364
Aztek ve Maya’lardan bugüne O R T A A M E R İ K A (Bir Meçhule Seyahat) 1

orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Aztek ve Maya’lardan bugüne

O R T AA M E R İ K A

(Bir Meçhule Seyahat)

Atila Ege

1

Page 2: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Doğal Afetler Diyarı Meksika, Küba, Guatemala, El Salvador, Honduras ve Nikaragua

Bana her konuda destek olanve emsalsiz destekleri ile

bu kitabımın yazılmasını sağlayançok sevgili eşim Nihal Ege’ye

teşekkürlerimle.

2

Page 3: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

ÖNSÖZ

33 yıldır dünyanın ilginç köşelerine yaptığım yüzlerce gezi sonrası çeşitli derneklerde, topluluklarda gördüğüm yerlerle ilgili konferanslar verip çektiğimiz slayt ve filmleri paylaşır dururum.

Dünyada gördüğüm 125 kadar ülkede doğanın “EN”leri bütün yolculuklarım boyunca ilgimi çekmektedir. Bu “EN”leri görmek için dünya kazan ben kepçe dolaşır dururum. Dünyanın en büyük iç deltasını görmek için Botswana’da Okavango Deltasına, piranha avlamak için Amazonlara, bir metre çapındaki en büyük çiçeği Raflesia’yı ve içine 40 jumbo jet alabilen mağarayı görmek için Borneo’ya, bir bira içmek için en kuzeydeki şehir Hamerfest ile en güneydeki şehir Ushuaia’ya, en yüksekte fışkıran gayserleri görmek için Atakama çöllerine, dünya devi İguasu ve Victoria çağlayanlarına, daha yüzlerce güzelliklere seyahat ettim durdum.

Ülkelerin insanları, tarihler, kültürleri, müzikleri ve yiyecekleri de ilgimi çektiği için bu ülkelerde yüzlerce dost edinip binlerce anı biriktirdim. Müslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain hacıları ile yemek yedim, Tibet’te Budistlerle mantra okudum, Vatikan’da Hıristiyan hacılarla dua ettim, Kudüs’te ağlama duvarına dilek yazdım, Habeşistan’ın Tana gölündeki 1300 yıllık kutsal Ortadoks kilisesinde ayine katıldım... daha neler neler.

Bazı gezilerimi yakın dostlarımla yaparak bu güzelliklerden bazılarını onlarla paylaştım. Gezgin olmayanlar ile gezmemeye özen gösterdim.

Bana “Dünyada görmediğin yer kaldı mı?” diye soranlara “Sizin dünyada okumadığınız kitap kaldı mı?” diye sorarak cevap veririm.

Dünyamız görülecek o kadar çok güzelliklerle dolu ki, bu garip ömür yetmiyor bu güzelliklerin tamamını görmeye.

Benim gerek konferansımı dinleyenler, gerekse dost meclislerindeki sohbetimi paylaşanlar “Atila bey lütfen bunları kitap haline getirin. Herkes yararlansın” diye ısrar ederlerdi.

3

Page 4: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bir iki yazı denememi hiç beğenmeyince bir daha kalemi elime almamıştım. Ancak bu son yaptığım Orta Amerika ülkeleri gezimizde kırk yılın gezgini olarak ben, bilmediğim o kadar çok şey öğrendim ki, bu öğrendiklerim havada kalmasın diye notlarımı bilgisayara geçirirken eşim “ Çok akıcı ve güzel yazıyorsun. Ne olur devam et” diye ısrar etti. Bu notları bir kitap havasında yazmam için elinden gelen desteği verdi. Ben de yazdım durdum. Eşim edebiyata meraklı ve şair olduğu için yazılarımın redaksiyonunu da sabırla üstlendi.

Sonunda bu eser ortaya çıktı. Müsveddeleri okuyan dostlarım da ayni şekilde teşvik edince bu kitap sizin elinize ulaştı.

Bu kitapta Orta Amerika ülkelerinden Meksika, Küba, Guatemala, El Salvador, Honduras ve Nikaragua’nın doğal güzellikleri ile Aztek ve Mayalardan başlayan 3000 yıllık tarihini, sömürgecilik öncesi ve sonrasındaki dönemleri, bağımsızlıklarını aldıktan sonra bile bu ülkeler üzerinde oynanan kanlı oyunları ve iç savaşları bulacaksınız. Acımasız doğal afetlere, depremlere, kasırgalara, yanardağlara karşı direnen insanların öykülerini heyecanla okuyacaksınız.

Bu kitapçık bu ülkeleri dolaştığımız varsayılan insanlar ve hayali bir tur programı ile süslenerek anlatılmıştır. Kişiler gerçek kişiler değildir. Benzerlikler yalnızca tesadüfle açıklanabilir.

Aynı zamanda bu kitap, bu ülkeler hakkında tüm bilgileri vermek veya kaynak kitap olmak iddiasını da taşımamaktadır. Yalnızca gezdiğimiz yerler ve edindiğimiz bilgiler sizinle paylaşılmak istenmiştir. Bu bilgiler paylaşılırken, yeri geldikçe, bundan önceki gezilerimizde elde ettiğimiz bilgiler ve gözlemlere de yer verilmiştir.

Eşim Nihal, elimizdeki on binlerce fotoğrafı ve dokümanları böyle kitapçıklar haline getirmem için ısrar ediyor. Belki bundan sonraki kitabımda sizlerle dünyanın başka yörelerine de yolculuk yapmak kısmet olur.

Beni destekleyen tüm dostlarıma tekrar teşekkürlerimi sunarım.

Atila Ege

4

Page 5: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

İ Ç İ N D E K İ L E R

Sayfa No.

1. Orta Amerika ve Karayip’lerin Genel Haritası 2. 31 Ocak “ İstanbul’dan Madrid’e giderken” 6 3. 1 Şubat “İspanyadan Meksika’ya giderken” 18 4. 2 Şubat “Mexico City” 30 5. 3 Şubat “Cancun – Chichen İtza ( Maya)” 48 6. 4 Şubat “ Cancun Xcaret” 60 7. 5 Şubat “Cancun - Coba ve Tulum (Maya)” 67 8. 6 Şubat “Meksika – Küba “ 72 9. 7 Şubat “Küba – Havana şehir turu” 8310. 8 Şubat “Küba- Meksika – Guatemala uçuşları” 9111. 9 Şubat “Guatemala Tikal Milli Parkı” 10312. 10 Şubat “Antigua ve Guatemala City” 11313. 11 Şubat “Guatemala – El Salvador “ 12314. 12 Şubat “El Salvador – Honduras – Nikaragua” 15315. 13 Şubat “Nikaragua Leon” 17816. 14 Şubat “Nikaragua- Masaya ve Granada” 20217. 15 Şubat “Nikaragua (Managua) – Miami – Madrid” 22418. 16 Şubat “İstanbul’a varış ve gezinin sonu” 224

5

Page 6: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

19. Sonra neler oldu? 23320. Daha sonra neler oldu? 23421. Gezdiğimiz ülkelerin haritaları, seçtiğimiz fotoğraflar

31. Ocak İstanbul’dan Madrid’e giderken

Saat 15.30 da kalkacak İberia hava yollarının İstanbul – Madrid seferini yapan uçağında Business Class bölümündeki koltuklarımıza kurularak hostesimizin verdiği şampanya kadehlerimizi tokuşturup Nihal ile birbirimize “İyi Yolculuklar” diliyoruz. Yıllardır hayal ettiğimiz Orta Amerika gezimiz, biraz sonra uçağın havalanışı ile fiilen başlayacak. Başlayacak ama, şu ana kadar olan gelişmeleri düşününce, programı muhteşem olan bu gezide sanki bir çok problem ile karşılaşacağız.

İzmir’den gece otobüsü ile İstanbul’a geldik. Saat erken olduğu için askerlik arkadaşım Mimar Somay’ın evine kahvaltıya gittik. Uzun süredir görmediğim dostuma ve eşi Gülay’a gezide göreceğimiz yerleri anlatırken “Keşke biz de gelebilse idik?” diye çok özenmişlerdi. Saat 10’da Dolphin Turun ofisinde olacağımız için rahat rahat muhteşem bir kahvaltı yaptık.

Mete’nin 1975’ten beri düzenlediği ilginç turlara zamanım ve bütçem ölçüsünde yolcu olarak katılırdım. Bir senedir ise müşteri olarak değil de Tur Lideri olarak katılmaktayım. Bu benim Çin, Hindistan, Nepal ve Rusya’dan sonra beşinci turum. Mete, bana Orta Amerika turunu sen alıyorsun dediğinde sevincimden havalara uçmuştum. Orta Amerika ülkelerini görmek benim için gerçekleşmeyecek gibi görünen bir rüya idi ve şimdi bu rüya gerçekleşiyordu. Bundan önceki turlarda hiç ofise bile gitmeden havaalanına giderdim. Bir yetkili gerekli dokümanlarla beni beklerdi. Ben de bu evrakları alır, yolcularla tanışır ve seyahate başlardım Ama bu tur değişik başladı. Mete yola çıkmadan tur detaylarını konuşmak istemişti ve de evrakları bana ofiste verecekti.

Seneler önce uygulanan Orta Amerika Turu programının bir benzeri, istek üzerine bu sene tekrar gündeme gelmişti. Bu sefer, birkaç Orta Amerika ülkesi daha eklenerek tur daha kapsamlı hale getirilmişti. Böyle bir turu uygulayabilecek başka acente de olmayınca, ilginç yerleri görmeye meraklı 25 kişi parasını yatırmış ve heyecan ile turun başlayacağı günü bekliyorlardı.

6

Page 7: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Orta Amerika ülkelerinden yalnızca, 4 hafta kaldığım Meksika’yı biliyordum. Oğlum İzzet, liseyi bitirdiği sene Rotary’nin bir yıllık öğrenci mübadele programından istifade ederek Meksika’da öğrenim görmüştü. Ben de sömestr tatilinde onu ziyarete gittiğimde birlikte bir otomobil kiralayıp beş bin km yol yaparak Maya ve Aztek’lerin memleketi Meksika’yı çok güzel gezmiştik. Bunun dışında tur programındaki diğer ülkeler benim için de yeni idi.

Yıllardır Orta Amerika ülkelerini ve burada olan iç savaşları izlerken, Siyasal Bilgiler’de rahmetli hocam Fahir Armaoğlu’nun gür sesi ile “Avrupa ile hiç ilgilenmeyen ABD’nin, bu ülkeleri, kendisinin arka bahçesi olarak kabul etmesi, İspanyolların 1500 lü yıllarda sebep olduğu kadar cana mal olmuştur“ diye başlayan cümlelerini hatırlardım. Bu ülkelerde, yakın zamanlara kadar süren iç savaşlar turizm açısından büyük risk taşıdığı için organize turlar düzenlenemiyordu.

Eylül ayında düşünülen ilk programda Meksika – Guatemala – El Salvador – Honduras – Nikaragua – Costa Rica ve Panama vardı. Bu ülkelerden vize isteyenler: 1. Mexico City’ye uçarken bir gece Madrid’de yatma zorunluluğumuzdan dolayı İspanya (Schengen), 2. Meksika, 3. Panama, 4. Guatemala, 5. Orta Amerika’dan Türkiye’ye dönerken transit yolcu olarak Miami’de bir saat kalmamıza rağmen ABD vizeleri. Yani tam 5 vize. Meşum 11 Eylül saldırısından sonra Meksika’nın vize işlerini zorlaştırmasından dolayı Panama vizesini almaya zaman kalmamıştı. Bu nedenle vize alınması kolay olan Küba, Panama yerine programa dahil edilmişti. Küba vizesi alınmasının daha kolay oluşu ve bazı yolcuların da Panama yerine Küba’yı tercih etmeleri sonucu bu değişiklik yapılmıştı.

Vizelerde durum şöyle idi:

Ocak ortalarına gelindiğinde turun kalkmasına iki hafta kala, hala Meksika vizesi alınamamıştı. Eskiden fahri konsolosların bile vize verme yetkisi varken şimdi Ankara’daki Büyükelçinin bile vize yetkisi merkeze; Meksika’ya alınmıştı. Dedikodulara göre Meksika’dan vize isteyenlerin listesi, Amerika’ya Washington’a bildiriliyor ve onay geldikten sonra “vize verilebilir” izni Ankara’ya oradan da İstanbul veya İzmir Fahri Konsolosluklarına geliyordu. Seneler önce Meksika’ya giderken bana vizeyi, ofisinde kahvelerimizi yudumlarken veren Meksika İzmir Fahri Konsolosu arkadaşım Kemal Çolakoğlu, işlemin katiyen hızlanamayacağını, beklemekten başka çare olmadığını söylemişti. Dolphin Turun vize için başvurduğu İstanbul’da da durum aynı idi. Beklemek gerekiyordu.

Meksika vizesi alınmadan diğerlerine başvurulamıyordu. Zamanında Meksika vizesi alınamazsa turun iptali tehlikesi de vardı. Onun için tetikte her gün Meksika vizesini takip ediyorduk. Bu bekleyişin bir benzeri geçen sene yapılması planlanan İpek Yolu turunda başımıza gelmişti. Geçen sene güya dost ve kardeş ülke Özbekistan’ın zamanında vize vermeyişi yüzünden iptal edilen İpek Yolu turunu da hatırladıkça stres daha da artıyordu. Türkiye olarak biz Özbek kardeşlerimizi(!) vizesiz baş tacı eder, yüzlerce Özbek gencini ülkemizde bedava okuturken, onlar bize inanılmaz biçimde vize zorluğu çıkartmaktalar. Bu şu an bile geçerli bir uygulama. Meksika vizesi geciktikçe acaba tarih tekerrür mü ediyor diye endişelerimiz artıyordu.

7

Page 8: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Meksika vizesi alınır alınmaz İspanya için Schengen vizesine başvurulacaktı. Çok önemli bir vize olan Guatemala’nın nasıl alınacağı ise tam bir meçhul idi. Ben, bu arada Mete’ye “İstersen ben Guatemala vizesinin alınma şartlarını araştırayım” demiştim. O da çok sevinmişti. Hiç olmazsa işin bir ucundan tutulması ona güç vermişti.

Bizim Guatemala’da Büyükelçiliğimiz yokmuş. Meksika Büyükelçimiz akredite imiş. Her ülkeye büyükelçilik açmak kolay olmadığı için bir ülkeye Büyükelçilik açılıp çevre ülkelerden o Büyükelçi sorumlu tutulur. Buna da akredite olmak denilir. Bunu öğrenince, Siyasal Bilgiler Fakültesinde 3 sene beraber okuduğumuz Meksika Büyükelçimiz Sayın Mehmet Ezen ile temas etmiş ve ondan Guatemala elçiliğinden bir vize formu alıp istenilen evrak listesi ile birlikte bana fakslamasını rica etmiştim. Sayın Mehmet Ezen’in bana yardımcı olmakla görevlendirdiği Tuna hanım “Atila bey, size ben Guatemala vize formunu fakslayacağım. Bu formlarını doldurur ve istenilen evrakları hazır ederseniz burada büyükelçiliğimiz size yardımcı olacaktır” dedi. Bir iki gün içinde elime form geldi ve onu Dolphin Tur’a ilettim. İstenilen evrakları (yolcuların pasaportlarının vize sayfaları dahil fotokopileri ile varsa visa kart yoksa 500 dolarlık seyahat çeki fotokopileri) hazırlamalarını istedim. “Tamam” dediler.

27 Ocak günü Mete sevinçle Meksika vizelerinin hazır olduğunu bildirdi.Çok sevinmiştik. Artık turun iptal riski ortadan kalmıştı ama şimdi diğer vizeleri de tamamlamak için çok hızlı hareket etmek gerekiyordu.

27 yolcudan 23 ünün Amerika vizesi vardı. Yalnızca 4 kişinin eksikti. Meksika konsolosluğunun pasaportları geç vermesi yüzünden randevu alınmasına rağmen bu 4 kişi ABD konsolosluğuna gidememişti. Bu vizeler alınamamıştı.

Ertesi gün Küba vizesi için pasaportlar Ankara’ya yollandı. Ancak Meksika’daki acente Küba vizesinin Cancun’dan alınabileceğini söyleyince görevli eleman derhal İstanbul’a geri çağrılıp Çarşamba günü pasaportlar İspanya Konsolosluğuna teslim edildi. İspanya vizesi Cuma günü uçuşumuzdan üç saat önce, saat 12 de alınabilmişti.

Bu durumda biz 5 vizeden yalnızca ikisini alabilmiş olarak yola çıkacaktık.

Bu karışıklıklardan dolayı Mete bana programın son halini İzmir’e yollayamamıştı. İşte 31 Ocak günü saat 10.30 da Dolphin Turun ofisine gittiğimde durum böyleydi. Çocuklar harıl harıl Guatemala vizesi için gerekli fotokopileri tamamlamak üzere koşuşturuyorlardı.

O sırada ben ve Nihal Mete’nin odasında , Meksika acentesi Best Day Travel

Agecy’den o sabah gelen, Meksika’da kalacağımız günlerde uygulanacak programı inceliyorduk. Bu acentenin merkezi Cancun’da olduğu için ilk programı değiştirmişler. Buna göre Mexico City’ye cumartesi varıp bir gece kalıyoruz ve Pazar saat 18 de Cancun’a uçuyoruz. Sonra 4 gece 3 tam gün Cancun’da kalıyoruz. Cancun’daki ilk iki günümüze tam gün yemekli tur koymuşlar ama son günü serbest bırakmışlar. Mete’nin programlarında boş gün olmaz “Ne yapacağız?” diyorum. “Sen orada bir gün daha tur alırsın” diyor. Sonra 2 geceliğine Küba’ya gidiyoruz. Küba’ya varınca aynı gün şehir turu gözüküyor. Ertesi gün Havana’da yine boş bir gün. “Onu ne

8

Page 9: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yapacağız” diyorum.” Orada da bir gün tur satın alırsın acentenin birinden. “Sen halledersin” diyor.

Mexico City’ye Cumartesi varıp Pazar günü ayrılınca Guatemala vizesi için hiç zamanımız kalmıyor. Ne zaman alacağız bu vizeyi?

“Meteciğim, hiç olmazsa bir gün daha kalıp Pazartesi Guatemala Büyükelçiliğine başvursak. Ya elçilikten bizi isterlerse?. Biz Cancun’da olacağız. Ne olacak o zaman?”

O sırada, başka bir zor turun, Güney Afrika turunun bin türlü vize problemleri ile uğraştığı için iyice bezmiş olan dostum “Bilmem. Hiç fikrim yok. Bir gün daha kalınsın diye Meksika acentemize her gün e-mail attım. Hiç cevap alamadım. Sonunda adamı Madrid’de buldum. Meksika’ya dönünce halletmeye çalışacakmış. Gidince göreceksin bakalım. Olmazsa sen Mexico City’de kal. Grubu Cancun’a Nihal götürsün veya Nihal Mexico City’de kalıp vizeleri alıp sonra arkanızdan Cancun’a uçsun.”

Olacak şey mi bu? Nihal ne Cancun turunu yaptırabilir ve ne de arkamızdan uçak ayarlayıp Cancun’a gelebilir.

“Başka çare yok. Belki senin büyükelçi arkadaşın vizeleri alır sana DHL ile Cancun’a yollar”

Görünüşe göre başka da alternatif yok. Eğer Cumartesi akşamı büyükelçilikten bir görevli gelir, bizi bulur, formları verir ve biz bu orijinal formları o gece doldurur, tekrar büyükelçilik memuruna verebilirsek, o da biz Cancun’da iken Guatemala Büyükelçiliğine götürür ve akşama vizeleri alır da DHL ile Cancun’a pasaportları yollarsa Guatemala vizesi kolayca alınmış olur. Bir problem olmaz. Amma kolaymış ha. Normal olarak bu vizeyi almak tam bir hayal. Zaten bana en az Meksika gibi Guatemala’nın da ABD’ye sormak için 3-5 gün beklettiğini söylemişlerdi. Bütün bunlar Mexico City’de belli olacak. Olmazsa Guatemala’yı atlar vize uygulanmayan başka ülkeye uçarız. Yolculara da nedenini açıklarız. Hadi bakalım. Hayırlısı.

“Ya Küba uçak biletleri ve Küba vizesi? “

“Meksika’daki, yani Cancun’daki acente Küba vizesini oradan alacak. Biletler de onlardan alınacak”

“Yani üç gün içinde hem Mexico City’de Guatemala vizesi, hem de Küba vizesi alınacak, öyle mi?”

Saf saf ve çaresiz suratıma bakıyor ve Meksika Fahri Konsolosuna söylenip duruyor.”O adam bu kadar geciktirmese idi başımıza bunlar gelmezdi. Daha Salı akşamı pasaportları verdi bize. Biz de ancak İspanya vizesine başvurabildik. Zaten bir gün daha gelmese idi iptal edecektik bu geziyi de. Onun yüzünden dört kişinin ABD vizesini de alamadık.”

9

Page 10: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Yolculuğun sonunda esas sorun bu dört kişinin ABD vizesi olacak gibi. Bizi ABD vizesi olmadan son durağımız olan Nikaragua’nın başşehri Managua’dan Miami uçağına bindirmezler ki! Ne olacak orada halimiz?

“Orada vize alınabilecek bir pozisyon, elçilik falan var mı” diye soruyorum.

“Yok” diyor.

“Ne olacak?”

Sanki diğer bütün konular halloldu da bir o kalmış gibi “Vallahi bilmem hele sen Managua’da havaalanına kadar gel. Orada pasaport polisinin önünde ağla, sızla, kendini yerlere at, yalvar. Ne istersen yap ama onları buraya getir. Sen halledersin”

Tam bir yangının içine atılıyorum hissi gittikçe kuvvetleniyor. Rusya turunda bile böyle hissetmemiştim.

O da bunu anladı ki devam ediyor. “Bu benim son Orta Amerika gezim olacak. Bir daha hayatta yapmam bu turu.”

“Sen ister yap ister yapma o senin problemin. Benim halim ne olacak?. Bu kadar insanla ben muhatap olacağım. Nasıl kalkacağım işin altından?” diye düşünüyorum. Sonra “Boş ver bir çaresi bulunur elbet” diyorum kendi kendime.

Bunları düşünürken uçakta yanımda eşim Nihal, bugünün olaylarını içime sindirmeye çalıştığımı hissediyor sessizce beni izliyor. Bir yandan da şimdi havalanmış olan uçağın penceresinden Marmara denizinin köpük köpük maviliklerine bakıyor.

Gene aklım bugün olanlarda. Günün olaylarını düşünerek kendimi rahatlamak istiyorum. Ofisteki konuşmaları düşünüyorum.

“Mete, emin misin El Salvador’un, Honduras’ın, Nikaragua’nın ve Costa Rica’nın vize istemediğinden? Oradaki programlar nasıl olacak?”

“Hayır hayır vize istemiyorlar. Defalarca kontrol ettim.. Sen bir Guatemala’ya gel gerisi kolay. Ondan sonra her şey programlı. Zaten o güne kadar 8 gün var. Ben her şeyi organize ederim. Bak sana şimdi Guatemala ve Costa Rica acentelerinin adres ve telefonlarını veriyorum. Gerekirse onlarla temas kurarsın”

“Yani ilk haftadan sonra her şey organize mi?” diye tekrar sorarak kesinleştirmek istiyorum.

Çok emin bir eda ile tekrarlıyor.” Tabi Atila sen hiç merak etme. Küba’dan sonra çok rahat edeceksin. Oraya kadar biraz sıkıntılı ama sana güveniyorum.”

Mete’ye grup ile ilgili bana söylemen gereken bir şey var mı diye soruyorum. “İki husus var “diyor. “Birincisi gruba oğlu ile gelen Selen hanım var. Onun ayağı rahatsız. Otobüste en ön sırada oturtursan iyi olur. Zaten herkesin anlayışla karşılayacağından eminim. İkincisi ise Sevnur hanımı biliyorsun. Sevnur hanım bize

10

Page 11: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Kız Lisesi mezunlarından grup getiren bir bayan. Çok iyi ve dürüst bir insan. Haziran sonunda da onların bir grubu 60 kişi ile Rusya’da Volga turuna kayıt yaptırdılar. Bizim için değerli bir kişi. Ona iyi bak.”

Evet Sevnur hanımın adı epey geçmişti. Kasım ve Aralık aylarında ben iki defa Nepal – Hindistan turu yapmıştım. Ocak başında da Sevnur hanımın grubu ayni turu yapmıştı. Bu arada Jaipur’dan değerli bir taş alırken Hindistan’daki yerel rehber arkadaşım Kuldeep beni telefon ile aramış bu arada Sevnur hanımla kısa bir telefon görüşmem olmuştu.Adı hep geçtiği için Sevnur hanımı tanıyor gibiydim.

“Sonra? Başka?”

“Başkalarını zaten sen biliyorsun. Bizim bildiğimiz kadarı ile bu grupta tatsız insan yok.”

“Tamam merak etme sen “ diyerek Mete’yi rahatlatıyorum. Saat 12’yi geçtiği halde fotokopiler hala hazır değildi. Benim cep telefonumu

bilen ve o sırada havaalanına ulaşan yolcular telefon edip nerede olduğumu soruyorlardı. Daha havaalanına varmadığımı duyunca üzülüyorlar ama onlara Dolphin Tur kontuarının birazdan açılacağını ve Duygu hanımın orada olacağını, biletlerin ve pasaportların kendisinde olduğunu söylüyorum. Sonradan yanlış olduğunu öğrendiğim, uçağın bir saat gecikmeli kalkacağı bilgisini de verip onları ve de kendimi rahatlatmaya çalışıyorum.

Fotokopiden gelen karmakarışık evrakları ne düzeltecek nede tamam olup olmadıklarını kontrol edecek vakit yok. Ayrıca son anda aklıma geliyor “Programın son halini yolculara verdiniz mi?” Mete elini başına vuruyor “Allah Kahretsin. Kafa kalmadı ki?” deyip Mehmet’i tekrar fotokopiciye yolluyor. Biz de beklemeye devam ediyoruz. Bir de harita olsa iyi olurdu. Çünkü çok bilinmeyen yerlere gidiyoruz. Aslında Sevnur hanım güzel bir renkli harita da vermiş ama renkli fotokopi çektirememişler. Siyah beyaz da da kötü çıktığı için yolculara harita vermekten vazgeçmişler. Mete “Sen onlara güzelce anlatırsın” diyor.

Bu arada Mete ile para işini konuşuyoruz. Önce Cancun’daki acenteye verilecek 7000 dolar nakit ve 21.000 dolarlık çek ile Mete’nin her ihtimale karşı yanında olsun dediği para. Ben bu paranın önemli kısmını “Yahu nasılsa Küba’dan sonra her şey organize . Bana lazım olmaz kalsın. Herhalde 5000 dolar yeter. Bu kadar çok para taşımayayım” diye iade ediyorum. Mete’nin verdiği paraları Nihal’e verip yola çıkmaya çalışıyoruz. Sonradan bu iade ettiğim dolarlara çok üzüleceğimi nereden bilirdim. Mete bu paraları bana neden veriyor diye düşünse idim anlamam lazımdı bir şeylerin eksik olduğunu. Bundan önceki turlarda Mete benim yanıma hiç para vermemişti ki. Ama benim o kadar ince düşünecek halim yok.

Mehmet fotokopiden gelir gelmez gerekli gereksiz hepsini hiç incelemeden olduğu gibi bir torbaya doldurup hemen ayrılmak istiyoruz.

Tam çıkarken haber veriyor. “Atila haftaya Çarşamba’ya kız istemeye Ankara’ya gidiyorum.” Hayırlı olsun diyorum. Çok seviniyorum. Kız arkadaşı ile geçen

11

Page 12: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

gece tanıştırmıştı bizi. Çok cici bir bayan. Mete ilk eşinden ayrılalı da çok oldu. Çocukları da artık büyüdü. Evlenip hayatını düzene sokması çok iyi.

Mete’yi öperken bana son bir moral veriyor. “Korkma . İnşallah çok güzel geçecek”

Havaalanına gitmek için taksiye bindiğimizde saat 13.30. Nasılsa bir saat rötar var diye biraz güvendeyiz ama şu trafiğin bu kadar sıkışık olması yüreğimizi daraltıyor. Oysa sabah ne düşünmüştük Nihal ile. Saat 10’da Dolphin tur’a varıp tüm evrakları alıp 11 vapuru ile Bostancı’dan Bakırköy’e gideriz. İzmir’de Tijen hanım da en iyi ve hızlı yolun bu olduğunu söylemişti. Bakırköy’den bir taksi ile alana. Grubumuzla tanışır, onlara pasaportlarını dağıtıp biniş kartlarını aldırdıktan sonra içeriye biraz erken gireriz de Citibank kartlarımızın verdiği imkan ile her şeyin ücretsiz sunulduğu özel salonda birer kadeh içki içer, karnımızı doyurur hatta internete girer maillerimizi kontrol ederiz diye planlamıştık. Şimdi uçağa zor yetişiyoruz.

Saat 14.45 te alana vardığımızda hemen Duygu’yu bulduk. Acele etmemizi çünkü uçakta rötar olmadığını ve yolcuların tamamının uçağa bindiğini söyledi. İberia kontuarını da boş görünce başımızdan kaynar sular döküldü. Duygu’dan biletlerimizi ve pasaportlarımızı alıp 70 şer milyonluk Yurt Dışı Çıkış Fonunu ödemeye yöneldim. Onu ödemeden check-in yaptıramıyorsunuz. Bir an önce biniş kartlarımızı almak için acele kontuara gitmem lazım ama bu pulu almadan gidemem ki. Gerçekten de İberia Hava Yolları kuyrukta bekleyen kimse kalmadığı için kontuarı nerede ise kapatıyorlardı. Bizimde geldiğimizi görüp biletlerimize bakınca ne yapacaklarını şaşırdılar. Kontuar görevlisi şefini çağırdı. Alçak sesle konuşmaya başladılar. Anladım bir sorun var. Sorun bütün okeyli biletlilerin gelmiş ve biniş kartlarını almış olmaları. Bize yer kalmamış. Ne yapabileceklerini konuşuyorlar.

