16

İslam Hukukunda Genç-Ebeveyn - Meridyen Derneğipsikolojisi çerçevesinde bir dostluğu, bir beraberliği anlıyorum. Bunu tecrübe ederek, bilerek anlıyorum; ama öbür anlamda

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

İslam Hukukunda Genç-Ebeveynİlişkisi: Haklar ve Sorumluluklar

Prof. Dr. Hayrettin Karaman

Meridyen Destek Derneği Sosyal Bilimler Konferansları Iİslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi ▼ Hayrettin Karaman 3

İslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi:Haklar ve Sorumluluklar

Prof. Dr. Hayrettin Karaman

Aile toplumun temelidir, temel kurumudur. Bu, bizim cemiyetimize yada İslam ümmetine mahsus bir ilke değildir; başka toplum ve topluluklardada aile ve ailenin toplum içindeki fonksiyonu hakkında buna benzer cüm-leler söylenmektedir. Öte yandan, şekli şemali değişse de, hâkimi ana yada baba, kadın ya da erkek, küçük ya da büyük olsa da, tarih boyuncabütün cemiyetlerde –farklı şekillerde olsa da– aile hep var olmuştur.

Bir zamanlar hem evlilik hem aile aleyhine bir hareket başlamıştı.Evlenmeyi hem aşkı öldüren bir bağ, bir esaret olarak ifade ediyorlardı,hem de bizim inancımız ve iddiamızın tersine aile içerisinde çocuk yetiştir-menin onun geleceği, gelişimi, yetişmesi bakımından anormal ve olumsuzetkileri olduğunu ifade ediyorlardı, –ki biz bunların aksine inanıyor ve aksiniiddia ediyoruz.

Dilimizde çok kullanılan ve çok yıpratılan sevgi, barış, diyalog gibibazı kelimelerimiz var. Aşk’ın da, hoşgörü gibi zamansız ve yersiz kul-lanılmış, çok israf edilmiş kelimelerden biri olduğunu düşünüyorum. Za-manımızda, üzerine konuşmalar yapılan ve özellikle de ailenin ve evliliğinöldürdüğünü iddia ettikleri aşkın daha ziyade bizim hayvani tarafımızı tem-sil eden şehvetle alakalı olduğunu düşünüyorum. Bugün, aşk kelimesininyüceliği ile indirgendiği dereceye bakmak bile üzücüdür. Bizde Fuzuli gibimutasavvıf şairler,

Aşk imiş her ne var âlemdeİlim bir kıyl ü kal imiş

Meridyen Destek Derneği Sosyal Bilimler Konferansları Iİslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi ▼ Hayrettin Karaman 4

diyerek, bütün âlemi var eden, ayakta tutan, anlamlandıran şeyin aşkolduğunu söylüyorlar… Bir yanda böyle bir aşk anlayışı, bir yanda dademin arz ettiğim noktaya indirgenmiş bir aşk anlayışı durmaktadır.

Aşk o şekilde, –nefsanî duygulara indirgeniş biçimde– tanımlanırsa,evlilik aşkı öldürür. Çünkü o aşk denilen şey doyumsuz bir şehvettenibarettir ve adı üstünde doyumsuzdur, hudutsuzdur, sınırsızdır. O anlamdakullanıldığı zaman –aşk ister kadından erkeğe, ister erkekten kadına, isterdaha karışık bir ilgi olsun– bu ilginin çok uzun zaman sürmediği vesürmeyeceği bellidir. Sürmeyince de kişi değişiklik isteyecektir. Değişiklikisteyince de onun adına aşkın ölmesi denilir. O zaman da tabi ki evlilikolmaz. Hakikaten evlilik o anlamda aşkı öldürür. Aile olmak için de evlilikşartsa, o zaman aile de olmaz; aşk ile aile ve evlilik arasında gerçektenbir çelişki söz konusu olur.

Biz, kültür dünyamızda aşkı böyle kabul etmiyoruz. Erkek ve kadınlararasında da, belli bir süre ya da ömür boyu aşk diye kitap yazanlar da bu-lunuyor; fakat ben ömür boyu dostluğa inanıyorum. Yani karı-kocaarasında, “Onsuz olmaz, o olmazsa olmaz, vücudumun yarısı yok olur”,psikolojisi çerçevesinde bir dostluğu, bir beraberliği anlıyorum. Bunutecrübe ederek, bilerek anlıyorum; ama öbür anlamda bu söz konusu değil.Böyle bir beraberlik, böyle bir öz dostluk kastediliyorsa evlilik o dostluğuöldürmüyor; tam aksine önce oluşturuyor demektir. O evlendiğiniz günde,aylarda, yıllarda da değil. O süre içerisinde bu aile birliği dostluğu oluştu-ruyor, besliyor, geliştiriyor. Sadece siretleriniz değil, suretleriniz de birbirinebenzemeye başlıyor. “Siz akraba mısınız”, diye sormaya başlıyorlar. Evlilikhayatında 30 – 40 yılı devirdikten sonra, sağa baktığınız zaman, sola,aşağı, yukarı baktığınız zaman, –bakanlar erkek de kadın da olabilir tektaraflı değil bu– öbürü sizin nereye baktığınızı neyi kastettiğinizi, niçin bak-tığınızı %95 hatasız olarak keşfediyor. Bu da, aileyi kuran ruh olarak yeter.Bu dostluğu ifade etmek lazım. Bizim tezimiz bu. Yani “ailesiz olmaz”, di-yoruz. Bizim cemiyetimiz, İslam cemiyeti, İslam medeniyeti ve kültürününtanımladığı ve var ettiği cemiyet ailesiz olmaz ve İslam kültürünün tanım-ladığı ailede bu aileyi mezara kadar devam ettirecek hem maddi hemmanevi unsurlar vardır diyoruz. Ailesiz olmaz ve aile kurumu hiçbir şeyi,yaşanması gereken hiçbir maddi ve manevi değeri öldürmez, diyedüşünüyoruz. Birinci olarak söyleyeceğimiz bu.

