25
İstanbul 2013

İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

  • Upload
    others

  • View
    12

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

İstanbul 2013

Page 2: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

Mustafa el-Bekrî’ye Âit el-Feyzü’l-Ahmediyyü’r-revî Adlı Eserin Tercümesi: Tercüme-i Şerh-i

Salât-ı Ahmed Bedevî

M. Nedim TAN*

Tasavvufî te’lif tarihinin süreklilik gösteren türleri arasında virdler ve hizbler üzerine yazılmış şerhlerin önemli bir yeri vardır. Tarîkatler dö-nemi sûfîleri içerisinde virdlere şerh yazmak yaygın bir te’lif tarzı olup Abdülkādir Geylânî, Ahmed er-Rifâî, İbnü’l-Arabî, Abdüsselâm b. Meşîş, Ebu’l-Hasen eş-Şâzelî, Ahmed el-Bedevî gibi pîrlerin münâcât ve salavâtları tercüme ve îzaha konu edilmiş, bu mecrâda hatırı sayılır bir külliyât ortaya çıkmıştır. Tarîkat erbâbınca okunagelen vird ve hizblerin, muhatapları için belli bir kavrayışa sebep ve sohbete vesîle olabilmesi maksadıyla yazılan salavât şerhleri, henüz literatür bazında kapsamlı bir çalışmanın konusu olmuş değildir.1 Bu çalışma çerçevesinde neşrini sunduğumuz XIX. yüzyıl sûfîlerinden Hasan Fehmi Efendi’ye âit olan metin, salavât şerhi türünde Osmanlı döneminde ortaya konmuş risâlelerden biridir ve –görebildiğimiz kadarıyla– daha önce üzerinde durulmamıştır.

Neşre hazırladığımız risâle, XVIII. yüzyıl tasavvuf muhitinin özellikle Suriye ve Mısır coğrafyasındaki etkin isimlerinden biri olan Mustafa b. Kemâleddin el-Bekrî’nin (ö. 1162/1749),2 tarîkat pîrlerinden ve “dört bü-yük kutub”dan sayılan Ahmed el-Bedevî’nin (ö. 675/1276) “salât-ı nûriyye”

* Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ([email protected])1 Literatür hakkında bir değerlendirme için bk. Hür Mahmut Yücer, “Tarîkat Geleneğinde

Salavât-ı Şerîfe ve Müstakimzâde’nin Şerh-i Evrâd-ı Kādirî Adlı Eseri”, Tasavvuf: İlmî ve Aka-demik Araştırma Dergisi, sayı: 15, 2005, s. 253-288; a.mlf., “Tarîkat Geleneğinde Evrâd, Hizb ya da Ed’iye”, Süleyman Uludağ Kitabı, İstanbul: Dergâh Yay., 2008, s. 311-352.

2 Bekrî’nin hayatı ve eserleri hakkında bk. Ali İhsan Yurd, “Kutbuddîn Mustafa b. Kemâlüddin el-Bekrî es-Sıddıkî: Hayatı ve Eserleri”, Hz. Peygamber’in Dilinden Dört Halifesi ve Ashâbı, İstanbul: Sönmez Neşriyat, 1981, s. 5-39. Ramazan Muslu, Mustafa Kemâleddin Bekrî ve Tasavvufî Görüşleri, İstanbul: Erkam Yay., 2005; Kerem Emîn Ebû Kerem, Şeyh Mustafa el-Bekrî: Felsefetühu’s-sûfiyye ve resâilihî, Ebûzabî: el-Mecmaü’s-sekafî, 2002.

Page 3: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

222

M. Nedim TAN

diye bilinen salavâtı3 üzerine yazdığı el-Feyzü’l-Ahmediyyü’r-revî alâ salâti seyyidî Ahmed el-Bedevî isimli şerhinin4 kısmî tasarruflar ve ilâvelerle ya-pılmış bir tercümesidir.

Hayatı hakkında risâlede yer verdiği bilginin dışında bir kaynağa ulaşamadığımız mütercim, kendisini “sâbık dârü’s-saâde ağası kâtibi Seyyid Hasan Fehmî bin Ahmed bin Mustafa el-Hüseynî el-Mağnisâvî en-Nakşbendî el-Kādirî (s. 4)” şeklinde takdim eder. 1272/1856 yılında tab’olunan risâlenin, Sultan Abdülmecid’e minnet ve şükrân ifâdelerinin de yer aldığı son kısmına eklenen bilgide mütercim, “tarîk-i nâzenîn-i aliyye-i Nakşbendiyye müntesibânından ârif-i ulûm-ı âlî, el-mütehallık bi-ahlâki’l-Hüseynî, el-Hâc Hasan el-Hüseynî –ekremehullâhu teâlâ bi’l-visâli’r-rûhânî– hazretleri (s. 20)” diye anılır ve eserinin “müderrisîn-i kirâmdan Midillili Seyyid Osman Nûrî Efendi ma’rifetiyle” neşredildi-ği belirtilir. Bu kayıtlardan, Hasan Fehmi Efendi’nin Nakşbendî-Kādirî tarîkatlerine müntesib ya da bu iki tarîkatten icâzetli, ayrıca Osmanlı bürokrasisinde Dârüssaâde Ağası kâtipliği5 gibi önemli görevler almış bir kimse olduğu anlaşılmaktadır. Onun kişiliğini bizim açımızdan ilginç kılan nokta, Mustafa el-Bekrî’nin bugün bile henüz neşri yapılmamış bir risâlesini elde ederek kendi döneminin tasavvufî ilgilerini yansıtacak şe-kilde çeşitli tasarruflarla Osmanlı Türkçesine aktarmış olmasıdır.

Halvetî, Nakşbendî ve Kādirî tarîkatlerini kendinde birleştirmiş olan Mus-tafa el-Bekrî’nin tasavvuftaki silsilesi, Abdüllatif b. Hüsâmeddin el-Halebî (ö.

3 Ahmed el-Bedevî’nin hayatı ve salavâtı hakkında bk. Derya Baş, Seyyid Ahmed el-Bedevî –Tarîkatı ve İstanbul’da Bedevîlik–, İstanbul: Kitabevi Yay., 2008, s. 21-159; 294-310.

4 Eser, Bağdatlı İsmâil Paşa tarafından Hediyyetü’l-ârifîn’de (II, 448) el-Feyzü’l-ahadü’r-rûmî alâ salavâti seyyidî Ahmed el-Bedevî adıyla kaydedilmiştir. Ebû Kerem, çalışmasında bu eseri is-men anmazken, Yurd (s. 32) ve Muslu (s. 47) eserin adını muhtemelen Hediyyetü’l-ârifîn’in kaydına istinâden aktarmışlardır. Nitekim Hediyyetü’l-ârifîn’deki bu kaydın dışında, Bekrî’nin hayatı ve eserlerini konu alan XIX. ve XX. yüzyıl kaynaklarında eserin adına rastlanmaz. Bu noktada yazma kataloglarının yol göstericiliği sözkonusudur. Erişebildiğimiz kadarıyla Bekrî’nin bu eseri Mektebetü’l-Ezheriyye’nin katalogunda, el-Feyzü’l-Ahmediyyü’r-revî alâ salâti seyyidî Ahmed el-Bedevî adıyla kayıtlıdır (el-Mektebetü’l-Ezheriyye: Fihris, Kāhire, 1952, VI, 384). Riyâz Mâlih ise Mektebetü’z-Zâhiriyye’deki nüshayı tavsif ederken eseri el-Feyzü’l-Ahmediyyü’r-revî şerhu salâti’l-kutb Ahmed el-Bedevî adıyla kaydeder –burada “vav” harfinin mürettib hatâsı sebebiyle “dal” şeklinde yazıldığı düşünülebilir– (Muhammed Riyâz Mâlih, Fihrisu mahtûtâti dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye - et-Tasavvuf, Dımaşk: Matbaatu Hicaz, 1978, II, 426 [nr. 1551]). Ancak hem Hasan Fehmi Efendi’nin tercümesinde hem de ileride değinece-ğimiz üzere ulaştığımız Ezher nüshasında eserin adı yukarıda kaydettiğimiz gibidir.

5 Bu görevin bürokrasideki yeri ve XIX. yüzyıldaki durumu için bk. Ülkü Altındağ, “Dârüssaâde”, DİA, IX, 1-3.

Page 4: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

223

Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî

1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717) kanalıyla Karabaş Velî’ye (ö. 1097/1685) ulaşır, böylece Halvetîliğin Şâbâniyye koluyla irtibatlanır. Sul-tan III. Ahmed ve I. Mahmud dönemlerinde, ilki 1135/1723, ikincisi 1148/1735 yıllarında olmak üzere iki kere İstanbul’a gelerek burada bir yıldan fazla kalan Bekrî, Şâbâniyye’nin âdâb ve erkânını, kendisine nisbetle anılan Bekriyye ko-lunda bazı yeniliklerle birlikte devam ettirmiş, böylelikle Suriye ve Mısır coğ-rafyasında Halvetiyye’nin varlığına kalıcılık kazandırmıştır.6 Bekrî’nin eserle-rinin sayısı ve tespiti noktasında bir görüş birliği yoksa da, tasavvufun hemen her konusuna değinen irili-ufaklı iki yüz kadar risâlesi ve altmış kadar virdinin var olduğu kabul edilir; te’liflerinin dikkat çeken yönü ise virdlerin ve hizble-rin şerhi noktasında büyük bir yekûn ortaya koymuş olmasıdır.7 Nitekim İbn Meşîş salavâtı üzerine yazdığı dört şerh8 ve burada tercümesini neşre hazırladı-ğımız salât-ı Bedevî şerhi bu yekûnün önemli örnekleri arasındadır.

Bekrî, el-Feyzü’l-Ahmediyyü’r-revî adını taşıyan eserini9 Bedevî tarî-katine müntesib bir dostunun ricâsı üzerine [يد للس منسوب محب مني طلب قد ند البدوي -çok kısa bir sürede, kendi ifâdesiyle bir saatten az bir zaman di ,[الس

6 Hayatı ve tasavvufî faaliyetlerinin detayları için bk. Muslu, age, s. 25-40. Bekriyye tarîkati için ayrıca bk. Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, IV, 171-236.

7 Bu rakamları aktaran Nebhânî (1350/1932), onun eserlerinin çokluğunu büyük kerâmetlerinden biri olarak kabul eder [ومن أعظم كراماته كثرة مؤلفاته نظما ونثرا مع اشتغاله بالطريق واألسفار الناس مع واالجتماعات العبادات وأنواع األقطاب -Yusuf b. İsmâil en-Nebhânî, Câmiu kerâmâti’l .]في evliyâ, thk. İbrâhim Atve İvaz, Beyrut: Dârü’l-Fikr, 1989, II, 474. Bekrî’ye âit eserler, mevcut kaynaklardan hareketle Yurd (s. 26-39), Muslu (s. 42-61) ve Ebû Kerem (s. 32-38) tarafından tespit edilmeye çalışılmıştır. Görebildiğimiz kadarıyla mevcut listelerin en kapsamlısı Rama-zan Muslu’ya âit olanıdır.

