88

Sivas - Çavuşbaşı Dergisi Temmuz 2011 Sayi.1

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sivas - Çavuşbaşı Dergisi Temmuz 2011 Sayi.1

Citation preview

Page 1: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1
Page 2: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Sunus

Sivasin tarihsel gelisimini degerlendiren bir yazi ile girisimizi yaptik. Sivas konusunda daha kapsamli ; dünü ve bugünki gercekligini de iceren daha kapsamli yazilarimizi önümüzdeki sürecte paylasmaya devam edecegiz.Mahallemize iliskin ise su ana kadar toparlayabilidigim bilgi belge ve verileri bir araya getirerek bir cerceve belirlemeye calistim. Yeterli olmasa da eksiklerimizi tamamlama, daha derli toplu bir calisma yaratma gayretimiz bu konudada devam edecek. Burada ortaya cikan sonuclara göre bir gercekligin altini cizmek istiyorum.Mahallemizin tarihi gercekliginde cesaret, yönetme ve liderlik yapma mayasi fazlasi ile var. Bize düsen yan da bu mayaya sahiplenip tarihi gercekligimize uygun yasam ve yasamlari olusturmaktir.

PolitikaBöyle bir düsünce kafamda ilk sekillendiginde acaba ? Demistim.Konu bulmada darlik yasayabilirim endisesi tasiyordum. Fakat Sivas ve Türkiye gercekligini göz ardi etmisim.Dergi kararindan sonra son 10 gün icerisinde o kadar cok gelismeler yasandiki hangisini dergiye tasiyayim diye ikilem yasamaya basladim. Sivasta secilmis Vekil ve Siyasilerin Cagrilarimizi dikkate almamalarini mi?konu olarak tasisaydim,Sivas ve Mahalle icerisinde siralanacak sorunlarini mi? dergimize tasiyayim yoksa Sivas merkezin kendini temsil edecek bir vekili Sivas Sehrinden cikaramamasinin nedenlerini mi dergiye tasiyayim.. sorunlar yumagi haline gelmis Sivas,Türkiye ve Dünya gercegini gözardi etmisim .Gelinen asamada konu coklugundan öncelikli hangisi olmalikonusunda zorluk yasadim-Doga ve Insan Dünyanin dengelerinin nasil bozuldugunu, iklim degisikligi nedenleri üzerine gittimSavaslarin, tusinamilerin,doga felaketlerinin ve bir bicimi ile yönetenlerin Doga ve insan katliamini politika haline getirdigi icin insan ve doga nasil tahrip ediliyor bu gercek ile yüzlestim .

Kadin ve Hukuk Bir kadinin daha önce dayak yedigi kocasi tarafindan canice öldürüldügü haberini okudum.Polis tarafindan ailenin mahremiyeti karisamayiz ,deyip serbest biraktigi adamin birakildiktan sonra esini öldürmesinden etkilendim... Nedir bu dünyanin ve kadinlarin bu erkeklerden cektikleri diyerek kendimide zulumkar kesimin icine koyarak sorgulamaya basladim.Baktim ki bu konuda bize ögretilen tüm kötülüklerin anasi deyimi kötü olana cinsiyet sifati yükleme isi- dogru degil. Aslinda kötülügün cinsiyetinin utanarak da olsa erkek oldugunu gördüm . Savaslarin kiyimlarinsoykirimlarin vahsetlerin altinda hep erkek oldugu gercegi beni sarssa da ; Kadini bu zulüm,erkegide canilikden kurtaracak birileri bir recete yazmis mi arayisina girdim. “Anayasa“ ismi ve Hukukun evrensel Sembolünün Kadin sülüeti oldugu gercegi; Erkegin hukuksuzluguna engel teskil edebilirmi arayisi ile,firsatta esitlik ,insanca yasam hakki, kisilik haklari.,yasam hakki,Kadin Hakki ,Cocuk Hakki gibi konularda iktidarlarin ve yönetenlerin yasalari ve hukuku istedigi bicim ve sekle sokup acimazca uyguladigini tesbit etmek yanilgili olmaz. Gazeteci,Aydin,Siyasetci ve Halka karsi islenen suclar ve Siyasi Cinayetler konusunda hukuku calistirmada ne hukuk, ne yasa nede anayasa nede siyasiler istekli degil .Erkegin kuyu yasasi ve hukukundan kadina ve toplumumuza kurtulus cikmaz deyip, bu konudaki umutlarimi bir baska bahara birakarak .... Yeni Anayasa tartismalarina da bir gönderme yaparak bu konudaki düsüncelerimizi sonraki sayilarimiza birakmak istedim.

Ortadogu Ortadoguya neler oluyor sorusuna cevaplar aramaya ve nedenleri üzerinde durmanin anlamli olacagini düsünerek Afganistan dan Libyaya kadar insan mezbahahenesine cevrilmis yine Dünyanin her kitasini buralarda direnis gösterenlere iskencehane ve toplama kampina cevirmis bir gercekligi sorgulamayi daha anlamli buldum.Ortadogu planlarinin Üniversitelerimizde Profesör olmus hocalarin 2003-2004-2006-2007 tarihli tez yazilarinda görüp Bu planin bir ayaginin da Türkiye oldugu gerceginide acik acik belirtilmesi,konuya ilgi boyutumuzu güclendirdirsede sira bize de gelecekmi kaygisini da yasamadan edemedim..

TBMM vekil kriziBu konuyu da daha tarihi boyutlari ile ele alip bir sonraki sayimiza birakirken ; tutuklu vekiller üzerinden tuzak yaklasimlarimlarininda Türkiyenin bu gününe ve gelecegine cok sey kazandirmayacagini düsünüyorum.Gecmiste bu gibi yöntemlere tenezül edenlerin nasil kendi ayaklarina balta vurdugu gercegini unutmamak lazim.Eger birine secilmesinde bir kusur yok deyip YSK eliyle secime sokuyor, sectiriyorsan temsil hakkinida engellemiyeceksin.Yok benim bu sürecle ilgili hesaplarim var , siyasi partilerin üzerinde bir takim lehime olan gelisme ve yasalar icin santaj tehdit amacli kullanacagim hesaplari yapiliyorsa bu daha tehlikeli bir yaklasim olur ki;siyasetin omurgasizliginin yanina zeminsizligi de koyarsaniz en tehlikelisi bu olur. Bunun altindanda kimin kalkacagida belli olmaz. iktidar partisinin bu politikalarla kaos yaratarak toplumsal kutuplasma ve catismalari derinlestirerek Demokratik Türkiyenin amaclarina hizmet etmedigi kesindir. iki asamali olarak uygulamaya koyulan kaos politikasi ;ilkinde her dönemin vekillerinden icisleri bakani Hayati Yazicioglu fitilini atesledigi ,ikincisinde de AKP nin secim islerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Haluk Ipegin atesledigi Kaosla ilgimiz yok diyemezsiniz. Hele hele yani basimizda Ortadoguda havadan sudan bahanelerle tepelerine binilen ve binilmeye hazirlanilan devletler ve siyasal gerceklikler varken Türkiyede bu kaos ve tuzaklar üzerinden politikalari hayata gecirmek ,savunucusu olmak Türkiyenin bu günü ve gelecegi ile oynamaktir. PolitikaDergimizde Siyasi yapilar yasamimizin her alanin kurallarini belirliyorsa bizde Dünyadaki siyasal sistemleri incelemeyi ve bunlarin Türkiyedeki yansimalarini yansitmak cabasinda olacagiz .

2

Page 3: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Sivas Tarih Sivas sehri, tarihin ilk dönemlerinden beri daima önemli bir yerlesim merkezi Sivas Hukumet Meydanında Yapılan Bir Toren (1925) olmus, zamanımıza kadar burada pek çok medeniyetler ve devletler hâkimiyetlerinisürdürmüslerdir. Önemli yolların kavsak noktasında bulunmasının yanı sıra,hayvancılık ve azda olsa tarım endüstrisi açısından insanlara uygun bir ortam saglayan sehir, Bizans döneminden itibaren siyasî bir öneme de sahip olmustur.

Tarihi süreçte, Sivas sehrinin bulundugu bölge hakkında çesitli bilgiler verilmektedir. Arastırmacılar bu sehrin tarihini daha çok Anadolu’nun büyük bir bölümünü kapsayan Kapadokya tarihi içerisinde incelemeyi uygun görmüslerdir. Söz konusu dönemde bu sehrin ilk sahiplerinin Hititler oldugu ifade edilir. Dönemin seyyahlarından Adrıen dupre Sivas sehri için “Kapadokya’nın Sebaste’si dir” demekte, ve eski isminin “cabira” (kabira) oldugunu ifade etmektedir. Önceleri Kabira, Megolopolis, Diospolis, Talaurs ve Karana gibi isimlerle anılan sehir, Sivas adını ise, Roma imparatoru Ogüst’e sadakat ifade etmek üzere eski Yunancada Ogüst’ün sehri anlamına gelen Sebast’tan aldıgı kabul edilmektedir. Sebast sehri uzun müddet Roma idaresinde kalmıs, sonradan Bizans idaresine geçmistir. Sehrin önemli ticaret yolları üzerinde bulunması, Bizans döneminde mühim bir vilayet merkezi olmasını da saglamıstır. Sivas, önceleri serbest bir vilayetken M.S. VIII. yüzyılda “Tem’a” yani, askeri bir valilik merkezi oldu. Zira bu yüzyılda Bizanslılar Anadolu’yu “Tem’a” adıyla bir takım eyaletlere ayırmıslardı. Sivas da bu tem’alardan birinin merkeziydi. Bizans Devleti’nin uçlardaki hâkimiyetinin zayıflamasıyla birlikte uzun süre mahalli prenslikler tarafından yönetilen sehir, VII. yüzyılın baslarında Sasani Orduları’nın isgaline ugramıstır. Bu isgalden sonra ise Malatya, Sivas ve Amasya’ya kadar uzanan Emevi Ordularının akınlarına sahit olmustur. Hatta bu akınlardan sonra Emevi Ordusunun komutanlarından biri olan Abdulvehhab Gazi Sivas yönetiminde bulundugu süre içerisinde sehrin imarı ve kalkınması ile halkın Müslüman olması konusunda çalısmıstır. Ancak Emeviler’in yaptıgı bu isgaller sürekli olmamıstır. Netice de Bizanslılar Sivas’ı tekrar ele geçirmeyi basararak XI. yüzyılın ortalarına kadar hâkimiyetlerini sürdürmüslerdir.Türklerin Sivas’a hâkim olmaları Malazgirt Zaferi’nden sonradır. Bu zaferinardından danismendiler yönetimindeki Türkler, basta Niksar ve Sivas olmak üzere Kayseri, Kastamonu ve Malatya arasındaki memleketleri bir Türk vatanı haline getirmeye çalısmıslardır. Öyle ki, Sivas Danismentli Devleti’nin Anadolu’da Bizans’tan ele geçirdigi ilk büyük sehir olmustur7. II. Kılıç Arslan’ın hâkimiyetlerine son verene kadar Danismendiler sahip oldukları bölgelerde Türk yapı sanatının Anadolu’daki ilk örneklerini vermisler, pek çok mimari eserler meydana getirmislerdir. Battal Gazi Mescidi, Yagıbasan Hangâhı, Zahirü’d-din ili Hanı adlı mimari eserlerin yanında bugün hâlâ varlıgını sürdüren Sivas Ulu Camii bizlere Danismendiler’in bıraktıgı onların izlerini tasıyan muhtesem bir eserdir.

Kılıç Arslan’ın Sivas, Niksar ve Tokat’ı ele geçirmesi ile Sivas’ın en parlakdönemi baslamıstır. Sivas ve yöresini ele geçiren Selçuklular, buranın cografi ve stratejik imkânlarından yararlanarak daha da güçlendiler. Bu dönemde uluslar arası ticaret iliskileri içinde önemli bir istasyon olan Sivas, bir vilayet merkezi haline geldiAlaeddin Keykubat dönemi (1219–1237) gerek ilim, gerekse bayındırlık yönünden çalısmaların yogunlastıgı bir dönemdi77. Bu dönemde Sivas sehri, daha da büyüyüp geliserek uluslar arası kozmopolit bir sehir haline geldi. Selçuklu Devleti’nin istikrarını bozan gelisme 1240 yılında çıkan ve Anadolu’nun büyük bir bölümünü etkileyen Babai syanı idi. Ardından 1243 yılında Kösedag Yenilgisi ile baslayan Mogol istilası, Selçukluları her açıdan olumsuz etkiledi. Savasın ardından Mogollar tarafından üç gün süreyle yagma edilen Sivas Anadolu’nun diger bölgelerinde oldugu gibi lhanlıların tayin ettigi valiler tarafından yönetilmeye baslandı. Böylece Sivas’a büyük bir kültür merkezi olma özelligini kazandıran Selçuklu dönemi sona ermis oluyordu. Selçuklu dönemi sona ermisse de,

Selçuklular arkalarında Gök Medrese, Çifte Minareli Medrese, Buriciye Medresesi adıyla bu gün bile tarihe tanıklık eden ilim merkezlerini bırakmıslardır80. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasından sonra Sivas sehri ilhanlıların gönderdigi valiler tarafından yönetilmistir. Bu valilerden biri olan Anadolu Genel Valisi Emir Eratna, cesareti, adaleti ve akıllı siyasetiyle Sivas’ta siyasî bir otorite haline gelmis ve giderek Sivas’a kesin olarak hâkim olmustur81. 1327-1381 yılları arasında hüküm süren Eratnalılar lhanlılar’ın varisi olmalarından dolayı Anadolu Selçuklu topraklarının büyük bir kısmına sahip olmuslardır. Kurucusunun ölümünden sonra gitgide zayıflayan devlet, Naib Burhaneddin Ahmed tarafından yıkılmıstır.Sivas’ta Osmanlı hâkimiyetine kadarki geçen sürede Eratnalı bir vezir olanKadı Burhaddin Ahmet’i görüyoruz. Kadı Burhaneddin, Eratna Beyliginin zayıflaması ile idareyi ele alarak kendi adıyla anılan bir devlet kurmustur83. 1381’de Sivas’a hâkim olan Kadı Burhaneddin, kısa bir süre sonra Anadolu’da bas gösteren Timur tehlikesi ile karsı karsıya kalmıstır84. Kadı Burhaneddin 1398 yılında Akkoyunlu beyi Kara yülük Osman üzerine açtıgı bir seferde öldürülünce, hükümet erkanı sehri Akkoyunlu beyine degilde Yıldırım Bayezıd’e teslim etmislerdir. Buradaki ilk Osmanlı hâkimiyeti ise çok kısa sürmüs ve Timur’un Sivas’ı kusatmasıyla son bulmustur. Timur Sivas’ı zapt ettikten sonra sehri yagmalamıs halkına da büyük zulümlerde bulunmustur. Dilden dile anlatılan

Timur’un zalimligi bu gün bile unutulmayacak kadar siddetli olmustur. Evliya Çelebi Timur’un sehirde öldürdügü insanlar hakkında sunları anlatmıstır: “Sivas halkı ve binlerce çocuk boyunlarına Kur’an takarak Timur’u karsılamaya çıkmıslarsa da demir yürekli nursuz adam bunları ayakları altında perisan etmistir. Burada yedi gün kalarak yetmis bin bilgin ve halkı kılıçtan geçirmistir. Bu sekilde kaleyi dahi harap etmistir.

Timur’un Sivas sehrini zaptı, yönetimin degismesinin yanında demografik, ekonomik ve fiziki açıdan tam bir yıkım olmustur. Sehir ölen ve göçenlerden dolayı önemli bir nüfus kaybına ugramıstır. Sehrin zaptı sırasında burada bulunan ticarî mekânların çogu büyük ölçüde tahrip edilmistir. En çok zarar gören ise sehrin fizikî yapısı olmustur. Kadı Burhaneddin’in damadı oldugu düsünülen Mezid Bey, 28 Temmuz 1402Ankara bozgununun ardından Sivas’ı ele geçirerek burada beylik kurmustur. Mezid Bey, Çelebi Mehmet’in üzerine gönderdigi Bayezıd Pasa’ya yenilmis ve teslim olmustur. Mezid Bey’in affedilip Sivas’a vali olarak atanmasıyla Sivas ikinci defa Osmanlı hâkimiyetine girmistir.

3

Page 4: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Sivas Mahalleleri (1600–1800)Sivas Akkoyunlu tehlikesi belirene kadar Osmanlı sehzadelerinin oturdugu sancak merkezlerinden birisi olmustur. 1472’de Akkoyunlu Ordusunun Timur’un Sivas’a yaptıgına benzer bir hareketle sehri yagmalaması karsısında Fatih Sultan Mehmet harekete geçmis, 1473’te Akkoyunlulara karsı Otlukbeli Zaferini kazanmıstır. Bu seferin hazırlıklarının Sivas’ta yapılmıs olması Sivaslılar üzerinde büyük bir memnuniyete de sebep olmustur . 1533 ve 1548 yıllarında Kanuni Sultan Süleyman ran Seferine giderken, 1634 yılında ise IV. Murat Revan Seferine giderken Sivas’ta konaklamıslardır. Bu durum Sivas’ın dogu seferlerinde bir üs olarak kullanıldıgını göstermektedir. XVII. yüzyılda gerek Celali syanları ve gerekse merkezî otoritenin zayıflaması yüzünden karısıklıklar yasanmıs, yerel güçlerle merkez arasında meydana gelen çatısmalardan sehir çok zarar görmüstür. Osmanlı yönetimi zamanında “Rûmiye’i sugra” veya “Eyalet’i Rum” adları ile anılan bir Beylerbeyilik merkezi ve pasa sancagı olan Sivas, Osmanlı Devleti’nin zayıflamasının dogal bir sonucu olarak, ekonomik, sosyal ve kültürel yönden eski canlılıgını ve zenginligini kaybetmeye baslamıstır. Sivas’ın Kurtulus Savası yıllarında da Türkiye tarihi açısından önemli bir yerivardır. Sivas, Anadolu’nun kalbi olma özelligini kurtulus mücadelesinde de göstermis, 4 Eylül 1919’da burada toplanan Sivas Kongresiyle Cumhuriyet’in temellerinin atıldıgı yer olma serefine nail olmustur.

C. Yönetimi Osmanlı Devleti, idarî bakımdan merkez ve tasra teskilatı olmak üzere iki esas yapıdan olusuyordu. Osmanlı tasra teskilatında idarî sistemin en üstünde “eyalet” ve eyaletlere baglı “sancaklar” bulunmaktaydı. Sancaklar da “kaza” ve “nahiye” gibi alt idarî birimlere ayrılmıslardı. Osmanlı Devleti’nin kurulusundan sonra ilk olarak Rumeli ve Anadolu eyaletleri olusturulmustu. XIV. yüzyılın sonlarında ise Rumiye eyaleti kuruldu. Amasya Canik, Çorum, Karahisar-ı Sarkî bölgeleri de bu eyalete dâhil edildi. XV. yüzyılın ilk yarısında eyalet merkezi Amasya idi. XVI. yüzyıldan itibaren Sivas,Eyalet-i Rum’un “ pasa sancagı” olarak görülmektedir. Ayni-Ali Efendi’nin H.1018 (M.1602) tarihli eserinde eyaleti meydana getiren sancaklar ise Amasya, Tokat, Bozok, Canik, Çorum, Divrigi ve Arapkir olarak belirtilmektedir. XVI. yüzyılda

Eyalet-i Rum’a Trabzon ve Malatya sancakları dâhil edilmisse de yüzyılın sonlarında Malatya Dulkadir Eyaleti’ne baglanmıs, Trabzon ise müstakil bir eyalet haline gelmis, Karahisar-ı Sarkî, Kemah ve Bayburt kazaları ise Erzurum Eyaletine baglanmıstır. XVIII. yüzyılın sonlarında Eyalet-i Rum’da “kaza” olarak geçen yerlesim birimleri söyle sıralanmaktadır:

“Sivas, Yıldızeli, Tokat, Sarpare, Niksar, Karakaya, Erak, Sonusa, Tasabad,Zile, Karahisar-ı Behramsah, Hüseyinabad, inallu-ballu, Kazabad, Turhal, Sivasili, Gelmüfad (Gelmügat), Yakacık, Artukabat, Tibeglü, Çepni-Çongar, Amasya, Çorum,Canik (Samsun), Bozok, Divrigi, Arapkir, Türkmanah-ı Yeniil ve Mamalu”.Osmanlı Devlet’inde tasrada idarî, askerî ve hukukî teskilatlanmayı saglamak için beylerbeyi ve kadı görevlendiriliyordu. Devletin yürütme gücünü temsil eden görevliler eyaletlerde “beylerbeyi”, sancaklarda “sancakbeyi” idi. Yargı gücünü ise“kadı” temsil ediyordu. Osmanlı Devleti’nde yargı yetkisi kadıya, verilen hükmün uygulanma yetkisi ise ehl-i örfe aitti. Kadılarla, beylerbeyi, sancak beyi gibi ehl-i örf arasındaki iliski, bir astlık-üstlük iliskisi degildi. Bunlar, aralarında isbirligi olmakla beraber birbirlerinden bagımsız çalısan birer kamu görevlisiydiler. Tanzimat öncesinde sehir idaresi adeta kadı’ların tekelindeydi. Kadı bir sehrin her türlü mülkî, beledî ve adlî islerinden sorumlu olan memurdu. Kadı, Osmanlı tasra teskilatında, Tanzimat’tan önce, birçok hükümet isini ve belediye vazifelerini gören, zabıtaya amirlik eden, bütün bunlarla birlikte adaleti tatbik eden bir memurdu.Osmanlı tasra teskilatının diger önemli görevlisi ise önceden bahsedilen “Beylerbeyi” idi. Beylerbeyi daha çok yürütmeden sorumluydu. Önceleri sancaga gönderilen yöneticiye “Sancakbeyi”, eyalete gönderilene ise “beylerbeyi” denilmekteydi. Beylerbeyi’nin görev alanı “Beylerbeyilik” iken, zamanla “vilayet” ardından “eyalet” olarak adlandırılmıstı. Bu çerçevede Beylerbeyine de zamanla “vali” denilmeye baslanmıstır.

Eyaletin merkezi olan sancaga atanan sancakbeyi/vali, hem görevlendirildigi sancagın hem de tüm eyaletin yöneticisi konumundaydı. Bölgeden ordu için gerekli olan askeri hazır bulundurmak, bunlarla ilgili her türlü problemle ilgilenmek, halkının asayis ve güvenligini saglamak gibi sorumluluklara sahipti. Tanzimat’ın ilânı sıralarında atandıkları eyalet merkezinde oturan valiler kendilerine baglı sancaklara da mütesellimlerini göndermislerdir. Ayrıca kendileriseferde olduklarında, eyalet ve sancakların yönetimi yine “mütesellimler” tarafından yapılmıstır. Mütesellimler ise, genellikle bölgelerinde nüfuzlu ailelerden atanmaktaydı. Eyalet yönetiminde “mutasarrıf” ve “muhassıl” adlı yöneticiler de bulunmaktadır. Bunlar özel durumun ortaya çıkardıgı geçici kurumlardır. Mutasarrıf, vali ile aynı yetkilere sahiptir. Vezir rütbesini alan kimselere valilik görevi bazı nedenlerle verilmeyince, bu kisilere geçimlerini saglamaları amacıyla birkaç sancagın yönetimi verilmistir. Tanzimat’ın ilânından önce azda olsa karsılasılan “muhassıllar” ise eyalet ve sancagın hem valiligini yapan hem de hâsılatını toplayan kimseler olarak adlandırılmaktadır. Bunların yanında sehrin alaybeyi, yeniçeri serdarı, kale görevlileri, kadı naibi, müftüsü, nakıbü’l-esraf kaymakamı ve sehir emini gibt görevlileri de bulunmaktadır.

Tanzimat reformlarına kadar Osmanlı tasra idaresinin ana birimi sancak iken reformlar sonrasında eyaletlerin yerini vilayet teskilatı almıstır. Sivas, Tanzimat’tan sonra vilâyet statüsüne geçmis Amasya, Çorum, Sebinkarahisar, Tokat sancaklarını da bünyesinde barındırmaya devam etmistir.XVI. yüzyılın ikinci yarısından, Tanzimat’ın ilânına kadar varlıgını sürdüren mütesellimler, sancakları ya bir vali ya da devlet hazineleri adına yöneten memurlar olarak karsımıza çıkmaktadır. Sivas II. Mahmud döneminde Mukataat Hazinesi’nce atanan görevliler tarafından yönetilirdi. Sivas’ın vali, mutasarrıf ve mütesellimleri Mukataat Hazinesi tarafından padisaha öneriliyor ve böylece atamaları yapılıyordu. Tımar sisteminin giderek degisiklige ugraması, iltizam ve mukataa usulünün yaygınlasması, Tanzimat öncesi en küçük yönetim birimi diyebilecegimiz “voyvodalık” kurumunun gelisme ve yayılmasına neden olmustur. Voyvodalar, bölgelerinin vergilerini bizzat toplayarak hazineye veya ilgiliye ödemekle yükümlü ayrıca bazı askeri görevleri de olan kimselerdir. Osmanlı sehir toplumunda devlet ile reaya arasında, hem ahalinin temsilcisi, hem de emirlerinin reayaya ulasmasında ve uygulanmasında resmî görevlilerin yardımcısı olan ayanlar vardır. Ayrıca imamla birlikte ihtiyar heyetini teskil eden, halk tarafından seçilen mahalle mümessilleri hüviyetinde olan muhtarlara da 1834 yılından itibaren rastlanmaktadır.

4

Page 5: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Sivasda Aile ve Mahalle düzeninin baslangici 1800- 1920 arası dönem..

Ser’iye sicilleri Osmanlı Devleti’nde çesitli mahkeme tutanaklarının ve merkezîhükümetle karsılıklı olarak gerçeklestirilen yazısma suretlerinin kadılar tarafındankaydedildigi defterlerdir. Ser’iye sicilleri, ser’i mahkemelerde yargı görevini yerine getiren kadılar tarafından tutulur. Kadılar, insanlar arasında meydana gelen anlasmazlıkları ser’i hükümlere göre karara baglamak için sultanlar veya onların yetkili kıldıgı sahıslar tarafından görevlendirilen, kendilerine hâkim veya hâkim-üs-ser de denilen kimselerdir. Ser’i, hukukî ve idarî yönden önemli vazifeleri olan kadılar, bu genis vazifeleri nedeniyle, kendilerine gelen hüküm ve fermanlarla bunlara verilen cevapları, ayrıca gördükleri çesitli davalara iliskin vermis oldukları hükümleri kaydetmek için sicilleri tutmuslardır. Bu defterlere ser’i mahkemeler tarafından verilen her çesit ilâm, hüccet ve ser’i evrak asıllarına uygun olarak kaydedilmektedir. Ser’iye Sicillerine kaydedilen her türlü belge belli bir usule göre düzenlenmistir. Sakk-ı ser’i usulü denilen bu usulle ser’iye sicilinin belli standartlarda tutulması saglanarak bu kayıtların tanzimi meselesi düzenli ve saglam bir kaideye oturtulmustur. Kadılar bazı hukukî meseleleri bu kayıtlara basvurarak çözdüklerinden sicil defterlerinin korunmasına ve düzenli bir sekilde tutulmasına büyük özen göstermislerdir.Ser’iye sicilleri memleketin çok çesitli maddi ve kültürel konuları üzerindeyapılan mahalli arastırmaların birinci derecede kaynaklarıdır. Bu kaynaklar toplum hayatının durumunu ve bunun karsısında devletin tavrı ve adlî gidisatının ne durumda oldugunu görmek bakımından büyük önem tasımaktadır. Ser’iye sicilleri Türk tarihi için önemli oldugu kadar Osmanlı mparatorlugu’na baglı olan milletler için de çok degerli arsiv malzemelerindendir. Bugüne Kadar yazılmıs olan Osmanlı tarihlerinde görülen yanlıslıkların düzeltilmesi, Osmanlı tarihi ve teskilatı hakkında daha dogru ve eksiksiz arastırmalar yapılabilmesinde ser’iye sicillerinden de faydalanmak mümkündür.Osmanlı sosyal hayatının temel kaynaklarından biri olan ser’iye sicillerinin, ait oldugu dönemde yasanan hayatın bütün yönlerini göstermesi açısından önemi büyüktür. Dolayısıyla bu kayıtlardan eski Türk aile yapısı, nisanlanma, evlenme gibt müesseselerin nasıl isledigi, kadın ve erkegin kullanabildigi bosanma hakkının ne sekilde kullanıldıgı gibi konularda önemli bilgilere ulasılabilir. Osmanlı Devleti’nin ekonomik, sosyal ve sehircilik tarihi konusundaki arastırmaları için vazgeçilmez kaynaklardan biri olan ser’iye sicillerinde, mahkeme kararları, zabıtlar, hüccetler, borç senetleri, emir suretleri, avarız kayıtları, molk satısları ve narh fiyatları gibi belgelerin yanında, dagınık olarak tereke kayıtları da bulunmaktadır. Terekeler, Osmanlı ekonomik ve sosyal arastırmalarında mühim kaynaklardandır. Bu kayıtlar, ölen kimselerin bıraktıkları malların tespit edilip, buk malların seriat esasına göre bölünmesini gösteren belgelerdir13. Vefat eden kimselerden miras kalan mallar, kadı’nın bu islerle görevli memuru kassam’ın önünde sayılır ve bunlar yetkili bilirkisiler aracılıgıyla kıymetleri belirlenerek detaylı muhallefat listeleri düzenlenirdi . Tereke kayıtlarında Osmanlı aile yapısı ve ailenin çesitli yönlerine ısık tutan pek çok bilgiye ulasmak mümkündür. Ölenlerin sosyal mense’leri, medeni halleri, aile yapıları, mahalleleri, her türlü giyim ve ev esyası, mutfak takımları, tarla malzemeleri gibi bilgileri sıralayan tereke kayıtları hem içtimaî hem de iktisadî hayat için zengin malzemeler tasır. Bununla birlikte bu belgelerde, vefat eden kisinin borçları ve alacakları da yer alır. Bu yönleriyle de tereke kayıtları pek çok konuda fikir sahibi olmamıza yarayan veriler sunmaktadır. Bu nedenle de konumuz açısından ayrı bir öneme sahiptir.

Corafik yapi ve Sehir düzeniSivas sehri, iç Anadolu’nun kuzeydogu kısmını olusturan yukarı Kızılırmak havzasında yer alan ve tarihi çok eskilere dayanan bir sehirdir. Dogu Anadolu ve Karadeniz Bölgesinde de toprakları bulunan sehrin bir bölümü Kızılırmak, bir bölümü Yesilırmak ve bir bölümü de Fırat havzasına girer. Ortalama yükseltisi 1000 metrenin üstünde olan sehirde daglar, daglar arasında uzanan vadiler, çukurlarda olusmus ovaler ve yüksek platolar baslıca yeryüzü sekillerini olusturur Diger taraftan Sivas sehri,Türkiye’nin en uzun akarsuyu olan Kızılırmak’ın kaynak alanı durumundadır. Kızılırmak Vadisine dik yamaçlar ile Merâkum Yaylası arasından gelen Mısmıl Irmak ve Murdar Irmak, sehrin güneyinde Kızıl Irmaga dökülür. Sivas’ın iklimi ve bitki örtüsü, bulundugu cografyanın sartlarına göre sekillenmistir. Sert bir kara iklimine sahip olan Sivas’ın, baharı gayet kısa, az yagıslı, kısları çok soguk ve kar yagıslıdır. Kar bu sehrin özelligidir. Bu sehirde yılın on iki ayında bes ay kar görmek mümkündür. Anadolu’nun dogudaki kilit kapısı olan ve tarihte büyük ticaret yollarının üzerinde bulunmasının verdigi avantajıyla, önemli bir sehir olma niteligini koruyan Sivas, zaman zaman bu bölgede kurulan devletlere baskentlik de yapmıs ayrıca buk devletlerin stratejik ve ticarî açıdan en önemli merkezlerinden biri haline gelmistir. 1839–1841 yıllarını kapsayan 20 numaralı Ser’iye Sicili kayıtlarında inceledigimiz terekeler içerisinde mahallelerin farklı nitelikleri- -nedeniyleadlandırıldıkları görülür. Mahallelerin adlandırılmasında esnaf isimleri, çarsı ve paar isimleri, cami, mescit, medrese, zaviye, imaret isimleri, dervis, seyh, hoca isimleri gibt nitelikler etkili olmustur. Ancak, çogunlukla medrese, zaviye ve cami ismini aldıklarıanlasılmaktadır. Sivas mahallelerinden Seyh Çoban, Tokmak, Sarı Seyh, Ali Baba ve Abdulvehhab Gazi mahalleleri zaviyelerin isimleriyle adlandırılmıstır. Bu durum isimlendirmelerde dîni motifin kullanıldıgını gösterdigi gibi aynı zamanda zaviyelerin dîni ve sosyal hayattaki fonksiyonlarını göstermekte ayrıca bunların bölgenin imar ve iskânında oynadıkları rolü ortaya koymaktadır. Cami’-i Kebir Mahallesi adını Ulu Camiden almıstır. Bu mahalle Kale-i Atik’in güneyinde, çarsılara birlesik merkezi bir yerdedir. Sivas’ın ilk mahallerinden olan “Mescid-i Hoca Hüseyin” Cumhuriyet dönemine kadar gelmis ve Demircilerardı Mahallesi ile birleserek zamanımıza kadar varlıgını sürdürmüstür. XVI. yüzyıldan beri varlıgı bilinen ve Cumhuriyet dönemine kadar varlıgını sürdüren mahallelerden birisi de Ganem Mahallesidir. Bu mahalleyi, muhtemelen Sivas civarında bulunan Ganem Köyü’nden gelenler kurmustur. Günümüzde Ganem Mahallesi, Billur Mahallesi sınırlarında kalmıstır. Bir mescit etrafında olusun BillurMahallesi ise tahminen 1500–1501 yılında kurulmus olabilir.

1553–1554 tarihlerinde kurudugu muhtemel olan Veled Bey Mahallesi, Pasa Hamamı yakınında yer almaktadır. Bu mahalle Cumhuriyet dönemine kadar varlıgını ve ismini korumustur. Bu dönemde Üryan-ı Müslim adıyla anılan mahalle günümüzde Murdar Irmak yanında olmasından dolayı Sularbası Mahallesi adını almıstır. Murdar Irmak boyunda bulunan diger mahallelerden biri de Kösedere-i Zımmi Mahallesidir. Bu mahalle. sehrin kuzeyinde bulunan en dıs mahallelerden birisidir. Kösedere-i Zımmi Mahallesi ile birlikte Murdar Irmak boyunda bulunan diger mahalle Kösedere-i Müslim mahallesidir. Bunlarla birlikte sehrin kuzey-batı yönünde bulunan Ece, Kurt Mescidi Mahalleleri en dıs mahalle özelligini gösterirler. Merkeze yakın, sehrin kuzeyine dogru Bahtiyar Bostan Mahallesi ve onun ilerisinde Gökçe Bostanı Mahallesi günümüzde de ismini korumustur. Bu dönemde ismi geçen Ferhat Bostanı, Keçi Bula, Hacı Veli sehrin kuzeydogu yönünde bulunmaktadır. Ferhat Bostanı, Hamurkesen ve Keçibula Mahalleleri, Cumhuriyet’in baslarından itibaren birleserek Ferhat Bostanı adıyla günümüze Kadar gelmistir. Osman Pasa Mahallesi,

5

Page 6: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

1703 tarihindenitibaren kaynaklarda cami ve mektep olarak geçmekte, bu mahalle Kale-i Cedid, Veled Bey ile Örtülüpınar Mahalleleri arasında bulunmaktadır Asagıda Osmanlı döneminde Sivas sehrinde bulunan ve tereke kayıtlarından tespit edilen mahalle isimlerine bir tablo halinde yer verilecektir.

Tablo 1: 20 Numaralı Sivas Ser’iye Sicili’nde Rastlanılan Mahalle AdlarıÇavusbasıBahtiyar BostanHoca HüsamOsman PasaKurtmescidiKal’a-i AtîkKal’a-i CedîdOglançavusKöhnecivanHacıZâhidKlavuzKırcukZilkarAgcabölgeUryan-ıMüslimUryan-ıZımmiKayseriye KapusuKeçibulaKösedere-i ZımmiMümezginTemürcilerardıZaviye AlibabadanCâmi’-i KebirGanemGök MedreseKüçükbengilerGökçebostan

KüçükminâreSems-i FirusHamam ArdıTokmak KapuHacıVeliHacıMahmutHoca Ali ÇavusHacıMehmetPasabeyHamırkesenHoca MahmutSeyh ÇobanDegirmenFerhat BostanEceBaldızbazarıSah HüseyinimaretÖrtülüpinarAbdulkerimVeledbeySarıSeyhBillurKarbadBab-ıkayseriyeAbdulvehhabgaziKaleardı

Tablo 1’den anlasılacagı gibi 1839-1841 yıllarını kapsayan 20 numaralı ser’iye siciline göre, Sivas’ta 54 farklı mahalle ismine rastlanılmıstır.Inceledigimiz tereke kayıtlarında 16’sı ev sahibi olmak üzere 24 adet gayr-iMüslim terekesine rastlanılmıstır. Evler 14 farklı mahalleye dagılmıstır. Gayr-i Müslimlerin Müslümanlarla aynı mahallede yasamalarından, birbirleriyle komsuluk yaptıkları anlasılmaktadır. Hatta inceledigimiz ser’iye sicilinden sehirde yer alan bir çok mahallede Müslim ve gayr-i Müslimlerin birbirilerinden ev alıp sattıkları anlasılmaktadır. Bu da gayr-i Müslimlerin istedigi mahallede mülk edinebilme özgürlüklerini ispatladıgı gibi Müslümanlarla Hıristiyanların karsılıklı olumlu iliskiler kurduklarını gösterir. XIX. yüzyılın baslarına kadar imamla birlikte mahalle ileri gelenlerinin de mahalle halkı adına hareket ettikleri, mahalleyi ilgilendiren konularda bunların da etkin oldukları görülmektedir. Yani muhtarlık örgütlenmesi öncesinde mahallede imamla birlikte küthüda, ihtiyar adlarıyla anılan temsilciler de bulunmaktaydı157. II. Mahmud döneminde özellikle tasradan göçü önlemek amacıyla, mahalle düzeyinde yeni bir örgütleme geregi duyularak, ilk kez 1829’da istanbul mahallelerinde muhtarlık örgütü kurulmustur. Bu örgüt köy ve kent mahallelerinde 1833-1836 arasında faaliyete geçmistir. Ardından Tanzimat ile ele alınan Reform hareketleri toplumun sosyal yapısında birçok degisiklik meydana getirmis, iskân birimlerindeki eski mahalle düzeni yerini, mahalleyi idare edecek resmî kuruluslara bırakmıstır.

6

Page 7: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Tablo 2: 1839-1841 Yıllarında Sivas’ta Ev Fiyatları0-500 kurus 500-1000 kurus 1000-5000 kurus 5000-… kurus

Kösedere-i MüslimBillur GanemEceHoca HüssamKayseriye Kapusu

TokmakkapıBahtiyar BostanDemirciler ArdıAbdulvehhabgaziAbdülkerimKale ArdıKlavuzGanemCami-i KebirImaretEceSems-i FirusAli BabaGök Medrese

Hoca Ali Çavus PasabeyAgcabölge(5)Uryan-ıMüslim(3)Çavusbası (4)Kayseriye Kapusu(2)KeçibulaKüçük MinareMümezginVeledbeySems-i FirusBillurHamam Ardı(2)SarıSeyhKarbadBab-ıKayseriye(2)BahtiyarbostanKösedere Zımmi(3)EceCami-i Kebir(4)Sah HüseyinHacıMehmetHacıVeliKüçük Bengiler(2)Örtülü PınarGökçe Bostan

Hoca MahmutHamırkesenUryan-ıMüslimDemirciler ArdıCami-i KebirVeled BeyBahtiyar BostanBaldır PazarıKüçük MinareAbdulkerim

Yukarıdaki tabloda terekelerde geçen evlerin Sivas’ta hangi mahallede ve hangi fiyat aralıgında oldugu gösterilmistir. Mahallelerin bazılarında birden fazla ehe rastlandıgından mahalle isimlerinin yanlarındaki sayılar o mahallede o fiyat aralıgında bulunan ev sayısını gösterir. Tabloya göre, evlerin çogu 1000–5000 kurus arasındadır. Degeri 500 kurusun altında olan 6 ev, 5000 kurus ve üzerinde olan 11 ev vardır. Evlerin çogunun degeri 1000–5000 veya 500–1000 kurus arasındadır. Bu durum, Sivas’ta, 500 ila 5000 kurus arasındaki evlerin genelin %77’sini teskil etigi ve sehr halkının daha çok mütevazi evlerde oturdugunu göstermektedir. Terekelerde sadece iki yerde mülk-ü menzil’in konak oldugu belirtilmistir.Konakların biri Uryan-ı Müslim digeri Hamırkesen mahallesindedir. Anlasılan, buk mahallelerde mütevazı evlerle konaklar bir arada yer almaktadır. Terekelerde digerlerine göre bazı evlerin çok pahalı oldugu anlasılmaktadır. Asagıda, bu konuda bir tablaya yer verilecektir…..

Kaynak: SELÇUK ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLMLER ENSTTÜSÜ TARiH ANABiLiM DALIYAKINÇAG TARiHi BiLiM DALI YÜKSEK LiSANS TEZi ZEHRA HiZMETLi

Sivas’ta şehirsel gelişme Celall Tasabat Erciyes ünüversitesi Yüksek lisans tezi

Sivas-sehir-hayatinda-vakiflarin-rolu-1700-1850 Ankara ünüversitesi sosyal bilimler dali yüksek Lisans Tezi Ömer Demirel

Sivas Cavusbasili

7

Page 8: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Yüceyurt Mahallesini Tarihi Üzerine. (Cavusbasi-Abadan-Yüceyurt Mah)

ÇavuşbaşıOsmanlı Devleti’nde çavuşları Divan-ı Hümayûn çavuşları, Kapıkulu Ocağı’nda görevli çavuşlar ve eyalet ve sancak çavuşları olmak üzere üç başlık altında incelemek mümkündür.Divan-ı Hümayûn’da görevli çavuşlar daha ziyade divan günleri teşrifatçılık yapar ve devlet protokolünün uygulanmasına yardımcı olurlardı. Divan-ı Hümayûn çavuşlarının tecrübelileri olan gedikli çavuşlar ise devlet için önemli işlerin takibi ve uygulanması için taşraya gönderilirlerdi. Kapıkulu Ocakları’nda işlerin belli bir düzen içerisinde yürütülmesi çavuşbaşı ve onun mahiyetindeki diğer çavuşlar vasıtasıyla olurdu. Bu çavuşlar savaş zamanı orduda emir komuta zincirinin sağlanmasında önemli görevler üstlenirdi.Eyalet ve sancaklarda istihdam edilen çavuşların görevleri Divan-ı Hümayûn’da görevli çavuşlarınkine benzer. Bunlar sancak divanlarında teşrifatçılık yapar ve divan dışındaki işlerin tatbikinde beylerbeyi ve sancak beyine yardımcı olurlardı.

EYALET VE SANCAK ÇAVUŞLARISon yılarda yapılan çalışmalar göstermiştir ki Osmanlı devlet teşkilatının bir benzeri daha küçük şekliyle eyalet ve sancaklarda da bulunmaktaydı. İnceleme konumuz olan çavuşluk müessesesini de bu genel durum çerçevesinde ele aldığımızda eyalet ve sancaklarda görevli olan çavuşları daha iyi tahlil etmemiz mümkün olacaktır.Evliya Çelebi’nin zikrettiği Kanunname-i Âyin-i Kâvaid-i Tertib-i Sultan Süleymani’den hangi eyaletlerde çavuşluk müessesesinin var olduğunu öğrenmekteyizBun göre: Karaman, Eğri, Uyvar, Basra ve Erzurum eyaletlerinde yalnızca çavuşlar kethüdası bulunmaktaydı; Rumeli, Anadolu, Sivas, Bosna, Budin, Kanije, Timeşvar, Varat, Girit, Kıbrıs, Trablus, Halep, Kapudan Paşa eyaletlerinde, hem çavuşlar kethüdası hem de çavuşlar emini birlikte bulunmaktaydı; Van eyaletinde ise çavuşlar kethüdası ve çavuşlar emininin yanı sıra çavuşlar katibi de görev yapmaktaydı

Divan-ı Hümayûn Çavuşlarının İdari Yapılanmaları ve Görevleri İncelediğimiz dönemde Divan-ı Hümayûn’da istihdam edilmiş olan çavuşların görevlerinin ne olduğuna ilişkin maalesef

detaylı bilgiye sahip değiliz. Mevcut kaynaklarda yer alan bilgiler daha ziyade çavuşların en üst düzey rütbelisi olan Çavuşbaşına aittir. Diğer çavuşların, Çavuşbaşının maiyetinde hizmet ettiklerini ve yapacağı işlerde kendisine yardımcı olduklarını söyleyebiliriz. Çavuşluk teşkilatının gelişmesi ve buna mukabil görev taksiminin belirginleşmesi ise ancak . yüzyılın sonlarında mümkün olmuştu. Bu nedenle incelediğimiz dönemde Çavuşbaşının görevlerinin ne olduğuna ilişkin bilgiler diğer Divan-ı Hümayûn çavuşlarının yükümlülüklerini tahmin etmemiz noktasında bize yardımcı olacaktır. Çavuşbaşı elinde gümüş asasıyla Divan-ı Hümayûn’da ayakta durarak hizmet eden ve kapıcılar kethüdası ile beraber merasim esnasında teşrifatçılık yapan devlet erkanındandı. Fatih’in kanunnamesinde, derecesi alt bölük ağalarından sonra ve kapıcılar kethüdasından evvel gelmekteydi.Çavuşbaşılardan doğrudan doğruya vezirlik makamına yükselenlerde vardı.

Çavuşbaşının görevlerini şu şekilde sıralayabiliriz:Divan-ı Hümayûn günü hazine ve defterhanenin sadrazamdaki mühr-i hümayûn ile mühürlenmesi ve mührün açılması ile sorumluydu.Halkın isteklerini ve arzuhâllerini divana takdim eder, dava için divana girip çıkanlara emrindeki çavuşlar vasıtasıyla mübaşirlik yapar, divanın tertip ve intizamını muhafazaya dikkat ederdi.Divan-ı Hümayûn günleri oraya gelen vezir-i âzam, vezir, kazaskerler ve defterdarların karşılanıp uğurlanmalarında ve bunların padişahın huzuruna kabullerinde kapıcılar kethüdası ile birlikte rehberlik ederdi. Aynı şekilde bayram ve cüluslarda ve sefirlerin huzura kabullerinde kapıcılar kethüdasıyla beraber adet ve usullerin uygulanmalarını sağlarlardı. Divandan sonra sadrazamı alayla paşa kapısına götürürdü ve yine Cuma günleri sadrazamı maiyetindeki çavuşlarla beraber camiye götürmek görevleri arasındaydı.

Üst düzey devlet görevlilerinin hapsedilmesi veya gözetim altında tutulması görevleri arasındaydı.Çavuşbaşılar dışardan İstanbul’a gelen kişilerin hüviyetlerini tahkik ile bunları yine geldikleri vilayet ve kazalara iade ederler ve bu suretle İstanbul’un kalabalık olmamasına dikkat ederlerdi. Yukarıda verilen bilgiler esas alındığında divanda görevli diğer çavuşların bizzat sorumluluk alanlarının belirlenmediği, Çavuşbaşının yapacağı işlerde kendisine kolluk kuvveti olarak yardımcı oldukları açıkça anlaşılmaktadır.

Çavuşbaşının merkezde üstlendiği görevlerin yanı sıra taşrada da bir takım sorumluluklarının olduğunu görmekteyiz. Çavuşbaşı malikâneler üzerinde teftiş hakkınasahipti. Herhangi bir çiftlik sahibi mülkünü başkasına ferağ edeceği zaman mal sahibinin beratına bakarak sadrazama arzuhâl takdim ederdi24. Çavuşbaşıların emrindeki çavuşlarla taşraya giderek fitne fesadın baş gösterdiği yerlerde durum tespiti yaptıkları da görülmektedir. Asayişi sağlamaya güçleri yeterse bunu bizzat kendileri yapar, bu mümkün değilse merkezi durumdan haberdar ederlerdi25. Divan-ı Hümayunda görevli tecrübeli çavuşlar da, Çavuşbaşının himayesi olmaksızın değişik işlerin tatbiki için taşraya gönderilirlerdi. Bunlar ileride geniş olarak ele alınacaktır .

8

Page 9: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Tarihden Bir Sayfa

Sivas Cavusbasi-Abadan-Yüceyurt kerpiclik Sivas Cavusbasi-Abadan-Yüceyurt

Sivas Cavusbasi Sünnet Fotografi Sivas Cavusbasi Sünnet Gezmesi Eylencesi

Cavusbasi-Abadan (Yüceyurt mah) Cavusbasi-Abadan (Yüceyurt mah)

9 Sivas Cavusbasili

Page 10: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

ABADAN

Osmanlıca - Türkçe sözlük - Abadan; f. mâmur, şen. İmâr edilmiş Buradan yola cikarak 93 muhacirleri dedigimiz kesimlerin mahalleye iskan edilmesi ile birlikde 1882 yili hudut namede de belirtildigi gibi mahalle iskan ve yeni bir düzenlemeye tabi tutuluyor.

Osmanli Padisahi II.Abdulhamid Dönemindeki Sivas Valisi Halil Rifat Pasa Tarafindan O denemdeki Mahallemizin Muhtari Sükrü Döskaya verilmistir Halil Rifat Pasa 9 Ocak 1882 den 17 Eylül 1885 e kadar Sivas Valisidir.

Abadan Mahallesine ait bu hudutname 1882 Tarihinde verilmistir.

ABADAN MAHALLESINE AIT HUDUT NAME

10

Page 11: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

11

Page 12: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

12

Page 13: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

ABADAN MAHALLESI

ABADAN CAMISi Abadan CamisiBulundugu yer: Yüceyurt Mahallesi, Hastane Caddesin’de bulunmaktadır.insa tarihi: XIX. yüzyılBanisi: Bilinmiyor.Planı: 18.

Caminin banisi, insa tarihi ve mimarı bilinmemektedir. Cami, kareye yakın dikdörtgenbir alan üzerine oturtulmustur. Caminin temel duvarlarında kaba yonu tas, beden duvarlarında kerpiç; üst örtü ve tasıyıcı sistemde ahsap kullanılmıstır. Ahsap tavanlı caminin harimi, mihrap önü sahnının yer aldıgı orta mekânın dört adet ahsap diregin tasıdıgı fazla yüksek olmayan kubbemsi pramidal külah ile bu kubbemsi pramidalkülahın çevresi ahsap düz tavanla örtülmüstür Caminin kuzey cephesine, mahfile çıkısı saglayan düz lentolu kapı açılmıstır. Cami, batıcephede bes alt ve bir üst seviyede pencere; dogu cephede üç pencere; güney cephedede iki pencere açılmıstır. Yapının köse duvarlarının baglantı yerlerinde dikeydogrultuda; bütün cephelerde temel seviyelerinin üst kısımlarında ve saçak kısımlarındada yatay dogrultuda uzanan ahsap hatıllara yer verilerek cephelerde hareket saglanmayaçalısılmıstır. Caminin kuzeyinde son cemaat mahalli, batı duvarının kuzey ucunda tek serefeli kesmetas minaresi yer almaktadır. Minare, 1970 yılında tamamen kesme tastan insa edilmistir.Minare kaidesinin batı yüzüne yan yana yerlestirilmis iki mermer kitabe konulmustur.Sülüs harfle yazılan bu kitabelerden biri çesme, digeri caminin onarımı ile ilgilikitabedir. Çesme kitabesi 0.36 x 0.83 ölçülerindedir. Kitabenin bazı yerleri kırık oldugu

için tam olarak okunamamıstır

13

Page 14: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

ABADAN MAHALLESI

Abadan Cami Kitabe:

Kitabe: Camiye ait onarım kitabesi kitabesi 0.50 x 1.10 m. ölçülerindedir

Fi muhasebetzade ridâ taufik bakan belediyesi sivasti…ketriyen mahrufa su his…… Sene 1327 (M.1909)…

Ol imamü’l-müslimin Abdülhamid Han-ı saniCami-il cümle mehasin eylemis rabb-i mecıdEz-ser-i nev alemi tecdide himmet eylediZahir-ü batın mücedded oldugı oldı bedıdKabil-i ihsa degül asar-ı insaiyyesiKim mesacid bi-sümar oldı mekatib bi-adıd#ste ez-cümle bu vasi ma’bed ile mektebiKars muhacirleri içün yapdı ol sah-ı feridVali-i vala neseb Hacı Resid Pasa dahiTarh-ı insasını ikmal itdi ba-sa’y-i mezidMevki-i a’la müferrib naksı ra’na dil-pezirTarh-u matbu’bi-kusur-u resm-i ziba-yı cedidBes vakitde cümleten budur duamız daimaHer hatardan zatını mahfuz ide rabb-i mu’idAvn-i hak yarı olup tevfik-i bari yaveriBa-adalet ola evreng-i hilafetde ka’idTa ki mescitler açılup cum’alar ola edaHutbelerde okına el-Gazi Han AbdülhamidSöyleyüp sükrane sa’di arz kıl tarihiYapdı Han Abdülhamid bı mabedi ra’na cedıdHarrarahu Arif /sene 1323 (M.1905)

Son cemaat mahalline, kuzey cephenin batı ucuna açılan basık yuvarlak kemerlikapıdan girilmektedir. Son cemaat mahalli, yakın zamanlarda yapılan onarımlaresnasında, kuzey-güney dogrultuda uzanan ahsap dogramalarla üç bölüme ayrılmıs veüst örtüsü de tavan kaplamaları ile yenilenmistir. Son cemaat mahalligüneyden iki, dogudan bir, batıdan ise iki adet olmak üzere toplam bes adet pencereyleaydınlatılmıstır. Batı yöndeki pencereler yuvarlak kemerli, diger pencereler düz lentoluolarak düzenlenmistir. Son cemaat mahalli kuzey duvarının hafif batı ucuna kayan yere,mahfile çıkısı saglayan ahsap basamaklı merdivenler yerlestirilmistir. Son cemaatmahallinin güney duvarında harime giris kapısının dogusunda, 0.20 m. derinliginde nisaçılmıstır. Alçı malzemeden kalıplama teknigiyle yapılan mihrabiye nisi, üçyönden yarım daire profilli basık yuvarlak kemerli silme kusagı ile sınırlandırılmıstır.Silme kusakları, altın sarısı renkteki yaglı boya ile boyanmıstır. Mihrabiyenin nisi,silme kusaklarının formuna uygun olarak hafif zeminden çökertilmistir. Mihrabiyeniniki yanındaki zeminden 1.30 m. yüksekligindeki alanlara, alçıdan kalıplama teknigiyleolusturulmus birer samdanlık yerlestirilmistir. Gövdeleri stilize edilmis yaprakbiçiminde düzenlenmis samdanların uçları, stilize edilmis üç yapraklı palmet motifiyle

sonuçlandırılmıstır.

