Upload
others
View
25
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
İSLAM MEZHEPLER TARİHİ
KADIYANİLERDE VAHİY ALGISI
Fatih YENİLMEZ
1230207187
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN
Prof. Dr. Mehmet Saffet SARIKAYA
ISPARTA 2018
iii
(YENİLMEZ, Fatih , Kadıyanilerde Vahiy Algısı, Yüksek Lisans Tezi, Isparta
2018.)
ÖZET
Bu çalışma XIX. yüzyıl sonlarında Hindistan’da ortaya çıkan Kadıyaniler
hakkındadır. Çalışma, mezhebin kurucusu Mirza Gulam Ahmet’in vahiy görüşleri
esas alınarak hazırlanmıştır.
Çalışma giriş ve üç bölümden oluşmaktadır.
Girişte araştırmanın, amacı, metodu ve mezhep hakkında yazılan eserler ele
alınmıştır.
Birinci bölümde vahiy kavramı ele alınmış, Kur’an ve Hadislerde geçen vahiy
kavramı hakkında bilgiler verilmiştir. Ayrıca tarihte vahiy aldığını iddia eden bazı
isimlere örnekler verilmiştir.
İkinci bölümde mezhep hakkında yapılan tanımlara yer verilmiştir. Daha
sonra Gulam Ahmet’in çocukluk ve gençliği, müceddid, mehdi ve mesih olduğuna
dair iddiaları, bölümün başlıkları arasında yer almıştır. Bu bölümde son olarak,
Ahmedilerin biat esasları, cihad anlayışları ve nübüvvet kurumuna yaklaşımları ele
alınmıştır.
Üçüncü bölümde Gulam Ahmet’in görüşleri esas alınarak, Ahmediler ve
Gulam Ahmet tarafından vahyin nasıl anlaşıldığı üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda
Gulam Ahmet’in vahiyle ilgili önceki ve sonraki görüşleri karşılaştırılmıştır. Hz. İsa
ve havarilerle ilgili iddialar, ele alınan diğer konular olmuştur. Daha sonra Gulam
Ahmet’in kendisine inanmayan kimseler hakkındaki tutumu, hilafetle ilgili görüşleri,
ibadet anlayışları ve evliliğe olan bakışı incelenmiştir. Bölüm sonunda Ahmedilere
yönelik bazı eleştirilere yer verilmiştir. Neticede, Gulam Ahmet ve Kadıyaniler
tarafından vahiy ve nübüvvet kavramları tartışmaya açılmış, bu iki kavram ilerleyen
süreçte mezhep için vazgeçilmez bir inanca dönüşmüştür. Kendilerine yöneltilen
eleştiriler karşısında bu iki kavram tevil edilerek açıklanmaya çalışılmıştır.
Anahtar kelimeler
Vahiy, Nübüvvet, Cihat, Hilafet, Ahmediler, Mezhep.
iv
(YENİLMEZ, Fatih , Kadıyanilerde Vahiy Algısı, Master Thesis, Isparta, 2018.)
ABSTRACT
This research is about the Ahmadiyya movement which was founded by
Mirza Gulam Ahmed in India near the end of the 19th. century.
This research was arranged according to Mirza Gulam Ahmed's thoughts about
revelation.
The research consists of an introduction part and three other parts.
The introduction part touches upon the purpose of this research, the method and the
boks which were written about the sect.
In the first part the concept of revelation in Ahmadiyya movement is
explained. This part also deals briefly with the revelation concept in Islam which
based on Quran and Hadiths. Apart from that this part touches also upon the names
who claimed to receive revelation from God throughout the history.
The second part deals with the concepts about the sect. Then Gulam Ahmed's
childhood, adolescence and his claims of being The Renewer, The Mahdi and
Prophet.
In this part, it is also mentioned the rudiments of pledging allegiance to
someone, the concept of jihad, and their approach to the institution of prophecy.
The third part which based on Gulam Ahmed's opinions and how Gulam Ahmed
and his followers understand the concept of revelation. Related to that, Gulam
Ahmed's former understanding of revelation is being compared with his later
understanding. The allegations which were made by them about Jesus and his
disciples are other issues of this part. Later on, it is also investigated the attitude of
Gulam Ahmed towards the people who don't believe him. And his opinions about the
Caliphate concept , worship concept and their approach to the marriage.In the end of
the third part, is also mentioned the criticism which is made towards the Ahmadiyya
movement.
As a result of this, the concept of revelation and prophecy are being
discussed. And later on it is shown, how these two concepts became the inseparable
belief of Ahmadiyya movement. And how the criticism towards them paved their
way to interpretation of these two above mentioned concepts.
Key Words
Revelation, Prophecy, Jihad, Caliphate, Ahmadiyya, Sect
v
İÇİNDEKİLER
YEMİN METNİ ..................................................................................................İİ
ÖZET ................................................................................................................ İİİ
ABSTRACT ...................................................................................................... İV
KISALTMALAR ............................................................................................ Vİİ
ÖNSÖZ . ................................................................................................... Vİİİ
GİRİŞ .................................................................................................................... 1
1. ARAŞTIRMANIN METODU VE AMAÇLARI ..................................... 3
2. KAYNAKLAR ....................................................................................... 4
2.1. Mezhebin Kendi Kaynakları ........................................................... 4
2.2. Mezhep Hakkında Yazılmış Diğer Eserler ...................................... 7
I.BÖLÜM
İSLAM DÜŞÜNCESİNDE VAHİY ALGISI
1.1. VAHY’İN TANIMI ........................................................................... 10
1.1.1. Vahy’in Sözlük Anlamı ...................................................................... 10
1.1.2 Vahy’in Terim Anlamı......................................................................... 10
1.2. TARİHSEL SÜREÇTE VAHİYLE İLGİLİ ALGILAR .................... 11
1.2.1. Kur’an’da Vahiy Kavramı .................................................................. 13
1.2.2. Hadislerde Vahiy Kavramı ................................................................ 17
1.3. TARİHTE KENDİSİNE VAHİY GELDİĞİNİ İDDİA EDEN BAZI
İSİMLER ...................................................................................................... 18
1.3.1. Müseylime el-Hanife .......................................................................... 18
1.3.2. Beyan b. Seman .................................................................................. 21
1.3.3. İskender Evrenesoğlu .......................................................................... 23
II. BÖLÜM
KADIYANİ/AHMEDİLİĞİN TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ
2.1. MEZHEP HAKKINDA YAPILAN TANIMLAR .............................. 27
2.2. GULAM AHMET’İN ÇOCUKLUK VE GENÇLİĞİ ........................ 28
TEZ SAVUNMA TUTANAĞI ............................................................................İ
vi
2.3. GULAM AHMET’İN MÜCEDDİDLİK, MEHDİLİK VE MESİHLİK
İDDİALARI .................................................................................................. 30
2.4. GULAM AHMET’İN CEMAAT OLUŞTURMASI .......................... 34
2.4.1. Ahmedilerin Ahlaki Esasları/Biat Esasları ......................................... 35
2.5. GULAM AHMET’İN CİHAD ANLAYIŞI ........................................ 37
2.6. GULAM AHMET’İN NÜBÜVVET ANLAYIŞI ................................ 40
III. BÖLÜM
KADIYANİ/AHMEDİLİĞİN VAHİY ALGISI
3.1. KURAN’A GÖRE VAHYİN BAŞLANGICI VE SONA ERMESİ ..... 42
3.1.1. Vahiy Ve Gulam Ahmet .................................................................... 43
3.1.2. Gulam Ahmet’in Vahiyle İlgili İlk Görüşleri .................................... 45
3.1.3. İlk Vahiy ve Gulam Ahmet’in Vahiyle İlgili Sonraki Görüşleri ................ 46
3.1.4. İlk Vahiy ve Vahiy Örnekleri ............................................................ 48
3.2. HZ. İSA VE GULAM AHMET .......................................................... 50
3.3. GULAM AHMET’İN KEHANETLERİ VE BU BAĞLAMDA
KUR’AN’A YAKLAŞIMI ............................................................................. 52
3.4. GULAM AHMET VE VAHİY ALGISI BAĞLAMINDA HATMİ
NÜBÜVVET ................................................................................................. 56
3.5. HZ. İSA’NIN HAVARİLERİNE GELEN VAHİY ............................ 58
3.6. GULAM AHMET’E İNANMYANLARIN DURUMU ...................... 59
3.7. GULAM AHMET SONRASI MEZHEBİN DURUMU ..................... 62
3.7.1. Kadıyani/Ahmedilerin Hilafetle İlgili Görüşleri ................................. 64
3.7.2. Kadıyani/Ahmedilerin Diğer Müslümanlarla İlişkileri ....................... 65
3.7.3. Ahmedilerin Bazı Önemli Meselelere Yaklaşımı ............................... 66
3.8. KADIYANİ/AHMEDİLİĞE YÖNELİK BAZI ELEŞTİRİLER ....... 68
3.8.1. Muhammet İkbal, İhsan İlahi Zahir ve Mevdudi’nin Eleştirileri........ 68
3.8.2. Değerlendirme .................................................................................... 72
SONUÇ ................................................................................................................ 73
KAYNAKÇA ....................................................................................................... 75
ÖZ GEÇMİŞ ........................................................................................................ 78
vii
KISALTMALAR
a.g.e : Adı geçen eser
a.g.m : Adı geçen makale
Bkz. : Bakınız
C. : Cilt
çev : Çeviren
D.E.Ü : Dokuz Eylül Üniversitesi
D.İ.A. : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
D.İ.B : Diyanet İşleri Başkanlığı
Hz. : Hazretleri
mad : Madde
M.Ü. : Marmara Üniversitesi
s. : Sayfa
S. : Sayı
S.Ü.İ.F.D : Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
ss. : Sayfa Sayısı
T.D.V : Türkiye Diyanet Vakfı
ts. : Yayım Tarihi Yok
VHY : Vahiy
y.y : Yayım Yeri Yok
yy. : Yüzyıl
viii
ÖNSÖZ
Hz. Peygamber henüz daha hayatta iken vahiy aldığını söyleyen kimseler
ortaya çıkmıştır. Hz. Peygamber ve sahabe bu duruma müsamaha göstermemiş,
vahiy aldığını iddia eden kimselerle mücadele etmişlerdir. Tarihsel süreçte de vahiy
aldığını söyleyen ve nübüvvet kurumunu tartışmaya açan isimler, hep olagelmiştir.
Yakın dönemde bu tür iddiaları dillendiren gruplardan biri de Hindistan’da ortaya
çıkan Kadıyanilerdir. Kadıyaniler, Gulam Ahmet’in öğretileriyle vahiy ve nübüvvet
kurumunu tartışmaya açmış, Kur’an’da Hz. Peygamber’in son peygamber olduğunu
açıklayan ayeti (Ahzab 40) tevil ederek, Gulam Ahmet’in nübüvvetinin cüzi
nübüvvet olduğunu iddia etmişlerdir. Zira onlara göre vahiy kapısı kapanmamıştır.
Kıyamete kadar bu ümmet içinden vahye muhatap olan salih kimseler çıkacaktır.
Esasen Gulam Ahmet, önceleri sadece müceddid olduğunu iddia etmiştir.
Zaman içinde müceddid olduğu iddiası mehdi ve mesih inancına dönüşmüş, iddialar
bir ileriki aşamaya taşınmıştır. Gulam Ahmet, daha sonra nübüvvet kurumunu
tartışmaya açmış bir takım vahiyler aldığını iddia etmiştir. Bir sonraki aşamada
Krişna-Avatar iddiasını dillendiren Gulam Ahmet, her inanç grubundan insanı
etrafında birleştirmeyi hedeflemiştir. Karizmatik şahsiyetlerin özelliklerini şahsında
mündemiç bir şekilde Allah tarafından gönderildiğini ve görevlendirildiğini söyleyen
Gulam Ahmet, bu görüşleriyle İslam bilginleri tarafından tenkit edilmiş ve
eleştirilmiştir. Daha sonra bu durum, Ahmedilerin İslam dışı ilan edilmelerine kadar
gitmiştir.
Bu çalışmada Gulam Ahmet ve Kadıyanilerin vahiy ve nübüvvet iddiaları
incelenmiştir. Araştırmanın konusu vahiy olduğu için, çalışma genel olarak vahiy
kavramı etrafında şekillenmiştir. Bu çerçevede Ahmedilerin ahlaki esasları,
ibadetleri, hilafet, cihat vb görüşleri de bu çalışmanın kapsamı içerisinde ele
alınmıştır.
Vahiy ve nübüvvet kavramları, İslam’ın sabitelerinden olması hasebiyle,
Gulam Ahmet ve Kadıyanilerin bu iddiaları, Kur’an ve sahih hadislerde belirtilen
hususlar dikkate alınarak ele alınmıştır. Söz konusu vahiy ve nübüvvet kavramları,
tüm Müslümanları yakından ilgilendirmektedir. Yakın tarihte Hindistan’da bu iki
kavramı tartışmaya açan Gulam Ahmet ve Kadıyaniler bu araştırmanın omurgasını
oluşturmuştur.
Giriş ve üç bölümden oluşan çalışmanın Giriş bölümünde araştırmanın,
amacı, metodu ve kaynakları ele alınmıştır. Birinci bölümde vahiy kavramı, Kur’an
ve hadisler ekseninde ele alınmış, tarihte vahiy aldığını iddia eden bazı isimlere
örnekler verilmiştir.
İkinci bölümde Kadıyanilik mezhebi hakkında yapılan tanımlara yer
verilmiştir. Daha sonra Gulam Ahmet’in hayatı ve görüşlerinin olgunlaşması,
müceddid, mehdi ve mesih olduğuna dair iddialarına yer verilmiştir. Ayrıca
Kadıyani/Ahmedilerin biat esasları, cihad anlayışları ve nübüvvet kurumuna
yaklaşımları ele alınmıştır.
Üçüncü bölümde Gulam Ahmet’in görüşleri esas alınarak, Ahmediler ve
Gulam Ahmet tarafından vahyin nasıl anlaşıldığı üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda
Gulam Ahmet’in vahiyle ilgili önceki ve sonraki görüşleri karşılaştırılmıştır. Hz. İsa
ve havarilerle ilgili iddialar, ele alınan diğer konular olmuştur. Daha sonra Gulam
Ahmet’in kendisine inanmayan kimseler hakkındaki tutumu, hilafetle ilgili görüşleri,
ix
ibadet anlayışları ve evliliğe olan bakışı incelenmiştir. Bölüm sonunda Ahmedilere
yönelik bazı eleştirilere yer verilmiştir.
Çalışma vesilesiyle, konuyla ilgili yönlendirme ve teşvikleri sebebiyle,
düşünce ve yorumlarından istifade ettiğim, kaynak temin etmede yardımlarını
esirgemeyen çok kıymetli Prof. Dr. M. Saffet SARIKAYA hocama ve çalışmayı
gözden geçirme nezaketinde bulunup bazı tavsiyelerde bulunan Yrd. Doç. Dr.
Kamile ÜNLÜSOY hocama teşekkürü bir borç bilirim.
Fatih YENİLMEZ
1
GİRİŞ
Hz. Peygamber’in vefatının ardından Müslümanlar arasında ortaya çıkan siyasi
fikir ayrılıkları, daha sonraki devam eden süreçte Müslümanları sürekli meşgul ede
gelmiştir. Sosyolojik bir gerçek olarak bir peygamberin vefatı sonrası, geride bıraktığı
ümmeti arasında zor bir sürecin yaşanması ve bu süreçte fikir ayrılılarının görülmesi de
bir bakıma olağan görülebilir.
Bu bağlamda Hz. Peygamber’in vefatı sonrası iki yıl gibi kısa bir süre hilafet
görevinde bulunan Hz. Ebubekir, bu aşamada Müslümanların bu süreçten çıkmasında
önemli rol oynamıştır. Hz. Ebubekir sonrası hilafete gelen Hz. Ömer döneminde de,
Müslümanlar arasında çok derin fikir ayrılıkları görülmemektedir. Devam eden Hz.
Osman’ın 12 yıllık hilafetinin son altı yılında takip etmiş olduğu siyaset sebebiyle bazı
rahatsızlıklar baş göstermiş, Hz. Osman’ın uyarılara kulak tıkaması neticesinde,
Medine’ye gelen bazı kişilerce katledilmesi, Müslümanlar arasında fikri ayrılıklarının
tohumunu atmıştır.
Hz. Osman’ın vefatı sonrası hilafet görevini üstlenen Hz. Ali, ilk yıllardan
itibaren başta Şam valisi Muaviye’yle uğraşmak zorunda kalmıştır. Müslümanlar
arasında vuku bulan Cemel ve Sıffin savaşları, Müslümanları her bakımdan yorgun
düşürmüş ve savaşların sonunda siyasi olarak da kesin bir sonuca varılamamıştır.
Savaşların şoku atlatılmadan Hz. Ali’nin katledilmesi sonrası Muaviye’nin iktidara
gelişi devlet yönetimin Emeviler’e geçişini sağlamıştır. Muaviye’nin vefat etmeden
önce oğlu Yezid’i yerine tayin etmesi başta Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin
olmak üzere bazı sahabeler tarafından da hoş karşılanmamıştır. Yezit’e biatı reddeden
Hz. Hüseyin, baskılar neticesinde önce Mekke’ye oradan da kendisini davet eden
Kufe’ye gitmek üzere yola çıkarak Kerbela denilen yere kadar gelmiştir. 1 Burada
gerçekleşen olayda Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin ve beraberindekiler şehit
edilmiştir. Bu olay, Müslümanların zihninde telafisi mümkün olmayan travmalara sebep
olmuş ve ciddi kırılmalara yol açmıştır. Bu bağlamda örnek verecek olursak, bugün
1 Taberi, Muhammed b. Cerir et-Taberi, Tarihu’r-rusül ve’l-mülük, Kahire, 1960, c.2, s.272.
2
İslam dünyasının en büyük azınlık mezhebini oluşturan Şii mezhebinin hareket noktası
ve temel şahsiyeti Hz. Ali olmasına rağmen özellikle duygu ve gönül hayatını Hz.
Hüseyin sevgisi yönlendirmiş görünmektedir. Hz. Ali’nin şehid edilişinin arka planında
varlığını sürdürebilen güçlü bir siyasi kuruluş bulunmadığından, Hz. Ali’nin katledilme
hadisesiyle fazla oyalanmayıp, Hz. Hüseyin’in şehadetini ise Şiiliğe hayat veren bir
kaynak telakki ederek içtimai ve siyasi hayatın parolası haline getirmiştir.2 Hâlbuki
Şiiler Kerbela hadisesi ile ne kadar ilgililer ise Hz. Ali’nin şehit edilişi ile de o seviyede
ilgili olmaları gerekirdi. Bu da göstermektedir ki mezheplerin ortaya çıkışı dini
olmaktan öte siyasi gelişmelerdir.
Hicri birinci asırda meydana gelen bu fikri ve siyasi çatışmalar, ümmet
içerisinde bölünmeye sebep olmuş her bölünmüş grubun da kendisini tek doğru kabul
etmesine ve her fırkanın kendisini fırka-i naciye olarak görmesine yol açmıştır. Hal
böyle olunca yeni tartışma alanları ve kavramlar ortaya çıkmıştır. Tartışılan konu ve
kavramlar günümüze kadar güncelliğini koruyabilmiştir. Bu kavramların İslam düşünce
tarihinde nübüvvet, resul, mehdi, mesih kavramları olduğunu ve Müslümanları meşgul
ettiğini görmekteyiz. Tarihi süreç içerisinde bu konuları canlı tutup gündemlerinden
düşürmeyen şahsiyetlere ve gruplara rastlamaktayız. Bu isimler görüşlerini, Kur’an’dan
bazı ayetleri delil göstermek ve Hz. Peygamber’e isnat edilen zayıf veya uydurma
rivayetleri dillendirmek suretiyle savunurlar.3 Müslümanları sürekli meşgul ede gelen
bu kavramlar kendisine yeni varlık sahası bulmuş ve yeni versiyonlarla devam etmiştir.
Örneğin Kur’an’da Hz. Peygamber’in son nebi olduğu4 açıkça belirtilmesine rağmen
nebi-resul kavramlarına farklı anlamalar yüklenmek suretiyle bu konu sürekli canlı
tutulmuştur.
Günümüzde ise bahse konu edilen kavramlar kapsamında yaklaşık yüz yıl
öncesinde Hindistan’da ortaya çıkan Ahmedileri görmekteyiz. Bahse konu olan resul
nebi ve vahiy kavramları, İslam’ın temel inançlarından Peygamberlere iman konusunu
kapsadığı için önem arz etmektedir. Bu yüzden Kadıyanileri ve vahiy ile ilgili
görüşlerini mezhebin kurucusu olan Gulam Ahmet’in görüşleri ışığında çalışmayı
2 Fığlalı, Ethem Ruhi, ‘‘Hüseyin Mad’’, DİA, İstanbul, 1998, c.18, s. 521. 3 Mehmet Atalan , Şiiliğn Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es- Sadık’ın Yeri, Araştırma Yayınları,
Ankara, 2005, s. 149-151. Beyan b. Saman’ın iddiaları için bkz. 4 Ahzâb, 33/40 Bu ayette, Hz. Peygamber’in son peygamber oluşu, hatem cümlesiyle açıklanmıştır.
3
uygun gördük. Bu bağlamda Gulam Ahmet’in ve cemaatin vahiy hakkındaki görüşlerini
esas alarak ‘‘Kadıyaniler’de Vahiy Algısı’’nı incelemek istedik. Aslında Ahmediye
Cemaati'nin ortaya çıkışındaki ve varlığını devam ettirebilmesindeki yegâne ortak nokta
vahiy algıları ve tüm cemaati şekillendiren konunun da bu algı olduğunu söylemek
mümkündür. Vahiy ve nübüvvet haricinde diğer itikadi ve ameli konularda bir
farklılıklarının olmadığını söyleyebiliriz. Cemaatin kurucusu konumunda bulunan
Gulam Ahmet’in vahiy hakkındaki görüşleri çerçevesinde cemaatin din anlayışını tespit
etmek de araştırmamızın kapsamı dâhilinde olacaktır. Cemaatin ahlaki esasları (cemaate
biat etme şartları), cihat, evlilikle ilgili görüşleri ve üzerinde durdukları kavramlar,
şahıslar, inanç yapısı, dini pratikleri ve propaganda araçlarını diğer kaynakları göz
önünde bulundurmak suretiyle değerlendirmeye çalışacağız.
1. ARAŞTIRMANIN METODU VE AMAÇLARI
Hiç şüphe yok ki bir mezhebin incelenmesinde öncelikle tasviri bir yöntemin
uygulanması gerekir. Zira mezhebin görüşlerini olduğu gibi kendi anladıkları ve
anlattıkları şekilde tespit etmek önemlidir. Bu çalışmada da fikir-hadise irtibatı
çerçevesinde ve şahıslar üzerinde derinleşme prensibinden hareketle Kadıyaniliğin
vahiy algısı tespit edilmeye çalışılacaktır. Bunu yaparken mezhebin kurucusu Mirza
Gulam Ahmed’in şahsı üzerinde durularak onun hayatında geçirdiği evreleri ve fikri
tekamülü eserleri dikkate alınarak takip edilecektir.
İslam mezhepleri açısından bir fırkayı kendi kaynaklarından hareketle inceleyip,
bazı tespitler yapmak esastır. Bir mezhebin ortaya çıktığı süreci, fikri ve kurumsal
değişmeleri, bu değişim sürecinde rol alan kişileri anlayabilmek ve sağlıklı biçimde
analiz edebilmek için, mezhebin kendi kaynaklarının değerlendirilmesi önem arz
etmektedir. Buna istinaden çalışmamızda Kadıyani/Ahmedi kaynaklar Mirza Gulam
Ahmed’e nispet edilenler ve daha sonra onun görüşlerini açıklamaya ve mezhebin
görüşlerini öğretmeyi hedefleyen eserler esas alınmıştır. Bu bağlamda kaynaklarından
hareketle kavram ve terimleri nasıl anladıkları ve kullandıklarını tespit etmeye çalıştık.
Bunun yanında zaman zaman mezhep hakkında kaleme alınan makale ve kitaplardan da
yararlanmaya çalıştık. Tezimizde benzer sosyolojik çalışmalarda olduğu gibi söylem
4
analizi uygulamak suretiyle grubun inançlarını ve kendilerini ifade etme biçimlerini
tespit etmeye çalıştık.
Tezimizin amacına gelince hizmet ve faaliyet alanlarını gün geçtikçe artıran
Kadıyanilerin temel görüşlerini nübevvetin devamlılığı ve bunun tezahürü olarak vahiy
algıları oluşturduğu için, çalışmamızın omurgasını vahiy çerçevesinde belirledik.
Cemaatin özellikle son yıllarda Türkiye üzerine daha yoğun bir çalışma içerisine girdiği
bilinen bir gerçektir. Son yıllarda Türkiye de çok hızlı değişen gündem göz önünde
bulundurulursa cemaati araştırmak ve incelemek önem arz eder hale gelmiştir.
Ahmediler tarafından Almanya’da oluşturulan bir birim vasıtasıyla ‘‘Müslüman
Ahmediye Cemaati Almanya Türkçe Dergisi’’ (Maneviyat) ismiyle Türkçe bir bülten
çıkarılmaktadır. Bu bültenlerden Kasım 2011 sayısında 21-22 Ekim günleri, Türk
günleri olarak ilan edilmiştir.5 Ayrıca ‘‘www.ahmediye.org” sitesiyle Cuma hutbelerini,
dergilerini Türkçe yayınlamaktadırlar. MTA TV aracılığı ile uydu üzerinden birçok
dilde yayının yanı sıra Türkçe ve Almanca yayın yapmaktadırlar. Bu bağlamda Türkiye
ve Türkler üzerine yoğun çalışmalar yürüten Kadıyanilik ve benzeri grup ve cemaatlerin
görüşlerini ve faaliyetlerini incelemenin önemi bir kez daha artırmaktadır. Bu bağlamda
sadece Kadıyanilerin değil benzer şekilde nübüvvetin devamlılığını savunan İskender
Evrenesoğlu ve Mihr vakfı gibi bazı gruplarında birbirlerine benzeyen görüşlere sahip
oldukları gözlenmektedir.
2. KAYNAKLAR
2.1. Mezhebin Kendi Kaynakları
Çalışmamızın temel konusu olan vahiy sebebiyle, Gulam Ahmet’in, Hakikatu’l-
vahy6 isimli hacimli eseri, en çok yararlandığımız kaynaktır. Gulam Ahmet, eserinde
bazı ayetlerin ve surelerin tefsirini yapmıştır. Vahiy, ilham, nübüvvet, rüya ve keşif
hakkındaki görüşlerini de kitabında açıklayan Gulam Ahmet, vahiy kapısının kıyamete
kadar açık olduğunu ifade etmiştir. Kendisine muhalif olanları mübaheleye çağırdığını
ancak mübaheleye çağırdıklarının çağrısına cevap veremediklerini söylemektedir. Taun
hastalığına da değinen Gulam, ancak kendisine ve arkadaşlarına bu hastalığın zarar
5 Sönmez Kutlu, İslam Düşünce Ekolleri Tarihi, Ankuzem Yayınları, Ankara, 2009 s. 247-248. 6 Mirza Gulam Ahmet, Hakikatul-Vahy, Arapçaya çev. Abdul Macid Amir, 2010, İslamabad.
5
vermeyeceğini iddia etmiştir. Vahiy olduğunu iddia ettiği metinlerden de örnekler
vermiştir.
Gulam Ahmet’in diğer bir eseri olan Barâhîn-i Ahmediyye7 isimli kitabından
yararlandık. Önceleri İslam’ı savunduğu fikirlerini kitabında derc eden Gulam Ahmet,
daha sonraları Hakikatu’l-vahy isimli eserinde olduğu gibi vahiy konusuna girmiş,
vahyin kesilmediğini, dolayısıyla kendisinin de vahiy aldığını söylemiştir.
Tuhfetü’n Nedve 8 , Gulam Ahmet’in nübüvvet konusunda gelen tepkileri
azaltmak amacıyla ele aldığı eserin adıdır. 1902 yılında Kadıyan’da Gulam Ahmet
tarafından nübüvvetin zılli, gölge olduğu iddialarının ele alındığı bu eserden de
yararlandık.
Nuh’un Gemisi9 isimli kitap, bir diğer istifade ettiğimiz kaynaktır. Bu eserde
taun aşısından, kendisine itaat etme şartlarından, cemaatinden ve cemaatinden olmayan
kimselerden ve vahiy kapısının elan açık olduğundan bahsedilmektedir.
Eserlerinden Seçmeler10 isimli kitapta muhaliflerinden bahseden Gulam Ahmet,
Fatiha suresinde gelecekle ilgili gizli bir haber olduğunu söylemekte; ayrıca biat, tövbe
ve evlilik gibi konulara da değinmektedir.
İslamiyet’in Öğrettiği Esaslar11 adını verdiği eseri, ilham ve vahiy konularını
ihtiva etmektedir. Kitapta ayrıca barışseverlikten, insanın hallerinden, Allah ile tam ve
mükemmel birleşme vasıtalarından bahsedilmektedir.
Mirza Gulam, Hz. İsa’nın öldüğüne dair deliller ileri sürdüğü İsa Mesih
Hindistan’da 12 isimli eserinde, İsa’nın öldüğünü Kur’an’dan İncil’den, Budizm
eserlerinden, tıp ve tarih kitaplarından ispat etme gayreti içindedir.
7 Gulam Ahmet, Berahin-i Ahmediyye, Kadiyan, 1905. 8 Mirza Ghulam Ahmed Kâdıyânî, Tuhfa-Tun-Nedva; Ruhani Hazain, Rabwah. Nazarat Ishaat, Zia-ul-
Islam Press, 2008. 9 Mirza Gulam, Nuh’un Gemisi, çev. Muhammet Celal Şems, İstanbul, 2008. 10 Vadedilen Mesihi’n Eserlerinden Seçmeler, çev. Raşit Paktürk, İstanbul, 2008. 11 Gulam Ahmet, İslamiyetin Öğrettiği Esaslar, İslamabad, 1992. 12 Mirza Gulam Ahmet, İsa Mesih Hindistan’da, çev. Abdulgaffar Han, Londra, 2008.
6
Gulam Ahmet, Vasiyet 13 risalesinde öleceğini anlamış olmalı ki, ölümünün
yaklaştığını bunu da vahiy yoluyla öğrendiğini söylemektedir. Gömüleceği yerin
cennetlik olduğunu iddia etmiş cemaatini de vefat ettiklerinde bu mezarlığa
defnedilmeleri için teşvik etmiştir.
