117
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

Page 2: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Faruk Furkan

Page 3: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

İÇİNDEKİLER

Eriyen Sermayemiz: Vakit ……………………………..

Şeytan, İşte Böyle Kandırır!.............................

Müslümanın Ruh Gıdası: Z i k i r……….

İstikâmet Sahibi Olabilmek İçin…..

İslâm‟a Göre Arkadaşlık Nasıl Olmalı?.............

Çocuk Hasreti Çekenlere…………….

Şeytanlara Kardeş Olmak!..............

Benzersiz Bir Ağaç: “Lâ İlâhe İllallah”………………….

Gelin, Bir Sünneti İhyâ Edelim…………

İnsanoğlu Ne de Zalim!.........

Ten Rengi İnce Çorap!..............

Örtülü Bacılara Önemli Bir Nasihat ……

Hangisi Daha Hayırlı?..........

Gafletimizi Bağışla Ya Rabbi!.........

Sıkıntılarını Namazla Tedavi Et……

Tevhidin Kısımları Hakkında Veciz Bir Yazı………..

Rüyada Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem‟i Nasıl Görürsün?.........

İslam Ahkâmının Tatbikinde Tedricîlik Caiz Midir?.................

Ramazandan Sonra Ne Yapmalı, Nasıl Olmalıyız?........

Hz. Ali‟den Öğütler……….

Hiç Böyle Bir Dostunuz Oldu mu?.....

Page 4: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

ÖNSÖZ

nsanoğlu, kimi zaman dilimlerinde duygularını kaleme almak ve onları hemcinsle-

riyle paylaşmak ister. Bu nedenle bazen paylaşımlarda bulunur, bazen mektup

yazar, bazen de kitap ve makale… Kitap veya makale yazmak kesinlikle diğerleri-

ne göre daha zor ve daha zahmetlidir. Giriş, gelişme ve sonuç şeklinde bir bütün-

den oluşur. Bu, mektup ve benzeri vasıtalarda yoktur. Onlar daha çok bir anlık

akla gelen duygu ve düşünceleri irticalen kâğıda aktarmak şeklinde tezahür eder. Kitap

ve makale ise böyle değildir. Araştırma ister, çaba ister, bazen uzun uzun düşünme ve

tefekkür ister. Ama tüm bunlara rağmen çok daha zevkli, çok daha eğlencelidir. Verim ve

kalıcılığının daha fazla olduğunda ise hiç şüphe yoktur.

İşte biraz sonra okumaya geçeceğiniz bu kitap, elinizdeki şekli ve görünümüyle her

ne kadar kitap olsa da, hakikati itibariyle ihtiyaca binaen bazı dönemlerde kaleme alın-

mış önemli makale ve yazılardan oluşmaktadır. Okuyucuyu hayra ve güzele yönlendir-

meyi hedeflediği için “Yön Veren Yazılar” şeklinde isimlendirilmiştir. İnşâallah okuduk-

tan sonra sizde hayra, iyiliğe ve güzelliğe yönelmiş ve bu noktada ki çaba ve gayretleri-

nizi artırmış olursunuz…

Bu kitapta yer alan makalelerde; zamanın önemine, şeytanın ayartma ve aldatmala-

rına karşı uyanık olmanın gerekliliğine ve istikametin ehemmiyetine işaret etmeye çalış-

tım.

Ve yine ruhumuzun gerçek gıdası olan zikrin faziletine, arkadaşlıklarımızın nasıl ol-

ması gerektiğine ve ilmin önemine atıfta bulundum.

Tevhitle alakalı bazı önemli ve güncel meselelere değinmeyi ihmal etmedim.

Toplumumuzun ve davetimizin vazgeçilmez bir parçası olan Müslüman bacılarımızı

da unutmadım. Onlarla alakalı bazı önemli hususlara işaret ederek kendilerini hayra

yönlendirmeye gayret ettim.

Arap âlimlerinin kaleme aldığı birkaç güzel ve faydalı makaleyi tercüme ederek isti-

fadenize sunmaya çalıştım.

Rabbim bu çalışmayı –inşâallah- öncelikle kendileriyle aynı duygu ve düşünceleri

paylaştığım kardeşlerime, sonrasında da tüm insanlara faydalı kılar.

Şüphesiz ki O, duaları işiten ve en güzel şekliyle onlara icabet edendir.

Faruk Furkan

İ

Page 5: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

ERİYEN SERMAYEMİZ: VAKİT

akit, insanoğlu için paha biçilmez bir sermayedir. Bu sermayenin kıymeti

―meşhur bir Arap sözünde de belirtildiği gibi― ancak yokluğunda bilinebilir.

“Nimetin kadr u kıymeti yokluğunda bilinir”

Efendimiz aleyhisselâm, insanların bu nimete karşı duyarsız olduklarını ve

onun değerini bilmediklerini şu sözleri ile ifade etmiştir: “İki nimet vardır ki,

insanlar onlar hususunda aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.”1

İnsanoğlu, gerçektende bu nimet hususunda büyük bir gaflet içindedir. Oysa insan

Kur’an-ı Kerim üzerinde birazcık düşünse namaz, oruç, hacc ve benzeri birçok ibadetin

belirli zamanlarda emredildiğini ve bu zamanlar kaçırıldığında yapılan ibadetlerin her-

hangi bir anlam taşımadığını rahatlıkla anlayabilir. Yine hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerim

üzerinde azıcık kafa yoranlar, Allah Teâlâ’nın sürekli bazı zaman dilimlerine yemin et-

mek sureti ile zamanın ne kadar değerli bir nimet olduğunu anlatmaya çalıştığını çok

rahatlıkla idrak edeceklerdir.

“Asra yemin ederim ki…” (Asr, 1)

“Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki…” (Duha, 1, 2)

“Sarıp örttüğü zaman geceye andolsun!” (Leyl, 1)

“Fecir vaktine (tan yerinin ağarmasına) ve on geceye andolsun.” (Fecr, 1, 2)

Bu ve benzeri ayetler bence vaktin önemini anlatmak için Müslümanlara yeterli bir

mesaj vermektedir.

اليىاقيت تشتري بالمىاقيت و المىاقيت ال تشتري باليىاقيت

Yakutlar Zamanla Satın Alınır; Zaman Ya-kutlarla Satın Alınmaz

İnsanoğlu, değerlendirmediği her vakte aslında nice yakutlar vermektedir. Çünkü

yakutlar belirli bir zaman zarfında satın alınabilir; ancak giden vakti döndürmek için

nice yakut verseniz beyhudedir. Üste verdiğimiz başlık meşhur bir Arap atasözüdür.

Söyleyenler belli ki vaktin değerini iyi idrak etmişler!

Zaman Eriyen Bir Buzdur

Seleften birinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ben, Asr Sûresi’nin manasını, bir buz

satıcısından öğrendim. Çünkü o satıcı bağırıyor ve “Ana sermayesi eriyip yok olan şu

1 Buharî, 6412.

V

Page 6: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

adama merhamet ediniz! Ana sermayesi eriyip yok olan şu adama merhamet ediniz!”

diyordu. Bunun üzerine ben, Asr Suresinde yer alan “Şüphesiz ki insan zarardadır”

ifadesinin manası işte budur, dedim. Çünkü artık insanın üzerinden ikindi de geçiyor,

böylece ömrü bitiyor, ama insan henüz bir şeyler kazanmış değil; o halde insan ziyanda-

dır...

Evet, seleften bu zatın tespiti ne kadar da yerindedir! Gerçektende zaman eriyen bir

buz gibidir. Buz eridikçe tükenir, tükendikçe yok olur ve sonunda sahibini zarar ettirir.

Elindeki tüm sermayesi buzları olan bir buz satıcısı, zamanın kıymetini anlamada ne

kadar da mahirdir! Hele birde buzları sıcak bir hava da satıyorsa… O zaman vakit, onun

için daha da bir anlam kazanır. Geçireceği her saniye kendisini zarara sürüklediği için

zamanını çok iyi değerlendirmesi ve bir an önce elindeki buzları satması gerekir. Bu ne-

den böylesi bir satıcının zamanını boşa geçirecek bir anı bile yoktur. Böyle bir satıcının

buzları erirken; birilerinin boş sözlerine kulak vermesi, arkadaşlarıyla lak lak yapması,

televizyon seyretmesi, maçlara gitmesi, uyuması, gezmesi, dolaşması ve buna benzer

daha nice gereksiz işleri yapması ne kadar mâkuldür?

İşte bizim buza benzeyen hayat sermayemiz de, an be an erimekte ve sona doğru

gelmektedir. Bu nedenle eriyen hayat sermayemizi en faydalı şekilde değerlendirmemiz

ve bu ticareti en kazançlı bir biçimde sona erdirmemiz gerekmektedir. Böyle yapmadı-

ğımız takdirde sermayemiz tükendiği için yeni bir mal alamayacak ve daha sonraki haya-

tımızda hep ziyan içinde yaşamaya mahkûm olacağızdır.

İnsan Ömrünü Nerede Tükettiğinden

Mutlaka Hesaba Çekilecektir

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:

“Hiçbir kul, kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi iş-

ler yaptığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede

yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden (bir adım öteye) kıpırdayamaz.”2

Bu hadisten çıkarılacak birçok hikmet vardır; ama bizim konumuzla alakalı olan yeri,

kişinin ömrünü nerede tükettiğine dair hesaba çekileceğini ifade eden kısmıdır.

Bugün insanlar, neticesinde âhirete nispetle üç-beş kuruş değeri olmayan basit bir

sınav için bile günlerce, hatta aylarca çalışmakta ve sınavı iyi bir sonuçla geçebilmek için

olanca çabalarını ortaya koymaktadırlar. Böylesi bir sınavın sonucunda insana verilecek

ödül ebedîliği olmayan basit bir karşılıktır. Tüm bu hakikatleri bilmemize rağmen âhiret

sınavına gereken hazırlığı yapmamamız veya sınava lakayıt kalarak çaba harcamamamız

ne ile izah edilebilir?

Şimdi bir sınav düşünelim... Bu sınavda en önemli şey nedir sizce?

2 Tirmizî, Kıyamet, 1.

Page 7: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Çok yazmak mı? Yoksa hiç yazmamak mı? Ya da vakti iyi değerlendirerek doğru olanı

yazmak mı?

Bence cevap belli…

Bir insanın sınav mahallinde en önde oturmasının, en güzel elbiseler giymesinin ve

en kaliteli kalemi kullanmasının neticeye en ufak tesiri yoktur. Sınavın neticesine tesir

eden en önemli şey; doğruları ve gerçek cevapları yazmaktır.

Böylesi bir sınav esnasında talebelerin masalarda radyo dinlediklerini, sınavla değil

de, başka şeylerle uğraştıklarını düşünün… Böylesi bir öğrencinin sınavı başarıyla geç-

mesi ne kadar mümkündür?

İşte dünya sınavında da durum aynıdır. Bize verilen mühlet hızla geçmesine ve sına-

vın sona erdiğini bildiren zilin çalmak üzere olmasına rağmen hâlâ başka işlerle, hâlâ

farklı farklı meşgalelerle uğraşmaktayız. Böylesi bir durumda sınavı geçmemiz nasıl

mümkün olabilir ki?

Bu arada dünyada insanoğlunun düzenlediği sınavlar ile âlemlerin Rabbi olan Al-

lah’ın tertip ettiği sınavın birbirinden çok farklı olduğunu unutmamak gerekir. İnsanla-

rın tertip ettiği sınavlarda doğru cevaplar, ancak sınavlardan sonra verilirken; Allah’ın

imtihanında doğru cevaplar peygamberler ve kitaplar vasıtasıyla çok önceden bildiril-

miştir.

Yine, insanların tertip ettiği sınavlarda başkalarıyla yardımlaşmak yasak iken, Al-

lah’ın imtihanında diğer insanlarla yardımlaşmak serbesttir. Hatta onlardan kopya çek-

mek teşvik bile edilmiştir.3 Yani çalışkan bir öğrencinin yanına gidip ondan doğru yanıt-

ları almamız caiz, hatta sevaptır! Bu eşsiz imtihanı iyi değerlendirmeli ve başarıyı yaka-

layabilmek için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız.

Vakti Öldürmek!

Vakit ne kadar kötü bir şey ki, insanlar her zaman onu öldürme peşindedir! Malum,

dünyada öldürülmeyi hak eden en öncelikli şey herhalde düşmandır; acaba vakit bizim

düşmanımız mıdır diye sorası geliyor insanın.

Bu gün insanlar kahvehanelerde, stadyumlarda, çarşı-pazarlarda ya da televizyon ek-

ranları karşısında hep zaman geçirme derdindedirler. Sormak gerek: Zaman denilen bu

şey acaba çok mu kötü ki hep geçirilmeyi veya öldürülmeyi hak ediyor?

Sıradan insanlar veya tevhitle tanışmamış insanlar böyle.

Ya bizim Müslümanlar?

Ya bizim İslamî devlet çabası içerisinde olan yiğit delikanlılar! Onlar ne âlemdeler?

Onların diğer insanlardan farkı ne?

3 “İyilik ve takva üzere yardımlaşın…” (5/Maide, 2)

Page 8: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok.

Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet ve insanları doğruya ulaştırma gibi çok büyük

görevler yüklemiş olduğu Müslümanlar, hâlâ bu hakikatin şuuruna varamamış durum-

dalar. Veya en azından öyle gibi gözüküyorlar. Gecesi, gündüzü, sabahı, akşamı tebliğ ile

geçmesi gereken Müslümanlar, daha televizyon denen günah makinesinin pençesinden

kendilerini kurtaramamış haldeler. Hele Perşembe akşamı oldu mu onları bir yere gö-

türmek ne mümkün! Neden mi, nedeni belli: Kurtlar Vadisi…

Vadide ki kurtlar birilerini yemek için pusuya yatmış bekliyorlar. Görünen o ki, bu

pusuya ilk düşenler Müslümanlar olmaktadır. Duyduğuma göre4 bu film içerisinde bir-

çok açık-saçık kadın rol almaktadır. Allah’a teslim olmuş bir şahsiyet nasıl olurda içeri-

sinde açık-saçık kadınların rol aldığı bir filmin müdavimi olabilir? Nasıl olurda bu film

için derslerini ihmal eder, sohbetlerini aksatabilir? Bunu ne ile izah ederiz bilemiyorum.

Konumuz vaktimizi öldürmekti!

Acaba İslam’ın hâkim olmadığı bir diyarda Müslümanın öldürecek vakti mi vardır ki?

Hele hele bir de İslam’ı bilen, anlatmasını beceren ve insanları doğru yola sevk edecek

vasıtaları kullanmayı beceren Müslümanların? Bunların hiç boş vakti olabilir mi? Bunla-

rın iş ve görevleri aslında vakitlerinden çok çok daha fazladır. Tıpkı Hasan el-Bennâ’nın

dediği gibi:

واجباتنا أكثر من أوقاتنا

“Görevlerimiz vaktimizden çoktur.” Veya bugünkü meşhur şekliyle “İşimiz vaktimiz-

den çoktur.”

Müslüman nasıl olurda ömrünü boşa geçirip âtıl ve bâtıl işlerin esiri olabilir? İnsanla-

ra dininin hakikatlerini anlatmak için her şeyini, özellikle de vaktini feda etmemesi onun

mevcut koşullara ve yaşadığı coğrafyadaki gidişata razı olduğu anlamına gelir mi acaba?

Bunu düşünmek ve cevabını iyi değerlendirmek gerekir.

Allah hayırlısını versin, diyor ve devam ediyoruz.

Tevhidi kavramış ve her anının hesabını verme şuuru içerisinde olan Müslüman, vak-

tinin değerini bilmeli ve bir işi bitirdiğinde hemen başka hayırlı bir iş için kolları sıvama-

lıdır.

“O halde (bir işi ve ibâdeti) bitirdin mi hemen (ikinci bir iş ve ibâdete) başlayıp yo-

rul! Ve yalnız Rabbine yönelip doğrul! (İnşirah, 7, 8)

Ayet ne de güzel buyuruyor: Bir işi bitirdin mi hemen başka bir işe giriş ve Rabbine

rağbet et, onu arzula, onun için çabala!

Müslüman, şerli işlerle uğraş(a)mayacağı için hep hayırlı işlerle kendisini meşgul

etmeli ve tüm eforunu bu alanda harcamalıdır. Mesela mı?

4 Hamdolsun ki bu filmi daha izlemişliğim vaki değil.

Page 9: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Namaz kılabilir, bunu yerine getirince kitap okuyabilir5, bundan yorulunca öğrendik-

lerini paylaşmak için tebliğe gidebilir, derslere katılabilir, ailesi ve çocukları ile meşgul

olup İslamî şuur kazandırmak için onlarla vakit geçirebilir, rızkını temin etmek için ça-

lışmaya gidebilir, sonra bir kardeşini ziyaret edebilir. Bir hasta ziyaretine gitmek, Müs-

lüman birisinin cenazesine katılmak ve benzeri amellerde bulunmak hep Müslümanın

yapabileceği değerli işlerdendir.

Bu tür işler vakit öldüreceği değil, dolu dolu vakit geçireceği işlerdir. Zaten

Müslümana bahşedilen hayat hep böyle olmalı değil mi?

Gerek Allah’ın Rasûlü, gerek onun güzide ashabı, gerekse Onun yolundan giden kutlu

âlimler hayatlarını hep bu şekilde geçirmemişler miydi? Onların hayatları o kadar dü-

zenli, o kadar intizamlı idi ki, insan öyle bir hayat yaşamak için nelerini vermez!

Bu gün Müslüman kadınlara “Kocanızın en çok neyinden şikâyetçisiniz” diye bir soru

yöneltilse, verecekleri cevap herhalde: “Bizlerle az ilgilenmelerinden” şeklinde olacaktır.

Kişi eğer hayırlı ve faydalı işlerle kendisini meşgul etmez ise batıl ve faydasız işler ona

galip gelir. İmam Şafiî rahimehullah, ne de güzel buyurmuş: “Kendini hak ile meşgul et-

mez isen, batıl seni işgal eder.” Bu vecizeden hareketle diyoruz ki: Bir Müslüman, ken-

disini boş işlerle fazla meşgul ederse o zaman ne ailesine zaman ayırabilir, ne arkadaşla-

rına, ne de yakınlarına…

Hayatımızı Kim Şekillendiriyor?

Bu gün hayatımızı kimlerin düzenlediğini çok iyi tespit etmemiz gerekmektedir. Ha-

yatımızı Allah ve Rasûlü mü, yoksa başkaları mı düzenliyor? Bize yansıyan şekliyle haya-

tımızı Allah ve Rasûlü’nün düzenlemediği kesin. Peki, o zaman hayatımızı kim şekillendi-

riyor? Bence batı zihniyeti ile malul olan tağutlardan başkası değil. 8 saat uyku, 8 saat

çalışma 8 saat de eğlence. Evet, şu anda bizlere sunulan hayat programı bu şekilde... Biz

eğer 8 saat uyur, 8 saat çalışır 8 saat de televizyon, futbol ve benzeri eğlence vasıtaları ile

vaktimizi geçirirsek acaba dinimizi öğrenmeye ve onu yaşamaya nasıl vakit bulacağız?

Nasıl Allah’a kulluk edeceğiz? Rabbimize ve onun dinine ne zaman vakit ayıracağız?

Evet, gerçektende tağutların çizmiş olduğu hayat tarzı şu anda hepimizi etkisi altına al-

mış durumdadır. Bundan kurtulmanın elbette birçok alternatifi vardır; ama bence tüm

bu alternatiflerden önce Müslümanların bu sorunu “sorun” olarak bilmesi ve bunu kabul

etmeleri gerekmektedir. Eğer bu, bir problem olarak görülmüyor ve rahatsızlık duyul-

muyorsa bulunacak hiçbir alternatif bize fayda sağlamayacaktır.

5 Bunlar, tevhid içerikli kitaplar, tefsir, hadis, fıkıh, siyer, ahlak ve benzeri İslamî şuur veren kitaplar olabilir.

Page 10: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Âlimlerin Vakte Verdikleri Önem

Allah hepsine rahmet etsin, kendilerini bu kutlu dinin hadimi kılan İslam âlimleri

vaktin kıymetini en iyi bilen insanlardır. Bizim okuduğumuz tefsir, hadis, siyer, fıkıh ve

diğer İslamî alanlardaki eserler, hep vakitlerini iyi kullanan âlimlerin mahsulüdür. Eğer

onlar vakitlerini iyi değerlendirmeselerdi, bu eserlerin meydana gelmesi hiç mümkün

olur muydu?

* İmam Taberî için şöyle denmiştir: “O, ilim aktarmak veya ilim elde etmek dışında

hayatının bir dakikasını bile boşa geçirmemiştir.”

* İmam Süleym er-Râzî vaktini boş geçirmemek için bir taraftan kalemini açar diğer

taraftan da ezberinden Kur’an okurdu.

* Seleften birisi talebelerine şu tavsiyede bulunmuştu: “Dersten çıktığınızda ayrı ayrı

gidin, bir arada gitmeyin; eğer bir arada giderseniz birbiriniz ile konuşursunuz. Bir ara-

da gitmezseniz belki bazınız Kur’an okur.”

* Bir âlim İmam Nevevî için şöyle demiştir: “O, vaktini öyle güzel değerlendirirdi ki,

yolda giderken bile öğrendiklerini tekrar ederdi.”

* İbn Akîl el-Hanbelî der ki: “Yemek için elimden geldiğince az vakit ayırırım. Bu se-

beple ekmek yerine suyla yumuşatılmış kek dilimi yerim. Çünkü ikisi arasında çiğneme

farkı vardır. Bunu da elde edemediğim bir bilgiyi mutalaâ etmeye veya yazmaya daha

çok vakit ayırmak için yapıyorum. Âlimlerin ortak kanaati şudur: Akıllı insanların elde

etmek için uğraşması gereken en değerli şey vakittir.”

* İbnu’l-Cevzî iki bin cilt eser telif etmiş birisi idi. Bunca eseri nasıl telif ettiği zan-

nımca izahtan vârestedir.

Eski âlimler bunca eseri nasıl yazdı dersiniz?

O zamanın şartları göz önünde bulundurulduğunda bunca eseri yazabilmek ciddi bir

çaba istemez mi? O devirlerin kalemleri bu günkü gibi hazır kalemler değil, sürekli aç-

mak gerekir. Mürekkepler bugünküler gibi kalemin içinden kendiliğinden gelmiyor; ak-

sine her kelimeyi yazmak için divit içine yeniden sokmak ve kalemin ucunu mürekkep-

lemek gerekiyor. Bunları yapmak gerçektende ciddi vakit alacak şeyler. Ama tüm bunla-

ra rağmen o ulvî zatlar binlerce cilt kitabı yazmaktan geri durmamışlardır.

İmam Nevevî kırk küsür yaşında vefat etmiş olmasına rağmen 40 eser bırakmıştır.

Eserlerinin her biri onlarca ciltten oluşmaktadır. İbn-i Akîl el-Hanbelî tam 800 cilt bü-

yüklüğünde bir kitap yazmıştır. Bu kitabın 300 cildi Mısır’da basılmış geri kalanı ise ba-

sılamamıştır.6 İbn Kayyım, hocası İbn Teymiyye’nin 350 cilt eseri olduğunu söylemekte-

dir. Abdulhayy el-Leknevî 39 yaşında vefat etmiş olmasına rağmen 110 kitap bırakmış-

tır. İmam Şevkanî’nin de 114 kitabı vardır. Daha burada zikredemeyeceğimiz nice âlim-

6 Onlar 800 cilt eser yazmış, Müslümanlar ise daha bu rakamın onda birini okumuş değiller! Acaba içimizde yaşı

40 olduğu halde 40 tane kitap okuyan kaç kişi vardır?

Page 11: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

ler, yüzlerce hatta binlerce eser bırakarak bu fani âlemi terk etmişlerdir. Allah onların

gayretini sevapsız, bizleri de o himmetten nasipsiz bırakmasın!

Allah en iyisini bilir ama bu âlimlerin bunca eser yazabilmelerinin birkaç sebebi var:

1) Vakitlerini iyi değerlendirmeleri,

2) Faydasız işlerle meşgul olmamaları,

3) Boş işlerden ve boş insanlardan yüz çevirmeleri. Onlar ellerindeki kısıtlı ve yeter-

siz imkânlara rağmen bunca eser vermişlerdi. Acaba bu günün imkânları onlarda olsa

sizce ne kadar eser bırakırlardı?7

Bir Müslümanın da bu hususlara riayet etmesi ve vaktini katletmemesi gerekir. Vak-

tinin kıymetini bilen bir Müslüman bu günde nice faydalı işler yapabilir. Onlara bahşedi-

len vakit ile bize bahşedilen vakit nicelik olarak hiç farklı değil. Aralarında sadece nitelik

farkı var. Onlar, vakitlerini iyi değerlendirdikleri için bunun bereketine nail oluyorlar;

biz vaktimizi öldürdüğümüz için bunun bereketinden faydalanamıyoruz. Bundan başka

herhangi bir fark var mı ben bilmiyorum.

Güneşi Durdurursan Konuşabiliriz!

Bazı insanlar vakitlerini heder edecek yer ararlar. Bunun içinde kendileri gibi boş

zannettikleri bazı insanların kapılarını çalarlar. Onlar karşı tarafın ne halde olduğunu,

işlerinin olup-olmadığını hiç hesaba katmazlar. Onları da hep kendileri gibi boş zanne-

derler. Bir araya geldiklerinde de İslam namına faydalı olan bir şey değil de hep ‘şu şöyle

demiş, bu şöyle söylemiş’ şeklinde boş söz ve laf-ı güzaflarla zamanlarını ve karşı tarafın

zamanını katlederler. Bu insanlara, Tabiîn devrinin önemli şahsiyetlerinden birisi olan

Amir b. Abdikays rahimehullah’ın bir şahısla aralarında geçen şu olayını aktarmanın yararlı

olacağını düşünüyorum:

Bir gün adamın birisi Amir b. Abdikays’a gelerek kendisi ile muhabbet etmek istedi-

ğini söyler. Kendisi ile muhabbet etmek isteyen bu adama Amir rahimehullah şöyle cevap

verir: “Güneşi durdurursan seninle konuşabilirim!”

Âmir rahimehullah’ın bu cevabı gerçekten çok ilginç, bir o kadar da düşündürücüdür.

Güneş hiçbir zaman durduğu yerde durmuyor. Sürekli hareket ediyor. Onun her hareketi

bizim ömrümüzden bir şeyler götürüyor. Bu nedenle güneş durmuyorsa, boş işlerle uğ-

raşıp o değerli vakitlerimizi heder etmeyelim.

7 Bunlar sadece onların yazdıkları. Bunun yanı sıra bir de ders vermeleri, ders almaları, fetva işleri ile meşgul

olmaları gibi bazı hususları da düşündüğümüzde vakitlerini nasıl değerlendiklerini anlamak daha da kolay olsa

gerek. İmam Nevevî günde 12, İmam Şevkanî ise günde tam 13 ders yaparmış. Hatta günümüz hocalarından Ali

Küçük Hoca Efendi, haftada tam 40 küsür derse gidiyormuş. Ben bunu bizatihi ağzından duydum. Güne ortala-

ma 7 ders düşmektedir. Tabii ki bu sadece anlattığı dersler, bir de kendi okuma ve yazmaları var. Bunlar hep bir

arada değerlendirildiğinde, günlük olarak ilme ne kadar vakit ayırdıklarını herhalde zikretmeye gerek yoktur!.

Allah‟ım, vaktimizi iyi değerlendirmeyi bizlere nasip et! (Âmîn)

Page 12: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Abdullah İbn Mesud radıyallâhu anh der ki: “Üzerine güneşin battığı, ömrümün eksildiği;

ancak amellimin artmadığı bir güne duyduğum pişmanlık kadar başka bir şeye pişman-

lık duymuş değilim.”

Akıllı Bir Profesör

Profesör sınıfa girip karşısında duran dünyanın en zeki öğrencilerine kısa bir süre

baktıktan sonra “Bu gün zaman yönetimi konusunda deneyle karışık bir sınav yapaca-

ğız” dedi. Kürsüsüne yürüdü ve kürsünün altından büyük bir kavanoz çıkardı. Ardından,

kürsünün altından bir düzine yumruk büyüklüğünde taş aldı ve taşları büyük bir dikkat-

le kavanozun içerisine yerleştirmeye başladı. Kavanozun daha başka taş almayacağına

emin olduktan sonra öğrencilerine döndü ve “Bu kavanoz doldu mu?” diye sordu. Öğren-

ciler hep bir ağızdan “Doldu” diye cevapladılar. Profesör ‘Öyle mi?’ dedi ve kürsünün

altına eğilerek bir kova mıcır (küçük taç) çıkardı. Mıcırı kavanozun ağzından yavaş yavaş

dökmeye başladı. Sonra kavanozu hafifçe sallayarak mıcırların kavanoza iyice yerleşme-

sini sağladı. Sonra tekrar öğrencilerine dönerek bir kez daha “Bu kavanoz doldu mu?”

diye sordu. Bir öğrenci “Dolmadı herhalde” diye cevap verdi. “Doğru” dedi profesör ve

kürsünün altına eğilerek bir kova kum aldı ve yavaş yavaş kum tanelerini taşlarla mıcır

parçalarının arasına nüfuz edecek kadar döktü. Gene öğrencilerine döndü ve “Bu kava-

noz doldu mu?” diye sordu. Tüm sınıftakiler hep bir ağızdan “Hayır” diye bağırdılar. “Gü-

zel” dedi profesör ve kürsünün altına eğilerek bir sürahi su aldı ve kavanoz ağzına do-

luncaya kadar dek suyu boşalttı. Sonra öğrencilerine döndü ve “Bu deneyin amacı ney-

di?” diye sordu. Uyanık bir öğrenci hemen “Zamanımız ne kadar dolu görünürse görün-

sün, daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır” diye atladı. “Hayır, dedi Profesör,

‘Bu deneyin asıl anlatmak istediği eğer büyük taşları baştan yerleştirmezseniz küçükler

girdikten sonra büyükleri hiçbir zaman kavanozun içine koyamazsınız’ gerçeğidir.” Öğ-

renciler şaşkınlık içerisinde birbirlerine bakarken profesör devam etti: “Nedir hayatı-

nızdaki büyük taşlar? Çocuklarınız, eşleriniz, sevdikleriniz, arkadaşlarınız, hayalleriniz,

sağlığınız, bir eser meydana getirmek, başkalarına faydalı olmak, onlara bir şeyler öğ-

retmek! Büyük taşlarınız belki bunlardan birisi, belki bir kaçı, belki de hepsi. Bu akşam

uykuya yatmadan önce iyice düşünün ve büyük taşlarınız hangileridir iyi karar verin.

Bilin ki büyük taşlarınızı kavanoza ilk olarak yerleştirmezseniz hiçbir zaman bir daha

koyamazsınız. O zaman da ne kendinize, ne de çalıştığınız kuruma faydalı olursunuz. Bu

da iyi bir iş adamı, gerçekte iyi bir adam olamayacağınızı gösterir. Profesör ders bittiği

halde konuşmadan oturan öğrencileri sınıfta bırakarak çıktı gitti…

Bu Profesör’ün verdiği örnekte olduğu gibi, bir Müslümanın hayatındaki temel taşları

çok iyi belirlemesi gerekmektedir. Bunu belirlediği takdir de hayatı düzene girecek ve

vaktini düzenli olarak kullanmayı becerebilecektir. Bizim hayatımızın en büyük amacı

Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanmak ve sadece Allah’a iyi bir kul olmaktır. Bizi bu

amaca ulaştıracak vasıtalar da bizim temel taşlarımızdır.

Düşündüren Sözler

Page 13: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

*Bir senenin değerini, sınıfta kalmış öğrenci bilir.

*Bir ayın değerini 8 aylık bebek doğuran anne bilir.

*Bir haftanın değerini haftalık dergi çıkaran bir çilekeş,

*Bir saatin değerini, kavuşmayı bekleyen sevgililer bilir.

*Bir dakikanın değerini treni kaçıran yolcu bilir.

*Bir saniyenin değerini kazayı önleyemeyen sürücü bilir.

*Bir saniyenin yüzde birinin değerini olimpiyatlarda altın madalyayı kaçıran sporcu

bilir.

Son Olarak

Bu yazıyı okuyan her kardeşime vaktini iyi değerlendirmesini öğütlüyorum. Bu hem

dini, hem dünyası, hem ailesi hem de arkadaşları için faydalı olacaktır. Küfrün hâkim

olduğu diyarlarda Müslümanın boşa geçirecek bir saniyesi bile yoktur. Küfrün kötülü-

ğünden bahsedip sonra da onu yok etmek için çabalamayan bir Müslüman, bir nevi ya-

şadığı duruma razı olmuş demektir. Bu son derece kötü bir şeydir. Bir an önce gafletten

uyanmalı ve elimizdeki bu mükemmel nimetin kıymetini fark etmeliyiz. Aksi halde Müs-

lümanlığımız laf Müslümanlığından öteye geçmeyecektir. Yazımı, İmam Şafiî

rahimehullah’ın şu güzel sözleri ile noktalıyorum. O der ki:

“Sûfîlerle bir süre arkadaşlık ettim, ancak şu iki güzel sözün haricinde onlardan hiç-

bir şey istifade edemedim:

* Zaman bir kılıçtır. Sen onu kesmezsen o seni keser.

* Sen kendini hak ile meşgul etmezsen nefsin seni batıl ile işgal eder.8

8 İbn Kayyım, “Medâricu‟s-Sâlikîn”, 3/129.

Page 14: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

ŞEYTAN, İŞTE BÖYLE KANDIRIR!

llah’a iman eden her insan çok iyi bilir ki, şeytan, insanoğlunun en yaman ve en

eski düşmanıdır. Aynı zamanda o, kıyamete kadar bizim en çetin düşmanımız

olmaya da devam edecektir. Bir ayet-i kerimede Rabbimiz şöyle buyurur:

“Şüphesiz ki şeytan sizin için bir düşmandır; o halde sizde onu düşman edinin. O,

yandaşlarını ancak cehennemliklerden olmaya davet eder.” (Fatır Suresi, 6)

Şeytan, bizlere düşman olduğu ve cennete gitmemizi istemediğinden dolayı bizi sap-

tırmayı üzerine bir borç bilmiş ve bu uğurda elinden geleni ardına koymayacağına dair

Allah’a söz vermiştir.

Rabbimizin yardımıyla bu yazımızda inşâallah İbn-i Kayyım merhum’un tespitlerin-

den hareketle, şeytanın bizleri saptırmak için hangi yollara başvurduğunu ve bu noktada

hangi metotları izlediğini ele almaya çalışacağız. Rabbim bizleri ve sizleri şeytanın her

türlü tuzağından muhafaza buyursun.

Şeytanın insanoğlunu kandırmada takip ettiği 6 aşama vardır. Bu aşamaların birinde

saptırmayı beceremezse hemen diğerine yönelir ve insanı saptırana ya da onu hayırlı

işlerden alıkoyana dek bu mücadelesini sürdürür. Şimdi bu altı aşamayı tek tek ele al-

maya çalışalım.

1- Şeytanın insanoğlunu saptırmadaki uğrayacağı ilk durak “şirk” durağıdır. Yani her

şeyden önce onun ilk amacı, insanı şirke düşürmek ve şirk amelleri işlemeye kendisini

teşvik etmektir. Peki, bu neden böyledir? Yani şeytan neden ilk olarak bizleri şirke dü-

şürmeye ve şirk amelleri işleyerek bizleri müşrik yapmaya çalışır?

Bu sorunun cevabı çok açıktır: Çünkü şeytan şirke düşürmeyi başardığında bizlerin

ebedi olarak cehennemde kalmasını sağlamış olacaktır. Onun en öncelikli gayreti insanı

ebediyen cehennem ateşine dûçar etmek olduğu için, işe önce şirk tuzağı ile başlamak-

tadır. İşte bunun için ilk olarak insanları Allah’a şirk koşmaya davet eder.

Bilindiği üzere, insan şirke bulaşıp bu hal üzere öldüğünde, onun kalacağı yer ebedî

cehennem olacaktır. Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur:

بس ا ا ؤ جخ ا ع١ ا فمذ حش ٠ششن ثب إ

“Doğrusu her kim Allah’a şirk koşarsa Allah ona cenneti haram kılmıştır…” (Maide

Suresi, 72)

Bir diğer ayette ise şöyle geçer:

٠شبء ره ب د ٠غفش ٠ششن ث ب ٠غفش أ ا إ

A

Page 15: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

“Şüphesiz ki Allah kendisine şirk koşulmasını asla affetmez; bunun dışında kalan

günahları dilediği kimseler için affedebilir.” (Nisa Suresi, 48)

İşte şirk, Allah’ın asla affetmeyeceği bir suç olduğu için şeytan ilk olarak insanları ona

düşmeye teşvik eder. Teşvik eder ki, insanlar cehennemde kendisi ile beraber ebedî kal-

sın ve oradan bir daha asla çıkmasın…

Yeri gelmişken vurgulamanın faydalı olacağını düşünüyorum. O halde, şirk nedir?

Evet, bu sorunu cevabını bütün insanların çok iyi bilmeleri gerekmektedir. Çünkü in-

san bilmediği bir şeye çok kolaylıkla yakalanabilir. Sobanın yaktığını bilmeyen bir çocuk

düşünün… Bu çocuk, soba ateşinin nasıl zarar verdiğini daha henüz bilmediği ve tecrübe

etmediği için yanlışlıkla ona dokunabilir. Ama onun zararlı bir şey olduğunu ve kendisi-

ne zarar verdiğini öğrendikten sonra acaba bir daha ona yaklaşır mı? İşte bunun gibi,

insan da neyin şirk olduğunu bilmez ise her an onun içerisine düşebilir. Tıpkı biraz ön-

ceki çocuk gibi…

Bu nedenle, her insanın şirki ve şirk çeşitlerini kendi ismini veya T.C. kimlik numara-

sını bildiği gibi, hatta daha da muhkem bir şekilde bilmesi gerekmektedir. Zira insan T.C.

kimlik numarasını bilmediğinde en fazla resmî işleri aksar ve bazı işleri o an için olma-

yabilir. Ama insan şirki ve nelerin şirke düşürdüğünü bilmezse o zaman cennetini kay-

beder ve ―Allah muhafaza buyursun― ateşin yâranından olur.

Bundan dolayı, şirkin öncelikle tanımını sonra da hangi şeylerin şirk olduğunu insa-

noğlunun öğrenmesi gerekmektedir. Biz bütün detaylarıyla burada şirki anlatacak deği-

liz; ama kısaca söyleyecek olursak, şirk:

صرف شيئ من خصائص اهلل الي غير اهلل

“Allah’a ait olan özelliklerden her hangi birisini bir başkasına vermek” demek-

tir.

Şimdi bunu iki örnekle izah etmeye çalışalım Mesela;

a) Gaybı bilmek Allah’a has olan bir özelliktir. Mutlak gaybı yalnız O bilir. Kıyametin

ne zaman kopacağını, insanın nerede ve ne zamanda öleceğini, rahimlerde olan çocukla-

rın nasıl olacaklarını ve bunun gibi daha nice şeyleri yalnız ve yalnız Allah bilir. Hiçbir

kimsenin bu nokta da bir bilgisi yoktur ve olamaz da… Nitekim Rabbimiz bu hususta

şöyle buyurur:

ش ع غ١ج غ١ت فب ٠ظ ا أحذاعب

“O, gaybı bilendir ve gaybına hiçbir kimseyi muttali kılmaz.” (Cin Suresi, 26)

Bir diğer ayette de şöyle buyrulur:

غ١ت ع ا ١طعى ا ب وب

“Allah sizleri gabya muttali kılacak değildir.” (Âl-i İmrân Suresi, 179)

Page 16: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Bu ayetlerden anlaşıldığına göre, mutlak gaybı bimek yalnız Allah’ın deruhte ettiği

bir şeydir. Hiçbir kimsenin bu nokta da bir bilgisi yoktur. Eğer bir kimse çıkarda gaybı

bildiğini iddia ederse Allah’a ait olan bir özelliği kendisinde gördüğü için ilahlık taslamış

olur. Bir insan da çıkıp bu kimsenin bu özelliğe sahip olduğunu söylerse veya buna ina-

nırsa Allah’a şirk koşmuş ve ―bir tutam sakalı dahi olsa― dinden çıkmış olur.

b) Aynı şekilde mutlak anlamda hüküm ve kanun koymak da Allah’ın özelliklerinden

birisidir.

Rabbimiz bu hususta şöyle buyurur:

إب حى ا إ

“Egemenlik/Hâkimiyet/Hüküm koyma yetkisi yalnızca Allah’ındır.” (Yusuf Suresi, 40)

ش ؤ ا ك خ ا أب

“Dikkat edin! Yaratmakta emretmekte Allah’a aittir.” (A’raf Suresi, 54)

أحذا ب ٠ششن ف حى

“O, hükmüne/egemenliğine hiçbir kimseyi ortak etmez!” (Kehf Suresi, 26)

Bu ve benzeri daha nice ayetler, mutlak hâkimiyet ve egemenliğin yalnızca Allah’a ait

olduğunu ortaya koymaktadır. O, dilediği kanunu koyar, dilediğini emreder, dilediğini

yasaklar. Hiç kimsenin O’nu sorgulama ve O’na itiraz etme yetkisi yoktur. Çünkü mutlak

Hâkim O’dur.

