32
Prof. Dr. Yunus A. ÇENGEL Nevada Universitesi, ABD [email protected] ÖZGEÇMİŞ Profesör Yunus Çengel, University of Nevada, Reno/ABD’de Makina Mühendisliği Bölümü’nde 1984’den beri öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Lisans eğitimini 1977’de İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesinde ve doktorasını 1984 yılında ABD North Carolina State University”inin Makina Mühendisliği Bölümü’nde tamamlamıştır. Genel ilgi ve arastırma alanları jeotermal enerji, güneş enerjisi, suların arındırılması, enerji tasarrufu, ve mühendislik eğitimidir. Profesör Çengel, McGraw-Hill tarafından yayınlanan ve dünya’da yaygın olarak kul- lanılan ve birçok dillere çevrilen şu kitapların yazarıdır: Thermodynamics: An Engineering Approach (Mühendislik Yaklaşımıyla Termodinamik), Introduction to Thermodynamics and Heat Transfer (Termodinamik ve Isı Transferine Giriş), Heat Transfer: A Practical Approach (Isı Transferi : Pratik Bir Yaklaşım), “Fundamentals of Thermal-Fluid Sciences (Isıl-Akışkan Bilimlerin Temelleri)” ve “Fluid Mechanics: Fundamentals and Applications (Akışkanlar Mekaniği: Temeller ve Uygulamalar)”. Ayrıca Mühendislik Eğitimi, ABET 2000 kriterleri, ve yenilenebilir enerji konularında bir çok konferanslar vermiş ve makaleler yazmış- tır. Profesör Çengel, ABD Nevada Eyaletinde kayıtlı profesyonel mühendis olup, ASEE (American Society for Engineering Education - Amerikan Mühendislik Eğitimi Birliği) tarafından verilen “Seçkin Yazar Ödülü” nü, 1992 ve 2000 yıllarında almıştır.

Prof. Dr. Yunus A. ÇENGEL Nevada Universitesi, ABD yunus ...taslak.sdu.edu.tr/assets/uploads/sites/70/files/yunuscengel-22032012.pdf · (Akışkanlar Mekaniği: Temeller ve Uygulamalar)”

  • Upload
    others

  • View
    94

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Prof. Dr. Yunus A. ÇENGEL

Nevada Universitesi, ABD [email protected]

ÖZGEÇMİŞ

Profesör Yunus Çengel, University of Nevada, Reno/ABD’de Makina Mühendisliği Bölümü’nde 1984’den beri öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Lisans eğitimini 1977’de İstanbul Teknik Üniversitesi Makina Fakültesinde ve doktorasını 1984 yılında ABD North Carolina State University”inin Makina Mühendisliği Bölümü’nde tamamlamıştır. Genel ilgi ve arastırma alanları jeotermal enerji, güneş enerjisi, suların arındırılması, enerji tasarrufu, ve mühendislik eğitimidir.

Profesör Çengel, McGraw-Hill tarafından yayınlanan ve dünya’da yaygın olarak kul-lanılan ve birçok dillere çevrilen şu kitapların yazarıdır: Thermodynamics: An Engineering Approach (Mühendislik Yaklaşımıyla Termodinamik), Introduction to Thermodynamics and Heat Transfer (Termodinamik ve Isı Transferine Giriş), Heat Transfer: A Practical Approach (Isı Transferi : Pratik Bir Yaklaşım), “Fundamentals of Thermal-Fluid Sciences (Isıl-Akışkan Bilimlerin Temelleri)” ve “Fluid Mechanics: Fundamentals and Applications (Akışkanlar Mekaniği: Temeller ve Uygulamalar)”. Ayrıca Mühendislik Eğitimi, ABET 2000 kriterleri, ve yenilenebilir enerji konularında bir çok konferanslar vermiş ve makaleler yazmış-tır.

Profesör Çengel, ABD Nevada Eyaletinde kayıtlı profesyonel mühendis olup, ASEE (American Society for Engineering Education - Amerikan Mühendislik Eğitimi Birliği) tarafından verilen “Seçkin Yazar Ödülü” nü, 1992 ve 2000 yıllarında almıştır.

AB SÜRECİNDE EĞİTİMİN MODERN DÜNYA STANDARTLARINA

ÇIKARILMASI

Prof. Dr. Yunus A. ÇENGEL

Özet

Eğitim sisteminin her kademede evrensel değerlere ve bireysel beklenti-lere uyumlu ve ülkenin ihtiyaçlarına cevap vermeye odaklı bir hedefi olmalıdır. İçinden geçmekte olduğumuz AB süreci, gerçek hayattan kopuk ve değişime büyük etapta kapalı eğitim sistemimizi objektif olarak değerlendirmek ve mo-dern dünya standartlarına çıkarmak için mühim bir fırsat sunmaktadır. Bu fırsat, eğitimin gayesizlik, önyargı, ve hantallıktan çıkarılıp akıl ve bilimin hükmettiği rasyonel bir platforma oturtulması için iyi kullanılmalıdır.

Eğitim sistemimizin tüm problemleri sonunda “özürlü” demokrasiye ve “sınırlı” kişisel hak ve özgürlüklere, ve muasır medeniyet yerine modası geçmiş ezberlerin esas alınmasına dayanır. Türkiye’de eğitim kurumlarının gerçekten modern dünya standartlarına çıkması isteniyorsa, işe eğitime kaynak aktarmak-la değil eğitimin oturduğu zemini özürsüz demokrasi ve en geniş çapta kişisel hak ve özgürlüklerle donatmakla başlamak gerekir. Aşağıdaki noktalar dikkate alınmalıdır:

1. Eğitimde zamanın şartlarına uygun bir vizyon ve misyon geliştirilmeli ve hayata geçirilmelidir. Her aşamada ne yapıldığı, niçin yapıldığı, ne hedeflendiği, ve hedeflere ne ölçüde ulaşıldığı sorgulanmalıdır.

2. Devlet merkezli eğitim sisteminden birey merkezli bir sisteme geçil-meli, ve bireye hizmet esas olmalıdır. Bilgi çağında en büyük zengin-lik olan beyin gücü ancak böyle gelişir.

3. İnsana güven esas alınmalı, ve devlet artık herşeyi sıkı bir control al-tında tutma saplantısını bırakmalıdır. Demokratik bir sultanlık olan merkezi yönetim terkedilmeli, ve eğitimde yetki ve sorumluluklar mo-dern demokrasilerde olduğu gibi yerel birimlere aktarılmalıdır.

4. Türkiye’de hala yasakçılık esas serbestiyet istisnadır, ve bu durum artık tersine çevrilmelidir. Yasakçılığın esas olduğu ortamlarda zihin-ler, hayaller, ve yaratıcılık az gelişmiş kalmaya mahkumdur.

5. Geçmişe odaklanmayı bırakıp yüzler geleceğe çevrilmeli, ve Bismark’ın “Gerçek politikacı geçmiş olayların hınç ve intikamını alan

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

196

kişi değil, bu olayların tekerrürüne engel olan kişidir” sözü yaşamın bir parçası haline getirilmelidir.

6. Modası geçmiş ezberler bırakılıp, akıl ve bilim rehber alınmalıdır. “Hakiki mürşit ilimdir” sözü duvarlara değil akıllara işlenmeli ve uygu-lamaya geçirilmelidir.

7. Ne kadar aykırı olursa olsun fikirleri düşman ilan etmeyi bırakıp F. Voltair’in “Söylediğin şeyi tasvip etmiyorum, ancak onu söyleme hak-kını ölesiye müdafaa edeceğim” sözünde ifadesini bulan gerçek fikir özgürlüğü tesis edilmelidir. Düşünce özgürlüğü olmayan yerde eğitim de yoktur.

8. Okullar genç beyinleri formatlama ve bilgi yükleme merkezleri olmak-tan çıkarılıp eski ABD başkanı T. Roosevelt’in “Eğer insanı, sadece akıl yönünden eğitiyor ahlak yönünden eğitmiyorsanız, toplumun ba-şına yalnızca bir bela yetiştiriyorsunuz demektir” sözüyle ifade ettiği gibi etik ve insanî değerlerin etkin olarak verildiği kurumlar haline geti-rilmelidir.

9. İnsan fıtratına aykırı olan ve birlik, kuvvet, ve huzur yerine bölünmüş-lük, zayıflık, ve kavganın kaynağı olan tek tipçi ve tek doğrulu yakla-şım terkedilmeli, ve bu hürriyetler çağında birlik, kuvvet, ve huzurun teminatı olan gerçek demokrasi ve kişisel ve kitlesel hak ve hürriyet-ler esas alınmalıdır.

10. Tek tipçiliğin kalıplaşmış şekli olan resmî ideolojilerin ve değişmez doğruların zamanı geçmiştir, ve geçeli yarım asır olmuştur. Artık ideo-lojiler ve doğrular bireyselleşmiştir, ve devletlere değil bireylere aittir. Ideolojik dayatmalar beyinlere konan ambargolardır, ve sonucu dü-şünce özürlü ve müstemleke mentalitesinde özgüvenden yoksun bi-reyler yetiştirmektir.

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

197

Giriş

Dünya başdöndürücü bir hızla değişiyor. Bu değişimin motoru hiç kuşku-suz bilim ve teknolojidir. Bilim ve teknolojiye hakim olanlar refah, kuvvet, ve itibara sahip olmaktadırlar. Bismarck’in dediği gibi “Okullara sahip olan ülke, geleceğe de sahiptir.” Bugünün değil de dünün ihtiyaçlarına göre eğitilmiş olmak bir bakıma eğitimsiz olmaktır, ve diplomalı eğitimsizler yetiştirmek bir eğitim sisteminin gayesi olamaz. Eğitim sisteminin her kademede (okul öncesi, ilk, lise, üniversite) evrensel değerlere ve bireysel beklentilere uyumlu ve ülke-nin ihtiyaçlarına cevap vermeye odaklı bir hedefi olmalıdır. İçinden geçmekte olduğumuz AB süreci, gerçek hayattan kopuk ve değişime büyük etapta kapalı eğitim sistemimizi objektif olarak değerlendirmek ve modern dünya standartla-rına çıkarmak için mühim bir fırsat sunmaktadır. Bu fırsat, eğitimin gayesizlik, önyargı, ve hantallıktan çıkarılıp akıl ve bilimin hükmettiği rasyonel bir platfor-ma oturtulması için iyi kullanılmalıdır. İşe ne yaptığımızı, niçin yaptığımızı, neyi hedeflediğimizi sorguluyarak, yani tek tek karelerle uğraşırken tüm resmi hiçbir zaman gözardı etmeyerek başlamak lazımdır.

Modern dünyada eğitim sisteminin mühim bir özelliği dinamik, esnek, ve değişime açık olması, ve hızla değişebilmesidir. Hızla değişen dünyamızda ihtiyaca cevap verebilmek için bunun zaten böyle olması gerekir. Bu da ancak eğitimin hantal ve duyarsız merkeziyetçi yapıdan kurtulup büyük ölçüde yerel-leşmesi ile mümkündür. Çağımızda insanları ve ülkeleri iki guruba ayırmak mümkündür: Bu değişim trenine binip öncüluk eden ve değişime ayak uyduran-lar, ve bu değişim fırtınasını henüz idrak edemeyip kenarda şaşkınlıkla olayları seyredenler ve korku içinde savunma pozisyonu almaya çalışanlar. Neticede çağı yakalıyanlarla kaçıranlar arasındaki mesafe gittikçe büyümekte, ve arala-rındaki uçurum derinleşmektedir.

Eğitim kurumları sadece öğretim yani bilgilendirme değil aynı zamanda da eğitim yani davranışları değiştirme, kişisel gelişim, ve beceri kazandırma kurumlarıdır. Einstein’in ifade ettiği gibi “Eğitim, kişi okulda öğrenilen herşeyi unuttuğu zaman kalan şeydir.” Whitehead, eğitimin beceri boyutuna dikkatleri çeker: “Eğitim bilgiyi kullanma sanatını tahsil etmekdir.” Aristotle, eğitimin neticelerini ön plana çıkarır: “Eğitimin kökleri acı, ama meyveleri tatlıdır. Eğitim, yaşlılık için en iyi tedariktir.” Eğitimli kişiler yerlerinden kımıldıyamıyacak hale bile gelseler, hayal hissinin de yardımıyla durdukları yerde muazzam ilim alemlerinde gezerler, ve nezih bir haz alırlar. Eğitime sa-dece daha yüksek maaş alabilmek için bir araç olarak bakanlar veya mali du-rumu iyi olduğu için üniversiteye gitmeye gerek görmeyenlerin bu mesajı iyi algılaması lazımdır. Mevlâna, bakış açısı kazandırılmasının önemine vurgu yapar: “Sen bakmasını bil de dikende gül gör! Dikensiz gülü herkes görür.” Kişi tahsil hayatı boyunca saadet kaynağı olan bu veciz ifadeyi özümsüyebilse ve dikene bakınca gülü görebilmeyi hayatının parçası haline getirebilse, bu bile tek başına azımsanmıyacak bir kazanımdır. Neticede eğitim, genç dimağ ham-maddesine katma değer ilave etme sanatıdır.

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

198

Vizyon ve Misyon

Dünyada aklı başında hiçbir kişi veya kuruluş sebepsiz yere bir şey yapmaz, ve karşılığında ne alacağını bilmeden ve hesabını yapmadan para yatırmaz. Bir kaç kişi istihdam eden bir firma dahi belli bir gaye için kurulur, ve belli hedefleri vardır. Firmanın tüm birimleri ve çalışanları, tek bir vücudun aza-ları ve hücreleri gibi üzerlerine düşen görevleri heyecanla yerine getirirler, ve sundukları mal veya hizmetin en yüksek kalitede olmasına özen gösterirler. Müşteri memnuniyetini esas alıp, değişen piyasa şartlarını yakından takip ve adapte ederler. Harcanan her kuruşun muhasebesi yapılır, ve hedeflere ne derece yaklaşıldığı düzenli olarak control edilir.

