116
T.C. ATILIM ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KAMU YÖNETİMİ ve SİYASET BİLİMİ ANABİLİM DALI RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE’DEKİ SİYASİ PARTİLER (RADİKAL DEMOKRASİ KURAMLARINA 60. YASAMA DÖNEMİNDE TBMM’DE GRUBU BULUNAN PARTİLERİN BAKIŞ AÇILARI) YÜKSEK LİSANS TEZİ HAZIRLAYAN Erol BAYTOK TEZ DANIŞMANI Yrd. Doç. Dr. Emre TOROS Ankara–2010

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ - Stratejik Operasyon · t.c. atilim Ünİversİtesİ sosyal bİlİmler enstİtÜsÜ kamu yÖnetİmİ ve sİyaset bİlİmİ anabİlİm dali radİkal

Embed Size (px)

Citation preview

T.C.

ATILIM ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KAMU YÖNETİMİ ve SİYASET BİLİMİ ANABİLİM DALI

RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE’DEKİ

SİYASİ PARTİLER

(RADİKAL DEMOKRASİ KURAMLARINA 60. YASAMA DÖNEMİNDE

TBMM’DE GRUBU BULUNAN PARTİLERİN BAKIŞ AÇILARI)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

HAZIRLAYAN

Erol BAYTOK

TEZ DANIŞMANI

Yrd. Doç. Dr. Emre TOROS

Ankara–2010

 

T.C.

ATILIM ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KAMU YÖNETİMİ ve SİYASET BİLİMİ ANABİLİM DALI

RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE’DEKİ

SİYASİ PARTİLER

(RADİKAL DEMOKRASİ KURAMLARINA 60. YASAMA DÖNEMİNDE

TBMM’DE GRUBU BULUNAN PARTİLERİN BAKIŞ AÇILARI)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

HAZIRLAYAN

Erol BAYTOK

TEZ DANIŞMANI

Yrd. Doç. Dr. Emre TOROS

Ankara–2010

ÖNSÖZ

Bu tezin amacı Radikal Demokrasi Kuramı’nın Türkiye özelinde 60.Yasama

döneminde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) grubu bulunan siyasi partilerin (AKP,

CHP, MHP, BDP) programlarında nasıl ele alındığını incelemektir.

TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin programlarının Radikal Demokrasi modeli

ışığında incelenmesi çalışmasında ülkemizde birçok siyasal parti bulunmasına rağmen

parlamentoda dört tane grup bulunması çalışmayı sınırlayan önemli etkenlerden birisiydi. Bu

durum çalışmanın kapsamın daraltılması zorunluluğu getirdiği için karşılaşılan zorluklardan

birisiydi. Çalışmayı benzer şekilde sınırlayan bir diğer durum ise partilerin Radikal

Demokrasi modelinin önem verdiği temel argümanlardan olan kimlik siyaseti, kültürel haklar,

devletin küçülmesi gibi başlıklar konusunda partilerin yeterli materyal üretmemesi oldu. Bu

konularda inceleme yapmak için temel kaynak olmasına rağmen parti programı ve seçim

bildirgesinin dışında başka materyaller-örnek tutum belgesi v.b-edinilememiştir.

i

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ……………………………………………………………………………… i

İÇİNDEKİLER…..………………………………………………………………….. ii-iv

GİRİŞ ……………………………………………………………………………….. 1-3

BİRİNCİ BÖLÜM

RADİKAL DEMOKRASİ; KAVRASAL ve KURAMSAL ÇERÇEVE

1. RADİKAL DEMOKRASİ ………………………………………………………... 4

1.1. Radikal Demokrasi’nin Ortaya Çıkma Nedenleri, Soğuk Savaş

Sonrası Politik Ortama Yeni Tepkiler…….…………………………………. 4-5

1.2. Laclau ve Mouffe ile Radikal Demokrasi Kuramı’nın Geliştirilmesi…... 5-7

1.3. Radikal Demokrasi’nin Temel Tartışmalarından

“Kimlik” ve “Sivil Toplum” Üzerine ………………………………………. 7-9

1.4. Kuramın Oluşmasını ve Gelişmesini Hızlandıran Dönem:

Soğuk Savaş’ın Sona Ermesi ………………………………………………… 9-11

1.5. Yeni Bir Hegemonyanın Kurulması ve Antagozima ……………………. 11-14

1.6. Radikal Demokrasi ve Sol ………………………………………………. 14-15

1.7. Farklı Alternatifler: Katılımcı Demokrasi ………………………………. 15-16

1.8. Sol Siyasete Yeni Arayışlar Noktasında Sola Yöneltilen Eleştiriler ……. 16-17

1.9. Farklı Toplumsal Hareketler ……………………………………………. 17-21

1.10. Farklı Toplumsal Hareketler ile Sol Siyasetin İlişkileri ………………… 21-23

2. RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE ………………………………………….. 23

2.1. Türkiye ve Siyaset Yapma Geleneği ……………………………………… 24-29

2.2 Demokrasinin Demokratikleştirilmesi ……………………………………... 29-34

ii

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE SİYASAL PARTİLER

1. RADİKAL DEMOKRASİNİN AKTÖRÜ OLARAK SİYASAL PARTİLER......... 34-35

1.1. Türkiye’de Siyasal Parti Geçmişi ………………………………………… 35-41

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

1. PARTİ PROGRAMLARININ İNCELENMESİNDE TERCİH EDİLEN

SİSTEMATİK İTİBARİYLE NİTEL ARAŞTIRMA YÖNTEMİ …………………… 42-47

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

1. TÜRKİYE’DE RADİKAL DEMOKRASİ ÖRNEKLEMELERİ …………………. 48

1.1. Kimlik …………………………………………………………………... 48

1.1.1. AKP …………………………………………………………….. 49-50

1.1.2. CHP …………………………………………………………….. 50-52

1.1.3. MHP ……………………………………………………………. 52-54

1.1.4. BDP ……………………………………………………………. 55-56

1.1.5. Değerlendirme …………………………………………………. 56-61

1.2. Temel Haklar ve Özgürlükler ……………………………………………. 61

1.2.1. AKP ……………………………………………………………. 61-62

1.2.2. CHP ……………………………………………………………. 62-63

1.2.3. MHP ……………………………………………………………. 63

1.2.4. BDP ……………………………………………………………. 64

1.2.5. Değerlendirme …………………………………………………. 64-69

1.3. Sivil Toplum …………………………………………………………...... 69

1.3.1. AKP …………………………………………………………..... 70-71

1.3.2. CHP ……………………………………………………………. 71

iii

1.3.3. MHP …………………………………………………………… 72

1.3.4. BDP …………………………………………………………..... 72

1.3.5. Değerlendirme …………………………………………………. 72-79

BEŞİNCİ BÖLÜM

RADİKAL DEMOKRASİ’NİN TÜRKİYE’DE ANLAŞILMASI …………. 80-90

SONUÇ ………………………………………………………………………… 91-97

KAYNAKÇA ……………………………………………………………………….. 98-104

ÖZET………………………………………………………………………………… 105-106

ABSTRACT………………………………………………………………………….. 107-108

iv

1

GİRİŞ

1980’lerde Chantal Mouffe ile Ernesto Laclau’nun geliştirdiği antagonizmacı

olarak nitelenebilen “Radikal Demokrasi” ile Seyla Benhabip’in üzerinde

yoğunlaştığı konsensüsçü olarak tanımlanabilecek olan “Müzakereci Demokrasi”

projeleri demokrasi krizinin yaşandığı bir dönemde ortaya atılan en önemli tezler

olmuştur.1

20. yüzyılın, son çeyreğinde yaşadığı yüzyılın ikinci büyük ekonomik krizin

olgunlaştığı aynı dönemde post-Marksist eğilimlerin de ortaya çıkan ihtiyacı

karşılamak amacıyla mevcut siyasanın yeniden okunmasıyla geliştiğini söylemek

mümkündür.

Radikal demokrasinin güç aldığı en önemli alan olan yerel yönetimler

konusunda Türkiye’de yaşanan tartışmalar, parti ideolojisinin temel belirleyeni

liderin son söz hakkına sahip olmasının getirdiği merkeziyetçilik, bu konuda henüz

önemli bir aşama kaydedilmediğini savlayan düşüncelerin temel dayanak noktası

olmaktadır.

Buna rağmen 2009 yılından sonra 60. hükümet eliyle başlatılan kimi

girişimler Radikal Demokrasi kuramında değineceğimiz kimi kavramlar üzerinden

toplumla ilişki içinde olmaya başlamıştır. Farklı toplumsal kesimlerin düşüncelerini

ifade edebildiği en etkili alan olan sivil toplum örgütleriyle –her ne kadar hiyerarşik

olsa da- ilişkilerini sıklaştırmış ve Cumhuriyet tarihi boyunca görmezden gelinen

farklı etnik grupları kendi kimlikleriyle tanımıştır.

21. yüzyıla girerken bu nedenle Türkiye’de de devlet toplum ilişkilerinin

demokratik bir tarzda yeniden yapılanması gereksinimiyle karşı karşıya olduğumuzu,

bu durumun tarihsel ve konjonktürel bir zorunluluk olduğunu söylememiz

mümkündür.

1980-sonrası dönem, bu gereksinim bağlamında ciddi bir paradoksu içeriyor:

bir taraftan “demokrasiye olan bağlılık” yalnızca sivil toplum örgütleri demokratlar

tarafından değil, aynı zamanda ironik olarak, devlet ve siyasi seçkinler tarafından da

1 Fahriye Üstüner, “Radikal Demokrasi: ‘Liberalizm mi? Demokrasi mi? Evet, Lütfen’”, ODTÜ Geliştirme Dergisi, S. 34, Ankara, 2007, s. 313

2

sürekli ve sıklıkla dile getirilirken ve “demokrasi referansı” sivil toplumdan siyasi

topluma kadar, neredeyse her eylemin ve kararın “meşruiyet zemini” olarak

kullanılırken, diğer taraftan insan haklarından düşünce özgürlüğüne, “sivil hak ve

özgürlüklerin güvence altına alınmasından ”farklılıkların ifade edilmesi ve siyasal

alana taşınmasına” ve bireylerin günlük siyasal yaşamları içinde “ontolojik bir

güvensizlik duygusuyla” yaşamalarına kadar geniş bir toplumsal yelpaze içinde

“demokrasiye ve devlet-toplum ilişkilerinin demokratikleşmesine duyduğumuz

gereksinim” her gün giderek artan ve ivme kazanan bir nitelikle karşımıza çıkıyor.

Tezin Türkiye özelini kapsayan ve ana gövdesini oluşturan bu kısımda 29

Mart 2009 Yerel Seçimlerinden sonra gelişen politik ortama da değinilecek ve

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) grubu olan partilerin Radikal

Demokrasi’nin yaşamsal alanda vücut bulduğu kimi kavramlara programlarında ve

seçim bildirgelerinde ayrıca uygulamada nasıl ve ne ölçüde baktıkları tartışılacaktır.

Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde değinileceği üzere 60. hükümetin son

dönemde başlattığı çalışmaların kapsamının radikal demokrasi kuramıyla doğrudan

ilgili olması sebebiyle bu süreçte yaşananlar ele alınacak ve kimlikler, temel haklar

ve özgürlükler ile sivil toplum üzerinden bir kere daha değerlendirileceklerdir.

Tüm bu bahsedilenlerin oluşturduğu anlam bütünlüğü içinde bu tezin

özellikle ve ağırlıkla ilgilendiği nokta da radikal demokrasinin Türkiye özelindeki

uygulamalarıdır. TBMM’de grubu olan siyasi partilerin, parti programlarına yönelik

inceleme sonunda söz konusu parti programlarına Radikal Demokrasi kavramına

uygun düşen öneriler de Türkiye’nin sosyo-kültürel yapısına ve politik geleneğine

uygun şekillerde sunulabilecektir. Çünkü siyasi ve ekonomik modellerin

uygulanmasında ülkesel ve bölgesel farklılıklara dikkat edilmesi gerekmektedir. Zira

toplumlar sahip oldukları siyasi gelenekler ve içinde bulundukları ekonomik

koşulların yoğun etkisiyle yeni modellere farklı reaksiyon verebilmektedirler.

Dolayısıyla Türkiye için yapılacak önerilerde Türkiye’nin bölgesel anlamda

Ortadoğulu olduğu, kozmopolit bir demografik yapıya sahip olduğunu ve Avrupa’ya

entegre olma sürecini henüz tamamlamadığı akılda tutulmalıdır.

3

Radikal Demokrasi projesi 20. yüzyılın sonlarında demokrasi açısından

yaşanan problemlere farklı bir pencereden bakması bakımından başlı başına bir

öneme sahiptir. Türkiye gibi demokrasinin hala tam olarak kurumsallaşmadığı,

özümsenmediği bir toplumda dünyadaki demokrasi ile ilgili sorunlara çare olma

iddiasıyla ortaya çıkan bir kuramın incelenmesi yararlı olacaktır. Bu konunun

seçilmesinde ülkemizdeki uzun süredir devam eden demokrasi sorunları ve bunlara

yanıt olmadaki eksiklikler etken olmuştur. Bu tezin araştırması sorusu olarak

‘TBMM’de grubu bulunan partilerin programlarının Radikal Demokrasi kuramının

çerçevesini çizdiği sosyo-politik projeye ne ölçüde yaklaştığı’ belirlenmiştir.

Ülkemizde bulunan onlarca partiden sadece TBMM’de grubu bulunan partilerin

seçilmesinin nedenleri şu şekilde sıralanabilir:

• Radikal demokrasi kavramı devletin ve toplumun yapısını

değiştirecek kapsamdadır. Ülkemiz hukuk devleti olduğundan

toplumun ve devletin yapısını değiştirmek ancak çıkarılacak yasalarla

mümkündür. Bu gücü sahip en büyük Yasama organıdır. Mecliste bu

güce sahip olanlar ise grubu bulunan siyasi partilerdir.

• Radikal demokrasi toplumun tabanında yankı bulduğu takdirde gerçek

işlevini kazanacaktır. Toplum tabanında gerçekliği olmayan partilerin

çalışma kapsamına alınması hem çalışmayı zorlaştıracak hem de

nitelik sorunu yaratacaktır.

4

BİRİNCİ BÖLÜM

RADİKAL DEMOKRASİ; KAVRAMSAL ve KURAMSAL ÇERÇEVE

1. RADİKAL DEMOKRASİ

Toplumsal hareketlerin çeşitlendiği ve farklı yöntemlerle sisteme karşı

kanalize oldukları son otuz yıllık dönemde söz konusu hareketleri ortaklaştırmaya

yönelik teorik girişimler olmuştur. Ernesto Laclau ile Chantal Mouffe de bu

bağlamda liberal demokrasinin uygulanabilir yöntemlerinden yararlanarak

çoğulculuğu ve çatışmacı düşünceyi esas alan Radikal Demokrasi Kuramı’nı

geliştirmişlerdir. Laclau ve Mouffe’in geliştirdiği yöntem esas alınarak buradan

hareketle kuramın genel çerçevesi incelenecektir.

1.1. Radikal Demokrasi’nin Ortaya Çıkma Nedenleri, Soğuk Savaş

Sonrası Politik Ortama Yeni Tepkiler

Hegemonya ve Radikal Demokrasi kavramları, Laclau ve Mouffe’in 1985’te

yayımladığı “Hegemonya ve Sosyalist Strateji”de geliştirilerek öne çıkarılmışlardır.

Politik kuramcı olan bu iki düşünürün “Hegemonya ve Sosyalist Strateji”de amaçları

“sol siyasetin” tıkanmışlığını göstermekti.

1989’da öncelikle doğu bloğunun yıkılması ve ardından 1991’de Sovyetler

Birliği’nin dağılmasıyla birlikte son yirmi yıla damgasını vuran olgu, taşıdığı

çelişkiler ve belirsizlikler ile karakterize olan bir süreci ifade eden küreselleşme

olmuştur.2

Küreselleşen dünyada yeni sağ anlayışa tepki olarak gelişen “yeni muhalif

hareketler”in konu edinildiği platform olarak sunulan Radikal Demokrasi Kuramı,

kriz yaşayan Marksist tartışma ortamına hegemonya, evrensellik, tikellik gibi

kavramları taşımıştır.3

Post-Marksist düşünürler Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau’nun Hegemonya

ve Sosyalist Strateji (İletişim, 2008) adıyla 1985’te yayınladıkları kitapla birlikte

Radikal Demokrasi Kuramı’na ilişkin yaptıkları tartışmalarda, kendi yaklaşımlarıyla

2 Eken Hurigül, Küreselleşme ve Ulus Devlet, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2006, s. 243 3 Laclau, Ernesto, Evrensellik, Kimlik ve Özgürleşme, Birikim Yayınları, İstanbul, 2003, s. 13

5

diğerlerini ayırmış ve özellikle Seyla Benhabip ile Jürgen Habermas’ın geliştirdiği

müzakereci demokrasinin liberal demokrasinin bir çeşidi olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Söz konusu çalışmada Marksist geleneği ve özellikle Antonio Gramsci’yi

tartışan ve yapısalcılık sonrası düşünürlerin görüşlerinden yararlanan Mouffe ve

Laclau’ya göre Radikal Demokrasi Kuramı yeni bir sosyalist projedir ve radikal ve

çoğulcu bir demokrasi anlayışı ile mümkün olabilir.4

Politik kuramcılar Laclau ve Mouffe’nin gelişimine katkı sunduğu Radikal

Demokrasi Kuramı’nın nihai hedeflerinden biri olarak demokratik hak ve

özgürlüklerin en üst düzeye çıkarılmasını da alabiliriz.

1.2. Laclau ve Mouffe ile Radikal Demokrasi Kuramı’nın Geliştirilmesi

Laclau ve Mouffe ilk olarak, işçi sınıfının Marksist kuram içindeki esas aktör

olmasını eleştirir. Anonim özneler yerine tekil öznelerin varlığını savunur. “Yeni

toplumsal hareketleri” benimser. Postmodernizmin yarattığı kültürel çoğulculuk tüm

toplumsal hareketlerin kendi taleplerini özgürce seslendirmesine ve örgütlemesine

izin vermektedir.5

Yeni sosyal, toplumsal ve muhalif hareketler Radikal Demokrasi Kuramı’nın

merkezinde yer alır; çünkü bu hareketler, sadece işçi sınıfının değil başka kimliklerin

de iktidarın hegemonyasına tabi konumda olduğunu gösterir.6 Buradan hareketle

radikal demokrasi kuramcıları, ortodoks sosyalist projenin sınıf temelli ilişki

üzerinden yürüdüğünü fakat Radikal Demokrasi Kuramı’nın geliştirdiği modelde,

başka bağımlılık biçimlerinin de dikkate alınması hatta çalışmaların esasını bu

hareketlerin oluşturması gerektiğini savunur.

Radikal demokrasi kuramcıları “sınıf” kimliğinin “ayrıcalıklı” konumu yerine

toplumsal kimlikler arasında “eşderlik zinciri” kurulması gerektiğini ileri sürerler. Bu

gerekliliğin getirdiği ise çoğulculuğu temel alan liberal demokrasinin temel

4 Fahriye Üstüner, “Radikal Demokrasi: ‘Liberalizm mi? Demokrasi mi? Evet, Lütfen’”, ODTÜ Geliştirme Dergisi, S. 34, Ankara, 2007, s. 317 5 Çağlar Nedret, Postmodern Anlayışta Siyaset ve Kimlik, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2008, s. 380 6 Üstüner, a.g.y., s. 317

6

savlarının öğrenilmesi ve solun, “hasmane” bir tutum geliştirdiği liberal

demokrasinin güçlü yönlerinin de fark edilmesidir.7

Mouffe’a göre demokratik siyaset tarzını yaşanan politik açmazların

deneyimleri çerçevesinde yeniden düşünürken birey özgürlüğü ve çoğulculuk göz

ardı edilmemelidir.8 Çoğulculuğun bu yeni demokrasi anlayışına eklemlenmesinin

sonucu olarak, temel insani ilkeler olan özgürlük ve eşitlik gibi değerlerin pek çok

yorumunun ortaya çıkmasıdır. Mouffe The Return of the Political (1993) adlı

eserinde buna bağlı olarak hiç kimsenin “doğru” yorumunun kendisininki olduğunu

iddia edemeyeceğini savunarak: “bundan dolayı bu ilkelerin yorumları hakkındaki

tartışma çerçevesinde kararlara varmak ve devletin iradesini belirlemek için bir takım

mekanizma ve usullerin yerleştirilmesi esastır” der. 9

Kuramın temeline kimlik politikalarını ve “yeni toplumsal hareketleri”

yerleştiren ve siyasetin çatışmalar üzerinde yürümesinin siyasetin önünü açacağını

söyleyen Mouffe’a göre uzlaşma temelinde ve uzlaşma esaslı yapılan liberal siyaset

mümkün değildir, çünkü liberal siyaset, kimliklerin kurulmasında temel olan çatışma

yokmuş ve uzlaşma mümkünmüş gibi yanlış bir varsayıma dayanır.10

Siyasal olanın temelinde antagonizma olduğunu söyleyen Mouffe, bu savın

kuramsal tartışmasını Hegemonya ve Sosyalist Strateji’de Laclau’yla beraber yapar

ve iktidarın dışsal bir ilişki olarak kavranmaması gerektiğini öne sürerler.11

Üstüner’e göre Mouffe’nin, çatışmanın kimliklerin ve toplumsalın kurucusu

olduğunu ileri sürmesine rağmen, kullandığı “çekişme” ve “muarız” gibi kavramlarla

antagonizmayı silikleştirmesinin nedeni olarak siyaset ve siyasal ayrıştırması

temelinde yapılacak bir analizde, demokrasinin siyasal kategorisinde değil, ancak

siyaset kategorisinde yer alabileceğini ortaya koyar. Mouffe’a göre siyasal olan

antagonistiktir ve düşmanlar arası ilişkiyi barındır. Siyaset ise içinde antagonizmayı

barındırsa da, ilişkisi disipline edilmiş ve bir düzen içinde, kurallara bağlı olarak

7 Üstüner, a.g.y., s. 317 8 Üstüner, a.g.y., s. 319 9 Üstüner, a.g.y., s. 319 10 Üstüner, a.g.y., s. 321 11 Laclau Ernesto, Mouffe Chantal, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İletişim, 2008, s. 99

7

gerçekleşir. Böylece düşman “muarız”a dönüşür ve Mouffe’a göre demokrasi de bu

noktada ortaya çıkabilir.12

Mouffe için demokrasi, oyunun kurallarını kabul edenler arasında mümkün

olabilir.13 Mouffe, sol hareketlerin çözüm aramayan tutum ve davranışlarının

karşısına farklı kimliklerin tanınmasını, siyaset yapmasını mümkün kılmaya çalışarak

verimli bir siyaset ve demokrasi için hiçbir toplumsal aktörün, toplumun kuruluşu

konusunda bir üstünlük iddiasında bulunmamasını şart koşar.14

Fahriye Üstüner’e göre Laclau ve Mouffe’nin geliştirdiği modeldeki

paylaşılması gereken değerlerin varlığı ve kimliklerin kendileri gibi kalmaması için

getirdiği öneriler –tikelliklerin evrenselleştirilmemesi, toplumu düzenleme

ayrıcalığını hiçbir kimliğin kendinde bulunduğunu iddia etmemesi, ötekini

dönüştürürken, kendisinin de dönüşmesi gibi- müzakereci demokrasi modelindeki

“perspektiflerin yer değiştirmesi” ilkesiyle benzerlikler gösterir.

Mouffe ikna yoluyla anlaşma fikrine karşı olmakla birlikte, çekişme

temelinde farklılıkların birbirlerini karşılıklı değiştirme ve dönüştürmesiyle

çelişkilerin aşılabileceğini ifade etmiş olmaktadır.15

1.3. Radikal Demokrasi’nin Temel Tartışmalarından “Kimlik” ve “Sivil

Toplum” Üzerine

Kimlik kavramı, özellikle küreselleşme söylemiyle beraber literatürde sıkça

kullanılagelen bir kavram olmuştur. İnsanların kendilerini ait hissettikleri

kimliklerini özgürce ifade etmesinden doğan bir “kültürel zenginlik ortamı”16 olarak

tanımlayabileceğimiz kimlik kavramı, çoğulcu bir yapıya sahip olamayan ülkelerde

gelişme şansı bulamamaktadır.17 İki temel bileşene sahip olan kimliği tanımlama ve

tanınma ile aidiyet duygusu oluşturmaktadır. Bu noktada bireyin iki tür kimliğe sahip

olduğunu ifade etmemiz mümkündür. Birincisi bireyin doğduğu andan itibaren

kazandığı ve kendi müdahalesi dışında sahip olduğu cinsiyet, sahip olduğu aile, 12 Üstüner, a.g.y., s. 322 13 Üstüner, a.g.y., s. 323 14 Üstüner, a.g.y., s.323 15 Üstüner, a.g.y., s.324 16 Kolektif, Kavram Sözlüğü, Söylem ve Gerçek, içinde Kimlik, Ceyhan Suvari, Özgür Üniversite Yayınları, 2005, s. 283 17 Laclau, a.g.e., s. 82

8

sosyal sınıf gibi kimliklerdir. İkincisi ise bireyi birey yapan ve kişinin özgür

iradesiyle elde ettiği öğrenim durumu, dünya görüşü, cinsel yönelimi, mesleği gibi

kimliklerdir.18

Kimlik tartışmaları bağlamında Radikal Demokrasi kuramını Türkiye’de

tartışan Fuat Keyman, Türkiye’de kimliklerin verdiği mücadeleye iktidarın veya

devlet otoritesinin farklı reaksiyonlar gösterdiğini ve devlet ile toplum arasında, hem

toplumsal sorunların çözümü hem de toplumsal taleplerin karar alma süreçlerine

eklemlenmesi bağlamında bir “teslimiyet krizi” yaşandığını; sistemin ise söz konusu

kriz karşısında çaresiz kaldığını söyler.19 Keyman, sistemin yaşanan tartışmaların

sonunda da yeni hareketlere İslami milliyetçilik ve yeni milliyetçilik (Türkiyelilik)

gibi iki farklı söylemsel cepheden yanıt verdiğini ifade ederek bu iki hareketin

paylaştığı ortak noktanın, küreselleşmenin farklılaştırıcı/çoğullaştırıcı kimlik

söyleminin karşısında tekliği ve farklılıkları eritici söylemini yerleştirmek olduğuna

işaret eder.20

Küreselleşen dünyada giderek önemi artan ve devlet otoritesi karşısında özerk

hale gelen toplumsal grupları ifade eden sivil toplumu da sadece ülke çapında

faaliyet yürüten kurumlar olarak düşünmemek gerekir. Zira “yeni toplumsal

hareketler”in çalışma yürütmesine olanak sağlayan sivil toplum da artık

küreselleşmiş ve bir ülkenin sivil toplum örgütü başka ülkenin toplumsal sorunlarına

yanıt aramaya başlamıştır. Mouffe’nin sık sık dile getirdiği antagonizmaların

evrenselleşmemesi ve tikel hareket etmesini göz önünde bulundurduğumuzda artık

farklı kimliklerin küreselleşmeden yararlanarak kendilerini ön plana geçirmeleri

anlaşılabilir hale gelmektedir. Çünkü evrenselleşmeyen fakat kapsamlı bir çalışma

yürüten sivil toplum da demokratik şekilde yapılanması gerektiğini fark ederek bu

yönde adımlar atmaktadır.21

18 Erdem, Çiğdem, Küreselleşme Karşısında Değişen Vatandaşlık Algısı, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 5 19 Keyman E. Fuat, Türkiye’de Kimlik Sorunları ve Demokratikleşme, Alfa, 2000, s. 23 20 Hurigül, a.g.y., s. 253 21 Hurigül, a.g.y., s. 256

9

1.4. Kuramın Oluşmasını ve Gelişmesini Hızlandıran Dönem: Soğuk

Savaş’ın Sona Ermesi

1985’te Hegemonya ve Sosyalist Strateji’yi yayımlayan Ernesto Laclau ve

Chantal Mouffe’e göre kitabın yayımlanmasının ardından teorik-politik en önemli

gelişme Sovyetlerin dağılışı oldu.22 Bu gelişme sonrasında uluslararası ortamda ve

gelişen politik ortamda Radikal Demokrasi Kuramı’nın gelişmesine katkı sağladı;

zira Laclau ve Mouffe’e göre toplumsal ve siyasal kimliklerin oluşturulmasında yeni

paradigmalara kaynaklık eden, büyük toplumsal yapı dönüşümleridir.23

Sovyetlerin yıkılması da dünyada benzer bir etki yaratmış ve görece rakipsiz

kalan neoliberalizme alternatif sunmak isteyen muhalif grupların sınıf siyasetinden

farklı arayışlara gitmelerini sağlamıştır.

Büyük toplumsal dönüşümlerin etkisine dikkat çeken Hobsbawm’a göre

1980’lerde avrokomünizm idealdi şimdi ise yeni toplumsal hareketler, çok

kültürlülük, ekonominin küreselleşmesi, yersiz yurtsuzlaşma, post modernizm24,

kimlik siyaseti popüler kavramlardır.

Kitabın ilk kez yayımlandığı 1985 senesinde “hegemonya” kavramını merkez

alan bir teorik bakış açısı geliştiren Laclau ve Mouffe’e göre sonraki politik

gelişmeleri göz önünde bulundurduklarında “hegemonya” doğru bir yaklaşım

olmuştur.25

Radikal Demokrasi Kuramı’nın şekillendiği Hegemonya ve Sosyalist

Strateji’de Ortodoks Marksist söylemin dışına çıkan Laclau ve Mouffe, bu durumu

1970’lerde Marksist teorinin açmaza girmesiyle açıklamaktadır. 26 Söz konusu

açmaza Marksist düşünürlerin iki şekilde tepki verdiğini ifade eden Laclau ve

Mouffe’e göre bu tepkiler şunlardır:

1) Değişimlerin yok sayılarak ortodoksiye sığınılan ve bu tür

tartışmalarda seçilen genel eğilim,

22 Laclau Ernesto, Mouffe Chantal, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İletişim, 2008, s. 7 23 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 7 24 Hobsbawm, Eric, J., Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Everest Yayınları, 2009, s. 28 25 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 8 26 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 8

10

2) Yeni eğilimleri betimleyen kimi çözümlemeleri amaca özel bir

biçimde bir teorinin yanına ilave edilmesini seçen yenilikçi eğilim.27

Kendilerinin ikinci yolu seçtiğini ima eden Mouffe, Marksist-Leninist

teorinin Marksizm’in tarihi olarak sunduğu Marksist teoriler alanının, tek parça

olmadığını ve çeşitli muğlâklıklar ile çeşitlilikler barındırdığını fark ettiklerinde

aslında söz konusu açmazın Leninizm’in uzun süren teorik etkisinin Marksizm’in

içinde barındırdığı potansiyel teorik çeşitliliği yoksullaştırdığını söylerler.28

Teorik yoksullaşmaya son vermek amacıyla yeni arayışlara giren Laclau ve

Mouffe, Hegemonya ve Sosyalist Strateji’yi kaleme alırken kendilerine çıkış olarak

“mevzi savaşı”29, “tarihsel blok”30, “kolektif irade”, “hegemonya”, “entelektüel ve

ahlaki önderlik” kavramlarını seçtiklerini dile getirmektedirler.31

Marksist geleneğin yeniden ele alınması sürecine başlayan Laclau ve Mouffe,

bu girişimin sadece Marksizm’i içinde bulunduğu sıkıntılı süreçten çıkarmayı

amaçlamadığını, Marksist kategorilerle herhangi bir şekilde ilişkili pek çok

toplumsal antagonizmanın ve çağdaş toplumların anlaşılması için böylesi bir

çalışmanın gerekli olduğunu vurgularlar ve bu şekilde bir araştırmanın varlıksal

içeriğindeki çok yönlü kapsamlı bir değişikliğin yeni bir ontolojik paradigmaya yol

açmasını beklediklerini Althusserci bir yaklaşımla açıklarlar.32 Bahsi geçen

gerekçeyle neden kendilerinin post-Marksist olarak adlandırıldıklarını açıklayan

Laclau ve Mouffe, bu geçişin yalnızca ontolojik değil aynı zamanda ontoloji ile ilgili

bir durum olduğunu söylerler.33 Geçişin ontoloji durumunun olmasını ise Laclau ve

Mouffe, küreselleşmiş ve enformasyonla yönetilen bir toplumun sorunlarının,

27 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 9 28 Trend, David, Radical Democracy: identity, citizenship, and the state, içinde Mouffe, “Radical Democracy or Liberal Democracy” s. 21 29 Marksist kuramcı Antonio Gramsci’nin geliştirdiği kavrama göre, modern sivil toplumda burjuvazinin hegemonyasının yıkılması için, öncelikle mevzi savaşının gerekli olduğunu ve ancak bunun sosyalizme giden yolda cephe savaşına yol açabileceğini söyler. Burada mevzi savaşından anlatılmak istenen, iktidarın kalelerinin ele geçirilmesidir çünkü devrim süreci, sadece iktidarı ele geçirmeyi değil, onu yönetmeyi de içerir. 30 Yine Gramsci’ye göre, tarihsel blok, hâkim grubun, iktidar için bazı diğer grupları kendisine eklemleyip bazı başka gruplara tavizler vermesiyle inşa ettiği iktidar ittifakı anlamına gelir. 31 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 10 32 Althusser, Louis, Marx İçin, İthaki Yayınları, 2002, s. 57 33 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 11

11

Marksist söylemler alanına hâkim olan iki ontolojik paradigmayla – Hegelci ve

doğalcı – düşünülemeyeceğiyle açıklarlar.34

Toplumun sorunlarını açıklamak için yeni paradigmalar üretilmesinin gerekli

olduğuna vurgu yapan Laclau ve Mouffe, kendi yeni yaklaşımlarının temelinin,

siyasal eklemlenmeye tanıdıkları ayrıcalık olduğu ve bu siyasal çözümlemenin

merkezinde de “hegemonya”nın bulunduğunu açıklarlar.35

Laclau ve Mouffe, bu tür bir hegemonik ilişkinin olanaklı olması halinde bu

ilişkinin varlık bilimsel statüsünün tanınması gerektiğini; bu durumda da hegemonya

kavramı kadar söylemsel bir alan olarak “toplumsal”ın da çözümlenmesi gerektiğini

çünkü daha önce bahsettiğimiz üzere Marksist söylemler alanına hâkim olan Hegelci

ve doğalcı paradigmada düşünülemeyen temsil ilişkilerini ancak “toplumsal” olanla

çözebileceğimizi ifade ederler.36

Hegemonya ve Sosyalist Strateji’de Radikal Demokrasi Kuramı’nın

altyapısının nasıl oluştuğunu anlatan Laclau ve Mouffe, tüm bu kuramsal çerçevenin

dâhilinde teorik düşünlerinin asıl kaynağının post-yapısalcılıktan37 geldiğini, post-

yapısalcılıktan ise yapı bozumu38 ile Lacancı teorinin hegemonyaya yaklaşımlarını

belirlediğini ifade etmişleridir. Laclau ve Mouffe, özellikle yapı bozumundan

aldıkları “karara-bağlanamama (undecidability)”39 kavramının “hegemonya”

bakımından kendileri açısından hayati öneme sahip olduğunu dile getirmektedirler.

