40
Toplum Bilimleri Dergisi Musa HUB (*) RAHM NÎ N HALAR V İR NÎ YORUMLAR: AMAN N D R(L NM S)İ V D RL NDİRİLM Sİ Ü RİN “N H T HADÎSİ V RHİ” öz İs e y z e er , e er e üzer e, öze e ‘v t er s s s ü’ er /sû er , ö e ş r z r Ne- e t- R et H s r t r er ve r y ru uy ree ‘sev z e er e - r ş es s e er e r r t r r y e t e sürpr z r e -Me t e ve t rz s e e , ru ş “r e es er ) e u u, e er er , e z es z r u e e e r s s er e - te r r ve ey r ür - er e r s , ‘ er , te ve e - yes ’y e, üzere özet e e er e - es e r e e z r T p u B er • O - H z r • 12 23) : 199-238

RAHMÂNÎ NEFHALAR VE İRFÂNÎ YORUMLAR: ZAMANIN …toplumbilimleri.com/files/6abcd042-77ca-4f55-8c75-d6b1bcc64fd610 Musa HUB.pdf · (Yunus 56‟nın Tefsiri). 5 “(Bütün hayatınız

  • Upload
    others

  • View
    16

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

ToplumBilimleriDergisi

Musa HUB (*)

RAHMÂNÎ NEFHALAR VEİRFÂNÎ YORUMLAR:

ZAMANIN DEĞER(LENMES)İ VE DEĞERLENDİRİLMESİ ÜZERİNE:

“NEFEHÂT HADÎSİ VE ŞERHİ”

öz

İslam’ın amelî hayatında zamanın değeri, değerlenmesi ve değerlendirilmesi üzerine, özellikle ‘vakitlerin safâsı’nı ıskalamama azmiyle yaşayan ibnü’l-vakt mü’milerin/sûfîlerin, önemini başkalarına nazaran daha iyi kavradıkları “Ne-fehât-ı Rahmet Hadîsi”ni farklı tarîkleri ve irfânî yorumuyla ele almaya çalıştık. Mükafaatı âhiretteki ‘sevâb hazineleri’nden olacağı Kitap ve Sünnet’te bildi-rilmiş olan kesbî sâlih amellerden farklı olarak, zamanı, zemini, mekânı veya miktarı itibariyle tamamen sürpriz olarak el-Mennan’ın ‘minen hazîneleri’nden tamamen vehbî tarzda ihsan edilen, rutin dışı “rahmet nefhaları”nın (manevî esintilerinin) ne olduğu, neler getirdiği, ne zaman esebileceği ve onlara nasıl mazhar olunabileceğine dair sahasının erbâbı ehl-i marifet ve ehl-i hakikat ule-mânın tecrübî irfanlarına ve keşfî beyanlarına müracaat ettik. Elde ettiğimiz bil-gilerden bir kısmını, ‘içerik, nitelik ve nicelik’ bakımından derleyip akılları ‘tafsi-latta boğmamak gayesi’yle, icmâl üzere özetle değerlendirerek, umûmun istifa-desine açık ilmî bir makale halinde hazırlamış ve sunmuş olduk. Fıkıh, tasavvuf

© Toplum Bilimleri • Ocak - Haziran • 12 (23) : 199-238

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)200

ve hadis ilmiyle yakından ilişkili olan makalemiz, bir hadis tahkiki ve hadis şer-hi mahiyetinde ilmî bir çalışmadır. Ayrıca esmâ-i hüsna kitaplarındaki gibi el-Mennân ism-i cemîlinin bir izahıdır. Mennân’ın minen hazinelerinden rahmet nefhalarıyla tecelli keyfiyetini ortaya çıkarmaya çalışan bir araştırma yazısıdır.

anahtar kelimeler

Tasavvuf, Nefehât-ı İlâhiye Hadisi ve Şerhi, Rahmet Nefhaları, Rahmânî Nefha-lar, Savab Hazineleri, Minen Hazineleri, Rahmet-i İmtinâniyye, el-Mennân ism-i ilâhîsi.

abstract

The Hadith of Allah’s Compassion Breeze and its Explanation

The purpose of this article is to investigate the active life of Islam or practice of ibadat (amel). We have explained the evaluation of time, time value and its importance in our ibadat. Especially, Sufi who try to reach the most valuable time in the day (vakitlerin safâsı) they understood and evaluated it than more than other Muslims. We also discussed about the Hadith of Allah's Merciful Breeze “Nefehât-ı Rahmet’’ and its varieties in this article. Kur'an and Hadith reported that the reward of righteous deeds will find us without our act and surprise (el-Mennan) in the afterlife (ahirat). We referred to some Islamic scholars who explain about Allah's Merciful Breeze and el-Mennan in their books and the narrative of the spiritual journey (Keşfiyat). We have reached a lot of information about them and classified them depending on their content, quality, quantity, topic, and significance. Our article, which is closely related to Islamic science as fiqh, tasawwuf and hadith, is a scholarly work in the verification (analysis) and explanation of the Hadith. It is also an investigation and elucidation of al-Mennân, as is explained in other books on the names of Allah. Further, it is a research essay that attempts to reveal the manifestation of merciful breeze from Mennân's secret treasures.

keywords

Tasawwuf, Divine Breeze (Nefha), The Hadith of Allah's Compassion Breeze and its explanation, One of Allah’s names el-Mennan, Mitzvah Treasure, el-Mennân Treasure.

Girişİnsan, içinde varolduğu zamanın değerini bildiği ve bilerek değerlendirdiği öl-çüde kendi değerini de bilmiş olur, bilgelik bilincine erişmiş olur. İslamiyet’in ‘mistik boyutu’, ‘ruhî hayatı’, ‘zühd, takva, ihlâs ve rıza-i ilahî çizgisindeki ma-neviyât ve derûniyâtı’, ‘irfânî ve hikemî cenâhı’, ‘özü, üsâresi, cevheri, hakikati,

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

201

manası…’ gibi ifadelerle tarif edilen “tasavvuf”un zuhur ettiği ilk dönem zâhid ve âbidleri, zamanın her bir ânını zikir ve ibadetle ihya etmeye çalışmışlardır.

İslam’da ibâdât ü tâât, hem keyfiyet, hem de kemmiyet bakımından ‘âzâmî kulluğun olmazsa olmaz aslî unsuru’ olarak telakki edilir. Bu sebeple de ibâdet-lerin ve duaların en bereketli ve bol kazançlı biçimde huzurullahta kabul edil-mesi için mübarek ve mukaddes zaman ve mekân dilimleri dikkatle takip edil-meye çalışılır. Çünkü her an ölüme hazır bulunma titizliliğinin bir gereği olarak, ‘hemen ve şimdi’yi ifade eden ân-ı seyyâlelerin, yani ‘akan zaman içinde yaşa-nılan şimdi’ye ait ânlar’ın çok iyi değerlendirilmesi, dinî kulluk şuuru ve manevî hayat felsefesinin (bilincinin) bir parçasıdır.

Kulluk bilinciyle Hazret-i Zât, Sıfât ve Esmâ’dan her an gelmekte olan ce-mâlî tecelliler avlanmaya çalışılır. Rahmet hazinesinden kendi zamanlarının pa-yına düşen nasiplerini âzâmî ölçüde alabilmek için ‘vakitlerin safâsı’ dikkatle ve ciddiyetle gözetilir. Tam da bu noktada âzâmî ibadet, âzâmî zikir ve âzâmî tak-vayı esas alan müttakîlerin ve mutasavvıfların nezdinde çok hususî bir kıymeti hâiz bulunan, ve hadîs-i şeriflerin haber verdiği ‘nefehât-ı rahmet ve nefehât-ı üns’ gibi ilahî-gaybî esintilerin, beraberlerinde sürpriz lütuf ve ihsan bulutlarını getirdiğine inanılır. Bir anda çok büyük manevî gelişime ve dikey yükselmeye vesile olduğuna itikat edilen bu vehbî lütuflar, sûfînin dünyasında bir bakıma irade-i cüz’iyeyle elde edilebilen sâir kesbî kazanımlardan daha kıymetli maz-hariyetlere eriştirmesi itibariyle, adeta gizli Kadir gecesi sırrı gibi eşsiz bir hedi-ye saati sayılır.

Hayatın her saniyesinin değerini bilen ve şimdiki ânı değerlendirmeye gay-ret eden hakiki mü’minler ve özellikle sufiler, vakitleri kollayan birer ibnü’l-vak-te (vaktin çocuğuna) dönüşürler. Sâlih bir amele karşılık olmaksızın, tamamen vehbî-lutfî olarak gelen o rahmânî nefhalara kendini, kalbini, ruhunu bütünüyle arz ederek, tek bir ân-ı seyyâlede çok muhteşem bir manevî devlete nâil olmak imkânı, onlar için, kaçırılmaması gereken kaderdenk bir fırsat olarak görülür. Ve bu esrarengiz fırsat, başta ehl-i tasavvuf olmak üzere, ahireti kazanmaya odaklı yaşayan akl-ı meâd sahibi mü’minleri de kendisine cezbeder.

Dinî ilimler içinde Hadis ve Tasavvuf dalında ‘erbaîn’ denen kırk hadis şerh-leri ve esmâ-i hüsnâ kitapları yaygın bir gelenektir. Biz bu çalışmamızda sözko-nusu ‘rahmânî ve rabbânî nefehât’ı haber veren hadîs-i şerifi, farklı rivayet-leriyle ve sûfî âlimlerin yorumlarıyla, ‘mahiyet/içerik, keyfiyet/nitelik ve kem-miyet/nicelik’ bakımlarından mercek altına aldık. Hadis-i şerifi daha tafsilatlı ama derli-toplu bir ihtisar bütünlüğü içinde yoğurarak, hemen her seviyede müslümanın amelî hayatına katkı sağlayabilecek şekilde hazır hâle getirebilme niyetiyle, yoğun ama sade bir çalışma ortaya koymaya gayret sarfettik.

Şimdi Rahmet Nefhaları’na dair o hadis-i nebevîleri görelim.

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)202

I. Nefehât-ı İlâhiyye Hadis-i Şerifleria. Enes b. Mâlik, Ebu Hureyre ve Ebu’d-Derdâ’nın Rivayetleri:

Enes b. Mâlik, Ebu Hureyre ve Ebu’d-Derdâ radıyallâhü anhüm’den: Allah Rasulü sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurdular:

“(Bütün hayatınız boyunca) kendi devrinizin hayırlarını (araştırınız2), yap-maya tâlip olunuz (yaşadığınız müddetçe hayırlı fiiller yapmaya bakın!3) ve Allah’ın rahmet nefhalarının (rabbinizin nefhalarının4) yoluna çıkın, onlara karşı durun ve kendinizi onlara maruz bırakın (gözünüzü, gönlünüzü onlara açmak suretiyle onları üzerinize alın, çekin, kazanın). Şüphesiz ki rahmetinin öyle nef-haları vardır ki Allah, onları kullarından kime dilerse ona isabet ettirir. O yüzden sizler, Allah’tan avrâtınızı (ayıplarınızı, kusurlarınızı, kabahatlerinizi) örtmesini ve korktuklarınızdan da sizi emin kılmasını isteyin.”5

b. Muhammed b. Mesleme’nin Birinci Rivayeti:

Muhammed b. Saîd demiştir ki: Muhammed b. Mesleme el-Ensârî radıyal-lâhü anh vefat ettiği zaman kılıcının (palan arkası) meşininde şöyle yazdığına şahit olduk:

“Bismillâhirrahmânirrahîm. Nebi sallallâhü aleyhi ve sellem’den işittim, buyurdu ki: “Hiç şüphesiz ki sizin çağınızın/ömrünüzün geri kalan (günlerin)de Rabbinizin bir takım nefhaları bulunmaktadır. Bu sebeple sizler (nefhaların geliş yolları üzerinde durunuz ve) kendinizi onlara karşı tutunuz. Umulur ki (yapaca-ğınız) bir dua, (Allah’tan o anda inen) bir rahmete tevafuk eder de o rahmet, o dua sahibini bir saadete eriştirir ki artık ondan sonra o kimse bir daha da ebe-diyen hüsrânâ uğramaz (kaybetmez, zararlı çıkmaz, kaybolmaz).”6

c. Muhammed b. Mesleme’nin İkinci Rivayeti:

Muhammed b. Mesleme’den: Allah Rasulü (sas) buyurmuştur ki:

4

Hayatın her saniyesinin değerini bilen ve Ģimdiki ânı değerlendirmeye

gayret eden hakiki mü‟minler ve özellikle sufiler, vakitleri kollayan birer

ibnü‟l-vakte (vaktin çocuğuna) dönüĢürler. Sâlih bir amele karĢılık

olmaksızın, tamamen vehbî-lutfî olarak gelen o rahmânî nefhalara

kendini, kalbini, ruhunu bütünüyle arz ederek, tek bir ân-ı seyyâlede çok

muhteĢem bir manevî devlete nâil olmak imkânı, onlar için,

kaçırılmaması gereken kaderdenk bir fırsat olarak görülür. Ve bu

esrarengiz fırsat, baĢta ehl-i tasavvuf olmak üzere, ahireti kazanmaya

odaklı yaĢayan akl-ı meâd sahibi mü‟minleri de kendisine cezbeder.

Dinî ilimler içinde Hadis ve Tasavvuf dalında „erbaîn‟ denen kırk hadis

Ģerhleri ve esmâ-i hüsnâ kitapları yaygın bir gelenektir. Biz bu

çalıĢmamızda sözkonusu „rahmânî ve rabbânî nefehât‟ı haber veren

hadîs-i Ģerifi, farklı rivayetleriyle ve sûfî âlimlerin yorumlarıyla,

„mahiyet/içerik, keyfiyet/nitelik ve kemmiyet/nicelik‟ bakımlarından

mercek altına aldık. Hadis-i Ģerifi daha tafsilatlı ama derli-toplu bir ihtisar

bütünlüğü içinde yoğurarak, hemen her seviyede müslümanın amelî

hayatına katkı sağlayabilecek Ģekilde hazır hâle getirebilme niyetiyle,

yoğun ama sade bir çalıĢma ortaya koymaya gayret sarfettik.

ġimdi Rahmet Nefhaları‟na dair o hadis-i nebevîleri görelim.

I. NEFEHÂT-I İLÂHİYYE HADİS-İ ŞERİFLERİ

a. Enes b. Mâlik, Ebu Hureyre ve Ebu’d-Derdâ’nın Rivayetleri:

Enes b. Mâlik, Ebu Hureyre ve Ebu‟d-Derdâ radıyallâhü anhüm‟den:

Allah Rasulü sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz Ģöyle buyurdular:

ر (التمسوا) اطلب وا » ر ) ،كلو دىركم الي وت عرضوا لن فحات رحة الل (دىركم اف علوا الي ( 1الو أ س أ سلوا ) و ن فحات من رحتو يصيب با من يشاء من عباده للو ، فإن (م ك ب ر ات ح ف ن ل )

ن و عوراتكم يست ر أن اللو .« روعاتكم ي ؤم

1 Enes b. Malik‟ten bu lafızla gelmiĢtir: Deylemî, el-Firdevs, 1/79 (241); Ġbnü Abdilber, et-

Temhîd, 5/339. Ayrıca Hakîm Tirmizî‟den, Ġbnü Ebiddünyâ‟nın el-Ferec kitabından, ve Beyhakî‟nin el-Esmâ ve‟s-Sıfât kitabından naklen bkz. es-Suyûtî, ed-Dürrü‟l-Mensûr, 5/424 (Yunus 56‟nın Tefsiri).

5

“(Bütün hayatınız boyunca) kendi devrinizin hayırlarını (araĢtırınız2), yapmaya tâlip olunuz (yaĢadığınız müddetçe hayırlı fiiller yapmaya bakın!3) ve Allah‟ın rahmet nefhalarının (rabbinizin nefhalarının4) yoluna çıkın, onlara karĢı durun ve kendinizi onlara maruz bırakın (gözünüzü, gönlünüzü onlara açmak suretiyle onları üzerinize alın, çekin, kazanın). ġüphesiz ki rahmetinin öyle nefhaları vardır ki Allah, onları kullarından kime dilerse ona isabet ettirir. O yüzden sizler, Allah‟tan avrâtınızı (ayıplarınızı, kusurlarınızı, kabahatlerinizi) örtmesini ve korktuklarınızdan da sizi emin kılmasını isteyin.”5 b. Muhammed b. Mesleme’nin Birinci Rivayeti: Muhammed b. Saîd demiĢtir ki: Muhammed b. Mesleme el-Ensârî radıyallâhü anh vefat ettiği zaman kılıcının (palan arkası) meĢininde Ģöyle yazdığına Ģahit olduk:

( بقية )أيام إن لرب كم يف »: ي قول وسلم عليو الل صلى النب سعت ، الرحيم الرحن الل بسم ل سعادة صاحبها با( ف يسعد ) د ع س ت رحة ت وافق أن دعوة لعل لو، ف ت عرضوا ن فحات دىركم

.«أبدا ب عدىا يسر “Bismillâhirrahmânirrahîm. Nebi sallallâhü aleyhi ve sellem‟den iĢittim, buyurdu ki: “Hiç Ģüphesiz ki sizin çağınızın/ömrünüzün geri kalan (günlerin)de Rabbinizin bir takım nefhaları bulunmaktadır. Bu sebeple sizler (nefhaların geliĢ yolları üzerinde durunuz ve) kendinizi onlara karĢı tutunuz. Umulur ki (yapacağınız) bir dua, (Allah‟tan o anda inen) bir rahmete tevafuk eder de o rahmet, o dua sahibini bir saadete eriĢtirir ki

2 Ebu‟d-Derdâ‟dan mevkuf olarak gelen hadis-i Ģerif bu lafızladır. Bkz. Ġbnü Ebî ġeybe, el-

Musannaf, 7/111 (34594); Ebu Nuaym, el-Hılyetü‟l-Evliyâ, 1/221 (35). 3 Enes‟den rivayetle: et-Taberânî, el-Mu‟cemu‟l-Kebîr, 1/250 (720); et-Taberânî, ed-Duâ, s.29

(26); Heysemî, Mecmeu‟z-Zevâid, 10/231. Sıhhat derecesi: el-Münâvî demiĢtir ki: “Hadisin isnadı ve ricâli sahihtir. Râvî Ġsa b. Musa b. Ġyas

el-Bükeyr de sikadır.” Ġbn-i Hibbân, hadisin senedinde bazılarının zayıf gördüğü râvî “Ġsa b. Musa”nın aslında sika olduğunu söylemiĢtir. (Münâvî, es-Sikât, 7/234). Beri taraftan Heysemî, Enes hadisinin ilk yarısına Muhammed b. Mesleme hadisinin Ģâhit olduğunu söylemiĢtir. Hadisin farklı ravilerden gelen senetlerindeki za‟fiyetlere değinen Elbânî ise, nihâyet-i kelamda Taberânî hadisi için “Hadis, benim nazarımda hasendir.” demiĢtir. Bkz. Elbânî, es-Silsiletü‟s-Sahîha, 4/389, 511 (1890).

4 Ġbnü Abdilber, et-Temhîd, 5/339; a.mlf., el-Ġstizkâr, 7/498; Ġbn-i Kesîr, Tefsîru‟l-Kur‟âni‟l-Azîm, 2/435 (Yunus, 107‟nin Tefsiri) –Ġbn-i Asâkir‟den-.

5 Ebu Hureyre‟den: Beyhakî, ġuabü‟l-Ġman, 2/43 (1123); et-Taberânî, ed-Duâ‟, 1/30; Ġbnü Ebi‟d-Dünyâ, el-Ferec ba‟de‟Ģ-ġiddet, s.28 (27); Ġbn-i Asâkir, Târîhu Medîneti DımeĢk, 24/123 (2885), 25/5.

Enes b. Mâlik‟ten: Ebu Nuaym, Hilyetü‟l-Evliyâ, 3/162; el-Kuzâî, Müsnedü‟Ģ-ġihâb, 1/407; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü‟l-Usûl, 2/293 (184); Beyhakî, el-Esmâ ve‟s-Sıfât, s.329 (304); Beyhakî, ġuabü‟l-Ġman, 2/43 (1123); Ġbn-i Asâkir, Târîhu Medîneti DımeĢk, 24/123 (2885); Deylemî, el-Firdevs, 1/79 (241); Ġbnü Abdilber, et-Temhîd, 5/339; Ġbnü Abdilber, el-Ġstizkâr, 7/498; Ġbnü Kayyim el-Cevziyye, ġifâü‟l-Alîl, s.46; Heysemî, Mecmeu‟z-Zevâid, 10/231.

Enes‟ten gelen Ģu tahriçlerde ise “küllehû” lafzı yoktur: Beyhakî, ġuabü‟l-Ġman, 2/42 (1121, 1122); Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü‟l-Usûl, 2/293; el-Kuzâî, Müsnedü‟Ģ-ġihâb, 1/407 (456/701); er-Râfiî, et-Tedvîn fî Ahbâri Kazvîn, 3/192; el-Aksarâî, Hucecü‟l-Kur‟ân, 1/192.

6

artık ondan sonra o kimse bir daha da ebediyen hüsrânâ uğramaz (kaybetmez, zararlı çıkmaz, kaybolmaz).”6 c. Muhammed b. Mesleme’nin İkinci Rivayeti: Muhammed b. Mesleme‟den: Allah Rasulü (sas) buyurmuĢtur ki:

با ف يسعد رحة ت وافق أن دعوة لعل لا ف ت عرضوا ن فحات دىركم أيام بقية إن لرب كم يف »ا ب عدىا يشقى ل صاحب ها .« أبد

“ġüphesiz ki sizin Ģu çağınızın geri kalan günlerinde Rabbinizin bir takım nefhaları vardır. Bu yüzden kendinizi (istifade edebilmek için) o nefhalara karĢı tutunuz. Umulur ki yapacağınız bir dua (o anda inen) bir rahmete tevafuk eder de sahibini mes‟ud kılar ve o kimse ondan sonra bir daha ebediyen Ģakî (bedbaht, kemtâlih, kötü âkıbetli, mutsuz) olmaz.”7 d. Muhammed b. Mesleme’nin Üçüncü Rivayeti: Muhammed b. Mesleme‟den: Allah Rasulü (sas) Ģöyle buyurdular:

ن فحة من ها تصيبو أن أحدكم لعل لا ف ت عرضوا (ل أ ) ن فحات ( دىركم )الدىر إن لرب كم يف أيام »ا ) ب عدىا يشقى ل اأبد .« (ف ت عرضوا لو لعلو أن يصيبكم ن فحة منها فال تشقون ب عدىا أبد

“Hiç Ģüphesiz ki Rabbiniz azze ve celle‟nin dehrin günlerinde (-diğer rivayette- „sizin Ģu çağınızın günlerinde‟ „rahmetinden‟8) nefhaları vardır. (Dikkat edin9 ve size de isabet etsin diye) o nefhalara karĢı durun, kendinizi onlara doğru tutun. Umulur ki sizden birisine o nefehâttan bir nefha isabet eder de ondan sonra bir daha o kimse ebediyen Ģakî olmaz. (Diğer rivayette: Bu sebeple kendinizi nefehata karĢı tutunuz. Ümit edilir ki sizlere de ondan bir nefha isabet eder de sizler ondan sonra bir daha asla Ģakî olmazsınız.10)”11

6 er-Râmhürmüzî, el-Muhaddisü‟l-Fâsıl, 1/497 (548); Ġbn-i Kesir, Tefsîru‟l-Kur‟âni‟l-Azîm, 4/87

(Ğâfir, 60‟ın tefsiri). 7 es-Suyûtî, Câmiu‟l-Ehâdîs, 9/153 (8124); es-Suyûtî, Cem‟u‟l-Cevâmi‟, 1/7687 (1474); el-Gazâlî,

Ġhyâ, 1/186; Ebu‟l-Fadl el-Irâkî, Tahrîcü Ehâdîsi Ġhyâ, 2/47 (547); el-Aclûnî, KeĢfü‟l-Hafâ, 1/269 (708). Suyûtî, Irâkî ve Aclûnî, bu hadisi bu lafızla Hakîm Tirmîzî‟nin Nevâdirü‟l-Usûl‟ünde Muhammed b. Mesleme r.a.‟den tahriç ettiğini belirtmiĢtir; fakat elimizdeki Nevâdir‟de (2/293) farklı bir lafızla Enes r.a.‟den rivayetine ulaĢmıĢ bulunuyoruz.

8 el-Gazâlî, el-Maksadü‟l-Esnâ, 1/79. 9 el-Gazâlî, Meâricü‟l-Kuds, 1/66; el-Gazâlî, Ġhyâ, 1/186, 4/77; el-Gazâlî, Mizânü‟l-Amel, 1/10;

el-Cezerî, en-Nihâye fî Ğarîbi‟l-Eser, 5/89; er-Râzî, et-Tefsîru‟l-Kebîr, 17/94 (Yunus 57-58‟in Tefsiri), 30/154 (Müzemmil 5‟in Tefsiri); Ali el-Kâri‟, Mirkâtü‟l-Mefâtîh, 3/273 (1224), 9/218; es-Sindî Nureddin Muhammed, HâĢiyetü‟s-Sindî alâ Sahîhi‟l-Buhârî, 1/261; Ebu‟l-Fadl el-Irâkî, Tahrîcü Ehâdîsi‟l-Ġhyâ, 2/47 (547), 6/217 (2568); el-Aclûnî, KeĢfü‟l-Hafâ, 1/269 (708); ez-Zerkânî, ġerhu‟z-Zerkânî, 1/316; Âlûsî, Rûhu‟l-Meânî, 30/280 (Felak 2‟nin Tefsiri).

10 et-Taberânî, el-Mu‟cemu‟l-Kebîr, 19/233-234 (519). Hadisi Ġbnü‟n-Neccâr da tahriç etmiĢtir. Bkz. es-Suyûtî, Câmiu‟l-Ehâdîs, 9/153 (8123).

11 et-Taberânî, el-Mu‟cemu‟l-Evsat, 3/180 (2856), 6/221-222 (6243). Taberânî: “Bu hadis, Muhammed b. Mesleme‟den sadece bu senetle rivayet edilmiĢtir. Senette Ahmed b. Abede teferrüd etmiĢtir.” demiĢtir. Hadisin sıhhati hakkında sükût etmiĢtir. Heysemî: “Hadisin senedinde tanımadığım raviler var. Tanıdıklarım ise sika kimselerdir.” demiĢtir. Münâvî de bu hususta ona tâbi olmuĢtur. Suyûtî: “Zayıftır.” demiĢtir. Irâkî: “Bu hadisin isnadı(nın sahih veya zayıf olduğu) hakkında ihtilaf edilmiĢtir.” demiĢtir. Elbânî de “Zayıf hadistir.” demiĢtir. Bkz. Heysemî, Mecmeu‟z-Zevâid, 10/231; Ebu‟l-Fadl el-Irâkî, Tahrîcü Ehâdîsi‟l-Ġhyâ, 2/47 (547); el-Münâvî, Feyzü‟l-Kadîr, 2/505; es-Suyûtî, el-Câmiu‟s-Sağîr, 1/205 (2398); el-Aclûnî,

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

203

“Şüphesiz ki sizin şu çağınızın geri kalan günlerinde Rabbinizin bir takım nefhaları vardır. Bu yüzden kendinizi (istifade edebilmek için) o nefhalara karşı tutunuz. Umulur ki yapacağınız bir dua (o anda inen) bir rahmete tevafuk eder de sahibini mes’ud kılar ve o kimse ondan sonra bir daha ebediyen şakî (bed-baht, kemtâlih, kötü âkıbetli, mutsuz) olmaz.”7

d. Muhammed b. Mesleme’nin Üçüncü Rivayeti:

Muhammed b. Mesleme’den: Allah Rasulü (sas) şöyle buyurdular:

“Hiç şüphesiz ki Rabbiniz azze ve celle’nin dehrin günlerinde (-diğer riva-yette- ‘sizin şu çağınızın günlerinde’ ‘rahmetinden’8) nefhaları vardır. (Dikkat edin9 ve size de isabet etsin diye) o nefhalara karşı durun, kendinizi onlara doğ-ru tutun. Umulur ki sizden birisine o nefehâttan bir nefha isabet eder de ondan sonra bir daha o kimse ebediyen şakî olmaz. (Diğer rivayette: Bu sebeple kendi-nizi nefehata karşı tutunuz. Ümit edilir ki sizlere de ondan bir nefha isabet eder de sizler ondan sonra bir daha asla şakî olmazsınız.10)”11

Bu hadis-i şeriflerin amelî planda hayata aktarılabilmesi için daha iyi anla-şılması istikametinde ise öncelikle Hakîm-i Tirmîzî (ö.360/970), İmam-ı Gazâlî (ö.505/1111), Abdülkadir Geylânî (ö.561/1165), Sadreddin Konevî (ö.673/1274), Abdürrezzak Kâşânî (ö.730/1329), Molla Ali el-Kâri’ (ö.1014/1605), İmam Münâvî (ö.1031/1621), Şah Veliyyullah Dihlevî (ö.1176/1762), Seyda Abdur-rahman-ı Tâhî (ö.1304/1886), M. Hamdi Yazır12 (ö.1361/1942) ve Bediüzzaman Said Nursî (ö.1379/1960) gibi büyük İslam allâmelerinin birbirini tamamlayan değerlendirmelerine başvurduk.

Ayrıca Hz. Ali r.a. (ö.40/661), Ka’bü’l-Ahbâr (ö.32/652-53) radıyallâ-hü anhümâ olmak üzere, Hasan el-Basrî (ö.110/728), Ebu’l-Hüseyin en-Nûrî (ö.295/908), Cüneyd Bağdâdî (ö.297/909), Amr b. Osman el-Mekkî (ö.297/910), Ebu’l-Kâsım en-Nasr Âbâzî (ö.367/977), Ebû Tâlib el-Mekkî (ö.383/993), Fahruddîn er-Râzî (ö.604/1207), Muhyiddin İbn-i Arabî (ö.638/1240), Şeyh Da-vud b. Bahil, Şeyh Ebu’l-Hasen eş-Şâzilî (ö.656/1258), İbnü Atâillah es-Siken-derî (ö.709/1309) ve Muhammed Bahâüddin en-Nakşibendî (ö.791/1389) gibi zâtların tamamlayıcı yan izahlarından da istifade ettik.