14

Page 15: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Son cemaat mahallinin üst katı mahfili olarak düzenlenmistir. Mahfile, son cemaat mahallinin kuzey duvarının batı ucundaki 12 adet ahsap basamaklı merdivenle çıkılmaktadır. Bu bölümün ahsap tavanı, dogu-batı yönünde ince çıta parçalarının çakılmasıyla esit seritlere ayrılmıstır. Mahfil, dogu ve batı-duvarlarına açılan birer dikdörtgen pencere ile aydınlatılmıstır. Mahfilinin güney duvarının ortasına açılan düz lentolu kapıdan harime tasıntı yapan diger mahfile geçis saglanmıstır.Harime, son cemaat mahallinin güney cephesinin ortasına açılan düz lentolu kapıdan girilmektedir. Harimin ahsap tavanlı üst örtüsünün merkezine, dört adet ahsapdiregin tasıdıgı pramidal külah biçimindeki fazla yüksek olmayan kubbe yerlestirilmistir. Kubbenin çevresi dört yönden ahsap düz tavan ile kapatılmıstır. Ahsap direklerden güneydekiler bagımsız, kuzeydekiler ise aynı zamanda mahfili tasımaktadır. Ahsap direklerden ahsap sekizgen kubbe kasnagına geçisler, üçgen biçimindeki dolgu elamanları ile saglanmıstır. Bu dolgu elemanlarının, yan kenarları ters ve düz“C” biçiminde kıvrılacak sekilde düzenlenmistir. Fazla yüksek olmayan sekizgen kubbekasnagı üzerine, yine fazla yükseltisi bulunmayan piramidal ahsap sekizgen kubbe oturtulmustur. Kubbenin merkezi, üst üste yerlestirilmis iki çiçek motifi ile süslenmistir. Bu çiçeklerden alttaki 24 yapraklı, üsteki ise 16 yapraklı olarak yapılmıstır. Çiçek motifleri ahsaptan kabartma teknigi ile yapılmıs olup, yapraklar ikiyüzlü olarak düzenlenmistir. Bu kompozisyon, altın sarısı renkteki yaglı boyayla boyanmıstır.Kubbenin dısında kalan harimin diger bölümlerinin üzeri, ahsap düz tavan ile kapatılmıstır. Ahsap düz tavana, bagdadi devirmeler ile geçilmistir. Ahsap tavan yüzeyi, esit sekilde çakılan ince çıta parçaları ile seritlere ayrılmıstır. Ahsap tavana geçiste kullanılan bagdadi devirmelerin alt kısımlarındaki ahsap pervazlar, harimin kuzey duvarı dısındaki diger duvarları çepeçevre kusatmaktadır. Ahsap pervazların asagıyabakan kenarları, su dalgası seklinde yapılmıstır. Pramidal kubbeyi tasıyan ahsap direklerin baslıkları dor sütun baslıgı biçiminde düzenlenmistir. Güneyde bulunan ahsap direk baslıklarının kuzeye bakan yüzleri,bitkisel motifler ile süslenmistir. Bitkisel motifler ahsaptan kabartma teknigi ile yapılmıs olup üzerleri altın sarısı renkteki yaglı boya ile boyanmıstır. Bitkisel motiflerin merkezine, stilize edilmis üç yapraklı palmet motifi yerlestirilmistir. Palmet motifinin alt taraftaki uçlarından yanlara dogru dairesel egriler yaparak uzanan stilize edilmis rumiler çıkmaktadır. Uçları helozonik biçimde sonuçlandırılmıs stilize edilmisrumilerin gövdeleri bir serit ile iki kısma ayrılmıstır. Harim, güney yönden iki, dogu ve batı yönlerden üçer, kuzey yönden de iki pencere açılarak aydınlatılmıstır. Kuzey yöndekilerin dısındaki pencereler, sivri kemerformunda yapılmıstır. Pencerelerin üst ve yan kısımları sevli olarak düzenlenmistir. Harimin kuzey yönden aydınlatmasını saglayan pencereler dikdörtgen formda yapılmıs olup yanları sevlidir.

15

Page 16: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

ABADAN MAHALLESI

Harim duvarlarının zeminden 0.80 m. kadar olan kısımları ve ahsap direklerin zeminden0.90 m. yükseklige kadar olan kısımları ahsap lambri parçalarıyla kaplanmıstır.Caminin güney duvarının ortasında yer alan ahsap mihrap ile minber 1990’lı yıllarda tamamen yenilenmistir Mihrabın ahsaptan yapılmadan önceki durumu hakkındaki bilgilerimiz H. Denizli’nin çalısması ile sınırlıdır. H. Denizli, alçıdan daire kesitli olarak yapılan ve iki yandan sütunceler ile sınırlandırılan mihrap nisinin perde vekandil motifleri ile; mihrap alınlıgının ise asma yaprakları, üzüm salkımları ve ay-yıldız motiflerinden olusan bitkisel

komposizyonla süslendigini belirtmektedir. Aynı arastırmacı minberi de, sade isçilikli ahsap minber seklinde tanımlamıstır. Vaaz kürsüsü, harimin dogu duvarının güney ucunda duvar yüzeyine bagımlı olarak yapılmıstır. Vaaz kürsüsünün yarım koni seklinde sonuçlanan alt kısmı ve balkonkorkulugu yüzeyindeki kompzisyon alçı malzemeyle meydana getirilmistir. Bezemeler kalıplama teknigi kullanılarak yapılmıstır. Vaaz kürsüsünün alt kısmı vazo biçiminde düzenlenmistir. Vazonun yüzeyi, dikey yönde uzanan stilize edilmis yaprak motifleri ile tezyin edilmistir. Vazonun kaide ve yaprak motifleri altın sarısı renkteki, diger kısımları da mor renkteki yaglı boya ile boyanmıstır. Vaaz kürsüsününyarım koni seklindeki gövdesi ahsaptan yapılmıs olup, korkuluk kısmının yüzeyi, plaster biçimindeki dikey seritler ile üç bölüme ayrılmıstır. Bu bölümlerden yanlarda bulunanların iç kısımları, zeminden hafif tasan 26 dilimli elips madalyonlar ile doldurulmustur. Bu dilimlerin kesisme noktasında elips biçimli daha küçük baska bir madalyon yerlestirilmistir. Yanlardaki bölümlerden daha büyük tutulan ortadaki bölüm,bitkisel karakterdeki kompozisyonla bezenmistir. Bu bölümün merkezine karsılıklı olarak yerlestirilmis ve uç kısımlarından baglanarak kapalı form olusturan düz ve ters “C” biçiminde kıvrılan stilize edilmis kenger yaprakları yerlestirilmistir. Kapalı formun merkezine 10 yapraklı çiçek motifi islenmistir. Kapalı formu olusturan kenger yapraklarının diger kolları, dairesel sekilde yukarıya ve asagıya dogru uzatılmıstır.Kapalı formun tepesine, stilize edilmis lotus motifi oturtularak bitkisel kompozisyontamamlanmıstır. Bitkisel kompozisyonların zemini mor, motifler altın sarısı renkteki yaglı boya ile boyanmıstır.Mahfil, harimin kuzey cephesi boyunca uzanmaktadır. Mahfile, kadınlarmahfilinin güney duvarının ortasına açılan düz lentolu kapıdan girilmektedir. Mahfilinüst örtüsü, harimin üst örtüsünü de kapatan ahsap düz tavanların uzantısı seklindedüzenlenmistir. Mahfilin orta bölümü, kubbeyi tasıyan direklere kadaruzatılmıstır. Mahfilin bu kısmının güneye bakan kenarı, yarım daire biçiminde harime tasırılmıstır. Mahfil korkulukları yakın zamanda yenilenmistir. Harimin pramidal sekizgen ahsap kubbesinin merkezindeki göbekte kabartma teknigiyleolusturulan bitkisel madolyan görülmektedir. Pramidal kubbenin güney yönde üzerine-

16

Page 17: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

ABADAN MAHALLESI

-oturdugu direklerin kuzeye bakan baslıklarının yüzeylerine ahsaptan kabartma teknigikullanılarak meydana getirilimis bitkisel bezemeler dikkat çekmektedir. Caminin vaazkürsüsünde de alçıdan kalıplama teknigiyle olusturulmus bitkisel kompozisyonunagırlıkta oldugu süslemeler bulunmaktadır.

Y. Erol Arsivi’nde bulunan ve 1912-1927 yılları arasına tarihlendirdigimiz tabloseklinde hazırlanmıs bir belgenin besinci sırasında, caminin H.(1)322/M.1904 tarihindeyenilendigine dair bilgilere yer verilmistir428. Ayrıca camide 1905 tarihli onarımkitabesi yer almaktadır. Yukarıda deginilen belge ve kitabe dısında cami hakkındaherhangi bir kitabe ya da belge tespit edilmemistir. Bugünkü cami, yukarıda belirtilenkitabe ve belge ile sahip oldugu plan, üst örtü ve mimari özellikleri dikkate alındıgındaXIX. yüzyılda insa edilmis olabilecegini düsünmekteyiz. Caminin kesin insa tarihiancak ileriki yıllarda yapılacak olan arsiv çalısmalarında ortaya konulacak olanbelgelerle mümkün olacaktır.

Kaynak:Çavuşbaşı Cami Çeşmesi Yapim Tarihi (1792) Kaynak Sivas Çeşmeleri-Ömer DemirelXVI. YÜZYILDA OSMANLI DEVLETİ’NDE ÇAVUŞLUK TEŞKİLATI Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt: 12, Sayı: 2, 3,5,Sayfa: Ümit KOÇCahit Döskaya

Sivas Cavusbasili.

17

Page 18: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

ABADAN MAHALLESI

Terkemelerin Kimdir? (Karapapaklar)

1.Karapaphlar Şimdiki Gürcüistanın BORCALI bölgesiden toplu haldeGöçe zorlanması 1826 tarihindeki Türkmençayı Anlaşmasinin sonucu ve Rusların amnsız zulüm vebasılarırl başlamiştır.2.Toplu göçe ise 1850 li yıllarda olmuştur yine Rusların ve Ermenilerin Hatta Gürcülerin baskısylaolmuştur.3. İse Meşur 93 Harbni arifesinde olmuştur(Mihrali Beyi okuyunuz.)4.1990 yılında 100 aile yine zulümden kaçarak Anadoluya geçmişlerdir.Bu KarapapahlarSıvasn Yıldızeli İlçesine Yerleşmişlerdir.Bu Bilgilerin , vesikaların ve araştırmaların sononda1.Çildir İlçesinin tamamaı KARAPAPAH tır.2. Arpaçayda yoğun karapapah nüfusu bulunmaktadır.3.Göle'de 4 tane köy ve Göle nin merkezinde bulunmaktadır.4.Kars ve köylerinde yoğu nüfus ve çok sayıda köy bulunmaktadır.5.Iğdır'da da karapapak köyleri bulunmaktadır.6.Ağrı,Taşliçay'da yoğun ve diğer köylerdede ikamet emekteler.7.Erzurumun çesitli İlçelerinde karapapahlar bulunmaktadır.8.Tokat ve Zile yede toplu yerleşmşilerdir.9.Yozgat'tada bulundukları bilinmektedir.10.Kayseri'de Pınarbaşi ve birkaç köy vardır.11.Muş,Bulanık ve Malazgirtr çokca sayıda köy bulunmaktadır.12.Amasya ve Merzifonada yerleşmişlerdir.

13.Adana'da yekün bir sayıda Karpapah olduğunu Mihrali Beyın Yemen Savaşinagittiğidekı tören anlatmaktadır.1 4.Sivas(Yüce Yurt(Çavusbasi)mahallesinin tamamı diğer mahallaeler,Kangalda 6 köy,Yıldızeli 20 köy veUlaşta 8 köy bulunmaktadır.15.Çorumdada Karpapah bulunmaktadır.İşaret edilen yerleşim yerlerine toplu halde yerleşmişlerdir.Türkiyenin her noktasnda Krapapahlararaslamak mümkündür.ÇOK ÖNEMLI::::geniş bilgi siteniz oln cildirlikarapapakta bulacaksınız...ARAŞTIRMA DERİNLİĞİNE DEVAMETMEKTEDİRKAYNAKhttp://karapapakyurdu.blogcu.com/sayfa/2

Terekeme Ataları Kimdir?Sizinle zaman içinde bir yolculuk yaparak M.S. II yüzyıla gidelim. Cebeli Tarık tan Fırata kadar geniş biralana Roma imparatorluğu hükmetmektedir. Doğuda Kürt ve Aras boylarından batıda Fırata kadar olanbölgeye ise Arşaklılar hâkimdir. Roma ve İran ile siyasal ilişkileri olan Arşaklılar devletin! İskitlerinHorasan kolundan gelen Arşak isimli bir başbuğun yönetimindeki boy ve oymaklar kurmuştur. Bodunbazında teşkilatlanan Arşaklılar Eski Gök dini ve Şamanî geleneklerim korumakla beraber bu yeniyurtlarında Hıristiyanlıkla tanıştılar.Şimdi biraz daha doğuya iç Asyaya doğru gidelim. Metenin (Mo-Tun) kurduğu Asya Hun siyasal birliğiparçalanmış, Hunların doğu kanadı Çin egemenliğine girmişti. Çiçi batıda Talas boylarında yerleşik düzenegeçmeye çalışıyordu. Gerek yerleşikliği gerekse Çin egemenliğim kabul etmeyen özgürlük vebağımsızlıklarına düskün kimi Hun boy ve uruğları ise batıya doğru hareket etmeye başladılar. AsyaHunlarının sahneden çekilmesi ile Çin Denizinden Kafkaslara kadar geniş alanda büyük bir otorite boşluğubelirmişti. Bir taraftan göç hareketlerinin yerleşikler üzerinde yapmış oldukları tahribat diğer taraftan isekendilerine yeni yurt bulmak isteyenlerle, yurtlarını korumak isteyenler arasındaki kanlı mücadelelerbozkırda yaşamı güçleştiriyordu.

18

Page 19: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

ABADAN MAHALLESI

İşte bu bunalımlı yıllarda kuzeyden Kafkasları aşarak Kür Irmağı boylarına iki yeni Türk boyu geldi.Borçalıve kazaklı olarak anılan bu boylar, bugün Terekeme olarak bilinen Türklerin atalarıdır. At sürüleri (Yılkı)ve koyun besiciliği yapan bu boylar siyah astragan kalpak giydiklerinden komşuları tarafından“Karapapaklar” (web düzenleyicinin notu : karapapak telaffuzu tam vermediğinden QARAPAPAXLARşeklinde yazdım ki telaffuzu tam verebileyim. Q harfi G ye benzer bir sestir GAR gibi X ise hırıltılı sesidir ki doğu şivesi ile hıyar yada xıyar gibi okunur) diye anılmaya başlandılar. Kür boylarındaki egemenliklerini pekiştirmek isteyen Karapapaklar Tiflis, Nahcivan, Karabağ, Loru, Ahırkelek, Gence ve Şirvan dolaylarında yurt tuttular. Bulundukları bölgede bir çok yer ve «akarsu, dağ ve ovalara kendi adlarını verdiler. Bugün Gümrü nün kuzeydoğusundan çikarak Küre karışan Borçalı Çayi ile Pembek Dağından çikarak Arasa karışan Kazak Cayi isimleri ile bu yılların hatırasını taşirlar.Karapapaklar komşuları Arşaklılarla dostça geçinemezlerdi. Bazen sınırı geçerek komşularına yağma akınları düzenlerlerdi. Dede Korkut hikâyelerinden bazıları konularını bu iki Türk toplumu arasındaki savaşlardan almıştır. Örnegin “Salur Kazan hikâyesinin başkahramanı Ulaş oğlu Salur Kazan Arşaklı hükümdar sülalesindendir. Arşaklılarla Karapapaklar arasında izleyebildiğimiz ilk savaş M.S. 200 yılında cereyan etmiştir. Karapapaklar Surhan isimli bir başbuğun idaresinde Kür Irmağını geçerek Arşaklı ülkesini yağmaladılar.Durumu ögrenen Arşak hükümdarı Ulaş onları takip ederek Derbent Geçidinde (Demirkapı) yakaladı. Bu iki Türk toplumu arasında yapılan çetin ve kanlı savaşta Karapapaklar, büyük kayıplar vermelerine karşin Arsak hükümdarı, Ulaşida okla vurarak öldürdüler. Karapapaklar üslerine dönerken hükümdarları ölen Arşaklılarda onları takip edemediler.Tarihin akışı içerisinde Karapapaklarla Arşaklılar arasındaki ikinci büyük savaş M.S. 300 yılında gerçekleşti. Karapapak birlikleri Arası geçerek, Karabağ, Muş, Erzurum ve Ahlata kadar Arşaklıtopraklarını istila etmişlerdi. Bunun üzerine Arşaklı hükümdarı Tridatın yönettiği ordularla Karapapaklar Karkarlı (Gogarlı) ovasında karşilaştılar. Her iki tarafın da çok kayıplar verdiği bu savaşta Arşaklı komutanlarından “Ardovazd” ile Karapapak başbuğu savaş alanında-

-öldüler. Bundan sonra Karapapaklar işgal ettikleri Arşaklı topraklarını terk ederek Erzuruma (Garın) kadar çekilmek zorunda kaldılar.Karkarlı Savaşandan sonra da Arşaklı ve Karapapak ilişkilerinde kalıcı bir dostluk gelişmedi. Bazentaraflar birbirlerine çok pahalıya malolan yağma akınları düzenlediler. Her iki taraf içinde son dereceyıpratıcı olan bu akınların hızı, bölgede Hristiyanlığın yayılmaya başlaması üzerine azalmaya başladıkaynakhttp://www.terekemeyiz.com/terekeme-atalari.html

20

Page 20: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

ANADOLU’DAKİ KARAPAPAKLAR BUGÜNKÜ TEREKEMELER

Güliz ŞahinAtilla’nın ölümünden sonra (453) Bizans saldırılarısonucu Hunlar sahneden çekildi. Buyıllarda kuzeyden Kafkasları aşarak Kür Irmağı boylarına Oğuz Türklerinden olan ikiyeni boy geldi. “Borçalı” ve “Kazaklı” olarakanılan bu boylar, bugün Terekeme olarak bilinen Türklerin atalarıdır. Terekeme terimiArapça “Türkmen” kelimesinin çoğulu “Terakime” kelimesinden gelmektedir. At sürüleri (yılkı) ve koyun besiciliği yapan bu boylar siyah astragan kalpak giydiklerinden komşuları tarafından “Karapapaklar” diyeanılırlardı. Astragan Buhara’da, aynızamanda ülkemizde de yetiştirilen birkuzu türü olan Karakul kuzusunun kıvırcıkve parlak postuna denir. Bu siyahastragan kalpaklı Karapapaklar, Kür boylarındaki egemenliklerini daha kalıcı kılmak amacıyla Tiflis, Nahcivan, Karabağ, Loru, Ahırkelek, Gence ve Şirvan dolaylarına yerleştiler. Kadını ve erkeğiyle iyi birer savaşçı olan Karapapaklar binlerce yıl aynı bölgeyi ellerinde tutmayı başardılar. Hunların doğu kanadının bekçileri olan Karapapaklar Kafkasların en eski kavimlerinden biri olaraktarihe geçmiştir.

Geniş bir coğrafyada yaşamaktadırlar

Karapapak Türkleri çoğunlukla GürcistanBorçalı’da yaşamaktalar. Bununla birlikte Azerbaycan’ın Gence ve Gence’den sonraki tüm bölgeleri Karapapak’tır. Mesela Ka-

zak, Tovuz, Gedebey Karapapak kültürünün hâkim olduğu en önemli yerlerdir. İran’da Sulduz bölgesinde çok sayıda Karapapak Türkü’nün olduğu bilinmektedir. Kazakistan ve Rusya’da da çok sayıda Karapapak Türkü yaşıyor. Bugün Azerbaycan ve İran’da yoğun olmak üzere Ermenistan, Özbekistan ve diğer Türk cumhuriyetleri ile Avrupa’nın çeşitli kentlerinde yaşamaya devam ediyorlar.

21

Page 21: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Kimliklerine “Azeri” yazdırarak sürgünden kurtuldular

Kazakistan’daki Karapapakların çoğu Stalin dönemindeki sürgün hareketleri sonucu buraya yerleşenlerden. Gürcü asıllı olan Stalin,Kars’a yakın yerlerde yaşayan Karapapak Türklerini Orta Asya bozkırlarına sürgün etmiş, pek çoğu yollarda hayatını kaybetmiş. Odönemlerde nüfus kâğıdında “Türk” yazanlar çeşitli sorunlarla karşı karşıya gelmiş; o nedenle kimliklerine Azeri yazdırmak mecburiyetindekalmışlar. Borçalı’daki Türklerin sürgün edilmeleri böyle önlenmiş. Rusya’daki Karapapaklar ise daha çok geçim sıkıntısını gidermek için oraya gidenlerden oluşuyor. Rusya’da bugün yüzbinlerce Karapapak Türkü zor şartlarda hayatlarını idame ettirmeye çalışmaktalar.Anadolu’da Karapapaklar Gürcistan ve Azerbaycan’ın yanı sıra Karapapakların en yoğun yaşadığı yer, baştaKars olmak üzere Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesidir. Kars, Iğdır ve Ardahan’da nüfusun çok önemli bir kısmı Karapapak’tır. Bu bölgelerde daha çok Terekeme adı kullanılır. Çıldır ilçesinin tamamı Terekeme’dir. Arpaçay, Susuz, Sarıkamış gibi ilçelerin de çoğu Terekeme’dir. Terekemeler Erzurum, Erzincan, Sivas, Amasya, Van, Ağrı gibi şehirlerimizde de oldukça fazladır. Sivas’ın Kangal ilçesinde yoğun bir Karapapak nüfusu vardır. Ayrıca buralardan İstanbul, Ankara, İzmir, Adapazarı, Bursa gibi şehirlere göç eden çok sayıda Karapapak Türkü vardır. Azerilerve Terekemeler dil, lehçe, mutfak ve müzik kültürü gibi konularda birbirine çok yakındır. Sadece ağız farklılığı nedeniyle olacak ki Türkiye’deki her iki kesim de birbirlerini farklı nitelendirmektedirDemirkapı’nın güvenliği onlardan sorulurdu

Eski Türklerde aileler birleşerek urugları, uruglar boyları, boylar bodunları, bodunlar da elleri/illeri oluştururdu. Türk adının resmî devlet adı olarak kullanıldığı ilk devlet olmasıbakımından Türk kültür tarihinde önemli bir konuma sahip olan Göktürk eli, 552 yılında teşkilatlanarak Çin’den Kafkaslara kadar geniş bir alanda siyasal birliği yeniden sağlamıştı. Demirkapı (Derbent Geçidi), diğerbir adı ile Çor Kapısı’nın güvenliği Göktürk elinin batı uç akıncıları olarak Karapapaklardansorulurdu.Kaf Dağı’nın bekçileri oldular

Bir kavim yaşamına sığmayacak kadar uzun yıllar Kür boylarının toprakları ile bütünleşen Karapapaklar hakkında birtakım efsane ve mitler gelişmiştir. Bugün de Kafkas Karapapakları arasında yaygın olarak konuşulan bir efsane vardır: “Tanrı dünyayı dengede tutsun diye Kaf Dağı’nı yarattı. Daha sonra Karapapakları bu dağa bekçi kıldı.” Bu mitolojik yargı uzun bir geçmişin anılarını içerir.

22

Page 22: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Birçok akarsu, dağ ve ovaya adlarını verdilerBulundukları bölgede birçok akarsu, dağ ve ovaya kendi adlarını verdiler. Bugün Gümrü’nün kuzeydoğusundan çıkarak Kür’e karışan Borçalı Çayı ile Pembek Dağı’ndan çıkarak Aras’a karışan Kazak Çayı isimlerini Karapapaklardan almıştır.

Dede Korkut hikâyelerinde rastlanırKarapapaklar komşuları Arşaklılarla dostça geçinemezlerdi. Bazen sınırı geçerek komşularınayağma akınları düzenlerlerdi. Dede Korkut hikâyelerinden bazıları konularını

bu iki Türk toplumu arasındaki savaşlardanalmıştır. Örneğin “Salur Kazan” hikâyesininbaşkahramanı Ulaş oğlu Salur Kazan, Arşaklıhükümdar sülalesindendir. Salur Kazan’ınKarapapaklarla mücadelesi hikâyelerde işlenen

temalardandır.Giyim-kuşamda Türkmen,Kıpçak ve Azeri izleri vardır

Karapapakların yurdu olan Kuzey Kafkasya’nın iklimi ve etnik yapısı, giyimkuşamı da etkilemiştir. Şu an yaşadıkları mevcut toplumsal yapı da giyim kuşamda etkili olmuştur. Örneğin Kars ilindeki askerîgarnizon, yöre giysilerinde farklılıklar yaratmıştır. Yer yer değişen giysilerde genel olarak Türkmen, Kıpçak ve Azeri geleneklerinin izleri görülmektedir.

Karapapaklar için çocukların kirvesi önemlidir

Kirve, sünnet olan çocuğun elini kolunu tutan ve çocuk üzerinde babalık hakkı olan kimse demektir. Kirvelerin çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri yasaktır. Göle-Kars’ta kirve, kırva-kirva şeklinde söylenir. Bugünkü Terekemelerde “kirve” denir. Erzurum, Kars, Erzincan, Artvin, Elazığ, Malatya, Maraş, Amasya, Tunceli, Bingöl, Adıyaman, Diyarbakır, Çorum, Kayseri, Mersin, Adana, Tokatve Yozgat illerinde yaşayan Karapapaklarda kirvelik yaygın ve önemlidir.“Terekeme” aynı zamanda halk oyunudur

Karapapaklar (Terekemeler) halk oyunlarında da büyük bir zenginliğe sahiptir. Bunlar genellikle bayan ile erkeklerin birlikte veya ayrı ayrı oynadıkları oyunlardan oluşmuştur. Mahallî oyunlar sosyal yapıyı bütün ayrıntılarıyla ortaya koyabilen folklor unsurlarından en önemlisidir.Karapapak beşik nağmeleri (Nazlamalar)

Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde, yıllar öncesinden günümüze kadar saz çalarak kendisinin veya başkalarının şiirlerini söyleyen kimselerin halk arasındaki adı “âşık”tır. Ardahan, Kars ve Iğdır yöresinde “âşık” dendiğindeakla gelen “halk ozanı”dır. Âşıklar XX. yüzyılın başlarına kadar önemli bir mesleki sınıf olarak yaşadılar. Halkın toplu bulunduğu yerlerde, kahvelerde, kervansaraylarda, şenliklerde, kışlalarda ve konaklarda doğaçlama olarak şiir söyler, atışır ya da halk hikâyeleri anlatırlardı. Sazın-sözün,âşıklık-ozanlık geleneğinin, Türklük şuuru ve sevgisinin güçlü olduğu yerde bilin ki Karapapaklar vardır. Aşağıda örnekler verdiğimiz bazı nağmeler günümüzde Türkiye Türkleri tarafındanda bilinmekte ve dilden dile dolaşmaktadır.

Atem-tutem men seni,Şekere qatem men seni,Atan öye gelende,Qavağına tutum men seni.Başına men dolanem,Men dönöm, men dolanem,Seni Allah saxlasın,Sayende men dolanem.Balamsan, bir denesen,Sedefden dürdenesen.Men ölsem sene qurvan,Sen ölme bir denesen.Derya ollam bulanam,Sucaq ollam, sallanam.Sağ gözüm sene qurvan,Sol gözümnen dolannam.

23

Page 23: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Sivas Cavusbasili

BİR DESTAN KAHRAMANI: MİHRALİ BEY (1844-1906)Mihrali Bey'in köyünden (Acıyurt-Sıvas) olmam dolayısıyla çocukluğum, hep bu yüce kişinin kahramanlıklarını dinlemekle geçti. Halkımızın, "İkinci Köroğlu", "İkinci Battal Gazi" olarak vasıflandırdığı Mihrali Bey'i inceleyip yazmak fikri de bundan kaynaklanmıştır.1971 yılından itibaren bu konuda bilgiler toplamaya başladım. Malzemeleri toplarken gördüm ki; Gazi Ahmet Muhtar Paşa'nın Hatırat ve Mehmet Arif Bey'in Başımıza Gelenler'i haricindeki yazılar (Bkz. Bibliyografya 2, 5, 10, 11, 13) hep bu eserleri tekrardan ibaret. Duyduklarımın ve bildiklerimin pek çoğu yazılmamıştı. Araştırmalarımı derinleştirdim. Halen sağ olan torunları ve bu sahada derlemeleri bulunan amcam Beşir Sönmez ile irtibata geçtim. Eksik bir kısım kalmaması için on üç yıl bekledim. Saygıdeğer dostum Ali Birinci'nin de teşvikiyle nihayet yazmaya karar verdim.

Mihrali Bey'in hayatı okunduğunda bazı bölümler, okuyucularımıza mantıksız gelebilir. Şunu söyleyelim ki; bunların hepsi de hakikattir. Bu yüzdendir ki, halkımız onu yüceltmiş; bir destan kahramanı olarak görmüş; hakkında sayısız destanlar söylemiştir. Maalesef bunlardan pek azı elimizde mevcuttur. Yayımlanan ve bilinen destanların haricinde, ben de Tokatlı Âşık Püryâni'den üç destan derleyerek manzum parçalar bölümüne ilave ettim. Mihrali'ye "Mühür Ali" de denmektedir. Bu, halkımızın yakıştırmasıdır.

Mihrali'nin hayatı, başlı başına bir film konusudur. Yazımızı, konu bulmakta güçlük çeken, hatta basit konularla Türk sinemaseverleri rahatsız eden film şirketlerinin de dikkatlerine arz ediyoruz. Dileriz, bu yazıdan haberdar olurlar.... (Sivas, 10. 4. 1984) Yrd. Doç. Dr Doğan KAYA

MİHRALİ BEY'İN HAYAT HİKÂYESİ

Karapapak-Terekeme Türklerinden olan Mihrali, Tiflis vilâyetinin Borçalı sancağına bağlı Darvas Köyü'nde büyümüştür. Babası Memili, dedesi ise Allahverdi'dir. Asil bir aileden olan Memili, Acem kızı ile evlenir. Ondan Mehmet Ali, ikinci hanımından da Mihrali Bey, İsa Bey, Memmedalı ve Ali Bey doğmuştur. İki de kızı vardır: Huri ve Kezban. Daha, küçük yaşlarda ata binmeye, silah kullanmaya başlayan Mihrali, kısa boylu, etine dolgun, kara yağız ve sevimli biridir. Genç yaşlardaki gözü pekliği, cesareti, mertliği ve çevikliği dillerde söylenir olmuştur. Mihrali, on yedi yaşındayken babasını kaybeder. Ruslar, Mihrali ve kardeşlerinin uğraşmaların rağmen, Abdullah Ağa'nın Müslüman mezarlığına gömülmesine izin vermez ve Karapapakların inançlarına, adetlerine ters düşen bir usulle kendi mezarlıklarına gömerler. Civar köylerde bulunan Karapapaklar, Çerkezler, Çeçenler, Lezgiler Darvas Köyü'ne gelip başsağlığı dilerler. Mihrali, o gece rüyasında babasını görür. Babası hiddetlidir. "Utanmıyor musun? Beni o mezarlığa nasıl gömdürdün? Yazıklar olsun sana! Eğer benim na'şımı bu kafirlerin içinde korsan, hakkım haram olsun." der. Rüyanın etkisiyle aniden uyanan Mihrali, yatağından fırlar. Babasının hayali gözünün önünden hiç gitmez. Kılıcını beline bağlar, hançerlerini kuşağının arasına sokar, yanına kazma kürek alır, dışarı çıkar. Vakit gece yarası olduğu için köy halkı derin uykudadır. Mihrali, doğruca mezarlığa gider.

Kısa boylu olmakla beraber, çevikliği sayesinde bir hamlede yüksek duvardan atlar. Nöbetçilere görünmeden babasının mezarına gelir. Mezarı kazar ve babasını çıkarır. Bir an önce oradan uzaklaşmak düşüncesiyle babasını omuzlar, koşar adımlarla mezarlıktan ayrılır. "Dur! Eller yukarı!" sözüyle hareketsiz kalır. Nöbetçiler, na'şı yere bırakmasını söyler. Mihrali bırakır ama, bırakmasıyla beraber, onların üzerine sıçrar. Dövüşmedeki mahareti sayesinde, nöbetçileri öldürür. Mihrali, babasını tekrar omuzlayıp Müslüman mezarlığına getirir, defneder. Sabaha doğru evine gelir. Olup biteni ağabeyi İsa'ya ve annesine anlatır. Kaçıp dağa çıkmaya karar verir. Mihrali, Keçeli Köyü'ne gider. Orada baba dostu Ahmet Ağa'nın evine misafir olur. Yaptıklarını Ahmet Ağa'ya ve karısına anlatır. Bu arada gönül verdiği Bahar'ı da orada görür. Mihrali'nin yaptığı işi ertesi gün herkes duyar. Tiflis Valisi'nin emri üzerine köyü ararlar. O'nun Keçeli'ye gittiğini öğrenirler. Keçeli'de Ahmet Ağa'nın evini kuşatırlar. Mihrali, içeride atına biner; mahmuz vurmasıyla şaha kaldırır. İkinci mahmuzla yel gibi ahırdan çıkar. Kapı önündeki iki askeri tepeleyip ve kendini atın karnına saklayıp süratle oradan uzaklaşır. (Mihrali, atıcılıkta olduğu kadar, binicilikte de çok ustadır. At, son sürat koşarken karnından dolaştığı, atın sırtında ayakta durduğu yahut amuda kalktığı, bu haldeyken istediği hedefi vurduğu söylenir.)

Mihrali, gece yarısından sonra evlerine gelir. Annesiyle gizlice konuşup ona veda eder; Darvas'tan uzaklaşır. O geceyi dağda geçirir. Ertesi gün, bir çobana rastlar; yanında karnını doyurur. Emin yer olarak düşündüğü İran'a geçer.Tiflis valisi, Mihrali'yi ellerinden kaçırdıklarını öğrenince, ileri gelenleri toplar, onlara hakaret eder. kumandanlar, askerleriyle etrafa yayılır, uğradıkları köylerde, Türklere zulmeder. Bu sırada Tavşankuloğlu Hüseyin'le Dalaverli Mansur da dağlarda eşkıyalık yapmaktadırlar. Bütün bunlar Çar II. Aleksandr (1855-1881)'ın kulağına gitmiştir. Türk eşkıyalarının yakalanması için emir verir. Bunun üzerine aramalara hız verilir. İzini kaybettirmiş bulunan Mihrali'nin nerede olduğunu, Keçeli Köyü'nden Hacı Veli, Ruslara ihbar eder. Vali de bunu bir mektupla Çar'a bildirir. Mihrali'nin İran'da olduğunu haber alan Çar, Şah'a bir nâme yazarak Mihrali'nin yakalanıp gönderilmesini ister. İran zaptiyeleri, Mihrali'nin bir handa kaldığını öğrenir ve oraya gider. Durmadan şüphelenen Mihrali, üst kattan askerlerden birinin atına atlayarak oradan uzaklaşır. Tekrar, Rusya topraklarına geçer. Evlerine gider, annesi ve kardeşleriyle görüşür. Ağabeyi İsa, Mihrali'ye, kendilerine baskı yaptıklarını, yalnız başına bir şey yapamayacağını, Dalaverli Mansur ve Tavşankuloğlu Hüseyin'le birlikte olmasının lâzım geldiğini söyler. (Dalaverli Mansur, çobanına kızıp onu bıçağı ile öldürmesi üzerine; Tavşankuloğlu Hüseyin de zengin bir Türk'ü yaralayıp Ruslara teslim olmamasından dolayı dağa çıkmıştır. Fakir olan Hüseyin, gençliğinde aç kaldığı vakitler, mal yayan çocukların ekmeklerini alıp; "Siz tavşan kulağı yapayım." diyerek, sağından solundan yiyip karnını doyururmuş. Hüseyin'e bu yüzden Tavşankuloğlu lakabı verilmiştir.)

Mihrali, ertesi gün bir çobanla Mansur'a ve Hüseyin'e haber gönderir. Bilahare onlarla buluşur. Birlikte gezmeye başlarlar. Bir Rus öldüren Keleninoğlu Hüseyin de bunlara katılır. Rusların Türklere yaptıkları zulüm karşısında, Mihrali ve arkadaşları da Rus köylerine dehşet saçarlar. Dördünün şöhreti de günden güne yayılır. Her gün valiye şikâyetler yağmaya başlar. Durumdan haberdar olan Çar II. Aleksandr, devlet erkânı ile toplantı yapar. Sonuçta, suçları az olan Mansur ve Tavşankuloğlu Hüseyin'in suçlarını bağışlarlar. Mihrali'yi yakalayanı, rütbe ve para ile taltif edeceklerini halka bildirirler. Haberi alan Mansur ile Tavşankuloğlu Hüseyin gizlice anlaşır; Vali'ye giderek teslim olurlar. Teslim olmakla kalmaz, Darvas'a gidip Mihrali'nin ailesine eza-cefa yaparlar. Hatta Mansur, Mihrali'nin ağabeyi Mehmet Ali'yi öldürür. (Bir söylentiye göre de karısını dağa kaldırır.) Bu duyan Mihrali de Mansur'un karısını dağa kaldırıp kurduğu çadıra hapseder. Kardeşi Ali'yi de nöbetçi koyar. Durumu öğrenen Mansur, Mihrali ile teke tek karşılaşmaya cesaret edemez. Tiflis Valisi'nin yanına çıkıp ondan yardım ister. Vali, Mansur'un emrine beş yüz atlı verir. Aynı zamanda, T. Hüseyin de Mansur'un kuvvetine yakın bir kuvvet tedarik eder.Dalaverli Mansur, etraftaki Türk köylerini Mihrali'nin aleyhine kışkırtır. Ailesinin dağa kaldırıldığını da hatırlatarak, başına gelenlerin, ileride kendilerine de yapılabileceğini söyler. Bütün bu gayret sonunda işe yarar. Mihrali'nin baba dostu Garip Ağa, Maraşlı Köyü'nden yedi kardeşin en büyüğü Musa Çavuş da Çerkezlerden çok sayıda gönüllü toplayarak her koldan Mihrali'yi aramaya başlarlar.24

Page 24: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Mihrali, aradan bir ay geçtikten sonra, Mansur'un karısını evine bırakır. Bu müddet içinde ona hiç dokunmamıştır. Arkadaşlarını toplar, bir müddet dağılmalarını söyler. Kendisinin de Osmanlı topraklarına geçeceğini belirtir. Keleninoğlu Hüseyin'in ısrarları karşısında, kendisiyle beraber gelmesini kabul eder.Keleninoğlu Hüseyin'in, babasıyla vedalaşmak için köyüne gider. Hüseyin'in köye geldiğini gören bir Türk, Ruslara yaranmak gayesiyle, köydeki Rus askerlerine O'nu ihbar eder. askerler babasını çağırıp Hüseyin'in teslim olması için O'nu ikna etmesini isterler. Aksi takdirde evi ateşe vereceklerini söylerler. Hüseyin, teslim olmaz. Evin üstündeki otluğu ateşe verirler. Hüseyin boğulacak hale gelir. Babası; "Teslim ol!" diye üstüne üstüne gelirken, onu bacağından hafifçe yaralar. Aksi takdirde, onlar babasını öldüreceklerdir. Derhal dışarı çıkar ve iki Rus askerini öldürür. Fakat, başına yediği kurşunla cansız yere düşer.Keleninoğlu Hüseyin gibi bir yiğitin ölümü, Mihrali'ye çok dokunur. Hayatı boyunca, Onun mertliğinden sitayişle bahsetmiştir. "Hüseyin, üç-beş yüz atlıma bedeldi." demiştir. Daha fazla Rusya'da kalamayacağını anlayan Mihrali, Osmanlı topraklarına girer, Çıldır'a gelir. Mihrali'nin Osmanlı toprağında olduğunu öğrenen Çar, yakalanıp iade edilmesi için Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz (1861-1876)'e nâme yazar. O sırada sadarette Mahmut Nedim Paşa vardır. padişah durumu sadrazamla görüşür; Mihrali'nin yakalanması için Erzurum valisine haber gönderir.Birkaç defa sıkıştırılan Mihrali, hepsinden kurtulmayı başarır. Bu arada iki Türk askerini öldürür. Her yerde arandığından tekrar Rusya topraklarına geçer. Mihrali'nin Rusya'da olduğunu öğrenen Mansur, Tavşankuloğlu Hüseyin, Garip Ağa ve Musa Çavuş dört bir taraftan takibe koyulurlar. Her birinin emrinde 400-500 kişilik atlı vardır.

Bu gruplardan Mihrali'ye ilk rastlayan Musa Çavuş olur. Mihrali, atı otlamakta, kendisi de dinlenmekte iken gayrı ihtiyari geriye bakar. Musa Çavuş'un kendisine doğru geldiğini görünce atına atlar ve kaçar. Fakat, Musa Çavuş yetişir. Mihrali, peşini bırakması için O'na yalvarır; aksi halde öldürmek mecburiyetinde kalacağını söyler. Musa Çavuş, ısrarla üstüne üstüne gider. Bunun üzerine aniden dönen Mihrali, Musa Çavuş'u kılıcıyla yaralar, oradan uzaklaşır. Atlıların bir kısmı Musa Çavuş'un yanında kalır, diğerleri Mihrali'yi kovalar. Mihrali, atına son hızı vererek uçuruma doğru sürer. Bir hamlede karşıya geçer. Arkasından gelenlerin bazıları, hızını alamayıp uçuruma yuvarlanır. Bunu gören diğer atlılar durur. Mihrali: "Benim sizlerle işim yok. Peşimi bırakın. Dilerim Musa Çavuş'a bir şey olmamıştır." der ve oradan uzaklaşır.Atlılar, Musa Çavuş'u Maraşlı Köyü'ne babasının yanına getirirler. Fakat yolda çok kan kaybettiği için bütün müdahalelere rağmen kurtarılamaz ve ölür. Mihrali, arada sırada köyüne uğrar, yakınlarıyla görüşür. Aynı zamanda Musa Çavuş'un ölümü üzerine aramalara daha da hız verilir. Garip Ağa, Mihrali'yi bir yerde kıstırır. Düzlükte bir kovalamaca başlar. Bir an gelir ki, ikisinin de atları yan yana koşmaya başlar. Garip Ağa Mihrali'nin teslim olmasını isterse de ikna edemez. Kılıcıyla hamle eder. Mihrali hepsini savuşturur. Ekmeğini yediği bu baba dostuna, el kaldırmak istemez. Fakat onun kendisini öldürmek istemesi üzerine kılıcını çeker, kuvvetli bir hamle ile öyle bir savurur ki, Garip Ağa'nın sol bacağını dizinden koparır. Atlılar, takip etmek isterlerse de Garip Ağa müsaade etmez. Atlılar, onu alıp köyüne getirirler. (Bir söylentiye göre de Mihrali bu sırada Garip Ağa'yı öldürmüştür.)

Mihrali, gizlice annesiyle görüşür. Ona, Bahar'ı kaçıracağını söyler. Annesi vazgeçirmeye çalışırsa da başaramaz. Keçeli Köyü'ne gider ve Bahar'ı kaçırır. Artık, yanında bir de kadın olduğu için işleri de zorlaşır. Bu yüzden, Bahar'ı, bazı kereler güvendiği kimselerin yanına bırakır.Bir ara, takipçilerden Tavşankuloğlu Hüseyin, Mihrali'nin yerini öğrenir, derhal oraya gider. Mihrali yanında Bahar olduğu için pek kaçamaz. Tavşankuloğlu Hüseyin, arkalarından yetişir. Kılıcını vuracağı sırada bunu gören Bahar, korunmak için sağ kolunu kaldırır. Tavşankuloğlu Hüseyin, kılıcını indirir, Bahar'ın sağ elinden üç parmağını keser, Mihrali'yi de başından yaralar. Mihrali can acısıyla geri döner. Tüfeğini ateşlemek isterse de, tüfek ateş almaz. Atını mahmuzlar, Hüseyin'e yetişir. Kılıcını sallar, ama vuramaz. Kılıç atın kuyruğunu keser. Hüseyin'in kaçtığını gören adamları da irkilir ve geri döner.Mihrali, bir dere kenarına gider. Bahar, Mihrali'nin kanlarını temizler. Tülbendini çıkarıp başını sarar. Yara derin olduğu halde, Mihrali aldırış etmez. Atına biner, Bahar'ı emin bir yere bırakır; oradan ayrılır.Mihrali, Osmanlı topraklarına geçer. Bir ihbar üzerine yaralı olduğu halde yakalanır. Gözlerini açtığında, kendini elleri ve kolları zincire bağlanmış olarak, Kars hapishanesinde bulur. Burada başkaları da vardır; fakat, sadece kendisi bağlıdır.Mihrali'nin kendine geldiğini görence, Âşık Ahmet adındaki bir Türk, Yanına yaklaşır, Mihrali'yi konuşturur. onun meşhur Mihrali olduğunu öğrenince şaşırır. Mihrali, Aşık Ahmet'ten hapishane hakkında bilgiler alır. Birlikte kaçmaya karar verirler.Aşık Ahmet, ziyarete gelen karısına her gelişinde bir şey getirmesini söyler. O da, ekmeğin içine eye, vücuduna çekiç ve benzeri eşyalar saklayıp peyderpey kocasına getirip verir.

Yarası cerahat bağlamış ve çok bitkin bir durumda olan Mihrali, hapishane arkadaşlarının, en zayıf bir yerden tünel açmalarını ister. Mahkumlar, geceleri sesiz ve gizlice söylendiği şekilde çalışırlar. Tünelin ağzı, maalesef nöbetçilerin bulunduğu yere denk gelir. Mihrali, son taşı çıkarmamalarını, belki bir gün lâzım olacağını söyler. Bu arada, Mihrali'yi -yaralı olduğundan- sırtta mahkemeye götürürler. Mahkemede idamına karar verirler. Kararla ilgili evrak, önce Erzurum'daki Temyiz Divanı'na, sonra İstanbul Temyiz Mahkemesi'ne tasdike gönderilir; padişahın imzasına sunulur. Mihrali ise zindana döndüğünde, durumdan arkadaşlarını haberdar eder. kaçacağını, isteyenin de kendisi ile birlikte gelebileceğini söyler. Bir gece yarısı Âşık Ahmet'le birlikte mahkumları ayaklandırır. Kan gövdeyi götürürken, Mihrali, bu arada kendisini duvara bağlayan zincirleri keser. Âşık Ahmet'le önceden kazılmış tünele girer. Son taşı kaldırırlar. Mihrali, daracık delikten güçlükle çıkarken, nöbetçi görür. Mihrali'nin kaçmasına fırsat vermeden, süngüsünü bacağına saplar. Mihrali, süngüyü kavrar. Nöbetçi tüfeği çektiğinde, süngü Mihrali'nin bacağında kalır. Mihrali, ani bir hareketle süngüyü çıkarır ve gayet ustalıkla fırlatır. Süngü, nöbetçinin gırtlağından girer; nöbetçi yere cansız düşer. Âşık Ahmet, korkusundan tünelden çıkamaz ve zindana döner.

Mihrali sürüne sürüne zindanın karşısındaki tavlaya girer. Tavlada, atlar için hazırlanmış otluğun içine kendini bırakır. Orada iki gece üç gündüz kalır.Zindandaki ayaklanma önlendikten sonra, mahkumlar sayılır; Mihrali'nin olmadığı görülür. Hemen, dört bir yana atlılar çıkarılır. Bütün aramalara rağmen, atlılar elleri boş dönerler. Mihrali, üçüncü gece biraz kendine gelir. Ayakları hala zincirle bağlı olduğu için onları eye ile kesmek ister; zincirin kalınlığı, eyenin küçüklüğü dolayısıyla kesemez. Bu halde, ata binemeyeceği için başka çareler arar. Sonunda topuğunu kesip demir bilezikleri çıkarmaya karar verir. Topuğunu kesmesiyle müthiş bir acı duyar, fakat buna katlanır. Gömleğinden bir parça yırtar, topuğuna sarar. Başından, dizinden ve topuğundan yaralı olan Mihrali, bu yönüyle azim, sabır ve cesaret timsali gibidir. Ellerindeki bilezikleri ise kesmez. Zira, kafi miktarda yarası vardır. biraz otla sarındıktan sonra, bir delikten kendisini aşağıya bırakır. Otların üzerine düştüğünden ses çıkmaz ve canı fazla acımaz. İçeride, sıra sıra atların olduğunu görür. Gözüne iyi bir at kestirir. Sonra başka bir atın sırtından ter keçesini çıkarır, bineceği atın ayaklarına bağlar. Zira, zemin taş olduğu için ses çıkarabileceğini düşünür. Havanın sıcaklığı dolayısıyla çift kapının açık olmasından da istifade ederek, atına atlar ve son sürat oradan uzaklaşır. Gece yarısı Maraşlı'ya gelir.Mihrali, Maraşlı'da ilk rastladığı evin kapısını vurur. Bu ev, daha önce öldürdüğü Musa Çavuş'un babasının evidir. Mihrali'yi içeri alıp yatırırlar. Mihrali olup bitenleri anlatır. Adam Mihrali'ye ses çıkarmaz. Üstelik su ısıttırır ve bir tekne içinde onu yıkar, yaralarını temizler, merhem çalar. Süt içirttikten sonra, istirahatını temin eder. çocuklarını başına toplar. Evlerinde Mihrali'nin olduğunu, böyle mert birisine ölen kardeşlerinden dolayı kalleşlik etmemelerini söyleyerek onları ikna eder. bu arada Mihrali'nin tavladan çaldığı at damgalı olduğu için çocuklarına bu atı çok uzaklara bırakıp dönmelerini söyler. Sabahleyin altı oğlu ile beraber Mihrali'nin yanına gider; kendilerini tanıtır. Mihrali irkilir. Adam; "Biz seni Musa Çavuş'un yerine koyduk. Sen de bundan böyle bizim oğlumuz sayılırsın." der. Mihrali'ye bir ay bakarlar. Gideceği zaman, iyi bir at ile Musa Çavuş'un kılıcını verirler. Adam, altı oğlunu Mihrali'nin yanına katar ve uğurlar.

25

Page 25: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Bu sırada 93 Harbi (1877-1878) patlak verir. Osmanlılar hem kuzeybatıda hem de doğuda Ruslarla savaşır. Doğuda Rus ordusunun başında Loris Melikof, Osmanlı ordusunun başında da Ahmet Muhtar Paşa vardır. Mihrali, atlılarını yanına alır, 120 kişilik çetesiyle Ruslara yapmadıklarını bırakmaz. Ruslar, bu belâlı Karapapak ile baş edemeyeceklerini anlayınca, "Orduya hizmet" şartıyla bağışlar. Mihrali ise, Kars kumandanı Hüseyin Hami Paşa'ya gizlice haber göndererek affedilirse, Osmanlılar safında mücadele vereceğini bildirir. Mihrali'nun bu teklifi kabul edilir.Beri taraftan, Dalaverli Mansur (muhtemelen albay) ve Tavşankuloğlu Hüseyin (muhtemelen binbaşı) üst rütbelerdedirler. Maalesef Karapapak olmalarına rağmen Osmanlılara karşı savaşırlarLinklerimizi üyelerimiz görebilir Uslanmam üyeliği için tıklayın..Mihrali, kuvvetleriyle Çıldır'a gelir. Yanına kardeşi Ali Bey'i de almıştır. Kendisine binbaşılık, Ali'ye de mülazımlık rütbesi verilir.Bir gün, T. Hüseyin'den bir mektup alır. Hüseyin, Mansur'la arasının açıldığını, isterse emrine girebileceğini yazmaktadır. Mihrali, kabul eder. böylece, T. Hüseyin de Osmanlı'ya iltica eder. O'na da binbaşılık rütbesi verilir. 93 Harbi'nin temmuz-ağustos aylarında, muharebe iyice kızışır. Mihrali, Kars'ın Göle cihetinde, kendinden en az on misli fazla bir kuvvetle karşılaşır. Mihrali, tüfek ve kılıçla taarruz emrini verir. Saldırı anında, Mihrali'nin atı, göğsünden bir kurşun alır, yere kapaklanır. Mihrali, üç-dört metre ileriye düşerken perende atıp iki ayağı üstüne kalkar. Aynı anda tüfeğini ateşleyerek atını vuran askeri, alnından vurur. Kendisine yaklaşan bir askeri de kılıcıyla bertaraf ettikten sonra onun atına atlar, düşman saflarına dalar. Askerler bir müddet sonra kaçmaya başlar. Çemberi yaran Mihrali, önüne çıkan düşmanı tepeleyip on dört bakkaliye arabasını alır ve Kars Kalesi'ne döner. Kaleyi dıştan kuşatan askerlerin de çemberini yararak kaleye girer. Haftalardır, aç, susuz kalan askerler, gelen malzemeleri görünce bayram eder. Haberi alan Anadolu Harp Ordusu Başkumandanı Ahmet Muhtar Paşa; Mihrali'yi tebrik ve taltif eder. Fakat bu kuru erzak, askere kafi gelmez. Aylardır ete hasret olduklarından hepsi de bitkin düşmüştür. Hatta bu yüzden, Ahmet Muhtar Paşa, geri çekilme kararındadır. Bunu duyan Mihrali, Ahmet Muhtar Paşa'nın yanına gider, kararından vazgeçmesini söyler.Güvendiği adamları yanına alarak, düşman sınırından içeri dalar. Haradan, yüz elli kadar kadana at ile ahırlardan binin üstünde koyun çıkarıp çemberi yararak Ahmet Muhtar Paşa'ya getirir. Paşa'nın sevinçten gözleri yaşarır. Sonuçta, Kars, muhasaradan kurtulur.

Ahmet Muhtar Paşa, bunun üzerine Mihrali'yi çekilen Rus ordusunun üstüne gönderir. Mihrali, Göle Nahiyesi'nin Demirkapı Köyü'nde bir alay düşman süvarisini kaçırır. Karşısına başka bir alay çıkar. Zekası sayesinde bunları da alt eder: Kendisi güya kaçıyormuş gibi yapar. On misli düşman da kovalamaya başlar. Pusudaki aaaaen askeri, bunlara ateş ederek iki bölüğü dağıtır. Mihrali de aniden dönerek bunlara destek olur. Planın ustalığı sayesinde iki şehit, dört yaralıya karşı yüzden fazla cesedi ile düşmanı bozguna uğratır. Paşa'nın sonsuz güvenini kazanan Mihrali, bu sefer Gümrü-Tiflis yolu üzerinde Ağbulak ve Parmaksızköprü'deki askeri mevkilere ait telgraf tellerini kesmeye memur edilir. Mihrali, 130 kadar süvarisiyle sekiz gün boyunca erzak kollarını vurur, telgraf tellerini keser, müfrezeleri tepeler, düşmanı çaresiz ve kımıldamaz bir hale getirir. Düşmanın yetmişe yakın can kaybının yanında, kendisi dört şehit ve sekiz yaralı ile döner. Ahmet Muhtar Paşa'nın Mihrali'nin bu kahramanlıklarını payitahta bildirmesi sonucu, Mihrali'ye II. Abdülhamit (1876-1909) tarafından ilk Mecidiye Nişanı verilir. Mihrali, daha sonra Paşa'dan izin alarak, Rus sınırından içeri girer. Köyü Darvas'a gelir. Akrabasını ve diğer Karapapakları toplayarak Osmanlı'ya göç eder. Kafilede kardeşi İsa Bey, karısı Bahar, kardeşi Mehmet Ali'nin oğlu Rüstem, kundaktaki oğlu Rüştü de vardır. Mihrali; "Belki ses çıkarır." diye oğlu Rüştü'yü, bir çalının dibine bırakır. Bahar Hanım, ağlar. Görümcesi Huri Hanım, kara ve soğuğa aldırış etmeyerek hemen atını geri çevirir, çalının dibinden Rüştü'yü alır, kafile sınırı geçmekte iken onlara yetişir. Mihrali, daha sonra Erzurum Müdafaası'nda yer alır. Aziziye baskınından sonra, düşman, dört alayla Erzurum'u batıdan çevirmek ister. Muhtar Paşa, bunların üstüne üç-dört yüz süvari gönderir. Mihrali, bu cenkte ağır yara alır. 12 Kanunuevvel 1877'de (12 Aralık 1877) A. Muhtar Paşa İstanbul'a çağırılır. O'nun gitmesi üzerine Mihrali de artık orada kalamaz. A. Muhtar Paşa, Mihrali'ye bir kızak hazırlattırır. Kendisi İstanbul yolunu tutarken Mihrali de kafilesiyle Sivas'a doğru yol alır.

