Upload
others
View
4
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T. C.
SÜLEYMAN DEMĠREL ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
FELSEFE ANABĠLĠM DALI
SPĠNOZA DÜġÜNCESĠNDE CONATUS
YÜKSEK LĠSANS TEZĠ
Müzeyyen KARAKAYA
1530228500
DanıĢman
Dr. Öğr. Üyesi Engin YURT
Isparta, 2018
iv
KARAKAYA, Müzeyyen, Spinoza Düşüncesinde Conatus, Yüksek lisans
Tezi, Isparta, 2018.
ÖZET
17.yy‟ın önemli düşünürlerinden olan Spinoza‟nın conatus düşüncesi bu tezin
konusudur. Çalışmada genel itibariyle Spinoza‟nın Etika adlı eserinden hareketle
tezin konusu açıklanmaya çalışılacaktır. Bu tezin amacı conatus öğretisinin Spinoza
felsefesinde ne kadar önemli bir yeri olduğunu detaylarıyla göstermektir. Conatus
kavramı, Etika‟da üçüncü bölüm altıncı önermede, her şey kendinde olduğu ölçüde
kendi varlığında sürmeye çabalar. Her şeyin kendinde olduğu ölçüde çabaladığı bu
durum sadece insan için değil Tanrıdan dolayı varlığa gelen tüm kipler (modus), için
de geçerlidir. Dolayısıyla conatus, kiplerin varlığa geldikleri için çabalamak
durumunda oldukları bir şey olarak karşımıza çıkar. Bu çalışmada conatus‟un
Spinoza düşüncesindeki yeri; insanın Tanrı‟nın zorunlu doğasını anlamasında önemli
bir kavram olmasıyla, insan davranışı ve duygularındaki rolüyle, etik anlayışındaki
konumuyla analiz edilecektir.
Anahtar sözcükler: Spinoza Benedictus, Tanrı, Kip (modus), Ruh-Beden,
Conatus, Duygular, Haz-Acı-İstek, Erdem, Kutluluk.
v
(Karakaya, Müzeyyen, Conatus in Spinoza’s Thinking, M.Sc Thesis, Isparta,
2018)
ABSTRACT
One of the important thinkers of the 17th century, Spinoza‟s conatus idea is
the subject of this thesis. İn this work, it will be tried, to explain the topic of the
thesis regarding Spinoza‟s Etika. The purpose of this thesis is to show the importance
of conatus idea in the philosopy of Spinoza in detail. İn the sixth proposition of the
third chopter of Etika, the concept of conatus efforts to own existence as long as
everything in yourself. This situation, in which everything struggles as much as they
can, applies not only to human but also to all mods coming to existence due to god.
So conatus, comes forword as an idea in which mods need to strive as they come to
existence. İn this study, the place of conatus in Spinoza‟s way of thinking will be
analyzed by means of human‟s being a significant consept in perceiving god‟s
indispensable nature, its role in human behauior and emotions and its standing
(position) in ethical understanding.
Keywords: Spinoza Benedictus, God, Mod (modus), Mind-Body, Conatus,
Emotions, Pleasure-Pain-Desire, Virtue, Beatitude.
vi
ĠÇĠNDEKĠLER
YEMĠN METNĠ ........................................................................................................ iii ÖZET.......................................................................................................................... iv ABSTRACT ................................................................................................................ v ĠÇĠNDEKĠLER ......................................................................................................... vi KISALTMALAR ..................................................................................................... vii
ÖN SÖZ .................................................................................................................... viii GĠRĠġ .......................................................................................................................... 1
BĠRĠNCĠ BÖLÜM SPĠNOZA FELSEFESĠ
1.1. Felsefe Tarihinde Spinoza‟nın Yeri ................................................................ 10 1.2. Etika ve Conatus‟a Giriş ................................................................................. 12
1.3. Etika‟nın Geometrik Sunumu Hakkında ......................................................... 23 1.4. Spinoza Felsefesinde Tek Töz Olan Tanrı Düşüncesi ..................................... 27
1.5. Bilgi Türleri ..................................................................................................... 39
ĠKĠNCĠ BÖLÜM SPĠNOZA’NIN CONATUS TEMELĠNDEKĠ ETĠĞĠ
2.1. Spinoza Felsefesinde Conatus ......................................................................... 48
2.2. Tanrı‟nın Zorunlu Nedenselliğinin Göstergesi Olarak Conatus ..................... 57 2.3. Spinoza‟nın ve Felsefesindeki Conatus Işığının Farklı Dönemlerdeki Etkisi 60
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ETİKA IġIĞINDA DUYGULAR VE ĠNSAN MODUSU 3.1. Kip (Modus) .................................................................................................... 67 3.2. Beden ve Ruhtan Mürekkep Olan İnsan Modusu ........................................... 68 3.3. İnsan ve Duyguların Bağlantısı ....................................................................... 70
3.4. Spinoza Felsefesi‟nde Beden-Ruh Problemi ................................................... 76 3.5. Kutluluk (Beatitudo) ....................................................................................... 84
SONUÇ ...................................................................................................................... 89
KAYNAKÇA ............................................................................................................ 93 ÖZGEÇMĠġ .............................................................................................................. 99
vii
KISALTMALAR
Bkz. Bakınız
s. Sayfa / Sayfalar
Ed. Editör / Editörler
Çev. Çeviren / Çevirenler
viii
ÖN SÖZ
Spinoza, dönemine yapmış olduğu eserlerle ve özgün kişiliği itibariyle damga
vurmasıyla günümüzde de hâlâ konuşulmaktadır. Spinoza‟nın içkin (immanent)
felsefesinde Tanrı/Doğa birdir. Onun sisteminde herhangi bir şekilde aşkın
(transendental) görüş barındırmayışı tezde Spinoza‟yı çalışmamın ilham kaynağıdır.
Düşünürün Etika başta olmak üzere Mektuplar, Teoloji Politik İnceleme, Anlama
Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine İnceleme gibi pek çok önemli eseri bulunmaktadır.
Spinoza‟nın felsefesinde Etika eserinden hareketle conatus kavramını
incelediğimiz bu çalışmada Spinoza‟nın Türkçeye çevrilmiş eserlerinden
yararlanılmıştır. Özellikle Etika‟nın Türkçedeki Çiğdem Dürüşken, Hilmi Ziya
Ülken çevirileri okunup incelenmiştir fakat tezde ağırlıklı olarak Aziz Yardımlı‟nın
yapmış olduğu Törebilim çevirisi kullanılmıştır. Bununla birlikte konu kapsamında
Spinoza‟yla ilgili İngilizce makaleler kullanılmıştır.
Spinoza lisans eğitimim boyunca ve hâlâ büyük bir hayranlık duyduğum
kitaplarını alıp yarım bırakarak rafa kaldırdığım filozoftu. Etik konusunda Antik
dönemi kendi düşüncelerinde yeniden yorumlamasıyla merakımı ve ilgimi iyice
üzerine taşıyan filozofla tanışmamak onunla ilgili bir çalışma yapmamak benim için
çok üzücü olurdu. Lisans eğitimimi gördüğüm Süleyman Demirel Üniversitesi‟nden
mezun olduktan sonra Mersin Üniversitesi Felsefe Bölümü‟nde Yüksek Lisansa
başladığımda Dr. Öğr. Üyesi Naciye Atış‟ın Spinoza dersinde bana conatus
konusunu ödev olarak vermesiyle bu konuyu çalışmaya karar verdim. Kendisine
bana lisans hayatım boyunca geç kaldığım ve büyük bir arzuyla çalışmak istediğim
filozofu ve konumu seçmeme vesile olduğu için minnettarım.
Bütün çalışmalarım ve araştırmam boyunca tezde bu konuyu çalışmama izin
veren, en başından beri tezin planlanmasında, yürütülmesinde ve oluşumunda ilgi,
öneri, yardımlarını gördüğüm hocam Dr. Öğr. Üyesi Nurten Kiriş Yılmaz‟a ve tez
danışmanım Dr. Öğr. Üyesi Engin Yurt‟a çok teşekkür ederim. Haklarını asla
ix
ödeyemeyeceğim anne ve babama, kardeşim Çiğdem Karakaya‟ya özverileri ve
sabırlarından dolayı teşekkür ederim.
1
GĠRĠġ
Bu çalışma Spinoza felsefesinde sonlu varlık olan insanın özü olan conatus
ile ilgilidir. Conatus öğretisi kişilere Spinoza‟nın zorunlulukla işleyen felsefi
sistemini hatırlatır. Bu tezde, Spinoza‟nın felsefi sisteminde conatus öğretisinin nasıl
önemli bir yer edindiğini ortaya koymak temel amaçtır. Conatus öğretisini
anlayabilmek ve bağlantılarını kurabilmek için Spinoza felsefesini genel olarak
anlatmaya çalışmak uygun olacaktır.
Spinoza‟nın felsefi sistemi olmakta olan her şeyin kendisinden varlığa geldiği
töz düşüncesindedir. “Spinoza‟nın felsefi sisteminde tek töz vardır ve bu tek töz
Tanrı ya da Doğa denilen şeydir.”1 Bu tek töz anlayışı, Spinoza felsefesinin özünü
oluşturur. Çünkü Spinozacı töz tanımı, var olmak için başka bir nedene ihtiyacı
olmayan, kavranmak için başka bir kavrama gereksinim duymayan olarak Tanrı‟dır.
Bu felsefede varolan her şey Tanrı‟dan dolayı varlığa gelmiştir, varolanlar Tanrı‟nın
özü tarafından belirlenmiştir: “Spinoza‟ya göre, kendinin ve var olan her şeyin ilk
nedeni, Tanrı‟dır; fakat Tanrı, evrende var olan her şeyin, sadece ilk nedeni olmakla
kalmaz; aynı zamanda var olan her şeyin özü, her şeyin altında yatan saf varlık ya da
tözdür.”2
Töz tanımı ve causa sui (kendinin nedeni) kavramlarından hareketle asıl
anlamda Varlık, Tanrı‟dır. Tanrı‟dan dolayı varolanlar ise kiplerdir (modus). “Bu
doğrultuda asıl anlamda Varlığın Tanrı olması ve varolanlarında kip (modus) olması
Spinoza felsefesinde Varlık ve varolan ayrımını ortaya koyar.”3
Çalışma 17.yy‟ın önemli filozoflarından olan Spinoza‟nın Etikası temele
alınarak conatus kavramının incelenmesine yöneliktir. Çalışmada, genel itibariyle
Etika‟da anlatılmış hâlinden yola çıkılarak Spinoza‟nın felsefesi ve conatus görüşü,
1 Roger Scruton, Spinoza, çev. Hakan Gür, Dost Yayıncılık, Ankara, 2007, s. 73.
2 Moris Fransez, Spinoza’nın Tao’su, Kabalcı Yayıncılık, İstanbul, 2012, s. 126.
3 Naciye Atış, (2015), “Spinoza Felsefesinde Zorunluluk Kavramının Tanrı ve Özgürlük Kavramları
ile ilişkisi”, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2015, S. 19, s. 108.
2
conatus temelindeki etik anlayışı ve conatus düşüncesi ile ilgili konular ele alınmaya
çalışılacaktır. Etika, Spinoza‟nın geometrik bir sunumla yaptığı ve beş bölüme
ayırdığı bir eserdir. Spinoza‟nın felsefi sisteminin ve conatus‟un tam olarak
anlaşılması için öncelikle Etika‟nın okunması gerektiği yanlış bir varsayım
olmayacaktır. Etika, Spinoza düşüncesini içeren bir kitaptır.
Spinoza Etika‟da tam anlamıyla bir ontoloji yapar. Negri de, conatus öğretisi
Spinoza‟nın somut ontolojisini başlatan şeydir. “…Somut ontoloji conatus kuramıyla
başlar.”4 Bu anlamda conatus öğretisiyle Spinoza‟nın ontolojisi içiçe geçmiştir. Bu
öğreti tüm varolanların varlıkta olmasını sağladığı için aynı zamanda Tanrı‟nın
sonsuz ve tek töz olduğunu, kendini de sonsuz bir biçimde ürettiğini, tüm sistemin
bunun üzerine kurulduğunu da gösterir.
Ama töz ve yüklemlere ilişkin öğreti de bu kuramı tanıtlamaya, yani hem
düşünce hem de uzam olarak bütün doğanın sonsuz ve tükenmez biçimde
üretici ve kendini-üretici olduğunu tanıtlamaya yarar; bunu tanıtlamak için,
gerçeğin somut yapısını, onun nasıl oluştuğunu gösterecek biçimde yeniden
inşa etmek gerekir.5
Spinoza, Etika‟da ilk bölümden itibaren yapmış olduğu kanıtlamalarla somut
ontolojinin arayışı içerisindedir. Özellikle beş bölüme ayırdığı bu eserde ilk olarak
Tanrı‟yı tanım ve önermelerle kanıtlayarak sistemine koyması Spinoza‟nın somut
ontolojiyi temellendirdiği noktadır. Spinoza felsefesinde yukarıda da sözedildiği gibi
tek töz vardır.6 Bu yüzden Spinoza‟nın felsefesinde her şey Tanrı/Doğa‟ya bağlı
birlik içerisindedir. Bu birlik sebebiyle Spinoza doğayı Tanrılaştırmaktadır7 ve
dolayısıyla tekrarlanacak olursa bu felsefi sitemde asıl anlamda varlık; kendi
kendisinin nedeni olmasından dolayı tek töz olan Tanrı‟dır.
Spinoza Etika‟da Tanrı‟yı açıkladıktan sonra devamında varolanları açıklar.
Tanrı‟dan dolayı varolanlara geçmeden önce Spinoza‟nın ilk bölümde Tanrı‟yı nasıl
açıkladığından bahsetmek gerekir. Spinoza birinci bölüm altıncı tanımda Tanrı‟yı
saltık olarak sonsuz Varlığı, “eş deyişle her biri bengi ve sonsuz özü anlatan sonsuz
4 Antonio Negri, Yaban Kuraldışılık, çev. Eylem Canaslan, Otonom Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. 20.
5 Negri, 2005, s. 24.
6 Doğan Özlem, Etik Ahlak Felsefesi, Say Yayınları, İstanbul, 2010, s. 101.
7 Bryan Magee, Felsefenin Öyküsü, çev. Bahadır Sina Şener, Dost Kitabevi, Ankara, 2004, s. 92-93.
3
yüklemden oluşan tözü anlıyorum şeklinde açıklar.”8 Tanımdan da anlaşılacağı üzere
Tanrı sonsuz varlıktır ve sonsuz sayıda yüklemleri bulunan tözdür. Burada dikkat
edilecek kavramlar sonsuz, sonsuz Varlık, yüklem ve töz kavramlarıdır. Çünkü bunlar
Tanrıyı ifade eden şeylerdir.
Spinoza bu kavramları Etika‟da ilk bölümde açıklamaktadır. Spinoza
sonsuzluk kavramı ile başka bir şey tarafından sınırlanamayanı, süresiz olanı
kastetmektedir. “Çünkü böyle bir varoluş, tıpkı şeyin özü gibi, bengi bir gerçeklik
olarak kavranır ve dolayısıyla süre ya da zaman tarafından açıklanamaz, üstelik süre
bir başlangıç ya da son olmaksızın kavransa bile.”9 Sonsuz Varlık bu anlamda Tanrı
olmaktadır. Bu anlamda Tanrı süresiz, sonsuz Varlıktır. Spinoza, tözü ise kendinde
olan ve kendisi yoluyla kavranılabilen şeklinde açıklar. “Töz ile kendinde olan ve
kendisi yoluyla kavranabileni, başka bir deyişle, kavramı bir başka şeyin onu
oluşturması gereken kavramına gereksinmeyeni anlıyorum.”10
Yüklem ise tözün
özünü oluşturan şeylerdir. Tanrı‟nın sonsuz sayıda yüklemi bulunur. “Yüklem ile
anlağın tözde onun özünü oluşturuyor olarak algıladığı şeyi anlıyorum.”11
Spinoza Etika‟da ilk bölümde Tanrı‟nın asıl anlamda Varlık olduğunu, onun
özgür olduğunu önermeler ve notlarıyla açıklamaktadır. Spinoza düşüncesinde Tanrı
özgürdür zira, “kendi doğasının zorunluluğundan varolan ve eyleme yalnızca kendisi
tarafından belirlenen şeye özgür (libera) denir.”12
Spinoza‟da Tanrı‟nın özgürlüğü bu
şekilde tanımlanırken zorunluluğu ise “her biri bengi ve sonsuz özü anlatan sonsuz
yüklemlerden oluşan Tanrı ya da töz zorunlu olarak vardır,”13
şeklinde ifade edilir.
Dolayısıyla Spinoza felsefesinde Tanrı ve onun zorunlu doğası anlaşılmadan ondan
varlığa gelenlerin anlaşılması mümkün değildir.
8 Spinoza, Törebilim, çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi, İstanbul, 1996, s. 23. [Bu tez çalışmasında
Aziz Yardımlı‟nın çeviri kullanılmış olmasına rağmen ilgili metnin Türkçede mevcut iki farklı çevirisi
daha vardır, bunlar için bkz. Benedictus D. Spinoza, Ethica, çev. Çiğdem Dürüşken, Alfa Yayınevi,
İstanbul, 2016. Benedictus D. Spinoza, Ethica, çev. Hilmi Ziya Ülken, Dost Yayınevi, Ankara, 2016]. 9 Spinoza, 1996, s. 24.
10 Spinoza, 1996, s. 23.
11 Spinoza, 1996, s. 23.
12 Spinoza, 1996, s. 23.
13 Spinoza, 1996, s. 29.
4
Spinoza felsefesinde Tanrıdan dolayı varolanlar bulunmaktadır. Spinoza
bunları kip (modus) şeklinde tanımlar. Kipler (modus) kendi başına varolamayan,
varlığa gelebilmek için Tanrı‟ya bağımlı varolanlardır. O, “Kip (modus) ile tözün
değişkilerini (affectiones), ya da kendisinin de onun yoluyla kavranacağı başka bir
şeyde olanı anlıyorum,”14
der. Doğada bulunan her şey birer modustur, yani
Tanrı‟dan dolayı varlığa gelendir. Gökyüzündeki yıldızlar, dağlar, nehirler,
okyanuslar, bitkiler, hayvanlar, vb. varolandır. Tanrı daha önce de ifade edildiği gibi
sonsuz, süresiz olmasından dolayı gerçek anlamda tek Varlıktır. Bu doğrultuda
Spinoza felsefesinde varlık ve varolan ayrımı bulunduğu açıktır. “Spinoza‟nın varlık
felsefesinin Tanrı‟nın varlığının açıklanması olma nedeni, Tanrı‟nın varlığı ile var
oluş içindeki varlıkların farkını ortaya koymaktır. Bu fark varlık ve var olan
ayrımıdır.”15
Dolayısıyla tekrarlanacak olursa, Spinoza düşüncesinde Varlık tek töz
olan Tanrı‟dır, varolanlar ise Tanrı‟dan dolayı varlığa gelen, varlıkta olmaya çalışan
her şeydir.
Spinoza Etika‟da ilk bölümde Tanrı‟yı ve ondan dolayı varlığa gelen kipleri
(modus) açıkladıktan sonra diğer bölümlerine Anlığın Doğası ve Kökeni ardından
Duyguların Kökeni ve Doğası sonra İnsan Köleliği ya da Duyguların Gücü en
sonunda ise Anlağın Gücü ya da İnsan Özgürlüğü başlıklarını vermiştir. Conatus
konusu ile ilgili olan yerler kitapta üçüncü bölüm olan Duyguların Kökeni ve
Doğasında geçmektedir. Bu bölümde Spinoza duyguların psikolojik sunumunu
yapmaktadır.
Spinoza insanı beden ve ruhtan birleşik bir varolan olarak ele alır. Bu yüzden
de insanın davranış ve eylemlerini açıklarken duyguların önemli olduğuna dikkat
çeker. Çünkü etkilenim, insan bedeni ile gerçekleşir. İnsanların duyguları yaşaması
da bedenine gelen bu etkilenimler sayesinde olmaktadır. Spinoza düşüncesinde
duygular insan davranışlarını büyük ölçüde etkiler.
Spinoza‟ya göre bu noktada insan söz konusu olduğunda üç temel duygu
vardır. İstek, haz ve acı. “Tüm duygular, verdiğim tanımların gösterdiği gibi istek,
14
Spinoza, 1996, s.23. 15
Atış, 2015, s. 108.
5
haz, ya da acı ile ilişkilidir.”16
Diğer tüm duygular bunlardan türemektedir.
Duyguların burada conatus ile ilgili olan bağını da açıklamak gerekir. İnsanın özü
olan conatus duyguları yöneten, yönlendiren bir yasa olmaktadır. Çünkü sevinç ve
sevinçten doğan duygular yaşanırken bedenle birlikte zihnin de etkinlik gücü artar.
“Etkin olduğu sürece anlık ile ilişkili tüm duygular arasında haz ya da istek ile ilişkili
olmayan hiçbir duygu yoktur.”17
Tam tersi acı ve acıdan doğan duyguları yaşarken
ise bedenin ve zihnin etkinlik gücü azaldığı için insan edilgin bir durumda olur. Bu
yüzden acıdan kaynaklı tüm duygular için insanların etkinlik gücünü düşürdüğünü
söylemek mümkündür. “Acı (tristitia) insanın daha büyük bir eksiksizlikten daha
küçüğüne geçişidir.”18
Spinoza felsefesinde duygularla önemli bağı olan conatus, spesifik olarak
herhangi bir işi yapmak için ortaya konan güç, zorlu, sürekli çalışma, gayret, ceht
demektir.19
İnsanın özü olan conatus ile Spinoza‟nın Etika kitabının üçüncü
bölümünde karşılaşılır. O, insanın kendini koruma çabasıdır.20
Balibar da conatus‟u
çaba olarak ele almıştır. “Bu bakış açısı çoğu zaman bizim için bir çabadır, çünkü
onu Spinoza koymuştur.”21
Kelime anlamı olarak insanın bütün gücünü kullanarak
gösterdiği gayret anlamına gelen conatus (var olma direnci) tüm sonlu varlıklarda
bulunan bir şeydir. Conatus, Etika‟da şu şekilde tanımlanmıştır: “Her şey kendi
varlığında devam etmek için elinden gelen bütün çabaları yapar.”22
Conatus, insanların duyguları nasıl yaşayacağı noktasında devreye giren,
varlıkta olmalarını test eden önemli bir ilkedir, bu bağlamda conatus kavramı ile
duygular sıkı bir bağlantı içerisindedir. Conatus, kişilerin varlıkta olmak için
sergiledikleri çaba olmasının yanı sıra aynı zamanda bedenin ve zihnin etkinlik
gücünü arttıran, kişileri eylemeye sevk eden sevinçli duygular yaşanmasına neden
olan bir şey olmaktadır.
16
Spinoza, 1996, s. 138. 17
Spinoza, 1996, s. 138. 18
Spinoza, 1996, s. 140. 19
Bkz. İsmail Parlatır – Nevzat Gözaydın, Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1988. 20
Spinoza, 1996, s. 105. 21
Etienne Balibar, “Spinoza, the Anti-Orwel: The Fear of the Masses”, Masses, Classes, Ideas:
Studies on Politics and Philosopy Before and After Marx, çev. James Swenson, Routledge, New York,
1994, s. 6. 22
Spinoza, 1996, s. 105.
6
Bu durumda conatus “varoluşta sürüp gitme ve kendi ilişkisi altında bulunan
parçaları koruma ve yenileme çabası” (bu varolan kipin doğal hakkıdır)
olmanın yanı sıra, “sevinçli duygular duyma ve eyleme gücünü artırma
çabası”dır da; ama conatusun en tam ifadesi, “varoluşta sürüp gitme ve aklın
kılavuzluğunda eyleme” yani “bilgiye upuygun fikirlere ve etkin hislere
götüren şeyi elde etme çabası”dır.23
Spinoza düşüncesinde, conatus her sonlu varlığın, kipin (modus) özünde
bulunan bir şeydir fakat bu çabanın sarsılması sonlu varlıkların varlıkta olmasını
engelleyeceği özellikle de insan söz konusu olduğunda kişileri edilgenliğe,
bilgisizliğe sevk edeceği için zararlı bir durum olmaktadır. Conatus kiplerin
(modus), varlıkta olma nedeni olan Tanrı‟nın zorunlu doğasından dolayı
gerçekleştirilen bir şeydir. Bu nedenle varlıkta olmak için sürekli çabalamak gerekir.
Conatus‟un kişileri edilgen kıldığı durumlar duyguların etkisinde kalınan ve usa göre
hareket edilmeyen noktalardır. Spinoza bu konuda insanların duyguların tesirinde
olduğunu ve onları yönetenin duygular olduğunu söyleyerek insanı köle olarak
tanımlar. Spinoza‟ya göre köle insan duygularına boyun eğdiği için kendi doğasına
göre hareket edememekte ve kötüyü izlemektedir.
İnsanın duyguları denetleme ya da kısıtlamadaki güçsüzlüğüne Kölelik
diyorum; çünkü duygularına boyun eğen bir insan kendi tüzesi altında
değildir; ama öyle bir düzeye dek talihin elindedir ki, sık sık daha iyi olanı
görmesine karşın daha kötü olanı izlemek zorunda kalır.24
Conatus tarafından yönetilen, duyguları alan yer bedendir. Spinoza
düşüncesinde insan ruh ve bedenden mürekkep bir varolan olmasından dolayı
duyguları, bedenine gelen etkilenimler sayesinde yaşar. Bundan dolayı Spinoza
felsefesinde insan zihnini oluşturan ideanın nesnesi bedendir. “İnsan anlığını
oluşturan ideanın nesnesi bedendir, ya da edimsel olarak varolan belli bir uzam
kipidir, ve başka bir şey değildir.”25
İdeanın nesnesinin beden olması insanın ruh ve
bedenden varoluşuna işaret etmesinin yanı sıra bedenin de önemini göstermektedir.
Dolayısıyla bedenin olmaması insanın duyguları yaşamaması ve hiçbir şekilde o
duyguları bilmemesi anlamına gelir.
23
Nazile Kalaycı, “Spinoza‟nın Ethica‟sı Bağlamında Mizahın Politik İşlevi”, Spinoza ile
Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2015, s. 242. 24
Spinoza, 1996, s. 151. 25
Spinoza, 1996, s. 65.
7
Spinoza düşüncesinde duygular kendinde kötü değildir fakat insanın etkinlik
gücünü düşürür. Nefret, haset gibi duygular genellikle olumsuz duygulardır ve
bedenin eyleme gücünü azaltır. “Bedenimin eyleme gücünü azaltan ve dolayısıyla
zihnimin de düşünmekten kaçınacağı bir karşılaşma ise nefret duygusunun
kendisidir.”26
Çünkü Spinoza felsefesinde iyi, kötü şeklinde tanımlanmaksızın tüm
duygular insanlar içindir ve nefret, öfke gibi olumsuz duygular da diğer olumlu
duygular gibidir.
Benzer biçimde nefret, kıskançlık, haset ya da öfke gibi olumsuz duygular da
insanın doğasına ilişkin peşin hükümlü ve kötücül yargılar geliştirmemize izin
vermez-vermemelidir; tüm bu duygular da, başka olumlu duygular gibi,
evrendeki o tek bir düzen uyarınca ve “conatus” gereğince ortaya çıkarlar.27
Spinoza felsefesine göre duygular karşısında boyun eğen insanın güçsüz
düştüğü, esaret konumunda olduğu, doğasından uzaklaşarak usa göre hareket
edemediği, kendisine faydalı olandan uzaklaştığı için aklın öngördüğü biçimde
duyguları yaşaması daha iyi olur. “Sadece akıl aşırılıkları dizginleyebilir. O yüzden
Spinoza‟nın modeline uygun olan, akıldan doğan arzulardır.”28
Çünkü Spinoza‟nın
conatus öğretisinde hiçbir sonlu varlık çabasını sarsmak, sonlandırmak, kendisine
zararlı olan şeyleri arzulamak üzere yaşayamaz. Conatus temelde insan modusunun
usun buyruklarına göre hareket etmesini ve sevinçli duygular yaşamasını
sağlamaktadır.
Doğama uygun bir ilişki, bir şey ya da bir durum varoluş gücümü
olumlayabilirdi ancak. Oysa bedenimin gücünü zayıflatan, yok eden ya da
olumsuzlayan hiçbir şey doğamla uyuşamazdı. Çünkü „tek tek her şey
varolduğu sürece kendi varlığını sürdürmeye çabalar‟. Bu çabayı
olumsuzlayan hiçbir şey insan doğasına uygun olamaz. Özellikle bedenimiz
üzerindeki kimi dış etkilerin bedenimizin varoluşunu olumsuzlaması,
zihnimizin kavrayış gücünü de zayıflatan ya da yok eden bir etkiye neden
oluyor.29
Bu durumda conatus insan doğasına yararlı ve insana mutluluk getirecek
şeylerin peşinde olunmasını sağlayan önemli bir ilke olur. Bedenin güçsüz olması
26
Balanuye, 2016, s. 145. 27
Balanuye, 2016, s. 25. 28
Çağan Bir, “Spinoza ve Nietzsche‟de Yaşamın Olumlanması Sorunu”, Ankara Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2016, s. 32. 29
Sevinç Türkmen, Aşkın Ontolojisi, İthaki Yayınları, İstanbul, 2018, s. 79.
8
demek aynı zamanda zihnin de güçsüz olması demektir. Bedeni ve zihni güçsüz
olduğu durumdan kurtarmak için usun doğasına uygun hareket etmek, conatus‟u bu
yönde kullanmak gerekir. Dolayısıyla conatus‟un sarsılmaması, bedenin ve zihnin
güçsüz olmaması adına duyguları kontrol edebilmek gerekmektedir. Spinoza‟da
duyguları kontrol edebilmenin ya da denetim altına alabilmenin koşulu sadece çaba
göstermekten geçer.
Bu noktada Spinoza felsefesi açısından conatus duyguları denetim altına
alabilmek, insan doğasına uygun davranabilmek, güçlü olabilmek için önemlidir.
İnsanların duygular karşısında boyun eğmemesi, güçsüz kalmaması için conatus‟u
kullanabilmeleri gerekir. Çünkü insanlar conatus‟u kullanmadıkça duyguların esiri,
kullandıkları sürece ise usa uygun hareket eden, mutluluğun peşinde olan kipler
(modus) olurlar. Duygulardan kaçabilmenin ya da onları yok etmenin imkansız
olduğu bu felsefede kişilere faydalı, iyi olandan alıkoyduğu için duygulara yenik
düşmemek adına sürekli çabalamak gerekir. Duyguların denetlemesi konusundaki
tavır, insanları conatus‟u kullandıkları sürece güçlü, mutlu ve erdemli yapar.
Conatus‟un insan eylemleri ve davranışında etkili olan duygularla
bağlantısına değindikten sonra ahlak anlayışıyla olan bağlantısı anlatılabilir. İnsanı
doğadan ayrı bir varolan olarak işlemeyen, Spinoza‟nın ahlak anlayışında yine
conatus görüşü temeldir. Spinoza etiğinde, klasik anlamdaki ahlak öğretilerinden
farklı olarak insanı davranışlarından yola çıkarak açıklamaya çalışır. Etik, klasik
ahlak görüşlerinde olduğu haliyle herhangi bir emre, buyruğa, yasaya göre
yargılayan-yargılanan ilişkisi bulunan bir öğreti değildir. Bu nedenle etikte herhangi
bir dayatmada bulunan aşkıncı bir görüş bulunamaz.
Spinozacı etik görüşünde insanın erdemli, mutlu, usa göre yaşayan bir
varolan olması için conatus‟a ihtiyacı vardır. Çünkü erdemli olmak, erdemi
isteyebilmek için öncelikle kip (modus) olmak ve çabalamak gerekir. “Bu amaçla
Spinoza erdemin her şeyden önce ve zorunlulukla var olma arzusu duyan bir insanı
9
gerektirdiğini, yani bir insanın, öncelikle var olma arzusu duymuyorsa erdeme sahip
olmayı da isteyemeyeceğini söyler.”30
Tüm bunlardan hareketle Spinoza felsefesinde conatus kavramının nasıl
önemli bir yeri olduğu gerek Tanrı‟nın zorunluluğu ve nedenselliğini anlama
yolundaki bağıyla; gerek insan eylemleri ve davranışlarını açıklarken duyguların
varyasyonundaki haliyle; gerek Spinozacı etik anlayışa temel olmasıyla açıklanmaya
çalışıldı.
30
Balanuye, 2016, s. 170.
10
1. BĠRĠNCĠ BÖLÜM
SPĠNOZA FELSEFESĠ
1.1. Felsefe Tarihinde Spinoza’nın Yeri
17. yüzyılın önemli filozoflarından olan Spinoza‟nın tam adı Baruch
(Benedict) de Spinoza‟dır. Baruch de Spinoza 24 Kasım 1632‟de Hollanda‟da
Portekiz Yahudisi varlıklı bir tüccarın oğlu olarak dünyaya gelmiştir.
Haham olma amacıyla İbrani yazınını inceledi, ama Bacon ve Descartes‟ın
Hıristiyan dizgede bulmuş oldukları gibi o da İbrani skolastisizminde pek az
doyum buldu. Kuşku durumundayken Descartes‟ın yapıtları ile tanıştı ve
Yahudiliği reddetti. Sinagogdan atıldı ve Amsterdam‟dan ayrılmak zorunda
kaldı, çeşitli Hollanda kasabalarında kaldı ve son olarak mercek işleyerek
geçimini sağladığı Lahey‟e yerleşti. Derin gerçeklik sevgisi, başkacılığı ve
yalın yaşam tarzıyla felsefeci erdemlerini örnekledi. Ama panteistik dizgesi
şiddetli ve neredeyse evrensel bir öfke uyandırdı ve Spinoza yüzyıllarca bir
ateist olarak horlandı. Yaşamı süresince kendi adı altında çıkan tek yapıtı
Descartes‟in dizgesinin açımlaması, Cogitata metaphysica, 1663 oldu. Musa
kaynaklı Pentateukhos‟u eleştirel olarak incelediği ve düşünce özgürlüğünü ve
Kilise ile Devletin ayrılmasını savunduğu Tanrıbilimsel-Politik İnceleme
(Tractatus theologica-politicus) anonim olarak yayımlandı. Törebilim, Politik
İnceleme (Tractatus politicus), Anlağın İyileştirilmesi Üzerine İneleme
(Tractatus de intellectus emandatione) ve Mektuplar‟dan oluşan ve
ölümünden sonra yayımlanan yapıtlar 1677‟de çıktı.31
Spinoza‟nın babası ileride haham olacağı düşüncesiyle Spinoza‟nın çeşitli
yerlerde dinsel eğitim almasını sağlamıştır. Bu yüzden Spinoza ibranice‟ye çok
hakimdi; fakat Spinoza‟nın öğretmenleri sayesinde dine, hahamlığa olan görüşü
değişmiştir.
20 yaşına geldiğinde, Spinoza, Frances van den Enden adındaki öğretmenden
ders almaya başladı; Frances, Spinoza‟ya ileride onun Etika adlı eserinin
terminolojisinin çoğunu sağlayacak olan skolastik felsefeyi tanıttı. Van den
Enden ayrıca Spinoza‟yı modern bilim tutkusuyla doldurdu ve hiç kuşkusuz,
ona, yaratıcı yaşamının büyük bölümünü Hollanda‟da geçirmiş olan
Descartes‟ın yeni felsefesinden bahsetti.32
31
Frank Thilly, Bir Felsefe Tarihi, çev. Nur Küçük – Yasemin Çevik, İdea Yayıncılık, İstanbul, 2010,
s. 284. 32
Scruton, 2007, s. 20.
11
Spinoza eğitim hayatına devam ederken düşüncelerinin şekillenmesinde
önemli isimler bulunmaktadır. İbn Meymun Spinozanın düşüncelerini etkileyen
kişilerdendir. Spinoza‟nın ileride haham olmak amacıyla aldığı eğitimler sırasında
İbn Meymun gibi kişilerle tanışması onun hayatını değiştirmiştir. “Spinoza da İbn
Meymun‟un izinden giderek sözcüklere bağlanan sıradan anlamları reddeder ve
okuyucularının dile değil kendisinin dil yoluyla aktarmaya çalıştığı „fikirlere‟ dikkat
etmelerini ister.”33
İbn Meymun, Aristoteles felsefesini örnek almış ve yalnızca Yahudilik
üzerinde değil İslam ve Hıristiyanlık üzerinde de etkili olmuştur. “Tanrıbilimcileri ve
bilim insanları Aristoteles felsefesinin büyük yeniden canlanışına katılmışlardı
bunlardan biri – Moses ben Maimon (İbn Meymun, 1135-1204) – yalnız Yahudilik
üstünde değil İslam ve Hristiyanlık üzerinde de büyük etki bırakmıştı.”34
Yahudilik, İslam ve Hıristiyanlık üzerinde büyük etkisi olan İbn Meymun
Orta Çağ tanrıbilimini Aristoteles ekolüne koyma konusunda en başarılı insandır.