8 Nebhânî, onun İbn Meşîş şerhlerine atıfta bulunarak kısa iktibaslar yapar. Bk. Cevâhirü’l-bihâr fî fedâili’n-Nebiyyi’l-muhtâr, thk. M. Emin Dannâvî, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 1998, II, 436. Bu şerhlerin üçü yakın zamanda yayınlanmış olup künyeleri şu şekildedir: “Kürûmu arîşi’t-tehânî fi’l-kelâm alâ salavâti ibn Meşîşi’d-dânî”, Fethü’l-kerîmi’l-Hâlık fi halli elfâzi’d-Dürri’l-Fâık, thk. A. Ferid Mezîdî, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 2010, s. 411-448; “Lemehâtü’r-râfiât [dânikāt] li’t-tedhîş alâ maânî salavâti İbn Meşîş; er-Ravzâtü’l-arşiyye fi’l-kelâm alâ salavâti’l-Meşîşiyye”, Şümûsü’l-envâr ve meâdinu’l-esrâr alâ salâti’l-kutbi’l-ekber Mevlânâ Abdüsselâm ibn Meşîş, nşr. Muhammed b. Muhammed Mehdî et-Temsemânî, Bey-rut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 2008, s. 251-358.

9 Tespit edebildiğimiz kadarıyla bu eserin henüz herhangi bir neşri bulunmamaktadır. Biz in-ternet taramalarımız esnâsında orijinal eserin Ezher’deki bir nüshasına ulaştık, ancak yu-karıda atıf yaptığımız Mektebetü’l-Ezheriyye katalogunda tavsif edilenle internet ortamında bulduğumuz bu nüshanın özellikleri uyuşmamaktadır. Türkiye kütüphanelerindeki tarama-larımız esnasında da başka bir nüshaya ulaşamadığımız için tam olarak tavsifi yapılmamış bu nüshayla yetinerek eser hakkında bazı tespitlerde bulunacağız. Nüshayı internette paylaşan sitenin adresi şöyledir: http://salou3alayhi.blogspot.com.tr/2009/08/blog-post_05.html [ulaşım: 14.12.2013]

Page 5: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

224

M. Nedim TAN

liminde kaleme almıştır [لوات األحمدية في أقل من ساعة ما جرى قلم البيان على هذه الص Böyle bir talebe cevap verme sebebi ise Ahmed el-Bedevî’ye duyduğu .[زمانيةmuhabbet ve yoluna hizmet etme gayretidir [فأجبته راغبا أن يتزايد بخدمتي مؤلفها مددي ثامين الل Risâlede, salavâtın ibâreleri herhangi bir konu başlığına 10.[ابا yer verilmeksizin sırasıyla şerhedilir ve şerh esnâsında müellifin yoğun bir ses uyumu barındıran secili cümlelerle maksadını ifâde ettiği gözlenir. Mü-tercim Hasan Fehmi Efendi ise “kutb-ı hakîkî (s. 3)” diye andığı Bekrî’nin risâlesini, kısmî tasarruflarda bulunarak ve özellikle de döneminin zevkini yansıtacak bir üslup bütünlüğü içerisinde metnin yarıya yakınını Osmanlı Türkçesine aktarmaktadır. Müellifin, yer yer doğrudan tercümeye imkan vermeyecek ölçüde secili cümlelerle eserini örmesine karşılık Hasan Fehmi Efendi, bâzen kısaltarak bâzen de çeşitli ilâvelerle uzatarak Bekrî’nin tar-zını Osmanlı pâyitahtının zevkiyle içiçe katıp ilginç bir metin ortaya koy-muştur.11 Bu çerçevede, eserin pek çok yerine ilâvelerde bulunmuş, özellikle “sâhibü’l-kabzati’l-asliyye” ibâresine geldiğinde mütercimlik vasfını hepten bırakarak şârih kimliğine bürünmüştür. Burada Hasan Fehmi Efendi esas metinde yer alan Ebü’l-Mekârim Muhammed b. Ebi’l-Hasen el-Bekrî’ye (ö. 994/1586)12 âit bir beyit üzerine “vücûd mertebeleri” çerçevesinde açıkla-malar yapar (s. 10-16). Kendisi, “tırâz-ı tekellüfât-ı münşiyândan ârî, laf-zen bi-lafzin tercüme olunup şol yerde ki fehm-i ma’nâda suûbet ola, bi-lafzihî tercümeden mefhûm-ı kelâmı tercümeye udûl olunmuştur; ve ba’zı keşf ve tezyîle muhtâc olan mevâzı’-ı müşkilesi tâkat yettikçe îzâh ve tafsîl kılınarak işbu tercüme-i latîfe hüsn-i hitâm buldu (s. 19)” diyerek tercüme-deki katkısını özellikle dile getirir. Böylece Hasan Fehmi Efendi –elimiz-deki nüshaya göre– eserin aslında yer almayan âyet ve hadislerle; Bûsîrî, İbnü’l-Fârız ve Ali b. Muhammed Vefâ’ya âit beyitlerle; konu denk geldikçe kurduğu çoklu tamlamalar ve cümleyi güçlendirici Farsça unsurlarla büyük bir kısmı kendi te’lifi sayılabilecek bir eser ortaya koymuştur.

Ahmed el-Bedevî’nin şerhe konu olan salavâtının metni ve tercümesi şöyledir:

10 Hayatına dâir kaynaklarda Bekrî’nin Mısır seyahati esnâsında Ahmed el-Bedevî’nin türbesini ziyâret ettiğinin belirtilmesi önemli bir ayrıntıdır. Muslu, age, s. 32.

11 İnternet yoluyla ulaştığımız Ezher nüshasından hareketle, orijinal metnin tercümeden tâkip edilebilen kısımlarını bir karşılaştırma imkânı sağlaması için –bu tek nüshayı okuyabildiği-miz kadarıyla– kısmen harekeleyerek dipnotlara ekledik. Böylece müellifin merâmı ile mü-tercimin gayreti net olarak tâkip edilebilecektir.

12 Hayatı ve faaliyetleri hakkında bk. Yakup Çiçek, “Bekrî, Ebü’l-Mekârim”, DİA, V, 366, 367.

Page 6: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

225

Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî

حمانية، وأفضل د، شجرة األصل النورانية، ولـمعة القبضة الر دنا محم م وبارك على سي اللههم صل وسل

صطفائية، بانية، وخزائن العلوم اال ورة الـجسمانية، ومعدن األسرار الر نسانية، وأشرف الص الـخليقة اإل

منه فهم لوائه النبيون تحت اندرجت العلية، من تبة نية، والر والبهجة الس القبضة األصلية، صاحب

م وبارك عليه، وعلى آله وصحبه عدد ما خلقت ورزقت وأمت وأحييت إلى يوم وإليه، وصل وسل

رب العالـمين. م تسليما كثيرا، والـحمد هلله تبعث من أفنيت، وسل[Allah’ım! Nûrânî aslın şeceresi, rahmânî kabzanın lem’ası, insanî hil-

katin en fazîletlisi, cismânî sûretin en şereflisi, rabbânî sırların mâdeni, (Hak tarafından) seçilmiş (olmakla vasıflı) ilimlerin mahzeni; aslî kabza-nın, en yüce güzelliğin ve en yüksek rütbenin sahibi; onun nûrundan gelen ve yine onun nûruna intikāl eden peygamberlerin, sancağı altında münde-ric oldukları Efendimiz Muhammed’e salât ve selâm eyle. Ona, mübârek âilesine ve ashâbına, kıyâmet günü yeniden dirilme vaktine dek yarattıkla-rın, rızık verdiklerin, öldürdüklerin ve yaşattıkların adedince salât ü selâm eyle, bereket ihsân et. Hamdin her türlüsü âlemlerin Rabbi Allah’a âittir.]

Bu salavât, bilhassa fazîletine dâir müşâhedelerin sûfî çevrelerde şifâhen aktarılması sebebiyle yalnızca Bedeviyye’nin evrâdı olarak kalmamış, fark-lı tarîkatlere müntesib sûfîler başta olmak üzere günümüze dek müslü-man toplumun farklı kesimleri tarafından da okunmuştur.13 Abdülkādir Geylânî, İbn Meşîş, İbnü’l-Arabî ve diğer pîrlerin salavâtlarında14 kendini belli eden esas, Hakk’ın zuhûr sebebi ve kābiliyetlerin kemâl vesîlesi ola-rak “hakîkat-i muhammediyye”dir. Ahmed el-Bedevî’nin bu salavâtında da aynı esas terennüm edilir. Bahse konu edilen mânâların idrâki, sûfîlere göre kalbin hâlleri ve makamları nisbetinde farklı mertebelere sahiptir. Bu türlü salavâtları vird edinen ve onları okumakla hayatın tüm safhaları için bereket uman sûfîler, hem pîrlere olan teveccühleri hem de hakîkat-i mu-hammediyyede buldukları mânâ sebebiyle salavâtların ibâreten de ilhâm mahsûlü olduklarını, onların “âlemlerin Rabbi’nin gaybından âriflerin kalblerinin semâsına zuhûr ettiklerini [إلى العامين رب غيب عالم من برزت

13 Yûsuf en-Nebhânî, Efdalu’s-salavât alâ seyyidi’s-sâdât, haz. Beşşâr Bekrî ed-Dımaşkî, Dımaşk: Dârü’l-bâ, tarihsiz, s. 79-81; Abdülhalîm Mahmud, Seyyid Ahmed el-Bedevî, Kāhire: Dârü’l-Maârif, 1993, s. 112-116.

14 Aslında salavât, salât kelimesinin çoğuludur. Ancak nasıl esmâ kelimesi ismin çoğuluyken tekilmiş gibi kullanılması yaygınsa salavât kelimesinin de çoğulken tekil anlam ifâde edecek şekilde kullanılması yaygındır. Kelimenin bu türlü kullanımı, galat-ı meşhûr olmaktan ziyâde ifâdesi murâd edilen mânânın külliyetine dönük bir atıf olarak düşünülmelidir.

Page 7: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

226

M. Nedim TAN

العارفين قلوب -kabûl etmiş, pîrlerin himmetlerine ermek ve maddî 15”[سماء mânevî maksatlara kavuşmak için bu türlü virdleri kuvvetli birer vesîle saymışlardır. Nitekim Hasan Fehmi Efendi de Ahmed el-Bedevî’ye âit bu salavâtı “mekādir-i aliyye-i cesîme ve menâzil-i bâziha-i sâmiye ve uluvv-i sümüvv-i merâtib-i âyât-ı beyyinâtların mehmâemken beyân eylemek zımnında, makām-ı cem’ü’l-cem’ ve rütbe-i kemâlden izhâr ve ibrâz buyur-dukları salât-ı nefîse-i mukaddese-i feyz-eserleri” diye takdim etmesinin ardından, “ma’nâ-yı gāmızasının derki ve fehmi müteassir olduğundan, âşıkān-ı dergâh-ı ilâhî ve müştâkān-ı envâr-ı cemâl-i bâ-kemâl-i Hazret-i Nübüvvet-penâhî olan yârân-ı hakîkî ve birâderân-ı cânî ve dostân-ı rûhânî hazarâtına bir tuhfe-i azîze ve yâdigâr, ve her mübtedî ve müntehî bu mâide-i âsumânî ve nüzûl-i firdevs-i rûhânîden rîze-çîn-i feyz ü irfân olarak mugtenim ve mütelezziz ve niam-sâr olmak için lisân-ı azbü’l-beyân-ı Türkî üzere tercüme (s. 3)”ye niyetlendiğini belirtir.

