Upload
others
View
8
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T. C.
ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
FELSEFE VE DĠN BĠLĠMLERĠ (DĠN EĞĠTĠMĠ)
ANA BĠLĠM DALI
OSMANLI ĠLMĠYE TEġKĠLATI
ARAġTIRMALARINDA
KULLANILABĠLECEK TEMEL KAYNAKLAR
Yüksek Lisans Tezi
Mehmet Fatih ÖZER
ANKARA- 2014
T. C.
ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
FELSEFE VE DĠN BĠLĠMLERĠ (DĠN EĞĠTĠMĠ)
ANA BĠLĠM DALI
OSMANLI ĠLMĠYE TEġKĠLATI
ARAġTIRMALARINDA
KULLANILABĠLECEK TEMEL KAYNAKLAR
Yüksek Lisans Tezi
Mehmet Fatih ÖZER
Tez DanıĢmanı
Prof. Dr. Recai DOĞAN
ANKARA- 2014
i
ÖNSÖZ
Devletler bir taraftan yeni fetihlerle topraklarını geniĢletmeye çalıĢırken,
diğer taraftan bu yeni topraklarda kalıcı olabilmek için kendi medeniyetlerini ve
devlet teĢkilatlanmalarını buralara getirmek zorundadırlar. Dünya tarihi birçok kez;
üstün askeri güçleriyle hızlı bir Ģekilde büyüyen, ancak askeri sahadaki baĢarısını
devlet teĢkilatlanması ve medeniyetini kurma konusunda gerçekleĢtirememesinden
dolayı kısa sürede dağılan topluluklara, Ģahitlik etmiĢtir.
Selçuklu Devleti‟nin küçük bir beyliği iken, uyguladığı baĢarılı fetih
politikası ile batıya doğru ilerleyerek yüz binlerce kilometreye sahip olan Osmanlı;
bu baĢarısını güçlü devlet teĢkilatlanmasıyla da destekleyerek, birbirinden farklı din
ve inanç sistemlerine bağlı milyonlarca insanın, yaklaĢık altı asır boyunca beraberce
yaĢadığı bir devlet olarak ayakta kalabilmiĢtir. Osmanlı‟nın güçlü devlet teĢkilat ve
medeniyetini oluĢturmasında, kendinden önceki Türk-Ġslam devletlerinin bıraktığı
kültürel mirasların büyük etkisi olmuĢtur. Zira Osmanlı‟nın kurulduğu döneme
kadar, Ġslam medeniyeti bilim, sanat ve edebiyat alanlarında birbirinden kıymetli
birçok eser vermiĢ, Selçuklu Devleti‟nden itibaren de sistemli hale gelmiĢ bir
medrese teĢkilatı oluĢmuĢtur.
Osmanlı Devlet TeĢkilatı üç ana meslek grubundan oluĢmaktadır, askeri
zümreden oluĢan Seyfiye, bürokratlardan oluĢan Kalemiye, bir de araĢtırma konumuz
olan İlmiye. Ġlmiye sınıfı; medreseden icazetle mezun olup eğitim, hukuk, fetva ve
baĢlıca dini hizmetlerde bulunan Müslüman ve de büyük çoğunlukla Türklerden
oluĢan teĢkilatın ismidir.
ii
Osmanlı Devleti‟nde idareciler daima bir takım ayrıcalıklara sahip
olmuĢlardır. Bu grup içinde ise Ġlmiye sınıfı her zaman daha üstün görülmüĢ ve idam
cezasından muafiyet gibi hiçbir meslek grubunda olmayan bazı özel haklar elde
etmiĢlerdir. Uzun süre ayakta kalmayı baĢarmıĢ Osmanlı Ġmparatorluğu‟nun,
kuruluĢundan yıkılıĢına kadarki bütün geliĢmelerde, devletin tüm hizmet dallarında
direkt ya da dolaylı olarak Ġlmiye TeĢkilatı‟nın etkin rolü olmuĢtur.
Osmanlı Devleti‟nin yapılan iĢlemleri kaydetme, bu belgeleri saklama,
arĢivcilik konusuna özel ihtimam gösterdiğini; BaĢbakanlık Osmanlı ArĢivi, Ġstanbul
ġer‟iyye Sicilleri ArĢivi, MeĢihat ArĢivi, yurtiçi ve yurtdıĢı birçok kütüphanede
bulunan milyonlarca belgeden anlayabiliyoruz. Devlet için bu kadar önemli ve
stratejik görevleri bulunan Ġlmiye TeĢkilatı hakkında da bu arĢivler ve özel
koleksiyonlarda birçok defter bulunmaktadır. ġeyhülislamlar, Kadılar, Kazaskerler
ve NakîbüleĢraflara ait defterler; Biyografiler, ġakaik ve Zeyilleri Ġlmiye
TeĢkilatı‟nın ana kaynaklarının baĢında gelmektedir.
ÇalıĢmamız iki bölümden oluĢmaktadır. I. bölümde Ġlmiye TeĢkilatı ve
mensupları hakkında bilgiler verilmiĢtir. II. bölümde ise Ġlmiye TeĢkilatı‟nın ana
kaynakları ayrıntılı bir Ģekilde tanıtılmaya çalıĢılmıĢ ve bu teĢkilat üzerine yapılan
çalıĢmaların ana kaynakları ne derecede kullandıkları incelenmiĢtir.
Bu çalıĢmanın hazırlanmasında yardımlarını esirgemeyen, hoĢgörülü
yaklaĢımı ve yönlendirmeleriyle desteğini her zaman yanımda hissettiğim danıĢman
hocam Prof. Dr. Recai DOĞAN‟a teĢekkürlerimi arz ederim. AraĢtırmamın her
döneminde manevi desteğiyle beni motive eden canım anneme de Ģükranlarımı
sunarım.
M. Fatih ÖZER
iii
ĠÇĠNDEKĠLER
Önsöz ............................................................................................................................ i
Ġçindekiler .................................................................................................................. iii
Kısaltmalar ................................................................................................................. v
1. GĠRĠġ ...................................................................................................................... 1
1.1. AraĢtırmanın Problemi ..................................................................................... 1
1.2. AraĢtırmanın Amacı ve Önemi ......................................................................... 2
1.3. AraĢtırmanın Kapsam ve Sınırlılıkları ............................................................. 3
1.4. AraĢtırmanın Yöntemi ...................................................................................... 3
2. OSMANLI ĠLMĠYE TEġKĠLATI’NA GENEL BĠR BAKIġ ............................ 6
2.1. Ġlmiye TeĢkilatı ................................................................................................. 6
2.1. Tarihçesi ...................................................................................................... 8
2.2. Mülâzemet Sistemi .................................................................................... 11
2.2. Ġlmiye TeĢkilatı Mensupları ........................................................................... 13
2.2.1. ġeyhülislâm............................................................................................. 13
2.2.2. Kadı........................................................................................................ 22
2.2.2.1. Kadılıkla Ġlgili Bazı Terimler ..................................................... 25
2.2.3. Kazasker ................................................................................................ 30
2.2.4. Müderris ................................................................................................. 38
2.2.4.1. Osmanlı Devleti‟nde Medrese ve Müderris ............................... 40
2.2.4.2. Tayin ve Azilleri......................................................................... 45
2.2.4.3. Gelirleri ...................................................................................... 46
2.2.4.4. Görevleri..................................................................................... 47
2.2.4.5. Eğitim Metodu............................................................................ 47
2.2.4.6. Medreselerde Bozulma ve Medreselerin Kapatılmaları ............. 48
2.2.5. NakîbüleĢraf ............................................................................................ 50
2.2.6. Ġlmiye TeĢkilatına Mensup Saray Memurları ........................................ 53
2.2.6.1. PadiĢah Hocası (Muallim-i Sultani) ......................................... 53
2.2.6.2. Ġmam-ı Sultanî(Hünkâr Ġmamı) .................................................. 55
2.2.6.3. HekimbaĢı................................................................................... 57
2.2.6.4. MüneccimbaĢı ............................................................................ 59
iv
3. ĠLMĠYE TEġKĠLATININ ANA KAYNAKLARI ............................................ 62
3.1. ArĢiv Kaynakları ............................................................................................ 62
3.1.1. Kazasker Ruznameleri (Ruznamçeleri) .................................................. 62
3.1.1.1. Kazasker Ruznamçelerinin Önemi ............................................. 66
3.1.1.2. Ruznamçelerin Kapak Bilgileri .................................................. 68
3.1.1.3. Ruznamçelerin Ġçerik Bilgileri ................................................... 69
3.1.1.4. Arzuhaller ve Mahzarlar............................................................. 69
3.1.1.5. Hatt-ı Hümayun ve Ferman Suretleri ......................................... 70
3.1.2. Ruûs Defterleri........................................................................................ 73
3.1.3. Tarîk Defterleri ....................................................................................... 76
3.1.3.1. Tarîk Defterlerinde Geçen Bazı Ġfadeler .................................... 80
3.1.4. NakîbüleĢraf Defterleri ........................................................................... 81
3.1.5. Vakfiyeler ............................................................................................... 84
3.1.6. Kanunnâmeler ......................................................................................... 88
3.2. ArĢiv DıĢı Kaynaklar ...................................................................................... 91
3.2.1. Osmanlı Ġlmiye Ricali Ġle Ġlgili Biyografi ÇalıĢmaları (Biyografi,
ġakaik ve Zeyiller) ............................................................................................ 91
3.2.2. Ġlmiye TeĢkilatı Hakkında YazılmıĢ Müstakil Yazma Eserler ............... 95
3.3. Ġlmiye TeĢkilatı Üzerine Yapılan ÇalıĢmaların Ana Kaynaklar Açısından
Değerlendirilmesi .................................................................................................. 97
4. SONUÇ ................................................................................................................ 105
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 107
EKLER .................................................................................................................... 114
EK-I ..................................................................................................................... 114
EK- II ................................................................................................................... 118
EK- III ................................................................................................................. 120
EK- IV ................................................................................................................. 124
ÖZET ....................................................................................................................... 128
ABSTRACT ............................................................................................................ 129
v
KISALTMALAR
TDV : Türkiye Diyanet Vakfı
IRCICA : Ġslam Tarih, Sanat ve Kültür AraĢtırma Merkezî
TTK : Türk Tarih Kurumu
BÜSBE : Bozok Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
ĠÜEF : Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
MÜĠF : Marmara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi
ĠBB : Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesi
ĠSTEM : Ġslam Sanat Tarih Edebiyat ve Musikisi Dergisi
BDAGM : BaĢbakanlık Devlet ArĢivleri Genel Müdürlüğü
MÜSBE : Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
TALĠD : Türkiye AraĢtırmaları Literatür Dergisi
TDK : Türk Dil Kurumu
HÜV : Harran Üniversitesi Vakfı
SDÜĠF : Süleyman Demirel Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi
MEB : Milli Eğitim Bakanlığı
UĠF : Uludağ Ġlahiyat Fakültesi
UĠB : Uluslararası Ġnsan Bilimleri
AÜSBBD : Aksaray Üniversitesi Sosyal ve BeĢeri Bilimler Dergisi
RKR : Rumeli Kazaskeri Ruznamçeleri
AKR : Anadolu Kazaskeri Ruznamçeleri
NOK : Nuruosmaniye Kütüphanesi
1. GĠRĠġ
1.1. AraĢtırmanın Problemi
Osmanlı Devleti yaklaĢık altı asır boyunca etnik köken, dini inanç ve mezhep
ayrımı gözetmeksizin idaresi altında bulunan tüm tebaasını huzur içerisinde
yaĢatabilmiĢtir. ġüphesiz bu birlikteliğin temelinde, uyguladığı bütün din ve inanç
sistemlerine saygı politikasının yanında; güçlü devlet teĢkilatlanması sayesinde
kusursuz yürütülen devlet idaresi yatmaktadır.
Devlet teĢkilatlanması konusunda kendinden önce gelen güçlü devletlerin
miraslarından da faydalanan Osmanlı, çağın gereklerine göre yaptığı yeni
düzenlemelerle; eğitim, hukuk, devlet idaresi, askeriye gibi birçok alanda baĢarılı
sonuçlar elde etmiĢtir.
Osmanlı Devlet TeĢkilatı İlmiye, Kalemiye (Bürokratlar) ve Seyfiye (Askeri
zümreler) olmak üzere üç ana meslek grubundan meydana gelmektedir. Bu gruplar
içinde Ġlmiye TeĢkilatı, hem kendi asıl alanı olan eğitim, hukuk, iftâ ve baĢlıca dini
hizmetlerde üstlendiği görevler; hem de medreselerde verdiği eğitim sayesinde diğer
meslek gruplarına yetiĢtirdiği donanımlı kiĢilerle Osmanlı devlet teĢkilatlanmasının
en önemli yapı taĢlarından birini oluĢturmaktadır.
Devlet teĢkilatlanmasının her dalında direkt ya da dolaylı olarak mensupları
bulunan Ġlmiye TeĢkilatı, Osmanlı‟nın kuruluĢundan yıkılıĢına kadarki bütün
dönemlerinde meydana gelen geliĢmelerde etkin rollere sahip olmuĢtur. Bu nedenle
Ġlmiye hakkında elde edilen bilgiler, bulunduğu dönemin genel yapısını anlamada da
büyük katkılar sağlamaktadır. Osmanlı‟nın her kurumunda olduğu gibi ilmiye
mensupları da kendi kurumları ile ilgili yaptıkları resmî iĢlemleri baĢlangıcından
2
sonuçlanıncaya kadar kayda almıĢlar ve bu kaydettikleri belgelerin saklanmasına da
büyük ihtimam göstermiĢlerdir. Birinci elden kaynak durumundaki bu defterler, hem
Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı hakkında, hem de Osmanlı Devleti‟nin genel yapısı
hakkında eĢsiz bilgiler barındırmaktadırlar.
Buraya kadar anlatmaya çalıĢtığımız bilgiler çerçevesinde tezimizin problemi;
“Osmanlı Devleti için bu kadar önemli olan Ġlmiye TeĢkilatı’nın bütün
yönleriyle ortaya konulmasını sağlayacak birinci elden kaynaklar nelerdir? Bu
konuda çalıĢma yapan araĢtırmacılar bu birinci elden kaynaklardan ne
derecede faydalanmıĢlardır?” soruları üzerine kurgulanmıĢtır.
1.2. AraĢtırmanın Amacı ve Önemi
AraĢtırmamızda, Ġlmiye TeĢkilatı hakkında yapılacak çalıĢmalarda, bu
teĢkilatı tüm yönleriyle ortaya koyabilmek için hangi kaynaklara baĢvurulması
gerektiğini ortaya koymak amaçlanmıĢtır.
Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı ve mensupları konusunda çok sayıda kitap,
akademik makale ve de tez çalıĢması yapılmıĢtır. Ancak tespit edebildiğimiz
kadarıyla, Ġlmiye TeĢkilatı‟nın ana kaynakları üzerine yapılan araĢtırma sayısı çok
azdır. Yapılan araĢtırmalar da genellikle, kaynakların birini temel alarak, Ġlmiye
TeĢkilatı‟nı bütüncül değerlendirme amaçlı hazırlanmıĢtır. Ġlmiye TeĢkilatı‟nın ana
kaynakları olan defterlerin hepsini ayrıntılı olarak ele almaya çalıĢtığımız bu
araĢtırma, bu alanda yapılmıĢ az sayıdaki çalıĢmalardan biridir.
3
1.3. AraĢtırmanın Kapsam ve Sınırlılıkları
Bu araĢtırma genel olarak kuruluĢundan son dönemine kadar Osmanlı devlet
teĢkilatının en önemli yapı taĢlarından biri olan Ġlmiye TeĢkilatı ve mensupları ile bu
müessese ile ilgili temel kaynaklar konularıyla sınırlandırılmıĢtır.
1.4. AraĢtırmanın Yöntemi
Bütün ilim dallarında olduğu gibi tarih ilminde de gerçek manada bir
araĢtırma yapabilmek için ilmi araĢtırma usullerinin iyi bilinmesi gerekmektedir.
Ciddi bir tarih araĢtırması yapan ve gerçek bir tarih bilinciyle hareket eden tarihçi,
geçmiĢin olaylarını bugünün düĢünce yapısı ve ortamıyla değerlendirme
(anokranizm) hatasına düĢmemelidir. Tarihçi, geçmiĢin olaylarını o zamanın kendine
özgü zihniyeti ve olayların meydana geldiği ortamı düĢünülerek araĢtırmalıdır.1
Her ne kadar ünlü tarihçi Ġnalcık; hiçbir zaman objektif bir tarih
yazılamayacağını çünkü tarihin daima belli politikaları ve ideolojileri yönlendiren ve
temsil eden bir görüĢ ve anlayıĢla ele alınmıĢ olduğunu belirtse de2, objektif olunmalı
ve önyargıyla hareket edilmemelidir. Nitekim bu konuda Togan: “Tarih araĢtırması
yapılırken tarih felsefesi ekollerinden hiç birine kapılmamalı, her devir ve her vaka
hakkında bunlardan bir veya bir kaçının müessir olduğunu düĢünerek çalıĢılmalıdır.
Tarihi olaylarda en çok tabii ve iktisadi amillerin etkili olduğunu benimsemeli,
ancak, ruhi amilleri de müstakil müessir amiller olarak tanımalı. Tarih
incelemelerinde tutulacak en iyi yol, tarih felsefeleri açısından bîtaraf (tarafsız)
1 Hüseyin ġimĢek, “Eğitim Tarihi AraĢtırmalarında Yöntem Sorunu”, Ankara Üniversitesi Eğitim
Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt: 42, 2009, s. 37. 2 Halil Ġnalcık, “Tarih ve Politika”, http://www.inalcik.com/images/pdfs/26958749tarihvepolitika.pdf.
EriĢim Tarihi: 23 Haziran 2014.
4
kalarak, hadiselerin hangilerinde ne gibi amillerin etkili bulunduğunu, hiçbir ön
yargıya tabi olmadan tespit etmeye çalıĢmalıdır.” demektedir.3
Ciddi bir tarih araĢtırması; bilimsel araĢtırma yöntemlerinin dikkate alınarak
araĢtırmacıyı en doğru bilgiye ulaĢtıracak temel kaynakların, yine bilimsel
yöntemlerle incelenmesi sonucu gerçekleĢir.4
Kaynak ise, tarihî bilgi veren malzemedir. ġüphesiz her bilgi veren malzeme
kaynak olarak nitelendirilemez, belli kriterlere sahip olması gereklidir. Bu anlamda
bir tarihi malzemenin kaynak olabilmesi için birinci kriter; olayın gerçekleĢtiği
zamanda meydana getirilmiĢ olmasıdır. Ġkinci kriter ise; devrine yakın bir zamanda,
devrinin kaynaklarından yararlanılarak oluĢturulmasıdır.
Ana Kaynak denilen birinci gruptaki tarihi malzemeler tarih araĢtırmalarının
olmazsa olmazlarıdır, çok önemli ve değerlidirler. Bir olaya fiili olarak katılmıĢ
birinin veya bu olayı çok yakından gözlemlemiĢ birinin yazdığı bir eser, bir zaferin
hatırasını yaĢatmak için dikilen bir kitabe ya da abide ve bir devletin resmî evrakları
bu kategoriden sayılabilen kaynaklardandır.
Birinci gruptaki kaynaklara ulaĢılamaması durumunda ikinci gruptakiler
önem kazanır. Ana kaynaktan yararlanılarak meydana getirilmelerine rağmen birinci
elden kaynak sayılırlar. Ana kaynak ve birinci elden kaynağın da bulunmaması
halinde, birinci elden kaynaktan faydalanılarak meydana getirilen tarihi malzemeye
ise ikinci elden kaynak denmektedir.5
Burada bir tarih araĢtırmacısının en çok dikkat etmesi gereken konu, ana
kaynak varken birinci ve ikinci elden kaynakların ön plâna geçmemesi; ana kaynağın
3 ġimĢek, s. 38.
4 ġimĢek, s. 50.
5 Mübahat Kütükoğlu, Tarih Araştırmalarında Usûl, Kubbealtı NeĢriyat, Ġstanbul, 1998, s. 17.
5
olmadığı durumlarda ise birinci elden kaynağa baĢvurulması gerekliliğidir. Olaylara
farklı açılardan bakılması ve kaynağın tenkit süzgecinden geçirilmesi hallerinde ise
ikinci elden kaynaklar da ihmal edilemez.6 Ancak sürekli ikinci elden kaynaklara
baĢvurmak mevcudun tekrarından öteye geçememek demektir.
AraĢtırmamız da bir tarih araĢtırması olduğu için, “doküman incelemesi
metodu” denilen; araĢtırması amaçlanan olgu veya olgular hakkında bilgi içeren
yazılı materyallerin analizi yöntemi uygulanmıĢtır. Bu amaca uygun olarak
kaynakların bulunması, okunması, incelenmesi, notlar alınması ve de
değerlendirilmesi aĢamaları sırayla takip edilmiĢtir.
6 Kütükoğlu, s. 18.
2. OSMANLI ĠLMĠYE TEġKĠLATI’NA GENEL BĠR BAKIġ
2.1. Ġlmiye TeĢkilatı
Selçuklu Devleti‟nin bir uç beyliği olarak kurulan Osmanoğulları, Bizans
Ġmparatorluğuna karĢı gerçekleĢtirdikleri fetihlerle kısa zamanda büyüyüp geliĢerek
bir devlet statüsü elde etmiĢlerdir. Bir taraftan toprakları geniĢlerken, diğer taraftan
da devlet olmanın gereği olarak bu geliĢmenin paralelinde müesseseleri de teĢekkül
etmeye baĢlamıĢtır.7 Altı asır boyunca dünya tarih ve coğrafyasına damgasını vuran
Osmanlı, kuruluĢundan yıkılıĢına kadar her zaman devlet teĢkilatına büyük önem
vermiĢtir. Bu kadar uzun süre devasa büyüklükte bir imparatorluğa hükmetmede,
muazzam bir Ģekilde iĢleyen devlet sistemi büyük rol oynamaktadır. Devlet
bütünlüğünün her zaman ön planda tutulması anlayıĢı, sistemin bu kadar düzenli
iĢlemesinin istenmesinin nedeni olarak gösterilmektedir. Bu bağlamda müesseseler,
çağın ve devletin ihtiyaçlarına göre sürekli yeni bir düzen alarak geliĢmelere ayak
uydurmaya çalıĢmıĢtır.8
Devlet müesseselerini oluĢturmada kendilerinden önceki Türk-Ġslam
devletlerinin uygulamalarından etkilenen Osmanlı; siyasi, askeri, dini, ilmi ve hukuki
sahalarda pek çok müessese kurmuĢ, bunlardan çoğunu devletin son dönemlerine
kadar muhafaza edebilmiĢtir.9
TeĢrifat kurallarını uygulamada büyük bir titizlik gösteren Osmanlı
Devleti‟nde, devlet kademelerinde yer alan her memurun mevki ve görevleri;
7 Mehmet ĠpĢirli, “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)”, Belleten, Cilt: 61, Sayı:
232, 1998/1, s. 602-603. 8 Osman OkumuĢ, “Osmanlı Tarihinde Katledilen ġeyhülislamlar”, AÜSBBD, Cilt: 5, Sayı: 1, 2013,
s. 388. 9 Murat Akgündüz, “Osmanlı Devleti TeĢkilatında Ġlmiye Sınıfının Yeri”, HÜV Yayınları, Cilt: 5,
1999, s. 249.
7
kanunnâmeler, teĢrifat mecmuaları ve arĢiv vesikalarında en ufak ayrıntılarına kadar
belirtilmiĢtir.10
Osmanlı Devlet teĢkilat ve teĢrifatında üç temel meslek grubu bulunmaktadır.
Bunlar; Seyfiye (askeri zümreler), Kalemiye (Bürokratlar) ve İlmiye Sınıfıdır.
Osmanlı Ġlmiye Sınıfı; klasik ve yerleĢmiĢ islami eğitim kurumu olan medresede
usulüne uygun olarak tahsil yaptıktan sonra icazetle mezun olup eğitim, hukuk, fetva,
baĢlıca dini hizmetler ve nihayet Merkezî bürokrasinin kendi alanlarıyla ilgili önemli
bazı makamlarını dolduran, Müslüman ve çoğunlukla da Türklerden oluĢan bir
meslek grubuna verilen addır.11
Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı denince, sadece ilim
adamları ve eğitim kavramları anlaĢılmamalıdır. Bu örgüt devletin yargı, yönetim ve
beledi hizmetleri de dâhil olmak üzere birçok alanında hizmet veren bir teĢkilattır.12
Ġlmiye Sınıfının belli baĢlı üç görevi vardır: Eğitim-öğretimin sürdürülmesi; dini,
sosyal, idari ve askeri konularda dinin görüĢünün açıklanması ve idari ve yargıya ait
hizmetlerin görülmesi. Bu üç fonksiyonu sırasıyla müderrisler, müftüler ve kadılar
gerçekleĢtirmektedir.13
Devletin maddeten devamını sağlayan askeri ve idari sınıfın
personeli de Ġlmiye TeĢkilatı‟nca yetiĢtirildiğinden, Osmanlı Devleti‟nin asırlarca
ayakta kalabilmesinde Ġlmiye‟nin büyük bir role sahip olduğu bilinen bir gerçektir.
Bu anlamda Osmanlı Devleti Ġlmiye TeĢkilatı‟nı incelemek ve bu teĢkilatın iĢleyiĢ
tarzını tespit etmek, Milli kültür ve tarihimiz açısından önemli bir ödevdir.14
Osmanlı Devleti‟nde yönetici zümre birtakım imtiyazlara sahipken bu sınıf
içerisinde Ġlmiye; vergilerde ve cezalardaki ayrıcalıklar, çocuklarına tanınan
imtiyazlar ile en geniĢ ayrıcalıklara sahip olan zümre idi. Örneğin, bütün askerî sınıf
10
Akgündüz, s. 249. 11
Mehmet ĠpĢirli, “Ġlmiye”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2000, Cilt: 22, s. 141. 12
Ġlber Ortaylı, Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, Cedit NeĢriyat, Ankara, 2008, s. 230. 13
Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2002, s. 100. 14
Mehmet Emin Ay, “Osmanlılarda Ġlmiye TeĢkilatı”, Diyanet Aylık Dergi, Cilt: 25, Sayı: 2, 1989,
s. 37.
8
bazı vergilerden muaf tutulmuĢ olmakla birlikte, ilmiye sınıfı için bu muafiyetin
sınırı çok daha geniĢ tutulmuĢtur. Diğer taraftan askerî sınıfın “ehl-i örf” kesimini
oluĢturan kapıkulu ve diğerlerine idam dâhil her türlü ceza verilirken, “ehl-i Ģer”
olarak isimlendirilen ilmiye mensuplarına verilen en ağır ceza, görevden azil veya
sürgüne gönderilmedir; idam cezaları ise yok denecek kadar azdır.15
Bürokratlar
içinde ilmiye sınıfına üstünlüğünü gösteren bir diğer gösterge de; ilmiye
mensuplarının Osmanlı bürokratik yapısının diğer iki Ģubesi kalemiye ya da seyfiye
sınıflarına geçebilmesi, buna karĢılık bu Ģubelerden ilmiye sınıfına geçiĢlerin
yapılamamasıdır.16
2.1. Tarihçesi
Ġlmiye TeĢkilatı tarihini, teĢkilat içi geliĢmelere bakarak üç dönemde
inceleyebiliriz.
Birinci dönem 1300-1600 yılları arasını kapsayan teĢekkül ve geliĢme
devridir. 1600-1789 yılları arası ikinci dönem olup, Ġlmiye TeĢkilatı için durgunluk
ve daralma dönemi olarak geçmiĢtir. 1789 yılı ile baĢlayıp Ġmparatorluğun yıkılıĢına
kadar olan üçüncü dönem ise Ġlmiye TeĢkilatı için reform çağıdır ve modernleĢme
giriĢimleri ile dolu bir devreyi kapsar.
TeĢekkül ve geliĢme dönemi olarak nitelenen birinci dönem; ilmiye ricalinin
en gözde olduğu dönemdir. Merkezî yönetimin üst kademelerinin önemli kısmı
ilmiyeden gelen kiĢilere ait olduğundan, teĢkilat etkinlik ve nüfuz bakımından zirve
noktasındadır. Defterdar ve niĢancıların yanında, veziriazamların da genellikle,
15
ĠpĢirli, “Ġlmiye”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2000, Cilt: 22, s. 142. 16
Cenk Reyhan, “Osmanlı Devletinde Siyasal Ġktidar ve Ġlmiye”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 32,
Sayı: 3, 1999, s. 77.
9
ilmiyeden gelen, Ģahsi kabiliyet ve yetenekleri ile bu yüksek makamları hak etmiĢ
kiĢiler oldukları söylenebilir.
Devletler yeni fetihlerle bir yandan topraklarını geniĢletirken, diğer yandan da
bu fetihlerin meĢruiyetini kazanarak kalıcı hale gelebilmesi için yasalaĢtırma ve
teĢkilatlanmaya gereksinim duyarlar. Bu durumun bilincinde olan Osmanlı da; ilmiye
sınıfı mensuplarının, askeri gruptan olanlarla beraber yönetime katılmasını
sağlamıĢtır. Askerler devletin sınırlarını geniĢletip yeni organize kurumlar meydana
getirirken, Ġlmiye TeĢkilatı üyeleri de Ģer‟i esaslara ve örfi hukuka dayanan
kanunlaĢtırma giriĢimleri ile meĢgul olarak, sistemin meĢruiyetini ve kalıcılığını
sağlamaya çalıĢıyorlardı. Askeri zümrenin içinde yer alan ilmiye, kalemiye ve
seyfiyenin henüz birbirinden tam olarak ayrıĢmadığı bu dönemde, en nitelikli ve de
kalabalık insan gücüne ilmiye sınıfı sahipti.
Durgunluk ve daralma dönemi olan ve 1600-1789 yıllarını içine alan ikinci
dönemde ise, Merkezî yönetimin üst kademelerinde seyfiye ve kalemiye grubunun
etkinliğinin artmıĢ buna karĢın ilmiye ricalinin etkinliği ise giderek azalmıĢtır. Fakat
toplum üzerindeki nüfuz ve etkinlikleri; imparatorluğun her tarafına yayılan cami,
mescit, mektep, medreseler ve bunlara mali kaynak sağlayan vakıflar aracılığı ile
sürekli güçlenmiĢtir. Ġlmiye mensuplarının dini ve eğitim fonksiyonlarının yanında,
kadıların mahalli yönetimindeki rolleri de artarak devam etmiĢtir.17
ModernleĢme giriĢimleri devri olan üçüncü dönemde ise; ulema yeniliklere
taraftar, hatta çoğu zaman yeniliklerin öncüsü görülmektedir. Ulemanın devletin
toparlanmasında büyük sorumluluklar üstlendiği bir dönemdir. XIX. yüzyıldan
17
Ahmet Cihan, Reform Çağında Osmanlı İlmiyye Sınıfı, Birey Yayıncılık, Ġstanbul, 2004, s. 27-29.
10
itibaren ise ulemanın istihdam alanında devamlı bir daralma baĢladığı
gözlemlenmektedir.18
Daha önce de belirttiğimiz gibi Ġlmiye sınıfından Seyfiye ya da Kalemiye
sınıfına geçiĢler de olabilmektedir. Bu geçiĢlerde dönemlerin özellikleri belirleyici
rol oynamaktadır. ġöyle ki; Osmanlı Devleti‟nin ilk kurumlaĢma döneminde ilmiye
sınıfının siyasal iktidara açık etkisi olmasından dolayı bu sınıftan diğer iki sınıfa
geçiĢ yok iken; daha sonraki dönemlerde devletin değiĢen siyasal yapısı ve ideolojisi
ile orantılı bir Ģekilde, siyasal iktidar üzerinde etkinliği artan bu sınıflara geçiĢler
olmuĢtur.19
Tarîk-i Ġlmiye de denilen ilmiye sınıfı; fetva müessesesinde Kaza
Müftüsünden ġeyhülislama, seyfiye teĢkilatında Alay Ġmamı‟ndan Alay Müftüsü‟ne,
saray teĢkilatında HekimbaĢılık, MüneccimbaĢılık, PadiĢah Ġmamlığı ve Hocalığı‟na,
eğitim sisteminde talebeden Müderris‟e, yargı sisteminde Nahiye Naibi ve Kaza
Kadısı‟ndan Mevleviyet Kadıları ve Kazaskerlere kadar geniĢ bir halkayı içine alan
büyük bir teĢkilattı.
Rical-i Ġlmiye denilen Anadolu ve Rumeli kazaskerleri ve payelileri, Ġstanbul
kadıları ve payelileri ile Haremeyn payelilerinden oluĢan ilmiye sınıfının üst düzey
payelileri bilfiil vazifeli ya da vazifesiz olarak baĢkentte bekletilir, taĢrada
görevlendirilmezlerdi. Bu zümreyi temsil eden ve merkezî idare tarafından
kendilerinden yararlanılan ilmiye mensuplarının en üst seviyesinde ise Ģeyhülislam
yer alırdı.20
18
Ekmeleddin Ġhsanoğlu, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, IRCICA, Ġstanbul, Cilt: 1, 1998, s.
248. 19
Reyhan, s. 77. 20
Ġlhami Yurdakul, Osmanlı Merkez İlmiye Teşkilatında Reform, ĠletiĢim Yayıncılık, Ġstanbul, 2008,
s. 17-18.
11
2.2.Mülâzemet Sistemi
Ġlmiye silkine giriĢi kontrol ve denetim altında bulunduran ilmiye
bürokrasisinin önemli bir unsuru ise mülâzemet sistemi idi. Mülâzemet kelime olarak
devam etmek, staj yapmak, bir iĢle ilgilenmek anlamlarına gelmektedir.21
Kavram
olarak ilmiye tarîkinde iki ayrı süreci ifade etmek için kullanılmıĢtır. Birincisi,
mansıbda bulunan ulemanın müddet-i örfiyyesinin sona ermesinden sonra geçirdiği
infisal (mazuliyet) süreci için kullanılmıĢtır. Ġkincisi ise, ilmiye silkine giriĢ için kat
edilmesi gereken bir süreç olarak karĢımıza çıkan mülâzemettir.22
Ġlmiye TeĢkilatı içerisinde mülâzemet sisteminin ortaya çıkmasında,
geniĢleyen imparatorluk coğrafyasına paralel olarak medreselerin ve buna bağlı
olarak da müderris ihtiyacının meydana gelmesinin etkisi vardır. Zamanla medrese
mezunu sayısı hızla artarken, medrese sayısı bu hızla ilerleyememiĢ, arz talep
dengesinde meydana gelen bu olumsuzluk birikmelere yol açmıĢ, tayin için bekleme
zorunluluğu doğmuĢ, böylece medrese mezunu daniĢmendlerin âdil bir Ģekilde
göreve baĢlamalarını sağlamak üzere mülâzemet ve nöbetin düzene konulması
gerekmiĢtir.23
Zaman içerisinde sistemin geliĢmesiyle çeĢitli mülâzemet yolları ortaya
çıkmıĢtır. Bunlar Ģu baĢlıklar altında toplanabilir:
a. Nöbet yoluyla mülâzemet: Belli aralıklarla yüksek dereceli kadı ve
müderrislerin mülâzim vermesidir.
21
Mehmet Kanar, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Ġstanbul, Say Yayınları, 2011. 22
Yasemin Beyazıt, “Osmanlı Ġlmiye Bürokrasisinde ġeyhülislamlığın DeğiĢen Rolü ve Mülâzemet
Sistemi (16.-18. Yüzyıllar)”, Belleten, Cilt: 73, Sayı: 267. 2009, s. 425. 23
ĠpĢirli, “Mülâzemet”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2006, Cilt: 31, s. 537.
12
b. Teşrif yoluyla mülâzemet: Büyük kadı ve müderrislerin, büyük Ģehir
müftülerinin göreve tayinlerinde, görev değiĢikliklerinde, sefere
katılmalarında mülâzim vermeleridir.
c. Ölüm sebebiyle mülâzemet: Ulemâdan vefat edenlerin geride kalan
dâniĢmendlerinin, belli usuller içerisinde mülâzim olmalarıdır.
d. Muîdlikten (iâdeden) mülâzemet: Mülâzim verme hakkına sahip yüksek
dereceli medreselerin müderrislerinin, muîdlerinden ve talebelerinden
lâyık olanlarına mülâzim vermeleridir.
e. Müstakil arz ile mülâzemet:ÇalıĢkanlığı veya herhangi bir hizmette
yararlığı görülen dâniĢmendlerin bir yetkilinin aracalığı ile müstakil arz
edilip mülâzim olabilmeleridir.
f. Tezkire görevinden mülâzemet: Görevde bulunan kazaskerlerin altı ayda
bir tezkirecisini mülâzim olarak vermeleridir.
g. Fetva emanetinden mülâzemet: ġeyhülislâmların altı ayda bir fetva
eminliğinden bir mülâzim vermeleridir.24
BaĢlangıçta çok muntazam bir Ģekilde iĢleyen mülâzemet sisteminde zamanla
aksamalar meydana gelmeye baĢlayınca, 17. yüzyılın baĢlarından itibaren seyfiye ve
kalemiye sınıflarında olduğu gibi ilmiyede de (medrese ve kadılık) tedrici bir surette
bozulmalar görüldü. RüĢvet ve iltimasla veya usulsüz baĢka yollarla ehil olmayan
kiĢilerin mesleğe giriĢleri ve Ġlmiye sınıfının üst düzey idarecileri olan Kazaskerler
ile ġeyhülislamların bilerek ya da bilmeyerek usule aykırı muameleleri bu
bozulmaların en baĢta gelen nedenleriydi. XVII. yüzyılın baĢlarından XVIII. yüzyılın
sonlarına kadar yaklaĢık iki yüz yıl boyunca, bu aksaklıkların ve usulsüz
uygulamaların önlenmesi ve düzenin tekrar tesis edilebilmesi için, ilmiye sınıfının
24
ĠpĢirli, “Mülâzemet”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2006, Cilt: 31, s. 538.
