenli Ali Paşa’nın ocağı söndürülerek kuvvetlerinin

yok edilmesiyle meydanı boş bulan âsiler için inanılması zor fırsat önlerine sunulmuş

oldu. Tepedelenli’ye karşı verilen mücadele ile âsilerin maksadına hizmet edilmiş oldu.

“Osmanlı ülkesinde bir kere daha ferdin kin ve menfaat duygusu, kütlenin selamet ve

istikbalini hançerlemiş bulunuyordu.”157 Ayverdi, Osmanlı Asırları adlı eserinde onun

için “Devlet idaresini ihtiraslarıyla, bir kördüğüm gibi bağlayıp avucu içine almak

maharetini göstermiş bulunuyordu.” der. 158

* Ferman: Bir iş veya maslahat siparişini mutazammın Pâdişah tarafından verilen yazılı emir manasına gelen bir tabirdir. Fermanlı: İsyan gibi hükümet aleyhindeki hareketlerinden dolayı tedipleri için haklarında ferman çıkmış olanlar hakkında kullanılır bir tabirdir. Bu gibilerin cezalandırılmalarını icap ettiren hareketleri ve tedipleri hakkında Pâdişahlar tarafından valilerle alakadarlara ferman yazıldığı için bu tabir meydana gelmiştir. (Pakalın, age., I, 607-608). 155 . Bilgi için bk. Karal, age., V, 110-112. 156 . Bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, X, 208. 157 . Cevdet Paşa, Tarih, XII, 32–33. 158 . Geniş bilgi için bk. Ayverdi, age., II, 291-292.

Page 101: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

92

Bu isyanda en büyük rolü, komşu devletlerin desteğiyle büyüyüp kuvvetlenen

Etniki Eterya teşkilatı üstlenmiştir. Kökeninde Rusya yatan bu ihtilal cemiyetinin beşiği

Rus Çarı’ydı. Eflak, Boğdan, Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Yunanistan’da boydan

boya bu cemiyetin faaliyet mihrakları meydanlarda kolaçan gezerek katliamlar ve

yağmalar yapıyorlardı.

İsyan hareketinin genel başkanı olan Aleksandır İpsilanti, isyanı Eflak ve

Boğdan’dan başlatmayı uygun gördü. Böylece Rusya’nın yardımını sağlamayı ve isyan

hareketine, Rumenler, Sırplar ve Bulgarları da karıştırmayı planlamıştı. Bu

düşüncesinde, Eflâk’taki Etniki Eterya cemiyetine güveniyordu. Bu hedefe ulaşmak için

de bir miktar askerle Prut nehrini geçip 1 Cemâziyelâhir 1236/6 Mart 1821’de halkı

silaha sarılmaya teşvik ederek Bükreş’e girdi. Böylece Rum isyanı başlamış oldu.

Aleksandır İpsilanti, Mora’da başlayacak olan isyana otuz sekiz bin civarında

insanın iştirak edeceğini, buna karşılık Osmanlı askerinin on iki bin civarında olduğunu

bunların da tamamına yakınının Hurşit Paşa’nın emrinde olup Tepedelenli Ali Paşa ile

oyalandıklarını görerek isyan için beklenen zamanın geldiğine karar vermişti. Oysaki

Etniki Eterye Cemiyeti üyeleri isyanın Mora’dan başlatılmasını uygun buluyorlardı.

Ancak Aleksandır onlara kulak asmadı.159

Eflak ve Boğdan halkı, Mora Rumları gibi idare edilemiyorlardı. Halk ile onları

idare eden Rum beyleri arasında herhangi bir menfaat olmadığı gibi gönül bağlılığı da

yoktu. Halk voyvodalık yapan Fenerli beylerden de bıkmıştı. Boğdan’a giren İpsilanti,

Romenlerin lideri olan Theodor Vladimiresco’yu öldürtmüştü. Eflak ve Buğdan’da

bulunan büyük rütbeli Rum papazları da Rumenlerin sempatisini kazanmış değillerdi.

Sırplar ve Bulgarlar ise Rumlarla birlikte olmayı akıllarından geçirmemekteydiler.

Hulasa daha serbest ve muhtar yönetime sahip olan Eflak ve Boğdan halkı, Rumlar için

hiçte tehlikeye atılmak niyetinde değillerdi. Tüm bu sebeplerden ötürü, işten bihaber

olan İpsilanti’nin körü körüne başlatmış olduğu isyan tam bir fiyaskoyla sonuçlandı.

159 . Ziya Kazıcı, İslâm Tarihi, XIII, 397–398.

Page 102: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

93

Bunun üzerine İpsilanti, üç bin kişilik bir kuvvetle Yaş şehrine girdi. Eflak ve

Buğdan’daki Türk kuvvetleri az olmalarına rağmen İpsilanti’nin kuvvetlerini dağıtmayı

başardılar (25 Ramazan 1236/26 Haziran 1821). Etniki Eterya’nın başkanı olan

İpsilanti, Avusturya’ya sığınarak canını zor kurtardı. Çar, yaverini düşmüş olduğu bu

gülünç durumdan ötürü ayıpladı. Ancak, Eflak ve Boğdan isyanı tam halledilmişken bu

sefer de Mora Rumları baş kaldırdılar.160

V. Mora İsyanı

Kısa bir süre sonra Yunanistan’ın bağımsızlığı ile neticelenecek olan Mora

isyanı için, başarıya kolayca ulaşma adına her türlü zeminin oluşması gerekiyordu. Bu

başarının en kestirme yolu ise, işin içine Avrupa devletlerini karıştırmak ve onların

menfaatleri doğrultusunda hareket etmekten geçiyordu. Zaten böyle de oldu.

Hıristiyan batı kamuoyunun, dindaşları olan Yunanlılara beslediği sempati bu

isyanın neticesinde büyük rol oynamıştır. Hedefe ulaşmak için papazlar, köy köy kasaba

kasaba dolaşarak halkı isyana teşvik ediyorlardı. Böylece bütün halk isyana iştirak etti.

Mora’da Patros Piskoposu olan Pol Germanos da Aleksandr İpsilanti’nin isyan

hareketine paralel olarak isyan bayrağını açmıştı. Böylece haçlı seferleri esnasında Pier

Lermit’in üstlendiği rolü üstlenmiş ve bütün Rumları Türklere karşı savaşmaya

çağırmıştı.

Cevdet Paşa Mora’nın durumunu şöyle anlatır. “Mora ve civarı ehâlisi hep

Yunanî el-aslî oldukları halde burûce bâlâ hayli silahşör palyekaryaları ve pek çok Sırp

dağları ve dar boğazları var idi. Ve her tarafı deniz ile muhâd olup Rumların

gemicilikde meharetleri dahi müsellem idi. Buralarda bulunan kalilül-mikdâr ehl-i

İslâmî eşkıya itlaf ettiği takdirde artık bu memâlikin hâl-i aslîyesine ercai’ kabil

olamayacak idi. Ne çareki o zaman İstanbul’un hâli bu mesellû dakikaları mütâlaaya

160 . Karal,age., V, 112.

Page 103: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

94

müsaid değil idi. Zira zemâm-ı devleti eline almış olan Hâlet Efendi, mücerred ağrâd-ı

şahsîyesiyle muşteğil idi.”161

Rumlar açısından dinî ve millî bir karakter haline dönüşerek gelişen Mora isyanı

3 Recep 1236/6 Nisan 1821’de patlak vermişti. Müslüman halk ile askerler, kalelere

sığınarak savunma yapmaya başladılar. Ancak beklenen yardım gelmeyince de kaleler

birer birer âsilerin eline geçti. Âsiler, ele geçirdikleri yerlerdeki Müslümanları

katlederek mallarını yağmaladılar. Mora’nın merkezi Tripoliçe’de yağmalamalardan

nasibini aldı.162

Karada bu olaylar yaşanırken, denizlerde de Rum ticaret gemileri birer harp

gemisi gibi çalışarak Türk filolarına gözdağı verip isyanın tüm adalara aksetmesini

sağlıyorlardı. Olaylar bu şekilde cereyan edince Osmanlı hükümeti köklü tedbirler

almaya karar verdi.

VI. Osmanlı Devleti’nin İsyanlara Müdahalesi

Gerek Eflak- Boğdan, gerek Mora’daki bu isyanlar İstanbul’da büyük bir

heyecan oluşturmuştu. İsyanın kökeninde Etniki Eterya Cemiyeti’nin ve üyelerinin

büyük rolü olduğunu anlayan Sultan II. Mahmud, Rumlara karşı sert tedbirler aldı. İş

işten geçtikten sonra da olsa bu cemiyetin gerçek niyeti ortaya çıkınca Sultan Mahmud,

ihanetten dolayı ansızın celallenip tüm Rumların kılıçtan geçirilmesini emretti. Devletin

ileri gelenleri ayağına kapanarak cezası olmayanların affını dilediler. Neticede araştırma

yapılarak suçu tespit edilenlerin cezalandırılmasına karar verildi.163 Bu arada devlet

hizmetinde bulunan Rum ileri gelenlerinin tamamı görevlerinden azledildiler. Böylece

Fenerli Rum Beyleri’nin itibarı da sarsılmış oldu.164

161 . Cevdet Paşa, Tarih, XI, 160–161. 162 . Bilgi için bk. Kamil Paşa, Tarih, III, 63–64; Aksun, age., III, 158-161; Karal, age., V, 112-113. 163 . Karal, age., V, 113. 164 . Geniş bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, XI, 160–161; Kamil Paşa, Tarih, III, 63–64. * Mürûr Tezkiresi: Osmanlı topraklarında seyahat etmek isteyen yerli ve yabancı herkes seyahat için bir izin tezkiresi almak mecburiyetindeydi. XVI. Yüzyılda “yol hükmü” denilen bu belge XIX, yüzyılda “mürur tezkiresi” adıyla anılmıştır. (Geniş bilgi için bk. Mübahat S. Kütükoğlu, “Mürûr Tezkiresi”, DİA., İstanbul 2006, XXXII, 60–61).

Page 104: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

95

Mora isyanının etkisiyle devlet bir takım yeni tedbirlere müracaat etmiştir.

Örneğin XIX. Asrın ilk çeyreğine kadar Osmanlı Devleti’nde kullanılmayan mürûr

tezkiresi* sistemi, 1821/1237 senesinde ortaya çıkmıştır. Müslüman kılığında bazı

casusların yakalanması bu uygulamayı gerekli hale getirmişti. Bu uygulamaya göre

İstanbul’a, ister karadan ister denizden olsun giriş-çıkış yapanlar, bulundukları yerin

ilgili amirlerinden mürûr (geçiş) belgesi almak zorundaydılar. Bu belgeler sıkı bir

şekilde denetlendikten sonra giriş çıkışlara izin veriliyordu.165

İstanbul Patriği, güvendiği Rusya’nın işe koyulduktan sonra kendilerini yalnız

bırakarak isyanı tasvip etmediğini görünce korkudan dehşete kapıldı. Bizâtihi kendisi de

Etniki Eterya’nın nüfuzlu üyelerinden olmasına rağmen, bir aforoznâme düzenleyerek

Eterya üyelerinin yapmış oldukları yeminlerin bâtıl olduğunu, üyelikten çekilmeyerek

devlete karşı isyana devam edenlerin lânet altında kalacağını ilan etti. Sözde gayri

samimi fakat özde doğru olan bu aforoznâmenin etkisi İstanbul ve Rumeli’de gözükse

de, Mora isyanının yatışmasında hiçbir tesiri olmadı.

Bâbıâlî tarafından kendisine hükümdâr derecesinde imtiyazlar tanınan ve üçüncü

defa İstanbul Patriği olan Gregorius’un, Araştırmalar neticesinde Moralılar ile

haberleştiği ve onları desteklediği hulasa isyanda parmağı olduğu kesinlik kazanmıştı.

Bu yüzden önce azledilerek ruhani sıfattan tecrit edilmiş, daha sonra da 19 Receb

1236/22 Nisan 1821 Pazar günü Patrikhânenin Orta kapısında, ihanetini belgeleyen

yafta boynuna asılarak resmî elbiseleriyle idam edilmişti. Ayrıca Devletin çeşitli

yerlerinde, cürümleri tespit edilen pek çok metropolit daha idam edilmiştir.166

Açıkça Devlet-i Alîyye’ye, zımnen de kendi milletine ihanet ettiğini belirten ve

idam edilirken boynuna asılan yaftanın bir kısmı özetle şöyledir.

Rum Patriğinin Yaftası:

165 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Ziya Kazıcı, Osmanlılarda İhtisâb Müessesesi, İstanbul 1998, s. 111–113. 166 . Karal, age., V, 113; Z. Kazıcı, İslâm Tarihi, XIII, 401.

Page 105: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

96

“Cümleye ma’lum olduğu vech ile her sınıf ve milletin zabit ve söz sahibi

olanların fariza-i zimmetleri olduğu vechle kendilerinin zikr-i nezâret ve

idaresinde olan efrad-ı nas-ı gece-gündüz gözetip her bir ahval ve harekâtlarını

anlamak ve hilaf-ı rıza harekât-ı reddiyeden her neye vakıf olur ise Devlet-i

Alîyye’ye haber vermek vazife-i me’muriyetlerinden olduğu misillu patrikler

dahi saye-i inayet vaye-i hazret-i pâdişahîde asude nişin emn-u istirahat olan

reaya üzerine nasb olunmuş zabit olup ibtida kendüleri feraiz-i raiyet ve

istikamet-i bizzat iltizam ve merkez-i rasti ve sadakatta sebat ve kıyam etmek ve

ol usul üzre milletinin daima iyi ve fenasını bilerek ve her bar ahvallerini arayıp

sorarak içlerinde fenalık ve habasete meyl ve mutabaat edenleri anladıkta nasihat

kabul edenleri nush ve pend ve iktiza ederse ayinleri üzre te’dib ve terbiye etmek

ve nasihat ve terbiye kabul etmeyip melanette ısrar edenleri vaktiyle haber

vererek doğruluğu ifa ve ol vechle Devlet-i Alîyye sayesinde nail olduğu bunca

imtiyazat ve inayatın oldukça teşekkürünü eda eylemek fariza-i zimmet iken

Rum Patriği olan habis, öteden beri suret-i zahirede ızhar-ı sadakat mesleğini

göstermiş ise de bu defa millet beyninde bazı kendüyü bilmez müfsidler bazı

vesavis-i şeytaniyyeye ittibaan bir vakitten beri kurmuş oldukları fesada beherhal

hain-i mersumun ilmi lahık olmuş idügünden kendisi hiyanet iktizasınca o misillu

sade dil müfsidleri men’ ve zecr değil, belki kendisi pişvay-ı fesad olmak

suretiyle pes-i perde-i hafada a’mâl-i hiyel ve desâise cesaret ve az kaldı ki,

bütün milleti ve içlerinde bi-cürüm olan nice aceze ve biçare reayayı umumen

kahr ve gazab-ı Zillullahi’ye duçar etmek mertebesinde bir fezahat-ı cesimeye

cür’et etmiş olduğu gereği gibi meydana çıktığından cümleden ziyade kendisi

mütenebbih olmayarak şimdiye kadar vuku’ bulan fesad ve şikak ve insilab-i

emniyet ve ihtilâl-i âsayişe sebeb-i müstakil olduğundan eşkıya-i merkûmenin bi

avnihi Teâlâ duçar olacakları kahr ve felakete hain-i mersum sebeb-i müstakil

olarak gerek Devlet-i Alîyye aleyhinde ve gerek zımnen kendi milleti hakkında

ez-her cihet hıyanet ve habaseti bütün bütün açığa çıkmış ve ol vechle izale-i

vücûd-i habâisu’l veda lazım gelmiş olduğundan hain-i mersûm ibreten li’s-sâirin

salb olunmuştur (idam).” 167

167 . Cevdet Paşa, Tarih, XI, 266–267.

Page 106: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

97

Gregorius’un cesedi, göğsündeki bu yafta ile üç gün İstanbullulara teşhir

edildikten sonra denize atıldı. Yeni Patriğin emri gereğince, bu orta kapı o tarihten sonra

bir intikam duygusuyla kapatılmıştır. Aynı yerde bir Türk devlet veya hükümet başkanı

asılıncaya kadar da kapalı tutulmasına karar verilmiştir.

Günümüzde halen bu kapının kapalı tutulması, oldukça düşündürücüdür. Oysaki

Osmanlı hükümeti onu bir Ruhani Patrik lideri olarak idam etmemişti. Önce azledildiği

için sıradan bir suçlu gibi ihanetinin bedelini ödemiştir. Bu da gösteriyor ki Osmanlı

Devleti, her halükarda Gayri Müslimlerin dinlerine saygılı olmuş ve onları rencide

etmemeye özen göstermiştir.168

Ayrıca Bâbıâlî, Fenerli Rum metropolitlerinden, ihtilâlin elebaşı olan bazılarını

yakalatarak infaz etti. Edirne, Kayseri, Edremit ve Tarabya metropolitlerinin de

isyancılarla işbirliği yapmış oldukları tespit edildiği için idamına karar verilmişti.

Bunun yanında ticaretle uğraşarak zenginleşen ve isyancılara katkı sağlayan bazı

Fenerli Rumlarda idam edilmişti.169

Pâdişah ve Sadrâzamı, Rumların lehine yanlış telkin vererek yanıltan ve

Tepedelenli Ali Paşa’nın isyan etmesine sebep olan Hâlet Efendi de ilk etapta Konya’ya

sürgün edildi. Bir müddet sonra da orada boğularak öldürüldü. Bu sırada Hurşit Paşa,

Tepedelenli Ali Paşa’yı öldürerek kafasını İstanbul’a göndermiş olduğundan, elindeki

tüm kuvvetlerle Mora üzerine hareket etti.170

Büyük devletlerarasında görüş ayrılıkları olduğu için belli bir süre, Türklerle

Rumlar baş başa çarpışmışlardı. Asırlardan beri fırsat bekleyen Rusya, uygun zamanın

geldiğini düşünerek, sözde Türklerin asıp kestiği Hıristiyanları kurtarmak için,

Kaynarca Antlaşması’na istinaden Bâbıâlî’den teminat istemişti (27 Şevval 1236/28

Temmuz 1821). İstediği teminatı alamayınca da İstanbul’daki elçisini geri çağırmış ve

büyük devletlere, Osmanlı ile arasında çıkma ihtimali beliren harp sonrasında nasıl bir 168 . Bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, XI, 163; Kamil Paşa, Tarih, III, 68; Turan, age., II, 589; M. Süreyya Şahin, Fener Patrikhânesi ve Türkiye, İstanbul 1980, s. 192-194. 169 . Öztuna, Türkiye Tarihi, VI, 442. 170 . Bu konu ile ilgili geniş bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, XII, 57; Kamil Paşa, Tarih, III, 82.

Page 107: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

98

tutum takınacaklarını sormuştu. Bu soru üzerine, İngiltere ve Avusturya, Rum âsilerine

yardım etmenin ihtilal kurallarını tanımak anlamına geleceğini Rusya’ya bildirdiler.

Zaten Rumlar da alenen tam bağımsızlık istediklerini ilan ediyorlardı. Oysaki Rusya,

ancak kendi himâyesine bağlı bir Yunanistan’ın varlığını kabul ediyordu. Hal böyle

olunca Çar, isyancıların tarafını tutmaktan vazgeçerek Osmanlı Devleti ile anlaşmaya

karar verdi. Büyük devletlerin Verona Kongresi’nde de (Ekim 1822) Yunanlıların

lehine herhangi bir karar alınmadı.

Avrupa kamuoyu, Avrupa devletlerinden farklı olarak Rum isyanını mutlak

surette destekliyordu. Nitekim Avrupa halkı Mora’da patlak veren isyanı,

Müslümanlıkla Hıristiyanlığın çarpışması gibi algılıyordu. Bu sebeple Avrupa’nın

büyük şehirlerinde çeşitli cemiyetler kurularak Rum isyanını desteklemeye başladılar.

Pek çok rütbeli subay, destek için gönüllü olarak Yunanistan’a katıldı. Napolyon

ordusunda hizmet görmüş Albay Fabvier, Richard Church ve Lord Byron bunlardandı.

Âsiler 1822 yılının ocak ayında Epidor civarında sözde bir meclis toplamak

suretiyle Yunanistan’ın bağımsızlığını ilan ettiler. Avrupa’da tahsil görmüş olan

Mavrokordato adında bir şahıs sözde hükümetin reisi oldu. İpsilanti, bu şahsa bir

anayasa hazırlaması için yardım etti. Sonuçta beş kişilik bir yönetim kurulu oluşturuldu.

Ancak bu yönetim, bir eşkıya reisi olan Kolokotronis’in egomenyasındaydı.

Âsilerin Türklere karşı başarıları arttıkça çete reisleri ile anayasa taraftarları

arasındaki geçimsizlikte orantılı olarak arttı. Sonuçta çetelerin lideri olan Kolokotronis

yakalanarak hapse attırıldı. Ancak âsilerin arasındaki ayrılık ve mücadele yine devam

etti.

Osmanlı hükümeti, isyanın hakkından gelmek için her ne kadar uğraşsa da bir

türlü muvaffak olamadı. Bu başarısızlıkta, yeniçerilerin disiplinsizliği ve isteksiz

oluşlarının payı büyüktü. Pâdişah bir türlü netice alamadığını görünce, bu işi halletmesi

Page 108: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

99

için Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’dan yardım istemeye karar verdi. Böylece Mehmet

Ali Paşa’nın isyanlara karışmasıyla Rum isyanları farklı bir hal almış oldu.171

VII. Mehmet Ali Paşa’nın İsyanlara Müdahalesi

Mısır valisinin Avrupa tarzında kurulmuş hem ordusu hem de donanması vardı.

Bu muntazam kuvvetler, Vehhabî, Kıbrıs ve Girit isyanlarının bastırılmasında

kendilerini kanıtlamışlardı.

Mehmet Ali Paşa, Girit ve Mora valiliklerini yapacağı yardıma karşılık olarak

Pâdişah’a şart koştu. Kendisine, isteğinin yerine getirileceği vaat edilince oğlu İbrahim

Paşa’yı Mora seferine gönderdi.

İbrahim Paşa, Temmuz 1824’te elli dört harp gemisi, on altı bin asker ve yüz elli

sahra topu taşıyan dört yüz ticaret gemisi ile İskenderiye’den hareket etti. Rodos’ta

Osmanlı filosuyla birleştikten sonra kışı Girit’te geçirip ilkbaharda Mora’ya ulaştı.

Hükümetin dört yılda yatıştıramadığı isyan, İbrahim Paşa’nın düzenli kuvvetleri

sayesinde kısa bir sürede bastırıldı. Mora asilerden temizlendi. Misolonki teslim oldu

(1827). Böylece Rum isyanları hazin bir şekilde noktalanmasına noktalandı ancak bu

sefer de Avrupa devletleri olaya müdahale edince isyan tekrar farklı bir safhaya girdi.172

VIII. Avrupa Devletlerinin İsyanlara Müdahalesi

Yunan isyanlarına ilk karışan ve öncülük yapan devlet Rusya’dır. 19

Rebiülâhir/1 Aralık 1825’te ölen Çar Aleksandır’ın yerine I. Nikola geçmişti. Bu yeni

Çar, Yunan âsileri için sempati beslemekteydi. Dolayısıyla Mehmet Ali Paşa’nın Yunan

isyanına müdahalesini hoş karşılamamıştı. Zira Mehmet Ali Paşa’nın Mora ve Girit’e

yerleşmesi, Doğu Akdeniz’e hükmetmesi anlamına geliyordu. Bu durum ise Rusya’nın

en hassas olduğu bir konuydu.

171 . Daha geniş bilgi için bk. Z. Kazıcı, İslâm Tarihi, XIII, 397-411; Karal, age., V, 113-115. 172 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Cevdet Paşa, Tarih, XII, 119-129; Karal, age., V, 115.

Page 109: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

100

Rusya kendi çıkarları için Türklerle harp yapacağı hususunda Avusturya’nın

desteğini aldıktan sonra Prut nehri boylarına asker yığmaya başladı. Bundan sonra da 7

Şaban 1241/17 Mart 1826’da Bâbıâlî’ye bir ültimatom göndererek, yürürlükte olan

Bükreş Muâhedesi’nin yürütülmesi tarzından hoşnut olmadığını ifade ederek itirazda

bulundu.173 Osmanlı hükümeti, Yunan isyanının yatışmakta olduğu kritik bir dönemeçte

olduğu için itirazı kabul etti. Yapılan görüşmeler sonrasında da Akkerman anlaşması

imzalandı (5 Rebiülevvel 1242/7 Ekim 1826).174

Bu anlaşma ile Sırbistan’a bir anayasa verilmesi, Eflak ve Boğdan’a, Çar’ın

muvafakatiyle Rum beyleri yerine, Rumen beyleri tayin edilmesi, Osmanlı limanlarında

Rus gemilerine bazı ticaret hakları tanınması kararlaştırılmıştı.175

İngiltere, Napolyon’un yapmış olduğu harplerden sonra artık Osmanlı

Devleti’nin toprak bütünlüğünü savunmaya başlamıştı. Yunan isyanları başladıktan

sonra da İngiltere dışişleri bakanı Canning bu prensibe bağlı kalıyordu. Ancak isyan

İngiliz halkı tarafından desteklenmeye başlayınca geri adım atarak Rum isyancıların

mücadelesini tanımıştı (Mart 1823). Bundan sonra âsiler yeni kurulacak olan Yunan

devletini himaye etmesini İngiltere’ye teklif ettiyseler de İngiltere bu teklifi reddetti.

Mehmet Ali Paşa’nın mora seferi, İngilizlerin de keyfini bozmuştu. Çünkü güçlü

bir ordunun Akdeniz’e yerleşmesi kendi çıkarları açısından kötü sonuçlar doğurabilirdi.

Doğu Akdeniz’de, kuvvetli bir Mısır Paşası veya güçlü bir Rusya yerine zayıf bir

Osmanlı Devleti’nin ya da küçük bir Yunan devletinin var olması elbette ki

menfaatlerine daha uygundu. Bu zihniyete sahip olan İngilizler, Rusya’nın Yunan

asileri lehine yapmış olduğu görüşme teklifini kabul ettiler.

173 . Kurat, Rusya Tarihi, Ankara 1948, s. 323–324. 174 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Kamil Paşa, Tarih, III, 112–113; Nihat Erim, Devletler Arası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, Ankara 1953, I, 263–268; Alan Palmer, Osmanlı İmparatorluğu Bir Çöküşün Yeni Tarihi, trc. Belkıs Çorakçı Dişbudak, İstanbul 1995, s. 156. 175 . Karal, age., V, 116.

Page 110: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

101

Ruslar ve İngilizler, güya İbrahim Paşa’nın Mora’da yaptığı zulümlere bir son

vermek için Sen-Petterssburg’da bir araya geldiler. Görüşmeler neticesinde Sen-

Peterssburg Protokolü’nü imzaladılar (7 Ramazan 1242/4 Nisan 1827).

Bu protokole göre: Yunanistan, Osmanlı’ya vergi ile bağlı muhtar bir devlet

haline getirilecek ve tüm Türkler Yunanistan’dan çıkarılacaktı.

Bu protokol, Yunanistan’ın bağımsızlığı yolunda atılan ilk ciddi adımdır.

Protokol, Fransa, Avusturya ve Prusya’ya bildirildi. Avusturya ve Prusya, protokolün

milliyetçilik fikirlerini tırmandırmaktan ve Rusya’nın menfaatlerine yaramaktan başka

bir yarar getirmeyeceğini gördükleri için buna karşı çıktıklarını beyan ettiler. Fransa ise

işine gelmese de, 1815 yılında kendisine karşı kurulmuş olan kutsal ittifakı zayıflatmak

niyetiyle protokolü kabul etti. Bunun üzerine Londra’da İngiltere, Rusya ve Fransa

arasında görüşmelere başlanarak Londra Muâhedesi imzalandı (11 Zilhicce 1242/6

Temmuz 1827).

Osmanlı devletini adeta yok sayan bu mütarekede, Osmanlı Devleti’nden, Sen-

Petersburg anlaşmasını kabul ederek asilerle bir mütareke yapması ve bundan sonra da

Yunan devletini onaylaması istenmekteydi. Eğer Osmanlı Devleti bunu kabule

yanaşmazsa bu protokolü imzalayan üç devlet Yunan âsilerine yardım etmekle birlikte

gerekirse Osmanlı’ya baskı uygulayacaklarını belirtmişlerdi.

Osmanlı hükümeti, bu mütarekenin şartlarını, iç işlerine karışma addederek

reddetti. Bunun üzerine bu üç devlet Akdeniz’deki filolarına, Mora’yı kuşatmalarını

emrettiler. Bu emir üzerine müttefik filoları, Türk ve Mısır donanmasının bulunduğu

Navarin’i kuşattılar.

İngiliz amirali Cardington, İbrahim Paşa’ya aynı mütarekeyi teklif etti. O da

Pâdişah’tan habersiz kabul edemeyeceğini bildirince, müttefikler İbrahim Paşa’ya bir

ültimatom vererek, Türk ve Mısır donanmalarıyla askerlerinin Yunanistan’dan

çıkmalarını istediler. Ültimatom kale alınmayınca, müttefik filoları sözde İbrahim

Paşa’ya gözdağı vermek için ama gerçekte de Türk savaş gemilerini imha etmek

Page 111: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

102

niyetiyle Navarin’e girdiler. Yapılan deniz muharebesinde, Osmanlı ve Mısır’a ait savaş

gemileri imha edildi (1 Cemâziyelevvel 1243/20 Kasım 1827).176

Navarin deniz muharebesi, Türk kuvvetlerini Mora’da etkisiz duruma düşürdü.

Bu olayı Avrupa halkı, çılgınca sevinç gösterileriyle karşıladılar. İngiliz

parlamentosunda ise Navarin vakası “felaket olay” olarak isimlendirildi.

Osmanlı’nın Müslüman halkı arasında ise bu olay bir haçlı savaşı olarak

nitelendi. Osmanlı hükümeti, ortada herhangi bir harp ilanı olmadığı halde, donanmasını

batıran bu üç devletten tazminat ve tarziye istedi. Bu üç devletin İstanbul’daki

büyükelçileri, Navarin olayının sorumluluğunun Türk kaptanlarda olduğuna dair

beyanatta bulundular. Açıklamaları kabul edilmeyince de İstanbul’u terk ettiler.

Böylece, Osmanlı Devleti ile Fransa, İngiltere ve Rusya arasında siyasî ilişkiler kesilmiş

oldu. Fransa ve İngiltere’nin anlaşması neticesinde Fransızlar otuz bin kişilik bir

kuvvetle Mora’yı geçici olarak işgal ettiler. İngilizler de, İbrahim Paşa’nın kuvvetlerini

Mora’dan Mısır’a göndermek için gemiler gönderdiler. Rusya ise Osmanlı Devleti’nin

topraklarına saldırdı (Nisan 1828). Rusya’nın bu saldırısıyla yeni bir Osmanlı-Rus harbi

başlamış oldu. (Bu harp, “Dış Siyaset” başlığı altında ele alınmıştır.) II. Mahmud’u,

Pertev Paşa başta olmak üzere güvendiği adamları, bu harbin Osmanlı’nın lehine

sonuçlanacağına ve Kırım’ın geri alınabileceğine inandırmışlardı. Bunun üzerine

Osmanlı Devleti 6 Zilka’de 1243/20 Mayıs 1828’de Rusya’ya harp ilan etti. Bu savaşın

sonunda Edirne’ye kadar ilerleyen Ruslarla Edirne Antlaşması imzalanmıştır.177

C- MISIR VALİSİ MEHMED ALİ PAŞA’NIN İSYANI (1831–1840)

Osmanlı Devleti, daha evvel bahsetmiş olduğumuz üzere, Edirne Antlaşmasıyla

bağımsız bir Yunan krallığının kurulması ve Fransızların Cezayir’i işgal etmesi

hâdiseleriyle uğraşırken, daha henüz bir yıl ara ile kendisinden koparılan Mora ve

176 . Bu konuda geniş bilgi için bk. Kamil Paşa, Tarih, III, 116–117; Gökbilgin, “Navarin”, İA., IX, 133–134; Danişmend, Kronoloji, IV, 112. 177 . Bilgi için bk. Kamil Paşa, Tarih, III, 118-119; Karal, age., V, 118-119.

Page 112: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

103

Cezayir’in acısını çektiği esnada, Mısır Valisi olan Mehmed Ali Paşa’nın* isyanı

meselesi ortaya çıkmıştır.

Bu isyanın neticelerini göz önüne alacak olursak, hakikaten devleti çok yıpratan

bir karakter arz ettiğini görürüz. İlk önce bir iç mesele gibi algılansa da gittikçe

Mehmed Ali Paşa’nın güçlenmesi ve dış devletlerin de işe karışmasıyla iç mesele

olmaktan çıkıp, bir dış problem haline dönüşmüştür.

Memlük beylerinden Bardisi ve Elfi beylerin ölümü (1806–1807) Mehmed

Ali’nin Mısır’daki hâkimiyetini ve nüfûzunu hızlıca genişletmesini sağlamıştır. O’nun

İngilizlere karşı göstermiş olduğu başarı üzerine Bâbıâlî, 1806’dan beri İstanbul’da

rehin olarak bulunan oğlu İbrahim’i, defterdarlık rütbesi vererek Mısır’a göndermiştir.

Bununla birlikte Mısır’ın sahil kısmı da (İskenderiye ve Reşid) Mehmed Ali Paşa’ya

verilmişti. İngilizlerin Mısır’ı terkini müteakiben Mehmed Ali Paşa, Mısır’da Uzun

vadeli idarî ve iktisadi köklü reformlara girişmiştir.178

* Mehmed Ali Paşa: 1769/1183 veya 1770/1184 yılında Yunanistan’ın Kavala kasabasında doğan Mehmed Ali Paşa’nın ailesinin menşei hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Bazı tarihçiler onun Arnavut kökenli olduğunu ileri sürerlerse de oğlu İbrahim Paşa tarafından yazılan bir beldede Mehmed Ali’nin babası İbrahim Ağa ve dedesi Osman Ağa’nın bir kan davasından dolayı Konya’dan Kavala’ya göç ettikleri beyan edilmiştir. Her ne kadar, babası İbrahim Ağa’yı küçük yaşta kaybederek amcası Tosun Ağa’nın himayesinde büyüdüğü belirtilse de, İbrahim Ağa’nın ölüm tarihinin 1205/1790–91 olması bu bilgiyi doğrulamaz. Babasının yanında tütün ticaretiyle uğraşan Mehmed Ali, 1787 yılında askerliğe intisap etmiş ve vergilerini ödemeyen bazı köylülere karşı giriştiği çatışmada, henüz çocuk yaşta olmasına rağmen ön plana çıkarak dikkatleri üzerine çekmiştir. Aynı yıl Kavala çorbacısının akrabasından Emine adında dul ve zengin bir kadınla izdivaç yapmıştır. Mısır’ı işgal eden Fransızlara karşı hazırlanan kuvvetler arasında Kavala’dan yola çıkan 300 asker içinde yer alan Mehmed Ali’nin Mısır topraklarına varış tarihi 8 Mart 1801’dir. Aynı yıl Fransızlara karşı kazandığı başarılardan dolayı Mısır Valisi Mehmed Hüsrev Paşa tarafından binbaşılık rütbesine yükseltilerek kısa zamanda Mısır’daki Osmanlı kuvvetlerinin temelini oluşturan Arnavut birliklerinin ikinci kumandanı olmuştur. Mehmed Ali Paşa Mısırdaki muhalif grupları birbirlerine düşürmek suretiyle, kargaşa ve başıbozukluk ortamından istifade ederek konumunu güçlendirmiştir. Kısacası insanı hayrete düşürürcesine, Memlükleri Osmanlılara, muhalif memluklu grupları birbirlerine, yeni vali Hurşid Paşa’yı Memlükler’e ve son olarak ta Kahire halkını Hurşit Paşa’ya karşı kışkırtarak meydana gelen kargaşadan yararlanmıştır. Çeşitli entrika ve siyasi manevralarla Mısır’ın son valileri olan Hüsrev, Tahir, Ali ve Hurşid Paşaları bertaraf ettikten sonra bir masal kahramanı gibi, ulemâ, eşraf ve Mısır halkının desteğini de alarak 3 Temmuz 1835 tarihinde Babıâli tarafından valiliğe getirilmiştir. Mehmed Ali Paşa’nın son yılları, Mısır’ın uluslar arası bir sorun olmaktan çıkmasıyla sükûnet içinde geçmiştir. 1846’da İstanbul’u ve Kavala’yı ziyaret etmiştir. 1848 yılında akli melekesindeki zafiyetin artması üzerine hava değişimi için Napoli’ye gönderilerek memleketin idaresi oğlu İbrahim Paşa’ya verilmiştir. Ancak hasta olan İbrahim Paşa babasından önce vefat etmiştir (10 Kasım 1848). Bundan birkaç ay sonra da Mehmed Ali Paşa, İskenderiye’de vefat etti (2 Ağustos 1849). Mehmed Ali, Kahire Kalesi’nde inşa ettirmiş olduğu yeni caminin haziresine defnedildi. (Bu konuda geniş bilgi için bk. Muhammet Hanefi Kutluoğlu, “Kavalalı Mehmed Ali Paşa”, DİA., Ankara 2002, XXV, 62–65).