1.5. Yeni Bir Hegemonyanın Kurulması ve Antagozima

Radikal Demokrasi Kuramı’nın oluşturulması aşamasında temel argüman

olan “hegemonya”nın tartıştığı birincil konu tikellik ve evrensellik ilişkisidir. Laclau 34 Laclau, a.g.e., s. 72 35 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 11 36 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 12 37 “Postyapısalcılıkta fenomenolojinin ya da varoluşçu felsefenin ya da analitik okulun etkilerini ve iç-tartışmalarını görmek mümkündür. Buna rağmen bu teorik eğilimi yapısalcılık sonrası olarak görüp adlandırmanın sebebi, temelde bu alandaki düşüncelerin esas olarak yapısalcılığın açtığı alan içinde oluşmuş olması dolayısıyladır.” Madan Sarup, Post-yapısalcılık ve Postmodernizm, Bilim ve Sanat Yayınevi, Ankara, 2004 38 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 13 39 Derrida’nın yapıtının söylediği gibi, önceleri yapısal belirlenim tarafından yönetildiği düşünülen alanın her yerine karara-bağlanamazlar yayılmış ise, hegemonyayı karara bağlanamaz bir zemin üzerine verilen kararların teorisi olarak anlamak mümkün olur. “Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 13”

12

ve Mouffe, hegemonik öznellik konusunda ileri sürdükleri savların bu ikili arasındaki

ilişki tartışmasına mükemmel uyduğunu söylemektedirler.40 Söz konusu hegemonik

ilişki Hegel’de “evrensel sınıf” anlayışıyla açılanmaktadır41; fakat Laclau ve Mouffe

hegemonik ilişkiyi veya yeniden eklemlenmeyi sivil toplum düzeyinde başlatır

bundan ötürü hegemonik ilişki Marksist anlamda proletarya kavramına da benzemez;

zira hegemonik ilişkinin nihai hedefi Devlet’i ortadan kaldırmak değil, siyasetin

kurucusu olmaktır. “Hegemonya”ya özgü bu evrensellik, fark mantığı ile eşdeğerlik

mantığı arasındaki kendine özgü diyalektikten kaynaklanmaktadır. Toplumsal

aktörler, toplumsal dokuyu oluşturan söylemler içinde farklılık konumları işgal

ettikleri için hepsi tikelliğe örnek olmalarına karşın toplum içi sınırlar yaratan

toplumsal antagonizmalar da bulunmaktadır.42 Bu durumda baskıcı güçlere veya

iktidara karşı bir tikellikler kümesi kendi aralarında eşdeğerlik ilişkileri kurmalarına

rağmen bu küme tümü değil farklı tikelcilikleri temsil eder. Tikel, bir yandan

kendine öz tikelliğini sürdürürken diğer taraftan da kendisini onu aşan bir

evrenselliğin temsiline dönüştürmektedir. İşte belli bir tikelliğin, kendisiyle bütünde

karşılaştırılamaz bir evrenselliğin temsilini üstüne aldığı ilişkinin adı “hegemonik

ilişki”dir. Hegemonik ilişkinin evrensel olarak anlaşılmak istenmemesinin nedeni

olarak ise bu ilişkinin kirlenmiş bir evrensellikte oluşmasıdır çünkü bu ilişki;

1) hem evrensellik ile tikellik arasındaki çözümsüz gerilimde yaşar

2) hem de sahip olduğu işlev nihai değildir, daima tersine çevrilebilir

niteliktedir.43

Laclau ve Mouffe, hegemonik ilişkilerin esasında antagonistik ilişkiler

üzerinden yürüdüğünü belirtseler de onların bahsettiği antagonizma kavramı,

kavramı ortaya atan Kant’ınki44 ile aynı değildir.

40 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 15 41 Hegel, George, W.F., Tüze Felsefesi, İdea Yayınevi, 2006, s. 202 42 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 15 43 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 16 44 Immanuel Kant’ın “Dünya Yurttaşlığı Amacına Yönelik Genel bir Tarih Düşüncesi” başlıklı makalesinde, tarihin ilerletici gücü olarak ele aldığı ‘antagonizma’ kavramı Kant’a göre, akıl varlığı olmayan doğa, doğa yasalarının değişmez kurallarına göre iç işlerini yürütür. “Akıl varlığı olan insan ise, bir yandan doğa yasalarına bağımlıyken, öte yandan doğa yasalarından bağımsız yapabilme olanağına sahiptir. Bu durum tek tek kişiler için geçerli iken, insan soyu söz konusu olduğunda Kant, onun da “doğanın gizli bir planına” göre yaptığını söyler; çünkü birey olarak insanlar, hatta uluslar,

13

Laclau ve Mouffe, antagonizmayı nesnel ilişkiler olarak değil nesnelliğin

sınırlarını açığa çıkaran ilişkiler olarak açıklamaktadırlar ki toplumun etrafında

oluştuğu bu sınırlar esasında antagonistiktir.45 Laclau ve Mouffe’e göre Kant’ta

geçen antagonizma tanımındaki gibi antagonistik ilişkileri yoluyla oluşacak “Akıl’ın

kurnazlığı” yoktur ve antagonizmaların bir kurallar sisteminin egemenliği altına

alınması söz konusu olmaması sebebiyle siyasal olan Laclau ve Mouffe için, üstyapı

değil, toplumsalın ontolojisi ayarındadır; bu nedenle Radikal Demokrasi Kuramı’nın

en önemli varsayımlarından biri de bu noktada ortaya çıkar; yani toplumsal bölünme,

demokratik siyasetin olanaklılığına ve süreğenliğine içkindir.46

Laclau ve Mouffe’a göre çatışmacı yöntem önemlidir; hala geçerlidir fakat

antagonistik ilişkiler üzerinden yürümesi beklenen solun kullandığı siyasal söylemler

arasında antagonizma yoktur ve bunun paradoksal bir durum yaratması beklenir ki

öyledir; çünkü toplumsal bölünmeyi reddeden ve tersi hali ilerleme olarak gören

solun bu tutumunun, Laclau ve Mouffe solun günümüzde yaşadığı sorunların esası

olduğunu düşünmektedirler.47 Solun yaşadığı krizi, Sovyet tipi komünizmin

çöküşünün sosyalist projeyi de derinden sarsarak, neo-liberalizmin ve onun

etkilerinin sol siyasetin de içine girmesine bağlayan Lummis, bu nedenle Sovyetlerin

yıkılmasının ardından toplumsal bölünmelerin esas alındığını yeni bir sol söylem

beklenirken son 10 yılda neo-liberalizmin yaygınlaşmasına tanık olduğumuzu ileri

sürerler.48

her biri kendi yolunda ve sık sık da birbirlerine karşı bir amaç güderken, doğanın seçtiği bir yöne doğru bu farkında olmadan gidişleri üzerinde akıl yormazlar. Doğanın bilmedikleri hedefine doğru ilerlerler”, işte insanı doğanın hedefine doğru ilerleten, “toplum-dışı toplumsallık” olarak ifade edilen antagonizmdir. Buna göre Kant için antagonizm, insanın bir yandan toplum halinde yaşama eğilimi taşıması ama bir yandan da bu toplumsal birliği bozacak 'doğayla rekabet', 'mülkiyet isteği' , 'iktidar arzusu' gibi heveslerinin olması durumudur. İnsan türünde bu istekler çarpıştıkça tarih ilkel toplumlardan dünya devletine doğru evrilir. (http://mitoloji.info/glossary/antagonizma.nedir, erişim: 3 Kasım 2009) 45 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 16 46 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 17 47 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 17 48 Lummis, C. Douglas, Radical Democracy, Cornell University Press, New York, 1996, s. 32

14

1.6. Radikal Demokrasi ve Sol

Laclau ve Mouffe’e göre “kimlik siyaseti” yapması beklenen sol, günümüzde

“merkez sol” adıyla “üçüncü yol” dedikleri bir program geliştirerek toplumsal ve

ekonomik dönüşümlerle küreselleşmenin antagonizmaları ortadan kaldırdığını dile

getirmektedir ve solun bu söylemle aslında anlatılmak istenen, söz konusu

dönüşümlerle birlikte artık sınırları olmayan bir siyaset oluşmuştur ve bu durum da

toplumdaki herkesin lehine işleyen “kazan-kazan siyaseti”dir.49

Radikal demokrasi kuramcıları, toplumsal bölünmeyi reddeden solun

imgelediği toplumsal mücadeleye dayanmayan bu yeni siyaset anlayışını, siyasetin

artık toplumsal bölünme etrafından yapılanmadığını ve bu yeni siyaset tarzının

teknik sorunlarla ilgilenen bir yapılanma olduğu şeklinde formüle ederler.50

Radikal demokrasi kuramcıları, sol siyasetin Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte

ele aldığı “uzlaşmacı” yeni siyaset tarzının kendilerini “radikal ve çoğulcu

demokrasi” anlayışını geliştirmeye yönelttiğini söyleyerek solun, devrim yoluyla

yaratılacak yeni bir toplum için yok edilmesi gerek düşman olarak liberal

demokrasiyi gördüğünü fakat benimsedikleri siyaset modeli olan dost/düşman

modelinin “uygunsuz bir paradigma” olmasına rağmen sol partilerin demokratik

süreci bu şekilde ele aldığını ileri sürmektedirler.51

Mouffe’e göre, demokrasiyi sınırları olmayan bir siyaset algısı içinde tarafsız

bir zemin üzerinde gerçekleşen çıkarlar rekabeti olarak düşünen solun yeni bir

hegemonya ilişkisi kurmayı öngörememesinin nedeni, yeni güç ilişkilerini

anlayamamasıdır.52

Toplumsal ilişkilerin temelinde var olan çatışmanın ve ayrılıkların farkına

varılarak bu antagonistik ilişkiler üzerinden yeni bir proje olarak sunulan Radikal

Demokrasi Kuramı’nın kuramsal altyapısına ana katkıyı sağlayan Laclau ve Mouffe,

günümüzde sol siyasetin herhangi bir alternatif arayışına girmeksizin “pazar

ekonomisi”yle tüm ilişkilerini bitirmiş gibi düşünmesine karşın esasında “Pazar 49 Giddens, Anthony, Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı Yayınları, 2010, s. 52 50 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 18 51 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 19 52 Trend, David, Radical Democracy: identity, citizenship, and the state, içinde Mouffe, “Radical Democracy or Liberal Democracy” s. 15

15

ekonomisi”nin dinamikleriyle hareket etmesini ise “alternatifsizlik” olarak sunulan

dogmanın küreselleşme üzerinden meşrulaştırılmasına bağlamaktadırlar.53

1.7. Farklı Alternatifler: Katılımcı Demokrasi

Yeni sağın ekonomik ve politik açıdan yükselişinin siyasayı ve toplumu

olumsuz anlamda etkilemesini eleştiren ve alternatif arayan bir başka proje de Jürgen

Habermas ve takipçilerinin geliştirdiği Katılımcı Demokrasi Kuramı’dır.54

Habermas ve Benhabib’in kuramını eleştiren Laclau ve Mouffe’e göre,

aslında her iki kuram da bir araya getirici, farklılıkları yok sayan demokrasi modelini

eleştirmektedir, zira bu model yenilikçi olmayan, güdükleştirilmiş bir demokratik

siyasettir.55

Çatışma ve bölünme konusunda Radikal Demokrasi Kuramı kadar kararlı

olmayan Katılımcı ve Uzlaşmacı Demokrasi Kuramı’nın eleştiren Laclau’ya göre

yok edilmesi pek çok düşünce tarafından arzulanan fakat toplum yapısını da göz

önünde bulundurduğumuzda bunun mümkün olmadığını belirterek çatışma ve

bölünme olmadan çoğulcu demokratik siyasetin olanaklı değildir.56

53 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 20 54 “Habermas, günlük yaşamımızda resmi sistemlerin artan müdahalelerini, refah devleti, tekelci büyük şirket kapitalizmi ve kitle tüketim kültürü gelişmeleri paralelinde işlemiştir. Bu zorlayıcı eğilimler halk yaşamının gitgide daha geniş sahalarını akılcılaştırmaktadır, bunları etkililik ve denetimin genelleştirici mantığına indirgemektedir. Rutin politik partiler ve çıkar gurupları katılımcı demokrasinin yerini alırlar, toplum gitgide artarak yurttaşların girdilerinden uzak düzlemlerde yönetilmektedir. Sonuç olarak, halk (kamusal) ile özel, birey ile toplum, sistem ile yaşamdünyası arasındaki sınırlar bozuklaşmaktadır. Demokratik halk (kamu:public) yaşamı, yurttaşlara halkça önemli sorunları tartışabilmelerine kurumların izin verdiği yerlerde gönenebilir. “İdeal konuşma durumu”nun ("ideal speech situation") ideal bir tipini tanımlar; aktörler eşit tartışım yetenekleriyle donatılmıştır, birbirlerinin temel toplumsal eşitliğini tanırlar ve konuşma ideoloji ya da yanlış kabullerle çarpıtılmaz. Habermas kamusal alanın yeniden canlandırılması konusunda iyimserdir. Ulus-devleti etnik ve kültürel benzerlikler temelinde aşmakta olan politik toplumun, eşit haklar ve yükümlülüklü yurttaşların yasal koruma donatılı olması halinde, yeni dönemdeki geleceği için ümitlidir. Demokrasinin bu değişkenlikli kuramı (discursive theory of democracy) öyle bi toplum gerektirir ki birlikte politik istem belirleyebilsin ve bunu yasama sistemi düzeyinde uygulayabilsin. Bu politik sistem eylemci bir kamusal alan gerektirir, burada ortak çıkar sorunları ve siyasi konular tartışılabilir ve kamuoyunun gücü karar verme sürecini etkileyebilir.” Jürgen Habermas, İletişimsel Eylem Kuramı, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001 55 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 21 56 Laclau, a.g.e., s. 47

16

Laclau ve Mouffe, çatışmacı demokratik siyasete bir nokta konulmasına itiraz

ederek, ileride çatışmaların son bulacağı öngörüsüyle söz konusu demokratik

siyasetin yürütülmesi durumunda bu hususun demokratik projeyi tehlikeye atacağını

ve böylesi bir çoğulcu demokrasi anlayışının “kendi kendini çürüten bir ideal”e

dönüşeceğini ileri sürmektedirler.57

Radikal demokrasi kuramcıları, bu nedenlerden ötürü çatışmayı sonlandıran

her türlü konsensüsün hegemonik bir eklemlenmeyle oluştuğunu ve bu konsensüsün

gerçekleşmesini engelleyen “dışarısı”nın her zaman var olduğunu ve demokratik

siyaset yaptığını ileri süren herkesin bu ilişkiyi olumlu anlamda düşünmesi

gerektiğini savunurlar.58

1.8. Sol Siyasete Yeni Arayışlar Noktasında Sola Yöneltilen Eleştiriler

Radikal Demokrasi Kuramı’nın genel çerçevesini sol eleştirisi üzerinden

kuran Mouffe’ye göre, son 10–15 yıllık sürede tekrar gündeme gelen, solun kimlik

siyasetiyle, kültürel meselelerle fazlasıyla ilgilendiği ileri sürülmüştür. Sola, sınıf

savaşına geri dönmesi yönünde tekliflerde bulunulduğu bir dönemde aslında sol ne

Mouffe’nin istediği çatışmacı demokrasi mücadelesini yürütmüştür ne de solu

eleştiren kesimlerin ileri sürdüğü gibi bu mücadelenin içinde boğulmuştur.59

Tartışmaların esas kaynağı Laclau ve Mouffe’ye göre, solun alternatif

geliştiremediği yeni sağın gereklerini sorgusuz kabul ederek bunu kimlik siyaseti

yapıyormuş gibi algılamasından kaynaklanmaktadır ve söz konusu sorunun yani sol

siyasetin açmazının aşılması yeniden sınıf savaşı yapılmasında değil iktidarın farklı

boyunduruk altına alma biçimlerine karşı geliştirilen çeşitli demokratik mücadeleler

arasında eşgüdümcü ve eşdeğerlikçi bir zincir oluşturarak hegemonik eklemlenmeyi

sağlanmasına bağlıdır. Radikal ve çoğulcu demokrasi modelini bir alternatif olarak

sunan Laclau ve Mouffe, solun sunulan bu yeni demokratik siyaset modeliyle yeni

sağa karşı başarılı olmasının yolunun kimlikleri tanımasından geçtiğini ifade ederek

57 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 22 58 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 22 59 Thomassen, Lasse, Radical democracy: politics between abundance and lack, içinde Mouffe, “For an Agonistic Public Sphere” s. 125

17

“yeniden dağıtım” meselesiyle uğraşması, hegemonik eklemlenme ve antagonistik

ilişkiler yürütme bakımından temel araçlardan biri durumunda olduğunu

belirtmektedir.60 Laclau ve Mouffe, bu noktada Radikal Demokrasi Kuramı’nı

uygulama adına soldan beklenen tavrın, yeni güç ilişkilerini ve siyasetin

dinamiklerini kavrayarak liberal demokrasinin olumlu yanlarından yararlanarak

tikelliği kendine esas edinen fakat evrensellikten uzaklaşmayan bir siyaset tarzını

benimsemesidir.61

Son 30 yılda gelişme gösteren yeni sağın politik ve ekonomik hegemonyasına

solun özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte herhangi bir alternatif model

geliştiremedi.

Çoğulcu bir demokrasi kuramı oluşturmaya çalışan özellikle Laclau ve

Mouffe ile diğer düşünürler, Radikal Demokrasi Kuramı’nı savunurken,

oluşturdukları bu yeni politik tasavvurun, klasik solunkilerle kıyaslanamayacak

ölçüde büyük hedefleri olmasını, liberal siyasetten ayrıcalıklı kopuş noktalarının

reddedilmesine; yanı sıra toplumsalın çoğulluğunun ve belirlenmemişliğinin kabul

edilmesine bağlamaktadırlar.62

1.9. Farklı Toplumsal Hareketler

Her dönemde iktidara karşı farklı toplumsal kesimlerin bir mücadele

yürüttüğü ön kabulünden hareketle Laclau ve Mouffe, her bir mücadeleyi kendi

içinde değerlendirmek gerektiğini ifade ederek Foucault’un “nerede iktidar varsa

orada direniş olur” sözünü direniş biçimlerinin farklı olabileceğini göz önünde

bulundurarak kabul ettiklerini söylemektedirler.63

Olasıdır ki, Radikal demokrasi kuramcıları, farklı toplumsal aktörlerin değişik

biçimlerde reaksiyon gösteren direniş biçimlerine tekil bir şekilde yaklaşılmasının da

oluşturmak istedikleri yeni demokrasi projesinin temeldeki düşüncesine ters

düşebileceğini düşünmüşlerdir.

60 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 23 61 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 24 62 Laclau, a.g.e., s. 98 63 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 236

18

Bu nedenledir ki söz konusu direniş biçimleri belki de uzun yıllardır var

olmakla birlikte belirli şartlarda politik bir forma dönüşerek iktidara karşı boyun

eğmeye son verme amacı güden mücadeleler haline gelirler.

Yeni toplumsal mücadele yöntemlerinde karşılaşılan esas sorun Laclau ve

Mouffe’ye göre bütün bu farklı toplumsal direniş hareketlerinin, eşitsizliklere karşı

mücadele edilmesi bakımından ortak bir payda etrafında kolektif bir harekete

dönüştürürken farklı direniş biçimlerine zarar vermeden bunun söylemsel koşullarını

oluşturmak noktasıdır.64 Lummis ise tabiiyet ilişkisinin; tahakkümün kullanıldığı

şekillerle ortaya çıktığı ve böylelikle de söz konusu ilişkinin bir çatışmanın yeri

olarak oluşturduğu koşulları tanımlamayı tercih etmektedir. Zira çatışma yerleri

haline dönüşmüş tüm tabiiyet ilişkileri esasında tahakküm ilişkileri olarak

yansımaktadırlar.65

Kuramın oluşması için söz konusu baskı ilişkilerinin veya Laclau ve

Mouffe’nin tanımı itibariyle tahakküm ilişkilerinin tabiiyet ilişkisi olmaktan çıkıp

tahakküm ilişkisi olduğunun açıklanmasıyla yol alabilecektir.66

Tahakküm ilişkileri altında ezilen farklı toplumsal kesimlerin sosyalist

nitelikli farklı direniş biçimlerini kullanmalarını ve bu noktada farklı sosyalist

söylemler kullanmalarını olumlayan Laclau ve Mouffe, farklı eşitsizlik eleştirileri

söylemlerinin, yeni hakların talep edilmesine götüren bir yerinden-oluşun ortaya

çıkmasını sağlayacağını düşünürler.67

Tahakküm ilişkisini biraz daha ayrıntılandırdığımızda, Laclau ve Mouffe’ye

göre, tabi kılan ve tabi olan kimlikler, birbirlerinin dışında olduklarını ima eden bir

olanaksızlık yaşamaktadırlar, örneğin işçi sınıfının mücadelelerinin antagonizma

potansiyelinin geçirdiği dönüşümleri göz önünde bulundurduğumuzda radikal

nitelikler taşıyan kapitalizm karşıtı mücadeleler işçi sınıfı mücadelesinin başladığı

19. yüzyılda belirleyici nitelikte değildi. O nedenle kapitalizm karşıtı mücadelenin

geliştiği işçi sınıfı mücadelesi ile kapitalist karşıtı diğer toplumsal hareketlerin

oluşturduğu dışsallık toplumsal alanın o dönemde iki ana kampa ayrılmasına yol 64 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 237 65 Lummis, a.g.e., s. 47 66 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 237 67 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 241

19

açtı.68 İşçi sınıfı bu ayrılmada kapitalizme karşıtı cemaat anlayışı bir mücadeleyi

kapitalizmin özüne karşı yürütürken, toplumsal temelleri zayıf olan kapitalizm karşıtı

diğer hareketler sanayi düzenine karşı harekete geçmişleridir.69

19. yüzyılda filizlenen fakat değişen politik ve ekonomik gelişmelerin

ışığında 20. yüzyılda tabiiyet ilişkilerine karşı mücadele yürüten yeni toplumsal

hareketlerin ortak paydası olarak yukarıda bahsi geçen “sınıf” temelli mücadele

yürüten işçi mücadelesinden farklı olmalarıdır. Laclau ve Mouffe’ye göre işçi

mücadelesinin sorunlu doğasından kopamamak anlamsızdır ve bu işçi sınıfı

mücadelesi nosyonu, “sınıf”ın ayrıcalıklı statüsüne dayanan bir söylemin devam

ettiğini sergileyen nedenlerle “yeni antagonizmalar”dan ayrı tutulan bir dizi çok

farklı mücadeleyi sadece üretim ilişkileri düzeyinde birleştirmektedir. Lakin Laclau

ve Mouffe “sınıf”a ilişkin getirdikleri bu açıklamanın ardından yeni toplumsal

hareketlerin “sınıf” karşıtı hareketler olarak anlaşılmasının önüne geçmek için yeni

toplumsal hareketleri, günümüzde ileri sanayi toplumlarının karakteristiği olan,

toplumsal çatışmaların gittikçe daha çok sayıda ilişkiye hızla dağılmasını

eklemlemede oynadıkları yeni rol olarak biçimlendirirler.70

Klasik sol söylemin bireyi yalnızca emeğiyle sermayeye bağlı gören anlayışın

aksine Aglietta, bireyin, toplumsal ilişkilerin kar için üretim mantığına bağlı

olmasından ötürü, toplumsal ilişkiye katılış bakımından kültür, boş zaman, hastalık,

eğitim, seks ve ölüm itibariyle de sermayeye bağlı olduğunu düşünür.71 Bu nedenle

çağdaş dünyada Laclau ve Mouffe’ye göre kapitalist ilişkilerden kurtulan hiçbir

bireysel ya da kolektif hayat alanı yoktur, bu mengeneyi açmaya çalışan yeni

toplumsal hareketler de “olumlu özgürlükler” olarak adlandırılabilecek olan yeni bir

hak tipiyle karşılaşmıştır. Yeni toplumsal hareketlerin direniş biçimleri sayesinde

ortaya çıkan bu tip özgürlükler “sosyal devlet”i ortaya çıkarmış ve egemen düşünüşü

de beraberinde dönüştürmüştür.72 Günümüzde yeni toplumsal hareketlerin “sosyal

devlet”in sona ermesiyle birlikte yeniden gündeme geldiği aşikârdır. Öğrenci

hareketleri ve feminist hareket kazandığı deneyimlerle hala politik sahnede yer 68 Cleaver, Harry, Reading Capital Politically, The Harvester Press, Sussex, 1979. s. 54 69 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 242 70 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 246 71 Aglietta, Michel, A Theory of Capitalist Regulation, Londra, 1979, s. 117 72 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 250

20

almakla birlikte yeni toplumsal hareketler arasında en aktif olanlar çevreci hareket ve

barış hareketidir ki bu hareketlerden barış hareketi Laclau ve Mouffe’nin ortaya

koyduğu teorik çatıya da uymaktadır.73

Laclau ve Mouffe, bu yeni tip hareketlerin anlaşılmasının iki gerekliliğinin

olduğunu savunmaktadırlar, öyle ki bu ikili perspektif şunlardır: “soğuk savaş sonrası

dönem oluşan toplumsal ilişkilerdeki dönüşüm” ve “liberal demokrasi tarafından

gelişmiş eşitlikçi söylemin toplumsal yaşamda oluşmuş yeni alanlara doğru

kayması”dır. Zira farklı tabiiyet ilişkilerinin sorgulanması ve toplumsal kesimlerin

yeni hak taleplerinde bulunması için gerekli olan çerçeveyi bu iki önkoşul

sunabilmektedir.74

Daniel Bell ise çoğulcu ve radikal demokratik devrimin kabul görmesinin ve

derinleşmesinin zemininin ancak çok biçimliliğin sağlanmasıyla oluşacağını ifade

etmektedir.75

Laclau ve Mouffe’ye göre, bu kuramı oluşturacak mücadele, söz konusu

çoğulcu ve radikal bir demokrasi teorisinin, eşitlikçi mantığın genelleştirilmesi

temelinde, en uç noktalarda bir alanlar özerkleşmesi için yapılacaktır.76 Çünkü

demokratik devrim diye adlandırılan bu yeni proje aslında toplumsal çatışmaların en

derinden ve üretken bir biçimde yaşandığı bir antagonizmalar çokluğundan

ibarettir.77 Önceden de bahsedildiği gibi yeni hak taleplerinin belirli koşulların

oluşması halinde yeni antagonizmalarla ileri sürülmesi teksesli bir olgu değildir.

Şöyle ki, ataerkilliğe karşı söylemini oluşturan bir feminist hareket veya kapitalizmi

yenmek üzere söylem geliştirmiş olan bir feminist hareket mevcuttur ve bunlar

feminist hareket içinde bütün olarak görülmezler. Dolayısıyla eklemlenme biçimleri,

önceden belirlenmemiş olmanın yanı sıra, yürüttüğü hegemonik mücadelenin sonucu

olarak ortaya çıkar.78

73 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 251 74 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 254 75 Bell, Daniel, On Meritocracy and Equality, 1972 76 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 256 77 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 257 78 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 258

21

Yeni bir sol için alternatif79 olarak Laclau ve Mouffe tarafından formüle

edilen Radikal Demokrasi Kuramı’nı açıklarken Laclau ve Mouffe, Soğuk Savaş

sonrası dünyanın politik ortamını hazırlayan liberal muhafazakarlığın, yarattığı

hegemonik bir karakter dahilinde, “bireysel özgürlüğü” savunma adıyla toplumsal

eşitsizliği meşrulaştırdığını (ve bu anlamda tarihsel görevini yerine getirmektedir);

toplumsal mücadeleler sonucu tahrip edilmiş hiyerarşik ilişkileri yeniden kurmaya

çalıştığını; politik söylemi dönüştürerek yeni bir “gerçeklik tanımı” yapma peşinde

olduğunu iddia ederler.80 Bu anlamda geçmiş uygulamalara dönük olarak bir nevi

“kara propaganda” yapan liberal muhafazakarlık, sosyal devlet anlayışına karşılık

gelen formasyonda kabul edilmiş bir takım pozitif farklılıkları bu alandan çıkarıp

negatiflik olarak yorumlamaktadır.

Bu nedenledir ki Radikal Demokrasi Kuramı, yeni bir tarihsel blok

oluşturmaya ve teksesliliğin sesini yükseltmeye çalışan liberal muhafazakârlığın tüm

bu girişimlerine karşı, yaratılacak sol alternatif, toplumsal bölünmeyi yeni bir zemine

yerleştiren farklı eşdeğerlikler sisteminin kurulmasıyla mümkündür.81 Solun bu

tarihsel aşamadaki görevi ise, liberal muhafazakârlık karşısında liberalizmi tümden

reddetmek adına liberal demokratik ideolojiyi reddetmek değil, aksine onu

hedeflenen çoğulcu ve radikal demokrasi doğrultusunda genişletmek ve

derinleştirmektir.82

1.10. Farklı Toplumsal Hareketler ile Sol Siyasetin İlişkileri

Solun kendi hegemonik stratejisini geliştirebilmesi, Laclau ve Mouffe’e göre

demokratik zemini teksesliliğe terk etmeye değil tersine demokratik mücadeleleri

sivil topluma ve devlete doğru genişletmesine bağlıdır.83

Laclau ve Mouffe, klasik anlamda anlaşılan “devrim” kavramına bu yönden

eleştiri getirmelerini, “devrim” kavramının toplumun tamamına yayılan, bir politik

79 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 269 80 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 269 81 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 270 82 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 270 83 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 270

22

kopuş noktasındaki mücadelelerin üst belirlenimi olmamasıyla açıklamaktadırlar.84

Klasik anlamda “devrim”in hedeflerinden daha küçük hedefleri düşündüklerini

belirten Laclau ve Mouffe, kendileri için demokratik ilerlemenin koşulu olarak

baskıcı bir rejimin zor yoluyla yıkılmasının yeterli olduğunu ifade ederek, klasik

anlamda “devrim”in bundan daha fazlasını isteyerek “devrimci eylemin kurucu

karakterini, toplumun çıkış noktası olarak görüp, “rasyonel” bir biçimde yeniden

örgütlenebileceği bir iktidar yoğunlaşması momentinin tesisini temsil ettiğini” ileri

sürmüşlerdir.85

Alternatif bir sol hazırlamaya çalışan Laclau ve Mouffe, yukarıdaki ayrımlar

nedeniyle Radikal Demokrasi Kuramı’nın sosyalizmin bir bileşeni olduğunu kabul

etmezler; çünkü radikal ve çoğulcu demokrasi modelinin bir öğesi olan üretim

araçlarının toplumsallaştırılmasından anlaşılan işçilerin özyönetimi değildir, çünkü

söz konusu olan, ne üretileceğine, nasıl üretileceğine ilişkin kararlara bütün öznelerin

gerçek katılımıdır. Bu da Radikal Demokrasi Kuramı’nın klasik “devrim”

anlayışından daha küçük olan hedefin de gerçekleşmektedir, hedef büyüdükçe hedefe

yaklaşan toplumsal öznelerde azalma yaşanır.

Haklar ve özgürlükler bağlamında ise toplumsal öznelerin karar alma

süreçlerine katılımının azalması, negatif yönde yeni bir tahakküm ilişkisi

doğuracaktır, olası böyle bir anlayış da çoğulluğu reddetme düzeyine gelecek ve

teksesli bir konumda yerini belirleyecektir ki, söz konusu yeni antagonizmanın

çoğulluğu reddetmesi, başında yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasının nedeni

olarak demokrasiyi tehdit eden yeni bir unsur olacaktır.

Radikal Demokrasi kuramcılarına göre, “radikal demokrasinin söylemi artık

evrensel olanın söylemi değildir, ‘evrensel’ sınıf ve öznelerin içinden konuştukları

şartlar artık ortadan kalkmıştır ve onun yerini her biri kendi içinde indirgenemez

söylemsel kimliğini kuran seslerin polifonisi almıştır.”86 Radikal Demokrasi

modelini mümkün kılmamın tek yolu evrensel söylemi ve teksesliliği terk etmekten

geçmektedir. En üst hedef olan “devrim” yerine herkesin toplumsal üretim

araçlarının kullanılmasındaki karar verme süreçlerine katıldığı “evrim” tercih 84 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 272 85 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 272 86 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 291

23

edilmelidir; farklı söylemler ve mücadeleler merkezsizleşmeli, özerkleşmeli,

antagonizmalar çoğalmalı ki, “klasik sosyalizm”in de hedeflediği ideallere Radikal

Demokrasi mücadelesiyle ulaşılabilsin. Söz konusu ideallere ulaşmak hiçbir zaman

çoğulluğu, hegemonik eklemlenmeyi reddetmez aksine bunları gerektirir.87

Toplumda yer alan farklı kimliklerin siyaset yapabilmesinin olanaklılığının

getirdiği zorunlu antagonizmalar mevcut tahakküm ilişkilerinde kapsamlı değişikliğe

gidilmesi ihtiyacını doğurmaktadır. Radikal Demokrasi Kuramı’nın ön açtığı bu

değişikliklerle birlikte liberal demokrasinin olumlu yanları genişletilmeye çalışılarak

yeni sağın ideolojik, ekonomik ve siyasi açmazlarının önüne geçilmeye

çalışılmaktadır.