İşte bu nedenle bir kulun kalkıp ta Allah’ın kanunlarına aykırı olarak kanunlar

yapması veya bu anlamda yasalar çıkarması asla olacak bir şey değildir. Eğer böy-

lesi bir işe girişir ve Kitabullah’a aykırı yasalar yaparsa Allah’a ait olan bu özelliği

kendisinde gördüğü için kendisini ilah yerine koymuş olur.

Aynı bunun gibi, bir kimse de kalkar ve böylesi işler yapan kimselere bu nok-

tada destek verir ve onlara arka çıkarsa Allah’a ait olan hâkimiyet hakkını başka-

sına verdiği için şirk koşmuş olur.

Böylesi bir insan, ―bir tutam sakalı da olsa, gece gündüz Allah’a ibadet de etse― Al-

lah’a ait olan bir özelliği bir başkasına verdiği için şirke düşmüş ve Allah muhafaza bu-

yursun ebedî cehennemi hak etmiş olur.

İşte şeytan her şeyden önce bizleri bu tür işleri yapmaya teşvik ederek bizleri önce

şirke düşürmeye çalışır. Önce şirke düşmeye çalışır; çünkü onun en büyük amacı cehen-

nemde kendisi ile beraber ebediyen yanacak insanlar bulmaktır. Allah hepimizi şirkin

her türlüsünden muhafaza buyursun. (Âmîn)

2- Şeytanın insanoğlunu saptırmadaki uğrayacağı ikinci durak, “Bidat” durağıdır.

Şirke düşüremediği insanları ikinci aşamada bidate düşürmeye çalışır.

Ama neden?

Page 17: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Neden mi?

Çünkü insanoğlu günahtan tevbe etmeyi düşünür, günahın yanlış ve kötü olduğunu

bilir; fakat bidat böyle değildir. Bid’at sahibi yaptığı ameli güzel görür ve zaten yapmış

olduğu bidati Allah rızası için yapmıştır, bu nedenle ondan tevbe etmeyi düşünmez!

İşte bu nedenle şeytan, insanları haramlardan önce bidatlere düşürmeye çalışır.

Selef’in büyük imamlarından Sufyan es-Sevrî rahimehullah şöyle der:

“Bid’at şeytana günahlardan daha sevimlidir. Çünkü günahtan tevbe edilir, ama

bid’atten tevbe edilmez.”9

Peki, o halde bidat nedir?

Bidati; “Aslen dinde olmayan bir ameli dindenmiş gibi yapmaktır” şeklinde özet-

leyebiliriz.

Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem bu konu hakkında şöyle buyurur:

“Kim bizim şu dinimizde olmayan bir şeyi ihdas ederse o derhal reddedilir.”10

İslam âlimleri bidati akidede, ibadetlerde ve adetlerde olmak üzere 3 kısımda değer-

lendirmişlerdir:

1- Akidede Bidat:

Bidatin bu kısmı genel anlamıyla insanı dinden çıkarır.11

Akidede bidate şunları örnek verebiliriz:

* Allah’ın hükümlerini terk ederek hüküm vermek,

* Allah’ın şeriatına aykırı kanun ve yasalar yapmak,

* Allah’tan başkasından medet ve yardım beklemek,

* Allah’tan başkalarının kâinatta tasarrufta bulunduklarına inanmak…

Bu örnekleri çoğaltmamız mümkün.

2- İbadetlerde Bid’at:

9 el-Luma„, sf, 17

10 Buhari, 2697

11 Burada hemen belirtelim ki, akidede vuku bulan her bidat insanı dinden çıkarmaz. Bu tür bidatlerin bir de

dinden çıkarmayan boyutu vardır. Sıfatlar hakkındaki ihtilaf bunun en bariz örneklerindendir. Allah‟ın, kendisi

hakkında ispat ettiği el, yüz ve nüzûl gibi sıfatları iptal etmek, bunların Allah hakkında olamayacağını söylemek

her ne kadar akide ile alakalı bir bidat olsa da bu noktada selef‟in metodundan ayrılan kimselere hemen küfür

damgası vurulmaz. Bu insanlar muteber bir tevile dayandıkları için haklarında söylenecek en son söz bunların

hata ettikleri ve bu hatalarında bidate düştükleridir. Tekfir edilmeleri ve kâfirlikle suçlanmaları uygun değildir.

Yukarıdaki başlığımızı okuyup akidenin her noktasında hataya düşenlerin küfre düşeceğini söylemek uygun

olmaz. Bu nedenle akidedeki bidatleri ikiye ayırmak gerekir.

Page 18: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Bidatin bu kısmı insanı dinden çıkarmaz; ama onu ateşle yüz yüze bırakır. Çünkü

Efendimiz aleyhisselam, her bidatin sapıklık olduğunu ve her sapıklığında insanı cehenneme

götüreceğini bildirmiştir.12

Bu kısma da şunları örnek gösterebiliriz:

* Recep ayının başında 12 rekât namaz kılmak,

* Şaban ayının 15’inde 100 rekât namaz kılmak,

* Üç ay boyunca hiç ara vermeden oruç tutmak…

3- Adetlerde Bid’at:

Adetlerde ki bidatlerde bir üstteki gibi insanı dinden çıkarmaz; ama haramdır. Buna

da şunları örnek gösterebiliriz:

* Salih kişilerin kabirlerinin üzerine cami inşa etmek,

* Cuma namazından önce “salâ” vermek,

* Kabirler üzerine kubbeler yapmak,

* Mezarlara bez veya çaput bağlamak,

İşte tüm bunlar şeytanın, bizleri içerisine düşürmek için uğraştığı bidatlerden bazıla-

rıdır. Elbette ki bidatler bunlarla sınırlı değildir. Dinden olmadığı halde din adına yapılan

her amel bidat kapsamında değerlendirilir ve sakınılması zorunludur.

3- Şeytanın insanoğlunu saptırmadaki uğrayacağı üçüncü durak ise, “Büyük Günah”

durağıdır. Bidate düşürmeyi beceremediği insanları üçüncü aşamada harama, diğer bir

ifadeyle büyük günaha düşürmeye çalışır.

Büyük günahlar; işleyen kimselere dünyada had cezalarının verildiği veya Kur’an ve

Sünnette, yapanlar için lanetin ve büyük bir azabın vaat edildiği günahlardır.

* Yalan söylemek,

* Müslümanları aldatmak,

* Zina etmek,

* İçki içmek,

* Kumar oynamak,

* Faiz yemek, gibi günahlar hep bu kapsamdadır.

Şeytan aleyhillane, şirk ve bidat işletmeyi beceremediği insanları bu günahlara dü-

şürmeye çalışır. Eğer bunu da beceremez ve insanları harama düşüremezse, 4. aşama da

müracaat edeceği kapı “küçük günah” kapısıdır.

4- Küçük Günahlar.

12

Ebu Davud, Tirmizî.

Page 19: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Büyük günahın altında kalan ve sahibine had cezasını gerektirmeyen günahlar, küçük

günahlardır. Küçük günahlar, sürekli işlenerek büyük günaha dönüşür ve insanı aynı

büyük günahta olduğu gibi azapla karşı karşıya getirir.

Allah kendilerinden razı olsun, sahabe, günahları küçük-büyük diye taksim etmez

hepsinden uzak durmaya çalışırmış. Çünkü onlar bilirlermiş ki; “İman ne kadar artarsa,

günah gözde o kadar büyür; iman ne kadar azalırsa, günah gözde o kadar küçülür.”

İbn-i Abbas radıyallâhu anhuma’ın şöyle dediği nakledilir:

١ظ ع ازثخ وج١شح وب أ ١ظ ع اإلصشاس صغ١شح

“Israrla birlikte küçük günah; tevbeyle birlikte de büyük günah kalmaz.”

Yani bir insan, küçük günahı ısrarla işlemeye devam ederse o küçük günahlar asla

“küçük” olarak kalmaz, büyük günaha dönüşür. Tevbe edildiğinde de hiçbir büyük gü-

nah “büyük” olarak kalmaz ve Allah’ın affıyla silinir, yok olur gider.

Bir Arap şairi ne de güzel demiştir:

وج١شب ران ازم ... خ ازة صغ١شب

ض اشن ٠حزس ب ٠ش ... اع وبػ فق أس

إ اججبي احص ... ال رحمش صغ١شح

“Günahların küçüğünü de büyüğünü de terk et, takva budur işte!

Dikenli yolda yürüyen kimse gibi ol haydi sende,

Sakın ha, küçük günahları basite alma!

Unutma ki, dağlar, küçücük taşlardan meydana gelir!”

Allah’tan korkan bir kul günahı büyük-küçük demeden bütünüyle terk etmeli ve şey-

tanın bu tuzağına düşmeden cennet yolunda ilerlemeye devam etmelidir.

5- Şeytanın insanoğlunu saptırmadaki uğrayacağı beşinci durak ise, “Mubahlara

Daldırma” durağıdır. Şeytan, günah işletemediği ve işletmekten ümidini kestiği insanla-

ra “Bari cennette makamları yükselmesin” ümidiyle yaklaşır ve onları kandırmaya

devam eder. Önceki satırlarda da ifade ettiğimiz üzere, şeytan, insanoğlunun amansız

düşmanıdır. Düşman olan birisi, karşı tarafta yer alan kimsenin asla hiçbir hayra nail

olmasını arzulamaz. Eğer ona zarar verememişse, onu hayırlardan alıkoyarak başarı el-

de etmeye çalışır. Gerçekten de insanın iyiliğine engel olmakta düşman için bir başarı

sayılır.

İşte bu sebepten dolayı şeytan, küçük günahları işletmeyi beceremediği insanları

mubah olan işlere daldırmak sureti ile aldatmasına devam eder.

Böyle yapar; çünkü insan mubah olan şeylere daldığı zaman faziletli ibadetlere ve

hayırlı amellere yönelemez. Mubahın verdiği zevkle elinden birçok iyiliği kaçırır ve bu

sayede cennette daha yüksek mevkilere ulaşma fırsatını değerlendiremez.

Page 20: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Mubah; yapıldığında sevabı olmayan, terk edildiğinde de günahı olmayan işlerdir.

Uyumak, oyun oynamak, gezmek, istirahat etmek… gibi.

İşte şeytan günaha düşüremediği insanları buradan vurur ve mubahlara daldırarak

faziletli ve erdemli amelleri onlara işletmemeye çalışır. Ve bu hususta ―Allah’ın diledik-

leri hariç― genelde başarılı olmuştur.

6- Şeytan, eğer bu noktada da başarılı olamaz ve mubahlara daldırma noktasında in-

sanı kandıramaz ise elinde son ve tek bir ok kalmıştır, onunla insanı vurmayı dener. Bu

son ok ise “Daha faziletli olanı terk ettirmek”tir.

Buna da şöyle bir örnek verebiliriz: Mesela bir Müslüman, tam Kur’an okumaya niyet

etmiştir. Eline Allah’ın kitabını alır ve kendine uygun bir ortam aramaya başlar. İşte tam

o esna da şeytan gelir ve Kur’an okumaktan sevapça daha düşük olan bir ameli kendisine

gösterir… Bunu gören müslümanın dikkati dağılır ve Kur’an okumaya değil de o amele

meyleder. Böylece örneğin; 100 sevap alacağı Kur’an okuma amelinin yerine 20 sevaplık

başka bir ameli işlemeye koyulur ve daha faziletli olanı terk etmiş olur.

Bu da şeytanın en son hilesidir. Bunda da başarılı olamazsa artık o kuldan ümidini

keser ve onu, o an için terk ederek kendisine başka kurbanlar aramaya koyulur. Artık o

kul, imtihanını başarıyla geçmiş ve şeytanın tuzaklarına yakalanmadığı için, içi huzurla

dolmuştur. Rabbine hamdeder, şeytandan kendisini koruduğu için şükranlarını O’na su-

nar.

İşte şeytanın hileleri, İbn-i Kayyım’ın belirttiğine göre bu altı şeyden ibarettir. Bu hi-

leleri bilen bir kul şeytanın kendisine nereden yaklaşacağını kestirir ve ona göre gardını

alarak mücadelesini yapar.

Allah hepimizi şeytanın hile ve aldatmalarından muhafaza buyursun ve bizleri ihlâsa

erdirerek onun, üzerimizdeki hâkimiyetinden korusun. (Allahumme Âmin)

Page 21: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

MÜSLÜMANIN RUH GIDASI: “Z İ K İ R”

slâmî kavramlardan anlamı en çok daraltılanlardan biri hiç şüphesiz “zikir” kav-

ramıdır. Zikir kelimesi, çok geniş bir anlam ve muhtevâya sahip olmasına rağmen,

bu gün “manasında neredeyse tek anlama indirgenmiş ve içi boşaltılmıştır.

Müslüman asla zikirden uzak kalamaz; denizdeki balık için su neyse

müslümanın ruhu için zikir odur. Zikir ruh gibidir. Vücut nasıl ki ruh olmaksızın yaşa-

yamıyorsa, müslümanda zikir olmaksızın yaşayamaz; yaşasa da ona hayat denmez. Rab-

bimiz Kur’an-ı Kerim’in muhtelif yerlerinde zikrin kalplerin ilacı, gönüllerin devası oldu-

ğundan bahsetmiş, Allah’ı zikretmeyenlerin kalplerinin asla huzur bulamayacağını bizle-

re bildirmiştir. Şu ayet bunlardan birisidir:

“Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.”13

Kalbinin huzurlu, sukunetli ve mutmain olmasını mı istiyorsun, o halde hemen Rab-

bini zikretmeye koyul! Göreceksin ki kalbin Allah’ın zikri ile yumuşayacak ve huzura

kavuşacak.

“Allah, sözün en güzelini (Kur’an’ı); âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve

(hükümleri, öğütleri, kıssaları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rablerinden

korkanların derileri (vücutları) ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de, kalpleri

de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla

dilediğini doğru yola iletir. Allah, kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici

yoktur.”14

* Allah’ı zikretmekten yüz çevirenlere Rabbimiz şeytanları musallat edecektir. Arka-

daşı şeytan olanın dostu melek olur mu?

“Kim Rahmân'ı zikretmekten gâfil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona

musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar, onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar

hâlâ kendilerinin hidâyette/doğru yolda olduklarını zannederler. Nihayet Bize ge-

lince arkadaşı olan şeytana: ‘Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar

uzaklık olsaydı, sen ne kötü arkadaşmışsın!’ der.”15

* Allah kendisini zikreden kullarını kendisinin de zikredeceğini bildiriyor.

13

R„ad Suresi, 28. 14

Zümer, 23. 15

Zuhruf Suresi, 36-38.

İ

Page 22: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

“Artık Beni zikrediniz ki Ben de sizi zikredeyim/anayım ve Bana şükrediniz, Bana

nankörlükte bulunmayınız.”16

Eğer biz Allah’ı zikreder, O’nu anar ve her daim gündemde tutarsak, o zaman Allah da

bizi anacak, bizi kendi katında gündem edecek ve bizi hem meleklerine hem de yeryü-

zünde ki kullarına överek anlatacaktır. Ettiğimiz dualara icabet etmesi de –O, hiçbir şeyi

unutan olmadığı halde– bizi hatırlamasına bağlıdır.

* Allah’ı zikretmek Allah’ın Kur’an’da ki en açık emirlerinden birisidir.

“Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rab-

bini zikret. Sakın gafillerden olma!”17

“Rabbini çokça zikret ve akşam sabah O'nu tesbih et.”18

Ayette yer alan “çokça zikret” ifadesi gerçekten önemlidir. Bu ifade üzerinde ciddi-

yetle durmak, düşünmek gerekir. Acaba bu gün bizler Allah’ı çok çok zikrediyor muyuz?

Bu soruyu biraz daha hafifleştirerek soralım: Acaba biz Allah’ı hiç zikrediyor muyuz?

Oysa Kur’an’daki emirlere baktığımız zaman Allah, bizlerin kendisini az değil, çok

çok zikretmesini istiyor; ama gelin görün ki işlerimizin yoğunluğu, vaktimizin darlığı ve

meşgalelerimizin fazlalığından dolayı Allah’ı zikretmeye vakit dahi bulamıyoruz.

“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Ve onu sabah, akşam tesbîh edin”19

Acaba sabah-akşam Allah’ı tesbih ediyor muyuz? İşlerimizi bir kenara bırakıp bizi

yaratan, bizi rızıklandıran ve bize sayamayacağımız kadar çok nimet veren Rabbimizi

anmak için vakit ayırıyor muyuz? Allah’ı seven bir Müslüman için bu soruların cevabı

asla “hayır” olamaz; olmamalıdır. Çünkü Müslüman bu dünyaya geçim için, mal-makam

kazanmak için gelmemiştir. Müslümanın bu dünyada tek bir oluş gayesi vardır; o da

Rabbine kulluğudur.

Sahabe kendilerine hidayet verdiği ve İslam nimeti ile kendilerini şereflendirdiği için

bir araya gelip Rablerini zikrederdi.

Ebû Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh anlatır:

Muâviye radıyallâhu anh mescidde halka halinde oturan bir cemaatin yanına geldi ve:

- Burada niçin böyle toplandınız? diye sordu.

- Allah’ı zikretmek için toplandık, diye cevap verdiler. O tekrar:

- Allah aşkına doğru söyleyin. Siz buraya sadece Allah’ı zikretmek için mi oturdunuz?

diye sordu.

- Evet, sadece bu maksatla oturduk, dediler. Bunun üzerine Muâviye:

16

Bakara Sures,, 152. 17

A„râf Sûresi, 205. 18

Âl-i İmran Suresi, 41. 19

Ahzab Suresi, 41, 42.

Page 23: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

- Ben sizin sözünüze inanmadığım için yemin vermiş değilim. Resûlullah sallallâhu aleyhi

ve sellem’e benim kadar yakın olup da benden daha az hadis rivayet eden yoktur. Bir gün

Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir halka arasında oturan sahâbîlerinin yanına geldi de

onlara:

- “Burada niçin oturuyorsunuz?” diye sordu.

- Bize İslâmiyet’i nasip ederek büyük bir lutufta bulunması sebebiyle Allah’ı zikret-

mek ve ona hamdetmek için oturuyoruz, diye cevap verdiler. Resûl-i Ekrem:

- “Gerçekten siz buraya sadece Allah’ı zikretmek için mi oturdunuz?” diye sor-

du.

- Evet, vallahi sadece bu maksatla oturduk, dediler. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü:

- “Ben size inanmadığım için yemin vermiş değilim. Fakat bana Cebrâil gelerek

Allah Teâlâ’nın meleklere sizinle iftihar ettiğini haber verdi de onun için böyle

söyledim” buyurdu.20

Sahabîler, sırf kendilerine hidayet verdiği için Allah’ı zikrediyor ve bunun için bir

araya gelerek hep beraber O’na hamd ediyorlardı. Acaba bu şirk yurdunda bizlere hida-

yet vermesi ve bizleri şirk bataklığından kurtararak İslam ile şereflendirmesi sebebiyle

biz de Rabbimizi zikretmek için bir araya geliyor muyuz? Hatta bırakın bir araya gelme-

yi, yalnız başımıza kaldığımızda Rabbimizi zikrediyor muyuz?

Kendimize gelmeliyiz ey Müslümanlar! Artık bu gafletten uyanmalıyız! Aksi halde Al-

lah bizden İslam nimetini alabilir. Unutmayalım ki, Allah bizim kaşımızın, gözümüzün

güzelliğinden dolayı bizlere hidayet etmedi. Eğer biz Allah’ı razı edemezsek bu nimeti

bizden geri alması an meselesi olabilir. Ne olur gelin, Rabbimize bu nimet için şükrede-

lim, hamd edelim, şükredelim, İslam nimetini bizden almaması için O’na kullukta gayret

edelim. Allah celle celaluhu, eğer bizdeki bu gayreti görürse, belki bunun hatırına ayakları-

mız sabit kılar, bizleri hidayet üzere öldürür. Yok, eğer bu gayretimiz olmazsa, o zaman

O’nun meşietine kalmışızdır; dilerse affedip cennetine koyar, dilerse gazap edip cehen-

nemine... Rabbim işlerimizdeki aşırılıktan sana sığınırız. Ne olur yaptığımız hatalar se-

bebiyle bizlere azap etme! (Âmin)

* Allah’ı anmaktan ve O’nu zikretmekten yüz çevirmek zor, sıkıntılı ve huzursuz bir

hayatı beraberinde getirir.

“Kim Benim zikrimden yüz çevirirse, şüphesiz onun için dar bir geçim, zorlu bir

hayat vardır ve Biz onu, kıyâmet günü kör olarak haşrederiz.”21

Allah’ı zikretmeyenler yeryüzünün en mutsuz ve en bedbaht insanlarıdır. Buna mu-

kabil hayatını Allah ile beraber geçiren, O’nu zikreden ve O’nun emirlerine göre hareket

20

Müslim, Zikir 40. 21

Tâhâ Suresi, 124.

Page 24: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

edenler ise yeryüzünün en mutlu, en huzurlu ve en geniş kalpli insanlarıdır. Velev ki pa-

raları olmasın, velev ki fakir olsunlar, velev ki maddî imkânları kısıtlı olsun fark etmez…

Ticaretimiz ve işimiz, maişetimizi temin etmek için bizim en önemli vasıtalarımız-

dandır. Ticaretimiz her ne kadar bizleri insanlara el açmaktan uzak tutuyor olsa da, Al-

lah’a el açmaktan uzak tutmamalıdır. Kişiyi Allah’tan uzaklaştıran ve O’nu zikretmeye

engel olan ticaret ne kötü bir ticarettir! Allah bizlere böyle ticaret yerine, kendi zikrine

engel olmayan, aksine yardımcı olan ticaretler nasip etsin.

“Öyle yiğitler vardır ki, ne ticâret ne de alışveriş onları Allah’ı zikretmekten, na-

maz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin allak bul-

lak olduğu bir günden korkarlar.”22

“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı zikretmekten alıkoyma-

sın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.”23

Bu ayetleri tekrar tekrar okumalı ve hiç çıkmayacak bir şekilde kulağımıza

küpelemeliyiz.

Allah’ı zikretmek, birçok hayrın anahtarıdır. Allah, kendisini zikredenlere birçok ni-

met vereceğinden bahsetmiştir. Hatta düşmanla girişilen savaşta galibiyet elde edebil-

mek ve bu sayede kurtuluşa erebilmek bile bu hakikate bağlanmıştır. Bakınız Rabbimiz

ne buyuruyor:

“Ey iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve

Allah’ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz.”24

Allah’ı çokça zikredenler için Rabbimizin şu müjdesini hatırlatmanın faydalı olacağı-

nı düşünüyorum:

“Allah’ı çokça zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; (işte) Allah, bunlar

için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”25

Allah’ım bizleri kendini çokça zikreden, sana gereği gibi kulluk eden ve hazırladığın

büyük mükâfatlara nail olan kullarından eyle. (Âmîn)

Hadislerde Zikir

Kur’an’da olduğu gibi Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in hadislerinde de zikir

üzerinde yoğun bir şekilde durulmuştur. Ben buraya konuyla alakalı bazı hadisleri ala-

rak kardeşlerimin yoluna ışık tutmaya çalışacağım.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Rabbini zikredenle etmeyenin farkı,

diriyle ölünün farkı gibidir.”26

22

Nûr Suresi, 37. 23

Munafikûn Suresi, 9. 24

Enfal Suresi, 45. 25

Ahzab Suresi, 35. 26

Buhârî, Daavât 66.

Page 25: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Müslim’in rivayeti ise şu şekildedir: “İçinde Allah’ın anıldığı ev ile Allah’ın anıl-

madığı evin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.”27

Malum olduğu üzere içerisinde ölü olan evde genel itibariyle hüzün, keder, sıkıntı ve

gözyaşı hâkimdir. İçerisinde ölü olmayan ev ise genel olarak neşeli, huzurlu, mutlu ve

müreffehtir. İşte bu iki ev birbirinden nasıl farklı ise Rabbini zikreden insan ile zikret-

meyen insan da aynen öyle birbirinden farklıdır.

Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem

şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Ben kulumun beni düşündüğü

gibiyim. Beni zikrettiği zaman onunla beraberim. Eğer beni yalnız başına zikre-

derse, ben de onu yalnız olarak zikrederim. Şayet beni bir toplulukla beraber zik-

rederse, ben de onu daha hayırlı bir topluluk içinde zikrederim.”28

* Ebû Hüreyre ile Ebû Saîd el-Hudrî radıyallâhu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir topluluk Allah’ı zikretmek

üzere bir araya gelirse melekler onların etrafını sarar; Allah’ın rahmeti onları

kaplar; üzerlerine sekînet iner ve Allah onları yanında bulunanlara över.”29

* Yine Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve

sellem şöyle buyurmuştur:

“Allah Teâlâ’nın diğer meleklerden ayrı, sadece zikir meclislerini tesbit etmek üzere

dolaşan melekleri vardır. Allah’ın zikredildiği bir meclis buldular mı, o kimselerin arala-

rına otururlar ve diğer melekleri oraya çağırarak cemaatin arasındaki boş yerleri ve

oradan dünya semasına kadar olan mesafeyi kanatlarıyla doldururlar. Zikredenler dağı-

lınca onlar da semâya çıkarlar. Allah Teâlâ daha iyi bildiği halde onlara:

- “Nereden geldiniz?” diye sorar. Melekler de:

- Yeryüzündeki bazı kullarının yanından geldik. Onlar “Sübhânallah” diyerek seni

tenzih ediyorlar, “Allâhü ekber” diye tekbir getiriyorlar, “Lâ ilâhe illallah” diyerek seni

tehlil ediyorlar, “el-hamdü lillâh” diyerek sana hamdediyorlar ve senden istiyorlar, der-

ler. (Konuşma şöyle devam eder):

- “Benden ne istiyorlar?”

- Cennetini istiyorlar.

- “Cennetimi gördüler mi?”

- Hayır, yâ Rabb, görmediler.

- “Ya cenneti görseler ne yaparlardı?”

27

Müslim, Müsâfirîn, 211. 28

Buhârî, Tevhîd, 15; Müslim, Zikir 2. 29

Müslim, Zikr, 39.

Page 26: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

- Senden güvence isterlerdi.

- Benden neden dolayı güvence isterlerdi?”

- Cehenneminden yâ Rabbi.

- “Peki, benim cehennemimi gördüler mi?”

- Hayır, görmediler.

- “Ya görseler ne yaparlardı?”

- Senden kendilerini bağışlamanı dilerlerdi.

Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur:

- “Ben onları affettim. İstediklerini onlara bağışladım. Güvence istedikleri ko-

nuda onlara güvence verdim.

Bunun üzerine melekler:

- Yâ Rabbi, çok günahkâr olan falan kul onların arasında bulunuyor. Oradan geçerken

aralarına girip oturdu, derler. O zaman Allah Teâlâ şöyle buyurur:

- “Onu da bağışladım. Onlar öyle bir topluluktur ki, onların arasında bulunan

kötü olamaz.”30

Hadisten anlaşıldığına göre zikir meclisleri akdetmek ve Allah’ı zikretmek için bir

araya gelmek caizdir, hatta elzemdir. Bu gün Müslümanlar sûfilerin yaptığı yanlışlardan

dolayı bu sünneti terk etmiş durumdadırlar. Acaba hiç “Sübhânallah” “Allâhü ekber” “Lâ

ilâhe illallah” ve “el-hamdü lillâh” demek için bir araya gelen Müslüman biliyor musu-

nuz? Bu gün Müslümanlar Kur’an ve hadis okumak için bir araya geliyorlar; ama hiç Al-

lah’ı zikretmek için bir araya geliyorlar mı?

Terk edilmiş durumda olan bu sünneti ihya etmeye ve ara sıra sırf Allah’ı zikretmek

için bir araya gelmeye var mısınız?

Kim ne derse desin İslam’da Allah’ı zikretmek için bir araya gelmek vardır. Ama bu-

nun şekli sünnete uygun olmalıdır. Sünnete uygun olmadığında biz zaten buna karşı ge-

lenlerin ilki olmalıyız.

Bu gün Allah’ı zikretmek deyince bazı kardeşler hemen sûfilerin zikir diye yaptığı

şeyleri anlıyorlar. Oysa onların yaptığı zikir değil, hünkürmektir. Zikir Allah ve

Rasûlü’nün öğrettiği şekilde olur. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah’ı zikredin.”31

Unutmamalıyız ki, zikrin âdâb ve belli bir usûlü vardır. İnsan Allah’ı zikrederken gü-

lünç ve komik durumlara düşmemeli, maskaralık yapmamalıdır. Zikir yaparken kan ter

30

Müslim, Zikir 25. 31

Bakara Suresi, 239.

Page 27: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

içinde kalıp başını tavana değecek kadar hoplayıp zıplamak ibâdet değil; çirkin bir hare-

kettir. Böyle yapmak, tamamen cehâletten ve düşünmeden körü körüne taklitten kay-

naklanan bir durumdur.

Dolayısıyla Müslümanlar Allah’ı zikretmek için bir araya geldiklerinde “Ha, Ho” gibi

manası anlaşılmayan sözlerle değil, aksine anlamı bilinen, manası idrak edilen ve en

önemlisi Rasulullah aleyhisselâm tarafından bizlere bildirilen şekliyle Allah’ı zikretmelidir-

ler. Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ise nasıl zikrettiği birazdan anlatılacaktır.

Zikrin fazilet ve değerine dair burada bazı hadisleri zikretmenin faydalı olacağını dü-

şünüyorum:

* Abdullah İbn-i Büsr radıyallâhu anh şöyle anlatır: Bir adam Rasulullah sallallâhu aleyhi ve

sellem’e hitâben:

- Yâ Resûlallah! İslâm’ın emirleri çoğaldı. Bana sıkı sıkıya yapışacağım bir şey söyle,

dedi. O da:

- “Dilin hep Allah’ı zikretsin!” buyurdu.32

* Ebü’d-Derdâ radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem

ashâbına:

- “Size en hayırlı, Allah katında en değerli, derecenizi en fazla yükseltecek, sizin

için sadaka olarak altın ve gümüş dağıtmaktan daha kazançlı, düşmanla karşıla-

şıp da sizin onların boynunu vurmanızdan, onların da sizi öldürmesinden daha

çok sevap getirecek amelin ne olduğunu haber vereyim mi? diye sordu. Onlar da:

- Evet, söyle dediler. Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem de:

- “Allah Teâlâ’yı zikretmektir” buyurdu.33

* “Sabah namazı vaktinden güneş doğuncaya kadar Allah’ı zikreden bir cema-

atle birlikte oturmam, bana İsmâil’in oğullarından dört tanesini âzâd etmemden

daha sevimli gelir. Allah’ı zikreden bir cemaatle ikindi namazı vaktinden güneş

batışına kadar oturmam dört kişi âzâd etmemden daha sevimli gelir.”34

* “Dünya lanetlenmiştir, içindekiler de lanetlenmiştir; ancak Allah’ı zikretmek,

buna yardımcı olan şeyler, âlimler ve ilim öğrenenler bundan müstesnadır.”35

* Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ashâbına:

“Cennet bahçelerini gördüğünüz zaman orada otlayınız” buyurdu. “Cennet bah-

çeleri nedir?” diye soruldu. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “Zikir halkalarıdır” diye ya-

nıt verdi.36

32

Tirmizî, Daavât, 4. 33

Tirmizî, Daavât, 6. 34

Ebû Dâvud, İlm, 13 35

Tirmizî, Zühd, 14.

Page 28: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

* “Her şeyin bir cilâsı vardır; kalplerin cilâsı da Allah’ı zikretmektir. İnsanı Al-

lah’ın azabından en çok koruyacak şey, ancak zikrullahtır.” ‘Allah yolunda cihad da

mı (zikirden hayırlı) değil?’ dediler. “Hayır, kesilinceye kadar vuruşsa dahi” dedi.37

İşleyen demir nasıl ki pas tutmaz ise, Allah’ı zikreden kalpte aynı şekilde günah tut-

maz. Ona bulaşan her türlü günah Allah’ın izni ile yok olur. Unutmayalım ki, zikir kalple-

rin cilasıdır. Cila bir şeydeki kiri sadece gidermekle kalmaz; aynı zamanda onu parlatır.

* Âişe radıyallâhu anhâ şöyle demiştir: “Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’yı her

halinde zikrederdi.”38

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem her durumda Rabbini zikrederdi. Otururken, kalkar-

ken, yerken, içerken, yürürken, def-i hacet yaparken, yolculuğa çıkarken hatta eşi ile be-

raber olurken bile… o, hiçbir zaman Rabbini zikretmekten geri kalmazdı. Rasulullah’ı

kendine önder ve rehber edinen biz Müslümanların da buna önem vermesi ve Rablerini

her halükarda zikretmesi gerekmez mi?

“Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı

uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”39

Rasûl bizlere örnek ise haydi O’nu örnek almaya!

Selef-i Salihîn’in Zikri

Rabi İbn-i Enes bazı arkadaşlarından rivayetle şöyle demiştir: “Allah’ın sevgisinin

alameti zikrini çok yapmaktır, çünkü sen bir şeyi seversen zikrini çoğaltırsın.”

Fetih el-Musilî şöyle demiştir: “Allah’ı seven, göz açıp kapayıncaya kadar bile Allah’ın

zikrinden gafil olmaz.”

Zü’n-Nûn şöyle demiştir: “Kimin kalbi ve dili zikirle meşgul olursa Allah onun kalbi-

ne kendisini arzulama isteği koyar.”

İbrahim İbn-i Cüneyd şöyle demiştir: “Kişinin Allah’a olan sevgisinin alameti; kalp ve

dil ile zikre devamıdır. Kişi Allah’ın zikrine önem verirse bu onun sevgisini ifade eder.”

Selefin bazısı münacatında diyordu ki: “Kahramanlar kahramanlıklarından usansa da

seni sevenler sana münacat ve zikirden asla usanmazlar.”

Umeyr b. Hani’e: “Senin lisanının gevşediğini görmüyoruz, acaba her gün kaç tesbih

yapıyorsun?” diye soruldu. O şöyle dedi: “Parmaklarımın hata etmesi hariç, yüz bin.”

Halid b. Ma’din, Kuran okuyuşu hariç her gün kırk bin tesbih çekiyordu… Kendisi ve-

fat ettiğinde yıkanmak için sedire konuldu da, parmağı hâlâ tesbih çeker gibi oynuyor-

du.”

36

Tirmizî, Deavât, 83. 37

Buhârî, Deavât, 5. 38

Müslim, Hayz, 117. 39

Ahzab Suresi, 21.

Page 29: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

İbni Sirin’in yaptığı zikir genellikle: “Subhanallahi’l-azîm, subhanallahi ve bihamdihi”

zikri idi.

Sufyân es-Sevrî bir şiirinde söyle dedi:

“Bunca zikretmeme sebep unutmam değil seni;

Ne yapayım dilim kendiliğinden anıyor seni…”

Zü’n-Nûn dedi ki: “Dünya ancak O’nun zikriyle, ahiret ancak onun affıyla, cennet te

ancak onun görülmesiyle güzel olur...”40

Allah’ı Nasıl Zikredeceğiz?

Hadislerde bir müslümanın nasıl zikredeceği ve hangi duaları okuyacağı kayıtlıdır.

Bir Müslüman elbette tarikat ehlinin yaptığı gibi garip ve manası anlaşılmayan seslerle

Allah’ı zikredecek değildir. Onun zikri önderi ve rehberi. Muhammed Musatafa sallallâhu

aleyhi ve sellem’in yaptığı gibi olmalıdır. Zaten Rasulullah’ın yaptığı zikir onun için yeterlidir

ve başka bir şeye ihtiyaç bırakmamaktadır. Şimdi hadislerde bize anlatılan zikirlerden

bazılarını buraya aktaralım:

* Ebû Zer radıyallâhu anh'den rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem

şöyle buyurmuştur: “Her birinizin her bir eklemi için günde bir sadaka vermesi gerekir.

İşte bu sebeple her “Subhanallah” demek bir sadaka, her “el-hamdu lillah” demek bir

sadaka, her “Lâ ilâhe illallah” demek bir sadaka, her “Allahu Ekber” demek bir sadaka,

iyiliği tavsiye etmek sadaka, kötülükten sakındırmak sadakadır. Kuşluk vakti kılınan iki

rekât namaz ise bütün bunların yerini tutar”41

* Sa‘d İbni Ebû Vakkâs radıyallâhu anh şöyle demiştir: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ya-

nında bulunuyorduk. Bize:

- “Sizden biri her gün bin sevap kazanmaktan âciz midir?” diye sordu. Yanında

oturanlardan biri:

- Bir kimse her gün bin sevabı nasıl kazanabilir ki? diye sordu. Bunun üzerine

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

- “Yüz defa “سبحان الل ” “sübhânallah” der, ona bin iyilik yazılır veya bin günahı

bağışlanır.”42

* Câbir radıyallâhu anh, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim de-

miştir: “Zikrin en faziletlisi “Lâ ilâhe illallah” demektir.”43

40

Bu nakillerin tamamı İbn-i Receb el-Hanbelî‟nin “Camiu‟l-Ulûm ve‟l-Hikem” adlı kıymetli eserinden alınmış-

tır. 41

Müslim, Müsâfirîn, 84. 42

Müslim, Zikir, 37. 43

Tirmizî, Daavât, 9.

Page 30: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

* Câbir radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle

buyurmuştur: “Bir kimse “ وبحمدي sübhânallahi ve bi-hamdihî” Ben“ ”سبحان الل

Allah’ı şanına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamd ederim, derse, cennette

onun için bir hurma ağacı dikilir.”44

* Ebû Hüreyre radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem

şöyle buyurmuştur: “Kim sabah akşam yüz defa “ وبحمدي sübhânallâhi“ ”سبحان الل

ve bi-hamdihî” Ben Allah’ı şanına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamd ede-

rim” derse, onun söylediklerinin bir mislini veya daha fazlasını söyleyen kimse dışında

hiçbir şahıs, kıyâmet gününde onun söylediğinden daha faziletli bir zikirle gelemez.”45

* Abdullah İbn-i Hubeyb radıyallâhu anh anlatır: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bana şöy-

le buyurdu: “Akşam ve sabah vakitlerinde “Kulhüvallâhü ahad” ile “Muavvizeteyn”

(Felak ve Nas) sûrelerini üçer defa oku, her türlü kötülükten korunman için bunlar sana

yeter.”46

* “Bir kimse, on defa ‘Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerîke leh, lehu’l-mülkü ve

lehu’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr/Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun

şerîki/ortağı yoktur. Mülk O’nundur. Hamd de O’na mahsustur. O her şeye kadirdir, der-

se, İsmâil oğullarından dört kişi âzâd etmiş gibi olur.”47

* Mü’minlerin annesi Cüveyriye Bintu’l-Hâris radıyallâhu anhâ’dan rivayet edildiğine gö-

re, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün sabah namazını kıldıktan sonra, Hazret-i

Cüveyriye namaz kıldığı yerde oturmakta iken erkenden evden çıktı. Kuşluk vakti tekrar

eve döndü. Cüveyriye radıyallâhu anhâ’nın hâlâ yerinde oturmakta olduğunu görünce:

- “Yanından ayrıldığımdan beri hep burada oturup zikirle mi meşgul oldun?”

diye sordu. O da:

- Evet, diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

- “Senin yanından ayrıldıktan sonra üç defa söylediğim şu dört cümle, senin

sabahtan beri söylediğin zikirlerle tartılacak olsa, sevap bakımından onlara eşit

olur:

، ومداد ملمات ، وزوة عرش ،ورضا وفس وبحمدي عدد خلق سبحان الل

Sübhânallâhi ve bi-hamdihî adede halkihî ve rızâ nefsihî ve zinete arşihî ve

midâde kelimâtihî/Yarattıkları sayısınca, kendisinin hoşnut olduğunca, arşının ağırlı-

ğınca ve bitip tükenmeyen kelimeleri adedince ben Allah’ı şanına yakışmayan sıfatlardan

tenzih eder ve O’na hamd ederim.”48

44

Tirmizî, Daavât, 60. 45

Müslim, Zikir, 26. 46

Ebû Dâvûd, Edeb, 101. 47

Müslim, Zikir 30 48

Müslim, Zikir, 79.