Küçük bir firma için durum böyle iken, yüzbinlerce kişiyi istihdam eden ve milletin milyarlarca lirasını harcıyan bir kuruluşun işinde gayesiz ve hesapsız olması, kaliteye kayıtsız ve piyasaya ve değişen dünya şartlarına duyarsız kalması düşünülemez. Ama Türkiye, belki de fazla düşünmediğimizden olacak, “düşünülemez”lerin düşünülmeden rahatça yapılabildiği ülkelerden biri. O yüz-den de dünya gelişmişlik sıralamalarında mahçup edici yerlerden bir türlü kurtulamıyor. Umid edilir ki AB sürecinde Türkiye’nin tüm kurumlarında eskiden kalma alışkanlıklar bırakılıp akıl ve bilim ışığında yeni bir yapılanmaya gidilir.

Modern dünyada resmi veya özel her kuruluşun yaptığı ilk şey, vizyon ve misyon’unu belirlemesi, yani “gelecekte ne olmayı amaçladığını” ve “bu amaç doğrultusunda neyi nasıl yapacağını” genel ifadelerle tayin etmesidir. Misyon ifadesi bazen vizyonu da içine alır. Ciddi tüm firma ve kuruluşlar, özel ve resmî eğitim kurumları dahil, vizyon ve misyonlarını ilan ederler. Tüm çalı-şanların da bu genel tabloyu benimsemiş olmasına özen gösterilir. Vizyon, tüm çalışanların önlerini görmesini sağlıyan bir ışıktır. Vizyon, insanları kendine çekip aynı istikamete yönlendiren bir manyetik kuvvet gibidir. Kutupları uyum-suz mıknatısların birbirini ittiği gibi, vizyon da kendisiyle uyumsuz kişileri dışarı iter, ve uyumlu bireylerden kuvvetli takımlar oluşmasını sağlar. Bir kuruluşun alt birimlerinin misyonu kuruluşun, ve kuruluşun misyonu da bir üst kuruluşun mis-yonunu destekler mahiyette olmalıdır.

Elbette vizyon ve misyon ifadeleri, “bizim de var” demek için veya bir fomaliteyi yerine getirmek için hazırlanmaz. Başkalarına göstermek için yazdırı-lıp dosyalanmış ve hayata geçirilmemis vizyon ve misyon ifadelerinin hiçbir önemi yoktur – en harika ifadeleri içerseler bile. Çünkü kağıt üzerindeki ifadeler bir iş yapmaz; işi insanlar yapar. Demek kurumun vizyon ve misyonunun haya-ta geçirilebilmesi için çalışanların bu ifadeleri benimsemesi. mânâlarını özüm-semesi, ve onları yaşaması lazımdır. Bu da çalışanların kurumsal vizyon ve misyon ruhuyla ruhlanmalarını ve bir takım ruhuyla çok cesetli bir ruh gibi ça-lışmalarını gerektirir. Aksi taktirde alt birimler ve hatta bireyler kendi kısır ajendalarını misyon edinirler, birbirlerinden ve dünyadan koparlar, ve gayesizlik içinde koşuştutup dururlar. Güçlü bir devletten ziyade birbirleriyle didişen dere-beylikleri andıran böyle bir ortamda, tüm kaynak ve kabiliyetler israf olur, gele-ceğe bakış karamsarlaşır, ve hayat söner.

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

199

Başta ABD olmak üzere modern dünya ile Türkiye eğitim sistemleri ara-sındaki en temel fark, vizyon ve misyon yoksunluğudur. Yani neyi niçin yaptı-ğımızı bilmeyişimiz, ve bunu yeterince sorgulamamamızdır. Zaten Türkiye’de yıllardır şikayet edip durduğumuz ve değiştirmeye çalıştığımız “ezberci” siste-min aslında özü budur, yani neyi ne için öğrendiğini, bilgilerin nerede ne işe yarayacağını bilmemektir. Yoksa güzel bilgileri kalıcı bir şekilde hafızaya yer-leştirmek gayet güzeldir. Güzel olmayan, bilgileri ruhsuz bir şekilde sınavlarda kullanılmak üzere hafızaya depolamaktır.

Bizde eğitim sistemi genel olarak hâlâ körü körüne ezberciliğe ve bilgi yüklemeye yani öğrenciyi robotlaştırmaya dayalı iken, ABD’de system düşün-meye, sorgulamaya, öğrencinin hayal gücünü ve yaratıcılığını teşvik edip geliş-tirmeye, ve çok öğrenmekten ziyade öğrenilen bilgileri kullanıp özdeştirmeye dayanır. ABD’de çok şey ezberleyip bilgisi ile ne yapacağını bilmeyen kişiye değil, az da olsa bilgisi ile ne yapılabileceğini bilen “düşünen”, “sorgulayan”, ve “hayal eden” kişilere değer verilir. Çünkü bilgisayarlar da bilgi yüklü, ama onla-rın bile ancak “düşünen” kişilerin elinde bir değeri var. Bir eğitim sisteminin misyonu genç ve heyacanlı dimağların heyecanını söndürüp onları köhne bilgi depolarına çevirmek, kalıplaşmış sınavlarla kalıplaşmış bilgileri ölçmek, ve sınav geçme konusunda yeterince “uzman” olmuş kişilerin eline de bol imzalı bir “aferim” kağıdı vermek olamaz. Önümüzdeki eğitim yılından itibaren ezberci eğitim terk ediliyor, ve okullarımızda daha çağdaş bir eğitime geçiliyor. Değişim için iradenin ortaya konmuş olması gayet ümit verici. Umarız öğretmenler de bu yeni yaklaşıma uyum sağlarlar, ve ezberci eğitim maziye gömülür.

Misyonların Hayata Geçirilmesi

Bir kurumun güzel bir vizyon ve iddialı bir misyon oluşturmuş olması tek başına birşey ifade etmez. Bunların hayata geçirilmesi lazımdır. Bu da planla-mayı, ara hedeflerin konmasını, periyodik değerlendirmeleri, ve objektif ölçüm-ler yapılmasını gerektirir. Bu tür rasyonel yaklaşımlar Türkiye’de pek yaygın değildir, ama AB sürecinde bunların tüm kurumlarda rutin hale gelmesi lazım-dır. Plan ve hedefler, kurumla beraber kurumun alt birimleri için de belirlenmeli, ve periyodik olarak değerlendirilmelidir. Milletin harcanan her kuruşunun hesabı verilmeli, ve öğrencinin okulda geçirdiği her saatinin karşılığı gösterilmelidir.

Her öğretmen verdiği ders ile işe başlıyabilir. Daha dersin başında o dersteki misyon açıkça ve yazılı olarak belirtilmeli, ve şu sorulara cevap veril-melidir: Bu ders müfredata niye konmuştur? Diğer derslerle ilişkisi nedir, ve hangi boşluğu doldurmakadır? Öğrenci bu dersi tatamlayınca hangi yeni bilgi ve becerileri kazanacaktır? Bu, hangi yaklaşımlarla yapılacaktır? Ders, öğren-cinin kritik düşünme, yaratıcılığını geliştirme, iletişim, takım çalışması, etik dav-ranış, bireysel gelişim vs becerilerine nasıl katkıda bulunacaktır? Dersin hede-fine ne miktarda ulaştığı nasıl ölçülecektir?

Benzer sorular her sınıf için, tüm ilkögretim ve de orta ögretim için, üni-versiteler için, ve üniversitedeki her fakülte ve bölüm için sorulmalıdır. Mesela

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

200

üniversitelerin temel misyonu ögrencileri değişik sahalarda eğitmek, entellektüel bir birikim sağlamak, bilimi geliştirmek, ve uzmanlık kaynağı olarak topluma hizmet vermektir. Üniversiteler, temel ve uygulamalı araştırmaları ve piyasayla yakın işbirliği yapmasıyla ülkelerin ekonomik gelişiminde ve refah seviyesinin yükselmesinde merkezî bir rol oynarlar. Her üniversitenin her bölü-mü en azından, mezunlarının ne kadarının iş bulduğunu, ve bu işlerin aldıkları eğitim ile ne kadar alakalı olduğunu belgelemelidir. Ayrıca kendi mezunları ve işverenlerle temas içinde olup, alınan geridönüşüm bilgileriyle programını geliş-tirmelidir. Yani bir kurum halkın parasıyla ne yaptığını hem kendisi görmeli, hem de hizmet verdiğini iddia ettiği kesimlere gösterebilmelidir ki halk dev büt-çeli bu kuruluşlara harcanan paraların kendisine hizmet olarak geri geldiğini görsün, ve onları desteklemeye devam etsin.

Misyonsuzluk Örneği: Lise Eğitimi

Eğitim sistemimizdeki misyonsuzluğa örnek olarak lise eğitimimize bak-mak yeterlidir. Resmî belgelerde bu misyon kulağa hoş gelen yaldızlı ama içi boş laflarla ifade edilmiş olabilir. Ancak görünüşe bakılırsa Türkiye’de lise eği-timinin tek bir gayesi var, o da öğrencileri ÖSS’ye hazırlamak. Yani belirlenen konularda en kısa zamanda en fazla soruyu en kestirme yollardan çözme be-cerisini kazanmak. Gerçekten de öğrencilerimiz testlere girip geçme konusun-da gayet beceri sahibi. İyi de bu becerinin kime ne faydası var? Hangi işveren bir kişiye bu becerisinden dolayı iş verir, veya hangi lise mezunu bu becerisine dayanarak bir iş yeri açar? İlk ve lise öğretiminde öğrencilere gerçek dünyada kendilerini “yararlı” kılacak hangi beceriler veriliyor? Her lise mezunu üniversi-teye girebiliyor olsaydı, bunu yine anlayışla karşılamak mümkündü. Ama her yıl üniversite sınavlarında 5 öğrenciden 4’ü yani yüzde 80’ı yerleştirilemedikleri için başarısız sayılıyor, ve bu ezici çoğunluk 18 yılını ve kendine güvenini kay-betmiş olarak ve pazarlanabilir bir becerisi olmadan hayat mücadelesine terkediliyor. Tablo bu kadar vahim olduğu halde yıllardır neden bir şey yapıl-madığını anlamak mümkün değil.

Hangi aklı başında bir sanayici ürünlerinin yüzde 80’ının ıskartaya çıka-rılmasına ve atılmasına seyirci kalabilir, ve herşey yolundaymış gibi davranabi-lir? Eğer liselerin gayesi gerçekten öğrencileri üniversite sınavına hazırlamak ise, bu işi dershaneler çok daha iyi yapıyorlar. O zaman gayesi öğrencilerini üniversiteye yerleştirmek olan ama bunu bile beceremiyen liselere ne gerek var? Boğaziçi Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Üstün Ergüder’in dediği gibi “Bizde lise eğitimi yok” (Sabah Gazetesi, 12 Haziran 2005). Hatta lise engeli yüzünden yeterince dershaneye gidemeyen birçok öğrenci, mezuniyet sonrası ilk yılı “dershane yılı” olarak görmekte, mali külfetine katlanıp üniversiteye ha-zırlanmaktadır. Üniversiteye giden yolun sahte rapor alıp liselerden kaçmakta olduğuna bakılırsa, liseler üniversiteye girişe destek değil köstek olan kuruluş-lar haline gelmişlerdir. Bu tür düzme raporlarla da öğrenciden doktora kadar her kesim sahtekarlığa alıştırılıyor, ve sahtekarlık meşruiyet kazanıp bir hayat tarzı olarak kurumsallaşıyor.

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

201

Durum böyle iken 3 yıl olan liseler de 4 yıla çıkarıldı, ve mezunların ger-çek hayata atılması bir yıl ertelendi. Aslında yapılması gereken tam tersi bir uygulamayla 4 yıllık liseleri 3 yıla indirmek, ve yüzde 80’ı üniversite kapıların-dan geri çevrilecek olan öğrencilerin çok geç kalmadan toplum içinde yaşama becerileri kazanmasını saglamaktı. Devlet de tasarruf ettiği para ile bilgisayar, daktilo, vs kursları açar (veya mevcut kursları destekler), ve gençleri gerçek hayata hazırlardı.

Bazılarına “uçuk” gibi görünen bu fikirler, ABD’de pratikte yaygın olarak uygulanır. ABD’de lise mezunlarının yaklaşık üçte biri üniversite veya yüksek okula gitmek yerine (ABD’de isteyen her lise mezunu üniversiteye gidebilir) kendi tercihleriyle okul içi ve dışında kazandıkları beceriler ile işe girmekte ve yaşamlarını sağlıyabilmektedir. Ve halka meslek kazandırma kursu açanlara devlet mali destek sağlamakta, ve öğrencilere de – yaşları ne olursa olsun – burs vermektedir. Böylece eğitim yaygınlaşmakta ve değişen şartlara göre de-vamlı güncellenmektedir. Biz izinsiz kurs açanlara verilecek cezayı tartışa dura-lım, ABD’de özel sector eğitimin her kademesinde önemli bir yer tutar, ve ihti-yaç olan hizmeti yerinde sunarak devletin yükünü hafifletir. Bu özel kursların denetimini de halk yapar – beğenmediği kurslara gitmiyerek veya gitmişse kay-dını sildirerek boş kalan kursun kapısına kilit vurdurur.