Ailenin İslam’a Göre Kuruluşu Biz Müslümanlar olarak, “aile nedir, nasıl kurulur, kurulduktan sonra

aile bireylerin hak ve sorumlulukları nelerdir” sorularını öncelikle vahiy kay-nağına sormak durumundayız. Bir Müslümansak, hem ahiretle ilgili hemAllah, Peygamber melekler, vahiy, ahiret, ölüm sonrası varlık, mebde-mead, baş-son konusundaki bilgilere hem de dünya hayatımızla ilgili bil-gilere ulaşmak için vahiy kaynağına müracaat etmek durumundayız. Bu,

Meridyen Destek Derneği Sosyal Bilimler Konferansları Iİslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi ▼ Hayrettin Karaman 5

dünya hayatıyla ilgili bütün bilgilerin Kur’ân’da ve sünnette olduğu an-lamına gelmez; fakat biz behemehal bir kere bu kaynaklarda bununla ilgilineler olduğunu sorgulamak durumundayız. Yani temel kaynağımız vahiy-dir. Vahye bakmak mecburiyetindeyiz; ama bu vahiy –vahiy dediğimizzaman Kur’ân-ı Kerîm ve peygamberimizin sahih hadislerini kastediyo-rum– bir metindir. Hadisler de metinleşmiştir; önümüze metin olarakgelmektedir. Dünya hayatında yer alan teknikle, teknolojiyle, işlerimizleilgili her şeyin mutlaka vahiy kaynağında var olduğunu ya da olması lazımgeldiğini düşünenler vardır; ama bu doğru değildir. Çünkü mesela, teknolo-jiyle, teknikle ya da dünya hayatımızda eşya ile aramızdaki ilişkiyidüzenleyen faaliyetlerimizle alakalı olarak dünyadan yararlanma konu-larında bilgi söz konusu olduğunda, bunun Kur’ân’da veya vahiy kay-nağında yer almayacağı malumdur. İnsanların kendi tecrübeleriyle, AllahTeala’nın verdiği öğrenme, bilme kabiliyeti ile akıl ve tecrübe ile bunu dahaiyi bilecekleri, Allah Teala’nın insanları buna göre yarattığı hem Kur’ân-ıKerîm’de hem de Peygamber’imizin ifadelerinde yer almaktadır. Bununçok meşhur bir örneği de vardır.

Peygamberimiz (sav) Mekkelidir. Mekke’de ticari hayat daha çokgelişmişken, Medine’de ise ziraat daha yaygındı. Bu sebeple de, Peygam-ber’imizin hurma ziraati hakkında fazla bilgisi yoktu. –Bunu söylemekte birsakınca da yoktur; çünkü peygamber olmak hurma ziraatini de bilmeyigerektirmiyor.– Peygamber’imiz, Medine’ye geldiğinde bir gün dolaşırken,hurma yetiştiricilerinin hurmanın tozlaşmasını, döllenmesini sağlamak içinerkek unsurlar taşıyan dallarından kestiklerini ve dişi diyebileceğimiz asılmeyve veren hurmanın dallarına astıklarını görmüştü. Bunu görenPeygamber’imiz, “Bunu niye yapıyorsunuz, yapmasanız olmaz mı?” diyesormuş. Onlar da, bu soruyu, “Bunu yapmayın, bu doğru değil” şeklindeanlamışlar. Bunun üzerine, “peygamberlik aynı zamanda hurma ziraatinide en iyi bilmeyi gerektirir. Peygamberimiz böyle diyorsa hurma ziraaatikonusunda doğru olan budur” şeklinde bir telakki oluşmuş ve Medinelilero yıldan sonra mevsim geldiğinde bu işi yapmamaya başlamışlar. Bunuyapmayınca da takip eden yılda hurma verimi düşmüş. Bunu da gelipPeygamber’imize arz edince, Peygamber’imiz, “Ben size yapmayındemedim, yaptığınız yanlış demedim. Eziyet çekiyorsunuz, oradan kesiporaya getiriyorsunuz, bu bir meşguliyet, bunu yapmazsanız olmuyor mu,diye sordum. Siz bunu yanlış anlamışsınız” demiş. Asıl bundan sonrasöylediği cümle çok önemlidir: “Bu tür dünya işlerini siz benden daha iyibilirsiniz.”