Biz bu neşirde Hasan Fehmi Efendi’nin metnini mümkün olduğunca doğru ve anlamlı bir biçimde okumaya, Bekrî’nin eseriyle irtibatlı olan kısımları ulaştığımız nüshadan hareketle dipnotlarda belirtmeye, risâle içerisinde iktibâs edilen beyitleri ve ibâreleri sûfîler tarafından yapılmış tercümeler çerçevesinde anlamlandırmaya çalıştık. Tespit edebildiğimiz kadarıyla Ahmed el-Bedevî salavâtı üzerine yazılmış şerhlerden16 Hasan Fehmi Efendi’nin XIX. yüzyıl ortasındaki bu kısmî tercümesi dışındakiler henüz yazma hâlindedir.17 Neşre hazırladığımız bu risâle, küçük hacmine karşılık bir pîr olarak Ahmed el-Bedevî’yi, bir pîr-i sânî olarak Mustafa b. Kemâleddin el-Bekrî’yi ve son dönem Osmanlı sûfîlerinden Nakşî-Kādirî Hasan Fehmi Efendi’yi muhtevâsında birleştirmekte, bu niteliğiyle de te’lif tarihi açısından tasavvufî hâfızanın sürekliliğine dâir numûnelerden biri olmaktadır.

15 İfâde, İbn Meşîş salavâtı şârihlerinden Muhammed el-Harrûbî’ye (ö. 963/1555) âittir. Bk. “Miftâhu’l-makām”, Şümûsü’l-envâr, s. 487.

16 Salavât üzerine yazılmış şerhler hakkındaki literatürün bir özeti ve şerhlerden hareketle salavâttaki kavramları konu alan bir okuma için bk. Baş, age, s. 294-310.

17 Nebhânî’nin, Abdurrahman b. Mustafa Zeynelâbidîn el-Ayderûs’un (ö. 1192/1778) şerhin-den yaptığı uzun iktibasları bu yargının dışında tutabiliriz. Bk. Nebhânî, Cevâhirü’l-bihâr, II, 443-462.

Page 8: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

227

Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî

Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî

Hasan Fehmi Efendi

Page 9: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

228

M. Nedim TAN

Page 10: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

229

Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî

Tercüme-i Salât-ı Ahmed Bedevî li-Mevlânâ Kutb-i Hakîkî Mustafa el-Bekrî es-Sıddîkî

kaddesallâhu esrârahumu’l-azîz

[2]

بسم اهلله الرحمن الرحيم

، د األكملي األوحدي األمجدي دنا محم الم على سي الة والس ، والص العلي األزلي األبدي الحمد هلله

. وعلى آله وأصحابه وأتباعه وأحبابه من كل لوذعي ألمعي أرشدي أسعدي[Hamdin her türlüsü, ezelî ve ebedî olup ulviyetin yegâne sâhibi olan

Allah içindir. Varlığıyla her şeyi kemâle erdiren, mazhar olduklarında em-salsiz ve pek ulu olan Efendimiz Muhammed’e; onun basîret ve ferâset ehli, kemâl bulmuş ve saâdete ermiş mübârek âilesine, ashâbına, tâbilerine ve sevdiklerine salât ü selâm olsun.]

Ammâ ba’d; âşinâ-yı lisân-ı hakîkat ve meâl-şinâsî-yi mes’ele-i vahdet olan yârân-ı maârif-intimâ ve ihvân-ı bâ-safâya hafî vü nihân buyurul-maya ki, işbu salât-ı celîle-i muazzama ve ta’zîmât-ı takdîsiyye-i mufah-hamanın menşei olan zât-ı cemîlü’s-sıfât, sâdât-ı kirâm-ı meâlî-fihâmdan ve ahad-ı aktâb-ı erbaadan18 ahmedü’l-ism ve’l-vasf ve’z-zât, makāmât-ı ihsâniyye-i ilâhiyyede müteâlî ve münferid, sâhibü’t-tasrîfi’l-âm ve’t-ta’rîfi’t-tâm, ebe’l-lisâmeyn,19 kutbu’l-aktâb, zübde-i ûlü’l-elbâb, mevlâ’l-mevâlî ve seyyidü’l-eâlî, sultân-ı hakîkî, vâris-i sırr-ı Hazret-i Nebevî, ârif-i esrâr-ı hafî vü celî Seyyid Ahmed Bedevî [3] –ekremehullâhu teâlâ bi’l-visâli’l-ma’nevî ve eâdehû aleynâ bi-berekâtihî ve cemmi’nâ maahû fî mekāidi sıdkin indallâhi’l-meliki’l-kavî– hazretleri, imâm-ı câmiü’l-üns ve hatîb-i minberü’l-kuds, azîzü’l-hazreti’s-samediyye ve sultânü’l-memleketi’l-ahadiyye, ahmedü’l-enbiyâ ve evhadü’l-asfiyâ –ellezî hüve vâsıtatü ehli’l-hub ve kıbletü hazreti’l-kurb, kur’ânu hakāyıkı’z-zât ve furkānu tecelliyâti’s-sıfât, meclâ sultâni sırri ismi’l-a’zam ve kıble-tü vücûhi tecelliyâti’l-muazzam–, seyyidinâ ve mevlânâ Muhammed –sallallâhu teâlâ aleyhi ve sellem– Efendimiz hazretlerinin mübârek ve

18 “Aktâb-ı erbaa” kavramı ve Ahmed el-Bedevî’nin kutbiyeti hakkındaki tasavvufî kabuller için bk. Baş, Seyyid Ahmed el-Bedevî - Tarîkatı ve İstanbul’da Bedevîlik, s. 190-203.

19 Ahmed el-Bedevî’nin “ebü’l-lisâmeyn” (yüzünü iki nikāb ile örten) lakabı hakkında bk. Baş, age, s. 178-183.

Page 11: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

230

M. Nedim TAN

mes’ûd lisân-ı mu’ciz-beyânlarından şeref-pezîrâ-yı sünûh buyurulan صل -kelime-i dürer-bârî [.Bana salât et, beni görmekle müşerref olursun] علي ترانيyi mübeşşirâtlarının sırrına mazhar olmak ve şân-ı celâlet-nişân-ı azîmü’l-burhânlarıyla mekādir-i aliyye-i cesîme ve menâzil-i bâziha-i sâmiye ve uluvv-i sümüvv-i merâtib-i âyât-ı beyyinâtların mehmâemken beyân ey-lemek zımnında, makām-ı cem’ü’l-cem’ ve rütbe-i kemâlden izhâr ve ibrâz buyurdukları salât-ı nefîse-i mukaddese-i feyz-eserlerinin icmâlen ba’zı rumûzâtını kutb-ı hakîkî Mustafa el-Bekrî es-Sıddîkî –kuddise sırruhû– hazretleri şerh ü îzâh eyleyip Feyzü’l-Ahmedi’r-revî alâ salâti seyyidî Ahmed Bedevî ismiyle tesmiye eylemiş.

Lâkin ma’nâ-yı gāmızasının derki ve fehmi müteassir olduğundan, âşıkān-ı dergâh-ı ilâhî ve müştâkān-ı envâr-ı cemâl-i bâ-kemâl-i Hazret-i Nübüvvet-penâhî olan yârân-ı hakîkî ve birâderân-ı cânî ve dostân-ı rûhânî hazarâtına bir tuhfe-i azîze ve yâdigâr, ve her mübtedî ve müntehî bu mâide-i âsumânî ve nüzûl-i firdevs-i rûhânîden rîze-çîn-i feyz ü irfân olarak mugtenim ve mütelezziz ve niam-sâr [4] olmak için lisân-ı azbü’l-beyân-ı Türkî üzere tercüme olunması, bu zindân-ı mahbes-i nefs-i denî, ve dünyâ-yı dûnda mahbûs esîr-i kayd-bend-i belâ, ve alâyık-ı beşeriyye ile kaddi dûtâ olan abd-i hakîr-i fakîr, inâü’d-denes ve’t-taksîr, el-muhtâc ilâ rahmeti rabbihi’l-kadîr, hâk-i kadem-i külli velî, sâbık Dârü’s-saâde ağası kâtibi Seyyid Hasan Fehmî bin Ahmed bin Mustafa el-Hüseynî el-Mağnisâvî en-Nakşbendî el-Kādirî –afâ anhume’l-bârî–, ibtigāen li-merdâti rabbi’r-rahîm, ve takarrüben ilâ cânibi Resûlihi’l-kerîm, işbu salât-ı celîle-i nefîse-i belâgat-ârâ ve fesâhat-pîrânın ber-vech-i ihtisâr, alâ-kadri’t-tâka noksân-ı bıdâa ve kusûr-ı fehm ve kemâl-i i’tizâr ile yârî-i tevfîk-i ni’me’r-refîk-i Cenâb-ı Müsehhilü’s-saâb’a müsteniden ve rûhâniyyet-i Hazret-i Risâlet-penâhî’yi mütevessilen tahrîk-i inân-ı kemmiyyet-i hâme-i beyâna mücâseret birle tercümesine niyyet ve hasbe’l-makdûr sarf-ı nakdîne-i himmet kılındı –ve’l-özrü inde kirâmi’n-nâsi makbûlün, vallâhu’l-muveffikü’l-hâdî ilâ tarîki’l-visâl–.

Hemân ashâb-ı dâniş ü irfân ve erbâb-ı dîde-i îkāndan niyâzım oldur ki işbu tercüme-i âcizînin her fıkrasında derkâr ve her ta’bîrâtında bîdâr ve satrında vâzıh u âşikâr olan kusûr u küsûr manzûr-ı hazret-i yârân olma-yarak, kezâlik afv u safh-ı cemîl ile mahv u terâşîde ve ol vechile bu bende-i şermende-i rûy-siyâhı hayr ile yâd ve rûh-ı hazîni fâtiha hân ile şâd buyu-rulması niyâz olunmuştur.

Page 12: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

231

Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî

Her kim ide bu bendeyi hayr ile yâd

Her dü cihân kâmı ile ola şâd

Ve kāle’ş-şeyh –kuddise sırruhu’l-azîz–:

بسم اهلله الرحمن الرحيم( ey ulûhiyetde mütevahhid [5] ve rubûbiyetde müteferrid (اللههم

ahadiyyü’z-zât ve vâhidiyyü’s-sıfât olan Allâhu azîmü’ş-şân!

( sen cenâb-ı mukaddes-meâb-ı muhammediyyeye rahmet-i hâssa (صلile salât ve rahmet eyle. İşbu vechile Peygamberimiz Efendimiz hazretleri-ne salât etmek, ism-i ahmediyye ile Hakk’ın zuhûru olan mazhar-ı ekmel-i azhar üzerine tecelliyât-ı esmâ vü sıfât u zât-ı sermedî ile ikbâl-i ilâhî de-mektir.20

م) -ya’ni emînü’l-emân ile muttasıf ve mu’temed olan zât-ı yegâne (وسلgencîne-i rahmet-i Rahmân’a letâif-i avâtıf-ı minen-i sübhâniyyeyi mütevâliyen ilâ-yevmi’l-kıyâm ihsân u in’âm eyle.21

م) -dahi22 nev’-i benî âdemin kalbine ihâta etmez ve fikr ile tasav (وعظvur olunmaz derecelerde olan envâ’-ı tecelliyât ve nevâmî-i berekâtı, ve ta’zîmât-ı fâika ve şân-ı ulyâsına ahrâ vü lâyıka olan tekrîmât-ı âliye ile minnet-i ilâhiyye-i nâmütenâhiyeyi,23 (دنا سي -ya’ni Cenâb-ı Rabb-i İz (على zet, ins ü cinn ü melek ve nebiyy-i mürselden ibâret meâşir-i mahlûkāta seyyidimiz ve senedimiz Efendimiz kılmış,24 (د dahi eşref-i esmâ (وموالنا محمile müsemmâ olmuş olan seyyid-i veled-i âdem –sallallâhu aleyhi ve sel-lem– Efendimiz hazretlerinin üzerine, yâ veliyye’l-ihsân, mütemâdiyen alâ-merri’l-leyâlî ve’l-eyyâm, her sâat ve her dakîka ve her ânda, nücûm-ı âsumândan efzûn firâvân eyle. Ve bu ism-i şerîf ol nebiyy-i kerîmin esmâsının eşrefi ve eşheri ve semâan elezzi ve her bir mübtedî ve müntehî indinde ebheridir; ve bu ism-i şerîfin havâss-ı acîbesi kâffe-i avâlimde

على رمدي الس ات والذ فات والص باألسماء إلهي إقبال وذاك دي، المحم بالجناب ئقة الال ة الخاص حمة بالر ارحم أي : صل 20Bekrî, vr. 66b .المظهر األكمل األظهر والحقيقة الظاهرة باإلسم األجيدي األحمدي

Bekrî, vr. 66b .وسلم: أي من باألمان لمن هو األمين األمان المعتمدي 2122 Burada Hasan Fehmi Efendi’nin بارك değil de عظم şeklinde devam etmesi salavâtın okunuşu

bakımından mevcut metinlerde rastlanmayan bir durumdur. Muhtemelen kendisi Osmanlı İstanbul’undaki Bedevî tekkelerinde var olan okunuşu dikkate almıştır. Nitekim Bedevîlikle ilgili XIX. yüzyıl metinlerinden Mehmed Said Bey’in Ahmed el-Bedevî’ye âit beyitleri şerhet-tiği risâlesinde de kelime بارك değil عظم şeklinde kayıtlıdır. Bk. ed-Dürrü’l-manzûm li-seyyidi’ş-şerîf Ahmed el-Bedevî, Süleymaniye Ktp. Tahir Ağa Tekkesi Blm. nr. 421, vr. 7b.

