110
1 Hacc ve Umre Günlüğü VE KAHİRE İZLENİMLERİ Osman Gerçek 2011

Osman Gerçek | Acı Ama Gerçek - Günlüğü...4 İÇİNDEKİLER NİYET ve RUHİ HAZIRLIK/5 YOLCULUK/7 İHRAM/ { TAVAF / 11 SA’Y / s v ARAFAT / 16 MEŞ’AR-İ HARAM / s { Müzdelife,

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • 1

    Hacc ve Umre

    Günlüğü

    VE KAHİRE İZLENİMLERİ

    Osman Gerçek

    2011

  • 2

  • 3

    Takdim

    Mübarek topraklara Hacc ve Umre maksadıyla yapmış olduğum ibadi ziyaretlerde almış oldu-ğum notlar, okuduğum ve dinlediğim anekdotlar çerçevesinde bu küçük çalışmaya muvaffak kılan Rabbime sonsuz şükürler olsun.

    Günü birlik notlardan ziyade, eşimle beraber gittiğimiz 2004 yılındaki umre, 2005 yılındaki Hacc ve komple ailemiz ve annemle beraber 2011 yılındaki Mısır üzerinden Umre ziyaretlerimizde, Mekke, Medine ve Kahire ilaveli aktüel notlardan oluşmaktadır, bu günlük.

    Bu çalışmada Hacc ve Umre’nin fıkhi kuralları ve içerik anlamından daha ziyede, aktüel fotoğraf ve bunlardan zihne yansıyanlar üzerinde durulmuş-tur. Bu anlamıyla bu günlükte Mekke ve Medine’nin ibadi değeri, genel tarihi, coğrafik ve mimari özellikleri ve aktüel yaşam biçiminin nasıl şekillendiğinin ipuçlarını bulabileceksiniz.

    Gidecek olanlar için aynı zamanda bir rehberlik bilgisi, gitmiş ve gönlünü orada bırakarak gelmiş olanlar içinse ömrün en güzel anlarının geçtiği mekanlarla ilgili hafıza canlandırıcı bilgiler içeren bu günlüğün sonunda Mısır ve Kahire ile ilgili izlenimlere de yer verilmiştir.

    Allah Teala, tüm Müslümanlara bilinç ve şuurla Hacc ve Umre İbadetini yerine getirip, ömrünün son anına kadar bu gönül ateşiyle gereğince yaşamayı nasib etsin…

    Osman Gerçek

    Kayseri/2011

  • 4

    İÇİNDEKİLER NİYET ve RUHİ HAZIRLIK/5

    YOLCULUK/7

    İHRAM/9

    TAVAF / 11

    SA’Y /14

    ARAFAT / 16

    MEŞ’AR-İ HARAM / 19

    Müzdelife, Mina ve Cemerat / 19

    KURBAN / 23

    SAÇ TRAŞI / 27

    MEKKE / 29

    KABE / 32

    KABE’NİN TARİHİ / 33

    KABE’NİN ÖRTÜSÜ / 36

    KABE’NİN İÇİ / 37

    MAKAM-I İBRAHİM / 38

    HACER’ÜL ESVED / 39

    MÜLTEZEM / 41

    HİCR-İ İSMAİL / 42

    RÜKN’Ü YEMANİ / 43

    HAREM-İ ŞERİF / 43

    MİNARELERİ / 46

    NUR DAĞI – HİRA MAĞR. / 47

    SEVR DAĞI / 48

    HUDEYBİYE / 48

    ZEMZEM TOWER / 49

    MEDİNE YOLLARINDA / 51

    RAVZA-İ MUTAHHARA / 54

    MESCİDİN KAPILARI/57

    MESCİDİN MİNARELERİ / 57

    YEŞİL HALI / 57

    UHUD ŞEHİDLİĞİ / 58

    CENNET-İ BAKİ / 60

    DİĞER MESCİDLER / 61

    NÜFUS YAPISI / 63

    KIYAFET / 64

    ALIŞ VERİŞ VE PARA / 66

    BİLGİ VE BİLİNÇ / 68

    HAREM’DE NAMAZ / 69

    ÜMMET BİLİNCİ / 71

    SAĞLIK HİZMETLERİ / 73

    OTELLER VE MESAFELER / 74

    YEMEK / 75

    GERİLİMLİ HACILAR / 76

    FOTOĞRAF ÇEKİMİ / 77

    GÖRMELER / 78

    TUVALETLER /78

    SON SOZ / 79

    KAHİRE GEZİ GÜNCESİ / 81

    SUSUZ MEDENİYET / 88

    HİCAPLI TOPLUM / 89

    İNGİLİZCE BİLMEYEN YOK / 90

    SECDE İZLİ ALINLAR / 90

    IŞIKSIZ TRAFİK / 91

    PİRAMDLER / 93

    CAMİ VE TÜRBELER / 96

    PAPİRUS / 103

    TAHRİR MEYDANI / 104

  • 5

    NİYET ve RUHİ HAZIRLIK

    Her ibadette olduğu gibi Hacc ve Umre yolcu-luğuna çıkmadan önce niyetlenmek ve bir kısım ruhi hazırlıklar yapmak gerekiyor. İbadi bir yolculuk için ruhi istek ve heves oluştuktan sonra, mübarek beldelere ‘yol bulabilmek’ için bir cehd ve arayış içine nasıl ve hangi yolla, ne kadarlık bir maliyetle bu ibadetin gerçekleşeceğinin hesapları yapılırken, belki de en önemlisi ‘çağrılmak’ gerekiyor. Çağrılmak tabiri ile daha çok ‘Allah’ın kısmet etmesi’ anlatılmak isteniyor. Çünkü tatlı telaş ve araştırmalar yapılırken, acaba kısmet olabilecek mi, acaba bir engel çıkar mı tereddüdü, boyunda sürekli asılı bir yol azığı. Bu tereddüt ve endişeleri en aza indirgemenin yolu da kişinin bu süreçte hal ve hareketlerine daha çok özen göstermesi, sözlerine, yaşayışına alabildiğince çeki düzen vermesi, ‘kusursuz bir kul olma’ maratonuna kendini hazır hissetmesi gerekiyor. Biliyor ki bu süreçte yapacağı bir hata veya kusur, çağrıya engel olabilecek, çağrıyı zorlaştırabi-lecektir.

  • 6

    Hacc ve Umreye bu hazırlık aşamasında bilgi donanımı bakımından katkılar da yapmak gerekiyor aynı zamanda. Bu ibadetlerin ne demek olduğu, gerekleri ve fıkhi bütünlük içinde gerçek-leştirilebilmesi ile ilgili icapları konusunda bilgi sahibi olmak, bu konularla ilgili kitaplar okuyup, çağrılan yerin tarihi özellikleriyle ilgili bilgiler edinmek gerekiyor.

    Ne yeneceği, ne içileceği, hangi eşyaların ve ilaçların beraberinde götürüleceği konusunda belki de en önemli danışmanlar, daha önce bu ibadeti gerçekleştirmiş olanlar. Onun için bunlar-la mutlaka görüşülmeli, fikirlerine başvurulmalı, bunların dışında eş, dost, akraba ve tanıdık arkadaşlarla helalleşilmeli, onların istek ve dua taleplerini, rastgele bir talep gibi kulak ardı etmeden, gerekiyorsa küçük notlarla hafızaya kaydederek emaneti makamına ulaştırmak gerekiyor.

    Yıllarca beklemiş olmak, kontenjanlar, kur’alar ve sıralamalar sonucunda milyonların içinden süzü-lerek, dahası seçilip çağrılarak çıkacağı bu yolculukta hiçbir hazırlıktan geri kalmamak için tatlı bir telaş ve heyecanlı bir bekleyişle gideceği tarihe kadar, yeni bir onarım ve kırılma sürecine tevbe ve istiğfarlarla, iyilik, doğruluk ve güzellik eksenli bir yaşantı ile kendini hazırlıyor, kendindeki bu değişiklik ve hafiflemişlik etrafın-dakiler tarafından da kolayca fark edilebiliyor.

    Ağaç kesmek üzere baltasıyla ormana giden ve günde ancak beş ağaç deviren ormancı gibi değil, ağaç kesmeden önce birkaç gün baltasını keskin-letmek için uğraşan ve günde keskin baltasıyla on ağaç deviren ormancı gibi hazırlık yapmalıyız. Eğer donanım ve hazırlık konusunda kendimizi hazırlamaz isek, gördüğümüz yerlerin neresi olduğunu, yaptığımız eylemlerin ne anlama

  • 7

    geldiğini idrak etme şansımız da olmaz. Hayatımızda dört dörtlük bir onarım gerçek-leştirmek istiyorsak, dört dörtlük bir donanımla techiz olmamız gerekiyor.

    YOLCULUK

    Ülkemizden Hac ve Umre için yapılan yolculuk büyük bir ekseriyetle hava yolu ile gerçekleştirilmekte. Yeni yeni kara yolu ile gitme teşebbüsleri başlasa da henüz bu yol tam olarak açılabilmiş değil. Yüzyıl öncesinden Haydar-paşa’dan Medine’ye kadar demiryolları ile bu ibadi yolculuğu gerçekleştirmek mümkün iken İslam Coğrafyasına çizilen sınırlar dikilen ulusal bayraklar sayesinde bu yol tamamen kapanmış, ümmetin kalbine yapılan yolculuk için inşa edilen demirden damarlar İngiliz ajanlarınca sökülüp atılarak can evimizle olan bağlantı koparılmıştır. Ülkemizin Mersin ve İskenderun limanlarından denizyolu ile Suveyş Kanalından Kızıldeniz’e geçilerek Cidde Limanına kadar niçin gerçek-leştirilemediği ise hep kafama takılmıştır.

  • 8

    Grup ve kafile organizasyonu olduğu için Hac ve Umre yolculuklarında kafilelerin en az 2,5-3 saat öncesinde havaalanında toplanması istenir. Bu süre uzun gibi gözükse de grup faaliyetlerinde erken davranmanın, işi son ana bırakmamanın faydası daha çoktur.

    Mevsim sıcak olsa dahi, uçak ile yapılacak yolculuklar ve klimalı havaalanlarında soğuk iklimlendirmeden etkilenmemek için el çantala-rımızda mutlaka bir hafif kazağın, şalın veya battaniyenin bulunmasında yarar vardır. Yolcu-luğumuz esnasında en çok dikkat edeceğimiz şeylerden biri de soğuk hava akımında kalma-maktır.

    Eğer yolculuğumuz Cidde Havaalanı inişli Mekke-i Mükerreme’ye ise, ülkemiz hava alanında veya uçakta mutlaka ihram’a girmek gerekiyor. Direk Medine-i Münevvere’ye uçacaklar içinse böyle bir durum söz konusu değildir.

  • 9

    İHRAM

    İhram denilince, ilk önceleri kaput, etamin, kumaş gibi sonraları da daha emici ve yünlü havlu kalınlığında iki parça halindeki dikişsiz örtü anlaşılsa da, ihram bir kısım yasaklardan kaçınmak, bir kısım yasaklara riayet etmek anlamına geliyor. Bu örtülere bürünmekle ihrama girilmiş olunmaz. İhrama girmek için, niyet ve telbiye getirmek gerekir. Niyet yapılırken Hacc’ın şekli de göz önünde bulundurulmalı temettü hacc’ı için niyet edilmişse, umre için niyet almak gerekir: ‘Allah’ım umre (veya Hacc) yapmak istiyorum. Bunu bana kolaylaştır ve kabul eyle!’

    Hacc veya umre niyeti için ‘Bunu bana kolaylaştır’ diye dua ederken daha şimdiden bizleri ne gibi zorlukların çepeçevre kuşattığını ve ne gibi çetin bir mücadeleye hazırlıklı olmamız gerekliliğini idrak etmemiz lazım. Şeytan ve dostlarının inzibat gibi tepemizde dikildiklerini ve boşluk veya gafletimizi kolladıklarını bir an olsun aklımızdan çıkarmamız gerekiyor.

    İki rekat namaz kılınıp, niyet edildikten ve ‘Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerike

  • 10

    leke lebbeyk, innel hamde ve’n-ni’mete leke ve’l mülk lâ şerike lek’ "Allah’ım! Davetine icabet ediyorum. Emrine boyun eğiyorum. Bütün varlığımla sana teslim oldum. Senin hiçbir ortağın yoktur. Tekrar tekrar davetine icabet ediyorum. Şüphesiz hamd Sana mahsustur. Nimet senindir mülk de senin. Senin hiçbir ortağın yoktur" diyerek telbiye getirildikten sonra ihrama girilmiş olur.

    Erkekler izar ve rida adı verilen iki parça ihram örtüsünün altına hiçbir iç çamaşırı giymezler. Kadınlar ise yüzü açık normal kıyafetlerini giyerler. Öncesinde güsledip temizlenerek ihrama hazırlık yapmak gerekir.

    İhrama girmeyle beraber tabiat ve toplum içinde uyumlu, tabiatta bulunan bitki ve hayvanlara ve toplumuna karşı tahripkar tutumdan uzak, yeryüzünü ortak kullanan bir obje olarak paylaşımcı bir kişilikle hareket etmesi, hem kendi cinslerine karşı, hem de nebatat ve hayvanat alemine karşı sorumlu davranması gerekiyor.