6

artık ondan sonra o kimse bir daha da ebediyen hüsrânâ uğramaz (kaybetmez, zararlı çıkmaz, kaybolmaz).”6 c. Muhammed b. Mesleme’nin İkinci Rivayeti: Muhammed b. Mesleme‟den: Allah Rasulü (sas) buyurmuĢtur ki:

با ف يسعد رحة ت وافق أن دعوة لعل لا ف ت عرضوا ن فحات دىركم أيام بقية إن لرب كم يف »ا ب عدىا يشقى ل صاحب ها .« أبد

“ġüphesiz ki sizin Ģu çağınızın geri kalan günlerinde Rabbinizin bir takım nefhaları vardır. Bu yüzden kendinizi (istifade edebilmek için) o nefhalara karĢı tutunuz. Umulur ki yapacağınız bir dua (o anda inen) bir rahmete tevafuk eder de sahibini mes‟ud kılar ve o kimse ondan sonra bir daha ebediyen Ģakî (bedbaht, kemtâlih, kötü âkıbetli, mutsuz) olmaz.”7 d. Muhammed b. Mesleme’nin Üçüncü Rivayeti: Muhammed b. Mesleme‟den: Allah Rasulü (sas) Ģöyle buyurdular:

ن فحة من ها تصيبو أن أحدكم لعل لا ف ت عرضوا (ل أ ) ن فحات ( دىركم )الدىر إن لرب كم يف أيام »ا ) ب عدىا يشقى ل اأبد .« (ف ت عرضوا لو لعلو أن يصيبكم ن فحة منها فال تشقون ب عدىا أبد

“Hiç Ģüphesiz ki Rabbiniz azze ve celle‟nin dehrin günlerinde (-diğer rivayette- „sizin Ģu çağınızın günlerinde‟ „rahmetinden‟8) nefhaları vardır. (Dikkat edin9 ve size de isabet etsin diye) o nefhalara karĢı durun, kendinizi onlara doğru tutun. Umulur ki sizden birisine o nefehâttan bir nefha isabet eder de ondan sonra bir daha o kimse ebediyen Ģakî olmaz. (Diğer rivayette: Bu sebeple kendinizi nefehata karĢı tutunuz. Ümit edilir ki sizlere de ondan bir nefha isabet eder de sizler ondan sonra bir daha asla Ģakî olmazsınız.10)”11

6 er-Râmhürmüzî, el-Muhaddisü‟l-Fâsıl, 1/497 (548); Ġbn-i Kesir, Tefsîru‟l-Kur‟âni‟l-Azîm, 4/87

(Ğâfir, 60‟ın tefsiri). 7 es-Suyûtî, Câmiu‟l-Ehâdîs, 9/153 (8124); es-Suyûtî, Cem‟u‟l-Cevâmi‟, 1/7687 (1474); el-Gazâlî,

Ġhyâ, 1/186; Ebu‟l-Fadl el-Irâkî, Tahrîcü Ehâdîsi Ġhyâ, 2/47 (547); el-Aclûnî, KeĢfü‟l-Hafâ, 1/269 (708). Suyûtî, Irâkî ve Aclûnî, bu hadisi bu lafızla Hakîm Tirmîzî‟nin Nevâdirü‟l-Usûl‟ünde Muhammed b. Mesleme r.a.‟den tahriç ettiğini belirtmiĢtir; fakat elimizdeki Nevâdir‟de (2/293) farklı bir lafızla Enes r.a.‟den rivayetine ulaĢmıĢ bulunuyoruz.

8 el-Gazâlî, el-Maksadü‟l-Esnâ, 1/79. 9 el-Gazâlî, Meâricü‟l-Kuds, 1/66; el-Gazâlî, Ġhyâ, 1/186, 4/77; el-Gazâlî, Mizânü‟l-Amel, 1/10;

el-Cezerî, en-Nihâye fî Ğarîbi‟l-Eser, 5/89; er-Râzî, et-Tefsîru‟l-Kebîr, 17/94 (Yunus 57-58‟in Tefsiri), 30/154 (Müzemmil 5‟in Tefsiri); Ali el-Kâri‟, Mirkâtü‟l-Mefâtîh, 3/273 (1224), 9/218; es-Sindî Nureddin Muhammed, HâĢiyetü‟s-Sindî alâ Sahîhi‟l-Buhârî, 1/261; Ebu‟l-Fadl el-Irâkî, Tahrîcü Ehâdîsi‟l-Ġhyâ, 2/47 (547), 6/217 (2568); el-Aclûnî, KeĢfü‟l-Hafâ, 1/269 (708); ez-Zerkânî, ġerhu‟z-Zerkânî, 1/316; Âlûsî, Rûhu‟l-Meânî, 30/280 (Felak 2‟nin Tefsiri).

10 et-Taberânî, el-Mu‟cemu‟l-Kebîr, 19/233-234 (519). Hadisi Ġbnü‟n-Neccâr da tahriç etmiĢtir. Bkz. es-Suyûtî, Câmiu‟l-Ehâdîs, 9/153 (8123).

11 et-Taberânî, el-Mu‟cemu‟l-Evsat, 3/180 (2856), 6/221-222 (6243). Taberânî: “Bu hadis, Muhammed b. Mesleme‟den sadece bu senetle rivayet edilmiĢtir. Senette Ahmed b. Abede teferrüd etmiĢtir.” demiĢtir. Hadisin sıhhati hakkında sükût etmiĢtir. Heysemî: “Hadisin senedinde tanımadığım raviler var. Tanıdıklarım ise sika kimselerdir.” demiĢtir. Münâvî de bu hususta ona tâbi olmuĢtur. Suyûtî: “Zayıftır.” demiĢtir. Irâkî: “Bu hadisin isnadı(nın sahih veya zayıf olduğu) hakkında ihtilaf edilmiĢtir.” demiĢtir. Elbânî de “Zayıf hadistir.” demiĢtir. Bkz. Heysemî, Mecmeu‟z-Zevâid, 10/231; Ebu‟l-Fadl el-Irâkî, Tahrîcü Ehâdîsi‟l-Ġhyâ, 2/47 (547); el-Münâvî, Feyzü‟l-Kadîr, 2/505; es-Suyûtî, el-Câmiu‟s-Sağîr, 1/205 (2398); el-Aclûnî,

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)204

II. Nefhalara Taarruz’un Manasıa. Nefehâtın Lügavî ve Istılâhî Manaları:

“Ne-fe-ha” Arapça üflemek demektir. Nefha (ç. nefehât) kelimesi ise söz-lükte “üfleme, üflenen, ruh, hafif rüzgâr, esinti, soluk, nefes, râyiha, hoş-gü-zel koku, hediye, armağan” manalarına gelmektedir. “Allah’ın kendi ruhundan üflemesi, Rahmânî nefes idi. İlim. Dört türlü üfleme vardır: Birincide beden hayat kazanır. İkincide kötü huylar yok olur. Üçüncüde iyi huylar ortaya çıkar. Dördüncüde ruh bedenden ayrılır kutsiler alemine uçar.”13

“Yayılan güzel koku, esinti” anlamıyla nefha, tasavvufta ‘râiha-i tayyibe’ye müterâdif de kullanılır ki, bu da ‘velilerden yayılan güzel râyiha, hoş koku’ manasına geldiği gibi, yine ‘enfâs-ı kudsiyye’ de ‘ermişlerin kutsal nefesleri manası’na gelmektedir, tıpkı Hz. Yakub’un Mısır’dan Hz. Yusuf’un kokusunu alması (Yusuf, 12/94), Hz. Rasulullah’ın da Veysel Karânî’nin kokusunu alması gibi. Nitekim Mevlânâ Abdurrahman Câmii, evliya ansiklopedisine “Nefehâtü’l-Üns min Hadarâti’l-Kuds / Kudsî Âlemlerden Üns Esintileri” adını vermiştir.

Beri taraftan Rahman azze ve celle, bazı harîm-i haremine mahrem hususî evliyasına ünsiyet-i rahmâniyye ve maiyyet-i ilahiyyesini dâima hissettirmek için râyihâ-i tayyibelerde (hoş kokularda) tecelli etmektedir ki, Sadreddin-i Konevî, “Ehemmiyetli Bir Müşahede”sinde mükâleme-i ilahiyeye mazhar olmuş ve Hak Teâlâ da ona: “Sana olan ihsan ve inâyetim sebebiyle, sürekli olarak seninle olayım diye bu (amber) koku(sun)da sana tecelli ettim; bu beraberlik, genel beraberlik değil, hususî-zâtî beraberliktir.” buyurmuştur. Bunun üzerine Konevî sevinçten şaşa kalmış, dili tutulmuştur. Perdeyi açtığı zaman ise bazı dostlarını ve Hakk’ın kendisine verdiği o kokuyu elinde hazır bulmuştur.14

Kur’an-ı Kerim’de isim olarak “nefhatün” (bir nefha, bir üfürüş)15 şeklinde tekil geçerken, “nüfiha fi’s-sûr” (Sûr’a nefholundu, üfürüldü)16 şeklinde meçhul fiil, Hz. Âdem’e ruh üflemesi de “nefahtü” (üfledim)17 şeklinde ma’lum fiil ola-rak da geçmektedir. Konuyu ‘sarf ilminin tafsilâtı’na boğmamak için daha fazla bunun üzerinde eğlenmiyor, yalnızca mevzumuzla irtibatına işaret edip geçi-yoruz. Şu kadar ki: Bu rahmet nefhaları da tıpkı Hz. Âdem’i dirilten ilahî nefha misali âdemoğullarından kime isabet ederse onu manen diriltir, kalben ihya eder; Sûr’a ikinci veya üçüncü üfürülüşte olduğu gibi ölü ruhlar onunla birden canlanıverir, adeta mezarlarından haşrolup ayağa kalkarlar.

Sözkonusu Muhammed b. Mesleme r.a. hadislerinde geçen “nefhalar”dan muradın “rahmet nefhaları” olduğunu, hem metindeki “kim bir rahmete isa-bet eder de” ifadesi, hem de Enes b. Mâlik ve Ebu Hureyre hadislerindeki “ne-fehât-ı rahmetillah” ibaresi haber vermektedir. Beri taraftan ise Muhammed b. Mesleme’den gelen üçüncü rivayette ‘rahmet’ kelimesinin hiç geçmeyip sade-ce ‘rabbinizin nefhaları’ denilmiş olması da akla, ilahî nefehâtın hem rahmânî, hem de rabbânî nefehât olabileceği ihtimalini getirmektedir.

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

205

b. İlahî Nefhalara Mazhariyetin Çeşitleri

Esmâ ve sıfattan tenezzülen gelen İlahî nefhalara (esintilere) maruz kalan bir kul, o nefehâtın nev’ine göre hâl ve fiil olarak bir ziyadelik veya üstünlü-ğe ulaşır. Bu, bazen irfânî görüş, bazen vicdânî bir duyuş açılımı olarak, bazen de daha farklı suretlerde tezahür eder. Nitekim bazı sufî müelliflerin ‘taraf-ı ilahîden yazdırıldı’ dedikleri makale, risale veya eserleri böyle bir rahmet-i ilhâ-miyeye nailiyetin neticesi olmaktadır.

Sadreddin Konevî (ö.673/1274), sözkonusu hadis-i şeriften hareketle, hem hadisin şerhi sadedinde, hem de hadiste ifade edilen “rahmânî nefha”lara mazhariyetle, müşahede ve vâridât yollu nail olduğu “68 Nefha”yı müstakil bir kitap halinde “en-Nefehâtü’l-İlâhiyye” ismiyle te’lif eylemiştir. Bu nefhalarda, tasavvufun ana konularından olan Allah’ın zâtı, sıfatları, isimleri ve bunların âlemdeki tecelli ve tasarrufları, varlık mertebeleri, tasavvufî ıstılahlar ve sâir mevzulara dair bir takım müşahede18 ve vâridât19 tarikleriyle elde ettiği haki-katleri kaleme almıştır.

Konevî, kitabının giriş kısmında mezkûr hadis-i şerifte bahsedilen “nefehâ-ta taarruz”un, “maruz ve mazhar olma”nın mahiyeti ve nevileri üzerinde kısa bir malumat vermiştir ve demiştir ki:

“Hazret-i Peygamber aleyhisselâtü vesselâm’ın ‘Sizin şu günlerinizde Rab-bınızın rahmet nefhaları/esintileri vardır. Dikkat edin, onlara taarruz edin.’ bu-yurduğu rivayet edilmiştir. Bundan dolayı ben de, sözkonusu taarruzu (kendini o nefhalara arz edip maruz bırakmayı) ve onun türlerini tanımak niyetiyle Rab-bime teveccüh ettim, yöneldim. Allah da beni onun hakikatine ve genel kısım-larına muttali kıldı. Böylece sözkonusu taarruz kısımlarının benim öğrendiğim kısımlar ile sınırlı olduklarını müşahede ettim.”20

Konevî’ye göre: İlahî nefhalara taarruz (maruz ve mazhar olma) iki kısım-dır. Birisi, çaba ve gayretten soyut olan tamamen vehbî taarruzdur. Diğeri ise çaba ile karışık olan taarruzdur. Çabadan soyutlanmış olan taarruz da birkaç türlüdür:

1. Yaratılmamış istidat ile gerçekleşen taarruz’dur ki, buna hiçbir durum ve iş bitişmez. Bu taarruz mertebelerinin ilki ve en üstünüdür. Bunu,

2. Rûhânîliğin temizliği ve makûl feleğinin dâiresinin genişliği ile gerçek-leşen taarruz takip eder. Bu, rûhânî mertebe hükümlerindendir. Bu ikinci ta-arruzun sahibi ve mensupları ise, onun karşısında çeşitli derecelerde bulun-maktadırlar; buradaki farklılık, a. ruhunun kuvveti, b. cevherliğinin değeri, c. mertebesinin yüceliği ve d. taarruz esnasında kendisine hâkim olan hâle göre ortaya çıkar.

İlahî nefhalara mezkur iki taarruz şekli, kişinin iradî çaba ve gayretiyle ger-çekleşmez, tamamen vehbîdir. Bu iki taarruz türünü,

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)206

3. Muhabbet ile gerçekleşen taarruz takip eder, fakat bunda ‘fakr/ihtiyaç’ şartı vardır. Bu ihtiyaç, mutlak veya mukayyed (sınırlı) fakr’dır ve mensupları da çeşitli derecelerde bulunurlar…

4. Vesileler ile Taarruz: İlahî nefhalara ameller, yönelişler, dualar gibi ‘vesi-leler’ ile Hakk’a teveccüh şeklindeki taarruzlar’dır.

Hadis-i şerifte dile getirilen ‘taarruz’un, zikredilen kısımlarının dışında, küllî bir mertebesi yoktur; sadece bu esasların alt bölümlerinden ibaret bazı kısımları olabilir.21

Girişini böyle bir takdim ile yaptığı kitabında Konevî, devamla, ‘Rahmânî Nefhalar’ın ve Hususî-Rabbânî tecellilerin neticelerinden, sadece Hakk’ın ken-disine açmış olduğu ve zikretmesine imkân verdiği bazı şeyleri kaydedeceğini, bunları okuyup düşünen, zihnine yerleştiren ve kıymetini anlayan kişinin, bü-yük bir mutluluğa ve manevî mertebeye ulaşacağını söylemiştir.

III. Nefhalara Nâiliyetin Vehbî ve Kesbî BoyutuRahmet nefhalarına nâiliyet kesbî midir, yoksa vehbî midir? Yukarıda “İlahî Nefhalara Taarruzun Mertebeleri”nde görüleceği üzere: Şüphesiz kulun nâil olduğu, yaratılmışlıktan yaşatılmaya kadar her şey, Hz. Vehhâb’ın vehbidir. Ne var ki Hz. Mukaddir öyle takdir etmiştir ki, bütün nimetlerini, hatta (belki de) nübüvvetini bile ihsan etmede, kulunun ileride ortaya koyacağı irâdî kulluğun niteliğini nazar-ı itibara almış, vereceği nübüvvete veya sâir nimetlere kulunu lâyık eylemiştir. Dolayısıyla rahmet nefhalarına nâiliyette/ma’rûziyette, ilahî vehb asıl, beşerî kesb ise fasıldır, tâlî bir durumdur.

a. İrâdî Hazır bulunuşluluk

“Allah’ın rahmeti gökyüzünden yağmur gibi iner ama o rahmet yağmu-ru, kabı müsait olanlara dolar. Kab ters çevrilmiş vaziyette ise, içine hiçbir şey girmez.” diyen İmam Gazâlî (ö.505/1111), bizim elimizde olanın sadece o ilahî nefhalara kalben açılıp hazır beklemek olduğunu, o hazırlanma istidadının da ilahî bir mevhibe (meccânen bağış) olup bir meksûbe (kazanılan bir hak) olma-dığını belirtmiş22 ve nefehâta mazhariyetin insan iradesine bakan cüz’î kesbî tarafını teslim etmekle beraber, esasında vehbî olduğuna vurgu yapmıştır.

b. İrâdî Teveccüh ve Teveccüh Vâsıtaları

Şâh Veliyyullah ed-Dihlevî (ö.1176/1762) ise kulun ilâhî nefhalara (enfâs-ı kudsiyeye) nailiyetinde “teveccüh”ün asıl olduğunu beyan etmiştir ki daha önce geçtiği üzere Sadreddin-i Konevî, en-Nefehâtü’l-İlâhiyye isimli eserini böyle bir

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

207

teveccühle yazdığını kitabın önsözünde haber vermiştir23. İmam Dihlevî daha sonra bu teveccüh vasıtalarından dördünü diğerlerine öncelemiştir. Bu doğrul-tuda kulun; 1) Hakk’ın tedellî nurlarına, 2) Şeâir-i İslamiye’ye, 3) Mukarrabînin ruhlarına ve 4) Rasulullah’a salâta teveccüh ederek ilâhî nefhalara (enfâs-ı kud-siyeye) nail olabileceğini belirtmiş ve şöyle demiştir:

“Kul Allah’a hakkıyla teveccüh ettiği zaman, rahmet-i ilahiyeyi yakınında buluverir. (…) Bu teveccüh vesilelerinden birisi salavât-ı şerifelerdir. Rasulullah Efendimiz aleyhisselâtü vesselâm: “Kim bana bir salât getirirse, Allah onu on rahmet ile anar (on kez mağfiret eder).”24 “Kıyamet gününde insanlar içinde bana en yakın olacak olanlar, bana en çok salavât getirenlerdir.”25 buyurmuş-tur. Bunun sırrı şudur:

Beşerî nefislerin, behemahal ilahî nefhalara (enfâs-ı kudsiyeye) kendile-rini arzederek ulaşmaya çalışmaları gerekir. Kendilerini o nefhalara karşı hazır tutup nail olabilmek için ‘teveccüh’ gibisi yoktur; yani, 1) tedelliyât nurlarına ve 2) yeryüzüne konulmuş Allah’ın şeâirine (nişânelerine) yönelmek, onlardan istifade etmeye çalışmak, onlar üzerinde düşünmek, onlar üzerinde durmak, 3) özellikle de -Mele-i A’lâ sakinlerinin en üstünleri ve Allah’ın cömertlik hazine-sini yeryüzü sakinleri için devreye sokacak vasıtalar durumunda olan- mukar-rabîn ruhlarına teveccüh etmek ve onları harekete geçirici davranışlara girmek gibi vasıta yoktur, ilahî nefhalara ulaştırıcı en güzel vasıtalar, bunlardır.

4) Allah’a teveccüh vâsıtalarının en sâlihlerinden (uygunlarından) biri de Rasulullah’ı saygı ile anmak ve O’nun hakkında nezd-i ilahîde hayır talebinde bulunmakır. Üstelik salavât, sadece Hz. Peygamber’e rahmet okunarak yapılır ve O’nun şahsından istimdadda bulunma anlamı içermez. Salavâtın bu içeriği, Hz. Peygamber’i tanrılaştırma gibi bir tahrife gidebilecek yolu da kapatır.

(Mukarrabîn olan) ehl-i kemalin ruhları, bedenlerinden ayrıldığında, rah-met deryasına dalar ve Rabbü’l-izzet’in müşahedesinde istiğrak halinde sükû-nete erer. Bu durumda yenilenmiş bir irade ve ortaya çıkan bir sâik ona etki etmez. Ancak, daha aşağı mertebede olan nefisler, himmet ile onlara yapışırlar ve onlardan, ruhlara münasip bir nur ve hey’et celbederler. Efendimiz’in: ‘Bana herhangi bir kimse selam verdiği zaman, mutlaka Allah Teâlâ bana ruhumu iade eder ve ben onun selamını alır, mukabele ederim.’26 hadisinde kinâye yoluyla belirtilen mana işte budur. Ben (Şah Veliyyullah), hicrî 1144 yılında Medine’de mücavir olduğum zamanlar bunu sayısız kereler müşahede etmişimdir.”27

Peki kul, kendi iradesine düşen vazifeyi mücahede noktasında yerine ge-tirir, fakat müşahede veya manevî fetih gibi haller –ki rahmet nefhalarına nai-liyetin en büyük eserlerindendir- hâsıl olmamışsa, ne yapmalıdır? Bu sorunun cevab-ı irşâdîsi sadedinde Şeyhü’l-Ekber İbn Arabî şu tavsiyede bulunmuştur: “Fetih (mânevî açılım) emâresi görmediğin için mücâhedeyi sakın terk etmeye

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)208

kalkışma. Aksine mücahedeye azimle devam et. Çünkü mücahede olunca el-bette (müşahede de) fetih de olacaktır. Ameller fethi getirir ve nefisler ona ula-şır. Fakat fethin bir vakti (merhûnu) vardır ve daha evvel hâsıl olmaz. O halde (zinhâr, mücahedene rağmen manevî açılımlar olmadı diye) Rabbini suçlama. Elbet amellerin bir meyvesi olacaktır. Sen yeter ki ihlâslı ol, Rabbini suçlamayı tamamen nefsinden sil ve töhmet ehli olmaktan kaç…”28

O halde kalbin mâverâî yamaçlarında üfül üfül esmesi beklenen rahmet nefhalarını hangi zamanlarda gözlemek lazımdır?

IV. İlahî Nefhaların Mahiyeti ve Nevileri

a. Nefehâtın Celâlî ve Cemâlî Kısımları:

İzahını yapmaya çalıştığımız hadis-i şerifin farklı rivayetlerinden görüldüğü üzere iki nevi ana nefehâtın var olduğu ortaya çıkmaktadır: 1. Rabbânî (hususî - küllî) Nefhalar. 2. Rahmânî (hususî - küllî) Nefhalar.

Rabbânî ve Rahmânî Nefehât’ı, ayrıca küllî ve husûsîlerine de ayırmak mümkündür ki, Sadreddin-i Konevî, en-Nefehâtü’l-İlâhiyye isimli eserinde işbu hadis-i şerifte zikrolunan nefehâttan mazhar olduğu 68 nefhayı başlıklara ta-şımış ve her başlıkta, o nefhaların çeşitlerini de belirterek “İlahî Nefha, Küllî Nefha, Küllî Ehemmiyetli Nefha, Küllî İlâhî Nefa, İlâhî Zâtî Nefha, İlâhî Birleşti-rici Nefha, Küllî Rabbânî Nefha..” gibi farklı sıfatlı başlıklar altında tasnif etmiş-tir. Mukaddime’sinde “Ben, bu kitapta ‘Rahmânî Nefhalar’ ve Hususî-Rabbânî tecellilerin neticelerinden, sadece Hakk’ın bana açmış olduğu ve zikretmeme imkân verdiği bazı şeyleri zikredeceğim.” demiştir.29

b. Nefhaların Mahiyeti ve Nevileri

Cân ol ki nefahât dedi Kur’an’da ona HakOl nefha-i rahmâniyedir bu sırr-ı mutlak

O nefha imiş diri eden cümle cihânıO nefha imiş zinet eden bağ-ı cinânı

Niyâzî

Şimdi mezkûr hadis-i şerifteki “nefhalar”dan maksadın ne olduğuna dair İslam âlimlerinin yapmış oldukları açıklamaları maddeler halinde görebiliriz:

ı.) Rahmet nefhaları, Hz. Mennân’ın “minen hazineleri”nden gelen ekstra lütf u ihsanlarıdır, rutin dışı hesapsız ikramlarıdır.

Hakîm-i Tirmîzî (ö.360/970) demiştir ki: “Nefha, tek seferde verilen ati-ye/bağış demektir. Allah Teâlâ tek celsede öyle bir ihsanda bulunur ki bu, sair

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

209

zamanlardaki ihsalarının çoğundan fazla olur. (Hakk’ın bir sevap hazineleri var-dır, bir de minen hazineleri vardır.) Nefehât, ‘sevap hazineleri’nin değil, ‘minen hazineleri’nin kapılarının açılmasından ortaya çıkar. ‘Sevap hazineleri’ belli mik-tarlarla sınırlıdır ve bir amele cezâ/karşılık olarak gelir. ‘Minen hazineleri’nin bir tanesi bile sevap hazinelerinden pek çoğunu içine alabilir. Çünkü ‘minen hazineleri’ Allah’tan çok büyük bir cömertlik ve şefkat tecelisi olarak lutfedil-mektedir. (el-Mennân ismine aittir ve muhatapta minnet duygusu meydana ge-tirecek kadar fazladan iyilik, cömertlik, ihsan, ikram, nimet, rahmet hazineleri demektir.)

Beri taraftan (minen hazinelerinden gelecek olan) nefhanın vakti malum değildir (tıpkı Kadir gecesinin bütün senenin gecelerinde gizlenmesi gibi –M.H.-). Nefha vaktinin gizlenmiş olması, insanlar o vakti arka arkaya kesintisiz olarak istemeye devam etsinler ve her hâl ve her vakitte o nefhanın estiği güzergâhlar-da ona karşı hazır durabilsinler diyedir. Eğer bir kimse her hâl ü kârda bu duru-şuna devam ederse, yapmış olduğu dualarının o rahmet kapısının açılış vaktine tevafuk etmesi çok yakındır ve çok sür’atli olarak gerçekleşir. Böylece kişi en büyük zenginliğe ulaşır ve ebedî saadete nâil olur, sonsuza değin saîd olur.

Bu durum tıpkı şu misale benzer: Bir sultan, askerlerinin ve kölelerinin rı-zıklarını aydan aya takdir ve tayin eder, verir. Bununla beraber kimi vakitlerde cömertlik ve kereminden bir takım ziyâde lütuflarda bulunur; hazinelerinin ka-pısını açar ve oradan halkının seneler içerisinde aldıkları olağan rızıklarını aşkın biçimde onlara bol bol ihsanlarda bulunur. Kim sultandan böyle bir ihsana nail olursa, sonsuza kadar kimseye muhtaç olmaz.

Ne var ki kişi sultanın cömertlik ve şefkat vakitlerini bilemez. O sebeple de sözkonusu saate rastlayabilmek ümidiyle her gün defalarca gidip gelmeye devam etmesi gerekir. Lokman aleyhisselam demiştir ki: “Ey oğulcuğum! Dilini ‘Allâhümmeğfirlî – Allahım! Bana merhamet et!’ diye dua etmeye alıştır. Çünkü Allah’ın öyle saatleri vardır ki o saatlerde yapılan dualar geri çevrilmez.” Yine Hasan (el-Basrî, ö.110/728) de: “Değişik hallerinize bolca istifar etmeye bakın! Çünkü siz, mağfiretin ne zaman ineceğini bilemezsiniz.” demiştir.”30

Ömürlük zaman şeridinin bütün karelerinde sürpriz olarak esmesi mu-kadder olan rahmet nefhaları, -Hakîm Tirmizî’nin belirttiği gibi- Allah’ın ‘sevap hazineleri’nden değil, ‘minen hazineleri’ndendir ve bu itibarla da tasavvufta bir açıdan yapılan rahmet tasnifinde ayrı bir kısma dâhil olmaktadır. Bilindiği üzere ‘acımak, yazıklamak, esirgemek ve lutfetmek’ manalarına gelen ‘rahmet’ kavramının tasavvuf ıstılahında iki türü olduğu görülmektedir: 1. Rahmet-i Vü-cûdiyye: Takva ve ihsan ehline âhirette vaad edilen özel rahmettir (A’raf, 156). 2. Rahmet-i İmtinâniyye (Muktezıyye): Amel ve ibadet edilmeden evvel Allah’ın bütün mahlukâtına önden dağıtmış olduğu her şeyi kuşatan umumî rahmeti.31

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)210

Kısaca: Hazret-i Rahmân’ın, ism-i Mennân burcunda tülû’ edip de minen hazi-neleri vasıtasıyla dağıttığı sürpriz rahmetine, rahmet-i imtinâniyye denilmek-tedir.

‘İmtinân’ ile ‘Minen’ kelimeleri aynı kökten müştak olmaları itibariyle, Hz. Mennân’ın ‘minen hazineleri’nden olan rahmet nefhaları, kategorik ola-rak rahmet-i imtinâniye denilen, herhangi bir sâlih amele mukabil olmaksızın, karşılıksız dağıtılan umumî rahmete dâhil olarak da düşünülebilir ki, bu nokta-i nazardan baktığımız zaman, rahmet nefhalarına havâssından avâmına bütün mü’minlerin kendilerini arz edebilecekleri (taarruz) ve ‘kalp kabları’nın istîâbı ölçüsünde ondan nasiplenebilecekleri imkân ve ihtimâli daha bir kuvvet bul-muş olmaktadır.

Minen hazinelerinden dünyada gelen sürpriz ikramlar gibi, cennette de sürpriz ihsanlar olacaktır. Âhirette ehl-i cennete verileceği vaad edilen müşte-rek nimetlerin haricinde, bir de, dünyada rahmet nefhalarına mazhariyetin uk-bâdaki karşılığı olarak, sâlih kullara Cennet’te ‘minen hazineleri’nden gözlerin görmediği, akla-hayale gelmedik ikramlar32 ihsan edilecektir.

ıı.) “Rahmet nefhalarından murâd, kulları Allah’a yaklaştıran tecellilerdir.”

Bu tespitin sahibi İmam Münâvî (ö.1031/1621) izâhâtını şöyle sürdür-müştür: “Tecelliyât-ı mukarribâttır ki Allah onları dilediği kullarına nasip eder. Rahmet nefhalarına karşı kendini arz etmek ise kalbi, kötü ahlaktan hâsıl olan kirlerden, islerden-paslardan temizlemek ve arındırmak suretiyle olur. Halkına aydan aya yüklü miktarda rızık dağıtan bir sultan gibidir Allah Teâlâ kullarına karşı. Elbette bu süre zarfında da O, cömertliğinden bir miktar atiyyelerde bu-lunmaktadır.

Nihayet (gün gelir bütün) hazinelerin kapısı (birden) açılır ve oradan bütün varlıklara (maddî-manevî) rızıklar dağıtılır, etrafı istiğrak eder. İşte kim bu kapı-nın açılış zamanına denk getirebilirse, ebediyen zengin olur. Bu nefhalar, nimet hazinelerinin kapısından yayılır. Kapının açılış vakti ise gizlenmiştir, tâ kul, her vakitde böyle bir nefha için hazır bulunsun diye. Her kim de bu nefha talebin-de ısrarlı ve devamlı olursa, nimet kapılarının açılış vaktine tevafuk etmesi ve böylece de en büyük zenginliğe ulaşması ve en üstün bir saadete erişmesi ümit edilir.”33

Şüphesiz ki ehl-i kurb ve ehl-i cezbin velayetinden daha yüksek makamdaki sahabe-i kiramın velayet-i akrabiyetinin sırrı da, cezbe-i Rahmânî’de yatmakta-dır. Bediüzzaman’a göre evliyanın seyr ü sülûka dayalı velayetine karşı sahabe velayetinin farkı ve fâikiyeti, kesbî değil, vehbî oluşudur, bir cezb-i Rahmânî ve incizabla verilen bir mahbubiyete dayanmasıdır.34 Binaenaleyh, sahabe-i kira-mın, yaşadıkları asrın en büyük hayrına, belki bütün asırların en hayırlı insanına

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

211

tezahür eden emsalsiz hayra mazhar olmakla o yüksek velayet-i kübraya nail oldukları anlaşılmaktadır.

ııı.) Rahmet nefhaları, kalplere bir ruh (melek), bir ilham suretinde gelir, öyle hissedilir.

