314

SAĞLIK · 2018-04-26 · SAiLIK ÇALIıANLARININ SAiLIiI 5. ULUSAL KONGRESğ 8 KONGRE BAŞKANI Saadet Ülker / Türk Hemşireler Derneği KONGRE GENEL KOORDİNATÖRÜ Hasan Oğan

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ

SAĞLIĞI

V. ULUSAL

KONGRESİ 24-25 EKİM / ANKARA

Sağlık Çalışanlarının Sağlığı 5. Ulusal KongresiAnkara Üniversitesi Tıp Fakültesi Morfoloji Binası, Abdulkadir Noyan Konferans Salonu

24 – 25 Ekim 2015, Ankara

Türk Tabipleri Birliği Yayınları Nisan 2016

Yayına Hazırlayan: Dr. Hasan Oğan ISBN: 978-605-9665-07-0 

İstanbul Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi GMK Bulvarı Şehit Daniş Tunalıgil Sokak

No: 2 Kat: 4, 06570 Maltepe / Ankara Tel: (0 312) 231 31 79 Faks: (0 312) 231 19 52-53

E-Posta: [email protected] Web: www.ttb.org.tr

24-25 EKİM 2015, ANKARA

5

İÇİNDEKİLERAçılış Konuşmaları

Hasan Oğan ...................................................................................................................18

Saadet Ülker ............................................................................................................................20

Türkiye’de Sağlık Emek Sürecenin Dönüşümü .......................................................................23

Sağlıkta İnsan Gücü Planlaması: Nasıl Yapılıyor, Nasıl Yapılmalı? .......................................36

Sağlık Eğitimideki Kabus ve Sağlık Hizmetine Olası Yansımaları ........................................53

Sağlık Çalışanlarında İşe Bağlı Psikososyal Riskler ve Ruhsal Haskalıklara Yaklaşım ........66

Psikososyal Tehlike ve Riskler Açısından Çalışma Yaşamı / Çiğdem Vatansever ............ 68

Sağlık Ortamının Çalışanlar Üzerindeki Ruhsal Riskleri, Öncül ve Süreç Risk Değerlendirme Ölçütleri / Mustafa Sercan ............................................................................ 75

Sağlık Çalışanları; Çalışma Koşulları ve Mesleki Risk Değerlendirme Anketi .....................88

Olağandışı Durumlarda Sağlık Çalışanlarının Sağlığı ve Güvenliği ....................................95

Dünyada ve Türkiye’de Hemşirelerin Karşılaştıkları Riskler ve Maruziyetleri ..................100

Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet ......................................................................................111

Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddetin Hastane Fiziki Koşullarına Bağlı Olarak İncelenmesi Saliha Kasapoğlu / Mine Aysan / Ömer Faruk Erdil .................................... 114

Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddetin Geldiği Nokta / Gülriz Erişgen ............................ 117

Sağlık Çalışanlarına Yönelik Cinsiyetçi Şiddet / Filiz Ak .................................................. 119

Şiddette Kriz Yönetimi ve Sonrası - Şiddet İş Kazasıdır / Hasan Oğan ........................... 125

İğneyi Kendimize Batırmak - Yüzleşmek / Osman Elbek ................................................. 132

Sağlık Hizmet Alanlarında Çalışanların Sağlığı ve Güvenliği .............................................142

Özeli Sağlık Sektöründe İşyeri Sağlık ve Güvenlik Biriminin Yapılandırılması

Şadiye Çetintaş ........................................................................................................................ 144

Tıp Fakültelerinde İşyeri Sağlık ve Güvenlik

Biriminin Yapılandırılması / Alp Ergör ............................................................................... 149

Sağlık Çalışanlarının Sağlık ve Ortam Gözetimi Programı / Arif Müezzinoğlu ............ 154

Sağlık Çalışanlarının Sağlığı ve Güvenliğinde Örgütsel Durum / Tutum ...........................160

Murat Özveri / Çalışma Ekonomisi Ve Endüstri İlişkileri,

Çalışma ve Toplum Dergisi .................................................................................................... 163

Dilek Aslan / TTB Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu .............................................. 169

Funda Keleş / Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası ............................................................... 173

İstanbul Tıp Fakültesi Sağlık Çalışanları Mücadelesi ..........................................................183

Sağlık Çalışanlarında İş Kazası ve Meslek Hastalıklarına Yaklaşım Çalıştayı ....................191

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

6

Kongre Değerlendirme ve Kongre Kapanış Bildirisi ............................................................196

Yazılı Bildiriler ......................................................................................................................202

Sağlık Çalışanlarının Grip Aşısı Yaptırma Ve Yaptırmama Gerekçeleri .............................203

Sağlık Çalışanı Adaylarının Bilgiye Ulaşma Yolları

Ve Eğitimlerden Beklentileri Nelerdir? ................................................................................205

Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrencilerinin ve Asistanlarının Umutsuzluk

Düzeyi ve Etkileyen Etmenler ...............................................................................................208

Acil Servislerde Bir Risk Değerlendirmesi Örneği ...............................................................211

Aydınlatma Sistemlerinin Sağlık Çalışanları Üzerine Etkisi ...............................................215

Bir Üniversite Hastanesi Alt İşveren Çalışanlarının Stres Düzeyleri ..................................218

Sağlık Çalışanlarında Bakım Vermenin Yükü ......................................................................227

Şanlıurfa İl Merkezindeki Aile Sağlığı Merkezlerinde Fiziksel Ortam Faktörleri

Düzeyi Ve Çalışan Sağlığına Etkileri ....................................................................................228

Birinci Basamak Sağlık Kuruluşlarında Çalışanların Sağlığını

Etkileyen Faktörlerin İncelenmesi ........................................................................................233

Sağlık Çalışanları Nadir Ve Fatalitesi Yüksek Enfeksiyonlarla Karşılaşmaya

Ne Kadar Hazırlıklı? Ebola Virüs Hastalığı Örneği, Sistematik Derleme ...........................240

Eczacılık Alanı İle İlgili Laboratuvarlarda Çalışanların Laboratuvar

Güvenliği Hakkında Bazı Bilgi Ve Uygulamalarının Belirlenmesi ......................................242

Gaziantep İli Şahinbey İlçesindeki Aile Sağlığı Merkezlerinde Görev Yapan Hekimlerin

İş Sağlığı Ve Güvenliği Kapsamında Karşılaştıkları Risk Ve Tehlikelerin İş Stresi

Düzeylerine Etkisi .................................................................................................................244

Mersin İlindeki Sağlık Kurumlarında Çalışan Sağlığı ve

Güvenliği Uygulamalarının Değerlendirilmesi ....................................................................246

Hasta Ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu .....................................................................248

Pamukkale Üniversitesi Hastanesinde Çalışan Hemşire Ve Teknisyenlerin

Mesleki Risk Algısının Belirlenmesi .....................................................................................250 Sağlık Çalışanlarında Kesici-Delici Alet Yaralanmaları ile

İlişkili Faktörlerin Değerlendirilmesi ..................................................................................260

Sağlık Profesyonellerine Yönelik Mobbing: Bir Literatür Taraması ....................................263

Sağlık Sisteminin Ergonomik Sorunları ...............................................................................265

Servis Sorumlu Hemşirelerinin Yönetsel Yeterliklerinin

Belirlenmesini; Balıkesir Ve Sakarya Örnekleri ...................................................................268

Yoğun Bakım Hemşirelerinin Bası Yarasına İlişkin Hizmet İçi Eğitim Faaliyetleri ...........270

24-25 EKİM 2015, ANKARA

7

Pamukkale Üniversitesi İntörn Ve Asistan Hekimlerinin Kesici-Delici

Tıbbi Aletler İle Yaralanma Durumlarının İncelenmesi ......................................................272 Sağlık Çalışanlarında Şiddet Ve İş Doyumu .........................................................................277

Akademisyen Hemşirelerin İş Yeri Kaynaklı Yaşadıkları Riskler: Nitel Çalışma ...............278

Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddetin Nedenleri Ve Psikososyal Etkileri ...........................280

Sağlık Çalışanlarında Motivasyon İle Verimlilik Arasındaki

İlişkinin İncelenmesi (Tokat- Erbaa Örneği) .......................................................................281

Vardiyalı Ve Nöbet Usulü Çalışma Düzeninin Hemşireler Üzerine Etkisi ..........................284 Yoğun Bakım Ünitesinde Çalışan Hemşirelerin Karşılaştıkları

Stresörler ve Baş Etme Yöntemleri ........................................................................................286

Sağlık Çalışanlarında Kronik Yorgunluk Sendromu Sıklığının

Bazı Olası Faktörlerle İlişkisi ................................................................................................288

Sağlık Uygulamalarına İlk Adımda Hemşirelik Öğrencilerinin

Kaygı Düzeylerinin Belirlenmesi .........................................................................................292

Bir Hastanede Çalışanların Sağlığı İle İlgili Sorunlar ve Çözüm Önerileri ........................294

Bir Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Görev Yapan Sağlık Çalışanlarının

İş Güvenliği Algısının Belirlenmesi ......................................................................................300

Yardımcı Sağlık Çalışanlarının Hepatit A ile Karşılaşma

Durumları Değerlendiriliyor mu? ........................................................................................303

Stajyer Öğrencilerin Viral Hepatitler Hakkındaki

Farkındalıklarının ve Bilgi Düzeylerinin Değerlendirilmesi ..............................................305

Toplum Sağlığı Merkezinde Görev Yapan Sağlık Çalışanlarının Hepatit A, B ve

Tetanoz Aşıları Hakkındaki Farkındalıklarının Değerlendirilmesi ....................................308

Stajyer Öğrencilerin Kızamık, Kızamıkçık, Kabakulak ve Suçiçeği Geçirme

Durumları İle İlgili Farkındalıkları ve Bu Hastalıklarla İlgili Bağışıklık

Durumlarının Değerlendirilmesi .........................................................................................310

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

8

KONGRE BAŞKANISaadet Ülker / Türk Hemşireler Derneği

KONGRE GENEL KOORDİNATÖRÜHasan Oğan / Türk Tabipleri Birliği

KONGRE SEKRETERLERİBirsen Seyhan / Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası

Özlem Azap / Türk Tabipleri Birliği

DÜZENLEME KURULUArif Müezzinoğlu - İşyeri Hekimleri Derneği

Arman Üney - Türk Eczacıları Birliği

Asuman Doğan - Ankara Tabip Odası

Begüm Ergan - Türk Toraks Derneği

Bülent Kavuşturan - Bursa Tabip Odası

Derya Aldemir - Türk Klinik Biyokimya Derneği

Emel Gönen - Türk Ortopedi ve Travmatoloji Birliği Derneği

Erdal Keçecioğlu - Eskişehir Tabip Odas

Leman Kutlu - Türk Hemşireler Derneği

Mehmet İyigün – Gaziantep-Kilis Tabip Odası

Mevlüde Karadağ - Türk Hemşireler Derneği

Nimet Ateş - Türk Hemşireler Derneği

Nurşen Yılmaz Badi - Fizyoterapist

Oytun Çalışkan - Manisa Tabip Odası

Özlem Duyan - Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası

Serdar Sütçü – Türk Dişhekimleri Birliği

Seyhan Erdem - Türk Medikal Radyoteknoloji Derneği

Şadiye Çetintaş – İşyeri Hekimleri Derneği

Ümit Şen – İstanbul Tabip Odası

Yeter Kitiş - İş Sağlığı Hemşireliği Derneği

24-25 EKİM 2015, ANKARA

9

Kurucu ÖrgütlerAnestezi Teknisyenleri Ve Teknikerleri Derneği - ATTD

Devrimci Sağlık İş Sendikası - Dev Sağlık İş

Sağlık Ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası - SES

Türk Dişhekimleri Birliği - TDB

Türk Ebeler Derneği - TED

Türk Eczacıları Birliği - TEB

Türk Hemşireler Derneği - THD

Türk Medikal Radyoteknoloji Derneği -TMRT-DER

Türk Tabipleri Birliği - TTB

Düzenleyen - Destekleyen KurumlarAdana Tabip Odası

Ankara Tabip Odası

Aydın Tabip Odası

Batman Tabip Odası

Bursa Tabip Odası

Çanakkale Tabip Odası

Denizli Tabip Odası

Eskişehir Tabip Odası

Gaziantep-Kilis Tabip Odası

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği

İstanbul Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Meclisi

İstanbul Tabip Odası

İş Sağlığı Hemşireliği Derneği

İşyeri Hekimleri Derneği

Konya Tabip Odası

Manisa Tabip Odası

Pratisyen Hekimlik Derneği

Tekirdağ Tabip Odası

TTB - Genel Pratisyenlik Enstitüsü

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

10

TTB - Halk Sağlığı Kolu

TTB - İşçi Sağlığı Ve İş Yeri Hekimliği Kolu

TTB - Pratisyen Hekimlik Kolu

TTB - Sağlık Politikaları Çalışma Grubu

TTB – Şiddete Sıfır Tolerans Çalışma Grubu

Türk Biyokimya Derneği

Türk Cerrahi Derneği

Türk Dermatoloji Derneği

Türk Klinik Mikrobiyoloji Ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği

Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği

Türk Jinekoloji Ve Obstetrik Derneği

Türk Nöroloji Derneği

Türk Ortopedi Ve Travmatoloji Birliği Derneği

Türk Plastik Rekonstrüktif Ve Estetik Cerrahi Derneği

Türk Psikologlar Derneği

Türk Radyoloji Derneği

Türk Toraks Derneği

Türkiye Fiziksel Tıp Ve Rehabilitasyon Derneği

Türkiye Psikiyatri Derneği

24-25 EKİM 2015, ANKARA

11

Bilimsel Danışma Kurulu Alpaslan Türkkan - Uludağ Ünv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Alpay Azap - Ankara Ünv. Tıp Fak. Enfeksiyon Hast. ve Klinik Bakteriyoloji AD

Aslı Davas - Ege Ünv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Ayfer Tezel - Ankara Ünv. Sağlık Bilimleri Fak. Hemşirelik Bölümü, Halk Sağlığı AD

Ayşe Beşer - Koç Ünv. Hemşirelik Fak.

Burhanettin Kaya - Gazi Ünv. Tıp Fak. Psikiyatri AD

Can Atalay – Türk Cerrahi Derneği

Cavit Işık Yavuz – Toplum ve Hekim Dergisi Hakem Kurulu

Cem Terzi - Dokuz Eylül Ünv. Tıp Fak. Genel Cerrahi AD

Çetin Atasoy – Anakara Tabip Odası

Esin Çeber - Ege Ünv. İzmir Atatürk Sağlık Yüksekokulu Ebelik Bölümü

Feride Aksu Tanık – Ege Ünv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Hayriye Ünlü - Başkent Ünv. Sağlık Bilimleri Fak. Hemşirelik Bölümü

Helin Aras Tek - Türk Dişhekimleri Birliği

İbrahim Akkurt – İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanı

Mehmet Zencir - Pamukkale Ünv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Meltem Çiçeklioğlu - Ege Ünv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Meral Türk - Ege Ünv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Muzaffer Başak – Türk Radyoloji Derneği

Mintaze Kerem Günel - Hacettepe Ünv. Sağlık Bilimleri Fak. Fizik Ted. ve Rehabilitas-yon Böl.

Murat Civaner - Uludağ Ünv. Tıp Fak. Tıp Tarihi ve Etik AD

Mustafa Sercan - Türk Nöropsikiyatri Derneği

Nuran Güler - Cumhuriyet Ünv. Sağlık Bilimleri Fak. Hemşirelik Bölümü

Nadi Bakırcı - Acıbadem Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Nurettin Abacıoğlu - Gazi Ünv. Eczacılık Fak. Farmakoloji AD

Okan Akhan - Hacettepe Ünv. Tıp Fak. Radyoloji AD

Onur Hamzaoğlu - Kocaeli Ünv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Oya Nuran Emiroğlu - Hacettepe Ünv., Hemşirelik Fak., Halk Sağlığı AD

Önder Ergönül - Türk Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

12

Özlem Özkan - Kocaeli Ünv. Kocaeli Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü

Peri Meram Arbak – Düzce Tıp Fak. Göğüs Hastalıkları AD

Raşit Tükel - İstanbul Ünv. İstanbul Tıp Fak. Psikiyatri AD

Reyhan Uçku - Dokuz Eylül Ünv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Selçuk Candansayar - Gazi Ünv. Tıp Fak. Psikiyatri AD

Sema Burgaz – Gazi Ünv. Eczacılık Fak.

Sema Yılmaz - Selçuk Ünv. Sağlık Bilimleri Fak. Ebelik Bölümü

Serdar Sütçü – Türk Diş Hekimleri Birliği

Şevkat Bahar Özvarış - Hacettepe Ünv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Seyhan Hıdıroğlu – Marmara Ünv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Zuhal Kunduracılar – Bülent Ecevit Ünv. Zonguldak Sağlık Yüksek Okulu Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Böl.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

13

PROGRAM / 24 EKİM CUMARTESİ 08.30 – 09.00 Kayıt

09.00 – 09.15 Dinleti

09.15 – 09.30 Açılış Konuşması

Saadet Ülker / Kongre Başkanı / Türk Hemşireler Derneği

09.30 – 10.15 Türkiye’de Sağlık Emek Sürecinin Dönüşümü / Konferans

Oturum Başkanı: Cavit Işık Yavuz / Toplum ve Hekim Dergisi Hakem Kurulu

Konuşmacı: Gamze Yücesan Özdemir / Ankara Ünv. İletişim Fakültesi

10.15 – 10.30 Ara

10.30 – 11.15 Sağlık İnsan Gücü Planlaması: Nasıl Yapılıyor, Nasıl Yapılmalı? / Konferans

Oturum Başkanı: Ebru Basa / Ankara Tabip Odası

Konuşmacı: Kayıhan Pala / Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD

11.15 – 12.30 Sağlık Eğitiminde ki Kabus ve Sağlık Hizmetine Olası Yansımaları / Konferans

Oturum Başkanı: Saadet Ülker / Türk Hemşireler Derneği

Konuşmacı: Hülya Okumuş / Hemşirelik Eğitimi Derneği

12.30 – 13.30 ARA

13.30 – 15.00 Sağlık Çalışanlarında İşe Bağlı Psikososyal Riskler ve Ruhsal Hastalıklara Yaklaşım / Panel

“Dr. Melike Erdem anısına”

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

14

Oturum Başkanı: Burhanettin Kaya / Gazi Ünv. Tıp Fak. Psikiyatri AD

Konuşmacılar: Psikososyal Tehlike ve Riskler Açısından Çalışma Yaşamı Çiğdem Vatansever / Namık Kemal Ünv. Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü

Sağlık Ortamının Çalışanlar Üzerindeki Ruhsal Riskleri, Öncül ve Süreç Risk Değerlendirme Ölçütleri Mustafa Sercan / Türk Nöropsikiyatri Derneği

15.00 – 15.15 Ara

15.15 – 17.00 Sunumlar I

Oturum Başkanı:

Özlem Azap / Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma Gurubu

Sağlık Çalışanları; Çalışma Koşulları Ve Mesleki Risk Değerlendirme Anketi Seyhan Hıdıroğlu / Marmara Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Olağan Dışı Durumlarda Sağlık Çalışanlarının Sağlığı ve Güvenliği Bülent Aslanhan / TTB Olağandışı Durumlarda Sağlık Hizmetleri Kolu

Dünyada Ve Türkiye’de Hemşirelerin Karşılaştıkları Riskler Ve Maruziyetleri Ayşe Beşer / Koç. Ünv. Hemşirelik Fakültesi / THD

25 EKİM PAZAR 09.30 - 11.00 Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet / Panel

“Dr. Ersin Aslan anısına”

Oturum Başkanılar: Arman Üney / Türk Eczacıları Birliği Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddetin Hastane Fiziki Koşullarına Bağlı Olarak İncelenmesi Saliha Kasapoğlu - Mine Aysan - Ömer Faruk Erdil Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi

24-25 EKİM 2015, ANKARA

15

Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddetin Geldiği Nokta Gülriz Erişgen / Şiddete Sıfır Tolerans Çalışma Grubu

Sağlık Çalışanlarına Yönelik Cinsiyetçi Şiddet Filiz Ak / TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu

Şiddette Kriz Yönetimi ve Sonrası / Şiddet İş Kazasıdır Hasan Oğan / Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma Grubu

İğneyi Kendimize Batırmak / Yüzleşmek Osman Elbek / Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hast. AD

11.00 – 11.15 Ara

11.15 – 12.45 Sağlık Hizmet Alanlarında Çalışanların Sağlığı Ve Güvenliği / Panel

“Hemşire Nazlı Yazıcı anısına”

Oturum Başkanı: İbrahim Akkurt / İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanı

Özel Sağlık Sektöründe İşyeri Sağlık ve Güvenlik Biriminin Yapılandırılması Şadiye Çetintaş / İşyeri Hekimleri Derneği

Tıp Fakültelerinde İşyeri Sağlık ve Güvenlik Biriminin Yapılandırılması Alp Ergör / 9 Eylül Ünv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Sağlık Çalışanlarının Sağlık ve Ortam Gözetimi Programı Arif Müezzinoğlu / Ankara Tabip Odası

12.45 – 13.30 ARA

13.30 – 14.15 Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Ve Güvenliğinde Örgütsel Durum, Tu tum / Panel

“İşçi Zafer Açıkgözoğlu anısına”

Oturum Başkanı: Eriş Bilaloğlu / Toplum ve Hekim Dergisi Hakem Kurulu

Murat Özveri / Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri, Çalışma ve Toplum Dergisi

Tunçalp Demir / TTB Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

16

Funda Keleş / Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası (Dev Sağlık İş)

14.15 – 14.30 ARA

14.30 – 16.30 Sunumlar II

Oturum Başkanı: Mevlüde Karadağ / Türk Hemşireler Derneği

Sağlık Çalışanlarında İş Kazası Ve Meslek Hastalıklarına Yaklaşım Çalıştayı Ümit Şen / İstanbul Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Meclisi

İstanbul Tıp Fakültesi Sağlık Çalışanları Mücadelesi Coşkun Canıvar / Sağlık Ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İstanbul Aksa ray Şubesi

16.30 – 17.00 Kongre Değerlendirme Ve Kongre Kapanış Bildirisi

Oturum Başkanılar: Özlem Azap / Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma Grubu Eftal Yıldırım / Çanakkale Tabip Odası

24-25 EKİM 2015, ANKARA

17

Merhaba,

Sağlık sektörü emek yoğun bir sektör ve teknoloji girişi diğer sektörlerin aksine emek gücü ihtiyacını azaltmıyor, artırıyor. Yeni teknolojiler yeni emek gücü ihtiyaçlarını or-taya çıkartırken kamu-özel sağlık sektörü mutlak sömürü mekanizmasıyla hareket edi-yor sağlık çalışanlarının; istihdam kuralları esnetilirken, çalışma süreleri ve iş yoğunlu-ğu artırılıyor.

Sağlık çalışanları olarak gittikçe ağırlaşan çalışma koşullarına bağlı şiddet başta ol-mak üzere daha fazla iş kazası ve meslek hastalığı ile karşı karşıya kalırken yaşadığımız olumsuzluklar devletin resmi rakamlarına yansımıyor, yok sayılıyor.

Siyasi iktidar ve sermaye daha fazla kazanmak, daha fazla sömürmek için mücadele eden, direnç gösteren sendikalarımızın, meslek odalarımızın, derneklerimizin önünü kesmeye çalışıyor.

Çalışma alanlarında yaşanan her faciadan sonra siyasi iktidar çalışanların sağlığı ve güvenliğine yönelik nutuklar atarken sorumlular serbest kalıyor, suçlu yine bizler, çalı-şanlar oluyoruz.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişleri tarafından sağlık kurum ve ku-ruluşlarında yapılan teftişler sonucunda;

- İşyerinde risk değerlendirmesi yapılmamış olması veya risk değerlendirmesi-nin işyerine özgü olmaması, - İş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi çalıştırılmaması, - Çalışanlara iş sağlığı ve güvenliği eğitimi verilmemesi, - Çalışanların işe giriş ve periyodik sağlık gözetimlerinin yaptırılmaması tespitlerine yasak savar cezalar uygulanıyor.

Sağlık çalışanları olarak sorunlarımızı birlikte tartışmak, yaşadığımız olumsuzlukları ortaya koymak ve tüm çalışanlarla birlikte sağlık çalışanları olarak haklarımıza sahip çıkmak gerçekliğini her geçen gün daha çok kavrıyor ve “Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma Grubu” olarak yıllardır sürdürdüğümüz mücadeleyi daha ileriye taşımaya de-vam ediyoruz.

Birlikte gerçekleştireceğimiz bu kongrede diğerleri gibi mücadelemizin önemli kilo-metre taşlarından biri olacaktır.

Saygılarımızla.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI ÇALIŞMA GRUBU

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

18

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

Hasan OğanSağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma Grubu

Değerli dostlar, arkadaşlar Sağlık Çalışanları Sağlık Çalışma Grubu olarak hepinize hoş geldiniz diyor ve saygılarımı sunuyorum. Bir önceki kongrede çalışırken yaşam-larını kaybeden arkadaşlarımızı anarak başlamıştık ve son yaşanan olaylar yine bu kongrenin açılışında da gündem maddesi olmak zorunda kaldı. Geçtiğimiz günler-de İstanbul’da bir sağlık çalışanı arkadaşımız yoğun çalışmaya, tükenmişliğe bağlı yaşamını kaybederken birçok arkadaşımız yine ambulans kazalarında yaşamlarını kaybediyor. Diğer mesleki risklerle de birçok arkadaşımız hastalıklarla karşı karşıya kalıyor.

Alana yönelik birçok şey yapmaya çalışıyoruz ama geriye dönüp baktığımızda yine de ne kadar yol aldığımızı bilemiyorum. Bir şeyler yapıyoruz ama çok da fazla ilerle-diğimizi söyleyememek acı geliyor. Biz sağlık çalışanları olarak bunları yaşarken ta-bii ki toplumda da bizlerin oldukça her gün canını acıtan olaylar yaşanıyor. Ankara Garı önünde gerçekleşen katliam ve görevlerini yaparken ölen insanlarımızın olması ve bu tür olayların giderek artması bizi zor günlerin beklediğini gösteriyor.

Buradaki insanların, sizlerin Türkiye’nin içindeki bulunduğu şartları ve koşulları bildiğini biliyorum. Bu nedenle yaşamlarını kaybedenleri, bugün onları anmadan geçmek olmayacak. Onların anısına barış için mücadele eden, özgürlük ve demok-rasi için mücadele eden, görevleri için mücadele eden insanlar anısına sizleri saygı duruşuna davet etmek istiyorum.

Yaşamları umarım yolumuzu aydınlatır.

Sağlık Çalışanları Sağlık Çalışma Grubu olarak daha önceden yapılan iki kongrenin arkasından bu beşinci kongre. Başta da dediğim gibi, birçok şeyi yaptığımızı görü-yorum. Her ne kadar bugün salon çok kalabalık olmasa da yaptıklarımız hayatta yer

24-25 EKİM 2015, ANKARA

19

buluyor. Bugüne kadar birçok broşür yayınladık. Birçok yayınlar, çalışmalar yaptık. Acillerle ilgili, anestezi çalışanlarına yönelik raporlar oluşturduk, bunları kamuoyu-na sunduk. Bunları ortaya çıkarmak birçok açıdan hepimizin de bildiği gibi kolay olmuyor ama bunu başarmak zorundayız. Bu konuda mücadeleye bugüne kadar na-sıl devam ettikse bundan sonra da devam edeceğiz. Burada sizlerin katkılarınız, des-tekleriniz çok önemli. Yani biz çalışma grubu olaraktan birçok şeyi yapmak istesek bile, birlikte yaptığımız zaman ancak doğruyu görebiliyoruz. Bu katkının da sizler tarafından sürdürüleceğine eminim. Ve tabii bu kongreyi gerçekleştirirken önümüze yeni iş planları da koymaya başladık. İşte en basitinden web sayfamızı daha gün-cel bir hale getireceğiz. İş kazası meslek hastalıkları konusunda bir rapor ve bildirge oluşturacağız. Çünkü devletin resmi uygulamaları artık o sorunu çözmüyor, soru-na çare olmuyor. Bu konuda daha net, daha kesin şekilde karşı çıkmaya çalışacağız. Yine geçen dönemde bildiğiniz gibi bölgesel olarak iller bazında sağlık çalışanları-nın sağlığı il meclisleri çerçevesinde İstanbul Meclisi’ni kurduk. Ankara’da iki yılda bir kongre yaparken, artık iki yılda bir de İstanbul’da sempozyum yapacağız. Geçen sene ilkini gerçekleştirdik. Bu önümüzdeki yılda da sempozyumu yine İstanbul’da gerçekleştireceğiz.

Önümüzdeki süreç gerçekten hepimizin yoğun emek harcaması gereken bir süreç ve buradaki insanların bu sürece destek vereceğinden eminim. Saygılarımı sunarken verimli bir kongre geçirmeyi diliyorum.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

20

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

Saadet ÜlkerSÇS 5. Ulusal Kongre Başkanı Türk Hemşireler Derneği

Değerli konuklar, değerli sağlık çalışanları!Sağlık Çalışanlarının Sağlığı 5. Kongresine, hoş geldiniz!

10 Ekim 2015 cumartesi ‘nin 15 tam güne erişmesine dakikalar kaldı. Şair Gülten Akın dizele-riyle karşılayalım bu zamanı.

Sonra dönüp dönüp gelinen Sıla oldu kavga barış uzaklaştı tarih kirli çakalların dolaştığı tekinsiz bir orman

… devam edelim

öcünü asıp boynuna çıkıyor iğnenin dar deliğinden bir daha bir daha sığmamak kararında (Celaliler Destanı)

Konuşmamda 5. Kongreye kadar geçen sürede bazı konulara dikkatinizi çekmeyi ve ne yapıla-bilir sorusuna bir örnekle yanıt vermeye çalışarak seçenek üretmeye daveti amaçlıyorum.

Kayıtlara göre ülkemizde Sağlık Çalışanlarının Sağlığına yönelik ilk örgütsel etkinlik bundan 27 yıl önce yapılıyor. Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Bildirim Formu geliştiriliyor ve çok sayıda sağlık çalışanına ulaştırılmaya çalışılıyor.

1990’da Türkiye İçin İşçi Sağlığı Tez Raporunda ihtiyaç duyulan sağlıkçı tipi dikkat çekici: Sağ-lıkçı kaderci olmayacak, bilimsel, demokratik, toplumsal davranış alışkanlıklarını geliş-tirmiş olacak, katılımcı olacak, sorumluluk alabilecek, öz güveni gelişmiş olacak.

1990-1999 arasında ki dokuz yıllık süre Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Birinci Ulusal Kongresi-nin yapılmasına yol açan bir düşünsel olgunlaşma ve birikim yılları olarak değerlendirilebilir.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

21

Sağlık Çalışanlarının Sağlığı hakkında ilk ulusal kongre 26-28 Kasım 1999’da yapıldı.

Bu kongre sırasında düşünsel olarak gelişip sonrasında ad ve görevleriyle tanımlanan oluşum çok önemlidir: Sağlık Çalışanlarının Sağlığı/ Güvenliği İçin İş Yeri Örgütlenmesi: Model. Bu modelin görev, sorumluluk ve yetkilerine yönelik olarak getirilen tüm açıklamalar içerisin-de kanımca çalışanlar dahil toplum sağlığı için en kapsayıcı/ çarpıcı olanı “ Sağlık hizmetleri üretimini durdurma konusunda inisiyatif sahibi” olabilmesini isteyen açıklamadır. (Sağlıkçı-nın Sağlığı Eylül –Ekim 2000 Yıl: 1 Sayı 2 sayfa:3)

İkinci kongre iki yıl sonra 16-18 Kasım 2001’de yapıldı.

2001-2011 arası 10 yıllık dönem Sağlıkta Dönüşüm Programının adım adım ve hızla hayata geçirildiği yıllardır. Bu dönemde sağlık çalışanlarının şiddete uğramaları giderek artmaya baş-lamış, şiddete sıfır tolerans grubu kurulmuştur.

Üçüncü kongre on yıl sonra 18-20 Kasım 2011’de, Dördüncü kongre 16-17 Kasım 2013’de yapıldı.

Dört ulusal kongre programının ilk günlerinde yer alan konular, bir sağlık emekçisinin kendi sağlığını da kapsayan üretim sürecini şekillendiren, yönlendiren, belirleyen temel konulara onun dikkatini çekmek, daha doğru bir deyişle “olup biteni anlamanın ve çözüm için etkili olacak yola girmenin “ bu konular üzerinde düşünmek, bilgilenmek ve örgütlenmekten geçti-ğine dikkati çekmek, hatırlatmak amacıyla yer verilmiş konulardı. Neydi bunlar:

• Sağlık Çalışanlarının Sınıfsal ve Toplumsal Yapısı: Toplum Sağlığı ve Sağlık Çalışanla-rının Sağlığı Arasında ki İlişki; Sınıf Kavramı; Üretim Sürecinde Sağlık Çalışanlarının Konu-mu; Sağlık Çalışanlarının Toplumsal Konumu • Sosyal Politikaların Sağlık Çalışanları Üzerine Etkisi: Sosyal Politika Nedir, Ne değil-dir? ; Cumhuriyet Döneminde Sosyal Politikalar; Üretim Sürecinde ki Değişimlerin Sağlığa Yansıması • Sağlık Sektöründe Sermaye –Kar: Artı Değer Teorileri ve Toplumsal Süreçte Sermaye –Kar Döngüsü; Sağlık Hizmetlerinin Metalaşması: Neo-liberal tezler; Sağlık Sektöründe Sermaye- Kar döngüsü, Araçları ve Mekanizmaları • Sağlık Çalışanlarının Sömürüsü: Üretim Gücünün Meta Karakteri; Tarihsel ve Toplumsal Yaşantı İçinde Üretim Biçimleri; Sağlık Sektöründe Emek Sömürüsü • Sağlık Hizmetlerinde Emek, Sermaye, Ücret ve Kar: Kapitalizmin Bugünü ve Yarını; Emekçiler ve Sağlık Emekçileri; Art Değer Teorileri ve Sağlık Sektöründe ki Yeri; Türkiye’de Kamu Hastane Birlikleri ve Kamu Özel Ortaklığı. • Sağlıkta Sermaye –Emek: Tekelleşme-Parçalanma; Gelecek? • Emeğin Örgütlenmesi ve, • Çalışmak Sağlığa Zararlıdır: Tüm bu konuları elle tutulur hale getiren, sömürünün bo-yutlarını, araçlarını, aracılarını çarpıcı örneklerle ortaya koyan Çalışmak Sağlığa Zararlıdır

18-19 Ekim 2014 ‘de Sağlık Çalışanlarında İş Kazaları ve Meslek Hastalıklarına yaklaşım Sempozyumu yapıldı. Üç önemli konuda kitapçık hazırlandı ve iki önemli konuda hazırlanan da kısa bir süre önce pdf formatında yararlanılmaya açık hale getirildi.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

22

Bütün bu gelişmelerden sonra Temmuz 2015 başlarında bir kampanya başlatıldı. Neydi konusu?

Sağlık Bakanlığı’nı Meslek Hastalıkları Tıbbi Kayıt Sistemi Oluşturmaya davet!

16.08. 2015’de kampanya 2500’lerde takılı kaldı. En fazla 3 bin’e çıktı.

27 yıllık bir mücadele, şimdiye kadar yapılan çalıştaylar ve sempozyum, yayımlar dışında dört kongre sonrasında kampanyaya katılım 3 bin kişi kadar!

Türkiye’de yıl 2015. 1500 yataklı bir hastane. Hemşire sayısı 500. Bu 500 hemşire ilgililere “yeni yatak ya da bölüm açmayın. Nitelikli bakım hizmeti vermek bir yana hastaya zarar veriyorum/ verebilirim. Kendim zarar görüyorum. Bu koşullarda hizmet verilemez “ demeleri için ne kadar desteklenirlerse desteklensinler korkudan kıpırdamıyorlar.

Bu gerekçelerle kapıya çıksalar ve halka dertlerini anlatsalar Türkiye hastanelerine örnek oluş-turacaklar. Çoğu, hatta hepsi kapıya çıkmaya hazır, ama çıkamıyor. Korkuyor. Sıkça kullanılan “üretimden gelen gücünü” kullanamıyor ve sağlık hizmetini durduramıyor.

Toplumun en üst kurumu olan üniversiteler adeta çökmüş durumda. Akademisyenlerin önemli bir bölümü, üniversite alanına sığınmış, sessizliğini “YÖK öyle istiyor, ya da sistem böyle” diye açıklamaya çalışıyor. Her alanda derin bir zafiyet var.

Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Grubu kendi payına düşen alanda duyarlılığın oluşması ve bunun eyleme dönüşmesi için büyük bir çaba harcıyor.

Değişimin önünde ki amansız engelleri biliyoruz. Değişimin koşullar ne olursa olsun kolay olmadığını da biliyoruz. Bunları bilmek sanırım daha ne yapılabilir sorusunu sormaya ve ya-nıtlarını aramaya engel olmasa gerektir.

Örneğin, neden iş sağlığı değil “işçi sağlığı” ve neden iş kazası değil “iş cinayeti” denmesi ge-rektiği tartışmalarına girme ihtiyacını duyurma yolunda daha neler yapabiliriz? Yanıt 1) Yu-karıda değinilen konuların kongrelerden kongrelere değil daha sık aralarla okunur ve tartışılır hale gelmesinin yollarını arayabiliriz. Yanıt 2) Ayrı ayrı yapılıp kongrelerde sunulan yer yer birbirinin tekrarı gibi olup birbirinden haberli olduğu da kuşku götüren küçük çaplı araştır-maları, duyarlılığı ortaklaştırıp emeği birleştirerek büyük ölçekli araştırmalara dönüştürebilir ve sonuçlarını sağlık çalışanları ve toplumla paylaşabiliriz.

Bunu yapabilmek için yıllar içerisinden yavaş yavaş gelen ve özellikle son yıllarda olgunlaşan önemli bir gelişme var ki çok değerli: sağlık çalışanları olarak birlikte yol almanın değerini, vaz geçilemezliğini kavradık. Bu kavrayış karanlığı aydınlatmak için çok güçlü bir itici güç. Ancak, yine de derinleştirilmeye ve yaygınlaştırılmaya halen çok ihtiyacı var.

Bu kongre de diğerleri gibi yoğun çabalarla kotarıldı. Bu nedenle kongreyi organize eden, organizasyona yardım eden, kongreye destek veren ve katılan herkese yürekten şükranlarımı sunar, başarılar dilerim.

Saygılarımla.

TÜRKİYE’DE SAĞLIK EMEK

SÜRECİNİN DÖNÜŞÜMÜ

Oturum Başkanı: Cavit Işık Yavuz

Toplum ve Hekim Dergisi Hakem Kurulu

Gamze Yücesan Özdemir

Ankara Üniversitesi İletişim Fak.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

24

TÜRKİYE’DE SAĞLIK EMEK SÜRECİNİN DÖNÜŞÜMÜ

Cavit Işık YavuzToplum ve Hekim Dergisi Hakem Kurulu Oturum Başkanı

Açılış konuşmasında da belirtildiği gibi, sağlık çalışanlarının sağlığı kongrelerinin ilki 1999 yılında gerçekleşmişti. O yıl biliyorsunuz Türkiye için bir doğal afet yılıy-dı. Bugün beşincisini yaptığımız bu kongrede sanırım 2015 yılı da Türkiye için insan eliyle oluşturulmuş felaketler yılı olarak tarihe geçecek. Zor günler, zor dönemler geçiriyoruz. Ve bu ülkede ne yazık ki, daha kötüsü olamaz dememeyi giderek daha fazla öğreniyoruz. Bu geçen 15-16 yıllık süre içerisinde sağlık alanında da çok ciddi değişimler yaşandı. Sağlık Bakanlığı’nın deyimiyle 80’lerden sonra başlayan sağlık re-formu hazırlık sürecinin uygulama aşamasını gördük ve yaşadık. Ve yaşamaya da de-vam ediyoruz. İşte bu kapsamda kongre tartışmalarına bir giriş zemini olması açısın-dan da bugün Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir hocamızı dinleyeceğiz. Çok kısaca kendisini tanıtmak istiyorum. Gamze Yücesan Özdemir, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde çalışıyor. Lisans eğitimini ODTÜ’de yüksek lisans ve doktora eğitimini yurtdışında tamamlayarak, emek çalışmaları alanından faaliyet gösteriyor. Bu alanda emek süreci teorisi sosyal ekonomi, sosyal politika, teknoloji, toplumsal sınıflar ve kalkınma konularında dersler veriyor ve araştırmalar yapıyor. Çok sayıda katkı sun-duğu kitapları var. Gerek kendisinin yazdığı, gerekse çok yazarlı kitaplarda önemli katkıları olan kitapları var. Sadece birkaç tanesinin adını anmak istiyorum size. 2008 yılında çıkmış, Sermayenin Adaleti Türkiye’de Emek ve Sosyal Politika adında bir ki-tabı var. ‘Emek Politikaları, Ne oluyor, Ne yapmalı?’ 2011 yılında Belediye İş yayınla-rından çıkmış. Emek ve teknoloji, Türkiye’de Sendikalar ve Yeni İletişim Teknolojileri adlı bir kitabı var. İnatçı Köstebek, Çağrı Merkezleri’nde Gençlik ve Direniş, Yordam Kitap’tan çıkan 2014 tarihli bir kitabı. Bir de, İktidarın Şiddeti AKP’li Yıllar, Neo Li-beralizm ve İslamcı Politikalar kitabında katkı sunanlardan.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

25

TÜRKİYE’DE SAĞLIK EMEK SÜRECİNİN DÖNÜŞÜMÜ

Gamze Yücesan Özdemir Ankara Üniversitesi İletişim Fak.

Burada bu konuşmayı yapıyor olmak çok büyük bir gurur. Çok büyük bir onur be-nim için. Dolayısıyla bu davet için, kongrede emeği geçen herkese çok teşekkür ediyo-rum. Türkiye’de sağlık emeğinin, sağlık emek sürecinin dönüşümü konusu için aslında sevgili Çağla Ünlütürk Ulutaş’ın ismi geçiyordu. Kendisi benim öğrencim. Gerçekten sağlık hizmetinin üretilmesi noktasında çok ciddi bir saha çalışması yaptı. Türkiye’de birkaç hastanede çok yoğun bulundu ve bir doktora tezi yazdı. Ve aynı adlı bir kitabı da var. Fakat Çağla’nın sağlıkla ilgili bir mazereti dolayısıyla burada olamaması sonucu bu görevi ben devraldım. Ama umuyorum ki, hep birlikte çok yakın zamanda Çağla’yı da dinleme imkanımız olur.

Bir açılış konuşması için buradayım. Ama biraz önce benden önceki konuşmacıların da değerli konuşmacıların da dediği gibi, bugünlerde söz söylemek, bir şey anlatmak çok zor. Hatta an an nefes almak bile çok ağır. Haziran’dan bugüne ciddi bir kan ve şid-det ortamından geçiyor toplum. Ve son aşamada da yaklaşık 2 hafta önce Ankara Garı önünde Türkiye sosyal ve siyasal tarihinin en büyük katliamını yaşadık. Zor günlerden geçiyoruz ama konuşmama başlamadan önce 10 Ekim’de Ankara Garı önünde katliam anı ve hemen sonrası ve ardından hastanelerde gerçekten insanlık ötesi bir çaba, güç ve özveri ile çalışan tüm sağlık emekçilerine saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, Türkiye’de sağlık-emek sürecinin dönüşümü hakkında sizinle birkaç şey pay-laşmak istiyorum. Hepimizin bildiği gibi sağlık hizmetinin üretimi noktasında sağlık çalışanlarının neler yaşadığı nelerle karşı karşıya olduğu önemlidir. Ama bir o kadar da önemli olan, bu hizmeti alan toplum kesimlerinin ne yaşadığı ve neyle karşı karşıya ol-duğudur. Dolayısıyla sağlık hizmeti, yalnızca sağlık çalışanlarının değil, tüm toplumun yeniden üretimi için çok kritik bir noktadır. Yani sağlık çalışanlarının sağlığı, yalnızca sağlık çalışanlarına bırakılmayacak kadar toplumsal önemde, toplumsal ehemmiyette bir konudur. Dolayısıyla tüm toplum kesimlerinin sahip çıkması gereken bir noktadayız.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

26

Bugün bir tartışma konusundayız diye düşünüyorum. Sağlık hizmeti nasıl dönüşüyor? Ve bu anlamda sağlık emek süreci, yani hizmetin üretildiği an nasıl dönüşüyor? Ve sağ-lık çalışanları nelerle karşı karşıya? Bunu açıklayabilmek için şöyle bir sunuş planı ha-zırladım. Öncelikle sağlık hizmeti dediğimiz zaman ve sağlık hizmetinin nasıl verilece-ği noktası sanırım kamu hizmeti konusunda bir fikrimizin olması gerekiyor. Yani kamu hizmetinden ne anlıyoruz? Kamu hizmeti toplumun geneline verilecek olan hizmetini nasıl tanımlıyoruz? Öncelikle bu konuda bir duruş noktası hem sağlık emek sürecini hem ne yapmamız gerektiğini söyleyen bir nokta. Dolayısıyla ilk bölümde sağlık-kamu hizmetinin dönüşümünden bahsetmek istiyorum. Akabinde bununla çok alakalı olan kuşkusuz, kamu hizmetinin dönüşmesi noktasında hemen onu takip eden sağlık emek süreci nasıl dönüşüyor? Ve son noktada, buradaki bileşenleri, bu kongrenin asıl hedefi olan sağlık emek sürecinde nasıl bir mücadele hattı örmeliyiz, hangi noktalarda taviz vermeyen bir cephe kurmalıyız? Ve bu toplumu bugünden yarına çok daha güzel ve güneşli günlere hazırlamalıyız noktası. Ve üçüncü bölümde bir mücadele hattı konu-sunda birkaç noktaya parmak basmak istiyoruz. Şimdi, birinci bölümden başlarsak; üç bölüme ayırmış olmam sizi biraz rahatlatabilir. En azından 3’te biteceğini biliyorsunuz. Sonu görünen bir konuşma olabilir. Üçe ayırıyorum, bölümler bittiğinde söyleyeceğim, aralarda kopuşlarda olursa, hani ilkini dinleyemedim, bari ikisinden bağlanırım diye.

Kamu hizmetinde neyi nasıl anlamamız gerekiyor? Toplumun geneline verilen iki büyük hizmet var tabii, biri sağlık kuşkusuz, biri eğitim. İsterseniz ulaşım, isterse-niz barınma, isterseniz belediye hizmetleri... Yani kamu hizmetleri fikriyatında bizim toplumun geneline ulaşan bir hizmet düşünmemiz gerekiyor. Şimdi, şunu söylemek zorundayız sanırım: bu hizmetin nasıl verileceği, kimler tarafından verileceği, niteliği-nin nasıl olacağı, içinde yaşadığımız kapitalist toplumda bir mücadele alanıdır. Emek ve sermaye arasında bir mücadele alanıdır. Dolayısıyla tarihsel süreçte, sarkaç serma-yeden yana savrulduğundan biz kamu hizmetinin niteliğini veriliş biçimini, kimler tarafından verildiğini başka bir şekilde görürüz. Tarihsel süreçte eğer sarkaç, emekten yanaysa yani emek kendi örgütleriyle siyasal partileriyle, söz söyleyebiliyorsa toplum-da o zaman kamu hizmetinin yapısı, içeriği ve niteliği değişir. Öncelikle sanırım bunu aklımızda tutmamız gerekiyor. Ve hemen hepimizin bildiği bir gerçek olarak 1980’ler-den bu yana, yaklaşık 35 yıldır, biz sermayenin... Pardon sarkacın hızla sermayeye doğru savrulduğu bir dönemden geçiyoruz. Son 35 yıldır kamu hizmetinin niteliği, içeriği sermaye tarafından biraz belirleniyor, tanımlanıyor diyebiliriz. Şimdi, böyle bir kavrayıştan sonra kamu hizmetini bir mücadele alanı, yani baştan sonra tanımlanmış bir alan değil, bir mücadele alanı olarak gördükten sonra, kamu hizmetine yönelik iki tartışmayı da açmak istiyorum. Biri iktisat disiplinin yürüttüğü bir tartışma. Bir de si-yaset biliminin yürüttüğü bir tartışma. Şimdi, iktisadi olarak kamu hizmetinin, kamuya verilecek hizmetin piyasa ve sermaye güçleri tarafından mı etkin ve verimli verileceği ya da hizmetin devlet eliyle yürütülmesi mi? Daha mı iyi olacağı konusunda bir tartış-ma var. Dönem dönem bu işin kamuya genel olarak toplu verilecek bir hizmetin, devlet eliyle yürütülmesinin daha toplumun lehine olacağı yönünde tartışmalar ağır basıyor. Biraz önce söylediğim çerçevede, eğer sarkaç emekten yanaysa, eğer sarkaç sermayeden yanaysa iktisadi olarak kamu hizmetinin piyasa ve sermaye ile verilmesinin çok daha

24-25 EKİM 2015, ANKARA

27

toplum yararına olduğu iddiası var. İkinci bölümdeki tartışa, bazı hizmetlerin devletin temel işlemleri diye görüldüğü. Ve bunların mutlaka bu kamu hizmetlerinin devlet ta-rafından verilmesi gerektiği. Hemen aklınıza gelen hukuk, güvenlik gibi devleti yeni-den üreten hizmetlerin piyasaya aktarılamayacağı ve bunların devlet eliyle yürütülmesi gerektiği. Fakat öyle zamanlardan geçiyoruz ki artık özel oldular. Özel güvenlik ile o alanın da sermaye tarafından doldurulduğunu görüyoruz. Dolayısıyla kamu hizmeti üzerine düşünürken bunu bir mücadele alanı olarak görmek, bir de hem iktisat hem de devlet tartışmaları ve siyaset tartışmalarında bunun dönem dönem hep sorun olduğu-nu ve genel itibariyle de kamu hizmetinin devlet eliyle, piyasa eliyle mi verilmeli tartış-masını hep devam eden, kadim bir tartışma olduğunu belirtmek isterim.

Böyle bir girişten sonra, son dönemde kamu hizmetinde nasıl bir dönüşüm yaşıyoruz? Buradan, sağlığı da doğrudan etkiliyor. Kamu hizmeti, iki başlıklı dönüşüm kamu hiz-metini de değiştiriyor. Birincisi son 35 yıldır sermaye birikim rejimi, yani sermaye artık yeni alanlara, yeni birikim yapacağı alanlara akıyor. Bunu biliyoruz. Ve bunun başında kuşkusuz daha önce devlet eliyle yürütülen tüm alanların sermaye tarafından sektiği ve buralarda bir birikimin, değerin yaratılması söz konusu. Sermaye birikim rejimi diyo-ruz ona. Ve burada eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, medya daha önce kamu elinde olan televizyon, radyo süreçleri... Hepsinin sermayenin yeni kar alanları olarak biçimlendi-ğini görüyoruz. Bildiğimiz tartışmalarda 70’lerin sonunda ortaya çıkan krizden sonra sermaye kendini toparlayabilmek için daha önce yatırım yapmadığı alanlara doğru bir açılma heyecanı duymuştur. Dolayısıyla sağlık da bu süreçte sermayenin atılım yaptı-ğı bir alandır. İkincisi sermaye böyle bir atılımı gerçekleştirebilmek için emeği, emeğin sesini, sözünü ve temsiliyetini ortadan kaldırmak durumundadır. Buna da düzenleme, süreci düzenleme biçiminde dönüşüm diyoruz. Ve temel itibariyle artık biz, emeğin hayattan, sokaktan ve hatta anayasadan dışlandığı bir süreçten geçiyoruz. Ne demek istiyorum bu noktada? Sermaye bütün alanlara akabilmek için önündeki tüm engelleri kaldırabilmek için, emeğin örgütlü sesine saldırmıştır.

Şimdi emeğin hakkının, hukukunun ve taleplerinin sınırlandırılmasını sağlık üzerin-den düşünecek olursak, yalnızca sağlık emekçilerinin çalışma saatleri, ücretleri ve ör-gütlülükleri değil, aynı zamanda sağlığa ulaşacak olan toplum kesimlerinin de sağlık hakkının budanması anlamında, çift taraflı çalışan bir süreçtir. Dolayısıyla diyoruz ki, son yıllarda kamu hizmeti alanı artık sermayenin temsiliyetine terk edilmiş, bu işi ser-maye ve piyasa yapacak. Ve buna aksi çıkacak tüm sesleri, toplumun genel yararını dü-şünen, toplumsal bir yapılanmayı düşünen, emeğin tüm seslerinin kısıldığı bir dönem-den geçiyoruz. Bu birinci bölüm. Kamu hizmetini anlattım. Kamu hizmeti üzerindeki dönüşümü netleştirdim.

Şimdi sağlık emek sürecinde ne yaşıyoruz? Biraz önce bahsettiğim, sermaye sağlığa akıyor ve emek bütün hak, hukuk ve taleplerine, hem sağlık çalışanları nezdinde, hem toplum nezdinde kaybetmiş durumda. Bunlar sağlığın piyasaya evrilmesini, sağlık ça-lışanlarının haksızlığını ve toplumun sağlığa ulaşımını bulandırmış durumda. Ve bir de onun üzerine özellikle sağlık emek sürecine dair iki yeni uygulama var. Biri, son dö-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

28

nemde yaşadığımız bir istihdam rejimi, sağlık hizmeti verilirken karşı karşıya kalınan istihdam rejimi. Ki buna esneklik, esnek çalışma diyoruz. İkincisi de genel olarak kamu hizmetinin yönetim anlayışı olarak değişmesi istenen, toplam kalite yönetimi tartışma-sı. Bu iki aks, esneklik ve toplam kalite yönetimi, sağlık emek sürecini doğrudan belir-leyen, tanımlayan, iki baş düzenleme. Arkada sermaye birikimi var, arkada düzenleme biçiminde değişimler var. Bir de daha özellerde iki uygulama var. Biliyor olabilirsiniz, daha önceki tartışmalardan haberdar olabilirsiniz. Esneklik tartışması kapitalizmin son dönemdeki en popüler tartışması. İsmi itibariyle sempatik. Katı, sıkı, bürokratik kapi-talizmin esnek çalışma biçimi. Aslında hem sağlık çalışanları için, hem toplumun gene-li için çok sert bir uygulama.

Esnekliği şöyle tanımlıyoruz: Esnek çalışma modeli var. Bunu kamuya, kamu emek sü-recine ve sağlık emek sürecine doğrudan getirme çabası var. Şöyle başlayayım, esnek çalışma modeli diyor ki, hizmet üretimi sırasında ya da mal üretimi sırasında, bu genel bir anlayış ve kamu hizmetlerine de doğrudan sirayet ediyor. Bütün çalışanları aynı hak ve hukukta tanımlamaya gerek yok. Bir merkez işgücü olsun. Çekirdek, vazgeçil-mez. Bunlara isterseniz çalışma saatleri belli, kadrolu, göreceli iyi ücretler alan, sigortalı çekirdek bir merkez işgücü olsun. Ama esas itibariyle dönem dönem sermayenin canı çektiğinde genişleyebilecek, canı sıkıldığında daralabilecek bir de çevre işgücü olsun. Şimdi, bunların bazısı sağlıkla ilgili, bazısı tüm toplumu kesen düzenlemeler. Diyoruz ki, çekirdekte vazgeçmeyeceğiniz belki görece hak ve hukuk tanıdığınız işgücü var. Bir de çevrede, çok fazla dolaşımda olan şu anda, taşeron, sözleşmeli, norm kadro, staj-yer, evde çalışma, tele çalışma, freelance, bunların hepsi! Nasıl bir esneklik kapitalizm için? Sermaye istediği zaman bu çevre işgücünden bir anda kurtulabiliyor. Ve kendisini merkez işgücünün maliyetiyle sınırlandırabiliyor. Ama gün gelip genişlemek ve bü-yümek istediğinde kendisini hiçbir yükümlülük altına girmeden taşeron, sözleşmeli, norm kadro, stajyerle büyütmeye çalışıyor. Şimdi bunun aynısında kamu istihdamın-da ve sağlık emek sürecinde yaşıyoruz. Sağlık emek sürecinin birçok noktasında sağ-lık emekçilerinin bir bölümü merkez işgücüyken, bir bölümünün taşeron, sözleşmeli, norm kadro -sanıyorum norm kadro daha çok eğitim sektöründe. Sizler bu konuda bana daha iyi yardımcı olabilirsiniz- aynı yapıyı kamu hizmetinde de görüyoruz. Emek adına bakıldığında sermaye bunu şöyle övüyor: esnek çalışma harika bir şey. İstediğiniz kadar iş yapabilirsiniz. İki üç işi birden yapabilirsiniz. Evde çalışmaya ya da tele çalış-maya kendinizi ayarlayabilirsiniz. Ama esas itibariyle çevre gücü, işgücü, sosyal güven-lik hizmetleri çok sınırlı. Çok uzun çalışma saatleri. Çalışanın ciddi anlamda iş yoğun-luğu olan. Gerçekten kapitalizmin 21. Yüzyıla taşıdığı ve bütün kazanımları reddeden bir iş gücü. Şöyle bakalım, bu yapı, şimdi kamuya sirayet ediyor. Kamuda bir esneklik çalışması var. Kamu biliyoruz ki, memurluk, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçi gibi farklı istihdam türlerini barındıran bir yapı, devlette çalışma. Ama bu esneklik mo-deli sermayenin hem kendi alanında uyguladığı hem de kamuya baskıyla sen de böyle uygula dediği bir yapı. Dolayısıyla biz her geçen gün kamuda memurluk yerine, sözleş-meli çalışma biçiminin arttığı, kadro gereği ücret yerine, performansa dayalı ücret gibi bütün sermayenin kendi yapısında istediği düzenlemenin kamuda da görüldüğünü gö-rüyoruz. Yani, kadro ve memurluk, arkadan söyleyeyim, bu bir piyasa rejimine geçiştir.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

29

Liyakat, kariyer gibi kamu istihdamının yalnızca çekirdek işgücüne tanınması. Liya-katın, kariyerin, kadronun, memurluğun diğer kesimlerinse çok rahat işten atılabilen, işe alınabilen, hak hukuk sahibi olmayan bir kesime ayrıldığını görüyoruz. Sağlık emek süreci de doğrudan bu tehditle karşı karşıya.

Bir de şuna bakalım, bu toptan kalite yönetimi de bütün kamu hizmetlerini ve aynı za-manda ciddi anlamda sağlık emek sürecini de doğrudan etkileyen bir uygulama. Sanı-rım son zamanlarda adına stratejik yönetimi gibi bir kavramla da hastanelere sokulma-ya çalışılıyor. Arkadaşlar, toplam kalite yönetimi, duymuşsunuzdur, bir Japon yönetim tarzı. Özellikle Japonya’da Toyota fabrikasında mükemmelleştirilen bir anlayışın kamu-ya sirayet ettirilmesi isteniyor. Toplam kalite yönetimine baktığımızda şöyle uygulama-lar var: Sağlık Bakanlığı’nda devlet hastanelerinde pilot proje olarak uygulanıyor. Ya-taklı tedavi kurumlarında kalite yönetim hizmet yönergesi gibi 2002’de hazırlanmış bir yönerge var. Bazı hastaneler ISO-9000 kalite sertifikası almış durumdalar. Bu resim bir sağlık üretimi için acıklı bir tablodur. Zaten bazı dönüşüm sağlık çalışanlarının toplam kalite yönetimi için hazırlanan broşürlerinin TOYOTA fabrikasından kopyalandığını söylüyorlar. Yani zihniyetimiz şu: sağlık hizmeti vermekle bir otomobil üretmek aynı şey. Aynı noktada bir verimlilik gerekir. Karlılık gerekir. Toplam kalite yönetimi dediği-niz kalite gerekir. Çalışanların yönlendirilmesi gerekir. Sağlık üretiminin bir otomobil üretiminden hiçbir farkının olmadığı bir toplumsal düzende yaşıyoruz.

Şimdi, toplam kalite yönetimi üzerine ileride biraz daha tartışabiliriz sorularla belki. Esas itibariyle size şunu söyleyeyim, bir çalışanın bir dakikasının altmış saniyesinin de üretime vermesi gerektiğini söyleyen bir sistemdir. Çok baskıcı, çalışanın her anını sermayeye tabii kılmasını amaçlayan, çok sert bir düzenlemedir toplam kalite yönetimi. Esas itibariyle çalışanı daha ne kadar verimli kılabilirim, bütün düzenlemeler bu yön-dedir. Dolayısıyla, bu da sağlık-emek sürecine, esneklikten sonra bir yönetim anlayı-şı olarak düzenleyen ve sağlık hizmetini bir otomobil üretimindeki gibi karlı, etkin ve verimli kılmak isteyen, maliyeti minimize etmelisiniz, karları çoğaltmalısınız diye üre-tilen bir sağlık sisteminden bahsediyoruz. Hizmet üretimi noktasında sağlık çalışanla-rı esneklik uygulaması ile karşı karşıyalar. Toplam kalite yönetiminin baskılarıyla. ISO 9000 kalite belgesi fabrikalara verilen bir belgedir biliyorsunuz. Şimdi hastanelere de aynı belge veriliyor. Bu belge sırasında çalışanların ne kadar şirketin misyon ve vizyo-nuna sahiplendiği noktasına bir araştırma var. Bunu sanırım TSE veriyor.

Bir fabrikada çalışma yürütüyordum. Orta yaşlı bir işçi arkadaş cebinden bir şey çı-karıyor. Okuyor ve tekrar koyuyor. “Hayırdır?” dedim. “Hocam” dedi “ISO 9000 için gelecekler. Fabrikanın misyonunu ve vizyonunu ezberlemem gerekiyor. Fabrikanızın misyonu ne, vizyonu ne? “Çalışıyorum”. Dolayısıyla aynısının sağlık sürecine uygulan-dığı bir süreç.

Şimdi bütün bu dönüşümler üzerinden bir mücadele hattını örmek için 8 noktada yaşanan dramatik dönüşüme, üçüncü bölüme geçiyorum ve üçüncü bölümü de 8’e ayırıyorum.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

30

Üçüncü bölümde sağlık emek sürecinde bütün bu etkiler altında neler yaşıyoruz ve mücadele hattını nasıl kuralım? Üçüncü bölüm mücadele hattı.

Şu an itibariyle biraz önce söylediğim gibi, sağlık çalışanı, sağlık hizmeti, sağlık emek süreci, kesinlikle bir mal üretimiyle aynı mantıkla düzenlenmektedir. Bir mal nasıl minimum hatayla, minimum maliyetle ve maksimum kârla üretilecekse, aynı şekil-de sağlık hizmetinin de böyle üretilmesi hedeflenmektedir. Hem kamuda, hem de özel hastanelerde. Oysaki bizim tekrar tekrar söyleyeceklerimiz sağlık-emek süreci toplumu bugünden yarına hazırlayan bir yeniden üretim sürecidir. Bir mal üretiminden tümüy-le farklıdır. Diğer anlamıyla sağlığın metalaşması dediğimiz, sağlık emekçisinin yaptığı hizmete yabancılaştığı, bu ilişkinin maddiyata performansa, iş yoğunluğuna, baskıya tabii olduğu bir yapının tümüyle reddedilmesi yönünde her geçen gün mücadeleyi yük-seltmek gerekir. Toplumun sağlığından; hem ruhsal, hem fiziksel, hem de ahlaki sağ-lığından konuşuyoruz. Mal üretiminin bütün pratikleri, sermayenin getirdiği esneklik uygulamaları, toplam kalite yönetimi uygulamaları, sağlık hizmetinde olamaz!

İkinci mücadele hattı, tam da bu piyasa mantığı ile işlemesi anlamında sağlık hizmeti, artı değeri ve karı artırmak için örgütlenmektedir. Yapılmaması gereken ve tekrar tek-rar söylememiz gereken, toplumsal faydayı, toplumun yeniden üretimini ve toplumu hedefleyen bir sağlık-emek sürecinin sahiplenilmesi gerekiyor. Sağlık-emek süreci artı değeri ve karı arttırmak için örgütlendiği noktada sağlık çalışanlarının üzerinde olan baskı, iş yoğunluğu, ücret düşüklüğü, çalışma saatlerinin uzunluğu, hepsi sermaye ta-hakkümünün çıktılarıdır.

Bir de diğer taraftan, bir piyasa ilişkisine girildiği noktasında sağlık almaya gelen hal-kın sağlık çalışanına yaklaşımı da, “Parasını veriyorum. Bu iş parayla değil mi?” gibi bir zihniyetle hizmetten hoşlanmadığı noktada şiddete varabilen ve karşılıklı ilişkiyi, piyasadaki yabancılaşma ilişkisine dönüştüren bir yapıdır. Çok kritiktir ve bütün sağ-lık çalışanlarını hem sağlığını, hem de toplumun sağlığını, artı değer ve karı arttırmak adına örgütlemek yerine toplumun yeniden üretimi, toplumun faydası... Şimdi bunları böyle söylüyorum ya, derste bunları anlatıyorum çocukların yüzünde bir gülücük var. “Hocam siz hâlâ eşitlik falan diye bir şeye inanıyor musunuz?” 18 yaşında genç insan-lara anlattığım şeyler çok afaki gelebiliyor. Dolayısıyla gerçekten mücadeleyi buradan kurmamız gerek, tekrar tekrar sözümüzü elimizden almalarına, kafalarımızı elimizden almalarına engel olmak gerekiyor.

Üçüncü nokta, “Sağlık hizmetinin nasıl örgütleneceği” piyasa koşullarıyla belirleniyor. Yani kabaca söylemek gerekirse, ülkenin kalkınması, geneli ve buraya yayılan bir sağ-lık hizmetinden öte müşterinin, talebin, paranın olduğu noktalarda sağlık hizmetinin olduğunu düşünüyoruz. Toplumun geneline, yoksul bölgelere ya da kalkınmaya açık bölgelere değil. Bunun yapabileceği tek şey şudur: sağlık-emek süreci, sağlık hizmeti-nin doğası ve niteliği siyasi kararlar sonucunda örgütlenmektir. Bu siyasi kararlar der-ken de, sağlığın, çalışanların ve emekçi kesimlerin, örgütlerinin ve partilerin söz hakkı olduğu siyasal mekanizmaların canlandırılması gerekir.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

31

Şu anda bütün sağlık-emek süreci, piyasanın ihtiyaçları, talepleri doğrultusunda, dola-yısıyla tekrar söylüyorum sağlık-emek süreci yurttaşın hakkı olarak, toplumun yeniden üretimi olarak, siyasal bir kararın sonucu örgütlenmelidir. Bunun üzerinden bence, mücadeleyi yürütmeliyiz.

Dördüncü başlık: belki bizler değil ama toplumun geneli maalesef ki unuttuk. Sağlık hizmeti insan-insan ilişkisidir. Ama çoğu zaman şu anda sağlık çalışanları önüne ge-len insana performans kaydı yapılacak. Belli testlere tabii tutulacak. Belli bir sistemin parçası olarak bakmaktadır. Aynı şekilde sağlık hizmetini alan insan da, karşı tarafa bir teknolojiyle karşı karşıyaymış gibi. Dolayısıyla yaratılmak istenen emek, -sağlık emeği-nin karşısında bir mal üretimi yoktur- dramatik bir üretim vardır. Dramatik üretim iki tarafın birbirini dönüştürdüğü, etkileştiği bir andır. Bu andaki şu anda sağlık hizmeti üretenlerin ve alanların arasındaki şiddet, sağlık hizmeti alanların dönem dönem ulaş-tığı küstahlık, sağlık çalışanların tahammülsüzlüğü. Bunlar dramatik ilişkilerin kodla-rıdır. Ve işin içine sermaye, mal üretimi ve piyasa girdiği sürece, bunların öyle etikle, toplumsal ahlakla filan değil sermayeyi görmek gerekiyor. Kötü insanlar, kötü doktor-lar, kötü bir toplum yok karşınızda. Bir yapısal işleyiş var ve bu yapısal işleyiş sağlık hizmetinin iki tarafını da ciddi anlamda zedeliyor. Dolayısıyla dramatik üretim olarak biz, başka bir açıdan sağlık-emek sürecini sahiplenmeliyiz.

Şimdi bir de, sağlık-emek süreci her geçen gün teknik ve teknolojiye devrediliyor. Eme-ğin araçları olarak yani sağlık hizmeti üretenler artık teknik ve teknolojinin bilgisi doğ-rultusunda. Şunu söylemiyorum, teknolojinin reddi, ileri teknolojinin kabul edilme-mesi değil. Ama enteresan bir noktayla karşı karşıyayız. Sağlıkçıların, eğitim, bilgi ve vasfının zedelendiği, yıprandığı, yok sayıldığı bir düzenlemedir bu. Çok yaşadığım bir şey. Tekrar düşünmek istiyorum. Hastanelerdeki tedavi sırasında doktor şey diyor: ‘bil-gisayar öyle söylüyor’. “Ben böyle bir şey hissetmiyorum” diyorum. Bilgisayar öyle söy-lüyor diyor. Benim ne söylediğim önemli değil. Bilgisayar bu teşhisi koymuş durum-da. Teşhisin bu kadar teknik ve teknolojiye aktarılması, belli ilaçların teknolojik olarak doktorların elinin altına verilmesi. Bu da nedir işte? Doktorların ilaç endüstrisi ile kirli ilişkilerin örtbas edilmesi için söyleniyor. Söylemek istediğim şey şu: “sağlık emekçisi eğitim, bilgi ve vasıfla, hem o dramatik üretimi, hem toplumsal yeniden üretimi ve hem de toplumsal faydayı üretecek emekçidir. Teknik bir adam değildir. Teknolojik verileri değerlendiren bir adam, bir kişi, bir kadın ya da bir erkek değildir. Bunun üzerinde tek-rar tekrar durmak gerekir. Emeği, yani diğer adıyla sağlık emekçilerinin vasıfsızlaştı-rılmasına karşı bir mücadele hattı; eğitimi ile bilgisi ile ve vasfı ile sağlık emekçilerinin ayakta durması.

Arkadaşlar sağlık-emek sürecinde denetim artık sağlık çalışanında değil. Çünkü serma-ye mantığı ve sermaye düzenlemesi, denetimin yönetim kademelerinde, üst birimler-de toplanmasını istiyor. Dolayısıyla sağlık emekçisi, çoğu zaman önceden belirlenmiş formlarda bir teknik, bir tedavi süreci içinde. Neyi söylüyorum? Hayatta en önemli iki şeyin kaybı; vasfınızın ve hayatınıza dair yaptığınız işteki denetiminizin. Sağlık emek-çisinden, hayatta vasfını ve yaptığı işe dair denetimini kaybettiği noktada dışarıda daha

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

32

iyi bir topluluk kuracak bir siyasal duruş beklenemez. 8-10 saatini hastanede tümüy-le belirlenmiş kodlar içinde hiçbir denetim olmadan gerçekleştiren bir sağlık emekçisi dışarıda da aynı şekilde denetimi ve vasfını kaybeder aslında. Dolayısıyla denetim ve vasıf sağlık emekçisinde olmalı.

Yine bununla alakalı bir şey tasarlama ve uygulamayı da koparıyor. Sermaye bunu çok sever zaten. Sürecin bütün tasarlamasında yalnızca sağlık emekçisine uygulama konu-yor. Bunu yalnızca sağlıkta görmüyoruz. Eğitimde de görüyoruz. Tasarlayan beyinler var. Sermaye mantığı var ve uygulayan sağlık emekçileri var.

Son nokta, tekrar tekrar bütün hepsini birleştirerek, bir toplumun yeniden üretimi için sağlık-emek süreci müşterini talepleri doğrultusunda değil, yurttaşın sosyal hakları doğrultusunda örgütlenmelidir. Ancak bu örgütlenme sonunda bir sağlık emekçisini, iş yoğunluğundan, baskıdan, yaptığı işten yabancılaşmasından, karşısına gelen toplumu bir yük olarak görmesinden kurtarabiliriz. Yine aynı şekilde toplumun sağlığa duyduğu azalan saygınlığı ve itibarı da tekrar kazanabiliriz diye düşünüyorum.

Sağlık emek süreci, sağlık emekçilerine bırakılmayacak kadar ciddi bir süreç. Tüm bu kavramları tekrar sahiplenip, vasıflı, elinde denetimi olan, toplumun yeniden üretimi ve toplumsal fayda için, yarınlar için bu toplumu kuracak sağlık emekçileri için müca-delemizi sürdüreceğiz.

Dolayısıyla bu zor günlerde, son cümle olarak, gerçek radikallik umutsuzluğu ikna edi-ci bir biçimde açıklamakta değil, umudu var etmektedir. Yolunuz açık olsun.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

33

SORU – CEVAPCavit Işık Yavuz Hocamıza çok teşekkür ediyoruz. Onun da çizdiği bu güzel çerçeveyle sermaye biri-kim rejimlerinin ve kamu yönetimi sürecinin nasıl değiştiği ve bu süreç içerisinde de sağlık-emek gücünün yaşadığı değişimleri ve belki de en güzeli bu değişimlere karşı nasıl bir mücadele hattıyla nasıl bir yanıt vereceğimiz noktasındaki çerçevesiyle bir-likte sundu bize hocamız. Önce soruları alalım.

Katılımcı Sadece sağlık çalışanlarına özgü, az evvel dediniz ya, denetimin sağlık çalışanlarına alınması ve merkezileştirilmesi. Sadece sağlık alanında geçerli olmak üzere bir KHK çıkarıldı. Sağlık meslekleri kurulu diye de bir kurul oluşturuldu. Yani bu mühendis-ler ya da öğretmenler ya da başka hiçbir meslek için söz konusu değil. Ama sadece sağlık alanında sağlık meslek örgütlerinin mesleki denetimi yetkileri elinden alına-rak Sağlık Bakanlığı’na devredildi. Daha doğrusu Sağlık Bakanlığı bürokratlarının ve diğer kurumlardan gelen bürokratların çoğunlukta olduğu Türk Tabipleri Birliği, Eczacılar Birliği’nin de içinde yer alan bir kurula devredildi. Niye bu ilk defa sağlık alanında uygulandı? Diğer alanlarla sağlığın farkı neydi ben bunu hep merak ettim. Niçin? Mesela bir avukat, herhangi bir meslek uygulaması varsa Baro bunu denetler. Bir mühendis yaparsa kendi meslek örgütü denetler. Ama sağlık çalışanlarında de-netim sağlık meslek örgütlerinden alındı ve Sağlık Bakanlığı’na devredildi. Merkezi-leştirildi, sizin söylediğiniz gibi. Sağlık alanın özelliği ve ayrıcalığı nedir? Bir bilginiz var mı?

Gamze Yücesan Özdemir Birlikte düşünelim. Şöyle bir şey söylemek istiyorum: hayatın her alanında şunun üzerine düşünüyorum; hayatı çözümlerken, hayatı anlamaya çalışırken sermayenin görünmez kılınması gibi bir şey var. Yani, karşımızdaki asıl problemin sermaye de-ğilmiş gibi. Meseleyi oraya bağlayacağım.

Sermayeyi görünür kılmak önemli bir şey. Yani, doktorun etik kodları ya da sağ-lık çalışanlarının etik kodları... Ya da sağlık çalışanlarına yönelik şiddet için toplum kesimlerinin bir şeyi... Buralarda bakın sermaye arkaya düzeni kurmuş durumda, arkada bir kar baskısı var. Arkada bir maliyet azaltma baskısı var ve sermaye dışarı-ya çekilmiş toplum kesimlerini birbiriyle kavga ettiriyor. Doğru mu? Hani filmlerde şöyle bir sahne vardır ya, yabancı bir sermayedar kenarda durur ve halk kapışırken, “Planımız tıkır, tıkır işliyor. Birbirlerine düştüler…”

Bütün toplumsal analizlerde biz sermayeyi çok görmüyoruz. Sizin belirttiğiniz mes-leki kodda sağlık hizmetinde çok ciddi derin yaralar var. Hem sağlık çalışanlarının kendi sağlığı ile yaptığı işle ilgili hem de toplumla ilgili. Bunun kontrol altına alınma-sı gerekiyor. Ama sermayeyi rahatsız etmeden. Dolayısıyla sağlık çalışanlarının kendi örgütlerinin bu noktada söz hakkı alması Tabipler Odası olsun, Türkiye Hemşireler

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

34

Birliği olsun, Sağlıkçılar Birliği ya da... Örgütlü, görece daha sol, daha dayanışmacı, daha devrimci sağlık çalışanlarının söz hakkı alması yerine bu sürecin yine siyasal iktidar ve sermayenin yönetme çabası... Yani ‘bırakın biz burayı biraz düzenlemeye çalışalım’, ‘bu şiddeti yok etmeye çalışalım’ gibi...

Desem... Olmadı mı? Tamam...

Cavit Işık Yavuz Bu çok önemli bir konu aslında. Söylenebilecek çok şey de var. Biliyorsunuz Yük-sek Sağlık Şurası yerine getirilen bir kurul bu. Ama içerisinde alanın sağlık-meslek alanın etik kurallarını belirlemek görevi de var bu kurumun. Dolayısıyla artık bütün mesleki değerlerin de, hani yönetim tarafından belirlendiği bir, aslında neo-liberal bir düzenleme olarak okumak gerekiyor. Ama bu ayrı, apayrı bir mevzu. Umarım kongrenin farklı oturumlarında konuşulma şansı olur.

Çiğdem Özdemir Türk Hemşireler Derneği yönetim kurulundayım. Toplam kaliteyle ilgili söylediğiniz şeyler gerçekten çok çarpıcıydı. Özellikle hastaneler hepsi birbirleriyle yarışıyorlar. İşte sen şöyle akredite oldun. JCI var, herkesin almak istediği. Işıltılı ve parlayan. Bu süreçlerde hakikaten çok ciddi olarak sağlık hizmetlerinin içerisine girmiş durumda. Kendi mesleğim adına, hemşireler özellikle inanılmaz sahiplenmiş durumdalar. Ka-lite hemşireleri, süreçlerin hepsini sizin dediğiniz gibi kontrol eden. İnsanları buna özendiren ve dediğiniz gibi umutsuzluğu aslında ikna edici bir şekilde açıklamaya çalışan bir grup olarak bunu şey yapıyoruz ve bu yanlış anlaşılmış durumda. Kaliteli bakım vermek. Yaldızlı bir şekilde bunlar hani meslek adına yapılan şeylermiş olarak lanse ediliyor. Geçen yıllarda bir sempozyumda hemşirelik sempozyumunda şöyle bir broşür vardı: bir para torbası ve bu para torbasına batırılmış bir enjektör, konu-nun da içeriği de maddi değer olarak hemşirelikti. Bunlar gerçekten çok ürkütücü. Siz burada söylediğinizde de, bunlar ciddi anlamda korkutuyor. Bunları söylemek istedim. Hani sizin de bakış açınızla tekrar bir değerlendirme yapmak faydalı olabilir. Hem kendi mesleğim, hem de sağlık çalışanları açısından.

Gamze Yücesan Özdemir Ben de çok ürkütücü. Çiğdem’in katkısını çok önemli buluyorum. Gerçekten karşı-mızda şöyle bir sorun var. Biz bir mücadele hattı kuruyoruz ve karşı taraf hangi dille geliyor. Biz ‘kaliteli hizmet’ diyoruz. Biz toplumun her kesiminin hizmete ulaşma-sını istiyoruz. “Biz teknolojiyi yeniliyoruz. Ve bu meslek odaları ve eski doktorlar filan, huysuz adamlar hiçbir şeyi beğenmiyorlar. Her şeye muhalifler” gibi bir algı da var. Dolayısıyla, burada tekrar ve tekrar bizim kaliteli hizmetle ya da teknoloji ile bir derdimizin olmadığı ama sermaye mantığıyla bir derdimizin olduğunu söylemek gerekiyor. Sermayenin kaliteden anladığı işle bizim kaliteden anladığımız bambaşka bir şey: toplumun yeniden üretimi. Çiğdem’in de belirttiği gibi, karşımıza gelen bu saldırıya, biz tabii ki en ileri teknolojiyi kullanmak istiyoruz. Ama bu sermaye man-tığıyla olmaz.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

35

Arkadaşlar şöyle bir şey var, ben buna gerçekten inanamıyorum. Sağlık bilgisi gibi teknik bir bilginin piyasa güçlerine devredilmesi nasıl bir şeydir? Bir de şu ne anlama gelmektedir? ‘Hekimini kendin seç!’

Piyasa mantığıdır, değil mi? Ben belki kendime elbise seçebilirim. Bu renk bana ya-kışıyor diye. Hekimimi nasıl seçebilirim? Sağlık bilgim sınırlı. Bunu ne diye koyuyor-lar? Sağlık hizmetinin iyileştirilmesi. Bütünüyle piyasa mantığıdır ve hiçbir anlamı yoktur. Sağlık bilgisi kadar kritik, değerli özel ve vasıflı bilginin piyasa koşullarına aktarılmasını tekrar tekrar sorgulamak gerekiyor. Yani, bunu söylerken de, neyi göre-ceğiz? Piyasa mantığını istemiyoruz, sermaye tahakkümünü istemiyoruz. Buralardan sonuç bildirgesi çıkarırken alternatif sağlık yapılanmasına dair şeyler olmalı.

Cavit Işık Yavuz Yaşadığımız bu zor günlerde emek, eşitlik ve özgürlük mücadelesine daha fazla kat-kı sunmamız gerekiyor. Son günlerin yine birkaç gündür anılan bir lafıyla bitirelim: Huysuzluk yapmaya devam edeceğiz, enseyi karartmayacağız.

SAĞLIK İNSAN GÜCÜ PLANLAMASI: NASIL YAPILIYOR,

NASIL YAPILMALI?

Oturum Başkanı: Ebru Basa

Ankara Tabip Odası

Kayıhan Pala Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD

24-25 EKİM 2015, ANKARA

37

SAĞLIK İNSAN GÜCÜ PLANLAMASI: NASIL YAPILIYOR, NASIL YAPILMALI?

Ebru Basa Ankara Tabip Odası

Herkese, bütün katılımcılara merhaba. Bu oturumda değerli hocamız Kayıhan Pala biz-lere “Sağlık insan gücü planlaması nasıl yapılıyor? Nasıl yapılmalı?”yı anlatacak.

Kayıhan Pala Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD

Öncelikle bu kongrenin ısrarla sürdürülmesinde emeği geçen bütün dostlara teşek-kür etmek isterim. Sizlerle böyle bir konuyu paylaşmak benim için çok önemli. Ben-den bu kongrede sağlık – insan gücü planlamasının mevcutta nasıl yapıldığını ama aslında nasıl yapılması gerektiğine ilişkin bir sunum yapmam istenmişti. Ben de bu isteğe bağlı olarak biraz teknik ama sonuçta sorularla biraz daha zenginleştirebilece-ğimiz bir sunum yapmaya çalışacağım.

Kuşkusuz ki bu sunumu özellikle yaşadığımız ortamdan bağımsız konuşmamız mümkün olmayacak. İki hafta kadar önce buraya çok yakın bir mekânda hayatı-nı yitiren tüm barış savunucularının önünde saygı ile eğiliyorum. Onları anmadan geçmek olmazdı. Ne yazık ki bir yandan onları anarken, bir yandan Gezi olayları sonrasında yalnızca sağlık hizmeti ürettikleri için dün akşam bir mahkeme tarafın-dan ceza alan meslektaşlarımızın varlığı ile hayat devam ediyor.

Onları da buradan alkışlıyorum. Bir hekimin hayat nasıl devam ederse etsin, nasıl hekimlik yapılmasına ilişkin yeni bir örnek sundular. Bir yandan iki hafta önce ha-yatlarını kaybeden bir sürü insan varken bir yandan da yaralananların hastaneler-de genel sağlık sigortası kapsamında olmadıkları için kendilerine yüklü faturaların çıkartıldığı ve bununla nasıl mücadele edeceklerini de bilmedikleri bir ortamı da paylaşıyoruz. Dolayısıyla sağlık alanında mücadele etmemiz, baş etmemiz gereken,

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

38

sağlık hizmetlerine erişim başta olmak üzere epeyce sıkıntılı konular var. Ama ben Gamze Hoca’nın konuşmasından çok etkilendim. Kendisine de bir kez daha teşek-kür ederim. Özellikle bitirirken söylediği mesele çok önemli. Umutsuzluğu değil de, umudu nasıl yeşertebileceğimizi konuşmaya özen göstermeye çalışacağım. Ne kadar başarabilirsem...

Değerli arkadaşlar, sağlık - insan gücü bir süreç. Ben burada yalnızca planlama bö-lümünden ve ağırlık olarak hekim sayısı üzerinden bir sunum yapacağım. Bunun temel nedeni bizzat sağlık bakanın da sağlık-insan gücü planlaması dendiğinde hep hekim sayısı üzerinden tartışmayı açmasıdır. Zamanımız olsa sağlık-insan gücünü bir ekip ruhu bileşenleriyle birlikte daha kapsamlı konuşabiliriz. Ama asıl vurgula-mak istediğim, sağlık-insan gücünü konuşurken, bunları birbirinden bağımsız bir yaklaşımla ele almamak gerektiği. Yani planlamayı konuşuyorsak, bunun yetiştiril-meyle doğrudan bir bağlantısı var. Yetiştirilmeyi konuşuyorsak bunun istihdam ile doğrudan bir bağlantısı var. Eğer biz bu bağlantıları arka planda görmezden gelip, büyük fotoğrafı umursamazsak, az evvelki sunumda Gamze Hoca’nın söylediği sav-rulma ile sermayenin baskın çıktığı, emeğin değersizleştirildiği bir dönemselliğe de ister istemez bir kapı açmış oluruz. Dolayısıyla kafamızın arka planında bu sürecin yer almasında fayda var.

İkinci bir nokta şu, biz eğer sağlık insan gücü planlamasından söz ediyorsak bunu sağlık sisteminden bağımsız tartışamayız. Eğer yetiştirilmeden söz ediyorsak bunu eğitim sisteminden bağımsız tartışamayız. Yeri geldiğinde yine belki söylerim ama şunu örnek vereyim, bir önceki sağlık bakanıyla 3-4 defa bir araya gelme şansımız olmuştu. Aynı panellerde konuşmacı olmuştuk. Aynı ortamlarda bulunduk. Bir ön-ceki bakan bizlerle karşı karşıya gelmekten şimdiki bakan kadar fazla çekinmiyordu. Orada kendisine söylediğim bir şeyi söyleyeyim: Eğer Küba’daki sağlık sistemini ge-tirmeyi düşünüyorsanız o zaman sağlık insan gücü planlamasını buna göre tartışa-biliriz. Ama siz sağlıkta dönüşüm programını savunuyorsunuz. Bu programa göre öne sürdüğünüz rakamlar gerçekçi değil. Burada bu parantezi kapatıyorum. Niye gerçekçi olmadığını sunum sırasında kendisine verdiğim rakamlarla tekrar sizlerle paylaşacağım.

Şimdi ilk soru şu: Sağlık – insan gücü planlaması nasıl yapılıyor? Bakın bunu şu an-daki sağlıkta dönüşüm programının ikinci bakanından öğreniyoruz. Bakanlığın web sayfasında yazıyor. 20.000 uzman hekim açığımız var. 10 bin pratisyen hekim açığı-mız var. Önümüzdeki 5-10 yıl arasında en temel uzman ve hekim açığımız alımın-da olacak. Peki, bu rakamları nereden bulmuş sayın Bakan? Bunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var. Sayın Bakanın bu açıklamayı yaptığı sırada Bakanlık diyor ki, ‘Türkiye’de 130 bin hekim var’. Bakan da diyor ki, ‘bizim 30 bin hekime daha ihti-yacımız var’. Yani Bakanın önümüzdeki 5-10 yıl için telaffuz ettiği hekim sayısı 160 bin. Fakat bakan, kendi bakanlığı tarafından yayınlanmış sağlık-insan gücü vizyonu diye tanımlanan belgeden haberdar değil. Çünkü o belgede Sağlık Bakanlığı diyor ki, Türkiye’de 2023 yılında ihtiyaç duyulan hekim sayısı 200.062.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

39

Şimdi, yeni Bakan 160.000’e bunu birden bire indirmiş görünüyor. Ama neye göre in-dirdiğini bilmiyoruz. Çünkü konuştuğumuz şey, birazdan örneklerini vereceğim, nüfus başına düşen hekim, nüfus başına düşen hemşire, nüfus başına düşen eczacı ve diğer sağlık alanları. Tek parametre üzerinden tanımlanmaya çalışılıyor. Parametrenin arka-sında da talep bazlı sağlık sisteminin emeği değersizleştirecek kar maksimizasyonunu arttıracak sağlık-insan gücü politikaları izliyor.

Neden böyle söylüyoruz? Bakın, bu ve bundan sonraki slaytı da ben bundan önce-ki sağlık bakanına aynen göstermiştim. Şimdi, Bakan diyordu ki, ‘Türkiye’nin en az 200 bin hekime gereksinimi var’, 2023 yılından söz ediyor. Peki, mevcut savunulan sağlıkta dönüşüm programına göre, bu hekimler nerede istihdam edilecek? Neden? Sağlık dönüşüm programının örgütlenme ilkelerine bakalım. Kanuna göre 3500-4000 kişiye bir aile hekimi düşecek. Onu bir kenara bırakıyorum, diyor ki Bakanlık: “Biz 2023 yılında bunu aile hekimi sayısı başına 2000 kişiye indireceğiz.” Türkiye’nin nü-fus projeksiyonları 2023’te 83 milyon insanın ülkemizde yaşayacağını öngörüyor. Bu durumda bizim ihtiyacımız olan aile hekimi sayısı 41.500.

Yine sağlıkta dönüşüm programına göre sevk sistemine geçilmesi zorunlu. Genel sağlık sigortası kanunuyla bunu birleştirirsek okuyun lütfen. Şu anda geçilememesi-nin tek gerekçesi de yine bizzat Bakan, aile hekimi sayısının artması olarak açıklıyor. Çünkü 4000 kişinin düştüğü bir aile hekimliği sisteminde sevk sistemini sürdürmek mümkün değil. Biliyorsunuz 2 defa denediler. İkisinde de birinci haftada vazgeçtiler. Ama eğer aile hekimi başına 2000 kişiye düşürecek bir sistemi kurarsak, o zaman sevk sistemine geçeceğiz. Zaten genel sağlık sigortası ve SGK da bize bunu zorunlu hale getiriyor diyorlar. Demek ki 2023’te sevk sistemine geçme iddiaları var.

Peki, sevk sistemine geçildiğindeki yaklaşım nasıl olacak? Yine bizzat Sağlık Bakanlı-ğı’nın iddiası, hastalananların yüzde 80’i Aile Sağlığı Merkezleri’nde tedavi edilecek. O zaman Türkiye’de hastalananların yalnızca yüzde 20’sinin Aile Sağlığı Merkezleri dışındaki bir yere gitmesinin öngörüldüğünü söyleyebiliriz. Yine Bakanlığının iddia-sı hekime başvuru sayısının 8 civarında sabitleneceği. Ki bunun gerçekçi olmadığını önümüzdeki günlerde hep beraber göreceğiz.

O zaman ayrıntılarla kafanızı yormayayım. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu uzman he-kim sayısı, 1. Basamak dışında değişik hesaplamalara göre 30 bin ile 60 bin arasında değişiyor. Biz 60 bin varsayalım. 60 bin uzmana ihtiyacı olan 2023’te Sağlıkta Dönü-şüm Programı’na göre 41.500 de aile hekimine ihtiyacı var. Aşağı yukarı 100.000 ci-varında bir hekimden söz edebiliriz. Siz diyorsunuz ki bizim 200.000 hekime ihtiya-cımız var. Geri kalan 100.000’e ne yapacaksınız? Bu soruyu sorduğumda Bakan bana dedi ki, “hocam, bildiğiniz gibi değil o işler.” Tamam kabul ettim. Bildiğimiz gibi değil. 15-20 yıldır bu işlerle uğraşıyoruz ama bizim bildiğimiz gibi değil. Kabul ettim. Ama sizin bildiğiniz nedir? Onu açıklayın.

Dolayısıyla burada temel olarak nüfus bazlı bir yapılanmanın varlığından söz etme-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

40

miz mümkün. Bu konuda Türkiye’de yapılmış birkaç çalışma var. Benim değer buldu-ğum çalışmalardan ikisini bugün sizlerle çok kısa paylaşacağım.

Bir tanesi, buradaki çalışma. 2007 ve 2008’deki çalışma. Buradaki değerli arkadaşları-mız bir sistematikle 2015 yılındaki uzman hekim ihtiyacının 66.000 civarında oldu-ğunu gösteriyorlar. Dolayısıyla 60.000 rakamı da gerçekçi bir temele dayanıyor. Bunu da vurgulamak isterim.

Kuşkusuz ki istihdam umurlarında değil. Gamze hocam çok ayrıntılı anlattı. Ayrıntı-sına girmeyeyim ama artık eksik, iğreti, esnek çalışma biçimlerinin dayatıldığı ve biz-zat bakın Sağlık Bakanlığı istihdamı içerisinde hizmet alımıyla istihdamın korkunç bir boyuta ulaştığı dönemselliği yaşıyoruz.

Şu anda benim çalıştığım tıp fakültesinde radyoloji hizmetlerinin bir bölümü, taşeron radyoloji uzmanları tarafından veriliyor. Başka fakültelerde patoloji, ameliyathane, bi-yokimya hizmetlerinin taşeron firmalardan alınmasına için girişimler olduğunu biliyo-rum. Muhtemelen salondaki bazı arkadaşlarımız bunun örneklerini de verebilirler.

Dolayısıyla, temel nokta bu sorunun yanıtında, nüfus başına düşen sayı temel alı-nıyor. Burada da talep bazlı bir yaklaşım söz konusu; gereksinim bazlı değil. Çünkü gereksinim ve talep birbirinden farklı şeylerdir. Bazen talep gereksinimi yansıtır ama bazen, özellikle ticarileştirilmiş sağlık sistemlerinde talep, arzın talep yaratması ne-deniyle aslında gereksinim duyulmayan alanları da karşımıza getiriyor olabilir. Ve bu nüfus başına düşen sayı temel alındığı için Sağlık Bakanlığı’nın hemen bütün istatis-tiklerinde 100.000 kişiye düşen personel sayısı üzerinden bir değerlendirme yapılır. Bu da 2014’teki son rakamlar. İşte toplam hekim, 100bin kişi başına düşen 175 civa-rında. Diş hekimi 30, eczacı 35, hemşire ve ebe de 251 olarak bildiriliyor.

Kıyaslamalar hep 100 bin kişi başına düşen sayılar üzerinden. Bakın burada top-lam hekim sayısı orta-üst geliri ülkelerinden fazla. Dünyadan fazla. Ama üst gelir grubundan düşük. Burada tabii bir şeye vurgu yapmak isterim. Türkiye en düşükle-rinden birisi. Fakat pointer olmadığı için gösteremiyorum, kusura bakmayın. İngil-tere’ye bakın. Sağdan dördüncü olan. United Kingdom diye görülen ve Almanya’ya bakın. Şimdi İngiltere bugün hiçbir şekilde hekim sayısını Almanya düzeyine çıkar-makla alakalı bir yaklaşıma sahip değil. Çünkü sağlık sisteminden bağımsız bir plan-lama süreci geçerli değil.

Bizde durum nasıl? 2002 yılında 138 olan 100 bin kişiye düşen hekim sayısı, 2014’te 175’e ulaşmış. Bu bir dünya rekoru. Bu kadar kısa sürede bu kadar yükseklik dünya rekoru. Şimdi 2000 yılında 50 tıp fakültesi vardı. Şimdi kaç tıp fakültesi var? Bilen var mı? Birkaç hafta önce 86 idi. Şimdi kaç olduğunu bilmiyoruz.

Bakın 92 diyenler var. Evet, tabelası var, kurulmuş, ama lisans eğitimi vermeyenlerle 92’ye çıktığımızı anlıyoruz. Fakat tekrar ediyorum bakın, bu sayı 10 yıl önce 50 idi.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

41

Bir ülke düşünün tıp fakültesi sayısını 15 yılda 2’ye katlıyor. Sanırım bu çağlar bo-yunca aşılamayacak bir rekor.

Tabii yetiştirilme konumuz değil. Ona giremeyeceğim. Ama hiç uzağa gitmeyin. Ben Bursa’da yaşıyorum. Balıkesir Tıp Fakültesi; 19 ana bilim dalı hiç yok, 9 ana bilim da-lında tek öğretim üyesi var. Buradan hekimler geçen yıl mezun oldular. Ve başka tıp fakültelerinin durumu da bundan daha iyi durumda değil.

Diş hekimi sayısına bakalım. Bu sefer orta-üst gelir grubundan daha az diş hekimi sayımız var. Dünyadan biraz fazla. Ama diş hekimi sayısını çok hızlı arttırmakla ala-kalı bir yaklaşımımız yok. Neden? Çünkü diş hekimlerinin bugün sağlık sermayesine kazandırabilecekleri rakamlar, hekimler kadar üst sıralarda değil. Yarın onların da sermayenin kar maksimizasyonlarına katkıları yükseltilebilecek mekanizmalar üreti-lirse, kuşkumuz olmasın oradan da daha pik değerler karşımıza çıkabilir.

Eczacı sayısına bakalım. Dünya ortalamasından düşüğüz. Orta-üst gelir grubu ülke-lerden biraz daha fazlayız. Orada da ciddi bir artış öngörmüyoruz. Çünkü eczacı sa-yısının artışı yerine, eczacı şirketlerinin kar maksimizasyonuna aracılık etmesi plan-lanıyor ülkemizde. İnsan gücü planlamasındaki dinamiği böyle okumak gerekir.

Hemşire ve ebe sayısına bakalım. Bütün gruplarla kıyasladığımızda gerçekten en az sayıda arkadaşımızın bulunduğu bir durumdan söz etmek mümkün. Başlangıçta Sa-adet hocam da çok güzel bir konuşma ile bunu bizimle paylaştı. Yani şöyle düşünün, 600 yataklı bir hastanenin yataklarının hiçbiri özellikli bir yatak değilse en az 400 tane hemşiresinin olması lazım. Biz 1500 yataklı ve yoğun bakımı bütün yataklarının %10’un üzerinde olan özellikli bir sürü bölümü bulunan yerlerde 400-500 hemşi-reyle iş üretmeye çalışıyoruz. Bunun hemşire dostlarımızın yıpranması, tükenmişli-ği ve yaşadığı sıkıntılar yanında hastaların da hizmete erişmesinin önünde de büyük engeller oluşturduğunu söylemek lazım. Ama hükümet ne yapıyor? Bu sorunu biraz daha hafifletebilmek için. Tırnak içerisinde söylüyorum çok akılcı bir yol bulmuş du-rumda, refakatçilerden yararlanıyor. Hizmetin kalitesini, gerçek anlamda sağlık hiz-metinin kalitesi olarak bile algılanmayan bir sistemde bunu tartışma imkanımız yok.

Bizde hizmetin kalitesi neyle ölçülüyor? Sağlık Bakanlığı tek parametre ile ölçüyor. Tek parametre. Hasta ve hasta yakınlarının memnuniyeti. Dünyada böyle bir para-metre yok. Bir tek şey söyleyeyim size. Örneğin, kalp krizi geçirdikten sonra acile başvuran hastalardan 30 gün içerisinde hayatta kalma oranı, bütün OECD ülkelerin-de en kötü durumda olan 3 ülkeden biridir Türkiye. Biz eğer hayatın yeniden üreti-mini tartışacaksak, gerçek anlamda hizmetin kalitesini ölçebileceğimiz kavramları da gündeme getirmemiz gerekir.

Burada hemşire ve ebe sayısında artışla ilgili ciddi yaklaşım var. Çünkü sağlık hizme-tinin kar maksimizasyonunda çok önemli bir işlev üstleniyorlar. Ama yetiştirmeye girmeyeceğim dememe rağmen, bunu sizle paylaşmak zorundayım. Bu kadar yüksek

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

42

artış şöyle sağlanıyor: düşünün lisans düzeyinde eğitim veren hemşirelik okullarında bir öğretim elemanı başına düşen öğrenci sayısı. Şu anda bu sayının resmi rakamlara göre 66 olduğu söyleniyor ki, buradan iyi bir eğitim çıkarmanın herhalde mümkün olmayacağını hepimizin kabul etmesi gerekir. Benim konum değil ve zamanımız yok ve bunun yanında lisans eğitimi almayanlar, hemşire yardımcılığı gibi bu kâr mak-simizasyonu sağlık bilim alanının dışına taşıyan uygulamaları da tartışmamız gerekir.

Sonuçta Sağlık Bakanlığı, nüfus başına görevlendirme parametresini kendisinin de açıkladığı bu grafikte olduğu gibi tedavi hizmetleri üzerine odaklamış durumda. Ye-tiştirdiği elemanları hastanelerde ikinci ve üçüncü basamak tedavi edici hizmet üre-tecek, dolayısıyla kar maksimizasyonunu daha yükseğe çıkartacak bir yaklaşımla ele alıyor. Birinci basamak, koruyucu hekimlik, ekip anlayışı gibi yaklaşımların burada karşımızda olmadığını rahatlıkla söylemek gerekir.

Peki, nasıl yapmak lazım bu işi? Bu konuda bilimsel yayınlar var. Yapılmış araştırma-lar var. Kabaca nasıl yapılması gerektiğine işaret ediyor bunlar. Burada Dünya Sağlık Örgütü diyor ki, sağlık-insan gücü planlamasını yaparken, açıklayacağınız rakamı helikopterle en üste getirerek sakın dile getirmeyin. Bundan önce yapmanız gereken 10 adım. Bu 10 adımı özellikle tarafların katılımıyla adım adım çıkarak bakın. Sanki Türkiye’de son yıllarda hükümetlerin neler yapacağını öngörmüşler gibi bu karikatü-rü çizmişler. Çünkü bizdeki 200.000 rakamını, hekimler için konuşuyorum, tama-men helikopterle en üste getirilip verilmiş bir rakamdır.

Peki, ne yapmak lazım? Her şeyden önce demografik verileri gözönüne almak lazım. Bizim sağlık bakanımız örnek veriyor, diyor ki “Almanya’da şu kadar hekim var, Tür-kiye’de bu kadar.” Doğru. Peki, Almanya’daki nüfusun demografik özellikleri ile Tür-kiye’deki nüfusun demografik özellikleri benzer mi? Birazdan göstereceğim... Benzer değil. Ekonomik veriler... Siz bir sistemi kurgularken o sistemin uygulanacağı ülke-nin ekonomisinden bağımsız kurgulamaya başladığınız anda o sistemin uygulanma-sı mümkün olmaz. Dolayısıyla, kişi başına düşen gelirin paylaşım ilişkilerine kadar her kavramı gündeme getirmeniz gerekir. Ben bugün dünyanın her yerinde yapılan ameliyatları, Türkiye’de yapıyorum diye övündüğünüz ülkemiz koşullarında, Anka-ra Katliamı’nda yaralanan değerli dostlarımız 26.000 TL parayı ödeyemedikleri için sağlık hizmetlerine erişememek tehlikesiyle karşı karşıya. Dolayısıyla bundan kopuk değerlendirmek mümkün değil.

Toplumun sağlık durumu ve sağlık gereksinimi çok önemli. Özellikle sağlık gereksi-nimi noktasının bu işin profesyonelleri tarafından, farkında olunmayan gereksinim, talebe dönüşmeyen gereksinim, karşılanamayan gereksinim gibi parametreler üzerin-den de mutlaka değerlendirilmesi gerekir.

Sağlık hizmetlerinin kullanımı çok önemli. Bugün dünyanın en sağlıklı toplumu olarak adlandırılan ülkelerden birisi İsveç’tir. İsveç’te insanlar yılda 2,8 kez hekime giderler. Japonya’da tam tersidir. Çok fazla giderler. Dolayısıyla her iki toplumu da,

24-25 EKİM 2015, ANKARA

43

doğumda beklenen yaşam süreleri benzer olmalarına rağmen, benzer parametreler üzerinden değerlendirmek doğru değil.

Bir başka önemli mesele sağlık – insan gücünün durumudur. Bu durumu bu süreç-teki planlama, yetiştirilme ve istihdam üzerinden kapsamlı olarak değerlendirmek gerekir. Bunlar içerisinde en önemlisi sağlık sisteminin özellikleridir. Sağlık sistemi-niniz finansmanını nereden alacak? Örgütlenmesini nasıl yapacak? Kim hizmet su-nacak? Coğrafi kurumlar ve uzmanlık grupları arasındaki dağılımlar nasıl olacak? Bu soruların yanıtlarını vermeden planlamayı yapmanız doğru olmaz.

Ve nihayetinde eğitim. Eğitim eğer, profesyonellere bir bilgi, beceri, yetkinlik kazan-dırma süreciyse bunu bu sürecin geçerliliği üzerinden tartışmak gerekir. Üzülerek söylüyorum ki, ben tıp fakültesinde öğretim üyesiyim. Ama bugün Türkiye’de artık Türkiye’nin herhangi bir yerinde başıma trafik kazası gelse, bana müdahale edecek hekimin “yahu sen nereden mezun oldun?” diye sorabileceğimiz günler yaşıyoruz. Bunlar utanç verici şeyler. Ama gerçekler.

Yani şimdi örnek vermeyeyim ama bir dönem bir hastanede yöneticilik yaptım. Yeni mezun gelen bazı meslek grubundaki arkadaşlarımızın diplomasında yazan yetkinliklerle ilgili hemen hemen hiç deneyimlerinin olmadığını üzülerek gördüm. Şöyle örnek vereyim, bir ebelik okulu mezunu arkadaşımız, hiç doğum yaptırma-dan ebe unvanını alarak hastanemizde çalışmaya başlıyor. Bunlar inanılması zor gerçekler.

Şimdi, demiştik ki ülkelerin demografik yapıları farklı. Ve giderek artıyor. Ayrıntıya girmeyelim. Şurada iki ülkeye bakalım. En üstteki gri ülke Almanya. En alttaki kır-mızı olan da Türkiye. Almanya’da nüfusun yüzde 20’nden fazlası 65 yaşının üstünde. Her 5 kişiden 1’i yaşlı. Bizde bu oran henüz 7.7. Yaşlıların daha fazla sağlık hizmeti ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bir tek demografik olarak bile bu farklılığı eğer siz göz önüne almazsanız yapacağınız hesaplamalar hata yapmanız söz konusu olabilir.

Bakın burada, kişi başına hekime başvuru sayıları görünüyor. Türkiye 8.2. OECD ül-kelerinin ortalaması 6.7. Pek çok ülke, İngilteresi’nden Almanyası’na. Almanya’yı kat-mayalım. İngiltere, Danimarka, Norveç gibi 5-6 civarında seyrediyor. Finlandiya’ya bakın. Finlandiya yıl 2,7 kez hekime giden Finlandiyalılar ya da 2,8 kez hekime giden İsveçliler sağlıksız mı?

Peki, ne oldu da Türkiye, 10 yıl içerisinde yılda 3’ten 9’a doğru seyreden bir hekime baş-vuru salgınıyla karşı karşıya? İşte bunların tamamı talep bazlı politikaların günümüzdeki yansımalarıdır. Dolayısıyla ülkedeki sağlık sisteminden bağımsız olarak sağlık insan gücü planlaması yapılamaz. Koruma mı, tedavi mi ön planda bunu bilmemiz gerekir. Birinci basamak ne kadar etkin olacak, sevk sistemi olacak mı? Yataklı tedavi kurumları ne ola-cak? Uzman – pratisyen hekim dengesi yine gözetmemiz gereken kavramlar.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

44

Değerli dostlar, bakın, birinci basamak dediğimiz zaman şuradaki bütün profesyo-nellerin çalıştığı bir ekip çalışmasını anlatır. Türkiye’de birinci basamak dediğimiz za-man genel pratisyen, hemşire, ebe ve sekreter dışında bir sağlık – insan gücü günde-me gelmiyor. Hatta üzülerek söyleyelim, sağlıkta dönüşüm programı ile birlikte artık birinci basamakta aile hekimi, profesyonel alanları ne olursa olsun, bütün diğer arka-daşlarımızın aile sağlığı elemanı olarak adlandırıldığı bir değersizleştirme süreci var.

Planlama aşamasında soru şu: neden biz birinci basamakta örneğin toplumun ge-riatrisyeni ile ilgili bir hazırlık yapmıyoruz? Buna ihtiyacımız yok mu? Örnekleri çoğaltabiliriz. Bunun arka planında tamamen buradaki diğer alanlardaki ekip üyesi arkadaşlarımızın sistemdeki kar maksimizasyonuna çok fazla katkıda bulunmama-ları meselesi yatıyor. Katkıda bulunma durumunda olanlar ise bugün daha çok özel sektörde. Mesela bir sürü insan var konuşma terapisti diye. Özel sektörde yer açıyor. Kamu kurumlarında birinci basamaklarında konuşma terapisti istihdamı duydunuz mu? İhtiyacımız yok mu? Dolayısıyla planlamanın aslında gerçek anlamda gereksi-nim üzere bina edilmesi gerektiğini bir kez daha görüyoruz.

Bir başka mesele de şu: şimdi sağlık ocağında çalışan ebe, sağlık memuru, hemşire 224’ün geçerli olduğu yıllarda başka bir işle de ve görev tanımına sahipti. Sağlıkta dö-nüşüm programıyla birlikte bu işler ve görev tanımı değişti. Eğer bir planlama yapa-caksanız, bu değişikliği gözetmeden yapacağını planlama, yine havada asılı kalacak. Gerçekle yan yana gelemeyecektir.

Türkiye’nin önemli sorunlarından birisi sağlık sistemi üzerinden bir sağlık insan gücü politikası geliştirilmemiştir. Bunu ne 1960 ile 80 arasında görüyoruz, ne sonra-sında görüyoruz. Ne de şimdi görüyoruz. Bakın bir örnek: 1990’da bu aramızda çok genç olduğu için o dönemde hatırlamazsanız, yaşı benim kadar olanlar, birkaç kişi de olsa hala varız buralarda. Hatırlayacaklardır. Sağlık Bakanlığı, İngiliz bir firma Pricewaterhousecoopers’a dünyanın parasını verdi. Ve Türkiye için bir sağlık master plan etüdü hazırlattı. Çok kalın bir kitaptır. Konumuzla ilgili bölümünden birkaç bir şey söyleyeceğim size. Pricewaterhousecoopers 1990’da diyor ki, sağlık – insan gücü-nün planlanması ile ilgili; Türkiye’nin iş gücü hedefleri Batı Avrupa’nın kamu ortala-malarına hesap alıyor. Ta o yıllarda da politikacılar 100.000 kişi başına düşen bilmem kim. 1990’dan söz ediyoruz. Pricewaterhousecoopers diyor ki, sağlık bakımının etkili bir şekilde sunulması için etkili bir şekilde sunulması için gerekli personel kompozis-yonu yok. Bunu da 2 bileşenle açıklıyor.

- Pratisyen hekim başına düşen ebe/hemşire sayısı çok az. - Hekimler için uzman hekimlerin sayısı pratisyenlere göre çok fazla.

Yıl 1990. Yaş dağılımı ve personelin hizmet süresi hakkında hiçbir bilgi yok. Tayin ve terfide liyakatın esas alındığı işin en uygun kişi anlayışı uygulanmıyor. Torpili olan istediği yere geliyor. Ben bu tip toplantılarda hep şunu anlatırdım. 3-4 yıl kadar önce yeni mezun bir arkadaşımız mezun olduktan sonra beni ziyarete geldi. Kapıyı vurdu

24-25 EKİM 2015, ANKARA

45

içeri geldi ve “hocam ne oldum, biliyor musunuz?” dedi, “ne oldun?” dedim. “Sağlık müdürü oldum” dedi. 7 aylık bir hekim bir ilde sağlık müdürü oldu. Benim öğren-cim. Şimdi artık bu örnekler o kadar fazla ki. Bir öğrencim, yine, şu anda bir hasta-nenin başhekimi. Mecbur hizmetle gittikten sonraki birinci haftada oldu başhekim. Okulu bitirdi, başladı ve bir hafta sonra bir hastanenin başhekimi. Yani bilemiyorum. İletişimci de olmadığım için de hocam, burada ne söylenir? Hiçbir fikrim yok.

Şimdi 1990 yılında Pricewaterhousecoopers diyordu ki, hekimler içinde pratisyenle-rin oranı çok düşük. 1990’a bakın. Asistanlarla birlikte bu oran %51. 2013’e geldiğimiz-de %28. Dolayısıyla aslında niyet belli. Birinci basamağı ve korumayı önplana çıkartan bir yaklaşımın olmadığının çok açık olduğunu görüyoruz. Ve öyle ki, tıp fakültesinden mezun olanlar mavi çizgi, kırmızılar TUS’ta açılan kadrolar, yeşiller ise uzmanların sa-yısını gösteriyor. Türkiye, sağlıkta dönüşüm programı ile birlikte her yıl yaklaşık 5bin hekimin mezun olduğu ortamda her yıl 7-8 bin TUS kadrosu açıklayarak birinci basa-mağın zayıflatılmasına ciddi bir aracılık etmiştir. Ben bizzat bakanın yüzüne söyledim. Siz samimi değilsiniz dedim. Niye dedi? Bakın 2004 yılında Aile Hekimliği Kanunu’nu yayınladınız ve dediniz ki, “hekim başına 3500-4000 kişi düşecek.” Biz o zaman itiraz ettik. Bir aile hekimine 4000 kişinin düşmesi bu işin yapılamayacak olmasını gösterir. Siz de bize dediniz ki, haklısınız ama hekim sayımız az olduğu için şimdilik bunu yapı-yoruz. İleride değiştireceğiz. 2004’ten 10 yıl sonra 50.000 hekim mezun oldu bu ülkede. O rakamda bir sayı geriye düşme yapmadınız. Niye? Sizin derdiniz birinci basamak, nitelikli bir temel sağlık hizmetleri ve koruyucu hekimlik değil. Sizin derdiniz tama-men sermayeye nasıl daha fazla kar kazandırırız? Sermayenin daha fazla para kazan-ması için insanların hasta olması, tedavi kurumlarına gitmesi ve sanki bir salgın varmış gibi sürekli sürekli tedavi kurumlarına gitmesi lazım. Ha gidemeyen garibanlar n’ola-cak? Onlar için de onların da aklına gelmeyen başka bir şey oldu. Aciller ağzına kadar dolmaya başladı. Türkiye’de acile kaç başvuru olduğunu biliyor musunuz? 104 Milyon. Nüfusu 78 Milyon olan bir ülkede bir yılda acile başvuru sayısı 104 Milyon. Dünyada nüfusundan fazla acil başvurusu olan tek ülkedir Türkiye.

Dolayısıyla sayıyla ilgili değerlendirme yetmez. Nitelik, dağılım, çalışma koşulları ve istihdamın da mutlaka bu değerlendirme içine alınması gerekir. Bizim yaptığımız bir çalışmadan iki grafik paylaşacağım.