Page 113: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

104

Fransızların Mısır’ı terk etmelerinden sonra oradaki Memluk, Osmanlı ve İngiliz

kuvvetlerinin varlığı, Mehmed Ali Paşa’nın çeşitli işgalcilere karşı hem halkın hem de

Pâdişah’ın haklarının savunucusu olarak algılanmasını sağlamış ve böylece halkın isteği

üzerine vali ilan edilmiştir (14 Safer 1220/14 Mayıs 1805).179

İyi bir siyasetçi olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Mısır’da idareyi ele aldıktan

sonra hızlı bir şekilde imar, tarım, ticaret ve devlet idaresi sahalarında atılım başlattı.

Üretim mekanizmasını değiştirdiği için ülkenin gelirinde artış oldu. Bunun yanında harp

ve ticaret gemileri yaptırarak Avrupa’ya öğrenci gönderdi. Avrupa’dan da teknisyen ve

uzman öğretmen getirtti.

Çeşitli entrikalarla, Mısır’da rakipsiz kalan Mehmed Ali’yi Osmanlı hükümeti,

1220/1805 yılında Hüsrev, Tahir, Ali ve Hurşit Paşaları bertaraf etmeyi başardığı için

Mısır Valiliği’ne atamak mecburiyetinde kalmıştı.180 M. Ali Paşa Mısır’a vali olduğu

sıralarda hem Avrupa devletleri hem de Osmanlı devleti çok zor bir süreçten geçtiği için

Mehmed Ali Paşa’ya kimse dokunmadı. Meydanı boş bulan ve her istediğini yapan

Mehmed Ali, kısa sürede güçlendi. Geçte olsa Osmanlı hükümeti, onun Kölemenlerden

çok daha tehlikeli olduğunu anladı. Ancak devlet, 1806 yılında Rusya ile savaşa

başladığı için müdahale edemedi.

Mehmed Ali Paşa iş başına geçince Kölemenlerle beraber, İskenderiye’ye çıkan

İngilizlere büyük zayiat verdirerek onları püskürtmeyi başardı (7 Muharrem 1222/17

Mart 1807). İngilizler, 11 Recep 1222/14 Eylül 1807’de yapılan bir anlaşmadan sonra

geri çekilmişlerdi.

Mehmed Ali’nin bundan sonraki görevi, 1744’den beri devam eden ve bütün

Arap yarımadası ile Irak’a yayılan Vehhabîlere karşı harekete geçmek olmuştur.

Emeline ulaşmak için Mehmed Ali, sinsice bir plan yaparak kendisinin de bulunduğu

178 . Kutluoğlu, “Kavalalı Mehmed Ali Paşa”, DİA., Ankara 2002, XXV, 63. 179 . Shaw, age, II, 35. 180 . Altundağ, “Mehmed Ali Paşa” İA., VII, 567.

Page 114: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

105

bir ziyafet esnasında, kendisine rakip olan 470 Kölemen ileri gelenini öldürttü

(1226/1811). Böylece, Kölemen direnişini çökertmeyi başarmış oldu. Uzun

mücadelelerden sonra oğlu İbrahim Paşa sayesinde de Vehhâbî isyanını bertaraf etmiştir

(1234/1819). İste bu seferlerdeki başarısından dolayı oğlu İbrahim Paşa’ya ödül olarak

Habeş ve Hicaz valilikleri verilmişti.181

Mehmed Ali Paşa, Bâbıâlî’nin bir türlü bastıramadığı Hicaz’daki “Vehhabî

İsyanı”nı, 1812 yılında oğulları İbrahim ve Tosun Paşa aracılığıyla mutlak bir şekilde

halletmiştir. Bu durum M. Ali’ye İslâm dünyasında büyük bir itibar ve şöhret

kazandırdı. Bunun üzerine Bâbıâlî’de onu ödüllendirerek Mısır’a ilaveten Hicaz ve

Habeş valiliklerini verdi. Bundan sonra Sudan’a yönelen Mehmed Ali, 1822 senesinde

burayı tamamen ele geçirdi. Bundan sonra artık müstakil bir Mısır devleti kurma hayali

iyice kuvvetlenmeye başladı.182

Mehmed Ali Paşa, yaradılış itibariyle şahsî çıkarları uğruna koskoca Osmanlı

Devleti’ni parçalamakta bir sakınca görmeyecek kadar her türlü siyasî habâseti işlemeye

yatkın bir kimseydi. Nitekim Mısır Valiliği gözünü doyurmamıştı. Grit ile Suriye’yi de

istiyordu. Üstelik oğlu içinde kaptan-ı deryalık rütbesini istemekteydi. Böylece gerçek

niyeti daha iyi anlaşılmaktadır. Zira oğlunun vasıtasıyla Osmanlı donanmasına

hükmederken Şam, Halep ve Suriye’yi alarak Osmanlı’nın tahtına yaklaşmış olacaktı.

I) İsyanın Sebepleri

Bir kere Mehmed Ali Paşa Mora seferinden dolayı bir milyon altın, otuz bin

asker ve donanmasını kaybetmişti. Buna karşılık eline hiçbir şey geçmemişti. Suriye

valiliğini istediği halde bu isteği yerine getirilmedi. Ayrıca Mehmed Ali’ye düşman

olan vezirlerin ve vekillerin Pâdişahı, vali hakkında tahrik ve teşvik etmeleri, Mehmed

Ali’nin Pâdişahtan izinsiz anlaşma yapıp Mora’yı tahliye etmesi gibi mühim sebeplere

bazı ilave sebepler de eklenince, ister istemez Pâdişah ile valisi birbirine düşman

kesildiler.

181 . Altundağ, “Mehmed Ali Paşa” İA., VII, 560. 182 . Bilgi için bk. Kamil Paşa, Tarih, III, 121–122; Altundağ, “Mehmed Ali Paşa”, İA., VII, 568–569.

Page 115: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

106

Navarin’de, Mehmed Ali Paşa’nın gemileri Osmanlı gemileriyle birlikte

yakılınca, Bâbıâlî’ye hiç danışma gereği duymadan Mora’daki askerlerini geri çekmişti.

Bu ve benzeri şekilde başına buyruk hareket etmesi Osmanlı Devleti’nde, Mısır’ın

kendisimden kopması yönünde endişe oluşturmuştur.

Mehmed Ali Paşa, Rus seferi esnasında kendisi için Anadolu, oğlu için de

Rumeli seraskerliğini (ordu kumandanlığı) istemişti. Onun bu isteğini Gâlip Paşa

isabetli bulup Bâbıâlî’ye tavsiye etmişti. Ancak Gâlip Paşa’nın bu isteğine mukabil

Mehmed Ali’nin kadim düşmanı olan Hüsrev Paşa, bu düşünceye şiddetle karşı koymuş

ve Pâdişah tarafından reddini sağlamıştı. Buna öfkelenen Mehmed Ali Paşa Rus

harbinde yirmi beş bin kese para yardımında bulunmakla birlikte vaad ettiği on iki bin

kişilik askeri göndermemişti. Tüm bu olaylar Mısır Valisi ile Pâdişah’ın arasının iyice

açılmasına sebep olmuştu.

Aslına bakılacak olursa Mehmed Ali Paşa, 1811/1226’dan beri Suriye’yi almak

istiyordu. 1830–1831 yılını bu iş için uygun gördü. Zira bu esnada Avrupa 1830 ihtilali

ile uğraşıyordu. Osmanlı Devleti’nin maliyesi bozuk olmakla birlikte Yeniçeri Ocağı

kaldırılmıştı. Yeni kurulan Mansûre askerleri Yunan isyanı ve Rus harbinde zayıflamış,

donanma da Navarin’de yakılmıştı. Hulâsa Mehmed Ali’nin planı için her açıdan şartlar

en elverişli bir zamandaydı.

Mehmed Ali Paşa tehlikesini hisseden devlet, bu nedenle Mehmed Ali’nin fiilen

engellenmesi için harekete geçti. Bu iş için bir tedbir olarak Mehmed Selim Sırrı Paşa

Şam Valiliği’ne tayin edilmiş ve Mısır üzerine bir baskın hareketi yapmakla memur

olmuştu. Mehmed Ali Paşa bu durumu İstanbul’daki ajanları aracılığıyla öğrendi. Bu

sırada Mısır Paşasının yirmi-otuz bin nizâmî askeri ile on beş-yirmi harp gemisi vardı.

Cezzar Ahmed Paşa’dan sonra Sayda (Filistin ve Lübnan) valisi olan Abdullah

Paşa’nın, Mısır’dan kaçıp Akka’ya sığınan beş-altı bin fellâhı (çiftçi) geri vermemiştir.

Bu fellâhları M. Ali Paşa, büyük bayındırlık işleri için firavunlar devrindeki gibi

çalıştırıyordu. M. Ali Paşa, Filistin’e kaçan bu fellâhların iâdesini istedi. Akka valisi

Page 116: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

107

Abdullah Paşa, Mısır’ın da Filistin’in de aynı devletin eyaletleri olduğunu, pâdişahın

tebeasının, devletin istediği yerine yerleşebileceğini bildirerek M. Alinin talebini

reddetti. Bunun üzerine M. Ali’nin 43 yaşındaki büyük oğlu vezir İbrahim Paşa, 10

Ekim 1831’de otuz bin kişilik bir ordu ve yirmi üç harp gemisinden oluşan bir filo ile

Filistin üzerine harekete geçti. Böylece Mısır isyanının ilk safhası başlamış oldu.

İbrahim Paşa, bütün Filistin’i savaşsız işgal etti. Abdullah Paşa, iki binden az askeriyle

Filistin’in kuzeyinde Akdeniz kıyısında bulunan Akka’ya çekildi. İbrahim Paşa,

Napolyon’un alamadığı bu kaleyi 6 ay, 11 gün muhâsara ettikten sonra 27 Mayıs

1832’de şehre girdi. 15 Haziran’da ise Şam’ı işgal etti.183 Bu arada Şam’da bir isyanı

tazyiklemeye başladı. Yeniçerilerden yana taraf olan Şam halkı, Asâkir-i Mansûre

ordusu için alınan vergiye bir tepki hareketi başlatarak Selim Sırrı Paşa’yı katlettiler.184

Suçlu durumuna düşen Şam ahalisi Mehmed Ali Paşa’ya sığındı. Bunun üzerine devlet,

Mehmed Ali ile Akka valisine nasihat için aracı memurlar gönderdi ise de bir netice

alınamayacağı anlaşılması üzerine asker toplama hazırlıklarına başlanıldı. Mehmed Ali

Paşa, çıkarılan fermanla âsi ilan edildi. Edirne valisi Ağa Hüseyin Paşa, Serdâr-ı

Ekremliğe tayin edildi.

Mehmed Ali Paşa bu başarılarını, askerî ve ekonomik alanda yapmış olduğu

atılımlara borçluydu. Nitekim tarım ve sulama yöntemlerini geliştirmek için

yurtdışından tarım uzmanları getirtmiştir. Pamuk, şeker, pirinç ve çivit gibi belli başlı

tarım ürünlerinin tanıtımıyla ihracat payı artırılmış ve elde edilen yeni kaynaklar,

modern silah ve eğitimli uzman alımında kullanılmıştır. Hastane ve kliniklerin

kurulması, karantina sisteminin uygulanması, Fransızların gözetiminde yerli doktor

yetiştirmeye yönelik olarak tıp okullarının kurulması ülkenin standardını iyice

yükseltmiştir. Yeni fabrikaların kurulmasıyla halka iş ve istihdam sağlanmıştır.185

Mehmed Ali’nin bu başarıları, beraberinde kendisine halk desteğini getirmiş ve böylece

politik gücü iyice artmış oldu.

183 . Öztuna, II. Mahmud, s. 102. 184 . Geniş bilgi için bk. Lütfi, Tarih, III, 202-210; Aksun, age., III, 217. 185 . Daha geniş bilgi için bk. Shaw, age., II, 35-38; Karal, age., V, 126-128.

Page 117: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

108

Mehmed Ali Paşa, bu sıralarda gerek Avrupa devletlerinin içinde bulundukları

kiriz gerekse Osmanlı Devletinin Cezayir, Yunanistan ve Ruslarla olan mücadelesi

nedeniyle oluşan uygun ortamı değerlendirmeye koyuldu. Görünüşte Abdullah Paşa’yı

cezalandırmak için, ancak gerçekte Suriye’yi işgal etmek maksadıyla ordu ve

donanmasını hazırlayıp 7 Cemâziyelevvel 1247/14 Ekim 1831’de Suriye üzerine

hareket emrini verdi. Oğlu İbrahim Paşa’nın komutasında olan ordu, yirmi dört bin

asker, yirmi üç savaş gemisi ve on yedi nakliye gemisinden müteşekkildi. 2

Cemâzilyelâhir 1247/8 Kasım 1831’de Yafa’ya ulaşan donanma, kaleyi hemen teslim

aldı. Karadan gelen ordu da Filistin’in tamamını kısa sürede ele geçirmiştir. İbrahim

Paşa Yafa’da bulunan kırk yedi tane topa el koyarak güzel bir ganimet elde etti. Hiç

zayiat vermemekle, gücünü daha da artırdı. Daha sonra Napolyon Bonapart’ın takip

ettiği yoldan Akka’ya ulaştı (20 Cemâziyelâhir 1247/26 Kasım 1831). 27 Kasım’da da

Akka Kalesi’ni hem denizden hem de karadan ablukaya aldı. İbrahim Paşa, bir taraftan

Suriye’nin şehirlerini kuşatırken bir taraftan da bölgedeki yerli halkın (Hıristiyanların

ve Yahudilerin) sempatisini kazanabilmek için onlara iyi davranıp geniş haklar

veriyordu. Nitekim Kudüs’ü ziyarete gelenleri vergiden muaf tutmuştu. Böylelikle

içerden gelebilecek tepkileri azaltırken Avrupa’nın da sempatisini kazanmaya

çalışıyordu. Manastır ve kiliselere ait eşya ve hayvanların angarya (ücret ödemeden

zorla yaptırılan iş) olarak kullanılmaması emrederek halka karşı adâlet ve merhametle

muamele edilmesini sağlıyordu.

Muhasara altına alınmış olan Akka Kalesi’nin düşmesi hiçte kolay değildi.

Çünkü Napolyon’a karşı başarılı bir şekilde kendini savunmuş olan kale, eskiye nazaran

artık çok daha tahkim edilmişti. Kale muhafızları, Avrupalı bazı mühendis ve subaylar

tarafından idare edilen altı bin kadar seçme askerden müteşekkildi. Altı ay kadar

mukavemet gösteren Abdullah Paşa, artık kurtuluşu için bir çare kalmadığını anlayınca

harabeye dönen şehri 26 Zilhicce 1247/27 Mayıs 1832’de teslim etmeye mecbur

kaldı.186

186 . Geniş bilgi için bk. Altundağ, age., s. 53–60.

Page 118: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

109

Mehmed Ali’nin bu uygulamalarına baktığımızda, “Nasıl oldu da bu kadar güç

kazandı?” sorusunun cevabını daha iyi anlayabiliriz. Çıkarlarını elde edebilme uğruna

her türlü fedakârlık ve hoşgörüyü uygulamaktan geri kalmamıştır. Hedefi, şahsî

ihtiraslarına hizmet etmekti. Çünkü bu uğurda belli bir süre Osmanlı Devleti’ni

basamak olarak kullanmış daha sonra da Osmanlı’nın zayıf bir ânını fırsat bilerek

planlarını uygulamaya koymuştu. Amacı, mensubu olduğu devlete hizmet etmek değil,

şahsî menfaatleri uğruna belli bir güce ulaşıncaya kadar iyi gözüküp, güçlendikten sonra

da ihanet etmekti. Nitekim böyle de oldu. Zira bu uğurda başarılı olup zaman zaman

devlete hizmeti görülse bile bu durum onun masumluğunu gerektirmez.

Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa’nın giriştiği Suriye’yi işgal etmeye yönelik

hareketi üzerine onu âsi ilan etmişti. “Şeyhü’l-İslâmî’den verilen fetvâ-yı şerîfe –ki bi’l

cümle ma’zûl Şeyhü’l-islâmlar ile sudûr-i ulemâ ve meşhûr ders hâcelerinin imzalarıyla

dahi tevsîk ve tasdîk olunmuşdur-, anın mûcib-i şerîfi üzere Mehmed Ali Paşa ile

avanesinin tedmîri zımnında Edirne Valisi Ağa Hüseyin Paşa serdâr-ı Ekrem ve Mısır

valisi nasb olunup ma’iyyetine tertîb olunan otuz bin kadar asâkir-i muntazama ve gayr-

i muntazama ile i’zâm kılındı.”187 Böylece Mısır, Girit ve Habeş Valisi tayin edilen Ağa

Hüseyin Paşa komutasında bir ordu Halep’e gönderildi. Bunun üzerine kuzeye doğru

hareket eden İbrahim Paşa 16 Muharrem 1248/15 Haziran 1832’de Şam’ı işgal etti.

Mısır ordusu, Gazze, Yafa, Kudüs, Hayfa ve Sayda şehirlerini de ele geçirdi.

Ağa Hüseyin Paşa, 17 Zilka’de 1247/18 Nisan 1832’de İstanbuldan yola çıktı.

Konya’ya ulaşınca bir kısım birlikleri önden sevk etti. Bu öncü birlikleri, İbrahim Paşa

Hıms civarında yendi (9 Safer 1248/8 Temmuz 1832). Bu bozgun, geriden gelmekte

olan ordunun moralinin bozulmasına sebep oldu. Hüseyin Paşa önce Halep’e sonra

İskenderun’a ulaştı. İki ordu Belen’de karşı karşıya geldi ve yapılan savaşta Osmanlı

Ordusu feci bir mağlubiyete uğradı. Bu olay üzerine Ağa Hüseyin Paşa azledildi. Onun

yerine Arnavutluk ıslahı ile uğraşan Vezir-i Âzam Reşid Mehmed Paşa getirilerek,

birlikler tekrar İbrahim Paşa’nın üzerine sevk edildi.188

187 . M. Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuât, IV, 89. 188 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Lütfi Paşa, Tarih, IV, 3–19; Mustafa Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuât, IV, 85–93; Danişmend, Kronoloji, IV, 118; Aksun, age., III, 217-218.

Page 119: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

110

Bu galibiyetle önünde hiçbir engel kalmayan İbrahim Paşa, Adana’ya kadar

ilerleyip Urfa ve Maraş taraflarını ele geçirdi. Böylece Anadolu’nun Güneydoğusunu

kontrol altına almış oldu. Daha sonra Torosları aşarak 27 Cemâziyelâhir 1248/21 Kasım

1832’de Konya’ya ulaştı. Her nedense Anadolu halkı bu olaylara Valiler arası rekabet

gibi bakarak pek aldırış etmemekteydi. Ağa Hüseyin Paşa’nın mağlup olduğunu

öğrenen Sultan Mahmud’un huzuru kaçmış olduğu için Vezir-i Âzamın bir an evvel

harekete geçmesini istiyordu. Bu nedenle vezir Mehmed Paşa, komutasındaki altmış bin

kişilik bir ordu ile kar, kış ve soğuk demeden Konya önüne varmıştır.189

28 Receb 1248/21 Aralık 1832’de Konya Ovası’nda yapılan savaşta İbrahim

Paşa’nın ordusu dağılmak üzere iken, kar yağışı altında ve puslu bir havada Sadrâzam

Reşid Mehmed Paşa’nın, kendi süvarileri zannedip yanlışlıkla Mısır’lı süvarilerin

arasına girmesi sonucunda esir düşmesi, savaşın kaderini değiştirdi. Osmanlı ordusu

Sadrâzamın esir düştüğünü öğrenince Muharebe meydanından çekildi. Böylece Osmanlı

ordusu kazanmak üzere olduğu harbi kaybetti. Bu galibiyetle Mehmed Ali’nin önündeki

son engel kalkmış ve artık ona İstanbul’un yolu açılmıştır.

Bu harpten sonra Mehmed Ali Paşa, Anadolu’da büyük bir propaganda

faaliyetine koyuldu. Çeşitli vilayetlerden kendisine katılım yönündeki temayül

haberlerinin yayılması, onun bu uğurda netice aldığının göstergesidir. Anadolu’nun

çeşitli şehirlerindeki ileri gelenlere mektuplar yazarak onları kazanmaya çalışan İbrahim

Paşa, bir taraftan da Sultan II. Mahmud’un takibatından kaçan yeniçerileri de kendi

saflarına katmayı düşünüyordu. Böylece hükümete muhalif olan tüm grupları kullanarak

etkisini daha da artırıyordu. Nitekim Halep’te Hacı Bektaşi Veli’nin türbesinde

kurbanlar kesilerek Bektaşi ocakları açılmış ve eski düzenin geri geldiği ilan edilmeye

başlanmıştı.190

Mehmed Ali Paşa’nın ordusu 28 Şaban 1248/20 Ocak 1833’te Konya’dan

hareket ederek Kütahya’ya ulaştı. Artık tehlikenin İstanbul önlerine kadar yaklaşması ve

189 . Lütfi Paşa, Tarih, IV, 22–24; M. Nuri Paşa, Netayicü’l-Vukuât, IV, 89–90. 190 . Bilgi için bk. Kamil Paşa, Tarih, 121–134; Altundağ, age., s. 65–67.

Page 120: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

111

Mehmed Ali’nin umulmadık bu başarıları, onun bu andan itibaren büyük devletlerin

odağı haline gelmesine sebep oldu. Böylece büyük devletlerin işe el atmasıyla, Mehmed

Ali meselesi dâhili bir sorun olmaktan çıkıp uluslararası bir sorun haline dönüşmüş

oldu.

İbrahim Paşa Kütahya’dan ileri geçmemiştir. Böylelikle, Bâbıâlî’nin bir

veziriymiş gibi davranarak halkı kuşkulandırmamak istemişti. Bu sıralarda iyice

yıpranmış ve güçsüz düşmüş olan Osmanlı Devleti, uluslararası denge siyasetine

tutunarak ayakta kalmaya yöneldi. Bundan sonrası gelişmeler, birinci bölüm “Dış

Siyaset” başlığı altında “Osmanlı-Rus İlişkileri ve Hünkâr İskelesi Antlaşması” alt

başlığı ile ele alınmıştır.

II. İsyanın İkinci Safhası ve Nizip Savaşı (1839)

Kütahya Muâhedesi, Mısır gailesinin sadece ilk safhasını sona erdirmiştir. Bu

muâhede ne Sultan II. Mahmud’u, ne de Mehmet Ali Paşa’yı memnun etmişti. Pâdişah,

bu antlaşma ile valisine haddinden fazla taviz verdiğini dolayısıyla itibarının

zedelendiğini düşünüyordu. Mehmed Ali Paşa ise, kazandığı başarılara karşı daha fazla

imkânlara sahip olması gerektiğini, ancak buna Batılı Devletlerin mâni olduğunu,

dolayısıyla kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyordu. Bu sebeplerden ötürü her iki

tarafta, gerekli hazırlıkları yaparak harekete geçmek için fırsat kollamaya başladı.

Bunun yanında İngiltere, Rusya’nın Hünkâr İskelesi Antlaşması’yla elde etmiş

olduğu imkânlardan rahatsızlık duyuyor ve gerektiğinde fiili bir müdahalede bulunmak

için bahaneler arıyordu. Bu amacının bir parçası olarak Suriye halkını isyana teşvik

ederek, iki halkı âdeta birbirlerine can düşman yapmıştı.191

Pâdişah için Mehmed Ali, vücudu er ya da geç ortadan kaldırılması gereken âsi

bir valiydi. Bu düşüncesinin ne kadar kati olduğunu, bir gün İstanbul’un ve

İmparatorluğun mukadderatı ile ilgili olarak kendisiyle hasbihâl edenlere:

191 . Bilgi için bk. Kamil Paşa, Tarih, III, 163–165.

Page 121: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

112

“İmparatorluğun ve İstanbul’un ne önemi var? Mehmed Ali’nin başını getirecek olana

İmparatorluğu da, İstanbul’u da bağışlamaya hazırım.” şeklinde söylemiş olduğu bu

sözden anlıyoruz.

Mehmed Ali’nin, Pâdişah hakkındaki düşüncesi ise, İngiliz elçisine söylemiş

olduğu şu sözlerden açıkça ortaya çıkmaktadır.

“Şuna kesin olarak inanıyorum ki, Pâdişah yakında tahttan indirilecek ve oğlu

onun yerine getirilecektir. Böyle bir durumda yeni Pâdişahın vâsiliğini yapmak için

benim veya oğlum İbrahim’in Osmanlı halkı tarafından çağrılma ihtimalini uzak

görmüyorum.”192

Gerçek şu ki, her iki tarafın karşılıklı silahlı mücadelesi hem Osmanlıyı hem de

Mısır’ı askerî ve ekonomik açıdan çok yıpratmıştı. O sıralarda Hafız Mehmed Paşa’nın

ordusunda müşavir zabit olarak görev yapan Moltke, bu durumu “Türkiye Mektupları”

adlı eserinde şöyle anlatmaktadır:

“Kimyada nasıl iki madde birbirlerini tamamiyle nötürleştirirse Türkiye’nin

bütün kuvvetlerini Mısır, Mısır’ın bürtün kuvvetlerini de Türkiye yok etmiş ve her iki

devlet de hârice karşı tamamıyla mahvolmuştu. Tuna, Şumnu, İstanbul müdafaasızdı.

İskenderiye ve Kahire’yi sakatlar muhafaza ediyordu. Buna karşı Kürdistan ve

Suriye’nin bir köşesinde iki muazzam ordu, tepeden tırnağa silahlı, birbirine karşı cephe

almış duruyordu. Yedi senede burada en az 50 bin asker toplanmış ve gömülmüştü.

Karşılığında bir şey kazanılmadan 100 milyon sarf edilmiş, bütün vilâyetlerin mahsulü

yenilmişti. Bunlar sadece karşı taraf aynı israfı yapıyor diye yapılmıştı.”193

İki taraf arasında ilk anlaşmazlık, Mısır’ın Bâbıâlî’ye göndereceği vergi meselesi

ile su yüzüne çıktı. Mehmed Ali Paşa, kendisine bırakılan yerlere karşılık olarak

İstanbul’a 32000 kese gibi cüz’-i bir miktarda vergi göndermek istedi. Bu miktar ise,

192 . Karal, age., V, 139. 193 . Moltke, age., s. 298.

Page 122: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

113

sadece Mısır’dan elde ettiği gelirin onda birinden daha azdı. Ancak, Osmanlı hükümeti

bu paraya itiraz ettiyse de daha fazlasını almaya muvaffak olamadı.

13 Muharrem 1250/22 Mayıs 1834 yılına gelindiğinde ise, Lübnan’da Mehmed

Ali Paşa’nın idaresinden memnun olmayanlar ayaklandılar. Hâliyle Sultan II. Mahmud,

bu ayaklanmaya destek verdi. Bu gelişmeler üzerine her iki tarafta, sınır bölgesine

askeri yığınak yapmaya başladı.

Bunun hâricinde Mehmed Ali’nin oğlu İbrahim Paşa, Yavuz Sultan Selim

tarafından, dönemin Memluk Sultanları idaresi altında olduğu esnada, Abbasîlerden

alınıp İstanbul’a getirilen halifeliği tekrar Kahire’ye götürmenin planlarını yapıyordu.

Gitgide gerginliğin artması üzerine Mehmed Ali Paşa, bağımsızlığını ilan

etmeye karar vererek durumu Mısır’daki konsolosluklara resmen bildirdi (Mayıs 1838).

Ancak onun bu talebi, Mısır’da konsolos bulunduran devletlerce reddedildi. Bundan

başka İbrahim Paşa’nın, sorumsuzca hareket etmesi ve Suriye ile Lübnan’daki

Müslüman halka ağır vergiler yüklemesi, Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında eşitlik

prensibini yürürlüğe koyması vb. sebeplerden dolayı, git gide durum Mehmed Ali

Paşa’nın aleyhine dönmeye başladı. Zaten her türlü hazırlıklarını sürdüren Bâbıâlî,

harekete geçmek için bir fırsat kolluyordu.194

Osmanlı Devleti, Mehmed Ali Paşa’ya karşı yapacağı bir harekâtta İngiltere’nin,

kendi yanında olmasını istiyordu. Çünkü Mısır’daki menfaatleri bunu gerektirmekteydi.

Ancak İngilizler, Osmanlının içinde bulunduğu zor şartları fırsat bilerek, bu durumu

menfaatleri doğrultusunda kullandılar. 1836 senesinin ortalarında İngiliz Hariciyesi,

müzâkerelere başlaması için İstanbul’daki elçisi Ponsonby’ye talimat vermişti. Uzun

süren görüşmelerden sonra 25 Cumâziyelevvel 1254/16 Ağustos 1838’de Hâriciye

Nâzırı Reşid Paşa ile İngiltere’nin İstanbul elçisi Ponsonby tarafından “Osmanlı-

İngiliz Muâhedesi” adı ile Reşid Paşa’nın Balta Limanı’ndaki yalısında bir anlaşma

imzalandı.

194 . Karal, age., V, 139-140.

Page 123: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

114

Bu muâhede 19 Receb 1254/8 Ekim 1838’de Kraliçe Victoria, bir ay sonra da

Sultan II. Mahmud tarafından tasdik olunmuştu. Özetle bu anlaşmada: İngiliz

tüccarların getirmiş olduğu her çeşit maldan, gümrüklerde sadece %3 vergi

alınacaktı.195

Bu anlaşma ile Osmanlı tüccar ve imalatçısının bazı üstünlükleri kaybolduğu

için, yerli sanayi Avrupa ile rekabet edemez hale gelmişti. Yabancı tüccarların ülke

içinde tamamen serbestçe dolaşabilmeleri zaten sıkıntı içinde olan Osmanlı

ekonomisinin daha da kötüye gitmesine sebep olmuştu. Kısacası Osmanlı Devleti,

İngiltere’nin diplomatik yardımını kazanma uğruna bu ticaret antlaşmasını imzalayarak

İngiliz tüccarlarına geniş imtiyazlar vermiş ve karşılığında da zaten sıkıntı içinde olan

halkının iyice huzurunu iyice bozmuştu.

Mehmed Ali, etrafındaki çemberin gittikçe daralmakta olduğunu görünce

örülmekte olan bu çemberden çıkmak ümidiyle idaresindeki yerlerin babadan evlada

geçmek üzere valiliğini istedi. Bâbıâlî Mısır, Akka ve Trablusşam için muvafakat verdi.

Ancak bununla yetinmeyen Mehmed Ali Paşa, Suriye ve Adana’nın iadesini istedi.

Ayrıca her yıl Bâbıâlî’ye göndermekte olduğu vergiyi kesmekle beraber bağımsızlığını

da ilan etti.

Bunun üzerine Sultan II. Mahmud, Rusya’nın da görüşünü aldıktan sonra

Mehmed Ali Paşa’ya karşı savaş ilan etti (6 Safer 1255/21 Nisan 1839). Savaşın

bahanesi ise, bu sıralarda Fırat civarında bulunan Kürtlerin Türklere karşı isyan etmeleri

ve Lübnan’daki Müslüman halkın, Mısır kuvvetlerine karşı son birkaç yıldır var olan

geriliminin tırmanması oldu.196

Her iki tarafta, bu savaş için karşılıklı olarak ciddi bir şekilde hazırlık yapıyordu.

İbrahim Paşa, Toros geçitlerini kontrol altına almasının yanında, Haleb’e de 80 bin

195 . Bu muahede ile ilgili geniş bilgi için bk. Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı–İngiliz İktisadi Münasebetleri (1580–1838), Ankara 1974, I, 92–110. 196 . Bilgi için bk. Karal, age., V, 139-140.

Page 124: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

115

civarında asker yığmıştı. Buna ilave olarak babası, Mısır’da 50 bin kişilik bir ordu ve

donanma daha hazırlamaya koyulmuştu.

Pâdişah, Çerkez Hafız Mehmed Paşa komutasında otuz bin yaya, beş bin süvari

ve üç bin topçudan müteşekkil bir orduyu İbrahim paşa üzerine gönderdi. Osmanlı

ordusunda, dört yıldır ülkenin hizmetinde bulunmakta olan Moltke ile birlikte Mühlbach

ve Laue gibi Prusya ordusundan yetişmiş olan genç kurmay subaylar da vardı.

Birecik’te bulunan Hafız Mehmed Paşa’nın kuvvetleri 6 Safer 1255/21 Nisan 1839’da

Fırat’ı geçip 3 Mayıs’ta Nizip’e ulaştılar. İbrahim Paşa ise karargâhını Halep’te kurdu.

Nihayet, 24 Haziran’da Nizip’te karşı karşıya gelen iki ordu, asker ve teçhizat

bakımından hemen hemen aynı idi. Mısırlıların sayısı kırk bin civarında olup, top sayısı

her iki orduda yüz altmışar idi. Hâfız Mehmed Paşa, Cesur olmakla birlikte daha önce

düzenli bir meydan muharebesi yapmadığı için tecrübesizdi. İbrahim Paşa ise elli yaşına

gelmiş ve her türlü savaşlarda tecrübe kazanmıştı.

Moltke, her iki ordunun vaziyeti hakkında şu bilgilere yer vermiştir. “Hükümet

Küçük Asya’da üç askerî kuvvet bulunduruyordu ki bunların mecmuu 70.000 kişi idi

(Ben sahiden toplanmış olan kuvvetlerden bahsediyorum. Çünkü nazarî sayı çok daha

büyük). Bu kuvvetlerin yarısından çoğu hemen toplanmış askerler arasından yetiştirlmiş

ve kendilerine çarçabuk biraz Avrupa savaş usulleri öğretilmiş olan redifler ve iltimasla

seçilmiş, kendi mevkilerinde olanların bilmeleri gereken şeylerden hiçbirini bilmeyen

subaylardan mürekkepti. Ölüm nisbeti okadar korkunçtuki burada bulunduğumuz

müddet içinde piyadenin yarısını gömmüştük bütün bunların yerini doldurmak şimdi

hemen hemen tamamiyle Kürdistan’a yükleniyordu. Köylerdeki halk dağlara kaçıyordu.

Peşlerinden köpekler saldırarak kovalanıyorlardı. Tutulanlar çoğu zaman çocuklar ve

sakatlar, uzun iplere sıralama bağlanmış ve elleri bağlı olarak getiriliyorlardı.