Mesela, 21. yüzyılda İstanbul’da yaşıyorsunuz ve bir aileniz var. Buaile için bir ev ediniyorsunuz. Bu evin planını Kur’ân’ın, vahyin size vermesigerekmiyor. Bunu kendi ihtiyacınıza göre ayarlarsınız; ama siz Müslü-manca yaşayacağınız için, ev ile ilgili olarak, o Müslümanca hayatı kolay-laştıracak bir dizayn, bir düzenleme söz konusu olabilir. Dinin bir ev

Meridyen Destek Derneği Sosyal Bilimler Konferansları Iİslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi ▼ Hayrettin Karaman 6

düzenine tesiri ancak bu kadar olabilir. Bunun ötesi tamamen sizin ihti-yacınıza ve tecrübenize göre olur.

O halde “ailede haklar ve sorumluluklar” konusu vahye sorulduğuzaman, dinî hüküm açısından, yapıldığında Allah’ın emrinin yerine getir-ildiği, yapılmadığında da Allah’ın emrine aykırı davranıldığı ilişkilerbağlamında vahye müracaat edilmelidir. Yani hangi tür bilgi alanında vahyemüracaat edilebileceğinin tespiti mühimdir.

Peygamber Efendimiz ile birlikte yaşayanlar, hem onun gönderilişamacıyla paralel olan dinle ilgili sözlerini, davranışlarını hem de dinî konu-larla ilgisi olmayan sözlerini ve davranışlarını kaydetmişlerdir.

Peygamber Efendimiz’in hadislerini bağlayıcılık açısından değer-lendirdiğimizde, 3 kısma ayırmak mümkündür. Kur’ân-ı Kerîm’e müracaatettiğimizde, aileyle, aile hukukuyla, bir takım haklar ve sorumluluklarlaalakalı ayetler vardır; ama bu ayetlerin bir kısmı, hiç şüphesiz, o günkücemiyet hayatıyla ve o cemiyet hayatını yaşayan insanların kültür vemedeniyetiyle alakalıdır. Yani bir kısmı tarihsel iken, bir kısmı da değildir.

Cahiliye döneminde, Roma topluluğunun en vahşi, en kaba olan bazıdönemlerini andıran, son derece sert bir babanın her şeye hâkim olduğu,erkek merkezli bir aile yapısı vardı. Bu aile yapısında, kadınların ikinciplanda kaldığını söylemek çok hafif bir ifade olur. Bu toplumda, kadınlaradeta farklı bir insan cinsi gibi muamele görüyordu. Erkekler “tam insan”,kadınlar ise daha aşağı bir seviyede, “eksik insan” olarak görülüyordu. Buşekilde bir anlayış içerisinde oluşan ailelerde de, son derece gayri insanibir takım ilişkiler, davranışlar, haklar ve sorumluluklar gözleniyordu. Kur’ân-ı Kerîm böyle bir topluma inmişti. Böyle bir toplumun hayatı sözkonusuyken, Kur’ân-ı Kerîm’in 21. asırda Türkiye’de yaşayan bir toplumuhedef kitle seçip, onların problemlerinden yola çıkarak bir aile hayatı, biraile düzeni anlatması anlamlı olmazdı. Burada doğru olan; o toplumuhedef kitle olarak almak ve o toplumun acil problemlerini adını anarakçözmektir. O çözümlemeler yapılırken öyle ifadeler kullanılmalıdır ki, son-raki asırlarda yaşayanlar da kendi şartlarına göre onları rehber edinebilsin,onların ışığında yürüyebilsin. İşte Kur’ân-ı Kerîm de, bunu böylece uygu-lamıştır.

Cahiliye toplumunda bir adet vardı; erkeklerin canları isterse çokevlilik yapabiliyorlardı ama kadını biraz arka planda bırakmak isterlersede, “senin sırtın bana anamın sırtı olsun (buna ‘zıhar’ diyorlar)” diye yeminediyorlardı. Bu yeminden sonra bir daha uzun bir süre kadına yaklaşmı-yorlardı. Kur’ân-ı Kerîm’de bu yemin ele alınmış, erkeğin bu yemini yüzün-den kadının mağdur olmaması için bir kefaret sistemi getirmiştir. Kur’ânher fırsatta ıslahı ön plana çıkarmıştır ve bu kefaret sistemi sayesinde hem

Meridyen Destek Derneği Sosyal Bilimler Konferansları Iİslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi ▼ Hayrettin Karaman 7

kadını kurtarmış ve yeniden normal aile hayatının başlamasını sağlamışhem de bu sistemin gereği olarak, mali gücü olanların bir köleyi azatetmesini ya da birçok fakirin karnını doyurmasını sağlamıştır. Vahye müra-caat ettiğimizde, bu ayetten, biri tarihsel biri evrensel olmak üzere iki yönçıkarmak mümkündür. Yöntem açısından bakıldığında, tarihi boyutgünümüze taşınmamalıdır.

Müslümanlar dinlerini öğrenirken ve “dinde şu nedir” sorusuna cevapverirken sadece vahye mi dayanıyorlar, yoksa herkesin geleneğe dayalıolarak öğrendiği bir din var da, onu ifade edip, onu mu yaşıyorlar? Hangisidoğru diye bakıldığında, uzmanların “dinde ne nedir?” sorusunun cevabınıararken vahiy kaynağına müracaat ettiklerini görmek mümkündür. Uzman-lar, tarihi olanı olmayandan ayırarak, doğrudan Kur’ân’a ve hadise müra-caat etmektedirler. Geleneğe gelince, fıkhı da dinin kültürü olarak, gelenekolarak almak gerekir. Fıkıh, vahye bakan insanın çıkarımlarını yansıtır.Bunun için de, âlimler fıkha böyle bir nazarla bakarlar.