Bu, Türkiye’de yüz bin kişi başına düşen pratisyen hekim sayısını gösteriyor. Koyu renkler sayının daha yüksek olduğu yerler. Açık renkler daha düşük olduğu yerler. Dolayısıyla iller arasında ne kadar büyük bir eşitsizlik olduğunu herhalde kolaylıkla görebiliyoruz.

Bu da uzman hekim sayısı. Benzer bir eşitsizliğin özellikle Türkiye’nin doğu ve gü-neydoğusunda daha ağırlıklı olmak üzere karşımızda olduğunu söylemek lazım.

Şimdi dünyaya baktığımızda, Türkiye sağlık – insan gücü sayısı bakımından kritik sınırda olan ülkelerden birisi. Kritik sınırın üstünde. Dolayısıyla böyle çok fazla telaş

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

46

yapıp insanlara bizim sayımız az diye bir propaganda yapmayı gerektirecek bir du-rum yok.

2006 yılında Dünya Sağlık Örgütü kapsamlı bir rapor hazırlamıştı. O rapora bakacak olursak, Türkiye’deki temel sorunlardan bir tanesi hemşire – hekim oranıdır: 1,3. Et-kin sistemlerde özellikle bakım kalitesinin önemsendiği sistemlerde bunun 3 olması isteniyor. Ama 2’nin altına düşmesi burada büyük bir zaafiyet olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bizde rakamın 1,3 olduğuna vurgu yapalım. Şimdi, en altta Kazakistan, Azerbaycan, Türkmenistan gibi ülkelerde rakam biraz daha düşük gibi görünüyor ama bu hemşire sayısının azlığından değil. Sol tarafta görüyorsunuz, 1000 kişiye dü-şen hekim sayısının fazlalığından kaynaklanıyor. Dolayısıyla her iki parametreyi bir arada değerlendirmek lazım.

Günümüzde durum ne? Günümüzde hemşire, ebe – hekim oranı 1,4. Dolayısıyla gerçekten burayı hedef alan olarak almamız gerekir. Ama yetiştirmeden ve istihdam-dan bağımsız olmamak koşuluyla bunun özellikle tekrar tekrar altını çizmek isterim. Çünkü bakın niye? OECD güzel bir rapor açıkladı. O rapora göre, bazı ülkeler artık tıp fakültesine aldıkları öğrenci sayısını sınırlıyorlar. Hangi ülkelerden söz ediyoruz? Kanada, Japonya, Yeni Zelanda ve İngiltere. Özellikle Japonya’ya dikkatinizi çekerim. 1000 kişi başına düşen hekim sayısının çok fazla olduğu ülkelerden biri olmamasına rağmen hekime başvuru sayısının çok fazla olmasına rağmen, tıp fakültesine öğrenci alımlarında kısıtlamaya gidiyor. Çünkü görmüş ki, tıp fakültesine daha fazla öğrenci almak sistem üzerindeki ekonomik yükü fazlasıyla arttırıyor.

Şimdi Türkiye’den 1-2 örnek vereyim. Türkiye’de hekim sayımız çok az falan diye tar-tışıyoruz. Ama planlamanın nasıl yapılmadığına ya da eğer bakanlığın ilan ettiği gibi yapılıyorsa nasıl kötü yapıldığına ilişkin iki örnek göstereceğim.

Beyin ve sinir cerrahisi uzmanlarının oranı: Yüzbin kişi başına düşen. Yukarıdaki kırmızı çizgi Türkiye’yi gösteriyor. Mor çizgi Avrupa Birliği ortalamalarını gösteriyor. Bakın Türkiye’de Beyin cerrahisi sayısı bütün Avrupa ülkelerinin çok üzerinde. Niye? Çok basit bir nedeni var. Bilimsel bir planlama yapılmadığı için.

Başka bir örnek: Kalp ve damar cerrahisi. Kırmızı çizgi Türkiye. Mor çizgi Avrupa ortalaması. Neden?.. Güzel... Peki acaba, yalnızca buna bakarak biz Türkiye’de bunun bazı sonuçlarının olabileceğini öngörebilir miyiz? Yani, nüfus başına kardiyolojik bazı girişimlerin başka ülkelerle kıyaslandığında daha yüksek olduğu öngörüsünde bulunabilir miyiz? Şimdi bilimsel bir planlama yapılmadığı doğru ama bunun arka planın kar maksimizasyonuna araç olmakla ilgili bir meselenin olduğunu da unut-mamak gerekir.

Bir başka örneği de plastik cerrahi alanından vereceğim. Bakın mor çizgi Avrupa, kırmızı Türkiye. Arkadan belki görünemiyordur. Türkiye’nin iki altında da Almanya var. Almanya dünyanın en zengin ülkelerinden birisi. Sağlığa çok büyük kaynak ak-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

47

tarıyor. Ama ben plastik cerrah sayısını Avrupa ortalamalarının üzerine çıkaracağım diye bir telaşı yok. Neden? Çünkü bilimsel planlama yapıyorlar. Örnekleri burada sınırlıyorum ama bu konuda YÖK, Kalkınma Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın ortak çıkardığı Sağlık – İnsan gücü Mevcut durum raporuna bakacak olursanız, bütün uz-manlık alanlarıyla ilgili benzer sorunların oranının varlığını göreceksiniz.

Şimdi “nasıl yapılmalı”ya TTB güzel bir örnek verdi. Füsun abla adına, anısına yayın-lanan “Sağlık Emek Gücü ve Sayılar Gerçekler Raporunda”, internet erişiminde ra-hatlıkla raporu elde edebilirsiniz. Bunun bir örneğini görmeniz mümkün. Raporda, ana hatlarıyla şöyle deniyordu:

– Yüzbin kişi başına düşen hekim sayısı o ülkedeki sağlık çıktıları sonuçları açısından belirleyici değildir. Bakın en altta Türkiye. Türkiye’den daha az hekim düşen bir sürü ülkenin hep insani gelişmişlik sırası, doğumda beklenen yaşam yılı, bebek ölüm sayısı gibi sağlık parametreleri bizden daha iyi. Dolayısıyla tek başına bu parametre üzerinden sağlık sistemine değerlendirmek doğru değil. İşte size kanıtlar.

– Raporda çok kapsamlı bir değerlendirme yapılıyordu. 198 ülke, 256 bağımsız değişkene göre bir model içerisine alındığında 2008 yılı için Türkiye’nin ihtiyacı 110.000 hekim olarak değerlendiriliyordu. Çok kapsamlı ve iyi bir rapordur. Ama ilginç olan şey şu, bu kadar kapsamlı bir rapor olmasına rağmen Sağlık Bakanlı-ğı bu raporu tartışmayı reddetti. Keşke bu raporun tartışabildiği ortamlar yara-tılsa, Sağlık Bakanlığı’nın, hatta Sağlık Bakanlığı demeyelim, Dünya Bankası’nın uzmanları da gelip, bu raporda “şunlar eksik, şunlar yanlış, şunlar fazla” diyebil-seler. Çünkü rapor o kadar ayakları yere basan bir rapor ki, bunu tartışmaktan ıs-rarla kaçındılar. Eğer bunu tartışsalardı 110.000 üzerinden bir tartışma yürütülüp 200.000 meselesi gündeme getirilmemiş olacaktı.

Burada çok önemli bir sorun alanı var. Sağlık çalışanları ve örgütleri, sağlık – insan gücü sürecinde yok sayılıyor. Ben mensubu olduğum ve mensubu olmaktan da onur duyduğum TTB adına söyleyeyim, bu alanda o kadar fazla çalışma var ki, muhteme-len bu çalışmaların yarısı Sağlık Bakanlığı’nda yok. Ben Hemşireler Derneği’nin de bu konuda çalışmalarının olduğunu biliyorum. Eczacıların ve diş hekimlerinin de ça-lışmaları var. Muhtemelen her meslek grubunun bazı çalışmaları var. Ama bakanlık ısrarla bu çalışmaları görmek, duymak istemiyor. Çünkü dert şu: Ben, özellikle esnek talepler olduğunda da karşılayabileceğim;

- Yedek işgücünü bir kenarda - unvanı olsun yeter; niteliği çok önemli değil- saklı tutayım.

- Sermayenin kar maksimizasyonu için emeği daha değersiz hale getireyim. Daha kolay elde edilebilir, insanların iş bulmak için sıraya girdiği bir sistemi kur-gulayayım. Mesele böyle bir şey.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

48

Sonuç olara,k nasıl yapmak lazım? Üç noktaya vurgu yapmak lazım. Birincisi eğer sağlık-insan gücü planlaması yapacaksak ve bunu toplumun yeniden üretimi odaklı yapacaksak, kar maksimizasyonu odaklı değil. O zaman sağlık sisteminin özellikleri başta olmak üzere, sağlık – insan gücü sürecini etkileyen bütün değişkenleri gözete-rek yapmamız gerekir.

İkincisi, planlamayı yetiştirmeden ve istihdamdan soyutlayarak yapamayız. Yani şu anda yapılana bakın, 200.000 hekim ihtiyacım var dedi bakanlık, birden bire 50 tıp fakültesini 92’ye çıkardı. Ortada ne öğretim üyesi ne salon ne laboratuvar ne de başka bir ortam olmaksızın. Benim çalıştığım fakültede, birinci sınıf dersliğinde 200 koltuk var. Şu anda öğrenci sayımız 340 civarında. Tabii çocuklar, çok zeki çocuklar olduğu için birinci dersten sonra derslere gelmemeleri gerektiğini anladılar. Ve böylece biz, işte bir biçimde dersleri sürdürüyoruz. Ama bu gerçekten kabul edilebilir bir durum değil. Benzer sorunların yalnızca tıp fakültelerinde değil, sağlık – insan gücü yetişti-ren bütün fakültelerde yaşandığını bilerek de bunu söylüyorum.

Kuşkusuz ki, diyelim ki yetiştirdiniz. Yani, 2023’te Türkiye’de 200.000 hekime diplo-malı oldu. Bunlardan 20.000–30.000 tanesinin en azından bir merkez çekirdek kadro içerisinde iş bulma ihtimalinin sınırlanacağını rahatlıkla söylemek mümkün. Bunun diğer profesyonelleri de kapsayacağını zannediyorum söylersem yanlış bir şey söyle-memiş olurum.

Üçüncü, çok önemli özellik, bu planlamayı yaparken mutlaka tarafları bu işin içi-ne katmak zorundasınız. Meslek örgütlerini, sendikaları, üniversiteleri ve toplumu... Eğer bunlar katılmaksızın bu iş yapılacak olursa o zaman karar vericilerin yukarıdan helikopterlerle bazı rakamları dikte ettirmesi tamamen gerçekleşmiş olacak. Aynen bugün karşımızda durduğu gibi.

Dolayısıyla değerli dostlar, biz eğer çok ses, tek yürek olma kararlılığımızı sürdürebi-lirsek, önümüzdeki yıllarda bu ülkede bilime dayalı sağlık – insan gücü planlaması-nın olanakları var diye düşünürüm.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

49

SORU – CEVAPEbru Basa Değerli hocam ağzına sağlık. Gamze hocanın sunumu gibi bitti. Çok güzel bütünleşmiş oldu aslında. Herhalde her şeyden önce, sağlık alanının sermayenin kendisini yeniden değerleyeceği bir alan olarak kurgulandığını söyleyerek başlamak gerekiyor.

Ben sürenin bir kısmını kendi lehime kullanarak, Kayıhan hoca’nın halkın sağlığı web sitesinde bir yazısını hatırlatmak istiyorum. Sağlık turizmiyle ilgiliydi o. Biz de sağ-lık turizmi çalışmaya başladık. İki hafta önce burada bir kongre oldu. Sağlık Turizmi Kongresi. Ona gittik, izledik. O kongre katılımcılarının söylediği şey, başbakan Ah-met Davutoğlu’nun bu senenin başında açıkladığı 25 maddelik bir yatırım planı var. O yatırımda sağlık alanında sermayenin kendisini yeniden değerlendirebileceği bir alan olarak kurgulanıyor. Sayılan bütün rakamlar, söylenen tüm şeyler, planlamadan bağım-sız olarak, sağlık turizminin de ihtiyaç duyduğu aslında işgücünün yeniden üretilmesi için de zorlanıyor gibi görünüyor. Ben bazı notlar almıştım Kayıhan hoca’nın söyle-diklerinden. Plastik cerrahinin altını çizme gereği hissettim Almanya ile ilgili söylenen şeylerde. Çünkü Türkiye o turizmle ilgili incelemelerde okuduğumuz kadarıyla, sağlık turizmi açısından gelecek vaat eden ülkeler arasında yedinci sırada, saç ekimi sırasında birinci sırada. En çok Katarlı turistler saç ekimi için Türkiye’ye geliyorlar. Dolayısıyla plastik ve rekonstrüktif cerrahi alanındaki abartılı rakamlar belki de bununla ilişki-lendirilebilir. Yine, kardiyovasküler ameliyatların sıklığı ama her şey bir kenara aslın-da hep söylenen şey nitelikli ve ucuz işgücü burada kullanılan. Ve en fazla kar edilmesi için bu alanda zorlanan.

Kayıhan Pala Şimdi, bu sağlık turizmi meselesi gerçekten çok ilginç, birkaç şey söyleyeceğim. Birin-cisi şu, T.C. hükümeti bir tebliğ yayınladı. Ekonomi Bakanlığı. Tebliğin özeti şu, diyor ki özel hastanelere: eğer yurtdışından hasta getirecek olursanız, getirdiğiniz hastanın ulaşım bedelinin $1000’ını karşılıksız teşvik olarak ben size vereceğim.

Yani, bizim hesaplarımıza göre 7-11 milyon insan sağlık hizmetlerine erişme olanağı-na sahip değil. Ya prim borcu olduğu için. Ya da sistemin dışında kaldığı için. Ama biz, yurtdışından hasta getiren özel sektör hastanelerine $1000 teşvik veriyoruz. Ulaşım teşviki. Bu gerçekten anlaşılabilecek bir şey değil. Bu sağlık turizmi meselesine gelince, hakikaten önümüzdeki dönemlerde çok kapsamlı tartışmamız lazım. Şöyle bir güzel sistem düşünün: sağlık turizmini en fazla yapan hastaneler zincir hastaneler. Bu zincir hastanelerinin birinin mülkiyeti ve sahipliği %64 Körfez sermayesi. Diğerinin yüzde 40 Amerikan sermayesi. Öbürünün yüzde 25 İngiliz sermayesi. Bilmiyorum daha başka bir şey söylemeye ihtiyaç var mı? Daha fazla uzatmayayım.

Özgür Bozkurt Dicle Tıp’tan mezun oldum 2014 yılında. Şimdi uzman hekim ve pratisyen hekim sayı-sını kıyasladınız. Koruyucu sağlık hizmetlerinin giderek kötüleştiğini söylediniz. Ben

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

50

mezun olduktan sonra, atamalarda devlet kurası için tercih yaparken dedim ki, acil serviste çalışayım. En azından hani, mesleğimi biraz daha tanırım. Acille daha iç içe olduğunu bildiğim için biraz daha vaka görürüm. Acili olan bir branş istediğim için, uzmanlaşmada biraz zorunlu gibi hissettiğimden. Hissettirildiğinden acili tercih ettim. Gördüm ki, toplum sağlığında yapacak bir şey acilde yapıyormuşum. Niye bu şekilde? Onu sormak isterim. Acil uzmanına neden normal hasta kabul ediyoruz, acil olmayan hastayı neden reddetmiyoruz? Bu konuda tatminkar bir cevap alamadığım için burada da bu soruyu sormak isterim.

Kayıhan Pala Soruyu biraz açar mısın? Toplum sağlığında yapacağım işi acilde yapmaktan ne kast ediyorsun?

Özgür Bozkurt Yani acilde, acil olmayan hasta baktığımızı biliyorsunuz. Bunu sebebini burada anla-dım. Sermayeden bahsettiniz. Fikir sahibi oldum. Onun için.

Kayıhan Pala Şöyle, soruyu şöyle anlıyorum ben, acilde neden acil olmayan hastalara bakıyoruz?

Özgür Bozkurt Evet. Neden bakmak zorundayım. Yani zorundayız.

Kayıhan Pala Şimdi, “zorunda”yı bir kenara bırakalım. Acilde başvuran olguların %80 kadarı acil değil. Bunu bakanlık %70 civarında söylüyor. Biz bu konuda bir arkadaşımızın tezi ol-sun diye uğraş verdik ama Bursa’da kamu hastaneleri kurumu genel sekreterinden izin alamadık. Araştırma yapmak kolay bir şey değil. Ama kendilerinin %70 ten fazlası acil değil. Ama bunlar kim? Ağırlıklı olarak 3 grup insan var.

– Güvencesizler. Genel sağlık sigortası kapsamında değiller, başka yerlere başvura-mıyorlar. Acillere halen başvurabiliyorlar. – Katkı payı ödemek istemedikleri için gittikleri kurumlarda, acilden yararlanmak istiyorlar. – Randevu alamayanlar var. Sistemden randevu almak o kadar kolay değil. Bir de buna, gündüz çalıştığı yerlerden işyerinden izin alamadığı için buralara gelmek zo-runda kalanlar var.

Ama soru şöyle olsun “Bana ne kardeşim, rutin hastalara ben niye bakayım?”

Dünyanın hiçbir yerinde acil olmayan hasta, acilde bakılmaz. Çünkü sistem burada tepkiyi soğuruyor. Eğer ben acil olmayana bakmam dese, o insanlar bir biçimde bu sis-temden tırnak içinde söylüyorum “yaratılan memnuniyetin” azalmasına yol açacaklar. Asıl mesele böyle bir şey diye düşünüyorum.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

51

Katılımcı Ben Ankara’da işyeri hekimliği yapmaktayım. Gerekli uzman ve pratisyen hekim ihti-yacından bahsedildi. Provizyon anlamında. Peki, işyeri hekimleri de, çünkü 6333 sayılı kanun ile hele hele ocak ayından sonraki düzenlemeyle kişi başına gereken işyeri heki-mi sayısı da ihtiyacı da artacak. Bununla ilgili bir plan var mı? Bu da bu rakamlara da-hil mi? Onu soracaktım ben.

Kayıhan Pala Çok spesifik bir konu. Ben zannediyorum 5 yıl kadar önce TTB adına Çalışma Ba-kanlığı’nda bir toplantıya davet edilmiştim. O zaman Çalışma Bakanlığı’nın iddiası Türkiye’de toplam ihtiyaç duyulacak işyeri hekimi sayısının 7.000 civarında olması gerektiğiydi. Bunu neye göre hesaplamışlar? Şimdi değişmiş olan işçi başına OSGB aracılığı ile hizmet sunulması halinde ne kadar hekime ihtiyaç duyulduğu perspek-tifiydi. Sonra baktılar ki bu yetmiyor. Aile hekimlerinin ve bu diğer bazı hekimlerin, kamuda çalışanların haftada 30 saate kadar çalışabilmesine dönük bazı düzenleme-ler de yaptılar. Ama asıl mesele şu, biz işyeri hekimliği işçi sağlığı alanını nasıl ta-nımlıyoruz? Nasıl bir örgüt yapısı üzerinden kaç işçi çalıştığına bağlı olup olmaksı-zın; hangi sektörde çalışıp çalışmadığına bağlı olmaksızın; insanlar hizmete erişme-siyle ilgili hayalimiz ne, hizmeti nasıl tanımlıyoruz? Halen bugün Türkiye’de işyeri hekimliği, tedavi edici hizmetle birlikte tartışılıyor. Ki aslında işin ruhunda ve do-ğasında olmaması gereken bir şeyi konuşuyoruz. Dolayısıyla bakanlığın perspektifi 700-9000 civarında ama gerçek anlamda işyeri hekimliği sistemi kurgulayacaksak bu işin özelliklerine ve doğasına uygun daha yüksek sayıda hekime ihtiyaç duyaca-ğımız açık.

Katılımcı Ben teşekkür ederim. Doktor Dilek. Ben bütün bu Türkiye’de sağlık harcamaların, bi’ IMF’den borç alınıyor, belli bir işte ondan para karşılığında işte hizmet üretiliyor falan denmişti de, böyle bir şey var mı? Bir de Türkiye’de sağlık harcamaları yeterli düzeyde mi şu anda?

Kayıhan Pala Yavaş yavaş konudan baya uzaklara gidiyoruz. Keyifli yanıt vermeye çalışayım olsun Bir kere, IMF’den borç alıyoruz, sağlık harcamalarını karşılıyoruz. Bu doğru bir yak-laşım değil. Ama şu söyleniyorsa, sağlıkta dönüşüm programının oluşturulmasında, eğitimlerinde ve alana yayılmasında Dünya Bankası parası ile bu iş yapıldı, deniyor-sa şayet, bu tamamen doğru. Dünya Bankası da bunu söylüyor. 2011’de Dünya Sağlık Örgütü yayınladığı bir raporda, orda da sağlıkta dönüşüm programını Dünya Ban-kası tarafından fonlanan bir program olarak resmen ilan etti. Ama bu, bütün siste-min duyduğu paraların karşılanması bağlamında değil. Sistemin topluma yaygınlaş-tırılması, propagandası yapılması, savunucularının tırnak içinde söylüyorum yetiş-tirilmesi bağlamında Dünya Bankası tarafından aktarılan paralar. Bunların ne kadar olduğu tamamen bilinmiyor ama öyle zannediyorum 100 milyonlarca dolardan biraz daha fazla bir paradan söz ediyoruz.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

52

Türkiye’de sağlık harcamaları yeterli mi? Yine asıl sorunsala dönüyoruz. Biz harcama-yı niçin ve kim için yapacağız? Şu ada GSYİH’nin yüzde 6’sına yaklaşan rakamlar var ama kabaca 60 milyar doların biraz üzerinde bir sağlık harcamamız var. Eğer bu, he-defe yönelik, koruyucu hizmetlere odaklanmış bir sistemde birinci basamak ağırlıklı harcanacak olursa Türkiye koşullarında yeterli bir para olabilir. Ama nereye harcan-dığına ilişkin birkaç rakam vereyim sizlere. Türkiye’de, tomografi, MR, ultrason gibi rakamlar o kadar arttı ki, yani toplam 30 milyon civarında yılda tomografi ve MR çekiliyor. Yalnızca. Yine bir rakam vereyim, 2002’de Sağlık Bakanlığı’nın rakamları bunlar. Yılda yapılan ameliyat sayısı 2 milyon civarındaydı. 2014’te, tahmin var mı kaç ameliyat yapılmıştır Türkiye’de? 14 milyon. Ameliyat sayısında 7 kat bir artış var. Yani şunları tartışmamız gerekir. İlaç sayısı bu arada. 2002’de yılda 700 milyon ilaç kullanılıyorken, şimdi 2 milyar kutu ilaç kullanıyoruz. Parasından söz etmiyorum. Hani ne oluyor da, ameliyatları 7 kat arttıran, hekime başvuruyu 2 kattan daha fazla arttıran ilaç kullanımını 3 kat arttıran, tıbbi teknoloji kullanımını 10 kat arttıran bir yapıyla karşı karşıyayız? Ve benim asıl ilgilendiğim bunlar bu kadar arttı, etti, parayı harcadık. Bunun çıktısı olarak biz daha uzun süre yaşıyor muyuz? Yaşadığımız süreyi daha sağlıklı geçirebiliyor muyuz? Buradaki veriler de böyle olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla paranın miktarından daha çok nereye harcandığı üzerinden ve etkilili-ği üzerinden bir tartışması yürütmek bence daha doğru. Eğer bir halk lehine iktidar olsa bugünkü para ile bugünkünden çok daha fazla sağlık çıktısı yapabilecek harca-malar yapmak mümkün diye düşünüyorum ben.

SAĞLIK EĞİTİMİNDEKİ KABUS VE SAĞLIK HİZMETİNE OLASI

YANSIMALARI

Oturum Başkanı: Saadet Ülker

Türk Hemşireler Derneği

Mevlüde Karadağ

Türk Hemşireler Derneği

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

54

SAĞLIK EĞİTİMİNDEKİ KABUS VE SAĞLIK HİZMETİNE OLASI YANSIMALARI

Saadet Ülker Türk Hemşireler Derneği

Önce bir açıklama yapmam gerekiyor. Bu oturumun konuşmacısı Hemşirelik Eği-timi Derneği Başkanı Prof. Dr. Hülya Okumuş idi. Dün gece kendisinden gelen bir telefonla toplantıya katılamayacağını öğrendik. Metnini Mevlüde Hanım’a gönder-di. Mevlüde hanım Türk Hemşireler Derneği Yönetim Kurulu üyesidir. Aşağı yukarı bildiğimiz şeyler ama ellerinde konuyla ilgili daha ayrıntılı veriler var, onları Mevlü-de hanım size sunmaya çalışacak. Bu sunumda genel olarak sağlığa ve sağlık eğiti-mine değinilecek ama ağırlıklı olarak hemşireliği duymuş olacaksınız. Bu da anla-şılabilir diye düşünüyorum çünkü, sağlık sistemi içerisinde sayısı çok fazla olan ve çok fazla olması gerektiği de çok fazla savunulan sağlık insan gücü, 2023 raporuna göre ihtiyaç 350.000 ve bazen 400.000 de diyorlar, hemşiredir. Hemşirenin nasıl ye-tiştirildiği ve sistemde nitelikli hizmet vermesinin nasıl mümkün olabileceği herhal-de bütün sağlık çalışanlarını ilgilendiriyor olsa gerektir.

Konuyla ilgili şöyle bir giriş yapmak istiyorum, daha sonra rakamsal açıklamaları, genel girişi Mevlüde Hanım’a bırakacağım.

Türkiye’de hemşirelik eğitimi meslek lisesi düzeyde 1925 yılında başlıyor. Hemen hepsi hastanelere bağlı okullar. Hemşirelik eğitimine başladığında genç kız, 14–15 yaşlarında bir ortaokul mezunu. Mezun olduğu zaman 17–18 yaşları civarında. Tür-kiye’de o dönemlerde erkek hemşire yok, onun yerine Sağlık memuru var. Daha çok koruyucu hizmetlerde Anadolu’da kadının gidemeyeceği düşünülen, sistemin de öyle yapılanmadığı bir dönemde bazı hemşirelik hizmetleriyle birlikte, çevre sağlığı gibi ek hizmetleri yürütmeye çalışıyorlar. 1992 yılı Sağlık Bakanlığı Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü’nün resmi yayınında sağlık memurlarının erkek halk sağlığı hem-şiresi oldukları ifadesi yer almaktadır.

Meslek lisesi düzeyde hemşirelik eğitimi 1925 den sonra giderek artan sayıda ki

24-25 EKİM 2015, ANKARA

55

devlet okulları ile özel okullarda 2014 yılına kadar devam etti. Var olan öğrenci-leri ile halen devam ediyor. Bu düzeyde eğitim iki kez durduruldu. Birincisi 1995 yılı 185 sayılı Yüksek Sağlık Şurası kararı ile 1996–2000 yılları arasında 5 yıl sürey-le hemşirelik ve hemşireliğe eşdeğer olan sağlık memurluğu programlarına öğrenci alınmadı. Diğeri ise Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Derneğinin öncülüğünde bir grup hemşirelik derneğinin ortak hukuksal girişimi ile 2005- 2007 arası 2 yıl süreyle programlara öğrenci alınmadı. 2014 ‘de meslek liseleri hemşirelik ve ona eşdeğer olan sağlık memurluğu programı kanunla kapatıldı. Onun yerine bu okul-larda hemşire yardımcısı yetiştirilmesi hükme bağlandı. Bu düzeyde eğitim veren okullardan binlerce hemşire mezun oldu. Halen de binlerce öğrenci eğitime devam ediyor.

Fakir fukaranın çocuğunu erken yoldan meslek sahibi yapma düşüncesi hemşire-liğin meslek lisesi düzeyde eğitimle kazanılan bir meslek olması konusunda belir-leyici temel söylem oldu. Tabii kimse şu soruları sormuyor. Niye o kadar çok fakir fukara var? Bu bir. İkincisi, ne biçim eğitimdir bu? Dört yılın % 40’ı lise dersleri % 6o’ı meslek dersinden ibaret. Diğer bir deyişle ortaokul mezunu çocuk aslında 2 yıl-dan biraz fazla süre mesleki eğitim alıyor ve hemşire oluyor. Kliniklerde usta çırak ilişkisiyle bazı teknik becerileri kazanıyor. Çok sorunlu olan bir alana çocuk ergenin sokulması doğru mudur?

Hemşirelik eğitiminin lisans düzeyinde olacağını 2007’de hükme bağlayan hemşire-lik kanununa rağmen ülkenin ihtiyacı olduğu gerekçesi ile sağlık meslek liseleri beş yıl süre ile açık bırakıldı, sayıları artırıldı. 2012 ‘de sağlık meslek liselerinin devamı için aynı gerekçe ile yine aynı karar alınarak süre beş yıl daha uzatıldı. Bir yıl sonra 2013 de ülke ihtiyacının fazlasıyla karşılandığı gerekçesi ile 2014 Ocağında yayımla-nan bir kanunla okullar kapatıldı.

Sadece bu açıklama, ülkemizde sağlık insan gücü planlama konusunun ne denli içler acısı durumda olduğunu göstermesi bakımından çarpıcı bir açıklamadır.

Hemşirelik insan gücü konusunda Uluslararası Hemşirelik Konseyinin 2015 ‘de Seul’da yapılan toplantı sonrasında DSÖ ile ortaklaşa oluşturduğu bir metinde önce sayıyı sonra niteliği telaffuz etmesi de haylice çarpıcıdır. Türk Hemşireler Derneği örgütün bu konuya dikkatini çekmiştir.

YÖK hemşirelik eğitimine iki önemli noktada adeta öldürücü darbe vurmuştur.

Birincisi, 2000 yılında kurulmasını teklif ettiğimiz Hemşirelik Komisyonunu kur-duktan sonra komisyonun yaptığı Türkiye’de Hemşirelik: Temel Mesleki Eğitim ile İnsan Gücüne İlişkin Sorunlar ve Çözüm Önerileri ( Mayıs 2001) adlı çalışmayı des-teklemesine ve sonuçta ortaya çıkan raporu çok başarılı bulmasına rağmen hayata geçirmek için ilgili kurum ve kuruluşların bu çalışmaya sahip çıkmaları konusunda gereken ağırlığı ortaya koymamıştır.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

56

İkincisi, hemşirelikte lisans tamamlama konusudur.

Sağlık Meslek liseleri hemşirelik ve hemşireliğe eşdeğer olan sağlık memurluğu bö-lümlerine açık olması gereken ve 1991- 1998 yılları arasında Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesinde sürdürülen ön Lisans programlarıyla başlayan eğitime yö-nelik yıkıcı ilk darbe, 2009 – 2011 yılları arasında Atatürk Üniversitesinde yürütülen uzaktan eğitim programı ile devam etmiştir.

Bu durum, en son 2015 Eylül’ün de başlayan ve tüm uyarılarımıza, önerilerimize rağ-men aynı anlayışla sürdürüleceği açıkça ortaya çıkmış olan uzaktan eğitimle lisans ta-mamlama programlarının akıl almaz bir gelişigüzellik içinde sürdürülmesi ile ulaşabi-leceği en kötü noktaya ulaşmıştır.

Tamamlama eğitiminin kendisi hiçbir şekilde iyi olmadığı gibi, temel eğitimi hemşi-relik olmayanlar da uzaktan eğitimle fakülte mezunu olmuştur ve olmaya devam ede-ceklerdir. Kazanan, bu programı parayla yürüten üniversitelerdir. Meslek kaybetmiş-tir. Toplum sağlığı tehdit altındadır.

Mezun olmuş ve mezun olma yolunda binlerce hemşire ve hemşire adayı bu yol ile lisans tamamlayacaktır. Hiç kuşkusuz binlerce hemşire yardımcısı da bu hakkı isteye-cektir.

Peki, düz lise ya da lise muadili bir okuldan mezun olup üniversite sınavlarını kazan-mak için koşullarını zorlayan, kazanınca zorlu bir yüz yüze eğitimden geçmek zorun-da olan hemşirelikte lisans eğitimine devam eden binlerce öğrenci ile mezunun bu koşullarda yaşadıkları yıkımı kim onarabilir.

Eğitimim temel insan hakkı olduğunu, anayasal bir hak olduğunu biliyor ve tabii ki benimsiyoruz. Ancak, eğitimin ne olması, nasıl olması gerektiğini bildiğimiz gibi hakkaniyetin ve nitelikli hizmetin de ne olduğunu bilerek dile getiriyoruz bu vahim durumu.

Mevlüde Karadağ Türk Hemşireler Derneği

Hocamızın da ifade ettiği gibi benim hazırladığım bir metin değil. Dolayısıyla başka birisinin metnini ne kadar iyi sunmaya çalışırsanız çalışın bazı aksaklıklar olabiliyor. O yüzden başta oluşabilecek bazı aksaklıklardan dolayı da şimdiden özür diliyorum.

Bir ülkede sağlık hizmetlerinin etkili ve verimli bir şekilde yürütülmesi; sağlık perso-nelinin çağdaş ölçütlere göre yeterli sayıda yetiştirilmesi ve ülke çapında dengeli bir dağılımla gerçekleşir. Öte yandan bu ölçütlerin sağlık alanında da uygulanabilmesi için, sağlık alanında mevcut durumun iyi analiz edilmesi gerekmektedir.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

57

Sağlık alanında 2014-2015 yılında yaklaşık 293.941 öğrenci eğitim görmektedir. Ve bunların eğitim aldıkları alanlara baktığımızda tıp doktorluğu, diş hekimliği, eczacı-lık, hemşirelik, ebelikten başlayıp fizyoterapi ile çeşitli sağlık teknikerliği programları-na kadar geniş bir alanı kapsadığını görmekteyiz. Ve özellikle son 20 yılda eğitim alan öğrenci sayısında inanılmaz derecede bir artış yaşanmıştır. Bu örneklere baktığımızda rakamları göreceksiniz. Ben kendim hemşirelik programını örnek olarak verecek olur-sam, sağlık bilimleri fakültesi ki bunların hemşirelik programları da var. Diğer mes-lek, fizyoterapi, beslenme ve diyetik gibi diğer meslek örgütlerinin yanı sıra hemşirelik eğitimi de vermekte. Hemşirelik fakültesi ve dört yıllık yüksekokullardaki hemşirelik programlarına baktığımızda sayıların çok arttığını görüyoruz. Genel toplama baktığı-mızda 2014 yılında yaklaşık 87.500 öğrenci eğitime başlamıştır. Mevcut öğrenci sayısı 293.941’dir. ve yaklaşık %30 oranında öğrenci artışı bir yılda meydana gelmiştir.

Hemşirelik lisans programlarına baktığımızda 1996 ile 2000 yılları arasında toplamda 80 hemşirelik programı varken bunların 76’sı devlet, 4’ü vakıf üniversitelerinin verdiği programlarken, 2015-2016 yılında bu program sayısı 133’e yükselmiştir. Öğrenci sayı-ları 1996 – 1997 eğitim öğretim yılında 644 iken 2015-2016’da 14.048’e yükselmiştir.

Öğretim üyesi sayısı ve öğrenci toplam sayısı oranına baktığımızda toplam eğitici öğ-renci oranı 1996-1997’de 25 iken, öğrenci sayısında çok aşırı bir derecede artış olması-na rağmen 2015-2016’da bu oran sadece 30’a yükselmiştir. Dolayısıyla da son 20 yılda öğrenci hemşirelik lisans kontenjanlarında 21 kat, öğrenci sayısında 19 kat artış olma-sına karşılık, öğretim üyesi sayısında 8 kat artış olmuştur.

ABD’de hemşirelik okullarının yaklaşık %74’ünde eğer öğretim üyesi sayısı yeterli de-ğilse, öğrencilerin programlara kaydı yapılmıyormuş otomatik olarak.

Bu gelişmeler hemşirelik eğitiminin niteliğini olumsuz yönde etkilemeye devam et-mektedir. Hemşirelik gibi alanlarda, mezunların nitelikli bakım verecek şekilde ye-tiştirilmemesi toplum sağlığı açısından da ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Özellikle 2012-2013 yılında Anadolu Sağlık Meslek Liseleri özel olarak açılan 300 tane okul tes-pit edilmiş. Şu anda 2014-2015 yılında bunlara ilaveten devlet bünyesinde de 425 tane sağlık meslek lisesinin var olduğu bilinmektedir.

1996 yılında kapatılan sağlık meslek liseleri 2001 yılında tekrar açıldı. Hemşire unvanı lisans mezunu olana verilir ki bu 2007 yılındaki hemşirelik yasasındaki değişiklikle verilmişti. Hemşirelikle ilgili sivil toplum kuruluşları ve okulların üniversite düze-yinde eğitim verilmesi talebi dikkate alınmadan tekrar Sağlık meslek liseleri açıldı. Şu anda dünya ortaokul sonrası lise eğitimiyle yetinen ülke bulunmamaktadır. Bizde yanlış anlaşılan bir durum var. Yurtdışındaki kolej diye ifade ettikleri eğitim sistemi temel eğitimden sonraki 2 yıllık eğitimdir ve bu Türkiye’deki ön lisans eğitimine denk gelmektedir. Maalesef bizim ülkemizde bu sağlık meslek liseleri lise düzeyinde eğitim vermektedir.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

58

Sağlık Bakanlığı’nın ulaşılmasının beklediği hemşire sayısı 2023 için 315 bindir. Sağlık meslek lisesi hemşirelik bölümüne alınan öğrenci sayılarıyla birlikte 2023 hedefi 2014 yılında aşılmış durumdadır.

Sağlık Bakanı 2014 yılında sağlık meslek liselerini hemşirelik bölümlerinden mezun olanlara 2014-2015 eğitim öğretim yılından itibaren hemşire unvanı verilmeyeceğini ve bu okullardan mezun olanların da hemşire yardımcısı unvanıyla mezun olacağını açıklamıştı. Bu okullardan mezunların geleceğe ve mesleğimiz için tehlikelerine baktı-ğımızda, 2014-2015 yılından mezun olan kişilerin hemşire yardımcısı unvanı alacak-lardır. Bunların görev tanımlarının yapılmasını belki bir olumlu durum olarak tespit edebiliriz. Böyle değerlendirilebilir. Ama her an Bakanlık bu kararından vazgeçebi-lir ve bunlar hemşire olabilir. Ya da hemşirenin istihdam edilemediği yerlerde hem-şire yerine hemşire yardımcılarının istihdam edilme riskiyle karşıya kalabiliriz. Yine hocamın ifade ettiği gibi, sağlık çalışanlarına lisans tamamlama hakkı getirildi. Tabii ki bunun tamamlanma biçimi özellikle çok sıkıntılı. Türkiye’de büyük bir çelişki var. 2015 yılında yaklaşık 2000 ön lisans mezunu hemşirelik lisans tamamlama programı-na kayıt ettirilmiştir. Torba yasanın geçici 69’uncu maddesi diyor ki: “Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla sağlık alanında ön lisan diploması alanlardan ebelik ve hemşirelik programlarından mezun olanlara kendi haklarında diğerlerini ise YÖK’ün belirleyeceği ebelik ve hemşirelik programı dışındaki ilişkili alanlarda lisans tamamlama eğitimi yapılır. Bu eğitimler YÖK’ün belirleyeceği alanlarda uzaktan eğitim yöntemleriy-le verilebilir. Uygulama eğitimleri için Sağlık Bakanlığı ile YÖK işbirliği yapar. Bu eği-timlerin usul ve esasları YÖK tarafından belirlenmektedir”.

Ülkemizde 2014 yılı verilerine göre aktif olarak çalışan sağlık personeli sayısı 514 bin 955 dolayındadır. Bakanlık’ın akademisyenlere hazırlattığı 2023 Yılı Sağlık İşgücü He-defleri ve Sağlık Eğitim Raporu’na göre 531 bin olan sağlık personeli sayısı 2023 yılı için hedeflenen sayıydı. Şimdiki alımlar devam ettiği takdirde 2023 yılında bu sayı-nın 1 milyon 142 bin kişiye ulaşacağı tahmin edilmektedir. Niceliksel bir büyüme var. Peki, niceliksel büyüme niteliksel bir büyüme ne zaman dönüştürülecek? Buradaki 10’uncu Kalkınma Planında sağlık alanındaki gelişmeler ve hedeflere bakıldığında 100 bin kişiye düşen hemşire sayısı 2006’da 119’ken 2013’te 191, 2018 yılında 295 kişiye yükselmesi beklenmektedir. Yine hekim başına düşen hemşire sayısı 2006’da 0,79 iken 2018’de 1,55’e yükselecek ya da o orana gelecektir.

Bu tablo çok net değil ama slayttaki tablodaki kırmızılar 2023 yılına gelindiğinde ar-tışı, yani ihtiyacın üzerinde fazla olan, mezun olmuş meslek grubunu göstermektedir. Şu anda bile yüzde 100 doygunluğuna ulaşmış olan beslenme ve diyetetik var. Hem-şirelik 2014 yılında 2023 hedefine ulaştığı için şu anda çok fazla bir artış yok gibi gö-rünüyor ama bu şekilde alımlar devam ederse 2023 yılına geldiğimizde ihtiyaç fazlası hemşire mezun olacaktır. Kontenjanlar 2014 yılına göre yüzde 20 oranında azaltıldı ama azaltılmış olan kontenjanlar da öğrenci alım kontenjanları da gerçekten çok fazla. Benim fakülteme bu yıl 260 öğrenci geldi. Dolayısıyla bu 260 öğrenci bile yüzde 20 kontenjanın azaltılmış olmasına rağmen yine de çok yüksek bir oran.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

59

Sağlık hizmeti sunumunda klinik müdahalenin etkinliğini hasta ve sağlık çalışanla-rının güvenliğini ve memnuniyetini dikkate alan yaklaşımlar geliştirilecektir. Buna rağmen 2023 sağlık hedefi sağlık personelinin memnuniyet durumu için yüzde 30 olarak belirtilmektedir. Alandaki hemşirelik işgücü kimlerden oluşmaktadır? Alanda lisans mezunu hemşire, sağlık meslek lisesi mezunu hemşireler, yüksek lisans derece-sine sahip olan ve doktora derecesine sahip olan hemşireler vardır. Bir de hemşire ye-rine istihdam edilen, hemşirenin olmadığında ya da ucuz insan gücü olarak istihdam edilen hasta bakıcılar, lise mezunu hemşireler ya da lise mezunu sağlık teknisyenleri yer almaktadır. Bu kadar eğitim çeşitliliği başka hangi sağlık meslek örgütünde ya da mesleğinde vardır? Ülkemizde sağlık meslek lisesi yaşlı bakım mezunu olan kişiler de kendisini geriatri hemşiresi olarak tanıtmaktadır. Çünkü okullardaki eğitim kadrosu öğrencilerini bu şekilde memnun etmek istiyorlar ya da kendilerini o şekilde tanıtmak istiyorlar.

Kâbus, çatışmalar başlıyor. Kim kimdir kargaşası da meslekte özellikle de çalışma ala-nında birbirine girmiş durumda. Eğitim düzeylerinin farklılığı çalışma yaşamındaki yetki ve sorumluluklara da yansımıyor. Niceliksel büyüme görev tanımlarının belirsiz-liği, hemşirelik dışı program mezunlarının hemşire olarak çalışması gibi bu açığı ka-patmak ya da ucuz insan gücü amacıyla yapılan bir durum. Ucuz insan gücü, nitelik-siz bakıma, dolayısıyla da halk sağlığını tehdit eder duruma dönüşmektedir.

Kendiniz veya bir yakınınız hastaneye yattığında, kimi hemşire olarak kabul edeceksi-niz? Kuşkusuz ki güven duyacağınız bu alanda eğitim almış lisans mezunu bir kişinin olmasını tercih edersiniz ama bazen bu kişiyle karşılaşamayabiliyorsunuz.

Lisans mezunu hemşire olması meslek üyesine ne kazandırır? Sorumluluk alabilecek yaştadır çünkü yetişkin bir insandır lisans mezunu. Adölesan değildir. Henüz kendi kimliğini kazanmamış bir meslek üyesi değildir. Çünkü adölesan kendi kimlik çatış-maları içerisindedir. Hastasına bakım vermek durumundadır. Bu çatışmalar içerisinde ne kadar sağlıklı bakım verebileceğini hepimiz değerlendirebiliriz.

Riski düşünebilen, doğru karar verebilen, kendisinin ve hastasının hakkını, güvenli-ğini koruyabilen kişidir lisans mezunu hemşire. Her bireyin böyle bir hemşireyi talep etmesi gerekmektedir. Kısacası 2023 vizyonu ve benzer başlıklar altında ulaşılması gereken hedeflerin makul gerekçelerle ortaya koyması, bu vizyona erişebilmesi için de uygulanması gereken stratejilerin de belirlenmesi gerekmektedir. Ülkemizde nitelik-li işgücü hedeflerine ulaşmak için; sağlıklı insan gücünü yetiştirme görevini üstlenen fakülte, yüksekokul ve meslek yüksekokullarının mevcut durumu, fiziksel şartları, akademik personel yapılarının gözden geçirmekte yarar görülmektedir. Yine kaliteli sağlık hizmeti sağlık hizmeti sunumunda yer alan sağlık çalışanlarının iyi yetişmesi, kendilerini iyi eğitim verilmesi, çağdaş bilgi beceri ve donanımla yetiştirilmeleriyle gerçekleşmektedir. Hemşirelik yasasında belirtilen lisans mezunu hemşireler hemşi-redir ve topluma hemşirelik bakımını ancak onlar sunarlar. Hemşirelik sivil toplum kuruluşlarının da sorumluluğu, toplumun nitelikli bir hemşirelik bakımı almasını sağ-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

60

lamak, mesleki değerleri koruyarak toplum içerisinde saygın ve etik davranan bir mes-lek imajı oluşturmaktır. Sabrınız ve ilginiz için teşekkür ediyorum.

Saadet Ülker

Ciddi bir kimliksizleştirme söz konusu. Zaten zayıf bir gruptu, zayıf gidiyordu. Topar-lanmaya çalışıldı ama ona da izin verilmiyor. Bu sefer hepsini bir yere topluyorlar. Bir-birlerine benzer hale getiriyorlar. Sınıflara ayırıyorlar sağlık çalışanlarını, birinci sınıf, ikinci sınıf diye… Hekim ve dişhekimleri dışındakilerin hepsinin görevleri birbirine karışmış durumda. Son çıkan yönetmelikte ki sağlık çalışanlarının görev yetki ve so-rumluluklarına baktığımızda bir ebe 6 yaşındaki çocuğa bakabiliyor, yaşlı bakım tek-nisyeni evdeki bütün bakım hizmetlerini neredeyse organize edip yönetebiliyor. Böyle-sine bir karışıklığın içindeyiz.

2000’de sonra 2012’de Türk Hemşireler Derneği olarak YÖK’e hemşire insan gücü plan-laması konusunda çalışmak üzere komisyon kurmasını ikinci kez teklif ettik. O dönem YÖK Başkanı bu isteğimizi kabul etti. Komisyon kuruldu. İlgili kurum ve kuruluşlar-dan planlamaya esas oluşturmak üzere gerekli olduğunu saptadığımız verileri YÖK aracılığı ile istedik. Sonuç haylice üzücüydü. Sağlık Bakanlığı bizim istediğimiz verile-rin pek çoğunu toplamıyor. Toplamaya gerek görmüyor. Elindekileri de bizim ihtiyaç duyduğumuz anlamda işlemiyor. Özel hastaneler veri göndermiyor. Veri gönderen di-ğer kurumlarda da çok sınırlı sayıda veri var.

Oysa hemşire insan gücü planlaması için sahip olunması gereken veriler gerekçeleri ile ortada. Bunların geliştirilecek bir sistemle düzenli aralarla toplanması ve işlenmesi gerekiyor. Böyle bir düzen yok ne yazı ki? YÖK’ de bu konuda 2001’de tamamladığımız çalışmamıza kimse sahip çıkmadı. Yine YÖK ‘de 2012 de başladığımız çalışmadan da hiçbir sonuç elde edemedik.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

61

SORU - CEVAPKayıhan Pala Bir slaytta kalkınma planlarında hemşire ve hekim artışıyla bazı sağlık göstergelerinin iyileşeceğine ilişkin zannediyorum Mehmet Tokaç’ın çalışmasından bir alıntı yapılmış-tı. Orada ne kadar büyük bir hata yapıldığını vurgulamak için ben söz aldım. Sadece hemşire ve hekim sayısı artarsa bebek ve ana ölüm hızı azalacakmış gibi bir algı var. Farkındaysanız 2015-2020 için binde 5’ler civarında rakamlar bildiriliyordu oysa bu-gün biliyoruz ki Türkiye nüfus sağlık araştırması 2013 yılında Türkiye’de bebek ölüm hızının binde 13’ün üstünde olduğunu, son 5 yıl gözetildiğinde de bu rakamın binde 17 olduğunu gösteriyor. Artık Dünya Bankası danışmanları bile yazdıkları makalelerde ki bir tanesi Ekim’de Journal of Medicine’de yayınlandı Türkiye’de bebek ölüm hızı binde 17 diye açıklanıyor. Yine TNS’ye bakalım. Son 5 yıl içerisinde bir öndeki 5 yıllık döne-me göre tam bağışıklı çocukların oranında azalma var. Dolayısıyla bu kadar nitelik gö-zetilmeksizin sayı artışının sağlık göstergelerinde bir artışa yol açmadığı çok açık.

Saadet Ülker Söylediğiniz gibi sayılar üzerinde duruluyor. Nitelik üzerinde durulmuyor. Nitelik hiç-leştiriliyor. Sağlık sistemi de ortada. Aile hekimliğiyle durumdan başarı öyküsü çı-kartmak mümkün görünmüyor. Koruyuculuğun öncelenmediği ve bütün gücün oraya doğru sevk edilmediği görülüyor. Büyük hastaneler, şehir hastaneleri, turizm, bunların olduğu bir yerde sayılar çok önemli oluyor

Katılımcı Ben de birinci basamakta çalışıyorum. Aile hekimliği sisteminde. Ebeyim aynı zaman-da. Bu kadar çok okulun açılması gerçekten çok korkunç. Ben sahada bile o kadar çok olaylarla karşılaştım ki, enjeksiyonun yanlış yere yapıldığını bile gördüm. Yani o kadar eğitim, bu kadar okulun açılması, eğitimin bu kadar az verilmesi bence çok yanlış. Bu-nun da üzerinde çok durdunuz ve biz bunu gerçekten ciddi olarak yaşıyoruz. Daha 1 ay öncesinde anne-bebek ölümleri arttığı için İstanbul’da bir eğitim yapıldı. ‘Bununla ilgili neler yapılabilir, nasıl bir eğitim verebiliriz’ diye. Sistemde o kadar çok eğitimsiz insan var ki bence en başında okulların bu kadar açılması yerine eğitim sisteminin daha çok güçlenmesi, hocaların daha çok öğrenci yerine hocaların artırılmasının sağlanması ge-rekiyor. Rakam çok korkunç gerçekten. Birinci basamakta da bunun örneklerini ben çok kez yaşıyorum açıkçası.

Saadet Ülker Teşekkür ederim. Ebe meslektaşımızın bu açıklamasına ve önerisine açıklama getirmek isteyen kimse var mı?

Katılımcı Son sınıf öğrencisiyim. Hemşirelik öğrencisiyim. Şöyle bir açıklama getirebilirim. ‘Haklısınız’ diyebilirim. Eğitim önemli ama eğitim şartları şu anda buna el vermiyor. Gerek akademisyen, gerek okulların durumu çok kötü. Geçen sene öğrenci çalışta-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

62

yı vardı GATA’da. Hemşirelik Öğrenci Çalıştayı. Kayıhan hocamızın da dediği gibi tıp fakültesi olsun öğrenci sayıları çok fazla ve buna karşılık öğretim üyesi sayıları çok dü-şük. Laboratuvarlar yok, yetersiz. O yüzden eğitim gerçekten çok önemli ama şartlar bunu elvermiyor ne yazık ki.

Ercan Birol Karadağ Bir sağlık çalışanın eşi olarak bazı şeyleri de ben söylemek istiyorum. Özellikle belki büyükşehirlerde hemşirelik eğitimi her ne kadar dile getirsek de, nispeten diyebiliriz. Özellikle Anadolu’daki üniversitelerin birçoğunda hemşirelik bölümleri açılıyor. 30 olan öğrenci sayıları birden bire 300’e çıkarılıyor. Öğretim üyeleri 3’ten az olduğu için de bölümler kapatılmasın diye biyologlar, veterinerler gibi hemşirelik dışından olan in-sanlar hemşirelik eğitimi vermeye çalışıyor. Ben burada sormak isterim. Acaba hemşi-relik dışında kendi mesleğinden olmayan kişilerle eğitim yürüten başka bir meslek dalı var mıdır? Bir başka şeye gelince de, eşim uzun yıllar müdürlük yaptı. 10 seneye yakın. Üniversitelerde özellikle rektörlere baskılarla… Benim oğlum biyolojide yüksek lisan-sını, doktorasını bitirdi. En kolay nereye girer? Sağlık yüksekokuluna. O tür baskılar var. Özellikle doğudaki üniversitelerin birçoğunda hiç öğretim üyesi olmadan yüzlerce hemşire yetiştirilmekte. Yani sadece liseleri değil, lisans eğitimlerinin de bu alanda göz-den geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum dışarıdan bakan bir mühendis kökenli kişi olarak bu yönde katkıda bulunmak istedim.

Katılımcı Sayılar üzerinden konuşuyormuşuz gibi geldi. Öğretim üyelerinin az olduğu vurgu-landı ama sonuç olarak öğretim elemanlarını ve üyelerinin de lisansüstü eğitimlerinin sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Şu an onlarda da sayısal olarak hızlı bir artış var. Son yıllarda da bunu görüyoruz ama maalesef lisansüstü eğitimin de içi boşaltılı-yor. Yine aynı şekilde özel üniversitelerde - hocalarımız sağ olsun ideallerinden vazge-çen hocalarımız da var- mesleğe değerini vermeyen, aldığı eğitimin hakkını vermeyen hocalar var. Lisansüstü eğitimin de niteliğinin sorgulanması gerektiğini düşünüyorum.

Saadet Ülker Şöyle bağlayabilir miyiz acaba bu önemli konuyu? Eğitimi düzeltmek için mücadele verelim. Peki, içinde yer aldığımız yapının bütününü görmeden bunu başarabilir mi-yiz? Gamze Hanım bir bütünden bahsetti. O bütünü kavramak çok önemli. Zanneder-sem oralarda hepimiz ciddi bir sorun yaşıyoruz. Onu ayrı bir teorik yapı olarak görüp bir tarafa koyuyoruz.. Sonra her şeyi birbirinden bağımsız olarak oturup tartışıyoruz.. ‘Nereden geldik, nereye doğru gidiyoruz, neyin içindeyiz’… Bunu tanımadan, bunun dinamiklerini açıklamadan tek başına eğitimi seçip düzeltebilir miyiz? Tek başına sağ-lığı alıp bir düzenleme getirebilir miyiz? Bütün bunların düzenlenmesi için önce acaba ciddi bir dönüşümü kavrama ihtiyacı var mı, yok mu? Onu acaba tartışmaya açabilir miyiz? Herhalde her şey buradan kaynaklanıyor. Yoksa bugün bakın üniversitelerin durumu ortada. Son yaptığımız görüşmelerde şöyle cevaplar geldi: ‘YÖK böyle istiyor’ Şimdi bir kurumun en başındaki kişi ‘YÖK öyle istiyor’ derse kim nerede eğitimini na-sıl düzeltecek? Herhalde bu sistemi geniş çerçevede geniş anlamda görmek, anlamak

24-25 EKİM 2015, ANKARA

63

ve ondan sonra değiştirilmesi için ne yapmak gerektiğini düşünmek gerekiyor. Herhal-de örgütler burada çok önemli. Yaşamsal değerleri var ama örgütleri de yaşatabilmek için bireylerin kendilerini bilinçlendirme gibi bir sorumluluğu olmalı, bu sorumluluğu üstlenmeleri gerekiyor. Bireysel sorumluluklarımız var. Kendini sorgulama ve yeniden var etme ne demektir? Bunları tartışmak lazım… Oy kullanıyoruz. Hepimiz nereye, kime oy veriyoruz? Niçin orayı seçiyoruz? Bunun bilincinde miyiz? En basit yurttaşlık görevimiz olarak yaptığımız şey bu. Yakın zamanda da yapacağız sık aralarla. Burada-ki bilincimiz nedir bunları sorgulamamız gerekiyor herhalde değil mi? Çünkü tek tek bulunduğumuz noktadan eleştirmek iyi ama çözümü nasıl üreteceğiz? Ne gerekiyor bunun herhalde ayrımına varmamız gerekiyor. Öyle zannediyorum ki çok büyük bir eksikliğimiz bu. Ne düşünüyorsunuz.

Özlem Azap Öncelikle çok teşekkür ederim bu kongrenin en önemli konferanslarından birisiydi. Mevlüde Hanım’la da birlikte ve yürütme kuruluyla bu kongre hazırlığını yaparken çok can yakıcı çok ama bilinmeyen konuyu gündeme getirdik. Bilinmeyen derken, hasta ve hasta yakınları açısından da çok bilinmiyor, sağlıkçılar açısından da çok bilinmiyor. Günlük hayatta birçok sağlık çalışanıyla karşılaşan birisi olarak meslek liseleri açılıyor kapanıyor açılıyor kapanıyor… ‘Hani meslek liseleri kapatılmamış mıydı’ diye kendi kendimize sohbet ediyoruz. Bu oturum çok açıklayıcı oldu, çok teşekkür ederim. 2 tane kısa soru soruyorum. Bir tanesi günlük pratikten bir soru. Biz erkek hemşire arkadaş-larımıza ‘hemşire’ derken huzursuz olmayalım değil mi? Diyebiliyoruz. Bir sıkıntı yok. Başka bir terim kullanmamız gerekmiyor. Dilimiz alışmadı henüz. İkinci sorum da bu meslek liselerinden mezun olan arkadaşlar nerelerde örgütlenecekler? Aslında örgüt-lenme panelimiz yarın öğleden sonra ama burada anladığım kadarıyla çok hemşire-lik öğrencisi ve genç hemşire arkadaşlarımız var. Çok mutlu oldum ben Hemşireler Derneği’nin de bu konuyu öncelemesine. Aslında tüm örgütler için konuşmuştuk ama bir tane bile tıp öğrencisi göremediğimi itiraf etmem gerekir. Yanılıyorsam tıp öğren-cisi arkadaşım varsa genç hekimlerimiz var da tıp öğrencisi yok gibi görüyorum. Bu arkadaşlarımız bu konunun muhatabı olan gençler burada yoklar. Olmaları zaten çok beklenmemeli. Bir örgütlenme yoluyla onlara ulaşabiliyor olmamız çok olanaklı değil. Hemşireler Derneği’ne üye olabiliyorlar mı? Olabilirler mi? Ya da nerelerde örgütlene-biliyorlar?

Saadet Ülker Sağlık meslek lisesi hemşirelik programlarından ve hemşireliğe eşdeğer sağlık memur-luğu programından mezun olanlar yasa gereği hemşiredir tabii ve derneğe üye olurlar. Üyelik profili içerisinde varlar. O kesin. Meslek lisesi öğrencileri ile nasıl buluşabiliriz? Çok zor ama bir şekilde yaklaşmak gerekiyor. İçinden çıkamadık şimdiye kadar onu iti-raf edeyim. Çözemiyoruz.

Özlem Azap Ebe yardımcısı olduğunda gelebilecekler mi örneğin. Bunlar kolay sorular değil ama merakımdan soruyorum.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

64

Saadet Ülker Hemşire yardımcısı olarak mezun olduklarında Türk Hemşireler Derneği ile bağları olmalı mı, nasıl olmalı, dünya örnekleri nedir gibi konularda dikkatle çalışmak ve ona göre en uygun kararları almak gerekir.

Erkeklere Hemşire denilmesi konusuna gelince, biz Hemşirelik Kanununu 1992 Ey-lül’ünden itibaren çalışmaya başladığımızda 1994’lerde Türk Dil Kurumu’na gittik. Kurum Başkanı Prof. Dr. Hasan Eren’di o zaman. Etrafında da Türk dilinde önemli çalışmaları olan kişiler vardı. Onlara, hemşire adının dişil bir sözcük olması nedeniy-le özellikle erkekler tarafından benimsenmesi konusunda sorunlar yaşanabileceğini bu nedenle mesleğin adını değiştirmeyi düşündüğümüzü, gelme amacımızın bu oldu-ğunu anlattıktan sonra hemşirelik konusunda soru cevaplarla ilerleyen bir görüşme başladı. Biz hemşire olarak ne düşünüyoruz ne anlıyoruz? Bu anlattığımızın karşılığı nasıl ivedilendirilebilir? ‘Biz bir düşünelim’ dediler. Düşündüler ve bir süre sonra bizi çağırdılar. Gittik. Ve dediler ki ‘Sağlık bakımcısı olsun’. Fakat ‘sağlık bakımcısı’ her şeyi kapsıyor. Bu kelimeler hemşireyi, özellikle ayrı bir disiplini tarif etmiyor. Sağlık alanın-da çalışan herkesi kapsıyor. Bunun üzerine artık TDK de bunu altından kalkamıyorsa farklı bir isim aramaktan vaz geçmeye karar verdik. Bu kararımızı verirken bize alttan alta destek olan düşünce şu idi. Dilin yaşayan bir varlık olduğunu biliyoruz. Nereden biliyoruz bunu? Bir sözlüğü açtığımızda yabancı bir sözlük olsun Türkçe sözlük olsun bazı sözcüklerin birden beşe, hatta altıya, yediye kadar karşılıkları oluyor. Baktığımız-da, mesela sözcüğün ilk 3 anlamları birbirine yakın dost anlamlar, üçüncüye ya da dör-düncüye geldiğinizde bambaşka bir anlam çıkıyor ortaya. Demek ki yaşamın içerisinde sözcükler yaşayan varlıklar olarak anlamlar kazanıyorlar. Değişiyorlar, dönüşüyorlar. O zaman hemşirelik de şimdilik sözlüklerde ‘hastalara bakan kişi’ olarak tanımlanıyor. Bu pratiğin içerisinde yavaş yavaş o da sözlükte yerini alacaktır diye düşünüyoruz. Erkek egemen bir toplumda bunun çok büyük rahatsızlık doğuracağını düşünmedik değil. Zaten o yüzden bu arayışlara girdik. Ama şunu da gördük zaman içerisinde, sanıldığı kadar, beklediğimiz kadar da ciddi bir rahatsızlık yaşanmadı. Bu nedenle bunun üze-rinde durmamaya karar verdik. Yıllar önce, yeni değil. Ve Hâlâ da bu kararımızda isa-betli olduğumuzu düşünüyoruz.

Tümay İmre Türk Dişhekimleri Birliği adına katılıyorum. Buraya dinleyici olarak geldim. İlk önce verdiğiniz bilgi için teşekkür ederim ama aslında ben genelde soru sormayı tercih ede-rim. Konuşmacıdan çok konuşmayı sevmem ama ‘katkı vermek isteyen var mı’ diye söylediğiniz için lisans eğitimiyle ilgili son yıllarda diş hekimliğinde yaşadıklarımız-la ilgili bir aktarımda bulunmak istedim. Diş hekimliğinin biliyorsunuz ki uzmanlık alanları çok uzun yıllarca tartışıldı. Belki konuyu yıllardır izleyenler biliyordur ve her sağlık mesleklerinde uzmanlıklar tüzükle düzenlenir. Ama defalarca çıkartılan tüzük-ler Danıştay tarafından iptal edildiği için ilk defa Türkiye’de diş hekimliği uzmanlığı yasayla belirlendi. Yasa çıkarıldı. Danıştay’a götürülüp iptal ettirilemesin diye. Çünkü biz meslek örgütü olarak her seferinde Danıştay’a gittik. Ve Danıştay bizi haklı görerek uzmanlık tüzüğünü iptal etti. Sonra bir önceki Bakan yasa çıkardı. Bizim de yapabi-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

65

leceğimiz bir şey kalmadı yasa karşısında. Ama bu süreçte bir şey yaşadık. Biz meslek örgütü olarak diş hekimliğinde belli uzmanlıkların tanımlanması gerektiğini düşünür-ken Sağlık Bakanlığı bizim çok istediğimizin ötesinde sekiz dalda bir uzmanlık tanım-lanmasını öngördü ve tanımladı. Ama bu süreçte yaşanan üniversitelerin bir fakülte-sinde gelişen bir tavrı size aktarmak istiyorum. Lisans eğitimini ne kadar etkilediğini göstermek açısından. Yani evet burada sermayenin istekleri ucuz işgücü yaratılması bu sürecin devam ettirilmesi, sağlıkta dönüşüm programı hepsine aynen katılıyorum. Sayının çok artırılması ve emeğin işgücünün azaltılması ve kenarda bir işsiz hekim veya sağlık insan gücünü hazırda tutulması ama burada bir şeyi daha yaşadık biz. Bir uzmanlık tartışmaları yaşanırken şu bilgiyi de aktarayım. Diş hekimliğinde Avrupa’da ERO (Avrupa Dişhekimleri Bölgesel Organizasyonu) diye bir örgütlenme vardır. Bu bütün diş hekimleri fakültelerinin hemen hemen ve bu konudaki diş hekimi profesyo-nelleri örgütünün oluşturduğu bir sivil toplum kuruluşudur. Ve bu diş hekimliği lisans eğitiminin lisans yeterliliğini saptayan bir çalışma yapmıştır. 144 alanda diş hekimliği yeterliliği saptamıştır. Bir diş hekimi, diş hekimi unvanı alırken lisans eğitimini alırken 144 alanda yeterli olmalıdır. Çok net. Sadece ülkelerin kendi öznel durumlarına göre küçük değişiklikler gösterecek net bir sınıflama yapmıştır. Biz bunu sağlamaya çalışır-ken daha sonra onlar bunu 167’ye çıkardılar, zannediyorum daha da artırdılar. Ama biz bunları tanımlamaya çalışırken uzmanlık alanlarında şunları gördük: Bizim fakülteleri-miz uzmanlığın ne kadar gerekli olduğunu anlatabilmek için bu 144 alanı 70 küsürlere düşürdüler. Bunu üzülerek söylüyorum. Bu bire bir içinde olduğum bir tartışma olduğu için söylüyorum. Türk Dişhekimleri Birliği adına bu çalışma grupları içinde olduğum için söylüyorum. Ve bir fakülte dekanımız “bizim mezun ettiğimiz öğrencilerin yüz-de 70’inin yaptığı dolgular kabul edilebilir düzeyde değildir” diyebilecek kadar da ileri gitti. Uzmanlığı savunabilmek adına. Yani yetkin hekim yetiştirmek yerine –diş hekim-liğinden bahsediyorum- şu anda ulusal tercih sermayenin istediği insan gücüne uygun bir eğitim sistemi şeklinde bir anlayış var. Yetersiz hekimler var ve şu anda biz bu duru-mu kabul etmiyoruz. Şu anki lisans eğitimi de bunun üstünden gidiyor.

Saadet Ülker Çok teşekkür ederiz. Aynı talihsiz yolda size eşlik eder durumdayız. Zaten bunun dı-şında kalmış kimse yok diye de düşünüyorum. Aynı olumsuzluğu paylaşıyoruz. Bunun altından kalkmanın yolu, bir büyük ses haline dönüşmenin yolu nedir? Yaşadığımız, diyelim ki eğitim alanında ki sorun, hangi bütünden kaynağını almaktadır. Bu bütünü nasıl görebilir ve mücadelemize ona göre yön verebiliriz?

SAĞLIK ÇALIŞANLARINDA İŞE BAĞLI PSİKOSOSYAL

RİSKLER VE RUHSAL HASTALIKLARA

YAKLAŞIM

“DR. MELİKE ERDEM ANISINA”

Oturum Başkanı: Burhanettin Kaya

Gazi Üniversitesi Tıp Fak. Psikiyatri AD

Psikososyal Tehlike - Riskler Açısından Çalışma Yaşamı

Çiğdem Vatansever Namık Kemal Ünv. Çalışma Ekonomisi ve

Endüstri İlişkileri Bölümü

Sağlık Ortamından Kaynaklanan Bozucu

Ruhsal Etki Riskleri Öncül Ve Süreç Risk Değerlendirme Ölçütleri

Mustafa Sercan Türk Nöropsikiyatri Derneği

24-25 EKİM 2015, ANKARA

67

SAĞLIK ÇALIŞANLARINDA İŞE BAĞLI PSİKOSOSYAL RİSKLER VE RUHSAL HASTALIKLARA YAKLAŞIM

Burhanettin Kaya Gazi Üniversitesi Tıp Fak. Psikiyatri AD

Bizim toplantılarımızın genel özelliği biraz gecikmeli başlamasıdır. Son dakikada kapıda durup ‘acaba içeride aksiyon var mı’ diye izlemenin ayrı bir zevki olsa ge-rek. Çünkü herkeste bu eğilimi görüyorum. Panelimiz sağlık çalışanlarında işe bağlı psikososyal riskler ve ruhsal hastalıklara yaklaşım konusunda. Bütün sağlık çalı-şanlarının özellikle son yıllarda yaşadıkları deneyimlerle, şiddetle, sağlık çalışma koşullarındaki değişmelerle beraber aslında hayatlarını en çok etkileyen ama en az görünen, ihmal edilen parçasıyla ilgili bir panel yürüteceğiz. Ben kolaylaştırıcı ro-lündeyim. Kolaylaştırmaya çalışacağım. Nasıl yapacağımı ben de bilemiyorum ama dinledikçe konuşmaları nerede kolaylaştırma yapacağıma karar vereceğim. Birinci konuşmacımız Çiğdem Vatansever. Kendisi Namık Kemal Üniversitesi’nde Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri bölümünde çalışıyor. Psikososyal tehlike ve riskler açısından çalışma yaşamını bize anlatacak.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

68

PSİKOSOSYAL TEHLİKE - RİSKLER AÇISINDAN ÇALIŞMA YAŞAMI

Çiğdem Vatansever Namık Kemal Ünv. Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü

Konuşmam için şöyle bir akış tasarladım: Çalışma kavramına değineceğim; çalışma ya-şamına genel olarak baktıktan sonra en temel psikososyal tehlike ve riskleri paylaşmayı istedim. Kolaylaştırıcımız şiddetten sözetti, şiddetin özellikle sağlık çalışanları için çok kritik olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de şiddetin her boyutta çok arttığını düşünüyo-rum; şiddet konusunun her boyutuyla çok daha fazla zamanı hak ettiğini düşündüğüm için ben konuşmamda yer vermedim. Yine çalışanların ruh sağlığını iyileştirmeye yöne-lik neler yapılmakta, neler yapılabilir bunlara değinmek istiyorum. Biraz da bu yönüyle fütürizm olacak. Geleceğe ilişkin ne gibi öngörüler var onlara bakalım diye düşündüm.

Çalışma kavramını konuşurken çalışma psikolojisine de değinmek istiyorum: Çalışma psikolojisi psikolojinin çalışma yaşamında insanı ele alan uygulamalı bir alanı. Te-mel amacı çalışma ortamını iyileştirmek ve çalışan bireyin refahını artırmak. Çalışma psikolojisi okuyanlar, ya bu alanda akademisyen olmakta ya da insan kaynakları yöneti-mi alanında çalışmakta. Psikologlar bir diğer yandan da sağlık alanının doğal bir üyesi, ruh sağlığı için eğitim alan kişiler olarak.

Çalışma kavramını konuya ısınalım ve giriş yapalım diye tanımlamak istedim. Para edin-mek için ve karşılığında başkaları adına değer ürettiğimiz şeye çalışmak diyoruz. “İş” ve “çalışma” sözcüklerini zaman zaman birbirinin yerine kullanıyoruz. İş kavramıyla ast üst ilişkileri ve daha çok o işi yapan kişi öne çıkarken, çalışmanın içinde fiziksel, zihinsel ve duygusal faaliyet de var. Neden çalışıyoruz, çalışmanın anlamı, çalışma amaçlarımız ya da değerlerimiz neler

Sorularına yanıt almak için Türkiye’de yapılmış bir araştırma var Suna Tevrüz ve Tülay Turgut’un yaptıkları. Yani “niye çalışıyoruz, çalışarak ne elde ediyoruz?” sorularına yanıt bulmak için. Kime sorsak, size de sorsam, benim için de geçerli, hepimiz ilk önce geçimi-mizi temin etmek için çalışıyoruz ama bunun dışında da anlamları var çalışmanın. Ge-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

69

çim amacı çok öne çıkmayan birisi, hayatına hareket katmak için, yeni mezun birisi ise kendisini kötü alışkanlıklardan sakınmak, belli bir düzende olmak için çalışmak istiyor ya da çalışıyor. Bu araştırmanın ilginç bulgularından birisi de, Türkiye’ye ilişkin olarak çalışmanın dini bir boyutu da olması, yani insanlar çalışmayı bir anlamda dini vecibe-lerini yerine getirmek olarak görüyorlar. Özetle, çalışmanın para kazanmak dışında da psikolojik ve sosyal işlevleri var hayatımızda.

Çok temel bazı rakamları çalışma yaşamının etkisini somutlaştırmak için tekrarlamak istiyorum. Dünya üzerinde 7 buçuk milyar insan olduğu varsayılıyor. Bu nüfusun yak-laşık olarak üçte birinin istihdam edildiğini düşünebiliriz. ILO’nun sosyal görünüm raporuna göre zaten çok da iyi olmayan istihdam koşulları önümüzdeki yıllarda daha da kötüleşecek. Bundan da dünya üzerindeki yaklaşık 2.5 milyar kişi doğrudan, 5 milyar kişi de bir şekilde dolaylı olarak etkilenecek. Türkiye’ye bakıldığı zaman 15 yaş üstü 57 milyon kadar insan var. Bu sayının da neredeyse yarısı çalışıyor. Doğrudan ve dolaylı olarak çalışmak maddi ve diğer bütün boyutlarıyla bu kadar insan etkiliyor. Tüm ülke ya da dünya nüfusu etkileniyor demek yanlış olmaz.

Çalışma yaşamında neler oluyor? Sağlıkta dönüşüm programına ilişkin bugün pek çok şey konuşuldu, ekonomik ve siyasi gerekçelerini sizler çok iyi biliyorsunuz. Tüm işyerlerinde aşağı yukarı aynı nedenlerle küresel rekabet arttığı için gittikçe daha çok performans odaklı uygulamalar oluşturuluyor. Yani daha az sayıda insanla daha çok iş üretmek, kârlılığı daha çok artırmak ve müşteriyi daha çok çekmek için… Diğer taraftan çalışanlara ilişkin ne oluyor? İşgücünün profili dolayısıyla beklenti ve ihtiyaçları da de-ğişiyor, çalışma yaşamına bakışları değişiyor. 20 yıl önce Türkiye’de en nitelikli mezunlar özel sektörde kendilerine iş ararken, kamuda görünmeyeceklerini düşünürken bugün güvence aradıkları için tercihlerini değiştiriyorlar, kamuda çalışmak istiyorlar.

Aynı zamanda endüstri devriminin üzerinden 200 yıl geçti ancak dünyanın diğer yerle-rinde de Türkiye’de de insanlar hala eskisi kadar çok, günde 16-18 saat ve çok uygun ol-mayan koşullarda merdiven altı atölyelerde çalışmaya devam ediyorlar. İnsanca çalışmak, sağlık hizmetlerine erişim kadar temel insan haklarından biri. “İnsanca çalışma” konusu hala ILO’nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) iyileştirmeye çalıştığı konulardan birisi.

Tüm bunları çalışanlar nasıl yaşıyor, neler hissediyor diye baktığımızda Avrupa Çalışma Koşullarını İyileştirme Vakfı (Eurofound)’nın son araştırmasına (2013) göre Türkiye’nin sonuçları hiç de iç açıcı değil, Avrupa’nın en mutsuz çalışanlarıyız Litvanya ile birlikte. Diğer taraftan, Avrupa’da gelişmiş ülke kategorisindeki ülkelere bakıldığında da, fiziksel, kimyasal ve benzeri riskler konusunda geçen 25 yılda pek bir şeyin değişmediğini gör-mekteyiz bu araştırma bulgularına göre.

Çalışanların sağlıklarını olumsuz etkileyen, çalışma ortamının yeni ve gittikçe artan riskleri ise psikososyal olanlar. Öncelikle iş yükü artıyor tüm dünya çalışanları için. Duygusal talepler artıyor, duygusal emek diye yepyeni bir kavram var, müşteri memnu-niyetini sağlamak adına çalışanların olumsuz duygularını kontrol etmeleri anlamunda.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

70

Bir başka psiko-sosyal tehlike kaynağı otonominin, yani özerkliğin, karar serbestisinin olmaması. Kendi araştırmalarımızda da gördük ki bir işyerinde fiziksel riskler varsa, kimyasal tehlike ve gürültü gibi, o işyerlerinde psikolojik riskler de artıyor. Bir başka de-yişle, her çok tehlikeli işte çalışan kişinin ruh sağlığı da bundan bir şekilde dolaylı olarak olumsuz etkileniyor. Daha az nitelik ve beceri gerektiren işlerde çalışanlar hem daha çok çalışıyorlar hem de otonomileri daha az. Eurofound’un raporuna göre, sağlık sektörü yenilikçi uygulamalar açısından daha olumlu değerlendirilmiş; bu monotonluğun az olduğu sektörlerden biri olduğu anlamına geliyor.

Uzun çalışma süreleri eşittir iş yoğunluğu, eşittir psikososyal riskler diye düşünmek çok yanlış değil. Türkiye’deki rakamlara bakıldığı zaman geçen 20 yılda, 1980’lerden bu yana Kristal İş’in bir çalışması var. Türkiye’deki işgücü toplamda yüzde 60 daha fazla çalışıyor ve haftalık resmi olan 45 saat çalışma süresi, resmi ya da değil, gerçekte ortalamada 5 saat daha uzun vaziyette. 47 küsurken yani resmi olanın üstündeyken 1980’lerin sonlarında, şimdi 52 civarlarında haftalık normal ortalama çalışma süresi oldu.

Eurofound raporuna göre, çalışanların beşte biri neredeyse kendilerine ve ailelerine ye-terince zaman ayıramadıklarını, yani yaşam dengelerinin düşük olduğunu söylüyorlar. Neler gerekiyor bunun için? Yarı zamanlı çalışma, uzun çalışma saatlerinin olmaması öncelikle, ancak girişte değindiğim küresel rekabet, müşteri odaklı yaklaşım bunlara olanak vermiyor. Bu değişime ayak uyduran firmalar da var bir yandan; örneğin tüm dünyadaki Bosch çalışanlarının yüzde 10’u kısmi zamanlı çalışabiliyor.

Avrupa’daki çalışanların yüzde 20’si zihinsel, psikolojik durumlarının çok iyi olmadığını söylemişler. Anestezi Çalışanları Mesleki Risk Değerlendirme Raporu’na göre ruh sağlı-ğının tedavi gerektirdiğini düşünenlerin oranı da aşağı yukarı bu oranda. Gerçekte veri-len yanıtların her zaman en içten yanıtlar olmadığına da bir rezerv koyarak bu rakamın daha yüksek olduğunu düşünmekteyim.

Dünyada neler oluyor, biz bugün burada niye bu konuyu konuşuyoruz diye baktığımız-da; güvencesiz çalışma, yeni nesil iş sözleşmeleri sorunların başında geliyor. Yaşlanan işgücü, PRIMA-EF’in hazırladığı bu tabloda herhalde Türkiye’yi şimdilik doğrudan ilgi-lendirmeyen tek madde. İşin yoğunlaşması, iş yükünün sürekli artması, daha fazla per-formans beklentisi, müşteri odaklı güler yüzlü hizmet- ki sağlık bakanlığının da sağlıkta dönüşüm programının söylemlerinden bir tanesi olarak gözüküyor- ve yaşam dengesi-nin çok çalışma yüzünden bozulması yeni ortaya çıkan ve gittikçe artan psikososyal teh-likeler olarak görülüyor. Yeni ortaya çıkma ve gittikçe artma kısmı şöyle önemli: Mesela finans sektörü, geleneksel olarak hiç de yüksek tehlikeli bir iş grubu olarak ele alınmaz. Ama psikososyal risklerin ön plana çıkması nedeniyle, finans sektöründe çalışanlar da riskli sektör grubuna girmiş durumdalar. Bir başka deyişle, yeni olarak bunları konuşma-ya başlıyor dünya.

Tehlike ve risk kavramları, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili çalışanlar bilirler, sıklıkla bir-birine karıştırılır. Tehlike bir şeyin zarar verme potansiyeli iken risk ise zarar verme

24-25 EKİM 2015, ANKARA

71

olasılığı. Uzun çalışma saatleri, stres için bir tehlike kaynağı iken stres yaşama ise bir psikososyal risk olarak düşünebiliriz.

Avrupa’da iş ortamında artan stresin yönetilmesi için oluşturulan bir konsorsiyumun ça-lışmasına göre, rol çatışmasından kariyer olanaklarının azalmasına karlın çalışma hayatı-nın neredeyse her bir unsuru, çalışanların psikososyal sağlığı için bir tehlike kaynağı ola-rak düşünülebilir. Psikiyatrist Tolga Binbay’ın bir makalesi var; çalışma koşulları o kadar olumsuzlaştı ki, “çalışmanın kendisi acı veren bir şeye dönüşüyor” demekte içeriğinde.

Bir yüksek lisans tezi kapsamında çalışma yaptık, Tekirdağ Tabipler Odası’na kayıt-lı işyeri hekimleriyle görüştük. “İşyeri hekimi olarak çalıştığınız işyerlerinde neler gözlemliyorsunuz?” diye sorduk, nitel bir çalışma oldu. Tekirdağ bir il yalnızca, Türkiye’yi temsil etmiyor gibi gözükebilir ama Çorlu ve Çerkezköy İstanbul’un yanıbaşında ve tıpkı Manisa, Gaziantep gibi sanayinin önemli merkezlerini barındırıyor. Böylelikle, Arçelik, Yünsa gibi büyük işletmeler de var, “plaza şirketleri”ni bir yana koyarsanız aslında Türki-ye’nin küçük bir temsili diye bakmak mümkün.

İşyeri hekimlerine, “kendi pratik klinik deneyiminizde psikososyal sağlığı etkileyen fak-törler olarak neleri görüyorsunuz?” diye sorduk. Ücretlerin yetersiz olması, yönetimin iş baskısı, çalışma ortamının fiziki şartlar bakımından uygunsuzluğu ilk sırada çıktı. Türkiye’de gerçekten ücretler ihtiyaçları karşılamanın o kadar ötesinde ki, aldığınız ücre-tin hayati ihtiyaçlarınıza cevap vermemesi başlı başına bir stres kaynağı. Tabii işgücünde-ki değişimleri de unutmamak lazım. En düşük gelir grubundaki kişilerin belki de en fazla borçlanan, en az tasarruf yapan kişiler olduğunu; kredi kartları yüzünden maaşlarına gelen hacizler ve benzeri örnekleri düşündüğümüzde anlayabiliriz sanıyorum.

Tehlike ve risk kavramlarına şöyle bir ekleme yapmak istiyorum psikososyal risk grubu için. Güvencesiz çalışma, başlı başına bir stres kaynağıdır. Bazı durumlarda, bazı işyer-lerinde ve bazı bireylerde stres, depresyon öncesinde bir ara değişken olabilir. Bazen de yıldırma ya da zorbalığa dönüşebilir. Yani her bireyde, her psikososyal tehlike başka bir şeye dönüşebilir. Bildiğim kadarıyla tıpta “hastalık yoktur, hasta vardır” diye söylenirmiş. En çok geçerli olduğu durumlardan, birinin de de ruh sağlığı olduğunu söylemek müm-kün.

Stres psikososyal riskler literatüründe neredeyse tüm riskli durumlara karşılık geliyor. Öncelikle, stres Avrupalı işletmelerin en büyük sorunu olarak saptanmış durumda, çünkü strese bağlı devamsızlıklar, hastalıklar işletmelerin sağlık giderlerini artırıyor, bu gayet ekonomik yönü. Diğer yandan da Dünya Sağlık Örgütü (WHO) meslek hastalıkları listesine en son revizyonda, 2010 yılında girmiş iki tane mental hastalıklar başlıklı iki hastalık var: İlki postravmatik stres bozukluğu, diğeri de “Doğrudan bağlantısı bilimsel olarak gösterilmiş … iş etkinliklerinden kaynaklanan risk faktörlerine maruz kalma ile arasında bağ kurulan … diğer zihinsel ve davranışsal bozukluklar” olarak tanımlanmış. Bir başka deyişle, WHO, psikososyal kökenli iki meslek hastalığı tanımlamış, ilki post travmatik stres bozukluğu, ikincisi de birincisinin dışında kalan tüm hastalıklar.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

72

Stresin ne olduğuna ya da ne olmadığına ilişkin şeyleri hepimiz artık biliyoruz diye düşünüyorum. Ben stresin bir hastalık değil bir sendrom, bir durum olduğunu düşü-nüyorum. Bundan sonraki konuşmalar için de baz oluşturacağını düşündüğüm önemli bir modelden bahsetmek istiyorum. Bugün de gerek Avrupa İş Sağlığı Güvenliği Kuru-mu’nun (EASHW) gerekse Türkiye Çalışma Bakanlığı’na ait İş Sağlığı Güvenliği Genel Müdürlüğü’nün rehberlerinde stres başlığı altında psikososyal risklerin değerlendirme-sine ilişkin olarak model aldığı kuram bu. İş talebi ya da işin gerekliliklerini, çalışanın işteki karar verme serbestisi ve işyerinde sahip olduğu kaynaklar nasıl etkiliyor? Bu sorunun yanıtı olarak; hayali bir terazinin bir tarafında işin sizden bekledikleri, çalışma yükü, diğer tarafında da sizin işinizi yaparken kendi kararlarınızı ne kadar kendiniz verebildiğiniz ve işinizde ne kadar çeşitli becerileri kullanabildiğiniz, kısacası ne ka-dar monoton bir iş yapmadığınız var. Eğer terazinin ikinci küfesi de dolu olursa, işin gereklilikleri, sizden beklenilenler ne kadar çok olursa olsun, yüksek beceri gerektiren ve kendi kararlarınızı olabildiğince kendinizin aldığı bir iş yapıyorsanız stresi o oranda yönetebiliyorsunuz.

Araştırmalar sonucunda bilindiğine göre, yüksek psikososyal beklenti tükenmişlikle; düşük karar serbestisi ise depresyon ve kaygı ile ilişkili. Bu modele daha sonraları, iş or-tamındaki kaynak ve destekler de eklenmiş. İşyerindeki kaynakların hemen hepsi, algı-lanan sosyal destekleri içermekte. Burada da şunu görüyoruz: Latince bir söz var, “insan insanın kurdudur” diye; ama bir yandan da bizim bir atasözümüz var “insan insanın zehrini alır” diye. B modelde, ikincisi öne çıkıyor. Belki en fazla yöneticiler bizi üzüyor, belki en fazla hastaların tutumları yüzünden dünyamız kararıyor ama alacağımız destek de büyük ölçüde yine birlikte çalıştığımız diğer insanlardan. İnsanlar bizim en büyük stresimiz ve bir yandan da bütün psikososyal sorunlarla baş etme kaynağımız.

Tükenmişlik az önce de söyledim daha çok insan yoğun işlerde çalışanlarda araştırılmış ve onların yaşadığı bir durum olarak bulgulanmış, araştırmaların büyük bir çoğunluğu öğretmenler ve hemşirelerle yapılmış ilk aşamalarda. İşten bıkma, kayıtsız kalma, hevesi-ni yitirme olarak da tanımlanabilir bu sendrom.

Yıldırmayı akvaryum metaforu üzerinden kısaca anlatacağım. Yakınlarda bir yazı oku-dum, aynı görüşü paylaştığımız için de sevindim. Yıldırma ( mobbing) kavramının biraz köpürtüldüğünü, magazine dönüştürüldüğünü, her türlü iş ortamındaki çatışmanın mobbing olarak algılanabileceğini ve yasal yollara başvurmanın da bu süreci daha da çetrefilli bir hale getirdiğini düşünüyorum. Ama çalışma psikolojisi açısından açıklamak için de bu modeli oluşturdum. Yıldırmaya ilişkin, tüm örneklerde hep son noktayı görü-yoruz. Yani yıldırmayı yaşayan mağdurla tacizci görüyoruz resimde. Oysa akvaryumda daha fazla balık var. Bir işletmede eğer bir yıldırma olgusu varsa o böyle tek başına bir minik akvaryumdaki iki balık gibi olmuyor genelde. Organizasyonların köklü değişim geçirdikleri, yöneticilerin hızla değiştiği, bilgi akışının nerdeyse hiç olmadığı ortamlarda bir kişi genellikle belki de güvencesizlikle baş etmek için yıldırma yaklaşımını benim-siyor. Yaklaşım diyorum, çünkü bir çatışmalı durumun, yıldırma ya da mobbing ola-bilmesi için 3-6 ay sürmesi, haftada 2-3 kez tekrarlanması ve amacının kişiyi işyerinden

24-25 EKİM 2015, ANKARA

73

uzaklaştırmak olması gerekli. Yöneticimizle ya da çatışma arkadaşımızla yaşadığımız her çatışma yıldırma olmuyor. Ama organizasyonda başka durumlar da oluyor. Bir yıldırma olgusu varsa bilin ki diğer psikososyal riskler de çoktur.

Yaşam dengesi ise öznel algıyı içeren bir başka kavram; denge, saat hesabıyla olmuyor sözgelimi. 12 saatinizi işyerinde geçirip yine de kendi yaşamınızda bir denge hissede-bilirken, günde 5 saat çalışıp yaşamınızda bir denge olmadığını da düşünebilirsiniz. Zamanla ve iş yüküyle çok ilgisi olmadığı söyleniyor özetle, daha çok rollerinizi nasıl deneyimlediğinizle ilgili. İşte olduğu gibi, ev- aile içinde de, kişisel dünyamızda da yani iş dışı yaşamda da bir sürü yükümlülüğümüz var. Ama çoğunlukla iş dışı yaşamın içinde, örneğin aile etkinliklerimize ayırdığımız zamanı bir dengesizlik olarak algılamıyoruz. Genelde işin bizim üzerimizde yarattığı baskı, eşitsizlik - tatminsizlik duygusu ailenin-kinden çok daha fazla.

Psikososyal risklerin sıklığına geldiğimizde, Tekirdağ’daki işyeri hekimleriyle yaptığımız çalışmada, kayıtlarını çok iyi tutan bir işyeri hekimi, “kayıtlarımızda % 4 olarak gözükü-yor ancak gerçekçi olduğunu düşünmüyorum, bu sayı çok daha fazla” dedi. Psikososyal tehlike ve riskler apayrı bir yaklaşım ve yöntem gerektiriyor. Çünkü gerçekten bu konu buz dağı gibi, kolay anlaşılmıyor. O yüzden de belki Dr. Melike Erdem’in neden savun-masını verdikten hemen sonra intihar ettiğini anlayabilmek çok mümkün değil. Genelde tüm sağlık çalışanlarında doktora gitme bir zayıflık olarak görülüyor. Dolayısıyla apayrı bir şekilde ele alınması, kurbanlaştırma, işten çıkartılma ya da zayıf olarak algılnma kor-kularını bertaraf edebilmek gerekiyor.

İşletmeler psikososyal sağlık için nasıl iyileştirmeler yapıyor diye bakıldığında, üç ka-tegori ya da düzeyde olduğunu görmek mümkün. İlki organizasyon, işletme düzeyin-deki süreç odaklı iyileştirmeleri içeriyor. İkincisi ise, daha çok grupları, örneğin farkı departmanları strese karşı eğitme ve koruma işlevini içeriyor. Bankalardaki güvenlik görevlilerinde olduğu gibi, yüksek risk grubu olarak tanımlanan işleri yapanlar için özel programlar gibi. Üçüncü düzey ise maruziyete uğramış, sorunu olan bireye psikolojik destek, terapi vb. uygulamaları içeriyor. Araştırmalara göre, bu konuda bir iyileştirme yapılacaksa, bunun organizasyonun tüm kademelerinde yapılması gerekli. Sadece çalı-şanlara stres eğitimi vererek o işyerindeki ortamı, psikososyal iklimi iyileştiremezsiniz. Konu psikososyal sağlık olunca bireysel bir sorun olarak algılanıyor ve bu da şirketlerin işine geliyor. Stres eğitimi, masaj koltuğu gibi bir takım önlemlerle çalışanların rahatlaya-caklarını düşünüyorlar. Oysa uzun saatler boyunca çalıştırmaya, öğle yemeği saatlerinde kısıntıya gitmeye devam ediyorlar.

Bu bağlamda insan kaynakları bölümü çok önemli bir iş ortağı. Yasal olmayan uzun çalışma saatlerinin engellenmesi, ya da yıldırma için bir bariyer olacak, çalışanların birbirine şiddet göstermesini ve kötü davranmasını engelleyen sistemlerin, prosedürlerin varlığı önemli. Bir taraftan da böyle örnekler olduğunda yaptırımlar oluyorsa çalışanlar-da bir adalet algısı oluşuyor. “Bizim şirketimizde kötü bir şeyi yapan cezalandırılır, karşı-lığını bulur” algısı olumlu bir psikososyal kültüre yol açıyor.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

74

İşyeri psikoloğu olan sınırlı sayıda şirket var,Bilim İlaç, LCWaikiki onlardan bazıları. Bir işyeri psikoloğunun öznel deneyimi çalışanların sadece, iş arkadaşları ve yöneticileri ile olan sorunları değil, çocukları ve eşleriyle ilgili sorunlarını da getirdiklerini ve çözdü-ğünü, çözmelerine yardımcı olduğunu gösteriyor. Bazı şirketler aynı zamanda, çalışan destek programı adı altında bir hizmet almaktalar. Sadece psikolojik değil, finansman ve hukuk desteği de bu danışmanlık firmaları tarafından verilmekte. Bu ve benzeri uy-gulamalar, katılımcılarda olumlu ve bireysel pek çok etki yaratıyordur. Aynı zamanda, işyerlerine karşı olumlu bir algı ve tutum gelişmesine de yol açıyor: “ Ben iyi bir işyerinde çalışıyorum, işyerim çalışanlarına değer veriyor ve benim kendimi iyi hissetmem için bir takım uygulamalar yapılıyor” gibi.

Çalışanların herhangi bir ücret ödemeden, birbirlerine sistematik desteğini içeren henüz Türkiye’deki uygulamalarını bilmediğimiz bir başka program ise “akran destek grupları”. Özellikle bağımlılıklarla ilgili olarak ABD’de başlamış, İsrail’e ilişkin bir örnek hakkın-da bilgi sahibi olduğum ve bir sendikanın organize ettiği bir program. Burada işyeri bir kaynak ayırmıyor, destek olacak gönüllülere eğitimler oluyor, enformal gruplar oluşturu-luyor ve en az diğer çalışan destek programları kadar etkili olduğuna ilişkin bulgular var. Bu uygulamanın, kuşkusuz iyi bir hazırlık ve takiple birlikte Türkiye için de uygulanabilir olduğunu düşünüyorum.

PWC adındaki danışmanlık firmasının 2022’ye ilişkin tahminleri içeren bir çalışması var, çalışmanın ve çalışanların geleceği ne olacak diye. Dünya üzerinde 3 tarz çalışma anlayışını benimsemiş şirketler olacağını düşünüyorlar. Mavi ve turuncunun bugünkü dünyadan pek bir farkı yok gibi görünüyor. Performans ve daha kar odaklı bir yapı. Yeşil senaryonun gerçekleşmesi durumunda, ancak bir yeşil dünya vizyonunda ve çalışma ortamında çalışanlar gerçekten kendilerini değerli hissedebilecekler.

Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun da çalışmanın geleceğine ilişkin bir girişimi var. Sözgelimi 2016’da yapılacak Çalışma Bakanlığı’nın geleneksel kongresinin bu yılki te-ması sürdürülebilir iş sağlığı ve güvenliği. ILO’nun direktörü Guy Ryder, istihdamın durumunun hiç iç açıcı olmadığını, 5 yıl sonra daha da kötüye gideceğini söylemekte. Bir yandan da, insana yakışır işleri merkeze koyarak yapılan küresel ekonomiye ilişkin uluslararası çalışmalar için ‘Gelecek açısından büyük umutlar verdiğini düşünüyorum’ diyor. Ve devam ediyor: “İş iklim değişikliğine geldiğinde yeni bir konumda olduğumuzu anlamamız lazım; iklim değişikliği çalışma yaşamının bir konusudur.”

2019’da ILO’nun kuruluşunun 100’üncü yılında çalışma yaşamının geleceğine ilişkin işlerin daha iyi planlanması, organize edilmesi, toplumla ve sürdürülebilirlikle ilgisinin daha çok kullanılmasına ilişkin girişimlerin başlatıldığını yine Guy Ryder tarafından dile getirilmekte.

Uluslararası karar veren kurumların üzerinde bizler dışında baskı oluşturacak kişiler yok. “Baskı oluşturulmadıkça da özel sektörün psikososyal sorunları takip etme ve çöz-me motivasyonu yok” deyip burada bitirmek istiyorum. Teşekkür ediyorum.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

75

SAĞLIK ORTAMININ ÇALIŞANLAR ÜZERİNDEKİ RUHSAL RİSKLERİ, ÖNCÜL VE SÜREÇ RİSK DEĞERLENDİRME ÖLÇÜTLERİ

Mustafa Sercan Türk Nöropsikiyatri Derneği

Sağlık çalışanlarının sağlığı ile ilgili kongrenin beşincisi yapılıyor. Aslında düşünüyo-rum da bu terzinin kendi söküğünü dikmesi kongresi diye adlandırılsa herhalde hiç yanlış olmaz. Bugüne kadar yapılan çalışmaları ve kongreyi düzenleyen meslektaşla-rımı kutluyorum. Ellerine sağlık diyorum. Şimdi ben bunu niye konuşuyorum derse-niz doğrusu daha önce bu konuda hiç çalışmadım. Sağlık ortamlarında sağlık çalı-şanları ile ilgili herhangi bir çalışmam olmadı. Fakat beni bu havuza kim itti derse-niz Hasan Oğan itti ve şimdi yüzmeye çalışıyorum. Bunu şunun için söylüyorum. Bu benim için bir başlangıç. İlk kez böyle bir konuda çalışıyorum ve derlemeye çalıştım. Ama amaç şu: Bu anlamda herhalde bir damla da olsa geleceğe bir katkı sağlar diye düşünüyorum. Zaman içerisinde bizler için, yani sağlık alanında çalışan insanların sağlıklarıyla ilgili bir meslek hastalığı tanımı ya da işyerinden kaynaklanan sağlık bo-zulmalarıyla ilgili tanımları yapabilmek için çalışmalara ihtiyaç var. Ben onun ilkini burada sizlere sunar durumdayım.

Biz herkes için her yerde yaygın, ulaşılabilir bir ruh sağlığı hizmetinin propagandası-nı yapıyoruz. Bunu talep ediyoruz. Herkes için diyoruz. Ama kendimiz için ne kadar bu talepte bulunuyoruz o biraz kuşkulu. Sorunca birbirimize iyilik-sağlık diyoruz. O iyilik sağlık ruh sağlığı alanında nedir? Hastalık olmaması ile yetinmemek, tam bir ruh sağlığı yönünden iyilik halini amaçladığımızı bir kez daha hatırlatmak istiyorum. Bunu bir risk olarak gördüğümüzde bunlar nelerdir diye baktığımız zaman hem bi-reysel hem ailevi, hem toplumsal, çevresel farklı yönleri var ve koca bir liste çıkıyor. Şimdi siz bu listeye göz gezdirirken, kırmızı halka içine aldığım şeylere dikkat etme-nizi istiyorum. Bunlar çalışma ortamında bulunan ve ruh sağlığını etkileyen etmen-ler. Stres ve ilaçlar dahil madde kullanımı tabii madde kullanımı dediğimizde ilk bil-diğimiz uyarıcı ya da uyuşturucu maddeler ya da alkol akla geliyor ama aslında çalış-tığımız ortamdaki bir takım kimyasalların da etkilerini hesaba karmamız gerekiyor.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

76

Yahut da biz bu maddelere belki başka mesleklerden doğal çalışma ortamımızda bi-raz daha yakın olduğumuz için riskimizi oluşturuyor. Ruh sağlığını etkileyen yaşam olayları ya da durumları dediğimde iş ortamıyla ilgili bir başlıkların tamamı sağlık ortamında bulunuyor gördüğünüz gibi. Herhangi bir kişi için “hasta bakma” ruh sağ-lığını bozucu bir risk etmeniyken bizim işimiz bu. İşsizlik bütün çalışanların başında şiddete uğrama. Bu sağlık ortamında hep vardı belki ama son 15-20 yılda epeyce do-ruğa tırmandı. Öldürmeye kadar giden şiddetlerle karşılaşıyoruz. Biz mesleğimizden kaynaklanan şiddet dışında da yaralanmalara ya da zedelenmelere uğruyoruz. Ast üst ilişkisinin çok keskin olduğu ortamlar sağlık ortamları rekabetin çok şiddetli oldu-ğu ortamlar ve burada da iş yükünü de birlikte aldığımızda doyumsuzluğun ciddi bir oranda olduğunu tahmin edebiliyoruz. Neredeyse olağan koşullar diyebiliriz olum-suz zorlayıcı yaşam olaylarını yaşama bakımından… Yani sağlık ortamları ruh sağ-lığı bakımından oldukça sağlıksız. Terzinin her tarafı sökük içinde desek ya da bunu riskleri var desek hiç yanlış olmaz.

Tabii ruh sağlığının risk etmenlerinin yanında koruyucu etmenlerden de söz etme-miz gerekiyor. Yani ruh sağlığını bozucu etmenlere baktığımız kadar koruyucu et-menlerin varlığı ya da eksikliği üzerine de kafa yormak gerekiyor. Bu olumsuzlar ve koruyucular diye baktığımız zaman olumsuzlar içerisinde iş stresi ve işsizliğin ciddi bir toplumsal çevre ya da içinde bulunulan çalışma çevresi bakımından sorun oldu-ğunu görüyoruz. Buna karşılık bireysel olarak da bazı özelliklerimizin olması gerek. Yani sorun çözme, stres ya da olumsuzlukları yönetme yetimiz eğer iyi değilse ruh sağlığımızın bozulma riski yükseliyor. Bir önceki oturumda örneğin hemşirelerin ergenlik yaşında mesleki eğitim alıp hemen ergenlik biter bitmez iş hayatına girmele-rinin sakıncalarını herhalde tahmin edebilirsiniz. Bilişsel ve duygusal hamlık içeri-sindeki bir kişinin hemen daha gözünü dünyaya açtığı sırada bütün o sağlık ortamı-nın bozucu etmenleriyle karşı karşıya gelmesi durumunda, sorunlarını çözebilme yetisinin düşük olduğunu ve ruh sağlığının bozulma riskinin daha yüksek olduğunu tahmin etmek zor değil. Aynı şekilde aile ve arkadaşların toplumsal desteği de önem-li. Yani mesleki dayanışma önemli. Fakat farkındaysanız sağlıkta dönüşüm programı denilen şey hemen her meslekte, her sağlık mesleğinde meslektaşlar arası dayanışma-yı zayıflatmak için epeyce bir silah kullandı ve başarılı olmadığını söylemek de zor. Bu silahların başında para geliyor. Bir kısmına az para bir kısmına çok para, çalışa-na şöyle çalışmayana böyle… Yahut da diyelim ki birisi kıdemli ya da eğitici rolün-de onun prestijini aşağılama, toplumda doktoru ya da sağlıkçıyı aşağılama gibi çok değişik silahlar kullandılar ve meslektaşlar arası dayanışmayı bozan etmeni de göz ardı etmek gerekiyor. Ve tabi ki doyum ve başarı önemli. “Bu listeyi ezberle” derseniz ben de ezberleyemem ama bir göz atmanızda yarar var. Doğumdan ölüme kadarki bütün yaşam dönemleri içerisinde ruh sağlığını bozucu risk etmenlerini listeliyor ve gördüğünüz gibi, ben size halkaları da okuyayım. İş ortamı önemli. Bunlar içerisinde komşu şiddeti ve iş yoğunluğu ya da güvencesizliği, travma ya da kötü muamele öne çıkıyor. Yani bizim mesleki yaşamımızda karşılaştığımız riskler.

Özetle, bir araştırmada geçen cümleleri aldım ama birçok araştırmadan çıkan şu:

24-25 EKİM 2015, ANKARA

77

Sağlık alanında hizmet verenler yoğun stres altında ve günlük olaylar, yaşanılan olumsuz günlük olaylarla iş doyumu arasında negatif yönde bir ilişki var. Yani olum-suzluklar arttıkça iş doyumu azalıyor. Yoğun bakım hemşirelerinde örneğin bedensel aşırı çalışma, bir hastanın ölümü ve keskin ast üst ilişkileri, yönetici hemşireler ya da hekimlerle yaşanan çatışmalar, iletişim sorunları önemli bir çalışma yükü.

Buna karşılık hekimler arasında muhtemelen yüksek sorumluluktan kaynaklanan duygusal stres daha yüksek bulunmuş. Ve elbette uyku düzeni bozuklukları çok önemli ama 24 saat hizmet ilkesine dayalı bir meslekte uyku düzeni olağan yürümü-yor. Bu bilinir.

Bunlar yüksek stres etmenleri. Yüksek stres belleği zayıflatıyor. Uzun çalışma günleri, ağır hasta yükü, zaman baskısı, kötü uyku düzeni, yüksek başarı beklentisi hem kişi-nin kendinden hem hasta ve hasta yakınlarının sağlık çalışanından beklenen başarı beklentisi bunlar tükenmeyi, depresyonu, iş doyumunu ve iş yorgunluğunu ciddi bir şekilde etkiliyor. Yani, şöyle bir genel cümle söyleyeyim. Hastane düzeninde hekim ve hemşirelerin günlük çalışması stresli bir miras olarak devralınmış. Yani bu bugü-nün sorunu değil. Bu bizim mirasımız. Umut edelim ki, gelecekteki meslektaşları-mıza biz bu mirası devretmeyelim. Çünkü bu stres arttıkça ve bizim depresyonumuz arttıkça, iş doyumumuz azaldıkça hatalarımız artıyor. Yani bundan hastalarımız da zarar görüyor.

Travma sonrası stres bozukluğuyla ilgili bir çalışma var. Sanıyorum Burhanettin Kaya bu çalışmanın tez danışmanı. Bu araştırmayı özetlemeyeceğim ama bir cümle bile önemli. Acil ve yoğun bakım servisinde çalışan görevliler, hekim olsun hemşire ol-sun, doğrudan doğruya travma sonrası stres bozukluğu riskiyle karşı karşıya. Bu bir meslek hastalığı değil. Yani bir kişinin ölü görmesi tek başına bir travma nedenidir. Ruhsal bir travma nedenidir. Bunu sürekli yaşamak zorunda olanlar bir de, “bun-da benim de payım olabilir, acaba bir şeyi atladım mı?” diye sorumluluk duygusuyla kendini suçlamaları da eklersek epeyce bir risk altında olduğunuz görülür.

Bu risk tabii ki bütün sağlık alanında bu kadar yüksek çıkmayabilir. Ruh sağlığı ken-dine özgü şiddet ortamları olan bir tıp dalı. Biz hastalarımızın hastalık türleriyle de bağlantılı daha fazla risk altındayız şiddet görme bakımından. Yüzde 73, yani epeyce bir miktarımız en az bir kez şiddete maruz kalmış. Bir başka çalışma cerrahların tıbbi hataları üzerine yapılmış. Oldukça geniş. 3 bin cerrah üzerine yapılmış bir çalışma. Yüzde 8,9’u, yüzde 10’a yakın bir miktarı son 3 ayda önemli bir tıbbi hata yaptıkları-nı söylüyor cerrahların. Kendilerine sorarsanız bunların yüzde 70’i bireysel olduğu kanaatinde bu hatanın ama araştırma sonucu öyle demiyor. Kişisel ve profesyonel et-menleri dışladıktan sonra istatistik yöntemleriyle, tükenme ve depresyon büyük tıbbi hataların en başta gelen etmeni olarak çıkıyor. Buna karşılık, gece telefona çağrılma, hastanenin düzeni, fiziki şartları vb etmenler bu hatalarla ilgili bulunmamış. Yani stresin ruhsal sonuçlarının hasta için nasıl bir bedeli olduğu, nasıl bir fatura çıkar-dığını görmek mümkün. Çalışma süresi uzunluğu, o kadar çok çalışmada çıkmış ki

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

78

hepsini buraya getiremedim. Bu hem hata riskini artırıyor, hem de çalışanın kendini iyi hissetmesini önlüyor. Tükenmeyi artırıyor.

Bir başka çalışmada yarıya yakını tükenme belirtisi bildirmiş hekimlerin. Mesela yan dal uzmanları değil de genel dahiliyeciler, yani acil tıp ya da aile hekimliği gibi önde hizmet veren sağlık çalışanlarının tükenme puanları genel toplumdan belirgin ölçüde yüksek. İş doyumu için, iş yaşam dengesi de önemli. Yani biraz önce Çiğdem Ha-nım’ın söylediği kişinin iş yaşamı evdeki yaşamı etkiliyorsa, bu dönüp iş yaşamını da olumsuz etkiliyor. O denge de önemli ve birçok araştırmada bu gösterilmiş.

Tükenme tıp öğrencilerinden başlamış. Onu saptamışlar ve meslekte kıdem arttık-ça tükenme artıyor. Duygusal yüklenme azalıyor kıdem arttıkça, o yüzden en yüksek duygusal yüklenme öğrencilerde ve genç asistanlarda. Ama buna karşılık tükenme süreyle yani bir çeşit birikmeyle artıyor. Tabii ki depresyon oluştukça intihar ris-ki artıyor ve intihar oldukça yüksek hekimlerde. Galiba sunumumda yok ama bir araştırmada kadın hekimlerin toplumun 2 buçuk katı daha yüksek toplumun genel ortalamasının erkek hekimlerin toplumun bir buçuk katı kadar daha yüksek intihar oranları olduğu bulunmuş… Yani kadınlar ki genelde intihar eden kadın oranı genel toplumda oldukça düşüktür. Sağlık ortamının ruh sağlığı için ne kadar çok bozucu olduğunu buradan da görmek mümkün.

Mesleği bırakma isteği, niyeti de oldukça önemli. Genel hekimlerin yüzde 42’si, acil hekimlerinin yarısı mesleği bırakmak istiyor. Aile-iş çatışması acil hekimlerinde ge-nel hekimlerden daha yüksek. Tükenme de öyle. Takım çalışması, ekip çalışması ol-dukça önemli. Ekip çalışmasında bozukluklar oldukça hem tükenme, hem iş yükseli-yor. İş doyumu azalıyor. Mesleği bırakma niyeti de artıyor.

24 saati aşan görev yani uzun nöbetler, uzatılmış nöbetler oldukça önemli bir risk kaynağı. Bir başka yönden hastane dışında araç kazasına bakılmış. Motorlu araç ka-zası, uzatılmış nöbet sonrasında oldukça yükseliyor. Yeni asistanların ya da intörn stajyerlerin trafik durduğunda uyuklama riskinin önemli bir ölçüde yükseldiği gö-rülmüş.

Kanser tedavi merkezlerine de bakılmış ve şu görülmüş: İş yükü yükseldikçe ve yas tutma zamanı yani bir ölüm, bir olumsuzluk olduğunda yas tutma zamanı düştükçe kurumsal destek yoksa, yani “benim işverenim benim kurumum beni destekler” dü-şüncesini oluşturan ortam yoksa bunlar yüksek stres nedenidir. Hekimler, hemşireler, radyoloji teknisyeni ve teknisyenlere bakılmış bir kanser merkezinde. Radyoloji tek-nisyenleri ve fizikçilerde iş stresi daha düşük, hekim ve hemşirelerde belirgin olarak daha yüksek bulunmuş.

Bir de merhamet stresinden söz ediliyor. Yani hastaya duyulan acımanın getirdiği bir stresten söz ediliyor. Öyle bir noktadayız ki, bu merhametimiz olmazsa bir duyarsız-laşmaya doğru gideriz, mesleki olarak merhametli olmak zorundayız. Stres oluştu-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

79

racak bir merhamet de yine tükenmeye götürüyor. Yani iki ucu keskin bıçak. Zaman telafisinin olmaması da ciddi bir şekilde bozucu etmen...

Doğrudan Hastayla ve tedaviyle uğraşan hemşirelerin stresleri psikologlardan daha yüksek bulunmuş. Nöbet sayısı iş arkadaşıyla ilişkiler, bildiğimiz bizim olağan çalış-ma koşullarımız. Bunların hepsi bizim stres faktörlerimiz. Yani ruh sağlığımızı bozu-cu risk etmenlerimiz.

Kıdem arttıkça duygusal stres düşüyor. Bunu az önce söylemiştim. Acil servis ro-tasyonu, sıklıkla telefona bakma zorunda kalma, az uyuma, yüksek stres nedeniyle tıp asistanlarında görülüyor. Asistanlığın ilk yıllarında daha fazla, yoğun bakımda daha fazla. Buna karşılık başkalarıyla konuşma, mümkün olduğunca çok konuşmak iyiymiş demek ki. Mizahi yaklaşım, dalga geçebilme ve uyku stresle başa çıkmada en önemli yardımcılarımız. Araştırma sonucu öyle diyor.

Bu nöbet izni kazanıldığında ben uzman olmuştum. Yani biz asistan olarak çok fazla nöbet tuttuk. Asistan bir arkadaşımız başta dava etti ve kazandı bu nöbet iznini. Fa-kat uygulamada şöyle oluyor özellikle eğitim hastanelerinde, genelde eğitim hasta-neleri nöbet izni vermeyip 8 saatlik ücreti almalarını zorluyor ama bu 33 saat nöbet anlamına geliyor. Oysa nöbet sonrası izin stresi azaltıcı.

Ülkemizde yapılan bir çalışmada şiddetin oluşturucu etmenleri arasında çalışma ko-şulları, güvenlik, stres, karışık işleyiş süreçleri, iletişim ve bilgilendirme bulunmuş.

Kadınlarda iş doyumu daha yüksek, erkekler biraz daha karamsar anlaşılan. Erkek-lerde iş yükü kadınlarda ise iş-ev çatışması daha yüksek bir tükenme riskini getiriyor.

Stres olduğunda biz klinikte neler görürüz? Ruhsal olarak huzursuzluk, gerginlik, kaygı, öfke ve depresif duygu durumu. Bedensel olarak da gerginlik tipi baş ağrısı, alerjik tepkiler, bağırsak rahatsızlıkları, alkol madde kullanım sorunları ve bağışıklık sisteminin zayıflığı, bunun yol açtığı hastalıklar, zorlanmayla doğrudan ilgili ve onla-rın sonucu olarak ortaya çıkıyor.