“Ortaçağ Tanrıbilimini Aristoteles çizgisine sokma konusunda en etkili kişi aslında
İbn Meymun‟du; bu çizgi sonunda Spinoza‟nın tuhaf, yalın Tanrı inancına
çıkmaktaydı.”35
Maimonides‟in Spinoza‟yı etkilediği konulara bakıldığında, Spinoza
Tanrıyı insanbiçimci bir kavrayışla ele alma yanlışlığına dikkati çekmiştir.
Maimonides negatif teolojiyi benimseyerek insanların kendileri için
kullandıkları nitelemeleri Tanrı için kullanmaları yerine Tanrı‟nın bu sıfatlarla
açıklanamayan olarak anlaşılması konusunda teşvik edici olmuştur. Bu
farkındalık çok sonraları Spinoza düşüncesinde Tanrı‟nın herhangi bir biçimde
“yaratan” ve “yaratılan” ikiliği içinde anlaşılamayacağı, bu türden bir
kavramsallaştırmanın hakikate uygun olmadığı biçiminde ortaya çıkacaktır.36
Spinoza döneminde tanrıtanımaz olarak isimlendirilmiştir. Spinoza‟nın
Yahudi cemaati tarafından dine hakaret ettiği suretle suçlanıp 30 günlük bir
aforozdan sonra 27 Temmuz 1656‟da acımasız bir şekilde sinagogdan atılarak
lanetlendiği aşağıdaki metinde görülmektedir.
33
Scruton, 2007, s. 52. 34
Scruton, 2007, s. 13. 35
Scruton, 2007, s. 13. 36
Balanuye, 2016, s. 50.
12
Ma‟amad‟ın (cemaatin dünyevi işlerinden sorumlu yönetim kurulu) ileri
gelenleri, uzun süredir kötü düşüncelerini ve davranışlarını bildikleri Baruch
de Spinoza‟yı çeşitli yöntemler ve vaatlerle bu kötü yoldan döndürmeye
çalışmışlardır. Fakat onu bu şer yolundan döndürmeyi başaramadıkları gibi,
uyguladığı ve öğrettiği iğrenç sapkınlıklar ve gerçekleştirdiği korkunç edimler
hakkında her geçen gün daha geniş bilgiler edinmişler; bunlarla ilgili olarak,
özellikle bahsi geçen Espinoza‟nın huzurunda birçok güvenilir tanığın
ifadesine başvurmuşlar ve meselenin doğruluğuna ikna olmuşlardır. Bütün
bunları saygıdeğer hahamların huzurunda inceledikten sonra, onların da
onayıyla, bahsi geçen Espinoza‟nın İsrail kavminden ihraç edilmesine ve
kovulmasına karar vermişlerdir. Meleklerin ve kutsal kişilerin hükümlerine
dayanarak, Tanrı‟nın (O Mübarek olsun) ve kutsal cemaatin tamamının
rızasıyla, kutsal kitaplarımızın ve içlerinde yazılı 613 buyruğun önünde,
Baruch de Espinoza‟yı ihraç ediyor, kovuyor, lanetliyor ve ona beddua
ediyoruz.37
Felsefe ve filozoflar diğer insanlar için birer tehlike unsuru olarak
görülmüştür. Filozoflar ve yaptıkları genellikle başka kişilere saçma, anlamsız, dinsiz
vb. gelmiş ve yadırganmışlardır. “Spinoza da çağdaşlarına böyle göründü ve
ölümünden yıllar sonra da 17.yüzyılın en büyük kafiri olduğu düşünüldü.”38
1.2. Etika ve Conatus’a GiriĢ
Spinoza felsefesinin tamamını Etika‟da bulmak mümkündür. Bundan dolayı,
Etika okunmadan düşünürün diğer eserlerinin okunması Spinoza‟nın tam olarak
anlaşılmamasına neden olabilir. Bu nedenle Etika Spinoza‟yı anlayabilmek için ilk
koşul olur. Etika Spinoza‟nın 1665‟de kaleme aldığı fakat yarıda bırakıp
yayımlayamadığı bir eserdir. Düşünür, Etika‟yı yayımlayamayışının nedenini şöyle
açıklar:
Amsterdam‟a sözünü ettiğim kitabı yayımlamak amacıyla gitmiştim.
Görüşmeler yaparken bir söylenti kulağıma çalındı; buna göre basılmayı
bekleyen Tanrı konulu bir kitabım varmış ve o kitapta ben Tanrı olmadığını
göstermeye çalışıyormuşum. Bundan yola çıkarak bazı tanrıbilimciler,
dedikodunun sahipleri, prens ve yargıçların huzurunda beni şikâyet etmek için
bu fırsatı kaçırmamışlar; dahası Descartes‟ın benim fikirlerimi
beğendiklerinden kuşkulanılan taraftarları bu kara çalmayı temizlemek
amacıyla her yerde benim düşüncelerimi ve yazdıklarımı kötülemeye giriştiler
ve bu çabalarını hala sürdürüyorlar. Ayrıca, Tanrıbilimcilerin her yerde
pusuya yatmış halde beni bekledikleri konusunda da beni uyaran güvenilir
37
Spinoza – Blyenbergh, Kötülük Mektupları, çev. Alber Nahum, Ed. Gaye Çankaya, Norgunk
Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 13-14. 38
Scruton, 2007, s. 11.
13
kişilerden bunu öğrendiğimde, olayların nasıl gelişeceğini görene kadar
yayımlama işini ertelemeye karar verdim.39
Spinoza Etika‟da ahlakı sekiz kavramla başlatır. “Ahlak, şu sekiz kavramın
tanımıyla başlar: Causa sui, res in suo genere finita, töz, ilinek, tavır (mode),
ulûhiyet, özgürlük, zorunluluk ve süreklilik.”40
Etika‟nın geometrik biçimde
yazılmasından dolayı çok farklı bir sunumu vardır. Bu sunum okuyucuları zora soksa
da kitabın anlaşılması açısından önem taşır. “Etika söz konusu olduğunda, geometrik
yöntem kitabın mesajının ayrılmaz bir parçasıdır; aslında, bu yöntem olmadan
Spinoza‟nın sonuçlarının gerçek anlamı tam olarak anlaşılamaz.”41
Spinoza Etika kitabına “var olan nedir?” sorusuna cevap vererek başlar. Bunu
Tanrı‟yı, yani asıl anlamda varolan şeyi açıklayarak yapar. Spinoza felsefesinde tek
töz vardır. Bu tek töz Tanrı-Doğadır. “Tanrı dışında hiçbir özdek var kabul edilemez
ya da düşünülemez ve her ne var ise, Tanrı içinde vardır, ve hiçbir şey Tanrı‟nın
dışında var olamaz ya da algılanamaz.”42
Spinoza‟nın Etika‟da tanım, önermeler ve kanıtlamalarla anlatmaya çalıştığı
bir konu vardır. “Burada, tanımlar, açıklamalar, aksiyomlar ve önermeler verilerek
bir kanıtlama yöntemi izlenir ve bu tümdengelim yöntemi ile “ispatlar” yapılarak
çeşitli sonuçlara ulaşılır.”43
Spinoza kavramları dinsel, politik yanlarından sıyırıp
felsefi bir şekilde açıklamak için uğraşır. Bunu yaparken de mutlak ifadelerden
kaçınır. “Dolayısıyla, geleneksel din ya da ahlak öğretilerinde olduğu gibi, genel-
geçer bir „iyi‟ ya da „kötü‟ kavramlarının Spinozacı evrende herhangi bir yol
gösterici işlevi olamaz.”44
Etika kitabının ilk bölümünde Spinoza Tanrı‟yı kanıtlayarak varlık görüşünü
açıklamaktadır. “Tanrı ile ilgili birinci bölüm Spinoza‟nın varlıkbilimsel görüşünü ve
39
Scruton, 2007, s. 30. 40
Karl Vorlander, Felsefe Tarihi, çev. Mehmet İzzet – Orhan Saadeddin, İz Yayıncılık, İstanbul,
2008, s. 407-408. 41
Scruton, 2007, s. 51. 42
Scruton, 2007, s. 56. 43
Ali Taşkın – Metin Becermen, Rönesans, Yeniçağ ve XIX. Yüzyıl Felsefesi Tarihi, Sentez
Yayıncılık, Ankara, 2013, s. 101. 44
Balanuye, 2016, s. 25.
14
Tanrı‟nın dünyadan ayrı olmayıp dünyada her yerde mevcut olduğu kuramını
özetler.”45
Bu tek töz düşüncesi, doğa ile özdeşleştirilmiş sonsuz Tanrısal töz
düşüncesidir. Spinoza düşüncesinde sonsuz Tanrısal töz düşüncesi varlığa gelen
herşeyin kaynağıdır. “Töz bu tanım kapsamında, kendi kendisinin nedeni olan (causa
sui) Tanrı ya da Doğa‟dan başka bir şey değildir.”46
Etika‟nın ilk bölümünde tüm
evren için geçerli olan tek bir yasa vardır, bu yasa; Tanrı‟nın zorunlu doğasının
yasasıdır. “Varlıkbilimsel tartışma bir şeyin varlığını o şeyin kavranması yoluyla
kanıtlıyor gibidir.”47
Tanrı‟nın varlığı onun zorunlu yasası ile birlikte anlaşılmalıdır.
Asıl anlamda varlık tek töz olan Tanrı‟nın ve olmakta olan her şeyin zorunluluk
denilen şeye bağımlı olması ve bu zorunluluk durumunda gerçekleşmesi bu felsefede
önemlidir.
Evrendeki her şey, irili ufaklı tüm varlıklar kendi başlarına değil, ancak bu tek
tözden var olur ve onun dolayımıyla kavranabilir. Ancak doğadaki bu tüm
varlıkların varoluşu ve varlıktaki halleri Tanrı/Doğa‟nın özgür iradesiyle
gerçekleştirdiği bir yaratma değil, doğasının zorunluluğundan kaynaklanan bir
türemedir.48
Spinoza, bu bahsi geçen ilk bölümde asıl anlamda Varlık olan Tanrı ile diğer
varolanları açıklamaktadır. Evrende görülen tüm varlıklar Tanrı‟nın birer
değişimidir. Spinoza, Tanrı‟nın değişimi olan bu varolanları kip (modus), şeklinde
tanımlar. “Kip (modus) ile tözün değişkilerini (affectiones), ya da kendisinin de onun
yoluyla kavranacağı başka bir şeyde olanı anlıyorum.”49
Tek töz olan Tanrı varolmak için başka bir nedene ihtiyaç duymayan asıl
anlamda tek Varlık iken, kipler (modus) varolmak ve anlaşılmak için kendinden
başka bir nedene gereksinim duyan varolanlardır. Bu yüzden Spinoza felsefesinde
töz kendisi yoluyla kavranabilen ve başka bir şeyin onu kavramasını gereksinmeyen
olurken, kip (modus) kendisi yoluyla kavranamayan, başka bir şeyde kavranacak olan
şeklinde tanımlanmaktadır.
45
Scruton, 2007, s. 55. 46
Balanuye, 2016, s. 23. 47
Scruton, 2007, s. 56. 48
Balanuye, 2006, s. 24. 49
Spinoza, 1996, s. 23.
15
Evrende varlığına tanık olduğumuz şeyler, bir tek ortak ana malzemenin, bir
tek temel varlık ya da tözün (substantia, substance) çeşitli görüntüleri, değişik
kombinasyonlarda karşımıza çıkmasından başka bir şey değildir. Töz,
anlaşılması daha derindeki başka bir şeyin anlaşılmasına bağlı olmayan, saf ve
gerçek varlıktır. Halbuki tüm diğer varlıklar, bu tözün değişimlerinden,
modifikasyonlarından (modus) başka bir şey değildir ve anlaşılmaları,
tözlerinin de kavranmış olmasına bağlıdır.50
Spinoza‟da yaratma kavramı geleneksel ve semavi dinlerde teolojik olarak
kullanıldığı şekilde bir anlam içermemektedir. Daha önce de ifade edildiği gibi
evrende görülen her şey Tanrı‟nın zorunlu doğasından kaynaklanan bir türemedir. Bu
durumda Tanrı vardır ve özgürdür.
Her ne kadar Tanrı/Doğa karar veren ve özgür iradeyle yaratan –tektanrılı
dinlerin yaratıcısı gibi- bir yaratıcı değilse de, doğasının zorunluluğundan
başka bir iradeye güdümlü olmaksızın eyleyen, ifade eden, faaliyette bulunan
olmaklık bakımından özgürdür.51
Spinoza felsefesinde ontolojik olarak varlık olmak bakımından tek özgür
varlık Tanrı‟dır. Çünkü Spinoza özgürlüğü zorunlulukla birlikte özgür olan, yani
zorunlulukla varolanın özgürlüğü şeklinde tanımlamaktadır.
Etika‟nın geliştirdiği bu ontoloji (varlıkbilim) teknik felsefede “içkinlik”
olarak bilinir; anlaşılması emek isteyen tüm bu soyutlamalar aslen bildiğimiz
bu tek doğanın (evren) üstünde ya da dışında bir irade olmadığını
söylemektedir. Kuşkusuz içkinci bu düşüncede insan da bir istisna değildir.52
İnsan bu anlamda asla özgür olamaz. Çünkü Spinoza felsefesinde insan varlık
değil varolandır. Spinoza‟da zorunluluk kavramı düşünsel olarak tam kavranılmadan
özgürlük kavramının anlaşılması pek mümkün değildir. Özgürlüğün tam olarak
anlaşılabilmesi için zorunluluk kavramının da iyi bilinmesi gerekir. Bu noktada
Spinoza özgürlük ve zorunluluğu birbirine bağlamıştır. Tanrı için özgürlük Tanrı‟nın
zorunluluğa tabi olmasından dolayıdır. Zorunluluk zaten Tanrı‟nın kendi yasasıdır ve
Tanrı kendi varlığıyla bu yasaya tabidir. Etika birinci bölümde 7. tanımda da söz
konusu durum şu şekilde ifade edilmektedir:
50
Fransez, 2012, s. 126. 51
Balanuye, 2006, s. 24. 52
Balanuye, 2006, s. 24.
16
Yalnızca kendi doğasının zorunluluğundan varolan ve eyleme yalnızca kendisi
tarafından belirlenen şeye özgür (libera) denir; öte yandan, bir başkası
tarafından değişmez ve belirli bir yolda varolmaya ve etkin olmaya belirlenen
şeye zorunlu (necessaria) ya da daha doğrusu zorlanmış (coacta) denir.53
Etika‟nın ikinci bölümünde Spinoza zihin ve bedenden oluşan insana ve
insanın nasıl bileceğine yönelir. “Zihnin Doğası ve Kökeni başlıklı ikinci bölüm
Spinoza‟nın fiziğinin az ve öz, çarpıcı bir özetini içerir; bu arada öncelikle Descartes
felsefesinin temel sorununa hitap eder: zihin ile madde arasındaki ilişki sorununa.”54
Descartes‟ın düşüncesinde zihin ve bedenin ayrı ayrı tözler olduğu ve bu durumda
aralarında herhangi bir bağlantının olmadığı sonucuna varılır. Fakat bu ayrı tözler
düşüncesi, Spinoza felsefesine aykırıdır. Zirâ Spinoza da tek töz vardır ve diğer
varolanlar bu tek töz anlayışın türemektedir.
Descartes zihnin maddeden ayrı bir özdek olduğunu ileri sürmüştü; aynı
zamanda özdek hakkındaki açıklaması özdekler arasında hiçbir etkileşim
olamayacağı anlamına gelmekteydi. Bu durumda zihnin doğadaki yeri nedir
ve bilgi nasıl olanaklı olabilir? Spinoza bu sorulara yanıt verirse de bunu
Descartes‟in dayanak noktalarını reddederek gerçekleştirir.55
Dolayısıyla Spinoza Descartes‟ın bu ayrımını kendi tek töz tanımıyla
birleştirir. “İnsan zihni ve bedeni bir ve aynı şeydir; aynı tözü ifade eden iki
niteleyen, düşünce ve uzam, tözün bir modifikasyonu olan insandaki zihin ve bedene
denk düşer.”56
Balanuye, Spinoza‟nın Etika’da üçüncü bölümde insan ve duygularını
psikolojik bir biçimde ele aldığını söyler. “Üçüncü bölümde kapsamlı bir psikoloji
geliştiren Spinoza, bütün insan eylem ve duygularının tıpkı fizik yasaları ya da
geometri düzeninde olduğu gibi anlaşılabileceği bir model öne sürer.”57
Conatus (var
olma direnci) ile bu bölümde karşılaşılır. Spinoza‟nın Etika kitabının önemli
kavramlarından biri olan ve felsefe literatürüne Spinoza tarafından sunulan conatus
insanın özüdür. İnsanın özü olması anlamında conatus‟un insan hayatında ayrı bir
yeri bulunur. “İstek (cupiditas), verili değişkilerinden biri tarafından eyleme
53
Spinoza, 1996, s. 23. 54
Scruton, 2007, s. 55. 55
Scruton, 2007, s. 55. 56
Balanuye, 2016, s. 24. 57
Balanuye, 2016, s. 24.
17
belirlenmiş olarak kavrandığı sürece, insanın özünün kendisidir.”58
İnsanın özü olan
conatus var olma direncidir. Spinoza düşüncesinde insanın varlığa geldiği andan
itibaren çabalaması gerekir. “Spinoza‟nın deyimiyle, her varlık kendi varlığı içinde
sürmek için çabalar.”59
İnsanın varlığa geldikten sonra çabalaması dış etkenlerin
etkisi olmadığı sürece gerçekleşecek bir şeydir. Bu durum gerçekleşmediğinde ise
insanın varlığının devam etmesi riske girmiş olur. “Bu çaba (conatus) onların özünü
oluşturur, çünkü bu çaba ortadan kaldırıldığında o şeyin ortadan kaldırılmasını da
içerir ve onsuz da o şey var olamaz.”60
Conatus kavramını her ne kadar Spinoza sistemleştirmişse de onu ilk
kullanan kişi Thomas Hobbesdur.61
Spinoza‟nın Hobbes‟tan en çok etkilendiği
bilinen nokta burasıdır. Çünkü Spinoza‟ya göre de insan, hemcinsi ile rekabet
halindedir, “Hobbes‟un ünlü sözünde söylediği gibi insan insanın kurdudur (homo
homini lupus).”62
Böylesi bir durumda hiçbir insan kendini güvende hissedemez. Bu
durum insanın kendi varlığını koruma güdüsü için de uygun olmayan bir şeydir.
Spinoza‟nın en büyük entelektüel cesaretlerinden birisi, ya bireylerin
birbirlerine karşı olduğu ve toplumun çözüldüğü (homo hominu lupus) ya da
toplumun bir bütün olarak kurulduğu ve bu yüzden bu toplum üyeleri arasında
barış ve sevginin zorunlu olarak hüküm sürdüğü (homo homini deus)
geleneksel alternatif ikiliden bir kopuşu gerçekleştirmiş olmasıdır.63
İnsanlar birbirine karşı sevgi ve nefret içerisindedir. “Doğal durumu, herkesin
herkese karşı olduğu çatışma haline sürükleyen de budur; insan doğasının çaresizliği
ve dayanışma yoksunluğu…”64
Bu doğal durumda insanlar çatışma yaşayabilir ve
her insan bir diğeri için tehlike unsurudur. Bu çalışmada, Spinoza‟nın insan
doğasının çeşitli duygular içerisinde bulunduğu ve bunun nedeninin de insanın
kendisi olduğu görüşünden hareketle insan ruhunun duygulanışlar karşısındaki gücü
ya da güçsüzlüğü anlatılacaktır.
58
Spinoza, 1996, s. 139. 59
Spinoza, 1996, s. 105. 60
Scruton, 2007, s. 89. 61
Bkz. Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2005. 62
Çetin Balanuye, Spinoza, Say Yayınları, İstanbul, 2016, s. 57. 63
Etienne Balibar, Spinoza ve Siyaset, çev. Sanem Soyarslan, Otonom Yayıncılık, İstanbul, 2016, s.
139. 64
Özge Akarsu, “Spinoza ve Hobbes‟ta Çokluk Kavramı”, Spinoza ile Karşılaşmalar, Ed. Güçlü
Ateşoğlu – Eylem Canaslan, Ayrıntı Yayınları, s. 204.
18
Spinoza‟ya göre insan insanın kurdudur ifadesi Tanrı‟dan kaynaklı, Tanrı
temelli gerçekleşen bir şey değildir. Burada insanın doğası dolayısıyla insanın
yaptıkları devreye girmiş durumdadır. Spinoza felsefesinde insanı yalnızca bir akıl
varlığı olarak görmekten uzaklaşarak, onu ruh ve bedenden mürekkep bir varlık
olarak ele alır. Üstelik Spinoza için insan, akıl ve beden varlığı olmasının yanı sıra
duygu varlığıdır. “Şunu belirtelim ki Spinoza, insanı hem akıl hem de duygu sahibi
bir varlık olarak görür. Onun için insanların tutku ağırlıklı (sevgi-nefret, üzüntü-
sevinç, umut-korku) yaşamı tıpkı akıl gibi, varoluşlarını sürdürme çabalarının
sonucudur.”65
Bu nokta Spinoza‟nın, felsefe tarihine kazandırdığı önemli bir bakış
açısıdır.
Conatus kavramını Spinoza‟dan ayrı biçimde kullanan isimler vardır. Spinoza
ile aynı yüzyılı paylaşmış ve bu döneme damgasını vurmuş önemli isimlerden biri
olan Leibniz da conatus kavramını kullanır. Spinoza conatus kelimesini bu kelimenin
Leibniz düşüncesinde sahip olduğundan farklı bir anlamda kullanmaktadır. Spinoza
felsefesinde conatus var olma direncidir. “Spinoza‟da conatus, varoluş bir kez
verildikten sonra varoluşta sürüp gitme çabasıdır. Özün varoluşsal işlevini, yani özün
kipin varoluşunda olumlanmasını belirtmektedir.”66
Conatus Spinoza felsefesinde özün varoluşuna gönderme yaparken
Leibniz‟de iki anlam taşır: “Bu mefhum fiziksel olarak bir cismin devinime
yönsemesini; metafiziksel olarak da bir özün varoluşa yönsemesini belirtir.”67
Etika‟nın Duyguların Kökeni ve Doğası üzerine olan üçüncü bölümünde kırk
sekiz duygu tanımlamasına giden ve insanlar arasında sıklıkla kullanılan tüm
duyguları yöneten olarak conatus kavramını kullanan Spinoza buradan bir de
psikoloji geliştirmiştir.
Hisler-duygular (affectus), conatus kendisine gelen bir duygulanış (affectio)
tarafından bunu ya da şunu yapmak üzere belirlendiğinde, tam anlamıyla
65
Yıldız Karagöz Yeke, “Spinoza‟da Felsefe, Etik ve Siyaset”, Kaygı (Uludağ Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi), 2011, Sayı:16, s. 113. 66
Gilles Deleuze, Spinoza ve İfade Problemi, çev. Alber Nahum, Norgunk Yayıncılık, İstanbul, 2013,
s. 228. 67
Deleuze, 2013, s. 228.
19
conatus’un aldığı şekillerdir. Conatus‟u belirleyen bu duygulanışlar bilincin
bir nedenidirler: Şu ya da bu duygu altında kendi bilincine varmış olan
conatus, arzu olarak adlandırılır, daima herhangi bir şeyin arzusu olan arzu.68
Spinoza‟da conatus duyguları yöneten bir yasadır. Yukarıda da söylendiği
üzere conatus bir duygulanış tarafından belirlendiğinde bu onun vücut bulmuş,
nesneleşmiş hali olur.
Conatus (var olma direnci) kavramı belki de en çok “arzu” kavramına
yakındır: Var olma ısrarı, aynı zamanda, bir yaşama arzusudur; üstelik belki
de, yaşadığımız için arzuladığımızı söylemek kadar, arzuladıkça yaşamaya
devam edebileceğimizi söylemek de aynı ölçüde doğrudur.69
Spinoza felsefesinde, insan ruh ve bedenden birleşik bir varlık olması
sayesinde duyguları yaşamaktadır. Bu durum bedenin önemini göstermesi açısından
önem taşımaktadır. Etika‟da Duyguların Kökeni ve Doğası bölümünde dört, beş, altı,
yedi ve sekizinci önermeler conatus ile ilgilidir.70
Spinoza Etika‟nın üçüncü bölümü altıncı önermesinde “her şey, kendinde
olduğu ölçüde, kendi varlığında sürmeye çabalar”71
cümlesi ile conatus‟un açılışını
yapar. İnsanınla yakın ilgisi olduğu bilinen ve insanın özü anlamına gelen conatus
Spinoza düşüncesinin hakikatine kaynaklık eder. Onun ünlü conatus öğretisinin tek
bir hakikati ifade ettiği söylenir: “Her şey (sadece canlı şeyler değil) zorunlu olarak,
varlığını sürdürmeye çabalar ve eğer hala nihai bir amaca ihtiyaç duyuluyorsa,
biricik amaç budur.”72
Yukarıda conatus kuramı ile gösterilen bilgilerden de anlaşılacağı gibi
conatus Tanrı‟nın özünün zorunluluğu sonucunda olan bir şeydir. "Spinoza'ya göre
her varlık (tarz) Tanrı‟nın özünün eylemeklik oluşunun zorunluluğuyla var kalmaya
68
Gilles Deleuze, Spinoza Pratik Felsefe, çev. Ulus Baker, Norgunk Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. 78. 69
Balanuye, 2016, s. 133. 70
“Önerme 4: Hiçbir şey dışsal bir neden yoluyla olmaksızın yokedilemez. Ö5: Şeyler biri ötekini
yokedebildiği sürece aykırı doğalıdırlar, eş deyişle aynı öznede olamazlar. Ö6: Her şey, kendinde
olduğu ölçüde, kendi varlığında sürmeye çabalar. Ö7: Her şeyin kendi varlığında sürmeye çalışma
çabası şeyin kendisinin edimsel özünden başka bir şey değildir. Ö8: Her şeyin kendi varlığında
sürmeye „çabalamasını‟ sağlayan çaba sonlu değil ama belirsiz bir zamanı içerir.” Spinoza, 1996, s.
105-106. 71
Spinoza, 1996, s. 105. 72
Çetin Balanuye, “Spinoza as a Philosopher of Educationgdom”, Religion and Philosopy, Brighton,
İngiltere, 2016, s. 5.
20
devam etmek üzere çabalar.”73
Spinoza felsefesinde Tanrı‟nın birer değişimi,
modifikasyonu olan kipler (modus) varlıkta olmak adına sürekli çabalamak
durumundadır. Çünkü kiplerin (modus) varlıkta olması çabalamak anlamına gelir.
“Tüm sonlu kipler sadece bir ve aynı tözün (yani, Tanrı/Doğa) değişik halleri olduğu
için, bunların tamamı da, mümkün olduğu ölçüde, conatus öğretisiyle uyumlu bir
şekilde varolmak için çabalar.”74
Kiplerin varlıkta olması çabalamak anlamına gelir.
Bu aynı zamanda kiplerin (modus), Tanrının sonsuz doğasından pay aldığını da ifade
ettiğinden kipler (modus), çabalamak durumundadır. Kiplerin (modus) sürekli
sergilemek durumunda oldukları conatus tüm varlıklar için geçerlidir.75
Çünkü,
conatus sadece insanlar için değil varolan tüm kipler için geçerlidir. Bu yüzden
varolan her şey insan, bitki, hayvan, görülen tüm fiziksel şeyler çabalamaktadır. “Her
şey, kendinde olduğu ölçüde, kendi varlığında sürmeye çabalar.”76
Sonlu varlıklar, yani kipler (modus) kendilerinde oldukları sürece yani
dışarıdan bir etkiye maruz kalmadıkları sürece varlıklarını korumak üzere hareket
ederler. Conatus‟un yol açtığı eylemler tüm varlıklar için eşit oranda geçerli ve
meşrudur. Üzerinde düşünülmüş ve karar verilmiş bir çaba olmayan conatus her
kip‟in (modus) özünde verili bulunan en temel itkidir. “Hiçbir şey dışsal bir neden
yoluyla olmaksızın yokedilemez.”77
Burada hiçbir şeyin dışsal bir yol olmadan yok
edilemeyeceğinden kasıt sonlu kiplerin (modus) hepsi için aynı itkinin geçerli
olmasıdır. Kipler (modus) özlerinde bulunan bu çaba sayesinde dışsal nedenlerin
etkisi olmadan, bu etkiler üstün gelmeden kendini ortadan kaldıramaz.
Spinoza felsefesinde yaratma‟dan bahsedemeyiz. Çünkü evrende var olan her
şeyin nedeni Tanrıdır. Tanrı evrenin yaratıcı tözü değil, üretici tözüdür. Bu
Spinoza‟nın felsefe tarihine getirdiği önemli yaklaşımlarındandır. “Tanrının
Evrenin yaratıcısı olmayıp, Evrenin tümüyle bir ve aynı şey olduğu fikri Batı
düşüncesinde yeni sayılabilecek bir öneridir ve Spinoza, bu fikrin kabul
edilmesinin kolay olmadığının farkındadır.”78
73
Balanuye, 2016, s. 139. 74
Balanuye, 2016, s. 5. 75
Balanuye, 2016, s. 139. 76
Spinoza, 1996, s. 105. 77
Spinoza, 1996, s. 105. 78
Fransez, 2012, s. 127.
21
Spinoza felsefesinde Tanrı kendi kendisine bağımlıdır. Tanrı‟nın kendi
kendine bağımlı olması, Tanrı‟nın zorunlu doğasının gerektirmesiyle eylemesi
anlamına gelir. Sadece Tanrı değil sonlu varlıklar da bir anlamda kendilerine
bağımlıdır. “Spinoza sık sık sonlu bireylere göndermede bulunur ve kendi içinde
olduğu sürece (quatem ya da quatenus) şu ya da bu sonlu biçimden söz eder.”79
Sonlu varlıkların kendi kendisi içinde olması conatus ile ilgilidir. Çünkü sonlu
varlıklarda ne kadar conatus bulunur ve conatus‟u ne kadar kullanırlarsa o nesne
kendi kendisine bağımlı olur.
Spinoza‟nın deyimiyle, kendi varlıkları içinde var olmayı sürdürmek için
çabalarlar. Bu çaba (conatus) onların özünü oluşturur, çünkü bu çaba ortadan
kaldırıldığında o şeyin ortadan kaldırılmasını içerir ve onsuz da o şey var
olamaz. Dahası, bir şeye ait conatus nedensel prensiptir ve bu prensip yoluyla
da bizler onun uğraşını ve özelliklerini açıklarız.80
Balanuye, Spinoza‟nın Etika üçüncü bölümde kapsamlı bir şekilde insanı
konu aldığını ve insanın nasıl bir birey olduğu sorusuna dikkatini çektiğini ifade
eder. “Duygulanışların Kökeni ve Doğası başlıklı üçüncü bölüm Spinoza‟nın doğa
açıklamasını ve kendi metafiziğinin ortaya çıkardığı temel zorluğa yanıtını içerir:
yani, bireysel varoluş sorununa.”81
Spinoza‟nın Etika eserinin birinci bölümünde
Tanrı/Doğa tanımıyla kastedilen somut ontoloji anlamında varolan Tanrıdır. Spinoza
düşüncesinde insanın varlık nedeni Tanrıdır fakat dünyada bulunan diğer varolanlar
özellikle insan nasıl bir konumdadır ve bireysel olarak varlığı mümkün müdür gibi
soruları Spinoza bahsedilen bölümde irdelemektedir. “Eğer her şey Tanrı‟da
varolmaktaysa, dünya hangi anlamda bireysel birimler içerir ve ben bana ait bir
doğaya ve kadere sahip olarak hangi anlamda bir bireyim?”82
Spinoza‟nın Etika kitabında dördüncü bölüm olan İnsan Köleliği ya da
Duyguların Gücü‟nde Tanrı/Doğa‟nın bilgisini bilmek ve buna göre eylemekten
bahsetmektedir. “Benimle birlikte yaşayan diğer türdeşlerim, toplum üyeleri, insanlar
ile karşılaşmalarımı ancak Tanrı/Doğa‟nın bütünlüklü bilgisiyle yönetebilir, yalnızca
79
Scruton, 2007, s. 88. 80
Scruton, 2007, s. 89. 81
Scruton, 2007, s. 55. 82
Scruton, 2007, s. 55.
22
aklı selimle bu karşılaşmaları tutarlı bir neşeye dönüştürebilirim.”83
Spinoza
insanların duyguları yaşamayı bilmesinden ve bu noktada ölçülü olunmasından
sözeder. Bu tanımlamaya göre insanlar tutkularını kontrol edebilmeli, zaaflarına
yenilmemelidir. Yoksa kişiler için kölelik kaçınılamaz bir hâle gelir. “Bana yarayan
ne varsa o iyidir ve ona yönelmem en temel hak5kımdır; ancak neyin bana
yarayacağı, ya da ne ölçüde yarayacağını doğru saptamak ancak tutkularımı ayırt
edebilmem ve dizginleyebilmemle olanaklıdır.”84
Dolayısıyla Spinoza burada insanın
zaafları ve tutkuları konusunda yenik düştüğü kölelik durumunu açıklar. İnsanın akıl
yerine duygularına göre hareket etmesi onun köleliğe gitmesini hızlandırır. “Burada
Spinoza, insanın tutku, düşünce ve kendi gerçeklik dünyasını reddeden hayal
gücünün zorunlu kıldığı ama aynı zamanda bir bileşenini oluşturduğu evrenin kesin
kusursuzluğunu ifade eden kölelik durumunu betimler.”85
Etika‟nın, Anlağın Gücü ya da İnsanın Özgürlüğü bölümünde Spinoza daha
önce de bahsedildiği gibi içkinci bir Tanrı sevgisinden bahseder ve her şeyin bu sevgi
yoluyla güçleneceğini savunur.
Spinoza burada zihnin ya da insan özgürlüğünün gücü konusunu işlemektedir.
İnsanlar ancak akıl yolu ile özgürlük ve mutluluğu elde edebilir. İnsan akıl bilgisiyle
Tanrı tarafından kutsanma anlamına gelen sonsuz dünya bilgisine yönelir.86
Spinoza, insanlara sadece sevgiye dayalı Tanrı inancı gösterir. “Spinoza,
irrasyonel ve tutku merkezli aşırılıklara karşı hakikate upuygun bu türden bir yaşantı
için bir tür „entelektüel Tanrı aşkı‟ önerir.”87
Düşünürün önemli eserlerinden olan Etika beş bölümden meydana gelir.
Yukarıda ifade edildiği gibi ilk bölümü Tanrı‟ya ayıran Spinoza tüm felsefi sistemini
Tanrıdan hareketle ortaya koymaya çalışır. Etika‟nın bölümleri sırasıyla Tanrı
83
Balanuye, 2016, s. 25. 84
Balanuye, 2016, s. 25. 85
Scruton, 2007, s. 55. 86
Scruton, 2007, s. 55. 87
Balanuye, 2016, s. 25.
23
Üzerine, Anlığın Doğası ve Kökeni Üzerine, Duyguların Köken ve Doğaları, İnsan
Köleliği ya da Duyguların Gücü ve Anlağın Gücü ya da İnsan Özgürlüğü‟dür.
Spinoza‟nın başyapıtı olarak betimlenen Etika diğer etik kitaplarından farklı
bir metindir. Etika ilk bakışta, akıllara etik, ahlak vb. türden bir esermiş gibi gelse de
eserin diğer din, ahlak ya da ahlaki kanunlar öneren kitaplardan ciddi bir biçimde
ayrı tutulması gerekmektedir. Çünkü Spinoza‟nın Etika‟sı Tanrı‟yı emir ve yasaklar
koyan aşkın bir varlık görmemekte ve ondan varolanları açıklarken de herhangi bir
varolanı ön planda tutmamaktadır. Dolayısıyla Etika, varolanlar arasında bir hiyerarşi
oluşturmazken diğer ahlak ya da din kitapları varlıklar arasında bir hiyerarşi
kurmaktadır. Bu yüzden Etika bu tarz kitaplardan ayrı bir yerde bulunur.