Kur’an-ı Kerim’de ilahî nefha, ‘Allah’ın ruhundan bir ruh’ manasında da kul-lanılmıştır: “Âdem’i düzeltip bir biçime soktuğum ve (bedeninin) içine ruhum-dan (bir nefha) üflediğim zaman bütün melekler ona secde ettiler.” (Hıcr, 15/29; Sâd, 38/72).

Kur’an’da “Ruh” olarak Cibril de geçmektedir. Nasıl ki Kur’an-ı Kerim lafzen âlemlerin Rabbi’nden Rûhu’l-Emîn Cibrîl vâsıtasıyla Rasulullah’ın kalbine vah-yedilmiştir, indirilmiştir (Bkz. Şuarâ, 26/193). Öyle de Kur’an’ın bazı manaları bazı melekler vasıtasıyla bazı kulların kalplerine ilham nefhaları suretinde ilkâ edilmektedir. Bilhassa mübarek gün ve gecelerde rahmet-i ilahiyeden bir takım hususî esintiler vardır, adeta Cibril nefesi vardır, Hızır solukları vardır ve melek-lerin ilim, hikmet, marifet, irfan dolu ilhamları vardır. Şöyle ki: Cenâb-ı Hak celle ve alâ Hazretleri:

“Söyle onlara: “İman edenlere tam bir sebat vermek ve Allah’a teslimiyet gösterecek müslümanlara bir hidâyet ve müjde olmak üzere Kur’ân’ı, Rabbin ta-rafından gerçek olarak getiren, Ruhu’l-kudüs’tür.” (Nahl, 16/102) buyurmuştur. Vahy-i ilahî olan kelamullah Ruhu’l-Kudüs namlı Cebrâil aleyhisselam vasıta-sıyla indirildiği gibi, Cenâb-ı Rasûl Efendimiz35 başta olmak üzere birçok sahabi ve sahabi-misal zevat-ı kiram da bazı vakitler yine Ruhü’l-Kudüs’ün gönüllerine üflediği ilhamlarla konuşmuşlardır, konuşturulmuşlardır.

Nitekim Efendimiz s.a.s. bir defasında “(‘Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) gönlüme üfledi ve dedi ki:’36) Kimi seversen sev; mutlaka birgün sevdiğinden ayrılacak-sın. Dilediğin kadar yaşa; birgün mutlaka öleceksin.37 İstediğin gibi amel et; birgün mutlaka karşılığını göreceksin (‘onunla karşılaşacaksın’38)! ‘Bilmiş ol ki mü’minin şerefi gece kıyâmıdır, izzeti de insanlardan istiğnâsıdır.”39

Müşriklere karşı Rasulullah’ı (s.a.s.) şiiriyle müdafaa eden Hassân b. Sâbit’e Ruhu’l-Kudüs’ün hikmet desteğinin40 ve ümmet-i Muhammed içinde de Hz. Ömer gibi41, birçok kulun (muhaddesûn’un42) mazhar olduğu ilhamın da el-Hakîm’in hazîne-i hikmetinden esen bir nevi nefehât olması misal olarak yeterli olsa gerektir.

Yeryüzüne Hz. Rahmân’dan gelen rahmet nefhaları, o Rahmanî mana cev-herleri, kulları doğrudan hayr ü hasenata ve bâkıyâtü’s-sâlihâta sevkeder, yön-lendirir; içten içe bu meyanda onların gönüllerine bir aşk ü şevk ü iştiyak üfler, bir azm ü cezm ü ikdâm pompalar. İçinde böyle bir ‘ateşleme’yi hazır bulan

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)212

kulun irade-i cüz’iyesine bu noktada çok büyük bir iş/görev terettüp eder. O görev de olabildiğince ihlâslı biçimde teksif-i umûr ve terkîz-i himmet ederek, yani tam bir konsantre oluşla o manaya odaklanarak masivadan fâriğ olmak ve kendini bütünüyle o aşkın cezbesine teslim etmektir…

ıv.) Rahmet nefhaları, Rahmânî cezbelerdir ki, kulu Allah’a cezp eder ve kalbini dünyevî alakalardan koparır.

Bazı eserlerde hadis-i şerif olarak rivayet edilen, hadis ölçeğinde hakikat-feşân bir söz, zikri geçen o rahmet nefhalarının mahiyeti hakkında bizlere bilgi vermektedir, adeta o nefhaların sırrını deşifre etmektedir:

16

içinde de Hz. Ömer gibi41, birçok kulun (muhaddesûn‟un42) mazhar olduğu ilhamın da el-Hakîm‟in hazîne-i hikmetinden esen bir nevi nefehât olması misal olarak yeterli olsa gerektir. Yeryüzüne Hz. Rahmân‟dan gelen rahmet nefhaları, o Rahmanî mana cevherleri, kulları doğrudan hayr ü hasenata ve bâkıyâtü‟s-sâlihâta sevkeder, yönlendirir; içten içe bu meyanda onların gönüllerine bir aĢk ü Ģevk ü iĢtiyak üfler, bir azm ü cezm ü ikdâm pompalar. Ġçinde böyle bir „ateĢleme‟yi hazır bulan kulun irade-i cüz‟iyesine bu noktada çok büyük bir iĢ/görev terettüp eder. O görev de olabildiğince ihlâslı biçimde teksif-i umûr ve terkîz-i himmet ederek, yani tam bir konsantre oluĢla o manaya odaklanarak masivadan fâriğ olmak ve kendini bütünüyle o aĢkın cezbesine teslim etmektir… ıv.) Rahmet nefhaları, Rahmânî cezbelerdir ki, kulu Allah’a cezp eder ve kalbini dünyevî alakalardan koparır. Bazı eserlerde hadis-i Ģerif olarak rivayet edilen, hadis ölçeğinde hakikat-feĢân bir söz, zikri geçen o rahmet nefhalarının mahiyeti hakkında bizlere bilgi vermektedir, adeta o nefhaların sırrını deĢifre etmektedir:

.« ي ل ق الث ل م ع ياز و ت (ق ال الرحن ) ات ب ذ ج ن م ة ب ذ ج »“Rahmân‟ın (Hakk‟ın) bir tek cezbesi, insanların ve cinlerin amellerine denk gelir.”43 Ebu Abdurrahman es-Sülemî‟nin (ö.412/1021) haber verdiğine göre; aslında Muhammed Bahâüddin ġâh-ı NakĢibend‟den (ö.791/1389) dört asır önce yaĢamıĢ olan Horasan‟ın büyük âlimi Ebu‟l-Kâsım en-Nasr Âbâzî Ġbrahim en-Nîsâbûrî‟ye (ö.367/977) ait olan bu sözün ilk lafzı Ģöyledir:

.« ت ريب على أعمال الث قلي ق ال ات ب ذ ج ن م ة ب ذ ج »“Hakk‟ın cezbelerinden bir cezbe, cin ve insin amellerini aĢar, daha fazla gelir.”44 Hatta bazı sûfiler, hadis olarak da zikredilen bu sözü, yukarıda geçen mânahnüfîhimiz olan hadis-i nebevîyi Ģerheder mahiyette onunla birlikte istimal etmiĢler ve demiĢlerdir ki:

41 Ġbnü Abdilber, el-Ġstizkâr, 1/124; Zerkânî, ġerhu‟z-Zerkânî, 3/54. 42 Buhari, Enbiya 52 (3282), Fezâilü‟s-Sahâbe 6 (3486); Müslim, Fezâilü‟s-Sahabe 2 (2398). 43 Bu söz, bazı eserlerde hadis-i Ģerif olarak zikredilmiĢtir. Bkz. er-Râzî, et-Tefsîru‟l-Kebîr

(Mefâtîhu‟l-Ğayb), 4/142 (Bakara 157‟ninTefsiri); en-Nîsâbûrî, Ğarâibü‟l-Kur‟ân (Tefsîru‟n-Nisâbûrî), 2/122, 5/441 (Bakara 255‟in ve Secde 1‟in Tefsiri); es-Suhreverdî, Avârifü‟l-Meârif, 2/91; Ġsmail Hakkı Bursevî, Tefsir-i Ruhi‟l-Beyân, 6/458, 10/454 (Hıcr 85‟in ve Secde 5‟in Tefsiri); el-Aclûnî, KeĢfü‟l-Hafâ, 1/397 (1069); Ali b. Nâyid eĢ-ġühûd, Mevsûatü Fıkhi‟l-Ġbtilâ, 1/17; Muhammed b. DerviĢ, Esne‟l-Metâlib, 1/340.

Ali el-Kâri‟ ise sufilerin bir sözü olarak kaydetmiĢtir. Bkz. Ali el-Kâri‟, Mirkâtü‟l-Mefâtîh, 3/273 (1224), 9/218; en-Nîsâbûrî, Ğarâibü‟l-Kur‟ân, 4/237, 5/96 (Hıcr 51‟in ve Hac 42‟nin Tefsiri); Ġsmail Hakkı Bursevî, Tefsir-i Ruhi‟l-Beyân, 2/25 (Bakara 245‟in Tefsiri); el-Akerî Abdülhay b. Ahmed, ġezerâtü‟z-Zeheb, 8/370; Abdürrezzâk el-Baytâr, Hılyetü‟l-BeĢer, 2/17.

44 es-Sülemî, Tabakâtü‟s-Sûfiyye, s.365 (94); Heyet, Mefâhîmü Ġslâmiyye (Kütüb-ü Âmme Kısmı), 1/113, “Cezb” md. Ebu Abdurrahman es-Sülemî (ö.412), bu sözü bizzat kendisi Ebu‟l-Kâsım‟dan duymuĢ ve eserine kaydetmiĢtir.

“Rahmân’ın (Hakk’ın) bir tek cezbesi, insanların ve cinlerin amellerine denk gelir.”43

Ebu Abdurrahman es-Sülemî’nin (ö.412/1021) haber verdiğine göre; as-lında Muhammed Bahâüddin Şâh-ı Nakşibend’den (ö.791/1389) dört asır önce yaşamış olan Horasan’ın büyük âlimi Ebu’l-Kâsım en-Nasr Âbâzî İbrahim en-Nîsâbûrî’ye (ö.367/977) ait olan bu sözün ilk lafzı şöyledir:

16

içinde de Hz. Ömer gibi41, birçok kulun (muhaddesûn‟un42) mazhar olduğu ilhamın da el-Hakîm‟in hazîne-i hikmetinden esen bir nevi nefehât olması misal olarak yeterli olsa gerektir. Yeryüzüne Hz. Rahmân‟dan gelen rahmet nefhaları, o Rahmanî mana cevherleri, kulları doğrudan hayr ü hasenata ve bâkıyâtü‟s-sâlihâta sevkeder, yönlendirir; içten içe bu meyanda onların gönüllerine bir aĢk ü Ģevk ü iĢtiyak üfler, bir azm ü cezm ü ikdâm pompalar. Ġçinde böyle bir „ateĢleme‟yi hazır bulan kulun irade-i cüz‟iyesine bu noktada çok büyük bir iĢ/görev terettüp eder. O görev de olabildiğince ihlâslı biçimde teksif-i umûr ve terkîz-i himmet ederek, yani tam bir konsantre oluĢla o manaya odaklanarak masivadan fâriğ olmak ve kendini bütünüyle o aĢkın cezbesine teslim etmektir… ıv.) Rahmet nefhaları, Rahmânî cezbelerdir ki, kulu Allah’a cezp eder ve kalbini dünyevî alakalardan koparır. Bazı eserlerde hadis-i Ģerif olarak rivayet edilen, hadis ölçeğinde hakikat-feĢân bir söz, zikri geçen o rahmet nefhalarının mahiyeti hakkında bizlere bilgi vermektedir, adeta o nefhaların sırrını deĢifre etmektedir:

.« ي ل ق الث ل م ع ياز و ت (ق ال الرحن ) ات ب ذ ج ن م ة ب ذ ج »“Rahmân‟ın (Hakk‟ın) bir tek cezbesi, insanların ve cinlerin amellerine denk gelir.”43 Ebu Abdurrahman es-Sülemî‟nin (ö.412/1021) haber verdiğine göre; aslında Muhammed Bahâüddin ġâh-ı NakĢibend‟den (ö.791/1389) dört asır önce yaĢamıĢ olan Horasan‟ın büyük âlimi Ebu‟l-Kâsım en-Nasr Âbâzî Ġbrahim en-Nîsâbûrî‟ye (ö.367/977) ait olan bu sözün ilk lafzı Ģöyledir:

.« ت ريب على أعمال الث قلي ق ال ات ب ذ ج ن م ة ب ذ ج »“Hakk‟ın cezbelerinden bir cezbe, cin ve insin amellerini aĢar, daha fazla gelir.”44 Hatta bazı sûfiler, hadis olarak da zikredilen bu sözü, yukarıda geçen mânahnüfîhimiz olan hadis-i nebevîyi Ģerheder mahiyette onunla birlikte istimal etmiĢler ve demiĢlerdir ki:

41 Ġbnü Abdilber, el-Ġstizkâr, 1/124; Zerkânî, ġerhu‟z-Zerkânî, 3/54. 42 Buhari, Enbiya 52 (3282), Fezâilü‟s-Sahâbe 6 (3486); Müslim, Fezâilü‟s-Sahabe 2 (2398). 43 Bu söz, bazı eserlerde hadis-i Ģerif olarak zikredilmiĢtir. Bkz. er-Râzî, et-Tefsîru‟l-Kebîr

(Mefâtîhu‟l-Ğayb), 4/142 (Bakara 157‟ninTefsiri); en-Nîsâbûrî, Ğarâibü‟l-Kur‟ân (Tefsîru‟n-Nisâbûrî), 2/122, 5/441 (Bakara 255‟in ve Secde 1‟in Tefsiri); es-Suhreverdî, Avârifü‟l-Meârif, 2/91; Ġsmail Hakkı Bursevî, Tefsir-i Ruhi‟l-Beyân, 6/458, 10/454 (Hıcr 85‟in ve Secde 5‟in Tefsiri); el-Aclûnî, KeĢfü‟l-Hafâ, 1/397 (1069); Ali b. Nâyid eĢ-ġühûd, Mevsûatü Fıkhi‟l-Ġbtilâ, 1/17; Muhammed b. DerviĢ, Esne‟l-Metâlib, 1/340.

Ali el-Kâri‟ ise sufilerin bir sözü olarak kaydetmiĢtir. Bkz. Ali el-Kâri‟, Mirkâtü‟l-Mefâtîh, 3/273 (1224), 9/218; en-Nîsâbûrî, Ğarâibü‟l-Kur‟ân, 4/237, 5/96 (Hıcr 51‟in ve Hac 42‟nin Tefsiri); Ġsmail Hakkı Bursevî, Tefsir-i Ruhi‟l-Beyân, 2/25 (Bakara 245‟in Tefsiri); el-Akerî Abdülhay b. Ahmed, ġezerâtü‟z-Zeheb, 8/370; Abdürrezzâk el-Baytâr, Hılyetü‟l-BeĢer, 2/17.

44 es-Sülemî, Tabakâtü‟s-Sûfiyye, s.365 (94); Heyet, Mefâhîmü Ġslâmiyye (Kütüb-ü Âmme Kısmı), 1/113, “Cezb” md. Ebu Abdurrahman es-Sülemî (ö.412), bu sözü bizzat kendisi Ebu‟l-Kâsım‟dan duymuĢ ve eserine kaydetmiĢtir.

“Hakk’ın cezbelerinden bir cezbe, cin ve insin amellerini aşar, daha fazla gelir.”44

Hatta bazı sûfiler, hadis olarak da zikredilen bu sözü, yukarıda geçen mâ-nahnüfîhimiz olan hadis-i nebevîyi şerheder mahiyette onunla birlikte istimal etmişler ve demişlerdir ki:

“Muhakkak ki (içinde yaşadığınız) devrinize ait günlerde Rabbinizin bir takım nefhaları vardır. O sebeple kendinizi o rahmet nefhalarına karşı tutun, arz edin. Zira Hakk’ın cezbelerinden bir cezbe, ins ü cinnin ameline muâdil ge-lir.”45 O cezbe-i rahmânî ki, Nakşibendiyye tarîkatinin de sırrıdır. Muhammed Bahâüddin en-Nakşibend’e (ö.791/1389) tarîkati sorulduğu, yolunun kesbî mi olduğu, yoksa kendisine mirâs mı bırakıldığı sual edildiği zaman: “Ben ‘Hakk’ın cezbelerinden bir cezbe ins ü cinnin ameline denk gelir.’ hakikati ile şereflendi-rildim.”46 şeklinde cevap vermiş ve Nakşîliğin, bir Abaza olan Ebu’l-Kâsım en-Nasr Âbâzî’den menkûl sırrını tek bir cümleyle ifşa etmiştir.

Nakşî şeyhi Seyda Abdurrahman-ı Tâhî (ö.1304/1886), Nakşibendîliğin ta-rikat olarak, Hakkın cezbelerinden bu cezbeye mazhar olduğunu ve o cezbe

17

ل م ع ياز و ت ق ال ات ب ذ ج ن م ة ب ذ ج إن لرب كم يف أيام دىركم ن فحات أل ف ت عرضوا لا فإن » .« ي ل ق الث

“Muhakkak ki (içinde yaĢadığınız) devrinize ait günlerde Rabbinizin bir takım nefhaları vardır. O sebeple kendinizi o rahmet nefhalarına karĢı tutun, arz edin. Zira Hakk‟ın cezbelerinden bir cezbe, ins ü cinnin ameline muâdil gelir.”45 O cezbe-i rahmânî ki, NakĢibendiyye tarîkatinin de sırrıdır. Muhammed Bahâüddin en-NakĢibend‟e (ö.791/1389) tarîkati sorulduğu, yolunun kesbî mi olduğu, yoksa kendisine mirâs mı bırakıldığı sual edildiği zaman: “Ben „Hakk‟ın cezbelerinden bir cezbe ins ü cinnin ameline denk gelir.‟ hakikati ile Ģereflendirildim.”46 Ģeklinde cevap vermiĢ ve NakĢîliğin, bir Abaza olan Ebu‟l-Kâsım en-Nasr Âbâzî‟den menkûl sırrını tek bir cümleyle ifĢa etmiĢtir. NakĢî Ģeyhi Seyda Abdurrahman-ı Tâhî (ö.1304/1886), NakĢibendîliğin tarikat olarak, Hakkın cezbelerinden bu cezbeye mazhar olduğunu ve o cezbe ile dört çeĢit terklere (dünyayı, âhireti, yokluğu ve terki terketmeye) muvaffak kılındığını söylemiĢtir.47 Seydâ-i Tâhî‟nin nazarına, dua, teveccüh ve himmetine mazhar olan Bediüzzaman Said-i Nursî‟nin (ö.1379/1960) eserleri için de benzer bir ifade kullanılmıĢ ve Risale-i Nur‟da insanı çeken sırrın, muhtevasındaki Ġlahî câzibe olduğu yorumu yapılmıĢtır.48 Nursî‟ye göre, bir hakikat-i cazibedar‟ın cezbiyle meczub, meclub ve mecbul olan vicdan, fıtrat-ı zîĢuurundaki cezbe ve incizap hakikatinin lisanıyla: “Ben bir hakikat-i câzibedârın cezbesiyle konuĢurum.” der.49 Çünkü: “fıtrat-ı zîĢuur olan vicdandaki incizap ve cezbe, bir hakikat-i cazibedarın cezbesiyledir.”50 Bu sebeple “vicdan, cezbesiyle Allah‟ı tanır.”51 Bu, vicdanın marifetullahıdır. Böyle bir marifeti sağlayan tefekkür de nafile ibadetlerden daha kıymetlidir.

45 Ali el-Kâri‟, Mirkâtü‟l-Mefâtîh, 3/273 (1224). 46 TaĢköprüzâde, eĢ-ġakâiku‟n-Nu‟mâniyye, 1/154; Kâtip Çelebi, KeĢfü‟z-Zünûn, 1/488. 47 Abdurrahman-ı Tağî, ĠĢaretler, s.129. 48 “Risale-i Nur'daki aklı, kalbi, ruhu ve vicdanı celb eden ve hakikate râm eden o Ġlâhî

cazibedendir ki, çoluğu-çocuğu, genci-ihtiyarı, avâmı-havassı o Nura koĢuyorlar ve o câzibedar Nurun pervanesi oluyorlar. Bu hakikatin parlak bir misali olarak, geniĢ bir talebe kütlesi, az zamanda din düĢmanlarını titreten bir hale gelmiĢtir.” Nursî, Tarihçe-i Hayat, s.2230.

49 Bediüzzaman‟a göre: Allah‟ın varlığından ve birliğinin küllî Ģahid ve bürhanlarından birisi de “vicdan”dır. “Vicdan-ı beĢer denilen fıtrat-ı zîĢuurdur… Akıl tâtil-i eĢgal etse de, nazarını ihmal etse, vicdan Sânii unutamaz. Kendi nefsini inkâr etse de onu görür. Onu düĢünür. Ona müteveccihtir. Hads -ki, ĢimĢek gibi sür'at-i intikaldir- daima onu tahrik eder. Hads‟in muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder. Meyelânın muzâafı olan arzu ve onun muzaafı olan iĢtiyak ve onun muzaafı olan aĢk-ı Ġlâhî, onu daima mârifet-i Zülcelâle sevk eder. ġu fıtrattaki incizap ve cezbe, bir hakikat-i câzibedarın cezbiyledir.” Nursî, Mesnevî-i Nuriye - Nokta - s.1371.

50 Nursî, Mektubat / Hakikat Çekirdekleri - s.571. 51 Bu sözünü Bediüzzaman Ģöyle izah etmiĢtir: “Vicdanda mündemiçtir bir incizap ve cezbe. Bir

câzibin cezbiyle daim olur incizap. Cezbe düĢer zîĢuur, ger Zülcemal görünse, etse tecellî daim pürĢâĢaa bîhicap. Bir Vâcibü'l-Vücuda, Sahib-i Celâl ve Cemal, Ģu fıtrat-ı zîĢuur kat'î Ģehadet-meab. Bir Ģahidi o cezbe; hem diğeri incizap.” Nursî, Sözler / Lemeât - s.321.

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

213

ile dört çeşit terklere (dünyayı, âhireti, yokluğu ve terki terketmeye) muvaffak kılındığını söylemiştir.47

Seydâ-i Tâhî’nin nazarına, dua, teveccüh ve himmetine mazhar olan Be-diüzzaman Said-i Nursî’nin (ö.1379/1960) eserleri için de benzer bir ifade kulla-nılmış ve Risale-i Nur’da insanı çeken sırrın, muhtevasındaki İlahî câzibe olduğu yorumu yapılmıştır.48 Nursî’ye göre, bir hakikat-i cazibedar’ın cezbiyle meczub, meclub ve mecbul olan vicdan, fıtrat-ı zîşuurundaki cezbe ve incizap hakikati-nin lisanıyla: “Ben bir hakikat-i câzibedârın cezbesiyle konuşurum.” der.49 Çün-kü: “fıtrat-ı zîşuur olan vicdandaki incizap ve cezbe, bir hakikat-i cazibedarın cezbesiyledir.”50 Bu sebeple “vicdan, cezbesiyle Allah’ı tanır.”51 Bu, vicdanın ma-rifetullahıdır. Böyle bir marifeti sağlayan tefekkür de nafile ibadetlerden daha kıymetlidir.

İmam Fahruddîn er-Râzî’nin (ö.604/1207) ismini vermediği bir zattan nak-len kaydettiği diğer bir sözde: “Rahmân’ın (rahmet) cezbelerinden bir cezbe, yetmiş sene ibadetten daha hayırlıdır.”52 denilmiştir.

Bu yüzdendir ki pek çok mana ehli zâtlar, dualarında o rahmet nefhalarını ve cezbelerini büyük ciddiyet ve iştiyak içinde talep etmişlerdir. Mesela: Şâ-zilî tarikatinin evrâdında İbnü Atâillah es-Sikenderî’nin (ö.709/1309) Münâcâtı şöyle bir dua cümlesi ihtiva eder:

18

Ġmam Fahruddîn er-Râzî‟nin (ö.604/1207) ismini vermediği bir zattan naklen kaydettiği diğer bir sözde: “Rahmân‟ın (rahmet) cezbelerinden bir cezbe, yetmiĢ sene ibadetten daha hayırlıdır.”52 denilmiĢtir. Bu yüzdendir ki pek çok mana ehli zâtlar, dualarında o rahmet nefhalarını ve cezbelerini büyük ciddiyet ve iĢtiyak içinde talep etmiĢlerdir. Mesela: ġâzilî tarikatinin evrâdında Ġbnü Atâillah es-Sikenderî‟nin (ö.709/1309) Münâcâtı Ģöyle bir dua cümlesi ihtiva eder:

.« الذب أىل مسالك يف يب واسلك القرب، أىل بقائق حق قن »“Beni kurb ehlinin hakikatlerine ulaĢtır ve cezb ehlinin mesleklerine beni de sülûk ettir.”53 el-Ed‟iyyetü‟t-Ticâniyye‟54 isimli “Ticânîlerin Dua Kitabı”nda:

الشتغال يف قات أو استغراق خلعة وألبسن عنايتك، بواذب وقالبا ق لبا إليك اجذبن اللهم » .« بك

“Allahım! Ġnayet câzibelerin (kendine çeken yardım tecellileri) ile kalben ve bedenen beni Kendine cezbet, çek! Ve bana bütün vakitlerimde Seninle meĢgul olma hil‟ati giydir (Bana seninle iĢtiğâl vakitlerimde istiğrâk hil‟ati giydir)!”55 diye bir dua vardır. Ġmam Gazâlî‟nin (ö.505/1111) Rahmânî nefhalar ve cezbeler mevzuundaki mezkûr hadis-i Ģerifleri açıklar mahiyette serdettiği beyanları ile meseleyi daha açılımlı ve detaylı olarak değerlendirmeye alalım. ġöyle diyor: “Ġnsanın cehd ü gayretinin arkasında Rahmân‟ın cezbelerinden bir cezbeye nail olmak vardır, o bir cezbe ki ins ü cinnin amellerine bedel gelir. Bu cezbe ise kulun ihtiyarıyla alakalı değildir, (ona bağlı husûle gelmez). Belki kulun ihtiyarı sadece kalbini dünyanın câzibelerinden kesmek suretiyle bu ilahî cezbelere (hazır kılmasında,) maruz bırakmasındadır. ġüphesiz ki (ilahî cezbeyle) esfel-i sâfilîne cezbolunan / çekilen bir kimse, (kendi iradesiyle) a‟lâ-yı illiyyîne çekilemez. Bütün himmeti dünya olan kimse dünyaya doğru münceziptir (çekilmektedir). Hazreti Rasulullah‟ın “Çağınıza ait günlerde Rabbinizin bir takım nefhaları vardır. Uyanık olun, o nefhalara maruz kalmaya bakın!” hadis-i Ģerifinde murad buyurduğu (bir) mana da zaten (insanı dünyaya çeken) câzip alakaların kalpten kesilmesidir.”56 Gazâlî‟ye göre; Bu nefhaların ve cezbelerin (kula ulaĢmasında) ise semâvî sebepleri vardır. Çünkü Allah Teâlâ: “Gökte hem rızkınız (rızkınızın vesileleri), hem de size vaâd olunan cennet vardır.” (Zariyat, 51/22) buyurmuĢtur. Gökten inen rızık ise rızık nevilerinin en âlâsıdır.

52 er-Râzî, et-Tefsîru‟l-Kebîr, 29/126 (Vâkıa, 7‟nin Tefsiri). 53 Abdülkâdir Zekî, en-Nefhatü‟l-Aliyye, s.24. 54 Ticâniyye Tarikati, ġihâbeddin Ahmed et-Ticânî et-Tunûsî (ö.1227/1812) tarafından kurulmuĢ,

Hufniyye‟nin bir Ģubesidir. Bkz. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatler, s.465. 55 Ubeyde b. Muhammed eĢ-ġınkîtî, Mîzâbü‟r-Rahmeti‟r-Rabbâniyye, s.23. 56 Gazâlî, Ġhyâu Ulûmiddin, 4/77.

“Beni kurb ehlinin hakikatlerine ulaştır ve cezb ehlinin mesleklerine beni de sülûk ettir.”53

el-Ed’iyyetü’t-Ticâniyye’54 isimli “Ticânîlerin Dua Kitabı”nda:

“Allahım! İnayet câzibelerin (kendine çeken yardım tecellileri) ile kalben ve bedenen beni Kendine cezbet, çek! Ve bana bütün vakitlerimde Seninle meşgul olma hil’ati giydir (Bana seninle iştiğâl vakitlerimde istiğrâk hil’ati giydir)!”55 diye bir dua vardır.

İmam Gazâlî’nin (ö.505/1111) Rahmânî nefhalar ve cezbeler mevzuundaki mezkûr hadis-i şerifleri açıklar mahiyette serdettiği beyanları ile meseleyi daha açılımlı ve detaylı olarak değerlendirmeye alalım. Şöyle diyor:

“İnsanın cehd ü gayretinin arkasında Rahmân’ın cezbelerinden bir cezbeye nail olmak vardır, o bir cezbe ki ins ü cinnin amellerine bedel gelir. Bu cezbe ise kulun ihtiyarıyla alakalı değildir, (ona bağlı husûle gelmez). Belki kulun ihtiya-rı sadece kalbini dünyanın câzibelerinden kesmek suretiyle bu ilahî cezbelere

18

Ġmam Fahruddîn er-Râzî‟nin (ö.604/1207) ismini vermediği bir zattan naklen kaydettiği diğer bir sözde: “Rahmân‟ın (rahmet) cezbelerinden bir cezbe, yetmiĢ sene ibadetten daha hayırlıdır.”52 denilmiĢtir. Bu yüzdendir ki pek çok mana ehli zâtlar, dualarında o rahmet nefhalarını ve cezbelerini büyük ciddiyet ve iĢtiyak içinde talep etmiĢlerdir. Mesela: ġâzilî tarikatinin evrâdında Ġbnü Atâillah es-Sikenderî‟nin (ö.709/1309) Münâcâtı Ģöyle bir dua cümlesi ihtiva eder:

.« الذب أىل مسالك يف يب واسلك القرب، أىل بقائق حق قن »“Beni kurb ehlinin hakikatlerine ulaĢtır ve cezb ehlinin mesleklerine beni de sülûk ettir.”53 el-Ed‟iyyetü‟t-Ticâniyye‟54 isimli “Ticânîlerin Dua Kitabı”nda:

الشتغال يف قات أو استغراق خلعة وألبسن عنايتك، بواذب وقالبا ق لبا إليك اجذبن اللهم » .« بك

“Allahım! Ġnayet câzibelerin (kendine çeken yardım tecellileri) ile kalben ve bedenen beni Kendine cezbet, çek! Ve bana bütün vakitlerimde Seninle meĢgul olma hil‟ati giydir (Bana seninle iĢtiğâl vakitlerimde istiğrâk hil‟ati giydir)!”55 diye bir dua vardır. Ġmam Gazâlî‟nin (ö.505/1111) Rahmânî nefhalar ve cezbeler mevzuundaki mezkûr hadis-i Ģerifleri açıklar mahiyette serdettiği beyanları ile meseleyi daha açılımlı ve detaylı olarak değerlendirmeye alalım. ġöyle diyor: “Ġnsanın cehd ü gayretinin arkasında Rahmân‟ın cezbelerinden bir cezbeye nail olmak vardır, o bir cezbe ki ins ü cinnin amellerine bedel gelir. Bu cezbe ise kulun ihtiyarıyla alakalı değildir, (ona bağlı husûle gelmez). Belki kulun ihtiyarı sadece kalbini dünyanın câzibelerinden kesmek suretiyle bu ilahî cezbelere (hazır kılmasında,) maruz bırakmasındadır. ġüphesiz ki (ilahî cezbeyle) esfel-i sâfilîne cezbolunan / çekilen bir kimse, (kendi iradesiyle) a‟lâ-yı illiyyîne çekilemez. Bütün himmeti dünya olan kimse dünyaya doğru münceziptir (çekilmektedir). Hazreti Rasulullah‟ın “Çağınıza ait günlerde Rabbinizin bir takım nefhaları vardır. Uyanık olun, o nefhalara maruz kalmaya bakın!” hadis-i Ģerifinde murad buyurduğu (bir) mana da zaten (insanı dünyaya çeken) câzip alakaların kalpten kesilmesidir.”56 Gazâlî‟ye göre; Bu nefhaların ve cezbelerin (kula ulaĢmasında) ise semâvî sebepleri vardır. Çünkü Allah Teâlâ: “Gökte hem rızkınız (rızkınızın vesileleri), hem de size vaâd olunan cennet vardır.” (Zariyat, 51/22) buyurmuĢtur. Gökten inen rızık ise rızık nevilerinin en âlâsıdır.