Mihrali, Sıvas'ta Ulaş Bucağı'na bağlı bugünkü Acıyurt Köyü toprağına gelir. Karapapaklar da çevrede kendilerine yer bulurlar. Mihrali Bey, bugünkü Konak (Acıyurt'un mezrası)'ta mesken tutar. Acıyurt, halk ağzında; "Büyük Köy, Papaklı Köyü, Mihrali Bey'in Köyü" gibi adlarla anılır. Tavşankuloğlu Hüseyin, Kuşkayası Köyü'ne yerleşir. Bugün Kangal, Uzunyayla civarında 30-40 pare Karapapak köyü vardır. Buralara yerleşmekte, devlet onlara herhangi bir güçlük çıkartmamıştır. Zira, II. Abdülhamit, Mihrali ve ahfadının dilediği yerde yerleşmesini serbest bırakmıştır. Mihrali, Sıvas'ta 40. Hamidiye Süvari Alayı'nı kurar. Göçten on iki yıl sonra (1899) Kurt İsmail PaşaLinklerimizi üyelerimiz görebilir Uslanmam üyeliği için tıklayın., Mihrali Bey'in yanına geldi. Bağdat'ta amansız bir eşkıyanın olduğunu, Arapları Osmanlılar aleyhine kışkırttığını söyler. Mihrali Bey, bunun üzerine atlılarını toplar, Kurt İsmail Paşa ile Bağdat'a gider. Bağdat Valisi Mehmet Fazıl Paşa (?), bunlara izzet ikramda bulunur. Mihrali, eşkıyaya teslim olması için haber gönderir. O da bir şey yapmayacaklarına dair şeref sözü alarak teslim olur. Mihrali Sultan Abdülhamit'e eşkıyanın teslim olduğunu ve bağışlanmasını bildirir ve bağışlanır. Bağdat'ta vali ve eşkıya, Mihrali'ye iyi cins Arap atları hediye ederler. Mihrali, Kurt İsmail Paşa ile geri döner.Bu olaydan sonra Mihrali'nin ünü daha da yayılır. Bir gün, beyler ve ağalar Kangal'da sohbet ederken, Kangal Kaymakamı içeri girer. Herkes ayağa kalkar, Mihrali kalkmaz. Kaymakam, hiddetlenir. Mihrali de gazaba gelip, kaymakamı döver. "Sen kim oluyorsun da bana ayağa kalk diyorsun? Seni kalaycı çırağı seni!..." der . Kaymakam bu olayı vali Reşit Paşa'ya anlatır. "Seni kalaycı, beni de çırağın yaptı." der. Buna fazlasıyla içerleyen vali, durumu Sultan Abdülhamit'e bildirir. Sultan da; "Bir adamı bana çok mu gördünüz? O, benim yularsız aslanımdır." diye haber gönderir.

Mihrali ile Vali'nin arasının açılmasına, başka bir olay daha sebep olmuştur: Bir at yarışında, Mihrali'nin Karakütük adlı atı da vardır.Linklerimizi üyelerimiz görebilir Uslanmam üyeliği için tıklayın. Yalnız bu atın bir özelliği vardır; silah atılmadan, silah sesi duymadan iyi koşamaz. Vali, bunu bildiği için silah atılmasını istemez. İki taraf da anlaşır. Yarış başlar. Karakütük hep geride kalır. Kuşkayası Köyü'nden Karapapak Çopur Ali, buna tahammül edemez. "Mihrali'nin atı olsun da geride kalsın bu ne demektir?" diyerek silahını ateşler. Sonuçta Karakütük birinci olur. Vali, bunu Mihrali'nin planı olarak telakki eder. Bu sıralarda, Yemen İsyanı baş gösterir. Bilhassa İngilizlerin teşvikiyle Osmanlılara sık sık isyan bayrağı açan Araplar, gün geçtikçe işi azıtırlar. Mihrali'yi çekemeyen Vali Reşit Paşa; "Bu isyanı bastırsa bastırsa, Mihrali bastırır." diye Abdülhamit'e haber gönderir. Niyeti, Mihrali belasından (!) kurtulmaktır. Padişahtan gelen haber; "Dilerse gider, dilerse gitmez. Ben, O'nu her şeyde serbest bıraktım." şeklindedir. Durum Mihrali'ye bildirildiğinde; "Gitmem." demeyi yiğitliğine yediremeyip atlısını toplayarak yola çıkar. Adana'da büyük bir kalabalık Mihrali'yi karşılar. "Oralar sıcaktır, sıcağına dayanamazsınız." diye vazgeçirmeye çalışırlar. Mihrali, geri dönmeyi gururuna yediremez. Yola çıkar ve bir zaman sonra Yemen'e varır. Yanındaki kardeşi bu sırada yüzbaşıdır.Kimsenin baş edemediği ve bir zamanlar eşkıya iken sonradan büyük bir vatansever olup vatanına hizmetler yapan bu destan kahramanı Mihrali, Yemen'in sıcağına dayanamaz, hastalanır ve orada ölür (1906). Atlılarından çoğu da telef olur. Ancak, üç-beş kişi geriye döner. Bunlardan bazıları Acıyurt Köyü'nden Yüzbaşı Ahmet, Yetim İsmail, Mahmut Çavuş; Kurdoğlu Köyü'nden Gökçe Çavuş, Kuşkayası Köyü'nden T. Hüseyin'dir. Mihrali'nin kardeşi Ali Bey ise Yemen dönüşü gemide öldürülmüştür. Bir söylentiye göre, Sıvas'taki Karapapakların lideri olmak için Ali Bey'i, Tavşankuloğlu Hüseyin öldürmüştür. Mihrali Bey'in oğlu Rüştü Bey ise 1932'de vefat etmiştir

Kaynak. www.uslanmam.com

26

Page 26: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

27 Mart 2011 Pazar, Tarihli Sivas Vekil Adaylarina Yaptigimiz Karsilik Bulmayan Cagrimiz

2011 Millet vekili secimlerinde Adaylara cagrimizdir. Sizi ve partinizi neden destekleyelim?!

Degerli Siyasi Parti Temsilcileri ve Adaylari . Bilindigi gibi 2011 millet vekili secimleri yaklasiyor Tabi bizlerde gözlemliyoruz. Simdiye kadar tüm siyasi partiler mahallemizi sadece oy potansiyeli olarak görme disina cikmadi.Sivas gibi bir sehirde bizi üyeleri yapsalarda ya ya getir götür, yada git su isi yap sütatüsünde gördüler....Siyasi Parti temsilcileri ve adaylar simdiye kadar Mahalleye gideriz genel politik yaklasimimizi ifade ederiz bir iki duygusal yaklasim sergileriz,onlara degerli olduklarini hissettiririz oylarini aliriz yaklasiminin ötesine gitmediler.Bugünde degisik birsey olmayacak Kanisi bizlerde yaygin. Siyaset ve siyasetciye güvenin ve umudun kalmadigi bir ortamda size neden inanmaliyiz? 2011 secimlerine girerken Adaylara soruyoruz. Genelde Sivasin, Özelde agirlasmis bicimi ile Mahallemizin Bas sorunu Olan Issizlik,ekonomik kaynaklarin baska sehirlere kaydirilmasi, adaletsiz imar plani,Göc,Egitim

yetersizligi, Genclerimizin Sosyal Kültürel yanlarini güclendirme gibi konularda vekillerimizin katkilari olacakmi? Bu sorunlarin cözümü icin bir porjeleri Varmi?. Ayrica Sivas sehri olarak Türkiyenin en fazla göc veren bir sehriyiz nüfüsümuzun neredeyse 20 kati belirttigimiz sorunlardan kaynakli göc etmek zorunda kalmis. Bununda temelinde Ekonomik sorunlar var issizlik var sehrimizin ekonomik kaynaklarinin baska sehirlere kaydirilmasi var.Türkiyede Sivas bu durumda iken, Sivas da ise ayni icler acisi durumu mahalle olarak bizler yasamaktayiz. Sivas merkez baz alindiginda Issizlik oraninin en yüksek oldugu yer bizim mahallemizdir. Mahallemize geldiginizde sorunlarimizin cözümüne iliskin bir proje ile gelecekmisiniz?.Unutulmamaliki kücük Bir mahallenin sorununa sirtini dönenler, görmezden gelenler, Sivas ve Türkiyenin sorunlarina cözüm gücü olamazlar.Öncelikle genelde Türkiye ve Sivasin. Özeldede Mahallemizin Sorunlarina Cözüm olacak adaylarin bu nitelikde olmasini temenni ediyoruz..... Ayrica bu nitelikdeki adaylarin partilerinden Adayliklarinin kesin Olmasi dileklerimizi Mahallemiz Adina yeniliyoruz. Ayrica Millet vekilligini kendine servet yapma araci olarak gören yada servetime servet katarim düsüncesinde olan aday istemiyoruz .millet vekilligine aday olmak ben bu halkin sorunlarini cözmeye adayim demekdir. Sorunlara cözüm gücü olabilirim demekdir.Adayim. Sivas ve Sivasliya hizmet edecem beni secin deyip. Siyaseti kirlletmek, halki canindan bezdirip siyaset kurumunu lekelemek, Vekillik degildir. Adamlikda degildir.Bana oy ver koltuk kapayim mevki kazanayim sende ne halin varsa gör yaklasimi artik eskidi.....Kendisi Kazanip.Sivasimiza ve bizlere kaybettirecek aday hangi partiden olursa olsun istemiyoruz...."Vekil kazanir halk kaybeder" anlayisi bu secim sonrasi olmamali.!!!!!!!! Bizler Vekiline kazandiran ama Sehir,Mahalle,Aile ve Birey olarak Kaybeden olmak istemiyoruz...... Kazanan Vekillerimizle birlikde Sehrimizin Kazanmasini Sehirle birliktede Mahallemizin ve yasayanlarinin Kazanmasini istiyoruz.ve SORUYORUZ!!!!!!!!!! Siyasi Parti Temsilcilerine ve Adaylara soruyoruz... 1.Biz Mahalle Olarak sizi ve Partinizi niye desteklemeliyiz?2.Sehrin Ekonomik Kaynaklarinin artirilmasina ve kaybettigimiz baska sehirlere aktarilan kaynaklarin geri kazanilmasi icin bir projeniz varmi? Katkiniz olacakmi?3.Mahallemizin genclerinin issizlik sorununu nasil cözmeyi düsünüyorsunuz.Katkiniz olacakmi?4.Mahallemizin genclerinin ve cocuklarin kisisel zihinsel gelisimine katki saglayacak Kültürel ,Sosyal Planlariniz ney?Katkiniz olacakmi?5. Toplumumuzun temeli aile olduguna göre Mahallemizde Ailelerin bilinclendirilmesine ve egitilmesine dönük sosyal,Kültürel,ekonomik yanlarinin güclendirilmesine yönünde Planlariniz ney?Katkiniz olacakmi?6.Mahallemizde Kadinin egitilmesi ve güclendirilmesine dönük sosyal planlariniz ney?Katkiniz olacakmi?7.Mahallemizde ekonomik nedenlerden dolayi okuyamamis genclerimizin Mesleki egitimlerde yer almasi icin Planlariniz ney?Katkiniz Olacakmi?8.Mahallemizde son dönemde gerceklesen carpik Imar sorunlarindan dolayi madur edilen aileler var bu ailelerin sorunlarini nasil cözmeyi düsünüyorsunuz.?Katkiniz olacakmi?9. (Sivas Spor ) Son günlerde dillendirilen eski satadyumun yeri degerli diye ayni kapasitede sehrin disinda bir stadyum yapip tokiye ve mütahitlerine karmi saglayacaksiniz? Yoksa Basbakanin kendi agzindan sehrinize 35 bin kisilik Stadyum kazandiracagiz sözü yerine gelecekmi? Bu konuda Katiniz olacakmi? Siyasi parti temsilcileri, kesinlesen Adaylar, yukarida sordugumuz sorulari ve bizi ciddiye alip cevap verirse. Bizde bu cevaplari mahallelilerimizle paylasmak istiyoruz. Biz iddaliyiz diyen siyasi partilerin vaadlerine bakmiyacagiz,Mahalle,Mahalleli ve Sivas icin smut projelerine bakacagiz. Onun icin Secim sürecinde destek icin mahallemize gelecek siyasiler somut olarak ortaya ne koyyorlarsa vaad disinda onunla gelsinler...Kazananin Sivas,Sivasli ve Mahallelilerimiz olmasini temenni ediyoruz.

Sivas Cavusbasili

Not: Bu cagrimiza Meclisde Gurubu bulunan partiler tarafindan bir karsilik verilmedi.sorunlarimiz yerinde duruyor. Bu sorunlarin cözümüne iliskin bu vesile ile birkezde bu yolla cagri yapiyor. Secilen vekillerimizden ve yerel yöneticilerimizden sorunlarin cözümündesamimi bir tutum ve yaklasim bekliyoruz.

27

Page 27: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Cavusbasili Sanatcilarimiz

28

Page 28: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

YASAM VE INSAN

Küreselleşme ve Yoksulluk

KÜRESELLEŞEN YOKSULLUK OLGUSUKüreselleşme, temelde ulusal ekonomilerin, dünyapiyasalarına eklemlenmesidir. Küreselleşme sürecindeulusal ekonomilerin karar süreçleri ve hemen hemen tüm ekonomik göstergeleri küresel piyasa dinamiklerinden bağımsız hareket edememektedir. Bu durumda ulus devletlerin kamu otoritelerininbelki de en önemli sorunu, küresel gelişmeler ve ihtiyaçlar karşisında iç politikalarını nasıl yönlendireceklerisorunudur (Hirst-Thompson, 1992).Geleneksel üretim ve istihdamın daralması, küreselrekabet ortamı ile bütünleşemeyen üretim faktörlerini en çok da emek faktörünü olumsuz olaraketkilemektedir. Artan yabancı yatırımlar özellikle finansal sermaye yatırımları çogunlukla üretkenekonominin daralması ve yaratılan ulusal gelirin azalmasına neden olmaktadır. Azalan üretim artanfinansal sermaye yatırımlarının etkisi geliştirilemeyen üretim kapasiteleri istihdam yapısındateknoloji ve uzmanlık ağırlıklı yapısal değişim vb. gibi nedenlerle işsizlik artmaktadır. İşsizlikkötü yaşam koşulları vb. nedenlerle artan bölgesel dengesizliklerin de etkisi ile gelişmiş sanayi veticari kent merkezlerine olan yoğun iç göç önemli ölçüde “kent yoksulluğu” kavramını beslemekteve küresel gelişmelerin olumsuz etkileri ile kentlerde yoğunlaşan yeni yapı ile eklemlenemeyerek“sosyal dışlanma” yaşayan yeni yoksullar ortaya çikmaktadir. Yoksulluğun çok boyutlu bir kavram olması nedeniylekavramsallaştırılmasında ve tanımlanmasında bazı güçlükler bulunmaktadır. Yoksulluk ekonomikboyutunun yanı sıra sosyo-kültürel, felsefik, politik ve hatta ahlaki boyutları da içeren karmaşikbir konu olarak karşimıza çikmaktadir. Ancak bunlar için de en fazla öne çikan ekonomik boyut olmaktadır.Çünkü insanların yaşamlarını devam ettirebilmesinin olmazsa olmaz koşulu maddi olarakda ölçülebilir olan beslenme, barınma ve giyinme gibi temel ihtiyaçlarının olmasıdır. Bununla birlikteyoksulluk kavramının yalnızca maddi boyuttan ibaret olmayıp, insanın yetenekleri ve işlevselliğiile de ilişkili olduğunu ileri süren çalismalar (Sen, 1993) olduğu gibi, buna ek olarak kültürel çesitliliginde bu kapsamda görüldüğü raporlar da söz konusudur (UNDP, 2005).

YOKSULLUĞUN GÖRÜNÜMÜ VE SÜRECİ Yoksulluğun Görünümü:Bir ülkede maddi anlamda yoksulluğun varlığı, o ülkede sosyal koruma vesosyal yardım sisteminin yetersiz olduğunun ve sosyal politikaların etkin bir şekildeuygulanmadığının önemli bir göstergesidir. Gelir dağılımının dengesiz olduğu,yoksul nüfusun yoğun olduğu ülkemizde yoksulluğu giderici ve önleyici sosyalyardım mekanizması ve sosyal hizmetler büyük önem taşimaktadır. Yoksulluksorunu çeşitli toplumsal kesimleri farklı düzeylerde etkilemekte, her kesiminyaşantısında farklı sorunları beraberinde getirmektedir (Kahveci, 2004; 280). II. Dünya Savaşi sonrası dönemde, az gelişmiş ülkelerin uzun dönemekonomik gelişme eğilimlerinin ve refah düzeyi göstergelerinin toplucadeğerlendirildiği çalışmaların Morawetz ile başladığı söylenebilir. Bu çabalar dahasonraki yıllarda başta Dünya Bankası olmak üzere çeşitli uluslararası kuruluşlar vebağımsız araştırmacılar tarafından sürdürülmüştür. Özellikle son yirmi yılda, ülkedüzeyinde yapılan yoksulluk araştırmalarının sayısında önemli bir artış sözkonusudur. Buna koşut olarak son on yılda Dünya Bankası ve Birleşmiş MilletlerKalkınma Programı’nın bu çalışmaların bulgularından da yararlanarak, bugöstergeleri bütün ülkeler için topluca sunma yolunda yoğun çaba harcadıkları veönemli bir yol katettikleri gözlenmektedir.

29

Page 29: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Yoksulluğun Görünümü:

Bir ülkede maddi anlamda yoksulluğun varlığı, o ülkede sosyal koruma vesosyal yardım sisteminin yetersiz olduğunun ve sosyal politikaların etkin bir şekildeuygulanmadığının önemli bir göstergesidir. Gelir dağılımının dengesiz olduğu,yoksul nüfusun yoğun olduğu ülkemizde yoksulluğu giderici ve önleyici sosyalyardım mekanizması ve sosyal hizmetler büyük önem taşimaktadır. Yoksulluksorunu çeşitli toplumsal kesimleri farklı düzeylerde etkilemekte, her kesiminyaşantısında farklı sorunları beraberinde getirmektedir (Kahveci, 2004; 280).

II. Dünya Savaşi sonrası dönemde, az gelişmiş ülkelerin uzun dönemekonomik gelişme eğilimlerinin ve refah düzeyi göstergelerinin toplucadeğerlendirildiği çalışmaların Morawetz ile başladığı söylenebilir. Bu çabalar dahasonraki yıllarda başta Dünya Bankası olmak üzere çeşitli uluslararası kuruluşlar vebağımsız araştırmacılar tarafından sürdürülmüştür. Özellikle son yirmi yılda, ülkedüzeyinde yapılan yoksulluk araştırmalarının sayısında önemli bir artış sözkonusudur. Buna koşut olarak son on yılda Dünya Bankası ve Birleşmiş MilletlerKalkınma Programı’nın bu çalışmaların bulgularından da yararlanarak, bugöstergeleri bütün ülkeler için topluca sunma yolunda yoğun çaba harcadıkları veönemli bir yol katettikleri gözlenmektedir.

Ülkemizde 1960’larda başlayan planlı çalışmalar dünyadaki yoksullukaraştırmaları ve politikalarıyla paralel gelişme göstermiştir. Bunun çok çeşitlinedenleri olmakla birlikte, özellikle Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler gibiuluslararası kuruluşların etkisi de olmuştur.Yoksulluk incelemeleri de göstermektedir ki, yoksullukla mücadelepolitikaları yeterli olmadığında, yoksulluk yeniden üretilmektedir; yoksulluk veyoksullaşma adeta bir kısır döngü içerisindedir. Şöyle ki, yoksul ailenin gelirkaynağı sınırlı, buna bağlı olarak satın alma gücü zayıftır. Kötü yaşam koşullarıaltında yaşarlar. Çeşitli nedenlerle eğitime ilişkin olumsuz yaklaşimları sözkonusudur. Çocukları çalışarak aile bütçesine katkı için veya başarısızlıktan erkenokuldan ayrılmak zorunda kalırlar. Okuldan erken ayrılma sonucu işsizlik ortayaçıkar. Erken evlenme ve çok çocuk sahibi olma da yine yoksulluğu bir kısır döngüiçerisine sokmaktadır.

30

Page 30: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Yoksulluğun Nedenleri ve Mücadele Politikaları:Yoksulluk nedenleri tarihsel bir anlayış içerisinde; küresel, ülke ve bölgedüzeylerinde ele alınmalıdır. Çünkü yoksulluk hem çok nedenli hem de zamaniçerisinde gelişen değişen koşullarla değişime uğrayabilmektedir. Zamana bağlıolarak yeni yoksullaşma nedenleri ortaya çıkmaktadır.Bu çalışmada yoksulluğun nedenleri temel olarak iç (bireysel) ve dış(toplumsal) nedenler olmak üzere ikiye ayrılmıştır.Yoksulluğun iç nedenleri kişinin kendi şartlarından kaynaklanmaktadır.Bireyin özürlü olması, kimsesiz olması, yaşlı olması, alkolik olması gibi içindeyaşadığı toplumla daha az ilgili nedenlerdir. Kuşkusuz bu nedenler bireyin içinde yaşadığı toplumun refahıyla da ilgilidir, ancak ağırlıkla kendilerinden kaynaklanansosyal veya fiziksel nedenleri içermektedir.Yoksulluğun dış nedenleri ise bireyin daha çok içerisinde yaşadığı sosyoekonomikdurumdur. Beslenme, sağlık, dengesiz ücret dağılımı, işsizlik gibinedenlerden kaynaklanmaktadır. Bireyin içinde yaşadığı toplumu ve içinde yaşadığıdünyayı da unutmamak gerekir. Refah düzeyi iyi olmayan bir toplumda yoksullaşmasüreci dış nedenlerden daha fazla etkilenmektedir. Ya da refah düzeyi iyi olan birtoplum içerisinde dünyadaki gelişmeler bu toplumu da etkileyebilmektedir. Bu dayoksullaşma sürecine etki edebilmektedir.İç ve dış nedenler göz önüne alındığında başlıca yoksulluk nedenlerini şuşekilde sıralayabiliriz:· Yüksek işsizlik· Olumsuz fiziksel sağlık· Engellilik hali· Duygusal sorunlar· Alkolizm kumar ve uyuşturucu bağımlılığı· Aile üye sayısının fazlalığı· 0_sizlik veya işten çıkarılma· Suça maruz kalma ya da suç faili olma· Boşanma ve terk edilme· Çalışma yaşamına ilişkin olumsuz nedenler· Erken emeklilik· Küreselleşmenin olumsuz etkilerGörüldüğü gübü yoksulluğun nedenlerinin yanında yoksulluk sorununuyaşayan bireylerin ortak özellikleri de önemlidir.· Yoksullar gelir bakımından düşük bir gelire sahiptirler· Kötü beslenirler· Düşük ömür beklentileri vardır· Kötü koşullarda ve konutlarda yaşarlar· Genellikle kenar mahallelerde ve kırsal kesimde yaşarlar· Doğurganlık oranları yüksektir· Bebek ölüm oranları yüksektir· Çocuklar erken okuldan ayrılarak çalışma yaşamına atılarak aile gelirinekatkıda bulunurlar· Eğitim seviyeleri düşüktür· Kullandıkları eşyalar sınırlıdır.· Vasıfsızlık nedeniyle kolay iş bulamazlar· Gelirleri mevsime, yıla ve buldukları işe göre değişebilir. Sabit gelirleriyoktur· Kazançlarının %70’i temel gıda maddelerine gider.Çok nedenli olması nedeniyle yoksulluğu önlemek için uygulanacakpolitikaların da çok geniş kapsamlı ve eşgüdüm içerisinde olması gerekmektedir.Yoksulluğun, bir kısır döngü içerisinde olduğu ve bu kısır döngünün halkalarınınkoparılması gerektiği daha önce belirtilmişti. Yoksulluğu önlemeye yönelik sosyalpolitikaların birbiriyle eşgüdümlü ve birbirini destekleyecek nitelikte olmasıgerekmektedir.

Doğurganlık, Beslenme ve Eğitim politikaları birlikte ve eşgüdüm içerisindeyürütülmelidir. Yoksulluk kısır döngüsü politikaların disiplinler arası bir çalışmayla,birlikte ve eş zamanlı uygulanmasıyla kırılabilecektir.Yoksulluğu önlemeye yönelik küresel boyutta, çoğunlukla uluslararasıkuruluşlar politika üretmektedir. Dünya Bankası, IMF (Uluslararası Para Fonu),Birleşmiş Milletler gibi küresel kuruluşların uyguladıkları bu politikalar yoksulluğuönleyemediği gibi artmasına da engel olamamışlardır.Yoksulluğu önlemeye yönelik politika oluşturma çabalarını ve yaptırımları,yoksullukla mücadelede etkin olamayan bir rol üstlenen Dünya Bankası, IMF gibiuluslararası kuruluşların tekelinden çıkarılarak, üniversiteleri, sivil örgütleri veyardım kuruluşlarını da içine alan geniş bir düzeyde değerlendirilmelidir. Devam edecek

31

Page 31: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

POLITIKA SIVAS

AKP’den birinci sıra milletvekili seçilen İsmet Yılmaz, seçimin ertesi günü işe kendisine destek veren Sivaslılara teşekkür AKP’den birinci sıra milletvekili seçilen İsmet Yılmaz, seçimin ertesi günü işe kendisine destek veren Sivaslılara teşekkür etmek ve karanfil dağıtmakla başladı. Seçimin galibiyet sevincini yaşayan Yılmaz, basın kuruluşlarını da ziyaret etmeyi ihmal etmedi Yılmaz Sivas ile ilgili yapılması gerekenler konusunda görüş alış verişinde bulundu.Seçimin ardından “Sivas için ne yapabiliriz”in peşine düştüklerini söyleyen Yılmaz, vekil gücünün her türlü sorunun üstesinden gelebileceğini dile getirdi. Sivas’ın tüm sorunlarının kendi sorunu olduğunu belirten Yılmaz, “Sivas’ın bütün sıkıntılarını birlikte aşacağız. Ben halktan aldığım yetkiyi sonuna kadar memleket için meşru yollardan kullanacağım. Halka yakın olmak için Sivas’ta büro oluşturacağız. Bana oy veren- vermeyen herkese ayrım yapmadan önce var olan sorunlardan başlayarak sonrasında ise örnek gösterilen bir il haline gelmek için bu 4 yılımızı en iyi şekilde kullanacağız. Boşa harcayacak zamanımız yok” dedi.

CHP Sivas İl Teşkilatı Başkanı Cahit Korkut, Sivas genelinde oylarımızı koruduk

CHP Sivas İl Teşkilatı Başkanı Cahit Korkut, “CHP Sivas il örgütü olarak bu seçimlerde Sivas genelinde oylarımızı koruduk” dedi. Korkut, parti binasında düzenlediği basın toplantısında, bu seçimlerin sonucunda beklentilerini karşilayamadıklarını belirtti. Korkut, şunları kaydetti: ''Genel seçimler sürecinde AKP tarafından devlet imkanlarının kullanılması, ülkemizin içinde bulunduğu koşullar, gerek Güneydoğu sorunu gerekse propaganda aşamasında etnik kimlik ve mezhep üzerinde siyaset yapılması halkımızın en hassas olduğu konuların istismar edilerek bu sonuçların ortaya çikmasi sağlanmıştır. CHP Sivas il örgütü olarak bu seçimlerde Sivas genelinde oylarımızı koruduk. Hatta 200'de 53 bin 300 civarında olan oylarımız yüksek oy aldığımız ilçelerde seçmen sayısının azalmasına rağmen 56 bin 300'e çikmis. Bu demektir ki az da olsa oylarımızda bir artış olmuştur. Ayrıca merkez ilçede oylarımız 4 bin 500 civarında artmıştır. Bu rakamlar gösteriyor ki, CHP Sivas il örgütü ve ilçe örgütleri oylarına sahip çikmislardir.''

32

Page 32: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

POLITIKA SIVAS

Abdüllatif Şener: Kral Çiplaktir' diye haykırmaya çaba sarf ettim

Türkiye Partisi Genel Başkanlığı görevinden istifa ederek seçime memleketi Sivas'tan bağımsız aday olarak girmesine rağmen milletvekili seçilemeyen Abdüllatif Şener, “Bazen zaferlerin en büyüğü yenilgi olanıdır” dedi. Şener, Paşabahçe Mesire ve Piknik Alanı'nda düzenlediği basın toplantısında, seçim sonuçlarını değerlendirdi. Seçim sonuçların Türkiye için hayırlı olmasını dileyen Şener, yıllarca Sivas'tan seçilerek siyaset yaptığını, Türkiye'nin izlediği bir siyaset adamı olarak bu dönemde de memleketinden bağımsız aday olduğunu hatırlattı. Seçim çalismasinda kendisine destek olanlara teşekkür eden ve kampanyasının en genç ismi Dürdane Eşdik'i yanına alarak kutlayan Şener, şeçimle ilgili fazla analiz yapmak istemediğini belirterek, “Ülkemizin, içinde Sivas'ımızın da bulunduğu büyük bir kesiminde sindirilen, susturulan, özgüven duygusu tahrip edilen ve değerlerinin üzeri kapatılmaya çalisilan geniş kitlelerin varlığını görmek en büyük üzüntümdür.

kadar insanımızın özgüven duygusunu yitirdiğini, sindirildiğini ve bastırılmış olduğunu görmüş olmaktan, izlemiş olmaktan büyük üzüntü duyduğumu belirtmek istiyorum'' diye konuştu. Bu seçim sonuçlarında en büyük oy artışını BDP listesinden seçilen bağımsızların gerçekleştirdiğini ifade eden Şener, ''Dolayısıyla bu seçim sonuçları göstermiştir ki, Türkiye'de var olan, toplumun, ülkemizin en dinamik kesimi Kürtlerdir, Kürt nüfustur. Bunu da bir önemli nokta olarak belirlemek, vurgulamak gerektiğini düşünüyorum'' dedi. Milletvekili artış oranına bakıldığında da toplumun en dinamik unsurunun burası olduğunu çok rahatlıkla söyleyebileceğini aktaran Şener, ''Bunun çok iyi analiz edilmesi lazım diye düşünüyorum. Bu aynı zamanda bir özgüven duygusunun da orada yükseliş halinde olduğunu, kendisine oy verme duygusunun ve tutkusunun güçlü olduğunu göstermektedir'' diye konuştu. Yeryüzünde büyük heyecanlar oluşturan önemli siyasi hareketlerin tamamının ülkelerini felakete sürüklediği görüşünü savunan Şener, şunları kaydetti: ''Hitler'den daha coşkulu bir lider yoktu, Hitler'den daha büyük bir coşkuyla iktidara gelen 20. yüzyılda bir dünya lideri de yoktur. Ama Hitler'in o karizmatik haliyle oluşturduğu siyasi yelpazenin ve coşkunun arkasından Alman milleti tüm tarihi boyunca hiç çekmedigi acıları, ızdırapları, parçalanmayı ve elemi çekmistir. Saddam bir zamanlar Irak'ta efsaneydi, ama o efsane, coşkularla her yerde karşilanan o efsane Irak halkına, Irak tarihinin en büyük acılarından birini çektirmistir. İnsanlık tarihi, coşkulu yönetimler döneminin her zaman coşkulu güzellikler değil, çogu kez coşkulu felaketler getirdiğini göstermiştir. Ama tüm algıların bozulduğu, herkesin gücün peşinde birleşme iradesi gösterdiği bir ortamda bile ülkenin içinde bulunduğu durumu gören, anlayan insanların tek başina bile kalsalar 'Kral Çiplaktir' demeleri gerekmektedir. Ben bu seçim kampanyası boyunca ülkemizin gerçeklerini anlatmaya çalistim, insanların suskun olduğu bir ortamda 'Kral Çiplaktir' diye haykırmaya çaba sarf ettim ve içinde bulunduğumuz koşulların küresel ve ulusal güç merkezlerinin oluşturduğu algılar ve kurgular etrafında yanlış şekillendiğini düşünüyorum. Sivas'tan tüm Türkiye'ye bunu haykırdım ve duyurmaya çalistim. Görevimi yaptığımı zannediyorum.'' Bu seçimlerde 17 binin üzerinde oy aldığını, bu rakamın az olmadığını aktaran Şener, ''İnsanlık tarihini her zaman tek bir kişi, yüreklilikle, cesaretle, kararlılıkla yürüyerek değiştirmiştir. Sivas'ta 17 bin yiğit insan var, Sivas'ta 17 bin yiğit kadın ve erkek var. Ben Sivas'ımızın bu yiğit insanlarını kutluyorum, tebrik ediyorum. Bu yiğit insanlar, kurulu siyasetin pasif unsurları olmaktan öte doğru bir siyasetin kurulması için iradelerini, cesaretlerini, yiğitliklerini ortaya koymuşlardır, hepsini tebrik ediyorum'' dedi. ''BAZEN ZAFERLERİN EN BÜYÜĞÜ YENİLGİ OLANIDIR''Seçimlere doğrulukla girip çiktigini düşündüğünü belirten Şener, ''Dolayısıyla Sivas'taki seçimlerden kazançlı çikan benim. Bu seçimler Sivas'ta benim zaferimle neticelenmiştir'' dedi. Türkiye için bu topraklar için, hemşehrileri için mücadele ettiğini vurgulayan Şener, ''Benim mücadelem, ülkemizin geleceğinin mücadelesidir. Benim mücadelem, çocuklarimizin mücadelesidir. Ama şuna da inanıyorum ki, bazen zaferlerin en büyüğü yenilgi olanıdır. İnsan bazen kaybettiğini hissettiği, gördüğü anda en büyük zaferi kazanmış olabilir. Ben bu seçim sonucunu bir yenilgi olarak değil, bir zafer olarak, bir başarı marşi olarak, bir başarı türküsü olarak hafızalarda yer etmesi gerektiğini düşünüyorum. Ülkemizin yolu aydınlık olsun'' ifadelerini kullandı. ''İLK YAPACAĞIM İŞ BARRİNGTON MOORE'NİN KİTABINI OKUMAK'' Sivas'tan yıllarca parlamentoya girdiğinin, ilk kez bu dönem seçilemediğinin belirtilmesi ve bundan sonraki süreçte siyasette nasıl bir yol izleyeceğinin sorulması üzerine Şener, ''Bundan sonra siyasette nasıl bir yol izleyeceğim, bu konuda partimizin karar organlarıyla ve il başkanlarımızla toplanacağız, durum değerlendirmesi yapacağız ve kararımızı vereceğiz. Ama karardan önce benim ilk yapacağım bir iş var, o da

Ankara'ya gider gitmez bir zamanlar çok popüler bir kitaptı, 1960'lı yıllarda çok tartışılan bir kitaptı, kütüphanemde olmasına rağmen o kitabı okuyamamıştım, gider gitmez elime o kitabı alacağım. Barrington Moore'nin 'Diktatörlüğün ve Demokrasi'nin Toplumsal Temelleri' isimli bir kitabı var, bin sayfaya yakın, kalın bir kitaptır, ilk yapacağım iş bu kitabı okumak olacak'' ifadelerini kullandı. Şener'in açıklaması sırasında bazı partililerin gözyaşlarını tutamadığı gözlendi. Açıklama sırasında Şener'i eşi ve çocuklari da yalnız bırakmadı. Parti yöneticileri, Şener'in seçim sürecinde 70 bin kilometre yol katederek vatandaşlara ulaştığını, 40 bin kişiyle polaroit fotoğraf çektirdigini ve bu sürede yaklaşik 15 kilogram zayıfladığını belirtti.

33

Page 33: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

POLITIKA SIVAS

TBMM’de 13 Sivaslı isim milletvekili olarak görev yapacak.

TBMM'de bu dönem Sivaslı olan 13 milletvekili mecliste halkı temsil edecek. Bu vekillerden 9'u AKP'den, 2'si CHP'den ve biri de MHP'den vekil seçildi. Ayrıca bu isimlerin yanı sıra 23. Dönem milletvekillerinden Mustafa Açıkalın'ın da bakan veya bakan yardımcısı olarak atanabileceği konuşuluyor. Böyle bir olasılıkta ise 13 Sivaslı vekilin yanı sıra bir de bakan ya da yardımcısı olacak.AKP Sivas Milletvekili Ali Turan

CHP Sivas Malik Ecder Özdemir

CHP İstanbul 3. Bölge Milletvekili Binnaz Toprak

AKP İstanbul 1. Bölge Milletvekili Muhammed Bilal Macid

AKP İstanbul 1. Bölge Milletvekili Osman Boyraz

AKP İstanbul 1. Bölge Milletvekili Gürsoy Erol

MHP Gaziantep Milletvekili Edip Semih Yalçın

CHP İstanbul 3. Bölge Milletvekili Sabahat Akkiraz

AKP İstanbul 2. Bölge Milletvekili Ekrem Erdem

AKP Kayseri milletvekili İsmail Tamer

Ayrıca bu isimlerin yanı sıra 23. Dönem milletvekillerinden Mustafa Açıkalın’ın da bakan veya bakan yardımcısı olarak atanabileceği konuşuluyor. Böyle bir olasılıkta ise 13 Sivaslı vekilin yanı sıra bir de bakan ya da yardımcısı olacak.

YENİ SAYFA AÇILMALI

8 yıldır kaybeden Sivas’ın bu kayıplarının telafisi için artık vekillerin harekete geçmeleri ve yeni bir sayfa açmaları bekleniyor. Sivas’ın hızlı atılımlarla kazanımlar elde etmesini sağlaması beklenen vekillerin, başka illerden vekil çikan Sivaslı isimleri de bu harekete dahil etmeleri gerekiyor.

Bu dönem TBMM’de 13 Sivaslı isim milletvekili olarak görev yapacak. 5’i Sivas milletvekilleri olan bu isimlerin memleketleri için bir araya gelerek hükümet programları dışında ne yapabilirizi acil eylem planı şeklinde masaya yatırmaları gerekiyor. Özellikle Sivas’tan giden vekillerin hızlı atılımlara ihtiyaç olduğu bilinci ile diğer Sivaslı vekillerle memleketleri için elzem ihtiyaçları gidermesi bekleniyor.

Ayrıca Sivas’tan giden vekillerin özel kalemlerinin Sivaslı olmasına özen göstermesi ve vatandaşların işini hızlı şekilde çözmek için irtibat büroları açmaları, bu bürolarda vatandaşla muhatap olacak kişilerin de kendilerini temsil edeceği düşüncesi ile yine özenle seçilmesi gerekiyor. Bunların amacının da vatandaşi geçiştirme değil kaybedilen 8 yılın önüne geçilmesi şeklinde olması bekleniyor.

Mecliste en çok vekili olan Sivas’ın bu gücünü kullanarak İsmet Yılmaz'ı Ulaştırma veya Kültür Bakanlığında, Nursuna Memecan’ın da aileden sorumlu bakanlığında değerlendirilmesi için çaba sarf edilmesi gerekiyor. İl teşkilatının Sivas ile ilgili projelerini kısa sürede önce basına açıklamaları sonrasında ise siyasi temsilcilerimizle yıllara yaymadan bu projeleri icraata dökmeleri gerekiyor.

34 Sivas Cavusbasili

Page 34: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

POLITIKA SIVAS

Sivas Yatirimlarini Bekliyor

600 Yatakli Bölge Hastanesi

Yıllardır Sivas'ın gündeminde olan ancak bugüne kadar bir türlü gerçekleştirilemeyen yeni stadyum projesinde beklenen karar çıktı.Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile TOKİ arasında kapasite ve maliyet konusunda yaşanan anlaşmazlık sonunda çözüme kavuştu. Gelişmeler arasında en sevindirici ayrıntı ise stadyumun seyirci kapasitesinin 33 bin kişi olarak netleşmesi oldu.TOKİ'nin daha önce 25 bin rakamında ısrarcı olması, büyük tepki toplarken Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü seyirci kapasitesinin 33 bin olması konusundaki ısrarını sürdürmüştü.Bu konudaki sorunun çözülmesi için devreye Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın girdiği ve bu yatırımın biran önce gerçekleştirilmesini istediği öğrenildi.

Sivas merkez 600 yataklı eğitim ve araştırma hastanesi ile altyapı ve çevre düzenlemesi inşaatı işi İHALE TARİHİ ve SAATİ 11.07.2011 14:30

33.000 Seyirci Kapasiteli Stadyum ve Spor Kompleksi

TOKİ'nin yeni stadyumun seyirci kapasitesini 33 bin kişi olarak kabul etmesi, Sivas'ta büyük sevinç yarattı. Sivas, 33 bin seyirci kapasiteli modern bir stadyumun yanı sıra kapsamlı bir spor kompleksine kavuşmuş olacak. Kentte yapılacak olan Stadyumun Türkiye'deki en iyi statlar arasında yer alacağı belirtiliyor.Stadyumun tamamlanmasının ardından 4 Eylül Stadyumu'nun yeri ve İstasyon Caddesi'ndeki Atatürk Kapalı Spor Salonu'nun bulunduğu alan TOKİ'ye devredilecek.BU YIL TEMELİ ATILACAK…TOKİ, resmi internet sitesi söz konusu yatırımın ihale tarihini açıkladı. İhale bilgileri, “Sivas 33.000 Seyirci Kapasiteli Stadyum ve Spor Kompleksi İnşaatı İle Altyapı Ve Çevre Düzenlemesi İnşaatı İşi, ilahe tarihi: 25.08.2011 14:30” şeklinde yer aldı.Yeni Stadyumun ihale safhasının tamamlanmasının ardından, temel atma tarihi belirlenecek. Sivas halkının ne zaman gerçekleşeceğini merakla beklediği dev yatırımın temelinin bu yıl içinde atılması bekleniyor.Kısa sürede tamamlanması planlanan yatırımla birlikte Sivasspor, önemli bir tesise daha kavuşmuş olacak.

Sivas 33.000 Seyirci Kapasiteli Stadyum ve Spor Kompleksi İnşaatı İle Altyapı Ve Çevre Düzenlemesi İnşaatı İşi

İHALE TARİHİ ve SAATİ 25.08.2011 14:30

35 Sivas Cavusbasili

Page 35: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

2011 Genel Secim Türkiye

12 Haziran genel seçiminin kesin seçim sonuçları Resmi Gazete’de yayımlandı.

Resmi Gazete’de yayımlanan karara göre, Hatip Dicle yerine mazbata alan Oya Eronat dahil AK Parti’nin vekil sayısı 327 olarak ilan edildi.

Resmi Seçim Sonuçlarını görmek için

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) dünkü toplantısında seçim sonuçlarını kesinleştirdi. Buna göre kesin milletvekili sayıları ve partilere dağılım şöyle:

AKParti: 327 CHP: 135 MHP: 53 Bağımsız: 35

Gümrük kapılarında kullanılan oylarla birlikte katılım yüzde 83.16 olarak belirlenirken, sandıklardan 42 milyon 941 bin 763 geçerli oy çıktı. Bu oyların yüzde olarak partilere göre dağılımı ise şöyle:

AKParti: 49.83 CHP: 25.98 MHP: 13.01 Bağımsız: 6.57

2011 Genel Secim Sivas Sonuclari

36 Sivas Cavusbasili

Page 36: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

2011 Genel Secim Türkiye

12 Haziran tarihinde yapılan 24. Dönem milletvekili genel seçimleri Sonrasi tutuklu vekil krizi.

Bu Sürece Nasil Gelindi? Devlet Bakanı Hayati Yazıcı"SEÇİLSELER BİLE MECLİSE GİREMEZLER"Seçim öncesi AKP den Birinci Hamle Devlet Bakanı Hayati Yazıcı ziyaret ettiği Zaman Gazetesi’nin Ankara Temsilciliği’nde çok tartışılacak açıklamalar yaptı. Hayati Yazıcı, Ergenekon davası kapsamında tutuklu bulunan aday adaylarının seçilseler bile meclise giremeyeceklerini iddia etti ve “Yargı ve Parlemeto karşı karşıya getirilmek isteniyor. ‘Millet seçti ama bırakmıyorlar’ diyecekler. Bunu da dünya kamuoyuna taşıyacaklar” dedi.Hayati Yazıcı sözlerini şöyle sürdürdü: "Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak, hükümete karşı işlenen suçlar... Bunlar, Anayasa'nın 83'üncü madde hükmü dışında. Bir milletvekili ağır cezayı gerektiren bir suç nedeniyle suçüstü yakalanmışsa ya da seçimden önce başlanmak kaydıyla Anayasa'nın 14'üncü maddesi kapsamına giren bir suç nedeniyle hakkında soruşturma yürütülmekteyse, Meclis'in kararına gerek kalmadan, söz konusu milletvekili tutulabilecek, sorguya çekilebilecek, tutuklanabilecek ve yargılanabilecektir. Bu milletvekilleri belirtilen eylemleri nedeniyle dokunulmazlıktan yararlanamayacaklardır." Bakan Yazıcı milletvekili seçildiği için PKK üyesi olma iddiasıyla tutuklu olarak yargılanan Sebahat Tuncel'in salıverilmesi konusunda ise yargılamayı yapan yerel mahkemenin tutukluluğu gerektirecek durumun ortadan kalktığı gerekçesiyle bir tahliye kararı verdiğini söyledi. 10.04.2011 Zaman Gazetesi

YSK'dan şok karar! 12 bağımsız adaya veto...Yüksek Seçim Kurulu (YSK), 12 bağımsız milletvekili adayının adaylığını, milletvekili seçilme yeterliliğini etkileyecek eski mahkumiyetleri bulunduğu gerekçesiyle iptal etti. Adaylığı veto edilen isimler arasında BDP'nin desteklediği bağımsız adaylar Hatip Dicle, Leyla Zana, Ertuğrul Kürkçü, Sabahat Tuncel, Gültan Kışanak, İsa Gürbüz de bulunuyor. Kurul, bağımsız milletvekili adayları ile siyasi partilerin milletvekili geçici aday listeleri üzerindeki incelemelerini bugün tamamladı. Bağımsız milletvekili adaylarının adli sicil kayıtlarını inceleyen YSK, 12 bağımsız milletvekilinin sabıka kayıtları bulunduğunu tespit etti. Kurul, milletvekili seçilme yeterliliğini etkileyecek eski mahkumiyetlerinin bulunduğu gerekçesiyle aralarında Hatip Dicle, Leyla Zana, Gültan Kışanak ve Sebahat Tuncel'in de bulunduğu bu kişilerin milletvekili adaylıklarının iptaline karar verdi. Hatip Dicle ve Leyla Zana ile İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'in milletvekili adaylığını engelleyecek eski mahkumiyetleri nedeniyle sabıka kayıtları bulunduğunu tespit eden Kurul, Sebahat Tuncel'in ''geçen seçimde milletvekili seçildiği tarihten hemen sonra adli sicilinin kayda girdiğini, bu nedenle bir önceki seçim döneminde yapılan incelemede sabıkasız olarak görüldüğünü'' tespit etti. Diyarbakır Milletvekili Gültan Kışanak'ın ise adli sicil kaydında kızlık soyadıyla arandığında milletvekili seçilmesini engelleyecek sabıka kaydı çıkması nedeniyle milletvekili adaylığının iptal edildiği öğrenildi.Adaylığı iptal edilen diğer isimlerin de Harun Özeren, Abdullah Kızılay, İsa Gürbüz, Çiçek Otlu, Salih Yıldız, Nezir Sincar, Şerafettin Efe olduğu öğrenildi. 18 Nisan 2011 Pazartesi, Haber Türk

Seçim sonrasi AKP den Ikinci Hamle

AK Parti Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Haluk İpek 13. Ağır Ceza Mahkemesine Itiraz

YSK'ya dilekçe veren AK Parti Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Haluk İpek, "Dosya YSK'da devam ederken Hatip Dicle'ye mazbata verilmesi hukuka aykırıydı. Biz bu aykırılığı YSK'ya bildirdik. Birisi seçilme yeterliliğini kaybetmiş ama mazbatayı alıyor. Aday (Oya Eronat) bizim adayımız. Bu yanlışlığı YSK'ya bildirmemiz gerekiyordu. YSK'nın kararı da Anayasa ve yasalara uygundur" dedi. YSK kararı öncese yaşanan bu gelişmeler Radikal gazetesinin haberinde şöyle yer aldı:

Özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Savcılara Mehmet Ali Pekgüzel ile Nihat Taşkın, ikinci ''Ergenekon'' davası kapsamında tutuklu olarak yargılandıkları sırada milletvekili seçilen Prof. Dr. Mehmet Haberal ile gazeteci Mustafa Balbay'ın tahliye istemlerinin reddini talep etti.Alınan bilgiye göre, Pekgüzel ve Taşkın, tahliye istemlerine ilişkin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine sundukları görüşlerinde, Haberal ve Balbay'ın taleplerin reddine karar verilmesini istedi.Savcılar görüşlerinde, ''Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14. maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır'' hükmünü içeren Anayasanın 83. maddesinin 2. fıkrasına yer verdi.Görüşlerde, delillerde değişen bir şey olmadığı belirtilerek, suçlamanın Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100. maddesinde belirtilen katalog suçlardan olması nedeniyle talebin reddinin istendiği öğrenildi. 23 Haziran 2011 Perşembe 09:37 Internet Haber

“Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ Kararının Sorumlusu AK Parti'nin gösterilmesini yanlış”AK Parti Grup Başkanvekili Bekir Bozdağ YSK'nın Hatip Dicle'nin vekilliğini düşürmesi kararının sorumlusu olarak AK Parti'nin gösterilmesini yanlış bulduğunu belirterek "YSK, AK Parti'ye, yürütmeye veya yasamaya bağlı bir kuruluş değildir. YSK kararlarını hükümetle ilişkilendirmek büyük bir yanlıştır'' dedi.

24 Haziran 2011 Cuma Internet Haber

37 Sivas Cavusbasili

Page 37: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Türkiye ' nin Ortado ğ u Politikas ı

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Times için yazdı: 'Türkiye, Ortadoğu'da geçmişteki rolünü oynamaya hazır'21.04.2011Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ABD’nin önde gelen gazetelerinden New York Times için bir makale kaleme aldı. Makalesinde, Gül, Türkiye’nin İsrail ve Filistinliler arasında barış sağlanması için gösterdiği çabalarin, Aralık 2008’de başlayan Gazze operasyonu ve sonrasındaki süreçte kesintiye uğradığını hatırlatarak, Ankara’nın yeniden “geçmişte oynadığı rolü oynamaya hazır” olduğunu belirtti. Gül, ABD’ye de tarafsız arabuluculuk konumuna dönmesi çagrisinda bulundu. İşte Gül’ün New York Times için kaleme aldığı makale:

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan isyan dalgalarının tarihi önemi, Avrupa’nın 1848 ve 1989’da tanık olduğu devrimler kadar büyük. Bölge halkları, istisnasız, sadece aynı evrensel değerler için değil, ancak aynı zamanda da uzun süre bastırılmış olan ulusal gurur ve haysiyetlerini yeniden kazanmak için ayaklandı. Ancak bu ayaklanmaların demokrasi ve barışa mı; yoksa tiranlık ve çatismaya mı yol açacağı, uzun süreli İsrail-Filistin barış anlaşmasına ve daha geniş kapsamlı bir İsrail-Arap barışına dayanıyor.

Filistinlilerin çektikleri çile bölgedeki huzursuzluk ve çatismanin temel nedeni ve dünyanın diğer bölgelerinde radikal hareketler için bahane olarak kullanılıyor. İsrail’in bölgedeki yeni siyasi ortama uyum sağlamaya diğer bütün ülkelerden daha fazla ihtiyacı var. Ancak İsraillilerin korkmasına gerek yok. Etrafında demokratik ülkelerin oluşması, İsrail’in güvenliğinin nihai teminatıdır.

Bu karmaşa döneminde, geleceği belirleyecek iki güç var: İnsanların demokrasi arzusu ve bölgenin değişen demografik özellikleri. Er ya da geç, Ortadoğu demokratikleşecek ve doğası gereği, halkın gerçek isteklerini yansıtmak için bir demokratik hükümete gerek duyulacak. Bu tür devletler, kamuoyu tarafından haksız, onursuz ve aşağılayıcı olarak algılanan dış politikalar sürdürmeyi başaramaz. Yıllar boyunca, bölgedeki birçok hükümet, dış politikalarını yürütürken halklarının arzularını dikkate almadı. Tarih defalarca gösterdi ki, gerçek, adil ve kalıcı bir barış yönetici elitler arasında değil, sadece iki halk arasında yapılabilir.

ARAP BİRLİĞİ’NİN TEKLİFİ DÜŞÜNÜLMELİİsrail’in liderlerine dar görüşlü taktiksel manevralara başvurmak yerine, barış sürecine stratejik zihniyetle yaklaşmaları için çagri yapıyorum. Bu bağlamda, Arap Birliği’nin 2002 yılında gündeme getirdği barış girişiminin ciddi bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Söz konusu girişim, İsrail’in 1967 yılı öncesindeki sınırlarına dönmesi ve Arap ülkeleriyle diplomatik ilişkilerini tamamen normalleştirmesini öngörüyor.

Sürdürülemez statükoya yapışıp kalmak, İsrail’i sadece daha çok tehlikeye sokmaya yarar. Tarih, ulusların kaderini belirleyen en önemli faktörün nüfus olduğunu göstermiştir. Gelecek 50 yıl içinde, Araplar Akdeniz ve Ölü Deniz arasındaki nüfusun ezici üstünlügünü ele geçirmiş olacak. Yeni nesil Araplar, demokrasi, özgürlük ve ulusal haysiyet konularında çok daha bilinçli.

Bu bağlamda, İsrail Arapların öfke ve düşmanlık deniziyle çevrelenmis, parçalı bir ada olarak algılanmayı kaldıramaz. Birçok İsrailli lider bu zorluğun farkında ve bu yüzden bağımsız Filistin devleti kurulmasının zorunlu olduğuna inanıyor. İsrail’le yan yana yaşayan, saygın ve yaşayabilir bir Filistin, İsrail’in güvenliğini azaltmayacak, aksine onu güçlendirecektir.

TÜRKİYE YARDIMA HAZIRTürkiye, İsrail-Filistin barış sürecine stratejik yaklaşiyor. Bunun sebebi Ankara’nın sadece barış içindeki Ortadoğu’nun kendi çikarina olduğunu bilmesi için değil, aynı zamanda İsrail-Filistin barışının dünyanın geri kalanına da faydalı olacağını düşünmesi.

Dolayısıyla, Türkiye olarak yapıcı müzakereleri kolaylaştırmak için tüm çabamizi ortaya koymaya hazırız. Türkiye’nin, İsrail’in Aralık 2008’de başlattığı Gazze operasyonu öncesindeki yıllarda attığı adımlar, barışa ulaşma yönündeki kararlılığını gösteriyordu. Türkiye, İsrail komşularıyla barış sürecini devam ettirmeye hazır olduğu sürece, geçmişte oynadığı rolü oynamaya hazırdır.

Dahası, İsrail-Filistin barış süreci söz konusu olduğunda, ABD’nin uluslararası hukukun ve adaletin tarafında olma yönünde gecikmiş bir sorumluluğu inanıyorum. Uluslararası kamuoyu, tıpkı 10 yıl önce olduğu gibi, ABD’nin İsrail ve Filistin arasında tarafsız ve etkin bir arabulucu olarak rol almasını istiyor. Ortadoğu’da uzun süreli bir barış sağlamak, Washington’un İsrail için yapabileceği en büyük iyilik.

Filistinlilerle ve Arap dünyasıyla barış yapmadığı takdirde, İsrail’in yeni demokratik ve demografik dalgalarla baş etmesi neredeyse imkansız olacak. Kendi sorumluluğunun bilincinde olan Türkiye, yardım etmek için hazır bekliyor.