Size yeri gelmişken No Show uygulamasından söz etmek isterim. Her uçakta mutlaka gelmeyen yolcu bulunur. Buna havayolları terminolojisinde “No Show” denir. Her hat için bir no show yüzdesi vardır. Uçak firmaları bu yüzde kadar fazla bilet kesme hakkına sahiptirler. Peki şimdi olduğu gibi herkes gelirse ne olur? Bu gibi durumlarda çeşitli alternatifler vardır. İlki bu yolcuları Business Class’ta uçurmak. O da dolu ise bazı Business Class yolcuları First Class’a alınarak yer açılmaya çalışılır. Bunlar da mümkün değil ise yolculara çeşitli avantajlar verilir. Benim başıma gelen olaylardan birinde Los Angeles Hawaii arasında uçak dolu idi. Bir gün sonra gitmeyi kabul edecek iki yolcuya, Delta Havayolları istenildiği zaman kullanılmak üzere ABD içinde istenildiği noktadan istenilen yere gidiş-dönüş bedava bilet vermeyi teklif etmişti. Bir keresinde de de, kendisi ile birbirinden muhteşem yolculuklar yaptığım eski dostum Mimar Reha, eşi Güler ve ben Lufthansa ile Frankfurt’tan Washington’a uçarken bu durumla karşılaşmıştık. Üçümüzü 15 dakika sonra kalkan bir uçakla New York’a uçurmayı oradan Washington’a göndermeyi teklif ettiler. Normal uçuştan 30 dakika sonra yine Washington’da olabilecektik. Üstelik tazminat olarak adam başı üç yüz mark para vereceklerdi. Memnuniyetle kabul ettik. Acele işimiz yoktu nasılsa. Sonra New York Washington arasında hava muhalefeti dolayısıyla uçak kalkmayınca o gece bizi komple pansiyon Hilton otelinde misafir etmişlerdi.

Onun için bu duruma memnun oldum. Bakalım ne olacak diye beklerken Business Class için biniş kartlarımızı verdiler Çok memnun olduk. Bu zorlu günden sonra rahat bir yolculuk sinirlerimize de iyi gelecekti.

12

Page 13: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Mete’nin yardımcılarından Duygu’ya veda ederken işte o hiç unutamadığımız yüz ifadesi ile karşılaştık. “Allah size kolaylık versin Atila bey. İnşallah her şey çözümlenir, hayırlısı ile bu geziyi bitirebilirsiniz” derken yüzündeki ağlamaklı ifade tatile giden gruba iyi eğlenceler dileyen ifade değil harbe gönderilen askerin annesinin ifadesini çağrıştırıyordu.15 gündür o da işin içinde olduğu için biliyor durumun nasıl vahim olduğunu. Kızcağıza moral vermek geldi içimden.”Duygucuğum asma suratını öyle. Muhteşem bir gezi olacak bu. Herkes çok memnun dönecek. Göreceksin”

Duygu hala bu işin sonunun geleceğine inanmıyordu. “ Allah size kolaylık versin Atila bey, inşallah “ deyip bize mahsun mahsun el salladı.

Uçağa zor yetiştik. Biz binince de kapılar kapandı. Ön tarafta olduğumuz için ekonomi sınıfında oturan hiçbir yolcumuzu görmedik.

Nihal “Bir merhaba demeyecek misin? “diye sormuştu ama benim onları görecek moralim yoktu. Hele bir iki kadeh içelim yemeğimizi yiyelim. Sabahtan beri açız. Sonra dolaşmaya çıkarım diye düşünüyorum . Uçak zaten dolu. Tanımadıklarımı da nasıl bileceğim?

Bu arada İspanya’ya inince nasıl karşılanacağımızı sormayı unutmuştum. Ama Abba oteline gideceğimizi biliyordum. Aman Atila bir de onu dert etme. İspanya gibi gelişmiş ülkelerde işler daha organizedir deyip, başımda ne istediğimi soran hostese bakıyorum.

Nihal o sevimli, rahatlatıcı tavrı ile “Birer viski ile portakal suyu içelim mi?” diyor. Düşüncelerimden uzaklaşıp tabii diyorum. “Değişiklik olsun” Aslında her zaman aynı şeyleri ısmarlarız değişiklik olsun diye.

Bir maceraya gidiyoruz ama hadi hayırlısı. Böyle bir tura çıkmak hiç de normal değil. Program çok güzel ama hazırlıklarda eksiklikler var. Bana bütün programın gün be gün detayı, alacağımız turlar ve kalacağımız otellerin detaylı dokümanları verilmemiş. Buraya gezi yapmaya 4 ay önce karar verilmişken grup böyle mi yola çıkarılır? Kendimi yel değirmenlerine doğru koşan Don Kişot’a benzetiyorum.

Bir kadeh daha içiyorum. Bu business class’ın da servisi başka oluyor. Ekonomiye göre tam iki misli uygulanan fiyatın bir gerekçesi olmalı değil mi ya. İyi ki geç kalmışız. Hostesimiz önümüze serdiği bez peçetelerde servis yapıyor. Mönüde güzel bir balık var. Birer de şarap içsek mi acaba?

Uçağa binmeden önce bizim grupla tanışamadım. Bazıları eski dost . Onlar da bizi görmedikleri için uçağı kaçırıp kaçırmadığımızı merak ediyorlardır. Ama önce kahvemi içeyim sonra onlara bir merhaba derim diye düşünüyorum.

Pilot Barselona için alçalmaya başlayacağız anonsunu vermeden tanıdıklara bir merhaba demek için arka tarafa geçiyorum. Önce benim ikinci grup Nepal – Hindistan ekibimden Ankara’lı Mürşit bey ve eşi Bilgi hanım ile oğlu Yarış Kodaman’ı görüyorum. Kendilerine Hindistan seyahatinin fotoğraflarını ve gezi bilgilerini kaydettiğim CD’yi hediye ediyorum. Çok memnun oluyorlar. Sonra hemen

13

Page 14: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

arkalarında oturan birinci Nepal – Hindistan grubundan İstanbullu anne kız Bengi ve Betül’e hazırladığımız CD’yi takdim ediyorum. Onlar da çok memnun oluyorlar, hem CD’den hem de tekrar beraber olmaktan. Sonra Rusya turumuzda beraber olduğumuz İstanbullu Saniye Deniz teyzemize, Nevin ve Bülent Göker çiftine selam verip hatırlarını soruyorum. En arkada oturan çok eski dostum, kardeşim İzmirli Nurşan ve eşi Gülsen’e merhaba diyorum. Onlar beni beraber geldikleri Safa ve Beste çifti ile tanıştırıyorlar. Onlara da merhaba diyorum. Diğerlerini tanımadığım için onlarla selamlaşamadan yerime dönüyorum Yolculuk boyunca onlarla da nasılsa tanışacağız.

Bu selamlaştığım dostların hepsi beni çok merak ettiklerini, uçağı kaçırdığımı sandıklarını ve beni görünce çok rahatladıklarını söylediler. Diğerleri herhalde meraklanmaya devam ediyorlardır. Onları tanımadığım için rahatlamaları daha sonraya kaldı.

Uçağımız önce Barselona’ya indi. Yolcu indirip yolcu aldıktan sonra Madrid’e doğru uçmaya devam etti. Madrid’e vardığımızda gece olmuştu. Uçaktan çıkıp köprüden geçip ana binaya geldiğimizde, zaten en önce biz çıktığımız için “Dolphin Tur” diye seslene seslene grubu topladım. Zaten onlarda bizim grup nerede diye merak ettikleri için toplanmak zor olmadı. Sayımı yaptım. Tamam 27 kişiyiz. Yeni dostlarımız hemen, neden İstanbul’da havaalanında buluşup tanışmadığımız için haklı olarak sitem ettiler. Artık buluştuğumuzu bundan sonra birbirimizi kaybetmemeye özen göstermemizi söyleyerek hep beraber yürüyüşe geçmeden Nihal bir hatıra fotoğrafı çekti. Bu fotoğrafta herkesin yüzü gülüyordu.

Valizlerimizi Mexico City’de alacağımız için bagaj alma bölümünde işimiz yoktu. Pasaport polisinden damgamızı alıp topluca çıkışa yöneldik. Çıkışta bizi otele götürecek otobüse bineceğiz. Ben elinde bir yazı tutan insan arıyorum. Ama öyle biri yok. Başka bir yerde midir diye dolanıyorum. Yok. Gelen giden kimse yok.

Sonradan bu abartılı heyecanını daha yakından tanıyacağım Huri yanıma yaklaşıyor “Biz otele nasıl gideceğiz? Burada taksi filan mı tutacağız? Bakın hiç karşılayan yok ta”

Sakin olmasını söyleyip gruptan topluca beklemelerini ve bir yere ayrılmamalarını rica edip bizi karşılaması gerekeni aramaya başlıyorum. İyi ki, otel ve transfer işini organize eden acentenin telefonu var yanımda. Heyecanla telefon ediyorum. Cevap yok. Cuma gecesi saat 9 da tabii ofis kapalı. Son ümidim de bitiyor. Acaba dışarıda bir otobüs var mı diye bakınıyorum. Hiç öyle bir otobüs falan yok. Hadi bakalım. Daha merhaba derken aksilik başladı. Neyse ileride bir otobüs görüyorum. Gidip soruyorum. Zaten pek anlaşamıyoruz ama onun olmadığı kesin.

Son çare tekrar terminaldeki Danışma’ya gidiyorum. Onlar meğer yalnızca hangi uçağın ne zaman geleceğini bilirlermiş. Başka hiçbir konuda bilgileri yokmuş. Tekrar bina dışına çıkıp nereye gittiğimi bilmeden otobüslerin geliş yönüne doğru yürürken çok ileride bir otopark görüyorum. Burada soracak birisi vardır diye düşünüyorum. Birisini bulursam ona gelen grupları karşılayan otobüslerin nerede durduklarını soracağım. Belki otoparkta birileri bilebilir. Otoparkın bir bölümü küçük arabalar için diğer bölümü otobüsler için. İçeride iki otobüs var. Işıkları kapalı. Birinde şoför yok. İkinci otobüsün uyuklamakta olan şoförüne, böyle bir transfer otobüsünün

14

Page 15: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

nereye gelebileceğini sormaya çalışıyorum. O anlamayıp bir şeyler soruyor. Lisan bilmiyor. Benim İspanyolcam yetersiz. Bildiğim iki şeyi söylüyorum. Acentenin adı ve otelin adı. “Abba Aramo Otel”ini duyunca “Benim” diyor. İspanyolca” Grup 27 kişi” de deyince adam yüzüme bakıp “Tamam ben de sizi bekliyorum” demez mi? Sevinçten uçuyorum. Bu kadar İspanyolcam bile ne işe yaradı. Meğer burada tur otobüsleri bu otoparkta bekler yolcular buraya gelirlermiş. Tesadüfen bu otoparkı bulmasam halimiz haraptı. İlk problemde şans benden yana güldü. Umarım sonuna kadar böyle gider.

Dönüp grubu topluyorum. Otobüsümüze biniyoruz. Otobüste herkes programın son halini merak ediyor. Onlara günlük programımızı ertesi gün dağıtacağımı söylüyorum. Otele geldiğimizde ertesi gün saat kaçta geleceğini soruyorum. Başka otobüs ve şoför gelecekmiş herhalde ki bu adamcağızın hiçbir bilgisi yok. Otelimiz şehir merkezine 5 km kadar uzaklıkta. Güzel bir otel. Neyse grup rezervasyonumuz da yapılmış. Oda anahtarlarını dağıtırken akşam yemeğini nerede yiyebileceğimizi tartışıyoruz. Resepsiyonda İngilizce konuşan kimse yok diye biliyorum. Bengi’nin İspanyolca bildiğini çok sonra keşfedeceğim. Ama gruptan İzmirli Sayhan bey ve eşi Saadet biraz anlıyor galiba diye düşünüyorum ama çok iyi bildiklerini ve ana dillerinin Türkçe yanında İspanyolca olduklarını sonra öğreneceğim. Meğer onlar İspanya’dan 500 sene önce Türkiye’ye gelen Yahudilerdenmiş. Ailede hep İspanyolca konuşulurmuş. Zaten bütün gezi boyunca da bu iyi insanların çok yardımı olacağını görecektim. Bu sırada Sayhan bize metro ile ilgili bilgiler getiriyor.

Yarım saat sonra lobide buluşma verip ve metronun yerini keşfe çıktım. Benim burada bildiğim tek yer Plaza Mayor. Eski şehrin merkezi. Akşam oraya gidelim istiyorum. Uçağımız saat 12.30 da olmasına rağmen sabah Madrid turu konulmamış. Yani ertesi gün Plaza Mayor’u görme şansımız yok. Bir sabah turu koyalım diye gece Mete’ye telefon ettim ama ertesi sabah cumartesi olduğu için kardeş acentenin kapalı olacağını ama elinden geleni yapmaya çalışacağını söyledi. Ama mümkün olmadı.

Abba Aramo Oteline en yakın metro istasyonu Delicias. 4 durak sonra Sol istasyonunda inersek Plaza Mayor’a varabileceğiz. Hemen otele döndüm. Lobide tüm grup değil ama epey dostumuz hazır. Mürşit beyler illa bizimle bir akşam yemeği yemek istiyorlar ama ben gruptan kopamam. Onlar Plaza Mayor’da buluşmak üzere Bülent Güzeliş’lerle birlikte iki taksi alıyorlar Nurşan ve grubu çevrede bir yerde yiyeceklermiş. Sevnur hanım ve grubu ile Saniye hanım ortalıkta yoklar. İstirahat edeceklerini düşünüyorum. Metro ile gitmek isteyen 8 kişi kaldı.

Bülent Göker ayların özlemi ile gözleri parıldayarak soruyor “Atila bey Metroya yürümeyecek miyiz.?”

“Hiç yürümez olur muyuz Bülent bey” derken Rusya seyahatimizi hatırlıyorum.

St. Petersburg – Moskova seyahatinde bütçemiz çok kısıtlı idi. O zamanki gruba söylemiştim. “Bu bütçe ile ve ödediğiniz para ile her gün bizi otelden bir otobüs ile rehberin alıp gezdirmesi mümkün değil. Biz burada metro kullanarak bu bütçe ile her yeri göreceğiz.” Başka alternatif de olmadığı için herkes kabul etti. Biz de gerek St Petersburg’ta ve gerekse Moskova’da her gün metro kullanarak çok güzel gezmiş ve muhteşem yerler görmüştük. Eşi Nevin hanım şimdiye kadar hiç seyahat etmeyen Bülent beyi “Bu St. Petersburg turunda hiç yürüme yok. Gemide oturacaksın. Bir iki

15

Page 16: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

defa da otobüsle şehir turu var o da otobüsle” demiş ve böylece katılmaya ikna etmiş. Ama gemi turu iptal olup, program tamamen değişip St. Petersburg’un yanına Moskava’da eklenince metro kullanarak gezmekten başka çare yoktu. Biz de ayaklarımıza kara sular ininceye kadar sokaklarda, müzelerde dolaşmıştık. Buna rağmen Nevin ve Bülent Göker çifti geziden çok memnun kalmışlar ve Rusya’dan döner dönmez, beraber gideceğiz diye Orta Amerika turuna kayıtlarını yaptırmışlardı.

Şimdi, hayatının ikinci gezisini yapan 70 ler grubunun diğer üyesi Bülent bey yanındaki Sayhan beye gülerek, mutlulukla anlatıyor. “Biz Atila beyle öyle güzel bir Rusya gezisi yapmıştık ki. Her gün metroya binerek dünyayı görmüştük. Atila bey denince aklıma hep metro ile gezmek gelir.”

Metro istasyonu ile otel arası 500 metre kadar var. 8 kişiyiz. Tek yön bilete göre onluk bilet alırsanız çok ucuza geliyor. Gidiş ve dönüşümüz için iki adet onluk bilet alıp turnikeden sıra ile geçiyoruz. Bu da bizim için ilginç bir saptama. Rusya’da kiril alfabesinden dolayı ineceğimiz metro duraklarının adını okumak mümkün değildi. Hangi durakta ineceğimizi belirtmek için ben sayı verirdim. “7 durak sayın. 8.incide iniyoruz.” diye.

Alışkanlığı üzere Bülent bey soruyor “Kaç sayıyoruz?” “Dört ““Tamam”

Madrid metrosunda 10 hat ve 120 den fazla istasyon var. Büyük şehre yakışan bir metro. Plaza Mayor’a gitmek için Sol metro istasyonunda iniyoruz. En yakını o. Sol Metro istasyonunun önemi “0 km” noktası oluşu. Madrid’ten tüm uzaklıklar Sol Meydanına göre ölçülür. Calle Mayor sokağından yürüyerek Plaza Mayor’a varıyoruz. Madrid, Avrupa’nın en yüksek rakımlı başşehri olduğu için kışın hava daha da soğuk oluyor ve bu gece de soğuk iliklerimize işliyor. Sıcak ülkelere gittiğimiz için öyle kalın giysiler almamıştık yanımıza . Olanla idare edeceğiz bu geceyi. İnşallah üşütmeyiz. İstanbul’dan da soğuk burası.

Plaza Mayor, Kral 3. Philip tarafından 1620 senesinde tamamlanmış. Dört bir yanı pagoda biçimi binalarla çevrili bu büyük meydan eskiden idam cezalarının halk önünde infaz edilmesinde, boğa güreşlerinin, geçit törenlerinin yapılmasında kullanılırmış. Şimdi dört bir tarafı publar, kafeler, restoranlarla kaplı bu meydanın ortasında 3. Philip’in at üstünde bir heykeli durmakta. Yazın sıcak günlerinde meydanda binlerce masa sandalye üzerinde 17. asrın inanılmaz atmosferini Sangria içerek hissetmeye çalışan turistler görürsünüz.

Sangria İspanyolların ulusal içeceklerinden. Kırmızı şarap, içine portakal ve limon suyu, şeker, soda ilavesi ile hazırlanır. Üzerine büyükçe portakal dilimi konup servis yapılır. Yaz kış içilebilen bu içeceği böyle anlatıp methettikten sonra gözümüzün kestiği bir mekana girdik. Bu mekanlarda her türlü hizmet var. Alt katta lüks restoran, bir bölümde fast food, bir bölümde bar- pub, ayrıca şarküteri. Çeşitli ürünlerin satıldığı yer. Burada oturarak yiyeceğim dediğinizde fiyat hemen üçe katlanıyor. İdareli gezme durumunda olan turistler buradan bir şeyler alıp otel veya pansiyonlarına götürüyorlar.

16

Page 17: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bir de burada İspanya’nın özel tütsülenmiş etinden almanız mümkün. Bu tütsülenmiş etler butlar halinde vitrinlere asılmış. Butlar domuz, sığır veya koyun olabiliyor.. Çok lezzetli bu etten de bir tabak kestiriyoruz. Uçakta yediğimiz için çok aç değiliz. Aperatif bir şeyler tadıyoruz.

Soğuk et denilince aklıma İspanyanın kuzeyinde Atlantik okyanusu kıyısında Fransa hududuna yakın sahil şehri olan San Sebastian'daki şarap maceram gelir. San Sebastian, Kale içi denilen semtindeki mahzen barlarla ünlüdür. Bir gece bir barda iki bardak şarap içip, bu tütsülenmiş etten de bir tabak içinde birkaç dilim yemiştik. Hesap olarak 720 peseta ödemiştik. O zamanlar daha euro’ya geçilmemişti. 146 peseta 1 dolardı. Hesap fena değildi. Sonra gecenin ilerleyen saatlerinde bir başka barda bu sefer et yemeyelim de yalnızca 2 bardak şarap içelim demiştim. Hesap 20 peseta gelince o eti ne kadar pahalıya yediğimizi anlamıştık. Meğer et 700 peseta ve bir bardak şarap 10 peseta imiş. O et yine pahalı ama hala çok lezzetli.

Burada sırası gelmişken bir diğer anımı da paylaşmak isterim. San Sebastian sahil şeridinde yürürken küçük deniz salyangozlarını satan bir işporta tezgahı gördüm. Satıcı bizdeki ayçiçeği çekirdeği satanlar gibi gazete kağıdından külah yapmış ve küçük bir bardakla 100 pesetaya bir külah salyangoz veriyordu. Külahını alan yanına bir de toplu iğne alıp bu salyangozların içinden böceklerini çıkartıp yiyordu. Ben de meraklıyım ya hemen 100 peseta verip bir külah ta ben aldım. Toplu iğne ile içinden böceği çıkartıp yemek için ağzıma attığımda böceğin kurtulmak için ağzımın içinde yürümeye başladığını hissettim. Ben onları haşlanmış, pişmiş sanıyordum. Meğer canlı canlı yiyorlarmış. Hemen tezgaha gidip paramı geri bile istemeden elimdeki külahı boşaltıp bir uzaklaşışım vardı ki sormayın.

Lokantamızda Sangria’larımızı içip etlerimizi yerken dostlarımıza bir de Paella yemeği tavsiye ediyorum. Paella’da Valencia şehrinde icat edilen ünlü İspanyol pilavı. Özelliği, safran sayesinde sarı oluşu ve balık, karides, tavuk, dana, domuz dahil içine her çeşit etin konarak yapılması. Sonradan yalnızca “deniz ürünü paella” “tavuklu paella”... gibi değişik tipleri çıktı ama orijinalinde tüm et cinsleri var. Amerikalılar buna İspanyol Pilavı derler. Ama İspanyaya gelip İspanyol pilavı isteyen Amerikalılara eskiden ters ters bakılırmış. İspanya’da gayet tabi İspanyol pilavı olur, bu adam ne istiyor diye. Şimdilerde gerek Amerikalılar Paella demesini öğreniyorlar gerekse İspanyollar gelenin paella isteyen Amerikalı olduğunu..

Hava soğuk. Fazla dolaşamıyoruz ve aynı metro hattından geri dönüyoruz. Sabah uyandırma vermiştim saat dokuza ama galiba anlaşamamışız ki hiç kimsenin telefonu çalmıyor ama heyecandan zaten herkes çok erken uyanmış.

17

Page 18: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

1. Şubat Pazar İspanya’dan Meksika’ya giderken

Kahvaltı salonu hemen resepsiyonun yanında birkaç basamak merdivenle çıkılıyor. Küçük şirin bir yer. İş adamlarının günü birlik kaldığı oteller ile sahil yerlerinde uzun süreli kalınan oteller kahvaltı salonlarından belli oluyor. İş adamlarının kaldığı otellerde, kahvaltı salonlarındaki düzen şimdi bu otelde olduğu gibi ye – git düzeni. Diğerlerinde ise düzen uzun oturmaya göre planlanmış. Kahvaltımız çabucak bitiyor.

Otobüsümüz saat 10.30 da geleceğine göre hem zamanı değerlendirmek hem de bu vesile ile grubun birbirini tanıması için bir toplantı düzenliyorum. Hemen kahvaltı salonunun yanındaki konferans salonunun ışıklarını yakıp gruba haber veriyorum. Ama içerisi çok soğuk. Adamlara derdimizi anlatıp klimayı açtıramıyoruz. Derdimizi anlatmaya çalışırken epey ısınıyoruz zaten. Onun için görevlinin salon değiştirelim teklifini kabul etmiyoruz. Girişteki masaya da bana verilen son gezi programını koyuyorum. Programdan bir tane alan koltuğuna geçiyor.

Önce hepsine bir hoş geldiniz konuşması yapıyorum. “ Hepiniz bu macera dolu Orta Amerika gezisine hoş geldiniz” diyorum. “16 gün sürecek bu gezimiz bir çok zorluklarla dolu olacak. Bu gezimizi lütfen diğer gezilerinizle kıyaslamayın.” “Programlar değişebilir, vizelerde, gümrüklerde sorunumuz olabilir. Bu gerçek bir gezgin gezisi olacaktır. Döndüğümüzde hepimiz hayatımızın gezisini yapmış olacağız. Göreceksiniz.” Diyorum.

Herkesin yüzü aydınlanıyor. Ama bu arada elindeki programa bakanlarda memnuniyetsiz ifadeler var. Mexico City’de kalış gününün bire inişi rahatsızlık doğuruyor. Ayrıca “tam gün geniş kapsamlı şehir ve çevre turu”ndan ne kastediliyor

18

Page 19: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

belli değil. “Atila bey, Mexico City’ye bir gün yetecek mi? Orada nereleri göreceğiz? “ sorusununun cevabını ben de bilmiyorum. Ben bütün turlarımda, kendi yaşamımdaki gibi açık ve net olmaya çalışırım. Şimdi de yolcularıma bilmiyorsam bilmiyorum demekten çekinmiyorum. Daha önce geldiğimde sekiz gün kaldığım bu şehrin en güzel yerlerini zamanımızın elverdiği ölçüsüde göreceğimizi ama oraya varıp bizi dolaştıracak rehberimizle konuşmadan kendilerine detaylı bilgi veremeyeceğimi söylüyorum. Beni daha önce tanıyanlar rahatlıyor ama yeni dostlarımdaki huzursuzluk şimdilik geçmiş değil. O sırada Huri, Antropoloji müzesini mutlaka görmek istediğini söylüyor. İnşallah diyorum. Benim de daha önce bu müzeyi görmediğimi, eğer programda yok ise ekletmeye çalışacağımı söylüyorum..

Diğer bir yolcumuz aynı konuya değinerek “ 4 gün Cancun’da ne yapacağız?. Burada 2 günü yazılmış diğer günler belli değil. Bunu bir gün azaltıp Mexico City’ye eklememiz mümkün değil mi?”

Şu anda programda herhangi bir değişikliğin yapılamayacağını ancak bu günlerimizin hepsinin dolu dolu geçeceğine inanmalarını söylüyorum.

Şimdi tanışma zamanı. Nihal kamera ile fotoğraflıyor grubu ve sonra tek tek tanıtıma geçiyoruz. 2 hafta boyunca aynı kaderi paylaşacağımız dostlar birbirlerini bir tanısınlar bakalım.

Önce ben kendimi ve sonra eşim Nihal kendisini tanıtıyor. Sonra sıra ile tanıtımlar başlıyor.

Bülent Göker : Emekli kimya mühendisiyim. Serbest çalışıyordum. Şimdi geziyorum. (74 yaşındaki dostumuzun dünya umurunda değil. Saçlarını boyatıp genç görünmeye özen gösteriyor. Etliye sütlüye karışmadan gezinin tadını çıkartmaya kararlı. Ona verdiğimiz gezi programını, mutlaka iyidir diye okumuyor bile.)

Nevin Göker : Emekliyim. Eşim aslında gezmez. Atila bey var diye geldi ama ben arkadaşlarımla dünyayı geziyorum. (Kimse Nevin hanıma 66 yaşında demez. Bir genç kız gibi aktif. Neşeli hayat dolu, çıtı pıtı. Hayattan bu ikinci evliliğinde zevk almaya çalışıyor. Kocasının imkanları ve çok geniş bir arkadaş gurubu ile durmadan geziyor. Kocasının bile vize formlarını kendisi dolduruyor ama söylene söylene.)

Saniye Deniz: 82 yaşında emekli sigortacıyım. Türkiye’nin en eski sigortacısıyım Yoğun iş hayatından emekli olduktan sonra gezmeye başladım. Bu 25. seyahatim. Ömrüm oldukça gezeceğim. (Grubumuzun en yaşlı genci. Rusya’da kendisini tanıdım tanıyalı hayat görüşüm değişti. Tüm çevreme örnek gösterdiğim kişi. Yürümeyi çok seven Saniye hanımın şimdiye kadar hiçbir geziye yoruldum, yağmur yağıyor, soğuk, sabahın erken saati ...vb bahaneler üreterek katılmadığı olmadı. Hep en önde)

Yeliz Sümer : Üniversitede profesörüm. Fırsat buldukça dünyayı geziyorum. (Çok oturaklı hanımefendi bir öğretim görevlisi. Gördüğü her şeyden keyif alıyor. Benim anlattıklarımı en merakla dinleyenlerden)

Sevnur Sert : Emekli bankacıyım. Kız Liseliyim. Kız liseliler grubu ile dünyayı geziyoruz. (Kendisini tanımaktan mutlu olduğum kişi. Oturaklı, lider vasıflı, uyumlu,

19

Page 20: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

organizatör, keyif ehli, yaşını hiç göstermeyen, otoriter ve dünyayı görmüşlerden. Şimdiye katıldığı bütün turlarda lider oluşu gezimizin ilerdeki günlerinde bana çok yardımcı olacak.)

Şermin Ensari : Emekli matematik öğretmeniyim. Kız Liseliyim. Kız liseliler grubu ile dünyayı geziyoruz. ( 70 ler grubunun dünya tatlısı üyelerinden birisi. Uyumlu, gezgin, öğretmen ruhlu, güler yüzlü ve yardımsever )

Hüsniye Aydan : Ben size A ve B yi öğretenim. Sevnur hanımla dünyayı geziyoruz. (Kardeşinin ölümünden sonra gelini ile yıllardır beraber yaşayan, hiç evlenmemiş, tam öğretmen ruhlu, güler yüzlü kendisi ile dalga geçebilen 70 ler grubunun diğer üyesi)

Hamiyet Nurdan : Üniversitedeki görevimden emekli olduktan sonra ben de Sevnur hanımla dünyayı geziyorum. (Grubumuzun iki profesöründen diğeri. 70 ler grubundan. Grubun belki de en ağırbaşlı üyesi.)

Selen Yüksel : Eşimin vefatından beri arkadaşlarımla dünyayı dolaşıyoruz. Bu geziye oğlum ile katıldım. (Talihsiz bir kazada ayağını incitmiş. Gezme isteğine engel olamadığı için bastonu ile geziye katıldı. Çok meraklı. Sürekli her şeyi not etti. En önde rehberlerin yanından hiç ayrılmayıp gördüklerini fotoğraflamaya çalıştı.)

Bahadır Yüksel: İşsizim. Annemle geziye katıldım. Bir oğlum var. (Bir büyük süper marketler zincirinin Genel Müdür Yardımcısı iken işten ayrılmış. Yeni boşandığı eşinden bir oğlu var. Annesinden başka hiç kimse ile ilgilenmiyor. Kimse ile de dostluk kurmaya çalışmadı. İçine kapanık, sessiz, efendi 35 yaşlarında iri yapılı bir genç)

Mürşit Kodaman: Avukatım. Serbest çalışıyorum. Eşim ve oğlum ile geziye Ankara’dan katıldım. Atila bey ve Nihal hanımla bu bizim ikinci gezimiz. ( İlk gezimizde de babacanlığı ile herkesin bilgisini kazanmış 60 yaşlarında tonton bir delikanlı. Maddi durumu çok iyi. Konusunda Ankara vergi rekortmeni olmuş. Ama çok hayırsever. Eşine ve çocuklarına çok düşkün.)

Bilgi Kodaman : Ben de avukatım ama avukatlık yapmıyorum. Çocuklarımı büyüttüm şimdi sıra torunda. (Bilgi hanım eşinin üstüne titreyen çok mütevazı bir bayan.)