Cemaatin diğer yayınlarına gelince; Hilafet 14 isimli kitapta, hilafet hakkında
Mirza Gulam ve halifelerinin görüşleri anlatılmaktadır.
Müjde15 isimli risalede ise, Hz. İsa’nın öldüğü ispat edilmeye çalışılmakta Hz.
Peygamber’in nebilerin en üstünü olduğu kabul edilmekte, mertebelerin en üstünde
onun olduğu söylenmekte, bununla beraber nübüvvet kapısının kapanmadığı, Hz.
Muhammet’in ümmetinden olan birinin peygamber olabileceği iddia edilmektedir.
Cemaat mensuplarından Macit Benice’nin kaleme almış olduğu Kutup Yıldızı
Şimdi Mekke Yolunu gösteriyor16 isimli risalede ise Gulam’ın hayatından, kişiliğinden
ve muhaliflerine yaptığı beddualardan bahsedilmektedir.
Gulam’ın ölümünden sonra cemaatin ikinci halifesi olan Mirza Beşirüddin
Mahmut Ahmet tarafından kaleme alınan İnkilab-ı Hakiki17 isimli kitapta, cemaatlerinin
hak bir cemaat olduğu ayetlerle açıklanmaya çalışılmış, Gulam’ın haberinin Kur’an’da
kıyamet kelimesiyle geçtiği, Kur’an’da Hz. Peygamber’in nübüvvetinden bahseden
ayetin aynı zamanda Gulam Ahmet’e de işaret ettiği ifade edilmiştir.
Gulam Ahmet’in üçüncü halifesi Mirza Nasır Ahmet’in kaleme almış olduğu Bir
Barış Tebliği ve Bir Uyarı18 isimli risalede; Gulam Ahmet’in hayatı, eğitimi, gelişi
hakkında önceden gaybi bilgilerin var olduğu, ay ve güneş tutulması gibi konulardan
bahsedilmektedir.
13 Mirza Gulam Ahmet, Vasiyet, çev. Muhammet Celal Şems, İstanbul, 2008. 14 Muhammet Celal Şems, Hilafet, İstanbul, 2009. 15 Muhammet Şems, Müjde, İstanbul, 2009. 16 Macit Benice, Kutup Yıldızı Şimdi Mekke Yolunu Gösteriyor, İstanbul, 2009. 17 Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed, İnkılâb-ı Hakiki, çev. Syed Ateeg Ahmad, İstanbul, 2009. 18 Mirza Nasır Ahmet, Bir Barış Tebliği ve Bir Uyarı, çev. Şinasi Siper, İstanbul, 2009.
7
Mezhebi dördüncü halifesi Mirza Tahir Ahmet’in, İspanya Seville
Üniversitesinde sunmuş olduğu İslam’a Giriş Bilgileri 19 başlıklı bildiride, cemaatin
genel anlamda din algısından bahsedilmektedir.
Mezhebin şu anda başında bulunan Mirza Masroor Ahmet’e ait Biat Şartları ve
Bir Ahmedinin Sorumlulukları20 isimli kaynakta biat konusu ve cemaate biat etmek için
on şartın bulunduğu işlenmektedir.
Son olarak istifade ettiğimiz kaynaklara örnek olarak, Türkçe çıkardıkları
Maneviyat dergisi ve Türkçe kurdukları Müslüman Ahmediyye Cemaati isimli internet
sitesinden yararlanılmıştır.
2.2. Mezhep Hakkında Yazılmış Diğer Eserler
İkinci olarak istifade ettiğimiz kaynaklar şunlar olmuştur:
Ethem Ruhi Fığlalı’nın mezhebi her yönüyle inceleyen Kadıyanilik21 isimli eseri
Türkiye’de konuyla ilgili yapılan en önemli akademik çalışmadır. İslam mezhepleri
tarihi metodolojisiyle ve objektif olarak hazırlanan bu eserden çalışmamız esnasında
önemli ölçüde istifade ettik.
Bir diğer istifade ettiğimiz kaynak Abdülgaffar Aslan’ın İslam’da Peygamberlik
ve Yalancı Peygamberlik Olgusu 22 isimli eseri, Mirza Gulam’ın müceddidliği,
mehdiliği, mesihliği, peygamberliği ve Krişna Avatar oluşu hakkında kısa bilgiler
sunmuştur. Ayrıca yazarın konumuzla ilgili olması hasebiyle Kur’an’da Vahiy23 isimli
eserinden de faydalandık.
Bunların yanı sıra İslam Mezhepleri Tarihi’yle ilgili yayınlanmış eserlerin,
makale ve tezlerin varsa Kadıyanilik bölümlerine ve vahiyle ilgili bölümlerine
çalışmamızla ilgisi bağlamında atıfta bulunduk. Çalışmamızda yararlandığımız makale
ve tezler dikkate alındığında, daha önce Kadıyanilerle ilgili olan araştırmaların vahiy
19 Mirza Tahir Ahmet, İslam’a Giriş Bilgileri, çev. Emine Çakmak Sahi, İstanbul, 2009. 20 Mirza Masroor, Biat Şartları ve Bir Ahmedinin Sorumlulukları, çev. Abdulgaffar Han, İstanbul, 2008. 21 Ethem Ruhi Fığlalı, Kadıyanilik, D.E.Ü Yayınları, İzmir, 1986. 22 Abdulgaffar Aslan, İslam’da Peygamberlik ve Yalancı Peygamberlik Olgusu, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara, 2009. 23 Aslan, Kur’an’da Vahiy, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2000.
8
özelinde çalışılmadığı görülmektedir. Durum böyle olunca Kadıyani/Ahmedilerin vahiy
bağlamında incelenmesi önem arz etmektedir. Bu bağlamda onları diğer
Müslümanlardan ayıran en önemli fikirleri ve düşünceleri, vahiy ve nübüvvet ile ilgili
iddialarında kendini göstermektedir.
Son zamanlarda Ahmedilerle ilgili yapılan araştırmalar;
Halide Rumeysa Korkusuz Küçüköner’in, “Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed
ve Ahmediyye Cemaati’ndeki Yeri’’ isimli tezi,
Abdulhamit Piştofoğlu’nun ‘‘Ahmediye Cemaati ve Türkiye’deki Faaliyetleri’’
adıyla hazırladığı tez,
Muhammad Usman Ali tarafından ‘‘Kadıyani Geleneğinin İki Temel Akımı
Olarak Rebva Cemaati ve Lahori Cemaati: Karşılaştırmalı Bir Analiz’’ ismiyle yapılan
çalışma,
Hadiye Ünsal’ın, kaleme aldığı ‘‘Muhammed Ali’nin “The Holly Qur’an” Adli
Meal Tefsiri Üzerinde Bir İnceleme’’ isimli tezi,
Hüseyin Yaşar’ın ‘‘Kâdıyanîlerin Almanca Kur'an Tercümeleri Üzerine Bazı
Düşünceler’’ ve Ahmet Yönem’in, ‘‘Kadıyanilik Bağlamında Mehdilik’’ isimli
makaleleri sıralanabilir.
Son olarak Kadıyani karşıtı olarak kaleme alınan eserlere örnek olması
bağlamında, Pakistanlı âlim Mevdudi’nin Ahsen Batur tarafından çevrilen Kadıyanilik
Nedir24, isimli kitabından ve İhsan İlahi Zahir’in kaleme aldığı Arif Aytekin tarafından
çevrilen İslam Dünyasında İngiliz Emperyalizmi Kadıyanilik 25 isimli eserinden de
istifade ettik.
24 Mevdudi, Kadıyanilik Nedir, çev. Ahsen Batur, İhfa Yayınları, İstanbul, 1975. 25 İhsan İlahi Zahir, İslam Dünyasında İngiliz Emperyalizmi, Ebru Yayınları, çev. Arif Aytekin, İstanbul,
1985.
9
10
I.BÖLÜM
İSLAM DÜŞÜNCESİNDE VAHİY ALGISI
1.1. VAHY’İN TANIMI
1.1.1. Vahy’in Sözlük Anlamı
Arapça asıllı olan bu kelime VHY kökünden türetilmiş masdar olup, Allah
Teâla’nın beşer ile dilediği bir maksat ve dilediği bir biçimde iletişim kurma ve
konuşma çeşitlerinden her birine; özellikle de peygamberler ile konuşma çeşidine
verilen bir isimdir. Bir diğer ifade ile vahy, Allah’ın istek ve düşüncelerini, kullarına,
özel bir yolla, gizli ve süratli bir şekilde bildirmesi demektir.26
Arap dilinde vahy; ‘‘risalet, işaret, kitabet, ilham, gizli söz söylemek/kelam,
fısıldamak ve başkalarına ilka edilen şey’’ manasına geldiği gibi, ‘‘emr’etmek, korkmak
ve vesvese vermek’’ gibi anlamları da ihtiva eder.27
1.1.2 Vahy’in Terim Anlamı
Vahy’in, ‘‘Allah’ın nebi ve resullerine dilediği bilgileri kelam, söz ve mana
olarak bildirmesi’’28 şeklindeki tanımı vahyin Allah ile peygamberleri arasında cereyan
eden bir iletişim olduğunu vurgulamaktadır.
Yukarıdaki tanımın yanında, vahyin umumi boyutunu vurgulayan başka bir
tanım şöyledir; ‘‘Yüce yaratıcının, genel olarak varlıklara hareket tarzlarını bildirmesi,
özel olarak da insanlara ulaştırmak istediği ilahi emir, yasak ve hareketlerini insanlar
arasından seçtiği peygamberlerine vasıtalı veya vasıtasız bir tarzda, gizili ve süratli bir
yolla iletmesidir.’’29
26 Rağıp, Ebu’l-Kasım Muhammed el-İsfehani, el-Müfredat, İstanbul, 1986, s. 455.İbn Manzur, Ebu’l-
Fadl Cemaluddin Muhammed, Lisanu’l- Arab, Beyrut, 2009, c.17, s. 381-382. 27 Rağıp, Müfredat, s. 455; İbn Manzur, Lisanu’l- Arab, c.17, s. 381. 28 Şerafettin Gölcük, Süleyman Toprak, Kelam, Tekin Yayınevi, Konya, 1988, s. 288. 29 Abdulgaffar Aslan, İslam’da Peygamberlik ve Yalancı Peygamberlik Olgusu, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara, 2009, s. 60; Vahyin ayrıntılı tanımları için ayrıca bkz. Aslan, Kur’an’da Vahiy,
Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2000, s. 41-48.
11
1.2. TARİHSEL SÜREÇTE VAHİYLE İLGİLİ ALGILAR
Bilindiği gibi insanlık tarihi kadar eski olan vahiy kurumu, peygamberlere ait
özel bir iletişim aracı olarak üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Kur’an,
insanların başlangıçta tek bir ümmet olduklarından, ancak zamanla aralarında meydana
gelen ihtilaflar sebebiyle Allah’ın onlara peygamberler gönderdiğinden söz
etmektedir.30 İnsanlık tarihine bakıldığı zaman ise ilk insandan günümüze kadar uzanan
hayat çizgisinde çok büyük sosyal değişimler olmuştur. Bu hakikat Kur’an’da ‘‘Ey
insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışasınız diye sizi
kabilelere/soylara ayırdık’’31 ayetiyle vurgulanmaktadır.
Daha sonraki süreçte toplumlar, ilk halden bugüne kadar olan zaman içerisinde
bir takım sebeplere, şartlara ve ortamlara bağlı olarak devam ede gelen bir gelişim
göstermiştir. Toplumlardaki bu değişimin mukabilinde vahiy kurumu da bir tekâmül
süreci yaşamıştır.32 Tekâmül sürecinden anlaşılması gereken son vahiy nasıl mükemmel
ve kaynağı Allah ise ilk vahiy de aynı şekilde mükemmel ve Allah kaynaklıdır. Zira her
vahiy, içeriği itibariyle gönderildiği toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek niteliktedir.
Vahyi gönderen yaratıcı da toplumun ihtiyaçlarını ziyadesiyle bilen bir varlıktır.
Tekâmül sürecine Hz. Âdem’le başlayan vahiy kurumu, takip eden zaman içinde
Allah’ın peygamberlerine kitaplar indirmesiyle devam etmiştir. Nitekim Kur’an’da yer
alan şu ayetler bu hakikati dile getirmektedir; ‘‘Doğrusu biz yol gösterici ve nur olarak
Tevrat’ı indirdik. Kendisini Allah’a teslim etmiş peygamberler, onunla Yahudilere
hükmederdi.’’ 33 ‘‘Onların izi üzerine arklarından Meryem oğlu İsa’yı, ondan önce
gelmiş bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gönderdik. Ona yol gösterici, aydınlatıcı
olan ve önünde bulunan Tevrat’ı doğrulayan incili sakınanlara öğüt ve yol gösterici
olarak verdik.’’34 Kur’an, kendisinden önce indirilen bu iki kitaptan sonra kendisini şu
şekilde tanımlamak suretiyle tekâmül sürecine işaret etmektedir; ‘‘O, sana Kitabı hak ve
30 Bakara, 2/213; Yunus, 10/19. 31 Hucürat, 49/13. 32 Muhsin Demirci, Vahiy Gerçeği, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1996, s. 84. 33 Maide, 5/44. 34 Maide, 5/46.
12
önceki kitapları tasdik edici olarak tedricen indirmiş; daha önce de insanlara doğru yolu
göstermek üzere Tevrat ile İncil’i ve Furkan’ı indirmiştir.’’35
Evren ilk yaratıldığı andan itibaren yüce yaratıcı, dünyaya göndermiş olduğu
insanla vahiy aracılığı ile irtibat kurmuş, her bir kavme kendi dilinde bir peygamber
göndermiştir. Bu gerçek Kur’an’da şu şekilde ifade edilir; ‘‘Biz, her elçiyi/resul,
kavminin dili ile gönderdik ki kendilerine indirilenleri onlara açıklasın.’’36 Vahyin ilk
muhatapları anlamadıkları bir dille direktif almış olsalardı itiraz edecekler ve şöyle
diyeceklerdi; ‘‘Eğer biz onu yabancı dilden bir Kur’an kılsaydık, diyeceklerdi ki:
Ayetleri tafsilatlı bir şekilde açıklanmalı değil miydi? Arap’a yabancı dilden kitap olur
mu’’?37 şeklinde itirazın olacağı ifade edilir. Allah’ın adalet sıfatının bir gereği olarak
her bir toplum Allah tarafından peygamberler aracılığı ile uyarılmış, ‘‘Biz peygamber
göndermedikçe azap edici değiliz’’38 ayeti ile bu gerçek dile getirilmiştir.
Kur’an’a bakıldığında vahyin kadim tarihinin Hz. Âdem’le başladığı 39 ,
kendisinin yeryüzünde halife olarak yaratıldığı40 ve eşyanın bütün isimlerinin Allah
tarafından kendisine öğretildiği 41 anlatılmaktadır. Peygamberlerin gönderildikleri
toplum tarafından kabul görmeleri,42 yine Kur’an’ın vurguladığı hususlar arasındadır.
Ne var ki peygamberler gönderildikleri toplumlarda çok ciddi muhalif duruşlara maruz
kalmış; Hz. İbrahim’le tartışan kişi, Hz. İbrahim’in ‘‘Benim rabbim diriltir, öldürür’’
sözüne karşı ‘‘ben de diriltir, öldürürüm’’ iddiasında bulunmuş, Hz. İbrahim’in
‘‘Şüphesiz Allah güneşi doğudan getirir, sen de onu batıdan getir’’43 cevabı karşısında
diyecek bir şey bulamamıştır. Bu durum, Hz. İbrahim’in yerleştirmeye çalıştığı tevhit
akidesinin karşısında tanrılık iddiasında bulunan kişinin cesaretini ve cehaletini ortaya
koymaktadır.
Bu bağlamda Kur’an’da bahsedilen diğer bir peygamber, Hz. Musa’dır. Hz.
Musa’nın göstermiş olduğu mucize karşısında Firavun, Musa’yı yalanlamış, isyan etmiş
35 Âl-i İmran, 3/3-4. 36 İbrahim, 14/4. 37 Fussilet, 41/44. 38 İsra, 15/15. 39 Bakara, 2/37. 40 Bakara, 2/30. 41 Bakara, 2/31. 42 Nisa, 4/64. 43 Bakara, 2/258.
13
ve adamlarını toplayıp “Ben, sizin en yüce Rabbinizim” 44 demek suretiyle Allah
tarafından dünya ve ahiret cezasıyla cezalandırılmıştır. İbret olması bakımından Hz.
Nuh ve Lut’un nikâhı altında bulunan iki kadının kocalarına ihanette bulunarak iman
etmedikleri45 bahsi geçen konular arasındadır. Denilebilir ki, ilk peygamber Hz. Âdem
ile başlayan vahiy süreci, belirli aşamalardan geçip, Allah’ın yarattığı en mükemmel
varlık olan insanın manevi dünyasını düzenleyip, son peygamber Hz. Muhammed’e
gelen vahiyle noktalanarak, ilahi vahiy zincirinin son halkasını oluşturan ve içerdiği
hükümleri kıyamete kadar yürürlükte kalacak olan Kur’an vahyidir. Vahiy kapısı son
peygamber ve son ilahi kitapla açılmamak üzere kapanmıştır. Zira Kur’an gibi mucize
bir kitabın yanında yeni bir kitaba, Hz. Peygamber gibi bir şahsiyetten sonra da bir
peygambere ihtiyaç söz konusu değildir.
1.2.1. Kur’an’da Vahiy Kavramı
Kur’an’da Allah’ın insanla iletişim kurmasının üç yolla mümkün olacağı
açıklanmaktadır; ‘‘Allah bir insanla ancak vahiy suretiyle veya perde arkasından
konuşur yahut bir elçi gönderir de izniyle dilediğine vahyeder’’.46 Ayette geçen vahiy
kelimesi ‘‘doğrudan doğruya, çok süratli ve gizli bir tarzda bilgi aktarma ve kalbe
ilka’’ 47 anlamalarına gelir. Ayette geçen ikinci vahiy çeşidi sözlü iletişimdir. Bu
iletişimde peygamber, Allah’ı göremez. Yakın bir yerden ses duyar. 48 Üçüncü nevi
olarak açıklanan vahiy çeşidi de Allah’tan melek vasıtasıyla indirilmiş olan vahiydir.49
Bilindiği gibi vahiy, esasen iki varlık arasında vuku bulan özel bir olaydır.
Kur’an’da vahyin özel boyutunun yanında bir de genel boyutunun olduğunu
görmekteyiz. Özel anlamda sadece peygamberlere has olan vahiyden bahsedilirken,
genel anlamda ise bütün varlıklar vahye muhatap kılınmaktadır. 50 Peygamberlere
yapılan vahiy dışında diğer varlıklara yapılan vahiy çeşitleri, arza, semaya, bal arısına,
meleklere, Hz. Musa’nın annesine ve Hz. İsa’nın havarilerine olan vahiydir. Kur’an da
kurumsal vahiy olması sebebiyle peygamberlere ait olan vahiyden söz edilirken, genel
44 Nâzi’ât, 79/20-25. 45 Tahrim, 66/10. 46 Şura, 42/51. 47 Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yayınevi, İstanbul, t.s, c.8, s. 4255. 48 Elmalılı, a.g.e., c.8, s. 4255. 49 Tekvir, 81/23; Necm, 53/5-12. 50 Demirci, a.g.e., s. 26.
14
anlamda diğer varlıklara olan umumi vahiyden daha az bahsedildiği dikkat çekmektedir.
Burada her iki vahiy çeşidine Kur’an’dan örnekler verilecektir.
Kur’an’da, insanın yükünü hafifletmek için Kur’an vahyinin şifa, hidayet ve
rahmet olarak indirildiği vurgulanmıştır. 51 Dolayısıyla peygamberlerin yükünü
hafifleten, peygamberlere has olan vahye şu ayetler, örnek olarak verilebilir. Bu
bağlamda vahyin evrenselliği Kur’an’da şu şekilde vurgulanmaktadır; ‘‘Bu Kur’an
bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi uyarmam için vahyolundu.’’ 52 Vayhin
bağlayıcılığı, Kur’an’da belirtilen hususlardandır ve bu durum şu şekilde açıklanmıştır;
‘‘Rabbinden sana vahyolunana uy. O’ndan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz
çevir.’’53 Kur’an’da dile getirilen bir diğer husus, Kur’an vahyinin amacının insanlığın
iyiliği için indirildiğine yapılan vurgudur; ‘‘Elif. Lam. Râ. (bu Kur’an) Rablerinin
izniyle insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.’’54
Kur’an’da, Hz. Peygamber’den önceki peygamberlere de vahyedildiği şu
ayetlerle izah edilmektedir; ‘‘Biz Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz
gibi sana da vahyettik. Ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a, esbata (torunlara),
İsa’ya, Eyyup’a Yunus’a Harun’a ve Süleyman’a vahyettik. Davud’a da Zebur’u
verdik.’’55 Ayrıca vahye muhatap kılınan herkesin peygamber olarak nitelendirildiği
dikkat çeken hususlardandır; ‘‘Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz kişilerden
başkasını peygamber olarak göndermedik.’’56
Bu ve buna benzer ayetler, peygamberlerin ‘‘Allah’ın mesajını melek aracılığı
ile seçkin kullarına bildirdiğini, ilahi mesaja muhatap olan bu seçkin kulların, hassas ve
yıkılmaz şahsiyetiyle sarsılmadan ve korkusuzca ilahi tebliği ilan ederek insanları
uyuşukluk ve düşük ahlaki gerilim durumundan çıkarıp, Allah’ı Allah olarak, Şeytanı
51 Yunus, 10/57. 52 En’âm, 6/19. 53 Enâm, 6/106. 54 İbrahim, 14/1. 55 Nisa, 4/163. 56 Nahl, 16/43 Benzer ayetler için Bkz. Enbiya 21/7, Zümer 39/65.
15
Şeytan olarak açıkça gösterebilecekleri bir teyakkuz durumuna geçirmek için uyandıran
olağanüstü bir insan’’57 olduklarını açıklamaktadır.
Kur’an, özel ve kurumsal vahyin yanı sıra bir de genel, umumi vahiyden söz
etmektedir. Aşağıda gelecek olan ayetler, konumuz açısından örnek olarak
zikredilebilir; ‘‘Böylece onları iki günde yedi gök yaptı ve her göğe emrini vahyetti (her
göğe kendi işini bildirdi’’).58 “Her göğe işlevini ilham etti” cümlesi, kozmik sistemlerin
Allah’ın iradesiyle kurulup işlediğine işaret eder.59 Allah’ın göğe vahyetmesinin yanı
sıra yeryüzüne de vahyettiği şu ayetle açıklanmaktadır; ‘‘Çünkü rabbin ona (yere, arza)
vahyetmiştir.’’60 Allah yere bir çeşit konuşma ve anlatma yeteneği verir, o da üzerinde
olup bitenleri ve kimin ne yaptığını açık açık anlatır. Bunların yanında bir hadiste de
kıyamet gününde arzın dile gelerek konuşacağı bildirilmiştir.61
Umumi vahye örnek olması bağlamında Allah’ın Kur’an’da bal arısına da
vahyetmesi, dikkat çekmektedir. Ayette anlatılmak istenen arının bal yapması içgüdüsel
bir tepkidir. Arıya bu içgüdüyü yerleştiren de Allah’tır. İdeolojik yorumlarla, arıya
vahiy söz konusu ise, insanoğluna neden vahiy gelmesin tezine karşılık, bu ayetin doğru
bir şekilde anlaşılması önem kazanmaktadır. ‘‘Senin Rabbin bal arısına şöyle vahyetti
(ilham etti); dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan (kovanlardan)
evler edin.’’ 62 Burada “canlının kendisine yararlı olanları alması, zararlılardan
sakınması ve kendi geçimini sağlaması hususunda muhtaç olduğu becerileri Allah
Teâlâ’nın onda yaratması” anlamındaki ilham karşılığında kullanılmıştır. Arıya yapması
ilham edilen “yuvalar”dan maksat, arıların ağaç kovukları gibi uygun doğal mekânlarda
veya insanların özel olarak hazırladığı kovanlarda kendi ürünleriyle oluşturdukları
petekler ve her petekte bulunan altıgen gözcüklerdir. Bal arısı, Allah’ın verdiği ilham
veya içgüdü sayesinde, bizzat kendisinin ürettiği bal mumuyla kendi yuvasını
yapmakta, dalak içine milimetrik ölçülerle altıgen prizma şeklinde gözcükler
57 Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, Ankara Okulu Yayınları, çev. Alparslan Açıkgenç, Ankara,
2000, s. 167. 58 Fussilet, 41/12. 59 Hayreddin Karaman vd., Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 2007, c.4, s. 694. 60 Zilzâl, 99/5. 61 İbn Mâce, Zühd, 31. 62 Nahl, 16/68.
16
yerleştirmektedir.63 Arıya vahiyden anlaşılması gereken, arının bal yapmaya elverişli bir
programla Allah tarafından yaratıldığı vurgusudur.
Kur’an’da iki yerde Hz. Musa’nın annesine vahyedildiğinden bahsedilir;
‘‘Musa’nın annesine; Onu emzir, başına bir iş gelmesinden korkuyorsan onu yemme
(sandığa) bırak, korkma, üzülme, biz onu tekrar sana vereceğiz ve onu elçilerden
yapacağız diye vahyettik,’’64 şeklinde bir ifade vardır. Hz. Musa’nın annesine yapılan
vahiy peygamberlere yapılan vahiy değil, seçkin kulların kalbine doğan ilham
anlamındadır. Sıkı bir şekilde firavunun adamları tarafından uygulanan bu katliamdan
Musa’yı kurtarması için Allah tarafından annesine, onu bir süre emzirmesi, çocuğun
hayatının tehlikeye düştüğünü hissettiği anda onu bir sandukaya koyup Nil nehrine
bırakması ilham edilmiş, bunun üzerine annesi hiç tereddüt etmeksizin Musa’yı nehre
bırakmıştır. 65 Hz. Musa’nın annesi bunaldığı zaman onun kalbine ilham olundu.
‘‘Musa’nın annesine: Onu emzir. Başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu
suya bırak. Korkma üzülme, şüphesiz onu biz sana döndürecek ve peygamber yapacağız
diye vahyettik. (ilham ettik)66
Kur’an’da dört yerde Hz. İsa’nın yardımcıları konumunda olan havarilerden
bahsedilir. Bu ayetlerden birinde, Allah’ın havarilere vahyettiğinden bahsedilir.67Ayette
geçen ‘‘vahyettim’’ fiilini İslam bilginleri, vahyin diğer anlamalarına hamlederek,
kalplerine süratli bir şekilde atmak, ilham ve kalbe ilka anlamalarına geldiğini ifade
ederler.68
Son olarak ‘‘vahyettim’’ fiilini İslam Bilginleri Hz. İsa’nın vahye aracı konumda
olduğu şekliyle açıklamışlardır. Ayette Havarilere gelen vahiyden kastedilen, Hz.
İsa’nın vahyi havarilere ulaştırma noktasında bir aracı konumunda olduğunun
63 Karaman vd., a.g.e., c.3, s. 417. 64 Kasas, 28/7, Diğer örnek ayet için bkz. Taha 20/38-39. 65 Karaman vd., a.g.e., c.4, s.216. 66 İbn Kesir, Hadislerle Kur’an Tefsiri, çev. Bekir Karlığa, Bedrettin Çetiner, Çağrı Yayınları, İstanbul,
1984, c.11, s. 6194. 67 Maide, 5/111. 68 Taberi, Camiu’l-Beyan fi tefsîril’-Kur’an, Kahire, 1955, c.7, s. 83; Seyyid Kutub, Fîzılâl-il Kur’an,
çev. Bekir Karlığa, M. Emin Saraç, İ. Hakkı Şengüler, Hikmet Yayınları, İstanbul, 1986, c.4, s. 492;
İbn Kesir, a.g.e., c.2, s. 115; Elmalılı, a.g.e., c.3, s. 363.
17
vurgulanmasıdır; ‘‘Hani senin vasıtanla Havarilere vahyetmiştim de; sen onları
(havarileri) Allah’a ve Resulüne imana davet etmiştin.’’69
1.2.2. Hadislerde Vahiy Kavramı
Hz. Peygamber yaşadığı vahiy tecrübesini ilk olarak yakınlarıyla paylaşmıştır.
Bu ilahi tecrübeyi eşlerine ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. Nitekim Hz. Aişe’den gelen
şu rivayett bunu göstermektedir: ‘‘Allah’ın elçisine ilk defa vahiy, sadık rüya yoluyla
gelmeye başlamıştır. Zira onun her gördüğü rüya sabah aydınlığı gibi çıkardı.’’70
Hz. Peygamber’e gelen vahiy çeşitlerinden bir diğeri, vahiy meleğinin kendisine
insan şeklinde gelmesiyle gerçekleşen vahiydir. 71 Bu konu rivayetlerde şöyle dile
getirilmektedir; ‘‘Bazen de melek bana insan kılığına girerek gelir, benimle konuşur.
Ben de onun söylediğini iyice bellerim.’’72 Vahiy meleği, Hz. Peygamber’in yanına
geldiğinde, bazen Hz. Peygamber’in elini tutmuş 73 , hanımlarının yanında (onlara
görünmeden) Hz. Peygamberle konuşmuş74, bazen de Dıhye el-Kelbi suretinde gelerek
Hz. Peygamber’e sorular sormuştur.75
Hz. Aişe’den gelen başka bir rivayette vahyin farklı geliş yollarından birini Hz.
Peygamber şöyle açıklar; ‘‘Vahiy bazen bana zil çalar (yahut çıngırak sesi) gibi bir sesle
gelir. Bu benim için vahyin en ağır olanıdır. O hal beni terk edince onun (Cebrail’in) ne
dediğini bellemiş olurum.’’76
Hz. Peygamber’den gelen şu rivayet ise ilham yoluyla kalbe yapılan vahye örnek
olarak gösterilebilir; ‘‘Şüphesiz ki Ruhu’l-kuds (Cebrail) kalbime üfledi.’’77
Şu halde hadis kaynaklarında Hz. Peygamber’in, farklı şekillerde vahiy aldığını
rivayetler söz konusudur.