Bu iş performansını nasıl etkiliyor? Dikkat ve yoğunlaşmada düşme ve tabii bunun nasıl zincirleme tepkimelere yol açacağını düşünebiliriz. Bütün bunların sonucunda da duyarsızlaşma. Duyarsızlaşma hem verdiğimiz hizmetin karşı tarafta oluşturdu-ğu olumsuz duygular bakımından önemli. Bu bir çatışma nedeni ama aynı zamanda hastanın da duyarsızlaşmış sağlık çalışanına dönük duyguları da olumsuz. Bir kısır döngü oluşturuyor demek istiyorum. Öte yandan da sağlık çalışanı kişinin arkadaş-larıyla belki hasta ve hasta yakınlarıyla ilişkisi bozuluyor. Hataya yol açıyor. Çalışan hızı azalıyor. İş verimi düşüyor. Sık hastalanıyor. Hastalık izni alıyor. Bu da işverenle ilişkilerini bozuyor. Bütün bunlardan sonra da tükenme ortaya çıkıyor. Yüz yüze çalı-şılan mesleklerde daha yoğun.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

80

Çiğdem hanım bunu yalnızca bu alanda çalışılmış olmasına bağladı ama yüz yüze insanlarla çalışanlarda daha fazla görülüyor. Tükenmişlik de mobbing de bu alanlar-da biraz daha fazla çünkü doğrudan maddi nesnelerle ilişkinizde maddi nesnenin şartları belli. Değişken değil. Siz demirle uğraşıyorsanız değişken değil daha stabil bir ilişkiniz oluyor iş ortamında. Halbuki insanlarla çalıştığınızda karşıdakinin de aklı, duyguları var ve değişken. O da size tepki veriyor. Dolayısıyla ilişkiler negatif oldu-ğunda daha fazla enerji alıyor. Pozitif olduğunda daha fazla enerji verir ama negatif olduğunda daha fazla enerji alır insan ilişkileri. İnsanla uğraşanların riski o yüzden biraz daha fazla.

Bunlar niye önemlidir? Birincisi, çoğumuz için meslek seçimi aşağı yukarı erişkinlik baş-langıcında oluyor. Yani o zaman biz bu bilgileri bilirsek ve iletirsek kişilere meslek seçer-ken bu biraz önce listelenmiş bireysel risk etmenlerini taşıyıp taşımadıklarına göre mes-lek seçmeleri… Aman doktorluk iyi para kazandırıyor, iyi bir kariyer ya da sağlık alanı şöyle güzel, şöyle tatmin edici vs. tabii ki bunlar kişi istiyorsa var da ne tür risklerle karşı karşıyasınız? 18 yaşında şu riskleri taşıyorsanız, yani şu özellikler sizde varsa, kişilik özel-likleri yahut şu listeden (slayt) yani siz geçmişten zedelenmiş olarak geliyorsanız yeni bir riskle karşılaştığınızda buradan yetersizliğe düşme olasılığınız daha yüksek. Ruhsal has-talığı olan bir yakını (ana-baba ya da kardeş) olanlar, doğum öncesi rahim içi olaylardan etkilenmiş olanlar, ciddi bir yaralanma sonucu beyin zedelenmesi geçirmiş olanlar, askeri çatışmaya girmiş ya da saldırıya uğramış olma gibi travmatik yaşantıları olanlar, yasadışı madde kullanımı olanlar, çocukluğunda istismar ya da ihmal edilmiş olanlar, az arkadaşı olanlar ya da sağlıklı ilişkisi olmayanlar, bir ruhsal hastalık geçirmiş olanların sağlık mes-leklerinde ruhsal sorun yaşama riski daha yüksektir. Örneğin bir ruhsal travma yaşamış kişinin ikinci travmada, travma sonrası stres bozukluğu görülür.

Özetle araştırmalarda ruh sağlığını bozucu etkisi olduğu gösterilmiş tanım ya da du-rumlar «ruh sağlığını bozucu süreç risk etmenleri» olarak ele alınabilir:

Sağlık hizmeti verilen ortamlarda çalışmanın ruh sağlığını bozucu etmenleri olarak da; aşırı bedensel çalışma, ağır hasta bakımı, hasta ölümü, üstlerle anlaşmazlık, uyku düzeni bozukluğu, uzatılmış nöbetler, hasta sayısının çokluğu, zaman baskısı, sürekli başarı beklentisi, hata yapmama baskısı, aşırı stres, tükenme, iş yaşamında aksama, ev yaşamında aksama, iş - ev etkileşimi, tıbbi donanım eksikliği, takım çalışmasında aksama, hastane yönetiminde aksama, şiddet görme riski sayılabilir.

Hastanede tıbbi donanım eksikliği olmasının ruh sağlığı bozukluğuyla ne ilişkisi var diye düşünebilir insan ama öyle olmuyor. Çünkü o zincirleme başka sonuçlara yol açıyor. Beş kişinin çalışması gereken bir yerde işi iki kişi yapıyorsa buradan kaynak-lanan sorunları listelemek bile zor. Kayıhan Bey sunumunda söyledi 600 yataklı bir hastane için uygun olan 400 hemşire, 1500 yatak için görevlendirildiğinde hemşire için doğacak iş yükünü hesaplamak hiç zor olmasa gerek. Aynı şey hekimler ve başka çalışanlar için de geçerli. Bu kişilerin de ruhen ve bedenen sağlıklı kalmalarını bekle-mek herhalde pek doğru olmayacak.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

81

Meslek hastalığını belki yüklenme, zorlanma gibi göreceğiz fakat metal bile yorulu-yor. Metal yorgunluğu diye bir kavram var biliyorsunuz. İnsanlar da hayli yorulur. Sağlık çalışanlarının tükenmesinin metal yorgunluğu gibi düşünürsek, metal yor-gunluğu olan uçakların belli bir zaman sonra uçuşuna son verilmesi gerekiyor. Yoksa uçak düşüyor. Yani sağlık çalışanlarının düşmesini önlemek için riskinizi tanımla-manız, analiz ve yönetmemiz gerekiyor. Strateji geliştirmemiz gerekiyor. Yani biz ne yapacağız bireyler ve sağlık çalışanları olarak talep edeceğiz. Bizim örgütlerimiz talep edecek. Sendikalar, odalar, dernekler talep ederek. Kurum yöneticileri de Bakanlık nezdinde uygulayacak. Biz şimdi iskelet oluşturma aşamasındayız. Hepimize ruh ve beden sağlığı diliyorum. Teşekkür ederim.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

82

SORU - CEVAPHasan Oğan Bu kongrede bu konunun olması için özellikle çok çaba sarf ettik. Yeşim ve Mustafa hocam da bize destek verdiler. Burhanettin Hocam iki kongre öncesinde tükenmişliği anlatmıştı, ama biz bunlara, bizim meslek hastalıklarımıza bizim dışımızdaki olgu-lar gibi bakıyoruz sanki. Başkaları yaşıyor, başkalarının sorunu, bunları nasıl çözeriz gibi. Esasında bunları yaşayan doğrudan bizleriz. Biz bunu çok fazla algısında olma-dığımız düşüncesindeyiz. Yani bunları bizim tezlerden çıkartmamız gerekiyor ya da bilimsel makaleden çıkartıp çalışma hayatımızla bütünleştirmemiz gerekiyor. Şöyle söylemek istiyorum. İki araştırmamız var. Bir tanesi anestezi çalışanlarında yaptığı-mız bir çalışma. Bir diğeri de acillerle. Buradaki acillerde çalışan arkadaşlarım her gün işe gitmekten korkuyorlar. Sürekli korkuyu yaşıyorlar ya da yanında bir arkada-şının şiddet görmesi onu deprese ediyor, ona psikolojik olarak bir ruh sağlığını bo-zucu etken olarak geliyor. Bunu biz her gün yaşıyoruz. Anestezi ortamında da öyle. Çok yoğun, risk alıyorlar, aldıkları risk başkaları tarafından değerlendirilmiyor, daha doğrusu ast üst ilişkilerinde en altta tutuluyorlar ve çok büyük stres altında çalışı-yorlar. Ve bumlar hepimizin hayatını hatta karanlık ortamda zemin katlarda çalışma bizim için bir stres kaynağı. Ve biz yaşamımızı bu stresli hayat içerisinde sürdürür-ken ne yazık ki ne kendimiz bunun tespiti konusunda ne bir çalışma yapıyoruz ne de çözümü için bir çaba sarf ediyoruz. İntihar eden arkadaşlarımız var. Yaklaşık yılda yaptığımız çalışmalarda 15’e yakın sağlık çalışanı intihar ediyor. Bunun 8-9’u teknis-yen-tekniker seviyesinde, 3-4’ü anestezi uzmanı, 1-2’si de diğer uzmanlık alanların-dan. Ve bir ay önce de başta konuştuğumuz gibi kadın doğumcu arkadaşımız yoğun çalışmaya bağlı olarak intihar etti. Biz sağlık çalışanları olarak başkalarının sağlığını düzeltirken kendimiz bu işe çok girmemişiz. Artı olarak, bu iki araştırmayı yaparken bir yaklaşım daha karşımıza çıktı. Her iki araştırmanın da muhatapları, yani uzman-lık dernekleri bu araştırmaların içinde olmalarına rağmen araştırmaya gereken öne-mi vermediler. Çünkü onlar çıkacak sonuçları bir şekilde biliyorlardı ve istemiyorlar-dı. Çünkü yaptığımız anketler sonucunda yaklaşık yüzde 15’lik ruhsal durumu bozuk olan sağlık çalışanı var. Bunların hepsi hastalık seviyesinde mi, tıbbi tedavi gerekir mi? Gerekmeyebilir ama mutlaka bunların incelenmesi, tıbbi tetkikler çevresinde de-ğerlendirilmesi gerekir. Peki, kim yapacak bunları? Çok da fazla yapacak kimse yok. Bu panelin esas amacı bunu yüksek sesle dile getirmekti ve buradan biz kendimize bir iş programı çıkarmamız gerekiyor. Bunların Mustafa Sercan’ın dediği gibi talep etmek zorundayız. Yeşim hocam özel sektörde bu tür stres yönetimiyle ilgili eğitim-lerin ya da programların uygulandığını söyledi. Peki, tıp camiası içerisinde böyle bir çalışma var mı? Bildiğimiz kadarıyla yok. Bu nedenle bu konuları önemseyerek bir-çok çalışmayı daha da derinleştirerek bence her kongrede, her panelde her uzmanlık toplantısı kendi bilimsel kongrelerinde bunu yapması gerekir diye düşünüyorum.

Azize Atlı Oba Merhaba. Hemşireyim. Çok teşekkür ederim sunumlar için. Ben de tükenmişlik ala-nında doktora tezi yapan biri olarak bunu konuşmak istedim. Sorunlara biz hemşire-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

83

ler olarak sizin de söylediğiniz gibi çok çalıştık. Tükenmişliğin nedenleri neler, neleri etkiliyor ve ben kendi adıma çözüm neye gelmem gerektiğini düşündüm ve çözüm de güçlendirmede buldum tükenmişlikle mücadelede. Çalışan meslektaşlarım güç-lendirmek amacıyla bir tez yaptım doktora tezim bu amaçlıydı. Ve gördüm ki bizim bu konuda çok damgalamalarımız var. Tükenmiş olmayı damgalıyoruz. Yöneticiler bu konuda vitrine koymayı seviyorlar böyle çalışmaları ama destekleme konusunda ve yapılan uygulamayı kolaylaştırma konusunda ben beklediğim kadar çok destek alamadım. Beklediğim kadar katılım da alamadım. Bunun sonucu olarak da bu tarz programların işyerleri dışında, hastaneler dışında, kişilerin kendini damgalanmış olarak hissetmeyecekleri, işyerindeki kişilerin yöneticilerin kendi başarısızlıkları ola-rak algılayamayacakları bir yöntem geliştirmenin daha etkili bir yöntem olduğunu düşündük. Türkiye hemşireler derneği olarak da çalışanlara destek verebileceğimiz, kendilerini baş etmede zor durumda hisseden insanların başvuracağı merkezler olur-sa eğer bunlar işyerlerinden bağımsız olursa daha etkili olabilir diye düşünüyoruz. Böyle bir program içerisindeyiz. Bunu da duyurmak istedim burada.

Levent İncedere Merhaba. Bir vakıf üniversitesinde iş sağlığı güvenliği programı bölüm başkanıyım. Sağlık kökenliyim. Hastanelerde iş sağlığı gibi bir akademik alanda da uğraşıyorum. Şimdi, çok önemli bir konu. Birçok şeyden bahsedildi. Küçük katkılar yapmak isti-yorum. Bir tanesi, evet, psikososyal risk etmenleri iş yaşamında çok önemli. Ruhsal problemlere de neden oluyor. Ruh sağlığı için de ciddi gündemler oluşuyor. Sanırım hekimler de karşılaşıyor bunlarla. Fakat evde ya da iş dışı yaşamda çalışma ekono-misi kavramıyla söyleyelim yaşanan psikososyal temelli ruh sağlığı problemlerinden hiçbir farkı yok ülkemiz açısından. Ne demeye çalışıyorum? Çiğdem hocam ulusla-rarası çalışma örgütünün meslek hastalıkları kavramı olarak psikososyal risk etmen-lerine bağlı meslek hastalıkları olduğunu bir örnekle söyledi. Fakat bizim ülkemizde yok. Bizim ülkemizde meslek hastalıkları cetvelinde meslek hastalıkları olarak psiko-sosyal temelli bir hastalık yok. Dolayısıyla sanırım biraz önce Hasan Bey’in söyledi-ği bütün bu çalıştaylardan, bu toplantılardan çıkacak görevlerden bir tanesi belki de bu konuyu daha fazla dillendirmek. Bilimsel çalışmanın da parçası haline getirmek. Psikososyal temelli meslek hastalığı tanımı yoksa buna bağlı hukuki süreç de yok-tur. Dolayısıyla sağlık çalışanlarının psikososyal temelli ruh sağlığı problemleri varsa örneğin çalışma dışı yaşamda ortaya çıkan ruh sağlığı problemlerinden hiçbir farkı yoktur. Destek ya da tedavi için hekime gidersiniz. Bir süreç işler, gidersiniz. Dolayı-sıyla ben aslında bu temelli çalışmalarda çok büyük bir eksik olduğunu da ifade etmiş olayım. Tükenmişlik ya da stres ya da benzeri, ya da yıldırma türü çalışmalarda bu açıdan bir bağlam ifade etme türünden kendi üzerime alınayım. En azından bilimsel faaliyet akademi alanında ciddi bir eksikliğimiz var. İkinci olarak, yine Çiğdem hoca tehlike risk kavramından bahsetti. Evet, çok büyük bir problem. Biz de öğrencilere anlatırken çok zorlanıyoruz. Hatta sizin söylediğinizi de söylüyorum iş sağlığı ala-nında bilmezler ama siz bilin diye söylüyorum diye… Sadece örnek olsun diye söy-leyeyim. Stres mesela buradaki en önemli tartışmalarımızdan biri. Psikososyal risk etmenlerini tartışırken tehlike ve risk alanında aslında bizim bir tane daha kavramı-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

84

mız var. Tehlikeli durum ya da olay ve risk. Örneğin biz stresi tehlikeli durum ya da olaya dahil ediyoruz. Çünkü tek başına bir zarar diye tanımlanamıyor sanırım. Biraz kendi alanım dışında iddialı bir laf ediyorum ama stres kaynaklı sağlık problemlerin-den bahsediyorsak stres kaynaklı sağlık problemleri örneğin depresyon bir risk olabi-lir. Strese neden olacak tehlikeler olabilir ama arada bizim kullandığımız bir kategori var. Tehlikeli durum, tehlikeli hareket, tehlikeli olay her neyse stres konusunda işimi-zi kolaylaştırıyor birçok açıdan.

Son söyleyeceğim şey yine meslek hastalıkları ile ilgili bir rakam. Bilinmiyordur her-halde. Biliyorsunuz sağlık alanında iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin çok ağır ilerliyo-ruz. Çok konuşuyoruz ama çok az ilerliyoruz. Toplamdan bahsediyorum. Çanakka-le Tabip Odası sağ olsun geçtiğimiz dönem bir çalışma planlamıştı. Hastanelerde iş sağlığı ve güvenliği diye. Hasan Bey’le oradaydık. Orada da konuştuk. Orada da bu ilginç rakamlardan bahsetmiştik. İlginç rakam şu: Ülkemizde meslek hastalıkları sayısı sağlıkta kaçtır diye böyle bir ortaya atsam soruyu… Sağlıkta kaç tane meslek hastalığı vardır diye. Zaten psikososyal alanlar meslek hastalığı değil. İğne batmaları, kaymalar düşmeler vs. en son sıfıra doğru gidiyoruz. Üstüne üstük meslek hastalıkla-rı hastanesi 3 taneydi İstanbul, Ankara, Zonguldak’ta Bakanlık dedi ki bunlar yetmi-yor onun için az oluyor meslek hastalığı sayısı. Biz bunu artıralım. E artıralım ne ol-sun eğitim araştırma hastaneleri olsun, kamunun üniversite hastaneleri bunları hepsi de meslek hastalığı teşhisi koysun dedi, rakam 600’lerden 400’lere inmeye başladı. Sağlıkta ise yok sevgili arkadaşlar. Dolayısıyla gerçekten meslek hastalığı bağlamı psi-kososyal risk etmenleri açısından en azından çok kritik.

Mücahit Altuntaş Ben dâhiliye uzmanıyım. Ben de bir poster hazırlamıştım sağlık sisteminin ergono-misi diye. Aslında bir trajediyle karşı karşıyayız maalesef. Şundan dolayı. Bir taraf-tan sağlık bakanlığı diyor ki personel yetersiz. Son 10-15 yıldır bunu çok duyuyoruz. Sık sık üniversiteler açılıyor. Açılan üniversitelerin eğitim kurumlarının yeterliliği maalesef sorgulanmıyor. Neden? Siyasetin bir dominantlığı var sistemde. Sağlık ça-lışanlarını elinde değil bu durum. Sistemi korumak, ergonomisini sağlamak kimin elinde peki? Siyasetin ve ticaretin elinde. Siyaset ne kadar nitelikli. 3 aydır bir hükü-met kuramayacak kadar nitelikli siyaset onu gördük. Tekrar seçime gidiyor ülke. Yani ilkokul çocukları herhalde hükümet kurardı. Siyaset nitelikli değil. Peki, öbür tarafta ne var? Ticaret var. Ticaret sağlık gibi bir alanda ticareti öncelerseniz herkes didikler. Tamamen olay didiklenmiş durumda ve bütünselliğini de kaybetmiş durumda. Zaten özerkliğini 1980’den sonra kaybetti. Liyakat bitti. Ticareti siyasetin oyuncağı olmuş durumda. Yüzde 300 iş yükü artırıldı sağlıkta. Peki, personel yetersizken siz han-gi hakla hangi hukukla böyle bir şey yapıyorsunuz? Var mı böyle bir hakkınız? Yok. Peki, sağlık sistemi örgütleme değil, o zaman trajedi. Trajediyle karşı karşıyayız.

Çiğdem Vatansever Türkiye’de meslek hastalıkları olgusunun alanla ilgili olanlar biliyorlardır devede ku-lak diye tabir ediliyor. O kadar acıklı. Psikososyal sorunlar olduğunda çok daha Tür-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

85

kiye’de ruh sağlığı lüks bir kavram zaten. Devenin dişi kadar. Ama teoride bir engel olmaması lazım. İkincisi, stresi tehlikeli durum ya da olay dediniz değil mi? Bence de öyle. Biraz belirsiz bir şey ama niye bu kadar önemli psikososyal sağlık diye düşü-nürsek bir tanesi, fiziksel de bir karşılığı var stresin. Dolayısıyla gerçekten ara değiş-ken olarak görülüyor. Sunumda da göstermeye çalıştım. İkinci tarafta da depresyon-da olduğumuzu kolay söyleyemiyoruz. Tükenmişlik biraz daha meşrulaştı. Stresi de artık herkes kabul ediyor. Rahatlıkla stresli olduğumuzu kabul ediyoruz. Tanısı kolay ama hastalık olmadığını düşünüyorum ben de stresin. Çok da uzatmak istemiyorum. Bundan sonraki oturum olduğu için uzun sürdü gerçekten de. Buyurun siz de.

Mustafa Sercan Birincisi, stres kelimesi birkaç anlama geldiği için açıklamak ihtiyacı duydum. Stres zorlanma demek. Zorlanma yani gündelik anlamda ben bu konuda zorlanıyorum de-diğimizde bu fiziksel stres olabilir, ruhsal olabilir ama bir de zorlanma bozuklukları var. O anlamda da o hastalık. En azından bu kadarını söyleyeyim.

Söylediğim şu: Nereden baktığınıza bağlı. Biz tıp fakültesinde öğrenciyken bir hoca-mız ısrarla tüberkülozun yoksullukla beslendiğini söylerdi. Tüberküloz hastalığı bak-teriye karşı gösterilen alerjik bir reaksiyondur derdi. Doğruydu. Alerjik bir reaksi-yondu. Ama o alerji nedense yoksullarda daha fazla oluyordu. Neresinden baktığını-za bağlı. Bir hekim çıkıp diyebilir ki meslek hastalığı yoktur. Madene giriyor birileri onun yüzde 10’u da belli bir hastalığa yakalanıyor. Ama yüzde 90’ı da yakalanmıyor. Öyleyse meslek hastalığı değildir diye buyurun savunun! Ruhsal hastalık için de öyle. Trajedi kuşkusuz. Ama sorun şu: Birçok kurulda talep etmek gerekiyor. Bizimki gibi ülkelerde ağlamayana meme yok. Ağlayana bile zorla veriyorlar. İhtiyacı olana da meme vermiyorlar ama ağlamayana hiç vermiyorlar. Dolayısıyla talep etmek duru-mundayız bireysel olarak örgütümüzle talep etmek durumundayız. Talep edersek var olanı koruyabiliriz ya da yeni listeler oluşabilir. Ama her şeyden önemlisi şu: Bu işi bozan sanıyorum ki ilk hekim. İlk hekim büyücü. Şaman her şeyden anlıyor biliyor-sunuz. Her şeyden anlayan hekim bu modern çağa kadar, son 20-30 yıl öncesine ka-dar da geldi. Dolayısıyla o kadar güçlü, her şeye gücü yeten hekimin de hastalanması, ruhsal hastalıklar gibi pespaye hastalıklara uğraması da pek mümkün değildi. Bizim esas bunu uzaklaştırmamız gerekiyor kendimizden. Biz de bazı becerileri, yetileri olan insanlarız ve hastalanırız. Metal yorulursa biz de yoruluruz. Nasıl bakterilere karşı herhangi bir özel bağışıklığımız yoksa hekim olduğumuz için, ruhsal sorunlara karşı da özel bir bağışıklığımız yok. Esas bunu kabul etmemiz gerekiyor. Talepten ev-vel biz kafamızın içinde trajediyi çözmemiz gerek. Biraz yorulabiliriz, tükenebiliriz. O zaman kendimizi koruyalım. Yani 20 yılın işimizi daha doğru tanımlayalım, hak-larımızı koruyalım. Bu listelerin oluşması, risklerin farkında olma, mesela Hasan’ın sözünü ettiği büyük hocalarımızdan birisi dedi ki, intihar edenler sorunlu birkaç kişi. Hocam dedim kaç kişi? Mesela Türkiye’de 3 bin dolayında sanıyorum anestezist var. Anestezi uzmanlarından söz ediyorum. Teknikerler dahil değil. İntihar eden sayısını söyledi bir hesapladık ki, ülkedeki intiharlar 100 bin nüfusa diye ifade edilir, ülkede-ki intihar oranının 10 katı çıktı anestezistlerde. 3 binde 2 diyorsunuz, 100 binde kaç

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

86

diye baktığınızda toplumdakinden çok fazla çıkıyor. Ama onu intihar eden de ben-den, ben de günün birinde riskle karşılaşabilirim diye düşündüğümüz gün asıl birin-ci adımı atmış olacağız. Ondan sonra da döneceğiz farklarımızı talep edeceğiz. İşin özü buymuş gibi gözüküyor.

SUNUMLAR - I

Oturum Başkanı Özlem Azap

Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma Gurubu

Sağlık Çalışanları; Çalışma Koşulları

Ve Mesleki Risk Değerlendirme AnketiSeyhan Hıdıroğlu

Marmara Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Olağandışı Durumlarda

Sağlık Çalışanlarının Sağlığı ve GüvenliğiBülent Aslanhan

TTB Olağandışı Durumlarda Sağlık Hizmetleri Kolu

Dünya’da ve Türkiye’de Hemşirelerin

Karşılaştıkları Riskler ve MaruziyetleriAyşe Beşer

Koç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

88

SUNUMLAR I

Özlem Azap Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma Gurubu

Değerli katılımcılar, bugünün son oturumunda sağlık çalışanlarının sağlığı alanına iliş-kin yapılan çalışmaların verilerini paylaşacağız. Bu konudaki ilk çalışma verilerini pay-laşmak üzere doktur Seyhan Hıdıroğlu’un davet ediyorum kürsüye. Sağlık çalışanları; Çalışma Koşulları Ve Mesleki Risk Değerlendirme Anketi verilerini bizimle paylaşacak.

SAĞLIK ÇALIŞANLARI; ÇALIŞMA KOŞULLARI VE MESLEKİ RİSK DEĞERLENDİRME ANKETİ Seyhan Hıdıroğlu Marmara Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Bu saatte bu oturuma katıldığınız için teşekkür borcu duyuyorum sizlere. Gerçekten çok sabırla sabahtan beri dinliyoruz ve katılıyoruz. Sağlık çalışanlarının sağlığının değerini hepimiz biliyoruz ama bunu bu oturumda ve bir çalışma yaparak sizlerle paylaşacağım. Bazı sonuçlarımız ve bulgularımız çok acı da olabilir. Sağlık çalışan-ları; Çalışma Koşulları Ve Mesleki Risk Değerlendirmesiyle ilgili bulgular. Bunları ilk bulgular olarak ben söyledim. Neden ilk bulgular? Daha sonraki zamanlarda bu bulgular çoğalabilir ve bu anketler daha çok sayı olarak artabilir diye düşündüğüm için ilk bulguları sizlerle paylaştım. Marmara Üniversitesi Halk Sağlığı AD’deyim. Bu çalışmayı bizim araştırma görevlimiz Dr. Abdullah’la birlikte organize ettik. Sunu-mumda sadece bulgular kısmına önem göstereceğim ama niteliksel kısmına biraz daha fazla özen göstermek istiyorum. Bulgular kısmında en çok üzerinde durulması gereken, biraz önceki oturumlarda çok üzerinde duruldu, ek mesai, çalışma koşulları, fiziki şartlar, şiddet hep konuşulan şeyler. Bu bizim çalışmada araştırmamızda bulgu-lardan bunlarla ilgili sizlere kısa kısa bahsedeceğim.

Peki, risk grubunda kimler var, bunlar kim? Hepimiz risk grubundayız çalışanlar ola-rak, hemşireler, hekimler, temizlik görevlileri, teknik personel ve diğer çalışanlar ola-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

89

rak. Çalışan sağlığı nedir? Tanımlarında durmak istemiyorum her yerde her zaman çok rahat bunları bulabiliriz. Ben daha çok başlıklarıma yönelmek istiyorum. Fakat bu çalışan sağlığıyla ilgili iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanmasıyla ilgili sağlık ve gü-venlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanlarının görev, yetki ve sorumlu-luklar düzenlenmektedir ve iş sağlığı güvenliğin bir amacı var. Bu amaç doğrultusun-da bizim çalışmamızın amacı, sağlık çalışanlarının çalışma koşullarının uygunluğu, çalışma ortamının güvenliği ve çalışma yaşamına bağları hakkında bilgi toplayarak çalışma koşullarının iyileştirilmesi için yapılması gerekenleri ortaya koyabilmek. Ama yapılması gerekenleri nasıl ortaya koyacağız? Bununla ilgili anketimizin son kısmında önerileriniz var mı ya da nasıl yapabiliriz diye anketimizin 3 sorusu vardı. Klasik şuydu. Sağlık çalışanlarımız bize çok güzel öneriler sunmuşlar ve çok güzel yazmışlar elleriyle yazmışlar. Ben de o yazıları hiç değiştirmeden, harflerine bile do-kunmadan, büyük küçük yazmalarını bile değiştirmeden burada sizlere sunmak iste-dim sonuç kısmı olarak.

Çalışmamız tanımlayıcı tipte bir çalışma. Anketlerimiz internet ortamında sunuldu. Farklı internet sitelerinden gelen veriler tek bir veri tabanında toplandı. 427 kişi katıldı. Sizce az mıdır, çok mudur diye sorduğumda aslında azımsanmayacak kadar umdu-ğumdan daha fazla anket geri döndü. Beni sevindirdi ama daha fazla olmasını isterdim. 427 de bizim için önemli bir anket sonucuydu. Fakat bunlardan çalışmanın 409 kişiyle sonuçlandırdık. Çünkü bazı anketlerimizi çıkarmak zorunda kaldık. Anketimizin içe-riği çok fazla aslında ben burada hepsini söyleyemeyeceğim. Fiziki koşullarla ilgili an-ketin içeriği. İş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili, iş mağduriyetiyle, çalışma şartlarıyla, sosyal faaliyetlerle ilgili ve biraz önceki oturumda aslında tükenmişlikle ilgili iş kazası, şiddet, bunlarla ilgili çok sunumlar yapıldı fakat ruh sağlığı sorunlarıyla ilgili de aslında çok büyük rakamlar verildi. Bizim çalışmamızı da bunlarla ilgili sorular vardı ve sonuçları merakla bekliyorsunuz.

Çalışmamıza sosyo-demografik olarak bakarsak; çalışmamıza yüzde 36’sı erkekti fakat yüzde 64 yaklaşık çalışmalarımıza katılanlar kadındı. Salona da baktığımda çoğunluk kadın olarak tam saymadım ama çoğunluk kadın olarak düşündüm. Meslek olarak bak-tığımızda akademisyenler çok az katılmış. Neden, onu tartışmayacağım. Anketimize katılanların yüzde 41’ini doktorlar, yüzde 40’ına yakın hemşire oluşturuyor. Bu da bizim için önemli bir sayı. Teknikerler, tıp teknisyenleri de yüzde 14’ünü oluşturmaktadır.

Ben kamu ve özel olarak ayırdım. En çok gördüğünüz gibi kamu çalışanı. 84’e yakını kamu çalışanı. Bu da bizim için önemli bir sonuç. Şimdi şöyle bir sorumuz vardı: Nöbetler dahil ne kadar fazla çalışma, ek mesai yapıyorsunuz? Burada da ek mesai yapanlar çalışmaya katılanların yüzde 26’sı her hafta, diğer yüzde 26’sı da ayda bir-kaç kez ek mesai yapıyor. Yani şöyle baktığımız zaman, araştırmamıza katılan sağlık çalışanlarının yüzde 51’e yakını ek mesai yapıyor. Peki, meslekler arasında bu ek me-sai yapanlarda en çok kimler ek mesai yapıyor? Teknikerler mi, hemşireler mi, dok-torlar mı, özek sektör mü ya da kamu mu yapıyor? Bunlara bakıp bir karşılaştırma yaptığımızda evet özel sektörde çalışanlar kamuda çalışanlardan daha fazla ek mesai

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

90

yapıyor. Gerçi literatüre baktığımızda da önemli bir şekilde özel sektörde fazla me-sai yapanlar yüksek çıkıyor. Fakat ilginçtir mesela teknikerlerle teknisyenlerdeki ek mesai oranları diğer mesleklerden daha fazla çıktı. O da beni şaşırttı. Çünkü de-mek ki onlar hiç izin kullanmadan çalışıyorlar. O önemli. Bir de günlük çalışmanın içinde düzenli öğle tatili veya ara var mı diye bir sorumuz vardı. Bunda da dinlenme aralarının varlığını incelediğimiz zaman katılımcıların yüzde 19’u hem öğle tatili-miz hem de dinlenme molamız var dedi. Bu bizim için çok düşük. Fakat yüzde 43’ü sadece öğle tatili olduğunu söyledi. Yani tatil demek sadece ‘yemeğe git gel’ şeklinde ifade ediyorlar. Yüzde 38’i de her ikisinin olmadığını söyledi. Aslında sağlık çalışan-ları için çok acı, vahim bir durum olarak düşünüyorum. Yüzde 40’ı hiç dinlenme yapmadan tam zamanlı çalışıyorlar şeklinde ifade edebiliriz. Cinsiyete, mesleklere göre baktığımızda yine teknisyen grubundan her iki oran diğer meslek branşlarına göre daha düşük. Yani, tekniker konumunda çalışan kişilerde bunlar daha az kulla-nıyorlar diye çalışmamıza katılan katılımcılar ifade etmişlerdir.

Bir de çalışmamızda çalışma koşulları ve şartlarıyla ilgili sorularımız var. Katılımcı-lara çalışma koşullarıyla ilgili sorular sorduğumuz zaman yüzde 48’i çalışma alan-larının ergonomik olmadığını belirtmişler. Yüzde 44’ü yeterince ışık olmadığını belirtmişler. Yüzde 45’i ise kısmen ya da genellikle gürültülü olduğunu ifade etmiş-ler. Aslında bunlar sizce kimlerdir gürültülü ve ışık kaynağının az olduğunu ifade edenler? Yine tekniker grubunda olan kişiler. Çarpıcı bir şey. Evet, zaten biliniyor literatürde kapalı yerlerde çalıştıkları zaten var. Fakat gürültünün ve özellikle de ışı-ğın olmadığını ifade etmişler. Ergonomik olmadığını çok büyük bir kısmı söylemiş. Fakat bu ergonomik demek masa sandalye şeklinde değil aslında. Dosyanın korun-ması, alınması, enjektörün atılması, hiçbir koşulun ergonomik olmadığını ifade et-mişler. Peki, bunları meslek gruplarına göre herhangi bir fark yok bu güzel bir şey. Her meslek grubu da aynı şekilde ifade etmiş. Fakat kamuda çalışanlarda çalışma koşulları ve ortam ergonomisi açısından uygun olmayan koşullarda çalıştıklarını düşünme oranı daha fazla. Yani, kamuda çalışanlar daha kötü durumdalar özel sek-töre oranla.

Burada zaten aslında 3 aşağı 5 yukarı hastanelerimizden aile sağlığı merkezlerimizden ya da diğer durumdaki şeylerden malzemelerimizden bunları çok rahat bilebiliriz.

Bunu biraz önce ifade ettim. Işığı olmayanlar en fazla teknisyenler diye. Gürültüyü yine. ‘Sizce çalışma ortamında gürültü var mı’ sorusunda kadınlar çalışma ortamının erkeklerden daha gürültülü olduğunu düşünüyorlar. Erkekler daha az gürültülü oldu-ğunu düşünüyor.

Çalışma ortamınızda havalandırma, soğuk ve fiziki şartlarla ilgili soru sorduğumuzda ‘her ikisi de uygun değil’ diyenler yüzde 50’yi oluşturuyor. Yani hem fiziki şartlar, hem havalandırma hem de iklimlendirme şartlarının uygun olmadığını belirtmişler. Yüzde 12’si de sadece havalandırmanın uygun olduğunu, yüzde 10’u sadece iklimlendirmenin yani sıcak ve soğuğun uygun olduğunu söylemiş. Yani yüzde 50’si havalandırmanın ol-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

91

madığını ifade etmiş. Meslekler açısından baktığımızda burada aralarında herhangi bir fark yok aralarında.

Radyasyonla ilgili sorumuz vardı. Bu sorumuza da niteliksel olarak yanıtlarda olduk-ça fazla yazı yazılmıştı. Radyasyon ve yasal önlemlerle ilgili sorumuz vardı. Katılımcı-ların yüzde 55’i ki bu da çok büyük bir rakam, kısmen de olsa radyasyon etkisi altında kaldığını ifade etmişler. Yüzde 50’si çalıştığı kurumun yasal önlemlerin alınmadığı ya da kısmen alındığını ifade etmiş. Yani radyasyona zaten maruz kalıyoruz, evet, bundan rahatsızız, yüzde 50, fakat yine yüzde 50’ye yakın kişi de hiçbir kurumun buna karşı tedbir almadığını ifade etmişlerdir.

Yine meslek gruplarına ve cinsiyete baktığımızda cinsiyetler arasında çok büyük bir fark yok aslında bu yaptığımız tüm çalışmalarda en önemlisi meslekler arasında fark çıkıyor. Yine radyasyona literatüre bağlantılı olarak daha çok teknikerlerin maruz kal-dığını söyleyebiliriz. Yine yasal önlemler alınmadığını, burada herhangi bir fark olma-dığını söyledik.

Sağlık çalışanı olarak hasta ya da hasta yakınlarından şiddet gördüğünüz gibi şidde-te maruz kaldınız mı sorumuz vardı. Burada çok önemli bir şey, aslında şiddeti tarif etmek çok zor sağlık çalışanları açısından ama sözel şiddet çok güzel tarif edilebiliyor da. Diğer şiddetler çok tarif edilemiyor. Sözel şiddet çok 54-55 yüzde 55’i sözel şid-dete mutlaka maruz kalmış. Çok yüksek bir oran. Ben tam emin değilim bu kadar az olarak da düşünüyorum son durumlardan. Hem sözel hem de fiziksel şiddet gördüm diyenlerin oranı yüzde 12. Yani bu da aslında bizim için önemli bir sayı.

Meslek gruplarına baktığımız zaman en çok sözel şiddete uğrayanlar kadınlar çıkmış. Hemşire grubunda çıkmış. Fiziksel şiddette en çok erkekler çıkmış ama bu da zaten belki en çok erkekler maruz kaldığı için ya da erkek hastalar hasta sahipleri uyguladı-ğı için böyle olabilir ama sözel şiddete hemşire grubu daha çok maruz kalmış.

Şöyle bir soru vardı. Sağlık Bakanlığı şiddet hattıyla ilgili. Kurum sorumlusuna bildi-rimde bulundunuz mu diye. Şiddet gördüğünde ihbar hattına ya da kurum sorumlu-suna bildiren katılımcıların sözel ya da fiziksel şiddet görenlerin ancak yüzde 21’i bil-diriyor. Bu çok düşük bir oran aslında. Hepsinin bildirmesi gerekiyor. Şiddete maruz kalıyor, fiziksel de olsa, sözel de olsa yüzde 21 düşük bir rakam.

Peki, sorumlunuza bildiriyor musunuz? Hastane yetkilisine bildiriyor musunuz de-diğimiz zaman cinsiyetler arasında pek bir fark yok sorumluya bildirme açısından. Fakat kamuda çalışanların bildiriminde bulunma oranları daha yüksek bulunmuş. Kamuda çalışanlar özelde çalışanlara göre biraz daha kendilerini güvende hissettiği için sorumluya daha rahat bir şekilde evet şiddete maruz kaldım, sözel ya da fiziksel olarak söyleyebiliyorlar. Doktorlar ve hemşirelerin bildirim oranı diğer meslekler-den daha yüksek bulunmuş. Yani doktor ve hemşire bildirecekse çok rahat bir şekilde bunu ifade edebiliyorlar.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

92

Şiddet olayı sizce iş kazası mıdır diye sormuşuz. Aslında grupta bunu iş kazası mı-dır dediğimizde yüzde 65’i iş kazası olduğunu düşünen katılımcıların yüzde 65’ini oluşturuyor. Yani yaklaşık yüzde 65’i iş kazası diyorlar. Peki, biraz önceki oturumda aslında böyle mobbingle psikolojik baskı, mobbing uygulanmasıyla ilgili neler düşü-nüyorsunuz diye sorumuz vardı bizim. Yöneticiler ve çalışma arkadaşları tarafından kendisine psikolojik baskı uyguladığını düşünen katılımcıların tüm grubun yüz-de 75’ini oluşturuyor aslında. Çok büyük bir rakam aslında. Yüzde 75’i mutlaka bir mobbing ya da psikolojik şiddete maruz kalmış yöneticiler tarafından. Çok acı bir şey aslında bu kadar burada ifade etmişler. O da güzel bir şey ifade etmeleri. Meslek-ler arasında herhangi bir fark yok.

Peki, çalıştığınız kurumda şiddeti önleme birimi var mı? Katılımcıların yüzde 19’u şiddeti önleme birimi olduğunu belirtmişler aslında. Bunlara şöyle baktığımız zaman iş kazası ve sağlığa yönelik bilgilerin dağılımına baktığımızda iş kazası geçirdiğinizde meslek hastalığına yakalandığınızda haklarınızı yapmanız gerekenleri biliyor musunuz sorusu… Aslında yüzde 24’ü biliyorum diyor.

Peki, ‘mesleki riskler ve hastalıklara karşı kişisel olarak yeterince koruyucu önlem-ler aldığınızı düşünüyor musunuz’ dediğimizde burada aslında kısmen şu daha çok. Çok arada kalmış. Ne ‘evet’ demiş, ne ‘hayır’ demiş. ‘Kısmen’ demiş. Kısmen bizim için önemli bir şey. Bunu birleştirdiğimiz zaman yüzde 19’a yakını burada evet demiş.

‘Çalıştığınız kurumda iş sağlığı ve güvenliği birimi var mı’ dediğimiz zaman yüzde 48’i ‘evet’ demiş. Bilgisi olmayana baktığımız zaman yüzde 26’sının iş sağlığı güvenliği biri-minin olup olmadığından bilgisi yok aslında. Bu da çok çarpıcı bir şey. Bir kurumda iş sağlığı güvenliği birimi varsa burada sağlık çalışanlarının bunu biliyor olması gerekir. Çünkü bunlarla ilgili iş sağlığı güvenliğiyle ilgili eğitimlerin düzenli olarak verildiği ku-rumlar olduğunu biliyoruz.

İş kazası halinde haklarını ve yapması gerekenleri bilme cinsiyetler arasında fark yok yine. Fakat kamuda konu hakkında bilgisi olduğunu düşünen çalışanların oranı daha düşük. Fakat özelde bu yüksek. Neden? Özel hastane bir şekilde ne yapıp edip eğitimini veriyor ve bir şekilde söylüyor ama ‘kamuda iş sağlığı güvenliği eğitimleri yapılıyor mu’ dediğinizde cevap değişiyor. ‘Gerçekten yapılıyor diye düşünülüyor fakat kamuda kâğıt üzerinde yapılıyor. Çalışanlara sorduğumuzda bunlardan haberi olmuyor ama kâğıt üzerinde iş sağlığı iş güvenliği eğitimleri yapılıyor olarak görülüyor.

‘İş sağlığı ve güvenliği kanunu gereği yerine uygulanıyor mu çalıştığınız birimde’ diye sorduğumuzda bunlarda herhangi bir fark yok. Gereği gibi uygulandığını düşünüyor kişiler fakat anlamlı bir fark yok.

Çalışmamıza katılan kişilere sosyal etkinliklerle ilgili sorular sorduk. ‘Sosyal etkinlik-lere yeterince zaman ayırabiliyor musunuz’ sorusu vardı. Burada da bize çok çarpıcı gelen katılımcıların yüzde 35’i yaşamındaki sosyal etkinliklere yeterince zaman ayıra-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

93

madığını belirtmişler aslında. Evet kısmı yüzde 9’a yakın. Ama çoğu sosyal etkinliklere zaman ayıramadığını ifade etmişler.

İşyerinde kendini güvende hissetme konusunda katılımcıların yüzde 33’ü kendini işye-rinde güvende hissetmemekte. Bu çok önemli. Yüzde 33’ü güvende hissetmiyor. İşe git-me ya da nadiren gitmek istiyor. İşe gitmek istemiyor. Bunlar bizim için çarpıcı.

‘Gücünüzün üstünde çalışıyor musunuz diye bir soru var. Yüzde 31’i çalışanların her gün işgücünün üstünde çalışıyoruz demiş. Yine işgücünün üstünde çalışanlar kamuda çalışanlar daha sık olarak kendisini işgücünün üstünde çalıştığını ifade etmişler. Bu da önemli. Kamuda çalışanlar daha çok işte çalıştıklarını ifade etmişlerdir.

Ruh sağlığınızın tedavi gerektirecek kadar bozuk olduğunu düşünüyor musunuz diye sormuşuz. Bu da çok çarpıcı. Katılımcıların yüzde 47’si kısmen de olsa tedavi gerek-tirecek düzeyde ruh sağlığının bozuk olduğunu düşünüyor. Yarıya yakını. Bu da çok önemli bir veri. Fakat yine meslekler ve cinsiyetler arasında herhangi bir fark yok. Bunu tüm sağlık çalışanları için söyleyebiliriz. Yüzde 47’si sağlığını bozuk olduğunu düşünüyor.

Niteliksel verilerden biraz bahsedeceğim. Sağlık çalışanları aslında klasik sorularımıza çok güzel yanıtlar vermişler. Ergonomik masa ve sandalye temin edilmesi, etkin hava-landırma sistemi iş yükünü azaltacak tedbirlerin alınması, 24 saat nöbet süresinin asla aşılmaması, aile hekimleriyle ilgili bunları aslında çok fazla yazmışlar ama içlerinden seçtim birden fazla kişi yazmış. Bizim için önemli. Çalışma şartlarımızın ve saatlerimi-zin sabitlenmesini istiyoruz. Her gün yüklenen yeni görevler bizleri ümitsizlik ve çalış-ma isteksizliği yaratıyor demişler ve bu ülkede çözüm zor. Bu ülkede çözüm yok yaz-mak istemiyorum diyen sağlık çalışanları çoktu. Gerçekten çok üzülerek okudum. Bu ülkede çözüm zor, yazmak istemiyorum. Öneri getirmek istemiyorum diyen sağlık çalı-şanlarımız vardı. Onları özellikle söylemek istiyorum. Hemşire sayısı dünya standartla-rına çıkarmak, daha fazla çalışan sağlığına önem verilmesi, çalışan sağlığına yönelik ya-salar yapılmalı ve uygulanmalı diye… Psikolojik destek, çalışana değer verecek bir sis-tem… Bu çok önemli. Bu çok tekrarlanmış. Yüzde 50’ye yakın ‘çalışana değer verecek bir sistem olsun’ diye özellikle yazmışlar. Çalışanların alanlarının fiziki koşulların iyi-leştirilmesi… Gün içinde çok fazla radyasyona maruz kalmamıza rağmen hastane yö-netimine çok fazla baskıda bulunamıyoruz diyen kişilerimiz var. Yine ameliyathanenin yeri hastane içinde konum olarak diğer birimlere yakınlığı açısından uygun değil. Adil bir yönetim, bu da çok yazılmış. Adil bir yönetim istiyoruz diyenler. Bunlar gerçekten aslında her ankette yaklaşık vardı. ‘Hastane yöneticileri iş sağlığı ve güvenliği yönün-den tam anlamıyla bu konuda eğitim almalı’ diye belirtmişler. Bir de aslında koruma ve hastane enfeksiyonları açısından bir yanıt var. Evet, bilgiyi biliyorlar fakat malzemenin olmadığını çokça ifade etmişler. ‘Eldivenimiz maskemiz yok istiyoruz fakat yok veril-miyor’ şeklinde. Malzemelerin çok kalitesiz olduğunu, el sabunlarının ve kullandıkları malzemelerin çok kalitesiz olduklarını ifade etmişler. Her türlü uygulamanın meslek mensuplarının da görüşe alınarak düzenlenmesini istemişler. Sabahki oturumlarda da

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

94

bunlar yapılmalı diye ifade edildi. Uygulamalar hiç sorulmadan yapılıyor. Hukuk ve ya-salara kişiler ve kurumlar uymuş gibi yapmamalı, uymalı. Bunlar çok yazılmış. Yazılan ifadeleri dile getiriyorum. Sağlık çalışanlarını ifadeleri bunlar. Hepsi hemşire, hekim, tekniker hangi sağlık çalışanı olursa benim çalışmama katılan 409 kişiyi bunlarla ilgili ifadeler yazmış. İnsanların birbirine saygılı ve sevgili davranması gerekir diye yazmış. İş sağlığı ve güvenliği birimleri açılmalı. Bütçe ayrılması gerekliliği iş sağlığı ve güvenli-ği diye yazmışlar. Çalışanların sorunlarına daha çok zaman ayrılmalı kalite standartları yazılı mevcut uygulama eksik denetimler haberli oluyor. Haberli olduğu için de göster-melik yapılıyor diye özellikle yazılmış. Etkin ve amacına uygun olmuyor bunlar düzel-tilsin diye yazılmış.

Gerçekçi çözümler popüler değil lütfen gerçekçi çözümler üretilmeli demişler. Bir de poliklinik kapıları tek taraflı açılabilsin yani içeriden açılsın dışarıdan açılmasın şeklinde. Avantaj ve dezavantajlarını düşünebiliriz. İçeriden açılsa içerideki hasta ve hekim bir şey olduğunda nasıl dışarı çıkacaklar? Tartışmalı olabilir ama böyle ifade-ler de vardı. Şiddet yasası çıkarılmalı. Çalışanların sahiplenilmesi. TTB önderliğinde düzenlenecek bir kampanya ile muayene süreleri her hastalar için lütfen 20 dakika-ya çıkarılsın diye yazmışlar. Yıpranma payının ücretlilere ve emeklilere yansıtılmasını özellikle belirtmişler. Yöneticilerin çalışanlarını yanında olması onlara değer vermesi. Bunu da herkes ifade etmiş. Çalışana değer verme çok çok önemli. Demek ki çalışana değer verilmediği için bu konu çok çok ifade edilmiş. İdarecilere sorunların iletilme-sini istemişler. Herhalde çok şikâyet var. İdarecilere iletelim sözcüğü çok fazlaydı. Tam anlayamadığım için yanlış yapmayayım diye özellikle onu koydum. Lavabolar yokmuş onları da özellikle söylediler. Radyasyon güvenliğini üstüne basarak söylediler. Problem çok. Kemoterapi ilaçlarıyla ilgili robotlar hazırlasın biz hazırlamayalım çok büyük bir problem olduğunu ifade etmişlerdi. Tüccar bakış yerine devlet adamı bakışı yazmışlar. Bu konuda da çok yazılar vardı. Bu da dikkat çekici... Taşeronlaşmanın kaldırılması, tatmin edici ücretler… Şiddete karşı cezalar artmalı denmiş.

Önlemek ödemekten daha ucuz ve kolaydır diyerek sunumumu bitiriyorum ama bu sadece bunlar değil niteliksel tam 8 sayfa var. Klasik yazılar var. Ben bunların içinden seçerek buraya koydum. Çok detaylı istediğinizle de paylaşabilirim. Hepsi var. Size son-suz teşekkür ediyorum. Bu saate kadar özenle dinlediğiniz için.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

95

OLAĞANDIŞI DURUMLARDA SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ

Bülent Aslanhan TTB Olağandışı Durumlarda Sağlık Hizmetleri Kolu

Sunuma böyle başlamak lazım. Olağandışı durum nedir, olağan durum nedir? Yaşadığı-mız ülkede olağandışı yaşadığımız dönemler, olağan dönemler neler? Olağandışı durum-ları ikiye ayırmışlar. Doğal nitelikli ve insan eliyle oluşturulanlar. Doğal etmenler; dep-rem, toprak kayması, sel, heyelan gibi… İnsan eliyle oluşan durumları ise savaş, endüst-riyel büyük kazalar… Bunların hepsinin ortak özelliği ister doğal olsun ister insan eliyle oluşturulsun belirli bir coğrafyada kentte yaşayan insanlar yerinden oluyor, orada da planlanmış ya da planlanmamış bir hayatı sürdürmeye başlıyorlar. Bir başka sınıflamada ise yine doğal olaylar insan eliyle kasıtlı olarak çıkan olaylar, daha çok savaşlar ya da kaza-lar… Bunların etkileri bireysel ya da toplumsal etkileri tekil ya da çoğul etkileri neler? Ke-sitsel ya da süregelen etkileri olması gibi kriterlerle tarifleniyor. Yine bir tarif var burada. Karmaşık kompleks insani aciller dediğimiz. Kitlesel göçler, etnik arındırma, çatışmalar vs. diye de yeni bir olağandışı durum tarifi yapılmış durumda.

Bizler olağandışı durumdaki sağlık çalışanlarını 2 gruba ayırıyoruz. Birincisi o travmayı yaşayanlar. Örneğin 1999 depremi. Etkilediği alanlar, Gölcük, Sakarya vs.. Oradaki dep-reme maruz kalmış olanlar. İkincisi, olağandışı durumlarda desteğe giden sağlık çalı-şanlarının yaşadığı sağlık ve güvenlik sorunları var. Esasen onlar da ikiye ayrılıyor. Birisi kamu tarafından görevlendirilmiş, iki gönüllü gidenler. Daha çok olağandışı durumlar yaşandığında gönüllü giden sayısı fazla oluyor. Neden ayırıyoruz onu da? Çünkü ikisinin etkileri de farklı. 1999 depreminden hatırlıyorum. Bir doktor hanımdı. Ben Gölcük’te ko-ordinasyon merkezindeydim. Aydın’da sabah işe gitmiş, Sağlık Müdürlüğü demiş ki ‘Göl-cük’e gidiyorsunuz 15 gün görevlendirildiniz’. Değişik hastanelerden sağlık çalışanlarıyla birlikte bir otobüse bindirip göndermişler. Yola çıkmışlar. Akşam çocuk okuldan gelecek evde karşılayacak kimse yok. Hiç hesaplamadığı şekilde 15 gün görevlendirme gelmiş do-ğal olarak hem fiziksel hem de psikososyal olarak çok başka riskler yaşayan bir gurup bu. Genel olarak burada yapılmış araştırmalar var mı bilmiyorum ama gönüllü giden sağlık çalışanlarının görevli giden sağlık çalışanlarına göre daha az psikososyal ve daha az fizik-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

96

sel etkiler yaşadığına dair de gözlemlerimiz yoğun. Biz aslında olağandışı durum deyince depremi biliyorduk. Bu ülke çokça yaşıyor. Pratiklerimiz o yöndeydi. Sonra seli öğrendik. En son Hopa’da yaşadık. İnsanlar hayatını kaybetti. Çeşitli diğer örnekler de var. Sonra başka bir şey girdi hayatımıza. ‘Gezi’. Kitlesel itiraza yönelmiş devlet şiddetini öğrenmiş insanlar ortaya çıktı. Dün de öğrendik ki orada mesleğini uygulayan arkadaşlarımıza bir ceza verildi. Gezi’den sonra öğrenmeye ya da öğretmeye devam ettik ülkemiz açısından.

Savaş ve göç, sınırımızda başlayan bir savaş. 3 milyona yakın bir göç. Bu göçün ülkemize yansımaları. Tüm buralarda sağlık çalışanları, hekimler sağlık hizmeti sunmaya çalıştılar. Biz de bu konularda sağlık hizmeti vermeye çalıştık. Bunlar çoğu zaman son göçle birlikte çatışmaların, ölümlerin yaşandığı ortamlar oldu. Göç yollarında ölümler oldu. Sonra bir noktaya geldik. Sağlık çalışanlarının olağandışı durumlarda yaşadıkları sağlık sorunları ve güvenlik sorunları başlığında… Öldük. Hatırlıyoruz Doktor Abdullah Miroğlu. PKK militanlarının bir yol kesmede açtığı ateş sonucu yaşamını yitirmişti. Yine hemşire Eyüp Ergen güvenlik güçlerinin açtığı ateş donucu öldü. Ambulans şoförü Şeyhmuz Dursun öldü. Şimdi herhalde burada bir durmak lazım. Sağlık çalışanları olağanüstü durumlarda ne yaşıyor? Ölüm yaşıyorsa zaten artık tartışmaya değer midir bilmiyorum ama ölümleri yaşadığımız bir ortamda meslek örgütü olarak itirazımızı dile getirdik. Ve 20 Ekim’de sağ-lık çalışanları ve hastalara sağlık kurumlarına ve ambulanslara yönelik saldırılara son ve-rilmesi ve güvenliğin sağlanması için TTB bir çağrı yaptı. Bu çağrının peşinden Ankara’yı yaşadık. Ankara merkezinde garda bir bomba patlatıldı. Oradaki sağlık çalışanları ve he-kimler oradaki yaralanan insanlara müdahale etmeye çalıştı. Ne oldu? Oradaydık büyük bir çoğunluk. Gaz attılar bize. Gaz yasaklansın, sağlığa zararlıdır! Yürüttüğümüz bütün kampanyalar bir yana, hekimler ve sağlık çalışanları bu maruziyeti yaşamaya başladılar.

Bu durumda soruya tekrar dönüyoruz. Olağandışı durum nedir? Olağan durum nedir? Sağlık hizmetleri nasıl sunulur. Burada belki durabilirdi ama ben genel kavramlarla da biraz konuşmak istiyorum. Olağandışı durumlar dediğimiz durumun belli özellikleri var. Olağandışı durum, üstesinden gelebilmek ve izlenmesi gereken yolların kararlaştırılma-sı için yeterli bilgi ve zaman bulunamaz bir durum. Burada da karar vericilerle ciddi bir gerilimin de yaşandığı bir durum. Bu durumların yönetimi zor. Depremlerde ya da en-düstriyel kazalarda da diğer durumlarda da sorunsuz bir ortam varsa birçok kural ve yö-netmelik ortalama zekâ ve yeteneğe sahip biri tarafından başarıyla uygulanabiliyor. Ama olağandışı durum geliştiğinde, yani bir sel baskını, deprem olduğunda burada kriz anında ciddi bir kaos ortamı oluyor. İşler birbirine karışıyor. Düzen geçici olarak alt üst oluyor. Olağandışı durumlarda birçoğuna gitmiş bir üye olarak söylüyorum, en çok yapılan iş şu: Kriz masaları kuruluyor. Kriz masalarına genellikle oradaki Kaymakam, Vali geliyor. İşin boyutuna göre değişiyor. Krizin en yüksek olduğu yerlerde o kriz masaları oluyor. Bir türlü organize edilemeyen bir ortam ortaya çıkıyor. Öyle durumlarda yönetimde ge-rek duyulan liderlik, otoriteyi yerinde kullanabilme, iletişim gibi beceriler önemli oluyor. Tüm bu travmalar oluşurken. Ama bunlar da genel olarak gerçek anlamda oluşamıyor ve klasik yöneticilik kavramlarının bütünü çöküyor.

Tüm bunlara, bu kavramlara yeni bir doğal etkenler dışında savaşla birlikte savaşın so-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

97

nuçları diyebileceğimiz yeni bir tanımları oldu. Karmaşık, olağandışı durum deniliyor buna. Ülkemizin en çok yaşadığı ve şu anda en çok uğraştığı durum bu. Genellikle sa-vaşlarda sivil çatışmaların sonucu insanların yoğun biçimde yer değiştirmesinin, sonuçta ölümlerde belirgin artışın görüldüğü, çok sayıda sivil insanı etkileyen durumlara karma-şık olağan dışı durumlar deniliyor. Bunların en iyi örneği Suriye göçü. Bu durumlarda sağlık çalışanlarının belli hakları ve sorumlulukları var. Birinci olarak, ister orada çalışı-yor olsun, ister gönüllü gitmiş olsun bakım hizmeti vermemiz gerekiyor. Toplanmak ve bir araya getirmek gerekiyor hastaları ve mağdurları. Korumak gerekiyor. Aynı zamanda bizim de korunmamız gerekiyor ve saygı göstermek gerekiyor. Hizmet sunmak için de özellikle ayrımcı olmayan temelde pratik bir biçimde ve minimum bir gecikmeyle yaşam ve sağlık hakkı bakışıyla da sağlık çalışanlarının bu olağan dışı durumlarda bir hizmet sunması gerekiyor. Bunları bir araya toplarken mutlaka ayrımsız ve gecikmesiz yapma-sı gerekiyor ve tüm bunları yapabilmesi için de o ortamın belki çatışma gerekçelerinden, siyasal kirlenmesinden de temizlenmesi gerekiyor ve sağlık çalışanlarının hedefi olma-ması gerekiyor. Birçok uluslararası bildirgede ‘yaralılara, hastalara ve sağlık çalışanlarına saldırılamaz’ deniliyor. Ama Türkiye’de yaşadığımız örneklerde mesela son dönemlerde sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçeler var. Hatırlıyoruz değil mi, hastaların sokağa çıka-madığı, sağlık çalışanlarının hastaneden çıkamadığı, basılan hastaneler, hastanelerde gö-zaltına alınan, birçok örnek hasta ya da sağlık çalışanı örneğiyle birlikte tüm bu hakların ortadan kalktığı bir ortam yaşıyoruz. Uluslararası hukuk ve bildirgeler ne diyor bu ortam için? “Hekimler yaşam hakkına saygı göstermelidir. Önyargısız, vicdanlı ve saygılı hizmet etmeli. Öncelikle hastanın sağlığını ele almalı. Sağlık bakımı gereksinimlerine göre triyaj yapmalı. Karşılaşılan zorlukların tespitini de raporlamalı” diyor. Yani bize bu sorumlulu-ğu yüklüyor. Bizim bu olağandışı durumda hizmet sunmamız gerekiyor. Çeşitli konvan-siyonlar var. Ben burada uzun uzun almak istemedim ama son dönemde yaşanan bizim de maruz kaldığımız bir konvansiyon var. ‘Çatışma durumlarında hasta, yaralı asker ve siviller korunmalı. İnsanca davranılmalı ve gecikmeden bir bakım yapılmalı’ diyor. Yani aslında bize yüklenen sorumluluk böyle ifade ediliyor. ‘Sağlık çalışanları görevini yerine getirmesine saygı gösterilmeli, korunmalı ve desteklenmelidir’ diyor. ‘Yaralı ve hastala-ra sadece tıbbi temelde ayrım yapılmalı, tedavi sırasında diğer özellikleri ve bağlantıları dikkate alınmamalı’ diyor. ‘Sivil ya da askeri tutsaklara ele geçirilmiş, özgürlüklerinden yoksun kişiler üzerinde deney yapmak yasaklanmıştır’ diyor. ‘Hekimlere sağlanan ayrıca-lık ve kolaylıkların mesleki amaç dışında kullanılmaması gerek’ diyor. Yani bu olağandışı ve çatışmalı durumlarda sağlık çalışanlarının nasıl hizmet sunması gerektiğine ilişkin bir çerçeve var. Biz bu olağandışı durumlarda sağlık hizmetleri veriyoruz. Bu eğitimin içeri-sinde temel kavramlarda son dönemde bu insani karışık durumla ilgili Feride Aksu Ho-camın bu uluslararası bildirgelerden aldığı ve oradaki eğitim ve planları çıkardığı birkaç soru var. Sağlığımızı ve güvenliğimiziz sağlayacak. O sorulardan biri şu: Bir grup silahlı isyancı cephenin önünde yaralıları için bir revir oluşturmuş. Revirin bodrum katına cep-heye göndermek üzere silah depolanıyor. Kurumun tepesinde bir kızıl haç yerleştirilmiş. Hükümet güçleri de kuruma saldırmış. Burada A: “Hükümet uluslararası insancıl huku-ku ihlal etmiştir. Çünkü revirde silahlar olsa da orada kullanılmayacaktır.” B: “Hükümet uluslararası insancıl hukuku ihlal etmemiştir çünkü silahlı grupların kurdukları revirler uluslararası insancıl hukuk tarafından korunan durumda değildir.”

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

98

C: “Hükümet uluslararası insancıl hukuku ihlal etmemiştir. Çünkü silahlar orada kulla-nılmayacak olsa da orada depolanmaları reviri saldırıya açık hale getirmektedir.” Hangisi olabilir? A beklenir ama uluslararası hukuk da diyor ki C şıkkı doğrudur. Bazen uluslara-rası hukukun farklı noktaları olduğunun altını çizmek için bu örneği aldım aslında.

Sonuçta şu koşullarda sağlık hizmetlerinde korunma sağlanamaz diyorlar. Sağlık kurum-larının ve araçlarının savaşanlara barınak olması, buralarda silah ve mühimmat depolan-ması, askeri gözlem noktası olarak kullanılması, askeri harekâtta kalkan olarak kulla-nılması, koruma amaçlı olmayan silah bulundurulması, askeri istihbarat toplanması ve dağıtılması gibi durumlar varsa buralara korunma sağlanmaz deniliyor. Ülkemizde bun-lar yaşanmıyor ama göçün ülkemizde gideceği yerdeki sağlık hizmetlerinin sunumunda önemli bu. Sağlık kuruluşlarında başka önlemler var. Askeri olarak şöyle deniyor. “Bu hizmetler sunulacaksa askeri hedeflerin civarında yer almaması iyi olur.” Silahlı güçlerin müdahale etmemesi, işlevlerini engellememesi için önlem alınmalı, yeterli lojistik destek sağlanmalı. Bir soru da belki bu bizi ilgilendirebilir, hükümet dışı bir kuruluş hükümet-le bir sahra hastanesi işletme konusunda bir anlaşma imzalama girişiminde bulunuyor. Hükümet bu kuruluşun sağlık hizmeti sunmada yeterli olmadığı gerekçesiyle bu hizmeti vermede yeterli olmadığı gerekçesiyle bu talebi reddediyor. Bizim ülkemizde de yaşa-dığımız bir durum. Hükümet dışı kuruluş tümüyle insani kaygılarla bir sahra hastanesi kuruyor ve çalıştırmaya başlıyor. Kendisini saldırılardan korumak için çatı ve duvarlara Kızılay amblemi koyuyor. A: “ Alanın kullanılması hukuk ihlalidir çünkü hükümet buna izin vermemiştir”. B: “Hastane ve çalışanların sağlık kuruluşu olarak özellikle korunma-mıştır ama sivil bir hedef olarak korunmaktadır”. C: “Hükümet dışı kuruluşu uluslararası insancıl hukuku ihlal edemez. Hastane tıbbi bir kurum olarak korunmalıdır”. Çünkü çatı-şan taraflar tıbbi hizmet veren bir yeri engelleyemez. Hangisi olabilir? A. Ben tabi korun-maya dair bilgilerle ilgili olarak uluslararası hizmetlerin sunulmasına yönelik sorular üze-rinde çalıştım. Bu soruyu soralım bitirelim. Hükümet güçleri arasında bir isyancı grubun yaralandığı ve sivil bir hastanede tedavi edildiği durumda hastaneye gelirler ve bu kişiyi tutuklamak isterler. Hastane personeli isyancının ek bir tıbbi tedaviye gereksinimi oldu-ğunu, hastaneden çıkartılamayacağını belirtir, ama tam tersine tutuklamaya karşı çıkar-larsa cezalandırılmakla tehdit edilirler. Bu özellikle Suriye’de Kobane ile birlikte özellikle Urfa’da sağlık çalışanlarının sıklıkla yaşadığı bir durum. A: “İsyancı tutuklanabilir ama tıbbi tedavi almaya devam etmelidir. Sağlık çalışanlarının tıbbi müdahalede bulunmaları engellenmemelidir”. B: “İsyancı tutuklanamaz çünkü yaralı ve hastalar sorgulanamaz ve özgürlükten mahrum bırakılamaz”. C: “İsyancı tutuklanamaz çünkü hükümet yetkilile-ri hastaneye giremez”. Burada tabii hekimlerin olağandışı durumlarda çeşitli hakları var. ‘Hekimler hastalarına bakarken idari makamların haksızca uyguladığı baskıdan doğan bir çatışma yaşatılamaz, can güvenliğiyle birlikte mesleğini icra etme hakkı korunmalıdır’ diyor. Ama sokağa çıkma yasaklarında sağlık çalışanları ve hekimlerin çalıştığı koşullar-da ambulansların olay yerine gittiği yerlerde… Herhalde son yaşadığımız Ankara’daki Gar’daki katliamdı. Sağlık Bakanı Bursa’dan adaydır. Ankara’daki katliamdan sonra kanal kanal dolaşıyor. Oraya müdahale eden hekimlerin ve sağlık çalışanlarının provokatör ol-duğunu anlatmaya çalışıyor. Bu cümleleri kuran bir Sağlık Bakanı’nın olduğu bir ülkede hekimlik yapmaya çalışıyoruz.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

99

Son yaşanan insani karmaşık durumlar dışında ne tür sorunlar yaşıyor sağlık çalışanları? Özetle bu travmaya ya da olağandışı duruma maruz kalmış bölgelerde ciddi bir iş yükü oluyor. Uzayan çalışma saatleri, altyapı ve araç gereçlerinin yetersizliği oluyor çünkü has-taneler tahrip edilmiş oluyor. Sağlık çalışanları ölmüş oluyor. Yakınlarını kaybetmiş olu-yor. Kızını, eşini, ailesinden diğer kişileri kaybedebiliyor. Güvenli olmayan bir ortam olu-yor. Özellikle deprem bölgesinde. Çünkü bir inanç yaşam biçiminde farklılıklar oluyor. Burada sağlık çalışanlarının fiziksel travmaları dışında bir de yaşadığı ruhsal travmalar var. Ben sadece bir bölümünü aldım. En çok artıran şunlar: Kişinin olayı doğrudan yaşa-ması. Yani depremi ya da oradaki çatışmayı yaşaması. Yaşamının tehdit edilmesi, fiziksel kayıp ve yaralamalara yol açması, bunun süreğen olması kasıtlı ve insan eliyle yapılması bunu ve öfkeyi daha da artırıyormuş. Hissedilen korku çaresizlik ve dehşetin aşırı olma-sı. Dramatize olmuş bir toplumun üyesi olması. Akut ve süregen ikincil streslere maruz kalması. En önemlisi de basın ya da yayın yoluyla travmatik durumlara maruz kalması. Ankara Garı’ndaki katliamlarda birçok arkadaşımızın daha sonra görüntülere, fotoğraf-lara bakmak istemediğini gördük. Basın yayın yoluyla yara almasının başka bir travması etkisi olabilir.

İnsani karmaşık durum ve deprem değil sadece olağandışı durum. Olağandışı durum-larda sağlık çalışanlarının yaşadığı başka riskler de var. Yine kulaklarını çınlatalım sevgili Murat Civaner olağandışı durumlarda çalışmış sağlık çalışanlarıyla bir araştır-ma yürütüyor. Yüz yüze görüşmeler yapıyor. Değişik olağandışı durum yaşamış yüz yüze görüşmelerinden iki vakayı aldım ben. Diyor ki, KKKA hastalığı acilde girişlerini yaparken hastalık bulaşıyor bir hekime. Bunu olağandışı kabul edebilir miyiz bilmiyo-rum ama ‘gerekirse aynı şeyi tekrar yaparım’ diyor. ‘Çünkü benim müdahalemle yaşa-ma tutunabilecek birine el uzatmazsam aynaya bakamam’ diyor. ‘Kendi onurumu yok etmiş olurum’. Bu durumda yaşamanın bir anlamı kalmaz. Yani ‘aynı durumu bir daha yaparım diyor’ ama bu tür durumlar özellikle SARS’la ilgili dönemde salgın sırasında çokça tartışılmıştı. Oraya giden sağlık çalışanlarına SARS’ın bulaşması, bir maruziyet olarak… Yine çok yakın zamanda Irak’ta ABD bombardımanında bir hastane hedef olmuştu. Başka bir olağandışı durum olarak. Yine Murat Civaner sağlık, güvenlik ve psikososyal etkilerde diyor ki: “Afet haberini alınca ciddi bir adrenalin yüklenerek başlı-yoruz hazırlanmaya. O dönemde afet hem psikososyal ilk dönemi böyle bir kavramı kur-tarıcılık isteği de bambaşka bir yere gidiyor. Tüylerimiz diken diken öyle bir enerji için-deyiz. Ama bir düre geçtikten sonra bu kadar istekli ve motiveyken organizasyon bozuk-luğu orada görüyor. Adaletsizlik beni çok öfkelendirdi. Zaman zaman kendi sorumluluk düzeyimi zorlayan bir çaba içerisine neden oldu. Bir dönem sonra o adrenalin duygun ve coşkumun yerini öfke aldı.” Gerçekten de bu olağandışı durumlarda buraya giden özel-likle gönüllü sağlık çalışanlarında bölgeden ayrılamama, orada bulunma isteği, sürekli orayla yaşama isteğine ilişkin de birçok etken var.

Umutsuz yaşanmaz diye bir cümle kurmak istiyorum. Memleketin olağan günlerini de görebilsek şu başlıklar hiç olmasa… Aslında TTB’de böyle bir kol da olması, olağan du-rumlar... Gördüğümüz kadarıyla bunları daha çok yaşıyoruz ve bu hizmetleri hekimler sağlık çalışanları olarak da daha çok yaşıyor olacağız diye düşünüyorum.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

100

DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE HEMŞİRELERİN KARŞILAŞTIKLARI RİSKLER VE MARUZİYETLERİ Ayşe Beşer Koç Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi

Bu toplantı için tüm emeği geçenlere teşekkür etmek istiyorum. Bir teşekkürü de Saa-det hocama söylemek istiyorum. Gerçekten bizim mesleki sorunlarımızı tartışabilmek için, böyle ortamlarda bulunmamızda önümüzü açtığınız için çok teşekkür ediyorum hocam size. Aslında buradaki konuşmam bugün sabahtan bu yana konuştuğumuz bü-tün riskleri barındırıyor. Aslında onun bir özeti gibi olacak. Fakat sadece hemşirelik boyutuyla ele alacağım ve paylaşacağım sizlerle. Tabii sağlık disiplini sayısı 2014 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından yaklaşık 34 olarak belirlenmiş. 8 tane sağlık yardımcısı sap-tanmış. Sağlık çalışanı deyince sadece bu tanımlananlar değil, aynı çatı altında doğ-rudan olmasa bile birçok risklere maruz kalan birçok kişiyi sorumlu tutuyor. Temizlik personeli olsun, idari personel olsun hepsi risk altında. Dünya Sağlık Raporu’na baktı-ğımız zaman küresel düzeyde yaklaşık 59 milyon sağlık çalışanı, ülkemize baktığımız aman da ulusal düzeyde 514 bin sağlık çalışanı olarak değerlendirebiliriz. 2014 raporu-na göre 149 bin civarında bir hemşire profili var ülkemizde. Peki, ‘bu hemşire profi-li nerelerde istihdam ediliyor’ dediğimiz zaman çoğunluğu yüzde 70 oranında Sağlık Bakanlığı’nda. İkinci sırada özel kurumlar, üniversiteler üçüncü sırada. Bu son veriler özelle üniversitelerin yer değiştirdiğini gösteriyor. Tabii bunun altında yatan birçok tartışılması gereken faktörler var. Yapılan iş ortamına baktığımız zaman hem yapılan iş, kullanılan teknoloji ve üretim araçları çeşitliliği sağlık ve güvenlik konularında bir dolu sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına neden oluyor. Bunlar 1998 yılında sağlık dalı gü-venli hastane ortamının fiziksel, kimyasal, biyolojik, ergonomik tehlike ve risklerin ol-maması, bunlara bağlı meslek hastalıkları ve iş kazalarının olmaması diye tanımlamış.

İş sağlığı ve güvenliğine ilişkin tehlike sınıfları listesinin tebliğine baktığımız zaman taraflardan da görüşler almışlardı onu da hatırlıyoruz. Sağlık işletmeleri iş kazaları ve meslek hastalıkları bakımından çok tehlikeli olarak ele alınıyor. Gerçekten de birçok riskleri bir arada barındıran, hepsini bir arada barındıran işkolu oldukça az. 6331 sayılı kanunun iş sağlığı ve güvenliği kültürünün oluşturulması, çalışanlara ilişkin bir takım

24-25 EKİM 2015, ANKARA

101

haklar ile işverenlere hak ve yükümlülükler tanımlaması olumlu bir yaklaşım. Burada sağlık hizmetlerine yer verilmemesinin bu hükümlerin sağlık hizmetleri bakımından da geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Sağlık Bakanlığı’nın 2011 ve 2012’de bir yönetmeliği, bir de çalışan güvenliği genelgesi var sizlerin de bildiği üzere. Burada özellikle çalışan güvenlik kurumların sağlık hizmeti veren kurumların çalışan güvenlik programları-nın hazırlanması, yapılandırılması, uygulamaya konması ve değerlendirmesini içeriyor. Genelgede de özellikle çalışan güvenlik komitesinin kurulması, bunun bir programının hazırlanması uygulamasının altını çiziyor. Sağlık çalışanları için baktığımızı zaman or-tamdan kaynaklanan riskler sadece bir yönden etkilemiyor. Maalesef sabahtan bu yana da gördük ki çok boyutlu bir tehlike. Verimi düşürüyor, kazalara yol açıyor. Bunlardan ötesi de hasta bakımı ve hasta güvenliğini tehdit ediyor. Bu son derece önemli. Tabii baktığımız zaman kurumlarda risklerle karşılaşma olasılığı, yapılan işe, çalıştığı bölüme hatta bireysel özelliklere göre değişiklikler gösteriyor.

Ben konuşmamı bundan sonra hemşirelerin risklerini biyolojik, ergonomik, kimya-sal tehlikeleri ve psikolojik açıdan ele aldım ve ulaştığım araştırma sonuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunun için son özellikle son 10 yılda yapılmış çalışmalara ulaş-maya çalıştım. Tabii bütün çalışmaları almak olası değil. Kriterler kullanarak elimine ettim birçoğunu. Özellikle bu çalışmada hemşirelerin yer alması, onun sonuçlarının verilmesi araştırma makalesi yani bilimsel nitelik taşıması, bildiri olmaması gibi kriter-leri ele alarak elimine ettim çalışmamda. Bunlardan bir tanesini paylaşayım. Biyolojik riskler için tarama çeşitli tarama yöntemlerini kullanarak uluslararası ve ulusal tarama motorlarını kullanarak anahtar sözcüklerle tarama sonrası 106 makaleye ulaştım. Bunu elimine ederek kriterler doğrultusunda 41 yabancı, 18 yerli makale sonuçlarını verme-ye çalıştım. Bunlardan bir tanesi olan biyolojik sağlık çalışanlarına baktığımız zaman çalışma ortamında 30’dan fazla riskler ve patojenler var. Fakat tehdit olarak en önde gelenleri Hepatit B, Hepatit C ve HIV olarak görüyoruz. Bu maruziyet özellikle biyolo-jik testlerde perkutan deri mukoza yaralanmaları ve doku bütünlüğü bozulmuş deriyle temas sonucu meydana gelmekte.

Bir dolu yapılan çalışmalar var ve hepsi de birbirinden değerli. 2005 yılından itiba-ren yapılan çalışmaları anlatacağım değerli konuklar. En çok biyolojik riskler konu-sunda öncelikle dünyadan bilgiler paylaşacağım. Kan ve vücut sıvılarına maruziyet etki eden risk faktörleri sorgulanmış burada ve yapılan iş ve maruziyetlere yönelik epidemiyolojiler araştırılmış. Ve bir çalışmada latent tüberküloz enfeksiyonu profi-laksisi değerlendirilmiş. Hemşirelerde ve hekimlerde yüzde 34. Benzer bir çalışma bizim ülkemizde de var. Onun sonucunu paylaşacağım. Bunun dışında iğne kazala-rı, delici kesici iğne batmaları, onu önlemeye yönelik bir eğitim programı var. Çalış-ma olarak bir tane bunu verebilirim. Genellikle bu çalışmalar tanımlayıcı çalışma-lardır. Kesitsel çalışmaların bazıları retrospektif olarak yürütülmüş. Bunlar ne kadar dersek; 3 ay, 6 ay hatta bazı çalışmalarda 10 yıl geri giderek yapılmış.

Farklı bir çalışma bu da endoskopi hemşirelerinde helicobakter pilori prevelansı değerlendirilmiş. Yine hastanede çalışmayan hemşireler, yani diğer kamu kuruluş-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

102

larında özellikle birincil basamak sağlık hizmetini sunan kurumlarda… Peki bun-larda kan ve vücut sıvılarına maruziyet ne kadar çalışılmış? Yine Tahran’da yapılan bir çalışma var. Tahran’da yapılan çok fazla çalışma var. İğne batması prevelansı ve ilişkili faktörler değerlendirilmiş burada. Bir çalışma özellikle ülkemizde yok. Kar-şılaşmadım. Evde bakım hizmetleri sunan hemşirelere yönelik bir çalışma burada. Burada kesici alet yaralanmaları ile diğer kan ve vücut sıvılarına maruziyetler de-ğerlendirilmiş.

Yine 2003-2010 yılları çok uzun bir süre bu yapılan bir çalışmada meslek maruziyet durumları değerlendirilmiş. Burada en fazla maruziyet yaşayan hemşireler yüzde 27 olarak bulunmuş.

Yine Hindistan’da karşılaştırmalı bir çalışma görüyoruz. Özellikle dört büyük hasta-nede 50 ay süreyle yapılmış. Yine burada da hemşireler riskli grupta. Rapor edilme-yenler de hesaba katıldığında bunu bir buz dağına benzetebiliriz. Tüm riskler, daha doğrusu maruziyetleri bildirilmeyen vakalar oldukça fazla. Peki, neden rapor edil-miyor bunlar? Bu değerlendirilmiş.

Bir diğer değerli bir çalışmada yine psikososyal iş özellikleri ile bunun yaralanma-lar arasındaki ilişkiler sorgulanmış. Yine sağlık çalışanlarında kendi birimleri ile mesleki maruziyetini değerlendiren çalışmalar var. Özetlersek ne gibi sonuçlar elde etmişler dünyada yapılan biyolojik risklere yönelik? Hemşirelerin delici kesici yara-lanmalarda başı çektiğini görüyoruz. Yüzde 29’lardan maruziyet yüzde 92’ye kadar çıkıyor. Vücut sıvılarına maruziyet yine bu çalışmalarda hemşireler için yüzde 91. Bütün çalışmalar aslında hepatit için pozitif yüzde 31, Anti Hbs pozitiflik oranı yüz-de 7,6, diyaliz ünitelerinde yine hemşirelerde oldukça fazla. ‘Peki, ne zaman oluyor bu maruziyetler’ diye baktığımız zaman bunları bilmek bizim için önemli. Özellikle sabah saatlerinde yoğunluğun fazla olduğu dönemlerde bu tür riskler söz konusu. Yüzde 49’larda maruziyet sonrası herhangi bir girişim yok. Çok önemli bu. Büyük bir rakamda. Tüm çalışmalar bunu göstermiş. Türkiye’de de öyle, dünyada da öyle. Özellikle ilk sıradaki yaralanmalar iğne kapağını kapatırken gerçekleşmekte. Yüzde 94’e Kadar olan maruziyet bu.

Diğer çarpıcı bir nokta ise, maruziyet sonrası protokol yok. Maalesef bizim ülke-miz için de benzer sorunlar var. Latent tüberküloz prevalans hemşirelerde yüzde 30 yine. Eğitim sonrasında bir girişimsel çalışma olduğunu söylemiştim. Girişimsel çalışmalar her zaman değerlidir. İğne kazaları insidansında anlamlı bir düşüşe ne-den olmuş, bu nedenle önemli. Yine HIV’e mesleki maruziyette kadın hemşireler ön planda geliyor. Peki maruziyet sonrası neden bildirilmiyor? Öyle bir çalışma vardı. Korku, test sonucundan korkma, zaman kısıtlılığı ve bilgi eksikliği ilk sıralarda ge-len faktörler.

Bazı klinikler diğerlerine göre riskli. Bunlardan ameliyathaneler, aciller ve yoğun bakımlar ön planda geliyor. Özellikle kan ve vücut sıvılarına mesleki maruziyet için

24-25 EKİM 2015, ANKARA

103

risk faktörleri çalışma sonuçlarına göre sıraladığımızda uzun çalışma, acele etme, farkındalığın az oluşu, kişisel koruyucuların yeterine kullanılmaması özellikle ön plana çıkan yetersiz personel ağır hasta yükü ön plana çıkmış.

Peki, ‘ülkemizde ne tür çalışmalar var’ diye bakarsak, benzer şekilde bizim ülkemiz-de kan ve vücut sıvılarından oluşan mesleksel yaralanma sıklığını ölçen çalışmalar var. Mesela bir çalışmada 3 yıl içinde görülen kesici-delici yaralanmalar değerlendi-rilmiş yine bir devlet hastanesinde uygulanan güvenlik raporlama sisteminin geliş-tirilmesine yönelik bir çalışma var. Yine iş kazaları ve meslek hastalıkları yönünden değerlendirilen bir çalışma var burada. Onun dışında Hepatit B ile ilgili Hepatit B ve C virüs seroprevalansı değerlendiren bir çalışma var. Bunlar önemli sonuçlar. Bu çalışmaların sonuçları oldukça önemli.

Yine bağışıklamayla ilgili sağlık hizmetini sunanlar aşılarla korunabilir hastalıkla-ra ne denli bağışık ona ilişkin sorgulayan bir çalışma var. Yine bir çalışma da şu: 10 yıl içerisinde bu uzun bir süre görülen kan vücut sıvılarıyla ilişkin yaralanmaları değerlendirmiş burada. Yine sağlık personelinin geçirdiğini ifade ettiği iş kazaları değerlendirilmiş. Bu önemli. ‘Ne zaman görülüyor’, ‘hangi saatlerde ve hangi klinik-lerde’ konuları sorgulanmış. Tabii korunmak için sağlık personellerinin bilgi düzeyi önemli. Burada tabii adım çalışma ortamına yönelik alınan tedbirlerin yanı sıra kişi-sel bilgi de önemli burada. Onu sorgulayan bir çalışma var Türkiye’de.

Peki, özetlersek Türkiye’de biyolojik risklere yönelik çalışma sonuçları bize ne de-miş? Hemşireler yüzde 83 dünya literatürü ile bu çok örtüşüyor yine kan vücut sı-vılarıyla bulaşma son derece önemli. Yaralanma sıklığı cerrahi yoğun bakım hem-şirelerinde daha fazla. Maalesef öğrenci hemşirelerde yapılan çalışmalara ulaştık. Yabancı kaynaklarda intörn hemşirelerde var böyle bir sonuç. Bizde öğrenci hemşi-relerde de yüzde 6 oranında bir maruziyeti söz konusu. Tüberküloz hastalığı yö-nünden hemşireler, doktorlara göre 2-3 kez daha 2,6 kez daha riskli. Daha fazla risk altında. Yine hemşirelerin yüzde 2’sinin Hepatit B ya da Hepatit C tanısı konduğunu görüyoruz. Hepatit B’den korunma maalesef yüzde 50. Yarı yarıya. Bu üzücü bir şey aslında. İşlemler sırasında koruyucu kullanmayanların oranı yüzde 20. Bu hem kişi-sel faktörlerle hem de ortamın olanaklarından kaynaklanan faktörlerle direkt ilgili. Yine bizde de enjektör iğnesini kapağını takma maalesef maruziyetin ön sıralarında yer alıyor.

Yine dikkat etmemiz gereken nöbet saati arttıkça, yaş arttıkça yaralanma sayısı da artıyor. Bu çalışma sonuçları bunu bize gösteriyor. Neden yaralanma sıklığı fazla hemşirelerde? Hep neden ön planda yer alıyorlar? Kişi başına düşen iş yükü fazla. İnvaziv işlemler çok. Sayı yetersiz. Çalışma saatleri uzun, nöbet sayısı fazla. Haftada en az 2 nöbet diyorlar. 2’nin üzerinde olduğu takdirde riskler artıyor.

Peki, riskli birimler öncelikle ele alınması gereken birimler neler? Ameliyathane, acil servis, pediatri ve cerrahi klinikler. Öneri olarak da bu çalışmalarda eğitim ol-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

104

ması gerekiyor. Özellikle çalışan sağlığı ve güvenliği birimi tarafından.

Peki, maruz kalma sonrası ne yapacağız? Buna yönelik protokollerin oluşturulma-sını öneriyorlar. Benim ayrıldığım kurumda hemşire arkadaşlarla yaptığımız bir çalışma vardı. Sorun onlardan geldi. ‘Bunu çalışalım’ dediler. ‘Kesici, delici yaralan-ma oranlarını tanımlayalım’ dediler. ‘Birlikte girişimde bulunalım ve sonucu değer-lendirelim’ dediler. Kısaca bunlar. Yarı deneysel bir çalışmaydı. Yaklaşık 600 hemşi-reyle birlikte çalıştık. Araştırma içinde yer alan 13 hemşire vardı. Birlikte yürüttük bu çalışmayı. Hemşirelik girişimlerimiz oldu. Eğitim oldu, danışmanlık oldu, izlem oldu. Sıklıkları değerlendirdik. Girişimlerde yapılan değerlendirme sonucunda giri-şimlerde güvenli aletlerin temini özellikle kan alma işlemi sırasında o önce geliyor-du. Tedavi arabalarında eksiklikler vardı. Amaçsız kullanım söz konusuydu. Uygun olmayan eldivenler vardı. Onlar değerlendirildi. Yönergeler, akış şemaları, posterler oluşturularak sağlık çalışanları daha duyarlı hale getirildi. Bu eğitim öncesi son 6 ay içinde yaralanmalarda neler yaptıklarını sorduk. Yüzde 6’sı herhangi bir uygulama yapmadığını bildirmişti. Burada önemli bir sonuç özellikle onu söylemek istiyorum. Yüzde 99’u yaralanmadan sonra bildirimde bulunmadığını belirttiler. Bu kurum şu an çok şanslı. Çok güzel işleyen çalışan sağlığı ve güvenliği birimi var. Sorumlusu da Alp Ergör hocamız. Bu tür risklerle karşılaştıklarında yaralandıklarında hemen direkt online olarak ulaşabiliyorlar. Güzel bir altyapı oluşturulmuştu. Nedenleri ace-leci davranmak, yorgunluk, uykusuzluk, eğitim eksikliği, atıkların yanlış atılması hakikaten bu atıkların yanlış atılması da çok önemli. Basit ama önemli. İşlem son-rasında güvenli alet kullanımı yüzde 94’lere ulaştı. Uygun eldiven temini yüzde 98’e, kesici delici alet kutusu yüzde 100 olarak temin edildi ve öncesi ve sonrasında da anlamlı farklılıklar vardı. Yani girişim amacına ulaşmış oldu.

Bir diğer risk de ergonomik riskler... Bu da çalışma yaşamında oldukça ön planda yer alan ve verimliliği etkileyen bir risk. Ortama ait faktörler olumsuz sonuçlara yol açıyor. Peki, ergonomik risklerle dünyada ne tür çalışmalar yapılmış diye baktığımız zaman özellikle hemen karşımıza bel ağrıları hemşirelerde bel ağrısı prevalansı ile bir risk faktörlerini sorgulayan çalışmaları görüyoruz.

Bir çalışma biraz değişik geldi bana. Gece vardiyasında çalışma ile post menopoz dönemde kalça ve bilek kırıkları arasındaki ilişki değerlendirilmiş. Orada ergono-mik riskler özellikle önde gelen birimler olan ameliyathanelerde karşımıza çıkıyor. Özellikle ameliyathanede kas iskelet sistemi bozukluklarının prevalansının yüksek olduğunu görüyoruz.

Başka çalışmalarda yine 2 ülkeyi karşılaştıran muskoskeletal bozukluklar ile ilgili fiziksel ve psikososyal risk faktörleri değerlendirilmiş. Yine 5 farklı hastanede ba-kın bunun örneklerini oldukça fazla. 755 hemşire katılmış burada sorulara. Burada bu çalışmada örneğin kamu hastanelerinde özel hastanelere göre sorunlar anlamlı oranda yüksek sonuçlar ortaya çıkmış. Birkaç çalışmada daha karşılaştım bu so-nuçla. Hep kamu hastanelerindeki risklerin daha fazla olduğunu görüyoruz. Yine

24-25 EKİM 2015, ANKARA

105

akut ve kronik bel ağrısı ile kişisel ve ergonomik riskler arasındaki ilişkinin arandı-ğını görüyoruz. Peki ergonomik risklerin sonuçlarına bakalım. Bu çalışmalarda ne elde edilmiş? Ne gibi sorunların altı çizilmiş? Ameliyathane hemşirelerinde özel-likle yüzde 86 civarında kas iskelet sistemi rahatsızlıkları ortaya çıkmış. Aslında bu durum tüm sağlık çalışanları için ön planda geliyor. Uzun çalışma süreleri, ayakta çalışma ve diz ağrıları bunlar birbirleriyle son derece ilişkili.

Yine muskoskeletal bozukluklarda bel boyun ve diz bunlar ilişkili ve uzun olarak ça-lışma gerekli ise bu tür riskler daha ön planda geliyor. Çalışma yılı yine son derece önemli. 20 yıldan daha fazla çalışanlarda 4 kez daha fazla bozukluk deneyimlenmiş. Önemli sonuçlar bunlar. Yine kadın hemşirelerde erkeklere göre bel ağısı prevalansı yüksek. Yine obstetrik jinekolojide ameliyathaneyi söylemiştim. Daha fazla riskler var. Bir çalışmada akut ve kronik bel ağrısının fiziksel şiddete maruziyetle ilişkili ol-duğunu ortaya konmuş. Yine bu çalışmalarda da özel hastanelere göre kamular daha fazla denmiş.

Ergonomik risklerde de ülkemizde bel ağrısı yine aynı, mesleki sağlık problemleri belirlenmiş. Özellikle yoğun bakım üniteleri ön plana çıkıyor. Burada fiziksel ergo-nomik faktörlerde ülkemizde daha çok tanımlayıcı çalışmaları görüyoruz. Ergono-mik koşullar değerlendiriliyor. Ülkemizdeki sonuçlarda yine dünyadakiyle aynı. Bel ağrısı ön planda yine. Uzun süre ayakta kalanlarda daha fazla. Hastayı indirme-kal-dırma pozisyon verme gerekiyor ise bu tür kliniklerde çalışılıyor ise bel ağrısı fazla. Bunları yapmayanlara ya da olanağı olanlara göre 2,19 kez daha fazla. Hekimle-re göre 2 kat daha fazla bel ağrısı var. Çalışma ortamında yüzde 81 oranında ergo-nomik risk var diye tanımlanmış. Yine hemşirelerin çalıştıkları mekân son derece önemli. Gerek deskte olsun, gerek tedavi odası olsun baktığımız zaman kısmen uy-gun diyenler oldukça fazla. Kimyasal riskler yine ön planda gelen risklerden. Buraya baktığımız zaman tamamı hemşirelerle yapılan çalışmalar bunlar. Uçucu anestezik gazlarına maruz kalan hemşirelerde MS araştırılmış. İnsidansı daha yüksek bulun-muş. Yine hemşirelerin çalışma ortamlarında temas ettikleri yüzeysel ettikleri yü-zeysel temasla ilgili sonuçlar değerlendirilmiş. Astım prevalansı değerlendirilmiş. Nitroz oksite maruz kalan ve kalmayan hemşirelerde B12 vitamini değerlendirilmiş. Burada deneysel çalışmaları görüyoruz.

Yine lateks eldiven kullanan hemşirelerde kullanmayanlara göre riskleri ne boyut-ta o değerlendirilmiş. Anti neoplastik ilaçları ve anestezik gazlara maruz kalanlarda toksik hasarlar değerlendirilmiş. Bunlar çok değerli çalışmalar. Risk faktörleri de-ğerlendirilmiş. Yine alerjik reaksiyonları değerlendiren çalışmaları görüyoruz. Yine cilt ve solunum yolu enfeksiyonları arasındaki eldiven kullanımla arasındaki ilişki değerlendirilmiş. Ülkemizde biraz daha kısıtlı çalışmalar, lateks duyarlılık sıklığı de-ğerlendirilmiş. Tanımlayıcı çalışmalar daha çok. Lateks alerjisi prevalansı değerlen-dirilmiş. Şimdi bakarsak burada özellikle latekse bağlı alerjik reaksiyonlar yüzde 83 olarak görülüyor. Kaşıntı, döküntü, öksürme gibi semptomlar var. Bu semptomlara uğradıklarını belirtenler günde ortalama 3 saat bu eldivenleri kullandıklarını dile

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

106

getirmişler. Astım burada yüzde 7 civarında bir prevalans var hemşirelerde. Pudra-lı-pudrasız lateks eldiven kullananlarda görülüyor. Yine alerjik reaksiyonlarda daha çok antiseptik dezenfektan kullananlarda fazla. Ülkemizdeki sorunlara bakarsak el egzaması yüzde 45 olarak verilmiş. Hemşireler diğer meslek gruplarına göre daha riskli bir konumda olduğu vurgulanmış. İşten uzaklaştıkça şikâyetlerin azaldığı be-lirtilmiş. Yine lateks duyarlılığı nedeniyle çalışanlarda yüzde 61 kompakt dermatik ve yüzde 27 alerjik rinit saptanmış.

Bir diğer önemli konu da gerçekten hem az çalışılan konu ülkemizde ve son derece riskli, tehlikeli ilaçlara maruziyet, hemşireler yüzde 40 oranında hazırlarken yüzde 20 uygularken atık halinde de yüzde 40 oranında maruz kalıyorlar. Bakın neler ça-lışılmış: Dünyada çok güzel sorunun boyutu vurgulanmış ama maalesef ülkemizde çok yok. Örneğin neoplastik ilaçları hazırlayan uygulayan sağlık çalışanlarının stan-dart güvenlik rehberlerine uyumu değerlendirilmiş. Her kurumda standart rehber-ler ya güncellenmiyor ya da çalışanlar bu konu hakkında yeterince bilgili değil. Yine onun dışında bu kişisel kullanım engelleri neler? Kemoterapi ilaçlarını kullananlar neden bu kişisel koruyucuları kullanmıyor o sorgulanmış. Yine sitotoksik ilaçlar-la çalışan hemşirelerde genotoksik etkiler değerlendirilmiş. Antineoplastik ilaçlarla çalışan hemşirelerde sitogenetik hasarlar değerlendirilmiş bu çalışmalarda. Lösemi ile ilişkisi değerlendirilmiş. Biyolojik ve çevresel maruziyet değerlendirilmiş. Üre-me sistemiyle ilgili sonuçlar değerlendirilmiş bu çalışmalarda. Ne tür yan etkiler var kemoterapi uygulayan hemşirelerde onlar sorgulanmış. Kromozomal bozukluklarla arasındaki ilişki bu ilaçları kullanan hemşirelerde kromozomal bozukluklar değer-lendirilmiş. Bunlar çok önemli çalışmalar gerçekten. Alınması gereken tedbirlerin altının çizilmesi açısından. Onkoloji hastanesinde çalışan hemşilerde oksidatif stres değerlendirilmiş. Tehlikeli ilaçları uygulayan hemşirelerde spontan abortus riski de-ğerlendirilmiş. 2 kat daha fazla olduğu saptanmış DNA hasarları değerlendiren ça-lışmalar var. Hepsi bu DNA hasarları kromozomal hasarları, obstetrik stres bozuk-luklarını etkileyen çalışmalar var. Çok fazla gerçekten.

Özetliyorum. Tehlikeli ilaçlarda hemşirelerin antineoplastik ilaç uygulamalarına yö-nelik bilgi tutumları, ilaçların yarattıkları genetoksik hasarlar ve etkileri... Şimdi çok etkili sonuçlar var burada. Maruziyet grubunda yer alan hemşirelerin lenfositlerin-deki DNA hasarı daha yüksek. Bu ilaçları kullanan hemşireler oksidatif strese karşı daha duyarlılar. Doğurgan çağda olanlar düşük doğum ağırlıklı bebekler, infertilite, gebelik için sürenin uzadığı ya da prematüre doğum riski, spontan abortuslar bunlar hep ortaya konmuş. Meme kanseri riskinin 1.8 kez daha fazla. Bu ilaçları kullanan-larda özellikle altıncı ve dokuzuncu aydan sonra a seviyeler ile karşılaştırıldığında kardeş kromatit değişimde anlamlı artışlar olduğu vurgulanmış. Bunlar çok önemli. Psikososyal riskleri konuştuk.

Ben özellikle bu çalışmaların sonuçlarını vermek istiyorum burada. Hakikaten hem stres, tükenmişlik, depresyon bunlara yönelik çok güzel çalışmalar var ve örneklem-leri de çok büyük. Genellikle tanımlayıcı çalışmalar. Bakın vardiyalı ve nöbet sistemi

24-25 EKİM 2015, ANKARA

107

çalışanlarda 1657 hemşire ile çalışılmış. Bunlar önemli. Burada özellikle özetle vur-gulamak istediğim psikiyatri servisinde çalışan hemşirelerde yükler duygusal yük çok fazla. Onkoloji servisinde çalışan hemşirelerde duygusal yük çok fazla. Gerçek-ten hasta ölümleri, sağlıklı bir şekilde uğurlayamıyor ve çok sık hasta ölümleriyle karşılaşıyorlar ve bu da duygusal yükü ve beraberinde tükenmişliği getiriyor. Ank-siyete ve depresyonlar daha önceki konuşmalarda da altı çizildi teorik boyutu. Bu da çalışmalarda kanıtlanmış. Onların sonuçlarına bakarsak bunları geçiyorum ama paylaşabilirim isteyenlerle sonuçlarını. İş stresi… Bu şeyler sonuçlar bu çalışmaların sonuçları dediğim gibi stres, tükenmişlik anksiyete depresyonlar bunlar çalışılmış. İş yükü fazla. Bu nedenle stresimiz çok. Kaynaklar yetersiz durumda. Doktorların tutumları bu da önemli. Sağlık çalışanlarının destek dayanışma içinde olması gere-kiyor. Birçok çalışmalarda doktorun tutumları ve tavırları özellikle şiddette yapı-lan çalışmalarda da altını çizmek istiyorum. Ameliyathanede yapılan çalışmalarda hekimler tarafından hemşirelere yönelik şiddetin boyutlarının daha sözel ve fiziksel olarak altı çiziliyor. Düşük ücret. Sağlık ve güvenlik tehlikeleri ve yönetici destek ye-tersizliği bir önceki konuşmacımızın sonuçlarıyla örtüşüyor. Bütün hepsi açık olarak yazmışlar. ‘Yönetici desteği yok’ diye. Tükenmişlik yüzde 66 civarında hemşirelerde.

Kimler peki? Daha çok acil servis, yoğun bakım, psikiyatri, vardiyalı çalışma, on-koloji… Bakınız tükenmişlik işten ayrılmayla ilişki direkt sebep oluyor. Anksiyete depresyon yüzde 38 tanı alanlar da var. Ben zaman sorunu yaşadığım için geçme-dim, gerçekten tanı alan psikiyatrik hastalık olarak tanı alanlar var. Bu çalışmalar onu göstermiş.

Şiddetle ilgili çalışmaları geçtim. Sonuçlarını vereceğim. Fiziksel şiddet yüzde 16, sözel şiddet yüzde 95. Kamu hastanelerinde çalışıyor olmak şiddeti artırıyor. Yine hastaların tedavilerindeki belirsizlik, şiddet olarak dönüyor hemşirelere. İş memnu-niyeti ile ilgili fiziksel, duygusal patlamalar yaşanıyor ve üretkenlikte kontrol duy-gusunda azalmaya neden oluyor. Mesleki tükenmişlik, kronik yorgunluk bu kronik yorgunluğu araştıran çalışmalar da var ve hasta bakımında ilginin azalmasıyla so-nuçlanabiliyor. Bu şiddetle ilgili Türkiye klinikleri dergisinde 1999- 2010 yılı değer-lendirilmiş. Burada hemşireler sözel psikolojik şiddette, hem sözel hem de fiziksel şiddette tüm sağlık çalışanlarından önce geliyor. Bizim yaptığımız bir çalışmada yine şiddet oranı sözel şiddet yüzde 72 oranında. Bunu bizim çalışmamız şu açıdan koydum. Hekimlerin hemşirelere uyguladığı şiddet yüzde 4.2, hemşirenin hemşire-ye uyguladığı şiddet de var o da önemli. Meslektaşın meslektaşa şiddeti yüzde 3 ci-varında. Daha çok hasta odasında ve muayene odalarında gerçekleşiyor. Raporlama çok fazla mı? Hayır. Yüzde 77’si raporlamamış. Şiddete uğrayan hemşirelerin yüzde 20’si bildirmediğin söylüyor. Çeşitli nedenlerle suçlanmaktan korkuyor. Raporlama sistemi yok. Bildirmeye yönelik uzun prosedür sistemleri var. Kolaylaştırıcı değil. Bunlar değerlendiriyor.

Saadet hocam bir çalışma yapmamızı istedi. Planlamıştı. Bunu biz üniversite hasta-nesinde başladık sonra ülke genelinde değerlendirelim diye görüşmüştük. Bir üni-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

108

versite hastanesinde tüm riskleri barındıran bir çalışma, bu tanımlayıcı bir çalışma. 626 hemşireden 220 hemşireye ulaşıldı. Daha devam ediyor. Onun sonuçlarını pay-laşmak istiyorum size. Bu bir üniversite hastanesi. Çalışanların çoğu lisans mezunu daha çok dahili ve cerrahi servislerinde çalışıyor. Buradaki hemşireler ve çoğunlu-ğu servis hemşireleri. Dinlenme saatleri uygun görülüyor. Fazla mesai ara sıra diyen yüzde 77.

Özellikle ayakta kalmayla yüzde 74 oranında bir sorun var. Kas iskelet sistemi so-runları yüzde 83. Kesici delici yüzde 59. Yine kemoterapik ajan ve radyasyona ma-ruz kalma yüzde 37, şiddet yüzde 67 olarak karşımıza çıkıyor. Sorunlar oldukça faz-la. İlk sırada bulaşıcı hastalıklara maruziyet demişler. İkincisi ergonomik, üçüncüsü şiddet olarak değerlendirmişler. Yüzde 75’i bağışık hepatite karşı. Aks iskelet sistemi hastalıkları bizim için ilk sırada önemli diye vurgulamışlar ve çoğunluğu daha çalı-şan sağlığı güvenliği komitesinin olmadığından haberi yok. Bu da önemli.

Sonuç olarak, sağlık çalışanlarının çoğunluğunu oluşturan hemşireler olarak sıra-ladığımız gibi birçok risklerle karşı karşıyayız. Birçoğu riskler konusunda bilgisi yetersiz karşılaştığında ne yapacaklarını bilmiyorlar. Dünyada da öyle Türkiye’de de öyle. Bildirimler yetersiz. Raporlama sistemleri yetersiz. Bu çalışmaların çoğunlu-ğu lokal olarak tanımlayıcı çalışmalarla yapılmış. Bundan sonra girişimsel çalışma-lara ağırlık vererek sorunların boyutunu daha ortaya konması ve kanıt çalışmaları yapılması daha geniş ülkeyi temsil eden çalışma sonuçlarını ulaşılması son derece önemli. Ülke boyutuyla ele almamız gerekiyor. Bununla ilgili de Türkiye Hemşireler Derneği ile ileriye dönük hedeflerimiz var. Tabii hastanelerde sağlık hizmetini su-nan kurumlarda iş sağlığı ve güvenliği birimlerine çok iş düşüyor. Bakınız yüzde 50 civarında var ama bilmiyorum diyorlar. Bir öneki sunumda da vardı. Bu nedenle yö-netmelik ve genelgenin tanımladığı tüm sorumlulukların yerine getirilmesi çalışan-ların haberdar edilmesi ve çalışanlarını katılması katılımlarının sağlanması sorunla-rını birlikte ele alınması açısından son derece önemli. Teşekkür ediyorum. Sağlıklı iş ortamları sağlık çalışanları için.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

109

SORU – CEVAPŞadiye Çetintaş Anketle ilgili bir soru soracağım. Ek mesai sorusuna en çok ek mesai yapanın tek-nikerler olduğu sonucu çıkmış. Teknikerlerin bir dağılımı var mıydı ankette? Şöyle açayım. Eğer radyasyon ve onkoloji, nükleer tıp gibi alanlarda çalışan teknikerler çoğunluktaysa onların sayıları bu dozimetre kullanımı zorunluluğu ve yasal hakları nedeniyle düşük tutuluyor ve o grup mecburen ek mesai yapıyor. Ama gerçekte en fazla ek mesai yapan grup teknikerler olmuyor. O nedenle dağılım belli mi diye sor-dum.

Seyhan Hıdıroğlu Acil tıp teknisyenleri de içinde var. ATT dediğimiz. Ama teknikerler de var. Tabii biz onları bir grup olarak yaptık ama gerçekten onlar mesela gürültülü ortam, gün ışığı gibi şeyler daha fazlaydı tekniker grubu. Gün ışığı da literatürle bağlantılı çıktı. Ek mesai de yüksek oranda çıktı ama bunda ATT’ler de var içinde.

Hatice Akyazı Ordu Devlet Hastanesi’nden geliyorum. Sizin konuşmanızı dinlerken ben de aynı şeye soru işareti geldi aklıma. Bu 409 kişi nerede ne şekilde yapıldı diye güncel mi-dir acaba diye. Çünkü ben 12 yıldır ameliyathanede çalışıyorum. İlk başladığımızda scope gömleğimiz yoktu. Biz bunu yavaş yavaş önlemlerini aldık. Artık scope göm-leklerimiz, dozmetrelerimiz de var. Bu konuda kendimi ve hastanelerimi şanslı bul-dum. Anket sonuçları da acaba nerede diye de düşünmeden edemedim.

Seyhan Hıdıroğlu İnternette açık, herkes doldurabiliyor tabii. Aslında bunu il il yapabilsek… Ya da Ordu çok güzelmiş diyebilsek…

Hatice Akyazı Evet, şanslı sayıyorum kendimi. Emeğinize sağlık tekrar.

Alp Ergör Bugün bu saate kadar çok yararlandım. Yalnız bu sıra dışı örgütlenmeyle daha iyi bir yönteme oturtulmalı. Bu surweyde bu ağ yapısı, daha doğrusu bu ağ sayfası ve şuradaki örgütlenme, beşincisi gerçekleşen bu örgütlenme… Bu örgütlerin arka planı daha farklı, daha sistematik oluşturulmalı. Yan tutmayı engelleyecek ve ülkeyi gerçekten sağlık çalışanlarının durumunu saptayacak bir araştırma olmalı. Örnek büyüklüğü de inanın bunun üstüne çıkmayacaktır. Bu örnek büyüklüğü eğer siste-matik çalışılırsa yeterli olur. Yıllık böyle bir surwey yapılması ama buna oturursa yoksa ağ sayfası üzerinden hep bir yan tutma arka planı olacaktır. Hep aynı soruyla karşılaşacağız. O bakımdan bunun yönteminin geliştirilmesi gerektiğini düşünüyo-rum. Bir de şunu söyleyeyim. Psikososyal riskler meslek hastalığı listesinde olmasa da tanımlanır. Biz depresyon tanısı koyduk. Psikiyatri de bunu destekledi. İş ve mes-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

110

lek hastalıkları polikliniğinde depresyon tanısı koyduk. Konsültasyonumuz tamam-landı. Bunu gönderdik. Bir yıl içinde bizim arkadaşların çalıştığı kliniğin toplam meslek hastalığı sayısı sağlık çalışanlarının da içinde olduğu grupta 400’ü çoktan aştı. Ama bunlar kayıtlarda, yani konuştuğum şey SGK. Onu bir yana bırakın. Mes-lek hastalığı tanısı koymanın hiçbir anlamı yok. Tanıyı koyduğun zaman zaten kar-şılaştırma çoktan bitti. Elbette bunun tanısını koyalım ama argümanı biraz da böyle koymak lazım. Psikososyal risk var. Kemoterapide varsa, çalışan orada çalıştırılma-ya devam ediyor mu? Hayır etmiyor. Eğer orada 36 saat nöbet tutuluyorsa onu da engellememiz lazım. Argümanı biraz bu şekilde geliştirebiliriz bu olağandışı yapıyı. Çok teşekkür ederim. Elinize sağlık.

Seyhan Hıdıroğlu Alp Hocam size sonsuz katılıyorum örneklemle ilgili. Araştırmamızın en büyük kı-sıtlılığı online ortamda yapılmasıdır. Çünkü gerçekten ‘ihtiyacı olan doldurdu’ diye de düşünülebilir ama örneklem seçilip yapılırsa çok güzel olur. Özel, kamu ve mes-lek grubu olarak yapılabilir. Ben Hasan Hocama şu sözü verebilirim. Marmara Üni-versitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Bakanlıkla akredite bir hastane. Ben kendi hastanemde bu örneği seçip bir intörn grubuyla bunu kısa çaplı yapabilirim ama Türkiye genelinde bir örnek seçilip yapmak tabii ki güzel bir şey olur. Muhteşem bir çalışma olabilir. Türkiye genelinde bir örnek seçip ya da bir proje dahilinde olabilir. O zaman biraz daha dengelemiş oluruz.

SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ŞİDDET

“DR. ERSİN ASLAN ANISINA”

Oturum Başkanı:

Arman Üney Türk Eczacıları Birliği

Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddetin Hastane Fiziki Koşullarına Bağlı Olarak İncelenmesi

Saliha Kasapoğlu Mine Aysan

Ömer Faruk Erdil Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi

Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddetin Geldiği NoktaGülriz Erişgen

Şiddete Karşı Sıfır Tolerans Çalışma Grubu

Sağlık Çalışanlarına Yönelik Cinsiyetçi Şiddet

Filiz Ak TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu

Şiddette Kriz Yönetimi ve Sonrası / Şiddet İş Kazasıdır

Hasan Oğan Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma Gurubu

İğneyi Kendimize Batırmak Yüzleşmek Osman Elbek

Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hast. AD

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

112

SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ŞİDDET

Arman Üney Türk Eczacıları Birliği

Değerli arkadaşlar, değerli dostlar. 17 Nisan 2012 tarihinde Gaziantep Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi’nde görevi başındayken uğradığı saldırı sonucu yaşamını yitiren Dr. Ersin Arslan’ın anısına adadığımız ‘Sağlık Çalışanlarına Şiddet’ paneline hoş geldiniz.

Değerli arkadaşlar 10 Ekim tarihinde yurdun dört bir yanından barış demokrasi, özgür-lük, eşitlik ve kardeşlik talebiyle Ankara’ya gelen binlerce insanın arasında canlı bombala-rın patlamasıyla 102 canımızı kaybetmemizin üzerinden henüz 2 hafta geçti. Acımız hâlâ çok taze. Bu alçakça saldırıyı gerçekleştirenleri Türk Eczacıları Birliği olarak lanetlediği-mizi buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bu korkunç katliamın barışa, kardeşli-ğe ve demokrasiye yapılmış bir saldırı olduğunun altını çizmek istiyorum. Her ne olursa olsun bu kanlı saldırının gerçekleşmesinde bir güvenlik zafiyetinin bulunduğu açıktır. Ba-rışçı bir gösteri için toplanan insanların güvenliğini sağlamak devletin göreviydi.

Değerli arkadaşlar aslında bu katliam bir bakıma göz göre göre gelmiştir. Türkiye 20 Temmuz’da Suruç’ta patlayan ve çoğu genç yaşta 34 insanımızı yitirdiğimiz saldırıyla bir şiddet girdabı içerisine girmiştir. Çatışma ve şiddetin nasıl bir sağlıksızlık ortamının kaynağı olduğunu biz sağlık çalışanları olarak gayet iyi biliyoruz. Nitekim 20 Temmuz sonrasında buna bir kez daha tanık olduk. Her gün gelen ölüm olaylarıyla sarsıldık. Cizre’de, Nusaybin’de ve bölgede pek çok yerde yaşanan olaylarda hizmet veremez hale gelen sağlık kuruluşları ve sağlık kuruluşlarına ulaşmakta çok büyük sıkıntı çeken has-talar kör şiddete kurban edildiler. Sağlık çalışanları hepimizin malûmu... Eczacılar cep-hesinden söyleyecek olursam, Cizre’de yaşanan olaylar esnasında eczacılar eczanelerini açamadılar. Nöbetçi eczaneler bile hizmet sunamadılar. Varto’da 3 eczane zarar gördü. Yine bu sürede Lice’de bir eczane çalışanı yaralandı ve Diyarbakır’da genç bir eczacı meslektaşımız olan Yunus Koca 31 Ağustos’ta öldürüldü.