Yarış Kodaman : Üniversite mezunuyum. Önceden ithalat ihracat işleri yapıyordum. Şimdi inşaat işlerine başladım. Annem ve babamla geziye katıldım. Onların oğlu olmaktan gurur duyuyorum. (27 yaşında olup ta bu kadar olgun bir delikanlı olmak çok büyük meziyet. Onu zaten Hindistan gezisinde de çok sevmiştik. Tekrar beraber seyahat etmek çok güzel.. Bekar. En büyük derdi ailesinin çok ağır valizleri. Bütün gezi boyunca benim asistanım)

Bengi Nurdan : İngilizce öğretmeniyim ama mesleğimi yapmıyorum. Seyahat etmeyi çok sevdiğimizden annemle birlikte dünyayı geziyoruz. Şu anda annem dışarıda olduğundan kendisini tanıtamıyor. (Uzun boylu, hoş bir genç kız. Çok modern bir havası var adeta manken gibi ve son derece gösterişli giyiniyor. İngilizce ve İspanyolca bilmesine rağmen bana hiç destek olmadı. Her gün farklı bir kıyafet ve

20

Page 21: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

uygun çanta, ayakkabı giyiyor.Hindistan’da bile mini etek giyerek herkesi şaşırtmıştı. Grubun diğer üyelerinden uzak duruyor ve sadece annesi ile konuşuyor . Zaman zaman da anne kız tartışıyorlar. )

Betül Nurdan : O sırada telefon etmek için dışarıya çıktığından kendisini tanıtamadı. (Sevnur kendilerinin İskoçya grubunda da hiç kimse ile konuşmayıp problem yarattıklarını söylemiş, onları görünce de “Hay Allah bunlar da mı geliyor?” diye sevincini(!) bizimle paylaşmıştı. Hindistan’da da kızından ve sokak köpeklerinden başka hiçbir şeyle ilgilenmemişti. Her an babalarına telefon etmek için telefon arayan, eşyaları acayip kıymetli, gezinin başında bir sürü torba eşya alıp onları sürekli taşıyan ve grubu geç bırakmaktan hiç rahatsız olmayan bu ikilinin annesi. Daha ilk anda ne grubu tanımak istemişti ve ne de kendisini tanıtmak.)

Nurşan Kadıköylü : Mimarım. Geziye İzmir’den katılıyorum. Atila’nın eski arkadaşıyım. (Nurşan gerçekten mükemmel insanlardan. İç mimar. 25 seneyi aşkın dostluğumuz var. 1.90 boyunda, yakışıklı, 50 sini yeni geçmiş, anlayışlı, mantıklı bu gezide bana çok yardım edeceğinden emin olduğum gezgin ruhlu bir beyefendi.)

Gülsen Kadıköylü : Doktorum. Eşim ile birlikte devamlı gezebilmek için emekli oldum. (Nurşan gibi zarif. Çocukları olmadığı için her şeyi kocası. Prensiplerinden ödün vermemeye çalışıyor. Gezi boyunca bize destek olanlardan)

Beste Timur : Eczacıyım. Serbest çalışıyorum. Uzun seneler ilgilendiğim politikacılığı bırakıp şimdi daha çok geziyoruz. Bana adımın İngilizce okunuşu olan Besti derseniz çok mutlu olurum. Oğlumun yanına Kanada’ya gittiğimde katıldığım kursta bana hep Besti demişlerdi de. (50 sine yeni giren Beste hanım şehir meclisi çalışmalarının verdiği alışkanlıkla her zaman ön planda olmayı ve liderliği seviyor. Gezi boyunca not tutarak dönüşte bunları gazetede yazmayı planlıyormuş. Onun için hep önde oturmak istedi. Evinde de reis olduğu belli.)

Safa Timur: Ben de eczacıyım eşim gibi. İkimizin de birer eczanesi var. Ben her konuda eşime yardımcı olmaktan zevk alırım. Hepinize iyi seyahatler diliyorum. (Çok sessiz ve efendi, uyumlu bir insan. Nurşan'ların eski dostu. Diğer seyahatlerinde de çok eğlenmişler.)

Sayhan Kohen: Ben de çarşı üniversitesinden mezunum. Bu kadar çok üniversite mezunu ile seyahat etmekten mutluyum. Deri ticareti ile meşgulüm. Geziye eşim Saadet ile İzmir’den katılıyoruz. ( Çok hafif aksanlı konuşuyor. Devamlı eşinin elini tutuyor ve bunca yıllık evli olmalarına rağmen sanki yeni evliler de balayına çıkmış havaları var. Oturaklı bir işadamı, gün görmüş bir kişiliği var. Hayattan zevk almayı dert almaya tercih ettiği her halinden ve her meseleye bakışından belli. Galiba sonra İzmir’de iyi dost olacağız diye düşünüyorum . İspanyolca biliyor.)

Saadet Kohen: Ev hanımıyım. Ama işinde eşime yardım ediyorum. Başka ne diyeyim bilmem ki. ( Saadet eşine her zaman destek olduğu ve onunla yaşamı paylaşmaktan zevk aldığı belli olan çok hanımefendi bir bayan. Nihal ile hemen kaynaşıp gezi boyunca hiç bir şeye itiraz etmeyip zaman zaman İspanyolca’sı ile yardımcı olmaya çalışan güler yüzlü, tatlı dilli bir dost.)

21

Page 22: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bülent Güzeliş: Emekli hukukçuyum. Geziye Ankara’dan katılıyoruz. (İri yarı hakim tavırlı birisi. Kodaman beyden başkası ile gezi boyu dostluk kuramadı. Gezmekten, eğlenmekten, mutlu olmaktan ziyade mutsuz olup her şeyi dert etmeyi ve tartışmayı tercih etti. Gezi boyunca beni en çok uğraştıran kişi oldu.)

Selin Güzeliş: Eşim ile geziye Ankara’dan katılıyoruz. ( Bülent bey ile birbirine uyumlu bir çift oldukları belli. Kocası, konular üzerinde, yeterince ve yüksek sesle fikir beyan ettiği için gezi bittiğinde bile çok kişi Selin hanımın ses tonunu öğrenemedi.)

Huri Sancak : Avukatım. Yardım kurumlarında çalışıyorum. Şu anda avukat Binnur hanım ile Mor çatı derneğinde aktif olarak çalışıyorum. Geziye kızımla katılıyorum. (Huri gezinin en renkli tiplerinden biri. Birlikte çalıştığı Binnur hanım ikinci Hindistan seyahatimizde bizimle olmuştu. Huri’nin, feminist ve solcu özelliği ağır basıyor. Mor çatıda çok sorunlularla çalıştığı için, arada bir bu seyahatlerde galiba moral topluyor. Bu gezgin ruhlu doğa severin gereğinde sözünü hiç sakınmayan bir kişiliği var.)

Destegül Sancak : 11 yaşındayım. Annemle bir çok geziye katıldım. Bazı gezilere isteyerek bazılarına annemin zoru ile katıldım. Yaşıma göre çok yer gördüğüm için şanslıyım. ( Dünya tatlısı akıllı bir çocuk. Gezinin maskotu olup bu zorlu gezide hiçbir kimseye sıkıntı vermeyip zaman zaman neşe katması, bilhassa Sayhan'a “dedeciğim” Saadet'e “babaanneciğim” diyerek grubu sanki bir aile gibi görmesi hiç akıllardan çıkmayacak.)

Ne güzel. Hepsi gezgin. Gezmeyi seven 25 kişiler. Zaten Orta Amerika ülkeleri için bu kadar çok para veren kişi mutlaka gezgindir.

Kişiler kendilerini tanıtmaya başlamadan önce, resepsiyona otobüs gelince bize haber vermesini söylemiştim ancak hiç haber çıkmadığı için arada bir dışarı çıkıp bakıyorum ama gelen giden yok. Saat 11 e geliyor. Tanıtımlar bitti hala otobüsten haber yok. Eğer gelmezse telefon edeceğim bir yer de yok. Acaba bu gün görevli olan otobüs şoförü de, dünkü gibi gelip bir yerlerde bekliyor mu diye çıkıp bakınmak geldi aklıma. İyi ki de çıkmışım. Ta ileride otobüs duruyor. Yanaşıp bizim otobüs olup olmadığını kontrol ediyorum. “Havaalanına bu otelden 27 kişi götürmeye geldim“ diyor. Lisan bilsem şu resepsiyonda durup ne iş yaptığını bilmediğim ilgisiz tiplere çıkışacağım ama İngilizce de bilmiyorlar ki.

Hep beraber otobüse binip Madrid’in içinden çeşitli meydanlarını göre göre alana geliyoruz. Bu Madrid gerçekten güzel bir şehir. Alana varınca dış hatlar terminalinde biniş kartlarımız elimizde hazır olduğu için doğruca kapı numaramızı öğrenip pasaport polisinde tekrar çıkış damgamızı alıyoruz. Biniş kapısını bulduğumuzda uçağa yavaş yavaş yolcuların alındığını görüyoruz. Çok beklemeden uçağa biniyoruz.

Bugün hava çok sakin. Yolculuk güzel geçeceğe benziyor. Artık kafamda varır varmaz yapacağım işleri planlama zamanı geldi. Koltuğuma iyice kaykılıp düşünceye veya planlamaya dalıyorum. Bizim en önemli işimiz Guatemala vizesi. Bu iş o kadar önemli ki eğer vize alamaz isek bir hafta sonra Küba’dan döndüğümüzde gidecek yerimiz yok. Vizesiz olduğu için Guatemala’yı es geçip El Salvador’a falan geçmek

22

Page 23: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

gerekir ama ya Guatemala’daki program ne olacak? Bütün düzen bozulacak. Onun için şu anda işin kilit noktası benim için gerçekten Guatemala vizesi.

Bu konuda iner inmez neler yapacağımı düşünüyorum. Büyükelçimiz Mehmet Ezen bize yardımcı olacağını söylemişti. Ama şimdi hafta sonu. Onu görebilecek miyiz acaba? Tuna hanım elektronik posta ile cep telefonlarını göndermişti. İnince onu bulmam zor olmazdı herhalde. Ya cebi de kapalı ise? Böyle bir ihtimali düşünmek bile istemiyorum. Büyükelçimiz arkadaşımız olmazsa daha çok ürkerdim ama şimdi biraz daha rahatım. Artık Tuna hanım ile otelde buluşunca konuşuruz detayları. Havaalanında bizi karşılamaya gelir mi acaba? Ama hangi uçakla geleceğimizi bilmiyor ki. Otelde beklerdi ama biz hangi otelde kalacağımızı bilmiyoruz ki. Güya programda Calinda otel yazıyor ama Mete o otel ismine güvenme dedi.

Ben bu düşüncelere öyle dalmışım ki Nihal’ın bu sefer değişik bir şey içelim

diye yine viski portakal suyu ısmarladığını duymamıştım bile. Hostes elinde iki viski ve iki portakal suyu ile başımda duruyor. Aman ne güzel. “Düşünme ve de suratını asma. Her şey çok yolunda gidecek. Merak etme. Gel şimdi viskilerimizi içelim.” Diyor yüzündeki o rahatlatıcı tebessümü ile Nihal’im. Haklı. Düşüne düşüne çözeceğim bir şey mi var? En iyisi şu anın keyfini çıkartmak. Biraz sonra yemek servisi de yapacaklar nasılsa.

Havadan sudan konuşuyoruz Nihal ile. Grubun dedikodusunu yapıyoruz biraz. Saniye hanım ne tatlı insan değil mi? Tekrar onu görmek ne güzeldi değil mi? Ya Bülent bey? Rusya seyahatinden beri ne çok özlemiş koşa koşa metrolara gitmeyi. Bu programa kayıt macerasını ne güzel de anlatmıştı. Nevin hanım zaten zar zor götürmüştü onu Rusya’ya. “Hiç yorulmak, yürümek yok” diye. Bir de üstüne üstlük çok çok yürüyünce, Nevin hanım “Bülent bir daha benim gidelim dediğim yere gitmez” diye hiç söylememiş bile. Saniye hanım ile birlikte gitmişler Dolphin Tur’a ve Orta Amerika için kayıtlarını yaptırmışlar. Akşamına da kayıtlarını yaptırdıklarını söylemişler Bülent beye. Ertesi gün cebine dolarlarını koyan Bülent bey o peltek peltek yürüyüşü ile Dolphin Tura gidip Duygu hanımı görmüş ve “Benim hanım, Atila beyin götüreceği Orta Amerika turuna yazılmış. Ben de yazılacağım. Paramı da getirdim” demiş ve ayrılmış. “Ne tatlı bir bey” diye dedikodu yaptık. Dün gece de ne mutlu idi metroya doğru yürürken. Nostalji yaşıyordu sanki.

Aslında diğer bütün yolcular çok cana yakındılar. Özellikle bundan önceki turlarımızda beraber olduğumuz Kodaman ailesini, Betül ve Bengi’yi görmek ne güzeldi. Nurşan'ları da düşünürsek 25 kişiden 10’u bizim eski dostlarımız. Grupta beni tanıyanlar fazla olursa grubu idare etmem daha kolay oluyor. Bu gruptan yana bir sorun çıkmayacakmış gibi. Nihal de katılıyor fikrime.

Acaba bizi zamanında karşılayacaklar mı havaalanında? “Son teyit gelmedi” demişti Mete. Ayrıca yarınki program ne? Teotihuacan’a gidecek miyiz? Bu piramitleri görmek çok önemli. Ya Cancun’daki bir boş günümüz nasıl dolacak? Bir de Küba var? Aman gene fasit daire içinde dalma bu düşüncelere Atila diye kendimi uyarıyorum. Şimdi şu yolculuğun keyfini çıkartayım. Nasılsa şimdi düşünerek hiçbir şeyi halledemem.

Yemekte şarap ta istedik. Üstüne kahve ve kanyak. Sonra biraz da uyuyalım dedik. Uykuya çok ihtiyacım olacak.

23

Page 24: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bu arada zaman zaman dostlarla sohbet de ederek geçirdik şu 9 saati. İşte kemerlerinizi bağlayın ışığı yandı. Tam zamanında kalkan uçağımız tam zamanında Mexico City’ye iniyor.

Her zamanki gibi önce pasaportlarda vize kontrolü. Sonra bagajları alma işi. Bu ilk durağa, Mexico City’ye valizlerimiz eksiksiz geldi. Bagaj alma yerinde beklerken oldum bittim çok heyecanlanırım. Ya birisinin valizi eksik gelirse diye. Düşünmek bile istemem. Çok zordur bir sonraki uçaktan valiz beklemek. Sonra böyle durmadan şehir değiştiren bir turda kaybolan valizi gidilen şehre getirtmek öyle zordur ki. Çok uğraşırız. Herkes bagajının tamam olduğunu söyleyince bir oh çekip toplu halde dışarıya çıkıyoruz.

Dışarıya çıkar çıkmaz elinde Atila Ege yazısı olan delikanlı bizi karşılıyor. Sevincimiz sonsuz.

“Ben Pablo. Buradaki rehberinizim. Bugün ve yarın beraber olacağız.”

“Memnun oldum Pablo. Otobüsümüz nerede?”

“Otobüsün beklediği yer biraz uzakta. Yürüyerek gideceğiz.”

Havaalanı ana baba günü.. Aman kaybolmayalım diye iyice tembih edip uzun bir koridordan geçip önce sağa sonra sola dönüp yürüyen banttan bir üst kata çıkıyoruz. Yukarıda bir barın yanında tekrar durup sayım yapalım diyorum. Sakın eksik olmayalım. Bu sefer korktuğum başıma geliyor. Bir kişi eksiğiz. Birkaç kere sayıyorum. Eksiğiz. Grubun ilk günü olduğu için eksiğin kim olduğunu tespit de zor. Nihayet Hüsniye hanımın eksik olduğu kesinleşiyor. Ben gidip arayacağım ama kendisini tam tanımadığım için yardım istiyorum. Sayhan “Ben tanıyorum. Kırmızı saçlı öğretmen hanım. Sizinle geleyim” diyor. Tamam şimdi ben de hatırlıyorum ama yine de beraber gitmek yararlı.

Pablo ile birlikte üçümüz tekrar alt koridora inip dolanmaya başlıyoruz. Sanki yer yarıldı yerin içine girdi. Pablo’ya elindeki yazı ile kıpırdamadan beklemesini söyleyip İki koldan iki koridoru arıyoruz. Ben “Hüsniye hocam, Hüsniye hocam” diye bağıra bağıra dolaşıyorum. Sonuç yok. Çok ama çok canım sıkkın. Aklımıza, danışmadan anons ettirmek geliyor. Eğer izin verirlerse Türkçe hitap ederim ve kolayca buluşuruz diye düşünerek danışmaya geldiğimizde aynı şeyi Hüsniye hocamın da düşündüğünü görüp bize anons yaptırmaya çalıştığını görüyoruz ve uzun süredir görmediği akrabası ile havaalanında buluşan insanlar gibi sevinçle kucaklaşıyoruz. Hüsniye hanımın yüzü, heyecandan ve sıkıntıdan kıpkırmızı. Ateş gibi. Bizi görünce derin bir oh çekiyor. Biz de bir oh çekiyoruz.

“Hocam neredeydiniz?”

“Valizimi toparlarken bir de baktım ki hepiniz kaybolmuşsunuz. Aradım bulamadım. Birilerine sordum. Anons için beni buraya getirdiler.”

“Haydi hemen gidelim. Grup heyecanla bizi bekliyorlar.” Deyip dostlarımızın beklediği yere ulaşıyoruz. Bütün asık yüzlere tebessüm yayılıyor. Oracıkta hemen

24

Page 25: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

ikaz ediyorum. ”Aman, bir daha herhangi birimiz kaybolduğumuzu hissedersek sakın olduğumuz yerden ayrılmayın, ben gelip sizi bulurum” diyorum.

Otobüsün beklediği yer epey uzakta imiş. Uzun uzun bir çok koridoru geçip demir merdivenlerden bu sefer aşağıya iniyoruz. Seyahate daha ilk günden büyük ve ağır valizlerle çıkan dostlarımız tek tek merdivenlerden indirirken söylenip duruyorlar. Merdivenlerin hemen başında bekliyen otobüsümüze valizleri güzelce yerleştirip yerlerimizi alıyoruz.

Ben de bu arada Pablo’yla Türkiye Büyükelçiliğinden Tuna hanıma telefon etmek için bir ter arıyoruz. En yakın telefon kulübesi biraz önce Hüsniye hanımı ararken grubu beklettiğimiz barın yanında imiş. Tekrar o koridorları geçerek geldik. Pablo’nun telefon kartını kullanarak Tuna hanımın verdiği numarayı aradık. Telefonda Tuna hanımın “Bueno” sesini duyunca çok rahatladım. Tuna hanım, kendisinin şu anda çok uzakta olduğunu, otele gelemeyeceğini ama Mehmet Ali diye bir memuru görevlendirdiğini ve formların onda olduğunu, şimdi vereceğimiz adrese bir saat içinde gelebileceğini söyledi. Pablo, Tuna hanımın İspanyolcası yeterli olduğundan oteli tarif etmesi için telefonu Pablo^ya verdim Onlar İspanyolca güzelce anlaştılar. Sonra teşekkür edip Mehmet Ali beyi Zona Rosadaki Royal otelde bekleyeceğimi söyleyip telefonu kapattım.

Otobüs daha hareket etmeden arka taraftan çok yüksek tonda ve biraz da kabaca bir ses gürledi.

“Biz bu valizleri böyle taşıyacak mıyız? Ben o kadar seyahat ettim ilk defa valizlerimi kendim taşıyorum. Olmaz böyle iş. Bunu bir an evvel düzeltin” Bülent Güzeliş’miş bağıran.

Emriniz olur diye geçiriyorum içimden. Daha ilk günden böyle kaba hitaplar hiç hoş değil ama dur bakalım, sus bakalım diyorum kendime ve cevap bile vermiyorum. Keşke insanlar yolculuğa çıkarken taşıyabilecekleri kadar valiz alsalar.

Yolda otelimize doğru giderken önce ertesi günkü programı soruyorum. “Saat 9 da lobide buluşursak “ diyor Pablo “önce Zocalo’ya gideriz. Burada 1.5 saat gezdikten sonra Chapultepec. Öğle yemeğinden sonra Antropoloji müzesini gezdikten sonra havaalanına gideceğiz.” Program böyle.

“Teotihuacan, yani piramitler yok mu programda?” Azteklerin dünyaca ünlü tapınağına gidilip gidilmeyeceğini merak ediyorum.

“Hayır. Programda yok”“Mutlaka Teotihuacan’ı görmeliyiz” diyorum.

Pablo’dan “Neden olmasın ama erken kalkmamız gerek” deyince beraberce yeni bir program yapıyoruz. Buna göre eğer saat 7.30 da yola çıkıp önce Zocalo’yu, yani şehir merkezini görüp piramitlere yani Teotihuacan’a gideceğiz ve sonra döner Antropoloji müzesini ziyaret edeceğiz.

Otele yaklaşırken Mürşit bey soruyor. “Atila bey, rehbere sorar mısınız bu gece güzel yemek yiyip, müzik dinleyeceğimiz bir yer biliyor mu?”

25

Page 26: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Pablo otelimizin hemen yakınında böyle bir yer olduğunu söylüyor. İsim ve adres veriyor. Bana iyice tarif ediyor. Otele varınca kendilerini o lokantaya ben bile götürebilirim.

Otobüsümüz şehre doğru yol alırken Pablo tekrar “Meksika’ya ve Mexico City’ye hoş geldiniz “ diyor ve şehir hakkında bize biraz bilgi veriyor. “Tarihini yarın detaylı bir şekilde anlatacağım bu şehirde 24 milyon insan yaşamaktadır. Dünyanın en kalabalık şehri burasıdır. Ayrıca denizden 2400 metre rakımı ile Kuzey Amerika’nın en yüksekteki şehridir. Ayrıca 675 yıllık tarihi ile yörenin en eski şehirdir. Meksika ülkesinin tam adı, resmi adı “Meksika Birleşik Devletleri”dir. 32 ayrı eyaletten oluşmaktadır. Yönetim sistemi ABD’den aynen alınmıştır. Burası Mexico City’de Washington DC gibi ayrı bir statüdedir. Aslında burasının da tam adı Mexico City D.F.( Federal District- Federal Bölge) dir. Etrafında Meksika ve Morelos eyaletleri vardır. (Washington DC nin etrafında Maryland ve tütünü ile ünlü Virginia eyaletlerinin olduğu gibi) Her eyaletin kendi başşehri vardı. Mesela Meksika eyaleti’nın başşehri Toluca’dır. Meksika Birleşik Devletlerinin başşehri ise Mexico City’dir.”

Bu gerçekten ilginç bir bilgi. Bu arada Acısso diye piyasaya sürülen acı biber sosu Tabasco’nun, dünyanın en acı biberlerinin yetiştiği bir yer olduğunu ve bunun da Meksika’daki 32 eyaletten biri olduğunu öğreniyoruz.

“Mexico City, Aztek’lerin Texcoco gölünün ortasında kurdukları Tenoctitlan şehrinin üzerine inşa edilmiştir. Sonra göl doldurulmuştur. Gölün doldurulmamış

kısımlarını ancak dış mahallelerde görmek mümkün. Ayrıca şehir, tam fay hattının da üzerinde olduğu için depremlerde büyük hasar görmüştür. Yarın ana meydan Zocalo’ya gittiğimizde size daha detaylı bilgiler vereceğim. Şehirde çok büyük bir metro ağı vardır. Bazı hatların uzunluğu 50 km yi geçer. Metro çok ucuz olduğu için en çok kullanılan taşıma aracıdır”

O sırada benim geçen gelişimdeki bir metro anımı

paylaşmak istiyorum. Kalabalık bir saatte metroya kızımla beraber gittiğimde bizi bay – bayan diye ayrı kompartımanlara bindirmişlerdi. Özellikle kalabalık saatlerde bu ayırımı yapıyorlarmış. Nedenini vagona girince anladım. O kadar sıkışık ki buraya bir bayanın girmesi mümkün değil. Hele hamile ise yandı. Sonra ayni uygulamaya Kahire’de de rastladım. Oh ne güzel boş diye en ön vagona bindik Nihal ile. Ben biner binmez vagondaki tamamı bayan yolcularda bir kıkırdama başladı. Baktım hepsi bayan. Sonradan öğrendim ki bütün metro trenlerine hep en öndeki vagon bayanlara aitmiş ve buraya erkekler binerse ağır cezası varmış.

26

Page 27: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bülent bey soruyor. “Atila bey burada da binecek miyiz metroya?” “Maalesef hayır” diyorum “Zamanımız yok.” Keşke binebilsek. Dostlarımız da bu tecrübeyi yaşasalar.

“Meksika’nın nüfusu 100 milyon , yüzölçümü yaklaşık 2 milyon km. kare. En uç iki şehri arasındaki uzaklık 5000 km yi geçer. Halkın % 60’ı Mestizo yani Avrupalı ve yerli karışımı

melezler, % 30 unu Amerikan yerlileri( Nahua, Maya, Zapotek, Mikteks....

vb.) oluşturur. İspanyolca’nın yanında 59 ayrı yerli dili konuşulur. Halkın %90 ı katoliktir. Fert başına milli gelir 1000 dolar civarındadır. Şu anda otelimize gelmiş bulunuyoruz. Yarın size bilgi vermeye devam edeceğim” diyor ve otobüsün iyice yanaşması için yardım ediyor.

Otelimiz Zona Rosa’da . Bu Latin ülkelerinde şehrin eğlence merkezinin, lokantaların ve otellerin, diskoların olduğu yerlere Zona Rosa yani Pembe Bölge diyorlar. Mexico City’de Zona Rosa şehrin merkezinde. Otelimiz 20 katlı. Oda anahtarlarını dağıtıyorum. Herkese saat sabah 6 da kalkış, 6.30 valizler aşağıya ve kahvaltı ve saat 7 hareket diyorum. Lokantaya gideceklerin de 45 dakika içinde aşağıya inmesini söylüyorum.

Bu arada Pablo otobüs ile gitmek için acele ediyor ama ben Tuna hanımı bir kere daha aramak için yardım istiyorum. Resepsiyondaki kızlar numarayı bağlıyorlar ama cevap yok. Telefon kapalı. Aldı mı beni bir huzursuzluk. Ama olsun bir saate kadar Mehmet Ali bey gelecek, demişti. Demek yarım saat içinde gelebilir. Nihal odaya çıkıyor ama ben aşağıda lobide beklemeyi tercih ediyorum. Nihal fotokopileri alıp gelecek. Bu arada Pablo’ya yarın sabah görüşmek üzere iyi geceler diyorum ve gidiyor.

Aslında program iyi. Eğer yarım saat içinde Guatemala vize formları ile Mehmet Ali bey gelirse lokantaya gitmek için lobiye gelen dostlarıma da hemen doldurtuveririm formları. Belki hep beraber gideriz lokantaya. Ne iyimserim değil mi?

Nihal fotokopilerle geldi. Tüm dostlar aşağıya iniyor. Bir süre Mehmet Ali beyi hep beraberce bekliyoruz ama gecikince “Nihale sen burada bekle ben lokantaya götüreyim” diyorum ve grupça çıkıyoruz. Sağa dönüp yürüyoruz. İki sokak sonra sola. Sonra ilk kavşaktan sağa dönülecek. Zona Rosa ana baba günü. Bugün de cumartesi olduğu için daha da kalabalık. Gruba çantalarına sahip olmalarını iyice tembihlemişiz. Tam lokantaya yaklaşırken gruptan 6 kişinin arkamızda olmadığını fark ediyorum. Diğerlerine “Siz lokantaya doğru gidin ben geri dönüp kalanlara bakacağım” deyip koşarak aynı yerden geri dönerken başta Yeliz hanım olmak üzere hepsinin beklediğini görüyorum. Yeliz hanım gülerek “Siz kaybolursanız hiç

27

Page 28: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

kıpırdamayın dediniz Bakın biz de hiç kıpırdamadan sizi bekliyoruz.” Kendilerini tebrik edip lokantaya götürüyorum ve hızla geri dönüyorum.

Nihal oturmuş bekliyor. Kimse yok. Bir saat içinde gelir dediler. İki buçuk saat oldu gelen giden yok. Otelin lobisine yoldan sekiz on basamaklı bir merdiven ile çıkılıyor. Her merdiven başına gelen kişi için heyecanlanıyoruz ama boşuna. Ya gelmezse? Tuna hanımın telefonunu tekrar deniyorum kapalı. Neden Mehmet Ali beyin telefonunu almadım diye dövünüyorum ama fayda yok. Acaba büyükelçilikten bulabilir miyim, diyorum. Elçilik kapalı. Telefonlar cevap vermiyor. Nihal gene beni teselli ediyor. “Büyükelçi senin arkadaşın Seni atlatmış olamazlar. Mutlaka gelirler. Bekleyelim. Merak etme.”

Bu arada yemeğini bitirip dönenler var. Acıyorlar halimize. İyi geceler deyip yatıyorlar. Formlar gelirse galiba hepsini biz dolduracağız. Keşke gelse de doldursak. Ona da razı olduk.

Aklımdan bin bir senaryo geçerken, genç bir Meksikalı bayan merdivenlerden çıkıyor. Mehmet Ali bu bayan olamaz tabi deyip yine yola bakmaya devam ediyoruz. O ne? Kızcağız bize doğru geliyor. Çünkü lobide oturan bizden başka kimse yok.

“Sinyor Atila Ege siz misiniz?” “Evet benim” “Türkiye büyükelçiliğinden Mehmet Ali beyi bekleyen siz misiniz?” “Benim “ diyorum.

“Mehmet Ali bey aşağıda arabada. Ancak kıyafeti müsait olmadığı için buraya gelemedi acaba siz arabaya kadar benimle gelebilir misiniz?”

Beraberce arabaya gidiyoruz. Ayağında eşofman ve terliklerle yağız bir Türk delikanlısı karşılıyor beni.

“Hoş geldiniz. Ben Mehmet Ali. Tam size gelmek üzere kapıdan çıkıyordum çöpü atmak için dışarıya çıktım kapı kapandı. Bu kıyafetimle dışarıda kaldım. Kapıyı da açamadım. Bu kız arkadaşıma haber verdim. O geldi beni aldı. Buraya geldik. Çok geç kaldım ama kapıyı açmaya çalıştım da ondan”

Aman Allahım acaba formlar evin içinde mi kaldı diye heyecanlanıyorum bir an ama Mehmet Ali formları daha önce arabaya koyduğu için yanında olduğunu söyleyince tekrar derin bir nefes aldım. Kıyafetinin çok kötü olmadığını söyleyip zorla lobiye getirip Nihal ile tanıştırdım. Büyükelçinin arkadaşı deyince adamcağız kıyafetini pek dert etmiş.