13
üst düzey amirleri olan Ģeyhülislam ve kazaskerlere hitaben fermanlar gönderildi,
çeĢitli layihalar yayınlanarak benzer çözüm yolları önerildi.25
Bütün bu çabalara rağmen Osmanlı merkez ve taĢra teĢkilatında, özellikle
Ġlmiye TeĢkilatı‟nda devam eden ıslahat çalıĢmaları mevcut kurumların tenbih, tekit
ve tehditle ıslahının mümkün olmadığını, yüzeysel çalıĢmaların geçici çözümler
verdiğini, asıl gerekli olanın ise kurumlaĢma, ihtisaslaĢma ve yenileĢme olduğu
gerçeği ortaya çıktı. Yeniçeriliğin kaldırılarak reformların önündeki en büyük
engelin kaldırılması üzerine öteden beri devam eden ıslahat teĢebbüsleri, XIX.
yüzyılda müesseseler üzerindeki köklü değiĢikliklere gidilmesi neticesini vermiĢ
oldu.26
2.2. Ġlmiye TeĢkilatı Mensupları
2.2.1. ġeyhülislâm
Hicri IV. asrın ikinci yarısında Horasan‟da ortaya çıkmıĢ bir Ģeref ünvanı olan
“ġeyhülislam”, fukaha arasındaki ihtilaflı meseleleri çözebilen alimler için
kullanılmıĢtır. 27
Ġslam kelimesiyle kullanılan diğer Ģeref ünvanlarının (Ġmadü‟l-
Ġslam, Fahrü‟l-Ġslam, Rüknü‟l-Ġslam, Zeynü‟l-Ġslam, ġemsü‟l-Ġslam, Hüccetü‟l-
Ġslam, Behaü‟l-Ġslam gibi) dünyevi iktidar sahipleri (bilhassa Fatımi vezirleri)
tarafından kullanılmasına rağmen; Ģeyhülislam tabiri, ilk kısmı “Ģeyh” olan diğer
Ģeref ünvanları (Ģeyhü‟d-din) gibi daima ulema ve sûfiler hakkında kullanılmıĢtır.28
25
Yurdakul, s. 20. 26
Yurdakul, s. 21. 27
Kitab-ü Alam‟ül Ahyar‟da büyük alimlerin hangilerine Ģeyhülislam denildiği Ģöyle tarif
edilmektedir: “Fukahay-ı izam ve füdelay-ı fehamdan Ģol sahib-i sadr-ı iftaya ıstılahat-ı örfiyyede
Ģeyhülislam denilirdi ki, aralarında tahaddüs eden münazaa ve muhasemeden dolayı hall-ı
müĢkilat-ı enam eyleye.” Bkz; Yurdakul, Osmanlı Merkez İlmiye Teşkilatında Reform, s. 20. 28
J.H. Kramers, “ġeyhülislamlık”, İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 1979, Cilt: 11, s. 485.
14
Ġlk Ģeyhülislamın kim olduğu konusunda farklı görüĢler olsa da; dini, siyasi
ve ictimai karıĢıklıklarla dolu II. Murad döneminde ortaya çıkan resmî bir dini otorite
ihtiyacı sonucu bu makama gelen Molla Fenari, otoritelerin çoğunluğunca ilk
Ģeyhülislam kabul edilmektedir.29
Ekseriyetle devĢirme usulü ile toplanmıĢ bulunan Hıristiyan ailelerin
çocukları olan devlet ve ordunun yüksek memurlarının aksine, XVI. asrın baĢından
beri bütün müftîler, Osmanlı Devleti hududları içinde doğmuĢ olup, hepsi de, bütün
ulema sınıfı gibi, Müslüman ailelere mensuptular.30
1424 yılında Molla ġemseddin
Fenari ile bir fetva makamı olarak ortaya çıkan Ģeyhülislamlık, yaklaĢık beĢ asır
boyunca devam etmiĢ ve 1922 yılında son Osmanlı Hükümeti‟nin istifası ile o
dönemin kabinesinde bulunan Mehmed Nuri Efendi son Ģeyhülislam olmuĢtur. Bu
498 yıl boyunca, 129 Ģeyhülislam31
, bazıları birkaç defa olmak üzere 185 meĢihat
değiĢikliği olmuĢtur.32
Ulema arasındaki tartıĢmalara katılan ve Mevlana Celaleddin ve Muhyiddin-i
Arabi gibi mutasavvıflar hakkında uygunsuz sözler sarf eden ġeyhülislam Çivi-zâde
Muhyiddin Efendi‟nin Kanuni tarafından azline kadar, Ģeyhülislamlar kayd-ı hayat
Ģartıyla görevde kalırlardı.33
498 yıllık meĢihat makamında en uzun süre kalan kiĢi
28 yıl 11 aylık görevi ile Ebussuud Efendi‟dir. Molla Fahreddin Acemi 24 yıl,
29
Ziya Kazıcı, İslam Medeniyetleri ve Müesseseleri Tarihi, Marmara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi
Yayınları, Ġstanbul, 2011, s. 234. 30
Ancak bu durumun da istisnaları vardır. Örneğin Molla Abdülkerim Efendi Sırp veya Hırvat
ırkındandır. Molla Hüsrev‟in babası Fransızdır. Kadızâde Ahmed ġemseddin Efendi bir köle
torunudur. Pîrîzâde Mehmed Sâhib Efendi devĢirmedir, soyu belli değildir. ĠvazpaĢazâde Ġbrahim
Beyefendi Hırvattır. Haci Halil Efendi Gürcüdür. Abdurrahman Nesib Efendi Arnavuttur.
Haydarizâde Ġbrahim Efendi Araptır. Böylece Türk olmayan on Ģeyhülislam görmekteyiz. Bununla
birlikte milliyeti Ģüpheli olan Fahreddin Acemi, Arapzâde Mehmed Ataullah Efendiler de vardır. 31
Bu sayının dıĢında bazı kaynaklarda iki Ģeyhülislam ismine daha rastlanılmaktadır. Bunlar; Molla
Yegan ile YekçeĢm Hüseyin Efendilerdir. Bu iki zata resmî salnamelerde rastlanılmadığından
listeye dâhil edilmemiĢlerdir. 32
Ġhsanoğlu, s. 247. 33
Akgündüz, Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislâmlık, Beyan Yayınları, Ġstanbul, 2002, s. 176.
15
Zenbilli Ali Cemali Efendi ise 23 sene bu görevde hizmette bulunmuĢtur.34
Bunun
yanında çok kısa süreler bu görevde bulunabilenler de vardır ki; Memikzâde Mustafa
sadece on üç saat, Samanizâde Ömer Hulusi Efendi ise bir gün süre ile bu Ģerefli
görevde kalabilmiĢlerdir.35
Farklı nedenlerle bu makama mükerrer gelen
Ģeyhülislamlar ise; Ca‟fer Efendizâde Hacı Mustafa Sun‟ullah Efendi, Yusufzâde
Cemaleddin Efendi, Musa Kazım Efendi, Haydarizâde Ġbrahim Efendi, Mustafa
Sabri Efendi‟dir.36
ġeyhülislam olmadıkları halde bu ünvanı Ģeref payesi37
olarak
kullanan iki kiĢi olmuĢtur. Bunlar; “Ravzatü‟l Ebrar” isimli eserini yazarak 1649
tarihinde PadiĢah IV. Mehmed‟e sununca kendisine bu paye verilen Karaçelebizâde
Abdülaziz Efendi, diğeri ise ġeyhülislam Feyzullah Efendi‟nin oğlu Fethullah
Efendi‟dir. Karaçelebizâde daha sonra ġeyhülislam olmuĢtur.38
Ebussuud Efendi‟nin Ģeyhülislamlığa gelmesine kadar; kazaskerlik,
mevleviyet denilen büyük kadılık ve müderrislik yapanlardan en uygun olanlar
Ģeyhülislam olurken, Ebussuud Efendi‟den itibaren Ģeyhülislamlık Rumeli Kazaskeri
olanlara verilir oldu; nadiren Anadolu Kazaskeri veya bunun payelerinden de
getirilenler oldu.39
Tabi ki bu da uzun bir süreç gerektiriyordu. En az 15-20 sene
müderrislik, belli mevleviyetlerden sonra Ġstanbul Kadılığı, Anadolu Kazaskerliği ve
34
Kazıcı, İslam Medeniyetleri ve Müesseseleri Tarihi, s. 240. 35
Kazıcı, İslam Medeniyetleri ve Müesseseleri Tarihi, s. 241-242. 36
Kazıcı, İslam Medeniyetleri ve Müesseseleri Tarihi, s. 242. 37
Bu Ģeref ünvanını, fiili Ģeyhülislamlıktan ayırmak için “Paye-i Fetva” olarak zikredilmiĢtir. Bu
ifade “Paye-i ġeyhülislam” tabirinden pek farklı değildir. Çünkü kaynaklar ekseriya
ġeyhülislamlık için “Makamı Fetva”, ġeyhülislamlık süresi için de “Müddet-i Fetva” tabirini
kullanırlar. 38
Ġsmail Yakıt, “Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı ve ġeyhülislamlar”, SDÜİF Dergisi, Sayı: 6, Isparta,
1999, s. 34. 39
Ġsmail Hakkı UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, TTK Basımevi, Ankara, 1965, s.
178.
16
son olarak da Rumeli Kazaskerliği yapmıĢ olmak, bu makamın gerekleriydi.40
Bu
“silsile-i merâtib” gereği çoğu kez yaĢlı kimseler bu makama yükselirdi.41
ġeyhülislamlığa tayin iĢlemi, sadrazamın konuyla ilgili telhisini padiĢaha
sunarak onun iradesini almasıyla yani Hatt-ı Hümayun ile gerçekleĢmekteydi.
Telhiste belirtilen zatın seçilmesi hususunda ekseriyetle sadrazamın tesiri görülür,
bazen de padiĢahın kimseye sormadan istediği bir zatı ġeyhülislamlığa getirdiği
olurdu.42
Osmanlı Devleti‟nde din asıl ve devlet onun fer‟i olarak görüldüğünden
ġeyhülislam zahiren Vezir-i Azam ile aynı derecede sayılmıĢ ise de derecesi manen
ondan yüksekti. Bir isyan vukuunda padiĢah aleyhine fetva vereceği için, bilhassa
idarenin zayıf zamanında kendisinden çekinilirdi.43
Günümüzün Adalet ve Milli
Eğitim Bakanlığı ile Diyanet ĠĢleri BaĢkanlığı‟nın görev ve yetkilerini kendisinde
toplayan bu makamın, Osmanlı devlet teĢkilatı içindeki mevkii ve durumu, Fatih
Kanunnâmesinde44
açıkça belirtilmektedir. Bundan anlaĢıldığına göre Ģeyhülislam,
diğer devlet erkânı üzerinde büyük bir nüfuza sahiptir. Buna dayanarak,
Brockelmann: “Fatih Sultan Mehmed ve Kanuni Sultan Süleyman, Ģeyhülislamın
bütün memurlar sınıfının en üstünde bulunan müstesna mevkiini teyid ettiler”
diyerek bu ehemmiyeti belirtmek ister. Fatih Kanunnâmesinde mevkii belirtilmiĢ
olmakla birlikte esas ehemmiyet, Zenbilli Ali Cemali Efendi ile baĢlamıĢ, Ġbn-i
40
Kazıcı, İslam Medeniyetleri ve Müesseseleri Tarihi, s. 240. 41
Ancak Hoca Saadettin Efendizâde Mehmed Çelebi Efendi 33 yaĢında olağanüstü zeka ve dirayeti
sayesinde Ģeyhülislam olmuĢtur. Yine Hoca Sadettinzâde Mehmed Esad Efendi 45 yaĢında,
Çatalcalı Ali Efendi 43 yaĢında, Mekkizâde Mustafa Asım Efendi 44 yaĢında, Hasan Hayrullah
Efendi 40 yaĢında ve Cemaleddin Efendi 43 yaĢında iken bu ulvi makama yükselmiĢlerdir. 42
Akgündüz, Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislâmlık, s. 168. 43
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 178-179. 44
“ġeyhülislam ulemanın reisidir. Ve muallimi sultani dahi serdar-ı ulemadır. Vezir-i azam onları
riayeten üstüne almak münasibtir. Ama müfti ve hoca vüzeradan bir nice tabaka yukarıdır ve
tasaddur dahi ederler.” ( Bkz; Kanunnâme-i Al-i Osman, s.10.)
17
Kemal ve Ebussuud gibi dirayetli zevatın yetiĢmesi ile kemal mertebesine
ulaĢmıĢtır.45
BaĢlangıçta “kayd-ı hayat” Ģartıyla atanan ve azledilmez (la-yen‟azil) olan
ġeyhülislamlar, Kanuni döneminden itibaren çeĢitli nedenlerle azledilmeye
baĢlanmıĢlardır. Ya vezir-i azam ile aralarının iyi olmamasından veya vezir-i azam
aleyhine padiĢaha bir Ģikâyette bulunmalarından, yahut bir isyan hadisesinden veya
ihtiyarlığından ve maiyetinin iĢlere müdahalesiyle dedikoduya sebep olmalarından
azledilmiĢlerdir.46
Osmanlı Devleti‟nde sadrazamlar bile idam mahkumu olabilirken,
ġeyhülislam dini lider olması nedeniyle idam cezasından muaf olan tek kiĢiydi.
Ancak sadece üç Ģeyhülislam; Ahi-zâde Hüseyin Efendi, Hoca-zâde Mesud Efendi,
Seyyid Feyzullah Efendi idam edilmiĢtir. Bunlara Efkar-ı umumiyece, yanlıĢ
anlaĢılmanın kurbanı olarak idam edildiklerinden Ģehit sıfatı verilmektedir.47
Önceleri görevi sadece Ģer‟i konularda fetva vermek olan Ģeyhülislam, bu
hükümleri uygulatma yetkisi yoktu. Daha sonra görevi sadece ammeyi ilgilendiren
siyasi alanlarda fetva vermeye dönüĢmüĢtür. Ammeyi ilgilendiren hususlarda
mutlaka Ģeyhülislam fetvası gerekiyordu. Kararlarını tatbik edebilme imkanına sahip
bulunmayan ve aynı zamanda Divan azası da olmayan Ģeyhülislama, önemli
meselelerin görüĢülme ve müzakeresi esnasında müracaat edilirdi. Hatta bazen,
Ģeyhülislamlar, hiç kimseye haber vermeden Divan‟a girip istedikleri konu hakkında
mütalaada bulunabilirlerdi. Ġbn-i Kemal ve Ebussuud Efendi ile yetki alanı
geniĢlemiĢ, 1574 tarihine kadar müderris ve mevali ile müftülerin tertip ve telhisleri
hususu, veziri azamlara ait iken, artık Ģeyhülislamlara bırakılmıĢtır. Kırk akçeden
yukarı “hariç” ve “dâhil” müderrislikleri ile, orduya tayin edilecek kadılar; vilayet,
45
Kazıcı, İslam Müesseseleri Tarihi, Kayıhan Yayınevi, Ġstanbul, 1991, s. 162-163. 46
Ekrem Sarıkçıoğlu,”ġeyhülislamlık Makamı”, edergi.atauni.edu.tr/index.php/ilahiyat/article/s.199.
Tarihi: 04 ġubat 2014. 47
Abdülkadir Altunsu, Osmanlı Şeyhülislâmları, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1972, s. 12.
18
sancak ve kaza müftüleri; imam, hatip ve müezzinlerin; Konya‟da postniĢin olan
Çelebi Efendi‟nin inhası üzerine Mevlevi Ģeyhlerinin ve mevali denilen büyük
kadılar ile kazaskerlerin tayinleri Ģeyhülislamlara verilmiĢtir.48
ġeyhülislamlık
makamı, Ģekli olarak, fetva veren merci anlamında kabul edilebilirse de, kısa bir süre
sonra fetva eminliği kurulunca, bu makama getirilen kiĢi fetvayı hazırlamak
göreviyle yükümlü tutulmuĢtur. Ancak siyasi ve önemli devlet iĢlerinde ġeyhülislam,
fetva vermek zorunda kalmıĢtır.49
XVII. yüzyılın baĢlarından itibaren rüĢvet ve iltimasla veya baĢka herhangi
bir yolla ehil olmayan kiĢilerin mesleğe giriĢi ve bu sınıfın üst düzey idarecileri olan
kazasker ve Ģeyhülislamların bazen bilerek ve bazen de bilmeyerek usule aykırı
muameleleri, seyfiye ve kalemiye sınıflarında olduğu gibi, ilmiyede de tedrici bir
surette bozulmalara neden olmuĢtur.50
ġeyhülislamlar atanmaları esnasında; padiĢah tarafından gönderilen, beyaz
kürklü kaftan ve Ģeritle süslenmiĢ sarıktan oluĢan, Hil‟at-i Beyza denilen resmî bir
elbise giyerlerdi. Yazları ipek sadakordan krem renginde geniĢ kollu cüppe, kıĢ ayları
ise geniĢ kollu siyah cüppe giyerlerdi. Merasim elbiseleri de baĢka idi. Sim altın
dallarla iĢlenmiĢ geniĢ yakalı ve kollu sırma (ferace) cüppe giyerlerdi. BaĢlarına
beyaz sarıklar üzerine sırma geçirirlerdi.51
Eğer Ģeyhülislamın soyu seyid ve
Ģeriflerden gelmekte ise, Ģerefli sülalenin niĢanesi olarak yeĢil sarığını giymeye
devam edebilirdi.52
48
Kazıcı, İslam Medeniyetleri ve Müesseseleri Tarihi, s. 244. 49
Zembilli Ali (Ali Cemali) Efendi‟nin Mısır‟a Ebussuud Efendi‟nin Venedik‟e karĢı savaĢ için
verdikleri fetvalar, keza Esad Efendi‟nin Nizam-ı Cedid‟i meĢru gösteren fetvası ile, Hayri
Efendi‟nin I. Dünya Harbine ait cihat fetvası ve Dürrizâde Abdullah Efendi‟nin Atatürk ve milli
mücadele kahramanları aleyhine verdikleri fetvalar siyasi niteliktedirler. ( bkz. Altunsu s. 44.) 50
Bilgin Aydın, Ġlhami Yurdakul, Ġsmail Kurt, Bab-ı Meşihat Şeyhülislâmlık Arşivi Defter Kataloğu,
Ġsam Yayınları, Ġstanbul, 2006, s. 16. 51
Altunsu, s. 45. 52
Sarıkçıoğlu, s. 213.
19
Osmanlı din ve devlet teĢkilatının en önemli yapı taĢlarından olan
ġeyhülislamlar beytü‟l-malden gelen parayı, mümkün mertebe kullanmak
istemeyiĢlerinden çok düĢük maaĢlar alıyorlardı ki, bu da beĢ yüz akçe olan kazasker
maaĢının beĢte birine tekabül ediyordu.53
Ancak fetva makamının ehemmiyeti
giderek artınca Fatih Sultan Mehmed, Ģeyhülislam Molla Gürani‟nin yevmi ücretini
200 akçeye çıkarmıĢtır. Kanuni dönemi Ģeyhülislamı Ebussuud Efendi uzun
zamandır üzerinde çalıĢtığı ĠrĢâdü‟l-Akli‟s-Selim ila Mezâye‟l-Kitabi‟l-Kerîm adlı
arapça tefsirinin ilk kısmını Kanuni‟ye takdim edince yevmiyesi 500 akçe oldu. Bir
yıl sonra tamamını bitirdiğinde 600 akçeye çıkarıldı. Böylelikle Ģeyhülislamların
maaĢı kazaskerlerden daha yüksek bir miktara ulaĢtı. ġeyhülislamın maaĢı,
Defterdarlık içindeki küçük Ruznamçe Kalemi tarafından hesaplanır ve kayda
geçirilirdi.54
ġeyhülislamlar XIX. yüzyılın baĢlarına kadar kendi konaklarında, emrinde
çalıĢanlar da konağın selamlık bölümünde görevlerini ifa etmiĢlerdir.55
Ancak Sultan
Edirne‟de oturursa, ġeyhülislamın da onun yanında olması gerektiğinden kendisine
özel bir makam binası veriliyordu.56
Özellikle XVII ve XVIII. yüzyıllardaki sürekli
Ģeyhülislam ve ikametgâhının değiĢikliği nedeniyle, halk Ģeyhülislamın kim
olduğunu, nerede oturduğunu bilemezdi.57
XVII. yüzyılın baĢlarında Süleymaniye‟de
yeniçeri ağası için büyük bir saray yaptırılmıĢtı. Sultan II. Mahmut‟un yeniçeri
ocağını kaldırmasıyla, Ağa Kapısı denilen bu saray Ģeyhülislamlara tahsis edildi.
53
Kazıcı, İslam Medeniyetleri ve Müesseseleri Tarihi, s. 252. 54
Akgündüz, Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislâmlık, s. 191-193. 55
Akgündüz, Osmanlı Devleti’nde Şeyhülislâmlık s. 204. 56
Sarıkçıoğlu, s. 209. 57
Sarıkçıoğlu, s. 210.
20
Saray, yeniçeri ağasının ailesi ile ikametine tahsis edilmiĢ harem kısmı ile çok sayıda
daire ve köĢkten oluĢuyordu.58
GeniĢ yetki ve görevleri nedeniyle Ģeyhülislamın geniĢ bir memur kadrosu
vardı. Bu memurlara ilaveten bir de, Fetva Emini baĢkanlığında bir fetva kalemi
vardı. Bu dairede; Müsevvid, Mübeyyiz, Mukabeleci, Kâtip, Mühürdar ve Müvezziler
bulunurdu. Dairenin baĢındaki fetva emini, fıkıh yani Ġslam Hukukunda kendini
ispatlamıĢ biri olurdu. Ġstenilen fetvayı bulur ve maiyetindeki yirmiye yakın katip,
verilen fetvaları yazarlardı.59
Kethüda, siyasi ve iktisadi iĢlerinde Ģeyhülislamın
vekiliydi ve onun adına hareket ederdi. Telhisçi, Ģeyhülislamın hükümet nezdindeki
temsilcisi durumundaki memuru olup, hukuk, dini iĢler ve kanunlara ait
muamelelerde hükümetle temas ederdi. ġeyhülislamın, müderris ve mevali tayinleri
bunun vasıtasıyla ve Reîsü‟l-Küttâb‟ın delaletiyle veziri azama arz olunurdu.
Mektupçu ise, Ģeyhülislamın divan efendisi veya mühürdarı ve Ģimdiki ismiyle yazı
iĢleri müdürüydü. MeĢihattan çıkan buyruldular, tayin ruûsu ve beratları ile
icazetnamelerin yazıldığı daire mektupçunun emri altındaydı. Keza Ģeyhülislamın
mührü de yine onda bulunurdu. ġeyhülislam‟ın maiyetindeki memurlardan her
birinin kendisine ait ve müstakil daireleri bulunmaktaydı.60
Fetvalar, müteaddit fetva kitaplarından çıkarılarak müsevvidler tarafından
kaleme alınıp bunu fetva emini gördükten ve mübeyyiz tarafından beyaza çekildikten
sonra Ģeyhülislama takdim olunurdu. ġeyhülislam bunu tetkik edip talik kırması
denilen kendi el yazısıyla bilhassa cevap kısmını imzalardı. Bunu müteakip müvezzi
isimli memur bu fetvayı mahalline verirdi. Fetva isteyen kimseden bu hizmet
mukabili yedi akçe resim alınıp bu para fetva emini ile kalem heyeti arasında usulü
58
Aydın, Yurdakul, Kurt, s. 19. 59
Kazıcı, İslam Müesseseleri Tarihi, s.172. 60
Kazıcı, İslam Müesseseleri Tarihi, s. 172-173.
21
dairesinde takdim olunurdu; yani her fetvadan iki akçesi fetva emininin ve mütebaki
beĢ akçe de müsevvid, mübeyyiz, mukabeleci, katip ve müvezzi‟nindir.61
Fetva Emini fetvalarını Fetvahane denen dairede verirdi. Ayrıca; dini
konuların incelendiği Meclis-i Tetkikat-ı Şer’iyye; medreselerin idaresi için Ders
Vekaleti ve Meclis-i Mesalih-i Talebiyye; Kur‟an basımları ve fıkhi eserlerin
murakabesi için Tetkik-i Mesahif ve Müellefat-ı Şer’iyye; tarîkatları ilgilendiren
konular için Meclis-i Meşayih; Beytu’l-Mal (emval-i eytam) idareleri. Bundan baĢka
evrak mahzeni, kayıt ve hesap iĢlerine bakan daireler vardı. Diğer vekaletlerde
olduğu gibi burada da bir müsteĢar mevcuttu. Kazaskerin, kassamın ve Ġstanbul
kadısının yüksek Ģer‟iyye mahkemeleri hep Ģeyhülislam kapısında bulunan
müesseselerdi.62
XVIII. yüzyıl baĢlarında Ağa kapısına taĢınan ġeyhülislamlık, bir devlet
dairesi haline dönüĢtü. Yine aynı asırda kabine sistemi oluĢturulduğundan
Ģeyhülislam, hükümet üyesi sayıldı. Osmanlının son dönemlerinde, görev süresinin
üyesi bulunduğu hükümetin ömrüne bağlı olması nedeniyle Ġlmiye TeĢkilatı ve
Ģeyhülislamlık tam anlamıyla politize olmuĢtu.63
Önceleri, Divan-ı Hümayun üyesi
olmayan Ģeyhülislamlar II. Mahmud zamanında meclise girmiĢlerdir. Bu dönemde
kazaskerler meclisten çıkarılmıĢ, onların yerine Ģeyhülislam gelmiĢtir. Tanzimatın
ilanından 1908 senesine kadar nazırlar gibi değiĢtirilebilen Ģeyhülislamlar, bu
tarihten sonra kabine ile değiĢtirilir olmuĢlardı.64
Osmanlı Devlet teĢkilatının
batılılaĢması oranında Ģeyhülislamlığın devlet içindeki nüfuzu azaldı. 1839 yılında
ġuray-ı Devlet‟in kurulması iç siyasetteki nüfuzunu oldukça baltaladı. Sonra 1879‟da
kurulan Adliye Nezareti‟ne bağlı yeni asliye ve ceza mahkemelerinin kuruluĢu ile
61
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 197. 62
Yakıt, s. 35. 63
Yakıt, s. 35. 64
Kazıcı, İslam Müesseseleri Tarihi, s. 171.
22
etki alanının diğer büyük kısmını da elinden alınmıĢ oldu.65
Tarihi seyir içinde
giderek yetki alanı daralan Ģeyhülislamlık, ġeyhülislam Mehmed Nuri Efendi(1920-
1922)‟nin bağlı bulunduğu son Osmanlı Hükümetiyle beraber istifasıyla ortadan
kalkmıĢ oldu.
2.2.2.Kadı
Arapça kaza (kada) kökünün ism-i faili olan kadı, fıkıh terimi olarak insanlar
arasında ortaya çıkan problemleri ve davaları Ģer‟i hükümlere göre çözüme
kavuĢturmak için yetkili makamca tayin edilen Ģahsı ifade eden terimdir.66
Mecelle‟de ise Kadı Ģöyle ifade edilmektedir; “Beyne‟n-nâss vukû bulan dava ve
muhâsamayı ahkâm-ı meĢrûasına tevfîkan fasl ve hasm içün taraf-ı sultânîden nasb
ve tâyin olunan hakimdir”.67
Hz. Muhammed Ġslam toplumunda kadılık görevini ilk icra eden kiĢi
olmuĢtur. Dört halife döneminde de kadılık görevi, halife tarafından yerine getirilmiĢ
ve bu görev halifenin en önemli vazifelerinden biri olarak kabul edilmiĢtir. Fakat
yeni fethedilen yerlerle Ġslam coğrafyasının geniĢlemesi, devletin geliĢip büyümesi
edemez hale gelmiĢti. Bu nedenle, Ġslam tarihinde ilk kez Halife Hz. Ömer tarafından
Medine, Basra ve Kûfe gibi önemli Ģehirlere niyabet yoluyla kadılar tayin edildi. Bu
atamalar ile dört halife döneminden itibaren, Ġslam hükümdarlarının yargı yetki ve
fonksiyonlarını, niyabet prensibi ile bir memura devretme geleneğinin baĢlamıĢ
olduğu söylenebilir. Devletin uzak bölgelerinde görevlendirilen bu memurlar, halife
ya da hükümdar adına kanunların uygulanmasını, hukuki ve cezai iĢlemlerin düzenli
65
J. H. Kramers, “ġeyhülislam”, İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, Milli Eğitim Basımevi, 1979, Cilt:
11, s. 486 66
Fahrettin Atar, “Kadı”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2001, Cilt: 24, s. 66. 67
Turan Gökçe, “Anadolu Vilayetine Dair 919 (513) Tarihli Bir Kadı Defteri”, http:
//www.egeweb2.ege.edu.tr/ tid/dosyalar/IX_1994/TIDIX-1994-09.pdf, s. 215. EriĢim Tarihi: 09
Mart 2014.
23
bir Ģekilde yerine getirilmesini sağladılar.68
Osmanlılarda ilk kadı ataması Osman
Gazi tarafından gerçekleĢtirilmiĢtir. Ġlk kadı, Osman Gazi‟nin kayınpederi ġeyh
Edebâli‟nin damadı ve talebesi olan Dursun Fakih‟tir. Devletin istiklal ve
hükümranlığının iĢareti olan ilk hutbeyi okuyan kimse de aynı kiĢidir.69
Fatih dönemine kadar medreseden mezun olup kazasker divanına mülâzemet
edenler; isterlerse bir süre müderrislik görevini ifa edip, daha sonra kadı olma
talebinde bulunarak derecelerine göre kaza, sancak veya eyaletlerden uygun olan
birine atanabilirlerdi. Ya da müderris olmak istemeyip direkt kadılık görevine talip
olurlarsa, doğrudan doğruya kaza kadılıklarına tayin edilebilirlerdi.70
Fatih döneminde ise kadı olabilmek için Sahn-ı Seman medreselerinden
mezun olma Ģartı getirilmiĢti. Bu medreseden mezun daniĢmendler, önce devletin
önemli merkezlerinin birinin kadı mahkemesinde staj gördükten sonra, seçimle
büyük kadılıklara en az beĢer kiĢi olmak üzere stajyer olarak gönderilirlerdi.
Mevleviyet payesini haiz bu kadıların yanında üç-beĢ yıl gibi bir süre çalıĢtıktan
sonra Ġstanbul‟a gelir, bir sene de mülâzemet (adaylık, asistanlık) görevini ifa
ederler, ancak bundan sonra alt kademedeki kazalardan birinin kadılığına tayin
edilirlerdi.71
Ġlmiye mensuplarının tayin, azl ve nakil iĢlemleri Anadolu ve Rumeli
Kazaskerlik daireleri tarafından yapıldığından Rumeli‟de görev almak isteyenler
Rumeli kazaskerinin, Anadolu‟da görev almak isteyenler ise Anadolu kazaskerinin
Matlab Defteri'ne ismini yazdırır ve sıra beklerlerdi. Müderris ve kadıların tayin,
terfi, nakil, azil gibi her türlü iĢlemleri, ileride detaylı olarak bahsedeceğimiz
68
Cihan, s. 42. 69
Kazıcı, İslam Müesseseleri Tarihi, s. 124. 70
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 87. 71
Ġlber Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı, Turhan Kitabevi, Ankara,
1994, s. 13.
24
“ruznamçe” adı verilen defterlere kaydedilir, her türlü ihtilafta ruznamçeler esas
alınırdı.72
Kadılar padiĢah beratı ile tayin edilirlerdi ki bu berat, tayin iĢleminin
kanuni ispat belgesi durumundaydı. Bunsuz görev “beratsız fuzuli mahkeme
vurmak” diye tabir edilirdi.73
Kadılıklar büyük ve küçük kazalarla sancak ve eyalet olmak üzere baĢlıca iki
sınıftı. Tayinleri kazasker tarafından yapılan kaza kadılıkları; Rumeli, Anadolu ve
Mısır‟daki kazaların kadılıkları olmak üzere üç sınıftı. Rumeli‟deki kadı Anadolu‟ya,
Anadolu‟daki de Rumeli‟ye geçemezdi. Yükselmeler de ancak kendi bölgelerinde
olurdu.74
Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı‟nda atamaları Ģeyhülislam tarafından yapılan,
yüksek dereceli kadılıklara “Mevleviyet”, buralara tayin edilen kadılara ise “Mevali”
denilirdi. Mevleviyet kadılıkları kendi içinde; Ġstanbul Kadılığı, Haremeyn
Mevleviyeti, Bilad-ı Hamse Mevleviyeti, Mahreç Mevleviyeti, ve Devriye
Mevleviyeti olmak üzere 5 kısma ayrılmıĢtır.75
Müderrislerdeki, aldıkları yevmiyeye
göre gruplandırılma sistemi, Osmanlı kaza (yargı) sisteminde de mevcuttu. Bu
anlamda günlük üç yüz ile beĢ yüz akçe arasında gelire sahip olan kadılıklar,
mevleviyet olarak adlandırılıyordu. Mevleviyet kadılıkları idari askeri yapıdan
bağımsız bir teĢkilata tabi olduklarından dolayı, her eyalette bir mevleviyet kadısı
yoktu. XVI. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı‟da otuz dört eyalet varken, yirmi dört
tane mevleviyet kadısı vardı ve bunların sadece on tanesi eyalet merkezindeydi.76
72
Ġhsanoğlu, s. 264. 73
Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı, s. 13. 74
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı s. 91. 75
Nazire Doğan, Osmanlı İlmiye Sınıfı’nın Emekliliği İlmiye Tekaüd Sandığı’nın Kuruluşu ve
Faaliyetleri, , BÜSBE Tarih Anabilim Dalı, Yozgat, 2013, BasılmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, s. 15. 76
Bilgin Aydın, Rıfat Günalan, “XVI.Yüzyılda Osmanlı Devleti‟nde Mevleviyet Kadıları”, Prof.Dr.
Şevki Nezihi Aykut Armağanı (Nşr. Gülden Yıldız v.dğr.), Etkin Kitaplar, Ġstanbul, 2001, s. 21.
25
Mevleviyet kadılığına yükselebilmek için ancak Süleymaniye müderrisleri ile
Sahn-ı Seman ve bunların muadili medreselerin müderrislerinden olmak gerekiyordu
bunlar belli aĢamaları geçtikten sonra Ģeyhülislamlığa kadar yükselebilirlerdi. Sancak
ve kaza kadılarının terfi sistemi ise ayrı bir hiyerarĢi içinde düzenlendiğinden bu
kadılar mevleviyet kadılığına yükselemiyorlardı.77
Mevleviyetler ile kadılıklar farklı
yargı bölgelerinde bulunduklarından, mevali denilen yüksek dereceli kadıların,
sancak ve kaza kadıları üzerinde denetim hakkı, ya da tayin iĢlemlerine müdahale
gibi bir yetkileri yoktu.78
Kadıların derecelendirilmeleri ise küçükten büyüğe doğru Ģöyledir: Naibler;
Küçük Ģehir kadıları; Büyük Ģehir kadıları; Mahreç Kadıları (Bilad-ı AĢere) (Ġzmir,
Selanik, YeniĢehir Fener, Hanya, Kudüs-i Ģerif, Halep, Trabzon, Sofya, Galata,
Havass-ı Refia (Eyüp ve çevresi); Bilad-ı Hamse (Mısır, ġam, Bursa, Edirne ve
Filibe) kadıları; Haremeyn (Mekke, Medine) kadıları; Ġstanbul kadısı. Bunların
dıĢında kalan yerler için “kuzat” kadılar tayin edilirdi. Mevleviyet kadılığı mahreç
kadılığından Ġstanbul kadılığına kadar olan kadılıkları kapsardı.79
2.2.2.1. Kadılıkla Ġlgili Bazı Terimler
Ġlmiye bürokrasisinde kadılık görevine “mansıb”, herhangi bir kazada görevli
olan kadıya “mutasarrıf”, kadının göreve baĢlama tarihine “zaman-ı zabt” veya
“zaman-ı ittisal”, görevde kalma süresine “müddet-i örfiye”, görev süresinin bitiĢ
tarihine “zaman-ı infisal”, görevden ayrıldıktan sonra ikinci bir tayine kadar geçen
süreye “müddet-i infisal”, bir kazaya mutasarrıf olmak için bir ya da daha fazla
kiĢinin aday olarak sıraya girmesine “tevkît”, belli bir kaza için sıraya giren kadı
adaylarına “muvakkît”, sıraya girip kadılık görevini bekleme süresine “tevkît 77
Aydın, Günalan, s. 21. 78
Aydın, Günalan, s. 22. 79
Yakıt, s. 23-24.