Bekrî, vr. 66b .ره فكري وال يحيط به خلدي وبارك: أي زد زيادة امتنان ال يصو 23

Bekrî, vr. 67a .دنا معاشر المخلوقات من إنس وجن وملك ونبي ورسول مفردي ولكن اهلله تعالى جعله سي 24

Page 13: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

232

M. Nedim TAN

mânend-i şems ü kamer azhardır. Bu ism-i âlînin havâssının tafsîlâtını murâd eden, şârih-i salât-ı Bedevî [6] Mustafa Bekrî –kuddise sırruhû– hazretlerinin Vird-i Seherî şerhinde zikretmiştir,25 oraya mürâcaat ede.26

Ben Allah’tanım ve mü’minler] أنا من اهلله والمؤمنون مني ma’nâ-yı münîfi (شجرة األصل)bendendir.]27 nutk-ı seniyyesiyle gûyâ olan hâfız-ı kütübhâne-i ilm-i ezel-i aliyye –salavâtullâhi’l-ekmel– Efendimiz hazretleri, her bir şeyin aslı, ve kâffe-i enbiyâ vü rüsul ve evliyâ vü ulemâ suver-i tafsîli ve halîfeleri ve mezâhir-i taayyünâtı, ve her bir hayr u bereket ol zuhûr-ı küllîden hâsıla ve kendi tal’atıyla zâhire, ve meâşir-i mahlûkāta vücûd ve varlık kendinden mümtedd olarak zâhir olmuştur, nitekim şecere tohumdan peydâ vü zâhir olduğu gibi. Ve mihr-i münîr-i sipihr-i risâlet –aleyhi efdalü’t-tahiyye– hazretleri tohmu’l-vücûd ve akreb-i mevcûd ve seyyidü’l-ervâh ve rûh-ı a’zam ve âdemü’l-ekberdir; ve cemî’-i ervâhı ve efrâd-ı insânı câmi’ ve beynlerine te’lîf ve muhabbet verici ve tefrîklerin cem’ edici-dir; ve devâir-i hayrât ve risâlet ve nübüvvâtı ve hakāyık-ı ayâniyye ve esrâr-ı tevhîd-i rabbâniyye ve guyûb-ı ferdâniyyeyi câmiadır.28

نبيك يا جابر )النورانية) نور ل ما خلق اهلله -Ey Câbir! Allah’ın yarattığı ilk şey se] أوnin nebînin nûrudur.]29 mazmûn-ı münîfince nûr-ı ezeliyye-i ebediyyeyi mensûbedir; ve bu şecere-i mübârekeden her bir eşyâ peydâ vü zâhir ol-muştur. Pes, imdi Resûl –aleyhisselâm– ebü’l-evveldir; ve cemî’-i kümmel-i enbiyâ ve rüsul, mazharu’l-esmâ ve’s-sıfât olan Efendimiz hazretlerine iktidâ etmişlerdir; ve sırrı cemî’-i eşyâya sârîdir. “El’ân kemâ-kân”, ân-ı dâimde hem serâ ve hem süreyyâda mutasarrıf-ı hakîkî odur.30

25 Bekrî’nin kendi tertib ettiği, Fethu’l-kudsî adıyla da bilinen Virdü’s-seher üzerine yazdığı Lemhu’n-nedsî, Zıyâu’ş-şemsî ve Bâisü’l-menhi’l-ünsî adlarını taşıyan üç ayrı şerhi vardır. Mu-hammed ism-i şerîfine dâir yazdıklarından bâzı kısımlar Nebhânî tarafından derlenmiştir. Bk. Cevâhiru’l-bihâr, II, 437-442.

ات ها سماعا وأبهرها عن كل منته ومبتدي، ولهذا اإلسم الكريم خواص عجيبة المبر محمد: هو أشرف أسمائه وأشهرها وألذ 26Bekrî, vr. 67a .حري سيدي، ذكرت منها نزر في شرح الورد الس

27 İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Kāhire: Mektebetü’l-Kudsî, 1933, I, 205.

الئل عند إسمه صلى صل: الحديث أنا من اهلله والمؤمنون مني، فهو األصل في كل شهيد مشهدي، وقال شارح الد شجرة األ 28ناته، وأن سل واألولياء والعلماء كلهم صورة تفصيله وخلفاؤه ومظاهر تعي ق أن األنبياء والر اهلله عليه وسلم جامع بعد ما حقجرة عن البذرة، وهو بذرة الوجود وأقرب ت الش كل خير وبركة منه حصلت وبطلعته ظهرت وعنه امتد الوجود كله كما امتدسالة المحيطة وهو الجامع للخلق وح األعظم وآدم األكبر، وهو ذو الكلمة الجامعة والر موجود ويعسوب األرواح وهو الرات والحقائق العيانية وأسرار ساالت والنبو والجامع شملهم تباليغه بينهم جمع شتاتهم والجامع له دوائر الخيرات والر على اهلله

Bekrî, vr. 67a, 67b .بانية، وجوامع الغيوب الفردانية التوحيد الر29 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I, 265.

، لحديث جابر المشهور عند ذوي سؤددي، وهذه الشجرة المباركة هي التي عنها النورانية: أي المنسوبة للنور األزلي األبدي 30Bekrî, 67b .ل تقتدي ل الذي به الكم ظهر كل ظاهر من البرية، فكان األب األو

Page 14: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

233

Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî

ة) حماني الر القبضة dahi ol şâh-ı serîr-ârâ-yı “mâ-erselnâk”, öyle bir (ولـمعة azîmü’l-câh, mahbûb-ı dergâh-ı ulûhiyyet-penâhdır ki sıfat-ı celîle-i [7] rahmet-i ilâhiyyeye mensûbedir. Ve sıfat-ı rahmet-i ilâhiyyeden cân-ı cihân ve kevn-i mekân ve cümle-i mâ-melek hâk-i harîm-i mukaddesine fedâ olmuş olan seyyidü’s-sâdât ve mefhar-ı mevcûdât –aleyhi ekmelü’t-tahiyyât– Efendimiz hazretleri “rahmeten li’l-âlemîn” oldu. Pes imdi bi-hasebi’l-asl esrâr-ı ayâniyyenin lemeânı cihetle her bir sıfât-ı rediyyeden müberrâ ve münezzeh olan hakîkat-ı zâtiyye ve sıfâtiyyesi efrâd-ı zürriyet-i insâniyye ve zerrât-ı ekvâniyyeyi mümidde oldu; ve feyz-i ebedî ve hayât-ı sermedî ondan istifâde ve istifâza kılındı.31

ة) نساني -dahi ol Nebiyy-i kerîm öyle bir hulk-ı azîm ile mut (وأفضل الـخليقة الtasıfdır ki avâlim-i cenâniyye ezimme ve dizgininin mâliki olan insân-ı kâmile mensûbedir. Zîrâ ol zât-ı rahîmu’s-sıfât memleket-i sultâniyye sâhibidir; ve hazret-i ihsâniyyede mutasarrıftır; ve zât-ı ulyâsına nisbetle cemî’-i halâyık raiyyesidir. Çünkü o dürr-i sadefetü’l-vücûd ve zahîretü’l-meliki’l-vedûd –aleyhi salavâtu Rabbi’l-ma’bûd– aslu’l-vücûd, ve enbiyâ-i sâire zât-ı mer’iyye-i ilâhiyyesinden istifâza-i feyz ettikleri hâlde nâibleridir. Belki o zât-ı mukaddes-ârâ sıfât-ı aliyyesiyle esrâr-ı furkāniyyeyi, sırr-ı câmî’ ve etvâr-ı zât-ı mukaddesesiyle cemî’-i envâr-ı kur’âniyye’yi hâmi’, ya’ni misâl-i bârân-ı semâ yağdırıcı ve kâffe-i avâlime izhâr edicidir.32

ة) الـجسماني ورة الص -dahi tahkîk-i şân, ol Resûl-i azîmü’ş-şân merâ (وأشرف tib-i kevniyyeden müteâliye a’ref-i sûre-i ilâhiyye olduğu ecilden sûret-i cismâniyye ile ta’bîr olunmuştur.33

ة)[8] باني -dahi Resûl –aleyhisselâm– öyle bir zât-ı gevher (ومعدن األسرار الرsıfâtdır ki şerîk ü nazîrden müberrâ, kemmiyet ve keyfiyetden muarrâ, Cenâb-ı Rabb-i ahadiyyete mensûbe olan esrâr ile muayyen ve mevsûfdur; ve emr-i hafî olan asl-ı esrâr-ı rabbâniyyenin kânı ve menbaı ve cemî’-i ulûm-ı esrâr-ı ilâhiyyenin mahall-i hurûcu ve makarr-ı sudûrudur; ve bi-hasebi’l-kavâbil ve’l-isti’dâd kâffe-i mevcûdâta cümle-i esrâr ol yenbû’-ı

فدي، كانت بالروح الذي دنا للعالمين، سي اإللهية وعنها كان رحمة حمة الر لصفة المنسوبة حمانية: أي الر القبضة ولـمعة 31ة األكوانية المخلصة بحسب األصل المانح األسرار العيانية من كل نعت ردي. ية اإلنسانية والذر ر ة أفراد الذ حقيقته هي الممد

Bekrî, 67b

لطانية، الس المملكة صاحب ألنه الجنانية، العوالم ة أزم مالك الكامل لإلنسان المنسوبة أي نسانية: اإل الـخليقة وأفضل 32والمتصرف في الحضرة اإلحسانية، ومن جميع الخلق بالنسبة إليه رعية، وهو األصل وغيره فنائب عن ذاته المرعية، بل هو

Bekrî, 67b, 68a .سة األطوار سائر األنوار مع القرآنية السر الجامع بصفاته لألسرار الفرقانية، والهامع بذاته المقدBekrî, 68a .ورة الـجسمانية: وأعرف السورة اإللهية المتعالية عن المراتب األكوانية وأشرف الص 33