Subayların dillerini bile anlamayan bu askerler daimî olarak esir muamelesi görmek

zorunda idiler. Her alay karargâhının etrafını sık karakol hatları sarıyordu fakat çok defa

bizzat nöbetçiler kaçıyordu. Her kaçak için 20, sonraları 100 gûlden veriliyordu. Fakat

bu da kaçmayı önleyemiyordu. 50 askerin birden, atları ve silahları ile ön karakollardan

kaçtıkları oldu. Askerin maaşı iyi idi. Elbisesi mükemmel, yiyeceği boldu. Ve

kendilerine tatlılıkla muamele ediliyordu. Fakat hiçbir kürt iki seneden fazla

Page 125: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

116

dayanamıyordu. Hastaneye gidiyor, ölüyor veya kaçıyordu. Ordunun üçte ikisinin bu

haline ilave olarak muktedir subayların yokluğunu da söylemek lâzımdır. Bu sebeple

böyle askerlerle hiçbir savaşın yapılamıyacağına inanmak lazım. Ama İbrahim Paşa

ordusu için de, ancak Türklerle mukayese edildiği zaman, daha iyidir denebilir. Bu ordu

da geçen yıl Dürzîlerle savaşta korkunç zayiat verdi. Büyük bir kısmı yeni askerlerden

müteşekkildi ve sayıca da çok daha azdı. İbrahim Paşa sonra, savaş için, bütün

Suriye’de ne varsa hepsini topladı. Hattâ Adana’daki kuvvetlerini çekmesine de

müsaade edildi. Bütün bunlara rağmen ordusu, yalnız Hafız Paşa’nın ordusundan

10.000 kişi fazla idi. Osmanlı Devleti’nin Asya’daki kuvvetleri, eğer birleşmiş olsalardı,

ondan hemen hemen bir misli üstün olurdu. İbrahim’in kıtaları Türklerden daha üstün

manevra kabiliyetine haizdi. Topları daha çoktu ve daha iyi kullanılıyordu. Fakat

ordunun mâneviyatı Hafız Paşa’nın kuvvetlerininkinden daha düzgün değldi. Türk

ordusunda muazzam paralar sarfedildiği halde Mısır ordusunda yokluk hüküm

sürüyordu. Mısır askerinin günlük yiyeceği bizimkinin üçte birini zor buluyordu.

Askerler çadırsız konaklıyorlardı ve tam on sekiz aylık ücretlerini alamamışlardı. İaşe

çok zorlukla sağlanıyordu ve bütün Suriye, bilhassa büyük şehirler halkı, isyan için bir

işaret bekliyordu.”197

Bir Cuma günü Prusyalı kurmay subaylar, Osmanlı ordusu Mısırlıları yenecek

bir konumda bulunduğundan, hemen muharebeye girişilmesi gerektiğini başkomutan

Hâfız Mehmed Paşa’ya ilettiler. Ancak orduda bulunan ulemâ, Cuma günü harp

yapılmasının şer’an caiz olmadığını ileri sürerek bu fikri engellediler. Ertesi gün

Prusyalı müşavirlerin gece baskını yapma teklifine de ulemâ, Pâdişah Askerleri’nin

şânına haydut gibi gece baskını yapmanın yakışmayacağını ifade ederek karşı çıktılar.

Bu esnada Mısır ordusu, mevki ve durumunu değiştirerek Osmanlı ordusunu

kanatlardan kuşatmaya başladı. Bunun üzerine Motke, Hâfız Mehmed Paşa’ya Birecik’e

doğru geri çekilmeyi ve bu şekilde kuşatmadan kurtulmayı teklif etti. Ancak Paşa, her

ne sebep olursa olsun geri çekilmenin bir şerefsizlik olduğunu söyleyerek yerinden

kımıldamadı.

197 . Moltke, age., s. 299-300.

Page 126: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

117

Nihayet 11 Rebîülâhir 1255/24 Haziran 1839’de İbrahim Paşa’nın ordusu

hücuma geçti. Osmanlı Ordusu, liyakatli olmayan kişilerin görüşlerine göre hareket

etmekten çekinmedi. Ayrıca Mısır Ordusu’na kıyasla daha az eğitimli ve tecrübesiz

askerlerden müteşekkil idi. İşte bu vb. sebeplerden dolayı Osmanlı ordusu, birkaç saat

içinde büyük bir hezimete uğradı. Osmanlı ordusunun bütün ağırlıkları, Mısır

ordusunun ganimeti oldu. Bu savaşta ölen üç bin Mısır askerine karşılık Osmanlı

ordusu, dört bin ölü ile on iki bin esir vermiştir. Hulasa, harp meydanında binlerce ölü,

on binlerce esir ve yüz altmış parça top bırakıldı. Böylece bir kere daha İbrahim Paşa

kuvvetlerine Anadolu’nun kapıları ve İstanbul’un yolu açılmış oldu. Sultan II.

Mahmud’u bu yeni felaketi öğrenmekten sadece bir şey kurtarabilirdi. Ölüm… ve bu da

gerçek oldu.198

198 . Geniş bilgi için bk. Ahmed Atâ, Tarih-i Atâ, İstanbul 1291, II, 214-215; Kamil Paşa, Tarih, III, 172–175; Moltke, age., s. 295-314; Aksun, age., III, 228-229; Karal, age., V, 141-142; Danişmend, Kronoloji, IV, 120; Altundağ, “İbrahim Paşa” İA., V/II, 900-906; adı geçen müellif “Mehmed Ali Paşa”, İA., VII, 567-576.

Page 127: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

118

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

SULTAN II. MAHMUD’UN REFORMLARI

Page 128: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

119

Tüm Pâdişahlar gibi aynı eğitim ve öğretim terbiyesini alan II. Mahmud, Allah

sevgisi ve Allah korkusu olan inançlı, sorumluluğunun bilincinde ve bir gün, halkı için

mutlaka Allah’a hesap vereceğinin bilincinde olan bir sultandı.

Zamanına tekabül eden tüm olumsuzluklar onda, köklü bir ıslahat yapma duygu

ve düşüncesinin doğmasına sebep olmuştur. Özellikle amcası III. Selimden Osmanlı

Devleti’nin içinde bulunduğu kötü durumu ve devleti yıkılmaktan kurtarmak için

yapılması gereken ıslahatların hem yapısını hem de karakterini öğrenmiştir. Gerçi bu

uğurda, kendinden önce gelmiş-geçmiş olan Pâdişah ve vezirlerin, hulasa nice devlet

adamlarının, devletin muhafazakâr kuvvetleri karşısında hayatlarını kaybettiklerini

biliyordu. Ancak tüm bunlara rağmen devletin bekası için başka hiçbir çıkar yol

olmadığından, geniş çaplı bir yenilik çalışmasına koyulmuştu.

Islahat çalışmaları, XVIII. yy. da Lale devrinden itibaren başladığı için II.

Mahmud’un düşüncelerinin yeni olmadığını söyleyebiliriz. Onun programında, XVIII.

yy.’ın sonları ile XIX. yy.’ın başlarında, III. Selim’in “Nizâm-ı Cedid” adı altında

yapmaya çalıştığı ıslahatlar çok önemli bir paya sahiptir.

II. Mahmud devrine kadar Osmanlı Devleti, kapılarını tedricen batı dünyasına

açmıştı. Ancak ulemâ sınıfı, asker ocakları ve devlet kurumları arasında bunu

benimseyenler çok azdı. Halk ise önünü göremeyecek derecede bilgisiz olduğu için,

nasıl bir tavır sergileyeceğine karar veremiyordu. Bazen yenilikçilerin tarafını, bazen de

muhafazakârların tarafını tutuyorlardı. Böyle bir ortamda Pâdişahın işi çok zor olduğu

için yenilikleri uygulama uğruna kısmen de olsa güç kullanmak zorunda kalıyordu. Bu

durum ise çeşitli suiistimallerle halk nezdinde itibarının düşmesine sebep oluyordu.

Bu yeniliklerin menşei olan batıya baktığımızda, Osmanlı toplumunun tam tersi

bir durumla karşılaşıyoruz. Çünkü orada halk bu yenilikler uğruna yöneticilerle

mücadele içerisindeydi. Halk, hükümdârlara karşı ayaklanarak bazı kazanımlar elde

etmiştir. Nitekim iki taraf birbirlerine karşı, çeşitli durumlarını düzenleyen mukaveleler

imzalıyorlardı. Böylece meşrutiyet usulü ile yönetilen, halkın söz sahibi olduğu

devletler doğmuştur.

Page 129: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

120

Sultan II. Mahmud’un uygulamaya çalıştığı ıslahatlar çok farlıydı. Çünkü burada

halkla, karşılıklı herhangi bir alıp verememe meselesi yoktu. Burada amaç devletin

içinde bulunduğu çöküntüden kurtulmasını sağlamaktı. Batının kuralları, Pâdişahın

otoritesinin mutlak bir şekilde yürütülmesine yardım etmesi için alınmıştı.

Ancak bir medeniyetin teknolojisini alırken, sadece istediğimiz amaca hizmet

etmesine yönelik bir kayıt koyma şansımız ebetteki olamaz. Zira fikirlerin önüne,

kurallarla engel konulamaz. Her kazanım, beraberinde mutlaka bir külfet getirir. Sadece

işimize gelen kısmını alıp işimize gelmeyeni almama gibi bir lükse sahip olmak oldukça

zor olsa gerek. Bir medeniyet başka bir medeniyeti tüm yönleriyle etkiler. Günümüzde

de muasır medeniyetlere ulaşan toplumlar diğerlerini sürekli etkilemektedir. Bu

etkileşimi belli bir yöne kanalize etmek veya sınırlamak çok zordur.

Ancak burada önemli bir ayrıntı var ki, Modernleşme ile Batılılaşma kavramları

birbirinden farklıdır. Modernleşme, Batılılaşma anlamında değildir. Pekâlâ, Batılı

olmayan toplumlar modernleşebilir. Nitekim çok sayıda Batılı olamayan ülke bütünüyle

Batı değerlerini, kurumlarını ve uygulamalarını benimsemeden ve kendi kültürlerini

terk etmeden de modernleşebilmiştir. Örneğin, Japonya’nın yanı sıra Singapur, Tayvan,

Suudi Arabistan ve daha az ölçüde olmak üzere İran, Batılı olmayan modern toplumlar

olmuşlardır.199

Sultan II. Mahmud, ıslahatları uygularken ölçüyü batılılaşma noktasında

kaçırmıştır. Devletin modernleşmesi için çaba gösterirken, işi halkın kılık kıyafetine

kadar indirgemesi isyancıların işini kolaylaştırmıştı. Halk, haklı olarak, “Fes takmayla

modern olmasının ne ilgisi var?” sorusuna cevap aramıştır. Esasında bu kıyafet

uygulamasının görüntüden başka hiçbir şeyi değiştirmeyeceği ve bunun kalkınmaya bir

faydasının olamayacağı biliniyordu. Şayet Sultan II. Mahmud, ıslahatlarını

batılılaşmaksızın modernleşebilmek doğrultusunda uygulayacak olsaydı, muhakkak

ıslahatlar daha geniş tabana yayılacak ve halkın tepkisini daha az olacaktı.

199 . Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması, trc. Mehmet Turhan, İstanbul 2004, s. 104–105.

Page 130: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

121

Bu ıslahatlar, ağırlıklı olarak ordunun eğitimi ve ihtiyaçlarının sağlanması

yanında, devlet ekonomisinin düzeltilmesine yönelikti. Halkın refahını artırmaya

yönelik olarak ticari ve endüstriyel sahalarda bir düzenlemeyi getirecek kanunlar

yapılmamıştı. Dolayısıyla halkın gözle görünür bir menfaati olmadığı için, II.

Mahmud’un ıslahatları halk nezdinde kabul görmediği gibi, tam aksine halkın aşırı

tepkisine sebep oluştu. Devletin tepesindeki bir takım değişiklikler halk tabanına

yayılmamıştır. Dolayısıyla böyle bir durumda ıslahatların amacına ulaşması

düşünülemezdi.

Sultan II. Mahmud, batı düşüncesini kendisi gibi yürekten destekleyen

yardımcılar bulamadığı için etkili bir ekip ortaya koyamamıştı. Pâdişah’ın, yeni düzenin

gerektirdiği işleri kendilerine emanet ettiği kişilerin çoğu eski düzen yanlısı kimselerdi.

Yeni bir atılımda başarılı olabilmek için sağlam ve yetişmiş samimî bir kadroya ihtiyaç

vardır. Sultan Mahmud ne yazıkki bu kadroyu bulamamıştır. Örneğin Pâdişahın en

yakın yardımcısı olan Sadrâzam Husrev Paşa sırf makamını korumak için II. Mahmud’a

ıslahatçı gibi gözüküyordu. Ancak gerçekte tam tersi, yeniliklere düşman bir

kimseydi.200

Müslümanlık zihniyeti ile Batılı düşünce zihniyeti taban tabana zıt olduğu için

bunları bağdaştırmak çok zor bir uğraştır. Bu nedenle Sultan II. Mahmud ıslahatların

şekil yönüne önem vermiştir. Özüne, fikirsel boyutuna fazla yanaşamamıştır. Sonuçta,

formalite icabı yapılan ıslahatlar, şekilcilikten öteye gidememiştir.

A. ASKERÎ REFORMLAR

III. Selim’in tahttan indirilmesi ve şehit edilmesi, ardından büyük umutlarla

kurulan Nizâm-ı Cedid ordusunun dağıtılması, Osmanlı Devleti’nde ıslahat ve

modernleşme hareketlerine son vermişti. Ayrıca IV. Mustafa’nın kısa süren saltanatı

200 . Karal, age, V, 142–144.

Page 131: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

122

esnasında yeniçeriler ve yandaşları, eski düzenin muhaliflerini, muvaffak olamasalar da

tamamen ortadan kaldırmaya teşebbüs etmişlerdi.

Sultan II. Mahmud, geçmişten edinmiş olduğu tecrübelerle daha olgun ve daha

mantıklı hareket ederek öncekilere nazaran oldukça başarılı bir ıslahatçı olduğunu

göstermiştir. Yıllarca hükümdârlık yaptıktan sonra yeniçeri ordusunu ilga etmeye

muvaffak olmuştu. Böylece bir kısım çevrelerin askerî güce dayanan iktidarını

ellerinden alarak pek çok eski ve bozulmuş müesseseyi ortadan kaldırıp yerlerine

yenilerini koymuştu. Kısacası onun eliyle Osmanlı reform hareketleri yeni bir safhaya

girmiş oldu.

II. Mahmud, Nizâm-ı Cedid programının getirmiş olduğu sınırlı reformların bile

memleket için içte ve dışta ne kadar faydalı olduğunu gömüştür. Dolayısıyla onun

düşüncesinde yatan gerçek, reformları sadece askerlik sahasıyla sınırlandırmayıp

toplumun tüm müesseselerine yaymaktan ibaretti. Bu da ancak eskilerinin ortadan

kaldırılmasıyla mümkündü. Zira eski kurumlar, yenilerin önünde bir takoz gibi engel

teşkil ediyorlardı.201

Sultan II. Mahmud’un öncelikli çabası, hükümetin otoritesini yeniden tesis edip

ülkenin tamamına yerleştirmekti. Zaten taşra üzerinde gitgide zayıflamakta olan

merkezi hükümetin otoritesi, Karlofça, Pasorofça ve diğer anlaşmalarla iyice azalmıştı.

Merkeze uzak olan Asya ve Afrika’daki Müslüman toprakları, yerli halktan olmayan

liderler tarafından sömürülmekteydi. Bu liderler ya Osmanlı ya da Memluk askerî

sınıflarına mensup idiler. Bunların çoğu, sultanın otoritesinin zayıflığından ve payitahta

olan uzaklıklarından istifade ederek eyaletlerini bağımsız bir prenslik haline

getirmişlerdi. Böylece bu âsi paşalar ve subaylar kendi gelirlerinden daha büyük bir pay

alıyorlardı. Mısır’da Mehmed Ali Paşa, Suriye’de Cezzar Ahmed Paşa ile Bağdat ve

Basra’nın Memlük beyleri bunlardandı.202

201 . Shaw, age., II, 25. 202 . Levis, age., s. 38.

Page 132: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

123

Sultan II. Mahmud, zorbaların ellerine geçen siyasî, askerî ve iktisadi yetkileri

yok etmekte kararlıydı. Çünkü yönetim bakımından kaynağı, bizatihi kendisi ve hukuk

olan yetkilerin dışındaki diğer tüm yetkiler bertaraf edilmedikçe ve Sultanın otoritesi

merkezde olduğu kadar eyaletlerde de egemen olmadıkça reform yolunda atılacak olan

adımların hiçbir mana ifade edemeyeceği aşikârdı. Nihayetinde devlet, Mısır ve yabancı

devletlerin baskısıyla Yunanlılara verilen hürriyet haricinde Rumeli ve Anadolu’daki âsi

paşaları, bir takım mahalli sülaleler ile bazı eşrafı hizaya getirmeyi başarmıştı.203

Sultan II. Mahmud haklı olarak ilk önce orduyu düzene koymak istemiştir.

Çünkü 1768’den bu yana çeşitli devletlerle yapılan savaşlarda Osmanlı orduları ardı

arkası gelmeyen yenilgilere maruz kalmış ve büyük toprak parçalarını düşmanlara

kaptırmıştı. Dolayısıyla Osmanlı’nın iç ve dış dünyada itibarı yara almıştı.

Bu yenilgilerde büyük payı olan yeniçeriler İstanbul’da da türlü vesilelerle

hükümetin işlerine karışmaktan geri kalmıyorlardı. Tüm bu gelişmelere bakıldığında

askerlik alanında yapılacak olan düzenlemelerin, devletin bekası için ne kadar gerekli

olduğu ortadadır. Bu nedenle Sultan Mahmud, saltanatının ilk yıllarından itibaren

askerlikle ilgili reform çalışmalarına ağırlık vermiştir.

Alemdâr Mustafa Paşa, âyânlarla imzaladığı ittifak senedine askerliğin düzene

sokulması yönünde bir madde koydurmuştu. Daha önce bahsetmiş olduğumuz üzere

Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim’in Nizâm-ı Cedid’ine benzer Sekbân-ı Cedid Ocağı’nı

kurmuş olduğu için onunla aynı kaderi paylaşmıştı.

Alemdâr’ın ortadan kaldırılmasından sonra meydanı boş bulan yeniçeriler

zorbalıklarını daha da artırarak haddi aşmışlardı. Şöyleki, hem kadınlara hem de

erkeklere sarkıntılık yapmaya, kendi aralarında hesaplaşmalara yönelik kavgalara,

odaları arasında savaşmaya, esnaf ve işçileri haraca bağlamaya, tüccar gemilerine balta

asma, harpten kaçma, ağalarını katletme vb. her türlü zulüm ve kötülüğü yapmaya

başlamışlardı.

203 . Levis, age., s.79.

Page 133: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

124

Halk başta olmak üzere herkes yeniçerilerden yaka silkmeye başlamıştı. Yunan

isyanındaki başarısızlıklarından sonra, başta Pâdişah olmak üzere, ileri gelen devlet

adamları da artık kendilerinden millete ve devlete bir fayda hâsıl olmayacağı kanaatine

varmışlardı.204

Askerî alanda reform hareketlerinden bahsederken “Sekbân-ı Cedid” ordusunun

kuruluşundan bahsetmiyorum. Çünkü daha evvel bu konu, Alemdâr Mustafa Paşa’nın

faaliyetleriyle ilgili olmasından dolayı “İç Siyaset” başlığı altında ele alınmıştır.

I. Eşkinci Ocağı’nın Kuruluşu

Sultan II. Mahmud, Alemdâr vakasından sonra mümkün mertebe yeniçerilerle

iyi geçinmeye çalışarak isyan etmemeleri için azami gayret göstermişti. Ancak Yeniçeri

Ocağı’nda bir düzenleme yapmayı da hiçbir zaman aklından çıkarmıyordu. III. Selim’in

Nizâm-ı Cedid’den dolayı ve Alemdâr’ın da Sekbân-ı Cedid’den dolayı başlarına

gelenleri biliyordu. Dolayısıyla sık sık yeniçeri ağası ve Sadrâzam değiştirerek,

yeniçerilerin verecekleri tepkiye göre, kimlerin ne şekilde davranacağını, kısaca gerçek

dost ve düşmanın kimler olduğunu tespit etmeye çalışıyordu.

II. Mahmud, reform çalışmalarının zorluklarını gördüğü için, mümkün mertebe

ihtiyatlı hareket ederek ayağını sağlam basmaya çalışıyordu. Zira vakit gelmeden bir işe

tevessül etmek hiçbir anlam taşımaz. Bunun için Pâdişah, bir taraftan gereken tedbirleri

alırken, diğer taraftan da ölçülü bir hareketle Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılacağı uygun

vaktin gelmesini beklemeye koyulmuştu.205

Yunan isyanı esnasında yaşanan gelişmeler, II. Mahmud’un fikirlerinin ne kadar

elzem olduğu kanısının, herkes tarafından anlaşılmasını sağlamıştı. Çünkü İbrahim Paşa

komutasındaki Mısır’ın, düzenli ve talimli “Cihâdiye Askerleri” mutlak bir başarı

204 . Karal, age., V, 144-145. 205 . Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları (Acemi Ocağı ve Yeniçeri Ocağı), Ankara 1988, I, 522.

Page 134: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

125

sağlamışlardı. İşte bu İbrahim Paşa’nın Cihâdiye Askerleri’nin başarısından hemen

sonra Sultan Mahmud, yeni bir ordunun kurulmasına karar verdi.206

Çıkardıkları isyanlarla yeniçeriler artık haddi, haddinden çok aşmışlardı. Onların

başıbozuk durumları ise, haklarında umûmi efkârın “Artık bıçak kemiğe dayandı”

demesine sebep oldu. İşte tam bu esnada Sultan II. Mahmud, beklemekte olduğu

zamanın geldiğini görünce, evvelen orduyu ıslah etmek için harekete geçti. Öncelikle

tersane ve topçu sınıflarının modernleşmesi ile işe başladı. Bu esnada Tophane’de inşa

olunan Nusretiye Camii’nin açılışına katılarak hem maddi hem de manevi bir güçle bu

sınıfları kuvvetlendirip itaat altına almayı düşünüyordu. Böylece yeniçerilerin muhtemel

bir isyanına karşı, koz olarak cevap verebileceği bir zümre meydana getirmiş olacaktı.

Bundan sonra ise esas rüyası olan, Avrupa usulünde modern bir ordu kurma

faaliyetlerine atıldı.

Sadrâzamın başkanlığında toplanan bir mecliste, kanunnâmelere göre

yeniçerilerin, Kanuni Sultan Süleyman devrindeki gibi kışlalarında kalıp talimle meşgul

olmaları gerektiği anlatıldı. Aksi takdirde, Yunan işgalinde olduğu gibi disiplinsiz

hareket ettiklerinde devletin şeref ve haysiyetini zedelemelerinin kaçınılmaz olacağı

ifade edildi.

Pâdişahın emri üzerine, devletin ileri gelenleri bir araya gelerek uzun süren

münazaralardan sonra, Eşkinci adıyla talimli bir asker sınıfının kurulmasını

kararlaştırdılar. Yeniçerilerin bu sınıfa karşı koyma ihtimaline karşı, eskiden yeniçeri

ağalığında bulunmuş olan Boğazlar muhafızı Ağa Hüseyin Paşa’nın tavsiyesi

doğrultusunda önlem alındı. Buna göre ocağın belli başlı şeflerinin para ve hediye

karşılığında Eşkinci sınıfı için destekleri sağlandı. 17 Şevval 1241/25 Mayıs 1826’da

Sadrâzam Mehmed Selim Paşa, Rumeli kazaskeri, İstanbul Müftüsü, Sadâret

Kethüdası*, Defterdâr, Darphâne Nâzırı, Tophâne Nâzırı, Yeniçeri Ağası ve ocağın ileri

gelenleri, devletin iç ve dış durumunu gözden geçirmek üzere Şeyhülislâm Kadızâde

Tahir Efendi’nin evinde toplandılar. Toplantıda bulunan din bilginleri, ayet ve hadisler

206 . Çakın-Orhon, age., III, 69; Öztuna, “II. Mahmud”, Türk Ansiklopedisi, Ankara 1976, XXIII, 167.

Page 135: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

126

ışığında, talim ve modern harp sistemlerinin öğretilmesi zaruretini anlattılar. Böylece

talimli asker yetiştirilmesi yolunda olumsuz fikir beyan edenleri bertaraf etmek ve savaş

eğitiminin kabul görmesini sağlamak için Şeyhülüslâm Kadızâde Tahir Efendi, talimin

vacip olduğuna dair bir fetva verdi. Bu fetva ve yaşanan gelişmeler karşısında Yeniçeri

Ağası Celaleddin Ağa’da “Tahrir-i askere müteahhid olduklarını” beyan etmiştir.

Böylece toplantıda bulunanlar fikir birliğine vardılar. Şeyhülislâmın fetvasını alan

Sultan II. Mahmud’un fermanı ile “Eşkinci Ocağı” adında yeni bir askeri birlik kuruldu

(18 Şevval 1241/25 Mayıs 1826).207

Bu ocağın kuruluş aşamasında özellikle ilmiye zümresinin katılımına ve

kararlarına, ayrıca talim konusunda meydana gelecek olan olumsuzlukların bertaraf

edilmesine ve bu eğitimin geniş çapta kabul görmesi için, uygulanacak talimin “Mısır

Talimi”208 olarak duyulmasına bizatihi özen gösterilmiştir. Toplantıya iştirak eden

ulemâ, talim ve harp fenlerinin öğretilmesi zaruretini ayet ve hadislerle izah

etmişlerdi.209

Bu toplantıda bulunan Yeniçeri Ağası Mehmed Celaleddin Ağa ise,

Yeniçerilerin kendi ocaklarından talimli ve eğitimli asker yazılmasına muvafakat

ettiklerini bildirdi. Bunun üzerine Yeniçeri Ocağı’nın “bütün” denilen elli bir

ortasından ilk etapta yüz ellişerden, 7650 neferin “Eşkinci” adıyla eğitimli asker

yazılmasına karar verildi. İstanbul’da bulunan her tabur bu yeni birlik için yüz ellişer

asker verecekti. Yeniçeri Ağası başta olmak üzere tüm yeniçeriler bu ocağa olur

vermişlerdi.210

207 . Es’ad Efendi, Üss-i Zafer, İstanbul 1293, s. 14. * Kethüda: Bu kelime Farsça’da “ev, köy, taht” anlamındaki “ked” ile “sahip, malik ve efendi” manasına gelen hûda kelimelerinden oluştuğu ileri sürülür. Kethüdanın Osmanlı Türkçesine “kehaya, kâya” şekillerinde geçip halk ağzında “kahya” biçiminde kullanıldığı şeklindeki görüşe rağmen, kahya kelimesinin menşei kesin olarak aydınlanmamıştır. Kethüda tabiri, Osmanlı devlet teşkilatında XV. Yy.dan itibaren “bazı devlet görevlilerinin işlerini yürüten yardımcı” anlamında da kullanılmıştır. Devletin en üst kademesinde görev yapan Sadrazamdan en alt seviyesindekine kadar mülki ve askeri erkândan pek çok görevlinin kethüda unvanını taşıyan yardımcısı bulunmaktaydı. (Geniş bilgi için bk. Mehmet Canatar, “Kethüdâ”, DİA., XXV, 332-334). 208 . Ahmet Cihan, Modernleşme Döneminde Osmanlı Ulemâsı (1770–1876), [yayınlanmamış doktora tezi], İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1994, s. 104. 209 . Turan, age., II, 590. 210 . Cevdet Paşa, Tarih, XII, 150.

Page 136: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

127

“Faal asker” anlamına gelen Eşkinci Ocağı birlikleri Yeniçerilerin aktif kesimini

oluşturacak, eski birlikler ise bir bakıma ihtiyat askeri olarak muhafaza edilecekti.

Kanuna göre bu ocak, ilk etapta her biri yüz elli kişi ihtiva eden, elli bir bölükten

oluşmaktaydı.211

Vezirler, ulemâ ve Yeniçeri Ocağı’nın ileri gelenleri Ağa kapısında toplanarak

verilen kararlar çerçevesinde çalışılacağını beyan eden bir yazı imzaladılar. Buna göre:

1. İstanbul’da bulunan elli bir yeniçeri ortasından, her biri asker olmaya elverişli

yüz elli kişi çıkarılacak

2. Eşkinci sınıfının her odasında, yeniçeri odasındaki kadar subay bulunacak

yani, “Bir çorbacı, bir odabaşı, bir vekilharç, bir bayraktar, bir usta, bir baş

karakollukçu, bir saka”.

3. Subaylar, tayinlerinde yeniçeri ağasına caize vermeyecekler.

4. Yeniçeri ağası vazifesine başlarken Sadrâzama hiçbir para vermeyecek.

5. Eşkincilerin eğitimlerine itina edilecek. Talim, Etmeydanı’nda, subayların

nezareti altında yapılacak. Atış talimi Kâğıthane’de veya Davutpaşa’da yapılacaktı.

Bu vb. daha pek çok maddeyi içeren bu yazı, köklü ve yeni bir düzen vesikası

sayılmazdı. Çünkü Yeniçeri Ocağı’na hiçbir kısıtlama getirilmemişti.

Bu konu ile ilgili ele alınan kanunnâmede, Kanunî dönemi nizâmlarının yeniden

ihyasına değinilirken Yeniçeri Ocağı’na dokunulmayacağı izlenimi verilmişti. Gerçekte

bu yeni kuvvet, III. Selim’in kurduğu Nizâm-ı Cedid’in bir canlandırılışı idi. Ancak

Pâdişah, Eşkinci Ocağı’nı kurarken, reform ve reformculara hiçbir atıfta bulunmamaya

ihtimam göstermişti. Yumuşak bir üslupla, Kanunî Sultan Süleyman’ın askeri düzenine

211 . Bilgi için bk. Ebubekir Bagader, Modern Çağda Ulemâ, trc. Osman Bayraktar, İstanbul 1991, s. 33–35.

Page 137: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

128

ve o parlak günlere yeniden dönülmek istediğini ifade etmiştir. Ayrıca bu yeni kuvvetin

Hıristiyan veya yabancılar tarafından değil, sadece modern askerî yöntemleri bilen

Müslüman subaylar tarafından eğitileceğini söylemiştir.212 Cevdet Paşa’nın, “Eşkinci

Tahriri” başlığı altında teferruatıyla anlatmış olduğu bu konunun bir kısmı şöyledir.

Eşkinci Tahrîri:

“Hayli müddeten beri devletçe asâkir-i muallem tertibi musammem olup hatta

Sultan Mahmud Hân-ı Evvel hazretleri buna mukaddem olmak üzere (Usûlü’l-

Hıkem fi Nizâmi’l-Ümem) nâm risâlenin tab’ ve neşrini irade buyurmuş ve

İtalyan lisanından fenn-i harbe dair bazı resâili tercüme ettirmiş idi. Ba’dehu

Sultan Mustafa Hân-ı Sâlis hazretleri, asâkir-i mualleme tertibine dair lazım

gelen layıhaları kaleme aldırmış ve Tophanece bazı ıslahata teşebbüs buyurmuş

olduğu halde Rusya seferi zuhur etmekle tasmîmâtını fiile getirmeğe muvaffak

olamamıştır. Sultan Abdülhamid Hân hazretlerinin asrında dahi Sür’at

Topçuları’nın teksirine himmet olunduysa da maksad-ı aslî olan asâkîr-i

mualleme tertibi mevki-i icraya konulamamıştır. Çünkü askerin taht-ı intizama

alınması, yeniçeri zabitânının menafi-i şahsiyelerine dokunup neferatını ise hayru

şerri fark edemez mâkuleden olmalarıyla tanzim-i askere teşebbüs olunduğu gibi

bir fitne çıkaracakları dergâr olduğundan buna cesaret olunamamıştır. Muahharan

Sultan Selim-i Sâlis hazretlerinin asrında Nizâm-ı Cedid askerleri tertip

olunduysa da ma’hud vak’a-i Selimiyye üzerine ilga edildi. Ve müteakiben

Alemdar Paşa sadâretinde sekbân nâmıyla asâkir-i mualleme tanzim olunduysa

da yine yeniçerilerin isyanı üzerine kaldırıldı. Hâlbuki muallem ve muntazam

asker yapılmadıkça serhadâtin muhafazası şöyle dursun asâyiş-i dâhiliyyenin

vikayesi bile kabil olamayacağı ve bu kerre Mora’da asâkir-i muallemenin

muhsenâtı herkesin indinde tebeyyün ederek bu babda kimesnenin bir diyeceği

kalmayıp hemen tanzim-i askere niyet olundu. Ve eğer ki, yeniçeri zorbalarının

yine muhalefetleri vârîd-i hatır ise de Ağa Hüseyin Paşa’nın yeniçeri ağalığından

beri zorba gürûhun haylice birunları kırılmış ve kimi birer me’mûriyetle taşralara

i’zam ve kimi nefyü idam edilmiş olduğuna ve gulûb-i âmme yeniçerilerden

212 . Bu konuda geniş bilgi için bk. Es’ad Efendi, Üss-i Zafer, s. 6–22; Cevdet Paşa, Tarih, XII, 143–153; Mahmud Şevket, Osmanlı Teşkilat ve Kıyafet-i Askeriyesi, İstanbul 1325, II, 6–7; Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, I, 532-547; Lewis, age., s. 80; Karal, age., V, 145-146.

Page 138: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

129

müteneffir bulunduğuna nazaran nizâmât-ı matlubenin icrasına isti’dâd-ı tâm

gelmiş ve üç-beş aydan beri ulemâ ve rical-i devlet meyânelerinde nihâni

müzâkere ve müşâvere olunarak Mısır’da yapıldığı gibi burada dahi asâkir-i

mualleme tertibine bilittifak karar verilmiş idi. Şöyleki: Sûret-i icrası ibtidâ Ağa

Hiseyin Paşa’dan sorulduk da (Yeniçerilerin hali ma’lum. Büyüklerini her ne hal

ise ilzam ve küçüklerini râm etmek mümkün ise de bu iki sınıfın ortasında

bulunan ve esâmî akçesinden istifadeye me’luf olup mütevelli ve aşçı usta ve

haseki ortrağı denilen müftihevaran halkı kabul etmeyip esâfili isyana teşvik ve

tahrik etmeleri muhtemeldir. Bunlar ise eşhas-ı ma’dûdeden ibaret oldukları

halde sözleri yalnız İstanbul’daki kışlalarında câri olur. Bu makûle müfsitler

defaten idam olunmakdan başka çare yoktur.) diye cevap verilmişdi. Hüseyin

Paşa’nın re’yi en kestirme bir yol ise de ihtimal üzerine bir hayli küssâni idam

edivermek adl-ü hakkaniyete muvafık görülmeyup kimesnenin bir diyeceği

kalmamak üzere kendilerine uslub-u hâkimâne ile doğru yol gösterilip de kabul

ederler ise febihâ ve illâ haklarında muâmele-i lâzime icra olunmak sûreti tercih

kılındı.”213

Bu yeni ocağı tüm halka mal edebilmek için büyük bir istekle çalışıldı. Birkaç

gün içinde bu ocağa beş yüz kişi iştirak etti. 6 Zilkâ’de 1241/12 Haziran 1826’da ise

fiili talime başlanıldı. Ancak aynı gün içinde İstanbul kahvelerinde talimlere karşı bir

küfür propagandası başladı. Ulemânın fetvasına rağmen yapılan iş, kâfirleri taklit

sayıldı. Nizam-ı Cedid’in kurulmakta olduğu, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılacağı sözleri

yayılmaya başlandı. Oysaki Yeniçeriler, destek vermeye söz vermişlerdi. Vermiş

oldukları bu sözlerini Cevdet Paşa şöyle nakletmiştir. “Ba’dehu, İstanbul kadısı ve

mevâli ve müderrisin ve meşayih Bâbıâli’den alay ile ağa kapısına gönderildi. Bütün

ocaklı saf beste-i kıyam oldukları halde fetvay-ı şerife ve hüccet-i şer’iyye ve layıha

kıraat ettirildi. Bazı müderrisin tarafından ta’lim-i funun-i harbiyye maslahat-ı

meşruasına dair sözler irad olunduktan sonra Yeniçeri ağası Celaleddin Ağa, ‘İşte fetva

ve ittifak-ı ulemâ ile üzerimize cenk ta’limi vacip olup pâdişahımızın ferman-ı

hümâyûnu dahi bu merkezdedir. Ne dersiniz? Taahhüdünüzü ba-takrir Bâbıâlî’ye arz

edeceğim.’ Diyerek tekrar be-tekrar ocaklıdan istifsar ettikte saff-ı evvel cemaatında

duran bölük ağaları ve ocak ihtiyarlarından bazıları ‘sem’an ve taaten’ deyip diğerleri 213 . Cevdet Paşa, Tarih, XII, 146–147.