    Kendi hemcinsleri içinde herhangi bir dünyevi farklılık ve farkındalık oluşturabilecek, koku, giysi, takı, etiket, alamet, aksesuar bulundurma-dan baş açık, yalın ayak ile tüm dünyevi değerleri

  • 11

    hiçe sayıp bunlardan sıyrılarak, insan ve kul olma bilincine yönelik bir teşebbüstür, aynı zamanda ihrama girmek.

    Kendi vücudumuza bir tüy koparmak şeklinde zarar vermek de dahil, söz ve davranışlarımız ile hem kendimizle, hem de dışımızdakilerle sulh ve sukuneti muhafaze etmek, onlara karşı rencide edici bir tutum içine girmemek gerekiyor.

    Tüm kainattaki varlıklar içinde, salt bir varlık olarak çıkılan bu kozmik yolculuk denge ve uyum üzerine kuruludur. Kainatta, uyumu ve dengeyi korumak üzere verilen bu uğraşın henüz başlangıç noktası, ihram.

    Müslüman bilinci canlı ve dinamik tutmak için, yabani yaşam tarzına alternatif olarak, ilk insan soyu Adem a.s.’ın ortaya çıktığı ve ilk yurtandık-ları mekanda, her türlü dünyevi ayrımı bir tarafa bırakarak, beyaz kefenlerine bürünerek, ilk doğal hallerine dönüp, tam bir eşitlik içinde insanlık gösterisi yapar hacılar.

  • 12

    TAVAF

    İhramlı için ilk hedef yıllardır özlemini duyduğu Mekke-i Mükerreme’de bulunan Beyt’ül Haram’ın içindeki Kabe’ye bir an önce kavuşmak. Yolcu-luğun verdiği tüm yorgunluk ve sıkıntıları bir anda unutup bir an önce Kabe’yi görebilmek için sabırsızlansa da grubuyla beraber hareket etmenin zorunluluğunu sanki ayağında bir bağ gibi hisseder hacı. Mescid-i Haram’ın görkemli mermer duvarlı ve heybetli minareleri arasından bulabildiği en yakın kapıdan, sanki onca kalabalık yokmuş, sadece kendisi varmışcasına kararlı adımlarını seyrederek yürür mescidin serin mermerleri üzerinde. Etrafında kenetlenmiş adeta kendisini bekleyen hınca hınç kalabalık da hiç umurunda değildir, tek arzusu biran önce Kabe’sine kavuşmaktır. Grubuyla beraber yarıp kalabalıkları son ravakların altındaki Kabe’ye inen basamakların ilkine vardığında gözlerini adımlarından ayırıp, adeta çiviler karşısında heybet, haşmet, görkem ve sadeliğiyle kendisini karşılayan Kabe’sine. İlk anda nutku tutulmuş vaziyette gözlerini kırpmadan seyreder karşısın-daki pastel siyahi rengi ve ana kucağı sıcak-

  • 13

    lığındaki Kabe’yi, edeceği duaları hatırlamaya çalışarak. Hamd ve şükürle hatırlayabildiği ve lisan-ı aklı ile bir araya getirebildiği dualarını yaparken, en sonuna da ekler: ‘Rabbim bundan sonra edeceğim tüm hayırlı dualarımı kabul eyle!’

    Adeta kendinden geçmiş, sayısız kalabalığın etrafında pervane olarak omuzları üzerinde yükselttiği Kabe’nin etrafında tavaf etme arzu-suyla kalabalığın içinde bir an önce kaybolmak için sabırsızlanmaktadır.

    Hacer’ül esved’in hizasına geldiğinde iki elini kaldırıp selamlayarak ‘Bismillahu Allahu Ekber’ ta’zimiyle başlar tavafına. Olabildiğince Kabe’ye yakın olmak, sol yanındaki yüreğini, Kabe’nin sıcaklığıyla ısıtabilmek için arada nefes alınacak bir boşluk dahi bırakmadan, yaklaşabildiği kadar yaklaşmak arzusuyla serinletmek ister gönlünü.

  • 14

    Hacer’ül Esved’e dukunan bir el, öpen bir dudak, Mültezem’deki Kabe’nin eşiğine tutunan bir el, Kabe’nin örtüsüne sarılan bir yürek olarak hıçkırıklarla ağlamak, gözyaşlarıyla ıslanmak gelse de içinden, Makam-ı İbrahim’e, Hicr-i İsmail’e, Rükn-ü Yemaniye kavuşmak arzusuyla tamamlar tavaf’ın birinci şavt’ını. Her şavt’ta kendi ile Beyt’ullah arasındaki mesafe azalmış, yok olma noktasına gelmiştir. ‘Subhanallahi ve bihamdihi, subhanallahi’l azim’ tazim ve takdisiyle, bu beyt’in Rabbi olan Yüce Yarada-nımızın engin rahmetine kendimizi adamışlığın göstergesi olarak teslimiyet içinde bırakıverip kalabalığın akışına devam ederken tavafımız, aklımızda, fikrimizde O’ndan başka bir şey yoktur artık. Dünya ve dünyevi değerler ve bunların getirdiği payeler buharlaşıp gitmiştir. O’nun yarattığı kozmik alemde bir zerrecik olarak var olma, teslim olma ve kul olma uğraşı ve tevekkülü ile dualarımız, niyazımızla sonsuza giden bir yolculuğun başındaymışız gibi bir izlenim olsa da son şavt’tan sonra Makam-ı İbrahim’e en yakın yerde 2 rekat tavaf namazı kılmak üzere karşımıza alırız Kabe’mizi.

  • 15

    Allah’ın sınırsız gücü etrafında uyum ile dönen evren’in bir mensubu olarak, bu kozmolojiye sosyolojik bir katkıdır, tavaf.

    Tavaf Namazı sonrası Zemzem ile serinledikten ve hafifledikten sonra Safa ile Merve arasında sa’y etmek üzere Hacer’ül Esved hizasının karşısına geçmek gerkiyor.

    Tavaf ve sa’y esnasında, arkadan gelen, hasta ve özürlülerin bindirildikleri tekerlekli sandayeli araçlara da dikkat etmek gerekiyor. Aksi halde topuklarımız yaralanabilir.

    SA’Y

    Çalışma, gayret sarfetme, koşma, yürüme; Hac veya umre ibadeti esnasında Harem-i Şerif'in yanında bulunan Safa ile Merve tepeleri arasında dört gidiş üç dönüş olmak üzere yedi defa gidip gelmeyi ifade eden bir fıkıh terimi. Sa'y'ın temeli, İsmail (a.s)'ın annesi Hz. Hacer'in su bulmak amacıyla bu iki tepe arasında koşuşturmasına dayanmaktadır. İbrahim (a.s), Allah Teâlâ'nın emriyle Hz. Hacer'i henüz bir bebek olan İsmail (a.s) ile birlikte suyun ve hiç bir insanın

  • 16

    bulunmadığı bugünkü Harem'in yanına bıraktı. Yanlarında bir kırba su ve bir miktar da yiyecek vardı. Bir müddet sonra kırbadaki su ve yanlarındaki erzak tükendi. Çocuk susuzluktan çırpınmaya başladı. Hz. Hacer, birilerini görebilmek için biraz ileride bulunan Safa tepesine çıktı, etrafa bakındı; ancak kimseyi göremedi. Buradan aşağıya doğru inerek karşı taraftaki Merve tepesine doğru yürüdü. Merve tepesinden de kimseyi görmesi mümkün olma-mıştı. Bunun üzerine tekrar Safa tepesine geri döndü ve bu gidiş gelişi yedi defa tekrarladı. O iki tepe arasındaki çukur yere indiği zaman eteğini toplayarak koşuyordu. Çünkü buradan çocuğu bıraktığı yer görülmüyordu: Sonuçta ümidini yitiren Hz. Hacer, İsmail (a.s)'ın yanına döndü ve orada bir su kaynağının akmakta olduğunu gördü (Buhârî, Enbiya, 9). Allah Teâlâ, onları Zemzem'le rızıklandırmış ve böylece onları, Beyt-i Atik (eski beyt, Kâbe)'in bulunduğu yerin mamur hale getirilmesine sebep kılmıştır. Daha sonra tekrar buraya gelen İbrahim (a.s), Allah Teâlâ'nın emriyle İsmail (a.s) ile birlikte Beytullah'ı inşa etmişti. Cebrail (a.s), ona gelerek haccın ne şekilde yapılacağını öğretmişti. Böylece Sa'y, haccın bir parçası olarak devam edegelmiştir.

    ‘Allah Teala’nın şiarlarından olan Safa ve Merve’ arasındaki bu yürüyüş, arayış, koşuşturma, bu tarihi işaretlerin üzerine inşa olmuş bir semboller manzumesidir. Hac’da yapılan ibadi gereklilik-lerin neredeyse tamamı bu tarz tarihi, şiar, sembol, işaret üzerine kurulmuştur. Hz. İbrahim a.s. merkezli tarihi gerçeklikler üzerine kurulan bu ibadi şiarları merkeze alarak emredilmiş bir ibadet, Hac ibadeti. Onun için Hz. İbrahim a.s.’ın hayatı ve misyonunu iyi öğrendiğimiz ve anladığı-mız takdirde bu ibadetin gereklilikleri daha bir yerine oturacaktır. Buradaki şiar ve işaretler

  • 17

    İbrahim a.s’ın oğlu İshak eksenli değil, Hz. Hacer’den olma Hz. İsmail eksenlidir. Yani bu şiarlar İshaki koldan değil, İsmaili koldan kaynaklanmaktadır.

    Hz.İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Hacer biyografisi çerçevesinde, Kabe, Zemzem, Makam-ı İbrahim, Hacer’ül Esved, Tavaf, Say, Safa, Merve, Arafat, Vakfe, Cemerat gibi mekansal ibadi ritüellerin, vahyi doğrultuda son Peygamber Hz. Muhammed a.s.’ın çeki düzen verip son şekline kavuştur-masıyla, Hac ibadeti kemalata ermiş oldu.

    Allah’a kayıtsız ve şartsız teslimiyetle, hiçbir sorgulama ve pazarlığa girmeden, ıssız dağlık ve kurak çöl ortasında arayışını gerçekleştirirken insan, neyi niçin aradığını bilirse Allah’ın rahmeti ile zemzem ile serinleyebilecektir.

    Mescid-i Haram’ın hemen yanı başında bulunan Safa ve Merve tepeleri kapalı mekan içerisine alınmış olup, üst üste paralel beş kat üzerine sa’y etmek mümkün oluyor.

    ARAFAT

    Zilhicce ayının dokuzuncu, yani Kurban Bayra-mın arefe günü güneşin zeval vaktinden, en az gün batımına kadar sınırları belirlenmiş Arafat bölgesinde bulunmak, burada vakfe yapmak gerekiyor.

  • 18

    Arafat âdem ve Havva’nın buluşma mekânıdır. Bu mekandaki haramlardan sakınma ve uzaklaşma eylemini hayatın tüm boyutlarına yaymak ve alışkanlık haline gelmiş haramlardan sakınarak, duruşumuzu sabitlemek korumak durumundayız.

    Hepimiz beni âdemiz, şeytanın çocuğu olmayalım. Bizim süsümüz ihramımızdır, bu beyaz, temiz yalın sade elbise olan ihrama bürünerek, yaşantı-mızda bu sadeliği taşıyacağımızın sözünü veririz Arafat da, beyazlar içinde vakfede dururken.

    Rabbimiz, bu ihram sadeliğine, eşitliğine, yalınlı-ğına ziynetlerimiz diyor. Bizleri bu sadeliğe, sade temiz gösterişsiz yaşama davet ediyor.

    Ashab-ı Araftan bahsedilen yerdeyiz. Ashab-ı Araf, Ashab-ı Cenne ve Ashab-ı Nar düzleminde Araf kalıcı bir yer değildir. Oradan geçiş ya nara, ya da cennetedir. Birini korku ile birini de ümitle bekleyen adem evlatlarını görürüz. Bizler de birinde olmayı uman, diğerinden korkan insanla-rız. Dünya hayatında araftayız, bu hayatın Ashab-ı Araflarıyız.

    Arafat’ta da kabrimizden kalkışı yaşarız. Yeni başlama, yeniden başlama. Araf’ta bekleyenlerin dünyadaki arafı Arafat’tır. Arafat duruşu, arafta

  • 19

    dönüşü olmayanın Arafat’ta dönüş bulabilme şansıdır.

    Her günümüzü Arafat’ta gibi yaşamaya söz veririz ve yaşamaya çalışabiliriz. Ashab-ı araf olabilmek bütün zamanlarda ‘arif insan’ olabilmektir.

    Yeryüzünde fırkalara ayrılmak Arafat meydanın-da yok olur. Onlar artık hacıdır ve bir etni siteye dahil değillerdir. Onlar Araflıdırlar. Millet-i Araftırlar. Cennet halkı da budur; artık bütün ayrılıklar bitiyor, herkes farklı elbiselerden sıyrılıyor. İşte cennet ehlinde de kin yok olur, birbirlerini besleyen kötülük, ifsat edeci unsurlar ortadan kalkar. Orada yaşam yeniden biçimlendi-rilir. İnsan fıtratı değişir ve hayvani hasletleri-mizden arınırız.

    Tüm hacıların aynı anda aynı mekanda bulunmak zorunda olduğu tek yer, Arafat. Dünyanın nere-deyse tüm ülkelerinden gelen hacılar aynı anda aynı mekanda bulunmak ve öğle ile ikindiyi cem ederek burada kılmak durumunda.