52 er-Râzî, et-Tefsîru‟l-Kebîr, 29/126 (Vâkıa, 7‟nin Tefsiri). 53 Abdülkâdir Zekî, en-Nefhatü‟l-Aliyye, s.24. 54 Ticâniyye Tarikati, ġihâbeddin Ahmed et-Ticânî et-Tunûsî (ö.1227/1812) tarafından kurulmuĢ,

Hufniyye‟nin bir Ģubesidir. Bkz. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatler, s.465. 55 Ubeyde b. Muhammed eĢ-ġınkîtî, Mîzâbü‟r-Rahmeti‟r-Rabbâniyye, s.23. 56 Gazâlî, Ġhyâu Ulûmiddin, 4/77.

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)214

(hazır kılmasında,) maruz bırakmasındadır. Şüphesiz ki (ilahî cezbeyle) esfel-i sâfilîne cezbolunan / çekilen bir kimse, (kendi iradesiyle) a’lâ-yı illiyyîne çekile-mez. Bütün himmeti dünya olan kimse dünyaya doğru münceziptir (çekilmek-tedir). Hazreti Rasulullah’ın “Çağınıza ait günlerde Rabbinizin bir takım nefha-ları vardır. Uyanık olun, o nefhalara maruz kalmaya bakın!” hadis-i şerifinde murad buyurduğu (bir) mana da zaten (insanı dünyaya çeken) câzip alakaların kalpten kesilmesidir.”56

Gazâlî’ye göre; Bu nefhaların ve cezbelerin (kula ulaşmasında) ise semâvî sebepleri vardır. Çünkü Allah Teâlâ: “Gökte hem rızkınız (rızkınızın vesileleri), hem de size vaâd olunan cennet vardır.” (Zariyat, 51/22) buyurmuştur. Gökten inen rızık ise rızık nevilerinin en âlâsıdır. Semâvî işler bizim meçhulümüzdür. Al-lah Teâlâ rızık sebeplerini ne zaman müyesser kılacaktır, bilemeyiz. Bize düşen o nimete yer hazırlamak, konacağı yeri (kalbde) boşaltmak ve rahmetin inişini ve kitapta yazılmış olan müddeti intizar etmektir. Tıpkı bahçevanın toprağı zi-raate elverişli hale getirmek için otlardan temizlemesi ve sonra ekim yapması gibi. Bu da yetmez, ayrıca semadan yağmurun yağması ve kitapta yazılmış olan vaktin gelmiş olması şartı gibi. Kişi Allah’ın yağmur yağması için gerekli olan se-bepleri ne zaman bir araya getirmeyi takdir buyurduğunu bilmez. Sadece Allah Teâlâ’nın her seneyi yağmurdan hâli kılmaması şeklindeki fazlına ve rahmetine güvenmekle yetinir.

Aynı şekilde, bir sene, bir ay ve bir günde cezebâttan bir cezbe ve nefehât-tan bir nefha (esinti) ile yükseldiği zaman, kulun, kalbini şehevât otlarından temizlemiş ve içine irade ve ihlâs tohumlarını ekmiş olması, bundan sonra da kalbini rahmet rüzgârının esmesine hazır hale getirmesi, esebileceği bir yer haline getirmesi gerekir. Nasıl ki bahar mevsiminde ve bulutların semada gö-rünmesi vaktinde yağmurun yağması beklentisi kuvvet bulur. Öyle de rahmet nefhalarının intizarı evkât-ı şerîfede, himmetlerin birleştiği ve kalplerin buluştu-ğu zamanlarda kuvvet bulur; Arafe gününde, Cuma gününde ve Ramazan gün-lerinde olduğu gibi. Çünkü himmetler (niyetler) ve nefisler, rahmetinin bol bol gelmesi için takdir-i ilahî hükmü ile alakalı birer esbâptır ki yağmurlar, yağmur duasına çıkıldığı vakitlerde o sebeplerle yağarlar.57

Yine İmam-ı Gazâlî’ye göre: Nefsin tezkiyesi ve kirlerden-pisliklerden arın-dırılması suretiyle İlâhî rahmeti alabilmeye (kabûle) istidatlı hale gelmek gerek-mektedir. Mahrum bırakan perde, kulun cihetindendir, ilahî rahmet cânibinden değildir. O sebepten de Aleyhisselam Efendimiz:

19

Semâvî iĢler bizim meçhulümüzdür. Allah Teâlâ rızık sebeplerini ne zaman müyesser kılacaktır, bilemeyiz. Bize düĢen o nimete yer hazırlamak, konacağı yeri (kalbde) boĢaltmak ve rahmetin iniĢini ve kitapta yazılmıĢ olan müddeti intizar etmektir. Tıpkı bahçevanın toprağı ziraate elveriĢli hale getirmek için otlardan temizlemesi ve sonra ekim yapması gibi. Bu da yetmez, ayrıca semadan yağmurun yağması ve kitapta yazılmıĢ olan vaktin gelmiĢ olması Ģartı gibi. KiĢi Allah‟ın yağmur yağması için gerekli olan sebepleri ne zaman bir araya getirmeyi takdir buyurduğunu bilmez. Sadece Allah Teâlâ‟nın her seneyi yağmurdan hâli kılmaması Ģeklindeki fazlına ve rahmetine güvenmekle yetinir. Aynı Ģekilde, bir sene, bir ay ve bir günde cezebâttan bir cezbe ve nefehâttan bir nefha (esinti) ile yükseldiği zaman, kulun, kalbini Ģehevât otlarından temizlemiĢ ve içine irade ve ihlâs tohumlarını ekmiĢ olması, bundan sonra da kalbini rahmet rüzgârının esmesine hazır hale getirmesi, esebileceği bir yer haline getirmesi gerekir. Nasıl ki bahar mevsiminde ve bulutların semada görünmesi vaktinde yağmurun yağması beklentisi kuvvet bulur. Öyle de rahmet nefhalarının intizarı evkât-ı Ģerîfede, himmetlerin birleĢtiği ve kalplerin buluĢtuğu zamanlarda kuvvet bulur; Arafe gününde, Cuma gününde ve Ramazan günlerinde olduğu gibi. Çünkü himmetler (niyetler) ve nefisler, rahmetinin bol bol gelmesi için takdir-i ilahî hükmü ile alakalı birer esbâptır ki yağmurlar, yağmur duasına çıkıldığı vakitlerde o sebeplerle yağarlar.57 Yine Ġmam-ı Gazâlî‟ye göre: Nefsin tezkiyesi ve kirlerden-pisliklerden arındırılması suretiyle Ġlâhî rahmeti alabilmeye (kabûle) istidatlı hale gelmek gerekmektedir. Mahrum bırakan perde, kulun cihetindendir, ilahî rahmet cânibinden değildir. O sebepten de Aleyhisselam Efendimiz:

.« لا ف ت عرضوا أل ن فحات دىركم أيام يف لرب كم إن »“Devrinize ait günlerde Rabbinizin bir takım (rahmet) esintileri vardır. Zinhâr bunları kaçırmayın! Kendinizi onları almaya hazır tutun!” buyurmuĢtur.58 Hazır bulunuĢluluk ise ancak kalbin tathîri (temizlenmesi) ve kötü ahlaktan hâsıl olan kirlerden-pisliklerden arındırılması suretiyle olur.59 Gazâlî, Kuds Mi‟raçları isimli eserinde aynı konuda Ģu açılımı yapmıĢtır: “Malumdur ki: Nefis (can/ruh) ile beden arasında bir alâka-i ma‟kûle vardır ki, birisi diğerinden tesir alır. Bunun içindir ki nefis (can), kuds cânibine doğru tezekkür ettiği zaman, beden çekilir ve hissetmesi de durur. Aynı Ģekilde de nefis (ruh), bedenin gazap, Ģehvet, his ve daha baĢka muktezâlarından etkilenir. Nefis (ruh), ona layık vecih üzere hayâlî suretler doğduğu zaman, onlardan etkilenir. Onlardan etkilendiği zaman da, Allah‟tan bir rahmet ve lütuf olarak matlup olan Ģeyi, bedenin üzerine

57 Aynı yer. 58 Gazâlî, Mizânü‟l-Amel, 1/10. 59 Gazâlî, a.g.e., 3/9.

“Devrinize ait günlerde Rabbinizin bir takım (rahmet) esintileri vardır. Zin-hâr bunları kaçırmayın! Kendinizi onları almaya hazır tutun!” buyurmuştur.58

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

215

Hazır bulunuşluluk ise ancak kalbin tathîri (temizlenmesi) ve kötü ahlaktan hâ-sıl olan kirlerden-pisliklerden arındırılması suretiyle olur.59

Gazâlî, Kuds Mi’raçları isimli eserinde aynı konuda şu açılımı yapmıştır:

“Malumdur ki: Nefis (can/ruh) ile beden arasında bir alâka-i ma’kûle vardır ki, birisi diğerinden tesir alır. Bunun içindir ki nefis (can), kuds cânibine doğru tezekkür ettiği zaman, beden çekilir ve hissetmesi de durur. Aynı şekilde de nefis (ruh), bedenin gazap, şehvet, his ve daha başka muktezâlarından etkile-nir. Nefis (ruh), ona layık vecih üzere hayâlî suretler doğduğu zaman, onlardan etkilenir. Onlardan etkilendiği zaman da, Allah’tan bir rahmet ve lütuf olarak matlup olan şeyi, bedenin üzerine ifâza etmeye hazır hale gelmiş olur. Bu se-bepledir ki Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimiz:

20

ifâza etmeye hazır hale gelmiĢ olur. Bu sebepledir ki Aleyhisselâtü Vesselâm Efendimiz:

.« لا ف ت عرضوا أل ن فحات دىركم أيام يف لرب كم إن »“Ġçinde yaĢadığınız zaman dilimlerinde Rabbinizin bir takım (rahmet) esintileri vardır. Sakın bunlardan gafil olmayın! Onları almaya hazır bulunun!” buyurmuĢlardır. Nefsin (ruhun) o fazl-ı ilahîye ait esintilere hazır bulunması gerekir ki, Allah da o fazlı onun üzerine boĢaltsın. Çünkü Hz. Cevvâd‟ın cömertliğinde cimrilik yoktur.60 Ma‟kûlâtı tahsil etmek bizim elimizde değildir. Belki elimizde olan sadece o nefhalara açık olabilmek ve hazır bekleyebilmektir. Kaldı ki o nefhalara maruz olabilmek için hazırlanabilme istidadı vermiĢ olması da yine kullara ilahî bir mevhîbedir, asla iktisab eliyle nâil olunacak (irâdî-kesbî) bir Ģey değildir.”61 v. Bazı rahmet nefhaları, marifet nurlarıdır; marifetullahın hava-misal şahidleridir. Rahmet nefhaları, marifet nurları gibidir veya bazı rahmet nefhaları, marifet nurları getirir. Hadis-i Ģerifte haber verilen rahmet nefhalarıyla gelen marifet nurlarına insanın marifet latîfeleri vasıtasıyla mazhar olabileceğine dikkat çeken Ġmam-ı Gazâlî gibi62, Bediüzzaman da, hava-misal tasvir ettiği “marifet nurları” ve nevileriyle adeta sözkonusu hadîsi ve rahmet nefhalarını izah etmektedir. O‟na göre: Ġnsanın kalbine gelen veya aklına görünen marifetullah bilgileri, yani Allah‟ın varlığından, birliğinden ve sıfatlarından haber veren iĢaretler, delaletler, deliller, bürhanlar, hüccetler ve Ģahitler, karakterleri icabı ya su gibidir, ya hava gibidir, ya da nur gibidirler. Dolayısıyla rahmet nefhaları da, nur gibi, hava gibi veya su gibidirler. O marifet nurunu tutabilmek için sebeplerden sıyrılarak bütünüyle kiĢinin ona yüzünü ve özünü dönmesi ve öylece hazır bulunuĢluluk içinde durması lazımdır. O kendiliğinden gelip kiĢinin akıl ve kalbine yerleĢecektir. “Rabbinizin rahmet nefhalarına karĢı durun ve kendinizi onlara maruz bırakın!” hadis-i Ģerifindeki gibi Bediüzzaman da marifet nurlarının aynı Ģekilde elde edilebileceğini bildirmektedir: “Bil, ey gafil, müĢevveĢ Said! Cenâb-ı Hakkın nur-u marifetine yetiĢmek ve bakmak.. ve âyât ve Ģahitlerin aynalarında cilvelerini görmek.. ve berâhin ve deliller mesâmâtıyla (gözenekleriyle o cilveleri) temâĢâ etmek iktiza ediyor ki, senin üstünden geçen, kalbine gelen ve aklına görünen herbir nuru tenkit parmaklarıyla yoklama ve tereddüt eliyle tenkit etme. Sana

60 Gazalî Ģöyle demektedir: “Bütün bunlar, Ģu gerçeğe iĢaret etmektedir: Ġlim nurları, onları

lutfeden Hz. Mün‟im cihetinden bir engelleme ve –hâĢâ- bir cimrilik sebebiyle kalplerden gizlenmez, perdelenmez. Hz. Mün‟im, men‟ ve cimrilikten münezzehtir. Fakat kalpler cihetinden olan (dünyevî) meĢguliyet, (manevî) kirlilik ve paslılık sebebiyle perdelenir ilim nurları. ġüphesiz ki kalpler tıpkı kuyular gibidir, suyla dolu olduğu müddetçe oraya hava giremez. Kalpler de masiva ile meĢgul olduğu müddetçe oraya Allah‟ın helal kıldığı Ģeylerle alakalı marifet (ilm ü irfan) giremez.” Gazâlî, Ġhyâu Ulûmiddin, 3/9.

61 Gazâlî, Meâricü‟l-Kuds, 1/66. 62 Gazâlî, Ġhyâu Ulûmiddin, 4/77.

“İçinde yaşadığınız zaman dilimlerinde Rabbinizin bir takım (rahmet) esin-tileri vardır. Sakın bunlardan gafil olmayın! Onları almaya hazır bulunun!” buyurmuşlardır. Nefsin (ruhun) o fazl-ı ilahîye ait esintilere hazır bulunması gerekir ki, Allah da o fazlı onun üzerine boşaltsın. Çünkü Hz. Cevvâd’ın cömert-liğinde cimrilik yoktur.60 Ma’kûlâtı tahsil etmek bizim elimizde değildir. Belki elimizde olan sadece o nefhalara açık olabilmek ve hazır bekleyebilmektir. Kaldı ki o nefhalara maruz olabilmek için hazırlanabilme istidadı vermiş olması da yine kullara ilahî bir mevhîbedir, asla iktisab eliyle nâil olunacak (irâdî-kesbî) bir şey değildir.”61

v. Bazı rahmet nefhaları, marifet nurlarıdır; marifetullahın hava-misal şa-hidleridir.

Rahmet nefhaları, marifet nurları gibidir veya bazı rahmet nefhaları, ma-rifet nurları getirir. Hadis-i şerifte haber verilen rahmet nefhalarıyla gelen ma-rifet nurlarına insanın marifet latîfeleri vasıtasıyla mazhar olabileceğine dikkat çeken İmam-ı Gazâlî gibi62, Bediüzzaman da, hava-misal tasvir ettiği “marifet nurları” ve nevileriyle adeta sözkonusu hadîsi ve rahmet nefhalarını izah et-mektedir. O’na göre: İnsanın kalbine gelen veya aklına görünen marifetullah bilgileri, yani Allah’ın varlığından, birliğinden ve sıfatlarından haber veren işa-retler, delaletler, deliller, bürhanlar, hüccetler ve şahitler, karakterleri icabı ya su gibidir, ya hava gibidir, ya da nur gibidirler. Dolayısıyla rahmet nefhaları da, nur gibi, hava gibi veya su gibidirler. O marifet nurunu tutabilmek için sebep-lerden sıyrılarak bütünüyle kişinin ona yüzünü ve özünü dönmesi ve öylece hazır bulunuşluluk içinde durması lazımdır. O kendiliğinden gelip kişinin akıl ve kalbine yerleşecektir.

“Rabbinizin rahmet nefhalarına karşı durun ve kendinizi onlara maruz bı-rakın!” hadis-i şerifindeki gibi Bediüzzaman da marifet nurlarının aynı şekilde

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)216

elde edilebileceğini bildirmektedir: “Bil, ey gafil, müşevveş Said! Cenâb-ı Hak-kın nur-u marifetine yetişmek ve bakmak.. ve âyât ve şahitlerin aynalarında cilvelerini görmek.. ve berâhin ve deliller mesâmâtıyla (gözenekleriyle o cilve-leri) temâşâ etmek iktiza ediyor ki, senin üstünden geçen, kalbine gelen ve aklı-na görünen herbir nuru tenkit parmaklarıyla yoklama ve tereddüt eliyle tenkit etme. Sana ışıklanan (marifetullaha dair) bir nuru tutmak için elini uzatma. Belki gaflet esbâbından tecerrüd et, o nurlara müteveccih ol, dur.”63

Bu ve müteakib sözlerde anlatılanlar tıpkı rahmet nefehatına kendini ma’ruz bırakmanın nasılını açıklamaktadır. Demek ki: Hakkın nurları âleme yayılırken insanın üzerinden de geçerler ve bu esnada bazı nurlar, gafletten soyutlanmış ve onlara teveccüh etmiş vaziyette bekleyen uyanık ve açık olan kalb-i selimlere gelir, akl-ı selîmlere görünürler. Ortada bir “nûr-u marifet” var, bir “cilve” var ve bir de “bürhan ve deliller” var; delillerden cilvelere, cilveler-den de nur-u marifete terakki ve intikal edilecektir. Sıralamada önce, bu mülk âlemindeki bürhan ve delillerin gözeneklerinden melekût âlemindeki bazı ilahî âyetler ve şâhitler temaşa ediliyor. O âyetler ve şâhidlerin aynasında ise Hakk’ın cilveleri görülüyor.. o cilvelerde ise Cenab-ı Hakk’ın nur-u marifetine yetişiliyor, bakılıyor.

Bediüzzaman, “çünkü” diyor, “ben müşahede ettim ki, marifetullahın şahitleri, burhanları üç çeşittir:

Bir kısmı su gibidir. Görünür, hissedilir, lâkin parmaklarla tutulmaz. Bu kı-sımda hayalâttan tecerrüd etmek, külliyetle ona dalmak gerektir. Tenkit parmak-larıyla tecessüs edilmez; edilse akar, kaçar. O âb-ı hayat, parmağı mekân ittihaz etmez.

İkinci kısım, hava gibidir. Hissedilir, fakat ne görünür, ne de tutulur. Ona karşı sen, yüzün, ağzın, ruhunla o rahmet nesîmine karşı teveccüh et, kendini mukabil tut. Tenkit elini uzatma, tutamazsın. Ruhunla teneffüs et. Tereddüt eli ile baksan, tenkit ile el atsan, o yürür, gider. Senin elini mesken ittihaz etmez, ona razı olmaz.

Üçüncü kısım ise, nur gibidir. Görünür, fakat ne hissedilir, ne de tutulur. Öyleyse, sen kalbinin gözüyle, ruhunun nazarıyla kendini ona mukabil tut ve gözünü ona tevcih et, bekle. Belki kendi kendine gelir. Çünkü nur, elle tutulmaz, parmaklarla avlanmaz. Belki o nur ancak basiret nuruyla avlanır. Eğer haris ve maddî elini uzatsan ve maddî mizanlarla tartsan, sönmese de gizlenir. Çünkü öyle nur, maddîde hapse razı olmadığı gibi, kayda giremez, kesîfi kendine mâ-lik ve seyyid kabul etmez.”64

Bediüzzaman’ın bu tespitleri ışığında; hadis-i şerifte haber verilen İlahî nefhaların bir kısmı, marifet nurlarıdır, bir kısmı hava-misal marifet şahidleridir denebilir. Nitekim: Nur-misal olan marifet şahidleri, kalbin gözüne ve ruhun na-

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

217

zarına görünür, basiret nuruyla avlanırlar. Su-misal olan marifet şahidleri içine hayallerden soyutlanarak külliyetle dalınabilir. Hava-misal olan marifet şahidle-ri ise rahmet rüzgârıdırlar ki, ruh ile teneffüs edilebilirler.

Kesretten vahdete seyehatte, kesif olandan şeffaf olana doğru bir soyut-lanma yaşadığı için, Bediüzzaman’ın marifetullah bürhanlarını tasnifini aynı zamanda bir tertip olarak kabul edip; su gibi olanlar, sonra hava gibi olanlar, ardından da nur gibi olanlar şeklinde maddî-kesîf olandan manevî-şeffaf olana doğru bir sıralama yapabiliriz.

vi.)Rahmet nefhaları, uğradığı kalblerdeki hayır, tevhid, esrar, hikmet ve kurbiyet sırlarını yeşerten manevî bir yağmur indirir, kalbe âlemleri toplar.

Abdülkadir Geylânî (ö.561/1165), İlahî rahmete mazhar olan kalbde hayır, tevhid, esrâr, hikmet tohumlarının çimlenmesini, ardından da tevekkül, mü-nacat ve kurbiyete ulaşan hayırlı bir sürecin açılımını ve sonuçta kalbin bütün varlıkların toplandığı bir merkeze dönüşmesini şöyle anlatmıştır:

“Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri mutlaka bizim nezdimizde olmasın. Biz on-ları belli bir miktar dışında indirmeyiz.” (Hicr, 21). Yağmur gökten yere iner. Son-ra ondan da nebatlar biter. Bizim (sohbetlerimizde) bahsettiğimiz bu hususlar da gökten iner. Fakat arza (yere) değil, kalbe, kalb toprağına iner. İnen bu ilahî nefhalar ve tecelliler neticesi, kalbler titrer, ürperir. Her bir nefhada bir hayır biter, çimlenir; esrar çimlenir, hikmetler çimlenir, tevhid çimlenir, tevekkül çim-lenir, münacaat çimlenir; izzet ve celal sahibi Allah’a yakınlık çimlenir.. o zaman bu kalbde yemyeşil ağaçlar bulunur, meyveler bulunur, sahralar-çöller bulunur, bozkırlar-yaylalar bulunur, denizler, nehirler, dağlar, göller bulunur. O zaman bu kalb, insanların, cinlerin, meleklerin ve ruhların toplanma yeri (mecmaı, câmi-si) olur.”65

Bütün bunlar hep o rahmet nefhaları sayesinde gerçekleşirler.

V. Nefhaların Estiği Zamanlar, Zeminler, Mekânlar, Mekînlera.) Nefehat saati, her günde bulunabilir.

Hakîm-i Tirmizî’nin yukarıda açıkladığı üzere: Rahmânî nefehât, Allah’ın “minen (ihsan ü ikrâm) hazineleri”nden zamansız, rutin dışı olarak gelir. Rah-meti galeyana getirip coşturacak fiillerin kullardan sudûruna binâen veya başka bir takım sebeplere bağlı olarak açılan bu “minen hazineleri”nin açılış vakitleri meçhuldür. O yüzden kullar, Allah’ın bu sıra dışı ve sıra üstü cömertliğinin ve şefkatinin feyezân edeceği vakitleri bilmezler.66

Molla Ali el-Kâri’ (ö.1014/1605): “Hadis-i şerifte sözkonusu büyük nimetin herkes için gerçekleşmediği ve her vakitte bulunmadığına bir ima vardır. Çünkü

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)218

bu nimet, Hakk’ın iki cihanın ameline denk olan cezebâtından bir cezbeye bağlı kılınmıştır.”67 demiştir. Rahmet nefhalarının estiği vakitler gizli bırakılmıştır, zira “burada kuldan istenen, her vakit ayakta, otururken veya yatarken yahut dünya meşgalaleriyle uğraşırken daima o ilahî nefhalara hazır bulunmasıdır. Çünkü kul nimet hazinelerinin ne zaman açılacağını bilmez.”68

Şeyh Muhammed Vefa’nın şeyhi, Şeyh Davud b. Bahil: “Hiçbir yeni vakit yoktur ki illâ o vakitte (yücelerden) yeni mededler inmiş olmasın. Müridlerin himmeti yüksek olanlar, o mededleri kaparlar.”69 demiştir ki, bu söz, nefehât-ı rahmetin kimi zaman semavî mededler sûretinde yeryüzüne tenezzül edişini ve ona mazhariyet için, kalpteki himmeti yüksek tutma şartını da haber vermesi bakımından dikkate şâyândır.

b.) Nefehat saati, her gecede olabilir.

İmam-ı Gazâlî’nin de dikkat çektiği üzere, Hz. Peygamber (sas) Allah’ın ilahî rahmet nefhaları konusunda gayet cömert olduğunu, şevk ve rağbet ibareleri-nin delaleti en açık olanlarıyla ifade etmişlerdir:“Allah Teâlâ, her gece, gecenin son üçte bir vakti kaldığı sıra, dünya semasına tenezzül eder (yaklaşır) ve şöyle seslenir: Yok mu dua eden, cevap vereyim. Yok mu merhamet isteyen, mer-hamet edeyim!?”70 Yine Cenâb-ı Hak başka hadîs-i kutsîlerinde: “Kim bana bir karşı yaklaşırsa, ben ona bir zirâ’ yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak giderim.”71 buyurmuştur.”72

Gazalî şöyle bir olay kaydetmiştir: “Müridlerden birisi Üstadına geceleri uzun zaman uyuyamadığından şikâyet etti ve uykuyu getiren bir çare talep etti. Bunun üzerine Üstad’ı ona dedi ki:

“Ey oğlum! Muhakkak ki Allah’ın geceleyin ve gündüzleyin (gönderdiği) nehfaları vardır; uyanık kalplere isabet eder, uyuyan kalpleri es geçer. O se-beple sen (madem ki geceleri pek uyuyamıyorsun, o halde sürekli) kendini bu nefhalara karşı hazır tut! (Uykusuzluğunu böyle değerlendir!)” Bu irşâd üzerine müridi: “Ya seyyidî! (Bu sözünle sen) beni hem gece, hem de gündüzleyin büs-bütün uykusuzluğa terkettin!” dedi. Üstadı şöyle karşılık verdi:

23

uğraĢırken daima o ilahî nefhalara hazır bulunmasıdır. Çünkü kul nimet hazinelerinin ne zaman açılacağını bilmez.”68 ġeyh Muhammed Vefa‟nın Ģeyhi, ġeyh Davud b. Bahil: “Hiçbir yeni vakit yoktur ki illâ o vakitte (yücelerden) yeni mededler inmiĢ olmasın. Müridlerin himmeti yüksek olanlar, o mededleri kaparlar.”69 demiĢtir ki, bu söz, nefehât-ı rahmetin kimi zaman semavî mededler sûretinde yeryüzüne tenezzül ediĢini ve ona mazhariyet için, kalpteki himmeti yüksek tutma Ģartını da haber vermesi bakımından dikkate Ģâyândır. b.) Nefehat saati, her gecede olabilir. Ġmam-ı Gazâlî‟nin de dikkat çektiği üzere, Hz. Peygamber (sas) Allah‟ın ilahî rahmet nefhaları konusunda gayet cömert olduğunu, Ģevk ve rağbet ibarelerinin delaleti en açık olanlarıyla ifade etmiĢlerdir:“Allah Teâlâ, her gece, gecenin son üçte bir vakti kaldığı sıra, dünya semasına tenezzül eder (yaklaĢır) ve Ģöyle seslenir: Yok mu dua eden, cevap vereyim. Yok mu merhamet isteyen, merhamet edeyim!?”70 Yine Cenâb-ı Hak baĢka hadîs-i kutsîlerinde: “Kim bana bir karĢı yaklaĢırsa, ben ona bir zirâ‟ yaklaĢırım. Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koĢarak giderim.”71 buyurmuĢtur.”72 Gazalî Ģöyle bir olay kaydetmiĢtir: “Müridlerden birisi Üstadına geceleri uzun zaman uyuyamadığından Ģikâyet etti ve uykuyu getiren bir çare talep etti. Bunun üzerine Üstad‟ı ona dedi ki:

فتعرض النائمة القلوب حتظىء املتيقظة القلوب تصيب والنهار الليل يف نفحات لل إن بن يا » .« النفحات لتلك

“Ey oğlum! Muhakkak ki Allah‟ın geceleyin ve gündüzleyin (gönderdiği) nehfaları vardır; uyanık kalplere isabet eder, uyuyan kalpleri es geçer. O sebeple sen (madem ki geceleri pek uyuyamıyorsun, o halde sürekli) kendini bu nefhalara karĢı hazır tut! (Uykusuzluğunu böyle değerlendir!)” Bu irĢâd üzerine müridi: “Ya seyyidî! (Bu sözünle sen) beni hem gece, hem de gündüzleyin büsbütün uykusuzluğa terkettin!” dedi. Üstadı Ģöyle karĢılık verdi:

.« الشواغل واندفاع القلب صفاء من الليل قيام يف ملا أرجى بالليل النفحات ىذه أن واعلم »“BilmiĢ ol ki: Bu nefhalar, (gündüzlerde de bulunmakla beraber) geceleyin daha ziyade bulunur, kalplerin baĢka meĢğalelerden kurtulup safa bulmasından dolayı gece kıyâmında daha çok bulunması ümit olunur. (O sebeple de sen geceleri uykusuz kalmaktan dolayı üzülme, uykusuzluğu böyle değerlendir!)” Câbir b. Abdillah‟ın naklettiği sahih bir haberde Rasulullah sallallâhü aleyhi ve selem Ģöyle buyurmuĢtur: 68 el-Münâvî, et-Teysîr, 1/339. 69 ġa‟rânî, el-Envâru‟l-Kudsiyye, s.152. 70 Buharî, Ebvâbü‟t-Teheccüt 14 (1094), Tevhid 35 (7056), Daavât 13 (5962); Müslim, Salâtü‟l-

Müsâfirîn, 24 (1880); Ebu Ya‟lâ, el-Müsned, 13/404 (7408); et-Taberânî, el-Mu‟cemu‟l-Evsat, 2/344 (975); Ġbn Huzeyme, Kitâbü‟t-Tevhîd, 1/321 (43).