Lise Eğitimine Demokrasi Tabanlı Bir Yaklaşım

Demokratik yaklaşım, kararlarda çoğunluğun esas alınmasını, ancak a-zınlığın da haklarının teminat altına alınmasını gerektirir. Her 5 lise mezunun-dan 4’ünün üniversiteye giremiyeceği dikkate alınırsa, bu yaklaşım lise eğiti-minde üniversiteyi kazanamıyacak olanların esas alınmasını, ancak kazanacak olanların da madur edilmemesini gerektirir. Yani lise eğitiminin esas gayesi, üniversiteye giremiyecek olan %80 oranındaki büyük öğrenci kitlesini gerçek hayata hazırlamak, ve onları mezuniyetten sonra topluma katkı yapacak ve iş hayatında fonksiyonel kılacak becerileri kazandırmak olmalıdır. Aksi taktirde ne kadar reform yapılırsa yapılsın lise eğitimi gayesiz, ruhsuz, ve heyecansız ol-maya ve gençleri gerçek hayattan soyutlamaya devam edecektir. Sonunda iş dünyası kalifiye işgücü sıkıntısı çekerken lise mezunları da iş yokluğundan yakınacaklardır. Geçerli bir becerisi olmadan işe alınanlar ise verimsiz çalışa-cak, ve işletmenin kârlılığını düşüreceklerdir. Beceri sahibi bir kişinin yapabile-ceği bir işe birden fazla eleman almak zorunda kalan işveren de maliyetleri kontrol altında tutabilmek için çalışanların ücretlerini düşük tutmak zorunda kalacaktır. Modern ülkelerde bile 4 yıllık bir üniversiteyi bitirme oranının %30 cıvarında olduğu dikkate alınırsa (bu oran ABD’de %34, AB ülkelerinde %27, ve Türkiye’de %9’dur), gençlerin en değerli yıllarını mekanikleşerek üniversite-ye hazırlıkla geçirmenin akıl dışılığı ve lise çağında geçerli beceriler kazandır-manın önemi daha da açık görülür.

Lisede pazarlanabilir ve gerçek hayata dönük beceriler kazanan öğrenci-ler derslerine daha büyük bir ilgiyle yaklaşacak, ve hatta bir kısmı ABD’de ol-

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

202

duğu gibi daha lisedeyken çalışıp gelir elde edebilecektir. Beceri ve özgüven kazanan öğrencilerin üniversiteye girme dışında da seçenekleri olacak, ve üni-versite kapılarındaki yığılma azalacaktır. Bu yaklaşımda geniş tabanlı bir muta-bakat sağlanırsa, sıra lise mezunu bir gencin sahip olması arzu edilen becerile-rin belirlenmesine gelir. Bu da iş dünyası, toplum kuruluşları, ve eğitimcilerin birlikte çalışmasıyla mutabakat sağlanarak halledilebilir. Böyle bir yaklaşım, lise mezunlarına gerçek hayat becerileri kazandırmakla kalmayacak, aynı zamanda iş dünyası ve aileleri eğitimde partner ve faal oyuncu konumuna getirecektir. Bu birliktelikten en büyük faydayı da merkezî rol oynayan liseler göreceklerdir. Aşağıda bunun nasıl sağlanabileceğine dair örnekler sunulmuştur.

Liselerde Misyon, Mezunları Gerçek Hayata Hazırlamak Olmalı

Liselerde ciddiye alınacak dersleri ve dolayesi ile “gerçek” müfredatı MEB’in değil ÖSYM’nin belirlediğine bakılırsa, işe bu iki kurumu tek bir yönetim altına almakla başlamak lazımdır. Yoksa davul birinde tokmak başkasında gibi bir manzara ortaya çıkar. Aklı başında hiçbir kişi MEB’in ÖSYM’ye katılmasını teklif edemiyeceğine göre, yapılması gereken ilk iş ÖSYM’nin MEB bünyesine alınması, ve iki başlılığın sona erdirilmesidir. Üniversiteye giriş üniversiteleri yakından ilgilendirir ve o yüzden ÖSYM, YÖK bünyesinde kalmalıdır diye itiraz edenlere şunu hatırlatırız ki lise müfredatı da üniversiteleri yakından ilgilendirir, ama hiç kimse lise müfredatının MEB yerine ÖSYM tarafından belirlenmesini teklif etmez. Zaten edecek olsa bu MEB ve YÖK’ün tek çatı altında birleşmesini gündeme getirir, ve bu birleşik kurumun adı da herhalde YÖK değil MEB ola-caktır.

ÖSYM’nin MEB bünyesine alınmasından veya en azından bu iki kurum arasında yakın bir koordinasyon sağlanmasından sonra yapılacak ilk iş, geniş katılımlı istişarelerle bir lise mezununun sahip olması gereken bilgi ve becerile-rin belirlenmesi, ve lise müfredatı ve ÖSS’nin bu bilgi ve becerileri kazandırma ve ölçmeye yönelik olarak tekrar formüle edilmesidir. Burada dikkat edilmesi gereken şey, ÖSS’nin müfredatı desteklemesi ve bir kopukluğa meydan veril-memesidir.

Mevcut müfredatta öğrenciye genel bir kültürel altyapı oluşturmaya yöne-lik Türkçe, Matematik, Fen Bilgisi, ve Sosyal Bilimler gibi temel dersler (tabi ki çok daha modernleştirilmiş ve ezbercilikten arındırılmış olarak) müfredatın ve ÖSS’nin omurgası olarak kalmaya devam edebilir. Ama ÖSS’de bu klasik ko-nulardan sorulan sorular ÖSS puanının üçte ikisini aşmamalıdır. Liseleri engelli üniversiteye hazırlık kursu görüntüsünden çıkarmak ve öğrencilere gerçek ha-yat becerileri kazanmaya teşvik etmek için ÖSS puanının en az üçte biri şu alanlardan gelmelidir:

1. Bilgisayar Becerisi: Günümüzde bilgisayar eğitiminin yeri ve önemi hakkında çok şey söylemeye gerek yoktur. MEB’nın ciddî gayretleri ile bugün

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

203

neredeyse tüm liseler bilgisayar donanımlı ve internet bağlantılıdır, ve öğrenci-lere uygulamalı bilgisayar dersleri verilmektedir. Ancak bu derslerin yeterince ciddiye alındığı söylenemez. ÖSS’de soruların belli bir oranının Internet, Windows, WORD, ve Excel kullanımı gibi temel becerileri ölçmesi, teknoloji kullanımının gereken ilgiyi görmesini sağlayacak, ve hatta üniversite hazırlık kurslarının bile bilgisayar eğitimi sunmasını sağlayacaktır.

2. Hızlı Daktilo Becerisi: Bugün lise çağında olan gençler, gelecekte zamanlarının önemli bir kısmını bilgisayar başında epostadan dilekçe yazma-ya, form doldurmaktan rapor hazırlamaya kadar çok şeyi klavye kullanarak yapacaklar, ve hızlı daktilo becerisi olmayan kişiler geleceğin bilgi tabanlı eko-nomisinde adeta “özürlü” olacaklardır. O yüzden günümüzde hızlı daktilo bece-risine sahip olmak, okur-yazar olma kadar önemli hale gelmiştir, ve bu beceri öğrencilere okullardaki mevcut bilgisayarlarda daktilo programları kullanarak kolaylıkla kazandırabilir. Dakikada yazılan kelime sayısı ile ölçülen bu beceri de kolaylıkla ölçülebilir, ve ÖSS puanının belli bir kısmı daktilo sınav sonucuna dayandırılabilir. Bu puandan mahrum kalmak istemeyen ve hatta ÖSS puanının bir kısmını garantiye almak isteyen öğrenciler daktiloyu şevkle öğrenecek, ve hızlı yazma becerilerinden dolayı ödevlerini de bilgisayarda yapmaya başlıyacaklardır.

3. Genel Sağlık Bilgileri: Türkiye’de genel sağlık konularında ve ilaç kullanımında korkutucu boyutta bir cehalet vardır, ve lise ve hatta üniversite mezunları bundan istisna değildir. Liselerde gıdaların besin değerinden yaygın olarak kullanılan ilaçların yan etkilerine, koruyucu tıptan sıkça görülen hastalık-ların belirtilerine, sigaranın zararlarından yüksek tansiyona kadar bir çok konu-da temel bilgiler verilebilir. Sadece antibiyotiklerin bilinçsizce kullanımının ön-lenmesi biel büyük bir kazanım olacaktır. ÖSS’de soruların belli bir oranının genel sağlık bilgilerini ölçmesi, öğretmen ve öğrencilerin bu konulara ciddi ola-rak eğilmesini sağlayacak, ve genç yaşta doğru bilgi ile techiz edilen öğrenciler hem ailelerini eğitecek, hem sağlık kuruluşlarıyla daha bilinçli bir iletişım kurabi-lecek, ve hem de ömürlerini daha sağlıklı olarak geçireceklerdir.

4. Genel Trafik Bilgisi: Türkiye’de motorlu araç kullananların sayısı ile beraber trafik kazaları da hızla artmaktadır, ve yetersiz trafik eğitimi bundan kısmen sorumludur. Okullarda verilen trafik bilgisi ciddiye alınmamaktadır, ve sürücü adayları bu eksikliklerini trafik kurslarında gidermeye çalışmaktadırlar. ÖSS’de soruların bir kısmının trafik bilgisini ölçmesi, okullarda trafik eğitiminin ciddiye alınmasını ve trafik konusunda bilinçli bireylerin yetişmesini sağlıyacaktır. Hatta ÖSS’nin trafik kısmından belli bir puanı aşan adaylar ehli-yet için zorunlu Trafik kurslarından muaf tutulabilir, ve böylelikle kurslar için sarfedilen kaynaklardan ciddi tasarruf sağlanabilir.

5. Genel Kültür ve Dünya Olayları: Lise ve hatta üniversite öğrencileri-nin ülke ve dünya gündeminden habersizliği, ve dünyada olup bitenleri algılıyabilme ve olayları objektif olarak irdeliyebilme becerisinden yoksunluğu hayret vericidir. Hızla değişen dünyamızda bireylerin adeta cam bir fanus için-

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

204

de kalarak yaşamlarını devam ettirebilmeleri mümkün değildir. Öğrenciler genç yaşta kitap, dergi, ve gazete okumaya teşvik edilmeli, ve gerçekçi kararlar ve-rebilmeleri için kendilerini dışarıda nasıl bir dünyanın beklediğini bilmelidir. ÖSS sorularının bir kısmının geleceği etkiliyebilecek önemde güncel konular-dan olması (magazin, spor, ve kısır siyasi çekişme türü şeyler hariç), öğrencile-ri dünya vatandaşlığına hazırlıyacak, ve geniş bir perspektif oluşturmalarına ve çevrelerini daha bilinçli olarak algılamalarına ve değişen şartlara uyum sağla-malarına yardımcı olacaktır.

6. Sanat, Spor, ve Ders Dışı Faaliyetler: Liselerin ÖSS’ye odaklı olması liseleri adeta test merkezlerine çevirmiş, ve ÖSS kapsamı dışındaki ders ve faaliyetler adeta yok olmaya yüz tutmuştur. Halbuki sağlıklı bir eğitim öğrencile-rin çok yönlü olarak gelişmelerine imkan veren bir eğitimdir, ve okullar öğrenci-leri robotlaşmaya itmemelidir. Bu da ders dışı faaliyetlerle sağlanır. Öğrencile-rin şevkle sportif faaliyetlere katılmasını, bir müzik aleti çalmasını, tiyatrolarda rol almasını, okulu değişik etkinliklerde temsil etmesini sağlamanın yolu, ÖSS puanının bir kısmının bu tür faaliyetlere katılmaya bağlanmasından geçer. Bu puan her öğrencinin ders dışı faaliyetlerinin detaylı bir dökümüne dayalı olarak okullarca belirlenip ÖSS’ye gönderilebilir. Mevcut sistemde ÖSS puanının yaklaşik dörtte birinin öğrencinin lisedeki başarısından geldiği dikkate alınırsa, ÖSS puanına bu tür ilaveler bir zorluk oluşturmaz.

7. Güzel Yazma: Liselerdeki Güzel Konuşma ve Yazma dersleri ÖSS’de bir karşılık bulamadığı için genellikle ciddiye alınmamakta, ve öğrenciler imla kurallarını ve hatta düzgün bir dilekçe yazmasını bile öğrenmeden liseden me-zun olmaktadırlar. Halbuki güzel yazma, güzel düşünmenin bir sonucudur, ve öğrenciler düşüncelerini etkin bir şekilde ifade etmeyi öğrenmeden liseden ay-rılmaktadırlar. Güzel yazma derslerine işlevlik kazandırmanın yolu, ÖSS pua-nının bir kısmının imla kurallarının kullanımına ve verilen bir konuda bir yazı yazmaya bağlanmasından geçer. Bu tür sınavlar ÖSYM tarafından ÖSS’nin bir parçası olarak verilebileceği gibi, il bazında Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından da verilip bağımsız bir kurul tarafından değerlendirilebilir ve öğrenci puanları ÖSYM’ye bildirilebilir. Veya öğrencinin lise öğretimi boyunca Güzel Konuşma ve Yazma derslerinden aldığı notların ortalaması bu amaçla kullanılabilir. Bu fikri biraz uçuk ve uygulanamaz bulanlara şunu hatırlatmak gerekir ki ÖSS’nin ABD’deki karşılıği olan SAT (Scholastic Assessment Test) sınavında 25 daki-kada verilen bir konu ile ilgili bir kompozisyon yazmak bu sınavın değişmez bir parçasıdır. Her kompozisyon uzman iki kişi tarafından okunup değerlendirilir.

8. Yabancı Dil: Liselerimizde yabancı dil eğitimi, tam bir trajedidir. Dün-yada herhalde yabancı dil öğretmeye bizim kadar çok zaman ve kaynak ayırıp bizim kadar az öğrenen başka bir ülke yoktur. Bunun da sebebi yine eğitimin ruhsuz ve gayesiz olması, neyin ne için yapıldığının bilinmemesidir. Modern dünya yabancı dili müfredatlarına haftada birkaç saat koyarak öğretirken, biz Anadolu liselerinde bir seneyi yabancı dil eğitimine ayırdığımız halde bunu başaramıyoruz. Belki yine bunun da sebebi yabancı dil bilgisinin birkaç bölüm dışında üniversiteye girişte bir faydası olmamasıdır. Bu problemi çözmenin ve

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

205

yabancı dil eğitimine bir ciddiyet getirmenin yolu yine ÖSS’de soruların belli bir oranının yabancı dil üzerine olmasıdır. Böylelikle üniversite adayları, yabancı dili ÖSS’ye hazırlanmanın bir parçası olarak öğrenme gayreti içinde olacaklar-dır.