Bu türden olağan din ya da ahlak kitapları, şöyle ya da böyle, varlıklar
arasında bir tür önem hiyerarşisi kurarlar. Bazen Tanrı, bu hiyerarşinin en
üstündedir ve diğer tüm varlıklar onun iradesiyle belirlenir. Bu belirlemeye
uygun olarak da eylerler; bunlar arasında insanlar Tanrısal yönlendirmeye
göre “doğru” ya da “yanlış” davranır, “günah” ya da “sevap” işlerler. Bazen
de hiyerarşide insanın yüceltildiği görülür ve bu kez yalnızca insana özgü kimi
ahlak esaslarının olduğu ileri sürülür; sözü edilen esaslara göre insanların
davranışlarının “iyi” ya da “kötü” olduğu söylenir.88
1.3. Etika’nın Geometrik Sunumu Hakkında
Spinoza‟nın eserleri içerisinde kendisinden sıkça sözettiren Etika daha önce
de söylendiği gibi beş temel bölümden oluşur. Etika‟nın türünde tek olarak
adlandırılmasına neden olan bu çarpıcı özelliği onun geometrik sunumundan
kaynaklanır. Spinoza‟nın geometrik yöntemi kullanması onun felsefeyi matematik
olarak görmesinden gelir. “Descartes, Platon, Pythagoras için olduğu gibi onun
gözünde de felsefe genelleştirilmiş bir matematik‟tir.”89
Spinoza‟nın Etika‟yı geometrik yöntemle yazmış olma nedenlerinden birisi
tek töz anlayışını önermeler ve kanıtlamalarla göstermek içindir. Spinoza, Etika‟da
geometrik yöntem üzerinden yalnızca Tanrı‟nın bir öze sahip olduğunu ve kendi
kendisinin nedeni (causa sui) olduğundan Tanrı‟nın sonsuz olduğu bilgisini verir.
88
Balanuye, 2016, s. 23. 89
Alfred Weber, Felsefe Tarihi, çev. H. Vehbi Eralp, Sosyal Yayınlar, 1998, İstanbul, s. 228.
24
Tanrı ya da doğayla ilgili, O'nun özsel olarak varolduğu, mutlak olarak sonsuz
olduğu, kendi kendisinin nedeni olduğu, kendisinde ve kendisi aracılığıyla
varolduğu vs. türünden hiçbir şekilde reddedilemeyecek, kendisinden başka
önermelerin türetileceği bir temeli meydana getiren şeyler ya da doğrular
olduğunu kabul eden Spinoza, Etika'da geometrik yöntem aracılığıyla bu diğer
doğruları çıkarsamaya geçer.90
Öte yandan Spinoza‟nın geometrik sunumundan dolayı, Etika‟yı okuyanlar
güçlük çekmektedir. Tatian‟a göre, eserin okunmasındaki güçlüğün sebeplerinden
biri de onun Euklides‟e ait unsurlar91
adlı eserinin diline benzemesinden
kaynaklanır, ve yine ona göre “…bu kitap, Galileo, Descartes ve Hobbes için bir
düşünce modeli olmanın yanında, Etika‟nın geometrik kanıtlama yönteminin
kaynağını aldığı yerdir.”92
Spinoza felsefesinden ve Spinoza‟nın eserlerinden etkilenmiş pek çok isim
olduğu bilinmek ile birlikte bunlardan birisi “Anlar” adlı şiirinden hatırlanacağı
üzere Arjantinli yazar Jorge Luis Borges‟dır. Borges Spinoza‟ya ve onun Etikasına
hayran bir şairdir. Borges, Spinoza için şiirler yazmıştır. Spinoza‟nın Etikadaki
geometrik sunumu Borges‟ı da eseri daha az anlaşılır kıldığı fikrine götürmüştür.
Borges Spinoza için yazdığı metnin başında onunla ve felsefesiyle ilgili üç temel
husustan bahsederken geometrik sunumuyla ilgili şu yorumda bulunmuştur:
Bizi Spinoza‟dan uzaklaştıran ve aynı zamanda onu en büyüklerden biri,
özgün biri yapan bir şey var (…) bu da hepinizin bildiği gibi, felsefenin,
bunlardan hangisini kullandığını hatırlamıyorum ama, ordine geometrico ya
da more geometrico açıklanmış olmasıdır; işte bu sistem onu ünlü kılmış, ama
aynı zamanda kitabını da daha az anlaşılır yapmıştır.93
Geometrik yöntemin okuyucularda kafa karıştırıcı nedene sebep olması eserin
anlaşılmasında güçlükler oluştursa da, Spinoza‟nın döneminde böyle eserler yazmış
olması Spinoza‟ya saygı ve minnetle bakılmasını sağlar. Gerçekten de 17. yy‟da
bugünü yakalayan Spinoza özgün fikirleriyle hayran olunası bir filozoftur.
Düşünürün yaşadığı dönem göz önüne bulundurulduğunda, yaşadıkları karşısında
90
Ahmet Cevizci, Bilgi Felsefesi, Say yayınları, İstanbul, 2012, s. 138-139. 91
Bkz. Diego Tatiâ‟nın Bir Başlangıç adlı eserine s. 55. 92
Diego Tatian, Spinoza Bir Başlangıç, çev. Ali Dokuzlu, Dost Yayınevi, Ankara, 2017, s. 55. 93
Diego Tatian, Spinoza Dünya Sevgisi, çev. Hüsam Turşucu, Sevin Aksoy Hancı, Dost Kitabevi,
Ankara, 2009, s. 18.
25
onun anlayışla okunması gerektiği anlayışı gelişir. Bu hususta Tatian‟ın Borges‟in
düşüncesinden hareketle ortaya koyduğu görüş şöyledir;
Borges‟in geometrik yöntemden vazgeçmeye davet etmesi (“Spinoza‟nın
hayatını more geometrico diye adlandırdığı bu sisteme layık olmaya
adamasına” rağmen) Spinoza‟nın kişiliğinin belirleyiciliğine yönelik ısrarına
benzer. Bu yön yalnızca Borges‟e özgü bir okuma biçimini, felsefi okuma
biçimini değil, aynı zamanda bu uygulamanın tam kalbinde yer alan ve belli
bir dostluk uygulaması olan, düşünceden ve edebiyattan ayrılamaz bir şeyi
içerir. Spinoza‟nın her okuru -der Borges, geometrik yöntemin aklını
karıştırdığını itiraf ettikten hemen sonra- Spinoza‟da onu ilgilendireceğini
sanmadığı bir şeyi hissetmiştir, yani Spinoza‟nın kişisel varlığını…94
Borges‟in Spinoza‟ya olan hayranlığı onunla ilgili şiirler yazmasına neden
olmuştur. “Geometriden varoluşa, sistemden dostluğa, Spinozacılık‟tan Baruch
Spinoza‟ya götüren yol, yani Baruch adında bir XVII. yüzyıl insanının dostça
varlığına duyulan ilgi, onun ismini taşıyan şiirlere yansımıştır.”95
Borges‟in
Amsterdamlı filozofa ithaf ettiği 1964 tarihli ilk şiir olan Öteki, aynısı (El otro, el
mismo) adlı eserinde yer alır.96
Bu doğrultuda Tatian Borges‟in düşüncesinden yola çıkarak Etika‟dan bir
kum kitabı olarak sözeder. Çünkü Borges‟a göre Etika beş ana bölümden oluşan ve
bu bölümlerden herhangi biriyle okumaya başlanılabilecek bir eserdir. Tatian‟a göre
Borges‟ın de ifade ettiği gibi Etika başlangıcı ve sonu olmayan bir eserdir.
“Borges‟in öyküsündeki kitap, sahibi tarafından kum kitabı diye adlandırılmıştır,
çünkü kum gibi ne başlangıcı ne de sonu vardır. Yıldızların da yoktur: Etika,
yıldızların kitabı, sonsuz Haritası tüm Yıldızlarından başka şey Olmayanın.”97
Tatian Borges‟ın düşüncesinden hareketle Spinoza ile ilgili yazdığı diğer
şiirlerde geometrik yöntemi betimlemiştir. “Spinoza üstüne, belki de birinci şiirin bir
94
Tatian, 2009, s. 24. 95
Tatian, 2009, s. 25. 96
Spinoza / Yahudi‟nin saydamlaşmış elleri / alacakaranlıkta billuru işler / ve yalnızca korkuyla
soğuktur sona eren gün. / (her yeni akşam diğer akşamlara benzer) / Eller ve yemen taşından alan / ki
gettonun sınırlarında solar gider, / hiç varolmaz bu sakin insan için; / o berrak bir labirenti hayal eder.
/ Ne umursar şöhreti, belli belirsiz yansıması / rüyaların, bir başka aynanın rüyasında, / ne de genç
hanımların ürkek aşklarını. / Mecazdan ve efsaneden arınmış, / direnen biçimini verir billura: Sonsuz
Haritası / tüm Yıldızlarından başka şey Olmayanın.” Tatian, 2009, s. 25. 97
Tatian, 2009, s. 27.
26
çeşitlemesi olan 1976 tarihli bir başka şiir Demir Para‟da (La moneda de hierro) yer
alır.”98
Etika‟nın geometrik biçimde yazılması eleştirilse de Spinoza düşüncesinden
vazgeçmemiş, fikirlerini geometrik sunumla açıklamıştır. Çünkü Spinoza‟nın,
Etika‟da üçüncü bölüm olan Duyguların Kökeni ve Doğası‟nın önsözünde bahsettiği
gibi insan duygularını ve eylemlerini geometrik cisimmişcesine kanıtlamaya
çalışması söz konusu kişilere ne kadar tuhaf ve alaycı gelse de, Spinoza‟ya göre
insan duyguları ve eylemlerinin de açıklanmaya değer yanları, özellikleri vardır ve
bunlar geometrinin kesinliğiyle anlatılabilir konulardır.
Spinoza‟nın içkin düşüncesinde kaderci herhangi bir görüş bulunması
mümkün değildir. Çünkü kaderci anlayış Spinoza düşüncesine ters düşer. Bu
düşünce sisteminde, evrenin ve evrende varolanların üretici tözüne, yani tek töz olan
Tanrı‟ya yaratıcı, isteyici vb. türden nitelikler yüklenilemez. Spinoza düşüncesine
göre, insanların antropomorfik bir yanılgıya düşerek Tanrıya bu türden aşkın
özellikler yüklemesi yanlıştır. Bu yüzden geometrik yöntem Spinoza‟nın içkin
felsefesinin anlaşılabilmesi için önemli bir unsurdur.
[..] insanlar genellikle bir şeyin doğasını açıklamaktan çok, onu ya övmeyi ya
da yermeyi yeğlerler. Bunun en önemli nedeni ise insanların nesnelerine moral
bir değer atfederek yaklaşmalarıdır. Bu ise onları „finalist yanılsama‟ tuzağına
çeker. İnsanlar bu düşünme biçimlerinden ya da genel önyargısal modelden
ancak matematik sayesinde kurtulma olanağı bulabilmişlerdir. Çünkü
matematik şeylerin son nedenleriyle değil, fakat şekillerin özleriyle, öz
nitelikleriyle ilgileniyordu. Onlar matematik aracılığıyla söz konusu düşünce
biçimleri üzerinde derinleşebilmiş ve böylece varolanlarla ilgili doğru bilgiye
erişebilme olanağı bulabilmişlerdir. Bir başka deyişle, eylemlerini yararlılık
ilkesince belirleyen ve yüzden doğanın gerçek düzenine vakıf olamayan insan,
ancak ve ancak kendi eylem ve amaçlarını paranteze alıp, doğayı temaşa
etmesi suretiyle gerçek düzeni kavrayabilir ki bunun olanaklı bir yolu, hatta
tek yolu doğayı geometrik bir modelde okumaktır. Filozof‟un görevi bir şeyi
övmekten ya da yermekten ziyade, onu anlamaktır. Bu bakımdan filozof önce
98
Baruch Spinoza / Altın sis, Batı aydınlatır pencereyi. / Hiç durmadan elden geçen kitap / bekler,
şimdiden sonsuzlukla yüklü. / Biri alacakaranlıkta Tanrı‟ya can verir. / Bir insan yaratır Onu. / Bir
Yahudi, Hüzünlü bakışlı ve sapsarı yüzlü. / Zaman taşır onu, nehrin taşıdığı gibi bir yaprağı, akıp
giden su üzerinde. / Ne gam. / Büyücü ısrar eder ve biçimlendirir Tanrı‟yı, hassas bir geometride. /
Hastalığından ve hiçliğinden başlayarak, sözleriyle oluşturmaya devam eder. / Muazzam bir sevgi
bağışlanmıştır ona, sevilmeyi hiç beklemeyen sevgi.” Tatian, 2009, s. 27.
27
geometrici olmalıdır. Çünkü geometrik tavır, finalizm tuzağından kurtaracak
tek yoldur.99
Spinoza düşüncesine göre, Etika‟nın son bölümünde, insanlar usun bilgisine
göre eyleyip yaşadıkça doğru bilgiye ve Tanrı sevgisine erişir. Daha sonra bilgi
türleri konusunda gösterileceği gibi üçüncü bilgi türü olan sezgisel bilgide insanlar
Tanrının bilgisine erişeceklerinden Tanrı sevgisine yani kutluluğa ulaşmış olurlar. Bu
anlamda Spinoza felsefesinde Tanrıyla kurulacak ilişki sevgi üzerinedir. Çünkü
“üçüncü bilgi türünden Anlıksal Tanrı Sevgisi zorunlu olarak doğar.”100
İnsanlar conatus‟u temele alıp yaşadıkça usa uygun davrandıkları için etkinlik
güçleri artarken, usa uygun olmayan biçimde yaşadıklarında ise, etkinlikleri azalır.
Dolayısıyla insanların varlıkta olma durumu riske girmiş olur. Spinoza bu durumda
insanların özünü koruması için conatus‟u kullanmaları gerektiğini söyler. “Çünkü
şeyin özü, şeyin kendi(si), kendini koruma çabasıdır.”101
Bu bağlamda, insanların
özlerini koruması için conatus‟u kullanması, sürekli çabalaması gerekir.
1.4. Spinoza Felsefesinde Tek Töz Olan Tanrı DüĢüncesi
Spinoza‟nın Tanrı görüşü ahlak öğretisi ya da kutsal metinlerde
sunulanlardan farklıdır. Onun ateistlikle suçlanması Tanrı inancının ve bununla ilgili
düşüncelerinin anlaşılmaması ile ilgilidir. Spinoza hakkındaki düşünceler özellikle
aforoz edildikten sonraki dönemde oldukça olumsuzdur. Spinoza‟nın aforoz metnine
bakıldığında, sapkınlıkla, yaratıkça düşünceleri olduğu için lanetlenmiştir. Fakat
Spinoza‟nın, o anlarda yaptığı şey sadece okumak, düşünmek ve bunları sunmaktır.
Bu yüzden Spinoza, acımasızca aforoz edilmiştir. Fakat Spinoza‟nın bahsedilen
canavarca eylemleri asıl bundan sonra netlik kazanır.
Spinoza‟nın o sıralarda tüm eylemi, aslında okumak, düşünmek ve kısmen de
tartışmaktan ibaretti; ama belki de ironik bir tepki olarak, tam da aforozun
99
Mehmet Fatih Elmas, “Spinoza‟nın Antropomorfizm Eleştirisi ya da Aklın Hayalgücünü İfşası
Üzerine”, Kaygı (Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi), 2013, Sayı: 21,
Karaman, s. 22-23. 100
Spinoza, 1996, s. 222. 101
Solmaz Zelyüt, Spinoza, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2011, s. 72.
28
ardından, Spinoza bu kez yazacak ve sözde canavarca eylemleri asıl bundan
sonra ete-kemiğe bürünecekti.102
Spinoza düşüncesinde, Tanrı‟nın bilgisine kutsal metinlerden ulaşılamaz.
Çünkü Spinoza‟ya göre, kutsal kitaplar kişilere Tanrı bilgisi vermekten ziyade, onları
tahakküm altına almak, istedikleri şekilde eğitmek ve kullanabilmeleri için itaat
etmek mekanizmasına alıştırır. “Yine de kafalarına itaat ve sofuluğu kazımak için,
insanlara yeterli ölçüde ders verip onları aydınlatabilir.”103
Bu yüzden Hıristiyanlık,
Yahudilik, Müslümanlık gibi semavi dinler, insanların dini görmelerini engeller ve
Tanrı‟nın sözlerini ve pek çok mucizevi meseleleri insanları etkileyecek şekilde
kullanır.
Spinoza‟ya göre Kutsal Kitaplar104
insanlara sadece itaat etmeleri gerektiğini
amaçlamaktan başka bir şey yapmaz. Tanrı‟nın ya da herhangi bir şeyin bilgisine bu
kitapları okuyarak ulaşmanın mümkün olmadığı gibi, kutsal kitap insanların normal
yaşantısında kullanabilecekleri şeylerden öteye bir şey vermez. “Çünkü zorlanmadan
varacağımız sonuç şu: Kutsal Kitap insanlardan itaatten başka bir şey istemez ve
bilgisizliği değil, yalnızca itaatsizliği mahkûm eder.”105
Spinoza düşüncesine göre,
Kutsal Kitap ne yüksek düzeyde konulardan ne de felsefi şeylerden oluşur. Kutsal
kitap herkesin anlayabileceği düzeyde basit şeyleri kapsar. “Bütün bunlardan çıkan
sonuca göre, Kutsal Kitap öğretisi ne yüksek düzeyde spekülasyonlardan, ne de
felsefi şeylerden oluşur. Tersine, o yalnızca en ağır çalışan kafanın bile alabileceği
pek basit şeyler içerir.”106
Dolayısıyla Spinoza‟nın anlatmak istediği, gerçek Tanrı bilgisine Kutsal
Kitapın buyurduğu emirlerden ulaşılamayacağıdır. Spinoza düşüncesine göre, bu
bilgi Tanrısal bir kazanımdır, Kutsal Kitap‟ın amaçladığı ise itaat için gereklidir.
“Çünkü şunu gösterdik: Gerçek Tanrı bilgisi bir buyruk değil, Tanrısal bir
102
Balanuye, 2016, s. 30. 103
Benedictus D. Spinoza, Teolojik-Politik İnceleme, çev. Cemal Bali Akal–Reyda Ergün, Dost
Yayınevi, Ankara, 2010, s. 115. 104
Bkz. Spinoza‟nın Teoloji Politik İnceleme adlı eserinde s. 107. 105
Spinoza, 2010, s. 208. 106
Spinoza, 2010, s. 208.
29
kazanımdır. Tanrı insanlardan, tanrısal adaletinin ve yardımseverliğinin bilgisinden
başka bilgi istemedi. Bu bilgi bilimler için değil, yalnızca itaat için gereklidir.”107
Spinoza‟nın içkin düşünce sisteminde Tanrı dünyanın dışında bulunmaz.
Dolayısıyla Spinoza felsefesinde doğanın, dünyanın dışında gerçekleşebilecek
mucize şeklinde tanımlanacak bir şey mümkün değildir. Spinoza için Tanrı, dünya ve
insanlar arasındaki ilişki böylesi bir aşkın yapıda olamaz.
Aynı şekilde, mucizeler yani doğanın düzeninin ona dışsal bir şey tarafından
bozulması da kabul edilmemektedir, evvela çünkü biz doğanın doğanın bu
düzeninin ayrıntılarını bilmeyiz ve bunun sonucu olarak, söz konusu
cisimlerin kendilerinde neler yapabilecekleri ya da yapamayacakları hakkında
bilgisizizdir (“hiç kimse bir cismin ne yapabileceğini bilmez”); ve bunu
takiben çünkü Doğa‟nın dışında hiçbirşeyi nasıl kavrayamıyorsak, onun ebedi
düzenini bozabilecek bir şeyi kavramamız da eşit ölçüde imkansızdır.108
Spinoza felsefesinin özgün yanlarından biri baştan beri ifade edilen tek töz
anlayışıdır. Spinoza, Descartes‟ın ayrı ayrı tözler ya da birden farklı töz düşüncesini
kendi sisteminde birleştirmiştir. “Birbiri olmadan olabilen tözler gerçekten ayrıdırlar.
Ancak, zihin ve beden, şimdi tanıtlandığı gibi, birbirleri olmadan var olabilecek
tözlerdir. O zaman, zihin ve beden gerçekten ayrıdır.”109
Spinoza Descartes‟ın
yaptığı ayrımı kendi töz tanımında Tanrı kavramı ile temellendirerek açıklama
yoluna gitmiştir. Çünkü Spinoza‟da tek töz vardır aynı yüklemi taşıyan iki töz
bulunamaz. Bir töz başka bir töz tarafından türetilemez, başka bir tözün olması onun
kendi töz tanımına karşıdır. “Her biri diğeri olmadan var olabildiğinde, iki tözün
gerçekte ayrıldıkları söylenir.”110
Spinoza burada, Descartes‟ın iki ayrı töz anlayışına
karşı çıkar.
Spinoza Tanrı‟yı ifade edebilmek için töz kavramını kullanmıştır. Bu
anlamda Tanrı töz için temel olur. “Spinoza‟da mutlak töz olarak Tanrı temeldir; bu
temel içinde anlama yetisi bir eksiklik veya aşırılıkla temelin temel olduğunu
107
Spinoza, 2010, s. 212. 108
Charles Ramond, Spinoza Sözlüğü, çev. Murat Erşen – Bilgesu Şişman, Say Yayınları, 2014, s.
109-110. 109
Spinoza Descartes Felsefesinin İlkeleri ve Metafizik Düşünceler, çev. Coşkun Şenkaya, Dost
Kitabevi, Ankara, 2015, s. 48. 110
Spinoza, 2015, s. 33.
30
görebilir.”111
Töz, Spinoza‟da kendi başına kavranabilendir. Etika‟da birinci bölüm,
üçüncü tanımdan hatırlanacağı üzere Spinoza töz (substantia) ile kastettiği şu
olmaktadır: “kendinde olan ve kendisi yoluyla kavranılabileni, başka bir deyişle
kavramı bir başka şeyin onu oluşturması gereken (debere) kavramına
gereksinmeyeni anlıyorum.”112
Spinoza‟nın düşünce sisteminde Tanrı evrenin üretici
nedeni, üretici tözü olur. Fakat Spinoza, Tanrı‟nın varlığını bağımsız olarak
anlatabilmek için töz kavramını kullanır. Böylelikle Spinoza kendi töz tanımından
hareketle Tanrı anlayışını açıklamaya çalışmaktadır. Etika‟da birinci bölümde Tanrı
Üzerine başlığından da anlaşılacağı gibi Spinoza Tanrı hakkındaki görüşlerini
önermeler, tanımlar, notlar ve kanıtlamalar ile sunar. Spinoza, Etika‟nın ilk
bölümünde verdiği tanımlarla her şeyin tek bir töze ait olduğunu söyler. “Tanrı‟nın
sıfatları, sonsuzluk ve öncesiz-sonrasızlık, tek bir anda hem Doğa hem de Tanrı olan
tek bir töze âiddirler.”113
Spinoza‟nın Etika‟da somut ontoloji yaptığı söylendi. Spinoza, somut
ontolojiye, Etika‟nın ilk bölümünde Tanrı‟yı açıklayarak başlar. “Tam tersine,
ontolojisinin temeline Tanrı kavramını oturtur ve “Tanrı vardır” der; Tanrı vardır
ama sanılan şey değildir: Deus sive Natura, Tanrı ya da Tabiat.”114
Onun ontolojisi
varlığın doğasını açıklaması bakımından önemlidir. Çünkü Spinoza varlığın doğasını
tek töz olan Tanrı ve onun ispatına dayandırmaktadır. “Spinoza‟nın varlık felsefesi
varlığın doğasını açıklar. Bu açıklama varlığın Tanrı olarak ispatıdır. Bu ispat
doğasından dolayı varlığın Tanrı‟dan başka bir şey olamadığını gösterir.”115
Bu
nedenle onun düşüncesini anlamak açısından felsefesinin özünü oluşturan töz
meselesini dikkatle incelemek ve okumak gerekir. Spinoza‟nın töz tanımından yola
çıkıldığında asıl anlamda varlığa sahip olan şey Tanrıdır ve Tanrı mutlak anlamda
tek özgür olandır.
111
Savaş Ergül, “Bedenin Düşüncesi ve Düşüncenin Bedeni”, Spinoza ile Karşılaşmalar, Ed. Güçlü
Ateşoğlu – Eylem Canaslan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2015, s.26. 112
Spinoza, 1996, s. 23. 113
Alasdair Maclntyre, Homerik Çağdan Yirminci Yüzyıla Ethik’in Kısa Tarihi, çev. Hakkı Hünler –
Solmaz Zelyüt Hünler, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2001, s. 159. 114
Reyda Ergün, “Spinoza‟da Hukuk ile Hak İlişkisi”, Spinoza ile Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu
– Eylem Canaslan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2015, s.116. 115
Naciye Atış, “Spinoza Felsefesinde Zorunluluk kavramının Tanrı ve Özgürlük Kavramları İle
İlişkisi”, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2015, Sayı: 19, s. 108.
31
Etika birinci bölüm birinci tanıma bakıldığında causa sui kavramıyla
karşılaşılmaktadır. Causa sui Tanrı‟nın özüdür. Aynı zamanda Tanrı‟nın varlığının
nedenidir, bu anlamda causa sui zorunlu nedendir. Dolayısıyla causa sui Tanrı‟nın
varlığa zorunlu olarak gelmesinin nedeni olduğu için öz, varoluş içermesinin de asıl
nedenidir. Bu bağlamda causa sui (kendinin nedeni) ile Tanrı‟nın bir öze sahip
olduğu ve bu özün zorunlu varoluş içerdiği anlatılır. “Kendinin nedeni (causa sui) ile
özü varoluş içereni, ya da varolmadıkça doğası kavranamayanı anlıyorum.”116
Spinoza Tanrı‟nın causa sui‟den dolayı özünün zorunlu varoluş içermesini Johannes
Hudde‟a olan otuz dördüncü mektubunda açıklamaktadır.117
Spinoza felsefesinde Tanrı ya da töz zorunlu olarak vardır. Fakat Tanrı‟nın
zorunlu olması ya da zorunluluk ile varolması ne anlama gelir buna bakılması
gerekir. Spinoza‟ya göre bir şeyin zorunlu olarak varolması için o şeyin nedeninin
olması gerekir. Yukarıda da bahsedildiği üzere tek töz olan Tanrı kendi kendinin
nedeni (causa sui) olduğu için zorunlu olarak vardır. Spinoza‟nın Etika‟ya başlarken
kullandığı ilk kavram olan kendinin nedeni (causa sui) ve ardından kullandığı sonlu,
töz, yüklem, kip, tanrı, zorunluluk, süreklilik, özgürlük kavramları ile anlatmaya
çalıştığı şeyler bulunmaktadır. Bu kavramlardan yola çıkarak Tanrı kendi kendisinin
nedeni olduğu için zorunludur. Bu aynı zamanda Tanrı‟nın zorunlulukla varolduğunu
ve tek töz olduğunu gösterir. “Şeylerin doğasında (in rerum natura) aynı doğayı ya
da aynı yüklemi taşıyan iki ya da daha çok töz olamaz.”118
Çünkü Spinoza
düşüncesinde töz tektir, birden fazla töz düşüncesi mümkün değildir. Spinoza tek töz
düşüncesini Tanrı‟nın zorunlulukla varolmasına bağlar. Spinoza‟nın töz anlayışı,
116
Spinoza, 1996, s. 23. 117
Bir şeyin doğru tanımı, tanımlanan şeyin yalın doğasından başka bir şey içermez. Buradan şu
sonuç çıkar: Hiçbir tanım bir çoğulluğu ya da sabit sayıda bireyi kapsamaz veya ifade etmez, çünkü
bir tanım ancak kendinde olduğu haliyle tanımlanan şeyin doğasını kapsar ve ifade eder. Örneğin, bir
üçgenin tanımı belli sayıdaki üçgeni değil, sadece üçgenin yalın doğasını içerir, tıpkı düşünen şey
olarak zihnin tanımının veya yetkin varlık olarak Tanrı‟nın tanımının belli sayıdaki zihni veya
Tanrı‟yı değil, sadece zihnin veya Tanrı‟nın doğasını içermesi gibi. Her şeyin, onu var eden olumlu
bir nedeni olmak zorundadır. Bu neden ya bizatihi o şeyin doğasında ve tanımında bulunmalıdır
(çünkü varoluş esasen o şeyin doğasına aittir ya da doğasında zorunlu olarak içerilir) ya da o şeyin
dışında bulunmalıdır. Bu varsayımlardan çıkan sonuç şudur: Şayet doğada belli sayıda birey varsa, ne
eksik ne fazla, tam bu sayıda bireyi ortaya çıkarmış olması muhtemel bir ya da daha fazla neden
olmak durumundadır. Benedictus Spinoza, Mektuplar, çev. Emine Ayhan, Dost Yayınevi, Ankara,
2014, s. 202-203. 117
Spinoza, 1996, s. 29. 118
Spinoza, 1996, s. 25.
32
Etika birinci bölümde şu şekilde verilmektedir: “Her biri bengi ve sonsuz özü anlatan
sonsuz yüklemlerden oluşan Tanrı ya da töz zorunlu olarak vardır.”119
Önermesinden
anlaşılacağı üzere Tanrı‟nın zorunlu olarak var olması gerekir. Dolayısıyla olmaması
düşünülemez.
[…] Spinoza‟nın Tanrısı her şeyin nedenidir, çünkü her şey nedensel ve
zorunlu olarak tanrısal doğadan gelir. Onun deyişiyle her şey Tanrı‟nın sonsuz
gücü ya da doğasından zorunlu olarak akmış ya da her zaman onun sonucu
olmuştur, tıpkı sonsuzdan sonsuza uzanan bir üçgenin, doğası gereği, iç
açılarının toplamının iki dik açıya eşit olması ve bunun zorunluluğu gibi.120
Spinoza felsefesinde Tanrı aşkınlık içerisinde her şeyi bilirken insanlar,
Tanrı‟yı zorunlulukla bilir. Çünkü daha sonra da söyleneceği üzere kipler (modus)
Tanrı‟nın birer değişimidir ve varlığa gelme nedenleri Tanrı‟dır. Dolayısıyla kiplerin
(modus) varlığa gelmeleri, varlıkta olabilmeleri için Tanrı gereklidir.
Spinoza‟ya göre, Tanrı aşkın olarak her şeyi bilmektedir; varolan her şey
yalnızca Tanrı‟nın kudretiyle muhafaza edilmektedir; O her şeyin yaratıcısı ve
nedenidir ve kendi iradesinin mutlak özgürlüğü ile tesir eder; cisimsizdir; basit
bir varlıktır; canlıdır; irade ve kuvvet sahibidir; bizim düşüncemizden farklı
olarak Tanrı‟nın iradesi, hükmü ve kudreti kendi özünden ayrı değildir, bu
sebeple biz, Tanrı‟yı zorunlu olarak biliriz, çünkü O‟nun özü varlığı
olmaksızın algılanamaz; yine O değişmez, ezeli ve ebedidir.121
Spinoza, Tanrı‟nın zorunluluğa tabi olduğunu Etika birinci bölüm on yedinci
önerme de şu şekilde göstermektedir: “Tanrı yalnızca kendi doğasının yasalarına
göre davranır ve hiçbirşey tarafından zorlanmaz.”122
Önermeden de anlaşılacağı gibi
Spinoza‟da Tanrı özü gereği yani causa sui‟den dolayı zorunlu bir varlıktır. Bu
yüzden causa sui Tanrı‟nın zorunluluğunu ifade edebilmek anlamında çok önemli ve
özel bir kavramdır. Tanrı‟nın varlığını, Tanrı‟nın varlığının zorunluluğunu, Tanrı‟nın
zorunluluğunun özgürlüğünü tüm bunların anlaşılmasını sağlayacak kavram causa
sui‟dir. Tanrı‟nın varlığını ve ondan varolanları açıklarken de causa sui‟ye ihtiyaç
vardır. Spinoza bu yüzden Etika‟da ilk bölüm ve ilk tanımda causa sui‟ye yer
119
Spinoza, 1996, s. 29. 120
Steven Nadler, Spinoza: Bir Yaşam, çev. Anıl Duman – Murat Başekin, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2008, s. 329. 121
Musa Kazım Arıcan, “Spinoza‟nın Tanrı Anlayışının Din Felsefesi Açısından Değerlendirilmesi”,
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2007, C. XI/1, s. 176-177. 122
Spinoza, 1996, s. 36.
33
vermiştir. Spinoza‟nın düşünce sisteminde Tanrı herhangi bir varlık tarafından
belirlenmemiştir. Causa sui sadece Tanrıya özgü bir şey olduğu için kendi kendisi
tarafından belirlenebilen tek varlık Tanrı‟dır.
Tanrı özü gereği zorunlu varlıktır, Spinoza, zorunluluğu belirleme-belirlenme
kavramlarıyla kurmaktadır. “şeylerin doğasında olumsal hiçbirşey yoktur, ama tüm
şeyler tanrısal doğanın zorunluluğundan belli bir yolda varolmaya ve eyleme
belirlenir.”123
Önermesinden de anlaşılabileceği gibi zorunluluk ilişkisinde Tanrı‟nın
kendini belirlemesinin nedeni causa sui‟dir. Tanrı causa sui‟den dolayı hem
kendisini nedeni olarak belirleyen hem de tekilleri belirleyen tek varlıktır. Tanrı‟nın
varlığından varolanlar, tekiller, kipler (modus) ise belirlenendir. Kiplerin (modus)
belirlenmesinin nedeni Tanrı‟nın zorunlu doğasıdır. “Herhangi bir eyleme belirlenen
bir şey buna zorunlu olarak Tanrı tarafından belirlenir, ve Tanrı tarafından
belirlenmeyen şey kendini eyleme belirleyemez.”124
Spinoza otuz beşinci
mektubunda zorunlu olarak varolan Tanrı‟nın özelliklerini açıklamaktadır:125
123
Spinoza, 1996, s. 43. 124
Spinoza, 1996, s. 42. 125
“Ezeli-ebedi bir varlıktır bu. Çünkü ona sınırlı bir süre atfedilecek olsaydı, bu Varlık kendi sınırlı
süresinin sınırları dışında varolmayan ya da zorunlu varoluşu içermeyen bir varlık olarak kavranırdı ki
bu da onun tanımıyla çelişirdi. Parçalardan oluşmayan, yalın bir varlıktır. Zira oluşturucu parçaların
doğası ve bunlara ilişkin bilgimiz açısından değerlendirildiğinde, bu parçaların oluşturdukları şeyden
önce gelmeleri gerekir. Doğası gereği ezeli-ebedi olan söz konusu olduğunda ise, bu böyle olamaz.
Belirlenmiş değil, ancak sonsuz olarak kavranılabilen bir varlıktır. Zira bu Varlığın doğası belirlenmiş
olsaydı ve belirlenmiş olarak kavransaydı, o doğa söz konusu sınırlar dışında varolmayan olarak
kavranırdı. Bu da gene, söz konusu varlığın tanımıyla çelişki arz eder. Bölünemezdir. Çünkü eğer
bölünebilir olsaydı, ya aynı ya da farklı doğadaki parçalara bölünmüş olurdu. Farklı doğadaki
parçalara bölünmüş olsaydı, yok edilebilir, dolayısıyla varolamazdı, ki bu da onun tanımına aykırıdır.
Yok eğer aynı doğadaki parçalara bölünmüş olsaydı, her parça salt kendisi yoluyla zorunlu varoluşu
içerirdi ve böylece parçalar birbirleri olmadan varolabilir ve kavranabilirdi. Bu durumda da, söz
konusu doğa sonlu olarak anlaşılabilirdi, ki bu da sonuçta mahut varlığın tanımına aykırıdır. Buradan
da anlaşılacağı üzere, böyle bir varlığa herhangi bir şekilde yetkinsizlik atfettiğimiz anda çelişkiye
düşeriz. Zira böyle bir doğaya atfettiğimiz yetkinsizlik ister bir hataya, ister böyle bir doğanın sahip
olduğu bir sınırlılığa, isterse o doğanın kuvvet yoksunluğundan ötürü dışsal nedenlere bağlı olarak
geçirebileceği bir değişime bağlı olsun, biz zorunlu varoluşu içeren bu doğanın her halükarda
varolmadığını yahut zorunlu olarak varolmadığını söyleme durumuna düşeriz. Buradan da şu sonuca
varıyorum: Zorunlu varoluş içeren her şey kendinde hiçbir yetkinsizlik taşıyamaz, tersine tam bir
yetkinlik ifade etmek durumundadır. Gene, bir Varlığın kendi yeterliliği ve kuvvetiyle varolması
ancak onun yetkinliğinin sonucu olabileceğinden, netice itibariyle, bütün yetkinlikleri ifade etmeyen
bir Varlığın kendi doğası gereği varolduğunu varsaymamız durumunda, kendinde bütün yetkinlikleri
kapsayan bir Varlığın da varolduğunu varsaymamız gerekir. Çünkü daha az güce sahip olan Varlık
kendi yeterliğiyle varoluyorsa, daha çok güce sahip olan bundan katbekat daha fazla kendi yeterliğiyle
varoluyordur.” Spinoza, 2014, s. 204-205.
34
Yukarıda da gösterildiği üzere özü gereği bir varoluşa sahip olan tek varlık
Tanrı‟dır. “Böyle bir varlık Tanrı dışında varolamaz; çünkü eğer Tanrı‟nın dışında
varolmuş olsaydı, zorunlu varoluş içeren bir ve aynı doğa ikili bir biçimde var
olurdu, ki bu da, önceki kanıtlamamıza göre, saçmadır.”126
Spinoza düşüncesinde öz,
causa sui olduğu için aynı zamanda Tanrının yetkin doğası anlamını taşır. Bu
yüzden, Tanrı‟nın özünün varoluş içermesi Tanrının yetkin doğası ile açıklanır.