Değerli arkadaşlar, şiddet sağlık çalışanlarını ve sağlık kurumlarını hedef almaya başla-mışsa bir süre sonra sağlık sisteminin artık işleyemez hale geleceğinin herkes farkında

24-25 EKİM 2015, ANKARA

113

olmalıdır. Daha çok acı ve daha çok gözyaşına tanık olmak hayatımızın her zerresini kaplayacak bir sağlıksızlık ortamına sürüklenmek istemiyorsak barış, huzur ve kardeş-liğin tesis edilmesi lazımdır. İnsana, topluma doğaya, toplum sağlığına zarar veren her türlü şiddeti, çatışmayı ve nedeni ne olursa olsun hepsini reddetmek ve ‘her şeyin ilacı barıştır’ demek zorundayız. Umutsuzluğa düşmeyelim. Böyle anlarda barış düşünce-sinin büyük ismi Gandi’nin sözleri kulağımızda, yüreğimizde: “Umutsuzluğa kapıldı-ğımda tarihi düşünürüm. Tarih boyunca hakikat ve sevginin her zaman kazandığını hatırlarım.”

Değerli konuklar şimdi konuşmalarını yapmak üzere Sağlık çalışanlarına yönelik şid-detin hastane fiziki koşullarına bağlı olarak incelenmesiyle ilgili Saliha Kasapoğlu, Mine Aysan ve Ömer Faruk Erbil’i kürsüye davet ediyorum.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

114

SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ŞİDDETİN HASTANE FİZİKİ KOŞULLARINA BAĞLI OLARAK İNCELENMESİ

Saliha Kasapoğlu Mine Aysan Ömer Faruk Erdil Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi

Saliha Kasapoğlu Değerli hocalarımız, kıymetli arkadaşlar. Öncelikle kongreye hoş geldiniz demek istiyorum. Bizler Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi üçünü sınıf öğrencileriyiz. Yolun çok başındayız ama meydana gelen bu şiddet olaylarının bizim geleceğe endişeyle bakmamıza neden oldu. Bununla birlikte bizler sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin hastane fiziki koşullarına bağlı olarak incelenmesi başlıklı araştırmamızı yapmaya karar verdik.

Bu araştırmada merak ettiğimiz soru şu oldu: Sağlıkta şiddet olgusuyla hastanenin fizi-ki koşulları arasında bir ilişki var mı? Varsa nedir? Bunu araştırmak istedik.

Öncelikle şiddet nedir? Dünya Sağlık Örgütü›ne göre şiddet kişinin fiziksel saldırı, sö-zel saldırı, duygusal cinsel ve ırksal tacize uğramasıdır. İşyerinde şiddet ise kişinin ça-lışma esnasında bir kişi tarafından istismar edildiği, saldırıya uğradığı durumlar olarak nitelendirilmektedir. Sağlık kurumlarında şiddet ise sağlık çalışanının hasta ya da hasta yakını ya da herhangi biri tarafından maruz kaldığı şiddet olarak nitelendirilmiştir.

Yaptığımız literatür taramasında sağlık ortamında şiddete yol açan faktörler olarak alkol kullanımı, madde kullanımı, hasta yakınlarının stresinin yüksek olması, medya-nın olumsuz etkisi, kültür farklılıkları nedeniyle iletişim sorunlarının yaşanması ve son olarak da fiziki çevrenin iyi bir hizmet vermeye uygun olmamasını gördük. Biz bu araş-tırmada son gördüğünüz madde açısından bu duruma bakmak istedik.

Araştırmadaki amaçladığımız nokta şu: Öncelikte sağlık alanında şiddetin son yıllarda artmış olabileceğini görmek istedik. Sağlıkta şiddete olan algıda normalleşme var mı

24-25 EKİM 2015, ANKARA

115

yok mu onu görmek istedik. Son olarak da sağlıkta şiddet ile ilgili farkındalık yarat-mak, ayrıca sağlıkta şiddet olgusunun hastanedeki koşullarıyla bağlantısını incelemek istedik.

Zaman çizelgemiz gördüğünüz gibi. Ekim 2004’te başladık, Mayıs 2015’te ise veri ana-lizlerimizi girdik.

Mine Aysan Araştırmamız başlamadan önce literatür taramasında bulunduk. Sağlıkta dönüşüm programıyla veya şiddet arasındaki ilişki olduğunu gördük. TTB’nin Şiddete Sıfır To-lerans Çalışma Grubu tarafından yayınlanan şiddetle başa çıkma adlı bildirgesinde çevresel faktörler sağlıkta şiddet ile ilişkilendirildiğini gördük. Ayrıca Hasan Oğan’la görüşmelerimiz sırasında ‘Beyaz Kod’ uygulamasıyla beraber sağlıkta görülen şiddetin yüzde 7 artmış olduğunu öğrendik. 2002 raporuna göre tüm şiddet olaylarının yüzde 25’inin sağlık alanında olduğunu gördük.

Araştırmamız da istatistiksel bir çalışmadır. Araştırmamıza başlamadan önce Kuzey Kamu Hastaneleri Genel Sektreterliği’nden ve üniversitemizden gerekli izinleri aldık. 263 sağlık çalışanına ulaşılabildik. ‘Medcalc’ programını uyguladık ve bunları tablo haline getirip sonuçları değerlendirdik. Şiddete maruz kalan kişilerin en fazla güven-lik görevlileri olduğunu, saha sonra hekimlerin ve hemşirelerin olduğunu tespit ettik. Şiddete maruz kalınan yer olarak da şiddetin kamu hastanesinde daha fazla görüldüğü-nü gördük. Şiddetin uygulandığı zaman diliminin yüzde 52’sinin mesai saatinde yüzde 23’ünün nöbet sırasında gerçekleştiğini gördük. Şiddeti uygulayan kişilerin yüzde 52’si-nin hasta yakını, yüzde 25’inin hasta tarafından, yüzde 6 ve yüzde 5 oranında da sağlık personeli ve idare personel tarafından uygulandığını gördük. Şiddet sonrası başvurulan yer açısından yüzde 28,75 olarak özel güvenlik ve polislere daha çok başvurulduğunu ve şiddete uğrayan her 5 kişiden birinin hiç bir yere başvurmadığını gördük. ‘Hastane fiziki koşullarının şiddet olgusuna etkisi var mıdır’ sorusuna yüzde 52’nin ‘evet’ ceva-bının verdiğini gördük. ‘Şiddet sonrası iş potansiyelinin olumsuz etkileniyor musunuz’ sorusuna yüzde 80’inin ‘evet’ cevabını verdiğini tespit ettik.

Ömer Faruk Erdil Yaptığımız literatür taramasında çeşitli manşetle ve çeşitli makaleler sonucu belli başlı fiziksel koşullar elde edindik. Ve bun 10 tane fiziksel koşula “ki kare testi” uygulattıktan sonra gördük ki, 6 tanesinde anlamlı değerler elde ettik. Bunlar havalandırma, çalışan sayısı yetersizliği, eğitim, eğitimden kastımız sağlık çalışanlarına verilen şiddetle başa çıkma adında bir eğitim, teknik donanım yeterliliği, güvenlik, yönlendirme ve sinyali-zasyon… Şimdi bunları tek tek analiz edelim.

Görmüş olduğunuz gibi, havalandırmanın kalitesine baktığımız zaman vakıf üniversi-tesi hastanesinde sağlık çalışanları havalandırmanın daha nitelikli, daha iyi koşullar al-tından çalıştıklarını belirtiyorlar. 1 ve 2 numaralı kamu hastanelerine baktığımız zaman birinci kamu hastanelerinin biraz daha iyi olduğunu görmekteyiz. Vakıf hastanesinden

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

116

düşükler. Çalışan sayısı yeterliliğine baktığımız zaman 1 ve 2 nolu kamu hastanelerinde çalışan sayısı yeterliliği oldukça az fakat vakıf hastanesinde biraz daha fazla olduğunu görmekteyiz. Fakat yine de irdelemek lazım ki vakıf hastanesinde de çalışan sayısı ye-terliliğinin iyi olmadığını düşünen birçok insan da mevcut. Şiddetle ilgili başa çıkmak için verilen eğitim durumuna baktığımız zaman numara 2’deki kamu hastanesinde bu durumun oldukça az olduğunu, vakıf hastanesinde bu durumun biraz daha fazla olduğunu görmekteyiz. Teknik donanım yeterliliğine baktığımız zaman vakıf üniver-sitesi hastanesinde teknik donanımın çok daha üstün olduğunu görmekteyiz. Numara 1 kamu hastanesinde ise bu durumun daha az, numara 2’de çok daha az olduğunu bu-rada tespit ettik. Güvenlik önlemlerinin alınması başlıklı fiziksel koşulumuzda ise vakıf üniversitesi hastanesinde güvenlik önlemlerinin daha iyi bir şekilde alındığını, diğer 2 kamu hastanesinde ise güvenlik önlemlerinin biraz daha az olduğunu görmekteyiz. Yönlendirme ve sinyalizasyon hizmetine baktığımızda ise vakıf üniversitesi hastanesin-de bu hizmetin daha iyi verildiği düşünülmekte diğer 2 kamu hastanesine oranla.

Sonuçlar ve öneriler kısmına gelelim. Hastane fiziki şartları ve şiddet olgusu arasında bir ilişki olduğunu burada saptayabiliyoruz. Fakat elbette ki yüzde 100 böyle bir durum söz konusu mu değil mi, bunu söylemek oldukça zor. Sağlık ortamında şiddet olayları-na bakışta kanıksama eğilimi düşünülmektedir. Nitekim şiddete uğramış her 5 kişiden birinin hiçbir yere başvurmadığını görmekteyiz. Buradan şu sonuç çıkarılabilir diyeceksi-niz: Fiziksel koşulların iyileştirilmesi durumunda şiddet azalır mı? Evet, belli başlı fiziksel koşullarda bunu görmekteyiz. Fakat yine de dediğimiz gibi kesinlikle böyle bir şey söz konusu olur mu bunu bilemiyoruz. Hepinizin istediği ve tahmin edeceğiniz üzere yasal düzenlemeler getirilmesi önerimizdir. Buna benzer halka yönelik eğitimlerle insanların daha bilinçlendirilerek şiddete olan eğilimin daha az olmasını istemekteyiz. Kısıtlılıklar konumuza geldiğimizde ise bireylerle yazılı ve sözlü onamlar aldığımız için çeşitli zaman-larda zamanlarının olmadığını ifade etmeleri, iki dakika ankete katılıp tekrar işe dönme-leri gibi sorunlarla karşılaştık. Burada kaynaklarımıza yer verdik. Yazarlarla sözlü görüş-meler yaptık. Dr. Hasan Oğan, Dr. Gülsüm Önal ve Dr. Muhtar Çokar ve bize desteklerini başından beri hiç esirgemeyen Prof. Dr. Yeşim Işıl Ülman’a, biyoistatistik danışmanımız Doktor Erdal Coşgun, Yrd.Doç.Dr. Fatih Artvinli’ye teşekkürlerimizi arz ediyoruz.

Arman Üney Genç arkadaşlarımızı yaptıkları bu değerli çalışmadan dolayı kutluyor, kendilerine te-şekkür ediyorum. İsterseniz soruları en sonradan toplu olarak alalım. Şimdi sağlık ça-lışanlarına şiddete yönelik geldiği nokta konu başlığıyla Şiddete Sıfır Tolerans Çalışma Grubu’ndan Sayın Gülriz Erişgen’i kürsüye alıyoruz. Buyurun.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

117

SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ŞİDDETİN GELDİĞİ NOKTA

Gülriz Erişgen Şiddete Sıfır Tolerans Çalışma Grubu

Şiddetin geldiği noktayı sayın başkan tarif etti zaten açılış konuşmasında. Ne yazık ki şiddet yaşamımızın bir parçası oldu ve günlerimizi sürekli bir şiddet endişesi altında ge-çirmeye başladık artık. Bu durumda, bu ortamda gerçekten sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin geldiği noktayı konuşma bazen çok eksik kalıyor diye söyleyeyim. Çünkü şiddet olgusu nedeniyle sağlık hizmeti de sunulamadığı zamanlar, yerler oluyor artık. Her şeye rağmen bunu sunanların da cezalandırıldığını görüyoruz. Öyle bir noktadayız aslında. Şiddete sıfır tolerans konusu oldukça geniş bir grup. Bütün sağlık, emek, meslek örgüt-lerinin, uzmanlık derneklerinin, tabip odalarının TTB›nin içinde olduğun bir grup. Bu grubun oldukça uzun yıllar yayınladığı kapsamlı çalışmalar var. Şiddetin nedenlerine yönelik hem de şiddet olgusu karşısında sağlık çalışanlarının eğitimine yönelik. Eksik olan bir tarafı var. Bu dağınıklık içerisinde ve bu yoğunluk içerisinde çok iyi bir istatis-tik veri toplama çalışması yapılamadı. Tabip odalarının hakları var. Şiddete uğrayanların başvurdukları zaman doldurulmasını istediğimiz bir anket formumuz var. ‘Şiddet nerede oluyor’, ‘nasıl oluyor’, ‘kime yönelik oluyor’, ‘bunları kim yapıyor’ kapsamında ama biraz önce arkadaşların çalışmasında da gördük ki, meslek örgütüne olan başvurunun olduk-ça düşük olduğunu görüyoruz. Ama elimizde şiddetin geldiği noktayı bize rakam olarak tarif edebilecek Beyaz Kod verileri var. Size 14 Mayıs 2012 ile 9 Mart 2015 arasındaki ve-rilerini toparlayıp sunmaya çalışacağım. Bu süre zarfındaki Sağlık Bakanlığı’na başvuru olarak kabul edersek -yine arkadaşların çalışmasında gördüm- Sağlık Bakanlığı’na da baş-vuru düşük gözüküyor. Sonuç olarak ama elimizde yine de oldukça iyi bir veri var diyebi-liriz. Bize fikir verebilecek. 31 bin 767 toplam başvurunun 10 bin 945’i fiziksel şiddet gibi gözüküyor. Yani günde 31 sağlık çalışanı şiddete uğruyor diyebiliriz. Yıllara göre bakacak olursak da herhangi bir azalma olmadığını görüyoruz. Son 2 yılda yüzde 33’lük bir fizik-sel şiddet varken, fiziksel şiddet oranının yüzde 35’e çıktığını görmek mümkün.

Kurumlar açısından baktığımızda ise devlet hastanelerinde yoğun olarak şiddeti maruz kalındığını görüyoruz. Özellerde daha az ama ASM’ler dahil olmak üzere üniversite

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

118

hastanelerinde oldukça yoğun şiddet olgusuyla karşılaşılıyor. Sağlık personeli açısından da baktığımızda yüzde 56’lık bir oran hekim gözüküyor. Burada başvuru açısından he-kimlerin başvurusunun da fazla olduğunu düşünmek gerekiyor. Bir de dikkat ederseniz güvenlik görevlileri Beyaz Kod dışında tutuluyor. Onları sağlık çalışanı olarak kabul et-memiş Bakanlık. Onların başvuruları yok yani burada. Hekim, diş hekimi, idari hizmet personeli, sözleşmeli şirket çalışanı var, hekim dışı sağlık personeli var ama özel güven-likler burada yok.

Şiddetin gerçekleştiği yer açısından baktığımızda polikliniklerde ve acil servislerde yo-ğun olarak şiddetin gerçekleştiğini görüyoruz. Servislerde ve kliniklerde de yine şiddet oranı yüksek sayılabilecek düzeyde. Yüzde 16 gibi bir rakam var burada. Rakamlar böy-le. Ben yine kısaca sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin geldiği noktayı rakamlarla ver-mek istedim. Mart ayından beri de gerçekten oldukça niteliği de artık farklılaşmış şid-det olaylarını yaşadık. Yaşamını kaybeden sağlık çalışanları oldu. Yorumsuz bir şekilde yalnızca bu rakamları vermek istedim. Nasıl olsa sonunda tartışacağız hepsini birlikte.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

119

SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK CİNSİYETÇİ ŞİDDET

Filiz Ak TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu

Herhangi bir slayt gösterimim olmayacak. Sadece, kadın sağlık çalışanlarına yönelik şiddete ilişkin, hem kendi hem de T.T.B. Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu’nun gö-rüşlerini yansıtan, bir sözel sunum hazırladım.

Ben Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı’nda uzman dok-tor olarak çalışıyorum. Tıp fakültesi öğrencilerine, bölümümüze staja gelen öğrencilere “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Sağlığı dersi” anlatıyorum. Bunun içinde de kadınlara yönelik şiddeti anlatıyorum. Derse, öğrencilerime ‘kadın olmak ne anlama gelmektedir’ diye sorarak başlıyorum. Toplumsal cinsiyet ve cinsiyet arasındaki farkları anlatıyorum. Toplumsal cinsiyet; doğduğumuz andan itibaren içinde olduğumuz bu yapının, kreş, okul, ilkokul, ortaokul, lise, kamusal alan gibi kurumların hepsinin ürettiği, bize dayatı-lan rollerle biçimlenen cinsiyetimiz, biyolojik olmayan cinsiyetimiz. Toplumsal cinsiyet rollerimizle birlikte ortaya çıkan da, toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Bununla ilgili Türki-ye’nin de altına imza attığı çok sayıda uluslararası belge var, toplumsal cinsiyet eşitlili-ğini sağlamak adına. Bu cinsiyet rollerinin farklı sonucunda ortaya çıkan da, cinsiyet-çilik/seksizm adlı kavram. Bu, bir tutum. Kadınların ikinci cinsiyet olarak algılanması, aşağılanması, ayrımcılığa maruz kalması... ‘Bir şey beceremez, erkekler kadar güçlü değildir, daha zayıftır, duygusaldır’ gibi erkek ve kadın karşıtlığına dayanan kavramlar oluşturan, farklı alt bileşenleri olan bir tutum cinsiyetçilik. Cinsiyetçiliği her alanda gö-rüyoruz. Ders kitaplarında bununla ilgili incelemeler yapan sosyal bilimciler var. Rek-lamların dilinde, edebiyatta -benim de bir tane tezim vardı, ilginizi çekerse bir gün ay-rıca da sunarım, romanda cinsiyetçilik üzerine- her alanda cinsiyetçilikle ilgili dilimize işleyen çok fazla önerme var. Bunu modernizmin akıl/duygu karşıtlığının pekiştirdiği de söylenmektedir. Karşıtlıklarda kadın duygusaldır, erkek akıllıdır gibi. Post-moder-nizmin de feminist kuramın da buna yönelik kimi zaman buluşan eleştirileri vardır.

Şimdi neden bu girişle başladım? Salt kadın oldukları için kadınlar bu cinsiyetçi tu-tumdan dolayı ayrımcılığa uğruyorlar. Dünyanın pek çok yerinde kadınlar seks kölesi

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

120

olarak çalıştırılıyorlar. Cinsel yolla bulaşan hastalıklara maruz kalıyorlar. Depresyon kadınlar arasında daha çok görülüyor; ama bunda sadece hormonlar ya da endojen etmenler rol oynamıyor. Kadınların geleneksel aile içi rolleri de, bebek bakımı, yaşlı bakımı, ev içindeki sorumluluklar ve annelik rolü gibi durumlar var. Mutlaka feminist psikiyatrinin de bu konuda ayrıca farklı farklı yaklaşımları vardır. Kadınlardaki depres-yonda bunların etkisi olmadığı söylenebilir mi?

Şöyle bir baktığımız zaman biz kadın hekimler, kadın sağlık çalışanları şiddetin nere-sinde duruyoruz? Bir kere kadınlar olarak, kadın olduğumuzdan dolayı toplumdaki bu dayatılan rollerin içinde var olmaya çalışıyoruz. Benim bir kadın hekim olarak üniver-site mezunu olmam, tıp fakültesini bitirmiş olmam benim gibi pek çok meslektaşımın iyi okulları bitirmiş olması ve pek çok alanda, kamusal alanda aktivist olmamız ya da akademide çalışıyor olmamız bir kere bizi geleneksel rollerden izole etmiyor. Hepimiz bu rollerin içinde farklı yerlerde farklı biçimlerde çatışmalar yaşıyoruz. Bunu her şey-den önce aile içinde yaşıyoruz. Aile sözcüğünün etimolojisine bakalım. Ben bunu ilk kez Fransız sosyalist feminist Christine Delpy’nin kitabından öğrenmiştim yıllar önce. Delphy’nin patriarkal kapitalizmin çözümlemesini yaptığı kitabında familia sözcüğü-nün etimolojisini anlatılıyordu. Familia, yani aile sözcüğü aslında aile babasının iktida-rına tabi kılınmış toprak, köle, kadın ve çocuklar topluluğu anlamına geliyordu. Baktı-ğımız zaman eşitsizlik zaten ailede ve bu rollerde başlıyor. Etimolojik olarak, bir üretim birimi olan aile bireyin evlilik yoluyla kendisiyle akraba olmuş veya kendisine bağ-lanmış olanları sömürmesi üzerine temellenmiş bir yapı. İşte kadın hekimler ve kadın çalışanlar bir kere buradaki ayrımcılığın içinde kendileri var olmaya çalışıp kamusal alandaki sorumluluklarını yürütürken, elbette sözel, psikolojik, ekonomik ve fiziksel şiddete maruz kalıyorlar. Üniversiteli olmak ya da olmamak bunu değiştirmiyor. Ama bir yandan bize dayatılan bütün bu rollere rağmen kamusal alanda var olup çalışmaya başlıyoruz kadın çalışanlar, kadın hekimler olarak.

Şiddetle ilgili çalışmaları ben de taradım, gözden geçirdim. Son veriler olduğu için benden önceki sunumların hepsi çok değerli. Baktığımız zaman şiddete uğrayanlara; en çok birinci basamakta çalışanlar, acilde çalışanların şiddete uğradığını söylüyor ra-kamlar. Bazı çalışmalar da ‘erkek sağlık çalışanları daha fazla maruz kaldı’ diyor küçük, yerel yapılan çalışmalarda. En değerli çalışmalardan biri Isparta Burdur Tabip Odası›-nın yürüttüğü bir araştırma. Bakınca görülüyor ki; pratisyen hekimler en çok şiddete uğrayanlar. Evet, en çok acilde çalışanlar şiddete uğruyor; ama en çok da kadın sağlık çalışanları, kadın hekimler ve en çok da hemşireler… Kadın emeğinin fazla olması ne-deniyle sağlık alanında, tabii ki hemşirelerin maruz kaldığı şiddet, baktığımız zaman evet, fazla gözüküyor. Kadın sağlık çalışanlarına yönelik cinsiyetçi şiddete bakarken sadece hasta yakınlarının, hastaların uyguladığı şiddete bakmamak gerektiğini düşünü-yorum; çünkü cinsiyetçilik toplumun her alanında, üniversitelerde, eğitimde, hastane-lerde, meslektaşlar arasında da olan bir şey.

Anımsayalım TTB Kadın Hekimlik Kolu’nun kuruluş süreçlerini. Neden bu kol ku-ruldu, neden böyle bir gereksinim doğdu? Kadın sorunlarıyla uğraşan farklı illerdeki

24-25 EKİM 2015, ANKARA

121

kadın hekimler; tabip odalarının bünyesindeki çalışma gruplarını daha örgütlü bir yapı halinde birleştirmek ve güçlendirmek istediler. TTB Merkez Konseyi’ne başvurdular ve yine olağanüstü kurullardan birinde alınan kararla bu kol kurulmuş oldu. İlk talepler-den biri neydi? Yönetimleri belirlerken var olan cinsiyetçilikle mücadele etmek için TTB ve tabip odalarındaki yönetimlerde kadın kotasının yer alması, her iki cinsiyetin de yönetimlerdeki yapılarda odalarda ve merkez konseyinde, yüzde 40’tan az olmaya-cak şekilde temsil edilmesi kabul edildi. Yıllardır bu kota öyle bir yerleşti ki, ne güzel benimsendi kimi erkek meslektaşlarımız tarafından. Ben anımsıyorum TTB’nin aile hekimleri kolu ilk kurulduğunda Ankara’da ilk toplantıyı yaptığımız zaman çok farklı yerlerden aile hekimleri gelmişti. Farklı aile hekimliği derneklerinin temsilcilerinin de yer aldığı toplantıda yürütme kurulu oluşturulurken, tabii ki herkes kendi temsil ettiği yapının orada söz sahibi olmasını istiyordu. İstanbul Tabip Odası’ndan erkek hekim arkadaşlarımız hemen ‘ama bizim kadın kotamız var’ dedi. Artık öyle bir yerleşti ki bu konu, biz artık bunun için mücadele vermiyoruz Bu kota biliniyor ve uygulanıyor. Ben de ‘evet, bir de güneydoğu kotamız var’ dedim. Aile hekimliği kolunun yürütme kuru-lunu oluştururken gayet güzel, dengeli bir kurul oluşturduk.

Şiddet deyince önce kendi içimize bakmamız gerekiyor. Biz kadın sağlığı ve kadın hekimliği kolu olarak kadınlara yönelik şiddetle ilgili olarak Türkiye›deki tüm kadın örgütleriyle, demokratik kitle örgütleriyle, sivil toplum olarak adlandırılan bir takım örgütlerle iletişim halindeyiz. Bir aradayız. Her zaman aktif olarak ya da bir takım ça-lışmalarda, sempozyumlarda, çalıştaylarda bir aradayız. Bir şeyler üretiyoruz. Bunu-la uğraşıyoruz; ama kendimize dönüp bakalım. Kendi alanımıza bakalım. Hekimlere, kadın hekimlere ve kadın sağlık çalışanlarına yönelik şiddet… Evet, dışarıdan gelen şiddet var. Birkaç yıl önce bir kadın meslektaşımız; nöbetçi hekimken, kaymakamın bir hastayı evinde görme konusunda bir emir vermeye kalkışmasına, tek başına çalış-tığını ve işyerini terk edemeyeceğini söylemiş, ardından da bu emri yerine getirmiyor diye kaymakam tarafından darp edilmişti. Yargı ve meslek örgütümüz, arkadaşımızın yanındaydı. Ama yargı her zaman şiddete uğrayanların yanında mı? Türkiye’deki bütün kadına yönelik şiddet olgularında yargı sistemine, ceza verenlere baktığımızda yargı-nın da erkek olduğunu görüyoruz. Erkekler psikolojik rahatsızlıkları nedeniyle şiddet uygulamıyorlar. Patriarkanın erkekliğe atfedilen değerler yüzünden kendilerinde bu hakkı görüyorlar. Bu nedenle biz feministler erkek egemen yargı, erkek yargı, erkek dil vb nitelemeleri kullanıyoruz. Erillik üzerine yapılan bir sürü çalışma var. Dünyanın pek çok ülkesinde yayımlanan makaleler var bu konuyla ilgili. Erkekliğe atfedilen değer-ler yöneticilikle birleşince, hele devletin kurumlarındaki bir takım insanlarla birleşin-ce daha kötü bir duruma dönüşüyor. Daha baskın, bir hal alıyor. Bir başka değerli bir kadın meslektaşımız da çalıştığı hastanenin başhekimi tarafından yine darp edilmişti. Şiddete uğramıştı. Hasta yakınlarının şikâyetlerine bakalım. Hastaların hekimlerine yönelik şiddetine bakalım. Evet, çok fazla. Ama bir süre önce kaybettiğimiz doktor ar-kadaşımız, meslektaşımız Melike’nin durumunu düşünüyorum. Onunla ilgili basında çıkan yazıları taradığım zaman, şöyle bir şey gözüme çarptı. Meslektaşımız, bir hasta yakınının şikâyeti üzerine kendisini odasına çağıran başhekimin ondan savunma iste-mesi sonrasında intihar etmişti. Basında yer alan ifadelerde hasta yakını şöyle diyordu;

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

122

‘o gün nöbette bir kadın hekim yoktu ve benim şikâyetim bir kadın hekime değildi’. Ee, neden başhekim onu çağırıyor, neden ondan savunma istiyor? Acaba başhekimler, yö-neticiler, kadın sağlık çalışanlarına çok daha kolay baskı uyguladıkları için olabilir mi? Daha kolay sindirebilecekleri için mi?

Kendi alanıma bakıyorum, benim disiplinimdeki asistan arkadaşlarımdan biri, bizim bölüm adına yürütülen bir çalışmayı gerçekleştirmek için başka bir üniversitenin başka bir bölümüne anket formlarını götürdüğü sırada öğretim üyelerinden biriyle bir diya-log yaşıyor. Geldikten sonra diyaloğu bana anlatıyor. ‘Hocam böyle böyle oldu. Be-nimle niye böyle konuştu. Şaka mı yaptı’ diyor, ‘Başkalarıyla öyle mi konuşuyor?’ diye soruyorum. ‘Hayır, erkek asistanlarla öyle konuşmuyor.’ Taciz ilk aklınıza geldiği gibi anlamıyla cinsel ya da sözel hakaret şeklinde olmuyor. Kadın asistanlar; kendilerinden daha kıdemli bir uzman, başasistan ya da öğretim üyesi tarafından, taciz olarak tanım-lanabilecek yaklaşımlara maruz bırakılabiliyor, eziliyor, manipüle edilmek istenebiliyor.

Farklı meslek gruplarında yapılsa çalışmalar mutlaka bununla ilgili çok fazla veri top-lanacaktır. TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu olarak düzenlediğimiz ikinci kongremizde ‘eril tıbbı’ eleştirmiştik ve bir takım atölyeler düzenlemiştik. Atölyelerden bir tanesi cerrahlarla ilgili atölyeydi. Kadın cerrah olmak, erkek cerrah olmak... Kadın cerrahların yaşadıkları sorunlar… Bir başka atölyede de, hemşirelerin yaşadığı sorun-ları konuşmuştuk. Evet, hemşireler de, kendilerini ekibin başı olarak tanımlayan he-kimler tarafından farklı şekillerde şiddete maruz bırakılıyorlar, sözel ve cinsel şiddete. Bazen bunu konuşmuyorlar, dile getirmiyorlar, ifade etmiyorlar ya da onun bir şekilde taciz ve şiddet olduğunun farkında değiller. Çünkü çok babacan tavırla yaklaşan bö-lümdeki doktorlar hemşirelerden çok kolay çay isteyebiliyorlar. Sanki onun göreviymiş gibi. Görev tanımı dışında çok farklı şeyler istiyorlar. Şefkat bekliyorlar. Hemşirelikle özdeşleştirilmiş pek çok kalıp ve önyargı üzerinden hemşirelere ayrımcılık uyguluyor-lar.

Bir başka durum da, kadın çalışanlar arasındaki hiyerarşik yapı. Sağlık alanında ve di-ğer alanlarda, kamuda ya da özel sektörde, kadın yöneticiler ve yanlarında çalışan diğer kadın çalışanlar arasındaki ilişki. Bazı kadınların yönetici olunca yanlarında çalışan kadınlara zulmettikleri söyleniyor. Daha fazla baskı uyguladıkları... Buna ‘Kraliçe Arı Sendromu’ deniyor. Kadınların erkek iş yaşamındaki bu zorlu mücadeleleri üzerine belli konumlara gelmeleri, yönetici olmaları sonucu zamanla cinsiyet körlüğü gelişiyor bu kadın yöneticilerde. Başarıyı yüceltme gereksinimi, kıskançlık, hemcinslerin tehdit olarak algılanması gibi. Bunlar, bu sendromun özellikleri olarak tanımlanıyor. Zamanla da çevrelerinde başka kadın istemedikleri fark ediliyor. Deniyor ki; kadınlar, kadınlara eziyet ediyor. Ama aslında baktığımız zaman kadınlar, kadınlara eziyet etmiyor. Burada haksız bir eleştiride bulunmamak gerekiyor. Aslında kadınlara eziyet eden bu patriar-kal yapı yani erkek egemen sistem. Bu sistem, kadınlara yönetici olarak var olabilme-leri için erkeklik rolü dayatıyor. Kraliçe Arı Sendromu geçiren kadınlar, zamanla erkek davranış kalıplarını benimsemeye başlıyorlar ve erkeklerle benzer tepkiler göstermeye başlıyorlar; çünkü başka türlü var olamıyorlar. Katıldığım toplantılarda ve etkinliklerde

24-25 EKİM 2015, ANKARA

123

pek çok değerli kadın akademisyen ‘hiç ayrımcılığa uğramadık ki, erkek arkadaşları-mız ne yapıyorsa biz de onu yapıyorduk’ diyorlar. Ama şunun farkında değiller. Femi-nist eleştirinin ya da kadın çalışmalarıyla ilgili pek çok yazının altını çizdiği bir nokta, aslında bizler kadın kimliğimizle var olduğumuz için ayrımcılığa uğramıyoruz değil, erkek gibi davranıyoruz ve cinsiyet körü oluyoruz bazı şeyleri görmezden geliyoruz. Ev içindeki geleneksel roller sürüyor. O rollerle ilgili çatışmadığımız, sustuğumuz zaman ya da çalıştığımız işyerlerinde kadın olmanın, kadın kimliğinin getirdiği bir takım fark-lı duruşları sergileyip çatışmaya girmediğimiz, eleştirel olmadığımız zaman elbette bir sıkıntı yaşamıyoruz. Hele bir söz söylemeye başlayalım, o zaman, çatışmayı yaşadığı-mız zaman çok farklı olduğunu görme şansımız olacak.

Cinsiyetçilikle ilgili Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 1. 2. 3. sınıf öğrencilerine uyguladığım bir çalışma vardı, çok uzun bir zaman önce. Cinsiyetçilik dediğimiz kav-ram evet bir tutum, kalıpyargı. Irkçılık gibi, homofobi gibi… Bu tutumların birlikte olduğunu gösteren çalışmalar da var. Cinsiyetçilik dediğimiz kavram alt bileşenlerden oluşuyor. Öğrencilere de uyguladım. Sonuçlardan kısa bir özet yapmak istiyorum. Cin-siyetçilikle ilgili bir ölçek uyguladım. İki araştırmacının geliştirdiği bir ölçek. Türkiye’de de geçerlilik güvenilirlik çalışması yapılmış. Onu kullanmıştım. Cinsiyetçilik sadece düşmanca ifadelerin, tutumların olması değildir. İki alt boyutu var. Düşmanca cinsiyet-çilik dediğimiz bir boyutu var, bir de korumacı cinsiyetçilik olarak adlandırılan boyutu var. Bir tanesi; kadını aşağılıyor, ikinci cinsiyet olarak görüyor. Erkeğe göre zayıf, ona bağımlı olarak algılıyor, düşük düzeyde görüyor. Ama korumacı cinsiyetçilik de kadını yüceltir gibi görünürken aslında yine ayrımcılık yapıyor ve aşağılıyor. ‘Kadınlar kut-saldır’ denir ya, ‘kadınlar ne kadar naiftir, ne kadar zariftir, kadını korumamız gerek’… Böyle yüceltiyor gibi görünen ifadelerin hepsi de cinsiyetçilik. Bunun altını çizmek is-tedim. Kadını erkeğin korumasına gereksinim duyan güçsüz yaratıklar olarak gören bir ayrımcılık aslında. Böyle kibarlık adına, kadınları yüceltmek adına yapılan yaklaşımla-ra da eleştirel bakmamız gerekiyor. Bunun da cinsiyetçilik olduğunu bilmemiz gere-kiyor. Çalışma sonucunda tıp fakültesi öğrencilerinde de farklı puanlarda cinsiyetçilik olduğu ortaya çıkıyor. Kadınlarla erkekleri karşılaştırdığımızda, erkeklerde cinsiyetçi-lik puanının daha yüksek olduğunu görüyoruz. Neden olan etmenlere baktım. Anne-leri eğitim almış, yüksekokul, üniversite bitirmiş olan, çalışan erkeklerde yani anneleri kendi ayaklarının üzerinde durabilen erkeklerde cinsiyetçiliğin puanı daha da düşüyor. Daha azalıyor. Demek ki cinsiyetçilikle ilgili bir şeylerin değişmesi için şansımız var. Bunlardan bir tanesi eğitim. Kadınların eğitimi, kadınlara yüklenen rollerinin değiş-mesi…

Ben ‘Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Sağlığı’ başlıklı bir ders, içinde de cinsiyetçilik ve kadına yönelik şiddet konularını anlatıyorum. Pek çok öğretim üyesinin de bu konu-larda ders anlatması iyi oluyor diye düşünüyorum. Kadın çalışanlara yönelik şiddeti, cinsiyetçilik üzerinden anlatmak istedim. Şiddete ilişkin rakamları, hastaların, hasta yakınlarının uyguladığı şiddeti biliyoruz; ama bu şiddeti doğuran etmenlerin kendi içi-mizdeki, mesleğimizdeki ve sağlık alanındaki, hiyerarşik yapıdaki boyutlarını konuş-muyoruz. Şiddeti besleyen sağlıkta dönüşümden, kapitalizmde, neo-liberalizmden söz

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

124

ediyoruz ama patriarkal kapitalizm çözümlemesi yapmıyoruz. Patriarkanın ve kapita-lizmin birlikte çözümlenmesi gerekiyor.

Biz kadınlar, kadın sağlık çalışanları ne yapalım? Kadınlar olarak ve kadın sağlık ça-lışanları olarak evet farkındalığımızı artırmamız gerekiyor. Daha güçlü olmamız, ör-gütlenmemiz gerekiyor. Kadın hekimler, kadın sağlık çalışanları olarak sendikalarda da meslek örgütlerimizde de daha güçlü olmamız gerekiyor. Ben kendi adıma feminist mücadeleyi önemsiyorum. Bir feministim. Ve feminist mücadelenin kadınların özgür-lüğü olduğunu düşünüyorum.

Teşekkür ederim.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

125

ŞİDDETTE KRİZ YÖNETİMİ VE SONRASI / ŞİDDET İŞ KAZASIDIR

Hasan Oğan Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma Gurubu

Merhaba. Sıfır Tolerans Çalışma Grubu çalışmalarına 95-96’daki Gaziantep ve Burdur tabip odalarının yaptığı raporlamalarla başladı ve ondan bu yana epey yol kat ettik ve şu anda da “Şiddetle Başa Çıkma” broşürünün üçüncü baskısını yapmış bulunuyoruz. Bugün kısmi olarak şiddet faktörüyle, bizim çalışma hayatımızda sağlık iş kolu alanına özgü nasıl bir risk faktörü olduğu çerçevesinde duracağım. Kısmi olarak da -işin tama-men şiddeti durdurmamız mümkün değil ama- şiddetin bu zararlı etkilerini nasıl azal-tabiliriz konusunda bir şeyler anlatmaya çalışacağım.

Bu, görsel yıllardan beri kullandığım birçok resmin bir araya getirilmesiyle ilgili bir slayt. Buradaki belki resimlerin yerine güncellerini ekleyebiliriz, güncelleyebiliriz. Ge-rek kadın açısından, gerek spor taraftarı, gerek trafik, gerek şehitler açısından, gerekse öğretmenler açısından, Güneydoğu’nun birçok bölgesinde yaşanan bölgesel katliamlar açısından Türkiye’de ki şiddetle ilgili iklim bu. Bu iklimde yaşarken bu iklimin dışın-da sağlık çalışanları olarak kendimizi ayrı tutmamız çok fazla bir anlam ifade etmiyor. Eğer biz şiddetten kurtulmak istiyorsak, şiddeti hayatımızdan çıkartmak istiyorsak bu tablonun, iklimin değişmesi gerekiyor. Hepimizin de bu konuda mücadele etmesi şart.

Şiddet sağlık çalışanları açısından eskiden beri olan bir risk faktörü ama son yıllarda-ki gelişmeler çerçevesinde, özellikle ölümler nedeniyle artık ileri derecede mesleki risk olarak da hayatımızda yerini alıyor. 1988›de kaybettiğimiz Dr. Edip Can Kürklü arka-daşımızdan sonra 2005›te başlayan bir furyayla yaklaşık 6-7 yılda 5 arkadaşımız yaşam-larını kaybetti. Ölümlerle sonuçlanan olaylarla karşı karşıya kaldık. Şiddeti iyi anlamak gerekiyor çünkü bizim sağlık çalışanları açısından şiddeti tam olarak kavradığımız söy-lenemez. Çünkü şiddete hoşgörüyle bakıyoruz. Bazen ‘hastadır yeridir, zor durumdadır ne yapalım’ gibisinden o şekilde bir bakışımız var ama burada şiddetle ilgili gerek TTB gerekse sağlık çalışanının sağlığı grubu olarak şu şekilde bakmak durumundayız. Birin-cisi, sağlık ortamından şiddet bir iktidar meselesi. Gerek aile içerisinde olsun, gerekse diğer alanlarda olsun esasında şiddet toplumsal açıdan insanların birbirine uyguladığı

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

126

şiddet bir iktidar olma, tabii ki de iktidar olduktan sonra iktidarı sürdürme durumu-dur. Bunun için de insanlar şiddet ya da şiddet içeren bir takım yolları kullanabiliyor-lar. Devamında sürdürme durumunda olabiliyorlar. Bu iktidar meselesi sağlık çalışan-ları açısından bizim mesleğimizin gereğini kendi istedikleri doğrultusunda yapmak açı-sından şiddeti ortaya çıkartıyorlar. Yani rapor istiyorsa raporlarını vermemiz gerekiyor, ilaç istiyorsa onları yazmamız gerekiyor, yönetim hastalara, onların yakınlarına müş-teri memnuniyeti çerçevesinde iyi davranmamızı istiyorlar. Şiddete uğradığımızda ya da başka bir durumla karşılaştığımızda sesimizi çıkarmamamızı istiyorlar. Şiddet esas olarak gerek uygulayanlar açısından gerekse uygulanmasına göz yumanlar açısından bizim onların istediği şekilde bir sağlık hizmeti sürdürmek açısından devam ediyor.

Peki, şiddetin mağdurları biziz. Yani gerek hekimler olsun, gerek hemşireler olsun, güvenlik görevlileri olsun bu şiddet bizimle doğrudan ilintili mi diye baktığımızda böyle bir şey yok. Yani ne biz şiddeti uygulayanı tanıyoruz, ne de onlar bizi tanıyor. Bir sağlık sistemi var, sistemden hizmet almak için gelen insanlar, sistemin bir takım sorunlarından dolayı yaşanan durumlar var ve sonuçta orada hasta ya da hasta yakını bir şekilde önüne, sistemin ön planına kim çıkıyorsa, -genelde son yılarda hekimler çıkıyor- şiddeti bir şekilde onlara uyguluyorlar. Yani şiddet esas olarak sağlık sistemi-ne karşı uygulanıyor.

Bunun yanı sıra şiddette sıfır tolerans diye bir tanım var. Biz de çalışma grubumuzu o tanıma özgü kurmuştuk. Doğru da bir yaklaşım aslında. Bakanlık da şiddete sıfır tole-rans deyimini sıklıkla kullanıyorlar. Şiddete sıfır tolerans deyimi İngiltere’de çıkan bir yaklaşım ve iki temel özelliği var. Birincisi devletin ya da erkin uygulayıcıları kesin-likle sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarına hiçbir şekilde müsamaha etmemesi gerekiyor. Hem yasal mevzuat açısından hem de uygulamalar açısından. Eğer siz ikti-dar olarak böyle bir tutumunuz yoksa boşuna çıkıp şiddete sıfır tolerans kampanyası yapmaya çalışmayın. İkinci bir özelliği de sağlık çalışanlarının müsamaha gösterme-mesi. Bu da, hastadır olabilir, ruhsal sorunları var, acısı var gibi yaklaşımlar yaptığımız zaman ya da bir takım şiddet olaylarını görmezden geldiğimiz zaman şiddetin sürmesi-ne biz de izin vermiş oluyoruz. Çok basit bir örnek. Manisa’da bir polis, heyetten rapor almak istiyor. Heyet rapor vermiyor, polis silahını ortaya koyuyor ve tehdit ediyor. Ora-daki o heyetteki hem bireysel hem de kurum içerisinde yer alan bütün sağlık çalışanları olayı örtbas etmeye çalışıyor. Ve Manisa Tabip Odası da olaya müdahil oldu, şikâyetçi oldular fakat bir şekilde o olay örtbas edilme durumuyla karşı karşıya kaldı. Bu şu de-mektir: Eğer siz de oradaki, olayları gündeme taşıyıp cezalandırılmasını sağlamazsanız oradaki polisler başka yerde aynı şiddeti bir şekilde uygulayacaktır.

Diğer bir yaklaşım ise şiddetin bir iş kazası olup olmadığı konusunda. Bu konuyu biz uzun zamandan beri tartışıyoruz. Büyük eğilim de genelde şiddetin iş kazası olduğu yönünde devam ediyor. Çünkü burada biz yaptığımız iş nedeniyle ya da yaptığımız işe bağlı olarak yani işle ilgili bir -illiyet söz konusu- şiddete uğruyoruz. Şiddet işyeri-ne özgü bir risk faktörü. Biz oradaki işi yaptığımız için, oradaki gerekli risk önlemleri alınmadığı için şiddetle karşı karşıya kalıyoruz. Evet, şiddete uğradıktan sonra hukuk-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

127

sal olarak birçok şeyi var işyerinin sorumluluğu söz konusu, bunun bildirimi söz konu-su, direk şiddet uygulayanla uygulanan arasında hukuksal sorunlar var. Onlar ayrı bir şekilde hukuksal olarak değerlendirebiliriz ama burada bizim esas olarak şiddetin bir iş kazası olarak kayıtlara girmesi, o kazaların değerlendirilmesi ve risklerin sonucunda gerekli önlemlerin alınması önemli.

Bir diğer olay, ‘barete hayır’. Bu İzmir’deki arkadaşlarımızın baretli bir basın açıklaması. Esasında basın açıklamasına da karşı çıkmamız gerekiyor. Çünkü 2008’de Bakırköy’de basın açıklaması yaptığınız zaman şiddet sonucunda orada 15-20 arkadaşımız dışında kimse yoktu. Basın açıklamasına karşı değilim ama basın açıklamaları artık bir şekilde işlevini yitiriyor. Siz çıkıp orada basın açıklaması okuyorsunuz ama şiddet hâlâ artma-ya devam ediyor. Evet, basın açıklamalarını yapalım ama başka yolları da artık uygu-lamaya bir şekilde sokalım. Baret olayına gelince, baret taksaydı şiddete uğramayacak-tı? Kişisel koruyucu donanımlar bizim en son kullanmamız gereken olaydır. Siz bütün önlemleri işveren olarak almak zorundasınız. İşveren olarak inşaat alanında yukarıdan herhangi bir şeyin düşmesinin önlemek zorundasınız. Bunları yaptıktan sona ancak ki-şisel koruyucu donanımlar yer bulabilir. Alınması gereken esas önlemleri almadıysanız kişisel koruyucu donanımında çok da fazla anlamı kalmıyor. Bu nedenle işverenin esas önlemleri almadan barette simgeleşen kişisel koruyucu donanımları (KKD) gündeme getirmesine karşı çıkmak gerekiyor.

Şiddeti önleme konusuna aşağıdaki başlıklar çerçevesinde değinmeye çalışacağım. Her şeyden önce birlikte ve örgütsel olarak davranmak zorundayız. Çünkü kişisel olarak ve-receğimiz mücadelelerin hayatta pek de karşılığı, fazla anlamı yok. Çalışma hayatımız açısından risk yönetimi önemli, burada devreye giriyor. Kriz başlığı altında kriz öncesi kriz yönetimi ve kriz sonrası olarak da değerlendirmek gerekiyor.

Günümüzde artık hastaya yaklaşımla ilgili önemli bir değişiklik söz konusu. Etik tu-tumumuz da değişiklik yapmamız gerekiyor özellikle hekimler açısından, bir kısım hemşireler açısından. Biz eskiden özellikle paternalist hekimler olarak babacıl, bu işi bilen, her dediği doğrudur, ayettir, değiştirilemez, mutlaka karşıdakinin uygulama-sı tutumuyla bu işi bu mesleği bugüne kadar sürdürdük. Ama artık hayat böyle devam etmiyor. Burada hasta ya da hasta yakınlarını mutlaka bu işin partneri olarak görmek zorundayız. Özellikle eğitimciler çerçevesinde bunun sağlık eğitiminde, sağlık çalışan-larına bir şekilde verilmesi gerekiyor. Bu konuyu başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanları ile ortaklaşa tartışıp, ikna ederek bir şekilde bu yaklaşım çerçevesinde dav-ranış ve tutumlarımızı değiştirmemiz gerekir diye düşünüyorum. Burada dediğim gibi hastayı ilişkinin eşit tarafı olarak kabul ediyoruz. Orada kendisini her türlü açıklama yapıyoruz. Kabul ettiğinde mutlaka yazılı onamını alıyoruz ve o tedavinin uygulanması konusunda da açıklamalarda bulunuyoruz ve yine de tüm bunlara rağmen hala şiddetle karşılaşmışsak da bu sefer de affetmiyoruz.

Şiddeti önleme çerçevesinde diğer önemli bir husus risk yönetimi. Özellikle bu sağlık çalışanlarının sağlığı çalışma grubu çerçevesinde risk olayını sıkça dile getireceğiz. Bu

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

128

nedenle 6331 sayılı kanun İş Sağlığı ve Güvenliği kanunu. Bu kanunun en önemli mad-desi dördüncü madde. Diyor ki işverene: “Sen çalışanlarla ilgili, işle ilgili her türlü risk değerlendirmesini yapmak ve onunla da ilgili çalışanların sağlığını korumak çerçeve-sinde her türlü önlemi almak zorundasın”. Burada kanun tek tek riskleri belirtmiyor ve işverenin işe, iş yerine özgü tüm riskleri belirlemesini doğrudan emrediyor. Genel olarak aciller, çocuk kliniği, fizik tedavi alanında her tarafta risk neyse onu belirleye-ceksiniz çalışanlar açısından ve her türlü önlemi de almakla yükümlüsünüz. Biz işve-rene idarecinin karşısına gittiğimizde elimizdeki tek dayanak bu ve yeterli. Mutlaka o işverenin gerek oradaki görevlilerle gerekse de dışarıdan alacağı profesyonel yardım-larla oradaki riskleri tek tek belirlemesi gerekiyor. Ona göre de önlemini alması gereki-yor. Bunlar ne olabilir? Bireysel faktörler olabilir, kurumsal faktörler olabilir. Kurumsal tarafı çok önemli. Sağlık sistemi esas bu işin nedenleri arasında yer alıyor. Kurumun bulunduğu bölgesel faktörler olabilir. Örneğin İstanbul’da Esenyurt şiddet açısından en riskli sosyal bölge. Toplumun şiddete yatkınlığı, benimsemesi açısından bu riskleri de tek tek önlemek zorundayız.

Şiddeti ortaya çıkaran birçok neden var, bilinen genel nedenleri buraya yazmadım. An-cak şiddet ve sağlıkta dönüşüm programının ayrı bir başlık altında, birlikte değerlendi-rilmesi gerekmektedir. Çünkü şiddet bizim eskiden beri var olan bir riskimiz olmasına rağmen 2005›ten sonra hızla arttı. Burada da bu temel neden olarak sağlıkta dönüşüm programı yatıyor. Kışkırtılmış talep 8.3’e, 9’a çıktı. Hastalar her gün hastane kapısın-da. Beklentiler çok yüksek. Hastaneye geldiğiniz zaman size en iyi tedavi uygulanacak. Bütün sağlık sorunlarınızı ortadan kaldırılacak ve size müşteri memnuniyeti çerçeve-sinde davranılacak. Çünkü bu siyasi iktidar tarafından empoze edildi. Bütün sermaye yatırımına rağmen, yani halkın cebinden alınanlarla, teşviklerle kurulan özel sektöre ya da diğer yeni yapılan kamu hastanelerine rağmen hala yetersiz altyapı, yetersiz hizmet sunumu söz konusu. Sağlık hizmeti bilindiği gibi katılım payları ile artık paralı oldu. Sağlık hizmetinin paralı olmasında gelinen nokta reklamlara dahi yansıdı. “Artık biz özel hastaneye gidemeyiz” diyen SGK’lı çalışanlarımız var. Özel sağlık sektörünün aldı-ğı farklar artık ayyuka çıktı denecek durumda.

Mesleki değersizleştirme, itibarsızlaştırma hepimizin bildiği bir durum. Kamudaki performans ve özel sağlık sektöründeki hakediş sağlık hizmetinin niteliğini temelin-den sarsmakta. Yüz sayısına ulaşan, tabeladan olmaktan başka bir özelliği olmayan tıp fakülteleri ve tıp eğitimi de niteliksiz tıp hizmetini ortaya çıkardı. Yani sağlıkta dönüşüm programı esasında sorun çözmekten çok sorunların daha da karmaşık hale gelmesine yol açtı.

Sağlık çalışanları olarak yani bir çalışan olarak mesleki bilgilenmemizin yanı sıra ça-lışma hayatına özgü artık bilmemiz gereken diğer şeyler de var. Risk değerlendirme tablolarını da iyi öğrenmemiz gerekiyor. Bunları ve sonuçlarını da alanda uygulamamız gerekiyor. Bu sıradan bir matris (çarpılabilir sayılar tablosu). Burada 5x5 yöntemi uy-gulanıyor. Riski biliyoruz, olasılıkla şiddetin çarpımı. Burada sol tarafta olasılık değer-leri var. Her gün, hastada, ayda, üç ayda bir... Şiddet açsından da olay sonucunda ölüm

24-25 EKİM 2015, ANKARA

129

olmuş mu, ciddi yaralanma var mı, rapor almak durumunda mı, yatakta ayakta tedavi, iş saati kaybı gibi şeyler var. Kırmızı alanda gördüğümüz ise şudur: Diyelim ki her gün şiddet oluyor ve her gün ciddi yaralanma oluyorsa 5 puan veriyoruz. Ciddi yaralanma-larda 4 puan veriyorsak 20 puanlık bir alan içerisine giriyor ve kımızı alandaki bulunan işyerlerinde sağlık alanlarında bunlar önemli riskler olarak değerlendiriliyor, en kısa sürede çözümlenmesi gerekiyor. Yani bu matriste risk değerlendirmesini bize yaklaşım getirdiği sonuç şu. Bu örnek üzerinden baktığımız zaman İstanbul’da şiddet oranı yük-sek olan bir devlet, kamu hastanesinin acil servisinde değerlendirme yapılmış ve hatta iki başlığı var bunun. Bir de hasta- hasta yakınları iletişim sorunları ile birlikte değer-lendirilmiş. Fiziksel, sözel, cinsel olarak ve ortalama risk aralığında bulunmuş. Ortala-ma risk aralığında bulunursa yani 12 risk faktörü olarak ortalama risk faktörü olarak değerlendirdiğiniz zaman dikkate değer risk orta vadede çözümlenmeli.

Bakın, hergün şiddet oluyor her an ‘ramak kala’ dediğimiz durumlar oluyor. Ka-famıza silah dayanıyor. Her gün orada sağımız, solumuz, kaburgamız, burnumuz kırılıyor. Oradaki riskleri siz orta vadeli risk olarak değerlendiriyorsunuz, dikka-te değer risk olarak çiziliyor ve yaklaşık 3-5-6 ay gibi zaman diliminde de çözmeyi düşünüyorsunuz. Bu 12’lik risk değerlendirmesinden sonra oradaki alınması gere-ken önlemler arasında şunlar var: Çalışanlara gerektiğinde psikolojik destek. Sosyal organizasyonlar düzenlenmeli. Hasta, hasta yakınlarıyla yeterli bilgilendirme yapma, 24 saat güvenlik, kamera gibi şeyler... Risk değerlendirmesinin esas amacı ise riskin ortaya çıkartan faktörlerin ortadan kaldırılmasıdır. Raporun bize sunduğu ise olay sonucunda ortaya çıkanların, sonuçların telafisi yönünde. Masa başında yapılmış ve esas nedenlere yönelik hiç bir çözüm, önlem içermeyen bir risk değerlendirme ra-porı. Şiddet başta olmak üzere “Acil Klinik Sağlık Hizmetinde Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Ve Güvenliği Değerlendirme” başlıklı bir çalışmamız var. PDF olarak da web sayfamızda incelenebilir. Oradaki hekim ya da hemşire arkadaşlarla konuştuğumuz-da çözüm için şunu önerdiler: Halkımızın eğitimi. Halkımız eğitilince şiddet olayı duracak! Tamam da dedim siz nedenler arasında halkın eğitimsizliğini söylemediniz ki? Ve acile gelen halk oraya neden, niçin ve nasıl geldiğini biliyor. Birçok gerekçeleri var ve onlar için geliyor. Oradan beklentileri için geliyor.

Risk faktörleri konusunda çoğu kez kamuya yansımayan “ramak kala” dediğimiz olay-lar var. İş güvenliğinden arkadaşlar da iyi bilirler. Bursa’da yaşanan bir olay. Acil’e gelen bir hasta yaşamını kaybediyor. Onun arkadaşı 2 gün sonra gelip oradaki doktorun ka-fasına silah dayıyor. İki kere ateş ediyor fakat silah tutukluk yapıyor ve orada yaşamla ilgili bir sorun yaşanmıyor. Olay örtbas ediliyor. Bursa Tabip Odası tarafından Valilik düzeyinde tekrar şikâyetler başlıyor. Ve sonuçta kısa bir ifadenin ardından serbest ka-lıyor. Ve biz bunu gerek bölgesel anlamda Doğu’da, Güneydoğu’da, gerekse İstanbul’da acillerde sıkça yaşıyoruz. Bakın arkadaşlar çizgi şu. Eğer tutukluluk yapmasaydı biraz önceki gösterdiğim 6 doktor hekimin tablosunda yer alacaktı. Ama çok basit teknik bir mekanik durumdan dolayı o arkadaşımız hayatına devam ediyor. Dün, psikiyatri ile ilgili ya da bizim sağlık çalışanlarının ruhsal sorunlarıyla ilgili konunun esas ama-cı da bu. Birçok travma yaşıyoruz. Siz kafanıza silah dayanmış ramak kala durumunu

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

130

yaşamışsınız hayata yeniden dönmüşünüz o travmayla ömür boyu birlikte yaşayacaksı-nız. Bu açıdan bunların artık çalışma hayatında bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Hazır olunması gerekiyor. Her birim kendi çevresinde çalışanlarıyla ortak bir mücadele hattı çıkartması, oluşturması gerekiyor.

Ortamın fiziksel koşulların önemini gerçekten arkadaşlarımı tebrik ederim iyi bir ça-lışmayla anlattılar... Fiziksel koşulları değiştirmemiz gerekiyor. Biz sağlık çalışanları olarak gelen hastalara mutlaka dokunmamız, onlara ön bilgi vermemizin de önem-li olduğunu düşünüyorum. Çok basit bir olay. Muayene odalarımızın ya da bulun-duğumuz odaların masa dizaynlarının hastadan önce kapıya ulaşabilme şeklinde düzenlenmesini sağlamamız en azından olayla ilgili basit, yapılabilir şeylerin olması yönünde bir adım. Çok basit, sizin hasta, hasta yakınlarından önce kapıya rahat ulaş-manıza yönelik bir fiziksel durum. Bunlar gerçekten önümüzdeki süreçte hayatımıza germesi gereken durumlar.

Şiddet açısından kriz anı çok önemli. Eğer krizi iyi yönetirseniz orada çok az zararla çı-kabilirsiniz ama krizi iyi yönetemezseniz sonuçta o kriz istenmeyen olumsuz olaylarla sonuçlanabilir. Bunun için de her şeyden önce tüm sağlık çalışanları olarak hepimizin şiddet anından önceki durumu saptayabilmemiz şart. Bu nedir? Hasta, hasta yakınla-rı bağırıp çağırıyorsa orada bir gerginlik gürültü varsa birileri duvarlara vurup kapıla-rı tekmeliyorsa demek ki birazdan bir kriz, şiddet, çatışma anıyla karşılaşacağız. Onun için derhal bu durumu bilmekte, tespit etmekte yarar var. Eğer bu durumu tespit ede-mediniz ve kriz anı başlıyorsa hemen kısa bir değerlendirme yapacağız. Durum nedir, ne olabilir? Silahlı çatışma mı olabilir ya da diyelim biraz sonra aşiret gelip bu hastane-yi basabilir mi, kimler bu işten zarar görebilir ve ya burada sizin posizyonunuz ne, kri-zin nedenlerinden biri misiniz yoksa tarafı mısınız? Ya da diyelim başka bir poliklinik odasındaki sağlık çalışanı var onlara da hemen haber vermemiz gerekiyor. Burada iki şey var. Ya yöneticisiniz, hakem olarak krizi çözmek zorunda olabilirsiniz ya da doğru-dan tarafsınız. Birincisi tutum olarak, ‘buranın hakimi benim’ diyebiliyor olmanız la-zım. İkincisi ise sakin olmak gerekiyor. Üçüncüsü eşit seviyede olduğumuzu onlara his-settirmemiz gerekiyor. Dördüncüsü onlara daha öfkeyi krizi artıracak şekilde kesinlikle söz ya da davranışta bulunmamamız gerekiyor. Araya bir mesafe koymamız gerekiyor. Elle kesinlikle müdahale etmememiz gerekiyor. Bunların mutlaka ön bilgilerinin tutum ve davranış düzeyinde önceden bilinmesi gerekiyor.

Kriz sonrasında ise mutlaka kriz ya sakin bir şekilde zararsız bir şekilde sona ermiş ola-bilir ya da dediğim gibi bir takım olumsuzluklara yol açabilir. Her ikisinde de mutlaka bunu bildirmemiz gerekiyor. Hastanenin kolluk kuvvetlerine, saldırganın etkisiz hale getirilmesini sağlamamız gerekiyor, ancak ona darp olmaması gerekiyor, suç duyu-rusunda bulunacağız ve şiddete uğrayanın görev dışında tutulması gerekiyor. Burada sağlık hizmeti sunmama hakkı da var ama başhekim yukarıdan telefon ediyor o hakkın ortadan kalkmasına yol açıyor. Olay sonrası tıbbi destek gerekiyorsa onu almamız gere-kiyor. Tabip odaları bu işlerin takipçisi oluyor. Onlardan destek alacağız.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

131

Beyaz Kod hukuksal olarak destek sağlıyor. Burada altını çizmemiz gereken özellik şu: Sağlık Bakanı’nın şöyle bir tutumu var: “Evet siz işinizi yaparken herhangi biriyle hasta, hasta yakınıyla sizi darp etti burada benim bir suçum yok ama ben size iyilik olsun diye hukuksal destek vereceğim, avukat vereceğim, masraflarını karşılayacağım.” Böyle bir şey yok. Orada işyerinde şiddet olduysa bunun sebebi Sağlık Bakanlığı’dır ya da onun oradaki temsilcileridir. Bakanlık ve işveren vekilleri burada taraftır. Suçun tarafıdır. Oysa Sağlık Bakanlığı bir şekilde bunu kendi üzerinden atarak iki kişi arasında kişisel bir mücadeleymiş, adi suçmuş gibi ortaya koymaya çalışıyor. Sağlık bakanlığının ve de işveren vekillerinin (ceo, başhekim, klinik şefleri vd) iş kanunu ve 6331 sayılı kanun ge-reği olayın sorumlu tarafıdır.

Tutanakları da oldukça detaylı doldurmakta yarar ar. Birçok karar var. Sağlık Bakanlı-ğı’nda Ersin Arslan’ın ölümünden sonra yayınladığı birçok yönetmelikler var bunların içeriği bilinebilir. En son 2014 yılında bir yasal düzenleme oldu. Eğer olay kasten yara-lama suçu şeklinde gerçekleşmişse tutuklama nedeni, yoksa mahkemeler bilindiği gibi saldırganları serbest bırakıyor.

İş kazası çerçevesinde baktığınız zaman şiddet olaylarının bildiriminin mutlaka yapılması gerekiyor. Aynı gün kolluk kuvvetlerine, 3 gün içerisinde de SGK›ye bildiriminin yapıl-ması gerekiyor. Burada iş kazası, meslek hastaları çerçevesinde tartıştığımız bir durum. Bildirim çok önemli. Bildirimler bize o bölgenin, o birimin şiddet açısından ne kadar riskli olduğunu bir şekilde ortaya çıkaracaktır, gözden geçirilmesini sağlayacaktır.

Sözlerimi bitirmeden “Godot’u Beklerken” isimli tiyatro oyunundan bahsetmek istiyo-rum. Oyunda iki kişi sürekli Godot’u bekler. Godot’un gelip onların var olduklarını bir şekilde onaylayacağını ve sorunlarını çözeceğini umarlar, beklerler. Ancak Godot bir türlü gelmez. Beklemek hergün devam eder. Bizler için değil ama bizim dışımızda ken-diliğinden her şeyin düzelmesini bekleyen, birilerinin bir şeyleri düzelteceğini bekle-yen birçok sağlık çalışanı var.

Çok teşekkür ederim.

Arman Üney Hasan Bey’e çok teşekkür ederiz. Sunumunu dinlediğimizde gerçekten sağlık çalışan-larının sağlık çalışma grubunun şu ana kadar yaptıklarının çok önemli bir noktaya geldiğini ve sağlık çalışanlarının sıkıntıya düşmemeleri için neler yapması gerektiğini be herhangi bir sıkıntıyla karşılaştıracaklarında gerçekten başvurabilecekleri bir yer ol-duğunu görmüş bulunuyoruz. Ben kendilerine çalışmaları için çok teşekkür ediyorum. Panelimizin son konuşmacısı Sayın Osman Elbek. Kendisi Adnan Menderes Üniversi-tesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana bilim Dalı’ndan. Buyurun efendim.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

132

İĞNEYİ KENDİMİZE BATIRMAK / YÜZLEŞMEK

Osman Elbek Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hast. AD

Sevgili Ersin’in anısına düzenlenmiş olan panelde konuşmak benim için çok onur verici. Birlikte çalışma imkânı bulduğum bir meslektaşımdı...

Zor bir konu: Yüzleşmek.

İğneyi kendimize batıracağım ama ilk cümlem şu olsun. Burada yüzleşmek üzerine söy-leyeceğim hiçbir saptama, hiçbir iddia sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti meşrulaştırma girişimi olarak kullanılamaz. Amasız, fakatsız, lakinsiz şiddete hayır!

Ama kendimize dair de bir yüzleşme pratiğine ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Bu tar-tışmanın hedefinde daha çok hekimler var. Çünkü bir tahakküm ve iktidar mekanizması olarak “hekimliği” tartışmak istiyorum. Öyle ya sağlık ortamında kabul edelim veya etme-yelim tarihsel olarak iktidarı hekimler... Bu yüzden hekimlere yönelen çatışma dinamik-lerini biraz irdelemek, teknik vurgunun ötesine geçmek, tarihsel süreçte bu mesleğin bize bıraktığı bir dolu olumlu tarih birikimi varken, olumsuz mirasları da ortaya koyup, biraz da ne yapmalı sorusunun yanıtını aramak istiyorum.

Yapılmış çalışmalar şunu gösteriyor: Hastane sağlık kurumlarında yaşanan çatışmanın te-mel iki kritik kelimesi var. Birinci olarak tahakküm. Çalışanların kendi aralarında, idare-nin çalışanlar üstünde bir tahakküm ilişkisi yarattığınız zaman orada bir çatışma dinami-ğini var ediyorsunuz. İkincisi; bu çatışma dinamiği ile tahakküm yaratan mekanizmayla eğitim arasındaki ilişki nedir? Bu memlekette herkes eğitimin şart olduğunu söylüyor. Her sorunumuzun temelinde “eğitim şart” diye başlıyoruz. Peki, tersten soralım acaba eğitimin kendisi tahakkümü var ediyor olabilir mi? Bu çatışma dinamiğini kuran asıl özne olabilir mi? Öncelikle hangi dinamik ortamında yaşıyoruz beklentilerimiz nedir?

Yolumuz cehenneme düşmüşse eğer “bana bugün mükellef bir sofra kurmadınız” diye si-tem etmezsiniz. Öyle ya bellidir program; “yanıp kavrulacaksınız”. Yani beklenti, sonucu çok belirleyen bir şey. Hal buysa biz sağlık ortamında nasıl bir beklentiye sahibiz? Ya da biz sağlık ortamında nasıl beklentiler yaratıyoruz?

24-25 EKİM 2015, ANKARA

133

Birkaç vurguyu yapayım. Birincisi tıp öyle bir dil kurdu ki; memleket veya dünyada ülke-ler ekonomik krize gidiyor ama bu kriz “salgın başladı” diyerek sunuluyor. Aslında tıbbi bir dil bu. Ya da örneğin “hasta adam” oluyor Portekiz ve İspanya ekonomisi.. Medikalize bir bakış açısı bu ve tıp dili hayatın tümüne yansıyor... İkinci olarak, ekonomik krize giren devletleri de “taburcu” ediyoruz. Evet IMF politikalarıyla iyileştirip sonra “taburcu” edi-yoruz. Özetle; bir hayli anlamda tıp alanında taşmış ve hayatın içerisine nüfuz etmiş diye düşünüyorum. Sınırını, haddini, hududunu bir hayli aşmış tıp.

Tersten düşünelim. Buradaki değerli meslektaşlarımın hepsini tenzih ederim ama bir çocuk alt bezi firması “bilim kurulu”, “uzmanlık kurulu” falan kurmuş ve çok saygıdeğer bilim insanları da topluma hangi çocuk alt bezinin kullanılacağını, hangisinin daha yararlı ve onaylı olduğunu anlatmaya başlamış. İş bu hale kadar gelmiş yani.

Dahası bırakalım bu “özel sektör kâr maksimizasyonu” falan laflarını çünkü x ya da y üni-versitesi ameliyat robotunu “görücü”ye çıkarmış: ne yapacağız, evlenecek miyiz robotla? Ve kravatlı, döpiyesli çok saygın bilim insanları “görücü”ye çıkarılan robotun yanında fo-toğraf çektirmişler: “ey hastalar bakın robotumuz var bilin” diye. Yani böyle de bir beklenti yaratma sürecine girmişiz.

Üç.. heryerde bir mucize lafı gidiyor: mucize ilaçlar, mucize doktor boy uzatıyor, meme-mizi güzelleştiriyor, onu bunu yapıyor.. Elbette en büyük mucizeyi yaratanlar da Saba Tü-mer’in programına çıkıyorlar. Fikirlerini mucizelerini anlatıyorlar.

Burada tekrar Illich’i hatırlamakta yarar var: “Hekimler kendilerini şarlatanlardan ayırmış-lardı, çünkü sanatlarının sınırlarını biliyorlardı, mucizeye inanmıyorlardı”. Tekrar isimle-ri tenzih ederek konuşuyorum biz bugün bir mucize tarifine girişmişiz... O zaman sevgili Dücane Cündioğlu’nu hatırlıyorum. “Dindarların bu ülkede günaha ihtiyacı var” diyor Cündioğlu. Evet asıl sorun bu. Biz hekimlerin de yani onun deyimiyle bir kemik, bir sinir uzmanının, tıp makineleri bakıcısının, ilaç isimlerini hafıza eden bir deponun da artık bi-raz günaha ihtiyacı var. Çünkü hayat öyle bir hale gelmiş ki; herşey tümüyle teknik. Teşhis dediğiniz zaman aklımıza rakamlar geliyor. Kolesterol değeri, hemoglobinin üst değeri.. Rakamlara boğmuşuz hayatı. Tedavi dediğimiz şey ise kesmek, biçmek üzerinden gidiyor. O zaman hayat nereye gidiyor?

Bıçak buradan zaferle çıkmış. Hesap makinelerine döndürmüşüz hayatı. Reçete ve vizite kazanmış. Acı ama böyle bir beklenti var edilmiş bizlerin de içinde bulunduğu sağlık siste-mi sayesinde. Görelim ki bu “günah”ın dışında falan değiliz.

O zaman niye böyle gelmişiz diyorum ve Kuhn’u hatırlıyorum. O diyor ki; insanlar para-digmayla düşünürler. Einstein da öyle söyler: kuram nasıl düşüneceğinizi tarifler. Bugün paradigmanın bunalım saplantısında mıyız, anarşi saplantısında mıyız bilmiyorum ama hep paradigma ile açıklamışız sorunları. Sağlık denilen kavramı rakamlarla nicel değerler-le ve kendimizi de onları tamir eden insanlar olarak tariflemişiz. Bunun dışında bir şeyleri düşünmek çok zor gelmiş hepimize. Çünkü yeni genç bilim kuşakları, yani çok değerli

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

134

öğrencilerimiz de burada ve bundan çok mutlu oldum, ama sorun şu: öğrencilerimiz bu alternatif paradigmalarla karşılaşmadan eğitimlerini tamamlamakta. Çünkü bu “bilim cemaati”ne girmek, bu egemen paradigmayı kabullenmekten geçiyor. Evet bu egemen pa-radigmaya iman edersiniz, illa dinsel iman olmak zorunda değil bu, o zaman bilimsel bir “unvan” alırsınız. Ve bu yeni unvanla bilim topluluğuna girersiniz. O yüzden de kendi iç “cemaat”imizde alternatifini hiç düşünmeden kuramı boyuna üretmişiz.

Nedir kuramımız derseniz: Pozitivizm...

Objektif saplantısına düşmüşüz. Yani bizim dışımızda bir gerçek var ve bizim durduğumuz yerden uygun bir şekilde bu gerçeği bulabiliriz demişiz. İnsan dediğimiz canlının meka-nistik tarzda tepki verdiğini düşünmüşüz. Evrenin doğal yasalarının tümünü keşfetme-ye koyulmuşuz. Rölativizim ve subjektiviteyi kovmuşuz. Oysa aslında gerçekler insanın ürünüdür ve bu nedenle insana bakmamız lazım. Bunu anlamamamız lazım ama zinhar.. “subjektif bakıyorsun olaya objektif baksana” diyerek objektivizme saplanıp kalmışız, çok pozitivist bir mantıkla. Bunun için de hayatımıza hep nicel değerler hakim olmuş. Hayatı p’nin 0,05’ten küçük olması ile izah etmişiz. Öyle ya aslolan metodoloji: nesnel bir gerçek var ve biz bunu bulabiliriz. Arıyoruz nedenselliği... Parçaları yan yana koyacağız ve büyük bir normu bulacağız. Nitel araştırmaların hepsine sırtımızı dönmüşüz.

Ama gerçeklik aslında var edilen bir şey ve araştırmacı da gerçekçiliğin bir parçası. Ama olamaz “bilim insanı tarafsızdır” falan cümleleri... Bakış açısını anlama, örüntü-lerin peşine düşme, farklılığı anlamaya çalışmak, kahrolası istatistiğin ötesinde hayata bakmak “bilimsel değil” diye bakmışız. Çağın reçetecilik anlayışıyla da birleşmiş bu. Çok değer verdiğim bir kitap, “işletme hastalığına tutulmuş toplum” diyor. Hakikaten de bir şey söylediğimiz zaman “reçeten ne”, “projen ne” diye soruluyor. Yahu müteahhit miyim ben, ne projesi. Sorun şu: neden değil nasıl yapacağıma fikse olmuşuz. “Neden bunu yapmam” sorusu artık sorulmayan bir şey. “Nasıl” sorusu ön plana çıkmış. İn-san dediğimiz şey “kaynak” haline gelmiş: “insan kaynakları” diye bir şey yaratmışız. Sonuçta da açıklamaya değil normu üretmeye, reçeteyi ortaya koymaya, hızla sonuca ulaşmaya, gerçeği bir anlamda saklayan veya aklayan bir hayata itmişiz tıp da dahil ol-mak üzere.

Bir takım meslektaşım çıkıp dese ki; “biz bilim yapıyoruz ideolojiler üstü, evrensel ve siyaset üstü” diye ne olur eğer aklımızın içinden böyle bir şey geçiyorsa görelim ki bi-lim ideolojiler ya da siyaset üstü falan değil. Pekiyi, Türkiye ortamında bilim nasıl bir çerçeve çizmiş o halde?

Türkiye ortamında bilimin kalesini üniversiteler olarak kabul edersek üniversiteleri var eden adam demiş ki “Allah’a, resulüne ve idarecilere itaat şarttır”. Adam böyle bir bilim-sel ortam yaratacağım diyor, çünkü itaatin olmadığı yerde anarşi olacağını düşünüyor. Türkiye Cumhuriyeti de devlet ödülleriyle, Meclis de büyük madalyalarıyla bu bakış açısını onaylamış. Hepimiz itaati öğretiyoruz aslında yaratılan bu bilim alanı içerisinde. Lütfen “Allah’a ve resulüne” ifadesini çıkarın ve oraya Muhammed yazın, Mustafa Ke-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

135

mal yazın, Marks yazın fark etmiyor: Asıl olan kavram “itaat” ve buranın üzerinden bir bilim, bir tıp paradigması var etmişiz.

Hekimler de bunu yapmış mı? Ben demiyorum sevgili Oğuz Atay’ın cümleleriyle karşılı-ğını görelim: Evet, insanın yüzüne bakmadan geçen doktorlar, hastalık kavramıyla uğra-şan, hastayı boş veren o “insanüstü beyaz yaratıklar”, o “üstü büyü yazılı kâğıtlarla dolaşan”, hastanın o “tanrılar katı”na çıkmasına asla izin verilmeyen bir tür Dalay Lama konumun-da yaşayan doktor profili...

Böyle bir hekimlik pratiği oradan hekimlik üretmişiz. Çünkü tarihsel olarak da buna ola-nak tanıyan bir miras almışız: tapınaklarda öğretilen bir gizli sanat, yeminlerle girilen bir sanat. Yani herkesin girebildiği değil. Yakın zamana kadar reçetelere yazdığımız “R” harfine baktığımız zaman birçok şeyi görüyoruz: “kendimize dokunulmaz” demişiz, “ileri görüşlüyüz” demişiz, “sonsuz doğurganlık” gibi objeleri kavramları kabul etmişiz o “R” ile birlikte. Öyle böyle değil loncalar kurmuşuz. Adını koyalım tipik mürit ve cemaat tarzı. Ye-minlerle mesleğin içerisine mesleği etik olarak çerçeveye almaya çalışırken aynı zamanda bir kapalı topluluk bir cemaat bir mürit takımı da var etmişiz. Ve oradan çakıldık: Kelepir Doktor

Loncalar ve müritlerden bayağı pompa motor muamelesi görmeye indirildik ve bunu ka-bul edemedik. Evet, iki yanlıştan bir doğru çıkmıyor. Ama buna hayır derken dünün “lon-ca müritleri” olmaya da gönlümüzün içerisinden geçmesine de hayır demeyi becerebilme-miz lazım. O zaman da sevgili Melih Cevdet Anday’ın Defne Ormanı şiiri aklıma geliyor: felsefe köleliği var edebilir. Tıp felsefesi de bir takım köleler yaratabilir.

Ama ne iyi ki köleler eninde sonunda isyan ederler ve hayat değişir. Sağlıkta yaşanan bu şiddetin bir okuması da aslında tıp paradigmasının yarattığı bu kölelerin var olan köle-lik paradigmasına yanlış da olsa isyanı olabilir mi acaba? İsterseniz burada sevgili Tayfun Günül’ü hatırlayalım. Bu toprakların ilk vicdani retçisiydi, hekimdi. Hekim olmak zaten silaha uzanmamak ölmemek ve öldürmemekten geçiyor. Ama Tayfun Gönül hekimlik yapamadı: neden? Cevabı militarizmle ilişkilidir. Onun deyimiyle “üniformanızın rengi önemli değildir haki de olabilir beyaz da”. Acaba üniformalarımızı haki renkli üniforma-lar gibi kullanmış olabilir miyiz? O yüzden Tayfun Günül’ün mesleğini yapamadığı bir tıp ortamını var ettik.

Tıp yüzleşmeli; kendi doktorluğuyla yüzleşmeli. Bakın hekimliğin doktora olarak ehliyet kazanmasının resmi tarihin kökeninde kadınları yakmamız yer almaktadır. Mesleki ehli-yeti kurumsallaştırmak için hepsine “cadı” dedik. Cadıların yüzde 83’ü kadındı. 100 bin insan yakıldı bu dünyada ve ondan sonra doktorluk bir ehliyet haline geldi. Kadın şifacıları yok ederek büyük bir utançla bu mesleği var ettik resmi anlamda. Büyük ve önemli rapor-lar dediğimiz Flexner Raporu -ki her yerde olumlu rapor olarak tarif edilir- kadın öğren-cilere tıp fakültelerine kapatmıştır. Son derece eril. Minör etnisitelere ve kırılgan gruplara kapatmıştır tıp fakültelerini. Ve bir beyaz biyomedikal hekimlik var etmiştir Flexner’ın öve öve bitiremediğimiz raporu. Bu raporun arkasında Amerikan Tıp Derneği ve dönemin

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

136

ABD tıp cemaati vardır: giderek kalabalıklaşıyoruz, cebimizdeki para azalıyor o zaman bu kadınları ve Afro Amerikanları niye doktor yapacağız, biz beyazlar olarak götürelim bu işi, eğer fazla olursak cebimizdeki para azalır mantığı bilimsel dergilere yazılmıştır.

Bence temel sorun kartezyen felsefede yatıyor. Descartes çok büyük bir adam. Kolay değil “düşünüyorum var oluyorum” dedi ama kartezyen felsefe bize şunu da söyledi: bir akıl var bir de beden var, aklı beden içerisinde hapsetti ve asıl olan akıldır. O zaman matematik gibi insanı kodlayalım: beyin yerine bilgisayar, akciğer hava boruları, sinir dediğiniz şey kablolar, içine de kalp adı altında bir pompa... Evet kartezyen düşünce in-sanı mekanik tarzda var etti. Bunun için iki bilgiye ihtiyaç duydu. Bir teknik bilgi. Alet yapacaksınız. Ciğerime bu boruyu nasıl sokacağım? Teknik bir bilgi yani, zekâya ihti-yaç yok. İkinci de bilimsel bilgi.. ama o da objektif ve pozitivist olacak. Gündelik bilgiye sırt dön, inanç bilgisi önemli değildir, sanat bilgisinin bizimle ne alakası vardır: öyle ya bir boruyu ciğere sokacağız o kadar!

Felsefe, araştırmak ve sorgulamak ise tümden gereksiz. Teknik ve pozitivist bilimsel bilgiy-le birlikte bir mekanik insan yarattık. Çünkü Newton dünyasındaydık. Her şey matema-tiksel olarak izah edilebilirdi. Her şey matematik, rakam, p=005 noktasındaydı. Bu yüzden bilimsel bilginin içerisinden de sadece doğa bilimlerini aldık. Formel bilimler olarak man-tığa ve matematiğe sırtımızı döndük. İnsanla uğraşıyorduk ama insan bilimlerine sırtımızı döndük. Bilginin koca bir tren gibi vagonlardan oluştuğunu unuttuk. İnsanı da anlaşılması için parçalara ayırdık. İnsan, toraks, akciğer, boru… parça parça ve sonunda insan kalmaz.

Ama tıp olarak çok büyük bir gücümüz vardır. Meme kanserli hiçbir meme hiçbir bulvar gazetesinde yayınlanmaz. Evet her gün kadınlar meta olarak yayınlanır ama o görüntü ya-yınlanmaz. Çünkü bu kanserli bir memedir. Tıbbın işaret parmağı uzandığı ve “bu kötü-dür” dediği zaman toplum bakmaya iğrenir, görmek istemez, dokunmayı reddeder. Yani insanı parça parça yapan ama aynı zamanda topluma işaretleyen bir gücümüz var. Bu o günlerin ulus devletleriyle de çok örtüştü elbet. Çünkü sağlıklı işgücüne ihtiyaç vardı ulus devletlerde. Öyle ya sağlıklı askerler olacaktı ve biz mekanistik tarzda bunları parça parça iyileştirecektik.

Erkek ve Kadın: Doktor ve Hemşire ne çok şey anlatır... Her zaman doktor erkek, hem-şire kadındır. Tabii ki doktor hemşireden daha üstte, daha uzun boylu durur. Elinde-ki silah onu öldürebilecek noktada ve elbette hekimlere herkes hizmet etmelidir, hatta gerekirse hemşire cinsel hizmet bile sunmalıdır. Tamamen eril bir dil kullanıyoruz. Fobiğiz, en başta heteroseksist düzende transfobiğiz, homofobiğiz. Çok kültürlü olma-mıza rağmen kendi kültürümüzün dışındaki herkese dair kapalıyız. Tek tipçi “beyaz” ve “devletin memuru” olarak kodlamışız kendimizi. Topluma ve insana değil, devletçi paradigmalara esir düşmüşüz.

Görelim ki; hasta ile kurduğumuz ilişki biyomedikal babanın oğluyla kurduğu ilişki düze-yinde: otoriter, bilgi veren, onu hastalıktan ve ölümden kurtaran, mutlak saygı bekleyen, yeri geldiğinde seven ya da döven bir patriarkal ilişki.. Biliyoruz ki dilimin sınırları dünya-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

137

mın sınırlarıdır. Kullandığımız cümleleri düşünün, hemen hepsi emir kipiyle gidiyor. Bize yüzleşme fırsatı veren jinekolojik şiddet sayfasını okuyalım. Kadının biri hekime başvuru-yor ve “Doktor suratıma bile bakmadı o aleti içime soktu hoyratça”. Evet orası teknik bir iş olmuştur artık. Ve bir başkası; “döl yatağındaki çocuğun akıbetinin ne olacağını kadının erkek olan sevgilisiyle tartışmak”.. Kadına ait bir şey değil sanki. Öyle ya o kadının yani o “mal”ın bir sahibi var ve o “sahibi” muhatap alan bir doktor paradigmasına sahibiz.

Ama bilelim ki, bu topraklarda Sağlık Bakanlığı da hekim başlıklı kurulmuş. O yüzden bu iş hep hekimlerin iktidar meseleleri halinde yürümüş. Yeni ulus devleti kuranlar da 1928’de Tababet Yasası çıkarmışlar. Oysa memlekette sadece 1000 hekim var ve hekimlerle ilgili hiç sorun yok. TC, bu yasa ile hekimliği ve hekimleri hem kontrol hem korumasına almış Hatta devlet diyor ki “hekimlerin sivil meslek örgütünü de ben kurarım”... Bu mem-lekette komünizm gelecekse onu da ben getiririm mantığıyla Etibba Odaları kurulmuş. Hekimlik de hekimler de devletin kanatları altına girmiş. Biz bundan son derece mutlu ve memnun olmuşuz. Sıhhiye Meclisleri kurulmuş. Amaç; salgın hastalıklarla mücadele. Kim var Meclislerde: Mülkiye, Tıbbiye, Askeriye... Bu ülkenin üç oğlanı yani. Filmin üç asıl oğlanıyla birlikte bir iktidar kuruluyor. Artık hekimler, mülkiye ve askeriyeyle birlikte bu ülkenin efendisi ve temel sahibi. Oradan nereye geldik?

Şimdi bir panaptikondayız: herkesi gözetleyelim, herkese tetkikler yapalım, herkesi ona-ralım.. Yani sağlıklı yaşamın gardiyanıyız. Kolesterol değerinizi biliyor musunuz? Öyle ya ayakkabı numaranızı bildiğiniz gibi onu da bilmelisiniz.. Bu hayat tazında aslında toplumu bir hapishaneye tıkma ve onun gardiyanı olma çabası, arzusu kaplamış dört bir yanımızı.

Ama ne iyi hapishanedekiler zorla, şiddetle isyan ediyorlar gardiyana. Kötü bir yöntem olabilir ama isyan ediyorlar. Bu direnişi görelim.

Eğer burası bir arenaysa bu “arenadan çıkış yok”. Burada her daim şiddet olacak bu para-digmayı var ettiğimiz sürece. O zaman başka bir paradigmaya gidebilir miyiz? Bence böy-lesi bir yol ve yöntemin olduğu kanaatindeyim. Bakın Hipokrat salgın hastalıklara diyor ki: Hastalıkları şöyle teşhis ederiz. “Ortak insan tabiatına, her kişinin özelliklerine bakarız. Hastalıklarına hastaya, bedene, zevke, denenen maddelere, alışkanlıklarına, hayat stan-dardına, düşüncesine, uykusuna, idrarına, dışkısına, gözyaşına, öksürmesine, hıçkırması-na bakıp böyle tanı koyarız”. Yani insan ve hastalık sadece akciğer ve akciğerdeki bir hücre falan değil.

Başka.. Hipokrat bir şey daha vurguluyor bize: “Hekimlerde sorunları tartışma alışkanlı-ğı yoktur” diyor ve ekliyor “sadece birbirlerini kötülerler. Birisinin en iyi dediği reçeteye öbürü der ki ne berbat bir reçetedir”. Demek ki tartışma alışkanlığı kazanmak zorundayız kötülemek yerine.

Başka.. Kadim Doğu’nun tıp eğitimine bakarsanız yani bakarsanız Mustansıriye Medre-sesi’ne: tıp bilgisi anlatmış, mantık anlatmış, geometri, astronomi anlatılmış. Şaşırmayın İslam tıbbının içerisinden konuşuyorum. “Geometri ve astronomi niye anlattın?” diyorlar.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

138

“Doğanın dilidir ve bilinmesi gerekir” diyor.

Doğu’dan yüzünüzü dönün batının tıp eğitimine bakın. Batının tıp eğitiminde önce üç yıl mantık eğitimi var. Önce bir düşün, düşünmeyi öğren, nasıl analiz edebileceğini öğren ve sonra üstüne beş yıl tıp eğitimi al yaklaşımı. Ve sonrasında halkın önünde sınava çekilme: çünkü sen halkın hekimi olacaksın devletin değil.

Başka, bu topraklardan da öğrenebiliriz. Örneğin Dersim coğrafyasından Düzgün Ba-ba’lardan öğrenebiliriz toplumla nasıl ilişki kurulacağını. Oradaki cerrahlardan ve ka-dın şifacılardan öğrenecek çok şeyimizin olduğunu biliyorum. Bu toprakların Nusayri-lerinden öğrenebiliriz; Şeyh Yusuf ’un belki taş tedavisini almayız ama Şeyh Yusuf ’un o topraklarda toplumla nasıl ilişki kurduğunu, şifa dağıtırken nasıl zenginlikten uzak bir hayat sürdüğünü öğrenebiliriz. Bu topraklarda soyları kırılanlardan öğrenebiliriz: Er-meni toplumu hastaneyi yetimhaneyle birlikte sosyal bir kurum olarak hayata geçirmiş bu topraklarda. Sevgili meslektaşlarımız Fincancıyan ve Zartaryan, herkese ve her etnik gruba sağlık hizmeti sunmuşlar.

Başka, tüm bu öğrendiklerimizi günü gelir bir camide veya bir garın önünde hiçbir çıkar beklemeden o hastanın o şah damarını kontrol eden yüz aklarımızla birlikte hayata nakşe-debiliriz. Ne olur düşünün: Taksim Gezi İsyanında ya da Ankara Katliamında garın önün-de hasta ve hasta yakınlarından şiddet gören bir tane sağlık çalışanı var mıydı?

Hayır yoktu. Çünkü sağlık çalışanları orada devletin değil halkın hekimi ve sağlık çalışanı olmayı kabul etmişlerdi!

Özetlersem, üç cümle söyleyeyim.

İlki Cemil Meriç›ten olsun. Meriç, “Çıkar konuşunca vicdan susar” der. Hakikaten bu top-lumun ve bu mesleğin vicdanı olacaksak çıkar eksenli bir laf etmemek zorundayız.

İkincisi, evet bilime tabii ki sahip çıkacağız ama bilime tapmayacağız. Kendisine bile karşı olan bir bilim ve itaatsiz bir dünya hayal edeceğiz. Kanıt, rehber falan denilen şeylerin nasıl var edildiğini bilerek bilimden yana taraf olacağız.

Bir de insanla uğraşacaksak tıpla insan bilimlerini bir araya getireceğiz. Tıp ile insan ara-sında insan bilimlerini köprü edeceğiz.

Aksi halde insana sırtını dönen bir hekime ve bir tıp paradigmasına özgür ve eşit insan olmayı isteyenlerin devamlı isyan edeceğini bileceğiz. Yaşam boyu eğitimimizi bunun üze-rinden sürdüreceğiz.

Teşekkür ederim.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

139

SORU - CEVAPKatılımcı Mersin’den geliyorum. Kadın Doğum Çocuk Hastanesi’nde biyolog olarak çalışırken İş Güvenliği Uzmanı olarak görevlendirildim. Son bir yıldır bu işi yapıyorum. Çalışanla-rın iş sağlığı güvenliği eğitimlerini de veriyorum. Şimdiye kadarki eğitimlerde sağlıkta şiddetin iş kazası olduğu yolunda uzun bir süre vurgu yaparak anlattık bunu derslerde ve eğitimlerde. Ama Sağlık Bakanlığı adına Kamu Hastaneler Birliği’nin almış olduğu bir karar yakın dönemde hastaneye gönderildi. Sağlıkta şiddetin iş kazası olmadığına dair bir bilgi geldi. Biz hâlâ eğitimlerde kendi adıma sağlıkta şiddetin iş kazası oldu-ğunu vurguluyorum. Bildirim yapılmasının ne kadar gerekli olduğunu vurguluyorum ama Sağlık Bakanlığı’nın izlediği politika maalesef budur kurumlarda. Sunum sırasında bunu bilmediğinizi ya da haberdar olmadığınızı düşündüm. İş kazası kapsamında gö-rülmüyor sağlıkta şiddet. Hatırlatmak istedim.

Hasan Oğan O belgeyi biliyorum. Sağlık Bakanlığı kendisine hukuk bürosuna sorulan bir soru üze-rine şiddet olaylarını o kapsamda değerlendirmediklerini söyledi. Şunu söylemek gere-kiyor: Bugün Türkiye’de sağlık çalışanlarının meslek hastalığı da yok. Yani biz dilimizi Sağlık Bakanlığı’nın ya da Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yazılarıyla ya da söylemleriyle yürütürsek bu işin altından kalkamayacağız. Çünkü biz önümüzdeki günlerde şunu da yapacağız. Türkiye’deki devletin iş kazası meslek hastalıklarına resmi bakışını redde-deceğiz. Çünkü o bakışta bir tazminat bakışı var ve hiçbir şey kayıtlara girmiyor. Biz burada bu anlayışı mutlaka iş kazası olarak girmesini sağlamak zorundayız. Düşünün, bir hekim ya da bir hemşire arkadaşım orada olay sırasında bıçaklandı. Ölüm olayını da bırakın, diyelim 6 ay hastanede yattı. Uzun süreli iş göremezlik durumu ortaya çık-tı, organlarını kaybetti. Nedir buradaki durum? A kişisinin B kişisine uyguladığı basit bir şiddet olayı mıdır? İş güvenliğinin, iş koşullarının hiç mi önemi yoktur? Burada devletin resmi kayıtlarındaki iş kazası meslek hastalığı tanımlarını da okuduğumuz zaman -açık olarak da bunu söylüyorum- işyerinde çalışanın uğradığı her türlü zarar veya ruhsal ya da maddi fiziksel olarak zararları, sonuçları hastalık haline gelmişse bu durum meslek hastalığıdır. Bu durumu biz de, Sağlık Bakanlığı da biliyor. Peki, ben he-kim olarak orada mesleğini yapamayacak hale gelmişsem, organlarımı kaybetmişsem, bırakın hayatı bu nedir? Bu soruyu bize Sağlık Bakanlığını, SGK’nın açıklaması gerekir. Aynı soruyu ben SGK müfettişlerine de sordum. Dedim ki ‘bu meseleyi sizlerle tartışa-cağız. Şiddet iş kazası olarak değerlendirilmelidir’ dedim. ‘Hayır efendim’ dedi olmaz. Dedim ki: “Yasalar belli. Okmeydanı’nda dahiliyeci bir arkadaşımız kurşunlandı. Yak-laşık 3 ay yoğun bakımda yattı. Sonra da uzun bir süre mesleğini yapamadı. Şu anda da hayatına engelli olarak devam ediyor. Bu çalışanın durumu ne olacak? 6331 ya da 4857 sayılı yasalar çerçevesinde ne olacak? Nereye koyacağız? Bunun cevabını siz biliyorsa-nız bunu tartışalım.” Ama bunun cevabı yok ve bugün Bakanlık şunu da yapıyor. Siz 657’ye bağlı olarak bütün iş kazalarını bırakın şiddetin dışında hepsini bildiriyorsunuz, onlar çöp sepetinde atıyorlar ya da depolarda bekletiyorlar. Hani 6331 bütün çalışanla-rı kapsıyordu? Devletin resmi söylemleriyle pratikte yapılan işler çok çok farklı. Şunun

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

140

için iş kazası tanımını kullanmıyorlar. Bu tanımı kabul ettikleri takdirde karşılarına çok büyük sorunlar çıkacak. Bunu da mücadele ile kabul etmek durumunda kalacaklar.

Katılımcı Çok teşekkür ediyorum. İzninizle 1-2 ufak katkı yapmak istiyorum. Ben enfeksiyon hastalıkları hekimiyim, biraz da çılgın bir hekimim, hukuk mezunuyum ayrıca. Öğ-renci arkadaşlarımın bu katkısından çok memnun oldum. Daha 3’üncü sınıfta böyle bir şeye kalkışmış olmaları çok mutluluk verici bir şey. Osman Hocamın dediklerine yürekten katılıyorum. Bir ay önce bir bilirkişi kongresine gittik. ‘İnsan insanın kurdu-dur’ derler ya, hekimleri şikâyet edenlerin ya da dürtükleyenlerin yüzde 60’ı bir başka hekim. Bunu unutmamak lazım. İş kazası konusuna gelince, kesinlikle bu tür şiddet olayları iş kazası kapsamındadır. İş hukukunda da, sosyal güvenlik hukukunda da... İşyerinin ve eklentilerinin kapsamında olan tüm olaylar iş kazası olarak kabul ediliyor. Bununla ilgili dava olursa böyle bir sonuç çıkacaktır. Mesela orada çocuğunu emdirme-ye giderkenki kaza da aynı kapsamda. Ya da adam ruhsal sorunu nedeniyle intihar etse de yine aynı kapsamda. O nedenle konusunun arkasından bu şekilde gitmeliyiz. Çok keyifliydi. Hepinizin ağzınıza, yüreğine sağlık.

Ümit Çetiner Benim bir önerim olacak. Diyarbakır’dan geliyorum ben. Sosyal hizmet uzmanıyım. SES (Sağlık Emekçileri Sendikası) Diyarbakır Şube adına da geliyorum buraya. Bir son-raki konferans ve kongreyi bölgede yapma gibi durumunuz var mı? Bir de, keşke top-lumsal olaylar durumunda ve savaş hali durumunda sağlıkçılara yönelik şiddeti de an-latabilseydik. Çünkü bölgede gerçekten sağlıkçılar şu an Diyarbakır’da olsun, Şırnak’ta olsun, Hakkâri’de, Muş’ta olsun birçok sağlıkçı arkadaşımız maalesef meslekten istifa etmek durumunda kaldılar. Çünkü yoğun bir baskı var. Özel harekât polisleri tarafın-dan hastaneler basılıyor, kafalarına silah dayanıyor. Hastane bahçelerinde yüzlerce boş mermi buluyoruz çünkü hastaneler taranmış durumda. SES Diyarbakır Şube olarak da özellikle Silvan’da Varto’da, Lice’de hastaneleri dolaştık. Hastanelerdeki duruma göz at-tık. Sağlıkçılar neredeyse çalışamayacak duruma gelmiş durumda. Ambulanslar taranı-yor, ambulans şoförleri öldürülüyor. Gerçekten sağlıkçılara yönelik çok ciddi bir şiddet var. Özel harekâtçılar sağlıkçıların kafasına silah dayıyor ve eğer sağlıkçı arkadaşımız ters bir şey söylerse bir ihtimalle o da ölecek. Buna yönelik keşke bir sunum olabilseydi savaş hal ve durumunda ve toplumsal hayatta tartışılabilecek bir şiddet konusu... Bir de önerim var. Keşke böyle bir kongreyi bölgede yapmanız...

Levent İncedere Şiddet konulu bir panelde Osman hocamın uyguladığı şiddetten sonra söz almaya ye-niden karar verdim. Arada vazgeçmiştim kendime anca gelmiş oldum. Bu risk değer-lendirmesi... Çok konuşuyoruz hastanelerde de sanırım yavaş yavaş gündeme gelmeye başladı. Özel hastanelerde biraz daha erken başladı ama şimdi kamu hastanelerinde de gündeme geldi. Gündeme gelen ne? Bana soruyorsanız dostlar alışverişte görsün... Bi-zim dosyalarda da risk değerlendirmeleri olsun. İşin bu kısmını hepimiz biliyoruz ama içerik kısmı da tamamen göstermelik. Birkaç tane şey söyleyeceğim. Hasan Bey›in su-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

141

numunda da geçti. Herkes duymuştur. Risk değerlendirmesi yapıyoruz, matris diye bir şey var. 5 tanesi bir tarafta 5 tanesi diğer tarafta. İş Güvenliği Uzmanı da vardı aramız-da. Çok ciddi problemlerimiz var burada. Aynı zamanda akademik olarak da uğraştı-ğım işlerden bir tanesi bu. Soru şu. Zaten Hasan Bey söyledi. Şiddetle 6 ayda bir kar-şılaşırsanız 12 puan oluyor, dolayısıyla risk değerlendirmesi yaptığınızda da sıralıyor-sunuz yukarıdan aşağıya. ‘Haftada 1 kere öldürülüyorsa hemen önlem al falan’ diye... Benim kanaatim, özellikle sağlık sektörü söz konusu ise hatta hastaneler söz konusu ise bu risk değerlendirmelerinde çok kritik bulunan bir aşama var. Riskleri derecelen-diriyoruz önem sırasına göre. Ben bir türlü derecelendiremiyorum riskleri. Bir türlü sıralayamıyorum. Hangisinin daha önemli olduğuna hem mesleki hem de akademik açıdan karar veremiyorum. Dolayısıyla benim önerim bir risk değerlendirmesi uğraşı-sının içerisindeyseniz derecelendirmeyin. Çünkü iğne batması belki de o hesaba göre en az olanlardan biri çıkabilir ama gerçekten de çok ciddi bir sağlık problemiyle kişi-lerin yaşamını yitirmesine kadar gidebilecek bir sağlık problemiyle karşılaşabilirsiniz. Akademik görüşüm de budur, risk değerlendirmesinde derecelenme yapılmamalıdır. Ne zamana kadar mesleki kayıtlarımız yoksa ‘ramak kala’ kaydı yoksa istatistiklere gü-venilmiyorsa, karar verme süreçleri bilimselleştirilmemişse derecelendirmeyin sevgi-li arkadaşlar. Özellikle bu risk değerlendirme çalışmalarında yer alan, hem meslekten hem de çalışma ortamındaki görevlendirmeden dolayı bulunuyorsanız... Buna yönelik çok tartışma var özellikle iş sağlığı ve güvenliği alanının sağlıklı uygulanmasına ilişkin.

Son bir söz daha söyleyeceğim. Örneğin biz işyerlerinde riskleri, risk etmenlerini, risk etmenlerine ‘risk faktörleri’ diyoruz. Aslında riske neden olan faktörlerden bahsediyo-ruz. Yine hastane için çok özel bir durum var. Fiziksel etmenler güzel, bina vs. Biyolojik etmenler, enfeksiyonları biliyoruz değil mi? Çok az tartışılan bir şey var. Klinik süreç-lerin kendisinde bir risk etmeni söz konusu. Yani her şey fiziksel olarak uygun ya da önlemler alınmış. Kimyasal etmenlere karşı önlemler alınmış vs. Ama bir de klinik öyle bir süreç ki, örneğin bir cerrahi operasyondan bahsediyorsak sadece bu kavramları ifa-de etmek yetmiyor. Yine benim tartıştığım konulardan bir tanesi, sağlık kuruluşlarında risk değerlendirmesi yapılırken klinik risk değerlendirmesi diye bir tartışma dünyada var. Bunlar bizim de önemsediğimiz, gündeme almamız gereken şeyler. Bu daha çok konuşabileceğimiz bir tartışma. Umuyorum önümüzdeki dönemlerde yapılacak başka toplantılarda da bu tür tartışmalar yapabiliriz. Teşekkür ediyorum.

SAĞLIK HİZMET ALANLARINDA ÇALIŞANLARIN SAĞLIĞI

VE GÜVENLİĞİ

“HEMŞİRE NAZLI YAZICI ANISINA”

Oturum Başkanı İbrahim Akkurt

İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanı

Özel Sağlık Sektöründe İşyeri Sağlık Ve Güvenlik

Biriminin YapılandırılmasıŞadiye Çetintaş

İşyeri Hekimleri Derneği

Tıp Fakültelerinde İşyeri Sağlık ve

Güvenlik Biriminin YapılandırılmasıAlp Ergör

Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Sağlık Çalışanlarının Sağlık ve

Ortam Gözetimi ProgramıArif Müezzinoğlu

Ankara Tabip Odası

24-25 EKİM 2015, ANKARA

143

SAĞLIK HİZMET ALANLARINDA ÇALIŞANLARIN SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ

İbrahim Akkurt İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanı

Geçen hafta İzmir’deydim. Özel sektör tarafından İzmir sanayi ve işadamlarının da katılımıyla düzenlenen İkinci İş Sağlığı ve Güvenliği Zirvesi’ndeydim. Aynı anda üç salonda dolu dolu, korkunç bir pazarlama vardı. İş sağlığı ve güvenliği alet, edevat uy-gulamalarının bir şekilde pazarlanmasına ayrılırken, bu iki günlük programın sade-ce bir oturumunu bir saati adında ‘sağlık’ olan iş sağlığına ayrılmıştı. Biz iki meslektaş yirmişer dakikayı geçmeden görüşleri sunduk. Üçüncüsü de iş sağlığı alanında faaliyet gösteren hastanelerinin reklamı şeklindeydi. Gidişatımızı görmek açısından, Osman’ın ve diğer tüm arkadaşların biraz önceki sunumlarında karşılaştığımız ve giderek de kar-şılaşacağımız tabloyu görme açısından öncelikle bu anekdotu belirtmek istiyorum.

Panelimiz sağlık hizmet alanlarında çalışanlarının sağlığı ve güvenliğidir. Bu alanda çalışan sağlık çalışanı 600 bin civarındadır. 600 bin civarında bir çalışanın olduğu or-tamın gelecekte ticarileşmeden çok fazla ticarileşmeden çok daha yoğun katılımlı bir kongrelere dönüşmesini umuyorum. Kendi söküğümüzü dikme kongresi diye ben de ifade ediyorum bu kongreyi. Öncelikle programda konuşma sırasında değişiklik ola-cak. İlk konuşmacımız, özel sağlık sektöründe işyeri sağlık ve güvenlik biriminin yapı-landırılmasını anlatacak olan Doktor Şadiye Çetintaş. Buyurun.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

144

ÖZEL SAĞLIK SEKTÖRÜNDE İŞYERİ SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMİNİN YAPILANDIRILMASI

Şadiye Çetintaş İşyeri Hekimleri Derneği

Merhaba arkadaşlar. Ben özel sağlık sektöründe işçilerin sağlık ve güvenlik biriminin yapılandırılmasını içinde geçmişte çalıştığım bir örnek üzerinden konuyu modelleye-ceğim, anlatacağım. Sonunda da tartışma için zaman bırakacağız. Sanıyorum birçok soru ve tartışma çıkacak buradan. Sağlıkta dönüşüm programı, geçmişte kamu hizmeti olarak ağırlıkla belirlenen sağlık hizmetinin giderek özel sektöre doğru kaydırılmasıyla başladı. Şu anda mevcut hastanelerin yüzde 56’sının devlet, yüzde 36’sının özel sektör, yüzde 5’inin de üniversite olduğu kayıtlardan öğrenilebiliyor. Yatak dağılımı yönün-den bu durum farklılaşıyor. Yine yüzde 60 civarında devlet ağırlıklı yatak bulunurken, özel sektör ve üniversitelerde yüzde 18’er olarak paylaşılıyor yataklar. Özel hastaneler, özel sağlık hizmeti giderek artarken kalitenin de arttığını ne yazık ki söyleyemiyoruz. Birçok kalite çalışmalarına rağmen özel sektör hastanelerinin küçük bir kısmı altyapısı sağlam donanımlı ama büyük bir kısmı gecekondu hastaneliği diyebileceğimiz hastane-lerden oluşuyor ve bütün bunlar gerek donanımlar, gerek gecekondu hastaneler kâr ek-senli sağlık hizmeti veriyorlar. Zaten devlet hizmetleri de kâr peşinde koşmaya başladı. Bu çalışma -kâr eksenli çalışma- tabii ki kuralsızlaştırma, esnekleştirme, sendikasızlaş-tırma ve taşeronlaşmayı da beraberinde getiriyor.

Bu tablo özel sektör hastanelerinin sayısal olarak giderek nasıl arttığını gösteriyor. Per-sonel sayılarına baktığımız zaman ise, şu anda toplam sağlık çalışanı açısından bak-tığımızda devlet hastanelerinin üçte biri, üniversite hastanelerinin de iki katı kadar personeli barındırdığını görüyoruz. Yani artık özel sektörde de iş sağlığı ve güvenliği hizmetleri yönünden bir hayli geniş bir kitlemiz var. 140 bin kişi civarında çalışan var bu sektörde. İş sağlığı ve güvenliği sadece son yıllarda karşımıza çıkan bir konuymuş gibi ele alınıyor. Oysa bu eskiden beri var olan, birçok yasamızda yer alan bir hizmet. Bir zorunluluk. Anayasamızda 1930’lardan kalan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda, 4857 sayılı iş kanunumuzda iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili pek çok hüküm, madde var-dı. 6331 sayılı yasa gerek sağlıkta dönüşüm, gerekse AB normları, Dünya Bankası stan-dartları vs. gibi nedenlerle bir şekle bürünmüş gibi göründü. Geçmişten beri var olan ama uygulanmayan hükümler gün yüzüne çıktı. Yasal duruma baktığınızda tabii altına

24-25 EKİM 2015, ANKARA

145

imza attığımız uluslararası sözleşmeler, yayınlanmış bir takım yönergeler, genelgeler ve nasıl uygulanacağına dair rehberler de bize yok gösterebilir.

Ben şimdi burada çalıştığım özel hastanede 5 yıla ait iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini ve uygulamalarını biraz genelleştirerek anlatmaya çalışacağım. Bu hastane tabii ki ‘A Sınıfı’ bildiğimiz ve temelden hastane olarak dizayn edilmiş bir kuruluş olduğu için teknik alt-yapısı, donanımı gerçekten mükemmeldi. O nedenle de iş sağlığı iş güvenliği hizmetleri -burada yasa böyle dediği için iş sağlığı diyorum. İş sağlığı, işçi sağlığı, çalışan sağlığı tar-tışmalarının başka bir alanda konuşulması gerektiğini düşünüyorum- verdiğimiz kurum tehlikeli mi? ‘Burada bir sağlık güvenlik çalışmasına gerek var mı’ gibi tartışmalar hep yapıldı. Hâlâ yapılmakta ve çoğunlukla da, ‘Gereksiz bir şey, bütün sağlıkçıların bir arada olduğu yerde ayrıca bir örgütlenmeye gerek yoktur’ denmekte. Oysa yasalar önermese bile biliyoruz ki bizim çalıştığımız işkolu gerçekten çok tehlikeli ve hayatımızı riske atan bir iş kolu. Son yıllarda yayınlanan İş Sağlığı ve Güvenliğine İlişkin İşyeri Tehlike Sınıfları Tebliği de zaten iş konusu çok tehlikeli ve tehlikeli grupta yer almasını sağladı. Bütün sağ-lık sektörü bu tehlike tebliğinde kendi yerlerini buldu. Sağlık sektörünün bu kadar tehlikeli olması neden kaynaklanıyor? Pek çok riskimiz var. Biraz önce Levent arkadaşımız bu risk-lerden söz etti. Çevresel, biyolojik, fiziksel, kimyasal, ergonomik, psikososyal, organizasyo-nel riskler var ve bu risklerin yol açtığı iş kazaları meslek hastalıkları çok ciddi boyutlarda olabiliyor. Bizim hastanemizde geçmişte işyeri hekimliği merkezinde iş sağlığı güvenliğiyle ilgili hizmetleri bazı birimler yürütüyorlardı ve gerçekten hizmetin verilmesi oldukça ko-laylaşmıştı. Neydi bu birimler? Bir kere, yönetim bu birimin işlerini yapması için kararları almaya zorlandı ve prosedürlerin oluşması için kendisinin görevli olduğu kendisine iyice anlatıldı. Sağlık elemanının kendi örgütsel birimiyle ve genel sendikalaşma çabasıyla bunu işverene yaptırabilmesi mümkündür. Yönetsel birimler, teknik birimler, taşeron hizmetleri, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı iş sağlığı iş güvenliği biriminin vazgeçilmez parçaları-dır. Bunlar bu işleri hangi kanallarla yürütürler? Öncelikle iş güvenliği kurulunun kurul-ması lazım. Salona sorsam, hanginizin hastanesinde iş güvenliği kurulu kuruldu, iş sağlığı güvenliği kuruldu? Çok azımız. Peki, bu kurullarda çalışan temsilcisi mevcut mu? Seçim-le mi geldi? Durumu görüyoruz. Bu yasal bir zorunluktur. 6331’le her yere uygulanması gereken bir zorunluluk bu. Demek ki hastanelerimize döndüğümüzde veya sağlık kuru-luşlarımıza döndüğümüzde ilk talep edeceğimiz şeylerden biri iş sağlığı güvenliği kuru-lunun kurulmasını istemek olacak. Bunun dışında klinikler, klinik çalışmaları risklerini en iyi o klinikler bilir. O nedenle tüm kliniklerin kendi güvenlik kurullarını oluşturması lazım. Radyasyon Güvenlik Kurulu, Laboratuvar Güvenlik Kurulu, Tesis Güvenlik Kurulu, Enfeksiyon Kontrol Komiteleri zaten yasal bir zorunluluk olduğu için bütün hastanelerde hemen hemen var ama işleyişini de sorgulamamız gerekiyor. Bir de Sosyal Etkinlik Kurulu yazdım ben. Bunu biz hastanemizde uyguladık. Psikososyal risklerden söz ediyorsak bu riskleri atlatmanın, başa çıkmanın yolarından biri de çalışanların kendi arasında dayanış-ması, birbiriyle arkadaş olması, dertlerini paylaşabilmesi, birlikte eğlenebilmesi... Kısaca bir örnek vereceğim. Bizim hastanemizde bir gebe okulu vardı. Gebelere dans programı vardı. Bu programı uygulayan psikolog arkadaşımızdan rica ettik ve öğlenleri aynı prog-ramı çalışanlar için de uyguluyorduk. Dans edelim etmeyelim, bilelim bilmeyelim canı is-teyen o gün o saatte öğlen molasında gidip, eğlenip coşup -illa kurallı dans etmesine gerek

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

146

yok- bu tür bir birliktelik oluşmuştu. Ben o hastaneden ayrılalı 5 sene oldu ve dans grubu-muzla hâlâ buluşuyoruz ve birer kadeh bir şeyler içiyoruz.