38 Sivas Cavusbasili

Page 38: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Türkiye'nin Ortadoğu Politikası

ORTADOĞU'DA YENİ BİR DÖNEM BAŞLADI

-DAVUTOĞLU: "ORTADOĞU'DA YENİ BİR DÖNEM BAŞLADI" LONDRA (A.A) - 30.03.2011 - Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Ortadoğu'de yeni bir dönemin başladığını belirterek, değişimi kucaklamanın da bunu yapmamaları halinde bertaraf olma riskiyle karşi karşiya kalmanın da bu ülkelerin liderlerinin elinde olduğunu söyledi. Davutoğlu, Reuters haber ajansına verdiği demeçte, Tunus ve Mısır'da liderleri deviren, daha sonra Libya, Yemen, Bahreyn ve Suriye'ye sıçrayan kitlesel eylemlerin "dış unsurların işi" olduğuna dair iddiaların yanlış olduğunu belirtti. Bugün bölgede yaşananları, 1980'li yılların sonlarında Doğu Avrupa'yı kasıp kavuran toplumsal hareketlere benzeten Davutoğlu, "Bir ülkedeki toplumsal talep, bölgedeki tüm ülkeleri etkilemeye başlıyor" dedi. Davutoğlu, yeni kuşak Arap gençliğinin daha fazla itibar, daha fazla ekonomik refah ve daha fazla demokrasi istediğini kaydetti. "Bölgedeki akıllı liderlerin, bu süreci önlemek yerine öncülük yapmaları gerektiğini" ifade eden Davutoğlu, "Süreci önlemeye çalisanlar, Libya'da olduğu gibi daha büyük güçlüklerle karşilaşacaktır" ifadesini kullandı. Bugünkü durumu, "bir çok zorluk, bir çok fırsat ve birçok riski beraberinde getirecek yeni bir dönem" olarak niteleyen Davutoğlu, "bu fırsatları en üst seviyeye çikarmak ve riskleri en aza indirmek liderlerin elinde" diye konuştu. Suriye'nin, ülkesindeki olaylarda dış unsurların parmağının olduğuna dair suçlamalarının bulunduğunun anımsatılması üzerine Davutoğlu, "Bu konuda ipucu yok. Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da, Suriye'de, Bahreyn'de ve Yemen'de tüm bu ülkelerde, kendi içlerinden kaynaklanan başlangıçlar oldu" dedi. Polisin tokatlaması ve hakaret etmesini protesto için kendi kendini yakan Tunuslu pazarcı Muhammed Buazizi'nin "sıradan bir vatandaş olduğunu" ifade eden Davutoğlu, "Eğer tüm bu sorunların yabancı unsurlarca çikarildigini düşünürsek, o zaman Arap bireylerin ve toplumlarının değişim veya benzeri bir şeyi talep edemeyeceklerini düşünmemiz gerekir" dedi. Oysa sıradan Arapların, genç Arapların, kadın ve erkek birlikte daha fazla itibar, daha fazla özgürlük ve siyasal hayata daha fazla katılım talep ettiklerini belirten Davutoğlu, bunun ülkenin kendi iç koşullarından kaynaklanan bir talep olduğunu vurguladı. "Tahrir Meydanı'ndaki, Tunus'taki ve diğer yerlerdeki sesleri anlamamız gerekir" diyen Davutoğlu, "O zaman gelecek için hazırlıklı oluruz" dedi. Türkiye'nin, Devlet Başkanı Beşşar Esad yönetimindeki Suriye ile bir kaç kez istişari görüşme yaptığını kaydeden Davutoğlu, "reformları ve demokratikleşmeyi destekliyoruz ancak bu bir barışçıl geçiş olmalı, şiddet, sivillere saldırı veya statükoyu koruma çabasi veya istikrarsızlık yaratma olmamalı" dedi. Libya'ya da değinen Davutoğlu, bu ülkenin lideri Muammer Kaddafi'nin, "iç savaşin uzamasının, statükonun devam etmesinin veya Libya'nın bölünmesinin tercih edilebilir seçenekler olmadığını ve kendisinin döneminin artık sona erdiğini anlaması gerektiğini" vurgulayarak, "Libya'da, halkın iradesine dayalı yeni bir dönem başlamalı" dedi. Yemen'e de değinen Davutoğlu, bu ülkedeki durumun "oldukça kritik" olduğunu ifade etti. Bu ülkede hedefin, "birliği sürdürmek ve mezhep çatismasindan kaçınmak" olması gerektiğini kaydeden Davutoğlu, "Bu kapsamda siyasal değişim için bir ilerleme oldu. Bir hareketlilik var ve biz bu değişimi destekliyoruz" dedi. Bahreyn'i gelecek hafta ziyaret edeceğini kaydeden Davutoğlu, ülkedeki durumu yerinde göreceğini, reform önerilerini yineleyeceğini belirterek, "Bahreyn'de gerilimin tırmanması, Körfez bölgesinde gerilimin tırmanmasına yol açabilir" uyarısında bulundu

39 Sivas Cavusbasili

Page 39: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Türkiye ' nin Ortado ğ u Politikas ı

Büyük Ortadogu Projesi Genisletilmis Ortadogu ve Kuzey Afrika Projesi (GOKAP)Ortadogu kavramından bahsedildiginde daha ziyade dinsel anlamda Müslümanların, etnik anlamda ise Türk, Arap ve Farsların çogunlugu olusturdugu bir bölgeden söz edilmektedir. Bununla birlikte islamiyetin yanında Yahudilik ve Hıristiyanlık da diger önemli dinler olarak bölgedeki siyasi gelismelerde her zaman önemli role sahip olmuslardır. Türkler, Araplar ve Farslardan olusanyapısında Kürtler ve Yahudiler de belirleyici rol oynamaktadır. Bu bölge tarih boyunca medeniyetlerin besik noktası olarak anılmıstır. Ortadogu’nun modern tarihini ikiyüzyıl önce baslatan hegemon güçler,ikiyüzyıl boyunca Ortadogu’ya zaman zaman dogrudan zaman zaman da sürekli karıstılar ve bu bölgeye düzen vermek istediler. Ortadogu’ya odaklanan bu güçler“Büyük Ortadogu Projesi” ile yeni bir düzen arayısı içindedirler. Bu proje ABD’nin Soguk Savas sonrasında tek kutuplu kalan dünya üzerinde egemenliginin sürmesini saglamak üzere kurulmus bir projedir. BOP küresellesmeile asınmaya ugrattıgı tüm uluslardan bagımsız hareket eden küresel elitin içinde oldugu uluslar arası güçlerin, gerekse de ulus devlet düzleminde süper güç olan ABD’nin çıkarlarına uygun bir projedir.Sadece cografi olarak degil siyasi olarak da genisligi bulunan, pek çok bilinmezlerin, karmasık iliskilerin, sorunların ve çatısmaların, petrolün ve zenginligin aynı zamanda gözyasının merkezi olan Ortadogu üzerine çok sey söylenen ama pek az bilinen bir cografyadır. insanlık tarihi burada baslayıp burada devam etmistir. Tarihsel olaylara yön veren gelismeler burada yasanmıs, geleneksel ve modern imparatorluklar için üzerinde mücadele edilmeye deger bulunmus herseye ragmen bu cografyadan vazgeçilememistir. Ortadogu, batıda Fas, Tunus, Cezayir, Libya, Somali, Etiyopya, Sudan, Mısır, Irak, Kuveyt, Bahreyn, Katar, Birlesik Arap Emirlikleri, Umman'ı içine alan, kuzeyde Türkiye,

Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerini kapsayan, ayrıca iran, Afganistan ve Pakistan'ın da dahil edildigi, güneyde Suudi Arabistan'dan Yemen'e uzanan Arap yarımadasını çevreleyen ve ortada Suriye, Lübnan, Ürdün, israil ve Filistin'in yer aldıgı bir cografya olarak tanımlanmaktadır. II. Dünya Savası sonrasında, iki farklı dünya görüsüne sahip olan ABD ve SSCB dünya egemenligi konusunda sıkı bir mücadeleye girmislerdir. DoguAvrupa’da Sovyetlerin kendisine baglı uydu sosyalist devletler kurmasından ürken ABD, bu Sovyet yayılmasını önlemek için çesitli tarihi ve politik nedenlerle, bu ülkeden çekinen devletleri bir ittifaklar zincirinin halkalar ı yaparak çevrelemek istiyordu. Bu dogrultuda kurulan, Kuzey Atlantik Antlasması Örgütü (NATO), Balkan Paktı, Bagdat Paktı, Güney Asya Antlasması Örgütü (SEATO), Anzus Paktı, bu politikanın ürünleridir. Soguk Savas bitiminden sonra, aslında eski bir kod olan “Yeni Dünya Düzeni”nin kurulması çabalarına hız verilmistir. iyimser bakısa göre yeni dünya düzeni, küresellesme aracılıgıyla özgürlügün tüm dünya üzerine yayılmasını saglayacak ve barıs içinde yasayan bir dünya anlamına gelmektedir. Kötümser olanlar arasında görüs ayrılıkları vardır.

Kimilerine göre bu düzen, ABD'nin tek kutuplu kaldıgı dünyada egemenligini pekistirmek için kurmak istedigi, kimilerine göre de tüm dünyada egemen olan uluslararası unsurların istedigi bir düzendir. Bu düzende, ulus devletler yalnızca hizmet edebilecek, yüzyılların uygarlık birikimi “küresellesme” yoluyla kontrol altına alınarak yeni sömürge anlayısına yasam verilecektir. Bazılarına göre ise, “Yeni Dünya Düzeni”, yasanacak küresel bir kaostan sonra insa edilecek yeni sistemin adıdır. Bu sisteme geçiste ilk adım olarak degerlendirilen Büyük Ortadogu Projesi(BOP) ya da NATO’nun Haziran 2004’teki istanbul Dorugu’ndan sonra anılan adıyla “Genisletilmis Ortadogu ve Kuzey Afrika Projesi (GOKAP)”, Moritanya’dan Endonezya’ya, bir baska açıklamaya göre, Türkistan'ın Dogusu’na kadar uzanan cografyadaki ülkeleri içermektedir.

Bu çalısmada, “Yeni Dünya Düzeni”ni kurmak isteyen ABD’nin yeni yüzyıldaki küresel egemenlik arayısı ve bu arayısın ısıgında ortaya atmıs oldugu Büyük Ortadogu Projesi” ele alınmaktadır. Çalısmanın amacı, ABD’nin, Ortadogu’ya yeni bakıs açısını yansıtan Büyük Ortadogu Projesinin gerçek hedeflerinin ve arka planının çerçeve olarak belirlenmesineyardımcı olmak ve projenin Türkiye Cumhuriyeti’ne etkisini tartısmaktır.

40

Page 40: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Ortadogu Bölgesinin Stratejik Önemi

Ortadogu, insanlık tarihinin hemen her döneminde, tasıdıgı önem nedeniyle bir sıcak çatısma bölgesi olmustur. Bölge, geleneksel olarak kültürlerin ve dinlerin kesisme noktası olması yanında son yüzyılda özellikle de sahip oldugu petrol zenginligi nedeniyle güç ve egemenlik mücadelelerine sahne olmus, bu yüzden de dünyanın en istikrarsız bölgeleri içinde ilk sıralarda yer almıstır.20.yüzyılın baslarında petrolün önem kazanmasıyla birlikte bölge kendi dogal sosyo politik ve sosyo-ekonomik gelisim sürecinin ötesinde, süper güçlerin kontrol ve egemenlik planları içinde yapay süreçlere yönlendirilmistir. Bu nedenle, Ortadogu hala dünyanın demokratiklesme sorunu yasayan en önemli bölgesi niteligini korumaktadır ve güç mücadelesine yönelik ittifak iliskileri bölge sınırlarını asan boyutlara ulasmaktadır. 1991'de Sovyetler Birligi'nin çöküsüyle gerek küresel gerek bölgeseld üzeyde birçok devletin hiç beklemedigi ve çogunun hazırlıksız yakalandıgı yenibir uluslararası yapı ve yapılanma belirdi. Bu yapılanmanın getirdigi yeni iliskilerin en çok etkilendigi bölgelerden ikisi hiç süphesiz Ortadogu ve Orta Asya'dır. iki kutuplu sistemin ortadan kalkmasıyla ”Tarihin Sonu”nun geldigini iddia eden iyimser çevreler oldugu gibi ”Medeniyetler Çatısması”nın gelecegini iddia eden ve dünyanın gelecegi için kötümser bir tablo çizenler de ortaya çıkmıstır. Bölgedeki resmi mevcut görüntülerle tanımlamak için çok erkendir. Fakat 11 Eylül 2001 saldırılarının Ortadogu kökenli bir terörist olan Usama Bin Laden tarafından gerçeklestirildiginin iddia edilmesiyle El-Kaide örgütünün hedef ilan edilmesi ve Afganistan'a ABD'nin askeri müdahalede bulunulması Ortadogu

7 Tayyar Arı, Geçmisten Günümüze Ortadogu Siyaset, Savas ve Diplomasi, istanbul, 2.Baskı,Alfa Yayınları 2005. s.258 M. Güleç, C. Oguz, “Irak Savası Gölgesinde Türkiye Ortadogu Ülkeleri Ticari iliskileri”, 2003,http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/IRAK/Irak%20Savasinin%20Golgesinde.pdf, 08.08.2006.ve Orta Asya'nın olusturulacak yeni düzende çok önemli noktada oldugunu Demokrasiden Demokrasiden

göstermistir. Bölgenin siyasi yapılanmasına ve 1991'den sonra yasanan degisimlere etkieden sorunları asagıdaki gibi sıralamakta fayda vardır: 1. Devlet baskanlarının otoriter yönetimi,2. Rusya Federasyonu'nun Sovyetler Birliginden sonra da devam edensiyasal etkisi,3. Yapay çizilmis sınırlar,4. Etnik yapılanma ve bunun sebep oldugu sorunlar,5. Bölgede Radikal slam'ın artan etkisi,6. Bölgede bagımsızlık sonrası artarak etkisini hissettiren milliyetçilik7.Demokratik yapının olusturulamaması.8. Bölge devletleri arasında Kitle mha Silahlarının (KiS)yaygınlasması, 9. Batı ülkelerinin güvenligini üç senedir tehdit etmeye baslayan veyaklasık otuz yıldır mevcut olan bölgedeki terör odakları,10. Azalan su kaynakları üzerinde bölge ülkelerinin rekabeti,11. Filistin-srail Sorunu,12. Günlük 2 Dolara kadar kisi basına düsen gelir seviyesi 13. Nüfusun yarısının 18 yasın altında olması, 14. Proje kapsamındaki ülkelerin iflas etmis politik, ekonomik, sosyalve yargı sistemleri,15. Büyüme hızı % 0,16. nsan Kaçakçılıgı,17. Uyusturucu üretim ve ticareti,18. Okuma-yazma bilmeyenlerin oranı % 50-70 ,

19. Hızlı nüfus artısıdır.(ABD'nin yaklasık 10, AB'nin ise 5 katıdır.)

Dünya'da petrol ve dogal gaz kaynakları zenginligi bakımından Orta Dogu anahtar bölge olarak ön plana çıkmaktadır.1970'lerde yasanan ambargonun sonucu özellikle petrol rezervlerinin önemi çok daha fazla ilgi çekmektedir. Dünyada toplam rezerv düzeyi 130 - 140 milyar tonun üzerinde gözükürken yaklasık 130 milyar ton muhtemel rezervden de söz edilebilmektedir. Rezervlerin önemli bir bölümü Orta Dogu bölgesinde yer almaktadır. 2002 yılı dahil olmak üzere dünya üzerindeki tarihsel kümülâtif tüketim 100 milyar tonun hemen altındadır. Ortalama olarak hiç bir yeni rezerv bulunamaması kosuluyla ve petrol yıllar bazında artan talepte göz önüne alındıgında Dünya'da otuz bes yıl yetecek bir petrol rezervinin bulundugu söylenebilir. Dünyada bilinen dogal gaz rezervleri 160 trilyon metreküp dolaylarındadır. Ortalama olarak hiç bir yeni rezervbulunamaması kosuluyla, artan talepte göz önüne alındıgında, otuz bes yıl yetecek bir dogal gaz rezervinin bulundugu söylenebilir. Mevcut kosullarda enerji tüketimi sanayilesmis ülkelerde düserken gelismekte olan ülkelerde de artacaktır. Her ülkenin gelisme planlarına bakılarak yapılan ön görümlere göre gelismekte olan ülkeler 2020 yılı dolaylarında sanayilesmis ülkeleri petrol ve dogalgaz tüketiminde yakalayarak geçeceklerdir.

41

Page 41: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

BOP’un Kapsadıgı AlanABD'ye göre; cografya, nüfus, ekonomi ve politik durum açısındanincelendiginde Ortadogu'nun iyi yönetilmedigi görülmektedir. "Büyük Ortadogu

Projesi’nde içerilen ve çogu yönetim reformuna gereksinim duyan 23 ülkemevcuttur: Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, israil, Ürdün,Suudi Arabistan, Yemen, Umman, Birlesik Arap E-mirlikleri, Bahreyn, Katar,Kuveyt, Irak, Suriye, Lübnan, Türkiye, iran, Afganistan, Pakistan. Bölge, 16.909kilometrekareyi kapsamaktadır. (ABD: 9.269; Avrupa 25 ülke ile birlikte: 4.150).Atlantik Okyanusu, Akdeniz, Karadeniz, Hazar Denizi, Kızıldeniz, Arap Denizibu bölgeyi çevrelemektedir. Aden, iran ve Umman Körfezleri de bu bölgekapsamındadır. Bölgede çöllerle beraber, Nil Vadisi, "Verimli Ay" denilen bölgeyani Ürdün Nehri, Dicle ve Fırat Nehirleri, indu Vadisi ve Arap Yarımadası'nıngüneybatısı gibi çok verimli sahalar bulunmaktadır. Bu bölge de petrol ve dogalgaz gibi çok önemli kaynaklar bulunmaktadır.

BOP’un Genel HedefiBush Yönetimi, resmi söylem geregi terörizmi kaynagında yok etmekamacıyla yola çıkmıstır. "ABD önderligindeki terörizme karsı savasta, demokrasi

insa etmek merkezi rol oynayacak" seklinde açıklama yapılmıstır. BüyükOrtadogu Bölgesi'nde terörizmin kaynagı olarak radikal islamcılar hedefalınmaktadır. Ancak izlenecek yöntem konusunda Avrupalılarla görüs farklılıklarıbulunmaktadır. Washington Post'a konusan bir yetkilinin; "Helsinki'nin Avrupa'yı bir araya getirdigine ve SSCB'nin yıkılısındaönemli rol oynadıgına iliskin bir inanıs vardır. Aynı sekilde Büyük OrtadoguProjesinin de slamcı asırılıgın ortadan kalkmasına yardımcı olacagı beklentisibulun maktadır" seklindeki açıklaması ABD'nin beklentisini yansıtmaktadır.Ortadogu'da demokrasiyi gelistirmenin terörizmle savasın kazanılmasınayardımcı olacagı düsünülmektedir. 3 Kasım 2003'te Powell, Ortadogu'da

özgürlügün yayılması için kaçınılmaz olan sekiz konu bulundugunu, Amerikanpolitikasının, insan onurunu ilgilendiren bu ilkeler üzerinde ısrarcı olacagınısöylemistir. Sözkonusu sekiz ilke sunlardır: Hukuk, devletin gücününsınırlandırılması, düsüncenin özgürce açıklanması, inanç özgürlügü, adaletin esitdagıtımı, kadınlara saygı, dinsel ve etnik hosgörü, özel mülkiyete saygı.Bu ilkelerin yasama geçirilmesi artık ABD'nin diktatörlerle iliskisinibitirdigi ve otoriter rejimlerin sonunun geldigi seklinde yorumlanmıstır.

ABD, ilkhedef olarak Saddam'ı seçmistir. ABD'ye göre, Ortadogu'nun en önemli diktatörüSaddam'ın savasarak hızla iktidardan uzaklastırılması gerekmektedir. ZamanlaBaskan Bush'ta hemen müdahale isteyen "önleyici vurus (preemptive strike)"doktrinini benimsemistir. G.W. Bush yönetimi 2004 yazında; "Büyük Ortadogu Projesini resmengündeme tasımıstır. G-8, NATO and AB doruklarında projeye destek aranmıstır.1975 yılında, aralarında SSCB ve ABD'nin de bulundugu ve 35 ülke tarafındanimzalanan "Helsinki Senedi" gibi "Büyük Ortadogu Projesi"nin de demokrasiningelistirilmesini ve iyi yönetisimi önerdigi anlatılmıstır. Buna göre sözkonusuproje, egitim ve bilgiyle bölgenin kalkındırılmasını, ekonomik fırsatlarınyaratılmasını hedeflemektedir. Buna karsın, her destek arayısında, özellikle ABtarafından, ABD'nin Filistin-srail Sorunu'nu çözmeksizin bölgede dönüsümyapmasının zor ve hatta olanaksız olacagına iliskin inanç dile getirilmistir.

42

Page 42: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Bölgede iran'dan kaynaklanan kitle imha silahı tehdidinin sürdügüne yönelik kuvvetli bir inanç bulunmaktadır. Körfez'deki askeri dengeleri ve kitle

imha silahlarını inceleyerek rapor düzenleyen Profesör Anthony H. Cordesmanyönetimindeki "CSIS Ortadogu Programı" konuya Amerikalılar açısından nesnelbir bakıs getirmekte ve proje konusunda ABD'ye yöneltilen elestirileriyanıtlamaktadır. Bir uluslararası stratejik çalısmalar merkezi olan CSIS, OrtadoguProgramı'nda hazırlanan bu raporlarda; ABD'nin "güç projeksiyon yetenegi(Power Projection Capability)" ile iran, Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt gibi ülkeler-

-incelenmekte; Bahreyn, Umman, Katar ve Birlesik Arap Emirlikleri gibi Körfezülkelerinin kapsamlı çözümlemeleriyle, askeri gücü ve güvenlik açısındandurumları ortaya koyulmaktadır. Bunlar arasında, "Büyük Ortadogu Projesi"ninhedefinde olan ran ve Suudi Arabistan ile ilgili raporlara özel bir önem verildigigörülmektedir. Çalısmalarının, çözümlemenin yerine ideoloji koyulmaksızınyapıldıgını söyleyen Prof. Cordesman'a göre, ABD'nin stratejik amaçlarıyla Arap

Dünyası'nda ve özellikle de Güney Körfez ülkelerinin bakısı arasında varolanfarklılık giderek artmaktadır. Bunun da nedeni yalnızca Irak sorunu olarakgörülmemelidir. Aslında ABD, bölgesel dengeler açısından hata yapmıstır.Özellikle Hafız Esad ve Arafat'a karsı gereken yapılamamıstır. Irak'la dageregince ilgilenilememistir. Saddam kendi insanlarının acı çektigi konusundamanipülasyon yaparken yiyecek için petrol programına gereken özengösterilememis ve edilgen kalınmıstır.2004'ten iran'ın dönüsümü için askeri saldırı seçenegi sık gündemegelmektedir. iran'da "Kitle mha Silahı" bulundugu ve bunun Ortadogu'ya tehditoldugu gerekçesi öne sürülerek iran'a angaje olma sürecinde izlenen psikolojiksavasın siddeti giderek yogunlastırılmaktadır. srail yetkilileri de ran'a birmüdahaleden söz eder olmuslardır. iran'ın nükleer çalısmalarını durdurmasıistenmektedir. ABD'nin yeni Ortadogu yöneliminin "uygarlıklar çatısması" olarak ortayaatılan teorinin uzantısında olduguna inananlar da bulunmaktadır. Steven Simon,ABD'nin Ortadogu ilgisinin "uygarlıklar çatısmasının" uzantısında gerçeklestigini

öne sürmektedir. Simon'a göre, teoride uygarlıklar çatısması yoktur. Uygarlıklararasın iliskiler iç içe geçmistir. Çünkü alasımsız uygarlık yoktur. Buna karsın,Asya ve Transatlantik uygarlıkları arasında farklılıklar çoktur. islam Dünyası ilede büyük farklılıklar vardır. islam Dünyası'nın içinde bile, aynı mezhepten olanancak farklı ülkelerde yasayan Müslümanlar arasında farklar bulunmaktadır.Örnegin, Endonezyalılar Suudilerden çok farklıdırlar. Endonezyalı ve Malezyalıpolitik partiler genellikle ılımlıdırlar. Suudilerin yönetimi asırı dinci ve serttir.Kadınlar, Katar ve Türkiye'de, Yemen'de oldugundan çok daha fazla haklarasahiptir.

Simon, Müslümanların dünyasında Saddam'ın devrilmesi, Irak'a demokrasi getirmek veya stratejik denge saglamak için yapılmadıgına inanıldıgını, bununMüslümanların ezilmesi ve sömürülmesi için olduguna inanıldıgını ilerisürmektedir. Müslümanlara göre olanlar; Hintlilerin Kesmir'de, RuslarınÇeçenistan'da, israil'in Filistin'de yaptıklarıyla iliskilidir.Makovski, Türkiye'nin durumunu masaya yatırmaktadır. ABD,Türkiye'nin, AB'ne katılan, NATO'daki yerini saglamlastırmıs, demokratik veılımlı Müslüman bir ülke olmasını umut etmektedir. Buna göre, TürkiyeCumhuriyeti'nin Soguk Savas sırasındaki durusu saygınlık uyandırmıstır. Makovski, ABD'nin Türkiye'den beklentisini dile getirmistir. Terörle savasta,islamcı asırılıga karsı Washington, Türkiye'nin önceden oldugu gibi teröre karsısavasta da sıkı bir ortak olmasını istemekte ve "Demokrasinin Büyük Ortadogu'dayayılmasını saglamak" amacına destek beklenmektedir.ABD, "Büyük Ortadogu Projesi"yle Büyük Ortadogu'ya özgürlükgetirmeyi ve bölgeyi demokratiklestirmeyi hedef aldıgını ileri sürmektedir.Irak isgalinin ikinci yılında Baskan Bush, yaptıgı açıklamada IrakSaldırısı'nı savunmustur."Bizim topraklarımızda özgürlügün sürmesi öteki ülkelerdeki özgürlüklerebaglıdır. Bu yüzden, iki yıl önce Irak'ı özgürlestirme operasyonunu baslattık,ABD 'ye yönelik tehditlere, gerçeklesmeden karsı koymalıyız" seklindekiaçıklamasıyla ABD'nin yeni doktrinini dile getirmistir.

43

Page 43: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

BOP’un Arka PlanıABD, Avrupa ve Japonya gereksinim duydukları petrolün yüzde 60'ınıOrtadogu'dan temin etmektedir. Yapılan arastırmalar sonucu, Ortadogu petrol

rezervleri 40 milyar ton olarak tahmin edilmistir. Bugün, dünyada üretilenenerjinin yüzde 60'ının petrolden elde edildigi gözönüne alınırsa, dünyada sarfedilen toplam enerjinin büyük bölümünün Ortadogu ülkelerinden elde edildigiortaya çıkmaktadır. Bu da sanayilesmis ülkelerin bu bölge ile ilgilenmeleriningerekçelerinden birini açıkça ortaya koymaktadır. Nixon, ABD'nin Ortadogu'ya ilgisini söyle dile getirmistir:"ABD'nin ve tüm özgür dünyanın Ortadogu'daki çıkarları, bu bölgedekibarısın herhangi bir ülke tarafından ihlal edilmemesine baglıdır. Herhangi birgücün Ortadogu'da egemen duruma gelmek istemesi, bölgedeki uyusmazlık vegerginlikleri siddetlendirecek, ABD ve özgür dünya ülkelerinin güvenlikleriniolumsuz yönde etkileyecek ve tehlikeye sokacaktır. ABD, bu bölgede egemenlikkurmak istemedigi gibi, baska ülkenin de burada egemen duruma gelmesine izinvermeyecektir."Aslında, kimilerine göre BOP bir "geçis dönemi projesidir". ABD'nin,"çoklu kusatma stratejisini" temel alarak, Ortadogu ve Avrasya'nın zengin

kaynaklarını kontrol edecegi noktalara fiilen yerlesmesi için bina edilmistir.Sözkonusu proje, 10 yıl kadar kısa bir süre sonrasında, 21.inci yüzyılın güçlerrekabeti çerçevesinde, ABD'nin uygun stratejik konumlanmayı tamamlamasınayardım edecektir. Bu görüse göre, Soguk Savas sonrasındaki yeni rakip güçler,Çin ve Rusya'nın basını çektigi ve Asya'da sekillenen Sangay sbirligi Örgütü ileAvrupa Birligi'dir. Bu iki büyük olusum, ABD hegemonyasını tehdit etmektedir.Projenin ana hedeflerinden biri israil'i tüm islâm âlemi nezdindemesrulastırmaktır. Hatta sadece siyasi yönetimler nezdinde degil Müslümanlarınzihinlerinde bile mesrulastırabilmek için yeni islâm modellerinin gelistirilmesineçalısıldıgını gözlemlenmektedir. Böyle bir mesrulastırma ise bir yandan srailisgal devletinin güvenligini saglama, bir yandan da ekonomik açılımının önündekiengelleri kaldırma amacına yöneliktir. Ayrıca planın önemli hedeflerinden birislâm cografyasının bazı bölgelerinde sınırları yeniden çizmek ve bilhassa KuzeyIrak'ta Yahudilerin yerlesimine, dolayısıyla uzun vadede ikinci israil'inkurulmasına imkân saglayacak altyapıyı olusturmaktır.

Projenin resmi söyleminde, geri kalmıs Ortadogu ülkelerine "demokrasi ve özgürlük" getirmeyi sözü veren ABD, bu ülkelerin gerçek özgürlügü olacak olan

"ekonomik bagımsızlıgı"na nasıl katkıda bulunacagını projeden ayrı tutmustur. Bunedenle ABD'nin "Büyük Ortadogu" olarak ilan ettigi proje, bu cografyaya vezenginliklerine fiilen el koymak istemesi olarak yorumlanmaktadır. ABD, çesitli tehditlerin basta Irak olmak üzere birçok islam ülkesindebulundugunu öne sürmektedir. Ali Rıza Bayzan'a göre islam'ı terörizm ileözdeslestirme çabasının arkasında asagıdaki nedenler bulunmaktadır: Temelinde Yahudilik ve Hıristiyanlık olan küresel sistemin tek ciddi rakibiislam'dır. 1989 'da Berlin Duvarının yıkılması ve Soguk Savas'ın sona ermesiylebirlikte ABD'nin yeni bir düsmana gereksinimi dogmustur. ABD dogrudangücü zayıf görünen islam ülkeleri yerine “islamcı Fundamentalizm” adıaltında “Yeni Dünya Düzeni” ne boyun egmek istemeyen olusumları hedefgöstermektedir.83 “Büyük Ortadogu Masalı”, Ribat Dergisi,http://www.haksever.com/modules.php?name=News & file=print & sid=242 , 04.01.2007

islamcı Fundamentalizm fobisi yapay olarak olusturulmaktadır. 11 Eylül'le bu fobiyi paranoyaya dönüstürmüs ve islam terörizmleözdeslestirilmistir.

Hıristiyan ve Yahudi kökenli köktendincilik ve terörizm özelliklegözlerden uzak tutulmaktadır. islam ve terörizm arasında 'dehset' kosullandırması (Pavlov) ile bir bagkurulmaktadır. 11 Eylül'le geçmisinde CIA ile baglantısı olan Bin Ladin'e sorumlulukyıkılırken terörizme yönelik nefret slam'a yönlendirilmistir.

44

Page 44: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

ABD'nin "haydut devlet" ilan ettigi ve içinde iran’ın da bulundugu

devletlere karsı yürütülen savas, teröre karsı savasa ve bir uygarlıklar çatısmasına dönüsmüstür. Bush, bütün basın toplantılarında sık sık ABD 'yi daha emniyetliyapmak için Ortadogu'nun demokratiklestirilmesi gerektigini vurgulamaktadır.Genelkurmay Baskanı Myers, istikrarın yalnızca Irak ve Suriye için degil tümbölge için sözkonusu oldugunu söylemistir. Bu Ortadogu'da gelecek günlerinhuzurlu olmayacagına iliskin isaretler içermektedir. Irak'ta isgalin baslangıcındanbu yana giderek siddetlenen bir direnis ve sehir gerillası savası sürmektedir.Kissinger'e göre, "Gerilla savasının temel denklemi basit oldugu kadar icraedilmesi de zordur. Gerilla ordusu yitirmekten kaçınabildigi sürece yener; düzenliordu ise kesin olarak kazanamadıgı sürece yitirir."

ABD'nin Ortadogu ile ilgili yönelimi ne ilk ne de sondur. ABD'nin dünyaegemenligi için müdahale ettigi ilk ve son yer de Ortadogu degildir. ZoltanGrosman, ABD Kongre arsivlerini referans alarak son bir yüzyılda yapılanmüdahaleleri üstelemistir. 110 yıllık süre zarfında ABD'nin 150'den fazla dısmüdahale yaptıgı belirlenmistir. ABD, "Ortadogu'ya demokrasi getirme" söylemiyle "Büyük OrtadoguProjesi"nde, devlet ve ulus insa etme mühendisligine girismistir. 1950 ve86 Henry Kissinger, Diplomacy, Touchstone Books, New York-1994, s.629.87 http://www.zmag.org/CrisesCurEvts/Interventions.htm, 12.01.2007

1960'larda, "modern devletler yaratırsak komünizmi engelleriz" mantıgı, SogukSavas sonrası versiyonu ve 11 Eylül'den sonra terörizmle savasın bir yolu olarakyeniden gündeme girmistir. Bazı degerlendirmelerde görüldügü üzere, ABD, Afganistan ve Irakisgalleriyle yetinmeyecektir. Ne var ki, Irak'taki direnis maliyeti yükseltmistir.Dolayısıyla, hesaplanan getirilere ulasmadan BOP nedeniyle zaten sorunları olanekonominin üzerindeki yük daha da agırlasacak gibi görünmektedir. Maliyetipaylasma çabaları da öncelikle Atlantik sbirligi'nin üzerinde anlasması gerekenbir konudur.Son dönemde Küba, Venezüela, Uruguay, Brezilya, Arjantin ve Sili'yiiçeren liberallik karsıtı çıkısın hızla etkinlestigi Latin Amerika da oldugu gibiAsya da yükselen Amerikan karsıtlıgının da ABD'ye artan bir maliyeti vardır.

Avrupa ülkeleri ile ABD arasındaki farklı bakıs açıları giderek daha çokbelirginlesmektedir. ABD'nin karsısında gelismekte olan ve 21inci yüzyılınbasında ekonomik açıdan önemli bir rakip olan Avrupa Birligi, bütünlesme adınabirçok sıkıntı olsa da simdilik pragmatik bir biçimde gelismektedir. Avrupa,birlikte davranmamanın daha büyük riskler tasıdıgını bilmektedir.

Doç. Dr. i.Yasar Hacısalihoglu "Büyük Ortadogu Projesi"nin stratejikarkaplanını söyle özetlemektedir: "ABD için Avrasya, ekonomi-politik egemenligin mekânsal odagıdır.Soguk Savas sonrasının jeopolitik merkezidir. ABD'nin olası rakiplerinintopraklarıdır. Dünyanın en zengin enerji/dogal kaynakların anavatanıdır. YeniPazar alanıdır. Yeni mücadele sahasıdır."

Hacısalihoglu'na göre:"BOP cografyasının tek pazar olması ancak, pazarlık güçleri kırılmısfederatif yapılar ve küçük devletçiklerin yaratılması planlanmaktadır. BOP, üniterdevletlere duyarlı degildir. Bu durumda, Türkiye'nin öncelikle komsuları içinolmazsa olmaz kosul saydıgı ve varlıgına büyük özen gösterdigi 'toprakbütünlügünden yana olma' politikası geçerliligini yitirecektir. ABD, siyasal vekültürel açıdan reform paketleri hazırlayacaktır. 'Her sey, o ülkenin gelecegi,gönenci ve mutlulugu için yapılıyor' izlenimi yaratılacaktır. Oysa bu ülkeler içinasıl reform, ekonomik bagımlılıklarına yönelik olması gerekirken bu konuya hiçdeginilmeyecek hatta bu durum bir statükoya dönüstürülerek, degisim baskaalanlarda aranacaktır. Oysa alt yapı unsuru olarak ekonomik yapı degismedigi veher alanda üretim egemen kılınmadıgı sürece üst yapıdaki hukuksal, kültüreldegisimlerin bir ülkeye kalıcı yarar saglayamayacagı gerçegi her zamangizlenecektir."

ABD'nin Büyük Ortadogu Projesi, gün geçtikçe sevimsiz olmakta,karsıtları çogalmaktadır. Oysa etik boyuttaki eksiklikleri giderilmeksizin hiçbirprojenin silah zoruyla basarı saglaması olanaklı gözükmemektedir.

Kaynak

ATILIM ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ AVRUPA BiRLiGi ANABiLiM DALI YÜKSEK LiSANS TEZiBÜYÜK ORTADOGU PROJESI VE TÜRKiYE’NiN KONUMU DiCLE TEKKAYA Ankara, 200 45 Sivas Cavusbasili

Page 45: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Güncel Basindan Politika

Hopa ve eşkıyalar ÖZGÜR MUMCU 02/06/2011 (Radikal)

Aynı yoldan geçmişiz biz/ Aynı sudan içmişiz biz.” Böyle diyor AKP’nin yeni televizyon reklamı. Salı günü Hopa’da aynı sudan içmediğimizi görmüş olmadık mı? Hopa’da Başbakan’ı çok sinirlendiren pankartlardan birinde “Su haktır, satılamaz” yazıyordu. Başbakan’ın miting yapacağı alandan bir otoyolla ayrılan bölgede toplanmış insanlar, horon çekiyorlar. Miting saatine doğru polis o bölgenin boşaltılmasını istiyor. Orada bulunan ÖDP Parti Meclisi Üyesi Yusuf Yedigül anlatıyor: “Biz dedik ki, iki alan arasından üç karayolu geçiyor. O alan bize çok uzak, niye gidelim?” Gitmiyorlar. HES projelerine, hükümetin çay politikalarına karşılar. Hazır Başbakan da gelmişken seslerini duyurmak istiyorlar. Aynı sudan içmişiz madem, su hakkında söyleyecekleri var. Ya da söyleyecekleri olabileceğini zannediyorlar. Çünkü yine Yedigül’ün anlatımıyla: “Bir baktık ki bir anda saldırı oldu, su sıkıldı, gaz bombası, biber gazı...” Görüntüleri izlemediyseniz, internetten takip etmenizi tavsiye ederim. Küçücük ilçe gaz bombardımanına tutuluyor. Hepimizin olduğu iddia edilen su, tazyikle insanların üzerine sıkılıyor.

Metin Lokumcu Video görüntülerinde bir an emekli öğretmen Metin Lokumcu beliriyor. “Bunalttınız beni” diyor. Sonra ellerini arkasında kelepçelenmiş gibi kavuşturup polise sesleniyor: “Haydi al beni, kurtar memleketi.” Memleket kurtulur mu bilinmez ama Metin Lokumcu kurtulamıyor. Hopa’nın eski Belediye Başkanı Yılmaz Topaloğlu anlatıyor: “Dün akşam hastanede doktorlarla görüşme fırsatım oldu. Metin Hoca hastaneye getirildiğinde doktorlara çok fazla gaza maruz kaldığını ve göğüs bölgesinin polisler tarafından darp edildiğini söylemiş.” Metin Lokumcu öldü. Başbakan’ın miting alanıyla arasından üç şerit otoyol geçen bir alanda “Su haktır satılamaz” pankartıyla durduğu için. Herkes aynı sudan içsin istediği için. Hopa’da Başbakan miting alanında nutuk atarken ilçenin sokaklarında polis gaz bombası ve tazyikli suyla protestoculara saldırmakla meşguldü. Başbakan, Hopa neredeyse abluka altına alınmışken nutuk atmayı içine sindirebildi. Miting alanını terk eden AKP konvoyunun taşlı saldırıya uğradığı söyleniyor. Bu saldırıdan kaçmaya çalışırken hızla hareket eden otobüsün üzerinde duran koruma polisi Servet Erkan düşerek ağır yaralandı.

Başkomiser Polisin hükümete yönelik sol gösterileri orantısız bir şiddetle bastırma merakı biliniyor. Başbakan’ın hâlâ ara sıra konuşmalarından sızan arkaik anti-komünizmi de polisleri bu konuda cesaretlendiriyor. Hopa’daki abluka mitinginden sonra Trabzon’a giden Başbakan’ın “Hopa’ya eşkıyaların indiğini bilmiyordum” açıklaması da bunun göstergesi. Başbakan’a her itiraz eden terörist, ona karşı çıkan herkes eşkıya. İlkgençliğinin Milli Görüş’ünden gelen komplocu bakış açısının zirveye varmış egosuyla birleştiği noktadayız. Bu nokta da Başbakan’ın tekrar etmeyi çok sevdiği ‘hak ve özgürlükler noktası’ değil. Bu nokta 80 öncesi Fatsa’da yapılan ‘nokta operasyonu’nun noktası. Salı gecesi Hopa’da evlerin basılıp, kırka yakın insanın gözaltına alınması buna işaret ediyor. Nisan 2010’da CHP otobüsü taşla saldırıya uğradığında emniyet güçlerinin ilgisiz tavrıyla salı gecesi operasyonu kıyaslanınca bu memleketin bir başkomiseri olduğu hakikatiyle karşılaşıyoruz. Polis Servet Erkan’ın otobüsten düşmesinin sorumlularını bulun. Yaralanmasına göstericilerin attığı taş sebep olduysa yargılayın. Muhaliflerin gösteri hakkına tecavüz eden polis müdahalesinin sorumlularını bulun. Memurundan amirine yargılayın. Öğretmen Metin Lokumcu’nun katillerini bulun. Sonra tartışalım hep beraber Hopa’ya inen eşkıya kimdir? Aynı yoldan geçmişiz, aynı sudan içmişiz öyle mi? Değil galiba. Başbakan şöyle bahsediyor öldürülen Metin Lokumcu’dan: “Tabii bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durmaya da gereğini duymuyorum, kalp krizi sonucu ölmüş.” Öğrenirsiniz Başbakan kimliğini. Bir gün gelir öğrenirsiniz.

Sivas Cavusbasili

46

Page 46: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Güncel Basindan Politika

Tom MacMaster

Ayaklanmanin Fitilini atesleyen Suriyeli Lezbiyen aktivist ABD'li erkek çıktıSuriye'de kaçırıldığı söylenen lezbiyen aktivist, İskoçya'da akademik eğitim gören ABD'li bir erkek çıktı

Emine Araf adıyla "Şam'da bir lezbiyen olmak" adlı Şubat ayında açılan ve ayaklanmanın son zamanlarında ciddi bir takipçi kitlesine ulaşan bloga yazan ve kendisini lezbiyen bir aktivist olarak tanıtan kişinin ABD uyruklu şu an İskoçya'nın Edinburgh şehrinde yaşayan Tom MacMaster adlı bir erkek olduğu ortaya çıktı.

SURİYELİ KADIN LEZBİYEN ABD'Lİ YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ BİR ERKEK ÇIKTIGuardian'a göre kendisini çevrimiçi ortamda sahip olduğu blogtan Suriyeli lezbiyen Emine Araf olarak takdim eden ve Suriye'de yaşanan ayaklanmalara değinerek uluslararası kamuoyunun dikkatini bu ülkeye çekmeye çalışan kişinin yaklaşık bir hafta süren araştırmanın ardından İskoçya'da Edinburgh Üniversitesinde yüksek lisans eğitimi gören ABD'li Tom MacMaster olduğu anlaşıldı. Aynı zamanda onunla birlikte İskoçya'ya giden eşi Britta Froelicher'ın da St Andrews Üniversitesi'nde Suriye ekonomik gelişmesi üzerine yüksek lisans yaptığı ortaya çıktı.

"BÖYLESİ İLGİ BEKLEMİYORDUM"Macmaster son yolladığı ve İstanbul'dan gönderilmiş gözüken blog yazısında, 35 yaşında bir feminist ve lezbiyen Emine Araf adıyla bütün bu blog'taki postaları kendisinin yazmış olduğunu itiraf ediyor ve "böylesi bir ilgi beklemiyordum." diyor. Bu işe "Ortadoğu'daki olaylar onları günlük düzeyde yaşayan insanlar tarafından şekilleniyordu, ben sadece batılı izleyiciler için aydınlatıcı olsun diye bunu yaptım" diyerek giriştiğini açıklıyor.Guardian, bu itirafı MacMaster'ın eşine gönderdiği bir elektronik posta ile doğrulattı;

NASIL ORTAYA ÇIKARILDI?Şam'da bir lezbiyen olmak blogunun LezGetReal.com'a yolladığı elektronik postaların IP adresleri ve diğer IP'ler takip edildi ve bunların Edinburgh Üniversitesinin internet servis sağlayıcılarında bulunduğu tespit edildi. Emine Araf tarafından yürütüldüğü düşünülen şu an iptal olmuş olan Yahoo tartışma grubu, ABD, Georgia Stone Mountain'deki bir adrese kaydedilmişti. resmi belgeler de bunun Macmaster ve Froelicher'in sahip olduğu bir eve ait olduğunu gösteriyor.

BLOG FOTOĞRAFLARI ABD'Lİ EŞTENSanal Emine Araf'ın(blog yazarı)gönderdiği pek çok özel elektronik posta fotoğrafı MacMaster'ın eşi Froelicher'in çektikleri ile aynı ve onun Picasa foto paylaşım sitesi hesabında bulunuyor. Bu hesabında 2008'de Suriye'ye yapılan bir yolculuk esnasında çekilen çok sayıda fotoğraf bulunuyor. Pazar akşamı ise bu fotoğraflar sitesinden kaldırıldı. 'LİBERAL ORYANTALİZMİN YENİ BİÇİMİ HER TARAFA YAYILDI'Kanıtlar giderek belirginleşmeye başlayınca, geçen yılın sonlarında eşiyle Edinburgh'a akademik nedenlerle yerleşen MacMaster, durumu açıklamaya karar verdi. "blogda anlatılanlar kurgu olsalar bile, bu blogtaki olaylar doğru ve oradaki duruma bir kandırmaca söz konusu değil"..."bu deneyim, üzücü bir şekilde, genellikle Ortadoğu ile ilgili haberlerin yüzeyselliğine dair hislerimi doğruladı ve liberal oryantalizmin yeni biçiminin her tarafa yayıldığını gösterdi..." dedi.BLOGGER'I DESTEKLEYEN SURİYELİ MUHALİFLER KIZGINBöylece neredeyse bir hafta süren gizem aralandı. Bu durum blogger'ın kampanyasını destekleyenleri kızdırdı, Suriye gay topluluğundaki bazı kişiler onun kendilerinin güvenliğini tehlikeye attığını ve amaçlarına ciddi bir zarar verdiğini söylüyor.Blog'tan Haziran'da Emine'nin kuzenin onun silahlı kişilerce Şam'da kaçırıldığını söylemesi ise yaratılan sanal karakter Emine Araf'ın dünya medyasında gündeme düşmesine neden oldu ve Araf ciddi Suriye'deki ayaklanmalarda önce çıkan figürlerden birene dönüştü. 'HEPİMİZİ TEHLİKEYE ATTIN'GayMiddleEast.com adlı Ortadoğu lezbiyenlerinin platformunun Şam editörü olan Sami Hamwi ise ona oldukça kızgın: "Bay MacMaster yazıklar olsun sana!!... sen böyle bir şey yaparak hepimizi tehlikeye attın...""Senin özrün kabul edilmez, Emine'nin yakalanmasını araştırmaya başladım. Olmayan bir şahıs için kendimi büyük bir tehlikeye attım, gerçekten yazıklar olsun!" dediKayanak

http://www.haberturk.com/dunya/haber/639275-suriyeli-lezbiyen-aktivist-abdli-erkek-cikti

47 Sivas Cavusbasili

Page 47: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Güncel Basindan Politika 15.06.2011 07:20 ABD Temsilciler Meclisi'ne Yine Türkiye Karşıtı Tasarılar Sunuldu

ABD Temsilciler Meclisi'ne biri 1915 olaylarının ABD tarafından "soykırım" olarak tanınmasını talep eden, diğeri ise ülkedeki Hristiyanların haklarına tam saygı göstermesini isteyen iki tasarı sunuldu

ABD Temsilciler Meclisi'ne, biri 1915 olaylarının ABD tarafından "soykırım" olarak tanınmasını talep eden, diğeri ise Türkiye'den ülkedeki Hristiyanların haklarına tam olarak saygı göstermesini isteyen iki tasarı sunuldu. Ermeni lobisinin önemli destekçilerinden olan Demokrat Parti California Milletvekili Adam Schiff ile Cumhuriyetçi Parti Illinois Milletvekili Robert Dold tarafından hazırlanan Ermeni tasarısı, bir önceki Kongre döneminde sunulan 252 numaralı benzer tasarıyla aynı içeriği taşıyor.

Tasarıda, ABD Başkanı Barack Obama'ya ve Amerikan yönetimine, 1915 olaylarını "soykırım" olarak tanıması çağrısında bulunuluyor. Tasarının hazırlayıcılarından olan Kongre üyesi Dold, yaptığı açıklamada, "96 yıl önce 1, 5 milyon Ermeni, sadece Ermeni oldukları için öldürüldüler. Bu korkunç trajedi görmezden gelinmemeli, tam tersine, adalet için savaşan bir ülke olarak ABD açısından uygun olan, 'Ermeni soykırımı'nı dürüstçe tanımasıdır. Böylece, gelecekteki soykırımların önlenmesine hep birlikte katkı sağlayabiliriz" ifadesini kullandı.

-TÜRKİYE'YE KARŞI "KilisELERİN İADESİ" TASARISI... -

ABD'deki radikal Ermeni kuruluşu Amerikan-Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA), Temsilciler Meclisi'ne, "Kiliselerin İadesi" başlıklı bir tasarı da sunulduğunu kaydetti. ANCA'ya göre, tasarı, Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'nin üyelerinden Cumhuriyetçi Parti California Milletvekili Ed Royce ile Komitenin eski başkanı ve şu anki kıdemli üyesi Demokrat Howard Berman tarafından hazırlandı.

Tasarıda, "Türk hükümetine, uluslararası yükümlülüklerini onurlandırarak, ülkedeki Hristiyanlara yönelik kötü muamelelerin her çeşidine son vermesi ve Hristiyanların haklarını ve dini özgürlüklerini koruma altına alması" çağrısı yapılıyor. Tasarıda, ayrıca "Türkiye'den, Ermeniler, Asuriler, Pontuslar, Süryaniler ve diğer Hristiyan toplulukları dahil olmak üzere, Hristiyanlara ait el konulan kilise mallarını iade etmesi" isteniyor. Ed Royce, tasarıyla ilgili açıklamasında, "Türkiye'deki koşulların, giderek dinle daha bağlantılı hale gelen nefret suçlarıyla kötüleştiğini" iddia ederek, "Sunduğumuz tasarı, Türkiye'yi, savunmasız dini azınlıkları korumaya çağırıyor. Bu kesimler, ayrımcılık ya da şiddet korkusu yaşamadan ibadet edebilmeli ve dinlerini öğrenebilmelidirler. Türkiye'den, bu korumayı sağlamadaki yükümlülüğünü yerine getirmesini bekliyoruz" sözlerine yer verdi.

ANCA'nın açıklamasında, "Kongre'deki kaynakların, her iki tasarının da iki partinin üyelerinden oluşan geniş bir grup tarafından desteklendiğini söylediği" öne sürüldü. Tasarıların kabulü için, önce Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi'nin gündemine alınması, orada benimsenmesi, ardından Temsilciler Meclisi genel kurulunun gündemine alınması ve orada da kabul edilmesi gerekiyor. Ancak tasarılar kabul edilse bile bağlayıcı olmayıp, tavsiye niteliğini taşıyor.

- WASHINGTON

(Anadolu Ajansı) 15.06.2011 07:20

http://www.haberler.com/yine-turkiye-karsiti-tasarilar-sunuldu-2799271-haberi/

48 Sivas Cavusbasili

Page 48: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Güncel Basindan Politika

Hüseyin Gülerce

Fethullah Gülen'e yakınlığıyla bilinen Zaman yazarı Hüseyin Gülerce'den AK Parti hükümetine ince mesaj

Hüseyin Gülerce Zaman Gazetesi'ndeki yazısında '12 Haziran seçimlerinin sonucu, tek başına AK Parti'nin siyasi bir başarısı olarak algılanmamalıdır' uyarısında bulundu.

Hükümetin önündeki iki önemli viraj olduğunun da altını çizen Gülerce, "Sayın Erdoğan'ın ustalık döneminin ilk iki sınavı yeni kabinenin teşkili ve yaklaşan Yüksek Askerî Şûra çalışmalarıdır. Ustalık döneminin başlangıcını test etme fırsatını böylece bulmuş olacağız" dedi.

İşte Hüseyin Gülerce'nin 'Ustanın ilk iki imtihanı' başlıklı yazısından satır başları...

MUHAFAZAKAR DEMOKRAT

12 Haziran seçimlerinin sonucu, tek başına AK Parti'nin siyasi bir başarısı olarak algılanmamalıdır. AK Parti, muhafazakâr demokrat dinamizminin, siyasetteki karşılığıdır. Ortada particiliği aşan bir uyanış var, bir geliş var. Bu diriliş hamlesi, iç-dış bütünlüğü ile birlikte okunmalıdır. İşte bugün başlayan Türkçe Olimpiyatları şöleni... İşte muhafazakâr demokratlığın, coğrafyaları aşan, dünyaları kucaklayan dinamizmi... Evrensel insanî değerlerde buluşan, kaynaşan yeni bir baharın nesli... Evrensel barış korosu. İnsanî besteler; renkleri, dilleri, dinleri, inançları farklı bir koro tarafından seslendiriliyor. Böylesi de daha önce görülmedi, yaşanmadı.

AK Parti'nin başarısı bu baharla ilgili. Bunu anlayamayanlar, toplumu germeye, kutuplaştırmaya devam edebilirler. Bize eski masallardan, irticadan, yaşam tarzlarına müdahaleden falan bahsedebilirler. Ama ancak kendilerini avutabilir, kendilerini kandırabilirler.

YENİ BİR TÜRKİYE

Yeni bir Türkiye var artık. Muhafazakâr demokrat zihniyetin dinamizmi, ancak hoşgörüye, uzlaşmaya dayanan ileri bir demokrasiden güç alabilir. İleri demokrasiye vurgu, bir göz boyama, takiye değildir. Çünkü mümin takiye yapmaz. Hukukun üstünlüğüne, fikir ve ifade hürriyetine, din ve vicdan özgürlüğüne dayalı ileri demokrasi; hizmet hareketlerinin önünü açmakta, gönüllerin fethini kolaylaştırmaktadır. Hem insanlık amaçlı hizmetler hem de halkın demokratik tercihlerinin Parlamento'ya yansıması ve iktidarların muktedir olması, gerçek bir demokrasiye muhtaçtır. İster siyasette, ister sivil toplumda; vesayetçi zihniyetler, despot rejimler, totaliter ve otoriter uygulamalar, hizmetlerin önünü kesmektedir. İnsanımıza, ülkemize, bütün insanlığa hizmet adına, istikrara ve demokrasiye sahip çıkmanın dışında bir yol yoktur.

Gündeme dönersek, Sayın Erdoğan'ın ustalık döneminin ilk iki sınavı yeni kabinenin teşkili ve yaklaşan Yüksek Askerî Şûra çalışmalarıdır. Ustalık döneminin başlangıcını test etme fırsatını böylece bulmuş olacağız...

Kaynak : http://www.internethaber.com/gulenin-sag-kolundan-ak-partiyi-mesaj-353734h.htm#ixzz1Px8BmHP9

49 Sivas Cavusbasili

Page 49: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Hani Aynı yoldan geçmiştik biz/ Aynı sudan içmiştik bizBöyle diyor AKP’nin yeni televizyon reklamı.Başbakan Erdoğan “Meğerse eşkıya Hopa'ya da inmiş“ dedi

Meğerse eşkiya Hopa'ya da inmemis!!