Laclau ve Mouffe’nin siyaset bilimine kazandırdığı Radikal Demokrasi

projesi yeni bir tür hegemonyayı sosyalizmin ışığında liberalizmin araçlarıyla mevcut

siyasanın koşullarına eklemlenme çabası olarak anlatılmakta ve yeni toplumsal

hareketlerin yürüttüğü kimlik politikaları da bu yeni projenin aktörü olduğu ifade

edilmektedir.88

2. RADİKAL DEMOKRASİ ve TÜRKİYE

Türkiye’de de siyaset yapmanın esas belirleyen aktörlerinin devlet, parti ve

partiler arası ilişkilerle sınırlı olması 1990’lı yıllardan itibaren bir tıkanmaya yol

açmış ve söz konusu ilişkiler değişen toplumsal yapının taleplerine yanıt veremez

olmuştur.89

Radikal Demokrasi modelinin uygulanabilirliği noktasında Türkiye özelinde

siyaset yapma geleneğinin temel sorunlarını belirledikten sonra geliştirilebilecek

çözüm önerilerini şekillendirebilmek amacıyla Radikal Demokrasi modelinin

Türkiye’de nasıl algılandığını incelememiz gerekmektedir.

87 Laclau, Mouffe, a.g.e., s. 292 88 Laclau, Ernesto, Siyasi Kimlikler Oluşturma, Verso, 1994, s. 36 89 E. Fuat Keyman, Türkiye ve Radikal Demokrasi, Alfa, 2000, s. VII

24

2.1. Türkiye ve Siyaset Yapma Geleneği

Türkiye’deki siyaset geleneğinin “tepeden inmeci” anlayış üzerine kurulu

olması devlet ile toplum arasında 1990’lı yıllardan itibaren bir gerilim oluşturmuş ve

taleplerini ileri süren toplumsal hareketlerin karar alma süreçlerine eklemlenmesi

aşamasında bir temsiliyet sorunu ortaya çıkmıştır. Keyman’a göre ortaya çıkan bu

sorunun aşılmasında “geleneksel” devletçi söylemin ve meydana çıkan krizin karşı

tarafındaki aktörleri temsil etmeyen parlamenter sistemin araçları yeterli değildir.

Türkiye siyasal yaşamında devlet-toplum eksenli oluşan bu sorunları ortaya çıkaran

dinamikler olarak ise kültürel kimlikleri, laikliği (ve onun tartışılmasını), temsiliyet

krizini, yönetimsel değişimleri sayabiliriz. Karşılaştığımız bu sorunların siyasal

söyleme eklemlendiği antagonistik tarzlar ise teksesliliği hedefleyen bir şekilde veya

başka bir ifadeyle seçenekleri en aza indirme amacıyla Türk-Kürt, Laik-İslami,

Doğulu-Batılı, Merkezi-Yerel şeklinde sıralanabilir. İki yönlü siyaset anlayışının ve

esasında cephelerin birbirlerini sindirme anlayışı üzerine kurulu düşüncenin göreceği

işlev, Türkiye toplumunu “disiplin toplumu”na dönüştürme, tekseslileştirmedir.90

Demokrasiye biat anlayışının güçlendiği bir dönemde Mouffe ile Laclau’nun

siyasal kuram alanına yaptığı Radikal Demokrasi katkısı Türkiye’de de yoğunluklu

bir şekilde tartışılmıştır. Fuat Keyman’ın tartışmalara öncelik ve esas itibariyle

kaynak niteliğindeki kitabı “Türkiye ve Radikal Demokrasi”de bu konudaki temel

saptamaları belirlemesi açısından yönlendirici olmuştur. Türkiye ortamında konunun

tartışma zeminini Keyman’ın kitabında Mouffe’nin radikal demokrasiye ilişkin

açıklamalarını liberal demokrasi anlayışının bittiği yerden başlattığını ileri sürmesi

olmuştur. Keyman’a göre radikal demokrasi bireyci, evrenselci ve içinde zıtlıkları

toplayan bir anlayışın üzerinde kurulmuştur.91

Keyman, Mouffe ve Laclau’nun sosyalist düşüncenin açmazlarına alternatif

olarak sunduğu şeklinde ifade edebileceğimiz Radikal Demokrasi’nin esasında başta

liberal demokrasiye karşı geliştirilmesine rağmen liberal demokrasinin bir üst projesi

olduğunu düşünür.92

90 Keyman, a.g.e., s. VII 91 Keyman, Fuat, Türkiye’nin İyi Yönetimi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008, s. 328 92 Kahraman, Hasan Bülent, Radikal Demokrasi ve Chantal Mouffe, Radikal Gazetesi, 1999

25

Türkiye’de Radikal Demokrasi projesinin gündeme gelmesinde önemli rolü

olan Fuat Keyman’a göre, postmodernizm, modernitenin “içsel bir eleştirisi”,

postmodernizm modernitenin içsel mekânının sınırlarını genişleten, modernist

söylemin köktenci bir tarzda belirlediği siyaset anlayışının boyutlarını yıkan ve belli

bir merkeze dayalı anlaşılan “sosyal” kavramını çözen bir eleştirisidir öte yandan

sivil toplumun demokratikleşmesinin ön koşulu ise, topluluklar arası ilişkide

avantajsız ya da susturulmuş kimliklerin, kendilerine özgü sorunları ya da talepleri

gündeme getirme olanağına sahip olmasıdır.93

Keyman Türkiye ve Radikal Demokrasi başlıklı kitabında, kimliğin

parçalanmış ve çok boyutlu niteliğini vurgulayarak, postmodern söylem

demokratikleşme sürecinin üç temel öğesini dile getirir: kimliği sabitleştirici ve

toplumsal ilişkileri belli bir merkezi kimlik etrafında bütünselleştirici köktenci

sistemlerin (liberalizm ve Marksizm gibi) çözümü (deconstructive critique), bu

sistemlerin sessizleştirdiği kimliklerin tanınması ve bu anlamda “ötekine karşı

sorumluluk” ilkesi üzerine kurulmuş adalet nosyonu ve kimlik/fark ilişkiselliğinin

demokratikleşme sürecine anlam veren bir siyasal araç olarak düşünülmesi.94

Keyman radikal demokrasi kuramlarını açıklarken Hobbes’ta bulunan

moderniteye özgü şu saptamayı ifade eder: Modern toplumu niteleyen toplumsal

sözleşme bireyler-arası bir sözleşme olarak bir taraftan birey kavramına

epistemolojik ve normatif bir öncülük verirken, eş zamanlı olarak siyasetin kaynağını

tanrısal otoriteden devlet otoritesine kaydırarak birey ile devlet arasında ikincinin

egemenliğine dayalı bir ilişki kurar.95

Keyman daha sonra radikal demokrasi kuramlarını sıralamaktadır:

A) Sorgulayıcı Demokrasi olarak Radikal Demokrasi

Radikal demokrasiyi “eleştirel kuram yoluyla modern devlet-toplum

ilişkilerinin demokratikleştirilmesi” olarak da düşünebiliriz.

Habermas “sorgulayıcı demokrasi” olarak nitelendirdiği radikal demokrasi

kavramını şu temel sav üzerine kurar: demokratik yönetim bürokratik-modern 93 Keyman, a.g.e., s. 108 94 Keyman, a.g.e., s. 110 95 Keyman, a.g.e., s. 121

26

devletin yalnızca “hukukun üstünlüğü” ilkesi yoluyla denetlenmesi anlamına

gelmelidir. “Kurumsal iletişim mekânının” varlığı da devlet-toplum arasında

kurulacak demokratik bir yönetim için gerekli koşuldur.

Levent Köker, liberal demokrasinin meşruluk krizinin ancak kendisinin

katılımcı bir demokrasiye dönüştürülmesiyle çözülebileceğini de ima eder ve

siyasetin ne liberal görüşün savunduğu gibi “kolektif amaçlar için siyasal iktidarını

kullanan yönetim ayağına karşı özel çıkarların korunması ve karar alma süreçlerine

eklemlenmesi işlevini gören etnik olarak dar anlamda” düşünmeyi ne de toplulukçu

görüşün savunduğu gibi “toplumun temelini oluşturan ‘etik yaşamın’ düşümsel bir

biçimi” olarak “geniş anlamda” düşünmeyi gerektirmediğini söyler.96

B) Çatışmacı Demokrasi olarak Radikal Demokrasi

Keyman’a göre, sorgulayıcı demokrasi gibi çatışmacı demokrasi de liberal

demokrasinin yaşadığı meşruluk krizinin çözümünü katılımcı demokratik yöntem

içinde arar.

Modern benlik anlayışının temel sorunu, kendisinin meşruiyetini her zaman

kendi tanımına uymayan kimlikleri “ötekileştirmesinde” bulmasıdır.97

Türkiye ve Radikal Demokrasi kitabında yapılan tanım uyarınca, toplumsal

kimliklerin kendi taleplerini ve çıkarlarını seslendirirken, bu talep ve çıkarların

“sınırlarını tanımalarını” sağlayan ve böylece farkındalıkların siyasallaşması

sürecinin “ötekini yok etme” eylemine dönüşmesini engelleyen demokratik

yönetime, çatışmacı demokrasi diyoruz.98

Türkiye’de siyasal alanın bugünkü durumu, evrensellikle tikellik arasındaki

gerilimi çok açık bir şeklide, kültürel homojenliğin taşıyıcısı olarak kabul edilen

“laik ulusal kimlik” ile “farklılık dilini canlandıran” kimlik siyasetleri arasındaki

çatışma belirlemektedir diyen Keyman klasik anlamda din ve devletin birliğinin

yerini Kemalizm’de ulus ve devletin birliğine bıraktığını ileri sürmektedir. O nedenle

bireyi vatandaş-özne konumuna dönüştürerek hareket eden Batı modernitesinden

96 Köker, Levent, Radikal Demokrasi, Diyalog Dergisi, sayı: 1, 1996, s. 112 97 Keyman, a.g.e., s. 141 98 Keyman, a.g.e., s. 146

27

farklı olarak, Kemalist modernite projesi ulus-devleti toplumu örgütleyici ve

tanımlayıcı egemen özne konumuna getirerek hareket eder.99

Keyman bu noktadan hareketle Kemalizmin iki önemli niteliğinin ortaya

çıktığını birincisinin, devletin ayrıcalıklı konumuna dayalı organik ve homojen bir

toplum anlayışı; ikincisi, “birey” nosyonu olmadan geliştirilen ve daha çok” devlete

karşı yükümlülüklere” dayalı bir vatandaşlık (yurttaşlık) anlayışı olduğunu söyler.100

Keyman’ın analizinin Türkiye’deki siyasal partilerde nasıl bir karşılık

bulduğunun yanıtını çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ele alınacaktır.

Nilüfer Göle’ye göre ise, Kemalist modernite projesinin son dönemde

yaşadığı krizin esas etkeni, devletten bağımsız ve konuşmaya başlayan bir kültürün,

yani sivil toplumun canlanmasıdır.101

Keyman, 21. yüzyıla girerken Türkiye’de siyasal yaşama anlam verme

gücünde olan iki farklı siyaset anlayışından söz edilebileceğini; bir taraftan,

milliyetçi söylemle hareket eden toplulukçu siyasal hareketlerin varlığını ve böylece

“çoğulculuğa karşı aynı’lığı ve tek’liği savunan” milliyetçi bir siyaset anlayışının

giderek güçlenmesinin diğer taraftan liberal demokrasiyi savunan, fakat bunu

yaparken liberal demokrasinin çoğulcu toplum yapısına uygun yerinden kurulması

gerektiğinin de vurgulanmasını sağlayan yeni bir siyaset anlayışına yönelimler

olduğunu anlatır. Keyman sonrasında çağrılardan bir tanesinin radikal demokrasi

projesi ve bu projenin savunduğu;

• kimlik-fark ilişkisine dayalı,

• devlet egemenliği söylemini sorunlaştıran,

• siyasal alanı küresel/ulusal/yerel etkileşim eksenine doğru genişleten,

• sivil toplumu devlet/parti gibi bir siyasal özne olarak düşünen ve

• bu bağlamda, katılımcı demokrasinin liberal demokrasi için önemini

vurgulayan yeni siyaset anlayışı olduğunu ileri sürmektedir.102

99 Keyman, a.g.e., s. 166 100 Köker, Levent, Kimlik Krizinden Meşruluk Krizine: Kemalizm ve Sonrası, Toplum ve Bilim, sayı: 71, 1996, s. 155 101 Göle, Nilüfer, Mühendisler ve İdeoloji, Metis, 2008, s. 14

28

Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde yukarıda bahsi geçen maddelerden ne

anlaşılması gerektiği de ele alınacaktır.

Keyman, kimliğin ilişkiselliğinin tanınmasının kurumsal alanın

“farkındalıklar ayrıcalık haline getirilmeden” farklı kimlikler arası bir diyalog

etrafında kurulmasına katkıda bulunduğunu, temsili demokrasinin katılımcı

demokrasiye dönüştürülmesinin ve sivil toplum örgütlerinin karar alma süreçlerine

katılımının gerekliliğini söz konusu savında savunur.103

Keyman radikal demokrasi projesinin temel nitelikleri olarak ise; devlet/parti

ve sivil toplum arasında siyasal etki eşitliğini, sivil toplum örgütleri arası siyasal etki

eşitliğini, karar alma sürecinde alınan konular arası siyasal etki eşitliğini sıralar.104

Keyman yaptığı saptamalarla demokrasinin, her türlüsü için, politik alanda

ortaya çıkan sorunlara çözüm bulunan alan olduğunu ileri sürmektedir.105

Bir anlamda Türkiye’de toplumu yöneten geleneksel iktidarın sesleriyle

siyasetin karar alma süreçlerine dahil olmak isteyen farklı toplumsal kesimler

arasında çıkan çatışma kendi içinde pek çok riski taşımaktadır. Keyman’a göre bu

risk veya güçlenmemesi gerektiği halde eski antagonizmanın yerinin henüz

doldurulamamasından kaynaklı belirsizlik ortamı nedeniyle ortaya çıkan

“milliyetçilik söylemi”dir. Söylemin farklı tezahürlerinin olduğunun altını çizen

Keyman, bu farklı milliyetçilik söylemlerinin, aslında hepsinin çoğullaşan toplumsal

yapıda kendilerine yer bulmalarına rağmen son kertede çoğulculuk karşıtı söylem

üreten, benzerleri bütünselleştirici, aynılaştırıcı bir çelişkiye sahip olduklarını söyler.

Siyasal belirsizlik ortamında milliyetçilik söyleminin bu denli kuvvetli ve sesinin

güçlü çıkmasını değerlendiren Keyman, söylemin “cemaat” duygusunu topluma

dayatarak bu yolla “bir topluluğa ait olma” hissini güçlendirdiğini ifade eder.106

Keyman, bu yeni ve belirsiz ortamda siyasal yaşama anlam verme gücüne sahip iki

102 Keyman, a.g.e., s. 195 103 Keyman, a.g.e., s. 198 104 Keyman, a.g.e., s. 201 105 Kahraman, Hasan Bülent, a.g.y. 106 Keyman, a.g.e., s. VIII

29

anlayıştan diğerinin de liberal demokrasinin olumlu taraflarını savunan yeni siyaset

anlayışı (Radikal Demokrasi) olduğunu düşünmektedir.107

2.2 Demokrasinin Demokratikleştirilmesi

Radikal Demokrasi projesini “demokrasiyi demokratikleştirme” olarak ele

alan Keyman, Türkiye ve Radikal Demokrasi adlı kitabının yayımlandığı tarih (2000)

itibariyle Susurluk sonrası Türkiye’de “hukukun üstünlüğü” ilkesi ve “demokratik

yönetim” taleplerinin Radikal Demokrasi Kuramı’nın teorileriyle örtüştüğünü ve bu

anlayışın Türkiye siyasetinde sorun yaratan alan olan iki cepheli siyaset anlayışına

karşı önemli bir açılım olduğunu ileri sürmektedir.108

Siyasal alanın tartışmaya açılmasının ve özellikle kültürel alanda temsiliyet

krizinin ortadan kalkması için Radikal Demokrasi Kuramı’nı savunan Keyman’a

göre kültürel kimlik krizi küresel bir sorundur.109

Bu dönemde milliyetçi söylemin liberal demokrasiye karşı tüm dünyada

yükselmesinin Türkiye’ye de yansıdığını düşünen Keyman, bu durumu Türkiye’deki

siyasal partilerin her hangi bir kimlik politikasına sahip olmamalarına

bağlamaktadır.110

Keyman’ın, Radikal Demokrasi Kuramı’nın, liberal demokrasinin yeniden

kurulması gereksinimiyle birlikte “demokrasinin demokratikleştirmesini” amaçlayan

bir kuramsal girişim olduğunu kabul eden Özgül’e göre Türkiye’de Radikal

Demokrasi Kuramı’nın uygulama sahalarından birinin de ombudsmanlık

kurumudur.111 Özgül makalesinde, Radikal Demokrasi bağlamında ombudsmanlık

kurumunun “demokrasinin katılımcı bir parlamenter sistem içinde

kurumsallaştırılması”na katkı sağlayacağını düşündüğünü ifade eder.

107 Keyman, a.g.e., s. IX 108 Keyman, a.g.e., s. IX 109 Keyman, a.g.e., s. 33 110 Keyman, a.g.e., s. 35 111 A. Mecit Özgül, http://www.yayin.adalet.gov.tr/24_sayi%20i%C3%A7erik/A.%20Mecit%20%C3%96ZG%C3%9CL.htm (erişim: 27 Kasım 2009)

30

Keyman’ın Radikal Demokrasi Kuramı’nın Türkiye özelinde

uygulanabilmesinin belirsizlik ortamının kalkmasına, devlet-toplum ilişkisinin

yeniden kurulmasına, farklı kültürel kimliklerin siyaset yaparak kendilerini ifade

etmelerini sağlayabilmelerine bağlayan düşünceleri Radikal Demokrasi Kuramı’nı

2009 yılında Türkiye’de yaşanan politik tartışmalarla birlikte daha da önem

kazandığı görülmektedir.

Laclau ve Mouffe’nin Radikal Demokrasi Kuramı’nın teorik altyapısını

hazırlarken üzerine eğildikleri antagonizma ve hegemonya kavramlarıyla desteklenen

farklı toplumsal hareketlerin değişik direniş biçimlerinin yürüttükleri mücadelelerin

çoğulculuk esasına dayalı bir demokratik sistem içinde yaşayabilmeleri düşüncesini

Türkiye’ye yorumlayan Keyman’ın Türkiye’de var olan belirsizlik ortamının

çözülmesiyle Türkiye’nin demokratikleşmesinin birbiriyle bağlantılı olduğunu

düşünmektedir.112 Keyman, demokratikleşme konusundaki düşüncelerini liberal

demokrasinin çoğulcu anlayışının solun özgürlükçü bir perspektif izlemesi

yönündeki gereklilikle açıklayarak bu anlamda Laclau ve Mouffe’in sol ile ilgili

düşüncelerini kabul etmektedir.

Türkiye’de son dönemlerde toplumsal ayrışmaları derinleştirebilecek

gelişmelerin yaşandığına vurgu yapan Keyman113, söz konusu gelişmelerin

Türkiye’nin demokratikleşmesine katkı yapması beklenirken var olan siyasi

atmosferin toplumda kaygılara yol açtığını ifade etmektedir. Avrupa Birliği ile

ilişkilerin de bahsi geçen kaygı ortamında etkili rol oynadığı düşünen Keyman’a göre

Türkiye genelinde son dönemde (1999–2009) meydana gelen gelişmeler hem politik

alanda hem de günlük yaşamda demokratikleşme yolunda atılan adımları

yavaşlatmış, toplumun her kesimi şiddet ve insan hakları ihlalleriyle kuşatılmıştır.114

Toplumun şiddet kültürüyle kuşatılmış olması, cinnet, intihar, bombalı

saldırılar gibi ayrışmayı ve kutuplaşmayı desteklemesi olası olayların “birlikte

yaşamak kültürü”ne zarar verdiğini ifade eden Keyman, büyüme ve insani

112 Keyman, a.g.e., 2008, s. 138 113 Keyman, a.g.y. 114 Keyman, a.g.y.

31

kalkınmaya güç kazandırmadığını ve demokratikleşemeyen siyasal ortamın

ekonomiye de zarar verdiğini düşünmektedir.115

Çoğulcu ve çok kültürlü bir yapıya (diğer tüm ülkeler gibi) sahip olan

Türkiye’nin farlılıklarının bir arada yaşayabileceği bir devlet politikasının olmasının

gerekliliğine vurgu yapan Keyman, dünya pratiklerinin dört farklı devlet politikası

modeli ürettiğini söyler: 1) asimilasyon, 2) gettolaştırma, 3) entegrasyon, 4) birlikte

yaşamak.116

Radikal Demokrasi Kuramı’nın Türkiye’nin çoğulculuk esasına dayalı olarak

farklı kimliklerin bir arada yaşayabilmesinin tek yolu olduğuna vurgu yapan

Keyman, “iyi, adaletli ve demokratik Türkiye vizyonu”117nun, güvenli bir toplumsal

yaşamın gerçekleşmesinin önkoşulunun da bir arada yaşayabilme kültürünün

topluma yerleşmesine bağlı olduğunu söyleyerek bu nedenle demokrasinin

Türkiye’de yerleşikleşmesinin Radikal Demokrasi modelinin önünü açacağını ifade

etmektedir.

Laclau ve Mouffe’nin Marksizm’in tahlillerinin kimi olguları açıklamakta

yetersiz kalmasıyla ilintili olarak dünyada sol siyaset anlayışının toplumdan ayrı bir

düzlemde siyaset yapmasının getirdiği sorunları göz önünde bulundurarak Radikal

Demokrasi Kuramı’nı oluşturmuşlardır.

Radikal Demokrasi Kuramı’nın temel argümanı olan farklı olanın

“öteki”leştirilmeden diğer tüm toplumsal kesimlerle birlikte yaşamasının önemine

vurgu yapan Taşpınar, Türkiye’de devlet-toplum ilişkisinin gerilim içinde

yürümesinin solun devlet bakış açılı siyaset yapmasına bağlamaktadır.

Yükselen milliyetçiliğin de solun bu tarz siyaset yapma alışkanlığıyla beraber

büyümesi üzerine demokratikleşme konusunda Türkiye’nin bunalımlar yaşadığını

düşünen Taşpınar, Türkiye siyasi tarihinin hiç duymadığı kadar sol sivil muhalefete

ihtiyaç duyduğunu söylemektedir.118

115 Keyman, 2008, s. 311 116 Keyman, a.g.y. 117 Keyman, a.g.y. 118 Ömer Taşpınar, Türkiye'de kimlik çelişkisi yaşanıyor, Radikal, 13 Haziran 2007

32

Keyman ise devlet-toplum ilişkisinin ana eksenlerinden olan siyasi partilerin

siyaset alanını gurur, korku ve inanç gibi negatif dinamikler üzerine kurduklarını

fakat bunun belirsizlik ortamının çözümüne katkı sunmaktan uzak olduğunu

söylemektedir. 119 Dönüşen ve talep eden yeni toplumsal dinamiklerin toplumu

yeniden kurmasının yolunun ise demokratik siyaset tasarımının oluşturulmasıyla

mümkün olduğunu ifade eder:

“Demokratik siyaset tasarımı, topluma yüzünü dönen, siyaset yapma alanını siyasi

partiler-ana aktörler olmak üzere sivil topluma ve bu yolla katılımcı demokrasiye açan,

toplumsal sorunlara çözüm bulma çabasını, bu sorunlarla ilgili somut ve bilgiye dayalı

politikaların oluşturulmasında arayan ve toplumsal yaşamda farklı olan kimlikler arası

ilişkiyi ötekileştirme ve yok etmede değil, eleştirel diyalog üzerine inşa eden bir

demokratikleşme sürecinin başlatılmasını amaçlayan bir siyaset anlayışını Türkiye’nin iyi

yönetiminin merkezine oturtur. Siyasete sahip çıkarak demokratikleşme sürecine ivme

kazandırmak, bu anlamda, siyaset yapmayı ‘Türkiye’nin sahibi kim’ sorusu etrafında gelişen

dost-düşman ayrımında değil, tam da aksine ‘toplumsal sorunlara çözüm yoluyla daha iyi,

adaletli ve demokratik bir Türkiye yaratmak’ sorusunda gören bir zihniyetle olasılık

kazanabilir. Demokrasiyi kendi çıkar ve iktidarını maksimize etmeye yarayan bir araç olarak

gören ‘demokratsız bir demokrasi’ söyleminde, demokratik normlara bağlılığı temel etik

kodu yapmış demokratlar tarafında yaşama geçirilecek bir demokratik rejimin, bir

demokratik siyasi kültürün ve bir demokratik toplum anlayışının Türkiye'nin bugün temel

gereksinimi olduğunu düşünüyorum.”120

Radikal Demokrasi Kuramı bağlamında Türkiye’de demokrasi ortamının

oluşturulması tartışmalarına katılan Yavuz Yıldırım ise, demokrasi tanımının hiçbir

dönemde tek başına kullanılmadığı ifade etmektedir. Demokrasinin her dönem

yanında bir sıfatla anıldığını dile getirerek AKP’nin “muhafazakâr demokrasi”

tanımını örnek olarak göstermektedir.121

Yıldırım, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından alternatifsiz kalan liberal

demokrasinin özgürlük-eşitlik ikileminde netlik getiremediğini bu nedenle aslında

“halkı -bir seçmen olmanın ötesinde- nasıl yeniden siyasetin bir unsuru haline

getirebiliriz” sorusuyla aynı anlamı taşıyan “Demokrasiyi ‘nasıl daha demokratik 119 Keyman, a.g.e., 2008, s. 244 120 Keyman, a.g.y. 121 Yavuz Yıldırım, http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=43&makale=Demokrasi%20Demokrasi%20Dedikleri... (18.08.2005, Erişim, 18 Kasım 2009)

33

hale getirebiliriz?’” sorusunun yanıtının arandığını ileri sürmektedir.122 Yıldırım bu

noktada Habermas’ın da üzerinde durduğu Katılımcı Demokrasi düşüncesinin Porto

Alegre’de belediye bütçesinin kararlaştırılmasında uygulanan yöntemin bir yanıt

arama niteliğinde olduğunu söyler. Yine de demokrasinin demokratikleştirilmesi

anlamında teorileştirilen Radikal Demokrasi Kuramı’nın bu anlamda somut bir yanıt

sunabildiğini düşünen Yıldırım, genelde solun özelde Türkiye’de siyasi belirsizlik

ortamının önceden “demokrasi”yi yaftaladıkları gibi şimdi de “post-Marksizm”i

yaftalamamaları gerektiğini vurgulayarak Radikal Demokrasi’nin çoğulcu yapıyla bir

konsensüs sağlamayı değil, çatışan görüşleri destekleyerek çözüm bulma arayışında

olduğunu ifade etmektedir.123

Ayşe Kadıoğlu da Fuat Keyman’ın Türkiye’deki milliyetçi ortamın varlığını

onaylamakla birlikte söz konusu ortamı Türkiye’ye özgü olmadığını Avrupa’da da

“biz”den farklı olan “öteki”lere ve onlara arka çıkanlara yönelik bir tepki patlaması

olduğunu savunuyor.124 Avrupa’da herkesin “biz”le eşit olmasından duyulan korku

nedeniyle yaşanmış patlamaları anlatan Seyla Benhabib’ten125 örnekler veren

Kadıoğlu, Benhabib’in var olan sorunlara çözüm olabilecek yöntemin “bilmek”ten

geçtiğini ifade ettiğini aktarıyor.

Kadıoğlu’na göre, “öteki”ne yönelen milliyetçi tepkilerin nedeni

demokrasinin de insan hakları mücadelesi olarak sunulmasıdır. Kadıoğlu, toplumdaki

herkesin “biz” olabilmesi için gerekenin vatandaşlık mücadelesi olduğunu ileri

sürer.126

122 Yıldırım, a.g.y. 123 Yıldırım, a.g.y. 124 Ayşe Kadıoğlu, http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=4555 (10.04.2005, Erişim: 10 Kasım 2009) 125 Seyla Benhabib, The Rights of Others, Cambridge University Press, 2004 126 Kadıoğlu, a.g.y.

34

İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE’DE SİYASAL PARTİLER

1. RADİKAL DEMOKRASİNİN AKTÖRÜ OLARAK SİYASAL

PARTİLER

Lummis, Benhabip, Habermas gibi düşünürler de Laclau ve Mouffe’nin

bütünlüklü bir biçimde ele aldığı Radikal Demokrasi Kuramı’na çeşitli katkılar

sağlamış ve eleştiriler getirmişlerdir. Türkiye’de ise kuram fazla bilinmemekle

birlikte Fuat Keyman konuyu uzun süredir Türkiye modeli için tartışmıştır. Hasan

Bülent Kahraman da kimi zamanlar bu tartışmalara katılmıştır. Türkiye’nin siyasal

ortamının dönem dönem kesintiye uğramasından ötürü Fuat Keyman, modelin

olduğu gibi Türkiye’ye uygulanması yerine Türkiye’de “demokrasiyi

demokratikleştirecek” bir şablona yerleştirme fikrini geliştirmiştir.

Farklı toplumsal düşüncelerin siyaset arenasında yer almasının, temel

hakların ve özgürlüklerin tam anlamıyla uygulanmasının ve uygulanırlığının

denetlenmesinin önemli kontrol araçlarından siyasal partiler, Radikal Demokrasi

modelinin toplum tarafından benimsenmesinde ve devlet aracılığıyla gündelik

yaşama yerleştirilmesinde başrol oynarlar.127

Siyasal partilerin bu işlevinden hareketle toplum sözleşmesi kuramının

egemenliğin kim tarafından kullanılacağı tartışmalarının sonrasında

benimsenmesinin ardından yönetimin kraldan alınarak topluma verilmesiyle başlayan

ulus devlet modelinin getirdiği demokrasi anlayışında bireyin yönetime katılmasını

da siyasal partilerin sağladığını söyleyebilmekteyiz.128

Türkiye’de 1961 Anayasası’nda siyasal partiler, “demokratik siyasal hayatın

vazgeçilmez unsurları” sayılarak, ilk kez anayasal düzenlemeye konu olmuşlar, aynı

127 Keyman, Türkiye’nin İyi Yönetimi, s. 247 128 Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2005, s. 87.

35

görüş sınırlayıcı ve yasaklayıcı hükümlerine rağmen 1982 Anayasası’nda da yer

almıştır.129

Fuat Keyman’ın “demokrasinin demokratikleştirilmesi” ifadesini

kullanmasına yol açan etkenlerden en önemlisi olan Türkiye’deki siyasal partiler

geleneği Kanun-i Esasi’yle birlikte görülmeye başlamıştır.

1.1. Türkiye’de Siyasal Parti Geçmişi

Bu anlamda ilk siyasal parti olarak daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti

adını alacak olan 21 Mayıs 1889’da kurulmuş olan İttihad-i Osmani’yi sayabiliriz.130

Cumhuriyet döneminin ilk siyasal partisi ise 9 Eylül 1923’te Mustafa Kemal

tarafından kurulmuş olan Halk Fırkası’dır. Adı yaklaşık bir yıl sonra Cumhuriyet

Halk Fırkası olarak değiştirilen cumhuriyet döneminin ilk partisi 1935’te aldığı

Cumhuriyet Halk Partisi adıyla hala faaliyetlerini yürütmektedir.131

1931’de partinin ana programı olarak kabul edilen ve Cumhuriyetçilik,

Laiklik, Milliyetçilik, Devletçilik, Halkçılık ve İnkılapçılık’tan oluşan “Altı Ok”

anlayışı da CHP’nin hala kabul ettiği parti programıdır.132

Türkiye’nin siyasal geleneğini belirleyen en önemli parti olan CHP, parti

programına aldığı “Altı Ok”u 1937’deki değişiklikle Anayasa’ya sokarak 1946’ya

kadar sürecek olan “Tek Parti” sistemine dünyadaki siyasal gelişmelere paralel

olarak başladı.

CHP il başkanlarının o şehrin valisi olduğu, içişleri bakanının partinin genel

sekreteri olduğu bu sistem siyasal sisteme yerleşmemiş olsa da sonraki yıllarda parti

içi demokrasiyi etkileyen önemli unsurlardandır. Parti içi tartışma ortamının

yaratılmasını isteyen Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Celal Bayar ve Refik

Koraltan’ın başlattığı hareket, bu dört kişinin partiden ihraç edilmesi sonucu

Türkiye’de çok partili yaşama geçmenin önünü açmıştır. Demokrasinin tesisi ve

demokrasinin işlemesi için gerekli olan muhalefetin oluşması düşüncesiyle söz 129 Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 2005, s. 318 130 Eroğul, Cem, Anatüzeye Giriş, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1996, s. 190 131 Eroğlu, a.g.e., s. 209 132 http://www.belgenet.com/parti/chpkurultay.html (Erişim: 15.01.2010)

36

konusu dört ismin önderliğinde Türkiye siyasal yaşamına yön veren bir diğer önemli

siyasal parti olan Demokrat Parti, 7 Ocak 1946’da Celal Bayar başkanlığında

kuruldu.133

CHP’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri yürüttüğü hükümet

görevini 14 Mayıs 1950 Genel Seçimleri’yle sona erdiren Demokrat Parti hem çok

partili yaşamı başlattı hem de Türkiye’nin sosyal, ekonomik ve kültürel alt

yapılarının oluştuğu dönemde başrol oynadı.