69 İbn Kesir, a.g.e., c.6, s. 2521. 70 Buhari, Bed’u’l-vahy 1; Müslim, İman, 73. 71 Zeki Duman, Vahiy Gerçeği, Fecr Yayınevi, Ankara, 1997, s. 26. 72 Buhari, Bed’u’l-vahy, 2; Müslim, Fedail, 23. 73 Ebu Davud, es-Sünen, 9. 74 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4, s. 150. 75 Buhari, Fedailu’l-Kur’an, 1. 76 Buhari, Bed’u’l-vahy, 2; Müslim, Fedail, 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4, s. 158. 77 İbn Mace, Ticaret, 2.
18
1.3. TARİHTE KENDİSİNE VAHİY GELDİĞİNİ İDDİA EDEN BAZI İSİMLER
İslam düşünce tarihine bakıldığında vahiy iddiasıyla ortaya çıkan birçok isme
şahit oluruz. İlk olarak Hz. Peygamber henüz hayatta iken ortaya çıkmaya başlayan bu
isimler, günümüzde de ortaya çıkmaktadır. Süreç içinde vahiy iddiasıyla ortaya çıkan bu
şahıslarda birtakım ortak özellikler mevcuttur. Bu kimseler hitap ettikleri insanları
Allah’ı inkâra ve şirke çağırmamışlardır. Hz. Peygamber’in nebi ve resul olduğunu
inkâr etmemişler bilakis kendilerinin de O’nun gibi resul olduğunu söylemişlerdir.
İmanla ilgili herhangi bir akideyi inkâr etmemişler, yeni bir akide ortaya
koymamışlardır. Kur’an’ın bizzat nübüvvet kurumunun Hz. Peygamber’le son
bulduğunu açıklamasına rağmen 78 onlar, nebi ve resul kavramlarına farklı anlamlar
yüklemek ve farklı bakış açıları getirmek suretiyle kendilerinin nebi değil resul
olduğunu ileri sürmüşlerdir.79 Biz çalışmamızın bu bölümünde konumuzla ilgisi olması
bakımından bu isimlerden birkaçına örnek vermekle yetinmek istiyoruz. Çalışmamızın
ana başlığı ‘‘vahiy’’ olduğuna göre İslam tarihinde ve günümüzde vahiy iddiasıyla
zuhur eden şahsiyetlere değinmenin konumuz açısından faydalı olacağı
düşüncesindeyiz. Biz bu bölümde üç şahsiyetten söz edeceğiz. Bunların ilki Hz.
Peygamber henüz vefat etmeden önce peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan Müseylime
el-Hanife’dir. Bir diğer isim, nübüvvet ve vahiy iddiasında bulunan, hicri ikinci
yüzyılda ortaya çıkan Beyan b.Sem’an’dır. Son olarak Türkiye’de doksanlı yıllarda,
İskender Evrenesoğlu ismiyle ortaya çıkıp, vahiy aldığını iddia eden daha sonra
A.B.D’ye yerleşen isimden söz edeceğiz.
1.3.1. Müseylime el-Hanife
Hz. Peygamber henüz hayatta iken birtakım kişiler vahiy aldığını iddia etmeye
başlamış, vahiy mahsulü olduğunu iddia ettikleri birtakım sözler, ayetler söylemek
suretiyle kendilerine taraftar bulma gayreti içine girmişlerdir. Bunların en meşhurları
daha sonraları ‘‘Müseylime-i Kezzab’’ ismiyle anılan, asıl ismi İbn Habib el-Hanefi
olan kişidir. Yemame’de ortaya çıkan Müseylime, kendi halkı arasında ‘‘Yemame’nin
78 Ahzab, 33/40. 79 Nebi ve resul kavramlarına ayrıntılı bkz. Aslan, a.g.e., s. 36-48.
19
Rahmanı’’ olarak tanınan bir kimseydi.80Müseylime ilk önceleri Medine’ye gelerek Hz.
Peygamberle görüşmüş, kendisinin peygamberliğini kabul ederek ülkesine dönmüştü.
Yalnız ülkesine döndükten sonra kendisinin de vahiy aldığını iddia etmiş81, bu iddiasını
yememe halkının etnik kökenini öne çıkarmak suretiyle onları tahrik edip kendisine
inandırmaya gayret etmiştir. O, halkına ‘‘Ey Hanifeoğulları! Allah, Kureyş’i
peygamberliğe sizden daha layık kılmamıştır. Topraklarınız onlarınkinden daha geniş,
sayınız onların sayısından fazla. Cebrail, sizin arkadaşınıza, tıpkı onlarınkine indiği
gibi iniyor’’82 demek suretiyle Yemame halkını etrafında toplamaya çalışmıştır.
Müseylime, aslında Hz. Peygamber’in nübüvvetini inkâr etmemiş, kendisinin de
Hz. Peygamber gibi bir peygamber olduğunu, vahiy aldığını yazdığı mektuplarda
bildirmiştir. O, mektubunda Kureyşlilerin adaletli insanlar olduğunu söylemiş,
kendisinin de peygamberliğinin kabul edilmesini ve İslam topraklarının yarısının
kendisine verilmesini talep etmiştir. Hz. Peygamber’in bu mektuba cevabı ise,
‘‘Allah’ın Elçisi Muhammed’den yalancıların en yalancısı Müseylime’ye: Allah’ın
selamı dosdoğru yol üzerinde bulunanlara olsun! Hemen ilave edeyim ki, yeryüzü
Allah’a aittir. Onu kulları arasından dilediğine verir; bütün işlerin sonunda kurtuluş,
Allah’tan hakkıyla korkup çekinenlerindir,’’ şeklinde olmuştur.83
Allah tarafından kendisine de vahiy geldiğini söyleyen bu kişiler, vahiy
iddialarını ispatlayabilmek için birtakım garip sözler sarf ederek doğru sözlü olduklarını
ileri sürmüşlerdir. Kur’an’ın bir benzerini veya bir suresini getirmek arzusunda olanlara
Kur’an’ın bizzat meydan okuyuşu, (tehaddi)84 tarih boyunca muhatap bulamamış, böyle
bir şeye cesaret edenlerin görüşleri, iddiaları, çok fazla inandırıcı olamamıştır.
Kur’an’ın eşsiz belagat ve fesahatı karşısında son derece cılız ve etkisiz kalan bu
iddialar zaman içerisinde etkisini kaybederek toplumdan yeterli ilgi, alaka ve destek
görememişlerdir. Müseylime’nin vahiy dediği ayetlere değinecek olursak şu örneklere
yer vermek yerinde olacaktır; ‘‘Fil. Öyle ya, sen filin ne olduğunu nereden bileceksin?
O’nun uzun bir hortumu var!’’ ‘‘Siz ey iki kurbağanın kızı kurbağalar! Suyunuz
80 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Mehmet Yazgan, İstanbul, 2008, Beyan yayınları, s.
340. 81 Hayati Ülkü, Başlangıçtan Günümüze İslam Tarihi, Çile yayınları, İstanbul, 1982, s. 252. 82 Taberi, Tarih, c.2, s. 281-282. 83 Hamidullah, a.g.e., s. 341. 84 Kasas, 28/49; İsrâ, 17/88; Hûd, 11/13; Yûnus, 10/38; Bakara, 2/23.
20
temizlendi. Suyu kirletemezsin, içeni engelleyemezsin. Başın suda, kuyruğun
çamurdadır. Toprağın yarısı bizim, yarısı Kureyş’in. Ama Kureyş saldırgan bir
toplum.’’ ‘‘Ekini ekenlere, ürünü biçenlere, daneyi savuranlara, un öğütenlere, ekmek
pişirenlere, tirit yapanlara, donmuşunu da erimişini de silip süpürenlere yemin olsun.
Yüncü bedevîlere ve sizden önceki medenîlere üstün kılındınız. Arkadaşınızı koruyun.
Yardım dileyeni barındırın. İsteyenin işini görün.’’85
İbn Kesir, aynı eserinde başka bir ayrıntıya daha yer vermiştir. Burada
anlatıldığına göre Temim kabilesinden Secah isimli bir kadın da kendisine vahiy
geldiğini öne sürmüş, bunu duyan Müseylime kendisiyle görüşmek istediğini Secah’a
bildirmiştir. Müseylime, Secah’ı kendi çadırında ağırlamış ve aralarında şu görüşme
gerçekleşmiştir. Müseylime’nin kadına ‘‘Sana ne vahyediliyor’’? sorusuna kadın,
‘‘Kadınlar önce başlar mı? Sen söyle bakalım sana ne vahyolunduğunu’’ diye cevap
vermiş bunun üzerine Müseylime kadına ‘‘Baksana Rabbine, hamile kadına ne yaptı?
Vahşice vuruşların peşinden yılan gibi akan canlı bir varlık çıkardı. Allah kadınları öbek
öbek yarattı. Erkekleri onlara eş yaptı. Bizim için yavru imal ederler.’’ demiştir. Bunları
işiten Secah, ‘‘Senin peygamber olduğuna şehadet ederim’’86 diyerek Müseylime’nin
peygamberliğini kabul etmiştir. Bu sayede Müseylime Secah’a üstün gelmek suretiyle
siyasi alanda ve peygamberlik sahasındaki bir rakibinden kurtulmuştur.
Hz. Peygamber vefat etmeden önce bütün bu olanlardan haberdar olmuş ve
konuyla yakından ilgilenmelerini o bölgedeki memurlara bildirmiştir. Hz. Peygamber’in
vefat etmesiyle bu işle Hz. Ebubekir ilgilenmiş, Halid b.Velid komutasındaki ordu,
Yemame savaşında Müseylime’nin varlığını ortadan kaldırmıştır.87
Müseylime’nin peygamberlik iddiasının sebeplerinden biri de Araplar arasında
canlılığını hiçbir zaman yitirmeyen asabiyet (kabilecilik) olgusudur. Çünkü Müseylime
kavmine, Kureyş’le Hanife oğullarını kıyas ederek onların kabilecilik duygularını canlı
tutmaya çalışmıştır. Halid b.Velid’in Yemame savaşı sonunda esirlere Müseylime’nin
peygamberliği ile ilgili sorduğu sorulara esirlerin; ‘‘Sizden (Kureyş) bir peygamber,
85 İbn Kesîr, El Bıdaye ve'n-Nihaye, çev. Mehmet Keskin, Çağrı Yayınları, 2000, c.6, s. 462-469. 86 İbn Kesir, a.g.e., c.6, s. 457-460. 87 Hamidullah, a.g.e., s. 341.
21
bizden de bir peygamber olsun’’ 88 cevabı Araplar arasında kabile rekabetini ortaya
koyması açısından önem arz etmektedir.
1.3.2. Beyan b. Seman
Hicri ikici yüzyılda ortaya çıkan Beyan b.Sem’an, nübüvvetin sürekliliği
düşüncesinden hareketle vahyin de devamlı olacağını öne sürmüştür. Kaynaklarda
geçtiğine göre Beyan’ın bu fikri bizzat Kur’an’dan öğrendiği şeklindedir. Çünkü Hz.
Peygamber ve Kur’an, daha önceki milletlere gönderilmiş peygamberlerden
bahsediyordu.89 O, önceleri peygamberlik iddiasında bulunmamış, Muhammed b. el-
Hanefiyye’nin oğlu olan Ebu Haşim’in, kendisini imamete halef olarak atamış olduğunu
söylemiştir. 90 Ebu Haşim’in vefatından sonra nübüvvet iddialarına başlayan Beyan,
Ca’fer es-Sadık’ı kendisinin Peygamberliğini kabul etmeye çağırmış ona mektuplar
göndermiştir. Mektubunda Hz. Peygamberin getirmiş olduğu şeriatın bir kısmının
kaldırıldığını söylemiş, ‘‘İslâm’a teslim ol ki selâmete eresin, zira sen Allah’ın,
risaletini kime vereceğini bilemezsin. Resule düşen ancak tebliğdir. Uyaran kimse
vebalden kurtulmuştur” diyerek nebi olduğunu öne sürmüştür.91 Beyan, en büyük ismi
(İsmu’l-Azam) bildiğini, bu isimle ölüleri diriltebileceğini, bu isimle Venüs yıldızını
çağırdığını ve bu yıldızın geldiğini yine bu isim sayesinde orduları bozguna
uğratabileceğini öne sürmüştür.92
Beyan’ın dikkat çeken görüşlerinden biri de Cebrail’in aracılığı olmaksızın
vahyi doğrudan Allah’ın kendisinden aldığı görüşüdür. Bu durum nübüvvetin ilahlıkla
karışmasına yol açmış, ortaya hulul inancı çıkmıştır. Vahyi aracısız Allah’tan alan
Beyan, peygamber olmanın da ötesinde Allah’tan bir parça haline dönüşmüş, Allah ona
hulul etmiş, bu sebeple de geleceği bilir hale gelmiştir.93 İlginç olan ise, vahiy aldığını
söyleyen Beyan, Kur’an’dan bazı ayetleri yorumlama ihtiyacı hissetmiş ve fikirlerini bu
şekilde yaymaya çalışmıştır. Beyan Kur’an’da ‘‘Bu, insanlar için bir beyan, sakınanlar
88 Aslan, a.g.e., Ankara, 2009, s. 110. 89 William F. Tucker, Beyan b. Sem’an ve Beyaniyye: Emevi Irak’ının Şiî Aşırıları, çev. Yusuf Benli,
Din Bilimleri, Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 1, s. 223-224. 90 William F. Tucker, a.g.m, s. 223. 91 Şehristani, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerim, el-Milel ve’n-Nihal, Beyrut, 1975, s. 153. 92 Abduülkahir el-Bağdadi, el-Fark beyne’l-Fırak, Kahire, 1948, s. 54. 93 Muhammed Abid Câbirî, İslam’da Siyasal Akıl, (el-Aklu’s-Siyâsiyyu’l-Arabî) çev. Vecdi Akyüz,
İstanbul, 1997, s. 561.
22
için de yol gösterici ve nasihattir’’94 ayetini ‘‘Beyan benim, yol gösterici ve nasihatte
benim’’ diyerek yorumlamıştır.95 Yine Beyan, Kur’an’da ‘‘Onlar, bulut gölgeleri içinde
Allah’ın ve meleklerinin kendilerine gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar?’’96
ayetini, gölgenin Ali olduğunu, gök gürültüsünün O’nun sesi olduğunu, yıldırımın da
onun gülümsemesi97 olduğunu söylemek suretiyle tevil etmiştir.
Klasik kaynakların Beyaniyye’yi Şia’nın gulat fırkaları içinde kabul etmeleri
Beyan’ın tenasüh ve hulul hakkındaki görüşleri olsa gerektir.98 İrfan Abdulhamîd’in
belirttiğine göre Beyan, ‘‘Allah’ın ruhu peygamberlerin ve imamların bedenlerine hulul
ettiği sonra bu ruhun Ebu Haşim Abdullah b. Muhammed b. el-Hanefiyye’ye geçtiğini
ondan de kendisine yani (Beyan’a) intikal ettiğini99’’ iddia etmiştir.
Beyan, 737 yılında Muğire b. Said ile birlikte hareket ederek Emevilerin Irak
valisi Halid b. Abdullah el-Kasri’ye karşı isyan hareketine karıştı. İsyan, Emeviler
tarafından kısa sürede bastırılmış, Beyan, Muğire ve taraftarları idam edilmişlerdir.100
Vahiy aldığını kendisinin de peygamber olduğunu söyleyen Beyan ve Beyan b.
Sem’an’la aynı düşüncede olan kimseler, nübüvvetin sürekli olması düşüncesindedirler.
Bu durum ilerleyen zaman içerisinde kendilerinden sonra nübüvvet iddiasıyla ortaya
çıkacak olan kimseler için de zemin hazırlamıştır. İrfan Abdulahamid’e göre Şia’nın
Gulat çevrelerinde sürekli nübüvvet fikri şöyle özetlenebilir; ‘‘Peygamberlik daimi bir
kaynaktır. Kesintisiz devreden bir zincirdir. Peygamberlerin ardı kesilmeyecektir. Bu
zincirdeki her bir halka kendisinden öncekine nispetle daha değerli, ondan daha üstün
derecede ve daha kâmildir.’’101 Şia’nın bu düşüncelerinin Gulam Ahmet’in iddialarıyla
paralellik arz ettiği görülmektedir.
94 Âl-i İmran, 3/138. 95 Bağdadi, a.g.e., s. 37. 96 Bakara, 2/210. 97 Şehristani, a.g.e., s. 177. Şehristani eserin aynı sayfasında Beyan’ın Muhammed Bakır’a da mektup
göndererek nübüvvetini kabul etmeye davet ettiğinden bahseder. 98 Şehristani, a.g.e., s. 205. 99 İrfan Abdullhamid, İslam’da İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları, çev. Saim Yeprem, Marifet
Yayınları, İstanbul, 1983, s. 57. 100 William F. Tucker, a.g.m., s. 219; Atalan, a.g.e., s. 149-152. 101 İrfan Abdulhamid, a.g.e., s. 67.
23
1.3.3. İskender Evrenesoğlu
Esasen ayrı bir araştırmanın konusu olacak kadar kapsamlı bir şekilde
açıklamaya ihtiyaç duyulan Evrenesoğlu ve takipçileri ile ilgili, konumuzla ilgili olması
sebebiyle bir parantez açmayı faydalı gördük. Doksanlı yılların başında gündeme gelen
İskender Evrenesoğlu, ‘‘Risalet Nurları’’ isimli kitabını kendisine tanrının yazdırdığını
iddia etmek suretiyle dikkatleri ve tepkileri üzerine çekmiştir. İlerleyen süreçte adı
peygamber olarak anılan Evrenesoğlu hakkında Diyanet İşleri Başkanlığı devreye
girmiş Evrenesoğlu’nun ciddiye alınmaması gerektiği ve yayınlanan kitabının hiçbir
şekilde bilimsel bir yanı olmadığı konulu bir açıklama yapmıştır. Din işleri yüksek
kurulu başkanı İsmail Öner, yaptığı açıklamada ‘‘Risalet Nurları’’ isimli kitaptaki
iddiaların Kur’an’a ters düştüğünü, bu iddiaların İslam’ın temel esaslarına aykırı
olduğunu söylemiştir.102 Esas uzmanlık alanı ekonomi, banka ve muhasebe olan, bu
alanlarla ilgili üniversitede eğitim gören İskender Evrenesoğlu, din eğitimi alanında
herhangi bir okulu bitirmiş değildir.
1996 yılında İlahiyatçı Yaşar Nuri Öztürk’le çıktığı programda zor anlar
yaşamış, sorulan sorulara tatmin edici cevaplar verememiştir. Kamuoyunda dikkatleri
ve tepkileri üzerine iyiden iyiye üzerine çeken İskender Evrenesoğlu, A.B.D’ ye gitmek
zorunda kalmış ve oraya yerleşmiştir. Takipçilerine göre ise O, Mekke’den Medine’ye
göç etmek zorunda kalmış Hz. Peygamber gibi Allah’ın emriyle A.B.D.’ ye gitmiştir.103
Günümüzde Evrenesoğlu’nun müritleri ve takipçileri, merkezi Ankara’da olan
Osmanlı Kültürünü Yaşatma Derneği adı altında faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Kiraladıkları okulların spor salonlarında ve düğün salonlarında video konferans
sistemiyle Evrenesoğlu’nun sohbetlerini konferansa katılan diğer illerdeki izleyicilere
de izlettirmektedirler. Ayrıca Nur TV ve MPL TV kanalları bunun yanında radyo
Ankara isimli frekansta propagandalarını yapmaktadırlar. Bunun yanında
imamiskenderalimihr.com ve Osmanlı Kültürünü Yaşatma Derneği ismindeki sitelerle
de görüşlerini ve iddialarını savunmaktadırlar. Biz burada Evrenesoğlu’nun ayetleri
nasıl ele alıp yorumlamadığına birkaç örnek vermekle yetineceğiz.
102 https://www.imamiskenderalimihr.com/kitapları/tevhid Erişim tarihi: (26.10.2017). 103 İskender Ali Mihr, Beklenen Mehdi O mu? y.y, t.s. s. 34-35.
24
İskender Evrenesoğlu ve takipçilerinin iddialarına delil göstermek için en çok
Ali İmran 81. ayetini konu edindiklerini görmekteyiz. Bu bağlamda Evrenesoğlu’nun
yorumu şu şekildedir; ‘‘Allahû Tealâ Âli İmrân Suresinin 81. âyet-i kerimesinde, kitap
ve hikmet verdiği peygamberlerini (nebîlerini) huzurunda toplayıp, onlarda olanı tasdik
edecek bir resul göndereceğini ifade etmektedir. Allahû Tealâ bu resule yardım etmeleri
konusunda da bütün Nebîlerden (peygamberlerinden) misak almıştır. Bu Ayet-i
kerimede sözü edilen resul, Peygamber Efendimiz(S.A.V) değildir. Âli İmrân Suresinin
81. Ayet-i kerimesindeki resul, kıyamete yakın bir devrede yeryüzüne gelecek ve
unutulan hanif dinini, yeniden aslî unsurlarına kavuşturacak olan mehdi resul’dür.’’104
Evrenesoğlu, iddialarına Ahzab suresi 40. Ayeti delil göstermek suretiyle
devam eder; ‘‘İslâm dininin bugünkü öğreticileri diyorlar ki, Hz. Muhammed Mustafa (
S.A.V ) Efendimiz son nebî idi ama aynı zamanda da son resul'dü. Artık Peygamber
Efendimiz (S.A.V)’den sonra ne Nebî ne de Resul gelmeyecektir. O, son nebî ve son
resul'dür. Yani ondan sonra gelecek olan bir resul, bir mehdi (a.s) hiçbir zaman
olmayacaktır diyorlar. Bu ayet bunun varlığının kesin delilidir. Bu iddianın sahipleri
yani Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘den sonra resul de, nebî de gelmeyecektir, diyenler
bir sözlerinde ‘nebî gelmeyecektir’ sözlerinde tamamen haklıdırlar, gerçekten Kur'ân-ı
Kerim Resullerin sonuncusudur, demiyor, nebîlerin sonuncusudur, diyor. Ayetteki
yorumumdan şunu çıkarmak mümkündür; Hz. Peygamber son nebidir. Ayet son resul
olduğunu söylemediğine göre ben nebi değilim, ancak resulüm, nebilerin sonuncusu Hz.
Peygamberdir.’’ 105 Bu görüşe Muhammed Hamidullah şu şekilde karşılık verir;
‘‘Kur’an’da peygamberlerden bahsedilirken muhtelif yerlerde, aynı manada olmak
üzere değişik terimler kullanılır: Nebi, Resul, Mürsel, Beşir, Mübeşşir, Nezir, Münzir,
Hâdi. Hangisi olursa olsun bunlardan biri, Hz. Âdem’den son nebi Hz. Muhammed’e
kadar herhangi bir peygamber veya her bir peygamber için ayrı ayrı kullanılabilir.
Gerek Kur’an ve gerekse Hadis, Hz. Peygamber’in son nebi olduğunu ifade ve tasdik
etmektedir.’’106
104 İskender Ali Mihr, a.g.e., s. 38. 105 İskender Ali Mihr, a.g.e., s. 4-5. 106 Muhammed Hamidullah, Resulullah Muhammed, çev. Salih Tuğ, İrfan Yayınları, İstanbul, 1973, s.
78.
25
Evrenesoğlu’nun kendisini resul olduğuna delil gösterdiği bir diğer ayette;
‘‘Sonra Biz, resullerimizi art arda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete Resulü
geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk
ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mümin olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden)
uzak olsun. Peygamberler arasında fetret devirleri vardır. Ama resuller ardı arkası
kesilmeksizin gönderilmişlerdir’’107 denilmektedir. Bu ayete göre kendisi fetret dönemi
olmaksızın resul olarak Allah tarafından gönderilmiştir. Ayette geçen ‘‘Erselne’’ fiili
mazi kalıbıyla gelmiş, olmuş bitmiş olaylardan bahsetmektedir. İddia edildiği gibi,
resullerin devamından bahsedilecek olsaydı ayet müzari kalıbıyla gelirdi. Zaten ayet
siyak-sibak çerçevesinde değerlendirildiğinde bir sonraki gelen ayet, Hz. Musa ve
kardeşi Harun’dan söz etmektedir. Önceki ayetler ise geçmiş kavimlerde yalanlanan
peygamberlerden söz etmektedir. İddia edildiği gibi sonsuza kadar gönderilecek resul
silsilesinden bahsedilmemektedir.
Evrenesoğlu’nun bir başka iddiası daha ilginç görünmektedir. O hakikatler
başlığı altında dinlerin birleştirilmesinden şu şekilde söz eder; Buna göre, ‘‘Allah Hz.
Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeriatı, İbrahim’e, Musa’ya İsa’ya ve Hz.
Muhammed’e şeriat kılmıştır. Ve Hanif dininin yegâne giriş kapısı, olmazsa olmazı
Allah’a ulaşmayı dilemektir. İnsanlar hangi dinin mensubu olursa olsunlar, hangi
şartların içinde yaşarlarsa yaşasınlar, kurtuluşları sadece Allah’ı dilemelerine
bağlıdır.’’ 108 Biz aynı görüşleri ve iddiaları, Gulam Ahmet’in eserlerinde de
görmekteyiz. O, da dinlerin birleştirilmesi ve kardeşliğinden söz etmektedir.
Yaşar Nuri ile beraber programa çıkmasını fitne olarak değerlendiren
Evrenesoğlu, kendisine hile yapıldığını ve Allah resulünün sözünün sürekli kesilerek
kendisinin konuşturulmadığını iddia etmiştir. Bu fitne neticesinde imanı zayıf olanların
kendisinden yüz çevirdiğini, gerçek müminlerin ise imanlarının kuvvetlendiğini iddia
etmiştir. 109 Bu bağlamda bu görüşlere Fazlur Rahman’ın şu açıklamaları cevap
niteliğindedir; ‘‘Elçiler veya peygamberler önce kendi kavimlerine gönderilmekteler;
fakat ilettikleri tebliğ yalnız o yöreye ait değil, evrensel bir özelliğe sahiptir. Onun için
107 İskender Ali Mihr, a.g.e., s. 12-13. 108 İskender Ali Mihr, a.g.e., s. 10-11. 109 İskender Ali Mihr, a.g.e., s. 30-32.
26
bütün insanlar, ona inanmak ve söylediklerini takip etmek zorundadır. Peygamberlerin
kendi kavminin desteğini kazanması şarttır. Aksi takdirde tebliğin diğer insanlara
ulaşması için çok az ihtimal kalır.’’110 Bu açıklamadan hareketle vahiy aldığını iddia
eden bir kimse, o toplumun genelini kendisine inandırmak ve desteğini almak
mecburiyetindedir. Hz. Peygamberin vefatından sonra nübüvvet ve vahiy iddiasında
bulunan isimlerin bu şartı sağlayamadığı göz önünde bulundurulacak olursa, bu
isimlerin toplumun az bir kısmındaki etkileri zaman içinde ya tamamen yok olmuştur ya
da kısmen devam etmiştir.
Netice itibariyle şunu söyleyebiliriz. Hz. Peygamber henüz vefat etmeden önce
vahiy aldığını söyleyen Müseylime, çok ciddi tepkiyle karşılaşmış, iddiaları hoş
karşılanmayıp, Halid b. Velid’in komutan olduğu Yemame savaşında ortadan
kaldırılmıştır. Hâlbuki Hz. Peygamber’den sonra vahiy devam edecek olsaydı bunu
onun en yakın arkadaşları ve ehl-i beyt sürdürürlerdi. Dolayısıyla vahiy kapısı Hz.
Peygamber’in vefatıyla kapandığı için vahiy iddiasıyla ortaya çıkanlara ortak tepki
gösterilmiştir. Hz. Peygamber’in soyundan gelen Cafer Sadık ise daha sonraki süreçte
kendisini iman etmeye çağıran Beyan b. Seman’a itibar etmemiş, iddialarını dikkate
almamıştır. Günümüzde ise Türkiye’de İskender Evrenesoğlu ismiyle meşhur olan
şahsın iddiaları, Müslümanların çoğu tarafından reddedilmiş, Hz. Peygamber’in son
peygamber olduğu inancı, günümüz Müslümanlarını aynı fikir etrafında birleştiren bir
olgu olmuştur. Dolayısıyla bu tür iddiaların sahibi olanlar bu görüşlerinden dolayı kabul
görmemişler ve eleştirilmişlerdir. Günümüzde dünya Müslümanlarının çoğunluğuna
göre Fazlur Rahman’ın da dediği gibi; ‘‘İnsanlığa gönderilen önemli bildirilerle yüklü
insanlar peygamberlerdir. Hz. Muhammed’e gönderilen Kur’an, Emr’i vahyeden
kitaptır. Hz. Muhammed son peygamber; Kur’an ise günümüzdeki şekliyle vahyedilen
son kitaptır.’’111
110 Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2000, s. 133. 111 Fazlur Rahman, İslâm, çev. Mehmet Dağ, Mehmet Aydın, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2000, s.
83.
27
II. BÖLÜM
KADIYANİ/AHMEDİLİĞİN TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİ
Bir mezhebi veya dini bir hareketi sağlıklı değerlendirebilmek için o hareketin
veya grubun lideri konumunda olan ismin hayatı önem arz etmektedir. Bu bağlamda bu
bölümde Mirza Gulam Ahmet’in hayatına kısaca değinilecektir. Ancak bunun öncesinde
mezhep hakkında yapılan tanımlara yer verilecektir. Daha sonra ise Mirza Gulam’ın
müceddid, mehdi ve mesih iddiaları, ele alınacaktır. Gulam Ahmet’in cemaat oluşturma
ve cemaate bağlanma esasları, incelenecek diğer başlıklar olacaktır. Ayrıca Gulam
Ahmet’in cihad ve nübüvvet anlayışı bu bölümün başlıkları arasında olacaktır.
2.1. MEZHEP HAKKINDA YAPILAN TANIMLAR
Ortaya çıktığı yere nispetle Kadıyaniyye diye anılan hareket, kurucusunun
isminin Ahmet olması sebebiyle Ahmediyye ismini alarak, 4 Kasım 1900 tarihinde
Gulam Ahmet’in yayımladığı bildiriyle ilan edilerek ortaya çıkmıştır.112
Kadıyanilik XIX. Yüzyılın sonlarına doğru Mirza Gulam Ahmet Kadıyani
tarafından kurulan mezhebe verilen addır. Fırka, önceleri kurucusunun adından dolayı
Mirzaiyye, mensup olduğu yerle ilgili olarak da Kadiyaniyye adıyla anılmıştır. Daha
sonra Gulam Ahmet tarafından yayımlanan bildiriyle, Ahmediyye adını almıştır.
Gulam, Ahmediyye isminin gerekçesini ise şöyle açıklar: ‘‘Biz bu harekete en uygun
olan Ahmediyye Mezhebi Müslümanları adını uygun gördük. Bu isim, Hz.