    Sınırları belirli geniş bir düzlük olan Arafat çölünün orta yerinde, Hz. Adem ve Havva’nın yeryüzünde buluştuğu yer olan küçük bir tepecik olan Cebel-i Rahme tepesi bulunuyor. Resulullah s.a.v. Efendimiz Veda Hutbesini yüzbini aşkın bir kalabalığa bu tepenin eteklerinde irad buyurmuş. Tüm hacılar bu tepeye yakın olmak ve orada bulunmayı arzu etseler de çok az bir kısmı vakfesini burada yapabiliyor.

    Tüm hacıların aynı mekan içinde kaynaşıp herc-ü merc olması gerekirken Arafat’ta, ulus ve ulusal sınırlar takıntısı yüzünden her ülke vatandaşı kendi için ayrılmış bölgeye oturmak ve o bölgeyi sınırlayan demir kafesleri aşmamak zorunda. Duruş ve dua ile geçirilen Arafat vakfesi öncesin-den birkaç gün önce tüm hacılar bu bölgeye taşınıyorlar.

  • 20

    Dil, ırk, renk, mezhep, meşrep, bayrak, flama, makam, mevki, statü hiçbir ayrımın gözetilmediği ve geçerliliğine kaybettiği Arafat’ta aynı anda bulunmuş olmanın getirdiği yakınlık ve dostluk bir ömür sürecek bir bağı da beraberinde getiriyor. Refik veya refika olmak, Arafat’ta aynı anda bulunmuş olmanın getirdiği kopmak bilmeyen bir dostluk bağı. Bu dostluğun tanıkları her karşılaştıklarında orada yaşamışlıklarının, bulunmuşluklarının hatırına, her türlü farklılıklarını ve birbirinin eksiklerini görmez-likten gelir bu dostluğa toz kondurmak istemez-ler. Hatta orada karşılaşılıp birkaç dakika görüşülen bir dostun hatırı bile hiçbir şeye değişilmez. Bir ömür süren bu dostluklar Arafat’tan başka nerede kazanılabilir ki?

    Ülkelerin, ulusların beraberliğinin Arafat’ta bu tarz dostluğa dönüşmesinin önündeki dil ve ulusal taassup engelinin aşıldığında, ortaya nasıl bir ümmetin çıkacağını, Arafat toplumunun dünyanın akışını nasıl değiştireceğini varın siz hesap edin.

    Tüm dünyevi ayrım ve farklılıkları hiçe sayarak, milyonlar mesabesindeki mahşeri bir kalabalığın,

  • 21

    adeta mahşer provası yapmak üzere aynı anda bir arada bulunmasının getirdiği muhteşem vakfeyi tüm dünya taaccüp ve hayretle seyrederken, acaba küresel şeytanların hali nice olur?

    MEŞ’AR-İ HARAM

    Müzdelife, Mina ve Cemerat

    Gün batımına kadar Arafat’ta vakfeye duran sessiz kalabalık, karanlık çökmeden önce burayı terk edip Meş’ar-i Haram’a doğru hareket eder. Arafat’taki sessiz bekleyiş ve duruş artık yerini uzun bir yürüyüşe bırakmıştır. Duruş, yerini hareketliliğe, kükremeye, çağlayan bir ırmak gibi yürüyüşe bırakmıştır. Aynı yöne aynı hedefe yönelik bu yürüyüş, gecenin sessizliğine doğru sonsuzluğa yelken açmışken, adeta milyonlar içinde yapayalnız zifiri gök kubbe altında devam etmektedir. Müzdelife’ye kadar olan yolculuk büyük ölçüde otobüslerle gerçekleşse de bu mesafeyi yürüyerek kat’etmeye çalışanlarda yok değildir. Hınca hınç dolu araçların içi kadar bir kalabalığı üst tavanlarında taşıyarak götürenler bile vardır, bu yolculukta. Ma’şeri bir kalabalığın ayrılmasıyla derin bir sessizliğe ve kimsesizliğe bürünen Arafat’ı geride bırakarak, Mekke istikametinde bulunan Müzdelife’ye ulaşıldığında geçici bir konaklama için durulur. Uzun süreli

  • 22

    olamayan bu duruş, bir iskan ve dinlenme maksatlı değildir. Her şey yarınki savaş ve karşı-laşma için strateji geliştirme, durup mühimmat toplamak içindir.

    Akşam ve yatsı namazının cem edilerek kılındığı Müzdelife’deki bu vakfede, büyük bir titizlik ve stratejiyle nohut büyüklüğünde yetmiş adet taş toplanır. Her bir taş için ayrı bir ilgi ve özen gösterilerek toplanan bu taşlar yarın ve yarından sonra görevlendirilecek olan taşlardır. Gecenin dinginliği ve sessizliği içinde kişinin tek başına Rabbi ile dertleşmesi, kendini Rabb’ine açması, dua ve niyazda bulunması için oldukça iyi bir fırsattır. Onun için her saniyesini dolu dolu geçir-mek gereken bu geçici konaklama uzun süreli değildir.

    Mühimmat yüklenildikten sonra gün ağarmadan Mina’da olmak üzere Meş’ar-i Haram’dan kalkış ve gecenin sonsuzluğuna olan yolculuk yeniden başlar. Bu yolculuk için hareket eden oluk oluk kalabalık geniş yolları doldurmuşken, her hangi bir vasıta ile burayı gitmenin imkanı yoktur. On kilometreye yakın bir mesafe yürüyerek tamam-lanacaktır.

  • 23

    Bu yürüyüşte sadece insanlara tahsis edilmiş birçok tünel aşılacaktır. Bu tünellerde yapay hava sirkülasyonu üreten havalandırma motorlarının akımına karşı da dikkatli ve tedbirli olmak gerekir. Açık alanlarda ise motorlu taşıtların da olmayışının da sessizliği ile Mina’da tamamlanan bu sessiz yürüyüşte, yorgunluk ve bitkinlik emaresinden çok sonuca ve amaca yaklaşılmış olmanın memnuniyeti hakimdir.

    Bir müddet Mina’da konaklayıp, gün doğumuyla beraber cemerat’ta şeytanla yüzleşme ve onu recmetme görevi başlayacaktır. Mina’da bulunu-lan, durulan ve dinlenilen her bir dakika ve saat bir günlük uykunun verdiği dinginlik ve dinlenmişlikten çok fazladır. Burada bayramın

  • 24

    birinci ve ikinci günü kalmak gerekse de Mek-ke’ye gidiş dönüş yaparak görevi tamam-layanlar daha çoğunluktadır. Çünkü beş milyonu aşan bir kalabalığı ağırlayacak teknik donanım ve geniş alanı yoktur.

    Karanlığın, yerini alaca karanlığa bırakıp, gün doğumunun ilk işaretlerini vermeye başlamasıyla heyecan dalgası daha da bir yoğunlaşarak adeta verilecek ‘vur emri’ne kulaklar kilitlenmiş durumdadır. Yeryüzünde kötülüğün odağı olan Şeytan’a karşı mücadele başlayacak, Allah’a düşmanlık eden tüm odaklar yerle bir edilecektir. Şeytan’a karşı olan kin ve düşmanlık doruk noktasına çıkmıştır. Mücadele ölüm – kalım sa-vaşıdır. Hücum başladığında, temkini ve stratejiyi elden bırakmamak, birbirine yüzer metre mesafede sıra ile dizilmiş gördüğün ilk şeytanla karşı karşıya gelindiğinde kini muhafaza ederek es geçmek, bunu ikincisinin yanından geçerken de devam ettirmek durumundayız. Ama sonuncusu olan üçüncüsü ile karşı karşıya gelindiğinde, biriktirdiğimiz kin ve husumetle, özenle hazırladığımız mühimmatlarla öldürücü darbeyi birer birer indirmeliyiz kafasına şeytanın. Sakın şeytana olan hıncımızla gereğinden fazla mühimmatımızı harcamayalım, başkaca daha büyük mühimmat arayışına girişmeyelim ve isabeti şaşırmayalım.

    Geniş tek yönlü yollarla, beş katlı olarak yeniden inşa edilen bu mahalde, karmaşaya ve karışıklığa neden olmadan şeytan taşlamak mümkün olmaktadır.

    Bizi sırat-el müstakim olan dosdoğru yoldan saptırmak için, önümüzden arkamızdan, sağımız-dan solumuzdan etki altına almak isteyen, peşimizi hiç bırakmayan, Allah’ın ölçü, değer, kanun ve nizamından uzaklaştırmak için gece

  • 25

    gündüz uğraşan, mal, mülk, servet, şöhret ve karşı cinsin cazibesi ile bizi yoldan çıkarmaya çalışan, çağına göre türlü türlü heva - heves ve ego gibi sayısız putların cazibesiyle aklımızı çelmeye çalışan, lanetli şeytan’a, küresel şeytan’a ve bunların dostlarına karşı olan mücadeleden başarıyla çıkıp İman ve İslam zaferini, kurbanı-mızı kesip, ihramdan çıkıp saçımızı tıraş ederek kutlayabiliriz.

    KURBAN

    Müslümanlar, her yıl mütemadiyen, kendi özünü, doğuş ve ayağa kalkış yerini hatırlatan, Allah’ın ve Adem’in evine doğru binek be yaya ile akın ederler. Dünyanın dört bir yanından gelen milyonlar bu evin etrafında kenetlenirler. Yer yüzünün dört bir köşesine dağılmış bir ümmeti, diriltmek ve birlik ülküsü ile tek bir noktaya yönlendirmenin alıştırmasını yapmak üzere yapılan bir talimdir bu. İbrahim’in çağrısına kulak vererek, bu büyük ülküye, derin bir inanç ve sarsılmaz bir umutla bağlananların günüdür, bu

  • 26

    gün. İşte asıl bayram budur. Kurban ise bu bayramın sadece bir ayrıntısıdır.

    Bu bayramın mekanı ise Arafat’tır, Kabe’dir, takva örtüsünü giymiş gönüllerdir.

    Hacc ve Kurban, iç içe geçmiş, birbiriyle direkt irtibatlı iki ibadet olarak algılanıp yaşandığında, ancak gereği vechi ile idrak edilmiş olur.

    Her iki ibadet de İbrahimi gelenek içinde, emin belde Mekke coğrafyası içinde, aynı zaman diliminde, ortak semboller ve şiarlar etrafında şekillenmişlerdir.

    İlk insan Adem a.s’ın eşi Havva ile buluştuğu bu coğrafya, aynı zamanda İbrahim, Hacer, İsmail a.s’ın buraya intikalleriyle tarih sahnesinde, ‘çekim merkezi’ olma özelliğini başlatmış oluyor.

    O beldeye gidenler için orası, bu çekim merkezi olma özelliğinden dolayı, namazın kısaltıldığı bir ‘gurbet’ değil, ana kucağı ve baba ocağı bağlamında ‘ana vatan’, ‘sıla’ oluveriyor.

    İnsanlığın kalbinin attığı o özel beldeye girerken ve çıkarken de rastgelelikten uzak belli kurallara tabii ve teslim olmak gerekiyor, aynı zamanda.

  • 27

    Her ne maksatla olursa olsun, o mübarek beldeyi ziyaret ederken, daha girişte yasakları korunma sözü ve göstergesi olarak, iki parçadan oluşan bir bezle vücudun belli bölümleri sarılarak ‘tabiiyet’ sözü veriliyor.

    Tabiiyet’in de gereği olarak, insan ve ot da dahil hiçbir canlı varlığa eza, cefa, ta’ciz, ta’zir ve eziyet de vermemek gerekiyor. Kozmik alemdeki gibi kendi yörüngesinde, benliğinde, milyonlarca gezegenin kendi yörüngesinde hareket ettiği gibi, kendinde yoğunlaşmak ve öylece hareket etmek gerekiyor.

    Kurban, kendi orada bulunmasa bile memleke-tinden insanlığın kalbinin attığı yere gönderdirdiği elçileri vasıtasıyla Hacc atmos-ferini yaşayanların bayramıdır.

    İki parça beyaz bezle şekli tabiiyet nişanesine büründükten sonra Arafat’ta gündüzünü vakfeyle geçirip, Meş’ar’e doğru akan insan seline katılıp, Müzdelife’de geceleyen hacılar, ertesi sabah şeytan taşlayıp kurbanını kestikten sonra tıraş olur ve ihramdan çıkarak haccı tamamlamış olurlar.

  • 28

    Arafat’ta yaşadığı Rabbiyle tanış olma sınavından geçen, Meş’ar’de gece boyu kendi içine dönüp şuurlanma sınavı veren hacı, artık bayram saba-hına tıpkı Ramazan Bayramı sabahı yaşadığımız gibi bir tür çözülme ya da serbestleşme ile girer. İhramda iken tek bir kıl ve tek bir yeşil yaprağı bile koparması yasakken, bayram sabahı bir hayvanı boğazlamak ve akabinde saçını traş etmek üzerine vacip olmuştur. Hacının ihramı, bu anlamda Ramazanın orucuna benzer. Oruçlu Ramazan Bayramına dili çözülmüş olarak girer, hacı ise Kurban Bayramına eli çözülmüş olarak girer.

    Hacı, tüm bunları gerçekleştirirken yalnız ve tek başına değildir. Dünyanın dört bir yanından, geldiği ülkelerden getirmiş olduğu binlerce yüreği, yine burada buluşan milyonların yürekleriyle harman etmek ve insanlığın kalbi olan o beldede, her yıl yenilenen devasa bir kalp vasıtasıyla tüm coğrafyalara o ilahi soluğu ulaştırmak ve pompalamakla sorumlu-dur.