Devlet eliyle devletin kendi burjuvazisini yaratmaya çalışılan bu dönemde

Demokrat Parti, CHP’ye getirdiği eleştirilere iktidar olduktan sonra herhangi bir

çözüm önerisi getirememiş ve artan ekonomik sıkıntılara geçici çözümler bulma

yoluna gitmiştir. Siyasal anlamda da CHP’den farklı bir yöntem izlemeyen Demokrat

Parti’nin 10 yıllık iktidarı boyunca Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Adnan

Menderes, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ise Celal Bayar olmuştur.134

Artan şiddet olayları gerekçe olarak gösterilse de Türkiye’nin ilk askeri

darbesi artan ekonomik sıkıntıların etkisiyle 27 Mayıs 1960’da TSK içindeki

“albaylar cuntası” tarafından yapılmıştır. Askeri darbenin ardından yargılanan

Demokrat Parti yönetici ve milletvekillerinden idam cezaları onanan Adnan

Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 ve 17 Eylül 1960’da idam

edildi.135

Her ne kadar askeri darbe sonucu yapılsa da 1961 Anayasası, Demokrat Parti

dönemine göre bir “özgürlük” ortamı oluşturmuş ve bu bağlamda siyasal partiler de

anayasal bir statüye kavuşturulmuştur. 1961 Anayasası’nda parti kurma hakkı 56.

maddede partilerin uyacakları esaslar da 57. maddede belirtilmiştir.136

Türkiye’nin siyasal geleneğinin ve Türkiye demokrasisinin ilk dönemi olan

1960 askeri darbesi öncesinin genel özellikleri olarak karşımıza liderin her koşulda

tek söz sahibi olduğu, yeni bir devletin getirdiği ulus olma zorunluluğunun bir

sonucu olarak tekçi politikaların uygulandığı bunun ekonomik alandaki yansımasının 133 Eroğul, a.g.e., s.228 134 Eroğul, a.g.e., s. 230 135 http://bianet.org/bianet/siyaset/107229-27-mayis-darbesi-kronolojisi-ve-yassiada-durusmalari (Erişim: 20.01.2010) 136 Teziç, a.g.e., s. 318

37

da devletin kendi burjuvazisini yarattığını görmekteyiz. İthal ikameci anlayışın

benimsendiği bu dönemde Türkiye’nin demokratikleşmesini hızlandırabilecek bir

unsur olan gayri Müslim kesim siyasal ve ekonomik anlamda karar verme

mekanizmalarından uzaklaştırılmışlardır.

Buna rağmen 1946’dan itibaren çok partili sisteme geçişle birlikte katılımcı

demokrasi daha olanaklı hale gelmiştir.

1961’de kabul edilen yeni Anayasa’nın ardından CHP-DP çizgisinden farklı

olan ve Türkiye’nin siyasi yelpazesine yeni bir soluk kazandıran siyasi parti, 12

sendikacının öncülüğünde 13 Şubat 1961’de Türkiye İşçi Partisi (TİP) adıyla

kurulmuştur.137

Bilimsel sosyalizmi parti programına dâhil eden TİP kendisine hedef olarak

üretim araçlarının mülkiyetinin hâkim sınıflardan alınması olarak benimsemiştir.138

1965 seçimlerinde TBMM’ye 15 milletvekili sokmayı başaran TİP parti iç

demokrasinin uygulanmasında ve işçi sınıfının Meclis’te muhalif kimliğiyle temsil

edilmesinde başarılı bir rol oynasa da SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgali parti

içindeki tartışmaları şiddetlendirmiş ve Genel Başkan Mehmet Ali Aybar’ın partideki

tüm yetkilerinden ve TİP’ten istifasına kadar varmıştır.139

Aynı dönemde kurulan ve Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi ise

muhafazakâr Anadolu burjuvazisini siyasal yaşamda temsil etmiştir.140

Devlet partisi olarak kabul gören CHP ise Genel Sekreter Bülent Ecevit’in

“ortanın solu” düşüncesini partiye benimsetmesi ve dünyada popüler hale gelen

muhalif sol hareketlerin yarattığı kelebek etkisiyle 1960’ların sonu ve 1970’lerin

başında yükselen bir grafik çizmiştir.141

Öğrenci hareketlerinin tüm dünyayla birlikte Türkiye’de de yükselişe geçişi

1970’lerde Türkiye’nin farklı toplumsal hareketlerle tanışmasını sağlamıştır.

Bu dönemde işçi sınıfı hareketiyle öğrenci hareketi paralel olarak gelişmiştir. 137 Eroğul, Cem, Türkiye İşçi Partisi Programının Düşünce Yapısı, Emek Dergisi, 1969, s. 8 138 Eroğul, a.g.e., 1969, s. 9 139 http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_%C4%B0%C5%9F%C3%A7i_Partisi (Erişim: 19.01.2010) 140 Eroğul, a.g.e., 1996, s. 247 141 Eroğul, a.g.e., 1996, s. 250

38

Dönemine ve sonraki on yıllara damgasını vuran geleneklerden biri olan

İslamcı çizginin ilk temsilcisi ise 12 Mart Muhtırası’nın ardından kapatılan Milli

Nizam Partisi’dir.142 Milli Görüş olarak da adlandırılan bu siyasi çizginin lideri

Necmettin Erbakan, mühendis politikacılardan biridir. Ahlâk ve dini değerlere

öncelik veren Necmettin Erbakan ve hareketi sonraki yıllarda Milli Selamet Partisi,

12 Eylül’den sonra Refah Partisi, Fazilet Partisi ve Saadet Partisi adıyla Milli Görüş

hareketini 2000’li yıllara taşımışlardır.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ise 27 Mayıs Askeri Darbesi’nin Albaylar

Cuntası’nda yer alan Alparslan Türkeş’in liderliğinde 1969’da Türk-İslam ülküsünü

benimsemiş milliyetçi bir çizgide kurulmuştur.143

MHP’nin siyasal yaşamımızdaki önemi 1970’lerdeki artan sol hareketlere

karşı kendisini devletin koruyucusu olarak görmesiyle birlikte daha da anlaşılır hale

gelmiştir. SSCB ve “komünizm tehlikesi”yle mücadele etmek için özellikle gençlik

yapılanmasını “komando kampları”nda milis kuvvet olarak eğiten MHP, 1970’lerde

artan şiddet ortamının temel belirleyenlerinden olmuştur.144

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren siyasi yaşama yön veren söz

konusu 5 ana partiye tekrar göz attığımızda hepsinin kendi geleneğini oluşturduğunu

ve çoğulcu, katılımcı yapıya istekli olmadıklarını görebiliriz. Bir diğer özellikleri ise

partinin kuruluşunda yer alanların uzun yıllar parti yönetimine bulunduğu ve parti

içinde gelişen muhalif hareketlerin ya sindirildiği ya da partiden

uzaklaştırıldığıdır.145

Beş siyasal hareketin (ulusalcı, merkez sağ, sosyalist, İslamcı, milliyetçi)

kendi aralarında ve parti içi çekişmelerinin yanı sıra dış dinamiklerin ve hatta şiddetli

ekonomik krizin etkisiyle 1970’lerin 2. yarısında Türkiye hızla şiddet ortamına

142 Eroğul, a.g.e., 1996, s. 251 143 Seyfi Öngider, Milliyetçilik, Faşizm ve MHP (Derleme), “Türkeş’ten Bahçeli’ye MHP: Nereye Kadar”, Aykırı Yayınları, 2002, s. 40 144 Bora, Tanıl, Devlet, Ocak, Dergah 12 Eylül'den 1990'lara Ülkücü Hareket, İletişim, 2004, s. 127 145 Yanık, Murat, Parti İçi Demokrasi Parti Disiplini, Lider Sultası, Partilerde Olgarşik Yapı, Siyasal Yozlaşma, e-Demokrasi, e-Devlet, e-Parti, Beta Basım, 2002, s. 76

39

girmiş ve toplumda “öteki” kimliğine sahip tüm kesimler bu şiddetin mağduru

olmuştur.146

Her gün onlarca insanın ölmeye başladığı ve ekonomik sıkıntıların bir

makasın iki ucu gibi açıldığı 1980 yılında Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve

kuvvet komutanları ülke yönetimine TSK olarak el koydular.

12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbenin ardından sivil şiddet hemen

kesilmiş ve askeri baskı Milli Güvenlik Konseyi yoluyla toplumun tüm kesimlerine

yansıtılmıştır. Temel hak ve özgürlükler kısıtlanmış, yaşam hakkının ihlali keyfiyete

dönüşmüş ve uluslararası belgelerde insanlık suçu olarak kabul edilen “işkence”

sıradanlaşmıştır. Ayrıca bireyin kendini siyasal katılımda temsil etmesinin en önemli

aracı olan siyasi partiler yasaklanmıştır.147

1982’de Anayasa’nın kabulü yönünde yapılan halk oylamasında şeffaf

zarfların kullanılması148 ise askeri darbeyi yapan cuntanın hem hazırladığı

anayasanın temel hak ve özgürlükler bakımından kısıtlayıcı olduğunun farkında

olduğu hem de halkın kararına saygı duymadığı anlamına gelmektedir.

1987 yılındaki halk oylamasına kadar siyasi yasaklı hale gelen bir önceki

dönemin siyasi partilerinin yerini 12 Eylül sonrasında Turgut Özal’ın merkez sağda

yer alan Anavatan Partisi doldurdu.149

Laclau ve Mouffe’nin ekonomik ve siyasal alanda zaferini ilan ettiğini

söylediği neo-liberalizmin Türkiye’deki temsilcisi diyebileceğimiz Turgut Özal, neo-

liberalizmi yerleştirmek adına 24 Şubat 1980’de alınan ekonomik kararları

uygulamıştır. Bu anlamda devletin ekonomik alandan çekilmesi, serbest piyasanın

işlemesi, özgürlükçülükten uzak tekçi bir liberalizm anlayışını benimsemiştir.150

Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığı görevinin sona ermesiyle beraber teorik

anlamda askeri darbenin etkileri siyasal alandan kalkmış, popüler kültür ve

şehirleşmeyle birlikte yaşamımıza giren gecekondu 1990’ların baskın öğesi

146 Mavioğlu, Ertuğrul, Apoletli Adalet, Babil Yayınları, 2005, s. 176 147 Fevzi Argun, İşkence Dosyası, TİHV Yayınları, 1995, s. 8 148 Gözler, Kemal, Kurucu İktidar, Ekin Yayınları, 1998, s. 90 149 Cemal, Hasan, Özal Hikayesi, Doğan Kitapçılık, 2000, s. 5 150 A.g.e., s. 252

40

olmuştur.151 Bu dönemde Anavatan Partisi’nin yanı sıra 1987 sonrasında yasaklı

liderlerin temsil ettiği siyasal hareketler de çalışmalarına başlamışlardır.

İşçi sınıfının ve sol/sosyalist hareketin 12 Eylül’de ve sonrasında ağır bir

yenilgiye uğraması ayrıca liberal ekonominin getirdiği görece ekonomik özgürlükler,

toplumsal muhalefeti işçi sınıfının dışına ve “sınıfaltı”na yöneltmiştir.152 Bu ortamda

hâkim siyasal partilerin güdümünde olmayan ve hedefi de iktidar olmayan farklı

toplumsal hareketler oluşmuştur.

Anavatan Partisi merkez sağ liderliğini Doğru Yol Partisi ile paylaşmış,

Meclis’te temsiliyet oranları değişse de Refah Partisi ve MHP siyasal ortamda yer

bulmuş, CHP ortanın solu olma hedefinde ise Bülent Ecevit’in partisi Demokratik

Sol Parti (DSP) ile yarışmıştır.

Bu dönemin karakteristik özelliklerini ise ekonomik sorunlar ve ülkenin

güneydoğusunda oluşan çatışma ortamı belirlemiştir. Çatışma ortamı, devletin

kurucu öğesi olarak kabul edilen Türk kimliğinin haricinde bir kimlik olarak Kürt

siyasal hareketinin şiddet yöntemiyle yükselişe geçmesine neden olmuş ve 15 yıl

boyunca çatışmayla talep edilen kimi siyasal ve kültürel haklar 2000’li yıllarda AB

sürecinin de etkisiyle hukuksal mücadelelerle istenmiştir.153

Keza bu dönemde Türkiye’nin batıyla ilişkileri daha sıklaşmış ve AB’ye

üyelik bağlamında çeşitli sosyal, kültürel ve ekonomik adımlar atılmıştır. 1999’daki

Helsinki Zirvesi’yle Türkiye resmen aday ülke olmuş154 ve gerek hükümetlerin gerek

siyasi partilerin perspektifi bu alana taşınmıştır.

2000’li yıllarda ülkenin güneydoğusundaki çatışma ortamının 1990’lı yıllara

göre etkisini yitirmesi Türkiye’nin güvenlik sorununun yanı sıra yeni politikalar

üretmesini sağlamıştır. Bu dönemde geleneksel partiler hem yılların getirdiği

yorgunluğun hem de liberal siyasete uyum sağlayamamanın etkisiyle bir anlamda

151 Zeliha Etöz, Sosyal Bilimlerde Yöntem Ders Notları, 2006, s. 7 152 Oğuz Işık, M. Melih Pınarcıoğlu, Nöbetleşe Yoksulluk, İletişim Yayınları, 2009, s. 155 153 Fuat Keyman, a.g.e., 2008, s. 124 154 Tanör, Bülent; Boratav, Korkut; Akşin, Sina, Türkiye Tarihi Cilt: 5 Bugünkü Türkiye 1980 – 2003, Cem Yayınevi, s. 90

41

sistem dışına itilmişlerdir.155 Dünya konjonktüründen bağımsız hareket etmesini

beklemediğimiz Türkiye’deki siyasal hareketlenmenin rotasını Milli Görüş

hareketinin temsilcisi Fazilet Partisi’nin içinden çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi

çizmiştir.

Siyasi yasaklı lideri Recep Tayyip Erdoğan olmadan seçimlere girdiği

2002’de aldığı oy oranı ve kazandığı milletvekiliyle iktidar olan AKP, ilk yıllarında

AB’ye tam üyelik hedefiyle çalışmalar yürütmüş, kimliklerin tanınması yolunda

adımlar atmıştır.

Halen iktidar partisi olarak 60. hükümet sıfatıyla yürütmenin başında olan

AKP ile ilgili değerlendirmenin, AKP’nin görevini yürütmesi nedeniyle parti

programı üzerinden yapılması çalışmada nesnel davranmayı sağlayacaktır.

155 Turgut, Mehmet, 18 Nisan 1999 ve 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri Değerlendirmesi, Boğaziçi Yayınları, 2003, s. 5

42

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

1. PARTİ PROGRAMLARININ İNCELENMESİNDE TERCİH

EDİLEN SİSTEMATİK İTİBARİYLE NİTEL ARAŞTIRMA YÖNTEMİ

Radikal Demokrasi kuramının teorik alt yapısının incelenmesinin ardından

Türkiye’de mevcut siyasal ortamda Radikal Demokrasi modelinin temel argümanları

siyasal partilerce nasıl ele alınıyor sorusuna yanıt alabilmek amacıyla göz

gezdirdiğimiz siyasal partiler tarihinin ardından söz konusu argümanları incelemek

için belirli bir bilimsel yöntemin izlenmesi gerekmektedir.

Gözlem, görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin

kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde

ortaya konmasına yönelik bir sürecin izlendiği bir araştırma türü olan nitel araştırma

tekniği, sayısal analiz gerektiren nicel araştırma tekniğine alternatif olarak

gelişmiştir.156

Bilimsel çalışma yürütenlerin benimsediği iki yöntemden biri olan nitel

araştırma tekniği Radikal Demokrasi ve Türkiye konulu çalışmanın da yöntemini

belirlemiştir.

Önceden yapılandırılan, aşamaları olguyu yerinde inceleme ihtiyacı

hissetmeden belirlenebilen araştırma tasarımı olan157 nitel araştırma tekniğinde soru,

hipotez, örneklem önceden tespit edilebilmektedir. Sayısal verilerle uğraşmayacak

olmak ve ileri sürülen tezin hâlihazırda TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin

programlarında yer alan konularla tamamlanabilecek olması sosyal bilimlerin

çalışma yöntemi olan nitel araştırma yöntemini çalışma için olanaklı kılmaktadır.

Son yıllarda sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalarda kullanılırlığı artan

nitel araştırma tekniğinin öğeleri ve temel varsayımları hakkında kesin bir görüş

birliği bulunmaması nitel araştırma tekniğinin çeşitliliğini göstermektedir.

156 Hasan Şimşek, Nitel Araştırma Yöntemleri, s. 14 157 Zeliha Etöz, Sosyal Bilimlerde Yöntem Notları, 2006, s. 11

43

Belirsizlikler nitel araştırma tekniğinin gerilimler, çelişkiler ve tereddütler tarafından

tanımlanmasını getirmiştir.158

Nitel araştırma tekniğinin sahip olduğu bu özellik tekniğin yorumlayıcı

yöntemi kullanıyor olmasıyla ilgilidir. Bunun anlamı nitel araştırmacıların araştırma

konusu olan fenomenleri kendi ortamlarında ele almalarıdır.159

Bu yöntemde en temel veri toplama tekniği gözlem ve derinlemesine

görüşmedir.160 Bundan ötürü her türlü verinin araştırma sorununu doğrudan

etkileyebilme olasılığına sahip olması nedeniyle önemlidir. Doğa bilimlerinde

kullanılan nicel araştırma teknikleri, sayısal verilerle uğraşmayı zorunlu kılar ve elde

edilen sonuçları analiz eder. İnsan ve toplum davranışlarını açıklamaya çalışan sosyal

bilimler alanını sayısal verilerle açıklamanın zorluğu sosyal bilimleri davranışların

nedenini araştırırken nitel araştırma tekniğini kullanmaya yöneltmiştir. Bu anlamda

ilk nitel araştırma örneği 1. Dünya Savaşı sırasında Bronislaw Malinowski tarafından

Avustralya’daki Trobriand Adaları’nda yaptığı gözlemler sonucunda verilmiştir.

Sonraki yıllarda nitel araştırma tekniklerini geliştirme çabaları sürse de tekniğin esas

yükselişi 1970 ve 1980 arasında olmuştur.161

Bu dönemde Feminist Hareket’in ve Postmodernizm’in getirdiği eleştiriler

nitel araştırma tekniğinin nicel araştırma tekniğine göre tercih edilmesini

etkilemiştir.162

Feminizm, popüler imgede “erkek düşmanı, çirkin, zengin, hayvan sever

kadınların toplandığı” düşünsel ortam olarak yer bulan bir düşünce yapısı olmasının

aksine teorisini 1970’lerden itibaren ciddi anlamda geliştirmiştir. Feminist teoriyle

beraber yapılan araştırmalar o döneme kadar tercih edilmeyen nitel araştırma

tekniğini de harekelendirmiştir.163 Karşılıklı bu etkileşimin nedeni ise feminist

hareketin erkek egemen bilgiye karşı çıkışında yatmaktadır. Nicel araştırma

tekniğinin nesnellik, akıl gibi değerlerle egemen bilim nosyonu tarafından

158 N.K. Denzin, Y.S. Lincoln, Handbook of Qualitative Research, Thousands Oaks, 1994, s. 9 159http://www.donusumkonagi.net/makale.asp?id=5808&baslik=nicel_ve_nitel_Arastirma_yontemleri&i=Arastirma_yontemleri (Erişim: 17.01.2010) 160 Etöz, a.g.y., s.11 161 Hasan Şimşek, a.g.y., s. 13 162 Keith F. Punch, Sosyal Araştırmalara Giriş, Nitel ve Nical Yaklaşımlar, 2005, s. 134 163 Etöz, a.g.y., s. 12

44

kullanıldığını ileri süren feminist hareket, bilginin politik olduğunu ve bu nedenle

hedefinin olmadığını savunur.164

Postmodernizm, yaptığı modernlik eleştirisinde akıl, aydınlanma, kesin bilgi

gibi modernizmin temel varsayımlarının yanlış olduğuna dikkat çekerek sanatta bir

arada bulunan farklı unsurların bilime katkı sunabileceğini ileri sürmüştür.165

Bilginin tarafsız ve kesin olduğu anlayışına karşı çıkan postmodernizm,

bilginin iktidarla sarmalanmış olması nedeniyle tümüne şüpheyle yaklaşılması

gerektiğini vurgular.166 Bu nedenle araştırmacı da iktidarın etkisinden

kurtulamayacağı için araştırmacı bilimsel araştırmalarda merkezi bir role sahip

değildir.167

Nitel araştırma yönteminin genel özellikleri arasında gerçeklik oluşturma,

değişkenler arası karmaşık ilişkileri ölçme, olay ve olgulara katılımcılık ve

yorumlama bulunmaktadır.

Nitel araştırmanın, önemli görülen özelliklerinden biri de, insanları ve

olayları kendi doğal ortamlarında incelenmesi dolayısıyla doğalcılığıdır.168

Nitel araştırma, bir “alan” ile ilişkinin uzun bir zaman dilimini kapsayacak bir

biçimde sürdürülmesiyle yürütülür. Bu durumlar, genellikle insanların, toplumlar ve

örgütlerin gündelik hayatını yansıtan sıradan durumlardır.169

Araştırmacının rolü, araştırma konusunun “bütüncül” bir görünümüne

erişmektir.

Nitel araştırmada, araştırmacının kendisinin başlıca ölçüm aracı olması

nedeniyle çözümlerin çoğu sözlerle yapılır.170 Gözlem ve görüşme sözle yapılan

çözüm teknikleri arasında yer almakla birlikte fotoğraf, film gibi araçlar da bu

kategoride değerlendirilebilir.171

164 Etöz, a.g.y., s. 12 165 Etöz, a.g.y., s. 13 166 Punch, a.g.e., s. 139 167 Punch, a.g.e., s. 139 168, Punch, a.g.e., s. 142 169 M.B. Miles, A.M. Huberman, Qualitative Data Analisysis, Thousands Oaks, 1994, s. 6 170 Miles, a.g.e., s. 7 171 Etöz, a.g.y., s. 15

45

Gözlem yapma tekniği, gündelik yaşamımızda sürekli yaptığımız gözlemden

farklı olması sebebiyle bir takım uyulması gereken kuralları vardır. Gözlem yaparken

araştırma konusuyla ilgili olguların incelenmesine dikkat edilmeli ve bu yönde bir

çerçeve çizmeye özen gösterilmelidir.172 Araştırmacının bulunduğu ortamı

anlayabilmesine destek olması bakımından gözlem yapma nitel araştırmada önem

kazanmaktadır.

Katılımcı Gözlem Tekniği, temel etnografik veri toplama tekniğidir.

Doğrudan veya katılımcı olmayan gözlemden, araştırmacının rolü bakımından

farklıdır; araştırmacının konu olan olgunun dışında olması veya olguya hem katılımcı

hem de gözlemci olması durumunda araştırmacının rolü değişmektedir.173

Belgeler, sosyal araştırmacı için zengin bir veri kaynağıdır. “Belgesel

kanıt”ların fazla olması araştırmacının çalışmasını temellendirmesinde de önemli rol

oynar. Belgelerin amaca uygun kullanılması için sekiz ölçütün belirleyici olduğu

ifade edilir:

1) Araştırma konusuna uygun kaynakların kullanımı, 2) kaynaklardaki

çarpıtılmış bilgilerin dikkate alınması, 3) kaynakların seçiminde ilkelerin

belirlenmesi, 4) belirli bir olaya ilişkin kaynağın genel durumu yansıtabilme gücü, 5)

kaynağın önerilerle veya ideallerle ilgisi, 6) kaynağın içeriği, 7) istatiksel

kaynakların toplanması sırasındaki varsayımlar, 8) araştırmacının kaynakları

yorumlayabilme yetisi.174

Verilerin toplanması işlemi, uğraştırıcı olması nedeniyle araştırmayı yapan,

örneklemler üzerinde çalışmak ve bunları yorumlamak zorundadır.

Örneklem, tek bir olayda bile her şeyin incelenmesinin zorluğu nedeniyle

araştırmacının, araştırma yapacağı olgudan, hangi kişilerle nasıl görüşeceğini, ortam

ve süreci de dikkate alarak kesit almasıdır. Fakat nitel araştırma tekniğinin belgelere

dayalı çalışma sistemi örneklem oluşturmada sorunlar oluşturabilmektedir.175

172 Etöz, a.g.y., s. 16 173 Punch, a.g.e., s. 178 174 Punch, a.g.e., s. 181-182 175 Punch, a.g.e., s. 183

46

Nitel araştırma tekniği, örneklem oluşturmada yaşadığı sorunu “amaçlı

örneklem” şeklinde kişilerin seçilmesi noktasında aşmaya çalışmaktadır.

Farklı ve özgül bir araştırma stratejisi olarak temellendirilmiş kuram,

günümüzde sosyal bilimlerde en sık kullanılan yorumlama yöntemi olması

bakımından Punch’a göre bir kuram değildir.176 Radikal Demokrasi kuramını

anlatırken izlediğimiz yöntemin kurulmasında katkısı olan bu tarzda Punch’ın

kastettiği, temellendirilmiş kuram bir yaklaşım tarzı olması itibariyle, verilerden

kuram üretme amacı taşıyan bir araştırma stratejisidir. Bu noktada temellendirilmiş

kuramın ana fikri, kuramın verilerden tümevarımsal olarak geliştirileceğidir.177

Zira öncelikle Radikal Demokrasi kuramının Laclau ve Mouffe tarafından

nasıl ele alındığı ve Türkiye özelinde Fuat Keyman’ın nasıl bir uyarlama içinde

olduğu; ardından Türkiye’de siyasal parti geleneğinin hangi dönemlerde nasıl bir

gelişme izlediği ve sonrasında da elde ettiklerimizle mevcut siyasi partilerden

TBMM’de grubu olanların programlarının Radikal Demokrasi modelinin temel

kavramlarıyla incelenmesi bu yöntemin koşulları ile mümkün olmuştur.

Nitel araştırma tekniğinin bir diğer dikkat edilmesi gereken noktası ise teorik

çerçevenin çizilmesidir. Teorik altyapının oluşturulmasının ardından örnek olay

yöntemiyle elde edilen veriler toplanır ve analize tabi tutulur.

Yukarıdaki yöntemlerle elde edilen veriler, araştırmanın sonuçlandırılması

için araştırmacı tarafından çözümlenmesi gerekmektedir. Bu noktada kullanılan

yöntemlerden biri Miles ve Huberman tarafından geliştirilmiştir.178 Miles ve

Huberman’ın yönteminde elde edilen verilerin azaltılması, sergilenmesi ve

sonuçların doğrulanması yoluyla çözümleme yapılabileceği öngörülmektedir.179

Verilerin azaltılması sırasında, verilerin önemli bir bilgi kaybına uğramaması

ve azaltma sırasında araştırmanın amacından uzaklaşılmaması amaçlanır. Siyasal

partilerin programlarında yer alan hedeflerden temel hak ve özgürlüklerle ilgili

kısımların dikkate alınması bu noktada önem arz etmektedir. 176 Punch, a.g.e., s. 156 177 Punch, a.g.e., s. 156 178 Miles, Huberman, a.g.e., s.4 179 Miles, Huberman, a.g.e., s.12

47

Verilerin sunulması, dağınık halde bulunan verileri birbirleriyle ilişkili hale

getirmek ve araştırmanın çerçevesine uygun bir şekilde sıralamayı anlatır. Bu

aşamada ise Radikal Demokrasi modelinin temel argümanlarından kimlik siyaseti,

kültürel haklar, devletin küçülmesi gibi başlıkların ele alınan siyasal partilerde nasıl

incelendiği tartışılacaktır.

Sonuçların doğrulanmasında anlatılmak istenen ilk iki yöntemden sonra elde

edilen sonucun araştırmanın amacına uygunluğunun saptanmasıdır.

Verilerin çözülmesinde bir başka yöntem ise soyutlama ve karşılaştırmadır.

Bu yönteme göre araştırmada elde edilen soru setlerinin çözümlenebilmesi için kimi

kavramların soyutlandırılması ve elde edilen diğer kavramlarla karşılaştırılarak

araştırmada bir sonuca varılması öngörülür.180

Kısaca anlattığımız ve nitel araştırma yapma esnasında takip edilen

yöntemlerden Temellendirilmiş Kuram yöntemiyle ele aldığımız çalışmamızda

radikal demokrasi modeli ve Türkiye özeli incelenmiş ve ulaşılan sonuç mevcut parti

programlarıyla karşılaştırılmıştır.

Elde edilen sonuçlar ise siyaset biliminin temel kavramları eşliğinde ele

alınarak Radikal Demokrasi modeline ne şekilde uyarlanabileceği incelenmiştir. Elde

edilen sonuçlar herhangi bir yanlı değerlendirmeye tabi tutulmaksızın mevcut

şartlarla değerlendirilmiştir.

180 Punch, a.g.e., s. 197-198

48

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

1. TÜRKİYE’DE RADİKAL DEMOKRASİ ÖRNEKLEMELERİ

Yöntemi belirledikten sonra çalışmanın başından beri ele aldığımız Radikal

Demokrasi modeli ve modelin Türkiye’de uygulanabilirliği aşamasında bu bölümde

kavram incelemesi yapılacaktır.

Farklı toplumsal hareketlerin kendilerini ifade etmesinin önünü açan Radikal

Demokrasi modelinin işlerlik kazanmasının demokrasi yapma yöntemi olarak

düşünsel anlamda çatışmadan geçtiğini çalışmanın önceki bölümlerinde dile

getirmiştik

Laclau ve Mouffe’nin yaşadıkları dönem ve çevreden bağımsız

düşünemeyeceğimiz bir ortamda hazırladıkları bu yeni modelin Türkiye şartlarında

nasıl uygulanabileceğini analiz eden Fuat Keyman, özellikle Türkiye’deki siyasi parti

geleneğine vurgu yapmıştır. Parti içi demokrasinin gelişimi adeta Türkiye’de

demokratik yaşamın dönem dönem sekteye uğraması gibi kesintilerle ilerlemiştir.

Bu noktada kuramsal kısımda ayrıntısıyla bahsettiğimiz Radikal Demokrasi

modelinin temel kavramlarından üç tanesi olan “kimlik”, “özgürlükler” ve “sivil

toplum” çalışmada faydalanılan nitel araştırma tekniğinin yöntemleriyle Türkiye’nin

siyasal parti geleneğinin ışığı altında TBMM’de grubu olan partiler özelinde

incelemeye tabi tutulacaktır.

1.1. Kimlik

Kimlik terimi, uzun bir tarihi olmasına rağmen 20. yüzyılda olduğu kadar

gündeme gelmemiştir. Kimlik tartışmalarına politik ve post-modern kuramcılar

(Foucault, Lacan) dahil olmuşlar fakat modern sosyolojide kimlik terimi

berraklaştırılamamıştır. Kimlik, insanın benlik duygusuna, kendisi hakkındaki

duyguları ve fikirlerine atıf yapılarak kullanılmaktadır. 181

Modern sosyolojideki “Kimlik” tartışmaları son yıllarda Türkiye’de de

gündeme gelmiştir. Bu kapsamda ilk olarak inceleyeceğimiz siyasi parti 2002 yılı

181 Marshall, Gordon, Sosyoloji Sözlüğü içinde “kimlik” alt başlığı, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003

49

Kasım ayında iktidar olan ve halen bu sıfatıyla yürütmenin bir kanadını temsil eden

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)182 olacaktır.

1.1.1. AKP

22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesinde hazırlanan seçim bildirgesinde

“Kültür ve Sanat” başlığı altında kimi değerlendirmeler yapan AKP Türkiye’nin

sahip olduğu kültürü ortak bir miras olarak görmekte ve onun toplumdaki farklı

öğelerce sürekli değiştirildiğini savunmaktadır.183 Fakat bu noktada bildirgede

kullanılan “Türk kültür ve sanatının milli kimliğini muhafaza ederek evrensel

platformlara taşınması, öncelikli hedeflerimiz arasındadır”184 ifadesi partinin kültürel

anlamda çoğulculuğu reddettiği şeklinde ele alınabilir. Çoğulculuk Radikal

Demokrasi’nin temel argümanlarından birisi olduğu için AKP programının bu

konuda tatmin edici olduğu söylenemeyebilir.

Parti programında özel olarak kimliklere ilişkin bir ifade getirmeyen AKP,

parti programının “Doğu ve Güneydoğu” başlığı altında kimi öneriler

getirmektedir.185 Bu önerilere göre bölgede yaşayan insanların kültürü kabul

edilmekte ve zenginlik olarak içselleştirilmektedir. Özgürlüklerin demokrasinin yapı

taşı olduğunu vurgulayan AKP programı evrensel sözleşmeler ışığında kimliklerin

korunması yolunda adımlar atacağını taahhüt etmektedir. Radikal Demokrasi modeli

açısından AKP’nin bunları programında kimliklerin korunması yolunda adım

atacağını taahhüt etmesi iyiye yönelik bir göstergedir.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bu anlamda iktidarının ilk yıllarında Avrupa

Birliği (AB) uyum yasaları çerçevesinde AB normlarına entegrasyonu sağlamak

amacıyla attığı adımlarla birlikte en önemli girişimini 2009 yılında önce “Kürt

Açılımı” sonra “Demokratik Açılım” ve nihayetinde “Milli Birlik ve Kardeşlik

Projesi” olarak nitelendirdikleri uygulamalarla yapmışlardır.

Söz konusu girişimle ilgili AKP’nin attığı adımların kültürel haklar, kimlikler

ve temel hak ve özgürlüklerin korunmasına yönelik önemli karşılıkları olması 182 Yazım ve noktalama nedeniyle AKP ifadesi dikkate alınacaktır. 183 Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri Bildirgesi, s. 130 184 A.g.y., s. 130 185 Adalet ve Kalkınma Partisi Programı, http://www.akparti.org.tr/parti-programi_79.html (Erişim: 23.02.2010)

50

nedeniyle AKP’nin söz konusu proje için hazırladığı kitapçık eşliğinde çalışma

sonunda ayrı bir inceleme yapılacaktır. AKP programının Radikal Demokrasi

modeline uyum konusunda tam geçerli bir not aldığı söylemek pek mümkün değil.

1.1.2. CHP

Programını inceleyeceğimiz ikinci parti, Türkiye Cumhuriyeti’nin

kuruluşundan önce de fiilen var olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) sosyal

demokrat bir parti olarak tanımlanmaktadır.186 CHP’nin programını incelediğimizde

CHP kültürel kimlikleri zenginlik anlamında AKP gibi kabul etmekle birlikte bu

noktada Lozan Antlaşması’na bağlı kaldığını ve yeni kimliklere karşı olduğunu ifade

etmektedir:187

“CHP, Lozan Antlaşması ile azınlık olarak nitelenmiş olan yurttaşlarımızın,

kendilerine tanınmış olan dini ve kültürel azınlık haklarından eksiksiz olarak

yararlanmalarını amaçlar. Yeni azınlıklar yaratılmasına karşıdır.”