Page 15: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

234

M. Nedim TAN

maârif-i ilâhiyye olan gencîne-i rahmet ve medîne-i re’fet ve ihsândan ayân ve beyân olmuştur. Pes imdi ol esrâr-ı rabbâniyyenin ma’deni münez-zeh ve mukaddes oldu. Çünkü o esrâr-ı hafiyyenin kâffesi ma’den-i zât-ı muhammediyyeden taleb ve iltimâs ve esrâr-ı aliyyenin envârı mişkât-ı nûr-ı ahmediyyeden istimdâd ve iktibâs olunur.34 Nitekim İmâm Bûsîrî hazretleri, Kasîde-i Bürde’de buyurur:

يم غرفا من البحر أو رشفا من الد ملتمس وكلهم من رسول اهلله[Tahkîk cemî’-i enbiyâ yâhud enbiyâ-yı ızâmdan her biri ol kân-ı irfân ve

habîb-i Yezdân olan Hazret-i Resûlullah’dan, vüs’atde bahr gibi olan ilmin-den bir garfe ve kesretde matar-ı dâim gibi bulunan feyz ü kereminden bir nebze taleb ve ahz eylediler. Zîrâ Cenâb-ı Allah evvelen Fahru’l-mürselîn’in rûh-ı mukaddesini halk buyurup ulûm-ı enbiyâyı ona vedîa kıldı; ondan sonra sâir enbiyâ ervâhını halk eyledi. Onlar da alâ-merâtibihim ilimlerini on-dan ahz eylediler; onun için bâis-i rahmet ve müfîz-i ni’met olup enbiyâ-yı ızâm ve sâir mü’minîn-i kâmilin ondan müstefîz oldular.]35

ة) صطفائي اال العلوم ma’nâ-yı münîfi, “gāyet-i kurbdan ibâret olan (وخزائن rütbe-i ıstıfâiyyeyi mensûbedir”; ve Resûl –aleyhisselâm–ın kavl-i şerîfleri bu makām-ı ıstıfâdandır ki saâdetle buyururlar: عبدا ابتاله، فإن صبر إذا أحب اهلله-ya’ni, “Cenâb-ı Rabb-i Rahîm kullarına muhabbet etti اجتباه، وإن رضي اصطفاهği vakitde envâ’-ı belâyâ ile ibtilâ eder. İmdi eğer sabr ederse ictibâ eder ve eğer râzı olursa rütbe-i ıstıfâya nâil eder.”36 İmdi hulefâdan ve aizze-i sâdât-ı kirâmdan bu rütbe-i âliye ile tahsîs olunan her bir zâta Mevlâ-yı müteâl şu ulûm-ı ıstıfâiyyeyi âgâh edip bilâ-hafâ gayr-ı mücmel olarak tafsîlen bildi-rir; ve ekseri Cenâb-ı Hak kendi fazl u keremi ve ihsânından [9] şu ulûm-ı ilâhiyyenin butûnuna ziyâde ıttılâ’ ettirir. Pes, imdi böyle olan zât, ما نال وفى ما وطال [.Kendisine kifâyet edene ulaştı; vaade vefâ gösterene erişti] كفى fehvâsınca dünyevî ve uhrevî ümmîd ettiği saâdet-i dâreyne mazhar olup göz görmez ve kulak işitmez ve hâtır-ı hayâle gelmez makāmât-ı âliyeyi nâil olmuş olur; ve bu inâyet-i celîlenin küllîsi ol gencîne-i ümmü’l-kitâb

داد الحرس والجوار الكنس وإنما كان معدنها المعدن: أي أصل، األسرار: جمع سر وهو األمر الخفي األقدس، الممتع بالش 34ية الند بانية: المنسوبة للرب جل وعال عن الر جنابه ويقتبس، تطلب وتلتمس ويستمد نورها من س، ألنها منه المقد ه المنز

Bekrî, 68a .ية والكيفية وهو صلى اهلله عليه وسلم الموصوف بأنه عينوالكم

35 Hasan Fehmi Erzurûmî, Kasîde-i Bürde Şerhi - Mecmau’l-fezâil, İstanbul: Mektebi Sanâyi-i Osmânî, 1328/1911, s. 114.

36 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kūtu’l-kulûb, tahk. M. İ. Muhammed Rıdvânî, Kāhire: Mektebetü Dari’t-Türâs, 2001, II, 956, 1009, 1049 (32. fasıl); Gazzâlî, İhyâu ulûmi’d-dîn, tahk. Heyet, Cidde: Dârü’l-Minhâc, 2011, VIII, 476 (Kitâbü’l-muhabbe).

Page 16: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

235

Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî

ve mecmûa-i faslu’l-hitâb olan Seyyidü’ş-şürefâ –aleyhi ezkâ’t-tehâyâ– Efendimiz hazretlerinin meded ü inâyeti ile ve ol hazrete olan münâsebeti mikdârınca hâsıladır.37

Pes, imdi Hak Teâlâ’nın ıstıfâ ve ihtiyâr kıldığı makām-ı ıstıfâiyyeyi mensûbe olan ulûm-ı ilâhiyye-i nâmütenâhiye hazîne-i gevher-i defînesinde gizlemiş, ve kendi zâtından gayrı kimesne bilmez. من رسول ارتضى من -Me] إال ğer ki resûlden ihtiyâr ettiği kimesne]den38 mâadâ ferd-i âferîd muttali’ ol-mamış, والقلم اللوح علم علومك ;Levh ü kalemin ilmi dahi senin ilmindendir] ومن yâhud senin ulûmun veyâhud ma’lûmun levh-i mahfuzda kalemin cereyânıyla tesbît olunan ulûmdur.]39 nazm-ı münîfinden müstefâd olan ilimden başka ulûm-ı gaybiyye-i ıstıfâiyye mehâzininin miftâhıdır; ve ol gencîne-i esrâr-ı ilâhî, cevâhir-i nefîse-i mâlâmâl ile memlûdur. Ve bu ulûm-ı mukaddese-i âliye enbiyâdan bir enbiyâya müyesser olmadı; ancak dâhil-i halvet-sarâ-yı vahdet olan zât-ı kudsiyye-i Cenâb-ı Muhammedî’ye mahsûsadır. Ve Cenâb-ı Hak ve Feyyâz-ı mutlak وعنده مفاتح الغيب ال يعلمها إال هو [Cümlesi Allah Teâlâ’nın gayb hazîneleri indindedir, onları ancak Allah Teâlâ bilir.]40 âyet-i kerîmesiyle telmîh ve ثم دنا فتدلى، فكان قاب قوسين أو أدنى [Ba’dehû ona yakın gelip taalluk etti; hattâ yakınlığı iki kavs mikdârı, belki daha akreb oldu.]41 nazm-ı celîliyle tasrîh buyurmuştur. Ve bu makāmda ârif billâh ve vâsıl ilallâh olan vâris-i feyz-i ma’nevî Mevlânâ Seyyidinâ Ahmed Bedevî hazretleri tercümân-ı lisânü’l-kıdem ve menbau’l-ilm ve’l-hilm ve’l-hikem –sallallâhu aleyhi ve sellem– [10] Efendimiz hazretleri sâir enbiyâ-i mürselînin nâil ve hâiz olmadıkları merâtib ve makāmâtı âric ve müterakkî olduğundan başka ancak kendi zât-ı akdesiyyetine mahsûsa olarak ilm-i kurba ve ilm-i rü’yete âlim ve vâkıf olmuş olduğunu îmâ ve işâret etmiştir.

öyle bir seyyidü’l-eşrâf ve câmi’-i mehâsinü’l-evsâf (صاحب القبضة األصلية)cevherü’ş-şerîfi’l-ebedî ve nûru’l-kadîmi’l-Muhammedî’dir ki hîn-i اهلله كان

ي المقتفى بصفي اهلله والمصطفى، واإلصطفائية عبارة عن غاية القرب التي صطفائية، أي المنسوبة لرتبة اإلصطفاء ومنها سم اال 37 عبدا ابتاله، فإن صبر اجتباه، وإن رضي اصطفاه. فكل ر كأسه صفا، ومنه قوله صلى اهلله عليه وسلم: إذا أحب اهلله من المكدلة غير مجملة بال صفاء، وربما زاده من فضله تبة من الخلفاء أطلعه مواله على هذه العلوم فأدركها مفص من خص بهذه الررفاء على التحقيق، وهي المناسبة القدر المرشد العريق. العا على بطونها فنال ما كفى وطال ما وفى، كل ذلك عبد وسيد الش اط

Bekrî, 68b

38 Cin 72/27. Âyet meâllerini müellifin dönemi ve diline yakınlığı sebebiyle İsmâil Ferruh Efendi’nin Mevâkib tercüme-i tefsîr-i Mevâhib’inden (Matbaa-i Âmire, 1282/1865) faydalana-rak aktardık.

39 Erzurûmî, Kasîde-i Bürde Şerhi - Mecmau’l-fezâil, s. 412.40 En’âm 6/59. 41 Necm 53/8.

Page 17: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

236

M. Nedim TAN

42 meâl-i münîfince[.Allah vardı, O’nunla berâber hiçbir şey yoktu] وال شيء معهCenâb-ı Hak kendi zât-ı ilâhiyyesinin bilinmekliğini irâde-i sübhâniyye-i ezeliyyesi müteallik buyuruldukda nûr-ı sânî ıtlâk olunur bir nûr-ı mutlak halk u îcâd eyledi; ve kendi zât-ı ahadiyye-i ilâhiyyesiyle bilâ-vâsıta o nûr-ı sânîden bir kabza aldı ve o kabza-i nûra hitâben دا محم Muhammed] كوني sûretini al!]43 buyurduğu ânda nûr-ı Muhammedî var ve izhâr olundu; ve o kabza-i nûr ile sâir mahlûkāta bast u med ve ifâza-i feyz-i bî-add ü had etti; ve o kabza-i nûrdan dahi cemî’-i avâlim ve kâffe-i mevcûdât halk u îcâd olundu. Ve bu ma’nâyı kutb-ı hakîkî Seyyid Muhammed el-Bekrî es-Sıddîkî –kuddise sırruhû– hazretleri,44

ؤون قبضا وبسطا قبضة النور من قديم أرتنا في جميع الش[Kendi zâtından –vâsıtasız olarak– bir nûr kabzası aldı; ve onu bütün ya-

ratışmışlar üzerine yayarak her şeyi feyziyle donattı.]45 nutk-ı belâgat-rîz ve fesâhat-âmîziyle işâret etmişlerdir.46 Bu beyt-i şerîfin ma’nâ-yı münîfini tefhîm muhâl olduğundan evvelemirde hazarât-ı hamseyi bilmeye menût ve mütevakkıf bilinmiş olunmağla ber-vech-i icmâl tahkîk ve beyâna mübâderet olunur ki:

Ma’lûm-ı yârân-ı safâ ve erbâb-ı hakîkat-i vefâ olsun ki; pes, imdi hakāyık-ı mevcûdât gayb-ı hüviyyet-i zât-ı ilâhiyyede münderic ve bâtın [11] oldukları haysiyetden şuûnât-ı zâtiyye ve hurûfât-ı âliye tesmiye olu-nur. Bu mertebede hakāyık-ı mevcûdât hazret-i zâtdan ve birbirlerinden aynen ve ilmen mümtâz değildir. İşte bu mertebeye taayyün-i evvel ve gayb-ı evvel derler. Ve hazret-i sâniye ve mertebe-i sâniyeye gayb-ı sânî ve taayyün-i sânî derler; bu mertebede hakāyık-ı mevcûdât aynen bir-birlerinden mümtâz olmayıp lâkin ilmen mümtâz ve tefrîk olmuşlardır. A’yân-ı sâbite kesret-i nisbet ile mütekessir olup bilkuvve mevcûd ve bil-

42 Buhârî, “Bed’u’l-halk”, 1; “Tevhîd”, 20.43 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I, 263-266.44 Ebü’l-Mekârim Muhammed b. Ebi’l-Hasen el-Bekrî’ye (ö. 994/1586) âit ve bu matla’ beyit-

le başlayan gazele Abdülganî Nablusî tarafından tahmis yazılmıştır. Bk. Dîvânu’l-hakāik ve mecmûu’r-rekāik, Kāhire: el-Matbaatü’ş-şerefiyye, 1306/1889, s. 209 [أخذتنا الذي الطلعة .[أيها Müellifimiz, İbn Meşîş salavâtı üzerine yazdığı şerhte de bu beyti iktibâs ederek Nablusî’nin tahmisine atıf yapar. Bk. “Kürûmu arîşi’t-tehânî”, s. 418. Ayrıca müellif, Ebü’l-Mekârim el-Bekrî’nin bir salavâtına da şerh yazmıştır. Muslu, Mustafa Kemâleddin Bekrî ve Tasavvufî Gö-rüşleri, s. 58.