Toplumda farklı dini görüşler arasında bir birliktelik oluşturulmalıdır.O neye inandığı için farklı, onun sınırları, kırmızıçizgileri “ne” olduğu içinsenden farklı? Bunu bilmeden sağlıklı ilişkiler kurmak mümkün değildir.Bunu anlatacak bir ders talep ediliyor. Mesela dinsizlik nedir? Alevilik, Zey-dilik, Nusayrilik nedir? Bunların hepsinin böyle bir derste öğretilmesi sonderece isabetli olur.

1961- 63 yılları arasında Kadıköy merkez vaiziydim. Kürsüden in-diğimde sakallı, doğulu bir Müslüman bana yaklaştı ve şöyle dedi, “Benşafiiyim, benim kızımı bir hanefi istiyor. Hanefiye kız vermek caiz midir?”Bu adamın bunu bilmesi ne kadar iyi olurdu. Bu adamın okulda ya dabaşka bir yerde, “mezhep nedir? Hanefilik, Şafiilik nedir? Dinde bunun yerinedir? Bir insanın hanefi ya da şafii olması aralarındaki ilişkileri nasıl et-kiler?” gibi konuları öğrenmesinin ne zararı olabilir? Bu yüzden, dinî bil-gimiz kaynaklara dayalı (eskilerin tabiriyle tahkiki) olmadığından dolayı,aile hayatımız da dâhil olmak üzere yaşadığımız din büyük ölçüde vahyedayalı değildir, sağlıklı bir fıkıh geleneğine de uymaz; ama bunlara dabaskındır. Anadolu köy köy, kasaba kasaba dolaşılarak, insanlarla komşu-luk ve ana-baba-evlat ilişkileri hakkında konuşulsa, evliliğe, kadına nasılbaktıkları sorulsa, dini bilgilerimizin dayandığı kaynak konusundaki tespit-lerin doğruluğu daha iyi anlaşılabilir.

Bu noktada, sizin önünüze, bizim kulağımıza gelen birkaç olaydevede kulak gibidir. Bunlardan bir tanesi; töre cinayetleridir. Bir başkaolay da, kızı ve oğlanı evlendirmektir. Kızın ve oğlanın evlenmesi değil;evlendirilmesi. Hatta mümkün olsa birbirlerini hiç görmeden, bir araya gelipkonuşmadan evlendirilmeleri. Kıza uygun olan oğlanı bulmak, oğlanauygun olan kızı bulmak. Kim bulacak bunu? Anne-baba bulacak ve diyecek

Meridyen Destek Derneği Sosyal Bilimler Konferansları Iİslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi ▼ Hayrettin Karaman 8

ki; sen falanla evleneceksin. O, buna itiraz etmeyecek, edemeyecek; e-derse “iyi kız- iyi oğul” olmayacak. Eğer aile büyükse, dede-nine, ana-baba, torun, onun eşi bir arada yaşıyorsa burada haklar ve sorumluluklarilişkisi konusunda perişanlıklar, zulüm ve haksızlıklar yaşanabiliyor.

Birkaç yıl önce Anadolu’da bir evde misafirdim. Büyük bir aileye gelingitmiş ama benim konuştuğum sırada 55 yaşına gelmiş bir hanımla veeşiyle konuştuk. “Ben bu eve gelin geldim” dedi hanım ve ekledi “10 seneöncesine kadar yemeği pişirir, getirirdik. Önce evin en büyük erkeği yerdi.Sonra diğer erkekler. Sonra benden başka evin bütün erkânı yerdi. Banaçoğu kez sadece yavan ekmek kalırdı.”

Peki, bu aile Müslüman mı? “Köküne kadar Müslüman”, gayet mute-dil bir aile. Sakalsa sakal, hacsa hac, namazsa namaz, hepsi var. Belkitarikat bile var; ama evde bir gelin var ve ona reva görülen hayat bu. Oailedeki erkekler bunu gelenek olarak görüyor ve bunun dine aykırıolduğunu düşünmüyor. “Bu din icabıdır, bu gelin bize hizmet edecek”,diyor. Bunun ne vahiyde, ne Kur’ân’da, ne de sünnette yeri yoktur. Peki,bunun fıkıhta yeri var mıdır? Bunu fıkıhta arayanın bulması mümkündür.Herhangi bir dönem ya da herhangi bir coğrafyanın fıkhında böyle bir örfe,âdete rastlanamaz. Örf de, Müslümanların beğendiği bir şeydir. Örf, şeriataaykırı olmadığı sürece –ki aykırı telakki etmiyorlar– geçerli kabul edilir vefıkıhta buna bir kaynak bulunabilir. O halde şu anda içinde yaşadığımızzamanda aileyi kuran unsurlar ile bu unsurların karşılıklı hak ve vazifelerive bu unsurların üstü, altı ve yakınlarına karşı hak ve sorumluluklarıkonusunu Kur’ân’dan, sünnetten, fıkıhtan öğrenmek istediğimizde;

1- Tarihî olan ile olmayanı,2- Tamamen beşerî olarak, dinin özüne de aykırı olmamak suretiyle,gelenekte olanı ve olmayanı, başka bir ifade ile geleneğimizde olupda dine uygun olanı ve olmayanı

birbirinden ayırmak durumundayız.Eğer bunları ayırmazsak o zamanbizinsanlara “İslam ailesini” veİslam ailesinin üyeleri arasındakikarşılıklı hakve sorumlulukları yanlış anlatmış oluruz.