Page 139: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

130

dahi onlara tabi olmakla zeyl-i hüccetin orada bulunan ocaklı tarafından dahi temhir için

Es’ad Efendi kul kethüdasının odasına gönderildi. Orada müntazır olan Turnacıbaşılar

ve ocak imamı ve serbölük ve odabaşı ve mütevelliler ‘kanımızla mühürleriz’ diyerek

isimlerini zeyl-i hüccete tahrir ile temhir eylediler. Sair ocaklı dahi kemâl-ı şâvk ve

hahiş ile birbirlerinin ensesine basarak mühürlediler.”214 İşte bu söze rağmen, takriben

bir ay, yani eğitime başladıktan dört gün sonra Yeniçeriler son kez olmak üzere

kazanlarını Etmeydanı’na çıkararak ayaklandılar (9 Zilka’de 1241/15 Haziran 1826).

“Biz gâvur talimini kabul etmeyiz, keçeye kılıç çalar, testiye kurşun atarız” şeklinde

sözler sarf etmeye başlamışlardı. Eskiden kullandıkları taktiğin aynısını uygulayarak

münâdiler çıkardılar. Bunlar mahalle mahalle dolaşıp, Sadrâzamın, yeniçeri ağasının ve

Ağa Hüseyin Paşa’nın öldürüldüğünü ilan ederek halkı Etmeydanı’nda toplamaya

gayret ettiler. Her zaman olduğu gibi sucular, hamallar ve başıboş serseriler oraya

koşuştular. Sadrâzamın konağı ve Mısır Paşası Kethüdası’nın köşkü yağmalanmak

suretiyle korkutma ve yağma olayları başlamış oldu. Ne yaptığından habersiz olan bu

başıboş insan yığını, bir taraftan da talim için fetva vermiş olan ulemâya hem hakaretler

hem de tehditler savuruyordu.215

II. Vak’a-i Hayriyye (Yeniçeri Ocağı’nın Kaldırılışı)

Hiç şüphe yok ki, XIX. Osmanlı Tarihi’nin en mühim olaylarından biri Yeniçeri

Ocağı’nın kaldırılmasıdır. Elbetteki bu hiç kolay olmamıştır. II. Mahmud’un yıllarca

süren sabrı neticesinde gaile haline gelen bu ocağı ortadan kaldırılmıştı. Yeniçeri

Ocağı’nın kuruluşuna baktığımızda, dualarla kurulmuş ve asırlar boyu Osmanlı’nın

sancağını kıtalara taşımıştı. Hulâsa devletin gurur kaynağı oldukları aşikârdır. Ne

yazıkki zaman içerisinde bu ocak suiistimallere maruz kalmış, vatana ihanet edenlerin

her türlü hile ve desiselerinin odağı olmuştu. Haliyle, Devlet-i Alîyye’nin en kuvvetli

kolu etkisiz hale getirilmiş, tüm çabalara rağmen de bir türlü disiplin altına

alınamamıştı.

214 . Cevdet Paşa, Tarih, XII, 150’den naklen Z. Kazıcı, İslâm Tarihi, XIII, 434–435. 215. Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Aksun, age., III, 175-176; Karal, age., V, 147.

Page 140: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

131

Yeniçeriler, 1807’de III. Selim’in Nizâm-ı Cedid’ini, 1808’de de Alemdâr

Mustafa Paşa’nın Sekbân-ı Cedid’ini, henüz oluşum aşamasında iken yaptıkları

ihtilallerle yok ederek kendilerinden korkulu bir şekilde söz ettirmeye başladılar. Bu

isyanlarda başarılı olmaları onların şımarıklığını daha da katmerleştirmişti.

Osmanlı Devleti, devamlı bir ordu olmak üzere Yeniçeri Ocağı’nı kurduktan

ancak bir asır sonra, Avrupalılar da müdâvim ordunun önemini anlayıp benzerini

kurmuşlardı. Öyleki, Osmanlı’nın belkemiği olan Yeniçeri ordusu ilk dönemlerinde

dünyanın en mükemmel ordusu haline getirilmişti. Osmanlı, hudutlarını Rusya,

Lehistan, Macar ovaları, Viyana ve Venedik önleri ile İran, Arabistan ve Mısır çöllerine

kadar bu ordu sayesinde ulaştırmıştı.

Bu ocağın kuruluş sebebi, mevcut askerin azlığına rağmen, fetihlerin çoğalıp

sınırların genişlemesi ve eldeki askerinde bu sınırları koruyamaz duruma gelmesiydi.

Dolayısıyla hem Rumeli’yi elde tutabilmek hem de yeni fetihlerde bulunabilmek için

Hükümdârın emri komutasında devamlı bir askeri birliğe ihtiyaç vardı. Yeni esirlerden

istifade etme sistemiyle, benzer teşkilatların daha önceki Müslüman ve Müslüman Türk

devletlerinde olduğu görülür.

Piyade birliği olan Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşu tam kesin olarak tespit

edilememekle birlikte, Murat Hüdavendigâr zamanında, XIV. Asrın son yarısı içinde

yani 1362 yılında kurulduğu en kuvvetli ihtimaldir. Türkçe asker anlamında olan “çeri”

ile “yeni” kelimelerinin bir araya gelmesiyle meydana gelen bu terim, Osmanlı

Devleti’nin merkezinde ve hükümdara bağlı bulunan yaya askerine mahsus özel bir

terim haline gelmiştir.216

Yeniçerilere, Hacı Bektaş-ı Veli ile hiçbir alakası olmadığı halde, her nedense

zaman içerisinde bu tarikata izafe edilerek “Tâife-i Bektaşiyye”, ocağa da “Bektaşi

Ocağı” denilmeye başlanmıştır.217

216 . Âşık Paşazâde, Tarih, İstanbul 1332, s. 204–206; Uzunçarşılı, Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, Ankara 1970, s. 100–102, 414–415. 217 . Z. Kazıcı, İslâm Tarihi, İstanbul 1995, X, 359–362.

Page 141: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

132

Kaldırılışı bile devlete, varlığından daha çok zarar veren Yeniçeri Ocağı’nın

Osmanlı Ordusu içindeki konumuna bakacak olursak; Osmanlı Ordusu, “Yerlikulu

Askeri” ve “Kapıkulu Askeri” olmak üzere iki temel askerî müesseseden meydana

gelmiştir. Yerlikulu Askeri, devletin Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarındaki uzak

eyaletlerinin çıkardığı askerlerdir. Hepsi atlı olup, tarihimizde “Tımarlı Sipahiler” diye

anılmaktadırlar.218 Osmanlı Ordusu’nun ikinci büyük temel taşını da Kapıkulu Askerleri

oluşturur. Bunlar küçük yaştan itibaren askerliği meslek edinmiş, daima silâhaltında

olan ve devlet hazinesinden doğrudan maaş alan kimseler olup, Deniz Asker Ocağı

(Tersane Ocağı), Atlı Asker Ocağı (Sipahioğlanları Ocağı) ve Yaya Asker Ocakları

olmak üzere üç büyük sınıfa ayrılırlar.

Yaya Asker Ocakları da altı ocaktan meydana gelir. İşte Yeniçeri Ocağı, bu altı

ocaktan birisidir. Diğer beşi ise şunlardır.

1. Sakalar ocağı: Ordunun su ihtiyacını karşılarlar. Ellerinde mufassal su

kaynakları haritaları mevcuttur.

2. Kumbaracı Ocağı: Kale muhasaralarında topların yıkamadığı kale

duvarlarını havaya uçurmakla görevlidirler. Lağımcılar bu ocağın ihtisas şubesidir.

3. Toparabacılar Ocağı: Bilfiil top atışları yapan askerlerden oluşur.

4. Topçu Ocağı: Tophanede topları döken teknisyen askerlerdir. Bazen büyük

topları cenk yerinde döktükleri de oluyordu.

5. Cebeciler Ocağı: Ordunun bütün silahlarını, cephanesini ve diğer savaş

aletlerini sulh devrinde hazırlayan, muhafaza eden, ordu sefere çıkarken onları muharip

218 . Reşat Ekrem Koçu, Yeniçeriler, İstanbul 1964, s. 57.

Page 142: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

133

kıtaların yanı sıra sevk ve idare eden askerlerdir. Bunlar ihtiyaç olduğu durumlarda yaya

olarak da savaş saflarına müdahil oluyorlardı.219

Bütün Yeniçeriler 196 tabur askerden müteşekkildir. Ocak ıstılahında tabura

“orta” denilir. Ayrıca Yeniçeriler, “Cemaatliler”,* “Bölüklüler”,* ve “Sekbânlar”

şeklinde üç büyük sınıfa ayrılıyorlardı. 196 ortanın 101’i cemaatli, 61’i bölüklü, 36’sı

da Sekbân Ortaları idi. 31 Bölüklü ortası, İstanbul’da şehir muhafızı olarak bulunurdu.

Bölüklerin geriye kalan 30 ortası devletin iç vilayetlerinin kalelerine dağıtılmışlardı.220

Buna ilaveten, Yeniçeri Ocağı’nın kurulması fikrini ilk defa ortaya atan Karamanlı

Molla Rüstem’dir.221 Reşat Ekrem Koçu’ya göre Yeniçerilerin, fütuhat zarureti ile

birlikte asıl kuruluş sebebi, Osmanoğulları Hânedânı’nın mutlakıyet idaresini

korumaktı.222

Uzak diyarlardan devşirilen, tam bir Müslüman Türk terbiyesi ile yetiştirilen ve

kendilerini Pâdişahın kulları bilen, Avrupa’yı Niğbolu’da demir bir balyozla titreten

Yeniçerilerdeki bu güç ve kuvvet âdeta et ve kemiğe bürünmüştü. Onlar tam üç asır

boyunca bütün cihana meydan okudular. Düşmanları, bir deprem gibi titreterek

yüreklerine korku saldılar. Onların, hep beraber ağızlarından çıkan şu gülbang* dine,

devlete ve millete ne kadar sâdık ve bağlı olduklarının en bariz göstergesiydi.

“Allah Allah İllellah

219 . Koçu. age., s. 59-60. * Cemaat Ortaları: Yeniçeri ocağını teşkil eden ortaların 1–101 adedinin aldığı unvandır. “Yaybeyler” de denilirdi. Cemaat ortalarında hudut muhafazasına memur olanlar da vardı. Cemaat ortalarından 60, 61, 62 ve 63. ortalar, padişah maiyetinde kullanılır ve kendilerine “solak” denirdi. Bunlar “üsküf” denilen külah ve yeşil kadifeden elbise giyerlerdi. Amirlerine, “solak beyi” namı verilmişti. (Pakalın, age., I, 276). * Bölüklüler: Yeniçeri teşkilatında kullanılan bir tabirdi. İlk teşkilinde bin neferden ibaret olan yeniçeriler, tedricen artarak Kanuni Sultan Süleyman devrinde 165 ortaya çıkarılmış, sonraları ise bu miktar 196’ya kadar yükselmişti. Bu 196 ortadan, 1–61 ortaya “ağa bölükleri”, 1–101 ortaya “cemaat”, 1–31 ortaya da “sekban bölükleri” namı verilmişti. Bunlardan ağa bölüklerine sadece “bölüklüler” de denilirdi. (Pakalın, age., I, 243). 220 . Koçu. age., s.60-61. 221 . Koçu. age., s. 15. 222 . Koçu, age., s. 10. * Gülbang: Yeniçerilerce mürettep birtakım dualara verilen addır. Yeniçerilerde bu dualar ağızdan yapıldığı gibi kâğıtlar üzerine de yazılırdı. Kamus-i Osmanî’de: Bazı merasimin icrası sırasında eşhas-ı müteaddide taraflarından dua veya alkış tarzında hep bir ağızdan çıkarılan yüksek, dik ses. (Pakalın, age., 683-685).

Page 143: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

134

Baş uryan, sine püryan, kılıç alkan

Bu meydanda nice başlar kesilir hiç olmaz soran

Eyvallah Eyvallah

Kahrımız, kılıcımız düşmana ziyan

Kulluğumuz Pâdişaha âyân

Üçler, Yediler, Kırklar

Gülbang-ı Muhammedî, Nur-i Nebî, Kerem-i Âlî

Pirimiz, Sultanımız Hacı Bektaş-ı Veli

Demine devranına hû diyelim

Huuuuu!”223

Yeniçeriler ihtişamlı günlerinde bazen beş altı ay bazen de bir buçuk yıl süren

yürüyüşler gerçekleştirerek Osmanlı Tarihi’ne İstanbul’un fethi, Varna, II. Kosova,

Otlukbeli, Mercidabık, Ridaniye, Belgrat ve Mohaç gibi pek çok şanlı zaferler yazdılar.

Osmanlının yaya yürüyen neferleri olan Yeniçeriler, bir ülke üzerine yürüyüşe

geçtiklerinde, etrafa zelzele olurcasına korku salarlardı. Batıda Viyana’dan, doğuda

Bağdat, Revan ve Tebriz’e kadar, kuzeyde Rusya bozkırlarından, güneyde Halep, Şam,

Sina Çölü ve Kahire’ye kadar yürüdüler. Böylece Türk ve dünya tarihine, eşi benzeri

görülmemiş zaferler kazanarak geçtiler.

Peki, vaktiyle olan disiplin, itaat ve buna dayalı olarak ortaya çıkan gücünü

anlatmaya çalıştığımız ve yüzyıllarca cepheden cepheye, başarıdan başarıya koşan bu

muhteşem ordu niçin, ne zaman ve hangi sebeplerden dolayı eski ihtişamını kaybetmeye

başladı? Oysaki Avrupa devletlerince XVII. Yüzyılın sonlarına kadar “Yenilmez bir

güç” olarak telakki edilen Yeniçeri Ordusu, tarihinde ilk kez 1699 Viyana bozgununda

mağlubiyetle tanışmıştı. Aslına bakılacak olursa bu mağlubiyet gerek Avrupa’da olsun

gerekse Yeniçeri Ocağı’nda bazı şeylerin değişmekte olduğunun ilk işaretiydi. Bu işaret

iyi yorumlanmadığı ve gereken tedbir alınmadığı için müteakip yıllarda benzer

yenilgiler artarak devam etmiştir.

223 . Z. Kazıcı, İslâm Tarihi, XIII, 436–437.

Page 144: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

135

XVIII. ve XIX. Asırlarda Yeniçeriler, artık ülkeler fetheden neferler değil de

ülkeler kaybettiren neferler durumuna düşmüşlerdi. İlginç olan ise bu asırlarda

Yeniçerilerin, askerî güçlerine paralel olarak dinî ve ahlakî güçlerini de kaybetmeye

başlamış olmalarıdır. Nitekim bir zamanlar savaşa giderken yoldaki üzüm bağından

yedikleri üzümlerin parasını asma dallarına asanlar, artık tanınmaz hale gelmişlerdi.

Hak ve hukuka bu derece riayet edenlere ne oldu da İstanbul’u haraca bağlayarak, şanlı

tarihlerini âdeta mahvettiler? İstanbul limanları Yeniçeri bölüklerince paylaşılmıştı.

Tüccarlar canlarına ve mallarına bir zarar gelmemesi için Yeniçeri bölüklerine, gemi

başına 70–80 kuruş haraç veriyorlardı. Müslüman olsun olmasın durum değişmiyordu.

Zorbalıkları gün geçtikçe daha da artıyordu. Kabadayılık, sarkıntılık, kavga, odalar arası

savaş, esnaf ve işçileri kesime bağlama, inşaatlara ve tüccar gemilerine balta asma,

ağalarını öldürme ve akla hayale gelmeyen daha pek çok işkence ve zulmü işlemekten

geri kalmıyorlardı. Neredeyse devlete ve millete düşmanının dahi yapmayacağı zülüm

ve hainliği yapmaya başlamışlardı. Gözleri dönmüş bu çete güruhu artık kendi

çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeyen bir tehdit merkezi haline gelmişti.224

İşin aslına bakacak olursak bazı kimseler menfaatleri uğruna yeniçerileri

kullanmaktaydılar. İktidar olabilmekte, iktidarda kalabilmekte maalesef yeniçerilerin

oluruna kalmıştı. Her ne kadar dirayetli de olsa, hiçbir Hükümdâr ve Sadrâzam

yeniçerileri ezerek köklü reform yapamıyordu. Onların muhalefeti sebebiyle III.

Mustafa, I. Abdülhamid ve III. Selim’in askerî reformları başarısızlıkla neticelenmişti.

Kendilerinin ıslah edilmesine razı olmadıkları gibi yeni bir ocağın kurulmasına da izin

vermiyorlardı. Devlet içinde devlet gibi hareket ederek bir çıbanbaşı belası olmuşlardı.

Şimdi gelelim esas sorumuzun cevabına. Böyle ihtişamlı bir ocak nasıl oldu da

bu hale geldi? İlk ve en önemli sebep olarak, III. Murad (1574–1595)’ın, Şehzâdesi

Mehmed için tertip ettiği sünnet düğününe katılan ve çeşitli hünerler göstererek

hükümdârın teveccühünü kazanan, bazı kimselerin Yeniçeri Kanunu’na aykırı olarak

224 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Ahmed Lütfi, Tarih-i Lütfi, I, 136–137; Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, I, 477–521; Mehmet Ali Beyhan, “Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı Üzerine Bazı Düşünceler” Osmanlı, Ankara 1999, VII, 259–263.

Page 145: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

136

ocağa alınması gösterilmektedir. Bu usulsüz icraat, tüm Yeniçerilerin üzerinde olumsuz

tesir meydana getirmiştir. Üstelik bu kimseler, Ocaktan gelmedikleri gibi devşirmelikle

de hiçbir ilgisi olmayan şahıslardı.

Yine bazı savaşlarda eksilen kadroların yerine, devşirmeler yetersiz kalınca

yabancıların alınması, bu bozulmada etkili olan bir başka faktördür. Koçi Bey,

risâlesinde bu durumu şöyle dile getirmiştir. “Ahval bilmez, zaman görmemiş, âlemin

acısını tatlısını çekmemiş, nice tazeleri yerlerine getirip ocağı harab ve yebab ettiler.

Her zümreye adı geçen tarihten (1030/1620) milleti ve mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı,

Türk, Çingene, Tatar, Kürt, ecnebi, Laz, Yörük, katırcı, deveci, hamal, ağdacı, yol

kesen, yan kesici ve diğer çeşitli kimseler katılıp usul ve kâideler bozuldu. Kanun ve

kaide kalktı. O cihetten kötülük, kavga, fitne ve fesat âlemden eksik olmayıp düzen

bozuldu.”225 Koçi Bey’in bu ifadeleri aslında meselenin kökeninde yatan sebepleri

özetler durumdadır. Yeniçeriler bu şekilde, devlet ve milletin başına bela oldular. Artık

onlar, doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin ve azlettiren, hatta Pâdişahları

tahttan indiren ve tahta çıkaran silahlı bir çete haline dönüşmüşlerdi.

Mustafa Nuri Paşa, Yeniçerilerin bozulmalarını, şu ifadelerle aktarır. “Ber vech-

i muharrer ocağın nizâmı bozulduktan ve terbiyesiz eclâf ile dolduktan sonra,

müntesibîn gürûhu, efendilerinin yanlarında oturur ve bir fırkası dahi alış veriş ile

meşgûl olur oldu. Bundan hâsıl olan mazarrât pek çok ise de en müessirleri Asâkir-i

Muntazama-i Osmanîyye’nin giderek derindi bir asker hükmüne intisâb eylemesi ve

ulûfelerine hazîne-i devlet tâkat getürememekle envâ’ mekârihe mecbûriyet hâsıl olması

ve daha fenâsı devşirme usûlünün metrûkiyetini netîce vermesi kaziyyeleridir. Çünki

ulûfe-hâr olan Kapıkulu Ocakları def’aten birer misli tezâyüd edüb bir taraftan dahi

eclâf-ı ahâlî, silk-i askerîye girmeye çalışmakda olduklarından hâzîne-i devleti vikâye

maksadıyla Sadr-ı a’zamlar içün en büyük memdûhiyyet taklîl-i askere muvaffak olmak

ve en ziyâde medhûliyyet teksîr-i neferâta müsâ’ade göstermek maddeleri olmağla

tabîatıyla devşirme usûlünden istiğnâ hâsıl olmuşdur.”226

225 . Daha geniş bilgi için bk. Koçi Bey, Risâle, nşr. Zuhuri Danışman, İstanbul 1972, s. 41–45. 226 . M. Nuri Paşa, Netâyicü’l-Vukuât, I, 141.

Page 146: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

137

Yeniçeri Ocağı’nın çöküşünü hazırlayan önemli etkenlerden bir tanesi de,

Avrupa’da düzenli ve eğitimli orduların kurulmasıydı. Nitekim Sultan III. Selim’e

“Nizâm-ı Devlet”e dair sunulan lâyihalardaki izahata göre, Kanunî dönemine kadar

Osmanlı coğrafyasına yakın olan devletlerin düzenli orduları mevcut değildi. Bu

devletlerin, yaz aylarında geçici olarak topladıkları askerler, kış şartları gelince ikamet

ettikleri şehirlere giderek normal işleriyle meşgul oluyorlardı. Bir bakıma, Kanuni

Sultan Süleyman’ın yeniçeri ocak nizâmını, kendilerine model alarak düzenli ordular

kurduklarını söyleyebiliriz.

Dâimi ve düzenli bir ordu teşkiline ilk defa Avusturya başlamıştı. Onlar,

yeniçerilerin savaşlarda uygulamış oldukları taktikleri geliştirerek, özellikle ateşli ve

barutlu silahlara ağırlık vermişlerdi. Savaş teknik ve taktiklerine yönelik olarak eserler

yazdılar. Bu eserler sayesinde, kol gücüne dayalı klasik savaş taktikleri, yerini daha

modern taktiklere bırakmaya başlamıştı. Bu yenilikler hızlıca Avrupa’da yayılmaya

başladı. Yeniçeriler ise, bu yeniliklere karşı “frenk âdeti” diyerek ilgisiz kaldılar. XVIII.

asrın ikinci yarısında aldıkları mağlubiyetlere rağmen, gururlarını ön plana çıkararak bu

gelişmelere sırt çevirdiler. Oysaki Mora harbi, düzenli bir ordunun ne işler

yapabileceğini açıkça ortaya koymuştu. Ancak sebep her ne olursa olsun, yeniçeriler:

“Biz talim istemeyiz, kadim usulümüzden şaşmayız, testiye tüfek atar, keçeye kılıç

çalarız” sözünü söyleyip başka bir şey istemiyorlardı. Bu sebeple, yapılmak istenen

reformların önünde kemikleşmiş bir engel oluşturuyorlardı.

Kabakçı Mustafa isyanı sonucu III. Selim’in tahttan indirilip öldürülmesi ve

Alemdâr Mustafa Paşa’nın da öldürülmesi gibi olaylar, Yeniçeri Ocağı’nın bizatihi

devlet için ne kadar büyük bir tehlike oluşturduğu gerçeğinin en bariz gösterisiydi.

Ocak, devletle pazarlık edecek derecede siyasî bir hüviyet kazanmıştı. Haliyle bu

durum, devletin varlığı, bağımsızlığı ve politik geleceği açısından büyük bir tehlike arz

ediyordu. Eşkinci Ocağı’nın kurulmasına müteakip yeniçeriler, bardağın son damlasını

taşırırcasına yapmış oldukları davranışlar üzerine, o tarihe kadar ocağın ıslah

edilebileceğinden ümitli olanlar bile ümitlerini yitirmişlerdi. Umum halk ile beraber,

onlarda artık ocağın ilga edilmesi düşüncesini destekliyorlardı.

Page 147: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

138

Tüm bu gelişmeler üzerine, Sadrâzam, Şeyhülislâm ve diğer ileri gelen devlet

adamları sarayda bir araya geldiler. Sadrâzam; topçu, kumbaracı, arabacı ve tersane

ocaklarına, Şeyhülislâm da; müderrislere, şeyhlere ve talebe-i ulemâya saraya gelmeleri

için haber gönderdiler. Herkes kendi taraftarlarını toplamaya çalışırken bir taraftan da

ocak ile saray arasında müzakereler başlamıştı.

Âsiler saraya şöyle haber gönderiyorlardı: “Biz bu talimi istemiyoruz. Eski

usulümüz, testiye kurşun atmak, keçeye pala çalmaktır. Bu usule bağlı kalmak istiyoruz.

Talim işini kararlaştırmış olanların başları muradımızdır.”

Saray ise, Sadrâzamın ifadesiyle, hem ikna edici hem de sert bir üslupla, şu

şekilde karşılık vermiştir: “Yeni talim sistemi şeriata, akla ve mantığa uygundur.

Herkesin söz birliği ve ulemânın müsaadesi ile kabul edildi. İmparatorluğun menfaati ve

şerefi bu talimin yapılmasını emretmektedir. Buna karşı gelmek devlete isyan etmekten

başka bir şey değildir. Âsileri kahretmeye kâdiriz ve hazırız.”

Bu cevap karşısında çılgına dönen âsiler, cinayetler işlemeye başladılar. Pâdişah,

Beşiktaş’tan Topkapı’ya gelerek Sadrâzam ve devlet adamlarını huzura kabul ettikten

sonra savaş kararlarını görüşmeye başladılar. Sultan II. Mahmud’un şu sözleri ne kadar

azimli ve kararlı olduğunu ifade etmektedir.

“Tahta çıktığımdan beri Allah’ın yardımıyla, din ve devletime hizmet etmek için

nasıl çalıştığımı hepiniz biliyorsunuz. Yeniçerilerin ihtilallerle tahtıma saldırışlarını da

biliyorsunuz. Ben kan dökülmesini önlemek için suçlarını bağışladıktan başka, onlara

her türlü iyilikler yaptım. Son zamanlarda talim yapılmasını kabul ettiklerini gösteren

bir mukavele imzaladılar. Şimdi bu imzalarını çiğniyorlar. Hâlbuki mukavele, din ve

devlet adamlarım tarafından da tasdik edilmişti. Yeniçerilerin bu hareketleri ve şimdiki

istekleri Pâdişahlarına karşı bir isyan değil midir? Bu âsileri cezalandırmak ve isyanı

bastırmak için şeriatımızın gösterdiği yol nedir?” Onun bu sözlerine, ulemâ şu ayetle

mukabelede bulunmuştur: “Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa

aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar

saldıran tarafla savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte)

Page 148: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

139

adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah (cc.), âdil davrananları sever.* Ayet-i Kerime’sini,

fetva takip ettikten sonra hazır bulunanlar: Kararımız Pâdişahımız efendimizin uğrunda

savaşmak ve ölmektir. Allah büyüktür ve doğruların yardımcısıdır.” dediler.

Bunun üzerine Sadrâzam, Pâdişahtan Sancak-ı Şerif’in çıkarılmasını rica edince

Sultan II. Mahmud biraz duraksadı. Herkes heyecanlı bir bekleyiş içindeydi. Bu esnada

ulemâdan Abdurrahman Efendi elindeki tespihi yere vurarak şöyle bağırdı. “Bu din ve

devletin devam ve bekası murad-ı ilahi ise, o habisleri mahvederiz. Değil ise, bu din ve

devlet yolunda mahvolup gideriz. Daha ne olmak ihtimali kaldı?” Bu sözler herkesi

duygulandırdı ve Sultan Mahmud, yaşlı gözleriyle Sancak-ı Şerif’i çıkararak Sadrâzama

verdi. Münâdiler, bu olayı İstanbul’un her tarafına duyurarak İslam olanlarını sancak

altında toplanmaya davet ettiler.227

Sonuçta, ulemâ dâhil devletin zirvesinde bulunan herkes Yeniçeri Ocağı’nın

kaldırılması yönünde ittifakla karar almıştı. Yeniçerilerin zulmünden yaka silkeleyen

İstanbul halkı da, verilen bu ilga kararını desteklediğini, açılan “sancak-ı şerif” altına

akın akın gelmekle gösteriyordu.

Tüm bu gelişmelerden önce, Eşkinci Ocağı’nın kurulmasıyla yeniçerilere son bir

fırsat daha verilmiş olunuyordu. Ancak onlar, bu son fırsatı da teperek 9 Zilka’de

1241/15 Haziran 1826 tarihinde güneş battıktan sonra son bir kez daha olmak üzere

kazan kaldırmışlardı. Daha sonra, gece yarısı etrafa kurşun sıkarak ağa kapısına doğru

harekete geçtiler. Maksatları, Yeniçeri Ağası Celaleddin Ağa’yı gafil bir şekilde

yakalayıp öldürmekti. Fakat bunda muvaffak olamadılar. Bunun üzerine, talim ve

eğitim fikrini kabul etmiş olan tüm devlet adamlarının konaklarına doğru harekete

geçtiler. Bu esnada, Sultan II. Mahmud Beşiktaş sarayında bulunuyordu. Sadrâzam son

gelişmelerden kendisini haberdar edince, acele saltanat kayığına binerek Topkapı

Sarayı’na geçti. Burada toplantı halinde bulunan devlet erkânı, Pâdişahı karşıladıktan

sonra alınması gereken tedbirleri görüşmeye başlamışlardı. Pâdişah, önce Sadrâzam ile

Şeyhülislâmı kabul etmiş. Sonra da ulemâ ile devletin diğer erkânını huzura kabul

* Kur’an, el-Hucurât, 9. 227 . Karal, age., V, 147-148.

Page 149: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

140

ederek gayet beliğ ve hararetli bir dille, memleketin selameti için son çarenin, ocağın

kaldırılması olduğuna işaret eden şu sorusunu sormuştur.

“İbtida-i cülusumdan beri ıslahatlarına himmetle, kusurlarına ve günahlarına

bakmayup enva-ı lütfuma şâyan eylemiş ve bu defaki talim-i asker emr-i meşruuna

rızalarıyla şürû’ olunmuşken bu kere tasaddi ettikleri hareket-i bağiyâneleri hakkında

muktezayı şer-i şerif ne vech iledir?”228 Bu soru üzerine, Kuran’ın emri gereğince

öldürülmelerine fetva verildi.

Görüldüğü üzere meşveret-i amme toplantısından Yeniçeri Ocağı’nın

kaldırılmasına yönelik karar ittifakla çıkmıştır. Ancak Pâdişah, yine de kan dökülmesini

istemediği için bir tereddüt geçirmişti. Kürt Abdurrahman Efendi’nin celadetle ileri

atılarak, devletin bekası Allah’ın muradı ise, eşkıyanın mahvedileceğini veyahutta hep

beraber yok olup gideceklerini söylerken sert bir hareketle yumruğunu yere vurmuştu.

Bu sert hareketi üzerine elindeki tespih taneleri koparak dağılmıştı. Onun bu âni çıkışı,

sessiz bir bekleyiş içinde olan kalabalığa büyük bir şok dalgası yaparak kıvılcım

olmuştu. Böylece yeniçeriler, taraftarlarını et meydanına davet ederken, hükümet de

halkı sancak-ı şerif altına çağırıyordu. Nitekim üç bin civarında medrese talebesi ile

halk, akın akın sarayın önünde toplanmaya başladı.

Sancak-ı Şerif, tekbir sesleri ile birlikte Topkapı Sarayı’ndan alınarak Sultan

Ahmed Camii’ne götürülmüş, Sadrâzam Mehmed Selim Paşa ile Şeyhülislâm Kadızâde

Mehmed Tahir Efendi sancağı camiinin minberine yerleştirmişler ve böylece “Ehl-i ırz

ve ehl-i iman”, sancağın altında toplanmaya davet edilmişti.

Şehrin Bayezid, Divânyolu ve Uzunçarşı semtlerini tutmuş olan yeniçerilerde

son kozlarını oynuyorlardı. II. Mahmud, Hüseyin Paşa’nın kumandasında olan

ordusuna, isyancıların ortadan kaldırılması emrini verdi. Bu emir üzerine Ağa Hüseyin

Paşa ve İzzet Mehmed Paşa kendi sekbân, topçu, humbaracı, lağımcı ve kalyoncu

askerleri ile Sultanahmed Meydanı’ndan hareket etti. Ağa Hüseyin Paşa topçu askeriyle

228 . Z. Kazıcı, İslâm Tarihi, XIII, 443.

Page 150: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

141

Divanyolu’ndan, İzzet Mehmet Paşa kumbaracı, lağımcı ve kalyoncu askerleriyle

Saraçhane tarafından Etmeydanı istikametine yol aldılar. Bu düzenli birliklerin

gerisinden de silahlandırılmış halk geliyordu. Sultanın bu ordusu, Et meydanı ile

yeniçeri kışlalarını tamamen kuşatarak her taraftan ateş altına aldı. Şehirde bir sokak

muharebesi başlamıştı. Bir koldan Kara Cehennem İbrahim Paşa, diğer koldan

Baruthâne Nâzırı Necip Efendi ile arkadaşları, âsileri kışlalarına çekilmeye mecbur

ettiler.

Yeniçeriler, 1807 ve 1808 isyanlarında yaptıkları gibi saldırıya geçmeyip bu

sefer savunmayı tercih ettiler. Kendi kuvvetlerine çok güvendikleri için, Etmeydanı’na

çekilip Sancağın altında toplanmaya giden halka hiçbir müdahalede bulunmadılar.

Divânyolu, Kapalıçarşı ve Bayezid taraflarında bulunan öncü kuvvetleriyle

Etmeydanı’nı güvenlik altına aldıklarını düşündüler. Halbuki Sancak-ı Şerif altında

toplananların harekete geçmesi, onların bu öncü birliklerinin çekilmesi için yeterli oldu.

Sadece Hüseyin Paşa’nın komutasındaki topçu kuvvetler, Horhor Çeşmesi yakınlarında

bir mukavemetle karşılaştılar. Bu mukavemette, topçu yüzbaşısı Karacehennem İbrahim

Ağa’nın gayreti ile aşıldı. Sonunda çeşitli yollardan gelen birliklerle, Etmeydanı ve

diğer yeniçeri kışlaları çembere alındı. Bir türlü hücuma geçmeyen yeniçerilere teslim

olmaları teklif edildi. Fakat onlar bu teklifi reddettiler. Bunun üzerine toplar ateşlendi.

Bu ilk ateşin tesiriyle büyük kışla kapısının bir kanadı kırıldı. Kırılan kapının diğer

kanadını da Mustafa adında bir topçu eri hayatını tehlikeye atarak açmayı başardı.

Topçular, başlarında Karacehennem İbrahim Ağa olduğu halde Etmeydanı’na girdiler.

Yeniçeriler, açılan toplardan iyice yıpranmışlar ve kışlaları da yanmaya başlamıştı.

Neye uğradıklarını şaşıran yeniçeriler büyük bir panikle, canlarını kurtarabilmek için

etrafa kaçışmaya başladılar. Bu kısa savaş, yeniçeri isyanının sonu oldu. Asırlarca

Osmanlının medarı iftiharı olan yeniçeriler, amaçlarından sapmalarının bedeli olarak

birkaç saatte yok oldular.229

Böylece 9 Zilka’de 1241/15 Haziran 1826’da başlayan harekâtla asırlar önce

kurulmuş olan Yeniçeri Ocağı, birkaç günde kaldırıldı. Çatışmalar esnasında İstanbul’da

229 . Karal, age., V, 148-149.