Page 31: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

* Muâz radıyallâhu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem onun

elinden tuttu ve: “Muâz! Vallahi seni gerçekten seviyorum” buyurdu. Sonra sözüne

şöyle devam etti: “Muâz! Her namazdan sonra şu duayı mutlaka okumanı tavsiye

ediyorum:

اللهم أعى على ذمرك ، وشنرك ، وحسه عبادتل

Allâhümme einnî alâ zikrike ve şükrike ve hüsni ibâdetik/Allahım! Seni anıp zik-

retmek, nimetine şükretmek, sana lâyık ibadet etmek için bana yardım eyle!.”49

Netice

Buraya kadar aktarmaya çalıştığımız şeylerden anlaşıldığına göre bir Müslüman; yüz

defa “ “ sübhânallah”; sabah akşam yüz defa“ ”سبحان الل وبحمدي ”سبحان الل

“sübhânallâhi ve bi-hamdihî” diyerek,

، ومداد ملمات ، وزوة عرش ورضا وفس وبحمدي عدد خلق سبحان الل

Sübhânallâhi ve bi-hamdihî adede halkihî ve rızâ nefsihî ve zinete arşihî ve

midâde kelimâtihi, duasını okuyarak; “Subhanallah”, “el-hamdu lillah”,“Allahu

Ekber” ,“lâ ilâhe illallah”, zikri yaparak; ‘Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerîke leh,

lehu'l-mülkü ve lehu'l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr’ diyerek; sabah-akşam

üçer defa İhlas, Felak ve Nas surelerini okuyarak veya buna benzer Sünnette bize nakle-

dilen ifadelerle Allah’ı zikretmelidir.

Böylesi zikirler için meclisler kurmalı, bir araya gelindiğinde hep böyle zikirlerle Al-

lah zikretmelidir. Bu sahabenin ve onlardan sonra gelen en hayırlı insanların uygulaya

geldiği bir sünnettir. Bizler bu gün zikrin kıymet ve faziletini biliyor değiliz. Eğer bilsey-

dik mutlaka bunun için bir şeyler yapardık.

Bizler zikir için özel vakitler ayırmalıyız. Unutmayalım ki, insan değer ve önem atfet-

tiği şeylere vakit ayırır. Eğer bizde yaratıcımız, rızık vericimiz, biricik ilahımız Allah’a

önem veriyorsak O’nu zikretmeye vakit ayırmalıyız. Allah için soruyorum:

Hiç Allah’ı zikretmek için zikir vaktimiz var mı?

Hiç Allah’ı zikretme adına özel bir gün veya saat tayin ediyor muyuz?

Allah için buna önem verelim. Eğer biz buna önem verir, Rabbimizi zikreder ve O’nu

gündemde tutmaya çalışırsak, bunun neticesi olarak O’da bizi zikredecek ve hem kendi

katındaki meleklere, hem de diğer insanlara bizi sevdirecek ve onların bize değer ver-

mesini sağlayacaktır. Eğer hem Allah, hem insanlar, hem de melekler nezdinde itibar

kazanmak istiyorsan haydi Allah’ı zikretmeye!

“Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin. Ve onu sabah, akşam tesbîh edin”50

49

Ebû Dâvûd, Vitir, 26.

50

Ahzab Suresi, 41, 42.

Page 32: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

İSTİKÂMET SAHİBİ OLABİLMEK İÇİN…

slamî kavramları doğru bir şekilde telakki etmek ve onları Allah ve Rasûlünün yük-

lemiş olduğu anlamlar çerçevesinde değerlendirmek hiç kuşku yok ki, İslam’ın

doğru anlaşılmasını sağlayan en önemli faktörlerden birisidir.

Bu gün nice insanın zihinsel anlamda git-geller yaşamasının ve fikrî bakımdan birçok

kargaşanın içerisine düşmesinin en büyük nedeni, belki de kavramları yerli yerince kul-

lanamamasından kaynaklanmaktadır. Oysa insan, kavramların içini İslam’ın temel kay-

naklarının gösterdiği doğrultuda doldursa ve hangi kavram olursa olsun, her şeyden ön-

ce ona İslam’ın nasıl bir anlam yüklediğini araştırsa, yanlışa düşmesi ve zihinsel kargaşa-

lar yaşaması asla söz konusu olmayacaktır.

Ama maalesef bu gün insanlar, bu konuda daha Allah’a ve Rasulüne danışmadan önce

falanca zatın ne dediğine, filanca üstadın ne söylediğine baktıkları için onlarla bir nokta

da birleşmek ve aynı duyguları paylaşmak mümkün olmamaktadır. Meseleleri aynı bakış

açısıyla değerlendirmek ise hayalden öte bir şey değildir. Bundan dolayı da hep ayrılık-

lar, ihtilaflar ve farklılıklar söz konusu olmaktadır.

Biz bu yazımızda Kur’an ve Sünnette sıkça kullanılan ve hayatımızda büyük bir önem

arz eden bir kavramı, yani “İstikâmet” kavramını incelemeye ve bu kavramın bize nasıl

mesajlar verdiğini anlamaya çalışacağız.

Bu kavram da maalesef insanların yanlış değerlendirdiği ve hatalı bir şekilde telakki

ettiği kavramlardan bir tanesi...

Dinde istikâmet sahibi olmak aslında Allah’ın istediği doğrultuda, şirk ve küfürden

uzak, her türlü haramdan soyutlanmış bir halde Allah’ın emirlerini yerine getirmek an-

lamında iken, kavramlara yüklenen yanlış anlamlardan ötürü küfür içerisinde yüzen, iki

kelimesinden birisi şirk kokan ve her türlü sapık inancı rahatlıkla kabul edebilen nice

insan, müstakîm bir şahsiyet gibi kabul edilmekte ve yaşadıkları hayat tarzı insanlara

model olarak gösterilmektedir.

Bu bariz hata, üstte de vurguladığımız gibi, kavramları yerli yerine koymamaktan ve

onları Kur’an ve Sünnet ışığında değerlendirmemekten ileri gelmektedir.

Acaba nedir dinde müstakîm olmak?

Nedir istikâmet üzere bir hayat sürmek?

Nasıl olur?

Ne ile mümkündür?

İ

Page 33: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

İşte bu satırlarda bu ve benzeri soruların cevabını aramaya çalışacağız. Gayret biz-

den, başarı Allah’tandır.

İstikamet, sözlükte: “Doğru, düzgün, dümdüz olma, her işte itidal üzere bulunma,

adalet ve doğruluktan ayrılmama” gibi anlamlara gelir.

Şer‘î kullanımda ise: “Bir insanın kalbi, dili ve âzaları ile Allah’ın istediği şekilde hayat

sürdürmesi, İslam’ın emir ve yasaklarına riayet ederek dosdoğru bir yol üzere yürüme-

si” demektir.

Kur’an ve Sünneti gözden geçirdiğimizde insanların istikâmet sahibi olmaya teşvik

edildiğini ve müstakîm bir hayat sürdürenlere birçok mükâfatın vaat edildiğini görmek-

teyiz.

Rabbimiz şöyle buyurur:

ثص١ش ب رع ث ا إ ب رطغ عه ربة شد ب أ و فبعزم

“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru/müstakîm ol. Beraberindeki tövbe eden-

ler de dosdoğru olsunlar. Haddi aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.”

(Hûd Sûresi, 112)

Bu ayetle alakalı bazı hususların düşünülmesi gerekmektedir.

Efendimiz aleyhisselam dosdoğru ve müstakîm bir insan olduğu halde acaba ona neden

bir kere daha “emrolunduğun gibi dosdoğru/müstakîm ol” buyruldu?

Âlimlerimizin belirttiğine göre bu emir; Rasûlallah sallallâhu aleyhi ve sellem’in istikâmet

üzere sebat etmesini ve müstakîm olmaktan ayrılamamasını tavsiye etmektedir. Yani

“Ey Muhammed dosdoğru, müstakîm bir hayat sürdürmeye sabır ve sebatla devam et, bu

konuda gevşeklik gösterme, hayatın istikâmet üzere olsun” demektir.

Bazı hadislerde ifade edildiğine göre bu ayet, Efendimiz aleyhisselam’ın saçlarını ağartan

ayettir. Beyhakî’nin rivayet ettiği bir hadiste şöyle geçer:

“Sahabeden birisi Rasûlallah sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek:

― ‘Ey Allah’ın Rasulü! Bize, senin ‘Hud Suresi saçlarımı ağarttı’ dediğin nakledildi.

Acaba saçlarını ağartan şey orada anlatılan peygamber kıssaları ve kavimlerin helaki

midir?’ dedi. Bunun üzerine Rasûlallah sallallâhu aleyhi ve sellem:

― ‘Hayır. Saçlarımı ağartan bunlar değil; lakin Allah’ın: ‘Emrolunduğun gibi dosdoğ-

ru/müstakîm ol’ buyruğudur diye karşılık verdi.” (Bkz. “Şuabu’l-Îman”, 2/472)

Bu ayette acaba Rasûlallah sallallâhu aleyhi ve sellem’in saçlarını ağartacak ne vardı?

Yani istikâmet üzere olmak aslında Efendimize ağır gelen bir şey değildi; ama neden

bu onun belini bükmüştü?

Bunun cevabı ―Allah yine de en iyisini bilendir― herhalde ayetin devamında saklıdır.

Rabbimiz bu ayetin devamında şöyle buyurmaktadır:

Page 34: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

“Beraberinde tövbe edenler de dosdoğru/müstakîm olsunlar.”

Efendimiz doğru ve müstakîm olabilirdi; ama yanındakiler nasıl müstakîm olacaktı?

İşte bu emir Efendimizin belini büktü ve kendisini zora soktu.

Rasûlallah’ın misyonunu yüklenen İslam davetçilerinin bu noktayı çok iyi tahlil etme-

leri gerekmektedir. Çünkü sadece onların doğru olması yetmez; aksine beraberinde bu-

lunan, beraber çalıştıkları, aynı davaya gönül verdikleri insanlarında düzgün, sağlam ve

müstakîm olmaları gerekmektedir. Eğer böyle olmazsa onların yaptığı hataların fatura-

ları İslam davetçilerine kesilecektir.

Uhud Savaşını ve orada vuku bulan okçular meselesini düşündüğümüzde bu söyle-

nenin ne kadar doğru olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. O savaşta Efendimiz, her hangi

bir günah, hata işlememesine rağmen ashabından bazılarının emrine itaat etmemelerin-

den dolayı savaşın faturası kendisine kesilmiş ve çok kötü bir şekilde yaralanmıştı.

Yani sadece insanın kedisinin doğru olması yetmemektedir. Aynı zamanda etrafında

kendileriyle beraber hareket ettiği insanlarında doğru ve düzgün olmaları gerekmekte-

dir. İşte bunun yükü gerçektende insanın saçlarını ağartır, belini büker.

Sen doğru olabilirsin; ama etrafındaki insanlar doğru olmayabilir.

Sen samimi olabilirsin; ama etrafındaki insanlar samimi olmayabilir.

Sen ihlâsla çalışabilirsin; ama etrafındaki insanlar ihlâslı olmayabilir.

Sen yufka yürekli olabilirsin; ama etrafındaki insanlar katı, kaba ve sert olabilir.

Sen yapıcı olabilirsin; ama etrafındaki insanlar yıkıcı, bozucu olabilir.

İşte bunlardır insanı zora sokan, dizleri üzere çöktüren, saçlarını ağartan…

Gerçektende bunun ne kadar sorumluluk gerektiren bir iş olduğunu düşündüğümüz

zaman Efendimizin neden saçlarının ağardığını anlayabiliriz.

Yazımızın sonunda istikâmetle alakalı bazı meselelere dikkat çekerken bu ayete tek-

rar dönecek ve müstakîm olmanın neden bu kadar zor ve meşakkatli olduğunu orada

anlatacağımız şeylerle tekrar vurgulamaya çalışacağız.

İstikametle alakalı birkaç tane daha ayet zikrederek bu konunun ne kadar önemli ol-

duğunu izah etmeye devam edelim. Rabbimiz şöyle buyurur:

ح رعذ جخ از وز أثششا ثب ب رحضا بئىخ أب رخبفا ا ضي ع١ ا رز اعزمب ث ب ا لبا سث از٠ إ

ب رذع ب ف١ ى أفغى ب رشز ب ف١ ى آخشح ف ا ١ب ح١بح اذ ف ا ١بإو أ غفس سح١ ضب

“Rabbimiz Allah’tır deyip sonra da müstakîm olanlara melekler gelerek: ‘Kork-

mayın, üzülmeyin, size vadedilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da âhirette

de sizlere dostuz. Esirgeyip bağışlayan Allah’ın ikrâmı olarak (cennette) canınızın

çektiği ve dilediğiniz her şey sizindir’ derler.” (Fussilet Sûresi, 30-32)

Bir diğer ayette ise şöyle buyrulur:

Page 35: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

ب وبا ٠ع ب جضاء ث ف١ جخ خبذ٠ ئه أصحبة ا أ ٠حض ب ف ع١ ا فب خ اعزمب ث ب ا لبا سث از٠ إ

“Rabbimiz Allah’tır diyenler sonra da dosdoğru olanlar için ne korku vardır ne

de hüzün. Onlar cennetliktir. İşlediklerinin karşılığı olarak cennette temelli kalacak-

lardır.” (Ahkâf Sûresi, 13-14)

Bu ayetlerde ise “Rabbimiz Allah’tır, biz O’ndan başkasını ‘rab’ kabul edemeyiz, ha-

yatımıza ondan başkasını karıştıramayız” diyen ve bu doğrultuda müstakîm olarak ha-

yat sürenlere vaat edilen mükâfatlardan söz edilmektedir. Melekler böylesi insanlara

cennet vaad etmektedirler.

Demek ki müstakîm olmak, insanı her türlü korkudan ve endişeden emin kılan bir

ameldir.

Sen müstakîm ol, kabir azabından korkma.

Sen müstakîm ol, kıyamet gününün dehşetinden endişe etme.

Sen müstakîm ol, cehennemin ateşinden dolayı bir korku duyma.

Çünkü Allah, dünyada iken müstakîm olan kullarına bunlardan yana güven içerisinde

olacaklarını vaat etmiştir. Allah vaadinden asla caymaz. Asla verdiği sözden dönmez.

Ayeti tekrar tekrar okumak ve üzerinde uzun uzun düşünmek gerekir:

“Rabbimiz Allah’tır diyenler sonra da dosdoğru olanlar için ne korku vardır ne

de hüzün. Onlar cennetliktir. İşlediklerinin karşılığı olarak cennette temelli kalacak-

lardır.” (Ahkâf Sûresi, 13-14)

Sen müstakîm olunca, senin için ne bir korku olacak ne bir endişe. Tüm korkulardan

emin olacaksın. Allahu Ekber! Bu ne büyük bir ödül, ne büyük bir mükâfat!

O halde gelin hep beraber müstakîm olmaya çalışalım ve hep beraber Allah’ın istediği

doğrultuda bir hayat sürelim ki bu mükâfatlara hak kazanalım.

Söz istikâmetten açıldığında şu hadisi zikretmemek olmaz.

Sahabeden Süfyân b. Abdillah radıyallahu anh, Rasûlallah sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek:

- Yâ Rasûlallah! Bana İslâm hakkında öyle bir söz söyle ki, (bana İslam’ı öylesine tanıt

ki) onu bir daha senden başkası hiç kimseye sorma ihtiyacı hissetmeyeyim, dedi. Bunun

üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

- “Allah’a iman ettim de, sonra da müstakîm ol!” buyurdu. (Müslim, İmân 62.)

Bu hadis de gerçekten üzerinde uzun uzun düşünmeye değer hadislerden bir tanesi-

dir. Efendimize gelen bu sahabî öyle bir nasihat istiyor ki, onun hakkında artık hiçbir

kimseye soru sormak istemiyor? Acaba bu kadar özlü ve hayat boyu insana kifayet ede-

cek olan nasihat neydi?

Bu soruya Efendimiz tarafından verilen cevaba baktığımızda çok kısa ve belki de bize

göre çok basit bir cevap verildiğini görüyoruz.

Page 36: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

“Allah’a iman ettim de, sonra da müstakîm ol!”

Ne demek Allah’a iman ettiğimizi söylemek?

Ne demek müstakîm olmak?

Rasûlallah sallallahu aleyhi ve sellem’e göre bu iki cümle, insanın hayatında kendisine yete-

cek ve bir daha nasihat istemeye ihtiyaç bırakmayacak kadar önemli cümlelerdi.

Efendimiz aleyhisselam, işin aslına bakılırsa bu iki cümleyle aslında İslam’ın tamamını

özetlemiş oluyordu. Çünkü hayat Efendimiz’e göre iman ve istikâmetti; hayat iman ve

istikâmetten ibaretti.

İman ve istikâmetin ne olduğunu anlatmaya geçmeden önce yeri gelmişken çok kısa

bir şekilde Efendimizin bir özelliğinden söz edelim.

Efendimiz aleyhisselam, diğer peygamberlere verilmeyen bazı özelliklere sahipti. Bunlar,

sahih hadislerin bize bildirdiğine göre altı şeyden ibarettir. Nitekim Ebu Hureyre

radıyallahu anh’ın rivayet ettiği bir hadiste Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş-

tur:

سا ط غجذا ؤسض ا جعذ بئ غ ا أحذ صشد ثبشعت ى ع ا ا ج١بء ثغذ أعط١ذ ج ؤ لبي فضذ ع ا

ج١ ا ث خز ك وبفخ خ ذ إ ا أسع

“Bana diğer peygamberlere verilmeyen altı şey verildi:

1- Bana “Cevamiu’l-Kelim” (az sözle engin mânâlar dile getirme sanatı) verildi.

2- Düşmana korku vermekle yardım olundum.

3- Ganimetler bana helal kılındı.

4- Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici hale getirildi.

5- (Diğer peygamberler sadece kavimlerine gönderilirken) ben bütün insanlığa

peygamber olarak gönderildim.

6- Benimle peygamberlik son buldu.” (Müslim, Mesacid, 1)

Bu sayılan özellikler diğer peygamberlere verilmemişti. Bu özelliklerden bir tanesi

hadisin ilk cümlesinde ifade edilen “Cevamiu’l-Kelim” özelliği. Bu özelliği “Az sözle engin

mânâlar dile getirebilme yeteneği” diye tanımlayabiliriz. Gerçektende Rasûlallah sallallahu

aleyhi ve sellem’in hadislerine baktığımızda bu özelliğin çok bariz bir şekilde öne çıktığını

görüyoruz. Birçok hadisinde birkaç kelimeyle onlarca manayı ifade edebilen cümleler

kurmuş, çok basit kelimelerle engin manalar ifade etmiş. Bu yetenek diğer peygamberle-

re verilmemiş.

İşte izah etmeye çalıştığımız bu hadiste “cevamiu’l-kelim”den, yani çok anlama gelen

özlü ifadelerinden bir tanesi.

Üstte de vurgulamaya çalıştığımız gibi, acaba iman ettim deyip müstakîm olmak nasıl

oluyor da başka bir nasihate ihtiyaç bırakmıyor?

Page 37: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Huzura gelen sahabî bu nasihati aldıktan sonra bir daha hiçbir kimseye İslam hak-

kında soru sormayacağını söylüyor.

Acaba bu ifade ne anlama geliyor ki, o sahabîye bu sözü söylettiriyor?

Evet, şimdi bu soruları irdelemeye ve müstakîm olmanın ne anlama geldiğini izah

etmeye çalışacağız. Eğer bu cümlenin üzerinde durmazsak, o zaman ne istikâmeti, ne

müstakîm olmayı ne de bu nasihatin önemini anlayabiliriz. Ama bunun üzerinde biraz

durur ve bu kelimelerin bizler için ne ifade ettiğini az da olsa açmaya çalışırsak, o zaman

hadisi doğru anlar ve inşâallah müstakîm olma yolunda ciddi bir adım atmış oluruz.

Müstakîm olmak İslam âlimlerinin ifade ettiğine göre ancak üç şeyle mümkün olur:

1- Kalbin müstakîm olmasıyla,

2- Dilin müstakîm olmasıyla,

3- Âzalarımızın müstakîm olmasıyla,

Şimdi sırasıyla bunların ne anlama geldiğini ve bizler için ne ifade ettiğini izah etme-

ye çalışalım.

1- Kalbin Müstakîm Olması

Bir insanın müstakîm olabilmesi ve hayatını Allah’ın istediği bir doğrultuda sürdüre-

bilmesi için her şeyden önce kalbini ıslah etmesi ve kalbi ile istikâmeti yakalaması ge-

rekmektedir. Kalp ile istikâmeti, “Kalp için yasaklanan şeyleri terk etmek ve ona emredi-

lenleri yapmak” şeklinde ikiye ayırabiliriz. Yani kalp ile müstakîm olabilmenin iki boyutu

vardır:

Birincisi: Yasaklanan şeyleri terk etme boyutu.

İkincisi: Emredilenleri yapma boyutu.

Bunları bihakkın anlayabilmemiz için “Acaba kalp için yasaklanan ve emredilen şey-

ler nelerdir?” sorusunun cevabını bulmamız gerekmektedir.

Kalp için yasaklanan şeylerin ilki, hiç şüphe yok ki, kalbin şirk, küfür ve nifak gibi sa-

hibini dinden çıkaran şeylere düşmesidir.

İnsanın; Allah, melekler, kitaplar, peygamberler ve ahiret hayatı gibi iman etmesi zo-

runlu olan şeyler hakkında şek ve şüpheye kapılması, bunlar hakkında kalbinde yalan-

lamanın ve inkârın bulunması kalp için yasaklanmış ve “kalbin şirki” olarak kabul edil-

miş şeylerdendir.

Aynı şekilde Allah’ın haram kıldığı içki, zina, faiz ve kumar gibi şeyler hakkında in-

sanın “Bunlar neden haram olsun ki?” gibi bazı düşüncelere kapılması da kalbin şirkle-

rindendir.

Yine bunun gibi, insanın Allah’ın hâkimiyetinde, kanun koyuculuğunda ve şeriatının

mükemmelliğinde şüpheye veya inkâra kapılması; insanoğlunun da mutlak anlamda

Page 38: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

egemenlik sahibi olabileceğine inanması, onlarında mutlak anlamda kanun koyabilece-

ğini kabul etmesi ve Allah’tan başka birilerinin helal ve haram belirleme yetkilerinin

olabileceğini iddia etmesi de kalbin şirklerindendir.

Şeriat karşıtı sistemlerin –ki adının kapitalizm, emperyalizm, komünizm, demokrasi

veya başka bir şey olması fark etmez– kabul edilmesi, sevilmesi ve benimsenmesi de bu

kapsamda değerlendirilir.

İşte bir insanın istikâmet sahibi bir Müslüman olabilmesi için her şeyden önce bu

noktada kendisini ıslah etmesi ve düzeltmesi gerekmektedir. İşe buradan başlamalıdır.

Çünkü kalp müstakîm olursa vücudun diğer âzaları da müstakîm olur; eğer o bozuk

olursa diğer âzalarda bozuk olacaktır. Nitekim bir hadiste şöyle buyrulur:

ت ام ، أال جغذ و إرا فغذد فغذ ا ، جغذ و ضغخ إرا صحذ صح ا ف اجغذ إ أال

“Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır ki, o düzgün olduğunda bütün be-

den düzgün olur; o bozuk olduğunda bütün beden bozuk olur. Dikkat edin! O et

parçası kalptir.” (Buharî ve Müslim rivayet etmiştir.)

İşte bu nedenle işe, kalbin adam edilmesi ve her türlü şirk, küfür, nifak gibi ameller-

den arındırılarak doğru yola getirilmesi ile başlanmalıdır.

Kişi bunu becerdikten sonra kalp için yasaklanmış olan diğer amellerden kalbini

arındırmaya koyulmalıdır.

Şirk ve küfürden sonra kalp için yasaklanan ameller bir hayli çoktur.

Allah’tan başka bir amaç için amel işleme ve gösteriş yapma anlamına gelen “riya”yı,

insanları çekememe ve onlara verilen şeyleri hazmedememe anlamında ki “haset”i,

kendini beğenme anlamındaki “ucub”u ve başkalarını beğenmeme, kendisini üstün

görme anlamında ki “kibir”i buna örnek olarak gösterebiliriz.

İşte bir insanın müstakîm olabilmesi için tüm bu sayılan kötü amellerden kalbini

arındırması gerekmektedir. Bunlardan arınmadan kalbin istikâmetinden söz etmek asla

mümkün değildir.

Muâviye b. Hayde radıyallahu anh, der ki: “Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

− ‘Ya Rasulallah! Rabbin seni bizlere ne ile gönderdi?’ diye sordum. Rasulullah

sallallahu aleyhi ve sellem:

− ‘İslam ile gönderdi’ buyurdu. Ben:

− ‘İslam’ın alâmetleri nedir?’ dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

− ‘Yüzümü (irade ve benliğimi) Allah’a teslim ettim ve (şirkten, küfürden,

tağutlardan ve Allah’ın razı olmadığı her türlü şeyden) «arındım, beri oldum» demen,

namaz kılman ve zekât vermendir.” buyurdu.” (Sahihu Süneni’n-Nesâi, 2407.)

Page 39: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Bu hadis, gerçektende çok önemlidir. Bir insanın bu sayılan şeylerden arınmadan,

beri olmadan İslam iddiasında bulunması sadece boş bir temenniden ibarettir. Her şey-

den önce kalbini arındırması gerekmektedir.

Bu zikrettiğimiz olduklarımız, kalp için yasaklanan şeylerden bazılarıdır.

Kalp için emredilen şeylere gelince; bunlarda tıpkı yasaklanan şeyler gibi, bir hayli

çoktur. Bunların ilki elbette ki Allah’ın kalp ile tevhid edilmesi, birlenmesidir. Yani bir

insanın öncelikle kalbinden Allah’ın tek ilah ve tek rab olduğunu kabul etmesi gerekmek-

tedir.

Peki, bu nasıl olur?

* Allah’ın yegâne hâkim, tek kanun koyucu ve gerçek söz sahibi olduğunu kabul et-

mekle,

* Kullarının hayatına haram ve helal sınırlarını çizenin yalnızca Allah olduğunu itiraf

etmekle,

* Yaratanın, rızık verenin, yaşatan ve öldürenin O olduğuna iman etmekle,

* İbadete yalnızca O’nun hak sahibi olduğunu ikrâr etmekle…

İnsan, işte bu ve benzeri konularda kalben Allah’ı kabul eder ve O’na bu anlamda

hiçbir şeyi ortak koşmazsa, o zaman kalbini tevhidî anlamda müstakîm kılmış olur.

Kalbin istikâmeti için emredilen başka şeylerde vardır:

* İbadetleri ihlâs içerisinde yalnız Allah için yapmak,

* Allah’tan haşyet duymak,

* O’na Tevekkül etmek,

* Allah’ın emrettiği şeyleri ve kişileri sevmek…

Bu ve benzeri konularda insan, kalbini Allah’ın emrettiği kıvama getirirse, o zaman

bütünüyle onu müstakîm kılmış olur.

2- Dilin Müstakîm Olması

Dilin müstakîm olması, tıpkı kalbin müstakîm olması gibidir. Bunun da aynı şekilde

iki boyutu vardır:

Birincisi: Yasaklanan şeyleri terk etme boyutu.

İkincisi: Emredilenleri yapma boyutu.

Kur’an ve Sünnette insanın dilini sakındırması emredilen birçok konu vardır. Bunla-

rın ilki hiç kuşkusuz kendisini küfre ve şirke düşüren sözlerden uzak durmasıdır. Bu gün

nice insan, bu konuda şirke düşmekte ve İslam’ın küfür kabul ettiği birçok şeyi telaffuz

ederek ebedî cennetlerini kaybetmektedirler.

Page 40: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Bir insan küfrü gerektiren sarih bir sözü ikrah altında olmaksızın telaffuz ederse ni-

yetine bakılmaksızın tüm ulemaya göre dinden çıkar ve -Allah korusun- kâfir olur. Şu

ayetler bu noktada ki en açık delillerdendir:

“Andolsun, onlara (Tebük gazvesine giderken söyledikleri o alaylı sözleri) soracak

olsan, elbette şöyle diyeceklerdir: “Biz sadece eğlenip şakalaşıyorduk.” De ki: “Allah

ile O’nun ayetleri ile ve Rasûlü ile mi alay ediyorsunuz? Özür dilemeyin. Siz iman

ettikten sonra gerçekten kâfir oldunuz…” (Tevbe Suresi, 65, 66)

“(Ey Muhammed! O sözleri) söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar. Hâlbu-

ki o küfür sözünü elbette söylediler ve Müslüman olduktan sonra kâfir oldular.”

(Tevbe Suresi, 74)

Bu iki ayette Rabbimiz söylemiş oldukları bir takım sözler nedeniyle küfre düşen bir

grup insandan bahsetmektedir. Bu insanların küfre düşüş nedenleri inançları değil, sırf

ağızlarından çıkan sözlerdir. Onlar Rasûlullâh ve ashabı hakkında ileri geri bir takım uy-

gunsuz şeyler söylemişler ve bu nedenle Allah tarafından bu ağır hitaba maruz kalmış-

lardır.

65 ve 66. ayetlerin sebebi nuzûlleri şu şekildedir:

Tebük Gazvesinde bir adam:

− Bizim şu Kur’an okuyanlarımız kadar midelerine düşkün, dilleri yalancı ve düşman-

la karşılaşma esnasında korkak kimseleri görmedim, dedi. O mecliste bulunan bir adam:

− Yalan söylüyorsun. Sen bir münafıksın. Seni Rasûlullâh’a haber vereceğim, dedi. Bu

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e ulaştı ve bunun üzerine bu ayetler indi.” (Tefsiru’t-Taberî,

6/172 vd.)

74. ayetin iniş sebebi ise şu olaydır:

“Cüheyne kabilesinden birisi ile Ensâr’dan birisi tartışmış ve Cüheyneli Ensarîye ga-

lip gelmişti. Bunun üzerine Abdullah İbn-i Übeyy, Ensâra: “Kardeşinize yardım etmeye-

cek misiniz? Allah’a yemin olsun ki bizimle Muhammed’in durumu “Besle kargayı oysun

gözünü”51 diyen kimsenin sözü gibidir” dedi. Bir de: “Medine’ye dönersek muhakkak ki

aziz olan zelil olanı oradan çıkaracaktır” demişti. Müslümanlardan birisi koşup bunu Hz.

Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’e haber verdi. Hz. Peygamber Abdullah’a birini gönderip

çağırttı ve ona işin hakikatini sordu. Bunun üzerine Abdullah, bu sözü söylemediğine

dair Allah adına yemin etmeye başladı. Allah Teâlâ’da onun hakkında bu ayeti indirdi.”

(Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azîm, 2/489.)

Dikkat edilirse ayetlerin iniş sebebi olarak nakledilen rivayetlerin hepsinde kişiyi

dinden çıkaracak bir takım sözler yer almaktadır. Allah celle celâluhu: “Siz iman ettikten

sonra gerçekten kâfir oldunuz…” derken ve: “O küfür sözünü elbette söylediler ve

51

Aslında bu ibarenin orijinalinde “Besle köpeği, yesin seni” şeklinde bir ifade geçmektedir. Biz bunun daha iyi

anlaşılması için Türkçede ki karşılığı ile tercüme etmeyi uygun gördük.

Page 41: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Müslüman olduktan sonra kâfir oldular” buyururken onların dinden çıkıp kâfir olma-

larını inançlarına değil, sadece ağızlarından çıkan o sözlere bağladı. Bu da göstermekte-

dir ki, küfür kelimesini söyleyen kimse sırf bu sebeple küfre düşer ve niyetine bakılmaz.

Rabbimiz diğer bir ayette şöyle buyurur:

“Meryem oğlu Mesih; gerçekten Allah'ın kendisidir, diyenler hiç kuşkusuz kâfir

olmuşlardır.” (Maide Suresi, 72)

“Şüphesiz ki, Allah, üçün üçüncüsüdür, diyenler kesinlikle kâfir olmuşlardır.”

(Maide Suresi, 73)

Allah Teâlâ, sırf söylemiş oldukları bu söz nedeniyle Hıristiyanları tekfir etmiş ve

küfre giriş nedenlerini onların söylemiş olduğu bu söze bağlamıştır. İmam Kurtubî der

ki:

“Allah, söylemiş oldukları bu söz sebebiyle onları tekfir etmiştir.” (el-Camiu li Ahkâmi’l-

Kur’ân, 3/149.)

Bu noktada Ehl-i Sünnet âlimlerinden bazı nakiller yapmanın faydalı olacağı kanısın-

dayım:

1- İmam Kurtubî, Kadı Ebu Bekir İbnu’l-Arabî’nin şöyle dediğini nakleder: “Küfür (la-

fızlarıyla) şaka yapmak küfürdür. Bu konuda ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.” (el-

Cami‘ li Ahkami’l-Kur’an, 8/197.)

2- İbn-i Nuceym el-Hanefî der ki: “Kim, gerek şaka yere gerekse ciddi olarak küfür

kelimesini söylerse, tüm âlimlere göre kâfir olur; bu konuda niyetinin hiçbir geçerliliği

yoktur.” (el-Bahru’r-Râik”, 5/134.)

3- İman Âlusi şöyle der: “Bazı âlimler bu ayet ile küfür kelimesini söyleme hususunda

şaka yapmanın ve ciddi olmanın eşit olduğuna delil getirmişlerdir ki, bu hususta (zaten)

ümmet arasında hiçbir ihtilaf yoktur.” (Tefsiru Ruhi’l-Meâni, 6 /190.)

4- İmam Keşmirî şöyle der: “Kısacası, kim, gerek alay ederek gerekse şaka yere küfür

kelimesini söylerse ittifakla kâfir olur ve bu konuda itikadına (niyetine) itibar edilmez…”

(İkfaru’l-Mulhidîn, Sf. 59.)

5- İbn-i Hacer el-Heysemî, Hanefi imamlarından şu cümleleri nakleder: “Kim küfür

kelimesini telaffuz ederse, onun küfür olduğunu itikat etmese bile kâfir olur. Birisi ona

gülse veya yaptığını hoş görse ya da buna rıza gösterse, o da kâfir olur…” (el-İ‘lâm bi Kavâti‘i’l-

İslam, sf. 40.)

6- “Mecmau’l-Enhur” adlı meşhur Hanefî Fıkıh kitabında şöyle geçer: “Kişi içeriğine

inanmadığı halde (ikrah olmaksızın) kendi tercihiyle küfür kelimesini telaffuz etse tüm

ulemaya göre kâfir olur.” (Mecmau’l-Enhur Şerhu Multeka’l-Ebhur, sf. 696.)

Tüm bu nakiller bize gösteriyor ki, insan bazen içeriğine inanmadığı veya şaka yaptı-

ğı halde bir söz söyleyerek dinden çıkabilir. Dolayısıyla dili muhafaza etmek, istikâmet

Page 42: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

için şarttır ve olmazsa olmazlardandır. Bu nedenle istikâmet sahibi olmak isteyen bir

kişinin, böylesi sözlerden kendisini uzak tutması ve dünyası bile gitse bu tür lakırdılara

asla yanaşmaması gerekmektedir.

İstikameti bozan sözler, sadece küfür sözleri ile sınırlı değildir. Küfür olmayan başka

sözlerde insanın dilinin müstakîm olmasına engeldir. Bu nedenle bir insanın müstakîm

bir dile sahip olabilmesi için hem küfür sözlerinden hem de küfür derecesine ulaşmayan

haram sözlerden kendisini koruması gerekmektedir.

Peki, bu sözler nelerdir?

Bu sözlerden bazısını şu şekilde sıralayabiliriz:

* gıybet etmek,

* yalan söylemek,

* iftira atmak,

* sövmek,

* hakaret etmek…

Tüm bu sözler, dindeki istikâmeti bozan ve sahibini harama sokan sözlerdir. Bir in-

sanın bu sözlerden kendisini muhafaza etmesi farzdır ve müstakîm olabilmek için şart-

tır.

Dilin ile müstakîm olmayı mı istiyorsun o zaman yalan söylemeyeceksin, gıybet et-

meyeceksin, yalancı şahitlikte bulunmayacaksın, anne babana kötü söz söylemeyeceksin,

sövüp saymayacaksın…

İşte sen bu ve benzeri kötülüklerden kendini muhafaza edebilirsen, o zaman dili ile

müstakîm olan bir şahsiyet olursun.

Dil ile müstakîm olabilmenin iki boyutu olduğunu söylemiştik. Bunların ilki günah

olan sözlerden uzak durmakla olurdu ki, bunu izah ettik İkincisi ise emredilen şeyleri

söylemek ve dile getirmekle olur.

Bizlere, söylememiz ve dile getirmemiz emredilen ilk şey; Allah’ın dışındaki tüm ilah-

ları reddetme anlamına gelen “La İlâhe İllallâh” sözüdür. Biz “La İlâhe İllallâh” diyerek

Allah’ın dışında kendisini ilahlaştıran her türlü varlığı reddetmiş ve ibadete yalnızca Al-

lah’ın hak sahibi olduğunu ilan etmiş oluruz. İşte biz bu sözü söylediğimizde Rabbimizin

bizden istediği ilk şeyi yerine getirmiş sayılırız.

Bununla birlikte bizlerin söylemesi gereken bazı sözler daha vardır:

* Doğru söz söylemek,

* güzel söz söylemek,

* iyiliği emreden söz söylemek,

Page 43: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

* kötülükten men eden söz söylemek…

Bu zikredilen şeyleri dile getiren bir insan, dili ile istikâmeti yakalamış ve müstakîm

olmuş olur.

Rabbimiz şöyle buyurur:

ب ج١ ا عذ غب إ وب اش١طب إ ضغ ث١ ٠ اش١طب إ أحغ عجبد ٠ما از ل

“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar.

Çünkü şeytan, insanın apaçık düşmanıdır.” (İsrâ Suresi, 53)

ب لا بط حغ

“…İnsanlara güzel söz söyleyin…” (Bakara Suresi, 83)

Burada Müslüman-kâfir ayrımı yapılmamış ve genel anlamda insanlara güzel sözler

söylemek emredilmiştir.

Bir diğer ayette ise şöyle buyrulur:

“…Allah'tan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.” (Nisâ Suresi, 9)

Bu ayette de Rabbimiz doğru söz söylemeyi emretmiştir.

İşte bu anlatılanları değerlendirmek ve dilimizi Allah’ın istediği doğrultuda düzelt-

mek zorundayız. Böyle yaparsak müstakîm olmanın ikinci şartını da yerine getirmiş olu-

ruz.

3- Âzalarımızın Müstakîm Olması

Âzaların müstakîm olması da, tıpkı kalbin ve dilin müstakîm olması gibidir. Bunun da

aynı şekilde iki boyutu vardır:

Birincisi: Yasaklanan şeyleri terk etme boyutu.

İkincisi: Emredilenleri yapma boyutu.

Kişi; içki, kumar, zina, faiz ve adam öldürme gibi Allah’ın yasakladığı şeyleri terk ede-

rek; namaz, oruç, zekât, hac ve cihad gibi emrettiklerini yerine getirerek âzalarını

müstakîm kılmış olur. Eğer yasaklardan kaçınır; ama emirleri yerine getirmezse, âzalarla

müstakîm olmuş olmaz. Aynı şekilde emredilenleri yapar; ama yasaklardan sakınmaz

ise, yine müstakîm olmuş sayılmaz. Müstakîm olabilmek için bunların hepsini bir arada

yapmak gerekmektedir.

Şimdi bu taksimattan sonra Süfyân b. Abdillah radıyallahu anh’ın: “Yâ Rasûlallah! Bana

İslâm hakkında öyle bir söz söyle ki, onu bir daha senden başkası hiç kimseye sorma ih-

tiyacı hissetmeyeyim.” sözünü Rasûlallah sallallâhu aleyhi ve sellem’in de böylesi önemli ve özlü

bir soruya “Allah’a iman ettim de, sonra da müstakîm ol!” şeklindeki cevabının ne

anlama geldiğini daha iyi anlamış oluyoruz.

Page 44: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Eğer gerçektende müstakîm olmak öyle sanıldığı gibi basit ve kolay bir şey olsaydı,

Rasûlallah sallallâhu aleyhi ve sellem, böylesi önemli bir soruya bu şekilde bir cevap verir miy-

di?

Demek ki müstakîm olmak öyle basit bir şey değilmiş. Bunun içindir ki Rasûlallah

sallallâhu aleyhi ve sellem kendisine soru soran sahabîsine böyle bir cevap vermiştir.

Eğer kalbin doğru olur, dilin doğru söyler, âzalarında düzgün amel işlerse, işte o za-

man senin bir başkasından nasihat istemeye ihtiyacın kalmaz ve bu söz gerçektende din

ve dünyan hususunda sana kifayet eder.

Şimdi anlıyor muyuz Rasûlallah’ın saçları neden ağardı? Neden Hud Suresi 112. ayet

onu kocattı?

Tüm bu anlatılanları ciddi bir şekilde düşündüğümüzde Efendimizin neden saçları-

nın ağardığını ve neden kocadığını rahatlıkla idrak edebiliriz.

Hem kendisinden hem de ashabından müstakîm olmaları isteniyordu. Kendisi

müstakîm olabilirdi; ama yanındaki sahabesinin de kendisi gibi olması isteniyordu. Bu

nasıl olacaktı?