Peygamber’den dolayı verilmiştir. Onun iki isminden biri Ahmet’tir. Bu isim onun
cemalini yansıtır. Bu da Hz. Peygamber’in dünyaya sulh ve sükûn yayacağını
gösterir.’’113
1880 yılında bir İslam davetçisi olarak ortaya çıkan Gulam Ahmet, daha sonraki
yıllarda kademeli olarak fikirlerini değiştirmiş, 1900 yılına gelindiğinde ise nübüvvet
konusunu tartışmaya açmış ve cüzi veya eksik nübüvvet kavramlarını tevil etmek
112 Fığlalı, Ethem Ruhi, ‘‘Kadıyanilik Mad’’. DİA, İstanbul, 2001, c.24, s. 137. 113 Ethem Ruhi Fığlalı, Kadıyanilik, D.E.Ü Yayınları, İzmir, 1986, s. 41.
28
suretiyle tartışmaya açmıştır. 114 Önceki görüşlerinde Gulam’ın nübüvvet konusunda
peygamberliğin Hz. Muhammed’le son bulduğunu kabul ettiğini söyleyen Mevdudi,
Gulam’ın sonraki görüşlerinde bu görüşlerinden döndüğünü söyler.115
Kadyanilik, Gulam Ahmet tarafından Hindistan Pancap-Kadiyan’da kurulan dini
bir harekettir. Adına nispetle Mirzaiyye, O’nun doğduğu şehre nispetle de Kadıyaniyye
olarak anılmaktadır. Bununla birlikte, Gulam Ahmet’in Hz. Peygamber tarafından
ismine işaret edildiği iddiasından hareketle hem kurucu ve bağlıları hem de resmi
belgeleri esas alan araştırmacılar Ahmediyye adını kullanmaktadırlar. 116 Ahmediler,
Kâdıyânîlik ve Mirzaiye isimlerini kendileri için küçük düşürücü nitelemeler olarak
görüp, kendilerini doğru ümmet olarak tanımlamakta ve kendilerine karşı düşünceleri
olan bazı bilginleri radikal veya çıkar amaçlı mollalar117 diye adlandırmaktadırlar.
Tanımlara dikkat edilecek olursa, mezhebin ortaya çıktığı zaman ve coğrafya ve
ilk defa hangi isimin etrafında iddialarının şekillendiği vurgulanmıştır.
2.2. GULAM AHMET’İN ÇOCUKLUK VE GENÇLİĞİ
Gulam Ahmet, kendi ifadesiyle Pakistan sınırları içinde bulunan Pencap
eyaletinin Gurdaspur bölgesindeki Kadıyan’da 1839 veya 1840 yılında doğmuştur.118
Henüz küçük yaşlarda ciddi bir eğitim gören Gulam Ahmet, 6 yaşında Kur’an ve
Farsça, 10 yaşına geldiğinde ise sarf ve nahiv okumaya başladı. 17-18 yaşlarında ise
mantık ve felsefe okuyan Gulam Ahmet, ayrıca babasından da hekimlik mesleğine dair
bilgiler edindi. Öğrenimini kısa sürede tamamlamasına rağmen öğrendikleriyle ilgili bir
uğraş içine girmeyen Gulam Ahmet, devamlı inzivaya olan düşkünlüğü ile dikkat
çekmiştir. Babası onun bu durumuna yardım etmek için kendisini Sialkot şehrine
memur olarak göndermiştir. Burada kaldığı 4 sene içinde değişik inanç gruplarını
tanıma fırsatı bulur. Misyonerlerden ve Hindulardan dinleri hakkında birçok bilgi
114 Mevdudi, Kadıyanilik Nedir, çev. Ahsen Batur, İhfa Yayınları, İstanbul, 1975, s. 23-24. 115 Mevdudi, a.g.e., s. 25-42. 116 İhsan İlahi Zahir, İslam Dünyasında İngiliz Emperyalizmi, Ebru Yayınları, çev. Arif Aytekin, İstanbul,
1985, s. 47-50. 117 Muhammad Usman Ali, ‘‘Kadıyani Geleneğinin İki Temel Akımı Olarak Rebva Cemaati ve Lahori
Cemaati: Karşılaştırmalı Bir Analiz’’, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü,(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2016, s. 8. 118 Fığlalı, a.g.e., s. 42.
29
edinmiş ve onlarla zaman zaman tartışmaya girmiştir. Dört sene sonunda babasının
yanına dönen Gulam Ahmet, babasından yeterli ilgi ve alaka görmeyince kendisini
tekrar inzivaya çekilmeye mecbur hissetmiş ve babasının ölümüne kadar Kur’an, tefsir,
hadis çalışmaları ve diğer dinler hakkında bilgiler toplamakla uğraşmıştır. Babasının
vefat yılı olan 1876 onun için bir dönüm noktası olmuştur. Babasının hastalanıp yatağa
düştüğünde Ve’s-Semâi ve’t-Târık sesini duyar ve bu ayetten babasının güneşin
batışından sonra öleceğini anlar. Babasının ölümüyle ailenin geçim ve idaresini nasıl
olacağı endişesine kapılır ve ikinci bir ses duyar. ‘‘Allah kuluna yetmez mi?’’ sesini
duyan Gulam bu vahiyle rahatlar ve onun hayatında artık yeni bir devre o gün başlamış
olur.119 Bu ilk vahiyden sonra çok sık aralıklarla vahiy almaya başlayan Gulam Ahmet,
inziva hayatına devam etmekle birlikte Farsça, Urduca ve Arapça denemelerde bulunur.
İlk denemeleri Hindu ve Hristiyanlara karşı olur.120 Devam eden süreçte Gulam Ahmet,
Hindu ve Hristiyanlara 50 ciltlik bir reddiye yazacağını, ama bunun için paraya ihtiyaç
duyduğunu söyler. Abone olmak suretiyle bu eksik giderilir ve Berahin-i Ahmediyye
adını verdiği kitabın ilk iki cildi basılmış olur. İlk iki ciltte vahiy ve nübüvvet
konularına değinmeyen Gulam, üç ve dördüncü ciltlerde ise vahiy ve nübüvvet
konularına temas ederek bu kavramları tartışmaya açmıştır. Başlangıçta 50 cilt olacağını
söylediği eserin beşinci cildi, 1905’de yayımlanmış, ‘‘50 ile 5 arasında sadece sıfır farkı
var, bu yüzden 5 ciltle 50 cilt yazılmış gibidir’’ demiştir.121 Çalışmamızın ilerleyen
safhasında değineceğimiz gibi sırasıyla müceddid, mehdi, mesih, nübüvvet ve krişna-
avatarlık iddialarında bulunan Gulam, tedrici bir süreçten geçmek suretiyle, iddialarını
zamana yaymıştır. Babasının vefat ettiği yıl, ilk vahye muhatap olduğunu söylemiş ve
ömrünün sonuna kadar her konuda vahyin kesilmeden kendisine geldiğini iddia etmiştir.
Vahiy olduğunu iddia ettiği metinler Kur’an’daki ayetlerin ya bizzat aynısı ya da
benzeri metinler olmuştur.
Görüşlerini ve iddialarını sürekli vahiyle temellendiren Gulam Ahmet, aynı
durumu ölümünün yaklaştığı yıllarda da sürdürür. Bozulan sağlığından öleceği
tahmininde bulunmuş ve Vasiyet isimli kitabıyla vasiyetini yayımlamıştır. Bu eserde
yakında vefat edeceğini, ölümünün yaklaştığını söylemiştir. Yine bu eserinde gelecekte
119 Fığlalı, a.g.e., s. 46-49. 120 Zahir, a.g.e., s. 16. 121 Fığlalı, a.g.e., s. 49-51.
30
vuku bulacak bir takım tabi olaylardan söz ederek, vahiy olduğunu iddia ettiği
mübalağalı metinlerle kendisini övdüğü vahiylere örnekler verirmiştir. Her zaman her
türlü işin hallinde vahiyle yönlendirilen Gulam Ahmet, vefat edeceğini, nereye
defnedileceğini, müntesiplerine yönelik talimatlarını ayrıntılı bir şekilde bu eserinde
açıklamıştır. Vasiyetinden biri olan mezarlık konusu, özellikle çok ilginç
görünmektedir. Defnedileceği yeri ve oraya defnedilenleri, Behişti makbere
(Cennetliklerin mezarlığı)122 olarak açıklamış ve bu tutumu bir bakıma Medine’de Hz.
Peygamber’in önde gelen arkadaşlarının defnedildiği Cennetü’l-Baki mezarlığını
anımsatır bir hal almıştır. Gerçi Hz. Peygamber’in hayatında kendisini ve hiç kimseyi
herhangi bir yere defnedilmesinden mütevellit, cennetle müjdelediği söz konusu
değildir. Fakat burada isim benzerliği söz konusu yapılmak suretiyle Medine’deki
mezarlığa bir örnek verilmiştir. Neticede kötü giden sağlık durumundan öleceğini
anlayan ve vasiyetini tamamlayan Gulam Ahmet, bir konferansa katılmak için Lahor
şehrine gider. Konferans için hazırladığı tebliği sunamadan aniden rahatsızlanır ve 26
Mayıs 1908 tarihinde vefat eder. Cenazesi ertesi gün Kadiyan’a getirilir ve daha
önceden vasiyet ettiği mezarlığa defnedilir.123
2.3. GULAM AHMET’İN MÜCEDDİDLİK, MEHDİLİK VE MESİHLİK
İDDİALARI
Gulam Ahmet’in Hindistan’da ortaya çıkması etrafında toplanan taraftar sayısına
olumlu olarak yansımıştır. Zira Hindistan’da 19.yy da sömürü, iç karışıklık ve misyoner
faaliyetleri bir hayli hız kazanmıştır. 124 İngilizlerin sömürgecilik anlayışlarını, yerli
halkın çıkarı ancak kendi çıkarlarından sonra ve onların çıkarlarına zarar vermemek
şartıyla düşünülebilecek bir biçimde uygulamaları, kendi dillerini yayarak kültürlerini
mutlak hâkim kılma çabaları ve özellikle Hristiyanlaştırma faaliyetlerine göz
yummaları, halkta sömürgeciye karşı toplu bir aleyhtarlığın uyanmasına sebep
olmuştur.125 Batı dünyasının bölgeye 16.yy da başlayan ilgi ve alakası, bölge insanını
sosyo-ekonomik anlamda geri bırakan sebepler arasında sayılabilir. Hal böyle olunca
122 Mirza Gulam Ahmet, Vasiyet, çev. Muhammet Celal Şems, İstanbul, 2008, s. 24. 123 Fığlalı, a.g.e., s. 60. 124 Ahmet Yönem, ‘‘Kadıyanilik Bağlamında Mehdilik’’, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
(SÜİFD), 2011, c. XIII, S.24, s. 180. 125 Fığlalı, a.g.e., s. 27.
31
yaklaşık dört asır süren bir karmaşıklık söz konusu olmuştur. 19.yy da, batının refah-
kalkınma seviyesi ile Hindistan’ın refah-kalkınma düzeyi karşılaştırılamayacak kadar
açıktır. Sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda sömürüye uğradığını düşünen bölge
insanında, doğal olarak bu durumdan kurtulma eğilimleri ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda
karizmatik şahsiyet ve dikkat çekici fikirleriyle ortaya çıkan isimler taraftar bulmakta
zorlanmamışlardır. Bu karmaşıklığın yaşandığı sıkıntılı coğrafyada ortaya çıkan
isimlerden biri de Gulam Ahmet’tir. Gulam Ahmet, ilk önce müceddid olduğu fikrini
öne sürmüştür. O, 14.yy müceddidi olduğunu,126 Allah’ın kendisini, dini yenilemek için
her yüzyılda bir gönderdiği müceddidlerden biri olarak seçtiğini söyler. Üstelik ondan
başka hiç kimse bu yüzyılda müceddid olduğunu iddia ve ilan etmemiştir. 127 Hz.
Muhammed, nasıl nübüvvetin hâtem mertebesinde ise Gulam Ahmet’de velayetin
hâtem mertebesindedir. Ondan sonra onun ahdinin dışında hiçbir veli olmayacaktır.128
On üçüncü asır sonu ve on dördüncü asır başında bizzat Allah, kendisine o asrın
müceddidi olduğunu bildirmiştir.129
İddialarına müceddid olduğu fikrini öne sürerek başlayan Gulam Ahmet, devam
eden süreçte mehdi-mesih ile ilgili görüşlerini açıklama ihtiyacı hissetmiştir. Böylece
O’nun konumu da doğal olarak değişmiştir. Gulam Ahmet, Hindistan’da yaygın olan
mehdi inancını reddetmiş, kanlı bir mehdi inancının anlamsız ve saçmalık olduğunu
söylemiştir. Hindistan’daki âlimlerin bu inançta olduğunu ama kendisinin böyle bir
mehdiye inanmadığını, bu sebeple de kâfir ilan edildiğini söylemiştir. Yaygın olan
mehdi inancını reddeden Gulam, gerçek mehdinin kendisi olduğunu şu şekilde ilan
etmiştir; ‘‘Yalana düşman olan ve yalancıyı mahvedip yok eden Allah’a yemin ederim
ki, ben onun tarafındanım ve onun göndermesiyle tam zamanında geldim ve onun
emriyle vazife verildim. O, attığım her adımda benimle beraberdir ve asla beni
mahvetmeyecektir. Benim cemaatimi de asla hüsrana uğratmayacaktır. Ben gökten tam
zamanında düşen su damlasıyım. Ben karanlık günleri aydınlatan Allah’ın
nuruyum.’’ 130 Ona göre kendisine uyanlar kurtuluşa erecektir. Kendisini kabul
etmeyenler ise perişan duruma düşecektir. Kısaca vaat edilen mehdi kendisidir.
126 Yönem, a.g.m., s. 181. 127 Fığlalı, a.g.e., s. 51. 128 Muhammet Celal Şems, Hilafet, İstanbul, 2009, s. 48-49. 129 Muhammet Şems, Müjde, İstanbul, 2009, s. 8. 130 Şems, a.g.e., İstanbul, 2009, s. 8.
32
Mehdi’nin zuhuru Allah tarafından onun şahsında gerçekleşmiştir. Mehdinin dönemi
aynı zamanda ölülerin diriltileceği kıyamet gününe de delil olacaktır.131
Gulam Ahmet, Mehdi olduğuna delil olarak Hz. Peygamber tarafından daha
önceden gaybi haberlerin verildiğini, iddia etmiştir. Mehdi iddiasıyla birtakım
sahtekârların ortaya çıkacağı, ancak gerçek mehdinin gelişinde semavi alametlerin
zuhur edeceği yani ay ve güneş tutulmasının Mehdinin geleceğine dair alametler olduğu
ona göre hadislerde açıkça belirtilmiştir.132 Ayrıca onlar, 14. Hicri yüzyıl sona ermeden
mehdi’nin gelmesi gerektiğini, Gulam Ahmet’in de bu zaman dilimi içinde geldiğini
iddia etmişlerdir.133 Diğer yandan Hz. Peygamber’in hayatında, bu durumun tersine bir
olay söz konusudur. Oğlu İbrahim vefat ettiğinde, ayın tutulmasını İbrahim’in vefatına
yoran kişilere müdahale etmiş, yapılması gerekeni izah etmiştir.134 Aynı zamanda bu
iddialar, Kur’an’la zıt görünmektedir. Kur’an’da ‘‘ay ve güneşin bir yörüngede akıp
gittiği,’’135 ‘‘günlük hareketlerine devam ettikleri, kıyametin kopacağı güne kadar da
aynı durumlarını devam ettirecekleri’’136 vurgulanmıştır.
Gulam Ahmet’e göre Hz. İsa, Hristiyanların iddia ettiği gibi çarmıha gerilerek
öldürülmemiştir. Yunus peygamber balığın karnında sağ kalabildiyse, Hz. İsa da
kabirde üç gün sağ olarak kalmıştır. Hz. İsa Kabirden çıktıktan sonra Galile’ye gitmiş,
orada havarileriyle görüşmüştür.137 Daha sonra Hz. İsa, Hindistan’a gelmiş ve burada
120 yaşında vefat etmiştir. Hz. İsa vefat ettiğine göre artık yeryüzüne bir daha cisim
olarak gelmesi imkânsız hale gelmiştir. İsa Mesih, ancak manevi olarak yeryüzüne
inecektir. Vaat edilen mesih, Allah’ın kendisine verdiği destekle İsa mesih’in huyuna ve
suyuna bürünüp öyle gelecektir. Mirza Gulam, insanlığa hizmet için İsa’nın yerine
manevi olarak vaat edilen mesih ismiyle Allah tarafından gönderilmiş kişidir.138 Hz.
İsa’nın vefat ettiğini Kur’an ve hadislerden yaptığı alıntılarla ispat etmeye çalışan
131 Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed, İnkılâb-ı Hakiki, çev. Syed Ateeg Ahmad, İstanbul, 2009, s. 47. 132 Mirza Nasır Ahmet, Bir Barış Tebliği ve Bir Uyarı, çev. Şinasi Siper, İstanbul, 2009, s. 9-10. 133 Macit Benice, Kutup Yıldızı Şimdi Mekke Yolunu Gösteriyor, İstanbul, 2009, s. 21. 134 Müslim, 2: 630. 135 Yasin, 36/38-40. 136 Tekvir, 81/1. 137 Mirza Gulam Ahmet, İsa Mesih Hindistan’da, çev. Abdulgaffar Han, Londra, 2008, s. 24-25. 138 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 40-41.
33
Gulam Ahmet, aynı tutumu İncillerden delil göstererek sürdürmüştür.139 Burada dikkat
çeken husus, Gulam Ahmet’in görüş ve iddialarına referans teşkil eden kaynaklar,
İslam’ın ve Hristiyanlığın birinci derecede önem arz eden kaynaklar olduğudur. Delil
gösterilen kaynaklar için bir seçim ve eleme söz konusu olmamıştır. Bir bakıma
Hristiyan dünyasına, sizin kıyamete yakın bir zaman diliminde beklediğiniz İsa benim
mesajı verilmek istenmiştir. Delil ve görüşlerin haklılığı için gelişigüzel kaynakların
gösterilmesi, eklektik bir din algısı oluşturma çabası olarak da görülebilir.
Mesih’in geleceği zaman gerçekleşecek olayları Gulam Ahmet şöyle
yorumlamıştır; ‘‘Mesih’in görevleri arasında haçı kırmak, domuzu öldürmek, cizyeyi
kaldırmak vardır. Haçı kırmaktan kastedilen şey, Hristiyanlıktır. Domuz ise yanlışlık ve
kötü alışkanlıkları ifade eder. Bu yüzden bu ifadeler mecazidir. Cizyenin kaldırılması
ise, mesih gelince savaşlar sona erecek, sulh ve barış dönemi gerçekleşeceği için, cizye
de kendiliğinden kalkmış olacaktır’’. O, mesih’in Şam’da beyaz minareye ineceğini de
şu şekilde açıklamıştır; ‘‘Kadıyan Şam’ın doğusundadır. Hadiste minarenin Şam
bölgesine ait olduğuna dair bir kayıt yoktur. Üstelik minare, Mescidu’l-Aksa’nın
minaresidir. Mescidu’l-Aksa’dan kastedilen, Kudüs’teki Mescidu’l-Aksa değildir,
benim burada yaptırdığım Mescid-i Aksa’dır’’.140
Hadisleri bu şekilde yorumlayan Gulam Ahmet, Kur’an’ı da aynı şekilde
yorumlamaktan kendisini alamamıştır. O, Fatiha suresinin son ayetini şöyle
değerlendirmiştir; ‘‘Allah, Kur’an’da kendilerine nimet verilen kimselerden bahsettikten
sonra, kendilerine gazap edilenlerden de bahseder. Burada kendisine gazap edilen
kimseler, Hz. İsa’ya inanmayan, onu asmak isteyen, ona kâfir, deccal, mülhit diyen
Yahudi din bilgileridir. Kısaca bu ayet aslında şunu anlatmaktadır; Vaat edilen Mesih
bu ümmet içinden çıkacaktır. Onun döneminde Yahudilerin rengiyle renklenmiş
kimseler ortaya çıkacak ve onlar kendilerini din bilgini zannedeceklerdir. Eğer bu din
bilginleri olmasaydı, ülkenin bütün Müslüman halkı şimdiye kadar beni kabul etmiş
olurdu. Bu nedenle bütün inkârcıların günahlarını onlar üstleneceklerdir.’’141 Gulam
Ahmet, bu sözleriyle kendisini kabul etmeyen kimseleri Yahudilere benzetip, gazap
139 Gulam Ahmet’in İncil ve Kur’an’dan öne sürdüğü delillerin ayrıntısı için İsa Mesih Hindistan’da
eserine bkz. 140 Fığlalı, a.g.e., s. 139. 141 Vadedilen Mesihi’n Eserlerinden Seçmeler, çev. Raşit Paktürk, İstanbul, 2008, s. 113-114.
34
edilenlerden görmekte, Hz. İsa’nın nübüvvetini inkâr edenlerle kendisini inkâr edenleri
aynı kategoride değerlendirmektedir.
2.4. GULAM AHMET’İN CEMAAT OLUŞTURMASI
Gulam Ahmet’in görüş ve iddiaları dikkate alındığında O’nun, ilahi vahiy
otoritesinden oldukça fazla yararlandığı görülmektedir. O’nun Müceddidlik iddiası ile
başlayan fikir mücadelesi, nübüvvet ile noktalanmıştır. Nebi makamına yükseldiği için
vahiy alması da kaçınılmaz olmuştur. Gulam Ahmet, kendisine gelen vahye nasıl
inandığını diğer vahiylerle mukayese etmek suretiyle; ‘‘Yüce Allah’a yemin ederim ki,
ben Kur’an’a ve semadan indirilen diğer kitaplara inandığım gibi, bana gelen vahye de
iman ederim. Ben Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğine inandığım gibi aynen bana
nazil olan sözün Allah tarafından indirildiğine iman ediyorum’’ diyerek açıklamıştır.142
Vahye muhatap olan Gulam Ahmet, kendisine inananlardan sonsuz sadakat istemek
suretiyle, kurtuluşa ereceklerin kendisine iman edenlerin olacağını söylemiştir. Bunun
aksine kendisine iman etmeyen kimselerin küfür içinde olacağını ise şu sözleriyle
açıklamıştır; ‘‘Küfür iki çeşittir: Birinci çeşit küfür, İslam’a hiç inanmayan ve Hz.
Muhammed’i Allah’ın elçisi olarak kabul etmeyen kimsenin küfrüdür. İkinci nevi küfür
ise, mesela Mesih-i Mev’ûd’a inanmayan kimsenin küfrüdür.’’143 Gulam Ahmet’in oğlu
ise birinci halife Hakim Nureddin’den şu sözleri nakletmiştir; ‘‘Kadıyani olamayan
Müslümanlar, Kadir ve Yüce Tanrının şu sözüne muhatap olmuşlardır: ‘Onlar kâfirlerin
ta kendileridirler’. İsa’ya ve Musa’ya inanmayanın kâfir ve melun bir dinsiz olduğu
nasıl mümkün oluyorsa; Gulam Ahmet’e inanmayan biri nasıl kâfir olmasın?’’144 O’nun
bu iddia ve ithamlarından sonra fırka mensupları, Hz. Peygamber’in Kur’an’da Ahmed
olarak geçtiği ayeti, Gulam Ahmet için yorumlamışlardır; ‘‘Doğrusu ben, benden önce
gelmiş olan Tevrat’ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir
peygamberi müjdeleyen, Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim, demişti 145
ayetinde geçen ‘Ahmed’ adından kastedilen, Hz. Muhammed’den çok, Gulam
Ahmed’dir; çünkü bu ayetteki haber, yalnızca Ahmed’e aittir; oysa Hz. Peygamber, hem
142 Mirza Gulam Ahmet, Hakikatul-Vahy, Arapçaya çev. Abdul Macid Amir, 2010, İslamabad, s. 21. 143 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 179. 144 İhsan İlahi Zahir, a.g.e., s. 49. 145 Saff, 61/6.
35
Ahmed hem de Muhammed’dir.’’146 Bu son örnek, ‘ilahi vahiy otoritesinin’ toplum
üzerinde etkili olabileceği gerçeğini gözler önüne sermektedir. Bunun bilincinde olan
Gulam Ahmet, bu anlayışı iddialarının temel dayanak noktası yapmıştır. Dolayısıyla
O’nun bu yöntemi cemaat oluşturma noktasında başarılı olmuştur.
2.4.1. Ahmedilerin Ahlaki Esasları/Biat Esasları
Ahmedilerin ahlaki esasları, Gulam Ahmet’in 1889 yılında on madde halinde
yayınlamış olduğu ‘‘biat şartları’’ olarak isimlendirdiği esaslardır.
1) Biat eden herkes bundan böyle, mezara girinceye kadar Allah’a ortak
koşmaktan uzak duracağına dair içtenlikle söz verecektir. Allah, Kur’an’da
şirki affetmeyeceğini bildirmiştir. Bu yüzden şirke asla yaklaşılmamalıdır.
Şirk yasaklanmış bir ağaç olarak kabul edilmelidir.147
2) Yalan, zina, harama bakmak, her çeşit sapıklık, günah, zulüm, hıyanet, fesat
ve isyan yollarından korunup ihtirasları ne kadar kuvvetli olursa olsun
bunlara yenilmeyecektir. Cemaate göre en büyük günah yalandır. Hadiste
geçtiği gibi, yalan söyleyen kimseyi münafık olarak kabul ederler.
3) Biat eden kimse, beş vakit namazı hiç aksatmadan eda edecek, elinden
geldiğince teheccüd namazını kılmaya, Hz. Peygamber’e salavat getirmeye,
her gün günahlarının bağışlanması için af dilemeye devamlılık
gösterecektir.148
4) Genelde Allah’ın her yarattığına, özellikle de Müslümanlara, kendi ihtirasları
uğruna ne diliyle, ne eliyle, ne de herhangi başka bir yolla caiz olmayan bir
şekilde zarar verecektir.
5) Biat eden kimse keder ve mutlulukta, nimette ve belada Allah’a vefakâr
kalacaktır. Şartlar ne olursa olsun kaza ve kadere rıza gösterecektir. Gulam
Ahmet, ‘‘kaza ve kadere rıza’’ sözleriyle, mensuplarını ileride başlarına
gelebilecek olumsuz durumlara karşı psikolojik olarak hazırlamak istemiş,
bunu da şu şekilde ifade etmiştir; ‘‘Sizden önce geçmiş müminlerin çeşitli
üzüntü ve sıkıntılarla sınav edildiği gibi, sizler de böyle sınavlara mutlaka
146 Fığlalı, a.g.e., s. 156. 147 Mirza Masroor, Biat Şartları ve Bir Ahmedinin Sorumlulukları, çev. Abdulgaffar Han, İstanbul, 2008,
s. 18. 148 Mirza Masroor, a.g.e., s. 44.
36
uğratılacaksınız. Sakın tökezlemeyin! Gök ile ilişkiniz sağlamsa, yer size
hiçbir şey yapamaz. Beni izlemek istemeyen kimse benden ayrılsın. Kim
bilir daha geçip aşmak zorunda kalacağım nice korkunç ve dehşetli ormanlar
ve dikenli çöller karşıma çıkacaktır. Ayakları nazik ve narin olanlar neden
benimle bunca zahmete kapılsın? Benim olanlar benden asla kopamazlar.’’
O’nun bu sözleri tabanına sahip çıkma isteği olarak görülebilir.
6) İslami olmayan gelenek ile şehvet ve heveslere uymaktan vazgeçilecek ve
kişi kendisini tamamen Kur’an’ın hâkimiyetine teslim edecektir.
7) Biat eden kimse, gururu ve kibri bırakacaktır. Hayatını alçakgönüllülük,
tevazu, güler yüzlülük, yumuşak huyluluk ve uysallıkla geçirecektir.
Ahmedilere göre şirkten sonra en büyük günah kibirdir. Ayrıca böbürlenen
kimse cennete giremeyecektir.149
8) Din ile dinin şerefini ve İslam sempatisini kendi canından, malından,
şerefinden, evladından ve diğer sevdiklerinde üstün tutacaktır. Gulam
Ahmet’e göre İslam’ın tekrar dirilmesini bizzat Allah murat etmiş, bu
sebeple olağanüstü seferberliğin, yola koyulup yürütülmesi için fevkalade bir
cemaatin kurulmasını arzu etmiş, bunun için de kendisini göndermiştir.150
9) Biat eden, yalnız Allah rızası için O’nun bütün yaratıklarına dert ortağı
olmakla meşgul olacak ve elinden geldiğince Allah tarafından kendisine
bağışlanan kuvvet ve nimetleri yine insanlığın yararı için kullanacaktır.151
10) Buraya kadar sayılan dokuz maddede Kur’an’dan ve Hz. Peygamber’in
hayatından örnekler vererek, biat şartlarını bildiren Gulam Ahmet, şartların
belki de en önemlisini sona bırakarak mensuplarından kayıtsız şartsız
bağlılık istemektedir. O, son biat şartını şu şekilde açıklamıştır; ‘‘Biat eden,
Allah’ın bu aciz kuluyla kardeşlik ilişkisine girecek ve Allah rızası için iyi
olan her şeyde bana itaat edeceğine söz verecek ve ölünceye dek bu sözüne
sadık kalacaktır. Benimle kardeşlik bağında öyle yüce bir seviyeye varacak
ki, benzeri ne dünyada bulunan herhangi bir ilişkide ve bağda, ne de başka
hizmetkârca durumların hiçbirinde bulunmayacaktır’’. 152 Ayrıca Gulam
149 Mirza Masroor, a.g.e., s. 91-95. 150 Mirza Masroor, a.g.e., s. 104. 151 Mirza Masroor, a.g.e., s. 110. 152 Mirza Masroor, a.g.e., s. 124.
37
Ahmet, biat şartlarından bu son maddeye şu şekilde açıklık getirmiştir;
‘‘Benimle olan ilişki tamamen kul köle ve hizmetkârca bir ilişki olmalıdır.
Bu itaat ve boyun eğmek tam teslimiyetle olmalıdır. Yani siz hiç gık
demeyeceksiniz. Şikâyet sözü ağzınıza gelmeyecek. Hiçbir zaman, bu iş
bugün olmaz veya bugün yapamam efendim demeyeceksiniz. Biat edip
cemaate girdikten sonra, cemaatin düzenine bağlandıktan sonra artık siz her
şeyinizi, varınızı, yoğunuzu vaat edilen Mesih’e teslim etmişsiniz demektir’’.