26
müddeti”, imtihanda baĢarılı olup kadılık mesleğine girerek sırası geldiğinde bir
kazaya atanmasına “tenciz ve takrib”, kadı tevcih divanlarında mevcut kayıtlar
üzerinde yapılan iĢlemlere de “tashih” denirdi.80
Davacı, davasının diğer üç mezhepten birinin hükümlerine ve ictihadına göre
bakılmasını talep etmediği sürece, Osmanlı Kadısı yargılamayı Hanefi mezhebinin
kurallarına göre yapardı. Aynı Ģekilde Ģer‟i mahiyette olmayan meselelerde, özellikle
de mali konularda örfi kanunlar, yasaknâme ve benzeri kaynaklar bağlayıcı olur,
kadılar ilgili kurallara göre hüküm verirlerdi.81
Kadılık sisteminde düzenli bir teftiĢ mekanizmasından söz edilemez.
Denetleme ancak kadıların suiistimali ya da kanunsuzca verdikleri hükümlerin halkın
Ģikâyetine sebep olmasında veya problemin devlet yönetiminin dikkatini çekmesi
durumunda gerçekleĢirdi. TeftiĢi gerektiren bir durum meydana geldiğinde, Merkezî
hükümet beylerbeyi veya sancak beyi rütbesinde birini gönderirdi ki buna Müfettiş
Paşa denirdi. Ya da dergah-ı ali çavuĢlarından biri Mübaşir Müfettiş olarak
gönderilirdi. Merkezden de bir Kadı‟nın teftiĢle görevlendirilerek gönderildiği de
olurdu. Bunlara da Toprak Kadısı denmektedir. Yolsuzluğun arttığı bölgelere teftiĢ
için seyyar kadılar gider, gerektiğinde davalara da bakarlardı.82
Ġmparatorluğun sınırlarının geniĢlemesiyle tedrici olarak artan kadılıkların
sayısına oranla, medreseden eğitimini tamamlayarak mezun olan kadıların sayısında
daha hızlı bir artıĢa bağlı olarak yığılmalar görülmeye baĢlayınca, ġeyhülislam
Ebussuud Efendi Ġlmiye TeĢkilatı‟nda, mülâzemet usulünü de içine alan temel
bürokratik reformlar gerçekleĢtirmiĢ, kadıların görev sürelerine belirli sınırlamalar
getirmiĢtir. XVI. yüzyılın sonunda 1597‟de mevleviyet olan büyük kadılıkların süresi
80
Yurdakul, s. 136. 81
Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı, s. 54. 82
Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı, s. 46.
27
bir yıl, küçük kadılıkların görev süresi ise iki yıl olarak tespit edilmiĢtir.83
Daha sonra
kaza kadılarının süreleri yirmi aya inmiĢtir.
Süresi dolan kadı mazul olur, yerine bu göreve sıradaki kadı tayin edilirdi.
Süresi dolan mazul kadı Ġstanbul‟a gelerek her çarĢamba günü kazasker dairesine
mülâzemet edip sıra beklerdi. Bir kaza kadısı suçu olmayıp müddetini doldurmadan
herhangi bir durum dolayısıyla infisal ederse, tekrar tayininin gerçekleĢmesinde bu
müddet infisali zamanında mahsup olmak üzere telafi edilirdi.84
Klasik sonrası dönemde Ġlmiye TeĢkilatı‟nda meydana gelen yığılma yüksek
dereceli ulemayı da etkilemeye baĢladı. Mansıbların yetersiz kalması üzerine
özellikle yüksek dereceli ulema atamalarında XVI. yüzyılın sonlarından itibaren
“payeli tayin” uygulaması baĢlamıĢtır. Bu uygulama sayesinde ilmiye sınıfına
mensup kiĢilerin yükselebilmesi veya yükseltilebilmesi için bir üst medreselerde ve
kazalarda boĢ kadroların ortaya çıkmasına gerek kalmamıĢ, süreyi doldurmuĢ olan
ilmiye mensupları yükselmeleri gereken görevin payesini alarak hareketlerini
gerçekleĢtirmiĢ oluyorlardı.85
Kadıların tayin sürelerinin ve görevlerinin kısa tutulması sayesinde
hiyerarĢide meydana gelmesi muhtemel olan tıkanıklıklar önlenmekteydi. Ancak
sürelerin belirsizliği ve kanun hükmüne aykırı olarak daha da kısaltılması, ciddi
problemler doğurmuĢtur. Öncelikle kadıların görev ahlakında sarsıntılar meydana
geldi. Görevde kalma sürelerini güvence altına almak için kanunsuz harcamalar
yapıp rüĢvet gibi olumsuz davranıĢlara tevessül ettiler. Bu makama gelebilmek için
83
Cihan, s. 45. 84
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 94-95. 85
Yasemin Beyazıt, “Tanzimat Devri ġeyhülislamlarından MeĢrebzâde Arif Efendi ve Kadılık
Kurumundaki Ġstihdam Sorunu”, http://yayinlar.yesevi.edu.tr/files/article/402.pdf, EriĢim Tarihi:
15 Mart 2014.
28
yaptıkları harcamaları fazlasıyla kazanmak için maalesef türlü usulsüzlüklere
baĢvurdular.86
Kadılık sisteminde görülen diğer bir olumsuzluk da infisal sürelerinin
uzaması nedeniyle meydana geliyordu. Ġnfisal dönemlerinde geçim sıkıntısı çekmek
istemeyen kadılar; müderrislik, muallimlik, naiblik, müfettiĢlik gibi görevleri yerine
getiriyorlardı. Bu sürenin uzaması onları meslekten uzaklaĢtırıyor, esnaflık gibi
toplumun diğer zümreleri arasına karıĢmalarına neden oluyordu. Yine uzayan bu
infisal süreleri nedeniyle kitaplarını dahi satmak zorunda kalan kadılar mevcuttu.
Özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren artıĢ gösteren kadıların ve naiblerin usulsüz
davranıĢlarına örnek olarak; kanunsuz yollarla halktan para toplamaya çalıĢmaları,
rüĢvet almaları, ayan ile birleĢerek reayaya zulüm etmeleri gösterilebilir.87
Diğer bir suiistimal türü ise “Devre Çıkma” usulünde meydana gelmiĢtir.
Naiblerin teftiĢ veya keĢif gibi iĢlemleri yerine getirme maksadıyla makul sayıda
görevlisiyle köy ve nahiyelere gitmelerine denilen “Devre Çıkma”da da
usulsüzlükler baĢ göstermiĢtir. Kadılar; köy köy, çoğunlukla diğer Mülkî ve askeri
amirler ve kalabalık bir heyetle gezerek, köylünün bedava yem ve yemeğini almak,
resm-i kısmet için zorla dava görmek, talep harici miras taksimi veya normal ölüm
ve kaza sonucu ölümlerden cerime almak gibi yolsuzluklara baĢvurdular.88
Osmanlı Ģehir idaresinde beledi ve Mülkî idare fonksiyonları birbirinden
kesin çizgilerle ayrılmadığından, kadı‟nın adli görevi yanında idari, ilmiye hatta
askeri görevleri de bulunmaktadır. Kadı; Ģehrin yargı mercii olduğu kadar, asayiĢin
amiri, vakıfların denetçisi, beledi hizmet ve zabıta görevlerinin de amiridir.89
Kadılar
86
Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı, s. 16-17. 87
Beyazıt, http://yayinlar.yesevi.edu.tr/files/article/402.pdf, EriĢim Tarihi: 15 Mart 2014. 88
Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı, s. 33. 89
Kazıcı, İslam Medeniyetleri ve Müesseseleri Tarihi, s. 195.
29
ileride hüküm verirken kendilerini zor duruma düĢürebilecek her türlü davranıĢtan ve
de ticari faaliyetlerden kaçınmak zorundaydılar. Bu bağlamda; ticaret yapamaz, borç
alıp veremez, hediye kabul edemez ve de umumi ziyafetlerde bulunamazlardı.90
XVI. yüzyıla kadar kadılar geçimlerini, tımar gelirleri ve de yaptıkları
iĢlemlerden aldıkları ücretlerle temin ediyorlardı. Kadıların yaptıkları çeĢitli
muamelelerden belirli miktarda ücret almaları birtakım suiistimal ve rüĢvet
olaylarına da sebep oluyordu. Bu duruma önlem amacıyla Yıldırım Beyazıt
döneminde, kadılara hücceten 25, sicilden 7, nikah akdinde 12 akçe, miras
taksiminde de %2 harç tahsis edilmiĢtir. XVI. yüzyıldan sonra kadılara tımar verme
usulüne de son verilmiĢtir.91
Ġlk zamanlarda kadılar halk arasındaki davaları camilerde görürlerdi.
Davacılar kadıların yanına gelerek Ģikâyetlerini iletirler, kadılar da davayı adalet
ölçüsünde sonuçlandırmaya çalıĢırdı.92
Kadılık gibi oldukça yoğun, yorucu ve sorumluluk isteyen bir görevi yürüten
kadı, doğrudan kendisine bağlı veya dolaylı olarak kendisine karĢı sorumlu olan çok
sayıda personeli ile birlikte bu vazifenin gereklerini yerine getirirdi. Doğrudan bağlı
olan personel arasında naib, kassam, muhtesib, mimar, katip, muhzır (adli polis),
tercüman (farklı etnik unsurların olduğu bölgelerde), imam, papaz, haham (mahalle
seviyesinde adli ve hukuki faaliyetlerinde) ve ayak hizmetleri gören personel
gösterilebilir. Kazanın büyüklüğüne ve iĢ hacmine göre bu görevlilerin sayısı
çoğalabilirdi. Yaptıkları faaliyetleri belli sürelerle kadıya takdim etmek zorunda olan
ve icraatında kadıya karĢı sorumlu bulunan personel arasında ise; mütevelli, esnaf
90
Kazıcı, İslam Medeniyetleri ve Müesseseleri Tarihi, s. 196. 91
Cihan, s. 44. 92
Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB, Ankara, 1983, Cilt:
2, s. 120.
30
kethüdası, subaşı, sipahi v.s. gibi belirli zümre ve birimlerin idaresini yürüten
görevliler bulunmaktadır.93
Kadı‟nın azil sebeplerini ise Ģöyle sıralayabiliriz. Kadı‟nın aklını ve temyiz
kabiliyetini kaybetmesi; Kör, sağır veya dilsiz olması; Görevini kötüye kullanması,
rüĢvet alması veya kanunu ihlal etmesi; Ġmanını kaybetmesi; Yolsuzluğunun
anlaĢılması. Ayrıca bilgisizliği anlaĢılır veya bizzat kendi, mesleki yetersizliğini
açıklarsa dünyevi otorite tarafından azledebilirdi.94
2.2.3. Kazasker
Ġlmiye TeĢkilatı‟nın en yüksek mertebelerinden birinin adı olan “Kazasker”
lügatte asker kadısı, ordu kadısı olarak tanımlanmaktadır.95
Kaynaklarda kadî-i asker
veya kadîlasâkir, kadîlcünd, kadîleĢker olarak da geçerken, terim Osmanlılarda
kazasker Ģeklini almıĢ ve yaygınlık kazanmıĢtır. Divan üyesi olmalarından dolayı,
Osmanlı kaynaklarında kazaskerler için bazen “Sadreyn Efendiler, Sadr-ı Rumeli,
Sadr-ı Anadolu” tabirleri de kullanılmaktadır.96
Ġlk sistemli uygulamanın Hz. Ömer‟in Ebü‟d-Derda‟yı Suriye‟de bulunan bir
birliğe atamasıyla baĢlayan bu müessesede bulunanlar, asker arasındaki ihtilaflara
bakmakla yükümlüydüler. Farklı isimlerle; Emeviler, Abbasiler, Endülüs Emevileri
ayrıca Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Zengiler, HarizmĢahlar,
Karamanoğulları, Akkoyunlular ve Karakoyunlular gibi Ortaçağ Türk-Ġslam
devletlerinde de kazaskerlik müessesesi mevcuttu.97
Bu müesseseyi Anadolu
Selçuklularından aldığı düĢünülen Osmanlı Devleti‟nde, askeri sınıfın Ģer‟i ve hukuki
93
Ġhsanoğlu, s. 265. 94
Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı, s. 10. 95
Pakalın, Cilt: 2, s. 229. 96
Mehmet ĠpĢirli, “Kazasker”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ankara, 2002, Cilt: 25, s. 140. 97
Mehmet ĠpĢirli, “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)”, Belleten, Cilt: 61, Sayı:
232, 1998/1, s. 597-602.
31
iĢlerini yürütmek amacıyla oluĢturulan bu makama ilk olarak Birinci Murad
zamanında, Bursa Kadısı Çandarlı Kara Halil Hayreddin Efendi tayin edilmiĢtir.98
Osmanlıdaki kazasker; miras taksimi, orduda asker arasındaki problemlerin
çözümü görevi ile kaza ve eğitim-öğretim iĢlerinin düzenli bir Ģekilde
yürütülebilmesi için kadıların ve müderrislerin tayin edilmesi ve bunlarla ilgili diğer
iĢlemlerin yapılması görevini beraber yürütürdü. Osmanlılardan önceki Ġslam ve
Türk Devletlerinde bu iki görevi birlikte yürüten bir makam bulunmamakta;
Kadîlkudatlık, Ordu Kadılığı, KadîleĢker, Kadîlaskerlik makamlarının belirli
ölçülerde yukarıdaki görevleri ifa ettikleri görülmektedir.99
XVI. asrın ikinci yarısına kadar bu makama gelebilmek için belli bir sistem
yoktu. Kazaskerliğe mevleviyet denilen beĢ yüz akçe yevmiyeli büyük kadılıklardan
gelinebilirdi. Bu tarihten sonra kazasker atamasına bir düzen getirilerek, Anadolu
Kadılığına Anadolu Kazaskeri payesiyle Ġstanbul Kadılığı yapanlar getirilmeye
baĢlanarak oradan Rumeli Kazaskerliği‟ne gelme kuralı getirildi. Daha sonra ise
çıkarılan Paye Kanunu ile, mevleviyetlerin ve kazaskerlerin öncelikle o makamın
payesini almaları sonra fiilen kazasker olarak tayin edilmeleri kanunlaĢtırıldı.
Kazaskerlik görevinde kalma müddeti XVI. asra kadar iki sene iken, daha sonra bir
yıla indirildi. Süreyi dolduran zât, kazasker mazulü sayılır yerine sıradaki kazasker
tayin edilirdi. Paye Kanunu icabı; Anadolu Kazaskeri önce o makamın payesini alır
ve sonra fiilen Anadolu Kazaskeri olur ve buradan da Rumeli Kazaskerliği payesini
alır ve sonra da fiilen Rumeli Kazaskerliği‟ne tayin edilirdi. XVI. asrın ikinci
yarısından sonra ġeyhülislam olabilmek için Rumeli Kazaskerliği görevini yapmıĢ
98
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 151. 99
ĠpĢirli, “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)”, s. 597.
32
olma Ģartı getirildi. Ancak nadiren de olsa Rumeli Kazaskeri olmadan Anadolu
Kazaskerliği yapmıĢ olanlardan ġeyhülislam olanlar da vardı.100
Tayin iĢlemleri belli bir prosedüre bağlı olarak gerçekleĢirdi. Ġlmiye
TeĢkilatı‟nın diğer pek çok biriminde olduğu gibi Anadolu ve Rumeli kazaskerlikleri
paye ve mansıbını almak için de paye ve mansıb talep dilekçeleri mabeyne ya da
Ģeyhülislamlığa, belli bir tarih ve süre kaydı olmadan teslim edilirdi. Mabeyne
verilen dilekçeler incelenerek görüĢ bildirilmek üzere Ģeyhülislama havale edilirdi.
ġeyhülislam da konu hakkındaki görüĢünü bildiren yazısını mabeyne arz eder,
padiĢah da genellikle Ģeyhülislamın görüĢleri doğrultusunda tayin yapılmasını
emreder böylece de tayin iĢlemi gerçekleĢmiĢ olurdu.101
Kadıların nakil ve becayiĢ (tebdil) iĢlemleri çeĢitli Ģekillerde yapılır ve bu
iĢlemler de ruznamelere kaydedilirdi. Bazen iki kadı, kendi arzuları ve “misli ile”
görev yerlerini değiĢtiriyorlardı. Bazen taraflardan birinin veya her iki tarafın terfi ile
nakli yapılıyordu. Üç Kadı‟nın kendi aralarında görev yerlerini değiĢtirdikleri olurdu.
Ancak bir engelin çıkması durumunda bütün iĢlemler durdurulabilir ve tayin iĢlemi
gerçekleĢmeyebilirdi.102
Osmanlı‟da gerçek anlamda tek otorite olan PadiĢah, Kazaskerlerin
tayinlerinde olduğu gibi azillerinde de yetkiliydi. Özellikle XVI. yüzyılın sonlarından
itibaren giderek artan bu aziller birçok nedene bağlı olarak yapılırdı. Bu nedenlerden
belki de en önemlisi kazasker ve mevalinin sürelerinde kısıtlamaya gidilmesiydi.
Hatta birçok kez bu sürenin bitiminin bile beklenmediği oluyordu ki bu durum
dönemin kaynaklarında birçok eleĢtiriye muhatap oluyordu. Bunun yanında
100
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 152. 101
Yurdakul, s. 96-97. 102
ĠpĢirli, “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)”, s. 669.
33
Kazaskerler; hastalık, sadrazamla anlaĢamama, ilmî yetersizlik, görevde ihmal, siyasî
ayaklanma, saltanat değiĢikliği gibi sebeplerle de görevden azledilmiĢlerdir.103
XV. yüzyıl sonuna kadar tek bir Kazasker yeterli görülürken, Fatih‟in son
dönemindeki fetih hareketleri ile sürekli geliĢerek bir imparatorluk haline dönüĢen
Osmanlı‟da tek kazaskerin yetersiz kalması üzerine, 1480 yılında Rumeli ve Anadolu
Kazaskeri104
olmak üzere sayı ikiye çıkarılmıĢtır. Görev sorumluluk sınırları ise;
Anadolu Kazaskeri boğazlardan itibaren devletin bütün doğu ve güney, Rumeli
Kazaskeri ise Avrupa yakasındaki bulunan kadıların iĢlerine bakardı. Rumeli
Kazaskeri rütbece daha üstün kabul edilirdi.105
Ġmparatorluğun Rumeli kesimi;
yüzölçümü, kaza sayısı, ve kazaskerlere sağladığı gelir itibariyle Anadolu‟ya göre
daha az olmasına rağmen, Rumeli Kazaskerliğine daha çok itibar edilmesi genellikle,
Rumeli‟nin “darü‟l-cihad” oluĢu ve Osmanlı Devleti‟nin baĢlangıçtan beri Rumeli‟ye
ve oradaki fetihlere büyük önem vermesi106
, o yönden ilerlemeyi değiĢmez bir
siyaset haline getirmiĢ olması ile izah edilir.107
Yavuz Sultan Selim, Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarını fethederek
Osmanlı ülkesine kattıktan sonra 1516 yılında Diyarbekir (Diyarbakır) merkezli Arap
ve Acem Kazaskerliği adı altında üçüncü bir Kazaskerlik kurarak, baĢına meĢhur
tarihçi ve alim Ġdrîs-i Bitlisî‟yi getirdi. Ortaylı, bu kazaskerliğin daha ziyade Ġdris-i
Bitlisi gibi feodal bir beyin ve tanınmıĢ bir bilginin, yeni fethedilen Doğu ve
Güneydoğu Anadolu topraklarının entegrasyonunda oynayacağı rolün göz önüne
103
ĠpĢirli, “Kazasker”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 25, s. 141. 104
Bu zamanda Mustafa Kestelli‟ye Rumeli Kazaskerliği, Hacı Hasan Zâde Mehmed Efendi‟ye de
Anadolu Kazaskerliği verilmiĢtir. 105
Ünal, s. 54. 106
Doğu siyasetine ve doğudaki fetihlere büyük önem veren Yavuz Sultan Selim bile, zaruri gördüğü
bu fetihleri tamamladıktan sonra Rumeli‟ye geçerek orada ilerlemek istediğini Kemal PaĢazâde‟ye
“ĠnĢallah niyetim feth-i Efrenciye‟dir” demiĢtir. Bkz; Lütfi PaĢa, Asafname, Ġstanbul, 1326, s.21.,
Aktaran, ĠpĢirli, “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)” s. 662. 107
ĠpĢirli, “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)”, s. 662.
34
alınarak kurulduğunu söylemektedir.108
Daha sonra, Merkezî Ġstanbul‟a nakledilen
bu makama Fenerizâde Mehmed ġah getirildi. Fenerizâde‟nin 1518 yılında bu
görevden ayrılmasından sonra bir süre vekaletle yürütülen Arap ve Acem
Kazaskerliği kaldırılarak, vazife ve yetkileri Anadolu Kazaskerliğine bırakılmıĢtır.109
Kazaskerliğin kuruluĢunun, fetva makamı olan Ģeyhülislamlığın kuruluĢundan
çok daha önce gerçekleĢtirilmiĢ olması, Osmanlı devlet teĢkilatında kazanın önem ve
zaruretini göstermektedir. Ancak bu önemine rağmen, müessesenin ilk dönemlerdeki
iĢleyiĢi, ilk kazaskerlerin hayatları ve faaliyetleri hakkında doyurucu bilgilere sahip
değiliz.110
II. Mehmed dönemine kadar bütün vezir-i azamlar görevlerine kazaskerlikten
yükselerek gelebiliyorlardı. Burada önemle üzerinde durulması gereken nokta, vezir-
i azamın vezirler arasından değil de kazaskerlerden seçilmiĢ olmasıdır. Buradan
anlaĢılıyor ki; Osmanlı Devlet düzeninde kazaskerlik, vezir-i azamlıktan sonra gelen
ve vezirlik görevinden daha üstün ve itibarlı kabul edilen bir makamdı. Nitekim
Molla Gürani Fatih‟in defalarca teklif ettiği vezirlik görevini reddettiği halde
kazaskerlik teklifini kabul etmiĢtir.111
XVI. asır ortalarına kadar derece itibariyle müftü yani Ģeyhülislamlığın
üstünde yer alan kazaskerlik, Ebussuud Efendi‟nin Ģeyhülislamlığından itibaren bu
üstünlüğü yitirmiĢtir. Bununla beraber XIX. asır ortalarına kadar Divan-ı Hümayun
azalığı devam etmiĢtir.112
Eğitim ve Yargı TeĢkilatının sevk ve idaresi; ordunun ve askeri (yönetici)
zümrenin savaĢ ve barıĢ sırasında hukuki ihtiyaçları ve problemlerinin çözülmesi ve
108
Ortaylı, Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, s. 232 109
Kazıcı, İslam Medeniyetleri ve Müesseseleri Tarihi, s. 203. 110
ĠpĢirli, “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)”, s. 607. 111
Mustafa ġentop, Osmanlı Yargı Sistemi ve Kazaskerlik, KurtiĢ Matbaacılık, Ġstanbul, 2005, s. 3-4. 112
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 153.
35
davalarının görülmesi Ģeklinde iki ana baĢlıkta görevleri olan Kazasker, bu
görevlerinin yanında ġeyhülislamı teyit anlamında veya bazı nedenlerle Ģeyhülislam
yerine siyasi ve idari fetvalar da vermektedir.113
ġeyhülislamların Divan‟da ve
Meclis-i Vükelada bulunmaları çok ileri tarihlerde olduğu için, divanın tabii üyesi
olan kazasker, buradaki dini meseleleri çözmekle sorumlu olan kiĢiydi. 114
Divan-ı
Hümayun‟daki davalarda bulunan Kazasker, salı ve çarĢamba günleri dıĢında her gün
kendi konaklarında kendilerine havale olunan Ģer‟i ve hukuki iĢlere bakarlar, her
cuma ise PaĢakapısı‟nda sadrazamın ikindi divanına katılırlardı. Burada davaları
genellikle Rumeli Kazaskeri dinlerdi ancak iĢ yoğunluğunun arttığı dönemlerde
Anadolu Kazaskeri de davalara bakardı. Dava konusu, kadılıklardan gelen
itirazlardan oluĢuyorsa, kazaskerler istinaf mahkemesinin görevlerini yaparlardı.
ġayet Sadrazam, kazaskerin verdiği hükümlerden Ģüphelenirse teftiĢ mekanizmasını
harekete geçirerek iĢlemlerini teftiĢ ettirirdi.115
Kazaskerlere tahsis edilmiĢ bir resmî
daire bulunmadığından, davaları kendi konaklarında görürler ve Ġlmiye TeĢkilatı‟nın
iĢleriyle meĢgul olurlardı.
Ülke çapında geniĢ bir teĢkilatın baĢı olan ve çok geniĢ kapsamlı görevleri
bulunan kazaskerler elbette iĢlerini tek baĢlarına yapamazlardı. Bu önemli iĢlerinde
kendilerine yardımcı olmak için çalıĢan çok sayıda memurları vardı. Bunlar
içerisinde en yetkili olan ve taĢrada kazaskeri temsil eden Askeri Kassamlar idi.
Kassamlar bulundukları bölgede kazaskeri temsil ettiklerinden dolayı, sadece miras
taksimine bakmakla kalmayıp, onun adına çeĢitli davalara
113
II. Osman kardeĢi ġehzade Mehmed için kardeĢ katli fetvası istemiĢ, ġeyhülislam Esad Efendi‟nin
vermemesi üzerine Rumeli Kazaskeri TaĢköprüzâde Kemaleddin Efendi‟den aldığı fetva ile
ġehzade Mehmed‟i bertaraf etmiĢtir. ( bkz. Ġhsanoğlu s. 268.) 114
Pakalın, Cilt: 2, s. 230. 115
Yakıt, s. 23-24.
36
bakarlardı.116
Kazaskerlerin her birinin tezkireci, ruznamçeci, matlabçı, tatbikçi,
mektupçu, ve kethüda olmak üzere altı yardımcısı vardı. Bunlardan tezkireci, resmî
yazıĢmaları yönetir. Ruznamçeci, müderris ve kadıların tayini için gerekli sicil, sıra
ve kayıt iĢlemleriyle uğraĢır. Matlabçı, sıra ve kıdem esasına dayanan ilmiye
mensupları tayinleriyle meĢgul olur ve gerekli kayıtları tutar. Tatbikçi, büyük
kadıların basılmıĢ mühürlerini muhafaza edip, bunların gönderdikleri evrakların
altındaki mühürle kendi yanındaki defterde olan mührü karĢılaĢtırarak sahte olup
olmadığını kontrol ederdi. Mektupçu, kazaskere ait bütün yazılı evrakları, muhaberat
ve muharreratı idare ederdi. Kethüda ise kazaskerlerin bütün umur ve hususatiyle ve
para iĢleriyle meĢgul olurdu.117
Kaynaklarda, kazaskerlerin ilk dönemlerde tımar ve has gelirleri olduğu
bilgilerine rastlanırken, bunun yanında ayrıca maaĢ (mevacib) aldıklarına dair
herhangi bir bilgi yoktur. Ġlk kez Fatih Kanunnâmesi‟nde yevmiye olarak beĢ yüz
akçe aldıkları belirtilmektedir. Kazaskerlerin, padiĢahların tahta çıkarken dağıttıkları
cülus bahĢiĢinden ve de hediyelerden pay aldıkları bilinmektedir. Bunun yanında
kadı ve müderrisle beraber bazı tevcîhat beratlarından belli miktarlarda harç
alırlardı.118
Bu zor ve sorumluluk isteyen Kazaskerlik görevini ifa eden Ģahıslar, kadı
ve müderris atamalarından “resm-i kısmet” adıyla harç da alırlardı ki, bu gelir günde
sekiz-on bin akçeye kadar yükselebiliyordu.
Tüm bu gelirler ile mirasın intikali, müsadereden muaf tutulma gibi gerçekler
de göz önünde tutulduğunda, ilmiye sınıfının imparatorluğun en zengin ailelerini
içerdiğini söylemek çok da zor değildir.119
Özellikle III. Murad ve III. Mehmed
devirlerinden itibaren zamanla duraklama dönemine giren Osmanlı ekonomisi ve bu
116
ĠpĢirli, “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)”, s. 623, 697. 117
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 154-155. 118
ĠpĢirli, “Kazasker”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 25, s. 141. 119
Ortaylı, Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi, s. 232-233.
37
nedenden dolayı artan enflasyona karĢı kazasker maaĢlarına zam yapılmaması,
onların ekonomik sıkıntı çekmesine neden olmamıĢtır. Çünkü diğer gelirleri yanında
aldıkları maaĢ sadece sembolik bir anlam taĢımaktaydı. Bunun yanında emekli
olunca diğer gelirleri kesildiğinden, mazuliyet maaĢları hiçbir zaman sabit kalmamıĢ,
zamanın akıĢı içinde devamlı olarak artmıĢtır. 120
Bu da Osmanlı Devleti‟nin Ġlmiye
TeĢkilatı‟na ve de özellikle kazaskerlere ne kadar çok önem verdiğini göstermede
önemli kriterlerden sayılabilir.
Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda “elkab”, görevlinin mevkiini belirlemede önemli
bir unsur olup, her meslek erbabının özel niteliklerini içeren elkabı bulunmaktaydı.
Kanunnâme ve münĢeat mecmualarında kazaskerlerin elkabı farklı Ģekilde
verilmektedir.121
Kazaskerlerin kendilerine has kıyafetleri vardı. Ġlmiye ricalinden
olduklarından esas itibariyle ilmiye sınıfına ait kıyafetler giyseler de, Divan-ı
Hümayun üyesi olmaları sebebiyle merasimlerde giydikleri kıymetli elbiseleri vardı.
Kazaskerler baĢlarına yuvarlak, üzeri kıvrımlı örf denilen sarığı giyerlerdi.
Arkalarına çeĢitli zamanlarda ve merasimlerde giydikleri kaftan, yazlık ve kıĢlık
samurlar, yazlık hilat, örf feracesi, uzun yenlü sof ve uzun yenlü abai, erkan feracesi,
kabanice Ģeklinde üzeri yakalı ve uzun yenlü sof gibi elbiseler giydikleri kaynaklarda
belirtilmektedir.122
Ebussuud Efendi‟den itibaren nüfuzlarını ve teĢkilat içindeki liderlik
konumlarını kaybetmeye baĢladığını belirttiğimiz kazaskerlerin, 19. yüzyıl ortalarına
120
ĠpĢirli, “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)”, s. 621. 121
Fatih Kanunnâmesi‟nde, müftü efendi, hoca efendi, ve kazaskerler elkabı müĢterek olarak Ģu
Ģekilde verilmektedir: “A‟lemü‟l-ulemai‟l-mütebahhirin efdalü‟l-fudalai‟l-müteverriin yenbu‟u‟l-
fazl ve‟lyakin varisü ulumi‟l- enbiya ve‟l-mürselin, keĢĢafü‟l-müĢkilat-ı diniye ve sahhahu
müte‟allikati‟l yakiniyye keĢĢafu rümuzi‟d-dekayık hallalu müĢkilati‟l halayık… (Aktaran, ĠpĢirli,
“Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)”, s. 633. 122
ĠpĢirli, “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)”, s. 634.
38
kadar Divan-ı Hümayun üyelikleri devam etmiĢtir. 1914 yılında birleĢen kazaskerlik
makamları Anadolu Kazaskerliği adıyla yeniden düzenlenmeye çalıĢıldı, fakat kurum
Cumhuriyet döneminde kaldırılarak tarih sahnesinden çekildi.123
2.2.4. Müderris
Ġslami öğretimin Merkezînde öğretmen olduğundan, Müslümanlar ilmi ders
veren hocalardan öğrenmeye özel bir ihtimam göstererek, öğrencinin ilmi tek baĢına
kitaplardan almasına karĢı çıkmıĢlardır. Nitekim bu konuda Mus‟ab ez-Zubeyr: “
Ġnsanlar ezberlediklerinin en güzeli ile konuĢurlar, yazdıklarının en güzelini
ezberlerler, iĢittiklerinin de en güzelini yazarlar. Edebi aldığın zaman ehliyetli olan
kimselerin ağızlarından al. Bu takdirde sen sadece seçilmiĢ ve dizilmiĢ inciler
iĢitirsin.”124
derken, Ġmam ġafii: “Her kim bir öğretmene ihtiyaç görmeden
kitaplardan bilgi sahibi olmaya çalıĢırsa hükümler kaybolur.” demiĢtir.125
ĠĢte Ġslam
medeniyetinde ilim tahsilinde görülen bu ihtiyacı karĢılamakla görevli olan kiĢi de
“müderris”tir.
Sözlükte “okumak, anlamak, bir metni öğrenmek için tekrar etmek”
anlamındaki “de-ra-se” kökünün “tef‟îl” kalıbından türeyen müderris; medrese ve
camide tedris görevini yürüten hoca anlamında kullanılan bir tabirdir.126
Uzun bir
öğrenim hayatı sonrası almaya hak kazandığı icazet (temessük)127
, mülâzemet ve
beratla medreselerde ve camilerde talebelere alet ilimleri ve dini ilimleri öğretenlere
“müderris”, bu göreve de “müderrislik” denmiĢtir. Ġslam aleminde X. asırdan sonra
123
Cihan, s. 42. 124
Ahmed Çelebi, İslamda Eğitim-Öğretim Tarihi, (Çvr. Ali Yardım), Damla Yayınevi, Ġstanbul,
1976, s. 208. 125
Mustafa Bilge, İlk Osmanlı Medreseleri, ĠÜEF Yayınları, Ġstanbul, 1984, s. 18. 126
Pakalın, Cilt: 2, s. 598. 127
Ġcazetname ve Temessük denilen diplomada okunan dersi Ġslamın zuhurundan icazetname alanın
zamanına kadar kimler okutmuĢsa onların isimleri yazılırdı. Bu itibarla icazetnameler aynı
zamanda birer silsilename idi. ( bkz. Pakalın, Cilt: 2, s. 19.)
39
yaygınlaĢmaya baĢlayan müderris tabiri günümüzdeki Profesör karĢılığında
kullanılan bir terimdir.128
Medreseye gerçek anlamda bir teĢkilatlanma getiren
Selçuklu Veziri Nizamülmülk‟ün, XI. yüzyılda Nizamiye medreselerini kurmasından
sonra, burada tedris görevinde bulunan en yüksek rütbeli ilim adamı için
kullanılmaya baĢlanılarak resmî bir hüviyete bürünmüĢtür. Müderris kelimesi
herhangi bir ilim dalı anılmadan tek baĢına kullanıldığında fıkıh hocası kastedilirdi;
hadis, kıraat, tasavvuf ve nahiv gibi ilimleri öğreten kimseler için de genellikle
“Ģeyh” kelimesi tercih edilirdi. MeĢyehatü‟l-Kur‟an, MeĢyehatü‟l-Hadis,
MeĢyehatü‟n- Nahv gibi. 129
Müderris sadece ders vermekle kalmayıp aynı zamanda
medresedeki akademik faaliyetleri yürüten ve de bu faaliyetlerden sorumlu olan
kimse idi.130
Bütün islami ilimlerin temeli Kur‟an-ı Kerîm‟e dayandığından, Ġslam eğitim
ve öğretimi için öncelikli mesele Kur‟an‟ın öğretilmesidir. Bu anlamda Kur‟an-ı
Kerîm‟i ilk öğreten kiĢi olan Hz. Muhammed, Ġslam dünyasında ilk hoca ve ilk
muallim olarak kabul edilmektedir.131
Ġslam‟da eğitim-öğretim faaliyetleri, Hz.
Peygamber‟in Mekke‟de iken sahabeden Erkam b. Sabit‟in evinde gerçekleĢtirdiği
Kur‟an öğretimi ile baĢlar. Hicretten sonra Medine‟de tesis edilen “Suffa” ise Ġslam
dünyasında eğitim ve öğretimin, dolayısıyla öğretim mekânının ilk örneğini teĢkil
eder.132
Ġslam‟ın ilk dönemlerinde eğitim faaliyetleri mescitlerde baĢlamıĢ, zamanla
buralarda verilen derslerin çeĢitlilik kazanması ve katılımların artması bir takım
zorluklara neden olmuĢ, mekân sıkıntısı gibi nedenlerle yeni öğretim kurumlarına
128
Mehmet ġeker, Ziya Kazıcı, İslam-Türk Medeniyeti Tarihi, Çağrı Yayınları, Ġstanbul, 1982, s. 160. 129
Nebi Bozkurt, “Müderris”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2006, Cilt: 31, s. 467. 130
Ġhsanoğlu, s. 260. 131
ġeker, Kazıcı, s. 160. 132
Hamit Er, Osmanlı Devletinde Çağdaşlaşma ve Eğitim, Rağbet Yayınları, Ġstanbul, 1999, s. 19.