Bireysel anlamda kimliğe sahip çıkılmasını kabul eden CHP, kültürel haklara

saygının bireyin kendisine saygı olduğunu vurgulamaktadır.188 Öte yandan CHP

programında kültürel farklılıkları asimilasyona tabi tutmayacağını ifade etmekle birlikte

farklılıkların entegrasyonunu hedeflediğini söylemektedir:189 CHP programındaki bu

ifadelerin Radikal Demokrasinin farklı ve çoğulcu kimlik anlayışıyla bağdaşan bir durum

olduğu söylenemez.

“CHP’nin entegrasyon anlayışı farklı etnik kimliklerin ve inançların ortadan

kaldırılmasını değil, onlara saygı göstererek ülke bütünlüğünün ulus devlet anlayışı ile

korunmasını öngörür.”

CHP programında göze çarpan bir diğer nokta ise kimliklerin kabul edilmesi

hususuna netlik kazandırılmamasıdır. Zira bireysel anlamda kimliksel farklılıkların

ifade edilmesinde CHP programında uyuma ve bütünleşmeye vurgu yapmaktadır:190

“CHP, uygulamaya koyacağı, hoşgörü, demokrasi, kültürel çoğulculuk, eşitlik

ve bölgesel gelişme politikaları ile ülkenin her yöresinde, her kökenden insanlarımız

186 Kudar, Barış, Ne Olacak Bu CHP'nin Hali? 1 (Sosyal Demokrasi Belini Düzeltebilir mi?), Dönence Basım ve Yayın, 2004, s. 11 187 Cumhuriyet Halk Partisi Programı, s. 46 188 A.g.y., s. 47 189 A.g.y., s. 47 190 A.g.y., s. 48

51

arasında toplumsal uyumun, dayanışmanın, bütünlüğün ve refahın güvencesini

oluşturacaktır.”

Ancak Radikal Demokraside farklı kimlik ve inanca sahip grupların

varlıkları, kültürel değerli korunmak ve geliştirilmek üzere ele alınır.

Parti programında çağdaş demokrasi anlayışının gereği olarak farklı etnik

kökenden gelenlerin kendi kültürleriyle yaşamalarına olanak sağlayacak

düzenlemeler yapacaklarını belirten CHP, bu yönde atılacak adımları:

1) Anadillerin kullanılabilmesi, özel dershaneler yoluyla anadillerin

öğretilmesi;

2) Anadilde gazete, dergi, kitap yayınlanabilmesi ve diğer her türlü

yazılı ve sözlü yayında bulunulabilmesi

3) Türkiye sınırları içinde yayın yapan radyo ve televizyon kurum ve

kuruluşları üzerinden, RTÜK’ün genel kuralları çerçevesinde yayın yapabilmelerinin

önünün açılması olarak sıralamaktadır.191

Bu maddeler toplumdaki farklı grupların kendilerini diğer gruplardan

ayırırken referans kaynağı olarak gösterdiği anadil kullanımı güvenceye almaktadır.

Anadil kullanımının güvenceye alınması toplumdaki çeşitliliği koruyup, geliştireceği

için Radikal Demokrasi perspektifinden değerlendirildiğinde CHP programının bu

maddeleri tatmin edici düzeydedir.

22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde yayınladığı seçim bildirgesinde

kültürel değerleri sadece çeşitli İslami öğelerle sınırlayan CHP, söz konusu öğeleri

de laiklikle birlikte değerlendirerek çoğulcu ve özgürlükçü kültür anlayışını bu

noktadan değerlendirmektedir:

“Köklerimiz, hem Anadolu kültürümüzün güçlü kaynağını oluşturan 13.

yüzyıl hümanizmasını oluşturan Mevlana'ya, Yunus Emre'ye, Hacı Bektaş-ı Veli'ye,

Şeyh Edebali’ye, hem de laik Cumhuriyetimizin çağdaş değerleriyle ve insan

191 A.g.y., s., 48

52

sevgisiyle şekillenen evrensel değerlere, çoğulculuğa ve özgürlükçü kültüre

dayanmaktadır. Her iki kültürel kaynağımız da zenginliğimizdir.”192

Farklı ulusal kimliklerin kültürel haklarına yönelik somut ifadelerin

kullanılmadığı CHP seçim bildirgesinde kültürel haklar anlamında sanatın

geliştirilmesine yönelik ifadeler kullanılmıştır. Kültürel hakları konusunu sanatın

geliştirilmesi ile sınırlandırması CHP’nin bu konunun Radikal Demokrasi açısından

değerlendirilmesinde yeterli düzeyde olmadığını göstermektedir.

Genel olarak değerlendirdiğinde CHP programının Radikal Demokrasi

perspektifinden geçerli not almadığı söylenebilir.

1.1.3. MHP

Üçüncü olarak inceleyeceğimiz TBMM’deki grubu olan bir diğer parti de

Milliyet Hareket Partisi (MHP). MHP parti programını 2009 yılının Kasım ayındaki

kongresinin ardından revize etmiştir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin parti

programı için yaptığı sunuşta temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesinde parti

ideolojisinden farklı hareket edilmeyeceği ifade edilmektedir:

“…milletimizin tarihinden ve köklerinden gelen değerlerinden ilham alarak,

demokratik standartları yükselterek, temel insan hak ve özgürlüklerini koruyup

geliştirerek, vatandaşlarımızın hayat kalitesini artırarak, huzur ve güveni sağlayarak

milletimize hizmet etmenin temel ilke, hedef ve politikalarını ortaya

koymaktadır.”193

MHP programındaki bu bölüm ülkemizde yaşayan herkesi aynı tarih ve

köklerden geldiği kabulünden hareket ettiği için Radikal Demokrasi modeli pek

uygun değildir.

MHP programında dikkati çeken noktalardan biri ise, dünyada siyasi ve

ekonomik lider olma isteğine sıklıkla vurgu yapılmasıdır:

192 Cumhuriyet Halk Partisi, Pusula 2007, s., 51 193 Milliyetçi Hareket Partisi, Parti Programı, s., 6

53

“İki kutupluluğa dayanan soğuk savaş dönemi sonrası yeni bir dünya

düzeninin şekillendiği günümüzde, Türk milletinin ve bütün insanlığın barış ve

mutluluk içinde insanca yaşayacağı bir dünya ideali, Türkiye merkezli yeni bir

medeniyet projesinin hayata geçirilmesiyle gerçekleşebilecektir. Sahip olduğu imkân

ve kabiliyetler ile doğal, tarihi, kültürel, beşeri değer ve kaynakları ile Türkiye, Türk

ve İslam dünyasının çekim ve cazibe merkezi olabilecektir.”194

“Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yıl dönümü olan 2023 yılında

“Lider Ülke Türkiye”yi inşa etme vizyonu doğrultusunda program ve politikalarını

şekillendirmiştir.”195

Programında sürekli olarak “Türk milleti” vurgusunu ön plana çıkaran MHP,

bu noktada farklı ulusal kimlikleri tanımak ve onların kültürlerini geliştirmelerini

sağlamak anlamında daha tereddütlü durduğu ortadadır.

“…Milliyetçi Hareket Partisi gücünü mukaddesattan, inançlarından,

ilkelerinden ve Türk milletinden alır.”196

“Milliyetçi Hareket, içinde milletin olmadığı hiç bir hedefi asla kabul

etmez.”197

MHP programında temel olarak ülkemizde yaşayan herkesin Türk olduğu

vurgulanmaktadır. Bu tarz bir vurgu Radikal Demokrasi modelindeki çoğulcu toplum

yapısıyla zıt bir özellik göstermektedir.

Milliyetçilik ideolojisinin temel değer olduğu MHP, milliyetçilik kavramını

parti programında tanımlarken “azınlık”, “kültür” ve “kimlik” gibi bazı tartışma

noktalarında kendi “duyarlılık noktasını” net bir şekilde belirtmektedir.

“Milliyetçilik ise, Türk milletine mensubiyet bilincini geliştirmeyi hedefleyen

ve onun ayırt edici vasıflarını, dünyayı ve olayları yorumlayışta temel referans kabul

eden fikirler ve duyarlılıklar bütünüdür. Milliyetçi düşünce sistematiğinin unsurları

arasında milli kimlik, milli dil, millî kültür, millî hâkimiyet, millî devlet ve

dayanışma kavramları belirleyici bir öneme sahiptir. Milliyetçiliğimiz, Türk milletine 194 A.g.y., s., 12 195 A.g.y., s., 14 196 A.g.y., s., 15 197 A.g.y., s., 15

54

olan derin bağlılığımızın ve sevginin verdiği ilham ve cesaretle, var oluşunu

anlamlandırmayı ve geleceğini garanti altına almayı temel hedef olarak kabul eder ve

bunun için her türlü çabayı gerekli görür.”198

MHP 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesinde yayınladığı seçim

bildirgesinde ise kimlik tartışmalarını reddetmekte ve kendileri için esas olanın Türk

kültürünün geliştirilmesi olduğunu vurgulamaktadır.

“Milli kültürümüzün alt kültürler halinde ayrışmasına yönelik çabalar,

kültürel zenginliğimizi oluşturan unsurlar arasında mikro ayrıştırmalar yapılarak

birbirinden uzaklaşmasına ve ortak değerlerin zayıflatılmasına yol açmaktadır. Türk

kültürünün korunmasına, yaşatılmasına, geliştirilmesine ve gelecek nesillere

aktarılmasına özen gösterilecektir.”199

Parti programı temel alınarak hazırlanan seçim bildirgesinde ülkemizdeki tek

millet olarak Türk vurgusu yapılmakta ve korunup, geliştirilecek kültüründe Türk

kültürü olduğu belirtilmektedir. Bu ifadeler Radikal Demokrasi modelinin yapısına

uygun değildir.

MHP seçim bildirgesinde ayrıca farklı kültürlerin yeni nesillerde bir

yozlaşma yaratacağı ve bu nedenle gençlerin farklı kültürlerden korunması

gerektiğini ileri sürer.

“Farklı kültürler karşısında, özellikle yeni nesillerin kültür şokuna

uğramasına ve kimlik bunalımına düşmesine engel olacak kaliteli ve ihtiyaca cevap

veren edebi eserler ortaya konmasına yönelik milli kültür değerlerinin millete

tanıtılması ve benimsetilmesi sağlanacaktır.”200

Milli ifadesinin sık bir şekilde kullanıldığı seçim bildirgesi MHP’nin tekçi

yapıyı öngören zihniyetini açığa çıkarmaktadır. MHP parti programına genel olarak

bakıldığında ülkemizde farklı etnik ve inanç kültürlerinin varlığına yönelik olumsuz

bir yaklaşım olduğu görülmektedir. Bu yaklaşım tarzı Radikal Demokrasi modeli ile

uyumlu değildir.

198 A.g.y., s., 19 199 Milliyetçi Hareket Partisi, Seçim Beyannamesi, s., 114 200 A.g.y., s., 115

55

1.1.4. BDP

İnceleyeceğimiz bir diğer parti 11 Aralık 2009’da Anayasa Mahkemesi

tarafından kapatılan Demokratik Toplum Partisi’nin yerine kurulan ve TBMM’de

grup oluşturan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), kültürel hakları bakımından

TBMM’de grubu bulunan ve programlarıyla seçim bildirgelerini incelediğimiz siyasi

partilerden sonuncusudur.

Fuat Keyman’ın Türkiye’deki siyasal kültüre getirdiği eleştirilere benzer

eleştirileri parti programında sıralayan BDP, hedeflerinin tek tipleşmenin olmadığı

bir siyasal ortam oluşturmak olarak açıklamaktadır.

“Düşünsel, kültürel ve toplumsal çeşitliliği yok sayan ve tek tipleşmeyi esas

alan siyaset kültürü artık değişmelidir. Türkiye’de farklılıkları kabul eden, kapsayıcı,

demokratik bir dönüşümün yaşanması ve toplumsal eşitlik ve özgürlüğü geliştirecek

yeni bir siyasal yapılanmanın varlığı kaçınılmazdır. Bu nedenlerle partimizin var oluş

amacı, Türkiye’de toplumun siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların

demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir potada toplayarak yeniden yapılanmayı

sağlamaktır.”201

BDP’nin parti programından alıntılanan yukarıdaki bölüm çoğulcuğu esas

almakta ve tek tipleşmeye karşı bir tutum içerisindedir. Bu yaklaşım tarzı Radikal

Demokrasi modelinin çoğulcu yapısıyla uyum göstermektedir.

Türkiye partisi olduğunda ısrar etmesine rağmen savunduğu değerler

itibariyle Türkiye’nin genelinden umduğu desteği bulamayan BDP ve öncülleri

karakteristik bir şekilde bölge partisi imajı çizmişlerdir. Bu nedenle parti programları

genellikle Anayasa’nın değiştirilmesi ve kültürel değerlere saygı gösterilmesi üzerine

olmuştur:

“Türkiye Cumhuriyeti Devletinin örgütlenme yapısı artık toplumu

taşıyamamaktadır. İdari, iktisadi ve toplumsal örgütlenmemizin bugünkü yapısı ve

işleyişi değişmeden, Türkiye’nin büyük atılımları gerçekleştirmesi beklenemez. Bu

nedenle genel nitelikleri aşağıda belirtilen yeni bir Anayasa yapılması gerekmektedir.

Devlet yönetiminin çağdaş bir anlayışla yeniden örgütlenmesi gereklidir. Yeni devlet 201 Barış ve Demokrasi Partisi, Parti Programı, s., 2

56

yapısı, siyasal toplum, sivil toplum, birey ve yurttaş kavramları üzerine inşa

edilecektir. Tek ırk, tek dil, tek din, tek kültür, cinsiyetçi roller mantığının yerine

toplumdaki etnik, kültürel ve inançsal farklılıklar kapsanacak şekilde, ‘Türkiye

Cumhuriyeti Vatandaşlığı’ esas alınacak ve anayasal olarak bu şekilde

tanımlanacaktır.”202

İç dinamiklerle yürütülecek çalışmalar sonucunda demokratikleşme yolunda

kimi adımlar atılabileceğini savunan BDP, diğer siyasi partilerin programından farklı

olarak bu yönde atılacak adımlarda uluslararası sözleşmelerin onaylanması ve

uygulanmasının da olumlu katkılar sunacağına inanmaktadır.

1.1.5. Değerlendirme

Kimlik ve kültürel haklar bazında bir değerlendirme yaptığımızda AKP’nin,

iktidara gelmesinin ilk birkaç yılında yaptığı reformların son birkaç yıl içinde

durduğunu fakat 2009 yılında “Milli Birlik ve Kardeşlik” projesiyle Türkiye’nin

demokratikleşmesi yolunda yeni adımlar atma hazırlığında olduğunu ileri sürebiliriz.

Partinin çalışmaları pratikte izlenebilirken yapılan çalışmaların parti programına ve

seçim bildirgesine tam anlamıyla yansıyamamasına iki neden sayabiliriz: 1) Tabanın

tepkisini çekmeme isteği; 2) parti programı ve seçim bildirgesinin kalıp ifadeler

olduğu düşüncesiyle bunların fazla önemsenmemesidir.

Her ne kadar sosyal demokrat olduğunu metinlerinde dile getirse de CHP,

kimlikler üzerine yaptığı değerlendirmelerinde Lozan Antlaşması’nın ilgili

maddelerini kendine referans alarak devlet partisi görüntüsü çizmektedir. CHP, parti

programında ve seçim bildirgesinde kimlikle ilgili ifadeleri sahip olduğu ulus devlet

düşüncesiyle çatışmayı en az düzeyde tutarak farklı bir üst kimliğe ihtiyaç

duymaksızın Türk kimliğine entegrasyonu amaçlamaktadır.

MHP ise bu noktada en net ifadeler kullanan partidir. Kimlik tartışmalarının

“bölünme”ye yol açacağını ifade etmekte tek kimlik olarak Türk milleti kimliğini

kabul ederek Türk milletiyle yeni yüzyılda dünya lideri olmaya çalışacaklarını

söylemektedir. 202 A.g.y., s., 2

57

1990 yılından sonra Türkiye’de yaşayan Kürtlerin siyasal ve kültürel

taleplerini duyurmak amacıyla kurulan203 ve partilerin sonuncusu olan BDP,

seslendiği kitle itibariyle iktidar olma hedefine uzak olması nedeniyle ifadelerini

daha rahat kullanabilmektedir. Parti söyleminin en kuvvetli olduğu kavramlardan

olan kimlikle ilgili tartışmalarda tek tipçi bir yapıya sahip olduğunu söyledikleri

1982 Anayasası’nın mutlaka değiştirilmesini savunan BDP, çoğulcu ve özgürlükçü

kavramlarını kimlik tartışmalarında sıklıkla kullanmaktadır.

Buna rağmen AKP’nin Türkiye siyasetinde yeni bir anlayış olan kimlik

siyaseti yapması204 ise konjonktürel bir tutumdur. Soğuk savaşın sona ermesiyle

birlikte egemen devlet anlayışı olan ulus devlet mantığı da değişti. Merkezi ve tek

tipçi yönetim algısının yerini birbirine tercih edilmeyen etnik kimliklere saygı

temelinde vatandaşa daha yakın olan yerel yönetimlerin güçlendirilmesine yönelik

yumuşak geçişler yaşanmıştır.205

Türkiye’de ise bu geçiş hakim merkezi yönetim anlayışının daha kuvvetli

olması nedeniyle sancılı bir şekilde gerçekleşmektedir.206 Elbette yaşanan sıkıntı

sadece geçişle ilgili değildir, toplumsal muhalefet yanı güçlü olan farklı toplumsal

kesimlerin devlet ve toplum tarafından kabullenilişi de kolay olmamaktadır. Örneğin

Kadın ve Aileden Sorumlu Bakan Selma Aliye Kavaf’ın yaptığı açıklamada

eşcinselliği bir hastalık olarak görmesi207, hükümetin henüz toplumsal duyarlık

anlamında bu insanların varlığına hazır olmadığına işarettir.

Yanı sıra militarizmi çeşitli gerekçelerle reddeden savaş karşıtı bireyler de

dünyadaki anti-militarist hareketlenmeye paralel olarak 1990’lardan itibaren seslerini

duyurmaya başladılar. Askeri vesayet rejimine ilişkin hakim görüşü208 de göz önüne

aldığımızda devletin ve yönlendirmesiyle toplumun anti-militarist kişileri de 203 Demir, Eyyüp, Yasal Kürtler, Tevn Yayınları, 2005, s. 9 204 Safi, İsmail, Türkiye'de muhafazakâr siyaset ve yeni arayışlar, Lotus Yayınevi, 2007, s. 463 205 Uras, Ufuk, Başka Bir Siyaset Mümkün, İthaki Yayınları, 2003, s. 529 206 Erol, Mehmet Seyfettin; Efegil, Ertan, Türkiye-AB ilişkileri: dış politika ve iç yapı sorunsalları, Alp Yayınevi, 2007, s. 29 207 7 Mart 2010 tarihli Hürriyet Gazetesi’nin Pazar Eki’nde Faruk Bildirici’nin sorularını yanıtlayan S. Aliye Kavaf konuyla ilgili olarak şu sözleri söyledi: “Ben eşcinselliğin biyolojik bir bozukluk, bir hastalık olduğuna inanıyorum. Tedavi edilmesi gereken bir şey bence. Dolayısıyla eşcinsel evliliklere de olumlu bakmıyorum. Bakanlığımızda onlarla ilgili bir çalışma yok. Zaten bize iletilmiş bir talep de yok. Türkiye’de eşcinseller yok demiyoruz, bu vaka var.” (http://www.hurriyet.com.tr/pazar/14031207.asp?gid=59) 208 Bayramoğlu, Ali, 28 Şubat: bir müdahalenin güncesi, İletişim, 2007, s. 287

58

benimsemediğini ifade edebiliriz. Yasal bir zorunluluk olan209 askerlik göreviyle

ilgili toplumdaki düşüncenin “her erkeğin askerliğini yapması” ve “askerliğin

peygamber ocağı olarak addedilmesi” gibi yer bulması beraberinde bu kişilere

yönelik tepkileri doğurmaktadır. Toplumun kılcal damarlarına kadar işlemiş olan

militarist anlayış, tek tipliliği dayatmakta, belirli bir düzen etrafında farklılıkları yok

saymaktadır. Toplumun tek tipleştirilmesi ise cumhuriyet döneminden de

gördüğümüz üzere askeri darbeler aracılığıyla cebir kullanılarak; kutuplar arası

çatışmaları manipülasyonlar arttırarak gerçekleşmektedir.

Bu nedenle çoğulcu bir demokrasi anlayışı doğrultusunda toplum içinde

bireyin de özgürleştiği bir siyasal ortam için anti-militarizmin de kimlik anlamında

kabul edilmesi ve hatta savunulması gerekmektedir.210

Kimlikler söz konusu olduğunda hakim kimliğin çıkış noktası olarak

gösterebileceğimiz militarist kimliğin temel özellikleri, erkek olması, ortodoks

dindar olması, tek tipçi olması ve ötekini yok sayması olarak sıralayabiliriz. Radikal

Demokrasi kuramının kimlik tartışmasında dile getirdiği farklı toplumsal kesimlerin

kendilerini özgürce ifade edebilmeleri konusu bu noktada önem kazanmaktadır. Zira

genelde veya Türkiye özelinde düşündüğümüzde “mücadelenin” eril düşünceye karşı

çıkış olduğunu ve toplumun erkeklik değerlerini içselleştirdiğini ifade etmemiz

mümkündür.

Yukarıda bahsettiğimiz iki konuyu birlikte ele aldığımızda kimlikler

konusunda devletin bakış açısını daha rahat anlayabiliriz. Cinsel yönelimleri farklı

bireylerin, erkekliğin en sert şekilde üretildiği bir kuruma katılmak istememeleri bir

temel haklar ve özgürlükler meselesidir. Lakin söz konusu bireylerin uğradığı

ayrımcılık toplumdan ve devletten gelen baskıdan daha yoğun bir biçimde

işlenmektedir.

Söz konusu durum Türkiye’de cinsel yönelimleri farklı bireylere zorla

askerlik yaptırmak şeklinde tezahür ederken zorunlu askerliğin olmadığı ve askerlik 209 Anayasa Madde 72: Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir. Askerlik Kanunu Madde 1: Türkiye Cumhuriyeti tebaası olan her erkek, işbu kanun mucibince askerlik yapmağa mecburdur. 210 Ümit Kardaş, Vicdani Ret İtirazının Boyutları, Radikal Gazetesi, 23.12.2007 (http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7807)

59

yapmak isteyen farklı cinsel yönelimi olan bireylerin ise ordudan atılması şeklinde

gelişmektedir.211

Türkiye’deki durum söz konusu bireylerin eşcinsel olmaları nedeniyle

askerliğe gitmeyi reddetmelerinin ardından cinsel yönelimlerinin ordu tarafından

tedavi edilebilir hastalık olarak görülmesi ve kişinin eşcinselliğini hekim heyeti

önünde ispatlaması gibi onur kırıcı istemlerde bulunulmaktadır. Ötekileştirilmeye

çalışılan, “hastalıklı insan” imajı oluşturulmaya çalışılan bu kimselerin eşcinsel

olduklarını ispatladıklarında (!) dahi askerlikten muaf olmalarının önü hemen

açılmamakta ve askerlik hizmetine alındıklarında yaşamları tehlikeye atılmış

olmaktadır.

Devlet algısının küçük gruplar olsalar da farklı toplumsal kimliğe sahip

kimseler üzerindeki tasarrufu bu şekilde gerçekleşmekte olup egemen siyasi düşünüş

çatısı altında hareket eden siyasi partilerin de oy potansiyeli olan farklı kimlikler

hariç (Alevilik gibi) vizyonlarını bu yönde belirlediğini söyleyebilmekteyiz.

Neredeyse dünya üzerinde sosyal demokrat partilerin hepsi eşcinsellere dair

bir politikaya sahip iken ve konu üzerine tartışıyorken ülkemizdeki sosyal demokrat

parti olduğunu ifade eden CHP’nin bu konudaki tutumunun belirsizliği tartışmaya

açık bir konudur. Farklı cinsel yönelimleri toplumun çeşitliliği olarak görmemesi

Radikal Demokrasi modeli açısından sorunlu bir durumdur.

CHP’nin Radikal Demokrasi modelinin en önemli kavramlarından kimlikler

konusunda oy potansiyeline baktığı şeklinde yorumlamak mümkündür.

Şu halde üzerinde durmamız gereken konulardan biri de aslında kimlik

konusunda siyasi partilerin daha önce de belirtildiği gibi Lozan Antlaşmasının bir

başka ifadeyle resmi ideolojinin dışına çıkmak konusunda tereddüt göstermeleridir.

Bu nedenledir ki partilerin seçim bildirgelerinde kalıplaşmış bir şekilde yer

alan “toplumun her kesimini kucaklama” vaadi Baskın Oran’ın deyimiyle

211 Ümit Kardaş, A.g.y.

60

LAHASÜMÜT’ün212 dışına çıkmamakta ve politik yaşamımız çoğulcu bir yapıya

kavuşamamaktadır.

Ötekinin ötekisi olarak nitelendirebileceğimiz Lezbiyen, Gay, Biseksüel,

Transseksüel (LGBT) bireylerin uğradığı ayrımcılığın ve maruz kaldıkları hak

ihlallerinin engellenmesi; tercihlerine saygı gösterilmesi hususunda Türkiye’de

yaşanan bu sıkıntıyı dünyadaki örnekleriyle karşılaştırdığımızda farklılıklara

tahammül sınırımızın toplumsal düzeyde çok düşük olduğunu söylemek mümkündür.

Zira dünyadaki politik uygulamalara göz attığımızda İtalya’da transseksüel

bir milletvekilinin, Berlin’de gay bir belediye başkanının, Paris’te gay bir belediye

başkanının olduğunu görebiliriz.

Türkiye’de ise politikacıların ısrarla reddettiği “kimlik siyaseti

yapmıyoruz”213 vurgusu son dönemde hem Türkiye’deki hem de dünyadaki

gelişmelerle kırılmaya başlamıştır. Özellikle 29 Mart 2009 Yerel Seçimlerindeki

sonuçlara göz attığımızda seçmenin kimlik politikası yapan ve bu doğrultuda hareket

eden partilerin oy oranını arttırdığını görmekteyiz. Kapatılan DTP’nin biri

Büyükşehir belediyesi olmak üzere 99 belediye yönetiminin başkanlığını kazanması

DTP’nin kültürel haklara yaptığı vurguyla açıklanabilir.

AKP ise sahip olduğu İslamcı-Liberal kimliğiyle dünyada çıkış ivmesi

gösteren yeni-muhafazakar akımın temsilcisi konumuna gelmiş ve bu anlamda da

Türkiye’de Demokrat Parti-Adalet Partisi-Anavatan Partisi çizgisine yakın olmakla

birlikte yeni bir siyasi geleneğin başlatıcısı olmuştur. AKP’nin takındığı tutumun ve

son dönemde izlediği taktiğin neden ve sonuçları itibariyle toplumsal algıda bir

dönüşüme yol açabileceği düşüncesi henüz olgunlaşmamış olmakla birlikte

farklılıklara saygı temelinde toplumda kimi kıpırdanmalar olduğu açıktır.

Tüm bu gelişmeleri göz önünde bulundurarak Türkiye toplumunun

farklılıklara bakış açısını ortaya koyan Beyoğlu Musevi Hahamhane Vakfı’nın

yaptığı araştırmayı 30 Eylül 2009’da yayımlayan Radikal Gazetesi’nin araştırmasına

212 Lâik olmak şartıyla Hanefi, Sünni, Müslüman, Türk ifadesini Prof. Dr. Baskın Oran, 29 Nisan 2007’deki Radikal Gazetesi’nde “2007:Korku ve Umut” başlıklı yazısında kullanmıştır. (http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6993) 213 Siyasi partilerin kastı ulusal azınlıklara ilişkindir (Y.N.)

61

baktığımızda farklı kimliklere dair büyük çekincelerin hala olduğunu

görebilmekteyiz.

Araştırmaya göre Türkiye’de demokrasinin işleyişinden memnun

olmayanların oranı 1108 kişiyle yapılan ankette %44’e ulaşıyor.214

Türkiye’de yaşayan çeşitli azınlıkların ve farklı kimliklerin yaşamları ve

kültürleri hakkında bilgi sahibi olmayanların oranı ise Yahudi, Rum, Ermeni veya

Ateistlerde ortalama %74, Aleviler ve Kürtlerde ise ortalama %35 olmaktadır.215

Ateist bir aileye sahip olmak istemeyenlerin oranı %57’ye ulaşırken, Yahudi

bir aileye sahip olmak istemeyenlerin oranı %42, Hıristiyan bir aileye sahip olmak

istemeyenlerin oranı ise %35 olmaktadır.216

Araştırmanın yansımasını siyasi partiler açısından incelediğimizde ise

toplumun genel karakteristik özelliklerin farklı kimselerin çalışmamızda yer alan

siyasi partiler özelinde yer bulamadığını görmekteyiz.

AKP milletvekili Reha Çamuroğlu’nun 29 Mayıs 2007’de AKP’ye katılması

bile büyük tartışmalara yol açmıştı. Buna rağmen Reha Çamuroğlu’nun AKP’de yer

alması farklı olanların kabulü noktasında yeni bir girişim olarak değerlendirilebilir.

1.2. Temel Haklar ve Özgürlükler

1.2.1. AKP

Temel haklar ve özgürlükler tartışmalarında ise AKP, özgürlüklerin

geliştirilmesinin bir zorunluluk olduğunu kabul etmiştir. İktidar partisi olması

nedeniyle söz konusu adımları atması beklenen AKP, özellikle muhalefet

partilerinden gelen eleştirilere de programında yanıt vermek durumunda kalmıştır:

“Temel insan hak ve özgürlükleri, insanlığın yüzyıllar boyu süren

mücadeleleri sonucu elde edilmiş kazanımıdır. Bu özgürlüklerin düzeyi medeni bir

toplum olmanın göstergesidir. Medeni dünyanın bir parçası olan Türkiye’nin temel

214 Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış Algı Araştırması, Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı Yayınları, 2009 215 a.g.ç. 216 a.g.ç.

62

hak ve özgürlükler açısından hak ettiği konuma getirilmesi, toplumumuzun da

beklentisidir. Dolayısıyla atılacak adımlar, uluslararası kuruluşlar istediği için değil

insanımız bu hak ve özgürlüklere layık olduğu için atılmalıdır.”217

Özgürlüklerin demokrasinin temeli olduğu düşünen AKP, özgürlüklerin

korunması amacıyla uluslararası sözleşmelerin standartlarına çıkarılmış uygulamaları

hayata geçireceklerini savunmaktadırlar.218

Temel hak ve özgürlüklerin uygulanması noktasında en sıkıntılı ve eleştiri

alan konu olan düşünce ve ifade özgürlüğünde uluslararası standartların

yakalanacağını ve çeşitliliklerin veya farklı toplumsal hareketlerin kendilerini rahatça

ifade edebilecek bir ortam taahhüt eden AKP, bu noktada son dönemde bilinen en

somut adımı Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinde değişikliğe giderek atmıştır.219

Özgürlükler konusunda en çok tartışma yaratan konulardan birisi başörtüsü

serbestliğidir. Siyasal ortamda ve toplumda kutuplaşma yaratacak ölçüde tartışılan

başörtüsü konusunda AKP, MHP ve DTP’nin desteğiyle üniversitelerde başörtüsü

kullanımın serbest olmasına olanak sağlayan yasayı geçirmiş fakat Anayasa

Mahkemesi düzenlemeyi iptal etmişti.220

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) konuyla ilgili kararının net

olması sebebiyle221 bu tartışmalara son veren AKP, devletin pozitif sorumlulukları

dâhilinde yapılacak düzenlemeler için 2009 yılında harekete geçmiştir.

1.2.2. CHP

CHP, insan hak ve özgürlüklerinin uygulanmasının takipçisi olacağını ifade

ettiği parti programında temel hak ve özgürlüklerin yalnızca yasayla sınırlandıran

217 www.akparti.org.tr/parti-programi_79.html 218 A.g.y. 219 http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=254504, (Erişim: 25.02.2010) 220 http://bianet.org/bianet/bianet/107443-anayasa-mahkemesi-basortusu-duzenlemesini-iptal-etti (Erişim: 25.02.2010) 221 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3504033&tarih=2005-11-10 (Erişim: 25.02.2010)

63

düzenlemeler getireceğini, kişilerin özgürlüklerinden alıkonduğu durumların bir

hukuki rejim olmaktan çıkarılıp yargı kararına bağlanacağını söylemektedir.222

Siyasal, düşünsel, toplumsal, dinsel ve bireysel özgürlüklerin tam anlamıyla

korunabilmesi amacıyla Anayasa’da gerekli değişiklerin yapılacağını223 söyleyen

CHP, temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran tüm Anayasa maddelerinin

değişeceğini söylemektedir.224

Yıllardır önemli ihlal sorunu olan işkence ve kötü muamele konusundaki

açıklamalarında ise CHP, işkence ve orantısız güç kullanımına izin verilmeyeceğini

söylemektedir.225

CHP, düşüncenin açıklanmasının önemli araçlarından olan toplantı ve gösteri

yürüyüşü düzenleme hakkını ise ileri demokratik ülkelerin normlarına göre

yükselteceklerini söylemektedir.226

1.2.3. MHP

MHP’nin genel söylemini dikkate aldığımızda temel hak ve özgürlüklere

ilişkin değerlendirmesi genel geçer ifadelerle dile getirilmiştir. Lakin MHP’nin temel

hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması hususunda kullandığı ifade dikkat çekicidir:

“Bu çerçevede; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı

davranış ve uygulamalar hariç olmak üzere, bütün vatandaşların kişi güvenliği ve

dokunulmazlığı, düşüncelerini ifade etme ve inandığı gibi yaşama başta olmak üzere

bütün temel hak ve özgürlüklerine saygıyı esas almaktadır.”227

MHP’nin temel hak ve özgürlüklerde böylesi bir çekince koyması, “işkence

yasağı” gibi evrensel kabul görmüş bir uygulamanın kimi hallerde ihlal edilebileceği

anlamına yol açmaktadır.