153
Vefatından sonra da cemaatte hilafet düzeninin devam edeceğini, halife her
kimse bağlılığın ve itaatin ona devamlı olacağını söyleyen Gulam, görüldüğü gibi
taraflarından, kendisine sorgusuz sualsiz bağlanılmasını, şartlar ne olursa olsun itaatin
ve bağlılığın sürdürülmesini istemiştir. Çünkü bu çağın sağlam kalesi kendisidir.
Kendisini terk eden aslında onu göndereni terk etmiştir. O’nun elinde bir ışık vardır ve
kendisine gelen herkes o ışıktan yararlanacaktır. O’na sığınan kimse, hırsızlar, eşkıyalar
ve vahşi hayvanlardan canını korumuş olacaktır.154 Bu kadar müjdenin karşılığı olarak
Gulam, cemaatinden kendisine kardeşlik ilişkisi adı altında sonsuz bağlılık istemiştir.
Bahse konu olan ahlaki ilkelerde, tek hakikatin olduğu, o hakikatin de kendi doğruları
olduğu açıkça görülmektedir. Doğru yola erişecekler, sadece Gulam Ahmet’e
uyanlardır. Mutlak otorite, Gulam Ahmet’in ahlaki ilkeleri ve tezleridir.
2.5. GULAM AHMET’İN CİHAD ANLAYIŞI
Ahmedilerin cihatla ilgili görüşlerine geçmeden önce Gulam Ahmet’in ve
babasının İngilizlerle ilgili görüşlerinde değinmek yerinde olacaktır. Zira onların cihat
hakkındaki görüşlerinin temelinde İngilizler hakkındaki tutum ve davranışlarının rolü
bulunmaktadır. Gulam Ahmet, babasının İngilizler hakkındaki görüşlerinden şu şekilde
bahsetmektedir; ‘‘Babam Gulam Murtaza, Sikh idaresinden çok çektiği için, susamış bir
adamın hararetiyle İngilizlerin ülkeyi fethetmelerini bekledi. Bu iş gerçekleşince, sanki
hazine bulmuş gibi sevindi. Kendisini İngiliz’e iyi niyetle adamıştı. 1857 Sipahi
ayaklanmasında, İngiliz hükümetine tamamen sadık kaldığı gibi ayaklanmanın
153 Mirza Masroor, a.g.e., s. 124. 154 Mirza Masroor, a.g.e., s. 142-143.
38
bastırılması için 50 atlı süvari ile hükümete yardım etti. Kardeşim Gulam Kadir de
orduda hizmet etmiştir.’’ 155 Gulam Murtaza’nın İngilizler lehine olan bu tutumu
İngilizler tarafından karşılıksız bırakılmamış, kendisine İngilizler tarafından 700 rupi
maaş bağlanmış ve yedi köyün hakkı ona verilmiştir.156
Gulam’ın cihat hakkındaki görüşlerine bakıldığında babası gibi İngilizlerin
lehine düşüncelerinin olduğunu görmekteyiz. O’nun İngilizlerden bahsederken sözlerine
‘‘Yüce İngiliz Hükümeti’’ 157 diye başlaması, babası gibi İngilizlere sempati
duyduğunun bir göstergesidir. O, Hindistan’daki veba salgınında İngilizlerin uyguladığı
aşı uygulamasında hükümeti desteklemiş, vatandaşların hükümete teşekkür etmesi
gerektiğini, hükümetin insanların hayrı için yüzbinlerce rupi masraf ettiğini, halkın
bütün bunlar karşısında hükümetin aşı uygulamasına uymasını söylemiştir. Halka aşı
olmaları konusunda tavsiyelerde bulunan Gulam, nedense kendisi aşı olmamış, her
konuda olduğu gibi bu konuda da kendisine vahiy geldiğini iddia ederek, kendisini ve
ona tabi olanları aşı olmadan Allah’ın koruyacağını söylemiştir. Aşı olmuş diğer
insanlara göre Ahmedi Müslümanların daha sağlıklı olacağını ve buna herkesin
inanacağını söylemiştir. 158 Ancak Gulam’a inananlardan bir kısmı veba salgınında
kendisini ölümden kurtaramamıştır. 159 Vahye aldığını söyleyen bir kimse, topluma
tavsiye etmiş olduğu herhangi bir şeyi, toplumda örnek bir insan olduğu için öncelikle
kendisi yapması gerekir. Veba salgını aşısında ise aksine bir durum söz konusudur.
Topluma tavsiye edilen veba salgını aşısı, Gulam Ahmet tarafından uygulanmamıştır.
Bununla birlikte O, İngilizlere Hint Müslümanlardan bir grubun listesini vermiş,
‘‘İngiliz Hindistan’ını Dâru’l-Harb telakki eden aptal Müslümanlardan bir kısmının
isimlerini, bu listeye eklemek gerektir; umarım ki akıllı hükümetimiz bu listeleri bir
devlet sırrı olarak koruyacaktır’’ 160 diyerek İngilizlere olan bağlılığını bir kez daha
göstermiştir. Burada açık bir casusluğun yapıldığı çok açıktır. İngilizlere verilen
Müslümanların listesi, Gulam Ahmet’e ne gibi çıkarlar sağladığı, diğer Müslümanların
155 Fığlalı, a.g.e., s. 45. 156 Fığlalı, a.g.e., s. 45. 157 Mirza Gulam, Nuh’un Gemisi, çev. Muhammet Celal Şems, İstanbul, 2008, s. 7. 158 Mirza Gulam, a.g.e., s. 8-11. 159 Fığlalı, a.g.e., s. 68. 160 Fığlalı, a.g.e., s. 72.
39
bilmesi gereken bir durumdur. Hâlbuki Hz. Peygamberin hadisinde, Müslümanın
Müslüman kardeşini düşmana teslim etmeyeceği açıkça belirtilmiştir.161
Gulam, İngilizlerin lehine faaliyet yürüttüğünü şu sözleriyle açıklamaktadır;
‘‘Hayatımın büyük bir kısmını, İngiliz hükümetini desteklemek ve ona yardım etmekle
geçirdim. Cihadı yasak etme, İngiliz otoritesine boyun eğme konusunda yazdığım
kitaplar, beyannameler, broşürler toplansa elli kütüphaneyi doldurur, taşırır. Arap
ülkelerinde, Mısır’da, Şam’da ve Türkiye’de neşrettiğim bütün bu kitaplarımdaki
hedefim Müslümanların İngiltere hükümetine itaat etmelerini mümkün kılmaktı.
Doğduğumdan bugüne kadar ki şimdi altmış yaşındayım- dilimle, kalemimle,
Müslümanların gönüllerini İngiliz hükümetine samimiyetle ısındırmaya ve bu hükümet
lehine nasihat etmeğe, onları hükümete şefkatle bağlamaya çalışıyorum. Bazı cahil
Müslümanların itaat ettiği, Müslümanların hükümete temiz kalple bağlanmalarına engel
olan cihadı ortadan kaldırmaya gayret ediyorum.’’162
Gulam’ın bu görüşleri, İngilizlerin Hindistan’da hâkimiyetlerini pekiştirme,
sömürü düzenlerini devam ettirebilmeleri noktasında, onların işine çok yaramıştır.
Gulam Ahmet’in cihad hakkındaki bu görüşleri, onun için de daha rahat hareket
edebilme alanı oluşturmuş, öğretisini geniş kitlelere yayabilme adına merkezi otoritenin
baskısını hissetmeksizin faaliyetlerini sürdürmüştür.
Gulam’a göre cihad, kalem silahıyla yapılan cihattır. Kendisini Sultan’ül-Kalem,
kalemini de Zülfikar olarak takdim eden Gulam, ‘‘Bu çağ savaş çağı değildir aksine bu
çağ kalem çağıdır’’ der. O’na göre vaat edilen Mesih geldiği zaman kılıçla cihad ve dini
savaşlar sona erecektir. Mesih, kılıç dâhil hiçbir silahı eline almayacak, aksine O’nun
silahı dua olacaktır. Mesih’in devri yumuşaklık ve barış zamanı olacaktır. Bu yüzden
cihad düşüncesi terk edilmelidir. Din için savaşmak haram, savaş ve cihad fetvası boş
yeredir. Zira dinin imamı Mesih gelmiş ve Allah’ın nuru gökten inmiştir.163 Görüldüğü
üzere Mirza Gulam, Hindistan’da İngilizlere karşı gösterilen direnişi kırmak için yoğun
çaba göstermiştir.
161 Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 59. 162 Muhsin Abdulhamit, İslam’a Yönelen Yıkıcı Hareketler, çev. M. Saim Yeprem, Hasan Güleç, D.İ.B
Yayınları, Ankara, 1984, s. 257. 163 Gulam Ahmet, Vadeedilen Mesih’in Eserlerinden Seçmeler, s. 146-149.
40
Son olarak Gulam cihad hakkında; ‘‘İnanıyorum ki, taraftarlarımın çoğalması,
cihada inananların sayısını azaltacaktır; çünkü bana inanmak demek, cihad inanışını
reddetmek demektir’’164 demek suretiyle, Kur’an’da defalarca geçen cihad kavramını,
ne denli basite aldığını göstermiştir.
2.6. GULAM AHMET’İN NÜBÜVVET ANLAYIŞI
Ahmediler, peygamberlik müessesesinin zamansız ve evrensel olduğunu,
savunmaktadırlar. Bu görüşlerini, Kur’an’da geçen nebi ve resul kavramlarına farklı
anlamlar yükleyerek dile getirirler. Onlara göre nebi, Allah’ın kendisini temsil etmek
üzere seçtiği ve geleceğin önemli olaylarıyla ilgili bilgilerle donattığı kişilerdir.
Önceden verilen haberler, onların doğruluğunu ortaya koyar. İnsanlar bu sayede onlara
inanır ve bağlanır. Resul kavramı ise elçi manasına gelir. Bu da Allah adına insanlığa
iletilecek peygamberlerin vahiylerini kapsar. Bu vahiyler ya yeni bir şeriattan bahseder
ya da önceden indirilen şeriatlardan bahseder. 165 Onlara göre Allah, geçmişte insan
nesline açık seçik bir şekilde nasıl konuşmuşsa, bugün de aynı şekilde konuşur ve bütün
kalpleriyle kendisini arayan kullarını mübarek kelamı ile takdis eder. Allah’ın seçkin
kulları vahiy pınarından kana kana içer. Allah’ın dudaklarını kimse mühürleyemez. Her
ne kadar Hz. Peygamber’in şahsında risalet ve nübüvvet kemale ermiş ise de kutsal
vahiy pınarına yaklaşıp içmek yasaklanmış değildir. 166 Gulam Ahmet, vahiyle olan
ilişkisini şu şekilde açıklar; ‘‘Bu aciz yaklaşık on bir seneden beri mükâlemeyi ilahiye
şerefiyle şereflendirilmiş bulunmaktadır ve vahyin gerçekten gökten indiği gerçeğini de
iyi bilmektedir. Üzerime inen vahiy anında, dışarıdan çok kuvvetli bir etkinin üzerimde
olduğu hissedilir. Bazen bu etki o derece kuvvetli olur ki, beni kendi nurlarıyla bastırır.
Öyle ki ben ona doğru çekildiğimi ve hiçbir kuvvetimin buna karşı koyamadığını
görürüm. Bu etki esnasında apaçık ve aydın bir kelam duyarım. Bazen melekleri görür
ve doğrulukta bulunan etki ve heybeti müşahede ederim. O kelam bazen gayb
haberlerini kapsamaktadır.’’167 Yaşadığı ruh halini bu sözlerle ortaya koyan Gulam
Ahmet, vahye karşı koyacak gücünün olmadığını, bir bakıma vahiy almaya mecbur
bırakıldığını ima etmektedir. Melekleri gördüğünü ve gayb haberlerinin kendisine
164 Fığlalı, a.g.e., s. 183. 165 Mirza Tahir Ahmet, İslam’a Giriş Bilgileri, çev. Emine Çakmak Sahi, İstanbul, 2009, s. 34-35. 166 Gulam Ahmet, İslamiyetin Öğrettiği Esaslar, İslamabad ,1992, s. 66-67. 167 Gulam Ahmet, Duanın Bereketleri, çev. Muhammet Celal Şems, İstanbul, 2012, s. 50.
41
verildiğini iddia eden Gulam Ahmet, yukarıda geçen sözleriyle risalet ve nübüvvetin
kemale erdiğini kabul etse bile, kendisiyle vahiy ve nübüvvet kurumunun devam ettiğini
söylemektedir.
42
III. BÖLÜM
KADIYANİ/AHMEDİLİĞİN VAHİY ALGISI
Çalışmamızın üçüncü bölümünde vahiy kavramı, Kadıyani/Ahmediler özelinde
ele alınacaktır. Öncelikle Gulam Ahmet’in vahiy hakkındaki görüşlerine ve kendisine
gelen vahiy örneklerine yer verilecektir. Daha sonra Gulam Ahmet’in Hz. İsa ve
havarilerle ilgili düşünceleri, Kur’an’a yaklaşımı ve hatmi nübüvvet anlayışı, kendisine
inanmayanların durumu, Gulam Ahmet sonrası mezhebin durumu, diğer Müslümanlarla
ilişkileri, ibadet anlayışları ve evliliğe bakışları incelenecektir. Son olarak Ahmedilere
eleştiri bağlamında, İkbal, Mevdudi ve İhsan İlahi’nin görüşleri, aynı başlık altında yer
alacaktır.
3.1. KURAN’A GÖRE VAHYİN BAŞLANGICI VE SONA ERMESİ
Kur’an’a göre yaratılış süreci içinde ilk yaratılan insan olan Hz. Âdem’e Allah,
bütün isimleri öğretmiş ve kendisini halife olarak isimlendirmiştir. Bu duruma itiraz
eden meleklere Allah, ‘‘Sizin bilmediğinizi ben birlim’’ cevabıyla mukabelede
bulunmuştur. 168 Yaratılış serüveninde ilk vücuda getirilen Âdem’e, eşyanın bütün
isimleri Allah tarafından öğretilmiş ve kendisinden sonra gelen insanlık, medeniyet
yolunu ve izini, Hz. Âdem’i takip ederek öğrenmiştir.
Esasen Allah’ın insanoğlunu yaratmasındaki ve elçilerini tebliğ için
göndermesindeki gaye ve maksat, kendisinin bilinip tanınması ve ibadet edilmesi,169
yeryüzünde bozgunculuk çıkaranları zemmetmesi, 170 şirk ve putçuluğu reddetmek
suretiyle tevhit inancını önemle vurgulaması,171 bir hikmete matuftur. İnsanlık tarihinin
başından bu yana bir tekâmül süreci içinde, her dönem ve zamanda vahiyle yeryüzüne
müdahale edilmiş, istikametini bozan insanlığın Allah’ın elçileri ve gönderdiği kitaplar,
mesajlar vasıtasıyla tekrar doğru yola gelmesi istenmiştir. Tevhit inancından sapan ve
168 Bakara, 2/30-31. 169 Zariyat, 51/56. 170 Ra’d, 13/25. 171 Nisa, 4/116.
43
şirke savrulan insanlık elçiler vasıtasıyla tekrar tevhide davet edilmişlerdir. 172 Her
devirde peygamberlere iman eden kimseler olduğu gibi peygamberleri çeşitli
nedenlerden dolayı inkâr edenler de olmuştur. Tevhit mücadelesi uğrunda her türlü
zorluğa ve olumsuzluğa göğüs geren peygamberler, kendilerine verilen kutlu görevi
eksiksiz bir şekilde yerine getirmişlerdir. Her beşer gibi kendilerine takdir edilen ömür
sona erdiğinde onlar da vefat etmişler173 ve geriye insanlığa miras olarak bıraktıkları
örnek hayatları, mesajları ve kitapları kalmıştır. Allah’ın elçilerinin kendisinden sonra
gelecek olan insanlığa ve medeniyete bir emaneti olan mesaj ve kitapları, bir zaman
sonra insan elinin değdiği hurafe ve efsanelerle tahrif edilen bir hale dönüşmüştür.
Kur’an’da adı geçen üç büyük kitap olan Tevrat, Zebur ve İncil de zaman içerisinde
aynı akıbete uğradılar ve mensupları tarafından tahrif edildiler.174 Her tahrif edilen kitap
sonrasında ilahi mesaj, yeniden insanlığın yolunu aydınlatmak için bir elçiyle
gönderildi. İlahi kitapların tahrif ve tebdilinden ötürü yeni bir vahiyle bu durum
düzeltildi ve süreç Kur’an’ı kerimin vahyine kadar devam etti. Böylelikle, Kur’an’ın
vahyi ile tekâmül süreci tamamlanmıştır.
3.1.1. Vahiy ve Gulam Ahmet
Çalışmanın ilk bölümünde de değinildiği üzere, Hz. Peygamber henüz hayatta
iken vahiy aldığını söyleyen kimseler olmuştur. Devam eden süreçte de vahiy aldığını
söyleyen isimler ortaya çıkmıştır. Bu isimlerin hiçbiri diğer Müslümanlar tarafından
gerekli ilgi ve alaka görmemişlerdir. Günümüzde ise vahyi tekrar gündeme getiren ve
tartışmaya açan kişinin Gulam Ahmet olduğunu görmekteyiz.
Gulam Ahmet’in de çıkış yeri olan, Hint coğrafyasının XIX. Yüzyılda İngilizler
tarafından kontrol edilmesi, Müslümanların sipahi ayaklanmasının başarısız
sonuçlanması ülkede büyük bir hayal kırıklığına sebep olmuştur. 175 Ayaklanmanın
bastırılması sonrası batının siyasi ve kültür emperyalizmi karşısında Müslümanlar
iyiden iyiye baskı altında kalmışlardır. Baskı ve bunalma neticesinde çaresizlik
içerisinde olan Müslümanlar kendilerini bu durumdan kurtaracak karizmatik şahsiyet
172 Âl-i İmran, 3/64. 173 Enbiya, 21/34. 174 Bakara, 2/78; Âl-i İmran, 3/71; Âl-i İmran, 3/78. 175 Fığlalı, a.g.e., s. 37.
44
beklentisi içine girmişlerdir. Müslümanların yüzyıla yakın bir zaman dini inanç ve
bağlılığın zayıfladığı, dini eğitimin kaybolduğu, halkın çaresizlik içine düştüğü pencap
bölgesinde, XIX. yüzyıl sonlarına doğru Batı’nın işgaline maruz kalmış, ciddi ekonomik
ve sosyal sorunları bulunan bir bölgede vahyi önceleyen görüşleriyle ortaya çıkan
Gulam Ahmet, dikkatleri fazlasıyla üzerine çekmiştir. Onun hayatında tedrici bir
yükselme söz konusudur. Sırasıyla müceddid, mehdi-mesih, peygamber ve Krişna
oluşu, misyonunu zamana yayarak bir plan içinde tamamlama gayreti içinde olduğunu
göstermektedir.
Esasında vahiy meselesi, Gulam Ahmet ve Kadıyanileri diğer Müslümanlardan
ayıran en bariz hususların başında gelmektedir. Vahiy ve nübüvvet konuları, onları en
çok meşgul eden konulardır. Onları eleştirilerin hedefi yapan, vahiy kavramını ve
nübüvvet kurumunu tartışmaya açmalarıdır. Bahse mevzu olan husus, Kur’an’ı, vahyi
ve nübüvveti yakından ilgilendirdiği için Müslümanların geneli tarafından bu görüşler
eleştirilmiştir. Gulam Ahmet’in sonraki aşamada iddiaları ise işi daha da ileri noktaya
taşımıştır. Önce müceddid olduğunu söylemesi Müslümanlar tarafından yadırganmayan
bir durum olmuştur. Şartların olgunlaşma durumuna göre mehdi-mesih olması, bu
konudaki hadislerin kendisine işaret ettiğini söylemesi, daha sonra nebi ve krişna
olduğu iddiaları kendisine yönlen eleştiri oklarını daha da artırmıştır. Fığlalı’nın da
işaret ettiği gibi, ‘‘Gulam Ahmet, bu adımıyla dinler arası bir uzlaştırma faaliyetinin son
perdesini ortaya koyma gayreti içine düşmüştür. Mademki bütün dinler ahir zamanda
kendileri için bir kurtarıcı beklemektedir. O halde bütün dinlerin bekledikleri kurtarıcı
bir tek kişi olursa, dinler arasındaki uzlaşmazlık kaldırılmış ve dinler dolayısıyla
insanlık, ahenkli bir bütün haline gelecektir.’’ 176 Gulam Ahmet bunun farkında olmalı
ki, her inanç grubuna yakın görünmek istemektedir. O, bu iddialarıyla, ilk önce
Müslümanların beklediği Allah’ın her yüzyılda bir müceddid göndereceği177 hadisinin
karşılığı müceddid olmuştur. Müslümanların ahir zamanda beklediği mehdi,
Hristiyanların beklediği İsa olduğunu söyleyen Gulam, son merhalede bütün insanlık
için peygamber ve Hinduların beklediği Krişna-Avatar olma özelliğine kavuşmuştur.
Son cümleden mülhem, Asya dinlerinde de “kurtarıcı” beklentisi belirgin olarak
176 Fığlalı, a.g.e., s. 59. 177 Gulam Ahmet, a.g.e., s.179, Ebu Davud, Melahim 1; Gulam Ahmet bu hadisi eserlerinde çokça
kullanır. Örnek için bkz. s. 179.
45
görülmektedir. Brahma (Yaratıcı), Vişnu (Krişna-koruyucu), Şiva (Yok edici-
yenileyici)’den ibaret üç şahsiyetli ancak tek olan Brahman inancına dayalı Hindu
dininde kurtarıcı fikri önemlidir.178 Bu da göstermektedir ki, onun gayretleri, eklektik
bir din oluşturma çabası olduğu izlenimi vermektedir.
3.1.2. Gulam Ahmet’in Vahiyle İlgili İlk Görüşleri
Aslında Gulam Ahmet’in vahiy ve nübüvvetle ilgili görüşleri önceleri
Müslümanların genelinin ittifakla kabul ettiği şekildedir. O, şartların olgunlaşmasının
bekleyerek iddia ve görüşlerini zamana yaymış, kendisine yöneltilecek olan eleştirilerin
ve tepkilerin bir bakıma gecikmesini sağlamıştır. Burada onun vahiyle ilgili önceki
görüşlerine yer verilecektir.
Gulam Ahmet, önceleri peygamberlikle ilgili görüşlerinin şu şekilde olduğunu
söyler; ‘‘Bu aciz hayatında asla peygamberlik veya hakiki risâlet iddia etmemiştir.
Kişinin kelimeyi hakiki manasının dışında kullanması onun kâfir olmasını gerektirmez.
Ama o, onu insanlarla birlikte konuşurken lügat yönünden yaygın manası ile
kullanabilir. Fakat ben ne bunu ne de ötekini seviyorum. Çünkü o da Müslümanların
avam tabakasının kalbinde şüphe yaratabilir.’’179 Bu cümlelerden anlaşılmaktadır ki O,
vayhi lügat manasında kullanmayı bile hoş karşılamamıştır. Çünkü ona göre böyle bir
durum, avamın kalbinde soru işaretlerinin oluşmasına yol açabilir.
Gulam Ahmet, nübüvvet kurumunu tartışmaya açanlara eleştirisinin şiddetini
artırarak onlara karşı çıktığını savunur ve bunu şu sözleriyle ilan eder; ‘‘Biz de
peygamberlik iddia edenlere lanet ediyoruz. Allah’tan başka tanrı olmadığını,
Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğunu kabul ediyor ve nübüvvetin Hz. Muhammet’le
son bulduğuna inanıyoruz. Kendimize nübüvvet vahyinin geldiğini söylemiyoruz.
Velhasıl biz nübüvvet değil, ancak velilik ve müceddidlik iddia ediyoruz.’’180
Hz. Peygamber’i son peygamber olarak kabul ettiğini savunan Gulam, bunu şu
şekilde dile getirir; ‘‘Hz. Peygamber’den sonra hiçbir kimsenin, Allah katından
178 Fığlalı, a.g.e., s. 30. 179 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 68. 180 Mevdudi, a.g.e., s. 28.
46
gönderilmiş bir peygamber olarak gelmesi caiz değildir.’’181 Gulam Ahmet’in bu iki
görüşü, diğer Müslüman grupların görüşleriyle paralellik arz etmektedir.
Gulam görüşlerine şöyle devam eder; ‘‘Ben bütün Müslümanlardan şunu
anlamalarını istiyorum ki, kitaplarımda varit olan sözcü, bazı manalarıyla peygamber
demektir veya sözcülük cüz’i bir peygamberliktir yahut sözcülük eksik bir
peygamberliktir gibi bütün kelimeler asli manasını taşımamaktadır. Aksine onlar lügat
manalarının dışında kullanılmıştır. Ben ebediyen bir peygamberlik iddia etmeyeceğim.
Ben asla Müslümanlar arasında ayrılık ve nifak yaratmaya razı değilim.’’182
Gulam Ahmet, başlangıçta vahyi, ilham anlamında anladığını ise şu şekilde
açıklar: ‘‘Eğer Allah, şu âcize geçen yirmi yıl boyu ardı ardına ilham etmişse, bu
ilhamlarda peygamber veya nebi kelimesi varit olmuştur. Fakat bu nübüvvet ve risaletle
kastedilen şeyin hakiki nübüvvet ve risalet olduğunu zannedenler yanılmaktadırlar.
Ancak istiari olarak kullanılan bu kelimeler İslam’da fitneyi gerektirir. Ve insanların
başına kötü neticeler doğurur.’’ 183 Vahyi tartışmaya açmanın, gündeme taşımanın
insanlar nezdinde bir fayda getirmeyeceğini bu sözleriyle kabul eden Gulam Ahmet, bu
durumda tevile gitme ihtiyacı hissetmiştir.
3.1.3. İlk Vahiy ve Gulam Ahmet’in Vahiyle İlgili Sonraki Görüşleri
Bu evrede, yukarıda örneklerini, kendi ifadelerinden mülhem olarak
alıntıladığımız görüşlerinin aksine bir durum söz konusudur. Daha önceki görüşlerini
terk eden Gulam Ahmet’in görüşleri tamamen değişmiş görünmektedir. O, zorlama
tevillerle nübüvvetin devam ettiğini, sadece bir peygamber geleceğini o peygamberin de
kendisi olduğunu şöyle açıklar; ‘‘Muhammet ümmeti içinde bir peygamberden fazla
peygamber çıkması mümkün değildir. Hz. Muhammet, benden sonra peygamber yoktur
sözüyle diğerlerini nefyettiğini bana haber verdi ve kendisinden sonra sadece beklenilen
İsa’nın geleceğini söyledi.’’ 184 Dolayısıyla İsa, kendisi olduğu için bu ifadeler onu
bağlamamaktadır. Hz. Peygamber’in son peygamber olduğunu kabul eden Gulam
181 Mevdudi, a.g.e., s.27. 182 Mevdudi, a.g.e., s.31. 183 Mevdudi, a.g.e., s.29. 184 Mevdudi, a.g.e., s. 35.
47
Ahmet, ‘‘peygamberin ruhi iltifatı, peygamberler yaratabilir’’ 185 sözüyle, kendi
peygamberliği için meşru zemin aramaya girmiştir. ‘‘Ben cüzi bir sıfatla Muhammedim.
Bu sebeple de peygamberlik kapısı kapanmamıştır. Muhammet şu ana kadar tek
peygamberdir. Ben tecessüdî bir sıfatla Muhammed olduğum zaman, aynadaki aksimde,
tecessüdi bir sıfat olarak Muhammet nübüvvetiyle birlikte O’nun kemalatı belirdi.
Benden başka hangi adam çıkar da müstakil bir sıfatla peygamberlik iddia edebilir
ki?’’186 Bu cümleler, onun ruh halini ortaya koyması açısından önem arz etmektedir. O,
Hz. Peygamber’in suretini kendi yüzünde gördüğünü söylemek suretiyle bir bakıma
onunla aynı bedende bütünleşmiştir. Peygamberlik ise ümmet içinde sadece onun
hakkıdır. Kim bu iddia da bulunursa, ona göre yalan söylemiştir. O, görüşlerini şu
şekilde sürdürmeye devam eder; ‘‘Herhangi bir kimsenin, Hz. Muhammet’ten sonra
vahiy kapısının ebediyen kapandığını ve kıyamet gününe kadar da açılmayacağını
zannetmesi batıl bir inançtır.’’ 187 İşin gerçeği aslında bu sözlerle O, bir bakıma
kendisini yalanlamıştır. Çünkü başlangıçtaki vahiyle ilgili cümleleri bu sözlerin aksi
yönündedir. ‘‘Ben Allah’ın vahyini işitiyorum. Hatadan münezzeh olan sadece
Allah’tır. Gerçekte ben onun Kur’an gibi hatadan münezzeh olduğunu biliyorum.
Allah’a yemin ederim ki benim inancım budur. Yine yemin ederim ki bu vahiy, Allah
kelamının ta kendisidir. Ve o, tek olan Allah’ın lisanından gelmektedir.’’188
Kur’an’ın ilk nazil olduğu şekliyle günümüze kadar ulaştığı noktasında icma
vardır. Yeni bir vahye ihtiyaç duyulması için en son gelen kitabın tahrif edilmiş olması
gerekmektedir. Kur’an’da bu tür iddia sahiplerine cevap verilmektedir; ‘‘Allah’a karşı
yalan uyduran veya kendisine bir şey vahyedilmemişken, bana vahyolundu diyen, ya da
Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim diye laf eden kimseden daha zalim
kimdir?’’189 Bu bağlamda, Hz. Peygamber henüz hayatta iken yaşanan bir hadiseye yer
vermek, konunun anlaşılması açısından önem arz etmektedir. Buna göre Amr b. As,
özel temsilci olarak Müseylime’ye gönderildiğinde, Müseylime Amr’a: ‘‘Şu an
Mekke’de arkadaşınıza ne indirildi?’’ diye sordu. Amr, ‘‘Öz ve yüksek ifade gücüne
sahip bir sure indirildi’’ dedi. Müseylime, O’nun ne olduğunu sorunca, Amr, Asr
185 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 96. 186 Mevdudi, a.g.e., s. 39. 187 Gulam Ahmet, Berahin-i Ahmediyye, Kadiyan, 1905, c.5, s. 183. 188 Gulam Ahmet, Nuzul’ül Mesih, London, 1984, s. 99. 189 En’am, 6/93.