40
ihtiyaç duyulmuĢ ve eğitimin daha sağlıklı yürütülebilmesi için de medreseler
kurulmuĢtur.133
2.2.4.1. Osmanlı Devleti’nde Medrese ve Müderris
Osmanlı Devleti‟nin kuruluĢundan itibaren bütün Osmanlı Sultanları, ilim
adamlarına büyük saygı ve hürmet göstermiĢler, önemli devlet meselelerinde sürekli
ilim adamlarının fikirlerinden yararlanmıĢlardır. Nitekim devletin kurucusu Osman
Gazi, oğlu Orhan Gazi‟ye vasiyetinde; Allah‟ın emirleri doğrultusunda iĢ yapmasını,
bilmediği konularda ilim adamlarına danıĢmasını öğütlerken, devlet iĢlerinde ilmiye
sınıfının görüĢleri doğrultusunda hareket edilmesini istemiĢtir.134
Eğitimde fırsat eĢitliğini gözeten Osmanlı‟da eğitim-öğretim herkese açık,
Ģeffaf ve ücretsizdi, dileyen herkes bu haktan yararlanabilirdi. Ülkenin her tarafına
yayılmıĢ olan eğitim kurumlarının öğretmen, öğrenci, ders araç-gereçleri ve fiziki
kapasite giderleri baĢta olmak üzere, eğitim-öğretimin her türlü masrafı ise vakıflarca
karĢılanırdı.135
Orhan Gazi zamanında 1330 yılında Ġznik‟te 136
ilk Osmanlı medresesi
kurulmuĢ ve buraya müderris olarak da Türk alim ve mütefekkirlerinden Davud-i
Kayseri tayin edilmiĢtir.137
Yıldırım Beyazıd dönemi medrese sistemi için önemli
geliĢmelerin kaydedildiği bir dönemdir. Medrese sayısında gözle görülür bir artıĢ,
133
ġakir Gözütok, İslam’ın Altın Çağında İlim, Nesil Yayınları, Ġstanbul, 2012, s. 195-196. 134
Er, s. 49. 135
Ömer Özyılmaz, Osmanlı Medreselerinin Eğitim Programları, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara, 2002, s. 16. 136
Ġlk Osmanlı medresesi Ġznik‟te “Orhan Gazi Medresesi” olduğu yolunda genel bir kanaat vardır.
Ancak, Süleyman PaĢa‟nın Ġzmit‟te yaptırdığı medresenin de ilk medrese olduğu ileri
sürülmektedir. Osmanlı tarihi profesörü Arif Bey, ilk medresesi olduğunu, ancak Ġznik
medresesinin ondan daha çok Ģöhret bulduğunu belirtir. (Bkz; Mefail Hızlı, “KuruluĢundan
Osmanlılara Kadar Medreseler” Uludağ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 2, 1987, s. 279.) 137
Davud-i Kayseri, Büyük mutasavvıf ġeyh Muhyiddin-i Arabi‟nin üvey oğlu ġeyh Bedreddin-i
Konevi‟nin halifelerinden tefsir sahibi ġeyh Muhyiddin-i Arabi‟nin Fusus‟u-l Hikem‟ini Ģerheden
Kemalüddin Abdürrezzak-ı KaĢi‟nin halifesi olup, yüksek tahsilini Mısır‟da yapmıĢ Türk alim ve
mütefekkirlerindendir. 13 tane eseri olan mütefekkir, 1351‟de vefat ederek Çınardibi deniler yerde
defnedilmiĢtir. ( Bkz. UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 1.)
41
Daru‟l Kurra ve Daru‟Ģ-ġifa gibi yeni eğitim kurumlarının açılması hep bu dönemde
gerçekleĢmiĢtir. Ancak yine de sistem daha önceki Selçuklu ve Beylikler döneminin
devamı niteliğindedir. Medreselerde esaslı teĢkilatlanma ise çıkardığı kanunnâme ile
medreseleri derecelere ayıran Fatih Sultan Mehmed döneminde gerçekleĢmiĢtir.138
Ġlk medresenin kuruluĢundan, Yıldırım Beyazıt dönemine kadar Osmanlı
medreselerinin müderris kadrosu hep Selçuklu ve beylikler döneminin
medreselerinde yetiĢen alimlerden oluĢmuĢtur. Kütahya, Manisa, Kastamonu, Konya
gibi Ģehirler bu müderris kadrosunun ana kaynağı olan yerlerdi.139
XIII ve XIV. yüzyıllarda Suriye, Mısır, Ġran ve Orta Asya‟daki medreselerde
farklı alanlarda kendini ispatlamıĢ alimler bulunmaktaydı. Suriye ve Mısır; fıkıh,
tefsir ve hadis ilimlerinde öne çıkarken, Ġran ve Maveraünnehir bölgesinde ise akli
ilimlerde ön plandaydı. Bu nedenle Anadolu‟daki medreselerde yetiĢen alimler, din
ve hukuk alanındaki ihtisaslarını Suriye ve Mısır‟da; riyaziye, heyet, kelam ve felsefe
alanındaki ihtisaslarını ise Ġran ve Orta Asya‟da yapmayı tercih ediyorlardı.140
Bu
dönemde Türk ve Ġslam dünyası içinde, öğrenciler geniĢ bir bilim alıĢveriĢi içinde
bulunmuĢlardır. Fatih‟in yaptırdığı medreseler ve sağladığı imkanlar nedeniyle,
Osmanlı ülkesi eğitimde bir cazibe Merkezî haline dönüĢmüĢ, artık ülke dıĢında
öğrenime pek gerek kalmamıĢ, artık dıĢarıdan Osmanlı ülkesine ilim tahsil etmeye,
ya da ihtisas yapmaya gelenler görülmeye baĢlamıĢtır.141
138
Cahid Baltacı, XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, MÜĠF Yayınları, Ġstanbul, 2005, Cilt:1,
s. 73. 139
Osmanlı‟nın ilk müderrislerinin bu Ģehirlerde yoğun olarak yetiĢtiği,müderrislerin isimlerinden de
anlaĢılmaktadır. Konyevi, Davud-i kayseri, Larendevi, Karamani gibi. ( Bkz. Cevat Ġzgi, Osmanlı
Medreselerinde İlim, Ġz Yayıncılık, Ġstanbul, 1997, s. 128-131.) 140
Bilgin Aydın, Rıfat Günalan, , “Ruûs Defterlerine Göre XVI. Yüzyılda Osmanlı Müderrisleri”,
Osmanlı İzinde Prof.Dr. Mehmet İpşirli Armağanı (nşr. Feridun M. Emecen v. dğr), TimaĢ
Yayınları, Ġstanbul, 2013, s. 158. 141
Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, Pegem Akademi, Ankara, 2013, s. 61.
42
Osmanlı Medreseleri geliĢimini Fatih‟in Ġstanbul‟u fethiyle Ģehrin
Merkezînde bulunan Havariyyun Kilisesi‟nin kalıntıları üzerine cami ile birlikte inĢa
ettirdiği Sahn-ı Seman Medreseleri ve Kanuni Sultan Süleyman‟ın yaptırdığı
Süleymaniye Medresesi ile tamamlayarak zirveye ulaĢmıĢtır.142
Bu iki medrese fiziki
görünümleri, sahip oldukları maddi imkanlar, eğitim programlarının çeĢitliliği ve
zengin kütüphaneleri ile en üst seviyeyi temsil etmiĢlerdir.143
Fatih dönemine gelinceye kadar medreselerin ilmi seviyesinin
belirlenmesinde ana kriter müderris olarak görülüyordu. Bir sultan veya devlet adamı
medrese yaptırdığında, zamanın en tanınmıĢ ve de ilim bakımından en yüksekte
bulunan ilim adamını oraya tayin eder ve böylece burası o dönemin en yüksek
dereceli medresesi sayılırdı. Fatih‟in Sahn-ı Seman medreselerini kurmasıyla bu
anlayıĢ değiĢti ve medrese esas alınmaya baĢlandı. Ġlim adamları ilmi derecesine göre
seviyelerinin uygun olduğu medreseye atanırlar ve sırasıyla en üst dereceli
medreseye yükselirlerdi.144
Osmanlı eğitim sisteminde medreseler; okunan kitaba ve müderrisin aldığı
yevmiye miktarına göre farklı isimler alırdı. YaklaĢık on iki yıl süren bu sistemde
öğrenci sınıf ya da okulu değil, okuduğu kitabı geçerdi. Ayrıca aldıkları yevmiye
miktarı da müderrisin ilmi derecesini göstermekteydi.145
Belirli sürelerle sınırlı
olmayan eğitim faaliyetinin uzunluğu, talebenin Ģahsi baĢarısına bağlıydı. Ancak son
kademe olan Sahn-ı Semaniye‟ye geçmek için asgari üç yıllık eğitim Ģartı aranırdı.146
142
Er, s. 21. 143
Ġhsanoğlu, s. 260. 144
Er, s. 22. 145
Özyılmaz, s. 11. 146
Ġlber Ortaylı, s. 234.
43
Bu Ģekilde medreseler sırasıyla yedi derecelik bir sınıflandırmaya tabi
tutulurdu:
1- HaĢiye-i Tecrid ( Yirmili) Medreseleri
2- Miftah (Otuzlu) Medreseleri
3- Telvih (Kırklı) Medreseleri
4- Hariç (Ellili) Medreseleri
5- Dâhil (Ellili) Medreseleri
6- AltmıĢlı Medreseler
7- Sahn-ı Seman Medreseleri147
Osmanlı medrese sisteminde “haric” ve “dâhil” derslerini geçen talebe, Sahn-
ı Seman veya Süleymaniye seviyelerinde eğitim gördükten sonra mezun olur ve
Anadolu‟da görev alacaksa Anadolu kazaskerinin, Rumeli‟de görev alacaksa Rumeli
kazaskerinin belirli günlerdeki meclislerine devam ederek “matlab” denilen deftere
(ruznameye) mülazim kaydedilirdi. Bu defterler Ebussuud Efendi‟nin Rumeli
Kazaskerliğine geldiği döneme kadar düzenli olarak tutulmamıĢtır. Mezun olan
müderris adayı, sırası gelinceye kadar beklerdi ki buna “nöbet” deniliyordu. Atanma
sırası geldiğinde ise, en aĢağı derecedeki “HaĢiye-i Tecrid (Yirmili)”
medreselerinden birine yirmi akçe yevmiye ile müderris tayin edilerek müderrislik
hayatına baĢlardı.148
En alt seviyedeki medreselerden baĢlayarak sıra ile yükselip tüm üst dereceli
medreselere atanabilen müderrisler, Fatih döneminde en son Sahn ve Ayasofya
147
Ayrıntılı bilgi için bkz; Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s. 69.; UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye
Teşkilatı, s.19-20.; Baltacı, XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, Cilt: 1, s. 87-88. 148
Baltacı, XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, s. 108.
44
payesine kadar yükselebiliyorlardı.149
Bir üst seviyedeki medreseye yükselirken,
Ģayet üst payede boĢ bir medrese varsa ve de baĢka da talipli yoksa tayin iĢlemi
hemen gerçekleĢtirilirdi. ġayet bir medreseye birden fazla müracaat olursa,
müderrisler arasında yazılı ve sözlü sınav yapılarak atama iĢlemi gerçekleĢtirilirdi.150
Müderrislik derecesi yükseldikçe kadrolar da azalırdı. Bir de müderrisler
içinde sivrilmiĢ ve ilmî anlamda diğerlerinden daha üst seviyede olanlar vardı ki
bunlara “Kibar-ı Müderrisin” denirdi. Bu ilim adamları bir çeĢit mütehassıs
durumunda idiler.151
Kanuni döneminde kullanılmaya baĢlanan bu tabir, Medrese-i
Süleymaniye ve onun üstünde bulunan medreselerde ders okutanlara verilen bir
ünvandı.152
Devlete bağlı resmî kurumlarda eğitim görmemiĢ ancak dini ilimler üzerinde
gayri resmî olarak aldıkları eğitim sayesinde kendilerini yetiĢtirmiĢ kimseler de
vardı. Ülkenin ücra köĢelerinde bulundukları için devlet elinin fazla ulaĢamadığı
veya devlet medreselerinin pek bulunmadığı kasaba ve köylerde yetiĢen, düzenli ve
sistemli bir medrese eğitimi görmeyen kimselerdi. Ġcazet aldıkları hocaları da aynı
durumda olduğundan, ellerindeki icazetnameler de resmî değildi. Halk nezdinde
devletin resmî medreselerinde eğitim almıĢ ulemaya göre daha saygın bir yeri olan
bu kimseler, Sahn Medreseleri‟nde okuyarak buradaki bir müderristen icazet aldıktan
sonra benzer medreselerde ders veren ulemanın faydalanabileceği bir takım
imtiyazlardan faydalanamıyorlardı.153
149
Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s. 76. 150
Baltacı, XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, s. 109. 151
Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, ĠBB Kültür ĠĢleri Daire BaĢkanlığı Yayınları,
Ġstanbul, 1996, Cilt: 1, s. 40. 152
Veli Ertan, “Osmanlı Devletinde Ġlmiye Sınıfının Rütbe ve Payeleri”, Diyanet Aylık Dergi, Cilt:
26, Sayı: 4, 1990, s. 107. 153
Fahri Unan, “Osmanlı Resmî DüĢüncesinin Ġlmiye Tarîki Ġçindeki Etkileri: Patronaj ĠliĢkileri”,
Türk Yurdu Dergisi, Cilt: 11, Sayı: 45, 1991, s. 38.
45
Maddi imkanlar açısından Kadılığın, Sahn Müderrisliği‟nden bile daha iyi
durumda olması, müderrislerin büyük bir çoğunluğunun Sahn seviyesinde bir süre
görev yaptıktan sonra Kadılığa geçmelerine neden oluyordu. Müderrisliğin bir araç
gibi görülmesi ilim adamlarının öğretim ve bilimle uğraĢmalarına engel
oluyordu.154
Osmanlının ilk dönemlerinde kadı ve kazaskerlerde görüldüğü gibi
müderrisler de kayd-ı hayat Ģartı ile bu göreve gelirlerdi. Daha sonraları ise
medreselerin ve mezunlarının sayısının artması, müderris adayları arasında imtihan
ve de süre kısıtlaması uygulamasına gidilmesine neden oldu.155
Her medrese için bir müderrisin görevlendirilmesi esasına dayanan medrese
sisteminde, müderrislerin tayini, görev günleri, maaĢı vs. hakkında vakfiyelerde
verilen bilgilere daima uygun hareket edilmiĢtir. Kadı‟nın vakfiyeyi tasdik etmesi
gerektiğinden vakfiyeler düzenlenirken yerleĢmiĢ olan genel kurallara aykırı
hükümler ihtiva etmemesine dikkat edilmiĢtir.156
2.2.4.2. Tayin ve Azilleri
Müderrislerin tayin iĢlemlerinden 1574 yılına kadarki dönemde sadrazam ve
kazaskerler sorumlu iken, bu yılı müteakib yevmiyesi kırk akçeden yukarı olanların
“silsile” denilen listesini hazırlayarak padiĢah onayına sunma vazifesi
ġeyhülislamlara verilmiĢ, aĢağı dereceli müderrislerin tayini ise kazaskerler
tarafından yürütülmeye devam etmiĢtir.157
Kazasker veya Ģeyhülislam tarafından
sadarete yapılan müderris ataması teklifi, sadrazam tarafından ilgili evrakın
eklenmesi suretiyle bir telhis158
ile padiĢaha arz edilir ve padiĢah hatt-ı hümayunu ile
154
Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s. 76. 155
Ġhsanoğlu, s. 261. 156
Ġhsanoğlu, s. 260. 157
Akgündüz, Osmanlı Devletinde Şeyhülislâmlık, s. 263. 158
Arapça hülasa etmek, uzun yazıyı kısaltmak demek olan telhis, sadrazam tarafından padiĢah‟a
sunulan yazılı kağıt yerinde kullanılır bir tabirdir. ( Bkz; Pakalın, Cilt: 3, s. 449.)
46
gerçekleĢmiĢ olurdu. Daha sonra Ruûs Kalemi‟nden ruûsu yazılır ve son olarak da
beratı verilirdi. Münferit tayinler olduğu gibi toplu tayinler (silsile tayin) de
yapılabiliyordu.159
ġer‟i özrü olmaksızın görevi terk etmek, amirlere karĢı uygun olmayan
davranıĢlar sergilemek ve edebe uymayan sözler söylemek, muidliği160
ve
mülazimliği bir ticari kazanç kapısı haline getirmek, ilmi yetersizlik, talebe ile
uyumsuzluk gibi durumlar ise, bir müderrisin azline neden olabilecek
davranıĢlardır.161
2.2.4.3. Gelirleri
Müderrislerin bulundukları medrese derecesine göre maaĢları olduğunu daha
önce belirtmiĢtik, bu düzenli maaĢları dıĢında arpalıklardan veya kendilerinden
yapmaları istenen geçici görevlerden elde ettikleri ek ücretleri de vardı. Ücret
belirlenmesinde müderrisin derecesi kıstas sayıldığı için, müderrislerin hizmet ve
seviyeleri tayin edildikleri medresenin derecesinden yüksek de olsa daha fazla ücret
alamazlardı. Bu durumun tersine hizmet süresi az olan bir müderris derecesinden
yukarı bir medreseye tayin edildiğinde ancak kendi seviyesinde ücret alabilir, artan
ücret vakfa bırakılırdı. Ġmaretten yemek yerler ve kendilerine ev tahsis edilebilirdi.162
Müderrisler arasında bütün gün eğitim-öğretim faaliyetleri ile meĢgul olanlar olduğu
gibi yarım gün ders verenler ve hatta evinde öğrencilere para ile özel ders verenleri
de vardı.163
159
Ġhsanoğlu, s. 261. 160
Muid, günlük beĢ akçe gibi düĢük bir ücretle müderrisin verdiği dersleri tekrar eden müderris
yardımcısıdır. Beratla tayin edilmediklerinden resmî bir görevli sayılmazlar. 161
Baltacı, XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, s. 112-113. 162
Ġhsanoğlu, s. 261. 163
Bilge, s. 22.
47
2.2.4.4. Görevleri
Müderrislerin görevlerini aslî ve geçici olmak üzere iki ana baĢlıkta
inceleyebiliriz. Bir müderrisin en temel görevi medresede ders vermek ve az sayıdaki
öğrencileriyle ilgilenmek ve onları ilme teĢvik etmektir. Bunun yanında medrese
içindeki düzenin ve sağlıklı bir çalıĢma ortamının sağlanması da müderrisin
sorumluluğunda idi. Küçük medreselerde derslerin deftere kaydedilmesi de yine
müderrisin asli görevlerinden biriydi. Müderrislerin alim sıfatıyla toplum içinde
gördükleri itibardan dolayı asli görevlerinin yanında idareciler tarafından zaman
zaman tahkikat, teftiĢ, yargı, hakemlik, bilirkiĢilik gibi görevler de verilmekteydi.
Yeni tayin edilen kadı görevine baĢlayıncaya kadar müderris, kadılığa nâib sıfatıyla
vekâlet ederdi.
Müderrislerin teftiĢi konusuna gelince, yine düzenli ve sistemli bir teftiĢ
mekanizmasından söz edemeyiz. TeftiĢ ancak, derslerin Ģartlara uygun yapılıp
yapılmadığı ve yolsuzluk gibi konularda Ģikâyet olursa kadılar tarafından
gerçekleĢtirilirdi.164
2.2.4.5. Eğitim Metodu
Derslerin sık sık tekrar edildiği Osmanlı medrese sisteminde, öğrenilen
derslerin uygulaması da en yakın cami veya mescitte yapılırdı.165
Öğrenci sayısı
medresenin büyüklüğü ile orantılı Ģekilde artardı ancak en büyük medreselerde bile
bir müderrisin okuttuğu talebe sayısı yirmiden fazla olmazdı.166
Kur‟an-ı Kerîm‟in ve
de Hz. Peygamber‟in dilinin Arapça olması nedeniyle medreselerdeki eğitim-öğretim
dili Arapçaydı. Fakat dersler Türkçe iĢlenirdi. Bazı ilim adamlarına göre; eğitim
164
ĠpĢirli, “Müderris”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2006, Cilt: 31, s. 469. 165
Baltacı, XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, Cilt: 1, s. 129. 166
Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 382.
48
dilinin Türkçe olmaması orijinal düĢünce ve fikir üretimini yavaĢlatmıĢ; ilim, Ġslami
bilimlerin en ileri olduğu dönemde yazılan eserlerin sürekli tekrar ve Ģerh
edilmesinden ibaret görülmeye baĢlanmıĢtır. 167
Osmanlıca‟da yer alan birçok kelimenin ait olduğu dil olan Farsça bile
Osmanlı tedris hayatına çok geç tarihlerde girebilmiĢtir; Türkçe‟nin ders dili olarak
kabul edilmesi ise ancak 1839 Tanzimat ve nihayet 1908 MeĢrutiyet inkılâplarından
sonralarında gerçekleĢmiĢtir.168
Analiz ve eleĢtiriye dayalı tartıĢma geleneğinin Ġslam eğitim ve öğretim
tarihinde ayrı bir yeri vardır. Osmanlı alimlerinin ilimlerin sınıflandırılması ve
içerikleri üzerine yazdıkları eserlere baktığımızda farklı isimler altında eleĢtirel
düĢünme ve tartıĢmayla yakından ilgili pek çok ilimle karĢılaĢmaktayız. Bunlar
arasında, adabu‟l-bahs‟in yanı sıra, ilmu‟n-nazar, ilmu‟l-hilaf, ilmu‟l-cedel ve ilmu‟l-
münazara sayılabilir.169
Yüksek seviyeli medreselerin müderrisleri önemli merasimlerde kendilerine
özel hazırlanan ilmiye kıyafeti ile yer alırlardı. Müderris elkabı genellikle “
A‟lemü‟l-ulemai‟l-mütebahhirin” Ģeklinde baĢlamaktaydı.170
2.2.4.6. Medreselerde Bozulma ve Medreselerin Kapatılmaları
Kanuni döneminin son dönemlerine kadar müderrislik kanunu hilafına
münferit bazı olaylar meydana gelse de, müderrislik sisteminde sürekli bir
bozulmadan bahsedemeyiz. Bu döneme kadar liyakat esası ön planda tutularak
atamalar yapılmaya çalıĢılmıĢtır. Ancak, özellikle XVI. asır sonlarına doğru iĢi
167
Er, s. 28. 168
Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, Eser Matbaası, Ġstanbul, 1977, Cilt: 1, s. 82. 169
A.Hadi Adanalı, “Osmanlı Medreselerinde TartıĢma Metodolojisi”, Osmanlı Dünyasında Bilim ve
Eğitim Milletlerarası Kongresi Tebliğleri, Derleyen: Hidayet Yavuz Nuhoğlu), Ġstanbul, 2001, s.
35-37 170
Ġhsanoğlu, s. 262.
49
ehline verme usulünden giderek uzaklaĢılmaya baĢlayınca, hem müderris kalitesi
hem de tedrisat ve talebe yönüyle medreselerde bozulmalar baĢlamıĢ ve seneler
ilerledikçe bu bozulmalar daha da artmıĢtır. 171
Adam kayırma ve rüĢvet önlem
alınamaz hale gelmiĢtir. Bu kötü gidiĢi gören bazı devlet adamları ve ilim adamları
XVI. yüzyıldan itibaren yazdıkları layihalar, risaleler ve eserlerde bu aksaklıklar,
çözüm yolları ve önerilerine iĢaret etmiĢlerdir.172
Medreselerdeki bozulma ile ilgili olarak birçok ilim adamı farklı görüĢler öne
sürmüĢtür. UzunçarĢılı, akli ilimlerin terk edilerek tamamen nakli ilimlere
yönelinmesini en önemli neden olarak görmektedir. Medreseler kanununa aykırı
müdahalelerin olması, bir kısım ulema çocuklarına on beĢ yaĢından evvel müderrislik
ruûsu verilmesi, öğrencilerin para ve rüĢvet ile müderris olmaları, tüm zorluklara
rağmen medreseden mezun olmalarına rağmen iltimaslıların tayinleri nedeniyle bu
kiĢilerin müderris olamamalarını da diğer nedenler olarak sıralamaktadır.173
Baltacı
ise; Nüfus kesafetine, devletin diğer müesseselerindeki bozukluklara, ulema-zâdegan
sınıfının doğuĢuna, ilmiyeye ait kanun, talimat ve geleneğin çiğnenmesine ve ilmi
zihniyetin değiĢmesine iĢaret etmektedir.174
XIX. yüzyılda II. Mahmud ve II. Abdülhamid dönemlerinde eğitim
konusunda ıslahat ve yenilikler yapılırken en çok ıslahata muhtaç olan kurum olan
medreseler ihmal edilmiĢtir. Medreseler 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat
Kanunu ile Maarif Vekaleti‟ne devredilmiĢ ve kanunun yayımlanmasından on üç gün
171
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinde İlmiye Teşkilatı, s. 72. 172
Mefail Hızlı, “Osmanlı Medreselerinde Bozulma”, UİF Dergisi, Cilt: 6, Sayı:6, 1994, s. 72. 173
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinde İlmiye Teşkilatı, s. 67. 174
Baltacı, XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, s. 152.
50
sonra, uzun yıllar boyunca Osman Devleti‟ne hizmet eden bu kurum bütün
Ģubeleriyle beraber kapatılmıĢtır.175
2.2.5. NakîbüleĢraf
Kur‟an-ı Kerim‟de: “Ey ehl-i beyt, Allah sizden günahı gidermek ve sizi
tertemiz yapmak istiyor.”176
buyrulmaktadır. Buradaki “Ehl-i Beyt" ifadesiyle Hz.
Muhammed‟in ailesi ifade edilmektedir. Ġslam dünyasında Hz. Peygamberin ailesine
gösterilen saygının kaynağı olarak bu ayet-i kerime ve ona bağlı hadis-i Ģerifler
gösterilmektedir.177
Ġslam dünyasında çok erken dönemlerde bu saygının somut ifadesi olarak,
Hz. Muhammed‟in soyundan gelen “seyyid” ve “Ģerif” diye anılan zevatın iĢlerini
takip etmeyle görevli “NakîbüleĢraflık” denen bir müessese kurulmuĢtur.178
Ġlk kez
Abbasiler döneminde X. yüzyılda “Nakîbu‟-nükebâ” adıyla kurulan bu makam,
Halifeden sonra gelen en yüksek derecedeki makam olarak kabul edilmekteydi.179
Hemen hemen her islam ülkesinde bulunan NakîbüleĢraflık, Osmanlılarda
Yıldırım Beyazıd döneminde “Sâdât Nazırlığı” adıyla Seyyid Muhammed Natta‟nın
atanmasıyla resmen baĢlamıĢtır. Önceleri devletten düzenli maaĢ almayan ve “nâzır”
ünvanıyla anılan NakîbüleĢraflar; II. Beyazıd‟ın, hocası Seyyid Abdullah‟ın oğlu
Seyyid Mahmud‟u maaĢlı olarak NakîbüleĢraf tayin etmesiyle kurumsallaĢma
175
ĠpĢirli, “Medrese”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2003, Cilt: 28, s. 470. 176
Ahzab Suresi, 33. 177
Cahid Baltacı, İslam Medeniyeti Tarihi, M.Ü Ġlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, Ġstanbul, 2005, s.
314. 178
Ġhsanoğlu, s. 271. 179
Baltacı, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 314.
51
sürecine girmiĢtir.180
Seyyid Mahmud‟un teklifiyle de bu müessese “NakîbüleĢraflık”
adını almıĢtır.181
Osmanlıda ilmiye sınıfına sağlanan imtiyazlar baĢka hiçbir devlette yoktu.
Kendisi de Hz. Peygamber soyundan gelen NakîbüleĢraflar ise daha büyük saygı ve
hürmet görüyorlardı. Nitekim Osmanlı devlet teĢrifatında (protokolde) diğer bütün
devlet erkânının önünde yer alırdı. Bu sebeple padiĢah cüluslarında yeni sultanı ilk
tebrik eden NakîbüleĢraftı.182
Görevlerine gelince; Peygamber sülalesi mensuplarının iĢlerine bakar,
neseplerini kaydeder ve saklar, doğumlarını, ölümlerini deftere geçirir, onları
Peygamber soyundan gelenlere yakıĢmayacak iĢlere girmekten ve uygun olmayan
davranıĢlarda bulunmaktan alıkoyar, haklarını korur, fey ve ganimetten kendilerine
ait hisseyi alarak aralarında paylaĢtırır, sülaleden olan kadınların dengi olmayanlarla
evlenmelerine engel olurdu. Özet olarak söylemek gerekirse, NakîbüleĢraf
Peygamber sülalesi mensuplarının umumi bir vasisi hükmünde sayılır ve sosyal,
hukuki, ekonomik ailevi bütün iĢlerinden sorumlu olurdu.183
Ġlmiye TeĢkilatı mensubu NakîbüleĢraflar bazı devlet törenlerine de
katılırlardı. Bunlar; PadiĢaha Kılıç KuĢatma Töreni, Cülûs Tebriki ve PadiĢaha Biat
töreni, Bayram Tebrik (mu‟ayede) Törenleri, her Ramazan‟ın on beĢinci günü Hırka-
i ġerif Ziyareti, Ģehzadenin eğitim hayatına baĢlaması sebebiyle düzenlenen Bed‟i
Besmele Töreni ve Mevlid Cemiyeti‟dir.184
180
ġ. Tufan Buzpınar, “NakîbüleĢraf”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2006, Cilt: 32, s. 323. 181
Baltacı, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 316 182
Kazıcı, İslam.Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 261. 183
Pakalın, Cilt: 2, s. 647. 184
Murat Sarıcık, Osmanlı İmparatorluğu’nda Nakîbüleşraflık Müessesesi, TTK Basımevi, Ankara,
2003, s. 161-169.
52
Ġslam aleminde Seyyid ve ġeriflere gösterilen bu saygı ve hürmet bazı
istismarlara da neden oldu ve sahte seyyidler (müteseyyid) ortaya çıkmaya baĢladı.
Müteseyyidler ile gerçek seyyidlerin birbirinden ayrılması amacıyla, yeni doğan her
seyyidin neseb defterinin tutulması, buraya kendi isimleri ile anne ve babalarının
isimlerinin de kaydedilmesi gerekiyordu. Osmanlı Devleti‟nde bu konu üzerinde
biraz daha titiz davranılarak bu bilgiler deftere kayıt edildiği gibi seyyid ve Ģeriflerin
ellerine de temessük adı verilen tanıtıcı bir belge veriliyordu.185
Lütfi PaĢa‟ya göre
XVI. yüzyılda birçok müteseyyid ortaya çıkmıĢ ve bu durum da kayıt defterlerinin
önemini daha da arttırmıĢtı. Bu karıĢıklığı önlemede önemli bir kaynak olarak,
merkezde ve taĢrada seyyid ve Ģeriflerin kayıtlı olduğu ve ileride daha ayrıntılı olarak
bahsedeceğimiz NakîbüleĢraf defterleri tutulurdu. NakîbüleĢraflar seyyidlik beratının
verilmesi, sadâta sağlanan askerlik ve örfi vergi muafiyetlerinin uygulanması, lehte
ve aleyhte vuku bulan davalara müdâhil olunması, suçluların cezalandırılması ve
evlilik iĢlemlerinde, sürekli olarak bu defterlere baĢvururlardı.186
NakîbüleĢraf maaĢları 1908 yılına kadar 1000 kuruĢ iken, bu yıldan itibaren
5000 kuruĢa çıkarılmıĢtır.187
Görevlerini genellikle kendi ikametgahlarında ifa
ederlerken, II. Abdülhamid döneminde Yıldız Sarayı semtinde kendilerine ayrı bir
mekân tahsis edilmiĢtir.188
NakîbüleĢrafın kendi konaklarında daireleri ve yanlarında
onlara hizmet eden adamları vardı. Eyalet, sancak ve kazalardaki yine seyyid veya
Ģeriflerden olan kaymakamları aracılığıyla Osmanlı topraklarındaki bütün seyyid ve
Ģeriflerin isimlerini içeren defterlerini tutarlardı. Seyyid ve Ģeriflerin kanun ve
adetlere aykırı hareketleri meydana geldiği takdirde, problemli kiĢi Ġstanbul‟da ise
185
Kazıcı, ġeker, s.168. 186
Buzpınar, “NakîbüleĢraf”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 32, s. 323. 187
Pakalın, Cilt: 2, s. 648. 188
Buzpınar, “NakîbüleĢraf”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 32, s. 323.
53
NakîbüleĢraf, taĢrada ise NakîbüleĢraf kaymakamları tarafından cezaya
çarptırılırlardı.189
Seyyid ve Ģeriflerin kendilerine has kıyafetleri vardı. Bunun için Osmanlı
öncesi dönemde yeĢil, siyah ve kırmızı gibi farklı renklerin seçildiği görülür. Kehf
Suresi 31. ve Ġnsan Suresi 21. ayetlerinde belirtilen cennet ehlinin elbiselerinin yeĢil
olduğu noktasından hareketle, Abbasilerde baĢlayan ve daha sonra sıkça kullanılan
yeĢil sarık giyme adeti Osmanlı döneminde de devam etmiĢtir. NakîbüleĢrafın resmî
elbisesi XVIII. yüzyıldan itibaren kazasker elbisesiyle aynı olup en belirgin farkı
kavuğu üzerine yeĢil sarmasıydı.190
Birtakım nedenler de NakîbüleĢrafların görevden ayrılmalarına neden
oluyordu. Bunları; ölüm nedeniyle, azl ve sürgünle, görevden feragat ve infisal yolu
ile, meĢihat makamına yükselerek görevden ayrılma Ģeklinde sıralayabiliriz.191
3 Mart 1924 tarihinde hilafetin kaldırılmasıyla NakîbüleĢraflık müessesesi de
tarihe karıĢmıĢ oldu.
2.2.6. Ġlmiye TeĢkilatına Mensup Saray Memurları
2.2.6.1.PadiĢah Hocası (Muallim-i Sultanî)
Ġslam dünyasında geleceğin sultanları olarak Ġslam devletlerini idare edecek
olan Ģehzadelerin eğitimi üzerinde büyük bir itina durulmuĢ ve onlara dönemin en iyi
hocalarından dersler aldırılmıĢtır. Osmanlı Devleti‟nde de bu geleneğe titizlikle
riayet edilmiĢtir.192
PadiĢahın, Ģehzadeyken hocası olan, padiĢah tahta geçince de
protokolde çok yüksek bir konuma sahip olan padiĢah hocaları, Osmanlı Ġlmiye
189
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinde İlmiye Teşkilatı, s. 167. 190
Buzpınar, “NakîbüleĢraf”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 32, s. 324. 191
Sarıcık, s. 131-134. 192
Ġhsanoğlu, s. 272.
54
mensuplarının, devlet teĢkilatında ve toplumsal yapıda etkin rolü bulunan
üyelerinden birisidir.193
ġehzadenin padiĢah olmasından önce hocasının vefat etmesi
durumunda ise padiĢah tarafından ilmiye sınıfından uygun bir zat padiĢah hocası
olarak tayin edilirdi.194
Çelebi Mehmed‟in Amasya sancak beyi iken hocası olan,
Ģehzadenin hükümdar olabilmesi için çalıĢan ve yaptığı hizmete karĢılık da kendisine
bu unvan verilen Sofi Mehmed‟in ilk PadiĢah Hocası olduğu kabul edilmektedir.195
III. Ahmet‟ten itibaren PadiĢah Hocası tayininin olmadığı, ancak Osmanlı
PadiĢahlarından bazılarının kendi zamanlarındaki meĢhur hattatlardan yazı dersi
aldıkları bilinmektedir.196
Osmanlı Devleti‟nin ilk teĢkilat kanunnâmesi olan Fatih‟in Kanunnâme-i Âli
Osman‟ında, PadiĢah Hocası ve ġeyhülislam hakkında aynı lakaplar kullanılarak bu
iki zatın vezirin önüne geçebileceğinin belirtilmesi,197
ancak hangisinin daha üstün
olduğunun belli olmaması, genellikle birbirlerine üstünlük sağlamak için yürütülen
devamlı bir rekabete neden olmuĢtur.198
Yine aynı kanunnâmede PadiĢah Hocası
oğullarının Ģehir emininden günde altıĢar akçe ulufe alma haklarının olduğu ve
bayramlaĢma merasimlerinde padiĢahın, hocasına ayağa kalkacağı beyan
edilmektedir.199
Bazı PadiĢah Hocaları kendilerine gösterilen bu teveccühten, elde
ettikleri mevki ve nüfuzdan istifade ederek devlet iĢlerine müdahale cesaretini
kendilerinde bulmuĢlardır. Özellikle II. Mustafa‟nın hocası Feyzullah Efendi,
padiĢahın kendisine gösterdiği aĢırı sevgi ve hürmetten faydalanarak yetkilerini
193
ĠpĢirli, “Ġlmiye”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ankara, 2000, Cilt: 22, s. 144. 194
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 145. 195
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, TTK Basımevi, Ankara, 1945, s. 359. 196
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 146. 197
“ġeyhülislam ulemanın reisidir ve muallimi sultani dahi kezalik serdar-ı ulemadır; veziriazam
onları riayeten üstüne almak münasiptir, amma müftü ve hoca sair vüzeradan bir nice tabaka
yukarıdır ve tasaddur dahi ederler”. ( Bkz. Kanunnâme-i Ali Osman, s. 10.) 198
Akgündüz, Osmanlı Devletinde Şeyhülislâmlık, s. 153-154. 199
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 147.
55
aĢmıĢ, mali iĢler de dâhil bütün devlet idaresini ele geçirmiĢti. 200
Bir isyan sonucu
katledilen Feyzullah Efendi‟den sonra gelen padiĢah hocalarına fazla değer
verilmemiĢ, nüfuzları azalmıĢ bu nedenle de isimleri de pek bilinmemektedir. XVIII.
asrın son yarısından itibaren padiĢah hocalığına Mülkiye sınıfından ve hadım
ağalardan fazl-u kemal sahibi olanlar tayin edilmeye baĢlanmıĢtır.201
PadiĢah hocaları Ģeyhülislamlığa tayin edilirse en yüksek iki makamı elde
ettikleri için “Cami‟ür-riyaseteyn” ünvanıyla Ģereflenirlerdi. III. Mehmed‟in hocası
Sadeddin, II.Mustafa‟nın hocası Erzurumlu Seyyid Feyzullah ve Sultan Abdülaziz‟in
hocası Hasan Fehmi Efendi bu ünvana sahip olmuĢ kiĢilerdir.202
PadiĢah hocalarının
arpalık hasları olup ihtiyaçları padiĢah tarafından temin edilirdi.