Lobide beraberce bir form doldurduk. Tamam. Bizim Türkiye’ye gönderilen fakstaki form. Bunu doldurmak kolay. Mehmet Ali “Aman” diyor. “Bir satır bile boş kalmayacak. İlişikteki evraklar tam olacak. Visa kart fotokopileri eksik olmayacak. Yoksa 500 dolarlık seyahat çekinin fotokopisi konulacak. Bir tanesi eksik bile olsa vize alamayacağız. Büyükelçim emretti. Pazartesi sabahı ilk iş sizinle buluşup evraklarınızı beraberce Guatemala Büyükelçiliğine götürmek. Kendisi işlemlerin en kısa zamanda bitirilmesi için sizin isim listesini havi bir nota yazdı. Umarım bir iki günde hallolur.”

28

Page 29: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Aman, Mehmet Ali bey, ben yarın grupla Cancun’a gidiyorum.Pazartesi

burada değilim.”“Eyvah. Nasıl yapacağız öyleyse?”Çözüm bulmamız şart. “Biz bu gece bu formları doldurup hazır etsek. Bu otelin

lobisine bıraksak. Siz yarın buradan alsanız. Pazartesi sabahı ilk iş Guatemala Büyükelçiliğine götürseniz. Akşama kadar vizeleri verirlerse DHL ile veya başka bir kargo ile Cancun’a yollasanız olmaz mı?”

Aslında çok şey istediğimin farkındayım. Büyükelçiliğin bir memurunu böyle bütün gün Dolphin Tur’un emrinde koşuşturmak pek hoş değil ama başka çaremiz yok ki.

“Başka çaremiz yok galiba Atila bey. Nasıl isterseniz. Ben yarın uğrar ve evrakları resepsiyondan alırım. İnşallah pazartesi akşamı pasaportları ve vizeleri alabiliriz. Normal olarak 3-5 gün sürüyor ama belki Büyükelçim tekrar Guatemala Büyükelçisini telefon ile arar. O zaman siz bana vize paralarını bırakın ben halletmeye çalışayım” Sokakta kaldığı için Mehmet Ali bey de biran önce ayrılmak istiyor.

Bunu duyunca rahatlıyorum. Hemen 27 kişinin yirmibeşer dolardan vize harcını ve de kargo parası olan 100 doları veriyorum. Her ihtimale karşı kendisinin telefon numarasını alıp kendisini teşekkürlerimle uğurluyorum. O sırada kapının kilitlendiğini duyan Nurşan , Sherlok Holmes gibi, Mehmet Ali’ye, visa kart gibi plastik bir kart ile kapısını nasıl açabileceğini öğretti. Öyle güzel anlatıyor ki sanırsınız çilingir ustası.

O sırada yemekten gelen Yeliz hanım formunu güle oynaya dolduruyor. Sonra gelen bir iki yolcum da formlarını doldurmaya kalkıyorlar ama hem yorgunlar, hem de biraz alkol aldıkları için onlara nasıl dolduracaklarını anlatmak formları benim doldurmamdan daha zor.

Nihal ile tek tek bütün fotokopileri elden geçiriyoruz. İnanılmaz yahu. Bize tamam diye verdikleri saçma sapan bir sürü fotokopi.Tapu fotokopileri, bankadan alınmış Türkçe yazılar, ticaret odası belgeleri ...gibi ilgisiz bir sürü evrak.. Biz Mete’nin ofisinde bu saçma sapan sayfaların fotokopilerini mi bekledik? Bunlar yüzünden nerede ise uçağı kaçıracaktık. Allah’tan pasaportlarla ilgili gerekli tüm sayfaların fotokopileri çekilmiş. İstanbul’dan beri taşıdığımız gereksiz fotokopileri çöpe atıyoruz ki aklımızı karıştırmasın diye. Ama visa kart fotokopilerinde sıkıntı büyük. 15 kişinin eksik. Nasıl yapacağız bu işi? Tam o sırada yanımda olan Huri hanımın visa kartının fotokopisini almak için resepsiyondan rica ediyorum. Ama burada yatay fotokopi imkanı yok. Faks makinesi gibi bir cihazları varmış. Ona da kart konmaz. Yarın da Pazar. Belki açık bir yer bulursunuz, diyorlar.

Huri’ye telefon kartı gerekli imiş. “Beraberce çıkıp hem de fotokopi işini halledebileceğimiz bir yer arayalım, hem de sana telefon kartı ararız” diyorum. Dostlarımızı lokantaya götürürken bir kitapevi görmüştüm. Belki onlarda fotokopi makinesi vardır. Ama dükkana vardığımızda yok cevabı alıyorum. Nerede olabileceğini de bilmiyorlar. İçim daha da kararıyor. İlk iki otelden olumsuz cevap almıştık ama üçüncü otel kendilerinde yatay fotokopi cihazı olduğunu ama otel

29

Page 30: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

müşterileri dışında kullandırmadıklarını yarın ön büro müdüründen izin alınırsa mümkün olabileceğini söyleyerek içimi rahatlatıyor. Başka bir yer bulamazsak buraya geliriz diye düşünüyorum.

Nihal ile tanzim ve vize formlarının doldurulma işini bitirdiğimizde saat ikiyi geçmişti. Bir liste yapmış ve kartlarının fotokopilerine ihtiyaç duyduğumuz onbeş isimli bir listeyi de ayrıca hazır etmiştik.. Yarın bir de karşıdaki dükkan kazara erken açılırsa evrakları hazırlayıp tura çıkmadan bile Mehmet Ali için torbamızı otele bırakabiliriz. Aksi halde bu otele tekrar geri dönmemiz gerekecek bir yerlerden.

Birkaç saat uyumak üzere odamıza çıkıyoruz.

2. Şubat Mexico City ( Akşam Cancun’a uçacağız)

Sabah tam saat 6 da lobide idik. Zaten valizleri açmaya fırsat olmamıştı. Açamadan tekrar aşağıya indirdik. Bize gösterilen lobinin yanındaki kahvaltı salonu kapalı idi. Herhalde çok erken geldik, birazdan açılır diye bekliyoruz ama açılacağı yok. Resepsiyona neden açılmadığını soruyoruz. Kızcağız kahvaltı salonunun bir alt katta olduğunu ve servise başladığını söyleyince topluca bir alt kata iniyoruz.

Mürşit beyler ve diğer dostlar dün geceki lokantadan çok memnun kalmışlar. Yemekler, şarap, müzik ve danslar şaheserdi diyorlar. Meksika’ya geldiğimizi anladık diyorlar. Ben de çok memnun oldum tabi.

Kahvaltımızı ederken Pablo da geldi. Kahvaltıdan önce tur programını bir daha gözden geçirdik. Her şey yolunda. Pablo’ya bir de fotokopi ihtiyacımız olduğunu, fotokopiler çekildikten sonra tekrar bu otele gelmemiz gerektiğini programı ona göre ayarlamasını söyledim. “Galiba Pazar günleri açık olan bir yer biliyorum. Piramitler dönüşü uğrarız” dedi.

Otobüs hareket etmeden önce gruba bilgi vereyim istedim. Gece bütün evrakları hazırladığımızı, yalnızca şimdi ismini okuduklarımın visa kartlarının fotokopilerine ihtiyacımız olduğunu söyledim. İsim listesini okuduğumda başta Saniye hanım olmak üzere üç dostumuz “Ama biz visa kart kullanmayız ki. Hep nakit öderiz. Hayatımızda visa kart çıkartmadık.” Demezler mi? Şimdi ne olacak? Mehmet Ali bey iyice tembih etmişti her şey tamam olsun diye. Bakalım buna nasıl bir çözüm üreteceğiz.

Şehir turuna saat tam 7.30 da başladık.

Otelimizden çıkıp Reforma caddesine ulaştığımızda eğer sola dönse idik bir km ileride Chapultepec tepesine gidecektik. Sağa dönerek Zocalo’ya doğru gittik.

30

Page 31: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Reforma caddesi Chapultepec‘i Zocalo’ya bağlıyor. Antropoloji Müzesi Chapultepec’te olduğu için şehrin bu çok büyük ve önemli tepesine tahminen saat 12’den sonra geleceğiz. Şimdi Reforma caddesinde önce çok büyük bir taş kolon üzerinde altın kaplamalı şehri koruduğuna inanılan meşhur melek heykelinin fotoğraflarını çekiyoruz. Bu heykel şehrin sembollerinden biri. Biraz ileride caddenin ortasında Kristof Kolomb’un heykeli. Bizim Kolomb dediğimiz kaşifin İspanyolca adı Cristobal Colon’dur. Kolonileştirme ve koloni sözcüğü bu büyük kaşifin adından gelmektedir. Ayrıca Colombus ‘ta ayni kaşifin soyadının diğer bir dilde söylenişi olup 12 Ekim Meksika’da Colombus Day olarak milli tatil günüdür.

Bu güzel caddede kaldırım çalışmaları devam ediyor. Bunlar da kaldırımları tekrar tekrar yapıyorlar galiba.

Buralarda anıttan bol bir şey yok. Bütün kahramanlarının anıtlarını görüyoruz sırayla.

Zocalo’ya yaklaşırken Opera ve Güzel Sanatlar Sarayı diye adlandırılan binayı görüyoruz. Bu devasa beyaz mermer opera binasının yapımının 1904 senesinde başladığını söyleyince aklıma ister istemez dolaştığım yerlerdeki opera binaları ve yapım tarihleri geliyor.

Dostlarıma, gittikleri tarihi şehirlerin, Merkez Postane binalarını ve merkez tren istasyonlarını dolaşmalarını tavsiye ederim. Çünkü eski yönetimler hep bu yerlere özel önem göstermişler ve muhteşem abideler dikmişlerdir. Daha sonraları bir zamanlar Avrupa devletlerinin kolonileri olan ülkeleri gezerken, opera binalarının muhteşemliğine dikkat etmeye başladım. Amazonların tam göbeğindeki Rio Negra ile Salamos nehirlerinin birleşip Amazon nehri adını aldığı Manaus şehrinde, Vietnam’da hem başşehir Hanoi’de, hem de Ho Chi Minh ‘te, Arjantin’in başşehri Buenos Aires’te, Brezilya’nın başşehri Rio de Janerio’da, Cordoba’da, Mendoza’da,

Delhi’de ve daha birçok şehirde muhteşem Opera binaları gördüm. Şimdi eskiden koloni olan ülkelere gidecek dostlarıma bir de bu şehirlerdeki opera binalarını gezmelerini öneriyorum. Ama dikkatimi çeken husus ne biliyor musunuz? Bu opera binalarının tamamının yapımının 1890 – 1910 seneleri arasında oluşu. Bütün Avrupa ülkeleri o devirde sömürgelerinde çok büyük bir opera yapım faaliyetine girişmişler. Dünyayı o yıllarda tahayyül edebiliyor musunuz? Yüzlerce opera

binası yapılıyor her yerde ve hepsi de birer sanat abidesi.

Otobüsümüz dar bir sokaktan geçip ana meydana geliyor. İspanyolların inşa ettiği bütün şehirlerde ana meydanın etrafında Kilise ( Başkentte ise katedral), Valinin oturduğu hükümet

31

Page 32: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

binası ( başkentte ise parlamento binası – Palacio Nacional) ve merkez çarşısı vardır. Burada da düzen aynı ama bu meydan çok büyük. Ortasındaki Meksika bayrağının, dünyanın dalgalanan en büyük bayrağı olduğu söylenir. Malezya’nın başşehri Kuala Lumpur’daki bayrak direğinin dünyanın en büyük bayrak direği olduğunun söylenmesi gibi. Bugün fazla rüzgar olmadığı için bayrağı tam dalganırken göremiyoruz bayrağı.

Sabahın erken saati olduğu için meydan bomboş. Otobüsümüz tam katedralin önünde park etti. Meydanda, Katedral ile Palacio Nacional’in köşe yaptığı yerden, 20 metre kadar içeriye doğru gidince Aztek’lerin meşhur Templo Mayor kalıntılarını önüne geliyoruz. Şu anda UNESCO tarafından Dünya Mirası ilan edilip koruma altına alınan bir bölge. Önce 1974 te metro kazımı sırasında, başka bir görüşle 1978 de telefon idaresinin yaptığı kazı sırasında ortaya çıkarılmış. Burada ilk bulunduğu zamanki Tenoctitlan’ı gösteren kapartma bir maket var. Önünde durup incelerken sanki o devirlerde imişiz gibi bir hisse kapılıyoruz. Tenoctitlan Aztek’lerin başşehri. Texcoco gölünün tam ortasında. Gölün çok yeri sığ olduğu için merkezindeki Templo Mayor’un olduğu adaya 90 derecelik açılarda 4 yönden 4 yol var. Bu yolların arasında göldeki kara parçalarının üzerinde yerleşim merkezleri. Sokaklarda ulaşım sandallarla sağlanıyor. Ancak çevreden bu dört yol vasıtasıyla meydandaki kanlı mabede geliniyor. Bu mabet Kan içici savaş tanrısı Huitzilopochtli’ye adanmış. Basamakları bile taştan kafatasları ile süslenmiş.

Bu mabedin taşları da kırmızı. Bu kırmızı rengin elde edilişi de ilginç. Kaktüslerin üzerinde yaşayan Koçiniya isimli bir parazit var. Bunların bıraktığı küçük yumurtaları sıkınca içinden kırmızı , tam kan renginde bir boya fışkırıyor. Bu boya taşa işledikten sonra rengi hep aynı kalıyor. İşte şimdi katedralin üzerinde gördüğümüz bu taşlar sltı- yedi yüz sene önce boyanmış. Aztekler bütün mabedlerinide taşları bu böcek yumurtaları ile kırmızıya boyamışlar.

Savaş sırasında yakalanan esirler bu mabede tanrıya kurban edilirmiş. Tüm toprakları ve diğer kabileleri hakimiyeti altına aldıktan sonra Aztek'ler çeşitli sebeplerden dolayı (mesela çoktandır yağmur yağmıyorsa, hafif deprem

olduysa, ay tutuldu ise ...vb) bu kabilelerden belli miktarda erkek veya dişi, genellikle de savaşçı kurban göndermelerini isterlermiş. Tabi Aztek kralının isteklerine karşı gelemedikleri için bu kabileler, üzgün üzgün sevdiklerini ölüme yollarken Aztek'lere de kin beslerlermiş.

Burada meydandaki maketin önünde Pablo’dan bize biraz daha bilgi

vermesini istiyoruz ama o “Piramitlere doğru giderken otobüste anlatırım. Hem de zaman kazanırız “diyor. Ana katedralin, bu mabedin taşları kullanılarak inşa edildiğini söylüyor. Onun için bu katedral de kırmızı. Templo Mayor’un toprak üstündeki taşları gerek katedralin gerekse diğer binaların yapımında kullanılmış, yerin altındaki bölüm ise 1974’ten beri yer yüzüne çıkarılmaya başlanmış. Burada ve diğer başka höyüklerde bulunan 3.000 kadar Aztek eserleri şimdi yan taraftaki Museo del Templo Mayor’de sergileniyor.

32

Page 33: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Meydana geri dönüp hızla katedrale girip çıkıyoruz. İlk 1573 senesinde yapımı başlayan katedral, 300 sene boyunca yapılan eklemelerle şimdiki dev görüntüsüne kavuşmuş. Meydanın etrafındaki binaların resimlerini çekiyoruz. Yapımında binlerce yerli köle olarak çalıştırılmış. Bu meydan önce Aztek’lerin, sonra İspanyolların seremonilerde kullandığı batı yarımkürenin en büyük meydanı. Karşıda Hükümet Konağının, Ulusal Saray’ın (meclisin olduğu bina), ve şimdi hafif hafif rüzgarın etkisi ile uçuşmaya başlayan bayrağın resmini çekip otobüsümüze dönüyoruz.

Fotokopi işini hatırlattığımda, Pablo, piramitler dönüşü benim bildiğim bir

fotokopici var oraya gideceğiz diyor ama şu anda şehirden geçerken hiç açık dükkan göremiyorum. İnşallah onun bildiği dükkan açıktır.

Ayağı rahatsız olan Selen hanım önde şoförün arkasında birinci sırada oturuyor. Hemen arkasında Sevnur hanım. Benim arkamda Beste hanım. Not tutuyorlar. O sırada Pablo anlatmaya başlayayım mı diyor ama ben hemen dostlarımın dikkatini sokakta geçen Volkswagen’lere çekiyorum.

“Bakın dostlarım etraftaki Volkswagen’lere.”Üstü beyaz diğer yerleri fıstık yeşili rengine boyalı bir çok vosvos dolaşıyor etrafta. Bunlar taksiler.” Bizim bildiğimiz eski tip vosvoslar. Herkes ilgi ile bakıyor. “Bu vosvosların üretimi 1973 yılında Almanya’da durduruldu. Almanlar fabrikayı Meksikalılara sattılar. O tarihten bu yana bizim bildiğimiz ve çoğumuzun çok sevdiği kaplumbağalar burada üretiliyor. Bunlar belki son 2002 modelidir. Bütün Meksika’da bu kaplumbağaları taksi olarak kullanırlar. Her şehrin rengi ayrıdır. Burada beyaz – yeşil, Cancun’da mavi, Acapulco’da kırmızı renktedirler.”

Herkes bu taksi vosvosların resimlerini çekiyor. Pablo’da bu ilgiyi pek anlamıyor. Bizim taksilerimize bu insanlar niye böyle ilgi gösteriyor diye merak ediyordur. Kısaca anlattıktan sonra devam ediyorum.

“Bu taksiler üç kişiliktir. Şoförün yanında koltuk yoktur. O bölüm bagaj için ayrılmıştır. Üç kişi de arkaya oturur. Bagaj yok, çocuk var ise onu boşluğa, yere oturtabilirler. Böylece 4 yolcu da alabilir.”

Tüm grup şaşkın. Keşke bunlar bizde de üretilse diyorlar. Bilmiyorum ama galiba fabrika satılırken Meksika’ya ihraç yasağı konulmuş ki biz ithal edemiyoruz.

Bu bilgileri verdikten sonra Pablo’ya anlatması için işaret veriyorum. O da başlıyor:

“Şu anda Mexico City D.F. den çıktık ve Meksika eyaletine girdik. Kuzeye doğru gidiyoruz. Teotihuacan buradan 33 km ileride. Hidalgo eyaletinde.Yani biraz sonra Meksika eyaletinden çıkacağız. Bir eyaletten diğer eyalete geçerken büyük tabelalar vardır. “

Benim ilk geldiğim sene önce bu yol daracıktı. Piramitlere bir buçuk saatte ancak gidebilmiştik. Şimdi ise otoyol yapılmış. Bilet gişelerine girip bu kalan yirmibeş km yi otoyoldan gidiyoruz hem de yirmi dakikada. Eskiden bildiğim otoyol fiyatlarını Pablo ile bir daha kontrol edip lafa giriyor ve bilgi veriyorum “Burada otoyollar çok ama çok pahalıdır. Eskiden otoyolun her kilometresi bir amerikan doları olarak

33

Page 34: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

hesaplanırdı. Yani otoyolda yüz km gitmek için yüz dolar ödemek zorundaydınız. Ama yüksek enflasyon ve paranın değer kaybetmesinden ötürü bu ücret şu anda bir km ye altmışbeş cent gibi imiş. Yani biz şu geçtiğimiz yirmibeş km için yirmi dolara yakın para ödeyeceğiz.” Aslında belki inanılacak gibi değil. Türkiye’de mesela İzmir’den Çeşme’ye 75 km kadar bir otoyol vardır. Yalnızca 1 milyon öderiz. Yani 65 cent . Onların 1 km için ödediğini biz 75 km için öderiz.

“Peki bu kadar pahalı da gene giden oluyor mu? “ diye soruyor Nurşan. “Evet oluyor. Çünkü bu yol dışında yollar o kadar çok kasisle doludur ki. O kasisler de o kadar yüksektir ki eğer otomobilde üç kişiden fazla iseniz mutlaka birkaç kişinin inmesi gerekir. Zaten her kasis başında bir satıcı tezgah kurmuştur. Kasisin hemen ilerisinde lastik tamircileri, aks tamircileri.. gibi küçük sanayi kuruluşları vardır. Meksika’da bu kasislere “Uyuyan Polis”, Brezilya’da “Aks kıran” adı verilir. Parasız yola girenler öyle pişman olurlar ki yol bitmez oralarda. Onun için bu paraları vermeye istemeyerekte olsa razı olurlar.”

Gerçekten ilginç bir husus. “Ben de inanamamıştım ilk geldiğimde. Ama yüz kmlik Acapulco – Mexico City arasında 35 km yi iki saatte geçtikten sonra tekrar otoyola girdim ve kalan bölüm için paşa paşa o zamanki tarife ile yüz dolara yakın para ödedim. Görmek istediğim çok yere de gidememiştim bu pahalılık yüzünden. Bu kasisler yüzünden otoyolun olmadığı ve gerillaların çok olduğu Tabasco eyaletinin altındaki Chiapas bölgesinde gece seyahat çok tehlikelidir. Ana yolda kasis için durakladığınızda silahlı soyguna uğrarsınız. Hızlı geçmeye kalkarsanız zaten aksınız kırılır ve yine soyulursunuz. Onun için Chiapas bölgesindeki meşhur Palanque tapınağını görmek isteyenlere gece seyahat etmemeleri önerilir.”

Pablo, bilgi vermek için beklerken ben böyle lafa girip girip anlatıyorum ama yerli rehber bunları anlatmaz ki. Bizim ilgimizi çeken hususları bizden iyi bilemez ki. Onun için sık sık Pablo’nun sözünü kesip bu ekstra bilgileri veriyorum.

Nihayet söz sırası Pablo’ya geliyor. O da Meksika’nın tarihini anlatıyor. Şimdi gittiğimiz Teotihuacan’ı ziyaret etmeden bu bilgilere sahip olmak gerekir.

“Meksika’ya ilk insanların Kristof Kolomb’tan 20000 yıl önce geldiği biliniyor. M.Ö. 1200 ila M.S. 1521 yılları arasında buralarda çok gelişmiş bir medeniyet vardı. İlk medeniyet M.Ö.1200 yıllarında doğuda Meksika körfezi kıyılarında Vera Cruz ve Tabasco bölgelerinde Olmek’lerle ortaya çıktı. MÖ 300 yıllarında Oaxaca’da Zapotek’ler medeniyete katıldılar. M.Ö. 200 ila M.S. 200 yılları arasında medeniyet merkezi Izapa idi. M.S. 250 yıllarından sonra Yucatan yarımadasında Mayalar tarafından basamaklı piramitler yapılmaya başlandı. Orta Meksika’da büyük bir medeniyetin Teotihuacan’da doğuşu MS 250-600 yıllarında oldu. Bunu Toltek’lerin Tenoctitlan ve Tula medeniyetleri izledi. 14 yy başlarında Tenoctitlan’a Aztekler yerleşti.”

Sıkı not alan Selen hanım tam duyamamış ki tekrar soruyor “Piramitleri ilk kim yaptı?”

“Buralarda iki tür arkeolojik kalıntı vardır. Mabetler yani tapınaklar ve piramitler. Zapotek ve Olmekler tapınaklar, Teotihuacan’lılar ve Mayalar piramitler inşa ettiler. Şimdi ziyaret edeceğimiz piramitleri Teotihuacan’lılar inşa ettiler. Mayalar

34

Page 35: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

ise Cancun’un bulunduğu Yucatan yarımadasında ve güneye doğru Guatemala’da, Honduras’ta kurdukları şehir – devletlerde piramitler inşa ettiler. Doğuda Meksika körfezinin kenarındaki Vera Cruz’un 200 km kuzeybatısında El Tajin şehrinde bulunan piramitlerin Maya soyundan gelen El Tajinler tarafından yapıldığı tahmin ediliyor. Çünkü burada da Maya piramit kompleksinin bir parçası sayılan top sahaları bulundu.”

Bu şekilde eski Meksika tarihi biraz daha açıklandı ama kalanını gelecek günlerde diğer piramitleri gördükçe daha iyi öğreneceğiz.

Zocalo’yu gezerken anlatamadığı, Tenoctitlan’ın kuruluş efsanesini burada anlatıyor Pablo.” Aztek’ler kuzeyde yaşarlardı. Göçebe idiler. Durmadan yer değiştirirlerdi. Yıllar boyu gezicilikten bıkan Aztek’ler artık sabit bir yerde yerleşmek istiyorlardı. Büyücülerine sordular. ‘Bizim kavmimiz için en uygun yer neresidir?’ diye. Büyük büyücü Tanrılarla konuştu ve dedi ki “ Güneye doğru yürüyün. Bir gün bir kaktüs göreceksiniz. Üzerinde bir kartal duruyor olacak. O kartal gagasında bir yılan tutacak. Bunu gördüğünüz yer, sizin yerleşeceğiniz yerdir.”

Bu efsane bütün gruba ilginç gelmişti. Pablo devam etti “ Aztek’ler yürüdüler yürüdüler. Yıllarca. Geçtikleri yerlerde yerleşik kavimleri vahşice öldürdüler. 1325 senelerinde tam burada, biraz sonra göreceğimiz iki piramidi gördüler. Ama bu yöre terk edilmişti. Sonra bir göle geldiler. Texcoco gölüne. Göl sığ idi. Yürüdüler. Ortada bir ada vardı. Adanın üzerinde bir kaktüs. Kaktüsün üzerinde de gagasında bir yılan tutan kartal. Evet . Büyücülerinin dediği yere gelmişlerdi. Burada yerleşip Tenoctitlan şehrini kurdular. Büyük bir mabet inşa ettiler. Bu mabet, biraz önce gördüğümüz Templo Mayor idi. Aztek’ler yerleşik düzene geçince güney Guatemala’ya kadar uzanan bir imparatorluk kurdular. Ta ki İspanyollar gelinceye kadar.”

Amma güzel hikaye. Demek batıda Aztek’ler , doğuda Mayalar hakimiyetlerini sürdürüyorlardı. Ya İspanyolların gelişi? Onun hikayesi?

Pablo şimdi onu anlatıyor. “Aztek büyücüleri 1519 yılında doğudan beyaz garip bir hayvan üzerinde bir beyaz adam gelecek diye kehanetlerine devam ettiler. Bu Tanrı Quetzalcoatl’un kendisidir. (Quetzalcoatl tüylü bir yılan tanrıdır. Buna Aztek’ler gibi Mayalarda inanır.) Tanrı geri gelecektir dediler. Aztek'lerin başında Kral Moctezuma II vardı. O sene beyaz garip bir hayvan üzerinde ( O sırada Amerika kıtası henüz at ile tanışmamıştı.) tüylü şapkası ile birisi geldi. Bu beklenen, büyücülerinin söylediği ”Tüylü Yılan Tanrı” olmalıydı. Onun için İspanyol istilacı Hernan Cortez, büyük bilgi, saygı ve ikramlarla karşılandı. Kendisinin de şaşırdığı bu karşılanmada Moctezuma II, kendisine altından yapılmış değerli eşyalar sundu ve Cortez’i sarayda ağırlamak istedi. Cortez’in buraya geliş sebebi zaten altın ve gümüş gibi kıymetli madenlerdi. Gözleri parladı. Buraya tamamen hakim olmalı ve bütün bu madenlere sahip olmalıydı. Kral 2. Moktezuma’nın sarayında o akşam verdiği ziyafette İspanyol askerleri, kralı tutuklayıp hapsettiler ve hazırlıksız yakaladıkları savaşçı Aztek'leri büyük bir katliama uğrattılar. Katliam iki yıl süre ile devam etti. “

“Aztek kralları çevredeki kabileler üzerinde bıktırıcı bir baskı kurmuşlardı. Sık sık onlardan tanrılarına kurban edilmek üzere savaşçılar ve kadınlar isteniyordu. Aztek’lerden bıkan düşmanları, İspanyollara yardım ettiler. İki sene içinde Aztek’lerin çok büyük bir bölümü katledilmiş ve Tenoctitlan şehri ve mabetleri yerle bir edilmişti.

35

Page 36: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Avrupa’dan gelen çiçek, tifüs gibi salgın hastalıklara karşı Azteklerin bağışıklılıkları da plmadığı için katliamlar ve bu salgın hastalıklar sonunda yirmibeş milyon nüfus seksen sene içinde bir milyona indi.”

“Meksika sözcüğü Aztek’lerin kendilerine, Aztek sözcüğü ise İspanyolların Meksikalılara verdiği isimdi. Hernan Cortez buradan Panama’ya kadar olan bölgeye Yeni İspanya dedi. Şu anda Templo Mayor adı verilen büyük Aztek mabedi yıkıldı ve onun taşları ile yerine bugünkü Zocalo meydanındaki büyük Katedral inşa edildi. Göl dolduruldu. Atlar ve at arabaları getirildi. Yerlilere karşı katliamlar hiç durmadan devam etti. Katliam o derece büyük boyutta idi ki Papa bile dayanamayıp Yeni İspanya’da yaşayan yerli halkın “ Hayvan değil İnsan “ olduğunu ve bu şekilde öldürülmemeleri gerektiğini içeren bir bildiri yayınladı.”

O sırada otoyoldan çıkıp uzakta kendini gösteren piramitlere doğru gidiyorduk. Pablo bu yörenin özelliği lav taşı Obsedian’ı işleyen bir fabrikaya uğramayı teklif etti. Bu taştan yapılan hediyelik eşyalar gerçekten çok ilginçti. Biz de ilk geldiğimizde bunlardan epey almıştık ve çok memnun olmuştuk. Ayrıca rehberlerin komisyon almak için durdukları bu yerlerde o yörenin kültürünü görmek mümkün oluyordu. Tuvalet molası için de bu yerler biçilmiş kaftandı.

Otobüsümüzü park edince bizi, şişman , güler yüzlü , burada yetkili olduğu belli olan tipik bir yerli bayan karşıladı. Kendisini tanıttıktan sonra bizi bir kaktüsün başına götürüp bilgi vermeye başladı.

“ Baylar bayanlar, hepiniz fabrikamıza hoş geldiniz. Size Agave ve Obsidiyan ile ilgili bilgi vereceğim. Birincisi bu gördüğünüz Agave denilen kaktüs biz Meksikalılar için çok değerlidir. Papirus Mısır için önemli ise Agave de Meksikalılar için aynı derecede önemlidir. Şimdi size bu bitkiden neler elde ettiğimizi ve bizim için neden önemli olduğunu anlatacağım.”

Agave, bizim bildiğimiz, Türkiye’de de bolca olan kaynana dili dediğimiz kaktüs cinsi. Ne marifetleri varmış acaba?.