71 Buharî Tevhid 15, 50 (6970, 7099); Müslim, Zikr 1, 6 (2675), Tevbe 49 (2675).

72 Gazâlî, Mizânü‟l-Amel, 1/10.

“Bilmiş ol ki: Bu nefhalar, (gündüzlerde de bulunmakla beraber) geceleyin daha ziyade bulunur, kalplerin başka meşğalelerden kurtulup safa bulmasın-dan dolayı gece kıyâmında daha çok bulunması ümit olunur. (O sebeple de sen geceleri uykusuz kalmaktan dolayı üzülme, uykusuzluğu böyle değerlendir!)”

23

uğraĢırken daima o ilahî nefhalara hazır bulunmasıdır. Çünkü kul nimet hazinelerinin ne zaman açılacağını bilmez.”68 ġeyh Muhammed Vefa‟nın Ģeyhi, ġeyh Davud b. Bahil: “Hiçbir yeni vakit yoktur ki illâ o vakitte (yücelerden) yeni mededler inmiĢ olmasın. Müridlerin himmeti yüksek olanlar, o mededleri kaparlar.”69 demiĢtir ki, bu söz, nefehât-ı rahmetin kimi zaman semavî mededler sûretinde yeryüzüne tenezzül ediĢini ve ona mazhariyet için, kalpteki himmeti yüksek tutma Ģartını da haber vermesi bakımından dikkate Ģâyândır. b.) Nefehat saati, her gecede olabilir. Ġmam-ı Gazâlî‟nin de dikkat çektiği üzere, Hz. Peygamber (sas) Allah‟ın ilahî rahmet nefhaları konusunda gayet cömert olduğunu, Ģevk ve rağbet ibarelerinin delaleti en açık olanlarıyla ifade etmiĢlerdir:“Allah Teâlâ, her gece, gecenin son üçte bir vakti kaldığı sıra, dünya semasına tenezzül eder (yaklaĢır) ve Ģöyle seslenir: Yok mu dua eden, cevap vereyim. Yok mu merhamet isteyen, merhamet edeyim!?”70 Yine Cenâb-ı Hak baĢka hadîs-i kutsîlerinde: “Kim bana bir karĢı yaklaĢırsa, ben ona bir zirâ‟ yaklaĢırım. Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koĢarak giderim.”71 buyurmuĢtur.”72 Gazalî Ģöyle bir olay kaydetmiĢtir: “Müridlerden birisi Üstadına geceleri uzun zaman uyuyamadığından Ģikâyet etti ve uykuyu getiren bir çare talep etti. Bunun üzerine Üstad‟ı ona dedi ki:

فتعرض النائمة القلوب حتظىء املتيقظة القلوب تصيب والنهار الليل يف نفحات لل إن بن يا » .« النفحات لتلك

“Ey oğlum! Muhakkak ki Allah‟ın geceleyin ve gündüzleyin (gönderdiği) nehfaları vardır; uyanık kalplere isabet eder, uyuyan kalpleri es geçer. O sebeple sen (madem ki geceleri pek uyuyamıyorsun, o halde sürekli) kendini bu nefhalara karĢı hazır tut! (Uykusuzluğunu böyle değerlendir!)” Bu irĢâd üzerine müridi: “Ya seyyidî! (Bu sözünle sen) beni hem gece, hem de gündüzleyin büsbütün uykusuzluğa terkettin!” dedi. Üstadı Ģöyle karĢılık verdi:

.« الشواغل واندفاع القلب صفاء من الليل قيام يف ملا أرجى بالليل النفحات ىذه أن واعلم »“BilmiĢ ol ki: Bu nefhalar, (gündüzlerde de bulunmakla beraber) geceleyin daha ziyade bulunur, kalplerin baĢka meĢğalelerden kurtulup safa bulmasından dolayı gece kıyâmında daha çok bulunması ümit olunur. (O sebeple de sen geceleri uykusuz kalmaktan dolayı üzülme, uykusuzluğu böyle değerlendir!)” Câbir b. Abdillah‟ın naklettiği sahih bir haberde Rasulullah sallallâhü aleyhi ve selem Ģöyle buyurmuĢtur: 68 el-Münâvî, et-Teysîr, 1/339. 69 ġa‟rânî, el-Envâru‟l-Kudsiyye, s.152. 70 Buharî, Ebvâbü‟t-Teheccüt 14 (1094), Tevhid 35 (7056), Daavât 13 (5962); Müslim, Salâtü‟l-

Müsâfirîn, 24 (1880); Ebu Ya‟lâ, el-Müsned, 13/404 (7408); et-Taberânî, el-Mu‟cemu‟l-Evsat, 2/344 (975); Ġbn Huzeyme, Kitâbü‟t-Tevhîd, 1/321 (43).

71 Buharî Tevhid 15, 50 (6970, 7099); Müslim, Zikr 1, 6 (2675), Tevbe 49 (2675).

72 Gazâlî, Mizânü‟l-Amel, 1/10.

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

219

Câbir b. Abdillah’ın naklettiği sahih bir haberde Rasulullah sallallâhü aleyhi ve selem şöyle buyurmuştur:

“Hiç şüphesiz ki gecenin içinde (“bir kısmında”73) bir saat/vakit vardır ki müslüman bir kimse o saate tevafuk eder de (o vakit içinde) Allah’tan dünya veya ahiret adına bir hayır talebinde bulunursa, Allah Teâlâ ona istediğini mut-laka (hakîkaten veya hükmen) verir. Bu icabet saati ise her gecede bulunur.”74 Bu icabet saatini ihya etmek için uykudan kalkanların istekleri, gecenin bütünü içerisinde çok büyük ehemmiyeti hâizdir; tıpkı Ramazan ayındaki Kadir gecesi gibi, yahut Cuma günündeki icabet saati gibi, o da gecedeki nefehât saati ol-maktadır. Allahü a’lem.”75

Ahmed Yesevî’nin halifelerinden Hakim Ata diye bilinen Süleyman Bakır-ganî “Her kim görsen Hızır bil, / Her tün görsen Kadir bil.”76 demiş, insanın ve zamanın değerine işaret etmiştir. “Her geceyi Kadir gecesi gibi gör, çünkü bir daha yaşayamasın” demeye getirmektedir.

c.) Nefehat saati, her Cuma gününde bulunabilir.

Kur’an ve Hadis’in haber verdiğine göre: Allah Teâlâ, bedenini güzelce ya-rattıktan sonra Hz. Âdem’e ruhundan bir nefha, bir ruh üflemiştir77 ve bu üfleyiş bir Cuma günü gerçekleşmiştir.78 Allah Teâlâ, Hz. Âdem’e bir Cuma günü ruhun-dan bir nefha üflediği gibi, âdemoğullarına da yine Cuma günleri rahmetinden bir takım nefhalar göndermektedir. İmam Gazâlî’nin ifadesiyle:

“Cuma günü de (rahmet nefhalarının estiği) günler cümlesindendir. O se-beple kul bütün gündüzünde o nefhalara kalbini hazır vaziyette bulundurmak, zikre devam etmek ve dünya vesveselerinden kurtulmak suretiyle karşı durma-lıdır. Böyle olursa bu nefhalardan bir miktar nefhaya mazhar olacağı umulur. Ka’bü’l-Ahbâr r.a. (ö.32/652): ‘Nefehât-ı ilahiyyenin estiği vakit, Cuma gününün son saatidir, güneşin gurûb ettiği esnadadır.’ demiştir.”79

d.) Nefehat saati, daha ziyade mübarek gün veya gecelerde bulunur.

Arafe günü, Cuma günü veya Ramazan günleri gibi. İmam Gazâlî’nin, rah-met nefhalarının daha ziyade intizar edildiği vakitlerin başında “evkât-ı şerife”yi (şerefli/kıymetli vakitleri) zikreder, yani bütün mübarek gün ve geceleri betah-sis öncelelikli olarak dile getirir.80

e.) Kalplerin ve himmetlerin birleşerek cemaat haline dua ve ibadete dur-duğu zamanlarda rahmet nefhalarının gelmesi daha kuvvetle ümit edilir.

Yine İmam Gazâlî’nin dikkat çektiği bu iki husus birleştirirsek diyebiliriz ki: Duaların kabul edildiği hemen bütün mübarek gün ve geceler, rahmet nefha-

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)220

larının estiği zaman dilimleridir. Eğer o kutsal zamanlarda dua ve ibadetler bir de cemaatler halinde yapılırsa, o rahmet rüzgârları o cemaatin şahs-ı mânevîsi tarafından bir mıknatıs misali çekilir ve yapılan dualar kabûle karîn olurlar.

Allah’ın rahmet, inayet, muhabbet ve kabûl elinin üzerlerinde ve beraber-lerinde bulunduğu mü’min cemaat81, eğer bir araya gelip topluca bir yakarışa geçerlerse, talepleri gökler ötesinde anında karşılık bulur. Cemaatin şahs-ı ma-nevîsinin makbuliyetini ve müessiriyetini bize haber veren Peygamber Efendi-miz bir hadis-i şeriflerinde: “Bir cemaat toplanıp da, (içleriden) birisi dua eder ve ötekiler de “âmîn” derse Allah o duaya (muhakkak) icabet buyurur, (onu kabul eder).”82 buyurmuşlardır.

f.) Rahmânî/Rabbânî Nefhalar, Vakitlerin Safâsında Sâfî Kalplere Uğrar-lar:

Cüneyd-i Bağdâdî (ö.297/909): “Müşâhede, kalblerin safâsı vaktinde ve ilâhî nûrlar sayesinde idrak olunan gaybın tecellîsinden ibarettir” buyurur. Ba-zılarınca müşâhede-i cem’ de denilen bu makamda, rahmet nefhaları en mah-rem eltâf-ı ünsiyesiyle eser ve erbâb-ı dîlden sâfî gönüllere uğrar ve bırakacağı şok edici sürprizleri, muhteşem hediyeleri bırakır gider.

“Vakitlerin safâsı”ndan sayılabilecek bu kaderdenk nimet ve devleti takibe gayret sarfetmemek ise, herkes için büyük bir mahrumiyet, bilhassa ehlullah için çok büyük bir âfettir, denilmiştir. Şöyle ki: Şeyhu’l-Ekber Muhyiddin İbn-i Arabî (ö.638/1240), “Vakitlerin Safâsı Hakkında” demiştir ki: “Sana nasiha-tım olsun, vakitlerin safâsına i’tirâz eylemekten (sırtını dönmekten) çok sakın. Çünkü safâ-yı evkâtın tayyinde (kaçırılmasında) âfât vardır. Bunu kimse bilmez, sâde Allah Teâlâ’nın işhâd eylediği yani gösterdiği kimseler bilirler. Bil ki: Kalbin-deki tefakkud yani araştırmak ile iştigâl, teyakkuz (yakaza halindeki uyanmışlık) alâmetlerindendir.”83 Abdürrezzak Kâşânî (ö.730/1329), tasavvufî makamların birincisi olan ‘yakaza’nın kendi içinde 10 mertebesini anlatırken, ‘yakaza, ve-layette, ilahî bir hayatla yaşamak için Rahmânî üns ve nefhaları elde etmekle mutlu olmaktır.’ demiştir.84

Şâziliyyenin pîri Şeyh Ebu’l-Hasen eş-Şâzilî (ö.656/1258): “Ey mürîd! Bir vaktin tââtini diğer bir vakte te’hir etme. Çünkü ya o tââti veya onun kadarını kaçırırsın ve bu kaçırman sebebiyle vakit nimetine nankörlük edip bir cezaya çarptırılırsın. Çünkü her vaktin Allah’a yönelmede bir hissesi vardır.”85 sözleriyle, rûhî hayat ve maneviyat adına çok mühim bir prensibe dikkatleri çekmiştir. Bu hisseyi kaçırmamak için her an kalben uyanık ve hazır bulunmak akl-ı meâddan behresi olan her mü’minin yapmaya çalışacağı îmânî bir şuur, İslâmî bir oluş ve ihsânî bir duruş tarzı olacaktır!

Vaktin hissesinden nasibdâr olmanın ilk ve asıl şartı, nasibden mahrum bırakan gafletten uzak olmaktır. Hele mübarek zaman dilimlerinde, katiyen ‘bi-

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

221

lerek’ büyük günah işlememek lazımdır. Mübarek vakitlerde işlenen günahlara ceza daha büyük olur, o mübareklikten, o rahmetten mahrumiyet cezası mah-fuzdur. Hz. Ali'nin (ö.40/661), Ramazan ayında içki içen birisine, içkiye mukabil had cezası verdiği ve buna ilâveten bir de içkiyi bu mübarek ayda içtiği için yirmi değnek daha vurduğu rivayet edilmiştir. Bu meyanda Hz. Ali (ö.40/661) zama-nında yaşamış, mübarek zamanlarda bile bazı günahlar işlemiş olan Menâzil b. Lâhık’a babasının söylediği “Oğlum, mübarek gün ve geceler senden daha ne zamana kadar şikayet edecekler!” sözü ve akabinde gelen bedduasının ânında kabulü, ibretlik bir hadise olarak Abdülkadir Geylânî (ö.561/1165) tarafından el-Ğunye’ye kaydedilmiştir.86

Ebû Tâlib el-Mekkî (ö.383/993) demiştir ki: “Allah Teâlâ bir kulu sevdiği zaman, ona faziletli vakitlerde en faziletli amelleri yaptırır. Bir kula da kızıp bu-ğzettiğinde ise ona faziletli vakitlerde kötü ameller yaptırır. Bunu ona ikâbında daha can yakıcı olmak ve ilahî gazabı sebebiyle daha şiddetli davranmak için yaptırır. Çünkü böylece o kişi sözkonusu faziletli vaktin hürmetine karşı saygı-sızlık etmiş (vaktin saygınlığına ve namusuna küfredip kutsallığını bozmuş) ve o vaktin bereketinden men etmiş, (bereketini kaçırmış) olmaktadır. (Bu sebeple de daha şiddetli bir cezayı hak etmiş olur.)”87

Ebu’l-Hüseyin en-Nûrî (ö.295/908) de bu konuda: “Vakte edebi olmayan makte (gazaba) uğrar.” ikaz ve irşadında bulunmuştur.88 Evet, mukaddes ve mübarek kılınmış olan zaman dilimlerinden istifade etmenin ilk şartı, bu za-manlara saygı göstermektir. Saygı göstermek ise önce o vakitlerde günah iş-lememekle başlar, sonra o vakitleri zikrullah, marifetullah ve ibâdetullah ile değerlendirme seviyesine göre derecelenerek berdevam olur yükselir. Esasen hakiki tasavvuf da vaktin edebine riâyet etmek, o vakitte yapılması en faziletli olan amel-i salihi yapmak demektir ki, Amr b. Osman el-Mekkî Hazretlerine (ö.297/910) ‘Tasavvuf nedir?’ diye sorulunca, verdiği cevab tam da bu hususu ifade etmektedir: “Tasavvuf, kulun her vakitte, o vakitte yapılması en evlâ olan amel üzere bulunmasıdır.”89

Cüneyd Bağdâdî (ö.297/909) tasavvufun, geçmiş ve gelecekten sıyrılarak, içinde bulunulan vakte niyet, himmet ve gayreti yoğunlaştırıp bütün gücüyle hâlin (şimdiki vaktin, ân-ı seyyâlenin) istediği güzel işleri yapmaya çalışmak ol-duğunu şu sözlerle vurgulamıştır: “Tasavvuf, vakitleri muhafaza etmektir; o da, kulun haddinin dışına taşmaması, Rabbinden başkasına muvafakat etmemesi ve (hâl-i hazır yaşadığı) vaktinin (gerektirdiği amellerin) dışında (gelmiş veya geçmişle alakalı bir şeyle kalben/zihnen meşgul) bulunmaması, hemdem olma-ması demektir.”90

g.) Rabbânî nefhalar, her asra tecdîd-i iman ve din için gönderilen küllî-câmî rahmet nefhaları olabilir ve asrın en karanlık zamanlarında gelir. Üzerin-

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)222

de durduğumuz, üç sahabîden mervî hadis-i şerifin üçünde de dikkatleri çeken müşterek bir kavram vardır: Dehr! Muhammed b. Mesleme’den gelen üç riva-yette ise “Rab” ism-i celîli müşterek kavram. Ayrıca hasâret ve şekâvetin zıddı olarak saadet zikredilmiş, saadete eren kimse olarak saîd (ç. suadâ) olma ideali verilmiştir.

Esmâ-i hüsnâsından birisi de “ed-Dehr” olan91 Allah’ın/Rabb’in rahmet nefhaları; hadis-i şerifin rivayetlerine göre, “fî eyyâmi’d-dehri / çağın günlerin-de”, “fî eyyâmi dehriküm / sizin çağınızın günlerinde” ve “fî bakiyyeti eyyâmi dehriküm / sizin çağınınızın geri kalan günlerinde” bulunmaktadır. Dehr keli-mesi lügavî olarak ise genel manada uzun olsun kısa olsun “zaman” manasında kullanıldığı gibi, “ilk zaman”, “uzun zaman”, “asır (yüzyıl)”, “bin yıl” veya “dün-yadaki müddet” manalarına da kullanılmaktadır.

Hadisteki bu dehr kavramı “dünya hayatınızda, ömrünüzün geri kalan gün-lerinde” şeklinde tercüme edilse de, ‘dehr’in geniş muhtevasından bakarak hadis-i şerifte dile getirilen nefhaların sadece asr-ı saadetle sınırlı olmayıp her asırdaki umumî-küllî rahmet nefehâtı olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Buna göre her asırda dinin tecdîdi / yenilenmesi92 adına ümmete gönderilmiş olan mü-ceddidlerin ve onlarla aynı tecdîd misyonuna hizmeti paylaşmış olan zevât-ı ki-ramın sözkonusu rahmet rüzgârını arkalarına aldıkları ve rüzgâra mazhariyetle muvaffakiyete doğru yelken açtıklarını düşünebiliriz.

Cenâb-ı Rasulullah’ın (s.a.v) ilk muhatabı olan ashab-ı kirâmına (r.anhüm): “(Dünya hayatınız boyunca) kendi devrinizin hayırlarını araştırınız, buna tâlip olunuz! Çağınızda hayırlı fiiller yapmaya bakın!” sözleriyle hitap etmesi, elbette ki akla saadet asrındaki “saadeti” getirmekte ve sahabe’ye de “suadâ-i kirâm” olabilmenin esrârını öğretmektedir, buna teşvik etmektedir. Ancak, Ümmet-i Muhammed’in ilk halkasını teşkil eden Sahabe Efendilerimiz gibi, son halkasını teşkil eden ve muhtelif rivayetlerdeki lafızlarla “kardeşlerim” veya “garipler” olarak nitelenen ahirzaman zevât-ı kiramı da büyük bir rahmet ve berekete, muazzam bir hayra mazhar olacaklardır ki değişik hadis-i şeriflerde: "Ümme-timin misali yağmur misalidir; başı mı (asr-ı saadet müslümanlar mı), sonu mu (ahirzaman mü’minleri mi) daha hayırlıdır bilinmez.”93 “Ümmetim müba-rek (yümünlü, bereketli) bir ümmettir; evveli mi daha hayırlıdır, yoksa âhiri mi daha hayırlıdır bilinmez.”94 “Benim ümmetimin misali, Allah’ın gökten indirdiği yağmura benzer; bereketin, onların başında mı, yoksa sonun da mı olduğu bi-linmez.”95 buyrulmuştur.

ğ.) Rahmet nefhaları, salihlerin meclislerinde eser.

Rahmet nefhalarının esme ihtimalinin yüksek olduğu yerlerden birisi de salih kulların ve âlimlerin meclisleri olmalıdır. Süfyân İbn-i Uyeyne96, bir riva-

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

223

yette Süfyân es-Sevrî98, diğer bir rivayette Muhamed b. en-Nadr el-Hârisî97 gibi ulemânın büyüklerine isnad edilen sahih âsâr içinde gelmiştir ki: Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

29

rivayette Süfyân es-Sevrî97, diğer bir rivayette Muhamed b. en-Nadr el-Hârisî98 gibi ulemânın büyüklerine isnad edilen sahih âsâr içinde gelmiĢtir ki: Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur:

الي ت نزل ذكر عند » « حة الر الص “Sâlihlerin anıldığı yere rahmet-i ilahiye iner.”99 Ġmam Gazzâlî ve es-Sâfûrî de bu sözü hadîs-i Ģerif olarak nakletmiĢlerdir.100 Ġbnü‟s-Salâh, Ulûmü‟l-Hadîs‟inde demiĢtir ki: “Biz, Ebu Amr Ġsmail b. Necîd‟den rivayet ettik: Kendisi, Ebu Ca‟fer Ahmed b. Hamdân‟a bir soru sordu. Bu iki zat, ikisi de sâlih kullardı. Ebu Amr, Ebu Ca‟fer‟e demiĢ ki: „Hangi niyetle hadis yazayım?‟ Ebu Ca‟fer Ģöyle cevap vermiĢ:

«؟ الرحة الصالي ت نزل ذكر عند أن )ت روون( ت رون ألستم »„Sâlihlerin anıldığı yere rahmet iner‟ diye inananlar/zannedenler („rivayet edenler‟101) sizler değil misiniz?‟102 Ebu Amr: „Evet, tabii ki bizleriz.‟ cevabını verir. Bunun üzerine Ebu Ca‟fer Ahmed b. Hamdân:

.وسيلة( الصالي / )سي د رأس وسلم عليو الل صلى الل ف رسول „Rasulullah (s.a.s.) ise o sâlihlerin baĢıdır (seyyididir103, vesîlesidir104)!‟ demiĢtir.”105

97 Ġbnü Abdilber, Câmiu Beyâni‟l-Ilmi ve Fazlihî, 2/162-163, 314; Sehâvî, el-Mekâsıdü‟l-Hasene,

s.292; Ġmam Müslim, et-Temyîz, s.100; Aclûnî, KeĢfü‟l-Hafâ, 2/91; Ali el-Kâri‟, el-Masnû‟, s.125; es-Semhûdî, el-Ğammâz ale‟l-Lemmâz, s.151; ġevkânî, el-Fevâidü‟l-Mecmûa, s.254 (109); Ġbnü Tûlûn, eĢ-ġezera fi‟l-Ehâdîsi‟l-MüĢtehira, 1/402; el-Kâvâkcî, el-Lü‟lüü‟l-Mersûs, s.124; el-Ezherî, Tahzîru‟l-Müslimîn, s.99; Muhammed el-Emîru‟l-Kebîr el-Mâlikî, en-Nahbetü‟l-Behiyye, s.85; Muhammedb. DerviĢ, Esne‟l-Metâlib, s.205.

98 el-Lâlikâî, Kerâmâtü Evliyâillah, s.96 (45). 99 Aclûnî, KeĢfü‟l-Hafâ, 2/170 (1772). 100 Gazâlî, Ġhyâ, 3/170; Sâfûrî, Nüzhetü‟l-Mecâlis, s.1. 101 Zehebî, Siyeru A‟lâmi‟n-Nübelâ, 14/65 (33); Zehebî, Târîhu‟l-Ġslâm, 22/151. 102 Bu rivayeti kaydeden Aliyyü‟l-Kâri‟, onun sıhhat değerlendirmesi üzerine Ģöyle demiĢtir: “Ġbn

Hacer el-Askalânî, “Bu sözün hadis olarak bir aslı yoktur.” demiĢtir. el-Irâkî de Tahrîcü Ġhyâi Ulûmiddin‟inde: “Bu sözün merfû hadisler içinde herhangi bir aslı yoktur. Bu söz, aslında Süfyân b. Uyeyne‟nin sözüdür.”demiĢtir… Ne var ki el-Irâkî, Nüket‟inde bu rivayete dair bir tenbihde bulunmamıĢtır. Yine bazıları bu sözü zikretmiĢlerdir. Lakin bu sözdeki lafız, „rivayet‟ten müĢtak „tervûne‟ Ģeklinde iki vav ileyse, bu takdirde sözkonusu rivayet, iĢbu sözün hadis-i Ģerif olduğuna delalet eder ve onun bir aslının bulunduğunu gösterir. Yok Ģayet, („rü‟yet‟ten) „teravne‟ Ģeklinde ise, -ister meçhul olsun, ister ma‟lum fiil olsun- bu durumda iĢbu sözün hadis olduğuna herhangi bir delalet yoktur ve manası da „siz inanıyorsunuz veya zannediyorsunuz‟ demek olur.” Aliyyü‟l-Kâri‟, el-Esrâru‟l-Merfûa, 1/249 (306); ġevkânî, el-Fevâidü‟l-Mecmûa, s.254-508 (109).

103 Zehebî, Siyeru A‟lâmi‟n-Nübelâ, 14/65 (33). 104 Zehebî, Târîhu‟l-Ġslâm, 22/151. 105 Ebu Amr Osman b. Abdurrahman eĢ-ġehrezûrî, Mukaddimetü Ġbni‟s-Salâh, 1/143; Zeynüddin

Irâkî, et-Takyîd ve‟l-Îzâh ġerhu Mukaddimeti Ġbni‟s-Salâh, 1/250; Sehâvî, el-Mekâsıdü‟l-Hasene, 1/217 (720); Ebu Ġshâk el-ebnâsî, eĢ-ġezâ‟l-Feyyâh min Ulûmi ibni‟s-Salâh, 1/400; Ġbnü‟l-Cevzî – es-Sehâvî, el-Ğâye fî ġerhi‟l-Hidâye, s.71; Ibnü‟l-Mülakkin, el-Mukni‟ fî Ulûmi‟l-Hadîs, s.408; Suyutî, Tedrîbü‟r-Râvî, 2/141; es-Sehâvî, Fethu‟l-Muğîs, 2/354.

“Sâlihlerin anıldığı yere rahmet-i ilahiye iner.”99 İmam Gazzâlî ve es-Sâfûrî de bu sözü hadîs-i şerif olarak nakletmişlerdir.100

İbnü’s-Salâh, Ulûmü’l-Hadîs’inde demiştir ki: “Biz, Ebu Amr İsmail b. Necîd’den rivayet ettik: Kendisi, Ebu Ca’fer Ahmed b. Hamdân’a bir soru sordu. Bu iki zat, ikisi de sâlih kullardı. Ebu Amr, Ebu Ca’fer’e demiş ki: ‘Hangi niyetle hadis yazayım?’ Ebu Ca’fer şöyle cevap vermiş:

29

rivayette Süfyân es-Sevrî97, diğer bir rivayette Muhamed b. en-Nadr el-Hârisî98 gibi ulemânın büyüklerine isnad edilen sahih âsâr içinde gelmiĢtir ki: Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur:

« حة الر الصالي ت نزل ذكر عند » “Sâlihlerin anıldığı yere rahmet-i ilahiye iner.”99 Ġmam Gazzâlî ve es-Sâfûrî de bu sözü hadîs-i Ģerif olarak nakletmiĢlerdir.100 Ġbnü‟s-Salâh, Ulûmü‟l-Hadîs‟inde demiĢtir ki: “Biz, Ebu Amr Ġsmail b. Necîd‟den rivayet ettik: Kendisi, Ebu Ca‟fer Ahmed b. Hamdân‟a bir soru sordu. Bu iki zat, ikisi de sâlih kullardı. Ebu Amr, Ebu Ca‟fer‟e demiĢ ki: „Hangi niyetle hadis yazayım?‟ Ebu Ca‟fer Ģöyle cevap vermiĢ:

«؟ الرحة الصالي ت نزل ذكر عند أن )ت روون( ت رون ألستم »„Sâlihlerin anıldığı yere rahmet iner‟ diye inananlar/zannedenler („rivayet edenler‟101) sizler değil misiniz?‟102 Ebu Amr: „Evet, tabii ki bizleriz.‟ cevabını verir. Bunun üzerine Ebu Ca‟fer Ahmed b. Hamdân:

.وسيلة( الصالي / )سي د رأس وسلم عليو الل صلى الل ف رسول „Rasulullah (s.a.s.) ise o sâlihlerin baĢıdır (seyyididir103, vesîlesidir104)!‟ demiĢtir.”105

97 Ġbnü Abdilber, Câmiu Beyâni‟l-Ilmi ve Fazlihî, 2/162-163, 314; Sehâvî, el-Mekâsıdü‟l-Hasene,

s.292; Ġmam Müslim, et-Temyîz, s.100; Aclûnî, KeĢfü‟l-Hafâ, 2/91; Ali el-Kâri‟, el-Masnû‟, s.125; es-Semhûdî, el-Ğammâz ale‟l-Lemmâz, s.151; ġevkânî, el-Fevâidü‟l-Mecmûa, s.254 (109); Ġbnü Tûlûn, eĢ-ġezera fi‟l-Ehâdîsi‟l-MüĢtehira, 1/402; el-Kâvâkcî, el-Lü‟lüü‟l-Mersûs, s.124; el-Ezherî, Tahzîru‟l-Müslimîn, s.99; Muhammed el-Emîru‟l-Kebîr el-Mâlikî, en-Nahbetü‟l-Behiyye, s.85; Muhammedb. DerviĢ, Esne‟l-Metâlib, s.205.

98 el-Lâlikâî, Kerâmâtü Evliyâillah, s.96 (45). 99 Aclûnî, KeĢfü‟l-Hafâ, 2/170 (1772). 100 Gazâlî, Ġhyâ, 3/170; Sâfûrî, Nüzhetü‟l-Mecâlis, s.1. 101 Zehebî, Siyeru A‟lâmi‟n-Nübelâ, 14/65 (33); Zehebî, Târîhu‟l-Ġslâm, 22/151. 102 Bu rivayeti kaydeden Aliyyü‟l-Kâri‟, onun sıhhat değerlendirmesi üzerine Ģöyle demiĢtir: “Ġbn

Hacer el-Askalânî, “Bu sözün hadis olarak bir aslı yoktur.” demiĢtir. el-Irâkî de Tahrîcü Ġhyâi Ulûmiddin‟inde: “Bu sözün merfû hadisler içinde herhangi bir aslı yoktur. Bu söz, aslında Süfyân b. Uyeyne‟nin sözüdür.”demiĢtir… Ne var ki el-Irâkî, Nüket‟inde bu rivayete dair bir tenbihde bulunmamıĢtır. Yine bazıları bu sözü zikretmiĢlerdir. Lakin bu sözdeki lafız, „rivayet‟ten müĢtak „tervûne‟ Ģeklinde iki vav ileyse, bu takdirde sözkonusu rivayet, iĢbu sözün hadis-i Ģerif olduğuna delalet eder ve onun bir aslının bulunduğunu gösterir. Yok Ģayet, („rü‟yet‟ten) „teravne‟ Ģeklinde ise, -ister meçhul olsun, ister ma‟lum fiil olsun- bu durumda iĢbu sözün hadis olduğuna herhangi bir delalet yoktur ve manası da „siz inanıyorsunuz veya zannediyorsunuz‟ demek olur.” Aliyyü‟l-Kâri‟, el-Esrâru‟l-Merfûa, 1/249 (306); ġevkânî, el-Fevâidü‟l-Mecmûa, s.254-508 (109).

103 Zehebî, Siyeru A‟lâmi‟n-Nübelâ, 14/65 (33). 104 Zehebî, Târîhu‟l-Ġslâm, 22/151. 105 Ebu Amr Osman b. Abdurrahman eĢ-ġehrezûrî, Mukaddimetü Ġbni‟s-Salâh, 1/143; Zeynüddin

Irâkî, et-Takyîd ve‟l-Îzâh ġerhu Mukaddimeti Ġbni‟s-Salâh, 1/250; Sehâvî, el-Mekâsıdü‟l-Hasene, 1/217 (720); Ebu Ġshâk el-ebnâsî, eĢ-ġezâ‟l-Feyyâh min Ulûmi ibni‟s-Salâh, 1/400; Ġbnü‟l-Cevzî – es-Sehâvî, el-Ğâye fî ġerhi‟l-Hidâye, s.71; Ibnü‟l-Mülakkin, el-Mukni‟ fî Ulûmi‟l-Hadîs, s.408; Suyutî, Tedrîbü‟r-Râvî, 2/141; es-Sehâvî, Fethu‟l-Muğîs, 2/354.