Tabi ki bu liste uzatılıp kısaltılabilir, ve ihtiyaca göre değiştirilebilir. Ancak şu hiçbir zaman unutulmamalıdır ki liselerin amacı, öğrencileri üniversite ile beraber gerçek hayata adım atmaya hazırlamak, ve mezunlarını sosyal hayatta ve iş hayatında gerekli temel becerilerle donatmaktır. Böylelikle lise eğitimi bir anlam kazanacak, ve liseler ÖSS ile beraber gerçek hayat konularının da ko-nuşulduğu modern ve hayat dolu çağdaş kurumlar haline gelecektir. Güney Kore, 1995 yılından beri eğitim reformunun bir parçası olarak üniversiteye giriş sisteminde kademeli olarak köklü değişiklikler yapmıs, ve 2002 yılında burada anlatılana paralel bir sistemi uygulamaya koyarak liselerin aslî görevlerine dönmelerini ve öğrencilerin çok yönlü gelişimine anlamlı bir katkı yapmalarını sağlamıştır.

Böyle bir sistemde üniversiteyi kazanamamak hüsranlı bir bitiş değil, gerçek hayata yeterince donanımlı ve özgüvenli olarak hızlı bir başlangıç ola-caktır. Neticede müşterisi iyice azalan birçok üniversite hazırlık kursu, standart-larını iş dünyası ile istişare ederek devletin belirlediği ve maddi destek verdiği meslek eğitim kurslarına dönüşecek, ve birçok lise mezunu bir yılını dershane-lerde ezberlerini pekiştirme yerine, düşük bir ücretle veya burslu olarak ilgi duydukları bir mesleğin esaslarını ve inceliklerini öğreneceklerdir. Liselerdeki özgürlükçü ortamda fikren, ruhen, ve anlayışça gelişen bireyler, daha anlamlı, daha verimli, ve daha tatmin edici bir hayat yaşıyacaktır. Bu da genel refah ve kültür seviyesini yükseltecek, ve Türkiye’yi AB standartlarında (hatta ötesinde) saygın bir ülke haline getirecektir. Ve 10 sene sonra AB kapılarını serbest do-laşıma açtığında, hayretle kapıya Türkiye tarafından kimsenin gelmediğini gö-recektir. Açıkça görülüyor ki ÖSS, dikkatlı çalışmalar ve geniş katılımlı istişare-lerle, en başarılı lise mezunlarını üniversiteye gönderirken dışarıda kalan büyük çoğunluğun gerçek hayat becerileri ile donatılmış olarak topluma katkı yapma-ya hazır bireyler haline gelmesini sağlıyacak bir şekle dönüştürülebilir. Bu, ülke için “devrim” niteliğinde bir değişim ve kazanım olacaktır, ve bunun gerçekleş-mesine öncülük edenler gerçek birer kahraman olacaktır.

Ülke Vizyonu ve Eğitim

Tüm kurumlar gibi eğitim kurumlarının da nihai misyonu ülke vizyonuna katkı yapmak, ve ülke insanlarının hayallerini gerçekleştirmelerine destek ol-maktır. O yüzden bir ülkedeki eğitim kurumlarının genel vizyon ve misyonları-nın tanımlanmasında yapılacak ilk şey, ülkenin vizyonunu oluşturmak, ve bu konuda genel bir mutabakat sağlamaktır. Bu da ülkede tüm pranga ve özürler-den arındırılmış gerçek demokrasinin tesis edilmesi, ve genel akıl ve ilmin reh-ber edinilmesiyle olur. Yani, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ve “Haki-kî mürşit ilimdir” sözleriyle ifade edilen prensiplerin duvar panoları yerine akıl

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

206

ve kalplere nakşedilmesiyle mümkündür. Yoksa eğitim kurumlarının vizyonu, bir kişi veya partinin cılız vizyonunu aşamaz, ve iktidar partileri ve bakanlar değiştikçe eğitim sistemi, dümeni kırık bir gemi gibi yalpalayıp durur. Ağrı kesici türü tedbirlerle de kalıcı çözüm değil ancak geçici rahatlama sağlanabilir.

Belki yapılması gereken ilk şey, TÜBİTAK’ın “2023 için Bilim Stratejisi”ne benzer şekilde ama çok geniş katılımlı “Vizyon-2010” diye Türkiye’nin 2010 yılında nasıl bir ülke olmayı hedeflediğini gösteren ve ülkedeki tüm kesimlerce benimsenen genel akıl ve bilim ışığında dünya gerçeklerine uygun bir vizyon ifadesinin hazırlanması, ve böylelikle kavram kargaşasına ve slogancılığa son verilip ülkenin yönünün net olarak belirlenmesidir.

Dünya ülkelerine bakıldığı zaman gayet açık olarak görülür ki bir ülkedeki eğitim seviyesi, demokrasi seviyesi ile birebir ilişkilidir. Bir ülke demokraside ne kadar ileri ise, eğitimde de o kadar ileridir. Bilim ve teknolojide lider olan ülkele-rin demokratik hak ve özgürlüklerde de lider olmaları tesadüf değildir. Hatta denebilir ki demokrasisini dünya standartlarına yükseltemiyen bir ülkenin eğiti-mini bu standartlara taşıması mümkün değildir. Eğitim konusundaki tüm gayret-leri ve hatta “reform” olarak takdim edilen büyük projeleri de akim kalmaya ve ölü doğum yapmaya mahkumdur. Mevsim kış kaldığı sürece bol mahsül bahçe-lerde değil ancak hayallerde görülür – tohumlar kaliteli, gübre bol olsa bile. Tüm ulusal ve uluslarlarası araştırmalar da eğitimimizdeki durumun hiç de iç açıcı olmadığını gösteriyor. Mesela en son OECD'nin düzenlediği ve 40 ülke-den 250 bin öğrencinin katıldığı uluslararası öğrenci performansı değerlendir-me sınavında, Türkiye 30 OECD ülkesi arasında sondan birinci, genel sırala-mada ise 35'inci olmuştur (Vatan Gazetesi, 8 Aralık 2004).

Bağımsızlığın Teminatı: Bağımsız Düşünce ve Demokratik Eğitim

Bir ülkenin gelişmesi için ilk şart eğitimin gelişmesi, onun için de ilk şart ülkedeki demokrasinin gelişmesidir. Dünya ekonomisinin artık bilgi-tabanlı ol-ması ve yüksek eğitimli işgücüne dayalı olması, gelişmişlik için eğitimin önemi hakkında şüpheye yer bırakmaz. İngiltere başbakanı Tony Blair’in Haziran 2005 seçimlerinde ilk üç önceliğini “eğitim, eğitim, eğitim” olarak belirlemesi ve seçimi kazanması da bunu teyid eder. Ama iyi bir eğitim için demokrasinin ö-nemi ne kadar izah edilse azdır. Modern dünyada eğitimin amacı bilgi yükle-mek ve hatta beceri kazandırmak değil bireylerin hayal gücü ve yaratıcılıklarını geliştirmek, bağımsız düşünmelerini sağlamak, ve özgüvenlerini tesis edip giri-şimcilik ruhu kazandırmaktır. Einstein’ın ifadesiyle “Hayal etme, bilgiden daha önemlidir.”

Bilgi yüklenerek ve beceri kazanarak ulaşılabilecek en yüksek nokta ro-botluktur, yani değerli bir emir kulu olmaktır, ve başkasının hakimiyetini kabul etmektir. Sadece bilgi ve beceri ile donatılmış eğitimli kişiler, kendi firmalarını kurmak ve yeni bir iş sahası açmak veya yeni bir teknoloji geliştirmek yerine

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

207

kendilerine iş ve aş verecek iyi bir “efendi” ararlar. Yani çobanlığa değil, koyun-luğa talib olurlar. Koyunluğa rağbetin böyle yüksek olduğu yerlerde aç kurtlar da türer, işgüzar çobanlar da. Çoban köpeklerinin kimi kime karşi koruduğu da belli olmaz. “Kuzu, kuzu” bireylerden oluşan böyle bir ülkenin bırakın ileri gidip dünyada itibar sahibi bir yere gelmesi, bağımsızlığını bile koruması mümkün değildir – “güçlü” bir silahli kuvvetleri olsa bile. Gecelerini “kurtların hücumu” kabuslarıyla, gündüzlerini de “biz geçmişte neymişiz” masallarıyla avunarak, yani kendini mazide bir zaman dilimine hapsederek geçirir. Geleceğe bakmaya cesareti yoktur çünkü ümit ve heyecan ışıkları olmadığından gelecek karanlık-tır. Politikalarını yüksek idealler yerine “kurtların muhtemel hücum planları” ve “geliştirilmesi gereken savunma mekanizmaları” belirler. Ama korkunun ecele faydası yoktur. Koyunun sonunda gideceği yer ya kurdun kapanı ya da kasap dükkanıdır. Yaşadığı sürece de başkalarının yününü kırpmasına ve sütünü almasına göz yummak durumundadır.

Bu tablonun Türkiye gerçeklerini ne kadar yansıttığı elbette tartışılabilir. Amerika’daki ifadesiyle, “ayakkabı uyarsa, giy”. Ama hayatının büyük kısmını ABD’de geçirmiş biri olarak Türkiye’ye dışarıdan bakılınca ve ABD’deki sistem ile yanyana koyunca gayet net olark görülüyor ki Türkiye’de eğitim sisteminin misyonu kurt değil “kuzu” yetiştirmek. İlk ve orta öğretimde okutulan 190 ders kitabını inceliyen Bogaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Baykal da, kitapların itaatkar nesiller yetiştirmeye kodlandığı sonucuna vardı (Radikal Gazetesi, 11 Haziran 2005). Yani itaatkar, denileni itiraz etmeden ve sorgulamadan yapan, büyüklerine ve – bilhassa aslında “hizmetçi” olması ge-reken devlet büyüklerine – karşı saygılı, hiçbir şeyi – bilhassa ders kitaplarında yazılanları ve öğretmenlerin ve resmî ağızların dediklerini – sorgulamıyan, dü-şünmeye değer birşey varsa onu devlet büyüklerimizin düşünüp en iyi kararı alacağına inanan müstemleke mentalitesinde silik ve ürkek bireyler yetiştirmek. Bu vasıflarıyla temeyyüz eden “iyi yetişmiş” mütî kulları da devşirme ile safları-na alıp en yüksek makamlarla taltif etmek, kendilerini kanunlarla koruma altına alıp ne kadar imtiyazlı bir gruba dahil olduklarını hissettirmek, ve onlar için mil-let okul yokluğundan kaloriferi yanmayan kalabalık sınıflarda titreyerek ders yapmaya çalışırken gerekirse yüksek faizle milleti borçlandırıp en gözde yer-lerde senede sadece iki-üç ay kullanılan klimali “dinlenme” (pardon, “eğitim”) tesisleri açmak. Tabi, üstün meziyetleriyle göz dolduranlara da özel şöförlü lüks arabalar tahsis etmeyi de ihmal etmemek lazım. Şu kadarını belirteyim ki men-subu olduğum ve dünyanın en seçkin 500 üniversitesi arasında yer alan University of Nevada, Reno’da rektör dahil hiç kimsenin ne makam şöförü var, ne de makam arabası. Dinlenmek isteyen de parasını verip millet nerede dinle-niyorsa orada dinlenir. Türkiye’de hiçbir üniversitenin ilk 500’e girememesini kaynak yokluğuna bağlıyan üniversite yönetimlerinin dikkatlerine arzolunur.

Türkiye eğer AB seviyesinde bir gelişmişliği – ki bu da eğitimin geliştiril-mesiyle olur – yakalama iddiasında samimi ise ve dünya çapında Nobel ödüllü biliminsanları, yazarlar, ve sanatkarlar yetişmesini gerçekten istiyorsa, fobilerini terkedip genç dimağların serbest düşünce ve yaratıcılığını iğdiş etmeyi bırak-

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

208

malı, ve artık iyice sırıtan “düşünce özürlü” bireyler yetiştirme politikasına son vermelidir. Zira bilimin ve ülkelerin önünü açan hür düşünce ve hayal gücüdür, ve bunları canlı tutan da özgürlük ve merak hissidir. New York Times gazetesi yazarı Thomas Friedman, Amerikan mucizesi arkasındaki sırrı şöyle açıklar: “Amerika var olmuş en büyük yenilik makinesidir ve hiçbir zaman kopya edile-meyecektir. Çünkü bu, çok sayıda faktörün çarpımından elde edilir: En yüksek düzeyde düşünce özgürlüğü, bağımsız düşünceye verilen önem, sürekli yeni beyin göçü, ve gözünü kırpmadan risk alma kültürü.” Şu veciz sözler de bunu teyid eder: “Benim hiçbir özel kabiliyetim yok; ben sadece ölesiye meraklı-yım.” (Albert Einstein); “İnsanı düşünmemekten daha çok yaşlandıran bir şey yoktur.” (Christopher Morley); “Yaratıcılık olmadan, biz bir hiçiz. Öğren-cilere nasıl yaratıcı olunacağını öğretmek, onları özgür kılar. Buluşun a-nası özgürlüktür.” (John Leinhard); ve “Eğitimin en büyük gayesi kişiye özgüveni öğretmek, ve kendi zihin aleminin zenginliklerini tanımasını sağ-lamak olmalıdır.” (Ralph Waldo Emerson).