2.2.6.2. Ġmam-ı Sultanî(Hünkâr Ġmamı)
Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı‟nda önemli bir yere sahip olan Ġmam-ı Sultani,
padiĢahların beĢ vakit namaz kılarken kendilerine uydukları özel imamlara verilen
isimdi. Kur‟an-ı Kerîm‟i güzel okudukları gibi, kıraat ve musiki ilimlerinde eser
yazacak kadar üstün ve geniĢ bilgiye sahiptiler.203
Osmanlı Sultanları genellikle saray
mescidinde vakit namazlarını eda ederken, Cuma ve bayram namazları için ise
Ģehirdeki selâtin camilerini tercih ederlerdi. Diğer ünvanları “Ġmâm-ı sultânî, Ġmâm-ı
Ģehriyârî” olan hünkâr imamı, sarayda Ağalar Camii‟nde namaz kıldırdığı gibi saray
dıĢında padiĢahın gittiği camide ona vekâleten cuma ve bayram namazlarını da
kıldırır, hutbe okurdu.204
200
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, s. 360-362. 201
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı s. 363. 202
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 148. 203
Akgündüz, “Osmanlı PadiĢahlarının Özel Ġmamları: Ġmam-ı Sultaniler”, İSTEM Dergisi, Yıl: 4,
Sayı: 7, 2006, s. 65. 204
Baltacı, “Hünkâr Ġmamı”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 1998, Cilt: 18, s. 487.
56
Hünkâr Ġmamlarına en aĢağı derecede de olsa müderrislik payesi verilirdi,
içlerinde kazasker payesi alanlar da vardı. Aralarında eser sahibi olanlar ile
Ģeyhülislamlığa kadar yükselenler de vardı. Zamanla sayıları üçe çıkarılan Hünkâr
Ġmamlarından baĢ imamlığa tayin edilene, sarayda ve diğer ikisine Sadr-ı Azam
huzurunda kürk giydirilirdi.205
Hangi tarihten itibaren Ġmam-ı Sultanî atamalarının baĢladığı kesin olarak
tespit edilememekle beraber ikinci Osmanlı PadiĢahı Orhan Bey‟in imamı olan Ġshak
Fakih‟in ilk Ġmam-ı Sultanî olduğu genel kabul görmektedir.206
Tayin ve azilleri
tamamen padiĢahın iradesinde olup, PadiĢahlar seslerini dinleyip beğendikleri imam
ve hatiplerden uygun gördükleri birini bu makamla ĢereflendirmiĢlerdir.207
Ġmam-ı Sultanilerin, asli görevleri olan padiĢaha namaz kıldırmanın yanı sıra
bayramlaĢma merasimlerinde ve cülûs törenlerinde dua etme, her ramazanın on
beĢinci günü yapılması adet haline gelen hırka-i Ģerîf ziyaretlerinde aĢr-ı Ģerîf okuma,
hünkâr cenazelerinin yıkanmasında bulunma ve Ģeyhülislâmın iznine bağlı olarak
cenaze namazını kıldırma gibi görevleri de vardı.208
Ayrıca Ģehzadelerin eğitim
hayatlarına baĢlamaları nedeniyle düzenlenen “Bed‟i Besmele” törenine de
katılırlardı.209
Ġmam-ı Sultaniler aylık maaĢ aldıkları gibi, çeĢitli kazaların gelirleri, arpalık
olarak onlara tahsis edilirdi. PadiĢahın özel ihsan ve hediyelerine de mazhar olurlar,
her yıl yazlık ve kıĢlık elbise bedeli de alırlardı. Ayrıca Ġmam-ı evvel ve sanilere
deniz seyahatlerinde kullanmaları için kayık tahsis edilirdi.210
Hünkâr imamlığı
205
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, s. 373. 206
Baltacı, “Hünkâr Ġmamı”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 18, s. 487. 207
Akgündüz, “Osmanlı PadiĢahlarının Özel Ġmamları Ġmam-ı Sultaniler”, s. 66. 208
Baltacı, “Hünkâr Ġmamı”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 18. s. 488. 209
Akgündüz, “Osmanlı PadiĢahlarının Özel Ġmamları Ġmam-ı Sultaniler”, s. 70. 210
Akgündüz, “Osmanlı PadiĢahlarının Özel Ġmamları Ġmam-ı Sultaniler”, s. 68.
57
varlığını devletin sonuna kadar sürdürmüĢ ve devlet protokolündeki yerini
korumuĢtur.
2.2.6.3. HekimbaĢı
Hemen hemen her büyük devlet ve medeniyette görülen HekimbaĢılık,
öncelikle hükümdar ve ailesinin sağlığını korumak, bazen de devletin sağlık
politikasını yürütmek ve yönlendirmek için oluĢturulmuĢ bir kurumdur.211
Sarayın
bîrun ricâli (devleti idare eden memur) arasında yer alan ve sadârete bağlı olan
hekimbaĢılara, halk tarafından daha çok “hekimbaĢı efendi” diye hitap edilirken,
resmî kayıtlarda ise “reîsü‟l etıbbâ, ser‟etıbbâ-i sultânî, ser‟etıbbâ-i hâssa” gibi farklı
isimlerde geçmektedir.212
Osmanlı Devleti‟nde hekimbaĢılığın bir makam olarak
teĢkilatlanması ve ilk hekimbaĢının kim olduğu konusunda farklı görüĢler olmakla
beraber genel anlamda sağlık hizmetlerinin idaresiyle de yükümlü ilk hekimbaĢı, II.
Bayezid döneminde görevlendirilen Mehmed Muhyiddin Ġzmitî‟dir.213
HekimbaĢılık
makamına gelecek olan bir tabibe önceleri sadrazam, daha sonra darüs-saade ağası,
XVIII. asırdan sonlarında ise padiĢah huzurunda hil‟at giydirilir vazifesinin ilan
edilmesiyle görevine baĢlardı.214
Ġçlerinden çok az bir kısmı sonradan Ġslamiyeti kabul etmiĢ kiĢiler ya da
sonradan Müslüman olmuĢ ailelerin çocukları da olsa, bütün hekimbaĢılar
müslümandı.215
HekimbaĢılar ilmiye sınıfına mensup, tıp ilminde kendini ispatlamıĢ,
kendini çok iyi yetiĢtirmiĢ yetenekli ve donanımlı kiĢiler arasından seçilirdi; 1836
yılından sonra ise aranan özelliklere sahip ancak ilmiye sınıfından olmayan
211
Ali Haydar Bayat, “Osmanlı Devletinde HekimbaĢılık ve HekimbaĢılar”, Osmanlı Dünyasında
Bilim ve Eğitim Milletlerarası Kongresi Tebliğleri, Derleyen: Hidayet Yavuz Nuhoğlu), Ġstanbul,
2001, s. 239 212
Nil Sarı, “HekimbaĢı”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 1998, Cilt: 17. s. 161. 213
Sarı, “HekimbaĢı”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 17, s. 161. 214
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, s. 365. 215
Bayat, s. 244.
58
kiĢilerden de bu makama gelenler olmuĢtur.216
Sarayda Has Odalılardan BaĢ Lala‟ya
tabi olan HekimbaĢı, saray doktorları ile cerrah ve göz hekimlerinin amiri olup,
ayrıca bütün tabip, cerrah ve göz hekimlerini de kontrol ederdi. Osmanlı devletinde
bulunan hastanelerin tabip ve cerrahların tayin ve azilleri hekimbaĢının iĢareti ve
takriri üzerine yapılırdı. Zaman zaman Ġstanbul‟daki Müslim ve gayri müslim tabip
ve cerrahları teftiĢ ve imtihan eder ve ehliyetnamesiz olanların dükkanlarını
kapattırırdı.217
Emirleri altında, Baltacılar, Muhzırlar (mübaĢir), Hünkâr Kapıcısı,
Yeniçeri Çuhadarı ve yüz kadar hademe bulunurdu. 218
HekimbaĢlarından beĢi (Ahi Çelebi, Emir Çelebi, Mustafa Mes‟ud, Ahmed
Necib, Ġsmail PaĢa) dıĢındakiler eğitimlerini klasik Osmanlı medreselerinde
tamamlayıp ilmiyeye katılmıĢlardı. Hiçbiri resmî tıp eğitimi görmemiĢ, hekimliği
bazı üstadlardan veya kendi kendine kitaplardan öğrenmiĢlerdi. Birçoğu farklı
medreselerde, darüĢĢifalarda, tıp medreselerinde müderris olarak çalıĢmıĢ, bazıları
kadılık, Ģeyhülislamlık, müneccimbaĢılık yaparken, ilmiye sınıfına mensup
olduklarından Anadolu ve Rumeli Kazaskerliğine kadar yükselenler de olmuĢtur.219
HekimbaĢıların Topkapı Sarayı‟nda BaĢ Lala Kulesi‟nde daireleri ve ilâçların
yapıldığı eczaneleri vardı.PadiĢaha ve hanedan mensuplarına mahsus ilâçlar burada
baĢ lalanın gözetiminde hekimbaĢının tarifi üzerine eczacı tarafından hazırlanırdı.
Ġlaçlar süslü kavanozlara, ĢiĢelere, kâselere, hokkalara konur, üzerleri kumaĢla
sarıldıktan sonra hekimbaĢı ve baĢ lalanın mühürleriyle mühürlenerek takdim
edilirdi.220
Osmanlı padiĢahı vefat edip yerine diğeri geçince maharetsizliği ya da
216
Sarı, “HekimbaĢı”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 17, s. 161. 217
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, s. 364. 218
Pakalın, Cilt: 2, s. 796. 219
Bayat, s. 244-245. 220
Arzu Terzi, “Osmanlı Saray Eczanesinin TeĢkilât ve Ġdaresi(XIX. Yüzyılın Ġkinci Yarısında)”,
Osmanlı Bilimi Araştırmaları Dergisi, Cilt: XI, Sayı: 1-2, 2009-10, s. 49.
59
ihmali olduğu düĢüncesiyle hekimbaĢı azledilirken, padiĢahın hal edilmesi
durumunda görevinde kalırdı.221
HekimbaĢıların çok yüksek gelirleri ve müreffeh bir hayatları vardı. MaaĢları
XVI. yüzyılda aylık 2360 akçe iken son dönemlerde 6500 akçeye ulaĢmıĢtır. Ayrıca
600 kuruĢ gelirli Tekfurdağı (Tekirdağ) arpalığı ile, zaman zaman Aydın ve Gelibolu
arpalıkları da hekimbaĢına ayrılmıĢtı. PadiĢah tarafından görevlendirildikleri takdirde
dıĢarıdaki hasta devlet adamlarının tedavisine gider, onlardan da ücret ve çeĢitli
hediyeler alırlardı. Bunlardan baĢka kendilerine hazîne-i âmireden kıĢlık ve
“bahâriyye avâidi” adı altında kumaĢ verilirdi.222
Osmanlı Devleti‟nin XIX. yüzyıldaki batılılaĢma hareketleri sırasında bazı
yetkileri alınan HekimbaĢılık, 1844‟te Ser‟etibbâ-i ġehriyarî adını almıĢ, ve kurum
17 Nisan 1850‟de Sultan Abdülaziz‟in iradesi ile lağvedilerek, 1923 yılında
saltanatın kaldırılmasına kadar, görevi Ser‟etibbâ-i ġehriyarî ünvanı ile saray
hekimliği ile sınırlı kalmıĢtır.223
2.2.6.4.MüneccimbaĢı
Osmanlı‟dan önce müessese bazında bulunmayan, Osmanlı‟da ise sistemli ve
teĢkilatlı bir müessese haline gelen MüneccimbaĢılık; Müneccimbaşı, Müneccim-i
Sani ve Müneccimlerden oluĢuyordu. Bir müessese olarak ne zaman ortaya çıktığı
konusunda kaynaklarda net bir tarih bulunmasa da on beĢinci asrın sonlarına doğru
olduğu hususunda bazı bilgiler mevcuttur.224
Ġlmiye sınıfından yetiĢen ve sarayın
221
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, s. 367. 222
Sarı, “HekimbaĢı”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 17, s. 163. 223
Bayat, s. 242-243. 224
Salim Aydüz, “Osmanlı Devletinde MüneccimbaĢılık Müessesesi”, Belleten, Cilt: 70, Sayı: 257,
2006/7, s. 159.
60
Bîrun erkanından olan müneccimbaĢılar;225
padiĢah cülusu, harp ilanı, ordunun sefer
zamanı, sadrazamlara mühür verilmesi, denize gemi indirilmesi, veladet (doğum) ve
sultan düğünleri gibi hadiselerde zayiçe226
ile eĢref saati tespit ederlerdi.227
En
önemli vazifeleri ise her yıl takvim hazırlamaktı. Ayrıca her Ramazan ayından önce
de imsakiye hazırlamakla görevleriydiler.228
Mevcut belgelere göre adı tespit edilen
ilk müneccimbaĢı II. Bayezid döneminde müneccimbaĢı olan ve Kanûnî Sultan
Süleyman devrinin ortalarına kadar bu makamda kalan Seydi Ġbrâhim b. Seyyid‟dir.
Osmanlı Devleti‟nde toplam otuz yedi kiĢi müneccimbaĢılık yapmıĢtır.229
Osmanlı
Sultanları içinde III. Mustafa gibi her faaliyetini müneccimlerin hareketlerine göre
düzenleyenler olduğu gibi, I. Abdülhamid ve III. Selim gibi müneccimlere hiç önem
vermeyenler de vardı.230
MüneccimbaĢılar ilmiye sınıfından ilm-i nücûma vâkıf kiĢiler arasından
seçilmekte, ayrıca müderrislik, kadı, muvakkıt, hassa tabibi, vakanüvist, hattat,
musahib-i padiĢahi olanlar hatta hekimbaĢılığa yükselenler, Anadolu ve Rumeli
Kazaskerliği payelerini elde edenler de vardı.231
HekimbaĢı, müneccimbaĢıların tayin
ve azillerinden sorumlu kiĢiydi. Bir münecimbaĢının tayin talebini hekimbaĢı
Ģeyhülislâma sunar, Ģeyhülislâm sadrazama teklif eder, o da padiĢaha arzeder ve
padiĢahın onaylaması ile tayin gerçekleĢirdi. MüneccimbaĢıların çoğunun görevden
alınması siyasî hadiselerden kaynaklanırdı.232
225
Osmanlı resmî terminolojisinde sermüneccim, sermüneccimân-ı hâssa, sermüneccimîn,
reîsülmüneccimîn, baĢmüneccim gibi isimlerle de anılır. ( Bkz; Salim Aydüz, “MüneccimbaĢı”,
T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2006, Cilt: 32, s. 2.) 226
Zayiçe; Uğurlu saati hesaplamak için yapılan hesapların bütünüdür. 227
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, s. 369. 228
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, s. 371. 229
Aydüz, “MüneccimbaĢı”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 32, s. 2. 230
Ġhsanoğlu, s. 273. 231
Aydüz, , “Osmanlı Devletinde MüneccimbaĢılık Müessesesi”, s. 165. 232
Aydüz, “MüneccimbaĢı”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 32, s. 3.
61
MüneccimbaĢılar hazırladıkları takvimlerden, imsakiyelerden ve zayiçelerden
ücret alırlardı. Ayrıca aylık ulufeler, cülus nedeniyle ihsan ve bahĢiĢler, tayinat ve
in‟âmat yanında düzenli arpalık tasarruflarından elde ettiği gelirleri vardı.233
MüneccimbaĢılık, son müneccimbaĢı olan Hüseyin Hilmi Efendi‟nin vefatı
üzerine (1924) yeni müneccimbaĢı tayin edilmemek suretiyle ilga edilmiĢtir. Bu
kurumun yerine baĢmuvakkîtlik kurularak baĢına ressam Ahmet Ziya (Akbulut)
getirilmiĢtir.234
233
Aydüz, , “Osmanlı Devletinde MüneccimbaĢılık Müessesesi”, s. 168-173. 234
Aydüz, “MüneccimbaĢı”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 32, s. 4.
3. ĠLMĠYE TEġKĠLATININ ANA KAYNAKLARI
Osmanlı Devleti‟nin resmî belgeleri muhafaza etmeye, bugünkü tabirle
arĢivciliğe verdiği önemi; günümüze ulaĢan ve sadece Osmanlı ArĢivi‟nde miktarı
150 milyonu bulan belge ve defter serîlerinden, belgelerin tanzim ediliĢ tarzı ve
büyük bir hassasiyetle korunmuĢ olmalarından, bürokrasinin her kademesindeki
yazıĢmaların mutlaka defterlere kaydedilmesiyle ilgili emir ve nizamnamelerden
anlayabilmekteyiz. Merkezî devlet dairelerinde, belgelerin saklanmasında ve
korunmasında gösterilen arĢivcilik anlayıĢı, taĢrada görevli eyalet beylerbeyleri ve
mahallî kadılardan da istenmiĢ, mahallî kadı ve hâkimler de kararlarını defterlere
kaydedip, bu defterleri bir sonraki görevliye devir ve teslim ederek, muhafazasını
temin etmekle görevlendirilmiĢlerdir.235
Ġlmiye TeĢkilatı hakkındaki kaynakları
incelendiğinde, belgeleri kaydetme ve arĢivlemede gösterilen hassasiyetin bu alanda
da mevcut olduğu görülmektedir. Birincil kaynak durumundaki bu belgeler, Ġlmiye
TeĢkilatı ile ilgili çalıĢma yapan araĢtırmacılara ıĢık tutmaktadır.
Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı‟nda meydana gelen geliĢmelerin takip edilebileceği
ana kaynakları; arĢiv ve arĢiv dıĢı kaynaklar olmak üzere iki ana baĢlıkta
inceleyebiliriz.
3.1. ArĢiv Kaynakları
3.1.1. Kazasker Ruznamçeleri (Ruznameleri)
Farsça „günlük‟ anlamındaki “ruz” ile, „yazılmıĢ Ģey, mektup‟ anlamındaki
“name” kelimelerinin birleĢmesinden oluĢan Ruzname; her günkü varidat (gelirler),
masarif (giderler) veya vukuatın kaydına mahsus defter, yevmiye; her günkü vakıayı
235
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, BDAGM Osmanlı ArĢivi Daire BaĢkanlığı Yayınları,
Ġstanbul, 2010, s. 35-36
63
zabt ve neĢr eden varaka demektir.236
Osmanlı Devleti öncesi devlet teĢkilatlarında
da kullanıldığına dair istinsah edilmiĢ pek çok örneği olan bu defterler XV. Yüzyıla
kadar Ruzname, XVI. yüzyıldan itibaren Ruznamçe ve Tanzimat döneminden sonra
da Yevmiye Defterleri olarak adlandırılmıĢtır.237
Osmanlı bürokrasisindeki farklı
büroların günlük iĢlemlerini kaydettiği Ruzname veya Ruznamçe adında birçok
defter çeĢidi vardır. Tımar Ruznamçe Defterleri, Hazine Ruznamçesi ve Kazaskerlik
Ruznamçe Defterleri bu gibi defterlerden sayılabilir. Örneğin, Osmanlı
defterdarlığında tutulan ve Hazine Ruznamçesi denilen defterlerde, Osmanlı
hazinesinin günlük harcamalarının ve yine günlük olarak hazineye giren çıkan gelir
ve giderlerin kayıtları tutulurdu. Bu defterler Büyük Ruznamçe Kalemi ve Küçük
Ruznamçe Kalemi bürolarında tutulmaktaydı.238
Ġlmiye TeĢkilatı mensuplarından Kazaskerlerin müderris veya kadı
tayinleriyle ilgili olarak padiĢahın huzurunda okudukları defterlere Akdiyye
Defteri239
, bu defterlerin bir suretlerinin kaydedildiği defterlere de Ruznamçe ismi
verilirdi. Ruznamçe defterleri; Ruzname-i Hümayun, Mülâzemet ve Matlab
Defterleri olarak da adlandırılmıĢtır.240
Osmanlı Devleti‟nin Ġlmiye TeĢkilatı ve bu
teĢkilatın iĢleyiĢiyle ilgili bilgi edinmede kullanılacak kaynakların baĢında gelen
Kazasker Ruznamçeleri; kazaskerler tarafından tutulan ve ilmiye sınıfı mensuplarının
hizmet içi eğitimleri, tayinleri, azil, terfi, görev yerleri ve değiĢikliği gibi hususları
günü gününe veren defterlerdir. Bu ruznameler daha sonra telif edilen biyografik
eserlere de kaynak teĢkil etmektedir.241
Kadıların terfii ve özlük iĢlerinin yürütüldüğü
236
ġemsettin Sami, Kamus-i Türki, Ġkdam Matbaası, Ġstanbul, 1318 H., s. 674. 237
Cahid Baltacı, “Kadı-asker Ruznamçelerinin Tarihi ve Kültürel Ehemmiyeti”, Cilt: 4, Sayı: 1,
1979, s. 59. 238
Ġsmail Gündoğdu, “Osmanlı Tarihi Kaynaklarından Kazaskerlik Ruznamçe Defterleri ve Önemi”,
U.İ.B.Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 2, 2009, s. 698. 239
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 156. 240
Baltacı, “Kadı-asker Ruznamçelerinin Tarihi ve Kültürel Ehemmiyeti”, s. 59. 241
Ġhsanoğlu, s. 248.
64
kazasker dairelerinde yapılan iĢlemler ruznamçelere kaydedilirdi. Tayini bu deftere
kaydedilmeyen kadı‟nın elindeki berat hükümsüz olur ve iptali gerekirdi.242
Bilinen ilk Kazasker Ruznamçe defteri 1544 yılına ait olsa da ilk defa ne
zaman tutulmaya baĢlandığı kesin olarak belli değildir. Ancak bu defterlerin en
azından XVI. asrın baĢlarından itibaren tutulduğu daha sonraları ise düzenli olarak
tutulmaya baĢlandığı söylenebilir. XVI. yüzyıl baĢlarına ait sadece mülâzemet
kayıtlarını ihtiva eden bir defter bulunmaktadır.243
Cahit Baltacı 1979 yılında Ġstanbul Müftülüğü MeĢihat ArĢivi‟nde244
yaptığı
çalıĢmalar neticesinde Kazasker Ruznamçe defterlerine ulaĢarak bu belgeleri bilim
dünyasına tanıtmıĢtır. ArĢivde yaptığı tasnif sonucunda 257 adet Rumeli
Kazaskerliğine, 120 adet de Anadolu Kazaskerliğine ait olmak üzere toplam 377 adet
defter tespit etmiĢ ve bu defterlerle ilgili açıklamalı bir katalog yayınlamıĢtır. Bu
defterlerin 55 tanesinin küçük ebatta mülâzemet kayıtlarını ihtiva etmekte, bir
tanesinde hatt-ı hümayun suretinin bulunmakta ve bir tanesinin de kadıların
istimrarına ait olduğunu belirtmiĢtir.245
Baltacı‟nın yayınladığı katalogda Anadolu Kazaskerliğine ait defterlerde
büyük boĢluklar olduğu ve bazı yıllara ait müderris, mülazım ve kadı atamalarının
olmadığı görülmüĢtür. Bu boĢluğu da bir baĢka araĢtırmacı Ġsmail Erünsal Ġstanbul
Nuruosmaniye Kütüphanesi‟nde yaptığı araĢtırmalar sonucunda doldurmuĢtur. Çoğu
Anadolu Kazaskerliğine ait olmak üzere 5193 mükerrer numarası ile kaydedilmiĢ 52
adet Ruznamçe defteri bulmuĢtur. Fakat bu sayının da hala eksik olduğu
242
Ġlber Ortaylı, “Kadı”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2001, Cilt: 24, s. 70. 243
ĠpĢirli, “Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar)”, s. 640. 244
Ġstanbul Müftülüğü‟ne bağlı bulunan bu arĢivlerden ġer‟iyye Sicilleri ArĢivi‟nde on bine yakın
ġer‟iyye sicilinin yanı sıra Anadolu ve Rumeli kazaskerliği ile NakîbüleĢraflık‟a ait defterler,
MeĢihat ArĢivi‟nde ise 5.300 civarında defter ve on binlerce belge bulunmaktadır. 245
Baltacı, “Kadı-asker Ruznamçelerinin Tarihi ve Kültürel Ehemmiyeti”, s. 58-59.
65
bilinmektedir.246
Buradaki ruznamçe kayıtlarında müderris ve mutasarrıf247
tayinlerine ait belgeler bulunsa da, kayıtların büyük çoğunluğu kadı tayinleri ile
ilgilidir. Ayrıca defterlerde Ġlmiye TeĢkilatı‟nı çeĢitli yönlerden aydınlatacak ferman,
hüküm ve buyrultular, devlet daireleri arasında yapılan yazıĢmaların takip ettiği yolu
gösterecek arz‟lar, imparatorluğun ictimai ve iktisadi yapısı hakkında bilgi verecek
Ģikâyetler de bulunmaktadır.248
Kazasker ruznamçelerinde önceleri defterin büyük bir kısmında kazalara
yapılan tevcîhat, hemen ardından da medreselere yapılan tevcîhat yer alırken,
Tanzimat‟tan sonra mutasarrıflığın ortaya çıkmasıyla ruznamçeler üç bölüme
ayrılmıĢ; ilk bölümde kadı tayinleri, ikinci bölümde mutasarrıf tayinleri ve üçüncü
bölümde de müderris tayinlerine yer verilmiĢtir. Tayin yetkisi kazaskerin elinde olan
kazaların kadılarının ve medreselerin müderrislerinin tayinleri bu defterlerde yer
alırken, daha yüksek derecedeki kadılık ve müderrisliklere yapılan atamalar, “Ruûs
Defterleri” ve “Hatt-ı Hümayunlarda” yer alırdı. Kazasker Ruznamçelerinde
kazaların, sancakların ve medreselerin seviyelerine göre sıralama yapılmayıp inhilale
göre tevcihler yer aldığından, kimin, hangi tarihte, kaç akçe yevmiye ile ve nereye
tayin edildiği kolaylıkla görülür. Bu ruznamçeler hangi kazaskere ait ise onun
tarafından mühürlenir ki ilmiyeye ait diğer defterlerde görülen bir özellik değildir.
Bazen bir defterde iki, hatta üç ayrı mühür görülür ki bunlar, defterin ihtiva ettiği
senelerde kazaskerlik yapan ve bu defteri kullanan kazaskerlerin mühürleridir.
Mühürsüz birkaç defterle, tek mühürlü bir iki defter istisna edilirse, 1845 yılından
itibaren yani MeĢrebzâde Mehmed Arif Efendi zamanından sonra kazaskerlik
246
Gündoğdu, s. 700. 247
Osmanlı yönetim örgütünde sancakların yöneticisine verilen ad. 248
Ġsmail Erünsal, “Nuruosmaniye Kütüphanesinde Bulunan Bazı Kazasker Ruznamçeleri”, İslam
Medeniyeti Mecmuası, Cilt: 4, Sayı: 3, 1980, s. 20.
66
ruznamçelerinin ayrıca Ģeyhülislamlarca da mühürlendikleri görülmektedir.249
Kazaskerlerin düzenli divan akidlerini ihtiva eden dönemlerde, kazasker
ruznamçelerinde tevcih ve tayinlerin kaydı ilmiye payelerine göre sınıflandırılma
görülür. Diğer kayıtlar ise padiĢah ve Ģeyhülislam “iĢaretleri” mücibince veya inhilal
durumunda yapılmaktadır. Belli bir düzeni olmayan bu kayıtlar özel ifadelerle
belirtilmiĢtir.250
3.1.1.1. Kazasker Ruznamçelerinin Önemi
Osmanlıların son devrine kadar yetiĢen ilmiye mensuplarının teracim-i
ahvallerinin yazılması, birinci derecede Kazasker Ruznamçeleri kayıtları sayesinde
gerçekleĢmektedir. Ayrıca medreseler ve medrese teĢkilatı bakımından son derece
önemli bilgiler içermektedir.251
Kazasker ruznamçeleri Osmanlı taĢra teĢkilatının esas birimleri olan kazaların
hangi tarihlerde kaza statüsü kazandığını göstermesi bakımından da önemlidir.
Osmanlı idari coğrafyasının sınırlarını kronolojik olarak tutulan kazasker
ruznamçelerinin çizdiği de söylenebilir. Mülkî teĢkilatta bir mahallin kaza
addedilmesi oraya bir kadının tayin edilmesiyle mümkündür. Kaza statüsünün
tanınması için öncelikle ilgili mahal padiĢaha Ģeyhülislam veya kazaskerler
tarafından arz edilir ve çıkan ferman kazaskerlere tebliğ olunarak hüküm yürürlüğe
girerdi.252
249
Baltacı, “Kadı-asker Ruznamçelerinin Tarihi ve Kültürel Ehemmiyeti”, s. 59-60. 250
Bilgin Aydın, “Osmanlı YenileĢmesi Döneminde Bab-ı MeĢihat‟ın Bürokratik Yapısı ve Evrak
Dairesi”, M.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Arşivcilik Bölümü, Ġstanbul, 1996, BasılmamıĢ
Yüksek Lisans Tezi, s. 26. 251
Baltacı, “Kadı-asker Ruznamçelerinin Tarihi ve Kültürel Ehemmiyeti”, s. 64-65. 252
Aydın, “Osmanlı YenileĢmesi Döneminde Bab-ı MeĢihat‟ın Bürokratik Yapısı ve Evrak Dairesi”,
s. 27.
67
Kazaskerlerin isim ve mühürlerini muhtevi bulunan bu defterlerde onların
kadı, müderris, mutasarrıf ve muvakkit tevcihlerine dair bol malzeme bulunmakta ve
böylece onların icraatları hakkında geniĢ bilgiler bulunmaktadır.
Kazasker ruznamçelerinde Rumeli ve Anadolu kazaskerliklerine bağlı
kadılıkların isimleri, kadı tevcîhatı münasebetiyle, medreselerin bulundukları yerler
de müderris tayinleri münasebetiyle zikredilmiĢlerdir. Bunların dökümünün
yapılarak bir araya getirilmesiyle mucemler telifi ve paftalara intikaliyle Osmanlı
Ġmparatorluk haritası çizmek mümkündür.
Sancakların idari mesuliyeti üzerinde bulunan “Mutasarrıflar” hakkında
yeterince kaynak bulunmamaktadır. Ruznamçeler sayesinde mutasarrıfların
kazaskerlerce ulema arasından tayin edildikleri ve tanzimattan önce 1702-1703
tarihlerinde mutasarrıf tayin edildiği anlaĢılmaktadır.
Muvakkitlerin tayinlerinin kazaskerlerce yapılmıĢ olduğunu, kadı ve
müderislere nisbetle daha yüksek akçelerle vazifelendirilmiĢ oldukları yine Kazasker
Ruznamçeleri sayesinde bilinmektedir.
Ayrıca Ģeyhülislamlar hakkında Ģakaik ve zeyillerde, Ġlmiye Salnamesinde
bulunmayan bilgilerle adım adım takip etmek ve belirli tarihten itibaren kazasker
ruznamçelerini mühürleyen Ģeyhülislamları mühürleriyle tanımak mümkündür.
Kazasker ruznamçelerinden cebe sığacak kadar küçük olan mülâzemet
defterlerinden, hangi seviyedeki ulemanın ne miktarda mülazim verdiklerini ve
ayrıca iadeden mülâzemet, teĢriften mülâzemet ve mevtadan mülâzemet gibi
mülâzemet yollarını da göstermektedir.
Aynı kadılığa veya aynı medreseye tayin edilen ulemanın değiĢik zamanlarda
ve değiĢik yevmiyeler almaları da ruznamçelerden takip edilerek Osmanlı parasının
68
zaman içindeki değer kaybı ve Osmanlı ücret politikası hakkında da bilgiler
edinilebilir.
Kazasker ruznamçelerinin dil hususiyetleri, cilt Ģekilleri ve cilt kapakları
içinde kullanılan ebru çeĢitleri de ayrıca tetkike değer hususlardır.253
3.1.1.2. Ruznamçelerin Kapak Bilgileri
Defterlerin dıĢ kapaklarında dönemin kazaskerinin adı ile ve defterin içerdiği
yıllar yazılıdır. Kapaktan sonraki ilk sayfaya baktığımızda, sayfanın sol üst köĢesinde
sayfa numaralarının sonuna kadar verildiğini görürüz. Ayrıca yine ilk sayfada
defterde toplam kaç sayfa bulunduğu tarihiyle beraber verilmektedir: “ sene 1157 ve
51 yazılı yaprak” gibi. Defterlerin ilk bölümünde görülen arzuhaller ve hatt-ı
hümayun suretlerinin bulunduğu sayfalar hariç, defterlerin her sayfası ortadan bir
çizgiyle bölünerek iki sütun haline getirilmiĢtir. Defterin en sonunda ise, yeni bir
yazı ya da bir kayıt eklenmesini önleme amacıyla yazının bittiği yerin hemen altına
kazasker mührünün basıldığı görülmektedir.254
Her defter, padiĢaha onay için
sunulan makamların tercihini belirten bir notla baĢlar (el-menasıbü‟l-ma‟ruza).
Defterlerdeki her kayıt iki kısımdan oluĢur. Ġlk kısımda, daha önce bu makamda
bulunan kadının kimliği ile görev süresi ve makamın hangi sebeple münhal olduğu
belirtilir. Ġkinci kısım ise adayın kimliği ve ilmiyedeki kariyeri belirtilip padiĢaha arz
edildikten sonraki tayini kaydedilir. Tayinin tam tarihi ve süresi kazasker tarafından
not düĢülür. Bütün bu özellikler, sistemin düzgün iĢlemesi için anahtar rolü oynar. Ġlk
253
Baltacı, “Kadı-asker Ruznamçelerinin Tarihi ve Kültürel Ehemmiyeti”, s. 64-67. 254
Gündoğdu, s. 701.
69
bakıĢta kolay görülebilmesi için, her kaydın tayin yeri ve mahiyeti derkenarda
iĢaretlenir.255
3.1.1.3. Ruznamçelerin Ġçerik Bilgileri
Ruznamçelerde kadı atamalarının yanında, kadılar, müderrisler ve naipler gibi
kaza (yargı) iĢlerinde görev alan resmî kiĢilere ait veya kazalar hakkında çeĢitli
belgeler de vardır. Bunlar; arzuhaller, mahzarlar ve fermanlardır. Ancak kadı ve
müderris atamaları doğal olarak defterlerin ana kısmını oluĢturmaktadır.
3.1.1.4. Arzuhaller ve Mahzarlar
Defterlerin ilk sayfalarında genellikle kadılar tarafından hangi kazaskerliğe
bağlı ise oraya yazılmıĢ, çeĢitli istekleri içeren arzuhaller ve de kaza halkının
taleplerini doğrudan kazaskerliğe yazdıkları arz-ı mahzarlar vardır.256
Bir istek veya Ģikâyetin üst makama duyurulması için yazılan yazı, dilekçe
demek olan arzuhal; Osmanlılarda bir haksızlıktan Ģikâyet, bir görev veya ücretin
istenmesi, bir yanlıĢlığın düzeltilmesi gibi durumlarda verilirdi. Arzuhaller bizzat
padiĢahtan baĢlayarak taĢradaki küçük idareci ve makamlara kadar yetkili her
mevkiye sunulabilirdi.257
Askeri sınıftan bir kiĢi veya grup toptan Ģikâyette
bulunabilirdi. Genellikle askeri (resmî) kiĢilerin dilekçesi için yalnızca “arz”
kelimesi kullanılırdı. ġikâyet konusu ilgilinin mutlaka bir zararını veya uğradığı bir
haksızlığı gidermek içindi. Söz konusu zarar mutlaka özel zarar olmalıdır. Kamu
zararına ait iĢler Mühimme Defteri‟ne kaydedilirdi.258
Ruznamçelerde Ģikâyet
arzuhallerinin yanında, kazalarındaki Kadı‟nın faaliyetlerinden memnun olan kaza
255
Halil Ġnalcık, “Kazasker Ruznamçe Defterlerine Göre Kadılık”, Adalet Kitabı (Editörler: Bülent
Arı, Selim ASLANTAŞ), Adalet Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2007, s. 119. 256
Gündoğdu, s. 701. 257
Mehmet ĠpĢirli, “Arzuhal”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 1991, Cilt: 3, s. 447. 258
Halil Ġnalcık, Osmanlıda Devlet Hukuk Adalet, Eren Yayınları, Ġstanbul, 2000, s. 51.