İşte bundan dolayı Efendimizin saçları ağarmış ve kendisinde yaşlılık alametleri gö-

zükmeye başlamıştı.

Rabbim hepimize dinde gerçek anlamda istikâmet nasip etsin ve bizleri kalben,

lisanen ve amelen müstakîm olan kullarından eylesin. (Allahumme Âmîn)

Page 45: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

İSLÂM’A GÖRE ARKADAŞLIK NASIL OLMALI?

ilindiği üzere insanoğlu, sosyal bir varlıktır; tek başına hayatını idâme ettir-mesi, yalnız başına hayatta kalması asla mümkün değildir. Bu nedenledir bel-ki, Allah azze ve celle daha Âdem aleyhisselam’ı yaratır yaratmaz kendisi ile ünsiyet

kurup kaynaşması için eşi Havvâ’yı yaratmıştır.

Yaşadığımız şu hayat, hep tek bir minval üzere sürüp gitmez; tıpkı mevsimler gibi sü-rekli değişir. Bazen acı, bazen tatlı; bazen iyi, bazen kötü olur. Bu nedenle, bu acı veya tatlı günlerimizi bizimle paylaşacak dostlara ve arkadaşlara ihtiyacımız vardır.

İnsanoğlunun arkadaşsız yaşayamayacağını bilen Rabbimiz, arkadaş edinmeyi meşru

kılmış ve bu çerçevede arkadaşlıkların nasıl olması gerektiğini, kimlerle dostluk kuru-lup-kurulmayacağını, dostluğun hangi sınırlar içerisinde olması gerektiğini kitabı ve peygamberi vasıtası ile bizlere anlatmıştır. Biz bu yazımızda çok etraflı olmasa da ana hatlarıyla İslam’da arkadaşlığın nasıl olması gerektiğini anlatmaya çalışacağız.

Yardım ve başarı yalnız Allah’tandır.

1- Arkadaşımız Nasıl Olmalı?

Sahabe-i Kirâm, bir ara Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’e “Yâ Rasulallâh! Acaba hangi arkadaşımız daha hayırlıdır” diye soru sormuşlardı. Bu soruya Rasulullah sallallâhu aleyhi ve

sellem şu üç özelliği zikrederek cevap verdi:

مك، م مك ، م رم اب ن، اب آلاب ، م م كرم مك ، م ن اب مك مك ن ،ػعلممك ، اب م مك مك ، م م ام ، مك ن ن، اب اب ، م كرم مك . م ن

*Görüldüğünde size Allah’ı hatırlatan,

*Konuştuğunda ilminizi artıran,

*Yaptığı işlerle ahireti hatırınıza getiren kimsedir.52

Bir başka hadiste de şöyle buyrulur:

“Bu ümmet içerisinde Allah’ın en hayırlı kulları, görüldüklerinde Allah’ı hatır-latan kimselerdir.”53

Arkadaşlarımızın nasıl olması ve hangi vasıflara sahip arkadaşlar seçmemiz gerektiği noktasında bu hadisler aslında bizlere çok ciddi anlamda ipuçları vermektedir.

Rastgele arkadaş seçimi insanı helake götüren unsurlardan birisidir. İnsan, arkadaş seçerken çok dikkatli olmalı ve sadece Allah’tan korkup sakınan kimselerle arkadaşlık

etmelidir. Aksi halde helakin eşiğine gelebilir.

Zikretmiş olduğumuz hadiste anlatılan 3 maddeyi kısaca izah etmenin yararlı olaca-ğını düşünüyoruz.

52 Da‘îfu’t-Terğîb ve’t-Terhîb, 1/20. Zayıf bir senetle rivayet edilmiştir. 53

Silsiletu’l-Ehâdîsi’s-Sahîha, 2849.

B

Page 46: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

* Hadiste ilk olarak “Görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan insanlar” hayırlı arkadaş

portresi olarak bize sunulmaktadır.

Görüldüklerinde Allah’ı hatırlatan insanlar…

Acaba nasıl?

Ne şekilde?

Evet, arkadaşlarımızın böyle olması gerekiyormuş Rasulullah’a göre…

Kendileri ile bir araya geldiğimizde bizlere Rabbimizi hatırlatan, gündemlerinde hep Allah olan ve hep Allah’ı anlatan arkadaşlar…

Böylesi insanlarla arkadaşlık kurulması gerekiyormuş; böyleleriyle arkadaş olunca hayır oluyormuş…

İşte bu Nebevî tavsiyeyi iyi düşünmemiz ve arkadaşlarımızı bu tavsiyeye göre seç-

memiz gerekmektedir.

Peki, bir insan görüldüğünde Allah’ı bizlere nasıl hatırlatır?

a- Kılık-kıyafeti ve İslamî görünümüyle ki, bu onun İslamî giyiniş tarzı ve sakal gibi İslamî kimliğinin dışa vurulması ile olur.

b- Davranışlarındaki ağırlık ve İslam’ın ona öğrettiği ağırbaşlılık ile ki, bu da onun oturması, kalkması, yemesi, içmesi ve benzeri davranışlarındaki güzellik ile olur.

c- Söz ve davranışlarındaki uyum ki, bu da doğruluk, sadakat, edep ve ahlakî tavır-larda meydana çıkar.

d- Dışa yansıttığı pozitif enerjisi ile ki, bu da tebessüm, güler yüz ve insanların yar-dımına koşma gibi canlılığını gösteren fiillerle olur.

e- Allah’ı anması ile ki, bu da bulunduğu ortamlarda Allah’ı anlatması, O’nu gündem etmesi ve O’ndan gelen doğruları insanlığa ulaştırması ile olur.

İşte böylesi fiillere sahip olan bir insan, Allah’ı bizlere hatırlatan insandır. Hadis-i şe-rifin öğrettiğine göre bizlerin, böylesi insanlarla arkadaş olması, böylelerini arkadaş edinmesi gerekmektedir.

* Hadisin ikinci maddesinde hayırlı bir arkadaşın “Konuştuğunda ilmimizi artıran” bir arkadaş olduğu ifade edilmektedir.

Yani arkadaşlarımızın bilgili, ilim sahibi ve insanlara hakikatleri anlatan şahsiyetler olması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, ilim sahibi olmayanlar, başkalarının ilmini artıramazlar. Bu nedenle arkadaşlarımızı seçerken onların; Allah’ı, Peygamberi, Kur’ân’ı ve İslam’ın hakikatlerini tanıyan insanlar olmalarına dikkat etmemiz gerekmektedir.

İmam Âcurrî rahmetullahi aleyh’in bu konuda çok önemli bir nasihati vardır. O, “Âlimle-rin Ahlakı” adlı eserinde der ki:

“Âlim bir şahsiyet, dostlarını üç guruba ayırır. (Onun arkadaşları):

1- Ya kendisinden daha bilgili olan ve ondan hayır öğreneceği bir kimse,

2- Ya kendisi ile denk olan; ama kendisi ile müzakere edebileceği bir kimse,

Page 47: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

3- Ya da kendisinden daha düşük seviye de olan ve kendisine ilim öğreteceği bir kim-

se (olmalıdır.)”54

İmam Âcurrî’nin bu nasihati, aslında sadece âlimlere yöneltilmiş bir nasihat değildir. Aksine bu nasihat, her Müslüman için geçerli olan ve itina ile dikkat edilmesi gereken bir nasihattir.

Her müslümanın arkadaşı aslında bu üç sınıfın haricinde olmamalıdır.

Ya kendisinden bir şeyler öğrenebileceği bir arkadaşı, ya kendisine bir şeyler öğrete-bileceği bir arkadaşı, ya da bazı şeyleri oturup müzakere edeceği, dertleşebileceği bir arkadaşı olmalıdır. Eğer bu üç gurubun haricinde bir arkadaşı olursa, bu arkadaşın ona zararından başka bir şeyi olmaz.

Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in tavsiyesine göre arkadaşımızın öğretici pozisyo-nunda olması, yani kendisinden hayrı ve iyiliği öğrenebileceğimiz bir insan konumunda

olması gerekmektedir. Hadis-i şerifin “Konuştuğunda ilminizi artıran…” kısmı bunu ifade etmektedir. Ama aynı zamanda bizlerde birilerine arkadaş olacağımız için bizlerin-de bu makamda olması, dolayısıyla bizlerinde ilmî birikimi olan insanlar sınıfında yer

alması gerekmektedir. Her halükarda burada ilme ve bilgili bir insan olmaya teşvik var-dır.

* Hadisin son kısmında ise “Yaptığı işlerle ahireti hatırınıza getirendir” buyrula-rak arkadaşlarımızın yaşantıları ile sanki ahirete adanmış birisi gibi ameller işleyen kim-se olması gerektiği vurgulanmıştır.

Yani bu arkadaş öyle bir arkadaştır ki, ortaya koyduğu davranışlar ve yapmış olduğu işler ile insanlara ahireti ve Allah’a hesap verileceğini hatırlatır. Onun davranışlarını ve amellerini görenler, bu şahsın hep Allah’a hesap verme şuuru içerisinde yaşayan bir kimse olduğunu bilirler ve bundan etkilenerek kendilerinin de böyle olmaları gerektiğini

idrak ederler.

Bir insanın, “Ameli ile ahireti hatırlatması” demek, kıldığı namazı, tuttuğu orucu, yap-tığı cihadı, verdiği sadakası… ile ahirete gideceğimizi ve bu noktalarda Allah’a hesap ve-receğimizi hatırlatması demektir.

Yani bu arkadaşın nasıl namaz kıldığını gördüğümüzde öylesine etkilenmeli, öylesine etkilenmeliyiz ki, o andan itibaren namazlarımıza çeki düzen vermeli ve böyle davran-madığımız takdirde Allah’ın huzurunda hesap vermek zorunda kalacağımızı bilmeliyiz.

Oruç tuttuğunu gördüğümüzde kendi oruçlarımızdan utanmalı, açlığımızdan şikâyet etmeyi ve adeta başa kalkar tavırlarımızı terk etmeliyiz. Sadaka verdiğini gördüğümüzde kendi sadakalarımızı azımsamalı, verirken içerisinde bulunduğu ihlâslı tavrından dolayı kendi samimiyetimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Cihad ettiğini, düşmanla nasıl savaş-

tığını, onları yok etmek için nasıl çaba harcadığını; buna mukabil kendi kardeşlerine na-sıl şefkat ve merhametle davrandığını, gördüğümüz zaman kendimizi gözden geçirmeli ve onun bu tavrından son derece etkilenmeliyiz. İlim tahsil ettiğini gördüğümüzde ilme olan iştiyakından ve öğrenmeye karşı gösterdiği hırstan dolayı bizde gayrete gelmeli ve onun bu tavırlarından son derece müteessir olmalıyız. Diğer amelleri için söylenecek şeylerde aynı olmalıdır.

54 Bkz. sf. 41.

Page 48: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

İşte bize örnek olacak arkadaşımız böylesi vasıfları haiz olmalı ve Allah eksenli bir

arkadaşlık portresi çizerek bizlere Rabbimizi hatırlatmalıdır.

Arkadaş seçiminde Efendimiz’in bu direktifini aklımızdan çıkarmamalıyız ve bu ha-disi kendimiz için şiar edinerek arkadaş seçerken ya da birilerine arkadaş olurken hadi-sin bizlere verdiği mesajları dikkate alarak arkadaşlık etmeliyiz.

2- Dostluk Yalnız Müminlerle Kurulmalıdır.

Bir müslümanın arkadaşı, aynı kendisi gibi Müslüman ve mümin olmalıdır. Bir müslümanın kendi akidesinden ve kendi inancından olmayan insanlarla sıkı-fıkı olması, dostane bir tavırla onlarla ilişki içerisine girmesi asla düşünülemez. Çünkü böylesi tavır-larla onlarla arkadaşlık etmek zamanla insanı onlara benzetecek ve onu ―Allah koru-sun― helakin eşiğine getirecektir.

Nitekim Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem bir hadisinde bu hakikate dikkat çekerek yal-

nız müminlerle arkadaşlık edilmesi gerektiğini açık bir şekilde dile getirmiştir.

Efendimiz şöyle buyurmuştur:

ال،تصاحب،إال، ؤ ا، ال، ألك،طؼا ك،إال،ت ي

“Ancak mümin birisiyle arkadaşlık et; yemeğini de ancak müttaki insan(lar) yesin.”55

Bir müslümanın birileri ile “dost” olabilmesi için, dost edinilecek o şahısların mutla-ka iman etmiş olmaları şarttır. Çünkü insan, ancak kendisine başkalarından daha yakın hissettiği kişileri dost edinir ve ancak diğer insanlara nispetle daha yakın olduğuna inandığı kimselerle düşüp kalkar, onlarla daha samimi ilişkiler içerisine girer. Çünkü dostluk, normal beşerî ilişkilerin en ileri noktasıdır. İşte bu nedenle samimi ilişkiler içerisine gireceğimiz insanların her şeyden önce şirkten uzak olmaları ve gerçek anlam-

da Allah’a iman etmeleri gerekmektedir.

Dost edinilen bir şahsın şirkten kendisini arındırmış olması ve Allah’a hakkıyla iman etmesi, onu arkadaş edinen kimsenin yanlış yollara düşmesini engellemesi bakımından son derece önemlidir. Zira şirkten sakınan bir insan, aynı zamanda arkadaş olduğu in-sanları da şirkten sakındıracaktır. Dolayısıyla böylesi bir şahsiyetle arkadaş olan kimse, Allah’ın izni ile şirke düşme noktasında kendisini ciddî anlamda koruma altına almış olacaktır. İşte bu nedenle bizlere mümin olan kimselerle arkadaşlık etmemiz emredil-miştir.

Aslında bu, sadece Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem tarafından verilmiş bir emir değil-dir. Aksine bu, Kur’an’ı Kerim’de Rabbimiz tarafından da sürekli vurgulanmış bir emir-dir. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir ilişiği kalmaz...” (Âli İmrân, 28)

55

Ebû Dâvûd, Edeb 16; Tirmizî, Zühd 56.

Page 49: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

“Ey imân edenler! Yahudî ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar (gerektiğinde)

birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden her kim onları dost edinirse, doğrusu o da onlar-dandır…” (Maide, 51)

“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin.” (Maide, 57)

“Mü’min erkekler de, mü’min kadınlar da birbirinin velîleri (dostları ve yardım-cıları) dir.” (Tevbe, 71)

Bu ayetlerin tamamında müminlerden başkaları ile dostluk kurulmaması gerektiği vurgulanmaktadır. Yanlış anlaşılmaması için hemen ifade edelim ki, bu ayetlerde söz konusu edilen dostluk “arkadaşlık” değildir. Çünkü bir insan bazen bir kâfirle dinini ulaştırma amacıyla arkadaş olabilir. Burada yasaklanan dostluk, velayet kapsamındaki bir beraberliktir ki, bu müminlerin aleyhinde kâfirlere yardım etmeyi gerektirir ve böy-lesi bir dostluk insanı şirke düşürür.

Ne demek istediğimizi biraz daha izah edecek olursak; bir insan, eğer kâfir bir şahsi-yetle müminlerin aleyhinde çalışacak tarzda bir arkadaşlık kurarsa, yani onları kâfirlere

şikâyet ederse, ihbarda bulunursa, sırlarını onlara ulaştırırsa, gizliliklerini ifşâ ederse, birlik ve bütünlüklerini bozmak için onları ele verirse, onlarla savaşa girerse… işte o za-man küfre düşer ve kâfir olur.

Ayetlerde ilk olarak yasaklanan dostluk bu şekildeki bir dostluktur. Dikkat edilirse Rabbimiz böylesi dostluklar kuranların artık “Allah ile bir ilişiklerinin kalmayacağını” ifade etmiştir. Peki, kimin Allah ile ilişiği kalmaz? Bu sorunun cevabı çok net bir şekilde bellidir: Ancak küfre düşmüş insanların Allah ile ilişiği kalmaz. Müfessirlerde ayeti bu şekilde anlamış ve anlamlandırmıştır. Örneğin İmam Taberî bu ayet hakkında şöyle de-miştir:

“Kim böyle yaparsa onun artık Allah ile bir ilişiği kalmaz…” Yani, dininden irtidat edip küfre girdiği için Allah’tan uzaklaşmış, Allah ta ondan uzaklaşmış olur.”56

O halde bu ayetlerde yasaklanan dostluk insanı küfre düşüren bir dostluktur ki, biraz önce de vurgulamaya çalıştığımız gibi, böylesi bir dostluk müminlerin aleyhinde kâfirle-re yardım etmek üzere kurulmuştur. Bu anlamdaki bir dostluktan tüm müminlerin sa-kınması gerekmektedir.

Ama müminlerin aleyhinde kâfirlere yardım etmeyi içerisinde barındırmayan dost-luklar, kısım kısımdır. Bir kısmı vardır ki, caizdir. Bir kısmı vardır ki, haramdır. Bu ne-denle bir müslümanın kâfir birisi ile dostluk kurarken dostluk ilişkisinin hangi hükme tabi olduğunu tespit etmesi gerekmektedir.

Aslına bakılırsa bir müslümanın kâfirlerle dostluğu, ancak davet ilişkisi içerisinde

olmalıdır. Yani Müslüman, ancak tebliğ yapmak ve akidesini ulaştırmak amacıyla bir kâ-firle ilişki içerisine girebilir. Tebliğ ve davet amacı gütmeyen her arkadaşlık ilişkisi, insa-nı her an bir hatanın içerisine düşürebilir. Bu nedenle ilişkilerimizi İslamî çerçeveye oturtmalı ve kiminle dost olup, kiminle dost olmayacağımızı iyi tespit etmeliyiz.

3- Kişi Arkadaşının Dini Üzeredir

56 Bkz. Camiu’l-Beyân, 6/313.

Page 50: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

İnsanoğlu, çok çabuk etkilenen bir yapıyla yaratılmıştır. Gördüğü, duyduğu ve müşa-

hede ettiği şeylerden hemen etkilenir; düşüp kalktığı kimselerden, gezip dolaştığı yer-lerden yani çevresinden etkilenmemesi mümkün değildir.

İşte bu nedenledir ki İslam insana iyi arkadaş seçmesini ve hayırlı insanlarla oturup kalkmasını kesin bir dille emretmiştir. Bu bağlamda Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu sözünü aklımızdan çıkarmamamız gerekir:

ملرء،ػىل،اي ،خعي ،فعينظر،أحد ، ،خيالل

“Kişi arkadaşının dini (hayat tarzı) üzeredir.”57

Eğer arkadaşlarımız sahih İslam akidesi üzerinde iseler bu bizi de etkileyecek ve biz-lerinde doğru bir inanca sahip olmasını sağlayacaktır. Yok, eğer akideleri bozuk, inançla-rı sapık ise aynı şekilde bu bizde tesir bırakacak ve ―Allah korusun― bizlerinde ayağının kaymasına sebep olacaktır. İşte bu nedenle arkadaşlarımızı seçerken hangi inanç üzere

olduklarını iyi tespit etmemiz gerekmektedir.

İnsan kimin düşüp kalkarsa onunla aynı inancı paylaşır. Çünkü arkadaş mıknatıs gibidir. İyi ise iyiliğe; kötü ise kötülüğe çeker. Etkilenmemek mümkün değildir. Eski-ler boşuna dememiş:

“Üzüm üzüme baka baka kararır.”

“Kır atın yanında duran ya huyundan ya suyundan…” diye.

Gerçekten de bu böyledir. Kiminle takılırsan aynı onun gibi olursun. Örneğin sövmeyi bilmeyen birisi isen, ağzı küfürlü olan insanlarla fazla değil, sadece birkaç gün beraber olman senin ağzını da aynı şekilde küfürlü hale getirecektir. İstemesen ve farkında olma-san bile onlarla aynı ağzı konuşursun.

Buna mukabil eğer ilmi seven ve ön plana çıkaran insanlarla takılırsan sen de kaçı-nılmaz olarak ilmi sever ve ilmi istersin.

Cihad ehli insanlarla oturursan sende cihad tutkunu, cihad aşığı olursun.

Namaz ehli insanlarla vakit geçirirsen sende namaz ehli olursun.

Bu şekilde örnekleri çoğaltmak mümkün...

Durum bu olduğuna göre kiminle dost olduğumuza dikkat etmeliyiz.

Söz buraya gelmişken Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu sözünü zikretmemek ol-maz. O, sahih bir hadisinde buyurur ki:

“İyi ve kötü arkadaşın hali, güzel koku satanla körük çekenin (demircinin) hali-ne benzer: Misk satan, ya sana güzel kokusundan bir miktar ücretsiz verir ya sen satın alırsın, ya da (hiç değilse onunla beraber olduğun sürece) güzel koku koklamış

olursun. Körük çeken kimse ise, ya elbiseni yakar ya da (en azından) körüğün kötü kokusundan rahatsız olursun.”58

İşte iyi arkadaşla kötü arkadaşın örneği…

57 Ebû Dâvûd, Edeb 16; Tirmizî, Zühd 45. 58

Buhârî, Zebâih 31; Müslim, Birr 146.

Page 51: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Hangisi ile beraber olmak istersin? Kokucuyla mı, yoksa demirciyle mi?

Bu örnekleri kafamıza nakşetmeli ve arkadaş seçimini iyi yapmalıyız.

Bu noktada Rabbimizin bizlere çok önemli bir emri vardır. Rabbimiz, Tevbe suresi 119’da buyurur ki:

“Ey iman edenler, Allah’tan korkup sakının ve sadıklarla beraber olun!”

Bir müslümanın bu emre kayıtsız kalması düşünülemez. Onun mutlaka sadık kullar-la, Allah’a kendisini adamış insanlarla beraber olması, onlarla düşüp-kalkması gerek-mektedir.

Peki, ayette zikri geçen “Sadık” insanlar kimlerdir? Vasıfları nelerdir? Hangi özellik-lere sahip olan insanlara “sadık” denir?

İslam âlimlerinin belirttiğine göre sadık bir kimse, her şeyden önce kendisini Allah’ın

razı olmadığı her türlü söz, davranış ve inançlardan arındırmış kimse demektir. Bununla birlikte özü ve sözü doğru olan, ihlâsı asla terk etmeyen ve her daim doğru konuşmaya özen gösteren insanlara denir.

Daha Rabbini doğru dürüst tanıyamamış, ağzından hâlâ şirk sözleri dökülen, şirkin her türlüsünü çok rahatlıkla işleyebilen kimseler sarıkta taksalar, cübbede giyseler Evliyâullah’tan olduklarını da iddia etseler asla sadıklar zümresinden değildirler. Bunlar olsa olsa insanların gözünü boyamayı iyi beceren üç beş şaklabandır.

Bizlere böyleleri ile değil, kendilerini tevhid ve akide davasına adamış kimselerle ar-kadaşlık etmemiz emredilmiştir. Böylelerine ise ―bırakın arkadaşlık etmeyi― sadece düşmanlık göstermek emredilmiştir. Müslüman gözünü dört açmalı, etrafında Allah adı-na kandıran insanlara asla aldanmamalıdır.

4- Kötü Arkadaş Ahirette Pişmanlık Vesilesidir

Düzgün arkadaş seçmeyen kimseler, yarın kıyamet günü bin pişman olacak ve dün-yada iken kötü arkadaş seçmelerinden ötürü nedametlerinden ellerini ısıracaklardır. Ama vakit el ısırma vakti değildir!

Bakınız, Rabbimiz Furkan suresi 27. ayet ve devamında dünyada iken düzgün arka-daş seçmeyenlerin pişmanlıklarını nasıl tasvîr ediyor:

، عكناب ،أمضم م مدن ،ل عابيلا ،خم نا ،فمكلم ذن اب ،أمتك ممن ،ل تمناب مين ، م نعم ما،ل ،يم بابيلا ،سم ولاب سمك ، لرك عم ، م تمك مذن ، تك تمناب مين ،ل ،يم م مكولمك ، مدم ن اب ، ،ػمىلم الابممك مؼمض، لظك ، مم مون م

ذمك الا، ،خم اناب ن م اب ،لاب ن انمك ين م ، للشك نم ، م م اءم اب ، م ،إاب ن دم مؼن ، ، اذل نراب غم اب

“O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: “Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım! Yazıklar olsun bana, keşke falanı (filanı) dost edinmeseydim! Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o

saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverendir!”

Zuhruf suresi 67. ayette de şöyle buyurur:

، لنلمك ك اب م، الك ،إاب ،ػمدمك و ،لاب مؼنضذ مؼن مك مكمن ، مون م ابذذ ، ءمك لك خابم ان

“O gün bütün dostlar birbirlerine düşman olacaklardır; ancak takva sahipleri müstesnadır.”

Page 52: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Eğer insan dünyada iken salih, Allah’tan korkan, Rabbine ibadet eden, ihlâslı ve

müttakî kimseleri dost edinmezse ahirette mutlaka pişman olacak ve pişmanlıktan dola-yı ellerini ısıracaktır. Allah’ın “olacaktır” dediği bir şeyde hiç olmama gibi bir ihtimal olur mu? Allah böylesi insanlarla dostluk kurmayanların, sapık kimseleri velî edinenlerin mutlaka pişman olacaklarını ve bunun göstergesi olarak da ellerini ısıracaklarını söyle-mektedir. Sözü Allah’tan daha doğru olan kimdir? O, “Ellerini ısıracaklardır” dedikten sonra kim aksini iddia edebilir?

Evet, dünyada salih arkadaşlar edinmeyenler, Rasulullah gibi yaşantısı olan arkadaş-larla dostluk kurmayanlar ahirette mutlaka pişman olacaklardır. Bu kesin olarak böyle olacağına göre gelin şimdiden arkadaşlarımızı düzgün şahsiyetlerden seçelim ve iyi kim-selerle oturup-kalkmaya gayret edelim.

Hz. Ali radıyallahu anh’ın arkadaşlık hakkında çok güzel bir nasihati bulunmaktadır.

O, oğullarına nasihat ederken şöyle demiştir:

“Oğlum!

* Ahmakla dost olmaktan sakın, çünkü sana fayda vermek isterken zararı dokunur.

* Cimriyle dost olmaktan sakın, ona en fazla muhtaç olduğunda yardımına koşmaz, yerinde oturur.

* Kötülük sahibiyle dost olma, o pek az bir menfaat karşılığında seni satar.

* Yalancıyla dost olmaktan sakın, çünkü yalancı serâba benzer, uzağı yakın gösterir sana, yakını uzaklaştırır senden.”

Kimlerle dost olmamamız gerektiğine dair çok önemli bir nasihattir bu. Bu nasihati dikkate alarak ahmakla, cimriyle, kötülük sahibiyle ve yalancıyla asla dostluk kurmamalı ve kötü sonuçlarla karşılaşma pozisyonuna düşmemeliyiz.

Son olarak Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm’dan arkadaşlık hakkında nakledilen bazı ha-disleri aktararak bu konuyu noktalandırmak istiyoruz. O, şöyle buyurur:

“Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.” (Ebû Dâvud, 4599)

“Dostunu/sevdiğini ölçülü sev; bir gün düşmanın olabilir. Sevmediğine de ölçülü buğz et; bir gün dostun olabilir.” (Tirmizî, Birr, 60)

“İnsan, sevdiği ile beraberdir.” (Müslim, Birr, 161)

“Kim, insanların kızması pahasına Allah’ı dost edinmekle O’nu râzı ederse, Allah o kim-seyi insanların nazarında yüceltir. Kim de Allah’ın gazabına rağmen insanları râzı ederse, artık onu Allah’ın azabından hiçbir şekilde kurtarmak mümkün olmaz.” (Tirmizî, Zühd, 64)

“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tah-

rik etmez. Kişiye kötülük olarak, müslüman kardeşini hakir görmesi yeterlidir. Her müslümanın canı, malı, kanı ve ırzı diğer müslümanlara haramdır. Allah sizin sûret ve ka-lıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Sakın ha, birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir müslümanın kardeşine üç gün-den fazla küsmesi helâl olmaz.” (Buhârî, Nikâh 45)

“Allah’ın kulları arasında bir grup var ki, onlar ne peygamberlerdir, ne şehidlerdir. Üs-telik kıyâmet günü Allah indindeki makamlarının yüceliği sebebiyle peygamberler ve

Page 53: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

şehidler onlara gıpta ederler.” Orada bulunanlar sordu: ‘Ey Allah’ın Rasûlü, onlar kimdir,

bize haber verir misin?’ “Onlar, aralarında kan bağı ve dünya menfaati için birbirlerine bağlı olmadıkları halde, Allah’ın nûru (Kur’an) adına birbirlerini sevenlerdir. Allah'a yemin ederim ki onların yüzleri mutlaka nurdur. Onlar bir nur üzeredirler. Halk korkarken onlar korkmazlar; insanlar üzülürken onlar üzülmezler.” Ardından da şu âyeti okudu: “İyi bilin ki, Allah’ın velîlerine/dostlarına korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.” (10/Yûnus, 62) (Ebû

Dâvud, 3527)

Rabbim hepimizi hayırlı arkadaşlardan eylesin ve hepimize hayırlı arkadaşlar nasip etsin.

Page 54: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

ÇOCUK HASRETİ ÇEKENLERE…

iç şüphe yok ki çocuk, Allah’ın kullarına bahşettiği nimetlerin en büyükle-

rinden birisidir. Evliliğin en temel amaçlarından birisi çocuk sahibi olmak

ve neslin devamını sağlamaktır. Bu bakımdan evlenen çiftlerin çocukla

rızıklandırılmaları evliliklerin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için çok önemlidir.

Lakin her evlenen, Allah’ın muradı gereği bu nimete mazhar olamayabilir. Allah azze ve

celle, bazen kullarına çocuk verirken, bazen de onları çocuksuzlukla imtihan edebilir. Bu,

sadece O’nun bileceği ve O’nun karara bağlayacağı bir husustur. Rabbimiz şöyle buyu-

rur:

“Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Dilediğine kız ço-

cukları, dilediğine erkek çocukları verir. Yahut o çocukları erkekler, dişiler olmak

üzere çift verir, dilediği kimseyi de kısır yapar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilen-

dir, hakkıyla gücü yetendir.” (Şurâ, 49, 50)

Ayette de açıkça belirtildiği gibi kullarına çocuk bahşetmek yalnız Allah’ın elinde

olan bir husustur; çünkü “Göklerin ve yerin hâkimiyeti yalnız O’nundur…” Gökte ve yer-

de söz sahibi olan ancak çocuk bahşeder, evlat verebilir. Onun dışındakilerin bu konuda

en ufak bir yetki ve salahiyetleri yoktur. Bu nedenle bu gün türbelere giderek “Al sana bi

göbek, ver bana bi bebek!” demek sureti ile orada yatan zevattan çocuk dilenenler,

―bilerek veya bilmeyerek― aslında şirke düşmekte ve gök ve yerde hâkimiyeti geçerli

olan Allah’a bu zevatı ortak koşmaktalar.

Allah azze ve celle’den bu konuda halkımıza şuur vermesini ve hatalarını kendilerine

göstererek düşmüş oldukları şirkten bir an önce kendilerini kurtarmasını niyaz ediyo-

ruz.

Gelelim sadede;

Kaleme almış olduğumuz bu yazımızda, çocuğu olmayanlara Kur’an ve Sünnet’ten

delillerle çok önemli bir nasihatte bulunmak istiyoruz. Bu nasihatimizi dikkate alan ve

gereğince amel edenlerin, en kısa zamanda salih bir çocuk sahibi olmalarını Rabbimiz-

den ümit ediyoruz. Bununla birlikte her şeyi takdir edenin O olduğunu da aklımızdan

çıkarmıyoruz. O dilerse, dilediğine hesap edilmesi mümkün olmayan bir rızık verir.

“…Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.” (Bakara, 212)

Çocuğu olmayanlara Kur’an ve Sünnet’ten aktaracağımız “üç” nasihatimiz var.

H

Page 55: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

1- Bunlardan birincisi Meryem Suresi 48 ve 49. ayetlerde İbrahim aleyhisselam ile alaka-

lı bir olay. İbrahim aleyhisselam, yıllarca çocuk hasreti ile yanmış ve kendisine salih bir ço-

cuk ihsan etmesi için uzun süre Rabbine dua etmişti. Üstelik hanımı da kısırdı. Rabbi bir

imtihan gereği ona çocuk ihsan etmemiş ve bunu bir süreye kadar tehir etmişti. Lakin o,

Rabbine sözlü olarak dua etmesine birde fiili duayı ilave edince, Rabbi ona bir değil bin-

ler çocuk ihsan etti.

Neydi atamız İbrahim’in kendisine çocuk bahşedilmesine sebep olan fiilî duası?

Ne yaptı da Rabbi kısır olan hanımını ıslah edip kendisine çocuk ihsan etti?

Acaba hangi ameli işledi de kendisine hem de peygamber olan bir zürriyet verildi?

Evet… Bunlar gerçektende çok önemli sorular. Eğer biz bu soruların cevabını doğru

verirsek, o zaman çocuğu olmayanlara buradan önemli bir ipucu çıkarabiliriz.

Meryem Suresi’nde ki ayetleri dikkatlice okuduğumuzda İbrahim aleyhisselam’a çocuk

verilmesine sebep olan yegâne amelin “Allah’ın dışında kendisine kulluk edilen Tağutları

reddetmek ve onlara itaat edenlerden tamamıyla uzaklaşmak” olduğunu rahatlıkla söyle-

yebiliriz. Şimdi gelin, ayetleri dikkatlice beraber okuyalım ve üzerinde yeniden düşüne-

lim. Rabbimiz, İbrahim aleyhisselam’ın dili ile şöyle buyurur:

وأعتزلكم وما تدعىن من دون الله وأدعى ربي عسى ألا أكىن بدعاء ربي شقيا فلما اعتزلهم وما يعبدون من دون الله وهبنا له

إسحاق ويعقىب وكلا جعلنا نبيا

“Sizi ve sizin Allah’tan başka dua/kulluk ettiklerinizi (putlarınızı) terk ediyorum

ve ben, Rabbim'e yalvarıyorum. Umulur ki Rabbine dua etmekle bedbaht olmam.

(İbrahim) Onlardan ve Allah’tan başka kulluk ettikleri şeylerden uzaklaşınca, O’na

İshak’ı ve Yakub’u bahşettik. Hepsini de peygamber yaptık.” (Meryem, 48, 49)

Ayetlerde İbrahim aleyhisselam’a İshak’ın ve torun olarak Yakub’un bahşedilmesi, ancak

İbrahim’in kavminden ve onların kulluk ettikleri putlardan/tağutlardan uzaklaşmasın-

dan sonra olmuştu. O, tağutlara ve tağutlara kul-köle olanlara karşı net tavır alıp kendi-

lerinden bütünüyle teberri edince, Rabbi bu amelinden hoşnut oldu ve kendisine çocuk

ihsan etti.

İbrahim aleyhisselam, sadece “Ya Rabbi! Bana çocuk ihsan et!” diyerek sözlü dua ile ye-

tinmedi; aksine bu isteğini amelî dua ile de destekleyerek Allah’a yalvarmaya devam etti.

Ve Rabbi onun bu samimiyetini tağutlardan ve tağutlara tapanlardan uzaklaştığında bir

kere daha gördü ve işte o zaman kendisine çocuk bahşetti.

Biz de bu ayetlerden elde ettiğimiz çıkarımdan hareketle diyoruz ki: Çocuğu olmayan

ve “Ya Rabbi! Bana da bir çocuk ihsan eyle!” diye niyazda bulunanlar, tıpkı İbrahim gibi

kendi dönemlerinin tağutlarından ve ona kulluk edenlerden uzaklaşırlarsa ―inşâallah―

Rableri de onlara İbrahim’e verdiği gibi salih ve dindar çocuklar verir.

Hemen altını çizelim ki, biz böyle demekle elbette ki Allah’ın yüz de yüz çocuk vere-

ceğini iddia etmiyoruz. Zaten böyle demek, Allah’ı tanıyan bir Müslüman için olacak şey

Page 56: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

değildir. Bizim bu sözümüz sadece bir temenni ve ümitten ibarettir. Dilediğini veren ve

alan sadece Allah’tır. Ama Allah, işleri bazı sebeplere bağlamıştır. İşte sebeplerden biri-

side budur. Bu sebebi işleyene Allah’ın çocuk vermesi ümit edilir.

Burada okuyucu “Hocam, peki tağut ne demektir? Tağuttan ve tağuta kulluk etmek-

ten nasıl uzak durabilirim?” diye sorabilir. Buna şu şekilde kısaca cevap verebiliriz:

Tağut kelimesi sözlükte “haddi aşmak, azmak, belirlenmiş sınırı geçmek” gibi anlam-

lara gelir. Istılahta ise, Allah’ın dışında ya da Allah ile beraber kendisine ibadet ve itaat

edilen, onun hükümlerini tanımayan ve insanları Allah’ın dininden uzaklaştıran tüm var-

lıklardır.

Şeyhu’l-İslâm İbn-i Teymiyye der ki:

“Allah’a isyanı gerektiren hususlarda ve bir de hidayetin ve hak dinin dışında kendi-

sine itaat olunan her şey tağuttur. İşte Allah’ın kitabından başkası ile hükmeden ve bu

maksatla hükmüne başvurulan kimseye “tağut” adının verilişi bundan dolayıdır.” (Mec-

muu’l-Fetâva, 28/200.)

Şeyh Muhammed el-Faki de şöyle der:

“İslam şeriatına muhalif kanunlarla hükmetmek, insanın kan, mal ve ırzları konusun-

da hüküm vermek için konulan bütün kanunlar, Allah azze ve celle’nin şeriatı olan hadleri

kaldıran, faizin, zinanın ve içkinin yasaklığını iptal eden bütün beşeri kanunlar tağut

kavramına girerler. Zaten böyle kanunların her biri başlı başına birer tağuttur.” (Fethu’l-

Mecîd, sf. 282.)

Âlimlerimizin ifadelerinden anlaşıldığına göre tağut, Allah’ın kanunlarını bir tarafa

koyup yerine kendi arzu ve isteklerine göre kanun yapan, yasa çıkaran her türlü şahıs,

kurum veya müessesedir. Heva-heves, milliyetçilik, ırkçılık, demokrasi, laiklik Allah’ın

indirdiği ile hükmetmeyenler ve anayasaları Kur’an olmayan meclisler de çağımız âlim-

lerinin “tağut” olarak nitelendirdikleri şeylerden bazılarıdır.

Şeytan, putlar, sihirbazlar ve kâhinlerde aynı şekilde âlimlerimizin beyanatlarına gö-

re tağutlardan sayılır.

Bu gün şu koca yeryüzüne baktığımızda orada hep tağutların hükmettiğini ve insan-

ları Allah’ın kanunları ile değil de kendi kanunları ile idare ettiklerini görürüz. Onlar ade-

ta Allah ile bir iktidar mücadelesi içerisine girmekte ve Allah neyi kural olarak koymuşsa

neredeyse tamamıyla ona aykırı kanun ve yasa çıkarmaktalar.

Bu günün putları işte bu insanlar, bu kurumlar ve bu düzenlerdir. Kaynağı İlahî ol-

mayan her kanun, reddetmekle emrolunduğumuz putlardan sayılır. İbrahim peygamber

belki kendi döneminde taştan, altından ve bronzdan yapılmış putlarla mücadele etmiş

etmişti. Bizler ise 21. yüzyılın Müslümanları ve İbrahim peygamberin takipçileri olarak

günümüzün putları olan bu sistemlerle mücadele etmek zorundayız.

Page 57: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

İşte çocuğu olmayan bir kimse, tıpkı İbrahim Peygamber gibi gününün tağutlarından

ve onların destekçilerinden beri olarak Rabbini razı etmelidir. Tağutlardan bütünüyle

beri olduğunda kulu İbrahim’e çocuk bahşeden Allah, inşâallah kendisine de çocuk bah-

şedecek ve ona verdiği nimetlerin bir benzerini kendisine de verecektir.

Ey okuyucu! Sen de İbrahim aleyhisselam gibi tağutlardan ve onların destekçilerinden

beri olup uzaklaştın mı?

2- Çocuğu olmayanların dikkat etmesi gereken ikinci husus Rasulullah aleyhisselam’ın

tavsiyesinden öğrendiğimize göre ‘istiğfar’ı artırmaktır. İstiğfar: “Günahların bağışlan-

ması için Allah’tan af dileğinde bulunmak” demektir.

جبء سج األصبس إ اج ص اهلل ع١ ع فمبي ٠ب سعي اهلل ب سصلذ ذا لط ال ذ لبي فؤ٠ أذ ع وثشح

االعزغفبس اصذلخ ٠شصق اهلل ثب اذ لبي فىب اشج ٠ىثش اصذلخ ٠ىثش االعزغفبس فذ رغعخ ازوس

Ebu Hanife’nin Müsnedi’nde geçtiği üzere Ensar’dan bir şahıs Rasulullah aleyhisselam’a

gelerek:

― Ey Allah’ın Rasulü! Henüz bir çocukla rızıklandırılmadım ve benim bir çocuğum

olmadı, diye serzenişte bulundu. Bunu duyan Rasulullah aleyhisselam adama:

― Sen neden çokça istiğfarda bulunmuyor ve çokça sadaka vermiyorsun? Allah bun-

lar sayesinde sana çocuk ihsan eder (inşâallah), buyurdu.