ABD gelecekte mühendis ihtiyacını nasıl karşılıyacağının düşünürken, Türkiye’de sık sık mühendislerin iş bulamamasından, ve bulunan işlerin de lise mezunlarının yapabileceği türden işler olmasından şikayet edilir. Bunun sebebi mühendisliğin yaratıcı bir meslek olması, ve yaratıcılığın olmadığı yerlerde mü-hendisliğe ve dolayesi ile mühendise ihtiyaç olmıyacağıdır. Eğer dünya mevcut ürünlerle yetinecek ve yeni ürünlere ihtiyaç göstermeyecek olsaydı, mühendis-lere gerek kalmazdı. Teknisyenler, ustalar, ve endüstriyel robotlar mevcut tek-noloji harikalarını üretmeye devam ederdi. Yenilik ve yaratıçılığın bir ölçusü patent sayısıdır. Ankara Ticaret Odasi 2004 raporunda belirtildiği gibi, ABD’de 2001 yılında 375,657 patent başvurusu yapılmışken, bu rakam Türkiye’de 3219 olmuştur, ve bunların da %96’sı yabancılara aittir (ATO, 2004). Mühendisliğin gelişmesinin de ilk şartı, yine özgürlüktür ve hür düşüncedir. Teknoloji üreti-minde öncülük eden ve mühendisliğin en gelişkin olduğu ülkeler, özgürlüklerin en geniş olduğu ülkelerdir. Aynı ülkeler, bilim, sanat, ve edebiyatın da en geliş-kin olduğu ülkelerdir.

Sözde ve Özde Fikir Özgürlüğü

Fikir özgürlüğü olmayan yerde eğitimden bahsedilemez. Türkiye’de as-lında fikir özgürlüğü olduğunu, ve sadece bazı “tehlikeli” fikirlerin ifadesinin ve bazı kurumları eleştiri veya tahkir ile zayıflatmanın dışında herşeyin serbest olduğunu iddia edenlere şunu söylemek gerekir: Eğer bir ülke veya kurum fikir ifadesi veya eleştiriden – haksız eleştiri bile olsa – ciddî hasar görecek kadar zayıfsa, o ülke veya kurumun çok daha derin dertleri var demektir, ve önce acilen o dertlere eğilmesi gerekir. Korku ve telaşın ecele faydası yoktur. Dokto-ra hastasına kanserli olduğunu söylemeyi yasaklamak, hastayı korumak değil onu ölüme mahkum etmektir. Aslında bir ülke veya kuruma en büyük hakareti edenler, o ülke veya kurumun değişik fikir ve eleştirilerle sarsılacak kadar zayıf olduğunu, ve ancak bu tür yasakçı korumalarla ayakta kalabileceğini îma eden-ler ve dünyaya ilan edenlerdir. Kendisine güvenen ve dünya çapında olduğunu

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

209

iddia eden bir futbol takımı, oyunu açık sahada ve dünya kurallarıyla oynar. Yoksa gol yemesin diye kalesi önüne duvar örmeye kalkan bir takım, sadece zayıflığını ve dünyadan kopukluğunu gösterir. Keza, kalesi önüne duvar örerek ve rakip takımın kendi yarı sahasına girmesini yasaklıyarak maçı 12-0 kazanan bir takımın büyüklük iddiaları ise gülüçtür, ve kendisine, ülkesine, ve taraftarla-rına bir hakarettir. Bunda ısrar ise hamasettir. Bilgi gündüzünden ve hürriyet güneşinden ancak korkak karanlık kuşları rahatsız olur.

Fikir filizleri, ancak serbestlik zemininde ve parlak hürriyet güneşi altında tam olarak gelişir, ve heybetli bir ağaç olur. Mayınlı yollardan kimse gitmek istemez, gitse bile temkinli olarak ve yavaş yavaş gider – mayınlar açıkça işaretlenmis olsa bile. Bir ülkeyi mayınlı yollardan gitmeye zorlamak, o ülkeyi geri kalmaya mahkum etmeye eşdeğerdir. Artık apaçık görülmüyor mu ki medeniyet yolunda en hızlı ilerliyenler savunma içgüdüsüyle fikir ve düşünce yollarından mayınları kaldırmakta nazlananlar değil, aksine bu yolları asfaltlıyanlardır? Fikir tarlasını yasak mayınla-rından geçilmez hale getirenler, bir de oturmuş bu milletten dünya çapında sanatçı, fikir insanları, Nobel alan bilim insanları çıkmadığını ifade ederek adeta 70 milyonu aşağılıyorlar. Görmüyorlar mı ki ABD gibi değişik düşünce ve yaratıcılığın tırpan-lanmak yerine teşvik edildiği yerlerde Tükler de az sayılarına rağmen dünya çapın-da başarılara imza atıyorlar, ödüller alıyorlar, ve dünyanın gidişatına yön veriyor-lar? Ve yine görmüyorlar mı ki yasakçılıkla geri kalmışlık, ve fikir hürriyeti ile geliş-mişlik yapışık ikizler gibi birbirinden ayrılmıyorlar?

Bilimden Korkmak ve Fikirlerle Savaşmak

Yel değirmenlerini düşman telakki edip kılıç çeken ve onlarla savaşmaya kalkan kahramanların hikayelerini istihza ve tebessümle okuruz. Ama bundan daha hayret verici olan, bilgiyi ve fikirleri düşman ilan edip onlarla savaşmayı nedense kahramanlık zannederiz. Fikir ve ifade hürriyetinin en temel insanlık hak ve hürriyeti olduğu modern dünyada, fikirlerden korkmak ve onların dile getirilmesini kanun ve cezalarla engellemeye çalışmak, fikirleri “tehlikeli” görüp bu görülmez düşmanlara savaş ilan etmek, hangi akıl, ilim, ve izanla bağdaşır? Ve bilginin sınır tanımadığı bu iletişim çağında fikirlerin polisiye tedbir ve yasak-larla yok edilebileceğine hangi akıl sahibi inanır? Artık açıkça görülmüyor mu ki insanları birbiriyle kaynaştıran cehalet değil hakikat kıvılcımlarıdır, ve onlar da fikirlerin serbestçe çarpışmasından çıkar. On yıllarca Nazım Hikmet’i “vatan haini” ilan edip kitaplarını yasaklıyarak ve onun fikirlerini savunanları hapse atarak Türkiye ne kazandı? Ve şimdi ona itibarını iade ederek ve eserlerini serbest bırakarak ne kaybetti?

Acaba en büyük düşmanımızın fikir değil evham, ve bizim yerlerde sü-rünmemize en büyük sebebin kökleşmiş saplantılarımız olduğunu ne zaman idrak edeceğiz? Geçmişten bir örnek vermek gerekirse, 1980’li yıllarda cesare-timizi toplayarak Türk parasını koruma kanununu kaldırıp serbest konvörtibiliteye geçince döviz karaborsacılığından başka ne kaybettik? Eğer korku üretme merkezlerine kulak vererek felaket dellallarını dinleyip cebinde yabancı para taşıyanları hâlâ nezarete alıyor ve 20 dolarlık bir banka transferi

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

210

için 20 imza almanın peşinde koşuyor olsaydık sefaletten başka ne kazanacak-tık?

Yetki ve Sorumluluk: Bir Bütünün İki Parçası

Türkiye’de sıkıntısı çekilen konuların başında yetki ve sorumluluk kulla-nımındaki belirsizlik gelir, bunun da özünde tüm yetkilerin bir merkezde toplan-dığı merkeziyetçi hantal ve ürkek anlayış yatar. Tüm yetkileri en tepedeki yöne-ticiye yükleyen ve diğer tüm yöneticileri memur konumuna iten de bu anlayıştır. Geniş katılım ve istişareden yoksun olan bu anlayış demokrasi değil, tabiri ca-izse demokratik sultanlıktır. Bir eğitim kurumunda en küçük icraatleri bile ince-lemek ve onaylamak durumunda olan ve zamanının büyük kısmını formaliteler-le uğraşarak geçiren bir idarecinin sağlıklı bir vizyon geliştirmesi ve kurumunu dışarıda temsil etmesi ve imajını geliştirmesi mümkün değildir. Bir yöneticinin en küçük icraatlerı bile imzalamak durumunda olması ve sorumluluk üstlenme-si, ancak zora düşünce de “önüme getirdiler, ben de imzaladım” diyerek sorum-luluktan kaçmaya çalışması sorumsuzluğun sistemleşmesidir ve çok hazin bir durumdur. Yetki ve sorumluluk ait olduğu birimlere dağıtılmalı, ve hızla değişen dünyamızda hızlı karar almayı mümkün kılan yerinde yönetim tüm birim ve alt birimler için esas olmalıdır. Milli Eğitim Müdürü bir okul müdürünü, ve bir okul müdürü de bir öğretmeni gerekli gördüğü anda görevden alabilmelidir.

Eğitimin Modernleşmesi Önündeki Kalın Duvar: Tek Tipçilik

Problemlere bir bütün olarak ve global açıdan bakılmazsa kalıcı bir çö-züm üretilemez – problemler sadece bir yerden başka bir yere ötelenir. Mesela büyük yatırımlarla üniversitelerin kapasiteleri yeterince arttırarak üniversite önündeki yığılma problemi çözülebilir. Ama istihdam sorunu hallolmadığı süre-ce bu gerçek bir çözüm değildir, çünkü bu sefer yığılma üniversite kapılarından işveren kapılarına aktarılır. Tabi üniversitlerin kendilerini bir sektör yapıp istih-dam yaratmak mümkündür. Mesela ABD üniversitelerinde yaklaşık 600 bin yabancı öğrenci okumakta, ve ekonomiye yılda 13 milyar dolar katkı yapmak-tadır (ASEE Prism, 2004). Bizde üniversite kapılarından geri çevrilen öğrencile-ri ABD ve diğer ülkeler güllerle karşılamakta, paralarını bir güzel almaktadır. 200 bin nüfuslu Kuzey Kıbrıs, 6 üniversitesiyle başta Türkiye olmak üzere 70 cıvarında ülkeden gelen onbinlerce yabancı öğrencilere kaliteli eğitim vermek-te, ve destek hizmetleriyle beraber, eğitim Kuzey Kıbrıs ekonomisinin bel kemi-ğini oluşturmaktadır. Benzer şekilde Ürdün, sınırlı kaynaklarıyla eğitime yatırım yapmış, ve ülkeyi körfez bölgesinin yüksek eğitimli eleman talebini karşılayan bir kampüs haline getirmiştir.

Peki, Türkiye bir “Eğitim Mekke”si olamaz mı? Elbette olabilir – aynen tu-rizm de olduğu gibi. Ama bunun ilk şartı ülkenin bunu vizyonunun bir parçası yapması ve bunu cazip hale getirecek altyapıyı oluşturmasıdır. Yoksa, özel üniversite açma izninin bir “lütuf” olarak göruldüğü, milyonlarca dolar yatırım

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

211

yapıp üniversiteyi açan kişi veya kuruluşun kendi rektörünü bile serbestçe belirliyemediği, açabileceği programları ve alabileceği öğrenci sayısını bile başkalarının keyfi olarak belirlediği, öğrencilere tüm dünyayı kucaklıyan üniver-sal değerler vermek yerine artık komik kaçan yerel ideolojik ezberlerin mecbur edildiği, kampüs içindeki düşünce özgürlüğünün kampüs dışından daha az olduğu, dinamizm ve değişim yerine statükoyu korumanın esas alındığı, ve de üniversitelerin “kapattım” deyince kapatılabildiği bir ülkede eğitimin bir cazibe merkezi oluşturup istihdam yaratan bir sektör olmasını beklemek acaba ne kadar gerçekçidir?

Görüldüğü gibi Türkiye’nin tüm dertleri sonunda “özürlü” demokrasiye ve “sınırlı” kişisel hak ve özgürlüklere, ve muasır medeniyet yerine saplantıların esas alınmasına dayanır. Türkiye bu saplantıları aşıp hür dünya ile bütünleş-meden ve sözde değil özde “demokratik” bir ülke olmadan dünya standartların-da modern bir eğitim sistemine sahip olamaz.

Demokrasinin cılızlığı ve kişisel hak ve özgürlüklerin kısıtlılığı, aynı zamanda toplumsal birçok problemimizin kaynağı, ve kavgalarımızın da temel sebebidir. Bireylere bırakılmayan hak ve özgürlükleri devlet belirlemekte, ve ortaya çıkan tek tipi halka empoze etmektedir. Bu hürriyetler asrında çok geniş bir zemini kapsayan bu tek tipte – nelerin doğru ve nelerin yanlış olduğu da dahil – mutabakat sağlanması mümkün olmadığından değişik görüşteki kişi ve kuruluşlar “eğer tek görüş olacaksa, bu benim görüşüm olsun”, “ben başkasının görüşüne tabi olacağıma başkası benim görüşüme tabi olsun,” “en doğru görüş benim görüşümdür; diğerleri yanlış ve hatta ülke için tehlikelidir” yaklaşımıyla birbirleriyle mücadeleye girmekte, ve ülke bu tek tipi belirleyecek iktidar kavga-larına sahne olmaktadır. Halk, derin fay hatları gibi bu görüşlerden bölünmekte, ve fay hatlarının kayması ile ülkede sosyal ve ekonomik depremler olmaktadır. İktidar değiştikçe doğrular değişmekte, ve ülke, direksiyonu bir sağa bir sola kıvrılan araba gibi ileri gideceğine sağa sola yalpalayayıp durmaktadır.

Aslında bu kavgaların arkasındaki ortak his “kişisel hak ve özgürlükler” hissidir, ve verilen mücadele de bu hakları koruma mücadelesidir. Tek tipçi görüşün tabii sonucu tahakkümdür, kavgadır, huzursuzluktur, ve zayıflıktır – hem bireyler hem de ülkeler için. Eğer kişisel hak ve özgürlükler devlet tekelin-den çıkarılıp gerçek sahibi olan bireylere verilse, herkes Batılı ülkelerde olduğu gibi kavgayı bırakacak, ve işine bakacaktır. Ve politik partilere de pek fazla rağbet etmeyecektir.