    Aslında, İbrahimi gelenek içinde kendi bulundu-ğumuz yerlerde kesmiş olduğumuz kurbanlarla,

  • 29

    İslam ümmetinin her yıl gerçek-leştirdiği büyük hac kongresinde kesilen kurbanlara oluşturduğu devasa kalbe kan takviyesinde bulunmuş oluyoruz. Toplar damarlar vasıtasıyla ümmetin merkezi kongresine toplanan kan/can, yine atar damarlar vasıtasıyla Müslüman ümmetin her bir ferdinin yüreğine pompalanmış oluyor.

    O mübarek beldeyi ziyaret eden hacılar vasıta-sıyla, her yıl mütemadiyen anjiyo olup açılan ve yenilenen bu damarları açık tutmanın yolu, diyetten yani Müslüman tabiiyet ve teslimiyet kurallarına dikkat etmekten geçiyor.

    Kurban, bir Allah’a yakınlaşma sevdasıdır, Allah’ın mümin kullarına yakınlaşma vesilesidir, ırki ve coğrafi farklılıkları bir yana iterek, mümin yüreklerle beraber, ‘şehirlerin anası’nın yüreğine iltica etme, yakınlaşma tutkusudur.

    ‘Kurbanlarınızın ne etleri ne kanları Allah’a ulaşır. Ancak sizin takvanız (yakınlaşmanız) Allah’a ulaşır’ (Ayet-i Kerime)

    Kesilen kurbanların neredeyse tamamına yakını, herkesin kurbanının başına gidip beklemesi ve kesildiğine nezaret etmesi mümkün olmadığından, vekalet usulü ile kesilmekte ve hacılara ulaştırılan toplu haberle ihramdan çıkılmaktadır.

    Arefe günü sabah namazıyla başlayan teşrik tekbirlerini de unutmamak gerekiyor.

    Bayramın ikinci ve üçüncü günü cemeratta şeytana yeni hücümlar devam eder. Bu kez üç şeytan, üç put arasında ayrım yapmaksızın sıra ile taşlanır, son öldürücü darbelerle kökü ve etkisi kazınmaya çalışılır.

  • 30

    SAÇ TIRAŞI

    İhramdan çıkılırken yapılması gereken son bir iş daha vardır, o da saç tıraşı. ‘Lebbeyk Allahümme Lebbeyk!’ denilerek ve her şeyi feda edeceğini ilanla çıkılan bu meşakkatli yolculuk, iş saç traşına gelince birden milimetrik hesaplamalarla, Allah için başını feda etmeye hazır ve fakat saçını heba etmeye gelince kolay fetva arayışlarıyla saçı birkaç telle kurtarma girişimine dönüşüyor. Çoğu mezhebin saçın kökten traşıyla ilgili ittifakına rağmen, saçını en zor feda edenler nedense Türkler ve İranlılar oluyor. Hacı olmuşluğun, umre yapmışlığın en önemli ve nihayi nişanesi olan saç traşını yaptıran milyonların içinden bu iki milleti ayırt etmek zor olmuyor. Saçın birkaç teline, dörtte birine veya tamamına kadar düşürülen tıraş ile günah kirlerinden tamamen arınıp hafifleyen hacılar için zorlu maraton bundan sonra başlıyor, haccı muhafaza etmek…

  • 31

    Tıraş olup ihramdan çıktıktan sonra Kabe’yi ziyaret tavafı ve Safa ve Merve arasında sa’y ile hac ibadeti tamamlanmış oluyor.

  • 32

    MEKKE

    Arabistan Yarımadasının batısında bulunan Mekke, etrafı dağlık alanla çevrili bir bölge. Bu dağlık alanlar bizim ülkemizde olduğu gibi toprak karışımlı veya ormanlık şeklinde değil, yekpare kütlesel sert kaya tabakası şeklindedir. Doğal yapısı itibarıyla Mescid-i Haram’ın bir bölümü dışında komple etrafı bu kütlesel dağlarla çevrilidir.

    Bu dağlık ve hiçbir yaşam şartları bakımından elverişli olmayan bu bölge, Hz. İbrahim a.s.’ın Hz. İsmail ve Hz.Hacer’i getirip bir miktar su ve yiyecekle bu dağlık bölgenin çukurunda bulunan küçük bir çöle bırakması ve dokunduğu yere hayat veren vahyi dokunuş ile, dünyanın gözbebeği, Müslümanların can evi Mekke oluverdi.

  • 33

    Hz. Hacer ve İsmail’in zemzem rahmeti ile ödüllendirilmesiyle yaşam umudu beliren bu bölge, Şam’dan gelen ticaret kervanının dikkatini çekip Cürhüm’lü birkaç ailenin buraya yerleşmesiyle toplumsal yaşam alanına dönüştü. Hz. İsmail’in bunların dilleri olan Arapça’yı öğrenip, büyüyünce bunlardan bir kızla evlenmesiyle, bu bölgede toplumsal akrabalık bağları kuvvetlendi.

    Allahu Teala, Hz. İbrahim a.s.’a burada evini inşa edip insanları buraya davet etmesini emredince, bu bölgede Kabe’nin temelleri yükseltildi. Bu çağrıya kulak veren mü’minler tarafından burası ziyaret edilmeye başlanılınca burada yerleşme maksadıyla gelenlerin sayısı da arttı.

    İlk zamanlarda Allah’ın Beyt’i olarak yapılan bu yapının bakım ve gelen ziyaretçilerin ağırlanması işini Hz. İsmail a.s. yürüttü, sonra da çocukları. Daha sonra Cürhümlülere geçen bu idare, M.S. 3. Asırdan sonra Huza Kabilesine geçti. Bu kabile İbrahim a.s. saf Hanif dinini zaman içinde değiştirip, buraya bir kısım putları yerleştirerek, Allah’ın Beyti’nin çevresini puthaneye çevirdi. Bu

  • 34

    geleneği Kureyş de devam ettirdi. Kabe’nin yönetiminin Abdumuttalip’te olduğu dönemde, yozlaştırlmış olsa da dini, sosyal ve ticari merkez oluşunu engelleme maksatlı Ebrehe ve Ordusu-nun taarruzu, Allah Teala tarafından engellendi. Aynı yıl Alemlerin Efendisi Peygamber s.a.v. dünyaya geldi.

    Allah Resulü’nün 53 yıl yaşadığı Mekke’de, bi’set’ten sonraki son onüç yılda, tebliğe gayret ettiği Tevhid dinine, Mekke’lilerin karşı koyması ile Müslüman olanların yaşam alanı kısıtlandı. Müslümanlar mal ve mülklerini burada bırakarak Medine’ye Hicret ettiler. Resulullah s.a.v. Medine’de bulunduğu on yıllık dönemde Mekke’li müşriklerle, Bedir, Uhut, Hendek savaşlarını yaptı. Medine Devletinin güçlenmesiyle 630 yılında Mekke-i Mükerreme fethedilerek putlar-dan ve şirk düzeninin tasallutundan arındırıldı.

    Taşıyla toprağıyla, vahyin şekillendirdiği Mekke ve Medine’de Kur’an-ı Kerim 23 yılda nazil oldu.

    Dört Halife döneminden sonra, Emeviler, Abbasiler, Memlükler, Osmanlılar ve sonrasında Haşimi ve Suud hanedanlığının egemenliği altın-

  • 35

    da kalan Mekke, oldukça çalkantılı dönemlere tanıklık etmiştir.

    En geniş çaplı mimari değişim ve dönüşümleri Suudi döneminde yaşayan Mekke’de açılan tüneller, genişletilen yollar ve Mescid-i Haram’ın büyütülmesi gibi projeler gerçekleştirilmiştir. Yaklaşık dört milyon nüfusuyla Mekke, Suudi Arabistan’ın en kalabalık şehridir. Umre ve Hac dolayısıyla buraya akın eden milyonlarca insanı da hesap edersek, dünyanın en kalabalık değişken nüfusu da buradadır.

    Yaz aylarında 45 dereceye kadar çıkan sıcaklığın, kış aylarında 15 dereceye kadar düştüğü görülür.

    Kur’an-ı Kerim’de Mekke-i Mükerreme, Mekke (Fetih:24), Beke (Al-i İmran:96), Beled (İbra-him:35), Emin Belde (Tin:3), Belde (Neml:91), Ümmül Kura (şehirlerin anası) (En’am:92), Mead (varılacak yer) (Kasas:85), Mescid-i Haram (Fetih:27) isimleriyle tavsif edilmiştir.

    Mekke-i Mükerreme, Müslümanların kıblesi ve gücü yeten için mutlaka haccedilmesi gereken yer olması dışında, Mescid-i Haram’da kılınan namazın yüz bin kat daha faziletli olması, emniyetli olması, orada rızkın çok bol olması, deccalden korunmuş olması, müşrik ve kafirlerin bu şehre girememesi gibi faziletli özelliklere de sahiptir.

    Bu şehrin harem sınırları belirlenmiş olup, sınır-ları geçip ziyaret edecekler için bu şehre ta’zim ve hürmeten bazı giriş kuralları vardır ki o da ihram’a girmek ve gereklerini yerine getirmektir. Girişin belli kuralları olduğu gibi ayrılışın da kuralları vardır. O da veda tavafıdır.

  • 36

    KABE

    Mescid-i Haram içinde bulunan Kabe olarak isimlendirdiğimiz kübik yapı, Beytullah, Beyt-i Atik ve Kıble olarak da bilinmekte.

    Kabe, Allah’ın sembolik evidir. Yeryüzünde inşa edilen bu ilk eve ‘Allah’ın evi’ denmesinin nedeni, Allah ile insanın ontolojik buluşmasını sembolize etmesindendir. Allah’ın bütün varlığı ihata eden, sevgi ve merhametini kendi vicdanımızda bulup yakaladığımız an, Allah ile buluşmuş oluruz.

    Yeryüzünde eve dayalı yaşam bu Ev ile başladı.

    Kabe’yi ziyaret (Hacca gitmek) bir tapınak ziyareti değildir. Ev’e yönelmek, ilk Ev’i ziyaret, insanca hayatın nerede ve nasıl başladığını gidip yerinde görmek demektir.

    Ev’in etrafında dönüş yani tavaf, Ev’e dayalı yaşa-mı, evcil hayatı yüceltmek, onun etrafında dur-mak, ona sarılmak, ondan ayrılmamak demektir.

    Ev’e yöneliş (Kıbleye dönmek), yüzünü Ev’e dönmek; evle temsil edilen aileye, medenî hayata dönmek, ev hayatını benimsemek, evi, aileyi,

  • 37

    anneyi, babayı, çocukları, komşuluğu değerli bilmek, bu kavram ve mefhumları yaşamak, yaşatmak demektir. Vahşi hayattan uzaklaşmak, barbarlığı ve yamyamlığı sona erdirmek demek-tir.

    Allah Teala’nın harem kıldığı Kabe’nin kendine özgü ibadeti tavaftır. Yeryüzünde tavaf edilerek ibadet edilen başka hiçbir mescid ve mekan yoktur. Kabe’de bulunmanın ve orayı tavaf etmenin fazileti oldukça yüksektir. Orada Kur’an okumak, namaz kılmak ve Kabe’yi seyretmenin de sevap olmasına rağmen, Kabe’nin asli ibadeti tavaftır. Mütemadiyen tavafın devam ettiği Kabe’de tavaf’ın olmadığı bir zaman dilimi yoktur. Ve günün her saniyesinde mütemadiyen yüz binlerin yönelerek namaz kıldığı en faziletli mekandır.

    Bugünkü haliyle, 14 metre yüksekliğinde olan Kabe’nin her cephesinin genişliği farklı olup 9.9 metreden 12.4 metreye kadar farklı ölçülerdedir. Kabe’nin oturumu ise 145 metrekaredir.

  • 38

    Kabe’nin Tarihi:

    Tarihi kaynaklarda, Kabe’yi ilk inşa edenlerin melekler olduğu ve henüz yeryüzü yaratılma-dan Adem a.s. tara-

    fından inşa edildiğinden bahsedilmektedir. Tarih içinde birçok defa yenile-nerek yeniden inşa edilmiştir. Bunlar; İbrahim ve İsmail a.s.’ın inşası, Ku-reyş’in inşası, Abdul-lah bin Zubeyr’in inşası, Haccac bin Yusuf el Sakafi’nin inşası ve Osmanlı Padişahı Sultan IV.Murat Han’ın inşasıdır.

    Allah Teala’nın vahyi doğrultusunda, İbrahim a.s., Kabe’yi, 4.5 metre yüksekliğinde, yaklaşık 10 x 16 metre genişliğinde dikdörtgen şeklinde, üstü açık ve mevcut kapının tam karşılığında iki kapılı olarak inşa etmiş ve Cebrail a.s.’ın getirdiği Hacer’ül esved’i yerine yerleştirmiştir.