“Tanrı‟nın gücü özünün kendisidir.”127
Çünkü Spinoza‟ya göre buna sadece
Tanrı‟nın gücü yetebilirliktir ve Tanrı‟nın yetkin doğası izin verebilir. “Bu nedenle
de, o Varlığın doğası Tanrı‟ya mahsus olmalıdır, çünkü bütün yetkinliklere sahip
olan ve hiçbir yetkinsizlik barındırmayan O‟dur.”128
Tanrı‟nın yetkin doğası verili nedenle açıklanır. “Verili bir nedenden etki
zorunlu olarak doğar; ve buna karşı, eğer hiçbir belirli neden yoksa, bir etkinin
doğması olanaksızdır.”129
Spinoza‟nın verili nedenden anlatmak istediğin causa
suidir. Dolayısıyla Spinoza‟da causa sui verili neden olur. Causa sui Tanrı‟nın yetkin
doğasından dolayı verili nedendir.
Spinoza düşüncesinde Tanrı kendi doğasından ötürü zorunlulukla vardır.
Yani Tanrı‟nın olumsallığı ya da olmaması düşünülemez. Spinoza‟nın somut
ontolojisinin önemi bundan kaynaklanır: Spinoza varlık görüşünü Tanrı‟nın
doğasından hareketle açıklar. Bu yüzden varlık ve varolanın da aynı zamanda
zorunlu nedeni Tanrı olmaktadır. “Spinoza‟nın varlık felsefesinin Tanrı‟nın
varlığının açıklanması olma nedeni, Tanrı‟nın varlığı ile varoluş içindeki varlıkların
farkını ortaya koymaktır. Bu fark varlık ve varolan ayrımıdır.”130
Çünkü Tanrı hem
kendinin hem de ondan varlığa gelenlerin zorunlu nedeniydi. Dolayısıyla olup biten
her şey tek töze içkindir, bu tözün varlığı olmadan varolmaları da mümkün değildir.
Spinoza felsefesinin özünü şu oluşturur: Tanrı ya da doğa. “Bu dizge birçok
biçimde anlaşılabilir: Tanrı ya da Doğa olarak; zihin ya da madde olarak; yaratıcı ya
126
Spinoza, 2014, s. 206. 127
Spinoza, 1996, s. 49. 128
Spinoza, 2014, s. 206. 129
Spinoza, 1996, s. 24. 130
Atış, 2015, s. 108.
35
da yaratılan olarak; sonsuz ya da geçici olarak.”131
Spinoza düşüncesinde Tanrı‟nın
karşılığında natura naturans [doğalayan doğa] bulunurken, Tanrıdan varlığa
gelenlerin ise natura naturata [doğalanan doğa] bulunur. “Tanrı olmakta olan her
şeyin ve kendisinin de zorunlu nedeni olduğundan natura naturans‟dır, aktif olan
doğadır, doğalayan doğadır.”132
Tanrı‟dan dolayı varlığa gelen kipler (modus) ise,
varlığa gelebilmek için bir nedene gereksinim duyduklarından natura naturata, yani
doğalanan doğadır. “Bunlardan ilki, salt kendi doğasının zorunluluğundan
eylemeklik bakımından özgürdür, ikincisi ise kendinden değil, karşılaşmaların
belirlenimiyle eylemeklik bakımından özgür değildir.”133
Fakat Spinoza düşüncesinde Tanrının doğasının zorunluluğuna bağlı olduğu
söylenirken onun özgürlüğünden nasıl bahsedilebilir? Tanrı‟nın özgürlüğünü
açıklayabilmek için ilk olarak Spinoza‟nın özgür ve zorlanmış kavramlarına
bakılması gerekir.
Yalnızca kendi doğasının zorunluğundan varolan ve eyleme yalnızca kendisi
tarafından belirlenen şeye özgür (libera) denir; öte yandan, bir başkası
tarafından değişmez ve belirli bir yolda varolmaya ve etkin olmaya belirlenen
şeye zorunlu (necessaria) ya da daha doğrusu zorlanmış (coacta) denir.134
Tanımından da anlaşılacağı üzere Tanrı kendi kendinin zorunlu varlık nedeni
olduğu ve varolmak için başka bir nedene ihtiyacı olmadığı için özgürdür. “Bu
ifadeler çerçevesinde Spinoza‟ya göre, hiçbir şey Tanrı‟sız varolamaz ve
kavranamaz. O, her şeyin nedenidir ve tek hür sebeptir. Zira, gerçekten hür neden
olarak yalnız Tanrı vardır.”135
Tanrı‟nın varlığına bağlı olarak varlığa gelen kipler (modus) ise zorlanmış ya
da zorlama varlıklardır. Dolayısıyla Spinoza kişileri burada iki tane kavramla
karşılar: özgürlüğün zorunluluğu ve zorunluluğun zorunluluğu. Kavramlardan ilki
yani özgürlüğün zorunluluğu Tanrı için kullanılırken diğeri, kipler (modus) için
131
Scruton, 2007, s. 75. 132
Spinoza, 1996, s, 44. 133
Balanuye, 2016, s. 91. 134
Spinoza, 1996, s. 23. 135
Musa Kazım Arıcan, “Spinoza‟nın Hürriyet Anlayışı”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, 2000, sayı: 4, s. 404.
36
kullanılır. Tanrı evrenin içkin nedeni olduğundan özü varlığa içkindir dolayısıyla
Tanrı zorunludur bu yüzden de özgürdür. Kipler (modus) ise Tanrı‟nın varlığına
bağımlı olarak varlığa geldikleri, varolmak için bir nedene gerek duydukları için
hiçbir şekilde zorunlu olamazlar. Bu yüzden kipler (modus), Tanrı gibi belirli bir öze
sahip olamadıkları için hep olumsal, zorlama varlıklardır.136
Tanrı, Spinoza felsefesinde belli bir öze sahip olduğu için zorunlu özgür olan
tek varlıktır. “Özden kaynaklanan zorunluluk, yasa içinde olmanın varlık için özgür
olmak, var olanlar içinse bağımlı olmak olduğunu gösterir.”137
Yani hem varlık olan
Tanrı hem de ondan kaynaklı varolanların tümü bu zorunluluğa tabiidir. Sadece
Tanrı öze sahip olduğu ve olmakta olan her şeyin nedeni olduğu için mutlak anlamda
özgür Varlıktır.
Tanrı‟nın varlığından meydana gelen kiplerin (modus) özgürlüğü konusunda
ne söylenir? İnsanın özgürlüğü konusuna bakıldığında kendi eylemlerinde tamamen
bağımsız olduğu söylenilebilir mi? Yani Tanrı‟nın varlığına bağımlı kip(modus) olan
insan için bir özgürlük durumu olabilir mi? Ya da Spinoza‟nın düşünce sisteminde
bu durumu aşabilmek mümkün müdür? Tezin de araştırma konusu olan conatus bu
noktada nasıl bir kavramdır? Conatus‟un insanın özgürlüğü durumundaki yeri nedir?
Ya da insan conatus ile ne türden bir özgürlük sağlayabilir? Şeklinde sorular
yanıtlanmaya çalışılacaktır.
Tanrı‟nın zorunlu olarak kendi varlık nedeni olduğundan tek özgür varlık
olduğunu söylemiştik. Fakat kipler (modus) ise, varolan her şeyin bu zorunluluktan
meydana geldiği ve bu şekilde işlediğinin bilincinde oldukları sürece özgür
olabilirler. Yani kipler (modus) ancak Tanrı‟nın zorunluluğunun bilgisini anladıkları
anlamda özgür olabilirler. “Aynı biçimde, özgür irade konusunda Doğa/Tanrı‟nın
tüm sonlu varlıklarını belirleyen nedenselliklerin biz insanları da aynı ölçüde
belirlediğini kavramak, bizi asılsız arzularımızdan özgürleştirmek bakımından
anlamlıdır.”138
Dolayısıyla Spinoza düşüncesinde, insanın iradi özgürlüğü ya da tam
136
Spinoza, 1996, s. 23. 137
Atış, 2015, s. 107. 138
Çetin Balanuye, Spinozanın Sevinci Nereden Geliyor, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2017, s. 71.
37
anlamıyla özgürlüğü mümkün değildir. “Zira Tanrı, Tanrı olması açısından bir
hürlüğü ifade ederken, insan da Tanrıyı sevmekle, O‟nu bilmekle hürlüğe ve
erdemliliğe ulaşmaktadır.”139
İnsanların özgürlüğü konusunda söylenebilecek sınırlı
bir özgürlük anlayışı bulunur. Bu özgürlük, herşeyin Tanrı‟nın doğası tarafından
belirlendiğinin bilincinde olunduğunda oluşan bir özgürlüktür. “Bir başka deyişle,
insan tam da çepeçevre belirlendiğini kavradığı ölçüde özgürdür.”140
Spinoza
düşüncesinde insanlar özgür oldukları düşüncesine, eylemlerinde bağımsız oldukları
ve bunu hür bir biçimde gerçekleştirdikleri inancından ulaşırlar. Fakat bu insanlar
için yanılgıdan başka bir şey ifade etmez.
Eğer peşine düştüğünüz şey Doğa/Tanrı‟nın tüm nedenselliklerini aşan bir
özgürlük yanılsamasıysa, Spinoza‟dan size umut yok! Ama olanaksız bir
özgürlük fikriyle hepten hepten büyülenmediyseniz, Spinoza‟nın asıl
önerisinin yanılsamalarınızdan özgürleşmek olduğunu anlarsınız.141
Özetle Tanrı özgür varlıktır. Kip (modus) ise varolabilmek için başka bir
nedene gereksinim duyduğundan özgür değildir. Conatus‟un özgürlük konusundaki
ilgisine bakıldığında, şunları söylemek mümkündür. Spinoza felsefesinde insanın ve
diğer modusların ontolojik anlamda var olması düşünülemez. Çünkü sonlu varlıklar
olarak moduslar varlığa gelebilmek için Tanrı‟nın varlığına muhtaçtır. Tanrı‟nın
yetkin doğasından ve özünden dolayı kipleri (modus) belirlemesi söz konusudur.
İnsan ise eylemlerinde Tanrı‟ya bağımlıdır. Fakat bu bağımlılığı aşabilme noktasında
conatus önemli bir yer tutmaktadır.
Conatus (var olma direnci) olmakta olan her şeyi etkileyen Tanrı‟nın zorunlu
nedenselliğinin bir parçasıdır. “Bir başka deyişle, conatus herhangi bir biçimde
Doğa/Tanrı‟yı aşan bir erek koyucunun buyruğu değil, tam da Doğa/Tanrı‟nın
olmakta olan her şeyi bağlayan zorunlu nedenselliğin bir ifadesidir.”142
Bu noktada
Tanrısal/Doğa‟nın parçasını taşıdığı için insanların conatus‟u artıracak yönde
etkilenmesi gerekir. Çünkü conatus doğa içerisinde tüm kiplerde (modus) bulunan bir
şeydir ve hatırlanacak olursa var olma direnci anlamına gelmekteydi. Dolayısıyla
139
Arıcan, 2000, s. 405. 140
Balanuye, 2017, s. 72. 141
Balanuye, 2017, s. 72. 142
Balanuye, 2017, s. 86.
38
insan onu pasif kılacak, onun yararına olan şeylerden alıkoyacak olursa bu var olma
direnciyle, onu ortadan kaldırabilme şansı bulunur.
İnsan bedeni birçok duygulanımdan etkilenir, bu yüzden sürekli karşılaşma
halindedir. Bu karşılaşmalar içerisindeyken etkilenimde olduğu gibi diğer bedenleri
de etkiler. Bu karşılaşma sırasında conatus insan duygularını yöneten bir yasa olur.
İnsan bedeni eyleme gücünü arttıran bir duygulanımdan etkilendiğinde var olma
direnci artarken, eyleme gücünü azaltan, sarsan, uyuşturan bir durumda ise var olma
direnci azalır. Duyguların insan bedeni üzerindeki olumlu-olumsuz etkilerinin
bilgisine varıldığında, insanların üzerindeki gücünün azalacağına inanılır.
Dolayısıyla insanlar etkilenimlerin gücüne izin verdiğinde köleleşir, gücünü ortadan
kaldırdığında ise özgür olurlar.
Etkilenişlerden sevinç devşirmeyi başardığımız ölçüde güçlenir, var olma
ısrarımızı artırır, giderek bilgeleşiriz; tersini deneyimlediğimiz ölçüde de
zayıflar, var-kalma direncimizi azaltır ve köleleşiriz. Spinoza açısından
özgürlük, Doğa/Tanrı‟yı kavramakla bir ve aynı anlama gelir. Bir başka
deyişle, her nasıl eyliyorsak, kendimizi o eylemlerin mutlak patronu saymak
yanılsamasından kurtarıp eylemlerimiz üzerinde etkilerde bulunan duyguları
kavradığımızda, bu etkilerin üzerimizdeki gücü azalmaktadır.143
Spinoza felsefesinde özgürlük konusunda şunlar söylenilebilir: Tanrı asıl
anlamda özgür olan tek varlıktır. İnsan ise ancak Tanrı'nın zorunluluğun bilincinde
olup varolan her şeyin bu zorunlulukla gerçekleştiği bilgisini taşıdığı ve kendisinin
özgür olduğu yanılsamasından vazgeçtiği sürece özgürlük düşüncesine katılabilir.
Conatus bu noktada Tanrının zorunluluğu ve gücü ile bağdaşmaktadır. Çünkü
Spinoza düşüncesinde conatus, insanın Tanrı‟nın zorunlu doğasından dolayı
gerçekleştirdiği bir şeydir.
Kipler (modus) Tanrıdan dolayı varlığa geldikleri için conatus sergiler. Bu bir
anlamda kiplerin (modus) conatus‟u sergilerken Tanrı‟nın zorunluluğunu bildiği ve
usa göre hareket ettiği anlamına gelir. Spinoza düşüncesinde conatus sergilemek usa
göre hareket etmektir, usa göre hareket etmek Tanrı‟yı ve o‟nun zorunlulukla işleyen
doğasını bilmektir. Usa göre eyleyen insan conatus‟u kullanarak bedenin ve zihnin
143
Balanuye, 2017, s. 73.
39
etkinlik gücünü arttırır. Bu sayede aktif dolayısıyla etkin olur. “Özgürlük ve anlama
yetisi güç ile orantılı olduğunda aktif duyguların şiddeti bu yönlerde ne kadar
ilerleyebileceğimizi de belirler.”144
1.5. Bilgi Türleri
Spinoza felsefesinde Tanrı‟nın sonsuz sayıda yüklemi (attributum) vardır.
İnsan ise bunların iki tanesi olan yer kaplama ve düşünme yüklemlerini bilir.
“Spinoza felsefesinde sonlu ruh ve beden, tek tözün kipleridir (mode). Ruh ve beden
kiplerinin birliği, insanı temsil eder. İki kip arasındaki birlik, Tanrısal doğadan
kaynaklanan zorunlu bağlantının sonucudur.”145
Ruh ve bedenin birlik içerisinde
olması Spinoza‟nın ruha bir önem atfetmeyerek onun beden üzerindeki tahakkümünü
önler. “Ayrıca bu kabul, Spinoza felsefesinde insan ruhunun bedeni üzerinde onu
yöneten ve kontrol eden bir güç olmadığının açık ifadesidir.”146
Ruh ve bedenin birlik içerisinde olmasına rağmen etkilenimi ilk alan yer
insan bedenidir. Çünkü Spinoza felsefesinde etkilenim düşünmekten
başlamamaktadır. “Ancak Spinoza, uygunluk ilişkisi içerisindeki ruh ve bedenin
işleyişinin bedenden ruha doğru olduğunu söyler. Bunun anlamı ruhun bilmek ve
eylemek için, bedenin etkilenimine (duygulanış) ihtiyaç duyduğudur.”147
Bu
doğrultuda etkilenimin, bedenden yani cisim olmaktan başladığı söylenir. Çünkü
cisim olmak insan bedeninin olması ve yer kapladığı anlamına gelir. Bu da Spinoza
düşüncesinde Tanrı‟nın sonsuz sayıdaki yüklemlerinden ikisi olan uzam ve düşünme
kiplerine işaret eder. “Cisim ile uzamlı şey olarak görüldüğü sürece Tanrının özünü
belli ve belirli bir yolda anlatan kipi anlıyorum.”148
Etika ikinci bölümde birinci
tanımdan da görüldüğü üzere cisim de bir kiptir (modus).
Spinoza, düşünce sisteminde insanı birey ve tekil kavramlarından hareketle
açıklar. Fakat Spinozada birey ve tekil kavramlarının farklı anlamı bulunur. Bu
144
Arne Naess, "Friendship, Strength of Emotion, and Freedom İn Spinoza", The Trumpeter, 2006,
Cilt:22, No:1, s. 120. 145
Naciye Atış, “Spinoza Felsefesinde Beden ile Zorunlu Birlik İçerisindeki Ruhun Gücü”, FLSF
(Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2015, sayı:20, s.144. 146
Atış, 2015, s. 144. 147
Atış, 2015, s. 144. 148
Spinoza, 1996, s. 56.
40
bağlamda insan bedeni için bireysel parçalardan oluşmuş bir cisim şeklinde sözedilir.
Birey olmak Spinoza‟da birçok parçanın birleşmesi, birleşik olmak anlamına gelir.
“İnsan bedeni (corpus humanum) değişik doğalarda birçok bireysel parçadan oluşur
ki, bunlardan her biri yüksek bir düzeyde bileşiktir.”149
Birey (individuum) birleşmiş
olmak demektir. “Spinoza bireylerin insan bedenini oluşturduğunu söyler. İnsan
bedeni o halde tekil olmayı değil bireyleşmeyi (individuation) içerir.”150
İnsan bedeni
bireysel parçalardan birleşerek oluşmuş bir cisimdir. “İnsan anlığının biçimsel
varlığını oluşturan idea yalın değil ama birçok ideanın bileşimidir.”151
Bu birçok
ideanın bileşimi olan parçaları Spinoza tekiller olarak adlandırır.
Tekil şeyler (res singulares) ile sonlu olan ve belirli bir varoluşları olan şeyleri
anlıyorum. Ama eğer bir dizi birey tek bir eylemde aynı zamanda tek bir
etkinin nedenleri olacak bir yolda birleşmişsse, tümünü de bu düzeye dek tek
bir bireysel şey olarak görüyorum.152
Çünkü her parçamız birçok ideanın bileşimi olan tekillerden bu etkiyi alarak
etkilenmektedir. “Tekillerin bağlantısı, cisimlerin hareketiyle başlar. Cisimler, kendi
kendilerinin nedeni olamayan tekiller oldukları için kendi dışındaki neden olan Tanrı
tarafından var olmaya ve harekete belirlenirler.”153
Dolayısıyla etkilenim cisimlerden
bedene, bedenden de ruha doğru gider.
Bu nedenle beden, birçok hareketini, içerdiği tekillerden etkilenir ve etkiler.
Beden bu nedenle sürekli olarak etkilerin izlerini taşır. Beden bu etkiler ile
cisimleri çeşitli yollardan etkileyerek, devindirip düzenleyebilir. Gördüğümüz
gibi Spinoza felsefesinde bedenin her zaman etkileme ve etkilenme
dolayısıyla da belirleme ve belirlenme içerisinde olma nedeni bireyleşmesidir.
Bireyleşmiş beden, ruhun nesnesidir. Bu nedenle ruh bedenin çeşitli
etkilenimlerine maruz kalır.154
Beden ile uyum içerisinde olan ruhun etkilenimlerden kurtulup aktif hale
gelmesi onun gücünü temsil eder. Bu güçle Spinoza, insanın özgür ve bilge olacağını
söyler. “Spinoza ruhun gücünün insanı, bilge ve özgür yaptığını söyler. Bu da ruhun
149
Spinoza, 1996, s. 70. 150
Atış, 2015, s. 151. 151
Spinoza, 1996, s. 70. 152
Spinoza, 1996, s. 56. 153
Atış, 2015, s. 151. 154
Atış, 2015, s. 151.
41
içinde olduğu zorunluluğu bilmesi, doğasına yani aklına uygun davranmasıdır.”155
Bilgi için de bedenin etkilenimi gerekmektedir.
Spinoza‟nın bedene verdiği önemin felsefesi açısından çok büyük olduğu
söylenir. Çünkü etkilenimin oluşabilmesi için bedenin varlığına ihtiyaç vardır. Bu
nedenle etkilenimin oluşabilmesi için, etkilenecek bir beden gerekir. Spinoza
düşüncesinde, beden olmazsa etkilenimden söz etmek mümkün değildir. Yukarıda
söylendiği gibi beden bileşik parçalardan oluşan bir cisimdir. Spinoza felsefesinde
insan bedeni etkilenen bir cisim olduğundan her parçadan etkilenir. Spinoza, bu
yüzden insan bedeni için parçacıkçı konuşmaktadır;156
O hâlde Spinoza felsefesinde etkilenim cisim ve bedenden başlamaktadır.
Cisim ve bedenin hareket nedeni, Tanrı‟nın özüdür. Tanrı‟nın özü güç olduğu için
cisimlere o hareket Tanrı‟nın özü tarafından verilmektedir.
Duygulanımların kaynağının bedenden gelen etkilenimler olduğu
söylendikten sonra duyguların bilgi ile olan ilişkisine bakılabilir. Bu noktada
Spinoza‟nın duygu tanımına bakılması iyi olur;
Duygu (affectus) ile bedende onun kendisinin etkinlik gücünü arttıran ya da
azaltan, ona yardımcı ya da engelleyici olan değişkilerin idealarını anlıyorum.
Öyleyse, eğer bu değişkilerin herhangi birinin yeterli nedeni biz olabilirsek,
duyguyu bir eylem (actio) olarak, yoksa bir tutku/edilim (passio) olarak
anlıyorum.157
Tanımından da anlaşılacağı gibi, duygunun bilgi ile olan ilişkisinde eylem,
bilgi olmayan ilişkisinde tutku söz konusudur. İnsanların duygular karşısında etkin
olup eylemde bulunması halinde bilgi, edilgin olup, pasif kaldıklarında ise tutku
ortaya çıkar. Spinoza düşüncesinde bilgi ve tutku kavramları birer duygu olarak
155
Atış, 2015, s. 143. 156
Konutlamalar İnsan bedenini oluşturan bireysel parçalardan kimileri sıvı, kimileri yumuşak ve
kimileri serttir. İnsan bedenini oluşturan bireyler ve dolayısıyla insan bedeninin kendisi, dışsal
şeylerden birçok yolda etkilenir. İnsan bedeni sakınımı için başka birçok cisme gereksinir ki, bunlar
yoluyla bir bakıma sürekli olarak yeniden yaratılırlar. İnsan bedeninin sıvı doğalı bir parçası dışsal bir
cisim tarafından sık sık bir başka yumuşak parçaya çarpacağı bir yolda belirlendiği zaman, onun
yüzeyini değiştirir ve üzerinde bir bakıma çarpan dışsal cismin belli izlerini bırakır. İnsan bedeni
dışsal cisimleri birçok yolda devindirebilir ve birçok yolda düzenleyebilir. Spinoza, 1996, s. 70. 157
Spinoza, 1996, s. 99.
42
adlandırılır. “Bedenin her etkilenimi, ruhta duygulara neden olur. Bu duygular bu
felsefede hem bilgi hem tutku (passionis) olarak adlandırılır.”158
İnsanın upuygun
ideaları bilmesi durumunda duyguyu bilgi haline getirmesi mümkün olabilir. Aksi
takdirde insanın tutkulara bağlı kalması söz konusudur. Tutkular karşısında ruhu
etkinleştirmenin yolu sürekli çabalamaktır. “Bunun sonucu olarak Spinoza, insan
ruhunun, tutkulara karşı her zaman çaba (conatus) içerisinde olduğunu söyler. İnsan
ruhunun çabası tutkulardan kaçınma isteğidir.”159
Tutkular karşısında çabalayan
insan aklı sayesinde hareket eder. Aklın öngördüğü şekilde eyleyen insan köle
durumunda değildir. Spinoza insanın tutkular karşısında güçsüzlüğünü kölelik olarak
tanımlar.
İnsanın duygularını denetleme ya da kısıtlamadaki güçsüzlüğüne Kölelik
diyorum; çünkü duygularına boyuneğen bir insan kendi tüzesi altında değildir,
ama öyle bir düzeye dek talihin elindedir ki, sık sık daha iyi olanı görmesine
karşın daha kötü olanı izlemek zorunda kalır.160
Bu durumda Spinoza‟da insan ruhunun gücünü tutku ile kölelikten kaçınma,
aklın ve bilginin gücü ile özgürlüğe ulaşmak oluşturur. Bunlar aynı zamanda insanın
aklı ile hareket ettiğini gösterir. Çünkü insan ancak aklı ile tutkuları kontrol edebilir.
“O halde Spinoza felsefesinde insan ruhunun gücünün konusu, ruhun tutku ve
kölelikten kaçınma, bilgi ve özgürlüğü elde etme çabasıdır.”161
Spinoza ruhun eylemlerini etkin ve edilgin olmak şeklinde ikiye ayırmıştır.
Bu doğrultuda, ruhun etkin olması bedene karşı çabalamasıdır. Bu çaba ile bilgi
konusunu insanlara hatırlatır. “Spinoza ruhun etkinliğini, bedenin etkilenmelerine
karşı çabalamasında bulur. Bu karşı çabayı Spinoza bilgi konusuna bağlar.”162
İnsanın upuygun ideaları bildiği takdirde tutkuyu bilgiye dönüştürmüş dolayısıyla
etkin olmuş olur. “Spinoza bu nedenle ruhun upuygun (adaquate) idealara sahip
158
Atış, 2015, s. 152. 159
Atış, 2015, s. 152. 160
Spinoza, 1996, s. 151. 161
Atış, 2015, s. 152. 162
Atış, 2015, s. 153.
43
olduğunda etkin, uygun olmayan (inadequate) idealara sahip olduğunda ise edilgin
olduğunu söyler.”163
Spinoza düşüncesinde upuygun bilgi ile kastedilen nesnesine uygun bilgidir.
İnsanlar upuygun ideaları yalnız bilgi türlerinden üçüncüsü olan sezgisel bilgi ile
ayırtedebilir. Upuygun bilgi Tanrı‟yla ilişkili olan bilgi anlamına gelir ve bu yüzden
doğrudur. “Tanrı‟yla ilişkili oldukları sürece tüm fikirler doğrudur.”164
Bilgi türleri
sonra ayrıntılarıyla gösterilecektir. Bilgi türlerine geçilmeden önce uygun idelere ve
aklın kılavuzluğunda yaşamanın ne demek olduğuna bakılması gerekir. Spinoza
felsefesinde ruhun çabasının, insanın usun buyruklarına göre yaşaması olduğu kabul
edilir. O halde Spinoza düşüncesinde, usun buyruğuna göre yaşamak, beden ile uyum
içerisinde olan ruhun Tanrı‟nın zorunluluğunda dolayı birleştiğini bilmek ve ona
göre hareket etmek anlamına gelir. İnsanlar ancak bu şekilde tutkuların nedenine
ulaşıp özgürlüğe kavuşur. Aksi halde insanların, bedenden gelen etkilere maruz
kaldıkça esarete kapılmaları kaçınılmazdır.
Demek ki Spinoza felsefesinde ruhun çabası, insanın aklının (Raison)
kılavuzluğuyla yaşamasıdır. Ruh, aklın kılavuzluğunda yaşamadığında
bedenden gelen tutkuların etkisi altındadır. İnsan ruhunun aklın etkisinde olma
nedeni uygun ideleridir. İnsanın ruhundaki uygun olmayan ideler ise insanı,
aklının değil tutkularının yönlendirmesine neden olur.165
O halde insanın uygun ideleri bilmesine neden olacak üçüncü bilgi türüne ve
diğer bilgi türlerine bakıldığında; Spinoza bilgi türlerini Etika isimli eserinde üçe
ayırmıştır: Birinci tür olan bilgi sanı ya da hayalgücüdür. İkinci türden bilgi akıldır.
Üçüncü türden bilgi ise sezgisel bilgidir. Spinoza birinci tür bilginin hatanın kaynağı
olduğunu ve yetersiz idealardan oluştuğunu bu yüzden karışık bilgi olduğunu
söyler.166
Spinoza bu türden bilgiyi, insanların karışık, yanlış bilgiler edinmesine
163
Atış, 2015, s. 153. 164
Pierre Macherey, Hegel ve Spinoza, çev. Işık Ergüden, Otonom Yayıncılık, İstanbul, 2013, s. 81. 165
Atış, 2015, s. 153. 166
Spinoza‟ya göre onlar birer karışım oldukları için zorunlu olarak, hedeflediğim nesneyi, dışarıdaki
nesneyi tam olarak bana anlatamazlar ve mecburen yetersiz, karışık, hayali (imgesel) bilgidirler.
Duyular tarafından bozuk ve karışık bir yolda ve hiçbir düzen olmaksızın anlağımıza sunulan tekil
şeylerden; bu yüzden genellikle bu algılara bulanık deneyimden bilgi (cognitio ab experientia vaga:
vagus/dolaşan, kararsız) diyorum. Spinoza insanların fiziksel olarak gördüğü şeylerin imgelemiyle
idealar oluşturduklarını söyler. İmlerden, örneğin belli sözcükleri duyduğumuz ya da okuduğumuz
zaman şeyleri anımsar ve onların onları imgelememizi sağlayan ve onlara benzer belli idealarını
44
neden olduğu için bulanık deneyimden bilgi (cognitio ab experientia vaga:
vagus/dolaşan, kararsız) şeklinde tanımlar.
İkinci tür bilgi ise yeterli idealardan oluştuğu için akıl (reason) ya da us
bilgisidir. “Şeylerin özelliklerine ilişkin ortak kavramlarımızın ve yeterli
idealarımızın olmasından bunu us ve ikinci türden bilgi olarak adlandıracağım.”167
Spinoza birinci ve ikinci bilgi türlerini açıkladıktan sonra üçüncü bilgi türü
olan sezgisel bilmeyi (scientia intuitiva) açıklar. “Bu bilme türü Tanrı‟nın belli
yüklemlerinin biçimsel özünün yeterli bir ideasından şeylerin özlerinin yeterli
bilgisine ilerler.”168
Spinoza sezgisel bilgiyi açıklamaya şu örnekle devam eder;
Üç sayı verilmiş ve üçüncüye karşı ikincinin birinciye karşı durduğu gibi
duran dördüncünün bulunması isteniyor olsun. Tecimci duraksamadan ikinciyi
üçüncü ile çarpıp çarpımı birinciye böler; çünkü ya öğretmeninden herhangi
bir tanıtlama olmaksızın işittiklerini henüz unutmamış ya daha bunu çok yalın
sayılar üzerinde denemiş, ya da Euklides‟in 7‟nci kitabının 19‟ncu
önermesinin tanıtından tüm orantılıların ortak özelliğini anlamıştır. Ama en
yalın sayılarda tüm bunlara hiç gerek yoktur. Örneğin 1, 2, 3 sayıları
verilmişse dördüncü orantılının 6 olacağını herkes görür ve bu çok daha
açıktır, çünkü birinci ve ikinci arasında tek bir sezgi yoluyla gördüğümüz
orandan dördüncüyü çıkarırız.169
Spinoza açıkladığı bilgi türlerinden insanları mutlak olarak doğruya
götürecek olanların ikinci ve üçüncü bilgi türü olduğunu söyler. Çünkü bu bilgiler
aklın sonucudur, imgelemin değil. “Başka bir deyişle, sezgiye dayanan bütünsel
kavrayış, imaginationun değil, rationun bir sonucudur; imgelemden değil, akıldan
kaynaklanır.”170
Bu doğrultuda üçüncü bilgi türü olan sezgisel bilgi bütünüyle
rasyonel, eksiksiz olup şeylerin özüne birebir bilgisine doğru işler.
Baştan sona rasyonel olan sezgisel bilgi, sonuç olarak, eksiksiz, mutlak bir
bilgidir; sıfatın bilinmesinden şeylerin özünün birebir bilgisine doğru işler.
oluştururuz. Şeylere bu iki bakış yolunu bundan sonra birinci türden bilgi, sanı (opino) ya da imgelem
olarak adlandıracağım. Spinoza, 1996, s. 85. 167
Spinoza, 1996, s. 85. 168
Spinoza, 1996, s. 85. 169
Spinoza, 1996, s. 85. 170
Çetin Türkyılmaz, “Şeyh Bedrettin‟i Spinoza ile Okumak”, Spinoza ile Karşılaşmalar, Ed. Güçlü
Ateşoğlu –Eylem Canaslan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, (2015), s. 264.
45
Sezgisel bilginin, sonsuzun içinde tekil özlerin birbirine nüfuz edişini, keza
bunlardan her birinin niteliksel farklılığını kavradığı ileri sürülebilir.171
Spinoza düşüncesinde üçüncü bilgi türü, insan zihninin Tanrı‟nın zihninden
pay aldığı, aklında üzerinde olan bir düzeydir. “Üçüncü bilgi türü, aklın da üzerinde,
artık insan zihninin (doğru bilgiye sahip olduğu sürece) Tanrı‟nın zihninin parçası
olduğu bir düzeydir. Bu düzeyde yaşama istenci, yaşama dönük sevgisi de kişinin
bilgisine oranla yükselecektir.”172
Bu doğrultuda üçüncü bilgi türü ile insanın usun
buyruğuna göre yaşaması paralel olur. Çünkü sezgisel bilgi türü insanın var olma
direncini de etkileyen bir şeydir. Üçüncü bilgi türüne göre eylemek demek usun
buyruklarına göre yaşamak demektir. Usun buyruğuna göre yaşayan kimse
varoluşunu sürdürmeye, devam ettirmeye çabalar. Varoluşunu nasıl sürdüreceğinin,
nasıl yaşanacağının bilgisine sahip insan üçüncü bilgi türüyle, yani akılla hareket
eder. Sezgisel bilgiyle hareket eden kimse duygularını kontrol etmeyi bilir.
Etika kitabında ikinci bölümdeki 41-47 önermeler bilgi konusuyla ilgilidir.
Balanuye, Spinoza‟nın burada bilgi konusuyla ilgili daha ayrıntılı şeyler verdiğini
belirtir. “Birinci türden bilgi yanlışlığın biricik nedenidir; ikinci ve üçüncü bilgi türü
zorunlu olarak gerçektir.”173
Spinoza birinci tür bilginin yanlış diğer iki bilgi türünün
ise zorunlu olarak doğru olduğunu söyler. Çünkü insan birinci türden bilgiye sanı ile
ulaşırken diğerlerine akılla ulaşır, bu yüzden sezgisel bilgi ve us bilgisi zorunlu
olarak doğru olur. “Birinci tür bilgi yanlış, öteki ikisi zorunlu olarak doğrudur.
Çünkü ilki hayalgücü, imgelem düzeyindeyken, diğer ikisi akılla ulaşılan
bilgilerdir.”174
Doğrudan akıl bilgisi olan ikinci ve üçüncü bilgi türü insana gerçek
bilgiyi verir. “Bize gerçeği yanlıştan ayırdetmeyi öğreten birinci değil ama ikinci ve
üçüncü türden bilgidir.”175
Çünkü Spinoza düşüncesinde ancak aklın bilgisi gerçektir
ve akıl doğrultusunda yapılan eylemler insanın doğasına uygun yaşamasını sağlar.
Spinoza‟nın doğru ve yanlış kavramlarını zorunlulukla kavrayan kimsenin upuygun
kavramını da anlayıp doğru yolda olacağını söylediği kabul edilir.
171
Hadi Rızk, Spinoza’yı Anlamak, çev. Işık Ergüden, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012, s.111. 172
Bir, 2016, s. 26. 173
Spinoza, 1996, s. 85. 174
Bir, 2016, s. 25. 175
Spinoza, 1996, s. 86.
46
Spinoza ikinci ve üçüncü türden bilginin „pedagojik‟ bir işlevi olduğunu da
söyler; yani, bir kişi doğru ve yanlış kavramlarının zorunlu nedenselliği ile
ilgili bu aşamaya kadar kanıtlanan fikirleri kavradığında, doğruyu doğru
olmayandan ayırabilmenin gerektirdiği upuygunluk kavramını da anlamış,
böylece doğru izin peşine de düşmüş olur.176
Önermesinde esasında Descartes‟a karşı çıkış söz konusudur. Çünkü
Descartes düşüncesinde her şeyden şüphe etmek söz konusuydu. “Gerçek bir ideası
olan biri aynı zamanda gerçek bir ideası olduğunu bilir ve şeyin gerçekliğinden
kuşku duyamaz.”177
Hatırlanacağı üzere Descartes‟de üç tür ide bulunmaktaydı.