45 Tercümeyi Hasan Fehmi Efendi’nin açıklamaları doğrultusunda yaptık.

صلية: أي التي قبضها الحق من نور ذاته وأمد بها سائر مخلوقاته، وإليها أشار قطب بيتنا العشيقي سيدي صاحب القبضة األ 46Bekrî, 68b .ؤون قبضا وبسطا يقي بقوله: قبضة النور من قديم أرتنا / في جميع الش د محمد الكبير البكري الص

Page 18: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

237

Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî

fiil ma’dûmlardır. الوجود رائحة ت شم ما A’yân-ı sâbite râyiha-i vücûdu] األعيان koklamamıştır.] fehvâsınca bu mertebede aynen ma’dûm ve ilmen mevcûd oldukları ecilden vücûd-ı aynî ve hâricîleri yoktur. Hazret-i sâlis ki rütbe-i ervâhdır; bu mertebeye zuhûr-ı hakāyık ta’bîr olunur. Hakāyık-ı eşyâ bu mertebede ilmen ve taayyünen basît ve mücerred oldukları hâlde bir-birlerinden mütemeyyiz ve her bir hakîkat kendi nefslerinden ve kendi emsâllerinden mümtâz ve ilmen ve aynen mücerred olarak mevcûdlardır. Ve mertebe-i râbia ki hazretü’l-misâldir; bu âlem dahi rûhâniyeti ve letâfeti hasebiyle âlem-i ervâha münâsebeti olup mücerred ve basît ol-mak cihetiyle âlem-i ecsâma münâsebeti vardır. Âlem-i menâm ve âlem-i cin ve merâyâda zâhir olan ukûs bu âlemdendir. Ve mertebe-i hâmis hazretü’l-hâmis âlem-i ecsâmdır; bu âlem âlem-i mürekkebe-i tâmmedir. Âlem-i nâsût ve âlem-i anâsır ve âlem-i şehâdet ta’bîr olunur. Bu âlem mevâlid-i selâse ve anâsır-ı erbaa-i kesîfeden ibâretdir, âlem-i mahdûd ve âlem-i cihâtdır. Mertebe-i sâdise mertebe-i câmia-i cemî’-i merâtibdir. Bu mertebe hakîkat-i insân-ı kâmildir. Bu mertebe cemî’-i [12] berâzıhın câmiidir. Hattâ ehlullâh ve ârif billâh efendilerimiz hazretlerinin kelime-i mukaddese-i füyûzât-ârâlarında olan rumûzât ve işârât ekseri bu merte-beye işâretdir; ve onun için insana âlem-i kübrâ ıtlâk olunur.

Pes, bu mukaddeme icmâlen ma’lûm oldu ise bu takdîrce bâlâda mestûr olan beyt-i şerîfin ma’nâ-yı hakāyık-ihtivâsı şu vechile îzâh olmuş olur ki: Kâffe-i şuûnât-ı zâtiyye tesmiye olunan hakāyık-ı mevcûdât ve işârât ve ibârât ve hurûfât ve esvât, mertebe-i amâ’ ta’bîr olunan taayyün-i evvel rütbesinde aynen ve ilmen, külliyen mahv u muzmahil idi. Ya’ni suver-i ma’lûmât-ı ilâhiyye ki hakāyık-ı eşyânın a’yânı henüz mertebe-i a’yân-ı sâbiteye gelmemiş idi, heme mevcûdât ve halâyık ve yokluk ve var-lık ma’dûm idiler. Bu hazret-i hakāyık ne Hak’dan ve ne birbirlerinden imtiyâzları var idi. Bahr-i hüviyyet-i mevcûdât serâser deryâ-yı vahdet-i ilâhiyyede gark ve müstağrak idiler. Ya’ni ol mahalde her bir adem nûr-ı kıdem ile vahdet rengini giymiş, gerek ilmen ve gerek aynen aslâ birbir-lerinden ve asıllarından imtiyâzları olmayıp reng-i vahdet tuttuğundan nûr-ı kıdem ile kâffe-i mevcûdât yek-reng-i ittihâd idi. Ya’ni ol vakit ki ne gün ne gece, ne sen ve ne ben, ne mekân ne zamân, ne hemîn ne hemân, ne în ne ân var idi; cihân ve âlem ki mâsivallahdır, kâffesi kabza-i kudret-i ulûhiyyetinde kâmin ve bâtın ve kâffe-i esmâ-i ilâhiyye müsemmâda müs-tekin idi. Ya’ni kendi nûr-ı kadîm-i ahadiyye-i ilâhiyye-i zâtiyyesinden [13] gayrı bir var yok idi.

Page 19: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

238

M. Nedim TAN

Sonra nesîm-i bâd-ı muhabbet-i ilâhî ile bahr-i hüviyyet ve deryâ-yı ihsân ve inâyet cûş u hurûşa gelip ber-muktezâ-yı hadîs-i şerîf-i كنزا كنت د عرفوني فبمحم فبي عرفوني يعني الخلق ألعرف فخلقت أعرف أن فأحببت Ben gizli] مخفيا bir hazîne idim; bilinmeye muhabbet ettim ve bilinmekliğim için halkı yarat-tım; böylece beni bildiler, yâni Muhammed ile bildiler.]47 sırr-ı şerîfi zuhûra gelmekliği murâd-ı ilâhiyye-i zâtiyyesi müteallik buyurulmuş olmakla o kabza-i nûru mir’ât-ı ezel edip hakāyık-ı eşyâyı kendinde kendiden kendi-ye gösterdi. Bu makāmda hakāyık-ı eşyâ ya’ni a’yân-ı sâbite ilmen mevcûd olup rütbeye geldi; ve bu rütbe ki hazret-i sânîdir, taayyün-i sânî ve gayb-ı sânî ve levh-i evvel ve ümmü’l-kitâb ta’bîr olunur. Ve mâsivâ bu mertebe-ye dek yok idi; hakāyık-ı mevcûdât bu makāmda suver-i ilmiyye-i ilâhiyye ile mevcûd ve vâcib mümkinden cüdâ ve ikilik resm ü âyîni hüveydâ olup hakāyık-ı eşyâ ma’lûmât-ı ilâhiyye olmağın vücûd-ı ilmiyye ile mevcûd ve a’yân-ı sâbite ve mâhiyât ile mevsûm oldular. Velhâsıl bu taayyün-i sânîye her gürûh bir isim ile tesmiye kıldılar. Bâlâda mezkûr olduğu gibi levh-i evvel ve kalem-i evvel ve akl-ı küll ve akl-ı evvel ve nûr-ı muhammediyye ve hakîkat-i muhammediyye ve insân-ı a’zam dahi ıtlâk etmişlerdir. “Cüm-lenin maksûdu bir ammâ rivâyet muhtelif.”

Pes, imdi bu vechile bu tahkîkāt-ı âcizânemiz ma’lûm oldu ise ol nûr-ı şa’şaa-endâz-ı âlem-i gaybî ve mebde’-i zuhûr-ı tecelliyât-ı lâ-reybî –aleyhissalâtü vesselâm– Efendimiz hazretleri mir’ât-ı ezeldir. Ya’ni o nûr-ı kadîm-i ilâhiyyesinde muhtefî olan ma’lûmât-ı ilâhiyye-i zâtiyyesinin [14] kuvveden fiile izhârı için o kabza-i nûra tecellî-i zâtiyye-i ulûhiyyeti dâimen ve ebeden taalluk buyurulmuş olduğundan kâffe-i şuûnât-ı zâtiyye ve hurûfât-ı âliye kabzen ve basten cemî’-i merâyâ vü mezâhirde hüveydâ ve nümâyân oldu; ve âlem-i gaybdan a’yân-ı sâbite basît ve mücerred oldukları hâlde sahrâ-yı vücûda geldi. Ya’ni hakāyık-ı mevcûdât alâ-merâtibi’l-hazarâti’l-hamse evvelâ ilmen ve sâniyen aynen birbirlerinden mümtâz oldukları cihetle bî-nişân iken nişânlar peydâ ve bî-reng iken hezâr rengler sûret-nümâ ve cilve-bahşâ oldu; ve o zuhûr-ı külliyyeden cemî’-i suver-i esmâ-i ilâhiyye ve kâffe-i suver-i mezâhir-i halkıyye var ve izhâr kılınıp o nûr-ı zuhûr her mazharda mütecellî oldu; ve bu sûretde kabza-i nûr tesmiye olunan zuhûr-ı vâhidiyyet dahi ber-mûceb-i bâlâ alâ-vechi’l-ihtisâr iş’âr olunduğu üzere şu mazhar-ı ekmel-i cem’iyyete mecla’z-zuhûr oldu. Ya’ni cemî’-i şuûnât-ı zâtiyye, a’yân-ı sâbite ve âlem-i misâl ve âlem-i ervâh ve âlem-i ecsâm ve âlem-i insâniyye-i câmiaya

47 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, II, 132.

Page 20: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

239

Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî

varınca o nûr-ı zuhûr-ı külliyyeden alâ-muktezâ isti’dâdi’l-avâlim istifâza-i feyz-i vücûd ve iktibâs-ı vücûd etmişlerdir.