    Zaman içinde sel sularının ve Kabe’de çıkan bir yangının verdiği tahribat neticesinde Kureyş Kabe’yi yeniden inşa etme kararı alır. Kesinlikle

    Hz. İbrahim ve İsmail a.s. İnşası Kureyş'in inşası (M.605)

    Abdullah b. Zubeyr'in İnşası 690 Haccac b. Yusuf İnşası (M.693)

    Sultan IV.Murat İnşası (M.1417)

  • 39

    helal olmayan kazancın inşasında kullanılma-yacağına karar verilerek yeniden inşa edilir. Yüksekliği iki katına çıkarılıp 9 metreye yükseltilir. Kuzey duvarı üç metre öne çekilerek kare bir yapı biçimine kavuşturulup, Hicr olarak bilinen diğer üç metrelik bölüm yarım daire şeklinde göğüs hizasında taşlarla örülür. Kapısı teke düşürülen ve biraz da yükseltilen Kabe’nin üst bölümü de ağaçlarla kapatılıp ahşab bir olukla yağmur sularının akması sağlanır. İlahi İrade, nübüvvet öncesinde Resulullah a.s.’ı Kabe’nin köşesine Hacer’ül Esved’i koymaya memur kılarak, Kureyş içinde çıkması muhtemel büyük bir savaşa engel olmuştu.

    Zalim Yezid, komutanı Husayn bin Numey’i Kabe’de bulunan Abdullah bin Zubeyr r.a.’ı öldürmek üzere görevlendirir. Abdullah bin Zubeyr, 27 gün Yezid’in ölüm haberi gelinceye kadar Kabe’yi savunur ve Yezid’in ordusuna Kabe’yi teslim etmez ve ordu geri dönmek zorunda kalır. Bu hain saldırıda ağır mancılıklarla hedef haline getirilen Kabe’nin duvarları oldukça büyük hasarlar alır (H.64). Bir kısmı yıkılıp harabeye dönen Kabe’nin yeniden inşasının gündeme gelmesiyle Abdullah Bin Zubeyr, halası Hz. Aişe’den duyduğu Resulullah’ın şu hadisine uygun inşayı başlatır: ‘Ya Ayşe, kavmimin cahiliye zamanındaki davranışlarına dönme-yeceğini

  • 40

    bilsem, Kabe’nin yıkılmasını emre-der, ondan eksiltileni tamamlar, onu yere bitiştirir, doğudan ve batıdan birer kapı açar, Kabe’yi Hz. İbrahim a.s.’ın temelleri üzerine oturturdum.’

    Abdullah bin Zubeyr’in inşa ettiği ve aynı zamanda yüksekliğini 13 metreye çıkardığı Kabe, Abdulmelik bin Mervan’ı rahatsız etti. O da zalim komutanı Haccac bin Yusuf’u Kabe’yi yıkmaya memur etti. Zalim Haccac büyük bir orduyla Mekke’yi kuşatıp, Abdullah bin Zubeyr’i şehid ettikten sonra Kabe’yi yıktırıp, yüksekliğini muhafaza ederek, Kureyş’in inşa ettiği eski şekline göre inşa ettirdi. Daha sonra Hz. Aişe’nin rivayet ettiği hadisi duyup yaptığına ve döktüğü kana da pişman olduğu söylenir.

    Osmanlı zamanında Kabe’nin duvarlarının sel sularıyla tahrip olup yıpranması yeniden inşasını zorunlu kılmıştı. 1630 Yılında Sultan IV.Murat bugünkü şekliyle Kabe’yi yeniden inşa ettirdi. Bu inşa edilen yapı üzerinde Suud döneminde taşlarının cilalanması, tavanının değiştirilmesi ve ufak onarımlar da gerçekleştirildi. Kabe’nin kapısının tam arka simetriğinde taşla örülen eski kapının yeri muhafaza edilmektedir.

  • 41

    Kabe’nin Örtüsü:

    İlk inşasından beri Kabe’nin değişik örtülerle örtülmesi geleneği devam etmektedir. Önceki zamanlarda yıprandıkça değişen ve İslam coğrafyasının değişik merkezlerinde dokunan örtü getirilerek örtülürdü. Çağının en kıymetli malzemesinden dokunmasına özen gösterilirdi.

    Sadece Kabe’nin örtüsünü dokumak üzere Suud’un bir fabrika kurmasıyla, her yıl Kurban Bayramı arifesinde yani Zilhicce’nin dokuzunda bu örtü yenisiyle değiştirilmektedir. Siyaha boyanmış saf ipekten ve gümüş ve altın karışımlı iplikten dokunan bu örtü üzerinde Allah’ın isimleri, tesbihat ve Kur’an’dan bazı ayetler bulunmaktadır.

    Pastel siyahi zemin üzerinde daha parlak iplikle dokunmuş, ancak yakınından görülebilen simet-rik yazılar bulunmaktadır. 14.5 x 47 metre uzunluğunda tek parça olarak dokunan bu örtünün altında daha sade ve beyaz ikinci bir örtü daha bulunmaktadır. Önceki yılların Kabe örtüleri müzelerde sergilenmekte veya küçük parçalara ayrılarak devlet konuklarına ikram edilmektedir.

  • 42

    Kabe’nin İçi:

    Kabe’nin içindeki boş alanın tabanı beyaz, duvarları yarıya kadar gül renkli mermerlerle kaplıdır. Duvara döşenen mermerler asıl duvara değmeyecek şekilde, araya boşluk bırakılarak üst üste döşenmiştir. Ahşap tavanı tutan 9 metre yüksekliğinde 45 cm çapındaki üç adet ahşap sütunun arası 2.35 metredir. Giriş kapısının sağında dama çıkılan camdan bir merdiven ve Kabe’de bulunan değerli eşyaların konduğu bir sanduka bulunmaktadır. Ayrıca namaz kılmak için ayrılan bir bölüm de mevcuttur. Kabe’nin en sakin olduğu, insanların Arafat’ta olduğu gün, Kral veya yabancı devlet erkanı buraya girerek namaz kılarlar.

  • 43

    MAKAM-I İBRAHİM

    Makam-ı İbrahim olarak bilinen 40 x 40 cm olan bu taş, İbrahim a.s. Kabe’yi inşa edip tamam-ladıktan sonra son taşı yerine yerleştirmek üzere üzerine bastığı, Cibril a.s. tarafından Cennetten getirilen bir taştır. İbrahim a.s. son taşı bunu üzerine çıkıp korken, ayakları taşa 10 cm kadar gömülmüş ve aynı taşın üzerine çıkarak insanları Hacc’a davet etmiştir. 50 santim kalınlığındaki taş üzerinde, İbrahim a.s.’ın iki ayağının izi bulunmaktadır ki her birinin ölçüsü 11 x 22 cm kadardır. Kabe duvarının 14.5 metre uzağında olan bu taş için altından özel camlı bir muhafaza yapılmıştır.

    Kur’an-ı Kerim’de bu makam ile ilgili ‘Makam-ı İbrahim’i namazgah edinin (namaz kılın)’ (Bakara 125) ve ‘ Orada apaçık nişaneler ve (ayrıca)

  • 44

    İbrahim Makamı vardır. Oraya giren emniyette olur’ (Ali İmran 97) buyurulmaktadır.

    Kabe çevresinde tavaf esnasında Hacer’ül Esved ve Hicr-i İsmail’den sonra en çok izdihamın olduğu mevkii burasıdır. Özellikle buranın yakınında namaz kılmanın faziletine binaen namaz kılan Müslümanlar tavaf akışına engel olmaktadırlar.

    HACER’ÜL ESVED

    Cennet’ten Cebrail a.s.’ın getirdiği, geldiğinde beyaz olan ve ‘Hacer’ül Es’ed’ (Mutluluk taşı) iken günahkar insanların dokunuşlarıyla siyahlaşan taş, Hacer’ül Esved.

    Hz. İbrahim a.s.’ın Kabe’yi inşasından sonra köşesine yerleştirdiği tek parça olan taş, tarih içinde yıpranması ve bir keresinde de çalınıp götürülmesiyle, en büyüğü hurma büyüklüğünde sekiz parçaya ayrılmış olarak geri getirilir ve yerine yerleştirilir.

    Kabe’nin köşesine, 110 cm yüksekliğe yerleştirilen bu taş için saf gümüşten özel bir muhafaza yapılmış ve bu sekiz küçük parçacık büyükçe bir taş içine gömülerek üzeri şeffaf vernik benzeri bir madde ile kaplanmıştır.

  • 45

    Tavaf esnasında başında biriken kalabalıktan görmenin dahi mümkün olmadığı Hacer’ül Esved

    Tavaf’ın başlangıç noktası olup, her şaft da mutlaka öpülmesi ve iltizam edilmesi veyahut ta uzaktan selamlanılması gerekir. Hacer’ül Esved, Müslümanlar için Kabe yörüngesinde, hedef ve istikamet belirtme ve Allah ile ahid yenileme, O’na bağlılığını ve O’ndanlığı ifade etme çizgisidir. Hacer’ül Esved ile aramızada hiçbir boşluk ve mesafe bırakmadan selamlamamız, kendimizi O’nun yörüngesine bırakmamız gerekiyor. Ayakların yerden kesildiği ve adeta savuran bir dalga ile Hacer’ül Esved’le karşı karşıya geldiğimizde hınca hınç kalabalık içinde sanki kimse yokmuşcasına onu öperek ve tazimde bulunarak ahdimizi yenilemek için izdiham içinde etten bir kütle ve tek vucut, tek yürek olmak gerekiyor belki de. Bu kütle içinde kaybolmak, erimek ve yalnızlaşarak ahdini yenilemek gayreti içinde olan kalabalığı her daim Hecer’ül Esved’in başında görmek mümkün.

  • 46

    MÜLTEZEM

    Sıkı sıkıya yapışılan yer anlamına gelen Mültezem, Hacer’ül Esved ile Kabe’nin kapısı arasındaki yerdir. Resulullah a.s.’ın tavaf sonrası ellerini yana bırakarak buraya göğsünü dayayıp dua ettiği rivayet edilir. Kabe çevresinde en kalabalık izdihamın yaşandığı ve gözyaşlarından dolayı nemi kurumayan bir yerdir. İki metre yükseklikteki Kabe’nin kapı eşiğine tutunan Müslümanlar burada gözyaşları içinde dua ederler.

  • 47

    HİCR-İ İSMAİL

    Kabe’nin Kuzey tarafındaki Rükn’ü Iraki ve Rükn’ü Şami Köşelerine yarım daire şeklinde mermerden yapılan Hicr’in yüksekliği 130 cm, genişliği de 150 cm’dir. Kabe duvarına uzaklığı ise en uzak noktasında 8.5 metredir. Buraya Kabe’ye birleşen iki köşesinden girilebilen giriş vardır.

    Hz. İbrahim a.s.’ın Hz. İsmail ve Hz. Hacer için yaptığı çardak olup, daha sonra Hz. Hacer ve İsmail’in mezarları da burası olduğu rivayet edilir.

    Yapı olarak bu bölge aslında dikdörtgen olan Kabe’nin alanı içerisindedir. Tavaf’a mutlaka buranın dışından dönülür.

    Buranın içinde kılınan namaz, Kabe’nin içinde kılınan namaz kadar efdaldir.

    Hicr-i İsmail içinde namaz vakitleri dışında yoğun bir kalabalığa her daim rastlamak mümkündür.

  • 48

    RÜKN-Ü YEMANİ

    Kabe’nin güneyde bulunan Yemen’e bakan köşesidir. Bu köşe İbrahim a.s.’ın temellerini üzerinde yükselttiği köşedir. Resullullah a.s. tavaf’ın her şaft’ında bu köşeyi selamlardı. Kabe’nin örtüsü Rükn-ü Yemani köşesinde dairesel olarak, köşe duvar taşları gözükecek şekilde açık bırakılmıştır. Bu köşeye selamlama, dokunma ve öpme maksadıyla yığılmış izdihamlı bir kalabalığı günün her saatinde görmek mümkündür.

    HAREM-İ ŞERİF

    Resulullah a.s. ve dört halife döneminde zemini toprak olan tavaf alanı, Emevi Halifesi Abdulmelik zamanında Hicri 91 yılında mermer-lerle kaplandı. Tavaf alanı içinde ve tavaf yörüngesinde, Makam-ı İbrahim dışında, zemzem girişi, minber, dört mezhep için ayrı ayrı mihrap gibi yapılar bulunuyordu. Son asır içinde tavaf alanı içinde bulunan bu yapıların çoğu yıkılarak ve yeniden düzenlenerek tavaf alanı genişletilip daha çok insanın tavaf yapabileceği şekle

  • 49

    getirildi. Şu anda tavaf yapılan, etrafı Osmanlı ravaklarıyla çevrili, mermer zeminli mekan 17 bin metrekaredir.

    Peygamber Efendimiz zamanında 1500-2000 metrekarelik bir avlu ortasında bulunan Kabe’nin etrafında evler ve bu evler arasından Kabe’ye çıkan yollar bulunuyordu. Tavaf edenlerin sayısı her geçen gün arttıkça, bu tavaf alanı, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Kabe’yi Resulullah’ın tarif ettiği gibi yeniden inşa eden Hz. Abdullah bin Zubeyr dönemlerinde kademe kademe etrafındaki evler yıkılarak genişletildi. Tavaf alanının genişletilme işlemleri, Emeviler ve Abbasiler döneminde de devam etti.

    1571’de Yavuz Sultan Selim mevcut tavaf alanının etrafındaki tüm binaları yıktırarak, Kabe’nin etrafına bugün Osmanlı Ravakları olarak bildiğimiz tol ve üstü küçük kubbeli kemerler yaptırdı. Günümüze kadar korunan bu yapı etrafında birçok genişletmeler yapıldı.

    1956’dan sonraki Suud döneminde en köklü genişletme ve yapılar yapılmaya başlandı. Daha önce çarşı içinde bir koridor şeklindeki sa’y alanı

  • 50

    kapalı bir bina içine alınarak, üç katlı binalar inşa edildi.