“7 yaşına gelen Agave bitkisinin, Narsis dediğimiz çiçeği çıkmadan, tam ortasındaki yaprağı kesilir. Bu sırada dış yaprakları ellenmez. Gördüğünüz gibi ortasında bir sıvı birikir. Biriken bir litre civarındaki sıvıyı alınca 24 saat içerisinde tekrar ayni miktar sıvı toplanır ve bu işlem 15-20 gün devam eder. Bu sıvı tatlıdır.” Hepimize tattırıyor. Gerçekten hoş bir tadı var. “Bu sıvı alınır ve bundan çeşitli mamuller yapılır. Olduğu gibi satılırsa afrodizyak özelliği vardır. Bekletilip özel bir cins likör yapılabilir. Bu sıvıdan yapılan şampuanlar saçı, kremler cildi besler. Agave’nin yaprakları çok yararlıdır. Bu kıvrım kıvrım yaprağı açtığınızda içinden çıkan zar kurutularak parşömen kağıdı olarak kullanılırdı. Mısırdaki gibi bizde de hiyeroglif alfabe kullanılırdı. Bizde papirus yerine bu kağıtlara yazı yazılırdı.”

36

Page 37: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bizim kaynana dilinin ne marifetleri varmış böyle. Devam ediyor.” Bu yaprakları ezerek içindeki usareyi alırsanız Aleo Vera gibi kırışıklıkları giderici merhem yapılır.”

“ Ayrıca yaprakları kaynatılıp damıtılarak Teqilla elde edilir. Kökü damıtılarak Mezcal denilen içki elde edilir. Mezkal ve Teqilla’nın yalnızca imal teknikleri farklıdır. “

Bülent bey sor bakalım bunlar Teqilla’daki kurdu yiyorlar mı? Soruyorum. Bayan tebessümle cevap veriyor. “Teqilla’da katiyen kurt olmaz. Kurt mezkal’de olur. Agave nin yanında yetişen otlarda ve Agave’nin üzerinde büyüyen Gusano isimli kurtlar lezzet versin diye Mezcal'e konur. İçki dağıtılırken o Gusano kime gelirse şanslı sayılır. Bu kurt çok lezzetlidir.”

Bu agavenin meziyetleri bitecek gibi değil. Bazı dostlarımız dinlemeyi bırakıp hediyelik eşyalara bakmaya başladılar bile. Ama yetkili anlatmaya devam ediyor. “Yaprakların ucundaki bu sivri bölümü böyle kırıp kopartmadan çekerseniz, bu sivri diken lifleri ile birlikte gelir. Atalarımız bununla dikiş dikerlerdi.” Gerçekten iğne ve iplik beraber geliyor. İnanılmaz bir şey.. “ Ayrıca bu iğnelerle balık ta avlarlardı.”

Bilgi veren yetkili bayanımız, grubun dağılma ihtimaline karşı Agave’nin meziyetlerini kesip hemen Obsedian denilen lav taşlarına doğru gitti. Anlatsa belki daha ne meziyetleri vardı bu kaktüsün. Sonradan oğlumun anlattığına göre Teqilla dünyanın sevdiği bir içki haline gelince Agave tarlaları tükenmeye başlamış. Tarlalar tükenince üretim azalmaya başlamış. Onun için Teqilla fiyatları on sene öncesine göre 3-4 misli pahalanmış. Şimdi yeni yeni agave tarlaları geliştiriliyor ama onlardan verim alması hayli zaman gerektirecekmiş.

Bahçede büyük yığınlar halinde duran siyah renkli taşların önünde durup bilgi vermeye başlıyor. “Bu taşın adı Obsidiyan’dır. Lav taşıdır. Yerin derinliklerinden çıkartılır. Bu bölgenin taşıdır. İki ana cinsi vardır. Güneş ışığında rengi değişen cinsi ve de daha cam özelliği olan, ışıkta parlayan, simsiyah kalan cinsi. Bu simsiyah cinsi bıçak, ok ucu gibi silah yapımı ile süs eşyaları yapımında kullanılmıştır. Eski insanların mızrakları Obsediyan’dan yapılırdı. Onun için ticari değeri büyüktü. Güneydeki şehirlere, ta El Salvador’a kadar, belki de daha da güneylere bu mamuller satılırdı. Teotihuacan bu ticaretten büyük gelir elde ederdi.”

“Diğer cins Obsedian güneş altında altın, gümüş ve gökkuşağı olmak üzere üç ayrı renge dönüşür. Bunlar daha ziyade süs eşyaları, masklar ve heykel yapımında kullanılırdı. Maya ve Aztek Mabetlerinde bulunan maske figürlerinde diğer değerli taşların da işlendiğini görüyoruz. Bu buluntularda kullanılan Yeşim taşı yalnızca Guatemala’da üretildiği için

Teotihuacan’lıların, Guatemalalılarla, turkuvaz ise Arizona’dan geldiği için Amerikalılarla ticari alışverişte bulunduklarını bilmekteyiz. Bu eski masklardan esinlenerek bugün Obsediyan ve yeşim, lapis lazuli, turkuaz, malakit ... gibi diğer değerli taşlarla yaptığımız maskları içeride bulabilirsiniz. Burada önemli olan bu

37

Page 38: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

taşların elle mi yoksa makine ile mi işlendiğidir. Bizde elle işlenmiş çok değerli ama piyasaya göre çok ucuz olmayan mamuller bulabilirsiniz” deyip içeriye davet ediyor.

İçeride bayanlar muhteşem heykelciklere bakarken biz erkekler de ikram edilen agave içkilerinin tadına bakıyoruz. Likör gibi tatlı olanı neyse ama diğeri bana Vietnam’da içtiğim tadı bana pek garip gelen pirinç rakısını hatırlattı.

Bu taşlardan yapılmış eşyaların bazılarının anlamları var.. Ay tanrıçası bayanlara, güneş tanrısı erkeklere uğur getiriyor. Rengarenk kaplumbağalar uzun ömür timsali. Aztek savaşçıları, şaman büyücüleri, çeşitli masklar, kral başlıklarının yanı sıra bir diğer bölümünde de Tasco bölgesinden çıkartılan

gümüşlerle, altınlarla bu obsediyan taşlarının birleşimi süs eşyaları satılmakta. Hepsi birbirinden ilginç şeyler. Bugünlerde pek turist olmadığı için bizi kaçırmamak istemiyor ve fiyatları bir hayli aşağıya çekiyorlar. Alışverişe bir daldık ki sormayın. Sanki programın tamamı burada alışverişmiş gibi. Oysa ne sıkışık bir gün 6 saat sonra uçakta olmalıyız. Gene fotokopiler gelince aklıma acaba bu işyerinde fotokopi makinesi var mı diye sordurdum. Yokmuş. Belki 3-5 km ilerideki kasabada olabilirmiş. Burada 1 saate yakın zaman harcadık. Agave ve obsediyan’ı iyice tanımak imkanını elde ettik. Herkes aldıkları eşyalardan öyle memnun ki. Burada bir de işe yaramaz diye atılan simsiyah obsediyan parçalarına isim yazdırmak mümkünmüş. Bunlar gerçekten çok özel bir Mexico hatırası oldu.

Artık piramitlere gitme zamanı geldi. Otobüsümüz bizi 10 dakikada otoparkın olduğu yere getirdi. Karşımızda iki muhteşem piramit duruyor. Burası Orta Amerika’nın Giza’sı olarak biliniyor. Dünyanın 7 harikasından biri olan ünlü Keops piramidi ile Kefren ve Mikerinos’un piramitleri Giza’dadır.

Teotihuacan Meksika tarihinin abidevi yeri. M.Ö. 100 ila M.S. 650 seneleri arasında varolmuş ve M.S. 300 yıllarında zirveye yükselmiş bir kent. 250.000 insanın yaşadığı tahmin ediliyor. Zengin obsediyan kaynaklarını ticarete dönüştürmüşler. Güneyde Guatemala’nın Tikal şehir-devleti ile kuzeyde Amerika’nın Arizona bölgesi arasında büyük bir ticari imparatorluk kurmuşlardır. Teotihuacan 7. yüzyılda ormanların yok olmasından dolayı gelen kuraklık, yangınlar ve yağmacıların baskınları sonucu tarihin derin karanlıklarına gömüldü. Aztek’ler kuzeyden gelip kaktüs üzerindeki kartalı ararken Teotihuacan’dan geçtiler. Burası terkedilmişti. Bu büyük piramitleri gören Aztek’ler buraya “Teotihuacan” yani “Tanrıların yaratıldığı yer” dediler. Tanrının da evreni burada yarattığına inandılar.

Teotihuacan’da dört km lik bir yol var. Yolun bir ucunda Ay piramidi ve onun çevresinde o zamanki rahiplerin yaşadığı saraylar, diğer ucunda kutsal tüylü yılan ve yağmur tanrılarına adanmış iki mabet bulunuyor. Bu yol, üzerine yapılan basamaklı

mezarlardan dolayı “Ölüler Caddesi” diye adlandırılmış. Yolun orta kısmına rastlayan yerin 50 metre gerisinde Güneş

38

Page 39: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

piramidi yükseliyor. Otopark Güneş piramidine yakın. Bazı dostlarımız “İşte karşıdan görülüyor “ diyerek Güneş piramidine çıkmak yerine o civardaki alışveriş tezgah-larında kalnayı tercih ettiler.

Bu piramide Güneş Piramidi denmesinin nede-ni düzlemi ve açıları tama-men güneş hareket-lerine göre düzenlenmiş oluşu. Köşeleri ekinoksu gösteri-yor. Yani gün ve gece eşit olduğunda gölge oluşmu-yor. Ayrıca pleiades takım yıldızı hesaplaması da dikkate alınmış. Güneş Boğa burcuna girdiği zaman tam tepeden 6 yıldızın yani sıra kayıp yedinci yıldız görülüyor. (Bu ince hesaplamaların Maya tapınaklarında olduğunu duymuştuk. Demek burada da ayni hesaplamalar yapılmış) Bu piramidin bence en önemli özelliği tabanının eninin ve boyunun Mısır’daki Keops piramidi ile tıpatıp aynı oluşu. Yüksekliği de tam yarısı. Bu kadar eşitlik göz önüne alındığında ya bunların mimarları aynı veya bilinmez bir tarzda ayni teknolojik hesaplamayı yapmışlar. Hayretler içinde kalmamak mümkün değil. İster istemez Eric von Daniken’in teorisi geliyor akla. Piramidin yönlendiği ana nokta, batıya bakıyor. Tam güneşin battığı yere. Güneş, her gece jaguar olur ölür ve yerin altına girer. Sonra yine her sabah doğar ve bu reenkarnasyon devam eder durur. Güneşin doğmadığı, havanın kapalı olduğu günlerde uğursuzluk gelecektir, tanrı adak istemektedir inancı ile insanlar kurban edilirmiş. Ertesi gün gene doğmaz ise bir gün önce edilen kurban sayısının az olduğu düşünülür. Zaten piramidin taşları üzerinde bulunan elleri bağlı iskeletler ve binlerce kafatası, bu kurbanların günümüze ulaşabilmiş izleri.

Güneş piramidinin yüksekliği 68 metre. 215 basamakla en tepeye çıkılıyor. Mısırda piramitlere çıkmak yasak olduğu için bazı dostlarımız çok dik te olsa bir piramidin tepesinde olmak duygusunu tatmak için soluk soluğa tepeye tırmanıyorlar. Orada resimler çekip Teotihuacan’ı tepeden izliyoruz. Muhteşem bir manzara. Karşıda ay piramidi. Onun yüksekliği 45 metre. Eskiden her yeni kral gücünü göstermek üzere kendisinden önceki piramidin üzerine onu yıkmadan bir piramit

daha inşa ederlermiş. Ay piramidinin incelenmesinde şimdiye kadar üst üste 12 piramidin yapıldığı anlaşıldı.

Bugünlerde güneş

piramidinin içinde bir yol olup olmadığı araştırılıyor. Geçen senelerde bulunan bir dehlizin bir süre gittikten

sonra sonlandığı görülmüş. Ama aramalar halen devam ediyor. 1994 de de buradan çıkan bazı objeleri sergilemek üzere yörede bir müze kuruldu. Ama esas parçaların Mexico City’deki Antropoloji müzesinde sergilenmekte olduğunu öğrendik. Birkaç saat sonra bunları görme imkanına kavuşacağız.

Şehre dönerken Meksika tarihi ile ilgili bilgileri tercüme etmeye hiç keyfim yok aslında. Saat 12 ye geliyor. İnşallah Mehmet Ali pasaportları almaya otele gitmemiştir, diye düşünüyorum. Daha fotokopi işini çözemedik ki.

Fotokopici bulma ümidi ile otoyolu başka bir çıkıştan terk ediyoruz. Yolda geçerken Pablo bize, gecekonduları gösterip ne olduklarını sordu. “Gecekondu”

39

Page 40: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

diyoruz. Bildiğimize şaşırıyor. Amerikalı turistlerin şaşırmasına o kadar alışmış ki, bizim bilmemize şaşırdı. Amerika’dan gelen turistler için yeni bir şey. Onlar şaşırıp kalıyor ama bunlar bizim bildiğimiz gecekondular.. Ancak buradaki ismi değişik. Paraşüt. Bir gecede tepeden inme inşa edildiği için bu adı takmışlar. Güzel de bulmuşlar aslında.

Bu sırada Nihal “Buldum” diye heyecanla haykırdı. Ben de şaşırdım “Neyi? Kaybettiğin küpeni mi?” Kızdı. “Ne küpesi ? Visa kartlarına çözüm buldum. Hani şu kartı olmayan 3

kişinin fotokopi işine.”“ Nasıl?” Ben de şu akıllı eşim ne buldu diye merak etmiştim.

“”Bak. Kartı olmayanlar yerine üç ayrı kişinin visa kartlarının fotokopilerini çeker onların akrabası diye yazarız. Böylece hiçbir eksik evrak olmaz”

Doğru, vallahi. Bence de zaten öyle tek tek detaya bakmazlar. Şöyle baştan savma bakarlar evraklar tamam mı değil mi? diye. Çok titizlenmezler. Üstüne teyzesi, yeğeni, baldızı .. gibi açıklayıcı bilgi de yazdık mı tamam. Akıllı bu bizim hanım. Ne güzel çözüm buldu. Artık rahatladım ve bu formül üzerine bir oh çekip sırtıma yaslandım. Pablo’nun açık olacağını tahmin ettiği iki yer de kapalı olunca, bizim otelin yanındaki otelden söz ettim. Tarif de ettim. Ona da uygun gelince tekrar Zona Rosa’ya gittik. Tam bizim Royal otelinin yanında park edip bir otele girdik. Burası benim dün gece uğradığım yer değil. Tarifime göre bu otel sanmış Pablo. Burası da 5 yıldızlı bir otel. Belki burada da vardır diye içeriye girip soracağız.

Hiç kimsenin otobüsten inmemesini ve isimlerini okuduklarımın visa kartlarını hazır etmelerini söyledim. İçeriye girdiğimde resepsiyondaki kızlar müşteri gelmiş gibi sevindi. Derdimi anlatınca yüz ifadeleri değişti. Oda numaramı sordu. Burada kalmadığımı söyledim. “O zaman olmaz” dedi. Sorumlu birisini istedim. Ön büro şefine sıkıntımızı anlattım. Büyükelçiliğin memurunun bu fotokopileri beklediğini söyleyince inadı kırıldı ama bu seferde “kart başına yarım dolar isterim” dedi. Ne isterse istesin. Şu anda sorunu çözmenin parasal değeri ölçülemez diye düşünerek otobüse koştum. Kendime yakın bulduğum Nurşan ve Yarış’a birer fazla çekeceğimi ve nedenini anlattım. Tabii diyerek destek oldular. Yarış’la birlikte kartları sıraya koyup resepsiyondaki görevliye verdik. Arkalı önlü çekmesini söyledik. Fotokopi odası üst katta imiş. Bize lobide beklememizi söylediler.

Bu arada otelin restoran’ında öğle yemeğinde yemek müziği yapan mariachi grubunu dinledik. O Aslında Mexico City’nin Garibaldi bölgesi bizim çiçek pasajına benzer. Orada bütün gece mariachi ekipleri lokanta lokanta dolaşıp şarkı söylerler, para toplarlar. Lokantaları daha otantik olduğundan mahalli yemekleri de yiyebilirsiniz. Ama dün gece güvenlik gerekçesi ile Pablo bize tavsiye etmedi. Son senelerde hırsızlık vakaları daha da artmış.

Biraz sonra fotokopiler geldi. Nihal, Yarış ve ben fotokopiler gelince pasaportları, evrakları ile birlikte tek tek sınıflandırıp hazır ettik. İki büyük torbaya doldurduk. Hemen köşedeki bizim Royal otelin resepsiyonuna bıraktık. Görev tamamlandı. Bir de Mehmet Ali’ye telefonda ulaşabilse idik iyi olurdu ama sonra gene deneriz diye otobüse dönerek tura devam ettik.

40

Page 41: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Şimdi ziyaret edeceğimiz Chapultepec Parkı (veya Ormanı) Mexico City’nin en önemli köşelerinden birisi. 6000 dönüm büyüklüğünde. Burası piknik alanları, joging ve bisiklet pistleri, ... gibi spor aktivitelerinin yanında çocuk bahçeleri, müzelerle dolu bir yer. Günün her saatinde ve haftanın her gününde tıklım tıklım. Zaten parkın bir bölümünde zenginlerin ikamet ettiği evler var. Rehberler çok para kazandıkları için burada ev satın alabiliyorlarmış. Pablo’da idealinin ileride çok para kazanıp buraya yerleşmek olduğunu söylüyor. Aztek krallarının ve daha sonra gelen İspanyol yöneticilerinin oturduğu kale de burada. Ayrıca bir zamanlar Aztek kralı 2. Moctezuma’nın sahip olduğu hayvanların bulunduğu yer şimdi Hayvanat Bahçesi olarak hizmet görmekte.

Zamanımız kısıtlı olduğu için otobüsten inmeden bir tur atacağız. Sonra müzeye gideceğiz. Öğle yemeğimiz müzede. Bu arada Meksikalılarca çok önemli olan Çocuk Kahramanlar anıtının önünde duruyoruz. Galiba bu anıtla ilgili bir şeyler anlatacak Pablo. Yüz ifadesinden de belli ki burası onun için ayrı bir anlam taşıyor.

“Meksika 1821 de bağımsızlığını kazandı. O sırada 4 milyon km. topraklara sahiptik. İspanyollar burada, işgalden sonra 16-19.yüzyıllar arasında tam bir ırk ayırımcılığı uyguladılar. Madencilik, ticaret ve tarım ile yalnızca İspanyol anne ve babadan doğan CRİLLO’lara mahsustu. Irk ayırımcılığında crillo’ların altında MESTİZO’lar ( İspanyol ile yerli/ Afrikalı esir çocukları) ve onların da altında yerliler ve Afrika’dan getirilen esirler vardı.

“Meksika'nın ilk bağımsızlık hareketi 16 Eylül 1810’da rahip Hidelgo’nun bağımsızlık çanını çalıp ‘kötü yönetime ölüm’ çağrısı ile başladı. Bu çan şu anda Zocalo’daki National Palacio’dadır ve her yıl 16 Eylül’de çalınarak bayram kutlanır. Çan çalınırken Halk üç kere ‘Yaşa Meksika’ diye bağırır.”

Biz bir türlü bu anlatılanlarla abide arasında ilgi kuramadığımızdan soruyoruz. “Bu 6 sütunlu, üzerinde Küçük kartalcıklar bulunan abide ile ne ilgisi var? Bağımsızlık savaşında şehit olanların anısına mı yapılmış bu abide?” .

“Şimdi oraya geleceğim” diyor Pablo. “Bunu daha iyi değerlendirmek için bu kısa izahatı vermem gerek.” Diye devam ediyor. “Bağımsızlık bayrağı 1811 de öldürülen Hidalgo’nun yerine geçen başka bir rahip Jose Maria Morales’e geçti. 1813 te kongre toplandı ve bağımsızlık ilan etti ise de 1815 te yakalanıp öldürüldü. O sıralarda İspanya’nın Fransa ile başı dertte idi. Buralara asker gönderecek hali yoktu. 1821’de Cordoba anlaşması ile bağımsızlığımızı kazandık. Bağımsızlığımızı bu derece kolay kazanmamızda ABD’nin yardımı çok oldu. Bağımsızlıkla beraber ilk ortadan kaldırılan 1571’de kurulduğundan beri bütün şiddeti ile uygulanan engizisyon mahkemeleri oldu. İspanya’da bu mahkemeler zaten çoktandır kalkmıştı.”

“Kurulan “Yeni İspanya”nın başşehri şimdi ABD topraklarında kalan Santa Fe idi. 1824’te de anayasa ile Amerikan usulü federatif yapı kabul edildi. Bundan sonra iç huzursuzluk hiç bitmedi. Generallerin ihtilaller ile başkanlıkları ele geçirmesi ülkemizi hep zayıf kıldı. Bir örnek vermek gerekirse 24 senede iktidar 36 kez el değiştirdi. Ancak Katolik kilisesinin ve başkanın gücü hep muhafaza edildi. 1829 da kölelik kaldırıldı.”

41

Page 42: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Köleliğin kaldırılışı çoğunluğu Amerikalı olan o sıralar Meksika’ya bağlı Teksas’ı endişeye düşürdü ve Teksas bağımsızlığını ilan etti. Başkan Santa Anna her ne kadar Alamo’da Teksas kuvvetlerini yendi ise de bir ay sonra mağlup oldu ve Teksas'lılar bağımsızlıklarını kazanıp “Yalnız Yıldız” “Lone Star” Cumhuriyetini kurdular. Bunu fırsat bilen ABD kongresi harp ilan edip Teksas’ı işgal etti. İşgale başlamışken Kaliforniya, Utah, Kolarado ve New Meksiko’nun bir bölümünü de ABD’ye kattı. Yapılan anlaşma ile bu topraklar ABD’ye bırakıldı. Bırakılan topraklar 2 milyon km olup, aşağı yukarı o zamanki Meksika’nın yarısı kadardı. Başkan Santa Ana 1853 te Gadsden Bölgesinin de satış anlaşmasını imzalayıp 48.000 km2 lik toprağı da bu sefer satma yoluyla ABD’ye bıraktı.”

“ABD ile bizim çok kanlı savaşlarımız oldu. Bu savaşlar sırasında Amerikan istilasına karşı koymaya çalışan altı genç Meksikalı küçücük bedenlerine bayrağımızı sarıp kendilerini siperlerin önüne attılar. Hepsi aynı anda öldürüldüler. Ama biz bu altı genci ulusal kahraman ilan ettiğimiz için onlara bu abideyi diktik. Bu altı sütun o altı genci simgeler. Biz komşumuzun saldırganlığını ve bizim ülkemizin yarısını silah zoru ile elimizden almalarını hiç unutmadık”

Hepimiz buğulu gözlerle dinliyorduk bu öyküyü. Dünyanın bir yerlerinde neler oldu, neler oluyor? Meksika tarihi konusunda epey bilgi edinmiştik.

Şimdi doğruca müzeye ve öğle yemeğine gidiyorduk. Müze girişinden itibaren çok haşmetli. X-Ray’de çantalar sıkıca kontrol edilip ön binadan arka bahçeye geçiyoruz. Bahçenin ortasında üstünden sular akan dev bir şemsiye var. Üstünden aşağıya sular akıyor. Herhalde sıcak günlerde halk serinlemek için kullanıyor burasını. Avlunun üç tarafı arkeolojik eserlerin bölüm bölüm sergilendiği salonlarla çevrili. Sol taraf Maya Medeniyetleri salonu, karşıda Aztek medeniyetleri salonu ve sağ tarafta diğer medeniyetler (Olmek, Toltek, Mixtek) salonu var.

Müzeyi gezmeye başlamadan önce öğle yemeği için soldaki merdivenlerden inip bahçe içindeki lokantaya gidiyoruz. Maya Medeniyetleri salonunun tam altına isabet eden yer. İç kısımda bize ayrılmış masalarda açık büfe öğle yemeğimizi alıyoruz. Bu bizim ilk Meksika yemeğimiz. Taco’dan tutunda fajita ...vb tüm Meksika yemek çeşitleri var. Yemekten sonra saat 15.30’a kadar müze gezmek için serbest zaman veriyoruz. Saat 15.30 da havaalanına gitmek için büyük duş fıskiyesinin altında buluşacağız.

Maya Medeniyetleri bölümü kapalı idi. Biz zaten bundan sonra hep Mayaların oldukları yerlerde gezeceğimiz için çok üzülmedik. Ayrıca yalnızca diğer salonları görmek için bile zamanımız yetersizdi. Bu müzeyi içimize sindirerek gezmek için sabah erken saatinde gelip akşama kadar kalmak gerekirmiş. Aztek bölümünde neler yoktu ki. 7 numaralı odada meşhur Aztek taş takvimi “Piedra del Sol” ün haşmeti karşısında büyüleniyoruz. Meksika’ya giden tüm turistler bu taş takvimden mutlaka alırlar. Bizim evde de ilk gelişimde aldığım bir Aztek Takvimi vardı ama bu müzeye gelmediğimden orijinalini görmemiştim. Tula harabelerinden orijinal stelealar, Vera Cruz'da bulunan dev taş Olmek kafa heykeli, 8. yüzyıldan Maya kralı Pacal’ın Palanque’de bulunan muhteşem mezarı. Neler neler. Moctezuma II. nin Hernan Cortez ile karşılaştığı zaman başında olan dev tüylü şapkası, başlığı. Gerçekten etkileyici ve ürkütücü. Krallar giydikleri bu başlığa çok önem verirlermiş. En

42

Page 43: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

muhteşem başlık kralda olurmuş. Hükümranlık alameti. Hernan Cortez, Moctezuma II’nin kafasını kesmiş ama bu başlığı atmaya kıyamamış. Saklamış.

“Orijinal mi?” diye soruyoruz Pablo’ya.

Başını iki yana sallayarak üzgün bir ifade ile “Maalesef değil. Orijinali Avusturya da, Viyana’daki müzede.”

“Avusturya ile Moctezuma’nın başlığı arasında ne ilgi var?” diye soruyoruz.

Anlatıyor “Meksika’da 1861 de sona eren iç savaşta liberaller galip geldi. Amerikan iç savaşından yararlanarak Monroe doktrinine rağmen İngiliz, İspanyol ve Fransız birleşik kuvvetleri Vera Cruz’u işgal edip Meksika’ya büyük borç anlaşması imzalattılar.”

Şu Avrupalılar, beyazlar bir alem. İnsafsız, acımasız sömürgeciler. O yıllarda kendi iç savaşlarını sona erdirince tekrar gözlerini eski sömürgelerine dikmişler. Hem de bu sefer ortak olarak. Hep beraber. Menfaatleri olduğunda birleşmesini çok iyi bilirler. Ayrıca onlara çok zor geliyor yıllarca sömürdükleri topraklardan vazgeçmeleri. Nasıl olmuştu Vietnam’da. Fransızlar 1859’da Vietnam’ı işgal ettiler. Hatta Laos ve Kamboçya’yı da işgal ederek Hindi Çini (İndo-China) diye bir bölge tanımlayıp buraya bir komutan ve yönetici atamışlardı. İkinci Dünya savaşı sırasında Japonya’ya yenilip Vietnam Japonya’nın işgaline terkedilmişti. Savaş biter bitmez Japonlar buraları terk edince Fransızlar, bağımsızlık isteyen Vietnamlılara asker yollayıp burasını tekrar sömürmeye kalkmışlardı. Ne de olsa babalarının topraklarıydı. Ama Ho Chi Minh önderliğinde Vietnamlılar 9 sene savaşarak bağımsızlıklarını kazandılar. Hatta bu savaşın zora girdiğini görünce Amerikalılardan yardım isteyip Hiroşima ve Nagazaki’ye attıkları bombadan bir tane de buraya atmalarını istemişti Fransızlar. Ne kadar insan öleceği umurlarında değildi. Önemli olan sömürgeyi kaybetmemek.

Demek Fransızlar bir yandan uzak doğuda sömürgelerini arttırmaya çalışırken bu arada Meksika’ya da göz dikmişlerdi.

Ben bunları düşünürken Pablo anlatmaya devam ediyor. Tercümem gecikince özür dileyerek tekrar ettirdim ve sonra tercümeye devam ettim.

“Bir sene sonra İngiliz ve İspanyollar kuvvetlerini geri çekerek meydanı Fransızlara bıraktılar. 3. Napolyon Meksika körfezi kıyısındaki Vera Cruz’dan içerilere doğru kuvvet yollayıp Mexico City’yi işgal etti. Akrabalığından dolayı Avusturya Arşidükü Maximillan’ı Meksika İmparatoru ilan etti. Maximillan 3 sene Chapultepec’teki şimdi müze olan kalede sefa sürdü. Bu kale, yerlilerin, yani Azteklerin İspanyolların işgaline karşı direndikleri en son mevki idi. Moctezuma II burada yaşardı. İspanyollar burasını yazlık saray, barut imalathanesi, askeri okul gibi amaçlarla kullandılar. Maximillan ise karısı Charlotte ile burada kaldığı sürece imparator gibi yaşadı. Moctezuma II’nin tarihi başlığı bu sarayda korunuyordu. Buna hayran kalan Maximillan onu kendi ülkesine, Avusturya’ya gönderdi. Onun için bu ünlü tarihi başlık şu anda Avusturya’dadır. Ancak 1867 de Amerika’nın da yardımı ile

43

Page 44: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Meksika bu işgale son verdi. Maximillan öldürüldü. Kocasının cenazesini gemi ile Fransa’ya götüren imparatoriçe Charlotte delirdi.”

Evet bu muhteşem başlığın hikayesini de öğrenmiş olduk. Zamanın daraldığını fark edince diğer salonları hızla gezip tam kadro 15.30 da buluşuyoruz. Huri bu müzeyi görmüş olmaktan dolayı çok mutlu. Teşekkür edip duruyor. Park eden otobüsümüze haber veriyoruz. Gelip bizi kapı önünden alıp havaalanına doğru hareket ediyoruz. Tam Chapultepec’ten ayrılırken Pablo tepedeki biraz önce hikayesini anlattığı kaleyi gösteriyor. Şimdi müze olduğu için gezilebilen bu kaleyi inşallah bir dahaki sefere gezeriz diyerek ayrılıyoruz. Zaten bizim dijital kameranın pili de bittiği için resim alamadık ne tepeden, ne müzeden. Bir daha gelmek şart oldu buralara.