‘Sâlihlerin anıldığı yere rahmet iner’ diye inananlar/zannedenler (‘rivayet edenler’101) sizler değil misiniz?’102 Ebu Amr: ‘Evet, tabii ki bizleriz.’ cevabını ve-rir. Bunun üzerine Ebu Ca’fer Ahmed b. Hamdân:

29

rivayette Süfyân es-Sevrî97, diğer bir rivayette Muhamed b. en-Nadr el-Hârisî98 gibi ulemânın büyüklerine isnad edilen sahih âsâr içinde gelmiĢtir ki: Rasulullah sallallahü aleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur:

الي ت نزل ذكر عند » « حة الر الص “Sâlihlerin anıldığı yere rahmet-i ilahiye iner.”99 Ġmam Gazzâlî ve es-Sâfûrî de bu sözü hadîs-i Ģerif olarak nakletmiĢlerdir.100 Ġbnü‟s-Salâh, Ulûmü‟l-Hadîs‟inde demiĢtir ki: “Biz, Ebu Amr Ġsmail b. Necîd‟den rivayet ettik: Kendisi, Ebu Ca‟fer Ahmed b. Hamdân‟a bir soru sordu. Bu iki zat, ikisi de sâlih kullardı. Ebu Amr, Ebu Ca‟fer‟e demiĢ ki: „Hangi niyetle hadis yazayım?‟ Ebu Ca‟fer Ģöyle cevap vermiĢ:

«؟ الرحة الصالي ت نزل ذكر عند أن )ت روون( ت رون ألستم »„Sâlihlerin anıldığı yere rahmet iner‟ diye inananlar/zannedenler („rivayet edenler‟101) sizler değil misiniz?‟102 Ebu Amr: „Evet, tabii ki bizleriz.‟ cevabını verir. Bunun üzerine Ebu Ca‟fer Ahmed b. Hamdân:

.وسيلة( الصالي / )سي د رأس وسلم عليو الل صلى الل ف رسول „Rasulullah (s.a.s.) ise o sâlihlerin baĢıdır (seyyididir103, vesîlesidir104)!‟ demiĢtir.”105

97 Ġbnü Abdilber, Câmiu Beyâni‟l-Ilmi ve Fazlihî, 2/162-163, 314; Sehâvî, el-Mekâsıdü‟l-Hasene,

s.292; Ġmam Müslim, et-Temyîz, s.100; Aclûnî, KeĢfü‟l-Hafâ, 2/91; Ali el-Kâri‟, el-Masnû‟, s.125; es-Semhûdî, el-Ğammâz ale‟l-Lemmâz, s.151; ġevkânî, el-Fevâidü‟l-Mecmûa, s.254 (109); Ġbnü Tûlûn, eĢ-ġezera fi‟l-Ehâdîsi‟l-MüĢtehira, 1/402; el-Kâvâkcî, el-Lü‟lüü‟l-Mersûs, s.124; el-Ezherî, Tahzîru‟l-Müslimîn, s.99; Muhammed el-Emîru‟l-Kebîr el-Mâlikî, en-Nahbetü‟l-Behiyye, s.85; Muhammedb. DerviĢ, Esne‟l-Metâlib, s.205.

98 el-Lâlikâî, Kerâmâtü Evliyâillah, s.96 (45). 99 Aclûnî, KeĢfü‟l-Hafâ, 2/170 (1772). 100 Gazâlî, Ġhyâ, 3/170; Sâfûrî, Nüzhetü‟l-Mecâlis, s.1. 101 Zehebî, Siyeru A‟lâmi‟n-Nübelâ, 14/65 (33); Zehebî, Târîhu‟l-Ġslâm, 22/151. 102 Bu rivayeti kaydeden Aliyyü‟l-Kâri‟, onun sıhhat değerlendirmesi üzerine Ģöyle demiĢtir: “Ġbn

Hacer el-Askalânî, “Bu sözün hadis olarak bir aslı yoktur.” demiĢtir. el-Irâkî de Tahrîcü Ġhyâi Ulûmiddin‟inde: “Bu sözün merfû hadisler içinde herhangi bir aslı yoktur. Bu söz, aslında Süfyân b. Uyeyne‟nin sözüdür.”demiĢtir… Ne var ki el-Irâkî, Nüket‟inde bu rivayete dair bir tenbihde bulunmamıĢtır. Yine bazıları bu sözü zikretmiĢlerdir. Lakin bu sözdeki lafız, „rivayet‟ten müĢtak „tervûne‟ Ģeklinde iki vav ileyse, bu takdirde sözkonusu rivayet, iĢbu sözün hadis-i Ģerif olduğuna delalet eder ve onun bir aslının bulunduğunu gösterir. Yok Ģayet, („rü‟yet‟ten) „teravne‟ Ģeklinde ise, -ister meçhul olsun, ister ma‟lum fiil olsun- bu durumda iĢbu sözün hadis olduğuna herhangi bir delalet yoktur ve manası da „siz inanıyorsunuz veya zannediyorsunuz‟ demek olur.” Aliyyü‟l-Kâri‟, el-Esrâru‟l-Merfûa, 1/249 (306); ġevkânî, el-Fevâidü‟l-Mecmûa, s.254-508 (109).

103 Zehebî, Siyeru A‟lâmi‟n-Nübelâ, 14/65 (33). 104 Zehebî, Târîhu‟l-Ġslâm, 22/151. 105 Ebu Amr Osman b. Abdurrahman eĢ-ġehrezûrî, Mukaddimetü Ġbni‟s-Salâh, 1/143; Zeynüddin

Irâkî, et-Takyîd ve‟l-Îzâh ġerhu Mukaddimeti Ġbni‟s-Salâh, 1/250; Sehâvî, el-Mekâsıdü‟l-Hasene, 1/217 (720); Ebu Ġshâk el-ebnâsî, eĢ-ġezâ‟l-Feyyâh min Ulûmi ibni‟s-Salâh, 1/400; Ġbnü‟l-Cevzî – es-Sehâvî, el-Ğâye fî ġerhi‟l-Hidâye, s.71; Ibnü‟l-Mülakkin, el-Mukni‟ fî Ulûmi‟l-Hadîs, s.408; Suyutî, Tedrîbü‟r-Râvî, 2/141; es-Sehâvî, Fethu‟l-Muğîs, 2/354.

‘Rasulullah (s.a.s.) ise o sâlihlerin başıdır (seyyididir103, vesîlesidir104)!’ de-miştir.”105

Ebu’l-Münzir el-Kâsım b. Erkam bir rivayette

30

Ebu’l-Münzir el-Kâsım b. Erkam bir rivayette « اظ عند « الرحة ت نزل الديث حف

“Hadis hâfızlarının yanında rahmet nâzil olur.”106, diğer rivayette « أن الرحة ب لغنا «ذكرىم ت نزل عند “Bize ulaĢtığına göre: (Hadis-i Ģerifleri ezberleyen ve

gönüllerinde taĢıyan)ların anıldıkları yere rahmet iner‟miĢ.” demiĢtir.”107

el-Cevâhiru‟l-Mudîe kitabında, rahmet nefhaları gibi, ulemanın anılmasının da vehbî nefhalara mazhar olmaya vesile olduğu anlatılmıĢtır: “Ulemânın faziletlerini zikretmek, Allah‟tan vehb nefhalarına maruz/mazhar olmaktır. Çünkü ulemâyı faziletleriyle zikretmek, Allah‟ı in‟am ve ifdâliyle zikretmektir. Kitab-ı Mübîn‟de beyan edildiği üzere, zikrullahın meyvesi, kalbin mutmain olmasıdır. Yine dillerde dolaĢan bir hadîste/sözde: „Sâlihlerin anıldığı yerde rahmet iner.‟ denilmiĢtir. Allah bize herĢeyi kuĢatan rahmetiyle merhamet buyursun.”108 VI. NEFHALARDAN MAHRUMİYET VE KAÇIRILANIN TELÂFİSİ Molla Ali el-Kâri‟, hadis-i Ģerifte sözkonusu büyük nimetin herkes için gerçekleĢmediğine îmâ bulunduğunu söylerken109, M. Hamdi Yazır110 (ö.1361/1942) bu mahrumiyetin sebebini Ģöyle beyan etmektedir: “ġu kesindir ki: Kemâlât olsun, baĢka manevî unsurlar olsun, hiç bir Ģeyde ilk baĢlangıç itibariyle Hak sübhânehu tarafından cimrilik yoktur; o, Samed‟dir, hepsi ondan hâsıldır. Dolayısıyla kemalât ve benzeri hususlarda istidat sahibi kiĢinin kabûlü, yüzünü ona döndürmesine bağlıdır. ĠĢte (yukarıda zikri geçen rahmet nefhaları) hadisi Ģerifindeki iĢaret-i nebeviyye ile murad budur. Hadis, Rabbânî eltâfın, ilâhî lütuflarının (hoĢ esintilerin) daimî olduğunu ve halelin (bozukluğun, inkıtâın) ise ancak o halele müstaid (istidatlı) kiĢiden sâdır olduğunu beyan buyurmuĢtur.”111 Görüldüğü üzere; yaratılıĢtan bir mahrumiyet yok, hatta o rahmet rüzgârlarının esmesinde bir kesinti de yok, belki alıcı mesabesindeki kalbi, günahlarla kirletmek veya bozmak suretiyle bir yoksun kalma durumu vardır. Muhakkaktır ki hemen ekser mahrumiyetlerin sebebi, iĢlenen günahlardır, günahların kalbin alıcılarını/almaçlarını tıkamasıdır. Peki kaçırılan mübarek zamanların kazası mümkün müdür? Her ne kadar bir ırmakta iki kere yıkanılmayacağından hareketle, geçen zamanın kazası olmasa da, rahmet bakımından telâfisi mümkün olabilir. 106 Ebu‟l-Fazl el-Mukri‟, Ehâdîs fî zemmi‟l-Kelâmi ve Ehlihî, 5/174 (966); Ġbnü Ebî Hâtim, el-

Cerh ve‟t-Ta‟dîl, 7/107 (617). 107 Ebu‟l-Fazl el-Mukri‟, a.g.e., 5/174 (965). 108 el-Kannevcî Sıddîk b. Hasan, Ebcedü‟l-Ulûmi‟l-VeĢiyyi‟l-Merkûm, 3/3. 109 Ali el-Kâri‟, Mirkâtü‟l-Mefâtîh, 9/218. 110 Her ne kadar M. Hamdi Yazır‟ın Hak Dini Kur‟an Dili tefsiri, tefsir nevileri içinde „dirayet

tefsirleri‟ kategorisine dahil olsa da, Hazret‟in pek çok âyet-i kerimede sûfiyâne yaklaĢımları, kalbî yorumları, çok ince hikmet çıkarımları, nükteleri ve latîfeleri bulunması itibariyle, sözkonusu hadis-i Ģerife dair beyanlarını aktarmıĢ olduk.

111 Yazır, Hak Dini, 10/146.

“Hadis hâfızlarının yanında rahmet nâzil olur.”106, diğer rivayette

30

Ebu’l-Münzir el-Kâsım b. Erkam bir rivayette « اظ عند « الرحة ت نزل الديث حف

“Hadis hâfızlarının yanında rahmet nâzil olur.”106, diğer rivayette « أن الرحة ب لغنا «ذكرىم ت نزل عند “Bize ulaĢtığına göre: (Hadis-i Ģerifleri ezberleyen ve

gönüllerinde taĢıyan)ların anıldıkları yere rahmet iner‟miĢ.” demiĢtir.”107

el-Cevâhiru‟l-Mudîe kitabında, rahmet nefhaları gibi, ulemanın anılmasının da vehbî nefhalara mazhar olmaya vesile olduğu anlatılmıĢtır: “Ulemânın faziletlerini zikretmek, Allah‟tan vehb nefhalarına maruz/mazhar olmaktır. Çünkü ulemâyı faziletleriyle zikretmek, Allah‟ı in‟am ve ifdâliyle zikretmektir. Kitab-ı Mübîn‟de beyan edildiği üzere, zikrullahın meyvesi, kalbin mutmain olmasıdır. Yine dillerde dolaĢan bir hadîste/sözde: „Sâlihlerin anıldığı yerde rahmet iner.‟ denilmiĢtir. Allah bize herĢeyi kuĢatan rahmetiyle merhamet buyursun.”108 VI. NEFHALARDAN MAHRUMİYET VE KAÇIRILANIN TELÂFİSİ Molla Ali el-Kâri‟, hadis-i Ģerifte sözkonusu büyük nimetin herkes için gerçekleĢmediğine îmâ bulunduğunu söylerken109, M. Hamdi Yazır110 (ö.1361/1942) bu mahrumiyetin sebebini Ģöyle beyan etmektedir: “ġu kesindir ki: Kemâlât olsun, baĢka manevî unsurlar olsun, hiç bir Ģeyde ilk baĢlangıç itibariyle Hak sübhânehu tarafından cimrilik yoktur; o, Samed‟dir, hepsi ondan hâsıldır. Dolayısıyla kemalât ve benzeri hususlarda istidat sahibi kiĢinin kabûlü, yüzünü ona döndürmesine bağlıdır. ĠĢte (yukarıda zikri geçen rahmet nefhaları) hadisi Ģerifindeki iĢaret-i nebeviyye ile murad budur. Hadis, Rabbânî eltâfın, ilâhî lütuflarının (hoĢ esintilerin) daimî olduğunu ve halelin (bozukluğun, inkıtâın) ise ancak o halele müstaid (istidatlı) kiĢiden sâdır olduğunu beyan buyurmuĢtur.”111 Görüldüğü üzere; yaratılıĢtan bir mahrumiyet yok, hatta o rahmet rüzgârlarının esmesinde bir kesinti de yok, belki alıcı mesabesindeki kalbi, günahlarla kirletmek veya bozmak suretiyle bir yoksun kalma durumu vardır. Muhakkaktır ki hemen ekser mahrumiyetlerin sebebi, iĢlenen günahlardır, günahların kalbin alıcılarını/almaçlarını tıkamasıdır. Peki kaçırılan mübarek zamanların kazası mümkün müdür? Her ne kadar bir ırmakta iki kere yıkanılmayacağından hareketle, geçen zamanın kazası olmasa da, rahmet bakımından telâfisi mümkün olabilir. 106 Ebu‟l-Fazl el-Mukri‟, Ehâdîs fî zemmi‟l-Kelâmi ve Ehlihî, 5/174 (966); Ġbnü Ebî Hâtim, el-

Cerh ve‟t-Ta‟dîl, 7/107 (617). 107 Ebu‟l-Fazl el-Mukri‟, a.g.e., 5/174 (965). 108 el-Kannevcî Sıddîk b. Hasan, Ebcedü‟l-Ulûmi‟l-VeĢiyyi‟l-Merkûm, 3/3. 109 Ali el-Kâri‟, Mirkâtü‟l-Mefâtîh, 9/218. 110 Her ne kadar M. Hamdi Yazır‟ın Hak Dini Kur‟an Dili tefsiri, tefsir nevileri içinde „dirayet

tefsirleri‟ kategorisine dahil olsa da, Hazret‟in pek çok âyet-i kerimede sûfiyâne yaklaĢımları, kalbî yorumları, çok ince hikmet çıkarımları, nükteleri ve latîfeleri bulunması itibariyle, sözkonusu hadis-i Ģerife dair beyanlarını aktarmıĢ olduk.

111 Yazır, Hak Dini, 10/146. 30

Ebu’l-Münzir el-Kâsım b. Erkam bir rivayette « اظ عند « الرحة ت نزل الديث حف

“Hadis hâfızlarının yanında rahmet nâzil olur.”106, diğer rivayette « أن الرحة ب لغنا «ذكرىم ت نزل عند “Bize ulaĢtığına göre: (Hadis-i Ģerifleri ezberleyen ve

gönüllerinde taĢıyan)ların anıldıkları yere rahmet iner‟miĢ.” demiĢtir.”107

el-Cevâhiru‟l-Mudîe kitabında, rahmet nefhaları gibi, ulemanın anılmasının da vehbî nefhalara mazhar olmaya vesile olduğu anlatılmıĢtır: “Ulemânın faziletlerini zikretmek, Allah‟tan vehb nefhalarına maruz/mazhar olmaktır. Çünkü ulemâyı faziletleriyle zikretmek, Allah‟ı in‟am ve ifdâliyle zikretmektir. Kitab-ı Mübîn‟de beyan edildiği üzere, zikrullahın meyvesi, kalbin mutmain olmasıdır. Yine dillerde dolaĢan bir hadîste/sözde: „Sâlihlerin anıldığı yerde rahmet iner.‟ denilmiĢtir. Allah bize herĢeyi kuĢatan rahmetiyle merhamet buyursun.”108 VI. NEFHALARDAN MAHRUMİYET VE KAÇIRILANIN TELÂFİSİ Molla Ali el-Kâri‟, hadis-i Ģerifte sözkonusu büyük nimetin herkes için gerçekleĢmediğine îmâ bulunduğunu söylerken109, M. Hamdi Yazır110 (ö.1361/1942) bu mahrumiyetin sebebini Ģöyle beyan etmektedir: “ġu kesindir ki: Kemâlât olsun, baĢka manevî unsurlar olsun, hiç bir Ģeyde ilk baĢlangıç itibariyle Hak sübhânehu tarafından cimrilik yoktur; o, Samed‟dir, hepsi ondan hâsıldır. Dolayısıyla kemalât ve benzeri hususlarda istidat sahibi kiĢinin kabûlü, yüzünü ona döndürmesine bağlıdır. ĠĢte (yukarıda zikri geçen rahmet nefhaları) hadisi Ģerifindeki iĢaret-i nebeviyye ile murad budur. Hadis, Rabbânî eltâfın, ilâhî lütuflarının (hoĢ esintilerin) daimî olduğunu ve halelin (bozukluğun, inkıtâın) ise ancak o halele müstaid (istidatlı) kiĢiden sâdır olduğunu beyan buyurmuĢtur.”111 Görüldüğü üzere; yaratılıĢtan bir mahrumiyet yok, hatta o rahmet rüzgârlarının esmesinde bir kesinti de yok, belki alıcı mesabesindeki kalbi, günahlarla kirletmek veya bozmak suretiyle bir yoksun kalma durumu vardır. Muhakkaktır ki hemen ekser mahrumiyetlerin sebebi, iĢlenen günahlardır, günahların kalbin alıcılarını/almaçlarını tıkamasıdır. Peki kaçırılan mübarek zamanların kazası mümkün müdür? Her ne kadar bir ırmakta iki kere yıkanılmayacağından hareketle, geçen zamanın kazası olmasa da, rahmet bakımından telâfisi mümkün olabilir. 106 Ebu‟l-Fazl el-Mukri‟, Ehâdîs fî zemmi‟l-Kelâmi ve Ehlihî, 5/174 (966); Ġbnü Ebî Hâtim, el-

Cerh ve‟t-Ta‟dîl, 7/107 (617). 107 Ebu‟l-Fazl el-Mukri‟, a.g.e., 5/174 (965). 108 el-Kannevcî Sıddîk b. Hasan, Ebcedü‟l-Ulûmi‟l-VeĢiyyi‟l-Merkûm, 3/3. 109 Ali el-Kâri‟, Mirkâtü‟l-Mefâtîh, 9/218. 110 Her ne kadar M. Hamdi Yazır‟ın Hak Dini Kur‟an Dili tefsiri, tefsir nevileri içinde „dirayet

tefsirleri‟ kategorisine dahil olsa da, Hazret‟in pek çok âyet-i kerimede sûfiyâne yaklaĢımları, kalbî yorumları, çok ince hikmet çıkarımları, nükteleri ve latîfeleri bulunması itibariyle, sözkonusu hadis-i Ģerife dair beyanlarını aktarmıĢ olduk.

111 Yazır, Hak Dini, 10/146.

“Bize ulaştığına göre: (Hadis-i şerifleri ezberleyen ve gönülle-

rinde taşıyan)ların anıldıkları yere rahmet iner’miş.” demiştir.”107

el-Cevâhiru’l-Mudîe kitabında, rahmet nefhaları gibi, ulemanın anılmasının da vehbî nefhalara mazhar olmaya vesile olduğu anlatılmıştır: “Ulemânın fazi-letlerini zikretmek, Allah’tan vehb nefhalarına maruz/mazhar olmaktır. Çünkü ulemâyı faziletleriyle zikretmek, Allah’ı in’am ve ifdâliyle zikretmektir. Kitab-ı Mübîn’de beyan edildiği üzere, zikrullahın meyvesi, kalbin mutmain olmasıdır. Yine dillerde dolaşan bir hadîste/sözde: ‘Sâlihlerin anıldığı yerde rahmet iner.’ denilmiştir. Allah bize herşeyi kuşatan rahmetiyle merhamet buyursun.”108

VI. Nefhalardan Mahrumiyet ve Kaçırılan TelâfisiMolla Ali el-Kâri’, hadis-i şerifte sözkonusu büyük nimetin herkes için gerçekleş-mediğine îmâ bulunduğunu söylerken109, M. Hamdi Yazır110 (ö.1361/1942) bu mahrumiyetin sebebini şöyle beyan etmektedir: “Şu kesindir ki: Kemâlât olsun, başka manevî unsurlar olsun, hiç bir şeyde ilk başlangıç itibariyle Hak sübhâne-hu tarafından cimrilik yoktur; o, Samed’dir, hepsi ondan hâsıldır. Dolayısıyla ke-

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)224

malât ve benzeri hususlarda istidat sahibi kişinin kabûlü, yüzünü ona döndür-mesine bağlıdır. İşte (yukarıda zikri geçen rahmet nefhaları) hadisi şerifindeki işaret-i nebeviyye ile murad budur. Hadis, Rabbânî eltâfın, ilâhî lütuflarının (hoş esintilerin) daimî olduğunu ve halelin (bozukluğun, inkıtâın) ise ancak o halele müstaid (istidatlı) kişiden sâdır olduğunu beyan buyurmuştur.”111

Görüldüğü üzere; yaratılıştan bir mahrumiyet yok, hatta o rahmet rüzgâr-larının esmesinde bir kesinti de yok, belki alıcı mesabesindeki kalbi, günahlarla kirletmek veya bozmak suretiyle bir yoksun kalma durumu vardır. Muhakkaktır ki hemen ekser mahrumiyetlerin sebebi, işlenen günahlardır, günahların kal-bin alıcılarını/almaçlarını tıkamasıdır. Peki kaçırılan mübarek zamanların kazası mümkün müdür?

Her ne kadar bir ırmakta iki kere yıkanılmayacağından hareketle, geçen zamanın kazası olmasa da, rahmet bakımından telâfisi mümkün olabilir. “Hür-metli ay, hürmetli aya bedeldir. Hürmetler (dokunulmazlıklar ve haklar) kar-şılıklıdır...”112 (Bakara, 2/194) ilahî buyruğundan esinlenerek/ümitlenerek, bir-birinin yerine bedel/emsal gelen zamanlar, eğer ‘önceki kaçırılan zamanların da kazâsına niyet edilerek’ değerlendirilmeye çalışılırsa, taraf-ı ilahîden böyle bir hâlis niyete cevâb-ı savâbda bulunması ve istidrak ahlâk-ı rahmetiyesiyle muamele ederek fevtedilen vaktin rahmetini de ziyadesiyle lutfetmesi umulur, ümit edilir.

VII. Çağın Büyük Hayrı’nı Yakalamanın Nebevî Şerhi ve ÇaresiBirisi, “umumî ve küllî mübarek zamanlar”, diğeri “ferdî ve cüz’î mübarek za-manlar” olmak üzere bereketli zaman dilimlerini iki sınıfa tasnif edebiliriz. Yani, bizzat Allah’ın bereketli kıldığı ve dine koyduğu mübarek zaman dilim-leri olduğu gibi, kulların da ibadet ve ubudiyetle geçirmek suretiyle kendileri hakkında daha bereketli hale getirdikleri vakitler vardır. Birincisi herkese şâmil bir bereket-i külliye iken, ikincisi sadece âmiline mahsus bir bereket-i ferdiyye-dir. Vakitler, içinde sergilenecek ubudiyetler ve ibadetler sebebiyle aydınlanır, ışıklanırlar. Mübarek zamandan bereketi sağan insanın kendisi de mübarek olur, mübarek bir mü’min haline gelir.

Zamanı sâlihât ile ihya ederek bereketlendirmek ve zatını mübarekleştir-mek mümkündür ve bu, vâciptir, yani çok gereklidir. Nitekim büyük sûfî-âlim Ebu Tâlib el-Mekkî (ö.383/993) demiştir ki: “Ömürde bereket demek, başkası-nın gafletle geçirdiği uzun ömründe kaybettiği şeyleri (salih amelleri, sevapları), senin kısa ömründe (vakitleri kalben ve amelen) uyanık geçirerek kazanmandır. Böylece o kimsenin yirmi senede elde ettiği yükselmeyi sen bir senede elde edersin. Mukarrebûn makamına çıkmış seçkin kullar için kurbiyyet makamında Allahu Teâlâ’nın hakiki rabb sıfatıyla tecelli etmesi anında yüksek derecelere

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

225

ulaşma mümkün olur.

Ayrıca onlar, bu vakitlerinde kalple yaptıkları kolay amellerinde ve zikir-lerinde meydana gelen bazı noksanlıkları tamamlarlar. Onların kurbiyyet ma-kamında yaşadıkları müşahede, Rabbileriyle beraber olmada buldukları vecd, Yüce Sevgili’ye nazar kılma ve O’na yakınlıkları ile yaptıkları zerre kadar zikir, tesbih, tehlil, hamd, tedebbür/düşünme, tabsira (ibret-öğüt), tefekkür, tezek-kür/hatırlama gibi salih ameller –az bile olsa-, gafillerin dağlar kadar amellerin-den daha faziletlidir. O gafiller ki, ancak nefisleriyle zevk alıp vecde gelmekte ve hep halka (insanlara ve varlığın dış yüzüne) nazar etmektedirler.

Daha önce değindiğimiz gibi; müşahede halinde namaz kılan ve ahidlerine ve emanetlerine riayet eden arifler, kurb ve huzuru yaşadıkları hallerinde iken tıpkı Kadir gecesinde ibadet eden kimseler gibidir. Bilindiği gibi; Kadir gecesin-de ibadet etmek, o geceye tevafuk eden kimse hakkında bin aydan daha hayır-lıdır. Alimlerden biri: ‘Gerçek ârifler için her gece, Kadir gecesi mesabesindedir.’ demiştir. Hz. Ali’nin de şöyle dediği rivayet edilmiştir: ‘Allah’a isyan olunmayan her gün, bizim için bir bayram günüdür.”113

İşte Ebu Tâlib el-Mekkî’nin dile getirdiği bu takva titizliğine ve ihlâs şuuru-na ulaşan bir mü’min, her günü, belki de her ân-ı seyyâleyi bir ahiret bayramı olacak şekilde günahsız olarak geçirmenin ötesinde sevabdar amellerle değer-lendirmeye çalışır, mukaddes zamanların ve mübarek mekânların manevî ikli-minden nasiplenerek kutsîleşmeye ve mübarekleşmeye gayret sarfeder. Böyle yapan bir kişi hem zamanı, mekânı ve miktarı belirli olan sevap hazinelerinden istifade edebileceği gibi, hem de zamanı, mekânı ve miktarı bilinmeyen, tama-men ekstradan, sürpriz olarak gelen ‘minen hazineleri’nden nasipdâr olmuş olur.