48
suresini okudu. Müseylime belli bir müddet sonra başını kaldırdı ve ‘‘bana da o surenin
bir benzeri indirildi’’ dedi. Amr, ne olduğunu sorunca, ‘‘Ya veber ya veber. İnnema
ente üzunani ve sader /Ey deve! Ey deve! Şüphesiz ki sen iki kulak ve bir göğüsten
ibaretsin’’ şeklinde bir şeyler söyledi. Ardın da Amr’a sözlerini nasıl bulduğunu sordu.
Amr, ‘‘Allah’a yemin olsun ki benim bildiğimi sen de biliyorsun; muhakkak ki sen
yalan konuşuyorsun’’ dedi.190
3.1.4. İlk Vahiy ve Vahiy Örnekleri
Babasının vefat ettiği yıl ilk defa vahye muhatap olan Gulam Ahmet’in
hayatında yeni bir devre başlar. O, babasının vefatı sonrası ‘‘Ve’s-Semai ve’t-Tarık’’
(göğe ve gece ortaya çıkana and olsun) ve ‘‘Eleysallahü bi—kafin abdehü’’ ( Allah
kuluna yetmez mi?)191 seslerini işitir. Bundan böyle vahiy ona yağmur taneleri gibi
indirilmeye başlanmıştır. 192 Dikkat edilecek olursa bu iki ayet, Tarık ve Zümer
surelerinden alıntıdır. Zümer suresindeki ayetin siyak ve sibakında dikkat çekilen husus,
Hz. Peygamber’in şahsı ve Kur’an’ın doğruluğudur. Allah, vahiyle onu resul kılmıştır
ve bütün peygamberlerin nesebini isim olarak ona vermiştir. O, bunun neticesinde
Âdem, Şit, Nuh, İbrahim, İshak, İsmail, Yakup, Yusuf, Musa, Davut ve İsa olduğunu
söyler. Tahmin edileceği gibi bu iddiaların bir adım sonrası Hz. Peygamber’in ismiyle
neticelenmiş, Hz. Peygamber’in suretinde kendisi Muhammet ve Ahmet olduğunu
söylemiştir. 193 Yukarıda ismi geçen peygamberlerle ilgili Kur’an’daki ayetleri,
kendisine nispet etmiş, Hakikatul-Vahy isimli eserinde bazı ayetleri birden fazla yerde
tekrar etmiştir. İnsanlar bunu anlamasa da Allah onu insanların önderi kılmış, ‘‘Ey
Ahmet’im sen benim muradımsın, ben seninle beraberim, senin sırrın benim sırrımdır’’,
demek suretiyle kendisine yardım edeceğini ve onu koruyacağını söylemiştir.194 Vahiy
olduğu iddia edilen şu cümleler de dikkat çekicidir; ‘‘Sen gazap ettiğinde ben de gazaba
gelirim, sen sevdiğin de ben de severim. Allah seni her şeyden üstün kıldı. Allah sana
gökyüzünden sırlar indirdi. Senin tahtını bütün tahtların üstünde yarattı. Allah senin
190 İbn kesir, a.g.e., c.1, s. 62. 191 Gulam Ahmet, Hakikatul-Vahy, s. 85. 192 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 133. 193 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 77. 194 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 79.
49
düşmanlarını darmadağın ve paramparça kılsın.’’195 Görüldüğü gibi bu metinler, Gulam
Ahmet’in kendisini öven ve onu her şeyin üstünde gören metinlerdir. Hâlbuki Hz.
Peygamber’in ve diğer peygamberlerin hayatında böyle bir durum söz konusu değildir.
Onlar bu durumun aksine kendilerini, gönderildikleri kavimlerinin üstünde
görmemişlerdir. Tevazu yaşamlarının bir parçası olmuştur. Kur’an’da dile getirilen;
‘‘Her bilenin üstünde bir bilen vardır’’ tevazu örneği açısından güzel bir örnektir. Onlar,
sade bir hayat yaşamışlar, örnek model olmuşlardır. Kur’an’da açıkça vurgulanan husus,
‘‘resullerin görevi sadece tebliğdir.’’196 Onların Allah tarafından övüldükleri durum,
‘‘kavimleri için örnek insan olmaları, salih ve sıddıklardan olmalarıdır.’’ 197 Hz.
Peygamber ise, kendinden önce gönderilen peygamberler için, kardeşim veya atam
ifadelerini kullanır.198 ‘‘De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) bana,
Sizin ilahınız ancak bir tek ilahtır diye vahyolunuyor.’’199 Ayette dikkat çekilen husus,
Hz. Peygamber’in diğer insanlardan farkı, vahye muhatap olmasıdır. Hz. Peygamber’in
hadislerinde şahsının yüceltici ifadelere rastlanılmaz. Aynı durum, diğer peygamberlerin
hayatında da, söz konusudur. Onlar kendilerini övmemiş ve yüceltmemişlerdir. Hata
yapabilme olasılığını her zaman dile getirmişlerdir. Bu durumun Kur’an’da birçok
örneğini görülür.200 Esasen, İslam’da peygamberlerin kendileri de kurtarıcı değildir.
Onlar, Allah’tan aldıkları mesajları, eksiksiz bir şekilde aktarmışlar, insanları kurtuluşa
çağırmışlardır. Bunun sonucu olmalı ki, İslam’da Hristiyanlıkta olduğu gibi ruhban
sınıfı oluşmamıştır. Hz. Peygamber’den önce gönderilmiş peygamberler döneminde,
Allah göndermiş olduğu mesajların, insanlar tarafından tahrifi sonucu yeryüzüne
müdahale edip, ifsat edilen akideyi düzeltmek istemiştir.
Gulam Ahmet şahsını yüceltici durumu bu kadarıyla sınırlandırmamış, daha da
ileriye götürmüştür. Allah, Gulam Ahmet’ için ‘‘Sen bendensin, o kadar ki oğlum
yerindesin demiştir.’’201 O, bu ifadeyi kullandıktan sonra, sayfanın altına şerh düşmüş,
bunun bir istiare olduğunu söylemiştir. O, Kur’an’da Allah’ın kendi zatı için istiare
sanatını kullandığını söyleyerek bu duruma fetih suresinde geçen ‘‘yedullah’’ cümlesini
195 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 84. 196 Maide, 5/99. 197 Meryem, 19/56; Enbiya, 21/86. 198 Müsned, 4/127-128. 199 Kehf, 18/109. 200 Bakara, 2/37; A’raf, 7/23; Enbiya, 21/87; Kasas, 28/16. 201 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 84.
50
örnek verir. Bu açıklama doğrudur. Muhdis olan Allah’ın, kendi zatı hakkında istiare
sanatını kullanmasında bir sıkıntı yoktur. Problem, muhdes olan birinin, Allah’a oğul
isnat etme, Kur’an tarafından açık bir şekilde ‘‘reddedilen bir akide’’ 202 olmasına
rağmen bu durumun istiare kılıfına sığınmak suretiyle kullanılmasıdır. Hâlbuki
Kur’an’da ne Hz Peygamber, ne de diğer peygamberler için böyle bir ifade söz
konusudur. Gulam Ahmet’in bu iddiası, tevhit akidesini zedeleyici bir görüş olarak
görülebilir.
3.2. HZ. İSA VE GULAM AHMET
Gulam Ahmet, eserlerinin birçok yerinde Hz. İsa’nın vefat ettiğini ateşli bir
şekilde savunur. O’nun önünde engel teşkil eden İsa, ölmüş olmalıdır ki, kendi şahsında
İsa var olabilsin. O, Hz. İsa’nın vefat ettiğini, Allah’ın Kur’an’da haber verdiğini söyler
ama bununla ilgili bir ayet zikretmez. Miraç gecesinde Hz. Peygamber, İsa’yı ikinci kat
semada şehitlerle beraber görmüş ama ahir zamanda gelecek olan İsa’nın kendi
ümmetinden olacağını söylemiştir.203
Gulam Ahmet’in vahiy meselesinde olduğu gibi Hz. İsa bahsinde de önceki
görüşleri, zıt yöndedir. Bu bağlamda kendisine yöneltilen itirazlar söz konusu olunca o
an için tevil yaptığını söyler. Sözlerinde çelişki olduğunu kabul eden Gulam Ahmet,
çelişki içeren sözlerinin Berahinü Ahmediyye kitabında da olduğunu kabul eder ve bu
durumu şu şekilde açıklar; ‘‘Beni iyi dinleyin ve anlayın. Buna benzer yazdığım zahiri
çelişkili, ‘İsa gökyüzünden aşağı inecektir’ sözlerim o kitabımda da var. Ama
gelecekteki asıl Mesih benim. Sonra, Berahinü Ahmediyye isimli kitabımda da
yazmıştım ki, beni İsa diye Allah isimlendirdi. Ortaya çıkacak olan gelecekteki Mesih
benim. Allah ve peygamberi, benim geleceğimle ilgili bilgiler veriyor. Müslümanlar
arasında bir grup, İsa’nın gerçekten gökyüzünden ineceğine inanıyorlardı. Önceleri ben
de o inançtaydım. Ben, Allah’ın gönderdiği vahyi açık bir şekilde ilk önce açıklamadım.
O an için tevil yapmakla yetindim.’’204 Bu sözlerden de açıkça görülmektedir ki O,
iddialarını zamana yaymış, şartlar olgunlaştıkça iddialarını bir adım öteye taşımıştır.
202 Maide, 5/72. 203 Gulam Ahmet, Hakikatul-Vahy, s. 148. 204 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 133.
51
Hz. İsa’nın öldüğünü, dolayısıyla ahir zamanda gelemeyeceğini kendine göre
ispat ettikten sonra, vaat edilen İsa-Mesih artık kendisidir. Bundan sonra sırada O ve
Hz. İsa’nın karşılaştırılması vardır. O, bu karşılaştırmayı yaparken Allah’ı şahit gösterir
ve şöyle der; ‘‘Hiç kimse benim kendimi Hz. İsa’dan üstün gördüğümü iddia edemez.
Bu fikir bana ait bir fikir değildir. Allah bu ümmete kendisine vaat edilen Mesih
göndermiştir. Nefsimi elinde tutana Allah’a yemin olsun ki, İsa günümüzde yaşasaydı
benim getirdiğim mucizeleri getiremezdi. Bu gönderilen mesih, geçmiş olan gerçek
mesih’den de üstündür. Benden çıkmış olan mucizeleri, İsa gösteremezdi.’’ 205 Bu
cümlelerle O, Hz. İsa’yı kendisinden küçük düşürmeye çalışmıştır. Gulam Ahmet’in
delillerinde çok kere referans gösterdiği Kur’an, Hz. İsa’yı çeşitli surelerde övmüş, ona
verilen mucizelerden de doğrudan bahsetmiştir.206
Ayrıca O, yukarıdaki iddialarına şunları da ekler. Ona göre bu durum tamamen
Allah’ın tasarrufundadır. O, böyle bir şeyi arzu etmemiştir ama Allah böyle murat
etmiştir; ‘‘Allah’ın bilgisi dâhilindedir ki, şu çok iyi bilinsin; Ben kendime mesih
denilmesinden hoşlanmam. Gönderilmiş olan Meryem oğlu İsa’dan üstün görmeyi de
istemem. De ki onlara; Ben şahsım için bir lakap ve isimlendirme istemem ve bundan
hoşnut olmam. Bana verilen isimlerin benim nezdimde bir kıymeti yoktur. Allah istediği
lakabı ve ismi siler ve istediğini ismi yazar. Bana verilen isimler Allah’ın bileceği
tasarrufunda olan işlerdir.’’207 Anlaşılacağı üzere, onu Hz. İsa’dan üstün kılan Allah’tır.
Yani O’nun elinde bir şey yoktur. Kendisi de bu iradeye mecburen rıza göstermiştir. Bu
sözleriyle O, Hristiyanların ahir zamanda geleceğine inandığı İsa’dan üstündür.
Meryem’in oğlu İsa, vefat ettiğine ve gelmeyeceğine göre Hristiyanların kurtuluşu,
Gulam Ahmet’e inanmakla mümkün olacaktır. Hristiyanlar, tarihte gönderilen ve daha
sonra vefat eden daha üstün bir İsa’ya inanmak istiyorlarsa, Gulam Ahmet’e inanmak
mecburiyetindedir.
Gulam Ahmet, düşüncelerinin ve inancının sürekli değiştiğini kabul eder ama
bunu yaparken vahyi işaret eder. Aslında onu, değiştiren ve dönüştüren vahiydir.
Kendisinde gerçekleşen düşünce değişikliğini şöyle izah eder; ‘‘Önceleri inancımı,
205 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 132. 206 Âl-i İmran, 3/49; Maide, 5/110; Meryem, 19/29-30. 207 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 132-133.
52
itikadımı bütün Müslümanların itikadına bağlı tuttum. Ama sonra bana yağmur gibi
vahiy indirildi. Bana Allah şöyle dedi. ‘Aslında inecek olan Mesih sensin.’ Yüzlerce ve
binlerce ayet inmiştir. Yer ve gök yerinden oynamıştır. Benim doğruluğuma yer ve gök
şahittir. Bu gönderilmiş olan ayet ve gerçekleşen olaylar, bende ahir zamanda gelecek
olan Mesih’in benim olduğu kanaatini uyandırdı. Bununla yetinmedim. Bana gelen
vahyi, Kur’an’a arz ettim. Delaleti kati olan ayetlerle sabittir ki İsa vefat etmiştir. Sonra
bu ümmet içinden gönderilecek olan mesih benim. Bu yüzlerce ayet, sahih hadisler ve
semanın şahitlik yaptığı delaleti kati olan ayetler göstermektedir ki, vaat edilen mesih,
bu ümmet içinden çıkacaktır.’’208 Buna göre O, önceden yanılgı ve yanlış içindeydi.
Vahiy, onu bu yanlışın içinden kurtarmış ve bu sayede O, doğru yola erişmiştir.
Bir yönüyle Hz. İsa’dan üstün olabilecek kadar yükselen Gulam Ahmet, diğer
yandan alçakgönüllü olduğunu açıklama ihtiyacı hissetmiş, bu bağlamda şunları
söylemiştir; ‘‘İsterdim ki, sakin ve basit bir hayat yaşayayım. Yalnız ve gizli bir şekilde
vefat edeyim. Beni kimsenin tanımasını da istemezdim. Kendimi büyütmek gibi bir
derdim de yok. Allah’ın benden razı olması bana yeterdi. Ama bu konuda Allah, şöyle
buyurdu; ‘senin izzet ve şerefini bütün dünyaya yayacağım’. Dolayısıyla bununla ilgili
bir itirazı olan varsa neden böyle yaptın diye Allah’a sorsun. Benim bunda bir günahım
söz konusu değildir.’’ 209 İddia ve görüşlerinden sorumlu tutulamayacağını bildiren
Gulam, itirazın kendisine değil Allah’a yapılması gerektiğini bu cümlelerle ifade
etmiştir. Dolayısıyla sorumluluk O’nun değil, O’na vahyeden Allah’a aittir.
3.3. GULAM AHMET’İN KEHANETLERİ VE BU BAĞLAMDA KUR’AN’A
YAKLAŞIMI
Gulam Ahmet’in dünyasında kehanetler bir hayli fazladır. Gayba ait haberleri,
kehanetleri, keramet ve mucizeleri, Kur’an’daki bazı ayetleri şahsına işaret için
yorumlaması, O’nun şahsiyetinden izler taşımaktadır. Vahiy, çalışmamızın konusu
olduğuna göre, O’nun Kur’an’daki bazı ayetleri nasıl yorumladığı, bu kısımda
değerlendirilecektir. Ona ait şu ifadeler konumuz açısından önem arz etmektedir;
‘‘Burada açık bir şekilde benim uygun gördüğüm şey benim bildirgem benden değildir.
208 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 133. 209 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 133-134.
53
Aksine benim bildirgem veya ilan ettiğim şey Allah’tandır. Zamanın imanının
doğruluğunu açığa çıkararak Allah, bana kefil olmuştur. Mübarek bir zamanda da
ayetlerde belirtildiği üzere vaat edilen Mesih’e kefil oldu. Buruc suresinde geçen yevm
işte bu asırdır. Meşhud kelimesinde kastedilen ise zamanın imamı vaat edilen Mesih’tir.
Onun doğruluğuna yakında şahitlik edilecektir. İşte o kişi şeksiz ve şüphesiz bu asır için
imam olarak Allah tarafından şereflendirilmiştir. Ona itaat eden Allah’ın rızasını
kazanır. Ona karşı çıkmak ise Allah’ın kahrına ve gazabına sebeptir.’’210 Bu durum
Kur’an’a parçacı yaklaşıma bir örnektir. Kur’an ayetleri değerlendirilirken bütüncül
okumadan yoksun, siyak ve sibak dikkate alınmaksızın yapılan yorumlar, ideolojik
yorumlara kapı aralamaktadır. Surenin dört ve beşinci ayetlerinde, ‘‘hendek kazıp alevli
ateş yakanlar lanetlenmiştir’’ 211 buyrulmaktadır. Bu iki ayetin işaret ettiği husus,
rivayete göre ‘‘Necran halkı Hristiyanlığı kabul edince, Himyer Kralı Yahudi Zu Nuvas
onlara savaş açmış, dinlerinden dönmeyenleri açtığı hendeklerde yaktığı ateşlere
atmıştı.’’ Bir diğer yorum da şu şekildedir; ‘‘Bu ayetler Mekke müşriklerinin
işkencesine maruz kalan Müslümanlara, geçmişte de inananların nasıl baskı altında
kaldığını, ancak Allah’ın yardımının onlarla beraber olduğunu hatırlatmaktadır.’’212 Zira
Kur’an’ın Müslümanların sözlerini birleştiren, gayretlerini dirilten kurtuluşlarını temin
eden bir yönü vardır. İddia edildiği gibi ayetlerin Gulam Ahmet’le bir bağlantısı
görünmemektedir.
Kendisine yöneltilen itirazlara cevap sadedinde, Allah’ın gökyüzünden üç
yüzden fazla kendisine ayet indirdiğini öne süren, Ramazan ayı içinde ay ve güneş
tutulmasının gerçekleştiğini söyleyen, alametlere şahit olup, bu üç yüz işareti gördükten
sonra kendisine müfteri diyenler O’na göre nasıl mümin olabilir? Eğer kendisine iftira
atanlar müminse kendisi kâfir olmuştur. Çünkü ‘‘onların gözünde ben iftiracıyım’’213
diyen Gulam Ahmet, ‘‘bedevileri İslam’a teslim olmaya çağıran ayeti,’’214 kendisine
yorar ve itiraz edenleri kendisine teslim olmaya çağırır. Ayette mevzu bahis edilen
bedeviler, henüz imanın kalplerine girmediği kimselerdir. Buna göre, Gulam Ahmet’e
inanmayan herhangi bir Müslüman bu ayetin muhatabıdır. İmanın kalbine girmediği
210 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 381. 211 Bürûc, 85/4-5. 212 Kur’an Meali, D.İ.B Yayınları, Ankara, 2006, s. 589. 213 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 148. 214 Hucürat, 49/14.
54
kimsedir. Sonuçta kendisine inanmayanın iman cihetiyle bir problemi vardır. Kendisine
verilen üç yüzden fazla ayete veya alamete, yer vermek mümkün görünmediği için, bu
üç yüz işaretten önemli olanlara burada yer verilecektir.
Kehanetlerin Gulam Ahmet’in hayatında önemli bir yeri olduğunu daha önce
söylemiştik. Bu kehanetlerden biri, Ramazan ayı içinde ay ve güneş tutulmasının
gerçekleşmesidir. Bundan önce gerçekleşen ay ve güneş tutulması, aynı ay içinde değil
farklı zamanlarda gerçekleşmiştir. Bu iddialarını, Muhammet Bakır’dan rivayet edilen
hadis üzerine temellendirir. 215 Hadis olduğunu söylediği metinde, ay ve güneş
tutulmasının, mesih’in alameti değil mehdinin alameti olduğu zikredilir. Gulam, mesih
olduğunu ispat için, mehdi ifadesi geçen bir metni delil olarak sunar. Kendisine işaret
ettiğini söylediği bu hadis, sahih olsa bile bu durumda, O’nun mesihliğine değil
mehdiliğine işaret eder. O, Hadis olduğunu söylediği metni, kehaneti için yeterli
görmemiş olacak ki, Kur’an’dan bazı ayetleri de, delil olarak göstermektedir; ‘‘Ay
karanlığa gömüldüğü, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman’’216 anlamındaki ayetler,
O’na işaret için delildir.217 Surenin adın da anlaşılacağı gibi, surede vurgulanan husus,
kıyamet ve o günde gerçekleşecek hadiselerdir. Bir diğer husus ise, Gulam Ahmet’in bu
görüşlerine Hz. Peygamber’in hayatındaki şu örnek, cevap niteliğindedir; Hz.
Peygamber’in on sekiz aylık oğlu vefat ettiği gün güneş tutulmuştu. Cahiliye zihniyeti
ile düşünmekten henüz kurtulamamış bazı kişiler, güneş ve ay tutulmasını İbrahim’in
ölümüne gökyüzünün yas tutması şeklinde açıklamak istediler. Hz. Peygamber’in
oğlunun vefatı ile güneş tutulmasının art arda gelmesi onlarda güneşin İbrahim’in
ölümünden dolayı tutulduğu kanaatini uyandırmıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
onları uyardı ve şöyle dedi; ‘‘Güneş ve ay, Allah’ın ayetlerinden iki ayettir. Hiç
kimsenin ölümünden ya da doğumundan dolayı tutulmazlar. Bunları gördüğünüz zaman
Allah’ı zikredin, tekbir getirin, namaz kılın ve sadaka verin.’’218
Kur’an’dan kendisi için sürekli delil arayan Gulam Ahmet, ilginç tevilleri için
farklı surelerdeki ayetleri referans alır. Bunu yaparken kıyamet gününden söz eden
ayetleri seçmek için özen gösterir. Kendisinin doğruluğu için zikrettiği ayetlerin
215 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 180. 216 Kıyamet, 75/4-5. 217 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 182. 218 Buhari, Küsûf, 2; Müslim, Küsûf, 1.
55
kıyametten bahsediyor olması dikkat çekicidir. O’na ait görüşler şu şekildedir; ‘‘Yeni
ulaşım araçlarının keşfedilmesi, vaat edilen Mesih’in geleceği zaman için alamettir.
Bunun delili ise gebe develer salıverildiği zaman’’219 anlamındaki ayettir. ‘‘Teknoloji
araçlarının değişimi, trenlerin keşfedilmesi bana alamettir. Binekler değiştirilecektir
hadisine göre bütün bunlar benim geleceğim zaman için bir işarettir.’’220 Bu ayette
dikkat çekilen durum, ‘‘Kur’an’ın ilk hitap ettiği toplumda en kıymetli malların gebe
develerin olduğudur. Kıyamet günü insanlar, en kıymetli varlıkları olan develerinden
vazgeçeceklerdir.’’221 Ayetin işaret ettiği husus, kıyamet gününde yaşanacak olaylara
bir örnektir. Gulam’ın yorumları ise subjektif bir yaklaşımdır.
Hac ibadetinin 1899-1900 yılları arasında yasaklanmasını kendisinin geleceğine
dair bir delil olduğunu iddia eden Gulam Ahmet, bu konunun sahih hadiste geçtiğini
söylemiş fakat hadisin kaynağını belirtmemiştir.222 Bu çerçevede, haccın bir dönem
yasaklanmasının kendisiyle bağlantısını doğrudan veya dolaylı olarak kurabilecek bir
ayet bulunmadığı için O, bu konu için Kur’an’dan bir ayet gösteremez. Sadece sahih
hadiste böyle geçiyor, demekle yetinir.
Onun herhangi bir sure içinden Kur’an’ın bir ayetini bu ayet benim için işarettir,
dediği bir diğer husus kitaplarıyla ilgilidir. ‘‘Amel defterleri açıldığı zaman’’ 223
anlamındaki ayet, O’nun kitaplarının çoğaltılıp yayılmasına bir işarettir.224 Esasında
delil için gösterilen bu ayet, diğer ayetler gibi kıyametten bahseden ayetlerdir. Bu görüş
doğru kabul edilecek olursa, kitapları çok sayıda basılıp yayılan her bir kimse için bu
ayetin, bir işaret ve delil kabul edilmesi gerekmektedir.
Nehirlerin, denizlerin taşması ve tusunamilerin meydana gelmesi, Gulam Ahmet
için bir işarettir. ‘‘Denizler kaynatıldığı zaman’’ 225 anlamındaki ayet buna işaret
etmektedir. Yine tren gibi ulaşım araçlarının çoğalması ve bunun neticesinde insanların
birbirleriyle olan münasebet ve iletişiminin kolaylaşması O’nun için bir işarettir.
219 Tekvir, 81/4. 220 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 184. 221 D.İ.B, a.g.m., s. 585. 222 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 184. 223 Tekvir, 81/10. 224 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 184. 225 Tekvir, 81/6.
56
‘‘Ruhlar eşleştirildiği zaman’’ 226 anlamındaki ayet bunun delilidir. Deprem ve
zelzelelerin çoğalması da Gulam Ahmet’e işaret eden doğa olaylarından biridir. ‘‘Büyük
bir sarsıntının olacağı o günde o sarsıntıyı, peşinden gelen başka bir sarsıntı
izleyecektir’’227 ayeti buna delildir. İnsanların farklı afetlerle helak olması, volkanların
patlaması, taun hastalığının görülmesi, savaşlar sebebiyle birçok insanın ölmesi ve ölüm
sebeplerinin çoğalması Gulam Ahmet’in geleceğine birer işarettir. 228 Bunlara işaret
eden, ‘‘Ne kadar memleket varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helak edeceğiz, ya
da şiddetli bir azapla cezalandıracağız’’229 ayetidir. Görüldüğü gibi dünyada olup biten
her şey, Gulam Ahmet için bir haberci ve işaret konumundadır. Deyim yerinde ise
dünya O’nun etrafında dönmektedir. Farklı surelerden delil olduğu öne sürülen ayetlerin
hepsi kıyamet gününden söz eden ayetlerdir. Kerametlerinin bin ciltlik kitapta
sığmayacağını söyleyen Gulam Ahmet, bazı peygamberlerin mucizelerinin ve veli
kulların kerametlerinin kendi eliyle gerçekleştirildiğini öne sürmektedir.230 Dolayısıyla
ona ait olan bu alametler, kendisine vahiy yoluyla bildirilmiştir.
3.4. GULAM AHMET VE VAHİY ALGISI BAĞLAMINDA HATMİ
NÜBÜVVET
Kadıyanilerin yorumlama ihtiyacı hissettiği bir diğer ayet Kur’an’da Hz.
Peygamber’in son peygamber olduğunu açıklayan ayettir.231 Kâdiyâniler ayette geçen
‘‘hâtem’’ kelimesine yoğunlaşırlar. Onlara göre bu cümle, Hz. Muhammed'in yetişkin
bir oğlunun bulunmadığını ifade eder. Öyleyse onun manevi oğulları bulunmalıdır.
Bunlar da onun şeriatını takip eden ve yeni bir şeriat getirmeyen peygamberler (nebi)
dir. Yine onlar ‘‘hâtem’’ sözcüğünü son değil, en üstün anlamında yorumlarlar.232 Bu
ayeti Arap dili gramerini ve inceliklerini dikkate almaksızın, ideolojilerini ön planda
tutmak suretiyle yorumlamaları dikkatlerden kaçmamaktadır. Kadıyaniler, ayette geçen
‘‘Hatem’en- Nebiyyin’’ cümlesine farklı anlamlar yüklemek suretiyle görüşlerini şu
şekilde savunurlar. Onlara göre ‘‘Hatem’’ kelimesi Arapça ‘‘Mühür’’ anlamına gelir.
226 Tekvir, 81/7. 227 Nazi’at, 79/6-7. 228 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 185. 229 İsra, 17/58. 230 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 178. 231 Ahzâb, 33/40. 232 İhsan İlahi Zâhir, a.g.e., s. 264.
57
Mühür ise ancak tasdik etmek için kullanılır. Yani, Hz. Peygamber’in tasdiki olmadan
hiç kimse peygamberlik mertebesine ulaşamaz. Peygamberlerin mührü, Hz.
Peygamber’in mührü olmadan yani tasdiki olmadan, hiçbir peygamberin peygamber
olarak kabul edilmeyeceği anlamına gelir.233 Kadıyanilerin bu iddialarının doğru kabul
edilebilmesi için, Hz. Peygamber’in Gulam Ahmet için önceden haber verip kendisini
müjdelemesi gerekmektedir. Hâlbuki sahih hadislerde Kadıyanilerin iddialarının aksine
ifadeler mevcuttur. Konuyla ilgili bir hadis şöyledir; ‘‘Benimle, benden önce
peygamberlerin durumu aynen şuna benzer: Adamın biri ev yaptırmış, süsleyip
donatmış, ancak bir köşe taşı yerini eksik bırakmıştır. O şahane evi görmeye gelenler,
binanın içinde gezip dolaşırken, gözleri bu eksik kalan yere ilişince: Bina çok güzel
olmuş; ama ah bir de, şu köşe taşının yeri boş bırakılmış olmasaydı! demekten
kendilerini alamazlar. İşte ben, yeri boş bırakılan o köşe taşı gibiyim.’’234 Hadisten
açıkça anlaşılmaktadır ki, Hz. Peygamberden sonra bir peygamber gelmeyecektir.
Kendisini bir binanın eksik kalan köşe taşına benzeten Hz. Peygamber, kendisinden
sonra peygamber gelmeyeceğini bir başka hadiste daha açık ifadeyle dile getirmiştir;
‘‘Risalet ve nübüvvet kesilmiştir. Benden sonra arık resul ve nebi yoktur.’’ 235 Hz.