Şu iyi bilinmelidir ki tek tipçilik birlik sağlamaz, tam aksine birliği bozar. Tek tipçilik insanların birbirine şüphe ile bakmasına sebep olur, ve o ülke insan-larını birbirine düşman eder – ve etmiştir de. Güveni sarsar ve ülkede güven bunalımı yaratır – ve yaratmıştır da. Geri kalmışlığı ve aşağılanmayı ülkenin kaderi eder – ve etmiştir de. Birlik ve beraberlikten dem vururken ülkeyi parça-lanma ve yok olmanın eşiğine getirir – ve getirmiştir de. 20. asrın ilk yarışında moda olmuş ve iki dünya savaşına sebep olarak insanlığı yok olmanın eşiğine getirmiş olan bu insanlık dışı yaklaşım, insanların uyanması ve çabuk akıllarını

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

212

başlarına almasıyla 1950’lerde terkedilmiş, ve kişisel ve gurupsal hak ve özgür-lüklere dayanan ve gökkuşağı gibi uyumlu bir renk manzumesi oluşturan çok kültürlülüğü esas almıştır. Bu konuda şüphesi olanlar, tek tipçiliğin sembolü olan Sovyetler Birliği’nin nasıl çöküverdiğini, ve çok kültürlülüğün ve kişisel ve gurupsal hak ve özgürlüklerin sembolü olan ABD’nin dünyanın nasıl süpergücü olduğuna baksınlar. Değişen dünyadan haberi olmayan ve fikren hala 20. asrın ilk yarısında mahsur kalanlar, ABD’nin de bir gün Sovyetler Birliği gibi eyalet sınırlarından parçalanıvereceğini beklemektedirler. Pek fazla ümitlenmesinler – ABD aklını kaybedip tek tipçiliğe özenmediği sürece bu, kıyamete kadar süre-cek uzun bir bekleyiş olabilir.

Tek tipçiliğin birlik ve huzur değil, kavga ve huzursuzluk sebebi olduğu-na bir örneği de kendi tecrübemden vereyim. ABD’de üniversitemizin tabi oldu-ğu emeklilik sisteminde kişi emekli olacağı yaşı kendisi belirler - kimisi 50 ya-şında emekli olurken kimisi 70 yaşında olur. Peki fark nedir? 50 yaşında emekli olan çok daha az pirim ödeyip çok daha uzun süre maaş alacağından , emekli-lik maaşı haliyle çok daha düşük olacaktır. Yani emeklilik yaşı herkes için deği-şiktir; değişmeyen tek şey pastaya yapılan katkı ile alınan payın tutarlı olması, ve kimsenin haksızlığa uğramasına veya haksız kazanç sağlamasına izin ve-rilmemesidir. Yani, temel bir insanlık değeri olan adaletin esas alınmasıdır. Neticede emeklilik yaşında çokluk, ama emeklilik sistemini desteklemekte birlik vardır. Ve haliyle böyle her zevk ve rengi kucaklıyan bir sistemde “mezarda emekliliğe hayır” sloganlarıyla öfkeli yürüyüşler ve “doğru” emeklilik yaşının ne olduğu konusunda ateşli tartışmalar ve toplumda parçalara bölünmeler olması söz konusu değildir.

Bana bazen “ABD’de de üniversite affı oluyor mu?” diye soruyorlar. Ce-vabı gayet basit: “Affedecek bir şey yok ki af çıkarılması söz konusu olsun.” Tek tipçi sistemde suç olan hemen herşey – okula sebepsiz yere bir kaç yıl ara vermek, belli bir sürede mezun olamamak, bir dersten çok kere kalmak, kılık kıyafet kurallarına (ne?) uymamak, izinsiz gösteri yapmak, devlet kurumlarını tazyif ve devlet büyüklerine hakaret etmek (ABD başkanına aptal, geri zekalı, hatta katil demek gibi), vs gayet doğal kişisel hak ve özgürlükler kapsamına girer.

Yine iyi bilinmelidir ki zoraki birliktelik birlik değildir. Akıl, bilim, ve tarih ı-şığında bakıldığında açıkça görülür ki birleştiricilik zannedilen tek tipçilik aslın-da bölücülüktür, ve tek tipçiliğin kaçınılmaz sonucu tahakkümdür, çatışmadır, ve en nihayet bölünmedir. O yüzden gerçek bölücüler, artık çağdışı kalmış tek tipçilerdir. Birliğin teminatı, kişisel hak ve özgürlüklere riayettir, demokratlıktır, ve çağdaşlıktır. İnsanlar artık hürdür, ve birinin yaşam tarzını başkalarına em-poze etmenin zamanı çoktan geçmiştir. Artık açıkça görülmüştür ki saygı gör-menin ve barış ve huzur içinde birlikte var olmanın yolu, başkalarının hak ve özgürlüklerine saygı göstermek, ve çoğulculuğu esas yapmaktır. Modern giyim-li ve başörtülü iki kişi, giyim ve belki inanç tarzlarıyla bir tezat oluşturuyor gibi görünebilirler. Ama her ikisi de birbirlerine saygı duydukları sürece kıyafet ve inanç özgürlüğü konusunda tam bir birlik oluşturmaktadırlar. Demokratlığın

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

213

gereği ve toplumsal huzurun kaynağı, karşılıklı saygı ve birbirine güven duy-maktır.

En büyük eşitsizlik, eşit olmayanlara eşit muamelesi yapmaktır. En büyük ayrımcılık da tipleri aynı olmayanlara tek tip muamelesi yapmaktır. Aynen birlik olsun diye ayak tipine bakmaksızın herkesi tek tip bir ayakkabıyı giymeye zor-lamak gibi. Böyle dışlayıcı bir hareket, seçilenden değişik tipteki ayakları incitir, sahiplerini küstürür, ve hatta onları ayakkabı düşmanı yapıp yeni arayışlara iter. Aslında buradaki düşmanlık ayakkabıya değil, seçilen tipe ve zorbalığadır. Yoksa herkes memnuniyetle ayakkabı giyer ve giymeyi savunur – yeter ki tüm ayakları kapsayacak kadar değişik tipleri olsun. Ayakları incinen ve hatta yara-lanan ayakkabı madurlarını “ayakkabı düşmanı” ilan etmek duyarsızlıktır, bağ-nazlıktır, ve ayrımcılıktır. Hele hele “bunlara bir-iki tip daha sunacak olsak tam şımarırlar ve ortalığı kırıp dökerler” demek, tam bir haksızlıktır. Tek tipte ısrarı bırakıp esnekliği esas alsalar görecekler ki ülkede “ayakkabı sorunu” diye bir şey kalmayacak, ve “ayakkabı düşmanı” diye mücadele ettikleri kişiler ansızın ayakkabı dostu ve savunucusu oluvermişler.

Tek tipçiliğin kalıplaşmış şekli olan ve eğitim sistemimizin de bel kemiğini oluşturan resmî ideolojilerin zamanı geçmiştir, ve geçeli yarım asır olmuştur. Devekuşu gibi başını kuma sokup gözleri dünya gerçeklerine kapamanın şim-diye kadar kimseye faydası olmamıştır, ve bundan sonra da olmayacaktır. Artık ideolojiler – inanç ve değer sistemleri dahil – bireyselleşmiştir, ve devletlere değil bireylere aittir. Halk adına halkın yetkisini kullanan demokatik bir devletin yapması gereken halkın ortak paydasını temsil etmek, kişisel hak ve hürriyetleri en geniş anlamda tesis etmek, tüm değişik inanç, ideal, ve hayat tarzlarını hiç-bir ayrım gözetmeden garanti altına almaktır. Devletin toleranssızlık gösterece-ği tek şey toleranssızlığın kendisi olmalıdır. Ülkede birlik ve kalıcı huzur böyle sağlanır, ve hedef aldığımızı söylediğimiz muasır medeniyet böyle yakalanır. Batı dünyası bunu yıllar evvel yapmıştır, ve şimdi sefasını sürmektedir.

Evham ve saplantıları aşıp tek tipçilik yerine kişisel hak ve hürriyetler e-sas alındığı zaman görülecektir ki herkes bu kucaklayıcı yaklaşımı memnuni-yetle karşılıyacak, saygı içinde birlikte yaşmayı prensip edinecek, ve adalete kanaat edecektir. Resmî ideolojiyi genç zihinlere nakşetmek için yıllar harcayan – ama bunu da başaramayıp öğrencide tepki ve bıkkınlık yaratan – eğitim ku-rumları, bu durumda küresel değerleri öğretecek, ve düşünen, sorgulayan, yaratıcılığı gelişmiş ve özgüven sahibi bireyler yetiştireceklerdir. Böyle bir or-tamda yetişen bireyler de ilk fırsatta yurt dışına kaçmak yerine kendilerine in-sanca yaşama ve gelişme imkanı sunan ülkelerini samimî olarak sevecekler, ve onu daha iyi geleceklere taşımanın gayreti içinde olacaklardır.

Türkiye tek tipçilikte ısrar edip eğitimi sıkı bir denetim altında tutadursun, binlerce Türk genci – hatta bir kısmı devletten burslu olarak – yabancı ülkeler-de her türlü denetimden uzak bir şekilde eğitim görmektedir, ve bunlar arasın-dan Bakan ve Başbakanlar bile çıkmaktadır. Demek “denetimsiz” okullardan ülkeye zararlı insanlar çıkabileceği ve ülkenin geleceğini tehlikeye atabileceği

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

214

tezine Türk devleti de pek inanmamaktadır, ve çok sayıda yabancı okulu Türki-ye’dekilerle eşdeğer kabul etmektedir. Durum böyle iken ülkede tevhid-i tedri-satın varlığından bahsetmek ve hatta onu koruma gayretinde olmak en azından muhakeme yoksunluğudur. Yabancı ülkelerdeki özerk okullarla bir problemi olmayan Türkiye’nin kendi topraklarındaki özerk okulları problem yapması ve hatta onları tehdit olarak görmesi akıl ve mantıktan ne kadar uzak kalındığının ve evhamlara teslim olunduğunun bir göstergesidir.

Eğitimde Rasyonellik ve Esneklik: ABD Örneği

Türkiye’de eğitim ile ilgili en küçük bir işin devletin kontrolü dışında kal-masını “büyük tehlike” olarak takdim ederek evhamları körükleyip ülkenin bata-cağı havasını yaratan ama modernliği de kimseye bırakmayanlar, modern dün-ya ve bilhassa ABD’deki uygulamaları dikkatle incelemeli, ve felaket dellallığı yapmayı terketmelidir. Önce şunu belirtelim ki ABD çok kültürlü bir toplumdur, ve muhtelif kültürlere rağmen toplum barışını muhafaza edebilmesi gerçekten takdire şayandır. Amerikalılar çok kültürlülüğü bir tehdit değil, bir zenginlik ola-rak görürler, ve belli bir kültür mensuplarını rencide edecek her türlü davranış-tan kaçınırlar.

ABD’de özel sectör felsefesi “charter school” kavramı ile yavaş yavaş ilk ve orta eğitime de yayılıyor. 1992 yılında bir okul ile başlayan charter school’ların sayısı bugün 2000’i aştı. Charter school’lar mevcut kanun ve yö-netmeliklerin kapsamı dışında bırakılıp özel bir statüde kurulmuş devlet okulla-rı. Deneme mahiyetindeki bu okullar özel bir şirket gibi neredeyse tam bir serbestiyete sahip (hatta bazılarında öğretmenlerin sertifikalı bile olması zorun-luluğu yok); sadece neticelerinden hesap veriyorlar. Normal bir okulda ortalama öğrenci sayısı 500 iken, charter school’larda bu sayı 150 cıvarında. Bu okulu işletenlere mesela Nevada eyaletinde devlet öğrenci başına 4500 dolar veriyor. Okul eğer başarılı bulunmazsa, devlet fonlamayı kesip okulu kapatılabiliyor. Bölgemizdeki 4 charter school’dan birinin işleticisi verdikleri teklifle ihaleyi ka-zanan Türk müteşebbisler.

Charter school’lar Türkiye ile ABD’nin eğitim felsefeleri arasındaki derin farkı ortaya koyması açısından enteresan: ABD’de devlet, eğitime yeni bir yak-laşım gelsin, yeni fikirler gelişsin ve uygulansın, eğitim sistemindeki tabu ve kalıplar gerekirse yıkılsın, ve eğitimin önü açılsın diye tam bağımsız özel okul-ların açılmasını teşvik ediyor, onlardan vergi almak şöyle dursun onların tüm masraflarını karşılıyor. Bizde ise yeni okul ve öğretmen ihtiyacı hat safhada olduğu halde özel okul açanlar potansiyel suçlu gibi zan altında bırakılıyor, Milli Eğitim’in köhnemiş programından zerre kadar sapma var mı diye müfredatları didik didik inceleniyor, ve kapatma tehditleri altında hizmet vermeye çalışıyor-lar. Vatandaşlarımıza Amerika’da Amerikan parasıyla Amerikalı çocukları eğit-mek için okul açtırılması Türkler için bir iftihar tablosu, Türkiye için ise bir ibret levhasıdır. Amerikalılar bile vatandaşlarımıza güvenip başarılarıyla iftihar eder-ken, acaba bizim devletlûlarımızın biraz olsun yüzleri kızarıyor mu?

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

215

ABD’nin teknolojide lider olmasının temelinde yatan mühim bir sebep sis-temin insana güvene dayalı olmasıdır. Amerikalıar gayet iyi biliyor ki, bir ülke insanlarını ileri götürmez, tersine ülkeyi insanlar ileri götürür. Yani bir ülkenin kalkınması, ancak insanlarının topyekün kalkınması ile mümkündür. O yüzden ABD’de devletin yaptığı insanların önünü açmak, varsa engelleri ortadan kal-dırmak, ve “haydi göreyim sizi” deyip tüm müteşebbisleri teşvik etmektir. Türki-ye ise böyle bir kavrama dahi yabancıdır, ve her köşeden uçaklar ve füzeler kaldıran ve baş döndürücü bir hızla ilerleyen modern dünyayı hala lokomotifli-ğini devletin ve makinistliğini basiretsiz siyasilerin yaptığı hantal bir buhar treni ile devletin tam kontrolünde yakalayabileceğini zannetmektedir.