70
halkının, genellikle de Kadı‟nın görev süresinin uzatılmasını talep etme amacıyla
gönderdikleri arzuhaller de bulunmaktadır.259
Resmî makamlara Ģikâyet, talep, teĢekkür vb. hususlar için sunulan çok imzalı
arzuhal demek olan mahzarlar260
da Ruznamçelerin ilk sayfalarında bulunurdu. Bu
vesikaların altında, “arz”da bulunanlar, adlarını ve mühürlerini koyarlardı. Böylece
Ģikâyet, topluca yapılmıĢ ve her üye tarafından tasdik edilmiĢ bir arzuhal niteliğini
kazanırdı.261
Ayrıca Kazasker Ruznamçe‟lerinde bir alt rütbeden bir üst rütbeye terfi
etmek isteyen Kadı‟ların, bu amaçlarını iletmek için yazdıkları arz örnekleri de
önemli yer tutmaktadır.262
3.1.1.5. Hatt-ı Hümayun ve Ferman Suretleri
Hatt-ı Hümayun; çok uzun olup da mabeyn baĢkatiplerince yazılanlar dıĢında,
padiĢahın bizzat kendi el yazısıyla yazdığı, mutlaka padiĢahın imzasını taĢıyan yazılı
emirlerdir.263
Ferman ise; Dîvân-ı Hümâyun veya PaĢakapısı‟ndaki divanlarda alınan
kararlar doğrultusunda yazılan ve üzerinde tuğra bulunan padiĢah emirlerinin
(buyruk) genel adıdır.264
Kazasker Ruznamçelerinde görülen bazı hattı hümayunlar çok genel anlamda
Ġlmiye TeĢkilatı‟nın iĢleyiĢi ile ilgili konular içerirken, bazıları ise çok spesifik
konularda olabilmektedir. Örneğin; kazaların rütbesinin artırılıp eksiltilmesi,
azledilen bir kadı‟nın suçunun bağıĢlanması, rütbesinin yükseltilmesi veya
azledilmesi ya da bir kadının bir kazadan baĢka bir kazaya tayin edilmesinden
bahsedilmektedir. Ayrıca defterlerde; medreselerin ders programları, derslerin
259
Gündoğdu, s. 705. 260
Mehmet ĠpĢirli, “Mahzar”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2003, Cilt: 27, s. 398. 261
Ġnalcık, Osmanlıda Devlet Hukuk Adalet, s. 55. 262
Gündoğdu, s. 703. 263
Pakalın, Cilt: 1, s.767-768. 264
Mübahat S. Kütükoğlu, “Ferman”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 1995, Cilt: 12, s. 400.
71
iĢleniĢiyle ilgili olarak da ders programlarının yeniden düzenlenmesi, medreselerde
derslerin sindirilerek okutulması ya da kadı olma talebinde bulunanların sınava tabi
tutulması gibi emirler de yer almaktadır.265
Kazasker ruznamçelerinin giriĢ kısmı, tüm dini kitapların giriĢ bölümünde
bulunan “ besmele, hamdele ve salvele” bölümüyle baĢlar. Defterlerin büyük kısmı
kadı ve müderris atamalarıyla doludur. Tarihlerin çok açık bir Ģekilde yazılmasına
dikkat edildiği görülen kadı atamalarında herhangi bir karıĢıklığa meydan vermemek
için atamalar her ayın ilk günü gerçekleĢtirilmiĢtir. Arapça ayın ilk günü anlamına
gelen gurre kelimesi tüm atama kayıtlarında mutlaka geçmektedir. Böylece kazaya
giden yeni kadı ile bir önceki kadı arasında meydana gelebilecek karıĢıklığın
önlenmesi amaçlanmıĢtır.266
PadiĢahtan onayı alınan Kadı‟ya bir mektupla tayin
iĢlemi hakkında bilgi verilir, berat alması istenir ve kadı‟nın beratını getirmesinden
sonra tayin iĢlemi gerçekleĢmiĢ olurdu. Ruznamçelerde geçen “Bâ Berat” ibaresi, adı
geçen Kadı‟nın padiĢahtan berat aldığını ve bu beratı ruznamçeye kaydettirdiğini
göstermek için kullanılan bir tabirdir. Kazasker ruznamçelerinde, yine herhangi bir
karıĢıklık çıkmasına engel olma amacıyla, kadılar kazalara atanırken atanılacak
kazanın adı açık Ģekilde belirtilirdi. Bazen aynı adı taĢıyan birden fazla kaza
olabildiğinden, kazanın isminin yanına mutlaka açıklayıcı bilgiler yazılırdı. Böylece
ataması yapılan kadı gideceği kazayı tam olarak bilir ve görev yerine öyle giderdi.267
Kazasker ruznamçelerinde görev süresi dolan Kadı‟nın kimliği ile ilgili
bilgiler de ayrıntılı olarak verilmiĢtir. Kaza adı belirtildikten sonra adı geçen kazayı
265
Gündoğdu, s. 707. 266
Gündoğdu, s. 708. 267
Gündoğdu, s. 710.
72
fiilen tasarruf eden kadı‟nın adı açık Ģekilde yazılarak hangi tarihte görevi sona
ereceği açıkça yazılmıĢtır.268
Kazasker ruznamçelerinin önemli unsurlarından birisi de, adı geçen kazaya
yeni atanacak olan Kadı‟nın tüm bilgilerinin ayrıntılı olarak verilmesidir. Bu bilgiler
arasında bulunan, kadı‟nın bir önceki yevmiyesi ve görev yeri ard arda gayet açık bir
Ģekilde defterlere kaydedilmiĢtir.269
Kendinden önceki kadı ile aralarında meydana
gelebilecek muhtemel karıĢıklıkları önleme amacıyla; kazaya yeni tayin edilen
kadı‟nın ismi ve yevmiyesi, atama müddeti ve göreve baĢlayacağı tarih gün, ay ve yıl
olarak açıkça yazılmıĢtır.270
Daha önceden de belirttiğimiz gibi, Mısır‟daki kadı atamaları Anadolu
kazaskeri tarafından yapıldığından, Mısır ile ilgili kadı ve müderris atamaları
Anadolu kazaskerliği ruznamçe defterlerinde kayıtlı bulunmaktadır. Bu atamalarla
ilgili olarak, RKR. Özel No, 63 numaralı defterin 29a-b ve 30a-b sayfaları Mısır
eyaletindeki bu tayin iĢlemlerine ayrılmıĢtır. Bu iki yaprakta toplam yirmi kadı
atamasının yapıldığı ve yirmi kadıdan sadece beĢinin berat aldığı ve deftere iĢlettiği
görülmektedir. Ruznamçe defterindeki iĢlemler sonlanmamasına rağmen, sayfanın
sonunun kazasker mührüyle mühürlenmesi, Anadolu kazaskerliği içinde Mısır‟daki
mansıplara bakan ayrı bir Mısır Ruznamçe Kalemi olduğunu
göstermektedir.271
Bazen Müderris atamaları ile kadı atamalarının birlikte aynı
defterlerde olduğu görülmektedir. Örneğin, RKR. Özel No, 63 numaralı defter bu tür
bir defterdir. Defterin baĢ kısmında kadı atamalarına iliĢkin kayıtlar mevcut iken, son
sayfalarda ise, baĢta Ġstanbul‟daki medreseler olmak üzere Anadolu‟daki medreselere
yapılan müderris atamalarının yer aldığı görülmektedir. Bununla beraber, bazı
268
Gündoğdu, s. 710. 269
Gündoğdu, s. 711. 270
Gündoğdu, s. 714. 271
Gündoğdu, s. 715-716.
73
ruznamçe defterlerinde sadece kadı, müderris atamaları veya mülâzemet kayıtları
görülmektedir. Örneğin RKR. Özel No, 149 defterinde sadece müderris tevcîhatı 83,
NOK. Yeni Kayıt, 4569/12 künyeli defterde ise sadece kadı tevcîhatı
görülmektedir.272
3.1.2. Ruûs Defterleri
Sözlükte; “baĢ, kiĢi, Ģahıs” anlamlarında kullanılan “re‟s” kelimesinin çoğulu
olan ruûs, Osmanlılarda bu anlamından hareket ederek tayinleri ilgilendiren bir terim
olarak kullanılmıĢtır. Osmanlı bürokrasisinde XVI. yüzyıl sonlarına kadar birtakım
resmî tayinlerin kaydedildiği defterleri ifade eden ruûs, XVII. yüzyıldan itibaren bazı
tayinler için verilen tezkirelere denilmeye baĢlanmıĢ, XVII. yüzyılın sonlarına doğru
atamaların bürokratik iĢlemlerinin yapıldığı kalemin adına dönüĢmüĢtür.273
Ruûs defterlerinin ne zamandan itibaren tutulmaya baĢlandığı konusunda
kesin bir bilgiye sahip değiliz. Müderris tayinlerinin kayıtlarının bulunduğu ilk ruûs
defteri 954 tarihlidir. Mevleviyet kadılarının tayinlerinin ilk ne zaman bu defterlere
kaydedildiği de yine muallakta olan bir bilgidir.274
Mevleviyet denilen yüksek dereceli kadıların tayinleri kazasker
ruznamçelerinde yer almazdı. Çünkü, büyük eyaletlerin merkezleri ile
Ġmparatorluğun Ġstanbul, Edirne, Bursa, Mekke ve Medine gibi Ģehirlerinde bulunan
yüksek dereceli kadıların tayinleri, Ģeyhülislamların yetkisi dâhilinde olduğundan,
buralara yapılacak kadı tevcîhatları XVI. yüzyılın ortalarından itibaren ruûs ve tahvil
defterlerine kaydedilmekteydi.275
Böylece bu defterler sayesinde yüksek dereceli
272
Gündoğdu, s. 718. 273
Recep Ahıskalı, “Ruûs”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2008, Cilt: 35, s. 272. 274
Aydın, Günalan, “XVI.Yüzyılda Osmanlı Devleti‟nde Mevleviyet Kadıları”, s. 20. 275
Aydın, Günalan, “XVI.Yüzyılda Osmanlı Devleti‟nde Mevleviyet Kadıları”, s. 20.
74
medreselere yapılan tayinleri kronolojik olarak takip edebilerek, medreseler
hakkındaki bilgilere taze ve orijinal bilgiler eklenebilmektedir.276
Kadı ve müderrislerden hangilerinin kazasker ruznamçelerine, hangilerinin de
Ģeyhülislamlar tarafından tutulan ruûs defterlerine kaydedileceği konusunda,
alacakları yevmiye miktarına göre de ayrım yapılmıĢtır. Buna göre; yevmiyesi kırk
akçeden aĢağıdaki müderrisler ile yüz elli akçeden aĢağı olan kadılar, kazaskerler
tarafından tayin edilir ve tayin kayıtları ruznamçe defterlerine iĢlenirken bunun
üstündeki kadı ve müderrislerin tayinleri Ģeyhülislam tarafından yapılır olmuĢ ve
tayin kayıtları ruûs defterlerine iĢlenmiĢtir. Ancak mevleviyet kadılarının tayinleriyle
ilgili ruûs kayıtlarının çoğunda maaĢları belirtilmemiĢtir.277
Bazı müderris
tayinleriyle ilgili ruûs kayıtlarında ise maaĢlar belirtiliyor, tayinin gerçekleĢtiği görev
yeri ve göreve baĢlangıç tarihi ise müderrislere verilen hükümlerde açıkça
yazılıyordu. Vakıf yöneticileri de müderrislerin maaĢlarını beratlarında yazılan
günlük ücretlerin üzerinden hesaplayarak aylık Ģeklinde ödüyorlardı.278
Ruûs defterlerindeki kayıtlara bakıldığında, taht kadılığı ünvanıyla da bilinen
beĢ yüz akçe yevmiyeli büyük mevleviyetlere, daha alt derecedeki mevleviyet
kadılıklarından tayinler yapıldığı, buralara doğrudan müderrislerin tayin edildiği
durumların ise çok nadir görüldüğü anlaĢılmaktadır.
Ruûs defterleri Ġlmiye TeĢkilatı hakkındaki araĢtırmalarda en önemli
kaynaklardan biridir. Bu defterler sayesinde, kadılıkların mevleviyet oluĢ tarihleri,
mevleviyet statüsü sıklıkla değiĢen kadılıkların durumu, mevleviyet kadılarının tayin
kayıtlarından daha önceki görevleri hakkında bilgi edinerek bir mevleviyet kadılığı
için tayinlerin hangi oranda müderris veya kadılardan yapıldığı konusunda tespitler
276
Aydın, Günalan, “Ruûs Defterlerine Göre XVI. Yüzyılda Osmanlı Müderrisleri, s. 165. 277
Aydın, Günalan, “XVI. Yüzyılda Osmanlı Devleti‟nde Mevleviyet Kadıları”, s. 22 278
Aydın, Günalan, “Ruûs Defterlerine Göre XVI. Yüzyılda Osmanlı Müderrisleri, s. 164.
75
yapılabilmektedir. Ruûs defterlerinin bir bütün halinde incelenmesi, XVI. Yüzyıldan
sonra mevleviyet kadılıklarının teĢkilat yapısındaki geliĢmelerin tespit edilmesi ve bu
kadılıklara tayin edilen kadıların kronolojik listelerinin oluĢturulması bakımından da
önemlidir.279
Ruûs kayıtlarından Osmanlı ulemasına ait biyografik kaynakların verdiği
bilgilerin gerçekliğini kontrol etmekte de faydalanılabilir. Nitekim, Bilgin Aydın
BaĢbakanlık Osmanlı arĢivinde ruûs kayıtları ile ilgili yaptığı araĢtırmalar
neticesinde, Tarih-i Silsile-i Ulema adlı biyografik eserde bazı yanlıĢ bilgiler
olduğunu tespit etmiĢtir. Mesela, Tarih-i Silsile-i Ulema‟da Üç ġerefeli müderrisi
Ferruh Efendi‟nin 962/1554-55 yılında Semaniye Medreseleri‟nden Çifte Ayak
KurĢunlu Medresesi‟ne tayin edildiği yazmakta iken, Kamil Kepeci tasnifindeki bir
ruûs kaydında tayin tarihi 2 Safer 963 olarak geçmektedir.280
Yüksek dereceli medreselerin iĢleyiĢi ile ilgili çok değerli bilgiler içeren ruûs
kayıtlarında, Semaniye müderrislerinden yolsuzluk dolayısıyla azl olunanlardan,
kazasker mütekaidlerinin de müderris olarak görev alabildiklerine kadar birçok bilgi
bulunmaktadır. 281
Görüldüğü gibi ruûs defterlerindeki bu bilgilerle yazıldığı dönemin Ġlmiye
TeĢkilatı‟nın yapısı ve bu müessesenin üyeleri hakkında farklı ipuçları elde ederek,
çok önemli tespitlerde bulunulabilmektedir.
XVI. yüzyılın sonları ile XVII. yüzyılın baĢlarında Osmanlı defter sisteminde
büyük çaplı bir değiĢim ve dönüĢüm baĢlamıĢtır. Ruûs defterlerini de etkileyen bu
değiĢimde, bu döneme kadar seri bütünlüğü içinde, tek bir seri halinde tutulan
defterler, bu tarihten itibaren alt serilere ayrılmaya baĢlamıĢtır. Bu süreçte defterler, 279
Aydın, Günalan, “XVI. Yüzyılda Osmanlı Devleti‟nde Mevleviyet Kadıları”, s. 23-24. 280
Aydın, Günalan, “Ruûs Defterlerine Göre XVI. Yüzyılda Osmanlı Müderrisleri, s. 166. 281
Aydın, Günalan, “Ruûs Defterlerine Göre XVI. Yüzyılda Osmanlı Müderrisleri, s. 166.
76
ana seriden ayrılarak yeni seriler halinde ve genellikle belgelerin ilgili olduğu belli
baĢlı konulara, kalemlere, belge türlerine ve eyaletlere göre bölünmeye ve müstakil
seriler oluĢturmaya baĢlamıĢ ve defter tutmadaki bu zihniyet değiĢimi XIX. yüzyılın
sonuna kadar onlarca farklı serinin ortaya çıkmasına neden olmuĢtur.282
3.1.3. Tarîk Defterleri
Sözlükte yol, meslek, herkesin geçinmek için tuttuğu yol manalarına gelen
Tarîk283
kelimesinden, aynı zamanda silsile de anlaĢılmaktadır. Nitekim daha
önceden bahsettiğimiz gibi eskiden devlet memurları “Tarîk-i Kalemiye, Tarîk-i
Seyfiye, Tarîk-i Ġlmiye” olmak üzere üç kısma ayrılırdı.284
Tarîk defterleri ise, ilmiye sınıfına mensup idari görevliler ile mevleviyet
kadıları ve müderrislerin tayin ve terfi tarihlerinin sırayla kaydedildiği
defterlerdir.285
Kazaskerler tarafından kendi yetki alanları içindeki kaza kadılarının
tayin ve azil iĢlemleri hususunda tuttukları ve padiĢah huzurunda okuyup padiĢahın
onayını aldıkları defterlere akdiye defteri (kadılar defteri) dendiğini daha önce
belirtmiĢtik. Daha sonra müderrisler de dâhil olmak üzere bütün Ġlmiye mensuplarına
ait tutulan deftere tarîk defteri denilmiĢtir.286
Kazasker Ruznamçelerinin esas alındığı
tarîk defterleri, Ģeyhülislamlar tarafından tutuluyor, Anadolu ve Rumeli ayrımı
olmadığından MeĢihat Mektûbi Kalemi‟nde bulunuyordu.287
ArĢivler ve
kütüphanelerde ilmiye sınıfına mensup müderris ve kadıların isim ve görevlerini
belirten; me‟murin-i ilmiye, kuzatın esami defteri, ilmiye defteri, meĢihat sicil
282
Bilgin Aydın, “17-19. Yüzyıl Tahvil Ahkam Defterlerinde Alt Serilerin Ortaya ÇıkıĢı”, Kitaplara
Vakfedilen Bir Ömre Tuhfe: İsmail E.Erünsal’a Armağan, Ülke Yayınları, Ġstanbul, Cilt: 1, 2014,
s. 103-104. 283
Sami, s. 883. 284
Pakalın, Cilt: 3, s. 403. 285
Aydın, Yurdakul, Kurt, s. 30. 286
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 87-88, 103. 287
Baltacı, “Tarîk Defterleri”, V. Milli Türkoloji Kongresi, 23-26 Eylül 1983, s. 1.
77
defteri, defterü‟l-kuzat, esami‟l-kuzat gibi isimlerle kaydedilmiĢ pek çok defter
bulunmaktadır ki bunlar Anadolu ve Rumeli‟deki kaza kadılarının isim cetvelleri
Ģeklinde düzenlenmiĢlerdir. Mevleviyet kadılarıyla müderrislerin tayin ve terfi
tarihlerinin sırayla kayıtlı bulunduğu defterler belli bir hiyerarĢiyi gözetmeleri
bakımından gerçek manada tarîk defterlerinde yer almaktadır.288
UzunçarĢılı‟nın,
tarîk defterlerinin 1829 yılından itibaren tutulduğunu belirtmesine rağmen289
daha
önce yazılmıĢ defterlere de rastlanılmaktadır.290
Tarîk defterleri medrese ve kaza teĢkilatı açısından içinde bulundurduğu
önemli bilgilerle Ġlmiye TeĢkilatı‟nın birincil kaynaklarından olmasının yanı sıra,
içlerinde yer alan sayısız ilmiye ricali ile hem Osmanlı kaza ve medrese üyelerinin
görev silsilelerini verirken, hem de mevleviyet kadılığı, kazaskerlik ve
Ģeyhülislamlık gibi önemli mevkileri elde etmiĢ kiĢilerin hayatları hakkında ayrıntılı
bilgiler vererek, belki de isimleri bile bilinmeyen Ģahısların biyografilerinin ortaya
çıkmasına da kaynaklık etmektedir.291
Tarîk defterleri “ rütbe-i vâlâ-yı sadr-ı fetvâ “, “ mesned-i vâlâ-yı fetvâ “ gibi
baĢlıklarla yaldızlı bir sayfaya kaydedilmiĢ Ģeyhülislâm isimleriyle baĢlar. Daha
sonra sırasıyla sadreyn ve sudur olarak da isimlendirilen Anadolu ve Rumeli
kazaskerliği üyeleri, NakîbüleĢraf ve Darü‟l-hilafeti‟l-aliyye, Mekke-i mükerreme,
Medine-i münevvere, Edirne, Bursa, ġam, Mısır, Kudüs, Haleb, Havass-ı refia,
Selanik, YeniĢehir-i Fener, Galata, Ġzmir, Üskadar, Filibe, Bağdad, Ayntab, Belgrad,
Sofya, Bosna, Erzurum, MaraĢ ve Trablusgarb mevali ve kadıları yer alırken, mazul
288
Aydın, “Osmanlı YenileĢmesi Döneminde Bab-ı MeĢihat‟ın Bürokratik Yapısı ve Evrak Ġdaresi”,
s. 18. 289
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 186. 290
Aydın tezinde, Millet Kütüphanesi Ali Emiri Koleksiyonu “müteferrika” kısmında 56 numarada
kayıtlı defterin 1719 yılında baĢladığını belirtmiĢtir. 291
Arzu GüldöĢüren, “19. Yüzyılın Ġlk Yarısında Tarîk Defterlerine Göre Ġlmiye Ricâli”, MÜSBE
Ġlahiyat Anabilim Dalı Ġslam Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı, Ġstanbul, 2004, BasılmamıĢ Yüksek
Lisans Tezi, s. 1.
78
olanlar ise ayrıca gösterilir. Bundan sonra Darülhadis‟den baĢlayarak Süleymaniye,
Hamise, Darülhadis-i Ġbrahim PaĢa, Musıla-i Süleymaniye, Hareket-i AltmıĢlı,
Ġbtida-i AltmıĢlı, Sahn-ı Seman, Musıla-i Sahn, Hareket-i Dâhil, Ġbtida-i Dâhil,
Hareket-i Haric ve Ġbtida-i Haric medreselerinin müderrisleri kaydedilmektedir. Bazı
tarîk defterlerinin sonunda kürsü meĢayihi olarak da adlandırılan selâtin
camilerinin292
vaizleri kayıtlı bulunmaktadır. 293
Birkaç çeĢit tarîk defterinden bahsedebiliriz. Belli bir hiyerarĢiye göre
kaydedilmeleri bakımından gerçek manada tarîk defteri sayabileceğimiz
ġeyhülislam, Nakîbül-eĢraf, Anadolu ve Rumeli Kazaskerleri ile mevleviyyet
kadıları ve müderrislerin tayin ve terfilerinin kayıtlı olduğu defterler birinci grubu
oluĢtururlar. Ġkinci sırada Anadolu ve Rumeli kaza kadılıklarında bulunan zevatın
isim cetvelleri Ģeklinde düzenlenen defterler yer alır. Bir de defterlerin genel
özeliklerine uymakla beraber kendi içinde farklılıklar gösteren defterler vardır.
GüldöĢüren, bu defterlere örnek olarak Ali Emiri Müteferrik 64 ve 56 numaralarda
kayıtlı olan defterleri göstermektedir. 64 numaralı defterde diğerlerinden farklı
olarak Ġlmiye TeĢkilatı içinde yer alan diğer görevliler verilmekte ayrıca defterin
büyük kısmında ilmiye mensuplarına verilen arpalıklardan bahsedilmektedir.
Arpalıklar alfabetik olarak kaydedilip üzerlerine kuruĢ olarak değerleri verilmiĢtir bu
arada arpalık sahiplerinin isimleri de zikredilmiĢtir. Tarîk defterlerinden kendine has
üslubu olan Ali Emiri Müteferrik 56 numarada kayıtlı olan defterdir ise, YeniĢehri
Abdullah Efendi zamanında haric ruûsuyla tarîke girenlerle baĢlamakta, kayıtlı olan
son ġeyhülislama kadar Ġbtida-i Haric müderrisliği ile ilmiyeye dâhil olanlar
292
Ayasofya, Sultan Ahmed, Bayezid, Fatih, Nuriosmaniye, Sultan Selim, Eyüp, Laleli, Valide
Sultan, ġehzade, Üsküdar Valide, Ayazma, Beylerbeyi, Hasköyde Valide Sultan, Selimiye,
Tophanede Nusretiyye, Bahçekapısı, Üsküdar‟da ġemsipaĢa Camii. 293
Aydın, Yurdakul, Kurt, s. 30.
79
zikredilmektedir. Bu arada daha sonra geldikleri diğer görevler de zaman zaman
verilmektedir.294
Ġlmiye TeĢkilatı‟nda meydana gelen geliĢmeleri takip etmede, Tarîk
defterlerine derkenar Ģeklinde düĢülmüĢ notlar da önemli bilgiler vermektedir. Bazı
tarîk defterlerinin sonuna, defterin ait olduğu dönemde Ġstanbul içindeki
müderrislerin sayılarını gösteren bir müderris istatistiği eklenmiĢtir.295
Tarîk defterlerinde müderris ve kadıların isimlerinin sağ kenarına hangi
tarihte ibtidadan müderrislik derecesi almıĢsa ayı ve senesiyle o gösterilip sol
tarafında da oradan bir derece yukarıya terfiine iĢaret edilirdi. Medrese derece
rütbelerinin bir kısmı itibari olarak verilmiĢ olup isimlerinin üzerine iĢaret olunduğu
gibi Tafra suretiyle terfi edenlerin isimlerinin kenarlarına kayıt düĢülmüĢtür.296
Büyük çoğunluğu ulema yazısı olan talik ile yazılan tarîk defterlerinde Ģahıs isimleri
siyah, müessese ve yer isimleri kırmızı mürekkeple yaldızlı satırlar üzerine
kaydedilmiĢlerdir. Defterlerin ebatları ise farklılıklar göstermektedir.297
Tarîk defterlerinin 22 tanesi Ġstanbul Müftülüğü ġer‟iyye Sicilleri ArĢivi‟nde
bulunmaktadır. Bu defterler iki gruba ayrılır; Birinci grupta 1245-1338 (1829-1919)
yılları arasını kapsayan 14x40, 18x44 ölçülerinde olan 16 defter bulunurken, ikinci
grupta 1262-1309 ( 1845-1891) yılları arasını içeren ve 12x22, 15x24 ebatlarında
olan 6 defter vardır.298
Tarîk defterlerinin ikinci büyük koleksiyonu ise Millet Kütüphanesi Ali Emiri
Koleksiyonu “ müteferrika” kısmında kayıtlı bulunmaktadır. Buradaki en eski defter
294
GüldöĢüren, s. 12. 295
Aydın, Osmanlı YenileĢmesi Döneminde Bab-ı MeĢihat‟ın Bürokratik Yapısı ve Evrak Ġdaresi”, s.
19. 296
Baltacı, “Tarîk Defterleri”, s. 3.; UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 186-187. 297
Baltacı, “Tarîk Defterleri”, s. 3. 298
Aydın, “Osmanlı YenileĢmesi Döneminde Bab-ı MeĢihat‟ın Bürokratik Yapısı ve Evrak Ġdaresi”,
s. 19.
80
1132-1285 (1719-1868) tarihleri arasını kapsamaktadır ancak bu defter hiyerarĢik
sıra gözetilmeden hazırlanmıĢtır. HiyerarĢik sıralamadan söz edebileceğimiz en eski
tarihli defter ise 1200-1267 (1784-1850) tarihli tarîk defteridir.299
Ayrıca; Ġstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesinde 9, Süleymaniye
Kütüphanesi‟nde 2, Topkapı Sarayı Müzesi ArĢivi‟nde 3 ve Taksim Atatürk
Kitaplığında da 2 tarîk defteri bulunmaktadır.300
3.1.3.1. Tarîk Defterlerinde Geçen Bazı Ġfadeler
Ba-Pâye, çoğunlukla Haremeyn-i Muhteremeyn, Dâru‟l-Hılâfe, Sadr-ı
Anadolu ve Sadr-ı Rumeli‟den mazul olan ulema hakkında bu tabir kullanılmıĢtır.
Bi’l-fi’il şud ise, bir Ģahsın bizzat kadılık veya kazaskerlik görevinde bulunduğuna
iĢaret etmek için kullanılan bir tabirdir. Tarîk defterlerinde geçen diğer bir ifade de
Hareket’tir, Osmanlı Ġlmiye tarîkinde “hareket” basamaklar halinde sıralanan
medreseleri en alt seviyedekinden en üst seviyedekine kadar sırası ile tek tek
geçmeye diğer bir deyiĢle müteselsil terfi sisteminin cereyan Ģekline denmektedir.
İclâ şud, Ģahsın sürgün edildiğini belirtmek için kullanılır. Medd-i Mâh, kadılıklarda
ve kazaskerliklerde ilmiye mensuplarının görev sürelerinin uzamasını ifade
etmektedir. Niyabetdedir ifadesi, müderrisin kadı vekilliği yaptığına iĢaret eder. Pâye
şud, çoğunlukla Bilad-ı Hamse, Haremeyn-i Muhteremeyn, Dâru‟l-Hılâfe ve Sadr-ı
Anadolu‟dan mazûl olan Ģahıslardan bahsederken kullanılan bir tabirdir. Rütbesi
yevm-i tevcihinden muteberdir, Yevm-i tevcihinden, Rütbesi yevm-i zabtından,
ifadeleri Ģahısların rütbe aldıkları tarihle maaĢ aldıkları tarihin aynı zamana geldiğine
iĢaret etmek için kullanılmıĢtır ve genellikle Mekke-i Mükerreme kadılığına gelenler
için bu ifade tercih edilmiĢtir. Şud ifadesi Ģahsın geldiği göreve iĢaret etmek için 299
Aydın, “Osmanlı YenileĢmesi Döneminde Bab-ı MeĢihat‟ın Bürokratik Yapısı ve Evrak Ġdaresi”,
s. 19. 300
GüldöĢüren, s. 14-15.
81
kullanılan bir tabir olmuĢtur. Tafra kerd, zaman zaman bir üst dereceye çıkmak
yerine medrese derecelerini atlayarak yükselenler için kullanılmıĢ olmakla birlikte
bazen ise medrese derecelerini atlamasa bile itibari olarak görev alan Ģahıslara iĢaret
etmektedir. Taşrada cihet tevcih şud, Taşrada, bu iki ifadenin ilmiye mensubunun
herhangi bir görevle taĢraya gittiğine, ona taĢrada baĢka bir vazife verildiğine iĢaret
ediyor olma ihtimali vardır.301
Tarîk defterlerinde geçen ve ne anlama geldiği kesin olarak bilinemeyen bazı
ifadeler de vardır. Bunlardan bir tanesi “Hareket kerd”, “Tafra kerd”, “Pâye Ģud” ve
“Sofya Ģud” ifadelerinin yanına kaydedilen rakamlardır. Hareket kerd ve Tafra kerd
yanındaki bu rakamların itibari görev almalara veya yükselmelere iĢaret etmek için
kullanılmıĢ olma ihtimali yüksektir.
Diğer bir sorun da genellikle “bâ-irade-i Ģâhâne” ifadesinin yanına kaydedilen
ve rumuz olduğu tahmin edilen “ط“ ,”ج” ve “م ” harfleridir.
Defterlerde bazı ifadelerin sonuna eklenen farsça kazımak, oymak
anlamındaki “Hakk Ģud” ifadesi de tam olarak anlaĢılamamaktadır.302
3.1.4. NakîbüleĢraf Defterleri
NakîbüleĢraflığın, Hz. Muhammed‟in soyundan gelen ve “seyyid” ve “Ģerif”
denilen kimselerin iĢlerini takip etmek göreviyle Yıldırım Bayezid zamanında
kurulduğunu, Fatih döneminde lağvedilip II. Bayezid‟in Seyyid Abdullah‟ın oğlu
Seyyid Mahmud‟u maaĢlı olarak NakîbüleĢraf tayin etmesiyle de kurumsallaĢma
sürecine girdiğini daha önce belirtmiĢtik.
301
GüldöĢüren, s. 31-35. 302
GüldöĢüren, s. 36.
82
NakîbüleĢraflar Seyyidlerin ve ġeriflerin problemleriyle ilgilenirlerken sahte
müteseyyidliğe de engel olmaya çalıĢırlardı. Bu amaçla seyyidliği kesin olanlara
“Siyadet Hücceti” verirlerdi. Hücceti veren NakîbüleĢraf siyadet (seyyidlik) kaydını
da “Sâdât Defteri” de denilen deftere yapardı. Bu sayede verilen herhangi bir
zamanda verilen siyadet hüccetinin tarihinden hareketle, onu defterle karĢılaĢtırmak
mümkün olur, sahte siyadet hücceti düzenlenmesinin de yolu kapanmıĢ
olurdu.303
Sâdâta sağlanan askerlik ve örfî vergi muafiyetlerinin uygulanması, lehte
ve aleyhte vuku bulan davalara müdâhil olunması, suçluların cezalandırılması ve
evlilik iĢlemlerinde bu defterler ilk baĢvuru kaynağıydı.304
NakîbüleĢraf defterlerine;
Sâdât Defteri, ġecere-i Tayyibe ya da Nakib Ceridesi de denilmekteydi. Bu
defterlerde eyalet, sancak ve kazalar da dâhil olmak üzere seyyid ve Ģeriflerin
hepsinin, isim ve hüviyetleri, siyâdet veya Ģerafet silsileleri, evlâdları, ahval ve
ahlâkları, ikametgâhları, Ģecereleri, iki Ģuhudul hal ile seyyidlik veya Ģeriflik
tespitleri de yer almaktadır.305
NakîbüleĢraf defterleri günümüzde Ġstanbul ġer‟iyye Sicilleri ArĢivi‟nde
muhafaza edilmektedir. Ancak defter serileri tam olmayıp, eksik yılların çokluğu
dikkat çekmektedir.306
Toplam otuz dokuz adet defter mevcuttur.307
NakîbüleĢraf
defterlerinde alfabetik sıraya göre tanzim edilmiĢ seyyit isimleri ile seyyit ve Ģerifler
için düzenlenmiĢ siyadet hüccetlerinin suretleri yer almaktadır. Sâdât
silsilenamelerinin ilk kez XVI. yüzyılda Seyyit Mahmud‟un NakîbüleĢraf
olmasından sonra “Nakîb Cerideleri”ne kaydedildiği belirtilmektedir. MeĢihat
303
Murat Sarıcık, “NakîbüleĢraf Abdülkadir Efendi Tarafından Verilen 1008/1600 Tarihli Siyadet
Hücceti”, EKEV Akademi Dergisi, yıl:12 Sayı:.35, Bahar 2008, s. 114. 304
ġ. Tufan Buzpınar, “NakîbüleĢraf”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 32, s. 323. 305
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 167. 306
Ġhsanoğlu, s. 248-249 307
MeĢihat arĢivinde bulunan bu defterler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Bilgin Aydın tez s.31-33,
Babı MeĢihat kataloğu, s. 36-38.; Cahid Baltacı, Ġslam Medeniyeti Tarihi, s. 316-318.
83
ArĢivi‟ndeki ilk NakîbüleĢraf defteri ise Seyyid Mahmud‟dan sonra NakîbüleĢraf
olan Muhterem Efendi zamanına ait olup, üzerindeki kayıt 1535 (942) yılını
göstermektedir.308
Farklı ebatlarda bulunan bu otuz dokuz defterin sonuncusu da
1334-1342 yıllarına aittir.309
NakîbüleĢraf defterlerinin ekserisinin baĢlangıcında, bir siyadet hücceti içinde
bulunan siyadet kaydı yer alır. Bu siyadet kaydı; “davet rüknü” de denen, hamdele ve
salvele bölümünden sonrasına eklenir. Bu siyadet hücceti aynı zamanda o defteri
tutan Nakibu‟l-EĢrafın hangi form/Ģekil ve özelliklerde siyadet hücceti verdiğini de
göstermesinden dolayı, bu hüccetlerinin değerlendirme ve analizleri, seyyidler
hakkında devrinin bakıĢ açısı ile ilgili çarpıcı ipuçları vermeleri bakımından
önemlidir.310
Belgelerin Ģekillenmesi ve onlarda zaman içinde meydana gelen içerik
ve tahrirata iliĢkin değiĢiklikler, bu belgeleri kayda alan kiĢilerin özellikleri ve onları
meydana getiren kültürden kaynaklanmaktadır. Çünkü bir toplumun zaman içinde
değiĢen ve farklılaĢan medeniyeti, yazı ve belgelerine de tesir etmektedir.311
Bu noktada siyadet hüccetlerinin baĢında yer alan davet rüknüne ayrı bir
parantez açmak gerekir. Batıda resmî yazıĢmaların baĢında bulunan ve Latince
“Ġnvocatio” denilen davet rüknü, siyâdet hüccetlerinde “tahmid” ve “temcid”i, yani
Allah‟a hamd ve Hz. Peygamber‟e salât ve selamı da içine alır. Kadı hüccetlerinde
ise tahmid ve temcide rastlanmaz. Bu anlamda siyadet hüccetlerindeki bu davet
rükünleri Osmanlı Diplomatiğini anlama açısından çok önemlidir.312
308
Aydın, Yurdakul, Kurt, s. 36. 309
Aydın, Yurdakul, Kurt, s. 38-39. 310
Sarıcık, “NakîbüleĢraf Abdülkadir Efendi Tarafından Verilen 1008/1600 Tarihli Siyadet Hücceti”,
s. 114. 311
Mübahat Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili, Kubbealtı NeĢriyat, Ġstanbul, 1998, s. 4. 312
Sarıcık, “NakîbüleĢraf Abdülkadir Efendi Tarafından Verilen 1008/1600 Tarihli Siyadet Hücceti”,
s. 116-122.