HES Projeleri

Doğu Karadeniz bölgesinde Devlet Su İşleri tarafından yapılması planlanan yaklaşık 450 adetHidroelektrik Santralleri proje ve etüd aşamasında bulunmaktadır. Sadece Rize ilinde şu anda

yapımı söz konusu olan 62 adet Hidroelektrik Santralleri projelendirilmiştir. Kaçkar Dağlarındanbeslenen ve birbirine oldukça yakın olan Fırtına, Arılı, Çağlayan, İyidere, İkizdere ve Arhaviderelerinde DSİ tarafından su kullanım hakları sözleşmelerei ile verilerek enerji üretim amacı güden yaklaşık 62 Adet Hidroelektirik Santralı projesi bulunmaktadır.Ve bu projeler uygulanırsa! Şu anda;1- Sadece bu derelerde yumurtlama alanı bulunan ve yaşayan, Uluslararası BernSözleşmesine göre avlanması yasak olan benekli Deniz Alası (Salma trutta labrax) yaşamalanında su kalmadığı için yokolacaktır.2- Hes projelerinin yapılacağı bu vadilerde yaklaşık 62 adet HES için açılacak yollardapatlatılacak dinamitler, kesilecek ağaçlar sadece bu vadilerde değil tüm D. Karadenizhavzasında telafi edilemeyecek ekolojik yıkıma neden olacaktır.3- Bölgede yaşayanların gözlemledikleri, vadilerdeki derelerde akan suyun her yıl sürekli

olarak azalmasıdır. Eesti taş köprülerin yüksekliği bu konuda bize yardımcı olur. Suyu sürekliazalan dereler üzerinde yapılacak HES’lerin ömrü ne kadar ekonomik olur düşünmek gerekir.4- 19 adet HES’in yapılacağı Çağlayan vadisindeki gibi suyun bir kısmının tüneller ileArhavi-Kapisre Deresine aktarılması sonrası kalan suyun da tüneller ile yer değiştirmesi neticesivadilerde de sucul hayat sona erecektir.5- Suya dayalı tarım olan çay ve fındık, kivi gibi geleneksel, bölgeye has tarımyapılamayacağından yöre halkı başka bölgelere göç etmek zorunda kalacaktır.6- Sadece Çağlayan Vadisinde yapılacak 19 adet HES suyun tamamını kullanacak, vadiyeküçük kollardan gelen su ise yazın tamamen kuruyacağı için vadide ekolojik denge bozulacakvadi bataklık haline dönecektir.7- Binlerce yılda, su ile oluşmuş, su yoksa, yaşamın olmadığı D. Karadeniz bir daha eskihaline gelmesi mümkün olmayacak şekilde yok olacaktır.8- Sadece Rize ilinde yapılacak 62 adet HES’lerin elektrik iletim hatları nedeni ile oluşacakelektrik ve manyetik alanların çevre ve insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olacağı açıktır.1986 yılında meydana gelen Çernobil nükleer kazasından sonra bir bakanın “Çaydaradyasyon yok, gönül rahatlığı ile içebilirsiniz”diyerek halkı yanlış yönlendirmesinin etkisiyle bugün D. Karadeniz kanser belasına binlerce canvermiştir. Bu nedenle, üzerimizden geçecek iletim hatlarının meydana çıkaracağıelektromagnetik alanların insan sağlığına olumsuz etkileri göz ardı edilemez olacaktır.9- Yukarıda saydığımız olumsuzluklar, küresel ısınmanın dünyamızın en önemli sorunuolduğu bu günlerde, gelecekte bölgemizin can simidi olabilecek eko turizmi, HES’lerin yapımı ileyok olacak, ekolojik yapı bitecektir. Buna en füzel örnek, Turizm ve Orman Bakanlığınca yıllarönce Turizm alanı ilan edilen ve İl Özel İdaresince mesire yeri olarak planlanıp bir dinlenmetesisi yapılan Gürcüdüzü’ne 1600 mt mesafede Paşalar HES’in taş ocağı kırma ve eleme tesisiruhsatı verilmesidir. Sadece bu uygulama bile ülkemizde-50

Page 50: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Meğerse eşkiya Hopa'ya da inmemis !!

10- Kaldı ki bu projeler uygulansa (62 adet HES) üretilecek enerji sadece bir Keban Barajı’nınürettiği enerji kadar olup, Türkiye’nin elektrik üretiminin sadece %2’si civarındadır.Abu Çağlayan ve Arılı Vadileri de Kaçkar Dağlarının orman ekosistemi içinde olup, Paşalar HESve diğer HES Projeleri ile orman alanları insan eli ile parçalanmış, yaban hayatın yaşamıazaltılmış olacaktır.Paşalar HES’te suyun 5900 mt tünel ile transferi neticesinde; su hızı, derinliği ve ıslak çevredemeydana gelecek değişiklikler sucul ekosistem açısından çok önemlidir. Abu Çağlayan Deresi,

Fırtına Deresi ile birlikte Mart-Nisan aylarında Deniz Alalarının göç ettiği ve Ağustos- Ekimaylarına kadar kaldıkları sulardır. Çağlayan Deresi, Salma Trutta ve bu türün denize göç edencinsi Salma Trutta Labrax olarak bilinen ve endemik bir tür olan ve 1984 yılından bu yana sürekliolarak avı yasak olan türlerin giriş yaptıkları birkaç dereden biridir. Paşalar HES inşa edilirseÇağlayan Deresi su kalitesinin bozulması neticesi bu tür balıkların yaşama şansları kesinlikleortadan kalkacaktır.AĞAÇ KESİMİ:ÇED Raporunda kesilecek ağaç sayısı 157 olarak verilmiştir!Paşalar HES Projesinde etkilenecek alan 143 hektardır. Ağaç yoğunluğu hektar başına 667’dir.Buna göre bu projedeetkilenecek ağaç sayısı 95.381 adettir.Projede tesislerin kapladığı alan 5.85 hektar olup burada etkilenecek ağaç sayısı da 3.901adettir.Mevcut 19 km yol ile yeni yapılacak 5 km yol için kesilecek ağaçlardan bahsedilmemektedir.19 km yol 15 mt: 28.5 hektar5 km yol 20 mt: 10 hektarYollar için toplam 38.5 hektar 667 adet: 25.676 adet ağaç kesilecek.Toplam kesilecek ağaç sayısı: 25.676 + 3.901= 29.577 olacaktır.Ayrıca üretilecek enerjinin enterkonekte sisteme bağlanması için 12 km yüksek gerilim hattıinşa edilmesi gerekiyor.12 km 50 mt: 60 hektar60 hektar 667: 40.000 ağaç kesilecektir.Yani Paşalar HES içn toplam olarak: 29.577 + 40.000 = 69.577 ağaç kesilecektir.Dogada suyun üretimi, orman ve yüksek dağ ekosisteminde olmaktadır. Yağmur ve karşeklinde ekosisteme düşen yağışlar havzanın su verimini şekillendirir. Ormanlık alanlarınçevrelerindeki alanlara oranla %15 ile %50 daha fazla yağış aldığı, aldıkları yağışın %44’ünükullanılabilir su ürünü haline getiridiği bilinmektedir. Ayrıca orman ekosistemlerinin, suyundepolandığı toprağı erozyondan koruduğu, sel ve taşkınlıkları büyük ölçüde azalttığıgörülmektedir.Yani kısaca Paşalar HES için 69 bin ağaç kesilecek, planlanan diğer 19 HES’ler içindeortalama bu miktarda ağaç kesileceğini varsayarak D. Karadeniz de sadece Abu ÇağlayanVadi havzasında ağaç kalmayacağını (1300.000) söyleyebiliriz. Kaynak lazurinena.com “Öğretmen Metin Lokumcu’dan: “Tabii bu arada bir tanesi de kalp krizi geçirerek, kimliğini bilmiyorum, üzerinde durmaya da gereğini duymuyorum, kalp krizi sonucu ölmüş.” Öğrenirsiniz Başbakan kimliğini. Bir gün gelir öğrenirsiniz.ÖZGÜR MUMCU”

51 Sivas Cavusbasili

Page 51: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

YEREL YÖNETİMLERDE HALKIN YÖNETİME KATILIMI

Bir ülkede yerel yönetimler, merkezi idarenin yetkilerinin yerel birimlere dağıtımını sağlayıp yerel düzeyde özgürlüğü gerçekleştirdiği gibi aynı zamanda vatandaşların kendi hayatlarını yönetebilmesi için yerel halkın katılımını da sağlayarak eşitliği de gerçekleştirmektedir.

Bu nedenle bir ülkenin yönetim yapısında yeniden yapılanmaya gidildiğinde ilk önce halkın yönetime hangi ölçüde katılımının sağlandığına bakılmaktadır. Ülkemizde yakın bir geçmişte yerel yönetim reformu kapsamında, belediye ve il özel idareleri yeni yasaları ile yeniden yapılandırılmıştır.

Bu çalışmamızda demokrasinin okulu olarak kabul edilen yerel yönetimlere yönelik olarak yeni Belediye Kanunu, Büyükşehir Belediyesi Kanunu ve İl Özel İdaresi Kanunu ile halkın yönetime katılımı konusunda ne gibi düzenlemelere yer verildiği, bunun nasıl gerçekleştirileceği konusuna açıklamalarda bulunulacaktır.

YÖNETİME KATILMA

Günümüz yönetim anlayışı yönetişim kavramını ortaya çıkarmıştır. Yönetişim kavramı; yöneten ile yönetilenlerin yönetim sürecine ilişkin kararları birlikte belirlemeleri esasını içermektedir. Söz konusu bu yönetim anlayışının en belirgin unsuru da katılım olarak ortaya çıkmaktadır. İçinde bulunduğumuz çağda dünyamızı en etkin biçimde belirleyecek değişkenin katılım olduğu anlaşılmakta, katılım siyasal bir kavram gibi gözükmekle birlikte yirmi birinci yüzyıla damgasını vuracak devrim niteliği ile sosyolojik ve ekonomik alanları da egemenliğine almış bulunmaktadır. Günümüzde katılım siyasal konuların ötesinde toplumsal ve kültürel olaylara ve oluşumlara katılma anlayışını da kapsamaktadır (KONGAR, 92:13).

Katılım kavramı; karar vermede kaynakların ve zamanın daha iyi kullanılması, arzulanan amaçlara ulaşmak için çeşitli faaliyetlere girişmek ve paylaşılan bu amaçlar doğrultusunda müşterilerin ve ortakların yürüttüğü faaliyetler bütünü olarak tanımlanabilir (usaid. gov ). Katılım topluluğun etkilediği ve öncelikli olarak yerleşim alanlarında kontrol paylaşımı, karar verme, kaynakların tahsisi ile kamu malları ve hizmetlerine ulaşma sürecidir (worldbank.org) .

Yönetime katılma kavramı, klasik, geleneksel, hiyerarşik, bürokratik ve şimdiye kadar iyi sonuç vermeyen yönetim anlayışının tersine, sivil toplum örgütlerine önem veren, bunların gelişimlerinin önünü açan, katılımcılığı, saydamlığı, yetki devrini, yerinden yönetimi, sonuç verici ve uygulanabilir çözüm yollarını teşvik eden ve benimseyen bir anlayışı ifade etmektedir (AYKAÇ: 18 ).

Eren, karar verme ve uygulama yetkisini belli bir ölçüde uygulayıcılara tanıyarak, genişletme ve anonimleştirme işlemi olarak ortaya çıkan “katılma”nın başlıca iki anlamını şu şekilde açıklamaktadır. Ekonomik anlamıyla katılma; bir patronun istihdam ettiği bir veya daha fazla kimseye işletmesinin karları üzerinden bir pay (temettü) vermeyi taahhüt etmesidir. Politik anlamda katılma; kamu işlerinin yönetimine bütün vatandaşların doğrudan doğruya ve demokrasi gereği katılmasıdır.

Demokrasi kuramına göre katılma; her türlü sosyal hedefi ve bunlara ulaşmak için kullanılacak yolları belirleyen bir süreci ifade etmektedir. Katılma aracılığıyla toplumsal hedefler, yöneten yönetilen iş birliği ve etkileşimiyle ortaklaşa belirlenmektedir (SARIBAY, 1991: 19 ).

Yapılan bu tanımlar incelendiğinde yönetime katılma üç önemli özellik taşımaktadır: Birincisi, bir örgütün alt yönetim kademelerinin ve çalışanlarının örgüt politikası ve yönetimi konusunda kararlara katılmaları; ikincisi, katılanların böyle bir yönetim türü ile psikolojik benlik ihtiyaçlarını tatmin edecekleri bir demokratik ortama kavuşmaları; üçüncüsü ise, yönetenler ile yönetilenler arasında bir diyalog ve iş birliğinin geliştirilerek örgütün daha gerçekçi ve ekonomik karar verme imkanlarına, diğer bir ifadeyle, idari etkinlik ve verimliliğe kavuşturulmasıdır (ÖZTÜRK: 46).

YEREL YÖNETİMLERE HALKIN KATILIMI

Türkiye’nin de kabul ettiği Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının önsözünde; vatandaşların kamu işlerinin sevk ve idaresine katılma hakkının Avrupa Konseyine üye devletlerin paylaştığı demokratik bir ilke olduğu ve bu hakların en doğrudan kullanım alanının yerel düzeyde olduğu. belirtilmiştir. Yine aynı Şart, vatandaşlardan oluşan meclislere, referandumlara veya vatandaşların doğrudan katılımına olanak veren öteki yöntemlere başvurabilmesi hakkına da atıfta bulunmaktadır.

52

Page 52: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Avrupa Kentsel Şartının 3.3. maddesinde, yerel demokrasi; kentsel gelişmenin temeli, özerk ve mali bağımsızlığı olan yerel yönetimlerde halkın doğrudan katılımının sağlanması şeklinde tanımlanmıştır.8. Beş yıllık Kalkınma Planı Yerel Yönetimler Özel İhtisas Komisyonu Raporunda (OİK, 554: 15), etkin bir yerel yönetimin sahip olması beklenen özelliklerin arasında; halkın bilinçli ve sorumluluğunun farkında olması ile karar verme süreçlerine halkın her düzeyde katılımı ve ortak çalışma gibi değerlerin yerel yönetim ortamında anlamlı uygulama olanakları bulabilmesine de yer verilmiştir.

Aynı raporda yerel katılım ilkelerinin saydamlık ve demokratiklik olduğu belirtilmiştir (OİK, 554: 115, 116). Saydamlığın, yerel yönetim faaliyetlerinin bilgilerine erişme hakkı tanınması, çalışmalarda şeffaflık- açıklık sağlanmasıyla yerel yönetimlerin çalışmaları hakkında bilgi sahibi olunmasının temel yurttaşlık hakkı olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca yönetilenlerin resmi belge ve bilgilere ulaşabilme hakkı ve halkın kamu politikalarının oluşumu sürecine dinleyici yada karar alıcı olarak katılmasının açıklığın en önemli iki yönü olduğu belirtilmiştir. Demokratikliğin, toplumdaki tüm kesimlerin yönetimde temsili ve yönetime katılım olduğu belirtildikten sonra yerel yönetimlerdeki mevcut yapının temsil ve katılımı tam sağlamadığı vurgulanmıştır. Bunun için kamu görevlilerine görevleri devam ederken seçilme hakkının tanınması, belediye ve il genel meclislerine seçilebilmek için koyulan barajların kaldırılarak tam nispi seçim sisteminin uygulanması, kadınlar, engelliler ve gençler için yerel yönetim organlarında temsilini sağlamak için olumlu kotanın uygulanması gerekliliğine değinilmiştir.

Vatandaşların Yönetime katılmasının çok çeşitli yolları vardır. Geniş bir tanım içinde politik olarak katılım; vatandaşların hareketleridir. Vatandaşlar bu yolla politika sürecinin sonuçlarını direkt yada dolaylı olarak etkilemeyi amaçlar. Bu konudaki ana nokta, katılmanın temel formu olan seçimlerde oy kullanmaktır. Bununla beraber son yıllarda genişletilmiş katılım biçimlerine daha fazla önem verilmesiyle vatandaşların daha fazla karar verici ve uygulayıcı olmaları sağlanmıştır (Worldbank.org, 2003) . Halk katılımının biçimlerini (OİK, 554: 116-120);

• Halk oylaması (doğrudan demokrasi),

• Halk toplantıları,

• Meclis toplantılarına katılım,

• Danışma kurulları,

• Kent konseyleri,

• Yerel gündem 21,

• Planlama çemberleri/forumları,

• Yurttaş kurulları,

• Gelecek atölyeleri,

• Yuvarlak masa toplantıları,

• Kamuoyu yoklamaları,

• İletişim demokrasisi (İnternet).

Şeklinde sıralamak mümkündür.

Katılım, yönetim ve karar alma sürecine katılımla sınırlı kalmamalıdır. Halkın bir denetleme işlevinin olması ve yerel yöneticilerin hesap vermesini sağlayacak mekanizmaların yaratılması gereklidir. Bunun için katılımın yaşama geçirilebilmesi için (OİK, 554: 121):

• Danışma ve karar alma süreçlerinde halk katılımının yasal çerçevesinin oluşturulması,

• Yerel yönetimlerde halkı bilgilendirme süreçlerinin ve ortamının geliştirilmesi, kamu belge ve bilgilerine özgürce erişilebilirliğin sağlanması,

• Danışma süreçlerinde tarafsızlığın sağlanması,

• Yerel projelerin halka tanıtılıp, görüş/görüşlerin oluşmasının sağlanması,

• Toplumun tüm kesimlerinin kentsel yerel yaşama katılımının sağlanması

önemlidir.

Açık bir yönetim gerçekleşebilmesi her düzeyde etkin bir katılım ile sağlanabilir. Bunun içinde yönetime katılım yollarının açık olması, yönetimin yönetilenleri karar alma süreçlerine katılma konusunda özendirmesi, yönetilenlerinde katılım konusunda bilinçli ve istekli olmaları gerekmektedir (SAYBAŞILI, 1985:17). Yerel yönetimlere halkın katılımını sağlayabilmek için öncelikle, yerel halkın o coğrafyadaki oluşumlarla ilgilenmesi sağlanmalıdır. Bununla birlikte yerel ihtiyaçları önemsemeleri ve çözüm üretilmesi için katkı koyabilecek bilgi seviyesine ulaşmaları için ortam hazırlanmalıdır. Bilgisi olan yerel halkın duyarlılığı günden güne artacak ve yönetimin aktivitelerine eylemsel olarak katılabileceklerdir (ÜSTE: 54 ) Etkin bir kent yönetimi, kentlilerin yönetime katılması ölçüsünde başarılacaktır. Bu katılım, yerel yönetimlerin yöreye özgü sorunlar için doğru çözümler üretmesine olanak verir; bu çözümlerin benimsenmesini, toplumsal destek bulmasını sağlar (ÖKTEN, ŞENGEZER, HÖKELEK ).

53

Page 53: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

İl Özel İdarelerinde ve Belediyelerde Halkın Katılımını Sağlayan Düzenlemeler

Katılma uygulamalarının başarısı, vatandaşların bilgi, ilgi ve etkin davranışlarına bağlı bulunmaktadır (SEZER, 1985: 103 ). Katılımın gerçekleşmesi için zorunlu olan ön koşul; vatandaşların idarenin faaliyetlerinden haberdar olmalarıdır. Yönetimin halkı bilgilendirme görevi ve vatandaşlarında bilgilenme hakkı bulunmaktadır (ÖNER, YILDIRIM: 236). Bunun için il özel idareleri ve belediyelerin kendi kanunlarında halkın katılımına ilişkin düzenlemelere değinmeden önce bilgi edinme hakkından bahsedilmesinde fayda bulunmaktadır.

Hukukumuzda bilgi edinme hakkı esaslı olarak 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik’te düzenlenmiştir.

4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu 24/10/2003 tarihli ve 25269 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yayımı tarihinden 6 ay sonra yani 24 Nisan 2004 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmelik’te 19 Nisan 2004’te Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilip 27 Nisan 2004 tarih ve 25445 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

4982 sayılı Kanun; demokratik ve şeffaf yönetimin gereği olan eşitlik, tarafsızlık ve açıklık ilkelerine uygun olarak kişilerin bilgi edinme hakkını kullanmalarına ilişkin esas ve usulleri düzenlemeyi amaçlamıştır. Kanuna göre ilke olarak yabancı gerçek ve tüzel kişiler bakımından öngörülen sınırlamalar dışında herkes bilgi edinme hakkına sahiptir.

4982 sayılı Kanun kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetlerinde uygulanmaktadır. Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idarî ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler.

Bilgi edinme başvurusu, başvuru sahibinin adı ve soyadı, imzası, oturma yeri veya iş adresini, başvuru sahibi tüzel kişi ise tüzel kişinin unvanı ve adresi ile yetkili kişinin imzasını ve yetki belgesini içeren dilekçe ile istenen bilgi veya belgenin bulunduğu kurum veya kuruluşa yapılmaktadır. Elektronik ortamda veya diğer iletişim araçlarıyla da bilgi edinme başvurusunun yapılması mümkündür. Bilgi edinme başvurusuna ilişkin dilekçede, istenen bilgi veya belgeler açıkça belirtilmesi gerekmektedir. Bu hususla ilgili olarak Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmeliği ekinde başvuru formları yayınlanmış bulunmaktadır.

Bilgi edinme başvurusu, başvurulan kurum ve kuruluşların ellerinde bulunan veya görevleri gereği bulunması gereken bilgi veya belgelere ilişkin olması gerekmektedir. Bunun dışındaki bilgi ve belgelerin 4982 sayılı Kanun kapsamında edinilmesi mümkün değildir.

Kurum ve kuruluşların, başvuru üzerine istenen bilgi veya belgeye erişimi onbeş iş günü içinde sağlamaları gerekmektedir. Ancak istenen bilgi veya belgenin, başvurulan kurum ve kuruluş içindeki başka bir birimden sağlanması; başvuru ile ilgili olarak bir başka kurum ve kuruluşun görüşünün alınmasının gerekmesi veya başvuru içeriğinin birden fazla kurum ve kuruluşu ilgilendirmesi durumlarında bilgi veya belgeye erişim otuz iş günü içinde sağlanacaktır.

Başvurunun yapıldığı kurum ve kuruluş, erişimine olanak sağladığı bilgi veya belgeler için başvuru sahibinden erişimin gerektirdiği maliyet tutarı kadar bir ücreti bütçeye gelir kaydedilmek üzere tahsil edebilecektir.

4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanununun 30. maddesi ile Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulamasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmeliğin 44. maddesi uyarınca kamu kurum ve kuruluşlarının bir önceki yıla ait bilgi edinme başvuruları ile ilgili rapor düzenlemeleri gerekmektedir. Bu konu ile ilgili olarak 17.01. 2006 tarih ve 26052 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Başbakanlığın 2006/2 sayılı Genelgesi bulunmaktadır.

Mahalli İdarelerde katılıma yönelik düzenlemelere gelince; 5393 sayılı Belediye Kanunu ile mahalle yönetimini güçlendirmiştir. Belediye mahalleye yönelik olarak alacağı kararlarında mahallelinin ortak isteklerini göz önünde bulundurup, hizmetlerin mahallenin ihtiyaçlarına uygun biçimde yürütülmesini sağlayamaya çalışacaktır. (md. 9)

Belediye Kanununa göre herkes ikamet ettiği beldenin hemşehrisidir. Hemşehrilerin, belediye karar ve hizmetlerine katılma, belediye faaliyetleri hakkında bilgilenme ve belediye idaresinin yardımlarından yararlanma hakları vardır (5393 SK. md. 13).

Belediyenin, hemşehriler arasında sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi ve kültürel değerlerin korunması konusunda gerekli çalışmaları yapması gerekmektedir. Bu çalışmaları yaparken de üniversitelerin, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, sendikaların, sivil toplum kuruluşları ve uzman kişilerin katılımını sağlayacak önlemleri alacaktır (5393 SK. md. 13).

Belediyenin görev ve sorumluluklarının düzenleyen 5393 sayılı Kanunun 14. maddesinde hizmetleri "yapar" ve "yaptırır" ifadeleri kullanılarak bir mecburiyet hali belirtilerek hizmetlerde mahallilik ve müştereklik şartı aranmıştır.

Yine halkın yerel yönetimlere katılımı bakımından, il özel idaresi ve belediyeler, belde sakinlerinin belediye hizmetleriyle ilgili görüş ve düşüncelerini tespit etmek amacıyla kamuoyu yoklaması ve araştırması yapabilecektir (5302 SK md.7, 5393 SK. md. 15).

54

Page 54: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

İl genel meclisi ve Belediye meclisinin, her ayın ilk haftasında önceden kararlaştırdığı günde toplânması gereklidir. İl Genel Meclisi ve Belediye Meclisinin toplantısının yeri ve zamanının mutat usûllerle halka/belde halkına duyurulması zorunludur. Söz konusu meclis toplantıları açıktır. Dolayısıyla toplantıya dinleyici olarak katılmak isteyen vatandaşlar toplantılara katılabilecektir. Yalnız meclis başkanının veya üyelerden herhangi birinin gerekçeli önerisi üzerine, toplantıya katılanların salt çoğunluğuyla kapalı oturum yapılmasına karar verilebilmektedir. Bu da halkın katılımını sınırlayıcı bir durumdur (5302 SK md.12, 5393 SK. md. 20). Meclis toplantılarının açıklığının tam olarak sağlanabilmesi için idarelerin vatandaşların meclis toplantısına katılımının sağlanması için dinleyicilerin oturma yerlerini tespit edilerek toplantı salonlarını düzenleyerek açıklığı ortadan kaldıran fiziksel engeller ortadan kaldırılmalıdır.

İl Genel Meclisi ve Belediye Meclisinin toplantı gündemi en az üç gün önceden üyelere bildirilip ve çeşitli yöntemlerle halka duyurulması da zorunludur (5302 SK md.13, 5393 SK. md. 21). Ayrıca kesinleşen meclis kararlarının özetlerinin de yedi gün içinde uygun araçlarla halka duyurulması gerekmektedir (5302 SK md.15, 5393 SK. md. 23).

Belediyelerde belediye meclisi, üyeleri arasından her siyasî parti grubunun ve bağımsız üyelerin meclisteki üye sayısının meclis üye tam sayısına oranlanması suretiyle en az üç en fazla beş kişiden oluşan ihtisas komisyonları kurabilmektedir. İl ve ilçe belediyeleri ile nüfusu 10.000'in üzerindeki belediyelerde plân ve bütçe ile imar komisyonlarının kurulması zorunludur. İşte bu şekilde belediye meclisi bünyesinde oluşturulan ihtisas komisyonlarına Belediye Kanunun 24. maddesi ile toplumun belli kesimlerinin katılma ve görüş bildirme hakkı getirilmiştir. Mahalle muhtarları ve ildeki kamu kuruluşlarının amirleri ile ildeki kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, üniversiteler, sendikalar ve ilgili sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, oy hakkı olmaksızın kendi görev ve faaliyet alanlarına giren konuların görüşüldüğü ihtisas komisyonu toplantılarına katılıp görüş bildirebilecektir.

İl özel idareleri için de buna benzer düzenleme 5302 sayılı kanunun 16. maddesinde de yer almaktadır. İl genel meclisi, bir yıl görev yapmak üzere üyeleri arasından her siyasî parti grubunun ve bağımsız üyelerin il genel meclisindeki üye sayısının meclis üye tam sayısına oranlanması suretiyle en az üç, en fazla beş kişiden oluşan ihtisas komisyonları kurabilmektedir. Plân ve Bütçe ile İmar ve Bayındırlık komisyonlarının en çok yedi kişiden oluşturulması gerekmektedir. İl özel idarelerinde Eğitim, kültür ve sosyal hizmetler komisyonu, imar ve bayındırlık komisyonu, çevre ve sağlık komisyonu ile plân ve bütçe komisyonu kurulması zorunludur.

Kaymakamlar ve ildeki kamu kuruluşlarının amirleri ve ildeki kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, üniversite ve sendikalar ile gündemdeki konularla ilgili köy ve mahalle muhtarları ile sivil toplum örgütlerinin temsilcileri, oy hakkı olmaksızın kendi görev ve faaliyet alanlarına giren konuların görüşüldüğü ihtisas komisyonu toplantılarına katılıp görüş bildirebilecektir.

Söz konusu komisyon çalışmalarında uzman kişilerden yararlanılabilme imkanıda bulunmaktadır. İhtisas komisyonlarının düzenledikleri raporlar alenîdir, bunu sağlamak için raporların çeşitli yollarla halka duyurulması gerekmektedir. Ayrıca isteyenlere il genel meclisi/ belediye meclisi tarafından belirlenecek bedel karşılığında verilmesi zorunludur.

Bilindiği üzere Kamu idarelerinin orta ve uzun vadeli amaçlarını, temel ilke ve politikalarını, hedef ve önceliklerini, performans ölçütlerini, bunlara ulaşmak için izlenecek yöntemler ile kaynak dağılımlarını içeren stratejik planı, il özel idareleri ile nüfusu 50.000'in üstünde olan belediyelerin yapması zorunludur. Stratejik plânın, varsa üniversiteler ve meslek odaları ile konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin görüşleri alınarak hazırlanıp il genel meclisi/ belediye meclisi tarafından kabul edildikten sonra yürürlüğe girmesi gerekmektedir (5302 SK md. 31, 5393 SK. md. 41). Stratejik planların alınan görüşler doğrultusunda hazırlanması planlarda katılıma büyük önem verildiğini göstermektedir.

Yine gerek il özel idaresi ve gerekse Belediye Kanunu ile İl özel idareleri ve belediyelere, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu yararına çalışan dernekler, özürlülere ait dernek ve vakıflar, bakanlar kurulunca vergi muafiyeti tanınmış vakıflar ve 507 sayılı esnaf ve küçük sanatkârlar kanunu kapsamına giren meslek odaları ile ortak hizmet projelerini gerçekleştirebilme imkanı verilmiştir (5302 SK md. 64, 5393 SK. md. 75). Yalnız söz konusu kanunlarda belirtilen 507 Sayılı Kanun 7/6/2005 tarihli ve 5362 sayılı Esnaf Ve Sanatkarlar Meslek Kuruluşları Kanunu’nun 76.maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak aynı madde hükmü uyarınca diğer kanunlarda, 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanununa yapılmış olan atıflar 5362 sayılı Kanuna yapılmış sayılacaktır.

İl özel idaresi ve belediyelerin acil durum plânlarını hazırlanmaları gerekmektedir. Söz konusu planların hazırlanmasında varsa il ölçeğindeki diğer acil durum plânlarıyla da koordinasyon sağlayıp ilgili bakanlık, kamu kuruluşları, meslek teşekkülleriyle üniversitelerin ve diğer mahallî idarelerin görüşlerinin de alınması gerekmektedir. Acil durum plânları doğrultusunda halkın eğitimi için gerekli önlemler alınarak idareler, kurumlar ve örgütlerle ortak programlar yapabilecektir (5302 SK md. 69, 5393 SK. md. 53).

İl özel idaresi ve belediye hizmetlerine gönüllü katılımın da yolu açılarak halkın hizmetlerin verimli ve sağlıklı yürütülmesine ortak kılınması İl Özel İdaresi Kanunun 65. ve Belediye Kanununun 77. maddesinde düzenlenmiştir. İl özel idaresi ve belediyenin sağlık, eğitim, spor, çevre, sosyal hizmet ve yardım, kütüphane, park, trafik ve kültür hizmetleriyle yaşlılara, kadın ve çocuklara, özürlülere, yoksul ve düşkünlere yönelik hizmetlerin yapılmasında ilde/beldede dayanışma ve katılımı sağlamak, hizmetlerde etkinlik, tasarruf ve verimliliği artırmak amacıyla gönüllü kişilerin katılımına yönelik programlar uygulaması gerekmektedir. Buna yönelik olarak il özel idaresi ve belediye hizmetlerine gönüllü katılım yönetmeliği 9.10.2005 tarihli resmi gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Vatandaş açısından önem arz eden yeni bir uygulama da kent konseyleridir. Kent konseyi, kent yaşamında; kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmeye çalışacaktır (5393 SK. Md. 76). Kent konseyinin çalışma usul ve esaslarını belirleyen Kent Konseyi Yönetmeliği 8 Ekim 2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununda da katılıma yönelik düzenlemelere yer verilmiştir. Kanununda, büyükşehir içindeki alt yapı hizmetlerinin ile kara, deniz, su, göl ve demiryolu üzerinde her türlü taşımacılık hizmetlerinin koordinasyon içinde yürütülmesi için büyükşehir belediye başkanı ya da görevlendirdiği kişinin başkanlığında, yönetmelikle belirlenecek kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşların temsilcilerinin katılacağı alt yapı koordinasyon merkezi ile ulaşım koordinasyon merkezinin kurulması öngörülmüştür (md. 8, 9).

55

Page 55: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

15.06. 2006 tarih ve 26199 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Büyükşehir Belediyeleri Koordinasyon Merkezleri Yönetmeliği uyarınca Alt Yapı Koordinasyon Merkezi (AYKOME )’ne Belediye altyapı hizmetlerini etkileyecek derecede yatırım yapan ve belediye tarafından belirlenen özel kuruluş temsilcisinin, katılacaktır. Ayrıca Alt Yapı Koordinasyon Merkezi (AYKOME ) ile Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME ) toplantılarına, gündemdeki konularla ilgili kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının veya oda üst kuruluşu bulunan yerlerde üst kuruluşun temsilcileri oy hakkı olmaksızın görüşleri alınmak üzere davet edilecektir. Ayrıca Büyükşehir belediyesinin öteki birim başkanları ile diğer kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, ilgili vakıf ve dernek temsilcileri görev alanlarına giren konularda, oy hakkı olmaksızın görüşleri alınmak üzere toplantılara davet edilebilecektir (md. 7, 17).

Büyükşehir belediyesi, 5216 sayılı Kanunla ilçe ve ilk kademe belediyelerinin imar uygulamalarını denetlemeye yetkili kılınmıştır. Büyükşehir belediyesi imar uygulamalarının denetiminde kamu kurum ve kuruluşlarından, üniversiteler ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından yararlanılabilecektir.Yine il genel meclisinde ve belediye meclislerinde olduğu gibi Büyükşehir belediye meclisi, mutat toplantı yeri dışında toplanılmasının zorunlu olduğu durumda üyelere önceden bilgi vermek kaydıyla belediye hudutları dahilinde meclis başkanının belirlediği yerde toplantı yapacaktır. Ancak, toplantının yeri ve zamanı mutat usullerle belde halkına duyurulacaktır ( md.13 ). Ayrıca Büyükşehir belediye meclisinde oluşturulan ihtisas komisyonu çalışmalarında, gündemdeki konularla ilgili olmak üzere; kurum temsilcileri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, üniversitelerin ilgili bölümlerinin, sendikalar (oda üst kuruluşu bulunan yerlerde üst kuruluşun, sendika konfederasyonunun bulunduğu yerde konfederasyonun) ve uzmanlaşmış sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ile davet edilen uzman kişiler, oy hakkı olmaksızın ihtisas komisyonu toplantılarına katılabilecek ve görüş bildirebilecektir. Söz konusu komisyon raporları alenî olup, çeşitli yollarla halka duyurulması gerekmektedir. Ayrıca isteyenlere büyükşehir belediye meclisi tarafından belirlenecek maliyet bedeli karşılığında verilecektir.

İl özel İdareleri ile Belediyelerde Gönüllü Katılım

Gönüllü kuruluşlar bağlamında katılım, insanların kendi gereksinim ve düşüncelerine göre kararlarda inisiyatif gösterdikleri, bu yolla kurum ve kuruluşları denetleyip yönlendirebildikleri, kendi yaratıcı eylemleriyle evrimleşen aktif bir süreçtir. Bu süreç insanların başkaları tarafından tasarlanmış, uygulamaya konulmuş ve denetlenmekte olan etkinliklere katılmaları biçimindeki pasif/edilgen katılımdan farklıdır (ZENGİN: 115)

İl özel idaresi ve belediye hizmetlerinin yürütülmesinde hemşehrilerin gönüllü katılımına ilişkin usul ve esaslar İl Özel İdaresi ve Belediye Hizmetlerine Gönüllü Katılım Yönetmeliği ile düzenlenmiştir.

Söz konusu Yönetmelik; sağlık, eğitim, spor, çevre, park, trafik, itfaiye, kütüphane, kültür, turizm ve sosyal hizmetlerle; yaşlılara, kadınlara, gençlere, çocuklara, özürlülere, yoksul ve düşkünlere yönelik hizmetlere gönüllü katılıma ilişkin hususları kapsamaktadır.

Gönüllü denildiğinde; bilgi, beceri ve yeteneğini, her türlü ortak çalışma, imkan ve zamanını ortaya koyarak çalışma alanı konusunda maddi bir kazanç beklemeksizin yerel yönetim hizmetlerine katılan gerçek ve tüzel kişiler ile bünyesindeki gönüllüleri bu hizmetlerde görevlendirecek kamu kuruluşlarını anlaşılması gerekmektedir (md. 4).

İl özel idaresi veya belediyenin görev ve sorumluluklarına bağlı olarak yetki alanlarında;

a) Özürlülere, çocuklara, kadınlara, gençlere, yaşlılara, yoksullara, kimsesizlere ve düşkünlere yönelik eğitim, kültür, sağlık ve sosyal hizmetleri,

b) Kütüphane, tiyatro, sinema gibi kültür hizmetleri,

c) Bilişim, meslek edindirme kursları, kreş gibi eğitim hizmetleri,

d) Park, bahçe, kent estetiği, çevre düzenlemeleri ile katı atık gibi çevre kirlenmesinin önlenmesine yönelik hizmetleri,

e) Başıboş ve sahipsiz hayvanlara yönelik hizmetleri,

f) Trafik, itfaiye, arama-kurtarma gibi denetim ve acil yardım hizmetleri,

g) Tüm yaş gruplarını içine alan her türlü spor hizmetleri,

h) Tarihi, kültürel mirasın ve tabiat varlıklarının yaşatılarak korunması hizmetleri

yapmak üzere yukarıda belirtilen çalışma alanlarında gönüllü çalıştırabilecektir (md. 5).

Gönüllü olarak çalışacaklarda;

a) Reşit olması veya reşit olmayanlardan en az oniki yaşını bitiren küçükler yasal temsilcisinin iznini almış olması,

b) Tüzel kişiler için yetkili organlarından karar alınmış olması,

c) Sivil toplum kuruluşları için ilgili konuda faaliyette bulunuyor olması,

d) Çalışma alanlarına bağlı olarak, gerektiğinde yetkili sağlık kuruluşlarından alınmış sağlık raporunun bulunması,

e) Yabancı uyruklu gönüllüler için ayrıca, 27/2/2003 tarihli ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun ve bu Kanuna dayanılarak çıkarılan yönetmelikler ile bu Yönetmelik hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla mahallin en büyük mülki amirine bildirilmiş olması.Özellikleri aranacaktır.Gönüllü olarak çalışanlara, Yönetmeliğin EK 1’de şekil ve şartları belirlenmiş ve vali, belediye başkanı veya yetki verilmesi halinde ilgili birim amirince imzalanıp ilgili yerel yönetim birimlerince onaylanmış resimli Gönüllü Kimlik Kartları verilecektir.

56

Page 56: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Gönüllülerin çalışma alanlarına ilişkin detayları ilgili il özel idaresi veya belediyece tespit edilmesi gerekmektedir. Gönüllüler çalışacakları alanları belirtmek sureti ile ilgili il özel idaresi ve belediyeye müracaat edip müracaatları uygun bulunanlar, ilgili birimin gözetim ve bilgisi dahilinde sorumluluk alanlarında taraflarca belirlenecek usûl ve esaslar çerçevesinde çalışacaklardır. Belirlenen usul ve esaslara aykırı davranışlarda bulunulması halinde gönüllülük ilişkisi sona erecek ve ilgi idarece verilen kimlik kartları geri alınacaktır.

İl özel idaresi ve belediye, gönüllülerin, çalışma süreleri içinde çalışma alanlarına gidiş ve gelişleri ilgili il özel idaresi ve belediyece sağlanabilecektir. Böylece gönüllü olarak çalışanların ulaşım sorunu olmayacaktır. Ayrıca ilgili idarece gönüllülere faaliyet alanına göre, gerekli kıyafet, araç, gereç, mekan sağlayabilir ve eleman tahsis edebilecektir. Yine ilgili idarelerce için gönüllüğü teşvik etmek için gönüllülere faaliyetlerin bitiminde teşekkür belgesi verilebilecektir.

Gönüllülerin katılımı ile yapılan hizmetlerden doğan sorumluluk, ilgili il özel idaresi ve belediye ait olacaktır. Bu sorumluluğun kapsamı ile ilgili detaylar il özel idaresi ve belediye ile gönüllüler arasında yapılacak protokol çerçevesinde düzenlenmesi gerekmektedir. Protokol kapsamındaki çalışma alanları ile ilgili gerekli tedbirler, ilgili il özel idaresi ve belediye tarafından alınacaktır. Ayrıca gönüllüler gerekli görülen alanlarda detayları il özel idaresince veya belediyece belirlenecek uyum veya yeterlik eğitimine tabi tutulacaklardır..

Gönüllüler tarafından yapılacak hizmetleri planlayıp sonuçlarını takip etmek, eğitimlerini yürütmek ve gerekli kayıtları tutmak üzere il özel idaresi ve belediyede bir birim oluşturulacak veya ilgili birimlerden birine görev verilecektir. İl özel idaresi ve belediye İl Özel İdaresi ve Belediye Hizmetlerine Gönüllü Katılım Yönetmeliğine aykırı olmamak kaydıyla uygulama yönergesi çıkarabilecektir.

Kent Konseyleri

5393 sayılı Belediye Kanununun 76. maddesine dayanılarak hazırlanan ve 8.10.2006 tarih ve 26313 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Kent Konseyleri Yönetmeliği, kent yaşamında, kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım, yönetişim ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmeye çalışan kent konseylerinin çalışma usul ve esaslarını düzenlemektedir.

Yönetmeliğin 6 maddesiyle kent konseyine önemli görevler yüklenilmiştir. Kent konseyleri;

a) Yerel düzeyde demokratik katılımın yaygınlaştırılmasını, hemşehrilik hukuku ve ortak yaşam bilincinin geliştirilmesini, çok ortaklı ve çok aktörlü yönetişim anlayışının benimsenmesini sağlamak,

b) Sürdürülebilir gelişme sorunlarının çözümüne yönelik uzun dönemli bir planın hazırlanması ve uygulanmasını sağlamak,

c) Kente ilişkin temel stratejiler ve faaliyet planlarının belirlenmesinde, uygulama ve izleme süreçlerinde tüm kenti kapsayan ortak bir aklın oluşturmasına katkıda bulunmak,

ç) Yerellik ilkesi çerçevesinde katılımcılığı, demokrasiyi ve uzlaşma kültürünü geliştirmek,

d) Kentin kimliğine ilişkin tarihi, kültürel, doğal ve benzeri değerlere sahip çıkmak ve geliştirmek,

e) Kent kaynaklarının etkili, verimli ve adil kullanımına katkıda bulunmak,

f) Sürdürülebilir kalkınma anlayışına dayalı kentin yaşam kalitesini geliştiren, çevreye duyarlı ve yoksulluğu giderici programları desteklemek,

g) Sivil toplumun gelişmesine ve kurumsallaşmasına katkıda bulunmak,

ğ) Çocukların, gençlerin, kadınların ve engellilerin toplumsal yaşamdaki etkinliklerini arttırmak ve yerel karar alma mekanizmalarında aktif rol almalarını sağlamak,

h) Kent yönetiminde saydamlık, katılım, hesap verebilirlik, öngörülebilirlik ilkelerinin uygulanmasına katkıda bulunmak,

ı) Kent konseyinde oluşturulan görüşlerin değerlendirilmek üzere ilgili belediyeye gönderilmesini sağlamak.

Görevlerini yapacaktır.

Kent konseyleri belediye teşkilatı olan yerlerde, mahalli idareler seçimlerinin sonuçlarının ilanını takip eden üçüncü ayının ilk haftasının ilk mesai günü toplanacaktır. Yalnız Kent Konseyi Yönetmeliğinin geçici 1. maddesi uyarınca Kent konseyi ilk toplantısını, belediye başkanının çağrı yazısında bildirilen gündemle, ilan edilen yer ve tarihte yapacaktır. Bu toplantıda da yürütme kurulu oluşturulacaktır. YG21 Programının uygulandığı yerlerde, kent konseyi veya benzeri adlarla oluşturulmuş yapılanmalar Kent Konseyi Yönetmeliği hükümlerine uygun hale getirilecektir. Kent konseyi ve benzeri adlarla oluşturulmuş mevcut yapılanmalara ve ilk toplantıya ilişkin işlemler bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği 8 Ekim 2006 tarihten itibaren en geç bir yıl içerisinde tamamlanacaktır.

57

Page 57: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Kent konseyleri;

a) Mahallin en büyük mülki idare amiri veya temsilcisi,

b) Belediyenin içinde bulunduğu seçim bölgesi veya bölgelerinin milletvekilleri,

c) Belediye başkanı veya temsilcisi,

ç) Sayısı onu geçmemek üzere illerde valiler, ilçelerde kaymakamlar tarafından belirlenecek kamu kurum ve kuruluşlarının temsilcileri,

d) Meclis üye tam sayısının yüzde 30’unu geçmemek üzere, belediye meclisinin kendi üyeleri arasından seçeceği temsilcileri,

e) Meclis üye tam sayısının yüzde 30’unu geçmemek üzere, il genel meclisinin kendi üyeleri arasından seçeceği temsilcileri,

f) Belediye başkanının çağrısı üzerine toplanan muhtarların, kendi aralarından seçecekleri en fazla 10 temsilci,

g) Beldede teşkilatını kurmuş olan siyasi partilerin temsilcileri,

ğ) Varsa üniversiteden bir temsilci, birden fazla olması durumda her birine temsilen bir üye,

h) Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, sendikalar, noterler, baro, kooperatifler, birlikler, konuyla ilgili dernek ve vakıf temsilcileri,

ı) Kent konseyince kurulan meclis ve çalışma guruplarının birer temsilcisinin katılımı ile kurulacaktır.

Yalnız Büyükşehir kent konseyine teşkilatını kurmuş olan siyasi partilerin temsilcilerinin tamamı değilde TBMM de üyesi bulunanların ve Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, sendikalar, noterler, baro, kooperatifler, birlikler, konuyla ilgili dernek ve vakıf temsilcileri yerine varsa en üst kuruluşlarının birer temsilcisi katılımı sağlanacaktır.

Kent konseyi; Genel Kurul, Yürütme Kurulu, Meclisler ve çalışma grupları organlarından oluşacaktır.

Kent konseyinin en yetkili organı kent konseyi genel kuruludur. Genel kurul yılda iki kez toplanacaktır. Yalnız genel kurul, yürütme kurulu başkanı tarafından doğrudan veya kent konseyine katılımları öngörülen katılımcı sayısının üçte birinin teklifi üzerine olağan üstü toplantıya çağrılabilecektir.

Genel kurul belediye meclisi birinci başkan vekilinin, bulunmaması halinde ikinci başkan vekilinin başkanlığında kent konseyi üyelerinin katılımı ile toplanacaktır. Yalnız genel kurul ilk toplantısını, belediye başkanının çağrısı üzerine belediye başkanının başkanlığında yapacak ve bu toplantıda, genel kurul dışındaki organların seçimi yapılacaktır.

Yürütme kurulu, genel kurul tarafından iki yıllık süre için seçilen, en az beş kişiden oluşacaktır. Yürütme kuruluna belediye meclisi birinci başkan vekili, bulunmaması halinde ikinci başkan vekili başkanlık edecektir. Yürütme kurulu, genel kurulun gündemini tespit edip genel kurul tarafından oluşturulan görüşleri belediyeye sunup uygulamayı izleyecektir.

Kent konseyleri, görev alanına giren konularda meclis ve çalışma gurupları oluşturabilecektir. Meclislerin ve çalışma gruplarının çalışma usul ve esasları genel kurulca belirlenecektir. Meclislerde ve çalışma guruplarında oluşturulan görüşler, kent konseyi genel kurulunda görüşülerek kabul edildikten sonra değerlendirilmek üzere ilgili belediye meclisine sunulacaktır.

Kent konseyi organları, çalışma yönergelerinde belirlenen yer ve zamanlarda üye tam sayısının salt çoğunluğu ile olağan olarak toplanıp katılanların salt çoğunluğu ile karar alacaktır. Oylamada eşitlik olması halinde başkanın bulunduğu taraf çoğunluk sayılacaktır.

Kent konseyi genel kurulunca oluşturulan görüşler, belediye meclisinin ilk toplantısında değerlendirildikten sonra belediye tarafından kent konseyine bildirilip ve uygun araçlarla kamuoyuna duyurulacaktır..

Kent konseyinin sekreterya hizmetleri, ilgili belediye tarafından önerilecek ve yürütme kurulu tarafından kabul edilecek görevliler tarafından yerine getirilecektir. Sekreterya hizmetlerini yürüten personel, bu çalışmalarında yürütme kurulu başkanına karşı sorumlu olacaktır.

SONUÇ

Evrensel uygulamada yurttaşların kamusal haklara katılıma hakkının olduğu ve bu hakkın yerel düzeyde, dolaysız biçimde yurttaşa en yakın bir yönetim tarafından kullanılabileceği kabul edilmiştir (ÖZTÜRK: 54 ). Dolayısıyla il özel idareleri ve belediyelerde halkın yönetime katılımının sağlanması için bu idarelerin idarecilerine önemli görevler düşmektedir. Çünkü halkın yönetime katılımının gerçekleştirilebilmesi için idarenin faaliyetlerinden vatandaşların zamanında ve eksiksiz olarak haberdar olması ve katılımı gerçekleştirecek tedbirlerin alınması gereklidir. Bunun için de katılımını sağlamaya yönelik olarak yürürlüğe konulan yasa ve yönetmelik hükümleri eksiksiz uygulanması gereklidir

Kaynak RECEP DEM İR http://www.kontder.org.tr/yerel-yonetimlerde.html

58 Sivas Cavusbasili

Page 58: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

KENTLEŞME ve BELEDIYECILIK

KENTLEŞME, KONUT SORUNU, BARINMA HAKKI VE DEMOKRASİ

Nüfus artışı ile belli noktalarda yoğunlaşan insan toplumları zanaat ve ticaretle gelişip, farklılaşması, çeşitlenmesi, işkalları sanat ve eğitimle değişmesi, örgütlenme ve uzmanlaşmanın yaygınlaşması, etik, kimlik, kavram ve kurallarının oluşumu kenti tanımlar. Kent, bu davranışları kentliye ve çevresine sunan yaşam alanıdır. Bilimsel teknik gelişme ve sanayileşme kentleşmenin artmasına, kenti tanımlayan özelliklerin yoğunlaşmasına neden olur. Toplumların kültürel, siyasi, ekonomik ve toplumsal yaşamlarında, ilişki biçim ve türlerinde köklü değişimler yaratır. Bu özellikleriyle kentleşme, gelişmişlik düzeyinin önemli bir göstergesidir.

Toplumların ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal yaşamlarında ortaya çıkan ve köklü değişmeleri içeren kentleşmeye paralel olarak ekonominin kaynak dağılımında bir değişim, gelişme, sanayileşme, ekonomik büyüme ve benzeri olgularda karşılıklı etkileşim gözlenmektedir. Bu süreçte kırsal alanda çözülme gerçekleşirken, kentlerde yoğunlaşma ortaya çıkmaktadır. Kentleşme süreci ile birlikte ön plana çıkan toplumsal ve ekonomik yaşama ilişkin kaynak kullanımı ve büyüme sorunlarının mekansal boyutu günümüzde merkezi ve yerel yönetimlerin siyasi istismara dayalı uygulamaları, tarım, orman ve yeşil alanların imara açımı, kamusal alanların özelleştirilmesi, liberasyon politikası, rant ekonomisi Yeni Dünya Düzeni olarak özetlenebilecek politikalar belirleyici nitelikte olup, gerçek anlamda planlama reddedilmektedir.

Bugün Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki kentleşme sürecinde ekonomik, teknolojik, siyasal, sosyo-psikolojik nedenlerin yanı sıra ekonomik cazibe merkezi haline gelen kent ve çevresi kırsal alandan kentleşme ve varoşlara akın eden milyonlarca kişinin yerleştiği bölgeler olmuştur. Kırsal alandan kent merkezlerine hızlı ve plansız göç kent kimliğinin oluşmasını olumsuz yönde etkilemiştir. Kentlerin gelişme sürecinde etkin bir hal üstlenen faktörlerin merkezi karar organlarınca ülke genelinde mekansal düzeyde yanlış yönlendirilmesi de bölgesel dengesizliklerin ortaya çıkmasında önemli bir etmen olmuştur. Ayrıca istemli ve zorunlu göç olgusu bölge pazarının daralmasına, varolan yatırımların işlevsiz kalmasına neden olmaktadır. Kentlerde hızla artan nüfus, beraberinde hiçbir planlaması olmayan merkezi iktidarların yönetimindeki kentlerde çözümsüz sorunlar yaratmaktadır. Özellikle kentsel altyapının yeterince geliştirilmemesîne bağlı olarak sosyal, kültürel alanlar, parklar, gar, çöp toplama alanları, küçük ve organize sanayi bölgeleri ve benzeri alanların yetersizliği çevre sorunlarının çözülememesi yaşanan sorunların gerekçelerini oluşturmaktadır.

Özellikle de konut gereksiniminin karşılanamaması aşırı gecekondulaşma v.b. olgular sonucu çarpık ve sağlıksız bir kentleşme oluşmaktadır. Ekonomik, siyasal nedenlerle göç sonucu kentlerde düzensiz ve hızlı nüfus artışı yaşam maliyetini arttırmakta ve yeni yeni sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Özellikle konut, su, enerji, kanalizasyon, atık toplama gibi belediye hizmetlerinin yetersizliği ile kendisini hissettiren eğitim, sağlık, kültürel hizmetlerin de sürekli yatırım gereksinimi, az gelişmiş bölgelerde sürekli olarak, gelişmeyi engellemektedir. Buna ek olarak az gelişmiş bölgelerdeki insan ve sermaye kaynakları bölge dışına, kentlere yönelmesi dengeli kalkınmayı da önlemektedir. Ayrıca göç olgusu bölge pazarının daralmasına varolan yatırımların işlevsiz kalmasına ve gelişme dinamiklerinin yitirilmesine neden olarak geri kalmışlığı pekiştirmektedir.

Kentlerin yaşadıkları sorunları tanımlama, bu sorunları kavrama, sorunların çözüm yollarının bilincine varma ve çözümü için uğraş verme sürecinin başarılı olabilmesi insanların toplumsal örgütlülükler içinde aktif olarak yer almaya yöneltilmesiyle sağlanabilir. Bu örgütlülük yalnızca siyasi parti olarak algılanmamalı, diğer örgütlü toplulukları da kapsamalıdır. Bu bağlamda kırsal kesime göre daha ileri ilişkileri bağrında barındıran kentler bir yandan insanlarıyla diğer yandan demokratik örgütler ve kurumlarıyla demokratikleşme sürecinin önemli bir halkasıdır. Bu yönüyle de kentlerde demokrasi projesi, yerel yönetimlerin devlet denetiminden koparılıp, yerleşim birimlerinde yaşayanların denetlediği, yönettiği kurumlar olabileceğinin ve olması gerektiğinin gösterileceği bir projedir.

Kentleşme ve kamu arazilerinin değerlendirilmesi hiç bir şekilde birbirinden ayrılamazlar. Kentleşmenin başlıca olumlu çözümü planlama kararlarından geçmektedir. Planlama ise kent arazisi üzerinde yapılmaktadır. Bu açıdan özellikle kamu arazilerinin kamu adına, kamu yararına dönük olarak değerlendirilmesi ve yaşayanlar adına gerekli olan sosyal ve teknik altyapı alanlarının artırılması dolayısıyla yaşam standardının yükselmesi sağlanmalıdır. Böylece eğitim, sağlık, kültür, yeşil alan gibi temel hizmetler için gerekli alanlar elde edilebilecektir. Ayrıca planlama kararları, arazi ve arsa düzenlemesi ile birleştirilmelidir. Bu olaya öncülük eden imar kanununun 18.maddesi geliştirilmeli ve güçlendirilmelidir. Örneğin; 18 madde ile yapılan arazi ve arsa düzenlemesinde düzenleme ortaklık payı % 35 ile sınırlı tutulurken bu pay içinde sadece yol, otopark, yeşil alan, cami ve karakol alanları dahil edilmiştir. Böylelikle bu oran dahilinde özel mülkiyetten bedelsiz olarak düzenleme ortaklık payı alınabilmektedir.

59

Page 59: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Bu alanlara eğitim, sağlık ve kültür ile altyapı gibi kentsel yaşamda gerekli olan alanların da dahil edilerek düzenleme ortaklık payının artırılması, yaşayanlarında kentsel yaşama ortak olması, özellikle finansal kaynak açısından kamu yararına katkı olacaktır. Ayrıca hisseli satışlar imar kanununca ve yine 18.madde ile yasaklanmış ise de yaratılan hileli durumlarla alınan mahkeme kararlarına sığınılarak cebri icralar gerçekleştirilmekte böylece tek tapu kütüğü sahifesinde yer alan arazi hisseli mülkiyete geçerek küçük parçalara ayrılmakta ve bu plansız gerçekleştirilen bölünme sonucu yaratılan hisseli parselasyon ile çarpık kentleşmenin zemini hazırlanmaktadır. Dolayısıyla hisseli satış hangi şartlarda olursa olsun önlenmesi gerekli olmakta, arazinin bölünmesi (ifrazı)nın ise sadece planlama kararı ile olması sağlanmalıdır.