“Bunlar dışardan gelen ideler, zihin tarafından, imgeleme dayanarak oluşturulan ide
ya da düşünceler ve doğuştan getirilen idelerdir.”178
Descartes‟ın bulanık bilginin
doğruluğunu sorgusuzca kabul edip Tanrıyı da bu bilgiden yola çıkarak kanıtlaması
Spinoza‟ya göre yanlıştır. Çünkü Spinoza düşüncesine göre insanda bulunan ideler
hem zihin hem bedenden gelir.
Spinoza‟ya göre, sözgelimi Descartes, yöntem kuşkuculuğunun olanca
titizliğine karşın, Doğa/Tanrı‟nın her şeyde ve her yerde işleyen zorunlu
mevcudiyetinin, aslen bir ve aynı şeyin farklı ifade edilişi olan kendi bedeni
ve zihnini de teşkil eden edimlerin ortak düzeni olduğunu kavrayamamıştır.
Böylece Descartes, aslında, bedenin bulanık ve karmaşık bir fikrini en
kesinlikli doğru sayarak, sözde Tanrı‟nın kanıtını da buradan çıkarmak
istemiştir. Oysa burada, yersiz bir kuşkunun yönlendirmesiyle harekete geçen
hayal gücü, „kanıtlayacak‟ olanın „kanıtlanacak‟ olandan farklı olduğu ilk
kabulüyle, upuygun bir fikir ve bundan türeyecek zorunlu tüm doğru fikirleri
gözden kaçırmıştır.179
Konu başında da söylendiği gibi Spinoza felsefesinde etkilenim için bedenin
varlığı gereklidir. Dolayısıyla ne şekilde olursa olsun ideanın nesnesi beden ise
ideanın geldiği yer bedendir. “İnsan anlığını oluşturan ideanın nesnesi bedendir, ya
da edimsel olarak varolan belli bir uzam kipidir ve başka bir şey değildir.”180
Spinoza Etika ikinci bölümde 45-47 önermelerde usu doğru bilgiye, doğru
bilgiyi Tanrı‟nın zorunlu doğasına ve bu zorunluluğu da varolan her şeyin nedenine
176
Balanuye, 2016, s. 125-126. 177
Spinoza, 1996, s. 86. 178
Cevizci, 2005, s. 464. 179
Balanuye, 2016, s. 126. 180
Spinoza, 1996, s. 65.
47
bağlar.181
Çünkü Spinoza düşüncesinde insan beden ve ruhtan birleşik bir kip
(modus) olduğundan Tanrının özünü içerir. İnsan zihni bu anlamda Tanrının sonsuz
özünün bilgisini taşır. “İzleyen üç önermede, Spinoza aklı doğru bilgiye, doğru
bilgiyi Tanrısal zorunluluğa, zorunluluğu şeylerin tüm düzenine ve bu düzenin
bitimsizliğini de Tanrısal sonsuzluğa sıkı sıkıya bağlar.”182
181
Edimsel olarak varolan her cismin ya da her tekil şeyin her ideası Tanrı‟nın bengi ve sonsuz özünü
zorunlu olarak içerir. Tanrı‟nın her idea tarafından içerilen bengi ve sonsuz özünün bilgisi yeterli ve
eksiksizdir. İnsan anlığı Tanrı‟nın bengi ve sonsuz özünün yeterli bir bilgisini taşır. Spinoza, 1996, s.
89. 182
Balanuye, 2016, s. 127.
48
2. ĠKĠNCĠ BÖLÜM
SPĠNOZA’NIN CONATUS TEMELĠNDEKĠ ETĠĞĠ
2.1. Spinoza Felsefesinde Conatus
Bu bölümde Spinoza‟nın etik anlayışı conatus öğretisinden hareketle
anlatılmaya çalışılacaktır. İlk olarak, Spinoza felsefesinde olmakta olan her şey tek
töz olan Tanrı tarafından belirlenmekteydi.183
Spinozanın etik görüşünde de aynı
şekilde bu determinist görüş hakimdir. “Söylediği gibi olup biten her şey, Doğanın
ebedi düzeni ve yerleşik yasalarına göre olup bitmektedir.”184
Spinoza‟nın dönemi itibariyle etik ve ahlak arasındaki farka değinmiş olması
onu önemli kılan bir noktadır. “Spinoza‟nın Etikası‟nın dönemi için getirdiği en
önemli yeniliklerden biri etik ve ahlak arasında bir ayrım yapmış olmasıdır. Onun
birey ve toplum hayatının faydası için öne sürdüğü şey ahlak değil etikti”.185
Bu
durumda etik ile ahlak arasındaki ayrım ortadadır. İki kavram arasında bir benzerlik
olsa da birbirine karıştırılmıştır. “Etik kavramı ile ahlak kavramının birbirine
karıştırılmakta ve ahlak ile etik sözcükleri arasında anlam ayrımı olmasına rağmen
günlük dilde birbirleri yerine kullanılmakta oldukları görülmektedir.”186
Bu
bağlamda etik ve ahlak kavramlarının ne anlama geldiğine bakılması gerekir.
Ahlak, Arapça „hulk‟ kökünden türeyen töre, gelenek, görenek, alışkanlık,
huy, karakter anlamlarına gelir. Etik ise, Grekçe „ethos‟ ve „mos‟ köklerinden
türemiş ve töre, gelenek, görenek, alışkanlık, karakter, huy, mizaç vb.
anlamlara gelir. Bu iki sözcük etimolojik karakterleri itibariyle hemen hemen
aynı anlamlara gelmektedir. Ancak etiğin, „ahlak‟ fenomenini inceleme alanı
olduğunun ifade edilmesi üzerine bu kavramlar felsefede kazandıkları
anlamlar itibariyle ayrılmış olmaktadır. Özlem‟e göre Ahlak, bir kişinin, bir
grubun, bir halkın, bir toplumsal sınıfın, bir ulusun, bir kültür çevresinin belli
bir tarihsel döneminde yaşamına giren ve eylemlerini yönlendiren inanç,
değer, norm, buyruk, yasak ve tasarımlar topluluğu ve ağı olarak
tanımlanabilir. Etik ise, ahlak üzerine düşünmek, ahlak üzerine felsefe
yapmaktır.187
183
Zelyüt, 2011, s. 29. 184
Mehmet Türkeri, Etik Kuramları, Lotus Yayınevi, Antalya, 2014, s. 103. 185
Güngör, 2015, s. 137. 186
Doğan Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, Say Yayınevi, İstanbul, 2010, s. 28. 187
Özlem, 2010, s. 28-29.
49
Ahlak kavramı, yaptırımlara dayanan, Tanrı‟nın emir ve yasakları bulunan
aşkınlıkla örülü bir yargı sistemidir. Yukarıda da söylendiği gibi etik ahlaki sorunları,
ahlaki yargıları inceleyen felsefi düşünmedir. “Etik, felsefenin bir dalıdır; ahlak
felsefesidir (moral philosopy) ya da ahlak (morality), ahlaki sorunlar ve ahlaki
yargılar hakkında felsefi düşünmedir.”188
Etik insan davranışı ve duygularını aşkınsal
görüş barındırmayarak inceleyen bir sistemdir. “Etik, insan davranış ve duygularını
aşkın ahlak değerlerine başvurarak değil, öngördükleri ya da beraberinde getirdikleri
var olma kiplerini temel alarak değerlendirir.”189
Ayrıca etik, ahlak görüşünde
olduğu gibi yargılayan bir sistem değildir. Bu yüzden ahlakın bir yargı sistemi
olduğunu söylemek mümkünken, etik için bunu söylemek mümkün değildir. “Etik
ise bir yargı sistemi olamaz.”190
Etik üzerine daha pek çok tanım bulunabilir ama bunları bir bütün halinde
sunmanın imkânı yoktur. Çünkü etik sözcüğü her dönemde pek çok düşünür
tarafından farklı şekillerde ele alınmıştır. Etik ve ahlak kavramlarının ne anlama
geldiği açıklandıktan sonra ahlaksal yargıların ötesinde olduğu düşünülen Spinozacı
etik kuramı açıklanabilir. Spinoza etik düşüncesinde insan bedenini dikkate alır. Ona
göre, “yapabildiğimiz her şeyi sonuna kadar yapma ilkesini benimserken Etik, bedeni
model olarak almaktadır.”191
Spinoza'nın etik görüşünden Etika eseri hakkında bilgi verilirken
bahsedilmişti. Herhangi bir buyruk, görüş dayatmayan bu rölativist etik düşüncesinde
salt iyi kötü düşüncesinin yerini yararlı ve zararlı kavramları alır. “Geleneksel
ahlakta aşkın güçlerce belirlenen iyi-kötü ayrımının yerini birey ve toplum için
yararlı ve zararlı ayrımı almıştır.”192
Dolayısıyla etik, hem bireysel hem toplumsal
bağlamda aklı temel alarak yaşayanlar için en yüksek iyiye ulaştıran şey ise, iyi ve
kötü de bu yola ulaştıran ve ulaştırmayan şeylerdir. “Etik eğer hem bireysel
düzlemde hem de toplumsal düzlemde aklın rehberliğinde yaşayan insanlar için En
Yüksek İyiyi bulmanın tek yoluysa iyi ve kötü de bu yolu açan ve engelleyen şeyler
188
William K. Frankena, Etik, çev. Azmi Aydın, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2007, s. 20. 189
Bumin, 2010, s. 87. 190
Güngör, 2015, s. 137. 191
Bumin, 2010, s. 87. 192
Feyza Şule Güngör, “Spinoza‟da İyi ve Kötünün Conatus (En İyi Şekilde Varlıkta Kalmakta Israr)
Bağlamında Değerlendirilmesi”, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), 2015, sayı:20, s.137.
50
olarak değerlendirilir.”193
Bu noktada Spinoza insan için iyi ve kötü olanı şu şekilde
tanımlamaktadır: İyi, insanın eyleme gücünü artıran, sevince götüren şey olurken,
kötü ise insanı güçsüzleştirerek, ona yararlı gelecek şeylerden alıkoyan ve mutsuz
olmasına neden olan şey olur.
Öyleyse insan için „iyi nedir?‟ sorusuna Spinoza‟nın cevabı insanı sevince,
huzura götüren, varlığını sürdürmek için güç ve kudretini arttıran şeydir. Kötü
de onun varlığının bütünlüğünü bozan, onu güçsüzleştiren, mutsuz kılan ve En
Yüksek İyi‟ye ulaşma yolunda önüne engeller çıkaran şeylerdir.194
Spinoza düşüncesinde bir şeyin iyi ya da kötü şeklinde tanımlanması onun
nesne ile ilişkisine etkilenim ve etkileme durumuna bağlı olarak değişir. Spinoza
Anlama Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine İnceleme adlı eserinde iyi ve kötüyü insan
davranış ve duygularını aşkınsal bir biçimde dayatmadan yararlı ya da zararlı
kavramlarını kullanarak anlatır. Spinoza bu eserinde servetin, itibarın ve duyusal
hazzın insanlara en yüce iyiliği sunan şeyler olarak kabul edilmesinin yanlışlığına
dikkat çeker. Bunların insanlara yarar sağlayan şeylerden alıkoyduklarında kötü, arzu
edilen zarar getirecek yollardan koruyacak şekilde etkilediğinde ise iyi olduğundan
sözeder.
Çünkü kendilerini esas itibariyle hayatta sunan ve eylemlerine bakarak
söylersek insanların en üstün iyi saydığı şeyler şu üç başlıkta özetlenebilir:
servet, itibar, duyusal haz. Zihin bu üçüyle öylesine çelinmiş durumdadır ki
başka herhangi bir iyiyi düşünmekten bütünüyle acizdir. Duyusal hazda, zihin
sanki iyi bir şeye kendini kaptırmışcasına takılmış görünmektedir buna; öyle
ki, başka herhangi bir şey düşünmekten tümüyle alıkonmuştur. Gelgelelim, bu
hazza erişildikten sonra, şayet zihni tamamen ketlemiyorsa, afallatan ve
zayıflatan yoğun bir buhran baş gösterir.195
Spinoza etiğinin temelinde de conatus kavramı bulunur. “Skolastik ve ödev
temelli ahlaki değerlere dayanmayan, yergi ve yargının ötesinde olan etiğin hareket
ettirici düşünce gücü ise conatus, yani insanın en iyi şekilde varlıkta kalma ısrarı
193
Güngör, 2015, s. 138. 194
Güngör, 2015, s. 138. 195
Spinoza, Anlama Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine İnceleme, çev. Emine Ayhan, Dost Kitabevi,
Anklara, 2015, s.40.
51
olmuştur.”196
Spinozanın conatus kavramı ile etiği bütünlük oluşturmaktadır. Çünkü
conatus insan söz konusu olduğunda insanın özünü ifade eder.
Benzer bir biçimde, arzu –tutku hallerinde olduğu gibi- her zaman bulanık
fikirler ya da çağrışımlardan kaynaklanmaz, aktif olduğu her durumda –her
varlık gibi insanın da özü olan- var olma çabasından (conatus),yani upuygun
fikirlerden kaynaklanır; bu tür arzu bedenin aktif çabasıdır ve insanın eyleme
gücünü artırır; onun var olma gücü artırır.197
İnsanın conatus sergilemesi varlıkta olmasını sağlarken aynı zamanda
davranışınada yansımaktadır. Conatus‟u sürdüren insan aklın buyruklarına göre
hareket ederek onu esir kılan, bedenini ve zihnini edilginleştiren duygularını kontrol
altına alır. Conatus insanın kendini geliştirmesi, etkinlik gücünü arttırması
bağlamında değişmesi anlamına gelir. “Kendimizi korumayı istememizin asıl özü,
kendimizi güçlendirmeye, başka bir deyişle: elden geldiğince kendimizi
yetkinleştirmeye çalışmaktır.”198
Bu yüzden insan aklın öngördüğü duyguları
yaşamaya çabalar. Dolayısıyla aklın öngördüğü duyguları yaşamaya çabalayan insan
doğru eylem ve davranışlarda bulunur. Doğru eylem ve davranışlarda bulunan insan,
bedeninin ve zihninin etkinlik gücünü artıracak sevinçli duygular yaşamaya çabalar.
İnsan bu sayede mutlu olabilir. Bu bağlamda Spinoza etiği conatus sayesinde sevinç
etiğine dönüşür. Çünkü Spinoza düşüncesinde sevinci yakalayan kişi erdemi ve
mutluluğu yakalar. Bu bağlamda Spinoza‟nın conatus öğretisi; insanın aklını
kullanarak yaşadığı sürece usa uygun, mutluluğu ve erdemi yakalayan bir sevinç
etiği oluşturmasında çok önemli bir rol üstlenir.
Spinoza insan yaşamını, duyguların önemli oranda etkilediğini söyler.
“Spinoza felsefesinde bu açıdan duyguların merkezi bir rolü vardır.”199
Onun
sisteminde duygular eylemlerle ya da tutkularla gerçekleşir. “Duygular eylemlerle ya
da tutkularla gerçekleşmektedir.”200
Spinoza‟nın etiğinde duyguların hayati rolü
kendini sevinç ve üzüntüde gösterir. “İşte duyguların etik anlayışındaki hayati rolü
tam da burada kendini göstermektedir. Sevinç ve üzüntü „Varlıkta kalma ısrarını
196
Güngör, 2015, s. 132. 197
Balanuye, 2016, s. 153. 198
Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2016, s. 270. 199
Güngör, 2015, s. 138. 200
Ateşoğlu – Canaslan, 2015, s. 245.
52
belirleyen iki büyük dinamik olarak değerlendirilir.”201
Haz ve acıdan kaynaklı
duygular insanın varlıkta olmasını etkilediğinden önemi büyüktür. Varlıkta olma
ısrarını belirleyen duygular etkin ve edilgin olmak üzere ayrılır. “Duygular bu
noktada etik açısından etkin (actio) ve edilgin (passio) duygular olarak ayrılır.”202
İnsanlar tutkular yönünde etkilendiğinde zararlı olan, upuygun olmayan şeyleri
yapar. Spinoza düşüncesinde insan kendisine zarar veren tutkuların peşinden
gittiğinde dış etkenlere maruz kalır. “Duygunun edilgin (passio) hali zihnimizin
edilgin bir şekilde katlandığı, maruz kaldığı bir durumdur.”203
İnsanların dış
etkenlere maruz kalması, onları edilgin kılan duygulara boyuneğmelerine neden olan
duyguların gücüdür.
Dolayısıyla bizim doğamızın yasasına uygun olan şeyler doğamızdan ileri
gelirken doğamıza uygun olmayan şeyler bizi edilgin kılan dış etkenlerden
gelir. Ve bizi birbirimize uyumsuz kılan, bu dış etkenlerin yani edilgin kılan
duyguların hakimiyetidir. Özellikle de kederin.204
Spinoza‟nın düşünce sisteminde insanları edilgin kılan duygular acıdan
kaynaklanmaktadır. Çünkü acı insanı aptallaştırır ve upuygun olmayan fikirlere
yönlendirir. Bundan dolayı Spinoza insanın duygularını yönetmesinde onu
güçsüzlüğe sevk ettiği için acıyı olumsuz bir duygu olarak tanımlar.
Sonuç olarak Spinoza Ethica‟da bu serimlemeyi yaparken, kederin hem
bedenin etkileme gücünü ve yetkinliğini düşürdüğünü hem de ruhun kavrayış
gücünü azalttığını göstermek istemiştir; keder insanı aptallaştırmakta,
duygulanışlara ve upuygun olmayan fikirlere tabi kılmaktadır.205
Görüldüğü gibi keder ve kederden kaynaklı tüm duygular hem zihin hem
bedeni güçsüz kıldığı için insanın etkinlik gücünü arttıracak ilişki ve etkinliklere
ihtiyacı vardır. İnsan bunu ancak akıl sayesinde gerçekleştirebilir. Çünkü akıl insanın
eyleme gücünü artıracak sevinçleri duymasına neden olur. “Sevinç bedenin eyleme
201
Güngör, 2015, s. 138. 202
Güngör, 2015, s. 138. 203
Güngör, 2015, s. 138. 204
Türkmen, 2018, s. 110. 205
Ateşoğlu – Canaslan, 2015, s. 245.
53
gücünün artışını temsil eder.”206
Böylelikle Spinoza felsefesinde insanın usa uygun
hareket edip, conatusu kullanarak sevinç duyacağı duygular oluşturması gerekir.
Spinoza‟nın Etikası‟nda daha önce de vurgulandığı gibi kendi sistemi
içerisinde bütünlüklü geometrik yönteme dayalı Tanrı temelli, her şeyi Tanrının
zorunluluğuyla işlediği bir felsefe bulunur. Spinoza Etika‟da ontoloji ve epistemoloji
yapar. Düşünür epistemolojiyi etiğin temeline koyar. Spinoza‟nın yaptığı etik
anlayışının bir tarihçesi bulunur. Bu noktada etik anlayışında yakın durduğu felsefe
Antikçağ felsefesidir. Öte yandan ontolojinin önemli kavramlarını Antikçağ
felsefesine dayanarak etik alanı içerisinde yeniden kullanmaya başlar.
Spinoza‟nın, metafiziği ve bilgi teorisiyle çok yakından ilişkili olan etiği, bir
özgürlük ve kendini gerçekleştirme etiğidir. Yani o, Antikçağ‟ın özellikle de
Helenistik dönemin metafizikle etiği birleştiren yaklaşımını modern dönemde
yineleyen bir filozoftur.207
Spinoza etik ve erdem anlayışı konusunda geleneksel felsefeden etkilenmiştir.
Özellikle Sokrates‟le birlikte başlayan ve Aristoteles‟in formüle ettiği Eudaimonist
Mutlulukçu ahlak anlayışını kendi ahlak dizgesi bağlamında kullanmıştır. Aristoteles
için felsefe içsel bir değişimin sonucudur, yaşam karşısında insanın duruşunu
belirleyen bir serüvendir. “İçsel değişim mutlu bir yaşama ulaşmada en önemli
aşamadır. Bu anlamda Aristoteles‟e göre, „yaşam‟ aynı zamanda „iyi yaşam‟ olmakla
anlamlıdır. Site yaşamının yani toplu yaşamın amacı da „mutlu bir yaşama‟
ulaşmaktır.”208
Spinoza düşüncesinde conatus ile hemen hemen bir olan erdem anlayışı da
Antikçağdan gelmektedir. Bu açıdan Spinoza söylendiği gibi erdem konusunda
geleneksel bir şey yapmıştır. Spinoza‟nın etik anlayışında erdem düşüncesi
bulunmakla birlikte farklı anlam taşımaktadır.
206
Ateşoğlu – Canaslan, 2015, s. 244. 207
Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, İstanbul, 2010, s. 532. 208
Yeke, 2011, s. 96.
54
Spinoza‟nın etiğinde erdem düşüncesi korunmakla birlikte, büyük ölçüde
anlam değişikliğine uğrar; nitekim erdem, onda, insanın kendi varlığını koruma ve
geliştirme istek ve gücü olarak anlaşılan conatus öğretisine paralel bir biçimde, güç
anlamına gelir.209
Spinoza‟da erdem bilgidir, bilmek erdemdir. Antik dönemde Sokratesin
düşüncesine bakıldığında da erdem bilgidir. “Sokrates‟e göre erdem tektir, o da
bilgidir. Diğer bir söylemle erdem bilgi gibi öğrenilebilen ve öğretilebilen bir
değerdir.”210
Sokrates‟in ardından Platon ve Aristoteles‟in etik görüşlerinde de iyiye,
mutluluğa ulaşma yolunda erdem görüşü bulunmaktadır. Aristoteles‟e göre: “Bir
hayat boyu mutluluk, aklın en iyi erdemine göre eylemde bulunmakla
sağlanabilir.”211
Aristoteles‟in mutluluk ve erdem anlayışı akılla bağlantılıdır.
“Erdem ise aynı türden alışkanlıkların ruhumuzda yarattığı akli bir durumdur.”212
Spinoza‟nın Etikası‟nda insan conatusu kullanarak erdeme ulaşır. Bu
bakımdan Spinoza‟nın etik görüşünde erdem ve conatus arasında çok sıkı bir ilişki
bulunur. Çünkü Spinoza, insanın erdeme sahip olabilmesi ya da ya da erdemi
isteyebilmesi için öncelikle varlıkta olması, var olmaya çabalaması gerektiğini
açıklar. “Bu amaçla Spinoza, erdemin her şeyden önce ve zorunlulukla var olma
arzusu duyan bir insanı gerektirdiğini, yani bir insanın, öncelikle var olma arzusu
duymuyorsa erdeme sahip olmayı da isteyemeyeceğini söyler.”213
Spinoza‟nın etik
anlayışında, erdemli olmanın da ilk koşulu sayılan conatus‟un büyük bir yeri vardır.
“Dolayısıyla hiçbir erdem kavrayışı bireyin var olma çabasından başka ya da onunla
çelişen bir şey olamaz; en temel erdem bireyin var olma çabası içinde olmasıdır.”214
Spinozanın etik anlayışının oluşumunda önemli isimlerden biri de Stoa
felsefesidir. Stoa felsefesinde doğa ya da evren rasyonel, zorunlu bir süreçten
meydana gelmiştir. Bu bağlamda, Spinoza felsefesinde olmakta olan her şeyin
209
Cevizci, 2010, s. 532. 210
Hasan Ocak, “Bir Ahlak Felsefesi Problemi Olarak Erdem Kavramına Yüklenen Anlamın
İlkçağdan Ortaçağ‟a Evrimi, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi ), 2011, sayı:11, s.86. 211
Ocak, 2011, s. 90. 212
Ocak, 2011, s. 90. 213
Balanuye, 2016, s. 170. 214
Balanuye, 2016, s. 170.
55
Tanrı‟nın özünün zorunluluğuyla gerçekleşmesi ile Stoacıların olmakta olan her
şeyin zorunlulukla gerçekleştiği düşüncesi birbirine benzerdir.
Olmakta olan her şeyin bu anlamda ussal bir gerekçesi vardır ve bu işleyiş
doğanın dışında ya da üstünde herhangi bir ayrı varlığın kasıtlı seçimlerinin
bir eseri değildir. Tanrı kavramı, bu bağlamda, şeylerin dışında onlara eyleme
programlarını veren dışsal ve konumu belli bir güç değildir; Tanrı, tüm
evrende ve şeylerin her birinde bulunan, tüm şeylerin eylediği gibi
eylemesinin rasyonel düzenine verilen addır. Bu bir anlamda, olmakta olan
her şeyin tam da olduğu gibi olmaktan başka çaresinin olmadığını söylemek
anlamına gelir.215
Stoa düşüncesinde de doğaya uygun yaşam temeldir. İnsan doğası gereği akıl
sahibi bir varlık olduğundan doğaya uygun yaşamak, usa uygun yaşamak demektir.
Dolayısıyla Stoa düşüncesinde de erdem ve mutluluğa akılla ulaşılır. Bu düşüncenin
karşısında ise usa uygun davranmamak ve yaşamamak yer alır. Spinoza
düşüncesinde de doğaya uygun ve aklı temel alan bir yaşam görüşü bulunmaktadır.
Spinoza felsefesinde de usun kılavuzluğu altında yaşamak ve ona göre eylemek
esastır. İnsanlar usun buyrukları dışında eylediğinde tutkular karşısında yenik
düşmüş Spinozacı ifadeyle söylenirse köle durumuna gelmiş olur.
İnsanın duyguları denetleme ya da kısıtlamadaki güçsüzlüğüne kölelik
diyorum; çünkü duygularına boyun eğen bir insan kendi tüzesi altında değildir, ama
öyle bir düzeye dek elindedir ki, sık sık iyi olanı görmesine karşın daha kötü olanı
izlemek zorunda kalır.216
Stoacı düşünce sisteminde de çabalamak önemlidir. Spinoza‟nın ruhun
tutkular karşısında sürekli çaba göstermesi gerektiği görüşüne Stoacılarda da
rastanılır. “Dolayısıyla insanın görevi, bu duygulanımlara karşı sürekli mücadele
etmektir. Erdemin hedefine ancak bunları tamamen aştığımızda ve ruhumuz
tutkulardan arındığında ulaşmış oluruz. Stoacılar bu duruma “tutkusuzluk”
(apatheia) der.”217
215
Balanuye, 2016, s.45. 216
Spinoza, 1996, s. 151. 217
Hans Joachım Störig, Dünya Felsefe Tarihi, çev. Nilüfer Epçeli, Say Yayınları, İstanbul, 2011, s.
183.
56
Stoa düşüncesinde Spinozacı görüşte olduğu gibi tutkular kişiyi yanıltır,
engeller. Dolayısıyla tutkular, insanın doğruyu bulmasında en önemlisi de usa uygun
davranmasında insanı tuzağa düşürebilir.
Stoacı törenin ırasalı tutkulara ve duygulara ilişkin öğretileridir. Bular haz,
üzüntü ya da çöküntü, istek ve korku usdışı ve doğaya aykırıdırlar; ve böylece
sorun bunları ılımlaştırma ve düzenleme sorunu olmaktan çok onlardan
kurtulmak ve böylece bir duygusuzluk durumu yaratmaktır. En azından,
alışkanlıklar oldukları zaman tutkuların ya da duyguların ortadan
kaldırılmaları gerekir. Bu yüzden Stoacı töre kılgıda büyük ölçüde duygulara
karşı bir kavgadır, bir ahlaksal özgürlük ve egemenlik durumuna erişme
çabasıdır.218
Bu durumda insanın tutkular karşısında çaba göstermesi gerekir. Tutkular
karşısında çaba gösteren kişi bilge ve özgürdür. Çünkü bilge insan Tanrının
zorunluluğu kabul etmiş ve ona göre eylemiştir. “Stoacılar için doğaya göre yaşam
doğada etkin olan ilkeye, logosa insan ruhu tarafından da paylaşılan ilkeye göre
yaşam demekti.”219
Fakat Spinoza felsefesinde insan varolan her şeyin Tanrı‟nın
zorunlu doğasının sonucu gerçekleştiğini bilse bile özgür değildir. Çünkü insan
varolmaya Tanrı sayesinde belirlenmiştir. Daha önce de ifade edildiği gibi kendinin
nedeni, kendi özü (causa sui) olması sebebiyle Tanrı içkin nedendir bu saye de özü
ve varlığı bir olur. Bundan dolayı Spinoza‟da tek özgür varlık Tanrıdır.
Antikçağ‟da Aristoteles ve Platon düşüncesinde etik din ya da herhangi bir
şey ile bağlantılı değildir. Bundan dolayı Platoncu ve Aristotelesçi etik düşüncesinde
etik insanın eylemleri ile bağlantılıdır. Aristotelesçi ve Platoncu etik düşüncesinde en
yüce iyiye ulaşma fikri bulunur. “Aristoteles, tıpkı Sokrates ve Platon gibi, bu
amacın eudaimonia ya da kendinden hoşnutluk/mutluluk olduğunu öne sürer.”220
Aristotelesçi etik anlayışında erdem, insanın ussal bir varlık olması ve insan için
mükemmelliyetçi tavrı en yüce şekilde gerçekleştirmesidir. Platonun etik sisteminde;
ölümsüz ruh her şeyden yüce, iyidir ve herşeyden üstündür. Platonun düşüncesinde,
insanın gayesi yüce iyiye sahip olmasıdır. Bundan dolayı antik dönemde din ile
bağlantılı etik anlayışı bulunmamakta ve etik insanın davranışında olmaktadır.
218
Copleston, Helenistik Felsefe, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi, İstanbul, 1996, s.34. 219
Copleston, 1996, s. 21. 220
Cevizci, 2010, s. 132-133.
57
Spinoza düşüncesinde de etik insan davranışı ile bağlantılı olup dinden
ayrılır. Spinozanın erdem görüşünde ahlaklılığı insanın bilmesinde, upuygun bilgide
bulması ahlakın tamamen insanla ilgili olduğunu kişilere yeniden hatırlatır.
Spinozanın etik düşüncesinde insan doğa ile birliktedir. Bundan dolayı Spinoza
insanı doğadan ayrı bir şey olarak düşünmez, böylece insan doğanın bir parçasıdır.
Spinoza‟nın etik sistemi fizik ve estetik ile birliktedir. Çünkü bunlar gerçekliğin ayrı
birer ifadesidir. “Spinoza‟ya göre, estetik, etik ve fizik alanlarına ait kavramlar aynı
düzlemde yer alır. Çünkü onlar, aynı bir gerçekliğin dile getirilme yollarıdır.”221
Spinoza düşüncesinde, ahlakı dinden ayırmaktadır. Fakat dini yaptırımlar,
dinsel ritüeller sadece dinlerle alakalı değil aynı zamanda insanın Tanrı‟ya duyduğu
sevgiyle ilgilidir. Yani ahlakı Tanrı sevgisinden ayırmaz. Spinoza kendi ülkesinde
tanrıtanımaz olarak suçlanmasına rağmen Tanrı inancı sevgi üzerinedir. Spinozanın
düşüncesinde Tanrıyla kurulacak ilişki sevgi temellidir. Bundan dolayı Spinozanın
felsefesinde Tanrıyla kurulacak ilişki sevgi kaynaklıdır. Çünkü insan zihni ancak
sevgi durumunda etkindir. Bu noktada mutluluk erdemle ilişkilidir. İnsan tutkularını
bilgiye dönüştürerek, güçlü olur. “Kutluluk Tanrıya doğru sevgiden oluşur.”222
Spinoza felsefesinde insanı erdemli yapan şey aklının olması upuygun ideleri
bulması gerektiği düşüncesidir. Fakat Spinoza düşüncesinde daha önce ifade edildiği
üzere insan aynı zamanda beden varlığıdır. Spinozanın Etika isimli eserinde yaptığı
kırk sekiz duygu tanımlaması, duygularla bu kadar ilgilenmesi ile psikolojinin
temellerini atmıştır. Spinoza felsefesinde conatus gösterildikten sonra, conatusun
Tanrının zorunlu yasası ile olan ilişkisi anlatılmaya çalışılacaktır.
2.2. Tanrı’nın Zorunlu Nedenselliğinin Göstergesi Olarak Conatus
Spinoza felsefesinde asıl anlamda varlığın Tanrı olduğu söylendikten ve onun
Tanrının varlığı hakkındaki görüşlerine değinildikten sonra Tanrı‟ya bağımlı olarak
meydana gelen şeylere bakılması gerekir. Çünkü nihai varlığın Tanrı olması ve
kiplerin (modus) Tanrının varlığına bağımlı olarak ortaya çıkan şeyler olduğunu
221
Tülin Bumin, Tartışılan Modernlik: Descartes ve Spinoza, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2010, s.
75. 222
Spinoza, 1996, s. 228.
58
söylemek, Tanrı‟nın zorunlu nedenselliğinin göstergesidir. “Spinoza‟ya göre, tüm
varlıklar Tanrı‟dan zorunlulukla ve belirli bir düzen içinde doğmuşlardır.”223
Spinoza
düşüncesinde Tanrı‟nın nedenselliğini conatus kavramı oluşturmaktadır. Çünkü
conatus kişilere Tanrı‟nın zorunluluğunu ve nedenselliğini hatırlatır. Conatus bu
bağlamda kişilerin zorlama ve bağımlı birer varolan olduğunun da kanıtı olur.
İnsanın varlıkta olmak için conatusa ihtiyacı vardır.
Tanrı‟nın zorunlu nedenden dolayı kendinin nedeni olarak belirlendiği ilk
bölümde ifade edildi. Tanrı varolduktan sonra diğer varlıklarda Tanrı‟dan dolayı
varolmaya belirlenmiştir. “Şeyler Tanrı tarafından üretilmiş olduklarından başka
hiçbir yolda ve başka hiçbir düzende üretilemezlerdi.”224
Dolayısıyla evrende olan
her şey Tanrı‟nın yetkin doğasının özünü, gücünü gösterir. Spinoza düşüncesinde
Tanrının özü güç olduğundan varolan herşeyin kaynağı da Tanrı olur. “Ayrıca, Tanrı
olmazsa hiçbir şeyde varolamayacağına ve kavranamayacağına göre, kuşkusuz olan
bir şey var: Tabiatta olan her şey, Tanrı kavramını, özü ve mükemmelliği ölçüsünde
içerir ve dile getirir.”225
Tanrı‟nın yetkin doğası tarafından belirlenen varolanlar ile, Etika‟da ilk
bölümün beşinci tanımında kip (modus) kavramı şeklinde karşılaşılır. Tanrı asıl
anlamda varlık olduğundan kipleri (modus) üretir. “Tanrı varolduğu için
üretir”226
Tözün değişkileri (affectiones) olan bu kiplerin (modus), farklı şekillerde
telaffuzu bulunur. Kip (modus) dışında tarz, ifade, sıfat da denilmektedir. Kipler
(modus) Tanrı‟nın varlığı sayesinde var olan, var olmak için başka bir nedene
bağımlı olan şeylerdir. Tanrı sonsuz olduğu ve kendi doğasının zorunluluğundan
varolduğu için sıfatları onun özünü ifade eder. Bunun şöyle olduğu söylenebilir: Her
kip (modus), sıfat, Tanrı‟nın gücünün ve özünün birer yansımasıdır.
Her sıfat ebedi ve sonsuz olan belli bir özü, sıfatın cinsine denk gelen bir özü
ifade eder. Kah şöyle: Her sıfat tözün özünü varlığını veya gerçekliğini ifade
223
Nesrin Kale, Felsefiyat, Pegem Akademi Yayınevi, Ankara, 2009, s. 40. 224
Spinoza, 1996, s. 46. 225
Spinoza, 2012, s. 97-98. 226
Michael Hardt, Gilles Deleuze: Felsefede Bir Çıraklık, çev. İsmail Öğretir – Ali Utku, Birey
Yayıncılık, 2002, İstanbul, s. 128.
59
eder. Son olarak da şöyle: Her sıfat tözsel varoluşun sonsuzluğunu ve
zorunluluğunu yani ebediliği ifade eder.227
Tanrı‟dan dolayı varlığa gelen, onun birer ifadesi olan modusların varlıkta
olmak adına sergilemesi gereken conatus, Spinoza felsefesinin temellendirilmesinde
önemli bir yer tutar ve bu noktada kişilere daima şunları hatırlatır; Tanrı kendinin
nedeni (causa sui) olduğu için zorunlu olarak varolan tek varlıktır. Tanrı‟nın
zorunluluk ile varolması öze sahip olması anlamına gelir. Dolayısıyla Tanrı‟nın
özünün zorunlu doğasından dolayı varolmuştur.
Tanrı‟dan varlığa gelen kiplerin (modus), tek başına olmaları düşünülemez,
dolayısıyla kipler de kişilere Tanrı‟nın zorunlu doğasını ve özünü hatırlatır. Çünkü
kip (modus) tanımından hatırlanacağı gibi tek başına ne varolabilen ne de
kavranabilendir. Bu anlamda kiplerin varlığı Tanrı‟nın sonsuz doğasının ve gücünün
kanıtı olur.