Otobüsümüz bizi havaalanında dün aldığı yerde bıraktı. Burası galiba tur otobüslerinin indirme bindirme yeri. Tekrar ayni koridor ve merdivenlerden geçecektik. Bu sefer dostlarımıza bir iki hamal bulup valizlerini taşıttık. Ayrıca ilgili kontuarı bulup biletlerimizi almak ta epey işmiş. Nedenini bilmiyorum ama tek tek herkesin bileti ile ilgili en az üçer imza attım. Önce arkamda ayakta bekleyen dostlar, sonra beklemekten yorulunca oturacak yer aradılar, oturacak yer de olmadığı için çömeldiler. 20 dakika sonra ise işlemler hala bitmediğinden hepsi duvar dibinde oturup muhabbete devam ettiler. Bizim kelli felli kodaman yolcularımız böyle kot pantalonlu öğrenci oturuşundan bir memnun kaldılar ki. Çok uzun süredir belki ilk defa havaalanında yerlere oturup gülüşüyorlardı. Ben de imza atmaya devam ediyordum. Sonunda salimen biniş kartlarını aldık. Uçağa binmeye yarım saat vardı. Hangi kapıdan bineceğimizi tespit edip dükkanlara dağıldık. Cancun iç uçuş olduğu için pasaport kontrolü yok. Zaten isteseler pasaportlar da yok ki.

Pablo’dan ayrılmadan Mehmet Ali’yi bir daha arıyorum. Cevap yok. Tuna hanımın da cebi kapalı. Pasaportların alınıp alınmadığını öğrenemiyorum. Sonra aklımıza otel geliyor. Otele telefon ediyorum. Türk Büyükelçiliğinden bir beyin gelip bıraktığımız iki torbayı alıp gittiğini söyleyince yine bir Oh çekiyorum. Bu ana kadar her şey umduğumuz gibi güzel geçmekte.

Kısa günde amma iş başardık ha. Dün akşamdan beri yaşananlar gerçekten macera idi. Şoförümüz ve rehberimiz de uyumlu insanlardı da, bugün turumuza piramitleri de ekledik ve gerçekten Mekxico City’deki zamanımızı çok iyi değerlendirdik. Görülmesi gereken yerlerin önemli bölümünü gördük. Turumuza bu bölümü ekledikleri için rehberimize ve şoförümüze verilen bahşişi yüksek tuttuk ama, İstanbul’a döndüğümde Mete, Meksika’daki acentemiz Best Day Travel’in sahibi Salvador’un bunun için adam başı 12 dolar hesaba eklediğini duyunca çok şaşıracaktım.

Grubumuz da ahenkli, nazar değmesin. O uzun uçak yolculuğundan sonra ne güzel saat 5 te uyanıp 6 da kahvaltıya indiler. Kutluyorum onları. Bugünkü işbirliğimize gösterdikleri duyarlılıktan dolayı otobüste kendilerine gösterdikleri anlayış ve işbirliğinden dolayı teşekkür ettim.

Pablo, Cancun’da havaalanında bir yetkilinin bizi bekliyor olacağını söyledi ve

kalan günlerimizin güzel geçmesini dileyerek ayrıldı. Aldığı bahşişten de çok memnundu. Sevnur hanım bu bahşiş toplama işini güzel organize ediyor. Sağ olsun.

44

Page 45: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Mexico City ile Cancun arasındaki uçuşumuz bir saatten biraz fazla sürdü. Yolculuğumuz rahat geçti. Nasıl geçtiğini anlamadık bile. Valizlerimizi almak için beklerken genç, güzel pırıl pırıl standart giyimli havaalanında görevli kızlar, hepimize içinde Cancun ve çevresi ile ilgili broşürlerin olduğu küçük poşetler dağıtıyorlardı. Şöyle bir göz atıyorum. Poşetlerde hem reklam broşürleri hem de bu arada Cancun’un haritası, tarihi, görülecek yerleri, ... gibi faydalı bilgiler de var Hawaii’ye veya Hong Kong’a inerseniz ve de daha başka havaalanlarında bu sistem mevcut. Çok ta etkileyici oluyor aslında.

Bu sefer de eksiksiz olarak gelen valizlerimizi alıp koridordan dışarı çıktığımızda bizi buradaki acentemiz Salvador’un yardımcısı Sophia karşıladı. İsmini Mete’ye çektiği maillerden biliyordum.Sophia’nın üzerinde Best Day Travel yazılı T-Shirt ve lacivert bir etek var. 35 yaşlarında, güler yüzlü, tombul bir Meksikalı. Bizi doğruca otobüsümüze götürdü. Valizlerimizi otobüsün geniş bagajına yerleştirip hareket edince Sophia, bizi yine ayni T-Shirtleri giymiş iki genç kız asistanı ile tanıştırdı. Kızlar gençlikleri ve güzellikleri ile bizim grubun pek hoşuna gitti. Bu genç kızlar havaalanında transfer işlerinde yardımcı oluyorlarmış. Bizim gruba önem verdiği için Sophia kendi gelmiş. Gece olduğu ve bundan başka karşılanması gereken grupları da olmadığı için kızlar da bizimle birlikte aynı otobüste şehre, evlerine geri dönüyorlarmış.

Hava karanlık. Otelimize doğru giderken yolda ışıklardan başka hiçbir şey

göremiyorduk. Bundan yararlanarak Sophia bize bilgiler vermek istedi.

“Cancun’a hoş geldiniz” diye söze başladı. “ Burada kalacağınız günlerde size ben yardımcı olacağım. Umarım çok güzel günler geçireceksiniz. Cancun 600.000 nüfuslu bir şehir. 1974’te 2.000 kişilik küçük bir köy idi. Bu köy tam deniz kenarında değildi. Ancak dört km ilerisinde bir iç deniz gibi gölcük yani lagün ve bu lagün ile

denizi ayıran 7 şeklinde, en geniş yeri bir km olan 22.5km lik uzun bir sahil şeridi vardı. Bu sahil şeridine çok sistemli bir şekilde planlama ile oteller, alışveriş ve eğlence merkezleri ile 10.000 kişilik bir convention center yapıldı. Havaalanı büyütüldü. Bugün geliri yalnızca turizmden oluşan 600.000 insanın yaşadığı bir şehir oldu. Yüz bin civarında

yatak kapasitesi ve binin üzerinde lokantası bulunan Cancun gerek Yucatan yarımadasındaki Maya medeniyet kalıntılarına yakınlığı gerekse Karayip denizinin muhteşem güzelliği yüzünden çok popüler bir yer. İkliminin de 12 ay denize girilebilir olmasıyla, hemen her zaman otellerde doluluk oranı % 95’in üstündedir. Yılda 2 milyon turist geliyor. Turistlerin % 90’ı Amerikalı. Los Angeles ve San Fransisko gibi Amerika’nın batısında yaşayanlar gerek sularının güzelliği, gerekse ucuz yaşam dolayısıyla Meksika’nın batısındaki Acapulco’ya giderlerdi. Amerika’nın doğusunda yaşayanları da çekmek ve bu bölgede turizmi arttırmak için Cancun pilot bölge seçildi. Amaç yalnızca Amerikalıları çekmek olduğu için burada her şey onların beğeneceği tarzda düşünülmüştür.”

45

Page 46: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Sonradan dükkanlarda da göreceğimiz gibi bütün fiyatlar dolar olarak yazılmış ve de bunlar bize göre değil, hayli pahalı ama her halde Amerikalılara ucuz geliyor.

Yolda bir yerde durup “Bu noktadan Cancun’un gece ışıkları çok güzel görülür. İsterseniz aşağıya inip manzaraya bakabilirsiniz” diyor ama otobüsten kimse aşağıya inmiyor. Yorgunluktan kalkacak halleri kalmamış. Nasılsa 4 gün daha buradayız. Görürüz bu manzaraları diye düşünüyorlar. Yola devam ediyoruz. Bu arada solumuzda lagün, sağımızda oteller. Hepsi birbirinden büyük otellerin ön cephesindeki odalar Karayip denizi, arka cephesindeki odalar lagünü manzaralı.. Bütün büyük otel zincirlerinin resortları var burada. Hatta Melia’nın 3 tane varmış.

Bizim kalacağımız otelimiz Tucancun Resort, çok büyük bir tesis. Hemen arkasında, burasının en büyük alışveriş merkezlerinden bir olan Tucancun Shopping Mall var. Bell-boylar valizleri birkaç basamak yukarıda ve sağda, resepsiyonun olduğu lobiye taşıdılar. Bize ayrılan odaların anahtarlarını Sophia tek tek verdi.

Bu otelin bir uygulaması var. Herkesin bileğine plastik bant takıyorlar, çıkartılamayan cinsten. Bizim gruba beyaz plastik takmaya çalışıyorlar. Ben kendime taktırmayınca, başta Bülent Güzeliş olmak üzere birkaç dost daha itiraz ediyor. Onlar bunları takmazsanız otele almayız diyorlar. “Güvenlik için şart” diyorlar. “Bakın burası açık, kapımız yok. Ayrıca deniz sahili de kilometrelerce umuma açık. Binlerce giren çıkan, gelip geçen içinde kimin bizim müşterimiz, kimin değil olduğunu anlamak için bunu takmamız gerek” diye mantıklı bir açıklamada bulunuyor. Biz de fazla ısrar etmiyoruz. Ama bakıyorum bizim otelde kalan diğer turistlerin bazılarının kollarında sarı, bazılarınınkinde mavi bantlar var. Vardır bir sebebi diye düşünüyorum. Üstelik bizim beyazlar daha güzel .

Ahahtarını alıp koluna bantı takılan odasına doğru gitmeye başlıyor. Otel çok büyük. Herkesin odası farklı bir bölümde. Kahvaltı salonu hemen resepsiyonun karşısında imiş. Ertesi gün Chichen-İtza’ya gideceğimiz için saat 8 de otobüste olmamız gerektiğini bildiriyorum. Saat 7 de uyandırma, 7.30 kahvaltı ve 8 hareket diyorum. Yolcularımız

odalarını bulurken ben de Sophia ile programı konuşmak istiyorum.

O sırada yanımıza gelen tipik bir mestizo ile tanıştırıyor Sophia bizi. “Hugo. 4 gün boyunca sizin rehberiniz olacak arkadaşımız. Bu da Atila bey. Tur lideri.”

Yucatan yarımadası Maya kalıntıları ile dolu. Mayaların Orta Amerika’da bıraktığı yüzlerce tapınak ve piramitten en meşhur olan 8 taneden üçü burada. Chichen Itza, Coba ve Uxmal. Programımızda olmayan Coba’yı serbest denen

46

Page 47: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

üçüncü günde görmeyi planlıyorum. Bu arada muhteşem Uxmal’i de ertesi günkü Chichen Itza programına eklesek diye düşünüyorum.

“Çok zor” diyor Hugo. “Uxmal, Chichen-İtza’ya 200 km. Buradan da Chichen-

İtza 200 km. Eğer Uxmal’e gidersek yarın en az 800 km yol yapacağız ve iki yeri doğru dürüst gezemeyeceğiz. Onun için içimize sindirerek yarın Chichen-İtza ve yol üzerindeki diğer yerleri görelim“.

Hugo haklı. Bu yolun uzunluğu benim aklımda yanlış kalmış. Sanki daha yakınmış gibi geliyordu bana. 800 km yol yapmak çok yorucu olur. Grubun yaş ortalamasını da göz önünde tutmalıyız. Hele önümüzdeki günlerde de program yüklü olduğu için enerjimizi tasarruflu kullanmakta yarar var. Israr etmiyorum.

Sophia bir de para meselesini halletmek istiyor. Onu ben de istiyorum . Hele paraları yanında taşıyan Nihal, daha da çok istiyor.

Sophia ile tam konuya girecek iken dertler başlıyor. Odasını beğenmeyenler dökülüyor. Önce Sayhan’lar. “Bize çok kötü kokan bir oda vermişler. Her taraf küf kokuyor. Lütfen gelip bakın” diyorlar. Gidip bakıyorum. Tam deniz kenarında süit daire. İçeride küf kokusu var. Eşi Saadet de “Küçük olsun, manzarasız olsun ama kokusuz olsun” diyor. Ama o odayı, yani oda diyte verilen daireyi görünce keşke bize de böyle bir oda verilmiş olsa diye içimden geçiyor.

O sırada “Biz bu odada kalamayız. Bizi taa dibe izbe bir yere atmışlar. İki kadın biz orada korkarız. Ana binadan yer bulun bize diye Betül hanım geliyor. Resepsiyon oda bulmakta zorlanıyor. Bizim odamız ana binada imiş. Betül’lerle değişiyoruz. Meğer onların beğenmediği oda deniz kenarındaki suitlerden biri imiş. Çok seviniyoruz. Sonra Bülent Güzeliş, arkadan Hüsniye Hanım, arkadan Yarış’ın odasını beğenmeyen Bilgi hanım..... Programı ve işleri konuşmak mümkün değil. Tüm otel dolu olduğu için en son Bülent Güzeliş’e çözüm bulunamıyor. Sabah değiştiririz sözü alıyoruz. Artık herkes odasında istirahata çekiliyor.

Oda sorunları bitti derken Betül hanımın seslendiğini duyuyorum. Onların derdi klasik. Nereden telefon edebileceklerini soruyorlar. Resepsiyondaki beye soruyorum. O da aşağıda yol kenarında bir umumi telefon kulübesini gösteriyor. Bengi’nin bu kadar güzel İngilizce’si ve İspanyolca’sı varken neden en basit şeyleri bana sordururlar, anlamıyorum.

Artık Sophia ile hesaba oturabiliriz. Önce şu 21.000 dolarlık çekten ve 7000 dolar nakitten kurtulmam gerek. Sophia’da paraları almaktan memnun. Guatemala vize paralarını ödedikten sonra da bizde 4250 dolar nakit kaldı. Biraz hafifledik.

Sophia’nın Mete’ye gönderdiği programda:

1. gün Tam gün yemekli Chichen – İtza turu ,2. Gün tam gün yemekli Xcaret turu var . 3. gün serbest diye belirtilmiş. 4. gün zaten Küba’ya uçacağız.

3. serbest günde Tulum ve Koba harabelerine tur düzenlemelerini istiyorum. Sophia’da memnuniyetle kabul ediyor.”Tamam. Kolay “diyor.

47

Page 48: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Ayrıca Sophia’ya Guatemala vizesi ve pasaportlarımızın durumu ile ilgili bilgi veriyorum.Salı akşamına kadar pasaportların Cancuna ulaşması halinde Küba vizesini bir günde alabileceklerini söylüyor.

Böyle komünist ülkeye bir günde vize almak? Bizim hiç alışık olmadığımız husus olduğundan pek aklımız kesmiyor ama Sohia öyle diyorsa inanmaktan başka çare yok.

Bu arada bizim Meksika’daki programımız ile ilgili görüşlerimi söylüyorum. ”Sophia, neden bir gece Mexico City’ye zaman ayırdınız da buraya 4 gün? Mete bey size ne kadar mail yolladı bir gün daha Mexico City’de kalmak için. Hem de buraya pasaportlarımızla, Guatemala vizesi alınmış olarak gelmiş olacaktık? Uçaklarda yer mi yoktu?”

Yüzüme şaşkın şaşkın baktı “Yok. Bizden böyle bir şey istenmedi ki? İstense idi sorun değildi. Hem Mexico City’de her şey buradan daha ucuz.”

“Mümkün değil. Mailleri ben gördüm. Hatta Mete en sonunda size telefon etti. Patronunuz Madrid’de imiş.”

Patronunun bilgisayırına virus bulaştığı için açamadıklarını ama kendi maillerine yollasa idik bunu rahatlıkla halledebileceklerini ve bir daha ki sefere patrona yolladığımız mesajların bir kopyesini kendisine yollamamızı rica etti Bu arada Küba programımızın organize olduğunu endişe edilecek hiçbir husus kalmadığını söyleyerek beni rahatlattı.

Sophia ve Hugo ertesi sabah görüşmek üzere bize iyi geceler dileyip ayrılıyorlar.

Bizim odamız da tam okyanus kıyısındaki villaların daire şeklinde olanlarından. Hani Betül hanımın ve Sayhan beyin beğenmediklerinden. Bizim odada Sayhan beyin odasında duyduğumuz küf kokusu yok. Bu otel aynı zamanda devre mülk grubuna ait imiş. Onun için bazı odaları böyle büyük. Otel tamamen dolu olduğu için fiyat farkı istemeden bizim gruba bu odalardan üçünü vermişler. Alt katta da Kodaman ailesi kalıyor. Uyumadan önce balkonumuzda birer kahve içelim diyoruz ama kahvemiz yok. Hemen karşıdaki çarşıya gidip kahve ve su ihtiyacımızı saat 10 da dükkanlar kapanmadan alıyoruz. Çarşıda bizim gruptan yolcularımızla karşılaşıyoruz. Burasının çok pahalı olduğunu söylüyorlar. Fiyatlar Amerikalılara göre. Yalnız süper markette su ucuz. Burada 4 gece kalacağımız için 5 litrelik bir plastik bidon alıyoruz. Süpermarketin son müşterisi bizdik.

Odamızın mutfağında tüm mutfak gereçleri var. Kahvemizi de almışız. Gece balkonumuzda okyanusun dalgalarının sesini dinleyerek güzel birer kahve içip çok dolu ama başarılı bir gün geçirmenin huzuru ile yatıyoruz.

48

Page 49: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

3. Şubat Cancun Chichen – İtza

Sabah huzurla ve erkenden, denizin dalga sesleri ile uyandık. Hava kapalı. Deniz hafif dalgalı. Ama yine de Karayip denizinin bu cam göbeği yeşili yok mu? Büyülüyor insanı. Kahvaltıya gitmeden bir kahve daha içelim diyoruz.

Balkonumuzda manzaraya ve sohbete o kadar dalmışız ki vakit geldiğinde odamızda masayı bile toplamadan fırlıyoruz. Ben güya gece çalışırım diye bütün kağıtları masaya yaymıştım. Öylece bırakıyorum. Meğer bu dağınıklığın faydasını görecek mişim.

Kahvaltı salonu bu büyük otele göre küçük. Meğer terasta da masalar oluyormuş ve bir de kahvaltı almadan otelde kalanlar varmış. Onun için iç kısım çok büyük değil. Erken kalkanlara günaydın derken herkes kahvaltı salonunda bir problem olduğunu ve bileklerindeki bu beyaz bandı görünce görevli kızcağızın bir şeyler söylemek istediğini ve onları kahvaltı salonuna sokmamaya çalıştıklarını söyledi. Herhalde bir yanlış anlaşılma var diye düşünüyorum. Bizim kolumuzda bant olmadığı için oda numaramı söyleyip girmeye çalıştık. Görevli bizi de durdurup resepsiyona gitti. Geldiğinde bizim kahvaltı hakkımız olmadığını söylüyor ama bu işte bir yanlış anlamayı biraz sonra gelecek olan Sophia düzeltir diye kızcağızın engellemelerine aldırmadan girip kahvaltımızı yapıyoruz.

Saat sekiz olmadan kahvaltıyı bitirip çıkıp Sophia ile konuşmak istiyorum. Bülent Güzeliş karşılıyor beni. “Şu oda değişikliği işimizi halleder misiniz. Vallahi izbe gibi bir yerde kaldım. Hayvan bile yatmaz burada” Ses tonu yine çok rahatsız edici ama otobüsteki o kaba çıkışından sonra pek üstüne varmak istemiyorum. Resepsiyon memuru söz veriyor. Tur dönüşü odası değişmiş olacak. Valizlerini de yeni odalarına taşıtacaklar. Rahatlıyor.

Sophia o güler yüzüyle göründü merdivenlerin basamaklarından. Günaydın faslından sonra hemen konuya girdi.

“Sizin grup kahvaltı etmek istemiş” diye. Ne isteyeceklerdi yani? Tabi kahvaltı edecektik.

49

Page 50: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Bizim anlaşmamızda kahvaltı yoktu. Biz Mete beyle öyle mutabık kaldık” diyor.

İmkanı yok. Öyle olsa Mete söylemez miydi? Elindeki kağıtları gösteriyor “Bakın programda da yazılı.“Programa bakıyorum. Zaten bir nüshası bende de var. Hiçbir şey göremiyorum

bu hususta. Sophia “Bakın Hotel Tucancun Beach ( ep) diye bir yazı var. Gördünüz mü?“ “Evet. Gördüm. Ne olmuş?” diyorum. Hala bir şey anlamış değilim.“Biz yazdık. e.p.” “e.p. ne demek? “ “e.p. europian plan demek. Yani Avrupa planı.” Gene bir şey anlamış değilim.

Devam ediyor. “E.P. de kahvaltı yoktur. Yalnızca yatak vardır.”

Hadi canım sende. Hayatımda ilk defa bir turda kahvaltısız otel verildiğini duyuyorum. Yanlışlığın düzeltilmesini istiyorum. Fiyatımıza mutlaka kahvaltının dahil edilmesi gerektiğini anlatıyorum. “Tamam. Mete ile konuşur hallederiz “diyerek o konuyu kapatıyor.

Saat tam 8 de herkes otobüste gibi. İki kişi eksik. Huri ile kızı Destegül. Ben rehberimiz Hugo ile günün programını konuşurken Nihal onlara bakmaya iniyor Tam o sırada ikisi mayolarını giymiş denize iniyorlar. Herkesin otobüste olduğunu öğrenince çok şaşırıp kıyafetlerini değiştirmek için odalarına koşuyorlar. Meğer dün gece hemen odalarına gidince sabah haraket saatini duymamışlar. Kahvaltı salonundan da yine bütün engellemelere karşın bir miktar yiyecek alıp otobüse biniyorlar. Otobüs büyük ve çok rahat. Herkes gene aynı yerlere oturmuş.

Huri, otobüse biner binmez dün geceki macerasını anlatıyor. Oda komşuları durmadan bağıra bağıra kavga ediyorlarmış. Uyumak imkansız diyor. Birkaç kere güvenliği aramış . Fayda yok. Gitmiş resepsiyondaki adamı getirmiş . “Siz susturmazsanız ben kapıyı yumruklamaya başlıyorum.” Demiş. Hemen araya girip adamları susturmuşlar. “Ne terbiyesiz insanlar bunlar” diyor.

Chichen-İtza’ya doğru hareket ediyoruz. Hugo anlatmasını çok seven çok bilgili bir Meksikalı. 40 yaşlarında. Onunda üstünde pırıl pırıl, bembeyaz, tertemiz Best Day Travel T-Shirt'ü var. Meksika ile ilgili olarak bize dün Pablo rehberlerin anlattığı bilgileri tekrar etti.

Sonra Cancun ile ilgili bilgiler vermeye başladı.

“Bu caddenin adı Kukulkan’dır. Kukulkan bir Tanrı - kralın adıdır. Tüylü yılan Tanrı Quetzalcoatl’ın bir reenkarnasyonudur. Mayalar, Quetzalcoatl’a kendi dillerinde Kukulkan demişlerdir. Şu anda Guetamala’da para birimi Quetzal’dir. Quetzalcoatl’dan gelir. Şu solda meydanın ortasındaki havuzun içinde bu tüylü yılan heykelini göreceksiniz. Mayalar büyük mabetlerinin üzerine bu yılanın, yani Tanrılarının resmini yaparlar ve ona tapınırlar. Bu yılanı çok yerde göreceksiniz.”

“Şu anda bulunduğumuz Meksika’nın doğusunda, Meksika körfezindeki yarımada, Yucatan yarımadasıdır. Burası ormanlarla kaplıdır. Güneye doğru bu ormanlar tam bir yağmur ormanı ve Guatemala’da cangıl halini alır. Mayalar esas olarak bu Yucatan Yarımadasında yaşarlardı. Bu yarımada Belize’yi de içine alır,

50

Page 51: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Mayaların yaşadığı güneye, Guatemala’ya ve şimdiki Honduras’ın üst kısımlarına kadar uzanır. 1821 de bu ülkelerde bağımsızlık kazanıldıktan sonra Maya toprakları, 4 devletin sınırları içinde kaldı.”

“Birazda Yucatan yarımadasını size tanıtmak isterim” dedi Hugo ve özetle şu bilgileri verdi.

Yucatan yarımadasında Meksika’nın 32 eyaletinden üç tanesi yer almaktadır.

1. Quintana Rod eyaleti. Cancun buradadır. Meksika’nın Karayip denizine sahili olan tek eyaletidir. Turizm ile geçinir.

2. Yucatan eyaleti. Chichen İtza ve Uxmal gibi yüzlerce Maya harabelerinin olduğu eyalettir.

3. Campeche eyaleti. Meksika petrollerinin çıkarıldığı eyalettir.

“Buralarda diğer taraflarda olduğu kadar kolonial atmosferi görmek mümkün değil. İspanyollar esas itibariyle altın ve gümüş arıyorlardı. Buraya geldiklerinde zaten eski şehir-devletler yok olmuştu. Altın ve gümüşleri de olmadığı için İspanyolların buraya yerleşmesine neden de yoktu. İçerilere doğru gittiler. Burası hep böyle yerlilerin yaşadığı yerler olarak kaldı.”

“Yucatan yarımadasının Karayipler denizi tarafında dünyanın beşinci uzun mercan kayalıkları vardır. Mercan adalarının Cozumel’den sonra en büyüğü, Kadınlar Adası’dır ve çok turistiktir. Plajlarımız muhteşemdir ve denizimiz turkuvaz rengidir. Bu sahillerde yüzlerce çeşit kuş vardır. Sahildeki lagünler, mangrove ağaçları ve doğal haliçler burasını, yaban hayat ve kuşlar yönünden cennete çevirmiştir. Dünyanın başka yerlerinde görülmeyen kuş cinsleri vardır buralarda.”

O sırada yolun kenarındaki ağaçları gösteriyor. “Bakın burada ağaçların boyu yüksek değildir. Çünkü aşağıda kireç tabakası vardır. Burada en çok sakız ağacı vardır.”

Sakız ağacı ilgimizi çekiyor. Biraz daha bilgi istiyoruz..

“Sakız ağacına Mayalar çiklet ağacı derlerdi. Çi (Chi) ağız demek. Chi chen kuyu ağzı anlamındadır Chichen-İtza İtzaların kuyusunun ağzı demektir. Bunu size daha sonra anlatacağım. Çiklet kelimesi buradan gelir. Çiklet ağacından sakız elde edilir. Çiklet ağacı V şeklinde çizilir ve buradan çiklet sıvısı akar. Bir ağaçtan, bir çizimde 20 litreye yakın çiklet alınır “

Gösterdiği çiklet ağacına bakıyorum da Sakız adasında ve Çeşme civarında gördüğüm sakız ağaçları ile bunlar çok farklılar. Bizdeki ağaçlar ufak boylu buradakiler 8-10 metre boyunda. Bizde sakızlar damla damla altındaki mermere damlar. Sakızlar da bu mermerden toplanır. Burada sakız toplama tekniği farklı.

Hugo devam ediyor “Aynı ağacın tekrar sağılması için 5 sene beklemek gerekir. Mayalar ağacın kaç sene önce sağıldığını bilirlerdi. Çizik yerinin hemen hemen kapanması gerekir. Mayalar sakız toplamak için doğada dolaşırken buldukları ağaçlarda bunu değerlendirirler ve eğer yeni sağılmış ağaç olduğunu anlarlarsa onu ellemeden geçerlerdi. Yucatan yarımadasının diğer bölümlerinde de çiklet ağacı

51

Page 52: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

vardır. Yani Mayaların oldukları yerlerde çiklet ağaçları vardır. Mayalar yağmur ormanlarında dolaşıp çiklet toplayıp satarlardı. Çiklet geliri çok yakın zamana kadar önemli idi. Ana gelir kaynaklarından biriydi. Büyük alıcı ABD idi. Sentetik çiklet yapıldıktan sonra doğalının önemi çok azaldı. Mayalar bile artık çiklet toplamaya gitmiyor.”

Otoyolu, Valladolid şehrinin sapağından terk ediyoruz. Düz devam etsek 45 dakika içinde Chichen İtza’dayız. Ama bu eyaletin ikinci büyük şehri olan 110.000 nüfuslu Vallodolid’i de görmemizi istedi Hugo. Çünkü burası tipik bir Maya şehri imiş. Nüfusunun büyük çoğunluğu Maya halkından oluşuyormuş.

İspanyolların kurduğu bütün

şehirlerde olduğu gibi merkezindeki ana meydanda otobüsümüzü park edip meşhur kilisesine giriyoruz. Kiliseye giderken içinden geçtiğimiz parkın ortasındaki fıskiyeli havuz ilginç. Azteklerin su sembolü olan kurbağa ve kaplumbağa figürleri kullanılmış bu havuzda. Havuzun kenarındaki kurbağalar ağızlarından ortada testisindeki suyu kaplumbağaya boşaltan kadına su fışkırtıyorlar.

Burası da tipik İspanyol şehir meydanı. Kilisenin sağında hükümet konağı,ortasında bir havuz ve/veya bir heykel. Bir tarafta kilise ve solunda çarşı. Yalnız bu parktaki aşıklar koltukları çok ilginç. Aşıklar yüz yüze otursun diye bu beton koltuklar birbirine bakar şeklinde yapılmış. Karşılıklı oturulduğu zaman gerçekten yüz yüze göz gözesiniz. Tabii hemen ikili ikili oturulup fotoğraflar çektirdik. Sevnur Hanımla Hugo’nun birkaç pozunu çektim. Sevnur bekar bir bayan. Hugo’da yakışıklı bir İspanyol. “Türkiye’de elime düştünüz Sevnur hanım” diye takılıyorum. O da güzel kahkahalarından birini atıyor.

Valladolid . İspanyolca bir kelime olup Valla vadi, Dolid savaş demekmiş. Burada ne vadi var ne de savaşlar olmuşta neden adı böyle konmuş? Diye merak ediyoruz. Meğer buraya gelen İspanyol komutan İspanya’da Valladolid şehrindenmiş. İspanya’daki bu şehir, savaş yapılan bir vadide kurulmuş kalesi olan bir yer. Nasıl ki Amerika’da ve Avustralya’da İngiltere’deki birçok şehrin ismine rastlarsınız, bütün Latin ülkelerinde de İspanya’daki şehirlerin isimlerine sıkça rastlanıyor. Bu komutan da kendi şehrinin ismini vermiş buraya.

Kiliseye girmeden önce biraz daha şehir bilgisi alıyoruz. Hugo’dan.

“ Bu eski Maya şehrinde 1543’te İspanyollar bütün Maya halkını katletmişler. Burada herhangi bir maden olmadığı için yakıp yıktıkları bu şehri öylece bırakıp gitmişler. Sonra Mayalar, buraya tekrar yerleşmişler ve çoğalmışlar. Sakin geçen uzun yıllardan sonra 1810-1820 yıllarındaki bağımsızlık hareketlerinde burasının halkı, isyana katıldıkları gerekçesi ile tekrar ve tamamen İspanyollarca öldürülmüş. Bağımsızlıktan sonra buraya tekrar Mayalar gelmiş ve Maya nüfusu artmaya başlamıştır. Çevrenin tek ve önemli ticaret merkezidir. Halk, evlerinde buzdolabı olmadığı için her gün alışverişe gelir ve aldıkları sebzelerle taze taze yemeğini

52

Page 53: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yaparlar. Saat 14 – 17 arası ise her yer kapalıdır. Siesta vaktidir. Satıcılar evlerinde öğle yemek molası verirler.”