    1989’da Kral Fahd, Herem-i Şerif’in batısına zemin, birinci kat ve üst açık sağanlık inşa ettirerek, ilave 152 bin kişinin daha namaz kılacağı bir şekle getirip, bu yapının damına üç kubbe ve köşelerine iki minare ilave ettirdi.

    2007 yılında Kral Abdullah zamanında da sa’y binası doğu tarafına doğru 20 metre daha genişletilerek kat ilavesi yapıldı ve damıyla beraber dört sa’ylık geniş alan oluşturuldu. Safa ve Merve’nin kubbelerinin yenilenmesi ve yukarı katlara çıkış için çok sayıda asansör ve yürüyen merdiven yapılması da bu döneme rastlar.

    Günümüzde 360 bin metrekarelik alanında 1 milyon kişinin namaz kıldığı Harem-i Şerif’in etrafını genişletme çalışmaları son hızla devam etmektedir. Mescid- Haram etrafında, doğu tarafı hariç yıkım ve genişletme faaliyetleri devam etmekte olup, yakın bir zamanda Kralın sarayının da yıkılarak bu tarafının da genişletileceği söyleniyor.

    Ayrıca Harem-i Şerif’in çevreyle bağlantısını sağlayan toplam 36 km uzunluğunda 60 tünel bulunmakta olup bu tünellerden on tanesi sadece yaya trafiği için kullanılmaktadır.

  • 51

    MİNARELERİ

    Kabe etrafındaki yapılaşmada ilk Minareyi Hicri 139 yılında Abbasi halifesi Ebu Cafer el Mansur yaptırmış. Dönemsel olarak yapılan bu minarelerin Osmanlı Dönemine kadar sayısı altıya ulaşmış. Altı minareli Sultan Ahmet Camiinden minare sayısı fazla olsun için, Yavuz Sultan Selim yedinci minareyi inşa ettirmiş.

    Suud döneminde ise bu yapılan tüm minareler genişletmeler esnasında yıkılarak yerine 89 metre yüksekliğindeki görkemli mimari özel-likleri olan yeni yedi minare yapılmış. Günümüzde Kuzey doğu tarafına yapılan iki yeni minarenin inşaatı devam etmekte olup, minare sayısı dokuza çıkacaktır.

    Kapalı mekanın tamamında iklimlendirme ve vantilatör sisteminin olduğu Harem-i Şerif’de 139 giriş kapısı bulunmaktadır.

  • 52

    NUR DAĞI - HİRA MAĞARASI

    Resulullah a.s.’a ilk Kur’an vahyinin nurlandırdığı, Hira Mağarasının bulunduğu Nur Dağı Mekke’nin kuzeydoğusunda ve 4 kilometre uzaktadır. Yüksekliği 281 metre olan Nur Dağı, geriden bakıldığında secdeye varmış bir insan sülieti şeklindedir. Hira mağarası yaklaşık 3 metre uzunluğunda, 1.5-2 metre yüksekliğindedir.

    Beş yıl öncesine kadar mağaranın girişinden Mekke istikametine bakıldığında Mescid-i Haram görünürken, artık sadece dev saat kulesi ve tower denilen çok katlı beton yığını oteller görünüyor. Bu dağa çıkmak için kendine güvenenler genellikle sabah namazı sonrası serinliğini tercih ederken, gece gündüz günün her saatinde ziyaretçiler buraya gelmekteler. En az 3-4 saatlik bir zaman ayırmayla çıkılabilen dağda, Hira Mağarasının giriş bölümü, Hacer’ül Esved izdihamı gibi bir yoğunlukta olduğundan, yaşlı ve çocukların dikkatli olmaları gerekir. Bakımsız patika yollardan çıkarken etrafa rastgele atılan çöplere gelen çöl maymunlarına karşı da tedbirli olmak gerekir.

  • 53

    SEVR DAĞI

    Resulullah a.s.’ın Mekke’den Medine’ye hicret esnasında Hz. Ebubekir’le birlikte 3 gün gizlendikleri Sevr Mağarası’nın bulunduğu bu dağın yüksekliği 458 metredir. Sevr dağındaki bu mağara 2 metrekarelik küçük bir mağara. Sevr dağı Mescid-i haram’ın güneyinde ve 4 kilometre mesafededir.

    Mahalle arasından geçilerek çıkılabilen Sevr Dağı’na çıkış ve iniş yaklaşık 4 saat sürmektedir.

    HUDEYBİYE

    Mescid-i Haram’a yaklaşık 20 kilometre uzaklıktaki Hudeybiye Bölgesi’de 628 yılında Mekkeli müşrikler ile Medineli Müslümanlar arasında Hudeybiye Barışı imzalanmıştı. Bu bölgede 19 gün konaklayan Medineli Müslüman-lar, canları pahasına Resulullah’a bey’at ettikleri için ‘Beyat-ı Rıdvan’ ve beyatın gerçekleştiği ağaca da ‘Seceretü’n Rıdvan’ (rızalık ağacı) adı verilir. Gerçekleşmesinin Müslüman-larda büyük bir hayal kırıklığı ve burukluk oluşturmasına

  • 54

    rağmen sonuçları bakımından Fethin habercisi olmuş, önemli tarihsel bir dönüm noktasıdır.

    Bu bölgeye Osmanlıların yapmış olduğu mescidin sadece duvarlarının kalıntıları vardır. Bu kalıntıların önüne yol üzerine biraz daha büyük bir mescid yapılmıştır. Hudeybiye, aynı zamanda ihrama girilen mik’at mahallerinden birisidir. Harem işareti olan dikili taşların olduğu yerde bir de kullanılmayan tarihi su kuyusu vardır.

    Çölün ortasındaki bu bölge güzergahında çok sayıda deve çiftliği vardır. Uğranıldığında yeni sağılmış taze deve sütü içme imkanı da bulunmaktadır. Ayrıca aynı güzergah üzerinde Rabıta teşkilatının binasını, üniversiteleri ve Kabe’nin örtüsünün dokunduğu fabrikaları görme imkanı bulunmaktadır.

    ZEMZEM TOWER

    Kabe ve çevresindeki yapıların dışında Kuzeybatı tarafında geniş mermer avlu bitişiğine yapılan devasa Zemzem Tower binası’nın Mescid-i Haram ve Kabe’yi gölgeleyen bir tarzda inşasına müsaade edilmiş olması son dönemin sorgulanan

  • 55

    ve kafalarda istifham bırakan mimari faaliyet-lerinden. Tamamlandığında yedi gökdelen blok olan Kabe’yi gölgeleyen bu Tower’lerin ortasında bulunan ana blok 400 metreye yükseltilerek dünyanın en büyük saat kulesi inşa edilmiş. 30 Kilometreden rahatlıkla görünebilen ve sadece 17 metre uzunluğunda yelkovanı olan saat bölümü yaklaşık 40 metre olan bu kulenin, tepe noktasında bulunan hilal şeklindeki alemi içinde bile odacıklar bulunuyor.

    Yüksek bina yapmakta yarışan Krallığın uygulamaya koyduğu yeni proje ile Harem-i Şerif’in etrafına 22 tane daha dev gökdelen yapılacak.

    Kapitalist dünyanın çokuluslu birçok markasının bulunduğu yüzlerce işyerinin olduğu bu yapının giriş katlarının üst katları otel ve restaurant olarak hizmet veriyor.

    Harem’in hemen bitişiğinde Kabe’nin üzerine çöreklenmiş, kapitalist çağrışımlı bu konformist yapının Harem-i Pak üzerindeki olumsuz tesiri belki asırlarca hafızalardan silinmeyecek.

  • 56

    MEDİNE YOLLARINDA

    Koşturmaca ve ibadi tempo içinde zamanın nasıl geçtiğini bile anlamdan Can Evimiz, baba ocağımız, ana kucağımız Mekke’den ayrılma vaktinin burukluğu, Medine’de Resulullah a.s.’a kavuşmanın özlem ve heyecanı ile başlar Medine’ye yolculuk.

    Hacıların bir kısmı Mekke öncesi Medine’yi ziyaret etmişken, bir kısmı da Mekke’den kara-yolu ile Medine’ye giderler.

    Resulullah’ın 53 yıl yaşadığı Mekke’nin tüm unsurlarına sinmiş izini takip uğraşı ile hicret yolundan 10 yıl yaşadığı ve orada vefat ettiği Medine’ye olan yolculuk toplam beş saat sürüyor.

    O’nun getirdiği ve iki dudağı arasından aktardığı vahiyle şekillenen ruhların, O’na özlem ve kavuşma hayaliyle geçirdiği günlerin son bulup, vuslat anının gerçekleşeceği Medine’de bulunan Mescid-i Nebevi ve Ravza-i Mutahhara’ya salat ve selamlar ile yaklaşmış olmanın heyecanıyla dört yüz kilometreye yakın mesafenin nasıl kat’e-dildiğini fark bile edemezler, hacılar.

  • 57

    Dağların, sarp kayaların arasında bulunan Kabe’nin aksine, Medine Mescidi, etrafı sıra dağlarla çevrili uçsuz bucaksız düz bir ova ortasının ortasında bulunuyor.

    Bu düz alan, imar ve çevre düzenlemeleri bakımından yapılaşmalara daha fazla imkan tanıyor. Geniş ve düz yolları, binaların dizilişin-deki düzen ve intizam alabildiğine sukunetli bir şehir haline getirmiş, Medine-i Münevvere’yi.

    Vahyin dokunup ıslah ettiği ve nurlandırdığı Münevver Medine, memleketini terk edip buraya hicret eden muhacir topluluğuna kucak açmış ve Resulullah a.s.’a 10 yıl ev sahipliği yapmış.

    Otobüslerle Medine’ye ulaşılıp, gece veya gündüz bütün görkemiyle Medine Mescidi’nin minareleri görünmeye başladığında, tüm gözler yeşil kubbeyi aramaya koyulur. İlk ‘işte!’ diyenin işaret ettiği yöne kilitlenir tüm gözler salavatlar eşliğinde. Ve sanki sevgiliyi temaşa etmişcesine heyecanlanan yürekler, sarılıp kucaklamak üzere araçtan atlayacak kadar acele ederler. Otele girip eşyaları bırakır bırakmaz bir an önce en Sevgili’ye

  • 58

    kavuşmak üzere, Peygamber Mescidi’nin yolunu tutar herkes. Herkesin gözünün odak noktası görkemli minareler arasında zor seçilebilen pastel yeşili sivri kubbededir. Mescidin avlusuna gelindiğinde, sanki ağır konuklarını uzun yıllardır bekleyen birini fazla bekletmeme telaş ve aceleciliği ile Ravza-ı Mutahhara’nın en yakınına varılır. Etrafta olan bitenler ve onca kalabalık kimsenin umurunda değildir. O esnada bir ben, bir de beni karşılayan vardır. En sevgiliye bu denli yakın olabilme fırsatını elde etmiş olmanın memnuniyeti ile salat ve selam’ı kabul edenin huzurunda durulur. Gönüllerde tek bir istek vardır: ‘Es selatu ves selam! Ya Rasulallah!’

    Allah’a hamd ve şükür ile huzurunda bulunu-landan şefaat talebi sanki şifai olarak gerçekleşir. 1500 yıldır Kur’an nuru ile insanları aydınlatan, en güzel örnek, en merhametli önder, insanların en hayırlısı ve alemlerin Efendisi a.s.’a bu kadar yakın olma vuslatına ermiş olarak Selam Kapısından girilip Ravza’sının önünden geçerek Kabr-i Tayyibelerinde selat ve selam getirip, en yakın dostları Ebubekir ve Ömer r.a.’a da selam ettikten sonra başlar Medine misafirliğimiz. Medine’de misafir olmak demek, Resulullah a.s.’ın misafiri olmak anlamına geliyor aynı zamanda. Medine’yi ziyaret etmek demek salt bir görsel ziyaret değil, Alemlerin Efendisi ile hem hal olmak, O’nunla dertleşmek, konuşmak, danışmak anlamına geliyor aynı zamanda. Günah kirleriyle kirlenmiş hasta ruhlarımız için tedavi olacağımız bir Gönül Tabibi’dir aynı zamanda O. ‘Vefatımdan sonra beni ziyaret eden, hayatımda ziyaret etmiş gibidir, Beni ziyaret edene Kıyamet günü şefaatım hak olur’ buyuran Resulullah ile hasbihal edilecek bir mekandır orası.

  • 59

    RAVZA-İ MUTAHHARA

    Resulullah a.s. Medine’ye hicret ettiklerinde devesinin çöktüğü yere bir mescid yapılmasını istemiş ve kendisi de Mescid yerinin bitişiğinde bulunan Eyüp el Ensari’nin evinde misafir olarak kalmıştı. Yaklaşık 1000 metrekarelik kare bir alan etrafı çamur ve kerpiçten duvarlarla çevrile-rek, mescid’in güneydoğu köşesine Resullullah a.s. için 3,5x5 metre büyüklüğünde bir hane-i saadet yapılmıştı. Odaların üstü ve mescidin bir bölümü hurma dallarıyla örtülerek gölgelik yapılmıştı. Resullullah a.s., Hz. Aişe’nin odası olarak bilinen bu yerde dar-ı beka’ya irtihal etmiş ve Kabri Şerifeleri buraya yapılmıştır. Hz Aişe hayatı boyunca kabirle arasına bir perde gererek, burada yaşamış ve vefatından sonra da Cennet-i Baki’ye defnedilmiştir.