Page 151: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

142

takriben 6–10 bin civarında yeniçeri öldürülmüştü. Şayet buna taşrada öldürülenlerde

ilave edilecek olursa, bu sayı yirmi bin civarına ulaşmaktadır. Pâdişah taraftarlarının

kaybı ise 2500 ölü ile 5500 yaralı olmuştur. Bu olay Osmanlı tarihinde “Vak’a-i

Hayriyye” (hayırlı olay) olarak isimlendirilmiştir.

Harekâtın başlamasından iki gün sonra (11 Zilka’de 1241/17 Haziran 1826)

toplanan devlet erkânı ile ulemâ meclisinde yeniçeriliğin kaldırılmasına dair alınan

karar, ferman haline getirilerek Sultanahmet Camii’nde okundu. Daha sonra da her

tarafa gönderildi. Yeniçerilerin bertaraf edildiği haberi her tarafta sevinç ile karşılandı.

Yeniçerilerin yapmış oldukları kötülüklerin anlatıldığı, II. Mahmud’un yayınlamış

olduğu hatt-ı hümâyun İstanbul’da olduğu gibi Anadolu ve Rumeli vilayetlerinde de

yayınlandı. Bunu yanında Sadrâzam’da valilere, vilayetlerdeki Yeniçeri Ocaklarının

sönmesi için özel talimat gönderdi. Buna göre yeniçeriler kazanlarını teslim edecekler

ve bulundukları kaleleri terk edeceklerdi. Bundan böyle yeniçeri kelimesi dahi telaffuz

edilmeyecek, yeniçeriler lehinde söz söylemeye cüret edenler ağır cezalara

çarptırılacaklardı.

Yeniçerilerin İlgasına Dair Fermân-ı Âlî:

“Cümle Ümmet-i Muhammed’e malumdur ki, bu din-i mubîni Devlet-i

Muhammediyye feyz-i bârinin bidayet zuhûru ve ba’dehu şark ve garbı ihata

etmesi mutlaken şeriat-i mutahhare ve seyf-i cihad sayesinde olup cemî zamanda

a’dâ-i dine mukabil olacak asâkir-i müslimin ve guzât-ı muvahhidenin

vücudundan lâbud olduğundan velinimetimiz olan bu Devlet-i Alîyye-i Ebedid-

devama mukaddema yeniçeri ocağı tanzim olunup ezmân-ı sabıkada geçen

yeniçeri askerleri vardıkları cihet ve gazada düşmana göğüs vererek gösterdikleri

sebat ve metanet ve ülü’l emre inkıyad ve itaatleri sebebiyle yüzlerinden bunca

fütühat zuhura gelmiş ise de giderek içlerine uygunsuz adamlar ve türlü türlü

fesat karışıp ve eski itaatleri itaatsizliğe mübeddel olup yüz seneden beri gittikleri

seferlerde aslı yoktan türlü türlü erâcif peydasıyla teşettüt ve adem-i itaatleri

cihetiyle firar an’iz-zahf ârını irtikab ederek bunca kılâ’ ve memalikin iyade-i

a’dâda kalmasına sebep olduklarından ve a’dâ-yı din dahi bu halimizi gördükçe

millet-i islamiyyenin bütün bütün acz-ü teşettütüne haml ile maazallahu teâlâ

Page 152: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

143

bida-i münevvere-i islamiyye-i külliyyen şikest etmek daiyesiyle refte refte

metâlib ve iddialarını artırarak günden güne fenalaşıp dört tarafımıza a’dâ

kuşatmak derecesine vardığından bu halde bizler dahi gayret-i islamiyyeyi ele

alıp dinimiz uğrnda düşmanlarımızın hakkından gelecek suretle çaresini bulmak

farz derecesine varmış ve şimdiye kadar vaki olan seferlerde biddefaat müşahade

ve tecrübe olunduğu vechile a’dânın kolaylıkla galebe sureti mücerred muallem

asker a’mâlinden neşet eylediği tebeyyün eylemiş olduğuna binaen iki yüz iki

seferinden sonra ve gerek muahharen iki defa asker tertibine zaruri teşebbüs

olunmuşken yeniçeri taifesi hem kendileri işe yaramayıp ve hem bunları

istemeyerek ictisar eyledikleri kıyam ve hareketleri sebebiyle ol ol tertibleri ta’til

ve ilga ettirmiş olduklarından başka şimdiye biddefaat mütecasir oldukları vak’a-

i şenialar sebebiyle ruh-u âlem mesâbesinde olan birkaç pâdişah-ı merhumun

telefine dahi bais olmuşlardır. Hal böyleyken bunlara kadim ocak nazariyle

bakılarak bekâları hakkında bir şey denilmeyip bu ana kadar canları ister ise itaat

ve istemezler ise fesat ve şekâvet etmekliği adet ettiklerinden her ne kadar kendi

aramızda tahammül olunagelmişse dene fayda, dinimiz düşmanları tek durmayup

bizim bu halimizi gördükçe fırsat adıyla etrafımızı alarak Allahu Teâlâ hıfz

eylesin külliyen mağlubiyetimize çalışmakta olduklarına binaen geçende bu

keyfiyetler bâb-ı fetvapenâhide akdolunan meclis-i şûrada cümle vüzerâ-i kiram

ve ulemâ-i a’lam ve rical ve yine ocak-ı mezkurun mecmu’ zabıtani hazır

oldukları halde cümleye beyan ve enba ve taraf-ı şer’-i şeriften isticvab ve istifta

olunarak nihayeti’l-emr kıbel-i şer’-i enverden verilen fetvayı şerife ve umumen

hatm-i imza olunan hüccet-i şer’iyye mucibince mücerred ihya-i kelimetullahi’l-

ulyâ niyet-i hâlisasiyle a’dânın medâr-ı galebesi olan hil u hud’asına mukabil

asâkir-i islamiyye dahi evvela iltizam-ı diyanet ve itaat ve saniyen ta’lim ve

teallüm ile kesb-i mahâret etmekden gayri çare olmadığı zahir olmak cihetiyle

vaki’ olan ittifak-ı umum ve icma’-i ümmet vechile Yeniçeri Ocağı’ndan kadim

usul ve kanunların hiç birisine halel gelmemek üzere fakat beher ortadan yüz

ellişer nefer ulufeli eşkinci neferatı tahrir olunmasına karar verilmiş ve ol vechile

beytü’l mâl-i müsliminden bu kadar akçe ve ulufe sarfı zaruri ihtiyar olunarak

tahrire başlanıp bir taraftan dahi kimesnenin kadim esame ve yevmiyesine halel

gelmeyip ve bu ittifak-ı umum ve icma-i ümmete muhalif her kim söz söyler ve

hılaf-ı hareket ederse fetvayı şerife mucibince cezası tertib olunacağı cümleye

ilan ve işa’at olunmuş ve ba’dehû geçen hafta ta’lim ve taallümüne bed’ ile

Page 153: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

144

yazılan neferâta esliha ve elbiseler verilmişken bu kadar olunan tenbihât-ı

diniyye ve vesaya-yı şeriyyenin yine faydası olmayarak evvelki Perşembe gecesi

ayaklanıp ibtida Ağa Kapısı ve sonra Babıali ve sair mahalleri basıp yağma ve

ğarât ve ellerine geçen Mushaf-ı şerifi bıçakla yaralayıp türlü türlü şenahat ve

fezahat birle güya ta’lim ve teallümü istemeyiz diyerek izhar-ı bağy ve tuğyan ve

bu babde şeriat-ı mutahharaya ve fetvayı şeriyyeye ve devlet-i Alîyy’ye ve

ulemâ-i a’lâm itaat ve inkıyatları olmadığını ilan ve Devlet-i Alîyye’nin ta’lim-i

şer-î için ellerine verdiği eslihayı bîmehâba Devlet-i Âlîyye-i Muhammediyye

aleyhine imal ederek hurûc ale’s-sultan fezihasına ictisar ve isyan etmiş

olduklarına mebni bunların bu hareketleri din ve mezhepten hariç bir keyfiyet

olduğundan sâbık ve lâhık semahatli şuyûh-ı İslam Efendiler ve sudûr-i kiram ve

bilcümle ulemâ-yı a’lam kesserahumullahu ilâ yevmi’l-kıyam ve rical ve

hademe-i devlet ve sair Ümmet-i Muhammed saray-ı hümâyûna vürûd ve ictima

ederek Livayı Saâdet iltivayı Hazreti Sultan-ı Enbiya aleyhi efdalü’s-salâti ve’t-

tehayayı alıp Sultan Ahmed Camii şerifine ihraç ve cümlesi oraya cem’ ile

Ümmet-i Muhammed’den ve ehl-i iman olanlar Sancak-ı Rasulullah altına gelip

kitab ve şeriatın hükmüne iltica etmeleri taraf taraf dellallar sevkiyle nida

ettirilmiş ve din-u imanı olan kaffe-i Ümmet-i Muhammed can ve baş ile seğirtib

gelmiş ise de eşkıya güruhu cemiyatgâh şekavetlerinde ısrar ve din-u devlet-e

karşı durup ehl-i ırz güruhu olan bunca ehl-i iman-ı ayaklar altında paymal

edecek böyle bir şenaat-ı azimeye cüret ve ictisar etmiş olduklarından ber

muktezayı şer-i şerif demleri heder olmak üzere üzerlerine memur tayiniyle

kışlaları ihrak olunarak nihayet Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretleri kendilerini

şeriat kılıcına uğratıp cezayı amellerini bulmuşlardır. Şöyle ki: Bu fesâd-ı azim

zahirde bir takım erazil ve işkıyanın işi görünmüş ise de yine ocaklıdan bir takım

müfsid ve muharrik ve bedhah din u devlet makuleleri iç yüzünde bunlara padaş

olarak bu ihtilal ve cemiyet anların başı altından olduğu bittahkik her biri isim ve

resmiyle ahz ve muktezayı şer-i şerif üzere cezaları tertib olunmuş ve bir taraftan

dahi asıl işkıya güruhundan su-i hareketleri mutehakkık olanlar tutularak

mücazat-ı layıkaları icra olunmakta olup ancak bu ana kadar bunca vakıattan

ma’lüm ve mütebeyyin olmuştur ki Yeniçeri Ocağı’nın ibtidayı va’dında maksud

olan yararlılık ve itaat kazıyyesi bir vakitten beri bilakis yaramazlık ve şekâvete

mübeddel olarak hâsılı yeniçerilik nâmı ve yoldaşlık unvanı bayağı işkıyalığa

melce’ demek suretine varıp ve yaramızı ehl-i ırzına galebe edip hatta bu defa

Page 154: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

145

tutulup siyaset olanların içlerinde kefereden kolunda hem yetmiş beş nişanı ve

hem gavur haçı bulunarak içlerine ecnâs-ı muhtelife karışmış ve bundan sonra

dahi bunların bekayı namları ile beraber her ne güne tedbir olunsa müfid ve

müsmir olmayacağı tebeyyün etmiş olmaktan nâşi bugün Sultan Ahmed Camii

şerifinde Sancak-ı şerif altına müctema olan şuyuhu İslam hazeratı ve bilcümle

sudur-i kiram ve ulema-yı a’lam ve mecmu’-ı hayırhah din u devlet beyninde ber

muktezayı şer-i şerif vaki’ olan ittifak-ı ârâ mucibince salah-ı hal-ı âlem için

ocağın isim ve resmi tebdil ve kânı kânûn-ı kadimi âhar heyetle tecdid olunarak

fîmâba’d yeniçerilerin namı külliyen ortadan kalkıp anın yerine Asâkir-i

Mansûre-i Muhammediyye unvaniyle din ü devlete yarayacak ve gaza ve cihadda

düşmana cevap verecek kifayet miktarı asakir tahrir ve tertib olunmuş ve halen

hüdavendigar sancağı mutasarrıfı vezir-i mükrem saadetlü Hüseyin Paşa

hazretleri üzerlerine serasker nasbıyla Ağa Kapısı’nda ikamet etmek ve fîmâba’d

Ağa Kapısı’nın ismi tağyir ile elsine-i âmmede “Serasker Kapısı” unvanı

söylenmek ve ba’dezin bina olunacak kışlalarda ve kolluklarda işbu asâkir-i

mürettebe ikame olunmak ve yeniçeri ağalığı ve katar ağavatı ve bölük ağalıkları

kezalik külliyen lağv ve imha olunarak halen yeniçeri ağası olan Mehmed

Ağa’ya Mirahor-ı Evvel payesiyle dergah-ı ali kapıcıbaşılığı ihsan ve kul

kethüdası ağaya rütbe-i mirimirânî ile vezir-i müşarun ileyhin maiyetine ta’yin ve

zağarcı ve saksoncu başılara dergah-ı mualla kapıcı başılıkları vesair mevcut olan

sadakatkâr bölük ağalarına hassa silahşörlükleri ve hal-i halince atâya-yı seniyye

ihsan ve çerağ ve yaya beyliğine mutasarrıf olanlar fimaba’d sair züema misillü

Devlet-i Alîyye’nin hıdemat-ı seniyyesinde istihdam kılınmak ve yeniçeri

ocağından yevmiye ve esameye mutasarrıf olanların saye-i merhametvaye-i

hazret-i pâdişahîde kat’an verdikleri akçelerine halel gelmeyerek ibraz edecekleri

memhurları mucibince herkesin dahili icmal olarak mutasarrıf olduğu

yeviyyesine mükafat olunup öylece verilerek ömürleri oldukça mütemetti olmak

ve bundan böyle mecmû-i ehl-i İslâm ve küçük büyük ümmet-i Muhammed ve

ulemâ ve sair ocaklar halkı ve umum nas bir vücut gibi olup birbirlerine din

karındaşı nazarıyla bakarak miyanede ayrılık ve gayrılık olmamak ve büyükler

küçüklerine rahm ve şefkat gözüyle bakıp küçükler dahi büyüklerine herhalde

ınkıyad ve itaat etmek vâsıl-ı maksud-ı samimi ve cümleye farz-ı ayn olan i’lâ-yı

kelimetullahi’l-muîn ve ihya-yı din-i şeriat-ı Hazret-i Seyyidi’l-Mürselin emrinde

ittifak-ı amme ile ihtiyar ve teşebbüs olunan maslahat-ı hayriyyede kaffe-i ehl-i

Page 155: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

146

iman ilâ maşaallahu teâlâ böylece müttefik ve müttehit olup zinhar hiçbir fert

hilaf-ı hareket ve muhalif söz söylemeye cüret etmemek ve ederi olur ise vebali

boynuna derhal seyf-i şeraitle hakkından gelinmek üzere müste’înien bitevfiki’l-

lâhi teâlâ ittifak-ı amme ile karar verilmiş ve hemen iktizalarının icrasına şurû’ ve

mübaşeret olunmuş ve ve bu vech ile Rumeli ve Anadolu’nun üçer kollarına ve

bilcümle memalik-i mahruseye evâmir-i âliyye ısdariyle neşr ve ilan olunmakla

imdi bilcümle mahallat imamlarını huzur-u şer’e celb ve cem’ ile keyfiyeti

tefhim ve işbu fermân-ı âlînin birer kıt’a mümdi suretlerini çıkarıp yedlerine i’tâ

ederek her biri varıp mahallesi cami ve mescidlerinde ahaliye kıraat edip bu

babda mücerred ihya-i din ü Devlet-i Alîyye-i Muhammediyye ve ıslah-ı ahvâl-i

millet-i islamiyye için Kitap ve şeriat hükmünce fimaba’d yeniçerilerin nâmı

külliyyen kalktığını ve anın yerine tecdid-i kanun suretiyle Asâkir-i Mansûre-i

Muhammediyye unvanıyla muallem neferat tahririne mübaşeret olunduğunu ve

hiçbir kimesnenin mutasarrıf olduğu ulufe ve esamisine kat’an zarar gelmeyerek

yani bervech muharrar memhurlarını ibraz edenlerin yevmiyeleri ne miktar ise

ba’deizin dahi mükafat ve ihsan ve inayet buyurulacağını ve bu cihetlerle din ve

imanı olanlar ve kitabullaha ve şeriat-i mutahharaya itaat ve inkıyad edenler bu

hususun kadr u şükrünü belerek saye-i şevketvaye-i hazreti pâdişahide mesrurul-

bâl ve müsterihül-hâl hemen daavat-i hayriyye-i cenab-ı zillullâhiye meşgul

olmalarını her birinin gûşhûşlarına gereği gibi tefhim ve telkin ve hılafına söz

söyleyenler dünya ve ahrette kahr u hüsrana mübtela olacaklarını dahi güzelce

beyan ve teybin eylemelerini tenbih ederek siz dahi hususa taraf-ı şer’i enverden

aled-devam dikkat ve nezaret ve herhalde icray-ı muktezayı şer-i şerife ihtimam

ve dikkat eyleyesiniz.”230

Böylece beş asırlık bir teşkilat fiilen ve resmen ortadan kaldırılmış oldu.

Pâdişah, olayın haftasında selamlığa çıktığınca Yeniçeri Ocağı’nı temsil eden hiç kimse

yoktu. Buna mukabil “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye” adında yeni bir ordu vardı.

Sultan II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdıktan sonra onları hatırlatacak olan

her türlü işaret, rütbe, elkab, unvan, nişan vs. sembolleri de ortadan kaldırmıştı. Ocağın

230 . Cevdet Paşa, Tarih, XII, 267–271.

Page 156: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

147

kaldırılmasıyla Ağa Kapısıda “Bâb-ı Fetva”ya (Şeyhülislâmlık) devredildi. Böylece ilga

keyfiyeti, resmî ve psikolojik bir darbe ile teyit edilerek sona ermiş oldu.231

Beş asra yakın bir süre Devlet-i Âlîyye’nin hizmetinde bulunmuş olan Yeniçeri

Ocağı, dört beş saat gibi kısa bir süre zarfında kaldırılarak tarihe gömülmüştü. Zamanın

meşhur şairi Keçecizâde İzzet Molla, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılışını şu meşhur

mısralarla dile getirir.

“Tecemmu’ eyledi meydân-ı lahme

Edip küfrân-ı ni’met nice bâği

Koyup kaldırmadan ikide birde

Kazan devrildi söndürdü ocağı”232

Demek suretiyle Yeniçerilerin, bizâtihi kendi elleriyle kendilerini bu hale

düşürdüklerini veciz bir şekilde izah etmiştir.

Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan bir müddet sonra, ocağın manevi kanadını

oluşturan Bektaşîlik tarikatı da yasaklandı. Her ne kadar Bektaşîlik ile ocak arasında

tarihi açıdan net bir bağ bulunmasa da, özellikle ocakta yozlaşma başladıktan sonra

gözle görülür bir irtibat bulunmaktaydı. Sonuçta aynı fikirlere sahiptiler. Bektaşîler de

her türlü yeniliğe düşmandı. Bu itibarla, yeniçeri isyanlarında hep onlarla işbirliği

yapıyorlardı. Ayrıca Bektaşîler, halkın aşağı kesimleri ile iç içe oldukları için Yeniçeri

Ocağı’nın kaldırılmasını onlara kötü olarak gösterip aleyhte propaganda yapabilirlerdi.

Bektaşîler, dine aykırı törenler icra ettikleri için ulemâ ile diğer tarikatlar, bu

hususta Pâdişahı desteklemişler ve böylece Bektaşîlik tarikatı yasaklanmıştı. Altmış

yıldan önce yapılmış tekkeleri hariç olmak üzere diğerleri yıktırıldı. Eski olanlar, tarihî

olarak kabul edildikleri için yıkılmadı. Râfızî ve mülhid (Allah’ı inkâr eden, dinsiz,

231 . Bu konuda geniş bilgi için bk. Es’ad Efendi, Üss-i Zafer, s. 66–72; Lütfi, Tarih, İstanbul 1319, I, 134-136; M. Nuri Paşa, Netâyicü’l Vukuât, I, 140-143; Uzunçarşılı, Kapıkulu Ocakları, I, 548–565; Danişmend, Kronoloji, IV, 109-111; Karal, age., V, 149; Beyhan, agm., Osmanlı, VII, 258–265; Ufuk Gülsoy, “Bir Ocak Böyle söndü” Tarih ve Düşünce (2000), VII, 26–31. 232. Cevdet Paşa, Tarih, XII, 165.

Page 157: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

148

imansız) fikirlere sahip olan Bektaşîler, mürted (İrtidâd eden, İslâm dininden dönen

kimse) hükmünde olduklarından, bunlara dinî telkinde bulunulmasına ve ellerindeki

kitapların yeniden gözden geçirilmesine karar verildi. İstanbul ve civarındaki tekkelerde

menfi faaliyet gösteren bazı Bektaşîler, ulemâ diyarı olarak kabul edilen Kayseri, Birgi,

Hadim, Amasya ve Tire gibi yerlere sürgün edildiler. Bazı ileri gelenleri de İstanbul’da

idam edildi. Bununla beraber kendi halinde yaşayan ve kimseye zararı olmayanlara

dokunulmadı. Bektaşî tekkelerine ait mal ve mülklere de devlet tarafından el konuldu.

Bu mallar, cami, medrese, kervansaray ve hastane gibi hayır işlerinde kullanılmak üzere

bir bakıma yed-i emin (Kanunen güvenilir kimse olarak seçilen kişi) vazifesi gören

ulemânın hizmetine sunulmuştur. Alınan bu tedbirler, Yeniçeri Ocağı’nın tekrar

hortlaması ihtimalini iyice azaltıyordu.

Yeniçeri Ocağı, kuruluşu ve gelişmesinde kanunnâmeler çerçevesinde hareket

eden konumunu zaman içerisinde kaybederek çıkarından başka değer tanımayan politik

bir unsur halini almıştı. Eski Yeniçeri Ocağı ile bu ocak arasında bazı âdetlerle, isim

benzerliğinden başka hiçbir şey kalmamıştı. Ocak, faydalı olsun olmasın her türlü

yeniliğe düşman kesilmişti. Dolayısıyla II. Mahmud, ocağı kaldırdıktan sonra yaptığı

yenilik çalışmalarının kısmen de olsa başarıya ulaşmasında, yeniçerilerin yok

edilmesinin rolü çok büyüktür.233

Hemen her savaşta yenilen, harbe gitmek istemeyen, toplumda hiçbir

yükümlülük ve kural tanımayan fakat menfaatleri söz konusu olunca her türlü yola

müracaat eden yeniçerilerin bu tutumları, onların halk ve devlet nezdinde, ocakları

ortadan kaldırılmadıkça devletin kurtuluşunun mümkün olmayacağı kanaatinin

oluşmasına sebep olmuştur. İşte tarihte “Vak’a-i Hayriyye” diye şöhret bulan Yeniçeri

Ocağı’nın ortadan kaldırılması olayı, efkâr-ı umûmîyenin bu nevi kanaati ve olgunluğu

sayesinde mümkün olmuştur.234 Fakat bu ocağın kaldırılışından sonraki gelişmeleri göz

önüne alacak olursak, varlığından daha çok kaldırılışının devlete zarar verdiğini

görürüz. Esas marifet, yirmi binlerle ifade edilen miktarda insanın ölümüne sebep

olmayacak bir çözüm yolunun bulunmasıdır. Zayiatın çok fazla olması ister istemez tüm

233 . Bilgi için bk. Es’ad Efendi, Üss-i Zafer, s. 210-213; Karal, age., V, 150; Shaw, age., II, 48. 234 . Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1987, s. 160–161.

Page 158: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

149

toplum üzerinde olumsuz nahoş bir havanın esmesine sebep olmuştur. Halbuki Yeniçeri

Ocağı kendi bünyesinde revize edilmiş olsaydı, devletin mukadderatı daha olumlu

gelişmelere sahne olacaktı.

Yeniçeri Ocağı her ne kadar ıslah edilmeye çalışılmış olsa da bu mümkün

olmamıştır. Zira bir kurum bir kere bozuldu mu ıslah olması çok zordur. Tıpkı bulanmış

suyun eski haline dönmesinin zorluğu gibi.

Bu ocağın ilga edilmesi hakikaten hayır mı getirmiş yoksa şer mi? Bu sorunun

cevabı biraz da bakış açısına göre değişiklik arz edeceği muhakkaktır. Meseleye sadece

ıslahat açısından ve yeniçerilerin çirkeflikleri açısından bakılacak olursa hakikaten

hayırlı bir olaydır. Fakat bu ocağın yok edilmesinden sonra devletin cephelerde almış

olduğu yenilgiler, beraberinde gelen toprak kayıpları, derken isyanlar vs. tüm bu

olumsuzluklara bakacak olursak çok farklı bir noktaya varırız. Zira Engelhardt eserinde

bu konuya dair şöyle der: “Sultan Mahmud, kendi nüfuz ve hâkimiyetine muhalif ve

düşman olanlar ile giriştiği mübarezede mahir bir siyasî gibi hareket etmekle beraber,

ihraz ettiği muzafferiyetin kendine tahmil ettiği müceddilen vazifesini bihak ifadan aciz

kaldığı çok geçmeden anlaşılmıştı.”235

III. Asâkîr-i Mansûre-i Muhammediyye’nin Kuruluşu

Osmanlı Devleti, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıldığı sıralarda her ne kadar buhranlı

ve sıkıntılı günler geçiriyor olsa da, hala üç kıta üzerinde ülkelere sahip bulunuyordu.

Ancak devlet mevcut konumunu koruyacak dinamiklerden yoksundu. Bir taraftan

Yunan isyanları sürüp gitmekteydi. Bu nedenle Pâdişah, Yeniçeri Ocağı’nın

kaldırılmasıyla oluşan boşluğu doldurmak için ivedi yeni bir ordu kurma çalışmalarına

girişti.

II. Mahmud, XVI. Yüzyıl sonlarında bozulmaya başlayan, XVIII. ve XIX.

yüzyıllarda artık disiplin ve düzenin kalmadığı bir isyan yuvası haline gelen Yeniçeri

235 . Edouard Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat, trc. Ali Reşad, İstanbul 1328, s. 19.

Page 159: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

150

Ocağı’nı kaldırmak için epey bir süre beklemişti. Ocağı içeriden elde etmek amacıyla iş

başına kendi fikrine yakın olanları geçirerek çok mâhir bir siyaset izlemiştir. Bu

doğrultuda hareket eden Pâdişah, kendi düşüncesine yakın olan ocak ağası, Ağa

Hüseyin Paşa’nın da yardımıyla ocağı lağvederek amacında muvaffak olmuştu. Bunun

yerine de Hz. Peygamber (s.a.v)’in ismine izafeten “Asâkir-i Mansûre-i

Muhammediyye” adı verilen yeni bir askerî teşkilat kurmuştur. Avrupa usulünde

kurulacak olan bu ocağın başına Ağa Hüseyin Paşa, Kocaeli ve Hüdavendigâr

sancakları ile Karadeniz ve Rumeli sahili muhafızlığı olmak üzere Asâkir-i Mansûre-i

Muhammediyye seraskerliğine atandı.236

Bu ordunun kuruluşu, o buhranlı günlerin şartları yüzünden biraz aceleye

getirilmişti. Bu sebeple arzu edildiği gibi askerler yetiştirilemiyordu. Bu nedenlerden

dolayı 1828–1829 Rus harbinde ve 1831-1833’deki Mısır orduları karşısında etkili

olunamamıştı. Ancak bu ordu, yeniçerilerin son zamanlarına göre üstünlüğünü, Rus ve

Mısır ordularına karşı iki yıl gibi uzunca bir süre direnmekle ispatlamıştı. Şunu da

belirtmek gerekirki muvazzaf askerin miktarı henüz yeterli değildi. Bu sebeple

kazalardan, genç yaşlı aranmaksızın asker toplanıyordu. Bunlardan yaşlı olanlar bir işe

yaramazken, gençlerin çoğu ise silah tutmasını dahi bilmiyordu. Memleketin müdafaası

için gerekli sayıda askerin toplanıp kışla ve karargâhlarda devamlı kalması ise devlete

büyük bir malî külfet yüklüyordu. İster istemez ülkedeki tarım da bundan nasibini

almıştı. Hem talimli askeri el altında bulunduracak, hem de ziraatla uğraşanların işlerini

aksatmayacak bir sistemin kurulması yoluna gidilerek Mansûre ordusunun

desteklenmesi ve ülkenin daha iyi müdafaa edilebilmesi için 1834 yılında “Redif-i

Asâkir-i Mansûre” adıyla yedek bir ordu kurulmuştu. Aynı yıl çıkarılan bir kanunnâme

ile taşrada redif birlikleri kurulmaya başlanmıştı. Bu birliklerin oluşturulmasından sonra

“Asâkir-i Mansûre” ifadesinin yerini “Asâkir-i Nizâmiyye” ifadesi almıştı. Bu ikinci

tâbir uzun yıllar kullanılmıştır. Nitekim günümüzde de “Nizâmiye” kelimesi

kullanılmakta olup, askerî kışlaların girişleri, hâlâ bu isimle adlandırılmaktadır.

236 . Geniş bilgi için bk. Abdülkadir Özcan, “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye” DİA., İstanbul 1991, III, 457–458; Karal, age., V, 150-151.

Page 160: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

151

Kuruluşundan hemen sonra Asâkir-i Mansûre’ye kaydolmak için gerek

İstanbul’un içinden gerekse taşradan pek çok gönüllü çıkmıştı. Hazırlanan

nizâmnâmeye göre kim idüğü belirsizler ve yeni Müslüman olanlar bu teşkilata

alınmıyor, sadece şartları elverişli olanlar ile 15–30 yaşları arasındakiler alınıyordu.

Bununla birlikte kırk yaşına kadar olupta gücü kuvveti yerinde olanlar alınabileceklerdi.

Terfilerin çalışkanlık ve kıdem esasına göre yapıldığı Asâkir-i Mansûrede

emeklilik, on iki yıl hizmetten sonra mümkün olabilecekti. Önceden ekseriyetle para

karşılığı başkasına satılan esâmelerin yerine, bordrolara göre aylık verilecek ve maaş

almak için herkesin bizzat orada hazır bulunması gerekecekti. Emekliliğe hak kazanmış

olan kimselere aldıkları maaş kadar aylık bağlanacaktı. Yaşlılık veya sakatlılık

sebebiyle daha önce emekliye sevk edilenler ise durumlarına göre aylıklarının üçte

ikisini veya üçte birini alabileceklerdi. Terfilerde göz önüne alınan çalışkanlık, kabiliyet

ve başarılı bulunma sayesinde bir nefer başbinbaşılığa kadar yükselebilecekti.237

Osmanlı Devleti askerî esaslar üzerine kurulmuştur. Bu sebepten ötürü hemen

hemen tüm ıslâhat hareketlerine bu müesseseden başlanmıştı. Mevcut ıslâhatların

dışında, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra “Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî” adında

kurulan bu ilk meclis, kişilerin askerlik vazifesiyle ilgili kuralları koymak, batı

devletleri tarafından yürütülen askerlik usûllerini incelemek ve askeriyenin gelişmesi

yolunda gerekli olan tedbirleri almakla mükellefti. Yine bu meclisler, gerektiğinde

memurların muhakemesini yapmak, hükümet ile kişi arasında çıkacak anlaşmazlık ve

davaları görmekle mükellefti. Ayrıca Sultan II. Mahmud, askerî ıslâhatlar

doğrultusunda “Mekteb-i Harbiye” (Harp Okulu)’yi de kurmuştur.238

Meşhur Osmanlı tarihçisi Ahmed Cevdet Paşa, eserinde “Asâkir-i Mansûre

Kanunnâmesi”239 başlığı altında yeralan kanunun bir bölümü şöyledir.

237 . Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye hakkında daha geniş bilgi için bk. M. Şevket, age., II, 7–12; Shaw, age, II, 50–52; Kütükoğlu, “Sultan II. Mahmud Devri Yedek Ordusu: Redif-i Asâkir-i Mansûre” Tarih Enstitüsü Dergisi (1982), XII, 127–158. 238 . Lütfi, Tarih, V, 70; Karal, age., V, 153. 239 . Cevdet Paşa, Tarih, XII, 271–274.

Page 161: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

152

Asâkir-i Mansûre Kanunnâmesi:

“Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye unvanında 15 yaşından 40 yaşına kadar

mechûlu’l-ahval ve mühtedi ve furûmâye olmayup onbeşer kuruş maaş ve zikri

âti ta’yinat ile tüvânâ ve mütenasibül-aza olmak ve sayfen ve şitaen ber vech-i

câi keyfiyetle bi’r-ruhsa gidenlerden maada bir neferi noksan bulmamak şartıyla

müceddeden tertib ve tahrir olunmakta hamis-i feyz-i enis-i muallem inşaallahu

Teâlâ tekessür ettikçe iktizasına bakılmak üzere evvel emirde Âsitane-i şevket

âşiyânede zâbıtandan maada 12 bin neferden ibaret bir ordu itibariyle tanzim ve

neferâtı mezkûre birinciden ta sekizinci tertibe ta’bir ile sekiz tertibe taksim

olunup her tertib maa zabitan bin beş yüz yirmi altı neferden ve her yüz nefer bir

safdan ibaret olub her safda mâhiye altmışer kuruş maaşla birer top ustası ve

otuzar kuruş maaşla birer top halifesi ve on beşer kuruşla sekiz topçi dörder

arabacı ve ikişer cephaneci neferatı ve meal edevâtıssaire birer top ve mahiye ve

yüz seksener kuruş maaş ile birer yüz başi ve yüz yirmişer kuruş maaş ile ikişer

yüz başimelazimi ve altmışer kuruş ile birer sancaktar ve çavuş ve otuzer kuruş

maaşla onar onbaşı ve her tertibde mahiye yedi yüz elli kuruş maaş ile birer

binbaşı olduğu gibi ikiyüz kuruş maaş ile birer topçu başı ve yüz kuruş ile birer

topçi çavuşi ve yüz elli kuruş ile birer arabaci başi ve seksen kuruş ile birer

arabaci çavuşi ve yüz otuz kuruş ile birer cephaneci başi ve altmışer kuruş ile

cephaneci çavuşi ve yüz kırk kuruş ile birer mehter başı ve altmış kuruş ile birer

zurnâzen başi ve ser etıbba-i sultani ma’rifetiyle birer hekim ve cerrah ve her bir

tertib sağ kol ve sol kol i’tibar ile ikiye munkısim olup dörder yüz kuruş maaşla

ağayi yemin ve ağayi yesar nâmiyle birer zabıt ve iki yüz elli kuruş ile mûmî

ileyhimaye birer melazim ve on beşer kuruşla ikişer surnâzen ve ikişer tablezen

ve ikişer sâde nukârezen ve ikişer zilzen ve ikişer ternepteci ve yirmişer kuruş ile

ikişer saka ve yüz elli kuruşla birer nefer kâtibi ve her bir safa me’vâlarında

(yurt-mesken) birer mekteb inşâsiyle günde birer nöbet kuran-ı azimuşşan ve ilmi

hallerini ta’lim içun İstanbul kadısi bulunanların marifetleriyle bil imtihan

mahiye otuzer kuruş maaşla birer imam nasb ve ta’yin olunub cemaatle eda-i

salâte ve ta’lim-i mesâil-i diniyeye hususlarına bilcümle zâbıtan taraflarından

ihtimam ve dikkat olunmak.”240

240 . Cevdet Paşa, Tarih, XII, 271–272.

Page 162: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

153

B- İDARÎ REFORMLAR

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla ilk defa Sultan II. Mahmud, iç reformları ele

alma imkânına sahip olmuştu. Ancak Mısır yenilgisi ve Avrupa devletlerinin dostluğu

baltalayan tutumları, içteki muhalefetin artmasına sebep olmuş dolaysısıyla reformların

istenildiği gibi gerçekleştirilmesi sağlanamamıştı. Bu olumsuzluklara Anadolu, Bosna,

Makedonya ve Irak’ta çıkan isyanlar ilave olunca, ulemâ başta olmak üzere bazı

zümreler tüm bu olumsuzlukların sebebini reformlara yüklemişlerdi. Bu zümreler hem

Pâdişahın dinsizce tutumundan hem de yabancıların başkentte bulunmasından huzursuz

idiler. Bu muhalefeti bastırmak için Sultan II. Mahmud’un Asâkir-i Mansûre ordusunu

kullanması, nihayetinde içteki muhalefeti artırmaktan başka bir işe yaramamıştır.241

Modernleşmek ayrı bir şeydir, özenti-taklit apayrı bir şeydir. II. Mahmud,

reayasının nabzını iyi ölçememiştir. Bu sebepten dolayı onun ıslahatları başarıya

ulaşamadı. Tarih neticelerle ifade edilir. Sultan II. Mahmud’un başarılarından söz etsek

de, görünen ve bilinen bir gerçek varki, Osmanlı Devleti daha evvel hiç karşılaşmamış

olduğu olumsuzluklara bu dönemde maruz kalmıştır. Bunda, II. Mahmud’un olumlu

veya olumsuz bir katkısının olup olmaması kaçınılmazdır.