Adam bu olaydan sonra çokça istiğfarda bulunmaya ve bolca sadaka vermeye koyul-

du. Ardından tam 9 erkek çocuğu oldu… (Müsnedu Ebî Hanîfe, 51)

Bu ne ümit verici bir haber! Ne büyük bir müjde bu! İstiğfarı artıracaksın çocuğun

olacak!

Allahu Ekber! Allahu Ekber!

Evet, ey çocuğu olmayan kardeşim!

Sen de Rabbinden af dile, O’ndan bağışlanma talep et, günahlarına pişman ol, O za-

man mezkûr sahabîye 9 çocuk ihsan eden Allah, sana da inşâallah çocuk ihsan edecek ve

seni bu büyük nimetle rızıklandıracaktır.

Rasulullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) istiğfarın faziletine ve önemine şu hadisi ile vurgu

yapmıştır:

ح١ث ال ٠حزغت سصل فشجب، و خشجب ، ض١ك و اهلل االعزغفبس جع ض

“Bir kimse istiğfâra/Allah’tan af dilemeye devam ederse, Allah ona her darlık-

tan bir çıkış, her üzüntüden bir kurtuluş yolu gösterir ve ona hiç ummadığı bir

yerden rızık verir.” (Ebû Dâvûd, Vitir, 26)

Evet, istiğfar insana ummadığı yerden rızık gelmesine neden olur. Sende ey karde-

şim; bu amele dikkat et, günahlarına pişman ol ki, Rabbin sana ihsanda bulunsun.

Page 58: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

‘Allah’tan af dilenme’ anlamına gelen istiğfar’ın, hadiste zikredilen şeylerin dışında

da birçok faydası vardır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:

1- Yağmur yağmasına vesile olur. Rabbimiz şöyle buyurur:

“(Hud dedi ki): Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe

edin ki, üzerinize bol bol yağmur göndersin...” (Hud, 52)

2- Bir topluluğun güçlenmesine vesile olur. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin ki… gücü-

nüze güç katsın.” (Hud, 52)

3- Malların artmasına vesile olur. Rabbimiz şöyle buyurur:

“(Nuh dedi ki Ya Rabbi ben onlara) dedim ki: ‘Rabbinizden bağışlama dileyin; çün-

kü O, çok bağışlayıcıdır. (Bağışlama dileyin ki,) üzerinize gökten bol bol yağmur in-

dirsin. Sizi mallarla desteklesin…” (Nuh, 10-12)

4- Çocuk verilmesine vesile olur. Rabbimiz şöyle buyurur:

“(Nuh dedi ki: Ya Rabbi ben onlara) dedim ki: ‘Rabbinizden bağışlama dileyin ki si-

zi erkek çocukları ile desteklesin…” (Nuh, 12)

İşte istiğfar böylesine önemli bir eylem, böylesine anlamlı bir amel!

O halde durma, haydi istiğfara yönel!

3- Çocuğu olmayanların dikkat etmesi gereken üçüncü husus ise Rasulullah

aleyhisselam’ın üstte zikrettiğimiz tavsiyesinden öğrendiğimize göre sadaka vermeyi artır-

maktır. Çocuğu olmayan sahabîsine “Sen neden çokça istiğfarda bulunmuyor ve çokça

sadaka vermiyorsun? Allah belki bunlar sayesinde sana çocuk ihsan eder” buyurarak

onu istiğfar dilemeye ve sadaka vermeye teşvik etmişti.

İşte bundan dolayı çocuğu olmayan birisinin bu nasihate dikkat etmesi ve sadakala-

rını artırması gerekmektedir. Sadaka, Rabbin gazabını ve öfkesini söndüren bir ameldir.

Kim bilir belki işlediğin bir günaha Rabbin kızdı da bu nedenle seni çocuktan mahrum

etti? İşte sadaka vererek Rabbinle arandaki bağları güçlendirebilir ve O’nun rızasına er-

me noktasında bir adım daha atabilirsin.

Evet kardeşim! Sende henüz çocuk ile rızıklandırılmamış isen, bu zikrettiğim üç

maddeye dikkat et. Yani:

1-Tağutları reddet ve onun destekçilerinden berî ol.

2- Allah’tan sürekli afv-ı mağfiret dile.

3- Sadaka vermeyi artır.

Sen bu sayılanlara dikkat edersen inşâallah en kısa sürede bir çocuğa sahip olman

umulur. Ama unutma ki, her şeyin sahibi Allah’tır; O, dilediğine verir, dilediğinden alır.

Page 59: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Kimse bu nokta da ona karşı çıkamaz. Eğer vermiyorsa, mutlaka bir imtihan gereği ver-

miyordur. Sen sebeplere sarıl, gerisini sebepleri yaratana bırak…

“De ki: Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğin-

den de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır se-

nin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” (Âl-i İmrân, 26)

Page 60: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

ŞEYTANLARA KARDEŞ OLMAK!

“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma.

Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine kar-

şı çok nankörlük etmiştir.” (İsra Suresi, 26, 27)

sra Suresinde yer alan bu ayetlerin Allah’a hesap verme şuuru içerisinde olan mü-

minleri dehşete düşürmemesi mümkün değil. Yaptığı her işten, kazandığı ve harca-

dığı her maldan mutlaka hesaba çekileceğini bilen bir mümin, malını saçıp-

savuranların şeytanlara kardeş olacağını düşündüğünde nasıl dehşete kapılmaz ki? Şim-

di ayeti daha iyi anlayabilmek için bazı izahatlar yapalım.

“Saçıp-savurma” olarak tercüme edilen ayet-i kerimenin Arapça orijinalinde

-tebzîr” kelimesi geçmektedir. “Tebzîr” Arapçada malı uygun olmayan yerlere har/رجز٠ش“

cama, saçıp savurma ve israf etme gibi manalara gelir. Nitekim sahabe ve Tabiinden bir-

çok tefsir âlimi bu kelimeyi bu şekilde açıklamıştır.

Sahabenin önde gelen âlimlerinden Abdullah İbn-i Mesud ve İbn-i Abbas radıyallâhu

anhuma der ki:

“Tebzîr; malı Allah’ın hoşnut olmayacağı bir şeyde harcamak demektir.”

İmam Mücahit ise şöyle demiştir:

“Kişi malının tamamını Allah’ın razı olacağı bir işte harcasa o, malını saçıp savuranlar

kapsamına girmez. Ancak malından çok az bir şeyi Allah’ın razı olmayacağı bir şeye har-

casa o kesinlikle malını saçıp savuranlar kapsamına girer.”

İmam Zeccâc ise bu kelimeyi “Malı Allah’a itaatin dışında bir şeyde harcama” olarak

tefsir etmiştir.

Müfessirlerin bu yorumlarından anlaşıldığına göre ayette yer alan “Tebzîr/saçıp-

savurma” ifadesini “Mallarımızı Allah’ın razı olmayacağı yerlere harcamak, O’nu hoşnut

etmeyen işlere sarf etmek ve faydasız işlerde onları tüketmek” olarak anlayabiliriz.

Bir insan tıpkı Ebu Bekir gibi malının tamamını Allah’ın razı olduğu bir işte harcasa

asla malını saçıp savurmuş sayılmaz. Ancak onu Allah’ın hoşnut olmadığı bir alış-verişte

kullansa kesinlikle israf etmiş olur. Böylesi israfa kaçanlar ayetin açık ifadesine göre şey-

tanlara kardeş olmuştur. Acaba şeytanlara kardeş olmak ne demektir? Şeytanlara nasıl

kardeş olunur?

Bu soruya yine âlimlerimizin izahatlarıyla cevap verecek olursak; şeytanlar malların

hep batıl yollarda kullanılmasını emreder, insanlara mallarını boş işlerde sarf etmeleri

hususunda vesvese verir ve malın sürekli boş işlerde kullanılmasını murad ederler. Bu

İ

Page 61: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

nedenle malını Allah’ın razı olmayacağı işlerde harcayanlar tıpkı şeytanlar gibi olmuş

olurlar. Yani bu hususta onlarla aralarında bir benzerlik söz konusu olur. Hâlbuki mümin

bir kul hiçbir konuda şeytana benzememelidir. Müminin her konuda şeytana muhalefet

etmesi farzdır. Onun tüm vasıflarına muhalefet etmesi dininin ona yüklemiş olduğu bir

görevdir. Örneğin şeytan cimriliği emreder, o halde müminin cimrilik etmemesi fazdır;

şeytan zulmü emreder, o halde müminin zulmetmemesi farzdır. Aynı bunun gibi şeytan

malın israf edilmesini emreder o halde müminin malını israf etmemesi fazdır. İşte her-

hangi bir konuda Allah’ın emrinin aksine, şeytanın istediği ve arzuladığı bir şey yapılı-

yorsa, bu onun çağrısına icabet etmek demektir ve haramdır. Böyle davrananlarda şey-

tana benzedikleri için onun kardeşi olmuş olurlar.

Şimdi tüm bu izahlardan sonra aklımı meşgul eden birkaç soruyu sizinle paylaşmak

istiyorum:

Acaba sigara Allah’ın razı ve hoşnut olacağı bir şey midir?

Sigaraya harcanan para Allah’a itaat yolunda mı harcanmaktadır, yoksa ona isyan

yolunda mı?

Sigaranın faydası var mıdır?

İsra Suresindeki bu ayetleri okuyan bir müslümanın bu ve benzeri soruları kendisine

sorması ve kendisinin şeytanlara kardeş olup-olmadığını çok iyi tespit etmesi gerekmek-

tedir. Allah’ın, Peygamberin ve muttaki kulların dostu ve kardeşi olduktan sonra şeytan-

lara kardeş olmak ne de korkunç bir şeydir! Allah beni ve sizleri bu korkunç durumdan

muhafaza etsin.

Son olarak; üstte sigaraya ilişkin sorduğumuz soruları hayatımızda Allah’ın razı olup-

olmadığını kestiremediğimiz diğer şeylere de sorarak bu ayette yer alan tehdidin kap-

samına girip-girmediğimizi iyi analiz etmemiz gerekmektedir. Allah bizi şeytanlara değil,

peygamberine ve salih kullarına kardeş olanlardan eylesin. (Âmîn)

Page 62: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

KÖKÜ YERDE SABİT, DALLARI GÖĞE UZANAN BİR AĞAÇ:

“LÂ İLÂHE İLLALLAH”

abbimiz, yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de insanların akledip öğüt alması için tür-

lü türlü misaller getirmiş, farklı farklı benzetmeler yapmış ve birbirinden gü-

zel birçok darb-ı mesel vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de insanların öğüt alması

için verilmiş 40 küsür darb-ı mesel vardır. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Biz bu misalleri insanlara anlatıyoruz; ama onları, ilim sahiplerinden başkası

düşünüp anlamaz.” (Ankebut, 43)

Selef âlimlerinden bazıları Kur’an’ın bu darb-ı mesellerinden birisini okuyup ne an-

latmak istediğini hakkıyla kavrayamadığında ağlar ve “Eyvah! Demek ki ben ilim sahibi

kimselerden değilmişim” diye üzülürmüş.

Evet, her insan Kur’an’ın verdiği bu örneklendirmelerden kendisine pay çıkarmalı ve

Allah’ın bununla ne anlatmak istediğini pek âlâ bilmelidir. Bu, kendisinde Allah’a karşı

bir sorumluluk hisseden her kulun yapması kaçınılmaz olan bir görevdir. Her kul bu me-

selleri anlamakla görevli olmasına rağmen, bazıları bir takım bahaneler öne sürerek

bunları anlamaya çalışmayacak veya en azından anlamak için kafa yormayacaktır. Bu

örneklendirme ve darb-ı mesellere kafa yoracak olanlar −Rabbimizin de bildirdiği üze-

re− ancak aklını kullanan ve ilim sahibi olanlar olacaktır.

Bu kısa girişten sonra gelin; Rabbimizin, biz kullarının anlaması için İbrahim Sure-

si’nde verdiği bir örneklendirmeyi hep beraber düşünelim ve bu örneklendirmenin bi-

zim hayatımıza ne gibi bir fayda sağlayacağını beraberce değerlendirelim.

Rabbimiz azze ve celle şöyle buyurur:

“Görmedin mi Allah nasıl bir benzetme yaptı: Güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalla-

rı gökte olan güzel bir ağaç gibidir. (O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini

verir. (İşte) Allah, öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar.” (İbrahim, 24,

25)

Bu ayette Yüce Allah, güzel bir sözü ‒ki bununla kastedilen “Lâ İlâhe İllallah” sözü-

dür‒ bir ağaca benzetmiştir. Acaba bir ağaç ile “Lâ İlâhe İllallah”ın arasında ne gibi ben-

zer yön olabilir?

Bu; kulların dinlemeleri, anlamaları ve gerektirdiği manalarla amel etmeleri için

âlemlerin Rabbi tarafından verilmiş bir misaldir.

R

Page 63: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Şimdi ayeti okuduk, ne anlatmak istediğini yüzeysel olarak anladık; ama burada ak-

lımıza bazı sorular takılıyor: Acaba

* “Lâ İlâhe İllallah” neden güzel bir söz olmakla nitelendirilmiş?

* Onun bir ağaca benzetilmesi ne anlama gelir?

* Ağacın kökünün yerde olması ve dallarının göğe doğru yükselmesi ne ifade eder?

* Her an meyve vermesi bizlere neyi anlatır?

İşte bu ve benzeri sorulara cevap arayarak Rabbimizin öğüt almamız için bizlere

vermiş olduğu bu misali hep beraber anlamaya çalışacak ve eğer bunu becerebilirsek

“ilim sahibi” olmaya hak kazanacağız; zira üsteki ayette de ifade edildiği üzere Kur’an’da

zikredilen örneklendirmelerden ancak ilim sahipleri öğüt alır. Allah bizi ve sizi

Kur’an’daki tüm örneklendirmeleri anlayan ilim ehli kimselerden eylesin. (Âmîn)

Bu ayette verilen darb-ı meselden anladığımız manalardan bazıları şunlardır:

1) Her şeyden önce bu kelime, güzel bir ağaca benzetilmiştir. Ağaç yalın görüntüsü

ile değil, görkemliliği, meyveleri, gölgesi, yeşilliği, canlılığı ve tabiata verdiği cemali ile

güzeldir. Kelime-i Tevhid’de tıpkı böyledir. Güzeldir, sahibine ve insanlığa güzellik verir.

Söylenmesi, tekrar edilmesi, yaşanması, uğruna bir şeylerin feda edilmesi… hep güzeldir.

Bu kelimeyi söyleyenlere dünyada ve ahirette hep güzellikler bahşeder. Aslına bakılırsa

insan hayatına anlam katan tek bir şey vardır, o da bu mübarek kelimedir. Onsuz bir ha-

yatın ne anlamı, ne kıymeti vardır ki? İnsanlar onun sayesinde değer kazanır, onunla

izzet ve şeref bulurlar. O olmadan izzet ve şeref sahibi olmak ne mümkündür? Gözleri

küfrün ve şirkin perdesi ile kapanmış olanlar her ne kadar bu hakikati göremeseler de

“Lâ İlâhe İllallah” şehadeti insan hayatını değerli kılan tek unsurdur.

2) Ayet, bu güzel ağacın köklerinin yerde sabit ve perçinli olduğunu haber veriyor.

Kökü sağlam olan bir ağaç sert rüzgârlardan ve şiddetli fırtınalardan asla etkilenmez.

Her ne kadar rüzgâr o ağacın bazı yaprak ve dallarına zarar verse de, köklerine asla za-

rar veremez ve onu yıkamaz. Rüzgâr ve fırtına nasıl ki kökü yerde sabitleşmiş bir ağaca

etki edemiyorsa, aynı şekil de aradan uzun zamanın geçmesi de o ağaca etki etmez. Ak-

sine aradan uzun zamanın geçmesi o ağacın daha çok kök atmasını, daha çok perçinlen-

mesini ve daha çok derinleşmesini sağlar. Kelime-i Tevhid’de böyledir. Kökleri zamanla

mümin bir kulun kalbinde sabitleşir ve derinleşerek artık yıkılmaz bir hal alır. Zaman

geçtikçe daha da kuvvet kazanır. Sağda solda gezen batıl fikir rüzgârları, sapkın inanç

fırtınaları onu asla etkileyemez. Bu rüzgârlar her ne kadar şiddetli eserse essin ona bir

zarar veremez; zira o kökü yerde sabit olan bir ağaç gibidir artık...

3) Kimi zaman dağ gibi görkemli ağaçların çok hafif rüzgârlarla yıkıldığı görülür. Bi-

linmesi gerekir ki, koca koca ağaçları deviren rüzgârın güçlü olması değil, ağacın gövde-

sinin boş ve çürük olmasıdır. Eğer ağacın gövdesi güçlü olursa rüzgâr ne kadar kuvvetli

eserse essin ‒Allah’ın dilemesi müstesna‒ o ağaca her hangi bir zarar veremez. Kelimei

Tevhid’e gönül veren müminde böyledir. Eğer tevhide inandıktan sonra gövdesine

Page 64: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Kur’an’dan, zikirden ve tesbihattan bir şeyler koymazsa gün gelir tüm görkemliliğine

rağmen yıkılır. Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem ne de doğru söylemiştir: “Kalbinde

Kur’ân’dan bir miktar bulunmayan kimse harap ev gibidir.”59 Bu nedenle tevhide

inandıktan sonra mümin bir kulun mutlaka Kur’an, zikir ve tesbihat ile kalbini doldur-

ması gerekmektedir.

4) Kökleri su almadığı zaman ağaç belirli bir müddet sonra kurumaya başlar. Yaprak-

ları solar, dalları güçsüz kalır. Kelime-i Tevhid’de böyledir. Eğer Müslümanlar onu kanla-

rı ile sulamazlarsa o, günden güne zayıflar, kuvveti biter. Sonra çok hafif rüzgârlardan

bile etkilenir duruma gelir. En sonunda ise akıbeti yıkılmaktır!

5) Ağacın meyvelerinin güzelliği ve dallarının büyüklüğü ancak köklerinin güçlülü-

ğüne bağlıdır. Kök güçlü olup yerin derinliklerine ne kadar sağlam tutunursa gövde ve

dallarda o oranda güçlü olur ve ona göre güzel meyve verir; kök zayıf olduğunda ise

gövde ve dallarda zayıf olur. Meyvesini ise ya verir ya vermez. Bu, kaçınılmaz olarak böy-

ledir. İşte Kelime-i Tevhid’de tıpkı bunun gibidir. Müminin kalbinde ne kadar güçlü ve

köklü olursa dışarıya meyvesini o kadar bol ve güzel verir. Bu meyve müminde “güzel

amel” olarak tezahür eder. Müminin hayatının her alanını kuşatır. Bu halette olan bir

mümin artık özünde, sözünde ve fiillerinde sadık olur. Kelime-i Tevhid’in kendisine yük-

lediği her ameli en güzel şekliyle dışarıya vurur. “Meyve” mesabesinde olan güzel amel-

leri en güzel şekliyle işler. Bunun tersi olarak, eğer Kelime-i Tevhid müminin kalbinde

hakkıyla kök atmamış ve zayıf kalmış ise o zaman “Tevhid ağacı” meyve vermez veya

kurtlanmış ve çürümüş meyve verir. Bu meyveden ise kimse istifade edemez. İşte ağacın

dallarının ve meyvelerinin güçlülüğü nasıl ki ağacın kökü ile alakalı ise, aynı şekilde

müminin amellerinin güzelliği ve kalitesi de onun imanının köklü olup olmaması ile ala-

kalıdır. Biz buradan imanın güçlülüğü oranında amellerin güzel olacağını; imanın zayıflı-

ğı oranında da amellerin düşük kalitede olacağını rahatlıkla anlayabiliriz. Bu ise selef

âlimlerinin “imanın itaatlerle artıp güçlendiği, günahlarla ise eksilip zayıfladığı” yönün-

deki görüşlerinin doğruluğunu ortaya koyar. Eğer mümin imanını itaatlerle beslerse

imanı artar ve güçlenir; yok eğer masiyet ve günahlarla beslerse o zaman imanı eksilir ve

zayıflar.

6) Ağacın teferruatı mesabesinde olan dalları, yaprakları ve meyveleri ‒ister olumlu

manada olsun isterse olumsuz manada‒ nasıl ki ağacın köklerinden etkileniyorsa, aynı

şekilde ağacın kökleri de dallardan, yapraklardan ve meyvelerden olumlu veya olumsuz

manada etkilenir. Eğer ağacın dalları ve yaprakları güneşten ve oksijenden mahrum bı-

rakılsa bu hemen ağacın köklerine tesir eder. Aynı şekilde ağacın kökleri sudan mahrum

bırakılsa bu anında dallarına, yapraklarına ve meyvelerine tesir edecektir. İşte müminin

kalbindeki “tevhid”de böyledir. Azalara yansıyan ameller, kökünden etkilendiği gibi, kö-

kü de azaların ortaya koyduğu amellerden etkilenir. Eğer mümin, kalbinde kök mesabe-

sinde olan imanını meyve mesabesinde olan güzel ve salih amellerle beslerse, imanı güç-

59

Tirmizî, Fadâilü‟l-Kur‟ân, 18.

Page 65: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

lü ve sarsılmaz olur. Yok, eğer günah ve masiyetler işlemek sureti ile hayatını sürdürürse

imanı zayıf ve güçsüz olur. Bu ise Ehli Sünnet’in “Kişinin zahiri (dış görünümü) batının-

dan (iç âleminden), batını da zahirinden etkilenir” şeklinde formüle ettiği mükemmel

kaidenin doğruluğunu ortaya koyar. Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Dikkat edin! Şüphesiz ki bedende bir et parçası vardır ki, o doğru olduğunda

tüm beden doğru olur, eğer o bozuk olursa tüm beden bozuk olur. Dikkat edin, o

et parçası kalptir!”60

Bu hadis zahir ile batın arasındaki sıkı irtibata dikkat çekmektedir. Kalbin doğru ve

salih olması bedeninde doğru ve salih olmasını gerektirir. Eğer beden Allah’ın istediği

surette düzgün değilse bu, kalbinde bozuk olduğuna işarettir. İmandan bahsedip de ona

göre amel etmeyenlerin kalpleri iman etmiş olamaz. Bunun sebebi ise bedenin kalbe tabi

oluşundandır. Kalpte karar kılmış bir şeyin netice ve semeresi bir kaç yönden bile olsa

mutlaka bedende gözükür.

Bu gün kalplerinin düzgün, niyetlerinin iyi olduğunu iddia ettiği halde İslam dininden

fersah fersah uzak olan insanlar görmek mümkündür. Birçoğu bırakın sağlam İslam aki-

desini, doğru dürüst namaz bile kılmamaktadırlar. Nedenini sorduğunda ise alacağın

cevap dünden hazır: “Kalplerimiz temiz ya!...”

Eğer onların kalpleri temiz olsaydı bu mutlaka bedenlerine sirayet eder ve salih amel

olarak üzerlerinde görülürdü. Zahirî çerçevede herhangi bir salih amelin onlar üzerinde

görünümü yoksa bilinmelidir ki onların kalbi temiz değildir. Gerek sahih bir akideden

yoksun olmaları, gerekse salih amellerden uzaklıkları onların kalplerindeki fesadın açık

birer delilidir. Dinî bir yaşantı ile içli dışlı olmayan insanların “kalbimiz temiz” sloganı ile

iman çığırtkanlığı yapmaları bizleri aldatmamalıdır.

“Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Ama kendilerinden başkasını alda-

tamazlarda yine de farkına varamazlar.” (Bakara, 9)

Bizim ortaya koyduğumuz bu hakikat, gerek eski, gerekse çağdaş Mürcie’nin ne ka-

dar yanlış bir akideye sahip olduğunu göstermektedir. Onlar kalbin bir yönde, azaların

ortaya koyduğu amellerin ise başka bir yönde olabileceğini savunuyorlar! Yani onlara

göre azalar her türlü küfür ve şirk amelini işlediği halde kalp imanla mutmain olarak

kalabilir?! Yine onlara göre insan içi ile mümin dışı ile kafir olabilir?! Subhânallâh! Bu ne

de kötü bir iddiadır!

Mürcie Mezhebinin ğulatının/aşırılarının nezdinde küfür sadece kalp ile inkâr et-

mekten ibarettir. Onlara göre ameller imandan ayrı olduğu için küfrü gerektiren hiçbir

eylem ve söylem kalben kabul edilmediği sürece kişiyi dinden çıkarmaz. Örneğin, kişi

Allah ve Rasûlü’ne sövse, Kur’an’ı tahkir etse, putlara tapsa, Allah’ın kitabını bir tarafa

atarak kendi heva ve hevesine göre kanunlar çıkarsa, ehli küfre has olan zünnar ve haç

işareti gibi simgeleri taksa, Müslümanlara düşmanlık etse, İslam’ı yok etmek isteyen kâ-

60

Buharî, İman, 52.

Page 66: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

firlere gerek maddi gerekse manevî her türlü yardımda bulunsa, küfrün ordularında

Müslümanlara karşı savaşsa ve daha burada sayamayacağımız nice küfür amellerini

yapsa kalben Allah’ı bildiği için dinden çıkmış olmaz. Bu kimse Ebu Bekir radıyallâhu anh

gibi bir mümindir!

İşte bu inanış İslam âleminde birçok yanlışa sebep olmuştur. Bu yanlışların başında

İslam’la uzaktan-yakından alakası olmayan yönetici tabakasının Müslümanlar üzerine

musallat olması gelmektedir. Bunun kadar tehlikeli olan diğer bir husus ise bu liderlerin

Allah adına halka sevdirilerek onların itaatinin sağlanması ve gerçek yüzlerinin halktan

gizlenmesidir. Dinlerine gereken önemi vermeyen halklara bu mezhebin sapkın inancı

anlatılarak onların uyanması sağlanmalıdır. Maalesef bu mezhebin fasit görüşleri halkla-

rı da etkisi altına almıştır. Bu gün halktan birisi küfür ameli işlediği zaman ona “sen din-

den çıktın” denilecek olsa alınacak cevap hemen hazırdır “Sen kalbime bak!”

Bu akidenin fasit görüşleri neticesinde insanlar küfür söz ve amellerine karşı son de-

rece duyarsızlaşmışlardır. İnsanın alabildiğine bu söz ve amellerden kaçınması gerekir-

ken birde görürsün ki o buna hiç de aldırış etmemektedir. Bu musibetten Rabbim bizleri

kurtarsın.

7) Kelime-i Tevhid için örnek verilen bu ağacın diğer bir özelliği de; meyvesinin geçi-

ci ve mevsimlik değil, daimî olmasıdır. Üzerinden her ne kadar zaman geçerse geçsin bu

ağaç meyvesini vermeye devam edecektir. Tıpkı Kelime-i Tevhid gibi… Bu kelime namaz,

oruç, zekât ve hac gibi diğer ibadetlerin aksine daimî olma özelliğine sahiptir. Bu ibadet-

ler semeresini belirli bir an için verirken Kelime-i Tevhid semeresini sürekli verir. Eğer

kul, bir an olsun o kelimeyi ihmal edecek olsa, artık imanını yitirmiş sayılacaktır. Kişi

her hal ve durumunda bu kelime ile beraber olmak zorundadır. Evinde, işinde, çarşıda,

pazarda, barışta, savaşta, dostlukta, düşmanlıkta, seferde, hazarda her yer ve zamanda o

kelime ile beraberdir. O kelime her an onun için yemişini ve meyvesini verir. Her zaman

kendisini doğruya ve tevhidî bir hayata yönlendirir. Her işe ve tüm olaylara tevhid pen-

ceresinden bakmasını sağlar. Kul artık öyle bir hal alır ki, bu kelimenin güzel gördüğünü

güzel, çirkin gördüğünün çirkin görür. İşte bu şekilde her an meyvesini vermiş olur. “(O

ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir.” (İbrahim, 25)

8) Bir ağaç ne kadar büyür, gelişir ve meyve verirse o kadar etrafına olan faydası ar-

tar. Küçük ağaçlar üç-beş kişinin ihtiyacını ancak karşılayabilirken, büyük ağaçlar bazen

yüzlerce kişinin ihtiyacını hiç zorluk çekmeden rahatlıkla karşılayabilir. Gerek verdiği

meyvesi ile gerekse etrafına yaydığı gölgesi ile insanlığa hizmet eder. Tevhide iman eden

bir müminde aynen böyle olmalıdır. “Lâ İlâhe İllallah” dedikten sonra yerinde saymama-

lı, sürekli kendisini geliştirerek insanlığı kendi gölgesinden ve güzel meyvelerinden fay-

dalandırmalıdır.

Bu anlattıklarımız, bu örnekten çıkarılmış manalardan bazılarıdır. Ayet üzerinde ge-

rekli düşünmeyi yapan bir kardeşimiz elbette daha güzel ve farklı anlamlar çıkarabilir.

Page 67: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Allah, Kur’ân’ı anlamayı, örneklerini hakkıyla idrak etmeyi ve bu örneklerden gerekli

dersleri çıkarmayı hepimize nasip ve müyesser eylesin. (Âmîn)

“(İşte) Allah, öğüt almaları için insanlara böyle benzetmeler yapar.” (İbrahim, 25)

Page 68: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

GELİN, BİR SÜNNETİ İHYA EDELİM!

asûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetini yaşamak, onu hayata hâkim kılmak ve bu

uğurda çaba harcamak her müslümanın en öncelikli görevlerinden birisidir.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i sevmek yalın söz ile olacak bir şey değildir. Ak-

sine O’nu sevmek; O’na uymayı, O’nun gittiği yoldan gitmeyi ve O’nun yaptıklarını yapmayı

gerektirir. Rabbimiz şöyle buyurur:

“(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin

ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve merhamet edicidir. (Âl-i

İmrân, 31)

Bu ayette Rabbimiz, “Ben Allah’ı seviyorum” iddiasının doğru olup-olmadığını ortaya

çıkaracak ölçünün, ancak Rasûlü’ne itaatten geçtiğini beyan etmektedir. Eğer kişi Allah’ı

seviyorsa Rasûlü’ne itaat etmelidir. Eğer itaat etmiyorsa bu kesinlikle o kulun Allah’ı

sevmediğini gösterir. Bu kaçınılmaz olarak böyledir. Ayetin devamının bildirdiğine göre,

Allah’ın bizleri sevmesinin ve günahlarımızı bağışlamasının yegâne şartı da yine

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e itaattir. Şayet Allah’ın bizleri sevmesini ve günahlarımızı

bağışlamasını istiyorsak, o zaman Rasûlullah’a itaat etmemiz gerekmektedir. Bu anlatı-

lanlardan açıkça anlaşıldığına göre; bir insan eğer peygambere itaat etmiyor, O’nun sün-

netini yaşamıyor ve hayatını O’na benzetmeye çalışmıyorsa, o zaman o, “Ben Allah’ı se-

viyorum” iddiasında kesinlikle yalancıdır. O aslında Allah’ı sevmemektedir. Zira şayet

sevse idi, o zaman Rasûl’e uyar ve O’nun yolundan gitmeye çalışırdı…

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in peygamber olarak gönderilişi ile bizim aramızda 1400

küsür yıl vardır. Bu süre zarfında Efendimizin yaptığı bazı fiiller –geçen bu süre zarfından

dolayı– unutulmaya yüz tutmuş veya insanların gafletinden dolayı terk edilir olmuştur. Terk

edilen veya unutulan sünnetleri ihya etmek, büyük bir ecir elde etmeye vesile olduğu gibi,

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sevgisini kazanmaya ve cennette O’na komşu olmaya da

vesile olur.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, Enes b. Mâlik radıyallâhu anh’a şöyle buyurmuştur:

“Yavrucuğum! Hiçbir kimseye karşı kalbinde bir hile ve kin beslemeksizin sa-

bahlamaya ve akşamlamaya gücün yeterse bunu mutlaka yap. Rasûlullah sallallâhu

aleyhi ve sellem sonra şöyle devam etti: “Yavrum! İşte benim sünnetim budur. Kim benim

sünnetimi yaşatırsa beni sevmiş olur. Beni seven de Cennet’te benimle birlikte

olacaktır.” (Tirmizî, 2678)

R

Page 69: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Yine Tirmizî’nin rivayet ettiği bir hadisinde de şöyle geçer: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem

Bilâl b. Hâris’e: “Bil bakalım” buyurdu. Bunun üzerine Bilâl radıyallâhu anh: “Neyi bileyim? Ey

Allah’ın Rasûlü!” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Benden sonra sünnetimden kaldırılan bir sünneti kim ihya edip ortaya çıkarırsa

ona, o sünnetle amel edenler kadar sevap vardır. Amel edenlerin sevapları da hiç ek-

siltilmez. Ve yine her kim de, Allah ve Rasûlünün razı olmadığı, sonradan çıkan bir

bidati ortaya çıkarırsa, o kimseye o bidatle amel edenlerin günahları da birlikte yazı-

lır ve onların günahlarından da hiçbir şey eksiltilmez.”61

Bir hadiste de şöyle geçer:

“Ümmetimin bozulduğu/fesada uğradığı dönemlerde sünnetime sarılan kimseye

şehid ecri verilecektir.”62

Efendimize olan sevgimizi göstermek ve hadislerde zikredilen bu müthiş müjdeye nail

olabilmek için O’nun unutulmuş bir sünnetini ihya etmek istiyoruz. Rabbim bizleri sünneti

yaşayan, yaşatan ve onu müdafaa eden kullarından eylesin. (Âmîn)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in

Tesbih Çekme Şekilleri/Modelleri

Tespit edebildiğimiz kadarıyla, Efendimiz aleyhisselam’ın farz namazların hemen akabin-

de63 4 farklı şekilde tesbih çekme modeli vardır. Şimdi sırasıyla bunları zikredelim.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

1) “Her kim (farz) namazdan sonra 33 defa “Subhanallah”, 33 defa “el-Hamdülillah”

ve 33 defa “Allahu Ekber” der, sonrasında da: “La ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh,

lehü’l mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadir” diyerek yüze tamamlarsa,

deniz köpüğü bile kadar olsa bütün günahları bağışlanır.”64

2) “Her farz namazdan sonra peş peşe söylenecek bazı sözler vardır. Bu sözleri söy-

leyen sevabından asla mahrum olmaz. Söylenecek bu sözler 33 defa “Subhanallah” 33

defa “Elhamdülillah” ve 34 defa “Allahu Ekber” sözleridir.” 65

3) Zeyd b. Sabit anlatır: Bizler, her namazdan sonra 33 defa “Subhanallah”, 33 defa

“Elhamdülillah” ve 34 defa “Allahu Ekber” demekle emrolunduk. Ensar’dan bir adama

rüyasında, “Hz. Peygamber, her namazdan sonra şöyle şöyle demenizi emretti mi?” diye

soruldu. Ensar’dan olan adam: “Evet” dedi. Rüyada görünen kişi: “Bunları 25’er defa söy-

leyin ve buna tehlil (La ilahe illallah demeyi) de ekleyin” dedi. Sabah olunca, Ensar’dan

61

Tirmizî, 2677. 62

Daîfu‟l-Camii‟s-Sağîr, 5913. Bu hadis senet itibari ile zayıftır. 63

Bu gün Türkiye Müslümanları, tesbihâtlarını maalesef farz namazlarının hemen akabinde değil de, sünnet

namazların akabinde yapmaktadır. Oysa Sünnet-i Seniyye‟nin ortaya koyduğuna göre; tesbihat, farz namazın

hemen akabinde yapılır. Bizler her noktada Rasulullah‟ı örnek almakla mükellef olduğumuz için bu konuda da

O‟nu örnek almalı ve sünnetin bize öğrettiği şeye tabi olmalıyız. Allah sünnete tabi olmayı bizlere kolay kılsın.

(Âmîn) 64

Müslim, 597. 65

Müslim, 596.

Page 70: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

olan adam Hz. Peygamberin yanına gitti ve rüyasını ona haber verdi. Bunun üzerine Hz.

Peygamber: “Böyle yapın” buyurdu.66

4) “İki özellik vardır ki Müslüman bir kul buna güzelce riayet ederse mutlaka cenne-

te girer. Bu çok kolaydır ama bununla amel eden azdır. Her namazın ardından 10 defa

“Subhanallah” 10 defa “Elhamdülillah” ve 10 defa da “Allahu Ekber” demektir ki, bu gün-

de 150 eder. Mizan da ise 1500 eder. Yatağına girdiğinde 34 defa “Allahu Ekber” 33 defa

“Elhamdülillah” ve 33 defa da “Subhanallah” demek dilde 100, Mizan da ise 1000 eder.

Acaba hanginiz bir gün ve gecede 2500 günah işler ki?”67

Aktardığımız bu rivayetlerden, Rasulullah aleyhisselam’ın farz namazların hemen aka-

binde nasıl tesbihat yaptığını ve bu tesbihatların ne gibi faydaları olduğunu öğrendik.

Toplumumuzun geneli açısından değerlendirdiğimizde bu tesbih türlerinden sadece bir

tanesi yaygındır. O da ilk verdiğimiz rivayette geçen şekildir.

Diğer tesbih çekme modellerini de hayatımıza kazandırarak −üstte de belirttiğimiz

gibi− ölmüş bir sünneti ihya edebilir ve bu sayede Rasulullah’ın sevgisine mazhar olabi-

liriz.

Dört numaralı rivayette geçen “Bu çok kolaydır ama bununla amel eden azdır”

ifadesi bizi harekete geçirmeli ve o ‘az’ kimselerden olabilmek için mutlaka bu hadisle

amel etmeliyiz.

Konumuza ışık tutan diğer bir rivayeti daha aktararak yazımızı sonlandırmak istiyo-

ruz.

Enes b. Malik radıyallâhu anh’den şöyle rivayet edilmiştir: Bir gün Ümmü Süleym radıyallâhu

anhâ, sabah erkenden Peygamberimize geldi ve: “Ya Rasulullah! Bana namazlarımda söy-

leyeceğim bir şeyler öğret” dedi. Bunun üzerine Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem: “10 defa

‘Allahu Ekber’, 10 defa ‘Subhanallah’ ve 10 defa da ‘Elhamdülillah’ de, sonra da Al-

lah’tan ne dilersen dile…” buyurdu.68

Bu hadis, dua ve niyazlarımızı tesbihten sonraya bırakmanın güzel bir şey olduğuna

işaret etmektedir. Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in: “10 defa ‘Allahu Ekber’, 10 defa

‘Subhanallah’ ve 10 defa da ‘Elhamdülillah’ de, sonra da Allah’tan ne dilersen dile…”

sözünden bunu anlayabiliriz. Allah en iyisini bilendir.

66

Tirmizî, 3413, Nesaî, 1350. 67

Ebu Dâvut, 5065, Tirmizî, 3410. 68

Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi rivayet etmiştir. Hadis "hasen"dir.

Page 71: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

İNSANOĞLU NE DE ZALİM!

(Nahl, 62)

ir evinizin olduğunu düşünün… Oranın her şeyi sizin sorumluluğunuz altında.

Ev hakkında ki her şeye siz karışıyor, oranın idare ve yönetimini siz sağlıyor-

sunuz. Evin boyasından tutun da döşenmesine kadar her şey, sizin emriniz ve

zevkiniz uyarınca düzenlenmiş… Derken birileri sizin evinize geliyor ve evin idaresine

dair koymuş olduğunuz kuralları ve zevkinizi hiçe sayarak:

* “Kardeşim bu niye böyle?”

* “Bu böyle olmaz!”

* “Bu rengi değiştirmelisiniz”

* “Bu mobilyaların yerleri iyi değil”

* “Bunu şöyle yapmalısınız”

* “Şunu şöyle yapmalısınız” şeklinde söz söylüyorlar.

Allah için söyleyin, birilerinin sizin ev idarenize veya ev zevkinize karışmasını ister

ve buna razı olur musunuz? Sadece siz değil, her halde yeryüzünde ki insanların hiçbiri-

si, –bir istisna olmaksızın– birilerinin kendi ev idare ve yönetimine karışmasını, müda-

hale etmesini ve orada söz sahibi olmasını asla istemez. Böylesi bir müdahale onları ra-

hatsız eder.

Ve yine siz, böylesi densiz konuşan birisine: “Sana ne kardeşim, evin sahibi sen mi-

sin? Sen de kim oluyorsun? Bu ev benim. Bu mülk bana ait. Dilediğim renge boyar, iste-

diğim şekilde döşerim. Sana mı soracağım?” demez misiniz?

İnsanlar kendileri için hoşlanmadıkları, sevmedikleri ve asla razı olmayacakları şey-

leri maalesef– Allah’a nispet edebiliyorlar. Kendi mülkleri olan evlerine dışarıdan hiçbir

müdahaleyi kabul etmedikleri halde, Allah’ın mülkü olan yeryüzüne ve oranın idaresine

Allah’tan başkalarının müdahale etmesini, Allah’a rağmen orada söz söylemelerini, ora-

nın yönetim ve idaresini Allah’tan başka birilerinin üstlenmesini hoş karşılayabiliyorlar!