İslam’da herhangi bir konuya yaklaşırken takip edilen usul çokmühimdir. Usule riayet edilmeyip, piyasadaki “İslam’da aile” konulu kitaplarKur’ân okur gibi okunursa, İslam ailesi hakkındaki yanlış ve eksik bir bilgive anlayışa ulaşılır. Kaldı ki, Kur’ân’ı ya da herhangi bir İslami konuyu dahianlayabilmek için usulüne göre okunması gerekir; ama insanımız falanınilmihalini, filanın kitabını kaynak alarak, “o en iyi bilir” düşüncesindenhareketle bilgi ediniyor ve sonra bunları aralarında paylaşıyor. Bu minvaldebize yöneltilen sorular son derece hayret verici. Bu bakımdan usul herhalükarda önemlidir.

Fıkıhta şimdi söyleyeceklerimin aksine içtihatlar bulmak mümkündür.

Meridyen Destek Derneği Sosyal Bilimler Konferansları Iİslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi ▼ Hayrettin Karaman 9

Mesela; birinci madde: evlilik bir akitle kurulur. Buna “nikâh akti” denir. “Buaktin tarafları” dediğim andan itibaren, Kur’ân’dan, sünnetten ve zaman-larının örfünden, âdetinden hareketle fıkıhçıların ortaya koyduğu hükümler,bilgiler tek değildir; birden fazladır.

Örneğin, hanefi mezhebine göre nikâh aktinin tarafları, evlenmeçağına gelmiş kadınla, evlenme çağına gelmiş erkektir. Bu durum, bugünde geçerli olsa da, bütün müçtehidler aynı düşüncede değildir Örneğin,bugün bize oldukça ters gelen içtihadlardan bir tanesi, anne-babanınçocuk istemese bile evlendirme hakkının olmasıdır. Küçük çocuğu anababa evlendirir ve buna “velinin cebir hakkı” denir. Kız kaç yaşına girersegirsin, nikâh akdine taraf olamaz. Akitte onu velisi temsil eder. Veli, aileninona en yakın erkeğidir. Kız değil; ona en yakın erkek nikâh masasına otu-rur. Nikâh masasından evvel bu işle ilgili görüşmeyi de o yapar. Bunlarınhepsi fıkıh kitaplarında da, ilmihal kitaplarında da yer almaktadır.

Birine “İslam ailesi” hakkında bir kitap verildiğinde, orada okuduklarızihninde karışıklıklara sebep olabiliyor. Bunu da vahye mal edince, iş çokdaha çetrefil bir hal alıyor. Allah’a ya da Peygamber’e dayandırdığınızdadaha da problemli hale geliyor. “Nikâh aktindeki taraflar” konusunda bile,vahiyden fıkha ve oradan da örf ve âdete doğru gelindiğinde, “hem bizimhayatımıza hem de İslam’a uygun olanı nedir?” sorusuna aldığımız cevap-lar farklıdır. Bu farklılığın farkında olmamız gerekir.

Kadınların birçoğunun nikâha dair bilmediği, birçoğunun da o sıradaheyecandan unuttuğu bazı durumlar vardır. Hiç kuşkusuz, insanlar biryastıkta kocamak için evlenirler. Ama gerçek şu ki, evliliklerin hepsi sağlıklıyürüyemeyebiliyor, geçimsizlikler olabiliyor. “Nikâh bağını çözme hakkıre’sen, tek taraflı iradesiyle, karşı tarafa sormadan, karşı tarafa hak tanı-madan erkeğindir; kadının elinde değil, erkeğin elindedir denirse; amakadın da evlilik hayatında mutlu değilse, rahatsızsa ve hatta zulüm görü-yorsa zalim de onu boşamıyorsa bu işin sonu nerede biter? Mezarda mı?İntiharda mı? Böyle bir durumda, kadın ömrü boyunca bir hapis hayatıyaşayama mahkum edilemez; bu, İslam adına yaşanamaz.

Böyle bir durumda, biri evlenme sırasında, diğeri daha sonra başvu-rulabilecek iki yol vardır. “İslam’da aile hayatını sona erdirmek münhasıranerkeğin iradesine bırakılmıştır” ifadesi doğru değildir. Yani “erkek iste-mezse, kadın evlilik hayatında ne kadar rahatsız olursa olsun bu hayatısona erdiremez” hükmü, ifadesi, bilgisi yanlıştır. Bunun yanlış olduğunuifade etmek, modern bir açıklama, bir reform bir tecdid ya da bir içtihatdeğildir. Bunu eski içtihatlara dayanarak söylemek mümkündür.