  • 60

    Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer de vefatlarından sonra Resulullah’ın kademeli olarak bel hizasının altına gelecek şekilde defnedilmişlerdir. Bugünkü yeşil kubbe bu Kabr-i Şerifelerinin tam üzerinde bulunmaktadır. Yeşil kubbenin biraz önündeki gümüş kubbe de Eyyüp el Ensari’nin evinin üzerine gelecek şekilde yapılmıştır. Bu hane-i saadetleri ile 20 metre ilerisindeki minberi arasındaki yaklaşık 200 metrekarelik alanı Resullullah a.s., ‘Ravza-i Mutahhara’ yani Cennet Bahçesi olarak vasıflandırmıştı. Minberle hane-i saadetlerinin arasında ise Mihrab-ı Nebi bulunmaktadır. Mihrabın gerisinde ise aralıklarla

    bazı direkler bulunmak-tadır ki bunlar ilk zaman-daki hurma direklere izafeten yapılmıştır. Bu direklerin görev ve tarihi özelliklerine göre isimleri vardır. Bunlar, Hz. Aişe direği, Heyetler direği, Tevbe direği, Muhallaka direği, Sedir direği, Haras

    (bekçi) direği ve Merbaat-u Kabr direğidir.

    Medine denilince göz önünde canlanan ilk manzaradır 'Kubbe-i Harda / Yeşil Kubbe'. Dünyanın en bahtiyar taşlarıyla, en bahtiyar har-cıyla örülmüş bu kubbe, Memlük Sultanı Melik Eşref Kayıtbay tarafından yaptırıldığı günden beri tam 551 yıldır Âlemler Sultanı Hz. Muhammed'in (sas) kabrini muhafazaya hizmet ediyor. Kubbe-i Hadra, Kayıtbay'ın 881 hicri yılında (M. 1476-77) Peygamber'in kabr-i saadetlerinde yaptırdığı tamirat sırasında inşa edilmiş. Birkaç yıl sonra çıkan yangında Mescid-i Nebevi yanmasına rağmen kubbe zarar görmemiş. 1800'lü yıllara kadar kurşun renginde kalmış ve 'Kubbe-i Zerka /

  • 61

    Mavi Kubbe' adıyla anılmış. II. Mahmud'un emriyle yenilenmiş ve yeşile boyanmış.

    Mescid-i Nebi olarak adlandırılan bu mescid’in doğu bölümlerine zaman içinde küçük odacıklar şeklinde ‘hucurat’lar ilave edilmişti. Bu odacıkların bir çoğunun girişi mescide açılıyordu ve bazı odalara kapı vazifesi gören bir perdeden geçilebiliyordu.

    Resullullah a.s. bir müddet sonra kendi hane-i saadetinin hemen bitişiğine kızı Hz. Fatıma için de bir odacık yaptırmış, Hz. Ali ve çocuklarıyla beraber burada yaşıyorlardı. Hz. Hasan ve Hüseyin’in uyku dışında tüm vakitleri mescide geçiyordu. Burası onlar için aynı zamanda bir oyun alanıydı. Bu odanın kuzey bölümü de Resullullah’ın teheccüd namazını kıldığı mekandı ki burası hala ‘teheccüt makamı’ olarak bilinmekte ve zeminden bir karış yükseklikte küçük bir bölüm olarak Kabr-i Şerifelerin tam arkasında bulunmaktadır.

    Teheccüt Makamı, solundaki Cibril Kapısı ile aynı hizada olup, bu makamın beş metre gerisinde de Suffa Ashabı’nın kaldığı mekan bulunmaktadır. Burası da bugün zeminden yarım metre yükseklikte yaklaşık 30 metrekarelik bir alan olarak kullanılmaktadır.

    Hicretin yedinci senesinde Resulullah a.s., kuzeye doğru mescidi genişletti ve camii alanı 2475 metrekareye ulaştı. Bu genişletme çabalarına Hz. Ömer r.a. 1100 metre, Hz. Osman r.a. 475 metrekare katkı sağlayarak cami alanını genişlet-tiler. Şu anda imamın namaz kıldırdığı Hz. Osman Mihrabı, Mihrab-ı Nebi’nin önünde bulunmak-tadır. Hutbe verilen yerin sağında Kanunis Sultan Süleyman tarafından yapılan Mihrab-ı Süleyman bulunmaktadır. Emevi, Abbasi, Memlük ve Osmanlı dönemlerinde de kademeli genişletmeler

  • 62

    yapıldı. 1950’lerden sonra Suud tarafından yapılan genişletme ve yenileme çalışmalarıyla günümüzde 400 bin metrekarelik alanda bir milyon kişinin namaz kılabileceği görkemli ve ferah bir mekan oldu.

    Mescid’in Kapıları: Babü’s Selam, Babü’r Rahme, Babü Cibril, Babu Nisa, Babu Abdülmecid ve sonraki genişletmelerde Ömer b. Hattap Kapısı, Osman Kapısı, Ebu bekr Sıddık Kapısı, Suud ve Abdülaziz Kapısı ilave edilmiştir.

    Minareleri: Mescid-i Nebevi’de 104 metre yüksekliğinde 10 adet minare bulunmaktadır. Minarelerin tepesinde bulunan hilal 4200 kg. 14 ayar altından yapılmıştır.

    Yeşil Halı (Ravza): Günümüzde zemini ayırıcı olsun diye yeşil halılarla döşenmiş bulunan Ravza-i Mutahhara’da namaz kılabilmek için hınca hınç kalabalık içinde sırasını bekleyip fırsatını kollayarak beklemek gerekiyor. Günün her saatinde yoğun bir izdihamın yaşandığı Ravza’nın küçük bir bölümü ise günde 3 kez farklı zamanlarda bayanların ziyaretine açılıyor. Bayanların ülke sıralarına göre içeri alındığı zaman dilimlerinde Hacer’ül Esved izdihamına benzer bir izdihamla ziyaretleri mümkün olabiliyor.

  • 63

    MEDİNE’DE ZİYARET YERLERİ:

    UHUD ŞEHİDLİĞİ

    Uhud Savaşının meydana geldiği, Kuzeyinde 8 kilometre uzunluğunda Uhud sıra dağı bulunan düz ova ortasında Okçular Tepesi olarak bilinen Ayneyn Tepesi önemli ziyaret yerlerinde.

    Bedir’de büyük bir hezimet yaşayan müşrik ordusunun 3000 kişilik bir kuvvetle Bedir’in intikamını almak üzere geldikleri Uhud’da kendilerini 700 kişilik İslam Ordusu karşılar. Savaşın akışında İslam Ordusunun başlangıçtaki zaferi Okçular Tepesinin terk edilmesi sonucu dağınıklığa neden olmuş, Resulullah a.s.’a çok benzeyen Musab Bin Umeyr şehid edilmesiyle ‘Resullullah’ın öldüğü’ şayiası çıkarılmış, Müslümanların morali daha da bozulmuştur. Resullullah’ın dişi ve yanağı yaralanmış, Uhud Dağı’da bulunan kaya yarığı bir mağaraya çekilmek zorunda kalmıştı. Bu mağara, günü-müzde ziyaret programında olmamasına rağmen, çoğunluğu Türk olan birçok Hacı tarafından ziyaret edilmekte.

  • 64

    Resulullah a.s.’ın 50 okçuyu yerleştirdiği bu stratejik tepenin savaşın kazanıldığı kanaatiyle terk edilmesi sonucu 70 sahabenin şehid edildiği bu ovanın ortasında etrafı duvarlarla çevrili giriş tarafı demir kafes içinde bir şehidlik bulunuyor.

    Hz. Hamza ve Musab bin Umeyr’in şehid edildiği bu savaşın, toprağına sinmiş kılıç şakırtıları ve hüznüne burada tanık olmak mümkün olabiliyor.

    Savaş ile ilgili neredeyse bütün ayrıntıları, Medine aşığı, Bilal-i Habeşi Cami müezzini Mihr Ali Süleyman Hoca’dan dinlemek ve Medine Davudiye Vakfı’nda oluşturmuş olduğu dev maket üzerinden bu savaşa tanık olmak, Medine ziyaretçileri için kaçırılmayacak bir fırsat.

  • 65

    CENNET-İ BAKİ KABRİSTANLIĞI

    Mescid-i Nebevi’nin güney doğusunda bulunan bu kabristanlığın girişi Resullullah’ın Kabr-i Şerif’leriyle aynı hizada ve Mescid’in avlusunun bitişiğindedir. Merdivenler ve meyilli çıkışıyla biraz yukarıda bulunan giriş kapısından günün bazı saatlarında girmek mümkün olabiliyor. Sabah ve ikindi namazından sonra ziyarete açılan kabristanlık hali hazırda cenazelerin defnedildiği bir şehir mezarlığı.

    Onbinden fazla sahabenin metfun olduğu mezarlıkta, Hz. Hatice ve Meymune hariç, Peygamber Efendimizin eşleri olan annelerimiz, Peygamberimizin oğlu İbrahim ve torunu Hasan bin Ali, kızı Hz. Fatımat’üz Zehra, Hz. Osman’la beraber onbinlerce müslüman bulunmakta.

    Yüzyıl öncesinde bazı kabirlerin üstünde buluna türbe tarzı yapıların tamamı Vahhabiler tarafından yıkılarak, bugünkü haliyle, dümdüz toprak üzerinde iki yumruk büyüklüğünde taş koymak suretiyle sade bir mezar şekline dönüş-türülmüştür. Hz. Fatıma, Resulullahın eşleri, Hz.

  • 66

    Hasan ve oğlu İbrahim’in mezarlarının kenarı taş döşenerek diğerlerinden ayrılmıştır.

    Günün her namaz vaktinde birkaç kişinin cenazesinin defnedildiği Baki Kabristanlığına cenazeler bizde olduğu gibi törensel bir hava içerisinde değil, süratle toprağa kavuşturma aceleciği içinde defnedilmektedir.

    Yoğun bir güvercinin bulunduğu kabristanlıkta, ziyaretleri esnasında özellikle İranlı Hacıların dua ve gözyaşları hüzünlü bir atmosfer oluştur-maktadır.

    DİĞER MESCİDLER

    Resulullah a.s. Medine’ye hicretinde ilk yaptığı cami olan Küba Mescidi ve 900 metre ilerisinde ilk kez Cuma Namazını kıldığı Cuma Mescidi ve kıblenin Mescid-i Haram’a tahvilinin gerçekleştiği iki kıbleli olarak bilinen Kıbleteyn Mescidi dışında, Mescid-i Nebevi’nin güneybatı tarafı civarıda bulunan Hz.Ebubekr, Hz.Ömer, Hz.Osman, Hz.Ali Mescidleri bulunmaktadır. Hulefa-i Raşidin’e izafeten ve onların vefatından sonra yapılan bu mescidler Osmanlı’nın son döneminde restore edilmiştir. Mescid-i Nebevi’ye yakınlığından dolayı bu mescidlerde namaz kılın-mamakta ezan okunmamaktadır. Yine Mescid-i Nebevi’nin güneybatısında bulunan Gamame Mescidi ve Osmanlı yapısı tren İstasyonun sol karşısında bulunan Sultan Abdulhamid’in yaptırdığı Hamidiye Camii önemli mescidlerden.

    Ayrıca Medine’nin 15 kilometre güneyinde Mekke Harem sınırlarına giren Zulhuleyfe Mescidinde İhrama girilmektedir.

  • 67

    Ayrıca Hendek Savaşının cereyan ettiği ve hendek kazılan bölgeye yapılan Fetih Mescidleri de ziyaret yerlerindendir. Yedi Mescidler olarak bilinen bu bölgede, birbirine çok yakın mesafede Ebubekr Sıddık Mescidi, Ömer b. Hattab Mescidi, Ali bin Ei Talip Mescidi, Sa’d bin Muaz Mescidi (Fatımatü’z Zehra olarak da bilinir) ve Resu-lullah’ın çadırını kurduğu yüksek yere yapılan Fetih Mescidi bulunmaktadır.

  • 68

    NÜFUS YAPISI

    Gidenin kalmak, dönenin yeniden gitmek istediği ve oraya vuslat arzusunun hiçbir zaman dinmediği iki şehir: Mekke ve Medine. Bu iki şehir de de bir milyonu aşkın insan yaşıyor. Ziyaretçi yoğun bir şehir olduklarından, kalıcı yerel nüfusun sayısının tespiti de oldukça zor.

    Hac zamanında dünyanın birçok ülkesinden Mekke ve Medine’ye akın eden hacıların en yoğun geldiği ülkeler: Endenozya, İran, Türkiye, Pakistan, Mısır Bangladeş, Hindistan, Afrika ülkeleri. Umre’de ise İranlı hacıların sayısal bir yoğunluğu dikkat çekmekte. Yine umreye gelen Zenci ziyaretçiler, Hacc mevsimine göre ise nerdeyse yok gibi. Burada yaşayan insanların kat kat fazlası dışarıdan ziyaretçi alan bu Mübarek beldelerde, yerli halkı ayırmak oldukça güç. Arabistan’ın büyük ticaretle uğraşan varlıklı kesiminin sayısı oldukça düşük. Küçük ticari işletmeler ve pazar esnafının tamamı, daha sonra

  • 69

    gelerek buraya yerleşen yabancılardan oluşuyor. Otel sahipleri yerli halktan olsa da, otel hizmetlerinde çalışanların neredeyse tamamı da Bangladeş, Pakistan ve Hindistan’dan gelen ucuz işgücünden oluşuyor.