Hatta bırakın hoş karşılamalarını, bunun böyle olması gerektiğini her fırsatta dile ge-

tiriyor ve buna bütün güçleriyle destek veriyorlar! Yaptıkları bu küstahlık yetmezmiş

gibi, birde Allah’ın, cenneti onlara vereceğini, kendilerinin inşâallah cennet ehlinden ol-

duğunu, söylüyorlar!

B

Page 72: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Bu onların uydurageldiği, zannettiği, hakikati olmayan koca bir yalandır!

Hem Allah’ın arzında yaşayacaksın, hem de Allah’tan başkalarının orada söz sahibi

olmasını isteyecek ve destekleyeceksin! Sonra birde utanmadan: “Allah bizi cennetine

koymazsa şu komünistleri mi koyacak?!” diyeceksin…

Vallahi mesele öyle basit değil.

Allah’tan başka birilerine egemenlik ve hâkimiyet hakkı verdiğin, Allah’ın arzında

onları da söz sahibi kıldığın, Allah’ın emir ve yasaklarına rağmen onların emir ve yasak-

larını dikkate aldığın halde utanmadan bir de cennet beklentisi içerisinde olman büyük

bir aldanma, inanılmaz bir yanılgıdır!

Üstte zikrettiğimiz ayetin son kısmı, böylesi insanların –bırakın cennete girmesini–

cehenneme ilk olarak girecek güruhun bunlar olacağını açıkça beyan ediyor.

Cehenneme ilk girecek olanlar…

Yani kendi evine babasını bile karıştırmadığı halde, Allah’ın arzına birilerinin karış-

masını isteyenler…

Yani kendi evinde bir başka insanın söz söylemesine rıza göstermediği halde, Allah’ın

arzında müstekbir tağutların söz sahibi olmasından razı olanlar…

Yani kendi iş yerlerinde sadece kendilerinin sözünün dinlenmesini istedikleri ve en

yakınları bile olsa bir başkasının orada tek bir kural koymasına dahi tahammül edeme-

dikleri halde, Allah’ın mülkü olan şu topraklarda kendileri gibi aciz insanların, yarın ne

olacağını bilemeyen zavallıların, bu gün “güzel” dediğine yarın “kötü” diyebilen basit

kimselerin Allah’ın kitabına aykırı kanun ve kural koymasına seslenmeyen kimseler…

Evet, işte bunlar cehenneme ilk girecek olanlardır. Bunlardır kendileri için hoş gör-

mediklerini Allah için hoş görenler.

Allah’ım! Sen bizleri bunlardan etme!

Sen bizleri, Sana rağmen söz söyleyen, Sana rağmen tercih yapan ve Sana rağmen

hüküm verenlerden eyleme!

Bunları seven ve bunlara “eyvallah” diyenlerden de kılma bizleri ya Rab!

“Hoşlarına gitmeyen şeyleri Allah’a isnad ederler. En güzel sonuç (cennet) kendi-

lerininmiş diye de dilleri yalan uyduruyor. Hiç şüphe yok ki onlara cehennem vardır

ve onlar oraya en önde sokulacaklardır.” (Nahl, 62)

Page 73: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

TEN RENGİ İNCE ÇORAP!

on zamanlarda çarşı-pazarlarda yeni bir çarşaflı Müslüman bayan tiplemesi ile

karşılaşıyoruz: Üstü siyah çarşafla örtülü, yüzü, hatta gözü dahi kapalı; ama

ayaklarına giymiş olduğu ‘babet’ modeli ayakkabı veya ‘sandalet’ nedeni ile

siyahın içerisinden adeta “Ben buradayım” diye nida eden ve beden rengini ele veren

ince, şeffaf ve ten rengi çoraplı sözüm ona tesettürlü bacılar!

Değerli kardeşlerim;

Böylesi bir yazıyı kaleme almak belki de bizim pozisyonumuzda olan ilim talebesi

kardeşler için hiç de hoş değil, bunu biliyorum. Lakin “İyiliği Emretme ve Kötülükten

Sakındırma” ilkesinden hareketle Allah için uyarıda bulunmamızın gerekli olduğunu da

biliyorum. Bu iki gerçek arasında uzun bir süre düşündüm ve “Acaba bu yazıyı kaleme

alarak bacılarımızın diline düşer miyim?” diye ciddi anlamda tereddüt yaşadım. Ama sırf

Rabbimin hesabından korktuğum için, böylesi bir yazıyı kaleme almaya karar verdim. Bu

yazıyı okuyan bacılarımızın da bu noktayı göz ardı etmemelerini ve beni anlayışla karşı-

lamalarını kendilerinden istirham ediyorum.

Her şeyden önce şunu iyi bilmemiz gerekir ki, bu dinin Müslümanlar arasında bo-

zulmadan devam edebilmesi, ancak onların hiç çekinmeden birbirlerini uyarmalarına ve

bu noktada karşılıklı olarak nasihatleşmelerine bağlıdır. Nitekim Efendimiz sallallâhu aleyhi

ve sellem bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Din Nasihatten ibarettir”69

Sahabeden Cerir b. Abdullah radıyallâhu anh ’da şöyle demiştir:

“Ben Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e namazı sürekli olarak düzgün kılmak, ze-

kât vermek ve her müslümana nasihat etmek üzere biat ettim.”70

Bu yazıyı okuyan bacılarımızın bizim sadece ve sadece nasihat babından bu yazıyı

kaleme aldığımızı bilmelerini isterim.

“Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın

yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.” (Hûd, 88)

Değerli bacım! Şunu iyi bilmelisin ki, bir kadının namahrem insanların görebileceği

şekilde vücut hatlarını belli eden dar, ince ve içini belli edecek derecede şeffaf elbise-

ler giyinmesi tüm ulemanın icması ile haramdır. İnce çorap giymekte bu hükme dâhildir.

Allah’ın emrettiği şekilde örtünmeyen bir bayan ten rengi çorap giyse belki fazla dik-

69

Müslim, Kitabu‟l-İman, 95. 70

Buhari, Kitabu‟l-İman, 42.

S

Page 74: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

kat çekmeyebilir. Ama simsiyah çarşaf giydiği halde altına ten rengi veya buna benzer

çoraplar giyen bir bayan son derece dikkat çekmektedir. Bu inkâr edilmez bir gerçektir.

Bu hakikati, ancak erkeklerin his ve duygularını bilmeyen kadınlar idrak edemeyebilir!

Bu nedenle çarşaflı bacılarımızın giymiş oldukları çoraplara son derece dikkat etme-

leri ve bu noktada çok seçici davranmaları gerekmektedir.

Çarşaf giyen, İslam’ı temsil eden ve dış kıyafeti ile ―farkında olmasa bile― aslen fiilî

bir tebliğ yapan bir hanımefendinin ayaklarının rengini belli eden ince çorap veya babet

ayakkabı giymesi ne kadar kötü ve ne kadar iğrenç bir durumdur!

Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem böylesi bir manzarayı görse acaba ne der, nasıl bir ta-

vır sergilerdi?

“Ya Rasulallah! Bunlar 21. yüzyılın muvahhide kadınları, İslam’ın sancaktarları,

mücahid nesil yetiştirecek mümine anneleri” desek acaba ne derdi?

Gözleri dahi görülmeyecek şekilde peçe giydiği halde alttan pırlanta gibi parlayan

ayaklarını teşhir eden Müslüman hanımlar…

Aman yarabbi! Bu ne afet! Sen bize şuur ver, sen bize fikir ver, sen bize idrak nasip

et!

Değerli kardeşim;

Burada vurgulamamız gereken bir hakikat daha var: Unutmayalım ki, tesettürdeki

asıl gaye, kadının yabancı erkeklere karşı cinsî cazibesini gizlemektir. Bu nedenledir ki

İslam, kadının kolundaki altın bileziğin gözükmesine, küpenin, sürmenin, takıların vb.

süslerin açığa çıkarılmasına bile izin vermemiştir. Hatta bu sebebe binaen kadının edalı

konuşmasına ve ayak sesine varıncaya kadar yasaklayıcı hükümler koymuştur.

Bir bayan, ten rengi çorap giyerek insanların dikkatlerini üzerine çekiyorsa, Allah’ın

laneti ile yüz yüze kaldığını ve her an cennetten mahrum olabileceğini unutmamalı ve

hatırından çıkarmamalıdır. Bu noktada Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

“Cehennemliklerden iki grup vardır ki ben onları henüz görmedim: Onlardan

biri, sığırkuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri de, gi-

yinmiş oldukları halde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye

zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cenne-

te giremeyeceklerdir. (Hatta) onlar cennetin kokusunu bile alamayacaklardır. Oy-

sa cennetin kokusu şu kadar uzak mesafeden bile hissedilebilir.”71

Bazı rivayetlerde ise72 böylesi tipleri görenlerin onlara lanet okuması emri vardır.

71

Müslim, Cennet, 52. 72

Bkz. Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 7083 numaralı rivayet.

Page 75: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Allahuekber! Cennetin kokusundan mahrum kalmak ve Müslümanların lanetine ma-

ruz kalmak! Ne korkunç bir felaket; değil mi? Bir Müslüman hiç bu kötü akıbetle yüz yü-

ze kalmak ister mi?

İşte değerli mümine bacım! Eğer giydiğin çoraba, ayakkabıya veya buna benzer diğer

kıyafetlere dikkat etmezsen böylesi kötü akıbetlerle yüz yüze kalabilirsin.

Unutmamalısın ki, senin cihadın da budur. Sen de buna karşı sabrederek Rabbinin

cennetini kazanacaksın. N’olur biraz daha hassas davran, kıyafetlerine biraz daha özen

göster. Özellikle de giyindiğin ayakkabıya ve çoraba dikkat et. Sen buna dikkat etmezsen

sadece harama düşmekle kalmazsın. Bunun yanı sıra birde fasık insanlara “İşte bu çar-

şaflılar böyledir!” “Üste bir bak, alta bir bak!” şeklinde laflar ettirerek İslam’ın pak adının

lekelenmesine sebep olmuş olursun. Bu ise ar ve zillet olarak sana yeter. Unutma ki sen

sadece “Sen” değilsin. Aksine sen, giydiğin kıyafet sayesinde İslam’ın bir temsilcisisin.

Mümessilin kötü tanıtımından dolayı temsil edilen şey zarar görürse fatura kime kesilir?

Bu nasihatlerimize Allah için kulak ver ve bizleri bu uyarılarımızdan dolayı mazur

gör. Rabbim bizi ve seni razı olduğu ameller işlemeye muvaffak kılsın.

“Ben sadece gücüm yettiğince (sizi) düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın

yardımı iledir. Ben sadece O’na tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.” (Hûd, 88)

Page 76: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

ÖRTÜLÜ BACILARA ÖNEMLİ BİR NASİHAT

eğerli bacım! Allah bize ve size merhamet etsin. Eğer lütfeder de senin saa-

detini temin etmek için kaleme alınmış şu üç-beş satır yazıyı okursan, içeri-

sinde sana Allah için yapılmış bazı nasihatler bulacaksın.

Bacım! Unutmamamız gerekir ki, Allah’ın bizlerin saadeti için göndermiş olduğu bu

mübarek dinin özü, nasihatleşmekten ve birbirimizi ikaz etmekten ibarettir. Bu nedenle

bizlerin birbirine nasihat etmesi ve -şayet varsa- hatalarımızı düzeltmesi gerekmektedir.

Bu gün şu topraklarda yaşayan nice örtülü kadın, İslam’ın kendilerine emretmiş ol-

duğu gerçek tesettür şeklini bilmemektedir. Bunun birçok sebebi olmakla birlikte tespit

edebildiğimiz kadarıyla en önemlileri üç tanedir:

1) Batı tipi kıyafetlere özenti,

2) Açık-saçık kadınlar yanında eziklik duyma,

3) Hocaların yanlış yönlendirmesi.

Müslüman bir kadın, bazen etrafındaki açık-saçık kadınlara özenti duyarak, bazen

kendisini onlardan daha düşük seviyede hissettiği için, bazen de aşağılık kompleksine

kapılarak -tam onlar gibi olmasa da- onların kıyafetlerini andırır elbiseler giyebilmekte

ve onların hoşnutluğunu kazanma adına âlemlerin Rabbi olan Allah’ı gücendirmektedir.

Bacılarımızdan dileğimiz odur ki, inandıkları din ile kendilerini izzetli hissetsinler;

iman ettikleri, her şeyin sahibi olan Allah’a kulluk yaptıkları ve gerçek iffeti temsil eden

İslamî kıyafetlere sahip oldukları için başları dik olsun. İslam’ın ikinci halifesi Ömer

radıyallahu anh der ki:

“Allah bizleri İslam ile şereflendirmiştir. Bu nedenle biz her ne zaman izzet ve

şerefi İslam’dan başka bir şeyde ararsak, o zaman Allah bizi zelil edecektir.”

İşte bu nedenle Müslüman bacımız, kıyafeti ile onur duymalı, kendisini izzetli his-

setmeli, başını dik tutmalı, iffet ve namusunu muhafaza edecek elbiseler tercih ederek,

batının ön gördüğü kılık-kıyafetten uzak durmalıdır.

Bu kısa hatırlatmadan sonra İslam’ın Müslüman kadına tavsiye ettiği giyiniş şekline

dair bazı bilgileri -malumun ilamı babından- yeniden gündeme getirebiliriz:

Kadın Avrettir

D

Page 77: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Müslüman bir kadının yabancı erkeklere karşı vücudunun tamamı avrettir;73 bu ne-

denle vücudunun örtülmesi gerekmektedir. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Mümin hanımlara söyle: Gözlerini korusunlar, namus ve iffetlerini muhafaza

etsinler. Görünen kısmı müstesna olmak üzere, ziynetlerini (süslerini ve süs taktık-

ları organlarını) teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) ört-

sünler…” (Nûr Suresi, 31)

Dış Örtü Şarttır

Kadınların, evde giyindikleri elbiselerden farklı olarak bir dış elbise daha giyme zo-

runlulukları vardır. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dış elbiselerini

üstlerine giymelerini söyle. Bu onların tanınıp, kendilerine sarkıntılık edilmemesi

için daha uygundur. Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (Ahzâb Suresi, 59)

Bundan dolayı kadının kendi evinde giydiği pantolon, pijama, etek vb. elbiselerle dışarı

çıkması yasaktır. Kadının bunların haricine birde pardösü veya çarşaf gibi ek bir elbise

daha giymesi gerekmektedir.

Kadının Elbisesi Nasıl Olmalıdır?

İslam’ın kadınların giyimleri hakkındabelirlemiş olduğu temel prensipler vardır. Bu

prensiplerden bazıları erkekler içinde aynen geçerlidir. Bunlara dikkat edildikten sonra

geriye bir problem kalmamakta, müslümanları birbirinden ayrı kılacak her hangi bir

fark bulunmamaktadır; yeterki tüm mümine kadınlar bunlara dikkat etsin…

Şimdi, İslam’ın bu prensiplerini maddeler halinde zikretmeye çalışalım:

Bir elbise veya kıyafet:

a) Altını Gösterecek Kadar Şeffaf Olmamalıdır.

Müslüman kadının elbisesi sık dokunmuş ve altını göstermeyen kalınlıkta olmalıdır.

Cildin rengini gösterecek derecede ince olan elbise ile avret yeri örtülmüş sayılmaz. Ba-

cakları gösteren, ince çoraplar -renkleri siyah bile olsa- hep bu kapsamda değerlendirilir.

Bu nedenle avret yerlerini belli edecek kadar ince, altını gösteren şeffaf elbiseler İs-

lam’da kesin surette yasaktır; haram kılınmıştır.

b) Dar Olmamalıdır.

Elbisenin uzuvları belli edecek şekilde dar olması da asla caiz değildir. Elbise şeffaf

ve çok ince olmasa bile, şayet organların şeklini ortaya koyuyorsa yine tesettür gerçek-

leşmiş sayılmaz. Pantolonlar, kalçaları belli edecek etekler ve hatta bu şekildeki pardö-

süler hep İslam’ın yasak kabul ettiği elbise türlerindendir.

c) Dikkat Çekici Olmamalıdır.

73

Bazı âlimler yüzü ve bileklere kadar eli istisna etmişlerse de, bu, sahih delillerden yoksun zayıf bir görüştür..

Page 78: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Giyilen kıyafetin veya örtülen başörtüsünün, erkeklerin dikkatini uyandıracak, bakış-

larını çekecek şekilde olmaması, cinsel cazibeyi ortaya çıkarmaması gerekmektedir. Er-

kekleri tahrik edecek her türlü kıyafet İslam’da yasaktır.

d) Erkek Elbisesine Benzememelidir.

Kadının kıyafeti erkeğinkine, erkeğin kıyafeti de kadınınkine benzememelidir. Ebu

Hureyre radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ’in: “Kadın gibi giyinen erkeğe, erkek

gibi giyinen kadına lânet ettiğini”74 bizlere bildirmektedir. Bu nedenle her iki cins de,

karşı cinsin kıyafetlerini giymemeli, giymemeye özen göstermelidir.

Kadın Çekiciliği İle Yaratılmıştır

Allah Teâlâ, kadınlara ciddi anlamda bir cazibe ve çekicilik vermiştir. Rabbimiz bu

gerçeği şu şekilde dile getirir:

“Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi

nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının

geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.” (Âl-i İmran, 14)

Bu gün kadınlarımız, maalesef kendilerindeki bu özelliği bilmemekte ve erkekleri ne

derecede etkilediklerinin farkında olamamaktadırlar. Kadın, sesi ile bile erkekleri cezp

edebilmekte, sıra dışı en ufak hareketi ile bile onları etkileyebilmektedir. Bu nedenle

Allah’a iman etmiş bir kadının insanları tahrik etmesi, etkilemesi ve onları kötü düşünce-

lere sevk etmesi asla düşünülemez. Ama kadınlarımız erkeklerin kendilerinden bu kadar

etkilendiğinin belki farkında bile değillerdir. İşte bu gerçeği hatırlatarak bacılarımıza

daha dikkatli olmalarını öğütlüyoruz.

Müslüman bir erkek açık-saçık kadından daha çok, kapalı kadınlardan etkilenmekte-

dir. Onların cazibesi, Müslüman bir erkeğin nazarında açık kadınların cazibesinden kat

be kat daha fazladır. Bu nedenle örtülü bacılarımızın kendilerine daha çok dikkat etme-

leri gerekmektedir. Eğer bacılarımız buna dikkat etmezlerse o zaman iki suç birden iş-

lemiş olurlar:

1) Allah’ın emrine uygun hareket etmedikleri için Allah hakkında bir suç.

2) Bir insanı tahrik ederek kul hakkı ihlali yaptıkları için insan hakkında bir suç.

İşte bu nedenle Müslüman bir bayan çekici, cazibeli, dar, şeffaf, rengârenk ve tahrik

edici bir kıyafet giydiğinde durup düşünmeli: “Ben hem Allah’ın istemediği bir kıyafet

giyiyorum, hem de beni gören her bir erkeğin hakkına giriyorum” diye…

İşte tüm bu anlattıklarımızdan dolayı kadının, çekiciliğe götüren ve insanları tahrik

eden her türlü kıyafet, hareket, eylem ve söylemden uzak durması gerekmektedir.

74

Ebû Dâvûd, Libas, 28.

Page 79: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Şimdi burada insanları etkileyen ve İslam’da haram kılınan bazı hususları da hatır-

latmak istiyorum:

1) Kadın Dışarıya Çıkarken Koku Kullanmamalıdır.

Ebû Musa el-Eş’arî radıyallahu anh, Rasülullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Koku sürünen ve

kokusunu hissetsinler diye bir topluma uğrayan kadın hakkında çok ağır sözler

söylediğini” bize bildirir.”75 Kadının kocasından başkasına koku/parfüm sürünmesi

Allah’ın gazap ettiği bir davranıştır ve İslam’da kesin olarak yasaklanmıştır.

2) Konuştuğunda Çekici Ve Edalı Konuşmamalıdır.

Rabbimiz şöyle buyurur:

“...Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir edâ ile ko-

nuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır...” (Ahzâb Suresi, 32)

Kadının sesini güzelleştirerek konuşması da erkekleri etkileyeceği için haramdır; bir

bayana, hele hele Müslüman bir hanıma asla yakışmaz!

3) Ayakkabısına Dahi Dikkat Etmelidir.

Rabbimiz, birçok bacımızın haberdar olmadığı veya önemini kavrayamadığı bir aye-

tinde şöyle buyurur:

“...Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye, ayaklarını yere vurmasınlar

(dikkatleri üzerlerine çekecek şekilde yürümesinler).” (Nûr Suresi, 31)

Allahu Ekber! Acaba bacılarımız bu ayetten ne kadar haberdar?

Bacım! Topuklu ayakkabı giydiğinde çıkan her seste Rabbini gücendirdiğini unutma!

İnsanların beğenisi için hiç Rabbimiz gücendirilir mi? İnsanlar için Allah’ın emrine karşı

gelinir mi? Allah rızası için bunu iyi düşün!

Bacım! İslam, kadının ayakkabısının bile nasıl olması gerektiğini tarif etmekten geri

durmamıştır. İslam’da kadın ayakkabısı; insanların dikkatlerini çekecek biçimde ses çı-

karmayacak ve çekici olmayacak türden olmalıdır; aksi halde Rabbimizin bu emrine ay-

kırı hareket etmiş oluruz.

Unutmayalım ki, tesettürdeki ana gaye ve hikmet; kadının yabancı erkeklere karşı

cinsî cazibesini veya güzelliklerini gizlemektir. O yüzden, İslam kadının kolundaki altın

bileziğin gözükmesine, küpenin, sürmenin, takıların vb. süslerin açığa çıkarılmasına bile

izin vermemiştir. Hatta bu nedenle kadının edalı konuşmasına ve ayak sesine varıncaya

kadar yasaklayıcı hükümler koymuştur.

Son Olarak;

Değerli bacım! Son olarak sana Peygamber Efendimizin bir hadisinin hatırlatmak is-

tiyorum:

75

Ebû Davud, hadis no: 4173.

Page 80: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

“Cehennemliklerden iki grup vardır ki ben onları henüz görmedim: Onlardan

biri, sığırkuyrukları gibi kırbaçlarla insanları döven bir topluluk. Diğeri de, gi-

yinmiş oldukları halde çıplak görünen ve öteki kadınları kendileri gibi giyinmeye

zorlayan ve başları deve hörgücüne benzeyen kadınlardır. İşte bu kadınlar cenne-

te giremeyeceklerdir. (Hatta) onlar cennetin kokusunu bile alamayacaklardır. Oy-

sa cennetin kokusu şu kadar uzak mesafeden bile hissedilebilir.”76

Diğer bir rivayette ise aynı şekilde çok korkutucu bir ifade daha yer almaktadır. Ba-

kın, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ne buyuruyor?

“…O kadınlar giyinmişlerdir; (ama hakikatte) çıplaktırlar. Onların başlarında

(topuz yaptıklarından dolayı) deve hörgücü gibi bir çıkıntı vardır. Onlar melun-

durlar/Allah tarafından lanetlenmişlerdir. Sizden her kim onları görürse onlara

lanet etsin!”77

Bacım, tüm bu yazdıklarımızla Allah için sana nasihatte bulunmak istedik. Bu nasi-

hatlere dikkat edersen, Rabbini razı eder ve cennet yolunda ciddi bir adım atmış olur-

sun. Dikkat etmezsen yazı içerisindeki ayet ve hadisleri daha sonra tekrar okuyup üze-

rinde düşünmeni tavsiye ederiz. Hidayet yalnız Allah’tandır.

76

Müslim, Cennet, 52. 77

Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 7083.

Page 81: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

ACABA HANGİSİ DAHA HAYIRLI

İLİM Mİ MAL MI?

slam’ın dördüncü Raşit Halifesi Ali radıyallâhu anh, meşhur talebelerinden birisi olan

“Kümeyl b. Ziyad”a bazı nasihatlerde bulunur… İmam’ın nasihatleri, içerik olarak

çok güzel, çok hoştur. Her Müslümanın son derece dikkat etmesi gereken husus-

ların altını çizmiştir. Lakin bunların içerisinde bir bölüm var ki, bu bölüm özellikle dikka-

te şayandır. Ali radıyallâhu anh, bu bölümde ilimle malı karşılaştırmış ve ilmin her halükar-

da maldan daha üstün olduğunu vurgulamıştır.

Bakınız, Ali radıyallâhu anh, talebesi Kumeyl’e ne diyor:

“Ey Kumeyl! (bilmelisin ki) ilim maldan daha hayırlıdır. Çünkü ilim seni korur-

ken, malı sen korursun. İlim hâkim, mal ise mahkûmdur. Harcamada bulunmak

malı azaltırken, ilimden harcamak onu artırır.”

Bu nasihat gerçektende çok önemli ve üzerinde düşünmeye değerdir. Ali radıyallâhu

anh’ın bu tespitinin ardından, kendisinden sonra gelen ilim sahibi kimseler, bunu dü-

şünmüş ve ilmin hangi yönlerden maldan daha hayırlı ve daha üstün olduğunu tespit

etmeye çalışmışlardır.

Şimdi burada İslam âlimlerinin Ali radıyallâhu anh’ın bu nasihatinden hareketle ilmin

maldan üstün olduğunu söyledikleri yerleri zikretmeye çalışacağız. Allah hepimizi gere-

ğince nasihat alanlardan eylesin.

İlim maldan üstündür; Çünkü:

1) İlim peygamberlerin; mal ise kralların ve zenginlerin mirasıdır.

2) İlim sahibini korur; malı ise sahibi korur.

3) İlim harcandıkça artar; mal ise harcandıkça azalır.

4) İlim, kabirde dahi sahibi ile beraberdir; mal ise -sadaka-i cariye olması müstesna-

ölümüyle birlikte sahibinden ayrılır.

5) İlim hâkim, mal mahkûmdur.

6) Malı iyi-kötü, Müslüman-kâfir herkes elde edebilirken; faydalı ilmi ancak mümin

elde edebilir.

7) Âlime krallarda ihtiyaç duyar insanlarda; mal sahibine ise elinde avucunda bir

şeyi olmayan muhtaç ihtiyaç duyar.

İ

Page 82: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

8) Mal sahibi zaman zaman fakir duruma düşebilir; ilim ise yok olması gibi bir şey

söz konusu değildir.

9) Mal insanı dünyaya kul eder; ilim ise Rabbe kul olmaya çağırır.

10) İlimle gelen mutluluk daimîdir; mal ile gelen mutluluk ise geçicidir.

11) Âlimin kadr-u kıymeti zatındadır; zenginin kıymeti ise malındadır.

12) Zengin malı ile insanları dünyaya çağırır; âlim ise ilmi ile ahirete çağırır.

Page 83: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

GAFLETİMİZİ BAĞIŞLA YA RABBİ!

(Âl-i İmran,

14)

abbimizin bu ayetinde ifade edildiği üzere insanoğluna dünya ve dünyalıklar

süslü gösterilmiş, sevimli kılınmıştır. İnsan bu dünyanın geçici zevklerine

meyleden bir karaktere sahiptir. Bu geçici lezzetleri elde etmek için Allah’ın

kendisine farz kıldığı şeyleri bile ihmal etmekten geri durmaz. Dünyaya ve onun geçici

metaına dalar da dalar. İnsandır bu işte; dünyaya ve dünyalıklara meyyaldir.

Ama onun dünyalıklara meyyal olması kendisini Allah’ın emirlerine muhalefet etme

konusunda mazur kılmaz. İnsanoğlu her ne kadar bu dünyalıklara meyyal olsa da mutla-

ka Allah’ın emirlerini öğrenmede, onları yaşamada ve diğer insanlara onları ulaştırma

hususunda bir gayretin içerisine girmeli ve dini için malından ve dünyalıklarından bir

nebzede olsa vakit ayırmayı bilmelidir.

Rabbimiz, akıbetlerinin hüsran olmaması için Kitab-ı Kerimi’nde Müslümanları ön-

ceden uyarmış ve dünyalıkların asla dini öğrenmeye, Allah’ı anmaya ve İslam’ın hakikat-

lerini yaşamaya engel olmaması gerektiğini ısrarla vurgulamıştır. Rabbimiz şöyle buyu-

rur:

“Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah’ı zikretmekten alıkoyma-

sın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.” (Munafikûn,

9)

“Allah’ı zikir” demek Kur’an okumaktan tutunda belirli duaları virt edinmeye kadar

İslam’ın, faziletine işaret ettiği tüm amelleri kapsar.

Müslümanın her daim Allah’ı gündem de tutması, yani onu zikretmesi gerekir. İlim

öğrenmek ve ahirette cennet yurduna ulaşmak için İslam’ın hakikatlerini araştırmak ve

bunlara zaman ayırmak hiç şüphesiz ki bu kavramın içerisine dâhil olan hususların ba-

şında gelmektedir.

Müslüman ilimden müstağni olamaz. Her zaman kendisini yenilemeli, becerebildiği

kadar kendisini zinde tutmalıdır. Bunu yapabilmek içinde gerekirse işinden, gerekirse de

aşından fedakârlık etmeli ve bu hususta asla gevşeklik göstermemelidir.

Bu konuda bizlere örneklik teşkil etmesi açısından sahabenin ileri gelen zatlarından

birisi olan Ukbe İbn-i Âmir radıyallâhu anh’ın bir olayını sizinle paylaşmak istiyorum. Bu

kıssayı okuduktan sonra inşâallah bizde de ilme karşı bir sevgi meydana gelir ve tıpkı

R

Page 84: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Ukbe radıyallâhu anh gibi ilim için dünyalıklarımızdan vazgeçebilme duygusu içimizde beli-

rir.

Ukbe İbn-i Âmir radıyallâhu anh, Rasûl-i Ekrem Efendimizin Medine-i Münevvere’ye hic-

retinden sonra İslâm’la şereflenmiş bir şahsiyettir. Nasıl müslüman olduğunu anlatması

için sözü ona bırakalım.

“İnsanlardan uzak, çöllerde küçük sürülerimin peşinde hayatımı geçiriyordum. Mek-

ke’de yeni dinin ve son Peygamberin geldiğini daha sonra Medine'ye hicret edeceğini

duydum. Kısa bir zaman sonra da Medine’ye teşrif ettiği müjdesini aldım. Bütün Medine-

li müslümanların sevinç haberleri geliyordu. Ben de sürülerimi bırakıp Medine’ye koş-

tum. Huzuruna vardım ve:

– “Ya Rasûlallah! Ben size bey’at edeceğim” dedim. Sevgili Peygamberimiz:

– “Sen kimsin?” dedi. Ben de:

– “Ukbe İbn-i Âmir el-Cuhenî’yim” dedim. Bana:

– “Sence hangisi daha iyi; bedevi bey’ati mi, yoksa hicret bey’ati mi?” dedi. Ben de:

–Hicret bey’ati yapmak istiyorum. Yani, Medine’de kalmak üzere bey’at ediyorum”

dedim. Muhacirlerle beraber yanında bir gece kaldım. Ertesi gün küçük sürümün yanına

döndüm.”

Ukbe radıyallâhu anh ’ın gönlüne İslâm ışığı girmişti, fakat o sevgiliden ayrı kalışı yeni ge-

len vahiyleri duyamaması ona çok zor geliyordu. Kendi ifadesiyle şöyle bir çare bulmuş-

tu:

“Biz on iki arkadaştık. Sürülerimizi otlatmak için Medine’den uzakta kalıyorduk. Ar-

kadaşlarla aramızda: “Biz de hiç iş yok. Yeni gelen vahyi öğrenmek ve Rasûlullah sallallâhu

aleyhi ve sellem’in sohbetinde bulunmak için her gün birimiz Medine’ye gitse, sürüsüne bu-

rada kalanlar baksa diye anlaştık. Ben sürüleri bırakmaktan korkuyordum. Siz gidin ben

sürünüze bakayım. Geldiğinizde, dinlediklerinizi ve öğrendiklerinizi sizden alırım” de-

dim.

Bir müddet böyle nöbetleşe devam ettik. Sonra o sevgilinin yüzünü görememek, hu-

zurunda bulunamamak canıma tak etti ve kendi kendime: ‘Yazıklar olsun sana! Sen bu

sürüler yüzünden mi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sohbetinde bulunmayı terk edi-

yorsun. Gelen vahyi direk onun ağzından duymak, aracısız ondan almaktan bu sürüler

mi seni alıkoyuyor?’ dedim. Gafletten uyanarak kendime geldim ve koyunlarımı bırakıp

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in yakınında bulunmak için Medine’ye hicret ettim. Mescit

de yatıp kalktım.”

Ukbe radıyallâhu anh, tıpkı bir gölge gibi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’i takip etmeğe

başladı. Yolculukta hayvanının yularını tuttu. Ona hizmeti zevk haline getirdi. Efendimiz

de Ukbe’yi çoğu kere terkisine alırdı. Bu sebepten ona “Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in

redifi” (binitinin arkasına aldığı kimse) diye isim verildi. Kendisi şöyle anlatıyor.

Page 85: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Bir gün Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem bana:

– “Ukbe! Sana, şimdiye kadar benzeri görülmeyen iki sûreyi öğreteyim mi?” dedi. Ben

de:

– “Evet, Ya Rasûlallah!” dedim. Bunun üzerine efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem bana

“Felâk” ve “Nas” sûrelerini okudu. Namaz vakti girince imam oldu ve o iki sûreyle namazı

kıldırdı. Daha sonra:

– “Ey Ukbe! Yatarken bu sûreleri daima oku!” buyurdu.

Ukbe radıyallâhu anh Allah’ın sevgilisine yakın olmanın ve ona hizmet etmenin bereketi-

ni, hayatında gördü. Kur’an, hadis, fıkıh ve ferâiz ilminde güzîde bir şahsiyet oldu. Saha-

be arasında ilim ve cihad eri olarak anıldı…

Evet, Ukbe radıyallâhu anh ’ın kısaca hayat hikâyesi böyle. Bu hikâye içerisinde bizim

dikkatimiz çeken ve hepimizin son derece özenle okuması gereken bir yer var. Ben bu

yeri tekrar aktararak üzerinde kısaca birkaç cümle söyleyecek ve etrafımızdaki tüm

Müslümanlara bu hususta biraz daha dikkatli olmaları gerektiğini hatırlatmaya çalışaca-

ğım.

Ukbe radıyallâhu anh koyun sürüsüne olan düşkünlüğünden dolayı Rasulullah’ın yanına

gidip gelmez ve sadece arkadaşlarının kendisine anlattıklarıyla yetinmeye çalışırdı. On-

lar, Rasululah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ilim pınarından kana kana içerlerken Ukbe radıyallâhu

anh sırf koyunları nedeniyle bu pınardan mahrum kalıyor ve sadece arkadaşlarının ken-

disine getirmiş oldukları damlalarla idare ediyordu. Bir ara kendisinin yanlış yaptığının

farkına vardı ve şöyle dedi:

‘Yazıklar olsun sana! Sen bu sürüler yüzünden mi Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in

sohbetinde bulunmayı terk ediyorsun. Gelen vahyi direk onun ağzından duymak, aracı-

sız ondan almaktan bu sürüler mi seni alıkoyuyor?’

Ukbe radıyallâhu anh kendisini ilimden alıkoyan şeyin koyunları olduğunu anlamıştı.

Bunu anladıktan sonra önceki halinin “gaflet hali” olduğunu şu cümleleri ile ifade etti:

“Sonra gafletten uyanarak kendime geldim ve koyunlarımı bırakıp Rasûlullah sallallâhu

aleyhi ve sellem’in yakınında bulunmak için Medine’ye hicret ettim…”

Allah Ukbe’ye rahmet etsin; bu günün Müslümanların bir türlü anlayamadığı bu ha-

kikati nasıl da kısa bir süre içerisinde anlayıvermişti! Koyunlarının kendisini ilimden

alıkoyduğunu fark eder etmez nasılda onları bırakarak Rasulullah’ın yanına ilim tahsil

etmeye gitti! İşte sahabeyi sahabe yapan buydu. Hatalarını fark ettikleri anda ondan

vazgeçiyor ve bu uğurda yapılması gereken fedakârlığı hiç gözünü kırpmadan yapabili-

yordu.

Ya günümüz Müslümanları? Ya çağdaş dünyanın kendisini esir ettiği zavallı Müslü-

manlar? İlme sahabeden daha çok muhtaç oldukları halde ne yapıyorlar?

Page 86: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Kardeşler! Vallahi bu gün dünyalıklar etrafımızı sarmış, hem de çepeçevre kuşatmış

durumda. Tamam, Ukbe radıyallâhu anh gibi koyunlarımızı tamamıyla terk edelim demiyo-

rum; ama en azından ilim öğrenmek ve davamızın delillerini fıkhetmek için bari biraz-

cıkta olsa bu geçici hayatın süsünden vazgeçmemiz gerekmez mi?

Daha konforlu ve müreffeh bir hayat yaşamak için gecelerimizi gündüzlerimize ula-

dık, akşamlarımızı ek işlerle doldurduk; artık ilme vakit ayırmanın, İslam’ı öğrenmenin

ve Biricik Rabbimiz’in zikri olan Kur’an üzerinde kafa yorup onu anlamaya çalışmamızın

zamanı gelmedi mi?

“İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ür-

permesinin zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler

gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan

birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadid, 16)

Ya Rabbi! Senin azametine kasem olsun ki, Seni anmanın, Seni gündem etmenin ve

Senden gelen kitabın okunma vakti geldi. Bizi gafletimizden uyandır. Kitabına döndür.

Bizden önce kendilerine kitap verilen, üzerinden uzun zaman geçtikten sonra kalpleri

katılaşan ve birçoğunun da yoldan çıktığı kimseler gibi kılma bizleri! Bizler her ne kadar

Senin kitabına gereken ilgi ve alakayı gösteremesek de onu seviyoruz. Bu sevgiyi hasrete

döndürme! Bir an önce kitabına yönlendir! Hiç şüphe yok ki, sen duaları işiten ve onlara

icabet edensin.

Page 87: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

SIKINTILARINI NAMAZLA TEDAVİ ET

üphesiz ki namaz; mutluluğun, huzurun, sükûnetin ve gönül rahatlığının en bü-

yük sebeplerindendir. Bundan dolayıdır ki, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in

göz aydınlığı kılınmıştır. Arapçada “Göz aydınlığı” ifadesi sevgiden daha ileri bir

mana ifade eder; çünkü her sevilen şey insanın gözünü aydın etmez. Göz, ancak sevilen-

lerin en üstünü ile aydın olur ki, o da ya Allah subhânehu ve teâlâ’dır ya da O’na yaklaştıran

amellerdir. İnsanı Allah’a en çok yaklaştıran, kendisini en çok rahatlatan ve mesut eden

amellerden birisi elbette ki namazdır. Allah’ın Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem, bazen Bilal

radıyallahu anh’a “Bizi rahatlat ey Bilâl!”78 derdi.

Ey dertlerin kendisini bitkin düşürdüğü kimse! Senin rahatın namazdadır.

Ey korkunun kendisini esir aldığı kimse! Senin güvenin namazdadır.

Ey göğsü daralan, gönlü sarsılan kişi! Senin saadetin namazdadır.

Ey mahkûm kardeşim! Ey çoluk-çocuğunu ve dostlarını kaybettiğinden dolayı kalbi

katılaşan kişi! Unutma ki, kalbinin rahatı ve gönlünün huzuru namazdadır.

Allah subhânehu ve teâlâ şöyle buyurur:

“Andolsun, onların söyledikleri şeylerden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz.

O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelin-

ceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr, 97-99)

Kardeşim! En hayırlı dost namaz olduğu halde, sen nasıl olurda tek olmaktan şikâyet

edersin?

Allah, kendisini zikreden ve kendisine yakarışta bulunan kimsenin en iyi arkadaşı ol-

duğu halde nasıl olurda yalnızlıktan şikâyette bulunursun?

Sizin örneğiniz tıpkı şunun gibidir:

“İstediğin vakitte, hiçbir kimseden izin almadan, herhangi bir engel ve muhafız ol-

maksızın padişahların en büyüğünün huzuruna giriyorsun… Ziyaretin ne zaman bitece-

ğini ve ne kadar uzaması gerektiğini sen belirliyorsun… Ve kapı açık…”

Kudsî bir hadiste Allah subhânehu ve teâlâ şöyle buyurur:

“Ben namazı kulumla kendi aramda ikiye taksim ettim, yarısı benim yarısı ise kulu-

mundur. Kuluma istediği verilir. Kul:

— Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur, dediğinde; Allah:

78

Ahmed b. Hanbel ve Ebu Davut rivayet etmiş, Şeyh Elbânî “sahih” olduğunu belirtmiştir.