İmar Hakkının Arttırılması ve Ekolojik Olarak Kullanımının Güvence Altına Alınması

Kadastro parselinden imar parseline geçiş aşamasında mülk sahiplerinden kamuya aktarılan % 35‘lik pay % 50‘ye çıkarılmalıdır. Şuyulama ifraz ve tevhid uygulamaları ekolojik planlama ve üretim alanları bırakacak biçimde uygulanmalıdır. Kamuya kalan % 50‘nin en az yarısının mahaller arasında üretici yeşil kuşak ve su sathı oluşturulmalıdır. Semt ve beldeler arasında yeşil üretim alanları kent koruları ve atıktan temizlenmiş su göletleri oluşturulması amacıyla kullanımı güvence altına alınmalıdır.

Topraktaki özel mülkiyet hakkı kentsel gelişmeyi yönlendiren, rant yaratmayı ve bu rantlara el koymayı belirleyen bir hak olmaktan mutlaka çıkarılması gerekir. Bu anlamda kentsel toprak rantları toplumsal bir değer olarak algılanmalı, kabul edilmelidir. Bu rantlar topluma geri dönmeli, toplumsallaştırılmalıdır.

KONUT SORUNU, BARINMA HAKKI VE DEMOKRASİ

Türkiye için önem taşıyan ve çözümü giderek ivedilik kazanan sorunlardan bir tanesi de "Konut ve Yerleşme Sorunu"dur. Bu sorunun çözümü için altyapılı, yeşili, uygun ulaşım olanaklı arsaya gereksinme olduğu bilinen gerçektir. Değişik arsa üretim seçeneklerini olumlu ya da olumsuz yönleriyle sentezleyip, bunları karşılaştırarak yeni üretim şekilleri bulunmalıdır.

Hızlı nüfus artışı ve şehirleşme, konut açığının her geçen gün biraz daha büyümesine neden olmaktadır. Gereksinimin ulaştığı boyutun karşısında, sağlıklı bir konut çevresinin geleneksel tek tek üretim yönetimi ile gerçekleştirilmesi hemen hemen olanaksızdır. Özellikle kentlerde, sosyal ve teknik altyapısı ile birlikte kısa zamanda çok sayıda konutun üretilmesine olanak verecek teknoloji ve örgütlenme süreçlerine gereksinim vardır.

Giderek artan konut açığının kapatılması ve her yıl ortaya çıkan konut ihtiyacının karşılanabilmesi için toplu konut üretiminin teşvik edilmesi gerekmektedir. Konut sorunu ile karşılaşan ülkelerin çoğu; kar amacı gütmeyen, çağdaş anlamda toplu konut kuruluşları ile şehir dışında veya çevresinde yeni yerleşim alanları oluşturarak ya da şehir içinde yeni konutlar yaparak, eskilerini yenileyerek bu sorunun çözümüne eğilmektedirler.

Konut sorunları ve barınma hakkı için:

-Kentsel Rantın Düzenleme Altına Alınması ve Yeterli Arsa Üretimi,

-Kentsel Altyapı Finansmanının Geliştirilmesi,

-Kaçak Yapılaşmanın Önlenmesi,

-Gecekondu Alanlarında Yenilenme, Gecekondu Alanlarının Islah Edilmesi,

-Yaşanabilir Bir Yerleşme Sisteminin ve Herkese Yeterli Konut Gelişiminin İzlenmesi İçin Bir Coğrafik Bilgi ve İstatistik Sisteminin Kurulması,

-Ülke topraklarının bir dökümü yapılarak, tarımsal orman, hazine taşınmazları, boş alanlar ve kadastro harici bırakılmış olup da devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerin de tespiti yapılarak ülkenin bütününe ilişkin Büyük Ölçekli Standart Kadastral (STK) l / 1500,1/1000) Haritaları hızla üretilmelidir.

-Arsa spekülasyonu ve vergi kaçağını önleyerek güvenilir, sağlıklı arsa piyasasının yaratılması amacıyla taşınmazların değerleri saptanarak, Taşınmaz Değer Haritaları oluşturulmalıdır.

-Yapıların arsaya uygulanmasından en son kat çıkıncaya kadar ki süreç, çıkarılacak Yapı Denetim Yasası ve Yönetmeliği‘ne göre ilgili TMMOB birimlerince denetlenmelidir.

Mimarlar ve mühendisler için üzerinde çok konuşulan konulardan biri, insan yapımı çevrenin bozulmayacak tasarımıdır. Yeşil yada ekolojiye duyarlı tasarımın amaçları doğal çevreye en az zarar verecek şekilde inşa etmek ve inşa edilen çevrenin o bölgenin ekolojik sisteminde entegre edilmesidir. Bu bağlamda, binalarda, düşük enerji sistemleri ve biyoklimatik tasarım prensipleri, güneş enerjisi ve korunma, rüzgar yönü ve rüzgar tutucuları, otriyum ve yüksek bina üst alanları gibi ön cephe çatı tasarımı, elektronik sistem tasarımı, aydınlatma sistemleri, dikey peyzaj, şehir planları, yaşam- ölüm etkileri kent oluşumunda öncelikli, hatta zorunlu olarak dikkate alınması gereken faktörlerdir.

60

Page 60: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Kentin planlanmasını ve yaşanacak bir yer haline gelebilmesi sorununun yanıtını, temelde halkın talep ve istekleri belirleyecektir. Halkın nasıl bir çevrede, hangi ihtiyaçlarını ne zaman giderebileceği gibi bir sorunun yanıtında son söz mutlaka bu çevrede yaşayanlara aittir. Ancak kentin planlaması, mevcut ve ileride olabilecek sorunların malzeme ve çözümünde mesleki bilgi ve deneyimin belirleyici bir özelliği vardır. Sivil örgütlerin ülke siyasetinde olduğu kadar, ülke siyasetinin temel taşı olan yerel siyasetinde inisiyatif sahibi olması bu doğrultuda önemli bir bilgi birikimi olan TMMOB‘nin bu birikim sorumluluğunu kullanabilmesidir.

Altyapı Planlaması Kent planlaması ve yapılaşmasından önce kentin topografyası ve çevresi ile diğer koşullan politik toplumsal bölgesel veri ve kaynakları dikkate alan bir altyapı planı hazırlanmalıdır. Varolan kentlerin gelişme alanlarında ve altyapının büyük ölçüde yenilendiği çözme alanlarında ayrı planlama yeniden yapılmalıdır. Bu aşamalarda ekolojik planlama ilkeleri devreye sokulmalıdır. Kentlerin alabileceği güneş, rüzgar, jestermal v.b. yenilebilir kaynaklar, yeraltı kuyu suları, dere, çay ve yağmur suları miktarı ile zamanla yok ulmuş ve varolan bağ bahçe bostan örtüsü, yetiştirilecek, hayvan ve bitki türleri saptanmalı varolanlar koruma altına alınmalı, tahrip olmuş doğal örtülerin tamiri programı plana eklenmelidir. Kent içlerinde yol, kanal, yağmursuyu, telefon, elektrik, gaz, tramvay yolu v.b.hizmetler ile bunların yenileme ve onarımını tek elden yapacak olan APK ve UKOME idarelerine yeniden işlerlik kazandırılmalı, bunların dışında hiçbir kazı ve yapı çalışmasına izin verilmemelidir. Kuruluşların bu tekeli kırma çabaları, bu kuruluşların yöneticileri de işbirlikçi müteahhitlerine şahsi sorumluluk getirilerek ağır cezalandırılmalı, fonları kaynaktan kesilerek doğrudan ilgili idareye aktarılmalıdır.

Bu bağlamda, sorunların çözümüne ilişkin olarak;

l) Kent korumacılığında kavramsal çerçeve, uygulamada sorun çözücü olmalı, koruma alanları siyasal iktidarlardan özerk bir yapıya kavuşturulmalıdır. Kentleşme ve çevre ilişkinin doğru kurulması ve kent korumacılığı, bölgesel planlama ve nazım plan kararlarında, sosyal içerikli bir bakışla olanaklıdır. Çünkü kentin sosyolojik gözlemine dayandırılmayan plan süreçleri başarısız olmaktadır.

2) Planlama süreçleri kent ve demokrasi meclislerince denetlenebilir olmalıdır. Metropollerimizin çoğu için acil planlama yapılmalıdır. Ekolojik onarım paketli bu planlamalar ile bu kentlerin soluk alması sağlanabilecektir. Yerel yönetimlerde tekil kişi belediyeciliğine son verilip, emeğe dayalı kadroların siyasi baskılardan arınmış kollektif üretimleri temel alınmalıdır. Halkın, merkezi ve yerel yönetimlerin tüm icraatlarına ilişkin doğrudan kaynağından bilgi edinme hakkı ve yolları açık tutulmalıdır.

3) Demokratik kitle örgütlenmelerinin önünü tıkayan başta Anayasa hükümleri olmak üzere siyasi partiler, dernekler ve seçim yasası demokratikleştirilmelidir.

4) Yapabilir kılma halkın yalnızca hizmet bekleyen, bu hizmeti görmediğinden başvurularına yanıt alamayan, sorununu çözemeyen bir konumda edilgen ve çaresiz kalındığı, egemen olan klasik siyaset anlayışının değiştirilmesi gerekmektedir. Denetim kentli bilinciyle halkın siyasetçiyi aktif olarak denetlemesi sağlanmalıdır.

5) Metropol acil gelişme aksları, kıyılar, göl ve nehir kenarları, önemli tarihi ve doğal sit alanları ve çevrelerindeki belediyeler öncelikle birliklerini kurmaya zorlanmalı, imar ve gelişme planları ise ilgili üst kurulların onayından geçerek işlerlik kazanmalı. Bu bölgelerdeki yasadışı uygulamalarda yaptırımcı ceza yasalarında değişiklik yapılmalıdır.

6) Mevzii imar uygulamaları kaldırılmalıdır. İmar ve orman afları yasaklanmalıdır. Kente karşı suç tanımı geliştirilerek yasal toplumsal yaptırımlara işlerlik kazandırılmalıdır.

7) Bölgesel planlama birimleri oluşturularak bölgesel planlamalar yapılmalı, kent planlama birimleri oluşturularak kentsel gelişme alanlarına yönelik kamulaştırma ana planı hazırlanarak, hangi sınıf toprakların, imara açılacağı veya kamulaştırılacağı belirlenmelidir.

8) Bölge Planlama, şehir planlama ve imar yasasında rantlara ve yağmalamaya olanak tanıyan maddelerin kaldırılması.

9) Kentsel rehabilitasyon çalışmalarına öncelik verilmelidir.

10) Metropollerimiz için ve bölgesel acil durum planları yapılmalı.

11) Türkiye‘nin kurtuluşu "demokratikleşme sürecinin, sosyal-hukuk devletinin güçlendirilmesi doğrultusunda gelişmesine ve bunun için meslek örgütlerinin sivil toplum örgütlerinin karar ve denetleme de etkin olmaları" ile mümkündür.

12) Kamu, öncelikle kırsal alandan büyük kent merkezlerine yönelen plansız göç olgusunun önüne geçecek, gereksinimlerini sağlayamayacağı nüfusu kırsal alanda tutacak önlemlere ağırlık vermelidir. Az gelişmiş bölgelerdeki olumlu dışsal ekonomilerin geliştirilmesi, yatırımların teşviki için altyapı hizmetleri, vergi indirimleri, yatırım ve işletme düzeyindeki akçal teşvik önlemleri, gümrük uygulamaları ve krediler ile özendirici öncelikli hedeflerle kent nüfusunun ülke geneline mekana yayılması sağlanmalıdır. Kaynak

Türkiye Mimarlar ve Mühendisler Odasi http://www.tmmob.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=3220&tipi=16

Sivas Cavusbasili

60

Page 61: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

EKOLOJI

Ekoloji nedir

1. Ekoloji:Canlıların birbirleriyle çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalıdır.2) Ekoloji birey ekolojisi, populasyon ekolojisi,ekosistem ekolojisi,olarak üç alt bölüme ayrılır.Ayrıca daha sonra uygulamalı ekolojide eklenmiştir.Birey Ekolojisi:Bir türe ait birey veya bireylerin ortamları ile olan ilişkilerini inceleyen ekoloji dalıdır.Populasyon Ekolojisi:Belli bir ortamda tek bir türe ait bireylerin oluşturduğu topluluğun yapısını,gelişimini ve özellikle değişimlerini araştıran alt bölümdür.Ekosistem yada Tür toplulukları ekolojisi:Çeşitli türlerden oluşan bir toplumun bireyleri ve ortamları arasındaki ilişkiyi inceleyen alt daldır.Uygulamalı ekoloji:Doğal kaynakların insanlar tarafından düzenlenmesinde ve işletilmesinde ekolojik ilkelerden yararlanılan bir alt bölümdür.3) Ayrıca botanikçiler ve zoologlar ekolojiyi Bitki, Hayvan ve İnsan ekolojisi diye de 3’e ayırırlar. Ekoloji bir de organizmaların yaşadıkları ortama göre de Karasal, Deniz,Tatlı su ve Paleoekoloji diye 4’ ayrılır.

61

Sivas Cavusbasili

Page 62: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

EKOSİSTEM

EKOSİSTEM NEDIR?

TANIMLAR: Ekoloji, bugün çok sayıda bilim dalının çekirdeğini oluşturmaktadır. Çevre şartları içinde tek bir canlının incelenmesine “otekoloji”, farklı canlı türlerinin oluşturduğu toplulukların incelenmesine “sinekoloji ” denmektedir.

1935 yılından itibaren, bir bölgede bulunan bütün canlılar ve bunların cansız çevrelerini ifade etmek için “Ekosistem” kelimesi kullanılmaya başlanmıştır. Çevre ve sistem kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulan ekosistem kelimesinin açık bir ifadesi olarak yer küreden bahsetmek gerekir.

Gerçekte yer küre en büyük bir ekosistemi oluşturmaktadır. Ekosistem içinde daha küçük boyutlu ekosistemlerde bulunmaktadır. Orman, dağ, ova, çayır, hububat, doğal hayvanların her biri ayrı ayrı ekosistemi oluşturmaktadır.

Ekosistemi oluşturan öğeler, başlıca dört gurupta toplanır.

1-Cansız varlıklar. (inorganik ve organik maddeler)2-Primer üreticiler. (yeşil bitkiler)

3-Tüketiciler (bitkisel ve hayvansal maddeleri yiyenler)4-Ayrıştıcılar (bakteri ve mantarlar)

Ekosistem içindeki doğal dengeye “ekosistem dengesi” denir. Doğal denge bozulduğunda, ekosistem dengesi bozulur ve ekolojik sorunlar ortaya çıkar. Mevcut ekosistemin bozulup ortadan kalkması ve daha sonra bozulan bu ekosistemin yerine yeni bir ekosistemin olması olayına süksesyon (yerine alma) denir. Yer küre içinde en fazla ekosistem dengesini bozan en etkili canlı, şüphesiz ki insandır. İnsan nüfusu ve faaliyetleri arttıkça

ekosistem dengesi bozulmaktadır. İnsanlar dışında bitkiler veya hayvanlarda ekosistem dengesini bozabilirler. Tarım bölgesinde kuş türlerinin aşırı çoğalması, hububat üretimini olumsuz etkiler. Yine kuş türlerinin aşırı oranda azalması da, kuşlarla beslenen zararlı böceklerin çoğalmasına yol açar.

Ancak, tüm bu gelişmelerde insanın katkısı çok büyüktür. Gerçekte insanın olmadığı doğal bir ortamda, ekosistem dengesi pek fazla bozulmaz.

Hücrenin, organizmaların temel öğesi olmak gibi, ekosistemlerde doğal ortamın birimlerini oluşturur. Her ekosistem, biyosenoz adı verilen bir canlılar topluluğundan oluşur; bunlar, çevrenin ve bu çevrede hüküm süren koşulların nispi homojenliğiyle belirgin, biyotop adı verilen bir alanda yaşar. Bir biyosenoz içinde üç büyük kategori söz konusudur. Önce besin zincirinin temelini oluşturan birincil üreticiler (klorofilli yeşil bitkiler); sonra birinci basamaktan (otçul hayvanlar), ve ikinci basamaktan tüketiciler (etçil hayvanlar),ve nihayet minareleştiriciler (bakteriler, mantarlar)

Ekosistemin çalışması bir madde ve besin zincirleri (beslenme zincirleri de denir.) arasından, sürekli enerji akışıyla kendini belli eder.

Ekosistemler bir çok düzeye göre ele alınabilir. Biyomlar büyük biyocografi bölgelere (tropikal orman, tudra, savan vb) tekabül eder. Bir alt düzeyde, ekosistemler manzaranın bir takım parsellerinin (bir buğday tarlası, bir ormanlık kesim vb) temsil eder. Daha da alt bir düzeyde, mikroekosistemler

(bir kıyı kayalığı, bir kara yosun topluluğu vb.) gelir.

Ekolojinin temel ve aynı zamanda tanımlanması en zor kavramlarından biri, bir türün ekolojik ortamı kavramıdır; bu, söz konusu olan türün fizyolojik ihtiyaçlarına, yaşam biçimine ve uyum sağlama niteliklerin bağlı çeşitli parametrelerle belirlenir. Böylece ekolojik ortam, basit bir barınak kavramının

ötesinde, türün ekosistemdeki rolünü yerini belirler.

EKOSİSTEMLERİN BOYUTLARI

Gezegen ölçeğinde, yerkürenin bütün canlı varlıkları içeren dış katmanı olan biyosfer, en yüksek tümleşme düzeyini temsil eder. Bir ilk bölgesel ayırım biyomları betimlenmeye imkan verir. Bunlar, gerçek karasal makro ekosistemler diyebileceğimiz biyocografi ve iklimsel bölgelere denk düşer. (Tudra, tayga, ılıman iklim ormanı, sıcak çöller, savan tropikal orman vb)

Daha küçük bölümlere ayırma, daha ölçülü boydaki ekosistemleri belirler. Bir takım basit fizyonomik ölçütler, her biri bir ekosistem oluşturuyormuşçasına, herhangi bir arazinin, bir bataklığın, bir ormanın veya bir çayırın sezgisel olarak belirlenmesini sağlar. Daha da kısıtlı bütünler olan mikro ekosistemler aynı şekilde tanımlanabilir. Bir yosun tutamı, hatta su dolu ve ağzı iyice kapalı bir cam tüp içinde yer alan bir tatlı su salyangozu ile bir elodea dalından oluşan yapay bir sistem, birer mikroekosistemdir. Söz konusu bu yapılar daha büyük sistemler içinde bir araya gelip bütünleşerek ve böylece tüm ekosistemleri niteleyen bağlı ekosistemleri niteleyen özerklik ilkesine uyarak, kendi kendine yetebilir.

62

Page 63: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Çoğu zaman yanlış olarak, bütünleme parçaları ekosistem olarak belirtilir; Mesela toprak ekosistemlerden söz edilir; Oysa toprak, oldukça karmaşık olan yapısına rağmen aslında diğer sistemlerden gelecek organik maddelere tamamen bağımlıdır. Bu terim, zaman zaman kentler konusunda (kentsel ekosistem) bile kullanılmıştır. Oysa burada, tümüyle diğer ekosistemlerden ve özelliklede kent sakinlerine beslenme yoluyla enerji sağlanması için, tarım ekosistemlerinden gelen dış katkılara bağımlı bir bütün söz konusudur.“Tarım ekosistemleri” (ekili alanlar,meralar) ormanların çoğu insan tarafından yönetilen basitleştirilmiş veya diğer anlamda yapaylaştırılmış ekosistemlerdir. İnsanın denetimi altındaki bu sistemlerin işleyişinde, tamamen doğal olan ekosistemin işleyişleriyle aynıdır; ama insanoğlunun üretimi artırma gayretleri, çeşitli biçimlerde, söz konusu ekosisteme bir çok enerji katkısıyla yapılır;(gübreler, tarım koruma ilaçları (pestisit) makineleri çalıştıran yakıt vb)

Bilim adamları tarafından, astronotların içinde yaşamlarını sürdürecek oldukları, dış ortamdan özerk olarak çalışan uzay kapsülleri tamamen yapay ekosistemler bile tasarlanmıştır. ABD’deki Arizona çölünde kurulan Biyosfer I ve Biyosfer II adlı büyük kapalı seralar da aynı anlayışın ürünleridir. Ama araştırma, seralarda her şeye rağmen, çözümü zor kararlılık, ayarlama ve denge problemleri ortaya çıkmış, işler umulduğu gibi gitmemiştir.

EKOSİSTEMLERİN ÖRGÜTLENMESİ

BİR EKOSİSTEM İÇİNDE ÜSTLENMİŞ OLDUKLARI ROLLERE GÖRE BİYOSENOZUN ÇEŞİTLİ CANLI TÜRLERİ ÜÇ BÜYÜK KATEGORİYE AYRILIR.

Ekosistemde her türlü enerji aktarımının temelinde birincil üreticiler yer alır. Söz konusu bu canlılar, fotosentez yoluyla kendi öz organik maddelerini hazırlamak üzere güneş enerjisini kullana bilen tek tür olan klorofilli yeşil bitkilerdir.

Tüketiciler klorofilli bitkilerin fotosentez etkinliği sonucu oluşan maddeye bağımlı olan hayvanlardır, Bu canlılar enerjilerini ve yapıtaşlarını bu maddelerden alırlar.

-Birinci basamaktan tüketiciler (otçul hayvanlar, ot yiyerek beslenen böcekler) yalnız bitki örtüsüyle beslenir.

-İkinci basmaktan tüketiciler öncekilerin sırtından yaşamlarını sürdürür. Yani otçulları yiyerek beslenir.(Üçüncü basamaktan tüketiciler tanımlanmasına kadar da gidilebilir; etçillerle beslenen etçiler.)

-“Ayrıştırıcılar” grubu, beslenmek için ölü organik maddeyi parçalayan organizmalardan oluşur; Bu durumda bunlarda tüketiciler sınıfına girer,

-Son olarak Minareleştiriciler (bakteriler, mantarlar) bir biyosenoz içinde yer alan üçüncü büyük organizma kategorisidir. Bunlar, organik maddeleri ayrıştırır ve bunların anorganik anorganik elementlerini, daha sonra yeniden, fotosentez yapan bitkilerin soğurması için açığa çıkarır.

Özellikle birinci veya ikinci basamaktan tüketiciler için, belirli bir kategoriye ait olmanın belirlenmesi her zaman kolay değildir; bazı türler (hepçiller) her iki gruba da girer; Mesela insan; diğerleri için rejim,mevsimlere (mesela tilki) veya gelişme evrelerine göre (mesela kelebek) değişir. Ekosistemin çalışması, besin zincirlerindeki enerji akışıyla sağlanır. Öte yandan kimyasal elementlerin (karbon, oksijen, azot, potasyum....) çevrimlerinin varlığıyla da nitelenir. Her tür çevrim, elementin bir rezervuardaki (toprak, toprağın çözeltisi atmosfer) varlığından yola çıkılarak betimlenebilir. Birincil üreticiler böylece, organik madde içine dahil olarak, elementleri çevrime sokarak işte bu rezervuar içinde yer alır; sonra elementler besin zincirleri içinde dolaşıma girer ve minareleştiricilerin etkisiyle yeniden rezervuara döner.

63

Page 64: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

TÜRLERİN EKOSİSTEMLERDEKİ ROLÜ HER TÜRÜN EKOSİSTEMDEKİ YAŞAM KOŞULLARI ONA ÖZGÜ EKOLOJİK ORTAMINI BELİRLER. İKİ TÜRLÜ KOMŞU EKOLOJİK ORTAMLARI PAYLAŞTIĞINDA REKABETE GİRİŞEBİLİR.

Her canlı türü belirli ekolojik bir ortamda nitelenir. Bu terim söz konusu olan tür tarafından yerine getirilen “işlev” i gösterir ve bu durumda, sadece bir barınağını simgelemez. Bir canlı türünün ekolojik ortamı, özellikle içinde yaşadığı ekosistemin besin ağında, bu ağın aşama düzeni içinde aldığı yerle kendini gösterir.(bu durumda ekolojik ortam, bir bireyin toplumdaki işlevine ve bu işlevi nedeniyle toplumda edindiği yere benzetilebilir.) En çağdaş yaklaşımla, bir türün ekolojik ortamı kavramı bu türün yaşadığı ve üreyerek kendini yenilediği koşullar bütünü olarak tanımlanır.

Ekolojik ortamın genişlik derecesi, çok çeşitli koşullara uyum sağlayabilen genel türleri ve ancak az sayıda ve kısıtlı koşullara uyum sağlayabilen özel türleri ayırt etmeye imkan verir. İnsan, en üstün dereceden genel bir türdür; gezegenimizin hemen her köşesinde yaşamını sürdürebilmektedir. Oysa bazı evcil hayvanlar tam anlamıyla özeldir. Çoğu zaman bir çok tür, aynı ortamın veya çok yakın iki ortamın paylaşımı için rekabete girişebilir. Her tür ortamın “Boyut”una bağlı bir üreme stratejisine sahiptir; burada söz konusu ortam, ayrıca göz önüne alınan türün nüfus düzeyini de şartlandırır.

Aynı ekosistem de yaşayan türler arasında, bir çok ilişki tipi görülür. Bu ilişkileri belirleyen başlıca faktör, söz konusu ekosistemin beslenme zincirinde, aynı düzeye ait olma veya olmama durumudur. Beslenme düzeyleri farklı olduğundan ilişkiler çoğu zaman ar-avcı tipinde şekillenir, yani bir düzeyin bireyleri, beslenmek için bir alt düzeye ihtiyaç duyar.buna karşılık aynı beslenme düzeyi içinde aynı besin kaynağının kullanımı konusunda çoğu zaman rekabet vardır. Bu rekabet, aynı türün bireyleri arasında (türler için rekabet) her zaman ortaya çıkar, ama zaman zaman yakın ekolojik ortamlarda yaşayan farklı türler arasında da görülebilir. (türler arası rekabet) Bunun dışında, türler arasındaki diğer ilişkilerde, özel bağımlılık biçimleri görülür; (asalaklık, ortakyaşama, ortakçılık.)

EKOSİSTEMLER NEDEN DEĞİŞİYOR VE BOZULUYOR?

Ekosistemin oluşturan canlı ve cansız varlıklar arasında karşılıklı ilişki vardır. Dolayısıyla ekosistemdeki her öğe canlıların yaşamları, çoğalmaları, göçleri ya da ölümleri üzerinde etkili olur. Yaşam için gerekli olana temel öğeler toprak, hava, su ve ışıktır. Temel öğeler bir yandan ekosistemde yaşamın sürekliliğini sağlarken diğer yandan ekosistemlere büyük zararlar veren afetlere de yol açabilirler. Örneğin; depremler, yanardağ patlamaları, seller, kuraklık, kasırgalar, ve fırtınalar temel öğelerden kaynaklanan belli başlı doğal afetlerdir.

EKOSİSTEMİN DOĞAL ÖZELLİKLERİ

Ekosistemler, kara ekosistemleri ve su ekosistemi olarak iki grupta incelenir. Ormanlar, çayırlar ve çöllerin her biri bir ekosisteme örnektir. Bu ekosistemde en önemli etkendir. (Toprak, hava,nem,ışık ve sudur.) su ekosistemi okyanus, deniz, göl,nehir, ırmak ve sulak alanları kapsar. Su ekosisteminde en önemli etkenler sıcaklık, oksijen, mineraller ve ışıktır.

Kara ve su ortamlardaki ışık, sıcaklık, nem,tuzluluk vb. koşullar mevsimlere göre değişebilir. Güneş ışığının geliş açısının mevsimlere göre değişmesi ortamın azalması kara ve sularla buharlaşmayı artırır. Karalardaki nem oranı düşürebilir. Su ortamında buharlaşan ise tuzluluk oranının yükselmesine neden olabilir.

Mevsimlere bağlı değişiklikler ekosistemlerde yen alan canlıların yaşamsal düzenini de ekiler. Örneğin; kasım patı ve patates gibi bitkiler ilkbahar ve yaz mevsimlerinde ve sonbahar aylarında açar.

KARAR EKOSİSTEMİ

Kara ekosistemlerinin bitki örtüsü, büyük iklim kuşaklarına göre, yerkürenin biyom olarak adlandırılan bitki oluşumlarıysa enlemlere göre dağılır. Mesela Kuzey yarıkürede buzul bölgesini tundra izleri; güneye gidildikçe tayga ve daha sonrada tropikal ormanlar gelir. Bu kuşakların dışında, farklı yüksekliklerde farklı kuşakları barındırır. Yükseldikçe, sınırları bölgelere göre değişiklik gösteren bitki örtüsü katları birbirini izler.

İnsanlar yeryüzünün doğal bitki örtüsünü büyük ölçüde etkiler. İnsan etkinlikleri tarımsal alanların oluşmasına katkıda bulunur. Tarım ve hayvancılık yapılan bölgeler, tarım ekosistemleri olarak adlandırılan basitleştirilmiş ve biyolojik çeşitliliği azaltılmış ekosistemlere dönüşmüştür. Bu ekosistemlerin çalışması bütünüyle dışardan enerji veya malzeme katkısına (toprağın işlenmesi gübre ve pestisitler gibi) bağlıdır.

Kara ekosistemlerinin çalışması büyük ölçüde iklim tarafından yönlendirilir; Zaten iklim bitki örtüsünün yaşam süresini de belirler.Ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe birincil ve ikinci üretkenlik düzeylerinde ciddi bir düşüş gözlenir. Tundralarda hüküm süren sert iklim koşulları, toprağın çok uzun süre (9-10 ayı) su dolaşımını engelleyecek biçimde donmasıyla kendini gösterir. Buradaki bitkisel oluşumlar (bodur bitkiler, ağaç yokluğu) donar ve rüzgara uyum sağlamıştır ve bölgenin faunası fakirdir.

Buna karşılık, tropikal kuşaktaki ormanlar yıl boyunca fazla değişmeyen, çok uygun iklim koşullarından yararlanır. Biyolojik etkinliğin aralıksız sürmesi sayesinde bu kuşakta birinci üretkenlik en üst düzeydedir ve minarelerin yeniden çevrime girme hızı çok yüksektir. Bitki oluşumlarının ve hayvanların inanılmaz çeşitliliği, bu ortamlarda karmaşık zincirlerinin gelişmesini sağlar. Öte yandan göl ve gölet kıyıları, turbalıklar gibi kıtalar içlerindeki nemli bölgeler, insanın baskısı sonucu, önemini kaybetmiştir. Oysa gerçekte bu yöreler,biyolojik çeşitliliği yüksek, çok sayıda türün varlığını sürdürmesi açısından birincil öneme sahip bölgelerdir.

DEĞİŞİK BİTKİ ÖRTÜLERİNİN BİYOSFERLERDEKİ DAĞILIMI

Yeryüzündeki büyük iklim bölgelerine karşılık gelen biyomlar, kuzey yarımküre de daha belirgin olmak üzere, enlemlere bağlı kuşaklar biçiminde düzenlenmiştir.

Biyosferi oluşturan eşitli ekosistemlerin kapladığı alan, birçok metrekare ile yüz binlerce kilometre kara arasında değişir. Bununla birlikte büyük veya küçük her ekosistemde türdeş ekolojik koşullar hüküm sürer ve kendine özgü canlı türlerinin oluşturduğu topluluklar yaşar. Gezegen düzeyinde bakıldığında, büyük bitkisel oluşumları temsil eden biyomlar ayırt edebilir. Aslında, ekosistemler arasındaki ayrım çoğunlukla, egemen bitki örtüsü temelinde yapılır ve yerküredeki büyük ekolojik bölümler konusunda da genellikle bitki örtüsü temel alır. Biyomlar, bitki toplulukları (fitosenoz) ile hayvan topluluklarını (zoosenoz) içeren ekosistemlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Kararları kaplayan bitki örtüsünün büyük iklim kuşaklarına göre dağılmasına benzer biçiminde, biyomlar da ekvatora göre dağılmasına benzer biçiminde, dağılmıştır. Bu dağılım, kara yüzölçümünün az olduğu Güney Yarımküre”ye oranla Kuzey Yarıküre”de daha belirgindir.

64

Page 65: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Ekvator kuşağında tropikal ormanlar neredeyse kesintisiz bir çiziği oluşturur. Ekvator altı kuşakta kurak mevsimin daha uzun sürmesi, bu bölgede iklim uygun ormanların, savanların ve aşırı kurak olan kesimlerde de çöllerin oluşmasına neden olmuştur. Bunun ardından, 35 ıncı kuzey ve güney enlemleri yöresinde, ılıman iklim kuşağına, özgü Akdeniz tipi biyomlar bulunur. Ortam enlem kuşağı, tropofil ağaçların oluşturduğun ormanları barındırır; kuzeye doğru bu bitki örtüsü yerini önce ılıman çayırlara (bozkır) ve yer kuzeyin kozalaklı ormanlarına (tayga) bırakır. Tundralar ise, Arktika ve Antantika buzul kuşağının sınırında (66-33 enlemi) yer alır. Söz konusu bu hat doğal bitki örtüsünün de sınırıdır. Ekosistem kuşakları arasında, arazinin yüksekliğine göre oluşan ayrım daha da belirgindir.

DENİZ EKOSİSTEMİ

OŞİNOGRAFLAR BU ORTAMI FARKLI EKOLOJİK ÖZELLİKLERİNE GÖRE “ALANLARA” VE “BÖLGELERE” AYIRARAK İNCELENMEYİ TERCİH EDERLER.

Ekolojik şartları büyük bir çeşitlilik gösteren deniz ortamı homojen bir bütün olarak ele almak, bilimsel açıdan çok kısıtlı bir bakış açısına neden olur. öncelikle iki büyük okyanus alanı ayırt edilmektedir.bütünüyle denizleri oluşturan “su kütlesi” ve kıyılardan derin abis çukurlarına kadar dipleri kapsayan “dip alanı” ;Dip alanı derinliğine göre üçe ayrılır.

-0-200 metreler arasında uzanan ve okyanusların tabanının yüzde 7,6sını oluşturan kıta sahanlığı;

-200 metreden 2000 metreye kadar uzanan dipteki ani eğim bölgesinden meydana gelen ve tabanın yüzde 8,1 ni oluşturan kıta şevi; ve nihayet okyanusların tabanının yüzde 84,3 ünü meydana getiren abisler. (2000-6000 metre) ve çukurlar (6000 metreden bilinen en derin yer olan mariana çukurunda 11.000 metreye kadar) Gelgite maruz kalan ve hatta dalga serpintisiyle ıslanan kıyı şeritleri de okyanus alanına dahil edilmektedir. Gerçekten de bu bölgelerde yaşayan organizmalar, gerek gelgitler sırasında birbirini ardınca su altında ve su üstünde kalarak, gerek ortamın yüksek tuzluluğu sebebiyle, okyanus etkilerine maruz kalmaktadır.

Okyanusları ve denizleri oluşturan su kütlesi ikiye ayrılan kıta sahanlığını örten yüzey suları ve 200 metrenin altında kalan dip suları bu düzeylerde su kütlesi, güneş ışınlarının nüfuz etmesi derecesine ve mevsimlik sıcaklık değişimlerine bağlı olarak düşey bir ekolojik katmanlaşma gösterir. Işığın ulaştığı epipelojik bölge, ışık miktarının, bitkilerin fotosentez yapabilmesi için yeterli olduğu 0 ila 50-100 metrelik yüzey sularına tekabül eder. Söz konusu bu bölgenin altında dip bitkileri ve fitoplankton yaşayamaz; yalnızca etçiler veya çürükçül beslenen hayvan türleri canlı kalabilir. Okyanus ekosisteminin alt bölümlere ayrılması, karşılaşılan ekolojik şartların çeşitliliğiyle ilişkilidir; organizmaların uyum mekanizması ve üretkenliği bir bölgeden diğerine belirgin farklılıklar gösterir.

Deniz Canlıları; Yüzeyle dip alanı arasında ve hatta jeolojik taban yapısı içinde yaşam, deniz ekosisteminin üç boyutuna da dağılmış durumdadır. Deniz ortamının ekolojik şartlarının çeşitliliği, yaşam şekillerinde ve tarzlarında da büyük değişikliğe neden olmaktadır. Okyanusun büyük bölgeleriyle bağlantılı olarak üç çeşit canlı gurubu ayırt edilir; su kütlesinde yaşan plankton ve nekton ile diğerlerde yaşayan bentos toplulukları.

PLANKTON ; Yüzeyde veya su kütlesinde asıllı duran, kısıtlı hareket yeteneğiyle su akımlarına karşı koyamayan ve bazıları bu nedenle düşey göçlere maruz kalan organizmalar topluluğudur.

NEKTON; Açık denizde yaşayabilen ve deniz akıntıları içinde hareket edebilen canlılardan oluşur; açık denizde yaşayan balık türlerinin çoğunu, kafadanbacakları ve deniz memelilerini kapsar.

65

Page 66: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

BENTOS; Dibe bağlı olarak yaşayan hayvanlar ve bitkiler (bağlı bentos) ile dipte veya dibe yakın bölgelerde hafifçe hareket eden bazı hayvan türlerinden (gezgin bentos) meydana gelir. Bağlı bentos bir çok suyosunu, sünger, yumuşakça, kabuklu (Balanus) ve knildli (Mercan, deniz şakayığı gibi) türlerini kapsar.

EKOSİSTEMLERE YÖNELİK TEHLİKELER

Ekosistemlerin doğal dengeye ulaşması, bunların nüfusunda ve çalışmasında kesin bir istikrarın sağlanması anlamına gelmez; dengeli ekosistemlerde düzenle, hafif dalgalanmalar yaşanır.bu dinamik denge durumu çok hassastır.

Bugün ekosistemlere yönelik tehlikeler, sanayi uygarlığının gelişmesinde kaynaklanmaktadır. Sanayi uygarlığı, doğal kaynakları büyük bir hızla tüketmekte ve doğal çevreyi hiçe sayan tarımsal uygulamaları desteklenmektedir. Bu etkiler, nüfus patlamasıyla iyice yoğunlaşır. Bozulma fiziksel çevrenin (biyotop) sürekli yıkımı, canlı topluluklarının (biyosenoz) çeşitliğinde azalma, yaşama için gerekli minerallerin çevriminde kopukluklar biçiminde kendini gösterir. Kentleşme ve sanayileşme çok sayıda biyotop’un yıkımına neden olmuştur. Sanayinin, taşımacılığın (özellikle otomobiller) ve evlerde kullanılan yakıtların yaratığı kirlilik havaya , suya ve toprağa bulaşır, bu durumda, hem genel olarak tüm canlı varlıklar, hem de insanın sağlığı ve kullandığı kaynaklar zarar görür. Ayrıca insan, sürekli yeni ortamları kendine kullanımına sokarak, çok sayıda hayvan türünün topluca yok olmasına yol açar. Çünkü insanlar biyotopları yıkar, ortamı aşırı sömürür. (balıkçılık ve avcılık) ve bazen de yeni ortama uygun olmayan yabancı türler getirir.

Karbon dioksit gazı üretiminin artması ve koruyucu ozon tabakasının delinmesi gibi insan etkinlikleri, bir bütün olarak biyosferin dengesini tehdit etmektedir.

EKOSİSTEMLERİN DENGESİ

Türlerin çeşitliliği ve aralarındaki düzenli iletişime dayanan denge, insanın giderek artan baskısının tehdidi altındadır.Biyosferdeki doğal dengelerin korunması bazı kimyasal maddelerin oranın sabit olarak kalmasına, nüfus dalgalanmalarının düzenine ve ekosistemlerin sürekliliğine bağlıdır. Dengeyi sağlayan koşulların güvence altına alınması için, besin zincirlerinin gereken şekilde çalışmaya devam etmesi, tür çeşitliliğinin belirli bir düzeyde korunması ve geçici de olsa çok şiddetli düzensizlikleri yaşanmaması gerekir. Bazı orman sistemleri, mesela ılıman iklimde yüksek ağaçlar dikilmek suretiyle oluşturulan ormanlar, insan yapısı olmasına rağmen istikrarlı sistemlerdir. Tarım ekosistemleri, bitki topluluklarının otsu oluşumlardan ağaçlara uzanan doğal ardışıklık sürecinin ilkel bir düzeyinde kalmıştır. Ekolojik açıda bakıldığında, tarım ekosistemleri, çoğunlukla tek bir bitki türüyle sınırlanmış yapıları yüzünden istikrarsız ve zayıftır. Bu ekosistemlerin üretkenliği, ürünün tipine ve söz konusu bölgeye egemen olan iklim koşullarına bağlı olarak büyük değişkenlik gösterir.

Bugün biyosferin genel dengesini tehlikeye düşüren başka faktörler de vardır. Gezegen genelinde, bilimsel ve teknik gelişmeler, geçen yüzyılda tedavi alanındaki buluşlar ve tarımsal üretimin dünya çapında artışının da yardımıyla inanılmaz bir nüfus patlamasına neden olmuştur. Bu nüfus patlaması, biyosferin üretim kapasitesiyle insanları ihtiyaçları arasında giderek artan bir dengesizlik durumu yaratmaktadır.

İNSANDAN GELEN TEHLİKELER

Bitki örtüsünün bozulması, ortamın kimyasal yapısının değiştirilmesi ve kaynakların aşırı kullanılması gibi her darbe çok sayıda sonuçlar doğurur.

İnsan etkinlikleriyle, ekosistemlerin, çalışmasına hatta bir bütün olarak biyosferin düzenine korkunç zararlar verebilir. Türler ve ekosistemleri ortadan kaldırdığı, fosil kaynaklarını tükettiği ve sonuçta önemli düzeyde kirlilik yarattığı için bu zararların çok yönlü bir etkisi vardır.

Sivas Cavusbasili

66

Page 67: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Meğerse eşkiya Hopa'ya da inmemis

BASBAKAN`IN ESKIYA ILAN ETTIGI HOPALILAR NE ISTIYOR..

ABDULLAH AYSU ILE RÖPORTAJ1.Ağırlıklı olarak tarım ve hayvancılıkla geçinen Hopa ile ilgili olarak son günlerde yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?Bilindiği üzere Doğu Karadeniz, çay tarımının yapılabildiği tek bölgemiz. Çayin burada yetişebilmesini sağlayan en önemli unsur ise bol miktardaki derelerin varlığı. Ancak şu anda yöre halkının geçimini sağlayan çayimiz ile tüm canlıların kullanma hakkına sahip olduğu bu derelerin suyunu şirketler ele geçirmek istiyorlar. Başka bir deyişle, birkaç yıldan bu yana şirketler, çayin üretiminden pazarlanmasına kadar olan zincirin tüm halkalarına egemen olmak, çay bitkisinin yetişebilmesini sağlayan dere sularını HES bahanesiyle boruların içine hapsetmek istiyorlar.Üretimden tüketime çay sektörüne şirketlerin sahip olabilmesi için hükümet de ÇAY-KUR’u özellestirme çabasi içinde. Doğu Karadeniz’de yaşayan halk bunun farkında. Çay üreticisinin yegâne kurumu olan ÇAYKUR’u özellestirme düşüncesi ile HES adı altında derelerin/ suların şirketlere verme girişimi hükümetle halkı karşi karşiya getirmiş durumda. Bu gergin ortam yeni değil birkaç yıldan bu yana süregelmektedir.Hopa’daki son yaşananlar, bugüne kadar uygulanan bu politikalardan bağımsız değil.2.Hopa çay tarımıyla geçinen bir ilçemiz. Çay tarımının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Hopa’da yaşanan olaylarla çay tarımının geleceği arasında bir bağlantı var mıdır? Nasıl değerlendiriyorsunuz? Hopa halkı çay tarımı yaparak geçinir, bunun yanında da nakliyecilik sektörü halkın geçimine bir miktar destek olur.Türkiye çay tarımı ve sanayindeki çay tekeli 04.12.1984 Tarih ve 3092 Sayılı Kanunla kaldırılmıştır. Böylece 3788 Sayılı Kanunla çaya getirilen Devlet tekeli 44 yıl sonra 3092 Sayılı Kanunla çay tarımı, işlenmesi ve satışı serbest bırakılmış, özel sektöre işleme ve paketleme fabrikaları kurup, işletme hakkı tanınmıştır. O günden bu yana hükümetler tarafından işletilen süreç, şirketlerin çayda egemenlik kurabilmesini sağlayacak bir politikanın hayata geçirilmsi olmuştur. Bugün gelinen noktada özel sektörün pazar payı ÇAY-KUR’un pazar payını aşmış durumda. Bundan sonrası için önce ÇAY-KUR işlevsizleştirilecek, daha sonra da fabrikaları özellestirilecek.ÇAY-KUR’un özellestirilmesini düşünmek dahi insanın tüylerini ürpertiyor. Çünkü ÇAYKUR’un özellestirilmesiyle birlikte Doğu Karadeniz’de çayla şekillenen sosyal yaşam tamamen değişecektir. Bu değişimin halkın yararına değil şirketlerin yararına olacağı da ayan beyan ortadadır.3.Başbakan Erdoğan son katıldığı Hopa mitinginde çay fiyatlarıyla ilgili olarak da yorumda bulundu. Erdoğan, “2002 yılından bu yana, çayda dolara endeksli olarak da, enflasyona endeksli olarak da biz hiçbir zaman çiftçi kardeşimi, köylü kardeşimi, çay üreticisini enflasyona ezdirmediğimiz gibi enflasyonun çok çok üzerinde zam verdik” diyerek, bundan sonra çay üreticilerini hiçbir yerde ezdirmeyeceğini dile getirdi. Geçtiğimiz günlerde açıklanan yaş çay taban fiyatını bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? Çiftçilerin ürün fiyatları belirlenirken enflasyon ve dolar kuru üzerinden değerlendirme yapılması doğru değildir. Ürün fiyatları maliyeti oluşturan üretim girdilerinin fiyatının artış oranının üzerinde olup olmadığıyla değerlendirilir. Tarımsal üretim girdileri 2010/2011 sezonunda ortalama olarak %20’nin üzerinde artış göstermiştir. Hükümetin açıkladığı fiyat ise geçen yıla oranla %10 oranında artmıştır. Dolayısıyla açıklanan fiyatlar maliyetlerin altında kalmıştır. Örnegin gübre fiyatı 90 kuruşken üretici çayina destekleme primiyle birlikte 1.1 TL almaktadır. Bundan kazançlı çikan üretim girdisi üreten şirketler, zararlı çikan ise çay üreticisi çiftçiler olmuştur. Ayrıca fiyatların maliyetlerin üzerinde belirlenmesi yetmez. Çay piyasasını düzenleyen kurumun (ÇAY-KUR) zamanında yeterli ürün alması ve ödemeyi peşin yapması gerekir. Şu an ÇAY-KUR zamanında ve yeterli alım yapmadığı için hükümetin 1.1 TL olarak açıkladığı fiyat piyasada 60 kuruşa kadar düşmüştür. Hükümetin açıkladığı fiyat ve “bundan sonra çay üreticilerini hiçbir yerde ezdirmeyeceğiz” söylemi üzerinden daha üç gün geçmeden doğru olmadığını bölge halkı bizzat yaşayarak görmüştür. Çay üreticileri zor durumdadır.4.ÇAYKUR özellestirilmeden bugüne gelen KİT’lerden biri. Başbakan Erdoğan, ÇAYKUR ile ilgili olarak “8,5 yıldır ÇAYKUR özellestirilecek propagandası yapıyorlar. 8,5 yıldır ÇAYKUR özellesti mi? Tam aksine biz hala ÇAYKUR’da yatırım yapıyoruz. ÇAYKUR’u daha da geliştiriyoruz. Paketleme fabrikalarını buraya doğru çekiyoruz. Niye? Bölgede istihdam yaratalım diye” yorumda bulunmuştur. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, ÇAYKUR özellestirilecek mi yoksa farklı bir süreç mi işletiliyor?Başbakan bu konuda doğru söylüyor. ÇAY-KUR ilk etapta özellestirilmeyecek. AKP, ÇAY-KUR’un özellestirilmesinin çok tepki alacağını bildiği için daha önce hazırlanan ve sonra halktan gördüğü tepki üzerine seçim öncesinde geri çekilen ve seçim sonrası tekrar gündeme getirileceğini düşündüğümüz Çay Kanunun Tasarısı ile hayata geçirilecek olan düzenlemelerle ÇAY-KUR özellestirilmeyecek, işlevsizleştirilecek. Bu konuda geçtiğimiz sene ‘Çayına, Suyuna sahip çikan’ Doğu Karadeniz halkı çok iyi biliyor. Çay Kanun Tasarısı’nın kendileri için doğuracağı sonuçlara karşi yaptıkları eylemler ve mitingler bunun en önemli göstergeleridir. Nihai olarak bu tasarının seçim sonrasına kalmasında en önemli etken Doğu Karadeniz halkının mücadelesidir. Belirleyen de halkın mücadelesi olacaktır. Bunu bilen hükümet demokratik yöntemler yerine “yaratılan/yarattığı” bu gergin ortamla ne yazık ki, halkla polisi-jandarmayı karşi karşiya bırakıyor. Halkı bu yöntemle pasifize ederek durumu şirketler lehine çözmek istiyor.5.Hopa’da uzun zamandır çay ve su mücadelesi yürütülüyor. Hopa’da yaşananları bu mücadeleler açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? HES’ler ile ÇAY-KUR’un akıbetini hükümet ile Doğu Karadeniz halkının mücadelesi belirleyecektir. Bu anlamda Hopa’da yaşananlar bölgede süregelen sorunları ve mücadeleyi görünür kıldı. Gözler önüne sermiş oldu.FATMA GENÇ

67

Page 68: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Sivas Cavusbasili EKOLOJI

TMMOB: Kütahya'da köyler boşaltılmalı

Gümüş köyü yakınındaki Eti Gümüş A.Ş'ye ait siyanürlü su bulunan üç kademeli barajın ortasındaki setin çökmesinden sonra TBMMO yaptığı açıklamada civar köylerin boşaltılması gerektiğini söyledi. KÜTAHYA - Kütahya'da, Eti Gümüş AŞ'ye ait, bölgedeki gümüş madeninin çikarildigi ve işlendiği tesisteki üç kademeli barajda, setlerden birinin çökmesi sonucu siyanürün çevreye yayılması tehlikesi bulunduğu için tesiste üretim durdurulurken, çevredeki köylerin tahliye edilmesi ihtimali ortaya çikti.Kütahya Valiliği tarafından yapılan yazılı açıklamada siyanür barajında teknik incelemelerin tamamlandığı belirtildi. Çevre ve Orman Bakanlığı ile DSİ Genel Müdürlüğü yetkililerinden oluşan heyetin bazı tespitlerde bulundukları kaydedildi. Valilik tarafından yapılan yazılı açıklamada "Eti Gümüş A.Ş. Gümüş Üretim Tesisleri'ne ait atık depolama tesisinde meydana gelen hasar nedeniyle Çevre ve Orman Bakanlığı, DSİ Genel Müdürlüğü ve DSİ 3. Bölge Müdürlüğü yetkililerinden oluşan Teknik Heyet, saat 02.00'de tesislerin bulunduğu bölgeye gidip, ilgili kurum ve kuruluşların yetkilileriyle birlikte gerekli araştırma ve incelemeleri yapmıştır.

Teknik heyetin incelemesi şu tespitlerde bulunulmuştur 'Toplam 110 hektar olan Eti Gümüş A.Ş. nin atık depolama tesisi alanı seddelerle 4 ayrı havuza ayrılmıştır. Atık depolama tesisinin 7 Mayıs günü saat 15.30 sıralarında 2 nolu havuz ile 3 nolu havuz arasındaki 3 nolu seddenin bir kısmı yıkılmıştır. Atık malzemeleri 2 nolu havuzu doldurmuştur. Aynı gün saat 18.00 sıralarında ise valilik tarafından tesiste cevher beslenmesi durdurulmuş, regülatörden sisteme su girişi kesilmiştir" denildi. Yazılı açıklamada, "Atık depolama tesisinin topoğrafik olarak en alt kotunda yer alan 1'nolu havuza ait seddenin ODTÜ tarafından hazırlanan rapor doğrultusunda ivedilikle güçlendirilmesi, 2 nolu seddenin kret kotuna kadar çamur malzemesi ile dolduğu dikkate alınmıştır. Seddenin yıkılması ihtimalini önlemek için, 2 nolu havuzdaki suyun öncelikle 1 nolu havuza sifon ve motopomp kullanılmak suretiyle aktarılmalıdır. 1 nolu havuzda mevcut olan 800 metreküp kapasiteli sistem pompalarıyla önce fabrikaya oradan da en üst kotta yer alan 4 nolu havuza suyun tahliye edilmesi gerekmektedir. Yükseltilmemiş olan 4 nolu settin 1.5 m yükseltilerek su depolama kapasitesi artırılmalıdır" uyarısı da yapıldı. 25 MİLYON TONLUK ATIK BARAJIEti Gümüş A.Ş. önünde basın mensuplarına açıklamada bulunan TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Murat Taşdemir ise tehlikenin çok büyük olduğunu söyledi. Civar köylerin boşaltılmasını isteyen Taşdemir şunları kaydetti: "Şuanda çok büyük bir tehlike ile karşi karşiyayız. Biz çevre mühendisleri olarak gerekli incelemelerimizi yaptık. 25 milyon tonluk bir atık barajından bahsediyoruz. Şuanda 3 baraj yıkılmış durumda. Son baraja yüklenilmiş durumda. Ne yazık ki bizim bu yaptığımız incelemeler gerekli önlemlerin alınmadığını gösteriyor. Bir an evvel köylerin boşaltılması gerekiyor"dedi. Tesisin henüz durmadığını söyleyen Taşdemir "Tesiste şuanda atık devir daim yapılıyor. Eğer devir daim yapılan suyu her hangi bir şekilde baraja boşaltırlarsa barajın yıkılacağına yüzde yüz eminiz. Şu anda barajın sedresinde ıslanma var. Bu ıslanma akışkanlığı getirecektir ve sedre çökecektir. Biran evvel burada gerekli önlemlerin alınması ve sedrenin güçlendirilmesi gerekiyor. Aksi taktirde baraj yıkılacak ve köyler açısından çok büyük tehdit oluşacaktır. Çok ciddi hayat kayıpları oluşabilir"diye konuştu. BELEDİYE BAŞKANLARIYLA TOPLANTITaşdemir ile Metalürji Mühendisleri Odası Başkanı Cemalettin Küçük ilk olarak Eti Gümüş A.Ş. önünde yetkililerden bilgi aldı. Taşdemir ve Küçük ile beraberindekiler daha sonra Gümüşköy'e giderek muhtarlık binasında toplantı yaptı. Toplantıya civar beldelerin belediye başkanları ile köy muhtarları katıldı. EN ALLTAKİ SET ÇÖKEBILIREn üstteki kademede bulunan suyun bir bölümü, diğer iki kademeye dağıldı ve barajı tutan en alttaki set çökme tehlikesiyle karşi karşiya kaldı. Şirkete ait ekipler, barajın yanlarındaki setleri güçlendirmek amacıyla iş makineleriyle çalisma yaptı.Çökmenin meydana gelmesinin ardından tesise gelen Kütahya Valisi Kenan Çiftçi, MHP Kütahya Milletvekili Alim Işik, Belediye Başkanı Mustafa İça, Tavşanlı Kaymakamı Numan Hatipoğlu, İl Çevre ve Orman Müdürü Mehmet Kuşçu, İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Salih Akkaya, şirket yetkilileriyle acil bir toplantı yaptı.VATANDAŞLAR TEPKİLİBu sırada tesisin girişinde toplanan çevredeki Aliköy beldesi ile Gümüş, Kızılcakaya, Dulkadir, Karaağaç köylerinden vatandaşlar, daha önce uyarmalarına rağmen tesis yetkililerinin önlem almadığını, buradan çevreye yayılacak siyanürün Sakarya Nehri havzasındaki bütün canlı yaşamını olumsuz etkileyeceğini ileri sürdü. Tesisin güvenlik görevlileriyle tartışan vatandaşlar, jandarma ekiplerince güçlükle sakinleştirildi.Tesis önünde bekleyişini sürdüren vatandaşlar, otobüslerle gelen işçilerin tesise girişini engellemeye çalisti. Tesise girmesine izin verilmeyen otobüs, otoparka çekildi.