Sultan II. Mahmud, reformları sadece askerî alanla sınırlı tutmayıp Osmanlı

toplum hayatının tüm kesitlerine yaymıştı. Aynı zamanda kendisinden sonra gelen

Tanzimat dönemi programının temelini ve modelini oluşturmuştu. Sultan II. Mahmud,

sarayın dışına çıkarak gerçek problemleri anlamaya çalışmış, fermanların nasıl

uygulandığını, yabancıların yaşantılarında ulemânın tepkisini çeken şeylerin ne

olduğunu bizatihi görmeye çalışmıştı. Osmanlı basınını geliştirmeye çalışan II.

Mahmud, tebeasını aydınlatmak için ülke içinde ve dışında nelerin olup bittiğinden

herkesi haberdar etmek suretiyle çağdaş Avrupa medeniyetini yakalamak istiyordu.

Mehmed Ali Paşa’nın “Vekayi-i Mısriyye” adlı, yarı Arapça yarı Türkçe gazetesi 20

Kasım 1828 yılında yayımlanmaya başlamıştı. 1 Kasım 1831’de de hükümet tarafından

ilk Türkçe gazete olan “Takvim-i Vekayi” yayınlanmaya başladı. II. Mahmud, “Şer-i

241 . Geniş bilgi için bk. Ahmed Lütfi, Tarih, II, 144-146, 168-169; Shaw, age., II, 64.

Page 163: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

154

şerife ve nizama asla dokunur yeri olmadığından maada mülküme pek çok menafî

olacaktır” ifadesiyle bu gazetenin yayınlanmasına müsaade etmiştir. Haftalık çıkarılan

bu gazetede, yeni çıkarılan kanunlar ve fermanların yanı sıra memleketin içinde ve

dışındaki çeşitli olaylarda ele alınıyordu. Bu gazetenin Fransızcası olan “Moniteur

Ottomane” ise ülkedeki Avrupalıların ilgilerini çeken haberlere yer vermekteydi. Bu

gazetenin Türkçe olanı 5000 adet, Fransızca olanı 300 adet basılıyordu.242

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla, Sultan Mahmud tahta çıktığı günden beri

tasarlamakta olduğu reform programını hemen uygulamaya koyulmuştu. Onun gayreti,

devlet yönetiminde daha kapsamlı ve kalıcı reformlar yapmaya yönelikti.

Osmanlı Devleti’nde, ziraat, ticaret ve sanat çalışmaları dışında devlete hizmet

edenlerin kazandıkları servet, bu kişilerin ölümleri halinde müsâdere* edilerek hazineye

konulması bir gelenek idi. Bazen memurluğun dışındaki servet sahiplerinin de malları

müsâdere edildiği oluyordu. İste Sultan II. Mahmud, mülkiyet hakkını tehdit eden bu

uygulamayı Vak’a-i Hayriye’den sonra kaldırmış olduğunu şu sözleriyle beyan etmiştir.

“Bundan böyle saltanatın millet için bir dehşet, bir korku kaynağı değil, fakat bir destek

olmasını istiyorum. Bunun için kişinin malına devletçe el konulması geleneğini

kaldırıyorum.” Ayrıca bunun yanında Pâdişah, tebeası arasında din bakımından da artık

herhangi bir ayırım yapmayacağını şu sözlerle bildirmişti. “Tebeamdan Müslümanları

ancak camide, Hıristiyanları kilisede, Musevileri de havrada tanımak isterim.”243 Bu

ifadelerden anlaşıldığı üzere, halkın kanun önünde eşitliği sağlanmaya çalışılıyordu.

Sultan II. Mahmud, hükümete yeni bir şekil vermeye çalıştı. Pâdişah, Sadrâzam

ve Şeyhülislâm’da toplanmış olan yetkileri, batılı modern devletlerde olduğu gibi çeşitli

242 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Nesimi Yazıcı, Takvim-i Vekayi, Ankara 1983, s. 17-21; Ahmed Lütfi, Tarih, III, 156-157; Shaw, age., II, 65; Karal, age., V, 162. * Müsâdere: Arapça bir kelime olan müsadere, bir kimsenin mal ve eşyasının zapt edilmesi anlamındadır. Osmanlıda ilk olarak Fatih zamanında uygulamaya başlayan bu sistem gereği mallarına ilk el konulanlar Vezir-i Âzam Candarlı Halil Paşa ile Yakup ve Mehmet Paşa’lardır. Bu durum zamanla öyle bir hal aldı ki, sırf parasını ele geçirmek için değerli ve namuslu şahsiyetler yok ediliyor, varisçileri olduğu halde mallarına elkonuluyordu. Örneğin Sultan II. Mustafa, harbin idaresi için zenginlerin mallarını müsadere etmeyi meşru görmüştü. (Geniş bilgi için bk. Pakalın, age., II, 624–626). 243 . Karal, age., s. 152.

Page 164: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

155

bakanlıklar arasında paylaştırdı. Bu şekilde iş taksimatını tabana doğru yayarak halkın

yönetimde söz sahibi olmasını sağlamaya çalıştı.

Hükümdârlık müessesesinin karşısına idarî ve kazaî salâhiyete haiz bir kabine

kuruldu. “A’zâsına Nâzır denen bu vekiller heyeti, taht makamının bir nevi kontrol

cihazı, emniyet supabı ve icabında kararların toslayacağı bir duvar demekti.” Bu

kabinenin hâricinde memleketin en seçkin ve münevverlerinden müteşekkil “Meclis-i

Vâlâyî Ahkâm-ı Adliye” adında bir meclis kurularak parlamenter sisteme yönelik bir

adım daha atılmış oldu.

Sadrâzam, Pâdişah’ın mutlak vekili olmaktan çıkarılarak başvekâlete çevrildi.

Bundan sonra başvekâlet eskiden olduğu gibi artık bağımsız ve müstakil bir memuriyet

olmaktan çıktı. Bununla beraber “Mühr-i Hümâyûn” yine eskiden olduğu gibi

başvekilde bırakıldı. Ancak Sadrâzam’ın yetkileri bakanlar arasında pay edildi. Mühür

yetkisi bakanlara da verildi. Başvekâlet, bakanlıklar arasında koordineyi sağlayan bir

makam oldu. Ayrıca çeşitli işlerde başvekile yardımcı olması için başvekâlet

yardımcılığı kuruldu. Başvekâlete de ilk defa Rauf Paşa atandı (4 Muharrem 1254 / 30

Mart 1838). Böylece Sadrâzam, Pâdişah’ın mutlak vekili olmaktan çıkmıştır. Yeni

nezâretlerin kurulmasıyla Bâbıâlî’nin klasik yapısı da değişmeye başladı.

Sadâret kethüdalığı ilk önce “umûr-i dâhiliye nezâreti”ne, iki sene sonra da

“dâhiliye nezâreti”ne, reisülküttaplık “hâriciye nezâreti”ne, “darphâne-i âmire” ile

“hazine-i âmire”, “maliye nezâreti”ne çevrildi. Ayrıca evkaf ve ticaret nezâretleri de

kuruldu. “Nezâret” kelimesinin pek çok manası vardı. “Meclis-i Vükelâ”ya dâhil olan

ve günümüz ifadesiyle Bakanlar Kurulu’nu teşkil eden nezâretler ile “Nüfus Nezâreti”

gibi yetkisi olmayıp sadece bir memuriyet olan nezâretler bunlardan bir kısmıdır.

Bu uygulama memurlar arasında iş taksiminin düzenli bir şekilde yapılmasını

sağlıyordu. Bütün memurların atanmaları, kıdem ve derecelendirilmeleri belli bir

sisteme konuldu. Memurlar ûlâ, sâniye, sâlise ve râbia şeklinde çeşitli sınıflara

Page 165: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

156

ayrıldılar. Rütbelerine göre resmî elbiseler ve kılıçlar verilen memurlara derecelerine ve

işlerinin önemine göre maaş bağlandı.

Sultan II. Mahmud, hükümete yeni teklifler ve düşüncelerde bulunmak için

meclisler ve komisyonlar kurmaya da çalıştı. Eskiden Divân-ı Hümâyûn’da görüşülmesi

gelenek haline gelmiş olan işler, özelliğine göre yeni meclislerde görüşülmeye başlandı.

Bu uğurda Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra kurulan ilk meclis, “Dâr-ı Şûray-ı

Askerî” oldu. “Bu meclis, kişilerin askerlik ödevleriyle ilgili kuralları saptamak, Batı

devletlerinde yürütülen askerlik usullerini incelemek ve Türk Ordusu’nun ilerlemesi

yolunda gereken tedbirleri bulup ortaya koymakla ödevlendirildi.” Bunun hâricinde,

Gülhane’de “Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye”, Bâbıâlî’de, “Dâr-ı Şûray-ı Bâbıâlî”

meclisleri kurularak, memurların gerektiğinde muhakemesini yapmak ve hükümet ile

aralarındaki anlaşmazlıkların giderilmesini sağlamak amaçlanmıştı.244

Yüzyıllardan beri süregelen Osmanlı’nın hükümet yapısı, bu yeni atılımlarla

önemli ölçüde değiştirilmeye çalışılmıştır. Sultan II. Mahmud’dan önce yapılan yenilik

faaliyetleri daha çok askerî sahaya ve bazı toplumsal müesseselere yönelik olmuş,

hükümet kurumlarının ne yapısına ne de şekline dokunulmamıştı. Bunun için Sultan

Mahmud’un hükümet kurumlarına yönelik atılımı, Batılılaşma yolunda yapılan

çalışmaların çok önemli bir merhalesini oluşturmaktadır.

Sultan II. Mahmud’un cülûsu esnasında devletin muhtelif vilayetlerinde

âyânların egomenyası söz konusu idi. Alemdâr Mustafa Paşa onları başkente çağırarak

bir ittifak senedi imzalatmıştı. Ancak Alemdâr’ın öldürülmesinden sonra âyânlar tekrar

eski tutumlarını sürdürmeye devam etmişlerdi. İşte hükümet, bunları başıboş

bırakmayıp itaat altına almaya çalışıyordu. Buna yanaşmayanların bir kısmı öldürüldü.

Bir kısmı da sürgün edildi. Tepedelenli Ali Paşa ve Mehmed Ali Paşa isyan ederek

devleti çok yıprattılar. Sonuçta Tepedelenli öldürülse de onun isyanı Yunan isyanlarının

başlayıp gelişmesini tetikledi. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa ise Şam ve Suriye’yi

aldıktan sonra Anadolu’ya girerek Manisa’ya kadar ulaştı. Onun bu hareketi

244 . Bilgi için bk. Karal, age., V, 152-153; Ali Akyıldız, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform, İstanbul 1993, s. 26-27.

Page 166: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

157

Anadolu’da, başta Kastamonu’da çıkan Tahmisçioğlu isyanı olmak üzere pek çok isyan

ve huzursuzluğun çıkmasına sebep oldu. Fakat tüm bu olumsuzluklara rağmen hükümet,

Anadolu ve Rumeli’de devlet otoritesini kurmaya yönelik olarak yeni bir reform

hareketine koyuldu.

Memleket yönetimindeki ıslahatların gayesi merkezi otoritenin etkisini

artırmaktı. Bunu sağlamak için valilere maaş bağlandı. Böylece vilayet sırtından

geçinmeleri ve çeşitli suiistimallere bulaşmaları engellenmeye çalışıldı. Artık valilerin

her biri ücret karşılığı devlete hizmet eden memur durumuna düşmüştü. Valiler, redif

adı altında Avrupa usulünde asker yetiştirmekle mükellef idiler. Bu askerlerin

sayılarının artmasına paralel olarak eyaletlerde müşirlikler kuruldu. Müşirler

(mareşaller) bulundukları yerin askerî olduğu kadar malî ve mülkî işleriyle de

ilgileniyorlardı. Sancakların birkaçının birleşmesiyle müşirlikler meydana geliyordu.

Daha sonra müşirlerin bünyesinde ferikler (kolordu kumandanı, tümgeneral, korgeneral)

kuruldu.

Başta İstanbul’dan başlamak üzere tüm vilayetlerde muhtarlıklar kuruldu.

Muhtarlar, halkın hükümetle olan münasebetlerinde aracılık görevini yapıyorlardı.245

I. İhtisâb Nezâreti

Sultan II. Mahmud, şehirlerin kontrolü için daha geniş yetkilerle donatılmış yeni

bir idarî sistem kurulması gerektiğini biliyordu. Başlangıçta “Muhtesib”, “İhtisâb

Ağası” ve “İhtisâb Emini” unvanı ile ihtisab işine bakan kimseler, 1242/1826 tarihli

“İhtisâb Ağalığı Nizamnâmesi” ile “İhtisâb Nâzırı” unvanını almıştı. Böylece

İstanbul’da ilk defa kurulmuş olan bu müessese sadrâzamlığa bağlanmıştı.246

245 . Karal, age., V, 154-155. 246 . Bu konuda geniş bilgi için bk. Osman Nuri Ergin, Mecelle-i Umûr-i Belediye, İstanbul 1961, I, 341; Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavaidi, İstanbul 1328, I, 172; Z. Kazıcı, İhtisâb Müessesesi, s.27.

Page 167: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

158

İstanbul’da “İhtisâb Nezâreti” kurulunca, ihtisab nâzırı olacak kişiye “Defter-i

Teşrifat-ı Devlet”te bir mevkii verilmişti. Bu konu ile ilgili, taraf-ı şahâneden yazılan

arz tezkiresinde bu durum zikredilmiştir.247

İhtisâb Nezâreti’nin bazı görevleri, 1261’de kurulan polis ve 1262’de kurulan

zaptiye müşiriyeti müesseselerine devredilince, İhtisâb Nezâreti sadece “narh”* ve esnaf

işine bakar oldu.248

II. Nüfus Sayımı ve Kadastro

Osmanlı devleti, kuruluşundan itibaren nüfus sayımına ve tahrîr-i mülk (toprak

yazımı) işine büyük önem vermekteydi. Ele geçen her toprak parçasında ilk yapılan iş,

toprak yazımı ile nüfus sayımı idi. Çünkü devletin ekonomisi büyük ölçüde tarıma,

dolayısıyla tımar sistemine bağlıydı. Tımarlarda çalışanların sayılarının bilinmesi ve

bunların verecekleri vergi miktarı devlet için hayati önem taşıyordu.

Ancak, Anadolu ve Rumeli’de modern anlamda ilk nüfus sayımı Sultan II.

Mahmud döneminde yapılmıştır. Yeniçeri Ocağı ilga edilince onun yerine kurulacak

olan “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye” ordusu için vergi kaynaklarına ihtiyaç vardı.

Bu kaynakları tespit edebilmek için nüfus sayımı yapılmasına karar verildi. Bu sayımın

ne şekilde yapıldığını tespit etmek için özel bir meclis kuruldu ve gereken

247 . Ergin, age., I, 337–338; Z. Kazıcı, İhtisâb Müessesesi, s.27. * Narh: Azamî fiyat manasına gelen bir ıstılahtır. Narh yahut halkın telaffuziyle nark, Türkçe bir kelimedir. Baban-zâde Ahmet Naim Bey’in tahkikine göre: Narh Hz. Peygamberin zamanında bahis mevzuu olmuş, fakat kendileri buna muvafakat etmemiştir. “Ya Resulellah narh koy” diyen ashaptan birine Cenab-ı Peygamber: “Hayır, kıymetleri indiren de çıkaran da Allah’tır. Ben ise Hak Teâlâ’ya kimsenin üzerimde hiçbir hakkı olmaksızın mülâki olmak isterim.” cevabını vermiştir. Hz. Ömer’de narh aleyhinde bulunmuştur. Narh işi Osmanlı Hükümetini esaslı surette işgal etmiştir. Belediyeye taalluk eden diğer işler gibi narh meselesini de layık olduğu ehemmiyetle tetkik etmiş olan Osman Ergin’in dediği gibi “Pâdişahların en büyük icraat ve muvaffakıyetleri sırasında es’arın tenziliyle halkın duasını almayı düşünmüşler, sadrâzamlar mevkilerini muhafaza edebilmek için bunu bir silah olarak kullanmışlardır. 1806/1221 senesine ait bir mühimme defterinde ilgili kanuna dair şunlar yazılıdır. “Narh umuru mesalih-i ammedendir. Mademki ferman buyrulmadıkça tenzil ve terfi olunmamak gerekir ve herbar terfi ve tenzil için ferman vermekte gayet ihtiyat lazımdır. Mademki zarar-ı âm ihtimali olmuya ferman verilmemek gerektir. Ve zarar-ı âm olmak ihtimali takdirce bigaraz ehl-i vukufla müşavere olunup tarafeyne zarar olmamak şartıyla ferman verile…” (Geniş bilgi için bk. Pakalın, age., II, 654-657). 248 . Bilgi için bk. Nuri Ergin, Mecelle, I, 395; Z. Kazıcı, Osmanlı’da Yerel Yönetim, İstanbul 2006, s. 35–38.

Page 168: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

159

talimatnâmeler hazırlandı. Esas itibariyle bu sayım, Anadolu ve Rumeli’ndeki erkek

nüfusun bilinmesi için yapılmıştı. Bu vakte kadar halk böyle bir uygulamaya alışık

değildi. Halkın endişelerini gidermek ve tepkilerini hafifletmek amacıyla saygın

ulemânın devreye girmesi sağlandı. Nüfus sayımı için gönderilen defterleri toplamak ve

genel sonuçları değerlendirmek için İstanbul’da “Ceride Nezâreti” kuruldu. Daha sonra

Edirne hariç her tarafa nüfus memurları gönderildi. Ahmed Lütfi, eserinde bu

memurların gönderildiği yerleri teker teker vermektedir.249

Erkek nüfusunun sayımı din esasına göre yapıldı. Böylece Anadolu ve

Rumeli’nin Müslüman ve Hıristiyan erkeklerinin sayısı tespit edildi. İslâm nüfusu

içinde Kıptilerle aşiretlerde ayrı ayrı sayıldı. Hıristiyanlarda ise genel sayım yapılıp ırk

ve dil ayırımı gözetilmedi. Sayım sonuçları, Anadolu ve Rumeli’de dört milyona yakın

erkek nüfusunun var olduğunu ortaya çıkardı. Bunun takriben bir buçuk milyonu

Rumeli’de, iki buçuk milyondan biraz fazlası da Anadolu’da olduğu anlaşıldı.

Rumeli’de, az sayıdaki Yahudi ve Kıptiler bir tarafa bırakıldığı takdirde, 800.000

Hıristiyan’a karşılık 500.000 Müslüman tespit edildi. Anadolu’da ise 2.000.000

Müslüman nüfusa mukabil 400.000 Hıristiyan olduğu anlaşıldı.

Harplerden dolayı devlet, vergilerle ilgili kanunları gereği gibi yürütememişti.

Bazı yerlerden vergiler hiç toplanamazken bazı yerlerde de eksik alınabiliyordu. Bu

aksamalardan dolayı, nüfus sayımı yapılırken mülk yazımı da yapıldı.

Vergilerin toplanmasında haksızlıklar ortadan kaldırılarak herkesin gücü

nispetinde vergi vermesi esası kabul edildi. Emlak, arazi ve ticaret mallarından olmak

üzere belirlenmiş zamanda binde hesabıyla tahsilât yapılması ve malî senenin başı, mart

ayı itibar alınarak herkesin hisseleri mahkeme sicillerine kaydedilmişti. Böylece her

şahsa bir senede vereceği verginin miktarını gösteren mühürlü senet verildi. Bu

senetlerin senede iki taksit olarak ödenmesi kararlaştırıldı. Bunun hâricinde hiç

kimsenin hiçbir nam ve vesile ile rencide edilmemesine, herkesin mal ve mülkünden

249 . Bk. Ahmed Lütfi, Tarih, III, 142–143.

Page 169: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

160

endişe etmemesi için memleketin her tarafına yazım memurları gönderildi. İlk örnek

uygulamaya, Hüdavendigâr ve Gelibolu sancağından başlanmıştır.250

III. Posta, Pasaport ve Karantina Uygulaması

Sultan II. Mahmud’a kadar Osmanlı Devleti’nde düzenli bir posta teşkilatı

yoktu. Oysaki gelişmiş olan batılı ülkeler yıllardan beri düzenli çalışan bir posta ağına

sahip idiler. Pâdişah bir hattı hümâyûn yayınlayarak posta usulünü düzene koydu. Buna

binaen Üsküdar’dan İzmit’e kadar bir yol yapıldı. Yolun açılış törenine Pâdişah bizzat

iştirak ederek kendi faytonuyla Üsküdar’dan Kartal’a kadar gitti. Bundan sonra diğer

yerlerde de yeni posta yolları yaptırılıp postaneler açıldı. Posta düzenlemesine dair II.

Mahmud’un yayınlamış olduğu hattı hümâyûnun metni şöyledir. “Nizâm-ı Mülk-ü

hümâyûnum istihsâli emniyeti ve irat tedâriki vâcibeden olduğuna ve dersaâdetime

gelen mekâtip kimden kime gidip geldiği ma’lûm olmamak mülâbesesiyle tahrirat

maddesinde fesat tekevvün ve zuhur ettiğine binaen bu madde dahi yoluna konulmak

üzere hatt-ı hümâyûnuma şu vech ile hûdur ederki memâlik-i sairede câri olduğu misillu

tarik-i Devlet-i Âlîyyemde kârgüzar bir kimesne hüsn-ü ta’bî ile bu hususu nâzır-ı nasp

ve bir münasip mahal tahsisi olunarak tarafından Anadolu ve Rumeli’nin münasip

mahallelerine adamlar ikame edüp fîmâ-ba’d hiç kimesne hodbehod mektup

göndermeyup gerek ehl-i İslâm ve gerek reâyâ ve efrenç tâifeleri gönderecekleri mektup

ve emanetlerini nâzıra götürüp sebt-i defter olunarak her bir mahalle muvakkaten tatar

ihracıyle mahallerine gönderüp adamlar marifetiyle İhsaniye verilse…”251

Posta kanunu kabul edilirken memleketin içinde ve dışında yapılacak geziler

için iki usul kabul edildi. Memleketin dâhilinde yapılan geziler için mürûr tezkeresi

taşımaları, memleketin dışına gidecek olanların ise, Hâriciye Nezâreti’nden pasaport

almaları şartı getirildi. Bundan önce memleketin dışına çıkan herkes, Müslüman olsun

olmasın gidecekleri yerin Türkiye’deki sefirinden pasaport istemek zorunda idiler. Bu

ise Osmanlı devletini küçük düşüren bir uygulamaydı. Çünkü büyük rütbeli devlet

250 . Bilgi için bk. Ahmed Lütfi, Tarih, III, 142-145; Karal, age., V,155-156; Turan, age., II, 597; Lewis, age., s. 91. 251 . Karal, age., V, 156-157.

Page 170: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

161

adamları bile yabancıların elçilerinden pasaport almaya mecbur idiler. Bu duruma son

vermek için yurt dışına çıkacak olan vatandaşlara Hâriciye Nezâreti’nden pasaport

verilmesi ve Avrupa’da olduğu gibi, gidilecek olan memleketin sefiri tarafından bu

pasaportun imzalanması usulü kabul edildi. Pasaport çıkarılmasıyla ilgili olarak Ahmed

Lütfi şunları aktarmıştır. “Devlet-i Alîyye tebeasından Avrupa’ya azîmet edenler o

vakte kadar gidecekleri devlet sefîri tarafından pasaport ki yol tezkiresi almak âdet idi.

Her devlette cârî olduğu misillû Bâbıâlî dahi tebea-i Devlet-i Âlîyye’den Avrupa’ya

gidecek olanlara Hâriciyye Nezâreti ma’rifetiyle pasaport i’tâsına ve gideceği devletin

sefirine işbu pasaportun ibrâz olunması hususuna karar verilerek keyfiyet süferâ-yı

mevcûdeye resmen ihbar kılındı.”252

Memleket içinde yapılan geziler için gerekli olan mürûr tezkeresini günümüz

nüfus müdürleri gibi olan defter nâzırları veriyordu. Defter nâzırları ceride nezâretine

bağlı olarak çalışan bir birimdi.253

Ayrıca bulaşıcı hastalıklara karşı kurulan “Karantina Nezâreti”nden Ahmed

Lütfi Şu şekilde bahsetmektedir. “İlel-i sâriyeden muhafaza içun usul-i tahaffuziyeye

dikkat olunması şeran ve aklen mücâz (câiz, uygun) olduğuna dair o esnada Dâr-ı

Şûrây-ı Bâbıâlî’de bulunan ulemâ-i izâm tarafından beyan olunan fetvây-ı şerîfe

mu’cibince Devlet-i Alîyye’de karantina usûli sıhhıyyesinin icrasına teşebbüs olundu.”

Karantina için teşkil olunan cemiyete “Meclis-i Sıhhıyye” deniliyordu.

Karantinanın Şer’-i Şerîf (İslâm şerîatı) işlerinden Es’ad Efendi, tıbbı işlerinden

Abdülhak Efendi, yönetiminde ise Mansûre feriki Namık Paşa sorumlu tutulmuşlardı.

Bunun yanı sıra Viyana’dan birkaç yabancı uzman getirilmişti.254

Şeyhülislâm Mekkîzâde Âsım Efendi’nin karantinanın şerîata uygun olduğuna

dair fetvası şöyledir. “Bir beldeye tâun isabet edüp Hak Sübhânehû Teâlâ Hazretleri’nin

252 . Ahmed Lütfi, Tarih, V, 116–117. 253 . Musa Çadırcı, agm., Belleten (1987), LI/201, s. 1240. 254 . Ahmed Lütfi, Tarih, V, 125.

Page 171: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

162

kahrından lütfuna iltica ile esbâb-ı tahaffuza teşebbüs etmede beis var mıdır? El-Cevap:

Yoktur.”255

C. TOPLUMSAL REFORMLAR

I. Giyim Kuşamla İlgili

Bu sahadaki uygulamalar bütün halk sınıflarına yönelik olmayıp daha ziyade

devlet memurlarına yönelik olmuştur. Batıda uygulanan giyim tarzı benimsenmiş ve

uygulanmaya çalışılmıştır.

Pâdişah, eski âdet ve geleneklerin çoğunu terk etmeye başlamıştı. Bakanlar ile

ulemânın, huzurunda toplanmasına müsaade etti. Kendisi Mısırlı kıyafetini benimsemiş

ve artık sokağa da bu kıyafetle çıkmaya başlamıştı. Hatta sakalını kısa kesip devlet

adamlarına örnek olmuş ve onları da bu doğrultuda hareket etmeye teşvik etmişti. Eski

usul âdetlerde diretenlere tepki gösterdi. Örneğin Avrupalıların kullandığı eğer tarzında

bir eğeri kullanmaktan çekinen sadrazamı bir müddet gözünden düşürmüştü.

Avrupalılar gibi, devlet dairelerine resmini astırmıştır. Avrupa krallarının yaptığı gibi,

doğumunun yıl dönümünü törenle kutlamayı âdet haline getirdi. Şekle yönelik bu

uygulamalarının yanı sıra halkla bütünleşme adına güzel uygulamaları da olmuştu. Bu

doğrultuda, Osmanlı Pâdişahlarının İstanbul’da kapanmaları âdetinden vazgeçerek

Avrupalı kralların zaman zaman yaptıkları gibi, memleketi tanıma amacıyla seyahat

etmeye karar verdi. Sultan Mahmud ilk seyahatini Rumeli’ye yaparak kalyonu ile

Varna’ya gitmişti. Sonra oradan Rusçuk ve Tırnova yolu ile Edirne’ye kadar seyahat

etmiştir.

II. Mahmud, setre (Düz yakalı, önü tek ilikli, çuhadan yapılmış elbise) ve

pantolonu mecburî kıyafet yaptıktan sonra serpuş (başlık) meselesine el atmıştı.

Osmanlı Devleti’nde çeşitli din, ırk, tarikat, meslek vb. sınıfların kendilerine özgü

serpuşları mevcut idi. Devlet adamları ise kavuk giyiyorlardı. Bu kavukların şekli de

255 . Gülden Sarıyıldız, “Karantina Meclisi’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”, Belleten (1994), LVIII/222, 336.

Page 172: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

163

meslek ve rütbelere göre değişmekteydi. Bu kadar çok serpuş olması Osmanlı

cemiyetlerini, çeşitli düzeydeki grup temsilcilerinin davet edilmesiyle âdeta bir

karnavala dönüştürüyordu. Bu ise bir yabancının gözünde komik bir manzara

oluşturuyordu. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra kavuk takma mecburiyeti

kaldırıldı. Bunun üzerine herkes canının istediğini başına takmaya başlayınca ortaya çok

tuhaf manzaralar çıktı. Bu da devleti temsil eden memurların gülünç duruma düşmesine

sebep oluyordu. Bu duruma çeki düzen veren Pâdişah, asker ve memurlar için serpuş

olarak fes takmayı mecbur etti. Halk ise dilediğini başına koymakla serbest bırakıldı.

Halk için “başıbozuk” tabirinin kullanılması bu sebepten ileri gelmişti. Böylece serpuş

halk ile devlet memurları ve askerler arasında bir fark alameti sayıldı.256

Şubara yerine fes giydirilmesi 1828’de kabul edilmiştir. Fes, Tunus ve

Cezayir’de giyilmekteydi. Ancak İstanbul’da balkanlı bir kısım Hıristiyan’ın başlığı

olarak bilindiği için çok zor bir karar olduğu aşikârdır. Sonuçta Tunus Beylerbeyi’ne

50.000 fes sipariş edildi. 1830’da Tunus’tan getirilen ustalar Eyüp’te Feshâne’yi

kurdular.

Avrupa tarzındaki giyim kuşam ve tıraş şekilleri özellikle Pâdişahın yakın

çevresinde büyük bir rağbet görüyordu. Ayrıca bu tarz kıyafetler savaş esnasında

kullanışlı olup olmadıkları bakımından da çok tartışılmıştır.257

Bu dönemde, epey zamandan beri giyim-kuşamda görülmekte olan sefahate son

veren kararlar alınmıştı. Ulemâ ve vüzerâ dışındaki halkın, Bağdat ve Selanik pûşileri,

Trablus kuşağı ve Mağrib şalı dışındaki değerli giysileri kullanmaması kararlaştırıldı.

Ayrıca, silah vb. lüzumlu şeylerin dışında gümüş ve altın kullanımı da yasaklandı.

Ellerinde altın ve gümüş bulunduranların, bunları Darphâne-i Âmire’ye getirmeleri

istendi. Gümüşün dirhemi otuz iki pâre, altının dirhemi ise on altı kuruştan olmak üzere

bedelleri sahiplerine ödendi. Bunlara dair emirler taşraya da gönderilmişti.258

256 . Karal, age., V, 157-158. 257 . Akşin, age., III, 111. 258 . Cevdet Paşa, Tarih, XII, 45.

Page 173: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

164

Halkı fes kullanımına alıştırmak için ulemâdan bazı mümtaz müderrisler onu

başlarına takması üzerine ulemânın da fes takması istendi. Ancak, yeniçeriliğin

kaldırılmasında Sultan ile işbirliği yapmış ve müteakip tüm reformları meşru görmüş

olan Şeyhülislâm Mehmed Tahir Efendi bu yeniliğe ısrarla karşı çıkmıştır. Hatta

Bosnalı bir müderris, bu Avrupai kıyafeti benimseyenleri zındıklıkla suçlayacak kadar

ileri derecede muhalefet etmişti. II. Mahmud Şeyhülislâmı azletmiş ancak bu sıralarda

Rusya ile patlak veren harp yüzünden ulemâ ile sürtüşmeye cesaret edememiştir.

Böylece ulemâ, halktan kendilerini ayıran beyaz sarıklarını yüz yıl sonraki Atatürk

reformlarına kadar korumuş oldu.259

Kıyafette yapılan bu yeniliklerle Müslüman olamayan tebeanın başlarına,

vücutlarına ve ayaklarına giydikleri giysilerin biçim ve renk bakımından

Müslümanlarınkinden farklı olması geleneğine son verilmiştir.260

II. Vakıflarla İlgili

Sultan II. Mahmud dönemindeki yenilikler sadece askerî, siyasî ve idarî saha ile

sınırlı kalmayıp müesseselere de yayılmıştır. Bu dönemde köklü değişikliklere uğrayan

müesseselerden biri de vakıf teşkilâtı idi.

Tarih botunca, İslâm dünyasında ve özellikle Osmanlı Devleti’nde önemli

hizmetler ifa etmiş olan vakıflar, toplumda dinî ve hukukî sonuçlar meydana getirdikleri

için vakfı kuracak olan kişide bazı şartların bulunması gerekiyordu. Bu şartlara haiz

olan bir kimse şu üç şekilden biri ile vakıf kurabilirdi.

1. Tescil Suretiyle: Vakıf kuracak olan kişi kadıya (hâkim, yargıç) müracaat

ederek vakıf kurma isteğini bildirir. Bunun özerine kadı, vakıf kurma şartlarının bu

kimsede bulunup bulunmadığını araştırır. Araştırmanın sonucuna göre şahitlerin

259 . Uriel Heyd, “III. Selim ve II. Mahmud Dönemlerinde Batılılaşma ve Osmanlı Uleması” trc. Sami Erdem, Dergâh Mecmuası (Ekim 1996), sayı: 80, s. 18–19. 260 . Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978, s. 195

Page 174: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

165

huzurunda ve onların da karara iştiraki ile vakfın kurulduğunu karara bağlayıp tescil

eder (kayda geçer).

2. Vasiyet Etmek Suretiyle: Vakıf yapmak isteyen kimsenin, ölmeden önce

vasiyet etmesi suretiyle kurulan vakıftır. Şayet vâkıfın mirasçıları yoksa mal varlığının

tamamı, mirasçıları varsa üçte birini vasiyet etmek suretiyle vakf edebilir.

3. Fiil ve Hareketle: Bir kimse mülkü olan bir arsa üzerine cami inşa ettirip,

ezan okutturup, orada halkın cemaatle namaz kılmasına müsaade eder ve kendisi de bu

cemaate iştirak ederse bu cami “vakf-ı lâzım” suretiyle vakıf olur. Artık bundan dönüş

olmaz.261

Bu dönemde şahıslar tarafından kurulan vakıflar, vakfı kuran şahısların

şartlarına göre idare ediliyordu. Kadılar tarafından denetlenen bu vakıfların yönetimi

zamanla karmakarışık bir hal aldı. Bu vakıflara bir çekidüzen verilmek üzere “Evkaf-ı

Hümâyûn Nezâreti” kurularak tek çatı altında toplanmaları sağlandı. Bu nezâret

kurulmadan önce vakıfların gelirlerini toplamak, kollamak ve vakıflarda görev

yapanların maaşlarını temin etmek üzere, Haremeyn, Vezir, Şeyhülislâm, Tophâne

Ümerası ve İstanbul Kadıları Nezâreti gibi çeşitli nezâretler kurulmuştu.