Conatus, insanların kip (modus) olarak varlığa geldiğini ve varlıkta
kalabilmek için conatus göstermeleri gerektiğini hatırlatır. İnsanların Tanrı‟dan
kaynaklı bir varolan olduğunu, dolayısıyla bir özünün olmadığını gösterir. İnsanların
özü olmadığı için özgür olmadığını, zorlama, bağımlı bir varolan olduğunu hatırlatır.
Conatus öğretisi ayrıca, insanların conatusu sergilerken bir amaç gütmediğini ve
özgürce bu çabayı gerçekleştirmediğini hatırlatır.
Bu açıdan bakıldığında, conatus bir erek bile sayılamaz: Canlı-cansız tüm
sonlu varlıkların var-kalma çabası – diğer varlıklarla karşılaşmaları bunu
olanaksız hale getirinceye kadar – Doğa/Tanrı gereğidir; bizler, bu tek ve aynı
evrenin canlı-cansız tüm sakinleri, yine bizlerden biri ya da birileriyle zorunlu
karşılaşmalarımız olanak verdiği ölçüde var-kalmaya çabalarız; bu çaba ne bir
erek ne de özgürce seçtiğimiz bir tutumdur.228
Çünkü conatus insanın varlıkta olmak için gösterdiği bir şeydi. Spinoza
düşüncesinde nedensellik konusuna bakıldığında insanın varolma sebebi Tanrıdır.
İnsanın varlıkta olması, varlığını devam ettirmesi için de conatusu gerçekleştirmesi
gerekir. İnsanın Tanrı‟dan dolayı varlığa geldiği için, çabalaması gerekir. Bu yüzden
227
Deleuze, 2013, s. 15. 228
Balanuye, 2017, s. 86.
60
Spinoza düşüncesinde çabalamak olmaktır şeklinde ifade edilir. “Olmak
çabalamaktır, hepsi bu!”229
Olmak karşılaşma yani bir ilişkiyi ifade eder. İnsanın
varlıkta olmaya çabalaması onun diğer insanlarla olan karşılaşmalarını ifade eder. Bu
yüzden olmak sadece bir oluş değil aynı zamanda değişim, ilişki anlamına
gelmektedir. “Olmak, bir ilişkiye girmektir, bir oluş olmaktır; zaten kendileri birer
değişim olan koşullar arasında yeni bir duygulanım, ilişki ya da değişim
üretmektir.”230
Açıklanılan bu gerekçelerden dolayı conatus, Spinoza felsefesinin
temellendirilmesinde önemli bir kavram olmaktadır. Spinoza düşüncesinde conatus,
Spinoza‟nın zorunluluk ile işleyen nedenselliğini, modusların durumunu ve daha pek
çok konunun nasıl gerçekleştiğini hatırlatan bir ilke olur.
2.3. Spinoza’nın ve Felsefesindeki Conatus IĢığının Farklı Dönemlerdeki
Etkisi
17.yy‟ın önemli düşünürlerinden olan Spinoza‟nın conatus‟u ile 19yy‟ın
önemli düşünürlerinden olan Nietzsche‟nin güç istenci öğretisi arasında benzerlik
bulunmaktadır. Spinoza düşüncesinde conatus (var olma direnci) modusların özü
anlamına gelirken, varolan her şey de en iyi şekilde var olmaya çalışır. Bu aynı
zamanda kiplerin (modus) yaşamlarını devam ettirerek Tanrı‟nın özünü koruduğu
anlamına gelir. Nietzsche‟nin felsefesinde güç, kendini direnişlerde bulan birşeydir.
Güç istencini kendini sadece direnişlere karşı gösterebilir; bu nedenle
kendisine direnenleri arar -protoplazmanın pseudopodia‟yı genişlettiğinde ve
hissettiğinde en eski eğilimi budur.231
Spinozacı etkinin Nietzsche üzerinde bağlantısı Spinoza‟nın tüm bilindik
anlamların dışında iyinin kötünün ötesi‟ne çıkmasında bulunur. Daha önce de
gösterildiği üzere Spinoza‟nın iyi ve kötü kavramından anladığı farklıdır.
Spinoza‟nın iyiyi “bize yararlı olduğunu pekinlikle bildiğimizi anlıyorum”232
229
Balanuye, 2017, s. 86. 230
Deleuze – Guattari, Arzu Politikasına Giriş, çev. Rahmi G. Öğdül, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,
2005, s.75. 231
Friedrich Nietzsche, Güç İstenci, çev. Nilüfer Epçeli, İstanbul: Say Yayınları, 2010, s. 416. 232
Spinoza, 1996, s. 154.
61
şeklinde, kötüyü ise “tersine, iyi olana erişmemizin önüne geçtiğini pekinlikle
bildiğimizi anlıyorum”233
biçiminde açıklamaktadır. “Tanımlarda da görüleceği
üzere Spinoza‟nın iyi ve kötüden anladığı yarar ve zarar üzerindedir. Bu da tıpkı
Nietzsche‟nin şu cümlesindeki anlama yakındır: İyi ve Kötünün ötesi, en azından,
yararlı ve zararlının ötesi demek değildir.”234
Spinoza‟dan etkilenmiş diğer bir düşünür de Karl Marx‟dır. Aralarında güçlü
bir ilişki olduğu kabul edilmekle birlikte, ortak pek çok yönleri bulunmaktadır. “Bu
iki düşünür –araya giren yorumcular sayesinde- birbirini tanıyor elbette. Aralarındaki
benzerlikler saymakla bitmez, ama her konuda hemfikir oldukları da söylenemez.”235
Marksist teori ve Spinozacı duygu kuramının kesişir.
Spinozacı duygu antropolojisinin, ücretli emeği konu alan Marksist teoriyle
kesiştiği bu noktada, sömürünün ve yabancılaşmanın ne demek olduğunu
yeniden düşünme, yani nihayetinde, ister eleştirel ister analitik bakımdan
olsun, kapitalizmi yeniden tartışma fırsatı doğar.236
Bu doğrultuda kesiştikleri noktaları anlamak adına önce Marksist teori ve
Spinozacı duygu kuramından bahsedilmesi gerekir. Marksist teori temelde şöyle bir
şey söyler: Her toplumsal yapı kendi mezar kazıcılarını kendi içerisinden çıkarır.
Kapitalist sistemin mezar kazıcıları ise proleteryadır. “Marx, yaklaşık yüz elli yıl
önce bizlere, kapitalizmin mezar kazıcılarının proletarya olacağını söylemişti.”237
Marx yabancılaşmış emek analizinden yola çıkarak kapitalist sistemden komünist
sisteme ulaşılacağını söyler. “Yabancılaşmış emek çözümlemesinden Marx,
kapitalist sistemin kaldırılma ve komünist bir rejim ile değiştirilme zorunluluğu
sonucunu çıkarır.”238
Marx, görüşünü gerçekleştirmek adına sadece teoride kalmayıp, dünyadaki
bütün işçilerin bir araya gelip devrimci güçlerini kullanarak sistemi değiştirmeye,
233
Spinoza, 1996, s. 154. 234
Bumin, 2010, s. 77. 235
Frederic Lordon, Kapitalizm Arzu ve Kölelik, çev. Akın Terzi, İstanbul: Metis Yayınları, 2014, s.
12. 236
Lordon, 2014, s. 15. 237
Mehmet Zeki Duman, “Küresel Kapitalizm ve Marx‟ın Sınıf Teorisi Üzerine Eleştirel Bir
Değerlendirme”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2016, Yıl 4, S. 29, s. 33. 238
Karl Marx, 1844 El Yazmaları, çev. Kenan Somer, Ankara: Sol Yayınları, 2011, s. 333.
62
dönüştürmeye yönelik çağrıda da bulunmuştur. “Hatta bütün dünyanın işçilerini bir
araya gelmesi ve devrimci güçlerini kullanarak sistemsel bir değişim yaratması
yönünde çağrıda bulunmuştu.”239
Proleteryanın sayıca fazla olmasına rağmen,
sermaye sahiplerinin rızalarına dayalı işe nasıl mağlup geldikleri Marksist teorinin
sorunsalıdır. İşçi sınıfı sayıca fazla olsa bile gerek kitle kültürü‟nün etkisi gerek
küreselleşmenin etkisi ile büyüyen vahşi kapitalizmi mezara gömememiştir. “Ancak
bütün bu çağrılara rağmen kapitalizm mezara gömülemedi.”240
Kapitalizmi mezara
gömemeyen proleter artık kendi istek ve arzularını unutup sermaye sahiplerinin
isteklerini yerine getiren “gönüllü köle”241
ye dönüşmüştür. “Öylesine aşırı bir kölelik
biçimidir ki bu, yalnız bir işçi olduğu sürece fiziksel özne olarak hayatta kalabilir ve
yalnoz bir fiziksel özne olarak işçi olabilir.”242
Spinozacı duygu kuramı, insanı büyük ölçüde etkiler. Spinoza düşüncesinde
insanın çoğunlukla aklın etkisinde değil duyguların etkisindedir. Çünkü duygular bu
kuramda insanın etkinlik gücünü arttıran ya da azaltan bir şeydir. “Duygu (affectus)
ile bedende onun kendisinin etkinlik gücünü arttıran ya da azaltan, ona yardımcı ya
da engelleyici olan değişkileri, ve aynı zamanda bu değişkilerin idealarını
anlıyorum.”243
Spinoza düşüncesinde duygular eylemler ya da tutkularla gerçekleşir.
“Öyleyse eğer bu değişkilerin herhangi birinin yeterli nedeni biz olabilirsek, duyguyu
bir eylem (actio) olarak, yoksa bir tutku/edilim (passio) olarak anlıyorum.”244
Spinoza‟ya göre insan yeterli nedeni bildiğinde, aklın etkisinde kalıp kendi kendini
yöneterek, usa göre eyler. Diğer yandan, insan birşeyin yetersiz nedeni olduğunda ise
dış nedenler tarafından etkilenmiştir. İnsan dış nedenler tarafından etkilendiğinde
aklın değil duyguların etksindedir. Bu yüzden dış nedenlerin etkisindeki kişiyi
duyguları yönetir. “Görüldüğü gibi Spinoza tutkular ile eylemler arasında, birinin dış
239
Duman, 2016, s. 33. 240
Duman, 2016, s. 33. 241
Frederic Lordon‟un Kapitalim Arzu ve Kölelik eserinde kullandığı bir kavram. 242
Barış Parkan, Marx, Ankara: Say Yayınları, 2011, s. 202. 243
Spinoza, 1996, s. 99. 244
Spinoza, 1996, s. 99.
63
bir neden tarafından belirlenmesi, diğerinin ise kişinin kendisinden kaynaklanması
bakımından bir ayrım yapar.”245
Spinoza düşüncesinde insanın eyleme gücünü artıracak duygular haz ve
hazdan türeyenlerdir. Eyleme gücünü azaltan duygular ise acı ve acı kökenli
duygulardır. “Keder barındıran ve bizi eyleme gücümüzden kopartan şey kötüdür,
sevinç barındıran ve eyleme gücümüzü artıran şey ise iyidir.”246
Duygulardan sözedildikten sonra bunların köle insanla bağlantısını da kurmak
gerekir. Spinoza duygularına boyuneğen insanın güçsüz olduğunu söyler ve
duygularını yönetemeyen kişiyi köle olarak tanımlar. “Öte taraftan, insanın kendi
duygulanışlarını yöneltme ve azaltmadaki güçsüzlüğü de köleliktir.”247
Spinozanın
köle insanı duygularına boyuneğen dolayısıyla kendi aklıyla hareket edemeyendir.
Buraya kadar Marksist kuram ve Spinozacı duygu kuramından bahsedildi. İki
kuramda da benzer olan noktalar bulunmaktadır. Hem Spinoza hem de Marks‟ın
düşüncesinde insanın köleliği, kendi aklını ve isteklerini yönetememesidir. Marksist
kuramda proleter, yaşamını sürdürmek için kendi isteklerinden vazgeçip karın
tokluğuna emeğini satmaktadır. Proleter emeğini satarken, kendi isteklerini değil,
sermaye sahiplerinin, patronların arzularını gerçekleştirmektedir. Marksın kuramında
insanın kendi isteklerinden vazgeçtiği, gönüllü kölelik durumu bulunur. Spinozanın
kuramında ise insan dış etkenlere maruz kalarak tutkularına mağlup bir köleye
dönüşür. Böylece iki filozofun da düşüncesinde kölelik bulunmaktadır.
İki kuramda kesişen başka noktalar da vardır. Bu noktada conatus kavramı
bulunur. Marksist kuramda proleter kendi rızası olmadan hayatta kalmak, yaşama
tutunabilmek için çabalarken, Spinoza‟nın kuramında ise insan varlıkta olmak,
varlığını sürdürebilmek için çabalar. Hatırlanacağı üzere Spinoza düşüncesinde,
insanın varlıkta olma nedeni Tanrıydı. Bu yüzden insanın varolduğu için çabalaması
gerektiği söylenir. Çünkü Spinoza düşüncesinde insan için olmak çabalamak
245
Ateşoğlu – Canaslan, 2015, s. 245. 246
Ateşoğlu – Canaslan, 2015, s. 245. 247
Ateşoğlu – Canaslan, 2015, s. 245.
64
anlamına gelir. Bu yüzden insanın varlığını devam ettirmesi için çabalaması
gerektiğine inanılır. Söylendiği gibi Marksist kuramda da Spinozacı kuramda da
çabalamak esastır. Marx‟ın proleteri ve Spinoza‟nın insanı yaşamda olduğu için
çabalamaktadır. Daha önce de ifade edildiği gibi Spinoza düşüncesinde yaşamda
kalmak, varlığı sürdürmek çabalamayı gerektirir. Çabalamak ise olmayı.
Spinoza düşüncesinin çağdaş dönemde de etkisi bulunur. Derin ekoloji‟nin
savunucularından Arne Naess kuramını conatus yardımıyla açıklamaktadır. Aynı
zamanda Naess, Spinoza‟nın panteist görüşünden hareketle tüm varlıkların kendinde
bir değer taşıdığını söyler. Naess‟in conatus ilkesinden etkilenmesine geçilmeden
önce panteist görüşün anlatılması gerekir.
Spinoza düşüncesinin panteizmle örülü olduğu kabul edilir. Spinoza‟da
panteizmdeki Tanrı‟nın değişmeme ilkesi önemlidir. Çünkü Spinozacı evrende Tanrı
tek tözdür ve varolan her şey bu değişmez yapıdan meydana gelmiştir. “Panteizme
göre dünya, Tanrıyla özdeştir, aynıdır… Panteizme göre Tanrı her şeyin içinde
olmasına rağmen, gerçek olarak O değişmez bir yapıdadır.”248
Panteizmde Tanrı her
yerdedir ve her varlık Tanrı‟nın kudretinden pay almıştır. Arne Naess de Spinoza‟nın
panteist görüşünden hareketle her varolanın önemli olduğunu, kendinde bir değer
taşıdığını söyler.
Panteizm, Tanrı‟nın her şeyde olduğunu kabul eden bir inanç biçimi olmakla
birlikte panteist kabulde, akarsu kenarındaki devasa kayadan bir dişbudağının
gövdesine kadar Tanrı her yerdedir ve kudreti herkesin içindedir. Panteist
fikir, yapay olmayan her şeyin kutsal olduğunu kabul eder… Burada insanlar
davranışlarına, statülerine, ırklarına, milletlerine, bakılmaksızın özeldir, onlar
Tanrı‟nın yansımasıdır kanısı, „canlılara türlerine, yeteneklerine, sınıflarına
bakılmadan saygı duyulmalıdır‟ sonucu ile yer değiştirir ise doğru olacaktır.
Panteist şahıs, bir ağaç olmayı dileyebilir, bir dişbudak her canlıya eş davranır.
Kökleri kıyısından geçen karıncaya neyse yorgun bir kuşa; iyi insana neyse
kötü insana da odur… Cezalandırma kaygıları ile şekillenen vicdanların
tehlikeli zihinlerin aksine, Panteizm‟deki doğru davranış dileğinin sebebi
sevgi ile hareket etmekte yatar... Toprak solucanlarının kutsallığından haberi
olmalı ki vicdanı çiçekler açsın. Onu kutsallıkla tanıştırabilelim sevgiyi
seçebilsin.249
248
Kevser Çelik, “Süreç Din Felsefesinde Din-Bilim İlişkisi”, Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Isparta, 2006, s. 51. 249
Beril Tezel, 2015, “Ormanın İnançlarından Kadim Öğretiler Doğaya Geri Kavuşabilecek Miyiz?”,
Gaia Dergi, 2015, Sayı: 3, s. 40.
65
Panteizmdeki her canlının önemli ve özel olduğu fikri Arne Naess‟in derin
ekoloji kuramındaki her varolanın kendinde bir değer taşıdığı fikriyle örtüşür. “Derin
ekoloji platformunun birinci ilkesi bağlamında Naess, doğada varolan herşeye saygı
duymayı ve bu varlıkların hepsinin de bir değer taşıdığını savunmaktadır.”250
Panteizmin sevgiyi temel alan görüşünde her varlık kutsaldır, tıpkı toprak
solucanında olduğu gibi. Solucan küçük bir canlı olmasından dolayı çoğu kişi
tarafından zayıf görülebilir. Oysa ki onda da bir kutsallık veyahut bir bütünlük
bulunmaktadır. Panteizmdeki perspektife göre önemli olan ona nasıl bakıldığı, onun
nerde görülmek istendiğiyle alakalıdır. Doğayı, insanı ve diğer varolan tüm varlıkları
şiddetle değil sevgi ile kucaklayan Panteizmde herhangi bir şeyi küçük, basit,
değersiz vb şeklinde tanımlayıp bir kenara atmak doğru değildir. Böyle bir tutum söz
konusu varlığın potansiyelini ortaya çıkarmasını engellemek anlamına gelir. Bunu
gerçekleştirmek için tüm varlıkların kendi içinde önemli ve değerli olduğunun
unutulmaması gerekir.
Naess‟e göre, derin ekoloji hareketi, derinliğine sorgulayan ve derin
değişikliklerin gerekliliğine inanan bir ekoloji hareketidir. Buna göre derin
ekolojide, “doğada her varolanın kendinde bir değeri olduğu” ön kabulü
ekolojik açıdan önemlidir. Naess ise, burada Spinoza‟nın doğa ve Tanrı
özdeşliğinin önemli bir ontolojik dayanak olduğuna vurgu yapar. Bu bağlamda
Naess, doğanın kendinde değerli olduğu argümanından yola çıkarak ulaştığı
ilkelerden bir olan “kendini gerçekleştirme” ilkesini, Spinoza‟nın “conatus”
kavramıyla ilintilendirir. Nitekim Naess‟e göre, Spinoza‟nın sisteminde
önemli yeri olan çaba, kendi varlığını ya da kendini koruma çabasıdır. Bu çaba
insanın sadece hayatta kalma itkisi olmayıp, kendi doğasını ya da özünü
edimselleştirme düzeyini arttırmaktadır.251
Kendini gerçekleştirme ilkesine göre her canlının içsel değeri bulunur. Bu
ilke ile birlikte her şey (canlı cansız), doğadaki değerini birlikte taşır. İnsanmerkezci
bakış açısından uzaklaşarak her canlının kendinde bir değeri olduğu görüşü
panteizmin ve derin ekolojinin ortak konularından sayılabilir. “Derin ekolojideki
doğada varolan herşeyin (canlı cansız) içsel değerinin olduğu görüşü onu
insanmerkezci yaklaşımdan uzaklaştırmaktadır. Belirtildiği gibi kendini
gerçekleştirme ilkesinde her varlık (canlı cansız) içsel değere sahiptir.”252
Bu ilke ile
250
Bilge Kağan Şakacı, “Değer Kavramı Ekseninde Derin Ekoloji Yaklaşımının Çözümlenmesi”,
Mülkiye Dergisi, 2013, 37(1), s. 20. 251
Cihan, 2013, s. 130-131. 252
Şakacı, 2013, s. 25.
66
birlikte her canlı kendini gerçekleştirmekle beraber kendi özünü de gözetmektedir.
Naess‟in de söylediği gibi bu çaba sadece hayatta kalmayı gaye edinmediği gibi
kendi varlığını sürdürebilmekle beraber insanın kendi doğasının özünü korumayı da
gerektiren bir kavramdır. Dolayısıyla Spinozacı ifade ile söylenirse bu çaba insanın
kendi özünü koruma çabasıdır. Conatus, bu anlamları taşımakla birlikte bundan
fazlasını ifade etmektedir. Conatus, aynı zamanda insan bedeni ve zihninin etkinlik
gücünü arttırarak, insanın usa göre hareket etmesini sağlayan onu mutluluğa ve
erdeme ulaştıran bir şeydir. Conatus insanı, eyleme sevk ederek sevinçli duygular
duymasını sağlar. Spinoza düşüncesinde, insan conatus yardımı ile kendi yararına
olan şeyleri arzulamaya çabalar.
Görüldüğü üzere conatus, insanın varlıkta olmasını sağlamaktan öte anlam
taşır. Spinoza düşüncesinde, conatus insanın kendine yarayanı istemesini, zararlı
olandan ise uzaklaşmasını sağlayarak insanı değiştiren dönüştüren bir ilke olur.
Naess‟inde söylediği gibi insan conatus ile usa göre hareket edip, mutluluğu, erdemi
isteyen bir kipe (modus) dönüşmekte ve kendini gerçekleştirebilmektedir.
67
3. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ETİKA IġIĞINDA DUYGULAR VE ĠNSAN MODUSU
3.1. Kip (Modus)
Spinoza felsefesinde her şeyin tek töz anlayışından meydana geldiği önceki
bölümlerde ifade edilmişti. Dolayısıyla her şeyin kendisinden meydana geldiği
Tanrı/Doğa evreninde Spinoza “kip (modus) ile tözün değişkilerini (affectiones), ya
da kendisinin de onun yoluyla kavranacağı başka bir şeyde olanı anlıyorum”253
şeklinde tanımlamıştır. Spinoza'nın Doğa ile özdeşleştirdiği evreninde Tanrıdan
kaynaklı tüm varolanlar kip (modus) sınıfına girer. Evrende bulunan canlı, cansız tüm
varlıklar; dağlar, okyanuslar, hayvanlar, bitkiler veya insanın fiziksel olarak
karşılaşacağı düşünülen her şey birer modustur. “Çevremizde gördüğümüz sonlu
bütün varlıklar, bitkiler, hayvanlar, dereler, kayalar ya da insanların her biri birer
tarzdır.”254
Kipler (modus) kendi başlarına varolamadıkları için Tanrıdan bağımsız
biçimde anlaşılmaları mümkün değildir. Onlar tözün değişkileridir ve tözde yer
alırlar.
Dolayısıyla bu şeylerin hepsi, kendi içinde değil, başka bir şeyin içindedir ve
ancak kendileri dışındaki nedenlerin bir etkisi olarak anlaşılabilir ve bu
şeylerin her birinin tam olarak kavranması (anlaşılması, idrak edilmesi) ancak
tözün anlaşılmasına bağlıdır; bu şeyler aslında dalgaların okyanusta bulunması
gibi tözde bulunurlar.255
Spinoza düşüncesinde, kipler kendi başına varlığa gelemeyendir ve tözün
varoluşu ile aralarında fark bulunmaktadır. “Spinoza açısından tözün kipten farkı
açıktır: Kavranmak için bir ikinci unsura, herhangi bir dolayıma ihtiyaç duymayan,
tözdür. Bu sakin çerçeveyi çalkalayan kavram ise sıfatlardır.”256
Spinoza felsefesinde
sakin çerçeveyi çalkalayan kipler kendi başlarına varolamadıkları gibi aynı zamanda
varlıkları da sonludur dolayısıyla sonlu bir zamanı içerirler ve tözden bu noktada
253
Spinoza, 1996, s. 23. 254
Balanuye, 2016, s. 72. 255
Balanuye, 2016, s. 72. 256
Emre Koyuncu, “Spinoza‟nın Sıfat Kavrayışı Üzerine Üç Yorum: Hegel, Macherey ve Deleuze”,
Spinoza ile Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2015,
s. 41-42.
68
ayrılırlar. Çünkü kiplerin varlık durumları için sınırlılıktan söz edilirken, töz doğası
gereği sonsuzdur. “Kiplerin varoluşu tözün varoluşundan tamamıyla farklıdır; kipler
süre üzerinden, töz ise sonsuzluk üzerinden açıklanır.”257
3.2. Beden ve Ruhtan Mürekkep Olan Ġnsan Modusu
İnsanın, aklı ile diğer canlılardan üstün olduğu düşüncesine Spinoza
felsefesinde rastlanılması mümkün değildir. Spinoza düşüncesinde insan herhangi bir
şekilde yüceltilmemiştir. Çünkü insan Tanrı/Doğa evreninde diğer varlıklardan
herhangi bir üstünlüğü olmayan ve tıpkı diğer kipler (modus) gibi Tanrı'nın varlığına
bağımlıdır. “Kimlik, apayrılık ve kişinin kendi kendisine yeterliliği Spinoza
tarafından reddedilir görünür ve insan da -doğanın bir parçası olarak- nesnelerin
planlanışında kayalardan, taşlardan ve ağaçlardan fazla öneme sahip bir nitelik
biçiminde görünmez.”258
İnsan Spinoza felsefesinde Tanrı‟nın sonsuz yüklemlerinden sadece ikisi olan
düşünce ve uzamın birliğinden meydana gelmiş bir kiptir (modus).
Spinoza düşüncesinde, aynı tözü ifade eden bu sonsuz niteleyenlerden biz
insanlar birbirine indirgenemez iki ayrı niteleyen türünü ayırt edebiliriz: Res-
cogitans ve res-extensa. Spinoza‟ya göre düşünce ve madde (zihin ve beden)
gerçekte tek ve aynı tözün iki farklı ifadesidir.259
Varolan her şey Tanrının yükleminden kaynaklanmaktadır. Etika‟nın Anlığın
Doğası ve Kökeni Üzerine bölümündeki birinci tanımda Spinoza bedeni anlatır:
“Cisim ile uzamlı şey olarak görüldüğü sürece Tanrı‟nın özünü belli ve belirli bir
yolda anlatan kipi anlıyorum.”260
Uzam ve düşünce Tanrı‟nın yüklemleridir. “Yüklem
(attiributum) ile anlağın tözde onun özünü oluşturuyor olarak algıladığı şeyi
anlıyorum.”261
Dolayısıyla Spinoza bedeni Tanrı‟nın yüklemi olarak
257
Ramond, 2014, s. 63. 258
Scruton, 2007, s. 79. 259
Çetin Balanuye, “Spinozacı Paralelizm Öğretisi: Çelişki mi, Çare mi?”, Spinoza ile Karşılaşmalar,
Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2015, s. 31. 260
Spinoza, 1996, s. 56. 261
Spinoza, 1996, s. 23.
69
tanımlamaktadır. Çünkü Tanrı da uzamlıdır. Bu yüzden uzam yüklemi tözün özünü
ifade eden şeylerden biridir. “Beden, Tanrı'nın özünü kesinlikli ve belirlenmiş bir
biçimde ifade eden tarzdır; çünkü Tanrı uzamlıdır.”262
Spinozanın düşünce
sisteminde, doğadan ayrı bir biçimde parça, bütün ya da beden, fikri
bulunmamaktadır. Bunların hepsi tek bir tözün varlığından kaynaklanmakta, belli
şekillerde varolmaya ve eylemeye belirlenmektedir. Dolayısıyla insan bedeni
Tanrı/Doğa‟nın bir parçasıdır ve diğer cisimler ile de etkilenim içerisindedir.
Zira tüm cisimler başka cisimlerle çevrelenmiş durumdadır ve birbirlerini belli
ve belirli bir şekilde varolmaya ve eylemeye belirlenmişlerdir, öyle ki
hepsinde, yani evrenin bütününde aynı hareket ve durağanlık oranını her
zaman korurlar. buradan çıkan sonuç da, her cismin, belli bir tarzda varolan
değişki olduğu ölçüde, bütün evrenin hem bütünle hem de diğer parçalarla
uyumlu bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiğidir.263
Spinoza insan zihninin tıpkı bedende olduğu gibi Doğa‟dan pay aldığı
görüşündedir. Spinoza‟nın Etika ikinci bölüm'ün üçüncü tanımında fikir'i (idea) şu
şekilde açıklamaktadır: “Anlığın düşünen bir şey olduğu için oluşturduğu bir
kavramını (conseptus) anlıyorum.”264
Spinoza‟nın tıpkı Descartes gibi zihin için fikir
kavramını kullandığı söylenir.
Descartes gibi Spinoza da bütün zihinsel içerikler için “fikir” terimini kullanır.
Bu nedenle bu terimi kullanmak yoluyla, iki kritik sınırı geçer: kavram ile
algılama arasındaki sınırı ve kavram ile önerme arasındaki sınırı. Belli ki,
insan kavramı ile bir insanın algılanması, imgesi ya da düşü arasında bir ayrım
bulunmaktadır.265
Spinoza‟nın bu tarzı onun geleneksel ve kartezyen felsefeden farklı anlayışını
kişilere yansıtır. Spinoza Etika‟da ikinci bölüme bedeni tanımlayarak başlar ve ruhun
tanımına yer vermez. Ruhun yerine fikir kavramını kullanan Spinoza, ruh kavramını
aslında bedenin bir fikri şeklinde insanların karşısına çıkarmıştır.
“Ruhu” inceleyen Etika'nın ikinci bölümü, şaşırtıcı bir şekilde bedenin tanımı
ile başlar ve ruhun tanımını bulundurmaz. Metnin devamı bu paradoksun
nedenini ortaya koyar: Ruh yavaş yavaş “bedenin fikri” olarak
tanımlanmaktadır. Burada ruha ve dolayısıyla klasik ruh ile bedenin birliği
262
Balanuye, 2016, s. 99. 263
Spinoza, 2014, s. 195-196. 264
Spinoza, 1996, s. 56. 265
Scruton, 2007, s. 95.
70
sorununa dair yeni ve orijinal bir anlayış söz konusudur Ruh artık bedenin
parçaları arasında bir yer sağlamaz, bedenin efendisi (ya da kölesi) değildir:
O'nun fikridir, yani uzam düzleminde beden neyse, düşünce düzleminde onun
birebir eşdeğeridir. Her ne kadar bu terim Spinoza'da geçmese de genelde
koşutluk (parallelisme) olarak adlandırılan şey budur. Düşünce ve uzam
arasındaki gerçek ayrım sonuna kadar, yani ruh/beden etkileşimini, bu
etkileşimin görünüşteki apaçıklığına rağmen, reddetmeye kadar götürülür: “Ne
beden ruhu düşünmek için belirleyebilir, ne de ruh bedeni hareket ya da
sükunet ya da eğer (varsa) herhangi bir (var)olma için belirleyebilir. Spinoza,
ruhun beden olduğu fikrini, ruhun bedene sahip olduğu fikrinden ayırt eder.266
Spinoza‟nın ruh yerine fikir kavramını kullanması onun özgün yanını
insanlara sunarken, bunun yanında ruhun üstün olmadığını da gösterir. Descartes‟ın
düşüncesinde ruhun özü düşünmek iken Spinoza‟da ruhun özü çabadır (conatus).
Descartes‟in Meditasyonlar adlı eserinde ikinci meditasyonun (İnsan Ruhunun
Doğası ve Onu Tanımanın Bedeni Tanımaktan Daha Kolay Olduğu Hakkında)
başlığından kolayca anlaşılacağı gibi ruhu bedene göre yücelttiği ona nasıl önem
atfeder.
Beden deyince, herhangi bir şekille sınırlanabilen, bir yerde bulunabilen ve bir
uzam parçasını bütün öteki cisimleri dışlayacak şekilde işgal edebilen;
dokunma, görme, işitme, tatma veya koklama duyularıyla duyulabilen ve
birkaç türlü devinebilen her şeyi kastediyorum; aslında bu hareketlerin
kendiliğinden değil, bedene dokunan ve itki veren yabancı bir şeyin
yardımıyla meydana geldiğini düşünüyordum, zira kendi kendine hareket
edebilme güçlerine sahip olmanın, bedenin doğasına ait olduğunu asla
düşünmüyordum; tersine, daha çok bu tür yetilerin bazı cisimlerde
bulunduğunu görünce şaşıp kalıyordum.267
Spinoza düşüncesinde, ruhun özü akıl yürütmektir. “Gerçekten de ruhun
kendine has çabası yani özü, anlamak ya da akıl yürütmektir.”268
Dolayısıyla
Spinoza‟nın ruh ve beden konusuna yaklaşımı terimleri kullanırken ki titizliği ve
düşüncesiyle görülebilir.
3.3. Ġnsan ve Duyguların Bağlantısı
Spinoza felsefesinde insanın düşünen ve uzamlı bir modus olduğu söylendi.
İnsanın düşünen bir kip (modus) olmasının yanı sıra eyleyen, etkileyen, etkilenen,
266
Ramond, 2002, s. 96-97. 267
Descartes, Meditasyonlar, çev. İsmet Birkan, Bilgesu Yayıncılık, Ankara, 2007, s. 23. 268
Ramond, 2002, s. 97.
71
duygulanan vb. bir yanı da vardır. Peki insanın çeşitli etkilenimleri alıp etkilemesi ne
demektir? Bu açıklanmaya çalışıldığında ilk olarak Spinoza‟nın insanı beden ve
ruhtan birleşik olarak ele alması kişileri aydınlatır. Daha önce de söylendiği gibi
Spinoza insanın aklından dolayı diğer varolanlardan üstün olduğu inancına karşı
çıkar.
Spinoza düşüncesinde, insana, insanın duygularına ve doğasına, kudretinin ne
olduğuna önem verir. Spinoza insanın tutkularını anlamaya çalışır. “Spinoza
tutkulardan tiksinmez, bunun yerine “sanki çizgiler, düzlemler ya da bedenler gibi
kavranılabilirmişçesine” onları anlamaya çalışır.”269
Bunları Etika‟da geometrik
yöntemi kullanarak kanıtlamaya gitmiştır. Spinoza duyguların doğasını anlamaya
çalışır. Fakat duyguların anlaşılabilmesi için insanın eylem ve arzularının da
bilinmesi gerekir. “Spinoza açısından duyguların doğasını kavramak, insanın
eylemlerinin ve isteklerinin gücünü, nedenlerini ve özelliklerini anlamakla mümkün
olacaktır.”270
Spinoza Etika‟da üçüncü bölümün önsözünde, düşünürlerin çeşitli
konularda eserler vermesine rağmen hiçbirinin ne duyguları ele aldığı ne de zihnin
duyguları denetime almasındaki rolü ile ilgili herhangi bir şey yapmadıklarını söyler.
Bölüme yazdığı Önsöz‟de, kendisinden önce duygu dünyamıza eğilen
yazarların çoğunun, meseleyi, doğanın evrensel yasalarının dışında
değerlendirdiklerini, insana duygusal yaşantıları ile doğanın kendi işleyişi
dışında bir evren (bir tür, „krallık içinde krallık‟) tasarladıklarını vurgular.271
Spinozanın Etika kitabında, insan duygularını Tanrı‟yı incelermiş gibi ele alıp
insanlara tutkuların geometrisini verir. “Şu halde, Spinoza‟nın metafiziğinden yola
çıkıldığında tutkulara ilişkin bir geometri olanaklıdır ve başka hiçbir inceleme bizleri
kendi kendisini tanımaya götürmeyecektir.”272
Bu bağlamda Spinoza‟nın Etika‟da
üçüncü bölümün girişinde, insanın eylem ve davranışlarını incelemeye giderek bu
eylem ve davranışlarda duyguların büyük rolü olduğunu vurgulaması bunun bir
kanıtıdır.
269
Miriam Van Reijen, “Spinoza‟nın Psikoloji Felsefesi: Ruh Hazır, Ten Güçlü Olmasa”, Spinoza
Günleri 2”, Ed. Reyda Ergün – Cemal Bali Akal, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, s. 39. 270
Mehmet Şiray, “İmgeden Akla: Spinoza‟nın Toplum ve Bireysellik Anlayışını Tutkular Üzerinden
Yeniden Okumak”, Spinoza ile Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul, 2005, s. 220. 271
Halûk Sunat, Spinoza ve Felsefesi, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2014, s. 178. 272
Scruton, 2007, s. 111.