222 Cumhuriyet Halk Partisi Programı, s., 43 223 A.g.y., s., 43 224 A.g.y., s., 76 225 A.g.y., s., 43 226 A.g.y., s., 45 227 Milliyetçi Hareket Partisi, Parti Programı, s., 22

64

1.2.4. BDP

BDP ise temel hakların ve özgürlüklerin tanınması yolunda temel hak ve

özgürlüklerin tanınması ve geliştirilmesi yolunda daha detaylı bir şekilde

programında yer vermiştir.

“Partimiz vicdanı red hakkını tanıyacak ve yasal güvenceye kavuşturulması

için düzenlemeler yapacaktır.”228

“Cinsel yönelimlerinden dolayı dışlanmalara ilişkin yasalarda var olan baskıcı

ve ayrımcı hükümler kaldırılacak, buna dönük uygulamaların önüne geçilecektir.”229

Temel hakların ve özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi yolunda dört

siyasi partinin de hem fikir olduğunu kimi ayrı noktalar haricinde söyleyebiliriz. .

Parti programlarında ve seçim bildirgelerinde göze çarpan ise geleneksel anlayıştan

hareket eden AKP ve CHP’nin temel hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesinde

kabul edilmiş ve normal şartlar altında da kabul edilebilecek ifadelerle anlatmaları;

MHP’nin ise “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı davranış ve

uygulamalar hariç olmak üzere” gibi muğlâk ifade kullanması ve BDP’nin kimi

noktalarda temel hak ve özgürlükleri ayrıntılandırmasıdır.

1.2.5. Değerlendirme

Çoğulcu bir demokrasinin işlerlik kazanması ve farklı düşüncelerin

kendilerini ifade edebilmeleri açısından hayati öneme sahip olan temel hakları ve

özgürlükler meselesini derinlemesine incelediğimizde devletin büyük

sorumluluklarının olduğunu söylememiz mümkündür. Zira toplumun haklarını ve

özgürlüklerini bireysel veya kolektif bir biçimde rahatlıkla kullanabilmesi için

devletin koruma mekanizması oluşturması gerekmektedir.

AKP hükümeti ilk elde il ve ilçe insan hakları kurullarına işlerlik

kazandırarak hak ihlallerinin önüne geçilmesini sağlama çalışmış fakat üyelerin

228 Barış ve Demokrasi Partisi, Parti Programı, s., 3 229 A.g.y., s., 4

65

memur olması nedeniyle kurullar çalışamaz hale gelmiştir.230 Daha önce eğitim

almamış kişilerden oluşan bu kurulların başkanlığını illerde valiler, ilçelerde ise

kaymakamlar yapmaktadır. Bu durumun en önemli sorunu hak ihlaline maruz kalan

bireyin şikâyetini ulaştırdığı yerin hak ihlalini yapanla aynı olmasıdır. Bu kurullara

sivil toplum örgütü temsilcileri de üye olabilmekte fakat söz gelimi “kasaplar odası”

kurullara üye olabiliyorken “savaş karşıtı bir grubun” üyelik talebi gerekçesiz olarak

reddedilmektedir.

Kurullar aracılığıyla hükümetin takındığı bu ikili tutum Anayasa’nın 10.

maddesinin231 ihlali anlamına gelmekte ve çoğulcu bir demokrasi kültürünün

yerleşmesinin önünü tıkamaktadır. Çoğulcu bir demokrasinin yerleşmesi Radikal

Demokrasi modelinin önemli bileşenlerinden birisi olduğu AKP hükümetinin bu

noktada pekte başarılı olduğu söylenemez.

Çoğulcu bir yapıya tahammülsüzlüğün en önemli örneklerinde biri de

Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nda yaşandı. Kurulun altında oluşturulan

“Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Çalışma Grubu” tarafından hazırlanan ve

Türkiye’de Lozan Antlaşması çerçevesinde tanınmış azınlık gruplarının yaşadığı

sorunların dile getirildiği “azınlık raporu” 1 Kasım 2004’te yapılan basın

toplantısıyla kamuoyuna duyuruldu. Fakat basın toplantısı sırasında kurulun

üyelerinden Kamu-Sen Genel Sekreteri Fahrettin Yokuş, Prof. Dr. İbrahim

Kaboğlu’nun okuduğu metni elinden alarak yırttı.232 Olayın ardından hükümet raporu

sahiplenmezken raporu hazırlayan Prof. Dr. Baskın Oran ile kurulun başkanı Prof.

Dr. İbrahim Kaboğlu hakkında Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesi uyarınca

dava açıldı.

AB’nin temel haklar ve özgürlükler alanında reform yapılması yönünde

yaptığı baskılar sonucu kimi girişimlerde bulunan hükümetin bazı uygulamaları bu

ortamda muhalefet tarafından eleştirilmektedir. Samimiyetle yapıldığı tartışmalı olan

230 Altıparmak Kerem, Türkiye’de İnsan Haklarında Kurumsallaş(ama)ma, TBB Yayınları, 2007, s. 108 231 “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” 232 http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=132968 (Erişim: 2 Mart 2010)

66

söz konusu reformlar bu nedenle konuyla ilgilenen sivil toplum kurumları ve

üniversitelerce de eleştirilmektedir.

Temel haklar ve özgürlükler özelinde yaşanan sorunlar ise, bu hak ve

özgürlüklerin uygulandığı ülke deneyimlerinin gösterdiği, gibi yapılan reformların

uygulanmaması nedeniyle değil reformların kağıt üzerinde kalacak şekilde

düzenlenmesiyle ilgilidir. Temel haklar ve özgürlükler alanında atılım olarak sunulan

çoğu girişimin bu şekilde hazırlandığı dikkatleri çekmektedir. Zira konuya destek,

görüş ve öneri sunabilecek hiçbir grubu veya kurumu çalışmalarına dahil etmeyen

hükümet hazırladığı tasarılar, TBMM’ye ulaşana dek çalışmalarını kimseyle

paylaşmamaktadır. Oluşturulan koruma mekanizmalarının görev, yetki ve

sorumluluklarında ise raporları görülemeyen izleme birimlerinin, üyelerinin hiçbir

yetkisinin olmadığı kurulların, yetkisi ve bütçesi olmayan yapıların bulunduğunu

söyleyebiliriz.

Bu nedenle söz konusu kurumları oluşturan hükümetin asıl amacının temel

haklar ve özgürlükler alanında ’yaptım, oldu’ görüntüsü vermek istediğini

söyleyebiliriz. Sorunu uygulamaya yönelten söylemler kanunların sorunsuz olduğu

izlenimini oluşturmaya çalıştığı fakat gerçeğin öyle olmadığını fark etmek mümkün.

Temel hakların ve özgürlüklerin kurumsal bir koruma altına alınması

çabasının son örneği “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” adıyla başlatılan sürecin orta

vadedeki hedefleri olmuştur. İleride kapsamlı bir şekilde anlatılan sürecin orta vade

hedeflerini anlatan İçişleri Bakanı Beşir Atalay şunları söylemişti:

“Değerli milletvekilleri, bu nedenle birçok demokratik ülkede mevcut olan bağımsız

bir ‘Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu’ ülkemizde de kurulacaktır. Komisyon, özel ve kamu

sektörüne yönelik her türlü ayrımcılık şikâyetini ele alarak etkili bir denetim

gerçekleştirecektir. Konuyla ilgili kanun tasarısı yakında yüce Meclise gönderilecektir. Bunu

ülkemizde demokratik bilincin kılcal damarlara kadar işlemesinde, yerleşmesinde,

derinleşmesinde önemli bir mekanizma olarak görüyoruz.

Aynı şekilde, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını bağımsız ve sivil bir ‘İnsan

Hakları Kurumu’na dönüştürmeye yönelik çalışmalar tamamlanmak üzeredir. Kurumun

yapısı ve yetkileri, ulusal insan hakları mekanizmalarının tabi olması gereken evrensel

esasları belirten Paris Prensipleri ışığında düzenlenmektedir. Bu yeni kurum da ayrımcılıkla

mücadele komisyonu gibi insan hakları ihlallerini etkili bir şekilde denetleme işlevi

67

görecektir. İnsan hakları kurumuna ilişkin kanun tasarısı da hemen kısa sürede Meclisimize

sunulacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işkence ve kötü muamele karşısında kararlı

duruşumuzun son örneklerinden biri de İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin

ihtiyari protokolünün onaylanmasına dair kanun tasarısıdır. Bu protokolün onaylanmasıyla

birlikte işkence ve kötü muameleyle mücadelenin uluslararası denetim boyutu daha da

pekişmiş olacaktır. Hemen hatırlatayım ki, ihtiyari protokolün onaylanmasını takiben en geç

bir yıl içinde ulusal önleme mekanizması kurulacaktır ve bu halkanın dördüncü önemli

unsuru, başta insan hakları ihlalleri konusu olmak üzere, kolluk hakkındaki şikâyetlerin

incelenmesi, izlenmesi ve sonuçlandırılmasını sağlamaya yönelik bir mekanizma oluşturma

çalışması Bakanlığımızda devam etmektedir. Kurulması düşünülen bağımsız kolluk şikâyet

mekanizması, bir yandan işkence ve kötü muamelenin önlenmesine, diğer yandan da güvenlik

güçlerimizin haksız yere yıpratılmasının engellenmesine hizmet edecektir.”233

Bakanın söz konusu açıklamasında yer alan dört koruma mekanizmasının

oluşturulması şüphesiz ne kadar önemliyse daha önce de belirtildiği gibi çalışmalara

katkı sunacak kurumların düşüncelerinin göz ardı edilmesi ve “kapalı kapılar ardı”

modelinin benimsenmesi kurulacak kurumların tek yanlı bir görüşün ürünü olacağı

ortadadır.

Düşüncelerini ifade etmede toplum içinde çoğunluğa nazaran dezavantajlı bir

konumda bulunan farklı toplumsal hareketlerin ihtiyaçlarına yönelik olan bu

çalışmalarda farklı azınlık grupları adına da hareket edilmesi çalışmanın temel

taşlarından olan düşüncelerin çatışması görüşüyle çelişen bir durumu yansıtmaktadır.

Demokratik bir toplum yolunda temel hakların ve özgürlüklerin yeterince

kullanılamamasını sorun olarak gören hükümetin, sorunun çözümünde mağdur

olarak addedebileceğimiz kesimlerle masaya oturması beklenirdi. Bu grupların

olmadığı bir sürecin ise demokratik olarak adlandırılması hem yanlıştır hem de

çoğulculuk anlayışıyla ters düşmektedir.

Hükümetin bu tarz bir yaklaşımı demokratik yaşamın en önemli

unsurlarından olan yapıcı muhalefetin yaşam alanını genişletmek yerine farklı

toplumsal hareketlerin çalışmalarını kısıtlamaya yönelik bir girişim olarak

nitelendirmek mümkündür. Oluşan bu algı ise hükümet yetkililerinin söylemlerine 233 Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genel Kurul Tutanağı 23. Dönem 4. Yasama Yılı 18. Birleşim 13 Kasım 2009 Cuma, s. 3-4.

68

yansımakta ve reformların çoğulcu, farklılıklara saygı duyan bir toplum oluşturmak

için değil AB üyeliğinin gerekliliği nedeniyle yapıldığını ifade etmektedirler. Bu

ifadeler AKP programında belirtilen ve hayata geçirilmesi öngörülen hak ve

özgürlükler konusunda partinin tutarlılık sorunu olduğunu göstermektedir. Tutarlılık

sorunu olması da AKP programı ve uygulamalarının Radikal Demokrasi modeli ile

uyum sorunu ortaya çıkarmaktadır.

Hak ihlallerinin esas öznesi olan ve şiddet kullanma tekelini elinde

bulunduran devlet adına hareket eden iktidarın, temel hakların ve özgürlüklerin

kullanımında sorun yaşayan farklı toplumsal kesimlerle kuracağı işteş ilişki çoğulcu

bir devlet yapısının önünü açacaktır.

Nüfusun çoğunluğundan farklı bir dine mensup bireylerin, farklı ideolojik

düşünceye sahip bireylerin, farklı cinsel tercihleri ve yönelimleri olan bireylerin

toplumun genelinin sahip olduğu temel hakları ve özgürlükleri herkes gibi eşit

kullanabilmesi için yukarıda yaptığımız tartışma etrafında bu bireylerin haklarının

güvence altına alınması gerekmektedir. (öneriler kısmı için uygun bir cümle)

Devletin sadece bu şekilde bir mekanizma geliştirmesi ise sorunun bir kısmını

çözmeye yetecek azınlık gruplarının maruz kaldığı ayrımcılık ise farklı bir çalışmayı

zorunlu kılacaktır.

“Demokrasi mücadelesi”nin soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte özellikle

gelişmiş ülkelerce çevre ülkelere taşınmasının ardından gelişmiş ülkelerdeki farklı

toplumsal kesimlere yönelen ayrımcılık uygulamaları bu ülkelerin yeni arayışlar

içine girmesine neden olmuştur. Zira nefret suçları, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık

Avrupa’da 1990’lardan itibaren yeniden canlanmıştır. Avrupa ise toplumda

sertleşerek yükselen kutuplaşmaya önlem almak için yeni koruma mekanizmaları

geliştirmiş, yabancı düşmanlığını körükleyebilecek çalışmaları engellemiştir.

Türkiye’de ise temel hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesi yolunda

çalışmalar yürütülürken toplumdan azınlık gruplarına karşı yükselen tepkiye sessiz

kalınmış hatta kimi zaman destekleyici ifadeler kullanılmıştır.234

234 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan İstanbul’da 3 Kasım 2008’de meydana gelen toplumsal olaya pompalı tüfeğiyle müdahale etmek isteyen bir kişiyle ilgili aşağıdaki sözleri söylemiştir: “Ben vatandaşlarıma özellikle sabrı tavsiye ederim. Fakat tabii bu sabır nereye kadar olacak? Bunun da

69

Eşitlik ve özgürlük ikileminde yaşanan tartışmalarda temel hakların ve

özgürlüklerin ne ölçüde kullanılacağı, dezavantajlı grupların hak ve özgürlüklerinin

nasıl koruma altına alınacağı yasalar çerçevesinde belirlenebilmesi mümkün iken

toplumsal bilinç düzeyinde de çoğulcu bir yaklaşımın benimsenmesi gereklidir.

Çünkü toplumsal algıda gerçekleştirilecek değişiklikler tabandan yönetim algısına

baskı uygulayacak bir ortam oluşturabilir.

1.3. Sivil Toplum

Radikal Demokrasi modelinin temel kavramlarının Türkiye’de nasıl ele

alındığı noktasında inceleyeceğimiz son kavram “sivil toplum”dur.

Demokratikleşmenin önemli unsurlarından biri olarak görülen sivil toplumun

azınlıkta kalan düşüncelerin ve farklı toplumsal hareketlerin kendilerini ifade

edebilme aracı olarak gören AKP, sağlıklı bir demokrasi için farklı düşüncelerin

rekabet edebilmesi gerektiğini söylemektedir.235

endişesi içindeyim. Eğer siz vatandaşın mağazasının camlarını indirirseniz, hayatına kastederseniz, hayatına kastettiğiniz vatandaş kalkıp da eğer elinde böyle bir tedbiri, böyle bir imkânı varsa o da kendisini savunma yoluna gidecektir. Bu tür yollara bu bir sevktir. Düşünün, size diyorlar ki, şu meydanı ben size vermem. İzin istiyorsun değil mi? Miting mi yapacaksın kardeşim? Miting yapılacak meydanlar belli. Gidersin bu meydanda demokratik hakkını kullanırsın, mitingini yaparsın. Ama hayır ben istediğim yerde yaparım dediğin zaman kusura bakma istediğin yerde yapamazsın. Düşünün çocukları kullanıyorlar. 6-7, 10-11 yaşında çocuklar, 15 yaşında gençler. Bu gençler geliyorlar, düşünün benim semtimdir Beyoğlu, orada Dolapdere’den Taksim’e çıkan o dar yollarda lastikler yakıyorlar. Orada o halkın yaşadığını düşünün. Evlerinden kaçışanlarını gördüm ben. Bu olacak iş mi Allah aşkına? Bunun insanlıkla, demokrasi mücadelesiyle, özgürlük mücadelesiyle ne alakası var? Bu terörün tam manasıyla mahalle aralarına girmek suretiyle halkı tahrik, halkı bu noktada ne yazık ki böyle bir çatışma içine çekmekten başka yol değil. Bu iyi bir yol değil. Ben tavsiye ediyorum, özellikle gençlerimize sesleniyorum; bu oyuna gelmeyin. Bakın 10-15-20 yıl sonra biz nasıl aldatıldık diye dert yanarsınız ama iş işten geçmiş olur. Bakın geçmişte aynı şeyleri bu ülke yaşadı. 60’lı yıllarda bu ülke bunları yaşadı. Şimdi o dönemin insanları karşılıklı mücadele ettikleri insanlarla kol kola, ortaklıklar kurmuşlar, biz nasıl bu oyuna geldik, nasıl bu tezgâha geldik. Hep bunu şimdi konuşuyorlar. Şimdi dikkat ediyorum, çıkarıyorum arşivleri bakıyorum aynı oyun bugün yine tezgâhlanıyor. Bu oyuna gelmeyelim, gençlerimizi bu işe kurban etmeyelim. Onun için de medyaya bu noktada çok büyük iş düşüyor. Özellikle terör örgütünün propagandasını yapacak yollardan kaçınmaları lazım.” (Hürriyet Gazetesi, 4 Kasım 2008) 235 www.akparti.org.tr/parti-programi_79.html

70

1.3.1. AKP

İktidar olmanın toplumun tamamını temsil etmeye yetmeğini belirten AKP,

hükümetin toplumun geneline hitap eden uygulamaları için sivil toplum tarafından

denetlenmesi gerektiğini ifade eder.236

Bu aşamada vatandaşlarının tercihlerine saygı duymak için çeşitli politikalar

uygulayacağını ileri süren AKP, söz konusu politikaları şu şekilde sıralamaktadır:

“ * …siyasi partilerin hareket ve faaliyet alanlarını genişletecektir.

* … Diyaloga dayalı bir yönetim anlayışı kazandıracaktır.

* … Kopenhag Kriterleri’nin demokratikleşmeye yönelik ilkeleri esas

alınarak ulusal hukuk düzenimizde yapılması gereken değişiklikler, mümkün olan en

kısa sürede gerçekleştirilecektir.

* Vatandaşların yönetime katılması ve yönetimi denetleyebilmesi için bilgi ve

belgelere ulaşılabilmesini kolaylaştıracak, böylece vatandaşların bilgiye ulaşım

hakkını etkili olarak kullanabilmesine imkân sağlayan düzenlemeleri yapacaktır.

* … İşlevsel yeni yerel yönetim birimleri oluşturacaktır.

* Vatandaşların kendi köyleri, mahalleleri, şehirleri, hizmetlerinden

yararlandıkları ve çalıştıkları kurumları ile ilgili konulardaki görüşlerini, şikâyetlerini

ve çözüm önerilerini değerlendirecek ve işleme koyacak mekanizmalar

oluşturacaktır.

* Sivil Toplum Örgütleri’nin görüşlerini alarak ilgili yasal düzenlemeleri

değiştirecek, sivil toplum örgütlenmesini çağdaş demokratik ülkelerdeki düzeye

ulaştıracak bir yasal çerçeve çizecektir.

* Memur statüsünü yeniden belirleyecek, memurların sendikal

örgütlenmelerini ve haklarını yeniden ele alacaktır.

* Seçilme yaşının 25’e indirilmesiyle gençlerin demokratik süreçlere aktif

katılımını sağlayacak ve genç nüfusun ülke yönetiminde sorumluluk almasını teşvik

edecektir.

236 www.akparti.org.tr/parti-programi_79.html

71

* Demokrasilerin temel niteliklerinden biri olan toplantı ve gösteri

özgürlüğünün daha etkili kullanılabilmesi için gerekli hukuki düzenlemeleri

gerçekleştirecektir.

* Merkezi ve Yerel Yönetimler; Sivil Toplum Örgütleri, Mesleki Kuruluşlar,

Sendikalar ve Özel Sektör Temsilcileri’nin görüşlerini alacakları ortak kurul,

komisyon, kriz masası ve her türlü platformu oluşturacaktır.”237

Seçim bildirgesinde ise demokratik yönetimin uygulanabilmesi için sivil

toplumun güçlenmesinin gerekliliğine vurgu yapan AKP, “iyi yönetişim” anlayışıyla

etkili bir kamuoyu denetiminin gerekliliğini tekrarlamaktadır.238

Seçim bildirgesinde göze çarpan noktalardan biri de Belediye Kanunu’nda

yapılan değişiklikle oluşturulacak Kent Konseyleri aracılığıyla sivil toplum

kuruluşlarının yerel yönetimlere etkin katılımının sağlanacağı düşüncesidir.239

1.3.2. CHP

CHP’nin sivil toplum kavramına bakış tarzı da AKP’nin sivil toplumu ele alış

biçimine benzemekle birlikte yeterince detaylandırılmamıştır.

CHP, toplumun sivil toplum örgütleri aracılığıyla ülkede daha etkin duruma

gelmesinin sağlanacağını ve sivil toplum örgütlerinin, kendi uzmanlık alanlarında

devletin gerçekleştirmeyi öngördüğü belirli projeleri katılımcı bir anlayışla

üstlenecekleri ve bu sürecin de Sivil Toplum Koordinasyon Kurulu’nca

denetleneceği parti programında yer almaktadır.240

Sivil toplumun önemli ayaklarından olan yerel yönetimlerin güçlendirilmesi

anlayışına karşı çıkan CHP, kamu yönetiminin parçalanmasına yol açan

uygulamaların düzeltileceğini söylemektedir.241

237 A.g.y. 238 Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri Bildirgesi, s., 10 239 A.g.y., s., 11 240 Cumhuriyet Halk Partisi Programı, s. 76 241 Cumhuriyet Halk Partisi, Pusula 2007, s., 59

72

1.3.3. MHP

Parti programında sivil toplum ve katılımcılık ilkesine yer veren MHP de

CHP gibi sivil toplumu nasıl geliştireceklerine dair detaylı ifadeler kullanmamıştır.

“Sivil toplum kuruluşlarının, ülkenin hukuk düzenine, değerlerine,

geleneklerine, üniter yapısına ve kamu düzenine uygun faaliyet yürütmeleri kaydıyla

toplum hayatında etkin bir rol üstlenmeleri sağlanacaktır.”242

1.3.4. BDP

BDP ise devletin daha fazla güç ve yetkiyle donatılmasının toplum üzerine

baskı oluşturduğunu savunarak devletin küçültülerek koordinasyon işlevi gören bir

yapıya kavuşturulacağını ileri sürmektedir.243

Sivil toplum konusunda en radikal düşünceye sahip olan BDP, devletin

küçültülüp sivil toplumun güçlendirilmesiyle karar alma mekanizmalarına toplumun

daha rahat katkıda bulunacağını söylemektedir:

“Demokratik toplumun gelişmesi beraberinde devleti de demokratik bir

yönetim organizasyona dönüştürecektir. Bu temelde toplumun demokratik

yapılanmasına azami önem verilecek, demokratik bilinç, kültür ve yaşamın

geliştirilmesi ve çağdaş ölçülerde bir düzeye kavuşması yönünde çalışmalar teşvik

edilerek desteklenecektir. Bunun için özellikle STÖ'lerle sürekli ilişki içinde

olunarak, bu kurumların her aşamada etkin katılımı sağlanacaktır.”244

1.3.5. Değerlendirme

Partilerin sivil topluma bakış tarzlarını incelediğimizde AKP’nin daha net,

MHP ve CHP’nin ise temkinli olduğunu dile getirebiliriz. Bunun nedeni olarak ise

Türkiye’de toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak her işin devlet tarafından yerine

242 Milliyetçi Hareket Partisi, Parti Programı, s., 44 243 Barış ve Demokrasi Partisi, Parti Programı, s., 5 244 A.g.y., s., 5

73

getirileceği ve bu noktada devreye girmesi beklenen sivil toplum örgütlerinin dış

dinamiklerin ajanı olduğu yönündeki kuvvetli görüş yatmaktadır.245

AKP’nin kimi noktalarında çekinerek dile getirmek durumunda kaldığı sivil

toplum ve devletin küçültülmesi hususunda BDP’nin en net ifadeleri kullanmasında

hem liberal görüşe yakın siyasi parti geleneğinin daha köklü olması hem de Kürt

meselesinde yaşanan sorunların yurtdışına aktarılması esnasında karşılıklı

etkileşimlerle BDP’nin temsil ettiği geleneğin liberal demokrasi düşüncesini

özümsemesinde yatmaktadır.

Radikal Demokrasi modeli çerçevesinde ele aldığımız üç kavrama topluca

baktığımızda AKP’nin parti programında detaylı anlatımlara önem verdiğini ve

bunları da seçim bildirgesine yansıttığını görmekteyiz. İktidarının ilk döneminin son

yıllarında reform çalışmalarını yavaşlatan AKP, 22 Temmuz 2007 Genel

Seçimleri’nin ardından ilk olarak 1982 Anayasası’nın değiştirilmesi yönünde

çalışmalar başlatmış fakat parti programlarında 1982 Anayasası’na karşı olduklarını

belirten CHP ve MHP’nin şiddetli tepkileri üzerine çalışmaları dondurmuştur.

2007 seçimlerinden sonraki süreçte meydana gelen tartışmalarda CHP ve

MHP sert bir tutum takınmış ve tekçi devlet yapısına uygun söylemler

geliştirmişlerdir. Zira o dönemde Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde can kayıplarının

artması, çatışmaların yoğunlaşması iktidar partisini zor durumda bırakmış ve

muhalefet partilerinin eleştirilerine hedef olmuştur. CHP’nin bu tutumu üyesi olduğu

Sosyalist Enternasyonal’in de dikkatini çekmiş ve CHP atılma uyarısı almıştır.246

Kimlik tartışmalarıyla ilgili en hızlı tartışma süreci ise 2009 yılında meydana

gelmiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “2009 yılında güzel şeyler olacak”

demesinin ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki 60. hükümet

en sonunda “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” olarak adlandırdıkları süreci başlatmış

ve kimi uygulamaları yürürlüğe sokmuşlardır.

İktidar partisi bu dönemde çeşitli kesimlerden tepkiler almıştır. Muhalefet

partilerinden tehdit düzeyine varan tepkilerde ülkenin bölüneceği konusu işlenirken;

245 Acı, Esra Yüksel, Sivil Toplum Kuruluşları / Kalkınma Sürecinin Yeni Aktörleri, Günizi Yayıncılık, 2005, s. 14 246 Sosyalist Enternasyonal (SE) 23. Genel Kurulu Kararları, 03.07.2008

74

özellikle sivil toplumdan iktidar partisinin süreci tek başına yürütmesiyle ve bu

konuda samimiyetsiz olmasıyla ilgili eleştiriler gelmiştir.

Çeşitli konularda açılım çalışmalarına girişen iktidar partisi Kürt Açılımı,

Alevi Açılımı ve Roman Açılımı gibi yıllardır tartışma konusu olan başlıklarda

çalışma başlatmış, bu anlamda devlet düzeyinde bu konuların tartışılmasının önünü

açmıştır.

Kimlik tartışmalarında temel başlık olan anadilin kullanımına ilişkin hükümet

RTÜK’ün özel kanallarda sürekli olarak Türkçenin haricinde bir dilin kullanımına

olanak sağlayan düzenleme yapmasını sağlamış; ayrıca üniversitelerde Türkiye’de

konuşulan diğer dillerin öğretilmesine dair kürsülerin açılması çalışmasına

başlanmıştır.

Projeyi başlatan adımı atan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 10 Mart 2009’da

İran’a gerçekleştirdiği ziyaret öncesinde yaptığı açıklamada “Kürt sorununda

önümüzdeki günlerde iyi şeyler olacak” diyerek Kürt meselesinin çözümünde

devletin adım atacağının sinyallerini verdi.247

12 Mayıs 2009’da yaptığı açıklamada Kürt meselesinin çözümü için şartların

uygun olduğunu ve bu konuda başlatılan çalışmaların devam ettiğini belirten İçişleri

Bakanı Beşir Atalay, “yerel talepler” olması halinde köylere Kürtçe adlarının iade

edilebileceğini söyledi.

Bu anlamda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığındaki 60.

hükümetin başlattığı ve adı ilk olarak Kürt açılımı sonra Demokratik açılım ve

nihayetinde Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi olarak adlandırılan girişimler için somut

adımlar 2009 yılında Sağlık Bakanlığı, Kültür Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve

Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından atıldı.

247 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=11211619&yazarid=215, Cengiz Çandar, Çankaya'daki Abdullah-İmralı'daki Abdullah (Kürt sorununda ‘iyi şeyler' olacak), Referans Gazetesi, 15 Mart 2009

75

Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan kararlar göre söz konusu dört kurum,

Güneydoğu’da yaşayan halkla temas eden personelinin Kürtçe bilmesini tercih

nedeni yaptı.248

Yanı sıra kimi sosyal kampanyalar ve çalışmalar için hazırlanan afişler ile

dini günlerde yapılan dini konuşmalar Kürtçe olarak hazırlandı. Bu kapsamda 25

Haziran 2009’da Regaip Kandili nedeniyle yapılacak mevlit, Diyarbakır’daki

Ulucami’de Kürtçe okundu.

Hükümetin başlattığı girişimin ilk somut adımı 1 Ağustos 2009’da Polis

Akademisi’nde düzenlenen “Kürt Meselesinin Çözümü: Türkiye Modeline Doğru”

adlı çalıştay ile atıldı. Çalıştayda İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Oral Çalışlar, Cengiz

Çandar, Mustafa Karaalioğlu, Nasuhi Güngör, Deniz Ülke Arıboğan, Muharrem

Sarıkaya, Hasan Cemal, Okan Müderrisoğlu, İbrahim Kalın, Mithat Sancar, Ruşen

Çakır, Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, Mümtaz’er Türköne ve İhsan Dağı ile bir araya

geldi.

Kürt meselesinin barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözümüne ilişkin

hükümetin başlattığı çalışmaları en geniş katılımlı bir konsensüsle gerçekleştirmek

isteyen Beşir Atalay, bir ay boyunca siyasi partileri, sendikaları, meslek örgütlerini

ve sivil toplum kuruluşlarını kapsayan görüşmeler yaptı.

Hükümetin başlattığı açılım politikasının TBMM’ye 10 Kasım 2009’da

anlatılmak istenmesinin tartışmalara yol açması üzerine hükümet TBMM’de

gerçekleştirilecek oturumu 13 Kasım 2009’da yaptı.

13 Kasım 2009’da TBMM’de gerçekleşen görüşmede İçişleri Bakanı Beşir

Atalay, yürüttükleri çalışmanın iki temelinin Güneydoğu’daki çatışmaların sona

ermesi ve demokrasi standardının artması olduğunu söyleyerek “açılım”ın sloganının

“herkes için daha fazla özgürlüktür” olduğunu dile getirdi. Beşir Atalay,

normalleşme sürecinde düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve “terörle

mücadele” alanındaki aksaklıkların giderilmesi amacıyla Terörle Mücadele

Kanunu’nda kimi değişiklikler yapıldığını anımsattı.

248 http://www.bugun.com.tr/haber-detay/69831-kurtce-bilen-memur-araniyor-haberi.aspx (Erişim: 22.02.2010)

76

Vatandaşların günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil

ve lehçelerin öğrenilmesi için özel kurslar açılabilmesine imkân sağlandığını

hatırlatan Beşir Atalay, farklı dil ve lehçelerde yayın yapılmasının yasal güvenceye

kavuşturulduğunu, TRT 6’nın yayın hayatına başladığını söyledi.

“Demokratik açılım”ın orta vadeli tedbirlerin genellikle yasal değişiklik

gerektiren çalışmalar olduğunu söyleyen Beşir Atalay, hiçbir ayrım yapılmadan

bütün vatandaşların hukuk önünde eşit olduğu ve hakkını arayabildiği

mekanizmaların kurulmasını, mevcut mekanizmaların güçlendirilmesini

amaçladıklarını kaydetti.

Beşir Atalay yeni kurulacak mekanizmalarla ilgili olarak, “yegâne gayemiz,

vatandaşlarımızın onurlu, vakur, güvenlik içinde ve özgürce yaşamasını sağlamaktır.

Bu bağlamda ilk olarak, oluşturmayı planladığımız insan haklarını korumaya yönelik

yeni denetim mekanizmaları var. Bilindiği gibi, Anayasamızın 10. maddesi her türlü

ayrımcılığı yasaklamaktadır. Bu hükmün uygulamasını izleyecek bağımsız bir

mekanizmanın oluşturulması insan hakları standardımızın yükselmesine ciddi

katkılar sağlayacaktır. Bu nedenle, birçok demokratik ülkede mevcut olan bağımsız

bir Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu, ülkemizde de kurulacaktır. Komisyon, özel

ve kamu sektörüne yönelik her türlü ayrımcılık şikâyetini ele alarak, etkili bir

denetim gerçekleştirecektir. Konu ile ilgili kanun tasarısı yakında Yüce Meclise

gönderilecektir.

Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığını, bağımsız ve sivil bir İnsan Hakları

Kurumuna dönüştürmeye yönelik çalışmalar tamamlanmak üzeredir. Kurumun yapısı

ve yetkileri, ulusal insan hakları mekanizmalarının tabi olması gereken evrensel

esasları belirten Paris Prensipleri ışığında düzenlenmektedir. Bu yeni Kurum da

Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu gibi, insan hakları ihlallerini etkili bir şekilde

denetleme işlevi görecektir. İnsan Hakları Kurumuna ilişkin kanun tasarısı da

yakında Meclise sunulacaktır.

İşkence ve kötü muamele karşısında kararlı duruşumuzun son örneklerinden

biri de İşkenceye Karşı BM Sözleşmesinin ihtiyari protokolünün onaylanmasına dair

kanun tasarısıdır. Bu protokolün onaylanmasıyla birlikte, işkence ve kötü

77

muameleyle mücadelenin uluslararası denetim boyutu daha da pekişmiş olacaktır.

İhtiyari Protokolün onaylanmasını takiben en geç bir yıl içinde Ulusal Önleme

Mekanizması kurulacaktır.”

Beşir Atalay’ın bağımsız, sivil bir İnsan Hakları Kurumu oluşturmaya yönelik

hükümetin çalışmalarından bahsederken yönteme ilişkin herhangi bir vurgu

yapmaması sivil toplumla ilişkiler açısından değinilmesi gerekli olan bir noktadır.