84
3.1.5. Vakfiyeler
Sözlükte duruĢ, durma, hareketten kalma, durak, durdurma, ayırma ve
bağlama manalarına gelen vakıf; bir malın sahibi tarafından dini, ictimai ve hayri bir
gayeye ebediyen tahsis edilmesidir.313
Tarih boyunca birçok toplum tarafından çeĢitli
amaçlarla sayısız vakıflar kurulmuĢtur. Ancak Ġslam‟ın zekat, sadaka-i cariye, karz-ı
hasen, infak, in‟am, ve ihsan gibi değerlere gösterdiği hassasiyet, lüks ve israfın
yasaklanması, dini, sosyal, eğitim, ekonomik ihtiyaçlarının giderilmesi gibi etmenler,
Müslümanları vakıf kurma konusunda birbiriyle yarıĢa sevk etmiĢtir.314
Vakıfların baĢlangıçta sözlü olarak yapıldığı anlaĢılmaktadır. Daha sonra
meydana gelen bazı aksaklıklar nedeniyle vakıf Ģartlarının yazılarak belirlenmesi
ihtiyacı hasıl olmuĢ, bu durum da vakfiyelerin ortaya çıkmasını
sağlamıĢtır.315
Vakfiye, genellikle vâkıf (vakfın kurucusu) tarafından hazırlanmıĢ ve
söz konusu vakfın nasıl iĢletileceğini kurallar koyarak gösteren nizamnameye verilen
addır.316
Vakıflar müslümanlar arasındaki dayanıĢma ve yardımlaĢmanın en güzel
ifadesi olduğundan, vakfiyelerde bunu yansıtan mevzularla ilgili âyetlere yer
verilmiĢtir.317
Gönül hoĢluğuyla ödünç vermek,318
Allah yolunda mal harcamak,319
fakiri yedirip içirmek,320
sadaka vermek,321
hayrat yapmakta yarıĢmak322
hususları
gibi.
313
Hacı Mehmet Günay, “Vakıf”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2012, Cilt: 42, s. 475. 314
Ġbrahim Sarıçam, İslam Medeniyeti Tarihi, T.D.V Yayınları, Ankara, 2012, s. 223. 315
Osman Gazi Özgüdenli, “Vakfiye”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2012, Cilt: 42, s. 465-
466. 316
Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 274. 317
Özgüdenli, “Vakfiye”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 42, s. 466. 318
Kur‟an-ı Kerim, Hadîd Suresi, Ayet 18; Müzzemmil Suresi, Ayet, 20. 319
Kur‟an-ı Kerîm, Bakara Suresi, Ayet, 195, 261. 320
Kur‟an-ı Kerîm, Fecr Suresi, Ayet, 18; Mâûn Suresi, Ayet, 3. 321
Kur‟an-ı Kerîm, Nisâ Suresi, Ayet, 114. 322
Kur‟an-ı Kerîm, Bakara Suresi, Ayet, 148; Âl-i Ġmrân Suresi, Ayet, 114.
85
Vakfın tesisi ve iĢleyiĢi hususunda tanzim ettiği hüküm, Ģart ve kaideleri
ihtiva etmeleri açısından vakfiyeler, vakıflara varlık veren resmî belgelerdir. Vakfiye
hukuki tabiriyle de vakfın tescilidir. Bu tescil de Ģahitlerin önünde tanzim olunan
vakfiyenin kadının tesciliyle mahkeme kütüğüne geçirilmesiyle olurdu.323
Vakfiyeler, vakıfların mali güçlerine ve iradelerine göre çeĢitlilik gösterirler.
Vakfiyelerin içeriğine gelince; vakfı kimin idare edeceği yani mütevellî, kontrolü
kimin yapacağı yani nâzır, vakıfta çeĢitli görevleri yapacak görevliler, bunların
alacakları maaĢlar, vakfa tahsis edilen mal varlığı, vakfın amacı ve bu amaca aykırı
davrananlar hakkında yapılan beddualar yer alır.324
Ġslam tarihinde ilk vakfiyenin Hz. Peygamber zamanında mı yoksa Hz. Ömer
zamanında mı yazıldığına dair kesin bir bilgi mevcut olmamakla birlikte Hz. Ömer
tarafından yazıldığı söylenmektedir.325
Ortaçağ Ġslâm dünyasında vakıf teĢkilatı son
derece yaygın olmasına rağmen günümüze ulaĢabilmiĢ vakıf sayısı oldukça azdır.
Bilinen ilk vakfiye kaydı Kudüs‟te olup 290 H. (903 M.) tarihini göstermektedir.326
Vakfiyelerin kaleme alınmasında tarih boyunca taĢ, deri ve kağıt gibi yazı
için elveriĢli bulunan malzemeler tercih edilmiĢ ve bu sayede de vakfiyeler
günümüze kadar ulaĢabilmiĢlerdir. Bunun yanında Ģayet vakfın mevzuu bir bina ise,
vakfiyenin özeti bazen binanın duvarlarından birine de kazılırdı. Nitekim ilk Türkçe
vakfiye olan Germiyanoğlu II. Yakub Bey (öl. 1428) vakfiyesinin taĢ üzerine
yazıldığı tespit edilmiĢtir.327
Vakfiyelerden hacimli olup defter gibi olanlar olduğu
gibi, özet ve tek sayfa Ģeklinde olanlar da vardır. Bu arada rulo Ģeklinde uzun ve
323
Halim Baki Kunter, Türk Vakıfları ve Vakfiyeleri Üzerine Mücmel Bir Etüd, Cumhuriyet Matbaası,
Ġstanbul, 1939, s. 18. 324
Baltacı, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 218. 325
Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 275. 326
Özgüdenli, “Vakfiye”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 42, s. 466. 327
Kazıcı, “Osmanlı Müesseselerinin Yazılı Kaynakları”, İSTEM Dergisi, Yıl:3, Sayı: 5, 2005, s. 115.
86
kalın varaklar halinde olanlar da bulunmaktadır. Ayrıntılı olanlar üslup bakımından
edebi değeri yüksek olan eserlerdir.328
Ankara‟da bulunan Vakıflar Genel Müdürlüğü ArĢivi‟nde Osmanlı devrine
ait 27.000‟i aĢkın vakfiye ve zeyil bulunmaktadır. Rebîülevvel 724 (Mart 1324)
tarihli Farsça Orhan Gazi vakfiyesini hariç tutarsak bütün vakfiyeler Arapça veya
Türkçe kaleme alınmıĢtır.329
Vakfiye ister küçük ister büyük ebatlarda olsun, içerik itibariyle üç ana
bölümden meydana gelmektedir. Dibâce denilen giriĢ bölümünde, ayet ve
hadislerden de destek alınarak vakfı kurma sebep ve amacından bahsedilir.
Vakfiyenin en uzun bölümü olan ikinci bölümde, Vakfın hizmet Ģartları, gelir
kaynakları ve masraf yerleri gösterilir.330
Vakfiyenin hâtimesinde yani son
bölümünde ise, ilgili âyet ve hadisler yazılır, vakfiyeyi bozmaya veya vâkıf
tarafından konulan Ģartları değiĢtirmeye teĢebbüs edecek kimselere beddua edilir,
metnin sonuna da Ģahitlerin adları kaydedilir. Vakfiyeler ancak kadı tarafından tescil
edilerek Ģer‟î sicile geçirildikten sonra hukukî geçerlilik kazanır.331
Tarihi ve kültürel açıdan bakıldığı zaman vakfiyeler, büyük bir öneme haiz
belgelerdir. Çünkü bunlar bize bir milletin belli bir zamandaki dini, sosyokültürel ve
ekonomik hayatına ait muhtelif olayları ile Ģekilleri değerlendirme imkanı sağlarlar.
Ayrıca vakfiyeler, milletlerin sosyal ve ekonomik yaĢayıĢlarında önemli bir rol
oynamıĢ olan vakıf müessesesinin nasıl iĢlediğini, kimlerce idare edildiğini, kimlerin
328
Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 274. 329
Özgüdenli, “Vakfiye”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 42, s. 466. 330
Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 275-276. 331
Özgüdenli, “Vakfiye”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 42, s. 466.
87
bu vakıfların imkanlarından ve gelirlerinden istifade ettiğini ve buna benzer birçok
hususu öğrenmemize yardımcı olurlar.332
Vakfiyeler tarihi birer belge olmanın yanı sıra; sosyal tarih, ekonomi ve
kültür tarihi araĢtırmaları için önemli bilgiler içeren çok değerli kaynaklardır.
Özellikle mescid, medrese, dârüĢĢifâ, hankâh ve kervansaraylara ait vakfiyeler;
eğitim, tıp, sanat ve mimarlık tarihi araĢtırmaları için baĢka hiçbir kaynakta
bulunamayacak bilgiler içermektedir. Bunlar arasında sıradan insanların, köylülerin,
sanat ve ticaret erbabı gibi toplumun her kesiminden insanların gündelik hayatlarına
dair bilgiler özellikle dikkate değerdir.333
Vakfiyelerden yararlanarak vakfın medresesinde okutulacak dersler,
medreselerin idare sistemleri gibi Ġlmiye TeĢkilatı hakkında da pek çok bilgi elde
edilebilmektedir. Örneğin, II. Bayezid‟in 911 H. (1505 M.)‟de Ġstanbul‟da yaptırdığı
Beyazıt Camii‟nin vakfiyesinden, bu cami medresesinin idare sistemi hakkında
önemli bilgiler elde edebilmekteyiz. Sultan II. Bayezid bu cami, medrese ve
imaretini yaptırdıktan sonra medresesinin müderrisliğini müftü yani Ģeyhulislâm
olanlara Ģart koĢmuĢtu. Bu medresenin ilk müderrisi o tarihte ġeyhülislam olan Ali
Cemali Efendi idi. Vakfiyenin hükümleri gereğince dönemin ġeyhülislamları haftada
bir gün burada ders okutacaktı. ġeyhulislâmların Bayezid medresesi
müderrisliğinden maaĢları olduğu gibi vakfından da para alırlardı.334
Yine medrese ve mekteplerin vakfiyelerinin incelenmesiyle; mektep ya da
medresenin kurulacağı arsadan, orada görev yapacak öğretim kadrosu, hatta
öğrencilere ve hizmetlilere yapılacak ödemelere kadar her ayrıntıya, ayrıca bu
332
Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 274. 333
Özgüdenli, “Vakfiye”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 42, s. 466. 334
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 205.
88
eğitim-öğretim kurumlarının nasıl ayakta kalabileceğine dair bilgilere de
ulaĢılabilinmektedir.
Kısacası vakfiyeler, bir müessesenin çalıĢma sistemi ile ilgili olarak bütün
teorik ayrıntılara sahip belgeler olduklarından, Ġlmiye TeĢkilatı çalıĢmalarının
vazgeçilmez kaynakları arasındadır.335
3.1.6. Kanunnâmeler
Sözlükte “yasa kitabı, kanun kitabı”336
olarak geçen Kanunnâme’yi,
ġemsettin Sami: “ Bir madde hakkında fıkarat-ı kanuniyeyi cami kitap veya risale,
nizamnâme”337
Ģeklinde tanımlarken, Pakalın, “bir hükümet tarafından idare usulüne
ve âmmenin umur ve mesalihine dair tanzim olunup, umum tarafından icrası mecburi
tutulmak üzere vaz‟ ve ilan olunan hükümleri havi kitap yerinde kullanılır bir
tabirdir” diye ifade etmektedir.338
Yani hükümet tarafından yönetim sistemine ve
kamunun iĢleri ile ilgili olarak düzenlenip, uygulaması zorunlu tutulan hükümleri
içeren kitap demektir.339
Kanunnâmeyi tam olarak anlayabilmek için bu kavramla karıĢmaya çok
müsait olan, “ferman, adaletnâme ve berat” kavramlarının açıklanması
gerekmektedir.
Tuğralı padiĢah emri demek olan ferman; Dîvân-ı Hümâyun veya
PaĢakapısı‟ndaki divanlarda alınan kararlara uygun olarak yazılan ve üzerinde tuğra
335
Hızlı, “Osmanlı Eğitim Tarihinin ArĢiv ve Yazma Kaynakları”, Türkiye Araştırmaları Literatür
Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 12, 2008, s. 580. 336
Büyük Türkçe Sözlük, “Kanunnâme”, http://www.tdk.gov.tr/index.php. EriĢim Tarihi: 17 Mayıs
2014. 337
Sami, “Kanunnâme”, s. 1041. 338
Pakalın, Cilt: 2, s. 162. 339
Kazıcı, “Osmanlı Müesseselerinin Yazılı Kaynakları”, s. 110.
89
bulunan padiĢah emirlerinin (buyruk) genel adıdır.340
Adaletnâme ise;devlet
otoritesini temsil edenlerin halka karĢı bu otoriteyi kötüye kullanmalarını, olağanüstü
tedbirlerle yasaklayan umumi mahiyetteki padiĢah fermanı olup, berat gibi üçüncü
Ģahıslara değil, doğrudan doğruya bütün idarecilere veya belli bir bölgenin
yöneticilerine hitap etmektedir.341
Kelime olarak “yazılı kağıt ve mektup” anlamına
gelen Berat ise, Osmanlı Devleti teĢkilatında bazı vazife, hizmet ve memuriyetlere
tayin edilenlere vazifelerini icra salahiyetini vermek üzere, padiĢahın tuğrası ile
verilen mezuniyet veya tayin emirlerine denilmektedir ve bu belge tuğranın sahibi
olan padiĢahın saltanatı süresince geçerlidir.
Kanunnâme genel karakteristiği bakımından adaletnâme, ferman veya hatt-ı
hümayuna göre daha sistematik ve daha kapsamlı kurallar topluluğu olarak
anlaĢılmalıdır. PadiĢah hükmü ile resmî nitelik kazanabilen kanunnâme, belirli bir
konuya dair kuralları ve bu konuda padiĢahın iradesini ortaya koymaktadır. Bu
nedenle padiĢah ömrüyle sınırlı olan kanunnâmeler, her padiĢah değiĢiminde
değiĢikliğe uğramıĢtır. Tahta geçen padiĢah yürürlükte kalmasını istediği
kanunnâmeleri yeniden onaylamıĢtır. 342
Kanunnâmelerdeki kanunların yürürlüğe
girebilmesi ancak ġeyhülislam fetvası ile mümkün olurdu ki, bu da ġeyhülislam‟ın
Osmanlı Devleti bürokrasisindeki önemi ve bu kurumun devlet ve topluma nasıl yön
verdiğini göstermesi açısından önemli bir noktadır.343
Kanunnâmeler sadece tek bir
hüküm, ferman veya berat ya da belirli ve sınırlı bir konu tarafından
Ģekillendirilebileceği gibi, bütün imparatorluğa yahut belirli bir bölgeye veya sosyal
340
Kütükoğlu, “Ferman”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 1995, Cilt: 12, s. 400. 341
Ġnalcık, “Kanunnâme”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2001, Cilt: 24, s. 333. 342
M. Macit Kenanoğlu, Osmanlı Kanunnâmeleri Üzerine Bir Tahlil, TALİD, Cilt: 3, Sayı: 5, 2005, s.
143. 343
Kazıcı, “Osmanlı Müesseselerinin Yazılı Kaynakları”, s. 112.
90
bir gruba uygulanabilen kanunnâmeler de mevcuttu.344
Kanunlar padiĢah tarafından
toplanmıĢ ise Kanunnâme-i Osmani, Kanunnâme-i Sultani, Kanunnâme-i Âl-i
Osman veya Kanunnâme-i Hümayun adlarıyla, bazı özel Ģahıslar tarafından ilmi bir
eser olarak veya ilmi amaçlarla toplanmıĢlarsa, o zaman da derleyicinin adları ile
isimlendirilirlerdi. Eyyubi Efendi Kanunnâmesi, Abdurrahman PaĢa Kanunnâmesi
gibi.345
Ġlmiye TeĢkilatı ve mensupları hakkında çeĢitli konularda kanunnâmelerde
birçok bilgi bulunmaktadır. Ayrıca doğrudan ilmiye mesleğini konu alan kanunlara
da rastlamak mümkündür.
Örneğin, Fatih Kanunnâmesi‟nde Fatih tarafından yaptırılan medreselere
Sahn Medreseleri denileceği hakkında “haliyâ bina eyledüğüm medaris-i âliyeye
sahn deyu isim konulmuĢtur” denilmiĢtir.346
Mülâzemet sistemi ve meydana gelen
bozukluklar, medreselerin ders müddetleri, medreselerde okutulacak dersler,
müderrislerin derecelendirilmesi, tecrid, miftah ve kırklı medreselerini kazaskerler
tarafından yönetilmesi, kadıların dereceleri ve maaĢları, miras taksiminden elde
edecekleri gelirler, kaza ve sancak kadılarının süreleri, mevleviyet kadılığı müddeti,
kadılık payeleri, ilmiye mensuplarının teĢrifattaki yerleri ve elkabları gibi
kanunnâmelerde Ġlmiye TeĢkilatı ve bu teĢkilatın iĢleyiĢi hakkında birçok madde
bulunmaktadır.
344
Ġnalcık, “Kanunnâme”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 24, s. 333. 345
Kazıcı, “Osmanlı Müesseselerinin Yazılı Kaynakları”, s. 110. 346
UzunçarĢılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 7.
91
3.2.ArĢiv DıĢı Kaynaklar
3.2.1. Osmanlı Ġlmiye Ricali Ġle Ġlgili Biyografi ÇalıĢmaları (Biyografi,
ġakaik ve Zeyiller)
Bir kiĢinin yaĢamını ve eserlerini, nesnel bir bakıĢla anlatan eser demek olan
hal tercümesinde (biyografide) en önemli husus, bir Ģahsın hayatının bir baĢkası
tarafından kaleme alınmasıdır. Tarih biliminin en önemli kaynaklarından biri olan hal
tercümesi, sahip olduğu uzun geçmiĢi içerisinde geliĢmiĢ, çeĢitli dallara ayrılmıĢ,
anlattığı kiĢi veya kiĢilerin vasıflarına, hususiyetlerine, anlatılanın uzunluk ve
kısalığına, edebi değerine göre değiĢik Ģekillere bürünmüĢtür.347
Ġslam tarihinin ilk hal tercümeleri pek tabiidir ki Hz. Peygamberin hayatı
hakkında yazılmıĢtır. Yeni fetihler ve artan Müslüman nüfusuyla Ġslamın yayılması
ve Ġslami ilimlerin geliĢmesiyle hal tercümesi edebiyatı da geliĢmiĢ ve bu alanda
eserler hızla çoğalmıĢtır. Ayrıca hadis rivayetinde isnadın önemi ve doğruluğu hal
tercümesine geniĢ alanlar açmıĢtır.348
Osmanlı‟da ise hal tercümesi türünde eserler ancak XVI. yüzyılda ortaya
çıkmaya baĢlamıĢtır. Bu gecikmede devlet teĢkilatının XV. yüzyılın ortalarında
oturmasına ve ilim, tarih ve edebiyat birikiminin bir hal tercümesi yazımı faaliyetine
ancak bu dönemde imkan sağlayacak seviyeye gelmiĢ olması etkili olmuĢtur. Bu
devirden sonra ise bu sahaya gittikçe artan bir ilgi gösterilmiĢ, hal tercümesi türü
altın çağını XVI-XVIII. asırlar arasında yaĢamıĢtır.349
Osmanlı tarih literatüründe
müstesna bir yeri olan teracim-i ahval (hal tercümeleri, biyografi) eserlerinin ortaya
çıkması gecikmiĢ olsa da, zamanla kendilerine has bir özellik ve devamlılık
347
“Hal tercümesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, , Ġstanbul, Dergah Yayınları Cilt: 4, s. 33. 348
“Hal tercümesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, , Cilt: 4, s. 33. 349
“Hal tercümesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, , Cilt: 4, s. 34.
92
kazanmıĢlardır. Biyografik eserler meydana getirme geleneği için tabakat, teracim,
vefeyat ve devha kelimeleri de kullanılmıĢtır.350
1558 yılında TaĢköprîzâde Ġsamüddin Ahmed Efendi‟nin tarafından yazılan Eş-
Şekaiku’n-Numâniye, ulema ve meĢâyihin tercüme-i hallerini ihtiva eden ilk tabakat
kitabı olma özelliğini taĢır.351
Müellif TaĢköprîzâde‟nin, daha çok Arap ilmi
tarihçiliğinin etkisi altında, gayet sade ve basit Arapça ile kaleme aldığı ġekaik,
Osmanlı dünyasında ilk önemli biyografi kitabı olmuĢ, tercüme ve zeyilleriyle baĢlı
baĢına büyük bir külliyatın teĢkiline zemin hazırlayarak bir ekol oluĢturmuĢ
görünmektedir. Öyle ki, biyografileri yazılan zevatın hayat hikayeleri, zamanla
vakayiname bentleri Ģeklinde bazı tarihçilerin eserlerinde yer almıĢ; dolayısıyla
kronikleri boĢluklarını dolduracak özellik ve kıymeti haiz olmuĢtur.352
Tam adı EĢ-ġakaiku‟n-Numaniyye fi Ulemai Devleti‟l-Osmaniyye olan eser,
Arapça olup; ulemadan 371, meĢayihten 150 olmak üzere Osmanlı Devletinin
kuruluĢundan, 1557-1558 tarihine kadar 521 ulema ve meĢayihin hal tercemeleri
verilmiĢtir.353
Müellif eserine aldığı Ģahısların hepsinin ölüm tarihlerini bilmediği
için eserini Osmanlı padiĢahlarının sırasına göre tertip etmiĢ olmalıdır. Osmanlı
Devleti‟nin kurucusu olan Osman Gazi‟den baĢlayarak, XVI. asra kadar yaĢamıĢ on
padiĢahın döneminde yetiĢen ulema ve meĢayih on tabakaya ayrılarak, her tabakada
yetiĢen Ģahıslar ayrı ayrı anlatılmıĢtır.354
Te‟lifi biter bitmez büyük bir ilgiye mazhar olan EĢ-ġakaiku‟n-Numaniyye,
kısa zamanda birçok kimse tarafından istinsah edilmiĢtir. Bugün sadece Ġstanbul
350
ĠpĢirli, “Devhatül MeĢayih”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 1994, Cilt: 9, s. 229. 351
Kazıcı, “Osmanlı Müesseselerinin Yazılı Kaynakları”, s. 124. 352
Feridun Emecen, “Osmanlı Kronikleri ve Biyografi”, İslam Araştırmaları Dergisi, Sayı: 3, 1999,
s. 85. 353
Baltacı, “Hadaiku‟Ģ Ģakaik ve Hadaiku‟l-hakaik‟te Bulunmayan Ulema Hakkında Notlar”, İslam
Medeniyeti Mecmuası, Cilt:4, Sayı: 2, 1979, s. 54-55. 354
Zülfikar Güngör, “Önemli Bir Biyografik Eser: EĢ-ġakaiku‟n-Numaniyye”, Diyanet İlmi Dergi,
Cilt: 33, Sayı:1, 1997, s. 111.
93
kütüphanelerinde yetmiĢe yakın ve farklı ülkelerin kütüphanelerinde bulunan altmıĢa
yakın ġakaik nüshası da, bu eserin ulaĢtığı rağbeti göstermektedir.355
Mecdi‟nin kaydına göre de Ebû‟l-hayr Ġsamüddin Ahmed Efendi, bu eserini
gözlerini kaybettikten sonra dikte ettirerek yazdırmıĢtır. Ancak Baltacı, bu kadar
kapsamlı ve ayrıntılı bir eserin hafızada tutulabilmesinin imkansızlığından bahisle,
TaĢköprüzâde‟nin daha önce çeĢitli kaynaklara dayanarak tuttuğu notları, baĢka
birinin de yardımıyla yazdırmıĢ olabileceğini belirtmektedir.356
EĢ-ġakaiku‟n-Numaniyye‟nin ilk tercümesi, Muhtesibzâde Muhammed
Hâkî‟nin (ö. 975/1567) Hadâiku‟r-Reyhân adlı eseridir. Daha sonra DerviĢ Ahmed
Efendi, Ed-Devhatü‟l-Ġrfâniyye fi Ravzati‟l-Ulemâ‟i Osmâniyye; Muhammed bin
Sinaneddin Yûsuf (ö. 989/1581), Menâkibü‟l-Ulemâ; Seyyid Mustafa, Hakâikü‟l-
Beyân fî Tercemet-i ġakâiku‟n-Numan; Edirneli Mehmed Mecdî (ö. 999/1590)
Hadâiku‟Ģ-ġakâik isimleriyle eseri Türkçe‟ye tercüme etmiĢlerdir.357
EĢ-ġakaiku‟n-Numaniyye fi Ulemai Devleti‟l-Osmaniyye adlı eserin birçok
zeyli de yapılmıĢtır. Zeyil; bir kitabı içerik veya kronoloji açısından tamamlamak,
eksiklerini gidermek ve ilâveler yapmak amacıyla yazılan eser türüdür. Osmanlı
literatürüne ilk olarak XVI. yüzyıldan itibaren giren zeyiller, genellikle eserin kaleme
alındığı dilde olup eserin bittiği yerden baĢlamaktadır.358
EĢ-ġakaiku‟n-Numaniyye
adlı eserin zeyilleri arasında; AĢık Çelebi‟nin Temimmetü‟Ģ-ġakaiki‟n-Numaniyye;
Ali b. Bali‟nin, El-‟lkdu‟l-Manzum fi Zikri Efadili‟r-Rum; Nev‟i-zâde Atâi‟nin,
Hadaikü‟I-Hakaik fi Tekmileti‟Ģ-ġakaik; ġeyh Mehmet Efendi‟nin, Vakayiü‟l-
Fuzela; Fındıklılı Ġsmet Efendi‟nin, Tekmiletü‟Ģ-ġakaik fi Hakkı Ehli‟l-Hakaik adlı
355
Baltacı, “Hadaiku‟Ģ Ģakaik ve Hadaiku‟l-hakaik‟te Bulunmayan Ulema Hakkında Notlar”, s. 54-
55. 356
Baltacı, “Hadaiku‟Ģ Ģakaik ve Hadaiku‟l-hakaik‟te Bulunmayan Ulema Hakkında Notlar”, s. 58. 357
Güngör, s.113-114. 358
Abdülkadir Özcan, “Zeyil”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 2013, Cilt: 44, s. 345.
94
eserleri sayılabilir.359
Bu son eserin büyük bir bölümü Fındıklı yangınında yanmıĢ,
günümüze maalesef çok küçük bir kısmı ulaĢabilmiĢtir.360
EĢ-ġakaiku‟n-Numaniyye ve zeyillerini ayrı tutarsak Osmanlı Ģeyhülislamları
hakkında yazılan ilk müstakil Türkçe eser Müstakîmzâde Süleyman Efendi‟ye ait
olan ve 63 Ģeyhülislam biyografisinin yer aldığı Devhatü’l-Meşâyih‟dir. Ġlk
ġeyhülislam Molla Fenari ile baĢlayıp Feyzullah Efendi-zâde Mustafa Efendi‟ye
kadar olan dönemi içine almaktadır. Müellif daha sonra esere iki zeyl yazmıĢtır.
Birincisi Pîrî-zâde Mehmed Sâhib Efendi‟den Ebûbekir Efendizâde Ahmed
Efendi‟ye, ikincisi Pîrî-zâde Osman Sâhib Efendi‟den Müftî-zâde Ahmed Efendi‟ye
kadardır.361
Müstakîmzâde eserini oluĢturuken önceki Ģeyhülislâmların biyografileri
için EĢ-ġakaiku‟n-Numaniyye ve zeyillerinden faydalanmıĢ, eserin büyük bölümünü
oluĢturan çağdaĢı Ģeyhülislâmlar için ise kendi müĢahede ve çalıĢmalarına
dayanmıĢtır. Çok beğeni gören esere geleneğe uygun olarak peĢ peĢe zeyiller
yazılmıĢtır. Ayıntâbî Mehmed Münîb Efendi‟nin bu esere iki zeyli vardır. Süleyman
Fâik Efendi Ayıntâbî‟nin zeylini devam ettirmiĢtir. Esere Mektûbîzâde Abdülaziz
Efendi ve Ahmed Rifat Efendi de zeyl yazmıĢtır.362
Hz. Peygamber‟in soyundan gelmeleri ve ilmiye sınıfına mensup olmaları
sebebiyle ulema içinde seçkin bir yeri olan nakîbüleĢrafların, merkez bürokrasisinde
önemli yerleri olmadığı için biyografileri de sade bir Ģekilde kaydedilmiĢtir.363
NakîbüleĢraflar hakkında EĢ-ġekaiku‟n-Numâniye ve zeyillerinde bazı bilgiler
mevcut olsa da, nakibül-eĢrafların biyografilerinden bahseden ilk müstakil eser
Ahmed Nazîf Efendi tarafından yazılan Riyazü’n-Nükabâ‟dır. Eser ,ilk nakîbüleĢraf
359
Güngör, s. 115-118. 360
Ġhsanoğlu, s. 249. 361
GüldöĢüren s. 5. 362
ĠpĢirli, “Devhatül MeĢayih”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 9, s. 229. 363
ĠpĢirli, “Devhatün Nükaba”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Ġstanbul, 1999, Cilt: 9, s. 230.
95
Seyyid Mahmud Efendi‟den baĢlayarak, 1834 yılında bu göreve gelen Seyyid
Abdurrahim Efendi‟ye kadar toplam 56 NakîbüleĢrafın biyografisinden
oluĢmaktadır.364
Bu alandaki ikinci çalıĢma Ahmed Rifat Efendi‟ninDevhatü’n-nükaba adlı
eseridir. Ahmed Rifat Efendi, Riyâzü‟n-nükabâ‟daki elli altı NakîbüleĢrafta küçük
bazı değiĢiklik ve eklemeler yapıp, bir de kendi zamanına kadarki altı NakîbüleĢrafı
da ekleyerek; Seyyid Mahmud Efendi‟den, Seyyid Mehmed Ġlmî Efendi‟ye kadar
toplam altmıĢ iki zâtın biyografisini ihtiva eden bir eser ortaya çıkarmıĢtır. Eserin
baĢında nakîbüleĢrafların adları, ay ve gün olarak tayin, azil, vefat tarihleri ve
kabirlerin bulunduğu yerler bir liste halinde verilmiĢtir. NakîbüleĢraflığın
tarihçesinden, nakîbüleĢraflık kurumunun iĢleyiĢinden, aksayan yönlerinden ve de
protokoldeki yerinden bahsetmektedir.365
3.2.2. Ġlmiye TeĢkilatı Hakkında YazılmıĢ Müstakil Yazma Eserler
Vakıf muhasebe defterlerinde ve mahkeme sicillerinde dağınık bir vaziyette
bulunan bilgileri düzenli ve sistemli bir biçimde içinde barındıran yazma eser ve
risaleler, Osmanlı Devlet teĢkilatının birçok mensubu ve Ġlmiye ricali için de önemli
bilgilere sahipolmasıyla, Osmanlı Devlet teĢkilatı ve mensupları hakkında farklı
tespitler yapabilmede çok önemli birer kaynak durumundadırlar.366
Ġlmiye TeĢkilatı mensuplarından müderris tayinleri ve silsileleri ile ilgili
bilinen en önemli yazmalar; Fatih Millet Kütüphanesi Ali Emiri Bölümü, no:726‟da
kayıtlı bulunan “Mecmua-i EĢ‟âr”, Süleymaniye Kütüphanesi‟nde bulunan “Tarih-i
Silsile-i Ulema” ve Bursa Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi‟nde bulunan
364
GüldöĢüren s. 5. 365
ĠpĢirli, “Devhatün Nükaba”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 9, s. 230. 366
Mefail Hızlı, “Osmanlı Eğitim Tarihinin ArĢiv ve Yazma Kaynakları”, TALİD, Cilt: 6, Sayı: 12,
2008, s. 587.
96
“Müderrisîn Vezaifi”dir. Bu eserlerin dıĢında mahkeme sicilleri ve vakıf muhasebe
defterleri de müderrisler hakkında bazı önemli bilgiler vermektedir.367
Bu türde yazılan diğer eserler gibi Tarih-i Silsile-i Ulema defterinin de belli
bir adı bulunmamaktadır, ancak yaygın olarak bu isim kullanılmıĢtır. Eser;
Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi Bölümü Numara 2142‟de, “Kadı ve
Müderrislerle Devlet Ricalinin... Azillerine Ait”adıyla kayıtlıdır. Genel olarak 960-
1038 (1553-1628) tarihleri arasında Osmanlı Devleti‟ndeki kadı ve müderrislerle
devlet ricalinin tayin ve azillerini ihtiva eden eser, tevcîhat kayıtlarının
derlenmesinden ibarettir. Bu eseri derinlemesine inceleyen Çiftçi, defterin birden çok
müellif tarafından farklı hatlarla yazıldığı sonucuna varmıĢtır.368
Bursa Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi, Genel 1601‟de kayıtlı
bulunan ve müellifi bilinmeyen Müderrisin Vezaifi ise, 51 varaktan oluĢmaktadır.
Yazma eserin ilk bölümünde, müderrislere ve öğrencilere yapılan ayni ve nakdi
yardımların türleri, aĢ veya fodlaların369
hangi imaretlerden temin edildiği gibi
bilgiler yer almaktadır. Yazmanın ana kısmını oluĢturan bölümde, medreselerin
statülerine göre 1205-1246 yılları arasındaki değiĢmelere değinilmiĢtir.Müderrislerin
göreve baĢlama ve görevden ayrılma tarihleri bu bölümde bulunmaktadır. Eserden,
Bursa‟da bulunan Yıldırım Medresesi‟nin Dârülhadis statüsünde olduğu, diğer
medreselerin de hangi derecede eğitim-öğretim verdikleri öğrenilebilmektedir.Yazma
nüshanın son kısmında ise, Bursa‟da bulunan bazı medreselerde görevli olan
müderrisler, medresenin yapımından itibaren kronolojik olarak sıralanmaktadır.370
367
Hızlı, “Osmanlı Eğitim Tarihinin ArĢiv ve Yazma Kaynakları”, s. 585. 368
Mehdin Çiftçi, “XVI-XVII. Yüzyıl Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı Ġçin Bir Kaynak: Tarih- i Silsile-i
Ulema”, İSTEM Dergisi, Yıl:10, Sayı: 20, 2012, s. 114-115. 369
Fodla; çoğunlukla imaretlerde yoksullara verilen kepekli undan yapılmıĢ pideye benzer bir tür
ekmek. TDK Büyük Türkçe Sözlük 370
Hızlı, “Osmanlı Eğitim Tarihinin ArĢiv ve Yazma Kaynakları”, s. 585-586.
97
Hızlı‟nın risaleyi incelemesi sonucunda yaptığı önemli tespiti aynen ondan
aktarıyoruz. “XIX. yüzyıl baĢlarında Bursa‟nın medrese panoramasını gözler önüne
seren bu risale, zihinlere takılan ve tartıĢmaya yol açan birçok soruya netlikle cevap
bulma imkânı da sunmaktadır. Meselâ, öteden beri, medreselerin vakfiyelerinden
kaynaklanan ve müderrisine ödenen yevmiyeden yola çıkılarak oluĢan statü
anlayıĢının doğru olmadığını, vakfiyelerine rağmen zaman içerisinde medreselerin
statülerinde değiĢmelerin (yükselme ya da alçalma biçiminde) vuku bulabildiğini bu
yazmayla öğreniyoruz.” diyor ve konuya açıklık kazandırmak için de Bursa‟daki
Hacı Ġvaz PaĢa Medresesi ile Mevlûdî Süleyman Çelebi Medresesi‟ndeki zaman
içindeki statü değiĢimlerini tarihleriyle birlikte veriyor.371
Müderrisin Vezaifi ve benzeri diğer yazma esere ve risaleler, vakıf muhasebe
defterlerinde ve mahkeme sicillerinde dağınık bir vaziyette bulunabilecek bilgileri
derli toplu bir biçimde barındırması sebebiyle çok önemli birer kaynak
durumundadır.
3.3. Ġlmiye TeĢkilatı Üzerine Yapılan ÇalıĢmaların Ana Kaynaklar
Açısından Değerlendirilmesi
Osmanlı Devlet TeĢkilatlanması‟nın en temel unsurlarından olan Ġlmiye
TeĢkilatı konusunda yazılmıĢ birçok kitap, makale ve de tez çalıĢması mevcuttur.
Bu alanda yazılmıĢ kitapları incelediğimizde, genel olarak Ġlmiye
TeĢkilatı‟nın bütününü ya da Ġlmiye TeĢkilatı‟nı belli bir zaman dilimiyle
sınırlandırarak, bir dönemini ele alan kitaplar olduğu gibi; Osmanlı devlet teĢkilatı
veya Osmanlı medeniyet tarihi alanında yazılmıĢ kitapların içinde Ġlmiye
371
Hızlı, “Osmanlı Eğitim Tarihinin ArĢiv ve Yazma Kaynakları”, s. 586.
98
TeĢkilatı‟ndan ya da Ġlmiye TeĢkilatı‟nın bir bölümünden bahseden kitaplar da
mevcuttur.
Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı denince akla ilk gelen ve en çok müracaat edilen
çalıĢma, merhum Ġsmail Hakkı UzunçarĢılı‟nın 349 sayfadan ibaret olan, “Osmanlı
Devletinin İlmiye Teşkilatı” adlı kitabıdır. Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı‟nın XIX. yüzyıla
kadarki genel yapısının incelendiği bu önemli eserde, arĢiv vesikaları, tarihler
(Peçevî Tarihi, Selanikî Tarihi, Nâima Tarihi gibi), Ģakaik ve zeyiller, salnameler,
kanunnâmeler, vakfiyeler gibi ana kaynak ve birinci elden kaynaklardan
yararlanılmıĢtır. Belli bir sistematiğin olmaması ve sık sık tekrarlara yer verilmesine
rağmen, yazıldığı dönemin Ģartları da düĢünüldüğünde Ġlmiye TeĢkilatı konusunda
eĢsiz bir çalıĢmadır.
Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı‟nın, XVIII. yüzyıl son yıllarından 1876 yılına
kadarki yüz yıllık dönemini ele alan, Ahmet Cihan‟ın “Reform Çağında İlmiyye
Sınıfı” adlı eseri ise; daha çok Ġstanbul Müftülüğündeki Bâb-ı MeĢihat ArĢivi ve
BaĢbakanlık Osmanlı ArĢivi‟ndeki ana kaynak kategorisindeki vesikalar üzerinde altı
yıl gibi uzun bir süre çalıĢarak meydana getirilmiĢtir. Asıl önemin arĢiv vesikalarına
verildiğini gördüğümüz eserde, Ġstanbul Kütüphaneleri ile sınırlı kalınmıĢ olmakla
birlikte, UzunçarĢılı‟nın Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı ve Osmanlı Devletinin
Saray Teşkilatı eserlerinden sık sık yararlanılmıĢ ayrıca Ġngilizce yayınlanmıĢ birçok
makale ve kitaplardan da faydalanılmıĢtır.
Osmanlı ilmiye sınıfı ile ilgili diğer bir çalıĢma da; Ġlhami Yurdakul‟un,
1826‟da Yeniçeri Ocağı‟nın kaldırılması ile baĢlayan reform çalıĢmaları ile 1876
meĢrutiyet dönemine kadar olan dönemdeki Osmanlı ilmiye sınıfında meydana gelen
geliĢme ve değiĢimleri anlattığı “Osmanlı Merkez İlmiye Teşkilatında Reform” adlı
99
eseridir. ġahısların önemli olduğu klasik dönemin kapanıp, kurumların önemli hale
gelmeye baĢladığı klasik sonrası dönem diye tabir ettiği zaman dilimini esas alan
Yurdakul, bu çalıĢmasını tamamen ana kaynaklar ve birinci elden kaynaklardan
yararlanarak hazırlamıĢtır. Mevcut literatür ve ikinci elden kaynakları ise mukayese
ve farklı bakıĢ açılarını görme amaçlı olarak kullandığını belirtmektedir. Yine
UzunçarĢılı‟nın Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı isimli eseri sıklıkla yararlanılan
çalıĢmadır.
Abdülkadir Altunsu‟nun “Osmanlı Şeyhülislâmları” isimli eseri,
derinlemesine olmamakla birlikte, bütün Osmanlı ġeyhülislamları hakkında bilgi
vermesi anlamında, Veli Ertan‟ın küçük çaplı olarak hazırlanmıĢ “MeĢhur
ġeyhülislamlar” kitabından sonraki ilk çalıĢmadır. Devhatül MeĢayih, Ġlmiye
Salnamesi gibi çok az sayıda ana kaynakların yanında, birçok ikinci elden kaynak
esere yer verilmiĢtir. ġeyhülislamlar ile ilgili olarak farklı çalıĢmalarda bulunan
bilgileri bir araya toplayarak araĢtırmacıların hizmetine sunan Altunsu‟nun bu
çalıĢması, tezimizin baĢında tarih usûlü ile ilgili bölümde belirttiğimiz; ana kaynak
ve birinci elden kaynakların önceliği prensibine uygun görülmemektedir. Bu tür
çalıĢmaların daha önce belirttiğimiz gibi mevcudun tekrarı anlamına geldiği
düĢünülmektedir.
Ġlmiye TeĢkilatı mensuplarından Ģeyhülislamlar hakkında yazılmıĢ
kitaplardan biri de Murat Akgündüz‟ün “Osmanlı Devletinde Şeyhülislâmlık” adlı
çalıĢmasıdır. Özellikle BaĢbakanlık Osmanlı ArĢivinde ve Topkapı Sarayı Müzesi
ArĢivi‟nde bulunan vesikaların fazlaca yer aldığı kitapta; kanunnâmeler, tarih ve
tabakat kitapları, Ģakaik ve zeyiller gibi ana kaynaklardan yararlanılmıĢtır. Ana
kaynağa ulaĢılamayan noktalarda, UzunçarĢılı‟nın Osmanlı Devletinin İlmiye
Teşkilatı ve Abdülkadir Altunsu‟nun Osmanlı Şeyhülislamları kitapları gibi farklı
100
çalıĢmalardan, ayrıca da yurtdıĢında yapılmıĢ dört doktora tezinden yararlanılmıĢtır.
Eserin bibliyografya bölümünde, kaynak ve araĢtırma arasındaki farka dikkat
edilerek farklı baĢlıklar halinde okuyucuya sunulmuĢtur.
Cahid Baltacı‟nın “İslam Medeniyeti Tarihi” adlı eseri ise; Ġslam
Medeniyeti‟nin bütün unsurlarının tanıtılmaya çalıĢıldığı çok sistematik bir çalıĢma
olarak göze çarpar. Ġlmiye TeĢkilatı‟ndan ġeyhülislamlar ve NakîbüleĢraflar
hakkında da bilgi verilen eserde yine ana kaynaklara öncelik tanındığı görülmektedir.
Ancak eserin bibliyografya bölümünde ana kaynak ve birinci elden kaynaklar ile
araĢtırma niteliğindeki kitaplar aynı baĢlık altında yer almaktadır.
Ġslam Medeniyeti‟nin unsurlarını ve tarihi geliĢimini konu edinen Ziya
Kazıcı‟nın, “İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi” kitabı, Osmanlı
Medeniyeti‟nden ve Ġlmiye TeĢkilatı, mensupları ve müessesenin iĢleyiĢinden de
bahsetmektedir. Çok sistematik olarak hazırlanmıĢ eserde, ana kaynakların ön planda
tutulduğu, olaya farklı açıdan bakma ya da mukayese anlamında ikinci elden
kaynaklardan yararlanıldığı gözlemlenmektedir. Eserin bibliyografyasında da kaynak
ve araĢtırma arasındaki farka dikkat edilerek, farklı baĢlıklar halinde okuyucuya
sunulmuĢtur.
Ġlmiye TeĢkilatı ve mensupları konusunda çok sayıda tez çalıĢması
yapılmıĢtır. Ancak bu teĢkilatın temel kaynakları olan defterler konusunda yapılmıĢ
tezlerin ise, bir adet doktora, on adet de yüksek lisans tezi olmak üzere sadece on bir
adetle sınırlı olduğunu tespit ettik.
2009 yılında Yrd. Doç. Dr. Abdüllatif Armağan danıĢmanlığında Yasemin
Beyazıt tarafından hazırlanan, “Osmanlı İlmiyye Tarîkinde İstihdam ve Hareket:
Rumeli Kazaskerliği Ruznamçeleri Üzerine Bir Tahlil Denemesi (XVI. Yüzyıl)” adlı
101
doktora tezi; Kazasker Ruznamçe defterlerini bütüncül olarak değerlendirerek,
Ġlmiye TeĢkilatı hakkında yapılan çalıĢmalara, ruznamçelerde geçen önemli bilgileri
ekleyerek bu müessese hakkında detaylı bilgiler sunmuĢ ve yeni tespitlerde
bulunulmaya çalıĢmıĢ çok değerli bir çalıĢmadır. XVI. yüzyıl kazasker
ruznamçelerinden günümüze ulaĢabilen on defterin asıl veri kaynağı olarak
gösterildiği eserde, teĢkilat ve mensuplarının tanıtıldığı bölümlerde bu alanda detaylı
olarak hazırlanmıĢ ikinci elden kaynak durumundaki kitap ve makalelere öncelik
verildiği görülmektedir. UzunçarĢılı‟nın Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı isimli
kitabı, yine en çok yararlanılan çalıĢma olarak göze çarpmaktadır.
Tezimizin “Tarîk Defterleri” baĢlığında yararlandığımız, 2004 yılında
Prof.Dr. Ziya Yılmazer danıĢmanlığında Arzu GüldöĢüren tarafından hazırlanan
”XIX. Yüzyılın Ġlk Yarısında Tarîk Defterlerine Göre Ġlmiye Ricâli” isimli
araĢtırması, bu dönemde ismi Mehmed olan ulema ile ilgili bilgilerle sınırlandırılarak
tarîk defterleri ve Ġlmiye TeĢkilatı hakkında bilgiler vererek tespitler yapmaya çalıĢan
bir çalıĢmadır. Osmanlı uleması ile ilgili yazılmıĢ biyografi eserleri ve tarîk defterleri
tanıtıldıktan sonra, tarîk defterlerinden yola çıkarak elde edilen bilgilerin
değerlendirilmesi yapılmıĢtır. Ancak, Tarîk defterleri bölümüne kadar ikinci elden
kaynakların ön planda olduğu, ana kaynaklardan yeterince yararlanılmadığı, tezin
temel hareket noktası olan tarîk defterleri kısmında ise ana kaynaklara baĢvurulduğu
gözlemlenmektedir. Ancak tarîk defterlerini bu kadar kapsamlı olarak inceleyen
baĢka bir çalıĢma olmadığı, bu alanda öncü olduğu için ilmi değeri yüksek, önemli
bir çalıĢmadır.
1996 yılında Yrd. Doç. Dr. Oğuz Ġcimsoy danıĢmanlığında, Bilgin Aydın
tarafından hazırlanmıĢ bir yüksek lisans tezi olan “Osmanlı YenileĢmesi Döneminde
Bab-ı MeĢihat‟ın Bürokratik Yapısı ve Evrak Dairesi” baĢlıklı çalıĢma, Osmanlı arĢiv
102
malzemesini oluĢturan defter ve vesikaların tek baĢına bir anlam ifade etmediği, bu
evrakların muamele gördüğü kalemlerin kayıtları ve cevabî yazılar ile beraber
değerlendirilmesi gerektiği düĢüncesinden ve arĢiv malzemesinin ayrıntılı bir Ģekilde
incelenmesi ve tasnif edilmesi gerekliliğini dikkate alarak hazırlanmıĢtır. Ġstanbul
Müftülüğü‟nde bulunan ġer‟iyye Sicilleri ArĢivi ve MeĢihat ArĢivi‟nde yapılan
çalıĢmalar sonucu oluĢturulan bu tez, ana kaynak durumundaki defter ve
vesikalardan yararlanılarak hazırlanmıĢtır. Ana kaynaklardan elde edilemeyecek ve
farklı bakıĢ açılarından bakılması gereken yerlerde ise, baĢta UzunçarĢılı‟nın
Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı olmak üzere ikinci elden kaynaklardan da
faydalanılmıĢtır. Bu anlamda tezimizin problemlerinden olan, kaynak kullanımında
ana kaynak ve birinci elden kaynakların önceliği konusuna riayet edildiği
görülmektedir.
2011 yılında Yrd. Doç. Dr. Murat Çelikdemir danıĢmanlığında, Ġsmail Katgı
tarafından hazırlanan “Osmanlı Devleti‟nde Öldürülen ġeyhülislamlar” isimli yüksek
lisans tezi ise, katledilen üç Ģeyhülislamı bir bütünlük halinde müstakil bir eserde
inceleyen ilk çalıĢmadır. Dört yüz altmıĢ sayfalık bu eser katledilen Ģeyhülislamlar
hakkında doyurucu bilgileri, özellikle birinci elden kaynaklardaki zenginliği ile
örnek bir çalıĢmadır. Ana Kaynak ve birinci elden kaynaklara öncelik verildiği;
karĢılaĢtırma ve detaylar verme anlamında kullanılan ikinci elden kaynaklarda ise,
çok farklı çalıĢmalardan yararlandığı gözlemlenmektedir. Ancak tezin bibliyografya
bölümünde “kaynak”, “araĢtırma, inceleme” ayrımına gidilmediği; ana kaynaklar ile
ikinci elden kaynakların aynı baĢlık altında sunulduğu görülmektedir.
2009 yılında Prof. Dr. Ġsmail Safa Üstün danıĢmanlığında, Esra Evsen
tarafından hazırlanmıĢ olan, “Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı‟nda Mülâzemet Sistemi (18.
Yüzyıl Örneği)” baĢlıklı çalıĢma ise, 18. Yüzyılda hazırlanmıĢ mülâzemet
103
defterlerinden yirmi yıl aralıklı olarak seçilmiĢ beĢ defterin tanıtımıyla, dönemin
mülâzemet sisteminin iĢleyiĢi ve problemleri hakkında bilgi vermeyi amaçlayan bir
araĢtırmadır. Ġlmiye TeĢkilatı‟nın tanıtıldığı ilk kısmın neredeyse tamamının ikinci
elden kaynaklarla hazırlanmıĢ olduğu, mülâzemet sisteminin anlatılmaya çalıĢıldığı
bölümde de yine ikinci elden kaynakların zaman zaman öncelik kazandığı
görülmektedir. Ancak çalıĢmanın bibliyografya bölümünde “kaynak” ile “araĢtırma,
inceleme” ayrımına dikkat edilerek bunların farklı baĢlıklar altında verildiği
görülmektedir.
Ġlmiye TeĢkilatı‟nın iĢleyiĢi, mensupları ya da defterleri hakkında yazılmıĢ
çok sayıda makale de mevcuttur. Bu çalıĢmalara incelediğimizde, tamamen ana
kaynak ve birinci elden kaynaklara baĢvurularak hazırlananlar olduğu gibi, birinci
elden kaynaklara yer verilmeyip tamamen ikinci elden kaynaklardan yararlanılarak
hazırlananlar da vardır.
Doç. Dr. Murat Akgündüz tarafından hazırlanan ve ĠSTEM dergisinde 2006
yılında yayımlanan “Osmanlı PadiĢahlarının Özel Ġmamları: Ġmam-ı Sultanîler”
baĢlıklı çalıĢma neredeyse tamamında ana kaynak ve birinci elden kaynaklardan
yararlanılarak hazırlanan bir makaledir. BaĢbakanlık Osmanlı ArĢivinden ve çeĢitli
ana kaynaklardan oluĢturulan bu çalıĢma, Ġmam-ı Sultanîler hakkında yapılmıĢ çok
nadir araĢtırmalardan biridir.
1994 yılında M. Salih Arı tarafından hazırlanarak, Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Ġlahiyat Fakültesi Dergisi‟nde yayımlanan “Osmanlılarda ġeyhülislamlık
Müessesesi” adlı makale ise; sadece bir yerde ana kaynaktan, geri kalan bütün
makalede ise ikinci elden kaynaklardan faydalanarak oluĢturulan bir çalıĢmadır.
104
Makalenin bibliyografya bölümünde ise “kaynak”, “araĢtırma, inceleme” ayrımına
dikkat edilmediği ve tek baĢlıkta verildiği görülmektedir.
4. SONUÇ
Ġfta, kaza ve tedris görevini yürütmekle görevli Ġlmiye TeĢkilatı‟nın, sadece
bu alandaki mensupları ile değil, tedris görevini yürüterek diğer alanların ihtiyacı
olan donanımlı elemanları yetiĢtirmesiyle de, Osmanlı Devlet teĢkilatının en önemli
yapıtaĢı sayılabileceğini söyleyebiliriz.
Ġcra ettikleri önemli vazifeleri nedeniyle, gerek devlet gerekse de halk
nezdinde büyük bir itibara mazhar olan Ġlmiye mensuplarına, bu önemin niĢanesi
olarak birtakım ayrıcalıklar da verilmiĢtir. Askerlikten muaf olma, idam edilememe
bu ayrıcalıkların en baĢında gelenlerinden gösterilebilir.
Osmanlı Devleti‟nin fetihlerle elde ettiği büyük toprakların kalıcılığında çok
önemli katkıları bulunan Ġlmiye TeĢkilatı‟nın, devletin büyümesine paralel nüfuz ve
etkinliklerinin arttığı, duraklama ve gerileme dönemine giren Osmanlı‟da ise itibar
ve yetkilerinin azaldığı görülmektedir.
Devlet teĢkilatlanmasının her evresinde, doğrudan veya dolaylı olarak yer
alan Ġlmiye içindeki değiĢme ve geliĢmelerin takip edilerek, bu müessese hakkında
tespitler yapabileceğimiz, en doğru ve doyurucu bilgileri elde edebileceğimiz defter
ve vesikalar, bu anlamda vazgeçilemez veri kaynaklarıdır. Osmanlı‟nın devletin
resmî iĢlerini kaydetme ve muhafaza etme konusundaki duyarlılığı sayesinde
dünyanın sayılı zengin arĢiv kaynaklarından birine sahip olan ülkemiz, bu alanda
çalıĢma yapacak araĢtırmacılara arĢivleriyle büyük imkânlar sağlamaktadır.
Tarih araĢtırma usullerinin vazgeçilmez prensibi olan, bir araĢtırmada ana
kaynaklara baĢvurmanın önceliğinden hareketle bu arĢiv vesikaları temel
kaynaklarımız olarak görünmektedir. ÇalıĢmamızın temel problemlerinden biri olan
106
bu prensibin, araĢtırmacılar açısından ne derece uygulandığı ile ilgili yaptığımız
incelemede, baĢta kitaplar, tezler ve makaleler olmak üzere Ġlmiye TeĢkilatı ile ilgili
yapılan çalıĢmaların büyük çoğunluğunda bu kurala önem verildiğini tespit ettik.
Ancak özellikle tez çalıĢmalarında tezin ana teması ile ilgili bölümlerde ana
kaynaklardan yararlanmaya öncelik verildiği ve bu kaynaklara ulaĢmak için mesai
harcandığı; yardımcı konularda ise ikinci elden kaynakların ön plana geçtiğini
müĢahede ettik.
Diğer önemli bir nokta olan, eserlerin bibliyografya bölümlerindeki
“kaynak”, “inceleme, araĢtırma” arasındaki farkı dikkate alarak bu çalıĢmalara farklı
baĢlıklarda yer verme konusuna ise, tezler ve kitapların büyük çoğunluğunda riayet
edildiği, makalelerde ise bu noktaya pek önem verilmediğini gördük.
Ana kaynaklara gidilmeden yapılan bir tarih araĢtırması mevcudun
tekrarından baĢka bir anlam ifade etmemektedir. Ġkinci elden kaynaklar, ana
kaynaklara ulaĢılamadığında, konu ile ilgili karĢılaĢtırma yapma gerekliliğinde ya da
konuya farklı bir bakıĢ açısı kazandırma amacıyla kullanılmalıdır. Tarih araĢtırma
usulüne uygun ciddi bir tarih araĢtırması bunu gerektirir.
107
KAYNAKÇA
Adanalı, A. H., (2001), Osmanlı Medreselerinde TartıĢma Metodolojisi, Osmanlı
Dünyasında Bilim ve Eğitim Milletlerarası Kongresi Tebliğleri, (Derleyen: Hidayet
Yavuz Nuhoğlu), Ġstanbul.
Ahıskalı, R., (2008), “Ruûs”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi,C. 35, s. 272-273,
Ġstanbul.
Akgündüz, M.,(1999), Osmanlı Devleti TeĢkilatında Ġlmiye Sınıfının Yeri, Harran
Üniversitesi Vakfı Yayınları, C. 5.
Akgündüz, M., (2002), Osmanlı Devleti’nde ġeyhülislamlık, Beyan Yayınları,
Ġstanbul.
Akyüz, Y., (2013), Türk Eğitim Tarihi (M.Ö 1000- M.S. 2013), Pegem Akademi,
Ankara.
Albayrak, S., (1996), Son Devir Osmanlı Uleması, ĠBB Kültür ĠĢleri Daire
BaĢkanlığı Yayınları, Ġstanbul.
Altunsu, A., (1972), Osmanlı ġeyhülislamları, Ayyıldız Matbaası, Ankara.
Atar, F. (2001), “Kadı”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, C. 24, s. 66-69, Ġstanbul.
Ay, M. E., (1989), Osmanlılarda Ġlmiye TeĢkilatı, Türkiye Diyanet Dergisi, C.25,
s.2.
Aydın, B., (1996),Osmanlı YenileĢme Döneminde Bab-ı MeĢihat’ın Bürokratik
Yapısı ve Evrak Ġdaresi, M.Ü. Türkiyat AraĢtırmaları Enstitüsü ArĢivcilik
Bölümü,BasılmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul.
Aydın, B., (2014), 17-19. Y.Y. Tahvil Ahkam Defterlerinde Alt Serilerin Ortaya
ÇıkıĢı, Kitaplara Vakfedilen Bir Ömre Tuhfe: Ġsmail E. Erünsal‟a Armağan, Ülke
Yayınları, C.1, Ġstanbul.
108
Aydın, B., Yurdakul, Ġ. Kurt, Ġ., (2006), Bab-ı MeĢihat ġeyhülislamlık ArĢivi
Defter Kataloğu, ĠSAM Yayınları, Ġstanbul.
Aydın, B., Günalan, R., (2001), XVI. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde Mevleviyet
Kadıları, Prof. Dr. ġevki Nezihi Aykut Armağanı (NĢr. Gülden Yıldız v.dğr.), Etkin
Kitaplar, Ġstanbul.
Aydın, B., Günalan,R., (2013), Ruûs Defterlerine Göre XVI. yüzyılda Osmanlı
Müderrisleri, Osmanlı Ġzinde Prof. Dr. Mehmet ĠpĢirli Armağanı (nĢr. Feridun M.
Emecen v. dğr), TimaĢ Yayınları, Ġstanbul.
Aydüz, S., (2006/7), Osmanlı Devletinde MüneccimbaĢılık, Belleten, C.70, s. 257.
Baltacı, C., (2005), XV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Medreseleri, MÜĠF Yayınları,
Ġstanbul.
Baltacı, C.,(2005), Ġslam Medeniyeti Tarihi, , M.Ü Ġlahiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları, Ġstanbul.
Baltacı, C., (1983), Tarîk Defterleri, V. Milli Türkoloji Semineri, Kongreye
Sunulan Bildiriler, 23-26 Eylül, Ġstanbul.
Baltacı, C., (1979), Hadaiku’Ģ Ģakaik ve Hadaiku’l-hakaik’te Bulunmayan
Ulema Hakkında Notları, Ġslam Medeniyeti Mecmuası,C.4, s. 2.
Baltacı, C., (1998), “Hünkâr Ġmamı”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, C.18, s. 487-
488, Ġstanbul.
BaĢbakanlık Osmanlı ArĢivi Rehberi, (2010). BDAGM Osmanlı ArĢivi Daire
BaĢkanlığı Yayınları, Ġstanbul.
Bayat, A. H., (2001), Osmanlı Devletinde HekimbaĢılık ve HekimbaĢılar, Osmanlı
Dünyasında Bilim ve Eğitim Milletlerarası Kongresi (Derleyen: Hidayet Yavuz
Nuhoğlu), Ġstanbul.
Beyazıt, Y., Tanzimat Devri ġeyhülislamlarından MeĢrebzâde Arif Efendi ve
Kadılık Kurumundaki Ġstihdam Sorunu,
http://yayinlar.yesevi.edu.tr/files/article/402.pdf.
109
Bilge, M., (1984), Ġlk Osmanlı Medreseleri, ĠÜEF Yayınları, Ġstanbul.
Buzpınar, ġ.T., (2006), “NakîbüleĢraf”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi,C.32, s. 322-
324, Ġstanbul.
Cihan, A., (2004), Reform Çağında Osmanlı Ġlmiyye Sınıfı, Birey Yayıncılık.
Çelebi, A., (1976), Ġslamda Eğitim Öğretim Tarihi (Çev. Ali Yardım), Damla
Yayınevi, Ġstanbul.
Çiftçi, M. (2012), XVI-XVII. Yüzyıl Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı Ġçin Bir Kaynak:
Tarih- i Silsile-i Ulema, ĠSTEM Dergisi, Yıl:10, s.20.
Doğan, N., (2013), Osmanlı Ġlmiye Sınıfı’nın Emekliliği Ġlmiye Tekaüd
Sandığı’nın KuruluĢu ve Faaliyetleri, BÜSBE Tarih Anabilim Dalı, BasılmamıĢ
Yüksek Lisans Tezi, Yozgat.
Emecen, F., (1999), Osmanlı Kronikleri ve Biyografi, Ġslam AraĢtırmaları Dergisi,
s. 3.
Er, H., (1999), Osmanlı Devletinde ÇağdaĢlaĢma ve Eğitim, Rağbet Yayınları,
Ġstanbul.
Ergin, O., (1977), Türk Maarif Tarihi, Eser Matbaası, Ġstanbul.
Erünsal, Ġ., (1980), Nuruosmaniye Kütüphanesinde Bulunan Bazı Kazasker
Ruznamçeleri, Ġslam Medeniyeti Mecmuası, C.4, s. 3.
Ertan, V., (1990), Osmanlı Devletinde Ġlmiye Sınıfının Rütbe ve Payeleri, Diyanet
Aylık Dergi, C.26, s. 4.
Gökçe, T., Anadolu Vilayetine Dair 919 (513) Tarihli Bir Kadı Defteri, http:
//www.egeweb2.ege.edu.tr/ tid/dosyalar/IX_1994/TIDIX-1994-09.pdf.
Gözütok, ġ., (2012), Ġslam’ın Altın Çağında Ġlim, Nesil Yayınları, Ġstanbul.
GüldöĢüren, A., (2004), 19. YY’ın Ġlk Yarısında Tarîk Defterlerine Göre Ġlmiye
Ricali, MÜSBE Ġlahiyat Anabilim Dalı Ġslam Tarihi ve Sanatları Bilim Dalı,
BasılmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ġstanbul.
110
Günay, H. M., (2012), “Vakıf”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, C.42, s. 475-479,
Ġstanbul.
Gündoğdu, Ġ., (2009), Osmanlı Tarihi Kaynaklarından Kazaskerlik Ruznamçe
Defterleri ve Önemi, Uluslararası Ġnsan Bilimleri Dergisi, C. 6, s. 2.
Güngör, Z., (1997), Önemli Bir Biyografik Eser EĢ-ġakaiku‟n-Numaniyye, Diyanet
Ġlmi Dergi, C.33, s. 1.
“Hal Tercümesi”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları, C. 4,
Ġstanbul.
Hızlı, M., (1987), KuruluĢundan Osmanlılara Kadar Medreseler, Uludağ Ġlahiyat
Fakültesi Dergisi, C. 2, s. 2.
Hızlı, M., (1994), Osmanlı Medreselerinde Bozulma, Uludağ Ġlahiyat Fakültesi
Dergisi, C. 6, s. 6.
Hızlı, M., (2008), Osmanlı Eğitim Tarihinin ArĢiv ve Yazma Kaynakları, Türkiye
AraĢtırmaları Literatür Dergisi, C. 6, s. 12.
Ġhsanoğlu, E., (1998), Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi,IRCICA, Ġstanbul.
Ġnalcık, H., (2007), Kazasker Ruznamçe Defterlerine Göre Kadılık, Adalet Kitabı
(Editörler: Bülent Arı, Selim ASLANTAġ), Adalet Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Ġnalcık, H., (1988), “Adaletnâme”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi,C. 1, s. 346-347,
Ġstanbul.
Ġnalcık, H., (2001), “Kanunnâme”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, C. 24, s. 333-337,
Ġstanbul,
ĠpĢirli, M., (1998/1), Osmanlı Devletinde Kazaskerlik (XVII. Yüzyıla Kadar),
Belleten, C. 61.
ĠpĢirli, M., (2002), “Ġlmiye”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, C. 22, s. 141-145,
Ġstanbul.
111
ĠpĢirli, M., (2006), “Mülâzemet”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, C. 31, s. 537-539,
Ġstanbul.
ĠpĢirli, M., (1991), “Arzuhal”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, Cilt 3, s. 447-448,
Ġstanbul.
ĠpĢirli, M., (1994), “Devhatül MeĢayih”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, C. 9, s. 229-
230, Ġstanbul.
ĠpĢirli, M., (1994), “Devhatün Nükaba”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, C. 9, 1994, s.
230, Ġstanbul.
Ġzgi, C., (1997), Osmanlı Medreselerinde Ġlim, Ġz Yayıncılık, Ġstanbul.
Kanar, M., (2011), Osmanlı Türkçesi Sözlüğü, Say Yayınları, Ġstanbul.
Kazıcı, Z., (2011), Ġslam Medeniyetleri ve Müesseseleri Tarihi, M.Ü. Ġlahiyat
Fakültesi Vakfı Yayınları, Ġstanbul.
Kazıcı, Z., (1991), Ġslam Müesseseleri Tarihi, Kayıhan Yayınevi, Ġstanbul.
Kazıcı, Z., (2005), Osmanlı Müesseselerinin Yazılı Kaynakları, ĠSTEM Dergisi,
Yıl:3, s. 5.
Kenanoğlu, M.M., (2005), Osmanlı Kanunnâmeleri Üzerine Bir Tahlil, Türkiye
AraĢtırmaları Literatür Dergisi, C.3, s. 5.
Kramers, J.H., (1979), ġeyhülislamlık, ĠA, C. 11, s. 485.
Kunter, H. B., (1939), Türk Vakıfları ve Vakfiyeleri Üzerine Mücmel Bir Etüd,
Cumhuriyet Matbaası, Ġstanbul.
Kütükoğlu, M., (1998), Osmanlı Belgelerinin Dili, Kubbealtı NeĢriyat, Ġstanbul.
Kütükoğlu, M., (1998), Tarih AraĢtırmalarında Usûl, Kubbealtı NeĢriyat, Ġstanbul.
Kütükoğlu, M., (1995), “Fermân”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, C. 12, s. 400-406,
Ġstanbul.
112
OkumuĢ, O., (2013), Osmanlı Tarihinde Katledilen ġeyhülislamlar, Aksaray
Üniversitesi Sosyal ve BeĢeri Bilimler Dergisi, C.5, s. 1.
Ortaylı, Ġ., (2008), Türkiye TeĢkilat ve Ġdare Tarihi, Cedit NeĢriyat, Ankara.
Ortaylı, Ġ., (1994), Hukuk ve Ġdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı,
Turhan Kitabevi, Ankara.
Özcan, A.(2013), “Zeyil”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, C. 44, s. 345-348, Ġstanbul.
Özgüdenli, O. G., (2012), “Vakfiye”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, C.42, s. 465-467,
Ġstanbul.
Özyılmaz, Ö., (2002), Osmanlı Medreselerinin Eğitim Programları, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Pakalın, M. Z., (1983), Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, Milli
Eğitim Bakanlığı, Ankara.
Reyhan, C. (1999), Osmanlı Devletinde Siyasal Ġktidar ve Ġlmiye, Amme Ġdaresi
Dergisi, C.32, s. 3.
Sami, ġ. H., (1318), Kamus-i Türki, Ġkdam Matbaası, Ġstanbul.
Sarı, N., (1998), “HekimbaĢı”, T.D.V. Ġslam Ansiklopedisi, C. 17, s. 161-165,
Ġstanbul.
Sarıcık, M., (2003), Osmanlı Ġmparatorluğu’nda NakîbüleĢraflık Müessesesi,
TTK Basımevi, Ankara,
Sarıcık, M., (2008), NakîbüleĢraf Abdülkadir Efendi Tarafından Verilen 1008/1600
Tarihli Siyadet Hücceti, EKEV Akademi Dergisi, Yıl:12, s.35.
Sarıçam, Ġ., (2012), Ġslam Medeniyeti Tarihi, TDV Yayınları, Ankara.
Sarıkçıoğlu, E., ġeyhülislamlık Makamı,
dergi.atauni.edu.tr/index.php/ilahiyat/article.
113
ġeker, M., Kazıcı, Z., (1982),Ġslam Türk Medeniyeti Tarihi, Çağrı Yayınları,
Ġstanbul.
ġentop, M., (2005),Osmanlı Yargı Sistemi ve Kazaskerlik, KurtiĢ Matbaacılık,
Ġstanbul.
ġimĢek, H., (2009),Eğitim Tarihi AraĢtırmalarında Yöntem Sorunu, Ankara
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, C.42.
TDK Büyük Türkçe Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/index.php.
Terzi, A., (2009-10), Osmanlı Saray Eczanesinin TeĢkilât ve Ġdaresi (XIX. Yüzyılın
Ġkinci Yarısında), Osmanlı Bilimi AraĢtırmaları Dergisi, C.XI, s. 1-2.
Unan, F., (1991). Osmanlı Resmî DüĢüncesinin Ġlmiye Tarîki Ġçindeki Etkileri:
Patronaj ĠliĢkileri, Türk Yurdu Dergisi, C.11, s. 45.
UzunçarĢılı, Ġ. H., (1965), Osmanlı Devletinin Ġlmiye TeĢkilatı, TTK Basımevi,
Ankara.
UzunçarĢılı, Ġ. H., (1945), Osmanlı Devletinin Saray TeĢkilatı, TTK Basımevi,
Ankara.
Ünal, M. A., (2002), Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Fakülte Kitabevi, Isparta.
Yakıt, Ġ., (1999), Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı ve ġeyhülislamlar, S.D.Ü Ġlahiyat
Fakültesi Dergisi, s. 6.
Yurdakul, Ġ., (2008). Osmanlı Merkez Ġlmiye TeĢkilatında Reform, ĠletiĢim
Yayıncılık, Ġstanbul.
114
EKLER
EK-I
Kazasker Ruznamçe Defteri
115
Kazasker Ruznamçe Defteri
116
Kazasker Ruznamçe Defteri
117
Kazasker Ruznamçe Defteri
118
EK- II
Ruûs Defteri
119
Ruûs Defteri
120
EK- III
NakîbüleĢraf Defteri DıĢ Kapak
121
NakîbüleĢraf Defteri
122
NakîbüleĢraf Defteri
123
NakîbüleĢraf Defteri
124
EK- IV
Telhis Defteri
125
Telhis Defteri
126
Telhis Defteri
127
Telhis Defteri
128
ÖZET
Osmanlı Devlet TeĢkilatlanmasının en önemli unsurlarından olan Ġlmiye
TeĢkilatı ve bu teĢkilatın temel kaynaklarının incelenmeye çalıĢıldığı bu çalıĢmamız
iki bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölümde Ġlmiye TeĢkilatı‟nın genel yapısı ve
mensupları hakkında bilgi verilirken, Ġkinci bölümde ise tezimizin temel problemi
olan Osmanlı Ġlmiye TeĢkilatı‟nın tam manasıyla anlaĢılabilmesi için hangi
kaynaklara baĢvurmamız gerektiği sorusundan hareketle, bu teĢkilat hakkındaki ana
kaynaklar tanıtılmaya çalıĢılmıĢtır.
Ġlmiye TeĢkilatı; medreseden icazetle mezun olup eğitim, hukuk, fetva ve
baĢlıca dini hizmetleri yürüten Müslüman ve de büyük çoğunlukla Türklerden oluĢan
bir müessesedir. Şeyhülislam, Kadı, Kazasker, Müderris, Nakîbüleşraf gibi birçok
mensubu bulunan bu teĢkilat, Osmanlı Sultanları ve Osmanlı tebaası tarafından
büyük itibar görmüĢ, toplumda her zaman ayrıcalıklı konuma sahip olmuĢlardır.
Ġlmiye hakkında kapsamlı bilgileri elde edebileceğimiz kaynaklar arasında;
teĢkilat mensuplarınca resmî iĢlemlerin kaydedildiği defterler, bu Ģahıslar hakkında
yazılmıĢ biyografi eserleri, şakaik ve zeyiller, müstakil yazma eserler sayılabilir.
Devlet teĢkilatlanmasında gösterdiği titizliği, resmî iĢlemleri kaydetme ve arĢivleme
konusunda da gösteren Osmanlı‟dan kalan zengin miras sayesinde, dünyanın en
zengin arĢiv potansiyellerinden birine sahip olan Türkiye‟nin arĢiv, kütüphane ve
özel koleksiyonlarında araĢtırmacılar için ana kaynak durumunda sayısız belge
mevcuttur. ÇalıĢmamızda ana kaynakların tarih araĢtırmalarındaki önemi
vurgulanarak, bu kaynaklar ayrıntılı olarak tanıtılmaya çalıĢılmıĢtır.
Anahtar Kelimeler: Ġlmiye, Ulema, Bab-ı MeĢihat, Kazasker Ruznamçeleri, Tarîk
Defterleri
129
ABSTRACT
This study attempts to examine Ilmiye, one of the most crucial components of
Ottoman state organization, and main literature bibliography of this institution. The
thesis consist of two sections.
While first section of the study gives information regarding the general
structure and members of Ilmiye Institution, the second section based on main
problem of this thesis, that is which sources we could refer to have proper
understanding of Ottoman Ilmiye institution, presents main sources related to this
institution.
Ilmiye Institution comprises Muslim members, majority of them Turkish,
who graduate from madrasa with authorization (icazet), and carry out education, law,
fatwa and other major religious services.
This establishment which has several affiliates such as Shaykh al-İslâm, Kadi,
Kadiasker, Mudarris, Nakîbüleşraf was highly respected by Ottoman Sultans and
Ottoman people (tebaa), and the institution always had privileged status inside the
society.
Among the sources which we could obtain comprehensive information about
Ilmiye are; the registers of the members of Ilmiye institution in which official
transactions are recorded, biographic sources regarding Ilmiye members, Sakaik and
Zeyils, autonomous manuscripts.
Owing to the wealthy heritage of Ottoman Empire which demonstrates
particularity not only for state organization, also regarding registration and archiving
official transactions, Turkey has one of the richest archive potentials around the
130
world, and there are indefinite documents inside the archives, libraries and individual
collections which could become main source for researchers.
This study emphasizes the importance of these main sources inside historical
researches, and attempts to present these sources in detail.
Keywords: Ilmiyye, Ulema, Bab-ı MeĢihat, Kadiasker Ruznamces, Tarîk Registers