Şu sırada pazarda gerçekten bir hareketlilik var. Köyünden getirdiği 5 tane patates ve bir kabağını satmaya çalışan kadının yanında bir başkası 2-3 kilo muz ve birkaç mangosuna müşteri arıyor.

Valladolid şehrinin kilisesi gerçekten çok güzel. Dıştan bakıldığında İspanyol armasının altına, inşaatı yapan Maya ustası tarafından işlenmiş bir tüylü yılan motifini görüyoruz. Yani Kukulkan’ı. Böylece kendilerinin zorla ibadet için sokuldukları bu yer artık onların da mabedi olmuş ve bu kiliseye daha inançlı girmeleri sağlanmış. Belki onlar yalnızca Kukulkan’a ibadet için bu kiliseye giriyorlardı ama İspanyollar bunu bilmedikleri için bir sorun çıkmıyordu.

İçerideki iki heykel ilginç. Bir tanesi Azize Guadalupe’nin heykeli. Bu azize

Guadalupe’nin neden çok önemli olduğunun hikayesini Hugo’dan dinliyoruz:

“Meksika’da ve de bütün Latin ülkelerinin yerli halkı esmer tenli. Koyu Katolik olan İspanyol’ların Engizisyon yolunu da kullanarak katliamlarla Hıristiyanlaştırma çabaları yerli halkta direnişle karşılaşılmasına neden olmuş. Bir kısım yerliler dinini değiştirmeyi kabul etmiş, bazıları bu kilisenin üzerindeki gibi Kukulkan’ı kullanarak sanki Katolik imiş gibi davranmış ama önemli bir kısmı da öldürülmüş.”

“Yerliler kendilerine hiç benzemeyen Meryem Ana veya İsa’ya tapmak istemiyorlarmış. Bu sırada yardıma Azize Guadalupe yetişmiş. Azize Guadalupe'nin hikayesi şu: 1325 senesinde İspanya’nın şimdiki adıyla Guadalupe şehrinde toprak altında bir esmer Meryem heykeli bulunmuş. Bir çok Katolik sonradan bu heykele de inanır olmuşlar. Şu anda da Barselona’nın yakınındaki Santa Teraza kilisesinde bulunan esmer Meryem heykeli en çok ziyaret edilen yerlerden biridir. Dindar Katolikler yanlarında ya Meryem’in veya İsa’nın heykellerini taşırlardı. Buraya gelen İspanyolların birisi de Guadalupe’nin heykelini yanında getirmiş. Esmer tenli bu Azize Guadalupe’yi gören Orta Amerika’daki yerli halk bunun kendilerine bir mesaj olduğuna inanmışlar. Görmüşler ki bu kendi rengindeki Azize’ye, kendilerini işgal eden beyazlarda inanıyorlar. O zaman iş kolaylaşmış. Hıristiyanlaştırma süreci hızlanmış. Meksikalıların ana tapınağı, hatta bir çeşit haç mekanı olan Mexico City’deki 365 basamaklı Guadalupe Katedrali’dir. Her sene milyonlarca hacı bu 365 basamağı diz üstünde yürüyerek çıkıp günahlarından arınırlar.”

İşte bu kilisede de Guadalupe’nin

heykelinin fotoğraflarını çekiyoruz. Onun yanındaki esmer tenli aziz heykeli hakkında da bilgi veriyor Hugo.

“ Bu bizim azizimizdir. Hıristiyanlığın yayılmasında önemli rol oynamıştır ama

53

Page 54: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Papa bunun bir aziz olduğunu hiç kabul etmemişti. 2000 yılında yayınladığı fetva ile tanıdığı ilk esmer tenli ve Orta Amerikalı azizin heykelidir bu”

Dışarıda köylerinden gelmiş duvar dibinde yiyeceklerini bizimle paylaşmak isteyen Maya yerli halkı ile resim çektiriyoruz. Burada tezgahlarda tekstil satan satıcı kadınların ortak özelliği üniforma gibi ayni beyaz üzeri kırmızı dantelli elbiseleri giymiş olması.

Her zaman olduğu gibi haydi otobüse der demez “Burada tuvalet yok mu?” sorusu. Bir dahaki sefere onları kandırıp hareket saatinden 15 dakika önce Haydi otobüse” demeyi planlıyorum.

Tuvaletten gelenler de otobüse bindikten sonra hareket ediyoruz.

Otobüste Hugo ilginç bir içkiden söz ediyor. Yucatan’ın özel içkisi Xtabentun. Yucatan’da iğnesiz bir arı cinsi varmış. Bu arının yaptığı bal diğer ballardan lezzet olarak daha farklı imiş. Bu bal ve burada yetişen anason karışımı yapılan bir içki bu Xtabentun. “Nasıl? İlginç değil mi? Denemek ister misiniz?” diye soruyor.

Hep bir ağızdan “Tabii. Deneyelim “ sesleri.

Hugo çok profesyonel bir rehber. Valladolid’ten 10 dakika mesafede yol kenarında büyük bir satış dükkanı var. İçinde yok yok. Orası ile anlaşmalı galiba. Yemekten önce mola vermemize tepki olmasın diye bu içkiden bahsetmiş olduğunu düşünüyorum.

Bir saate yakında burada kalıyoruz. Mağazanın tam ortasına bir bar yapmışlar. Burada her türlü içkiyi denemek imkanı var. Kurtlu Mezkal’den Teqilla’ya, Xtabentun’den kahve likörü Kaluha’ya, Rum’a kadar her çeşit içki var burada. Ballı ve anasonlu içki hoşumuza gitti. Gruptan hiç kimse içinde Gusano denilen kurdu gördükten sonra mezkal’in tadına bakamadı. Bu büyük mağazada başka şeylerde bir çok

dostumuzun hoşuna gitti. Güzel alışverişler yapıldı ve sonra birkaç defa “Otobüsümüz kalkıyor” anonsundan sonra hesaplar ödenip yola çıkıldı.

Chichen İtza harabelerini gezmek en az 3 saatimizi alacağı için önce öğle yemeğimizi yemek için turistik bir lokantada mola vereceğiz.

Lokantaya giderken Hugo, Pivil yemeğini anlatıyor. “Bu lokantada Pivil yemenizi tavsiye ederim. Pivil tipik bir Maya yemeğidir. Derince bir kuyu kazılır. İçi ısıtılır. Sonra hangi hayvanın pivil'ini yapacaksanız onu koyarsınız. Üzerini yapraklarla iyice sarıp ateş koyar toprakla örter saatlerce beklersiniz. Etler lime lime dağılır. Çok lezzetlidir. Ayrıca size milli ekmeğimiz olan Tortilla ısmarlayacağım. Pivil’i ona sarıp yiyebilirsiniz.”

54

Page 55: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Anlattığı basbayağı bizim kuyu kebabı. Dürüme sarın yiyin diyor Türkçe’si. Hawaii’de de bu kuyu kebabı önümüze Luau yemeği diye gelmişti. Yerlilerin özel yemeği imiş de, başka hiçbir yerde bulunmazmış diye anlatmışlardı. Hatta Hawaii adasında, eski krallarının adını taşıyan Kamehameha otelinde, sabahın erken saatlerinde akşama yenecek Luau yemeğinin hazırlanış turuna katılmıştım. Toprağın içine koca bir domuzu yatırdılar. İçini ve etrafını, ateşte kor haline getirdikleri taşları çıplak elleri ile tutarak doldurdular. Nasıl ellerinin yanmadığına şaşmıştım. Sonra üzerine dev muz yaprağına benzer çay yaprağı dedikleri yapraklarla sardılar ve kumla örttüler. 12 saat beklettikten sonra akşam gene törenle toprakları kaldırıp iyice pişmiş olan domuzu pilav ve özel içkileri olan Mai Tai ile servis yaptılar.

Demek burada da kuyu kebabımızın adı Pivil..

“Ayrıca lokantaya girmeden önce isminizi Maya alfabesi ile kartuş üzerine yazdırabilirsiniz “diyor Hugo. Maya alfabesi aynı eski Mısır alfabesi gibi başta hayvan olmak üzere çeşitli figürlerden oluşmuş. Maya stelealarının (yazıt taşlar) üzerindeki kral resimlerinin yanında aynen Mısır firavunlarının olduğu gibi isimlerinin yazılı olduğu kartuşlar vardır. Demek burada da Mısır’da olduğu gibi isminizi kartuşa yazdırıp boynunuza asabilirsiniz.

Ne ilginç değil mi? Burada da ayni alfabe ve aynı kartuş geleneği. Bu kadar benzerliğin mutlaka mantıklı bir açıklaması olmalı. İşte onun için Norveç’li antropolog ve kaşif Thor Heyerdahl, Mısır’lıların papirüsten yaptıkları sal ile okyanusu aşarak buralara geldiği teorisini ortaya atmış ve ispat etmek için büyük bir papirüs sal yaptırmıştı Ra 1 adındaki ilk teknesi azgın dalgalara dayanamamış ve parçalanmıştı. Ancak inancını kaybetmeyen Thor Heyerdahl Ra2 adlı yine papirüsten yapılmış teknesi ile 1970 senesinde atlas okyanusunu aşmayı başarmıştı.

Aslında Thor Heyerdahl ilk önce Güney Amerika’nın halkının, Güney Pasifik adaları denilen Polinezya’ya gidip yerleşip yerleşmediklerini araştırmıştı. Polinezya’lıların dilleri, taş işlemeciliği ve destanlarının Peru halkı ile şaşırtıcı benzerliğine ilgi duydu. Adalara ilk insanların İnka’lar devrinden önce deniz yoluyla Peru’dan gelmiş olabileceklerini düşündü. Bunu ispat etmek içinde o zamanlar yerli halkın sal yapımında kullandığı balsam ağacından eski sallara benzeyen sal yaptı ve 6600km giderek Peru sahillerinden Polinez adalarına vardı. Sonradan yazdığı ve bu salın ismini taşıyan Kon Tiki adlı kitabında, 6600 km.lik yolculuğunu anlatır. Şimdi bu sal Oslo’daki deniz müzesinde sergilenmektedir. Müzede o salı gördüğümde çok etkilenmiştim. Thor Heyerdahl sonrada Afrika’dan pasifiği geçerek Amerika sahillerine papirüs salı ile gelmeyi denedi. Yukarıda anlattığım gibi 1970 te de başardı. Her yerde bu kadar çok ve inanılmaz benzerlikleri gördükçe Thor Heyerdahl’ın bu gerçekleri ortaya çıkarma heyecanına, daha çok katılıyorum.

Öğle yemeği için durduğumuz lokantanın iç hacmi, belki 500 kişi aynı anda oturup yemek yiyebilecek büyüklükte. İki taraflı açık büfe yemekler konmuş. Self servis. Nihal ile Pivil’in her çeşidini denedik ve çok sevdik. Ben zaten değişik her yemeği severim ya. Ama bu lokanta fazla turistik. Bir de yan tarafta sahne var.

55

Page 56: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Mahalli kıyafetlerle mahalli oyunlar sergiliyor 4 oyuncu. Dansları bile turistik olduğu için o kadar ilgimizi çekmiyor.

Bu tesis geniş alanda kurulmuş. Otoparkı da çok büyük. Ama ancak 5 turist otobüsü vardı. Normal zamanlarda 30 otobüse kadar çıkıyormuş. Onun için gruplar randevulu geliyorlarmış.

Artık ayrılma zamanı geldi. Otobüsümüze binmeye başladı yolcularımız. Dünyanın en meşhur tapınaklarından birine Chichen İtza’ya gidiyoruz. Ne güzel bugün problem yok. İnşallah vizelerimizde de bir problem yoktur da akşama güzel haberler alırım demeye kalmadı lokantanın ofisinde telefonla konuşan Hugo beni çağırdı. Hayırdır diyerek gittim. Telefonda Sophia. Burada yemek molası vereceğimizi bildiği için yakalamış bizi. Türkiye Büyükelçiliğinden Mehmet Ali bey aramış. Guatemala büyükelçiliği bizim Guatemala’ya giriş ve çıkış uçak biletlerimizin fotokopisini istiyormuş.

Hoppala. Bu da nereden çıktı? Bizde uçak biletleri yok ki. Buradan Guatemala’daki Flores şehrine uçak biletlerini Sophia alacaktı zaten. Onu hatırlatıyorum. “O tamam” diyor. “Biz onun teyidini verdik ama El Salvador’a gidişinizin evrakları lazımmış vize için.” Süratle düşünüyorum. El Salvador’a otobüsle geçeceğiz. Otobüsü Guatemala acentesi ayarlayacaktı. Her şeyin tamam olması gerekir. Onun için bize bu teyidi Guatemala verebilir. O acentenin adresi ve telefon numarası lazım. Mete’de olabilir ama şimdi bu saatte Türkiye’de Dolphin Tur kapalı.. Hah, hatırlıyorum. Evet Mete Guatemala ve Costa Rica acentelerinin adres ve telefon numaralarını lazım olur diye bana yazdırmıştı. Guatemala, El Salvador ve Honduras’taki turlarımızın organizasyonunu Guatemala acentesi, Costa Rica’ya uçtuktan sonra ise Costa Rica acentesi organize edecekti. Ben nereye yazmıştım o adresi? Evet bir programın arkasına. O programa dün bakıp masanın üstüne koymuştum. Zaten hemen çıktığımız için masa dağınıktı. O kağıt kolay bulunabilir.

Düşüncelerim bu noktaya gelince “Sophia” diyorum ”Eğer benim 7011 nolu odama girerseniz yatak ucundaki masanın üzerinde bir kağıtta Guatemala acentesinin adres ve telefonları var. Onlara telefon edip bizim grubun, Guatemala’City’den sonra otobüsle San Salvador’a gideceklerini ve bu organizasyonun kendilerince yapıldığına dair yazıyı sana fakslamalarını ister misin? Sen de, senin Guatemalaya uçuşumuzu gösteren yazın ile birlikte büyükelçiliğe fakslarsın. Tamam mı?”

Sophia, tamam dedi ama telefonun başından ayrılamamamı çünkü otelin beni arayacağını ve sölü iznimi aldıktan sonra odamın kapısını açabileceklerini söyledi. Gruba bir süre daha burada olduğumuzu bildirip telefonun başında beklemeye başladım.

Bana baştan söyleselerdi ya, vize için bu evrakın da gerekli olduğunu. Ona göre Türkiye’den hazırlık yapardım. Aslında bu benim de işim değil ya. Dolphin Tur ne işlere salıyor beni. Şimdi Allah’ın Yucatan’ının bir köşesinde nelerle uğraşacağıma, nelerle uğraşıyorum.

15 dakika kadar sonra otelin resepsiyonundan aradılar. İzin istediler. Telefonda güvenlik için gerekli kimlik araştırmasını yaptıktan sonra telefonu kapattım. Hugo bana Sophia’nın şimdi bizi tekrar arayacağını ve beklememiz

56

Page 57: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

gerektiğini söyledi. Gene beklemeye başladık. Grup huzursuz. Ben daha huzursuz. Dakikalar geçiyor telefon yok. Hugo’ya “sen ara” diyorum. “Lokanta artık aratmıyor” diyor. Telefon kartı da yokmuş. Dün Mehmet Ali’yi aramak için aldığım 50 pesoluk kartı hatırlıyorum.. Onu kullanıyoruz. Sophia, odamdan adres ve telefonların kendisine geldiğini ve bu işle uğraştığını söyledi. “Siz geziye devam edin akşama görüşürüz” dedi.

Otobüs Chichen İtza’ya doğru giderken özetledim Nihal’e. O da “Bizim şu anda yapacağımız bir şey yok Atila. Takma kafana. İnşallah Sophia çözer onları. Gel biz gezimize bakalım şimdi” diye teselli etti.

Yol kenarında bir Maya mezarlığı gösterdi Hugo. Küçük evcikler yapmışlar. Hatta bazıları iki katlı.

Hugo benim çok meraklandığımı ve fotoğraf çektiğimi görünce “Mayalar, gelenekleri gereği ölülerine böyle evler yaparlar” diye açıklama yapıyor.

Bu mezarlar gerçekten benim çok ilgimi çekti çünkü bu tür mezar aslında bir Orta Asya geleneği. Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarına kavuştuğu yıl İzmir Ticaret Odasını temsilen Orta Asya

Cumhuriyetlerine, bu meyanda Kırgızistan’a gitmiştim. Bir gün kara yolu ile Kazakistan’ın o zaman ki başşehri Alma Ata’ya gidiyordum. Yolda bu tür mezarlıklar görünce şoförden durmasını rica ettim. Ev şeklinde büyük mezarların hepsi kendine göre bir anıt. Fotoğrafını çektim. Kırgız şoförüm “Taç mahallerimizin resmini çekeysin” dedi Kırgız şivesi ile. Mezarlarına Taç Mahal diyorlarmış. Oysa bizim aklımıza Taç Mahal denildiğinde hep o Hindistan’da Şah Cihan’ın kendisine 16. çocuğunu doğururken ölen 19 yıllık karısı Mümtaz Mahal adına yaptırdığı dünya harikası anıt mezar gelirdi. Demek bizim Türk’lerin mezar şekli imiş bu, adı da Taç Mahal. Mogol hükümdarının eşi için yapılan mezara da o gerekçe ile Taç Mahal denmiş. Demek burada Mayalar da bu tür mezar yaptırıyorlarmış.

Zaten artık bütün tarihçilerin hemfikir olduğu gerçek M.Ö. 7000 yılına kadar Asya ile Amerika’yı birbirine bağlayan Bering boğazı geçişe elverişli imiş ve oradan gelenler bütün Amerika kıtasına yerleşmiş. Bugün burada yaşayan yerlilerin ataları Orta Asyalılar. Zaten tipleri de çok benziyor, adetleri de.

Chichen İtza harabelerinin girişini, benim görmediğim senelerde çok değiştirmişler. Çok modern bir yer olmuş. Biletleri aldığımız ana binada, harabelerin

57

Page 58: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

büyük bir maketini yapmışlar. Burada da sağ bileğimize biletli olduğumuzu gösterir bir plastik bant takıyorlar. Meksikalılar pek sevmişler bu bileğe plastik bant takma işini.

Topluca höyük alanına yürüyoruz. Burada en büyük yapı olan Kastello’nun önünde Hugo bize bilgi verecek. Etrafta çeşitli kalıntılar. Ortada dev piramit Kastello. Her taraf yemyeşil çim. Güneşe göre münasip bir şekilde toplanıp Hugo’yu dinliyoruz.

“Chichen Itza bölgedeki en önemli 4 Maya yerleşim yerinden biridir. Mayalar şehir-devletler kurmuşlardı. Onun için bu şehir-devletleri, en büyük şehirlerinin adı ile anılır. Palanque, Tikal, Coba; Uxmal. Bu devletler birbiri ile ticaret yapmışlar, savaşmışlar, yarışmışlar. Chichen İtza’da MS 432 yılında sona eren yaşam, Mayaların bölgeye gelişi ile tekrar başlar ve 10-12. asırlarda en üst seviyesine ulaşır. Bu mayaların güneyden Tikal’den geldikleri bilinmektedir. Tikal şu anda Guatemala sınırları içerisinde kalmıştır.” ( Bu seyahat programında Tikal’i göreceğiz kısmetse.)

“Chichen İtza’nın muhteşemliği ve büyüklüğü inanılmaz. 6 km karelik bu alanda yüzlerce yapı varmış Bunlardan ancak 20-30 adedi toprak altından çıkarılmıştır. Şehir surlarla çevrili idi. ( Bu arada parmağı ile duvar kalıntılarını gösteriyor Hugo.) 1224 senesinden sonra Mayalar burasını terk ettiler. Terk etme nedeni olarak arkeologların üzerinde birleştiği bir teori yoktur. İspanyollar burasını terk edilmiş bir şekilde buldular.”

“Chichen İtza’da en önemli yapı bu Kastello’dur. İspanyollar buldukları bütün Maya mabetlerinin ortasındaki en büyük yapıya Kastello yani kale demişlerdir. Bu yapı 35 m. yüksekliktedir. Tüylü yılan tanrı Kukulkan’a adanmıştır. Bunun altında bir tapınak piramit daha vardı. Sonra üstüne bunu daha büyük olarak yaptılar. Gördüğünüz eski bir tapınağın üstüne inşa edilen ikinci bir yapıdır.” Hugo daha sonra iç mabede giden merdivenlerin kapısını işaret ediyor.

Bu piramitlerin en üstünde bir mabet yeri var. Mayalar bu odacıkların içine tapındıkları heykelcikleri koyarlarmış. Bütün Maya piramitlerindeki bu odacıklardaki heykeller çalınmış. Şimdi hepsinin en tepesinde boş bir odacık görüyorsunuz. Fakat içerideki ikinci piramit son yıllarda keşfedildiğinden oradaki heykeller aynen kalmış. Müzeye de götürülmemiş. Biz bütün anlatımlar bittikten sonra, Hugo’nun gösterdiği

58

Page 59: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

kapıdan çok karanlık bir tünele girerek iç mabedin yosun tutmuş basamaklarından, yukarıdaki eski piramidin tapınak odacığına tırmandık. Odada bulunan Jaguar

heykelinin gözleri ve üzerindeki benekler yeşim taşından, dişleri çakmak taşından yapılmıştı. Jaguar’ın ve önünde bulunan taştan yapılmış messenger heykelinin resimlerini çektik. Şu anda iç yapı tamamen dış yapı ile kamufle edilmiş durumdadır. Tapınak odacığına çıkış ve inişimizde gerçekten zorlanıyoruz. Hem hareket edilecek alan çok dar, hem de içeride çok sıcak ve aşırı nemli bir hava var. İçerisi havasız olduğundan, kapı önündeki bekçi, ancak belli sayıda insanın içeriye girmesine izin veriyor. Arada bir de mola verilip içeriye kimse alınmıyor ve tam bir havalandırma sağlanmaya çalışılıyor.

Hugo devam ediyor. “Kastello’nun yapımı yine güneşin hareketlerine göredir. Gün ve gecenin eşit olduğu gün bu merdivenlere düşen gölge yılan biçimindedir. Ve şurada tek başına duran taş Kukulkan’ın başı olur.” Tam anlamadık ama bize o gün çekilen resmi gösterdiğinde hayrete düştük. Piramidin dört bir tarafının orta yerinde tepeye giden merdivenler var. Bu merdivenlerin sağ ve solundaki korkuluk duvarının yüksekliği en altta 2.5 metre kadar. En üst basmakta sıfır oluyor.Merdivenin genişliği 15 metre civarında. İşte bu merdiven duvarlarının birinin en altında toprak üzerinde bir oyulmuş taş var. Gün ve gecenin eşit olduğu an bu merdivenlerden duvara akseden gölge sanki kıvrılarak tepeden aşağıya inen bir yılan ve o taş parçası da tam yılanın başı gibi oluyor. Daha da hayran kalıyoruz bu esere. Bu ne hesaplama, ne matematik ve astroloji bilgisi.

Hugo, önce anlatımlarının tamamlanmasından sonra serbest zaman vereceğini söylüyor. Böylece grubun fotoğraf çekmek için dağılmasını önlemeye çalışıyor. Biz de topluca gezimize devam ediyoruz.

Kastello’nun karşısındaki meşhur top sahasına giderken önce ona bitişik olan kartal ve jaguar mabedinin önünde duruyoruz. Kartalın gökyüzünü, jaguarında karanlıklar dünyasını, ölümü temsil ettiğini anlatıyor. Bu mabedin dört duvarı oyma taştan kafataslar ile süslenmiş. Sonra top sahasına gidiyoruz.

Top sahası denilen yer ortada çim bir saha. Sahanın sağ ve solundaki iki kenarı meyilli duvarlar var. Duvarların üzerinde ve orta bölüme denk gelen yerlerinde karşılıklı delikli birer taş var. Büyük delikli değirmen taşı gibi. Takımlar topa el ve ayaklarını değdirmeden baldır ve kalçalarını kullanarak vuruyor ve topu bu deliklerden geçirmeye çalışıyorlar. Her iki takımın da bir kaptanı var. Yenen takımın kaptanı yenilen takımın

59

Page 60: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

kaptanının kafasını kesip dolaşıyor ve galibiyetini kutluyor. Sahanın kenarındaki duvarda taş oymalarda bunu resmeden rölyefleri hayret ve üzüntü ile izliyoruz.

Chichen İtza’da 3 tane messenger ( haberci – postacı) heykeli var. Bu heykellerin anlamı çözülmüş değil.

1000 sütunlu savaşçılar mabedi savaştan önce askerlerin toplanıp dua ettikleri yermiş. Bu messenger heykellerinden biri, bu mabedin tam tepesinde duruyor.

Şimdi sıra kutsal kuyuya gitmeye geldi. Kutsal kuyuya giden sacbeb üzerinde yürüyoruz. Bu yol Maya’ların “Sacbeb” dedikleri beyaz yol. Kastillo’nun kutsal

kuyuya uzaklığı 1000 metre kadar var. Yağmur ormanlarının içinden geçtiği için kenarları yükseltilmiş 10-12 metre genişliğinde taş döşeme yol. 1000 senedir bozulmamış ve hizmet veriyor. Bütün Maya şehir-devletleri bu sacbeb’lerle birbirine bağlı.

Yucatan yarımadasında yerüstü nehri yok. Bütün nehirler yer altından gidiyor. Yüz binlerce yıl önce yer üstünde akan nehirler yeraltına doğru

kaçmaya başlayınca yerin altına girdikleri delikleri girdap hareketi ile açmış, büyütmüş ve üzeri açık bir kuyu haline getirmiş. Kuyular çeşitli derinliklerde ve çeşitli çaplarda. Yeraltı nehrinin yatağının yüksekliğine göre. 5 metre olan da var 60 metre olanda. Yukarıdan bakıldığında yer altı suyunu görebiliyorsunuz. Yatak eğer tam altından geçiyorsa suyun aktığını bile görebilirsiniz. Yoksa kuyuya bakar gibi bir manzara var.

Buradaki kutsal kuyu 23 metre çapında ve 25 metre kadar derinlikte. Altından akan bu nehir yağmur tanrıçasının gözyaşları olarak kabul edilirdi. Suyun tekrar eski seviyesine ulaşması için kurak dönemlerde kuyuya, ya değerli taşlar (altın, turkuvaz, gümüş ..vs.) atılırdı veya insan kurban edilirdi. Burada araştırma yapan önce Meksikalı dalgıç Pablo Romero bu armağanları ve

iskeletler buldu. Sonra Fransız araştırmacı Kaptan Cousteau da bu kuyuya özel bir denizaltı indirmişti. 50 kadar iskelet bulunmuştu.

60

Page 61: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Kuyu dönüşü bir saat serbest zaman verildi. Grup çeşitli resimler çekti. İşte biz bu süreden yararlanarak hem Kastello’nun tepesine çıktık, hem de iç piramide girdik. Saat 4.30 da toplandık. Programda olmamasına rağmen bu civardaki en güzel kuyulardan biri olan İk-Kıl’a gitmeye karar verdik. Öğle yemeğini yediğimiz lokantada “Mavi Kutsal Kuyu” anlamına gelen İk-Kıl’ın muhteşem bir fotoğrafını görmüştüm.

Bu yer meğer bizim dönüş yolumuz üzerinde imiş . Onun için zaman kaybetmedik. Herkes 2 dolar olan giriş ücretini kendi ödedi. (Bu gibi durumlarda 10 pezo 1 dolar kabul ediliyor.)

Burada aslında bir otel var ve kuyu bu otelin bahçesinde. Kuyunun kenarından baktığınızda olağanüstü bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. 20 metre kadar aşağıda masmavi bir su. Yandaki sarmaşık ve ağaç dalları suya uzanan ibrişimler gibi. Onar kişilik gruplar halinde bir tünel merdivenden orta platforma inmeye izin veriyorlar. En alta giden merdivenler güvenlik gerekçesi ile kapanmış. Aşağıda çok su olduğunu söylediler. En son sıra bize geldiğinde gördüğümüz manzara karşısında Nihal ile ben büyülendik. Yukarıda kuyunun ağzı ve gökyüzü, aşağıda koyu mavi su ve suya karışan damlaların çıkarttığı ses. En alttan da manzara çok güzel olmalıydı diye düşündüm. Ziyaretçilerin aşağıya inmelerini önlemekle görevli delikanlıya biraz bahşiş verince bariyeri kaldırarak benim aşağıya inmeme izin verdi. Çok karanlık olduğu için fotoğraf makinesinin flaşını kullanıp önümü gördüm. En dibe geldiğimde ayağımı suyun içinde buldum. Allah’tan derin değilmiş. Bizi neden buraya bırakmadıklarını anladım. Su üstüne kurulan köprülerden tehlikeli bir biçimde geçerek tam ortadan da bir iki poz fotoğraf çektim. Ayni metotla geri döndüğümde yolcularımız otobüste bekliyorlardı. Daha sonra digital kameramızın ekranında, kuyunun dibine inişimde yolumu aydınlatmak için flaşı kullanmak isterken bilmeden çektiğim resimlerin çok güzel çıktığını görüyor ve bu değerli fotoğraflara çok seviniyoruz.

Bir Maya köyünde su ihtiyacımızı giderip yola devam ettik. Cancun’da otelimize vardığımızda saat gece 10’a geliyordu. Hugo yarın sabah acele etmememizi saat 10 da çıksak yeterli olacağını söyleyince uyandırma vermedim. Herkes odasına giderken Mürşit bey biraz kırıktı. Hafif ateşi var gibiydi. Umarım sabaha bir şeyi kalmaz. Grupta bir kişi bile hasta olsa insan huzursuzlaşıyor.

Haliyle gecenin bu saatinde Sophia’dan haber yoktu. Bizde artık tam yatmaya gidecekken Bülent Güzeliş’in serzenişi ile karşılaştım. Odasını değiştirmemişler. Bu sefer, henüz ayrılmamış Hugo’dan yardım istedim. Otel tamamen dolu olduğu için yapacak hiçbir şey yok dediler. Yaklaşık yarım saate yakın uğraşmamız sonucu devreye giren Genel Müdür gerçekten odaların dolu olduğunu ancak “hayvan bile yatmaz burada” dediği için Bülent Güzeliş’e iki alternatif teklif etti. Ya sizi komşu bir otele götürelim bu akşam. Taksi ile eşyalarınızı taşıtırım ve sabah ta tekrar geri getiririm. Veya odanızı yarın değiştirmemize izin verirseniz size bu akşam eşinizle birlikte akşam yemeği ısmarlayayım. Ismarladığı akşam yemeği kişi başı 40 dolar değerinde idi. İsteksiz bir tarzda akşam yemeğini kabul eden Güzeliş’e ben ve Hugo iyi geceler deyip ayrıldık. Nihal ile Mete’ye mail atıp, gezimizin bundan sonrasında bir problem olup olmadığını sormak için karşıdaki alışveriş merkezine gittik ama saat 10 da internet kafeler kapanmıştı.