Bu kurullar nasıl işleyecek? Bir takım kurallar prosedürler akış şemaları oluşturacak. Bunları yapmamız zorunlu. Çok kalabalık bir ekibiz. Tek tek herkesin her şeyi öğrenme-sini bekleyemeyiz. O zaman işi prosedürlerle, kurallarla yönetmeye çalışacağız. En sona da akreditasyon ve sertifikasyon konusunu yazdım. Bu da yine bizim sağlık alanında çok tartışmalı olduğumuz bir konu. Tek nedeninin yine müşteri memnuniyetine ve kâr ek-senli çalışmaya bağlı olduğunu biliyoruz. CSA’yı alan hastaneler sağlık turizmine girişiyor kalite yönetimleri bir reklam aracı olabiliyor. Ama aynı konuları biz kendi sağlığımız için de kullanabiliriz ve bu durum bizim hayatımızı kolaylaştırabilir. Ben işyeri hekimi olarak bu konulardan çok yararlandım. Sıkıştığım noktada yönetime, ‘...Ama akreditasyon bunu gerektiriyor’ diyebildim ve sorunları çözebildim. Özellikle maliyetle karşımıza gelen nok-talarda akreditasyon ve kalite çalışmaları sertifikasyonlar bizim hayatımızı kurtarabilir. Burada çok okunmuyor çünkü çok geniş bir tabloydu, işyeri hekimliği iş sağlığı güvenliği biriminin personele yönelik yapması gereklilikleri listesi... Bunu her iş sağlığı güvenliği bi-riminin hazırlaması gerektiğini düşünüyorum. Ne var burada? Periyodik işe giriş muaye-neleri, periyodik muayeneler, aşılamalar, kontrol muayeneleri, sürücü kontrolleri vs... Yan-daki sütunda da ‘hangi birimlere yapılacak, kim yapacak, ne zaman yapılacak, ne sıklıkla tekrarlanacak...’ Yani iş planının biraz daha genişletildiği böyle bir plan olmadan karışık bir şekilde çalışmak bizi sonuca götürmeyecektir. İşyeri hekimi bütün bu saydığımız kurulla-rın, işlerin yöneticisi ve başı olmalıdır. Biz hekimler bu işi en iyi biliriz. Evet, bir işyerinde o işyerinin yapıldığı ortam, işin yapılış şekli, süreç, bütün bu nedenlerle meydana gelebilecek sağlık sorunlarının çözümünü işyeri hekiminin planlaması gerekir. Bu konuda danışman-lık, eğitmenlik, gözetmenlik görevi olmalıdır. Bunu ben demiyorum, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlık rehberinde, ‘İşverenin herhangi bir diğer çalışanıdır’ diyor. Yani işyeri hekimi sendikacı değildir, işverenin adamı değildir, bağımsız herhangi bir doktor gibi bi-reysel bir çalışandır. Kalifiyedir, işçidir. Mesleki gelişimi takip etmek zorunda olan kişidir. Sağlık kuruluşları ile ilgili olan diğer bütün kuruluşlarıyla bağlantıyı kurmak zorunda olan kişidir. Eğitimleri yapmak ve denetlemek zorunda olan kişidir. Yani işyeri hekimliği serti-fikası olan herhangi bir doktorun boş zamanlarında yaptığı ya da yapmış gibi göründüğü bir iş olmamalıdır.

Yine soracağım, kaç hastane var kaç arkadaşımızın bağımsız işi sadece işyeri hekimliği olan işyeri hekimi var? İki kişi... Demek ki bizim sağlık çalışanlarının sağlığının bilinme-si çok mümkün görünmüyor. Henüz işin başı olan işyeri hekimlerimizi bile oluşturabil-miş değiliz. İşçiler eğitimi ne yapacak? Neden bu kadar önemli? Neden bağımsız olmak ve mutlaka sadece bu işi yapmak zorunda? Risk analizi yapmak zorunda işyeri hekimi. Tek başına mı yapacak, hayır. İş güvenliği uzmanı bu konudaki işle ilgili diğer teknik insan-lar yöneticiler ve hepsinden önemlisi çalışanla birlikte yapılacak. Risk analizlerini kopyala yapıştır bütün hastanelerde bütün sağlık birimlerinde, sadece orada da değil sanayide de aynı risk analizinin isimlerini değiştirip her yerde kullanıyoruz. Bunun böyle olmaması gerekiyor. Çalışanın da bizzat içinde olduğu risk analizlerini yapmamız lazım. Buradan bir kablo geçse bunun üstünde bir halı olsa ben gittiğim zaman bunu göremem ama orada ça-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

147

lışan kişi her gün o halıdan geçerken takıldığında bana orada bir risk olduğunu, bir tehlike olduğunu söyleyecektir. Sağlık gözetimi görevi var. Bu sağlık gözetiminin içinde ortamın değerlendirilmesi, muayeneler, sağlığı geliştirme çalışmaları, artık hepimiz biliyoruz sağlı-ğın korunmasından değil sağlığın geliştirilmesinden söz ediyoruz. Oysa Türkiye’de henüz sağlığı koruma aşamasında bile iyi bir yerde değiliz. Son yıllarda aşılamanın bile azalmaya başladığını istatistiklerimiz gösteriyor. İşe uyum çalışmaları, ergonomi çalışmaları, tıbbi atıkların kontrolü, bağışıklama, bütün bunlar işyeri hekiminin görevidir. Aynı zamanda olağan dışı durumlardaki hazırlıklar ve burada sağlık personelinin gerek kendisini koru-ması gerekse olağan dışı durumda yapacağı hazırlıklarda da işyeri hekimi aktif rol oyna-mak zorunda. Bütün bunları yaparken de yine çok önemli bir iş, kayıt ve istatistiklerinin tutulması ve bunların gizliliği. Yine bu gizlilik noktasında işyeri hekiminin tek işinin işyeri hekimliği olduğunu vurgulamak istiyorum. Gizliliği elden ele dolaşan dosyalarla sağlaya-mayız. Sertifikası olan herhangi bir hekim bugün bu hekim, yarın öbür hekim böyle bir karışıklıkta hiçbir çalışanın gizli bilgisi saklı kalamaz.

Taşeron çalışmalar yine çok önemli. Her yıl ihaleye çıkıp ucuz fiyatı verenle anlaşan işyer-lerinde yine gizliliği sağlayamayız. Peki, hangi muayeneleri yapacak sağlık gözetiminde? İşe giriş muayenesi, işe giriş sırasında işle ilgili olan ek muayeneler... Diyelim ki gürültülü ortamda çalışacak, odiyo testini yaptırmak gibi, periyodik muayene, hastalık, kaza, gebe-lik sonrası işe dönüş muayeneleri, hassas grupların muayeneleri, kadınlar, çocuk ve genç çalışanlar, engelliler, yaşlılar, kronik hastalığı olanlar, taşeron işçileri muayenesi, taşeron iş-çilerin aile hekimi olabilir ama ana firmanın ana sağlık kuruluşunun işyeri hekimi bunları kontrol etmekle yükümlüdür.

Yasanın ekindeki işe giriş ve periyodik muayenelerde kullanılması gereken formun doldu-rulması, genel fizik muayenelerinin yapılması, kişiye özel muayenelerin yapılması, gerekli tetkikler hariç ortalama 40 dakikadır arkadaşlar. Yine yayınlanmış olan yasalar, tüzükler, yönetmeliklerde her iş koluna ait ayrıntılı yapılması gereken rehberler vardır. Bu örnek de radyasyon çalışanları ile ilgili. Yani siz yapmak isteyin elinizde çok kaynak mevcut. Biraz önce de saymıştık, bir takım kurullardan söz etmiştik. Bu kurulların oluşturacağı talimat-lar prosedürler, radyasyon güvenliği, ameliyathanede lazer kullanımı, kesici delici alet ya-ralanmaları formu gibi formlar oluşturulur.

Risk analizi nasıl yapılmalı? Buraya bir risk analizinin küçük bir bölümünü getirdim. Bi-yokimya çalışanlarının da dahil olduğu çalışmada ne vardır? Numune almada, faaliyet numune alma, tehlike, kesici delici alet yaralanması, dökülme, saçılma, sıçrama... Risk ne? Bunların yol açacağı yaralanma ve enfeksiyon. Önlem ne olacak? Etkilenen gruplar kim-ler? Yasal gereklilik ne bu konuda? Olasılığı, şiddetin risk puanı ne, risk seviyesine göre kontrol mekanizmasının hepsi yapılacak, bunlardan kim sorumlu olacak gibi bütün bun-ları içeren bir tablo. Bunu her klinikte her işlem için ayrı ayrı yapılması gerekli ve biz bunu yapabilmiştik. Her senede yahut gerekli hallerde bunlar hâlâ yenileniyor benim çalıştığım hastanede. Teknik altyapı çok önemli. Çalışan sağlığı açısından dediğim gibi benim çalış-tığım hastane sıfırdan hastane olarak planlanmıştı, uzay üssü gibi bir altyapısı vardı. Bu benim işimi çok kolaylaştırıyordu. Her yerde bunu bekleyemeyiz ama bir takım iyileştir-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

148

meler yapabiliriz. Yine çok riskli alanlarda iyileştirmeler risk analizi, kayıtların iyi tutul-ması, kesici alet yaralanmaları yoktu. En çok temizlik personelinde görüyorduk. Temizlik personeli de hasta sehpalarının üstünde bırakılan delici kesici aletleri toplarken oluyordu. Hemşirelerimizin eğitimli olmasına rağmen yine enfekte atık kaplarını yanlarında gö-türmüyorlardı. Sonunda özel küçük bir tepsi oluşturduk. Enfekte atık kabı, ilacı vs. hepsi içinde olarak artık bunu alıp gitmek zaten onun kolaylığıydı. Evet, bunun da kaydı tutulup takipleri yapılması yine işyeri hekiminin görevi. Bu enfeksiyon kontrol komitesi enfeksi-yon hastalıkları uzmanı ve enfeksiyon kontrol hemşiresiyle birlikte değerlendiriliyordu. Bulaşıcı hastalıklar, enfeksiyon kontrolü, yine içinde olması gerektiği bir durum. Mutfak taşeron hizmetlerin kontrolü, çamaşırhane, sürücülerin sağlıklı olmaları ve onların gerekli çalışmaları, hepsi işyeri hekimi görevleri arasındaydı.

Bağışıklamalar, -sanıyorum bu konuda bir arkadaşımız sorular kısmında katkıda buluna-cak bize- sağlık çalışanları artık sadece Hepatit B ve İnflüanza’yla aşılanmıyorlar, MMR, suçiçeği aşılanmaları zorunlu hale getirilmiş durumda. Bunun dışında çalışılan birime göre Tifo, Polio uygulamaları olabilir. Tetanos aşılamaları zaten toplumsal aşılama olarak yapılması gereken zorunlu olan bir şey. Bütün bunların takibi de iş sağlığı güvenliği birimi tarafından yapılmalı.

Güvenli çalışma için laboratuvar, iyonize radyasyon alanları, manyetik alanlar, lazer alan-ları, kemoterapi alanları, sterilizasyon ünitesi, nükleer tıp ünitesi ve bunun dışında günlük kullandığımız deterjanlar, sabunlar, temizlik malzemeleri hepsi sağlık çalışanının sağlığı ve güvenliğini etkileyen faktörler.

Yine bunlar kapalı çalışma alanları, kişisel koruyucuların kullanılması, uygun koruyucu donanımlar, göz duşları, genel yıkanma duşları, ameliyathanelerde genel merkezi gaz do-nanımları, ergonomik ameliyat masaları, ergonomi eğitimleri, bütün bunlar yapılması ge-reken şeyler. ‘Eğitim her bir şeyin başıdır’ diyoruz ama ben biraz arkalara koydum slaytta bütün bunları nasıl kullanılacağı, nasıl çalışılacağı konusunda bir eğitim gerekli ama her-kese yapılmalı. Başta yöneticilere yapılmalı ki bunların gerekliliği anlaşılabilsin.

Bir de yıllık çalışma planı dışında raporunun çıkarılması, bu rapor doğrultusunda bir son-raki senenin çalışma planının oluşturulması gerekli. Bütün bunları yaparken de bilimsel gelişmelerin izlenmesi, sağlık kuruluşları, Çalışma Bakanlığı, sağlık odaları, meslek örgüt-leriyle ilişkilerin hiç kopmaması gerekmektedir.

Teşekkür ederim.

İbrahim Akkurt

Gayet güzel bir toparlama yaptınız. İkinci konuşmacımız ülkemizde benim bildiğim ilk iş müfettişliği kökeninden gelen daha sonra 9 Eylül Üniversitesi’nde bu konuyu kendisine ciddi bir uğraşı haline getiren hepimizin bildiği Dr. Alp Ergör Hocamız. 9 Eylül Üniversi-tesi’ndeki çalışmaları bize özetleyecek. Buyurun Hocam.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

149

TIP FAKÜLTELERİNDE İŞYERİ SAĞLIK VE GÜVENLİK BİRİMİNİN YAPILANDIRILMASI

Alp Ergör Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı AD

Büyük zamanımı, gerçekten günlük yaşamımın da akademi içindeki yaşamının da önemli bölümünü sağlık çalışanlarının sağlığı konusu alıyor. Benim yapacağım şey şu: Çok hızla, “bu ülkede üniversiteler düzeyinde sağlık çalışanının sağlığı nasıl bir tarihsel süreçten geçti?” ondan söz edeceğim. Başka bir şeye değinmeyeceğim. Temel kavram-lardan bir iki slaytla söz ettikten sonra bu ülke açısından önemli adımların üstünden geçeceğim. Arkasından da bizim üniversite örneğiyle toparlayacağım. Çok gördük, en altta, örneğin diğer isimleri hep biliyoruz Kamil Furtun›un hemen yanında Doktor Grete Rask›ın fotoğrafı var. Grete Rask pek çoğunuz için pek çok şey ifade etmeyebilir. 1978 yılında sağlıklı bir cerrah. 4 ay içinde hızlı kilo kaybı, tam bir tükenme, çok ağır ve kontrol edilemeyen enfeksiyonlarla Kongo’dan ülkesine dönen Belçikalı bir kadın cerrah, . Pnömosistis karini enfeksiyon tanısı konuyor. Yıl 1978. Vücudunda özellikle siyah yaygın lekeler var. Giderek artıyor lekeler ve zaten birkaç gün içinde de ölüm ger-çekleşiyor. Post mortem çalışmada o lekelerin kaposi sarkomu olduğu anlaşılıyor. Yıl 1978 daha Galileo ve Fransızların savaştığı bir durum yok. Bir cerrah büyük olasılıkla Afrika’daki cerrahi müdahaleler sırasında karşılaştı. Hemen onun yanında Eboladan ölen insanlar ve sağlık çalışanları görüyorsunuz. Fatalite yüzde 59. Kâbus. Bu işe hiç hazırlanmamışız. Slaytta tam ortadaki güleç yüzlü Doktor Khahn 1995 yılında ikinci ebola salgınından ‘neden bu kadar zarar gördük’ makalesini yazan sıra dışı bir hekim. Ülkesinde Ebola ile savaşta kahraman ilan edildi. 2 ay sonra eboladan öldü. Slayttaki diğer meslektaşlarımızı ve çalışma arkadaşlarımızı zaten tanıyoruz. Bizimle ilk soru-nu Ramazzini tanımlıyor. Ramazzini mesleğimizin (iş/işçi sağlığı) babası. 1700 yılında. Hekimlerden söz etmiyor. Cerrahlardan söz ediyor. Cerrahlar ne kadar kendilerini he-kim sanıyorlar bilemiyorum ama ebelerden ve hemşirelerden söz ediyor, çok da ilginç saptamaları vardır. Dünden bu yana çok altı çizildi, biz yalnızca onlardan bahsetmiyo-ruz tabi. Az önce Şadiye Hanım çok iyi ifade etti, taşeron işçiyi de kapsama alınması gerektiği YÖK’ün kendi raporunda bile var. YÖK-Sağlık Bakanlığı ortak raporuna göre sağlık çalışanı sayısı 730 bine çıkmış. 750 binlik bir sayıdan bahsediyoruz, şoföründen başhekimine kadar giden...

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

150

Bu tablo 1978 birinci Ulusal İşçi Sağlığı Kongresi’yle başlayıp beşinci Sağlık Çalışanının Sağlığı Kongresi’ne kadar gelen sağlık çalışanları ile ilgili süreci özetler. Bu yalnızca bir öznel özettir. Bu özette, kendi eğilimimin yanı sıra, bu alanda uğraşan bir akademisyen ve uygulayıcı olarak gözlemlerimi, saptamalarımı da yerleştirerek (sağlık çalışanının sağlığı ile ilgili kurumsallaşma sürecini) etkileye etmenleri ortaya koymaya çalıştım. Bugün üniversitelerde ve kamuda bu işi tartışmamızın temel nedenlerinden biri 6331. Beğenelim beğenmeyelim. 4857 değil. O bir felaket. Ama 6331’den önce geciktiğimiz, geç algıladığımız başka bir şey. Bir önemi var o yüzden vurguluyorum. Hangi düzen-leme bizim açımızdan önemliydi? Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 155 ve 161 sayılı sözleşmelerini 2004 yılında imzaladık. 6331’in özünü oluşturur bu sözleşmeler. Bir yıl içinde ulusallaşması gerekliydi. Bakın tek parti iktidarı olmasına karşın, 2004’ten 2012 yılına kadar ancak ulusallaştırdı (bu 2 sözleşme) 6331 sayılı Yasayla. Arada da esnek ça-lışmanın manifestosu sayılabilecek, belki benim bilebildiğim en sıkı (terimi bağışlayın ama) esnekleşme metnidir 4857. 4857 çıktıktan sonra üzerine ne yerleştirmeye çalışır-sanız çalışın bir ayak boşta kalıyor elbette. Ama önemli bir gelişme. 6331 özellikle üni-versiteler ya da kamu sağlık sektörü açısından ne yaptı, ne değiştirdi? Şadiye Hanım’dan az önce dinledik. İş Yasası kapsamındaki özel sektör iyi kötü alışıktı ve hazırdı buna (6331 sayılı Yasaya); biz (kamu) ise hiç alışmadığımız bir kavramla karşılaştık: “işçi-iş-veren ilişkisi”. Artık bir anabilim dalının öğretim üyesi, araştırma görevlisi, hemşire, laboratuvar teknisyeni ya da taşeron işçi başhekimin, rektörün, dekanın çalışanı haline geldi. Bu alışmadığımız bir şey. Bir diğer alışmadığımız şer koruma. Hem korunma hakkımızı istemek, hem de kendimizi korumakla ilgili bir takım argümanlar ya da ön-lemler dizisi. Bunlar bize çok tanıdık şeyler değildi. Enfeksiyon Kontrol Komiteleri’nin çabalarını bir yana bırakıyorum. En çok da bilinen etmenlere hazırdık. Bilinmeyen etmenler konusunda (çok da) hazırlıklı değildik. Bu alanda son derece yetkin bir en-feksiyoncu ve epidemolog arkadaşımın: ‘Eğer Ebola bizi vursaydı fatalitemizin Liber-ya’dan daha az olacağını düşünmüyorum’ diyordu. Ben de aynı kanıdayım. Sorun sağlık çalışanlarının yeterliliğiyle ilgili değil. Sağlık sisteminin sağlık çalışanlarını ‘bilinmeyen’ tehlikelerden korunma konusundaki yeterliliğinden söz ediyorum. Bunu biraz daha ya-lın aktarmaya çalışacağım

1978 Kongresinin içinde -Düzenleme Kurulu üyelerinden biri de masada oturuyor, büyük onur duyuyorum sevgili Şadiye Çetintaş ile aynı panelde bulunmaktan sağlık çalışanlarının sağlığı çok özel bir longitudinal alan olmamakla birlikte kongrenin içeri-ğinde yer alıyor. TTB işyeri hekimliği eğitimleri önemli bir diğer adım. Doğrudan doğ-ruya sağlık işkoluna yönelmemekle birlikte sağlık işkolunda da çalışacak insan gücü yetiştirmesi bağlamında bir katkısı olmuştur. Sonra ATO ve TTB’de ve özel sektörde bir hareketlilik başladı 1993-1996 arasında. İlk raporlama ortaya çıktı ve benim hatırladı-ğım kadarıyla bu kayıtlı değil. Benim müfettiş olarak çalıştığım dönemden hatırladığım bir öznel anı. 1993 yılında sağlık işkolunda özel sektörde ilk işçi sağlığı ve güvenliği ya da iş sağlığı ve güvenliği birimini Bayındır Hastanesi kurdu. Bir işyeri hekimi ve bir hemşire atadılar. Uzun bir sürede tek olarak devam etti. Arkasından Koç Vakfı Ameri-kan Hastanesi farklı bir yaklaşımla ortaya çıktı ve uzun bir süre, açık ara bu bağlamda-ki hizmetler açısından birinciliği götürdü. Bu dönemde henüz üniversitelerde bir şey

24-25 EKİM 2015, ANKARA

151

olmadığını görüyoruz. Üniversitelerde ilk hareketlilik 2. Ulusal Sağlık Çalışanı Kongre-si’nden sonra geldi. Bu kongrenin katımcıları arasında yer alan arkadaşlar ‘Biz üniver-sitelerde de bir şey yapmalıyız. Yalnızca üniversite hastanelerinde değil!’ dediler. Şunu da eklemek gerekli: üniversite bağlamında Dokuz Eylül denince şoven davrandığımı düşünmeyin, ilk hareketlilik 2000 yılında Dokuz Eylül’de başladı bir TÜBİTAK projesi olarak. Arkasından ilk örgütlenmeyi Zonguldak Karaelmas Üniversitesi oluşturdu. Fa-kat Zonguldak Karaelmas Üniversitesi “bir türlü dışarıya mı hizmet versin? İçeriye mi hizmet versin?” sorularına yanıt veremediği için o süreci yürütemedi.

Biraz kısaltalım. İlk kıpırdanmalar dedik. İlk kıpırdanmaları Bursa toplantısıyla görü-yoruz 2004 yılında. Biraz da buna değineceğim. Tam ILO sözleşmelerinin imzalandığı sırada bu alanda çalışan akademisyenler bir araya geldiler ve üniversitelerde ne yapa-biliriz konusunu tartıştılar. Tamamen sivil bir toplantıydı. Herkes kendi parasıyla gitti. Küçük bir birimde toplanıldı ve tartışıldı. Arkasından çok önemli, sağlık çalışanının sağlığı örgütlenmesi ve ağı oluşumu geldi. Bunun da etkisiyle üniversite hastanelerin-de sağlık çalışanının sağlığı örgütlenmesiyle ilgili ilk girişim Gazi Üniversitesi’nin ev sahipliğinde Halk Sağlığı Uzmanları Derneği tarafından gerçekleştirildi. İkinci çalıştay Akdeniz Üniversitesi ev sahipliğinde Adrasan’da yapılmış, üçüncü çalıştay Pamukka-le Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilmiştir. Bu arada hastaneleri içermeyen daha geniş bağlamda üniversitelere yönelen Hacettepe Üniversitesi İş Sağlığı Araştırma Merkezi’nin de çalışmaları var. Bunları zaten biliyoruz.

Bu (slayt) 2004 yılındaki ilk toplantıya ilişkin. Bursa Uludağ Üniversitesinden sevgili Kayıhan Pala, örgütçülüğüyle ‘ben ev sahipliği yaparım’ dedi; içlerinde hekim olmayan-ların da yer aldığı 8 akademisyen katıldı bu toplantıya. Bakın ne tartışılmış? Üniversite çatısı altındaki herkes tek bir merkezi eşgüdümünle sağlık ve güvenlik hizmetine ulaş-malı, birimlerde örgütlenme yapılmalı, dışarıdan hizmet alımı (daha etimiz budumuz ne? Denebilecek bir durumdayken) olabildiğince reddedilmeli… Geleceğe yönelik bir takım planlar yapılmış. SES, Eğitim-Sen ve benzeri örgütlenmelerin Sema Burgaz gibi akademisyenlerin davet edilmesi öngörülmüş. Bir sonraki toplantı denmiş. Sekretarya-sı bendeydi ama bu hiç olmadı bu arada, ancak bu yalnızca benden kaynaklanmıyordu. Daha sonsa HASUDER çalıştayları geliyor bu bağlamda. İlk çalıştay Gazi’de, 11 kurum ve 27 katılımcıyla gerçekleşiyor. Bakın orada neleri konuşmuşuz? Neden sağlık çalı-şanlarının sağlığı? Neden şimdi? Niye biz bunu yapıyoruz? Deneyim paylaşımı yapıldı. Bu işi kuran üniversiteler bir araya geldiler. İstihdam sorunları ve finansman özellik-le tartışıldı. Halk sağlığı ana bilim dallarının bu işle ilişkisi ele alındı. Ben de bir halk sağlığı bilim dalını temsil ediyorum ama bu işin tek başına halk sağlığı ana bilim dalları tarafından yürütülemeyeceğini düşünüyorum. Sonra Antalya Çalıştayı ve 6331 çık-tı karşımıza. Güzel. Artık bir şeyler yapabiliriz. Antalya’da biraz daha dar kapsamlı bir çalışma yapıldı. Bakın (slaytta görüyoruz) yine aynı şeyler ele alındı; yine örgütlenme modeli tartışmışız, yine finansman tartışmışız, yine alt işveren sorunu gündemimizde yer almış. Model çalışmaları yapıldığını görüyoruz. .Üniversite hastanelerinin yapısının dışında kalan hastanelere ve sağlık hizmeti sunumuna yönelen bütün alanlara eğilen, dokunan, Sağlık Bakanlığı›nın hizmet örgütleriyle de eklemlenecek bir model oluştu-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

152

ralım denmiş (Biraz iddialı bir model). İş sağlığı ve güvenliği kapsamının alt işverenleri de içermesine vurgu yapılmış. Bu toplantıdan 2 yıl sonra Denizli›de yine aynı kapsam-da bir çalıştay gerçekleştirildi. HASUDER›in moderasyonunda ama Denizli (Pamuk-kale Üniversitesi Hastanesi) ekibinin gerçekleştirdiği bir çalıştay. Bu en geniş katılımlı toplantılardan biriydi, Farklı kurumlardan 77 kişi katıldı. Sürveyans sistemi iş kazala-rı ve iş sağlığı güvenliği eğitimleri özellikle tartışıldı burada. hasuder.org sayfasındaki çalışma grupları sekmesi altında yer alan “iş sağlığı çalışma grubu” sekmesinden söz konusu toplantıların belgelerine ve çalıştayların raporlarına ulaşılabilir.

Daha sonra Ege Üniversitesi’nin bir çalıştayı Ve Dokuz Eylül’de yapılan 2 küçük top-lantı var. 2014 yılında Hacettepe’de HİSAM, çağrısıyla ”neler yaptık?” başlığını tar-tışmak için 70 üniversiteden200’ün üzerinde katılımcının bir araya geldiği bir çalıştay yapıldı. Bu çalıştayada 16 üniversite çağrılı olarak kısa sunumlarla ürettiklerini pay-laştılar. Üniversitelerde iş sağlığı ve güvenliği bağlamında tam bir kaos yaşandığını, hiç kimsenin ne yapacağını bilmediğini öğrendik. Herkes birbirinden bir şeyler öğrenme gayretindeydi. Bu çalıştaydan sonra Yaşar Üniversitesi, Ege, Dokuz Eylül Üniversitele-rinin ekipleri ortak bir çağrı yaparak bir platform oluşturdular. HASUDER üzerinden yapılan örgütlenmeler, sağlık çalışanlarının sağlığı platformu yanı sıra İzmir Üniversi-teleri İş Sağlığı ve Güvenliği Platformu diye bir platform da kurulmuş oldu. Bu plat-form toplantılarına Trakya’dan, Mersin’den ve Eskişehir’den katılımlar oldu. Platformda yalnızca kamu değil, vakıf üniversiteleri de var. Bu platform toplantılarında bakın neler tartışılmış: “Birimlerin işlevi ne olacak?” Hizmet kapsamı bene olacak? “Etik sorun-lar...” Bu sorunu açmakta yarar görüyorum. Örneğin meslek hastalığı tanısı koyuyor-sunuz, hastane yönetimi bu insanı işten çıkartmaya çalışıyor. Dokuz Eylül Üniversitesi hastanesi İş ve Meslek Hastalıkları polikliniğinde son 1 yıl içinde 411 meslek hastalığı tanısı konmuş. Bu tanıların hiçbiri henüz SGK tarafından onanmadı. Bu insanların ne-redeyse yüzde 36’sı işlerini kaybetti. Bizim koyduğumuz tanı yüzünden. Bu bir rezalet-tir. Biz şimdi gerçekten birimi kapatalım mı kapatmayalım mı diye düşünüyoruz. Alın size etik sorun. Bir diğer etik açmaz örneğini yine hastanemizden verebilirim: “1000 yataklı hastane, eksi 180 hemşire açığıyla çalışıyoruz. Bu ne demek biliyor musunuz? Bir hemşire arkadaşımızın artı 100 gün alacağı var. Bunun ne demek olduğunu hemşire arkadaşlarımız bilecektir. Para karşılığı zaten alınamıyor,. İzin? Ayşe izin alırsa Ayla ve Birsel fazla çalışacak. 2 hastaya, iki yatağa 1 hemşirenin görevli olması gereken birimle 20 yatağa tek hemşireyle bakıldığı olabiliyor bu ülkede. ”

Bizim birimden söz edeyim. Bizim birim 2000 yılında bir hareketlilik yaşadı, sonra 2006 yılında işverenin, yani başhekimin ‘böyle bir şey kurmayı istiyormuşsunuz, niye kurmuyorsunuz?’ sorusunu yöneltmesi üzerine kuruldu. Yansıda görüyorsunuz orada 3 hemşire var. Bir ekip çalışması... O ekip buraya (yeni yansı) evirildi. Yine işyeri hem-şiremiz var. Sekreterimiz var. Bunun bir ekip çalışması olduğunu bir kez daha vurgu-lamak gerekli. Eğer sekreter olmasa bu iş yürütülemez. Akademisyenlerin bu ekibe katkısı yönetsel sorumluluğu üstlenmek. Dokuz Eylül Üniversite Hastanesinde sürecin yönetimini sevgili çalışma arkadaşım Prof.Dr. Yücel Demiral yürütüyor. İki işyeri heki-mimiz var. Temizlik elemanımız Adalet Hanım olmazsa biz bu işi yürütemeyiz. Adalet

24-25 EKİM 2015, ANKARA

153

Hanım’ın sorunsuz çalışabilmesi bizim sorumluluğumuzda. Bu birimi kurarken ne gibi sorunlar yaşadık? 2000 yılında bir proje veriyoruz. Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) ve TÜBİTAK’a verdiğimiz proje var. 2000 ile 2006 arası son derece yakın arkadaş ol-mamıza karşın yönetimi ikna edemiyoruz. Sonra bir başka yönetici geliyor, ‘kursanıza şöyle bir şey’ diyor. 2006 yılında bir birim kuruyoruz. 2008’de bir başka ekip geliyor, üniversite yönetimi değişiyor. Bize zaman ayırıyorlar, brifing veriyoruz. O brifing so-nunda hastane başhekimi ‘tamam’ diyor. ‘Ben de emekten yanayım, çok güzel devam edin’ diyor. ‘İsterseniz yöneticileri değiştirebilirsiniz’ diyoruz. Hayır diyor devam edi-yoruz. Çalışan sağlığı biriminden sorumlu veteriner başhekim yardımcısından 6 ay randevu randevu alınamıyor. 6 ay sonunda önce Yücel, ondan sonra ekibin kalanı istifa ediyor. Birim tam kapatılıyor. Sonra yeniden bir başhekim yardımcısı geliyor tekrar ‘siz bu birimi kurun’ diyor. Kuruyoruz yeniden. Bu birim önce 15 metrekarelik bir odada çalışıyor. Şimdi derli toplu bir alanda çalışıyoruz. İSİG kurulunun oluşumu neredeyse 1,5 yılımızı alıyor. Ve Türkiye’de ilk defa biz bütün sendikaları yasal düzenlemeye kar-şın temsile yetkili sendikanın dışında diğerlerinin de gözlemci olarak kurulun içinde yer almasını sağlayacak bir düzenleme oluşturuyoruz.

Az önce Şadiye Hanım da çok açıkça söyledi, elimizde Radyasyon Güvenlik Kurulla-rı, Enfeksiyon Kontrol Kurulları gibi yapılar var. Ancak, Enfeksiyon Kontrol Kurulla-rının asıl işinin nozokomiyal sorunlar olduğunu düşünmek gerekli. Ancak bu yapılar 1980’lerin sonundan 2012’ye kadar sağlık çalışanlarının bağışıklanması ile sınırlı olmak üzere çok şeyi üstlendiler. Ancak artık çalışanların sağlığı ve güvenliğini bu yapıların üzerinden almak gerekli. Ayrıca o kurulların uğraşmaları gereken hastane enfeksiyon-ları gibi son derece önemli sorunlar var. Ancak sağlık çalışanlarının sağlığı ve güvenliği alanındaki yapılanmaların bu kurullarla birlikte, eşgüdüm içinde çalışması gerekir. Söz konusu kurullarla ilgili yapı ve durum her üniversitede her sağlık biriminde birbirin-den farklı özellikler taşıyır. Uludağ Üniversitesi, Pamukkale, Dokuz Eylül, Ege Üniver-siteleri hepimiz birbirinden farklıyız. İlkelerde birleşmemiz gerekiyor. Mutlaka alt işve-reni kapsama almamız gerekiyor. Hizmet alımından uzak durmamız gerekiyor. Üniver-site hastaneleri kendi insan gücüyle kendi çalışanlarına sağlık hizmeti verebilirler.

Bu son slaytım. ICOH, Uluslararası İş Sağlığı Birliği’dir. ICOH’un dokuzuncusu Brezil-ya’da, Sao Paulo’da gerçekleştirilen sağlık çalışanlarının sağlığı kongreleri var, bunlar-dan 10’uncusu da gelecek yıl İzmir’de yapılacak. Türk katılımcılara ayrı bir ücret politi-kası yürütülecek (aramızda kalsın).

Soru ve katkılar olursa elimden gelen yanıtı vermeye çalışacağım. Çok teşekkür ederim.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

154

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIK VE ORTAM GÖZETİMİ PROGRAMI

Arif Müezzinoğlu Ankara Tabip Odası

Sunum planımı paylaşarak konuşmama başlıyorum. Benden önceki değerli konuşmacı arkadaşlarım, Şadiye ve Alp güzel örnekleri sundular. Özel hastanede Şadiye’nin nasıl çalıştığını -5 yıl oldu bırakalı gerçi ama- biliyorum. Yine sevgili Alp’in 9 Eylül’de ekibiyle birlikte yaptıkları çalışmaları biliyorum. Son derece önemli ve alanın iyi örnekleri. Ancak bizim hedefimiz ne? Burada neden toplanıyoruz? Bu toplantılar, kongreler neden yapılıyor? Çalışanlarının sağlığının bozulmasının önlenmesi, güvenliğinin sağlanması için. Buna yönelik doğru, güzel, iyi örnekler var. Ancak büyük çoğunluğu ifade eden daha büyük bir kesim var. Orada bu anlamda böyle ‘şanslı’ çalışanlar yok. Bu güzel örnekler geneli düşündüğümüzde bir anlamda istisnaları oluşturuyor. İki yıl önce gene bu salonda Annie Thebaud-Mony konuşmuştu. Dün akşam Meral’in ve Aslı’lının da katıldığı bir saatlik konuşmasının kaydını tekrar dinledim. Bu salon tıklım tıklım doluydu o zaman. İki şey söyledi aslında, Annie bize. Birincisi, iş cinayetleri, uzuv kaybıyla ya da ağır sonuçlarla sonuçlanan kazalar bir işyeri ortamında gerçekleştiğinde sanki kaderin bir biçimde tezahürü olarak ortaya çıktığı ve neredeyse sorumluların kollektif bir görünmezlik zırhıyla korundukları bir hale getirildiğini, söyledikten sonra şunu eklemişti. Bir kaza asla rastlantı değildir. Buralarda da kazaların rastlantı sonucu olmadığını her birinin istenirse öngörülebilir olduğunu dolayısıyla her birinin önlenebi-lir olduğunu biliyoruz aslında. ‘Kaza değil cinayet’ derken ki gerekçemiz bu. Meslek hastalıklarına ilişkin de şöyle bir tespitte bulunmuştu: Meslek hastalığı özel, kişisel hayata kolektif bir tecavüzdür. İşletmenin çalışanın içine akmasıdır. Meslek hastalıkları planlan-mış olaylardır. Biz bunu da biliyoruz aslında. O güzel kitabında bütün bu olanların, Pakistan’da, Hindistan’da, Güney Afrika’da, Brezilya’da ve gelişmiş kapitalist ülkeler olan Kanada ve Fransa’da da halen gerçekleşmekte olduğunu söylemişti. Dolayısıyla bizim burada yaşadıklarımız bize özgü değil. Bütün dünyada çalışanların yaşadıklarıdır. 302 insanın öldüğü Soma ile ilgili bir rapor yayınladı Boğaziçi Üniversitesi. Başlığı ‘Geliyo-rum diyen facia’ olan ve alt başlıklarından birisi de Marquez’den alıntıyla, herkesin gerçekleşeceğini bildiği bir cinayetin adım adım gelişinin işlenmesi olan rapor. Gerçek-ten de şu anda yargılanan bir dizi insan, yöneticiler de dahil olmak üzere aşırı kâr için üretimin maksimizasyonunda sorumluluğu olan insanlar. Ama sadece onlar mı sorum-lu? Kamunun kâr maksimizasyonunu zorunlu kılan üretim politikaları ya da Türkiye’nin son dönemdeki enerji politikaları da sorumlular arasında değil mi? Soma 2014’te

24-25 EKİM 2015, ANKARA

155

gerçekleşti. 2007’de bu Soma ile ilgili madenin tehlikelerine ilişkin yazılmış işletme müdüründen hem devlete hem de satın alacak olan şimdiki sahiplerine yazılmış raporlar var. 13 Mayıs’tan 3 hafta önce giderek artan kömürün ısısının birçok tespiti var. Karbo-monoksit ölçümlerinin alarm veren düzeyleri var. Sonuç olarak göz göre göre yaşanan bu sonucun neden cinayet, katliam olduğunu açıklayan en önemli örneklerden birisi olarak tarihimize geçti. Annie mesleğin haritası bedenimizde çizilidir’ diyordu ‘Çalışmak Sağlığa Zararlıdır’ kitabında. Bunu biliyoruz. Sonuç olarak gerçek öyküler var. 20’li yaşlarda olup, 35 kg.lık beton kalıplara döken, taşıyan, günde bundan 200-300 tane ya da buna yakın sayılarda yapan birisinin kısa bir süre sonra omurgalarında neler olduğunu, olacağını biliyoruz. Bunu ilk günden itibaren biliyoruz aslında. Ya da bir 25 yıllık deri işçisinin, ayakkabı işçisinin her türlü solvente (çözücü) maruz kalmış bir işçinin hangi kan hastalıklarına yakalanacağını çok iyi biliyoruz. Ya da 85 desibelin üstündeki gürültü-ye belli bir süre maruz kalındığı zaman ne olacağını biliyoruz. Varolan çalışma koşulla-rında her 3 diş teknisyeninin ikisinin silikozise yakalandığını, yakalanacağını da biliyo-ruz. Sonuç olarak bütün bunlar Annie’nin dediği gibi ‘planlanmış’ olaylar. İşçi sağlığına ilişkin bütün bu öngörülebilir ve planlanmış sorunlara ilişkin devletimizin çalışma yaşamını düzenleyen mevzuatlarında şunlar var. “Bir çalışan çalışmaya başladığı andan itibaren o iş yerinin tehlikeleri hakkında ve o tehlikelerin riskleri hakkında ve onların gö-zetim programları hakkında nasıl korunacağı hakkında bilgilendirilmek zorundadır”. Ya bunu eğitim başlığı altında söylüyor ya da bilgilendirme sorumluluğu altında söylüyor. Birçok başka yerde de benzer şeyler söylüyor. Yani devlet de biliyor işyerlerinin tehlike-lerle dolu olduğunu ve çalışmanın sağlığa zararlı olduğunu. Dolayısıyla onların sonuçla-rının önlenmesine yönelik bir dizi prosedür oluşturmuş durumda. Hepiniz çalışıyorsu-nuz, bir düşünün ve hatırlamaya çalışın, çalıştığınız iş yerlerinde size işyerlerinizin, çalışma alanlarınızın tehlikeleri, bunların riskleri ve de bunların gözetim programlarıyla ilgili eğitim verildi mi? Nedir bunlar, siz bunları sayabiliyor musunuz? Bunu işveren çalışanlara işe başlarken ve sonrasında yapmak zorunda. Devlet de bunu söylüyor. Her işyerinde bunun yapılması gerek. Sonuçların bir yerlere asılması gerek, çalışana doğru-dan bildirilmesi gerek, periyodik muayenelerin sonuçlarını açıklarken anlatılması gerek, işe girişte bu işyerinde şu tehlikeler var, bunların böyle riskleri var, bunlar şöyle önlenir şöyle gözetilir şekilde de anlatılması, çalışanın bunlardan haberdar olması gerek. Elbette bu söylenenlerin hayata geçirilmesi yani uygulanması gerek. Ancak bu değerli 2 arkada-şımın çalıştığı yerler gibi olan işyerlerin dışındaki çalışanların büyük çoğunluğunun böyle bir süreçten haberi olmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla bu insanların ulaşabile-cekleri ‘benim sağlığım bu iş yerinde korunuyor mu, korunacak mı? Güvenliğim koru-nuyor mu, korunacak mı? Dolayısıyla bu işyeri sağlıklı ve güvenli bir işyeri mi, değil mi?’ sorularını sorduklarında, cevabını alabilecekleri bir yer olmasının çok iyi olacağını ve bunu bizim yapabileceğimizi düşünüyorum. Bütün çalışanlara ulaşmayı hedefleyen bir işçi dostu sayfası oluşturmayı öneriyorum. Ne olacak bunlarda; sektörler olacak, iş kolları olacak, en fazla tehlikesi ağır tehlikesi ve ciddi riskleri olan işkollarından başlamak üzere. Örneğin onlardan bir tanesi olan Kaynaklı çalışmanın tehlikeleri olacak. Bir kaynak işinde- tabii alt grupları da olacak ama ayrıntıya girmiyorum şu anda- tehlikeler yani bu iş kolunda çalışan bir kaynakçı çalışanının maruz kaldığı tehlikeler nelerdir? Sırayla sayılacak. Örneğin bunlardan bir 85 dB in üstündeki gürültü. Bu gürültü varsa ki,

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

156

kaynak çalışanının çalıştığı alanda neredeyse kural olarak vardır, bu yüksek gürültü maruziyetinin gözetimi nasıl olur? Örneğin gürültü haritası var mı? Sizin işyerinizde çalışma alanınızda yapıldı mı? Kişisel gürültü maruziyetinin ölçümü yapıldı mı? Çalışan-lar bilgilendirildi mi vs. Bunlar yapılmışsa eğer bir ortam ve sağlık gözetim programı uygulanmış demektir. Peki, yeterli mi? Elbette değil. Bunun da sağlığın korunması yani işitme kaybının önlendiği sonucuna da ulaşması gerek. Yani bu programın performansın da izlenmesi gerek. O da kaybın olmadığının yani işitmenin korunduğunun tespitiyle kesinleşir. Yani bu programın işlemesi gerek. Yine kaynak dumanı maruziyetinin tablosu nasıldır ya da semptomları nedir, bunu sağlık gözetimi nasıl olur, metal dumanı ateşi nedir, eğer bu görülüyorsa vs. solunum koruması nasıl yapılır? Bunlara bakarak ‘benim bu işyerinde solunum sistemimin korunması sağlanıyor’ diyeceği ‘Kaynakta sağlık gözetim programı’nın hazırlanması. Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum. Bir kaynak çalışanının sağlık riskleri kronik bronşittir, bel fıtığıdır, işitme kaybıdır vs. Sonuç olarak 5 yıllık bir kaynak çalışanı “Halen herhangi bir yakınmam yok ama ben kronik bronşite gidiyor muyum? Bel fıtığı sorunum yok ama bel fıtığı olmaya doğru gidiyor muyum. İşit-me kaybı tanısı almadım ama bu süreç başladı mı?” yani “benim 5 yıllık kaynak çalışanı olarak bir şikâyetim olmamakla birlikte sağlığım korunuyor mu, güvenliğim korunuyor mu” sorularının cevabını bulacağı bir sayfa. Sağlık çalışanları bunun bir anlamda daha spesifik bir alt grubu. Sektörlerden birisi. Aynı mantıkla, sağlık alanındaki çalışma alanlarının tanımlanması gerekiyor. Burada ne yapılıyor? Örneğin sterilizasyon ünitesin-de, malzemeler geliyor, bir dizi işlem yapılıyor. Bu çalışma alanının, sterilizasyon ünitesi-nin tehlikeleri neler? Sıcak, kesici aletler, kanla bulaşan patojenler vs. Bu tehlikelerin ayrıntılı tarifi, açıklaması yapılması gerekli. Bunlar hangi risklere yol açar? Bu tehlikele-rin tanımlanması, bu risklerin ortadan kaldıracak ya da önleyecek kontrol programları bunlar uygulanıyor mu, bu riskin açığa çıkıp çıkmadığını ya da bu süreci tespit eden gözetim programında neler yapılması gerek, karaciğer fonksiyon testleri vs. Bu ortam gözetiminde ETO’nun (Etilen Oksit) nelerine dikkat edilmesi gerek. Eşik sınır değeri, diğer özellikleri, ne zaman ölçülmesi gerektiği bilgileri olmalı. Kontrol planının gözden geçirilmesi, riski azaltmak için yapılacaklar var mı? Yani toplam 8 maddeden oluşan bir program. Bütün çalışma alanlarında bu 8 maddenin olacağı, bu alanlarda kimler çalışı-yor, tehlikeler neler, hangi riskleri oluşturacağı, ayrıntılı tanımları, bunları önlemek ya da gözetmek için nasıl bir sağlık gözetim programı, nasıl bir ortam gözetim programı oluşturmak ve sonuç olarak riski azaltmak için uyguladığımız faaliyetler nelerdir? Neyi hedefliyoruz? 3 sorunun cevabını vermeyi. ‘Benim sağlığım bu işyerinde korunuyor mu?’ sorusunu soracak çalışanın bakıp ‘evet korunuyor’ ya da ‘korunmuyor’ diyebileceği bir sayfa hazırlamak. Bu bilgiye ihtiyaç duyan bir çalışanın ulaşabileceği bir sayfa hazırla-mak. Dolayısıyla neler yapılması gerek, bu alanda hangi tehlikeler, hangi riskler, sağlık gözetim programı vs. Bunun önlenmesi için sağlık gözetim programıyla doğrudan ilişkili olan ortam gözetim programını hazırlamak. Kaynaktan gidecek olursak kaynak dumanı bileşenleri, sınır değerleri ölçüm sonuçları vs. Önemli bir diğer konu da şu. Mevzuatta da tanımlanıyor. Eğer güvenli ya da sağlıklı değilse işi bırakma hakkı ! Sonuçta bizim en temel haklarımızdan birisi de bu. Eğer bir ortamda sağlığın ya da güvenliğin tehlikedeyse orada çalışmama hakkı vardır. Ama buna neye dayanarak karar vereceğiz? Bu işyeri sağlıklı ve güvenli bir işyeri mi? Buna ilişkin verilerin sağlanacağı ve buna dayanarak

24-25 EKİM 2015, ANKARA

157

burası sağlıklı ya da değil diyebilmemizi sağlayacak bir sayfa.

Kısaca birkaç noktayı daha ekleyip bitiriyorum. Bu salonda işin uzmanları var ve bu konuyu elbette çok iyi biliyorlar. Söylediklerimin bir sanal risk değerlendirmesi an-lamına geldiğinin farkındayım ve tabii çok iyi biliyoruz ki hepimiz, asla sanal bir risk değerlendirmesi yapılmaz. Dolayısıyla biz Karabük’teki demir çelik fabrikasının ben-zer tehlikeler benzer riskler olmakla birlikte İskenderun Demir Çelik Fabrikası’ndan çok farklı olduğunu aynı işkolu bile olsa her iş yerinin birbirinden çok farklı olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla uzaktan ve teorik olarak yapılanla, gerçek işyerinde yapılanın ör-tüşmeyebileceğini, alanda yapılanın yerini alamayacağını bilerek ve bunu anlatarak ya-pacağız. Ve mümkünse eğer hayalim, bu çalışmanın dinamik, sürekliliği olan, canlı bir soru cevap biçiminde alanla ilgili doğrudan soruların sorulduğu ve cevapların alınabil-diği bir zeminde de sürdürülmesi. Biz sağlık boyutunu öne çıkaran, iş güvenliği boyu-tunda çok da fazla bir şey söylemeyen bir pozisyonda olalım diye de ayrıca düşünüyo-rum. Bunu hep beraber yapacağız tabi yapabilirsek. Çok iyi anlatacağından şüpheliyim ama vikipedia örneği şöyle tarif ediliyor, ‘Özgür ve bağımsız ansiklopedi’. Bir biçimde bu böyle bir zemin olsun ve insanlara ulaştığında güvenilirliği olsun, dolayısıyla bunu sağlayacak arkasında bir örgüt olsun, yani TTB olsun diye düşünüyorum. Ama bunu yapmak isteyen insanların katkı yapmasına hepimizin imkan sağlayan birlikte oluştura-cağımız bir hale de getirebilmeliyiz diye düşünüyorum.

Dilin sadeliği son anlatacağım başlık olsun. Burada söylemeye çalıştığım çalışmayı bir dizi kitabı alarak buradaki herkes bir masa başında belirli bir sürede yapabilir. Hepi-miz yapabiliriz bunu, bunda bir sorun olmaz sanıyorum. Ama burasının akademik bir bilgi deposu ve de araştırma yapacaklara bir kaynak oluşturmak gibi bir anlamı asla olmamalı diye düşünüyorum. Burası gerçekten çalışanlar için ‘benim sağlığım koru-nuyor mu?’ , ‘benim güvenliğim var mı?’, ‘bu işyeri sağlıklı mı?’ sorularına cevap ve-recek uygun dili bulan bir sayfa olması mümkün diye düşünüyorum. ATO Web sayfa-sında, İşçi dostuyla Sağlık çalışanlarının sağlığı, sayfalarının ikonlarının eklenmesiyle değerli oda yöneticisi arkadaşlarımızın onayları ve katkılarıyla teknik süreç başladı. O ikonların tıklanmasıyla açılacak bir program oluşturulacak ve ondan sonra orası önce, ‘ne yapıyoruz, neden yapıyoruz’ hedeflerimiz, sonrasında işkolları, ondan sonra tehli-keler gibi başlıklar açılacak. Annie yeni bir kitap yazmış, orada şirketler, devlet, bilim adamı ilişkileri var. Daha yayınlanmadı ama konusu, özeti kısacası bilgisi geldi, ken-disi de geldi toplantılarda konuştu. Sizler de o ilgili yazıyı bulabilirsiniz, canlı olarak youtube’da da var konuşması çevirisiyle birlikte. Bilim insanlarının bu kötü gidişattaki sorumluluklarını uzun uzun anlatıyor Annie son kitabında. Sigara konusunda, asbest konusunda, kontrollü asbest kullanımı raporlarında halen daha dünyanın üçte ikisin-de asbestin üretilip yaygın biçimde kullanılmasında bilimin, bilim insanlarının rolleri yani bu süreçlerde yapmaları gerekenleri yeterince yapmayarak ortaya çıkan olumsuz sonuçlardaki sorumlulukları anlatılmış. Tam da bu noktada bizlerin bulunduğumuz pozisyonlardaki sorumluluğumuz bu olabilir mi, diye soruyorum? Görevimizi yerine getirme yolu olarak bu sayfaları hazırlamayı öneriyorum. Var mısınız? Ne dersiniz? Teşekkür ediyorum.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

158

SORU - CEVAPKatılımcı İşyeri hekimi olarak çalışıyorum Ankara›da. Hepinize çok teşekkür ederim. Ben hem tespit hem de soru niteliğinde birkaç unsuru dile getirmek istiyorum. Birincisi karşılaş-tığım en büyük problem veri kayıt sisteminin yetersizliği. Gerek sağlık çalışanları an-lamında bu durum söz konusu gerekse normal işçiler açısından bu durum söz konusu. Çünkü işçi ya da işyeri hekiminin değişmesi her şeyin sıfırdan kayıt altına alınmasına yol açıyor. Benim de naçizane bir taslak çalışmam olmuştu tıpkı aile hekimliği programı gibi bir çalışma ama maalesef çok kabul görmedi takdir ederseniz ki. Ben şunu sora-caktım. Bununla ilgili Bakanlık nezdinde herhangi bir çalışma var mı ya da akademik düzlemde dile getirildi mi? İkincisi de üniversite bazında hem tıp fakültelerine gerekse mühendislik fakültelerinde iş sağlığı ve güvenliği kavramıyla ilgili ders planlanıyor mu ya da var mı? Bunları sormak istedim.

İbrahim Akkurt Ben ilk kısmına yani ‘Bakanlığın kayıt sistemi var mı’ sorusuna cevap vermek isterim. Hangi Bakanlığı sorduğunuza bağlı. Güvenlik kısmı Çalışma Bakanlığı’nın aslında sağ-lık kısmı da sağlık otoritesinin olması gerekiyor ama öyle bir sistem maalesef yok. Çalış-ma Bakanlığı’nın da sağlığı koruma şeklinde değil durumu aslında. SGK’ye topu atmış şekilde. Alp Bey’in de söylediği gibi 4 küsurluk meslek hastalıkları şu anda yarısı kendi-sini kapının önünde bulmuş vaziyette. SGK’ye bildirme ve peşinden müfettişlerin gelip onları taciz etme nedeniyle bir karmaşa var. Bu karmaşa nasıl giderilir bilmiyorum.

Alp Ergör İbrahim’in başladığı yerden devam edersek bu iki datanın birlikte olması lazım. Az önce altı çizildi sağlık ortam gözetimi, çalışanın izlemini bir araya getirecek bir data sistemi. Bunu her iki Bakanlık ayrı ayrı yapsa bile böyle bir eşgüdüm yok. Bakanlık’ta ISG kâtip hizmeti bu niteliği taşımıyor. Bunu siz de biliyorsunuz onu bir kenara koya-lım. Üniversiteler, az önce yansıtmaya çalıştım, 2004’teki toplantıdan bu yana aynı şeyi patinaj yapıp duruyor. Şu anda her birim kendi yapısını oluşturuyor. Fakat sorun şu: 9 Eylül’de biz bir yapı kurduk. Bu yapıyı sizin gibi bu alanda çalışan içimizden arkadaş-larla yaptık. Çok da güzel oldu. Riski izleyebiliyoruz, ortam risklerini birleştirebiliyo-ruz, bunu çalışanlarla paylaşabiliyoruz. Aklın yolu bir demek istemiyorum, ama benzer şeyleri üretiyoruz. Benzer bakış açısıyla baktığı zaman bireyler. Yönetim değişti, adam-lar hizmet aldıkları bu da hizmet alımı, hizmet aldıkları firmayı değiştirdiler. Bizde yeni baştan tümüyle yaptık. Burada da şöyle bir sorun var. Mesela alıp 9 Eylül’de biz böyle bir veri tabanı oluşturduk buyurun dediğinizde bu Anadolu Sağlık Kurumu’na uymuyor. Temel ilkeler uyuyor ama ara açılımlar kıvrımlar çok farklı. Siz bu alanla ilgilenen bir insansınız. Zor. Şu anda benim uzman görüşüm o ki yakınlarda böyle bir şey çıkmaya-cak. Böyle bir şeye şiddetle gereksinim var. Kısa bir söz daha ekleyeyim. Ben biraz farklı düşünüyorum. Müthiş bir şey olur bu ama akademik bilgiyi dışarıda tutmak, akademiyi zaten uzaklaştırdığı dokunması gereken gerçek yaşamdan iyice uzaklaştırır. Ben de tam tersini önerecektim. Oraya tıpkı SES’in bibliyografyası, sunumda da yansıtmaya çalıştım

24-25 EKİM 2015, ANKARA

159

çok önemli bir katkıdır o. SES kalktı bibliyografya hazırladı. 2003’e kadar olan Türkçe yazılmış sağlık çalışanları ile ilgili bütün ne bulduysa topladı. Bu Türkiye’de ilk defa ya-pıldı ve bunu sendika yaptı. Sendika ondan sonra daha geriye gitti o ayrı bir konu ama bu çok önemli bir sıçramadır. Benzer bir şey önerecektim ben de. Kanıtı oraya koymak lazım. Bununla ilgili kısa bir şey söyleyeyim. Kanıta dayalı tıp bilgileri... Pek çoğumuz biliriz belki bunu. Geçenlerde onların bir sunumunu dinledim. Uzun uzun psikososyal risk etmenleriyle ilgili açıklamada bulundular. Bütün kanıta dayalı verileri açıklıyorlar bir araya getiriyorlar. Dediler ki bakın bir sürü çalışmalar yapılmış bu çalışmalara göre biz bireylere sesle başa çıkma eğitimi verirsek sorun çözülüyor. Herkes buz gibi oldu. Adam sonra ‘bu gerçek olabilir mi sizce’ dedi. Tabii ki olamaz. Akademi abuk sabuk şeylerle uğraşırsa en iyi gönderme yapalım böyle oluyor. Yani biraz da kendimize iğneyi batırmamız ama bence birleştirmek lazım.

Levent İncedere Arkadaşımızın üçüncü sorusu vardı. ‘İş sağlığı ve güvenliği konusunda üniversitede eğitim var mı’ diye. Naçizane kendi deneyimimden de yola çıkarak bir katkı yapmış olayım. Bir yasal düzenleme var, geçen yıl yapıldı. YÖK diyor ki “zorunlu dersler, Tarih, Türkçe, İngilizce yapan üniversitelerde iş sağlığı ve güvenliği olma yeterliliği olan bö-lümler yani bütün mühendislik mimarlık programları, Fizik, Kimya, Biyoloji, iş sağlığı güvenliği programı ve bölümlerinde iş sağlığı ve güvenliği dersi en az 2 dönem zorunlu olarak verilecektir” diye bir karar var. Uygulanıyor mu peki? Ben geçtiğimiz dönem ba-şında çalıştığım üniversitede buna ilişkin bir rapor örneği hazırladım ama mühendis-likler başlamadı. Bu bir bilgi olsun diye söyledim. Kendi deneyimim belki bir yaklaşım getirir. Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu’nda çalışıyorum. İş Sağlığı ve Güvenliği Programı Başkanı’yım. Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu olunca sağlık çalışan-larının sağlığı türünden de bir konu gündemde olunca benim açımdan bütün prog-ramlara bütün bölümlere temel iş sağlığı ve güvenliği dersi vermeye başladık. İkinci yılındayız. Tıbbi dokümantasyon, odyometri... Bildiğiniz bölümler. Bütün bölümler İş Sağlığı ve Güvenliği dersi alıyorlar. Biraz saha gezdiriyoruz onlara. ‹En azından bir has-taneyi o açıdan gidin, görün, rapor edin, proje yapın› diyoruz. Böyle bir uygulamamız devam ediyor. Sonuçlarını da akademik bir çalışma haline de getirmeye çalışıyoruz bir örnek olarak. Bir başka şey ise bu dönem İş Sağlığı ve Güvenliği programında Sağlıkta İş Sağlığı ve Güvenliği gibi seçmeli bir ders açmaya hazırlanıyoruz. Yine benim doktora öğrenciliği döneminde biraz hocamı da zorlayarak orada açtırdığımız bir hastanedeki sağlık güvenliği ile ilgili doktora dersi vardı. Tıp fakültelerinde zaten devam eden halk sağlığı altında dersler var. Aslında iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin en azından üniversi-te düzleminde bir dizi uğraşı ya da benim içinde yer aldığım deneyimden yola çıkarak bir dizi uğraşı var. Ama yetiyor mu, hayır. Olağanüstü problemler var. Baştan başlamak lazım. İlköğretimde başlamak lazım. Böyle bir eğitime ilişkin katkı yapmış olayım. Te-şekkür ediyorum.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNDE ÖRGÜTSEL DURUM/TUTUM

“İŞÇİ ZAFER AÇIKGÖZOĞLU ANISINA”

Oturum Başkanı

Eriş Bilaloğlu Toplum ve Hekim Dergisi Hakem Kurulu

Murat Özveri Çalışma Ekonomosi ve Endüstri İlişkileri, Çalışma ve Toplum Dergisi

Dr. Dilek ASLAN TTB-Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu adına

Funda Keleş Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası

24-25 EKİM 2015, ANKARA

161

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNDE ÖRGÜTSEL DURUM

Eriş Bilaloğlu Toplum ve Hekim Dergisi Hakem Kurulu

Hepimizin dikkatini çekmiştir, biliyorsunuz bu kongrenin bütününde kimi oturum-lar belli isimlerin anısına düzenlenmiş durumda. Herhangi bir oturum herhangi bir kongre bir ismin adına ya da anısına düzenlendiğinde genellikle iki durum söz konusu olur. Kimi zaman üst üste de biner ve o kişi o alanda bilgisiyle, görgüsüyle, tecrübesiyle, mücadelesiyle bir katkı sunmuştur. Ya da hem bunu yapmıştır ve bunu yanı sıra bir biçimde kaybedilmiştir. Bunun anısına ithaf edilir bu oturumlar. Bizim bu oturum da Zafer Açıkgözoğlu anısına ithaf edilmiş durumda. Tüm oturumlara verilen isimler genellikle kaybettiğimiz arkadaşlarımız. Bu da işçi Zafer Açıkgözoğ-lu anısına. Zafer Açıkgözoğlu kimdir? Muhtemelen buradaki katılımcıların önemli bir kısmı biliyordur. Ama hatırlatmakta yarar var. Zafer Açıkgözoğlu adıyla internete girdiğimizde değişik haberler görüyorsunuz. Şunlar söyleniyor: İstanbul Tıp Fakülte-si hastanesinde taşeron işçi olarak çalışan 26 yaşındaki Zafer Açıkgözoğlu çöp torba-larını boşaltırken eline bir enjektör iğnesi battı. Geçen yıl meydana gelen bu kazayı önemsemeyen ve çalışmaya devam eden Açıkgözoğlu bir süre sonra amirleri tarafın-dan acil servisin bodrum katındaki lağım sularını temizlemesi için görevlendirildi. Ancak Zafer Açıkgözoğlu bodrum kattaki bu işi yaptıktan sonra eve gittiğinde ani-den rahatsızlandı. Hastaneye kaldırılan ve enfeksiyon kaptığı anlaşılan Açıkgözoğ-lu’na Hepatit B teşhisi kondu. Karaciğeri iflas etmişti. Aynı hastanede karaciğer nakli yapılan Açıkgözoğlu kısa süre sonra yeniden rahatsızlandı ve iki hafta kaldığı yoğun bakımda hayatını kaybetti.

İş güvenliği ve sağlıkta çalışma koşullarının bir üniversite hastanesinde bile ne du-rumda olduğunu gözler önüne seren bu trajik ölümün ardından Zafer Açıkgözoğ-lu›nun ölmeden önce hastanedeki çalışanlarına bir mektup bıraktığı anlaşıldı» diyor haberlerde. O kısa mektubu da sizinle paylaşayım. Bu bir haber zaten. Bu bilgileri haberden aldım. Şöyle demiş Zafer Açıkgözoğlu: “Yaşarsam malulen emekli olacak-mışım. Şimdi bunları düşünemiyorum bile. Sonum ne olacak, yaşayacak mıyım bil-miyorum. Taşeron işçileri Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği vasıtasıyla yürütülen

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

162

dava süreci devam ediyor. Hastane yetkilileri bizden daha yüksekler. Daha üstünler. Belki onlar kazanacak. Ne karar çıkarsa saygı duyacağız. Elden ne gelir ki? Biliyorum, arkamda iki gün ağlayıp üçüncü gün unutacaksınız. Hayatınıza hiçbir şey olmamış gibi devam edeceksiniz. Benden önce her sene ölen 1500 işçi gibi. Soma’da ölen 301 maden işçisi gibi. Şimdi diyorum ki iş buldum, ekmek buldum diye sevinirken güvenlik önlem-lerinin alınmamasına, gerekli eğitimin verilmemesine, altyapı eksikliğinden canımdan oldum. Yaşamak istiyorsanız sevdiklerinize mutlu bir yaşam sürmek, evlenmek, çocuk sahibi olmak istiyorsanız var olan şartları, eğitimlerin tamamlanmasını isteyin. Ça-lışma Bakanlığı olmak üzere tüm sorumluların yasalarca cezalandırılması en büyük dileğimdir. Ceza alsınlar ki tekrar aynı hatalar yaşanmasın. Güle güle...” Zafer bir ironi olsun diye mi ‘güle güle’ demiş yoksa o da benim gibi kimi zaman “Allah’a ısmarla-dık, güle güle” denecek yerleri mi karıştırmış ama ‘güle güle’ diye bitirmiş. Mektup böyle. Haber bu. Kimi bilgiler tıbben ne kadar doğrudur ne kadar yanlıştır tartışılır ama net olarak bildiğimiz o ki, 26 yaşında. Yani herhangi bir alanda kötü anlamıyla da kullanalım, iyi anlamıyla da, bir kariyeri olup, bir şeyleri biriktirip, şunları yaptım diyebilmek için henüz çok genç bir yaşta. Ama bir alanda eğer kariyerse evet. Çok az parayla kendisini muhtemelen eşi varsa, çocukları varsa onları geçindirme konusun-da çok üstün bir beceriyi kendisinde toplamış ama iş buldum ekmek buldum diye sevinmiş ve sonuçta 26 yaşında kaybetmiş. Biz bunlara tabii cinayet de diyoruz. Hak-kında yazanlar da bu. Daha detaylı bilgi sahibi olunabilir. Yakınları doğrudan “İs-tanbul Üniversitesi’nde kim vardı, ne yapmış” diye sorabilir ama Zafer bu. Kongreyi düzenleyen arkadaşlarımız ne güzel ki 2-3 gün sonra unutacaksınız dediğimiz bir ar-kadaşımızı, onun şahsında bir süreci, bir durumu unutmadığımızı, unutmamak için çabaladığımızı en azından gösteren bir tutumla bu oturumu onun anısına düzenle-mişler. Kuşkusuz taşeron işçileri için, hele de seçim öncesindeyiz çok fazla vaatlerin ortada dolandığı ama hepsinin aslının astarının ne yapacaklarının eğer bir mücadele edilmezse ne olacağını bilen bir heyetle birlikteyiz. Onun için oraya çok fazla girmek istemiyorum.

Şimdi oturuma geçmek üzere birkaç şey söyleyeceğim. Oturumumuzda 3 konuşmacı-mız var. Kendi birikimleri, uğraş alanları ya da bununla birlikte temsil ettikleri kurum adına sağlık çalışanlarının sağlığı ve güvenliğinde örgütsel durum ve tutumla ilgili bir çerçeve sunacaklar. Muhtemelen o örgütsel durumun birer öznesi, yapıcısı olarak sizler de buradasınız. O nedenle onları belki derleyen, toplayan, belki tartışan, belki eleştiren, belki sizin sorular sormanıza ve hep birlikte tartışmamıza olanak sunacak bir zemin bize sunacaklar. Biz burada konuşurken muhtemelen dünya ekseninde dönmeye de-vam edecek. Onun farkında bile olmayacağız. Dünyada bir saat içerisinde yaklaşık 15 bin bebek doğacak. Bunların 120›si ölecek yine bu bir saat içerisinde. Muhtemelen Tür-kiye›de 150 bebek doğacak bir saat içerisinde. Bunların ikisini kaybedeceğiz. İş kazaları ya da iş cinayetleri noktasında ise Türkiye›de günde 150-200 civarında iş kazası olacak. Bugün pazar, belki o nedenle daha az olabilir ama günde 4-5 tane en az bu kazaların ölümlü sonuçlandığını da biliyoruz. Dolayısıyla umut ederiz bu bir saat boyunca bun-ların hiç biri, olumlu pozitif doğumlar dışında olmaz ve hepimiz için verimli geçen bir toplantı yaparız.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

163

Murat Özveri

Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri, Çalışma ve Toplum Dergisi

Örgütsel tutum ve davranış dendiği zaman, katılırsınız katılmazsınız bilemiyorum ama benim bir genellemem var. Birazdan uçağa bineceğim. Uçakta çok olmuyor ama oto-büste oluyor. Soruyorlar hemen ‘nerelisin ve nereye gidiyorsun’ diye. Şimdi eğer bir in-sanla ilk tanıştığınızda nerelisin ve hemen peşinden de eğer yakın bir yerdeyse kimler-densin sorusu geliyorsa ben bu soruların köylü toplumunu referans verdiğini düşünü-yorum. Çünkü nerelisin ve kimlerdensin sorusu, ait olduğun grubun, yörenin güven-ce sistemi içerisinde olup olmadığını, kendisinden sana bir zarar gelip gelmeyeceğini sorguluyor. ‘Nerelisin ve kimlerdensin ‘de olan güvence sistemi de hepimizin bildiği gibi temel üretim aracının toprak olduğu, genel adıyla konuşalım feodal bir sistemin kendi içerisinde dayanışması için oluşturulmuş olduğu sülale, köy, aşiret dayanışması-nı referans veriyor. ‘Ne iş yapıyorsun’ sorusu ise -bu önemli bir soru-, kentli toplumu ve sanayi toplumunu işaret ediyor. Eğer size ‘ne iş yapıyorsunuz’ diye bir soru sorulmuş-sa, ardından siz soruyu soranın kentli ya da sanayi toplumunun ilişkilerini özümsemiş olduğunu düşünebilirsiniz diye düşünüyorum. Eğer hemen peşinden, ‘nerelisin’den sonra ‘kimlerdensin’ sorusu geldiği gibi, bu soruda ‘ne iş yapıyorsun’dan sonraki soru sendikalı mısın diye geliyorsa o zaman süreç tamamlanmış oluyor sanayi toplumunda. Sanayi toplumunun getirdiği toplumsal bilinci özümsemiş birisiyle karşı karşıyayım sonucunu çıkarabiliyoruz. Eğer ‘ne iş yapıyorsun’ sorusunda kalıyorsa sanayi toplu-munda ama henüz daha sanayi toplumunun bireyi olacak kadar gelişmemiş bir bilinçle karşı karşıyayım diye de bir genelleme yapabiliyoruz. Bu benim kendi hayat deneyim-lerinden ürettiğim, rahmetli Nusret Ekin Hocamızın da bize doktorada sık sık tekrarla-yıp ezberlettiği bir denklemin parçası. O da diyordu ki, ‘bir ülkeye gittiğinizde bakın o ülkede eğer bireysel iş yasası varsa iyi kötü bir sanayi vardır” diye. Ama ülkenin politik sistemi Teokrasi olabilir, Monarşi olabilir, Faşizm olabilir, Sosyalizm olabilir, Demokra-si de olabilir ama hepsi olabilir. Siz sadece tahminde bulunabilirisiniz, sağlıklı bir tespit yapamazsınız. Ama o ülkede bireysel iş yasasının yanında özgür toplu pazarlığı düzen-leyen ve buna güvence getiren yasalar sistemi varsa hiç kaygılanmayın. Hiç tereddüt etmeden deyin ki o ülkede siyasal sistem demokrasidir. Dolayısıyla sanayi toplumu, siyasal sistem anlamında demokrasi iddiasındaysa bu demokrasi iddiasını klasik de-mokrasilerin sınırlarının ötesine taşıyacak olan şey toplumun örgütlülük düzeyi ve bu örgütlülüğün de kimin örgütlülüğü olması durumudur. Bu hepinizin bildiği genel çer-çeveyi niye söylüyorum. Kestirmeden lafımı söyleyebilmek için. Örgütsel tabloyu söy-leyebilmek için. Bir örgütün olması ve o örgütün o üyelerinin çıkarlarını temsil ediyor olması gerekir. Eğer örgüt var, örgütün amacı üyelerinin çıkarlarını korumaktansa üye-lerini siyasal sistemle karşı karşıya getirmemek için siyasal sistem adına baskılamak-sa, onların sesini kesmekse, onları ehlileştirmek, sistemin içerisinde uyumlu insanlar haline getirmekse işte o zaman o örgütsel yapının kendisine bir soru işareti koymak ge-rekiyor. Bu soru işareti Türkiye’deki çalışanların örgütlü olduğu, hadi genellemeyeyim, yakinen bildiğim 2 kurum... Benim üyesi olduğum bir organizasyon var bir de yıllardır çalıştığım sendikal yapı var. Her 2 yapı içerisinde istisnaları olmakla birlikte tipik olan, belirleyici olanın üyelerinin çıkarlarından daha fazla sistemin rahatlaması için emniyet

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

164

supabı olarak kurgulandıklarını ve sistemin genel mantığına uygun bir tavır içerisin-de olduklarını söylemem gerekiyor.. Ana fikri bu. Yani Türkiye’de barolar ya da avukat örgütlenmesi avukatların mesleki sorunları üzerinden sistemi sınırlarını zorlayacak bir yere doğru evrimleşmiyor. Avukatların mesleki sorunlarını sistemin kendisine çizdiği sınırlar içerisinde ve sistemin izin verdiği kadar gerçekleştirmeye yönelik bir çaba gös-teriyor. Diyor ki, ‘sistem bana bunu verdi ama ey hükümet sen bunu bana vermiyorsun’. Sistemin verdiğini vermiyor, diyor ama sistemin kendisini asla tartışmıyor.

Sendikaların, hele de 1980 sonrası sendikal yapı açısından söylemek gerekirse var olabilmeleri için yani bir işyerinde yetkili sendika olabilmeleri için, bir işyerinde iş-veren tarafından muhatap kabul edilen bir sendika olabilmeleri için Bakanlık tara-fından muhatap kabul edilen bir sendika olabilmeleri için iki gücün icazetini almak zorundalar. Eğer özel sektörse işvereni, eğer kamuysa kamu otoritesinin icazetini ve iznini almadan Türkiye’de sendikaların işçilerin çıkarları ekseninde örgütlenmesi im-kânsıza yakındır. Bu iki gücün icazetini alarak örgütlenen bir yapıya da en azından ILO, yani Uluslararası Çalışma Örgütü sendika demiyor. Sendikanın sendika olabil-mesi için sendika saflığı ilkesine uygun bir şekilde örgütlenmiş olması, yani işveren-den ve siyasal iktidardan bağımsız, üyesini kendi örgütleme yetkisine sahip en fazla temsil kabiliyetine sahip sendika da deniyor, bu iki otoriteyi yani siyasal otoriteyi ve işvereni dengeleyecek bir güce sahip olmuş olması sendika olmasının zorunlu koşu-ludur. Eğer ölçülere bu açıdan bakacak olursanız, sadece sistem içerisinde sistemin izin verdiği yasallıkla sınırlı bir sendikal anlayışın hakim sendikal anlayış olduğunu görüyorsunuz. Bu iki saptama. Barolar ve sendikalar üzerinden yaptığım saptamala-rı tüm meslek örgütlerine kadar götürün. Üç aşağı beş yukarı aynı durumda olduk-larını, birbirlerine çok benzeştiklerini göreceksiniz. Sendikalarla sendika içi huku-ku tartıştığım her toplantıda işçiler ‘ama bizim bilincimiz yok’ derler. Baro Genel Kurullarını örnek veriyordum en cahilleri hukuk fakültesi mezunu olmak zorunda. Aynı şeyler, örneğin iş hukukundaki gruplaşmalar, tercih yapış şekilleri vs. bunların tamamının bir sendikadan çok da farklı olmadığını her iki alanda olan birisi olarak gözlemlemiş durumdayım. Dolayısıyla eğer biz sağlık çalışanlarının ya da işçi sağlığı iş güvenliğinin genelinde örgütsel bir tavırla bu alanı dönüştürmeyi düşünüyorsak, ilk dönüştürmemiz gereken şey içinde yer aldığımız kendi örgütsel yapılar olmak zorundadır. Çünkü bu yapılar, özellikle de sendikal yapı bugün işçilerin sorunlarını çözebilecek refleks üretebilecek durumda değildir. İşçi sağlığı iş güvenliğinin sistem tarafından yani siyasal iktidarlar tarafından… Hadi adını koyalım, kendi kendime dün akşam bir karar verdim. Bundan sonra işveren demeyeceğim. Niye demeyece-ğim onu da söyleyeyim şimdi. Bir kitap hazırlığındaydım. Kitap bitti. Düzenleme-leri oluyor. Ne kadar işveren geçen cümle varsa değiştireceğim. Patron diyeceğim. Çünkü o sözcüğün kendisi işveren. İş sahibi yapan. Pozitif bir anlam içeriyor. Oysa işçi ve işveren arasındaki ilişki bir bağımlılık ilişkisi. Bu bağımlılığı örtüyor. Patron bana göre o bağımlılığı daha da belirgin hale getiriyor. Çünkü dilin de bir işlevi var. İngilizce anlamını düşündüm, The Boss deniliyor, daha mı denk geliyor diye. İşve-ren daha pozitif geliyor gibi. Kısacası bugünkü sistemi koşullandıran yapılmış bir temel tercih var. Hani derler ya güneş çarığı, çarık da ayağı sıkar diye. Bir güneş var.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

165

O güneşin adı Türkiye’de ucuz işçilik üzerinden rekabet üstünlüğü sağlamaya dönük bir ekonomik model. Bu modelin mantığına itiraz etmeden bu sorunları çözmemizin çok da mümkün olmadığını düşünüyorum. Bu modelin mantığına itiraz edebilmek için ise o mantığa uygun olarak formatlanmış sendikaların yapıların kendisine itiraz etmek kaçınılmaz bir hale gelmiştir. Son somut örneği metal direnişi. Metal işçileri bu yapıya itiraz ettiler. Çok önemli bir noktaya geldiler. Bekledim ki, bir sürü insan onların yaptığı yasadışı grev midir değil midir tartışmasının içine girmektense ba-kın adam gibi sendikal bir yapı oluşturuyorlar. Bu yapının bir sonraki toplu pazarlık olmalı. Var olan yetki sistemine rağmen toplu pazarlığa oturtacak bir politika bunla-rın üzerine konulmalı diye umut ettim. Kendimce de yazdım çizdim. Ama bu adım atılamadığı için tekrar bu hareket sistemin içerisine alındı. İşten atıldılar. Bir kısmı-nın davaları Salı günü görülecek ve ödüm kopuyor ne olacağını bilmiyoruz. Çünkü tekrar geldik sistemden şefaat dileniyoruz. İşçiler şu ikilemin içerisindeler. Önlerine bir kâğıt konulmuş. Denilmiş ki işçiye, tövbe et. Ediyorum. Yaptığım eylem yanlış-tı. İşverenden özür diliyorum. Mealen söylüyorum, başkalarının gazına geldim. Bir daha bu tür eylemler yapmayacağım diyenlere işbaşı, imzalamayanlara hadi güle güle denmiş. İkilem şu, ya onurunuzdan ödün vererek çalışmayı kabul edeceksiniz, ya da eylem yaptınız eyleminiz yasadışı eylemdi deyip bunun sonuçlarına katlanıp adliye koridoruna gideceksiniz. Başka bir yol bırakılmamış durumda o işçiye. Gidenler na-sıl gidiyor? Bu kez yine başka standarttan sorgulayacaksınız. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden tutun ILO’ya kadar, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne kadar, eko-nomik sosyal kültürel haklar sözleşmesine kadar hangi uluslararası belgeye bakarsa-nız bakın, çalışma hakkı tanımlanırken özellikle şu vurgu yapılır: Kendisi ve ailesiyle birlikte insan onuruna yakışır bir yaşam sürdüreceği ve sağlık hakkının güvence al-tında olduğu, çalışmaya uygun iş. Buna uygun iş dahi demek mümkün değil. Dolayı-sıyla ILO’nun eksik istihdam dediği şeye istihdam dediğimiz koşullarda bunun adını takacak bir örgütsel tavır olması gereken örgütsel tavır şunu söyleyecek. 10 milyon işsiz var diyorsunuz, yalan söylüyorsunuz. Çalışanların çok büyük bir kısmı ILO’nun yapmış olduğu tanıma uygun bir tanımda değil. Çünkü yüzde 3 özel sektörde ör-gütlülük. Örgütlenme hakkının olmadığı bir koşullarda yapılan iş uygun iş değilse o zaman özel sektördeki istihdamın yüzde 97’si teknik adıyla eksik istihdamdır. Eksik istihdam da aslında işsizlikten çok da farklı bir şey değildir. Yani insanlar ya yetenek-lerine uygun bir işte çalışmıyorlardır, ya da insan onuruna yakışır bir yaşam sürdüre-bilecekleri bir ücretleri yoktur, ya sağlıkları risklidir. Bunların hiçbirisinin olmadığını ileri sürebilmeniz için örgütlenmiş olmaları gerekir. Onları koruyacak olan şey birey-sel iş yasaları değil, örgütlenme hakkı. Ama kendi örgütlerinde kendi iş hukuklarını yaratarak işverenden ve devletten bağımsız örgütlenme hakkını gerçekleştirmişse-niz, o zaman dersiniz ki hayır eksik istihdam yok. Biz onlara örgütlenme hakkıyla güvence verdik. Patronun karşısında eşit güce onu getirdik diyebilirsiniz. Bu yoksa bunu gösteren bir tablo yoksa örgütsel tavır daha başından alınamıyor demektir. Kı-saca, var olan sistem içindeki ekonomik modele, örgütleniş biçiminin yetersizliğine itiraz etmemek bizi sonuca götürmeyecektir. Çünkü palyatif, geçici, bilinci artırarak, kültürü artırarak, işçilerin dikkatini artırarak vs. çözülebilecek bir durumda değildir Türkiye’de işçi sağlığı iş güvenliğinin hiç bir alanı, sağlık dahil. O düzenin ne olduğu

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

166

biraz önce söylendi. Arkadaşımız yöneticiydi, kesildi. Birileri geldi, ‘yap’ dedik yap-tık... Bu kadar öznel, bu kadar yöneticinin tavrına bağlı bir işin olduğu yerde örgütsel tavır öncelikle bu işleyişe itiraz etmek zorundadır.

Türkiye’de işçi sağlığı iş güvenliğinin gerçekten olması gereken noktaya götürecek, sağ-lıkta çalışanların da gerçekten olması gereken noktaya götürecek örgütsel tavırdan önce örgütleri tartışmak gerekir diye düşünüyorum. Sistemin formatlamış olduğu, icazet verdiği, makbul sendikalar sadece sistemin çizdiği sınırlar içerisinde var olmayı varlık biçimi haline getirmiş meslek örgütleriyle bir yere varamayacağız diye düşünüyorum. Bunun alternatifini yaratmanın ciddi bir bedel ödemeyi göze almayı gerektirdiğini ve bu bedelin sadece metal işçilerinin ödediği yerde de Nusret Hoca’nın çizdiği, hem en-düstri ilişkiler sistemi, hem siyasal sistemi demokratikleştirmiş bir topluma ulaşmamı-zın da çok zor olacağını düşünüyorum. Sabrınız için teşekkür ederim.

SORU - CEVAP

Katılımcı Sağlık çalışanlarının sağlığı kongresindeyiz. Sağlık çalışanı deyince sağlık kolektif bir üretim. Kapıdaki güvenlikçisinden anestezi teknisyenine, röntgen teknisyenine, hemşi-resi, ebesi, hatta büro memuru olarak çalışan o sağlık biriminde çalışan herkes sağlıkçı olarak tanımlanıyor. Örgütleri sorgulamak üzerinden, metal direnişi, meral işçi hareke-ti üzerinden örnekler verdiniz. Örgütleri sorguladınız. Böyle kolektif üretimin oldu-ğu bir alanda bu kongrenin de konusu bu alandaki her birimdeki çalışanın sağlığını korumaktan hareketle sendikalar, meslek örgütleri dedik, dernekler de var. Ben soruyu hepimize soruyorum belki kongrenin sonunda sorulacak soru ama sizin bu yaklaşımı-nızı sağlık alanına gönderdiğimizde bırakalım sağlık emekçileri sendikasını, onun iç meselelerini, TTB’yi bırakamayız. Ülkeden bağımsız hareket edemiyor. Bu kongre çok önemli. Beşinci Kongre. Kolektif üretimin olduğu bu alanda bu örgütlerle ya da başta sorgulamamız gereken bu örgütlerle beraber biz, benim kendimce birincil işimiz olma-sı gereken bir alan diyorum buna. Bir örgüt hemşirelik derneği, hekimlerin sendikası, sağlıkçıların sendikası, radyoloji teknisyenlerinin derneği, anestezistlerinin derneği, acil ambulans teknikerlerinin derneği... Bunlar kolektif üretimi gerçekleştirdikleri bu alanda başta kendi birimlerindeki çalışanlarının kendilerinin sağlığıyla ilgili bu kaza-nımları nasıl yapacaklar? Bu sorunun birinci muhatabı siz olmayabilirsiniz ama kendi alanınızı belirttiniz. Metal işçilerinden örnek verdiniz. Sistemi sorgulamayan sendika-lar, meslek örgütleri dediniz. Sistemi sorgulayanlar da var. Sistemin kendisini sorgula-yanlar da var. Bu soruyu ben Kongre’ye de soruyorum ama siz gitmeden de sizinle de paylaşmak istedim açıkçası. Bilmiyorum anlatabildim mi derdimi. Sağlık sektörü ya da sağlık emek alanı toplumu dönüştürürken, toplumu bir yerlere evriltirken, toplumla beraber, hizmet alanla beraber yürütülmesi gereken bir mücadele alanı aslında burası. Bir yandan da kendi içinde bir sürü çalışan birlikteliği var. Kolektif üretim.

Murat Özveri Anlayabildiğim kadar yanıt vereyim isterseniz. Somuttan konuşalım. Bir hastanedeki

24-25 EKİM 2015, ANKARA

167

hemşiresinin, doktorun, temizlikçisinin, güvenlikçisinin hepsinin sorununu çözebi-lecek bir hukuk nasıl yaratılır? Böyle bir hukuk yaratmanın benim dediğim ve dün-yanın çözdüğü bir tek yol var. Toplu iş sözleşmesidir. Toplu İş sözleşmesi herhangi bir kanundan farklı olan bir hukuki metin değildir. Yasama yetkisi Meclis’in tekelin-dedir ama çalışma ilişkileri alanında sosyal tarafların yasa niteliğinde üçüncü kişi-leri de bağlayan objektif hukuk kuralları koyma erki toplusözleşme özellikle denilir, sosyal taraflara bırakılmıştır. Bu yetkiyi kullanarak siz oradaki kolektif, sizin adlan-dırmanızla, kolektif üretim sürecindeki herkesin hukukunu belirleyebilir. Herkesi bir tek örgütsel yapı altına toplayabilirsiniz. Aynı sorunu sendikaların ilk çıktığı dönem-lerde ustalar, çıraklar, düz işçiler, kalifiye olmuş emek, kalifiyesi sıradanlaşmış emek arasında da yaşanmış. Bu sorunu çözecek olan tek şey odur. Peki, neden olmuyor? Çünkü bizim 1980›den sonra kurguladığımız sistem toplu pazarlık birimini tarafla-ra bırakmıyor. Kanunla belirliyor. Diyor ki, toplu pazarlık işyeridir. Bu bir. İki, peki bu toplu pazarlığı yürütecek olanı bize bırakıyor mu? Hayır. Bunu yapacak olan da iç komiserlik alanıdır. Bu iç kolları da ben şöyle belirledim, bu iş kollarında örgüt-leneceksin ama toplu sözleşme yapamayacaksın. İşyeri düzeyinde toplusözleşme yapacaksın diyor. İşte bu akla mantığa aykırı sistem Türkiye›de 40 senedir endüstri ilişkileri sistemi olarak dayatılıyor. Sistemi sözüm ona sorgulayan tüm sendikalar bu yapı içerisinde meşrutiyet sağlıyor. Memurlar ayrı örgütleniyor, diğerleri ayrı... 1987 yılında bugün tartıştığımız alt işveren, taşerona dilim dönmüyor, dedim ki hukuk genel kurulu kararı. İşyeri bağlılığı toplu iş hukukunun anahtar kavramıdır. İşyerinde çalışan ve o işyerinde örgütlü sendikaya üye olan herkes toplu sözleşmeden yarar-lanır. Alt işveren işçileri de yararlanır diyor. Buna itiraz etmeyen bir tane iş hukuku profesörü çıkmadı. 1987›de aslında sorunu çözüyorduk. Ve anında içtihat değiştir-mek zorunda kaldı Yargıtay. Dolayısıyla sistemin dayattığı başka bir şey alternatif başka bir şey. Peki, bunun hukuki dayanağı var mı? Var. Türkiye’de usulüne uygun bir şekilde onaylamış olduğu ve Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde çeliştiğinde iç hukuk normu olarak uygulamak zorunda olduğu uluslararası sözleşmelere bakarsanız, biraz önce sendikaların saflığı özelliğini söyledim, toplu pazarlığın birimine karışamazsın. Kanunda sadece işyeri düzeyinde ya da işletme düzeyinde toplu pazarlık yapacak-sın diyemezsin. Sadece işkolu sendikası diyemezsin. Sadece federasyon ya da kon-federasyon diyemezsin. Yani örgütlülüğün biçimini örgütlenecek olanlara bırakmak zorundasınız. Bunu sınırlandıran her şey ILO sözleşmelerine aykırı. Sendika Özgür-lükleri Kongresi’ne aykırı. Bunun için verdiğin mücadele de yine sendikal özgürlük-leri komitesine göre meşru, haklı ve yasal bir mücadele. Bilmiyorum anlatabildim mi. Zaman darlığı nedeniyle daha fazla giremeyeceğim. Ama benim dediğim bu. Şunu da söylemek lazım. Meslekler üzerinden yapılan ayrım hiyerarşik bir ayrım. Hiyerarşik ayrım, hiyerarşinin doğası gereği farklılaştırır ve iter. Doktor, hemşire ile statü olarak eşitlenmek istemez. İktisatçılar bunu formüle ederler. İşin net cazibesi. İşin net cazi-besi, sosyal statüleri arttıkça bilmem ne azalır diye denklemler kurulu onlarca kitap yazılı. İşin net cazibesinin üzerine inşa edilmiş teknik olması gereken, yani hekim işi gereği hemşireden elini uzattığında bir şey isteyecektir. Bu o salondan çıktığı za-man hemşireyle kendisi arasındaki sosyal ilişkide de onun üste koyan bir hiyerarşik yapı oluşur. Bunu da yine biraz önce örneğini verdiğim ortak örgütlenmeyle ortadan

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

168

kaldırılabilir. Bugün Türkiye›de teknik hiyerarşi sosyal alana da hiyerarşik anlamda belirler. Doktor, hemşire dedim, daimi kadrodaki işçi taşeron işçisine buyurur. Ko-caeli›nde yapılan bir araştırma göstermiştir ki, taşeron işçisi patronundan daha fazla aynı fabrikada çalıştığı dahili kadrodaki işçiden korkmaktadır. En çok zulmü oradan görüyor. Teknik olan hiyerarşi sosyal ilişkileri de parçalar. Kocaeli Üniversitesi’nin servis aracının ön sırasına memurlar, daimi kadrodaki kişiler, arkaya ise taşeron iş-çisi oturtulur. Ve bu hayatın içerisine bu parçalanmışlık yeniden üretilir ve Adapaza-rı’ndan servis aracına taşeron işçileri aldınız diye işçiler Teksif sendikasını basarlar. Bilmem anlatabildim mi ben.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

169

Dilek ASLAN TTB-Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu adına

Türk Tabipleri Birliği Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu (TTB-UDEK) adına bu sunumu yapacağım. Bu sunumu aslında TTB-UDEK başkanı Dr. Tunçalp DEMİR ya-pacaktı fakat Dr. DEMİR’in ailesinde önemli bir sağlık sorunu olması nedeniyle ben-den burada olmamı rica etti. Ben de onu kıramadım. Buradayım. Böyle bir değişikliği programınıza uygun gördüğünüz için sizlere çok teşekkür ediyorum. Sağlık çalışanla-rının sağlığı ve güvenliğinde örgütsel durum ve tutum. Çok geniş bir başlık. Bir önceki konuşmacı çok güzel bir çerçeve çizdi aslında. Benim aktaracaklarım bir “alt” başlık. Hekim, hekimler arasında da bir alt kategoriyi temsilen bir şeyler söyleyen bir sunum. Dolayısıyla ayrık olarak düşünmeyin ama o bütüne nasıl katkı yapar bu kurum? Bu ba-kış açısıyla bu sunuyu sizlere aktarmaya çalışacağım. Toplum ve sağlık çalışanını aslın-da birbirinden ayırmanın çok da doğru olmadığını düşünüyorum. Çünkü şöyle bir şey yaptım. Sağlık çalışanı da toplumun bir üyesidir. Sonuçta toplumun bireyleri için hangi riskler varsa bizim açımızdan da aynı riskler var. Üstelik farklı sorumluluklarımız var. Bir de toplumu koruma, kollama, her neyse onun adı daha büyük ödevlerimiz, misyon-larımız da olabiliyor. Dolayısıyla bu kadar içli dışlı bir ilişkide konuyu sağlığın pek çok belirleyicisiyle düşünmek ve sağlığın pek çok belirleyicisinin eş zamanlı beraberliğinde sonuçlarla uğraşmak durumunda kalıyoruz çoğu zaman. Dolayısıyla birden fazla etki-nin olduğu, birden fazla belirleyenin olduğu bir dünyada ve ülkede yaşıyoruz. Yaşamın kendisi böyle bir şey zaten. Öyle olunca sağlık çalışanı toplum ilişkisinde sağlık çalışa-nının örgütünün tutumu çok da kolay değil. Kurmak da çok kolay değil. Biraz önceki çerçeveden bakma zorunluluğuyla da kurmak işi iyice de aslında zorlaştırıyor. Soru so-ran dinleyiciye hitaben “Sizin sorunuz da çok doğru bir noktada”. Sanıyorum olgunlaş-tırdı bir yönüyle de bir önceki konuşmacı. Hangi öncelikleri belirleyici durumlar var? Bir sürü sayabiliriz. Buradaki bütün arkadaşlarım eminim başka başka şeyler söyleye-bilirler ama ben halk sağlığı alanında çalışan bir hekimim. Dolayısıyla sağlığın tanı-mıyla çok ilgili birisiyim. Sağlığın tanımının ne kadar geniş bir bakış açısıyla kavrandı-ğı, hangi toplumdaki yasadışı bireyler üzerine… Avrupa’da yaşıyorsanız başka sorun-larla mücadele ediyorsunuz sağlık çalışanı olarak. Türkiye’de yaşıyorsanız hekim olarak başta yaşam hakkıyla değil mi? Sağlık sisteminin bireyle toplumu ne kadar öncelediği, politika önceliklerinde “sağlık var mı, yok mu” sorularına yanıtları bilmek önemli. Bu-nun olup olmadığı, sağlığın nasıl finanse edildiği, sağlık hizmetlerinin herkes için ula-şılabilir olup olmadığı, sağlık çalışanları için kullanılan dilin, ifadelerin de ne olduğu da önemli, değil mi?

Riskleri oluşturan koşullar ve mücadelenin ne kadar gerçekçi ve bütünlüklü bir bakış açısına sahip olduğu ya da olmadığı aslında şurada göstermeye çalıştığım doktor sağlık çalışanı ilişkisini çok yakından etkiliyor.

Sonuçta kutlanacak günlerde yaşam hakkını savunan, bireyler durumundayız şu anda. Hekim olarak, hemşire olarak, diğer saydığımız, beraber hareket ettiğimiz bütün sağlık çalışanları olarak. Ama hatırlamakta yarar var ne durumdayız deyince. Yaşam hakkının

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

170

meslektaşlarımız için tehlikede olduğu günleri yaşıyoruz aslında. Doktor Ersin ARS-LAN’ı hiçbirimiz unutamayız. 2012. Bu sabah biraz güncelledim fotoğrafları, ambulans kazası nedeniyle bakın şiddet görmüyor ama öte yandan ambulansta hastasına gider-ken kaza nedeniyle ölüyor. Öte yandan hemşire Arzu ÖGREN, Kırım Kongo Kanama-lı Ateşi (KKKA) teşhisi nedeniyle ölüyor. Çok başka sorunlar gibi düşünsek de aslında sistem temelli baktığımızda korunmayan, kollamayan, kavramayan bir sistemin içinde olduğu için bütün meslektaşlarımız ve bizler ve çalışan bütün sağlık çalışanları aslında aynı durumda olduğumuzu söyleyebiliriz. Yine biraz baktım. TTB’nin özellikle şiddet ve sağlık çalışanları kollarının sayfalarını biraz ziyaret ettim bu sunuyu biraz kurgular-ken. Görüntüde yer alan slaytı ben sizlere kısaca hatırlatabilirim. “Yine doktor bu kez sağlık çalışanını darp etti.” Yani biz sağlık çalışanlarının sağlığıyla uğraşırken öte yan-dan sistem öyle bir noktaya getiriyor ki, sağlık çalışanlarını karşı karşıya getiriyor. Kimi zorlamalar bu iki grubun ya da aynı grubun elemanlarının karşı karşıya kaldığını da bize gösterebiliyor. Dr. Kâmil FURTUN, çok yakın zamanda kaybettiğimiz bir meslek-taşımız. Ve Cerrahpaşa’da en son Eylül 2015’te doktor darp edildi. Ardından meslektaş-ları Samsun’da, Türkiye’de eylem yaptı. Durumu önleme yükümlülüğü ve sorumluluğu içinde de olduğumuzu biliyorum hepimizin.

Meslek örgütleri açısından nasıl yaklaşmalı? Sağlık çalışanlarının sağlığı anlamında daraltırsak bu soruyu, tabii ki önleme zorunluluğumuz var. Farkındalık, savunuculuk, eğitim çalışmalarımız şüphesiz erken tanı ve tedavi çalışmaları olmalı. Tabip odaları-nın bildirim sistemler, gibi sistemler, rehabilitasyon, psikososyal destek... Daraltılmış bir yaklaşım tabii ki ama bunu var olduğumuz sistem üzerinden düşünerek şüphesiz bu yaklaşımları topluma yaygınlaştırmalı. TTB Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu 100 kadar üye derneğin beraber çalışma yürüttüğü bir platform aslında. TTB altın-da çalışma yönergeleri ve mevzuatları şüphesiz ki var. Ama bu başlıkta neler yapar bu uzmanlık dernekleri diye baktığımız zaman söylediğim bütün başlıklarda etkinlikleri-nin olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Tek tek de olsa, beraber de olsa, TTB ile de olsa kendi açılardan bu rollerini yürütüyorlar. TTB açısından da güçlü birer danışılan güve-nilir ve kurumsal yapı olduklarını söylemek mümkün. Çünkü her bir uzmanlık derne-ği kendi alanının sahibi aslında. O uzmanlık alanıyla ilgili mesleki açıdan ne yapılması gerekiyorsa bizim de referans olarak gösterdiğimiz yapılanmalar uzmanlık dernekleri-nin her birisi... TTB-UDEK çalışmaları derneği ilişkileri nasıl oluyor? Doğrudan oluyor şüphesiz. Derneklerden gelen talepler bu ilişkiyi belirleyebiliyor. Ya da diğer kurulla-rının katkılarının alındığı dinamikler bu işi belirleyebiliyor. UDEK üyesi derneklerin üyelerine Çalışma grupları aracılığıyla ulaşabiliyoruz. Ve görev grupları aracılığıyla yine bu dinamikleri belirlemeye çalışıyoruz. 6 tane çalışma grubumuz var. İlaç ve Tek-noloji Çalışma Grubu, Toplum Sağlığını Geliştirme Çalışma Grubu ve değerleri... Ama bugün buranın konusu olan işlerin çalışmaları daha çok Toplum Sağlığını Geliştirme Çalışma Grubu üzerinden yürütüyoruz. Özellikle şiddetle ilgili son zamanlarda Türki-ye sağlık ortamının da gündeminde çok yer işgal eden ve çözmek durumunda olduğu-muz şiddet meselesini çalışmalarına katkıyı daha çok Toplum Sağlığını Geliştirme Ça-lışma Grubu üzerinden veriyoruz. Nasıl bir sorun yumağıyla karşı karşıyayız? Şüphe-siz her kurum gibi TTB-UDEK çalışmalarının da bu sorunları aşamadığı noktalar var.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

171

Örneğin derneklerin farklı birikimlerinin olduğunu söyleyebilirim ve bu birikimlerin aynı zeminde buluşturmanın çok kolay olmadığını söyleyebilirim. Cerrahi dernekler, dahili dernekler, temel tıp derneklerinin önceliklerinin aynı olmadığını ve o öncelikler içinden Türkiye’nin sorunları ile sağlık çalışanlarının sorunlarını bir mücadele önceli platformunda uzlaşamadıklarını söylemek mümkün. Bütün derneklerin aynı motivas-yonda olmadığını söyleyebilirim. Derneklerin üyeleriyle aralarındaki ilişkinin güçlü olmadığını söyleyebilirim. Bu gibi dernekler gerçekten çok güçlü dernekler. Örneğin burada, aramızda temsilcisi de bulunan Türk Toraks Derneği son derece etkili. Üyele-riyle ilişkilerinde de etkili. Öte yandan Türkiye Psikiyatri Derneği’ni çok olumlu bir ör-nek olarak gösterebilirim ama 100 derneğin hepsinde aynı motivasyonun, aynı zeminin oluşmadığı bizim açımızdan zaman zaman zorlayıcı olabiliyor. Derneklerin sistem için-deki güçlerinin farklı olması söz konusu. Sistemin zorladığı koşullara tepkiler vermele-ri açısından eşit değil. Örneğin TTB’ye baktığımız zaman sağlık çalışanları ile ilgili bir gündemi olduğu zaman aslında bütün derneklerin aynı heyecanla, aynı birikimle, aynı motivasyonla bu işin içinde olmadığını görebiliyoruz rahatlıkla. Sonuçta bu zemin eşit-sizliği de aslında sorunları çözme açısından TTB’ye verilen desteği de eşitsiz kılabiliyor.

Ülkenin hızla değişen koşulları derneklerin yapılarını da çok etkiliyor. Önden tutum alma meselesinde eksiklikler var. Buradaki en önemli sorunun bu olduğunu söyleye-bilirim. Ülkemizin sağlık ortamındaki koşulların belirsizliği belki buna neden oluyor ama derneklerin beraber hareket etmesinde, bir sorunu gündeme getirip onu sistem-den önce çözme meselesinde bu yapının zaman zaman eksik kaldığını söylemek müm-kün. Aslında geçmişte neler yaptık? Hep sonradan. Bu çok önemli tabi, dayanışma sadece uzmanlık dernekleriyle yapılmıyor. Burada isimlerini göremiyorsunuz ama ne-redeyse bütün derneklerin Doktor Ersin Arslan›ın ölümünden sonra eşgüdümlü olarak çalışıyorduk o dönemde yanlış hatırlamıyorsam hepsinin sonsuz ve koşulsuz desteğini alabildik ama her destek talebini derneklere ilettiğimizde bu desteğin bu kadar koşul-suz olamadığımızı söylemek de mümkün.

Biraz önce söylemiştim. Özellikle şiddetle ilgili biraz daha beraber hareket etme potan-siyelini geliştirebildik TTB UDEK üyesi derneklere arasında. Çalıştay düzenlenmesi ya da sonrasında bir takım dokümanlar hazırlanması... Çok anlamlı katkıları oluyor şüp-hesiz derneklerin. Örneğin temiz hava hakkı platformu, 18 tane meslek örgütünün ve sivil toplum örgütünün beraber hareket ettiği ve hava kirliliğine karşı birleşik bir eylem platformu oluşturduğu temiz hava platformu çok yakın zamanda bir şekilde hareketle-rini de doğrusu ya da eylemlerini de bizlerle paylaştılar. Gerekçeleriyle birlikte. Baktığı-mız zaman aslında içinde pek çok uzmanlık derneğinde görebiliyoruz 18 üyeyi. Dolayı-sıyla aslında bir biçimde sağlık çalışanının toplumun sağlığını ilgilendiren herhangi bir konuda dayanışma içerisinde rahatlıkla da olabiliyorlar. Ya da yine Türk Toraks Derne-ği’nin bir örneğini ben buraya getirdim. Gezi sürecinden sonra korkunç bir hal alan bi-ber gazı meselesine uzmanlık derneklerinin Türk Toraks Derneği’nin bir örnek olarak sunduğumu söylemiştim. Bizim kamuoyumuza da bizim aracılığımızla diğer dernek-lere de aktarma sorumluluğunu yerine getirdik. Bunun dışında pek çok örnek verilebi-lir ama toplamda baktığımızda biraz önce söylediğim eksikliklerin aşılmasıyla ilgili bir

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

172

çabaya da gereksinim olduğunu belirtmek durumundayım.

Gelecekte neler yapacağız? Sistem içinde sistem temelli düşüneceğiz şüphesiz ve bu uzmanlık derneklerinin var olan çok güçlü olan bu yapıların biraz daha sağlığın sosyal belirleyicilerini düşünerek, sağlığın sosyal belirleyicilerini dikkate alarak kendi hedef kitlelerinin etkilerini düşünmesini sağlayan belki de yollar ve politikalar bulacağız. Beraber hareket etme zeminini geliştiren yollara yine de ihtiyacımız olduğunu düşü-nüyorum. Yaşam ve yaşamın sürdürülmesi hakkı bugünlerde en çok konuştuğumuz ve en çok ihtiyaç duyduğumuz haklar aslında. Uzmanlık dernekleriyle iletişim kurarken, onlardan destek isterken biraz daha kendi odaklandıkları mesleki çalışmaların yanı sıra aslında insan olmanın gerektirdiği temel yaşam hakkı üzerinden desteğin de güçlen-mesi için yine meslek örgütümüzle birlikte hareket etmek zorundayız diye düşünüyo-rum. Kabaca bunları söyleyeyim. Belki katkılar ve sorular olur. TTB Başkanının en son kaybettiklerimize dair mesajını okumuşsunuzdur. Ben de “kaybettiğimiz meslektaşları-mızın anısına saygıyla” diyerek herkese teşekkür ediyorum.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

173

Funda Keleş Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası

Dün Saadet Hoca’mın anlattığı, 1925’te kurulan ilk hemşirelik okulundan mezunum. Kızılay Derneği’nin kurduğu okuldan. Sonra 15 yıl Kızılay Kan Merkezi’nde çalıştım. Aynı zamanda afet hemşiresiydik biz. Bu arada Hac görevi yaptık. Sudan’da iç savaşta görev yaptık. Gölcük’te deprem olunca 2 buçuk ay orada çalıştım. Sonra AKP geldi. AKP gelince Kızılay da değişti. Biz aslında Kızılay’ı çok severdik. Okulundan mezun-duk. Biz sadece orada hemşireliği öğrenmemiştik. Okulda birer Cumhuriyet kadını olarak ayakta durmayı, konsere, operaya, sinemaya gitmeyi, yemek yemeği, giyinme-yi, saçımızı toplamayı, yani bir işçi ve çiftçi kızının sosyal ortamda neleri yapması gerektiğini öğrendik. Ve onun için de biz kurumumuza çok sahip çıkar doğru şeyler yaptığımızı düşünürdük. Anayasa’ya saygılı bir kurum olduğunu düşünerek var olan haklarımızın tırpanlanmasından dolayı Devrimci Sağlık İş Sendikası’na üye olduk 15 arkadaş. En küçüğü 10 yıllık en büyüğü 20 yıllık olan biz hemşireler işten atıldık. Bir de şunu öğrendik biz orada. İşten atılırken ne kadar eşit olduğumuzu bir kere daha anladık. Bir şoför, bir temizlik personeli ve bir hemşire arasında işten atılırken ne hakaret boyutunda, ne de haklar boyutunda uğradığımız kötü muamele konusunda eşit olduğumuzu anlamış olduk. İşten atılırken aynı şeye hepimiz maruz kalıyoruz. Sonrasında mahkemeyi kazandık. Tabii ki Kızılay bizi işe almadı. Ben bu sırada özel hastanede çalışmaya başladım. 2 yıl kadar özel hastanede çalıştım cerrahi hemşiresi olarak. Sonrasında da Bezmialem Vakıf Üniversitesi’ne kan merkezi çalışanı lazımdı oraya girdim. Bir 3 yıl da orada çalıştım. Şimdi de bir OSGB’de (Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi) işyeri hemşiresi olarak çalışıyorum. Aslında 23 yıllık meslek hayatımda bir hemşirenin başına gelebilecek her türlü iyi ya da kötü, kötü tarafıyla daha çok olan her şeyi görmüşüm. 2011 yılından beri de sendikanın genel merkezin-deyim. Hem çalışıp hem de bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Murat hoca söyleyince fark ettim. Ben yaşlanmışım. 23 yıl gerçekten çok yüksek bir rakam sağlık işkolunda. Birkaç işi bir arada yapmak isterseniz, profesyonel değilseniz hem para kazanıp hem gelir sağlamadan sendikal mücadele vermek. Bizim sendikamızda hiçbir profesyonel yok. Herkes kendi mesleğini yaparak, genel sekreterimiz sosyal hizmetlerde bakıcı baba, asgari ücretle çalışıyor. Örgütlenme daire başkanımız şu anda Adana’da Çu-kurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi’ne karşı direnişte. Kendisi taşeron işçi, işten atıldı. Genel başkanımız Arzu Çerkezoğlu haftada 2 gün işyeri hekimliği yapıyor. Oradan kazandığı parayla geçinen, aynı zamanda bu işleri yapan hayatta kalmaya çalışan kişileriz. Murat Hocamın söylediği çok doğru sendikal alan hakkında. Bunun tek örneği sanıyorum bizim sendikamız. Ben taşeron işçi olarak da çalıştım Bezmia-lem’de. Sendika yöneticiliğine geldiğim zaman Bezmialem’de çalışıyordum ve sendi-kanın üyesi görünemiyordum. Çünkü Acıbadem’den taşeron işçi olarak çalışıyorduk ve ben kimya işkolunda görünüyordum. DİSK’e bağlı Lastik İş’e üye olabiliyordum hemşirelik yapmama rağmen. Sonradan mecbur kalıp düzeltmek zorunda kaldı Çalışma Bakanlığı. Diğer yönetici arkadaşların da aynı şekilde oldu. Bir de şunu söylemek istiyorum. Sağlık çalışanlarının sağlığı derken aslında emeğiyle para kazanan, emeğini satarak para kazanan herkes işçidir. Sağlık çalışanlarının sağlığı

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

174

adını keşke sağlık işçilerinin sağlığı yapsaydık. Hepimiz işçiyiz. Evet, birçok arkadaşı-mız beyaz yakalı. Kendini işçi olarak hissetmiyor olabilir. Doktor arkadaşımız, hemşire arkadaşımız hissetmiyor olabilir. Sadece taşeronda çalışan arkadaşlarımız kendini işçi olarak görüyor olabilir. Ama hepimiz bir şekilde emeğimizi satarak para kazanıyoruz ve hepimiz işçiyiz. Aslında bu sorunu çözdüğümüz andan itibaren örgütlenmeyle ilgili bir sorunumuzun kalacağını düşünmüyorum. Meslek örgütleri elbette çok değerli. Mesleki etiği oluşturmak, araştırmalar yapmak ve mesleksel kulvarda ilerlemek için. Ama eğer konu mücadeleyse, örgütlenmekse ve beraber bir şey yapabilmekse, bir şeyi değiştirebilmekse bunun kanalları dünyanın her yerinde sendikalardır. Bir doktorun, bir hemşirenin, bir teknisyenin, bir diş hekiminin, bir veterinerin, bir taşeron sağlık işçisinin bir arada olduğu bir sendikal yapıda aşılama-yacak, beraber ortaklaştırılamayacak bir sorun elbette ki yok. Ama maalesef şu anda bölünmüş durumda olmaktan daha kötü durumdayız. Çünkü memurlarımızın ayrı, işçilerimizin ayrı sendikaları var. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir durum yok. Ortak alanda çalıştığımız insanlarla ortak hakları tartışıyor olsaydık. Aslında birbiri-mizi anlamakla başladığımız zaman sorunların çözüleceğini düşünüyorum. Ben taşeron bir hemşire olmasaydım belki de anlıyordum elbette ki taşeron işçileri örgütlediğimiz için ama taşeron işçi olduktan sonra ben anladım. Kimya işçisi olarak ben ne yapıyorum? Evet, test yapıyorum, bazı kimyasal maddeler kullanıyorum ama ben sağlık hizmeti veriyorum. Gerekirse ameliyathaneye giriyorum, gerekirse acile gidiyorum. Sağlık hizmeti veriyorum. Maltepe Üniversitesi Hastanesi’ni örgütledik. Birçoğunuz biliyorsunuzdur 91 arkadaşımızı işten çıkardılar. Oradaki hemşire arkadaşlarımız büro işkolunda gözüküyorlar. Bunların kavgasını hâlâ yaptığımız bir ortamda, bu ortamda sağlık işini konuşmak aslında çok lüks gibi geliyor. Elbette ki lüks değil en gerekli şeylerden biri aslında sağlık çalışanlarının sağlığı meselesi. Ben asgari ücretle çalıştığım zaman zaten benim sağlığım kötü olur. Sağlık ortamında çalışmama gerek yok. Çünkü geçinilemeyecek bir parayla çalıştırılıyorum. Çünkü benim ülkemde asgari ücret denen şey bir kişinin bir aylık asgari şekilde hayatını sürdürecek bir paradır. Böyle ayarlanır. Ama ben o parayla bir aile bakarım. Kira öderim. Bir doktor arkadaşım da otobüse bindiğinde aynı para alınır, benden de aynısı alınır. Ben de ne kadar doğalgaz yakarsam ki yakamıyorum param çok az, başka yöntemler bulmaya çalışıyorum aynı para ödüyorum. Elektriğe, her şeye aynı parayı ödüyorum. Ama benim param çok az. Asgarinin asgarisi. Ve ben çocuk büyütüyorum. Ev geçindiriyorum, karnımı doyurmaya çalışıyorum. Bu arada da sağlıklı olmaya çalışıyorum nasıl oluyorsa artık. Bu oturuma adını veren arkadaşımız gerçekten Eriş Bey’in söylediği gibi bir hayat uzmanı. Hepimiz nereye kadar başarılı olabiliriz bilemiyoruz. Biraz da belki bu açıdan düşünmek gerek. Biraz da teknik bilgiler vermek istiyorum gidişat açısından. Sağlık çalışanlarının örgütlenmesi konusunda 2 başlık altında çalışıyoruz. Birincisi, işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunu güvenli çalışma hakkının bir parçası olarak mücadelemizin ana hatlarından biri elbette. Çünkü taşeronda çalışan sağlık işçisi arkadaşlarımız en çok sağlık riskleriyle karşılaşan, bilgisizlikten ya da sıkıştırılmışlıktan, yapılan o kadar angaryadan dolayı yorgunluktan çoğu zaman çok fazla iş kazası ve iş cinayetine maruz kalabiliyorlar. İkincisi de, bu mücadelenin taşeron işçilerinin kimlik mücadelelerinin bir parçası

24-25 EKİM 2015, ANKARA

175

olması. Çünkü biraz önce bahsettiğim gibi ben kimya işkolunda görünürken yanım-da çalışan arkadaşım nakliyat işkolunda görünüyor, öbür arkadaşım enerji işkolunda görünüyor. Başka bir arkadaşım inşaat işkolunda görünebiliyor. Sağlık ortamında çalışan üstelik bu ülkenin sendikalar kanununda hangi işkolunda çalışıyorsa işçiler ancak o sendikanın işkoluna üye olabilirler diye bir madde varken ben kimya, arkadaşım nakliyat, öbürü enerji, inşaat olarak görünebiliyor. Bizim için aslında bu mücadele işçi sağlığı iş güvenliği mücadelesi tek başına sağlık değil, aynı zamanda bir örgütlenme ve var olma mücadelesini de ifade ediyor. 6331 sayılı iş sağlığı ve güven-liği yasası çıktı. Bir sürü itiraz oldu. Biz burada Türkiye Büyük Sağlıkçılar Meclisi›n-de de tartıştık. Daha önceki kongrelerimizde de tartıştık, işçi sağlığı iş güvenliği olsun adı diye yine olmadı... Mücadelemizi vermeye çalıştık ama işin sağlığı ve güvenliği ile ilgili bir yasa çıktı. Bizimle ilgili değil yasa. Hastanelerde aldığımız geri bildirimlerde arkadaşlarımıza sadece imzalar attırılıyor. Eğitim alınmış gibi görünü-yor. Bir arkadaşımız mesela Van›dan arıyor diyor ki ben hasta bakıcıyım ama inşaat işkolu görünüyormuşum. İş güvenliği uzmanı bize inşaatla ilgili eğitim veriyor. Biz ne yapacağız bundan sonra diye. Müdahale ettiğimiz yerlerde düzeltildi. Örgütlü olduğumuz yerlerde zaten sorun olmadı. Bize danışarak, bizden fikir alarak ya da oradaki işyeri temsilcilerimizle ortak işler yaparak ilerlenildiği için biz çok fazla sorun yaşamadık ama hiç örgütlenmemiş, hiç bir konudan haberi olmayan bir sürü işçi bu konunun mağduru gerçekten. Bizim ulaşabildiğimiz sayı 10 bindir, 15 bindir, onun dışında SES›in ulaşabildiği, ya da TTB›deki arkadaşlarımıza hasbelkader gidip danışan arkadaşlarımız yoksa eğer, gerçekten haberleri yok ne yapıldığından. Ve şartlar hiç değişmiş durumda değil. Kötü tarafı şu: Bu sefer işçiyi suçlama olanakları çok fazla. Biz sana bunun eğitimini verdik diyecekler. Soma’da olduğu gibi. Biz sana kendini koruman için araçlar verdik diyecekler. Soma’da da yine gördük bu araçları. Var olan şey üzerinden dava açma yollarını bile kapatır hale gelecekler. Bu yasayı kendileri için çıkardılar. Gerçekten patronun sağlığını ve güvenliğini koruyan bir yasa oldu. Neresinden tutsak kötü. Şu anda 150 bine ulaşmış durumda taşeron işçilerin sayısal dağılımı. Bu memleketin en büyük taşeron patronu şu anda Sağlık Bakanlığıdır. Taşeronlaştırmayla zaten sadece ucuz işgücü, düşük ücretler değil, aynı zamanda işçilerin temel hak ve özgürlüklerinin de gasp edildiğini biliyorsunuz. Eğer herhangi bir sendikada ya da derneklerde, dernekler de görece yetişemiyorlar tabii... Dernekler bu konuda daha eksik kalıyorlar, yetersiz kalıyorlar, dava açamıyorlar, temsiliyet hakları yok. Ulaştıkları zaman bir şekilde bir şeyler oluyor ama bunu da yine kavga dövüş alıyorsunuz. Biliyorsunuz birçok durumda görmüşsünüzdür. Ben sendika hakkımı istediğim anda kapının önüne koyuldum. Düşünün, gerçekten bir taşeron işçi zaten belki bizim kadar okumamış, belki bizim kadar bilmeyen ama kendi işini yapmayı bilen, uğraşan, hayatta kalmaya çalışan bir arkadaşımız bu kadar korkutulmuşken, bu kadar angaryanın altında ezilirken ne yapabilir? Bizim arkadaş-larımız gerçekten çok cesur arkadaşlarımız çünkü artık kaybedecek bir şeyleri yok, ölüyoruz görüyorsunuz. Yani hiç tesadüf değil bu ölümler. Bunlar bildiklerimiz ve ulaşabildiklerimiz, görmediğimiz bilmediğimiz. Birçok arkadaşımı ben biliyorum eve formasını götürüp yıkıyor. Çünkü renkli formalar veriliyor bu arkadaşlara, çamaşır suyuna girmiyor bu kıyafetler ve onlar çamaşır suyuna girmediği içinde HIV mikro-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

176

bu ölmüyor. Evlerinde çocukların kıyafetleriyle yıkanıyor bu kıyafetler. Ve çoğu çocuğuna hastalık bulaştırıyor. Başta ROTA Virüsü olmak üzere. Aslında sağlık çalışanı sağlığı gerçekten bir toplum sağlığı sorunu aynı zamanda bizim için. Ben çok uzatmak istemiyorum. Soru sorarsanız çok fazla şey yazmışım ama bunları anlatırsam sizde çok sıkılacaksınız gibi geliyor... Teşekkür ediyorum. Söyleyeceklerim bu kadar.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

177

SORU CEVAPEriş Bilaloğlu Sevgili arkadaşlar, Murat Özveri toplantıdan ayrılırken bir sistem sorgusunun öne-mine işaret etti, ama tüm bunların içerisinden bir şeyin altını güzel olarak çizip kö-şeye koydu. Önce içinde bulunduğumuz örgütleri, yapıları hem mantıklarıyla hem tutumlarıyla sorgulamamız gerekir. Çünkü onlarda bu sistem içerisinde bir akıl yürütmeye ve tutuma sahipler diyen benim anlayabildiğim kadarıyla ana vurgusu bu olan bir konuşması oldu. Dilek Aslan TTB UDEK adına toplumun bizimde bir parçası olduğumuz sağlık çalışanları, emekçileri, işçileri olarak bir parçası olduğu-muz toplumdaki etkileri ve kendi formel yapısı üzerinden bu süreçlere nasıl müda-hil olmaya çalıştığını örnekleriyle de ve bu aşamalarda neler ile de hangi zorlukların yaşandığını da şeffaflık olarak da buradaki heyetinde paylaşmış oldu. Son olarak da Funda Keleş arkadaşımız memur, işçi vb. ayrımlarının aşılması gerektiği noktasına vurgu yaptı. Ancak özel olarak sağlık için örgütlendiği alanda sağlık işçilerinin sağ-lığı meselesinin lüks olarak bile adlandırılabildiğini çünkü aslında aldıkları ücret-le bu insanların, çalışanların aslında sağlıklı yaşama durumlarının bile olmadığını vurgulayan bir mücadele konusu olarak bunun nasıl yapılabileceğine dair bir aktarı-mı bizle paylaştı.