Fırsatlar ve hürriyetler ülkesi olarak bilinen ABD’de başka bir eğitim türü de “home schooling” denen “evde eğitim.” ABD’de bir milyondan fazla çocuk okula gitme yerine eve gelen öğretmenler tarafından özel olarak eğitiliyor (http://nces.ed.gov/nhes/homeschool/). Bunu tercih edenler, ögrenme için okul-ların gerekli olduğuna inanmıyanlar, okullardaki eğitimin kişileri tek tipçiliğe yönelttiğini düşünenler, ve çocuklarını okullardaki kötü etkilerden muhafaza etmek isteyen aileler. İstatistiklere gore evde eğitilen ögrenci sayısı artıyor. Bazı dindar aileler de çocuklarını bir kilise veya cami denetimindeki ücretli özel okullara gönderiyorlar. Ögrenciler burada normal dersler yanında papaz, rahi-be, veya imamlardan dinlerini de öğreniyorlar, ve kendi dindaşları ile sosyal-leşme fırsatı buluyorlar. Anlıyacağımız şekilde ifade etmek gerekirse, ABD’de herkes istediği yerde imam-hatip lisesi türü okullar açabilir, ve bu okulların me-zunları düz lise mezunları ile eşit şartlarda istediği üniversiteye girebilir. Devlet asgari akademik standartları koyar, müfredatlara karışmaz. Çok kültürlü bir toplum olan ABD’de niye toplumsal gerilim ve kavgalar olmadığı herhalde şimdi daha iyi anlaşılıyordur.

ABD’de üniversiteler bir özel şirket mentalitesi ile faaliyet gösteriyor. Biz mezunlarımıza “ürün” ve işverenlere de “müşteri” nazarıyla bakıyoruz, ve başa-rıyı müfredat programımızla değil, mezunlarımızın başarıları ile ölçüyoruz. Pi-yasada müsteri bulamayan bir ürünün üretimine nasıl devam edilemezse, me-zunları iş bulamayan ve işverenler tarafından beğenilmeyen bir üniversitenin de uzun süre açık kalması düşünülemez. O yüzden üniversite yöneticileri ve öğre-tim üyeleri piyasa ile irtibat halindedir, ve piyasanın tenkit ve tavsiyeleri gayet ciddiye alınır. Gerekirse piyasayı tatmin için müfredat bile değiştirilir. O yüzden derslerde gerçek dünya ilişkilerine ağırlık vermek, endüstri ile ortak proje yap-mak, ve öğrencilerin firmalarda part-time çalışmasına imkan sağlamak çok mühimdir. AB sürecince Türkiye kendini bu tür uygulamalara hazırlamalıdır.

ABD’de üniversitelerin yaygınlaştılması bir buçuk asır öncesine dayanır, ve ekonomiyi desteklemek amacıyla yapılmıştır (www.higher-ed.org/resources/morrill_acts.htm). 2 Temmuz 1862’de başkan Abraham Lincoln, Federal hükümetin her eyalete yüzbinlerce dölüm arazı bağıslamasını öngören Arazi-bağış kanununu (Land Grant Act) imzaladı. Bu kanunun gayesi, 50 eyaletin her birinde tarım ve makineleşmeyi desteklemek amacıyla birer Ziraat ve Mekanik Sanatlar Fakültelerinin kurulmasını sağlamak, ve buralarda

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

216

çiftçileri ve makinacıları eğitmekti. Bu üniversitelerin misyonu, topluma ihtiyaç duyduğu eğitim, bilimsel araştırma, ve yerinde hizmeti sunmaktı. ABD’nin tarım ve teknolojide dünya lideri olmasında eğitime yapılan bu yatırımım büyük etkisi olmuştur. Avrupa Birliği 2000’de Lisbon’da “2010 yılına kadar dünyada rekabet gücü en yüksek ve bilgi-tabanlı en dinamik ekonomi olmak” hedefini benimse-miş ve uygulamaya koymuştur.” Bu hedefe ulaşmada an mühim rol üniversite-lere düşmektedir. Acaba Türkiye’nin 2010 hedefi nedir?

Kapanış

Zaman rüzgarını arkaya alıp yelkenleri şişirebilmek ve çağı yakalıyabilmek için, zamanın akışını iyi okumak ve ona göre hareket etmek lazımdır. Yoksa futboldaki tabiriyle ofsayta düşülür, ve tüm emekler boşa gider. Bugünkü hastalıkları yüz sene evvelki tıp ilmi ve ilaçlarıyla tedavi etmek ne kadar geçersizse günümüzün toplumsal ve toplumlararası problemlerini de dünkü metodlarla halletmeye kalkmak o kadar geçersizdir. Geçmişe taassupla sıkı sıkı yapışıp zamanın değerlerine sırtını çeviren ve hatta zamana savaş açan ülkelerin geri kalmışlığı da medar-ı ibrettir. Mazinin karanlık derelerinde mahsur kalan ülkeler bu tabloyu iyi irdelemeli, ve usta bir satranç oyuncusu gibi, adımlarını neticelerini düşünerek atmalıdır. Benzer ağaçları birbirinden ayıran nasıl meyveleri ise, iyi fikirleri de kötülerinden ayıran neticeleridir. AB süreci, Türkiye’nin alışageldiğimiz dededen kalma metodlarla neyi ne için yap-tığını sorgulamadan iş yapma alışkanlıklarını tekrar gözden geçirmesi ve eğitim dahil tüm politikalarını rasyonel bir çizgiye oturtması için muazzam bir fırsattır. Umulur ki Türkiye bu fırsatı iyi değerlendirecek, ve geçmiş saplantılardan sıyrı-lıp akıl ve bilimi rehber edinerek modern dünyada saygın yerini alacaktır.

ÖNERİLER

1. Eğitim gayesizlik ve ruhsuzluktan çıkarılıp rasyonel bir zemine otur-tulmalı, ve her aşamada ne yapıldığı, niçin yapıldığı, ne hedeflendiği, ve hedeflere ne ölçüde ulaşıldığı sorgulanmalıdır.

2. Bilgi çağında en büyük zenginlik beyin gücüdür, ve bu gücün geliş-mesi için devlet merkezli eğitim sisteminden birey merkezli bir siste-me geçilmelidir, ve bireye hizmet esas olmalıdır.

3. İnsana güven esas alınmalı, ve devlet artık herşeyi sıkı bir control al-tında tutma saplantısını bırakmalıdır. Demokratik bir sultanlık olan merkezi yönetim terkedilmeli, ve eğitimde yetki ve sorumluluklar mo-dern demokrasilerde olduğu gibi yerel birimlere aktarılmalıdır.

4. Türkiye’de hala evhamlar hükmetmektedir, ve hala yasakçılık esas olup serbestiyet istisna tutulmaktadır. Yasakçılığın esas olduğu or-tamlarda zihinler, hayaller, ve yaratıcılık az gelişmiş kalmaya mah-kumdur, ve bu gidişe son verilmedlidir.

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

217

5. Geçmişe odaklanmayı bırakıp yüzler geleceğe çevrilmelidir.

6. Modası geçmiş ezberler bırakılıp, akıl ve bilim rehber alınmalıdır. “Hakiki mürşit ilimdir” sözü duvarlara değil akıllara işlenmeli ve uygu-lamaya geçirilmelidir.

7. Ne kadar aykırı olursa olsun fikirleri düşman ilan etmeyi bırakıp eğitim kurumlarında gerçek fikir özgürlüğü tesis edilmelidir. Düşünce özgür-lüğü olmayan yerde gerçek eğitimin de olmıyacağı bilinmelidir.

8. İnsan fıtratına aykırı olan ve birlik, kuvvet, ve huzur yerine bölünmüş-lük, zayıflık, ve kavganın kaynağı olan tek tipçi ve tek doğrulu yakla-şım terkedilmeli, ve bu hürriyetler çağında birlik, kuvvet, ve huzurun teminatı olan gerçek demokrasi ve kişisel ve kitlesel hak ve hürriyet-ler esas alınmalıdır.

9. Artık ideolojiler ve doğrular bireyselleşmiştir, ve devletlere değil birey-lere aittir. Tek tipçiliğin kalıplaşmış şekli olan resmî ideolojilerin ve değişmez doğruların zamanı geçmiştir. İdeolojik dayatmalar beyinlere konan ambargolardır, ve sonucu düşünce özürlü ve müstemleke mentalitesinde özgüvenden yoksun bireyler yetiştirmektir. Dünyadan kopuk Kuzey Kore ve dünya teknoloji devi Güney Kore, ideolojik ve hür düşünce esaslı yaklaşımların sonuclarını gösteren ibretli bir tablo sunmaktadır.

10. Demokratik yaklaşım, kararlarda çoğunluğun esas alınmasını, ancak azınlığın da haklarının teminat altına alınmasını gerektirir. O yüzden lise eğitiminin esas gayesi, üniversiteye giremiyecek olan büyük öğ-renci kitlesini gerçek hayata hazırlamak, ve onları mezuniyetten son-ra topluma katkı yapacak ve iş hayatında fonksiyonel kılacak beceri-leri kazandırmak olmalıdır.

11. Okullar genç beyinleri formatlama ve bilgi yükleme merkezleri olmak-tan çıkarılıp etik ve insanî değerlerin etkin olarak verildiği kurumlar haline getirilmelidir.

AB SÜRECİNDE EĞİTİMİN MODERN DÜNYA STANDARTLARINA

ÇIKARILMASI

ÖNERİLER

Bahattin Bey: • Hayat boyu öğrenme eğitim sisteminin temel hedefleri arasına alınma-

lıdır. • Bireye yaşamında ve aktivitelerinde kullanabileceği daha nitelikli

yeterlilikler kazandırılmalıdır. • Bireyin kişisel özellikleri dikkate alınarak bunları pekiştirici çoklu öğ-

renme ortamları oluşturulmalıdır. • Zorunlu eğitim kademelendirilerek arttırılmalıdır. İlk kademe 1-6 yıllar-

da temel eğitim, ve ikinci kademe 7-9 yıllarda yeterlilik eğitimi olmalı-dır.

Metin Bey: • Orta öğretim ile yüksek öğretim arasındaki geçişler daha esnek hale

getirilmelidir. • Rehber öğretmenlerin nitelik ve nicelik sorunları giderilmeli, ve rehber-

lik öğrenmenleiklerine alan dışı atamalar yapılmamalıdır. • Şu anda 1000 öğrenciye 1 olan rehber öğretmen sayısı 4 kat arttırıla-

rak 250 öğrenciye bir olacak şekilde yeniden düzenlenmelidir. • Rehberlik hizmetlerinin somut olarak verilmesi için gerekli olan veriler

rehberlik uzmanlarının kolyaca ulaşımı sağlanmalıdır. • Rehberlik hizmetleri okul öncesi dönemden itibaren aileyi de sürece

dahil ederek verilmelidir. • Ölçme araçları ve gereçleriyle ilgili sıkıntılar giderilmelidir. • Okullarda bilgi ve beceri edindirme ile birlikte karekter eğitimi de ve-

rilmeli, ve öğrencilerin mezuniyette sahil olmaları istenen vasıflar öğ-rencilere kazandırılmalıdır.

• Kişinin kendisini farklı şekillerde ifade edecebilmesi için gereken or-tam ve altyapı oluşturulmalıdır.

• Meslek eğitimi başıboşluk ve gayesizlikten kurtarılmalıdır.

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

219

• Meslek eğitimi iflasın eşiğindedir, ve meslek eğitiminin bu çöküşten kurtarılması için acil ve radikal tedbirler alınmalıdır. Meslek okulları, AB ülkelerinde olduğu gibi sanayi ile ortaklaşa olarak iş dünyasının ih-tiyaç duyduğu alanlarda eleman yetiştirecek şekilde yeniden yapılan-dırılmalıdır.

• Meslek okullarından kaçışın ana sebebi olan katsayı adaletsizliği gi-derilmeli, ve böylelikle meslek okulları tekrar cazip hale getirilerek üni-versite önündeki yığılma azaltılmalıdır. Orta öğretimde meslek okulla-rına giden öğrenci oranı bugünkü %30’ardandaki AB ülkelerinde oldu-ğu gibi %70’lere çıkarılmalı, ve piyasanın ara eleman ihtiyacı karşıla-nırken isdihdam arttırılmalıdır.

• Kurulması düşünülen Millî Eğitim Akademisi, geliştirilecek olan prog-ramların öğretmenlere aktarılması için bir an önce hayata geçirilmeli-dir.

• Okul dışı kazanımların belgelendirilmesi için merkezler oluşturulmalı-dır.

• ÖSS sınav sistemi lise müfredatıyla ilintili hale getirilmelidir.

Yunus Çengel: • Eğitim gayesizlik ve ruhsuzluktan çıkarılıp rasyonel bir zemine otur-

tulmalı, ve her aşamada ne yapıldığı, niçin yapıldığı, ne hedeflendiği, ve hedeflere ne ölçüde ulaşıldığı sorgulanmalıdır.

• Bilgi çağında en büyük zenginlik beyin gücüdür, ve bu gücün gelişme-si için devlet merkezli eğitim sisteminden birey merkezli bir sisteme geçilmelidir, ve bireye hizmet esas olmalıdır.

• İnsana güven esas alınmalı, ve devlet artık herşeyi sıkı bir control al-tında tutma saplantısını bırakmalıdır. Demokratik bir sultanlık olan merkezi yönetim terkedilmeli, ve eğitimde yetki ve sorumluluklar mo-dern demokrasilerde olduğu gibi yerel birimlere aktarılmalıdır.

• Türkiye’de hala vehimler hükmetmektedir, ve hala yasakçılık esas o-lup serbestiyet istisnadır. Yasakçılığın esas olduğu ortamlarda zihin-ler, hayaller, ve yaratıcılık az gelişmiş kalmaya mahkumdur, ve bu gi-dişe son verilmedlidir.