Peygamber’in sağlığında bizzat kendisinden bu sözleri duyan sahabe, onun vefatından
sonra bu iddialarla ortaya çıkan kişilerle mücadele etmiş, nübüvvet kurumuna halel
getirecek olaylara karşı önlemlerini almışlardır. Kadıyanilerin iddia etmiş olduğu gibi
Hz. Peygamber, kendisinden sonra da peygamber geleceğini söylemiş olsaydı sahabe,
peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan kimselerle mücadele etmez, onları normal karşılar
ve nübüvvet iddiasıyla ortaya çıkmış kişilere uyma yoluna da gidebilirdi. Kadıyanilerin
görüşleri doğru kabul edilecek olursa, Hz. Peygamber’in soyundan gelen kimselerin
arasından bu tür iddialarla ortaya çıkan şahsiyetlere şahit olunması gerekirdi. Aksine
Hz. Peygamber’in soyundan gelen şahsiyetlerde, bu tür iddialar görülmemektedir. Onlar
kendilerine masum imam denilmesini dahi uygun görmemişlerdir. Bu ayet çerçevesinde
İslam bilginlerinin dikkat çektiği husus, Hz. Peygamber’in kendinden önceki
peygamberleri tasdik ve belgeleyen bir konumda olduğudur. Ayette geçen ‘‘hâtem’’
kelimesi şu anlamlara dikkat işaret eder; ‘‘Hz. Muhammed, peygamberleri sona erdiren
son peygamberdir, peygamberlerin sonuncusudur, bütün peygamberleri tasdik ve
233 Kur’an’ı Kerim ve Türkçe Meali, Muhammed Celal Şems, Londra, 2011, s. 763. 234 Buhari, Menakıp, 18. 235 Müslim, Mesecid, 64.
58
belgeleyen ilahi bir mühürdür. Eğer o gelmeseydi, diğer peygamberler unutulup
gidecek, tarihte onların varlıklarını ve peygamberliklerinin gerçekliğini ilmen ispat
etmek mümkün olmayacaktı. Çünkü diğer peygamberlerin hayat ve varlıkları tarihin
bağrında Hz. Peygamber’in hayatı gibi açık ve sağlam olarak bilinmemektedir.’’236 Bu
açıklamalara göre ayette geçen hâtem kelimesi, Hz. Peygamber’den önce gönderilen
diğer peygamberleri doğrulamak ve tasdik etmek içindir. Hz. Peygamber’den sonra
nübüvvet iddia eden herhangi bir kimsenin doğruluğunu tasdik ve doğrulamak için
değildir.
3.5. HZ. İSA’NIN HAVARİLERİNE GELEN VAHİY
Kadıyaniler, Kur’an’da vahiy kelimesi geçen ayetleri yorumlamışlar iddialarını
bu ayetlerle temellendirmeye çalışmışlardır. Örneğin ‘‘Hani bir de, ‘Bana ve
Peygamberime iman edin’ diye havarilere vahy etmiştim. Onlar da, iman ettik. Bizim
Müslüman olduğumuza sen şahit ol demişlerdi’’237 ayetine şu şekilde yorum getirirler;
‘‘Bazı kimseler vahiy sadece peygamberlere gelir derlerse de, buradan da anlaşılacağı
üzere bu yanlıştır. Yüce Allah, Musa’nın annesine de, İsa’nın annesine de vahy etmiştir.
Meryem suresini okuduğumuz zaman Yüce Allah’ın Hz. Meryem ile konuştuğu da
anlaşılmaktadır. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi Allah, İsa’nın havarilerine de vahy
etmiştir. Onların hiçbiri peygamber değildi. Hz. Peygamber’den sonra şeriat ahkâmını
taşıyan vahiy elbette son bulmuştur. Bunun dışında her türlü vahiy ise, kıyamete kadar
devam edecektir. Allah’ın hükümlerini içten ve tam manasıyla yerine getiren kimselere,
bu nimet kıyamete kadar verilecektir. Vahiy son bulmuştur diyenlerin, Allah’ın
İsrailoğulları’nın kadınlarına dahi vahy etmiştir, ancak en yüce peygamberinin ricaline
(ileri gelenlerine) bile vahy etmeyecektir demeleri üzüntü vericidir.’’238
Aslında Kur’an’da iki çeşit vahiy üzerinde durulmaktadır. İlki umumi olarak
bütün varlıklara, ikincisi ise özel olarak sadece peygamberlere gelen vahiydir. Vahyin
sözlük anlamı da göz önüne alınırsa, havarilere gelen vahiy, Müellifin de dediği gibi,
havariler peygamber olmadığı için bahsi geçen vahiy genel anlamda olan vahiydir.
Vahyin ayrıca sözlük anlamları arasında fısıldamak, emretmek, ilham etmek, ima ve
236 Elmalılı, a.g.e., c.6, s. 355. 237 Maide, 5/111. 238 Muhammed Celal Şems, a.g.m., s. 205.
59
işaret etmek, telkin etmek ve içgüdü anlamları vardır. Ayette geçen vahiy kelimesine
verilecek en yakın anlam emretmek, ilham etmek, telkin etmek olsa gerektir. Müellifin
ayetin siyak ve sibağına bakmaksızın vermiş olduğu anlam, ayetleri bağlamından
koparmak suretiyle Gulam Ahmet’in de vahiy alabileceğine delil gösterme çabası olarak
görülebilir. Müellif, bir sonraki ayette ‘‘Havarilerin Hz. İsa’dan Allah’ın gökyüzünden
bir sofra indirebilme gücü var mıdır?’’239 anlamındaki ayete yorum yapma ihtiyacı
duymamıştır. Hâlbuki ayet incelendiğinde kolaylıkla görülecektir ki, havarilerin vahyi
birebir Allah ile muhatap olma şeklinde değildir. Şayet havarilerin vahyi, Kadıyanilerin
anlamış olduğu gibi bir vahiy olmuş olsaydı, havarilerin dileklerini ve arzularını Hz.
İsa’yı araya katmadan birebir Allah’tan kendilerinin istemeleri gerekirdi. Ama onlar
isteklerinin yerine gelmesi için Hz. İsa’dan ricada bulunmuşlar, Allah ile kendileri adına
konuşmasını istemişlerdir. Dolayısıyla ayette geçen ‘‘vahyettim’’ kelimesini
peygamberlere gelen vahiy gibi anlamak söz konusu değildir. Burada verilecek en güzel
anlam, kalplerine süratli bir şekilde atmak, kalbe ilka ve ilhamdır. Müfessirlere göre de
ayette geçen ‘‘vahiy’’ ‘‘ilham’’ anlamındadır. Elmalılı bu ayet hakkında şu yorumu
getirir; ‘‘Sana ve diğer peygamberlere vahyettiğim kitaplar ile emretmiştim, yahut
kalplerine böyle ilham etmiştim.’’240
3.6. GULAM AHMET’E İNANMYANLARIN DURUMU
Vahiy aldığını, İsa-Mesih olduğunu, Allah’la konuştuğunu eserlerinde sık sık
dile getiren Gulam Ahmet, kendisine itiraz edip inanmayanların durumunu da
açıklamıştır. Bunu yaparken yine Kur’an’dan bazı ayetleri delil olarak sunar.
Görüşleriyle az bir bağlantı kurabileceği bir ayet söz konusu ise o ayet, kendisine itiraz
edenlere karşı Gulam Ahmet için, bir kurtarıcı haline dönüşür. Bu ayetler genellikle
Allah’a, peygamberlerine ve ahiret gününe inanmayanları tehdit eden ayetlerdir. O, bu
tür anlamları ihtiva eden ayetleri, haklılığını ispat etmek için sıkça dillendirir. Bununla
birlikte geleceğe dair kehanetlerde bulunur. Kendisine inanmayanları nasıl bir sonun
beklediğini haber verir. Bu çerçevede Gulam Ahmet’in şu görüşleri dikkate değerdir;
‘‘Allah’ın bir sünnetidir ki, daima eski zamanlardan bu yana ruhani değişimi
gerçekleştirmek için imamlar gönderilir. Gönderilen imamlar, yalanlamada aşırılığa
239 Maide, 5/112. 240 Elmalılı, a.g.e., c.3, s. 40; Karaman vd, a.g.e., c.2, s. 359.
60
gidildiği zaman Allah’ın azabı onlara gelir. Bunun örnekleri Kur’an’da ve kutsal
kitaplarda çoktur. Aynı şekilde şu an içinde bulunduğumuz zamanda vaat edilen mesih
tebliğle ortaya çıktı. Allah’ın delilini dünyaya gösterdi. Davetinin Allah’tan olduğunu
her bakımdan ispat etti. Fakat insanlar onu yalanladı. Geçmişte peygamberlerini
yalanlayanlara yaptığını bu asır insanlarına da gökyüzünden taun belasını indirerek
yaptı. O taun, ateşin odunu yediği gibi insanları yer bitirir.’’241 Bu cümlelerle kendisine
inanmayanları başlarına gelebilecek musibetlerle uyaran Gulam Ahmet, baş gösteren
taun hastalığını buna örnek gösterir.
Yine o, peygamberlerin hayatından örnekler vermek suretiyle iddialarını
temellendirir; ‘‘Allah tarafından ne zaman bir kişi gönderilmiş olsun tabi o kişi
yalanlanmıştır ki, bu normal bir durum ve Allah’ın bir sünnetidir. İşin aslı ise kendisine
iftira atılanların yalanlarla bir alakası yoktur. Allah tarafından gönderilen elçiler,
yalanlandığı zaman Allah’ın belası ve gazabı mahlûkatın üzerine iner. Bana yalancı
diyen bazı hocalar, taun hastalığı sebebiyle öldüler. Aynı şekilde yüzlerce insan da beni
inkâr etmelerinden dolayı öldüler. Musa zamanında da durum böyle oldu. Allah
Musa’ya ayetler, vahiyler ve mucizeler indirmişti. Firavun bunun karşısında aciz kaldı.
Allah firavunu askerleriyle beraber boğdu.’’242 Dolayısıyla kendisine inanmayanların
sonu, firavun ve benzerlerinin durumu gibi olacaktır.
Gulam Ahmed, bu konuda hadis rivayetleri de getirerek, Kur’an’dan sonra bazı
hadis olduğunu iddia ettiği metinlerle görüşlerini güçlendirme ihtiyacı hissetmektedir;
‘‘Hadiste belirtildiğine göre taun vaat edilen Mesih zamanında ortaya çıkacak. Onun
şiddetiyle dünyayı ölümler saracak. Aynı şekilde kutsal kitap İncil’de şöyle geçer:
İnsanlar, vaat edilen Mesih zamanında kötü bir şeyle ölecekler. İşte o kötü şey
taundur.’’243 Bir diğer ihtiyaç duyulan delil bu son örnekte olduğu gibi İncil’dir.
Gulam Ahmet’in dikkat çeken bir diğer görüşü şu şekildedir; ‘‘Seni Meryem
oğlu Mesih kılan Allah’a hamd olsun. Yaptıkları konusunda ondan sorulmaz. Öyleyse
onlardan sorulacaktır. Bu mutlaka yerine getirilecek olan bir vaattir. Allah seni
düşmanlarından koruyacaktır ve her kim sana saldırırsa ona saldıracaktır. Onlar Allah’ın
241 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 385. 242 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 146. 243 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 386.
61
emirlerini inkâr ettiler ve aşırılığa kapıldılar.’’244 Dikkat edilecek olursa bu metinlerde
de tehdit söz konusudur. O, daima Allah’ın koruması altındadır. Doğal olarak her zaman
kaybedecek onun muhalifleridir.
Allah tarafından yalnız bırakılmadığını, her zaman desteklendiğini ifade eden
görüşleri ise şöyledir; ‘‘Biz sana birçok alamet göstereceğiz. Biz onların yaptıkları
binaları yıkacağız. Sen bunun içinde fesat çıkaracak olan birisini mi yaratacaksın
dediler. O, da ben sizin bilmediklerinizi bilirim buyurdu. Her kim seni küçük düşürmek
isterse onu ben küçük düşüreceğim. Korkma benim katımda elçiler korkmazlar.’’245
Allah’ın en seçkin kullarından biri durumunda olan Gulam Ahmet, bir bakıma
gaybî haberler içeren mesajlar da verir. O, kendisine muhalif olan kimseleri Allah’ın
yardımıyla mağlup edeceğini şu ifadelerle dile getirir; ‘‘Ben daima resulümün yanında
duracağım. Her kim ona saygısızlık yaparsa ve onu küçük düşürürse öyle birisini ben
küçük düşürüp haysiyetsiz kılacağım. Ben sana devam edecek olan nimetler vereceğim.
Gökte ve gözleri görmekte olan kimselerin gözünde senin çok yüce bir derecen
vardır.’’246
Bütün bu görüş ve iddialardan sonra dile getirilen başka bir husus, insanların
mümin veya kâfir olarak nitelendirilmesi meselesidir. İnsanların önünde iki seçenek
vardır. Mümin veya kâfir olmaları, Gulam Ahmet’e inanıp inanmalarına bağlıdır. Çok
açık ifade edildiği şekliyle, Gulam Ahmet’e inanmadığını söyleyen kimse mümin
değildir. Kendisini haber verenin Allah ve peygamberi olmasından dolayı, O’nu inkâr
edip O’na inanmamak, Allah ve peygamberine inanmama anlamına geleceği için, o kişi
kâfir olur.247 Gulam Ahmet’e inanmayanların durumu ve sonunun ne olacağı, Onun
ifadelerinde açık bir şekilde görülmektedir; ‘‘Benim dediğim herhangi bir kelime
şüphesiz Allah’ın Kur’an’da ve Kitab-ı Mukaddes’te söylediği sözler gibidir. Ben
Allah’ın peygamberinin gölgesiyim ve her Müslüman’ın bana “mesih”in ikinci gelişi
olarak inanması ve takip etmesi vâciptir. Herhangi bir Müslüman mesajımı alır ve beni
244 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 85. 245 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 84. 246 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 84. 247 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 147.
62
inkâr ederse kıyamet günü Allah’ın önünde bundan sorumlu tutulup yargılanacaktır.248
Tekfir mekanizmasının O’nun düşüncelerinde ne denli önemi haiz olduğu bu iddialarda
açıkça görülmektedir.
İslam düşünce tarihi içerisinde örneklerine çokça rastlanılan bu durum, Gulam
Ahmet’in görüşlerinde de mevcuttur. Tekfir mekanizmasının günümüz İslam
dünyasında hala işlevsel olduğunun açık bir tezahürü olarak, Gulam Ahmet’in ve
Kadıyanilerin iddia ve görüşleri büyük öneme sahiptir. Çok tabi olarak kâfir olarak
nitelendirilen insanların cezası, inkârları sebebiyle en ağır şekilde olmalıdır. Bu mesele
de göz ardı edilmemiş, Kur’an’a başvurulmak suretiyle bu konuya da çözüm
bulunmuştur. Mirza Gulam, Kur’an’dan iki ayeti249 delil göstererek insanların kendi
zamanlarında gelmiş olan nebilerine inanmadıkları takdirde cehennemde gideceklerini
iddia eder. 250 O’nun iddialarına mesnet olarak gösterdiği ayetlerden ilki, Hz. İsa
hakkındaki yanlış düşüncelerinden kurtulmaları için Kur’an’ın ehli kitaba bir çağrısıdır.
Diğer ayet ise, Hz. Peygamber ve ondan önce geçen peygamberlerden bahsetmektedir.
3.7. GULAM AHMET SONRASI MEZHEBİN DURUMU
Gulam Ahmet’in 26 Mayıs 1908 tarihinde vefatı ile birlikte O’nun vasiyetine
uygun bir şekilde Mevlana Hakim Nureddin halifeliğe seçilmiş ve kendisine biat
edilmiştir. 251 Bu bağlamda O, vefatından önce vasiyetini şöyle açıklamıştır;
“Cemaatimizin pak (temiz) nefislere sahip olan seçkin kimseleri, benim adıma benden
sonra insanlardan biat almalıdırlar. Bu gibi kimselerin seçimi müminlerin oy birliğiyle
olacaktır. 40 müminin üzerinde birleştiği ve benim adıma insanlardan biat almaya değer
gördükleri bir kimse biat almaya izinli olacaktır. Yüce Allah bana haber vermiştir ve
senin cemaatin için senin kendi neslinden bir şahsı ortaya çıkaracağım ve onu kendi
248 Mirza Ghulam Ahmed Kâdıyânî, Tuhfa-Tun-Nedva; Ruhani Hazain, 4. bsk., Rabwah, Nazarat Ishaat,
Zia-ul-Islam Press, 2008, c. 19, s. 4 249 Nisa, 4/171; Mülk 67/9-10. 250 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 114-115. 251 Halide Rumeysa Korkusuz Küçüköner, “Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed ve Ahmediyye
Cemaati’ndeki Yeri’’, Dicle Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), Diyarbakır, 2011, s. 17-18.
63
yakınlığım ve vahyim için ayırıp özel durumda tutacağım; onun vasıtasıyla Hak
ilerleyecektir ve birçok kimse doğruluğu kabul edecektir.’’252
Böylece Gulam’ın vasiyetinin gerçekleşmesi ile Ahmediyye Hilafeti kurulmuş,
Hakim Nureddin göreve getirilmiştir. Fığlalı’nın ifadesi ile Hakim Nureddin döneminde
‘‘Denge Unsuru’’ 253 gözetilmiş, birinci halife Hakim Nureddin, cemaati bir arada
tutabilmek için denge politikasını benimsemiştir. Onun bu tavrı cemaati bölünmekten
korumuştur. Bununla birlikte cemaat içinden Muhammed Ali’nin liderliğinde bir grup,
Gulam Ahmet’in ölümünden sonra yeni bir halifeye gerek olmadığını, cemaati Gulam
Ahmet’in vasiyet ettiği gibi Sadr-ı Encümen-i Ahmediyye’nin yönetmesi gerektiğini
savunmuşlardır. 254 Bu itirazlara Hakim Nureddin, kendisini halife kılanın Allah
olduğunu, Allah’ın halife tayin ettiğine hiç kimsenin güç yetiremeyeceğini söyleyerek
karşı çıkmıştır.255
Hilafet konusundaki ihtilafın yanı sıra, Hakim Nureddin’den sonra halife seçilen
Mirza Beşiruddin Mahmud’un küfür ve hilafet hakkındaki görüşleri, cemaat içindeki
ayrılığı daha fazla derinleştirmiştir. Mirza Beşiruddin’e göre, Gulam Ahmet nebi olduğu
için, ona inanmayan ve biatına girmeyen diğer Müslümanlar kâfirdir.256
Cemaat içindeki gruplaşmayı ve bölünmeyi tetikleyen diğer bir olay ‘‘Cami
Ayaklanması’’ denilen hadisedir. Hükümetin yol genişletmesi çalışması neticesinde bir
caminin yıkılması gerekmektedir. Bu olaya tepki gösteren diğer Müslümanlarla birlikte
hareket eden Muhammed Ali ve arkadaşları, hükümete karşı tavır almıştır. Bu durum,
cemaatin bölünmesine sebep olan son hadise olarak bilinmektedir.257
Bu tür sıkıntı ve çalkantılarla, 1914 yılına gelindiğinde, I. Halife Hakim
Nureddin, yerine Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed’i yerine halifeliğe aday göstermiş
ve kısa bir zaman sonra vefat etmiştir. Bu duruma Muhammed Ali ve arkadaşları itiraz
etmiştir. Onların itirazına rağmen Beşiruddin Mahmud Ahmed, hilafete seçilmiş,
cemaatin yeni lideri olmuştur. Bunun üzerine Muhammed Ali ve ona inanan grup
252 Gulam Ahmet, Vasiyet, s. 11-12. 253 Fığlalı, a.g.e., s. 79. 254 Fığlalı, a.g.e., s. 80; Korkusuz, a.g.t., s. 20. 255 Raşit Paktürk, ‘‘Hilafet Makamı Bereketi ve Önemi’’, Maneviyat, Nisan-Mayıs-Haziran, 2011, s. 7. 256 Fığlalı, a.g.e., s. 80-81. 257 Korkusuz, a.g.t., s. 20-21.
64
Kadıyan’dan ayrılıp, Lahor’a yerleşmiştir.258 Kadıyan’da kalan grup, Muhammed Ali ve
arkadaşlarının kendilerini terk etmesini, Gulam Ahmed’in daha önceden haber verdiği
şekilde, ‘‘Yezidiler oradan çıkarıldı; gerçekten ben, seninle ve ailenle beraberim’’259
vahyinin gerçekleşmesine yormuşlardır. Yaşanan bu hadiselerden sonra cemaat,
Kadıyan Ahmedileri ve Lahor Ahmedileri olarak ikiye ayrılmıştır. Günümüzde ise
faaliyetlerini, iki ayrı grup halinde sürdürmektedirler. Cemaat bu bölünmeden sonra
herhangi bir bölünme yaşamamıştır.
3.7.1. Kadıyani/Ahmedilerin Hilafetle İlgili Görüşleri
Ahmediler, bazı tartışmalı veya açıklamaya ihtiyaç duyulan hadisleri 260
kullanmak suretiyle, Hilafet meselesini gündemlerinden düşürmemişlerdir. Ayetlerde
geçen halife kelimelerini sık sık kullanarak görüşlerinin meşru olduğunu savunmaya
çalışmışlardır. Onlara göre, Hz. Peygamber vefat ettikten sonra yerine Hz. Ebubekir
halife olarak geçtiyse, Gulam Ahmet’in vefatından sonra da yerine bir halife geçmesi
gerekir. Gulam, kendisinin Allah’ın mücessem bir kudreti olduğunu, ölümünden sonra
da ikinci kudretin belireceğini böylece cemaatin korkularının emniyete dönüşeceğini
söylemiştir. 261 Hilafetin otuz sene olduğunu bildiren hadisleri, aksi manada olan
hadislerle açıklamaya çalışan Gulam, hilafetin otuz sene olan bölümünden sonra
‘‘nübüvvet yolunda hilafetin kurulacağını,’’262 bildiren hadisleri dile getirmek suretiyle
kendisinin peygamber olduğunu, vefatından sonra da halifelerinin olacağını bildirmiştir.
Ahmedilere göre hilafet dini vecibelerden olup, İslam şeriatının gerekli olan
ihtiyaçlarındandır. Hilafetin kuruluşunu farzı kifaye olarak gören Ahmediler, dünyanın
herhangi bir yerinde hilafet varsa diğer Müslümanlar bu farzı eda etmiş sayılır, 263
görüşündedirler.
Gulam Ahmet’ten sonra cemaatin başına halife olarak geçen Hakim Nureddin’in
görüşleri de bir hayli ilginç görünmektedir. O, Allah adına yemin ederek kendisini
258 Fığlalı, a.g.e., s. 81-82. 259 Gulam Ahmet, Barâhîn-i Ahmediyye, c.5, s. 89. 260 Buhari, Kitabu’l-Ahkam, Bab-ül İstihlaf;; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.5, s. 404; İmam Suyûti,
Hasais’ul-Kübra, c.2, s. 115; Kenzu’-Ummal, c.6, s. 119. 261 Muhammed Celal Şems, a.g.e., İstanbul, 2009, s. 13-27. 262 Ahmed B. Hanbel, Müsned, c.5, s. 404. 263 Şems, a.g.e., s. 36.
65
halife yapanın Allah olduğunu söylemek suretiyle, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer nasıl
halife olduysa kendisinin de halife olduğunu iddia etmiştir. Kendisinden sonra da
halifeler geleceğini söyleyen Hakim Nureddin, yalnız o hayatta iken başka birinin halife
olamayacağını ancak vefatından sonra Allah’ın başka halife tayin edeceğini söylemiştir.
Halifeyi bizzat Allah görevlendirdiğine göre azletmek de Allah’ın görevidir. İnsanların
halifeyi azletme yetkisi yoktur. Allah, halifeyi azletmek isterse O’na ölüm verecektir.
Zaten halifeyi azletmeye de kimsenin gücü yetmeyecektir. O, giymiş olduğu hilafet
gömleğini asla çıkarmayacağını da ilan etmiştir.264
Gulam Ahmet’in 5. halifesi ve cemaatin de şu anda başında bulunan Mirza
Masrur Ahmed, kendisinin halife olarak seçilmesini ilahi kader olarak görmektedir. Ona
göre kim olursa olsun, halifeden daha bilgili olsa bile değeri halifeden daha aşağıdadır.
Çünkü Allah, cemaatin hayrı için halifenin ağzından bazı cümleleri kullandırır. Onun
için hiçbir Ahmedi, halifenin sözlerini itiraz sadedinde tartışmaya girmemelidir. Allah,
hilafet sebebiyle dine şan ve yücelik vereceğine dair söz vermiştir. Ahmedi
Müslümanlar da bu yüzden çok şanslıdırlar. Onlar Hz. Peygamber’e itaat ederek mehdi
ve mesih’i kabul etmişlerdir. Zira Hz. Peygamber, kendisiyle birlikte devamlı ve kalıcı
bir hilafetin müjdesini vermiştir. Mehdi ve mesih’i ve O’nun hilafet sistemini kabul
etmek aynı zamanda Hz. Peygamber’e itaat anlamı da taşımaktadır. Hilafet aslında
nübüvvet zincirinin bir halkasıdır ve zamanımızda nübüvvet yolunda hilafetin olacağı
daha önceden haber verilmiştir. Cemaat ilerlemek ve dünyaya üstünlük sağlamak
istiyorsa halifeye bağlı kalmalıdır.265
3.7.2. Kadıyani/Ahmedilerin Diğer Müslümanlarla İlişkileri
Ahmedilerin günümüzde diğer Müslümanlarla ilişkileri bağlamında Gulam
Ahmet ve daha sonra gelen halifelerin görüşlerinin etkili olduğu görülmektedir. Bu
sözden hareketle Gulam Ahmet’in şu görüşleri dikkat çekmektedir; ‘‘Ahmediye
Cemaati tek imamın emri altında İslamiyet’e hizmet etmektedir. Ben bütün dünya
Müslümanlarına seslenerek herkesi bu cemaate katılmaya davet ediyorum.’’ 266
Günümüzde ise Müslümanların İslam’ın ilk devrinde olduğu gibi bir el üzerinde
264 Şems, a.g.e., s. 50-51. 265 Şems, a.g.e., s. 107-112. 266 Mirza Gulam, ‘‘Hz. Mehdi’nin İslam’a Hizmetleri’’, Maneviyat, Ocak-Şubat-Mart, 2011, s.18.
66
toplanması ve bütün gücüyle bir halifeye yani cemaatin şu an başında bulunana Mirza
Masrur Ahmed’e bağlanmaları gerekmektedir.267 Ahmedilerin bu misyonları sebebiyle
faaliyetlerini her geçen gün artırarak yürüttüklerini görmekteyiz. Bu çerçevede,
iddialarına göre günümüzde çalışma ve hizmet alanlarını uluslararası alanda Kuzey
Amerika, Güney Amerika, Afrika, Asya, Avustralya ve Avrupa’nın 198 ülkesinde şube
açmak suretiyle genişletmişlerdir.268 Son zamanlarda kaynaklarından bazılarını Türkçe
yayınlamak suretiyle Türkiye’de faaliyetlerini artırdıkları gözlenmektedir. Risale,
broşür formunda kısa metinler halinde muhataplarına ulaşmaya çalışmaktadırlar. Ayrıca
kapsamlı sayılabilecek Türkçe web sitesiyle de Türk toplumuna internet üzerinden
ulaşmaktadırlar. Bu bağlamda 2007 yılından beri www.ahmediye.org sitesinden kendi
mesajlarını Türkçe olarak anlatmaya başlamışlardır. 14 Mart 2008’den beri İstanbul-
Üsküdar’da “Ahmedi Öğretisini Geliştirme, Kültür, Eğitim ve Yardımlaşma Derneği”
isimli bir dernek şeklinde faaliyetlerini sürdürmektedirler. 2011 yılında Almanya’daki
Türk masası tarafından üç ayda bir Türkçe olarak “Maneviyat Dergisi” basımı
başlatılmıştır.269
3.7.3. Ahmedilerin Bazı Önemli Meselelere Yaklaşımı
Cemaatin din anlayışını ve dini pratiklerini sağlıklı şekilde değerlendirebilmek
için, ibadet anlayışlarına ve toplumsal yapılarını analiz noktasında evlilik hakkındaki
görüşlerine, bu kısımda kısaca değinilecektir.
Esasen Ahmedilerin bazı detaylar dışında, ibadetlerinde diğer Müslümanlardan
bir farklarının olmadığını görmekteyiz. Onlar fıkıhta Hanefi mezhebine yakındırlar.270
Beş vakit namaz onlar için çok önemlidir. Bunun yanında teheccüd namazına da çok
büyük önem atfederler. Onlara göre ibadetler kişinin ruhunun gelişmesinde önemli
etkenlerden biridir. İbadetler, insanı eğitip, karakterini arındırır. Kişi o hale gelir ki,
267 Şaziye Paktürk, ‘‘Müslüman Ahmediyye Cemaatini Tanıyalım’’, Maneviyat, Ocak-Şubat-Mart, 2011,
s. 15. 268 https://www.Ahmediye.org Erişim Tarihi: (13.10.2017). 269 Abdulhamit Piştofoğlu, ‘‘Ahmediye Cemaati ve Türkiye’deki Faaliyetleri’’ İstanbul Üniversitesi,
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2014, s.76 270 Yönem, a.g.m., s. 181.
67
Allah ile haberleşme durumuna yükselir. Onlara göre kişi, namazda kendi lisanıyla
ibadet edebilir ve istediği gibi dua edebilir.271
Hac onlara göre, Müslümanları bir araya toplayan evrensel bir ibadettir. Hac
evrenselliğinin bu boyutu başka hiçbir dinde yoktur. Hz. İbrahim burada Allah’ın
emriyle oğlu İsmail’in de yardımıyla Allah’ın evini inşa etmiştir.272
Oruç, Ahmedilere göre farz ve nafile olmak üzere ikiye ayrılır. Farz olan oruç da
iki kısımdır. Birincisi Ramazan ayı içinde bir ay tutulan oruçtur. Bir diğer farz olan
oruç, Allah tarafından günahların affedilmesi için tutulan oruçtur. Orucun çoğu dinde
olduğunu söyleyen Ahmediler, Buda’nın da oruç tuttuğunu daha sonra sağlığı sebebiyle
oruçtan vazgeçtiğini iddia ederler.273
Zekât ibadeti ise, Ahmediler için büyük önem arz eden bir ibadettir. Zira
faaliyetlerinin finansmanını çoğu mezhep ve grupta olduğu gibi mensuplarından
topladıkları paralarla temin etmektedirler. 274 Mensuplarından zekâtları, Beytu’l-Mal
olarak Kadiyan’a göndermelerini isterler. Kişi sadece sadaka-i fıtrı istediği yere
verebilir. Ayrıca cemaat mensubu olan herkes aylık gelirinin on altıda birini kurulmuş
olan fonlara düzenli bir şekilde öder. Aylık ödemenin dışında kişi, fedakârlık ve
cömertlik derecesine göre gelirinin onda birinden üçte birine kadar olan bölümü
cemaate verir. Dini günler ve bayramlarda özel hediyeler ve ek yardımlar yapılır. Ayrıca
bir Ahmedi vefat ettiğinde malının onda birini vasiyet etmesi gerekmektedir. 275
Görüldüğü üzere Zekât, Ahmediler için büyük önem atfettikleri ibadetlerden biridir.