Pâdişah, vakıflar arasındaki irtibatsızlığı kaldırmak ve çeşitli yolsuzlukları

önlemek gayesi ile ülkedeki tüm vakıfların tek çatı altında toplanması gerektiğine kani’

olmuştu. Ancak asırlarca alışılageldik devam eden bu düzeni bir anda değiştirmek pek

de kolay bir iş değildi. Çünkü büyük ölçüde ulemânın kontrolünde olan vakıflar, herkes

tarafından benimsenen dinî bir statüdeydi. II. Mahmud bu durumu bildiği için

kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan ulemâyı arkasına aldıktan sonra düşüncesini

uygulamaya koymuştur. 12 Rebiülevvel 1242/14 Ekim 1826 tarihli bir fermanla “Evkaf-

ı Hümâyûn Nezâreti” kurularak başına, El-Hac Yusuf Efendi getirildi. Bu nezâret,

261 . Z. Kazıcı, Osmanlı Vakıf Medeniyeti, İstanbul 2003, s. 47–48.

Page 175: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

166

“Kesedârlık”, Zimmet Halifeliği” ve “Sergi Halifeliği” adında üç daireden meydana

gelmişti.262

D. EĞİTİME YÖNELİK REFORMLAR

II. Mahmud reformlarının en canalıcı noktasını eğitime yönelik yapmış olduğu

atılımlar oluşturur. Zira bu sahadaki reformlar aracılığıyla, ufku geniş yeni bir neslin

yetişmesini sağlamıştı.

İslâm dünyasında, medreselerden önce öğretim halkaları olduğu gibi çeşitli

eğitim faaliyetleri de vardı. Bu faaliyetler mescid, bilginlerin evi, saray ve kitapçı

dükkânı gibi değişik isim ve özellik taşıyan yerlerde veriliyordu.

H. 459 (M. 1066–1067) senesi İslâm eğitim tarihinde bir dönüm noktası olarak

kabul edilir. Bu yılda Büyük Selçuklu veziri Nizâmülmülk (Ö. 458/1092)’ün inşa

ettirmiş olduğu medreseler manzûmesinin ilki Bağdat’ta açılmıştır. Bu tarihten sonra

artık her tarafa, benzer medreseler yayılmaya başlamıştır. Pek çok hükümdâr ve devlet

adamı Nizâmülmülk’ü örnek alarak kendi adına medreseler kurmaya başladı.263

İslâm ülkelerindeki ilmî hayatın gelişmesinde XI. Asrın müstesna bir yeri vardır.

Bu asırdan sonra medreseler, halkın dinî ve kültürel yönde yetişmesinde faal bir rol

oynamaya başladılar. Osmanlılar döneminde ise medreseler hem program, hem de

mimarî sahada gelişme gösterdiler.

İslâm dünyasında olduğu gibi Osmanlılarda medrese eğitimini vakıflar

sâyesinde idâme ettirmişlerdi. Fatih’in İstanbul’u feth ettikten sonra Sahn-ı Seman

Medresesi’ni açması ve bunun ayakta kalmasını sağlamak için vakıflar tesis etmesinden

sonra, İstanbul’da Pâdişahlar başta olmak üzere, vezirler, ilim adamları ve bazı saray 262 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. İbnülemin Mahmud Kemal-Hüseyin Hüsameddin, Evkâf-ı Hümâyûn Nezaretinin Tarihçe-i Teşkilâtı ve Nüzzarın Teracim-i Ahval-i, İstanbul 1335, s. 13–16; Lewis, age., s. 93–94; Z. Kazıcı, Vakıf Medeniyeti, s. 111–121; aynı müellif, İslamî ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul 1985, s. 75; Ahmet Akgündüz, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara 1988, s. 282–283. 263 . Z. Kazıcı, Anahatları ile İslâm Eğitim Tarihi, İstanbul 1983, s. 19.

Page 176: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

167

mensupları tarafından pek çok medrese inşa edilmiştir. XII. Asrın son çeyreği başında,

İstanbul’daki medrese sayısının 126’ya ulaştığı görülmektedir.

Bütün Osmanlı dönemi boyunca medreselerin dışında da bazı yerlerde ve farklı

seviyelerde eğitim faaliyetleri yürütülmüştür. Osmanlı devri klasik medreseleri, İhtisas

Medreseleri (Dârü’l-Hadis, Dârü’t-Tıp, Dârü’l-Kurra) ve Genel Eğitim Medreseleri

olmak üzere iki gruba ayrılır.264

Sultan II. Mahmud, yapmakta olduğu reformların teminatının, bu reformların

ehemmiyetini kavrayacak ve bunları müdafaa edecek nesillerin yetiştirilmesiyle

mümkün olacağını biliyordu. Bunun tek çıkar yolu ise ciddi bir şekilde eğitim ve

öğretim sahasında yeni atılımlar yapmaktı. Bu düşünceden hareketle ülkede eğitim ve

öğretim (maarif) işlerini ıslah etmeye yönelik faaliyetlere hız kazandırdı.

Batı düşüncesine düşman olan medreseler, devletin kalkınması için milli eğitime

yardım edecek durumda değildi. Oysaki Osmanlı’nın kaderini milli eğitim sistemindeki

atılımlar belirleyecekti. Din, devletin temelini oluşturduğu için medreseleri tamamen

kaldırarak yerlerine Avrupa tarzı okulların açılması imkânsız gibiydi. Bunun için

medreselere hiç dokunulmadan batı tarzı eğitim kurumları açıldı. Batı, on sekizinci

yüzyıldan itibaren ilköğretimi mecburi tutarak kalkınmada muvaffak olmuştu. Batılı

aydınlar “Öğretmek medenileştirmektir” prensibiyle hareket etmişlerdi. Bu düşünceyi

akla yatkın bulan II. Mahmud bir ferman yayınlayarak ilköğretimi mecburi hale

getirmişti. Ancak bu fermanda çocuklara öğretilecek olan bilginin, okuma yazmaya

ilaveten dini bilgileri de içermesi ifade edilmişti. Ayrıca ilköğretimin mecburi tutulması

şartı İstanbul ile sınırlandırılmıştı. İşin doğrusuna bakılacak olursa gereken araçların

olmayışından bu şartı İstanbul’da dahi sağlamak pek kolay değildi. Buna rağmen

İstanbul’un bazı yerlerinde, yüksek okullara öğrenci yetiştirmek için günümüzdeki

ilkokullara denk rüştiye mektepleri açıldı.

264 . Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Z. Kazıcı, Eğitim Tarihi, s. 87–103.

Page 177: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

168

Yine sıbyan okullarının üstünde “Mekteb-i Ulûm-i Edebiye” kuruldu. Bu okula

sıbyan mektebini bitiren öğrencilerin alınması ve on sekiz yaşına kadar okutulmaları

kararlaştırıldı. Öğrencilerin gösterdikleri başarıya göre, bir nevi günümüzdeki destek ve

teşvik amaçlı verilen burslar gibi vakıflardan maaş bağlanması prensibi getirildi. Ayrıca

devlet memuru yetiştirmek için ilkokul derecesinde “Mekteb-i Maarif-i Adlî” kuruldu.

Bu “adlî” ismi, okulun Mahmud-i Adlî zamanında kurulduğunu belirtmek için

verilmiştir. İlk Rüşdiye olarak kabul edilen Mekteb-i Maarif-i Adlî (1838) ve Mekteb-i

Ulûm-i Edebiye (1839), İstanbul’da Sultanahmet ve Süleymaniye camilerinde

açılmıştır.

Yüksek öğretim problemini çözmek için hükümet daha erken davranmış ve batı

düşüncesini benimseyen tarzda Harp Okulu (Harbiye) ile Tıp Okulunu (Tıbbîye)

açmıştı. Bu okullar çalışma ve programları itibariyle batıdaki okullara çok yakındı.

Elçilik için Avrupa’ya giden Namık Kemal Paşa, oradaki harp okullarını görerek takdir

etmişti. Bu nedenle Beşiktaş civarında “Mekteb-i Harbiye” adındaki okulu kurmak için

gayret göstermiştir. Okulun önemini ilk zamanlarda anlayamadı. Zenginler çocuklarını

Harbiye’ye vermekten çekindiler. Hükümet çareyi, sokaklarda dolaşan kimsesiz ve

yoksul çocukları Harbiye’ye almakta buldu. Böylece bu garip çocuklar subay olarak

yetiştiriliyorlardı. Başlangıçta sadece öğrenci sıkıntısı çekilmiyordu. Aynı zamanda

öğretmen sıkıntısı da çekiliyordu. II. Mahmud devrinde Harbiye’nin en değerli muallimi

Elhac Hafız İshak Efendi idi. Fransızcayı iyi bilen İshak Efendi, Divân-ı Hümâyûn

tercümanlığında da bulunmuştu. Harp okuluna gerekli olan kitapları tedarik için Batı

dillerinden Türkçeye çeviri yapmaya ve dünyanın çeşitli kitaplarından faydalanarak

kitaplar yazmaya başladı. Yazdığı kitaplar dört ciltlik ulûm-u riyâziye, fenn-i istihkâm,

top izvesi ve esleha-i hafife-i nâriyedir. Bunu yanında fizik, kimya ve jeoloji’ye dair

yazıları da vardı. Bu yeni ilimlerin Osmanlıca tercümelerini de İshak Efendi bulmuştur.

Sonuçta Batıdan ve en çok Prusya’dan öğretmenler getirildi. Bu öğretmenler

tercümanlar aracılığıyla ders veriyorlardı.

Harp okulunun yanında, tıp okulunun kurulması da askerî ihtiyaçtan neşet

etmişti. Medreselerin bünyesinde olan Dârüşşifa ve Tımarhâneler mevcut ihtiyaçlara

cevap veremiyordu. Zira buralarda tıp bilimleri belli bir seviyeye kadar öğretilmekteydi.

Page 178: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

169

Bunun için başta Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye Ordusu askerlerinin sağlık

durumunu korumak amacıyla Avrupa tarzı eğitim veren Tıp Okulu açılmıştı. Açılışta

konuşan Pâdişah, şu sözleriyle okulun icra edeceği görevleri ima etmiştir: “Biz ise gerek

Asâkir-i Şahâne ve gerek Memâlik-i mahrusamız için hâzık (işinin ehli, usta) tabipler

yetiştirüp hidemat-ı lâzimede istihdam ve diğer taraftan dahi fenn-i tıbbî kâm ilen

lisanımıza alıp kütüb-i lâzimesini Türkçe tedvine sâ’-ü ikdâm etmeliyiz.”265

Tıbhâne ve Cerrahhâne isimleriyle tıp okulu açıldıktan sonra II. Mahmud

Sadrâzama göndermiş olduğu şu ferman ile bu okulun geleceği hakkında iyi ümitler

beslediğini ifade etmiştir. “Bu bir lâzime-i fenn-i celîleden olmakla bay ve gedanın buna

ihtiyacı derkâr ve aşikârdır. İnşallah müddet-i kalilede yetiştirilip ahar milletten olan

etibbaya pek de hacet kalmaz”.

Tıp okulunun öğretimi, hazırlık ve doktorluk bölümü olmak üzere ilk etapta iki

safhaya ayrılmıştı. Hazırlık bölümünde öğrencilere Arapça, din dersleri ve Fransızca

öğretilirken doktorluk bölümünde ise Arapçaya devam edilmekle birlikte doktorluğun

gerektirdiği her türlü özel dersler de öğretilmekteydi. Zaman içerisinde bu müfredatın

zorluğu anlaşıldı. Çünkü dört yıl gibi kısa bir sürede hem yabancı dil hem din bilgileri

hem de tıp bilimlerinin öğrenilmesi çok zordu. Bu nedenle Viyana’dan getirilen Prof.

Bernard ile hekimbaşı Abdülhak Molla, tıp okulunu yeni bir düzene koydular. Tıbhâne

ve Cerrahhâne yerine Dâr ül-Ulûm-ı Hikemiyye-i Osmanîyye ve Mekteb-i Tıbbiye-i

Âlîyye-i Şahâne isimleri kullanılmaya başlandı. Bu okullarda öğretim süresi altı yıla

çıkarılırken dil Fransızca olarak devam etti. Ancak Arapça ve Din dersleri bu okullardan

kaldırıldı. Tıp kütüphânelerinin gelişmesi için büyük çaba harcandı. Bu uğurda en çok

çalışan Hekimbaşı Behçet Efendi, Arapça ve Farsçayı öğrendikten sonra Divân-ı

Hümâyûn tercümanı Yahya Efendi’den Latince ve Fransızca öğrenmiş ve sonra da

doktor olmuştu. Behçet Efendi, tabiat ilimleri yazarı Buffon’un Tarih-i Tabiî’sini ve

Fizyoloji’sini Türkçeye tercüme etmişti.

265 . Karal, age., V, 160.

Page 179: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

170

Tıp okulunun batılı modern bilimlere dayandırılması ve demode olmuş

ilimlerden arındırılması, bu okuldan, doktorluğun yanında felsefe ve siyasette ileri

görüşlü adamların yetişmesine de olanak sağlamıştı.

Bu devirde çeşitli sahalarda yapılan yeniliklerin geleceği elbetteki Avrupa

düşüncesine sahip aydınların yetişmesine bağlıydı. Bunun için III. Selim Avrupa’ya

gönderdiği daimi elçilerine yabancı dil öğrenmelerini emretmiş ancak planlı bir şekilde

öğrenci göndermemişti. II. Mahmud, Müslüman halkın Hıristiyan halka karşı olan

düşüncelerini göz önüne alarak ilk önce Hıristiyan reayadan öğrenci göndermeyi uygun

buldu. Ancak harp Okulu ile Tıp Okulu kurulduktan sonra öğretmen ve memur

yetiştirmek için bu okullarla Enderûn ağalarından yüz elli kişilik bir kafile Avrupa’nın

çeşitli memleketlerine gönderildi. Maalesef bu olayı halk pek çirkin gördü. Hiçbir

çözüm üretmediği gibi bu uğurdaki çalışmaları baltalamaktan da geri durmayan

mutaassıplar, her zaman olduğu gibi yine Pâdişahı ve hükümeti dinsizlikle itham

etmeye başladılar.266

E. EKONOMİYE YÖNELİK REFORMLAR

II. Mahmud müsâdere sistemini kaldırarak malî emniyeti büyük ölçüde sağlamış

oluyordu.267 Zira pek çok paşa, ölümlerinden sonra mallarını müsadereden kurtarmak ve

mirasçılarına aktarmak için çocuklarını ulemâ sınıfına dâhil ediyordu.268 Bu durum ise

daha sonra devletin akıbetini tehlikeye sevk etmesi bakımından çok sakıncalı neticeler

doğurmaktaydı. Vak’anüvis Ahmed Lütfi bu konuya dair şunları zikretmektedir. “Usûl-i

fıkhîyyenin mesâil-i esasiyesindendirki, gerek ma’kul olupta meşru ve gerek

meşru’iyetini müteakip makul olsun şu iki kavle göre dahi akıl ve naklın ittifakı

müttefekun aleyhdir. İktiza-yı şer’îden kat’ı nazarla müsâdere kazıyyesi teşrih

olundukta, eğer muhallafat-ı mevcude mevtanın öz malı ise âna müdahaleye kimsenin

hakkı olmayup âlâ mâferezallah taksim olunur.”269

266 . Karal, age., V, 158-162; Cihan, age., s. 205-206; Akşin, age., III, 283. 267 . Turan, age., II, 596. 268 . Uriel Heyd, agm., s. 18. 269 . Ahmed Lütfi, Tarih-i Lütfi, I, 144.

Page 180: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

171

1826’dan beri Osmanlı Devleti, hammaddelerin yurt dışına çıkarılmasını

önleyen yed-i vâhid (tekel) sistemini uygulamaya koymuştu. Bu sistem İngiltere’nin

çıkarlarına uygun düşmüyordu. Bunun için İngilizler kendilerine ayrıcalıklar verilmesi

için Osmanlılara baskı yapıyordu. Yed-i vâhidin kaldırılmasından sonra ecnebi tüccarlar

artık rahatça Osmanlı pazarına girip mallarını satmaya başlamışlardı.270

Neticede 25 Cumâziyelevvel 1254/16 Ağustos 1838’de Osmanlı Devleti ile

İngiltere arasında imzalanan Balta Limanı Ticaret Muâhedesi ile gerek zirai mahsuller

gerekse diğer eşyalar üzerine konmuş olan tekel (yed-i vâhid) usulü kaldırılmıştır.271

Dışişleri bakanı Mustafa Reşit Paşa, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın isyanını

bastırmak için İngilizlerden yardım istedi. Bu yardıma karşılık olarak İngilizlere ticari

bakımdan büyük ayrıcalıklar veren bir anlaşmayı Baltalimanı’nda kendisine ait olan

yalısında imzaladı. Antlaşma 19 Receb 1254/8 Ekim 1838’de Kraliçe Viktorya, bir ay

sonra da Sultan II. Mahmud tarafından onaylandı. Bu antlaşmanın bazı maddeleri

şunlardır

a) Yed-i vâhid (tekel) sistemi kaldırıldı.

b) İç ticarete Osmanlıların yanı sıra İngilizlerinde katılması öngörüldü.

c) İngiliz vatandaşları Osmanlı ürünlerini ihraç etme hakkına sahip oldular.

d) Transit resmi kaldırıldı.

e) İngiliz gemileriyle gelen İngiliz malları için bir defa gümrük ödendikten sonra

mallar alıcı tarafından nereye götürülürse götürülsün bir daha gümrük ödenmeyecekti.

Böylece İngiliz tüccarları Osmanlı sınırları içinde ticaret yaparken Osmanlı

tüccarlarından bile daha az vergi ödeyeceklerdi.

Daha sonra Osmanlı sanayine büyük darbe vuran bu ve benzeri anlaşmalar

Fransa, İsveç, Norveç, İspanya, Portekiz, Hollanda, Danimarka ve Belçika ile de

imzalanmıştı. Bu anlaşmalar kapitülasyonları daha da sağlamlaştırmış ve Osmanlının

270 . Kütükoğlu, age., I, 75. 271 . Kütükoğlu, age., I, 109.

Page 181: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

172

diğer devletlere borçlanmasına yol açmıştı. Böylece Osmanlının malî çöküntüsü daha

bir hızlanmış oldu.272

Bu sıralarda Osmanlı’nın pazarları Avrupa mallarının istilasına uğramıştı. Buna

devlet de zemin hazırlamıştı. Çünkü yeni kurulan ordunun ihtiyaçlarını sağlamak için

devlet buna gereksinim duyuyordu. Örneğin askerlerin elbise ihtiyacını karşılamak için

gereken çuha ve Nemçe Fransa’dan getiriliyordu. Sırf bu sebepten her yıl kırk elli bin

kese altın yurt dışına çıkıyordu. Hal böyle olunca hükümet, tıpkı III. Selim’in yaptığı

gibi yerli malların sürümünü teşvik için yabancı kumaştan elbise dikimini yasakladı.

Ancak bu sefer hükümetin bu tedbirini fırsat bilen yerli kumaş üreticileri on veya on bir

kuruşa sattıkları malın fiyatını yirmi beş kuruşa çıkardılar.

Osmanlı devleti her ne kadar ticarî sahada yenilikler yaptıysa da bunlar yetersiz

kalıyordu. Kapitülasyonlara sahip olan devletlerin tüccarlarıyla Türk tüccarlar rekabet

edemiyorlardı. Daha başka yollara müracaat edilse de bir türlü yerli tüccarların durumu

düzeltilemedi.

Ekonominin düzene konulamaması hükümeti malî bakımdan dar boğaza soktu.

Konulan yeni vergiler de kötü gidişatı önleyemedi. Ekonominin bir türlü düzene

sokulamaması üzerine İngiltere’den bir milyon lira borç istenmesine karar verilerek

Fethi Paşa bu işle görevlendirildi.273

F. II. MAHMUD’UN ŞAHSİYETİ VE ÖLÜMÜ

Sultan Mahmud, sıkıntıyla geçen bir ömrün Sultanı olarak Osmanlı ordusunun

Nizip’te uğradığı ağır yenilgiden kısa bir süre sonra, gözlerini hayata yummuştu.

Toplam 31 yıl, 4 gün tahtta kalmıştır. Bu süre, IV. Mehmed (1640–1687) ile II.

Abdülhamid (1876–1909) arasındaki en uzun saltanat süresidir. Sultan II. Mahmud’un

272 . Kütükoğlu, age., II, 4-6. 273 . Karal, age., V, 162-164.

Page 182: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

173

saltanat yılları, “Vak’a-i Hayriyye” denilen, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından önce

ve sonra olmak üzere iki safhaya ayırılması gerektiği ifade edilir.274

Mayıs 1813’den itibaren “Gâzi” unvanını kullanan ve yaptığı ıslahatlarla

Osmanlı Devleti’nin yüzünü batıya çeviren II. Mahmud’u, devletin içinde bulunduğu

müşkilâtlar iyice yormuş, rahatsızlığı son zamanlarda daha da artmıştır. Saray

hekimlerince akciğer iltihabına yakalanmış olduğu açıklanan Pâdişah, hem manen hem

de bedenen büyük bir yıpranmaya maruz kalmıştı. Bu hali ile istirahat etmek için Esma

Sultan’ın Çamlıca’daki köşküne gitti. Kendisini muayene eden, Viyana’dan getirilmiş

bir hekim, birkaç günlük ömrü kaldığını söyledi. Tabibin verdiği ilaçları kullanan Sultan

bir ara iyileşir gibi olmuştu. İyileşmesinden duyulan sevinçle, veba yüzünden tutuklu

bulunan hacılar serbest bırakıldı. Kurbanlar kesildi, havai fişekler atılarak çeşitli

kutlamalar icra edildi. Ancak II. Mahmud’un bu durumu uzun sürmedi. İyileşmesinin

ertesi günü pazarı pazartesiye bağlayan gece (17–18 Rebiülâhir 1255/30 Haziran–1

Temmuz 1839)*, 53 yaşını 11 ay ve 12 gün geçe, hemşiresi Esma Sultan’ın

Çamlıca’daki bağında vefat etti. Sultan Mahmud’un na’şı, seher vakti Çamlıca’daki

konağından alınarak araba ile Harem iskelesine getirildi. Buradan “yedi çifte kayık” ile

Topkapı Sarayı’na taşındı. Hırka-i Saâdet Dairesi yakınında gerekli dinî işlemler

yapıldıktan sonra Cağaloğlu’nda, Divânyolu üzerinde ve Çemberlitaş yakınındaki, yine

Esma Sultan’ın konağı bahçesine yapılmış olan türbesine defnedildi. Bu semt

günümüzde de türbe diye anılmaktadır. Daha sonra küçük oğlu Sultan Aziz ile torunu

Sultan II. Abdülhamid onun yanına defnedilmiştir. Yerine, o sıralarda 17 yaşında

bulunan oğlu Abdülmecid Osmanlı Tahtına oturdu. “Hân Mahmud’a makam ola

Makam-ı Mahmud” mısrası onun ölüm tarihi olarak söylenmiştir.275

Osmanlı tahtına geçen Sultan II. Mahmud, Osmanlı töresine göre Eyüp’te kılıç

kuşanma (taklid-i seyf) ve Fatih ile diğer ecdâd türbelerini ziyaret ettikten sonra cülûs

merâsimini tamamladı. Genç yaşta Pâdişah olan Sultan II. Mahmud, devletin içinde 274. Akgündüz-Öztürk, age., s. 237; Mehmet Esat Sarıcaoğlu, Malî Tarih Açısından Osmanlı Devletinde Merkez Taşra İlişkileri (II. Mahmud Döneminde Edirne Örneği), Ankara 2001, s. 23. 275 . Bilgi için bk. Ahmed Lütfi, Tarih, VI, 31–32; M. Süreyya, Sicill-i Osmanî, I, 73–74; Danişmend, Kronoloji, IV, 120; V. Çabuk, age., VIII, 188. * M. Nuri Paşa Netâyicü’l-Vukuât’ında, II. Mahmud’un ölüm tarihini 19 Rebiülâhir 1255/2 Temmuz 1839 olarak belirtmiştir.

Page 183: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

174

bulunduğu iç ve dış buhranlara karşı metanetini koruyor, zekâ, irade ve cesareti

sayesinde geleceğe karşı olan ümidini asla kaybetmiyordu. Şartlara göre metânetini

korumasını gayet iyi biliyordu. Ancak gerektiğinde de en şiddetli tedbirlere

başvurmaktan çekinmeyecek bir yaratılışta idi. O, devletin tüm müesseselerini tam

olarak modernleştirmeyi kendisine düstur edinmişti.276

Sultan II. Mahmud’un şahsiyeti incelenirken, onun üç mühim cephesi üzerinde

durmak gerekir.

a) Devlet adamlığı ve askerliği,

b) Yenilikçi kişiliği,

c) İnsanî meziyetleri.

Sultan II. Mahmud, Osmanlı Pâdişahları arasında uzun süre tahta kalan

hükümdarlardan biridir. Oldukça uzun süren bu Pâdişahlığına savaş atmosferi içerisinde

başlamıştır. Bir ölüm kaçışından kurtularak tahta oturmuş, genç yaşta kanlı ve dehşet

saçan olaylar manzumesinden geçmiş, kısaca zihni kanla yoğrulmuştu. Bir taraftan

sarayın çevresinde kanlı çarpışmalar sürerken diğer taraftan ordu, Rusya ile savaş

halindeydi. II. Mahmud, Böyle bir ortamda III. Selim’in düştüğü hatayı tecrübe edip,

büyük bir dirayet göstererek sekbânları, kendine bağlı diğer teknik askerî kadroyu

zorbaların üzerine püskürtmüş ve sonunda onları bertaraf etmeyi başarmıştı. Bu tecrübe

onun kişiliğini olgunlaştıran ilk olay olması bakımından önemlidir.

II. Mahmud, dâhilde çıkan pek çok hâdisede, elindeki imkân ve asker gücünü

kullanmaktan çekinmemiştir. Eyaletlerdeki mütegallibe ve âyânları teker teker ortadan

kaldırdığı gibi, Mısır valisi Mehmed Ali Paşa aracılığıyla, Hicaz’da büyük tahribata

sebep olan Vehhâbîlik meselesine önemli darbeler vurdu. Vehhabî reisini İstanbul’da

idam ettirmekten de çekinmedi. Çünkü Sultan II. Mahmud, bir şeyin doğru olduğuna

kanaat getirdiği anda, tereddüt etmeden icabını ânında yerine getiriyordu. Zira gözü

kara bir fıtrata sahipti. Nitekim aşırı derecede temkin ve tedbir aynı zamanda başarıcının

276 . Turan, age., II, 581.

Page 184: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

175

önünde bazen bir engel olabilmektedir. II. Mahmud’un başarılarının arkasındaki sır

perdesini araladığımızda, onun bu “gözü kara” özelliğinin önemli bir etken olduğunu

görürüz. Yeniçeri Ocağı’nı kaldırırken de aynı tutumu sergilemişti.

Avrupa devletlerine karşı yetersiz kalmasının sebebi ise, zamanında Avrupa

devletlerinin kutsal ittifak ve müstemleke zihniyetinde çok mesafe almalarından

kaynaklanıyordu. Başta Yeniçeriler olmak üzere askerî sınıflar, devleti koruyup

gözetecek disiplinden sıyrılmışlardı. Bunda, Pâdişahın dirayetini hiçe indiren askerî

ocakların süfliliği yanında Pâdişahın çevresinde bulunan devlet adamlarının da payı

büyüktür. Hükümdârın başarısı elbetteki çevresinde bulunan devlet adamlarının

samimîyetine bağlıdır. Askerî ocakların başlarına dirayetsiz komutanlar geldiği için

yozlaşmışlar ve çekilmez bir hale bürünmüşlerdi. Komutanların hükmedemediği bu

zümreye devlet adamları da söz geçirememiştir. Bu devirde özellikle Rus cephesinde

yapılan savaşlarda buna benzer durum çok yaşanmıştı. Pâdişah, başkentten devlet

adamlarına ve komutanlarına hâkim olamadığı için ordumuzun kolaylıkla

kazanabileceği pek çok savaş, disiplinsizlik ve koordineli hareket edememe yüzünden

kaybedilmişti. Bu vb. olumsuzlukların neticesinde, asırlarca dünyaya hükmeden

Osmanlı Devleti’nin bir valisi, ordusu ile Mısır’dan başkente kadar gelmiş ve Pâdişahı

kendi istekleri doğrultusunda anlaşma yapmaya mecbur etmişti.

II. Mahmud’un ikinci önemli cephesi, yenilik hareketleridir. Bu hususta çok

temkinli davranmaya gayret ediyordu. Bozulan bir müessesenin durumunu ortaya

koyduktan sonra kamuoyunu da harekete geçirerek bunu yapmaya çalışıyordu. Ancak

bunda ne derece muvaffak olup olmadığı, elde etmiş olduğu neticelerden

anlaşılmaktadır. Vaak’a-i Hayriyye denilen olay eğer kan dökülmeden veya zayiat

mümkün mertebe asgari ölçüde olacak şekilde atlatılabilseydi sonuç itibari ile

Osmanlının talihini değiştirebilirdi. Ancak neyazıkki zayiatın korkunç bir büyüklükte

olması devletin her açıdan gücünün iyice erimesine sebep olmuştu. Sonuçta yeni

kurulan ordu da olumsuz gelişmelerden dolayı kendini toparlayamamıştı.

II. Mahmud çok meraklı birisidir. Bilhassa Avrupalılarla görüşmeye, Avrupayı

incelemeye ve onların düşüncelerine nüfûz etmeye çalışırdı. Bu yönüyle II.

Page 185: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

176

Abdülhamîd’e benzer fakat onun gibi düşünceli ve kuşkulu değildir. Vak’a-i Hayriyye

günü ise tam bir Dördüncü Murad’dır. Gururla ilgisi yoktur. Zira sanat ve ilim

adamlarıyla senli benli konuşmakta ve şakalaşmaktaydı. Gerektiğinde yıllarca

sabretmesini biliyordu. Ancak yeri geldiğinde de bir an bile tereddüt etmeden icraya

geçebilmekteydi. Neşeli, mizâha yatkın espriden hoşlanan, gülümser çehreli bir adamdı.

Kaşlarını ender çatmakta, çattığı zaman da yer yerinden oynamaktaydı. “Ya devlet başa,

ya kuzgun leşe!”, “Denize düşen yılana sarılır!” gibi sonradan atasözü hâline gelen

sözler ona aittir. Birincisini 1808’de baba bildiği üstâdı III. Selim’in şehid edildiği gün,

ikincisini ise can düşmanı R.usya ile Hünkâr İskelesi antlaşmasını imzaladığı gün

söylemiştir.277

Sultan II. Mahmud, askerliğin yanı sıra bilgi ve teknolojinin önemini çok iyi

anlamış bir Pâdişahtı. Elbette, münevver bir toplum bilgili ve medeni insan gücü ile

mümkündür. Halk tarafından ağır eleştirilere tutulmasında Mısır Valisi Mehmed Ali

Paşa’nın, geniş bir propaganda faaliyetine girişmesi de etkili olmuştu. Buna mukabil

Pâdişah, bu propagandalara karşı kendisini savunacak yeterli miktarda devlet adamı ve

yenilik taraftarı bulamıyordu. Böyle bir destekten mahrum olması, yaptığı ıslahattan

kısa zamanda sonuç almasına mani olmuştu. Onun bu faaliyetleri kalıcı olabilmesi için

bu ıslahatları sürdürecek yeni bir neslin yetişmesi de gerekiyordu. Meselenin bu tarafı

nazar-ı itibara alındığında Sultan II. Mahmud’un ne kadar zor bir iş için çabaladığı daha

iyi anlaşılır.

II. Mahmud’un ıslahatlarını Rus çarı I. Petro ve Mısır valisi Kavalalı Mehmed

Ali Paşa’nın yapmış olduğu ıslahatlarla kıyaslamak yanlıştır. Çünkü sosyal yapı

itibariyle bu toplumlar nitelik bakımından birbirinden oldukça farklı bir yapıya

sahiptiler. Rus halkı Hıristiyan olduğu için Avrupa müesseselerine uyum sağlaması

oldukça kolay olmuştur. Mısır halkı Müslüman olmakla birlikte Mehmed Ali’ye

muhalif olan Kölemenler bertaraf edildiği için ortada ıslahatları kesecek engel

kalmamıştı. Ayrıca kısa bir süreliğine de olsa Mısır’ı işgal eden Fransız ve İngilizlerin

277 . Daha geniş bilgi için bk. Y. Öztuna, II. Mahmud, s. 16–18.

Page 186: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

177

teçhizat ve nizâmları herkes tarafından görülmüş ve bu durum ıslahatın öneminin

kavranmasına yardımcı etken olmuştu.

Sultan II. Mahmud’a, devletin maddi ve manevi gücünü temsil eden yeniçeriler

ve ulemâ karşı çıkıyordu. Pâdişah Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması için ulemâyı ikna

etme uğruna çok büyük bir çaba sarfetmiş ve sonunda muvaffak olmuştu. Gerçi

yapılanlar devletin çehresini birden bire değiştirmedi, ama kendisinden sonra gelen

hükümdârlara örnek oldu.278 İşin aslına bakacak olursak II. Mahmud, bir taraftan ıslahat

çalışmasının zorluğu altında ezilirken diğer taraftan ıslahatlara muhalif olanlarla

mücadele etmeye çalışmıştır. Böyle bir ortamda başarı sağlamak ebetteki zordur.

Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinde Sultan Mahmud’u şu

sözlerle ifade eder. “II. Mahmud, Türk tahtının iki buçuk asırdan, Kanunî’nin

ölümünden beri görmediği çapta bir hükümdârdı. Böyle bir hükümdâra her zaman

tesadüf etmek mümkün değildi. Gene de, imparatorluğun zamanından önce dağılmasını

önleyecek şahsiyetler yetişmiş, ancak II. Mahmud’un radikal reformları takip

edilemediği için Avrupa medeniyeti seviyesine erişmek mümkün olmamıştı.”279

Diğer Pâdişahlar gibi, vatanını âdeta kendi bedeninden ayırmıyordu.

Bedenindeki rahatsızlık tüm vücuduna tesir ederek git gide, vücudunun hasta düşmesine

sebep olmuştu ve kırk yaşlarında tüberküloz hastalığına yakalanmıştı. Benzer şekilde

Amcası III. Mustafa’da Rus savaşının üzüntüsü sebebiyle vefat etmişti. Babası I.

Abdülhamid ise, Rusların Özü Kalesi’ndeki Türkleri nasıl katlettiklerini bildiren

Sâdaret Arîzası’nı okurken kalp krizinden vefat etmişti. Çünkü bu yüce sultanlar hakiki

vatan sevdalılarıydı. Devlet-i Âlî, daha evvel benzer yenilgilere maruz kalmamıştı.

Dolayısıyla gönlü vatan ve millet sevdasıyla dolu olan bu Hünkârların üzüntüden

vefatlarına bir bakıma gıpta ile bakılmalıdır.

Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi adlı eserinde, Sultan II. Mahmud’un zamanında

Türkiye’ye gelen (1833 senesinde) ve milletimizin içinde bulunduğu durumu tahlil ve

278 . V. Çabuk, age., VIII, 190-192. 279 . Öztuna, age., VII, 19.

Page 187: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

178

tetkik eden Fransız edip Lamartin’in şu tespitlerine yer vermektedir. “Sultan II.

Mahmud, zârif, asil görünüşlü, orta boylu, 45 yaşlarında bir adam. Mavi gözlü, tatlı

bakışlı, teni renkli ve esmer, dudaklarında ince bir eda var. Kara kehribar gibi siyah

sakallı. Ona bakan, fesi olmasa bir Avrupalı sanabilirdi. Pantolon ve çizme giymişti.