Günümüzde kadın veya erkek evlilik hayatını sona erdirmeye kararverdiğinde, ister kadın olsun ister erkek, “ben seni boşadım” diyerek evli-

Meridyen Destek Derneği Sosyal Bilimler Konferansları Iİslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi ▼ Hayrettin Karaman 10

liğini sonlandıramıyor. Mahkemeye başvuruyor ve hâkime boşanmak iste-diğini ifade ediyor. Hâkim soruyor, kişi evliliğine dair memnuniyetsizliğinidile getiriyor. Kanunda da boşama sebeplerinin bir kısmı ismen, bir kısmıda “şiddetli geçimsizlik” gibi çerçeve şeklinde yazıyor. Hâkim tarafları vevarsa şahitleri dinliyor, geçimsizlik ispat edilirse, çiftin boşanma işleminigerçekleştiriyor ve çift ayrılıyor. İslam’da bu aynen böyledir. İslam’da bunaek olarak, erkeğin re’sen boşama hakkı da vardır. Sadece erkeğin boşamahakkının olup, kadının boşama hakkı olmadığına dair var olan algı yanlıştır.Mahkemeye, hâkime başvurarak, boşanma sebeplerini ortaya koyarakmahkeme aracılığıyla boşanma hakkı 14 asır evvelinden beri hem kadınhem erkek için mevcuttur.

Peygamber’imizin zamanında bir kadın, Peygamber’imiz’ “ben filan-dan ayrılmak istiyorum ya Rasulullah” demiş. Peygamber’imiz, “neden?”,diye sormuş. Kadın, “sevmiyorum, sevmediğim için mutlu değilim, boşan-mak istiyorum,” diye cevap vermiş. Peygamberimiz, buna karşılık, “Bu nedemek? Hiç sevmiyorum diye koca boşanır mı? Katlan. Allah Teala seniyarın Cennetü’l Firdevs’e koyar” dememiş. Kocasını çağırmış ve kadına,“kocanın sana mehir olarak verdiği nesne duruyor mu? Ver onu ona, evli-liğinizi sona erdirelim” demiş.

Boşanma konusunda, nikâh esnasında başvurulabilecek bir yol dahavardır. Bunu ifade etmek, kuşkusuz bu yola teşvik etmek demek değildir;ama böyle bir imkânın ve hakkın bulunduğunu bilmek gerekir. Eğer birkadın, re’sen boşama (mahkemeye gitmeden boşama) hakkında da eşitolmak istiyorsa, evlilik akdi yaparken, boşama hakkını da alır. Bu akidyapıldığı takdirde, tıpkı erkeğin olduğu gibi kadının da, mahkeme yoluylaboşama hakkının yanı sıra re’sen boşama hakkı da olur.

Bir de, dini nikâhlarda, unutulduğu ya da utanıldığı için çoğu kezkonuşulmayan mehir meselesi vardır. Yeni medeni kanun, evlilik birliğiiçinde edinilen malda ortaklık getirmiştir. O günkü şartlarda, bunun yerinegeçebilecek, hanımlar tarafından nikâh esnasında kullanılabilecek mehirdiye bir hak tanınmıştır. Nikâh esnasında mehir konuşulmasa bile nikâhyine sahih olur; ama ilerde bir boşanma, ayrılma ya da ölüm söz konusuolursa, hanım mehir talebinde bulunabilir. Eskiden kullanılan Arapharflerinde sıfır yerine nokta kullanılıyordu. Nikâh akitnamesine mehri binkuruş olarak yazarlarmış; bin kuruş da o dönemde iyi paraymış. Mehir birkâğıda yazılır ve o da bir kenarda dururmuş. O zamanlar da sinek çokmuş.Sinek biraz iri olur da, o noktaların hizasına konarsa, bir de o bırakırsa onbin olurmuş, bir tane daha bırakırsa yüz bin olurmuş. Bunu engellemekiçin bin değil bin bir demişler yani bir tane bir, sonra iki tane nokta sonrabir tane bir daha. Ondan sonrası yok. O bir kuruş demekmiş çünkü. Buvaktiyle çok güzel bir tedbir olarak alınmış. “Bin bir kuruş mehr-i müeccelile bu hanımı zevce olarak kabul ettin mi” diye sorulurmuş.

Meridyen Destek Derneği Sosyal Bilimler Konferansları Iİslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi ▼ Hayrettin Karaman 11

Benim yeni yetiştiğim sıralarda hocalarımız nikâh kıyarlardı, ben deyanlarında dururdum. Nikâh esnasında “bin bir kuruş mehr-i müeccel ile”diye bu ifadeyi tekrar ederlerdi. Artık bin bir kuruş bir şey ifade etmese de,bu kalıbı kullanırlardı. Mehir çok önemli bir teminattır. Bu sayede, kadınınmahkemelere düşüp, tazminat talep edip, ortada kalması, perişan olmasıve saire önlenir. Mehir o kadar önemli bir şeydir ki, bu sayede hem adambaşka bir hanıma aşık olduğu için bu hanımdan ayrılmak istediğinde otu-rup bin bir kere düşünmek mecburiyetinde kalır (eğer oraya doğru dürüstbir mehir miktarı yazılırsa) hem de ölüm, ayrılık gibi durumlar olursa, kadınbir hayat kuruncaya kadar birilerine, bir yerlere muhtaç olmadan bundanistifade eder. Bu bakımdan mehir meselesinin bir sembol gibi alınma-masını tavsiye ederim.