Gulam Ahmet’in maddi olarak bunaldığı zamanlarda yakınlarına mektup yazarak
onlardan para istediği de olmuştur. Kaleme aldığı eserlerin satılmadığını dolayısıyla
mali desteğe ihtiyacı olduğunu, kendisine yapılacak yardımın dine yapılmış sayılacağını
söylemiştir.276
Üzerinde yükseldikleri sosyolojik gerçeklik noktasında, Gulam Ahmed ve
Ahmedilerin cemaat tabanını bir arada tutma ve cemaatin sayısını artırma düşüncesiyle,
271 Mirza Tahir, a.g.e., s. 38-44. 272 Mirza Tahir, a.g.e., s. 46-47. 273 Mirza Tahir, a.g.e., s. 48. 274 Saffet Sarıkaya, İslam Düşünce Tarihinde Mezhepler, Rağbet Yayınları, Isparta, 2009, s. 238. 275 Fığlalı, a.g.e., s. 114-115. 276 Gulam Ahmet, a.g.e., İstanbul, 2012, s. 65-67.
68
evlilik hakkındaki görüşleri dikkat çekmektedir. Bu bağlamda Ahmediler, birden fazla
evliliği teşvik etmiş ve bu durumu normal kabul etmişlerdir. Kadının özel durumları,
erkeğin ihtiyacını karşılaması için bir engeldir. Kadın yaşından veya herhangi bir
hastalığından dolayı güzelliğini kaybedecek olsa erkek, ikinci kez evlenmeye hak talep
edebilir. Onlara göre peygamberlerin çoğu defalarca evlilik yapmışlardır. Mesela Davut
(a.s) yüze kadar evlilik yapmıştır. Birden fazla evlilik olduğu takdirde çocuk sayısı da
artacaktır. Çocukların çok olması da berekettir. Bir kadının yüz kocası olsa bile O, yüz
erkek çocuk meydana getiremez. Ama yüz kadının bir kocası olduğu takdirde, yüz erkek
çocuğun olması mümkündür. Birden fazla evlilik, insan neslini çoğaltan ve Allah’ın
kullarını sayıca artıran bir yoldur.277
Gulam Ahmet’e göre kadınlarda bulunan kötü huylardan biri, bir erkek herhangi
bir sebepten dolayı evlenmek istediğinde kadının öfkelenip bu durumu kabul
etmemesidir. Tek ve ortaksız olmak Allah’a aittir. Kadınlar da hiçbir şekilde ortak kabul
etmezler. İşte bu durum Gulam Ahmet’e göre bir bakıma şirk hükmündedir.278
Gulam Ahmet, evlilik hakkında cemaatine tavsiyelerde bulunurken birden fazla
evliliğin nedenini ilginç bir sebebe bağlar. Cemaat fertlerine birden fazla evliliği tavsiye
eden Gulam, bu sayede onlardan cemaatin sayısını artırmalarını istemektedir. Yine O,
kötü gözle bakmak ve günahtan korunmak için cemaatine birden fazla evlenmelerini
tavsiye etmiştir.279
3.8. KADIYANİ/AHMEDİLİĞE YÖNELİK BAZI ELEŞTİRİLER
Çalışmanın son kısmında Kadıyanilere yöneltilen eleştirilerden bazılarına burada
yer verilecektir. Bu bağlamda üç ismin Kadıyanilere yönelttiği eleştiriler, çalışmanın
kapsamı içinde değerlendirilmiştir.
3.8.1. Muhammet İkbal, İhsan İlahi Zahir ve Mevdudi’nin Eleştirileri
İkbal, öncelikle Kadıyanileri Bahailerle karşılaştırarak değerlendirmeye başlar.
O, Kadıyanilere çağrıda bulunarak kendilerinin de Bahailer gibi nihai bir karara
277 Gulam Ahmet, a.g.e., İstanbul, 2008, s.146-149. 278 Gulam Ahmet, a.g.e., s. 161-162. 279 Mirza Gulam Ahmet, a.g.e., s.162-163.
69
varmalarını istemiştir. İkbal, Statesman gazetesine göndermiş olduğu mektupta
Kadıyanilerle ilgili şunları söyler; ‘‘Kadıyanilik, Peygamber s.a.v’in nübüvvetine
karşılık, yeni bir taifenin kurulmasını hedef edinen kuvvetli bir örgüttür. Bundan dolayı
da Kadıyaniler, dini ve sosyal hususlarda Müslümanlardan tam olarak ayrılmayı tercih
etmektedirler.’’280
İkbal, sözlerine nübüvvet ile ilgili görüşlerini de söyleyerek devam eder;
‘‘Muhammed s.a.v’in, peygamberlerin sonuncusu olduğu hakkındaki inancımız, İslam
dini ile tevhit akidesi ve Hz. Peygamber’in nübüvveti hakkında Müslümanlara iştirak
eden diğer dinler arasındaki ayrılık sınırını bütün inceliğiyle çizer. Fakat Hindistan’da
Kebir Hemüssemac, vahyin devam ettiğini ve nübüvvetin kesilmediğini söylemektedir.
İşte bu sınırla insan diğer dinler veya grupların İslam’la bir mi veya ayrı olduğuna
hüküm verebilir. Tarihte hiçbir İslam taifesinin bu sınırı aştığını bilmiyorum. İran’daki
Bahailiğin peygamberliğin son bulduğunu inkâr ettiği doğrudur. Ama o, kendisinin
müstakil bir taife olduğunu bütün açıklıkla ilan etmiştir. Ve İslam ıstılahına göre de
Müslüman değildir. Biz İslam’ın Allah tarafından vahyedilmiş bir din olduğuna
inanıyoruz. Fakat İslam’ın bir ümmet veya topluluk olarak kalması Muhammed s.a.v’in
şahsiyeti üzerine kaimdir. O halde, Kadıyanilik için şu ikisinden birisini seçmekten
başka çıkar yol yoktur: ya Bahailer gibi Müslümanlardan ayrılsın, ya da İslam’daki
nübüvvetin son bulma akidesi aleyhinde uydurma yorumlar yapmaktan vazgeçsin.’’281
İkbal, Kadıyaniler hakkında bu görüşlerini dile getirdikten sonra onların diğer
özelliklerinden de bahseder; ‘‘Kadıyanilerin İslam’ın siyasi esaslarından nefret etmeleri,
(cihadı kastediyor olabilir) kendilerine yeni bir lakap (Ahmediler) edinmeleri,
Müslüman imamların arkasında namaza katılmamaları ve her türlü hallerinde
Müslümanlarla sosyal münasebetlerini kesmeleri, sair İslam âleminin kâfir olduklarını
ilan etmeleri onların Müslümanlardan tamamen ayrılmış bir topluluk olduğunu
280 Mevdudi, a.g.e., s. 61; Ayrıca vahiy ve nübüvvet hakkında geniş bilgi için bkz. İkbal, Muhammed,
Rumuz-u Bihodi, çev. Ali Nihat Tarlan, 1958, İstanbul, s. 20; The Reconstruction Of Religios Thought
In Islam, çev. Ahmet Asrar, (İslam’da DiniDüşüncenin Yeniden Doğuşu). İstanbul, ‘‘ts.’’ s. 99. 281 Mevdudi, a.g.e., s. 62; Aslan, İslam’da Peygamberlik ve Yalancı Peygamberlik Olgusu, s. 162.
70
gösterir’’. Neticede İkbal’e göre Kadıyanilik, Muhammed s.a.v.’in ümmetinden Hintli
peygambere inanan yeni bir ümmet meydana getirmek isteyen bir topluluktur.282
Kadıyanileri daha sert bir dille eleştiren bir diğer isim, İhsan İlahi Zahir’dir.
Başlangıçta Kadıyaniliğin Müslüman mezhebi şeklinde olduğunu söyleyen Zahir, daha
sonra zehirli fikirlerini yaymaya başladıklarını ve emellerini sahnelemeye başladıklarını
ifade etmektedir. 283 O, da öncelikle İkbal gibi vahiy ve nübüvvet konularında
Ahmedileri, eleştirmektedir; ‘‘Hz. Muhammed Allah’ın son peygamberidir ve
kendisiyle vahiy kesilmiştir. O’ndan sonra peygamberlik iddia eden Allah’a karşı gelen
bir yalancı olabilir ancak’’ sözlerinin yanı sıra, Kur’an’dan bu konuları ihtiva eden
ayetleri ve Hz. Peygamber’in hadisleri delil göstererek Kadıyanilerin görüşlerine karşı
çıkmaktadır.284
Zahir’in eleştirdiği bir başka husus, Gulam Ahmet’in Allah’ın zatı hakkında
söylemiş olduğu sözlerdir. Bu bağlamda Gulam’ın Allah’ın da diğer insanlar gibi bir
hayat sürdüğünü ve aile hayatının olduğunu söylemesi, Allah’la alay ettiğini
göstermektedir. Zahir, Gulam Ahmet’in eserlerine atıf da bulunarak, Allah’ın aile
hayatının sonucunda Gulam’ın ortaya çıktığını söylediğini belirtmektedir.285
Gulam Ahmed’in; ‘‘Çok sayıda vahiy bana İngilizce geldi. İstediğimi
yapabileceğim bana vahyolundu. Şive ve telaffuzdan, sanki kafamda bir İngilizin durup
konuştuğu kanaatine vardım’’ sözlerini, İhsan İlahi, Onun aslında bir İngiliz olduğuna
yormaktadır.286 İngilizce vahiy meselesi, Gulam Ahmet’in hayatında, vahiy meleğini bir
İngiliz gencin suretinde gördüğünü iddia etmesine kadar varmıştır. 287 Zahir’e göre;
Gulam Ahmet’in İngilizlerle çok yakın işbirliği içinde olması, İngiliz hükümetini ve
faaliyetlerini övmesi, Kadıyanilerin İngilizler tarafından ekilen bir tohum ve dikilen bir
fidan olduğunun kanıtıdır.288
282 Mevdudi, a.g.e., s. 62. 283 Zahir, İngiliz Emperyalizmi, s. 107. 284 Zahir, a.g.e., s. 106. 285 Zahir, a.g.e., s. 111. 286 Zahir, a.g.e., s. 114. 287 Zahir, a.g.e., s. 38. 288 Zahir, a.g.e., s. 41-43.
71
Son olarak, Zahir’e göre Gulam’ın Hz. İsa hakkındaki sözleri, kabul edilebilir
şeyler değildir. Çünkü Gulam, Hz. İsa hakkında ağza alınmayacak galiz ifadeler
kullanmaktadır. 289 O, Hz. Peygamber’e isnat ederek hadis olduğunu söylediği bazı
sözler ve ayet olduğunu iddia ettiği vahiyler sebebiyle, Gulam Ahmet’i yalancı ve
sahtekâr olmakla itham etmektedir. Ayrıca O’nun keramet, vahiy ve mucizeleri
hakkında zaman zaman farklı rakamlar telaffuz etmesi onun yalancı olduğuna birer
delildir.290
Kadıyanilere eleştiri oklarını yönelten diğer isim Mevdudi’dir. O’na göre Gulam
Ahmed fikri mücadelesinin ilk yıllarında nebi olduğunu söylememiş vahiy aldığını iddia
etmemiştir. Daha sonra ilk görüşlerinin aksine nübüvvet iddiasında bulunmuştur.291
Mevdudi’ye göre; Gulam Ahmed nübüvvetini iddia ettiği zaman onu kabul edenlerle
etmeyenler arasında ihtilaf ve çekişme zuhur etmiştir. Bunun sonucunda Gulam Ahmed,
Ahmedi olmayanlarla Hz. Peygamber’in Hristiyanlarla münasebeti kadar münasebeti
mübah görmüştür. Gulam, Ahmedilerin diğer Müslümanların arkasında namaz
kılmasını ve kızlarını diğer Müslümanlarla evlendirmelerini yasaklamıştır. Diğer
Müslümanların cenaze namazlarını kılmaktan da men etmiştir. Bu durum Kadıyanilerin
diğer Müslümanları küfürle itham etmelerine sebep olmuştur. 292 İslam tarihinde,
‘‘Müslümanların kendilerinden herhangi bir fırkanın İslam’dan çıkmış olduğuna ittifak
ettiklerini gösteren olaylara parmakla sayılacak kadar az rastlandığını’’ ifade eden
Mevdudi, Kadıyanilerin İslam âlimlerinin ittifakıyla kâfir ilan edilmesini, Kadıyanilerle
Kadıyani olmayanların aynı anda mümin olmalarına imkân ve ihtimal verilmediğine
bağlamaktadır. Bununla birlikte O, küfürle ilgili olan bir hadisten maksadın; ‘‘Bir kimse
birini kâfirlikle itham etmeden evvel onu korkutmaya çalışsın. Olur ki, hakkında küfür
hükmü verilen şahıs masumdur. Bu durumda da herhangi bir Müslüman haksız yere
kâfir yapılmış olur’’ şeklinde olduğunu savunmaktadır.293
Son olarak, Kadıyanilerin İslam ümmeti içinde kalmalarını Mirza’nın
peygamberliğine inanmaktan vazgeçmeleriyle mümkün olacağını söyleyen Mevdudi,
289 Zahir, a.g.e., s. 151-157. 290 Zahir, a.g.e., s. 155-160. 291 Mevdudi, a.g.e., 33-46. 292 Mevdudi, a.g.e., 124-134. 293 Mevdudi, a.g.e., s. 142-143.
72
bunu kabul etmedikleri takdirde, kendileri için ayrı bir ümmet olarak yaşamaktan başka
çarelerinin kalmayacağını ifade etmektedir.294
3.8.2. Değerlendirme
Gulam Ahmed’in iddia ve görüşleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde, son
derece zorlama yorumlara girdiği açıkça görülmektedir. Söz gelimi, Mesih geldiği
zaman savaşlar sona erecek ve sulh dönemi gerçekleşeceği için cizye kendiliğinden
kalkmış olacak görüşü, günümüzde yaşanan hadiselere bakıldığında durumun bu şeklide
olmadığı ortaya çıkmaktadır. Aksine son yüzyılda, meydana gelen savaşlar neticesinde
birçok insan hayatını kaybetmiş, sağ kalanlar ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmış ve
mülteci konumuna düşmüştür. Dolayısıyla iddia edildiği gibi sulh ve barış dönemi
gerçekleşmemiştir. Gulam Ahmet’in kendi yaptırdığı mescidi, Mesih’in ineceği mescit
olarak açıklaması, İslam’da kutsal kabul edilen üç mescitten biri olan Mescid-i Aksa’ya
bir alternatif mescit bulma çabası olarak görülebilir. Hâlbuki İslam’da üç mescit
dışında, hiçbir mescidin üstün olmadığı görüşü hâkimdir. Üç mescit dışında kalan diğer
mescitler, birer şube konumundadır. Ayet ve hadislere ideolojik bakış açısı ile
yaklaşıldığında bağlamından kopartılmış inanç sistemi karşımıza çıkmaktadır. Bu
durum, Kur’an’ın ve hadislerin söylemediğini İslam’ın temel iki kaynağına söyletme
çabası olarak değerlendirilebilir.
294 Mevdudi, a.g.e., s. 140.
73
SONUÇ
İnsanlık tarihi ile başlangıcı bir olan vahiy kurumu, Kur’an’a göre Hz. Âdem’le
başlamıştır. Allah, Hz. Âdem’e eşyanın bütün isimlerini öğretmiş insan neslini vahiyle
yönlendirmiştir. Kur’an’da belirtildiğine göre Hz. Âdem’den sonra vahiy kurumu
devam etmiş, bazı peygamberlere kitap, bazılarına sahifeler verilmiştir. Bu durum vahiy
kurumunun tekâmül süreci içinde işlediğini göstermektedir. Tekâmül süreci içinde,
kendilerine gönderilen ilahi öğretileri tahrif veya tağyir eden kavimlere yeni bir vahiyle
müdahale edilmiş, vahiy muhataplarına vahyin bağlayıcılığı açıklanmıştır.
İslam inancına göre bu süreç, Hz. Peygamber’e gelene kadar devam etmiştir. Bu
bağlamda Hz. Peygamber’in nübüvvetiyle vahiy kapısının kapandığı, bundan böyle yeni
bir peygamber ve kitap gelmeyeceği, Kur’an’da ve sahih hadislerde vurgulanan
hususların başında gelmektedir. Hal böyle olunca bu akide, Müslümanların ittifakla
kabul ettikleri iman esaslarından biri olmuştur. Bununla birlikte henüz Hz. Peygamber
hayatta iken vahiy aldığını söyleyen bazı kimseler de çıkmıştır ki, bunların en meşhuru
Müseylime-i el-Kezzabtır. Devam eden süreçte, vahiy aldığını ve peygamber olduğunu
iddia eden bir diğer isim ise Beyan b. Seman olmuştur. İslam düşünce tarihinde
örneklerine sıkça rastlanılan bu durum, günümüzde de devam etmektedir. Yakın tarihte
ise, bu tür iddiaları gündeme getiren İskender Evrenesoğlu olmuştur. Bu isimler, ilahi
vahiy otoritesinden yararlanmak istemişler, bu durumu kendileri için fırsata çevirip,
toplum içinde saygın bir konumda bulunmak istemişlerdir.
Günümüze gelindiğinde Hindistan’da XIX. Yüzyılın sonunda ortaya çıkan
Kadıyanilik bu duruma bir örnektir. Mirza Gulam Ahmet tarafından kurulan
Kadıyanilik, İslam’ın nübüvvet konusundaki genel-geçer akidesiyle uyuşmayan dini bir
akımdır. Gulam Ahmet, önceleri sadece Müceddid olduğunu söylemiş, bu iddiayı mehdi
ve mesih görüşü takip etmiş, daha sonra peygamber olmakla yetinmemiş, son olarak
Hinduların beklediği Krişna-Avatar olduğunu iddia etmiştir. Bu görüşlerini kabul
etmeyen kimseleri mübahaleye çağıran Gulam Ahmet, doğruluğunu Allah adına yemin
ederek ispat gayreti içine girmiştir. Ona göre Hz. İsa vefat etmiştir ve cisim olarak bir
daha dünyaya gelmesi imkânsızdır. Allah, Hz. İsa’nın ve mehdi’nin sıfatlarını
kendisinde yaratmıştır. Kur’an’ın nübüvvet kurumunun Hz. Peygamber’le sona erdiğini
74
açıkça bildirmesine rağmen O, Allah tarafından gönderilmiş bir resul olduğunu, vahiy
aldığını ve vahiy kapısının hiçbir zaman kapanmayacağını söylemektedir. Bunlarla
yetinmeyerek Krişna-Avatar olduğunu iddia ederek zorlama yorumlarına yenisini
eklemiştir. O, Kur’an’da geçen cihat kavramına yeni bir yorum getirmiş, cihadın savaş
anlamı taşımadığını, gerçek cihadın kalemle yapılan cihat olduğunu söylemiştir.
Kalemle olan cihadı da kendisi gerçekleştirmiştir. Bu görüşleriyle O, İngilizlerin
sömürü faaliyetlerine katkı sağlamış, İngilizleri övmüş ve İngilizlerden iltifat
görmüştür.
Esasen Gulam Ahmet, önceleri vahiy ve nübüvvet konularına girmemiş,
eserlerinde İslam’ın diğer dinlere üstünlüğünü savunmuştur. Gulam Ahmet, bu tutum
sayesinde diğer Müslüman grupların takdirini ve desteğini kazanmış, neticede kendisine
olan ilgi ve alaka artmıştır. Daha sonra vahiy ve nübüvvet meselelerinin Gulam
Ahmet’in ilgi alanına girmesiyle Müslümanlardan gördüğü takdir ve destek eleştirilere
dönüşmüştür. Bu sözden mülhem, Kadıyaniler bir bütün olarak değerlendirildiğinde
onları diğer Müslümanlardan farklı kılan ve ayıran tek özelliklerinin vahiy ve nübüvvet
konularındaki yaklaşımlarının olduğu görülmektedir. Vahiy ve nübüvvet haricinde
kalan diğer inanç esasları ve ibadetlerinde genel olarak bir problem görünmemektedir.
Günümüzde ortaya çıkmış bu tür yeni fırka ve hareketleri ele almanın faydalı
olacağı düşüncesinden hareketle, araştırmanın seyri içinde, bu çalışmada öncelikle
Gulam Ahmet ve Kadıyaniler’in vahiy ve nübüvvetle ilgili görüşlerini inceledik. Daha
sonra fırka mensuplarının din algısı, kavramlara yükledikleri değer yargıları ele almaya
çalıştık. Vahiy ve nübüvvet inancı tüm Müslümanların ortak inancı olduğuna göre, bu
tür akım ve oluşumların zihniyet biçimlerinin ve ideolojilerinin daha iyi anlaşılabilmesi
için incelenip ele alınması gerekmektedir. Son on yıl içinde Türkiye’de ifade özgürlüğü
kapsamında görüşlerini yayma imkânı bulan Kadıyaniler, dikkatleri kendilerine
çekmiştir.
75
KAYNAKÇA
(2006). Kur’an’ı Kerim Meali. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
(2007). Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir. Haz. Hayreddin Karaman, Mustafa Çağrıcı,
İ.Kafi Dönmez, Sadreddin Gümüş, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
(2011). Kur’an’ı Kerim ve Türkçe Meali. Londra: çev. Muhammed Celal Şems
Abdulhamid, İrfan. (1983). İslam’da İtikadi Mezhepler ve Akaid Esasları. İstanbul:
Marifet Yayınları. çev. Saim Yeprem
Abdulhamit, Muhsin. (1984). İslam’a Yönelen Yıkıcı Hareketler. Ankara: D.İ.B
Yayınları. çev. M. Saim Yeprem, Hasan Güleç
Aslan, Abdülgaffar. (2000). Kuran’da Vahiy. Ankara: Ankara Okulu Yayınları.
______ (2009). İslam’da Peygamberlik ve Yalancı Peygamberlik Olgusu. Ankara:
Araştırma Yayınları.
Atalan, Mehmet. (2005). Şiiliğn Farklılaşma Sürecinde Ca’fer es- Sadık’ın Yeri.
Ankara: Araştırma Yayınları.
Bağdadi, Abdülkahir. (1948). el-Fark beyne’l-Fırak. Kahire
Benice, Macit. (2009). Kutup Yıldızı Şimdi Mekke Yolunu Gösteriyor. İstanbul
Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail. (2001). es-Sahih. Beyrut. Daru’l-Kütübi’l-
İlmyye
Câbirî, Muhammed Abid. (1997). İslam’da Siyasal Akıl. (el-Aklu’s-Siyâsiyyu’l-Arabî)
İstanbul: Kitabevi Yayınları. çev. Vecdi Akyüz
Demirci, Muhsin. (1996). Vahiy Gerçeği. İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları.
Duman, Zeki. (1997). Vahiy Gerçeği. Ankara: Fecr Yayınevi.
Ebû Davud. Süleyman b. El-Eş’as el- es-Sicistani. es-Sünen. Beyrut. Daru’l-Fikr, ‘‘ts’’.
Ebul A’lâ el-Mevdudi.(1975). Kadıyanilik Nedir. çev. İhsan Batur, İstanbul: İhya
Yayınları.
Elmalılı, M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili. İstanbul: Azim Yayınevi, ‘‘ts.’’
Fazlur Rahman. (2000a). Ana Konularıyla Kur’an. Ankara: Ankara Okulu Yayınları.
çev. Alparslan Açıkgenç
______ (2000b). İslâm. Ankara: Ankara Okulu Yayınları
Fığlalı, Ethem Ruhi. (1986). Kadıyanilik. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları.
Gölcük, Şerafettin. Toprak, Süleyman. (1988). Kelam. Konya: Tekin Yayınevi.
Hamidullah, Muhammed. (1973). Resulullah Muhammed. İstanbul: İrfan Yayınları. çev.
Salih Tuğ
______ (2008). İslam Peygamberi. İstanbul: Beyan Yayınları. çev. Mehmet Yazgan
İbn Hanbel, Ahmed. (1998). el-Müsned. Beyrut. Dar-u Alemi’l-Kütüb.
İbn Kesir. (1984). Hadislerle Kur’an Tefsiri. İstanbul: Çağrı Yayınları. çev. Bekir
Karlığa, Bedrettin Çetiner
76
İbn Kesîr. (1995). El Bıdaye Ve'n-Nıhaye. İstanbul: Çağrı Yayınları. çev. Mehmet
Keskin
İbn Mace. (1994). es-Sünen. Kahire. Daru’l-Hadis
İbn Manzur, Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed. (2009). Lisanu’l- Arab, Beyrut:
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye
İkbal, Muhammed.(1958). Rumuz-u Bihodi. İstanbul. çev. Ali Nihat Tarlan.
______ The Reconstruction Of Religios Thought In Islam, çev. Ahmet Asrar, (İslam’da
Dini Düşüncenin Yeniden Doğuşu). İstanbul. ‘‘ts.’’
İskender Ali Mihr. Beklenen Mehdi O mu? ‘‘y.y.’’, ‘‘ts. ’’
Kutub, Seyyid. (1986). Fîzilâl-il-Kur’an. çev. Bekir Karlığa, M. Emin Saraç, İ. Hakkı
Şengüler, İstanbul: Hikmet Yayınları.
Kutlu, Sönmez. (2009). İslam Düşünce Ekolleri Tarihi. Ankara: Ankuzem Yayınları.
Mirza Beşirüddin, Mahmut Ahmet. (2009). İnkılab-ı Hakiki. İstanbul. çev. Syed Ateeg
Ahmed
Mirza Gulam, Ahmet. (1905). Berahin-i Ahmediyye. Kadiyan
______ (1984). Nuzul’ül Mesih. London
______ (1992). İslamiyetin Öğrettiği Esaslar. İslamabad. çev. Şinasi Siber
______ (2008a). İsa Mesih Hindistan’da. Londra. çev. Abdulgaffar Han
______ (2008b.) Tuhfa-Tun-Nedva; Ruhani Hazain. Rabwah, Nazarat Ishaat, Zia-ul-
Islam Press.
______ (2008c). Vasiyet. İstanbul. çev. Muhammet Celal Şems
______ (2008d). Nuh’un Gemisi. İstanbul. çev. Muhammet Celal Şems
______ (2010). Hakikatul-Vahy. İslamabad. Arapçaya çev. Abdul Macid Amir
______ Duanın Bereketleri. çev. Muhammet Celal Şems. ‘‘y.y.’’, ‘‘ts..’’
Mirza Masroor. (2008). Biat Şartları ve Bir Ahmedinin Sorumlulukları. İstanbul. çev.
Abdulgaffar Han
Mirza Nasır, Ahmet. (2009). Bir Barış Tebliği ve Bir Uyarı. İstanbul. çev. Şinasi Siper
Mirza Tahir, Ahmet. (2009). İslam’a Giriş Bilgileri. İstanbul. çev. Emine Çakmak Sahi
Müslim b. Haccac, Ebu’l-Hüseyn el-Kuşeyri. (1997). es-Sahih. Kahire. Daru’l-Hadis.
Paktürk, Raşit. (2008). Vaat Edilen Mesihi’n Eserlerinden Seçmeler. İstanbul. çev. Raşit
Paktürk
Rağıp, Ebu’l-Kasım Muhammed el-İsfehani. (1986). el-Müfredat. İstanbul.
Sarıkaya, Saffet. (2009). İslam Düşünce Tarihinde Mezhepler. 3. Baskı İstanbul,
Rağbet Yayınları.
Şehristani, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdilkerim. (1975). el-Milel ve’n-Nihal. Beyrut
Şems, Muhammed Celal. (2009a). Hilafet. İstanbul.
77
______ (2009b). Müjde. İstanbul.
Taberi, Muhammed b. Cerir et-Taberi. (1955). Camiu’l-Beyan fi tefsîril’-Kur’an.
Kahire.
______ (1960). Tarihu’r-rusül ve’l-mülük. Kahire.
Ülkü, Hayati. (1982). Başlangıçtan Günümüze İslam Tarihi. İstanbul: Çile Yayınları.
Zahir, İhsan İlahi. (1985). İslam Dünyasında İngiliz Emperyalizmi. İstanbul: Ebru
Yayınları. çev. Arif Aytekin
Tez ve Makaleler
Korkusuz Küçüköner Halide Rumeysa, “Mirza Beşiruddin Mahmud Ahmed ve
Ahmediyye Cemaati’ndeki Yeri’’, Dicle Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Diyarbakır, 2011.
Mirza Gulam. ‘‘Hz. Mehdi’nin İslam’a Hizmetleri’’, Maneviyat Dergisi (Müslüman
Ahmediyye Cemaati Türkçe Dergisi), 2011, Ocak-Şubat-Mart, c. 1, S.1, (ss.16-
18).
Muhammad Usman Ali, ‘‘Kadıyani Geleneğinin İki Temel Akımı Olarak Rebva
Cemaati ve Lahori Cemaati: Karşılaştırmalı Bir Analiz’’, İstanbul Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul,
2016.
Paktürk Şaziye, ‘‘Müslüman Ahmediyye Cemaatini Tanıyalım’’, Maneviyat, (Müslüman
Ahmediyye Cemaati Türkçe Dergisi), 2011, Ocak-Şubat-Mart, c. 1, S.1, (ss.13-
15).
Piştofoğlu Abdulhamit, ‘‘Ahmediye Cemaati ve Türkiye’deki Faaliyetleri’’, İstanbul
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi),
İstanbul, 2014.
William F. TUCKER, ‘‘Beyan b. Sem’an ve Beyaniyye: Emevi Irak’ının Şiî Aşırıları’’,
çev. Yusuf Benli, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, III 2003, S:1,
(ss.2173-232).
Yönem, Ahmet, ‘‘Kadıyanilik Bağlamında Mehdilik’’, Sakarya Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 2011, c. XIII, S.24, (ss.175-191).
İnternet Kaynakları
www. Ahmediye.org Erişim Tarihi: (13.10.2017)
www.imamiskenderalimihr.com/ kitapları/ tevhid Erişim Tarihi: (26.10.2017)
78
ÖZ GEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler :
Adı ve Soyadı : Fatih YENİLMEZ
Doğum Yeri Ve Yılı : KÜTAHYA/1984
Medeni Hali : Evli
Eğitim Durumu :
Lisans Öğrenimi : S.D.Ü. İLAHİYAT FAKÜLTESİ
İş Deneyimi :
1. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda İmam-Hatip ve Kur’an Kursu Öğreticisi
2. Danimarka Din Hizmetleri Müşavirliğinde Din Görevlisi