• Geçmişe odaklanmayı bırakıp yüzler geleceğe çevrilmelidir. • Modası geçmiş ezberler bırakılıp, akıl ve bilim rehber alınmalıdır. “Ha-

kiki mürşit ilimdir” sözü duvarlara değil akıllara işlenmeli ve uygulama-ya geçirilmelidir.

• Ne kadar aykırı olursa olsun fikirleri düşman ilan etmeyi bırakıp eğitim kurumlarında gerçek fikir özgürlüğü tesis edilmelidir. Düşünce özgür-lüğü olmayan yerde gerçek eğitimin de olmıyacağı bilinmelidir.

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

220

• İnsan fıtratına aykırı olan ve birlik, kuvvet, ve huzur yerine bölünmüş-lük, zayıflık, ve kavganın kaynağı olan tek tipçi ve tek doğrulu yakla-şım terkedilmeli, ve bu hürriyetler çağında birlik, kuvvet, ve huzurun teminatı olan gerçek demokrasi ve kişisel ve kitlesel hak ve hürriyetler esas alınmalıdır.

• Artık ideolojiler ve doğrular bireyselleşmiştir, ve devletlere değil birey-lere aittir. Tek tipçiliğin kalıplaşmış şekli olan resmî ideolojilerin ve değişmez doğruların zamanı geçmiştir. İdeolojik dayatmalar beyinlere konan ambargolardır, ve sonucu düşünce özürlü ve müstemleke mentalitesinde özgüvenden yoksun bireyler yetiştirmektir.

• Demokratik yaklaşım, kararlarda çoğunluğun esas alınmasını, ancak azınlığın da haklarının teminat altına alınmasını gerektirir. O yüzden lise eğitiminin esas gayesi, üniversiteye giremiyecek olan büyük öğ-renci kitlesini gerçek hayata hazırlamak, ve onları mezuniyetten sonra topluma katkı yapacak ve iş hayatında fonksiyonel kılacak becerileri kazandırmak olmalıdır.

• Okullar genç beyinleri formatlama ve bilgi yükleme merkezleri olmak-tan çıkarılıp etik ve insanî değerlerin etkin olarak verildiği kurumlar ha-line getirilmelidir.

• Liselerde “gerçek” müfredatı MEB değil ÖSS içeriği, ve dolayesi ile ÖSYM belirlemektedir. Bu iki başlılığı önlemek ve MEB’i işlevsel hale getirmek için işe bu iki kurumu tek bir yönetim altına almakla başla-mak lazımdır, ve ÖSYM MEB bünyesine alınmalıdır.

• Üniversiteleri işlevsiz hale getiren ve ileri bir lise seviyesine indirgeyen YÖK kaldılmalı veya bir eşgüdüm merkezine dönüştürülmeli, ve üni-versiteler özgürlük ve üniversal değerlerin hükümran olduğu özerk, dinamik, ve rekabetçi kurumlar haline getirilmelidir.

Ilave (YC): • ÖSS ve Müfredat “Beceri” Odaklı yeniden yapılanmalı • ÖSS puanının en az 1/3’ü şu alanlardan gelmelidir:

1. Bilgisayar Becerisi (WORD, EXCEL, INTERNET)

2. Hızlı Daktilo Becerisi

3. Genel Sağlık Bilgileri

4. Genel Trafik Bilgileri

5. Genel Kültür ve Dünya Olayları

6. Sanat, Spor, ve Ders Dışı Faaliyetler

7. Güzel Yazma Becerisi

8. Yabancı Dil (Pratik)

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

221

• Liseler, öğrencileri üniversite ile beraber gerçek hayata hazırlayan ku-rumlar olarak kalmalıdır.

• Böylelikle lise eğitimi bir anlam kazanacak, ve liseler modern ve ha-yat dolu çağdaş kurumlar haline gelecektir.

• •Güney Kore, 2002’de buna benzer bir sisteme geçmiştir.

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

222

Dünya Bankası Türkiye Raporu:

Türkiye'de Ortaöğretimin Durumu ve Reform Önerileri 2005 • ÖSS sistemi yeniden düzenlenmeli. Mevcut ÖSS sınavı, eğitim siste-

minde kaliteyi düşük tutuyor. • Bu sistem, kaynakları eğitimden, sınav hazırlığına kaydırıyor. • Sınava hazırlık faaliyetleri gençlerin çok fazla zaman ve enerjisini alı-

yor. • Zengin ile yoksul arasındaki eşitsizliği büyütüyor. • Müfredat reformlarına bağlı olmayan, sınav yeteneğini test eden ÖSS,

eğitim sisteminde uyumsuzluk da yaratıyor. • Veliler ve öğrenciler ÖSS odaklı sistem nedeniyle geleneksel öğretimi

sürdürmeleri için öğretmenlere baskı yapıyor. • Mevcut sistem, uzman düşünüş, karmaşık iletişim ve problem çözme-

de ileri yetkinliklerin öğrenilmesini engelliyor. • Meslek okullarındaki öğrencilere, hem genel orta öğretim diploması

getirecek, hem de kendilerini vasıflı istihdama hazırlayacak temel be-cerileri öğrenme imkanı tanıyın.

• Meslek liseleri iş piyasası ile ilgili hedefleri gerçekleştiremiyor. • Gençlere, üniversite de dahil olmak üzere, eğitim süreçlerinin herhan-

gi bir noktasında çalıştıkları konuları seçme esnekliği tanıyın. • Uzmanlaşmaya daha yüksek sınıflarda geçmeye başlayın ve son a-

şamada da üniversitede uzmanlaşmaya geçin. • Devlet, yaşam boyu öğrenmeyi öncelik haline getirsin. • Tüm orta öğretim öğrencilerine yüksek öğrenime ve vasıflı istihdama

hazırlanmaları için fırsat sağlayın. Orta öğretimi, tüm öğrenciler için yeni beceriler geliştirecek şekilde yapılandırın.

• Eğitim sisteminin yapısı ile ilgili uluslararası normlar yok. • Türkiye'nin ''Ulusal Eğitim Sektörü Stratejisi''ne ihtiyacı var. • Türkiye kendi geleceğini, politika ve tartışmaların üstünde tutmalı,

kapsamlı bir eğitim reformu stratejisi oluşturmalıdır. • Okul sistemi, çok az öğrenciyi iyi eğitiyor. Öğrencilerin çoğunu başarı-

sız kılıyor. • Okulların kaynak, yetki ve özerkliği yok. Ayrıca okullar, sonuçlardan

sorumlu tutulmuyor.

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

223

• Okul kalitesi için gösterge ve standartlar belirlenmelidir. • Her okul için kalite hedefleri belirlenmeli ve okullar bu hedefe ulaşma-

ları için teşvik edilmelidir. Okul performans sonuçları kamuoyuna bildi-rilmelidir.

• Türkiye'nin geleceği, çalışanlarının eğitimsel niteliklerine bağlıdır. Kali-te anahtardır.

• Bu değerlendirmeler, tüm öğrencileri, okulda öğrendikleri becerileri or-taya koymaya yönlendirmeli, müfredat ile uyumlu olmalı ve öğrencile-rin becerileri hakkında hem işverenlere, hem de yüksek öğretim ku-rumlarına bilgi sağlamalı.

• Türk okulları, gençleri Avrupa vatandaşı olarak geleceğe hazırlamak üzere yeniden yapılandırılmalıdır.

• Türk yurttaşlarının Avrupa'nın düşük ücretli hizmet sektörü çalışanları haline gelmemesi için Türkiye şimdi harekete geçmeli.

• Türkiye eğitim reformunda hızlı hareket etmelidir. • ÖSS, öğrencilerin neleri bildiği, neleri yapabildiği, nasıl bir muhakeme

becerisine sahip olduğu ve becerilerini nasıl uyguladığı gibi geniş yet-kinliklerini test eden çağdaş değerlendirmeler demeti şeklinde yeniden yapılandırılmalı.

OECD ULUSAL EĞİTİM POLİTİKALARI İNCELEMESİ: TÜRKİYE’DE TEMEL EĞİTİM 2005 • Her okulun bir geliştirme planına sahip olmasını sağlayın (sürekli geli-

şime yönelik vizyon, misyon, hedefler, öncelikler ve stratejiler). • Her okul için yıllık karneler oluşturun, katılım, tamamlama, öğrenci öğ-

renmesi, kaynakların verimli kullanımı, vs ile ilgili makamlara ve top-luma karşı sorumlu tutulmasını sağlayın.

• Tüm ilköğretim öğrencilerinin en geç altıncı sınıfın başından itibaren eğitim ve kariyer fırsatlarıyla ilgili yönlendirilmesini sağlayacak şekilde rehberlik ve danışmanlığı güçlendirin.

• İlkokullarda kariyer rehberliği bilgilerinin daha geniş çaplı olarak su-nulmasını sağlayın.

• Okullar için “öğrenci merkezli” öğrenmeyi vurgulayan okul değişimi vizyonunu hazırlayın.

• Okul müdürlerini seçme sürecini gözen geçirerek özel ve konuyla ilgili eğitime, öğretim liderliği deneyimine ve liderlik rolüyle ilgili yeterliğin sergilenmesine daha fazla önem verin

• Tüm okul bütçesinin yönetiminden müdürü sorumlu tutun

Prof. Dr. Yunus A. Çengel

224

• Öğretmenlerin ve diğer personelin atanması ve kullanılması konusun-da okul düzeyinde esnekliği artırın.

• Müfettişliğin rolüyle görevlerini yeniden tanımlayarak okulların perfor-manslarının izlenmesini ve gelişimlerinin desteklenmesini vurgulayın.

• MEB il liderlerinin il düzeyinde liderlik sergilemesini sağlayın. • Okul müdürüne, okulu yönlendirme ve yönetme konusunda tam yetki

ve sorumluluk verin. Okul müdürleri için özel hizmet öncesi ve mesleki gelişim programlarını güçlendirin.

• Öğretmenlerin müfettişler tarafından tek tek denetlemesini kaldırın ve bu sorumluluğu okul müdürüne verin.

• Milli Eğitim Bakanlığının her bir okulla ve programlarla direkt ilişkilere dayanan yapısını ve rolünü yeniden tanımlayın.

• -Eğitimde ulusal hedeflerin gerçekleştirmeye çalışılmasında ulus ge-nelinde liderlik sağlanması,

• Rekabetçi bir işgücü geliştirilmesi ve insan haklarının geliştirilmesi ve korunmasınin temini

• Kaynakların verimli ve adil bir biçimde tahsis edilmesini sağlayarak, bütçe ve finansmanın ulusal öncelikler ile paralel hale getirilmesi,

• Veri toplama ve analizi, araştırma, merkezi hizmetlerin yürütülmesi. • MEB’in yetki ve sorumluluğunu İl Müdürlüklerine yerelleştirin ve yetki-

lileri görev alanlarındaki okulların işleyişi ve eğitim hizmetlerinin sağ-lanmasından sorumlu tutun.

• ÖSYM’yi YÖK’ün sorumluluk alanından çıkarın ve sınav ve seçim sü-recine işverenler ve sivil toplum, ilköğretim ve ortaöğretim, ve yükse-köğretimin dahil edilmesini sağlayın.

• Genel, Mesleki ve Teknik Liselerdeki tüm öğrenciler için yeni bir de-ğerlendirme tesis edin. İş piyasasıyla ilgili özel yeterliliklerin değerlen-dirilmesini dahil edin.

• ÖSS’ye katılım için, yeni ortaöğretim değerlendirmesinde yeterli per-formans göstermiş olmayı şart koşun.

• ÖSS’yi seçme ve sıralamaya yönelik bir araç olmaktan çıkararak, yükseköğretim seviyesinde eğitim için gerekli kazanımın ve yeterli ha-zırlığın değerlendirmesine yönelik daha geniş tabanlı bir değerlendir-me yapın.

• Öğrencinin dikkatini test hazırlığı yerine konularda ve yeterliliklerde ustalaşmaya odaklayın.

• ABD’deki yazılı değerlendirme (SAT ve ACT) şartı getirin. • Sınavı, yeni müfredat ile paralel hale getirin.

AB Sürecinde Eğitimin Modern Dünya Standartlarına Çıkarılması

225

• ÖSS’yi yeni giris sınavı, değerlendirme sonuçları, ve notlar dahil her öğrenci için bir portföy içeren bir süreç ile değiştirin.

• Her sınıfta belgelendirilmiş beceri ve yeterliliklerin kanıtlarını içeren mesleki ve teknik eğitim diplomaları geliştirin.

• Sadece farklı meslekleri icra etmek için değil; yaşam boyu öğrenme ve küresel bir bilgiye dayalı ekonomide yaşama ve çalışma için birey-lerin sahip olması gereken bilgiler, beceriler ve yeterliliklere ilişkin te-mel beklentiler ve standartları belirleyen “ulusal nitelikler çerçevesi” geliştirin ve uygulayın.

• Eğitim ve iş piyasası arasındaki bağlantıları güçlendirme çabalarını yoğunlaştırın (işverenlerin katılımı gibi).

• Yeterliliğe sahip mesleki ve teknik eğitim öğrencilerinin sistem içinde dikey ve yatay hareketi önündeki “negatif çarpan” ve diğer tüm engel-leri kaldırın.

• Standartların ve ilgili değerlendirmelerin geliştirilmesine, işverenler ve diğer sosyal ortakların kapsamlı katılımını sağlayın.

• İki yıllık yükseköğretim programlarının kapasite ve çeşitliliği genişletin. • Bu okullar için ulusal akreditasyon ve kalite güvence süreçleri gelişti-

rin. • Ortaöğretim sonrası iki yıllık fırsatların bölgesel dağılımını iyileştirin

(örneğin, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu). • İş piyasasına cevap verebilmelerini sağlamak için bu kurumların öğre-

tim programlarının planlama ve tasarlanmasında işverenleri içerme konusunda ısrarcı olun.