Pes, imdi anınçün şu mezâhir-i a’yâna o nûr-ı zuhûr mir’ât-ı ezel oldu. Velhâsıl nûr-ı ahadiyyetinden nûr-ı vâhidiyyeti bilâ-keyfiyye velâ-kemmiyye zuhûra geldikde her bir hazarât-ı ilâhiyyede ve her bir âlemde bi-hasebi’l-kavâbil ve’l-isti’dâd âsâr-ı esrâr-ı hakāyık-ı ilâhiyye zâhir ve envâr-ı kemâlât-ı nâmütenâhiye şârık ve münteşir oldu. Zîrâ o nûr-ı zuhûr, nûr-ı küllîdir ve o nûr-ı küllînin sırrı hakāyık-ı insâniyye [15] ve a’yân-ı kevniyyeye sârîdir. Ya’ni cümle-i mevcûdâta sırrı sârî ve kâffe-i eşyâ onun sırrıyla kāim olmuştur.48 Hattâ hâtem-i velâyet-i Muhammedî İbn Arabî –kuddise sırruhu’l-azîz– hazretleri şu salât-ı şerîfinde ayân beyân buyur-muştur: فات اري في جميع آثار األسماء والص ر الس اتي والس د النور الذ دنا محم اللههم صل على سي ,Allah’ım! Zâtının nûru olan ve sırrı tüm sıfatlara, isimlere] وعلى آله وصحبه وسلمeserlere sirâyet eden Efendimiz Muhammed’e, mübârek âline ve ashâbına salât ü selâm eyle!]49

ة) ني ,dahi ol nazenîn-i hıdîv-i çâr-bâliş, maksûd-ı meâl-i âferîniş (والبهجة السşâhinşeh-i tahtgâh-ı “levlâk” –aleyhi efdalu salavâtillâh mâ dâreti’l-eflâk– Efendimiz hazretleri bir nebiyy-yi melâhât-sîmâ ve fesâhât-pîrâdır ki cemâl ü celâl ve kemâl u hulk-ı azîme ve hey’et-i mergūbe-i cismiyye-i nâzike-i müstahsene sıfât-ı celîleleriyle muttasıfa ve mürtefia olduğu hâlde devâir-i zât-ı seniyyesi sıfât-ı müteâliyesi üzerine hâvî oldu.50 Çünki

48 Hasan Fehmi Efendi, burada sayfa kenarına şu satırları ilâve etmiştir: “Ma’lûm-ı ashâb-ı hakîkat ve erbâb-ı basîret ola ki işbu tercüme-i âcizîde mestûr Muhammed Bekrî –kuddi-se sırruhû– hazretlerinin beyt-i hakāyık-ârâlarında mezkûr olan “kadîm”den murâd, kadîm bi’z-zât olmayıp kadîm bi’z-zamândır; ve muhakkıkîn-ı sûfiyye indinde hak olan budur. Ve ba’zı zevât kelâm-ı gāmıza-i sâdât-ı kirâmı adem-i fehmleriyle “kabza-i nûr”u kadîm bi’z-zât zannettiklerinden kendilerini vâdi-i hatarnâke ve sahrâ-yı hevlnâke düşürmüşlerdir. Zîrâ bu makām mezâlik-i akdâmdandır. Fe’fhem.”

49 Tasavvuf kültüründe Salâtü’n-nûri’z-zâtî diye anılan bu salavât, Ebu’l-Hasan eş-Şâzelî’ye at-fedilir. Metni ve fazileti hakkındaki sözler için bk. Nebhânî, Efdalu’s-salavât, s. 102. Salavât, Mısırlı sûfî ve fakîh Ahmed es-Sâvî (ö. 1241/1825) tarafından şerhedilmiştir. Şerh metni için bk. Nebhânî, Cevâhiru’l-bihâr, III, 50. Şuayb Şerefüddîn Gülşenî’nin (ö. 1329/1911) halîfelerinden Ahmed Hayâlî Efendi’nin salavât hakkındaki açıklamaları için bk. Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, III, 284, 285. Hasan Fehmi Efendi’nin burada salavâtı Şâzelî’ye değil de İbn Arabî’ye atfetmesi bir bilgi eksikliğinden değil, muhtemelen bütün pîrlerin salavâtlarında aynı mânânın terennüm edilmesinden kaynaklanmaktadır. Nitekim İbnü’l-Arabî’nin aynı meâldeki salavâtlarına dâir örnekler için bk. Ahmed Ziyâeddin Gümüşhânevî, Mecmûatü’l-ahzâb, I, 2-95.

نية(: أي المرتفعة بصفاتها وما احتوت عليها رور ووصفها بالنسبة على اللفظ )الس والبهجة: أي الحسن ويطلق أيضا على الس 50Bekrî, 68b, 69a .دوائر ذاتها من جمال وكمال وجالل وإزالل

Page 21: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

240

M. Nedim TAN

o dâiretü’l-ihâtati’l-uzmâ ve merkez-i muhîtü’l-feleki’l-esmâ olan hazretin zât ve nesebi cemî’-i ahlâk ve şemâili kemâl-i hüsn ile muttasıf olup kendi zât-ı mehâsin-ârâsında olan cevher-i hüsnü gayr-ı munkasime olduğu için zât-ı akdesiyyeti kendi sıfât-ı seniyyesini أنا أملح وأنا أفصح [Ben çok daha gü-zelim; ben en fasîhim.]51 kelâm-ı mu’ciz-nümâsıyla medhetmiştir; ve bu ci-hetle o yâkūte-i mehâsin-icmâl olan hazretin zerre mikdârı vasf-ı hüsnün-de fusahâ-yı cihân ve bulegā-yı zamân âciz ve kāsırlardır. Nitekim Ömer ibnü’l-Fârız –kuddise sırrıhu’l-gāmız– hazretleri,

مان وفيه ما لم يوصف وعلى تفنن واصفيه بحسنه يفنى الز[Onun hüsnünü vasfedenler ne derece izhâr-ı fünûn ederlerse etsinler, za-

man tükenir, yine evsâf-ı cemâlini hakkıyla edâ edememiş olurlar.]52 nutk-ı belâgat-pîrâsıyla beyân buyurmuştur. Ve ba’zı sâdât-ı kirâm hazarâtları dahi şu vechile beyân buyururlar: [16]

ر بشرا بأسرار الغيوب يبش سبحان من أنشأه من سبحاته وبحسنه كل المحاسن تفخر فخر المالح بحسنهم وجمالهم

ر وله منار كل وجه ني فجماله مجلى لكل جميلة [Tesbîh ve tenzîh ederim o Allah’ı ki kendi zâtının sübuhâtından gaybların

sırlarını müjdeleyen bir beşer olarak onu var etti. Onun hüsnüyle her türlü gü-zellik ve iyilik iftihâr eder; bunun için güzeller, hüsn ü cemâlleri ile iftihâr etti-ler. Onun cemâli her güzelliğin meclâsıdır; o her aydınlık yüze ışık veren bir nûr menbaıdır.]53

ة) تبة العلي dahi o mihver-i felekü’r-risâle ve mistar-ı hattu’n-nübüvve (والرve’l-celâle olan Cenâb-ı Resûl –aleyhisselâm– öyle cemî’-i mevcûdâtın ef-dali ve ekremi ki rütbe-i aliyye-i şâmiha ve menzile-i bâziha-i külliyye ya’ni a’le’l-merâtib ve’l-makāmât sâhibidir. Ve Hak Teâlâ مقاما ربك يبعثك أن عسى 54 buyurmuştur. Çünki[.Tâ ki Rabbin seni makām-ı mahmûde getire] محمودا

51 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I, 200, 201.52 Bedrüddin el-Bûrînî ve Abdülganî Nablusî, Şerhü Dîvâni ibni’l-Fârız, cem’: Ruşeyd b.

Gālib, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, 2003, I, 307. Tercüme, son dönem sûfîlerinden Ali Salâhaddin Yiğitoğlu’na (1877-1939) âittir. Bk. el-Menhelü’l-fâiz fî tercemeti Dîvânı ibni’l-Fârız, Milli Kütüphane, Adnan Ötüken İl Halk Ktp., no: 1088, s. 177.

53 Bu beyitler Ali b. Muhammed Vefâ’ya (ö. 760/1358) âittir. Bk. Şerhu’z-Zürkānî ale’l-Mevâhibi’l-ledünniyye bi’l-Minahi’l-Muhammediyye, thk. M. Abdülazîz el-Hâlidî, Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, V, 260, 261; Muhammed b. Yûsuf es-Sâlihî ed-Dımaşkî, Sübülü’l-hüdâ ve’r-reşâd fî sîreti hayri’l-ibâd, thk. Mustafa Abdülvâhid, Kāhire: Vizâretü’l-Evkāf ve’ş-Şuûnü’l-İslâmiyye, 1997, II, 13 (krş. Peygamber Külliyâtı, trc. Hüseyin Kaya, İstanbul: Ocak Yay., 2006, II, 15, 16).

54 İsrâ 17/79.

Page 22: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

241

Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî

o makām-ı sâmî bir makām-ı azîzdir ki o makām-ı ulyâya melek-i mukar-reb ve nebiyy-i mürsel vâsıl olmaz. Ve Cenâb-ı Hayy ü Kayyûm وما منا إال له 55 buyurur; ve[.Bizim için ancak herbirimize makām-ı ma’lûm vardır] مقام معلومol mekânetü’l-ulyâ ve menziletü’z-zülfâ ancak sultân-ı serîr-i “lî-maallâh” olan zât-ı mukaddes-i cenâb-ı muhammediyyeye mahsûsdur.56

o bir azîmü’l-câh nebiyy-i kerîmdir ki, her bir resûl-i zîşânın nûru (من)ve derece-i ulyâsı; ve her bir nebiyy-i âlî-mekânın sırrı ve hüdâsı; ve her bir velînin cevheri ya’ni hakîkati ve şânı ve ziyâsıdır.

لوائه) تحت النبيون ya’ni hadîs-i nebevînin beyânı üzere yüz yirmi (اندرجت dört bin enbiyâ ve üç yüz on üç mürsel “livâ-i hamd” ismiyle müsemmâ olan livâ-i azîmi tahtına dâhile oldukları hâlde cümlesi onda münderice ve müctemia olup kâffesi şefâat-ı uzmâsına mütereccî ve müterakkîlerdir. Ni-tekim ol sâhib-i kürsî-yi şefâat-ı aliyye –efdalu’s-salavât– Efendimiz haz-retleri buyurmuştur: نبي لواء الحمد، وما من يوم القيامة، وبيدي ل من يدخل الجنة أنا أو Kıyâmet günü, elimde hamd sancağı olduğu halde en] آدم فمن سواه إال تحت لوائيevvel ben cennete girerim; Âdem ve diğer bütün peygamberler benim sancağım altında olurlar.]57

-pes, imdi cemî’-i nebiyyûn ve kâffe-i mürselîn –salavâtullâhi aley (فهم)him ecmâîn–, (منه) bâlâda zikri [17] sebkat eden أنا من اهلله والمؤمنون مني [Ben Allah’tanım ve mü’minler bendendir.] hadîs-i şerîfi vechile cümlesi mişkât-ı nûr-ı muhammediyyeden müstemidde ve müstefîza olmuşlardır. Zîrâ o cüz’ ü küll –sallallâhu aleyhi ve sellem– sırru’l-ibtidâ ve mi’râcü’l-intihâ ve melâzu’l-halâyık ve bâbullâhi’l-a’zamdır. Hattâ Mustafa el-Bekrî –kuddise sırruhû– hazretlerinin,

أتاه من غيرك ال يدخل أي امرئ فأنت باب اهلله[Sen Allah’ın yegâne kapısının, her kim olursa olsun, bir başka kapıdan ge-

lirse huzûra giremez.]58 nutk-ı seniyyesi nâtık olduğu vechile cümlesi o bâb-ı

55 Sâffât 37/164.

ب ية عن تطاول الغير إليها، ألنها العلية بأسرار ال يصل مقرامخة والمنزلة الباذخة الكل تبة الش تبة العلية: أي وهو صاحب الر والر 56

Bekrî, 69a .ة استقا ة مرتقي وهز للوصول عليها لعز57 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, I, 16, 17.58 Bu beytin Abdürrahîm eş-Şa’rânî’ye (ö. 1048/1638) âit olduğu kabul edilir. Bk. Nebhânî, el-

Mecmûatu’n-Nebhâniyye fi’l-medâihi’n-nebeviyye, Beyrut: Matbaatü’l-edebiyye, 1932, III, 372. Ancak müellif, bu beyti İbn Meşîş üzerine yazdığı şerhlerde Ebü’l-Mekârim Muhammed el-Bekrî’ye atfen aktarır. Bk. “Ravzâtü’l-arşiyye”, s. 311; “Kürûmu arîşi’t-tehânî”, s. 430. Hasan Fehmi Efendi’nin beyti doğrudan müellife atfetmesi, muhtemelen yazmada herhangi bir is-min anılmaması dolayısıyladır.