Eğer varsa soru, katkı, eleştiri, öneri alabiliriz. Evet, buyurun. ‘Neredensiniz, kim-lerdensiniz’ diye başlarsanız kendinizi anlatarak...

Özgür Bozkurt Devrimci Sağlık Sendikası Örgütlenme Uzmanı’yım. Sadece geçmişte yaşadığımız bir tane örnekten başlamak istiyorum ben. Bizim Diyarbakır Dicle Üniversitesi’ni örgütlerken birinci talebimiz ‘patron bizi dövmesin’di. Diyarbakır’da eğer çalışma şartlarından şikâyet ediyorsanız hemen şirketin odası var odasına çağrılıyordunuz. 40 yaşında, 50 yaşında, 60 yaşında insanlar orada dayak yiyordu. Bizim orda bi-rinci talebimiz ‘patron bizi dövmesin’di. Aylarca uğraştık, aylarca mücadele verdik, kazandık. İkinci talebimiz ise şuydu: Bir iş yerinde genelde ‘ücretlerimiz artsın, ça-lışma şartlarımız düzeltilsin’ gibi talepler gelir akla. Bizim ise farklıydı. Dicle Üni-versitesi’nde kadrolu çalışanlar üçüncü katta yemek yiyordu Dicle Irmağı manzarası eşliğinde, taşeron çalışanlar yerin üç kat altında böyle rögar kapağının açık olduğu, farelerin dolaştığı bir alanda yemek yiyordu. İkinci talebimiz için de aylarca müca-dele etmemiz gerekti: ‘Rögar kapağı kapatılsın’. Ondan sonra taşeron işçiler de diğer kadrolu çalışanlarla beraber yemek yesin talebine geçebilirdik. Yani bugün geldi-ğimiz noktada özellikle taşeron sisteminin sağlık alanında yarattığı özellikle sağlık çalışanları açısından yarattığı yıkımın en güzel örneklerinden bir tanesidir Dicle Üniversitesi. Ki hemen hemen taşeron işçilerinin çalıştığı bütün hastanelerde buna benzer sıkıntılar var. Ya kıyafetlerimiz farklıdır bizi ötekileştirirler, ya yemek yedi-ğimiz yerler farklıdır bizi ötekileştirirler. Bugün çoğu hastane de - sağlık alanında çalışıyoruz- en riskli çalışma alanlarından bir tanesi.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

178

Koruyucu aşılar hemen hemen yeni yapılmaya başlandı. Eğer sendikalar oraya ulaşmamışsa, eğer orda duyarlı bir doktor arkadaşı orda çalışan arkadaşlara temas etmemişse koruyucu aşılar bile yapılmıyor. Şimdi sağlık açısından en riskli alanlar-dan bir tanesinde çalışıyoruz diyoruz, yani nitelikte sağlık hizmetini bir ekip faa-liyeti olarak doktoruyla hemşiresiyle oradaki işçisiyle birlikte hep birlikte üretme-ye çalışıyoruz. Örgütlenme noktasında önümüzde çok ciddi sıkıntılar var. Birincisi hiyerarşik olarak parçalanmaya en müsait alanlardan bir tanesi. Yani sınıfsal olarak ortak perspektiften bakamadığımız zaman mutlaka bir hastanede doktor hemşirey-le kavga eder, hemşire oradaki taşeron işçiyle kavga eder. Sürekli bu demir komuta zinciri yukardan aşağı işlediği için biz sürekli düşman olarak taşeron işçi oradaki sorumlu hemşireyi görür, oradaki işçi de doktoru görür. Zaten doğalında bizi kendi aramızda dövüştürerek parçalarlar. Bunun dışında şöyle bir sıkıntımız var, bugün Funda ablada en net kendi çalıştığı yerden örneklemeye çalıştı ama bir hastanede sağlık hizmeti üreten işçilerdik biz, taşeron işçi olsak da sağlık işçileriydik. Geçen yıl Eylül ayında bir yasa çıkardılar. Sağlık alanında çalışan sağlık işçilerini bir hasta-nede yedi tane iş koluna kadar böldüler. Yani teknik olarak ben temizlik yapıyorum ama benim yaptığım temizlik bir belediye işçisinin yaptığı temizlikle aynı değil. Ben dezenfektasyon yapıyorum, orada hasta kurtarma faaliyetinin ucundan tutuyorum. Yani dünyanın en iyi doktorunu getirin en başarılı ameliyatı yapsın, orada ben o temizliği o dezenfektasyonu düzgün yapmazsam hastane enfeksiyonundan o hasta ölecek. Benim yaptığım işin kendisi bu, ama benim teknik olarak Çalışma Bakan-lığı’nda göründüğüm iş kolu ‘genel hizmetler iş kolu’, belediyeyle aynı iş kolu. Ben oradaki teknik cihazların bakımını yapıyorum iş kolum ’enerji iş kolu’, ama ben sağ-lık cihazlarını insanlar daha iyi sağlık hizmeti alsın diye o cihazların bakımını yapı-yorum. Ama benim göründüğüm iş kolu ‘enerji iş kolu’ ya da ‘metal iş kolu’ oluyor. Zaten doğalında hiyerarşik olarak parçalanmaya uğradığımız bir iş kolunda devletin çıkardığı bir yasadan kaynaklı biz mesleki olarak bölünüyoruz dörde beşe, iş kolu açısından bölünüyoruz altıya yediye, bir de onun dışında kadroluyu da 657’ye tabi edip 4857’ye tabi diye bir daha bölünüyoruz ve kendi halimizle mücadele etmeye ça-lışıyoruz. Yani bir sistem sorunu olarak sağlık alanındaki bu piyasalaştırma, serma-yeleştirme saldırısı… Doktor kimliği itibarsızlaştırıyor, hemşirelik kimliğini itibar-sızlaştırıyor. Bizim orada verdiğimiz sağlık hizmetinin itibarını zedeliyor ve gittikçe sağlık çalışanlarına uygulanan şiddet artıyor. Eskiden doktor gördüğümüz zaman yolda sokakta önümüzü iliklerdik, şimdi doktorları dövmeye başladık. O yüzden sağlık çalışanlarının örgütlenmesi açısından olmazsa olmazımız bir şey var, zaten doğalından parçalanmaya uğrayan bu toplamın acilen ve acilen bir araya gelip mü-cadele etmesi lazım. Belki aynı meslek odası altında mücadele edemiyor olabiliriz, belki aynı derneğe üye olamıyor olabiliriz, hatta aynı sendikaya bile üye olamıyorsak bile bizim illaki bir araya gelip kuracağımız meclisler olabilir. Doktor kendi mesleki kimliğini getirsin oraya, sağlık alanında yaşadığı şiddeti getirsin koysun, taşeron işçi hayatta kalma mücadelesiyle orada çalışıyor, onun mücadelesini getirsin koysun. Bugün 250.000 tane atanamayan hemşire var ve eksik personel ile daha fazla iş ya-pıyor, bunun şikâyetini gelsin oraya koysun. Ama mutlak ve mutlak sağlık alanında çalışanlarının birbirine omuz vermesi lazım, mesleki itibarsızlaştırmaya karşı hep

24-25 EKİM 2015, ANKARA

179

birlikte mücadele etme şartımız var, başka çıkar yolumuz da yok. Bu böyle gittiği sürece biz dayakta yiyeceğiz, işten de atılacağız, daha kötü işler de yapmak zorunda kalacağız, hatta sağlık alanında hasta kurtarma faaliyeti yaparken oradan hastalık kapıp ölmeye de devam edeceğiz.

Eriş Bilaloğlu Anlayabildiğim kadarıyla sağlık çalışanları açısından sağlığı ve güvenliği meselesin-den önce bizim bir örgütlenme sorunumuz var noktasına daha fazla vurgu yapan bir katkıydı.

Hasan Oğan Arkadaşın kaldığı yerden devam edeyim. Bizim çalışma grubumuz zaten bu ortak birliktelik üzerinden hareket ediyor. Yani hem hekim, hem taşeron, hem hemşire. Ve bunu uzun yıllardan beri sürdürmeye çalışıyoruz.

Bu paneldeki amaç esasında hepimizin de bildiği şeyleri her ne kadar birbirimi-ze anlatmak kadar da olsa, senin de (Eriş Bilaloğlu) sağlıkta dönüşüm programının başladığında bir lafın vardı, ‘artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ diye... Bunu ıs-rarla hem kendimize hem de patronlara söylememiz gerekiyor ve sağlık çalışanları-nın sağlığı kurulu olarak artık biz bu konuda gerçekten bir mücadele yürütüyoruz. Eskisi gibi olmayacak. Burada arkadaşlar bilsin amacıyla söylüyorum. İki uzmanlık derneği çerçevesinde çalışma yürüttük. O derneğin yöneticileri çok katkı sağlamadı-lar diye söylemiş olayım. Fakat onlara rağmen o çalışmaları rapor aşamasına kadar getirdik ve yayınladık. Oysa o uzmanlık derneğindeki arkadaşlar daha fazla kolay-lık, olanaklar sağlamış olsaydı o raporlar çok daha geniş bir şekilde çalışma şeklinde ortaya çıkabilecekti. Ben şunu gördüm. Bir takım gerçekler bir takım mevcut du-rumları sarsıyor. Ya da bir takım şeylerin aleni olarak söylenmesi bir takım insanlar açısından çok fazla istenmiyor. Fakat istense de istenmese de bunlar artık söylene-cek, söylenmek zorunda. Bu nedenle örgütsel tutum gerek. Sendika olsun, gerek uz-manlık derneği olsun, gerekse normal meslek derneği olsun bu konuya -örgütlülük temel sorunlarımızdan bir tanesi ama- bu konuya önem vermesi çerçevesinde olursa iyi olur diye düşünüyorum.

Katılımcı Öncelikle çok teşekkür ederim. Gayet güzel konularda bizi aydınlattığınız için. Ben şu an özel bir üniversitede araştırma görevlisiyim hemşirelik alanında. Ama daha önceki yıllarda da bir vakıf üniversitesi hastanesinde çalıştım. Aynı dönemde arka-daşlarım oldu bir devlet üniversitesi hastanesinde taşeron olarak çalışan. İşin ilginç yanı, benim hastanelerimde de çalışan birçok arkadaşım taşeron olarak çalışma-yı kabul edip, devlet üniversitesi hastanesine geçti. İsim vermek istemiyorum ama demek istediğim o ki tabii ki taşeron işçilik şartlarını hepimiz biliyoruz ama özel hastanelerde de, özel üniversite hastaneleri de olsa çalışma şartlarının iyileştirilmesi gerekiyor. O kadar ağır şartlarda çalışmalar oluyor ki, bu kişiler bile taşeron olarak, hemşire göreviyle bile çalışmadan hemşirelik yapmayı, sağlık bakım hizmetleri ala-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

180

nında yer almayı kabul edip o şekilde gidiyorlar. Gün gelip benim de kadrom çıkar umuduyla bu şekilde yıllarca çalışan arkadaşlarımız var. Kadrosu çıkan da oldu, hâlâ taşeron olarak çalışan da oldu. Birçok özel hastanede de dediğim gibi uzun dönem-de sürekli devir hızıyla beraber işten ayrılma oranları oluyor. Bu da ayrı bir sorun diye düşünüyorum.

Funda Keleş Az önce değinemediğim çok önemli bir noktaya değindiniz. Zaten hastaneye gitti-ğiniz zaman gördüğünüz, devlet hastanesine bile gitseniz şöyle bir tablo var. Göre-ce benim yaşlarımda olup abla denen hemşire grubu güvenceli. 4-A’lı. Benden bir 10 yaş daha küçük ya da 5-6 yaş daha küçük varsa o 4-B’li. En gencimiz varsa da o da taşeron çalışan hemşire işçisi arkadaşımız. Bu sorun hâlihazırda devam ediyor. Özellerde çok daha fazla, özelde çalıştım benim özelikle çalışmam sağlık veri öde-nen ücretlerin gerçek değeri üzerinden yatırılmaması, açıktan para ödeyerek si-gortanın eksik gösterilmesi, dünya kadar sorun var. Bugün burada daha çok kamu sektöründe çalışan taşeron işçileri konuşmamızın nedeni, miktarları çok daha fazla ve çok daha fazla eziliyorlar. Biraz daha göz önündeler. Örgütlenme cesareti göster-dikleri için aslında yaptıkları ortaya çıkardıkları şeyler biraz daha çok onu söylemek istedik. Söylediğiniz çok doğru. Biz örgütlendiğimiz ilk özel hastanede örgütlediği-miz tüm arkadaşlarımız birden işten atıldı. 98 arkadaşımız işten atıldı. Özel sektör-de örgütlenmek gerçekten kamuda örgütlenmekten çok daha zor. Arkadaşlarımızın gösterdiği cesaret bazen hüsranla sonuçlanabiliyor. Uzun süre direniş çadırda yat-malarına rağmen... Mahkemede de kazanıyorsunuz ama sonuçta o kadar kötü yasa-lar var ki, bu yasaları biz yapmadığımız sürede, örgütlensek bile önümüzü kesecek olan yöntemler patron denen kesimin elinde olacak.

Eriş Bilaloğlu Başka bir katkı ya da söz almak isteyen... Gördüğüm kadarıyla yok. O zaman ben de bir noktanın altını çizeyim ve oturumu sonlandıralım. Bu kongreyi düzenleyen sendika, meslek örgütü, derneklerin aslında ortaklaştırdıkları bir örgütsel tutum var. O da şu: Ayrı ayrı değil de bu konuyu birlikte değerlendirme. Bu bir örgütsel tutum. Sağlık çalışanlarının sağlığı kongresi bunu gösteriyor. Yoksa hekimler, hemşireler, taşeronlar... Hepsi kendi içlerinde zaten bir şeyler yapıyorlar ama bir tutum olarak bunu birlikte değerlendirelim, birlikte tartışalım ve birlikte çözümler üretelim diyen bir tutumları var. Bu beşinci kongrede bunun ısrarla sürdürülmeye çalışıldığını gös-teriyor. Bence bu çok taktire değer bir tutum diye düşünüyorum bu örgütsel tutu-mun. Kuşkusuz ilk konuşmacımızın söylediği gibi, bunu da tartışmak, bunu yürü-ten bu örgütleri de kuşkusuz eleştirel ve tutumlarının karşılığını değerlendiren bir yaklaşımda olmak gerekir. İkincisi ise, şunu söylüyor bu örgütler bence. ‘Evet, bir biçimde çalışanların, işçilerin farklı farklı gözüken ya da farklı farklı olan sorunları olabilir ama bunlar içerisinde sağlıklarını ilgilendiren konular da üzerinden atlan-maması gereken ve bir mücadele konusu mevzuu haline getirilecek işlerdir. Bunla-rı tek tek, formaların yıkanması meselesinden tutun isterseniz şiddete vs. her birini özel olarak ayrıntılandırıp hem bilgiyle, bilimsel bilgiyle arkasını doldurup hem de

24-25 EKİM 2015, ANKARA

181

bir günlük sloganlaştırılıp mücadele meselesine dönüştürülebilir› diyen bir özerk faaliyet alanı olarak burayı belirlemiş durumdalar. Bu da ikinci bir örgütsel, altı çi-zilmesi gereken tutum. Ben her ikisinin de aslında çok önemli bir katkı olduğunu, her ne kadar arzu edilen her kongrede açılış sunumunda söylenen, arzu ettiğimiz katılımlarla sahiplenilmiş bir biçimde yürümüyor olsa da ısrarla yürütülmesi gere-ken tutumlar olduğunu düşünüyorum. Ne güzel, iyi ki yapıyorsunuz.

Teşekkürler.

SUNUMLAR - II

Oturum Başkanı Mevlüde Karadağ

Türk Hemşireler Derneği

İstanbul Tıp Fakültesi Sağlık

Çalışanları MücadelesiCoşkun Canıvar

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası İstanbul Aksaray Şubesi

Sağlık Çalışanlarında İş Kazası ve Meslek

Hastalıklarına Yaklaşım ÇalıştayıÜmit Şen

İstanbul Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Meclisi

24-25 EKİM 2015, ANKARA

183

SUNUMLAR II

Mevlüde Karadağ Türk Hemşireler Derneği

Değerli katılımcılar konferansımızın son oturumunu devam edeceğiz. Tabi günün artık son saatleri herkes de yoruldu. Bir an önce başlamak istiyoruz. Ben İstanbul Tıp Fakül-tesi Sağlık Çalışanları mücadelesini anlatmak üzere Sayın Çoşkun Canıvar’ı kürsüye davet ediyorum.

İSTANBUL TIP FAKÜLTESİ SAĞLIK ÇALIŞANLARI MÜCADELESİ

Coşkun Canıvar Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası İstanbul Aksaray Şubesi

Merhaba herkese. Sunumuma başlamadan önce bir kaç şey söylemek istiyorum. As-lında bu bir önceki oturumda konuştuğumuz işçi sağlık mücadelesini nasıl bir pers-pektiften tartışmak, yani yaptıklarımız ne kadar yeterli ne kadar yetersiz tartışması aslında kavramsal olarak bir işçi demokrasisi tartışmasının tam da merkezinde yer alıyor. İşçi demokrasisi dediğimiz zaman da iki temel kavramımız var aslında. İşçi özyönetimi bunlardan birisi, diğeri ise işçi denetimi. Şimdi işçi özyönetimi dedi-ğimiz şey şu an için bir çoğumuzun ütopik bulacağı bir yerde duruyor. Yani hangi kurumdan bahsedersek bahsedelim -isterseniz bir hastane, fabrika- tüm mülkiyeti-nin işçilere ait olduğu, oradaki bütün mekanizmaların işçiler tarafında karar verildiği üretim sürecinden bahsediyoruz aslında. Bu şu an için bizim mücadele perspektifi-mizi belirlemekte. Evet ütopyamız bu, unutmadan bunu muhakkak bir yerde tutarak davranmamız gerekiyor. Ama mücadeleyi belki doğrudan bunun üzerinde kurgula-yabileceğimiz bir ortam yok diyebiliriz. Ama ikinci kavram işçi denetimi kavramı. İşçi denetimi kavramına aslında biz bir ütopya muamelesi yaptığımız zaman, işte o zaman bu mücadelede belki konuştuğumuz noktada eksiklere düştüğümüz noktada bu oluyor. Bunu mücadelenin bir parçası hatta temeli haline getirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Şimdi ben bir Çapa deneyiminden bahsedeceğim bu manada ama tabii ki Çapa’da işte çok iyi işler yaptık orada hayatı değiştirdik falan gibi bir şey değil kuşkusuz. En mütevazi haliyle yani en eksik yetersiz kısımlarından da bahsederek bu

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

184

süreçte Çapa’daki bu 2,5-3 senedir yürüyen işçi sağlığı mücadelesinden kısaca bahse-deceğim. Bir ikinci noktada şu sunuma başlarken söylemek istediğim. Genel olarak yürüttüğümüz işçi sağlığı mücadelesini, ülkede yürütülen işçi sağlığı mücadelesinin aslında çok temel bir özelliği var. Aslında yaptığımız işlerin çok büyük bir kısmı me-seleyi görünür kılmaktan ibaret. Yani biz emeğe doğrudan müdahale edebildiğimiz alanda müdahale edebildiğimiz işler çok sınırlı. Korumaktan önlemekten falan bah-sediyoruz ya aslında bunun özünü işçi denetiminden geçtiği, işçi denetiminin zorlan-dığı ve işçiyi tehlikeyi merkeze alan, tehlikeyi gördüğü yerde buna maruz kalmamaya çalışan bir mücadele sürecine aslında ihtiyacımız var. Çapa kısmen bunun mütevazı örneklerini veriyor. Hızlıca bunları size paylaşmaya çalışacağım. Aslında Eriş ho-cam bahsetti. Zafer Açıkgözoğlu iş cinayeti Çapa’daki işçi sağlığı mücadelesi de bu iş cinayetinden sonra özellikle hız kazandı. Bu noktada Zafer Açıkgözoğlu bizim için önemli. Hem de Eriş hocamın da bıraktığı yerden bilgisini de paylaşmış olalım ve biz mücadele sürecini nasıl ördük bu olay üzerinden kısaca anlatacağım.

Olayın gelişimi bir cerrahi monoblok binasının zemin katında bir kanalizasyon taş-kını var akşam saatlerinde. Hastane müdürünün emriyle bir idari amir görevlendiri-liyor ve deniyor ki 8-9 işçiye hızla buraya müdahale edeceksiniz ve bu kanalizasyon taşkınını bir an önce temizleyeceksiniz. Aşağıda bir depo var evrakların bir kısmı lağım suyu altında kalmış vs. Ve 8-9 işçi arkadaş buraya hızla müdahale ettiriyorlar. Zafer o arkadaşlarımızın içerisinde. Onu ayıran nokta şu: Kanalizasyon rögar kapa-ğını açmak durumunda bırakılıyor, buna zorlanıyor. Ve açar açmaz lağım suyu bütün vücuduna basınçlı bir şekilde geliyor. Ve sonrasında işte ilerleyen 7-8 gün içerisinde 3-4 kez acil servise başvuruyor Zafer. Ve en son 9. gün acil servise geldiğinde artık bilinç bulanıklığı var bir hepatik ensefalopati tablosu ortaya çıkmış durumda ve ar-kadaşımız entübe edilerek yoğun bakıma alınıyor ve 24 saat içerisinde bir karaciğer nakli gerçekleştiriliyor. O akşam konuştuğumuzda bu nakil gerçekleşmese bir gün sonra arkadaşımızı kaybetmiş olacaktık. Yoğun bakım ekibinin verdiği bilgi buydu. Sonrasında tedavi süreci devam ediyor, yaklaşık bu olaydan 15 ay sonra biz Zafer arkadaşımızı kaybettik. Ve bu arada bir karaciğer reddi gelişiyor ve o redden sonra ikinci kez nakil programı vs. İşte 15 ay sonra arkadaşımızı kaybediyoruz. Şimdi ola-yın özelliği ne?

Bir defa iş tanımı, iş tanımının dışarısında bir iş yaptırılıyor arkadaşımıza yani bir temizlik işçisinin oraya müdahale etme yetkisi yok. İSKİ’yi çağırmanız lazım. İstan-bul’un göbeğinde İSKİ’yi çağıracaksınız, temizleteceksiniz. Aslında mevzuda bu ka-dar basit. Ama elinizin altında her an işten atabileceğiniz işçiler varsa çağırıp her işe müdahale ettirebiliyorsunuz. Biraz da iş tanımı başlığında bunu açacağız. Diğer kıs-mı güvencesizlik. Bahsetmeme gerek kalmadı, fazlasıyla değinildi. İşçi sağlığı hizmet-leri bağlamında bu olayın ne önemi var? Zafer bu olaydan 1.5-2 ay önce işe girmişti. İşe girerken herhangi bir işe giriş muayenesi yapılmamıştı arkadaşımızın çünkü daha sonra hepatit B saptandı. Ve bu hepatit B’nin kanalizasyondan bulaşma ihtimali yok. Kanalizasyondan anca Hepatit-A bulaşabilir. Leptospiroz bulaşabilir veya başka bir gastroenterit etkeni almış olabilir. Hepatit –B’nin daha önceden var olduğunu o çı-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

185

kartılan karaciğer biyopsisinin patologlar tarafından incelenmiş halini de biliyoruz zaten. En az iki üç ay öncesinden bir bulaşıcı olduğundan bahsediyordu tahminen arkadaşlarımız.

Bu şu anlama geliyor. Eğer işe giriş muayenesi yapılsaydı ve gerekli tetkikler isten-seydi… Biz zaten işe girerken Zafer Açıkgözoğlu’na tanı koymuş olacaktık ve belki de akut hepatit tanısıyla tedavisine başlayacaktık. İkincisi, almamış olduğu iş sağ-lığı güvenliği eğitimleri. Almadığı eğitim için eline batmış bir iğneden sonra Zafer bunu önemsemiyor gerçekten. Bunun önemli bir sonuç olabileceğini düşünmüyor. Ve ikinci bir ihmale de burada karşılaşmış oluyoruz. Ve iş sağlığı güvenliği eğitimi-nin verilmemiş olması. Ve daha sonra tabi başvurulmadığı için belirtilmediği için iş kazası bildirimi zaten yapılmıyor. Zafer arkadaşımızı kaybettiğimiz süreçten sonra ceza davası ve tazminat davası açtık. Ve bu olay aslında bize hastanedeki taşeron işçi çalıştıran arkadaşlarla bir araya getirdi ve bu konunun son derece önemli olduğu-nu bu olayda net bir şekilde görmüş olduk. Arkadaşımız gözümüzün önünde 15 ay hastanede her gün evine gidip gelerek yaşadı. Ve ben son hafta gördüğümde ‘hocam ölmek istemiyorum’ demişti. Gözümüzün önünde kaybettik Zafer’i ve bu süreç tabii ki bizim mücadele sürecimizi tetikleyen en önemli unsurlardan birisi oldu. Dediğim gibi, ceza davası ve tazminat davaları açıldı. İş müfettişleri hastaneye geldi bu süreç-ten sonra. İş müfettişlerinin bürolarına giderek olayı ısrarla kendilerine olayı anlat-tık. Ki bu sürecin lehimize sonuçlanması için. Tabii ki kamuoyu oluşturmaya çalış-tık biliyorsunuz. Hastane içerisinde defalarca basın açıklamaları, röportajlar, basına yazılar vs… TBMM Başkanlığı’na İstanbul Tabip Odası aracılığı ile bir dilekçe verdik Zafer’in olayını içeren. Ve bunun soruşturma konusu yapılmasını sağladık bir şekilde hastanede. Hastane bu olay ve diğer olayla beraber 2-3 teftiş geçirdi bu anlamda. Ana akım medyadan, CNN’den yandaş İhlas Haber Ajansı’na kadar birçok yerde yer aldı, sol medyada yine ayrıntılı şekilde olay yer aldı. Yine milletvekilleri tarafından soru önergeleri verildi. Levent Tüzel ve yine o zamanki BDP Nursel Aydoğan milletveki-li tarafından 3-4 soru önergesi Meclis’e verildi. Defalarca basın açıklamaları yaptık vs… Ve bizi bir araya getiren bu süreçten sonra ne yapabiliriz konusunu konuştuk. Aslında bu yazdığım maddeler 6331 sayılı yasanın bize doğrudan sunduğu maddeler aslında hepsi birer mücadele başlığı mücadele alanı ancak bizi iki temel şey konuş-tuk. ‘Çalışırken sağlığımızı korumak için ne yapabiliriz’ ve ikincisi ‘bunu yaparken de bunu bir örgütlenme gündemine nasıl çevirebiliriz’. Bu iki temel başlık üzerinde as-lında tartışmıştık. Biraz sonra paylaşacağım, aslında taşeron işçi arkadaşlarla beraber yürütülen bir işçi sağlığı mücadelesinin paylaşımları olacak maalesef bu süreç aynı zamanda da bir öz eleştiridir. Ekip arkadaşlarımızın kendi sorunlarıyla beraber ya da işte hemşire arkadaşlarımızın diğer çalışan sağlık emekçisi arkadaşlarımın, sendika-lar ve meslek odasıyla beraber aktif katıldığı bir sürece dönüşmedi. Mesela biz Acil-lerdeki şiddet olaylarını bu işin içerisine çok katamadık. İş kazaların bizim için bu anlamda çok önemliydi.

Birkaç iş kazası örneği hızlıca vereceğim. Zafer’i anlatmış olduk. Serkan Borucu 2012’de İstanbul Tıp Fakültesinin monoblok binasının 6. katından klima bakımı ya-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

186

parken düşerek ölmüş arkadaşımız. İş kazası olarak girilmemiş tabi bu. Bizim sonra-dan öğrendiğimiz bir olaydı. Serkan taşeron bile değildi, dışarıdan özel olarak ça-ğırılmış ve bir odada bu klima bakımı yaptırıldıktan sonra hayatını kaybetmişti. Ve ailesine de ulaştığımızda herhangi bir hukuksal süreç başlatmak için bizimle temasa geçmek istemediler. Bir diğer olay işte Çiçek Demir ablamız bahçede çevre temizli-ğine zorla verilen bir kişi. Birazdan bahsedeceğim. Bir işçi arkadaşımız yüzde 45 bir ortopedik olarak maluliyet raporu var elinde bahçede çalıştırılması uygun değil ancak buna rağmen zorla çalıştırıldı ve bunun ikinci haftası düşerek burnunu kırdı. Buna karşı bir mücadele sürecimiz olmuştu yine yemek dağıtımı esnasında Ayşe Dinç arka-daşımızın üstüne dolap devrildi. Dolabın devrildiği kalp damar cerrahi servisine yatı-rıldı, yatırılmış yani, sonradan öğrendik. Sırf olay duyulmasın diye 20 gün boyunca o serviste yatırılmış ortopedik konsültasyonu oradan istenmiş. Ve bir iş kazası girişi de yapılmamış, bunu öğrendikten sonra 20 gün sonra ortopedi kliniğinden girişini yap-tırdık. Ki maaşı da yatmamaya başlamıştı. Ama maalesef kendisi işten atılma korku-suyla bizimle hukuki olarak arkasını getirmek istemediler açıkçası. Bir diğer güvenlik görevlisi arkadaşımız bahçede bıçaklandı ve yine sırf olay bu mücadeleyi yürütenler tarafından benimsenmesin diye Haseki’nin aciline götürüldü. Çapa’dan çıkartılıp, ora-da tıbbi müdahalesi yaptırıldı.

Bir diğer başlık iğne batmaları, onlardan şimdi bahsedeceğim. İş kazaları bağlamında üç temel başlık vardı belirlediğimiz. Yüksekte çalışan işçiler en hayati tehlike ile karşı karşıya olanlar ve bu sorunu muhakkak çözmemiz gerekiyor. Cam silme, klima bakı-mı, çatıda çalışan işçi arkadaşlar vs. diğeri iğne batması… Zafer’le yaşamış olduk ya da diğer arkadaşlarımızla. Çapa’da işleyen bir sistem de yok. İğne battıktan sonra taşe-ron işçi nereye başvuracak. İş yeri hekimi görmüyor, bir bildirim sistemi yok… Sonra düzenli takibinin yapıldığı bir sistem yok bunu bir mücadele alanı olarak kabul ettik. Bir diğeri de tabii ki de bu iş kazalarından sonraki süreci takip etmek, tıbbi bakı-mı devam ettirmek. Aynı binada 2012’de altıncı katta iş arkadaşımızın düşüp öldüğü aynı binanın üçüncü katında bir işçi arkadaşımıza cam sildiriliyor. Camdan tamamen sarkmış durumda ve hiç bir üzerinde güvenlik önlemi yok. Bu Mayıs 2015 yılında çektirilmiş bir fotoğraf. Bu fotoğraf öncesi defalarca başhekimliğe bu konu hakkında önlemler alınması için girişimlerde bulunmuştuk. Eylemlerde bunlar aktif bir şekilde dile getirilmişti ama hala bu çalışma devam ediyor. Bunun üzerine ben bir tek yerden bunun ile ilgili olayı ayrıntılı bir şekilde yazan bir dilekçe yazarak, tutanakta yazarak bunu Dekanlığa ilettik ve Dekanlık’tan şöyle bir yanıt aldık. Okumuyorum ayrıntısı-nı: “Bu konu çok önemli işte hassasiyetinize teşekkür ediyoruz vs. idari amirlerimize ke-sinlikle bilgi veriyoruz ve bu konuda gerekli önlemlerin alınmasını sağlayacağız”

Ama bu sağda gördüğünüz fotoğraf bir ay önce çekildi, ‘gerekli önlemleri alacağız’ de-diğiniz fakültede bu süreç iki ay sonra bu noktaya geldi.

Peki, bu aradaki iki ayda ne olmuştu? Biz bu soldaki fotoğraftan sonra iki ay boyun-ca Çapa’da camların dışarıdan silme işlemini durdurmuş olduk. Yani 2 ay boyunca 7 tane işçi arkadaşımız siliyor bütün Çapa’nın camlarını ve bu arkadaşlarımız 2 ay

24-25 EKİM 2015, ANKARA

187

boyunca camların dışarıdan silmemelerini bir şekilde sağlamış olduk ama sonra tabi bu mücadeleyi sürdürmenin zorlukları ile ilişkili bir şey bu uygulamalarla tekrardan karşılaşmaya devam ediyoruz. Ama tabii ki dilekçeler tutanaklar itirazlar eylemler devam ediyor.

Bir diğer klima bakımına örnek verdik Serkan Borucu ile ilgili. Bu benim göğüs hastalıkları binasından çekilmiş bir fotoğraf. Bu yerden 3,5-4 metre yüksekliğinde çekilmiş bir fotoğraf. Belki yine net görünmüyor. Bir işçi arkadaşın sağda ayaklarını görüyorsunuz. Aşağıya sarkmış durumda. Klimanın filtresini değiştiriyormuş. Diğer işçi arkadaş da güvenlik önlemi olarak belinden tutmuş durumda. Tabi bununla ilgili ayrıntılı tutanakları yazarak hastane yönetimine başvurduk fakat verecek bir cevapla-rı bile olmadı buna.

Yine bir hafta önce çekilmiş Çapa’dan bir fotoğraf Diş Hekimliği Fakültesinin yukarısı sol uçta görüyorsunuz bir işçi arkadaş oranın su sistemi ile ilgili bir problem varmış onun tamiratını yapıyor.

Ve güvenlik önlemi de şu: Beline bağlanmış olan ipi tepede başka bir işçi arkadaş tu-tuyor. Herhalde yönetim şöyle düşündü ‘bir işçi düşerse ölümü kâfi olmaz arkasından birini daha sürüklemesi için bunu bağlayalım’ diye düşündü herhalde bu güvenlik önlemini alırken. Yüksekte çalışan işçilerle kısmi kazanımlarımız varken diğer taraf-tan da bunlar devam ediyor. Ama tabii ki bunları biz basınla aynı şekilde paylaşıyo-ruz, paylaşmaya da devam edeceğiz. Mücadeleyi aktif şekilde sürdürmeye çalışıyoruz.

İğne batmaları meselesi dedim. Bu Çapa’dan çekilmiş bir fotoğraf. Fotoğraf çok bu-lanık ama arka tarafta bir tıbbı atık kutusu var hepsinin oraya atılması mümkün. Bu-nun ile ilgili tabii ki şöyle bir mücadele süreci oldu: 2014 yılında daha önce neredeyse hiç tutulmamış olan 55 iğne batmasını biz iş kazası olarak tespit ettik. Tamamen bu arkadaşlarımızla koordineli çalışmamızla, yani servislerden bir arkadaşımızı bunun-la ilgili görevlendirdik. Ve bütün iğne batmalarının fotoğraflarını çekerek doğrudan tutanaklarını tutarak hastane yönetimine dilekçeler ile verdik. Buralarda bu iğne bat-malarını saptadık ve SGK’ye da bildirimlerini yaptık aynı şekilde. Tıbbı bakımlarını da şu an iş yeri eğitimi üzerinden yaptırtmaya devam etmeye çalışıyoruz ama tabi 1 yıl içerisinde Çapa gibi bir yerde 8000 işçinin, 8000 sağlık çalışanının çalıştığı bir yer-de 45 iğne batması çok komik bir rakam tahmin ederseniz. Bunun çok daha üzerinde olduğunu söylemek mümkün ama biz bu mücadele sürecini işçi arkadaşlar ile bera-ber yürüttüğümüz kısmıyla bu kadar söyleyerek geçeyim.

Bu yine bir eylemde -şurada okla gösterdik- poşetin içerisinden oldukça kalın bir iğnenin nasıl çıktığını gösteriyor. Ve bu fotoğraf eylemde afiş için kullandığımız bir fotoğraftı. Yine burada aynı şekilde çıkmış bir iğne ucunu görüyorsunuz, arkadaşı-mızın ayağını nasıl yaraladığını… Bunları tabi ki bir yandan da belgeledik ve hastane yönetimine bu belgeler sunduk. En önemli noktalardan biri kuşkusuz güvencesiz çalı-şan işçilerde, taşeron işçilerde iş tanımı. Görüyorsunuz hastanenin bahçesinde akşam

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

188

saatlerinde bir yol inşaatı var. İki işçi arkadaşımız burada çalıştırılıyor. Çevre temizli-ğinde bile değiller ki bu onların işi değil. Ya da yük taşıttırıyorlar vs. İş tanımı ile ilgili ciddi problemler var.

Bu önemli bunu okuyacağım. “İstanbul Tıp Fakültesinde Acil cerrahi yoğun bakım ünitesinde hasta bakıcıları iş tanımının dışında aşağıda belirtilen tıbbı işler yaptırıl-maktadır”. Bu yazdığımız bir tutanak. “Tıbbı işlemleri yapmak üzere eğitim almamış olan ve iş tanımı içerisinde bulunmaya ilgili tıbbi işlerin hasta bakıcılara yaptırılı-yor olması hastalarının sağlığını tehdit ettiği gibi hasta bakıcılara da ayrı olarak bir iş yoğunluk ve bir iş sağlığı güvenliği problemi yaratmaktadır”. Altta da yapılan işler yazıyor bakın.

Yara pansumanı, diren pansumanı, yara yeri pansumanı, fizyoterapi işlemleri gibi taşe-ron işçi arkadaşlara hasta bakıcılara yaptırılan işlerdi bunlar. Şu sağ altta gördüğünüz-de tutanağını tutarak arkadaşlara beraber verdik. Ve ikinci gününde bu işlerin tümü bu işçi arkadaşlara yaptırılmıyor artık klinikte onu bir şekilde durdurmuş olduk.

Mobingden bahsettim. Biraz önce bahsetmiştim. Ayşe Dinç’in olayı ile Çiçek ablanın olayı. Çevre temizliğine verilmişti Çiçek abla. Yüzde 45 maluliyeti olmasına rağmen. Ve şu gerekçe ile verilmişti. Verildiğinde ben gidip doğrudan hastane insan kaynakla-rı yönetimi ile görüşmüştük işçi arkadaşla beraber. Ve bize şu cevabı verdiler: “Has-tanenin koridorlarında çevresinde vs. bahçesinden bahsediyor sigara izmaritleri kalı-yor. Erkek işçiler de diyor bunları görmüyor algılamıyor oraya bir kadın gözü lazım”. Yani bunu söyleyen bir Profesör, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalışıyor. Cin-siyetçi yaklaşımın da başka bir tezahürü. Çiçek ablanın burnu kırıldıktan sonra gittik savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Mobbing davası açmak için bir yandan uğraşı-yoruz. Ve kendisi zahmet etti gitti savcılığa, ifadesini de vermek zorunda kaldı. Çiçek ablanın da görev yerini değiştirmek zorunda kaldılar.

Bir diğer olay, bu da çok önemli yine kısaca bahsedeceğim, 1.5-2 ay önce yaşadık. Fo-toğrafta seçilmiyor belki ama bu bizim monoblok binamızın bu Çapa’nın derin deh-lizleri vardı oradan bir yer. Bir kanalizasyon borusunda çatlak oluyor ve burası 6 m uzunluğunda 1 metre derinliğinde bir alan ve hastane yönetimi taşeron işçi arkadaş-ları buraya müdahale etmek için görevlendiriyorlar. İşçi arkadaşlar kabul etmiyorlar müdahale etmeyi. Telefon ettiler, aradılar gittik. Burayı fotoğrafladık. İş sağlığı gü-venliği uzmanını çağırdık. Ve bunları mesai saatleri içinde yaptık. Ben o anda mesela poliklinikteydim. İşimi gücümü bıraktım, diğer arkadaşlar kendi servisinde çalışıyor-lardı. İşimizi gücümüzü bıraktık ve gittik ve bu olaya müdahil olduk. Ve orayı İSKİ’yi çağırıp İSKİ’ye temizletmek durumunda kaldılar. Bu anlamda önlediğimiz olaylardan birisi de buydu. Ama dediğim gibi önleyemediğimiz olaylarda çok fazla var. Yine Ça-pa’nın girişinde bu küçük kenarları keskin boruları üç metre yüksekliğinden söktürüp yine temizlikçi işçi arkadaşlara kamyona yükletmeye çalışıyorlar. Tabi ki tutanağı ile SGK’ye şikâyetini yapacağız. Yine bir yangın çıktı, yangından sonra burası yine işçi arkadaşlara temizletildi. Evet, elbette temizlik işçilerinin görevi bu iş tanımı içeri-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

189

sinde ama havanın sıcaklığı 3 derece. Bu sağda gördüğünüz kadın arkadaşlar, beden dilinden anlarsınız ki gayet üşüyorlar. Aynı şekilde yine işçi arkadaşlar ile beraber buraya gittik. Ve temizliğin bu şartlar ile bu kıyafetler ile yapılmasının uygun olmadı-ğını söyledik. Bunların çalışan arkadaşlarımızın zaten çevre temizliğinde olmadığını belirttik. Hastane kıyafetleri ile buradalar. ‘Eğer gerekli kıyafetleri alırsanız bu te-mizliği anca yaptırabilirsiniz’ dedik. Sonuç olarak kadın arkadaşlarımıza oradan izin verdiler görev yerlerine döndü. Erkek arkadaşlarımız montlarını aldı ve bu temizliği yapmış oldu.

Bir yandan da İş Sağlığı Güvenliği eğitimleri ile karşılaşıyorsunuz. İki işçinin öldüğü bir hastanede size bir iş sağlığı ve güvenliği eğitiminden bahsedeceğim yine çok kısa. Üç kişilik bir salona doldurulmuş işçiler, hepsinin çalıştığı alanlar farklı, biri hasta bakıcı, biri radyoloji binasının temizliğini yapıyor. Öbürü çevre temizliği, öbürü tıbbi sekreter. Hepsi doldurulmuş genel geçer bir işçi sağlığı güvenliği eğitimi veriliyor. Ve ben yaklaşık 20 dakika izledikten sonra söz aldım ve bir itirazda bulundum. Dedim ki ‘iki işçinin öldüğü bir hastanede böyle bir eğitimi yapamazsınız’. Öncelikle insanların iş koluna özgü nitelikli bir İş sağlığı güvenliği eğitim programı ile bu eğitimi yapmak durumundasınız. Yine geçiyorum kısaca. İçeriğe dair yönetmeliğe dair birçok itirazla-rımızı orada dile getirdik. Ve benden sonra işçi arkadaşlara şunu da önerdim, dedim ki ‘bu eğitime imza atmak zorunda değilsiniz, çünkü attığınız zaman bu eğitimi almış olacaksınız’. Ve bir grup işçi arkadaş da buradan salondan çıktı ve tabi bu işler ile uğ-raştığınız zaman böyle bir ülkede böyle bir üniversitede bunlar ödülsüzde kalmıyor. Bir soruşturma açtılar hakkımızda vs. Bu soruşturma bir gündem yaparak yine Mec-lis’e soru önergeleri vs. vermek gibi birçok eylemimiz olmuştu.

İş sağlığı güvenliği kurulları yine başka bir problem aslında burada yine sendika ara-cılığı ile müdahil olduk şuan Çapa’da dört farklı çalıştırılan firma var. Ve dördünün ayrı ayrı iş sağlığı güvenliği kurulları var. Ve temsilci arkadaşlarımız bu kurullarda kurullara katılarak ellerinden geldiğince müdahil olmaya çalışıyorlar sürece. Bir diğer durum acil durumlar aslında, en önemli problemlerden birisi geçtiğimiz sene Çapa’da bir yangın atlattık. İkinci katta çocuk hastalıkları servisinde bu yine malum monob-lok binasında gerçekleşti olay bir asansörün yanındaki boşluk yani içerisinde elektrik tesisatının geçtiği bir boşluk çöp toplama alanı olarak kullanılıyormuş ve içine izma-rit atılan çöpler oradan çıktı yangının kaynağı da burasıydı. Ama gerçekten çok ciddi bir tehlike atlatıldı. Hızla söndürüldü ama buraya şu alana itfaiyelerin içeri girme-si 15 dakika kadar sürdü. İçeride ciddi bir panik vardı. Pediatri servisinden o çocuk hastaları çarşaflarla dışarıya taşındı. Aslında ciddi bir felakette yaşanabilirdi orada acil durumlar açısında ÇAPA tam bir felaket zaten. Ve tüm bu anlattıklarımı bura-da anlatmadığım onlarca şeyi de biz geçtiğimiz Nisan ayında raporladık 16 sayfalık bir Çapa İşçi Sağlığı Meclisi raporumuz var. Yine alt başlıkları burada yer alıyor ama okumayacağım. Şu adresten ulaşabilir isteyen arkadaşlar. Yapabildiğimiz ve yapama-dığımız birçok şeyi burada paylaştık. Ve bunu da bir basın açıklaması ile duyurduk. Bu bahsettiğim bütün süreçleri biraz önce söyledim İstanbul Tabip Odası ve TBMM başkanlığına bir dilekçe olarak sunduk. Ve bundan sonra bir teftiş mekanizması oldu.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

190

Bir teftiş yapıldı Çapa’da. Ama gerek fakülte sekreterimiz gerek dekanımız olsun siyasi iktidar ile o kadar yakın ve sıkı temasları var ki bir şekilde bu soruşturmaların üstünü kapatmayı başarıyorlar açıkçası o konuda çok mahirler.

Sadece Çapa gündemimizde değil tabii ki Erzurum’da Recep Tepe, Kırım Kongo ate-şine bağlı hayatını kaybetmişti. Bunun ile ilgili bir basın açıklaması yapmıştık. Ve daha sonra Muğla Milletvekili Nurettin Demir bir soru önergesi vermişti Meclis’e. Bu soru önergesi ilginçtir. Yanıtlandı Meclis tarafından. Bizim açıklamada bahsettiğimiz İSG yani işçi sağlı ile ilgili ne soru sorduysak bütün hepsinin cevabı’ bütün önlem-ler alınmıştır’ şeklinde oldu. Eğitimlerini vermişler, kurulları varmış, riskleri değer-lendirilmiş. Ama ‘olaya dair bir soruşturmanız var mı’ diye bir son sorumuz vardı. Ona cevap olarak, ‘olaya dair soruşturmaya gerek duymadık’ denildi Meclis Başkan-lığı tarafından bu dilekçeye. Tabii bütün bu mücadeleyi sürdüren bütün arkadaşlar doğrudan bir işsizlik tehdidiyle karşı karşıya. Siz hastanenizde cereyan eden bir olaya işinizi gücünüzü bırakıp müdahil olduğunuz zaman aynı zamanda bu yönetiminde tavrıyla doğrudan işten çıkarılmak istiyorsunuz. Ameliyathanede bir grev olmuş-tu bu grevden iki gün sonra o grevi yapan arkadaşlara biraz önceki örnekte olduğu gibi, ‘grevden pişmanım özür dilerim’ denen dilekçeler imzalatıldı. Üç arkadaşımız bu onur kırıcı dilekçeleri imzalamadı ve onlar ile beraber eyleme çıkan 2 arkadaşımız toplam 5 işçi arkadaşımız geçtiğimiz Ocak ayında işten atıldılar. Ama tabii ki bizim buna cevabımız oldukça güçlü oldu. Çapa’da yaklaşık 1000’e yakın içeriden dışarıdan arkadaşların katılımıyla bir direniş gerçekleştirildi. Çadır kuruldu. İlk defa Çapa’nın içerisine polis girdi. Polis kalkanlarını hazırladı, biber gazını hazırladı eğer emri al-saydı göğüs hastalarının dibinde o biber gazlarını sıkacaktı. Bu noktaya gelmiştik ama hastane yönetimi geri adım atmak zorunda kaldı. Yarım saatlik bir görüşmeden sonra arkadaşlarımızı tekrardan işe aldı. Ve Çapa’da bu örgütlü mücadelenin yürüt-tüğü bir şey biz sonuçta işimizi geri almakta olsa sonuçta aslında hayatımızı değiştir-meyende bir şey de olsa kazanımla sonuçlanan bir mücadeleydi. Yine bu basın açık-lamasından fotoğraflar. Tabii işçi sağlığı mücadelesi cezalandırılamaz diyoruz ama cezalandırıyorlar. Dediğim gibi bu yapmaya çalıştığınız işler hiçbir zaman ödülsüz kalmıyor. Bana işte geçtiğimiz aylarda bu bahsettiğim eğitimdeki itirazımdan sonra bir eğitimi engellemek suçundan bir yıl kademe ilerlemesi durdurma cezasını da ver-miş oldu tıp fakültesi. Son söz bitiriyorum. Tehlikeyi merkeze alan bir yaklaşım bizde şart. İşçi sağlığı merkezinde bunu merkeze almamız gerektiğini düşünüyorum. Düşü-nüyoruz işçi arkadaşlarla beraber. Sorunu görünür kılmanın ötesine geçerek koruma-yı ve önlemeyi hedefleyen refleks, militan bir mücadeleydi aslında kurmamız gere-ken. Karşı çünkü aynen böyle saldırıyor bize. Ve bu saldırıyı göğüslemek için bunu yapmak zorundayız. Başka şansımız olmadığını düşünüyorum. İşçi sağlığı talebi ile emeği örgütleyerek emek sürecine müdahil olmak zorundayız diyerek ben sunumu tamamlamış olayım. Teşekkürler.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

191

SAĞLIK ÇALIŞANLARINDA İŞ KAZASI VE MESLEK HASTALIKLARINA YAKLAŞIM ÇALIŞTAYI

Ümit Şen İstanbul Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Meclisi

3 Mayıs 2015 tarihinde İstanbul Tabip Odası Sevinç Özgüner Salonu’nda iş kazala-rı meslek hastalıklarına yaklaşım çalıştayı yapıldı. Bunun özetini sizlere aktarmaya çalışacağım.

İlk konuşmacı Gürkan Sert, Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği başkanı aynı zamanda İstanbul Barosu Sağlık Hukuku Başkan Yardımcısı. Konuşmasında sağ-lık çalışanlarının güvenliğinin olmadığı, sağlığının korunmadığı bir ortamda insan hakkından ve sağlık hakkından söz edilemeceğinden bahsetti. ‘Hasta ve sağlık çalı-şanları cepheleşmesi doğru bir yaklaşım değildir, bu cepheleşmenin önüne geçilme-si gerekmektedir. Aynı zamanda sağlık çalışanlarının güvenli çalışma ortamlarının sağlanmaması hasta haklarına ve insan haklarına zarar vermektedir’ şeklinde konuş-ması özetlenebilir.

Sonraki konuşma İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nden Doç. Dr. Emre Gürcan tarafından gerçekleştirildi. 100-150 yıl önce kapitalist üretim biçiminde ça-lışanların yaşadıkları bu günde gerek ülkemizde gerek diğer ülkelerde yaşanmak-tadır. Yaşamda ve üretimde teknoloji hızla gelişmekteyken bu çalışanların çalışma koşullarına yansımamakta ve sanki 150-200 sene önceki olumsuz çalışma koşulla-rında çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Kapitalizm nasıl 150 yıl önce insanları do-ğadan uzaklaştırarak, bahçelerinden, tarlalarından, güneşli ortamlarından yoksun bırakarak maden ocaklarına, dar kapalı havasız ortamlara soktuysa, aynı şekilde de bugün dünyanın değişik ülkelerinde işçiler aynı olumsuz koşullarda çalışmaktadır-lar. Hatta konuşmasında Çin’den bir örnek verdi. Çin’de bir sanayi şehrinde oranın belediyesi tarafından güneşin doğuşunun LED ekranlarda insanlara gösterildiği, çünkü hava kirliliğinden dolayı insanların güneşin doğuşunu göremediğinden ör-nek verdi. Çalışma hayatında hepinizin bildiği gibi ergonomi önemli ancak bu uzun yıllar verilen mücadeleler sonucu gerçekleşmiştir. Bu mücadeleler sonucunda bugün artık herhangi bir tasarımı işçi sağlığı ve iş güvenliği endişesini taşımadan yapmak mümkün olmamaktadır. Ancak işçi sağlığı ve iş güvenliği konusu toplumsal müca-dele boyutunda işçi sınıfı tarafından çok geç getirildiği için bu konuda oldukça geç

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

192

kaldık. Şu anda da bu konu çarptırılmakta. Örneğin mimar mühendisler odalarının işçi sağlığı ve güvenliği konusunda yaptıkları çalışmalardaki afişlerde genelde baret kullandığından bahsetti. Yani kişisel koruyucu donanımlarının alınması sanki bir işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemi gibi sermaye tarafından gösterilmekte. Hâlbuki bu esas olan önlem değildir. Bu en son önlemdir. Esas önlem çalışma ortamının bu tür koruyucu önlemlere gerek olmadan düzenlenmesidir. İşçi sağlığı ve güvenliğine ka-der fıtrat diye yaklaşan yaklaşımı eleştirdi ve bu konuda toplumsal bir bakış gelişti-rilmesinden bahsetti. Üzerinde durduğu nokta yeni teknolojinin insanla etkileşimi ve insan sağlığını, çalışan sağlığını, işçi sağlığını koruması, üretimin insan ile etki-leşimi konusunda yoğunlaşmamız gerektiği oldu. Üretim biçimi değişimi ve tekno-loji gelişiminin işçi sınıfına yansıtılmadığı ve giderek daha kötü çalışmak zorunda kaldığımızdan bahsetti. Amerika’da bir fabrikanın çökmesi, daha sonra Rana Pla-za’da kaybedilen işçilerle kıyasladı. Yine bir diğer şey kapitalizmin gelişimi sırasında İngiltere’deki çocuk işçilerin çalışmasının şu an ülkemizde 4+4+4 sistemiyle çocuk işçilikteki artışı kıyaslayarak örnek verdi ve yaşanan sorunun bedelinin yalnızca işçilerin ödemekte olduğunu belirtti. İşçi sağlığı ve güvenliği hakkında kazanılan hakların önemli bir kısmının Sovyetler Birliği zamanında kazanıldığından bahsedil-di. Bir örnek vermek gerekirse, 48 saatlik hafta çalışma süresinin 1917’de Sovyetler Birliğinde yasalaştığını Amerika’da ise 8 saatlik iş gününün 1938’de yasalaştığı be-lirtti ve tüm bu mücadelelerinin aynı zamanda işçi sınıfının mücadelesi ile sağlandı-ğını belirtti. Yine Domino Teorisi 1930’larda, Herbert W. Heinrich söylediği teoride yüzde 80 oranda işçilerin kazalardan sorumluğu olduğunu belirten teoriyi eleştirdi. Aslında çalışma koşullarının tümüyle bu kazaların sorumlusu olduğunu ve bunun önlenebilir bir cinayet olduğundan bahsetti. Örnek olarak da sağlık alanında yalnız hastanelerde üniversitelerde çalışan kamu emekçilerinin değil, kendileri de birer emekçi olan öğretim üyelerinin doktorların ve bu konuda tüm çalışan sağlık profes-yonellerinin ve uzmanlarının bu mücadeleye katılımının öneminin altını çizdi.

İkinci konuşma yine İstanbul Barosu’ndan Avukat Funda Işık Özcan -sağlık huku-ku genel sekreteri- onun konuşmasında da mevzuat olarak geri olmadığımız dünya standartlarında kanunlarımızın olduğu ancak bunların alt düzenlemelerinin eksik olduğundan bahsetti. Bir de mevzuatlarda eksik olanların ILO sözleşmelerince ta-mamladığından bahsetti. Yine sağlıklı ve güvenli çalışmanın bir anayasal hak oldu-ğu anayasamızın aynı zamanda çalışma hayatında biraz daha korunmaya muhtaç kesimleri de koruduğu, kadınları koruduğundan bahsetti.

Ve üçüncü konuşma Çalışma Ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Baş Müfettişi Şeref Özcan’ındı. Denetimde çalışma müddetleri, ücretler, iş emniyeti, işçilerin sağlık ve refahı, çocuk ve gençlerin çalıştırılması iş müfettişleri tarafından denetlendirilmesi gerekirken bu konularda denetlenme yapılamadığından bahsetti. ‘Asıl sorun iş mü-fettişlerinin iyi denetim yapmaması değildir. Bu yine bilinçli olarak siyasi olarak bu şekilde yansıtılmaktadır’ ifadesini kullandı. Yine denetimde karşılaştığı bazı sorun-lardan bahsetti. Bazı denetimlerin işçinin aleyhine olduğu, saptanan sorunlar sonu-cu işçilerin işlerini kaybettiği yine yeterli bir iş müfettişi sayısını ve zamana ihtiyaç

24-25 EKİM 2015, ANKARA

193

olduğunu, bunun yetersiz olduğundan bahsedildi. Yine mecburen patronların dene-timden haberdar olduğu ve bazı sorunlarında örtbas edildiğinden bahsetti. Sorunun çözümü olarak da Sendikaların ve işçilerin Murat Özverinin bahsettiği gibi işçile-rin denetim sürecine katılımının öneminin altını çizdi. Özetle onun konuşmasında da var olan hukuki kuralların uygulanmasının beklememiz gerektiği sokakta bizim kendi hukukumuzu oluşturmamız gerektiğini ve var olan hukuk kurallarını uygulat-mamız gerektiğinden bahsetti.

Bir diğer konuşmacı Leyla Köksal, kendisi Ankara 8. İş mahkemesi yargıcı aynı za-manda YARSAV Genel sekreteri. O da iş yoğunluğunun çok fazla olduğundan yine davaların her ne kadar iş yargıçları işçi lehine karar verseler de üst mahkemeden dönmesinden şikâyet etti. Yine işçilerin mahkemelerde de davalarının uzun sürmesi sonucu mağdur olduğundan bahsetti ve dikkat çekici bir şekilde sağlık çalışanları-nın iş mahkemelerine başvurularının olmadığından bahsetti. Sağlık alanında huku-ki mücadeleye başvurulmadığından bahsetti.

İş sağlığı ve Halk Sağlığı bilim uzmanı Dr. Özkan Kaan Karadağ, Meslek Hastalık-ları Hastanesinde çalışıyor kendisi. Meslek hastalıkları tanısını “işin ne” sorusuyla konulması gerektiği, SGK’nin zorunlu kıldığı yükümlülük ve maruziyet sürelerinin bu meslek hastalığı tanı konmasında engel teşkil ettiği yine meslek hastalıkları tanısı koyarken mesleki, bilimsel kuşkuculuk, iş sağlığı temel bilgisinin kullanılmasının gerektiği somut örnek olarak sağlık çalışanının soğuk algınlığının bir meslek hasta-lığı olduğu, yine bant işçisinin tekrarlayıcı zorlanmasınında bir meslek olduğundan bahsetti. İşçinin kaç yıldır o işte çalıştığının hekimi ilgilendirmemesi gerektiğinden bahsetti. ‘Meslek hastalığı eksik tespit edilmektedir. Meslek hastanesine giden işçiler hastalık çok ilerledikten sonra Meslek Hastalıkları hastanesine başvurmaktadırlar. Meslek hastalığı ile meslek arasında bir illiyet bağı sonucu ortaya çıkan bir hastalık-tır’ şeklinde bir ilişki kurmanın meslek hastalığıdır tanısı koymaya engel olduğunu belirtti. Kendisinin tanımı, ‘belirli iş kollarında daha sık rastlanılan hastalıklar mes-lek hastalığıdır. Yani iş ile ilgili hastalıkları da meslek hastalıkları kapsamına dahil etmeliyiz’ ifadelerini kullandı. Yine meslek hastalıklarının yüzde 90’ı maalesef sos-yal güvenlik sisteminin ilgi alanı dışında kalmaktadır. Sağlık çalışanlarının meslek hastalığı ile ilgili henüz hiçbir davası yoktur. Meslek hastalıkları hastaneleri şu anda tıbbi gerekçeler ile meslek hastalığı tanısı koyuyor. Bu nedenle çalışanlarının meslek hastalıklarına başvurmasının önemini altını çizdi.

Diğer bir konuşmacı Sayın Prof. Dr. İbrahim Akkurt, kendisi konuşmasında “her bin çalışanın 4 ile 12 si arasında meslek hastalığı beklenir. Hekimler esas olarak has-talıkların nedenlerini yapılan işe bağlı olduklarını bilmelerine karşın meslek hasta-lıkları tanısı koymuyorlar. Hekimin tanı koyduğu hastalığın yüzde 5 ile 25’i çalışma ortamından kaynaklanan rahatsızlık ama buna karşın meslek hastalığı tanısı konul-mamaktadır. Bu nedenle iş kazası ve meslek hastalıklarında bir paradigma değişik-liğine gerek vardır” dedi. Uluslararası çalışma örgütüne göre her dakikada dörtten fazla ölüm meslek hastalıklarına bağlı ILO kıyaslamalarına göre Türkiye’de sağlık

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

194

çalışanları için meslek hastalıkları binli rakamlarım üzerinde olmalı ancak kafa ka-rışıklığı kavram kargaşası ve tanı koymadaki yetersizlikler ve engeller nedeniyle bu sayı çok aşağılarda yer almaktadır. Tıbbi tanı sisteminin oluşturulmasıyla meslek hastalıklarına tanı konulabilir. Yasal tanı sistemi tazminat ödeme zorunluluğu ne-deniyle meslek hastalıklarına tanı konmasına neden olmaktadır. Hatta bu oranın da yüzde 99 oranında kayıt edilmediği belirtildi. Meslek hastalığı saptanan hastaların yüzde 30-40’ı kronikleşiyor. Ancak bunlarda idyopatik tanımlamasıyla gizleniyor. Uluslararası çalışma örgütüne göre her yıl 160 milyon meslek hastalığı saptanmıştır. Nedensellik illiyet bağlantısı bir sigortacılık kavramıdır. Olması gereken tıbbi mes-lek hastalığı tanımlamasıdır. Yine kas iskelet sistemi hastalıkları. Stres, depresyon, anksiyeteler bunlar risk faktörü içerisindedir. Sağlık Bakanlıkları ve Dünya Sağlık Örgütü maalesef bunları gizlemektedir. Yasal meslek hastalığı tanı sistemiyle yakla-şık 100 bin vakaya bir yılda tanı konmamaktadır. Sağlığı koruma için zaten 1930 bu yana yasalarımızda bulunan tıbbi meslek hastalıkları tanı sistemini sağlık bakanlığı kanalıyla oluşturmayı talep etmeliyiz. Bu çalıştayın metnini ayrıntılı olarak saglikca-lisanlarininsagligi.org internet sitesinde bulabilirsiniz. Teşekkür ederim.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

195

SORU – CEVAPKatılımcı Ben öncelikle her iki konuşmacıya da teşekkür etmek istiyorum. Özellikle Coş-kun Bey’e yapmış olduğu çalışmalardan dolayı ayrıca günümüzde bu tür çalışmaları yapan pek de fazla insan olduğunu zannetmiyorum. Herhâlde kendisine defalarca ‘kardeşim git doktorluğunu yap’ diye söylenmiştir. Türkiye’nin zihniyeti bu. Ben A sınıfı iş güvenliği uzmanıyım. 23 sene meslek yüksekokulunda öğretim görevlili-ği yaptıktan sonra yaklaşık 2,5 yıldır da devlet demir yollarında makina mühendisi olarak çalışıyorum.

İş Güvenliği eğitimlerinin verileceğini öğrendim, A sınıfı iş güvenliği uzmanı ol-duğumu söyleyerek kurumumun insan kaynakları bölümüne başvurdum. 23 yıl boyunca iş sağlığı güvenliği ile ilgili dersler anlattım. Daha yararlı olmam için bu eğitimlerin verilmesinde talip oldum. Yetkili sendika Memur Sen’e üye olmadığımız için tabi bu bizim talebimizi kesinle göz önüne almadılar. Öyle bir işi bize yaptırma-dılar. Ben A sınıfı olmama rağmen B sınıfı C sınıfı arkadaşlar bu işi aldıkları halde bize vermediler. Bunun gibi birçok yerde liyakat ön plana alınmıyor. Siyasi görüş ya da yandaşlık daha ön planda bu gibi durumlarda da bu işleri çözmemizin çok zor olduğunu düşünüyorum. İnşallah düzelecek. Temenniden daha farklı bir şey yapma şansımız şuan için yok gayret gösterseniz de bir şekilde engelleniyorsunuz. Şu anda temenni etmekten çok fazla elimizden bir şey gelmiyor.

KONGRE DEĞERLENDİRME

Oturum Başkanları Özlem Azap

Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma Grubu

Eftal Yıldırım Çanakkale Tabip Odası

24-25 EKİM 2015, ANKARA

197

KONGRE DEĞERLENDİRME Özlem Azap Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma Grubu

Değerli katılımcılar artık kongrenin son dakikalarına gelmiş bulunuyoruz. Tüm konuş-maları Web sayfamızda PDF olarak paylaşacağız. Kongre kitabını basılı olarak elektro-nik ortamda da görebileceğiz. Bu nedenle bu kongreden daha çok kişinin yararlanabi-leceğini umuyorum.

Eftal Yıldırım Çanakkale Tabip Odası

Her şeyden önce bu kongrenin düzenlenmesinde emeği geçen, katkı koyan, bildiri ile beraber görüşlerini açıklayan ve bu saate kadar bizimle birlikte olan Ankara dışından gelen bütün arkadaşlar teşekkür ederiz. Bu düzenlenen beşinci kongreye de katılmak-tan da kendi adıma çok sevinç duyuyorum. Bunların sayısının artması ve katılım ve katkının da aynı oranda çoğalmasını diliyorum. Bir de hem gözlem hem katkı sunmak istiyorum. Sağlık çalışanlarının sağlığı meselesindeki ortaklığımızı arttırmak anlamın-da gerek örgütlenme gerek her meslek grubunun kendi ve kendine özgü konuları ve ortak sorunlarına ilişkin gerek sorunların tespiti gerek sorunların çözümü ve gerekse ortak çıkarlar adına öneriler sunmak üzere örgütlerin bir araya daha çok sık gelmesini istiyorum. Bu anlamdaki çalışma gruplarının daha çoğalarak fikir üretmesini diliyo-rum. Bu alandaki eksikliğimizi de kapatırsak gelecek adına sağlık çalışanları adına so-runlarımızı gidermede daha mesafe alırız diye düşünüyorum. Teşekkürler bütün her-kese. Herhâlde katkıları son olarak alacağız. Bütün katılımcılardan samimiyetle ifade edeceklerinizi düşünüyorum beklentileri karşılayan noktalar eksik kalan noktalar bun-dan sonraki kongrelerde ne yapalım? Nasıl bir çalışma organizasyonu içinde olalım? Örgütlerin meslek odalarının sendikaların katkılarını arttırmak için gerek yerel, gerek merkezlerde ne tür mekanizmalar kuralım nasıl iletişim halinde olalım bunları geri bildirim olarak verirseniz kongre düzenleyicileri olarak da bunları göz önüne alıp daha ileri çalışmalara bize ışık tutar diye düşünüyorum.

Levent İncedere Açıklıkla konuşmak lazım bir kere değişik nedenlerle birçok konuşmacı söyledi. Biz bize konuşmaktan kurtulmamız lazım. Ben de dün ‘evet çok konuşuyoruz gerçekten de az yapıyoruz’ diye yakınmıştım. Bu da bir özeleştiri olabilir. Bütün meselenin bu tara-fındakiler meselenin yazılan tartışılan çizilen taraftakiler açısından bir özeleştiri olarak ortaya konmalı. Yapma ifa etme yerine getirme uygulama her neyse nasıl ifade edile-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

198

cekse işin o kısmına ilişkin neler yapabiliriz diye konuşmak lazım sağlık çalışma grubu kongresi açısından. Benim kafam hemen örnek uygulamalara doğru gidiyor. Yani bir-çok konuda olduğu gibi. Doğrusunun ne olduğuna işaret etmek aynı zamanda doğru-sunun nasıl yapılacağına ilişkin. Örneklerle ortaya koymak mümkündür diye düşünü-yorum. Birinci önerim bu olmuş oldu. Örnek uygulamalar konusunda belki biraz daha çalışma yapabiliriz. Kongreleri veya o tip uygulamaları daha fazla davet edebiliriz vardı birkaç tane sunum.

Belki öğrencilerin biraz katılımını arttırmanın yolunu bulabiliriz. Çok şıktı bugün. Acıbadem Üniversitesinden gelen katkı ya da bu tip katkıları teşvik etmek ya da baş-ka yöntemlerle yapılması mümkün. Tabii ki kamu üniversitelerinde yapılır, yoklama o saatte alınır ya da öğrencilerde mecburen gider tabii ki öyle değil başka yöntemlerle yapabiliriz bir tanesi bu katılımı teşvik edici yöntem. Gündem belki daha da ilgi çekici bir hale getirilebilir. Yani biraz derken çok anladığım bir alan değil ama daha fazla du-yulmak ne bileyim anlık bir bilgilendirmek işte dünden bu güne sosyal medya alanın-da hiçbir becerim yok yani. Ama daha iyi kullanıldığında daha çok duyulabileceğini, ilgi ve alaka yaratabileceğini düşünüyorum. Herhalde hepimiz biliyoruz. Belki böyle yöntemler daha iyi kullanılabilir, öncesinde kamuoyu yaratmak açısından sonrasında sonuçlarını duymak açısından. Açıkçası bu tip çalışmaların öncesi kendisi çok değer-li ama sonuçları da en az bu kadar değerli dolayısıyla sonuçlarının daha geniş kitlelere ulaştırılması konusunda daha etkin hale getirebiliriz. Kendi payıma, ikinci dönem iş sağlığı güvenliği diye bir seçmeli ders açacağım galiba kaynaklarımdan bir tanesi web sitesi olacak. Benzeri yöntemleri daha teşvik edecek ya da daha ulaşılabilir hale geti-recek şeyler yapabiliriz. Herkese çok teşekkürler çok keyifli niteliği çok yüksek her-kesin birçok şey edindiği ama sadece entelektüel birikim açısından değil hayata bakış kavrayış anlayış açısından da birçok şey elde edildiği bazı şeyler gerçekten hayranlıkla şaşkınlıkla izlediğimiz şeyler duyduk. Diyarbakır’dan gelen arkadaşımız burada mı bil-miyorum ama gerçekten inanılmaz şeylerdi söyledikleri. Coşkun arkadaşımızın yaşa-dıkları bir rehber sanki kitapçık yap dağıt şeklinde böyle yapılacak iş sağlığı güvenliği konusundaki toplumsal mücadeleyi böyle sürdürecek diye bir kitap yapıp dağıtılacak kadar ilginç ya da önemli deneyimler onun için gerçekten herkesin eline sağlık. Özel-likle düzenleme heyetine teşekkür ediyorum.

Özlem Azap Çok teşekkür ediyoruz aslında web sayfası bu katılımında az olduğunu görünce web sayfasının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkıyor. Buradaki birikimi paylaşmak için bir hazırlığımız var aslında web sayfasını hem daha kullanışlı hale getirmek hem de daha hızlı güncelleyebilmek için sanırım 1 ay içinde kullanıma yeni haliyle kongre görüntü-lerini de koyarak kullanıma sunacağımızı umuyorum. Daha etkin kullanılacaktır.

Ercan Birol Karadağ Çok güzel bir kongre oldu. Ben aslında kongreye katılmak değil eşimi bırakmak için gelmiştim. Dinleyince hoşuma gitti, gidemedim sonuna kadar kongrenizi izledim, emeği olan herkese dışarıdan biri olarak teşekkür ediyorum.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

199

Funda Keleş Bu ülkede yaşamak siyasal sisteme karşı çıkmanın bir yolu şöyle düşünmekten geçi-yor galiba. Bu artık ölüm kalım meselesi. Barış isteyen insanlar öyle biliyorlar, hastane-de çalışırken sağlık çalışanları öyle biliyorlar. Madenlerde çalışırken öyle biliyoruz. Ve burada gerçekten barış isteyen insanlarsak bizim sadece silahlarımızın susması falan değil barış; insanlarının karnının doyması, akşam ceketini üstüne giyip eve gittiğinde çoluk çocuk yemek yiyip mutlu bir hayat süreceğini bilen bir kadın demek aynı zaman-da barış demek. İşyerinde tacize uğramayacak bir hemşire demek. Barış aynı zamanda bu çağrımızı belki biraz daha sağlık ortamı çünkü bütün iş kollarını içeren bir ortam. Yani kimya iş kolunu da içeriyor, inşaat iş kolunu da içeriyor, bildiğiniz bütün enerji iş kolunu da içeriyor bir sağlık çatısı altında. Bildiğiniz bütün iş kollarını içeren baş-ka hiçbir yol yok, sağlık iş konusu dışında. Biraz da belki bunu öne çıkararak bir şeyler yapabiliriz. Ben katıldığım için çok mutluyum. Birçok arkadaşımın da başına gelmiştir. 10 Ekimden sonra Ankara’ya gelmeye imtina etmiş olabilirler. Ben annemin baskısı-nı kırarak geldim hem gidiyorsun hem de çocuğu da götürüyorsun nereye gidiyorsun diye sorgu altında geldim. Zor ikna ettim, arayan da annemdi şimdi ikide bir arıyor. Her şeye rağmen bunun bir ölüm kalım meselesi olduğunu anlamamız lazım ya bunlar gidecekler bu yasaları bu sistemi biz kuracağız ya da öleceğiz bunun başka çaresi yok.

Leman Kutlu İstanbul’dan katılıyorum. Hemşireyim. 30 yıl kadar bir klinik yaşamdan sonra şimdi akademik serüvende meslek hayatıma devam ediyorum. Kongre hakikaten çok keyif-liydi, dolu doluydu bana göre ama ben iki gün boyunca şöyle bir şey geçirdim aklım-dan. Belki yaşantımdan, gözlemimden… Çünkü alanım psikiyatri. Acaba bir kongre, sempozyumda sağlık çalışanlarının sağlıkla iletişimi konusunu mu alsak çünkü ben he-men hemen her şeyin iletişim ile sonuçlandığını düşünüyorum. İletişim ile ilgili sıkın-tılarımız var aslında bizim. Belki yaşadığımız şu dünyada bir takım sıkıntıları bunlar getiriyor diye düşünüyorum çünkü bir takım değerlerimiz kayboluyor. Çok teknoloji üzerinde kalmaya başladık. Çok sorunlar ve kendi aramızda iletişim sorunları olduğu-nu düşünüyorum. Ve bu ortaya çıkan sorunlar iş kazalarından tutun temel nedeni ben-ce iletişimsizlik beni önerim bu yönde.

Osman Elbek Öncelikle emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum kendi adıma çok zenginleşerek dönüyorum. Gelecek yıl için temel önerim, bence TTB UDEK’i daha etkin kullanma-mız lazım. Akademinin bilgi birikimini saha ile birleştirecek şekilde daha fazla kul-lanmamız lazım diye düşünüyorum. İkincisi de ilk gün daha kurs atölye eksenli işler yapmak lazım herhalde. Ne yapıldığı kadar nasıl yapılacağını da gösteren işler yapmak lazım. Bu insanların ilgisini, bilgi ve becerisini artıracaktır. Bir de ilk günlerde sağlık ortamındaki çalışma ortamına dair riskleri özellikle uzmanlık derneğinden gelecek kendi alanının bilgi birikiminden buraya taşınabilecek çok cümle var. Sağlık ortamının risklerini daha net tarifleyebiliriz. Her uzmanlık alanı kendisinden o riskleri tarif ede-rek bunu ikili bir çıktısı olabilecektir. Birincisi burayı daha zenginleştirecektir, ikincisi de uzmanlık derneği de bu tür risklerin olduğunun farkına varacak.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

200

Sağlık çalışanlarının solunumsal risklerine dair ne yaptık? hemen hemen hiç bir şey yapmadık. Hani bu da bu örgüte farkındalık sağlayacaktır. Diğer partnerler de kendi içerisindeki komisyonlardan hani buraya daha fazla bilgi üretmesi veya sahadaki uygu-lamaları buraya getirmesinin değerli olduğunu düşünüyorum.

Özlem Azap Çekirdek eğitim müfredatı iş sağlığı güvenliğine benzer bir başlık var ama özellikle sağ-lık çalışanlarının sağlığı yer almamakta. Genellikle enfeksiyoncular iş sağlık çalışanları dersini anlatıyorlar. Biz de anlatıyoruz. Ama kapsamlı ve disiplini ilgilendiren bir başlık da sağlık çalışanının sağlığını irdelemek gerekiyor eğitimin ilk aşamalarından itibaren. Önümüzdeki önemli çalışma başlıklarından biri bu olmalı.

Hasan Oğan Anestezi çalışanları mesleki risk değerlendirme çalışması çok kapsamlı yarı yolda bı-rakmak düşüncesinde olduğum bir çalışma ama sonuna kadar götürdük onu sunama-dık çünkü iki yıl önce yaptığımız bir çalışmaydı. Esasında buda sunum halindeydi bir başka arkadaşımız onu tez çalışması yaptı. Sağlık nedenlerinden dolayı sunamadı. Bu son çalışmayı da acillerle ilgili ben özellikle bir önceki panelde de bunu vurguladım yani uzmanlık derneklerinin yönetim kesimi kendi meslek alanlarına çok sahip çıkma-ları gerekiyor. Onlar da mesela bu işte, yapmayayım ben bu işi niye yapayım kendileri-ne çok soru soruyorlar. Onları da esasında sunabilirdik. Ama dediğim gibi, kitap olarak da yayınlayınca… Ama şu konuda haklısın. Bunun bir örneğini bir sonraki sempoz-yumda ya da kongrede yapabiliriz.

Gerçekten siz, her ne kadar biz çalışıyor olsak da burada bu saatlere kadar beklemedik-ten sonra bizler bu işleri tek başımıza götüremeyiz. Bu mümkün değil. Şunu biliyorum ki ben sizlere mail attığımda mutlaka geri dönüşler oluyor. Mutlaka orada ortak bir iş yapma birlikteliği oluyor. Biz bu güvenle bu işin altından kalkmaya ya da boynumuz-dan büyük işlere girmeye çalışıyoruz. Bundan sonraki çalışma sürecimiz de bir şekilde böyle olacak diye düşünüyordum. Bir de şu var. Özellikle bazı konuları, mesela aklımı-za gelince biz koyuyoruz. Olağan dışı durumlarda Sağlık Çalışanlarının Sağlığı mesela bu kongrede bir başlık olarak da girdi. Çünkü bu alanda hepimizin en azından önceden bilgilenmemiz gerekiyor. Bu tür konuları da siz bize konu başlığı olarak iletirseniz en azından bundan sonraki çalışmalarda bunları bir şekilde hayata geçirmiş oluruz. De-diğim gibi bir yıl sonra sempozyum var İstanbul’da. Sağlık Çalışanları Meclisi ve Sağlık Çalışma Grubu’nun ortaklaşa yürüteceği bir etkinlik. Yaklaşık 3-4 ay sonra iş kazası ve meslek hastalıklarına yönelik bir bildirge hazırlama çerçevesinde bir toplantımız olaca-ğını da söyleyeyim.

Özlem Azap Aslında ben unuttum, buradan bir teşekkürü ifade etmek istiyorum. Öğrenci hemşire arkadaşlarımız bu kongreyi çok kolaylaştırdılar bizim için. Her zaman olduğu gibi TTB çalışanı arkadaşlarımız eşliğinde Özkan ve Bora arkadaşım var burada, dün de Sinan, İkbal, Hülya arkadaşlarımız hayatı çok kolaylaştırıyorlar sağ olsunlar her yönüyle. Öğ-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

201

renci hemşire arkadaşlarımız muhtemelen bir sonraki kongrede meşhur olmuş olacak-lar. Onları hemşire olarak bekliyorum o zaman da dinlemeye.

Eftal Yıldırım Başka katkı yapacak arkadaşımız sanırım yok. Çok geç oldu. Herkesin emeğine sağlık. Zamanınızı ayırıp geldiniz. Güzel bir toplantı oldu. Çok teşekkürler. Hep birlikte bunu daha ileriye götürme çabası içinde olacağız mutlaka. Bu kongrenin sunum, bilgi, gö-rüntü konularında geri bildirimlerini uygun bir zaman içinde web üzerinden izleyebi-lirsiniz. Bu bütün yapılanlar bir şekilde heba olmayacak. Bütün kullanıma açık olacak ve bundan sonraki kongrelerin katkısını artıracak içerikte olacak diye düşünüyorum. Herkese teşekkürler tekrar. İyi akşamlar. Sağ olun.

BİLDİRİLER

24-25 EKİM 2015, ANKARA

203

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ GRİP AŞISI YAPTIRMA VE YAPTIRMAMA GEREKÇELERİ

Doç. Dr. Selma Tosun İzmir Bozyaka EAH Enf. Hast. ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği - İzmir Hemşire Türkan Yılmaz Manisa Devlet Hastanesi Sağlık Bakım Hizmetleri Müdürü - Manisa

Amaç Sağlık personelinin çeşitli enfeksiyon hastalıklarından korunması için uygun yöntem-lerden biri de aşılamadır. Bu aşılar arasında mevsimsel influenza aşısı da yer almakta-dır. Bununla birlikte sağlık çalışanlarının mevsimsel grip aşısı yaptırma oranlarının ol-dukça düşük olduğu bilinm ektedir. Bu çalışmanın amacı sağlık çalışanlarının mevsim-sel influenza aşısı yaptırma ve yaptırmama gerekçelerinin değerlendirilmesidir.

Yöntem Manisa Devlet Hastanesinde görev yapmakta olan sağlık çalışanlarına mevsimsel influ-enza aşılaması yaptırma alışkanlıkları ile ilgili bir anket uygulanmıştır.

Bulgular Ankete katılımda gönüllülük esas alınmış olup yaşları 20-55 arasında, 121’i erkek 255’i kadın olmak üzere toplam 376 sağlık çalışanı (doktor, hemşire, teknisyen, te-mizlik şirketi çalışanı, büro çalışanı) ankete katılmıştır. Mevsimsel influenza aşısı yaptırdıklarını belirten sağlık çalışanlarının aşı yaptırmaya ilişkin gerekçeleri sıklık sırasına göre kendilerini grip olmaktan korumak, çocuklarını grip olmaktan koru-mak, sağlık otoritesinin (Sağlık Bakanlığı) aşı yaptırmayı önermesi, bilimsel camiada grip aşısının öneriliyor olması, aşılandıkları yıl grip olmamaları, bakım hizmeti ver-dikleri hastalarını grip olmaktan korumak ve evdeki anne babalarını grip olmaktan korumak olarak saptanmıştır.

Aşı yaptırmadıklarını belirten sağlık çalışanların aşı yaptırmama gerekçeleri ise Tablo 1’de gösterilmiştir.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

204

Tablo 1. Sağlık çalışanlarının mevsimsel influenza aşısı yaptırmama gerekçeleri

Tartışma Sağlık çalışanlarının mevsimsel influenza aşılamasına genel olarak sıcak bakmadık-ları bilinen bir gerçektir. Özellikle son yıllarda aşılanma oranlarında belirgin olarak düşüş gözlenmektedir. Çalışmamızda ankete katılan sağlık çalışanlarının mevsimsel influenza aşısı yaptırma sayıları oldukça az olup bu kişilerin de aşılanma nedenleri-nin en başında kendilerini gripten korumak, ikinci sırada da çocuklarını gripten ko-rumak gelmektedir.

Bakım hizmeti verdikleri hastaları ya da yaşlı aile bireylerini koruma amaçları alt sıra-larda yer almaktadır.

İnfluenza aşısı yaptırmadıklarını belirten sağlık çalışanlarının gerekçeleri incelendi-ğinde ise ilk neden olarak katılımcıların üçte birinin grip aşısını gerekli bulmadıkları gelmektedir. Bunu aşının yan etkisinden çekinme, grip aşısının kendisinin grip yaptığı inancı ve aşı yapılsa da grip oldukları için aşı yaptırmama gerekçeleri izlemektedir. Di-ğer aşılanmama nedenleri arasında felç olma veya alerji yapma korkusu, aşıya inanma-ma ve enjeksiyon korkusu yer almaktadır.

Dünya genelinde de sağlık personelinin influenza aşılamasına uyumu düşük olup muh-temelen her yıl tekrarlanma gereği olması, aşılanmayan sağlık çalışanlarının ciddi bir sorun yaşamıyor oluşu da aşıya uyumu azaltan faktörler arasında yer almaktadır.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

205

SAĞLIK ÇALIŞANI ADAYLARININ BİLGİYE ULAŞMA YOLLARI VE EĞİTİMLERDEN BEKLENTİLERİ NELERDİR?

Hemşire Selda Sayın - Uzm. Hemşire Serap Arıcan İzmir Bozyaka EAH Hizmet İçi Eğitim Birimi - Eğitim Hemşiresi- İzmir

Doç. Dr. Selma Tosun İzmir Bozyaka EAH Enfeksiyon Hast. ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği - İzmir

Amaç Eğitimin önemi her alanda tartışmasız olup günümüzde özellikle gençlere yönelik ola-rak tekdüze ve monoton eğitimlerin fazla yarar sağlamadığı gözlenmektedir. Ayrıca gü-nümüzde bilgiye ulaşma yöntemleri değişim göstermektedir. Bu çalışmada sağlık ala-nında staj yapmakta olan sağlık çalışanı adaylarının günümüzde bilgiye nasıl ulaştıkları ve eğitim yöntemi konusundaki beklentilerinin neler olduğu araştırılmıştır.

Yöntem İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 2014-2015 Eğitim ve Öğretim dö-neminde staj yapan Sağlık Meslek Lisesi ve hemşirelik alanında eğitim alan üniversite öğrencilerine yüzyüze bir anket uygulanmıştır. Öğrencilere evlerinde veya kaldıkları yurtta bilgisayar ve internet bağlantısı olup olmadığı; ayrıca bir konuyu merak ettikle-rinde hangi kaynaklardan öğrenmeye çalıştıkları ve kendilerine yeni bir bilgi öğretil-mek istenirse veya yeni bir konu anlatılmak istenirse nasıl anlatılmasını/aktarılmasını tercih ettikleri sorulmuştur.

Bulgular Çalışmaya yaş ortalaması 18,6 (min:16, max:24)olan, 79’u Sağlık Meslek Lisesi, 60’ı üniversite öğrencisi olmak üzere toplam 139 stajyer öğrenci katılmıştır.

Sağlık Meslek Lisesi (SML) öğrencilerinin evlerinde/kaldıkları yurtta bilgisayar bulun-ma oranı %91, hemşirelik alanında eğitim alan üniversite öğrencilerinin %82’dir. Evde/yurtta internet bağlantısı olma oranı ise SML öğrencilerinde %86, üniversite öğrencile-rinde %93’tür. Öğrencilerin bilgiye ulaşma yöntemleri ve yeni bir bilginin nasıl anlatıl-masını istediklerine ilişkin yanıtları Tablo 1 ve 2’de gösterilmiştir. 

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

206

Tablo 1. Bir konuyu merak ettiğinizde nereden (hangi kaynaklardan) öğrenmeye çalışıyorsunuz ?

Not: Birden fazla seçenek seçilmiş olduğu için her soru kendi içinde değerlendirilerek yüz-deler hesaplanmıştır.

Tablo 2. Size yeni bir bilgi öğretilmek istenirse veya yeni bir konu anlatılmak istenirse nasıl anlatıl-masını/aktarılmasını tercih edersiniz ?

Not: Birden fazla seçenek seçilmiş olduğu için her soru kendi içinde değerlendirilerek yüz-deler hesaplanmıştır.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

207

Sonuç ve Yorum Günümüzde kişilerin bilgiye ulaşma kaynakları değişim göstermektedir. Çalışmamız-da sağlık çalışanı adayı öğrencilerin merak edilen bir konuyu anne veya babaya sorma oranı SML öğrencilerinde nispeten daha yüksekken üniversite öğrencilerinde bu ora-nın belirgin şekilde azaldığı gözlenmektedir. Benzer şekilde arkadaşlara, ağabey/ablaya sorma oranı her iki grupta da fazla yüksek olmayıp üniversite öğrencilerinde daha da düşük bulunmuştur. Bununla birlikte bir bilgiyi öğrenmek için internet kullanma oranı her iki grupta da oldukça yüksek bulunmuştur (%89 ve %88). Yine sosyal medyadan öğrenmeye çalışma oranı da her iki grup için yüksektir (%24 ve %17).

Kendilerine bir konunun nasıl anlatılmasını tercih ettiklerine ilişkin soruya verdikleri yanıtlara göre her iki grubun sonuçları oldukça benzer bulunmuş olup eğlenceli görsel slaytları, sözlü anlatımı ve aynı zamanda yazılı olarak da sunulmasını istedikleri ve ko-nuyu o işin uzmanından dinlemeyi tercih ettikleri belirlenmiştir. Bu sonuç, çalışmaya katılan stajyer öğrencilerin hem görsel hem işitsel hem de dokunsal tüm iletişim yolları ile iletişime açık olduklarını düşündürmüştür.

Sonuç olarak; ister lise isterse üniversite öğrencisi olsun sağlık çalışanı adaylarının bilgi kaynaklarının çok yüksek oranda internet olduğu belirlenmiştir. Ancak inter-nette çok fazla bilgi kirliliği olduğu için öğrencilerin ulaştıkları bilgilerin doğruluk derecesi de tartışmalı ve kuşkulu olabilmektedir. Bu nedenle öğrencilerin eğitimin-de bu gerçeğin farkında olunması gereklidir ve doğru, temiz bilgiye ulaşmaları için bilimsel/doğru veriler içeren web sayfalarına ulaşmalarının ve bunun yanı sıra klasik kitap bilgileriyle kütüphane araştırmasının önemi ve değeri öğrencilere mutlaka vur-gulanmalıdır. Eğitimlerde de görsel, işitsel ve dokunsal tüm yolların kullanılmasının yararlı olacağı düşünülmüştür.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

208

PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN VE ASİSTANLARININ UMUTSUZLUK DÜZEYİ VE ETKİLEYEN ETMENLER

Ahmet Ergin - Ali İhsan Bozkurt - Süleyman Utku Uzun Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı [email protected]

Giriş Umut, kişilerin gelecekte olumlu deneyimler bekleme derecesi olarak tanımlanmakta iken, aksine umutsuzluk kişilerin olumsuz deneyimler bekleme derecesini temsil eder. Umutsuzluk ayrıca, bireyin hiçbir alternatifinin olmaması veya herhangi bir kişisel se-çenek bulamaması olarak tanımlanmaktadır. Umutsuzluk gençlerde depresyon ve intihar başta olmak üzere, her türlü psikopatolojik riski arttırmaktadır.

Tıp fakültesi öğrencileri eğitimleri sırasında büyük stres altındadır. Yapılmış olan bir-çok çalışma, tıp öğrencileri arasında psikolojik morbidite oranlarının yüksek olduğu-nu bildirilmektedir. Yapılmış bir meta-analizde bunun nedeninin; akademik neden-ler, iş yükü, ekonomik kaygılar, baş edememe, psikolojik baskı ve çaresizlik olduğu bildirilmiştir.

Aynı şekilde, uzmanlık öğrencilerine işyerinde düşen büyük sorumluluklar, uzun ça-lışma saatleri, stresli ve bunaltıcı olabilmektedir. Asistanların psikososyal streslerinin sadece kendileri için değil hastalar için de kısa veya uzun vadeli sonuçları olmaktadır. Ayrıca, son zamanlarda Türkiye’de “reform” adı altında sağlık alanında yapılan birçok değişiklik, sağlık çalışanları için yeni baskılar oluşturmaktadır.

Bu çalışmanın amacı Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesindeki 1,3 ve 6. sınıf tıp öğ-rencileri ve uzmanlık öğrencilerinin umutsuzluk düzeyini belirlemek, çalışma grupları arasında umutsuzluk düzeylerini karşılaştırmak ve sosyo-demografik özellikleri ve ça-lışma koşulları ile olan ilişkilerini incelemektir.

Gereç ve Yöntem Kesitsel tipteki bu çalışmanın evrenini Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesindeki 1,3 ve 6. sınıf tıp öğrencileri ve uzmanlık öğrencileri oluşturmaktadır. Örnek seçimine gi-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

209

dilmeden evren üzerinde çalışılması planlanmıştır. Çalışmaya; 1. sınıftan 101 (%72), 3. sınıftan 69 (%90) ve 6. sınıftan 33 (%82,5) tıp öğrencisi ve 132 (%42,5) uzmanlık öğrencisi olmak üzere toplam 335 kişi katılmıştır. Çalışma 1 Temmuz-31 Ağustos 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Çalışma öncesinde gerekli kurumsal ve etik ku-rul izinleri ile tüm katılımcılardan sözel onamları alınmıştır. Katılımcılara 40 soruluk iki bölümden oluşan bir anket uygulanmıştır. Anketin birinci kısmında katılımcıların sosyo-demografik özelliklerini değerlendirmek amacıyla 20 soru yöneltilmiştir. Katı-lımcının sosyo-ekonomik düzeyi (SED) Aile Refah Ölçeği (ARÖ) kullanılarak tespit edilmiştir. ARÖ’de öğrencinin ailesinin kaç tane arabası olduğu, öğrencinin kendisine ait odası olup olmadığı, ailenin son 12 ay içinde kaç kez tatile çıktığı ve evde kaç tane bilgisayar olduğu sorularına verilen yanıtlara göre puanlanmaktadır. Buna göre ARÖ 1 (puan: 0-3) düşük, ARÖ 2 (puan: 4,5) orta ve ARÖ 3 (puan: 6,7) yüksek refah düze-yini göstermektedir. Anketin ikinci kısmında katılımcıların umutsuzluk düzeyi; 1974 yılında, Beck ve ark. tarafından geliştirilmiş olan 20 soruluk Beck Umutsuzluk Ölçeği (BUÖ) kullanılarak ölçülmüştür. Beck Umutsuzluk Ölçeği’nin niteliği, ergen ve ye-tişkinlerde uygulanabilen özelliğiyle, bireyin geleceğe yönelik olumsuz beklentilerini değerlendiren bir ölçektir. Ölçeğin Türkçe çevirisi Seber (1991) tarafından yapılmıştır. Geçerlik ve güvenirlik çalışması ise Seber (1991) ve Durak (1993) tarafından gerçekleş-tirilmiştir. Ölçek 11 doğru, 9 yanlış önermeden oluşmaktadır. Anahtara uyumlu her ya-nıt için 1 puan, uyumsuz her yanıt için ise 0 puan verilmektedir. Elde edilen aritmetik toplam “Umutsuzluk puanı” olarak kabul edilmiştir. BUÖ’den elde edilen puan 0 ile 20 arasında değişmektedir. Ölçekten elde edilen yüksek puan umutsuzluğun veya geleceğe yönelik olumsuz beklentilerin düzeyinin yüksek olduğunu belirtmektedir. Verilerin de-ğerlendirilmesinde SPSS 17 paket programı kullanılmıştır olup tanımlayıcı istatistikle-rin yanında; ANOVA ve lineer regresyon analizi umutsuzluk puanı ile ilişkili faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır.

Bulgular Katılımcıların %20,3’ü 20 yaşın altında; %37,1, 20-24 yaş aralığında ve %42,6’sı 25 yaş ve üzerinde olup katılımcıların %49,3’ü kadındır. Çalışmaya katılanların%30,1’i 1. sı-nıfta, %20,6’sı 3 sınıfta, onların %9,9’u 6. sınıfta ve %39,4’ü asistandı. Katılımcıların sosyoekonomik düzeylerine bakıldığında; %35,2’si düşük, %43,6’sı orta ve %21,2’si yük-sek idi. Çalışmaya katılanların annelerinin %1,2’si okuryazar değildi, %29,6’sı ise üni-versite ve üzeri eğitim düzeyindeydi. Babalarının ise %0,6’sı okuma yazma bilmezken, %51,6’sı ise üniversite ve üzeri eğitim düzeyindeydi. Tıp öğrencilerinin tümü bekâr iken asistanların %48,5’i evliydi.

Katılımcıların ortalama umutsuzluk puanı 2,7 ile 10,5 arasında değişmekle beraber; asistanların (7,29 ± 5,1) ortalama umutsuzluk düzeyi, 1. sınıf (4,48 ± 3,6), 3. sınıf (4,13 ± 3,4) ve 6. sınıf tıp öğrencilerinin (5,4 ± 4,1) umutsuzluk düzeylerinden daha yüksek bulunmuştur. Yapılan post hoc testlerde tüm grupların puanı birbirinden farklı bulun-muştur (tüm p değerleri <0.05). Hem tıp öğrencilerinde hem de asistanların umutsuz-luk puanları diğer bağımsız değişkenlere göre karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmamıştır (tüm p değerleri> 0.05).

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

210

Uzmanlık öğrencilerinin umutsuzluk puanları, çalışma yaşamıyla ilgili etmenlere göre değerlendirilmiştir. Bir haftalık çalışma saat <40 saat olan asistanların puanı 5,18 ± 3,5 idi; 40-59 saat arasında olanların 6,10 ± 4,4; 60-99 saat arasında olanların 7,94 ± 5,6; 100 saat ve üzeri olanların 9,67 ± 5,6 (p=0.007). Post hoc testte farkı oluşturan grubun 100 saat ve üzeri çalışanlar olduğu bulunmuştur. Uzmanlık öğrencilerinin umutsuzluk puanları diğer çalışma yaşamıyla ilgili etmenlere göre bakıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p>0.05).

Kafa karıştırıcı faktörlerin etkilerinin uzaklaştırması amacıyla yapılan çok değişken-li analizlerde haftalık çalışma saatlerinin uzmanlık öğrencilerinin umutsuzluk puanını bağımsız olarak etkileyen en önemli faktör olduğunu göstermiştir (p<0.001).

Sonuç Uzmanlık öğrencilerinin umutsuzluk düzeyi tıp öğrencilerinden daha yüksektir. Hafta-lık çalışma saatleri uzmanlık öğrencilerinin umutsuzluk düzeyini etkileyen ana etmen-dir. Geleceğin sağlık alanında çalışacak olan tıp öğrencilerinin ve uzmanlık öğrencileri-nin sağlık ve refahı için çalışma saatlerinde düzenlemeye gidilmesi gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler Umutsuzluk, tıp öğrencisi, asistan, tıp eğitimi.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

211

ACİL SERVİSLERDE BİR RİSK DEĞERLENDİRMESİ ÖRNEĞİ

Dr. Arif Müezzinoğlu İşyeri hekimi [email protected]

İşçi Sağlığı ve İş güvenliği Meclisi verilerine göre iş kazalarında 2014 yılında en az 1886 ve 2014’ün ilk 8 ayında en az 1138 işçinin ölümü Türkiye’de son dönemde işçi sağlığına ilişkin net bir fotoğraf ortaya koymaktadır. Sorunun diğer yüzü olan meslek hastalıkları ve işe bağlı sağlık sorunlarıyla ilgili olarak son yayımlanan SGK istatistiklerindeki veri-lere bakıldığında ayrıntılı bir analiz yapabilmek olası görünmemektedir. İş kazalarıyla ilgili verilerden bazı sonuçlara ulaşılabilirken meslek hastalıkları istikrarlı bir biçimde giderek daha da görünmez olmayı sürdürmektedir. 2011 yılında 10’u ölümle sonuçla-nan 697 meslek hastalığına karşın, 2012 yılında istatistiklere göre yasal meslek hastalığı tanısı almış ve 1’i ölümle sonuçlanmış 395 olgu vardır ve 2013 yılında da meslek hasta-lıkları azalmaya devam ederek 351’e inmiş durumdadır. Çalışma Bakanlığı bu durumu, 2014-2018 Ulusal İSG Politika belgesi’nde “2009 yılına göre 2013 yılında meslek hasta-lıkları sayısında % 14 düşüş görülmüştür” biçiminde başarı olarak ifade etmiştir. Oysa Bakanlık aynı 5 yıllık döneme ilişkin önceki politika belgesinde meslek hastalığı tanı-larının yetersizliğini farkettiğini göstermek için “meslek hastalıklarının tanısını %500 arttırılmasını” hedefleri arasında sayıyordu. Ayrıca Bakanlığın kendi kaynaklarında belirtilen çeşitli hesaplamalara göre meslek hastalığı tanısının ortalama 200 binlerde olması gerekiyor.

Çalışma hayatında sağlığın korunması ve sorunların tespitine ilişkin bu sorun sağlık calışanlarının sağlığı alanında da varlığını sürdürmektedir. Sağlık çalışanlarının yıllar itibariyle meslek hastalıkları ve iş kazaları istatistiklerine baktığımızda; İnsan sağlı-ğı hizmetleri başlığı altında 2009 yılında 83 iş kazası ve 2 meslek hastalığı, 2010 yılın-da 3’ü ölümle sonuçlanan 100 iş kazası ve 0 meslek hastalığı, 2011 yılında 3’ü ölümle sonuçlanan 123 iş kazası ve 1 meslek hastalığı, 2012 yılında toplam 131 iş kazası ve 5 meslek hastalığı, 2013 yılında 1130 iş kazası ve 1 meslek hastalığı tespit edildiği ve çok açık biçimde veri olmamakla birlikte meslek hastalıklarının Tbc. olduğu sonucu çık-maktadır. Sonuçlar genelde işçi sağlığının özelde sağlık çalışanların sağlık ve güvenliği-ne ilişkin sorunlarındaki gerçeğin ancak küçük bir kısmının resmi istatistiklere yansı-yabildiğini göstermektedir.

Birinci basamakta, halk sağlığı laboratuvarları, entegre hastaneler, diş protez vs. labora-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

212

tuvarları, ikinci basamakta, kamu, özel tüm hastaneler, onkoloji, kadın-doğum, ruh-si-nir, kemik hastaneleri, üçüncü basamakta, kamu, özel, vakıf tüm üniversite hastaneleri, kamuya bağlı eğitim araştırma hastaneleri çok tehlikeli sınıfta yer almaktadır. Resmi verilere yeterince yansımamakla birlikte tıpkı çalışma hayatının genelinde olduğu gibi sağlık hizmetlerinin verildiği işyerlerinde de risklerin giderek daha fazla ortaya çıktığı bir dönemi yaşıyoruz.

Sağlıkta şiddet bu risklerin en önemlilerinden birisidir. Varolan mevzuatımıza göre sağlık çalışanlarının sadece işyerlerinde değil, yaptığı işten kaynaklı olarak işyeri dışın-da da maruz kaldığı her şiddet olgusu bir iş kazasıdır. 6331 sayılı yasa kapsamında 2013 başından beri kamuda ya da özelde olması farketmeksizin tüm işyerleri için bu geçer-lidir. Bu iş kazalarının, Çalışma Bakanlığı’na bağlı ilgili SGK Müdürlüklerine 3 iş günü içerisinde bildirilmesi mevzuat gereği zorunludur. Bu bildirimi işveren yapacaktır. 6331 sayılı yasanın madde 14 ve 26. Maddeleri bu tanımlamayı yapmaktadır, dolayısıyla bu bildirimin yapılmamasının cezası vardır. Bu bildirimin yapılması bu sorunun hem Ba-kanlık hem de kamuoyunda görünür kılınmasını sağlayacaktır. Bu bildirimin yapılma-sını zorlamak, yapılmaması halinde Çalışma Müdürlüklerine bildirmek gerekmektedir. İkinci olarak, bu iş kazası ile ilgili olarak işverenin bu kazanın bir daha olmaması için alınacak önlemleri belirlemek üzere bir kaza araştırması yapmak ve belirlenen önlem-leri almak zorunluluğu vardır. Bu zorunluluk herhangi bir yaralanmaya neden olmasa da çalışana zarar verme potansiyeli olan olayları da kapsamaktadır.

Çalışanlar ya da örgütleri bu konu ile ilgili olarak şiddetin yaşandığı işyeri yönetimine (Hastane Yönetimine) nasıl bir iş kazası incelemesi ve kaza araştırma sonuçlarına göre nasıl bir çalışma yapıldığını, bu kazanın bir daha gerçekleşmemesi için alınan önlem-leri öğrenmeyi amaçlayan girişimlerde bulunmalı, ayrıca benzer olayların yaşanması-nın önüne geçilmesi açısından, konuyla ilgili risk değerlendirmesi yapılmasını da talep etmelidir.

Bu konuda şiddetin en sık yaşandığı çalışma alanlarının başında gelen acil servis çalı-şanları için Kontrol Listesi yöntemiyle hazırlanmış bir Risk Değerlendirmesi çalışması örneğini sunuyorum.

1- Görev yaptığınız birimde (acil servis biriminde) güvenliğin sağlanması amacıy-la sürekli biçimde özel güvenlik elemanları bulunuyor mu? 2- Eğer özel güvenlik elemanları bulunuyor ise bunların sayısı yeterli mi? 3- Eğer özel güvenlik elemanları bulunuyor ise, bunların eğitimi ve hizmet nitelik-leri yeterli mi? 4- Görev yaptığınız birimde (acil servis biriminde) güvenliğin sağlanması amacıy-la sürekli biçimde emniyet (polis) mensupları bulunuyor mu? 5- Eğer emniyet mensupları bulunuyor ise bunların sayısı yeterli mi? 6- Görev yaptığınız birim (acil servis birimi) olası olaylara müdahalede bulunacak bir emniyet birimine (karakol vb.) makul bir uzaklıkta mıdır? Bu birime yönelik yardım çağrılarınız yeterli zaman diliminde karşılık buluyor mu?