68 Sivas Cavusbasili

Page 69: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

EKOLOJI

Eti Gümüş A.Ş'ye Ait Siyanürlü Su Köyü Kanser Revirine Cevirdi

800 yıllık Dulkadir Köyü'nün suyunda, Eti Gümüş açıldıktan hemen sonra arsenik çikti. Kanser vakaları patladı. Maden şirketinin su taşidığı köy, ağır ağır boşaldı. Dulkadir artık 10 haneli bir hayalet köy, kalanlar da maden şirketi işçisi. Dulkadir Köyü, Eti Gümüş AŞ.’nin siyanürlü atık havuzunun birkaç yüz metre yakınında.. Uzaktan bakıldığında güneş ışığıyla parlayan çatilari, toprak rengi minaresi ve kerpiç evleriyle tam bir Anadolu köyü... Ancak yaklaştıkça buranın bir hayalet köy olduğu anlaşilıyor.

800 yıllık köyün kaderi, 1986 yılında yanı başinda Eti Gümüş’ün açılmasıyla değişti. İşletmenin açılmasından sonra nüfusu giderek azalan köyde, artan kanser vakaları o dönemde bilimsel bir rapora da konu oldu. Maden ve atık havuzu açıldığında 62 hane olan köyde şimdi ancak 10 hane yaşiyor. Onlar da Eti Gümüş çalisani. Bomboş sokaklar iki inek, bir köpek ve köyün tek hindisi ve köyün son 2 çocuguna emanet. Otomobili fark eder etmez yanıma koşan afacan ikiliden sarışın olanın adı Recep, kendi deyimiyle ‘Ricap’. Boş sokaklar, terk edilmiş avlular Recep Sert ile Burak Sözer’den soruluyor.

Çocuklarla bomboş sokaklarda epey bir dolaştıktan sonra nihayet rastladığım yetişkin ise Mürvet Sözer. Aslında Mürvet Sözer de artık köyde yaşamadığını anlatıyor: “Buradakiler Eti Gümüş’te çalisiyor. Sana doğruları pek anlatmazlar. Benim eşim de 50 yaşinda kanserden öldü. Oğlum da bir süre Eti Gümüş’te çalisti. Ancak sonra biz de göçtük. Ben kendim buraya geliyorum, çünkü köyümü seviyorum. Ölümden korkmuyorum. Zaten aldığımız kadar zehiri aldık. Doğma büyüme buralıyım. Benim aklım erdiğinden beri köyde yüzlerce kişinin öldügünü biliyorum.”

Tek su kaynağı tanker Hasan Şahin’i eşiyle evinin önünde otururken buluyoruz: “Ölenler öldü, sen bizim şimdiki durumumuzla ilgilen” diyerek başlıyor Şahin, “1992’ye kadar Şahin Dağı’ndan su geliyordu köye. Bu suda sonra arsenik çikti, evleri yaptığımız toprakta da çikti. Suyu değiştirdiler. Eti Gümüş yıllarca köye temiz su taşidı. O da 1 ay önce taşocağının patlamasından sonra kuyu çöktü. Şimdi belediye tankerle su getiriyor köye...”

Hasan Şahin’in eşi Fatma Şahin “Köyde en son 55 yaşindaki Koca Mehmet öldü. O da kanserden gitti. Bu köyde ölümler hep kanserden” derken Eti Gümüş tesisinde de çalisan köylülerden biri de, “Asgari ücret alıyoruz. Köyde kimse kalmadı. Bize de kimse bakmıyor. Burası köy değil artık, Aliköy’e beldesine bağlı mahalle. Hiçbir şey yok. Olanlar da yıkılıyor” diyor, adını vermiyor.

Siyanürün arkası arsenik 800 yıllık Dulkadir Köyü’nün su ve toprağında madenin ardından arsenik çikmasi sadece tesadüf mü? Jeoloji Mühendisi Tahir Öngör’e göre iki vaka birbiriyle alakalı: “Dünyada bu tür tüm işletmelerin çevresinde yeraltı sularında arsenik zenginleşmesi olur. Atık havuzundan havaya salınan hidrojen siyanür buharı azota dönüşür. Azot suyla birleştiğinde nitrik asit oluşur. Nitrik asit ise kayalarda var olan arseniği çözer, yeraltı sularında arsenik zenginleşmesi olur. Kütahya da arseniği bol bir bölgedir.”

Köy kanserden kırılıyordu Dulkadir’de nüfusun hızla azalması, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Necla Özdemir’in de dikkatini çekmisti. Özdemir, 1985-1993 arasında 200 nüfuslu köyde 56 kişinin öldügünü belirledi. Hastane belgeleri ve yakınlarına göre bu kişilerin 22’si kanser türleri, 22 kişi belirlenemeyen neden ve 12 kişi kanser dışı nedenlerle öldü. Kanserlerin 10’u akciğer. 4’ü cilt, 1’i yemek borusu, 2’si mesane, 1’i beyin tümörü,1’i prostat ve 2’si yeri belirsiz kanser vakalarıydı

69

Sivas Cavusbasili

Page 70: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

KÜRESELLEŞ ME VE EKOLOJ İ K KR İ Z

KÜRESELLEŞME VE EKOLOJİK KRİZ Neslihan ÇALIS

Küreselleşme, 1980’li yılların başi itibariyle sosyal bilimler alanında kullanılmaya başlanmış, ekonomik, kültürel, siyasal, teknolojik boyutları olan bir kavram olma özelligi gösterir. Küreselleşme bir kavram olarak hem modernist hem de postmodernist düşünürler tarafından kullanılmakla birlikte, hem dünyanın küçülmesine hem de kültürlerin homojenleşerek birbirine benzeşmesine gönderme yapar, ayrıca ekonomik anlamda da kapitalist üretim ilişkilerinin hakim olduğu bir sistemde kendisini gösterir.Kapitalist üretim tarzının sınırsız sermaye birikimi anlayışı ve kapitalist ekonominin doğayı tahakkümü altına alıp dönüştürmesi, aynı zamanda doğayı insan eliyle tamamen sömürüye uğratması beraberinde pek çok ekolojik problemin doğmasına da neden olmuştur. Doğal dünya, teknolojinin en üst noktada kullanımı neticesinde her açıdan sömürüye maruz kalmıştır. Bu da günümüz dünyasında özellikle son yıllarda büyük ekolojik krizlerin doğmasına neden olmuştur; ormansızlaşma, küresel ısınma, seller, ozon tabakasının delinmesi, büyük çevre kirliliği vb. gibi birey ve doğa yaşamını önemli ölçüde tehdit eden problemler bunların arasından sayılabilecek olanlarından bir kaçıdır.Küreselleşme Anthony Giddens’a göre “uzak yerleşimleri birbirlerine, yerel oluşumların millerce ötedeki olaylarla biçimlendirildiği ya da bunun tam tersinin söz konusu olduğu yollarla bağlayan dünya çapindaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlanabilir” (Giddens 1998:66).Küreselleşme ekonomik, siyasal, kültürel ve hukuksal boyutları olan bir kavramdır. Ancak burada bizi daha fazla ilgilendiren boyutu daha çok ekonomik olan yönüdür. Küreselleşmenin ekonomik boyutunda anlatılmak istenen dünya ölçeginde ulusların üretim anlamında birbirlerine bağımlılıklarında meydana gelen artıştır. Wallerstein’e göre; kapitalist dünya ekonomisi, “belli (nispeten tekelleşmiş ve bu yüzden kar getiren) üretim türlerinin bu süreç sayesinde ve suretiyle en büyük sermaye birikim mevkileri haline gelen belli sınırlı bölgelerde yoğunlaşmasına dayanan hiyerarşik bir dağılım eşitsizliğini içeren bir sistemdir” (Wallerstein 2003:34).Günümüzde artık mevcut olan soru küresel ölçekte dünyanın geçmişle şimdiki arasındaki ekolojik dengesinde meydana gelen bozulmanın derecesidir. Önemli orandaki teknolojik gelişmeye rağmen dünyanın ekolojik dengesi maalesef ki ciddi bozulmalara maruz kalmıştır. Tabi ki ekolojik krizden bahsetmek için ilk olarak ekolojinin tanımının yapılması gerekir. “Ekoloji organizmaların fiziki ve biyolojik çevreleriyle olan güncel ilişkilerini araştıran bilimdir” (İnan 2002:68) diye tanımlanabilir. Ancak ekolojinin yukarıdaki tanımı çok önemli bir noktanın vurgulamasını göz ardı etmektedir. İnsanın çevresiyle olan ilişkileri bu tanımlamaların içinde yer almamaktadır. Son yıllarda meydana gelen ve bireyler üzerinde olumsuz etkilere sebebiyet veren ekolojik problemler ekoloji tanımının içine insanı da yerleştirmiştir.Günümüzün en önemli ve en popüler ekolojik problemi ve onun üzerinde dönen konularından birisi küresel ısınmadır. Küresel ısınmaya neden olarak gösterilen en önemli unsurların başinda sera gazlarının etkisi gelmektedir. Dünyadaki karbondioksit miktarının artışı, dünyanın yavaş yavaş ısınmasına ve küresel ısınmanın artmasına neden olur. Tabi ki karbondioksit miktarındaki artışa da neden olan birçok unsur mevcuttur, bunlardan en önemlileri; ormanların tahribatı, kömür ve doğal gaz kullanımı ve petrol kullanımındaki gözle görülür miktarlardaki artıştır. Bu maddelerin kullanımı sanayi devrimiyle birlikte en üst noktasına ulaşmıştır.Dünyadaki ekolojik dengenin bozulması 19. ve 20. yüzyıllarda hem doğal kaynakların tüketilmesi hem de doğanın sanayi üretimi adına tahrip edilmesi sonucunda büyük oranda bozulmalara maruz bırakılmıştır. Örnegin 19. yüzyılda dünyanın sanayi üretimi yirmi, nüfusu üç kattan fazla artarken, gerek kaynak tüketimi gerekse de kirletici üretimi çok daha fazla artmıştır (Abay,Torunoğlu 2000:91).Wallerstein’a göre günümüzde artık yüzlerce yıl öncesinin aksine, ekoloji, dünyanın her yerinde önemli bir siyasal problem olarak kendisini göstermektedir (Wallerstein, 2000:89). Dünyanın doğal dengesindeki bozulmanın asıl sorumlusu bütün düşünürler tarafından kapitalist sistemin kendisi olarak gösterilir. Yine Wallerstein’e göre, kapitalizm asıl hedefine yani sonsuz sermaye birikimine ulaşmak ve mevcut olanı yani kapital birikimini en ileri seviyeye eriştirebilmek için, hem coğrafi açıdan hem de toplam üretim açısından genişlemek zorundadır. Ancak kapitalist sistemin bir ikinci özelligi daha vardır ki ilki kadar sık tartışılmasa da onun kadar önemlidir ve Wallerstein buna kapitalizmin kirli sırrı demektedir. Buna göre, kapitalistlerin hiçbiri özellikle de büyük olanları fatura ödemezler.Doğanın dengesindeki bozulmanın temelini insanların doğayı tahakkümleri altına almaları isteğiyle hep el ele gitmiştir. Fukuyama’ya göre; “üstün konumu insana doğaya egemen olma, ondan yararlanma ve onu kendi amaçlarına göre yönlendirme” hakkını vermiştir. Bunun gerçekleşmesine de maalesef ki bilimin kendisi yol açmıştır (Fukuyama 1999:293). Habermas (1993:36)’a göre ise “doğaya gittikçe daha etkin bir hükmetmenin yolunu açan bilimsel yöntem daha sonra doğaya hükmetme aracılığıyla insanlar üzerindeki daha etkin iktidarı için saf kavram ve aletleri de sunmuştur.”Doğayı tahakküm altına alma isteği aslında ilk zamanlarda bireysel ihtiyaçlardan kaynaklanan bir amaca bağlı olmuştur her zaman. Köker’e göre bireysel ihtiyaçların karşilanması bir amaçsa eğer, bu amacın gerçekleştirilmesi için gerekli araçlar için rasyonel bir denge şarttır. Bu dengeyle anlatılmak istenen ise, insanların sınırsız ihtiyaçlarına karşilık kıt kaynaklara sahip olmalarının varsayılmasıdır. Yani bireyler sınırsız ihtiyaçları ile mevcut olan kıt kaynaklar arasındaki optimum dengeyi aramaktadırlar. Ancak kişilerin kendi yararlarını her zaman için maksimum düzeyde sağlama çabasi araması ve bu çabanin da bireysel mülkiyet kavramı etrafında örgütleniyor olması kişi-çevre ilişkisinin temelini meydana getirmiştir (Köker 1995:41-42). Taylor’a göre “çevremizdeki varlıklar varoluş zincirindeki konumlarının getirdiği önemi kaybettiklerinde bizim tasarılarımız için hammadde ya da araç olarak görülmeye açıktırlar” (Taylor 1995:13). Bu durumda doğa, insan eliyle daha hızlı ve geri dönülmez bir biçimde tahakküm altına alınmaya başlanmıştır demektir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki küresel ısınma ve çevre bilinci üzerine bugün hükümetler ve bireyler düzeyinde bilinçlenme oranı gittikçe daha ileri boyutlarda artış göstermektedir. Giddens’a (1998:163) göre eğer teknolojinin belirleyiciliğindeki çevrenin daha üst boyutlardaki zararlarından kaçınmak gerekiyorsa, öncelikli olarak bilimin ve teknolojinin mantığına karşi çikmak gerekir, tek başina onun getirdiği dış etkilere değil. İnsancıllaştırılan teknoloji ve çevre ile insan arasındaki araçsal ilişki günümüzde gittikçe daha fazla etiksel boyut içermeye başlayacaktır. Buna paralel olarak da küreselleşen ekolojik sorunların ele alınışı artık gezegensel düzeyden yoksun olarak işlemeye başlayacak gibi görünmektedir. Ancak bu yolla ekolojik dengenin korunması küresel ölçekte mevcut olabilir. Çevrenin korunması yönünde birçok yöntemin varlığından bahseden düşünürler kapitalist üretim tarzının olumsuz etkilerini, doğayı korumak ve kullanılan doğal kaynakları yeniden restore etmek için harcama yapmak gerekliliğini savunurlar. Ancak bu yolla çevre tahribatının önüne daha başarılı olarak geçileceği düşünülmektedir.

70 Sivas Cavusbasili

Page 71: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

DÜNYA 2010 Dünya hak ihlalleri raporu sunum bölümü

Küresel güçlerin dünyaya büyük zararlar vieren uygulamalarıyla dolu bir yılı daha geride bıraktık. Her geçen yıl, yaşanan ihlallerin arttığına ve giderek daha tehlikeli boyutlara ulaştığına şahit oluyoruz.Hak ihlallerinin artması kadar, belki daha datehlikeli olan; insan hakları ihlallerinin savaş bölgelerinde yaşananlardan ve özgürlük alanlarına dair kimi hukukdışı uygulamalardan ibaret olarakalgılanması. Bugün hak ihlallerine dair zihinlerde yerleşen bu algının da, aslında başlıbaşina bir ihlal olduğu söylenebilir. Bu projeksiyonun doğal birsonucu olarak, insan yaşamını ilgilendiren hemen her alanda gerçekleşen ve tahrip gücü çok daha yüksek ihlaller gereğince tartışılmıyor ve bu alanlarlailgili bir mücadele biçimi geliştirilmiyor. Siyasetten ekonomiye, sağlıktan eğitime, medyadan kültür-sanata uzanan bu ihlal dalgasının neuere mâlolduğunu tesbit edebilmek için öncelikle sözkonusu alanlarda yaşananlara bu perspektiftenbakmak ve olayların arkasındaki nedenleri irdelemek gerekiyor.

Ekonomide borsa, döviz kurları ve diğer parasal işlemlerle her gün milyarlarca Dolar’lık vurgunlar hem dünyanın gözü önünde yapılıyor, hem de bir ihlal olarak algılanmıyor. Öte yandan uluslararası uluslararası şirketlerin kâr hırslarının neden olduğu ihlaller dalgası da, çoğu zaman gözlerden kaçıyor.

Sağlık alanında -özellikle ilaç sektöründekorku politikaları üzerinden sürdürülen rant ulke ekonomilerini bile katlayacak seviyelere ulaşabiliyor.Bunun en yakın örneğine, Domuz Gribi kandırmacasında şahit olduk. Dev ilaç şirketlerinin uluslararası sağlık kuruluşları ile koordineli bir şekilde sürdürdüğü kampanya ile dünyanın dört bir tarafında insanlar teyakkuza sevkedilirken,resmi ağızlar kanalıyla meşrulaştırılan aşilama çalışmaları şirketlere milyarlarca Dolar’lık rantsağladı.Medya aracılığıyla suni gündemlerle oyalanan toplumlar, asıl gündem olması gereken ihlallerin çok uzağında kalıyor. Böylece dünya gündemini maniple eden küresel güçler, planlarını uygulamak için uygun ortamı da sağlamış oluyorlar. Dünyanın gündemine bomba gibi düşen WikiLeaks belgeleri de küresel güçlerin son yıllardaki ihlalleri içinbenzer bir rol üstlendi. Çoktan deşifre edilmiş birçok olayın, sır gerçeklerin ifşası gibi sunulduğu süreçte, dünyanın dört bir tarafından devam eden ihlallerin hiçbiri maalesef konuşulmuyordu.Siyaset ve hukuk alanında yaşanan gelişmelere bakıldığında; devletler arası ilişkilerin ve uluslararası kurum ve kuruluşların uygulamalarının, küresel güçlerin isteği doğrultusunda şekillendiği, bu kritere uymayan gelişmelere anında müdahaleedilerek yeni bir linç girişiminin başlatıldığı görülüyor.2010 yılında İran’ın nükleer faaliyetleri,ABD’nin NATO aracılığıyla hayata geçirmeye çalıştığı füze savunma projesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir hakkındaki tutuklama kararı bu senaryoların sahneye konulduğu örnekler olarak kayıtlara geçti.Kültür-Sanat dünyasına baktığımızda, özellikle Hollywood endüstrisinin ve uluslararası Festival ve ödüllerin, hegemon güçlerin dünya üzerinde yürüttükleri siyaset tarzına meşruiyet kazandırmak ve yaşanan ihlallerin toplumlar nezdinde normalleşmesine katkı sağlamak gibi bir misyonu yüklendiğine şahit oluyoruz. Ödül alan yapımların temel mesajları ve ödül komitelerinin yaklaşimları fazla söze gerek bırakmıyor. Eğitim alanında sürdürülen faaliyetler, geleceknesillerin yetişmesi ve bilimin gelişmesine dair temel kaygıların bir kenara bırakılıp, eğitimin ticari bir faaliyet alanına dönüşmesine neden oluyor.Ekoloji uluslararası şirketlerin uygulamaları ile büyük zarar görüyor. 2010 yılı dünya tarihinin en büyük çevre felaketine sebep oldu. Meksika Körfezi’nde gerçekleşen petrol faciasıyla, uluslararası şirketlerin kâr hırslarının nelere yol açabileceğininçok acı biçimde tecrübe edilmiş oldu.Savaş algısı küresel güçler tarafından köklü bir manipülasyona uğramış bulunuyor. Dünyanın dört bir yanında yürütülen işgaller, kamuoyuna kimi zaman askeri müdahale, kimi zaman da savaş olarak yansıtılıyor. Toprakları işgale uğrayan, canlarını,mallarını ve ailelerini korumak zorunda kalan insanlar, savaşan teröristler olarak gösteriliyor. Yine küresel güçlerin yüzyıllar boyunca sürdürdükleri sömürü politikalarının bir sonucu olan içsavaşlar, özellikle Afrika kıtasında, silah devleritarafından servis edilen silahlarla sürdürülüyor.Tarih ve Toplumu ilgilendiren alanlarda yaşananlar da kapsamlı bir ihlal listesini işaret ediyor. Tarihte yaşanmış olaylar, dünya siyasetinde bir baskı aracı olarak kullanılıyor. Yüzyıllar boyunca dünya üzerinde gerçekleştirdikleri sömürge vesoykırımların üstünü örtmeye çalışan küresel güçler, farklı iki ülke arasında yaşanan tarihi hadiselere müdahale ederek bir anlamda hedef saptırıyorlar.Toplumu ayakta tutan aile kurumunun, temel ahlaki değerlerin ve toplumu ayakta tutan diğer yapıların; özellikle göç/şehirleşme ile başlayan süreçte her geçen yıl biraz daha zayıfladığına ve buk durumun yaşamın her alanına yansıyacak köklüproblemlere zemin hazırladığına şahit oluyoruz. Bugün televizyon, internet gibi medya kanallarıyla korkutucu boyutlara ulaşan bu dejenerasyonun, toplumların, dünyada olup-bitenler karşisında ilgisiz kalmasına yol açtığı düşünüldüğünde, sürecin kimlerin ekmeğine yağ sürdüğünü görmek de zor değil. Bütün bu olup bitenler karşisında sivil inisiyatiflere düşen; toplumu bilgilendirmek ve etkin bir mücadelenin zeminini hazırlamaktır. Bunun gerçekleşebilmesi için; dünya üzerinde oynanan oyunları seyreden değil; önce oyunu çözen, sonra da oyuna müdahale eden bir yaklaşim biçiminin benimsenmesi gerekiyor. Sivil inisiyatiflerin bu noktada karşi karşiya olduğu bir sorun da; küresel aktörlerin bu alanda da oldukça etkin çalışmalar yürütüyor olması. Küresel güçlerin planları doğrultusunda hareketeden ve yanlış uygulamaların meşruiyet zeminini oluşturan, gündem saptıran, olayları manüpile eden pek çok uluslararası yapının, dünyanın dört bir yanında toplumları ve sivil yapılanmaları ciddi şekilde etkilediği pek çok farklı örnekte görülüyor.Biz UHİM olarak, oynanan bu oyunun deşifre edilmesi ve etkin, sivil bir mücadele alanının oluşması için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu kaygılarla hazırladığımız elinizdeki çalışmanın, sözkonusu alana yeni bir soluk getireceğine ve buk alanda sürdürülen diğer çalışmalara katkı sağlayacağına inanıyoruz.Ayhan KÜÇÜKOcak 2011 / İstanbul Sivas Cavusbasili 71

Page 72: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

DÜNYA

Oscar Wılde

Tarihe borçlu olduğumuz görev,onu yeniden yazmaktır (Makale)

Klasik bir söylemle anlatmak gerekirse,seksenli yıllar boyunca soğuk savaştan “kapitalizmin” galip çiktigi naraları eşliğinde her karşi çikisin nafile olduğu ve neo-liberalizmin Batı’nın aşilmaz ufku olduğu yanılsaması egemendi.Devrimci kuşaklara vaat edilmiş “gelecek güzel günler”e,özgür ve eşit bir siyasal tahayyüle artık kimse inanmıyordu.Daha birkaç yıl öncesine kadar “kapitalizm” terimini kullanma riskini göze alan ya da neo-liberalizmi tartışma konusu etmeye kalkışan kişi dinozorların sonuncusu,hatta herhangi bir totalitarizmin karanlık ajanı olarak görülüyordu.Devrimi beklemek,bir nevi“Godot”u beklemekti.Haklı olduğuna hükmedilmiş davaların bekçileri ortalıktan kaybolmuştu.Kendi kendilerini öncü devrimci ilan edenler açısından “küçük kızıl kitap” formatındaki politika kendiliğinden bir tükenişe varmıştı.Çogu muhalif insan için toplumsal değişim fikri devletin tepesindeki bir erk değişimi olarak adeta kanıksanmış durumdaydı.“Keza isyanları ya da devrimleri yüzyıllardan beri iktidarı ele geçirme teşebbüsleri olarak kabul ediyorduk,sanki yeni toplumları imal etme makinesi buymuş gibi gelmekteydi”.Klasik örgütlenme modelleri,devletçi sosyalizmin yıkılmaz görünen kaleleri iskambilden şatolar misali birbiri ardına yıkılıyordu.Artık partiler kurulmuyor,liderler reddediliyor,hiçbir politik metin kutsal kitap hizmeti göremiyordu.Focault’a göre:“Vaatlerini yerine getirmeye muktedir yeni bir devrimci siyasi kültürün doğması”ancak 1989 sonrasında mümkün hale gelecekti.1980’ler radikal siyasetler açısından “olmayan yıllar” makamında sürerken,kapitalizm cephesinde “imparatorluk” dönemi olarak adlandırılan yeni bir yönetim ve egemenlik biçiminin doğuş yılları demekti.Ekonomik ve kültürel değişimlerin karşi konulamaz ve geri döndürülemez şekilde küreselleştiği, merkezsizleşmiş ve bölgesizleşmiş bir “imparatorluk” çagina girmiştik. Kapitalist dünya sistemindeki değişim,“fabrika üzerine kurulu bir hayattan,toplumun fabrikaya dönüştüğü bir hayata” geçmesi şeklinde de özetlenebilinir. Bütün toplumsal ilişkilerin fabrikaya dönüştüğü, sanayi işçisinin yerini “toplumsal işçi”nin aldığı bu dönemde,ne emek-sermaye çatismasi fabrikanın dar duvarları arasına hapsedilebilinir ne de belli bir sınıfsal özneye sınıfsal öncülük ya da merkezi bir konum atfedilebilinir.Sermayenin merkezsiz bir eğilim şeklinde işleyen sınıflaştırma ilişkisine direnen bunu reddeden bütün öznellikler sınıfsızlaşma politikasının bir bileşenidir artık.Bio-iktidar,kamusal alanda gerçekleşen hukuksal egemenlik paradigmalarından farklı olarak,yaşamın tamamı üzerinde tesis edilen iktidardır.Toplumsal hayatı, onu izleyerek,özümleyerek ve yeniden eklemleyerek,içeriden düzenler.Bio-iktidar durumunda iktidar için mesele,bizzat hayatın üretimi ve yeniden üretimidir.Yeni iktidar biçimi olan bio-iktidar sürecinde toplumsal yaşamın içkin bir biçimde üretimi ve yeniden üretimi sağlanır.Bio-iktidar yapısı içinde sömürülen artık ne yalnızca işçi,ne yalnızca bir azınlık grubu ne de yalnızca herhangi bir birimdir.Burada sömürülen yaşamın kendisi ve tamamıdır.Sömürü sadece fabrika ve işyerini değil,yaşam tarzları ve özgürlesme arzularını da kuşatmaktadır.Toplumsal yaşam artık iktidarın bir nesnesi konumuna gelmiştir.Bu iktidarın en önemli işlevi hayatı tüm yönleri ile kuşatmak iken,asli görevi de hayatı yönetmektir. Dolaysıyla biyo-iktidar,insanların bilincinin ve bedenlerinin yani tüm toplumsal ilişki ve yaşantıların derinliklerine işleyen bir kontrol mekanizması olarak kendini göstermektedir.Bu yeni iktidar yalnızca itaat ya da itaatsizlik gibi biçimsel politik alanla değil,tüm hayat,ölüm,servet ve yoksulluk üretimi,toplumsal yeniden üretim gibi bütün alanları kapsamaktadır.Artık iktidar ve sömürünün bir merkezi yokken,iktidar ve sömürü her yerdedir.Denetim toplumu,disiplin toplumunun baskıcı aygıtlarıyla (okul,ordu,hastane,hapishane) bireyi zapturapt altına almaktan çok,tüketim, arzu, bedenin sağlığı,ölüm, boş zaman gibi alanları yapılandıran,kapsayan,gözetleyen bir biyo-politik iktidar biçiminde işlemektedir.Yani iktidar,toplumu ve bireyi kapatmaktan çok,arzularıyla denetlenecek bir özgürlük tekniklerine tabi tutmaktadır. Denetim toplumunda,yine Foucault’un vurguladığı gibi,insanların hayatlarının en ince ayrıntılarını ve tüm nüfusu idare etmeye yarayan çok geniş düzenlemeler ve araçlar dizisi hâkimdir.İktidar,kodlanmış,önceden belirlenmiş tercih ve arzuları,özgür kişiliğin bir ölçütü veya öznelesme olarak sunmakta ve söylemleştirmektedir.Denetim toplumunda,“bireyin bütün isteklerinin düzen içine dâhil edilmesiyle oluşan “özgürlükler” dâhilinde yapılandırılır.İşte bu bakış,dışarının içeriye dâhil edilmesi dediğimiz merkezin yersiz yurtsuzlaştırılması olan bio-politik iktidarın mekanik varlığıdır.Tam umutlar yitirildiği sanıldığı an işte bu tükenmiş gökyüzünün altında yeni bir karşi çikis doğuyordu, beklenmedik bir isyan tufanı tüm dünyayı sarsacaktı.Latin Amerika’da,Avrupa’da,ABD ya da Kuzey Afrika’da aynı zamanda ve birbirlerine akraba biçimlerde,koordinasyonsuz,anti-kapitalist bir yönelimle ancak tek bir görüşe dayanmayan hareketler olarak doğuyordu. 68’in verdiği ilhamla,bilhassa Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve 90’ların sonunda ortaya çikan yeni toplumsal hareketler, mutlak egemenliğini ilan etmiş küresel kapitalizmin mağdur ettiği ancak belli bir kimliğe indirgenemeyecek çesitlilikteki kesimleri ifade eden bir kavram olarak literatürümüze girdi.Bu “yeni radikal” hareketler ne önceden tarif edilmiş toplum modellerine göre hareket ediyorlardı,ne de iktidarı fethe çikmis bir partinin direktifleriyle. Bu yeni radikalliğin doğuşu, sembolik olarak,1 Ocak 1994’te Chipas’ta Zapatist hareketin doğuşu tarihidir.Zapatist hareket,“yerel bazlı küreselleşme” siyasetinin kilit aktörü kabul edilir. Toplumsal bir hareket olarak Zapatistalar, eylemlerinin yapıcı içeriği, kendi kendini dönüştürmeye yönelik etik projeleri, muktedir olmanın daima yeni yollarını aramaları, otonomi ve özyönetim pratiklerinden doğan eylem özgürlükleriyle, radikallerin yeni moral ve model kaynağı olmuştur. Dönüştürücü eylemin yeri ve zamanı olarak burada ve şimdi’yi seçen Zapatistalar, yerel yönelimlerini korurken dünyanın dört bir yanında birçok kişiye de politik enerji vermişlerdir. İsyanın kolektif kimliğini, özgürlük ilkelerini ve ahlaki dayanışmasını daha etkili bir şekilde görünür kılmak için kendi yüzlerini bir maskenin ardına gizleyen bir harekettir. Muhataplarının kalplerine ve ruhlarına büyülü bir şiirsel dille seslenen Zapatistalar, donmuş politik modellerden, soyut tarihsel kurgulardan bir “kaçış çizgisi”dir. Marcos, tarihe ve siyasete davetsizce dalıvermişti.Geçmişteki devrimci liderlerden farklı olarak bir azize dönüşmek yerine mağdurların sözcüsü (temsilcisi değil) olmayı yeğlemişti.Komutan yardımcısı Marcos,üniformali devrimcilerin narsizminden,haklı dava şehitlerinden ve şiddeti adeta bir amaç haline getiren klasik sol hareketlerden kopuşlarını şu sözlerle dile getirmektedir: “Zapatizm toplumsal bir harekettir ve silahlı isyan hareketleri örneginde,kazanan ya da kaybeden değil,ayak direyen olmak gerekir.Bugün önemli olan şey, çatismaya bir çözüm bulmaktır ve biz herkesten şunu istiyoruz: Kaybetmemize yardım edin.Biz bu ülkeye yeni bir istiklal marşi vermek istemiyoruz,ezbere bildiğimiz bozgunlar listesine eklenecek yeni bir ketlenmiş kahraman daha vermek istemiyoruz.Bu anlamda artık ölüme eğilim duymuyoruz.Bir asker (bende onlardan biriyim) kesinlikle saçma ve irrasyonel biridir, çünkü ikna etmek için silaha sarılma imkânı vardır.Sonuçta bir asker emir verdiğinde bunu yapar: Silahların gücüyle ikna eder.Bu nedenle bizce,bizde dâhil,askerler asla yönetmemelidir,çünkü kendi fikirlerine değer kazandırmak için silaha başvuranların fikri kıttır.Bizce silahlı hareketler,her ne kadar devrimci olsalar da,esasen keyfi hareketlerdir.Her koşulda, silahlı hareketlerin yapması gereken şey sorunu ortaya koymak,sonra da bir kenara çekilmektir”.

72

Page 73: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Zapatistalar başka hareketlerle bağlantıları olan 1990’lardaki yerli hareketlerden birisiydi.Hareketin bel kemiğini,kent yoksulları,topraksız köylüler,kadınlar,1968 ögrenci hareketinden geriye kalan Maoist gruplar ve Piskopos Samuel Ruiz’in kurtuluş teolojisi etrafında örgütlenenler

oluşturmaktadır.Ütopyalar çaginin belki de son çigligi olan Zapatist hareketi özgün kılan siyasal yenilikler; “hükmederken itaat etmek”, “ağır adım yürümek”, “siyasal iktidarı amaçlamamak” ve her topluğun ve kimliğin kendi otonomunu oluşturması için gerekli ekonomik ve siyasal koşulları yaratmaktır. Hareketin amacı 1994’te yayınlanan bildiride:“Bu devrim,yeni bir sınıfın,bir sınıfın hizbinin ya da bir grubun iktidarıyla sonuçlanmayacak. Politik mücadele için özgür ve demokratik bir alan yaratacak” şeklinde ortaya konmaktaydı.Subcomandante Marcos’a göre “bu demokratik alan tarihsel olarak birbirinden ayrılmaz üç temel öncüle dayanıyor: Demokratik biçimde hangi sosyal projenin baskın çikacagini belirleme hakkı,herhangi bir projeyi destekleme özgürlügü ve her projenin adaleti hedeflemesi zorunluluğu” şeklinde tanımlanmakta ve hayat bulması için kızıl devrim şafağını beklemeden kurucu bir politikaya dönüştürmektir.Ardından 1999'da Seattle’de daha sonra Prag,Cenova ve Brüksel’de kapitalizm ve iktidar karşitı binlerce kişi Zapataların ateşlediği isyan dalgasına ciddi bir karşilık verdi.2001'de Brezilya’nın Porto Alegre kentinde toplanan ve on binlerin katıldığı Dünya Sosyal Forumu “Başka bir dünya mümkün!” sloganının tüm dünyada bulduğu yankının ifadesiydi.Şimdi dünyanın her yanındaki sosyal forumlarda ve sokak gösterilerinde Anarşistlerin,Savaş Karşitlarının,Kâğıtsızların,Troçkistlerin, Topraksızların, Ögrencilerin, Ekolojistlerin, Göçmenlerin, Kadın ve Eşcinsel hareketlerinin oluşturduğu bu gökkuşağını andıran muhalefet örneklerini görmek mümkün.Seattle eylemi küresel özelligi ve yarattığı etkiler dolaysıyla antikapitalist direnişin simgesine dönüştü.İnsanlar “Seattle ruhu”ndan ve “Seattle nesli”nden bahsetmeye başladı.Neoliberal kapitalizm küresel bir sistem olarak,kendisine yönelen direncinde küresel olmasını sağladı.Hareketin biçimi ve örgütlenme tarzı beklenmedik nitelikteydi.Merkezi olmayan fakat düzenli ve etkili bir biçimde hareket etme kabiliyetine sahip bir eylem organizasyonu olmuştu.Seattle eylemlerinde dikkat çeken farklılıklardan biride sokak eylemlerini kutlamaya,karnavala dönüştürerek,protestoları teatral bir niteliğe bürüyerek doğrudan eylem konusunda yeni bir anlayış getirmişti.Her yerde,sokak başlarında kuklalar,hokkabazlar,palyaçolar,dansçılar ve müzik yapan insanlar vardı.Dahası başka bir dünya mümkün şiarıyla ortaya cıkanlar eskilerden daha eğlenceli ve pratikte daha istekli insanlardı.Seattle Savaşi”ndan sonra Batı dünyasını etkilemiş olan anti-kapitalist küreselleşme karşitı eylemler pek çok kişiye 1960’lardaki asi gençlik ruhunun geri döndüğünü düşündürttü.2000 yılı Eylül ayında,Avrupa’nın dört bir yanından on bin göstericinin,Uluslar arası Para Fonu ve Dünya Bankası toplantısını engellemek üzere Prag’da toplandığı olayla birlikte hareket yeni bir safhaya girdi.Prag,şirket küreselleşmesine karşi hareketin gerçekten uluslar arası ve küresel bir nitelik kazandığı yer oldu.Küreselleşme karşitı hareket aynı zamanda enternasyonalist olduğunu da gösterdi.“Seattle’da kapitalizm karşitı bir ruh ve tutum galip gelmişse Prag için çok daha kesin biçimde formüle edilmiş kapitalizm karşitı bir mesaj verildiğini söylemek elbette mümkündür.Burada,siyasi kültürler arasındaki fark kendisini hissettiriyordu,Avrupa çok daha güçlü bir sosyalist geleneğe sahipti”.2000 ve 2001 yıllarında gerçekleştirilen Avrupa eylemleri Cenova’daki olaylarla doruğa ulaştı.Cenova’da bulunan eylemcilerin büyük çogunlugu İtalyan’dı ama yedek kuvvetleri oluşturanlar Fransa, Yunanistan, Britanya, ispanya ve Almanya’dan geliyordu.Cenova’daki zirve Avrupa standartlarına göre,eşi benzeri görülmemiş bir şiddet olayına dönüştü. “Büyük sekizler” zirveden istediklerini alamadı. Bütün ilgi toplantıya değil, yalnızca sokak çatismalarina yönelmişti. Cenova’daki çatisma aynı zamanda sokak protestosunun sınırlarını da gösterdi. Şiddet kültürü aktivistler arasında yoğun bir tartışma konusu haline geldi ve kimi politik grupların şiddet eylemlerine yönelik keskin eleştirileri, politik ayrışmalar hareketin zamanla kitlesel gücünü zayıflatan bir etken oldu.Oysa göstericilere devrimin şiddet açısından tutumlu olması gerektiği sözünü hatırlama zamanıydı.Peki, bu sosyal hareketlerin temel özellikleri nelerdir onları eski siyasal hareketlerden hangi özellikler ayırmaktadır? Kapitalizmin ilk dönemlerinde belli ekonomik ve siyasal çikarlar üzerinden örgütlenen belli bir sosyal sınıfa dayanan, devrim yaparak iktidarı ele geçirmek için merkezi şekilde örgütlenmis işçi sınıfı hareketlerine eski hareketler denmektedir. “Bu hareketin içindeki işçiler, birer aktörden ziyade tarihsel bir zorunluluğu yerine getirmek için mücadele eden figürlerdir”. Oysa yeni sosyal hareketler direniş hareketleridir,hedef iktidarı ele geçirmek değil siyasal özneleri hareketlendirmektir.Günümüz hareketleri kendilerini devlet gücünü kontrol etme fikrinden ayrıştırdıkları ve sivil ilişkileri dönüştürmeyi amaçladıkları için yenidir.Modern siyasal hareketler toplumsal,politik ve ekonomik alanı modern öncesi bir cemaat anlayışı içinde eritmeyi amaçlarken,yeni sosyal hareketler toplumun yapısal farklılaşmasını ve özerkligi savunmakta ve stratejik olmayan hareket için alan açmaktadır.Bir başka deyişle,bu olgu” kendini sınırlayan radikalizm” olarak adlandırılabilir.Kurumsallaşma,toplumsal hareketi zayıflatan bir unsur olarak görülür.Bu tarz hareketlere gerekli örgütlenme tipi gerçekte esnek,hızla vakit kaybetmeksizin uyum yeteneğine sahip,otoriter ve hiyerarşik olmayan yapılanmalardır.Geleneksel bürokratik ve hiyerarşik örgütlere şüpheyle bakılır.Politik özneler,partilerle veya sendikalarla değil,hareketin hedefleri doğrultusunda kamuoyu ve medya desteği sağlamaya çalisan profesyonel sosyal hareket örgütleri ile mobilize olmaktadırlar.Eski hareketlerin “büyük liderler” eşliğinde merkezi örgütlenmeleriyle karşilaştırıldığında,yeni sosyal hareketler esnek ve adem-i merkeziyetçidir.Örgüte katılım bireyin iradesi dâhilindedir ve kararlar müzakere yoluyla alınır.Bu hareketler tek bir konuya bağlı birçok yan konu etrafında organize olmaktadırlar.Girişimler genelde yerel konular etrafında biçimlenmektedir.Fakat bu yerellik,ilişki ağları (gazete,yerel radyo,artık daha yaygın kullanılan internet vs.)ile birbirine bağlanabilmektedir.Bu nedenle yeni sosyal hareketlere örgüt tanımlamasından çok sosyal network tanımlaması da yapılmaktadır.Birçok harekete katılan aktivistler bu durumu şöyle ifade eder ;“Biz bir hareketiz çünkü biz hareket ediyoruz”.Yeni sosyal hareketlerin toplumsal tabanını oluşturan öznelerin sınıfsal profili de farklılık arz etmektedir.Eski sosyal hareketler ekonomik olarak tanımlanan sınıf tabanına sahip iken,yeni hareketlerin toplumsal tabanı farklı sınıflardan oluşmaktadır.Eski hareketlerin öncüleri,işçileri ve orta sınıfı mobilize ederken,yeni sosyal hareketler,yeni orta sınıftan (genç nesil ve yüksek eğitim düzeyli gruplar) destek bulmaktadır.Bu yeni “orta sınıf radikalleri” daha genel hedeflere sahip ve sınıf farkındalığına sahip bir gruptur.Yeni hareketlerin toplumsal temelini yeni bir orta sınıfla açıklayan tezlere karşi,bu hareketlerin tabanının sınıfsal terimlerle açıklanamayacağını ileri süren görüşlerde vardır.Zira çatisma ve talepler tek bir sınıftan değil,farklı sınıflardan ve “sınıf olmayanlardan” gelen değişik unsurların toplumsal ittifakı sayesinde sahneye konmaktadır.Ayrıca kolektif hareketi tanımlayan grup kimliklerinin,artık sınıf kavramından statü,ırk,toplumsal cinsiyet ve millete kaydığı da ileri sürülmektedir.“Kişisel olan politiktir” sözü doğrultusunda modern hayatın dışladığı tüm kimliklerin kendi farklılığını görünür kılma,haklar alanını genişletme ve alternatif bir yaşam alanı inşa etme politikası yeni hareketlerin temel yönelimlerinden birini oluşturmaktadır.Yeni radikal ve aktivistlere göre,artık kapitalizm “Büyük Birader” değildir;her birimizde cisimleşmiş bir anlamsız değerler sistemidir.Kapitalizm tarihsel bir sıçrayış değil,bir uygarlık biçimidir,hepimizin parçası olduğu düşüncenin, kültürün, yaşamın uzun güzergâhıdır. Yeni direniş özneleri bu bağlamda, sistemi değil, sistem içindeki yerlerini sorgulmaktadırlar.Hazır bir düşünme olmaktan çok bir duygu,şekillenmiş bir eleştiriden çok bir “ikrah” dalgası.“Direnmek yaratmaktır” diyordu filozof Gilles Deleuze;yani,“olmasını gereken”i bir yana bırakıp “yapılması gereken”e geçişi sağlayan sayısız deneyim geliştirmek.Özetle yeni direniş politikası bir “şimdiki zaman” politikasıdır.“Artık soru,tehlike altındaki hayat tarzlarının nasıl savunulacağı ya da yeni tarzlarının pratiğe nasıl aktarılacağıdır.Kısacası yeni çatismalar bölüşüm probleminden kaynaklanmamakta,hayatın grameri konusunda yoğunlaşmaktadır”.Son olarak söylemek gerekirse,artık günümüzün radikalizmi kapitalizmin ötesinde yer almaktadır,sadece kapitalizmle çatisma içinde değil.

73 Sivas Cavusbasili

Page 74: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Anne ve Cocuk Sagligi

Anne Sütünü Artırıcı Bitkisel Kürler (Galactagogue) Herbal galactagogue Kürleri Uygulamadan Önce Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar

• Hamile bayanların, bebeklerini emziren annelerin mevsiminin dışında yetişen

• hormonlu ve ebter tohumlu sebzeleri tüketmemelerini özellikle belirtmek isterim.

2) Oniki yaş altı çocuklarm herhangi bir kürü hekimlerine danışmadanuygulamalarını kesinlikle önermiyorum.3) Aksi belirtilmedikçe aynı anda birden fazla kür uygulanmamalıdır. Herhangibir kürün uygulama süresi tamamlanmadan da başka bir bitki çayı ( yeşil çay,papatya, ıhlamur, adaçayı, gibi...) içilmemelidir.4) Tüm kürlerin çelik veya emaye kaplarda hazırlanması gerekmektedir5) Kullanacağınız bitkinin raf ömrünün bir yılı geçmemiş olmasına dikkatediniz. Aşağıda birbirlerinden farklı birkaç tane kür önermiş bulunuyorum. Bu

kürierin tamamı anne sütünü artıncı etkiye sahiptir. Özellikle, incir-havuç kürüve taze beyaz dut oldukça güçlü bir galactagoguedur (anne sütünü artırıcı).Bebeklerini emziren annelere öncelikle incir-havuç kürünü uygulamalarını öneririm.

Taze beyaz üzüm Dereotu İncir (taze veya kurutulmuş) incir-havuç Taze beyaz dut Haşlanmış taze beyaz dut kurusu

Bunların dışında diğer yardımcı kürlerse şunlardır:

Anason-Kereviz- Taze kereviz yapraklan-Bal kabağı

Çilek,Kıvırcık salata-Sumak-Rezene çayı-TereKür 1: Günde iki porsiyon taze beyaz üzüm tüketmek anne sütünü artırıcıdır.Kür 2: Sabah-akşam yemeklerden önce tüketeceğiniz dereotu sütünüzün artmasınısağlayacaktır.Kür 3: Anne sütünü artırmak için haşlanmış kuru incir suyu da içebilirsiniz.Sekiz-dokuz adet kuru inciri yarım litre klorsuz suda en fazla on dakikahaşlayınız, ikiye böldüğünüz suyu sabah-akşam olmak üzere günde iki keretüketiniz.Kür 4:Yarım litre kaynamakta olan klorsuz suyun içerisine sekiz - dokuz adetkuru inciri ikiye bölüp atınız. Ağzı kapalı olarak kısık ateşte beş dakikakaynatınız.. Beşinci dakikadan sonra içerisine bir adet havucu dilimleyip ağzıkapalı olarak kısık ateşte üç dakika daha kaynatınız. Ilıyınca süzünüz. Yirmibirgün boyunca öğleden önce ve öğleden sonra aç veya tok karnına birer su bardağıiçiniz.Not 1: Anne sütü artırıcı kürlerden bir diğeri de beyaz dut kurusu kürüdür.( bakınız: Beyaz dut kurusu)Not 2: Bu kürler aynı anda uygulanmaz. Incir-havuç kürü hariç, uygulama süresibir haftadır. Bir haftanın sonunda uygulama bırakılır. Bir hafta uyguladığınızherhangi bir kürden sonra tekrarlama ihtiyacı duyarsanız bu defa başkabir kürü uygulamanızda bir sakınca yoktur, örneğin, bir hafta taze beyaz üzüm kürüuygulayıp bıraktınız. Daha sonraki bir dönemde yine bir hafta olmak üzeredereotu veya kuru incir kürünü uygulayabilirsiniz.Not; Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayıbir destekleyici olarak kullanınız. Öncelikle, bilmeniz gereken kullanacağınızbitkiye karşi alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünüalınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikâyetiniz ne olursa olsun, bukitaptaki bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız. Bu kitabıniçindeki bilgilerin kesinlikle bir hastalığı teşhis amacı yoktur

74

Page 75: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Anne Sütünü Azaltan Bitkiler (Galactofuge)Kürleri Uygulamadan Önce Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar1) Emziren annelerin erken dönemde azalmasının en önemli nedenlerişunlardır:NaneMaydanozNişasta unu

Şeker kamışıArarotArpa ve arpa unundan yapılmış besinlerŞalgamMısırSalamurası yapılmış besinlerAşirı tuz tüketimiTurşusu yapılmış besinlerSirke ve limon suyunun fazlaca kullanılması2)3)sütlerininAdaçayı hamile bayanların ve emziren anne adaylarının kesin olarak uzak durmasıgereken bir bitkidir. Tüp bebek veya aşilama yöntemi uygulanacak olan bayanlarınadaçayından uzak durmaları gerekir. Çocuk yapmaya karar vermiş olan eşleradaçayı tüketmemelidirler. Bu kural sadece kadınlar için değil, aynı zamandaerkekler için de geçerlidir. Adaçayı içme alışkanlığı olan erkeklerin spermsayıları azalır. Epilepsi hastalarının da kesin olarak adaçayından uzak durmasıgerekir.224) Hamile bayanların, bebek yapmayı düşünen kadınların, bebeklerini emzirenannelerin, bu dönemlerde nane tüketmemelerini öneririm.5) Anne sütünün azalmasının arkasında tiroidin normal çalışmaması yatabilir.Arka arkaya doğum yapmış kadınlarda sık görülen bir rahatsızlık da tiroid hormondengesizliğinin gelişmesidir. Emziren annelerin sütlerinin azalmasının sebebi,tiroid bezinin sağlıklı çalışmaması da olabilir. Mutlaka hekimlerine danışmalarıgerekir. Çünkü anne sütü üzerinden bebeğin alacağı iyot çok önemlidir. Bebeğinbeyin gelişimi iyota doğrudan bağlıdır. Unutmamalıdır ki, emziren annenin tiroidbezinin dengeli ve sağlıklı çalışması çok çok önemlidir, iyot, tiroid bezininsağlıklı çalışmasında birinci derecede önemlidir. Mutlaka hekiminize danışınız.6) Oniki yaş altı çocukların herhangi bir kürü hekimlerine danışmadanuygulamalarını kesinlikle önermiyorum.7) Aksi belirtilmedikçe aynı anda birden fazla kür uygulanmamalıdır. Herhangibir kürün uygulama süresi tamamlanmadan da başka bir bitki çayı ( yeşil çay,papatya, ıhlamur, adaçayı, gibi...) içilmemelidir.8) Tüm kürlerin çelik veya emaye kaplarda hazırlanması gerekmektedir.9) Kullanacağınız bitkinin raf ömrünün bir yılı geçmemiş olmasına dikkatediniz.Not: Hekiminizin verdiği ilaçlar varsa mutlaka kullanınız. Buradaki uygulamayıbir destekleyici olarak kullanınız, öncelikle, bilmeniz gereken kullanacağınızbitkiye karşi alerjinizin olup olmadığıdır. Bu konuda hekiminizin görüşünüalınız. Hekime gitmeden ve teşhis koydurmadan şikâyetiniz ne olursa olsun, bukitaptaki bilgilerle kendi kendinizi tedavi etmeye kalkışmayınız. Bu kitabıniçindeki bilgilerin kesinlikle bir hastalığı teşhis amacı yoktur

Prf,Dr.ibrahim Adnan Saraçoğlu _ Bitkisel Kürler Rehberinden

75 Sivas Cavusbasili

Page 76: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Şiddet ve Toplum

Şiddet kelime manası olarak, sahip olunan güç veya kudretin, yaralanma ve kayıpla sonlanan veya sonlanma olasılığı yüksek bir biçimde bir başka insana, kendine, bir gruba veya bir topluma karşı tehdit yoluyla ya da doğrudan uygulanmasıdır (WHO Consultation, 42 ). Günümüzde en çok görülen kişiler arası şiddet çeşitlerini genelde kadına yönelik şiddet, işyerinde şiddet ve çocuklara uygulanan şiddet olarak sıralamak mümkündür.

Günümüzde şiddetin boyutları çok vahim noktalara gelmiştir. Yaşadığımız yüzyılın başında meydana gelen ölümlerin %4’ünün nedeni intihar veya cinayettir. Bazı yapılan araştırmalara göre 1998 yılında yaralanmalara bağlı meydana gelen 5.8 milyon ölüm olayının 2.3 milyonu şiddete bağlıdır. Cinayet ve şiddet, tüm yaralanmaya bağlı ölümlerin %13’ünü, intiharlar %16’sını, savaşlara bağlı ölümler ise %10’unu oluşturmaktadır. (WHO Glabal Symposium, 38).

Kadına uygulanan şiddet, tarihin başından beri en çok rastlanan kişiler arası şiddet çeşitlerinden biridir. Kadına yönelik şiddet türleri ise kız bebeklerin öldürülmesi, kız çocuklarının cinsel istismarı, dövülmesi, çeyiz, başlık parası, namus cinayetleri, flörtte şiddet, evlilikte hırpalanma, dayak, tecavüz, ekonomik ve psikolojik baskı, işyerinde ve diğer kurumlarda cinsel ve psikolojik şiddet, kadın ticareti olarak sıralanabilir(Laurence, 225). Kadına yönelik şiddetin sebeplerine bakıldığında ise genelde benzer manzaralarla karşılaşılmaktadır. Yani, temel iç güdü olarak tanımlanan kadınlar üzerinde üstünlük sağlama, saldırganlık, kadınları düşmanca duygular içinde ve kavgacı duygular içinde değerlendirmektir (İlkkaracan, 98).

Ayrıca kadına uygulanan şiddetin kadın sağlığı açısından da çok büyük zararları vardır. Bu zararları ölümcül olmayan ve ölümcül olan şeklinde sıralayabiliriz. Mesela şiddetin ölümcül olmayan etkisi olarak, şiddete maruz kalan kadınlarda depresyon , korku, azalmış benlik, yeme problemleri, stres gibi sonuçları sıralayabiliriz. Kadına uygulanan şiddetin ölümcül sonuçlarını ise kadının intihar etmesi ,cinayete kurban gitmesi, olarak sıralayabiliriz(Subaşı, 58). Bütün yaşamı boyunca her 6 kadından birinin tecavüze uğradığı tahmin edilmektedir.( Üge, 24)

Kişiler arası şiddet çeşitlerinden biri de iş yerinde şiddettir. İş yerinde şiddet günümüzde karşılaşılan önemli problemlerinden biridir. İşyerinde şiddetle karşılaşan insanlarda ölümcül yaralanmalar, iş gücü kayıpları, maddi ve manevi zararlar görülmektedir. İşyerinde şiddet zaman , mekan ve kişiye göre de çeşitlilik göstermektedir. Yasemin Günay ve Makbule Özlem Akbay’ın çalışmaları sonucunda işyerinde şiddete maruz kalanların %90.7’sinin, uygulayanların da %98.5’nin erkek olduğu görülür. Ayrıca, işyerinde kişiler arası şiddetin en fazla yaz aylarında olduğunu(%37.2) ve en az olayın kış aylarında olduğunu bulmuşlardır. Bunu da insanların yaz yalarında daha çok etkileşim içinde olduğu sonucuna bağlamışladır. Kişiler arasında şiddetin bir çeşidi de çocuklar arasında görülen ve daha çok medyanın sebep olduğu yarının büyükleri olan çocuklar arası şiddettir. Günümüzün kara ve şiddet kutularının en büyük zarar verdiği kitle çocuklar ve gençlerdir. Çünkü özellikle çocukların ve yetişkinlerin televizyon seyretme amaçları farklıdır. Yetişkinler genelde eğlence amaçlı televizyon seyrederken, çocuklar öğrenme ve onu tanıma amaçlı seyrederler. Ayrıca korunması daha az olan çocuklar seyrettikleri bu TV programlarını olduğu gibi anlamaya çalışırlar ve bunlardan daha çok etkilenirler(Kaskun, 2). J.L Singer ve D.S. Singer televizyonun çocuklar üzerinde etkisi ile ilgili İngiltere’de yaptıkları bir araştırmada yatılı okulda kalan 13-16 yaş grubu çocuklar iki gruba ayrılmış.Birinci gruba 15 gün yalnızca komik ve sosyal programlar izlettirilmiş. İkinci gruba ise şiddet içeren filmler ve programlar gösterilmiş. Yapılan testler sonucunda birinci grupta hoşgörü, tartışma, iletişim ve gülme düzeyi; ikinci grupta ise sözel ve fiziksel saldırganlık düzeyinin yüksek olduğu saptanmış. Günlük hayatta görülen bazı olaylar, araştırmanın sonuçlarını doğrular biçimindedir: (Kaskun, 6) İngiltere’de iki buçuk yaşındaki James Bulger’i 11 yaşındaki iki çocuğun şiddet filmlerinin etkisinde kalarak öldürdüğü ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Türkiye’de de benzer olaylar vardır: Üsküdar’da televizyondan etkilenen 8 yaşındaki bir ilkokul öğrencisi kendini kravatla gardıroba astı. İşte bunlar gibi televizyon programlarından etkilenen özellikle çocuklar kendi aralarında şiddete hatta ölüme sebebiyet vermekteler. Sonuç olarak kişiler arasında gerçekleşen özellikle kadına karşı uygulanan şiddet, işyerinde görülen şiddet ve çocuklar arasında görülen şiddet olaylarının mutlaka toplumun sağlığı açısından ortadan kaldırılması gerekir. Günümüzde Türkiye’de ve diğer ülkelerde bu şiddet olaylarının ortadan kaldırılması için önlemler alınmaktadır. Bu önlemlerin yerine getirilebilmesi için öncelikle toplum eğitilmeli ve televizyon yöneticilerinin bütün yaşlardaki seyircilerin seyredebileceği şiddetten yoksun programlar hazırlamaları gerekir.