Ş

Page 88: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

— Kulum beni övdü ve yüceltti, der. Kul:

— O, Rahman ve Rahimdir, dediğinde Allah:

— Kulum beni övdü ve yüceltti, der. Kul:

— O, Din gününün sahibidir, dediğinde, Allah:

— Kulum beni yüceltti ve büyük saydı, der. Kul:

— Biz sadece Sana kulluk eder yardımı sadece senden bekleriz, deyince, Al-

lah:

— İşte bu ayet kulumla benim aramdadır, kuluma istediği verilecektir, der. Kul:

— O halde bizi dosdoğru yola (yani) kendilerine nimet verdiğin kimselerin

yoluna ilet, gazaba uğrayan ve sapanların yoluna değil, deyince, Allah:

— İşte bu (ayetler) kuluma aittir, kuluma istediği verilecektir buyurur.”79

İbn-i Kayyım rahimehullah der ki:

“Namaz şu dünyada muhabbet ehlinin göz aydınlığıdır. Çünkü namaz içerisinde göz-

lerin ancak kendisi ile aydınlanacağı, kalplerin yalnız kendisi ile huzur bulacağı ve gönül-

lerin sadece ve sadece kendisi ile sükûnet duyacağı zata/Allah’a münacat vardır. Ve yine

namaz içerisinde Allah’ın zikri ile faydalanmak, O’nun önünde boyun eğmek, O’na karşı

alçalmak, özellikle de secde halinde O’na yakın olmak söz konusudur. Bu hal, kulun Rab-

bine en yakın olduğu haldir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in “Bizi rahatlat ey Bilal!” sö-

zü de bu kabildendir. İşte bu nedenle bilmelisin ki, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ra-

hatı namazda idi. Tıpkı gözünün aydınlığının namazda olması gibi… “Bizler namaz kılı-

yor ve namaz nedeniyle dinleniyoruz” diyenlerin sözü nerede, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve

sellem’in bu sözü nerede? Oysa sevgilinin rahatı ve gözünün aydınlığı namazdaydı. Ancak

gaflet ehli ve yüz çeviren birisinin bundan herhangi bir nasibi yoktur. Aksine namaz ona

ağır ve meşakkatli gelir. O, namaza kalktığında sanki ateşten bir taş üzerindeymiş ve

hemen ondan kurtulması gerekirmiş gibi davranır. Ona en sevimli namaz alelacele ve

hızlıca kılınan namazdır! Namazda onun için ne bir göz aydınlığı vardır, ne de namazda

kalbi rahata ermektedir.”80

Arzuladığımız Namaz

Bizim arzulayıp istediğimiz namaz, insanlardan birçoğunun ruhsuz, huşusuz, mutma-

in olmadan ve manalarını düşünmeden kılmış olduğu namaz değildir. Böyle bir namazın

insanın hayatında her hangi bir tesiri yoktur. Oysa namazdan asıl maksat, Allah’ın yücel-

tilmesi/tazim edilmesidir. Allah’ın tazim edilmesi ise ancak ibadetlerde kalbin ha-

zır/uyanık olmasıyla mümkün olur. Seleften bazıları, namaza durduğu vakit —Allah’a

79

Müslim rivayet etmiştir. 80

İbn Kayyım‟ın dostlarından birisine yazdığı bir risaleden.

Page 89: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

karşı duydukları korku nedeniyle— yüzü değişir ve şöyle dermiş: “Siz kimin huzurunda

durmak istediğimi biliyor musunuz?”

Sende eğer huşudan uzak olan kalbinin uyanık olmasını istiyorsan, onu gücün yettiği

oranda boş düşünce ve duygulardan uzak tutmaya çalış. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem

şöyle buyurmuştur:

“Kişi namazı bitirir de kendisine o namazdan ancak onda biri, dokuzda biri,

sekizde biri, yedide biri, altıda biri, beşte biri, dörtte biri, üçte biri (veya namazdaki

ihlâsına göre) yarısı(nın ecri) yazılır.”81

Kardeşim! Haydi, sende kendine bir sor, acaba namazından kaçta kaçı sevap olarak

yazıldı? Hatta şöyle sor kendine: Acaba namazım kabul edildi mi, edilmedi mi?

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde (amellerinden) kulun hesaba çekileceği ilk şey onun nama-

zıdır. Eğer namazı düzgün olursa, diğer amelleri de düzgün kabul edilir. Şayet na-

mazı düzgün olmazsa, diğer ameli de düzgün kabul edilmez.”82

Dolayısıyla Bizim arzulayıp istediğimiz namaz:

Sayesinde duaların kabul edildiği,

Sıkıntıların giderildiği,

Rahmetin tecelli ettiği,

Belaların def edildiği,

Kulu, kulların Rabbine yaklaştıran namazdır.

Acaba böyle bir namazımız var mı?

Namaz Vaktinde Kılınmalıdır

Allah subhânehu ve teâlâ şöyle buyurur:

“Şüphesiz ki namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.”

(Nisa, 103)

“Onlardan sonra, öyle bir nesil geldi ki, namazı zayi ettiler, şehvet ve dünyevî

tutkularının peşine düştüler. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptı-

rılacaklardır.” (Meryem, 59)

Seleften birisi şöyle demiştir:

“Onlar namazı bütünüyle terk etmediler; lakin vaktini geçirdiler.”

Allah subhânehu ve teâlâ diğer bir ayette şöyle buyurur:

81

Ahmed b. Hanbel ve Ebu Davut rivayet etmiş, Şeyh Elbânî “hasen” olduğunu belirtmiştir. 82

Taberanî rivayet etmiş, Şeyh Elbânî “sahih” olduğunu belirtmiştir.

Page 90: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

“Namazlara ve orta namaza riayet edin ve Allah’a gönülden boyun eğiciler ola-

rak namaza durun.” (Bakara, 238)

“Beni anmak için namaz kıl” (Tâhâ, 14)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e “Hangi amel daha faziletlidir” diye sorulduğunda

“Vaktinde kılınan namazdır” şeklinde cevap vermişti.83

Namazı Önemsemek

Selef-i Salihîn radıyallahu anhum, namazı önemser ve ona son derece ehemmiyet göster-

di. Ezan okunurken mescitlere gitme noktasında birbirleri ile yarışır ve imamla beraber

ilk tekbire yetişmek için oldukça gayret ederlerdi. Said b. Müseyyeb rahimehullah şöyle de-

miştir: “Elli senedir imamın ilk tekbirini hiç kaçırmadım!”

Onun yine şöyle dediği nakledilir: “Elli sene boyunca namazda hiç kimsenin kafasını

görmedim!”

Yani elli yıldır hep ilk safta namaz kıldığı için kimseyi görmemiştir.

Veki’ b. Cerah rahimehullah şöyle demiştir: “İmam A‘meş, yetmiş yıla yakındır (imamla

beraber alınan) ilk tekbiri hiç kaçırmamıştır.”

İbnu Semmaa rahimehullah da şöyle der: “Annemin vefat ettiği gün hariç, kırk yıl boyun-

ca ilk tekbiri hiç kaçırmadım!”84

Namazı önemsemek ancak bazı şeylere riayet etmekle olur:

1- Vakitlerini ve sınırlarını korumakla,

2- Rükunlerini, vaciplerini ve kemalini araştırmakla,

3- Farz olduğu anda (vakti girdiği anda) kılmak için acele etmekle,

4- Yapılması gereken herhangi bir şeyi yapamadığında hüzünlenmek ve üzüntü

duymakla –ki cemaate yetişemediği için hüzünlenen kimse böyledir– Bu kimse tek başı-

na namaz kıldığında namazı kabul olsa bile yirmi yedi kat ecri kaçırmış olur. Ve yine Al-

lah’ın en çok razı olduğu ilk vakti veya ilk safı kaçıran kimse de böyledir. Aynı şekilde

namazdaki huşuyu, Allah huzurunda dururken namazın özü ve ruhu olan kalp uyanıklı-

lığını kaçıran kimse de böyledir. Huşusu ve kalp uyanıklılığı olmayan bir beden, tıpkı

canı olmayan bir ceset gibidir.85

Namazın Bazı Faydaları

Sevgili kardeşim; Namazın bir takım faydaları vardır. Bunları şu şekilde özetleyebili-

riz:

83

Buharî ve Müslim rivayet etmiştir. 84

Fadâilu ve Semerâtu‟s-Salât mea‟l-Cemaati, sf. 6. 85

el-Vabilu‟s-Sayyib, sf. 13, 14 özetle.

Page 91: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

1- Namaz En Faziletli Ameldir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurur:

“…Biliniz ki amellerinizin en faziletlisi namazdır.”86

2- Kalp ve Azaların Nurudur. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurur: “Na-

maz bir nurdur.”87

3- Hata ve Günahları Yok Eder. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurur: “Ne

dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş

defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?” Sahâbîler: “O kimsenin kirinden hiçbir şey kal-

maz” dediler. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:“Beş vakit namaz işte bunun

gibidir. Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder” buyurdu.88

4- Dereceleri Yükseltir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurur: “Çok secde

etmeye bak! Zira senin Allah için yaptığın her secde karşılığında Allah seni bir derece

yükseltir ve bir hatânı siler.”89

5- Gerçek Kurtuluşun Sebebidir. Allah subhânehu ve teâlâ şöyle buyurur: “Mü’minler,

gerçekten kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki, namazlarında huşu/derin bir saygı için-

dedirler.” (Muminun, 1,2)

6- Allah’ın Yardımını Görmeye Vesiledir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle bu-

yurur: “Şüphesiz ki Allah bu ümmete zayıfları, duaları, namazları ve ihlâsları nedeniyle

yardım eder.”90

7- Her Türlü Hayâsızlık ve Kötü İşlerden Kurtarıcıdır. Allah subhânehu ve teâlâ şöyle

buyurur: “Şüphesiz ki namaz, insanı her türlü hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar.”

(Ankebut, 45)

8- Şeytanı Öfkelendirir. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Âdemoğlu

secde ayetini okurda secde ederse, İblis (şeytan) ayrılır ve ağlayarak: Yazıklar olsun

bana! Adem oğlu secdeyle emrolundu ve secde yaptı, onun için cennet var; ben de sec-

deyle emrolundum, reddettim banada cehennem var” der.91

9- Korkuyu, Huysuzluğu ve Cimriliği Yok Eder. Allah subhânehu ve teâlâ şöyle buyurur:

“Doğrusu insan hırslı (ve huysuz) yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokunduğu za-

man sızlanır. Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkı kesilir. Ancak, namaz kılanlar

böyle değildir. (Meâric, 19-22)

86

Ahmed b. Hanbel rivayet etmiş, Şeyh Elbânî “sahih” olduğunu belirtmiştir. 87

Müslim rivayet etmiştir. 88

Buharî ve Müslim rivayet etmiştir. 89

Müslim rivayet etmiştir. 90

Nesaî rivayet etmiş, Şeyh Elbânî “sahih” olduğunu belirtmiştir 91

Müslim rivayet etmiştir.

Page 92: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

10- İnsanı Cehennemden Korur. Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurur:

“Güneş doğmadan ve batmadan önce ki namazları (sabah ve ikindiyi, Allah’ın istediği

şekil üzere) kılan bir kimse asla ateşe girmeyecektir.”92

Sevgili kardeşim;

Bu sayılanlar, namazın semerelerinden ve faydalarından bazılarıdır. Ve yine bu sayı-

lanlar, namazın İslam nazarında ne kadar önemli ve değerli bir yere sahip olduğunu gös-

teren şeylerdendir. Allah subhânehu ve teâlâ: “Onlardan sonra, öyle bir nesil geldi ki, na-

mazı zayi ettiler, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düştüler. Onlar bu tutumla-

rından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.” (Meryem, 59) buyurduğu halde nasıl

böyle olmaz ki?

Cehennemlikler cehennemde niçin azap edildiklerine dair kendilerine sual edildiğin-

de bunun sebebinin namazı terk edişleri olduğunu söyleyeceklerdir. Allah subhânehu ve teâlâ

şöyle buyurur: “Sizi şu sekara/cehenneme sürükleyip iten nedir? Derler ki: Biz na-

maz kılanlardan değildik…” (Müddessir, 42, 43)

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, şöyle buyurur:

“Bizimle kâfirler arasındaki ayırt edici özellik namazdır; dolayısıyla her kim onu terk

ederse kâfir olur.”93

“Herkim ikindi namazını (kasten) terk ederse ameli boşa gider.”94

“Bazı kimseler cuma namazlarını terk etmekten ya vazgeçerler veya Allah onların

kalplerini mühürler de gafillerden olurlar.”95

Namazın önemi ne büyüktür! Semereleri ne değerlidir! Onu terk edenlerin pişmanlığı

ne şiddetlidir!

Sevgili kardeşim; Namaz hakkında Allah’ın ahdine riayet etmemiz ve bunu birbirimi-

ze tavsiye etmemiz, mutluluğu elde etmemizin, Allah’ın bizleri muhafaza buyurmasının

ve güzel bir yaşam sürmemizin sebeplerindendir.

Lokman aleyhisselam, oğluna nasihatte bulunurken şöyle demiştir:

“Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına ge-

len musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.”

(Lokman, 17)

Nerede namaz kılanlar?

Nerede onu vaktinde eda edenler?

Nerede bu büyük şiara hırs gösterenler?

92

Müslim rivayet etmiştir. 93

Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî rivayet etmiş, Şeyh Elbânî “sahih” olduğunu belirtmiştir. 94

Buharî rivayet etmiştir. 95

Müslim rivayet etmiştir.

Page 93: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Ömer b. Hattab radıyallahu anh bir sabah namazında arkasından vurulmuş ve (yaralan-

ma nedeniyle) namazının bir rekâtını kılamamıştı. Çok fazla kan kaybetmiş ve insanların

omuzlarında eve doğru götürülmüştü. Evine varınca:

— Namazımı kıldım mı? diye sordu. Evdekiler:

— Bir rekâtı kaldı, diye yanıt verdiler. Hemen onu kılmak için ayağa kalktı. Bu ara-

da bayıldı. Sonra tekrar namaz için katlı; lakin yine bayıldı ve namazını tamamlayana

kadar böyle devam edip gitti… Namazını bitirince ise şöyle dedi:

— Bana namazımı tamamlama noktasında yardım eden Allah’a hamd olsun. Allah

hakkı için namaza sıkıca sarılın; zira namazı terk edenin İslam’dan nasibi yoktur!”96

İmam Ahmed b. Hanbel rahimehullah şöyle der:

“İnsanların dindeki nasipleri namazdaki nasiplerine göredir. Ve yine onların İslam’a

olan rağbetleri namaza olan rağbetleri oranındadır.”

Haramları Terk

Gerçek manadaki bir namaz sahibini Allah’ın haram kıldığı şeylere düşmekten alıko-

yar. Namaz kılan bir kimse, namazı Allah’a kulluk bilinciyle ve meşru şekline uygun ola-

rak kıldığı sürece bir günaha devam edemez. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatır:

“Bir adam Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelerek:

— Falanca geceleri namaz kılıyor, sabah olunca ise hırsızlık yapıyor” diye şikâyette

bulundu. Bunun üzerine Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

— Söylediği şeyler yakında onu bu işten vazgeçirecektir, buyurdu.97

Müsüman kardeşim!

Allah’tan korkup sakın ve namazlarını muhafaza et. Namazını hayatında tesiri olan

bir ibadet haline getir. Seni daha iyi olana yöneltmesini sağla. Ve onu, seni tüm kötülük-

lerden, hayâsız işlerden ve her türlü günahtan alıkoyan bir engel kıl.

Allah’tan bizleri, namazlarını muhafaza eden ve namazlarında huşu sahibi olan kul-

larından kılmasını niyaz ediyoruz. Dualarımızın sonu âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd

etmektir.

Medâru’l-Vatan İlim Heyeti

96

Cu’ilet Gurretu Aynî fi’s-Salât, Aiz el-Karnî, sf. 12 97

Kad Eflaha’l-Mu’minûn, Ahmed el-Mansur, sf. 3, 4.

Page 94: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

TEVHİDİN KISIMLARI HAKKINDA VECİZ BİR YAZI

slam âlimlerinin zikrettiğine göre, Tevhidin üç kısmı vardır. Bunlardan bir tane-

sinin eksikliği veya Allah’ın istediği şekilde yerine getirilmeyişi kişiyi ebedî bir

azapla karşı karşıya bırakır. Şimdi kısa ve öz bir şekilde bunları izah etmeye ve

maddelendirmeye çalışalım.

1- Rububiyet Tevhidi

Allah Teâlâ’nın:

* Yaratma,

* Rızıklandırma,

* Öldürme,

* Diriltme ve

* Hüküm koyma… gibi bir takım fiilleri vardır. Bir kimsenin bu fiillerde Allah’ı bir

kabul etmesine “Rububiyette Tevhid” denir. Daha orijinal bir ifade ile söyleyecek olursak,

Rububiyet Tevhidi, “Allah’ı, Allah’ın kendi fiilleriyle birlemek demektir.

Kul, Allah’a ait olan böylesi fiilleri kabul ettiğinde, yani yaratıcı, rızık verici, öldüren,

dirilten ve hüküm koyan olarak onu benimsediğinde Rububiyet Tevhidi’ni gerçekleştir-

miş ve Allah’ı “Rab” olarak kabul etmiş olur.

Kur’an’a baktığımız zaman, tarihte yaşamış insanların genel olarak tevhidin bu kıs-

mını bazı anlamlarıyla kabul ettiğini görürüz. Bu konuda Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

«Yemin olsun ki, eğer onlara/müşriklere, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sor-

san, onlar mutlaka “Allah” diyeceklerdir…» (Lokman Suresi, 25)

«De ki: ‘Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Yahut o gözlere ve kulaklara

malik olan kimdir? Ölüden diriyi çıkaran ve diriden ölüyü çıkaran kimdir? İşleri yer-

li yerince kim yönetiyor?’ (O müşrikler) hemen: ‘Allah’ diyeceklerdir. De ki: ‘O halde

korkmaz mısınız?’» (Yunus Suresi, 31)

Burada kısaca bir hususa temas etmek gerekir. Tarihteki insanlar “Allah’ı

Rububiyette kabul ediyorlardı” derken bununla “Rububiyetin her alanında Allah’ı kabul

ediyorlardı” anlamını kastetmiyoruz. Örneğin “hüküm ve kanun koymak” Allah’ın

Rububiyet haklarından birisidir. Kur’an’ın indiği döneme baktığımız zaman insanların

bu noktada Allah’ı birlemediklerini çok net olarak görürüz. Örneğin Tevbe Suresi’nin 31.

ayetinde insanların Allah’tan başkalarını Rab edindikleri açıkça ifade edilmiştir. Rabbi-

miz şöyle buyurur:

İ

Page 95: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

“Onlar (Yahudi ve Hıristiyanlar) Allah’ı bırakıp âlimlerini, rahiplerini ve Meryem

oğlu Mesih’i Rabler edindiler. Hâlbuki onlar bir tek ilâha ibadet etmekle

emrolunmuşlardı. O’ndan başka ilah yoktur. O, onların şirk koştukları her şeyden

münezzehtir.” (Tevbe Suresi, 31)

Bu ayette Yahudi ve Hıristiyanların, âlimlerini “Rab” edindikleri belirtilmektedir.

Acaba onlar âlimlerini nasıl Rab edinmişlerdir? Bu sorunun cevabını Efendimiz

aleyhissalatu vesselam, çok net bir şekilde vermiştir. Adiyy İbn-i Hatim anlatır:

“Boynumda altından bir haç olduğu halde Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına

geldim. Bana:

― “Ey Adiyy! Şu putu boynundan at!” buyurdu. Derken ben, Tevbe Suresinin 31. aye-

tini okurken O’nu işittim ve:

― “Ama onlar âlimlerine ve rahiplerine ibadet etmiyorlar ki” dedim. Bunun üzerine

Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

― “Hayır, Onlar helal olan bir şeyi haram, haram olan bir şeyi de helal kılıyorlar da on-

larda onlara itaat ediyor. İşte bu onların âlim ve rahiplerine olan ibadetleridir” buyurdu.

{Tirmizi, 3095; İbn-i Kesir, 2/459.}

Zikrettiğimiz ayet ve hadiste onların Allah’tan başkasına yasaklama ve serbest bı-

rakma yetkisi verdikleri ve bu nedenle de Allah’ın Rububiyetinde Allah’a ortak koştukla-

rı ifade edilmektedir. Zaten ayetin sonunda yer alan “Allah, onların şirk koştukları her

şeyden münezzehtir” ifadesi, onların, yapmış oldukları bu şey ile Allah’a şirk koştukla-

rını çok net olarak ifade etmektedir.

Sonuç olarak;

Gerek şimdiki insanlar gerekse tarihteki insanlar yaratıcı, rızık verici, öldüren ve di-

rilten anlamında Allah’ı kabul etmişlerdir. Ama hâkimiyette ve Allah’ın kanun koyucu

olduğunda Allah’a ortak koşmuşlardır. Bu nedenle biz şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

Müşrikler Rububiyetin genel manalarında Allah’ı birlemişler; lakin bunun bazı anlamla-

rında Allah’a ortak koşmuşlardır.

2- Ulûhiyet Tevhidi

İnsanoğlunun:

* dua,

* yardım isteme,

* secde,

* korku,

* ümit… gibi ibadet anlamında bir takım fiil ve eylemleri vardır. İnsan, bu fiillerini

eğer yalnız Allah’a sunarsa, o zaman Ulûhiyette Allah’ı birlemiş ve Ulûhiyet Tevhid’ini

Page 96: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

gerçekleştirmiş olur. Daha orijinal bir tanımla ifade edecek olursak Ulûhiyet Tevhidi:

Kulun kendine ait fiilleriyle Allah’ı birlemesi demektir.

Ancak kul bu ve benzeri ibadet türlerini Allah’tan başkasına sunar ve takdim ederse,

o zaman ulûhiyette Allah’a şirk koşmuş olur.

Geçmişte yaşamış olan toplumların şirki, genelde tevhidin bu kısmında meydana

gelmiştir. Onlar Allah’ın varlığını kabul etmekle birlikte, ibadet niteliği taşıyan eylem ve

söylemlerini Allah’tan başka varlıklara sunmak suretiyle şirke düşmüşlerdir. Bu günde

yeryüzünde müşahede edilen şirk türlerinin büyük bir kısmı, tevhidin bu kısmında açığa

çıkmaktadır. Buna dikkat etmeli ve tevhide zarar verebilecek her türlü şirk amelinden

uzak durmalıyız.

Ulûhiyet Tevhidi’nin bir diğer adı da “İbadet Tevhidi”dir.

Yaşadığımız coğrafyaya baktığımızda bu gün insanların, ibadetlerini Allah’tan başka-

sına yapmak sureti ile Ulûhiyet Tevhidi’nde şirke düştüklerini görmekteyiz. İnsanlar

―maalesef― Allah’tan başkasından meded bekleyerek, kimi sözde büyük zatlardan af

dileyerek, onlardan çocuk ve benzeri ihtiyaçlarını isteyerek, onlar adına kurbanlar kese-

rek, onlardan korkarak ve benzeri ibadet türlerini kendilerine takdim ederek şirke bu-

laşmaktalar.

Bizlerin, ibadet kapsamına girecek hiçbir ameli Allah’tan gayrısına sunması caiz de-

ğildir. İbadet olan her türlü sözü ve fiili yalnız ve yalnız Allah’a takdim etmek gerekir.

Nitekim Fatiha Suresi’nde şöyle buyrulur:

“Biz yalnız sana ibadet eder ve ancak senden yardım isteriz.” (Fatiha Suresi, 5)

İşte her kim böylesi şeyleri Allah’tan başkasına yaparsa, niyeti iyi olsa da, Allah’ı sev-

diğini iddia etse de veya namaz kılıp hacca gitse de bu insan Ulûhiyet Tevhidinde şirke

düşmüş olur.

Bilinmelidir ki, Ulûhiyette Allah’ı birlemek tüm peygamberlerin ortak çağrısıdır. Hz.

Âdem’den, Hz. Muhammed’e kadar gelmiş geçmiş tüm peygamber, kavimlerini “Allah’a

kulluk edin. Sizin ondan başka hiç bir ilahınız yoktur” (A’raf Suresi, 85) diyerek “Lâ ilâhe

illallâh” sözünün hakikati olan Uulûhiyet Tevhidi’ne davet etmişlerdir. Kur’an’ın ısrarla

üzerinde durduğu tevhid kısmı da budur. Ulûhiyet tevhidi, Rububiyet tevhidini de içine

almaktadır. Buna binaen Ulûhiyet Tevhidi asıl, Rububiyet Tevhidi ise onun fer’i kabul

edilmiştir. {el-Kabasatu’s-Seniyye, Abdu’l-Fettah el-Halidî, sf. 29.}

3- İsim Ve Sıfat Tevhidi

Tevhidin üçüncü kısmı “İsim ve Sıfat Tevhidi”dir. “İsim ve Sıfat Tevhidi” Allah’ın isim

ve sıfatlarında birlenmesi, tevhid edilmesi demektir. Bilindiği üzere, Kur’an’da ve Pey-

gamberimizin hadislerinde Allah azze ve celle’nin bir takım isimlerinden ve vasıflarından

söz edilmektedir.

Page 97: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

* Allah’ın isimleri, “el-Esmâu’l-Hüsnâ” veya “Esmâ-i Hüsnâ”98 diye tabir ettiğimiz gü-

zel isimlerden oluşmaktadır. Bunlar hadislerde ifade edildiğine göre 99 tanedir. Bir Müs-

lüman, bunları layıkıyla kabul etmeli ve bunlar içerisinde Allah’ın birlenmesi gereken

isimlerinde Allah’ı birlemelidir.

* Allah’ın sıfatlarına gelince; bunlar Allah’ın elinin olması, yüzünün olması, kızması,

sevmesi, Arş’a istiva etmesi, tuzak kurması ve buna benzer bazı vasıflarıdır.

Bir Müslümanın, tüm bu vasıfları ―tevil etmeksizin― Allah’a yakışır şekilde kabul

etmesi ve bunlara iman etmesi farzdır.

Bazı insanlar: “Eğer biz bunları kabul edersek ―hâşâ― Allah’ı insanlara benzetmiş

oluruz” diyerek Allah’ın bu sıfatlarını reddetmekte ve bunları Allah’a yakışan manalarla

tevil etmektedirler. Örneğin Allah’ın “Eli”nden kastın “güç ve kudret” olduğunu söyle-

mekte, “Yüzü”nden kastında “rızası” anlamına geldiğini iddia etmekteler. Bu tutum, Sa-

habenin ve onların yolundan giden âlimlerin çokta benimsediği ve onayladığı bir tutum

değildir. Zira bu tutumda Allah’ın Kur’an’da “var” dediği şeyleri “yok” diyerek inkâr etme

tehlikesi söz konusudur. Bu nedenle Selef-i Salihîn, bu tür tevillerden sakınmış ve Allah’ı,

Allah’ın nitelendirdiği şekilde nitelendirmişlerdir.

Bizde tıpkı Selef-i Salihîn’in dediği gibi bu sıfatları olduğu gibi kabul etmekte ve her

hangi bir benzetme, örneklendirme ve keyiflendirme yapmaksızın Allah’ın bunlarla mut-

tasıf olduğunu söylemekteyiz.

Bizim bu noktadaki delilimiz Şûra Suresinin 11. ayetidir. Bu ayette Rabbimiz şöyle

buyurmaktadır: ء ش ث Hiç bir şey O’nun benzeri değildir” (Şûra Suresi, 11)/١ظ و

Allah’ın eli vardır; ama bizim elimiz gibi değildir.

Arş’a kurulmuştur; ama bizim koltuğa oturuşumuz gibi değildir.

Kızar; ama bizim kızmamız gibi değil.

Sever; lakin bizim sevmemiz gibi değil…

O, kendisine yakışan ve layık olan şekilde bu vasıflarla muttasıftır. Hiçbir mahlûka ve

yaratılmışa benzemez. O, Allah’ça sever, Allah’ça buğz eder, Allah’ça kızar. O, bu vasıfla-

rında hiçbir mahlûka benzemez.

Bir keresinde İmam Malik rahmetullahi aleyh’e: { عشػ اعز ع ا -Rahman Arş’a isti“ {اشح

98

Bazıları bu ifadeden “el” takısını çıkararak “Esmâu‟l-Hüsnâ” şeklinde telaffuz etmekte veya yazmaktadırlar.

Hatta koca koca yayın evlerinden çıkan kitaplar bile bu şekilde basılmaktadır. Bu son derece yanlış ve hatalı bir

ifade tarzıdır ve asla caiz değildir. Çünkü “Esmâu‟l-Hüsnâ” denildiğinde isim tamlaması yapılmış olur ve “En

Güzel Kadının İsimleri” anlamına gelir ki Rabbimizi bundan tenzih ederiz. “Esmâu‟l-Hüsnâ” ifadesinin başına

“el” takısı konulup telaffuz edildiğinde, yani “el-Esmâu‟l-Hüsnâ” denildiğinde ise o zaman sıfat tamlaması olur

ki, bu durumda mana “En Güzel İsimler” şeklini alır. Zaten asıl kastedilen de budur. Ortada birde “Esmâ-i

Hüsnâ” şeklinde ifade tarzı vardır ki, bu da Osmanlıcaya uygundur. Sıfat tamlamalarını ifade edebilmek için

birinci kelimenin sonuna “ı” veya “i” harfi ilave edilir ve böylece Arapçada ki sıfat tamlaması karşılanmış olur.

İnşâallah bu yazıyı okuyan veya bir şekilde bu yazı kendilerine ulaşan yayınevleri hatalarını düzeltir ve Allah‟ın

isimlerini orijinal şekliyle ifade ederler.

Page 98: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

va etti” (Taha Suresi, 5) ayetinde geçen “istiva”nın nasıl olduğu hakkında soru sorulmuştu.

İmam Malik şöyle cevap verdi: “İstiva bilinen bir şeydir, malumdur. Keyfiyeti/nasıllığı

ise meçhuldür. Ona iman etmek farz, hakkında soru sormak ise bid’attır.” {el-Kabasatu’s-

Seniyye, sf. 199.}

Aslına bakılırsa İmam Malik rahmetullahi aleyh, bu sözüyle sıfatlar hakkında takınmamız

gereken tavrı bize öğretmiştir.

Sonuç olarak;

Bizlerin, Allah Teâlâ’nın ne kadar mükemmellik sıfatı varsa bunların hepsiyle mutta-

sıf olduğuna, onun tüm eksik ve noksan sıfatlardan uzak olduğuna, bize bildirilen isim ve

sıfatlarına hiç bir benzetme, örneklendirme, işlevsiz bırakma ve tahrife kaçmaksızın ha-

kikati üzere iman etmesi gerekmektedir.

Page 99: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

RÜYADA RASULULLAH (sallallahu aleyhi ve sellem)’İ

NASIL GÖRÜRSÜN?

Bir öğrenci hocasına gelerek:

− “Hocam! Sizin, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i rüyanızda gördüğünüzü biliyorum”

demiş. Hocası:

− “(Olabilir) bu halde benden isteğin nedir evladım?” diye karşılık vermiş. Öğrenci:

− “Ben O’nu görmeyi çok arzuluyorum; n’olur onu nasıl göreceğimi bana öğretin”

demiş. Hoca:

− Rasulullah’ı rüyada nasıl göreceğini sana öğretebilmem için, bu akşam yemeğe da-

vetlisin” der…

Akşam olunca öğrenci hocasına gider… Hoca, yemeğin tuzunu bir hayli fazla koyar ve

öğrencisinin su içmesine engel olur. Öğrenci su istemişse de hoca vermez; aksine daha

fazla yemek yemesi için ısrar eder. En sonunda:

− “Sen şimdi uyu. Namazdan önce uyandığında, ben sana Rasulullah’ı nasıl göreceğini

öğreteceğim” diyerek talebeyi yatmaya zorlar.

Öğrenci uyur… Lakin susuzluğun şiddetinden dolayı kıvranır. Uyanınca hocasının

yanına gider. Hocası ona:

− “Yavrucuğum; Rasulullah’ı rüyada nasıl göreceğini sana öğretmeden önce sana bir

şey sormak istiyorum: Acaba bu gece rüyanda bir şeyler gördün mü? Öğrenci:

− “Evet” der. Hocası:

− “Acaba ne gördün?” diye sorar. Öğrenci:

− “Yağmurların yağdığını, nehirlerin aktığını denizlerin taştığını” gördüm diye yanıt

verir. Bu cevabı alan hoca şöyle der:

“Niyetin doğru olunca rüyanda doğru oldu. Eğer Peygambere olan sevgin doğru ol-

saydı, işte o zaman Rasulullah’ı görürdün!”99

99

“Hibbî Ya Rîyha’l-Îman” adlı eserden. Bkz: sf. 151.

Page 100: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

İSLAM AHKÂMININ TATBİKİNDE

TEDRİCÎLİK CAİZ MİDİR?

slam’ın düşüş yaşadığı bazı dönemlerde kimi Müslümanlar nezdinde şer‘î ahkâ-

mın tatbikinde tedricîliğin caiz olabileceği fikri türedi. Bu fikrin meydana gelişin-

de elbette bir takım etkenlerin rolü vardır. Bunların en önemlisi; fesada uğramış

vakıaya boyun eğmek ve onunla uyum içerisinde olmaktır.

Vakıaya boyun eğmenin sınırı nedir? İslam ahkâmının icra edilmesinde bir takım fit-

neler ve karışıklıklar meydana geliyorsa bu ahkâmdan bazısının tatbikin (in geciktiril-

mesine) göz yummak caiz midir?

Bu yazıda mezkûr fikrin (yani kapsamlı bir inkılâp yerine tedriciliği uygulayarak İs-

lam’ı hâkim kılma fikrinin) bozukluğunu Kur’an ve Sünnetten delillerle açıklamaya çalı-

şacağım.

Toplumsal İstek

Milliyetçi, laik, sosyalist, Marksist ve kapitalist zalimler devrinin kapanmasından,

toplumsal isteğin İslam dünyasındaki meydana hâkim oluşundan ve İslamî bir yaşantı-

nın Müslüman ümmet tarafından toplumsal bir ihtiyaç olarak insanların gündemine ye-

niden girişinden sonra İslam hüküm nizamının keyfiyeti ve İslam’ın tatbik şekli hakkın-

da birçok incelemeler ve birçok tezler ortaya atıldı.

Bunlardan bazısı sahipleri tarafından doğruya isabet etmiş çok değerli tezler iken

bazısı da onu ortaya atanların amaç ve gayeleriyle uyumluluk arz edecek şekilde tasar-

lanıp düzenlenmiş tezlerdir.

İşte İslam ahkâmın tatbikinde –aşamayı öngörmeyen bir uygulama yerine– tedricî

bir uygulamanın caiz olduğunu ortaya koyan bu fikir, bu tezlerden birisidir. Bu tezlerden

bir diğeri de köklü bir devrim yaparak ıslah etme yerine, fesada uğramış vakıayla uyum

içerisinde hareket etme fikridir.

Hiç kuşku yok ki, bu tezler, İslam’ın ve akidenin temelden reddettiği fikirlerden baş-

ka bir şey değildir.

Bu Tezlerini Ne İle Delillendiriyorlar?

Müslümanların yaşamış olduğu bu çöküş dönemlerinde mevcut durumu daha da kö-

tüye götüren birçok hatalı fikir türemiş ve hem Allah Rasûlü, hem de Selef-i Salihîn dö-

neminde mevcut olmayan birçok yanlış iş ve yanlış metot husule gelmiştir. Yine bu çö-

küş dönemlerinde ictihatta ve şer‘î delillerden hüküm çıkarma noktasında yepyeni bir

metot daha zuhur etmiştir. Bu; falanca yazarın, filanca şeyhin ya da falanca liderin yay-

mak istediği fikri ortaya atmaya sonrasında da şer‘î nasslara karşı hür fikirliliğe veya –

İ

Page 101: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

hükümleri anlamak için nassları araştırma yerine kendi düşüncelerini destekleyen kari-

ne ve işaretleri etüt etmek için– onları yorumlamaya sevk eden bir metottur.

Şer‘î ahkâmın tatbikinde tedricîliğin caiz olabileceğini söyleyenlerin takip ettiği me-

tot işte budur. Onlardan bazıları şer‘î ahkâmın tatbikinde küfrün kökünü kazımak için

kapsamlı bir inkılâp çözümü yerine, aşamacı bir metodun caiz olabileceğini” dile getire-

rek yöneticilere uyum sağlamayı ve onlarla işbirliği içerisinde olmayı amaçlamışlar son-

ra da nassları ters-düz ederek bu görüşlerini destekleyecek deliller aramaya koyulmuş-

lardır.

Tedricîlik tezini savunanlar “Allah Teâlâ «Sarhoş iken namaza yaklaşmayın» ayeti

ile mesele hakkında kesin hükmü belirtmeden önce içkiyi tedricî/aşamalı olarak haram

kılmıştır” diyerek delil getirmeye kalkışmaktadırlar.

Onların Bu Fikrini Reddetmek İçin…

Onların bu fikrini reddetmek için şunları söyleyeceğiz:

1) İçkinin haram kılınış aşamalarını bir tarafa bırakmamız gerekir; zira içki «Ey

iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan

pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.» (Maide, 90)

ayeti ile kesin olarak haram kılınmıştır ve Allah yeryüzünün tamamına varis olana (kı-

yamet kopana dek) haram kalmaya devam edecektir.

Dolayısıyla, hiçbir kimsenin içkiyi mubah sayması ya da –tedricîliği savunanların id-

dia ettiği gibi– onu aşamalı olarak haram kabul etmeye kalkışması asla caiz olmaz. Çün-

kü vahyin nüzulü kesilmiştir.

Ortada zaruret durumu gibi şer‘î bir ruhsat olmadığı sürece bir yargıcın içki içen

kimseden had cezasını düşürmesi de caiz değildir. Ama eğer ortada şer‘î bir ruhsat varsa

o zaman yargıç, Allah Teâlâ’nın «Kim, günaha eğilim göstermiş olmamak üzere açlık

halinde dara düşerse (haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve esir-

geyicidir.» (Maide, 3) buyruğu uyarınca had cezasını düşürebilir.

2) Allah Teâlâ yüce kitabında şöyle buyurur:

“Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kâfirlerin ta kendileridir.”

(Maide, 44)

Tedricîliği savunanlar acaba bu ayetle kendi tezlerinin arasını nasıl bağdaştırıyorlar

ki?

Onların, tedricîliği caiz görmeleri aynı zamanda aşamalı olarak Allah’ın indirdiği hü-

kümlerden başkası ile de hükmetmenin de caiz olması manasına gelir. Yani bu, bazı me-

selelerde Allah’ın indirdiği ile hükmedilmeyebileceği manasındadır. Kim böyle bir şey

iddia ederse hiç şüphe yok ki o, Allah Teâlâ’nın “Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmez-

se, işte onlar, kâfirlerin, zalimlerin, fasıkların ta kendileridir.” (Maide 44, 45, 47) ayetleri

kapsamına girer!

Page 102: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

İslam ahkâmını külliyen tatbik edebilme adına küfür hükümlerinden bir kısmını

aşamalı olarak uygulamak hiç caiz olur mu? Acaba biz böyle yaparsak Yüce Allah’ın

“Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?”

(Bakara, 85) ayeti kapsamına girmiş olmaz mıyız?

3) Tedricîlik tezini savunanlara sormak istiyorum: Yöneticilerden birisi İslam kanun-

ları ile çelişen bir tek küfür hükmü ile hüküm verecek olsa acaba Müslümanların buna

sukut edip rıza göstermeleri caiz olur mu?

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem, kendisinden sonra bir takım yöneticiler gelip onlar

zamanında bazı münkerlerin vuku bulacağını ashabına bildirdiğinde onlardan bazıları

hemen: “Kılıçlarımızla onlarla vuruşalım mı?” diye sordu. Bu tepki karşısında Rasûlullah

sallallâhu aleyhi ve sellem’in cevabı ise şöyle oldu: “Hayır (onlarla vuruşmayın.) Ancak Allah

tarafından hakkında bir delilin olduğu açık bir küfür görürseniz o zaman (vuruşabilirsi-

niz.)”

Bu hadis açıkça ifade etmektedir ki, yönetici birisi alenen küfür ahkâmından bazısı

ile veya bir tanesi ile hükmettiğinde bu hadisin kapsamına girer ve Müslümanlara onu

değiştirmek için silahla çarpışmaları vacip olur. İşte, tedricîliği savunan veya savunacak

olan yöneticinin durumu budur.

4) Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Melekler (İman edip de hicret etmeyerek) kendi nefislerine zulmeden kimselerin

canlarını alırken onlara: «Nerede idiniz?» dediler. Onlar da: «Biz, yeryüzünde zayıf

bırakılmışlar (müstazaflar) idik.» deyince, melekler bu sefer şöyle dediler: «Peki Al-

lah’ın arzı geniş değil miydi? Siz de orada hicret etseydiniz ya?» İşte onların durağı

cehennemdir. Ne fena bir dönüş yeridir orası! Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan,

çaresiz kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar başka-

dır (bunlar cehennemlik değildir)” (Nisa, 97, 98)

Bu ayet, ister yönetici olsun isterse yönetilen, her müslümana –velev ki, ülkesini, top-

rağını, malını, evini ve akrabalarını kaybetme pahasına bile olsa– Allah-u Teâlâ’nın ken-

disine haram kıldığı şeylerden sakınmasını, farz kıldığı şeyleri eda etmesini ve İslam’ın

kendisine yüklediği şeyleri yapabileceği bir yere hicret etmesini zorunlu kılmaktadır.