Yürüyüşü sinirli ve bakışları endişeli idi. Sultan II. Mahmud’un yüzünü gördükten sonra

ona merhamet duymamak imkânsız. Neyazıkki onu bekleyen kara yarınları düşündükçe,

bu temenniler insanın kalbinde kalır. Sultan II. Mahmud, hakikaten büyük adam olsa

idi, kaderini değiştirir, benliğini saran kara talihini yenerdi. Daha zaman var: Bir millet

ölmedikçe kendinde, din ve milliyetinde, maharetli bir dehanın besleyebileceği,

hızlandıracağı, şanlı bir yeniden doğuşa götüreceği bir enerji prensibi yaşar. Kaderi ne

olursa olsun, tarih ona acıyacaktır. Çok büyük işlere girişmek istedi. Ağacın dallarını

baltalamayı bildi. Ama bu güçlü ve sıhhatli gövdenin ayakta kalan kısmına yeni bir hız,

bir hayat vermesini bilemedi. Bunda kabahatli mi? Kabahatli diyorum. Türkiye

Mahmud’un hayatına bağlıdır ve o imparatorlukla aynı günde ölecektir.”280 Aynı şair,

yapılan kıyafet inkılâbını ise şu cümlelerle tenkit etmiştir. “Asil ve zarif sarığı

kaybetmiş olmanın utancını duyar gibi kırmızı yünden cüppeyi, şalvarı, kemeri ve

kaftanı bırakıp, kötü dikilmiş gülünç ve sefil Avrupa kıyafetini kabul etmişler.

Böylelikle bu millet, ağırbaşlı ve muhterem görünümünden ayrılarak Frenklerin zavallı

birer taklitçisi olmuştur.”281

Sultan II. Mahmud’un ömrü hep sıkıntı ve ızdırap içinde geçmiştir. Nihayet

ömrünün son demlerine yaklaşırken bir diğer üzüntü haberi olan Nizip yenilgisini henüz

öğrenmek üzere iken ecel buna mani olmuştu. Sürekli, ardı sıra çekmiş olduğu

sıkıntılar, nihayetinde onu verem hastalığının pençesine düşürmüştü. Nitekim Nizip

Savaşı’nın kötü mağlubiyet haberi İstanbul’a ulaşınca Hünkâr’ın çevresinde olanlar bu

mağlubiyet haberini ondan saklamışlardı. O, İstanbul’a ulaşan ancak kendisinin

bilmediği bu haberden iki gün sonra gözlerini hayata yummuştur. Sultan II. Mahmud,

bitmek tükenmek bilmeyen iç ve dış gaileler içinde geçen ömrü boyunca hiçbir zaman

ümitsizliğe düştüğünü çevresine yansıtmamış, metanetini, karar ve hüküm istidadını

muhafaza etmeye, azami derecede riayet etmişti. Devletin dağılmasını önlemek için

280 . Aksun, age., III, 233. 281 . Aksun, age., III, 234.

Page 188: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

179

canla başla gayret etmiş ve yaşamı elverdiği sürece bu çabasını hep sürdürmüştür. Her

sahadaki yenilik ve reform hareketleri ile devlete yeni bir canlılık kazandırmaya

çalışmıştı. Bu uğraşından ötürü bazı kesimler kendisine ağır itham ve küfürlerde

bulunsa da o, bunları sineye çekip yılmadan bildiği doğru yoldan ayrılmamıştı. Ancak

her şeyden önce o da bir insandı ve belli bir dayanma gücü vardı. Devletin kara talihi

sürekli kötüye gittiği için insan olarak yıpranmış ve amansız hastalığa yenilmişti.

Engelhard yapıtında onu anlatırken şu ifadelere yer verir. “Yeniçerilere galip etdiği

günden beri Sultan Mahmud’u sanki takip eden sû-i tâlih müşârun ileyhî hayatının son

günlerine, takrib mevte kadar bâr-i şeâmeti altında ezmişti.”282

Sultan II. Mahmud, başta İstanbul olmak üzere ülkenin birçok yerinde hayır

eserleri yaptırmıştır. Mimaride Barok üslubun Ampir üslubuna geçiş dönemine

rastlayan bir ortamda, yaptırdığı Nusretiye Camii bu devrin en güzel örnekleridir.

Tophâne semtinde, 1822’de inşaatına başlanan camii, tam dört yılda tamamlanmıştır.

Camii, barok ve ampir süslemeler arasında Râkım’ın yazıları ile tezyin edilmiştir.

Bunun dışında Arnavutköy ile Kumkapı Camileri de II. Mahmud’un önemli eserleri

arasındadır. Ayrıca Selimiye Kışlası’nın bir kısmını yeniden yaptırmıştır.

Çengelköy’deki Kuleli Kışlası ile Rami, Maçka, Beyoğlu Kışlasını, Halıcıoğlu’nda

Humbarahâne’yi, Kasımpaşa’da Kalyoncu Kışlası’nı inşa ettirmişti. Ayrıca Edirne ve

Şumnu Kışlaları da onun eseridir. Yine Bahçeköy’de Büyük Bend, Harbiye, Bahriye,

Sıhhiye ve Adliye gibi mektepler ile tersanede havuz, Tüfenkhâne, Dikimhâne, Bayezid

Yangın Kulesi, Baruthâne, Mescid-i Aksa ile Haremeyn’de medrese, Konya’da

Mevlana türbesinin kubbesi, Süleymaniye bendleri, Mehterhâne, Yenikapı

Mevlevihânesi, Galata Sarayı, Bursa’da Emir Buhari türbesi, Atik Ali Paşa’daki Hırka-i

Şerif makamları, Unkapanı’ndaki Buhari tekkesi, Tarabya Camii ve çeşmesi, Sütlüce

tekkesi ve Beylerbeyi çeşmesi gibi pek çok eseri ilave tamirlerle yeniden yaptırmıştır.283

Sultan II. Mahmud uzuna yakın orta boylu, geniş omuzlu ve kumral biri olup

ince ve sevimli bir yüzü vardı. Pek çok çocuğu olmuştur. 1808–1829 yılları arasında

çeşitli tarihlerde evlendiği on sekiz eşi olmuştur. Yedisi Sultan Mahmud’un zamanında

282 . Edouard Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat, trc. Ali Reşad, İstanbul 1328, s. 38. 283 . Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986, s. 428–438; V. Çabuk, age., VIII, 193.

Page 189: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

180

vefat etmiştir. Bunlardan Bezm-i Âlem İkinci Kadınefendi (1807–1853) I.

Abdülmecîd’i doğurarak 1839-1853’te, II. İkbâl Pertev-nihâl Hanımefendi (1812–1883)

ise Sultan Abdülaziz’i doğurarak (1861–1876) valide sultan oldular. II. Mahmud’un en

son ölen eşi Başıkbâl Hüsn-i Melek Hanımefendidir (1812–1886). Sultan Mahmud

hayatta iken ölen ikinci eşi Âlîcenâb Başkadınefendi, Veliahd Abdülhamid Efendi’nin

annesidir. Fatih’te sebil yaptırmiştır. 1809’da ölen ilk eşi Fatma Başkadınefendi’nin

yerine başkadın olmuştu. Onun yerine ise, Pertev-Piyâle Nevfidân (1793–1855)

Başkadınefendi oldu. Dört Sultan ve bie şehzâde doğurdu ancak hiçbiri yaşamadı.

1832’de üvey kızı Âdile Sultan’ı evlat edindi. Mekke-Medîne yoksulları ve Topkapı

Sarayı için vakıfları vardır. Zindankapısı’nda camii vardır. Üvey oğlu Sultan Abdülazîz

1865 mayısında Londra’dan satın alınan bir savaş zırhlısına ve ayrıca yatlarından birine

Pertev-Piyâle adını vermiş olmasından anlıyoruzki, şehzâdeliğinde bu üvey annenin

kendisine çok emeği geçmiştir. Âdile Sultan’ın annesi Zer-nigâr ikinci Kadınefendi ise

1832’de öldü. Saliha Sultan’ın annesi Âşûb-i Cân (1793–1870) ikinci Kadınefendidir.

Sultan Mahmud’un ölümünden sonra Beşiktaş’taki Sâhilsarayı’nda ve Çamlıca’daki

kasrında yaşamıştır. 1859 yılı başında hac için gittiği Mekke’de ölen ikinci Kadınefendi

Hoşyâr Hanım ise Mihr-i Mâh Sultan’ın annesidir. Maçka’da sarayı vardı. Ayrıca

Burgaz’da cami ve medrese, Kasımpaşa’da çeşme yaptırmıştır. Dördüncü Kadınefendi

Pervîz-felek (ö. 1863) hanım ise Atiye, Hadîce ve bebek iken ölen Fatma Sultanların

annesidir. Sultan Mahmud’un sondan bir önceki eşi Üçüncü İkbâl Tiryâl Hanımefendi

(1810–1883) meşhurdur. Sultan Aziz zamanında İkinci Valide Sultan muamelesi

görmüştür. Çamlıca ve Üsküdar’da çeşmeler yaptırmıştır. Çamlıca’da camlı köşkü

Beylerbeyi’nde sarayı vardır.284 Kızları: Fatma Sultan (1809–1809), Ayşe Sultan

(1811–1825), Saliha Sultan (1811–1843), Mihrimah Sultan (1812–1838), Şah Sultan

(1812–1814), Emine Sultan (1813–1814), Şah Sultan (1814–1817), Zeynep Sultan

(1815–1816), Hamide Sultan (1818–1819), Cemile Sultan, Atiyye Sultan (1824–1850),

Münîre Sultan (1824–1825), Hatice Sultan (1825–1842), Adile Sultan (1826–1899),

Fatma Sultan (1828–1830), Hayriye Sultan (1831–1833). Oğulları: Murad (1811–

284 . Y. Öztuna, II. Mahmud, s. 13–14.

Page 190: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

181

1812), Bayezid (1812–1812), Abdülhamid (1813–1825), Abdülmecid I. (1823–1861),

Abdülaziz (1830–1876), Nizameddin (1833–1838).285

285 . M. Süreyya, age., I, 73-74; Çağatay Uluçay, Pâdişahların Kadınları ve Kızları, Ankara 1980, s. 126-138.

Page 191: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

182

SONUÇ

II. Mahmud dönemi, Osmanlı Devleti’nin şüphesiz hızlı bir değişim süreci

yaşadığı zaman dilimlerinden birine tekabül etmesi hasebiyle önem arz etmektedir.

Yaşanan bu süreci işlerken Sultan Mahmud’un, devleti yönetmeye yönelik olarak

icraatları, kendisinden önceki Pâdişahlardan farklı olarak yapmak istedikleri ve

yapamadıkları, ayrıca onun şahsına münhasır öngörüleri ve insanî meziyetlerini ön

plana çıkarılmaya çalışılmıştır.

Ölümünün üzerinden yaklaşık bir buçuk asır geçmiş olan II. Mahmud, otuz altı

Osmanlı Pâdişahı arasında en yenilikçi kişiliğe sahip bir Sultandır. Sanatçılara portresini

yapma izni vermesinden bile, biçimsel olarak onun ne kadar açık görüşlü birisi olduğu

anlaşılmaktadır. Portrelerinin tümünde capcanlı ve mağrur bir görünüşü kendini belli

eder. Gerçekte o bir despot muydu? Yoksa bir ıslahatçı mı? Kaprisli birisi mi? Veya

misyon sahibi idealist bir yönetici mi? Savaşlara gözü kara atılan biri mi? Ya da

devletini amansız düşmanlardan gözetmeye çalışan zeki bir devlet adamı mı? Onu,

dindâr Müslümanlara Avrupa tarzını zorla kabul ettiren “Gâvur Sultan” diye mi

görmeliyiz? Veyahutta adâletli Mahmud olarak mı görmeliyiz? Tüm bu çelişkili sualler

onun muammalı bir kişi olarak tarihteki yerini aldığının kanıtıdır. II. Mahmud, mütevâzi

ve takıntısız bir sultandı. Özellikle yabancı aydınlarla karşılıklı oturup rahatça sohbet

eder ve onların fikirlerini öğrenmeye çalışırdı. Ermeni araştırmacı Kevork Pamukciyan

onun hakkında şu ifadelere yer verir. “Osmanlı Pâdişahları arasında, Hıristiyanlara

karşı en fazla sempati besleyen üç hükümdârdan ilki Sultan Mahmud olmuştur. Bilhassa

Ermenilere çok iyi nazarla bakıyordu.”

Birkere II. Mahmud’un gönlünde yeniliklere, kısaca batıya karşı bir ilgi ve

merak vardır. Onun enerji kaynağı da bu alâkadan ileri geliyordu. En önemli misyonu,

devleti çöküntüden kurtarmak ve tekrar eski ihtişamlı günlerine kavuşturmaktı. Bu

uğurda yılmadan sabır ve metanetle gayret göstermiştir. İçeride ve dışta pek çok âyan ve

mütegallibeyi itaat altına almayı başararak devletin merkezî gücünü büyük ölçüde tesis

etmeyi başarmıştı. Özellikle saltanatının son on üç yılında Türkiye’nin çehresini artık

geriye adım atılamayacak derecede değiştiren II. Mahmud, aynı zamanda çok çalışkan

Page 192: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

183

ve az uyuyan enerjik bir insandı. Nitekim iki kış mevsimini Râmi Kışlası’nın taş

odasında yatarak ve gündüzleri sıradan bir albay gibi çamurlar içinde yeni ordunun

alaylarını talime çıkararak geçirmişti. Yerine göre çok merhametli ve yumuşak kalpli

olan Sultan Mahmud, sırası geldiğinde de sonderece gözü kara bir kişiliğe sahipti. Zira

isyanlara karşı şiddete başvurmaktan çekinmiyordu. Vehhâbi ileri gelenlerini İstanbul’a

getirterek idam ettirmişti. Esasında çoğu kere onun devlet adamlığı ve askerliği,

yenilikçi kişiliğinin gölgesinde kaldığını söyleyebiliriz. Bu sebeple araştırmamızda II.

Mahmud’un devlet politikasına yönelik olarak siyasî meziyetleri ön plana çıkarılmaya

çalışılmıştır.

II. Mahmud, Batılılaşma ile medenileşme ölçüsünü kısmen kaçırmış olduğu için

kendisine karşı müthiş bir kindarlıkta sözkonusu olmuştur. Ancak Pâdişah, tüm bu

tepkilere karşı gerektiğinde sindirme politikasını benimseyip af ve müsâmaha

göstermedi. Gerektiğinde sadrâzamlarını sık sık değiştirerek hedeflerinin önündeki

engelleri bertaraf etmeyi düşünmüştür. Zira ideallerine ulaşma uğruna sonderece azim,

metanet ve kararlılık gösterdi. Özellikle eğitime yönelik olarak yapmış olduğu reform

çalışmalarında yepyeni bir nesil yetiştirmeyi hedeflemiş ve bunda da büyük ölçüde

başarılı olmuştur. Nitekim onun, sabrının ve azminin meyvelerini kendisinden sonra

gelen kuşaklar toplamıştır. Sonraki nesle ışık tutması açısından Sultan II. Mahmud’un

modern Türk tarihinde çok önemli bir merhaleye damga vurduğunu söyleyebiliriz.

Başarı, azim ve tahammülle gelir. Er ya da geç onun azim ve kararlılığı kendisini

hissettirmiş ve böylece devletin yapısına taze kan sağlayarak belli bir süre de olsa

ömrünün uzamasına vesile olmuştu.

Sultan II. Mahmud’un ilk Pâdişahlık yıllarında, devletin içinde bulunduğu

durumu hatırlayacak olursak fevkalâde karamsar bir tablo ile karşı karşıya kalırız. Bir

taraftan devlet ağacı çatırdarken, diğer taraftan Devlet-i Alîyye’nin kalbinde iç

hesaplaşmalar yaşanıyordu. Sultan Mahmud, böyle bir ortamda kararsızlık ve

ümitsizliğe kapılmadan ne şekilde adım atacağını bilmiş ve her şeyi yerli yerinde

yapmaya çalışmıştır. Kısaca vakti gelmeden hiçbir şeye tevessül etmemiştir. İlm-i

siyaset olarak düşünecek olursak, kaba kuvveti, sindirme ve baskı politikalarını yerli

yerinde kullanmasını bilmiş, böylece devletin ömrünün uzamasını sağlayarak

Page 193: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

184

kendisinden sonraki Hükümdârlara yol gösterici olmuştur. Daha da önemlisi koskoca

bir medeniyetin hepten yok olmasını önleyerek bu günlere ulaşmasına zemin

hazırlamıştır.

Bu dönemde tüm devlet erkânı, ulemâ ve ahâli ileri gelenleri, Yeniçerilerin yok

edilmesine kendilerini o kadar kaptırmışlardı ki artık bu işin gerçekleştirilmesi için

zaman ve zeminin müsait olup olmadığını ve devletin mevcut uluslararası statüsünün bu

mesuliyeti kaldırıp kaldıramayacağını kimsenin düşündüğü yoktu. Çünkü yeniçeriler

yaptıkları çirkefliklerle bardağın son damlasını çoktan taşırmışlardı. Dolayısıyla ocağın

kaldırılmasına karar verildi. Bu karar on binlerce insanın hayatına maloldu. Sadece isim

ve görüntü olarak düşmanların kalbini ürperten Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması

düşmanları daha da cesaretlendirdi. Bu ocağın kaldırılmasının, asker ve siviller üzerinde

meydana getirdiği moral bozukluğu ordunun yenilmesine ve devletin daha ağır

antlaşmaları imzalamasına sebep oldu. Sonuçta Osmanlı’nın itibarı içte ve dışta iyice

sarsıldı. Yeni ordunun kurulup güçlenmesi için düşünülen paralar maalesef savaş

tazminatı olarak ödenmek zorunda kalınmıştır. Bu olumsuzluklardan sonra, eğer dış

devletlerin anlaşmazlığı sözkonusu olmasaydı Devlet-i Alîyye’nin ömrü çok daha kısa

sürebilirdi. Nitekim Yeniçeriler halledildikten sonra artık Osmanlı üzerindeki hesaplar

tamamen paylaşmaya yönelik yapılmıştır. Osmanlı’yı bir güç unsuru olarak gören

devletler artık bundan sonra rakip olarak görmemeye başlamışlardı. Oysaki sultan

Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nı hepten ortadan kaldırmak yerine, ıslah etmeyi

başarabilseydi ve modernleşme ile batılılaşma ölçüsünü, halkın tepkisini de gözeterek

iyi kurabilseydi devletin makûs talihine son vermesi hiçte tesadüf olmayacaktı. Belki de

devlet, yapılan reformlarla tekrar eski ihtişamlı günlerine dönmüş olacaktı. Fransız edip

Lamartin’in dediği gibi. “Ağacın dallarını baltalamayı bildi. Ama bu güçlü ve sıhhatli

gövdenin ayakta kalan kısmına yeni bir hız, bir hayat vermesini bilemedi.”

Günümüzde çok sayıda batılı olmayan ülke, bütün Batı değerlerini, kurumlarını

ve uygulamalarını benimsemeden ve en önemlisi kendi kültürlerini terk etmeden

modernleşmeyi başarmıştır. II. Mahmud, bir taraftan modernleşirken diğer taraftan öz

kültüründen tavizler vermiş olması, bir bakıma modernleşme ile batılılaşmanın

birbirinden iyi ayrılmayışı halkın büyük tepkisine yol açmıştı. Nitekim hemen her

Page 194: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

185

konuda kendisini destekleyen Şeyhülislâm Mehmed Tâhir Efendi, Sıra ulemânın fes

takmasına dayanınca, isyan etmekten kendisini alıkoyamamıştır. Toplum, psikolojik

olarak kendisi için faydalı olan pek çok unsuru, bazen olumsuz olan bir unsurun

gölgesinde bırakarak görmezden geliyordu. Halk, ıslahatlara karşı şüphesiz

cahilliğinden direnmemiştir. Zira bu direnişin içinde ulemâdan da ekser kişiler vardı.

Halk, devletin samimiyetine ve adâletine güvenmediği için yeniliklere şiddetle karşı

çıkmıştır. Maalesef, devletten ziyâde kendi aralarından sivrilmiş âyân ve eşrafa

güveniyorlardı. Kısacası Anadolu’nun halkı, adâlet yani huzur istiyordu.

Bu devirde âyânlık resmen kaldırılmış olsa bile âyânların sosyal, ekonomik ve

siyasî güçleri sonraki çağlarda devam ediyordu. Modernleşmeye yönelik adımlar

atılacak yerde, kılık kıyafetle uğraşılması büyük tepkilerin doğmasına sebep olmuştur.

Oysaki bunlar, süreç içerisinde kendiliğinden hallolması gereken meselelerdi.

Toplumların doğal olarak kültür değişimi sürekli vardır. Eğer buna doğrudan müdâhale

edilirse huzursuzluk kaçınılmaz olur. Halk değişir veya değişmez bunu ancak süreç

belirlemeli.

Sultan II. Mahmud, aynı zamanda gönlü vatan sevgisiyle dopdolu olan bir

sultandı. Memleketinin kötü talihine seyirci kalmamış, “Olduğu kadar” mantığıyla

hareket etmemiş, elinden hiçbir şey gelmese de, oturup devletinin kara tâlihini kara kara

düşünmüştür. Elbette umursamaz bir fıtratı olsaydı, halk arasında “İnce hastalık” diye

tâbir edilen verem hastalığına yakalanmayabilirdi. Elbetteki her şey takdiri ilâhi, ancak

onun ölümüne vatan sevgisi, sorumluluk duygusu ve onurlu şahsiyetinin bir gereği

olarak devletin kötü gidişatının getirdiği sıkıntı sebep olmuştur. Nihayetinde aziz

Sultan, bu yüce değerlere bedel olarak canını fedâ etmiştir.

Kısaca bu tezimizde, Osmanlı tarihinin önemli bir zaman dilimini kapsayan

Sultan II. Mahmud’un devri, siyasî tarih bakımından ele alınıp aydınlatılmaya

çalışılmış, ayrıca onun Pâdişahlığı boyunca cereyan eden mühim olaylar ve bu olayların

devletin kaderine olan etkileri, mümkün mertebe izah edilmeye çalışılmıştır.

Page 195: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

186

EKLER

Page 196: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

187

EK 1 II. Mahmud Devrinin Sadrâzamları ve Şeyhülislâmlar

I. Sadrâzamlar:

Mustafa Paşa (Rusçuklu, Bayraktar) (1807–1808)

Memiş Paşa (Arnavut) (1808–1809)

Yusuf Ziya Paşa (1809–1811)

Ahmet Paşa (Trabzonlu) (1811–1812)

Hurşit Paşa (Gürcü) (1812–1814)

Mehmet Emin Rauf Paşa (1814–1817)

Derviş Mehmet Paşa (1817–1819)

Seyyit Ali Paşa (Ispartalı) (1819–1820)

Ali Paşa (Benderli) (1820–1820)

Salih Paşa (Elhac, hacı) (1820–1822)

Abdullah Paşa (1822–1822)

Ali Paşa (Silahdâr) (1822–1823)

Mehmet Sait Galip Paşa (1823–1824)

Selim Mehmet Paşa (1824–1828)

İzzet Mehmet Paşa (Darendeli) (1828–1828)

Reşit Mehmet Paşa (Gürcü) (1828–1832)

Mehmet Emin Rauf Paşa (1832–1839)

II. Şeyhülislâmlar Mehmet Arif Efendi (Arapzâde) (1808–1808)

Mehmet Esat Efendi (Salihzâde) (1808–1808)

Esseyyit Abdullah Efendi (Dürrîzâde) (1808–1810)

Ömer Hulûsi Efendi (Samanîzâde) (1810–1812)

Esseyyit Abdullah Efendi (Dürrîzâde) (1812–1814)

Esseyyit Mehmet Zeynelabidin Efendi (1814–1817)

Mustafa Asım Efendi (Mekkîzâde) (1817–1818)

Halil Efendi (Elhac) (1818–1820)

Esseyyit Abdülvehhab Efendi (Yasincizâde) (1820–1822)

Ahmet Reşit Efendi (Sıtkızâde) (1822–1823)

Mustafa Asım Efendi (Mekkîzâde) (1823–1825)

Mehmet Tâhir Efendi (Kadızâde) (1825–1827)

Esseyyit Abdülvehhab Efendi (Yasincizâde) (1827–1832)

Mustafa Asım Efendi (Mekkîzâde) (1832–1845)286

286 . Karal, age., V, 165.

Page 197: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

188

EK 2

Page 198: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

189

EK 3

287

287 . Derman, agm., s. 46-47.

Page 199: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

190

EK 4

288. Fazıla Akbal, “1831 Tarihinde Osmanlı İmparatorluğunda İdarî Taksimat ve Nüfus” Belleten 15

(1951), s. 60.

Page 200: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

191

BİBLİYOGRAFYA

A. KAYNAK ESERLER

Ahmed Cevdet Paşa (ö. 1895), Tarih-i Cevdet, I-XII, İstanbul 1302.

Ahmed Lütfi (ö. 1907), Tarih-i Lütfi, I-VIII, İstanbul 1302.

Ahmed Rasim (ö. 1932), Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi, I-IV, İstanbul 1329.

…………., Osmanlı Tarihi, I-VI, nşr. Metin Hasırcı, İstanbul 2002.

Âşık Paşazâde (ö. 1481), Tarih, İstanbul 1332.

Engelhardt, Edouard (ö. 1916), Türkiye ve Tanzimat, trc. Ali Reşad, İstanbul 1328.

İbnülemin Mahmud Kemal (ö. 1957)-Hüseyin Hüsameddin (ö. 1930), Evkâf-ı

Hümâyûn Nezâretinin Tarihçe-i Teşkilâtı ve Nüzzarın Teracim-i Ahval-i,

İstanbul 1335.

Kamil Paşa (ö. 1913), Tarih-i Siyasî-i Devlet-i Âlîyye-i Osmanîyye, I-III,

İstanbul 1327.

Koçi Bey (ö. 1640), Risâle, nşr. Zuhuri Danışman, İstanbul 1972.

Mahmud Şevket (ö. 1913), Osmanlı Teşkilât ve Kıyafet-i Asketiyesi, I-II,

İstanbul 1332.

Mehmed Süreyyâ (ö. 1909), Sicill-i Osmanî, I-IV, İstanbul 1308.

Moltke, Helmuth Von (ö. 1891), Türkiye’deki Durum ve Olaylar Üzerine

Mektuplar (1835–1839), trc. Hayrullah Örs, Ankara 1960.

Mustafa Nuri Paşa (ö. 1890), Netayicü’l-Vukuât, I-IV, İstanbul 1327.

Sahaflar Şeyhizâde Es’ad Efendi (ö. 1848), Üss-i Zafer, İstanbul 1243.

Şanizâde Mehmed Ataullah Efendi (ö. 1826), Tarih-i Şânizâde, I-IV, İstanbul 1290.

Tayyarzâde Atâullah Ahmed Atâ (ö. 1880), Tarih-i Atâ, I-V, İstanbul 1293.

B. ARAŞTIRMALAR

Akbal, Fazıla, “1831 Tarihinde Osmanlı İmparatorluğunda İdarî Taksimat ve Nüfus”

Belleten 15 (1951).

Akgündüz Ahmet - Öztürk Sait, Bilinmeyen Osmanlı, İstanbul 1999.

…………………, İslâm Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi,

Page 201: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

192

Ankara 1988.

Aksun, Ziya Nur, Osmanlı Tarihi, İstanbul 1994, I-VI.

Akşin, Sina, Türkiye Tarihi, İstanbul 1988, I-V.

Akyıldız, Ali, Tanzimat Dönemi Osmanlı Merkez Teşkilatında Reform,

İstanbul 1993.

Altınay, Ahmed Refik “Mahmud-u Sâni’nin Vâlidesi Fransız mıydı?”, Târîh-i Osmânî

Encümeni Mecmuası, İstanbul 1341, 87/218–224.

Altundağ, Şinasi, Kavalalı Mehmed Ali Paşa İsyanı (Mısır Meselesi), Ankara 1988.

……………….., “Mehmet Ali Paşa”, İA., VII.

……………….., “İbrahim Paşa” İA., V/II.

Aslanapa, Oktay, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986.

Ayvazoğlu, Beşir, Geleneğin Direnişi, İstanbul 1997.

Ayverdi, Samiha, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, İstanbul 1978, I-III.

Bagader, Ebubekir, Modern Çağda Ulemâ, trc. Osman Bayraktar, İstanbul 1991.

Baysun, M. Cavid “Tepedelenli Ali Paşa”, İA., I.

Berkes, Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul 1978.

Beydilli, Kemal “Mahmud II”, DİA., Ankara 2003, XXVII.

………, “Alemdâr Mustafa Paşa”, DİA., İstanbul 1989, II.

………, “Hünkâr İskelesi Antlaşması” DİA., İstanbul 1998, XVIII.

Beyhan, Mehmet Ali “Yeniçeri Ocağının Kaldırılışı Üzerine Bazı Düşünceler”

Osmanlı, Ankara 1999, VII.

Canatar, Mehmet “Kethüdâ”, DİA., XXV.

Cihan, Ahmet, Modernleşme Döneminde Osmanlı Ulemâsı (1770–1876),

[yayınlanmamış doktora tezi], İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 1994.

Çabuk, Vahid, Kuruluşundan Cumhuriyete Büyük Osmanlı Tarihi, İstanbul 1999,

I-X.

Çadırcı, Musa “Tanzimatın İlanı Sıralarında Türkiye’de Yönetim (1826–1839)”,

Belleten LI/201 (1987).

Çakın, Naci-Nafiz Orhon, Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi (1793–1908),

Ankara 1978, III.

Çetin, Atilla “Garp Ocakları”, DİA., XIII.

Danişmend, İsmail Hami, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul 1995, I-IV.

Page 202: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

193

Decei, Aurel, “Fenerliler” İA., IV.

Derin, Fahri Ç. (nşr.) “Yayla İmamı Risâlesi” İÜ. Tarih Enstitüsü Dergisi (1973), III.

Derman, M. Uğur “Sultan II. Mahmud’un Hattatlığı”, Sultan II. Mahmud ve

Reformları Semineri, İstanbul 1990.

Eren, A. Cevat, “Selim III”, İA., İstanbul 1988, X.

Ergin, Osman Nuri, Mecelle-i Umûr-i Belediye, İstanbul 1961, I.

Erim, Nihat, Devletler Arası Hukuku ve Siyasî Tarih Metinleri, Ankara 1953, I.

Gökbilgin, M. Tayyib, “Navarin”, İA., IX.

Gülsoy, Ufuk, “Bir Ocak Böyle söndü” Tarih ve Düşünce (2000), VII.

Hajek, A., “Sırbistan” İA., X.

Hatipoğlu, M. Murat, Türk Yunan İlişkilerinin 101 Yılı, Ankara 1988.

Heyd, Uriel, “III. Selim ve II. Mahmud Dönemlerinde Batılılaşma ve Osmanlı

Ulemâsı” trc. Sami Erdem, Dergâh Mecmuası (Ekim 1996), sayı: 80.

Huntington, Samuel P., Medeniyetler Çatışması, trc. Mehmet Turhan, İstanbul 2004.

İnalcık, Halil, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümayunu”,

Belleten 28/111–112 (1964).

Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Ankara 1988, I-IX.

……………, “II. Mahmud”, İA., VII.

Kazıcı, Ziya, İslâm Tarihi, İstanbul 2005, XIII.

…………..., Anahatları ile İslâm Eğitim Tarihi, İstanbul 1983.

…………..., Osmanlı’da Toplum Yapısı, İstanbul 2003.

…………..., İslâm Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, İstanbul 2003.

…………..., Uçbeyliği’nden Devlet-i Âlîyye’ye Osmanlı, İstanbul 2007.

…………..., Osmanlılarda İhtisâb Müessesesi, İstanbul 1998.

…………..., Osmanlı’da Yerel Yönetim, İstanbul 2006.

…………..., Osmanlı Vakıf Medeniyeti, İstanbul 2003.

…………..., İslâmî ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul 1985.

Kılıç, Abdullah, “Musikîşinas Osmanlı Padişahları” İstanbullu (1999), ¼.

Koçu, Reşat Ekrem, Yeniçeriler, İstanbul 1964.

Kuran, Ercüment, Cezayir’in Fransızlar Tarafından İşgali Karşısında Osmanlı

Siyaseti (1827–1847), İstanbul 1957.

Kurat, Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya, Ankara, 1970.

Page 203: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

194

…………..., Rusya Tarihi, Ankara 1948.

Kutluoğlu, Muhammet Hanefi “Kavalalı Mehmed Ali Paşa”, DİA., Ankara 2002, XXV.

Kütükoğlu, Mübahat S., “Mürur Tezkiresi”, DİA., İstanbul 2006, XXXII.

…………..., “Sultan II. Mahmud Devri Yedek Ordusu: Redif-i Asâkir-i Mansûre”

Tarih Enstitüsü Dergisi (1982), XII.

……………, Osmanlı – İngiliz İktisadi Münasebetleri (1580 – 1838), Ankara 1974,

I, II.

Lewis, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, trc. Metin Kıratlı, Ankara 1998.

Mahmud Şakir, Hz. Âdem’den Bugüne İslâm Tarihi, trc. Ferit Aydın, VI,

İstanbul 1994.

Mert, Özcan, “ Osmanlı Devleti Tarihi’nde Âyânlık Dönemi”, Yeni Türkiye

Mecmuası (2000), sayı: 31, Osmanlı Özel Sayısı: I.

Nagata, Yuzo, Tarihte Âyânlar, Ankara 1997.

Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 1983.

Oruç, Arif, Alemdâr Mustafa Paşa, İstanbul 1932.

Özcan, Abdülkadir, “Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye” DİA., İstanbul 1991, III.

…………………., “Hâlet Efendi”, DİA., İstanbul 1997, XV, 249-250.

Özkaya Yücel – Akyıldız Ali, “Muhassıl”, DİA., İstanbul 2006, XXXI.

………………, “Mütesellim”, DİA, İstanbul 2006, XXXII.

Öztuna Yılmaz, Türk Musikîsi Ansiklopedisi, İstanbul 1974, I-II.

………………., Büyük Türkiye Tarihi,, İstanbul 1978, I-VII.

………………..., II. Mahmud, Ankara 1989.

………………..., “II. Mahmud”, Türk Ansiklopedisi, Ankara 1976, XXIII.

Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul

1971, I-III.

Palmer Alan, Osmanlı İmparatorluğu Bir Çöküşün Yeni Tarihi, trc. Belkıs Çorakçı

Dişbudak, İstanbul 1995.

Sarıcaoğlu, Mehmet Esat, Malî Tarih Açısından Osmanlı Devletinde Merkez Taşra

İlişkileri (II. Mahmud Döneminde Edirne Örneği), Ankara 2001.

Sarıyıldız, Gülden, “Karantina Meclisi’nin Kuruluşu ve Faaliyetleri”, Belleten

(1994), LVIII/222.

Shaw, Stanford J. – Shaw, Ezel Kural, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye,

Page 204: SULTAN II. MAHMUD VE DÖNEMİ - docs.neu.edu.trdocs.neu.edu.tr/library/nadir_eserler_el_yazmalari/TEZLER_YOK_GOV_TR... · Osmanlı Devleti sosyal yapısıyla, devlet kurumlarıyla,

195

trc. Mehmet Harmancı, İstanbul 1983, I-II.

Subaşı, Hüsrev, “Hattat Osmanlı Padişahları”, Yeni Türkiye Mecmuası (2000),

Osmanlı Özel Sayısı: IV.

Şahin, M. Süreyya, Fener Patrikhânesi ve Türkiye, İstanbul 1980.

Turan, Osman, Türk cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, İstanbul 1969, I-II.

Turhan, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1987.

Uçarol, Rifat, “Küçük Kaynarca Andlaşmasından 1839’a Kadar Osmanlı

İmparatorluğu” Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1989, XI.

Uluçay, Çağatay, Pâdişahların Kadınları ve Kızları, Ankara 1980.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, “Mustafa Paşa”, İA., İstanbul 1979, VIII.

…………………..., Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları,

Ankara 1988, I-II.

…………………..., Osmanlı Devlet Teşkilatına Medhal, Ankara 1970.

…………………..., Meşhur Rumeli Âyânlarından Tirsinikli İsmail, Yılıkoğlu

Süleyman Ağalar ve Alemdâr Mustafa Paşa, İstanbul 1942.

Ünlü, Nuri, İslâm Tarihi, İstanbul 1994, I-III.

Vefik, Abdurrahman, Tekâlif Kavaidi, İstanbul 1328, I.

Yazıcı, Nesimi, Takvim-i Vekayi, Ankara 1983.