24-25 EKİM 2015, ANKARA

213

7- Görev yaptığınız birimde (acil servis birimi) şiddet olaylarında caydırıcılığı sağ-lamak ve gereğinde yaşanan olaylara yönelik faillerin ve kanıtların tespiti açısından bir güvenlik kamera sistemi bulunuyor mu? 8- Görev yaptığınız birimde (acil servis birimi) güvenlik kamera sistemi bulunu-yor ise, bu sistemin işleyişi ve niteliği (kamera sayısı, kameraların biriminizi (acil servis ortamını) en fazla açıdan görme olanağı, görüntü ve kayıt kalitesi, sistemin sürekli açık olması ve kayıt yapması vb.) yeterli düzeyde mi? 9- Görev yaptığınız birimin (acil servis birimi) girişinde elle kullanılan ya da sabit makine şeklinde x-ray cihazı, metal detektörü vb. bulunmakta ve bunlarla uzman personel tarafından sürekli biçimde birime girenlerde silah vb. alet kontrolü yapıl-makta mıdır? 10- Görev yaptığınız birimde (acil servis birimi) olası bir şiddet olayına karşı acil yardım talep etmenize yönelik telefon, telsiz ya da acil butonu gibi iletişim olanak-ları, kullanım ve ulaşılabilirlik açısından yeterli mi? 11- Görev yaptığınız birimin (acil servis birimi) personel alt yapı standartları, ilgili mevzuatın aradığı niteliklere uygun mu? Yeterli sayıda uzman hekim, hekim, hem-şire, acil tıp teknisyeni ve diğer yardımcı sağlık personeli sürekli biçimde görev yapıyor mu? 12- Görev yaptığınız birimin (acil servis birimi) fiziki alt yapı standartları, ilgili mevzuatın aradığı niteliklere uygun mu? Şiddet olaylarında caydırıcılığı ve gere-ğinde güvenliği sağlamaya yönelik olarak, hasta yakınlarından ve üçüncü kişiler-den yalıtılmış çalışma ortamlarına sahip misiniz? 13- Görev yaptığınız biriminin (acil servis birimi) olası bir fiziki saldırı durumun-da, kendinizi korumaya alacağınız içten kilit kontrollü kapalı mekanlar ve gereğin-de hızlı ve kolaylıkla ortamı terk edebileceğiniz personele özgü kaçış yolları, yeterli düzeyde bulunmakta mı? 14- Görev yaptığınız birim (acil servis birimi) olası bir şiddet olayında, saldırgan-lar tarafından bir silah olarak kullanılabilecek eşyalardan arındırılmış veya birim-de bulunan eşyalar bu yönden nitelikli ve güvenli kılınmış mıdır? (Örnek; hasta yakınlarının bekleme odasındaki ya da muayene odalarındaki sandalyeler yere sabitlenmiş midir? Yaralama kabiliyetine sahip tıbbi araçlar kapalı ve kilitli dolap gibi yerlerde mi muhafaza edilmektedir? Acil servis bahçesinde kolaylıkla bir sal-dırı aracı olarak kullanılabilecek taş, sopa vb. maddeler yer almakta mıdır?) 15- Görev yaptığınız biriminde (acil servis birimi) otoparktaki aracınıza veya her hangi bir toplu taşıma aracının durağına ulaşım yolunuz ve mesafesiniz, olası bir saldırıyı baştan caydıracak (yeterli aydınlatma, güvenlik kamera sistemi ile izleme vb.) ve/veya engelleyecek (kısa mesafe, kolay ulaşım vb.) niteliklere sahip mi? 16- Görev yaptığınız birimde (acil servis birimi) yeterli ölçüde ve sürekli biçimde gerekli tıbbi sarf malzemeleri, tıbbi cihaz ve sair teknik malzemeler bulunuyor mu? 17- Görev yaptığınız birimin (acil servis birimi) kendine ait hasta sevk olanakları ve buna uygun yeterli düzeyde hasta nakil aracı ve ilgili personeli mevcut mu? 18- Görev yaptığınız birimde (acil servis birimi) Tabip Odası Şiddet Bildirim hat-tının, Sağlık Bakanlığı Beyaz Kod hattının ve/veya yakındaki emniyet birimlerinin telefonlarının bulunduğu listeler kolaylıkla ulaşılabilecek biçimde (örneğin her te-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

214

lefonun yanında ya da belirli yerlere asılmış ilanlar biçiminde) yer alıyor mu? 19- Hekimlerin TO şiddet hattı ile ilgili olarak başvuru ve sonrası sürece ilişkin bilgilenmeleri var mı? 20- Görev yaptığınız birimde (acil servis birimi) hekimlere ve diğer sağlık meslek mensuplarına yönelik olası şiddet eylemlerini caydırmaya ve/veya hekimler ile di-ğer sağlık meslek mensuplarına yönelik bir empati yaratmaya yönelik bilgilendirici ilanlar, dövizler, tabelalar, reklamlar vb. yer alıyor mu? 21- Görev yaptığınız birimde (acil servis birimi) hasta veya hasta yakınları ile ya-şanan uyuşmazlıklarda bu uyuşmazlıklar olası bir şiddet eylemine dönüşmeden önce, hastane yöneticilerinin ve/veya ilgili birimlerin destek ve yardımını derhal ve sürekli biçimde alabiliyor musunuz? 22- Görev yaptığınız birimde (acil servis birimi) size ve diğer personele şiddet olayları ile başa çıkma ve genel olarak haklarınız konusunda yeterli bir iç eğitim verildi mi? 23-Görev yaptığınız birimdeki (acil servis birimi) tüm sağlık çalışanlarına hasta-ya yaklaşım ve iletişim dersleri verildi mi? Riskleri öngörme ve yönetme becerileri açısından hizmet içi eğitimler düzenlendi mi? 24- Görev yaptığınız birimde (acil servis birimi) sizin ya da meslektaşlarınızın ya-şadığınız sözlü taciz, hakaret ya da şiddet olaylarında Hastane yönetiminden hu-kuki destek alabildiniz mi? Alabileceğinize ilişkin bilgilendirildiniz mi? 25- Görev yaptığınız birimde (acil servis birimi) sizin ya da meslektaşlarınızın yaşadığınız sözlü taciz, hakaret ya da şiddet olaylarında Tabip Odasından hukuki destek alabildiniz mi? Alabileceğinize ilişkin bilgilendirildiniz mi? 26- Hasta ve hasta yakınlarının bekleme salonları-alanları yeterli konfora sahip mi? 27- Görev yaptığınız birime (acil servis birimi) yönelik olağan hasta yoğunluğunu, bu birimin kapasitesi ve olanakları ile uyumlu mu?

Not: Kontrol listesinin hazırlanmasındaki yardımlarından dolayı Ankara Tabip Odası Avukatı Ender Büyükçulha’ya teşekkür ederim.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

215

AYDINLATMA SİSTEMLERİNİN SAĞLIK ÇALIŞANLARI ÜZERİNE ETKİSİ

Araş.Gör. Nadiye BARIŞ İstanbul Gelişim Üniversitesi, Hemşirelik Anabilim Dalı [email protected]

Giriş Sağlıklı ve güvenli bir ortamda çalışmak, günümüzde her çalışanın sahip olması gere-ken bir insanlık hakkıdır. Günümüzde birçok sağlık çalışanı, mesleklerini icra ederken çok çeşitli sağlık-güvenlik riskleri ve tehlikeleri ile karşı karşıya kalmaktadır (1). Rad-yasyon, elektrik, gürültü, kanserojen ajanlar, kötü havalandırma gibi iyi bilinen riskler yanında üzerinde hiç durulmayan aydınlatma sistemleri de sağlık çalışanlarını ciddi anlamda tehdit etmektedir (2).

Aydınlatma koşulları; doktor, hemşire ve diğer sağlık çalışanlarının maruz kaldığı risk-ler arasında yer alan fiziksel tehlikelerdir (2, 3,). Bu fiziksel tehlikeler, sağlık kurumların-da sürekli bulunan sağlık çalışanlarını, buralarda sadece geçici olarak bulunan hasta ve hasta yakınlarına göre çok daha fazla etkilemektedir (4).

Sağlık alanında yapılan araştırmalar çevresel faktörlerin çalışanlar üzerinde iyileştirici, pozitif etkisi olduğunu belgelemiştir (5, 6, 7, 8). Çalışanların kendilerini rahat ve ışıklı bir ortamda bulmaları ve daha istekli bir şekilde çalışabilmeleri için yeterli ve tatmin edici bir aydınlatma düzeyi tercih edilmelidir. İyi bir aydınlatmanın en iyi koşulu aydınlat-manın yeterli olmasıdır (9). Yeterli aydınlatma verimliliği doğrudan ve net olarak artı-rır. Yetersiz aydınlatma ise verimliliği olduğu kadar çalışanın moral ve göz sağlığını da olumsuz etkiler (10).

Pencereler, doğal aydınlatma sağlayarak gün ışığının çalışma sahasına ulaşmasını sağla-yan fiziksel çevrenin önemli bir unsuru olup sağlık çalışanları üzerinde memnuniyet ve iyilik hali sağlar. Hastane çalışma alanları genellikle pencere ve gün ışığından yoksun-dur. Doğal ışığa benzer uygun çevre aydınlatması ile iyi ruh hali, uyanıklık ve perfor-mans artışı sağlanmaktadır (5).

Amaç Bu derleme aydınlatma sistemlerinin sağlık çalışanları üzerine etkisine değinmek ama-cıyla yazılmıştır.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

216

Gereç ve Yöntem Derleme yurt içi ve yurt dışı akademik veri tabanları anahtar kelimelerle taranarak ula-şılan tam metin makalelerden yararlanılarak yazılmıştır.

Bulgular Doktor, hemşire ve ebe gruplarının katılımından oluşan bir çalışmada; fiziksel ortam özelliklerinden aydınlatma sisteminin yeterli olması durumunun, çalışanların motivas-yonuna etkisi değerlendirilmiş olup katılımcıların %50,8’i kesinlikle etkili ve %45,8’i etkili olduğunu ifade etmiştir. Katılımcıların %97,5’i fiziksel çalışma şartlarının perfor-mans üzerinde etkili olduğunu düşünmektedir (11).

Hemşireler üzerinde pencerelerin ve gün ışığının psikolojik ve fizyolojik etkilerini araş-tıran bir çalışmada kan basıncında azalma ve oksijen saturasyonunda artma olduğu, bununla birlikte sirkadiyen ritim üzerinde ve sabah uyku halinde pozitif bir etki yarat-tığı ortaya konmuştur (5).

Alimoğlu ve Dönmez’in (6) bir üniversite hastanesinde çalışmakta olan 141 hemşire üzerinde yapmış oldukları çalışmada, hemşirelerin günde en az 3 saat gün ışığına ma-ruz kalmaları sonucu, çalışırken daha az stres ve daha fazla memnuniyet yaşadıkları bulunmuştur. Ayrıca çalışırken yaşanılan tükenmişliğin önlenmesinde gün ışığına ma-ruziyetin etkili olabileceği ortaya konulmuştur.

Sonuç Aydınlatma sistemlerinin, özellikle hastane gibi fiziksel çevrenin doğru algılanması-nın önemli olduğu yerlerde bir kat daha önem kazandığı görülmektedir. İyi aydınlat-ma, görme keskinliğini arttırırken algılama, karar verme ve uygulamanın yapılmasında da çabukluk sağlar. Uygun aydınlatma iyi görmeyi sağlayarak bir işin daha kısa sürede bitirilmesine yardım eder. Bu şekilde yorgunluğun azalmasıyla iş kazalarında düşüş ol-makta ve başarı durumu artmaktadır.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

217

KAYNAKLAR 1. Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma Grubu. Gündem. Sağlıkçının Sağlığı 2000;1:1-4.

2. Sağlık Çalışanlarının Meslek Riskleri Birinci Baskı, Ankara Türk Tabipleri Birliği Yayınları, 2008;14. Erişim: (http://www.ttb.org.tr/) Erişim Tarihi: 06.07.2015

3. Ulrich R, Zimring C, Quan X, Joseph A. & Choudhary R. The Role of the Physical Environ-ment in the Hospital of the 21st Century: A Once-in-a-Lifetime Opportunity. Report to the Center for Health Design for the Designing the 21st Century Hospital Project, 2004.

4. Sağlıkta Buluşma Noktası. Hastanelerde Hasta ve Çalışan Güvenliği Ne Boyutlarda.2011 Eri-şim: (http://www.sbn.gov.tr/icerik.aspx?id=113) Erişim Tarihi: 06.07.2015

5. Zadeh RS, Shepley MM, Williams G, Chung SS. The Impact of Windows and Daylight on Acute-Care Nurses’ Physiological, Psychological, and Behavioral Health. HERD, 2014;7(4):35-61.

6. Alimoğlu MK, & Dönmez L. Daylight Exposure and the Other Predictors of Burnout Among Nurses in a University Hospital. International Journal Of Nursing Studies, 2005; 42: 549–555.

7. Sherman SA, Varni JW, Ulrich RS. & Malcarne VL. Post-Occupancy Evaluation of Healing Gardens in a Pediatric Cancer Center. Landscape and Urban Planning, 2005;73(2): 167-183.

8. Mroczek J, Mikitarian G, Vieira EK. & Rotarius T. Hospital Design and Staff Perceptions: An Exploratory Analysis. The Health Care Manager, 2005; 24(3):233–244.

9. Erefe İ. Hemşirelikte Araştırma, İlke Süreç ve Yöntemleri. Odak Ofset, İstanbul, 2002.

10. Akyol E. Ergonomi. Sanayide Yeni Ufuk Dergisi, 2004; 26: 21- 24.

11. Korkmaz S. Hastanelerde Doktor, Hemşire ve Ebelerin Motivasyonunu Etkileyen Faktörler: Bir Uygulama. Çağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Mersin, 2008.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

218

BİR ÜNİVERSİTE HASTANESİ ALT İŞVEREN ÇALIŞANLARININ STRES DÜZEYLERİ

Sevinç Baki* Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Uzman [email protected]

Giriş ve Amaç Genel olarak stres kavramı, “Organizmanın içinde bulunduğu çevreye karşı uyum sağlama süreci” olarak tanımlanır. Stres yaş, cinsiyet ve meslek ayrımı yapmaksızın tüm insanları etkilemektedir. İnsan yaşamında var olan stres, çalışma yaşamındaki zorluklarla birlikte kat kat artmakta ve bireyin bedeninde kimi hastalıklara yol açmaktadır. Bireylerin yaşam içeri-sinde yüksek düzeyde strese maruz kalmaları ise sadece kendilerini değil örgütleri de maddi ve manevi açıdan olumsuz etkilemektedir.

Dünyada ve ülkemizde çalışma hayatında hızlı gelişim ve uzmanlık gerektiren işlerin çoğalması ve yaygınlaşması “alt işverenlik” kurumunun ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bir işverenden belirli bir işin bir bölümünde ve eklentilerinde iş alan ve o işyerinde ve eklentilerinde kendi adlarına işçi çalıştıran kimselere alt işveren (taşeron) denilmekte-dir (Centel, 1994, Çankaya, 2002). Alt işveren uygulamasına başvurulmasının neden-leri arasında, asıl işverenler yönünden, ilave bir yatırım yapmadan kapasite artışının sağlanması, maliyetlerin düşürülmesi, iş mevzuatında sayıya bağlı olarak getirilen bazı yükümlülüklerin (iş güvencesi, özürlü, eski hükümlü ve terör mağduru çalıştırma, top-lu işçi çıkarma, kantin açılması, emzirme odası ve kreş kurulması, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı bulundurma, spor tesisi kurma ve antrenör bulundurma vb.) dışında yer almasıdır başlamıştır ( Temir, 2010). Sağlık sektöründe alt işveren işçi çalıştırılma-sının nedenleri ise, bütçeden kamusal sağlık hizmetlerine ayrılan payın azaltılması ve hastanelere kadro tahsisi yapılmamasıdır. Hastanelerde alt işveren işçi olarak çalışanla-rın sorunları oldukça fazladır. Sıklıkla paylaşılan sorunlar şunlardır.

1- Aynı işyerinde aynı işleri yapan sağlık çalışanları, alt işveren işçisi, kadrolu işçi veya kadrolu personel olmalarına bağlı olarak farklı ücret ve çalışma koşullarına tabi bir biçimde görev yapıyorlar.

2- Hastane ile alt işveren (taşeron) firma ile yapılan sözleşme süresi 1 yıl olarak yapılıyor. İhale bir yıl süreyle yapıldığı için herhangi bir kıdem tazminatı ve kı-deme bağlı diğer haklar için herhangi bir bedel öngörülmüyor. Fazla mesai, bay-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

219

ram izni, ikramiye vb. sosyal hak da bu hesaplamaya dahil edilmiyor.

3- İşe alınacak elemanlar hastane yönetimince belirleniyor alt işveren yönetimin be-lirlediği kişilerle sözleşme imzalıyor. İşçinin görev tanımı belirlenmediği için teknik hizmetler dışında diğer alt işveren işçileri yönetim istediği yerde istihdam edebiliyor.

4- Yönetim ve alt işveren istediği zaman çalışanının işine son verebiliyor.

5- Alt işveren olarak çalışanlara ücret dışında ek bir ödeme yapılmıyor. Aynı işi ya-pan genel idari kadroları, 4/b ve 4/c çalışanları normal maaşının yanında döner ser-maye katkı payı alırken bu kişilere hiçbir ek ödeme yapılmıyor.

*Pamukkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı, Yönetim ve Organizasyon Bilim Dalı, Yazar; S.Baki, Danışman; Yrd.Doç.Dr. E. Barutcu “Has-tane Çalışma Koşullarının Alt İşveren Çalışanlarında Oluşturduğu Stres ve Etkileri” konulu Tezden üretilmiştir.

6-Aynı işyerinde, aynı hizmeti üretenler arasındaki statü farklılıkları iş barışını da bozuyor. Çalışanlar arasında kadrolu, sözleşmeli ve şirket işçisi gibi ayrımlar bir ekip hizmeti olan sağlık hizmetinin sunumunda aksaklıklara ve çalışanlar arasında çok ciddi huzursuzluklara da yol açıyor.

Literatürde yer alan bir araştırmada; sağlık kesiminde çalışan emekçilerin, stres yoğunluğu yüksek olan toplumsal kesim arasında bulunduğu belirtilmiştir. Bu çalışmada hastane çalış-ma koşullarının alt işveren çalışanlarında stres düzeylerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Alt işveren çalışanlarının seçilmesinin amacı, alt işveren çalışanları aynı işi yapan asıl çalışanlar-dan farklı ücret ve çalışma koşullarına tabi olarak çalıştırıldıklarından, hastane gibi çalışma ortamı stresinin yanı sıra uygulamanın çalışanlar üzerinde stres yoğunluğunu artırmasıdır.

Gereç ve Yöntem Bu çalışma, Pamukkale Üniversitesi hastanelerinde alt işveren (taşeron) olarak çalışan işçi-lerde 2011 yılında gerçekleştirilmiştir. Pamukkale Üniversitesi Hastanesi, Bayramyeri yer-leşkesi ve Kınıklı kampusu olmak üzere iki farklı merkezde, 7 ayrı binada 329 yatak kapasi-tesi ile hizmet vermektedir.

Alt işverenle ihale yöntemi uygulanarak 4 kalemde işçi alımları yapılmaktadır: Temizlik Hizmetleri (242 kişi); Otomasyon Hizmetleri (Bilgiişlem uzmanları) (17 kişi); Teknik Hiz-metler (Makine araç, gereç, tamir, atölyeler) (33 kişi) ve Veri Hazırlama ve Kontrol İşlet-menliği, Hasta Yönlendirme ve Tıbbi Sekreterlik Hizmetleri (238 kişi) olmak üzere alt işve-rene bağlı 530 işçi çalışmaktadır. Örneklem seçilmemiş, işçilerin tümüne ulaşılması hedef-lenmiş olup 250 işçiye ulaşılmış, 182 işçi anketi yanıtlamıştır. Stres ölçeğini tam yanıtlayan işçi sayısı 175 olmuştur.

Veri toplanmasında anket soruları üç gruptan oluşmaktadır. Birinci grup sosyodemog-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

220

rafik özellikleri (yaş, cinsiyet, medeni durum, çocuk sayısı vb), ikinci grup ise çalışma özellikleri (çalışma saati, görev alanı, maaş, fazla mesai vb.) ve çalışma koşulları ve işçi sağlığı güvenliği hizmetleri (işle ilgili kurumda eğitim, fiziki koşullar, sağlık hizmeti, sosyal hizmet vb.) 25 sorudan oluşmaktadır. Stres düzeylerini belirlemek için ise Ma-yerson’un stres kaynağı ölçeği kullanılmıştır.

Mayerson’un stres kaynağı ölçeği Ölçeğin geçerlilik ve güvenirlik çalışması “Türk Toplumunda Hemşireler” konulu çalışma-da Aynur Dinç Sever tarafından yapılmıştır. Toplam 43 soru bulunan Stres Kaynağı Ölçeği, dört bölümden oluşmaktadır. Sosyal stres vericiler (SSV); insan ilişkilerinden kaynakla-nan stres vericiler. İşle ilgili stres vericiler (İSV); iş hayatından kaynaklanan stres vericiler. Kendini yorumlama biçiminden kaynaklanan stres vericiler (KYBKSV); bireyin iç ve dış dünyasından yansıyan bilgileri yorumlayış biçiminden kaynaklanan, iç konuşma da denilen kendini yorumlama ile ilgili stres vericiler. Fiziki çevreden kaynaklanan stres vericiler (FÇ-KSV); bireyin fiziki çevresinden kaynaklanan, hava kirliliği, gürültü, ısı vb. içine alan stres vericiler. Ölçek yanıtları beşli likert tipi olup şu şekilde puanlanmıştır. Asla (1 puan); sey-rek olarak (2 puan); bazen (3 puan), sık sık (4 puan) ve her zaman (5 puan). Puan arttıkça her alt boyutun hastalık geliştirme eğilimi artmaktadır. Her stres vericiden alınan toplam puanlar, kesme noktaları belirlenerek dört gruba ayrılarak değerlendirilmektedir: 1.Grup: Sağlığı tehdit edici bir nitelik taşıyor. 2.Grup: Hastalık geliştirme ihtimali var. 3.Grup: Has-talık geliştirme eğiliminde ve 4.Grup: Hastalık geliştirme ihtimali oldukça yüksek (Baltaş ve Baltaş 1993:134-148). Bu çalışmada alt işveren çalışanlarında Mayerson’un Stres Kaynağı Ölçeği Güvenilirlik Analizi yapılmış ve Cronbachalpha katsayısı 0,93 olarak hesaplanmıştır.

Anket formları, vardiyalı çalışanlara birim amirlerince ulaştırılmıştır. Anketlerin ce-vaplandırılması aşamasında katılımcıların cevaplarını etkilemeye yönelik müdahale olmamasına özen gösterilmiştir. Stres ölçeğini tam olarak yanıtlayan 175 işçi üzerinden değerlendirme yapılmıştır.

Bulgular Alt işveren çalışanlarının %75,8’i kadın, %24,2’si erkek olup yaş ortalamaları 29,2±6,2 (min-maks: 20-49)’dir. Grubun %65,9’u evli, %29.1’i bekâr, %4.9’u dul-boşanmıştır. Öğrenim durumlarına göre %57,2’si üniversite, %31,9’u lise, %15,4’ü ilkokul mezunudur. Alt işveren çalışanlarının konut durumuna bakıldığında %61,5’i kira ödüyor, %28,0’ı ev sahibi, %10,4’ü kira ödemiyor. Evde yaşayan kişi sayısına bakıldığında ise %37,9’u 1-2 kişi, %31,3’ü 3 kişi, % 21,0’ı 4 kişi, %7,1 ise 5 ve üzeridir. Çocuk sayısı dağılımı ise %33,0’ı 1 çocuk, % 14,8’i 2 ço-cuk, %1.6’sı 3 çocuk, %50.5’i çocuğa sahip değildir.

Alt işveren çalışanlarının çalışma özelliklerinin dağılımı Tablo.1’de verilmiştir. Alt işveren çalışanlarının görev alanlarına bakıldığında; %14,8’inin sağlık personeli, %31,9’unun te-mizlik, % 41,8’inin sekreterlik, %2,2’sinin teknik ve % 9,3’ünün otomasyon görevlisi olarak çalışmaktadır. Alınan ücret durumları değerlendirildiğinde, çalışanların %3,9’unun asgari ücret, %49,7’sinin 750-850 lira, %3,3’ünün ise 950 lira ve üzeri ücret aldığı ortaya çıkmıştır. Çalışanların %50,9’u 8 saat, %29,1’i 9 saat, %18’i 9 saatten fazla olarak bir günde çalışmakta-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

221

dır. %0,5’i ise bu soruya yanıt vermemiştir. Haftalık çalışma saatine bakıldığında; alt işveren işçilerinin %39’u 45 saat çalışmakta, %44,3’ü ise 45 saatten fazla çalışmaktadır. Bu çalışanla-rın çalışma şekilleri ise şöyledir: %72’si normal, %18,7’si nöbet, %7,1’i vardiyalı.

Alt işveren çalışanlarının %90,1’i maaşlarında kesinti olduğunu %8,2’si ise maaşlarını kesin-tisiz aldıklarını belirtirken, %51,6’sı zamanında aldıklarını, %40,1’i zamanında almadıkları-nı belirmişlerdir. %1,6’sı ise bu soruyu yanıtlamamışlardır. Çalışanların%85,2’si izin kulla-nırken %2.7’si izin kullanmadığını, %8,2’si ise bazen kullandığını belirtmiştir. Alt işveren çalışanlarının %24,2’si görev alanlarının haricinde başka işlerde çalıştırılmaktadır.

Tablo.1: Alt İşveren Çalışanların Çalışma Yaşamı İle İlgili Özellikleri

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

222

Alt işveren çalışanlarının işçi sağlığı ve güvenliği hizmetleri incelendiğinde şu bilgiler elde edilmiştir.

Alt işveren çalışanlarının % 84,6’sı işle ilgili bir kurumdan eğitim almıştır. %61.4’ü fi-ziksel koşullara sahip değildir. %84,1’i sağlık hizmetlerinden yararlanmaktadır. Alt iş-veren çalışanlarının %92,3’ü sosyal hizmet almamakta, buna karşılık %84,1’i işçi sağlığı hizmetinden yararlanmaktadır.

Alt işveren çalışanlarının stres ölçeğinden elde ettikleri puanlar ve hastalık geliştirme riski Tablo.2’de gösterilmiştir. Buna göre alt işveren çalışanlarının sosyal stres verici-ler göre %54.3’ü; İşle ilgili stres vericilere göre %36.0’ı; kendini yorumlama biçiminden kaynaklanan stres vericilere göre %30.9 ve fiziki çevreden kaynaklanan stres vericilere göre %38.3’ü hastalık geliştirme eğiliminde veya hastalık Geliştirme İhtimali Oldukça Yüksek” olduğu belirlenmiştir.

Tablo.2: Alt İşveren Çalışanlarının Stres Kaynağı Ölçeği Alt Gruplarına Göre Puanları ve Strese Bağlı Hastalık Geliştirme Riski

24-25 EKİM 2015, ANKARA

223

Stres puanlarını etkileyen faktörler Sosyo-demografik özelliklerden yaş, cinsiyet, medeni durum, çocuk varlığı, evde ya-şayan kişi sayısı, evde çalışan kişi sayısı ve eğitim düzeyi ile stres puanları arasında anlamlı farklılık saptanmıştır. Yaşa göre stres puanları anlamlı farklılık göstermektedir. 30 yaş altı grubunda stres puanları yüksek çıkmış, yaş arttıkça stres puanlarında düşme olmuştur. Kadınların stres puanları erkeklerden fazladır (p<0.05). Bekârların stres pu-anları evlilerden, çocuğu olmayanların puanları da olanlardan yüksek çıkmıştır. Evde yaşayan sayısı arttıkça stres puanlarında düşme, evde çalışan sayısı arttıkça ise yüksel-me görülmüştür. Eğitim düzeyi arttıkça stres puanları yükselmiştir (Tablo-3).

Çalışma yaşamı ile ilgili özelliklerden çalışma süresi (toplam ve bu kurumda), günlük çalışma süresi, fazla mesai yapma durumu, görevi, maaşların kesintili alınması ve za-manında alınmaması, izin kullanma durumu ve kurumdan hizmet içi ve mesleki eği-tim alma durumu ile stres puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptan-mıştır.Alt işveren çalışanlarının çalışma süreleriyle stres arasındaki ilişkiye bakıldığın-da, kurumda çalışma süresi ve toplam çalışma süresi arttıkça stres puanlarının düştü-ğü belirlenmiştir. Alt işveren çalışanlarının günlük çalışma sürelerine bakıldığında ise günde 9 saat ve üstü çalışanların, 9 saat ve altında çalışanlara göre stres puanları yük-sektir. Haftalık çalışma süresi açısından incelendiğinde de, 45 saatten fazla çalışan sek-reter grubunun stres puanları, 45 saat ve altı çalışanlardan daha yüksektir. Fazla mesai yapılması da benzer şekilde stres yaratan bir faktördür. Fazla mesai yapan grubun stres puanları, yapmayan gruptan yüksek çıkmıştır. Alt işveren çalışanlarının görev tanım-larına bakıldığında en yüksek stres puanlarına, işle ilgili stres vericiler bağlamında oto-masyon görevini yürüten grup, diğer stres vericilerde ise sekreterlik görevini yürüten grup sahiptir. Temizlik görevini yürüten grubun stres puanı ise diğer gruplardan düşük çıkmıştır Alt işveren çalışanlarının maaşlarını kesintili ve zamanında alamamaları da önemli bir stres faktörüdür. Bir başka değişken izin konusudur. Alt işveren çalışanla-rında izin kullanmayanların stres puanları, izin kullanan gruptan daha yüksek çıkmış-tır. Alt işveren çalışanlarının kurumlarından aldıkları hizmet içi ve mesleki eğitimler, stres düzeylerini düşürmektedir((Tablo-4).

Alt işveren çalışanlarının kurumlarından aldıkları hizmet içi ve mesleki eğitimler, stres düzeylerini düşürmektedir. Fiziksel koşullara sahip olanların stres puanları olma-yanların stres puanlarından düşüktür. Sağlık hizmetleri ve İşçi sağlığı hizmeti alanların puanları almayanların stres puanlarından düşüktür (Tablo-5).

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

224

Tablo.3: Alt işveren çalışanlarının sosyo-demografik özelliklerine göre stres puanlarıTablo.4a: Alt işveren çalışanlarının çalışmaya yaşamı özelliklerine göre stres puanları

Tablo.4a: Alt işveren çalışanlarının çalışmaya yaşamı özelliklerine göre stres puanları

24-25 EKİM 2015, ANKARA

225

Tablo.4b: Alt işveren çalışanlarının çalışmaya yaşamı özelliklerine göre stres puanları

Tablo-5: Alt işveren çalışanlarının işçi sağlığı ve güvenliği hizmetlerine göre stres puanları

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

226

Tablo-6: Alt işveren çalışanlarının işçilerinin bazı özellikleri ile stres puanlarının korelasyonları

*p<0.05; **p<0.01; ***p<0.001 Sonuç Alt işveren çalışanlarının stres düzeyleri yüksektir, sosyo-demografik yönden daha dezavantajlı olanların stres düzeyleri daha yüksektir. Olumsuz çalışma koşulları stres puanını yükseltmektedir. Yoğun strese yol açan alt işverene bağlı çalışmanın güvenceli istihdama dönüştürülmesi yararlı olacaktır.

KAYNAKLAR Temir,www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=250729,17.09.2010, http://forum.memurlar.net/konu/346591/?page=1, 17.09.2010,

http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&ContentId=905 20. 01.2011,

http://verigirisciler.tr.gg/-Ue-ST-MAKAMLARA-A%C7IK-MEKTUP-ar--ar--ar.htm 19.02.2011, http://verigirisciler.tr.gg/Ta%FEeron-Firma-%C7al%FD%FEan-lar%FD--Ue-vey-Evlat-M%FD-f-.htm 19.02.2011)

Centel, T. (1994). İş Hukuku, C: I, Bireysel İş Hukuku, İstanbul.

Çankaya, O. G. (2002). Türk İş Hukukunda Alt İşveren Kavramı, Uygulamada Asıl İşve-ren- Alt işveren İlişkilerinden Doğan Bazı Sorunlar, Kamu-İş İş Hukuku ve İktisat Dergisi, Cilt:6, Sayı:4, s.16.

Baltaş A, Baltaş Z. (1993). Stres ve Başa Çıkma Yolları. Remzi Kitapevi, İstanbul. 134-148.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

227

SAĞLIK ÇALIŞANLARINDA BAKIM VERMENİN YÜKÜ

Gamze Sarıkoç - Sebahat Coşkun [email protected]

Bireyin çalıştığı işin insan için ne anlam ifade ettiği, birey-iş ilişkisinin temelinde or-taya çıkan olumlu ya da olumsuz tutumlar, çalışan kişinin işinden alacağı doyumu ve algıladığı yükü etkilemektedir. Çalışılan işte yaşanan doyumsuzluk ve algılanan yük; ruhsal açıdan işgörende kaygı yaratması, bu kaygının yoğun ve sürekli olması, onun ruh sağlığını olumsuz yönde etkileyebilmekte, bunun yanında işgörende bıkkınlık, işi bırakma, devamsızlık, kavgacılık gibi örgüt için istenmeyen davranışlara sebebiyet ver-mesi açısından kritiktir.

Uzun süreli bakım verme sağlık, psikolojik durum gibi yaşam kalitesinin göstergeleri olan alanları etkileyen bir süreçtir. Sağlık bakım hizmeti veren kurumlardaki gibi 7 gün 27 saat hizmet veren iş alanlarında çalışan sağlık çalışanlarının yaşadığı bakım verme yükü, depresyon, anksiyete, tükenmişlik, fiziksel sağlıkta azalma gibi sonuçlar doğu-rabilir. Sağlık çalışanlarının sağlık hizmetini en iyi şekilde sunabilmeleri kendilerinin sağlıklı olmalarıyla olanaklıdır. Bedenen ve ruhen sağlıklı olabilmek ise bazı koşul ve olanakların varlığına bağlıdır. Sağlık çalışanlarının sağlığının korunması ya da sağlı-ğını bozucu çalışma koşullarının düzeltilmesi çalışanların fiziksel ve ruhsal sağlığının korunması için önemli olduğu gibi diğer insanlara verilen hizmetin kalitesi ve sağlık kurumlarının verimliliği açısından da çok önemlidir. Sağlık çalışanlarının karşılaşabi-lecekleri gerginlikler, yakınmalar, işgörenlerin performansını azaltabilmekte, tedavi ve bakım hizmeti verdikleri hastalara zarar verme olasılığını artırabilmektedir. Bu neden-le sağlık bakım veren kurumların sağlık çalışanlarının yaşadıkları yükleri azaltacak politikalar üretmeleri gereklidir. Bu noktada sağlık çalışanlarının olumsuz ve felaketçi algılamalarını değiştirerek deneyimlerinden öğrenmelerini sağlayan, problem çözme becerilerini ve baş etmelerini güçlendiren konsültasyon liyezon hemşirelerinin etkin kullanımı gündeme gelmektedir.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

228

ŞANLIURFA İL MERKEZİNDEKİ AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE FİZİKSEL ORTAM FAKTÖRLERİ DÜZEYİ VE ÇALIŞAN SAĞLIĞINA ETKİLERİ

Canan Demir - İbrahim Koruk - Ayşana Zehra Keklik Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD [email protected] Hanifi Elçi Şanlıurfa Halk Sağlığı Müdürlüğü

Deniz Utku Altun Kocaeli Halk Sağlığı Müdürlüğü

Amaç Bu araştırmada, Şanlıurfa’daki Aile Sağlığı Merkez (ASM)’lerinde gürültü, termal kon-for, aydınlatma ve elektro manyetik alan düzeyini, çalışma ortamına ait özelliklerin durumunu, fiziksel ortam faktörlerinin bazı semptomlarla ve çalışanlardaki stres düzeyi ile ilişkisini saptamak amaçlanmıştır.

Gereç ve yöntem Araştırma kesitsel tiptedir. Şubat-Eylül 2015 tarihleri arasında yürütülmüştür.

Araştırma Bölgesinin Özellikleri Şanlıurfa nüfus bakımından ülkemizin 9. büyük ilidir(1.801.980). Nüfusun yakla-şık %40’ını 0-14 yaş çocuklar, %25’ini 15-49 yaş kadınlar, %3,5’ini 65 yaş üstü yaşlılar oluşturmaktadır(1). 2013 TUİK verilerine göre; ‰33 ile kaba doğum hızının en yüksek olduğu ildir(2). Sosyo-ekonomik gelişmişlik açısından 73. sıradadır (3). İl merkezinde 58 Aile Sağlığı Merkezi (ASM), 215 aile hekimi, 208 aile sağlığı elemanı bulunmaktadır.

Araştırmanın Evreni ASM’lerde doğrudan sağlık hizmeti veren aile hekimleri ve aile sağlığı elemanları ile sağlık hizmetleri yönetim işlerinde çalışanlar kategorisinde bulunan tıbbi sekreterler-den oluşmaktadır(4).

Örnek Büyüklüğü ve Örnekleme Yöntemi Küme örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Her bir ASM bir küme olarak kabul edil-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

229

miştir. Toplam 58 küme bulunmaktadır. Örnek büyüklüğü hesaplaması için 5 küme ile pilot çalışma yapılmıştır. Evrenin ilgi duyulan bağımlı değişkeni stres düzeyi alınmıştır. Pilot uygulamadan elde edilen ortalama küme çapı 4.40, stres ortalaması 16.09, tahmini varyans 201,67, hata tahmin sınırı 1,0 alınarak; gerekli küme büyük-lüğü 25 olarak hesaplanmıştır. Kümelerin seçilmesinde merkez ilçelere göre tabaka-landırma yapılmıştır.

Seçilen kümelerde ölçüm yapılan günde iş yerinde bulunan personel araştırmaya dahil edilmiştir. Toplamda 181 sağlık çalışanı araştırmaya katılmıştır. Çalışmaya katılma-yı kabul eden çalışanlar, bilgilendirilip onamları alındıktan sonra hazırlanan formları gözlem altında cevaplamaları istenmiştir.

Veri Toplama Araçları ve Ölçüm Yöntemleri Veri toplamak için, sosyo-demografik bilgi formu, semptom sorgulama formu ve Lo-vibond&Lovibond Depresyon Anksiyete Stres(DAS) Ölçeğinin stres alt grubu kulla-nılmıştır. Sosyo-demografik bilgi formu, sosyo-demografik özellikleri (yaş, cinsiyet, medeni durum, öğrenim durumu, çocuk sayısı, kronik hastalık durumu, meslek, ça-lışma süresi, çalışılan birim) çalışma ortamının özelliklerini (çalışılan odayı kullanan kişi sayısı, dinlenme odası varlığı ve kullanan kişi sayısı, el yıkama lavabosu ve personel tuvaleti varlığı) günlük ortalama poliklinik sayısı, gebe, bebek ve çocuk izlem sayısını içermektedir. Semptom sorgulama formunda yer alan semptomlar, literatürden yarar-lanılarak ölçümü yapılacak fiziksel ortam faktörleriyle ilişkilerine göre seçilmişlerdir. DAS Ölçeğinin stres alt grubu maddelerinin toplam puanı stres puanını vermektedir. Ölçeğin Türkçe geçerlik ve güvenirlik çalışması Ahmet Akın ve Bayram Çetin tarafın-dan yapılmıştır(5).

Seçilen kümelerde fiziksel ortam faktörlerinden gürültü, termal konfor, aydınlatma ve EMA düzeyleri ölçülmüştür. Ölçümler, sağlık personelinin izlem, girişim ve tedavi odası olarak kullandığı odada ve hafta içi herhangi bir gün 08.00 ile 16.00 saatleri ara-sında gerçekleştirilmiştir. Gürültü, termal konfor ve aydınlatma cihazları ISO standart-larına uygun olanlardan seçilmiştir.

Gürültü ölçüm cihazı; belirlenen ölçüm noktalarında duvardan en az 1 m, pencere-den en az 1.5 m, yerden de 1.5 m uzaklıkta olacak şekilde sabit olarak konumlandırıl-mış olup pencere kapalı iken 8 saat ölçüm yapılmıştır. Ölçümler A ağırlıklı olarak hızlı modda Leq düzeyi esas alınarak yapılmıştır(6). Ölçümü yapılan başlıca parametreler Leq, L min ve L maks’tır. Ölçüm sonuçlarının değerlendirilmesi; Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği’ne göre yapılmıştır(7).

Termal konfor ölçümleri PMV standartlarına göre; belirlenen ölçüm noktalarında her bir ölçüm süresi 20 dakika olarak gerçekleştirilmiştir. Ölçümü yapılan başlıca paramet-reler: T, RH, PMV’dir. PMV (Tahmini ortalama oy); belirli bir ortamda yaşayan insan-ların, insan vücudu ile çevre arasındaki ısı transferinin kararlı durumda olduğu var-sayıldığı ortamdaki termal konfor düzeyini ifade etmelerinde kullanılabilecek ısıl his

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

230

ölçeğidir(8). PMV değeri cihaz tarafından hesaplanırken metabolizma katsayısı: 1,20 kıyafet katsayısı: 1 alınmıştır. Ölçüm sonuçlarının değerlendirilmesi; TS EN 7730 stan-dardına göre yapılmıştır. TS EN-ISO 7730’ da PMV değerinin -1 ile +1 arasında olması normal olarak kabul edilmiştir(9).

Aydınlatma ölçümleri belirlenen ölçüm noktalarında her bir ölçüm süresi 2 saniye ola-rak gerçekleştirilmiştir. Ölçümler aydınlatma cihazı odanın orta noktasında zeminden 76 cm mesafede(10) lx biriminde yapılmıştır. Ölçüm sonuçlarının değerlendirilmesi; TS EN 12464 standartlarına göre yapılmıştır(11).

EMA ölçümleri belirlenen ölçüm noktalarında her bir ölçüm süresi 15 dakika olacak şekilde gerçekleştirilmiştir. Gaussmetre ile odaların orta noktasından ve yerden 90 cm yukarıdan(bel hizası) ölçüm yapılmıştır. Ölçümler; Hall probu ölçüm cihazına ta-kılarak, her ölçüm öncesinde kalibrasyon yapılarak AC modunda yapılmıştır. Gauss cinsinden yapılan ölçümlerde ölçümü yapılan başlıca parametre maksimum manye-tik akı yoğunluğu(Hmax)’dur. Ölçüm sonuçlarının değerlendirilmesi; ICNIRP göre yapılmıştır(12).

İstatistiksel analiz Araştırmanın tüm istatistiksel analizleri SPSS 20.0 paket programı kullanılarak gerçek-leştirilmiştir. Tanımlayıcı istatistiklerde sayı ve yüzde hesaplanmıştır. Sürekli verilerin ortanca, minimum ve maksimum değerleri hesaplanmıştır. Tek değişkenli ve çok değiş-kenli analizler %95 güven düzeyinde yapılmıştır.

- Semptomlar ile gürültü, termal konfor, aydınlatma ve EMA değerleri arasında spe-arman korelasyon analizi yapılmıştır.

- Gürültü, termal konfor, aydınlatma ve EMA ile günlük ortalama poliklinik, gebe, bebek ve çocuk izlem sayısı arasında spearman korelasyon analizi yapılmıştır.

- Stres puanı ile gürültü, termal konfor, aydınlatma, EMA, çalışılan odayı kullanan personel sayısı ve dinlenme odasını kullanan personel sayısı arasında spearman ko-relasyon analizi yapılmıştır.

- Stres puanının dinlenme odası, çalışılan odada el yıkama lavabosunun olma duru-mu, çalışılan bölümde personel tuvaleti bulunma durumuna göre farklılığını göster-mek için Mann-Whitney U testi yapılmıştır.

Bulgular Sağlık çalışanlarının %58,0’ı kadın, %68,5’i evli, %40,3’ü yüksek lisans mezunu, %42,5’i ebe/hemşiredir. Çalışanların %60,8’i çocuk sahibidir ve %22,1’inin herhangi bir kronik hastalığı bulunmaktadır.

Sağlık çalışanlarının yaş ortancası 30 (min:21, maks:66), sağlık kurumlarında top-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

231

lam çalışma süresi ortancası 8 yıl (min:0,5, maks:38), günlük ortalama çalışma süresi ortancası 8 saat (min:7, maks:12), haftalık ortalama çalışma süresi ortancası 40 saat (min:35, maks:60)’ dir.

Sağlık çalışanlarının çalıştığı odadaki personel sayısının ortancası 2 (min:1, maks:7)’dir. Çalışanların %45,9’unun dinlenme odası vardır ve dinlenme odası olanlarda oda-yı kullanan personel sayısının ortancası 13 (min:4, maks:20)’dür. Sağlık çalışanlarının %92,3’ünün çalıştığı odada el yıkama lavabosu, %85,6’sının personel tuvaleti vardır.

ASM’lerdeki gürültü düzeyi minimum 34.0 dBA ile maksimum 97.0 dBA arasında de-ğişirken Leq düzeyi en yüksek 68.3 dBA saptanmıştır. Bütün birimlerdeki gürültü dü-zeyi karşılaştırma standardından yüksektir.

ASM’lerdeki ölçülen PMV değerleri -0,94 ile 1,05 arasında değişirken bir ASM dışında diğer bütün ASM’lerde termal konfor durumu karşılaştırma standardına göre normal sınırlardadır.

ASM’lerdeki aydınlatma değerleri 35 lx ile 675 lx arasında değişirken bütün ASM’lerin aydınlatması karşılaştırma standardına göre yetersiz bulunmuştur. Ölçülen EMA de-ğerleri ise 0,1 G ile 0,4 G arasında değişirken bütün ASM’lerin EMA durumu karşılaş-tırma standardına göre normal sınırlardadır.

Gürültü, termal Konfor, aydınlatma ve EMA ile bazı semptomların korelasyonunda; termal konfor ile baş ağrısı arasında negatif yönlü zayıf düzeyde ( rho=-0.147 p=0.048) korelasyon saptanmıştır.

Gürültü, termal konfor, aydınlatma ve EMA ile günlük ortalama poliklinik, gebe, be-bek ve çocuk izlem sayısı korelasyonunda ise gürültü ile gebe izlem sayısı ( rho=0.247 p=0.001), bebek izlem sayısı( rho=0.221 p=0.005) ve çocuk izlem sayısı( rho=0.184 p=0.019) arasında pozitif yönlü zayıf düzeyde, Termal konfor ile gebe izlem sayısı ( rho=-0.283 p=0.001) ve bebek izlem sayısı( rho=-0.293 p=0.001) arasında negatif yön-lü orta düzeyde, Termal konfor ile çocuk izlem sayısı( rho=-0.224 p=0.004) arasında negatif yönlü zayıf düzeyde, EMA ile gebe izlem sayısı ( rho=0.161 p=0.040) ve çocuk izlem sayısı( rho=0.164 p=0.038) arasında pozitif yönlü zayıf düzeyde korelasyon sap-tanmıştır.

Sağlık çalışanlarının stres puanı ortancası 15 (min:0,max:42)’dir. Çalışanların %51,9’unun stres düzeyi yüksek bulunmuştur. Stres puanı ile fiziksel ortam faktörleri arasındaki korelasyonda stres puanı ile aydınlatma arasında pozitif yönlü zayıf düzeyde ( rho=0.151 p=0.042) korelasyon saptanmıştır.

Sağlık çalışanlarının çalışma ortamına ait bazı özelliklerine göre stres puanı analizinde stres puanı ile dinlenme odası durumu, el yıkama lavabosu durumu ve personel tuvale-ti durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmamıştır.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

232

Sonuç ASM’lerdeki çalışma ortamlarında genel olarak gürültü düzeyi yüksek, aydınlatma yetersiz, termal konfor ve EMA normal değerlerdedir. Gürültünün sıklıkla hasta baş-vurusunun artışına bağlı olarak arttığı düşünülmektedir. Gürültü kontrolünde kişisel koruyucu kullanmak gerekli iken hasta ilişkisi gerektiren işlerde ise kişisel koruyucu kullanmak mümkün değildir. Bu nedenle başvurunun kontrol edilmesi gerekmektedir. Sağlık çalışanlarının stres düzeyi yüksektir. Stres düzeyinin azaltılmasına yönelik çalış-malar yapılmalıdır.

KAYNAKLAR 1. İllerin yaşa göre nüfus sayıları. 2013.

2. Doğum İstatistikleri, 2013. Türkiye İstatistik Kurumu, Contract No.: 16048.

3. İllerin ve Bölgelerin Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması. Ankara: 2013.

4. Öztek Z ÜS. Türkiye İçin Sağlık İnsan Gücü Sınıflandırması. Sağlık ve Toplum 2010;20(4):45-52.

5. Akin A CB. The Depression Anxiety and Stress Scale (DASS): The study of validity and reliabi-lity. Kuram ve Uygulamada Egitim Bilimleri. 2007;7(1):260.

6. Çevresel gürültü ölçüm ve değerlendirme kılavuzu Çevre ve Orman Bakanlığı, 2011.

7. Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği, (2010).

8. Uğuz S, Işık Ah, Aydoğan Ö. Yaşam Alanlarında Isıl Konfora Bağlı Enerji Verimliliği Uygulama-ları.

9. TS EN- ISO 7730 Orta dereceli termal ortamlar- Pmv ve ppd indislerinin tayini termal rahatlık için şartların belirlenmesi, (2005).

10. Güler Ç. Sağlık boyutuyla Ergonomi: Palme yayıncılık; 2004.

11. TS EN 12464-1 Işık ve Aydınlatma- Çalışma Yerlerinin Aydınlatılması - Bölüm 1: Kapalı Ça-lışma Alanları.

12. EMA sınır değeri. WHO European Centre For Envıronment, 1995.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

233

BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK KURULUŞLARINDA ÇALIŞANLARIN SAĞLIĞINI ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ

Dilek Baykal - Leman Kutlu Haliç Üniversitesi, Meslek Yüksekokulu

Çalışmak ve bir işe sahip olmak insan yaşamında önemli bir yere sahiptir (Kuşdil ME, 2005). Çalışma yaşamı, bireyin yaşamını sürdürebilmesi için sağladığı ekono-mik kazancın yanı sıra bireyin, toplumda belli bir yer ya da rol sahibi olabilmesi ve toplumsal saygınlık kazanabilmesi için gerekli olan temel toplumsal kurumların başında gelir (Dağ DG., 2006). Gününün üçte birini aktif bir çalışma hayatında ge-çiren insan için işin ve iş ortamının kendi üzerinde yarattığı olumlu ya da olumsuz etkiler önemlidir (Çömezoğlu E., 2007).

Türkiye’de ve dünyada sağlık çalışanları, sağlık hizmeti sunumu sırasında çeşitli teh-like ve risklerle karşı karşıya kalmaktadır.

DSÖ’ye göre dünya genelinde 59 milyon sağlık çalışanı her gün iş yerinde sağlık ve güvenlikle ilgili tehlikelere maruz kalmaktadır. DSÖ bu tehlikeleri: biyolojik, kimya-sal, fiziksel, ergonomik, psikososyal, yanıcı ve patlayıcı, elektriksel tehlikeler olarak 7 grupta sınıflamıştır (http://www.who.int/occupational_health/topics/hcworkers/en/ Erişim tarihi: 02.10.2015).

Amerikan Ulusal Mesleki Sağlık ve Güvenliği Enstitüsü sağlık çalışanlarının 29 tip fiziksel, 25 tip kimyasal, 24 tip biyolojik, 6 tip ergonomik ve 10 tip de psiko-sosyal rsik altında olduğunu, tehdit altında olduğunu bildirmektedir (http://www.cdc.gov/niosh/ Erişim tarihi:02.10.2015).

Günümüzde sağlık çalışanları, diğer sektörlerde çalışanların maruz kaldığı iş riskle-rinin yanında, yaptıkları işin niteliğine bağlı olarak daha farklı iş riskleriyle de karşı karşıyadır. Sağlık hizmetinin sunulduğu birinci, ikinci ve üçüncü basamakta çalı-şanların sağlığını etkileyen çeşitli riskler bulunmaktadır. Bu durum sağlık hizmeti-nin sunulduğu her basamakta çalışanların sağlığının korunması konusunu gündeme getirmektedir.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

234

Bu nedenle bu makale, birinci basamak sağlık hizmetlerindeki sağlık çalışanlarının sağlığını etkileyen faktörleri, maruz kaldıkları mesleki risklere dikkat çekmek ve sağlık çalışanlarına yönelik sağlık hizmetlerinin planlanmasına katkı sağlamak ama-cıyla planlanmıştır.

Sağlık hizmetleri, bireylerin sağlığının korunması, tanı, tedavi ve bakımı için birey-sel/ kurumsal olarak, kamu ya da özel kurumların vermiş olduğu hizmetler olarak tanımlanmaktadır (https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss454.pdfT-BMM araştırma komisyon raporu, 1998. Erişim tarihi: 02.10.2015).

Birinci basamak sağlık hizmeti veren kurumlar, sağlık ocakları, sağlık evleri, aile planlama ve aile sağlığı merkezleri olarak tanımlanmaktadır. Bu sağlık kurumları bireyin olası problemlerinde ilk başvurdukları yerler arasında bulunmaktadır (Sa-rıbıyık M. 2012)7. Sadece bu nedenle bile bu kurumlarda görev yapan sağlık çalı-şanlarının karşılaştıkları sorunlar çok yönlü olabilmektedir.

Bireylerin çalışma ortamı, sağlık, sosyal ve kültürel durumlarına etki edebilme po-tansiyeline sahiptir. Çalışma ortamıyla ilgili esas belirleyiciler, ortama bağlı faktörler (fiziksel, kimyasal, biyolojik), çalışma koşulları (nöbet, sürekli gece çalışma, ücret) ve yaşanılan bölgeye özgü özelliklerdir. Bu faktörlerden herhangi birinde yaşanılan aksaklık sağlık çalışanlarında sorunlara yol açarak yaşam kalitesini etkileyebilmek-tedir (Uskun E., Öztürk M. 2015). Sağlık çalışanlarına yönelik bilindik riskler, akut veya kronik ağrılı süreçler, kesici-delici alet yaralanmaları, madde sıçraması, fiziksel veya sözel şiddete maruziyettir. Ancak birinci basamak sağlık hizmeti veren kurum çalışanlarına yönelik özel sorunlar da yaşanabilmektedir.

Ergör ve ark.’nın(2003) sağlık ocakları çalışanlarına yönelik yaptıkları çalışmada her 10 çalışandan 9’unun en az bir mesleki riskle karşılaştığı, bu riskler arasında hayvan saldırısına maruz kalma ve sıcak çarpması gibi birinci basamağa özgü risklerin de yer aldığı belirtilmiştir. Aynı çalışmada sağlık çalışanlarının %91’inin de son bir yıl içinde morbid sonuçları olan ya da son anda atlatılan riskli durumlarla en az bir kez karşılaştıkları görülmüştür.

Kringos ve ark.’ı (2013) ulusal politika ajandaları bağlamında, ekonomi, sağlanan değerler ve sağlık bakım sistemleri primer sağlık hizmetlerinin gücünü etkileyen faktörlerden olduğunu belirtmişlerdir.

Akıncı ve ark.’nın (2012)yaptıkları çalışmada aile hekimleri iş yükünün ülkenin doğu ve batı arasındaki dengeli olmayan dağılımıyla bazı şehirlerde günde yaklaşık 125 hasta gördükleri dolayısıyla rutin primer sağlık hizmetlerini sürdürmekte zor-landıkları görülmüştür. İş yükünün artışıyla hastaya ayrılan süre kısalmakta ve buna bağlı sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Yine Sönmez ve Sevindik’in (2013) aile sağlık elemanlarıyla yaptıkları çalışmada doğu-batı bölgeleri arasındaki personel sayısının azlığı, fiziksel koşullar vb. eşitsizliği aile hekimliği sistemine de yansımakta ve çalı-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

235

şan memnuniyetini olumsuz etkilediği bildirilmektedir.

Sağlık çalışanları mesleğin gereği olarak bireyle ilk temas eden kişi konumundadır-lar. Buna bağlı olarak da ortaya çıkan pandemilerden en fazla etkilenen grubu oluş-turmaktadır. 2002 yılında ortaya çıkan SARS pandemisi başlangıcıyla bulaş yolunun ve bulaşın önlenmesi adına yapılabileceklerin keşfine kadar geçen sürede Singa-pur’daki sağlık çalışanlarının %42’si, Kanada’dakilerin %51’inin etkilendiği bilin-mektedir (WHO, 2015)8.

Yoldaş ve ark.’nın (2014) yaptıkları çalışmada sağlık çalışanlarının %40.9’u son bir yılda ele iğne batması, %26.8’i son bir yılda en az bir defa bistüri ve kesici alet yara-lanması, %27.9’u son bir yılda en az bir defa göze ve mukozalara sıçrama ile maruzi-yet yaşadıklarını bildirdikleri görülmüştür.

Aksan ve Tanık’ın (2009) yaptıkları çalışmada hemşirelerin %84’ü işlerinin sağlıkla-rını olumsuz etkilediklerini ve %69.7’sinin de işinden kaynaklandığını düşündükleri bir şikayeti ifade ettikleri belirlenmiştir. İşten kaynaklanan hastalıkların en başında görülme sıklığına göre; varis, uyku bozukluğu ve lomber herni gelmektedir.

Sağlık çalışanlarının burkulma, sırt ve bel hasarı, yanık, kırık ve delici-kesici alet yaralanmaları gibi risklerinin yanında infeksiyon hastalıkları da önemli bir yer tut-maktadır (Türkiye Sağlık İnsan Gücü Raporu, 2008)9.

Kan ve kontamine vücut sıvılarıyla bulaş yoluyla hepatit ve HIV gibi hastalıklar baş-ta olmak üzere yaklaşık 20 kadar patojenle bulaşın söz konusu olduğu belirtilmekte-dir (Giritlioğlu H.2001, Durgut S.1999).

Çalışma yaşamı, yaşam sürecinin 1/3’lük dönemini kapsamaktadır. Dolayısıyla fi-ziksel, kimyasal, biyolojik ve psikososyal faktörler bireylerin sağlığı üzerinde etki yaratabilmektedir.

Çalışma koşullarındaki hata yapmama baskısı, sürekli değişen teknolojiye uyum sağlama, ek mesaiye kalma zorunluluğu, iş tanımlarındaki ve kontrollerindeki belir-sizlikler, ekip olarak çalışma yoksunluğu gibi zorluklar da sağlık çalışanlarının sağlı-ğını etkileyen faktörler arasındadır. (Kıraç G.2005, Durgut S.1999).

Gücünü yitirme, çaba gösterme isteğinin bulunmaması olarak tanımlanan tüken-mişlik, 1974 yılından beri mesleki tehlike olarak literatüre girmiştir. Tükenmişlik durumunun insanlara birebir yardım hizmeti veren ve taleplerin yoğun bulunduğu ortamlarda çalışan kişilerde daha fazla görülebilmektedir (Arı SG., Bal ÇE.2008).

Sağlık çalışanlarının psikolojik ve sosyal boyutuyla sağlıklarının üzerindeki etkile-rine yönelik literatüre bakıldığında; Baykan ve ark.’nın (2014) yaptıkları çalışmaya 325 aile hekimi katılmış ve katılanların yarıya yakınının aile hekimliği sisteminin

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

236

psikolojik durumlarını olumsuz etkilediğini ve yine yarısının gelecek ile kaygılarını arttırdığını belirttikleri görülmüştür.

Sağlık çalışanlarının sağlığını ücret kesintisi, çalışan yetersizliği gibi durumlar da olumsuz etkileyebilmektedir. Özdemir ve ark.’nın(2014) yaptıkları çalışmada yıllık izne ayrılırken sorun yaşanması(%63.8), iş güvencesi olmama(%68.1), aldığı ücret-ten memnun olmama(%38.8) gibi memnuniyetsizlik ifade edenlerin olduğu gö-rülmüştür. Ayrıca negatif performans uygulamasının çalışanların motivasyonunu olumsuz yönde etkilediğini düşünenlerin (%88.8) duygusal tükenme oranlarının yüksek ve iş doyumlarının da düşük olduğu saptanmıştır.

Kaya ve Bilgin’in (2015) yaptıkları çalışmada iş yerinde daha nadir sorun yaşayan sağlık personelinin daha yüksek iş doyumu yaşadıkları saptanmıştır.

Türkiye’de 1980’li yıllardan itibaren neoliberal politikaların istenmeyen yan etkisi olarak sağlık çalışanlarına yönelik şiddet baş göstermiştir. Özellikle kamuya yöne-lik sağlık hizmetlerinin kötülendiği, kurumların verimsizliği ve çalışanların tembel olduğu söylemleriyle toplumdaki sağlık çalışanı algısının değiştiği gözlemlenmekte-dir. (Etiler N.2015) Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan bir araştırmaya göre sağ-lık çalışanlarının şiddete uğrama riskinin diğer sektör çalışanlarına göre 16 kat fazla olduğu saptanmıştır. Sağlık çalışanları gardiyanlardan ve polis memurlarından daha fazla şiddete maruz kalmaktadırlar (Balcı E.,Gün İ., Şenol V., Yağmur F., Öksüzkaya A.,2011) En fazla yaralanmaya maruz kalan sağlık çalışanlarının ebeler ve hemşireler olduğu tespit edilmiştir( Altıok M.ve ark.(2009), Tarantola A. et all. 2003).

Balcı ve ark.’nın (2011) çalışmalarında sağlık çalışanların %50.3’ü sözel ve/veya fiziksel olmak üzere çeşitli derecelerde şiddete maruz kaldıklarıni ifade ettikleri görülmüştür. Şiddete uğrayanların büyük çoğunluğu (%85.2) olayı kendi araların-da çözümlediklerini belirtmişlerdir. Görev yerinin şiddete maruz kalma için bir et-ken olduğu saptanmıştır. Öyle ki gece hizmet veren sağlık ocaklarında çalışanların (%63.6) daha fazla şiddete maruz kaldığı tespit edilmiştir.

Türkiye’nin değişik illerinde yapılan çalışma sonuçlarına göre de sağlık çalışanla-rının şiddete uğrama durumlarının oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Yapılan çalışmalarda Düzce’de çalışanların %60.3’ü, Bursa’da %47.9’u, Tunceli’de %58.3’ü ve Malatya’da ise %67.2’si şiddete maruz kaldıklarını bildirmişlerdir(Alçelik A. ve ark.(2005)., Pala K., Engindeniz T.(2004)., Güalp B. ve ark.(2009)., Kolaç N.ve ark.(2006)). Adana’da acil servis çalışanlarıyla yapılan çalışmada en fazla şiddete ma-ruz kalan meslek grubunun doktorlar olduğu saptanmılş olup, acil serviste 5 yıldan fazla görev yapmak ve erkek cinsiyete sahip olmak risk faktörü olarak belirtilmiştir (Güalp B. ve ark.2009).

Makalenin hazırlanma aşamasında özellikle primer sağlık hizmetinde görevli sağlık çalışanlarına yönelik çalışmaların oldukça kısıtlı olduğu görülmüştür.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

237

Sonuç olarak sağlık hizmetinin sunulduğu her basamakta sağlık çalışanlarının sağ-lığı, iş sağlığını etkileyen tüm etmenler göz önünde bulundurularak bütüncül bir şekilde değerlendirilmelidir. Toplum sağlığının korunması ve geliştirilmesinin önce-likli olarak sağlık çalışanlarının sağlığının korunmasıyla mümkün olacağı göz ardı edilmemelidir. Ayrıca sağlık kavramının holistik bir yaklaşımla ele alınma gerek-liliği karşısında sağlık hizmeti sunan ile alan arasındaki ilişkinin bütünlüğü ancak sağlık çalışanının sağlığının korunmasıyla sağlanabileceği gerçeği de göz önünde bulundurulmalıdır.

KAYNAKLAR 1. Kuşdil ME., Bayram N., Aytaç S., Bilgel N. (2005). Çalışma yaşamında bireylerin yaptıkları işe ilişkin duygularının iş stres tepkileri üzerine etkisi. Endüstri İlişkileri Ve İnsan Kaynakları Dergisi 6:15. www.İsguc.Org/Printout.Php

2. Dağ DG. (2006). Elazığ İli Fırat Tıp Merkezi, Devlet Hastanesi, SSK Hastanesi ve Merkez Sağlık Ocaklarında Görev Yapan Hemşirelerin İş Doyumlarının Değerlendirilmesi. Elazığ Fırat Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi. Elazığ

3. http://www.who.int/occupational_health/topics/hcworkers/en/ Erişim tarihi: 02.10.2015

4. http://www.cdc.gov/niosh/ Erişim tarihi:02.10.2015

5. https://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem24/yil01/ss454.pdf Erişim tarihi: 02.10.2015 Türki-ye Büyük Millet Meclisi. Sağlık çalışanlarına yönelik artan şiddet olaylarının araştırılarak alın-ması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla kurulan meclis araştırması komisyonu raporu (1998). Sıra Sayısı: 454

6. Çömezoğlu E. (2007). Ebelerin İş Doyumunu Etkileyen Faktörlerin Analizi. Marmara Üni-versitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

7. Sarıbıyık M. (2012). Malatya Merkez Sağlık Ocaklarında Çalışan Hekim, Hemşire ve Ebele-rin Şiddet Deneyimleri ve Kaında Yönelik Şiddetle İlgili Tutum ve Davranış Düzeyleri. İnönü Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü. Yüksek Lisans Tezi. Danışman: Prof.Dr. Gülsen Gü-neş.

8. Uskun E., Öztürk M., Kişioğlu AN.,Sönmez Y.(2015) Bir Sanayi Sitesinde Küçük Ölçekli İşyerlerindeki Risk Faktörleri ve Yaşam Kalitesi ile İlişkisi. Turk J Public Health.13(2). http://tjph.org/ojs/index.php/ Erişim tarihi:25.09.2015

9. Ergör A., Kılıç B., Gürpınar E. (2003). Sağlık Ocaklarında İş Riskleri. Narlıdere Eğitim Araştırma ve Sağlık Bölge Başkanlığı Sağlık Ocaklarında Durum Değerlendirmesi. Türk Tabip-leri Birliği Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi.

10. Kringos DS., Boerma WGW., Zee JVD., Groenewegen PP.(2013). Political, cultural and eco-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

238

nomic foundations of primary care in Europe. Social Science&Medicine 99 (9-17).

11. Akıncı F., Mollahalioğlu S., Gürsöz H., Öğücü F. (2012). Assesment of the Turkish health care system reforms: A stakeholder analysis. Health policy 107.21-30.

12. Sönmez MO., Sevindik F. (2013). Sağlıkta dönüşümün sağlık personeli üzerine etkisi: Aile sağlığı elemanı olmak. TAF preventive medicine bulletin. 12(1).43-48

13. World Health Organisation. Consensus document on the epidemiology of severe acute res-piratory syndrome (SARS). http://www.who.int/csr/sars/guidelines/en/index.html Erişim tari-hi:24.09.2015

14. Infection control measures for operative procedures in severe acute respiratory syndrome-re-lated patients. Anesthesiology 2004;100(4):1394-8.

15. Yoldaş Ö., Bulut A., Ertürk E., Çelik D., Karakaşoğlu Ü., Altındiş M. (2014) Sağlık Çalışan-larında Enfekte Kan ve Vücut Sıvılarına Maruziyet Riskinin Belirlenmesi. Kocatepe Tıp Dergi-si. 15(3):297-300.

16. Aksan AD., Tanık FA.(2009). Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde Çalışan Hemşi-relere Yönelik İş Kazası Kayıt Sisteminin Geliştirilmesi Uygulanması ve İzlenmesi. Türk Tabip-leri Birliği, Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi.

17. Giritlioğlu H.(2001). Hukuksal Boyutuyla Sağlık Çalışanlarının Sağlığı ve Güvenliği. Sağlık Çalışanlarının Sağlığı 2. Ulusal Kongre Kitabı. Ankara. http://www.ato.org.tr/scss/yayinlari2.html. Erişim tarihi: 24.09.2015

18. Durgut S.(1999). Sağlık Kuruluşlarında İş Güvenliği ve Meslek Hastalıkları ve İ.Ü. Cerrah-paşa Tıp Fakültesi ile SSK İstanbul Hastanelerinde İŞ Güvenliği ve Meslek Hatsalıklarına İliş-kin Bir Araştırma. İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Fakültesi Hastane ve Sağlık Kuurluş-larında Yönetim Bilim Dalı. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul.

19. Kıraç G.(2005). 2003 yılı değerlerine göre iğne batmaları karşılaştırma çalışması. İş yeri hekimliği.

20. Arı SG., Bal ÇE. (2008) Tükenmişlik sendromu. Dirim Tıp Gazetesi. 83;99-104.

21. Baykan Z., Çetinkaya F., Naçar M., Kaya A., Işıldak MÜ. (2014). Aile hekimlerinin tüken-mişlik durumları ve ilişkili faktörler. Türk Aile Hekimliği Dergisi. Cilt 18.(3):122-133.

22. Özdemir R., Ural S., Çınar M., Nabel EB., Özkan A., Yücel Ü. (2014). Karabük İlinde Bi-rinci Basamak Sağlık Çalışanlarının İş Doyumu ve Tükenmişlik Düzeylerinin Değerlendirilme-si. 17. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi.20-24 Ekim 2014. Edirne.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

239

23. Kaya NT., Bilgin S. (2015). Çankırı İl Merkezinde Birinci Basamak Sağlık Kuurluşlarında Çalışan Ebe ve Hemşirelerde İş Doyumu Düzeyi ve Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi. Hacettepe University Faculty of Health Sciences Journal. Vol 1, No: Suppl 1.

24. Etiler N. Neoliberal Politikalar ve Sağlık Emekgücü Üzerindeki Etkileri. Türk Tabipleri Bir-liği Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi. 2-11. http://www.saglikcalisanisagligi.org/index Erişim Tarihi: 23.09.2015

25. Balcı E., Gün İ., Şenol V., Yağmur F., Öksüzkaya A.(2011). Bir Grup Başkanlığı Bölge-si’nde Sağlık Personelinin Şiddete Maruziyetleri ve İş Memnuniyetleri. TAF Preventive Me-dicine Bulletin. 10(1)

26. Altıok M., Kuyurtar F., Karaçorlu S., Ersöz G., Erdoğan S. (2009). Sağlık Çalışanlarının Delici Kesici Aletlerle Yaralanma Deneyimleri ve Yaralanmaya Yönelik Alınan Önlemler. Mal-tepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi. Cilt:2. Sayı:3.

27. Tarantola A., Golliot F., Astagneau P., Fleury L., Brücker G., Bouvet E. (2003). Occupati-onal blood and body fluids exposures in health care workers: Four-year surveillance from the Northern France Network. Am J Infect Control, 31(6):357-63.

28. Alçelik A., Deniz F., Yeşildal N., Mayda AS., Şerifi BA. (2005). AİBÜ Tıp Fakültesi Hasta-nesi’nde görev yapan hemşirelerin sağlık sorunları ve yaşam alışkanlıklarının değerlendirilme-si. 4(2):55-65.

29. Pala K., Engindeniz T. (2004). Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesinde Çalışan Hemşirelere Yönelik Şiddetin Değerlendirilmesi. IX. Halk Sağlığı Kongresi Bildiri Özetleri Kitabı. Ankara.

30. Güalp B., Karcıoğlu Ö., Köseoğlu Z., Sarı A.(2009). Dangers faced by emergency staff:ex-perience in urban centers in southern Turkey. Turkish Journal of Trauma&Emergency Surgery. 15(3):239-242.

31. Kolaç N., Yıldız A., Erol S., Babayiğit S. (2006). Sağlık Ocaklarında İş Ortamı ve İş Yaşa-mına Ait Risklerin Değerlendirilmesi. IV. Temel Sağlık Hizmetleri Sempozyumu Kitabı. Mani-sa, s.134.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

240

SAĞLIK ÇALIŞANLARI NADİR VE FATALİTESİ YÜKSEK ENFEKSİYONLARLA KARŞILAŞMAYA NE KADAR HAZIRLIKLI? EBOLA VİRÜS HASTALIĞI ÖRNEĞİ, SİSTEMATİK DERLEME

Yavaş A.M - Aslantaş H.O. - Yılmaz M.E. - Altıntaş M. - Soyyiğit M. - Uz Çetin K. Zakin A. - Güner P. - Metin B.C. - Aslan D. - Çakır B. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fak. Halk Sağlığı ADı, Ankara, Türkiye [email protected]

Amaç Sağlık çalışanları iş yaşantılarında çok sayıda enfeksiyöz ajanla karşılaşma riski altın-dadır. Özellikle nadir ve fatalitesi yüksek enfeksiyon ajanları ile karşılaşma olasılığına karşı sağlık çalışanlarının her durumda üniversal korunma kurallarına uyarak has-talarını ve kendilerini koruması esastır. Ancak, bu kurala ne kadar uyulduğu, sağlık çalışanlarının hastalık özelinde “kendi” risklerinin farkında olma, korunma, salgınla mücadele ve/veya hastalığa yakalanma durumları konusundaki kanıt sayısı ve niteli-ğinin incelendiği özgün araştırma sayısı çok kısıtlıdır. Literatürdeki bu ihtiyaca yöne-lik olarak, son dönemde sağlık çalışanları açısından yüksek risk yaratan Ebola Virüs Hastalığı (EVH) özelinde yapılmış özgün araştırmaların sayı ve nitelik açısından incelenmesi hedeflenmiştir. Çalışmanın özgün amacı, son 5 yılda sağlık çalışanları ve EVH konusunda yayınlanmış ve seçilmiş üç uluslararası dizinde yer almış makale-lerden tam metnine ulaşılabilenlerin derlenerek, bu yayınların konu, içerik, bulgular ve önerileri açısından değerlendirilmesi yoluyla hekim ve diğer sağlık çalışanlarının konuyla ilgili farkındalığının arttırılmasıdır.

Gereç ve Yöntem Bu sistematik derlemeye sağlık çalışanları ve Ebola ile ilgili son beş yılda “Pubmed”, “Sciencedirect” ve “Scopus” veri tabanlarında dizinlenmiş ve tam metnine ulaşılabil-miş İngilizce dilindeki tüm yayınlar çalışmaya dahil edilmiştir. Yayınlar derlenirken, [Ebola AND “healthcare workers”], [Ebola AND nurse], [Ebola AND physician], [Ebola AND “health workers”] ve [Ebola AND “health personel”] anahtar sözcükleri kullanılmıştır. Sistematik derlemeler, meta-analizler, editöre mektuplar, editör notları araştırma kapsamına alınmamıştır. Hazırlanan standart veri toplama formu, her bir yayın için araştırmacılar tarafından doldurulmuş, SPSS v. 15 istatistik paket programı kullanılarak istatistiksel dağılım ve analizler yapılmıştır.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

241

Bulgular Araştırmaların 11 tanesi (%24,4) 2015 yılında, kalan 34 tanesi ise 2014 yılı ve önce-sinde yapılmıştır. Çalışmaların ağrılıklı olarak etki değerleri yüksek dergilerde yer almıştır (ortalama (SD): 8,8±(13,7), ortanca= 2,8). Araştırmaların 26 tanesi (%57,8) Dünya Sağlık Örgütü Afrika bölgesinde yapılmıştır. Yayınların 21 tanesi (%46,7) tanımlayıcı, 13 tanesi (%28,9) kesitsel, 6 tanesi (%13,3) kohort ve 5 tanesi (%11,1) müdahale çalışması olarak tasarlanmıştır. Değerlendirilen araştırmaların 7 tanesi (%15,6) sağlık çalışanlarının Ebola hakkında bilgi düzeyini, 11 tanesi (%24,4) risk belirlenmesini, 15 tanesi (%33,3) Ebola’dan korunma-önlemleri, 8 tanesi (%17,8) Ebola vakası tedavisi hakkındadır. Araştırmaların %31,1’inde sağlık çalışanlarının EVH hakkındaki bilgi, beceri ve tecrübe düzeyi, %33,3’ünde sağlık çalışanlarının risk durumu, %33,3’ünde sağlık çalışanlarının salgın yönetimindeki rolü, %24,4’ünde sağlık çalışanlarının korunması, %20,0’sinde hasta olarak sağlık çalışanı, %17,8’nde sağlık çalışanlarının karşılaştığı zorluklar özel olarak incelenmiştir.

Sonuç Sağlık çalışanları ve EVH konusunda yayınlanmış yayınlar incelendiğinde Afrika’da yapılan araştırmalarda sık olarak sağlık çalışanlarının salgınla mücadeledeki rolleri incelenmişken, Afrika dışında yapılan araştırmalarda ise esas olarak Ebola hastalığı-na yakalanmış sağlık çalışanlarına ait vaka raporları öne çıkmakta; sağlık çalışanının korunması ve bilgi düzeyi konusuna ağırlık verilen çalışmalara da yer verilmektedir. Yayınlar içinde Türkiye’den eser bulunmamaktadır. Sağlık çalışanlarının bulaş riskleri konusunda bilinçlendirilmesi, hasta bakımını gerçekleştirirken (özellikle salgınlar gibi ani ortaya çıkan durumlarda ve fatalitesi yüksek hastalıklarda) kendilerini yete-rince korumaları için gerekli ortam ve donanım sağlanması önemlidir. Hastalık öze-linde bu tür kanıta dayalı durum değerlendirmeleri yapılarak sağlık çalışanlarının iş sağlığı için zamanında ve yeterli önlemler alınması desteklenmelidir.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

242

ECZACILIK ALANI İLE İLGİLİ LABORATUVARLARDA ÇALIŞANLARIN LABORATUVAR GÜVENLİĞİ HAKKINDA BAZI BİLGİ VE UYGULAMALARININ BELİRLENMESİ

Esra Emerce Gazi Üniversitesi Ecz. Fak. F. Toksikoloji AD, Ankara [email protected] Bahar Güçiz Doğan Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fak. Halk Sağlığı AD, Ankara

Amaç Eczacılık alanında laboratuvar ortamında çalışanlar, çalışmaları sırasında birçok bi-yolojik, kimyasal ve fiziksel tehlike ile karşı karşıya kalmakta ve çeşitli sağlık riskleri taşımaktadır. Laboratuvarlar, çok tehlikeli/tehlikeli iş yerleri olarak sınıflanmaktadır. Bu araştırmada eczacılık alanı ile ilgili laboratuvarlarda çalışanların, laboratuvar gü-venliği hakkında bazı bilgi ve uygulamalarının belirlenmesi amaçlanmıştır.

Gereç ve yöntem Bu kesitsel araştırma T.C. Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir kurumun altında yer alan la-boratuvarlarda analist ve teknisyen olarak çalışan personelde yapılmıştır. Evrenin %85,0’ına (n=93) ulaşılarak, laboratuvar güvenliğine ilişkin bazı genel bilgilerini, uygulamalarını ve tutumlarını belirlemeye yönelik 55 soruluk, yapılandırılmış ve ön denemesi yapılmış bir anket gözlem altında uygulanmıştır.

Bulgular Çoğunluğunu kadınların (%66,7) oluşturduğu katılımcıların laboratuvar tecrübeleri ortalama 12,8±8,2 yıl olup, haftada ortalama 24,6±10,3 saat laboratuvarda çalışmak-tadırlar. Katılımcıların %14,0’ı laboratuvar güvenliği ile ilgili hiç bir eğitim almadığı-nı belirtmiştir. Laboratuvar güvenliği eğitimi alanların%75,9’u ise kurum içi eğitim aldığını bildirmiştir. Laboratuvar çalışmaları sırasında genellikle yanıcı/patlayıcı (%53,8), çok/akut toksik veya karsinojenik kimyasallar (%29,0) ve fiziksel tehlikeler (%30,1) ile çalıştıkları; “her zaman” önlük, eldiven ve koruyucu gözlük kullanma alış-kanlıklarının sırasıyla %84,9, %66,7 ve %6,5 düzeyinde olduğu belirlenmiştir. Çalı-şanların %11,9’u çalışma hayatı boyunca en az bir kez sağlık personelinin yardımını gerektiren büyük yaralanma geçirmiş, %24,7’si ise son altı ay içinde küçük yaralan-ma geçirdiğini bildirmiştir. Yaşanmış yaralanmalar içinde dikiş gerektirmeyen kesik,

24-25 EKİM 2015, ANKARA

243

ısırık, yırtık (%21,0), kimyasal madde buharı soluma (%16,1) ve ağır yük kaldırma-ya bağlı sorunlar (%12,9) ilk sıralarda yer almaktadır. Çalışanların %58,1’i laboratu-var çalışmalarının risk düzeyini ‘orta risk’, %36,6’sı ‘yüksek risk’ olarak algılamakta-dır. Katılımcıların %40,9’u laboratuvar ortamının ergonomik çalışmayı sağlayacak düzende olduğunu belirtmiştir. Bazı temel laboratuvar güvenliği bilgilerine yönelik sorulara doğru cevap verme ortalaması 100 üzerinden 65,4±26,5’tir. Katılımcıların %22,0’ı laboratuvarlarının çalışmak için güvenli bir yer olmadığını; %62,0’ı genel ola-rak laboratuvarlarındaki güvenlik prosedürlerinin iyileştirilmesi gerektiğini; %80,0’ı laboratuvar güvenliği hakkında düzenli olarak eğitim almanın faydalı olacağını dü-şünmektedir.

Sonuç Çalışanların büyük bir kısmının kurum içi eğitim ile laboratuvar güvenliği hakkında bilgilendirildiği gözlense de bu alandaki sağlık çalışanlarının birçok tehlikeye maruz kaldığı, meslek nedenli küçük-büyük sağlık olayları yaşadığı, güvenlik uygulama-larında yetersiz kaldıkları ve laboratuvar güvenliği hakkında düzenli eğitim almaya istekli oldukları gözlenmiştir.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

244

GAZİANTEP İLİ ŞAHİNBEY İLÇESİNDEKİ AİLE SAĞLIĞI MERKEZLERİNDE GÖREV YAPAN HEKİMLERİN İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KAPSAMINDA KARŞILAŞTIKLARI RİSK VE TEHLİKELERİN İŞ STRESİ DÜZEYLERİNE ETKİSİ

Ahmet Akif Gülgün İSG Yüksek Lisans Öğrencisi Zirve Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gaziantep

Yrd. Doç. Dr. Nilgün Ulutaşdemir Zirve Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Gaziantep [email protected]

Habip Balsak Öğr. Gör. Selehaddin Eyyubi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Diyarbakır

Giriş ve Amaç Hekimler sağlık hizmeti sunumu sırasında bedensel, ruhsal ve sosyal yönden pek çok riske maruz kalmaktadır. Bu nedenle hekimlerin çalışma ortamları ve çalışma koşulla-rının değerlendirilmesi önem taşımaktadır. Bu çalışma; Gaziantep İli Şahinbey İlçe-sindeki Aile Sağlığı Merkezlerinde (ASM) görev yapan hekimlerde mesleki riskler ve etkilerini belirlemek, bu risklerden etkilenme derecesini en az düzeye indirmek ve iş stresi düzeylerini azaltmak için öneriler geliştirmek amacıyla tanımlayıcı olarak plan-lanmıştır. Ayrıca elde ettiğimiz sonuçların; ASM’lerde var olan iş sağlığı ve güvenliği (İSG) kültürünü artıracağına ve Aile Hekimlerinin iş stresi ile ilgili önleyici tedbirlerin alınmasına katkı sağlayabileceği düşüncesindeyiz.

Gereç ve Yöntem Kesitsel, tanımlayıcı tipte olan çalışmanın evrenini Mayıs-Haziran 2015 tarihlerinde Gaziantep’te Şahinbey ASM’lerinde görev yapan Aile Hekimleri (221) oluşturmaktadır. Evrenin tümü araştırma kapsamına alınmış ve 183 kişiye ulaşılmıştır. Araştırmanın ve-rileri; sosyo-demografik özellikler, çalışma ortamı kaynaklı risk ve tehlikeler, İSG uygu-lamalarını etkilediği düşünülen faktörler ile Sağlık Çalışanlarının Güvenliği Ölçeği ve İş Stresi Ölçeği sorularından oluşan anketin direkt gözlem altında uygulanmasıyla top-lanmıştır. Sağlık Çalışanlarının Güvenliği Ölçeği (SÇGÖ); Öztürk ve Babacan (2012)

24-25 EKİM 2015, ANKARA

245

tarafından geliştirilerek geçerlilik ve güvenilirliği yapılan ölçeğin cronbach alpha değeri 0.96 bulunmuştur. İş Stresi Ölçeği (İSÖ) ise, Cohen ve Williamson (1988) tarafından geliştirilmiştir. Ülkemizdeki geçerlilik ve güvenilirliği Baltaş (1998) tarafından yapı-lan ölçeğin cronbach alpha değeri 0.84 bulunmuştur. Araştırma öncesinde Zirve Üni-versitesi Sosyal Bilimlerde İnsan Araştırmaları Etik Kurulu ve araştırmanın yapıldığı kurumdan gerekli izinler alınmıştır. Verilerin analizi ki kare, t testi, tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ve korelasyon analizi kullanılarak yapılmıştır.

Bulgular Araştırma kapsamına alınan ASM’lerde görev yapan aile hekimlerin %41.5’i (76 kişi) kadın, %58,5’i (107 kişi) erkek olup katılımcıların %31.7’si 40 yaş üzerindedir. Aile Hekimlerin %94.5’i Tıp Fakültesi, %5.5’i lisansüstü mezunudur. Hekimlerin %57.4’ü İSG eğitimi aldığını, %72.7’si Kişisel Koruyucu Donanım (KKD) kullandığını ifade etmiştir. İş kazası geçiren hekim oranı ise %16.4’tür. Araştırmaya katılan aile hekim-lerin %55.2’si işten ayrılmayı düşündüğünü belirtmiştir. Araştırma kapsamına alınan ASM’lerde iş güvenliğinin sağlandığı (SÇGÖ puan ortalaması=126.62±31.63, SÇGÖ Skoru=2.81±0.70) saptanmıştır.

Erkeklerde iş kazası, kadınlarda ise mesleki hastalıklar daha fazla görülmektedir (p<0.05). Bu araştırmada hekimlerin iş stresi puan ortalaması (41.71±10.50) ve iş stresi skoruna (2.97±0.75) bakıldığında; “Sağlık ve verimlilik açısından en elverişli iş stresi düzeyinde” oldukları saptanmıştır. Çalışma ortamı güvenliğine dikkat eden aile he-kimleri daha düşük iş stresi yaşamaktadır (p=0.021, t=-2,327). İşi bırakmayı düşünen hekimlerin daha fazla iş stresine maruz kaldığı tespit edilmiştir (p=0.016, F=4.262). Genel olarak hastane ortamında çalışmayı riskli ve tehlikeli bulduğunu düşünen aile hekimleri ile iş stresi puan ortalaması arasında pozitif yönde güçlü bir ilişki bulunmuş-tur (r=0.469, p=0.000).

Sonuç ve Öneriler Bu araştırmanın yapıldığı ASM’lerde iş güvenliğinin sağlandığı ancak aile hekimlerin-de iş stresi; “bazı yönleriyle kişiyi zorlayarak verimliliği arttırırken, bazı yönleriyle de sağlığı tehdit edebilir” biçiminde görülmüştür. Kurum yönetimi tarafından İSG kültü-rünü artırmaya, iş stresini azaltmaya yönelik; “İSG, stresle baş etme, çalışma ortamı kaynaklı risk ve tehlikeler” ile ilgili hizmet içi eğitim programlarının sürdürülmesi ve bu programlara aile hekimlerin katılımının desteklenmesi sağlanmalıdır.

Anahtar Kelimeler Aile Hekimi, İş Sağlığı ve Güvenliği, İş Stresi

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

246

MERSİN İLİNDEKİ SAĞLIK KURUMLARINDA ÇALIŞAN SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ UYGULAMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Gülden Ersöz Prof.Dr., Mersin Tabip Odası Yönetim Kurulu ve Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Komisyon Üyesi, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı

Ali Koray Kenziman Dr., Mersin Tabip Odası Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Komisyon Üyesi, Mersin Halk Sağ-lığı Müdürlüğü İş Sağlığı ve Güvenliği Şube Müdürü

Hakkı Aktaş Arş.Gör.Dr., Mersin Tabip Odası Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Komisyon Üyesi, Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı

A. Öner Kurt Doç.Dr., Mersin Tabip Odası Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Komisyon Üyesi, Mersin Üni-versitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı

Mersin Tabip Odası Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Komisyon Üyeleri

Amaç Mersin İlinde hizmet sunan kamu ve özel sağlık kurumlarında çalışan sağlığı ve güven-liği uygulamalarının değerlendirilmesi amaçlandı.

Gereç ve Yöntem Mersin Tabip Odası Sağlık Çalışanı Komisyonu tarafından yürütülen tanımlayıcı tip-teki bu çalışmanın verileri Eylül 2015 tarihinde anket aracılığıyla toplandı. Çalışmaya Mersin İl merkezi ve ilçelerinde hizmet veren ikinci ve üçüncü basamak toplam 34 sağ-lık kurumu (11 devlet hastanesi, iki ağız ve diş sağlığı merkezi, bir tıp fakültesi hastane-si, 20 özel tıp merkezi/hastane) alındı.

Bulgular Sağlık kurumlarının; 11’i (%32.4) tehlikeli ve 23’ü (%67.6) çok tehlikeli sınıfta, hizmet süresi ortalaması 19.8±23.7 yıl ve çalışan sayı ortalaması 260.0±372.0(6-1399) idi. Ku-rumların 22’sinde (%64.7) işyeri hekimi ve 19’unda (%55.9) İSG (iş sağlığı ve güvenliği) uzmanı görev yapmaktaydı. Kamu kurumlarından ikisinde (%14.2), özel kurumların ise tamamında işyeri hekimi mevcuttu. Kamu kurumlarının hiçbirinde İSG uzmanı gö-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

247

rev yapmazken özel kurumların tamamında İSG uzmanı çalışmaktaydı. İşyeri hekim-lerinden sekizinin (%36.4) (kamuda %50, özelde %35), İSG uzmanlarından üçünün (%15.7) çalışma süresi mevzuat açısından yeterliydi. Kurumların 23’ünde iş sağlığı ve güvenliği kurulu (İSGK) oluşturulması mevzuata göre zorunluydu ve 22’sinde (%95.6) İSGK mevcuttu. İSGK’lerin 15’inin (%68.2) her ay düzenli olarak toplantı yaptığı, 18’inde (%81.8) çalışan temsilcilerinin yer aldığı, yarısında toplantılarında alınan ka-rarların noter onaylı karar defterine yazıldığı ve 14’ünde (%63.6) kurul kararlarının çalışanlarla paylaşıldığı saptandı. Kurumların 32’sinde (%94.1) (kamuda %100, özelde %90) risk değerlendirmesinin yapıldığı, 18’inde (%52.9) noter onaylı saha tespit defte-rinin olduğu ve İSG yönergesinin hazırlanmış olduğu belirlendi. Kurumların 15’inde (%44.1) taşeron şirket olduğu ve taşeron şirketlerin İSG uygulamalarının beş kurumda (%33.3) üst işveren tarafından denetlendiği, buralarda görev alan işyeri hekimi ve İSG uzmanlarının sadece iki kurumda (%13.3) İSGK’na dâhil edildiği belirlendi. Kurumla-rın, 30’unda (%88.2) çalışanların 2014 yılı içerisinde periyodik muayenelerinin yapıldı-ğı, İSG giderlerinin 20 kurumda (%58.8) (kamuda %21.4, özelde %85.0) kendi hasta-nelerinin döner sermayesinden, 14 kurumda (%41.2) (kamuda %78.6, özelde %15.0) sosyal güvenlik kurumundan karşılandığı saptandı.

Sonuç Mersin İlinde sağlık kurumlarının; üçte ikisinde işyeri hekimi ve yaklaşık yarısında İSG uzmanının görev yapması insangücü açısından büyük bir eksikliktir. Mevcut insangücü açısından kamu kurumları özel kurumların çok gerisindedir. Sunulan İSG hizmet süre-si mevzuata göre yetersizdir. İSGK kurma zorunluluğu olanların hemen hepsinde ku-rulun olduğu, tamamına yakınında risk değerlendirmesinin yapıldığı buna karşın İSG yönergesinin kurumların ancak yarısı tarafından hazırlandığı ve taşeron şirketlerin İSG çalışmalarının yetersiz olarak denetlendiği belirlendi. Sağlık kurumlarının çoğunda periyodik muayenelerin yapılması çalışan sağlığı açısından olumludur. Mersin İlinde-ki özel sağlık kurumlarında görev yapan sağlık çalışanlarının, çalışan sağlığı açısından görece kabul edilebilir düzeyde hizmet aldıkları, bunun yanında kamuda görev yapan sağlık çalışanlarının sağlık ve güvenliğinin risk altında olduğu söylenebilir. Çalışmanın diğer hedeflerinden biri de İSG konusuna sağlık kurumlarının dikkatini çekmektir. Ek-sikliklerin bir an önce tamamlanacağı kanısındayız. Eksiklikler tamamlandıktan sonra çalışan sağlığı hizmetlerini niteliksel boyutuyla değerlendiren araştırmaların yapılabil-mesi için çalışmamız bir kaynak oluşturacaktır.

Anahtar Kelimeler Sağlık Çalışanı, Çalışan Sağlığı, İşyeri Hekimi, İş Güvenliği Uzmanı, Hastane

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

248

HASTA VE SAĞLIK ÇALIŞANI GÜVENLİĞİ PLATFORMU

Güvenlik, insanın temel ihtiyaçlarındandır ve çocukluğumuzdan itibaren olgunlaşır. İnsanoğlu için vazgeçilmez, karşılanması zorunlu ve çok değerlidir. Çalışma hayatında ise, sağlığın korunması ve güvenliğin sağlanması, dünyada birlikte ele alınan konular haline gelmiştir. Bunun en önemli nedeni, insan hayatının ve sağlığının maddi kar-şılığının ölçülememesidir. “Bana bir şey olmaz’’ düşüncesiyle baktığımızda iş kazası ve meslek hastalığı riskini artırmaktayız. Çalışanın başına gelen iş kazası veya meslek hastalığının, sadece çalışanı değil, aynı zamanda bakmakla yükümlü olduğu kişileri de etkilediğini unutmamalıyız. Her insan değerlidir. Her hastanın güvenliği, her çalışanın sağlığı ve güvenliği bizim için çok değerlidir.

Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu, hasta ve sağlık çalışanı açısından güven-lik unsurunu tüm yönleriyle inceleyen teknik ve bilimsel bir paylaşım platformudur. Platform “Hasta Güvenliği” ve “Sağlık Çalışanı Güvenliği” konularındaki en güncel ve-rileri siz değerli üyeleriyle paylaşarak bu alanda en güncel verilerle sağlık ve güvenliğin geliştirilmesine önemli katkılarda bulunmayı hedeflemektedir.

Platformda hasta ve sağlık çalışanı güvenliği alanındaki teknik ve bilimsel veriler sis-tematik olarak özetlenmekte ve her hafta yeni bilgiler yüklenmektedir. Bu alana ilgi duyan kişiler, doktor, avukat ve politikacılar gibi karar vericiler ve kanun koyucular her türlü bilgiye platformdan ulaşabilirler. Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platfor-mu her biri birbiri ile ilişkili farklı modüllerden (güncel mevzuat ve literatür veritabanı, sözlük, istatistikler, ilgili toplantılar vb. alanlar) oluşmaktadır.

Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu; teknik ve bilimsel literatürü, hasta ve sağlık çalışanı güvenliği konularındaki yayınları ve ilgili toplantıları izlemenize olanak sağlar. Platformda yer alan tüm bilgiler konunun uzmanları ve/veya bu alanda hizmet veren kamusal kurumlar tarafından hazırlanmaktadır.

Amacımız Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu, sağlık sektöründe dünyada ve ülkemizde çok önemli bir konu olan hasta ve sağlık çalışanı güvenliğinin önemine dikkat çekerek ulusal sağlık standartlarını daha iyi bir noktaya taşımak amacıyla yola çıktı.

Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu, hasta ve sağlık çalışanı güvenliği konusu ile ilgili çalışan tüm profesyoneller, kurum ve kuruluşları tarafsız bir ortamda tek çatı altında toplayarak;

- Konuyla ilgili profesyoneller ve kurumlar arasındaki işbirliğini güçlendirmek,

24-25 EKİM 2015, ANKARA

249

- Hasta ve sağlık çalışanı güvenliği ile ilgili farkındalık yaratmak, - Kamu kurumları düzeyinde çalışmalar yapmak, - Yapılan çalışmalar sonucu konu ile ilgili yasal düzenleme seviyesine ulaşmak, - Böylece hasta ve çalışan sağlığını tehdit eden öğeleri kontrol alma ve önleme yo-luyla, hayati riskleri ve büyük mali yükümlülükleri ortadan kaldırmayı hedeflemek-tedir.

Misyonumuz- Farkındalık ve Bilinçlendirme Oluşturma: Hasta ve sağlık çalışanı güvenliğini ta-nımlama, konunun sağlıkla ilgili tarafının yanında sosyal ve ekonomik etkilerine de dikkat çekerek hasta ve sağlık çalışanı güvenliğinin önemi ile ilgili farkındalık ve bi-linç oluşturma.- Ulusal Standartların Belirlenmesi: Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu’nda gerçekleştirilecek işbirlikleri sayesinde farklı paydaşların katılımı ile yapılacak çalış-malarla ulusal standartların belirlenmesi, konuyla ilgili referans olabilecek rehber ve kitapçık yayınlanması.- Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Eğitimlerinin Yapılması: Konuya ilişkin eğitim paketi hazırlanması, uygulanması ve yaygınlaştırılması.- Sürdürülebilirliğin Sağlanması: Sürdürülebilir önleme ve koruma politikalarının hayata geçirilmesi ve tüm bu çalışmaların sonunda Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenli-ği Mevzuatına ilişkin standartların oluşturulması.

Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu’nun görevi; hasta ve sağlık çalışanı güven-liği hakkında teknik ve bilimsel bilgiyi toplamak, bilgiyi kolay anlaşılabilir formda sun-mak ve isteyen her kişiye ulaşılabilir olmayı sağlamaktır. Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu, objektif ve güvenilir doğru bilgiye kat-kıda bulunmayı amaçlamaktadır. Platforma veriler bağımsız, alanında uzman kişiler tarafından girilmektedir.

Güvenli ve sağlıklı ortamlarda bir arada olmak dileğiyle,

Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu Yürütme Kurulu Prof. Dr. Erdal Akalın Doç. Dr. F. Nurhayat Saydam Bayazıt Prof. Dr. Metin Çakmakçı Öğr. Gör. Arzu Fırlarer Doç. Dr. Alparslan Kılıçarslan Prof. Dr. Serhat Ünal Prof. Dr. Ali Naci Yıldız

Hasta ve Sağlık Çalışanı Güvenliği Platformu İşletme Koordinatörü Ecz. İbrahim Çevik

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

250

PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ HASTANESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRE VE TEKNİSYENLERİN MESLEKİ RİSK ALGISININ BELİRLENMESİ

Erkan S*, Zencir M** *PAÜ Hastanesi Eğitim Hemş. **PAÜ Tıp Fakültesi Halk Sağlığı A.D [email protected]

Giriş ve Amaç Sağlık hizmetleri, diğer iş kollarından daha kompleks bir içeriğe sahiptir. Özellikle hastaneler sağlık, konaklama, mühendislik vb. bir çok faaliyeti kapsamaktadır. Has-taneler elektrik-elektronik cihazların yaygın olarak kullanıldığı, ağır malzemelerin ve hastaların taşındığı, kimyasal ve radyoaktif maddelerin sık kullanıldığı, biyolo-jik materyal, kesici delici aletlerin bir arada bulunduğu, çamaşırhane, sterilizasyon gibi hizmet üreten ünitelerin, depoların, tehlikeli atıkların bulunduğu ve stresli kalabalık bir hasta grubunu barındıran yerlerdir. Bütün bunların yanında yoğun çalışma temposu, uzun süreli ve kesintisiz çalışma, vardiyalı çalışma vb. etkenler sağlık çalışanlarının diğer iş kollarında çalışanlara göre daha çeşitli meslek riskleri ile karşılaşmasına ve sağlıklarının olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır (Dokuzo-ğuz 2004, Abbasoğlu vd 2006, Parlar 2008).

Sağlık işletmeleri sağlıklı ve güvenli bir çalışma ortamı açısından en riskli grup-ta yer almalarına ve sağlık politikalarıyla birlikte bu risklerin daha da artmasına rağmen sağlık çalışanlarına yönelik yapılan işçi sağlığı ve güvenliği çalışmaları hala çok yetersizdir (Uçak 2009). İşçi sağlığı ve güvenliği hizmetleri ile meslek hastalık-larının, iş kazalarının ve işe bağlı sağlık sorunlarının önlenmesinde tehlike ve risk-lerin belirlenmesi önemli yer tutmaktadır (Sakaoğlu Manavgat ve Mandıracıoğlu 2012, Bilir ve Yıldız 2013, TDK 2014).

Tehlike TDK sözlüğünde “büyük zarar veya yok olmaya yol açabilecek durum” olarak tanımlanır. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda (No 6331,Madde 3) tehlike; işyerinde var olan ya da dışarıdan gelebilecek, çalışanı veya işyerini etkileyebilecek zarar veya hasar verme potansiyeli olarak tanımlanmıştır. Tehlikenin tespitindeki amaç, işi yerine getirirken iş ortamından kaynaklanan sorunları ve bunların dü-zeylerini belirlemektir. Tehlike, uygun olmayan biçimde iş yapmaktan ya da uygun

24-25 EKİM 2015, ANKARA

251

olmayan iş ortamından doğar. Tehlikenin çalışanlar üzerindeki etkisi, maruziyet süresine, maruziyet yoğunluğuna ve çalışanın özelliklerine (duyarlılığı, direnci, ko-ruyucu önlemleri uygulaması vb) bağlı olarak değişmektedir (Özkan 2005, Bilir ve Yıldız 2013). Tehlikenin var olduğu bilgisi genel prensiplerden ve kişinin kazanmış olduğu deneyimlerden çıkarılır (Trimpop and Zimolong 2011).

Risk, belirli bir süre içerisinde, belirli ve istenmeyen bir olayın meydana gelme ola-sılığıdır. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nda (No 6331,Madde 3) risk; tehlikeden kaynaklanacak kayıp, yaralanma ya da başka zararlı sonuç meydana gelme ihtimali olarak tanımlanmıştır. Bir başka tanımla risk, tehlikenin açığa çıkma olasılığı nede-niyle meydana gelebilecek zarar, hasar veya yaralanmadır. Hastanelerde kesici deli-ci aletler tehlikeye ve bu aletlerin batması sonucu yaralanma, bulaşıcı hastalığın or-taya çıkması riske örnek verilebilir. Riskin varlığından söz edebilmek için üç koşul gereklidir: Riskin kaynağı, maruziyet ve olumsuz sonuçlar (Özkan 2005, Taşcıoğlu 2007, Baysal 2007, Ceylan ve Başhelvacı 2011, Bilir ve Yıldız 2013, Yavuz 2012).

Risklerin kontrol altına alınması için, hangi riskin öncelikle kontrol edilmesi ge-rektiği ve bunun nasıl bir plan dahilinde yapılabileceği, kontrol uygulamalarının sonuçlarının nasıl değerlendirileceği konuları “risk yönetimi” olarak tanımlan-maktadır. Risk yönetiminin önemli bileşenlerinden biri olan risk algısı ise; riskin niteliği ve şiddeti hakkındaki öznel yargıdır (Sakaoğlu Manavgat ve Mandıracıoğlu 2012, Bilir ve Yıldız 2013). Risk algısını etkileyen etmenler; maruz kalışın gönüllü ya da zorunlu olması, riskin kontrol edilebilirliği, riske aşina veya yabancı olun-ması, geri dönülebilirlik, riske maruz kalan kişi sayısı, riskin etkisinin geç ya da er-ken çıkması, sonucun şiddeti, sonucun olağan ya da dehşet verici olması ve riskin sonuçlarının çalışan tarafından bilinmesi şeklinde tanımlanmıştır (Özkan 2005, Erdoğan ve Ergün 2011, Sakaoğlu ve Manavgat 2012). Çalışan işi gönüllü yapıyor-sa ya da yaptığı işin yarar sağlayacağını düşünüyorsa yaptığı işi riskli algılamaz (WEB_3). Risk algısı, çalışanın deneyimlerinden, bilgisinden, emir alıp almama durumundan, psikolojik ve kültürel özelliklerinden etkilenmektedir (Özkan 2005, Alexopoulos vd 2009, Erdoğan ve Ergün 2011). İç faktörler (deneyim, hafıza, stres, ruh hali) ve dış faktörler (çevre, gruplar, işaretler, koruyucu faktörlerin olmaması) algıyı, algı da kararları etkileyerek güvenli ya da riskli davranışın oluşmasına neden olmaktadır. (WEB_3).

Hastanelerdeki işçi sağlığı ve güvenliği hizmetleri kapsamında tehlike ve riskle-rin belirlenmesinin yanında çalışanların risk algısının da belirlenmesi önem arz etmektedir. Çalışma ortamı ile ilgili risk algısının belirlenmesi; çalışanlarda dav-ranış değişikliği yaratmada ve sağlık ve güvenlik duygusu geliştirmede önemli yer tutmaktadır (Özkan 2005).

Bu çalışma Pamukkale Üniversitesi Hastanesi’nde çalışan hemşire ve teknisyenlerin mesleki risk algılama durumları ve bunu etkileyen etmenleri belirlemek amacıyla yapılmıştır.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

252

Gereç ve Yöntem Kesitsel nitelikteki bu çalışma Pamukkale Üniversitesi Hastanesi’nde 10 Ağustos – 5 Eylül 2012 tarihlerinde yürütülmüştür. Toplam 349 hemşire ve teknisyenin, 240’ına (%69) ulaşılmıştır. Sosyo-demografik özellikler, çalışma yaşamı, mesleki risk algısı ve koruyucu önlemlerle ilgili sorulardan oluşan anket formu ile veriler toplanmıştır.

Çalışmanın temel bağımlı değişkeni mesleği riskli olarak algılama durumu olup beş-li likert olarak sorgulanmış; hiçbir riski yok, hayır ve evet, biraz riskli yanıtları “risk-li değil”, orta düzeyde ve çok riskli yanıtları “riskli” olarak analiz edilmiştir. Risklerle karşılaşma durumları da dörtlü likert olarak sorgulanmış, hiç ve bazen karşılaşanlar “hiç-bazen” sık sık ve sürekli karşılaşanlar “sık-sık-sürekli” olarak kabul edilerek ana-liz edilmiştir. Önlem ile ilgili soruda önlemlerden herhangi birini kullananlar “önlem alan”, hiçbirini kullanmayanlar “önlem almayan” olarak kabul edilmiştir.

Verilerin analizinde ki-kare analizleri kullanılmıştır.

Bulgular Araştırmaya 349 kişi katılmış olup %88.3’ü hemşire, %11.7’si teknisyendir. Araştırmaya katılanların yaş ortalaması ise 29.9 ± 6.1 olup çoğunluğu (%83.8) kadındır. Yaklaşık ya-rısı (%48.7) 30 yaştan küçük, %62.1’i evli, %33.3’ü bekardır. Eğitim düzeyleri açısından %55.0’ı lisans, %22.9’u ön lisans, %18.3’ü sağlık meslek lisesi mezunudur. İstihdam açı-sından kadrolu (657-4a) personeller %60.3, sözleşmeli (4b) %20.9, taşeron şirket (4857) üzerinden çalışanlar %18.8’dir. Araştırmaya katılanların yaklaşık yarısı (%51.0) klinik-lerde çalışmaktadır. Diğer çalışılan bölümler yoğun bakım/derlenme %13.8, acil %8.4, ameliyathane %6.7, laboratuvarlar %5.9, görüntüleme merkezleri %5.4, poliklinikler %3.3, kan alma %3.3 ve merkezi sterilizasyon ünitesi %2.1’dir.

Çalışanların %69.5’i işlerini çok riskli algılarken, %2.1’i riskin olmadığını, %9.6’sı ise biraz riskli olduğunu ifade etmiştir. Araştırmaya katılanların %88.3’ü işlerini riskli (orta düzey riskli + çok riskli) algılamıştır. İşi riskli olarak algılama hemşirelerde %90, teknisyenlerde %75’dir (Tablo.1).

Tablo.1: Araştırmaya katılanların işi riskli görme durumu

24-25 EKİM 2015, ANKARA

253

Araştırmaya katılanlar için en sık belirtilen riskli durum invaziv girişimlerdir (%45.0). Bunu enfeksiyon (%19.2), hasta ve hasta yakınları (%11.3) izlerken koruyucu önlem almadan çalışma en az belirtilen (%1.3) risk taşıyan durumdur (Tablo.2).

Tablo.2 Araştırmaya katılanlara göre hastane ortamı ile ilgili riskli algıdıkları durumlar

*:Birden fazla yanıt verilebilir

İşin risk olarak algılamayı etkileyen bağımsız değişkenler incelendiğinde; yaş, görev unvanı ve görev yeri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanırken, cinsiyet, eğitim durumu, kadro durumu, çalışma şekli, nöbet/icap, fazla mesai, görev dışı iş ve risk bilgisi arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır (Tablo.3 ve4).

Yaşa göre işin riskli algılanması arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmış-tır (p=0.007). Yirmi beş yaştan küçüklerde (%78.2) ve 35 yaşın üzerindekilerde (%83.9) işi riskli algılama daha düşüktür (Tablo.3).

Görev unvanına göre işin riskli algılanması arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır (p=0.029). Hemşirelerin işi riskli algılamaları (%90.0) teknisyenlere göre (%75.0) daha yüksektir (Tablo.4).

Çalışılan bölüm ile işin riskli görülmesi arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0.001). Yoğun bakım/derlenme ve merkezi sterilizasyon ünitelerinde çalışanların işi riskli algılamaları (%100) diğer bölüm çalışanlarından daha yüksektir.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

254

Tablo.3 Araştırmaya katılanların sosyo demografik özelliklere göre işlerini riskli algılama durum-larının karşılaştırılması

24-25 EKİM 2015, ANKARA

255

Tablo.4 Araştırmaya katılanların çalışma yaşamı ile ilgili özelliklere göre işlerini riskli algılama durumlarının karşılaştırılması

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

256

Araştırmaya katılanların çalışma ortamından kaynaklı risklerle karşılaşma durumları incelendiğinde sürekli ve sık sık karşılaşılan risklerde ilk üç sırayı sürekli ayakta kalma (%86.5), enfeksiyon (%64.2) ve dezenfektan solüsyonlar (%48.3) almaktadır (Tablo.5).

Tablo.5 Araştırmaya katılanların çalışma ortamından kaynaklı risklerle karşılaşma sıklığı

Araştırmaya katılanların yarısı (%50.4) mesleki risklerle ilgili bilgilendirilmiştir.

Araştırmaya katılanların neredeyse tamamı (%97.1) önlem gereksinimi olduğunu ifade etmektedirler.

Eldiven ve el yıkama dışında alınan koruyucu önlemler arasında maske-önlük ve göz-lük kullanımı (%23.8) ve el dezenfektanı (%23.8) ifade edilmektedir.

Araştırmaya katılanların %70.1’i çalıştıkları bölümde koruyucu önlem alınmadığını; %84.6’sı sağlık taraması yapılmadığını ve büyük bir çoğunluğu (%94.2) çalıştıkları bö-lümde risk değerlendirmesinin yapılmadığını belirtmişlerdir.

Araştırmaya katılanların %83.3’ü hepatit aşısı yaptırmıştır. Diğer aşılar ise %45.4 ile te-tanoz ve %8.3 ile BCG’dir .

Araştırmaya katılanların %41.1’i kurumdan mesleki risklere yönelik önlem olarak per-sonel desteği istemektedir. Bunu %27.7 ile sağlık taraması, %26.8 ile eğitim, %11.6 ile risk tespiti, %9.8 ile koruyucu ekipman ve güvenliğin sağlanması izlemektedir.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

257

Risklere ilişkin maruziyeti azaltmak için önlem alma durumlarını etkileyen bağımsız değişkenler incelendiğinde; kadro durumu ve çalışılan bölüm arasında anlamlı farklı-lık saptanırken, görev unvanı, çalışma şekli, nöbet/icap, fazla mesai, görev dışı iş ve risk bilgisi arasında anlamlı farklılık saptanmamıştır (Tablo.6).

Tablo.6 Araştırmaya katılanların çalışma yaşamı ile ilgili özelliklere göre işlerinde önlem alma du-rumlarının karşılaştırılması

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

258

Sonuç Hemşire ve teknisyenler işlerini riskli algılamaktadırlar. Hemşirelerde işi riskli görme teknisyenlerden daha yüksektir. Hemşire ve teknisyenlerde koruyucu önlem alma düşüktür.

KAYNAKLAR 1. Abbasoğlu, S., Emiroğlu, N., İlhan, M., Koşar, L. ve Kesedar, S. (2006) Sağlık Çalışanları-nın Sağlığı Kime Emanet, Toplum ve Hekim Dergisi, 21 (3):173-179.

2. Baysal, B. (2007) Kobilerde İş sağlığı ve Güvenliği Risk Değerlendirmesi, İş Sağlığı ve Güvenliği Dergisi, 7 (36):17-19

3. Bilir, N. ve Yıldız, A. N. (2013) İş Sağlığı ve Güvenliği, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 111-648s.

4. Ceylan, H. ve Başhelvacı, V. S. (2011) Risk Değerlendirme Tablosu Yönetimi İle Risk Analizi: Bir Uygulama, İnternational Journal Of Engineering Research and Development, 3 (2).

5. Dokuzoğuz, B. (2004) Sağlık Çalışanlarının Mesleki Riskleri, Hastane Enfeksiyonları Kontrol Kitabı, Hastane Enfeksiyonları Derneği Yayını No:2, Bilimsel Tıp Yayınevi, Ankara, 403-417s.

6. Erdoğan, Ö. ve Ergün, M. (2011) İki Meslek Grubunda Çalışan Personelin Denetim Oda-ğı ve Risk Eğilimi Düzeylerinin Karşılaştırılması, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 40:176-185.

7. Özkan, Ö. (2005) Hastanede Çalışan Hemşirelerin İş ve Çalışma Ortamı Tehlike ve Riskleri İle Risk Algılarının Saptanması, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimle-ri Enstitüsü, Ankara, 4-97s.

8. Parlar, S. (2008) Sağlık çalışanlarında Göz Ardı Edilen bir Durum: Sağlıklı Çalışma Or-tamı, TAF Preventive Medicine Bulletin, 7 (6):547-554.

9. Sakaoğlu Manavgat, S. ve Mandıracıoğlu, A. (2012) Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Has-tanesi’nde Kişisel Dozimetre Taşıyan Çalışanların Mesleksel İyonlaştırıcı Radyasyon Risk Algısı, Türk Tabipleri Birliği Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 43:34-43.

10. Taşcıoğlu, İ. (2007) Lüleburgaz Devlet Hastanesi ve Lüleburgaz 82. Yıl Devlet Hastane-sinde İş ve Çalışma Ortamından Kaynaklanan Riskler ve Bu Riskleri Hemşirelerin Algıla-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

259

ma Düzeylerinin Saptanması, Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Ensti-tüsü, Edirne, 7-59s

11. TDK (2014) Türk Dil Kurumu, www.tdk.gov.tr (08.09.2015)

12. Trimpop, Rbdiger, M. and Zimolong, Bernhard, M. (2011) Risk Reception. İn 59. Safety Policy and Leadership, Saari, Jorma, Editor, Encyclopedia of Occupational Health and sa-fety Jeanne Mager Stellman, Editor-in-Chief. İnternational Labor Organization, Geneva.

13. Uçak, A. (2009) Sağlık Personelinin Maruz Kaldığı İş Kazaları ve Geri Bildirimlerinin Değerlendirilmesi, Yüksek Lisanas Tezi, Afyonkarahisar Kocatepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Afyon, 1-18s.

14. Yavuz, C.I. (2012) Sağlık ve Çevre Profesyonellerinde Çevresel Risk Algısı: Eski Bir Ça-lışmadan Güncele Dair İpuçları, Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 45-46:69- 79.

15. WEB_3. From Risk Perception to Safe Behaviour https://www.sia.org.au/.../From_Risk_Perception_to_Safe_Behaviour.pdf (01.09.2015)

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

260

SAĞLIK ÇALIŞANLARINDA KESİCİ-DELİCİ ALET YARALANMALARI İLE İLİŞKİLİ FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Mehtap Solmaz [email protected] İş Güvenliği Uzmanı, Tokat Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği. Tokat

Tuğba Solmaz Öğretim Görevlisi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Erbaa Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu. Tokat

Giriş Dünya’da 5,6 milyon insan sağlıkla ilişkili işlerde çalışmakta, yılda üç milyon sağlık çalışanı işle ilgili tehlikelerden biri olan kan ile bulaşan enfeksiyonlara maruz kal-maktadır. Bu etkenlerden ilk sırayı virüsler alırken; güncel olarak sıklıkla hepatit B virüsü (HBV), Hepatit C virüsü (HCV) ve human immunodeficiency virüs (HIV) ayrıca Kırım Kongo kanamalı ateşi, Hanta virüs enfeksiyonları görülmektedir.

Bu enfeksiyonların bulaşmasında en sık neden kesici-delici aletlerle yaralanmalar-dır. Sağlık çalışanları hergün kesici delici yaralanmalar ile ölümlü patojenlere maruz kalmaktadır. Bu yaralanmalar hastane ortamında işle ilgili yaralanmaların üçte bi-rinden sorumludur ve iş sağlığı risk faktörü olarak görülmektedir.

Amaç İleriye dönük; kohort araştırması olan bu çalışma; kan yolu ile bulaşan hastalıklar açısından önemli bir risk grubu olan sağlık çalışanlarında kesici-delici alet yaralan-ma nedenlerini, sıklığını, yaralanmayı önlemeye yönelik yapılan çalışmaların etkin-liğini ve bunu etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla yapılmıştır.