Sivas Cavusbasili

76

Page 77: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

KADIN

Kadın Şiddeti Hakeder Mi? Celal Bayar Üniversitesi Sağlık Yüksek Okulu öğretim görevlisi Emre Yanıkkerem ve Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksek Okulu öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Aynur Saruhan “kadına yönelik şiddet” konulu bir araştırma yaptılar. İzmir’de, 345 kadınla yapılan bu araştırma, özellikle aile içi şiddetin yaygın şiddet bir türü olduğuna işaret ediyor ve şiddete maruz kalan kadınların profilini değerlendirerek şiddetin önlenmesine yönelik çözüm önerileri de sunuyor. Araştırmanın çarpıcı sonuçlarından biri, kadınların yüzde 8’inin kadının bazı durumlarda “şiddeti hak ettiğini” düşünüyor olması.

Aile içi şiddet, kendini aile olarak tanımlamış bir grup içerisinde; zorlamak, aşağılamak, cezalandırmak, güç göstermek, öfke gerginlik boşaltmak amacı ile bir bireyden diğerine yöneltilen şiddet davranışı olarak tanımlanabilmektedir. Kadına yönelik aile içi şiddet, kavram olarak, kadının kişiliğinin erkek tarafından fiziksel güç kullanılarak ya da korkutularak yıldırılmasıdır. Ancak, kadına yönelik aile içi şiddet prevelansı bazı gruplarda daha fazla görülmektedir. Eşinden boşanmış veya ayrı yaşayan, evini terk eden kadınlar, ekonomik ve eğitim seviyesi düşük kadınlar ya da erkeğin kadının eğitim seviyesinden düşük olduğu ailelerde, çocukluk döneminde şiddete maruz kalan kadın ve erkekler, çocuk sayısı fazla olan aileler, alkol, ilaç bağımlısı erkeklerin eşleri, daha önceden şiddete uğramış ve şimdi gebe olan kadınlar, aşırı derecede kıskanç ve paylaşımsız erkeklerin eşleri, düşük gelirli, azınlık gruplara mensup, işsizlik sorunu olan ailelerde eşe yönelmiş şiddet daha sıklıkla görülmektedir.

Bu araştırma, İzmir İli Bornova Sağlık Grup Başkanlığına bağlı Evka 4 Sağlık Ocağı Bölgesinde 345 kadın ile yapılmıştır. Kadınların yüzde 42.03’ünün ilkokul mezunu ve büyük bir çoğunluğunun (yüzde 69.27) ev kadını olduğu saptanmıştır. Ailenin gelir durumu incelendiğinde, yüzde 43.48’i gelirlerinin giderlerinden az olduğunu ve yüzde 65.22’sinin herhangi bir sosyal güvenceye sahip olduğu saptanmıştır. Araştırmaya katılan kadınların, “kadın şiddeti hak eder mi?” sorusuna, yüzde 91.88’i hayır, kesinlikle hak etmiyor, yüzde 8.12’si ise bazı durumlarda kadın şiddeti hak eder yanıtını vermişlerdir. Kadınların yüzde 11.30’u çocukluklarında ana-babalarından “sık sık” dayak yediklerini belirtmişlerdir. Araştırmaya katılan kadınların yüzde 91.01’i gibi büyük bir çoğunluğu kadınların ekonomik destek yokluğu nedeni ile şiddet ortamında yaşamaya devam ettiklerini düşünmektedirler. Çocuklar için endişelenme, bir diğer nedendir. Bununla birlikte eşlerinden korktukları için kadınların şiddet ortamında yaşamaya devam ettiklerini söyleyen kadınların oranı da bir hayli yüksektir (yüzde 77.1) Kadınların yüzde 35.07’si eşleri tarafından dövülmekte ve yüzde 12.47’si fiziksel şiddet yüzünden yaralanmıştır. Araştırmamızda kadınların yüzde 19.23’ü gebelik döneminde eşleri tarafından fiziksel şiddete maruz kalmışlardır). Araştırmamızda kadının hakarete uğrama oranı yüzde 41.45’tir. Kadınların yüzde 60 gibi büyük bir çoğunluğu mülkiyet sahibi değildir, yatırımları eşinin üzerindedir. Erkeklerin yüzde 19.72’si ise, kadın hasta iken, sağlığı elverişli durumda olmadığı halde eşlerine cinsel ilişkide ısrar etmektedir. Eğitim seviyesi düşük kadınların daha ağır derecede şiddete uğradığı bulunmuştur. 15 yaşın altında evlenen kadınlar imam nikahlı olan kadınlar daha fazla şiddete maruz kalmaktadır. Eğitim seviyesi düşük erkekler daha fazla şiddet uygulamaktadır. Çocuk sayısı arttıkça şiddete maruziyet artmaktadır. Aile içi şiddetin çok önemli ve yaygın bir problem olduğu ülkemizde de yoğun olarak yaşandığı, bu araştırma ile de desteklenmektedir. Aileyi korumaya yönelik önlemler temel alınmalıdır. Aile büyüdükçe şiddet artmaktadır. Yeni evliliklerin mümkün olduğu ölçüde yeni bir mekanda kurulması teşvik edilebilir. Zorunluluk bulunmadığı hallerde ebeveynden ayrı bir mekanda yaşamaya başlamak sorunları azaltabilecektir. Çocuk sayısı fazla olan ailelerde aile içi şiddet de artmaktadır. Evlenecek çiftlere ve yeni evlilere, aile sağlığı ve aile planlaması yöntemleri konusunda daha iyi bilgi verilmesi yararlı olacaktır.

Bugünün anne babalarının geçmişteki dayak deneyimi, şiddeti bugüne taşımaktadır. Çocukların dövülmeden eğitilmesi önemlidir. Hamilelik döneminde de tüm faktörlerin yaşandığı görülmektedir. Hamilelik dönemindeki şiddet varlığı özel yasal durumlar olarak dikkate alınmalıdır. Birinci basamak sağlık çalışanlarına da büyük görevler düşmektedir. Şiddete maruz kalanların büyük bir bölümü yapacak fazla bir şey olmadığına inanmaktadır. Bu durum çaresizliğin kabulü anlamına gelmekte ve şiddete maruz kalanın pasif tutumuna yol açmaktadır. Aile içi şiddet konusundaki bilgilenmeye ek olarak kadınların sığınma ve geçim desteği hizmeti veren kurumlara destek sağlamak gerekir. Erkeğin alkol alması aile içi şiddeti artırmaktadır. Alkolün aile yaşantısı ve özellikle de şiddete yol açma boyutu iyice anlatılmalıdır.

Kadının para kazanabileceği bir işte çalışması ve erkeğin sürekli düzenli bir işe sahip olması halinde şiddet yoğunluğu düşmektedir. Kadını becerili ve üretken kılma çabaları ve projeleri desteklenmelidir. Evlilik yaşının uzaması ve eşlerin daha iyi eğitim görmüş olması şiddeti azalmaktadır. Kadının okullaşma oranının gelişmesine destek sağlanabilir.

Ülkemizde 8 yıllık eğitimin zorunluluğu bir yandan eğitim seviyesini yükseltirken diğer yandan da evlilik yaşını daha olgun bir döneme taşıyabilir. Sağlık çalışanlarının aile içi şiddet sorununa duyarlı olmaları gerekmektedir. Sağlık bakımı verenler, aile içi şiddetten şüphelendikleri zaman (fiziksel incinme, hastanın davranışları gibi) şiddete ilişkin soruları sormalı, empati ile yaklaşmalı, hastanın sırlarına saygı göstermelidir. Rutinde taramalar yaygınlaştırılmalıdır. Kitle iletişim araçları da aile içi şiddeti önlemek için bu konuya duyarlı davranabilirler. Ailenin yapabilecekleri ise büyük önem taşımaktadır. Çocuklarının önünde tartışma ortamı yaratmamalıdırlar. Çocukların kendilerine ve başkalarına saygı duymasını öğretebilirler. Çocuklarına vurmaktan kaçınabilir, onlara şiddet içermeyen disiplin yöntemlerini uygulayabilirler. Çocuklara şiddete başvurmadan tartışmaları nasıl çözebileceklerini öğretebilirler.Kadına yönelik şiddetin nedenleri, sonuçları ve engelleyici etkinliğini incelemek için aile içi şiddetin değişik türlerinin yaygınlığına ilişkin araştırmalar yapmak, veri toplamak ve istatistikler oluşturmak; kadına yönelik şiddetin nedenleri, doğası, ciddiyeti ve sonuçlarına, uygulanan önlemlerin etkinliğine ilişkin araştırmaları teşvik etmek; araştırma bulgularını geniş ölçüde yaymak ve kamuoyuna sunmak önemlidir. Devletin de bu konuda duyarlı olması gerekmektedir. Şiddete maruz kalan kadınların ve şiddet uygulayanların rehabilitasyonu sağlanmalıdır. Kadınların kendilerine uygulanan şiddeti uygun bir şekilde açıklayabilmeleri için kurumsal mekanizmalar oluşturulmalıdır. 24 saat hizmet veren bir telefon ve eğitilmiş personel gereklidir. Dövülen kadınların çoğu polis, sağlık görevlileri, arkadaşlar, aile bireyleri gibi kişilerden yardım istediklerinde durumun ciddiye alınmadığını görmekte ve çaresizlik duygusuna kapılmaktadır. Bu kişilerin de gereken duyarlılığı göstermeleri önemlidir.

Kaynak www.ucansupurge.org 77 Sivas Cavusbasili

Page 78: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

HUKUK

İMAR KANUNU Özet

3194 SAYILI İMAR KANUNUNUN 18. MADDESİ UYGULAMALARININ YASAL DAYANAKLARI YÖNÜNDEN İNCELENMESİ

Yaşadığımız çevrede çağdaş ve düzenli şehirleşmeye geçilebilmesi için, belediyelerce, gelişme alanlarının iyi seçilerek, vatandaşların çarpık yapılaşmaya başlamadan önce parselasyon işlemlerini tamamlaması ve bunun sonucunda da sosyal ve teknik altyapılarını inşa etmeleri gerekir. Ne yazık ki Ülkemizdeki hızlı nüfus artışı, köylerden kentlere olan aşırı göçler, belediyelerin maddi yetersizlikleri ve siyasi tutarsızlıkları gibi sebeplerden ötürü çarpık, plansız ve kaçak yapılaşmanın önüne geçilememiştir. Bununla birlikte belediyeler yetkilerinde olan imar uygulamaları ile uygulama sahalarında çağdaş yaşam için gerekli olan umumi hizmetlere ayrılan yerleri kazanmakla beraber, mevcut haliyle düzensiz olan bu alanlardaki kadastral parselleri inşaat yapmaya elverişli parseller haline de getirebilmektedirler.

Bu yazıda, İmar Kanunun 18. Maddesi uyarınca yapılan imar uygulamalarının amacına uygun olarak yapılması için, kanunun uygulamadaki farklılıkları, hukuksal yönden incelenmiş ve Danıştay’ın bu uygulamalarla ilgili verdiği kararlar göz önünde bulundurulmak suretiyle, 18. Maddeye ilişkin uygulama esasları anlatılmıştır.

İmar Uygulamaları, 18. Madde Uygulaması, DOP.

1. Giriş

Kentsel arazilerin ve bu yerlerdeki yapılaşmaların, plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun oluşumunu sağlamak amacıyla, imar planıyla belirtilen kullanım biçimlerine uygun hale getirilmesi için yapılan imar uygulamalarını, genel olarak; arsa ve arazi düzenlemesi, ifraz, tevhid, kamulaştırma ve sınır düzeltmeleri olarak sayabiliriz. Bunlardan arsa ve arazi düzenlemeleri günümüz itibariyle dört değişik yasa maddesine dayalı olarak yapılmaktadır. Bunlar, 3194 Sayılı İmar Kanunun 18. Maddesi, 18. Maddeye 3290 sayılı Yasayla eklenmiş Ek 1 Madde uygulaması, 2981 sayılı Yasanın 10/b Maddesi uygulaması ve 2981/3290 Sayılı Yasanın 10/c Maddesi uyarınca Islah İmar uygulamalarıdır. Belediye veya Valiliklerin imar uygulaması yapacakları zaman, hangi uygulamayı yapacaklarına yönelik bir kural olmamakla birlikte, her uygulamanın yapılabilmesi için gerekli olan koşullar belirlidir. İmar Kanununun 18. Maddesi uyarınca arsa ve arazi düzenlemesi yapılabilmesi için gerekli temel şart, ilgili uygulama alanının imar planının bulunması ve planda imar uygulaması yapılacak alanların konuta tahsis edilmiş olmasıdır. Ek Madde 1 uygulamasında ise buna ilaveten 9.5.1985 Tarih ve 3194 Sayılı İmar Kanunundan önce özel parselasyona dayalı ve hisse karşılığı satın alınan yerlerin yani fiili paylaşımın olması gerekir. Ek madde 1 uygulaması açısından ancak 1985 yılından önce kabul edilmiş özel parselasyon alanları üzerinde bu maddeye dayanılarak imar uygulaması yapmak mümkündür. 2981/3290 Sayılı Yasanın 10/c maddesi uyarınca imar uygulaması yapılabilmesi için 2981/3290 Sayılı Yasanın uygulama yönetmeliğinin 20. maddesine göre 10.11.1985 tarihinden önce ıslah imar planı sahasında, yapılaşmanın olması gerekmektedir. Yine 2981 Sayılı yasanın 10/b maddesine dayanılarak yapılacak imar uygulamalarında da ilgili alandaki mülkiyetin hisseli veya özel parselasyona konu olması gerekmektedir. 10/b ile ilgili bir diğer husus, son Yargıtay kararlarına göre kamuya bedelsiz aktarılan alanların DOP oranını geçmemesi gerektiği yönündedir.

Bahsedilen bu değişik yasal dayanakları olan uygulamalardan 18. Madde uyarınca yapılan imar uygulamaları asıl uygulama şeklidir ve her zaman uygulanma imkanı vardır. Diğer uygulamalar ise özel şartlara bağlanmış ve bir geçiş dönemi için hak sahiplerine kolaylık getirmek ve uygulamayı yapacak olana daha fazla yetki vermek suretiyle karmaşık, hisseli ve küçük miktarlarda olan arazi parçalarının mülkiyete ilişkin sorunlarının düzeltilmesi amacıyla kanun koyucu tarafından ortaya çıkarılmıştır. Bu makalede İmar Kanunun 18. Maddesine göre yapılan imar uygulamalarında dikkat edilmesi gereken hususlar ve uygulamalarda karşılaşılan teknik-hukuki farklılıklar anlatılmış ve Harita Mühendislerinin dikkatleri bu hususlar üzerine çekilmiştir.

2. 18. Madde İmar Uygulamalarına Genel Bakış

18. Madde İmar Uygulamalarına başlanılması idari bir kararla gerçekleşir. Bu kararda, düzenleme bölgesi belirlenir. Düzenleme alanı seçilirken konut yönünden gelişme alanları ve umumi hizmetlere ayrılan alanların herkese dengeli dağıtımı ilkelerine dikkat edilir. Bunun dışında düzenleme sınırının tespitine ilişkin varsa imar planı, yoksa yönetmelik kurallarına uyulur.

Bu aşamadan sonra birtakım ön çalışmalar yapılarak mülkiyete ilişkin bilgiler tespit edilir, halihazır harita yenilenir, uygulamaya yönelik özet cetveli, tahsis cetveli, ada dağıtım cetveli, DOP hesabı cetveli ve kadastro ayırma çapı cetvelleri düzenlenir. Bu aşamada kanunen muhafazası gereken yapılar korunur, DOP alınmayacak parseller tespit edilir ve kapanan yollarla yeşil alan gibi yerler DOP hesabına ilave edilir. DOP her parselden eşit oranda alınır. İmar uygulaması yapılacak alanda bulunan umumi hizmet alanları DOP ile kamuya kazandırılırken Yönetmeliğin 12. maddesi uyarınca diğer kamu alanlarına ileride kamulaştırılmak üzere hisselendirme yapılır. DOP ile umumi hizmet alanlarına yapılan aktarmalara ücret ödenmez. Bunlar imar uygulaması nedeniyle değer artışı karşılığı olarak alınır, 12. maddeye göre yapılan hisselendirmelerin ise ileride kamulaştırma sırasında bedelleri ödenecektir. Bundan sonra mümkün mertebe aynı yerden imar parseli verilmesi ana ilkesi uygulanır. Zorunluluklar nedeniyle aynı yerden imar parseli verilmesinin mümkün olmadığı taktirde, en yakın yerden parsel verme yada hisselendirme yapılır. Dağıtım ve tahsis müstakil, hisseli ve kat mülkiyeti esasına göre yapılabilir.

78

Page 79: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

3. 18. Madde Uygulamasında Temel İlkeler

18. Madde Uygulamasına ilişkin uygulamalardaki işleyiş kanun ve yönetmelikle belirlenmiş olmakla beraber uygulamalarda karşılaşılan farklılıklar göz önünde bulundurulduğunda uygulamalardaki temel ilkelerin aşağıda belirtilen şekillerde olması gerektiği söylenebilir.

· İlgili alana ait 1/1000 veya 1/500 ölçekli uygulama imar planının olması gereklidir. Birebir arazi kullanımını göstermeyen küçük ölçekli nazım imar planları yada mevzii imar planlarına göre imar uygulaması olanaklı değildir.

· 18. Madde uygulaması mutlaka imar planına uygun olmalıdır. Çünkü imar planı hayata geçirilmektedir.

· DOP en çok % 40’ a kadar olmalıdır. Bununla beraber her düzenlemede DOP’ un % 40 olması imar uygulamasını konut alanı elde etme amacından uzaklaştırır.

· Düzenleme sahasının sınırları içinde imar planına göre konut(iskan) alanı olması gerekir. İmar uygulaması 1/1000 ölçekli imar planında iskana ayrılmış alanlarda uygulanır. Bunun dışında tamamı sanayi alanı, tarımsal alan ve yapı yasağı getirilen alanlar gibi iskana açık olmayan yerlerde imar uygulaması yapılamaz.

· Düzenleme sahası içinde yapı olup olmaması önemli değildir.

· Uygulama alanı bir parsel olarak belirlenemez. Uygulama alanı en az ada bazında olmalıdır. Ancak adanın bir kısmı imar planına uygun şekilde yapılanmış ise o zaman geriye kalan sahada 18. Madde uygulaması yapılabilir.

· Uygulama sonuçlarının belediye ve mücavir alan sınırları içinde belediye encümeni, dışında ise İl İdare Kurulu kararı ile onanması gerekir.

· Kural olarak belediye encümeni yada İl İdare Kurulunca onaylanan imar uygulaması sonuçlarının tapu idaresince tescilinin yapılması gerekir. Tapu idaresinin çok açıkça kanuna aykırılık olmaması halinde karşı koyma yetkisi yoktur.

· 18. Madde uyarınca yapılan imar uygulaması resen yapılır. Bu madde uyarınca yapılan uygulamalarda hak sahiplerinin rızasına yada muvafakatine gerek yoktur.

· Sadece bu madde dayanak alınarak yapılan uygulamalarda, dağıtım-tahsis aşamasında hisselerin ferdileştirilmesi yani düzenlemeye hisseli giren mülkiyetin tekil mülkiyete dönüştürülmesi yapılamaz.

· İmar uygulamasına giren bütün parsellere karşılık olarak bir yer müstakil, hisseli yada kat mülkiyeti esasına göre verilir. Yani DOP kesintisinden sonra geriye kalan alanın bağımsız bir imar parseli oluşturmuyor diye bedele dönüştürülmesi mümkün değildir.

Bununla beraber 18. Maddenin amacı imara elverişli konut alanı elde etmek olmalıdır. Dolayısı ile tamamen imar planı ve yönetmelik hükümlerine uygun olarak yapı adalarının bulunduğu yerlerde sadece imar planında öngörülen yol, yeşil alan vb. yerlerin açılması ve kamuya kazandırılması amacıyla imar uygulaması yapılamaz. Belediyelerce sadece hisselerin birleştirilmesi amacıyla imar uygulamaları yapmaları da 18. Maddenin amacına aykırıdır.

3.1 Düzenleme Ortaklık Payı İle İlgili Esaslar

18. Madde uygulamasına göre düzenlemeye tabi yerlerin ihtiyacı olan Milli Eğitim Bakanlığına bağlı ilk ve ortaöğretim kurumları, yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, ibadet yeri ve karakol gibi umumi hizmetlere ait alanlar için gerekli olan arazi, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında, düzenleme ortaklık payı olarak düzenlemeye giren parsellerin düzenlemeden önceki yüz ölçümleriyle orantılı olarak alınmaktadır. Bu oranın % 40’ı geçmesi halinde yeteri kadar sahanın kamulaştırılması gerekir. Yine DOP %40 olması halinde Arsa ve Arazi Düzenlemesi Yönetmeliğinin (AAD) 12. Maddesi uyarınca ayrıca kamu tesis alanlarına pay verilmesini engelleyen bir hüküm yoktur.

Yine DOP ile kamuya kazandırılabilecek alanlar yukarıda yazıldığı üzere İmar Kanununun 18. maddesinin 3. fıkrasında belirtilmiş olmasına rağmen, terminal ve toplu taşıma istasyonu, AAD yönetmeliğinin 32. maddesine göre, Pazar yeri de Danıştay kararlarına göre DOP ile elde edilebilecek umumi hizmet alanlarına eklenmiştir (Ergen, 2004).

Yine DOP ile karşılanacak yol alanlarının niteliği ile 18. Maddede açıklayıcı bir hüküm olmamasına rağmen 18. Maddenin üçüncü fıkrasında DOP ile oluşturacak yolun düzenlemeye tabi tutulan yerlerin ihtiyacı olan yol olduğu vurgulanmıştır. Buna göre DOP ile karşılanabilecek yolun, daha çok beldede yaşayanların hizmetine sunulacak nitelikte olması gerektiği düşünülebilir. Bununla beraber Karayolları Genel Müdürlüğüne ait genişliği 50 m den aşağı yollarda bu kapsamda değerlendirilebilmektedir. Ama tamamen milletlerarası niteliğinde olan genişliği en az 50 m olan yollar ile oto yolların DOP ile karşılanması bu maddenin amacına aykırıdır(Ergen, 2004).

DOP ile ilgili bir başka tespit ise kapanan kadastral yollar ile ilgilidir. İmar Kanunun 11. Maddesine göre hazırlanan imar planı sınırları içerisindeki kadastral yollar ile meydanların, imar planının onayı ile bu vasfını kendiliğinden kaybederek onaylanmış imar planı kararı ile getirilen kullanma amacına konu ve tabi olacakları hükme bağlanmıştır. Yine 2644 Sayılı Tapu kanunun 21. maddesince köy ve belediye sınırları içinde kapanmış yollarla yol fazlalarının köy veya belediye adına tescil olacağı belirtilmiştir. Bu hükümlere göre gerek kadastro çalışmalarında gerekse tapulama aşamasında kapanan kadastral yollar, yeşil alanlar, pazar yerleri vb umumi hizmet alanları belediye sınırları içerisinde belediye adına yazılıp tapu belgeleri düzenlenebilir. Zaten uygulamalarda bu yöndedir. Ama bu şekilde belediye adına kayıtlı olan taşınmazların bulunduğu alanları kapsayan sahada imar uygulaması yapılması durumunda, bu taşınmazların belediye adına parsel olmaktan önce düzenleme ortaklık payı hesabına katılması ve DOP’un geriye kalan umumi hizmetler için belirlenmesi gerekir.

79

Page 80: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Bunlardan başka DOP’la ilgili hükümleri genel olarak şöyle özetleyebiliriz.

· DOP düzenlemeye giren tüm parsellerden belediye, maliye hazinesi, özel ve tüzel kişi vb. eşit oranda alınmalıdır.

· DOP oranı taşınmazın düzenlemeden önceki kısmına uygulanır.

· DOP ile elde edilen alanlar umumi hizmetler dışında belediyelere parsel oluşturulması gibi maksatlarla kullanılamaz.

· DOP ile karşılanacak alanlara tahsisli yerlerden DOP alınmaz.

· Kamulaştırma yapılması halinde DOP, kamulaştırmadan sonra kalan kısıma uygulanır.

· DOP bir kere alınır. Yeniden yapılan uygulamalarda, DOP oranının daha yüksek olması durumunda fark kadar DOP alınabilir.

· Taşınmaz sahiplerinin talepleri üzerine ,mülga 6785-1605 Sayılı İmar kanununun 39. maddesine göre daha önce ifraz edilerek tescil edilen parsellerden düzenlemeye dahil edilenlerin, ilk parselin ifrazında alınan terk oranını % 40’ a tamamlayan fark kadar DOP alınabilir.

· Düzenlemeye tabi tutulan parselin zemin durumu ve üzerindeki yapının özelliği itibariyle DOP’un alınamadığı hallerde, ilgilisinin muvafakati ile DOP miktarı bedele dönüştürülebilir.

3.2 İmar Parsellerinin Oluşturulması ve Dağıtımına İlişkin Esaslar

Düzenlemeyle oluşacak imar parsellerinin mümkün mertebe aynı yerde veya yakınındaki eski parsellere tahsisi sağlanır ve plan ve mevzuata göre korunması mümkün olan yapıların tam ve hissesiz bir imar parseline intibak ettirilmesi sağlanır. Bununla beraber dağıtım esnasında parsellerin eski yerlerinden yeni parseller verilmesini engelleyen bir takım zorunluluklar olabilir. Bunları hukuki, teknik ve fiili zorunluluklar olmak üzere 3 grupta toplayabiliriz.

3.2.1 Hukuki Zorunluluklar

Eğer taşınmazın imar planına göre yol, yeşil alan gibi düzenleme ortaklık payı ile elde edebilecek sahalara rastlaması halinde bu alanlarda zaten imar parseli oluşturulamayacağından aynı yerden parsel verilmesi mümkün değildir. Yine imar planı uyarınca imar uygulaması sırasında AAD Yönetmeliğinin 12. Maddesi uyarınca ileride kamulaştırma yapılmak üzere pay verilen alanlarda da imar parseli oluşturulmayacağından aynı yerden parsel verilme ilkesi uygulanamaz. Taşınmaz imar planında başka alanlara da tahsis edilmiş olabilir. Bu tür durumları hukuki zorunluluk olarak açıklıyoruz.

3.2.2 Teknik Zorunluluklar

İmar uygulamasının dağıtım aşamasında aynı yerden imar parseli verilebilmesi için zorunlu kriter, bu alanın imar planıyla konuta tahsis edilmiş olmasıdır. Taşınmazın bulunduğu alan imar planıyla konut alanına ayrıldığı taktirde aynı yerden parsel verilmesini engelleyen sebepleri teknik zorunluluk olarak ifade edebiliriz. Teknik zorunluluk kadastro parselinin imar parseline isabet ettiği yer konut alanına rastladığı halde burada oluşturulacak imar parseline tahsis yapılması aşamasında aynı yerde bulunan diğer parsellerle birlikte değerlendirilmesinden doğmaktadır. Bununla birlikte aynı yerden parsel verilememesi halinde en yakın yerdeki parselden verilememesi hali de teknik zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Bu da daha çok yukarıda bahsedilen umumi hizmet alanlarına ve kamu tesislerine isabet eden sahalarda bulunan taşınmazlar için geçerlidir.

3.2.3 Fiili Zorunluluklar

Fiili zorunluluk taşınmazın düzenleme ortaklık payı kesintisi sonrası geriye kalan alanının bağımsız parsel olamayacak büyüklükte olması halinde bu alana karşılık olarak uygulama öncesi taşınmazın bulunduğu yerin dışında yakınında veya başka bir yerden hisse verilmesidir. Bu halde önce taşınmazın isabet ettiği imar adasındaki diğer yerlerdeki parsellerle hisselendirilmesi bu da mümkün olmazsa en yakınındaki imar adasından verilmesi gerekmektedir. Diğer bir hususta imar planıyla konut alanlarına tahsis edilmekle birlikte taşınmazın bulunduğu yere yapı yapılmasının engelleyen, askeri yasak bölge, su havzası koruma bandında olması vb. gibi sebeplerin olmasıdır.

4. İmar Uygulamalarında Başlıca Hukuka Aykırılık Nedenleri

Danıştay’ın İmar uygulamaları ile alakalı verdiği iptal nedenleri incelendiğinde ve yukarıda anlatılanlar ışığında İmar Kanunun 18. Maddesi uyarınca yapılan imar uygulamalarına karşı, mülk sahibi olan hazine, resmi kurum ve özel şahıslar tarafından ileri sürülebilecek hukuka aykırılık nedenleri genel olarak;

1. İmar planı bulunmayan yerlerde imar uygulaması yapılamayacağı yada uygulama sahasının kısmen de olsa plansız sahayı kapsaması,

2. Düzenleme sınırının imar planına ve AAD yönetmeliği hükümlerine aykırı tespit edilmesi,

3. DOP oranının hatalı hesaplanması,

4. Kapanan kadastral yolların DOP oranına dahil edilmesi gerekirken belediye adına parsel oluşturulması,

5. DOP oranının her parsele eşit oranda uygulanmayışı,

6. Hiçbir teknik, hukuk, ve fiili zorunluluk yokken aynı yerden parsel verilmemesi, 80

Page 81: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

7. Mevcut ruhsatlı yapıların muhafazası ve tek başına bağımsız parsel olarak tahsisi mümkün iken bu hususta imar mevzuatına uyulmaması,

8. Uygulama sonrası verilen parselin eşdeğer olmaması,

9. DOP sonrası imara tahsis edilecek alanın bağımsız parsele yeterli olduğu halde bu alanın bağımsız parsel olarak verilmemesi,

10. DOP sonrası geriye kalan alana karşılık boş bir parsel verilmesi mümkün iken, içinde 3. şahıslara ait yapının bulunduğu parselden yer verilmesi,

11. Taşınmazdan, önce, DOP kesilmesi sonra, geriye kalan sahadan AAD yönetmeliğinin 12. maddesine göre kamu hizmet alanına kamulaştırılmak üzere pay verilmesi,

12. Parselden yola terk edildiği halde DOP hesabının parsele uygulanmasında bu hususun dikkate alınmaması,

13. Daha önce yapılan uygulama sırasında DOP kesilmiş olması ve sonra yapılan uygulama tadilat planıyla yeniden DOP alınması durumu,

14. Uygulama sahasında taşınmazları olan belediye encümenlerinin parselasyon planının uygulanmasına ilişkin belediye encümen kararına katılması durumu,

15. Askı süresi içinde yapılan itirazların cevaplandırılmaması durumu,

16. Uygulama alanında DOP %40’ı aştığında önce belediye taşınmazlarının DOP’ a dahil edilmesi gerekirken, doğrudan kamulaştırma yapılması hali,

17. Uygulama alanında DOP % 40’ı aştığı halde kamulaştırma yapılırken, DOP’un taşınmazın önceki alanına uygulanması hali,

18. Uygulama sonrasında DOP’tan sonra kalan kısmın tamamının AAD Yönetmeliğinin 12. Maddesi uyarınca kamu hizmet alanına verilmesi durumu,

19. Uygulama sahasında imar planına göre % 40’lık umumi hizmet alanı yok iken % 40 oranında DOP uygulanması durumu,

20. Uygulama sahasında imar planına göre konut alanının bulunmaması durumu,

21. Tamamen imar planına uygun olarak yapılanmış bölgede hizmet alanlarının DOP ile elde edilmek istenmesi durumu,

olarak sıralanabilir.

5. Sonuç ve Öneriler 3194 Sayılı İmar Kanununun 18. Maddesinde düzenlenen imar uygulamaları, yasanın amacına uygun olarak yapıldığında hem belediyeler, hem taşınmaz sahipleri, hem de kent yaşayanları için büyük faydalar sağlamaktadır. Uygulamadan önce mevcut haliyle düzensiz, çarpık, sosyal donatılardan mahrum sahalar, düzenlemeden sonra imara uygun, modern kentin ihtiyaç duyduğu hizmet alanlarına sahip olan yerler haline gelmekte ve uygulama bölgesindeki parsellerde değer artışları olmaktadır. Bununla birlikte, tescil görmüş imar uygulamalarının yasaya uygun olmadıkları nedeniyle, yargı tarafından iptal edilmeleri yüzünden uygulamaların eski haline dönüştürülmeleri istenebilmektedir. Bazı durumlarda ise eski duruma dönmek çok zor hatta imkansız olabilmektedir. Çünkü tescil ile iptal arasında geçen süre zarfında zeminde ve mülkiyet durumunda değişiklikler olabilmektedir. Bu durumda da yine yargıya intikal edecek yeni hukuki problemler ortaya çıkmaktadır. Düzenlemeyle beklenilen iyileştirmeler yerine çözülmesi zor bazen de çözümsüz hukuki sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle imar uygulamalarının yasal dayanaklarının ve uygulama amaçlarının çok iyi bilinmesi gerekmektedir.

Kaynaklar

ATASOY M., DEMİR O., NİŞANCI R., UZUN B. İmar Uygulamalarının İptal Nedenleri ve Öneriler, 30. Yıl Sempozyumu 16-18 Ekim, Konya, 2002

ERDOĞAN S., Kamu Ölçmeleri Ders Notları

ERGEN C., Açıklamalı- İçtihatlı –En son Değişikliklerle Arazi ve Arsa Düzenlemeleri, Seçkin Yayınları, Ankara, 2004

TÜDEŞ T., Arazi ve Arsa Düzenlemesi ve Önemi, Jeodezi Ve Fotogrametri Derneği Yayın No:1

UZUN B., DEMİR O., NİŞANCI R., ÇELİK K., Kentsel Arazilerde İkinci İmar Uygulamasını Gerektiren Nedenler, Doğu Karadeniz Bölgesinde Kadastro ve Mülkiyet Sorunları, 11-12 Ekim Trabzon, 1999

Asagidaki Konuya baglantili linkler üzerinden Baglantili yönetmelikleri takip edebilirsiniz.

İmar Kanununun 18.Maddesi Uyarınca Yapılacak Arazi ve Arsa Düzenlemesi İle İlgili Esaslar Hk.Yönetmelik

http://www.khgm.gov.tr/mevzuat/y%C3%B6netmelik/imar%20kanunun%2018.htm

18.m. UYGULAMASI VE DANIŞTAY KARARLARI

http://nebizenginli.blogcu.com/18-m-uygulamasi-ve-danistay-kararlari/972112

Sivas Cavusbasili 81

Page 82: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

KÜLTÜR-SANAT

LÜTFÜ EFENDİMahallenin delisiydi Lütfü Efendi

Kartal kaşlı kurt bakışlı idiKoca Yusuf kadar heybetliydiBazen oynatırdık gönlümüzce

Aldırmazdı, saftı içimizdeKimi sevdadan kimi zekâdan

Oynatmış garibim derdiDerdi de pekte kimse bilmezdi

Kahır çekmekten bitmişti galibaPek severdi tütün sarmayı

Gâvur sigarası sevmezdi ama Ama doğru düzgün içmezdi de

Bir nefeste çeker bitirirdiDumanıyla hayaller çizerdi

Hiç mi hiç düşürmezdi ölümüneBezden sarı bebeği elinde

Kokartlı mavi beresi tepesindeOturan kız resmi duvar dibinde

Sorardık, ’’ Kutubem ‘’ derdi sadeceYağmurlar akardı gözlerinden Çocuk gördü mü ölür biterdi

Anlamazdık bir türlü, anlamadıkDalga geçerdik güldürdükçeHer bir şeyden haberi vardıBazen köylü casus sanırdı

Beş lira verirdik elineMercedes alır, gelirdi üstüyleBir tutam keçi kılı verirdikNur zülfü diye sevindirirdik

Kar kış demezdi kurt gibiydi Don gömlek dolanırdı tipide

Avaz avaz bağırırdı Ece! Ece! Donmazdı yanardı ta derinden

Ne yer ne içer bilinmezdiKendi yemez itlere verirdi Yılan yiyor diyen olurduAslı yoktu, gören yoktuBedeni ne kadar kalınsa Ruhu bir o kadar inceydi

Ayağı incinmiş karınca görseSarardı hemen kocaman elleriyle

Tıp bilgisi de vardı acayiptiBir gün şaka yaptı, itin biri

‘’Sevdiğin kız evlenmiş’’ dediAniden, sessizce çekip gitti Amerika’dan bile heyet geldi

Anısına koca abide dikildiSonradan ögrendik her şeyi

İsimsiz kahramanmış Lütfü EfendiKore’de de delinin biriymiş zaten.

Hep dalga geçilen her mahallenin bir delisi vardır. Lütfü efendi de Sivas Çavusbasi (Yüceyurt) mahallesinin delisiydi

04.12.2002 Malkara - Sinan Oğuzhan

82 Sivas Cavusbasili

Page 83: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Kitap Okuyalim DİNLE, KÜÇÜK ADAM!

DİNLE KÜÇÜK ADAM, bilimsel bir belge değil, konusu insan olan bir çalışmadır. 1954 yılı yazında,yayımlanma amacı güdülmeden, Acun-sal Yaşam Enerjisi Kurumu Belgelikleri için yazılmıştır. Bu kitap,birkaç onyıl boyunca, sokaktaki Küçük Adamın kendine neler yaptığını önce çocuksu bir saflıkla, dahasonra büyük bir şaşkınlıkla ve nihayet dehşet içinde izleyen bir doğabilimci ve tıp doktorunun içindekifırtınaların ve çatışkıların ürünüdür: Sokaktaki Küçük Adam, nelere katlanmak durumunda kalmakta, nasılisyan etmektedir? Düşmanlarını el üstünde tutmasının, dostlarınıysa öldürmesinin sebepleri nelerdir? BuKüçük Adam, «halkın bir temsilcisi» olarak, belli bir gücü ele geçirdiği durumlarda bu yetkisini nasıl boşaharcamakta, ziyan etmekte, yanlış kullanmaktadır? Neden, aynı gücü daha önce elinde bulunduran ve onu,Küçük Adamı ezmek için kullanan üst tabakaların sadist bireyleri gibi davranmakta, eline geçirdiği oyönetme gücünü nasıl olup da acımasız bir baskı aracı haline getirmektedir?

büyüklükte ve eldeğmemiş hazineler vardır; bu değerler,insanoğlunun umutlarının gerçekleştirilmesi yolundakullanılmak üzere hazır beklemektedirler. İşte bukonuşma —ayrıca--- bu hazinelere olan büyük güvenidile getirmektedir. İnsanların içinde bulunan«yaşamı temsil eden şey», toplumsal ve insansal karşılıklı ilişkiler içinde son derece doğal ve saftır; bu yüzden, koşulların insana egemen olduğu durumlarda tehlikeye düşer, İnsanın içindeki«yaşayan şey», kendi türünden olan bir insanın da, yaşamın yasalarına kendisi gibi uyduğunu, doğal, yardımsever veözverili olduğunu varsayar. Sağlıklı çocuklara ya da ilkel insanlara özgü olan bu doğal temel davranış, coşkusal veba varolduğu sürece, insanın akılcı bir yaşam düzeni sağlama savaşımında en büyük tehlike olarak boygösterecektir. Çünkü vebalı birey de kendi türündenolancanlıların, kendi düşünme ve davranış biçiminin özelliklerini taşıdığını varsayacaktır. Doğal vebozulmamışbirey, bütün insanların doğal olduğuna inanır ve ona göre davranır. Vebalı bireyse, bütün insanların yalan söylediğine, çalıp çırptığına, başkalarını dolandırdığına ve üstünlüğü ele geçirme çaba-sı içinde çırpındığına inanır. Açıkça görülüyor ki, insanıniçindeki «yaşayan şey» zayıftır; tehlikelerekarşı dayanıksız durumdadır. Vebalı bireye elini uzatsa, kolunu kaptıracak, varı-yo-ğu alınacak, sonra da kendisiyle alay edilecek ya da ihaneteuğrayacaktır; güvendiği herkes onu aldatacaktır

Bu böyle gelmiştir; ancak böyle gitmemelidir. İnsanın içindeki «yaşamı temsil eden şey»in korunma ve gelişmesi savaşımında, katılık gerektiği durumlarda katı olunmasının zamanı gelmiştir; insan, hakikatlere korkmadan tutunduğu sürece katı davranmakla doğallığını yitirecek değildir. Kitle içinde yaşayan bireyin zırhlarla kaplı yapısında bulunan karanlık ve teh- likeli dürtüleri harekete geçirip, onları örgütlü siyasal cinayetler işlemeye götürerek öldürücü kötülüklere neden olan ölümcül vebalı bireyler, verimli, çalışkan, aklıbaşında milyonlarca insan arasında her zaman için çok küçük bir azınlığı oluşturmaktadır; bu olgu umut ve- ricidir. Kitlenin bir parçası haline gelen bireyde bulunan coşkusal vebanın mikroplarına karşı yalnızca tek bir panzehir vardır: bireyin, kendi içinde bulunan «yaşamı temsil eden şey» in canlılığını duyması. Bu «yaşamı temsil eden şey», güç elde etmeyi değil, gücün insan yaşamında oynaması gereken rolü üstlenmesini ister. İnsan yaşamı, sevgi, çalışma ve bilgiden oluşan üç temel direk üzerine kurulmuştur. İçindeki «yaşamı temsil eden şey»i coşkusal vebaya karşı korumak durumunda olan insan —coşkusal veba tarafından yanlış biçimde ve kötüye kullanıldığı gibi iyiye de kullanılan— konuşma özgürlüğünden yararlanmasını öğrenmelidir. Görüşleri açıklamada eşit hak tanındığı sürece akılcı görüşlerin en sonunda her şeyi yenmesi gerekir. Bu, büyük ve önemli bir umuttur-

DİNLE, KÜÇÜK ADAM!

Sana «Küçük Adam», «Sıradan İnsan» diyorlar; yeni bir çağ, «Sıradan İnsan Çağı» başladı diyorlar. Bunu söyleyensen değilsin Küçük Adam.Onlar söylüyor bunu, büyük ulusların Başbakanları, koltuklanmış işçi liderleri, kentsoylu ailelerin tövbekar evlâtları, devlet adamları söylüyor, filozoflar söylüyor sana bunu. Geleceğini eline veriyor, geçmişinden hiç sual etmiyorlar. Korkunç bir geçmişin mirasçısısın sen Küçük Adam. Mirasın, avucunun içinde alev alev yanan bir elmastır. Bunu sana söyleyen,beni m; beni dinle. Her doktor, her ayakkabıcı, teknisyen ya da eğitimci, işini doğru dürüst yapmak ve yaşamını kazanmak için, eksikliklerini bilmek zorundadır. Birkaç onyıldır, şu yeryüzünde yönetici rolü oynamaya başlamış bulunuyorsun. İnsanlığın geleceği, senin düşüncelerine ve senin yapacağın şeylere bağlıdır. Ama öğretmenlerin ve efendilerin, aslında nasıl düşündüğünü ve gerçekte ne olduğunu söylemiyorlar sana; seni kendi geleceğine egemen olma yetisi verebilecek yönde eleştiren ve bu eleştiriyi dile getirme yürekliliğini gösteren tek kişi yok. Yalnız bir anlamda «özgürlüğe sahip »sin sen: kendi yaşamını yönetmeyi öğrenmeme, kendini bu yönde eğitmeme ve kendini eleştirmeme özgürlüğüne sahipsin. Şöyle bir yakınmayı hiç duymadım senin ağzından: «Gelecekte kendimin ve dünyamın efendisi olmak yolunda yürütüyorsunuz beni, peki ama, insanın nasıl kendi kendisinin efendisi olacağını anlatmıyorsunuz hiç, düşünce ve davranışlarımdaki yanlışları bana söylemiyorsunuz.» Yönetimi elinde tutan kişilerin, «Küçük Adamı» yönetmelerine izin veriyorsun. Ama sen, hiç sesini çıkarmıyorsun. Yönetimi elinde tutan güçlülere, ya da kötüniyetli güçsüz adamlara seni temsil etme yetkisini veriyorsun. Her seferinde aldatıldığını anlıyorsun, ancak bunu anladığında, iş işten geçmiş oluyor. Seni çok iyi anlıyorum. Çünkü seni binlerce kez çıplak gördüm; hem ruhsal, hem bedensel çıplaklığın içinde, maskesiz, etiketsiz, elinde bir partinin üyelik kartı bile olmaksızın bir «tanınmıştık» kılıfına bürünmemiş halinle gördüm seni. Yeni doğmuş bir bebek gibi, anadan doğma çıplak, don gömlekle kalmış bir mareşal kadar çıplak halini gördüm. Benim karşımda hiç yakınmadın, ağlamadın, özlemlerini hiç dile getirmedin, sevgini ve acılarını bir kez olsun açmadın bana. Seni iyi tanıyorum ve anlıyorum. Sana nasıl olduğunu anlatacağım Küçük Adam, çünkü büyük bir geleceğin olduğuna içtenlikle inanıyorum. Gelecek, senindir, buna hiç kuşku yoktur. Öyleyse gel, her şeyden önce kendine bak bir. Gerçekte olduğu gibi gör kendini. Führer'lerinin sana utanmadan söylediği şu sözlere aldırma: Sen "küçük, sıradan bir insanısın Sen, «küçük, sıradan bir insan"sın. Bu söz- cüklerin çifte anlamını kavrıyorsun, değil mi: «küçük» ve «sıradan». Kaçma. Kendine bakma yürekliliğini göster! «Bana bunları söylemeye ne hakkın var?» Kuşkulu ve kavrayışlı bakışlarında bu soruyu okuyorum. Saygısız ağzından bu sözcüklerin döküldüğünü duyuyorum, Küçük Adam. Kendine varolan düşünceye değil, kendi aklına gelmeyen düşünceye hayrandır. En az anladığı şeylere en çok inanır ve kolayca anladığı fikirlerin doğru olduğunu kabul etmez. Sana kendi içimdeki Küçük Adamı anlatmakla işe başlayacağım: Tam tamına yirmi beş yıl boyunca, senin bu dünyada mutlu olmayı hakettiğini savundum; kendine ait olan şeye sahip çıkma yetisinden yoksun olmakla suçladım seni; sonra Paris ve Viyana barikatlarındaki kanlı çarpış- malarda, Amerika'daki köleliğin kaldırılması savaşında ya da Rus Devrimi'nde elde ettiklerine sahip çıkmamakla suçladım. Paris'teki savaşının sonu Pétain ve Laval'e, Viyana Savaşı'nın sonu Hitler'e, Rusya'daki savaşının sonuysa Sta-lin'e vardı; Amerika'daki savaşının sonu da Ku-Klux-Klan yönetimine varabilirdi. Özgürlüğü, kendin ve başkaları adına korumak, ona bekçilik etmektensekazanmak gerektiğini ve de bunu sağlamanın yolunu pekâlâ bilirdin sen. Ben, bu gerçeği epeydir biliyordum. Ancak, her seferinde çalışıp didinip bir bataklıktan çıkmayı başardıktan sonra hemen bir başka bataklığa saplanmanın nedenini anlayamıyordum. Sonra yavaş yavaş ve el yordamıyla, seni köle yapan şeyin ne olduğunu buldum: SEN KENDİ KENDİNİ KÖLELİĞE MAHKUM EDİYORSUN. Köleliğinin tek sorumlusu, yalnız ve yalnız sensin başka hiç kimse, ama hiç kimse değil. Tek sorumlusensi n. Bunu bilmiyordun, değil mi? Kurtarıcıların, seni baskı altında tutanların, Wilhelm, Nikolaus, 18 Yırmisekizinci Papa Gregory, Morgan, Krupp ya da Ford olduğunu söylüyorlar. «Kurtarıcıların »ın adına da, Mussolini, Napolyön, Hitler, Stalin deniyor. Bak ben ne diyorum: Senden başka hiç kimse senin kurtarıcın olamaz! Bu tümceyi söylemeye çekindim biraz. Ka- tıksızlığın ve hakikatin savaşçısı olduğumu sa- vunuyorum. Oysa şimdi, sana, seninle ilgili hakikati söylemeye gelince çekiniyorum, çünkü Sen kendi kendini köleliğe mahkûm ediyorsun senden ve senin hakikate karşı olan tutumundan korkuyorum. Seninle ilgili hakikati söylemek yaşamı tehlikeye sokmak demektir. Hakikat, aynı zamanda yaşam-kurtancıdır, ne varki, hakikatler yağmalanmakta, çetelerin ganimeti haline gelmektedir. Bu böyle olmasaydı, sen, sen olmayacak, bu durumda ve bu yerde bulunmayacaktın.Yazar WILHELM REICH Dinle Kücük Adam Kitabindan Bir bölüm Sivas Cavusbasili 83

Page 84: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

İz Bırakan Mahallelilerimiz

Selaattin Erorhan

Sivasın Çavuşbaşı Mahallesinde 1936 Yılında doğan Selahattin Erorhan küçük yaşlarda türkü söylemeyi çok sever.Küçükken mahallede lakabı "Gudü" anılarak çağrılan rahmetli Selahattin Erorhan'a bir el uzanır.Bu el,hemşerimiz Ankara radyosu Yurttan Sesler şefi ve türkülerin babası "Muzaffer Sarısözen"den başkası değildir.Selahattin Erorhan gür sesiyle ve söylediği uzun havalarla TRT Ankara Radyosuna alınır.Söylediği uzun havalarla tüm Türkiyenin dikkatini üzerinde toplayan Erorhan uzun yıllar Trt de görev yaptı,O artık radyolarımızın en büyük ve en çok dinlenen sanatçısı olur.TRT den emekli oldukdan bir müddet sora yasadigi Ankarada Hakkin rahmetine kavusmustur.

84 Sivas Cavusbasili

Page 85: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

SPOR

Tarihden Bir yaprak

85 Sivas Cavusbasili

Page 86: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Bunlari Biliyormusunuz.?

1- Süt Parası Almak Nereden Nasıl Hangi Belgelerle OlurSüt Parası Almak İçin Gerekli Bilgiler, İstenen Belgeler / Evraklar:

Süt Parası Nereden Alınır?

Süt parası doğum izni rapor tarihi bittikten sonra Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından PTT Bank a adınıza yatırılmak suretiyle ödenir. Kimlik Belgenizle PTT Bank şubelerine başvurmanız yeterlidir. Sosyal Güvenlik Kurumuna şahsen başvuru şart olmamakla birlikte internet üzerinden hastane bildirimlerin uzun sürmesi sebebiyle genellikle Sosyal Güvenlik Kurumuna gidilir.

Süt Parası Nasıl Alınır?

120 gün kısa vadeli sigorta kolları primi ödenmis olmak şartıyla sigortalı iseniz kendiniz , eşiniz sigortalıysa eşiniz süt parası alabilir.

-2009 yılı Ocak ayından itibaren süt parası 70 liradır.Süt parası genel olarak doğum izni parasıyla birlikte ödenir.

SGK ya giderken yanınızda getirmeniz gereken belgeler:· Doğum Belgesi,· Vizite Kağıdı,· Hastane tarafından Rapor, Doğum Belgesi bilgileriniz işyerinizden çalisma durumu bilgileriniz SGK sistemine işlenmiş olmalıdır. Elinizde

varsa bu belgelerin 1 nüshasını yanınızda bulundurmanız yerinde olacaktır.Konu ile ilgili Sosyal Güvenlik Kurumu Alo 170 Kayıtdışı İstihdam ve Sosyal Güvenlik Bilgi Hattına danışabilirsiniz.

2- İşsizlik Ödenegi ( İşsizlik Parası) Almakİşsizlik Ödenegi ( İşsizlik Parası) Nasıl ve Nereden Alınır?Almak İçin İstenen Gerekli Belgeler / Evraklar:

İşsizlik ödenegi alabilmek için işyeri tarafından iş kanununda belirtilen haklı sebeplere dayanmayan bir şekilde işten çikarilmis olmak gerekir. Son işyerinizden istifa, evlenme, emeklilik sebebiyle ayrılmanız, veya her hangi sorun nedeniyle işten çikarilmaniz halinde İşsizlik ödenegi bağlanmaz.

İşveren, hizmet akdi sona eren sigortalı işsiz hakkında hizmet akdinin sona erdiği tarihten itibaren 15 gün içinde 3 nüsha İşten Ayrılma Bildirgesi düzenleyerek bu süre içerisinde, 1 nüshasını işyerinin bulunduğu yerdeki İŞKUR a ulaşmasını sağlar, 1 nüshasını sigortalı işsize verir, diğer nüshasını da işyerinde saklar. Sigortalı işsiz,

· resmi kimlik belgesi,· işveren tarafından düzenlenen İşten Ayrılma Bildirgesi,

ile hizmet akdinin sona erdiği tarihten itibaren 30 gün içinde, işyerinin bulunduğu yerdeki İŞKUR a talep dilekçesi ile şahsen müracaat eder.

İşsizlik ödenegi, sigortalı işsizin, bu İşsizlik Sigortasının Uygulanmasına İlişkin Tebliğin 2, 3 ve 5 inci maddelerinde belirtilen şartlara sahip olması halinde, hizmet akdinin feshedildiği tarihi izleyen günden itibaren hesaplanır. İlk işsizlik ödemesi, ödenege hak kazanma koşullarının yerine getirildiği tarihi izleyen ayın sonunda yapılır. İşsizlik ödenegi, aylık olarak her ayın sonunda İŞKUR tarafından sigortalı işsiz adına açtırılacak banka hesabına yatırılır.

İşsizlik Sigortasında Süreler:

600 gün prim ödemis olanlara 180 gün (6 ay),

900 gün prim ödemis olanlara 240 gün (8 ay),

1080 gün ve daha fazla prim ödemis olanlara 300 gün (10 ay), süre ile işsizlik ödenegi (işsizlik parası) ödenir.

5510 sayılı Kanun gereğince, işsizlik ödenegi alanlar genel sağlık sigortası kapsamına alınmış olup bakmakla yükümlü olduğu kişilerde genel sağlık sigortalısı kapsamında sağlık hizmetlerinden yararlanabileceklerdir.

Cezalar:

İşten ayrılma bildirgesini kuruma vermeyen işverenlere her bir fiil için ayrı ayrı 25/8/1971 tarihli ve 1475 sayılı İş Kanununun 33 ncü maddesine göre sanayi kasiminde çalisan on altı yaşindan büyük işçiler için uygulanan aylık asgari ücretin iki katı tutarında idari para cezası verilir.

86 Sivas Cavusbasili

Page 87: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Sivas Cavusbasi : Resimlerle Tarih Kaybettiklerimizin Anisina Resimlerle Tarih:1

Kaybettiklerimizin Ruhlari Saad Mekanlari Cennet Yattiklari Yer Nur Olsun.

87

Page 88: Sivas - Çavuşbaşı  Dergisi  Temmuz 2011  Sayi.1

Sivas Cavusbasi : Resimlerle Tarih Kaybettiklerimizin Anisina Resimlerle Tarih:2

Kaybettiklerimizin Ruhlari Saad Mekanlari Cennet Yattiklari Yer Nur Olsun.

Sivas Cavusbasili 88