Page 23: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

242

M. Nedim TAN

füyûzât-meâb-ı mukaddesîye mütevessil olarak vâsıl ilallâh olacakları az-har mine’ş-şems ve echer mine’l-emsdir. (وإليه) dahi cümlesi ol gıbta-fermâ-yı arş-ı berîn ve secdegâh-ı kerrûbiyân-ı illiyyîn olan hâk-i pâ-yı sidre-sây Cenâb-ı Risâlet-penâhî’ye rücû’ edeceklerdir. Zîrâ Resûl –aleyhisselâm– illet-i hilkat-ı kâinât ve “kün fe-yekûn” kelime-i celîlesi i’tâ olunmuş olan mazhar-ı ekmel ve kâffe-i mahlûkāt üzerine halîfe-i ekberdir.59

م وبارك) ,dahi yâ Rabbe’l-âlemîn! Cemî’-i merâtib ve hazarâtda(وصل وسلsen bi’z-zât salât-ı dâime-i ebediyye-i ezeliyye ile envâ’-ı tecelliyâtı ve nevâmî-i berekâtı; (عليه) cemî’-i evkāt u ezmânda o dürre-i tâcü’l-ibtihâc ve şems-i ebrâcü’l-mi’râc olan Ahmed-i Mahmûd-ı Muhammed Mustafâ Efendimiz hazretlerinin üzerine misâl-i bârân-ı semâ revân eyle.60

dahi bi’t-teba’ cemî’-i âl ü ashâbı üzerlerine bezl ü ihsân (وعلى آله وصحبه)eyle. Çünki o âl-i mekârim-iştimâl ve ashâb-ı fezâil-nisâba muhabbet etmek kulûb-ı müştâkîn ve muhibbîne temkîn îrâs eder; ve onların zik-riyle müşerref olmak ve muvâzabat üzere bulunmak semere-i ilm-i [18] yakîn ve ayn-ı yakîn ve hakk-ı yakîn ve hakîkat-i yakîn intâc eder. Ve onlar mesâbihü’l-vücûddur; ya’ni mezâhir-i tecelliyât-ı hakîkat-ı muhammediy-ye ve mevâki’-i şuâât-ı şemsü’l-hazreti’l-ahmediyyedir. Ve kâffe-i uyûbdan mutahhar oldukları hâlde ehlü’ş-şühûddur. Ya’ni alâ-vechi’l-yakîn hulûs-ı besâirleri ve safâ-yı kulûbları ile devâm-ı murâkabe ve kemâl-i şühûd ve muâyene ile mütehakkıklardır.61

ma’nâ-yı latîfi avâlim-i gaybiyyede halkettiğin mahlûkātından )عدد ما خلقت)adedi mikdârınca; (ورزقت) dahi hazâir-i aliyyene müterakkî olan avâlim-i ayniyye ehlinin rızıklarının adedi mikdârınca; ( dahi emvât-ı ecsâm (وأمتve kulûbun adedi mikdârınca; (وأحييت) dahi فأحييناه ميتا كان Şol kimse ki] أومن meyyit mesâbesinde iken onu biz ihyâ eyledik.]62 âyet-i kerîmesi mûcibince Cenâb-ı Hallâk-ı cihân-âferînin mâ’-i füyûzât-ı ilâhiyye ile cismen ve rûhen ihyâ buyurduğu enfâsın adedi mikdârınca; (أفنيت من تبعث يوم senin yâ (إلى

ابق أنا من اهلله والمؤمنون مني، فلسان حاله فهم: أي النبيون وجميع المرسلين صلى اهلله عليه وسلم أجمعين. منه: للحديث الس 59 الذي من / أتاه من غيره ال يدخل. وإليه: أي راجعون، ألنه المظهر صلى اهلله عليه وسلم ما مأل بإمداده أدني... فإنه باب اهلله وإنا إليه راجعون. راجع، إنا هلله األكمل المعطى كلمة كن فيكون، إذ هو الخليفة األكبر على الخليفة صاحب الفنون فالكل هلله

Bekrî, 69b

ب يقين، ما الح صباح إرشاده المتين المبين للعلماء وصل وسلم وبارك: يا رب العالمين، صالة دائمة أبدية أزلية على التقر 60Bekrî, 70a .العاملين. عليه: كل وقت وحين

Bekrî, .ه وحقيقته بيقين وعلى آله وصحبه: أجمعين من كل فرد حبه يورث التمكين وذكره ينتج ثمرة علم اليقين، وعينه وحق 6170a

62 En’âm 6/122.

Page 24: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

243

Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî

Rabbi, cemî’-i peygamberânın ümmetlerinden vâsi’ ilm-i ilâhiyyende ta’dâd ve ihsâ etmiş olduğun ehl-i îmân ve ehl-i inkâr ve ashâb-ı hub ve erbâb-ı şühûd ve ayândan ibâret kâffe-i mahlûkāt ve mevcûdâtın nefha-i sûr ile ba’s olunduğuna değin zikrolunan envâ’-ı tecelliyâtı ve nevâmî-i berekâtı ve esnâf-ı ta’zîmât ve tekrîmâtı o serîr-i istivâü’l-ma’nevî ve sırr-ı serâirü’l-kenzi’l-ahadiyyi’s-samedî –aleyhi salâtullâhi’l-ezeliyyi’l-ebedî– hazretleri-ne ve bi’t-teba’ ol ashâbı üzerlerine in’âm u ihsân ve mebzûl ü firâvân eyle.63

كثيرا) تسليما م dahi yâ Rabbi, bi’z-zât sen revâyıh-ı cûd-ı ilâhiyye ile (وسلmuattaratü’l-vücûd [19] ve sâtıatü’l-envâr olan Cenâb-ı Ahmedî ve zât-ı mukaddese-i Muhammedî üzerine envâ’-ı ta’zîm ve esnâf-ı ihsân ile ta’zîm u tebcîl ve tekrîm ü ikrâm eyle.

العالـمين) رب هلله sad hezârân hamd ü senâ ve sitâyiş, dergâh-ı (والـحمد ulûhiyyet-penâha sezâvâr ve şâyândır ki Cenâb-ı Hakk’ın fazl u inâyet-i eze-liyyesi muîn ve destgîrimiz ve münşi-i salât-ı nebevî Seyyidî Ahmed Bedevî hazretlerinin imdâd-ı kudsiyyesi ve rûhâniyyet-i feyz ü bereketi yâr ve yâver olarak tırâz-ı tekellüfât-ı münşiyândan ârî, lafzen bi-lafzin tercüme olunup şol yerde ki fehm-i ma’nâda suûbet ola, bi-lafzihî tercümeden mefhûm-ı kelâmı tercümeye udûl olunmuştur. Ve ba’zı keşf ve tezyîle muhtâc olan mevâzı’-ı müşkilesi tâkat yettikçe îzâh ve tafsîl kılınarak işbu tercüme-i latîfe hüsn-i hitâm buldu –elhamdülillâhi alâ na’mâihî ve ihsânihî–.

Hâtime: Zibâyiş-ârâ-yı sahf-ı beyân olduğu üzere işbu salât-ı hazret-i be-deviyyenin havâss-ı kesîresi vardır. Ezcümle bir emr-i mühim için cem’iyyet-i havâtır ile ba’de edâi salâti’s-subh kelâm-ı nâsı istimâ’dan vâreste olıcak, bir halvethânede yüz on kere bilâ-fâsıla okunsa bi-eyyi hâl pezîrâ-yı husûl olur. Eğerçi salât-ı mektûbe akîbinde on kere kırâate maa’l-huzûr müdâvemet üzere meşgūl oluna, dünyevî ve uhrevî her bir hayr u berekete nâil ve zâhir u bâtın mebsûtü’l-ahvâl olarak kemâl-i refâh üzere safâ-yı bâl kesbederek müstağrak-ı niam-ı ilâhiyye olmuş olur; ve lâsiyyemâ müdâvim olan kimesne emrâz-ı rûhâniyye [20] ve kalbiyyeden sâlim ve mahfûz olur. Ve dahi erbâb-ı basîret ve ashâb-ı hakîkat indinde fevâid-i kesîresi müşâheddir. Temmet.

( من يين، وعدد ما )أمتاقين حظائر عل )عدد ما خلقت( في سائر عوالمك الغيبية وعدد ما )رزقت( أهل العوالم العينية الر 63

م تسنين، وعدد ما من أحيا )أحييت( جسما وروحا ماء فيوضاته معين، بموجب أومن كان أموات أجسام وقلوب ألهل العال من أهل فين، جعلنا اهلله هم كأهل اإلنكار المتعس اء وضد نة أي تبيين، فأهل النور األحياء منهم هم األحب ميتا فأحييناه اآلية المبيالحب في أهله كل حين، آمين، )إلى يوم تبعث من أفنيت( من أمم أتت لهم بواسع علمك أحصيت، فتوفيهم أجورهم وتزيدهم من فضلك حسبما في سابق علمك أعطيت، سيما أهل الحب في أحبابك الذين درجاتهم رقيت كصاحب الصلوات وأضرابه

Bekrî, 70a .د له بعطائك أهديت من كل سي

Page 25: İstanbul 2013 - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D02193/2013_32/2013_32_NEDIMTM.pdf · 223 Tercüme-i Şerh-i Salât-ı Ahmed Bedevî 1121/1709) ve Bolulu Mustafa Efendi (ö. 1129/1717)

244

M. Nedim TAN

Bi-keremihî Hak sübhânehû kutbü’l-aktâb ve zübde-i ulü’l-elbâb, kâşif-i esrâr-ı sübhânî, vâkıf-ı ilm-i ledünnî, vâris-i sırr-ı nebevî, Seyyidî Ahmed Bedevî –kuddise sırruhu’l-âlî– hazretlerinin evsâf-ı kemâlât-ı muham-mediyyeyi hâvî ve esnâf-ı sıfât-ı ahmediyyeyi muhtevî, makām-ı hazret-i cem’u’l-cem’den izhâr buyurdukları salât-ı şerîfe-i feyz-eserleri şerhi îzâh ve keşf-i râz kılınarak zebân-ı azbü’l-beyân-ı Türkî üzere tarîk-i nâzenîn-i aliyye-i Nakşbendiyye müntesibânından ârif-i ulûm-ı âlî, el-mütehallık bi-ahlâki’l-Hüseynî, el-Hâc Hasan el-Hüseynî –ekremehullâhu teâlâ bi’l-visâli’r-rûhânî– hazretlerinin muvaffak olmuş oldukları tercüme-i latîfeleri, sultânü’l-a’zam ve’l-hakānü’l-efham, es-sultân ibnü’s-sultâni’s-sultân, Gāzî Abdülmecîd Hân –lâ-zâlet riyâzu şevketihî bi-nesâimi’z-zafer ve lâ-berehat ağsânu meâlimi celâdetihî bi-te’yîdi sûreteyi’l-fethi ve’n-nasr– hazretlerinin zamân-ı emn-bahşâ-yı maârif-peymâ-yı feyz-resânlarında, müderrisîn-i kirâmdan Midillili Seyyid Osman Nûrî Efendi ma’rifetiyle Sahhâf Halîl Efendi’nin litografya destgâhında bin iki yüz yetmiş iki senesi Zi’l-ka’de-i şerîfin evâsıtında [Ağustos 1856] pezîrâ-yı hitâm olmuştur.