Yöntem Araştırmanın evrenini, 1 Ocak 2013- 30 Haziran 2015 tarihleri arasında Tokat Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliğine bağlı sağlık tesisi çalışanlarında ke-sici-delici aletle meydana gelen kayıtlı vakalar, Enfeksiyon Kontrol Komitesi (EKK) tarafından düzenlenmiş olan formlar ve hastane bilgisayar sisteminde kayıtlı veriler oluşturmaktadır. Bu veriler retrospektif olarak incelenerek vakalara ait demografik özellikler, meslek grupları, yaralanma şekilleri, maruziyet esnasında kullanılan ko-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

261

ruyucu ekipmanlar, kaynağın bilinip bilinmemesi gibi faktörler değerlendirilmiştir.

Araştırma kapsamında, elde edilen veriler sayı ve yüzdelik hesaplama kullanılarak değerlendirilmiştir.

Bulgular Yapılan değerlendirme neticesinde; yaralanmaya maruz kalan toplam 190 personel takip edilmiştir. 190 personelin % 71,6’sı kadın, % 28,4’ü ise erkektir. Meslek grupla-rına bakıldığında; % 66,3’ü hemşire, % 21’i temizlik personeli, % 2,1’i teknisyen, % 2,1’i tıbbi atık personeli, % 4,7’si doktor, %3,7’sinin ise diğer meslek grupları (ATT, fizyoterapist vb) olduğu tespit edilmiştir.

% 89,5’i enjektör ucu, % 1’i sütur iğnesi, % 0,5’i bistüri, %1.6’sı kateter ucu, % 1,6 diş el aletleri, % 5,8’i diğer aletlerle (jilet, lanset vb) yaralanmıştır.

Yaralanmanın olduğu çalışma birimleri incelendiğinde; % 46,3’ü servis, %15,3’ü ameliyathane, % 13,6 acil servis, % 10,5’i yoğun bakım, % 0,5’i hasta odası, % 0,5’i laboratuvar, %1,6’sı kan alma ünitesi, % 2,6’sı poliklinik ve % 8,9’u diğer çalışma birimlerinde (diş ünitesi, fizyoterapi ünitesi, doğum salonu, röntgen vb) meydana gelmiştir.

Yaralanan vücut bölgelerinin % 62,6 sağ el, %35,2 sol el, % 2,1 sol bacak, % 0,5 sağ bacak, % 0,5 sol kol olduğu görülmüştür.

Yaralanmaya maruz kalınan materyalin % 71’i kan ve diğer vücut materyalleri ile kontamine, % 11,5’i kontamine değil, % 17,3’ünün ise kontamine olma durumu bi-linmemektedir.

Yaralanma sırasında personelin % 87,3’ü kişisel koruyucu donanım giydiği ve bun-lardan % 82,6’sı eldiven, % 8,4’ü maske, % 1,5’i çift eldiven kullanmıştır.

190 vakanın 157 (% 82,6)’sinde kaynak bellidir ve 19 (% 12)’u HBsAg pozitif, 7 (% 4,45)’si Anti-HCV pozitiftir. Sağlık personellerinin olay sonrası takiplerinde Hepatit B, Hepatit C ve HIV pozitifliği saptanmamıştır.

Sonuç Sağlık çalışanları çalıştıkları ortamdan ve temas içinde oldukları hastalardan çeşitli enfeksiyon etkenlerine maruz kalma riski ile karşı karşıyadır.

Çalışmamızın sonuçlarına baktığımızda; yaralanma oranı bakımından hemşireler en üst sırada yer almaktadır. Biz bunun nedeninin hemşirelerin enjeksiyon, damar yolu açma, kan şekeri ölçümü, kan alma gibi invaziv işlem sıklığının fazla olması, yetersiz sayıda olmalarından dolayı kişi başına düşen iş yükünün fazlalığından kay-naklandığını; hemşire çalışma ünitelerine uyarı görsellerinin asılması, kesici delici

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

262

atık kutulu tedavi tepsilerinin kullanımının yaygın hale getirilmesi, güvenli alet ter-cih edilmesinin yaralanma oranlarını azaltacağını düşünmekteyiz.

Yardımcı personelin yaralanma nedeninin, atıkların uygun şekilde uzaklaştırılma-ması olduğunu düşünmekteyiz.

Doktorların düşük oranda bildirim olmasının nedeni ise olayın önemsenmemesi olabilir.

Sağlık çalışanları enfeksiyon ajanlarına karşı kendilerini korumak ve ayrıca diğer hastaların etkilenmelerini önlemek için bazı önlemler almalıdır. Bazı ajanlara karşı temas önlemleri almak oldukça önemlidir. Bazı ajanlarla ise temas öncesi bağışık-lanmak, temas sonrası bağışıklanmak ve profilaksi önemlidir. Sık yaralanmaya ne-den olan aletler için ikame yöntemi uygulanmalı, zararsız ve daha az zararlı olanla yer değiştirilmelidir. Kesici delici aletler kullanıldıktan sonra ortalıkta bırakılmama-lı, uygun şekilde uzaklaştırılmalıdır.

Sağlık personelini maruziyetler ve bulaşıcı hastalıklardan korumak için eğitim, de-netim, rehberlik ve bağışıklama programlarının gözden geçirilmesi, kesici delici aletlerle yaralanma durumunu etkileyen etmenlerin ortaya konmasını hedefleyen araştırmalar planlanarak iş güvenliği uygulamalarını belirlemek gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler Sağlık personeli, kesici-delici alet, yaralanma, olay bildirimi, iş güvenliği

24-25 EKİM 2015, ANKARA

263

SAĞLIK PROFESYONELLERİNE YÖNELİK MOBBİNG: BİR LİTERATÜR TARAMASI

*Rana Can *Hatice Tambağ *Yard Doç Dr. *Mustafa Kemal Üniversitesi Hatay Sağlık Yüksekokulu, Hatay [email protected]

Giriş Hasta bireylere hizmet veren sağlık profesyonelleri yoğun çalışma saatleri ve fazla iş yükü ile hizmet vermektedirler. Özellikle bu koşullarda mobbinge maruz kalmaları sağlık profesyonelleri üzerinde baskı yaratarak, çalışma koşullarını daha da ağırlaş-tırmaktadır. Bu çalışma son on yıllarda daha çok üzerinde konuşulan sağlık profes-yonellerine yönelik mobbing konusunda yapılan tez çalışmalarını derlemek amacıy-la planlanmıştır.

Gereç ve Yöntem Çalışmada Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Tez Merkezi internet sayfasında bulu-nan tezler taranmıştır. Taramada “psikolojik taciz”, “sağlık çalışanı”, “mobbing”, “psi-kolojik şiddet”, “psikolojik yıldırma” ve “hemşirelik” anahtar kelimeleri kullanılmış-tır. Verilerin seçimi sırasında Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı Tez Merkezi tarama motorunda yer alan “tez adı” ve “tezin konusu” başlıkları altındaki konuyla ilgili bağlantılı tezler dikkate alınmıştır. Bu bağlamda 849 tezin adı ve konu başlıkları tek tek incelenmiş, konuyla ilgili bağlantılı tezler gruplara ayrılmıştır.

Bulgular Çalışmada sağlık çalışanlarına yönelik mobbing ile ilgili 39 teze ulaşılmıştır. Bu tez-ler konu alanlarına göre hemşirelik, tıp ve diğer (psikoloji, sağlık kurumları yöneti-mi, çalışma ekonomisi, işletme, sosyal hizmetler) olmak üzere üç gruba ayrılmıştır. Bu bağlamda hemşirelik konu başlığı altında 18 tez, tıp konu başlığında bir tez ve diğer konu başlığı altında 20 tez bulunmuştur. Konuyla ilgili tezlerin ilkinin 2007 yılında yapıldığı görülmektedir. Bu tezlerin 21’i sadece hemşireler, biri hekimler, 2’si hekim ve hemşireler ve 15’i sağlık çalışanları üzerinde yapılmıştır. Bu çalışmaların üç tanesi doktora tezi, bir tanesi tıpta uzmanlık tezi, 35 tanesi yüksek lisans tezidir.

Sonuç Mobbing sağlık profesyonellerini yoğun çalışma koşulları içinde olumsuz etkileyen

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

264

önemli faktörlerdir. Bu alanla ilgili çalışmaların sınırlı olduğu ve yakın zamandan itibaren mobbing konusunun çalışmalarda ele alındığı görülmektedir. Yapılan çalış-maların genellikle tek bir sağlık profesyoneline özellikle hemşirelere yönelik olduğu görülmüştür.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

265

SAĞLIK SİSTEMİNİN ERGONOMİK SORUNLARI

Dr. Mücahit Altuntaş İç Hastalıkları Uzmanı, Bayındır Kavaklıdere Hastanesi, Ankara

Sağlık gelişen teknolojiyle birlikte beklentilerin, “ticarileşmenin”, siyasallaşmanın, te-kelleşmenin ve dolaysıyla ucuz emeğin boy attığı alan haline dönüştü. Son on yılda sağ-lıkta iş yükü %300 yani üç kat artmıştır. Bunu birinci sorun olarak kaydedelim.(1)

Sorun 1: İŞ YÜKÜ ARTIŞI İş yükü üstelik yetersiz personel ve hekim açığı söylemine rağmen! %300 artırılabilmiş-tir, artmıştır. Dolayısıyla «nitelik», «yerindelik» sorunlarıyla birlikte maliyet de arttı! Ne kadar? En az %800-900 arttı.(2)

Sorun 2: SAĞLIKTA SİYASALLAŞMA, ÖZERKLİK VE LİYAKAT KAYBI 1980 sonrası ilk başta ÖZERKLİK kaybı ile giden süreç, zamanla LİYAKAT kaybı so-runlarını da dışa vurdu. Bunun açık sonuçlarını üniversitelerin alt yapı sorunları ta-mamlanmadan açılmasında, ya da kendi rektörünü bile seç(e)memesinde, SUT fiyatla-masındaki sorunlar da, sevk sistemi kurulamamasındaki sorunlar da, çöken üniversite-lerle de görebiliyoruz.

Son on yılda hızlı dönüşüm ile kendi adıyla söylersek MALPRAKTİS sistemi, PER-FORMANS sistemi, SUT fiyatlaması, Kamu Hastaneleri Birliği adıyla karşımıza çok parçalı sorunlar sistematiği getirildi.

Sorun 1 + Sorun 2 karşımıza

EMPATİ + EŞGÜDÜM KAYBI,

BÜTÜNSELLİK KAYBI,

MALİYET,

ŞİDDET ARTIŞI ile çıktı.(3, 4, 5, 6, 7)

Sağlıkta 1980 sonra toplumsal örgütlenmelerin alt üst olması ve YÖK sürecinde

ÖZERKLİK KAYBI à LİYAKAT KAYBI -> NİTELİK KAYBI süreci SİYASAL-LAŞMA + TİCARİLEŞME sürecini daha sistematik biçimde hızlandırdı. Bu toplum-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

266

sal ve kültürel arka plan sorunlarımız. Bu sorunların getirdiği eğitim sorunları ise başlı başına olumsuz etkidir.

Bu yazının konusu ve sorusu şu!

SAĞLIK ERGONOMİSİ nasıl sağlanabilir?

Sağlık ergonomisi sağlamanın siyasal, kültürel, ticari sorunları yanından bağımsız tek-nik sorunları var.

Bu sorunlar yeteri kadar tanımlı mı? Nasıl çözülebilir?

Sağlık ortamında pratisyen/aile hekimliğinden üniversitelere kadar tanımlanmamış ve işlemeyen kayıt, bilgi akışı, sevk sistemi, sinerji sorunları var!

Bu 3.sorun başlığı da sağlık ortamındaki sistem sorunu olarak ayrı bir başlık olarak ele alınmalı!

Sağlıkta ergonomi sorunları için;

- Sağlık örgütlenmesinde farkındalık düzeyi ne?

- TTB ne kadar birleştirici etki yaratabiliyor?

- Dernekler ne yapıyor?

- Sendikalar?

- Hekimler ve sağlık çalışanları?

- Üniversiteler mali ve siyasal bağımlılıkları karşında ne yapıyor?

- Neyi deklere ediyoruz ya da ediyorlar?

Sorun 3: KOORDİNASYON EKSİKLİĞİ! Bu konuyu sağlıkta artan nitelik sorunları, artan iş yükü ve maliyet sorunları olarak dikkatinize sunuyorum.

Sağlık sorunlarında öne çıkan kavramları “tekrar”,”tekrar” tekrarlayalım.

ÖZERKLİK, SİYASALLAŞMA, TİCARİLEŞME, KAYIT + BİLGİ AKIŞI,

SEVK SİSTEMİ, GERİ VE İLERİ BİLDİRİM VERME

24-25 EKİM 2015, ANKARA

267

Bu sorunlar sağlık çalışanları tarafından A’dan Z’ye bütünsel, “yaygın ve etkin” örgütlü-lükle tüm siyasal bileşenleriyle birlikte yeniden ele alınmalı.

Mail:[email protected]

KAYNAKLAR 1. http://www.sagliksen.org.tr/index.php?func=BranchesOldNewsDetails&ID=1738

2. http://www.medimagazin.com.tr/hekim/sgk/tr-saglik-harcamalari-9-yilda-8-kat-art-ti-2-18-34892.html

3. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ezgi-basaran/hastayla-doktoru-performans-ayri-dusur-du-1085655/

4. http://medigazete.com/h/menset-haberleri/manset-slider/ilk-alti-aylik-muayene-sayisi-7-7-artti

5. http://www.saglikaktuel.com/haber/artan-muayene-sayisini-dusurmek-icin-aile-hekimi-sayi-si-artirilacak-33407.htm

6. Muayene sayılarındaki artış, anlamlı bir erişim artışını mı temsil ediyor ? http://www.tepav.org.tr/upload/files/1284627104-Muayene_sayisindaki_artis_anlamli_bir_eri-sim_artisini_mi_ifade_ediyor.pdf

7. Sağlık Bakanlığı’nın istatistik yıllığına göre, Türkiye’de 12 yılda tam anlamıyla bir ameliyat pat-laması yaşandı. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/29179339.asp

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

268

SERVİS SORUMLU HEMŞİRELERİNİN YÖNETSEL YETERLİKLERİNİN BELİRLENMESİNİ; BALIKESİR VE SAKARYA ÖRNEKLERİ

Ayşe Karadaş - Songül Duran Balıkesir Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu

Özlem Doğu Sakarya Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu [email protected]

Amaç Sorumlu hemşireler servisin, kaynakların ve sağlık bakımının kaliteli bir şekilde yöne-timinden birebir sorumlu kişilerdir. Bu görevi yerine getirir iken stratejik plan yapma, etkili iletişim kurma, etik karar verme ve yürütme gibi faaliyetleri beraberinde yürüt-mesi gerekir. Bu nedenle sorumlu hemşirelerin de tüm yönetici hemşireler gibi klinik hemşirelik bilgileri ile birlikte, yönetim becerilerine de sahip olmaları beklenmektedir. Bu doğrultuda çalışma, servis sorumlu hemşirelerinin yönetsel yeterliklerini belirlen-mesini araştırmak amacıyla yapıldı.

Yöntem Tanımlayıcı türdeki çalışma kurumlardan gerekli izinler alındıktan sonra Haziran-Ey-lül 2015 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Çalışmanın evreni, İzmit ve Sakarya ille-rinde bulunan tıp fakültesi, eğitim ve araştırma hastanesi ve özel hastanede çalışan tüm sorumlu hemşireler oluştururken örneklemini, çalışma hakkında bilgilendirildik-ten sonra katılmaya gönüllü 73 kişi oluşturdu. Veriler, bireysel özellikleri içeren Bilgi Formu ve ve Serap Sökmen (2005) tarafından geliştirilen ve 45 sorudan oluşan “Servis Sorumlu Hemşiresi Yeterlilik Değerlendirme Ölçeği” (SSHYDÖ) ile yüz yüze görüşme tekniği uygulanarak toplandı. Elde edilen veriler SPSS 21 programında yüzdelik ve arit-metik ortalama testleri ile değerlendirildi.

Bulgular Hemşirelerin yaş ortalamasını 37.31±6.93, çoğunluğunun lisans mezunu (%52.1) ve bir eğitim ve araştırma hastanesinde çalıştığı (%67.1) görüldü. Klinik hemşiresi olarak ça-lışma süresi ortalama 13.32±7.83 iken, sorumlu hemşire olarak ortalama 3.97±3.40 yıl idi ve çoğunlukla 22 ve üstü yatak kapasitesine sahip birimlerde görev yaptıkları belir-lendi. Araştırmaya dahil edilen sorumlu hemşirelerin çoğunluğunun (%43.8) kendisini

24-25 EKİM 2015, ANKARA

269

yönetim konusunda yeterli olarak görürken, %78.1’i bir eğitim programına katılmadı-ğını, %83.6’sı konu hakkında eğitim almak istediğini belirtti. Araştırmaya katılan so-rumlu hemşirelerin servis sorumlu hemşirelerin yönetsel yeterlikleri puan ortalaması-nın 4.31± 0.49, genel ünite yönetimi alt boyut puan ortalamasının 4.36± 0.46, personel yönetimi alt boyut puan ortalamasının 4.29± 0.55, bakımın yönetimi alt boyut puan ortalamasının ise 4.28± 0.57 olduğu saptandı. Ölçek ortalama puanının x= 3.40 üzerin-de olduğu için sorumlu hemşireleri yönetsel olarak yeterli olduğu sonucuna varıldı.

Sonuç Servis sorumlu hemşirelerinin, yeterlilik değerlendirme ölçeğinin iyi düzeyde olduğu, ancak konu hakkında eğitim alan kişi sayısının az olduğu ve eğitim alma taleplerinin olduğu görüldü. Hemşirelerin servis sorumluluğuna başlamadan önce pozisyonuna uy-gun hizmet içi eğitim programları ile desteklenmesi gerektiği düşünüldü.

Anahtar Kelimeler Sorumu hemşire, yönetsel yeterlilik, bakım yönetimi, personel yönetimi

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

270

YOĞUN BAKIM HEMŞİRELERİNİN BASI YARASINA İLİŞKİN HİZMET İÇİ EĞİTİM FAALİYETLERİ

Özlem Doğu Sakarya Universitesi, Sağlık Yüksekokulu, Sakarya, Turkiye [email protected]

Amaç Yoğun bakımda tedavi gören bireylerde bası yarası gelişme riski diğer hasta gruplarına göre daha yüksek olduğunu bilinmektedir. Bası yaralarının önlenmesinde hemşirenin görevi; risk değerlendirmesi, deri bakımı ve koruyucu önlemler, sürtünme ve yırtıl-manın önlenmesi, yeterli ve dengeli beslenme, ağrı kontrolü, basıncın azaltılması ve destek yüzeyleri, dikkatli izlem ve kayıttır. Ancak, yoğun bakım hemşirelerinin konu hakkında yeterli bakımı sağlayabilmek için yeterli bilgiye sahip olmaları zorunluluk-tur. Bası yarası takibi, bakımı ve bakım ürünleri kullanımının yoğun bakım ünitelerin-de daha yaygın olarak kullanıldığı göz önüne alındığında, bu konu ilgili çalışmaların arttırılması gerekmektedir. Bu doğrultuda, araştırma yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşirelerin bası yarasına ilişkin bilgi, tutum ve uygulamalarını belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak planlandı.

Gereç ve Yöntem Araştırmanın evrenini Sakarya il merkezinde bulunan tüm üniversite, eğitim, araştır-ma, devlet ve özel hastanelerinin yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşireler, örnekle-mi ise çalışmaya katılmaya gönüllü 48 hemşire oluşturdu. Veriler, demografik özellikle-ri içeren Bilgi Formu ve “Hemşirelerin Bası Yarası, Bakımı Ve Bakım Ürünlerine İlişkin Bilgi ve Uygulamaları Formu” ile yüz yüze görüşme tekniği uygulanarak toplandı. Elde edilen veriler SPSS 21 programında yüzdelik ve aritmetik ortalama, bağımsız gruplarda t testi ve Mann Whitney-U testleri ile değerlendirildi.

Bulgular Hemşirelerin 31.72±7.52 (min:20; max:55) yaş aralığında, büyük çoğunluğunun (% 91,7; n=44) kadın, (% 64,6; n=31) bekar ve lisans mezunu (%62,5; n=30) idi. Bası yarası ve bakımına yönelik eğitim programına katılma durumu sorusuna katılımcıların %52.1 (n=25)’i katıldığını, %47.9 (n=23)’u katılmadığını ifade etti. Hemşirelerin bilgi puan ortalamasının eğitim öncesi 8.50±1.97 iken, eğitim sonrası 13.14±1.75 idi, cinsiyet, ça-lışma süresi ve eğitim ile bilgi puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadı-ğı (p>0.05), yaş ile anlamlı fark oluşturduğu belirlendi (p<0.05).

24-25 EKİM 2015, ANKARA

271

Sonuç Hemşirelerin bası yarasına ilişkin bilgilerinin, eğitim sonrası yükseldiği, özellikle en sık bası yarası gelişebilecek bölgeler, risk faktörleri, parmak bası testi kullanımı, masaj uygulama ve doğru ürün kullanımı gibi konularda bilgi eksiklikleri olduğu ve eğitim sonrası tamamına yakınının doğru bilgiyi kazandığı görüldü. Bu konuda doğru bilgi ve davranışı geliştirecek hizmet içi eğitim programlarının düzenlenmesi ve aralıklar ile tekrar edilmesi önerilebilir.

Anahtar Kelimeler Yoğun bakım, hemşirelik, bası yarası, bilgi, uygulama

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

272

PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ İNTÖRN VE ASİSTAN HEKİMLERİNİN KESİCİ-DELİCİ TIBBİ ALETLER İLE YARALANMA DURUMLARININ İNCELENMESİ

Caner Özdemir - Süleyman Utku Uzun - Sertap Atcı Araştırma Görevlisi Doktor, Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD.

Mehmet ZENCİR Profesör Doktor, Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD.

Kemal Şibar - Gamze Tokgöz - Pelin Şahindoğan - Fevzi Kunter Erten Dilara Türköz - Oğuzhan Zorlu - Bahar Karadeniz - Cihat Sifil -Merve Altay Ayhan Tosun - Dilek Bal Dönem 6 Kırsal Hekimlik Stajı Öğrencisi, Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi [email protected]

Amaç Kesici-delici tıbbi alet yaralanması sağlık kuruluşlarında hasta tedavi hizmetlerin-de kullanılan enjektörler, sütür iğneleri, bistüri uçları, damar içi kateterleri, kesici enstrümanlar, jiletler vb. malzemelerle oluşan yaralanmalara denir. Bu yaralanma-lar sağlık çalışanları için önemli bir parenteral bulaş yolu olup enfeksiyon gelişme riskini arttırmaktadır. Sağlık çalışanları kesici-delici aletlerle yaralanma sonucu kan veya kontamine vücut sıvıları teması ile Hepatit B, Hepatit C, Hepatit D ve HIV baş-ta olmak üzere 20 kadar patojenin bulaşması açısından sürekli risk altındadır. Sağlık personelinin kesici-delici aletlerle yaralanma riski çalıştığı her alanda yaptığı işlem-ler ve girişimler sırasında yaşanmaktadır. Bu tür yaralanmalara görevleri gereği bu tür kesici aletlerle temas eden hekimler, hemşireler, teknisyenler, temizlik personeli, çamaşırhane görevlileri ve diğer yardımcı personel maruz kalabilmektedir. Kesici-de-lici tıbbi alet yaralanması ile ilgili çalışmalar genellikle hemşire ve hekimler üzerinde yürütülmüş olup bu alandaki intörn ve asistan hekimler üzerinde yapılmış çalışma-lar sınırlıdır. Çalışmamızda Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi intörn ve dahili-cerrahi bilimler asistan hekimlerinin kesici-delici tıbbi aletler ile yaralanma durumlarını incelemeyi amaçladık.

Gereç ve Yöntem Kesitsel tipteki bu araştırmanın evrenini Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastane-si’nde çalışan toplam 130 intörn ve 281 dahili ve cerrahi birim asistanı olmak üzere 411 kişi oluşturmaktadır. Örneklem seçimine gidilmeden tüm evren üzerinde çalışılması

24-25 EKİM 2015, ANKARA

273

planlanmıştır. Çalışma öncesinde gerekli kurumsal izinler ve etik kurul izinleri alın-mıştır. Çalışmanın yapıldığı tarihlerde devamsız/izinli veya çalışmaya katılmak isteme-yen kişiler çalışma dışında tutulmuştur. Çalışmaya 123 intörn (%94,6) ve 210 asistan (%74,7) olmak üzere toplam 333 kişi (%81,0) katılmıştır. Çalışmanın bağımlı değişkeni kesici-delici tıbbi aletlerle yaralanma prevalansı ve insidansıdır. Bağımsız değişkenler ise yaş, cinsiyet, medeni durum, meslek ve asistan doktor ise branş grubu ve meslekte kaçıncı yılında olduğudur. Katılımcılara sosyodemografik özelliklerin sorgulandığı 6 soru ve literatür taranarak araştırmacılar tarafından hazırlanan kesici-delici tıbbi alet-lerle yaralanma geçmişinin sorgulandığı 17 soru olmak üzere toplam 23 sorudan olu-şan anket uygulanmıştır. Veri toplama işlemi katılımcıların sözlü onamları alındıktan sonra 10-15 Ağustos 2015 tarihleri arasında yapılmıştır. Verilerin karşılaştırılmasında SPSS kullanılmış olup tanımlayıcı istatistikler ve ki-kare testi kullanılmıştır.

Bulgular Araştırmaya katılan 333 kişinin %50,2’si (n=167) kadın olup %63,1’i (n=210) asistan, %36,9’u (n=123) intörn olarak görev yapmaktadır. Asistanların branş dağılımına bakıl-dığında %28.5’i (n=60) cerrahi bilimlerde, % 71,5’i (n=150) dahili birimlerde çalışmak-tadır ve %29,5’i (n=62) meslekte ilk yılındadır.

Katılımcıların eğitim veya meslek hayatı süresince kesici-delici aletlerle yaralanma durumları incelendiğinde prevalans asistanlarda%78,1, intörnlerde %48,8 olarak bu-lunmuştur (p<0,001). Yaralanma şekli sorgulandığında iğne batması hem asistanlar-da(%84,7) hem de intörnlerde (%70,0) en sık sebep olarak saptanmıştır.

Son 1 yıl içindeki kesici-delici tıbbi aletlerle yaralanma durumlarına bakıldığında insi-dans asistanlarda %36,6, intörnlerde %30,3 olarak bulunmuştur (p=0,247).

Katılımcıların son yaralanma şekilleri incelendiğinde asistanların %67,3’ü ve intörnle-rin %60,6’sı olmak üzere en sık yaralanma şekli iğne kaynaklı yaralanmalar olarak bu-lunmuştur.

Son yaralanma düzeyi sorgulandığında asistanlarda %78,4 ve intörnlerde %79,1 olmak üzere en sık olarak yüzeyel yaralanmalar görülmüştür.

Katılımcıların son yaralanma anındaki çalışma sürelerine bakıldığında hem asistan-ların(%65,8) hem de intörnlerin (%53,7) çoğunluğunun yaralanma anında 9 saat ve üzerinde çalışıyor oldukları belirlenmiştir (p=0,093). Son yaralanma sonrası yapılanlar sorgulandığında asistanların %79,6’sı ve intörnlerin %83,3’ü yaralanma bölgesini su ve sabunla yıkadıklarını belirtmiştir. Asistanlarda %63,3 ve intörnlerde %75,8 olmak üze-re yaralanma sonrası antiseptik solüsyon kullanılmıştır.

Katılımcıların büyük çoğunluğunun (asistan hekimlerde %91,1; intörn hekimlerde %98,5) yaralanma sonrası çalışan sağlığı ve güvenliği birimine başvurup durumu rapor ettirmediği saptanmıştır (p=0,088). Rapor ettirmeme nedenleri sorgulandığında hem

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

274

asistanların hem de intörnlerin yarısının durumu rapor ettirmesi gerektiğini bilmediği belirlenmiştir (sırasıyla %51,1; 50,8). Ayrıca asistanların %29,5’i ve intörnlerin %27,7’si birimden haberdar olmadığını belirtmiştir.

Asistan ve intörn hekimlerin tıp eğitimi süresince kesici-delici tıbbi aletlerle yaralan-mayla ilgili spesifik eğitim alma durumlarına bakıldığında asistanların %51,9’unun, intörnlerin ise %64,2’sinin derslerde eğitim aldığı bulunmuştur (p=0,029).Bu konu-daki eğitimi asistanların sadece %9,5’inin intörnlerin ise sadece %6,5’inin kurumca düzenlenen etkinlikte aldığı belirlenmiştir. Asistanların %36,5’i ve intörnlerin %48,0’i kesici-delici tıbbi alet yaralanmaları hakkında bilgi düzeyinin yeterli olmadığını belirt-miştir (p=0,041).

Katılımcıların standart kişisel koruyucu önlemlerden eldiven kullanımı asistanlarda %78,1 iken intörnlerde %89,4 olarak bulunmuştur (p=0,014). Önlük kullanım du-rumuna bakıldığında asistanların %71,0’ı ve intörnlerin %91,9’u önlük kullanmak-tadır (p<0,001). Maske kullanımı ise asistanlarda %27,4 iken intörnlerde %20,3’tür (p=0,190).

Kesici-delici alet yaralanmalarıyla ilgili kurumca alınan önlemlerin yeterliliği sorgu-landığında asistanların sadece %16,2’si ve intörnlerin sadece %10,6’sı önlemleri yeterli bulduğunu ifade etmiştir.

Hepatit B bağışıklık durumları sorgulandığında asistanların %76,7’si ve intörnlerin %72,4’ü yeterli bağışık (yeterli titreye sahip olanlar veya 3 doz aşı yaptıranlar) olarak bulunmuştur.

Sonuç Asistan ve intörnlerin kesici-delici tıbbi aletlerle yaralanma prevalans ve insidansı yük-sektir. Ayrıca çalışan sağlığı ve güvenliği biriminden haberdar olma ve yaralanma son-rası durumu rapor ettirme oranları çok düşüktür. Gerek tıp eğitimi süresince gerekse kurum içi düzenlenecek eğitimlerle kesici-delici tıbbi aletlerle yaralanma konusunda alınacak önlemler ve yaralanma sonrası yapılacaklarla ilgili bilgi düzeyi ve farkındalı-ğın arttırılması gerekmektedir.

Anahtar Kelimeler Asistan, intörn, kesici ve delici alet yaralanması

24-25 EKİM 2015, ANKARA

275

Tablo 1 –Sosyodemografik Özellikler

Tablo 2 – Katılımcıların Sosyodemografik Özelliklerine Göre Kesici-Delici Tıbbi Aletlerle Yaralan-ma İnsidansları

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

276

Tablo 3– Katılımcıların Son Yaralanmalarının Şekli*

*: Katılımcılar bu soruda birden fazla şık işaretleyebiliyorlardı.

Tablo 4 – Katılımcıların Son Yaralanma Anındaki Çalışma Süreleri

24-25 EKİM 2015, ANKARA

277

SAĞLIK ÇALIŞANLARINDA ŞİDDET VE İŞ DOYUMU

Sabahat Coşkun - Hatice Bebiş - Gamze Sarıkoç [email protected]

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet her geçen gün artmakta ve şiddet, hem toplumda hem de iş yerlerinde bir halk sağlığı sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Sağlık çalı-şanlarının maruz kaldığı şiddete ilişkin ülkemizde ve yurt dışında birçok araştırma ya-pılmıştır. Ancak bu araştırmalar sonucunda, sağlık kurumlarındaki şiddetin az oranda bildirildiği, sadece yaralanma gibi ciddi olayların şiddet olarak algılandığı, diğerleri-nin bildirilmediği belirtilmektedir. Ülkemizde Sağlık Çalışanları Şiddet Araştırmasına göre; sağlık çalışanlarının %86.8’i meslek hayatları boyunca en az bir kez herhangi bir şiddet türüne maruz kaldıkları, %81.4’ü son bir yıl içinde herhangi bir şiddet türüy-le karşılaştıkları belirtmektedir. Sağlık çalışanları üzerinde bu şiddet olayları memnu-niyetsizlik, iş doyumunda azalma, anksiyete, öfke, stres bozukluğu, uyku sorunları, bitkinlik, sürekli baş ağrıları, kendine güvensizlik, hayal kırıklığı gibi olumsuz etkilere sahip olabilmektedir. Literatürde şiddete maruz kalan sağlık çalışanlarının %74’nün iş doyumunu azalttığı bildirilmektedir. İş doyumu kişilerin başarılı, mutlu, üretken ve ve-rimli olabilmelerinin en önemli gereklerinden birisidir. İş doyumu yüksek olan kişiler ile iş doyumu düşük olan kişiler arasında davranış farklılıkları bulunmaktadır. İş doyu-mu yüksek olan kişilerin işe güdülenmesi ve verdikleri hizmetin kalitesi yükselirken, iş doyumunun düşük olması ile iş performansın düşmesi, isteksizlik, işe devamsızlık ve çalışma ekibi ile ilgili zorlukların yaşandığı belirtilmektedir. Aynı zamanda iş doyumu, yaşam doyumunun da bir parçası olarak görülmekte ve bireyin davranışlarını, verimli-liğini, fiziksel ve ruhsal sağlığını doğrudan etkilediği ifade edilmektedir. Yapılan bir ça-lışmada sağlık çalışanlarının maruz kaldıkları şiddet sonrası işlerine yönelik tutumları değerlendirildiğinde; %70.11’inin hastaya bakmaya devem ettikleri, %29.66’sının ise hastayı başka arkadaşlarına devrettikleri görülmektedir. Yapılan bir diğer çalışmada ise, şiddetin sağlık çalışanlarının mesleklerini bırakmasına neden olduğu bildirilmiştir. Bu doğrultuda sağlık çalışanlarına yönelik şiddet, iş doyumunu olumsuz etkilemekte ve sağlık çalışanların hem yaşam kalitesine hem de sunulan sağlık hizmetlerinin kalitesine olumsuz yönde katkıda bulunduğu değerlendirilmektedir.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

278

AKADEMİSYEN HEMŞİRELERİN İŞ YERİ KAYNAKLI YAŞADIKLARI RİSKLER: NİTEL ÇALIŞMA

Şengül Üzen GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi

Pınar Doğan Medipol Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi

Özlem Doğu Sakarya Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu

Ahu Kürklü Medipol Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi

Giriş-Amaç Kişinin yaptığı iş ile ilgili yaşayabileceği mesleki riskler ilk defa 1950 yılında Çalışma Örgütü ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından tanımlanmıştır. Örgütler idafeyi “İş sağ-lığı bütün mesleklerde çalışanların bedensel, ruhsal ve sosyal yönden iyilik hallerinin en üstün düzeyde tutulması, sürdürülmesi ve geliştirilmesi çalışmalarıdır» olarak ta-nımlamış olup birçok bilimsel çalışmalar ile de riskler ortaya konulmuştur.

Bu araştırmamızda amaç akademisyen olan hemşirelerin çalışma koşullarını çalışan-lar üzerinde bıraktığı etkileri tanımlamak, riskleri belirleyerek güvenli ortamların sağlanmasına yönelik çalışmalara ışık tutmaktır.

Gereç-Yöntem Bu çalışmada nitel araştırma yöntemi kullanılması nedeniyle evren hesaplanamamış, örneklem olarak benzeşik (homojen) ve ölçüt örnekleme yöntemi kullanılarak ortak şartlarda çalışma ortamında risk durumuna maruz kalabilecek toplam 28 akademis-yen oluşturmuştur. 2015 Eylül ayı içerisinde veri toplama aşaması gerçekleştirilmiş-tir. Veriler toplanmadan önce gerekli izinler alınmış ve katılımcılardan aydınlatılmış onam alınarak gönüllülük esası benimsenmiştir. Bireyler ile ayrı ayrı derinlemesine görüşme yöntemi kullanılarak yüz yüze veriler toplanmış, 45 dk süren yarı yapılan-dırılmış görüşme sırasında veya sonrasında dikkati çeken durumlar gözlem notu ola-rak kaydedilmiştir. Görüşme sonrası kayıtlar incelenip, ham veriler Microsoft Word belgesi haline getirilmiş ve veriler birkaç defa gözden geçirilmiştir. Okumadan sonra her bir kelime ve cümleden çıkabilecek kodlar bulunmuştur. Oluşan kodlardan sonra araştırmacılar tarafından katılımcı ifadeleri sınıflandırılmış. Ardından tüm veriler

24-25 EKİM 2015, ANKARA

279

temalara göre yorumlanarak rapor haline getirilmiştir. Verilerin analizinde SPSS 21, Excel ve Word programlarının çeşitli özelliklerinden yararlanılmıştır.

Bulgular Araştırmaya katılan akademisyenlerin yaş ortalaması 31,64±6,09 idi. Katılımcıların %96,4’ü kadın, %67,9’u evli, %50’si Öğretim Görevlisi olarak çalışırken %60,7’si pasif masa başında %42,9’u 5 yıl ve üzeri süredir ve %57,1’i devlet üniversitelerinde çalışı-yordu. Bununla beraber %32,1’,inin kronik bir hastalığı bulunurken %35,7’si bitkisel ürün ya da ilaç desteği almakta iken, %92,9 sigara, %75’i ise alkol kullanmamakta idi. Akademisyenlerin %67,9’u düzenli beslendiğini belirtirken, %60,7’si çay tükettiğini %78,6’sı ise günlük ev işi dışında aktivite de bulunmadığını belirtmiştir. Katılımcı-ların %60,7’si çalışma koşullarının sağlıklarıyla ilgili problem ya da risk oluşturdu-ğunu belirtirken bu problemleri şu başlıklarda bildirmektedir. Uzun süre bilgisayar başında oturmaya bağlı omurga problemleri, üst ekstremite eklem rahatsızlıkları, uzun süre bilgisayar ekranına bakma durumu nedeni ile göz kuruluğu, göz yorgunlu-ğu, hareketsizliğe bağlı kilo alma ya da geç kilo verme, alt ekstremitelerde ağrı, kılcal varislerde artış, çay kahve gibi içecekleri aşırı tüketmeye bağlı mide rahatsızlıkları-nın yanında uzun süre ders anlatmaya bağlı, boğaz ağrısı, ses kısıklığı, sık sık larenjit geçirme gibi sağlık sorunları yaşadıklarını belirtirken bunları giderme ya da engel-lemeye yönelik ev içi egzersizler yaptıklarını, su tüketimini arttırmaya çalıştıklarını, destekleyici ilaç aldıklarını bildirmişlerdir.

Sonuçlar Sonuç olarak, akademisyenlerde, bedensel sağlığının, çevresel koşullar, psikolojik sağlık ve sosyal ilişkilerden etkilendiği görülmekte ve bütün alanları içine alan kap-samlı çalımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bulgular, özellikle, bilim, hizmet ve eğitim sektöründe yer alan akademisyenlerin yaşam kalitelerini belirlemek ve ilgili oldukla-rı bilimsel alana katkıları, toplumsal hizmet olarak yetiştirdikleri öğrencilere yönelik tutum, davranış ve rol modeli olma ve eğitsel alanda iş performanslarını etkilemesi bakımından oldukça önemlidir.

Anahtar kelimeler Akademisyen, Mesleki Riskler, İş Riskleri, Sağlık

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

280

SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ŞİDDETİN NEDENLERİ VE PSİKOSOSYAL ETKİLERİ

Hatice Tambağ - Rana Can Yrd. Doç. Dr., Mustafa Kemal Üniversitesi Hatay Sağlık Yüksekokulu Antakya / Hatay [email protected]

Dünyada ve ülkemizde sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin giderek artış gösterdiği ve üzerinde önemle durulması gereken ciddi bir mesleki tehlike olduğu belirtilmektedir. Çalışanın işi nedeniyle maruz kaldığı, açıkça ya da üstü kapalı şekilde, güvenliğini, iyi-lik durumunu ya da sağlığını hedef alan istismar, korkutma, tehdit ya da saldırı olayları olarak tanımlanmaktadır. Bu derlemenin amacı, güvenli çalışma ortamların oluşturul-ması ve sağlık çalışanlarının şiddet ile ilgili farkındalıklarının artması ve yapılacak olan çalışmalara katkı sağlamaktır.

Sağlık çalışanları, hasta ve ailesi ile sıklıkla zor koşullar altında, yakın ilişki halinde ol-mak zorundadırlar. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin; çalışma ortamları, ziyaretçi-ler, çalışma arkadaşları, hastalar ve hasta yakınlarını içeren çok çeşitli kaynakları vardır. Özellikle hasta yakınlarının bir an önce kendileriyle ilgilenilmesini istemesi, kendi has-talarının daha acil olduğunu düşünmeleri, bekleme odalarının düzensiz ve kalabalık olması, hasta ve hasta yakınlarının işlerin düzenli yürümediği ya da içeri almada adil davranılmadığı hakkındaki şüphelerinin olması risk faktörleri olarak bilinmektedir.

Çalışma ortamında ya da iş yerinde şiddete uğrama sağlık çalışanları üzerinde olumsuz etkiler göstermektedir. Bunlar; düşük ya da zayıf benlik saygısı, kendine güvensizlik, performans azalması, motivasyon düşüklüğü, depresyon, öfke, anksiyete, diğerlerine güvenme ve sevme becerisinden yoksun olma, şiddet davranışlarının öğrenilmesi, öfke ve intikam duyguları, pasif ya da içe kapanma davranışları, kaygı, korku, uyku ve yeme bozuklukları sigara kullanımı, alkol ve ilaç istismarı, işten kaçınma kendini suçlama/ değersiz görme, intihar, fiziksel yaralanma, post-travmatik sendrom ve dolayısıyla iş performansında azalma ve bakım hizmet kalitesinde düşme şeklinde tanımlanmakta-dır. Sonuç olarak; Sağlıkta şiddet, yalnızca ülkemizde değil; tüm dünyada önlenmeye çalışan evrensel bir sorun haline gelmiştir. Sağlık çalışanlarının, şiddetten uzak, güvenli koşullarda çalışmaları ve işyerlerinde muhtemel risklerin giderilmesi gerekmektedir.

Anahtar Sözcükler Sağlık çalışanları, şiddet, psikososyal etkiler

24-25 EKİM 2015, ANKARA

281

SAĞLIK ÇALIŞANLARINDA MOTİVASYON İLE VERİMLİLİK ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ (Tokat- Erbaa Örneği)

Tuğba Solmaz - Hülya Akyüz Öğretim Görevlisi, Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Erbaa Sağlık Hizmetleri Meslek Yükseko-kulu. Tokat [email protected] Murat AKYÜZ VHKİ, Erbaa Sosyal Güvenlik Merkez Müdürlüğü

Mehtap SOLMAZ İş Güvenliği Uzmanı, Tokat Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği. Tokat

Giriş Motivasyon, bir veya birden fazla insanı, belirli bir gaye veya amaca doğru devam-lı bir şekilde harekete geçirmek için yapılan çabaların tümü olarak tanımlanmakta-dır. Kişileri eyleme geçirmek ve enerjilerini belli yönlerde yoğunlaştırmak motivas-yon aracılığıyla sağlanır (Eroğlu, 1995: 247). Bu nedenle motivasyon belirli hedeflere ulaşmaya hizmet eder. Verimlilik ise motivasyonun en önemli hedeflerinden biridir. İşletmelerde iş görenlerin verimliliğinin yükseltilmesinde motivasyon doğru yönde etkilidir (Akdemir, 2003: 78). Motivasyon seviyesi arttıkça kişinin verimi de artmak-tadır.

Araştırmanın problem cümlesi şudur: H1: Motivasyon ve verimlilik arasında pozitif yönde bir ilişki vardır.

Amaç Bu çalışma, Tokat ili Erbaa İlçesi’nde çalışan tüm sağlık personelinin motivasyon ile verimlilik arasındaki ilişkisini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Ayrıca verimli-lik ve motivasyonu etkileyen faktörlerin personel üzerindeki etkisi yapılan analizlerle belirlenmeye çalışılmıştır.

Yöntem Araştırmanın evrenini, 2015 Haziran-Temmuz aylarında Tokat ili Erbaa ilçesinde görev yapan hemşire, sağlık memuru, ebe, doktor, teknisyen ve tıbbi sekreter çalışan-ları oluşturmaktadır. Araştırmaya katılmayı kabul eden 111 sağlık personeli çalışma-

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

282

ya alınmıştır. Veriler araştırmacılar tarafından yüz yüze anket tekniği ile toplanmış-tır. Verilerin toplanması için 11 sorudan oluşan kişisel bilgi formu ve motivasyon ile verimlilik arasındaki ilişkiyi ölçen 14 soruluk bir ölçek kullanılmıştır. Sorularda 5’li Likert tekniği kullanılmıştır. Anketten elde edilen veriler kapsamında motivasyon ve verimliliği etkileyen faktörlerden ekonomik, psiko-sosyal, örgütsel ve yönetsel araç-lar gibi özellikler göz önünde tutulmuştur.

Araştırma kapsamında anket yöntemiyle elde edilen veriler SPSS 18.0 paket program yardımıyla bilgisayar ortamında değerlendirilmiştir. İstatistiksel analiz için, güvenir-lik, ortalamalar, standart sapma, yüzdelik dağılım, frekans analizi, bağımsız t-testi, one way anova analizi, çoklu karşılaştırma testleri, regresyon, korelasyon gibi istatis-tiksel analizler kullanılmıştır.

Ankette yer alan değişkenlerin oluşturduğu faktörlere ait güvenilirlik analizleri Cron-bach Alfa güvenilirlik katsayısı bulunarak hesaplanmıştır. Ölçeğin güvenilirliği ise %82,7 olarak bulunmuştur.

Bulgular Araştırmaya katılanların sosyo-demografik ve sosyo-ekonomik özellikleri göz önü-ne alındığında; % 27’sini erkek, % 73 ‘ ünü ise kadın oluşturmaktadır. Katılanların %79,2’si 25-45 yaşları arasındadır. Medeni durumlarının dağılımına bakıldığında, %71,2’ si evlidir. Araştırmaya katılan çalışanların eğitim durumları değerlendirildi-ğinde; % 34,2’ sinin ön lisans mezunu olduğu görülmektedir. Çocuk durumuna ba-kıldığında ise % 69,4’ünün çocuğu vardır. Çalışanların motivasyonunu olumlu istika-mette etkileyen ve ekonomik bir faktör olan ücret seviyesini incelediğimizde, % 55,9’ u 2000-3000 TL arasında maaş almaktadır. Çalışanların kadro durumları değerleri incelendiğinde, % 37,8’ inin hemşire olduğu görülmektedir. Bu sonuçtan da anlaşıl-dığı üzere araştırmaya katılanların çoğunluğunu hemşireler oluşturmaktadır. Araştır-maya katılan çalışanların hizmet süreleri incelendiğinde, çalışanların 47,7’sinin 1-5 yıl arasında çalıştığı görülmektedir. Çalışma koşulları değerlendirildiğinde; % 91,9’ unun sürekli gündüz çalışan olduğu görülmektedir. Katılımcıların, % 69,4’ ü mesleği-ni isteyerek seçmiş olup, % 82’ si işini isteyerek yapmaktadır.

Yapılan çalışmada, motivasyon ve verimlilik arasındaki ilişkinin sonuçları değerlen-dirildiğinde; sağlık çalışanları emeğinin karşılığı olarak takdir edilmek ve onurlandı-rılmak istemektedir. Sağlık çalışanlarının %90’nı yöneticilerinin karar alırken alınan karara dâhil edilmelerinin ve %84,6’sı da ihtiyaç olduğunda şikâyet olanaklarının bulunması gibi yönetsel faktörlerin motivasyonlarını arttırdığı, görüşünü savunmak-tadır. Sağlık çalışanlarının %82,8’i verilen yetki ve sorumluluğun dengeli dağıtılma-sının verimliliklerini arttırdığını, % 92,8’i işlerini yaparken kendilerine olan güvenin arttıkça iş verimliğinin de arttığını, %91,8’i iş arkadaşlarından olumlu davranışlara sahip olanların çalışma verimliliğini artırdığını ve %84,6’sı da işleriyle ilgili mesleki tehlikelerin az olmasının verimliliklerini olumlu yönde etkilediğini ifade etmektedir.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

283

Yapılan çalışma incelendiğinde motivasyon ile verimlilik arasında pozitif yönde %56’lık güçlü bir ilişki olduğu sonucuna varılmıştır.

Sonuç Sağlık sektörü gelişme potansiyelinin olması, insan sağlığına hizmet vermesi ve bu amaçlarını gerçekleştirirken kaliteli hizmet sunması işlerinde uzmanlaşmış, işle-rinden mutlu olan, yüksek performans gösteren sağlık çalışanları sayesinde gerçek-leşmektedir (Küçük, 2014: 114). Çalışanların motivasyonunun sağlanması hangi iş dalında olursa olsun, tüm organizasyonlarda yöneticilerin temel politikalarından biri olma özelliğini taşımaktadır. Çünkü motivasyonun hem çalışanların hem de organi-zasyonların verimliliklerini artırma noktasında etkin bir araç olduğu bilinmektedir.

Yapılan çalışma sonucunda, motivasyon ve verimlilik kavramlarının ilişkilendirile-bilmesi için öncelikle motivasyonel unsurlar açısından kurumdaki mevcut durumun geliştirilmesi gerektiği söylenebilir. Kurum genelinde motivasyonel ortamın gelişti-rilebilmesi için öncelikle yönetici ile personel arasında olumlu iletişimin desteklen-mesi, adil bir yönetim anlayışının benimsenmesi, personele değer verme ve toplum içinde takdir etme gibi durumların daha tatmin edici olacak şekilde revize edilmesi gerektiği görülmektedir. Böylece; kurumda insan unsuruna değer veren, özel yaşama saygılı, esnek ve katılımcı bir yönetim anlayışının benimsenmesi sağlık hizmetlerinin daha verimli ve daha kaliteli bir şekilde verilmesine katkıda bulunacaktır.

Anahtar Kelimeler Sağlık personeli, motivasyon, verimlilik.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

284

VARDİYALI VE NÖBET USULÜ ÇALIŞMA DÜZENİNİN HEMŞİRELER ÜZERİNE ETKİSİ

Handan Eren - Demet çelik Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi

Asiye Arısoy - Ayşe Sonay Türkmen Karaman Devlet Hastanesi [email protected]

Giriş Çalışma şartları sağlık çalışanlarının sağlığını olumsuz etkileyebilmekte ve çalışan-larda tükenmişliğe neden olabilmektedir. Bu çalışma bir devlet hastanesinde çalışan hemşire ve ebelerin çalışma şartlarının kendilerine olan etkilerini belirlemek amacıy-la yapılmıştır.

Yöntem Çalışma, bir devlet hastanesinin yataklı birimlerinde görev yapan hemşire ve ebeler-de gerçekleştirildi. Evrene ulaşılabilirlik dikkate alınarak örneklem seçimine gidilme-di. Evrende yer alan ve çalışmaya katılmayı kabul eden 160 hemşire çalışma kapsamına alındı. Çalışmada veriler araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda hazırlanan anket formu, kısa semptom envanteri ve aile değerlendirme ölçeği ile toplanmıştır. Ve-rilerin değerlendirilmesinde sayı, yüzde, ortalama, bağımsız gruplarda t testi, ANOVA ve ileri analizlerde Tukey HSD kullanıldı.

Bulgular Çalışanların %78,8’i hemşire, %90’ı kadın, %82,5’i evli idi. Hemşire ve ebelerin %31,9’u 16 yıl ve üzeri sürede çalışmakta olup çoğunluğu dâhili bilimler (%28,1) ve yoğun ba-kımlarda (%28,1) çalışmakta idi. Çalışanların %71,9’u gece ve gündüz şeklinde vardi-yalı çalışma düzeninde çalışmakta olup, %57,5’i ayda altı ve daha fazla nöbet tutmakta ve %43,1’i haftada 45 saatten fazla çalışmakta idi. Katılımcıların %56,9’unun çalışma sisteminden memnun olmadığı ve %63’ünün herhangi bir sağlık sorunu bulunmadı-ğı belirlendi. Son 48 saatlik uyku durumunu katılımcıların %40,6’sı son derece yetersiz bulmakta idi. Uyku sorunu yaşayanların %27,5’i uyku uyanıklık döngüsünde bozulma, %25,6’sı uykuya dalmada güçlük, %22,5’i aşırı uyuma ya da gündüz uyuklama soru-nu yaşadığını belirtmiştir. Hemşire ve ebelerin anksiyete alt boyut puan ortalamasının 1,02± 0,86 (Min=0, Maks=3,85), depresyon alt boyut puan ortalamasının 1,31±0.90

24-25 EKİM 2015, ANKARA

285

(Min=0, Maks=3,50), olumsuz benlik alt boyut puan ortalamasının 1,02 ± 0,83 (Min=0, Maks=3,92), somatizasyon alt boyut puan ortalamasının 1,01 ±0,77 (Min=0, Maks=3,44) ve hostilite alt boyu puan ortalamasının 1,28 ± 0,82 (Min=0, Maks=4,00) olduğu belirlenmiştir. Nöbet usulü çalışmadan eşleri her zaman şikayet edenlerin ank-siyete (pşikayetçi-kabulkar=0,000, pşikayetçi-bazen şikayetçi=0,014); depresyon (pşikayetçi-kabulkar=0,000); olumsuz benlik (pşikayetçi-kabulkar=0,000); somatizasyon(pşikayetçi-kabulkar=0,000) puan ortala-malarının anlamlı derecede yüksek olduğu belirlendi. Hostilite alt boyut puan orta-laması açısından ise işinin gereği olduğu için kabul edenlerin hem bazen sorun yaşa-yanlardan (p=0,007) hem de her zaman şikayet edenlerden (p=0,000) anlamlı derece-de düşük puan aldığı belirlendi. Uyku kalitesini kötü olarak değerlendiren hemşire ve ebelerin anksiyete puan ortalamasının 1,12 ± 0,84, depresyon puan ortalamasının 1,48 ± 0,89, olumsuz benlik puan ortalamasının 1,08 ± 0,84, somatizasyon puan ortalama-sının 1,13 ±0,75, hostilite puan ortalamasının 1,38 ± 0,83 olduğu bulunmuştur. Nöbet usulü çalışmadan çocukları her zaman şikayet edenlerin işinin gereği olduğu için kabul edenlerden tüm alt boyutlardan anlamlı derecede yüksek puan aldığı belirlendi (p anksi-

yete=0,002, p depresyon=0,001, p olumsuzbenlik=0,012, psomatizasyon=0,003, phostilite=0,000). Ayrıca ça-lışmada vardiyalı çalışmanın sosyal yaşantısını olumsuz etkilediğini ve psikolojik etki-leri olduğunu düşünen hemşire ve ebelerin tüm alt boyut puanlarının anlamlı derecede yüksek olduğu belirlendi (p<0,05).

Sonuç Uyku kalitesi kötü olan ve uyku sorunu yaşayan hemşire/ebelerin hostilite, depresyon, anksiyete, somatizasyon, olumsuz benlik açısından daha fazla risk altında olduğu be-lirlenmiştir. Ayrıca nöbet usulü çalışmadan eşleri ve çocukları şikâyet eden hemşire/ebelerin anksiyete, depresyon gibi ruhsal belirtileri daha fazla gösterdiği bulunmuştur. Bu bulgular ışığında hemşire/ebelerin çalışma şartlarında iyileştirme gidilmesinin hem çalışan hem de hasta sağlığı açısından olumlu sonuçlara yol açacağı düşünülmektedir.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

286

YOĞUN BAKIM ÜNİTESİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN KARŞILAŞTIKLARI STRESÖRLER VE BAŞ ETME YÖNTEMLERİ

Arş.Gör.Demet Çelik - Arş.Gör. Handan Eren [email protected]

Stres Organizmanın bedensel ve ruhsal sınırlarının zorlanması ve tehdit edilmesiyle orta-ya çıkan ve bireylerin yaşamlarını etkileyen evrensel bir durumdur (1). İş stresi, bireyin yeteneklerindeki yetersizliklere, fiziksel ya da psikolojik nedenlere bağlı olarak ortaya çıkan ve bireyde gerilim yaratan durum olarak tanımlanmaktadır (2).

Yoğun bakım üniteleri Genel durumu kötü olan kritik hastaların izlendiği, gerilimin ve iş baskısının yoğun ya-şandığı hastane birimleridir. Yoğun bakım ünitelerindeki stresörler olarak yaşamı teh-dit edici kriz durumları, karmaşık teknoloji, acil karar verme sorumluluğu, aşırı uyarıcı çevre, hareketlilik ve gürültünün fazla olması sayılabilir (3). Her birey gibi hemşirelerde stresörlerle karşı karşıya geldiklerinde mücadele etmeye çabalarlar. Stresle başa çıkma kişinin kaynaklarını aşan ya da zorlayan, tüketen olarak değerlendirilen spesifik iç ve dış talepler arasındaki çatışmaları yönetmek için dinamik, bilişsel, davranış, duygusal ve davranışsal çabalarıdır (4).

Amaç Yoğun bakım ünitelerinde çalışan hemşirelerin karşılaştığı stresörleri belirlemek ve baş etme yöntemlerini değerlendirmek amacıyla bu derleme yazılmıştır.

Bulgular Özaltın ve Nehir’in (2006) yılında yaptığı çalışmada hemşirelerin en fazla iş yükü ve kritik hasta bakımıyla ilgili iş stresinden etkilendikleri; Zaybak ve Çevik’in (2012) yı-lında yaptığı araştırmada da hasta bakımı en önemli stresör olarak belirlenmiştir (5,6).Tel ve arkadaşlarının çalışmasında iletişim sorunları, personel ve malzeme yetersizliği diğer stresörler olarak tanımlanmıştır (7).

Kanbay ve Üstün (2009) yaptığı araştırmada hemşirelerin en fazla kendine güvenli yak-laşımı ve sıklıkla problem odaklı baş etme yöntemlerini kullandıkları saptanmıştır (8).Yapılan diğer bir çalışmada stres ile baş etmede en fazla sosyal destek kaynaklarının kullanıldığı belirlenmiştir (5).

24-25 EKİM 2015, ANKARA

287

Sonuç ve Öneriler Yoğun bakım ünitesinde çalışan hemşireler çeşitli stresörlere maruz kalmaktadır. Özel-likle stres ile baş etme teknikleri değişkenlik göstermektedir. Sağlık çalışanlarına iş stre-sine neden olan stresörü tanıma, stresle etkin başetme yollarını öğrenme ve problem çözme becerilerini geliştirmeye, kendini tanımaya yönelik rehberlik ve danışmanlık programlarının oluşturulması gerekir (9).

Anahtar Kelimeler Stres, yoğun bakım üniteleri, stresör, hemşire, baş etme

KAYNAKLAR 1. Baltaş, A. ve Baltaş, Z. (2002). Stres ve başa çıkma yolları. (21. Basım, s. 23). İstanbul: Remzi Kitabevi.

2. Okutan, Mustafa ve D. Tengilimoğlu (2002). “İş Ortamında Stres ve Stresle Başa Çıkma Yön-temleri: Bir Alan Uygulaması”, G.Ü. İ.İ.B.F. Dergisi ;3: 15-42.

3. Dede M,Çınar S (2008). Dahiliye Yoğun Bakım Hemşirelerinin Karşılaştıkları Güçlükler ve İş Doyumlarının Belirlenmesi. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi ; 1(1):3-14.

4. Güler Ö,Çınar S (2010). Hemşirelik Öğrencilerinin Algıladıkları Stresörler ve Kullandıkları Ba-şetme Yöntemlerinin Belirlenmesi. Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, Sem-pozyum Özel Sayısı ; 253-261.

5. Özaltın G,Nehir S (2007). Ankara İlindeki Hastanelerin Yoğun Bakım Ünitelerinde Çalışan Hemşirelerin İş Ortamındaki Stres Etkenleri ve Kullandıkları Başetme Yöntemlerinin Belirlenmesi. Atatürk Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi. 10(3);60-68.

6. Zaybak A,Çevik K (2015). Yoğun Bakım Ünitesindeki Stresörlerin Hasta ve Hemşireler Tarafın-dan Algılanması. Yoğun Bakım Dergisi; 6:4-9.

7. Tel H,Karadağ M ve ark (2003). Sağlık Çalışanlarının Çalışma Ortamındaki Stres Yaşantıları İle Başetme Durumlarının Belirlenmesi. Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi; 2:15-23.

8. Kanbay Y,Üstün B (2009). Kars ve Artvin İllerinde Hemşirelerin İş Ortamı ile İlgili Stresörleri ve Kullandıkları Başetme Yöntemlerinin İncelenmesi. DEUHYO ED ;2 (4): 155-161.

9. Özcanarslan N (2009). Hemşirelerin İş Ortamındaki Stresörlerinin Belirlenmesi. Çukurova Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Ana Bilim Dalı. Yüksek Lisans Tezi; Adana.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

288

SAĞLIK ÇALIŞANLARINDA KRONİK YORGUNLUK SENDROMU SIKLIĞININ BAZI OLASI FAKTÖRLERLE İLİŞKİSİ

Çiğdem Savaş Duman Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Konya [email protected]

Mehmet Uyar [email protected] Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Konya

Giriş ve Amaç Yorgunluk genel popülasyonda sık rastlanan bir semptomdur. Tipik olarak geçici ve duruma bağlı niteliktedir. Fakat bu nitelikte değilse ve başka bir tıbbî veya psikiyat-rik bozukluk ile açıklanamıyorsa, Kronik Yorgunluk Sendromu (KYS) düşünülmelidir. Daha çok stresli mesleklerde görülmektedir; bunların başında sağlık personelleri (he-kim, hemşire) gelmektedir (1).

Sağlık personeli normal çalışma saatleri ve günleri dışında çalışmak zorunda kalan, ya-şamsal tehdidi bulunan görev ve sorumluluklara sahip, zamanla yarışan, farklı tekno-lojilerin kullanıldığı, yoğun stres ve baskı altında çalışan bir gruptur. Bazen bu yoğun stresten oluşan savunma mekanizması patolojik boyutlara ulaşarak anksiyete, depres-yon veya Kronik Yorgunluk Sendromuna yol açabilir (KYS) (1).

Sağlık çalışanlarının sağlık hizmetlerini etkin ve sürekli şekilde sunabilmeleri kendile-rinin sağlıklı olabilmeleriyle olanaklıdır (2, 3).

Bu çalışmanın amacı; Konya il merkezi birinci basamak sağlık çalışanlarında, KYS pre-valansını ve prevalansı etkileyen bazı olası faktörleri incelemektir.

Gereç ve Yöntem Çalışmanın evrenini, Konya il merkezinde birinci basamakta hizmet veren sağlık çalı-şanları oluşturmuştur. Ekim 2013-Ocak 2014 tarihleri arasında uyguladığımız kesit-sel tipteki araştırmamıza 263’ü hekim, 505›i hekim dışı sağlık çalışanı toplam 778 kişi katılmıştır ve evrenin %80,1›ine ulaşılmıştır. Çalışmaya; hekim, hemşire, ebe, sağlık memuru, teknisyen ve laborant olarak çalışanlar kabul edilmiştir. Sağlık personeli ol-mayan çalışanlar (Tıbbi sekreter, memur, vs. gibi) araştırmaya kabul edilmemişlerdir. Herhangi bir kronik hastalığı olan ve sürekli ilaç kullanan çalışanlar çalışma dışı bıra-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

289

kılmışlardır. Verilerin toplanmasında araştırmacılar tarafından hazırlanan anket formu kullanılmıştır. Anket formu açık ve kapalı uçlu sorulardan oluşup demografik özellik-ler, alışkanlıklar, çalışma yaşamına ilişkin özellikler ve çalışma yaşamından memnuni-yet ile ilgili 45 sorudan oluşmuştur. KYS’nin belirlenmesi için CDC›nin 1994’te kabul ettiği tanı kriterleri dikkate alınmıştır. Ankete Beck tarafından 1961’de geliştirilen ve ülkemizde geçerlik ve güvenirlik çalışmaları Teğin (1980), Hisli (1988) tarafından yapı-lan 21 soruluk Beck Depresyon Ölçeği eklenmiştir (4). Veriler; SPSS 17.0 paket progra-mında analiz edilmiştir. p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.

BULGULAR Verilerin değerlendirilmesi sonucunda katılımcıların %34,3’ünün hekim, %65,7’sinin hekim dışı sağlık personeli olduğu saptanmıştır. Çalışmaya katılanların %34,4’ü erkek, %65,6’sı kadındır. Katılımcıların %45’i kurumlarında kadrolu olarak çalışırken, %55’i sözleşmeli olarak çalışmakta olup, %60,8’i Aile Sağlığı Merkezlerinde, %39,2’si Toplum Sağlığı Merkezleri ve diğer birinci basamak sağlık birimlerinde çalışmaktadır. Katılım-cıların yorgunluk durumlarınnın dağılımı Tablo II’de verilmiştir. Çalışmamızda ka-dınlarda ve hekim dışı sağlık personelinde, 29 ve altı yaş grubununda, düzenli egzersiz yapmayanlarda, sağlık durumunu kötü olarak değerlendirenlerde, görev başında iken şiddete maruz kalanlarda ve şiddet kaygısı duyanlarda, mesleklerinden memnun olma-yanlarda, mobbinge maruz kaldığını düşünenlerde, çalıştıkları ortamın fiziki şartların-dan memnun olmayanlarda, personel sayılarını yeterli bulmayanlarda, sosyal hayatını kötü olarak değerlendirenlerde, Beck depresyon puanı 17 ve üzerinde olanlarda KYS daha yüksek oranda görülmüştür (p<0,05). Çocuk sahibi olmayanlarda daha az oran-da KYS saptanmıştır (p<0,05). KYS ile ilişkili olduğu düşünülen 15 değişkenle yapılan lojistik regresyon analizine göre kadın cinsiyetin (OR:2,9, %95GA:1,57-5,35), şidde-te maruz kalmanın (OR:2,03, %95 GA:1,11-3,72), mobbinge uğradığını düşünmenin (OR:1,7, %95 GA:1,03-2,87) KYS’yi arttırdığı (p<0,05), meslekten memnun olmanın (OR:0,52, %95 GA:0,29-0,93), sağlık durumunu (OR:0,32, %95 GA:0,19-0,54) ve sosyal hayatı iyi olarak değerlendirmenin (OR:0,48, %95 GA:0,32-0,73) KYS’yi azalttığı tespit edilmiştir (p<0,05).

Tablo 1. Katılımcıların kronik hastalık ve sürekli ilaç kullanma durumları, Konya,2014

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

290

Tablo 2. Katılımcıların yorgunluk durumlarının dağılımları, Konya- 2014

Tablo 3. KYS oluşumunda etkili faktörlerin lojistik regresyon analizi sonuçları, Konya-2014

Tartışma Sağlık çalışanlarında KYS prevalansı üzerindeki çalışmalar yetersiz sayıdadır. Bates’in (1993) yaptığı çalışmada birinci basamak sağlık hizmetleri ve pratisyen hekimlikte KYS prevelansı %0.006-3 arasında değişmektedir. Bizim çalışmamızda birinci basamak sağ-lık çalışanlarında KYS prevelansı %12,4 olarak saptanmıştır. Prevalans çalışmalarının benzer olmayan sonuçlarının nedeni tanıda kullanılan kriterlerin farklı olması kaynaklı olabilir.

KYS’nin kadınları erkeklerden daha fazla etkilediği rapor edilmiştir (5). Bizim çalışma-mızda da, erkeklerden daha fazla olarak kadınların %23,1’inde (78) KYS olduğu görül-müştür (p=0,000).

Mobbing’in mağdur üzerindeki psikolojik sonuçları; uykusuzluk, iştahsızlık depres-yon, post travmatik stres bozukluğu, panik atak, dikkat dağınıklığı, mide şikayetleri, işe karşı isteksizlik, iş doyumsuzluğu, işten ayrılmak isteme, iş kazaları, yeme isteğinde

24-25 EKİM 2015, ANKARA

291

artma veya azalma, kilo alma/verme, kendini yorgun ve stresli hissetme, intihara yö-nelme, meslekten soğuma vb görüldüğü tespit edilmiştir (6). Çalışmamızda katılımcıla-rın mobbinge maruz kalmalarını düşünmelerine göre yorgunluk durumlarına bakıl-dığında mobbinge maruz kaldığını düşünenlerde daha fazla oranda KYS saptanmıştır (p=0,000).

Sonuç olarak; birinci basamak sağlık çalışanlarında saptadığımız KYS prevalansı yük-sek bulunmuştur ve bazı olası faktörlerin bu prevalans düzeyinde etkili olduğu tespit edilmiştir.

Ülkemizde çalışanların şiddete ve mobbinge maruz kalmaları ile mücadelede etki-li yasal düzenlemelerin geliştirilmesinin, KYS prevalansını azaltmada faydalı olacağı olasıdır.

Anahtar Kelimeler: Yorgunluk, Kronik Yorgunluk Sendromu, Sağlık Çalışanı

KAYNAKLAR

1. Sayın S, Kara İH, Baltacı D, Yılmaz A, TIP Fakültesinde Görev Yapan Araştırma Görevlilerinde Kronik Yorgunluk ve Depresyon Sıklığının İncelenmesi. Konuralp Tıp Dergisi.2013;5(1):11-17.

2. Taşçıoğlu İ. Lüleburgaz Devlet Hastanesi ve Lüleburgaz 82. Yıl Devlet Hastanelerinde İş ve Ça-lışma Ortamından Kaynaklanan Riskler ve Bu Riskleri Hemşirelerin Algılama düzeylerinin Saptanması. 2007, T.C. Trakya Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü,Yüksek Lisans Tezi, 85 say-fa, Edirne, (Doç. Dr. Galip Ekuklu).

3. Kılıç M, Çetinkaya F. Yozgat il merkezindeki sağlık çalışanlarında sağlık sorunlar görülme duru-mu ve etkileyen faktörler. Sağlık Bilimleri Dergisi. 2011; 20, (3):184- 194.

4. Beck AT ve ark. (1974). The measurement of pessimism. The hopelessness scale. J Consult Clin Psycholgy, 42: 861-865

5. Farmer A, Scourfield J, Martin N, et al. Is disabling fatigue in childhood influenced by genes? Ps-ychol Med 1999; 29: 259-68.

6. Yurdakul M, Türkleş S, Vefik Uluçay D, Çelik T, Şahin M, Özcan A.; Ebe ve Hemşirelerin İiş Ye-rinde Karşılaştıkları Psikolojik Bezdirme Davranışları, Hemşirelikte Araştırma Geliştirme Dergisi; (3)2011.

292

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

SAĞLIK UYGULAMALARINA İLK ADIMDA HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNİN KAYGI DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ

Mustafa Gül1, Gonca Gül2, Nilgün Katrancı3

Öğr., Ahmet Yesevi Üniversitesi, Sağlık Kurumları İşletmeciliği, Ankara 1 Öğr.Gör., Amasya Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Amasya 2 Öğr.Gör., Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Yusuf Şerefoğlu Sağlık Yüksekokulu, Kilis 3

Amaç: Bu araştırma ile bir üniversitede öğrenim gören birinci sınıf hemşirelik öğ-rencilerinin ilk klinik deneyimleri öncesi kaygı düzeylerinin bazı değişkenler açısın-dan incelenmesi amaçlanmıştır.

Gereç ve Yöntem: Bu araştırma tanımlayıcı nitelikte olup, araştırmanın örneklemini, Kilis 7 Aralık Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu’nda Hemşirelik Esasları dersini alan 66 birinci sınıf hemşirelik öğrencisi oluşturmaktadır. Araştırma verilerinin top-lanmasında öğrencilerin tanıtıcı özelliklerini belirleyen “Kişisel Bilgi Formu” ile “Durumluk-Sürekli Kaygı Ölçeği” kullanılmıştır. Anket formları öğrencilerin Hem-şirelik Esasları dersi kapsamında staja çıktıkları ilk gün kliniklere gitmeden önce ve stajın son günü olmak üzere iki kez uygulanmıştır. Çalışmadan elde edilen verilerin analizinde; frekans analizi, ki-kare, korelasyon, student-t, Mann-Whitney U, tek yön-lü ANOVA ve paired-t testleri kullanılmıştır.

Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin klinik deneyim öncesi bazı değişkenler açısından durumluk ve sürekli kaygı puanları incelendiğinde, cinsiyetler arasında durumluk kaygı düzeyi açısından anlamlı bir fark vardır (p<0.05). Erkek öğrencile-rin durumluk kaygı düzeyleri (41.43±5.40), bayan öğrencilerinkinden (39.00±4.25) daha yüksektir. Hemşirelik bölümünü tercih etme durumlarına göre durumluk-sü-rekli kaygı düzeyleri arasında istatistiksel olarak fark olmamakla birlikte (p>0.05), hemşirelik bölümünü istemeyerek seçenlerin durumluk-sürekli kaygı düzeyleri, bölümü isteyerek seçenlerinkinden daha yüksektir. Araştırmaya katılan öğrencilerin klinik deneyim öncesi ve sonrası durumluk ve sürekli kaygı puanları karşılaştırıl-dığında, durumluk kaygı puan ortalamaları arasında anlamlı bir fark bulunmakla birlikte (p<0.05), klinik uygulama sonrası durumluk kaygı puanlarının artmış ol-duğu görülmektedir. Öğrencilerin sağlık alanında deneyim kazanmaları, kaygı dü-zeylerini arttırmıştır. Öğrencilerin sürekli kaygı puanları arasında anlamlı bir fark bulunmamakla birlikte (p>0.05), klinik uygulama sonrası sürekli kaygı puanlarının

24-25 EKİM 2015, ANKARA

293

artmış olduğu görülmektedir. Klinik uygulama öncesi durumluk kaygı puan ortala-masına bakıldığında (39.84±4.79) öğrencilerin hafif düzeyde kaygılı olduğu, klinik uygulama sonrası puanına bakıldığında ise (41.92±4.36), orta düzeyde kaygılı ol-dukları görülmektedir. Sürekli kaygı puan ortalamaları incelendiğinde klinik öncesi (44.90±5.36) ve sonrası (45.22±4.95) kaygı düzeylerinin orta derecede olduğu bulun-maktadır.

Sonuç: Tüm sağlık kuruluşlarında çalışacak olanların eğitiminde uygulamaya yönelik tüm kaygıların önceden belirlenip, çözümlenmesi gerekmektedir. Bu durum hem çalışanların hem de hizmeti alanların yararına olacaktır.

BİR HASTANEDE ÇALIŞANLARIN SAĞLIĞI İLE İLGİLİ SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Koray Menengiç* Yaşar Bilge**

* Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesi İş Güvenliği Uzmanı **Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesi İşyeri hekimi ve Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim üyesi

Giriş ve amaç: Çalışan sağlığını korumak ve iş güvenliğini geliştirmek yasal zorunluluktur.

Amaç: Çalışan kişinin karşılaştığı sorunu tanımlamak ve bunun çözümünde gerekli olan durumları saptamaktır.

Materyal ve metot: 2013-2015 yılları arasında hastanemizde yapılan çalışmaya göre çalışanların karşılaştıkları sorunlar ve çözümleri Excel tablosu ile değerlendirilerek tablo halinde sunuldu.

Bulgular: Şiddet nedeniyle sağlık çalışanı sorunlar yaşadığı olgu halinde sunulmuştur.

Kaza sonucu yaralanmalar yüksekten düşme, cisim düşmesi, çarpma sonrası sık gözlenmiş olup olguların Sosyal Güvenlik Kurumuna ihbarı yapılmıştır.

Tartışma: Sağlık çalışanının sağlığını bozan durumlar şiddet olduğundan sosyal açıdan incelenerek önleme, ortadan kaldırma yönünde çalışılmasında fayda bulunmaktadır. Bulaşıcı hastalıklar meslek hastalığı yönünden izlenmesi gerekir. Delici aletle çalışan kişi aleti korunaklı kullanmalıdır. Koruyucu aşıları yapılması yararlıdır. Bu çalışmanın sınırlığı olduğundan diğer çalışmalarla disiplinlerarası birleştirilerek süreç geliştirilmesi faydalı olabilir.

Sonuç: Toplumsal sorun olan şiddet için iletişim yöntemlerinin geliştirilmesi ve bu yönde eğitim gereklidir. Kazalar içinde yüksekten düşme ve yüksekten cisim düşmesi önemli olduğundan ergonomik çalışılması yararlıdır.

Anahtar kelimeler: Çalışan sağlığı, iş kazası, meslek hastalığı, çalışan eğitimi

Key words: employee health, occupational accidents, occupational diseases, employee training

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

294

24-25 EKİM 2015, ANKARA

295

Background and purpose: To protect the health of employees and improve job security is a legal requirement. Purpose: To identify the problems facing working people and to determine the conditions that are necessary to solve it.

Materıals and methods: Between the years 2013-2015 according to the work done in our hospital and the solution of problems faced by workers was presented in the table are evaluated with Excel tables.

Results: The health worker has been presented due to the fact that the problems experienced violence.

Accidental injuries are falls from height, falling objects, after the shock is frequently observed in the case of the Social Security Institution notification is made.

Dıscussıon: disrupts the health conditions of health workers prevention is examined in terms of social violence, there are benefits in working towards elimination. Infectious diseases must be monitored in terms of occupational diseases. Drill tool employed person shall use a protected device. Preventive vaccines are useful to do. Interdisciplinary scarcity of this study with other studies that may be useful to develop combined process.

Conclusıon: The development of communication methods for the social problems of violence and the necessary training in this direction. High falls and fall accidents are useful in the body is important to work ergonomically.

Key words: employee health, occupational accidents, occupational diseases, employee training

Giriş ve amaç: 4857 sayılı İş Kanunun 80. maddesine göre çıkarılan İş Sağlığı ve Güvenliği Kurulları Hakkındaki Yönetmelik gereği iş yerinde kurullar kurulmuştur(1).

Sosyal Güvenlik Kurumu’nun 2010 yılı istatistiklerine göre işyerlerinde 62.903 iş kazası ve 533 meslek hastalığı vakası meydana gelmiş, toplam 1.454 çalışanımız hayatını kaybetmiştir. 2010 yılında iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu kaybedilen iş günü sayısı 1.516.024, sürekli iş göremez hale gelen çalışan sayısı ise 2.085’dir. Ayrıca bunun maddi ve manevi külfeti yüksektir(2). Bu açıdan sektörlerin İş Sağlığı ve Güvenliği alanında önlem almaları ve süreç geliştirmeleri gerekmektedir. Örneğin Çimento Sektöründe İş Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili dokuman hazırlanmıştır(3). Avrupa Birliği bu alanda çalışmaları desteklemektedir(4). Bu konuda Sağlık Bakanlığımız Beyaz Kod adı altında çalışan sağlığı ve güvenliği ile ilgili dokuman sunmuştur(5).

Amaç: Çalışan kişinin karşılaştığı sorunu tanımlamak ve bunun çözümünde gerekli olan durumları saptamaktır.

Materyal ve metot: 2013-2015 yılları arasında hastanemizde yapılan çalışmaya göre

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

296

çalışanların karşılaştıkları sorunlar ve çözümleri Excel tablosu ile değerlendirilerek tablo halinde sunuldu.

Bulgular:

1. Hasta geç muayene edildiği iddiası ile sözel şiddete maruz kalınmış. Savcılık Soruşturma yapmıştır. 2. Damar yolu açmada sorun iddiası ile sözel şiddete maruz kalınmış. Savcılık Soruşturma yapmıştır. 3. Hasta muayene perdesinin çekilmemesi ile sözel şiddete maruz kalınmış. Savcılık Soruşturma yapmıştır. 4. Doktora hastanın istediği ilaç reçetesi yazmadığından sözel şiddete maruz kalınmış. Savcılık Soruşturma yapmıştır. 5. Hasta ve yakını laboratuarın uygun olmadığı zamanda inceleme istemesi sonucu tartışma yaşanmış, sağlık çalışanı fiziksel şiddete maruz kalmıştır. 6. Doktora hasta yakını telefonla tehdit etmesi ile sözel şiddete maruz kalınmış. Savcılık Soruşturma yapmıştır. 7. Asansöre fazla sayıda binen hastanın inmeyi reddi ile sözel şiddete maruz kalınmış. Savcılık Soruşturma yapmıştır. 8. Hasta ve yakını doktora belgenin imzalatması için tartışma sonrası sözel şiddet yaşanmış, soruşturma istenmiştir. Olay beyaz kod uygulamasına aktarılmıştır. 9. Randevu almadan muayene isteyen kişiler sağlık çalışanına sözel şiddet uygulamıştır. İki farklı olay beyaz kod uygulamasına aktarılmıştır. 10. Bariyerde görevli memura fiziksel şiddet uygulanmıştır. Olay beyaz kod uygulamasına aktarılmıştır. 11. Muayeneye geç başlayan doktora sözel şiddet uygulanmıştır. Olay beyaz kod uygulamasına aktarılmıştır. 12. Hasta kaydolmadan muayene isteyen kişi sözel şiddet uygulamış, olay beyaz kod uygulamasına aktarılmamıştır. 13. Hastanın yatağa kaldırılmaması nedeniyle sözel şiddet uygulanmış, olay beyaz kod uygulamasına aktarılmamıştır. 14. İdrar torbası, kateterini çıkaran hastanın sözel şiddeti beyaz kod uygulamasına aktarılmıştır. 15. Dilekçesine cevap almadığı iddiası ile sağlık çalışanı sözel şiddete maruz kalmış, beyaz kod uygulamasına aktarılmamıştır. 16. İçi kan dolu tüp sağlık çalışanı üzerine fırlatılmış ancak beyaz kod uygulaması yapılmamıştır. 17. Kırık nedeniyle 10 gün işgörmez raporu alan hastaya yeniden istirahat raporu verilmediğinden doktora sözel şiddet uygulanmış, beyaz kod aktarımı yapılmamıştır. 18. Poliklinikte agresif davranan hasta için beyaz kod uygulaması yapılmamıştır.

Kazalar: Olayların tümü Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ilgili birimine (Sosyal Güvenlik Kurumuna) ihbar edilmiştir.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

297

1. Merdivenden düşme 3 gün istirahat raporu almıştır. 2. Başına dolap düşme 3 gün istirahat raporu almıştır. 3.Kapıya el sıkışması işine devam etmiştir. 4. Çiçek saksısına takılarak düşme işine devam etmiştir. 5. Sol bacağına iğne batması sonrası görevine devam etmiştir. 6. Kafasını duvara çarpma sonrası işine devam etmiştir. 7. İş yaparken bayılma sonrası işine devam etmiştir. 8. Koşu bandının eline düşmesi sonrası işine devam etmiştir. 9. Ayağına direk düşmesi sonrası işine devam etmiştir. 10. Ayağına taş düşmesi 3 gün istirahat raporu almıştır. 11. Baş dönmesi sonrası düşme 3 gün istirahat raporu almıştır. 12. Tavandan materyal ve pencere pervazının çarpması sonrası işine devam etmiştir.

Tartışma: Sağlık çalışanının sağlığını bozan durumlar 19/30 sıklıkla (% 63.33 ) şiddettir. İş yerlerinde şiddetin sık izlenmesi önlenmesi, ortadan kaldırılması için sosyal çalışmaların yaygınlaştırılma gereğini göstermektedir. Şiddet en sık acil servislerde, psikiyatri kliniklerinde bildirilmiştir(6). Şiddete uğrayan sağlık çalışanlarında şiddetin ardından anksiyete ve huzursuzlukta artış uyarılmışlık görüldüğünden iş verimi ve performans düşmekte ve sonrasında kazalar daha sık gözlenmektedir.

Temizlik işçilerinin %52.8’i çalıştığı yerde işyeri sağlık birimi, %50.7’si işyeri hekimi, %57.9’u işyeri hemşiresi/sağlık memuru olmadığını belirtmiştir. %83.0’ü işe giriş muayenesi olmuş, %47.4’ü aralıklı kontrol muayenesi olmaktadır. %85.2’si işiyle ilgili mesleki eğitim, %87.4’ü işiyle ilgili sağlık ve güvenlik eğitimi almamıştır. %80.1’i işini yaparken kişisel koruyucu kullanmamaktadır. İşçilerinin %26.0’sı iş kazası geçirmiştir. %5.3’ünde iş kazasına bağlı kalıcı sakatlık meydana gelmiştir. %9.6’sı meslek hastalığı tanısı almış, %4.8’inde meslek hastalığına bağlı kalıcı sakatlık meydana gelmiştir(7). Odada pencere pervazının veya tavandaki materyalin (kireç, alçı, ampul) düşmesi nedeniyle kişi yaralanabilir. 6 ayda bir kontrol etmek gerekir.Temizlik şirket elemanları kazalara bağlı yaralanmalar açısından riski yüksektir(7).

Kazalar sıklıkla yüksekten cisim düşmesi, merdivenden düşme, ayağa taş düşmesi, direk düşme şeklinde olduğundan yüksek yerden cisim alma kuralları ergonomik olmalıdır.

Kesici delici aletle çalışırken ve kan ürünleri ile uğraşırken bulaşıcı hastalıklara dikkat edilir.

Bulaşıcı hastalıklar meslek hastalığı yönünden izlenmesi gerekir. Delici aletle çalışan kişi aleti korunaklı kullanmalıdır. Koruyucu aşıları yapılması yararlıdır.

Bu çalışmanın sınırlığı olduğundan diğer çalışmalarla disiplinlerarası birleştirilerek

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

298

süreç geliştirilmesi faydalı olabilir.

Tüberküloz hastalığının sağlık çalışanı için risk oluşturduğu hatta hastalandıkları iddia edilse de resmi başvuru olmaması nedeniyle meslek hastalığı değerlendirmesi yapılması sorundur(8). İdarenin özenli davranışında bile sağlık çalışanının zarar görmesi halinde Borçlar Kanununun 71. maddesine göre tehlike sorumluluğu olduğundan zararı karşılar(9).

Sağlık çalışanının hizmet verirken yeterli sayıda olmaması yorgunluk, dikkat azalması sonucu kaza ve şiddet sebeplerini artırdığından idarenin kadro bulmada uğraşı artabilir(10). Bu yönde suçlamanın azalması açısından politikacıların idareye destek vermesinde fayda bulunmaktadır. Çalışma koşulları, kimyasal, fiziksel, biyolojik ve psikososyal etmenlerinin çalışanlarda kas-iskelet sistemi hastalıklarına yol açtığından düzeltilmeli, kontrol edilmeli ve geliştirilmelidir(11,12). Akredite olmayan sistemde hastanın haklarına zamanında ve yerinde kavuşması mümkün değildir. Mahkeme süreci uzamakta ve kişilerin memnuniyetsizlikleri artmaktadır. Sorunların çözümü açısından kurumlar arası iş birliğine dayanan bir çalışma yapmanın gereği bulunmuştur(13).

Sonuç Toplumsal sorun olan şiddet için iletişim yöntemlerinin geliştirilmesi ve bu yönde eğitim gereklidir. Kazalar içinde yüksekten düşme ve yüksekten cisim düşmesi önemli olduğundan ergonomik çalışılmalıdır. Yaralanma ve zehirlenme riski olan bölümler olan Acil Tıp, Yoğun bakım, Mutfak ve Su Gider kısımları hastanenin diğer kısımlardan daha fazla incelenmesinde ve saptanan sorunların kök neden analizi ile süreçleri geliştirilmesinde yarar bulunduğu gözlendi.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

299

KAYNAKLAR 1.Çalışma ve Sosyal Güvenliği Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü. İşyerleri iş sağlığı ve güvenliği kurulları çalışma rehberi. Yayın No 141, s 5-18, Ankara, 2011.

2. Çalışma ve Sosyal Güvenliği Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü. 6331 sayılı İş sağlığı ve Güvenliği Kanunu. Art Ofset Matbaacılık s. 1-2, Ankara, 2012.

3. Akın L, Şardan HS. Çimento sektöründe iş sağlığı ve güvenliği. S 15, 184, Deniz Matbaacılık, İstanbul, 2011.

4. Çalışma ve Sosyal Güvenliği Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü. Çalışma Yaşamında Sağlık Gözetimi. Avrupa Birliği Konsorsiyumu, s 19, 205, 373, Ankara, 2011.

5. Beyaz Kod Birimi. http://www.asm.gov.tr/UploadGenelDosyalar/Dosyalar/143/MEVZUAT/14_03_2013_11_47_11.pdf (ET:19.03.2015).

6. Annagür B. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet: Risk faktörleri, etkileri, değerlendirilmesi ve önlenmesi. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar 2.2:161-173, 2010. 7. İlhan MN, Kurtcebe ZÖ, Durukan E, Koşar L. Temizlik İşçilerinin Sosyodemografik Özellikleri ve Çalışma Koşulları ile İş Kazası ve Meslek Hastalığı Sıklığı. Fırat Üniversitesi Sağlık Bilimleri Tıp Dergisi 20:6:433-439, 2006. 8. Kılınç, O., Uçan, E. S., Çakan, A., Ellidokuz, H., Özol, D., Sayıner, A., & Özsöz, A. İzmir’de sağlık çalışanları arasında tüberküloz hastalığı riski: tüberküloz meslek hastalığı olarak kabul edilebilir mi. Toraks Dergisi, 1(1), 19-24, 2000. 9. Özcan Z. Hastane işletmecisinin enfeksiyon riskine bağlı tehlike sorumluluğu. AÜHFD 63/3: 551-567, 2014. 10. Karadeniz O. “Dünya’da ve Türkiye’de İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları ve Sosyal Koruma Yetersizliği.” Çalışma ve Toplum 3:15-75, 2012. 11. Özkan, Ö., & Emiroğlu N. Hastane sağlık çalışanlarına yönelik işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetleri. CU Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 10(3), 43-51, 2006. 12. Türkan A. “İşe bağlı kas-iskelet sistemi hastalıkları ve sosyoekonomik eşitsizlikler.” (2009).Uludag Dergiler Tıp Fakültesi Dergisi Tıp Fakültesi Dergisi 35/2: 101-106, 2009. 13. Bilge Y, Temel N, Gökmen A, Sarıkaya C. Maluliyet Hesaplamasında Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğünün Geçerliliği. Sağlık Güvenlik Dünyası 73:53-56, 2011.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

300

BİR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİNDE GÖREV YAPAN SAĞLIK ÇALIŞANLARININ İŞ GÜVENLİĞİ ALGISININ BELİRLENMESİ

Talip Kılıç*, Yrd.Doç.Dr. Kemal Tekin**

* GATA Ortopedi ve Travmatoloji Protez Ortez Laboratuarı ** Türk Hava Kurumu Üniversitesi İşletme Bölümü

Amaç Bu çalışma bir eğitim ve araştırma hastanesinde görev yapan sağlık çalışanlarının iş güvenliğinin sağlanma durumunun saptanması ve konu ile ilgili yapılan faaliyetler ve düzenlemelerin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.

Gereç ve Yöntem Tanımlayıcı türdeki bu araştırmanın evrenini bir eğitim ve araştırma hastanesinde görev yapan 2277 sağlık çalışanı oluşturmuştur. Çalışmanın belirlenen hastanede uygulanabilmesi için gereken etik kurul izni ve idari izin alınmıştır. Örneklemin be-lirlenmesinde hekim, hemşire, tekniker/teknisyen, hasta bakıcı ve diğer (eczacı, diye-tisyen, fizyoterapist) olmak üzere belirlenen beş grup için oranlı tabakalı örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Çalışma araştırmaya katılmayı kabul eden, yazılı ve sözlü onam veren 279 sağlık çalışanı ile tamamlanmıştır. Altılı likert tipindeki 45 maddelik iş güvenliği ölçeği (α=0.948) ve 11 sorudan oluşan kişisel bilgi formu katılımcılara 2014 yılında uygulanmıştır. Elde edilen veriler bilgisayar ortamında SPSS 15.0 paket programı aracılığıyla analiz edilmiştir. Verilerin analizinde; Kolmogorov-Smirnov, t testi, tek yönlü varyans analizi, Kruskal-Wallis, Bonferroni düzeltmeli t testi, Bon-ferroni düzeltmeli Mann-Whitney U testi, Pearson Ki-kare ve Pearson Korelasyon analizleri kullanılmıştır.

Mesleki hastalık geçirme durumları; Geçirmedim % 57 Geçirdim % 43

24-25 EKİM 2015, ANKARA

301

Cerrahi kliniklerde;

Sözel şiddet:

Kronik yorgunluk:

Tartışma Meslek hastalıkları ile ilgili olarak Öztürk ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmada kanser ve uyku bozuklukları ön plana çıkarken (1), bazı çalışmalarda kas-eklem has-talıkları (2), Cürcani ve Tan’ın (3) çalışmasında ise kas eklem hastalıklarının yanında uyku bozuklukları belirtilmektedir. Bulgularımızın literatürle uyumlu olduğu değerlen-dirilmektedir.

Alçelik ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmada şiddete maruz kalanların %92.2’si-nin sözel şiddete maruz kaldığı (4), Çamcı ve Kutlu’nun çalışmasında (5) da katılımcı-ların tamamına yakınının iş yaşamında en az bir kez sözel şiddete uğradığı belirtilmiş-tir. Yapılan bazı çalışmalarda şiddetin en fazla tedavinin yapıldığı ve hastayla temasın yoğun olduğu alanlarda (6) ve acil servislerde (7-9) görüldüğü belirtilmiştir.

Öztürk ve arkadaşlarının yapmış olduğu çalışmada (1) hemşirelerin daha düşük puan aldıkları belirtilmiştir. Önder ve arkadaşlarının (2) hekim ve hemşirelerin geçirdikleri iş kazaları ve meslek hastalıklarının değerlendirilmesi amacıyla yapmış olduğu çalış-mada hemşirelerin iş kazası geçirme durumlarının hekimlere göre daha fazla olduğu belirtilmiştir. Bulgularımızın literatürle uyumlu olduğu değerlendirilmektedir.

Sonuç Ölçek toplamında sağlık çalışanlarında iş güvenliği algısının yeterli düzeyde olmadığı ve iş güvenliği faaliyetlerinin yeterli düzeyde sağlanmadığı görülmektedir.

ññ

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

302

KAYNAKLAR 1. Öztürk, H., Babacan, E., Anahar, E. Ö. (2012) Hastanede Çalışan Sağlık Personelinin İş Güven-liği. Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 1 (4), 252-268.

2. Önder, Ö. R., Ağırbaş, İ., Yaşar, G. Y., Aksoy, A. (2011). Ankara Numune Eğitim ve Araştır-ma Hastanesinde Çalışan Hekim ve Hemşirelerin Geçirdikleri İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları Yönünden Değerlendirilmesi. Ankara Üniversitesi Dikimevi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Dergisi, 10 (1), 31-44. 3. Cürcani, M., Tan, M. (2009). Diyaliz Üniteleri ve Nefroloji Servislerinde Çalışan Hemşirelerin Karşılaştıkları Mesleki Riskler ve Sağlık Sorunları. TAF Preventive Medicine Bulletin, 8 (4) 339-344. 4. Alçelik, A., Deniz, F., Yeşildal, N., Mayda, A., Şerifi, B. (2005). Aibü Tıp Fakültesi Hastanesinde Görev Yapan Hemşirelerin Sağlık Sorunları ve Yaşam Alışkanlıklarının Değerlendirilmesi. TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni, 4 (2), 55-65.5. Çamcı, O., Kutlu, Y. (2011). Kocaeli’nde Sağlık Çalışanlarına Yönelik İşyeri Şiddetinin Belirlen-mesi. Journal of Psychiatric Nursing, 2 (1), 9-16. 6. Aydın, M. (2008). Isparta-Burdur Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet ve Şiddet Algısı: Türk Tabipler Birliği Isparta-Burdur Tabip Odası Başkanlığı, Isparta. 7. Ayranci, U., Yenilmez, C., Balci, Y., Kaptanoglu, C. (2006). Identification of Violence In Turkish Health Care Settings. Journal of Interpersonal Violence, 21 (2), 276-296. 8. Gülalp, B., Karcioğlu, O., Köseoğlu, Z., Sari, A. (2009). Dangers Faced By Emergency Staff: Experience In Urban Centers In Southern Turkey. Ulusal Travma ve Acil Cerrahi Dergisi, 15 (3), 239-242. 9. Saygun, M. (2012). Sağlık Çalışanlarında İş Sağlığı ve Güvenliği Sorunları. TAF Preventive Medicine Bulletin, 11 (4), 373-382.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

303

YARDIMCI SAĞLIK ÇALIŞANLARININ HEPATİT A İLE KARŞILAŞMA DURUMLARI DEĞERLENDİRİLİYOR MU?

Hemş. Emine Kocabaşoğlu1, Doç. Dr. Selma Tosun2 , Uzm. Hemş. Serap Arıcan3 , Hemş. Selda Sayın3,

Hemş. Didem Demircan 4, Hemş. Neslihan Genç4, Hemş. Gülhan Çapanoğlu 4, Uzm. Dr. Ebru Dik 2

İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hasta ve Sağlık Otelciliği Müdürü1 İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobi-yoloji Kliniği2 İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hizmet İçi Eğitim Birimi-Eğitim Hemşiresi3 İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Kontrol Hemşiresi İzmir4

Amaç Bu çalışmada yardımcı sağlık çalışanlarının hepatit A virüsü (HAV) ile karşılaşma ve aşılanma durumlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.

Yöntem İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görev yapmakta olan hekim, hemşire ve teknisyen dışı sağlık çalışanlarına uygulanan bir anketle HAV enfeksiyo-nu ile ilgili farkındalıkları değerlendirilmiş ve buna ilişkin şimdiye kadar yapılmış olan serolojik tetkik sonuçları Enfeksiyon Kontrol Komitesi kayıtlarından çıkartıl-mıştır.

Bulgular Çalışma gönüllülük esasına göre gerçekleştirilmiş olup veri kayıt elemanı, büro çalışanı, sekreter, güvenlik görevlisi, aşçı ve temizlik görevlisi olmak üzere toplam 164 yardımcı sağlık çalışanı (74 erkek, 93 kadın) katılmıştır.

Çalışmaya katılan 164 kişiden 98’ine (%60) şimdiye kadar hiç HAV IgG tetkiki yapıl-mamış olduğu belirlenmiştir. Tetkik yapılmış olan toplam 66 kişinin 52’sinde (%79) HAV IgG sonucunun pozitif, 14’ünde (%21)ise negatif olduğu belirlenmiştir.

Seronegatif kişilerin yaş gruplarına göre dağılımı Tablo 1’de gösterilmiştir.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

304

Tablo 1. Seronegatif kişilerin yaş gruplarına göre dağılımı

Tartışma HAV enfeksiyonu epidemiyolojisi dünyada ve ülkemizde giderek değişmekte olup vi-rüsle karşılaşma, genç erişkin ve erişkin yaşa doğru kaymaya başlamıştır. Ancak erişkin yaşta geçirilen akut HAV enfeksiyonu olguları, ağır seyretmesi ve nadiren ölüme yol açabilmesi açısından önemini korumaktadır. Ülkemiz HAV enfeksiyonu açısından halen orta derecede endemik bölgeler arasında yer almaktadır. Özellikle aktif olarak hastayla teması olan sağlık çalışanları akut HAV olguları ile karşılaşma ve takip/tedavi-lerini yapma gibi nedenlerle virüsle karşılaşma riskleri artmış olan kişilerdir. Hastayla teması dolaylı olan veya hemen hemen hiç teması olmayan sağlık çalışanlarının bu yönden riski nispeten daha az gibi görünmektedir. Bununla birlikte ülkemizin sos-yoekonomik koşullara ve bölgelere göre değişmekle birlikte halen HAV enfeksiyonu açısından riskli olduğundan ve genç yaş grubunda seronegatif kişi sayısının artma eğiliminde olması nedeniyle hastanede çalışıyor olmayı bir fırsat kabul ederek özellikle genç yaş grubundaki kişilerin tetkik edilmesi ve seronegatif olanların aşı için yönlendi-rilmesi yararlı olacaktır kanaatindeyiz.

Çalışmamıza dahil edilen yardımcı sağlık çalışanlarının %60’ının HAV açısından tetkik yaptırmamış oldukları belirlenmiştir. Tetkik yapılanlar arasında seronegatif olanların yaş grupları incelendiğinde 23 yaştan 38 yaşa kadar sağlık çalışanı olduğu gözlenmiştir. Bu nedenle hastayla doğrudan temasları olmasa bile özellikle 20-40 yaş arasındaki has-tanede çalışan sağlık personeline hepatit A açısından da bir kez tetkik yapılmasının ve seronegatif olanların aşılanmasının / aşıya yönlendirilmesinin yararlı olacağını düşün-mekteyiz.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

305

STAJYER ÖĞRENCİLERİN VİRAL HEPATİTLER HAKKINDAKİ FARKINDALIKLARININ VE BİLGİ DÜZEYLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Doç. Dr. Selma TOSUN1, Hemş. Selda SAYIN2, Uzm. Hemş. Serap ARICAN2, Uzm. Dr. Hülya Bayık3

İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobi-yoloji Kliniği1 İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Eğitim Hemşireliği2 İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları İzmir3

Amaç Bu çalışmanın amacı sağlık çalışanı adayı olan stajyer öğrencilerin viral hepatitler ha-kındaki bilgi düzeylerinin ve farkındalıklarının belirlenmesidir.

Yöntem İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 2014-2015 eğitim-öğretim yılında staj yapan sağlık meslek lisesi öğrencileri ile hemşirelik yüksek okulu öğrencilerine yüzyüze bir anket uygulanarak viral hepatitlerle ilgili farkındalıkları ve bulaşma yolları hakkındaki bilgi düzeyleri değerlendirilmiştir. Bunu takiben eğitimler verilmiş ve eği-timlerin sonrasında tekrar anket yapılarak eğitimlerin etkinliği değerlendirilmiştir.

Bulgular Çalışmaya yaş ortalaması:18,6 (min:16, max:24)olan, %83,9(125) kız, %16,1(24)erkek cinsiyette; %54,4(81) Sağlık Meslek Lisesi,%45,6(68) üniversite, %77,2(115)olmak üzere toplam 149 öğrenci katılmıştır.

Araştırmaya katılan öğrencilerin üçte ikisi viral hepatit etkenlerinden hepatit A ve B’yi duymuş olup hepatit C, D ve E’nin bilinirlikleri daha düşük bulunmuştur. Hepatit B aşısının olduğu %82 oranında biliniyorken hepatit A aşısının bilinirliği %55’tir ama bu aşının olup olmadığını bilmediğini belirtenlerin oranı da %26’dır. Yine öğrencilerin %21’i hepatit C aşısı olduğunu belirtirken %36’sı bu konuyu bilmediğini belirtmiştir.

Hepatit A ve hepatit B virüslerinin bulaşma yolları sorulduğunda çoğunlukla fekal oral yolla bulaş ile parental yolla bulaşın karıştırıldığı gözlenmiştir. Hepatit B virüsünün bulaşma yolları ile ilgili verilen yanıtlar Tablo 1’de gösterilmiştir.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

306

Tablo 1. Stajyer sağlık çalışanları tarafından hepatit B virüsünün bulaşma yollarının bilinirliği

Tartışma ve Sonuç Ülkemiz koşullarında viral hepatitler halen toplumda yaşayan her birey için sorun oluşturmaya devam etmektedir. Sağlık çalışanları için ise ayrıca mesleki olarak artmış bir risk söz konusudur. Bu nedenle bulaşma ve korunma yollarının iyi bilinmesi gerek-lidir. Stajyer öğrenciler, sağlık çalışanı adayı olarak okul döneminden itibaren hastalarla yakından temas ettikleri için bu konudaki farkındalıklarının erken gelişmesi ve bilgi düzeylerinin yeterli olması oldukça önemlidir.

Çalışmamızda gerek sağlık meslek lisesinde gerekse üniversitede sağlık alanında eğitim görmekte olan stajyer öğrencilerin viral hepatitler hakkındaki bilgi düzeylerinin iyileş-

24-25 EKİM 2015, ANKARA

307

tirmeye ihtiyaç gösterdiği belirlenmiştir.

Ülkemizde halen endemik olan hepatit B virüsünün bulaşma yolları ile ilgili olarak da bazı bulaşma yolları iyi bilinmekle birlikte hemen tüm seçenekler için öğrencilerin yaklaşık olarak üçte biri o bulaşma yolu ile geçip geçmediğini bilmediğini belirtmiştir.

Yapılan ve tekrarlanan eğitimlerle bu eksiklikler oldukça önemli düzeyde iyileştirilmiş olup önümüzdeki yıllarda da bu eğitimlerin bu şekilde sürdürülmesi planlanmıştır.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

308

TOPLUM SAĞLIĞI MERKEZİNDE GÖREV YAPAN SAĞLIK ÇALIŞANLARININ HEPATİT A, B VE TETANOZ AŞILARI HAKKINDAKİ FARKINDALIKLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Hemş. Şenay Balkış1, Uzm. Dr. Olgu Aygün2,

Doç. Dr. Selma Tosun3, Dr. Nihat Sabri Özsoy4

Hemşire -Karabağlar TSM Sorumlu hemşiresi1 Uzman Aile Hekimi- Karabağlar 2 No.lu ASM Hekimi2 Doç. Dr.- İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği3 Dr. -Karabağlar TSM Sorumlu hekimi İzmir4

Amaç Bu çalışmada 1.basamak sağlık kuruluşları arasında yer alan Toplum Sağlığı Merkezin-de görev yapan sağlık çalışanlarının hepatit A, B ve tetanoz aşıları hakkındaki farkında-lıklarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Yöntem Karabağlar Toplum Sağlığı Merkezinde (TSM) görev yapan toplam 27 sağlık çalışanına yönelik olarak bir anket uygulanmış ve hepatit A, B ve tetanoz aşıları hakkındaki far-kındalıkları ve aşılanma durumları değerlendirilmiştir.

Bulgular Çalışmanın yapıldığı TSM’nin sabit kadrolu personel sayısı 65 olup ayrıca 10-20 ara-sında sağlık çalışanı aylık veya 2 aylık sürelerle geçici görevle kurumda çalışmaktadır. Çalışmaya katılımda gönüllülük esas alınmıştır ve hekim, hemşire, temizlik görevlisi ve büro memuru olmak üzere toplam 27 TSM çalışanı çalışmaya katılmıştır. Katılımcıla-rın yaşları 26-57 arasında, meslek yılları da 1-32 yıl arasında değişmektedir.

Kişilerin yaklaşık yarısına ne bundan önce çalışmış oldukları kurumda ne de halen çalıştıkları kurumda HBV ile ilgili tetkik yapılmadığı belirlenmiştir. Yine ankete katılan TSM çalışanlarının çoğunluğuna HAV ile karşılaşma açısından da tetkik yapılmamış olduğu gözlenmiştir. HBV aşısı yapılmış olan 16 kişinin sadece beşi aşı yapılan yılı hatırlarken sekiz kişi aşının nasıl bir enjektörle yapıldığını, 10 kişi aşı şemasının nasıl

24-25 EKİM 2015, ANKARA

309

olduğunu, iki kişi de daha sonra rapel yaptırıp yaptırmadığını hatırlayabilmiştir.

Katılımcıların sadece üçü HAV enfeksiyonunu geçirdiğini belirtirken 11 kişi geçirme-diğini, diğer kişiler de hatırlamadıklarını belirtmişlerdir.

Tetanoz aşılaması açısından değerlendirildiğinde ise beş kişinin son 5 yıl içinde, beş ki-şinin 10 yıl içinde, iki kişinin de son 1 yıl içinde aşılandığı; beş kişinin ise tetanoz aşısı olup olmadıklarını hatırlamadıkları belirlenmiştir. Tetanoz aşısı yapılmış olan kişilerin yedisi gebelikte, ikisi askerde, üçü işyerinde, beşi yaralanma nedeniyle, üçü de diğer nedenlerle aşılanmıştır.  

 Sonuç ve Yorum Sağlık çalışanlarının aşıyla korunabilir hastalıklar hakkında farkındalık ve bilgi sahibi olması, seronegatif kişilerin de aşılanması önerilmektedir. Sağlık çalışanlarının en iyi uyum gösterdikleri aşı HBV aşısı olup diğer aşılara genellikle fazla önem vermedikleri gözlenmektedir. Ancak çalışmamıza katılan TSM çalışanlarının yarısının HBV açısın-dan bile tetkik ve/veya aşı yaptırmadığı belirlenmiştir. Bunun bir nedeninin TSM gibi hastayla aktif olarak temasın fazla olmadığı bir yerde çalışmak olabileceği düşünülmüş-tür.

Hepatit A açısından tetkik ve /veya aşı yaptırma oranları da oldukça düşük bulunmuş-tur. Tetanoz aşılamasının da 10 yılda bir rapel yapılma önerisi nedeniyle değil de esas olarak gebelik, yaralanma veya askerlik gibi zorunlu nedenlerle yapılmış olduğu belir-lenmiştir.

Sonuç olarak TSM çalışanlarına aşıyla korunabilen hastalıklar hakkında bilgi güncel-lemesi yapılmasının yararlı olacağı sonucuna varılmıştır. Yine geçici görevle çalışan sağlık çalışanları da bulunabildiğinden aslında tüm sağlık çalışanlarının aşı kayıtlarının ve tetkik sonuçlarının hem otomasyon sisteminde bulundurulması hem de ellerine verilecek “Erişkin Aşı Kartı”na kaydedilerek gittikleri kurumlarda da izlenebilmesinin yararlı olacağını düşünmekteyiz.

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

310

STAJYER ÖĞRENCİLERİN KIZAMIK, KIZAMIKÇIK, KABAKULAK VE SUÇİÇEĞİ GEÇİRME DURUMLARI İLE İLGİLİ FARKINDALIKLARI VE BU HASTALIKLARLA İLGİLİ BAĞIŞIKLIK DURUMLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

Doç. Dr. Selma TOSUN 1, Uzm. Hemş.Serap ARICAN 2,

Hemş.Selda SAYIN 2, Uzm. Dr. Hülya Bayık 3, Um. Dr. Özlem Yüksel4

İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Kliniği1 İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Eğitim Hemşireliği2 İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları3 İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi Mikrobiyoloji İzmir4

Amaç Bu çalışmanın amacı sağlık çalışanı adayı olan stajyer öğrencilerin kızamık, kızamıkçık, kabakulak ve suçiçeği geçirme durumları ile ilgili farkındalıklarının ve bu hastalıklarla ilgili bağışıklık durumlarının değerlendirilmesidir.

Yöntem İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 2014-2015 eğitim-öğretim yılında staj yapan hemşirelik yüksek okulu öğrencilerine öncelikle yüzyüze bir anket uygulana-rak kızamık, kızamıkçık, kabakulak ve suçiçeği geçirme durumları sorgulanmış, daha sonra gönüllü öğrencilerden kan alınarak bu hastalıklarla ilgili bağışıklık durumları EIA yöntemiyle değerlendirilmiştir.

Bulgular Çalışmaya yaşları 19-22 arasında değişen ( ort 20.5) olan 57’si kız, üçü erkek toplam 60 stajyer üniversite öğrencisi katılmıştır. Öğrencilerin tümü Hemşirelik yüksekokulu öğrencisidir.

Yapılan anketlere göre öğrencilerin kızamık, kızamıkçık, kabakulak ve suçiçeği geçirme durumlarına ilişkin sorulara verdikleri yanıtlar Tablo 1’de gösterilmiştir.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

311

Tablo 1.Stajyer öğrencilerin kızamık, kızamıkçık, kabakulak ve suçiçeği geçirme durumları

*Sütun yüzdeleri alınmıştır.

EIA tetkikleri değerlendirildiğinde ise kan vermeyi kabul edilen toplam 46 stajyer öğ-rencinin tümünde Rubella: kızamıkçık IgG antikorları pozitif saptanmıştır. Suçiçeği açısından yaşları 21 olan üç kız öğrencide seronegatiflik saptanmıştır. Bu öğrencilerden ikisinin anket sorularında hastalığı geçirmediklerini söyledikleri, bir öğrencinin de ailesinin geçirdiğini söylediği belirlenmiştir.

Kabakulak IgG negatif olan yedi öğrencinin ikisi 20, beşi 21 yaşında olup biri erkek diğerleri kızdır. Bu öğrencilerin de beşi ankette hastalığı geçirmediklerini, biri ailesinin geçirdiğini söylediğini belirtmiş, biri de hatırlayamamıştır.

Kızamık IgG pozitifliği açısından değerlendirildiğinde ise beş öğrencide (biri erkek dördü kız; ikisi 21, üçü 20 yaşında) sınırda pozitiflik saptanırken, 13 öğrencide negatif bulunmuştur. Seronegatif öğrencilerin hepsi kız olup altısı 20, yedisi 21 yaşındadır. Sı-nırda pozitiflik saptanmış olan öğrencilerin ikisi ankette kızamık hastalığını geçirmedi-ğini belirtirken üçü ailesinin geçirdiğini söylediğini belirtmiştir. Seronegatif öğrencile-rin ise beşi kızamık hastalığını geçirmediğini belirtirken altısı ailesinin geçirme öyküsü verdiğini belirtmiş, ikisi de hatırlayamamıştır

Tartışma ve Yorum Sağlık çalışanı adayı olan stajyer öğrencilerin aşıyla korunulabilen hastalıklarla karşı-laşma durumlarının bilinmesi ve seronegatif olanların aşılanması yararlıdır. Ülkemizde kızamık kızamıkçık kabakulak aşısı ile suçiçeği aşısı çocukluk dönemi aşı takvimine eklenmiştir ancak henüz yakın bir süre önce bu durum gerçekleşmiştir. Bu nedenle şu anda lise veya üniversite düzeyinde eğitim gören öğrencilerin aşılanmamış olma olası-lıkları yüksektir. Bu nedenle Sağlık Bakanlığı da zaman zaman genelgeler yayınlayarak sağlık çalışanlarına bu aşılarının yapılması için teşvik etmektedir.

Çalışmamıza katılan gönüllü öğrenci sayısı yüksek olmamakla birlikte fikir vericidir. Kızamıkçık IgG antikoru tüm öğrencilerde pozitif bulunmuş olmakla birlikte gerek ülkemizde tekli kızamıkçık/kabakulak aşısı olmaması gerekse kabakulak ve kızamık açısından seronegatif öğrencilerin bulunması bu öğrencilerin aşıyla değil hastalıkları doğal yolla geçirerek bağışıklık kazandıklarını düşündürmektedir. Zaten öğrencilerden

SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞI 5. ULUSAL KONGRESİ

312

hiçbiri aşılandığını belirtmemiştir. Kızamık açısından seronegatiflik ve zayıf pozitiflik daha yüksek bulunmuştur. Kızamık hastalığının toplumdaki seyri göz önüne alındığın-da ve birkaç yıl önce gerek dünyada gerekse ülkemizde yaşanan kızamık epidemisi ve eski yıllardaki epidemiler düşünüldüğünde özellikle kızamık açısından genç popülas-yonun ve elbette sağlık çalışanı adayı olan stajyerlerin tetkik edilmesinin/ aşılanması-nın anlamlı olacağı düşünülmüştür.

24-25 EKİM 2015, ANKARA

313

9 786059 665070