Sözümüzü sadedinde bulunduğumuz dört râvili nefehât hadis-i şerifinin ilk cümlesi ile başlayan ve aynı zamanda o hadisi en açık biçimde şerheden, İbn Cerrâd r.a.’dan mervî bir hadis-i şerif ile konuyu hitam-ı misk edelim, o nebevî çağrı ile hülâsa-i kelam yapmış olalım. Ümmet Peygamberi (sas), ümmet-i mer-humesine merhametinden şöyle tavsiyede bulunmuşlardır:

“(Ey ümmetim! Allah’ın el-Mennân hazinelerinden nefhalar sûretinde lut-feylediği) çağınızın hayrını talep edin, (çağınıza mahsus o sürpriz hayırları iste-yin. Fakat önce) bütün gücünüzle Cehennem’den kaçınız. Şüphesiz ki Cennet’in tâlibi kimse (bütün gece) uyumaz. Cehennem’den kaçan kimse de (bütün gece) uyumaz. Ahiret/’Cennet’ nefsin hoşlanmadığı (ona zor gelen) şeylerle çevrilmiş-

32

kimse hakkında bin aydan daha hayırlıdır. Alimlerden biri: „Gerçek ârifler için her gece, Kadir gecesi mesabesindedir.‟ demiĢtir. Hz. Ali‟nin de Ģöyle dediği rivayet edilmiĢtir: „Allah‟a isyan olunmayan her gün, bizim için bir bayram günüdür.”113 ĠĢte Ebu Tâlib el-Mekkî‟nin dile getirdiği bu takva titizliğine ve ihlâs Ģuuruna ulaĢan bir mü‟min, her günü, belki de her ân-ı seyyâleyi bir ahiret bayramı olacak Ģekilde günahsız olarak geçirmenin ötesinde sevabdar amellerle değerlendirmeye çalıĢır, mukaddes zamanların ve mübarek mekânların manevî ikliminden nasiplenerek kutsîleĢmeye ve mübarekleĢmeye gayret sarfeder. Böyle yapan bir kiĢi hem zamanı, mekânı ve miktarı belirli olan sevap hazinelerinden istifade edebileceği gibi, hem de zamanı, mekânı ve miktarı bilinmeyen, tamamen ekstradan, sürpriz olarak gelen „minen hazineleri‟nden nasipdâr olmuĢ olur. Sözümüzü sadedinde bulunduğumuz dört râvili nefehât hadis-i Ģerifinin ilk cümlesi ile baĢlayan ve aynı zamanda o hadisi en açık biçimde Ģerheden, Ġbn Cerrâd r.a.‟dan mervî bir hadis-i Ģerif ile konuyu hitam-ı misk edelim, o nebevî çağrı ile hülâsa-i kelam yapmıĢ olalım. Ümmet Peygamberi (sas), ümmet-i merhumesine merhametinden Ģöyle tavsiyede bulunmuĢlardır:

ر اطلبوا » ام ن ي ل ار الن ن إ و اه ب ال ط ام ن ي ل ة ن ال ن إ ف ، م ك د ه ج ار الن ن م واب ر اى و ، دىركم الي .«... اه ب ار ى

“(Ey ümmetim! Allah’ın el-Mennân hazinelerinden nefhalar sûretinde lutfeylediği) çağınızın hayrını talep edin, (çağınıza mahsus o sürpriz hayırları isteyin. Fakat önce) bütün gücünüzle Cehennem‟den kaçınız. ġüphesiz ki Cennet‟in tâlibi kimse (bütün gece) uyumaz. Cehennem‟den kaçan kimse de (bütün gece) uyumaz. Ahiret/‟Cennet‟ nefsin hoĢlanmadığı (ona zor gelen) Ģeylerle çevrilmiĢtir. Ona gidecek olanlar uykuyu kısa tutarlar. Yine Ģüphesiz ki dünya/‟cehennem‟ de (nefsin hoĢuna giden) lezzetlerle ve Ģehvetlerle çevrilmiĢtir. Sakın ola ki dünya Ģehvetleri ve lezzetleri sizleri ahiretten (uhrevî amellerden) alıkoymasın. ġurası muhakkak ki ahireti olmayanın dünyası da („dini de‟) yoktur. Dünyası („dini‟) olmayanın da ahireti yoktur. Allah Teâlâ, (kullara) hiçbir mazeret bırakmamıĢtır, hakikatleri en güzel Ģekilde bildirmiĢtir. Allah Teâlâ size çok Ģeyi helal-hoĢ kıldı ki bunlarda sizin için seat (seçenek bolluğu, çeĢitlilik, geniĢlik, zenginlik, ferahlık, kuvvet ve tâkât) vardır. Habîs (pis) Ģeyleri de size haram kıldı. Binâenaleyh haram kıldığı Ģeylerden uzak durunuz ve Allah‟a itaat ediniz. Zira Allah Teâlâ haram kıldığı bir Ģeyi asla helal kılmaz ve helal kıldığı bir Ģeyi de haram kılmaz. Kim haramı terk eder, helalinden yer (helali helal kabul eder) ise Rahmân‟a itaat etmiĢ ve kopmak bilmeyen sağlam bir urgana tutunmuĢ olur. Ayrıca dünya ve ahiret o kimsenin lehine olmak üzere bir araya

113 Ebu Tâlip el-Mekkî, Kûtü‟l-Kulûb, c.1, s.155.

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)226

tir. Ona gidecek olanlar uykuyu kısa tutarlar. Yine şüphesiz ki dünya/’cehennem’ de (nefsin hoşuna giden) lezzetlerle ve şehvetlerle çevrilmiştir. Sakın ola ki dün-ya şehvetleri ve lezzetleri sizleri ahiretten (uhrevî amellerden) alıkoymasın. Şu-rası muhakkak ki ahireti olmayanın dünyası da (‘dini de’) yoktur. Dünyası (‘dini’) olmayanın da ahireti yoktur. Allah Teâlâ, (kullara) hiçbir mazeret bırakmamıştır, hakikatleri en güzel şekilde bildirmiştir. Allah Teâlâ size çok şeyi helal-hoş kıldı ki bunlarda sizin için seat (seçenek bolluğu, çeşitlilik, genişlik, zenginlik, ferah-lık, kuvvet ve tâkât) vardır. Habîs (pis) şeyleri de size haram kıldı. Binâenaleyh haram kıldığı şeylerden uzak durunuz ve Allah’a itaat ediniz. Zira Allah Teâlâ haram kıldığı bir şeyi asla helal kılmaz ve helal kıldığı bir şeyi de haram kılmaz. Kim haramı terk eder, helalinden yer (helali helal kabul eder) ise Rahmân’a ita-at etmiş ve kopmak bilmeyen sağlam bir urgana tutunmuş olur. Ayrıca dünya ve ahiret o kimsenin lehine olmak üzere bir araya gelir (o kimseye iki cihan ni-metleri lutfedilir). Bu ise ancak Allah azze ve celleye itaat edenlere has kılınmış bir mazhariyettir.”114

Sonuç: Nefehat hadis-i şerifinin verdiği mesajı almış olarak Allah’a her dâim itaatkâr kalmaya ve tâat üzere ölmeye çalışan kullar, en başta da ehl-i zikir ve tefekkür olan evliyalar, gözünü kırpmadan avını bekleyen avcı misali sürekli Cenâb-ı Mennân’ın ‘minen hazineleri’nden kendi çağlarına ve yaşadıkları seyyâl ânlara esmekte olan rahmanî ve rabbânî nefhaları, nimet rüzgarlarını, marifet nurlarını, muhabbet ve üns esintilerini ve sevgi meltemlerini almaya hâzır ve nâzır bir vaziyette intizar ederek gece-gündüz kendilerini o vâridâta arz etmek ve zikr-i dâimî ve fikr-i dâimî ile huzur-u dâimî kazanmak suretiyle imrâr-ı ömür eyler.. ve ekseriya da o ebedî devlete, o sermedî saadete mazhariyetle hitâm-ı ömür etmekle hayatlarını zirvede taçlandırırlar, taçlandırmaya bakarlar…

Notlar(*) Doktora öğrencisi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,

[email protected]

1 Enes b. Malik’ten bu lafızla gelmiştir: Deylemî, el-Firdevs, 1/79 (241); İbnü Abdilber, et-Temhîd, 5/339. Ayrıca Hakîm Tirmizî’den, İbnü Ebiddünyâ’nın el-Ferec kitabından, ve Beyhakî’nin el-Esmâ ve’s-Sıfât kitabından naklen bkz. es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 5/424 (Yunus 56’nın Tefsiri).

2 Ebu’d-Derdâ’dan mevkuf olarak gelen hadis-i şerif bu lafızladır. Bkz. İbnü Ebî Şeybe, el-Musannaf, 7/111 (34594); Ebu Nuaym, el-Hılyetü’l-Evliyâ, 1/221 (35).

3 Enes’den rivayetle: et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 1/250 (720); et-Taberânî, ed-Duâ, s.29 (26); Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10/231.

Sıhhat derecesi: el-Münâvî demiştir ki: “Hadisin isnadı ve ricâli sahihtir. Râvî İsa b. Musa b. İyas el-Bükeyr de sikadır.” İbn-i Hibbân, hadisin senedinde bazılarının zayıf gördüğü râvî “İsa b. Musa”nın aslında sika olduğunu söylemiştir. (Münâvî, es-Sikât, 7/234). Beri taraf-tan Heysemî, Enes hadisinin ilk yarısına Muhammed b. Mesleme hadisinin şâhit olduğu-nu söylemiştir. Hadisin farklı ravilerden gelen senetlerindeki za’fiyetlere değinen Elbânî

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

227

ise, nihâyet-i kelamda Taberânî hadisi için “Hadis, benim nazarımda hasendir.” demiştir. Bkz. Elbânî, es-Silsiletü’s-Sahîha, 4/389, 511 (1890).

4 İbnü Abdilber, et-Temhîd, 5/339; a.mlf., el-İstizkâr, 7/498; İbn-i Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 2/435 (Yunus, 107’nin Tefsiri) –İbn-i Asâkir’den-.

5 Ebu Hureyre’den: Beyhakî, Şuabü’l-İman, 2/43 (1123); et-Taberânî, ed-Duâ’, 1/30; İbnü Ebi’d-Dünyâ, el-Ferec ba’de’ş-Şiddet, s.28 (27); İbn-i Asâkir, Târîhu Medîneti Dımeşk, 24/123 (2885), 25/5.

Enes b. Mâlik’ten: Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 3/162; el-Kuzâî, Müsnedü’ş-Şihâb, 1/407; Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl, 2/293 (184); Beyhakî, el-Esmâ ve’s-Sıfât, s.329 (304); Beyhakî, Şuabü’l-İman, 2/43 (1123); İbn-i Asâkir, Târîhu Medîneti Dımeşk, 24/123 (2885); Deylemî, el-Firdevs, 1/79 (241); İbnü Abdilber, et-Temhîd, 5/339; İbnü Abdilber, el-İstizkâr, 7/498; İbnü Kayyim el-Cevziyye, Şifâü’l-Alîl, s.46; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10/231.

Enes’ten gelen şu tahriçlerde ise “küllehû” lafzı yoktur: Beyhakî, Şuabü’l-İman, 2/42 (1121, 1122); Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl, 2/293; el-Kuzâî, Müsnedü’ş-Şihâb, 1/407 (456/701); er-Râfiî, et-Tedvîn fî Ahbâri Kazvîn, 3/192; el-Aksarâî, Hucecü’l-Kur’ân, 1/192.

6 er-Râmhürmüzî, el-Muhaddisü’l-Fâsıl, 1/497 (548); İbn-i Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 4/87 (Ğâfir, 60’ın tefsiri).

7 es-Suyûtî, Câmiu’l-Ehâdîs, 9/153 (8124); es-Suyûtî, Cem’u’l-Cevâmi’, 1/7687 (1474); el-Gazâlî, İhyâ, 1/186; Ebu’l-Fadl el-Irâkî, Tahrîcü Ehâdîsi İhyâ, 2/47 (547); el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/269 (708). Suyûtî, Irâkî ve Aclûnî, bu hadisi bu lafızla Hakîm Tirmîzî’nin Nevâdirü’l-Usûl’ünde Muhammed b. Mesleme r.a.’den tahriç ettiğini belirtmiştir; fakat elimizdeki Nevâdir’de (2/293) farklı bir lafızla Enes r.a.’den rivayetine ulaşmış bulunuyoruz.

8 el-Gazâlî, el-Maksadü’l-Esnâ, 1/79.

9 el-Gazâlî, Meâricü’l-Kuds, 1/66; el-Gazâlî, İhyâ, 1/186, 4/77; el-Gazâlî, Mizânü’l-Amel, 1/10; el-Cezerî, en-Nihâye fî Ğarîbi’l-Eser, 5/89; er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 17/94 (Yunus 57-58’in Tefsiri), 30/154 (Müzemmil 5’in Tefsiri); Ali el-Kâri’, Mirkâtü’l-Mefâtîh, 3/273 (1224), 9/218; es-Sindî Nureddin Muhammed, Hâşiyetü’s-Sindî alâ Sahîhi’l-Buhârî, 1/261; Ebu’l-Fadl el-Irâkî, Tahrîcü Ehâdîsi’l-İhyâ, 2/47 (547), 6/217 (2568); el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/269 (708); ez-Zerkânî, Şerhu’z-Zerkânî, 1/316; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, 30/280 (Felak 2’nin Tefsiri).

10 et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 19/233-234 (519). Hadisi İbnü’n-Neccâr da tahriç etmiş-tir. Bkz. es-Suyûtî, Câmiu’l-Ehâdîs, 9/153 (8123).

11 et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 3/180 (2856), 6/221-222 (6243). Taberânî: “Bu hadis, Muhammed b. Mesleme’den sadece bu senetle rivayet edilmiştir. Senette Ahmed b. Abede teferrüd etmiştir.” demiştir. Hadisin sıhhati hakkında sükût etmiştir. Heysemî: “Hadisin senedinde tanımadığım raviler var. Tanıdıklarım ise sika kimselerdir.” demiştir. Münâvî de bu hususta ona tâbi olmuştur. Suyûtî: “Zayıftır.” demiştir. Irâkî: “Bu hadisin isnadı(nın sahih veya zayıf olduğu) hakkında ihtilaf edilmiştir.” demiştir. Elbânî de “Zayıf hadistir.” demiştir. Bkz. Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10/231; Ebu’l-Fadl el-Irâkî, Tahrîcü Ehâdîsi’l-İhyâ, 2/47 (547); el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 2/505; es-Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, 1/205 (2398); el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/269 (708); Ahmed es-Sâvî, Belâğatü’s-Sâlik, 1/346; Elbânî, Zaîfü’l-Câmii’s-Sağîr, s.276 (1917).

12 Her ne kadar M. Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili tefsiri, tefsir nevileri içinde ‘dirayet tefsirleri’ kategorisine dahil olsa da, Hazret’in pek çok âyet-i kerimede sûfiyâne yaklaşım-ları, kalbî yorumları, çok ince hikmet çıkarımları, nükteleri ve latîfeleri bulunması itibariy-le, sözkonusu hadis-i şerife dair beyanlarını aktarmış olduk.

13 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Ve Deyimleri Sözlügü, s.471, “Nefha” ve “Ne-Fe-Ha-” mad; Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.404, “Nefha” md.

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)228

14 Sonra da yanındaki dostlarına şöyle dediğini görmüştür: “Öldüğüm zaman beni bu koku ile defnetmenizi size vasiyet ediyorum. Çünkü Rabbim bana bu kokuda tecelli etmiştir. Rabbim, muhabbet ve inayetiyle bana tecelli etmiştir. Artık, Ondan ayrılmak istemiyo-rum.” Sadreddin Konevî, en-Nefehâtü’l-İlâhiyye, s.140.

15 Hâkka, 69/13.

16 Mü’minûn, 23/101; Zümer, 39/68; Hâkka, 69/13.

17 Hıcr, 15/29; Sâd, 38/72.

18 Bu sebepledir ki Sadreddin-i Konevî, pek çok yerde söylediği hakiketleri ‘gördüm, gördüm, gördüm’ diyerek haber vermektedir. Mesela: “Günah diye isimlendirilen bazı amellerin di-ğer günahları yok ettiğini gördüm… Yine Ahmet’in salih amelinin Mehmet’in fasit amelini düzelttiğini gördüm…” (en-Nefehâtü’l-İlâhiyye, s.227). “Gördüm ki: İlmi sâbit insan, ilmi zâtı haline gelen kişidir… Gördüğüm garip şeylerden birisi de şudur: Kendi zâtımı Ahmet ve Mehmet için cüz’î bir sıfat olmayı kabul edici gördüm; zâtım, bir başkası için ârızî bir hal, başka iki kimse için ise iki zat olabilir…” (s.43). Yine mesela 3. Rabbânî-Küllî Nefha’nın başında diyor ki: “Bu nefha, rabbânî bir vakıada bana gösterilen bir müşahedede de vârid olmuştur.” (s.22).

19 Sadreddin-i Konevî, kitabındaki bazı ‘nefha’ların ilahî vâridât olarak geldiğini açıkça be-lirtmiştir: “Bu nefha, 663 senesi Safer ayının sonlarında, bir vârid ile gelmiştir. Bu vâridin içeriğinde ise şunlar vardır: Kader sırrı. Hakiki hüccetin telkini…” (Konevî, a.g.e., s.51).

20 Konevî, a.g.e., s. 9.

21 Konevî, en-Nefehâtü’l-İlâhiyye, s. 9-13.

22 Gazâlî, Meâricü’l-Kuds, 1/66.

23 Sadreddin Konevî, en-Nefehâtü’l-İlâhiyye, s.9-10.

24 Müslim, Salât 7, 17 (875, 939); Ahmed b. Hanbel, 2/372, 375, 485 (8841, 8869, 10292); Tirmîzî, Vitr 352 (3614, 485); Ebu Davud, Salât 36 (523), Vitr 26 (1532); Nesâî, Ezan 37 (678); İbn-i Hibbân, es-Sahîh, 4/588 (1690); Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 5/99 (4717), 12/332 (13269); Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr, 2/126 (899); Buharî, el-Edebü’l-Müfred, s.224 (643); Ebu Avâne, el-Müsned, 1/546 (2040); Ebu Ya’lâ, el-Müsned, 11/380 (6495). Tirmizî: “Hasen-sahih bir hadistir.” demiştir.

25 Tirmîzî, Vitr 352 (484); İbn-i Hibbân, es-Sahîh, 3/192 (911); İbnü Ebî Şeybe, el-Musannaf, 6/325 (31787); Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 10/17 (9800); Ebu Ya’lâ, el-Müsned, 8/428 (5011); Beyhakî, Şuabü’l-İman, 2/212 (1563); Beyhakî, et-Deavâtü’l-Kebîr, 1/113 (150); Heysemî, Mevâridü’z-Zem’ân, 1/594 (2389); Muhammed b. Tâhir el-Makdisî, Zahîratü’l-Huffâz, 1/540 (846).

26 Ebu Davud, Menasik 99, (2043).

27 Dihlevî, Huccetullahi’l-Baliğa, s.581-582.

28 Şa’rânî, el-Envâru’l-Kudsiyye, s.151.

29 Sadreddin Konevî, en-Nefehâtü’l-İlâhiyye, s.13.

30 Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl, 2/293-294 (184).

31 el-Kâşânî, Istılâhâtü’s-Sûfiyye, s.166, ‘Rahmet’ md.

32 Bkz. Buhârî, tevhid 35; Müslim, cennet 2-5.

33 Münavî, Feyzü’l-Kadîr, 2/505 (2398).

34 Nursî, Sözler / 27. Söz, s.219.

35 el-Kuzâî, Müsnedü’ş-Şihâb, 2/185 (1151); İbn-i Asâkir, Târîhu Medîneti Dımeşk, 44/96; el-Enbârî, ez-Zâhid fî Meâni Kelimâti’n-Nâs, 1/424 (366), 2/223 (139); Kâsım İbnü’s-Se-

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

229

lam el-Herevî, Ğarîbü’l-Hadîs, s.298, 313; es-Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 1/213 (Bakara 2/87’nin Tefsiri -İbn-i Hibbân’dan-).

36 Hadisi bu şekliyle eş-Şîrâzî, el-Elkâb’ında tahriç etmiştir. Bkz. Gazâlî, İhyâu Ulûmiddin, 1/88, 302, 4/205, 431, 506; Ebu’l-Fadl el-Irâkî, el-Muğnî, 1/254 (975), 2/1190 (4318), 2/1092 (3960), 2/1194 (4326), 2/1238 (4472).

37 et-Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr, 2/20 (704).

38 et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 5/119 (4845); Beyhakî, Şuabü’l-İman, 7/348-349 (10540.

39 et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 4/306-307 (4278); Hâkim, el-Müstedrek, 4/360 (7921); Beyhakî, Şuabü’l-İman, 7/349 (10541).

40 Buharî, Ebvâbü’l-Mesâcid 35 (442), Bed’ü’l-Halk 6 (3040), Edeb 91 (5800); Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe 34 (6539, 6541); İbn-i Hibban, es-Sahîh, 16/97 (7147); İbn-i Kesîr, Telhîsü Kitâbi’l-İstiğâse, 2/557.

41 İbnü Abdilber, el-İstizkâr, 1/124; Zerkânî, Şerhu’z-Zerkânî, 3/54.

42 Buhari, Enbiya 52 (3282), Fezâilü’s-Sahâbe 6 (3486); Müslim, Fezâilü’s-Sahabe 2 (2398).

43 Bu söz, bazı eserlerde hadis-i şerif olarak zikredilmiştir. Bkz. er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr (Mefâtîhu’l-Ğayb), 4/142 (Bakara 157’ninTefsiri); en-Nîsâbûrî, Ğarâibü’l-Kur’ân (Tefsîru’n-Nisâbûrî), 2/122, 5/441 (Bakara 255’in ve Secde 1’in Tefsiri); es-Suhreverdî, Avârifü’l-Meârif, 2/91; İsmail Hakkı Bursevî, Tefsir-i Ruhi’l-Beyân, 6/458, 10/454 (Hıcr 85’in ve Secde 5’in Tefsiri); el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/397 (1069); Ali b. Nâyid eş-Şühûd, Mevsûatü Fıkhi’l-İbtilâ, 1/17; Muhammed b. Derviş, Esne’l-Metâlib, 1/340.

Ali el-Kâri’ ise sufilerin bir sözü olarak kaydetmiştir. Bkz. Ali el-Kâri’, Mirkâtü’l-Mefâtîh, 3/273 (1224), 9/218; en-Nîsâbûrî, Ğarâibü’l-Kur’ân, 4/237, 5/96 (Hıcr 51’in ve Hac 42’nin Tefsiri); İsmail Hakkı Bursevî, Tefsir-i Ruhi’l-Beyân, 2/25 (Bakara 245’in Tefsiri); el-Akerî Abdülhay b. Ahmed, Şezerâtü’z-Zeheb, 8/370; Abdürrezzâk el-Baytâr, Hılyetü’l-Beşer, 2/17.

44 es-Sülemî, Tabakâtü’s-Sûfiyye, s.365 (94); Heyet, Mefâhîmü İslâmiyye (Kütüb-ü Âmme Kısmı), 1/113, “Cezb” md. Ebu Abdurrahman es-Sülemî (ö.412), bu sözü bizzat kendisi Ebu’l-Kâsım’dan duymuş ve eserine kaydetmiştir.

45 Ali el-Kâri’, Mirkâtü’l-Mefâtîh, 3/273 (1224).

46 Taşköprüzâde, eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye, 1/154; Kâtip Çelebi, Keşfü’z-Zünûn, 1/488.

47 Abdurrahman-ı Tağî, İşaretler, s.129.

48 “Risale-i Nur'daki aklı, kalbi, ruhu ve vicdanı celb eden ve hakikate râm eden o İlâhî ca-zibedendir ki, çoluğu-çocuğu, genci-ihtiyarı, avâmı-havassı o Nura koşuyorlar ve o câzi-bedar Nurun pervanesi oluyorlar. Bu hakikatin parlak bir misali olarak, geniş bir talebe kütlesi, az zamanda din düşmanlarını titreten bir hale gelmiştir.” Nursî, Tarihçe-i Hayat, s.2230.

49 Bediüzzaman’a göre: Allah’ın varlığından ve birliğinin küllî şahid ve bürhanlarından birisi de “vicdan”dır. “Vicdan-ı beşer denilen fıtrat-ı zîşuurdur… Akıl tâtil-i eşgal etse de, nazarı-nı ihmal etse, vicdan Sânii unutamaz. Kendi nefsini inkâr etse de onu görür. Onu düşünür. Ona müteveccihtir. Hads -ki, şimşek gibi sür'at-i intikaldir- daima onu tahrik eder. Hads’in muzaafı olan ilham, onu daima tenvir eder. Meyelânın muzâafı olan arzu ve onun muzaafı olan iştiyak ve onun muzaafı olan aşk-ı İlâhî, onu daima mârifet-i Zülcelâle sevk eder. Şu fıtrattaki incizap ve cezbe, bir hakikat-i câzibedarın cezbiyledir.” Nursî, Mesnevî-i Nuriye - Nokta - s.1371.

50 Nursî, Mektubat / Hakikat Çekirdekleri - s.571.

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)230

51 Bu sözünü Bediüzzaman şöyle izah etmiştir: “Vicdanda mündemiçtir bir incizap ve cezbe. Bir câzibin cezbiyle daim olur incizap. Cezbe düşer zîşuur, ger Zülcemal görünse, etse tecellî daim pürşâşaa bîhicap. Bir Vâcibü'l-Vücuda, Sahib-i Celâl ve Cemal, şu fıtrat-ı zî-şuur kat'î şehadet-meab. Bir şahidi o cezbe; hem diğeri incizap.” Nursî, Sözler / Lemeât - s.321.

52 er-Râzî, et-Tefsîru’l-Kebîr, 29/126 (Vâkıa, 7’nin Tefsiri).

53 Abdülkâdir Zekî, en-Nefhatü’l-Aliyye, s.24.

54 Ticâniyye Tarikati, Şihâbeddin Ahmed et-Ticânî et-Tunûsî (ö.1227/1812) tarafından kurul-muş, Hufniyye’nin bir şubesidir. Bkz. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatler, s.465.

55 Ubeyde b. Muhammed eş-Şınkîtî, Mîzâbü’r-Rahmeti’r-Rabbâniyye, s.23.

56 Gazâlî, İhyâu Ulûmiddin, 4/77.

57 Aynı yer.

58 Gazâlî, Mizânü’l-Amel, 1/10.

59 Gazâlî, a.g.e., 3/9.

60 Gazalî şöyle demektedir: “Bütün bunlar, şu gerçeğe işaret etmektedir: İlim nurları, onları lutfeden Hz. Mün’im cihetinden bir engelleme ve –hâşâ- bir cimrilik sebebiyle kalplerden gizlenmez, perdelenmez. Hz. Mün’im, men’ ve cimrilikten münezzehtir. Fakat kalpler ci-hetinden olan (dünyevî) meşguliyet, (manevî) kirlilik ve paslılık sebebiyle perdelenir ilim nurları. Şüphesiz ki kalpler tıpkı kuyular gibidir, suyla dolu olduğu müddetçe oraya hava giremez. Kalpler de masiva ile meşgul olduğu müddetçe oraya Allah’ın helal kıldığı şeyler-le alakalı marifet (ilm ü irfan) giremez.” Gazâlî, İhyâu Ulûmiddin, 3/9.

61 Gazâlî, Meâricü’l-Kuds, 1/66.

62 Gazâlî, İhyâu Ulûmiddin, 4/77.

63 Said-i Nursî, Lem'alar / 17. Lem'a, 10. Nota, s.650; Nursî, Mesnevî / Zehre Risalesi, 24. İ’lem, 10. Nota, s.289, çvr. Ü. Şimşek.

64 Aynı yer.

65 Abdülkadir Geylânî, el-Fethu’r-Rabbânî (Sohbetler, 61. Sohbet), çvr. Yaman Arıkan, Uyanış Yayınevi, İstanbul, 1985, s.449.

66 Hakîm-i Tirmizî, Nevâdirü’l-Usûl, 2/293-294 (184).

67 Ali el-Kâri’, Mirkâtü’l-Mefâtîh, 9/218.

68 el-Münâvî, et-Teysîr, 1/339.

69 Şa’rânî, el-Envâru’l-Kudsiyye, s.152.

70 Buharî, Ebvâbü’t-Teheccüt 14 (1094), Tevhid 35 (7056), Daavât 13 (5962); Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 24 (1880); Ebu Ya’lâ, el-Müsned, 13/404 (7408); et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Ev-sat, 2/344 (975); İbn Huzeyme, Kitâbü’t-Tevhîd, 1/321 (43).

71 Buharî Tevhid 15, 50 (6970, 7099); Müslim, Zikr 1, 6 (2675), Tevbe 49 (2675).

72 Gazâlî, Mizânü’l-Amel, 1/10.

73 Müslim, Salâtü’l-Musâfirîn 23 (1807); Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/348 (14788), 23/78 (14746).

74 Müslim, Salâtü’l-Musâfirîn 23 (1806); Ahmed b. Hanbel, 3/331 (14584); Ebu Ya’lâ, el-Müsned, 3/422 (1911); İbn-i Hibbân, es-Sahîh, 6/301 (2561); Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr, 2/96 (848).

75 Gazâlî, İhyâu Ulûmiddin, 1/358-359.

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

231

76 Abdurrahman Câmi’, Nefahâtü’l-Üns, s. ; R. Rahmeti Arat,“Hakim Ata”, İslam Ansiklope-disi, c. V/I, s. 101; İbrahim Hakkul, Bakirgon Kitobi, s. 76; Mustafa Kara, “Hakim Ata”, DİA., c. 13, s. , İstanbul, 1997.

77 Hıcr, 15/29; Sâd, 38/72.

78 Müslim, Cuma 17, 18, Münâfikîn 28; İbn Mace, İkâme, 79.

79 Gazâlî, İhyâu Ulûmiddin, 1/186.

80 Gazâlî, a.g.e., 4/77.

81 İbn-i Hibbân, es-Sahih, 10/438 (4577); Tirmizî, Fiten 7 (2166, 2168); et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 6/277 (6405); Beyhakî, Şuabü’l-İman, 6/66 (7512).

82 Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 4/21 (3536); Hâkim, el-Müstedrek, 3/390 (5478); İbn-i Asâkir, Târîhu Medîneti Dımeşk, 12/77; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 7/113-114. Heyse-mî: “Hadisin ricali sikadır. Râvi İbnü Lehîa ise hasenü’l-hadîstir.” demiştir. Bkz. Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10/170 (17347).

83 İbn Arabî, Kitâbü’l-Ma’rife, s.238 (234. Mesele).

84 Hâce Abdullah el-Ensârî el-Herevî (ö.481/1089), Menâzil’inde yakaza ile başlayıp tevhid mertebesi ile son bulacak şekilde ilk defa tasavvufî mertebeleri 100’lü tasnif etmiş, daha sonra Kâşânî (ö.730/1329) de Elf Makam’ında bu yüz makamdaki her bir makamı alt 10 mertebeye tertip ederek, yekûnu 1000 makam olarak ortaya çıkarmıştır. Bkz. Bkz. Kaşânî, Elf Makamı (Menâzilü’s-sâirîn içinde), s.247.

85 Şa’rânî, el-Envâru’l-Kudsiyye, s.143.

86 Abdülkadir Geylanî, el-Gunye, s. 275-278.

87 Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb, 1/98.

88 Şa’rânî, el-Envâru’l-Kudsiyye, s.73.

89 Kuşeyrî, er-Risâle, s.127.

90 Kelâbâzî, et-Tearruf, s.105 (34. Bâb).

91 Bir hadis-i kutsîde “Allah Teala buyuruyor ki: Âdemoğlu dehre (zamana) söverek bana eziyet verir. Halbuki ben dehrim (zamanın yaratanıyım). Her şey benim elimdedir. Geceyi, gündüzü ben idare ederim.” Buharî, Tefsir 45.

92 Tecdîd, aslı ‘deforme’ olmuşun yenilenmesi manasına bir ‘reform’ değil; belki aslı haddizâtında ‘new/yeni’ olanın zâhirinde/suretinde gerçekleştirilen kısmî bir temizlenme, bir yenilenmedir, bir ‘re-new’dir; bu aynı zamanda mü’minlerin de dine bakışlarında bir ‘refresh’ (tazeleme) hareketidir. Bu bakımdan İslam’da tecdîd (re-new) vardır, teceddüd (re-form) yoktur.

93 Enes’den Rivayetle: Tirmizî, el-Emsâl 6 (2869); Ahmed b. Hanbel, 3/130 (12349), 3/143 (12483), 4/319 (18901); Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 4/231 (4058); Ebu Ya’lâ, el-Müs-ned, 6/380-381 (3717), 6/191 (3475); el-Kuzâî, Müsnedü’ş-Şihâb, 2/277 (1352); er-Râm-hürmüzî, el-Emsâl, s.75 (72); er-Râmhürmüzî, el-Muhaddisü’l-Fâsıl, 1/105 (69), 1/346; Tayâlisî, el-Müsned, 1/270 (2023); İbnü Abdilber, et-Temhîd, 20/254 (200), 20/253 (197) –ilk ‘mesel’ kelimesi olmaksızın-; İbnü Asâkir, Târîhu Medîneti Dımeşk, 43/16; Deylemî, el-Firdevs, 4/129 (6041); el-Kuzâî, Müsnedü’ş-Şihâb, 2/276 (1351); Ebu’ş-Şeyh el-Esbehânî, el-Emsâl fi’l-Hadîsi’n-Nebevî, s.382 (330). “İsnadı hasendir.”

İbn-i Ömer’den: el-Kuzâî, Müsnedü’ş-Şihâb, 2/276 (1349, 1350, 1351); Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, 2/231 (183); Hakîm-i Tirmîzî, Nevâdiru’l-Usûl, 9/92 (122); Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10/68 -Taberânî’den-.

Imrân b. Husayn’dan: Bezzâr, el-Müsned, 9/23 (3527).

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)232

Ammâr b. Yâsir’den: el-Bezzâr, el-Müsned, 4/244 (1412); İbn-i Hibbân, es-Sahih, 16/209 (7226); et-Tayâlisî, el-Müsned, 1/90 (647); İbnü Abdilber, et-Temhîd, 20/253 (197).

Ebû Necîd (Nüceyd)’den: Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat, 4/78 (3660).

Osman’dan: er-Râmhürmüzî, el-Muhaddiü’l-Fâsıl, 1/106 (70).