Başbakanlığa bağlı bir kurum olmaktan çıkarılması beklenen yeni kurumun

uluslar arası hukuktaki anlamı daha farklı olmakta ve yeni oluşturulacak olan

kurumdan uluslararası insan hakları standartlarının ulusal hukukta uygulanması

bakımından köprü görevi üstlenmesi beklenmektedir.249

Bununla birlikte mali ve karar alma özerkliği netleştirilmeyen bu kurumun

hareket kabiliyetinin kısıtlanması ve personel bakımından “bürokratik bir hantallığa”

itilmesi hali hazırda sivil toplum örgütlerinin getireceği eleştirilerdir. Bu durumda ise

beklenen sonuç sivil toplumun güçlenmesinin aksine sivil toplumun

sönümlenmesinin en güçlü araçları haline gelebilmektedirler.250

Oysaki tavsiye raporların uluslararası örgütler, temel hakların ve

özgürlüklerin korunması ve desteklenmesini güçlendirmek için sivil toplumu da

içeren mekanizmalar kurulması konusunda talepler dile getirmekte fakat AKP

hükümetin yürüttüğü çalışmalarda istenilenin tersi sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Keza

uluslararası örgütlerin kurumsal yapıların seçiminde hükümetin tek taraflı kararı ile

değil sivil toplumla diyalog halinde karar vermesi isteği sürekli dile

getirilmektedir.251

Yasa tasarısının TBMM’ye gelmesine kadar geçen süreci göz önünde

bulundurduğumuzda ise bu alanda faaliyet yürüten sivil toplum örgütlerinin sürecin

tamamen dışında bırakıldığı ve temel hakların ve özgürlüklerin korunmasında önemli

249 Kerem Altıparmak, Köprüden Önce Son Çıkış: Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanun Tasarısı’nın Eleştirel Değerlendirmesi, A.Ü. S.B.F. İnsan Hakları Merkezi İnsan Hakları Çalışma Metinleri: 13, Ankara, 2010, s. 38 250 Altıparmak, a.g.y., s., 38 251 Altıparmak, a.g.y., s., 39

78

bir araç olan ulusal insan hakları kurumunun AB’ye üyelik sürecinde pazarlık

malzemesi haline getirildiğini ifade edebiliriz.252

Sivil toplumun güçlendirilmesi adına ulusal insan hakları kurumunun uluslar

arası alanda kabul görmesi ise şu haliyle sivil toplumun mücadele alanını daraltacak

ve temel hakların ve özgürlüklerin ihlali anlamında yürütmeye meşruiyet

kazandıracaktır.

İnsan hakları ihlalleri konusu başta olmak üzere kolluk hakkındaki

şikâyetlerin incelenmesi, izlenmesi ve sonuçlandırılmasını sağlamaya yönelik yeni

bir mekanizma oluşturma çalışmasının devam ettiğini bildiren Beşir Atalay,

“kurulması düşünülen Bağımsız Kolluk Şikâyet Mekanizması, bir yandan işkence ve

kötü muamelenin önlenmesine, diğer yandan da güvenlik güçlerimizin haksız yere

yıpratılmasının engellenmesine hizmet edecektir” dedi.

2009 yılındaki çalışmaları çalışmamız kapsamında değerlendirdiğimizde

hükümetin önce belirli bir bölgenin halkı için çalışma başlattığı izlenimi edinilmiş

fakat daha sonra toplumun geneline hitap eden çalışmalar yürütülmeye çalışılmıştır.

Kimliklerin tanınması ile temel hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesi yönünde

yürütülen çalışmaların iç içe gittiği bu dönemde hükümetin temsil ettiği siyasal

geleneklerden oldukça farklı bir yol izlediği gözlemlenmiştir.

CHP hem parti programında yazanlarla hem de hazırladığı raporlarla ters

düşen bir görüntü çizmiş ve tüm gelişmeleri eleştirmiştir. Oysaki CHP, 29 Mart 2009

Yerel Seçimleri öncesinde partinin genel ideolojisinin tersi bir tutum çizmiş ve

toplumun farklı kesimlerinden oy talep etmişti.

Sancılı bir süreç halinde ilerleyen bu dönemde kültürel kimliklerin

tanınmasıyla temel hakların ve özgürlüklerin geliştirilmesinin ise sadece hükümetin

bir başarısı olarak görmek ise yanıltıcı olabilir. Çünkü değişen siyasal ortam

devletlerin içinde bulunduğu koşulları gözden geçirmesini gerekli kılmaktadır. Öte

yandan devletin küçültülmesi tartışmalarını sadece özelleştirme anlamında

düşünmediğimizde sivil toplumun ve halkla daha fazla temasta bulunan yerel

252 Altıparmak, a.g.y., s., 39

79

yönetimlerin güçlendirilmesi olarak ele almamız; Radikal Demokrasi modeli

mantığında daha işlevseldir.

Daha önce de değinilen kimi olguları “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi”

kapsamında değerlendirdiğimizde ise demokratikleşme çabalarının toplumun farklı

kesimlerini kapsamadığını azınlık haklarından, LGBT haklarına; çevrenin

korunmasından vicdani reddin tanınmasına; Anayasanın değiştirilmesinden

Türkiye’nin yakın tarihiyle yüzleşmesine kadar pek çok noktada eksik kaldığı

söylenebilir.

80

BEŞİNCİ BÖLÜM

RADİKAL DEMOKRASİ’NİN TÜRKİYE’DE ANLAŞILMASI

Laclau ve Mouffe’nin geliştirdiği Radikal Demokrasi Kuramı’nı temel alan

çalışmamızda “radikal demokrasi”nin ne anlama geldiği, hangi ihtiyaçlardan ötürü

doğduğu ve hangi tarihsel zorunlulukların kuramın gelişmesine doğrudan veya

dolaylı katkıda bulunduğunu belirtmeye çalıştık. Özgürlük temelli liberal

demokrasinin çoğulculuğunu dikkate alan Radikal Demokrasi Kuramı’nda toplumda

yer alan küçük grupların kendilerini ifade edebilmesinin gerçek anlamda bir

demokrasiye işaret ettiğini vurguladık. Düşüncelerin çatışmasıyla ortaya çıkacak

siyasal ortamın toplumun mutluluğu açısından yeni bir durum olmasının olası

olduğunu ifade ederken kuramın her ülkede veya bölgede aynı yöntemlerle

uygulanamayacağının ve aynı reaksiyonu gösteremeyeceğinin altını çizdik.

Ortodoks bir siyasi geleneğe sahip olan Türkiye’de karşılaşılan sıkıntıları ise

hem Fuat Keyman’ın Radikal Demokrasi’yi ele alışında hem de TBMM’de grubu

bulunan siyasal partileri mercek altına aldığımızda inceleme fırsatı bulduk. Yaygın

siyasal kültürün egemen devlet ideolojisinin etkisinden kurtulamaması sebebiyle

tekçi, çatışmaya yer bırakmayan bir düşünce ortamında benzer olgularla hareket

ettiği yapılan incelemelerde görülmüştür. Keza Radikal Demokrasi Kuramı’nın da

öngördüğü kimi özgürlük alanlarının kullanılabilmesi veya kimlik politikalarının

yürütülmesine imkân verilmesi gibi durumlar da yaygın siyasal kültürün yoğun

eleştirisine maruz kalmaktadır.

Temel hakların ve özgürlüklerin kullanılabilmesi için devlete düşen

sorumlulukların bağımsız birimlerce yürütülmesini öngören insan haklarının

kurumsallaştırılması çabaları da Türkiye’de hala tartışılan konuların başında

gelmektedir.

Tüm bu tartışmaları Laclau ve özellikle Mouffe’nin geliştirdiği kuram

çerçevesinde düşündüğümüzde Radikal Demokrasi Kuramı kendi içinde tartışılması

gereken pek çok yanlara sahip iken tartışmalı noktalarda dahi Türkiye’nin

demokratikleşmesi için yeterli özelliklere sahiptir.

81

Egemen iktidarın bu argümanları kullanarak yapmak istediği ise henüz net

değildir. Çünkü 1990’dan itibaren çeşitli toplumsal muhalefet hareketleri ciddi

anlamda güç kazanmış; birikim edinmiş ve kendisine uluslararası platformda

muhatap bulmuştur. Kimliklerin tanınması, temel hakların ve özgürlüklerin

korunması ve geliştirilmesi ile sivil toplumun güçlendirilmesi yolunda atılan

adımların söz konusu muhalif hareketlere nasıl bir ivme kazandıracağı zamanla

anlaşılacak bir olgudur.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (hükümet) 2002 yılının Kasım ayında

iktidara geldiği dönemden beri Türkiye’de “demokrasinin demokratikleştirilmesi”

yolunda attığı adımlar inişli çıkışlı bir grafik sergilemesi hükümet hakkında analiz

yapmayı zorlaştırmaktadır.

29 Mart 2009 Yerel Seçimlerindeki oy oranını göz önünde bulunduracak

olursak AKP’nin aldığı oy oranı %38,8’dir.253 Hükümet olan bir siyasi partinin son

seçimlerde alamadığı oy oranının bulunduğu noktayı yani %61,2’lik kesimi AKP

politikalarını kabul etmeyen ve AKP’yi “gerici” olarak gören bir pozisyonda

değerlendirmemiz mümkündür.

Anayasa Mahkemesi de aldığı kararla her ne kadar kapatma kararı vermese

de partiyi “laiklik karşıtı fillerin odağı” olarak tanımladı.254 Uluslararası arenada

parti “ılımlı İslamcı” olarak tanımlanırken AKP Avrupa’daki benzerlerine uygun

olarak kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak tanımlamaktadır. Çalışmada daha

önce dile getirdiğimiz bu durum, yeni muhafazakârlığın liberal siyasette yükselmesi,

Türkiye’de de benzer etkiyi göstermiş ve İslamcı çizgileriyle tanınan bir grup Fazilet

Partisi’nden yenilikçi kanat adıyla ayrılarak AKP’yi kurmuştu.

Avrupa Birliği (AB) endeksli politika yapmanın belirleyici etkisiyle başlayan

bu yeni dönemde hükümet kurmayları, politik kriz ortamlarında sıklıkla dile

getirilen “Türkiye’nin kendine özgü şartları”nın ortadan kaldırılmasının ve

demokrasini güçlendirilerek AB’ye tam üyeliğin hedeflendiğini dile getirdiler.

253 http://www.secim.haberler.com/2009/partilere-gore-durum/ (Erişim: 20.03.2010) 254 http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/463579.asp (Erişim: 20.03.2010)

82

İktidarının ilk dönemlerinde kimlik politikalarına değinmeyen fakat temel

hakların ve özgürlüklerin genişletilmesi ve korunması yolunda 12 Eylül 1980 Askeri

Darbesi sonucu hazırlanan 1982 Anayasası’nda yer alan hükümleri “uyum paketi”

adıyla değiştiren hükümet, gerek yaptığı reformların AB’den umduğu desteği

alamaması gerek iç politikada ve tabanında tepkiyle karşılanması üzerine 2005

yılından itibaren reformlarda yavaşlamıştır.

Bürokrasiyle özellikle yargıyla kıyasıya bir iktidar mücadelesine giren iktidar

partisi, bir yandan küresel ekonomiye uyum sağlamaya çalışırken bir yandan da

cumhurbaşkanlığı krizinin255 yarattığı koşullarla birlikte hakkında açılan kapatma

davasıyla meşgul olmuştur.

AKP’nin muhafazakâr bir parti olup olmadığına karar verebilmek için

“muhafazakâr” kavramının tartışılması gerekiyor. İki ayrı tutum alış tarihte

muhafazakâr olarak adlandırılmaktadır. Birincisi meydana gelen her tür değişime

direnen, her koşulda var olan durumu savunan tepkisel muhafazakârlık iken ikincisi

1848 ayaklanmalarından sonra oluşan ideolojik muhafazakârlıktır. Bu tarz

muhafazakârlık, var olan yapının değişimine karşı çıkan tepkisel muhafazakârlıktan

farklı olarak, değişimin kaçınılmazlığını kabul ederek kontrol etmeye çalışır.

İdeolojik muhafazakârlara göre din, aile gibi konularda değişim kötüdür. Diğer

alanlardaki değişim ise kaçınılmaz, hatta teknoloji alanında yaşanıyorsa iyidir.

İdeolojik muhafazakâr partiler, bu anlayışlarına uygun olarak, değişimi bürokrasinin

yol göstericiliğinde yaşanacak teknik bir süreç olarak algılamışlar ve bu süreci

denetleyebilmek için bürokrasiyle işbirliği içine girmişlerdir.

İlk tarzın Türkiye’de en iyi örneği CHP, ikinci tarzın en iyi örneği ise

Demokrat Parti’yle başlayan gelenektir.

Hükümet partisi ikinci örneğe yakın olmakla birlikte üzerinde daha farklı

araştırmalar yapılmasını gerektiren bir çizgide ilerlemektedir. Bu nedenle bu kısa

değinme hükümet partisinin tutumunun radikal demokrasi bağlamında nasıl ele

alınabileceği bakımından yeterli olmaktadır. Fakat özetlemek gerekirse AKP’nin son

dönemde gerçekleştirdikleriyle radikal bir dönüşümcü olduğu söylenebilir. Şartların

255 http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=556653 (Erişim: 20.03.2010)

83

getirdiği zorunlulukla bu izlenimi oluşturan hükümet partisinin çizgisini devam

ettirmesi ise kadrolarının ideolojik muhafazakârlığın mektebinde yetişmiş olmaları

itibariyle mümkün görünmemektedir.

Radikal demokrasi kuramının temel kavramları itibariyle Türkiye’deki

siyasal ortamında ele aldığımız çalışmamızda en önemli yeri tutan hükümet

partisinin modelimiz kapsamında çeşitli dönemlerde ciddi adımlar attığını dile

getirdik. AB’ye üyelik sürecinin etkisiyle gerçekleştirilen reformların henüz topluma

yansımasının tam anlamıyla sağlanamaması nedeniyle kalıcılıkları konusunda

şüpheyle yaklaşılmaktadır. Fakat çoğulcu bir siyaset anlayışının hissedilmeye

başlandığı, temel hakların ve özgürlüklerin algılanışının değiştiği böylesi bir

ortamda gerek radikal demokrasi modeli bakımından gerekse demokrasinin

işlerliğinin toplumsal zeminde benimsenmesi bakımından söz konusu reformlara

karşı çıkışın hükümet karşıtlığı üzerinden kurulmaması gerekir. Reformların sivil

toplumun etkin katılımıyla gerçekleştirilmesi talep edilmeli ve toplumsal

muhalefetin sönümlendirilmemesi için çalışılmalıdır.

AKP programını radikal demokrasi modelinin çoğulculuk ve farklı

kimliklerin varlığının korunması, geliştirilmesi ilkeleri açısından

değerlendirdiğimizde şu noktaları belirtebiliriz. İktidar partisi muhafazakar liberal

bir yapıya sahip olduğunu programıyla göstermektedir. Programında yer alan

kültürün-ki bu kavram çoğulculuk ve farklı kimlik konusundaki tutumu açık bir

şekilde belirler-ortak bir miras olduğu ifade partinin liberal yanını gösterirken bu

kültürün milli kimliğinin korunması hedefi ise muhafazakar yani değişime kapalı

yanını göstermektedir. Bu tutum radikal demokrasi modelinin çoğulcu ve farklı

kimliklere yönelik hoşgörü ilkesiyle uyuşmamaktadır. AKP’nin 2002 yılı Kasım

ayından bu yanı iktidarda bulunması sebebiyle sadece parti programı ve seçim

bildirgeleri değil aynı zamanda uygulamalarıyla da değerlendirilmesi gerekmektedir.

İktidar partisinin Kürt, Alevi, Roman açılımları başlatması radikal demokrasi modeli

açısından olumlu örneklerdir. Ancak bu açılım programlarının milli birlik ruhu

oluşturma gayesiyle yola çıktığının belirtilmesi radikal demokrasi modeli açısından

sorunlu bir durumdur. Mecliste en kalabalık gruba sahip AKP programının radikal

84

demokrasi modeli açısından değerlendirilmesinden çıkarılacak sonuç partinin bu

konuda iyi bir sınav vermediği şeklinde özetlenebilir.

CHP’nin 1994 yılında değiştirdiği parti programının sunuş kısmında program

“demokratikleşme” ve “toplumsal barış” programı olarak nitelendirilmiştir. CHP,

programda “demokrasi” tanımını yaparken “özgürlük, eşitlik, halkın yönetime

katılımının etkinleştirilmesini” ileri sürdüğü bir sosyal demokrasi anlayışına da

vurgu yapmaktadır.

Radikal demokrasi modeli bakımından CHP’nin parti programını ele

aldığımızda CHP’nin “altı ok” olarak tanımlanan görüşlerine özgürlükleri ve

çoğulculuğu da eklediğini ve vurguyu bu kavramlar üzerinden yaptığını

görebilmekteyiz. Özgürlük ve çoğulculuk kavramlarının CHP programında yer

alması parti programı radikal demokrasi modeli açısından değerlendirildiğinde

olumlu bir yöndür.

Çoğulculuğun parti programında anılması CHP açısından önemli bir gelişme

olarak görülmekle birlikte milliyetçiliğin ulusal bütünlük esasıyla hala dile

getirilmesi CHP’nin farklılıklara mesafeli davrandığı ve süregelen Türklük

tartışmalarında tekçi bir yapı ileri sürmektedir. Programında tek bir millet olarak

Türklük’ten bahsetmesi CHP’nin tekçi bir zihniyet yapısına sahip olduğunu

gösterdiğinden radikal demokrasi modelinin çoğulculuk ilkesiyle karşıt bir durum

oluşturmaktadır. Bu durum CHP’nin hanesine olumsuz bir yön olarak

eklenmektedir.

Parti programında kimliklerle ilgili tartışmayı ulusal bütünlük içerisinde ele

alan CHP’nin görüşlerini radikal demokrasi modeli tartışmaları içinde ele

aldığımızda CHP’nin parti programında “asimilasyonu” doğrudan kastetmese de

ulusal azınlıkların “kaynaşma” ve “bütünleşme” çalışmaları kapsamında genelin

içinde eritileceği vurgulanmaktadır. Radikal demokrasi modelinde farklı kimliklerin

korunup, geliştirilebilmesinin yolu olarak bu kimliklerin kendi özlerine uygun

koşullarda yaşamalarının sağlanması gerekliliğine vurgu yapılmaktadır. Ancak CHP

programının kaynaşma ve bütünleşme kavramlarının asimilasyon olarak

85

yorumlanabilecek olması radikal demokrasi modeli kapsamında parti açısından

olumsuz bir yöndür.

Keza parti programında yer alan “Çoğulcu Toplum” başlığının altında yer

verilen “Etnik Duyarlılıklara Demokratik Çözüm” alt başlığında yer alan ifadelerin

radikal demokrasi modeline uygun olduğu düşünülse de parti programında CHP’nin

farklı kimliklere ilişkin yaptığı değerlendirmeyi kültürel kimliklerle sınırlı tutması

farklı toplumsal hareketlere CHP’nin bakış açısını yansıtmaktadır.

Parti programında temsiliyet meselesine de değinen CHP, TBMM’nin daha

etkin bir hale getirileceğini ileri sürmektedir:

“Parlamento, çoğulcu demokrasi ile sivil toplumun temel kurumudur.

Demokrasilerde parlamentonun işlevi, yasama ve denetlemeyle sınırlandırılamaz.

Parlamento, demokratik bir ülkenin siyasi nabzının attığı, ülke demokrasisinin

kendini ifade ettiği temel siyasi platformdur. Bu nedenle, bugün Türkiye

demokrasisinin temel sorunu, TBMM’yi yasama ve denetleme işlevi yanında, ulusal

tartışma sürecini sürekli geliştiren bir siyasi organ haline getirmektir.”256

Radikal demokrasi modeli kapsamında değindiğimiz başlıklardan olan sivil

toplum meselesine dair CHP, parti programında çoğulcu bir tutum takınmakla

birlikte çalışmada ele aldığımız son dönem gelişmelerinde merkeziyetçi bir tutum

takınmış ve bu durum da sivil toplum ile olan ilişkilerine yansımıştır.

Radikal demokrasi kuramını anlatırken bahsettiğimiz müzakereci veya

çatışmacı demokrasi anlayışına uygun bir modeli CHP sadece anayasa

hazırlanmasında öngörmektedir.

Temel haklar ve özgürlükler bağlamında ise CHP’nin özgürlükleri sınırlama

konusuna yer vermesi ise hazırlanması olası bir anayasanın ne ölçüde özgürlükler

belgesi olacağı hususunda düşündürmeyi gerektiriyor.

CHP’yi radikal demokrasi modeli uygulamaları noktasında ana muhalefet

partisi olması nedeniyle iktidar partisiyle karşılaştırdığımız da, katılımcılık

konusunda AKP’nin CHP’den daha güçlü ve emin ifadeler kullandığını

256 CHP Parti Programı, 1994, s., 47-48

86

görmekteyiz. Referandum konusunda son dönem anayasa tartışmalarını da göz

önünde bulundurarak bir değerlendirme yaptığımızda CHP’nin vatandaşa

güvenmeyen elitist bir tutum takındığını ifade etmemiz mümkündür.

CHP programını radikal demokrasi modelinin çoğulculuk ve farklı kimlikler

kavramları açısından değerlendirdiğimizde, partinin gerek altı ok ilkesi içerisinde

yer alan devletçilik ve milliyetçilik kavramları gerekse de son dönemde giderek

katılaşan ulusalcılık hatta milliyetçilik yönünde pratikleri sebebiyle başarılı bir sınav

verdiğini söylemek pekte mümkün değil. CHP son dönemlerdeki pratiğiyle sosyal

demokrat bir partiden ziyade ulusalcı bir parti modeli çizdiği için programının

radikal demokrasi modeli açısından değerlendirilmesinden başarılı bir sınav

verememiştir.

TBMM’de grubu bulunan incelediğimiz diğer siyasi parti yani Milliyetçi

Hareket Partisi Türkiye’nin siyasi tarihi mercek altına alındığında kökenleri ve

gelişimi açısından göz ardı edilmemesi gereken bir siyasi partidir. Çünkü

kuruluşundan bu yana çeşitli dönemlerdeki kesintilerle birlikte günümüzde varlığını

sürdüren üçüncü siyasi parti konumundadır.

Devlet egemenliğini sorunsallaştıran ve devlete atfedilen kutsiyetin

tartışılması hallerinde MHP, devletin meşruluğunun tartışılmasının dahi kabul

edilemeyeceğini ve ulus-devlet modelinin tek seçenek olduğunu dile getiren bir

söylem içerisinde kuruluşundan beri “devletin koruyucusu” rolündedir. Ulus

devletin tek bir ulusa dayandığı mantığından hareketle MHP’nin detaylı

değerlendirmeye tabi tutulmadan dahi radikal demokrasi modelinin farklı kimlikler

ve çoğulculuk ilkesi açısından iyi bir örnek teşkil etmediği tahmin edilebilir.

Radikal demokrasi modelinin konusu da olan devletin meşruiyetiyle ilgili

herhangi bir sorun olmadığını vurgulayan MHP, devletin küçültülmesi, yerel

yönetimlerin ve sivil toplumun güçlendirilmesi gibi çoğulculuğu destekleyecek

uygulamalara karşı çıkmış ve tartışmaların üniter yapıya zarar verdiğini ifade

etmiştir. Üniter yapı konusundaki hassasiyeti ve bu yapının korunması gerekliliğinin

altını parti programı, seçim bildirgesi ve pratiğinde çizen MHP radikal demokrasi

modeli ile uyuştuğunu söylemek uygun değildir.

87

Milliyetçi düşünceye haiz olanların Türkiye’deki resmi kurumu olarak

nitelendirebileceğimiz MHP’nin siyaset anlayışında temel ilke olarak belirlediği

kriterleri; meşruiyetçilik, insan haklarına saygı, demokrasi ve hukukun üstünlüğü,

ilkeli siyaset temelinde devletçi bir politika şeklinde sıralamamız mümkündür.

MHP’nin ideolojisinin temeli olan “milliyetçilik” ile ilgili görüşleri ise MHP

için ulus devlet anlayışının vazgeçilmezliğini göstermektedir:

“Milliyetçilik ise millet denilen sosyal gerçekliğe mensubiyet bilincini

geliştirmeyi hedefleyen ve onun ayırt edici vasıflarını, dünyayı ve olayları

yorumlayışta temel referans kabul eden fikirler ve duyarlılıklar bütünüdür. Milliyetçi

düşünce sistematiğinin unsurları arasında millî kültür, millî hâkimiyet, millî devlet

ve dayanışma kavramları belirleyici bir öneme sahiptir. Milliyetçiliğimiz, Türk

Milleti'ne olan derin bağlılığımızın ve sevginin verdiği ilham ve cesaretle, var

oluşunu anlamlandırmayı ve geleceğini garanti altına almayı temel hedef olarak

kabul eder ve bunun için her türlü çabayı gerekli görür.”257

Oysa Radikal Demokrasi modelinde bireylerin kendilerini ifade etmeleri

hususunda ulus-devlet kimliği yetersiz kalmaktadır. Birey hakları, bütün insanlığın

ortak değeri, bütün uygar ülkelerin ortak paydası durumundadır.258 Radikal

demokratik yurttaşlık, modern çoğulcu demokrasinin siyasi ilkeleri, herkes için

özgürlük ve eşitlik ile özdeşleşen bir kimlik biçimidir, tüm toplumsal ve siyasal

faillerin farklı özne konumlarını etkileyen bir toplumsal imgelem, demokratik

eşdeğerlikler yoluyla eklemlenen kolektif siyasi kimlik, siyasi topluluğu bir arada

tutan bir bağ, eklemleyici bir ilke ve yeni bir düğüm noktasıdır.259

Çoğulcu siyaset tarzına yanaşmayan MHP, etnik kimlikleri “mozaik” olarak

değerlendirmeye alıp bu farklılıkların bizi daha güçlü bir noktaya getirmesi

gerektiğini savunurken bunun nasıl yapılacağı noktasında açık ve net bir açıklama

yapamamaktadır. “Türkiyelilik” kavramını coğrafi bir anlam kazandırılmak ve

“Türk” kimliğinin tasfiyesi olarak değerlendirip “Ne Mutlu Türküm Diyene”

kavramıyla bütünleşmenin gerekliliğini savunurken, bu savunmada ırkçı bir

257 Temel Değer ve İlkelerimiz. http://www.mhp.org.tr/program/program1.php 258 Can, Nevzat, Özgür Birey Sınırlı Devlet, Hece, 2005, s.135 259 Demir, Gökhan, Post-Marksizm ve Radikal Demokrasi Projesi (YLT), 2005, s.152

88

yaklaşım olmadığını, bu topraklarda yaşayan herkesin hangi etnik ve dini kimliklere

sahip olursa olsunlar onları “Türk” üst kimliği ile kabul edilmesinin gerektiği ifade

etmişlerdir.

MHP, farklılıkların siyasallaşmasını toplumsal bir gerçek olarak kabul

ederek bu süreci “demokratik tarzda yeniden kurulacak bir kimlik siyaseti

geliştirmek” yerine esas misyonu olan “Türk ve Sünni İslam” kimlikli siyaset

anlayışını devam ettirmektedir.

Tüm bunlar ışığında MHP programını radikal demokrasi kavramı açısından

genel olarak değerlendirdiğimizde şunları ifade etmek mümkündür: MHP kendisinin

milliyetçi özüne uygun bir program ve pratik izlemektedir. Ancak bu program ve

pratik radikal demokrasi modeline ile neredeyse taban tabana zıt bir durum

içerisindedir. Bundan dolayı MHP programının radikal demokrasi modeli

sınavından geçer not aldığını söylemek mümkün değildir.

Radikal Demokrasi modeli temelli çalışmaya başlandığında TBMM’de grubu

bulunan bir diğer parti Demokratik Toplum Partisi (DTP) adı altında çalışmalarını

yürütüyordu. Ancak DTP’nin 11 Aralık 2009’da Anayasa Mahkemesi tarafından

kapatılmasının ardından bu partiye mensup milletvekillerinin Barış ve Demokrasi

Partisi’ne (BDP) geçiş yapmasıyla TBMM’de grup oluşturan dolayısıyla da

inceleme alanımıza giren yeni parti BDP olmuştur. BDP geleneğinden gelen siyasi

partiler 1990’dan itibaren bölgeye sıkışmış bir siyaset tarzı yürütmüşlerdir veya

yürütmek durumunda bırakılmışlardır. Böylesi bir tarzın pek çok dezavantajı olsa da

uzun yıllardır yürütülen kimlik siyaseti sonucu son dönemdeki gelişmeler karşısında

BDP, CHP ve MHP’den farklı bir muhalefet yöntemi benimsemiştir. Meclis

içerisinde grup oluşturma tarihi yeni sayılabilecek olmasına karşın muhalefet tarzını

çoğunlukla Kürtler üzerinden olsa da farklı kimliklerin korunup, geliştirilmesi,

bireylerin ve toplulukların haklarının yasalarla güvenceye alınması temelinde

yürütmesi BDP programının ve pratiğinin radikal demokrasi modeline uygun

olduğunun ya da en azından çok zıt durumlar içermediğinin göstergesi olarak kabul

edilebilir.

89

Radikal demokrasi modelinin temel kavramlarıyla ilgili de diğer siyasi

partilerden farklı perspektifi bulunan BDP, çeşitli kimliklerin tanınması noktasında

tabanının da etkisiyle daha belirgin ifadeler kullanmıştır. BDP’nin hedeflerini tek

tipleşmenin olmadığı bir siyasal ortam oluşturmak olarak tanımlaması, radikal

demokrasinin çoğulculuk ilkesi bakımından olumlu bir yöndür. BDP’nin TBMM

tarihi yeni olduğu pratiği konusunda elimizde çok veri bulunmamasına karşın, önceli

partilerin de bu söyleme sahip olduğu fakat uygulamalarında Kürt kimliğinin baskın

olduğu politikaları olduğunu bilinmektedir. Bu durumun BDP açısından da tehlike

olduğu ortadadır. Böylesi bir tehlikenin gerçek olması parti programı ve pratik

arasındaki uyum olmaması anlamına gelecektir ve radikal demokrasi modeli

açısından olumsuz bir durum olarak not edilecektir. BDP’nin parti programında

farklılıkları kabul eden ve kapsayan bir demokratik dönüşüm ve toplumsal eşitliği,

özgürlüğü getirecek bir siyasal yapı talebi radikal demokrasinin çoğulculuk ve farklı

kimliklerin korunması, geliştirilmesi bu grupların haklarının yasayla güvence altına

alınması gerekliliği ile tam olarak uyum içerisindedir. Bu uyum BDP’nin

programının değerlendirilmesine artı olarak geçmektedir.

BDP’nin programında bireysel temel hak ve özgürlükler konusunda detaylı

açıklamalar bulunmaktadır. Partinin vicdani ret hakkını savunması ve bunun yasal

güvenceye alınması için gerekli çalışmalar yürüteceğini bildirmesi radikal

demokrasi modeli açısından önemli bir ifadedir. Türkiye toplumunda farklı kesimler

sadece dini ve etnik azınlıklardan oluşmamaktadır. Bu azınlık grupları içerisinde

askerliğin zorunlu olduğu bir ülkede vicdani ret hakkını savunan kişilerde yer

almaktadır. Dolayısıyla bu kişilerin haklarının savunulması toplumdaki farklı

kimliklerin korunup, geliştirilmesi kapsamında değerlendirilebilir. BDP

programında bu gruba yönelik açık ve net ifadeler bulunması, programın radikal

demokrasi modeli açısından uyumlu olduğunu göstermektedir. Benzer şekilde BDP

programında farklı cinsel yönelimler içerisinde bulunan kişi ve gruplarında

dışlanmalarına karşı çalışmalar yürütüleceği belirtilmektedir. İçinde bulunduğumuz

toplumun din, ahlak ve sosyal değerleri açısından savunulması en zor ve riskli

azınlık durumundaki bir grupla ilgili BDP programının açık ifadeler kullanması

partinin farklı kimlikler ve çoğulculuk konusundaki tutumunu gösterir niteliktedir.

90

Radikal demokrasi modelinin önemli noktalarından birisi de sivil toplumun

gerekliliği ve güçlendirilmesidir. BDP programında sivil toplumla sürekli bir

işbirliği içerisinde olacağı ve sivil toplum kuruluşlarını toplumun her alanında etkin

bir konuma getirmek için çaba sarf edeceğini belirtmesi, parti programının radikal

demokrasinin bu özelliğiyle uyum içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu konuda

parti programıyla uygulama arasında BDP öncülü partilerde sorunlar yaşandığı

bilinmektedir. Sivil toplumla işbirliğinden sadece ideolojik olarak kendilerine yakın

sivil toplum kuruluşlarını anlamları BDP öncülü partilerin pratiklerinde radikal

demokrasi modeline uymayan bir sonuç doğurmuştur. BDP’nin de aynı hataya

düşme riski bulunmaktadır.

BDP’nin parti programında çoğulculuk, farklı kimliklerin korunması, sivil

toplumun güçlendirilmesi gibi radikal demokrasi modelinin temel özellikleriyle

uyumlu ifadelere yer vermesinin birkaç nedeni olabilir. Öncelikle parti bu konuda

kendi ideolojik yapısına uygun ifadeler seçmiş olabilir. Böylesi bir durum BDP

programının değerine değer katacaktır. Diğer yandan BDP öncülü partilerin-DEP ve

DTP hariç- değil iktidar TBMM’ye girememeleri ve bunun farkında olmalarından

kaynaklı olarak kimi söylemlerinde daha keskin ifadeler kullanıldığı biliniyor.