72
Tutkular ve insanın yaşam biçimleri hakkında yazanların çoğu doğanın ortak
yasalarını izleyen doğal şeyler yerine doğanın dışında olan şeyleri ele
almaktalar. Aslında bunlar doğadaki insanı egemenlik içinde bir egemenlik
olarak algılamaktalar(…) Bunlara kuşkusuz çok tuhaf gelecektir(…) benim
insanın kötülük ve düşkünlüklerini geometrik bir tarzda ele almaya çalışmam
ve akıl karşısında boş, saçma ve iğrenç olarak görünen bu şeyleri düzgün bir
akıl yürütmeyle sergilemeyi istemem (…) Ancak nefret, öfke kıskançlık gibi
duygular, kendi başlarına, diğer bireysel şeylerle aynı doğal gereklilik ve
yetenekten kaynaklanırlar; dolayısıyla da, anlaşılmalarını sağlayan belirli
nedenleri kabullenir ve bizim bilgimiz açısından herhangi başka bir şeyin
özellikleri kadar değer taşıyan belirli özellikler taşırlar.273
Spinoza düşüncesinde, duygular insan hayatını büyük ölçüde etkiler. Bundan
dolayı insan söz konusu olduğunda her şey üç şekilde tanımlanır. Dolayısıyla
Spinoza felsefesinde üç temel duygu vardır. Bu üç temel duygu haz (laetia), acı
(tristitia) ve istekdir (cupiditas) ve öteki tüm duygular bu üç duygudan türemektedir.
Aşk, umut, sevince bağlı duyguyken, acıma ise üzüntüye bağlı bir duygudur. Özlem,
hırs, libido vb. ise istek‟e bağlı duygulardır. Öfke vb. duygular da arzu ve istek
duygularına birden bağlıdır. Dolayısıyla Spinoza‟nın duygulara önem verdiği onun
duyguları titizlikle incelemesinden anlaşılmaktadır.
Yukarıda duyguların conatus ile yakın ilgisi olduğu ve conatus yasasınca
yönetildiğinden bahsedildi. “Tüm duygularımız, Spinoza‟nın conatus adını verdiği
bu “varoluşta sebat çabası” ya da istek kaynağının, güç kazanması ya da güç
kaybetmesi, daha sevinçli ya da hüzünlü hallere geçişlerinden başka şeyler
değildir.”274
Aynı zamanda duyguların conatus ile olan bağlantısı bedenin etkilenim
durumundan da anlaşılmaktadır. Çünkü bedenin gücünü ya da güçsüzlüğünü ifade
eden haller conatus‟un azalışı ya da artışına tekabül eder. “Burada bedenin etki
gücünün artması ya da azalması conatusun artması ya da ya da azalması anlamına
gelir. Bir bireyin var oluş direncinde bir artış söz konusuysa, onu etkileyen dış
nedenin tabiatı onunla uyumludur ve bireyin conatus'u etkili demektir.”275
Duyguların gücü onu yaşayan kişiyle ilgilidir. Herkes duygulardan etkilenir.
Spinoza düşüncesinde insanın duygulardan etkilenmesinden doğal bir şey yoktur.
273
Scruton, 2007, s. 111. 274
Fransez, 2012, s. 200. 275
Candaş Bolgül, “Aristoteles ve Spinoza'da Duygulanım-Akıl İlişkisi”, Mersin Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Mersin, 2016, s. 71-72.
73
Çünkü Spinoza felsefesinde insanın özü arzudur. “Arzu insanın özüdür, yani insanın
varlığını sürdürmek için harcadığı çabadır.”276
Spinoza duyguların yaşanması
konusunda bir şey söylemez. Fakat duygulanımlar bedeninin etkinliğini kırdığı için
bu noktaya itiraz eder. Çünkü insanın herhangi bir şeyden etkilenerek pasif kalması
bedenin ve zihninin etkinliğini kısıtlar. Bedenin ve zihnin etkinliğinin kısıtlanması
insanın özü olan arzuya direnerek varlığını devam ettirmemesi anlamına gelir.
Spinoza düşüncesinde, duyguların nasıl yaşanılacağının bilinmesi gerekir. Bunu
gerçekleştirebilme koşulu insanı pasif duruma getiren şeyin bilgisini taşımaktır.
Örneğin insan mutsuzken, üzüntülüyken pasif durumdadır. Fakat üzüntülü
olduğunun bilgisine erişirse pasif halden aktif hale geçer.
İnsanlar duygulardan büyük oranda etkilenirken, duygulardan izole olunması
mümkün değildir. Çünkü insan diğer insanlarla karşılaşma halindedir. Bu
karşılaşmalar yaşanırken insanın kendini karşıt duygulardan bu tarz değişimlerden
alıkoyması mümkün değildir. “Bireyler, başlarına gelen şeylere istinaden karşıt
duygular (tutkular ya da duygular) yaşar; değişim ise güçlerindeki artış ya da
azalıştadır.”277
Bedenin ve zihnin gücünü etkileyen duyguların yaşanma derecesi
herkeste farklıdır. Kimisi bir duygudan diğerine göre daha fazla ya da az etkilenir.
Örneğin nefret duygusunu herkes yaşayabilir fakat nefretin dozu her insanda
farklıdır. Bu duygular çoğaltılabilir. Duyguların gücü bu etkilenmeyi yaşayan kişinin
duygu karşısındaki gücüyle karşı karşıya iken; zihnin gücü ise tamamıyla tutkular
karşısında edilgin dolayısıyla bilgisiz olmayla ilgilidir.
Zihnin, duygular üzerindeki erkinin ne olduğunu, zihin ile tutkudan hangisinin
diğerine egemen olacağını daha iyi anlamak için, şunu akıldan çıkarmamak
gerekir: Bir duygunun büyüklüğü ve küçüklüğü, güçlü ya da zayıf olması
göreli şeylerdir. Bir insanın, bir duygudan, başka bir insana kıyasla daha fazla
etkilendiğini gözlediğimizde ya da tek kişiye egemen olan iki duygudan
birinin diğerinden daha belirgin olduğunu gördüğümüzde, bir duygunun
ötekinden güçlü olduğunu söyleriz. Aslında, bir duygunun gücü, ona neden
olan olay ile kişinin gücünün kıyaslanmasıyla tanımlanır. Diğer yandan zihnin
gücü ise sadece içerdiği bilgi ile güçsüzlüğü ise, bilgi yoksunluğu ile
tanımlanır.278
276
Mehmet Fatih Elmas, Spinoza ve İnsan, Sentez Yayıncılık, İstanbul, 2015, s. 158. 277
Filippo Del Lucchese, Machıavelli ve Spinoza’da Çatışma, Güç ve Çokluk, çev. Orkun Güner,
Otonom Yayıncılık, İstanbul, 2016, s. 24. 278
Fransez, 2012,s. 263.
74
Spinoza‟nın duyguları ele alışı ve inceleyişiyle bedenin ne kadar önemli ve
gerekli olduğunun bilgisi defalarca anlatıldı. Bilgi türleri açıklanırken söylendiği gibi
insan duyguları bedenine gelen etkilenimler sayesinde bilir. Eğer beden olmazsa
insanın duyguları bilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla duyguları yaşamak ve onları
bilmek için bedenin varlığı gereklidir aksi takdirde etkilenimden söz edilemez. “Bir
nesne gelir, bedenimizi belirli bir biçimde etkiler ve bunun sonucu olarak,
zihnimizde hem bu dış nesnenin hem de bedenimizin doğasının belirlediği bir
imgeleme oluşur.”279
Spinoza düşüncesinde, insan istese de duygulardan kaçınamaz ve insan
bedeni duygular tarafından sürekli etkilenime maruzdur. Bu etkilenimler edilgin
olduğu sürece insan tutkunun etkisi altındadır. Yani conatus‟u tutku yönetir.
“Etkilenme kudretimiz edilgin etkilenişlerle doldurulmuş olarak kaldığı sürece,
conatus tutkularca belirlenir ya da Spinoza‟nın dediği gibi arzularımız tutkulardan
doğarlar.”280
İnsan tutkulardan kaçınamadığında tutkuların esiridir. Bundan dolayı
Spinoza düşüncesinde, insan tutkular karşısında ne kadar çaba gösterirse o kadar
bilgili, etkin olur. İnsanın tutkular karşısında etkin olması zihninin gücünü
gösterirken, tutkular karşısında edilgin olması ise güçsüzlüğünü gösterir.
Zihnimizde, etkin olduğu sürece oluşan duyguların hepsi bir Sevinç ve İsteğe
indirgenebilir, hiçbiri bir Hüzne indirgenemez. Etkin bir zihinde Hüzün
oluşmaz. Zihin Gücü, insanda bilgiye dayandığı sürece oluşan duyguların
tümüdür. Başka bir deyişle insanın bilmesinden kaynaklanan tüm duyguları
Zihnin Gücüne indirgenebilir. Zihin Gücü, ikiye ayrılabilir: Sebat ve Gönül
Yüceliği. Sebat, bir bireyin salt aklının buyruğuna uyarak kendi varlığını
koruma isteği, Yücegönüllülük ise, bir bireyin, salt aklının buyruğuna uyarak
başkalarına yardımcı olmaya ve onlarla kendi arasında bir arkadaşlık bağı
kurmaya çaba göstermesidir. Etkin (aktif) bireyin, salt kendi yararı için yaptığı
eylemler (ılımlılık, yetingenlik, tehlike altında zihin çevikliği gösterme gibi)
Sebata, aynı zamanda, başkalarının yararını da düşünerek yaptığı eylemler
(Alçak gönüllülük, bağışlayıcılık v.b. gibi de), Gönlü Yüceliğe
indirgenebilir.281
Spinoza daha önce de söylendiği gibi duygularına boyuneğdiği için insanı
köle olarak tanımlar. Bu başlık altında Spinoza, duygularımızı denetleme ya da
279
Fransez, 2012, s. 202. 280
Deleuze, 2013, s. 230. 281
Fransez, 2012, s. 203-204.
75
kısıtlamadaki güçsüzlüğümüzü bir tür „kölelik‟ olarak anar. Söz konususu köleliğin
etkisi altındaki insan, kendi tüzesi ile uyarlı değildir; öylesine kölece kendisi talihin
akışına bırakmıştır ki, kendisi için daha iyi olanı görse bile, gider, daha kötü olanın
peşine takılır.282
Köle durumundaki insan kendi tüzesi değil, duygularının tüzesi altındadır.
Köle durumunda olan insanı aklı değil duyguları yönetir. Bu yüzden Spinoza
düşüncesinde, insanın kararını kendisinin vermesi önemlidir. İnsanın kendi karar
vermesi için de akla göre hareket etmesi gerekir. O halde Spinoza felsefesinde
kaçırılmaması gereken noktanın insanı yönetenin aklı olması gerektiğidir. İnsanın
akla uygun hareket etmesi conatus‟u kullanması ve erdemi istemesi anlamına
gelmekteydi dolayısıyla insanı erdemli yapanın aklının olması ve upuygun ideleri
bulması gerektiğidir.
Spinoza felsefesinde aklını kullansın ya da kullanamasın insanın özü
conatustur. İnsan usa uygun hareket ettiğinde conatus sergilemekte duygularına
boyun eğdiğinde ise, sergileyememektedir. Her iki durumda da insanın özü aynıdır.
Spinoza düşüncesinde, insanın conatusu devam ettirmesi gerekir. Çünkü sevgi
insanın ayaklarını yerden keserken, nefret ise kişiyi dibe vurur. Örneğin, Spinozanın
yaptığı kırk sekiz duygu tanımlamasında kırk altıncı duygu türü olan “Ayyaşlık
(ebrietas), yani ölçüsüz içme isteği ve sevgisi”283
de bir duygudur. Fakat ayyaşlığın
tanımından da anlaşılacağı üzere ölçü aşıldığında kişiye vereceği anlık hazdan ziyade
uzun vadede kötü sonuçlar getirir. Bu duyguları çoğaltmak mümkündür. Fakat
duygulardan kaçınma mümkün değildir çünkü duyguların yaşanmasına neden olan
şey o nesnelerin insan bedeninde kurduğu etkilenimdir. Dolayısıyla insanın varlıkta
olmaya devam ettikçe etkilenimden dolayı duyguları yaşaması kaçınılmazdır.
Tutku durumunda olunduğunda, yani insanın edilgin etkilenişler ile dolu
oluşunda da conatus devam eder. Yapılması gereken, insanı edilgin hale koyan
tutkunun nasıl yaşanacağının bilgisine erişmektir. İnsanların bedenleri olduğu sürece
duygulara maruz kalmaları söz konusudur. İnsanın duygulara maruz kalmasından
282
Halûk Sunat, Spinoza ve Psikanaliz ve Hayat, Yirmidört Yayınevi, İstanbul, 2009, s. 109. 283
Spinoza, 1996, s. 149.
76
ziyade asıl önemli olan duyguların nasıl yaşanacağıdır. Daha önce de söylendiği gibi
duyguların yaşama noktasında conatus devreye girer.
İnsan tutkulara maruz kaldıkça ne kadar conatus kullanırsa, bilgili, güçlü ve
erdemli olur. İnsanlar duyguların nasıl yaşanılacağını bilmediğinde dirençleri sarsılır.
Bu bağlamda insanın conatus kullanması ruhunun etkinliğini gösterir. İnsanın etkin
olması onun aynı zamanda güçlü olduğunu gösterir. Haz insanın etkinlik gücünü
arttıran bir şey olduğundan sevincin bilgisine ancak etkin bir durumdayken erişilir.
“Ve conatus, sevinci deneyimlemek, eyleme kudretini artırmak, neyin sevinç
olduğunu, neyin bu nedeni koruyup desteklediğini hayal etme ve bulma çabasıdır.”284
Spinoza düşüncesinde duyguların kendinde kötü bir yanı yoktur. Duygular
zorunlu olarak insanın elinde olan bir şey değildir. İnsan etkilenimlere maruz
kaldıkça, duyguları istese de istemese de yaşar. Burada kaçırılmaması gereken nokta
duygunun nasıl yaşanacağıdır. Çünkü duygular conatusa bağlı olarak insanın etkinlik
gücünü belirlemektedir. Spinoza düşüncesinde, insan duyguları yaşamayı bilmediği
ya da ölçüyü aştığı durumlarda kısıtlanmaktadır. “Bedenimizin etkinlik gücünü
artıran, azaltan, ona yardım eden ya da onu kısıtlayan ne olursa olsun, o şeyin ideası
anlığımızın düşünme gücünü artırır, azaltır, ona yardım eder ya da onu kısıtlar.”285
Bu durumda insanın daima conatus göstererek bedenin ve zihnin etkinlik gücünü
koruması gerekir.
3.4. Spinoza Felsefesi’nde Beden-Ruh Problemi
Felsefe Tarihi boyunca tartışılan ruh-beden konusu Spinoza‟nın da problem
edindiği bir durumdur. Descartes‟ın ruhu bedene öncelediği, ruhu bedenden üstün
tuttuğu bu konu Spinoza da birleştirilmiştir. Spinoza da beden ve ruh ayrı ayrı veya
iki farklı insan değildir. Beden ve ruh birlik içerisindedir. “Fiziksel bedenlerimiz
vardır, ama aynı zamanda ruhuzdur ve bunlar iki farklı insan değildir, bir ve aynı
kişidir. Eski bir yahudi deyişinde olduğu gibi, “Sanki beden ruhun dışa bakan
284
Deleuze, 2005, s. 80. 285
Spinoza, 1996, s. 107.
77
biçimidir.”286
Spinoza düşüncesinde insan bedeni ve ruhu birlik içerisindedir. Ruh ve
bedenin birlikteliğinden şüphe duymaması Spinoza‟nın düşünce sisteminden gelir.
Çünkü bu sistemde kipler (modus) arsında üstünlük bulunmaz. Bu yüzden ruh ve
beden birdir ve bundan şüphe duyulmaz. “Spinoza, ruh ve bedenin birliği konusunda
şüphe duymaz. İnsan zihninin gerçek varlığı gerçekte varolan belirli bir şeyin fikrine
dayanır. Ruh ve beden aynı şeydir.”287
Spinozada insan ruhu ve bedeni birlik
içerisinde olduğundan bedenine etki eden her şeyin etkisindedir. Hatırlanacak olursa
ideanın nesnesi bedendi yani bedene etki eden şeyden dolayı insanlar bilmekteydi.
Dolayısıyla beden olmazsa etkilenim mümkün değildir. “Spinoza felsefesinde ruhun
çalışması bedenin etkilenimlerinin etkisinde olması demektir. O bu etkilere duygu
demiştir. Ruh bedene göre çalıştığı için bedenin her etkilenimi, ruhta ideaya karşılık
gelir.”288
Spinoza yukarıda da ifade edildiği gibi ruha üstünlük atfetmemek için ruhu
bedenle birlikte tanımlamaya gitmiştir. Bu yüzden Spinoza‟nın Etika’nın ikinci
bölümünde bedeni doğrudan tanımlarken ruhu bedenin bir uzantısı şeklinde
insanların karşısına çıkarmak istemesinin nedeni budur. “…Ruh artık bedenin
parçaları arasında bir bağ sağlamaz, bedenin efendisi (ya da kölesi) de değildir: Onun
fikridir, yani uzam düzleminde beden neyse, düşünce düzleminde onun birebir
eşdeğeridir.”289
Yani Spinoza ruhun tek başına değil bedenle birlikte görülmesini
ister. Bu yüzden Spinoza‟nın ideaya duygu demesi, onun eleştirilere boğulacağı bir
yerdir, çünkü felsefe tarihinde idea filozoflar için çok kutsal kavramlardan bir
tanesidir. Bundan dolayı Platon‟da hakiki bilgi episteme olduğu için idea kavramının
kutsallık taşımasında Platon‟un etkisi vardır.
Platon‟a göre, bir tarafta ezeli ve ebedi, mükemmel olan idelerin alemi vardır
ki bu alem, düşünülebilen, akıl yoluyla kavranabilen hakikatlerin alemidir.
Ancak bu alemin bilgisi doğru, genel-geçer ve mükemmel olan bir bilgidir.
Platon, bu bilgiye “episteme” adını vermektedir. Hakiki bilgi olan ideaların
bilgisi, mutlak, zorunlu olan bir bilgidir. Böyle bir bilgiyi de akıl
sağlamaktadır.290
286
Magee, 2004, s. 92-93. 287
Karl Jaspers, Spinoza, çev. Ralph Manheim, Ed. Hannah Arendt, First Harvest Edition, United
States of America, 1974, s. 39. 288
Atış, 2015, s. 152. 289
Ramond, 2014, s. 96. 290
Hüsameddin Erdem, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Hü-Er Yayınları, Konya, 2010, s. 188.
78
Dolayısıyla bir filozofun ideaya duygu demesi dikkat çeken bir durumdur.
Çünkü filozoflar duygu kavramını insanı kontrolden çıkaracağı, doğrudan saptıracağı
ya da ona yanlış şeyler yaptıracağı düşüncesiyle sevmezler. “Dolayısıyla teori hayatı
üzerine yoğunlaşan bu hayat görüşünde bedensel istekler ve hatta bedensel eylemler
aşağı konumundan dolayı teoriye engel olan, bu yüzden de bastırılması gereken
güçler olarak görülür.”291
Filozoflar hakiki bilgiye akılla ulaşıldığını
savunduklarından aklı temele alıp duygu kavramını dışlamışlardır. Bundan dolayı
filozoflar için, insan akıl varlığıdır ve ona göre değerlendirilir.
Spinoza‟nın ideaya duygu demesi aslında duygu kavramının içeriğini
değiştirmesi anlamına gelmektedir. Çünkü Spinoza düşüncesinde duygu (affectus)
etkilenim demektir yani bedenin etkilenen bir durumunu ifade etmektedir, dolayısıyla
Spinoza duyguyu kullanmak durumundadır. “Duygu bedenin etkilenmesinin ruhta
oluşturduğu durumlardır. Duygu için etkilenim (affectum) kavramını kullanma nedeni
budur. Bedenin her etkilenimi ruhta duygulara neden olur. Bu duygular bu felsefe de
hem bilgi hem tutku olarak adlandırılır.”292
Felsefe tarihinde neredeyse ilk kez bir
filozof duyguya bu denli önem vermiştir. İnsanın sadece akıl sahibi bir varolan
olarak öneminin olmadığı bunun yanında duygulara sahip bir varolan olmasının da
buna neden olduğu daha önce ifade edilmişti. O halde Spinoza‟ya göre akıl varlığının
değeri duygularından gelir.
Spinoza felsefesinde insanın etkilenimi beden sayesinde gerçekleşmektedir.
Dolayısıyla Spinoza düşüncesinde etkilenim bedenden yani cisim olmaktan başlar.
Etkilenimin dağılımı bedenden ruha, cisimden bedene doğru gerçekleşir. Çünkü
Spinoza felsefesinde cisim hareketli olduğu için diğer cisimleri de etkiler. “Cisimler
uzamın bir tavrı olunca, Spinoza‟ya göre, uzam için en temel nitelik hareket ve sükûn
olmaktadır. Bu anlamda uzam sıfatı, âlemdeki tüm hareket ve sükûnu ifade
etmektedir.”293
Fakat etkilenimin asıl nedeni Tanrı‟nın kendisi yani Tanrı‟nın özüdür.
Cisimler hareketli olduğundan diğer cisimleri etkilemekte fakat cisimlere o hareketin
291
Mustafa Yıldız, "Spinoza'da İnsan Doğası-Siyaset İlişkisi Üzerine Bir Deneme", Tarih Kültür Ve
Sanat Araştırmaları Dergisi, 2012, ISSN:2147-0626, s. 12. 292
Atış, 2015, s. 152. 293
M. Kazım Arıcan, Spinoza’nın Tanrı Anlayışı, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004, s.117.
79
gelmesi için bir güç (dynamise) gerekmektedir. Bu güç de Tanrı‟nın özü tarafından
belirlenir.
Spinozanın duygulanımı (affectio) kullanma nedeni bedenin etkilenme
durumlarını göstermek içindir. Bu noktada Spinoza‟nın etkilenimi kullanması, onun
rasyonalizmi aşamamasına eleştiri olarak düşünebilir. Bedenden başlayarak, deneyi
şart koşmasına rağmen deney kavramı yerine etkilenimi kullanmaktadır. Çünkü
deney kavramını kullandığında empirizmin akla gelmesi muhtemel olacaktır.
Spinoza felsefesinde emprizme yer vermemiş; o, atomcu ve parçacıkcı filozoflara
yakın durmayı tercih etmiştir. Hatırlanacak olursa, atomcuların kendi içlerinde bir
hareketi yoktu, hareket atomların yer değiştirmesiydi. “Hareket denilen şey, atomun
yer değiştirmesidir.”294
Kipler (modus) arasındaki etkilenim ilişkisinde cisimlerin
bazıları dingin bazıları hareketlidir. Kipler (modus) de tıpkı atomlar gibi yer
değiştirip, birbirlerini devindirirler. Dingin olanlar hareketli olanların etkisiyle
harekete geçmekte, etkilenmeleri bittiği zaman hareket halinde olan dinginliğe
geçmekteydi.
[....]Doğadaki ifade, mekanizmin iki yoldan aşıldığını gösterir. Mekanizm bir
yandan eyleme ve maruz kalma gücünün değişimleriyle tanımlanan bir
etkilenme kudreti dinamizmine; bir yandan da güç dereceleri olarak
tanımlanan tekil özlerin konumuna gönderme yapar.295
Spinoza Etika‟nın ikinci bölümünün birinci tanımında cismin de bir kip
(modus) olduğundan sözeder. “Cisim ile uzamlı şey olarak görüldüğü sürece
Tanrının özünü belli ve belirli bir yolda anlatan kipi anlıyorum.”296
Bundan dolayı
cisimler de birer modustur ve her kip (modus) birbirini hareket ettirir. Dolayısıyla
Spinoza düşüncesinde beden sadece yer kaplayan olmayıp aynı zamanda hareket
etmektedir. Kipler (modus) yani cisimler arasındaki etkilenim konusunda Spinoza
Demokritos‟tan etkilenmiştir. Ayrıldıkları nokta ise, Demokritosa göre atomların
hareketleri kendi içlerinden gelirken, Spinoza da ise böyle değildir. Spinozanın
burada ilk hareket ettiricinin etkisinin olduğunu düşünerek Aristotelese yaklaşmıştır.
294
Çiğdem Dürüşken, Antikçağ Felsefesi, Alfa Basım, İstanbul, 2014, s. 127. 295
Deleuze, 2013, s. 231. 296
Spinoza, 1996, s. 56.
80
Yukarıda da söylendiği gibi cisimlerin birbirini hareket ettirebilmesi için bir
güç gerekir. Bu gücün kaynağı Tanrıdır.
Tanrı, maddede hareket gibi, doğrudan doğruya yarattığı etkilerin asal
nedenidir; burada tali bir nedene yer olamaz, zira tali neden (Tanrı‟nın
kuvvetli bir rüzgarla denizi kurutmasında ve benzerşekilde, Doğadaki tüm
tikel şeylerin durumunda olduğu gibi) tikel şeylerle sınırlıdır.297
Tanrı‟dan dolayı bedenden ruha, cisimlerden de bedene etkilenim gerçekleşir.
Kipler (modus) arasındaki mekanizmi sağlayan şeyin parçacıkcı görüştür, bu noktada
Spinoza atomcu filozoflara yakındır. Spinoza‟nın doğa filozoflarına, atomculara olan
yakınlığının açıktır, Aristoteles‟e olan yakınlığı ise sadece ilk hareket ettirici olduğu
düşüncesidir. Bunun haricinde Spinoza‟nın üzerinde Aristoteles, Platon ve hatta
Sokrates pek etki oluşturmaz.
Spinoza‟nın ifadeleri Batı felsefesinin üç otoritesini eleştirel biçimde ele alan
ve buna karşın onun Hugo Boxel‟le yürüttüğü tartışmasında da tanık olunduğu
üzere doğa filozoflarına yakınlık duyuran niteliktedir: Platon, Aristoteles ve
Sokrates‟in otoritesi benim için çok az bir ağırlık taşır. Eğer siz Epiküros,
Demokritos ya da atomculardan herhangi birini ortaya atmış olsaydınız bu
benim için daha şaşırtıcı olurdu.298
Spinoza felsefesinde idea‟nın beden sayesinde gerçekleşen bir etkilenim
olduğundan bilgi türleri açıklanırken bahsedilmişti.
[…]İnsan ruhunu teşkil eden fikrin objesi, cisimdir (bedendir), yani fiil
halinde (actu) var olan uzamın bir tavrından başka bir şey değildir.
Düşüncenin tabiatına dikkat eden kimse… fikir düşüncenin bir tavrı
olduğundan dolayı, ne hayalden (imgeden) ne de kelimlerden ibaret olduğunu
açıkça anlayacaktır. Gerçekten kelimelerin ve hayallerin özü ancak
Bedenimizin hareketleriyle kurulmuştur. Bir fikir belirli bir kelime ya da
imgeyle ilişkide değil, anlamanın kendisi olarak anlamayla ilişkide
düşünülmelidir. Burada ifade bulan ilişki aslen bedensel bir ilişkisellik, bir
orandır.299
297
Spinoza, Kısa İnceleme, çev. Emine Ayhan, Dost Yayınevi, Ankara, 2015, s. 48. 298
Sevinç T. Aksu, “Ekopraksisin Kuruluşu Açısından Spinoza ve Marx‟ın Varlık Anlayışlarının
İncelenmesi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi),
Kocaeli, 2013, s. 31. 299
Özge Ejder, “Spinoza Felsefesi Perspektifinden Sanat Alanına Bakış”, Spinoza ile Karşılaşmalar,
Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2015, s. 232.
81
Dolayısıyla insanlar duyguları bedenine gelen etkilenimler sayesinde bilir.
Bedenin etkilenimleri olan duygular, conatus kavramı içerisinde tezahür eder.
“Spinoza'nın ontolojisinin kurucu ögesi ise filozofun duygu durumunda ortaya çıkar:
Herhangi birşeyin varlığını sürdürmek için sarf ettiği çaba şeyin fiili özünden başka
bir şey değildir.”300
Dolayısıyla etkilenimle bağlantı içinde olan insan bedeni ne
kadar conatus sergilerse o kadar etkin, güçlü olur. İnsanın duygulara boyun
eğdiğinde ise edilgin ve güçsüz olması söz konusudur.
Spinoza felsefesinde insanın köle olmamak için duygulara maruz kaldıkça
çaba göstermesi gerekir. İnsanın etkilenimler karşısında eylemde olup etkide
bulunabilirse bunu bilgiye; pasif, edilgen olursa tutkuya dönüştürür. Eğer insan
bedeni herhangi bir dışsal cismin doğasını içeren bir yolda etkilenirse, insan anlığı o
dışsal cismi edimsel olarak varolan ya da bulunan bir şey olarak görecektir, ta ki
beden dışsal cismin varoluşunu ya da bulunuşunu dışlayan bir değişki tarafından
etkileninceye dek.301
Spinoza düşüncesinde, insanı eyleme sevk eden duygular; pasifliğe,
edilgenliğe sevk eden ise tutkulardır. Tutku özü gereği insanı esir almaz. Spinoza
felsefesinde, insanın tutkudan kaçınamaz. “Böylece insan ruhunun beden ile zorunlu
bağı sadece zorunlu olarak etkilenme değil duygulardan kaçamamadır.”302
Tutkunun
esiri olup olmamak insanın onu nasıl yaşadığı ile ilgilidir. Tutkular insan ruhunun
etkilenimleridir fakat bu ruhun kendisinden değil onun dışındaki bedenden
kaynaklanır. “Ruh ve beden aynı ortak zorunluluğun parçası olduğu için insan ruhu
bu etkilenimlerden kaçamaz.”303
Spinoza düşüncesinde insan zorunlu olarak tutkulara güdümlüdür.304
Bunun
nedeni insan ruhunun beden ile olan zorunlu bağından dolayı duygulardan
kaçamamasıdır. İnsan ruh ve bedenden birleşik olduğu için bedeni olmadan yaşaması
300
Sevinç Türkmen, "Spinoza'da Sonsuzluk Sorunu ve Praksis", Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen
Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 2014, S. 23, Bursa, s. 122. 301
Spinoza, 1996, s. 71. 302
Atış, 2015, s. 155. 303
Atış, 2015, s. 152. 304
Zelyüt, 2011, s. 73.
82
mümkün değildir. Bedeni olduğu sürece insan ruhu tutkulara güdümlüdür. İnsan
tutkulara güdümlü olduğu için duyguları istese de istemese de yaşar.
Spinoza duyguların, tutku olma noktasında insanları pasifleştirdiği için kötü
olduğunu savunur. Bu yüzden bilgiyle tutkuyu birbirinden ayırır. Spinoza
felsefesinde, beden ve ruhun birlikte olmasından dolayı bedenin etkinlik gücünün
artması ruhun da etkinlik gücünün artması demektir. Beden ve ruh birlik içerisinde
olduğundan bedenin etkilenimlerine karşı ruhun etkinliği söz konusudur. “Spinoza
ruhun etkinliğini, bedenin etkilenimlerine karşı çabalamasında bulur. Bu karşı çabayı
Spinoza bilgi konusuna bağlar.”305
Spinoza ruhun uygun idealara sahip olduğunda
etkin, uygun olmayan idealara sahipken ise edilgin olduğunu söyler, dolayısıyla ruh
edilgin konumdayken insan güçsüz ve tutkuların kölesi olmuştur.
Spinoza düşüncesinde, insanın duyguyu bilgi haline getirmesinde, bilgide
böyle bir şansa sahip olmasına neden olan şeyin akıldır. Çünkü akıl bir nevi insanın
bunu yapmasına imkân verir. Fakat tutkularda böyle bir şeyin mümkün değildir.
Çünkü tutku aklı dışladığı için düşünmenin dışındadır. “Ruh bedene göre çalıştığı
için bedenin her etkilenimi, ruhta ideaya karşılık gelir. Sadece etkilenimlerin karşılık
olduğu bazı idealar bilgiye bazıları da tutkuya neden olur.”306
Duygunun bilgi haline gelmesinde insanın etkisi olmakla birlikte tutku
konusunda hiçbir etkisi yoktur. İnsan tutku durumundayken dış etkenlere fazlasıyla
maruz kaldığı için bunu gerçekleştiremezken, bilgide kısmen de olsa bunu ortadan
kaldırabilme şansı bulunur. “Ruh bedenden etkilenmesi konusunda bir şey yapamaz.
Aynı ruh, çaba ile etkilenimlerinin eylem ya da tutku olmasını belirler. Spinoza buna
dayanarak ruhun eylemlerini etkin ve edilgin olarak ikiye ayırır.”307
Ruh
algıladıklarının açık seçik farkındaysa etkindir. Aksi durumda ise tutkunun etkisinde
olduğu için edilgindir. Bilgi türleri hatırlanacak olunduğunda birinci bilgi türünün
upuygun olmayıp yanlışın nedeni olduğu için sanı bilgisidir. Bu yüzden birinci bilgi
305
Atış, 2015, s. 153. 306
Atış, 2015, s. 152. 307
Atış, 2015, s. 152-153.
83
türü insana gerçek değil sakat bilgi verir. Dolayısıyla ruh sanı bilgisindeyken açık
seçik algılamamakta ve edilgin olmaktadır.
Doğamızdan yalnızca ondan anlaşılabilecekleri bir yolda doğan istekler,
yeterli idealardan oluşuyor olarak kavrandığı sürece anlık ile ilişkili olanlardır;
geri kalan istekler ise, yalnızca şeyleri yetersiz olarak kavradığı sürece anlık
ile ilişkilidirler, ve kuvvetleri ve artışları insan gücü tarafından değil ama
dışımızdaki şeylerin güçleri tarafından tanımlanır; öyleyse birincilere haklı
olarak eylemler, ikincilere ise tutkular/edilimler denir; çünkü birinciler her
zaman gücümüzü ve ikinciler ise tersine güçsüzlüğümüzü ve sakatlanmış
bilgimizi belirtirler.308
Spinoza insan ruhunun tutkular karşısında sürekli çaba (conatus) içerisinde
olduğunu söyler. “İnsan ruhunun çabası tutkulardan kaçınma isteğidir. Spinoza‟ya
göre ruhun bu isteğinin nedeni tutkunun insanı köleleştirmesidir. Ona göre kölelik,
insanın duygularını denetleme ve kısıtlama güçsüzlüğüdür.”309
Bu yüzden tutkular
insanı aklın buyruğundan uzaklaştırdığı için ruh bu çabası ile tutkulara karşı koyar.
Spinoza tutkuların insanı pasifleştirdiği için tutkularını yönetemeyen,
denetleyemeyen insanın köle durumunda olduğunu söyler.310
Buradaki kölelik
tutkuları kontrol edemeyen insanın güçsüzlüğüdür, diğer bir şekilde söylenirse ruhun
çaba göstermeyişidir. Dolayısıyla Spinoza felsefesinde ruhun gücü, insanın tutkulara
karşı gösterdiği çabadır.
Spinoza düşüncesinde ruhun gücü, ruhun çaba içerisinde olması anlamına
gelir. Bu aynı zamanda ruhun aklın etkisinde olması anlamını da taşır. Ruhun aklın
etkisinde olma nedenini uygun idelerdir. Bundan dolayı uygun ideler doğrultusunda
insan ruhunu aklı yönlendirir. Uygun olmayan ideler ise insanı tutkuların
yönlendirmesine neden olur. İnsan uygun ideleri bildiği sürece usun buyruğuna göre
yaşar. Bu durumda insanı yöneten akıl olduğu için ruhun çabası etkin olmaktadır.
“Spinoza felsefesinde ruhun çabası insanın aklının (Raison) kılavuzluğuyla
yaşamasıdır. Ruh usun kılavuzluğuna göre yaşamadığında tutkuların etkisi
altındadır.”311
308
Spinoza, 1996, s. 198. 309
Atış, 2015, s. 152. 310
Spinoza, 1996, s. 151. 311
Atış, 2015, s. 153.
84
Spinoza felsefesinde beden ile ruhun birlik içerisinde olduğu görüşüne,
Tanrı‟nın her şeyin nedeni olduğu konusuna götürecek şeyin bilgidir. Bundan dolayı
Spinoza‟da bilmek erdemdir, insanı erdemli yapan şey bilgidir. Bilgi türleri
açıklanırken söylenilenler hatırlanacak olunursa ikinci ve üçüncü tür bilginin zorunlu
olarak gerçek olduklarını ifade edilmişti. İkinci ve üçüncü bilgi türlerinin bu
gerçekliği barındırmalarının nedeni yeterli ideaları taşımalarından kaynaklanır.
“Yeterli idea (idea adaequata) ile öyle bir ideayı anlıyorum ki, nesne ile ilişki
olmaksızın kendinde görüldüğü sürece, gerçek bir ideanın özelliklerinin ya da içsel
imlerinin (denominations intrinsecas) tümünü taşır.”312
Bu yüzden nesnesine uygun
bilgi, deneyden kopuk olarak çalışan akıl insanı gerçek bilgiye götürür. O halde
sadece akıl insana bu dünyadaki her şeyin nedeninin Tanrı olduğunu, her şeyin
gerçek nesnesinin Tanrı olduğunu gösterir. İnsan sadece akıl sayesinde duygulara
boyuneğmekten kendini korur.