Asıl itibariyle, tedricîliği savunan kimse eğer yönetici durumunda olan birisi ise İs-

lam ahkâmı ile hükmetme noktasında (herkesten daha çok) söz sahibidir. Eğer bunu

yapmaz veya küfür ahkâmını İslam ahkâmı ile karıştırır ise, o zaman üstteki ayetlerde

zikri geçen kimselerden daha çok nefsine zulmetmiş olur.

5) Kesin Bir Redd

Sevgili peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem’in hayatına baktığı-

mız zaman Sakîf kabilesinin, içerisinde namazında bulunduğu bazı ahkâmdan muaf tu-

tulmasını ve putları olan “Lat”ın yerle bir edilmesinin bir ay süreyle ertelenmesini kabul

etmediğini görürüz. Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem bunları kabul etmediği gibi, aksine

Page 103: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

kesin bir surette reddetti ve Allah’ın haram kıldığı şeylerden –aşamalı olarak değil– bir

bütün olarak sakınmaları gerektiği noktasında ısrarcı davrandı.

İbn-i Hişam siyretinde şöyle nakleder:

“Sakîf heyeti Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem ile görüşme yapmak üzere geldiklerinde

kendisinden “Lat” adındaki putlarını onlar için bırakıvermesini ve üç yıl süreyle onu

yıkmamasını talep ettiler. Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem, bu teklifi kabul etmedi. Onlar,

Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den birer yıl düşürerek talepte bulunmaya devam ettiler;

ama O, yine de kabul etmedi. En sonunda sadece bir ay süre ile yıkmamasını istediler,

Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem bunu da reddetti ve her ne söylendiyse kabule yanaşmadı.

Onların zahiren söylemiş oldukları ifadelere göre “Lat” putunu yıktırmamalarında ki

amaçları; kavmi içerisindeki sefih insanların, kadınların ve çocukların laf etmelerinden

kurtulmaları ve onu yıkmak sureti ile kavimlerini korkutmamaları idi. Bu sayede onla-

rında İslam’a girmelerini sağlayacaklardı. Ama Allah’ın Rasûlü sallallâhu aleyhi ve sellem bunla-

rın hiç birisini kabul etmedi ve Ebu Sufyan ile Muğîre b. Şube radıyallahu anhuma’yı oraya

göndererek Lat’ı yıktırdı.

Sakîfliler, Lat putunun yıkılmamasını istemelerinin yanı sıra birde Rasulullah sallallâhu

aleyhi ve sellem’in kendilerini namaz ibadetinden ve (diğer) putları kendi elleri ile kırmala-

rından muaf tutmasını talep etmişlerdi. Onların bu talepleri üzerine Rasulullah sallallâhu

aleyhi ve sellem:

“Putlarınızı kendi ellerinizle kırmanız noktasında sizi muaf tutacağız; namaza gelin-

ce, içerisinde namaz olmayan bir dinde asla hayır yoktur.” buyurdu…”

Namaz ibadeti o zaman itibariyle farz kılınmıştı. Rasulullah sallallâhu aleyhi ve sellem onla-

ra “Tamam, sekiz yıl namaz kılmayın daha sonra onu eda edersiniz” demedi. Aynı şekilde

putları olan Lat’ı bir ay süreyle terk edip bir ayın sonunda yıkmalarına razı olmadı. So-

ruyoruz: Acaba tedricîlik bunun neresindedir?

Fitnelerle Yüzleşme

Tedricîliği savunanlar hakkındaki araştırmada en önemli nokta herhalde “güç yetire-

bilme/zaruret” şartında gizlidir.

Tedricîliği savunan birisinin tek bir delili vardır o da Allah-u Teâlâ’nın şu buyruğu-

dur:

“Allah herkesi ancak gücü yettiği şeylerle sorumlu tutar” (Bakara, 286)

Ona göre bu gün Müslümanlar yönetim mekanizmasını ele geçirdiklerinde İslam ah-

kâmını küllî bir şekilde tatbik etmeye güç yetiremezler! Çünkü böyle bir şey yapmak ye-

ni neşet etmiş İslam toplumunda fitneleri ayağa kaldıracak ve huzursuzluğu körükleye-

cektir!

Bunları Reddetmek İçin Diyorum ki:

Page 104: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Bir haramı100 işlemeye sevk eden zaruret halinin şeran sınırları çizilmiştir. Bu, “fitne

ve karışıklıklar” diye zannedilen şeyler değildir. İslam ahkâmını tatbik etmek için fitne

çıkacağından endişe etmek harama düşmek için101 şeran bir özür teşkil etmez.

Sahabîler, Ebu Bekir radıyallahu anh döneminde zekât vermeyi reddedenlerle savaşıla-

cağı noktasında icma etmişti. Oysa Ebu Bekir radıyallahu anh için en uygun olan, fitneden

sakınması, Müslümanların kanını dökmemesi ve Arap kabilelerinin çoğunluğu ile savaş

yapmaya kalkışmaması idi. Hem o Arap kabileleri, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in vefa-

tından sonra imkânlarının kısıtlı olmasından dolayı zekât vermeyi reddetmişlerdi; ancak

buna rağmen gerek Ebu Bekir radıyallahu anh, gerekse beraberindeki sahabîler İslam şerai-

tinin bir hükmünün işlevsiz bırakılmasını –savaş söz konusu olduğunda İslam devletinin

başına gelecek kesin zarara rağmen– kabul etmediler.

İşte bu nedenle Müslümanların İslam ahkâmını küllîyen ve kapsamlı bir devrim ya-

parak uygulamaları gerekmektedir. Zaten ipleri ellerine geçirdiklerinde başlarındaki

halife bu işin neticesinde vuku bulacak tüm tehlike ve fitnelerle mücadele edecektir.

Tabiî ki biz, İslam ahkâmının, fertleri o ahkâmın tatbik edilmesine inanan, Allah ve

Rasulüne itaatte bulunan ve onun yolunla cihad eden bir topluluğa uygulanmasının; fert-

lerinin İslam’a ve İslam’ın yeterliliğine iman etmeyen bir topluma uygulanmasından çok

daha iyi olduğunu da inkâr edemeyiz. Bu nedenle toplumda yaşayan insanların İslam

ahkâmının kendilerine uygulanmasından önce İslam’a razı edilmeleri gerekmektedir.

Bununla birlikte iş başına getirilip kendisine biat edildiğinde halifenin eksiksiz bir şekil-

de İslam kanunlarını uygulaması lazımdır.

Sonuç olarak, İslam ahkâmının uygulanmasında tedricîlik metodu caiz değildir. Mu-

hammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in helali, kıyamete dek helal kalacak; Muhammed sallallâhu

aleyhi ve sellem’in haramı da kıyamete dek haram kalacaktır. Şeiatın müsaade ettiği şeyler

hariç, bir anlığına bile olsa haram olan bir şeyi helal, helal olan bir şeyi de haram kabul

etmemiz asla caiz değildir.

Tedricîliği savunanlara gelince; onları Allah’tan korkmaya ve İslam’a iftira etmemeye

davet ediyorum.

100

Ki bu, burada Allah‟ın indirdiği hükümlerden başkasını tatbik etmektir. 101

Ki bu, burada − uygun olduğuna inanmaksızın− küfür hükümlerinin tatbikidir.

Page 105: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

RAMAZANDAN SONRA NE YAPMALI,

NASIL OLMALIYIZ?

şte bir ramazanı daha geride bırakmak üzereyiz… Tutulan oruçlar, kılınan tera-

vihler, verilen sadakalar, okunan Kur’anlar, edilen dualar ve her türlü hayırlarla

bir ramazanı daha idrak ettik.

İslamî çevreler genel itibariyle bu ayda hayır kapılarını sonuna kadar zorlamakta, iyi-

lik ve ihsanlarla adeta bir rüzgâr gibi esmekteler. Ama bu aydan sonra ne oluyor?

Geceleri sabahlara kadar namaz kılan veya namaz kılmak için gece kalkanlar, diğer

11 ayda adeta bir daha kalkmamak üzere uykuya dalıyor…

Aç olan karınlarını doyurmak veya ertesi gün açlık hissini en aza indirmek için uyku-

larını en derin anlarında bölerek ayağa kalkanlar, senenin diğer günlerinde sanki kış

uykusuna dalmışçasına, gönüllerini doyurmak için kıyam etmeyi terk ediyor…

Bir ay boyunca Rableri için oruç tutanlar adeta bir daha tutmamak üzere niyet edi-

yor…

Sadaka verme noktasında birbiri ile yarışanlar, ellerini sanki boyunlarına bağlıyor,

bir daha ellerini cebine atmıyor…

Her türlü boş sözden dillerini muhafaza etmeye, gereksiz sözleri terk etmeye çalışan-

lar, ramazan dışında sanki bu iş kendilerine mubahmış gibi davranıyor…

Hâsılı, ramazanda yapılan bu güzel amelleri nedense ramazan sonuna taşıyamıyorlar.

Gönül ister ki bu hayır faaliyetleri senenin her gününe yayılacak şekilde daimî olarak

devam etsin ve sadece ramazana bağlı ibadetler olarak kalmasın.

Laf buraya geldiğinde burada hepimizin sorması gereken çok önemli bir soru kendi-

sini ortaya atıyor:

“Acaba ramazanda yakalamış olduğumuz bu güzellikleri senenin diğer günlerinde de

devam ettirebilecek; namazları, oruçları, sadakaları, iyilik ve hayırda yardımlaşmaları bu

aydan sonra da sürdürebilecek miyiz? Yoksa tüm bunları bir sonraki ramazana kadar

unutacak, bir daha yüzüne bakmayacak bir şekilde ihmal mi edeceğiz?”

Evet, bu sorulara gerçekçi bir şekilde cevap vermeli ve bunlarla yüzleşmekten, yüz

yüze gelmekten asla çekinmemeliyiz.

Gerçekçi olalım. Acaba en iyi olarak bilinenlerimiz bile bu ibadetleri ne kadar titizlik-

le ramazan sonuna taşımakta, ne kadar ramazan haricinde bunlarla hayatını canlandır-

maktadır?

İ

Page 106: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Oysa ramazan sadece aç kalarak fakirlerin hal ve durumlarını anlama, idrak etme ayı

değildir. Bununla birlikte ramazan, bir terbiye ve eğitim ayıdır. Şehevî duyguları körelte-

rek nefsi terbiye ederken, nice güzel amellerin bu ayın haricinde de kolaylıkla yapılabile-

ceğinin eğitimini verir. İnsan; gece kalkma, uzun uzun namaz kılma, oruç tutma, bolca

hayır yapma, ziyadesiyle Kur’an’la meşgul olma, dili boş sözlerden koruma gibi bu ayda

elde ettiği kazanımları ramazan sonunda da yapabileceğinin eğitimini alır bu ayda. Ra-

mazan tüm bu ibadet ve güzelliklerin diğer günlerde de kolaylıkla yapılabileceğinin öğ-

retildiği, gönüllere nakşedildiği bir aydır.

Şimdi kendimize soralım: Acaba bu ayda okumuş olduğumuz Kur’an’ın kaçta kaçını

diğer günlerde okuyacak, kıldığımız gece namazlarının kaçta kaçını diğer günlerde de

kılacağız? Aynı şekilde bu ayda yaptığımız hayır ve hasenatın kaçta kaçını diğer günlerde

yapacak, tuttuğumuz oruçların kaçta kaçını diğer günlerde de tutacağız?

Ramazanda kolaylıkla yaptığımız, yapabildiğimiz, hiç zorlanmadığımız ibadet çeşitle-

rini neden diğer günlerde yapamıyor, o coşku ve heyecanı niçin diğer günlere de taşıya-

mıyoruz?

Tüm bunların cevapları her insanın kendi iç âleminde saklıdır. Herkes kendi zaafları-

nı ve eksik noktalarını bilir. İşte herkes ramazanda elde ettiği kulluk kıvamını diğer gün-

lere de taşımak için, bu cevapları en güzel şekliyle bularak eksikliklerini gidermeli ve

Rabbine daha iyi kul olabilmenin yollarını aramalıdır.

Yeri gelmişken hatırlatmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Unutmayalım ki, bir işi

bir kereliğine veya ara sıra yapmak marifet değildir; asıl marifet, bir işin devamını geti-

rebilmek, azda olsa sürekli yapmak ve terk etmeyecek şekilde itiyatla ona devam ede-

bilmektir. Bir insan, yapmış olduğu hayırlı bir işi sabır, sebat, kararlılık ve azimle yap-

mayı kendisine adet edinir ve hayrın ardını getirmeyi becerebilirse işte o zaman övgüye

mazhar olur. Bu gün bir iş yapıp yarın onu terk ettiğinde övgüye mazhar olması asla söz

konusu olmaz. Hatta övgüye mazhar olması şöyle dursun, kınanmayı bile hak etmiş olur.

Allah’ın Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem, bir iş yaptığında azda olsa onun ardını getirmeyi

sever ve işini kemale erdirmeyi isterdi. Âişe radıyallahu anhâ onun bu tutumunu bize şöyle

haber verir:

“Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in en çok sevdiği ibadet, sâhibinin devamlı yap-

tığı idi.”102

İşte bu nedenle ramazanda elde ettiğimiz hayırları sadece ramazanla sınırlı bırakma-

yalım; ramazan dışına taşıralım. Her ayı ramazanmış gibi değerlendirip kulluğumuzun

kıvamını artıralım.

Burada önemli bir hususa temas etmek istiyorum:

102

Buhârî, Îmân 32; Müslim, Müsâfirîn 221.

Page 107: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Müslümanın ramazandan sonra da salih amel üzere devam etmesi, ramazanının

Rabbi katında kabul edildiğinin bir işaretidir. Ramazandan sonra ramazan içerisinde

işlediği salih amelleri terk etmesi ise Rabbi katında kabul edilmeyişinin bir nişanesidir.

Zira ―İslam âlimlerinin de belirttiği üzere― جضاء احغخ احغخ ثعذب، جضاء اغ١ئخ اغ١ئخ ثعذب “Bir

iyiliğin mükâfatı onun ardından başka bir iyilik yapmak; bir kötülüğün cezası da onun

akabinde başka bir kötülüğe bulaşmaktır.” Biraz daha anlaşılır bir şekilde söyleyecek

olursak: Güzel bir amelin ardından işlenen benzeri güzel bir amel, önceki amelin mükâ-

fatıdır. Yani, Allah o güzel amelden hoşnut olduğu için başka güzel ameller işlemeyi o

kimseye nasip etmiştir. Aynı şekilde bir günahın ardından işlenen diğer günah da önceki

günahın cezasıdır. Yani, Allah o kötü amelden razı olmadığı ve sahibine gazaplandığı için

başka kötü amellerin kapısını ona açmıştır. Bu nedenle kul, eğer ramazanını Rabbine

kabul ettirmeyi becerebilmişse, Rabbi buna mükâfat olmak üzere ramazan sonrasında

da salih ameller işlemeyi ona nasip edecek ve kolay kılacaktır. Ama eğer ramazanını

Rabbine kabul ettirmeyi becerememişse, o zaman ramazanın ardından salih ameller iş-

lemeye muvaffak olması söz konusu olmayacaktır. Bu onun ramazanının Allah katında

kabul edilmeyişinin göstergelerinden bir tanesidir.

Ramazanda nice oruç tutan, namaz kılan, hayırda yarışan insanlar vardır ki, ramaza-

nın bitmesiyle onlarda biter ve namazı terk ederler, oruca duyarsız olurlar, hayırda ya-

rışmaktan geri dururlar. Hatta hayırda yarışmak şöyle dursun şer noktasında birbirini

geçmek için uğraşırlar.

Allah’ı sadece ramazanda hatırlayan, İslam’ı sadece ramazanda yaşamaya çalışanlar

ne kötü insanlardır.

Veyl olsun onlara! Veyl olsun onların Müslümanlıklarına!

Oysa kendisini İslam’a nispet eden her insanın ramazanı, tevbe için, Allah’a yönelmek

için ve tabir caizse Allah’la barışmak için bir fırsat bilmesi gerekir. Ve yine ‘Ben

Müslümanım’ diyen herkesin bu ayı günahların pençesinden kurtulmak, bir daha onlara

dönmemek ve manen arınmak için ayağa gelmiş bir fırsat olarak değerlendirmesi gere-

kir.

İşte bir ramazan daha bitmek üzere… “Geldi, geliyor, yarın ramazan bir” derken şim-

di bak veda etmek üzereyiz. Bir daha gelecek mi Allah bilir.

Bu ayın bitimiyle insanlar da iki guruba ayrılıyor:

1- Ramazanın bitmesini hazmedemeyen, firakından ve gidişinden dolayı üzülen, bit-

mesi nedeniyle bin pişman olan salih ve itaatkâr kullar. Bunlar ramazanlarını en iyi şe-

kilde değerlendirmeye çalışan ve ramazanın ardından da gayretlerini sürdürme azmi

içerisinde olanlardır.

2- Ramazanın bitmesini istenilmeyen bir misafirin gitmesini bekler gibi bekleyen, bir

an önce kurtulma planları yapan ve rahata kavuşma özlemi içerisinde olan zavallı ve

Page 108: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

nasipsiz kullar. Bunlar zaten ramazanlarını iyi değerlendirmemişlerdir. Bu nedenle onla-

rın ramazan sonrasında da kulluk adına bir çabaları ve beklentileri yoktur.

O halde sen ey Müslüman! Bu iki guruptan hangisindensin?

Ramazanın gitmesine üzülenlerden mi, yoksa gitmesini dört gözle bekleyenlerden

mi?

Hangisinden?

Hâsılı kelam… Gerçekten de bu ay bizlere çok şey öğretti. Paylaşmayı, sabrı, tevekkü-

lü, fakirin derdi ile dertlenmeyi, onu anlamayı, boş işlerden yüz çevirmeyi, tartışmayı

terk etmeyi, ibadetlere soyunmayı, hayrı artırmayı ve bunlar gibi nice hayırlı amelleri…

Evet, tüm bunları bu aydan öğrendik. Ama bence bizim bu aydan öğrenmemiz gere-

ken en önemli şey; bu ayda yapılan güzelliklerin diğer aylarda da aynı şekilde ya-

pılabilir olduğu gerçeği. Biz bu aydan eğer bu gerçeği öğrenebilmişsek gerçektende

ramazanı anlamışız demektir; lakin bunu öğrenememiş ve idrak edememişsek, ne diye-

lim inşâallah diğer ramazanda idrak edip anlarız; tabii ki, buna ömrümüz kifayet eder-

se…

Page 109: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

HZ. ALİ’DEN ÖĞÜTLER

slam’ın dördüncü büyük halifesi, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in damadı Hz. Ali

radıyallâhu anh, yeri geldiğinde etrafındaki müminlere nasihat eder ve onları hayra

yönlendirmeye çalışırdı. İşte onun değerli nasihatlerinden bazıları:

1- Ey Allah’ın kulları; Vallahi ölümden kurtuluş yoktur. Önüne durursanız yakalar,

kaçarsanız yetişir.

2- Kurtuluş yoluna koşun, acele edin arkanız da sizi hemen isteyen bir kabir var,

onun sıkmasından karanlığından ve yalnızlığından korununuz.

3- Kabir, ya cehennem çukurlarından bir çukur; ya da cennet bahçelerinden bir

bahçedir. O, her gün üç defa hal diliyle: ‘Ben karanlıklar eviyim; ben yılan, çıyan yuvası-

yım; ben yalnızlık diyarıyım’ der.

4- Dikkat edin! Ondan ötesi daha da kötüdür. Ateşininin ısısı yüksek, dibi derin ve

ziynetleri de demir kelepçelerdir. Bekçisi zebanidir. Cehennemin ötesinde ise takva sa-

hipleri için hazırlanmış genişliği yer ve gökler kadar olan cennetler vardır.

5- Allah bizleri ve sizleri muttakilerden kılsın. Bizleri ve sizleri elem verici azaptan

korusun. O gün ülkeler sarsılır, tellallar bağırır. O gün kavuşmak günüdür. Gizli olan her

şey açığa çıkar; güneş tutulur. İnsanlar ve onlarda hakları olan hayvanlar aynı yerde top-

lanırlar, sırlar açığa çıkar, kötüler helak olur, kalpler ürperir… Cehennemlik olanlara

Allah tarafından helak edici bir darbe ve feryat ettirici bir azap gelir.

6- Cehennem hırslı, homurtulu, korkunç seslerle, hiddet ve tehdit savurarak karşı-

larına çıkarılır. Ateşleri yanar, suları kaynar, sıcaklığı vücutlara işler. Ebedi cehennemlik

olanlar hiç çıkamazlar. Onların pişmanlıklarının sonu yoktur, zincirleri de kırılmaz. On-

ların yanında kendilerine ateşin geldiğini, cehennemin yaklaştığını haber veren melekler

vardır. Cehennemlikler Allah’ın cemalini göremezler, Allah’ın dostlarından ayrılarak ce-

henneme giderler…

7- Kulu kurtaracak olan en üstün vesileler; iman, Allah yolunda cihad, insanın ta-

biatında mevcut olan samimiyet/ihlâs, dinin direği olan namazı kılmak, Allah’ın farz kıl-

dığı zekâtı vermek, Allah’ın gazabına karşı bir kalkan olan ramazan orucunu tutmak, fa-

kirliği gideren günahları döken haccı ifa etmek, serveti bollaştıran, ömrü uzatan ve dost-

ların sevgisini kazandıran akrabayı ziyaret, hataları silen Allah’ın gazabına mani olan

gizli verilen sadaka ve fena bir şekilde zuhur edecek ölüme engel olan ve korkudan ko-

ruyan iyiliktir.

8- Allah’ım! Seni tenzih ve takdis ederim ki; yarattığın şeylerden görebildiklerimiz

ne kadar büyüktür de onların büyüklüğü, senin kudret ve azametinin yanında ne kadar

İ

Page 110: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

küçüktür! Melekler âleminde gördüğümüz işler ne kadar dehşet vericidir de, onlar, sal-

tanat ve celaline nispetle ne kadar hakirdir!

9- Ey Allah’ın kulları! Allah’a muhalefetten sakınınız. Yapacağınız işlerde azimli

olunuz.

10- İhtiyaç ve isteklerin son bulacağı ölüme iyi ameller yaparak hazırlanınız. Çünkü

dünya nimetleri geçicidir. Onun felaketlerinden emin olunmaz, aldatıcıdır, zayıf bir gölge

ve yıkılmaya yüz tutmuş bir dayanaktır, arzu ve amelleri yorarak helak eder.

11- Ey Allah’ın kulları! Alçak gönüllü, mütevazı ve Allah korkusundan dünya değiş-

tiren kullar gibi sizde Allah’a muhalefetten sakınınız! Onlar sakındırıldıklarından çeki-

nirler, korkarlar, iyiliği istemekte acele ederler ve tehlikelerden kaçarak kurtulurlar.

Onlar ahiret için iyi amel yaparlar, azıklarını hazırlayarak giderler.

12- Ülkeler ve kullar arasında ki muamelelerinizde Allah’a muhalefetten sakınınız.

Çünkü sizler ülkelerinizden ve hayvanlarınızdan bile sorumlusunuz.

13- Aziz ve Celil olan Allaha itaat ediniz. O’na asi olmayınız. Bir işin hayırlı olduğu-

na kanaat ettiğiniz zaman onu yapınız, şer kabul ettiğiniz şeyi de yapmayınız. Yeryüzün-

de az ve zayıf olduğunuz zamanları hatırlayınız.

14- İntikam alıcı ve ileriyi en iyi görücü olarak Allah kâfidir. Davacı ve delil olarak

amel defterleri kifayet eder. İyiliklerin mükâfatı olarak cennet, kötülüklere karşı ceza

olarak cehennem kâfidir. Kendim için ve sizler için Allah’tan af dilerim…

15- İlmiyle amel etmeyen âlim, bilgisizliğinden dolayı doğru yolu bulamayan gü-

nahkâr cahil gibidir. Bana göre cehaleti içinde bocalayan cahile nispetle ilmiyle amel et-

meyen âlimin vebali, daha büyük ve âlim daha perişandır.

16- Ey Allah’ın kulları! İbret alınması gerekenlerden hisse kapınız, her şeyden ibret

alınız; korkunç haberlerden ibret alınız, öğütlerden istifade ediniz. Ölümün pençesine

düşmek üzeresiniz. Toprak sizi bağrına basmak üzere! Surun üfürülmesi ile korkunç

tehlikeler sizin etrafınızı saracak, kabirdekiler çıkarılacak, mahşer yerine sevk edilecek-

ler. Cebbar olan Allah’ın denetimi altında hesaba çekileceksiniz. Mahşer yerine giderken

herkesin yanında onu oraya götüren biri ve yaptıklarına şahitlik edecek de bir şahit bu-

lunacak.

17- O gün Allah’ın nuruyla yer yarılır, amel defterleri ortaya konur, Peygamberler

ve şahitler huzuruna getirilirler. Kimseye zulmedilmeden aralarında adaletle hükmedi-

lir.

18- Umumun menfaati için çalışınız, bilhassa ölüm için hazırlanınız. Görüyorsunuz

ki herkes ölüyor, ölüm sizinde peşinizde.

19- Yükünüzü hafifletin, kendinizi dünyaya tamamen bağlamayın ki ahiretinizi ka-

zanasınız, oraya kavuşasınız. Önce gidenler, gelecek olanları bekliyorlar.

Page 111: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

20- Dini iyi anlayın, çünkü dini iyi anlamak, kalpleri parlatır.

21- Kuran’ın nurundan şifa isteyin, çünkü o, gönüllerdeki marazlara şifa’dır.

22- Kuran’ı hakkına riayet ederek okuyunuz, çünkü en güzel haberler ondadır. Ku-

ran okunduğu zaman dinleyiniz, konuşmayınız; umulur ki Allah size merhamet eder.

23- Ey Rabbim! Dilediğin senden kaçamaz ve suçladığın senin gazabından kurtu-

lamaz. Sana isyan eden senin sultanlığına eksiklik getiremez, Sana itaat gösteren mülkü-

nü büyültemez. Senin kaderine rıza göstermeyen onu değiştiremez ve Senin fermanın-

dan bir şey beklemeyen ondan müstağni kalamaz.

24- Ey Allah’ın kulları! Size güzel misaller veren, ecelinizi tayin eden, Allaha muha-

lefetten sakınmanızı tavsiye ederim. Allah sizlere istediğinizi dinleyebilen kulaklar, gö-

ren gözler ve gelecek çeşitli felaketleri sezen kalp vermiştir.

25- Allah, sizleri boş yere yaratmadı, sizi başıboş bırakacakta değil o size güzel ni-

metler ikram etti, sizin her yaptığınızı da tescil ediyor. İyi ve kötü günlerinizde size yar-

dım ediyor.

26- Zaman, bedenleri yıpratır, dilekleri tazeler, ölümü yaklaştırır, umutları uzaklaş-

tırır. Kim ona dost olur, onu elde ederse zahmete düşer; kim onu yitirirse yorulur, darlı-

ğa düşer.

27- İki türlü zaman vardır: Sana dost olan ve düşman olan. Zaman sana dost oldu-

ğunda gaflete düşüp aldanma, aleyhine döndüğünde ise sabır göster.

28- Ne mutlu tevazu sahibine, kazancını tertemiz bir yoldan kazanana! Ne mutlu

özünü doğrultana, huyunu güzelleştirene! Ne mutlu malından yoksula dağıtana, ağzını

boş sözlerden koruyana, şerrini insanlardan esirgeyene! Ne mutlu kendisine sünnet üze-

re olmak ağır gelmeyene, bid’at yoluna sapmayana!

29- Allah’ın bir meleği vardır, her gün nida eder! Doğun ölmek için, toplayın yok

olmak için, yapın yıkmak için.

30- Dünyayı yeren birini gördüğü zaman Hz. Ali buyurdu ki: Dünya Allah dostları-

nın secde yeridir, alış veriş yurdudur, orada rahmet elde edenler orada kâr edinirler,

cenneti kazanırlar. Dünya ölümü açıkça haber verdiği, kendisinden ayrılacağımızı bildir-

diği, kendisinin ve kendisinden olanların akıbetini anlattığı halde kim onu yermeye kal-

kışabilir ki?

31- İnsanlara bir zaman gelip çatar ki, o zamanda Kuran’dan ancak eser ve yazı İs-

lam’dan da isim kalır. O gün insanların ibadet haneleri yapısı itibarıyla mamurdur, gör-

kemlidir. Ancak hidayete mahal olmak bakımından haraptır.

32- O gün mescitlerde oturan ve onları yapanlar, yeryüzünün en fena kişileridir.

Fitne onlardan çıkar, suç ve hata onlara sığınır. Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah

buyurur ki: Zatıma andolsun, Ben o kavme öyle bir fitne gönderirim ki, ilim sahipleri bile

Page 112: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

şaşırır da o fitneye dalarlar. Biz Allah’tan bağışlanma diliyoruz. Öyle bir zamanda gafletle

ayağımızı kaydırmamasını niyaz ediyoruz.

33- Akıldan daha faydalı bir mal, kendini beğenmekten daha korkunç yalnızlık,

tedbir gibi güzel sığınak, takva gibi kerem, güzel huy gibi dost, edep gibi miras, başarı

gibi kılavuz, hayırlı amel gibi alış veriş, sevap gibi kâr, şüpheli şeylerden ve haramlardan

kaçınmak gibi zahitlik, düşünmek gibi bilgi, farzları yerine getirmek gibi ibadet, utanmak

ve sabır gibi iman, alçak gönüllülük gibi yücelik, hilm (yumuşaklık) gibi üstünlük, danış-

mak gibi dayanak yoktur.

34- Hz. Ali’ye: “Akıllı kimdir, bize anlatır mısın?” diye sordular. Buyurdu ki: “Her

şeyi layık olduğu yere koyandır.” “Peki, cahil kimdir?” diye sordular. “Anlattım ya!” dedi.

35- İki gözü doymaz vardır ki, istedikçe ister: İlmi isteyen ve dünyayı isteyen.

36- Her kaba bir şey ilave edince kap daralır; ancak ilim kabı müstesna, ona ilim

kondukça genişler.

37- Âlim ölse de diridir. Cahilin dili olsa da ölüdür. Bilgin elindekinin kadrini bilen

kişidir. Cahil ne yaptığını bilmeyendir. Akıllı ameline, cahil emeline güvenir.

38- Allah rahmet etsin haddini aşmayana, kadrini bilene…

Oğlu Hasan ve şöyle nasihat ettiği rivayet edilmiştir:

39- Oğlum! Sana Allah korkusunu, O’nun emrinden dışarıya çıkmamayı, O’nun zik-

riyle kalbini temizleyip korumayı, Kuran’a sarılmanı öğütlerim. Kalbini öğütle diri tut.

Perhize devam ederek, onun şımarıklılığını gider, gerçek ilimle onu sağlamlaştır. Hik-

metle aydınlat, ölümü hatırlayarak yola getir, dünyanın acılarıyla gözünü aç, zamanın

tuzaklarına karşı uyanık tut. Senden öncekilerin hallerini kalbine haber ver, uğradıkları

bela ve nimetleri anlat.

40- Bilmediğin bir şey hakkında söze girme. Sorumlu olmadığın meseleyi konuşma.

Sapa olmasından korktuğun yoldan geri dön. Çünkü isabetini kestiremediğin için baştan

geri dönmek, yola çıkıp korkunç musibetlere uğramaktan hayırlıdır.

41- İyi şeyler emret ve hayırlı işlerde ehil ol. Kötülere ve kötü şeylere meydan ver-

me. Onlara elinle, dilinle mani ol.

42- Nerede olursan ol, hakkı bulmaya çalış. Zorda olsa haktan ayrılma.

43- Bütün işlerinde nefsini kollayıp, baskı altında tut ki, onu yola getirip emniyet

içinde olasın.

44- Oğlum! Kendini seninle başkaları arasında ölçü kabul et ve kendin için istedik-

lerini başkaları içinde iste, kendin için arzu etmediğin şeyi başkaları içinde isteme. Kim-

seye haksızlık etme.

45- Bilmiş ol ki, kendini büyük görmek sevabın zıttıdır. Gurur, aklın afetidir.

Page 113: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

46- Talep ve arzuların da mütevazı ol. Kazançta kanaati bırakma.

47- Seni, hoşuna gidecek şeylere eriştirecek olsa da, kendini küçük düşürüp alçalt-

ma. Çünkü feda ettiğin şeye bedel olarak hiç bir karşılık kazanamazsın.

48- Hırs ve tamah bineği seni koşturmasın. Çünkü bunlar insanı felakete sürükler.

49- Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar çirkindir. Buna mukabil sukut

ederek kaybettiğin şeyi tekrar elde etmen, söyleyerek kaybettiğin şeyi elde etmenden

daha kolaydır. Çok konuşan dostlarını gücendirir.

50- Kapta ki şeyi korumak, kapağını kapatmakla mümkündür.

51- Ümitsizliğin acılığı, halka yüz suyu dökmekten daha hayırlıdır.

52- İffeti muhafaza ederek çalışmak, iffetsiz zengin olmaktan daha iyidir.

53- İnsanın sırrını yine en iyi kendisi muhafaza eder.

54- Oğlum! Hayırlı kimselerle birlikte ol ki, onlardan olasın. Hayırsız kimselerden

uzak dur ki hayırsızlardan olmayasın.

55- Haram ne kötü yiyecektir. Zayıflara zulüm en çirkin zulümdür.

56- Ümide gönül bağlamaktan sakın. Çünkü o akılsızların sermayesidir.

57- Düşmanına bile iyilikle muamele et. Çünkü bu davranış iki zaferin birisidir.

58- Bir kardeşinle ilişkini kesmek istersen, geri dönülecek bir yol, girilecek bir kapı

bırak. Bir gün olur tekrar ilişki kurmak zorunda kalırsın.

59- Senin hakkında iyi zan besleyen kimselerin olumlu kanaatlerini hal ve hareket-

lerinle doğrula. Aranızdaki yakınlığa ve iyi niyete güvenerek, kardeşinin hakkını zayi

etme. Çünkü hakkını zayi ettiğin kişi hiçbir zaman senin kardeşin olmaz.

60- Oğlum! Unutma ki, rızık ikidir. Birini sen ararsın, biride seni arar. Eğer sen ona

gitmezsen o sana gelir.

61- Dünyada sana ait vazife, gideceğin yeri düşünerek işlerini düzenlemendir.

62- Elinden gidene üzülüyorsan, eline geçmeyen şeylere de üzül. Olmayanları olan-

larla anla. Çünkü işler bir birine benzer.

63- Musibeti gördükten sonra ibret alanlardan olma, çünkü insan öğütle, hayvan

dayakla terbiye olur.

64- Hiçbir zaman Allah korkusu kalbinizden çıkmasın.

65- Allaha itaat edin. İbadetlerinize dikkat edin. İbadetlerinizi huzur ve huşu üzeri-

ne yapın. Bu hal devam ederse mü’min ve müslüman olarak ölürsünüz.

66- Kuran’a sağlam bir şekilde sarılın.

67- İlimde ve amelde bir birinizden ayrılmayın.

Page 114: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

68- Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işitmiştim, buyurdular ki: “İki mü’min ara-

sında dargınlık meydana gelirse derhal aralarını bulun, birleştirin. Aralarında hiçbir ayrı-

lık kalmasın. Sizin bu ıslah edici tavrınız hayatınız boyunca kıldığınız birçok namazdan ve

tuttuğunuz birçok oruçtan daha üstündür.”

69- Akrabalarınıza hürmet ve iltifat ediniz.

70- Ziyaretlerinizi ihmal etmeyiniz.

71- Dünya ya meyil göstermeyiniz. Dünya ya ait bir şey elinizden çıkarsa mahzun

olup kederlenmeyiniz.

72- Doğru söyleyin, yetime şefkat gösterin, zalimlere daima karşı çıkın.

73- Allah’ın Kitabı ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetiyle amel edin.

74- Komşunuzu incitmeyin, hakkını koruyun. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ba-

na vasiyeti budur.

75- Kuran hakkında Allah’tan korkun.

76- Hayırlı işlerde, salih amellerde bir birinizle yarışın.

77- Namaz kılın, zira namaz dinin direğidir.

78- Din namazla ayakta durmaktadır. Mümkün oldukça mescide devam edin.

79- Ramazan ayında oruç tutun, zira oruç cehennemden kurtulmak için bir kalkan-

dır.

80- Allah yolunda yapılan cihada canınızla, malınızla katılın.

81- Fakirin hakkı olan zekâtı verin, zira zekât; Allah’ın gazabını rahmete dönüştü-

rür.

82- Evlad-ı Resul’e hürmet edin, zira mü’minler Ehl-i Beyt’e saygı ve hürmet gös-

termekle sorumludurlar.

83- Fakirlere ve miskinlere yardımcı olun, onlarla birlikte yiyin için giyinin.

84- Oğlum! Benden dört şeyi öğren, onları işlediğinde sana zarar vermeyecek şu

dört şeyi aklında tut: 1- Zenginliğin en üstünü akıldır. 2- Yoksulluğun en büyüğü ise ah-

maklık. 3- Korkulacak şeylerin en korkuncu kendini beğenmektir. 4- Beğenilecek şeyle-

rin en güzeli ise güzel huydur.

85- Oğlum! Ahmakla dost olmaktan sakın, çünkü sana fayda vermek isterken zararı

dokunur. Cimriyle dost olmaktan sakın, ona en fazla muhtaç olduğunda yardımına koş-

maz, yerinde oturur. Kötülük sahibiyle dost olma, o pek az bir menfaat karşılığında seni

satar. Yalancıyla dost olmaktan sakın, çünkü yalancı seraba benzer, uzağı yakın gösterir

sana, yakını uzaklaştırır senden.

86- Allah’ı devamlı zikrediniz, çünkü zikirlerin en güzeli Allah’ı zikretmektir.

Page 115: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

87- Peygamberimizin yolundan gidiniz, çünkü o yolların en doğrusu ve faydalısıdır.

O’nun sünnetlerine uyun, çünkü O’nun sünnetleri yolların en şereflisidir.

88- Allah’ın kitabını öğreniniz, çünkü Allah’ın kitabı sözlerin en değerlisidir.

Page 116: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

Hiç Böyle Bir Dostunuz Oldu mu?

1. Çok konuşmazdı.

2. Kötü söz söylemezdi.

3. Daima düşünceliydi.

4. Kimseyle çekişmezdi.

5. Her zaman ağırbaşlıydı.

6. Boş şeylerle uğraşmazdı.

7. Dünya işleri için kızmazdı.

8. Lüzumsuz yere konuşmazdı.

9. Umanı umutsuzluğa düşürmezdi.

10. Kimsenin kusurunu araştırmazdı.

11. Vakar ve sükûnetle rahatça yürürdü.

12. Susması konuşmasından uzun sürerdi.

13. Gerçeğe aykırı övgüyü kabul etmezdi.

14. Affediciliği tabii idi; intikam almazdı.

15. Hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı.

16. Konuşurken çevresindekileri adeta kuşatırdı.

17. Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı.

18. Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmezdi.

19. Sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı.

20. Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı.

21. Yürürken beraberindekilerin gerisinde yürürdü.

22. Konuştuğunda ne fazla ne de eksik söz kullanırdı.

23. Bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı.

24. Sıradan değildi; ama sıradan insanlar gibi yaşardı.

25. Kapısına yardım için gelen kimseyi geri çevirmezdi.

26. Kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi.

27. Her zaman hüzünlü ve mütebessim bir haletle dururdu.

28. Âdeti üzere sarf edilen hiçbir kötü sözü ağzına almamıştı.

Page 117: Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…...Üzülerek belirtmeliyim ki, bu noktada kanımca diğer insanlardan hiçte farkları yok. Allah’ın kendilerine cihad, tebliğ, davet

29. Kelimeleri parlayan inci dizileri gibi tatlı ve berraktı.

30. Fakirlerle birlikte yerdi; öyle ki onlardan ayırt edilmezdi.

31. Yanında en son konuşanı ilk önce konuşan gibi dikkatle dinlerdi.

32. Düşmanlarını affetmekle kalmaz, onlara değer verirdi.

33. Hiç kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınar ve ayıplardı.

34. Yürürken ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmazdı.

35. Adımlarını geniş atar, yüksek bir yerden iner gibi öne doğru eğilirdi.

36. Dostlarına şöyle derdi: “Dünyada garip bir kimse yahut bir yolcu gibi ol.”

37. Sabahları evinden çıkarken şöyle derdi: “İlahi, doğru yoldan sapmaktan ve sap-

tırılmaktan, kanmaktan ve kandırılmaktan, haksızlık etmekten ve haksızlığa uğramak-

tan, saygısızlık etmekten ve saygısızlık edilmekten sana sığınırım.”

O, Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’di.