Benzer bir durum her ne kadar TBMM’de grup oluşturmuşsa da mevcut koşullarda

iktidara gelme durumu olmadığından BDP için de geçerli olabilir. Bir diğer nokta

ise BDP programında yer verdiği ifadelere elinde imkan olsa ne kadar sahip

çıkacağıdır. BDP elinde imkan olsa sadece Kürtlerin haklarını mı yoksa tüm

grupların haklarını mı güvenceye alır sorusu akıllarda yer almaktadır. Sonuç olarak

BDP açısından var olan tüm tehlikelere karşın programının radikal demokrasinin

çoğulculuk, farklı kimliklerin korunması ve geliştirilmesi, sivil toplumun

güçlendirilmesi, azınlık gruplarının haklarının korunması kavramı açısından yapılan

değerlendirmeden diğer siyasi partilere oranla daha yüksek not aldığını söylemek

mümkün gözüküyor.

91

SONUÇ

Radikal Demokrasi kuramı dünyada yaşanan demokrasi sorunlarına yanıt

olmak amacıyla 1980’li yılların sonunda politik kuramcılar tarafından geliştirildi.

Radikal Demokrasi kuramın temeli post-Marksist düşüncelerin yeniden

yorumlanmasına dayanır. 1990’lı yıllarında başında dünyada Sovyet bloğunun

çözülmesiyle egemen hale gelmeye başlayan küreselleşme kendisini dünyaya tek

alternatif olarak sunma hedefine sahiptir. Ancak Radikal Demokrasi kuramı bu

anlayışa muhalefet edenlerin bir araya gelebildiği ve düşüncelerini açıklayabildikleri

bir platform olarak çıkmıştır. Radikal Demokrasi kuramı Marksist literatür açısından

yeni olan hegemonya, evrensellik, tikellik gibi kavramları bu düşünce yapısına

tanıtmıştır. Bu kuramın önde gelen isimleri Post-Marksist düşünürler Chantal Mouffe

ve Ernesto Laclau’dur. İki düşünürün bu kapsamda Hegemonya ve Sosyalist Strateji

isimli bir kitabı bulunmaktadır. Mouffe ve Laclau Radikal Demokrasi kuramının

sosyalist bir proje olduğunu ve radikal, çoğulcu bir demokrasi ile hayata

geçebileceğini ifade etmiştir. Radikal Demokrasi kuramı’nın nihai hedeflerinden biri

olarak demokratik hak ve özgürlüklerin en üst düzeye çıkarılmasını da alabiliriz.

Radikal Demokrasi kuramının merkezinde sadece işçi sınıfı değil yeni sosyal

toplumsal ve muhalif hareketler yer alır çünkü bu hareketler toplumda sadece işçi

sınıfının değil diğer kesimlerinde hegemonyanın buyruğu altında olduğunu

göstermektedir. Laclau ve Mouffe geliştirdikleri Radikal Demokrasi kuramında

yürütülecek toplumsal mücadelede sadece işçi sınıfının değil toplumun diğer

kesimlerinin de yer alması gerektiğini belirtir ve savunur.

İnsanların kendilerini ait hissettikleri aidiyetleri olarak tanımlanabilecek

kimlik kavramı literatürde özellikle küreselleşme ile birlikte sıkça kullanılmaya

başlamıştır. Kimlik kavramının gelişmesi için bir toplumda farklı grupların ve

çoğulculuğa yatkın bir mantalite ve yapının olması gereklidir. Radikal Demokrasi

kuramını Türkiye’ye getiren Fuat Keyman bu kuramı kimlik tartışmaları bağlamında

tanıtmıştır. Mouffe ve Laclau tarafından geliştirilen Radikal Demokrasi kuramının

bir başka önemli özelliği de sivil topluma verdiği önemdir. Sivil toplum küreselleşen

dünyada giderek önemi artan ve devlet otoritesi karşısında özerk hale gelen

92

toplumsal grupları ifade etmektedir. Bundan dolayı mevcut düzene karşı düşünce

geliştiren herhangi bir kuramın sivil toplumu göz ardı etmesi pek sağlıklı olmaz.

Radikal ve çoğulcu demokrasi modelini bir alternatif olarak sunan Laclau ve

Mouffe, sol ideolojinin sundukları bu yeni demokratik siyaset modeliyle yeni sağa

karşı başarılı olmasının yolunun kimlikleri tanımasından geçtiğini belirterek, solun

“yeniden dağıtım” meselesiyle uğraşması, hegemonik eklemlenme ve antagonistik

ilişkiler yürütme bakımından temel araçlardan biri durumunda olduğunu

göstermektedir. Laclau ve Mouffe, Radikal Demokrasi kuramını savunurken,

oluşturdukları bu yeni politik tasavvurun klasik solunkilerle kıyaslanamayacak

ölçüde büyük hedefleri olmasını, toplumsal mücadelelerin birleşik bir politik

zeminde birleşmelerinin ve ayrıcalıklı kopuş noktalarının reddedilmesine, yanı sıra

toplumsalın çoğulluğunun ve belirlenmemişliğinin kabul edilmesine

bağlamaktadırlar. Radikal Demokrasi kuramının düşünürleri Laclau ve Mouffe klasik

sol söylemin bireyi yalnızca emeğiyle sermayeye bağılı gören anlayışına

katılmamakta ve hatta bunun aksine bireyin, toplumsal ilişkiye katılış bakımından

kültür, boş zaman, hastalık, eğitim, seks ve ölüm itibariyle de sermayeye bağlı

olduğunu belirtmektedir.

Türkiye’de de siyaset yapmanın esas belirleyen aktörlerinin devlet, parti ve

partiler arası ilişkilerle sınırlı olması 1990’lı yıllardan itibaren bir tıkanmaya yol

açmış ve söz konusu ilişkiler değişen toplumsal yapının taleplerine yanıt veremez

olmuştur. Bu yanıt verememe sonucu ortaya çıkan tıkanma durumu vesilesiyle

Radikal Demokrasi kuramı ülkemizde tartışılmaya başlanmıştır. Bu kuramı

Türkiye’ye getiren Fuat Keyman’a göre radikal demokrasi bireyci, evrenselci ve

içinde zıtlıkları toplayan bir anlayışın üzerinde kurulmuştur. Keyman, Mouffe ve

Laclau’nun sosyalist düşüncenin açmazlarına alternatif olarak sunduğu şeklinde ifade

edebileceğimiz Radikal Demokrasi’nin esasında başta liberal demokrasiye karşı

geliştirilmesine rağmen liberal demokrasinin bir üst projesi olduğunu düşünür. Fuat

Keyman Radikal Demokrasi kuramlarını sorgulayıcı demokrasi olarak Radikal

Demokrasi ve agonistik demokrasi olarak Radikal Demokrasi olarak sıralamaktadır.

Sorgulayıcı demokrasi olarak Radikal Demokrasi “eleştirel kuram yoluyla modern

devlet-toplum ilişkilerinin demokratikleştirilmesi” olarak düşünülebilir. Keyman’a

93

göre agonistik demokrasi de liberal demokrasinin yaşadığı meşruluk krizinin

çözümünü katılımcı demokratik yöntem içinde arar.

Keyman, 21. yüzyıla girerken Türkiye’de siyasal yaşama anlam verme

gücünde olan iki farklı siyaset anlayışından söz edilebileceğini; bir taraftan,

milliyetçi söylemle hareket eden toplulukçu siyasal hareketlerin varlığını ve böylece

“çoğulculuğa karşı aynı’lığı ve tek’liği savunan” milliyetçi bir siyaset anlayışının

giderek güçlenmesinin diğer taraftan liberal demokrasiyi savunan, fakat bunu

yaparken liberal demokrasinin çoğulcu toplum yapısına uygun yerinden kurulması

gerektiğinin de vurgulanmasını sağlayan yeni bir siyaset anlayışına yönelimler

olduğunu anlatır.

Keyman radikal demokrasi projesinin temel nitelikleri olarak ise; devlet/parti

ve sivil toplum arasında siyasal etki eşitliğini, sivil toplum örgütleri arası siyasal etki

eşitliğini, karar alma sürecinde alınan konular arası siyasal etki eşitliğini sıralar.

Keyman, demokratikleşme konusundaki düşüncelerini liberal demokrasinin çoğulcu

anlayışının solun özgürlükçü bir perspektif izlemesi yönündeki gereklilikle

açıklayarak bu anlamda Laclau ve Mouffe’in sol ile ilgili düşüncelerini kabul

etmektedir. Radikal Demokrasi Kuramı’nın Türkiye’nin çoğulculuk esasına dayalı

olarak farklı kimliklerin bir arada yaşayabilmesinin tek yolu olduğuna vurgu yapan

Keyman, “iyi, adaletli ve demokratik Türkiye vizyonu”nun, güvenli bir toplumsal

yaşamın gerçekleşmesinin önkoşulunun da bir arada yaşayabilme kültürünün

topluma yerleşmesine bağlı olduğunu söyleyerek bu nedenle demokrasinin

Türkiye’de yerleşikleşmesinin Radikal Demokrasi modelinin önünü açacağını ifade

etmektedir.

Siyasal partiler farklı toplumsal düşüncelerin siyaset arenasında yer

almasının, temel hakların ve özgürlüklerin tam anlamıyla uygulanmasının ve

uygulanırlığının denetlenmesinin önemli kontrol araçlarındandır. Bundan dolayı

Radikal Demokrasi modelinin toplum tarafından benimsenmesinde ve devlet

aracılığıyla gündelik yaşama yerleştirilmesinde önemli bir işlev ve etkiye sahiptirler.

Türkiye’deki siyasi partilerin anayasal düzenlemeye tabi tutulmasının tarihi 1961

Anayasasına dayanmaktadır.

94

Bilimsel çalışma yürütenlerin benimsediği iki yöntemden biri olan nitel

araştırma tekniği Radikal Demokrasi ve Türkiye konulu çalışmanın da yöntemini

belirlemiştir. Bu yöntemin belirlenmesinde çalışmanın içerik ve kapsamı önemli bir

etken olmuştur. Bu çalışmanın sayısal verilerle uğraşmayacak olması ve ileri sürülen

tezin halihazırda TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin programlarında yer alan

konularla tamamlanabilecek olması sosyal bilimlerin çalışma yöntemi olan nitel

araştırma yöntemini çalışma için olanaklı kılmaktadır.

Radikal Demokrasi modelinin temel kavramlarından üç tanesi olan “kimlik”,

“özgürlükler” ve “sivil toplum” çalışmada faydalanılan nitel araştırma tekniğinin

yöntemleriyle Türkiye’nin siyasal parti geleneğinin ışığı altında TBMM’de grubu

olan partiler özelinde incelemeye tabi tutulmuştur.

İncelenen ilk parti 2002 yılından beri tek başına iktidarda olan Adalet ve

Kalkınma Partisi’dir (AKP). AKP 2007 yılı seçim bildirgesinde Türkiye’nin sahip

olduğu kültürü ortak bir miras gördüğünü belirttikten sonra Türk kültür ve sanatının

milli yönünün korunmasının hedefleri arasında olduğunu belirtmiştir. Bu programa

ilişkin olumsuz bir yöndür. AKP kimlik konusunda doğrudan bir söyleme sahip

değildir ancak Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki kültürleri kabul etmektedir. Radikal

Demokrasi kuramının genel ilkelerini göz önünde bulundurduğumuzda AKP

programının geçer not aldığını söylemek mümkün değildir.

Çalışmamızda incelenen ikinci parti Cumhuriyet Halk Partisi yani CHP’dir.

Kültürel kimlikleri CHP de zenginlik olarak kabul etmektedir. CHP programında

yeni azınlıklar yaratılmasına karşı olduğunu ifade etmektedir. Bu ifade parti

programının ulusçu yanını göstermektedir. Parti programında kültürel farklılıkları

asimilasyona tabi tutmayacağını belirten CHP bu noktada entegrasyonu hedeflediğini

dile getirmektedir. CHP programında göze çarpan bir diğer nokta ise kimliklerin

kabul edilmesi hususuna netlik kazandırılmamasıdır. Bu durum Radikal Demokrasi

modeli uyumlu değildir. Anadil kullanımının güvenceye alınacağını belirtmesi CHP

programı açısından olumlu bir yöndür. Farklı ulusal kimliklerin kültürel haklarına

yönelik somut ifadelerin kullanılmadığı CHP seçim bildirgesinde kültürel haklar

anlamında sanatın geliştirilmesine yönelik ifadeler kullanılmıştır. Kültürel hakları

konusunu sanatın geliştirilmesi ile sınırlandırması CHP’nin bu konunun Radikal

95

Demokrasi açısından değerlendirilmesinde yeterli düzeyde olmadığını

göstermektedir. Genel olarak değerlendirdiğinde CHP programının Radikal

Demokrasi perspektifinden geçerli not almadığı söylenebilir.

Çalışmada incelenen üçüncü siyasi parti Milliyetçi Hareket Partisi’dir (MHP).

Parti programında demokrasi standartlarının milletin (kastedilen Türk milletidir)

tarihinden ve köklerinden gelen değerlerinden ilham alınarak yükseltileceği ifade

edilmektedir. MHP programındaki bu bölüm ülkemizde yaşayan herkesi aynı tarih ve

köklerden geldiği kabulünden hareket ettiği için Radikal Demokrasi modeli pek

uygun değildir. MHP programında temel olarak ülkemizde yaşayan herkesin Türk

olduğu vurgulanmaktadır. Bu tarz bir vurgu Radikal Demokrasi modelindeki çoğulcu

toplum yapısıyla zıt bir özellik göstermektedir. MHP 22 Temmuz 2007 Genel

Seçimleri öncesinde yayınladığı seçim bildirgesinde ise kimlik tartışmalarını

reddetmekte ve kendileri için esas olanın Türk kültürünün geliştirilmesi olduğunu

vurgulamaktadır. MHP parti programına genel olarak bakıldığında ülkemizde farklı

etnik ve inanç kültürlerinin varlığına yönelik olumsuz bir yaklaşım olduğu

görülmektedir.

Çalışmadan incelenen son siyasal parti 11 Aralık 2009 tarihinde Anayasa

Mahkemesi tarafından kapatılan Demokratik Toplum Partisi (DTP) milletvekillerinin

topluca üye olarak mecliste grup kurmasını sağladığı Barış ve Demokrasi Partisi’dir

(BDP). BDP programında hedeflerinin tek tipleşmenin olmadığı siyasal bir ortam

oluşturmak olduğunu belirtmektedir. Radikal Demokrasi modelinin çoğulculuğa

dayanması noktasından hareketle bu ifade BDP hanesine olumlu bir not verilmesi

gerektiğini göstermektedir. Parti söyleminin en kuvvetli olduğu kavramlardan olan

kimlikle ilgili tartışmalarda tek tipçi bir yapıya sahip olduğunu söyledikleri 1982

Anayasası’nın mutlaka değiştirilmesini savunan BDP, çoğulcu ve özgürlükçü

kavramlarını kimlik tartışmalarında sıklıkla kullanmaktadır. BDP devletin daha fazla

güç ve yetkiyle donatılmasının toplum üzerine baskı oluşturduğunu savunarak

devletin küçültülerek koordinasyon işlevi gören bir yapıya kavuşturulacağını ileri

sürmektedir. Genel itibariyle değerlendirdiğimizde BDP programının Radikal

Demokrasi modeli ile uyum içinde olduğunu söyleyebiliriz ancak bu uyum BDP’nin

96

mevcut siyasal koşullarda iktidara gelme ihtimalinin uzak olmasından kaynaklı rahat

ifadeler kullanabilmesinin bir sonucu olabilir.

TBMM’de grubu bulunan siyasal partilerin programlarının Radikal

Demokrasi modeli ışığında incelenmesi çalışmasında ülkemizde birçok siyasal parti

bulunmasına rağmen parlamentoda dört tane grup bulunması çalışmayı sınırlayan

önemli etkenlerden birisiydi. Çalışmayı benzer şekilde sınırlayan bir diğer durum ise

partilerin Radikal Demokrasi modelinin önem verdiği temel argümanlardan olan

kimlik siyaseti, kültürel haklar, devletin küçülmesi gibi başlıklar konusunda

partilerin yeterli materyal üretmemesi oldu. Bu konularda inceleme yapmak için

temel kaynak olmasına rağmen parti programı ve seçim bildirgesinin dışında başka

materyaller-örnek tutum belgesi v.b-edinilememiştir.

Çalışmanın ulaştığı sonuç Radikal Demokrasi modelinin önem verdiği temel

ilkelerin TBMM’de grubu bulunan gerek iktidar gerekse de etkin, toplumsal tabanda

yansıması olan etkin muhalefet partilerin programlarında yeterince yer almadığıdır.

Buradan hareketle Radikal Demokrasi modelinin Türkiye’de kurumsallaşması için

hala vakit gerektiği belirtilebilir.

Çalışmanın sonunda bir sıralama yaptığımızda kimlik siyasetini ön plana

çıkaran ve etnisite üzerinden bir bölge partisi olan; kitle partisi olmayı hedefleyen

BDP’nin Radikal Demokrasi kuramlarına programında daha çok yer verdiğini

görmekteyiz. İkinci olarak muhafazakar liberal parti olarak kendini adlandıran AKP,

programlarında ve uygulamalarında demokratik açılımlar (Kürt, Alevi, Romen), sivil

toplum, yerel yönetimlerdeki şeffaflık ve katılımcılık ile çalışmamızın kuramının

kimi noktaları itibariyle uyuşmaktadır.

MHP’nin, geleneksel sağ ideolojisi bakımından Radikal Demokrasi kuramını

programına almamasını doğal karşılayabiliriz. Çalışmanın en büyük ironisi ise

kendini sosyal demokrat olarak anlamlandıran CHP’nin muhafazakar, devletçi ve

tekçi bir zihniyetten kurtulamadığıdır. Bu da İdris Küçükömer’in de dediği gibi

Türkiye’de sol siyaset yaptığını ileri süren partilerin Radikal Demokrasi gibi

gelişmelere sırtını döndüğü ve bu politikaları muhafazakar ve etnik partilerin

uyguladığıdır.

97

Bu konunun her ne kadar sol siyaset tarafından uygulanacak bir politika

olduğu dile getirilse de uygulamanın sol yelpazede olmayan partiler tarafından

yapılabilir olması bizlere Avrupa’daki pratiklerin de bu çerçeve içinde

incelenmesinin zorunluluk olduğunu göstermektedir.

Gelecekte bu konuyla ilgili çalışma yapacak araştırmacıların çalışmalarını

oluşturdukları dönemde Radikal Demokrasi modeliyle ilgili güncel bilgileri gözden

geçirmeleri, ülkemizdeki durumu daha net analiz etmek ve ortaya koymak için model

bir ülke seçmeleri, matbu parti programlarının incelenmesinin yanı sıra ilgili

partilerin karar mercilerinde bulunan kişilerle röportaj yapmaları çalışmalarının

niteliğini arttıracak yararlı noktalar olabilir.

98

KAYNAKÇA

Acı, Esra Yüksel, Sivil Toplum Kuruluşları / Kalkınma Sürecinin Yeni

Aktörleri, Günizi Yayıncılık, 2005

Aglietta, Michel, A Theory of Capitalist Regulation, Londra, 1979

Althusser, Louis, Marx İçin, İthaki Yayınları, 2002

Altıparmak Kerem, Türkiye’de İnsan Haklarında Kurumsallaş(ama)ma, TBB

Yayınları, 2007

Altıparmak, Kerem, Köprüden Önce Son Çıkış: Türkiye İnsan Hakları

Kurumu Kanun Tasarısı’nın Eleştirel Değerlendirmesi, A.Ü. S.B.F. İnsan Hakları

Merkezi İnsan Hakları Çalışma Metinleri: 13, Ankara, 2010

Argun, Fevzi, İşkence Dosyası, TİHV Yayınları, 1995

Bayramoğlu, Ali, 28 Şubat: bir müdahalenin güncesi, İletişim, 2007

Bell, Daniel, On Meritocracy and Equality, 1972

Benhabib, Seyla , The Rights of Others, Cambridge University Press, 2004

Bora, Tanıl, Devlet, Ocak, Dergah 12 Eylül'den 1990'lara Ülkücü Hareket,

İletişim, 2004

Can, Nevzat, Özgür Birey Sınırlı Devlet, Hece, 2005

Cemal, Hasan, Özal Hikayesi, Doğan Kitapçılık, 2000

Cleaver, Harry, Reading Capital Politically, The Harvester Press, Sussex,

1979

Çağlar Nedret, Postmodern Anlayışta Siyaset ve Kimlik, Süleyman Demirel

Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2008

Demir, Eyyüp, Yasal Kürtler, Tevn Yayınları, 2005

Demir Gökhan, Post-Marksizm ve Radikal Demokrasi Projesi, Yıldız Teknik

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, 2005

Denzin, N.K.; Lincoln, Y.S., Handbook of Qualitative Research, Thousands

Oaks, 1994

99

Eken Hurigül, Küreselleşme ve Ulus Devlet, Selçuk Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2006

Erdem, Çiğdem, Küreselleşme Karşısında Değişen Vatandaşlık Algısı, Gazi

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Eroğul, Cem , Anatüzeye Giriş, İmaj Yayıncılık, Ankara, 1996

Eroğul, Cem , Türkiye İşçi Partisi Programının Düşünce Yapısı, Emek

Dergisi, 1969

Erol, Mehmet Seyfettin; Efegil, Ertan, Türkiye-AB ilişkileri: dış politika ve iç

yapı sorunsalları, Alp Yayınevi, 2007

Etöz, Zeliha , Sosyal Bilimlerde Yöntem Ders Notları, 2006

Etöz, Zeliha, Sosyal Bilimlerde Yöntem Notları, 2006

Farklı Kimliklere ve Yahudiliğe Bakış Algı Araştırması, Beyoğlu Musevi

Hahamhanesi Vakfı Yayınları

Giddens, Anthony, Modernliğin Sonuçları, Ayrıntı Yayınları, 2010

Göle, Nilüfer, Mühendisler ve İdeoloji, Metis, 2008

Gözler, Kemal, Kurucu İktidar, Ekin Yayınları, 1998

Hegel, George, W.F., Tüze Felsefesi, İdea Yayınevi, 2006

Hobsbawm, Eric, J., Kısa 20. Yüzyıl 1914-1991 Aşırılıklar Çağı, Everest

Yayınları, 2009

Işık, Oğuz; Pınarcıoğlu, M. Melih, Nöbetleşe Yoksulluk, İletişim Yayınları,

2009

Kahraman, Hasan Bülent, Radikal Demokrasi ve Chantal Mouffe, Radikal

Gazetesi, 1999

Keyman E. Fuat, Türkiye’de Kimlik Sorunları ve Demokratikleşme, Alfa,

2000

Keyman, Fuat, Türkiye’nin İyi Yönetimi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008

100

Kolektif, Kavram Sözlüğü, Söylem ve Gerçek, içinde Kimlik, Ceyhan Suvari,

Özgür Üniversite Yayınları, 2005

Köker, Levent, Radikal Demokrasi, Diyalog Dergisi, sayı: 1, 1996

Köker, Levent, Kimlik Krizinden Meşruluk Krizine: Kemalizm ve Sonrası,

Toplum ve Bilim, sayı: 71, 1996

Kudar, Barış, Ne Olacak Bu CHP'nin Hali? 1 (Sosyal Demokrasi Belini

Düzeltebilir mi?), Dönence Basım ve Yayın, 2004

Laclau, Ernesto, Siyasi Kimlikler Oluşturma, Verso, 1994

Laclau, Ernesto, Evrensellik, Kimlik ve Özgürleşme, Birikim Yayınları,

İstanbul, 2003

Laclau Ernesto, Mouffe Chantal, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, İletişim,

2008

Lummis, C. Douglas, Radical Democracy, Cornell University Press, New

York, 1996

Mavioğlu, Ertuğrul, Apoletli Adalet, Babil Yayınları, 2005

Marshall, Goron, Sosyoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003

Miles, M.B.; Huberman, A.M., Qualitative Data Analisysis, Thousands Oaks,

1994

Öngider, Seyfi, Milliyetçilik, Faşizm ve MHP (Derleme), “Türkeş’ten

Bahçeli’ye MHP: Nereye Kadar”, Aykırı Yayınları, 2002

Özbudun, Ergun , Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2005

Punch, Keith F., Sosyal Araştırmalara Giriş, Nitel ve Nical Yaklaşımlar, 2005

Safi, İsmail, Türkiye'de muhafazakâr siyaset ve yeni arayışlar, Lotus

Yayınevi, 2007

Sosyalist Enternasyonal (SE) 23. Genel Kurulu Kararları, 03.07.2008

Şimşek, Hasan, Nitel Araştırma Yöntemleri

101

Tanör, Bülent; Boratav, Korkut; Akşin, Sina, Türkiye Tarihi Cilt: 5 Bugünkü

Türkiye 1980 – 2003, Cem Yayınevi

Taşpınar, Ömer, Türkiye'de kimlik çelişkisi yaşanıyor, Radikal, 13 Haziran

2007

Teziç, Erdoğan , Anayasa Hukuku, Beta Basım Yayım Dağıtım, İstanbul,

2005

Thomassen, Lasse, Radical democracy: politics between abundance and lack,

içinde Mouffe, “For an Agonistic Public Sphere”

Trend, David, Radical Democracy: identity, citizenship, and the state, içinde

Mouffe, “Radical Democracy or Liberal Democracy”

Turgut, Mehmet, 18 Nisan 1999 ve 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri

Değerlendirmesi, Boğaziçi Yayınları, 2003

Uras, Ufuk, Başka Bir Siyaset Mümkün, İthaki Yayınları, 2003

Üstüner Fahriye, Radikal Demokrasi: “Liberaliz mi Demokrasi mi? Evet

Lütfen”, ODTÜ Gelişme Dergisi, 2007

Yanık, Murat, Parti İçi Demokrasi Parti Disiplini, Lider Sultası, Partilerde

Oligarşik Yapı, Siyasal Yozlaşma, e-Demokrasi, e-Devlet, e-Parti, Beta Basım, 2002

Parti Programları

Adalet ve Kalkınma Partisi, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri Bildirgesi

Barış ve Demokrasi Partisi, Parti Programı

Cumhuriyet Halk Partisi Programı

Cumhuriyet Halk Partisi, Pusula 2007

Milliyetçi Hareket Partisi, Parti Programı

Milliyetçi Hareket Partisi, Seçim Beyannamesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genel Kurul Tutanağı 23. Dönem 4. Yasama

Yılı 18. Birleşim 13 Kasım 2009 Cuma

102

İnternet Kaynakları:

Kavramlar:

Antagonizma: http://mitoloji.info/glossary/antagonizma.nedir, erişim: 3

Kasım 2009

Jürgen Habermas: http://tr.wikipedia.org/wiki/J%C3%BCrgen_Habermas,

erişim: 4 Kasım 2009

Postyapısalcı Felsefe:

http://tr.wikipedia.org/wiki/Postyap%C4%B1salc%C4%B1_felsefe, erişim:

01.10.2009

Türkiye İşçi Partisi:

http://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye_%C4%B0%C5%9F%C3%A7i_Partisi,

erişim: 19 Ocak 2010

Yazarlar:

A. Mecit Özgül,

http://www.yayin.adalet.gov.tr/24_sayi%20i%C3%A7erik/A.%20Mecit%20%C3%9

6ZG%C3%9CL.htm, erişim: 27 Kasım 2009

Ayşe Kadıoğlu, Ötekilerin hakları başlıklı yazısı,

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=4555, erişim: 10 Kasım

2009

Baskın Oran, 2007:Korku ve Umut başlıklı yazısı

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=6993

Cengiz Çandar, Çankaya'daki Abdullah-İmralı'daki Abdullah (Kürt

sorununda ‘iyi şeyler' olacak) başlıklı yazısı,

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=11211619&yazarid=215, erişim:

22 Şubat 2010

Faruk Bildirici, Eşcinsellik hastalık, tedavi edilmeli başlıklı röportajı,

http://www.hurriyet.com.tr/pazar/14031207.asp?gid=59, erişim: 7 Mart 2010

103

Ümit Kardaş, Vicdani ret itirazının boyutları başlıklı yazısı,

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7807

Yavuz Yıldırım, Demokrasi Demokrasi Dedikleri... başlıklı yazısı

http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=43&makale=Demokrasi%

20Demokrasi%20Dedikleri, erişim: 18 Kasım 2009

Haberler ve Yazı Dizileri:

27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi, http://bianet.org/bianet/siyaset/107229-27-

mayis-darbesi-kronolojisi-ve-yassiada-durusmalari, erişim: 20 Ocak 2010

TCK 301 nihayet değişti başlıklı haber,

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=254504, erişim: 25 Şubat 2010

Anayasa Mahkemesi Başörtüsü Düzenlemesini İptal Etti başlıklı haber,

http://bianet.org/bianet/bianet/107443-anayasa-mahkemesi-basortusu-duzenlemesini-

iptal-etti, erişim: 25 Şubat 2010

AİHM, Leyla Şahin'in türbanla ilgili itirazını reddetti başlıklı haber,

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3504033&tarih=2005-11-10,

erişim: 25 Şubat 2010

Azınlık raporu 'paramparça' başlıklı haber,

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=132968, erişim: 2 Mart 2010

Kürtçe Bilen Memur Aranıyor başlıklı haber,

http://www.bugun.com.tr/haber-detay/69831-kurtce-bilen-memur-araniyor-

haberi.aspx, erişim: 22 Şubat 2010

PARTİLERE GÖRE 29 MART SEÇİM SONUÇLARI başlıklı haber,

http://www.secim.haberler.com/2009/partilere-gore-durum/, erişim: 20 Mart 2010

Kapatma davasında gerekçeli karar başlıklı haber,

http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/463579.asp, erişim: 20 Mart 2010

Anayasa Mahkemesi, '367' gerekçesini 58 gün sonra açıkladı başlıklı haber

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=556653, erişim: 20 Mart 2010

Belgeler:

104

AB Uyum Yasaları, http://www.belgenet.com/yasa/ab_uyum4-2.html, erişim:

20 Mart 2010

CHP Kurultayları, http://www.belgenet.com/parti/chpkurultay.html, erişim:

15 Ocak 2010

3 Kasım 2002 Genel Seçimleri, http://www.belgenet.com/secim/3kasim.html,

erişim: 14 Ocak 2010

Nicel ve Nitel Araştırma Yöntemleri:

http://www.donusumkonagi.net/makale.asp?id=5808&baslik=nicel_ve_nitel_Arastir

ma_yontemleri&i=Arastirma_yontemleri, erişim: 17 Ocak 2010

Adalet ve Kalkınma Partisi Programı, http://www.akparti.org.tr/parti-

programi_79.html, erişim: 23 Şubat 2010

105

ÖZET

BAYTOK Erol. Radikal Demokrasi Kuramlarına 60. Yasama Döneminde

TBMM’de Grubu Bulunan Partilerin Bakış Açıları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara,

2010

Bu tezin amacı politik kuramcılar Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau

tarafından kaleme alınan Hegemonya ve Sosyalist Strateji’de incelenen Radikal

Demokrasi Kuramı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) grubu bulunan

siyasi partilerin programlarında nasıl ele alındığını incelemektir. Bu çalışmada nitel

araştırma yöntemi kullanılmıştır.

“Radikal Demokrasi” projesi dünyada demokrasi krizinin yaşandığı bir

dönemde ortaya atılan önemli bir tez olmuştur. 20. yüzyılın, son çeyreğinde yaşadığı

yüzyılın ikinci büyük ekonomik krizin olgunlaştığı aynı dönemde post-Marksist

eğilimlerin de ortaya çıkan ihtiyacı karşılamak amacıyla mevcut siyasanın yeniden

okunmasıyla geliştiğini söylemek mümkündür.

Çalışmada Türkiye gibi demokrasinin hala tam olarak kurumsallaşmadığı,

özümsenmediği bir toplumda dünyadaki demokrasi ile ilgili sorunlara çare olma

iddiasıyla ortaya çıkan bir kuram incelenmiştir.

Farklı toplumsal düşüncelerin siyaset arenasında yer almasının, temel

hakların ve özgürlüklerin tam anlamıyla uygulanmasının ve uygulanırlığının

denetlenmesinin önemli kontrol araçlarından siyasal partiler, Radikal Demokrasi

modelinin toplum tarafından benimsenmesinde ve devlet aracılığıyla gündelik

yaşama yerleştirilmesinde başrol oynarlar.

Türkiye Millet Meclisi’nde (TBMM) grubu bulunan dört siyasi partinin, AK

Parti, CHP, MHP ve BDP’nin programları Radikal Demokrasi Kuramı açısından

incelenmiştir. Gerçekleştirilen bu incelemenin sonunda parti programlarının Radikal

Demokrasi modeli ile uyumluluk düzeylerinin tatmin edici olmadığı belirtilmiştir.

106

Anahtar Sözcükler:

1. Radikal Demokrasi

2. Türkiye Büyük Millet Meclisi

3. Siyasi Partiler

4. Türkiye

5. Siyasi Parti Programı

107

ABSTRACT

BAYTOK Erol. Political Parties, which have Group in the Turkish Grand

National Assembly in the 60th Legislation Year, Attitude Towards Radical

Democracy Theory, Post Graduate Thesis, Ankara, 2010

The aim of this thesis is to examine programmes of the political parties that

have established group in the Turkish Grand National Assembly (TBMM). This

examination was carried out in the light of the Radical Democracy Theory developed

by Chantal Mouffe and Ernesto Laclau. C. Mouffe and E. Laclau explained the

Radical Democracy Theory in their book titled Hegemony and Socialist Strategy.

The qualitative research model has been used in this thesis.

Radical Democracy project has become an important thesis in a period while

there was democracy crisis in the world. It is possible to note that while there was the

second biggest economic crisis of the century in the last quarter of the 20th century;

post-Marxist doctrines were also developed via analysing the existing political

circumstances once again.

A theory, which argues to produce solutions to problems of the democracy in

the world, was examined for Turkish society that has not internalized democracy yet

and does not have an institutionalised democracy.

Political parties, which are important tools to involve different social thoughts

in political arena, control implementation and applicability of the basic rights and

freedoms completely, have a key role for internalization of the Radical Democracy

model by the society and implementation it into the daily life by the state.

Programmes of the four political parties, Justice and Development Party

(AKP), Republican People's Party (CHP), Nationalist Movement Party (MHP) and

Peace and Democracy Party (BDP) all have group in the TBMM, were examined in

the light of the Radical Democracy Theory. It has been determined that political

parties programmes are not compatible with the Radical Democracy model at a

satisfactory level.

108

Key words:

1. Radical Democracy

2. Turkish Grand National Assembly

3. Political Parties

4. Turkey

5. Political Party Programme