Spinoza felsefesinde ruh ve bedenin biraradadır bu yüzden de birlikte
düşünülmesi gerekir. Aksi takdirde ruh ya da beden tek başlarına ele alındıklarında
bir anlam taşımamaktadır. Çünkü ruh ve bedenin tek tek anlaşılması onlara bir önem
hiyerarşisi yüklemekle birlikte Spinoza düşüncesine aşkınlığı taşır. Spinoza
düşüncesinde aşkınlık görüşü ve kipler (modus) arasında bulunacak hiyerarşi
saçmadır. Çünkü Spinoza düşünce sistemine bunları sokmaz.
3.5. Kutluluk (Beatitudo)
Spinoza felsefesinde conatus‟un kipler (modus) üzerindeki etkileri anlatıldı.
Conatus kiplerin (modus) varlıkta olmalarını sağlamaktan fazlasını ifade etmekteydi.
Bu bağlamda conatus kipleri (modus) sevinçli etkilenimlere yönlendirerek etkinlik
güçlerini arttırırken onları usa göre davranmaya, erdeme ve bilgiye de sevk eder.
“Spinoza‟nın bu ilkeyi yorumu sadece bir kendini-koruma olarak conatus ile değil
aynı zamanda Spinoza‟da sevinç ve etkinliğin gücündeki artış olarak anlaşılan en
büyük mükemmellik olduğu”313
Conatus sergileyen kip (modus) usa göre hareket
ederek erdemi ve bilgiyi de ister. Çünkü varlıkta olmaya çalışan kişi ancak erdemi
312
Spinoza, 1996, s. 56. 313
Aksu, 2013, s. 31.
85
bulur. Usun bilgisi ile hareket eden kişi üçüncü tür bilgi düzeyine eriştiği için
kendisini esaretten kurtaracağı gibi kutluluğun bilgisine de erişir.
[…] ikinci ve üçüncü tür bilgi düzeyine erişmiş biri duygular dünyasının
“teori”sini yaparak “esaret” teşhisi koyabilir; dahası, esaretten kurtulabilmek
için “aklın (ratio) duygular karşısında neler yapabileceğini, sonra da zihinsel
özgürlüğün, başka deyişle kutluluğun (beatitudo) ne anlama geldiğini
göstererek aklın kudretinden söz edeceğim” diyebilir.314
Spinoza düşüncesinde erdemli olan kişi bilgilidir. “Kutluluk Tanrıya duyulan
sevgide bulunacaktır, duygusal bir sevgide değil ama insanın en yüksek bilme
biçiminden, sezgisel bilgisinden ya da bilimsel sezgisinden türeyen bir anlıksal
sevgide.”315
Bu bilme üçüncü bilgi türüne karşılık gelir. İnsan ancak üçüncü bilgi
seviyesinde usa göre hareket edip, sevinçle arzulanır. Çünkü insan sadece üçüncü
bilgi türünde akıldan doğan arzuya yönelir.
Çünkü ustan doğan istek ancak bir tutku olmayan haz duygusundan, eş
deyişle, aşırı olmayan hazdan doğabilir, acıdan değil; buna göre bu istek iyinin
bilgisinden doğar, kötünün bilgisinden değil; dolayısıyla usun kılavuzluğu
altında dolaysızca iyiyi ister ve ancak bu düzeye dek kötüden kaçınırız.316
Üçüncü bilgi türü olan sezgisel bilme her şeyin Tanrı‟nın zorunluluğundan
meydana geldiğinin bilgisine erişmedir.
Ama her şey Tanrı‟da olduğu ve Tanrı yoluyla kavrandığı için, bundan şu
çıkar ki bu bilgiden yeterli olarak bilebileceğimiz birçok şeyi çıkarsayabilir ve
böylece Bölüm 2, Ön. 40‟a Notta değindiğimiz ve üstünlük ve değerinden
Beşinci Bölümde söz etme fırsatını bulacağımız üçüncü bilgi türünü
oluşturabiliriz.317
İnsana her şeyin Tanrı‟ya bağlı olduğu bilgisini sadece akıl verir. “Şeyleri
olumsal olarak değil ama zorunlu olarak görmek usun doğasına özgüdür.”318
Aklın
bu zorunluluğa erişmesi de Tanrı‟nın zorunlu doğasından kaynaklanır. Çünkü sadece
akıl insana varolan her şeyin Tanrı‟nın zorunlu doğasından gerçekleştiğini gösterir.
314
H. Bülent Gözkan, “Spinoza‟nın Üçüncü Tür Bilgi Anlayışı ve Kant‟ın Eleştirisi”, Spinoza ile
Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2015, s. 81. 315
William S. Sahakian, Felsefe Tarihi, çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınevi, İstanbul, 1997, s.136. 316
Spinoza, 1996, s. 192. 317
Spinoza, 1996, s. 90. 318
Spinoza, 1996, s. 88.
86
“Ama şeylerin bu zorunluluğu Tanrı‟nın bengi doğasının zorunluğunun kendisidir;
öyleyse şeyleri bu bengilik doğası altında görmek usun doğasına özgüdür.”319
Spinoza insanın sezgiyle ulaşacağı en üstün şeyin kutluluk olduğunu söyler
ve kutluluğun Tanrı‟ya duyulan sevginin insana armağanı olduğunu belirtir.
Bu yüzden anlağı ya da usu olanaklı olduğu ölçüde eksiksiz kılmak bizim için
yaşamda özellikle yararlıdır, ve insanın en yüksek mutluluğu ya da kutluluğu
yalnızca bundan oluşur; çünkü kutluluk sezgisel Tanrı bilgisinden doğan ansal
hoşnutluktan başka birşey değildir, ve anlığı eksiksizleştirmek Tanrı‟yı ve
onun doğasının zorunluğundan doğan yüklem ve eylemleri anlamaktan başka
bir şey değildir.320
Kutluluk insanın üçüncü bilgiye erişmesinde zorunlu olarak doğan bir
sevgidir.321
Üçüncü bilgi türünden zorunlu olarak oluşan kutluluk insanın Tanrının
sonsuz olduğu düşüncesini bilmesi demektir. Çünkü üçüncü bilgi türü hatırlanacağı
üzere, sezgisel bilme anlamına gelmekteydi. Sezgisel bilgi, insanın yeterli ideların
bilgisini taşıyan Tanrının zihninden pay almasıydı. “Üçüncü bilgi türünden Anlıksal
Tanrı sevgisi zorunlu olarak doğar.”322
Spinoza düşüncesinde insan, Tanrı‟nın sonsuz
olduğu düşüncesinin idraki ile bu sevgiye ulaşır.
Çünkü bu tür bilgiden nedeni olarak Tanrı ideasının eşliğinde haz, eş deyişle
Tanrı Sevgisi doğar, ama onu bulunuyor olarak imgelediğimiz sürece değil,
tersine bengi olarak anladığımız sürece; ve anlıksal Tanrı sevgisi dediğim şey
budur.323
Spinoza düşüncesinde insanın Tanrı ile kurabileceği iletişim sevgidir. İnsan
ancak bu sevgi ile Tanrıyla olma şansına erişip, Tanrı‟nın kudretini ve sonsuzluğunu
anlayabilir. Bu sevgi doğrudan Tanrıyı yansıtır. Çünkü kutluluk da Tanrı gibi ezeli
ve ebedidir. “Üçüncü bilgi türünden doğan Anlıksal Tanrı Sevgisi bengidir. Üçüncü
319
Spinoza, 1996, s. 88. 320
Spinoza, 1996, s. 198. 321
Spinoza buradaki bağlamda kullandığı iki terim mutluluk (felicitas) ve kutluluk (beatitudo)
birbirleriyle ilişkilidir. Çiğdem Dürüşken bu ilişkiyi Spinoza‟nın Etika eserinin Tükçe çevirisinin
sonuna eklediği Terimler Sözlüğü (Latince-Türkçe) kısmında şöyle kısaca açıklar: “Kutluluk:
Spinoza‟ya göre zihnin sezgi gücüyle erişebileceği en üst mutluluk ya da doygunluktur. Bu tür
mutluluk Tanrı‟ya duyulan sevginin bir armağanıdır.” Benedictus D. Spinoza, 2016, s. 476. 322
Spinoza, 1996, s. 222. 323
Spinoza, 1996, s. 222.
87
bilgi türü bengidir; öyleyse ondan doğan sevgi de zorunlu olarak bengidir.”324
Spinoza düşüncesinde Tanrı sonsuz olduğundan onu bilmenin ve sevmenin yolu da
sonsuzluktan geçer. Bu sevgiye tutulan kişinin de sonsuz bir şekilde ilerler. “Tanrı
sonsuzdur, Tanrı‟yı bilmek de, sevmek de sonsuzdur. Tanrı bilgisine kapılan, Tanrı
sevgisine kapılan gibi sonsuz bir yolda, sürekli yetkinleşerek ilerler.”325
Spinoza düşüncesinde erdemli olan kişinin bilgili olduğundan sözedildi. Bu
doğrultuda Spinoza‟ya göre en büyük erdem Tanrı‟yı bilmektir. “Anlığın en yüksek
iyisi Tanrı‟nın bilgisi ve anlığın en yüksek erdemi Tanrı‟yı bilmektir.”326
Bu bilgi de
üçüncü bilgiyle yani sezgisel bilmeyle bağlantılıdır. Dolayısıyla erdeme ulaşan kişi
Tanrı sevgisine yani kutluluğa ulaşır. Çünkü zihnin ulaşacağı en büyük erdemin
kutluluk olduğu söylenir. “Kutluluk erdemin ödülü değil ama erdemin kendisidir; ve
onun sevincini kösnülerimizi bastırmakla duymayız, ama tersine onun sevincini
duyduğumuz için kösnülerimizi bastırırız.”327
Spinoza felsefesinde erdemli olmak için önce çabalamak gerekir. Yani
yaşamayı istemeyen kişinin yaşamda olmayacağı için mutlu olmayı, iyiyi, erdemi
istemesi de mümkün değildir. “Hiç kimse aynı zamanda olmayı, davranmayı, ve
yaşamayı, eş deyişle, edimsel olarak varolmayı da istemedikçe kutlu olmayı, iyi
davranmayı ve iyi yaşamayı isteyemez.”328
Conatus ile erdemin bu noktada yakın
bağı bulunur: Varlığı koruma çabası en üstün erdem olmaktadır. “Buna (eş deyişle,
öz-sakınım çabasına) önsel hiçbir erdem kavranamaz. Öz- sakınım çabası şeyin
özünün kendisidir.”329
Dolayısıyla Spinoza düşüncesinde erdemli olmak aynı
zamanda yaşamı sürdürme görevi ile aynı anlama gelir. İnsan ancak bu sayede
mutluluğa kapı açabilir. Spinoza düşüncesinde, mutluluğa ulaşmak, zihni acıdan
arındırmak ancak ebedi ve sonsuz bir şeyin sevgisiyle mümkündür. “Fakat ebedi ve
sonsuz bir şeyin sevgisi, zihni katıksız mutlulukla besler ve onu her türlü acıdan
arındırır. Bu yüzden ebedi ve sonsuz sevgi çok çekicidir ve tüm gücümüzle
324
Spinoza, 1996, s. 223. 325
Atilla H. Erdemli, “Spinoza‟nın Ahlak Anlayışı”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
(Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1985, s. 122. 326
Spinoza, 1996, s. 168. 327
Spinoza, 1996, s. 228. 328
Spinoza, 1996, s. 166. 329
Spinoza, 1996, s. 166.
88
araştırılmalıdır.”330
Bu düşünce insanları mutlu olmak için erdemli olmak gerektiği
inancına götürmemelidir. Çünkü mutluluk, söylendiği gibi erdemin kendisidir.
Erdem mutlu olmak için başvurulması gereken bir şey değildir.
Erdemli olmak bir yaşama görevidir; kişinin kendisini olguların akışına
bırakmadan, kendi yararına olanı kollayıp gözeterek bir uğraş vermesidir. O
böylece mutlu olacaktır. Buradan, mutlu olmak için erdemli olmak gerekir,
gibi bir sonuç çıkartılması Spinoza anlayışı ile bağdaşmaz. Çünkü onun
görüşünde erdemli olmanın olağan bir sonucudur mutluluk.331
330
Benedictus D. Spinoza, Siyaset Üzerine Seçmeler, çev. Afşar Timuçin, Morpa Kültür Yayınları,
İstanbul, 2004, s. 105. 331
Erdemli, 1985, s. 109.
89
SONUÇ
Bu çalışmada Spinoza felsefesinde her sonlu varlığın özünü ifade eden
conatus anlatılmaya çalışılmıştır. Conatus, Spinoza felsefesinde özellikle insanı
anlamak için önemli bir kavramdır. Spinoza'nın kavramı felsefesinde kullanması ona
ayrıca bir önem atfeder. Çünkü conatus kavramıyla insanın özü ve Tanrı‟nın kudreti
dolayısıyla her şeyin onun doğasının zorunluluğuyla gerçekleştiği görüşü akla gelir.
Conatus en temelde insanın özüdür, Spinoza felsefesinde insan nedir şeklinde
sorulduğunda alınacak cevap kişileri arzuya götürür. Bu haliyle conatus, insanın
eylem ve davranışları tanımlanırken temel bir kavram olur.
Üç bölümden oluşan çalışmada ilk bölümde Etika‟dan hareketle Spinoza‟nın
felsefesi, Etika, conatus ve bilgi türleri genel itibariyle gösterildi. Burada, Spinoza
felsefesini anlamak adına okunacak ilk yapıtın Etika olduğuna dikkat çekildi. Etika
ilk bakışta her ne kadar geometrik sunumu sebebiyle kişilerin kafalarını karıştırsa da,
eserin tamamı dikkatle okunduğunda Spinoza‟nın yapmak istediklerinin
anlaşılmasının hiç de zor olmaz. Etikadaki sistemi anlamak ve bölümler arası
bağlantıları sağlamak için ilk bölümü yani Tanrı hakkındaki düşünceleri özümsemek
gerekir. Bu sebeple ilk bölümde Spinoza‟nın Tanrı hakkındaki görüşüne yer
verilmiştir. Çünkü bu felsefede varolan her şey bu tek töz yani Tanrı düşüncesinden
meydana gelir.
Her şeyin tek tözden meydana geldiği bu düşünce sisteminde Tanrı mutlak
anlamda tek Varlıktır. Tanrı‟nın Varlık olmasının en önemli kaynağı, kendinin
nedeni olmasından dolayı özünün varoluş içermesidir. Tanrı kendisinin nedeni
olduğu için aynı zamanda töz olur. Bu yüzden ondan varlığa gelenler varolanlar
şeklinde açıklanır. Spinoza varolanları kip (modus) şeklinde tanımlamıştır. Tanrı
kendinde olan ve kendisi yoluyla kavranabilenken, kipler kendi başlarına
varolamayan ve kavranamayandır. Dolayısıyla Spinoza felsfesinde kip denilince akla
kendi başına anlaşılması ve tanımlanması mümkün olmayan bir şey gelir. Bu sebeple
kipler tözün değişkisi olur.
90
Spinoza felsefesinde sadece insanlar değil, evrende görülen her şey birer kip
(modus) ve varolan her şey kendinde olduğu sürece kendi varlığında her neyse o
olmak için çabalar. Her şeyin kendi varlığında neyse o olmak için çabalaması
conatustur. Bu sebeple conatus sadece insanların değil tüm kiplerin (modus) özünde
bulunur. Etika‟nın üçüncü bölümünde Spinoza, insanı, insanın eylem ve duygularını
tıpkı Tanrı‟yı incelediği gibi ele alır. Spinoza burada insan tutkusunun geometrisini
çizer.
Çalışma‟nın ikinci bölümünde Etika temelinde Spinoza‟nın etik görüşü
anlatıldı. Bununla birlikte Tanrı‟nın zorunluluğuna bir kanıt olarak gösterebilecek
şekliyle conatus ve conatus görüşünden etkilenen düşünürlere yer verilmiştir. Bu
bölümde ilk olarak Spinoza‟nın özgün etik anlayışından bahsedilerek etik ve ahlak
arasında yaptığı ayrım belirtilmiştir. Çünkü Spinoza‟nın etik konusunda yaptığı etik
düşüncesine uygundur. Onun etiği ahlak öğretilerinde olduğu gibi değildir. Spinoza,
etiğini insanın davranışları üzerine kurmuştur ve insan conatus sayesinde
davranışlarını değiştirebilir. Dolayısıyla bu felsefede etik insanın eylemleriyle
içiçiedir.
Conatus, Spinoza etiğine temel olmakla birlikte aynı zamanda her şeyin
Tanrı‟nın zorunluluğu ile gerçekleştiği düşüncesini de kişilere hatırlatır. Conatus
Tanrı‟nın asıl anlamda Varlık olduğunu ondan varlığa gelenlerin de varolan
olduğunu gösterir. Çünkü bu sistemde kipler (modus) varolan olarak bulunur.
Varolan olarak her ne iseler bunu devam ettirebilmek adına da çabalarlar. Zaten kip
(modus) durumu, conatus‟un tanımında verilmektedir: Her şey kendinde olduğu
sürece kendi varlığında her neyse o olmak, onu sürdürebilmek için çabalar.
Dolayısıyla her kip (modus) varlıkta olduğu anda çabalar.
Çalışmanın son bölümünde, duygular ve insan anlatıldı. Etika‟da anlatıldığı
haliyle beden ve ruhtan mürekkep olan insan, duygular, duyguların insanla olan
ilişkisi, beden ve ruh problemine yer verildi. Burada Spinoza‟nın insanı beden ve ruh
moduslarından birleşmiş olarak ele alışı gösterildi. İnsanın eylem ve davranışlarında
duyguların etkili olduğu ve conatus‟un duygularla ne kadar yakından ilgisi
bulunduğu belirtildi. Bu bağlamda conatus insanların duygularını yaşarken adeta
91
onları yöneten, yönlendiren bir yasa olur. Çünkü conatus insanların etkinliğini
belirlemektedir. İnsan bedeninin etkin olması zihnin de etkinliği belirleyen birşeydir,
çünkü bedenin etkinlik gücünün artmasıyla zihnin de etkinlik gücü artar. Bunun en
somut göstergesi de duyguların insan bedenine ve zihnine olan etkisidir. İnsanların
sevinçten doğan duyguları yaşarken etkinlik güçleri artar, kederden doğan duyguları
yaşadıklarında ise etkinlik güçleri azalır. Conatus, bu durumda insanların etkinliğini
arttıracak şekilde kişileri yönlendirmiş olur.
İnsan ruhunun gücü, tutkulara karşı gösterilen çabadır. Duyguların insan
davranışlarını büyük ölçüde etkilediği bu felsefede duygulara boyuneğilmesi insanı
köle yapar. Spinoza köle durumunda olan insanı eleştirir. Çünkü Spinoza‟ya göre,
köle insanı yöneten ve yönlendiren aklı değil, duygularıdır. Köle insan güçsüz
olduğu için tutkularına maruzdur ve usun buyruklarına göre hareket edemez. İnsanın
köle durumunda olması bedeninin ve zihninin etkin değil edilgin oluşunu gösterir.
Yani köle insan ruhunun çaba gösteremeyişinden dolayı güçsüzdür. Bu yüzden
Spinoza, insanın köle durumundan uyanması, onu aklının yönetmesi için tutkularına
karşı ruhunun çabalaması gerektiğini söyler. İnsanlar, beden ve zihinlerinin
edilginliğini conatus sayesinde ortadan kaldırabilir. Çünkü conatus, insanların
varlıkta olma direnci olduğu gibi, sevinçli duygular duymalarını sağlayarak onların
etkinlik gücünü arttıran, usa uygun hareket etmelerini sağlayanda bir şeydir. Sadece
usun kılavuzluğunda sergilenen conatus, insanı köleci durumdan kurtarır. Çünkü
Spinoza‟nın düşünce sisteminde sadece akıl, insanı pasif konuma getiren şeyin
nedenine götürebilir ve onları ortadan kaldırır.
İnsan tutkuları akıl sayesinde kontrol edebilir. Tutku kendinde kötü
olmamasına rağmen, nasıl yaşanılacağı bilinmediği takdirde insanlara sorunlar
yaşatır. Örneğin aşk konusuna bakıldığında, insanlar sevinçliyken mutluluktan
ayakları yerden kesilir. Fakat ayrılık durumunda ise kişiler hiçbir şey yapmak
istemez, hatta bu yüzden depresyona girer belki de intihar ederler. Çünkü aşk
konusunda kişi sevinç dolu iken, ayrılık konusunda hüzün dolu olabilir. Aşık
olunduğunda bu duygunun yaşanması kişiye heyecan verir, bu yüzden kişi için güzel
bir duygudur. Ayrıyken de hissedilen duygular son derece doğaldır. Fakat duyguların
yaşanışa göre her insanda farklı bir etki bıraktığı düşünülebilir. Duygular kimilerini
92
normal derecede etkilerken kimilerini de normalin dışında etkileyerek pasif hale
getirebilir. Kişilerin kendilerini bu pasif hâlden korumaları gerekir. İçki içmek, sigara
kullanmak bir tutkudur ama kişilere uzun vadede kötü sorunlar getirebileceği
düşüncesinden ötürü bunların kullanılırken dikkat edilmesi gerekir. Spinoza‟nın
kişilerin aşık olup olmamalarına, ya da alkol kullanıp kullanmamaları konusuna
herhangi bir itirazı yoktur. Hatta Spinoza insanın tutkularına güdümlü olduğunu
söyler. “Spinoza: insan zorunlu olarak her zaman tutkulara altgüdümlüdür
(obnoxius), ve doğanın ortak düzenini izleyerek ona boyun eğer, şeylerin doğasının
gerektirdiği ölçüde kendini ona uydurur.”332
Çünkü beden ve ruhtan birleşik olan
insanın güçsüzlüğü tutkularına karşı koyamayışından yani tutkularına güdümlü
oluşundan gelir. Dolayısıyla Spinoza düşüncesinde, insanın tutkularla dolu olması
çok doğal karşılanabilecek bir durumdur.
Tüm bunlardan hareketle, conatus insanların tutkularına yenik düşmemeleri
için sergilemeleri gereken bir şeydir. Tutkular karşısında pasiflikten kurtulmak için
daima conatus göstermek gerekir. Spinoza felsefesinde esas olan insanların duyguları
nasıl yaşayacağını bilmesidir. Duyguları engellemek ya da yok etmek mümkün
değilken, insanlara duyguları ölçülü yaşama konusunda iş düşmektedir. Bu yüzden
ruh ve bedenin etkinliğini sağlamak adına tutkulara karşı çabalamak gerekir.
332
Sunat, 2014, s. 209.
93
KAYNAKÇA
Akarsu, Özge. (2015). “Spinoza ve Hobbes‟ta Çokluk Kavramı”, Spinoza ile
Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Aksu, T. Sevinç. 2013. “Ekopraksisin Kuruluşu Açısından Spinoza ve Marx‟ın
Varlık Anlayışlarının İncelenmesi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Kocaeli.
Ali Taşkın – Metin Becermen. (2013). (Rönesans, Yeniçağ ve XIX. Yüzyıl Felsefesi
Tarihi, Ankara: Sentez Yayıncılık.
Arıcan, M. Kazım. (2000). “Spinoza‟nın Hürriyet Anlayışı”, Cumhuriyet Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 4, Sivas.
Arıcan, M. Kazım. (2004). Spinoza’nın Tanrı Anlayışı, İstanbul: İz Yayıncılık.
Arıcan, M. Kazım. (2007). “Spinoza‟nın Tanrı Anlayışının Din Felsefesi Açısından
Değerlendirilmesi”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt:
XI/1, Sivas.
Atış, Naciye. (2015). “Spinoza Felsefesinde Beden ile Zorunlu Birlik İçerisindeki
Ruhun Gücü”, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi), sayı:20, Ankara.
Atış, Naciye. (2015). “Spinoza Felsefesinde Zorunluluk kavramının Tanrı ve
Özgürlük Kavramları İle İlişkisi”, FLSF (Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi),
Sayı: 19, Ankara.
Balanuye, Çetin. (2015).“Spinozacı Paralelizm Öğretisi: Çelişki mi, Çare mi?”,
Spinoza ile Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Balanuye, Çetin. (2016). “Spinoza as a Philosopher of Education”, The European
Conference on Ethics, Religion & Philosopy Offical Conference Proceedings,
Akdeniz University, Turkey.
Balanuye, Çetin. (2016). Spinoza, İstanbul: Say Yayınları.
Balanuye, Çetin. (2017). Spinozanın Sevinci Nereden Geliyor, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Balibar, Etienne. (1994). “Spinoza, the Anti-Orwel: The Fear of the Masses, Masses,
Classes, Ideas: Studies on Politics and Philosopy Before and After Marx, çev:
James Swenson, New York: Routledge.
Balibar, Etienne. (2016). Spinoza ve Siyaset, çev. Sanem Soyarslan, İstanbul:
Otonom Yayıncılık.
94
Bir, Çağan, “Spinoza ve Nietzsche‟de Yaşamın Olumlanması Sorunu”, Ankara
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara: 2016.
Blyenbergh – Spinoza. (2015). Kötülük Mektupları, çev. Alber Nahum, İstanbul:
Norgunk Yayıncılık.
Bolgül, Candaş, “Aristoteles ve Spinoza'da Duygulanım-Akıl İlişkisi”, Mersin
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek lisans Tezi,
Mersin: 2016.
Bumin, Tülin. (2010). Tartışılan Modernlik: Descartes ve Spinoza, İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
Cevizci, Ahmet. (2005). Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul:
Paradigma Yayınları.
Cevizci, Ahmet. (2010). Felsefe Tarihi, Say Yayınları: İstanbul.
Cevizci, Ahmet. (2012). Bilgi Felsefesi, Say Yayınları: İstanbul.
Cihan, Mustafa. (2013). “Spinoza Felsefesinin Etkileri: Spinozacılığın Farklı Dönem
ve Alanlardaki Yansımaları”, Beytulhikme An International Journal of
Philosopy, ISSN:1303-8303, Erzurum.
Copleston. (1996). Helenistik Felsefe, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea Yayınevi.
Çelik, Kevser, “Süreç Din Felsefesinde Din-Bilim İlişkisi”, Süleyman Demirel
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Isparta: 2006.
Çiftçi, Erdem. (2017). Yanlıştaki Doğru: Spinoza‟nın Affectio‟su, FLSF (Felsefe ve
Sosyal Bilimler Dergisi), sayı: 24, Ankara.
Deleuze, Gilles. (2005). Spinoza Pratik Felsefe, çev. Ulus Baker, İstanbul: Norgunk
Yayıncılık.
Deleuze, Gilles. (2013). Spinoza ve İfade Problemi, çev. Alber Nahum, İstanbul:
Norgunk Yayınevi.
Deleuze – Guattari. (2005). Arzu Politikasına Giriş, çev. Rahmi G. Öğdül, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Descartes. (2007). Meditasyonlar, çev. İsmet Birkan, Ankara: Bilgesu Yayıncılık.
Duman, Zeki, Mehmet. (2016). “Küresel Kapitalizm ve Marx‟ın Sınıf Teorisi
Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi,
Yıl: 4, Sayı: 29.
Dürüşken, Çiğdem. (2014). Antikçağ Felsefesi, İstanbul: Alfa Basım.
95
Elmas, Fatih, Mehmet. (2013). “Spinoza‟nın Antropomorfizm Eleştirisi Ya Da Aklın
Hayalgücünü İfşası Üzerine”, Kaygı Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Felsefe Dergisi, Sayı: 21, Karaman.
Elmas, Fatih, Mehmet. (2015). Spinoza ve İnsan. İstanbul: Sentez Yayınları.
Erdem, Hüsameddin. (2010). İlkçağ Felsefesi Tarihi. Konya: Hü-Er Yayınları.
Erdemli, H. Atilla, (1985). “Spinoza‟nın Ahlak Anlayışı”, İstanbul Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.
Ergül, Savaş. (2015). “Bedenin Düşüncesi ve Düşüncenin Bedeni”, Spinoza ile
Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Ergün, Reyda. (2015). “Spinoza‟da Hukuk ile Hak İlişkisi”, Spinoza ile
Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Ejder, Özge. (2015). “Spinoza Felsefesi Perspektifinden Sanat Alanına Bakış”,
Spinoza ile Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Frankena, K. William. (2007). Etik, çev. Azmi Aydın, Ankara: İmge Kitabevi
Yayınları.
Fransez, Moris. (2012). Spinoza’nın Tao’su, İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.
Gökberk, Macit. (2016). Felsefe Tarihi, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Gözkan, H. Bülent. (2015). “Spinoza‟nın Üçüncü Tür Bilgi Anlayışı ve Kant‟ın
Eleştirisi”, Spinoza ile Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan,
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Güngör, Şule, Feyza. (2015). “Spinoza‟da İyi ve Kötünün Conatus (En İyi Şekilde
Varlıkta Kalmakta Israr) Bağlamında Değerlendirilmesi”, FLSF (Felsefe ve
Sosyal Bilimler Dergisi), Sayı: 20, Ankara.
Hardt, Michael. (2002). Gilles Deleuze: Felsefede Bir Çıraklık, çev. İsmail Öğretir –
Ali Utku, İstanbul: Birey Yayıncılık.
Jaspers, Karl. (1974). Spinoza, çev. Ralph Manheim, Ed. Hannah Arendt, United
States of America: First Harvest Edition.
Koyuncu, Emre. (2015). “Spinoza‟nın Sıfat Kavrayışı Üzerine Üç Yorum: Hegel,
Macherey ve Deleuze”, Spinoza ile Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu –
Eylem Canaslan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
96
Kalaycı, Nazile. (2015). “Spinoza‟nın Ethica‟sı Bağlamında Mizahın Politik İşlevi”,
Spinoza ile Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
Kale, Nesrin. (2009). Felsefiyat, Ankara: Pegem Akademi Yayınevi.
Lordon, Frederic. (2014). Kapitalizm Arzu ve Kölelik, çev. Akın Terzi, İstanbul:
Metis Yayınları.
Lucchese, Filippo Del. (2016). Machıavelli ve Spinoza’da Çatışma, Güç ve Çokluk,
çev. Orkun Güner, İstanbul: Otonom Yayıncılık.
Macherey, Pierre. (2013). Hegel ve Spinoza, çev. Işık Ergüden, İstanbul: Otonom
Yayıncılık.
MacIntyre, Alasdair. (2001). Homerik Çağdan Yirminci Yüzyıla Ethik’in Kısa Tarihi,
çev. Hakkı Hünler – Solmaz Zelyüt Hünler, İstanbul: Paradigma Yayınları.
Magee, Bryan. (2004). Felsefenin Öyküsü, çev. Bahadır Sina Şener, Ankara: Dost
Kitabevi.
Marx, Karl. (2011). 1844 El Yazmaları, çev. Kenan Somer, Ankara, Sol Yayınları.
Nadler, Steven. (2008). Spinoza: Bir Yaşam, çev. Anıl Duman – Murat Başekin,
İstanbul: İletişim Yayınları.
Nietzsche, Friedrich. (2010). Güç İstenci, çev. Nilüfer Epçeli, İstanbul: Say
Yayınları.
Naess, Arne. (2006). "Friendship, Strength of Emotion, and Freedom İn Spinoza",
The Trumpeter, Cilt:22, No:1.
Negri, Antonio. (2005). Yaban Kuraldışılık, çev. Eylem Canaslan, İstanbul: Otonom
Yayıncılık.
Özlem, Doğan. (2010). Etik-Ahlak Felsefesi, İstanbul: Say Yayınları.
Parlatır, İsmail – Gözaydın, Nevzat. (1988). Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil
Kurumu Yayınları.
Parkan, Barış. (2011). Marx, Ankara: Say Yayınları.
Ramond, Charles. (2014). Spinoza Sözlüğü, çev. Murat Erşen – Bilgesu Şişman,
İstanbul: Say Yayınları.
Reijen, Miriam Van. (2009). “Spinoza‟nın Psikoloji Felsefesi: Ruh Hazır, Ten Güçlü
Olmasa”, Spinoza Günleri 2”, Ed. ReydaErgün – Cemal Bali Akal, İstanbul:
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
97
Rizk, Hadi. (2012). Spinoza’yı Anlamak, çev. Işık Ergüden, İstanbul: İletişim
Yayınları.
Scruton, Roger. (2007). Spinoza, çev. Hakan Gür, Ankara: Dost Yayıncılık.
Sahakian, William S. (1997). Felsefe Tarihi, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea
Yayınevi.
Spinoza, D. Benedictus. (1996). Törebilim, çev. Aziz Yardımlı, İstanbul: İdea
Yayınevi.
Spinoza, Benedictus D. (2004). Siyaset Üzerine Seçmeler, çev. Afşar Timuçin,
İstanbul: Morpa Kültür Yayınları.
Spinoza, D. Benedictus. (2010). Teolojik-Politik İnceleme, çev. Cemal Bali Akal-
Reyda Ergün, Ankara: Dost Yayınevi.
Spinoza, D. Benedictus. (2014). Mektuplar, çev. Emine Ayhan, Ankara: Dost
Yayınevi.
Spinoza. (2015). Kısa İnceleme, çev. Emine Ayhan, Ankara: Dost Yayınevi.
Spinoza, D. Benedictus. (2016). Ethica, çev. Çiğdem Dürüşken, İstanbul: Alfa
Felsefe.
Spinoza, D. Benedictus. (2016). Ethica, çev. Hilmi Ziya Ülken, Ankara: Dost
Yayınevi.
Spinoza. (2015). Anlama Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine İnceleme, çev. Emine
Ayhan, Ankara: Dost Kitabevi.
Spinoza. (2015). Descartes Felsefesinin İlkeleri ve Metafizik Düşünceler, çev.
Coşkun Şenkaya, Ankara: Dost Kitabevi.
Störig, Hans Joachim. (2011). Dünya Felsefe Tarihi, çev. Nilüfer Epçeli, İstanbul:
Say Yayınları.
Sunat, Halûk. (2009). Spinoza ve Psikanaliz ve Hayat, İstanbul: Yirmidört Yayınevi.
Sunat, Halûk. (2014). Spinoza ve Felsefesi, İstanbul: Bağlam Yayıncılık.
Şakacı, Bilge Kağan, (2013).“Değer Kavramı Ekseninde Derin Ekoloji Yaklaşımının
Çözümlenmesi”, Mülkiye Dergisi, 37(1), Eskişehir.
Şiray, Mehmet. (2015). “İmgeden Akla: Spinoza‟nın Toplum ve Bireysellik
Anlayışını Tutkular Üzerinden Yeniden Okumak”, Spinoza ile Karşılaşmalar,
Ed. Güçlü Ateşoğlu – Eylem Canaslan, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Tatian, Diego. (2009). Spinoza Dünya Sevgisi, çev. Hüsam Turşucu – Sevin Aksoy
Hancı, Ankara: Dost Yayınevi.
98
Tatian, Diego. (2017). Spinoza Bir Başlangıç, çev. Ali Dokuzlu, Ankara: Dost
Yayınevi.
Tezel, Beril. (2015). “Ormanın İnançlarından Kadim Öğretiler Doğaya Geri
Kavuşabilecek Miyiz?”, Gaia Dergi, Sayı: 3, s. 39-47.
Thilly, Frank. (2010). Bir Felsefe Tarihi, İstanbul: İdea Yayıncılık.
Türkeri, Mehmet. (2014). Etik Kuramları, Antalya: Lotus Yayınevi.
Türkmen, Sevinç. (2014). "Spinoza'da Sonsuzluk Sorunu ve Praksis", Kaygı Uludağ
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, sayı: 23, Bursa.
Türkmen, Sevinç. (2018). Aşkın Ontolojisi, (Spinoza‟yla Bir Yürüyüş), İstanbul:
İthaki Yayınları.
Türkyılmaz, Çetin. (2007). “Spinoza‟da Özgürlük-Zorunluluk Bağlantısı”,
Yeditepe’de Felsefe Dergisi, sayı: 6.
Türkyılmaz, Çetin. (2015). “Şeyh Bedrettin‟i Spinoza ile Okumak”, Spinoza ile
Karşılaşmalar, Ed. Güçlü Ateşoğlu –Eylem Canaslan, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Vorlander, Karl. (2008). Felsefe Tarihi, çev. Mehmet İzzet – Orhan Saadeddin,
İstanbul: İz Yayıncılık.
Yeke, Karagöz, Yıldız. (2011). “Spinoza‟da Felsefe, Etik ve Siyaset”, Kaygı (Uludağ
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi), sayı:16, Bursa.
Zelyüt, Solmaz. (2011). Spinoza, Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Weber, Alfred. (1998). Felsefe Tarihi, çev. H. Vehbi Eralp, İstanbul: Sosyal
Yayınlar.
99
ÖZGEÇMĠġ
KiĢisel Bilgiler:
Adı ve Soyadı : Müzeyyen KARAKAYA
Doğum Yeri ve Yılı : Yüreğir - 1991
Medeni Hali : Bekar
Eğitim Durumu:
Lisans Öğrenimi:
Lisans Öğrenimi : Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Felsefe Bölümü (2011-2015)
Yabancı Dil (ler) ve Düzeyi:
İngilizce (Orta)