Meridyen Destek Derneği Sosyal Bilimler Konferansları Iİslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi ▼ Hayrettin Karaman 12

SORULAR

Soru: Gerek boşanma hususuyla ilgili söyledikleriniz, gereksemehrin önemi üzerine konuştuklarınız düşünüldüğünde, boşanmakonusunda medeni hukuk, sanıyorum ki bu kadim uygulamalardan ve ge-lenekten ilham almıştır. Mesela, İslam’da, sebeplerini arz ederek kadıyagidilip boşanılıyordu. Medeni kanundaki uygulama da hâkim önüne gitmekşeklindedir. İkincisi, medeni hukukta ölen eşin mirasını bölüşürken kadın-lara önce dörtte biri verilmektedir. Yani mehir konusunda da İslam’dakiuygulamadan ilham alındığını düşünüyorum.

Hayrettin Karaman: Söylediğiniz çok doğru. Hristiyanlıkta aslındaboşanma yoktur; ne mahkemeye yoluyla ne de kiliseye giderek boşanmakmümkün değildir. Hristiyanlık şeriat olarak Yahudiliğe dayanır, yani Yahudi-ler’de de boşanma yoktur. Mahkemeye giderek boşanma geleneği bizeaittir. İşte mehir akitnameye yazılırsa, hem fıkhi bakımdan problem kalmazhem de diğeriyle tetabuk eder, örtüşür.

Kısa kısa temas edeceğim dört tane mesele var. Biri nafaka mese-lesi. Nafaka, sadaka demek değildir. Nafaka denildiğinde, “ben nafaka mıalacağım, niye nafaka talep edeyim” gibi bir tepki yersizdir; çünkü nafakahukuki bir alacaktır, bir borç meselesidir. Hem evlilik devam ettiği sürecehem de evlilik ister boşanma yoluyla ister ölüm şeklinde olsun, bir şekildesona ererse, devam eden bir borç münasebetidir nafaka ve son derecede önemlidir. Bir de kadının çalışması, ekonomik özgürlüğünü elde etmesive bu suretle de genel özgürlüğünü elde edebilmesi konusu, Batıkültürüyle karşılaşmamızdan itibaren bizim de cemiyetimizde tartışılankonulardır. Kadının ekonomik özgürlüğü konusu İslam’da vardır. İslam,

Meridyen Destek Derneği Sosyal Bilimler Konferansları Iİslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi ▼ Hayrettin Karaman 13

kadının geçinmek için, maddi ihtiyaçlarını sağlamak için mutlaka bir erkeğemuhtaç olması gerektiğini ifade etmez. Söz konusu ekonomik özgürlüğüelde etme bakımından bu iki sistem arasında farklılık vardır. Modern sis-temde, kadının ekonomik özgürlüğünü elde etmesinden bahsedilirken,çoğu kez bunu kendi kazanarak elde etmesi kastedilir. Kadın okumalı, bir.Okuyarak bir meslek sahibi olmalı iki ve bu işten elde ettiği para kendininolmalı üç. İşte bu para olduğu için, “ben ekonomik bakımdan başka birinemuhtaç değilim” diyebilmeli diyor bu sistem. Bunlar doğru; fakat kadınıntüm bunları elde etmesi şart değildir. Fakat tüm bunları elde edebilmesiiçin mutlaka çalışması İslam’da şart değildir; ama caizdir. Hatta matlupturve uygulanmıştır. Kim diyor İslam kadını çalışmamış diye? İslam kadınıbelki avukat olmamış; ama o dönemde avukatlık mı vardı ki? Ama erkekkadar çalışmış. Bağda, dağda, bahçede, zanaatte... Benim çocukluğumdabizim mahallede bir kendirci vardı. Kendir diye bir şeyden urgan yapılır;büyük bir çıkrık vardır, birisi çevirir diğeri de kendiri büker. Bir karı koca buişle meşguldü; hanım akşama kadar çıkrık çevirirdi adam da ip bükerdi.Benim babam demirci idi. Bir iki kalfası, çırağı olurdu. Günde iki defa bun-lara yemek vermek gerekirdi. Ömrü boyunca annem bunlara yemek verdi.Annem bunu yapmasa, babam da demircilik yapamazdı. Üstelik bumaaşsız aşçı. Hülasa, İslam kadın çalışmasın demiyor, meslek sahibi ol-masın demiyor, okumasın, yazmasın demiyor... Hatta bunları teşvik deediyor. Ama kadının maddi ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için mutlaka ken-dinin kazancı olması lazım demiyor. Durum bundan ibarettir.

Peki ama bunu nasıl yapıyor? İşte bunu nafaka sistemiyle sağlıyor.Kadın istemiyorsa çalışmıyor. Ama kadın çalışmadığı zaman –profesyonelçalışmadan bahsediyorum– birinin eline bakmak mecburiyetinde kalmıyor.Allah-u Teala hukuken ona bir gelir bağlıyor. Bunun adı da nafakadır.