Heysemî: “Taberânî’nin senedinde Ubeys b. Meymûn vardır ki, metruktür.” demiştir. Tirmizî: “Bu vecihten hasen-garip hadistir.” demiştir. Şevkânî: “Tirmizî bu hadisi kavî bir isnatla tahriç etmiştir. Ebu Ya’lâ’nın zayıf bir senetle rivayet ettiği bu hadisi İbn-i Hibbân da sahih olarak tahriç etmiştir.” demiştir. (Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, 9/229). Şuayb el-Erneût: “Şahitleriyle hasen hadistir.” demiştir. Elbânî ise: “Hasen-Sahih hadistir.” demiştir.

94 Amr b. Osman’dan mürsel: İbn-i Asâkir, Târîhu Medîneti Dımeşk, 26/286; el-Beğavî de el-Mesâbîh’inde Enes’den tahriç etmiştir: el-Müttekî, Kenzü’l-Ummâl, 12/71 (34451); Sehâvî, el-Mekâsıdü’l-Hasene, 1/591-592 (997); Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1/228 (598), 2/598 (2266). “Hadisin senedi hasendir.”

95 Enes b. Mâlik’den: er-Râmhürmüzî, el-Muhaddiü’l-Fâsıl, 1/105 (68). “Hasen hadistir.”

96 Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 7/285; İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve, 1/45; Kâdî Iyâz, Tertîbü’l-Medârik ve Takrîbü’l-Mesâlik, 1/6; İbnü’l-Mukri’, Mu’cem, s.143 (142); İbnü Abdilber, et-Temhîd, 17/429; el-Irâkî, el-Muğnî an Hamli’l-Esfâr, 1/545 (2109); Sehâvî, el-Mekâsıdü’l-Hasene, 1/217 (720); Ali el-Kâri’, el-Masnû’ fî Ma’rifeti’l-Hadîsi’l-Mevdû’, s.125 (201); el-Ğazzî, el-Ceddü’l-Hasîs, s.149 (299); Şevkânî, el-Fevâidü’l-Mecmûa, s. 508 (113); İbnü’l-Attâr, Tuhfetü’t-Tâlibîn, s.1 (Mukaddime). Ahmed b. hanbel, bu sözü Süfyan’ın sözü olarak değil, onun ulema veya halk arasında böyle denildiğini söylediği şeklinde kaydetmiştir (Ahmed b. Hanbel, Kitâbü’z-Zühd, s.326; Ahmed b. Hanbel, el-Vera’, s.76). Ahmed b. Han-bel demiştir ki: Ben de Süfyan b. Uyeyne’nin “Sâlihlerin anıldıkları yere rahmet iner.” de-diğini işittim ve ona “Bu sözü, kimden naklediyorsun?” dedim. O da “Ulemâdan” cevabını verdi. Ebu’l-Fazl el-Mukri’, Ehâdîs fî zemmi’l-Kelâmi ve Ehlihî, 5/174 (964), Dâru Atlas li’n-Neşr ve’t-Tevzî’, Riyaz, 1996; Şemsüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Müflih el-Makdisî el-Hanbelî, el-Âdâbü’ş-Şer’iyye, s.262. İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-Safve’nin mukaddimesinde, Süfyan b. Uyeyne’nin sözü olarak nakletmiştir. Bkz. es-Sâlihî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd, 2/397.

97 İbnü Abdilber, Câmiu Beyâni’l-Ilmi ve Fazlihî, 2/162-163, 314; Sehâvî, el-Mekâsıdü’l-Hase-ne, s.292; İmam Müslim, et-Temyîz, s.100; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2/91; Ali el-Kâri’, el-Mas-nû’, s.125; es-Semhûdî, el-Ğammâz ale’l-Lemmâz, s.151; Şevkânî, el-Fevâidü’l-Mecmûa, s.254 (109); İbnü Tûlûn, eş-Şezera fi’l-Ehâdîsi’l-Müştehira, 1/402; el-Kâvâkcî, el-Lü’lüü’l-Mersûs, s.124; el-Ezherî, Tahzîru’l-Müslimîn, s.99; Muhammed el-Emîru’l-Kebîr el-Mâlikî, en-Nahbetü’l-Behiyye, s.85; Muhammedb. Derviş, Esne’l-Metâlib, s.205.

98 el-Lâlikâî, Kerâmâtü Evliyâillah, s.96 (45).

99 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2/170 (1772).

100 Gazâlî, İhyâ, 3/170; Sâfûrî, Nüzhetü’l-Mecâlis, s.1.

101 Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, 14/65 (33); Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 22/151.

102 Bu rivayeti kaydeden Aliyyü’l-Kâri’, onun sıhhat değerlendirmesi üzerine şöyle demiştir: “İbn Hacer el-Askalânî, “Bu sözün hadis olarak bir aslı yoktur.” demiştir. el-Irâkî de Tahrîcü İhyâi Ulûmiddin’inde: “Bu sözün merfû hadisler içinde herhangi bir aslı yoktur. Bu söz, aslında Süfyân b. Uyeyne’nin sözüdür.”demiştir… Ne var ki el-Irâkî, Nüket’inde bu rivayete dair bir tenbihde bulunmamıştır. Yine bazıları bu sözü zikretmişlerdir. Lakin bu sözdeki lafız, ‘rivayet’ten müştak ‘tervûne’ şeklinde iki vav ileyse, bu takdirde sözkonusu rivayet, işbu sözün hadis-i şerif olduğuna delalet eder ve onun bir aslının bulunduğunu gösterir. Yok şayet, (‘rü’yet’ten) ‘teravne’ şeklinde ise, -ister meçhul olsun, ister ma’lum fiil olsun-

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

233

bu durumda işbu sözün hadis olduğuna herhangi bir delalet yoktur ve manası da ‘siz ina-nıyorsunuz veya zannediyorsunuz’ demek olur.” Aliyyü’l-Kâri’, el-Esrâru’l-Merfûa, 1/249 (306); Şevkânî, el-Fevâidü’l-Mecmûa, s.254-508 (109).

103 Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, 14/65 (33).

104 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, 22/151.

105 Ebu Amr Osman b. Abdurrahman eş-Şehrezûrî, Mukaddimetü İbni’s-Salâh, 1/143; Zeynüddin Irâkî, et-Takyîd ve’l-Îzâh Şerhu Mukaddimeti İbni’s-Salâh, 1/250; Sehâvî, el-Mekâsıdü’l-Hasene, 1/217 (720); Ebu İshâk el-ebnâsî, eş-Şezâ’l-Feyyâh min Ulûmi ibni’s-Salâh, 1/400; İbnü’l-Cevzî – es-Sehâvî, el-Ğâye fî Şerhi’l-Hidâye, s.71; Ibnü’l-Mülakkin, el-Mukni’ fî Ulûmi’l-Hadîs, s.408; Suyutî, Tedrîbü’r-Râvî, 2/141; es-Sehâvî, Fethu’l-Muğîs, 2/354.

106 Ebu’l-Fazl el-Mukri’, Ehâdîs fî zemmi’l-Kelâmi ve Ehlihî, 5/174 (966); İbnü Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-Ta’dîl, 7/107 (617).

107 Ebu’l-Fazl el-Mukri’, a.g.e., 5/174 (965).

108 el-Kannevcî Sıddîk b. Hasan, Ebcedü’l-Ulûmi’l-Veşiyyi’l-Merkûm, 3/3.

109 Ali el-Kâri’, Mirkâtü’l-Mefâtîh, 9/218.

110 Her ne kadar M. Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili tefsiri, tefsir nevileri içinde ‘dirayet tefsirleri’ kategorisine dahil olsa da, Hazret’in pek çok âyet-i kerimede sûfiyâne yaklaşım-ları, kalbî yorumları, çok ince hikmet çıkarımları, nükteleri ve latîfeleri bulunması itibariy-le, sözkonusu hadis-i şerife dair beyanlarını aktarmış olduk.

111 Yazır, Hak Dini, 10/146.

112 Bu bir kısastır. Bkz. Yazır, a.g.e., 1/405, Bakara, 2/194’ün tefsiri.

113 Ebu Tâlip el-Mekkî, Kûtü’l-Kulûb, c.1, s.155.

114 Beyhakî, ez-Zühdü’l-Kebîr, 1/285 (740); el-Müttekî, Kenzü’l-Ummâl, 15/392 (43597) -İbnü Sarsarî, Emâlî’sinde-. Hadisin arapça metnindeki parantez içi lafız farklılıkları Kenz’deki

şeklidir.

KaynaklarAclûnî, İsmail b. Muhammed el-Cerrâhî, Keşfü’l-Hafâ, thk. Ahmed Kallâş, Müessesetü’r-Risâle,

Beyrut, 1405/1985.

Abdülkâdir Zekî, en-Nefhatü’l-Aliyye fî Evrâdi’ş-Şâziliyye, Mektebetü’l-Mütenebbî, Kâhire, tsz.

Abdurrahman Câmi’, Nefahâtü’l-Üns Min Hadaratil Kuds, çev. Kamil Candoğan-Sefer Malak, İstanbul, 1971.

Abdurrahman-ı Tağî, İşaretler, Hzlyn: Mehmed Ildırar, Umran Yayınları, İstanbul, 1995.

Abdürrezzak Kaşânî, Elf Makamı (Herevî’nin Menâzilü’s-sâirîn içinde) çvr. Abdürrezzak Tek, Emin Yayınları, Bursa, 2008.

Abdürrezzâk el-Baytâr, Hılyetü’l-Beşer fi Târîhi’l-Karni’s-Sâlisi Aşer, Matbûâtü Mecmeı’l-Lüğati’l-Arabiyye, Dımeşk, 1413/1993.

Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah Ahmed b. Muhammed eş-Şeybanî el-Mervezî, el-Müsned, Müessesetü Kurtuba, Kahire, tsz.

_______ ez-Zühd, Dâru’r-Reyyân, Kâhire, 1408/1987.

_______ el-Vera’, thk. Zeyneb İbrahim, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1983-1403.

Akerî, Abdülhay b. Ahmed, Şezerâtü’z-Zeheb fî Ahbârin min zeheb, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Bey-rut, tsz.

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)234

Aksarâî, Ahmed b. Muhammed, Hucecü’l-Kur’ân, Dâru’r-Râidi’l-Arabî, Beyrut, 1402/1982.

Ali el-Kâri’ Molla el-Hanefî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2001/1422.

_______ el-Masnû’ fî Ma’rifeti’l-Hadîsi’l-Mevdû’, thk. Abdülfettâh Ebu Ğudde, 2. Baskı, Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 1398/1978.

_______ el-Esrâru’l-Merfûa fi’l-Ahbâri’l-Mevzûati’l-Ma’rûf bi’l-Mev’ûzâti’l-Kübrâ, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1391/1971.

Arat, R. Rahmeti “Hakim Ata”, İslam Ansiklopedisi, c. V/I, İstanbul, 1950.

Bediüzzaman Said-i Nursî, Risâle-i Nur Külliyâtı, [Lem'alar, Mektûbât, Mesnevî-i Nuriye, Sözler, Tarihçe-i Hayat], Nesil Yayınları, İstanbul, 2006.

_______ Mesnevî-i Nuriye, çvr. Ümit Şimşek, Nesil Yayınları, İstanbul, 2009.

Beyhakî, Ebu Bekir Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali b. Musa, Şuabü’l-İman, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1410/1990.

_______ el-Esmâ’ ve’s-Sıfât, Mektebetü’s-Sevâdî, Cidde, tsz.

_______ ed-Deavâtü’l-Kebîr, Menşûrâtü Merkezi’l-Mahtûtât, Kuveyt, 1414/1993.

_______ ez-Zühdü’l-Kebîr, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut, 1417/1996.

Bezzâr, Ebu Bekr Ahmed b. Amr b. Abdilhâlık el-Basrî, el-Müsned, Müessesetü’l-Ulûmi’l-Kur’ân, Beyrut, 1409/1989.

Buharî, Muhammed b. İsmâil Ebu Abdillah el-Cu’fî, el-Câmu’s-Sahih, Dâru İbn-i Kesir, 3. Baskı, Beyrut, 1407/1987.

_______ el-Edebü’l-Müfred, Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, Beyrut, 1409/1989.

Cebecioglu, Ethem, Tasavvuf Terimleri Ve Deyimleri Sözlüğü, 5. Basım, Ağaç Yayınları, İstanbul, 2009.

Cezerî, Mübârek b. Muhammed, en-Nihâye fî Ğarîbi’l-Eser, el-Mektebetü’l-İlmiyye, Beyrut, 1399/1979.

Deylemî, Ebu Şucâ’ Şîrveyeh b. Şehrdâr b. Şîrveyeh el-Hemezânî İlkiyâ, el-Firdevs bi Me’sûri’l-Hitâb, Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1406//1986.

Dihlevî, Şah Veliyyullah, Huccetullâhi’l-Bâliğa, Dâru’l-kütübi’l-hadîse, Mektebetü’l-Müsennâ, Kâhire, tsz.

Ebu Avâne, Yakub b. İshak el-İsferâînî, Müsnedü Ebî Avâne, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, tsz.

Ebu Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî, es-Sünen, Kahire, 1408/1988.

Ebu’l-Fadl Zeynüddin Irâkî, et-Takyîd ve’l-Îzâh Şerhu Mukaddimeti İbni’s-Salâh, thk. Ab-durrahman Muhammed Osman, el-Mektebetü’s-Selefiyye, Medine-i Münevvera, 1389/1969.

_______ Tahrîcü Ehâdîsi’l-İhyâ, Merkezü Nuri’l-İslam li Ebhâsi’l-Kur’âni ve’s-Sünne, İskende-riyye, tsz.

_______ el-Muğnî an Hamli’l-Esfâr, Mektebetü’t-Taberiyye, Riyad, 1415/1995.

Ebu’l-Fazl el-Mukri’, Abdurrahman b. Ahmed b. el-Hasen, Ehâdîs fî zemmi’l-Kelâmi ve Ehlihî, Dâru Atlas li’n-Neşr ve’t-Tevzî’, nşr. Nâsır b. Abdurrahmân b. Muhammed el-Cüdey’, Riyad, 1417/1996.

Ebu İshâk el-Ebnâsî, eş-Şezâ’l-Feyyâh min Ulûmi ibni’s-Salâh, Mektebetü’r-Rüşd, Medine, 1418/1997.

Ebu Nuaym, Ahmed b. Abdullah el-Esbehânî, Hilyetü’l-Evliya, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, 4. Baskı, Beyrut, 1405/1985.

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

235

Ebu’ş-Şeyh el-Esbehânî, el-Emsâl fi’l-Hadîsi’n-Nebevî, ed-Dâru’s-Selefiyye, Bombay / Hindistan, 1407/1987.

eş-Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, el-Fevâidü’l-Mecmûa fi’l-ehâdîsi'l-mevdûa, thk. eş-Şeyh Ali Abdülhamid, Dâru’s-Samîî, Riyad, 1412.

Ebû Ya’lâ, Ahmed b. Ali b. Müsennâ el-Mevsılî et-Temîmî, el-Müsned (Müsnedü Ebî Ya’lâ), Dâru’l-Me’mun li’t-Türâs, Dımeşk, 1404/1984.

Elbânî, Muhammed Nâsırüddin, es-Silsiletü’s-Sahîha, Mektebetü’l-Meârif, Riyad, tsz.

Enbârî, Ebu Bekir Muhammed b. Kâsım, ez-Zâhir fî Meâni Kelimâti’n-Nâs, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1412/1992.

Eraydın, Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatler, 4. Baskı, İFAV, İstanbul, 1994.

Ezherî, Muhammed Beşîr Zâfir, Tahzîru’l-Müslimîn, thk. Fevvâz Ahmed Zümrelî, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1406/1985.

Fahruddin Râzî, Ebu Abdillah Muhammed b. Ömer et-Teymî eş-Şâfiî, Mefâtihu’l-Ğayb (et-Tefsîru’l-Kebîr), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1421/2000.

Gazâlî, Ebû Hâmid, İhyau Ulûmiddin, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut, tsz.

_______ el-Maksadü’l-Esnâ fî Şerhi Meâni Esmâillâhi’l-Husnâ, el-Cefân el-Câbî, Kıbrıs, 1987/1407.

_______ Mizânü’l-Amel, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1404/1983.

_______ Meâricü’l-Kuds, Dâru’l-İttifâki’l-Cedîde, Beyrut, 1395/1975.

Geylânî, Abdülkadir, eş-Şâfiî el-Hanbelî, el-Ğunye li Tâlibî Tarîki’l-Hakki Azze ve Celle, Thk: Fe-rec Tevfik el-Velid, Mektebetü’ş-Şarku’l-Cedîd, Bağdat, tsz.; Gunyetü’t-Tâlibîn li Tarîki’l-Hak, çvr. A. Faruk Meyan, 7. Baskı, Berekat Yayınları, İstanbul, 1981.

_______ el-Fethu’r-Rabbânî (Sohbetler, 61. Sohbet), çvr. Yaman Arıkan, Uyanış Yayınevi, İstan-bul, 1985.

Ğazzî, Ahmed b. Abdülkerim b. Suûdî el-Izzî el-Âmirî, el-Ceddü’l-Hasîs, thk. Fevvâz Ahmed Züm-relî, Dâru İbn Hazm, Beyrut, 1418/1997.

Kannevcî, Ebü’t-Tayyib Muhammed Sıddîk Bahâdır Hân b. Hasen b. Alî, Ebcedü’l-Ulûmi’l-Veşiyyi’l-Merkûm fî Beyâni Ahvâli’l-Ulûm, thk. Abdülcebbâr Zekkâr, Dâru’l-Kütübi’l-İl-miyye, Beyrut, 1398/1978.

Kâtip Çelebi, Hacı Halîfe, Keşfü’z-Zünûn an Esâmi’l-Kütübi ve’l-Fünûn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1413/1992.

Kâşânî, Kemâlüddîn Abdürrezzâk b. Ebi'l-Ganâim Muhammed, Istılâhâtü’s-Sûfiyye, Kâhire, 1401/1981.

Hâkim-i Nîsâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahîheyn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1411/1990.

Hakîm-i Tirmîzî, Nevâdiru’l-Usûl fî ma’rifeti ehâdîsi’r-resûl, Dâru’l-Cîl, Beyrut, 1412/1992.

Heyet, Mefâhîmü İslâmiyye (Kütüb-ü Âmme Kısmı), Dâru Vizârati’l-Evkâfi’l-Mısriyye, Beyrut, tsz.

Heysemî, Nureddin Ali b. Ebî Bekir Ebu’l-Hasan, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Kâhire, 1407/1987.

_______ Mevâridü’z-Zem’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz.

İbrahim Hakkul - Sayfuddin Rafiddin, Bakirgon Kitobi, Taşkent, 1991.

İbnü Abdilber, Ebu Ömer Yusuf b. Abdullah, et-Temhîd limâ fi’l-Muvatta’ mine’l-Meânî ve’l-Esânîd, Dâru Vizârati Umûmi’l-Evkâf ve’ş-Şüûni’l-İslâmiyye, Mağrib, 1387/ .

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)236

_______ el-İstizkâr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1420/2000.

_______ Câmiu Beyâni’l-Ilmi ve Fadlihî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1398/1978.

İbn-i Asâkir, Ebu’l-Kâsım Ali b. el-Hasan b. Hibetullah eş-Şâfiî, Târihu Medîneti Dımeşk, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1415/1995.

İbn-i Arabî, Muhyiddin, Kitâbü’l-Ma’rife (Marifet Kitabı), Çvr. Abdülaziz Mecdî Torun – Hüseyin Şemsi Ergüneş, İz Yayıncılık, İstanbul, 2008.

İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali, Sıfatü’s-Safve, thk. Mahmud Fâhûrî – Dr. Muham-med Ravvâs Kal’acî, Dâru’l-Ma’rifet, Beyrut, 1979/1399.

_______, el-Ğâye fî Şerhi’l-Hidâye fî İlmi’r-Rivâye, Mektebetü Evlâdi eş-Şeyh li’t-Türâs, /2001.

İbnü Ebiddünya, Ebu Bekir Abdullah b. Muhammed el-Kuraşî el-Bağdâdî, el-Ferec ba’de’ş-Şid-det, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, 1414/1993.

İbnü Ebî Hâtim, Ebu Muhammed Abdurrahman b. Ebî Hâtim Muhammed b. İdris b. Münzir et-Temîmî el-Hanzalî er-Râzî, el-Cerh ve’t-Ta’dîl, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1952/1271.

İbn-i Ebî Şeybe, Ebu Bekir Abdullah b. Muhammed el-Absî el-Kûfî, Musannefü İbni Ebî Şeybe, Mektebetü’r-Rüşd, Riyad, 1409/1989.

İbn-i Hibbân, Muhammed et-Temimî el-Bestî, Sahîhu İbn-i Hibbân, Müessesetü’r-Risâle, 2. Bas-kı, Beyrut, 1414/1993.

_______ es-Sikât, Dâru’l-Fikr, 1395/1975.

İbn-i Huzeyme Muhammed b. İshak Ebu Bekr es-Sülemî en-Nîsâbûrî, Kitâbü’t-Tevhîd, Mektebetü’r-Rüşd, Suudiarabistan, 1414/1994.

İbn-i Kayyim el-Cevziyye, Şifâü’l-Alî, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1398/1978.

_______ Tarîku’l-Hicreteyn, Dâru İbn-i Hazm, ed-Dimâm, 1414/1994.

İbn-i Kesir Ebu’l-Fidâ, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm (Tefsir-i İbn-i Kesîr), Daru’l-Marifet, Beyrut, tsz.

_______ Telhîsü Kitâbi’l-İstiğâse (er-Reddü alâ el-Bekrî li İbn-i Teymiyye), Mektebetü’l-Ğurabâi’l-Eseriyye, Medine, 1417/1996.

İbn-i Mâce Ebû Abdulilah Muhammed b. Yezid İbn Abdulilah, es-Sünen, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1395/1975.

İbnü’l-Mülakkin Sirâcüddin Ebu Hafs Ömer b. Ali, el-Mukni’ fî Ulûmi’l-Hadîs, Dâru Fevvâz, Suu-diarabistan, 1413/1992.

İbnü Tûlûn, eş-Şezera fi’l-Ehâdîsi’l-Müştehira, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1413.

İsmail Hakkı Bursevî el-Hanefî el-Halvetî, Ruhu’l-Beyân, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, tsz.

Kara, Mustafa, “Hakim Ata”, DİA., c. 13, s. , İstanbul, 1997.

Kâsım İbnü Selam el-Herevî, Ğarîbü’l-Hadîs, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, 1396/1976.

Kâtip Çelebi, Hacı Halîfe, Keşfü’z-zunûn, Beyrut, 1402/1982.

Kâvâkcî, el-Lü’lüü’l-Mersûs, thk. Fevvâz Ahmed Zümrelî, Dâru’l-Beşâir, Beyrut, 1415/1994.

Kelâbâzî, Tâcü’l-İslâm Ebu Bekir Muhammed b. İshak Buharî, et-Tearruf li Mezhebi Ehli’t-Tasav-vuf, thk. Ahmet Şemsüddin, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1413/1993.

Kurtubî Ebu Abdillah Muhammed, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân (Tefsir-i Kurtubî), Dâru Âlemi’l-Kütüb, Riyad, 1423/2003.

Kuşeyrî, Ebü'l-Kâsım Zeynülislam Abdülkerim b. Hevâzin en-Neysâbûrî el-Eş’ârî, er-Risâletü'l-Kuşeyriyye fî İlmi’t-Tasavvuf, thk. Ma’ruf Züreyk – Ali Abdülhamid Baltacî, Dâru’l-Cîl, Beyrut, 1410/1990.

Rahmânî Nefhalar ve İrfânî Yorumlar: Zamanın Değer(lenmes)i veDeğerlendirilmesi Üzerine: “Nefehât Hadîsi ve Şerhi”

237

Kuzâî, Muhammed b. Selâme b. Ca’fer Ebu Abdillah, Müsnedü’ş-Şihâb, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1407/1986.

Lâlikâî, Hibetullah b. Hasen et-Taberî, Kerâmâtü Evliyâillah, thk. Dr. Ahmed Sa’dü’l-Hammân, Dâru Tayyibe, Riyad, 1412/1992.

Makdisî, Ebu Muhammed Abdülğınâ, et-Terğîb fi’d-Duâ, Dâru İbni Hazm, Beyrut, 1416/1995.

Muhammed b. Dervîş b. Muhammed el-Hût el-Beyrûtî eş-Şâfiî, Esne’l-Metâlib, thk. Mustafa Abdülkadir Atâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1418/1997.

Muhammed b. Tâhir el-Makdisî, Zahîratü’l-Huffâz, Dâru’s-Selef, Riyad, 1416/1996.

Muhammed el-Emîru’l-Kebîr el-Mâlikî, en-Nahbetü’l-Behiyye fi’l-Ehâdîsi’l-Mekzûbe ale Hayri’l-Beriyye, el-Mektebü’l-İslâmî, Beyrut, tsz.

Müslim b. el-Haccâc Ebu’l-Hüseyn el-Kuşeyrî en-Nîsâbûrî, el-Camiu’s-Sahih, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, tsz.

_______ et-Temyîz, thk. Muhammed Subhî el-Hallâk, Dâru’l-İman, Mısır, tsz.

Münâvî, Zeynüddin Muhammed Abdurrauf b. Tâcü’l-ârifîn b. Ali, Feyzü’l-Kadir Şerhu Câmii’s-Sağîr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1415/1994.

_______ et-Teysîr bi Şerhi’l-Câmii’s-Sağîr li’s-Suyûtî, Dâru’n-Neşr (Mektebetü’l-İmami’ş-Şâfiî), 3. Baskı, Riyad, 1408/1988.

Müttekî, Alauddîn Ali b.Husâmüddîn el-Hindî, Kenzu’l-Ummâl fî Süneni’l-Akvâl ve’l-Efâl, Müessetü’r-Risâle, Beyrut, 1413/1993.

Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. İbn Şuayb, Sünen-i Nesâî, Mektebü’l-Matbûâti’l-İslâmiyye, Halep, 1406/1986.

Nisâbûrî, Nizâmüddin el-Hasen, Ğarâibü’l-Kur’ân ve Reğâibü’l-Fürkân (Tefsir-i Nisâbûrî), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1416/1996.

Râfiî, Abdülkerim el-Kazvînî, et-Tedvîn fi Ahbari Kazvîn, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1407/1987.

Râmhürmüzî, Ebu Muhammed Hasan, el-Muhaddisü’l-Fâsıl beyne’r-Râvî ve’l-Vâî, Dâru’l-fikr, Beyrut, 1404/1984.

_______ Emsâlü’l-Hadîsi’l-Merviyye ani’n-Nebiyyi sallallâhü aleyhi ve sellem, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, Beyrut, 1409/1989.

Sadreddin Konevî, en-Nefehâtü’l-İlâhiyye (İlahî Nefhalar), çvr. Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İs-tanbul, 2004.

Safûrî Abdurrahman b. Abdüsselam eş-Şâfiî, Nüzhetü’l-Mecâlis ve Müntehabü’n-Nefâis, thk. Abdülhamîd Ahmed Hanefi, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Kahire, 1379/1959.

Sâlihî, Şemsüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Yusuf eş-Şâmî, Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd fî Sîrati Hayri’l-Ibâd ve Zikrü Fadâilihî ve A’lâmi Nübüvvetihî ve Ef’âlihî ve Ahvâlihî fi’l-Mebdei ve’l-Meâd, thk. Adil Ahmed Abdülmevcud, Ali Muhammed Muavvid, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut. 1414/1993.

Sehâvî, Ebu’l-Hayr Şemseddin Muhammed b. Abdurrahman, el-Mekâsıdü’l-Hasene, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1405/1985.

_______ Fethu’l-Muğîs Şerhu elfiyyeti’l-Hadîs, 2/354, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Lübnan, 1403.

Semhûdî, el-Ğammâz ale’l-Lemmâz, thk. Muhammed Atâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1406/1985.

Sindî, Nureddin Muhammed, Hâşiyetü’s-Sindî alâ Sahîhi’l-Buhârî, Dâru’l-fikr, Beyrut, tsz.

Suhreverdî, Ebu Hafs Ömer Şihâbüddin, Avârifü’l-Meârif, nşr. Muhammed Ali Beyzavî, Beyrut, 1420/1999.

Toplum Bilimleri • Ocak 2018 • 12 (23)238

Suyûtî, Celalüddin, Câmiu’l-Ehâdîs, Matbaatü Muhammed Hâşim el-Kütübî, Dımeşk, tsz.

_______ el-Câmiu’s-Sağîr min hadîsi’l-Beşîri’n-Nezîr,(Feyzü’l-Kadir’le birlikte), Beyrut, 1392/1972.

_______ Cem’u’l-Cevâmi’ ev el-Câmiu’l-Kebîr, el-Mektebetü’ş-Şâmile, tsz.

_______ ed-Dürrü’l-Mensur, Dâru’l-fikr, Beyrut, 1404/1983.

_______ Tedrîbü’r-Râvî fî Şerhi Takrîbi’n-Nevâvî, Mektebetü’r-Riyâzi’l-Hadîse, Riyad, tsz.

Sübkî, Tâcüddin b. Ali b. Abdülkâfî, Tabakâtü’ş-Şâfiiyyeti’l-Kübrâ, Dâru Hicr, 1413/1992.

Sülemî, Ebu Abdurrahman Muhammed, Tabakâtü’s-Sûfiyye, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1419/1998.

Şa’rânî, Abdülvehhâb, el-Envâru’l-Kudsiyye fî Ma’rifeti Kavâidi’s-Sûfiyye (Tasavvu Kâideleri: Kudsî Nurlar), Çvr. Yahya el-Abbâsî – Süleyman Taş, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2006.

Şehrezûrî, Ebu Amr Osman b. Abdurrahman, Mukaddimetü İbni’s-Salâh, Mektebetü’l-Fârâbî, 1404/1984.

Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Neylü’l-Evtâr, Dâru’l-Cîl, Beyrut, 1393/1973.

Şınkîtî, Ubeyde b. Muhammed es-Sağîr, Mîzâbü’r-Rahmeti’r-Rabbâniyye, Dâru’l-Ilm li’l-cemî’, 1393/1973.

Taberânî, Ebu’l-Kasım Süleyman b. Ahmed, el-Mu’cemü’l-Kebîr, Mektebetü’l-Ulûm-i ve’l-Hi-kem, Musul, 1404/1983.

_______ el-Mu’cemu’l-Evsat, Dâru’l-Harameyn, Kâhire, 1415/1995.

_______ el-Mu’cemu’s-Sağîr, el-Mektebü’l-İslâmî, Beyrut, 1405/1985.

_______ ed-Duâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1413/1992.

Taşköprüzâde, Ahmed Efendi, eş-Şakâiku’n-Nu’mâniyye fî Ulemâi'd-Devleti'l-Osmâniyye, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1395/1975.

Tayâlisî, Ebu Dâvud Süleyman b. Davud b. Cârud, Müsnedü’t-Tayâlisî, Dâru Hicr, Kâhire, 1419/1999.

Tirmizî, Ebû İsa b. Muhammed b. İsa b. Sevre es-Sülemî, Sünen-i Tirmizî, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, tsz.

Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul, 1995.

Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik ve Azim Dağıtım, İstanbul, tsz.

Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, thk. Şuayb el-Erneût – Muhammed Nuaym, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1413-1993.

_______ Târihu’l-İslam, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, 1407/1987.

Zerkânî Muhammed b. Abdülbâki, Şerhu’l-Allâme ez-Zerkânî alâ el-Mevâhibi’l-Ledünniyyeti bi’l-Minehı’l-Muhammediyye), Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, Lübnan, 1417/1996.