    Bulundukları yerde ev sahibi gibi davranan ve daha çok grup ziyaretleriyle dikkat çeken İranlı Hacıların aksine, Türkler daha tedirgin ve ürkek davranıyorlar, Harameyn’de.

    KIYAFET

    Suud ve diğer Arap ülkelerinde erkeklerin tercih ettikleri beyaz entari ve baş örtüsü dışında batı tesirindeki seküler kıyafeti tercih edenlerin sayısı günden güne artmakta. Kadınlar ise daha çok siyah renkli cilbab ve abiye türü bol kıyafetleri tercih etmekteler. Ülkemizde olduğu gibi rengarenk başörtülü ve pardesü tarzı giyinenler neredeyse yok gibi.

    Erkek olsun, bayan olsun, İslam coğrafyalarında yaşayan ümmetin kıyafet kreasyonunun en iyi gözlenebileceği yer de Harameyn.

    İranlı kadınlar, çador ismini verdikleri siyah tek parça çarşaf dışında gri benekli ve ihramda iken

  • 70

    beyaz çarşaf giymekteler. Erkekleri ise kemerli, koyu renk kumaş pantolon ve üzerine açık renkli gömlek tercih ediyorlar. İranlı erkeklerden tişört ve kot pantolon giyen neredeyse yok gibi. Mollaların kendine özgü sarık, beyaz entari ve üzeri transparan siyah veya kahverengi pelerinli kıyafet giymelerine rağmen, İranlı halkın bu ‘din adamı’ kıyafetini giymeyip, batı tarzı seküler kıyafet giyinmeleri de bir başka çelişki.

    Malezya ve Endenozya’dan gelen erkekler daha çok pantolon üzeri desenli uzun olmayan renkli mont tarzı gömlek giyerken kadınları kendilerine özgü boyundan sıkma beyaz baş örtüsü ve beyaza yakın kıyafetler tercih etmekteler.

    Afgani ve Pakistani erkekler, başlarında takke veya geniş sarık ve Afgani denilen açık renkli kısa entari ve bol pantolon giyerken, özellikle Hindistanlı kadınlar, rengarenk fosforik renklerde rahat baş örtüleri ve yine rengarenk etek ve pantolonlarıyla dikkat çekmekteler.

    Afrika’nın değişik ülkelerinden gelen erkekler, ülkelerine özgü renk tonları olan daha çok açık renk entari tarzı kıyafeti tercih ederken, bayan-

  • 71

    larının ise bir kısma siyah cilbab diğer bir kısmı da rengarenk tülbent tarzı başörtüleriyle başlarını örtmekteler. Rengarenk örtünen bu kadınlar, Hindistan ve Pakistanlı kadınlarda olduğu gibi saç ve kolları örtme konusunda daha rahat davranıyorlar.

    Ülkemizden giden erkekler, daha çok açık renk pantolon ve tişört tarzı seküler kıyafetleri tercih etseler de son zamanlarda Araplara özgü beyaz entari ve takke giyenlerin sayısı da günden güne artmakta. Diyanetle giden erkek ve bayanlar özel kumaştan dikilmiş tekdüze milli kıyafetleri ile hemen dikkat çekmektedirler. Türkiyeli genç bayanlar da ise siyah abiye tarzı giyenler azımsanmayacak kadar çok.

    Grup birbirini tanısın, kaybolmasın ve kolay bulunsun için ortak kıyafet ve aynı renk baş-örtüsü veya üzerine özel kurdele bağlayıp işaretler koyanlar da 23 nisan çocukları gibi özel kıyafetleriyle kolayca dikkatleri üzerlerine çekmekteler.

    ALIŞ VERİŞ ve PARA

    Bir kısım Türk ve Endenozya tekstil ürünleri bulunabilse de hediyelik eşya olarak satılanların

  • 72

    neredeyse tamamı Çin malı. Mekke ve Medine’ye özgü bir çok hediyelik eşya bile maalesef Çin malı. Allah’ın harem kıldığı bu mübarek topraklarda, Müslümanlar tarafından üretilmiş özel ve özgün hediyelik eşyalar olması gerekirken, Çin’e olan teslimiyeti anlamak oldukça güç. Çin istilası altındaki alış veriş piyasasında alış veriş yaparken pazarlık etmeye ‘sünnet’ gözüyle bakılıyor ve mutlaka pazarlık etmek gerekiyor. Satıcı Müslüman esnafta, müşteriyi kandırmak veya aldatmak gibi en ufak bir temayül bile kesinlikle yok.

    Son zamanlarda özellikle Türk ve İranlı Umre ziyaretçilerinin sayısının kat kat artmasından dolayı, satıcı esnaf bu ülkelerin dillerini öğrendiği için kesinlikle dil problemi yaşanmıyor. Hacılar alış verişte daha sağlıklı iletişim kurabiliyorlar.

    Özellikle son zamanlardaki ekonomik istikrardan dolayı kıymetlenen ülkemizin parası, Harameyn de en geçerli paralardan. Dolar ve Euro gibi ecnebi paralarını çevirmek ve yanında taşımaya hiç gerek yok. Türk parası her yerde çevrile-biliyor ve ödemeler Türk parası olarak yapılabiliyor.

  • 73

    Cezası çok ağır olsa da hırsızlık olayına çok nadiren rastlanabiliyor. Bu denli yoğun ve yabancı nüfusun bulunduğu bir yere, hırsızlık maksadıyla sızmış olabilecekler mutlaka buluna-bilir. Herkesin cebine, cüzdanına ve parasına dikkat etmesi gerekiyor.

    BİLGİ ve BİLİNÇ

    Hac ve Umreyi sağlıklı bir şekilde tamam-layabilmek için, ziya-retçilerin bilgi dona-nımı bakımından yeterliliği önemlidir. Her hacı, rehber ve hocaların telkin ve klavuzluğunu daha önce okuyarak edin-miş olduğu bilgisiyle birleştirip,

    kendi başına hareket edecek yeterliliğe ulaşmalıdır.

    İlgi ve yoğunluğunu, ibadet ve taate vermek yerine alışveriş, memleket hasreti veya memleket gündemi ile ilgili mevzulara vermek, haccın manevi hazını azaltacaktır. Orada

    geçirilecek her anın kıymetini bilip vakti dolu dolu geçirmek gerekir.

    Tüm proğram ve gezileri, Kabe ve Mescid-i Nebevi’de cemaatle kılınacak vakit namazlarına göre ayarlamak, hiçbir vakti heba etmemek gerekir. Mübarek topraklardan dönüldükten sonra en hayıflanılan şeylerin başında Harem’de kılınamayan namazlar gelir. Harameyn’i görüp yaşayınca da istisnasız herkesin hayıflandığı tek bir tek konu vardır: ‘Keşke daha önce gelseydim, keşke daha gençken gelseydim, keşke bu kadar geciktirmeseydim…’

  • 74

    HAREM’DE NAMAZ

    Her vakit için okunan ezandan yaklaşık onbeş dakika sonra namaza durulmakta. Birçok mezhebi uygulamalara göre kılınan namazlara ve onların namaz kılış şekillerine takılmadan İmam’a uymak gerekir. Beş vakit olarak ülkemizde cemaatle kılınan namazlardan pek farkı olmayan namazlardan açıktan okunanlarda en bariz fark, Fatiha sonunda yüksek sesle ve uzunca çekilen ‘amiin’ sesleri. İmam selam verdikten sonra toplu tesbihat gibi bir uygulamada söz konusu değil. Kalabalık ve yoğunluktan dolayı namaza duranın önünden geçmek de bizdeki kadar kötü karşılanmıyor.

    Mescid’in iç bölümlerinde Cuma namazını kılabilmek için saatler önce hareket etmek gerekiyor. Cuma hutbeleri de bizim ülkemizde okunan hutbelere göre daha uzun. İmam hutbeye çıkmadan uzunca bir kılıç biri tarafından minberin en yüksek basamağına dik vaziyette yerleştiriliyor. Ülkemizden giden bayan hacıların bir çoğu belki de ilk defa Cuma Namazı kılacaklarından bu namazla ilgili bilgi sahibi olmaları gerekiyor. 4 Rekat olarak kılınan ilk sünnet sonrası İmam tarafından verilen hutbe

  • 75

    sonrası 2 rekat kıratı açıktan okunarak kılınan bir namaz.

    Neredeyse Hacc kadar kalabalık olan Ramazan Umresi boyunca hatimle kılınan teravih namazlarında, secde ayeti geçtiğinde kıyamın ortasında secdeye varıldıktan sonra namaza devam ediliyor.

    Neredeyse her vakit namazı sonrası farzdan üç-beş dakika sonra müezzinin ‘es-selatü’l alel mevt …’ ile başlayan çağrısı ile İmam cenaze namazı kıldırıyor. Cenaze namazı aşinalığı olmayan ülkemiz kadınlarının taacübü ile kılınan bu namazda daha çok başkalarını yaptığı gibi yaparak, ne namazı kıldığını bilmeden geçiştiri-liyor. Ayakta ve dört tekbirle eller bağlı olarak kılınan cenaze namazının son tekbirinden sonra selam veriliyor. Namaz sonrası cenaze, kalabalığı yararak daha az sayıda bir insanla sürat ve aceleyle taşınıyor. Çok nadiren de olsa bazen imam sabah namazının son rekatında rükudan

  • 76

    doğrulduktan sonra, ‘dua’ (kunut) okuyor ki bu uygulamaya ülkemizde pek rastlanmaz.

    İranlı Caferi hacılar, Malikiler gibi namazda ellerini bağlamayıp yana salıverirler ve selamı sağa sola değil karşıya verirler. İran Devrimi öncesi Şia, Harameyn imamlarının arkasında namaz kılmayıp kendi imamları arkasında ayrıca kılarlarmış. İmam Humeyni, Şia’nın dört mezhep imamları arkasında namaz kılabilecekleri fetvasını verdikten sonra imama uymaya başlamışlar.

    ÜMMET BİLİNCİ

    Ümmetin ana merkezi olan Mübarek topraklarda, ırkçılığı, mezhebciliği, hizipçiliği körükleyecek değerlendirmeler yapmak, kendini diğerlerinden farklı ve büyük görmek, memleket ve mezhep yarıştırmak, kendi dışındakilerin hal, hareket ve uygulamalarından hoşnut olmamak gibi davra-nışlar Hacc’ın temel ruhuna taban tabana zıt, ümmetin kongresinde ümmet bilincini tahrip eden uygulamalardandır. Ümmetin genel kongresinde, birleşmek, kaynaşmak, dayanışmak, kim ve nereden gelmiş olursa olsun, diğer

  • 77

    ülkelerden gelen kardeşleriyle aynı ailenin ferdi olmak, hacının temel felsefesi olmalıdır. Kendi kılık kıyafet ve yaşam biçimini ideal olarak kabul edip, diğerlerini dışlayan, küçük gören, tahkir eden, diğerlerinin varlığından rahatsızlık duyan bir anlayış Hacının anlayışı olamaz. Bu anlayıştakiler de Hacı olamazlar ve memle-ketlerine Hacc’ı idrak etmiş olarak dönemezler. Empati, hoşgörü ve tolerans’ın kendisine en çok yakıştığı topraklar burasıdır.

    Taliban’ın elinde esirken Müslüman olan İngiliz kadın gazeteci Yuanne Diddle’nin ümmet algısını ve 2005 yılında gittiğinde, Kabe hatırasını kendisinden dinleyelim: ‘Evet, çok şanslıydım. Orası harikaydı, inanılmaz güzeldi. İnsanlar orada en çok neyden etkilendiğimi sordular. Kâbe’yi ilk kez görmek mi, neydi? Düşündüm. Bir gün nama-za geç kalmıştım. Mekke sokaklarında rüzgâr gibi koşuyordum. Haremüşşerif’in kapılarından biri-nin önüne geldim. Önümde on binlerce hacı vardı ve tam bir kaos yaşanıyordu. Hepimiz camiye girmeye çalışıyorduk, geç kalmıştık. Herkes birbirini itiyordu. Kadın-erkek, uzun-kısa, zayıf-şişman, her çeşit, her renkte, belki 30-40 farklı

  • 78

    milletten insan camiye girmeye çabalıyorduk. Ve birden namaz başladı. Birkaç saniye içinde bütün herkes şeritler halinde sıraya dizildi. Ben de dışarıda seccademi yere sermiş, ayakta bekliyordum. Yanıma baktım, cizgi kusursuzdu. Onun önündeki de, onun bir önündeki de. Ve düşündüm, bu ordu kadar hızlı hazır ol pozisyonuna girebilecek başka bir ordu yoktur dünyada. Kendi kendime, ‘işte benim ailem bu’ dedim.’

    SAĞLIK HİZMETLERİ

    Medine’de Cennet-i Baki Mezarlığının altında, Mekke’de de değişik yerlerdeki hastane ve polikliniklerde gelen hacılara ücretsiz sağlık hizmeti verilmektedir. Ayrıca paralı özel hastaneler de faaliyet yürütmektedir.

    Yataklı hastalar için teşekküllü hastaneler de bulunmak-tadır. Genel şikayetlerle ilgili, doktorlarla dil problemi yaşanmamaktadır. Veya hasta hangi ülkedense o ülkenin kartında yazan şikayetleri