Nafakanın yükümlüsü kimi zaman babadır, kimi zaman kocadır, kimizaman da kardeştir. Ama bu bir lütuf değildir. Lütuf olsaydı, ekonomiközgürlük de olamazdı. Ama ayrıca ben çalışıp daha çok kazanayım diyorsaonun da yolu açık. Ama ille de çalışacağım diye özgürlüğünü başka türlükısıtlaması, feda etmesi gerekmiyor. Bu son cümlenin altını çiziyorum. İllede ben ekonomik özgürlüğümü kazanacağım diye genel özgürlüğünü, hemde istemediği bir şekilde kısıtlaması gerekmiyor.

İzin ve itaat konusu da, hak ve sorumluluklar bakımından çoktartışılan bir konudur. Yani kocaya itaat ve kocanın izni olmadan kadınınyapamayacağı bazı işler. Mesela evden dışarı çıkmak gibi. Hem izin hemitaat konusunda fıkıh kitaplarında yer alan ifadeler büyük ölçüde tarihseldir;bugüne taşındığı takdirde işin içinden çıkmak mümkün olmaz. Bunlariçinde yaşanılan şartlarda, o günün fıkıhçılarının genel hükümlerdençıkardıkları sonuçlar olabilir. Hem itaat hem izin konusunda bunu söylü-yorum. Bunun doğrusu şudur: her kime itaat edilecekse, İslam’da bu itaat

Meridyen Destek Derneği Sosyal Bilimler Konferansları Iİslam Hukukunda Genç-Ebeveyn İlişkisi ▼ Hayrettin Karaman 14

mutlak değil sınırlıdır. İslam’da kadın erkek, çoluk çocuk, büyük küçükherkes önce Allah ve Rasulü’ne itaat eder. “Müminune vel müminat bağ-duhum evliyau bağd”: “Mümin kadınlar ve mümin erkekler birbirlerininvelileridir.” Bu velilik hukuki bir ilişkidir. Peki, ne yapar bu kadınlar ve erkek-ler? “yukıymunessalah”: Her ikisi de namaz kılar. “Veyu’tinezzekâh”: Herikisi de zekât verir.

Kadın nasıl zekât verecek? Demek ki kadın çalışır, kadının gelirivardır. Malı olur, mülkü olur ve üstelik de zekât verir. Hem birbirlerininvelileridir, hem her ikisi de Allah Teala’ya eşit şekilde ibadet ederler. “İşteAllah bunlara rahmetiyle muamele buyuracaktır.” “Ve yutıunallâhe ve ra-sulehu”: İkisi de Allah ve Rasulü’ne itaat ederler.) [Tevbe suresi, 71. ayet]

Yani hem kadın hem erkek önce Allah’a ve Rasulü’ne itaat eder.Erkeğin olsun kadının olsun bütün talepleri Allah ve Rasulü’nün taleplerineuygun olursa geçerlidir, yoksa geçerli değildir. Kadın sizden bir şey is-temişse ve bu meşru ise yani Allah ve Rasulü’ne itaate aykırı değilse, itaatedilir. Erkek sizden bir şey istemişse ve bu meşru ise elbette buna itaatedilir. Çünkü o zaman ona itaat Allah ve Rasulü’ne itaat anlamına gelir.Ama yalnız erkeğe değil bu ayeti unutmayalım, bu çerçeveyi unutmayalım.

Çocuk konusu da, İslam ailesi, haklar ve sorumluluklar açısından çokönemlidir. Allah Rezzak-ı âlem’dir. Eğer insanlar yaşayanların rızıklarınıgasp etmezlerse, Allah Teala var ettiği her canlının rızkını yaratmıştır. İn-sanlar, başkaları onların rızkını gasp ettiği için açlıktan ölüyor. O, kişininelinde duruyor, vermiyor, dağıtmıyor; onun için açlıktan ölenler var. AllahRezzak-ı âlemdir tabiî ki, insanın kaç çocuğu olursa olsun, o yer, içer,yaşar. Lakin çocuk yetiştirmek; onu dünyaya getirip karnını doyurmaksonra onu bir baltaya sap etmek değildir. Bunun ötesinde bir şeydir. Onuniçin ülkemizde şuurlu olarak çocuk yapması lazım gelenlerin çocuk yap-maları, az çocuk yapması lazım gelenlerin de az çocuk yapmak için gayretsarf etmeleri gerekiyor. Ama bunun tersi oluyor. Benim şimdi karşımda otu-ranların bir, iki ya da çocuk bakımından en zengininin üç çocuğu vardır.Fakat ekonomik durumu, kültür durumu, çocuk yetiştirme imkân ve ka-biliyeti bakımından bunlardan büyük mahrumiyetler yaşayanların ise beşve daha ziyade çocukları oluyor. Ve sokaklarımız bunlarla doluyor. Bunlarda çocuklarımız, bunlar da can taşıyor, bunlar da insan şüphesiz; ama on-lara ulaşamıyoruz; çünkü ailenin ulaşamadığı çocuğa cemiyet ulaşamaz.Buna imkân yoktur. Ailenin ulaşması, ulaşabilecek ailenin çocuğu olmasıanlamına gelir.

Meridyen Destek Derneğiİcadiye Mahallesi Müneccimbaşı Sk.Huzur Apt. No 34/3

Üsküdar/İSTANBULTel: 0216 310 30 39 Fax: 0216 310 10 92

www.meridyendestek.org [email protected]