Bu sefer odamızın balkonunda birer kadeh içki içerek uykuya daldık.

61

Page 62: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

4 Şubat Cancun Xcaret

Burası tam bir tatil cenneti. Sabah balkonda bir fincan kahve içmek muhteşem bir şey. Balkonda güneşin doğmasını bekleyip denizin sesini dinlerken, denize girmek için plaja inmiş olan Huri ve Destegül’ü görüyoruz. Önce birbirimize el sallıyoruz sonra da karşılıklı resimlerimizi çekiyoruz. Ertesi sabah erkenden denize girmek için randevulaşıyoruz.

Bu sabah duşumuzu odada alıyoruz. Yarın kısmetse denizde. Tam giyinirken Sophia’nın resepsiyonda beni beklediğini dair telefon aldım. Nihal’i eşyalarla baş başa bırakarak çıktım. Güya bu sabah geç saatlere kadar odamızda keyif sürebilecektik.

Lobide Sophia, beni firmanın sahibi Salvador ile tanıştırdı. 35-40 yaşlarında orta boylu çok dinamik görünümlü bir iş adamı. Önce vize işini soruyorum. Sophia dün Guatemala’da o acenteye telefon etmiş. Onların böyle bir grupla, böyle bir programla hiç ilgileri olmadığını, Dolphin Tur’dan da böyle bir bilgi gelmediğini dolayısıyla vize alınmasını sağlayacak bir yazıyı veremeyeceklerini söylemişler. Bunun üzerine İstanbul’u aramış ama hiçbir çözüme ulaşamamış. Bana ne yapacağını soruyor.

Ne diyeceğimi şaşırdım. Mete bana Guatemala’da her şeyin organize olduğunu söylemişti. Bu ne demek oluyordu şimdi? Saf saf Mete’nin başka bir acente bulmuş olacağını düşündüm. Bari o acentenin telefonlarını verseydi dedim kendi kendime.

Sophia’ya sordum “Sen Guatemala ve El Salvador’a gezi düzenleme yetkisine sahip misin? “

“Evet” dedi.

“Peki sanki sen bu işi organize ediyor gibi bir taahhüt yazısı gönderemez misin? Orada her şey organize. Bize lazım olan yalnızca vize için formalite bir yazı.”

“Tamam, çok iyi fikir, yazarım. Onu da konsolosluğa fakslarım. İnşallah çözüm olur” dedi.

Ben de ona teşekkür edip diğer konuları konuşmaya başladık. Ancak sonradan öğrendik ki Pazartesi günü bizim Guatemala’ya giriş çıkışımızı garanti eden belge problemi, Büyükelçi’mizin devreye girmesi ile çözülmüş ve pazartesi saat 16 da vizeler alınmış, pasaportlar DHL ile Cancun’a yollanmıştı. Biz bu çözümleri ararken,

62

Page 63: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

postacı bizim pasaportları Sophia’ların ofisine bırakmak üzere imiş. Büyükelçiliğimizin bir Türk grubuna böyle yardımcı olarak, onların, gurbet ellerde sürünmesini önlemesi, beni çok mütehassıs etti.

Sophia, Mete ile konuşarak kahvaltı sorununu çözdüğünü ve artık bizim rahatça kahvaltı edebileceğimizi söyledi. Ancak kolumuzdaki beyaz bantlar yerine sarı bantlar takacakmışız. Bu rengarenk bantların anlamı bu imiş. Yine sonradan öğreniyoruz ki, Mete, bu kahvaltı için her gün adam başına 15 dolar 4 günde 60 dolar para ödemiş bir tek free bile alamamış. Salvador hastayı yatağında kazıklamayı çok iyi biliyormuş.

Diğer bir konu son gün yapılacak extra tur. “Coba ve Tulum turları. Bunları

ayarladım. Ancak bize 27 kişi için adam başı 76 dolar ödeyeceksiniz” dedi Salvador. Acayip pahalı. 76 dolar. Hem de ben bile free değilim. Yanımdaki parayı bunlara veremem. Mete ile konuşun ama bizim o turu mutlaka almamız lazım diyorum.

Salvador bugün gelecek gruplarını karşılamak üzere ayrılıyor. Hugo geldiği için Sophia’da onunla gidiyor.

Nihal, benim uzun süre gelmediğimi görünce aramaya çıkmış. Lobide tam ben diğerlerini uğurlarken yanıma geldi. Merak etmiş hemen dönmedim diye. Heyecanlanmış. Odayı olduğu gibi bırakmış. Dün de bırakmıştık. Eğer bırakmasaydık o adresi öyle kolay bulabilirler miydi?

Beraber kahvaltı salonuna gidiyoruz. Bu sabah biraz daha uzun kahvaltı etmek istiyoruz. Tadını çıkara çıkara. Sonra terasta Şermin ve Sevnur hanımlarla keyif kahvesi de içiyoruz. İşler biraz halloldu ya. Rahatım ama eğer o saatte vizenin alınmış olduğunu da bilseydim çok daha keyifle içerdim şu kahveyi.

O sırada aklıma geliyor. Mürşit bey nasıl oldu acaba? Odasına gidiyoruz. İyi değil. Ateşi çok yüksek. Cayır cayır yanıyor. Yanlarında çeşitli ilaçlar var ama doktor getirtmemizi istiyor. Gerekli yerlere telefon ediyoruz. Doktor bir saat içinde gelecek. Bilgi hanımın içine sinmiyor. “Ben de gelmeyeyim” diyor.

Saat 10 olmuş bile. Hemen otobüsümüze binip iki eksikle yola çıkıyoruz. Otobüste gene en önü Selen hanım işgal etmiş. Bizim arkamızda Beste hanım. Otobüstekiler homurdanmaya başladı başlayacak. Bunlardan hiçbirisi de bugün ben arkaya geçeyim diye düşünmüyor. Diğerleri de şimdilik yalnızca homurdanmakla yetiniyorlar. Dur bakalım bir gün bu meseleyi ele alacağız ama keşke ilk gün tedbir alsaydım deyip oturma işini bir düzene sokmak için fırsat kolluyorum.

Yolumuz uzun değil. Yarım saat gittikten sonra bir yol levhasında, Carmen Plajları okunu görünce bilgi veriyor Hugo. “Burası daha 15-20 yıl öncesine kadar bomboş kumsalların olduğu bir çöldü. Burada yerliler sahildeki Hindistan cevizi ağaçlarından Hindistan cevizi toplar, bunları kurutur ve satarak geçimlerini sağlarlardı. Bu arazilere kimse bakmazdı. Ama bugün burası tamamen zenginlerin yaşam alanı oldu. Oteller bile daha zenginlere hitap ediyor. Cancun’u beğenmeyenlerin geldiği yer oldu. Burasının eski sahipleri artık buraya ayaklarını bile basamaz oldular. Buradaki rıhtımdan tam karşıdaki Cozumel adasına ferry boat kalkıyor.”

63

Page 64: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Hep böyle değil midir zaten. Bizdeki sahil şeridi de böyle olmadı mı? Burasının ne rant yaptığını bilmiyorum ama benim bildiğim en büyük rant Amerika’da Florida’da Orlando şehrinde idi. Orlando, 1970 lerde kimsenin gitmediği küçük bir kasaba imiş. Şimdi İnternational Drive Caddesinde o sıralar 4 dönüm arazi 25 cent’e satılıyormuş. Disneyland oraya yerleşip arkasından Universal Studio'lar ve diğerleri gelip bugün Amerika’nın 1 numaralı eğlence şehri olunca fiyatlar füze gibi fırlamış. Aynı yerlerin bugünkü değeri dört dönümü iki milyon dolar seviyelerinde. Demek o zaman bir yüz dolar ayırıp oradan yer alsa idik bugün dolar milyoneri idik. Dünya her zaman fırsatlar ülkesi. Buraya önceki gelişimde bile Carmen diye bir yer yeni yeni gelişiyordu. O sırada bir arsa almak varmış.

Bu düşüncelerimi söyleyince Nihal “Uzağa gitme Türkiye’de öyle yüzlerce imkan kaçırmadık mı?” dedi. Haklı.

Bugün tam gün tur yapacağımız Xcaret ( işkaret okunuyormuş) kutsal bir Maya şehri imiş. Doğal limanına ilaveten tam karşıdaki Cozumel adası Xcaret’in önemli bir deniz kenti olmasını sağlamış. Ay tanrıçasının yaşadığı topraklar olduğuna inanıldığından, hamile Maya kadınları sağlıklı çocuklar doğurmak için burada dua ederler imiş.

Bugün ise 1000 dönümlük bu arazi ekozoolojik bir theme park olarak düzenlenmiş. Theme Park’larda sizi bütün gün canlı tutacak aktiviteler vardır. Disneyland’ler , Universal Studio’lar birer theme park’tır. Burada da Maya kalıntıları, doğal yaşam ve bunun üzerine gerek bugünkü Meksika, gerekse eski Maya kültürünü tanıtan çeşitli showlar var. Kapıdan girerken show saatlerini gösteren bir program veriyorlar. Buna göre gece 9.30 a kadar çok doluyuz.

Girişte yapılan binanın içi çok güzel düzenlenmiş. Sağ tarafta bütün Orta Amerika’daki büyük Maya harabelerinin maketleri var. Sol tarafta kafeler ve alışveriş yerleri. Bir cam kuluçka makinesinde yumurtalardan çıkmakta olan bıldırcınları izliyorsunuz. Yumurtaları kırıp içinden çıkıp dünya ile tanışmalarını seyretmek o kadar güzel ki.

Buradan geçip parka giriyorsunuz. Hugo, önce tanıtım amacı ile beraber dolaşmamızı ve gerekli bilgileri vermeyi teklif ediyor. Öğle yemeğini de buradaki lokantalardan birinde yiyecekmişiz. “Öğleden sonra herkes kendi baına serbestçe dolaşabilir” diyor.

Girişte bizi rengarenk uzun kuyruklu papağanlar ve kıpkırmızı flamingolar karşılıyor. Muhteşem bir manzara.

Yer altı nehri buranın en önemli atraksiyonlarından biri. Bir yerden yerin altında denize akmakta olan

64

Page 65: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

nehre giriyorsunuz. Mağara içlerinden yüzerek denize varıyorsunuz. Burada çokça gördüğümüz çok geniş yapraklı deve tabanını andıran bir ağacın yapraklarından uyuşturucu elde edilirmiş. Yaprak kururken tamamen kıvrılıyor ve çok güzel bir şekil alıyor. Nihal kurumuş bir hatıra yaprağı uzun süre taşıdı.

Her yer boy boy İguana’larla dolu. En büyük gördüğümüz İguana 60 cm boyunda. İguana’lar büyük kertenkeleler. Gallapagos adasında ve Endonezya’da devleri var bunların. Tam 4 metre boyunda olanları..

Sincap maymunlar da diğer ilgi odağı. Bunlar küçücük başları ve uzun siyah kuyrukları ile sincapları çağrıştırıyor.

Yolumuz sahile çıkıyor. Sahilde yer altı nehrinin suya kavuştuğu yerden sağa dönünce yerin altındaki salonda mercanların ve çeşitli balıkların sergilendiği akvaryumlarla karşılaşıyoruz.

Yer altı suyunun denize birleştiği yerde mangrove’lar var. Mangrove’lar met cezirlerin kuvvetli olduğu yerlerde ve kuvvetli akan nehir kenarlarında suyun içinde

büyürler. Hem tatlı suda hem de tuzlu suda yaşarlar. Doğanın erozyonu önlemesini sağladığı olağan üstü bir bitki örtüsüdür. Sahilde bir km genişlikte bir bölgeyi kaplayabilirler. Yetiştiği bölgedeki ihtiyaca göre, doğa, sıklığını ve miktarını ayarlamıştır mangrove’ların. Sular çekildiğinde kökleri üç, dört metre yükseklikte kalır. Kökleri dikine uzadığı için Mangrove ağacının kökleri, ahtapotu kafasından tutunca bacakları nasıl bir manzara alırsa öyle durur. Köklerinin bir bölümü sudan gerekli besinleri alır, toprağa giren kısmı da topraktan. Dünyanın çok çeşitli bölgelerinde bu ağaca rastlamak mümkündür. Sular geldiğinde yani deniz yükseldiğinde bu köklerin arası yiyecek dolar. Balıklar ve yengeçler besin ararlar . Köklerin arasında dolaşan rengarenk balıkları izlemek çok etkileyicidir. Buradaki akvaryumun bir bölümünde bu manzarayı görebiliyorsunuz.

Meksika’nın bu sahili tam bir mercan cenneti. Akvaryumda yüzlerce çeşit mercan sergileniyor. Ama bizi en çok etkileyen, bu yer altındaki akvaryuma girerken yapılan duvarlarda bu çeşitli mercan fosillerinin duvar taşı gibi kullanılması oldu. Bir tanesi evimizde olsa onu koyacak köşe bulamazdık herhalde. Sonra dikkat ediyoruz, bütün duvarlar mercan fosilleri. Burada başka taş yok ki, adamlar neyle duvar yapsın.

Xcaret’in en önemli işlevlerinden birisi de kaplumbağalar. Burada binlerce kaplumbağa üretiliyor. Arka arkaya gördüğümüz havuzlarda yaşlarına göre yüzlerce kaplumbağa var. Bir havuzdan diğerine geçtiğimizde kaplumbağaların yaşları ve kendileri büyüyor. En son bölümde gelişmiş bir insan gövdesi

65

Page 66: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

iriliğinde kaplumbağa var. Onları öyle alıştırmışlar ki insanlar geçerken kenara gelip kafalarını çıkartıp yiyecek istiyorlar.

Xcaret’te her gün ilan edilen bir saatte, doğaya salıverilmesi gereken miktarda kaplumbağa denize bırakılıyor. Bunu, çocuklar için bir eğlence yapmışlar ve küçük çocuklara salıverdiriyorlar kaplumbağaları. Kaplumbağalar, denizin derinliklerine giderken çocuklar sevinç çığlıkları atıyorlar.

Xcaret’te çok çeşitli restoranlar var. Bizim öğle yemeğini alacağımız yer açık havada, açık büfe. Dev bir ağaç çardak altında. Havası çok otantik. Ama erken gelmişiz. Daha bir saat var. O sırada isteyenlerle yer altı nehrinde yüzmeye gidiyoruz. Gidiyoruz ama gelen çok kimse yok. İstekli görünenlerde sıra sıra eleniyor ve geride kala kala Huri ile Destegül, Yarış, Nihal ve ben kalıyoruz. Diğerlerine bir saat serbest saat verip doğruca can yeleklerini giyeceğimiz ilk durağa gidiyoruz. Burada kıyafetlerimizi bir torbaya dolduruyoruz. Yer altından 1.5 km sonra çıkacağız ve

buraya bir daha gelmeyeceğiz. Onun için üzerimizdekileri bize verilen bir plastik çuvala koyuyoruz. Görevliler çuvalı iyice zincirleyip kilitliyorlar. Bize anahtarı veriyorlar. Sonra toplanan çuvalları bir eşek arabasına yükleyip son durağa yolluyorlar. Biz nehirden çıkınca oradan alacağız. Can yeleklerimizi giydikten sonra suya gireceğimiz platforma iniyoruz. Nehir, orada karanlıklardan gelip karanlıklara doğru yol alıyor. Suya girme yeri olan bu platform on

metrekarelik bir açık alan. Orada dalıyorsunuz suya. Gireni zaten akan su alıp götürüyor karanlıklara.

Bu macera hayatta yaşadığımız en ilginç olaylardan biri. Düşünebiliyor musunuz yer altındaki nehrin akıntısına kapılıp gidiyorsunuz. Bazı yerler baca gibi bir delikten ışık alıyor. 200-300 metrede bir duraklar var dinleniyorsunuz. Nehrin bir yer altı mağarasında genişlediği yerde Yarış, can yeleğini çıkartıp dibe daldı. Akıntının onu su yüzüne çıkarttığı yerde mağaranın taşlarına çarptı kafasını. Kafası kanadı. Ama hiçbir şikayeti yoktu. Nasılsa anne ve babası yok. “Otele dönene kadar bir şeyim kalmaz, onlar da fark etmezler” diye düşünüyor.

Bu yüzme bir saat sürüyor. Çıkıp kıyafetlerimizi değiştirip tam randevu verdiğimiz saatte yemek mahalline varıyoruz. Dakikliğimize biz bile şaşırıyoruz. Dakik olmak zorundayız çünkü yemek fişleri bende. Bensiz yemeğe başlayamazlar ki.

Bu arada Hugo bana pasaportlarla ilgili müjdeyi veriyor. Vize alınmış ve pasaportlar Cancun’a gelmiş diye. Çok seviniyoruz. Öğleden sonra daha da keyifliyiz Nihal ile. Vizelerin alındığı haberini gruba söylemiyorum. Hele Sophia ile konuşup kesinleştireyim de.

66

Page 67: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bu lokantada yemekler grubun damak tadına uygun. Deniz mahsulleri ağırlıkta. Paella bile var. Birde 3 müzisyen canlı yemek müziği yapıyorlar. Lokantanın etrafına dikilmiş ahşap kütüklerin üstüne de sabah resim çektirdiğimiz kuyruklu papağanlar gelince manzara daha da muazzam oldu. Burada buz dolu sürahilerde sunulan limonata ve portakal suyu da fiyata dahilmiş. Tıka basa doyuyoruz. Ama sabahtan beri çok enerji sarf ettik.

Yemek yediğimiz yerin yanında ada gibi bir yer yapıp içine kara jaguar ve çeşitli kaplanlar koymuşlar. Siyah Jaguar dolaşırken karanlıklara karışacak gibi. Çok güzel hayvan. Yucatan onların yaşam yeri. Jaguarlar şimdi koruma altındalarmış.

Öğleden sonra bize verilen programa uygun olarak sıra ile çeşitli showlar başlıyor. Birinden öbürüne koşuşuyoruz. Hugo aslında “yemekten sonra serbest olalım, herkes istediği showu izlesin. Belli bir saatte de otobüste buluşup gideriz” diye düşünmüştü ama grubun birbirinden kopmaya niyeti yok. Hep beraber dolaşıyoruz. Bu şekilde dolaşmak daha güzel.

İlk seyrettiğimiz show kıyafetler gösterisi. Meksika’nın çeşitli yörelerinin mahalli kıyafetleri. Ama biz bu gösterinin sonuna yetişebildik.

Sonra Maya Dansçıları gösterisi. Her Maya savaşçısı kendisini bir hayvan ile özleştirirmiş. Hangi hayvanı kendisine benzetiyorsa başlığında o hayvanın ya tüyü ya postu bulunurmuş. Mesela, kendine kartal diyen bir savaşçının kayanın üstünde duruşu tam bir kartalı andırıyordu. Kollarına kartal tüylerinden kanat yapmıştı. Başlığında da kartal kafası vardı. Mayalarda başlık çok önemli imiş. 15 kadar savaşçının sunduğu gösteri çok güzeldi. Ortada yanan tütsü ağacından çıkan dumanlar eşliğinde yapılan gösteride savaşçılar o hayvanların hareketlerini taklit ettiler.

Sembolik dövüş yaptılar. Bir tanesi yanan ateş üzerinde önce ellerini sonra ayak tabanını dakikalarca tuttu. Bize karşıdan ısısı gelirken, nasıl dayanıyor, inanılmaz.

Bu gösteri sonunda savaşçılarla resim çektirebiliyorsunuz.

Şimdi sıra Rodeo gösterisinde. Bu gösteriler sırasında bir orkestra müzik çalıyor. Kovboylar öce at üzerinde akrobasi, kement ile sığır yakalama gösterileri yapıyorlar. 3 bayan kovboyda atlara çeşitli yürüyüş ve koşular yaptırıyorlar

Gece show’una girmeden önce observation platformuna gidiyoruz. Kabin 50

kişi alabiliyor. Motor gücü ile bu kabin döne döne 25 metre yüksekliğe çıkıyor. Tepede bir süre kalıyor. Tepeden Xcaret’in manzarası da çok etkileyici.

67

Page 68: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Xcaret’in en önemli gösterisi gece gösterisi. Burada büyük bir salon yapılmış. Karşılıklı iki tribünü var. Tahminen 5000 kişi alabilir. Ama bu gece o kadar kalabalık yok. Hafta sonları yer bulunmazmış. Tribünlerin bir bölümü yemekli bilet alanların akşam yemeklerini yediği bölümün düzeni bana aynen Amerika’daki Medieval Times veya Arabian Nights.. gibi Showlarının yemek düzenini anımsattı. Diğer bir benzetme ile eski zamanlarda bizdeki askerin kışlada karavanasını yeme düzeni. Tahta sıralar üzerinde yenilen bu standart yemeğin pek zevki olmasa gerek. Zaten en fazla 10 kişi var o bölümde.

Tribünlerde yerimizi alıyoruz. Biz yemekli müşteri değiliz ama Vip müşteriyiz. Bize romlu kırmızı bir kokteyl ikram ettiler. Yanımda oturan Hugo’ya ayrıca dolu bardak saf rom geldi. Gözümü fazla dikmiş olmalıyım ki bana da bir

tane getirtti. Sonra herkese birer mum dağıtıldı. Show sırasında herkes mumunu yakınca manzara muhteşem oldu.

Bu gösteride Meksika tarihi anlatılıyordu.

Programın birinci bölümünde İspanyollar gelmeden önceki Meksika canlandırılıyordu. Aztekler, Mayalar, Olmekler’leri temsil eden gruplar çeşitli gösteriler yaptılar. Bu arada aşağıda sahneye kurulan platformda iki takım top oyunu oynadılar. Yalnızca baldır ve kalçaları ile topa vura vura o yukarıdaki küçücük delikten topu geçirmeye çalıştılar. Bir grup El Tajin’ciler, diğeri Chichen İtzacılar. Bu oyunun ustaları El Tajin olarak bilinir. Hani şu Vera Cruz'un kuzeyindeki şehirde yaşayanlar. O gece de El Tajin’ciler topu iki kere geçirerek kazandılar. Sembolik olarak ta kafa kestiler.

Sonra İspanyollar geldiler. Beyaz atının üzerinde tüylü şapkası ile Hernan Cortez. Maktezuma’yı ve bütün yerlileri öldürdüler.

Programın son bölümünde eyaletlerin kendi yerel oyunları vardı. Tahminen 25 kadar ayrı grup, yöresel danslarını sergilediler.

Toplu gösteri ile muhteşem bir kapanış yaptılar. Tam anlamı ile büyülenmiştik.

Otelimize vardığımızda hemen Mürşit beyi ziyaret etmek istedim ama önce Bülent Güzeliş’in odasının durumunu öğrenmem gerek. Tamam odası değişmiş ama valizinin birisinin üzerindeki samsonite kilidi çalmışlar. İlla onun tazmin edilmesini istiyor. Resepsiyondakilerde bana kasa, kilit falan bir şeylerden bahsediyorlar. Benim aklım Bülent Güzeliş’in kilidinde onlar ise benim odamdan, kasadan, kilit anahtarından bahsediyorlar. Pek can kulağı ile dinlemiyorum ama en sonunda “Güvenlik görevlisi ile odanıza gitmeniz gerekiyor” deyince ne oluyor acaba diye düşündüm. Gene de şu Bülent Güzeliş’in işini halletsem diye uğraşırken kafamı

68

Page 69: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

toplamaya çalıştım. Neden güvenlik görevlisi ile odama gidecekmişim? Odada bir şey mi çalındı acaba? Odada bir şeyimiz yoktu ki? Ben hep takılırım, şu valizi bir götürseler de elim boş dönsem diye. Paramız da yok ki yanımızda diye düşündüğüm anda Mete’nin 4250 doları geldi aklıma. O Nihal’de idi. Nihal’de onu küçük kırmızı çantada dikkatlice taşıyordu.. Hatta geceleri yastığımızın altına bile koyuyorduk. Yoksa? Yoksa bu sabah karışıklıkta onu yanımıza almayı unuttuk mu? Orada mı bıraktık acaba?

Nihal yorgun bekliyor lobide koltuğun üzerinde. “Nihal” diye sesleniyorum. Bakıyor.

“Kırmızı çanta yanında mı?”

“Eyvah” diye bağırıyor. Nerdeyse kalp krizi geçirecek. Acaba bana söylemek istedikleri kasa falan dedikleri bizim odada paraları buldular da kasaya mı kaldırdılar? Bülent Güzeliş’i bırakıp güvenlik görevlisi ile odaya koşuyoruz. Adam kasa anahtarını verip dışarıda bekliyor. Evet kasada kırmızı çanta. Paralar yerinde gibi. Sayıyorum. Tam. Bu sefer çektiğim Oh kendi unutkanlığımızla ilgili. Ya cüzdanı bıraktığımız, günün herhangi bir saatinde aklımıza gelse idi yanmıştık. Tabi hemen dönmeye kalkacaktık. Telefonların başından ayrılmayacaktık. Yani tam kabus. Verilmiş sadakamız varmış. Ama gene Mete’ye söylenmeden edemiyorum. “Ne diye bana verdin bu kadar parayı? Acentelerine yapacağın ödemeleri banka aracılığı ile gönderseydin ya. Beni bu kadar riske sokmaya değer mi? Bir sürü dertle uğraşırken kafa mı kaldı bir de senin dolarlarını düşünecek? Ya kaybolsa idi? Nasıl öderdim ben bu paraları?”

Mürşit bey tam düzelememiş. Ateşi devam ediyor. Kırık hali de. Karı koca bütün gün dinlenmişler. Doktorun verdiği ilaçları eczaneden aldırmışlar. İnşallah yarına kalkar diye dua edip ayrılıyoruz.

69

Page 70: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

5.Şubat Cancun Coba ve Tulum

Sabah mayolarımızı giyip plaja gidiyoruz. Huri ile Destegül’e söz verdik. Biz Karayip denizinin ufak dalgaları ile oynaşırken onlarda geliyorlar. Hep beraber denizin keyfini çıkarıyoruz. Bu ne güzel ve ne sıcak su. Sahil zaten çok güzel. Bizim denizimiz de çok güzel ama “Dünyada bizdeki gibi kumsal yok” lafları dünyayı görmemişlerin söylediği laf. Benim rahmetli amcamda hayatını köyümüz Güre’de, Edremit ve civarındaki köylerde geçirdi. “Bizim Güre köyünün mezarlığı gibi güzel mezarlık dünyada yok” derdi. Ne zaman birisi dünyanın en güzel... diye kanıtlanmamış bir bilgi verse rahmetli amcam gelir aklıma.

Odamıza dönüp duşumuzu alıp giyinip Mürşit beyi ziyarete gittik. Kendini hala

iyi hissetmiyor. Ama bugün Bilgi hanımın geziye katılmasını istiyor. “Ben burada denize bakar vakit geçiririm” diyor. Bilgi hanımın da içine sinmiyor ama gelme kararı veriyor.

Sophia sabah gene neşeli. Pasaportların hiçbir yazı yazmasına gerek kalmadan pazartesi gönderildiğini söylüyor. Bugün Küba vize işini halledecekmiş. Biletlerimiz de hazırmış Yarın uçacağız.

Bülent Güzeliş de odasından memnun. Kilidi sordum. Bir kilit göndermişler ama samsonite değilmiş. O da işe yararmış.

Odalardan bir tek Nurşan memnun değil. Asansörün gürültüsü onu perişan ediyor. Ama bütün ısrarlarıma rağmen odasını değiştirmemekte kararlı. Manzarası güzelmiş.

Bugün de yolumuz uzun. Görülecek çok yerimiz var. Saat 9 da hareket ediyoruz. Otobüsteki sabit oturma düzeninde bazı kişilerin homurdanmaları üst düzeyde. Selen hanıma da arkaya git diyemiyorum. Bahadır laf olmasın, annesi en önde oturuyor diye hep en arkada. Hadi hayırlısı, dur bakalım.

İlk durak Coba. Coba, Cancun’a 167 km uzaklıkta. En ünlü Maya şehirlerinden bir tanesi. Yağmur ormanlarının ortasında. Maya medeniyetlerinin en büyük eserlerinden biri. Kurulduğu dağdaki 5 gölden adını alan Coba’ya iki saatte varıyoruz. Otobüsümüzü park edip Hugo’nun höyüke giriş biletlerini almasını bekliyoruz. Buraya ilk geldiğimde giriş serbestti. Kimseciklerde yoktu ortalıkta. Aslında çok yağmur da yağıyordu. Şimdi burasını da çok değişmiş buldum.

Coba civarında tespit edilen 6500 eserden yalnızca % 5 i topraktan arındırılıp halka açılmış.

70

Page 71: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Coba şehir – devleti 70 km karelik bir alanı kapsıyor. Bu yerleşim yerinin en büyük grupları Coba gölünün çevresindedir. Coba, kurduğu sacbeb yani beyaz yolları ile ünlü. En uzun yolu 100 km ile Chichen İtza’ya uzanıyor. Bu muhteşem yol ağının yapılışı MS 600-800 yılları arasında Coba Stelealarının dikildiği zamana rastlar. Bu oyma taş anıtlarda o zamanda yapılan önemli faaliyetler ve yaşanan olaylar anlatılır.”

“MS 800 ila 1100 seneleri arasında tarihinin en görkemli dönemini yaşayan Coba’nın nüfusunun da 55.000’e ulaştığı biliniyor. Coba mimarisi Kuzey Yucatan mimarisinden çok Guatemala’daki Peten mimarisini andırır. Peten’deki Tikal yapı tarzı ile Coba birbirine inşaat tekniği olarak çok benzerler.”

“Ticari açıdan da Tulum ile iyi ilişkiler içinde idiler. Mallarını Tulum limanından sevk ederlerdi.”

Bu bilgileri girişteki levhadan okuyup tercüme ettikten sonra gezmeye

başlamadan önce orada duran dev bir ağacı tanıttı Hugo bize. Seyba ağacı. Mayaların Kutsal Ağacı. Diğer Orta Amerika ülkelerinde kesilip mobilya yapılan bu ağaç Maya’ların kutsal ağacı idi. Dalları ile göğe, kökleri ile yerin dibine karanlıklara gitmeyi temsil ediyor. Güneş her gün tekrar doğar ve akşam yer altında kaybolur. Bu inançla Mayalar Seyba ağacını kesmezlerdi.

Yürüyüşe başlamadan önce tüm yolun 1.5 km olduğunu , hafif bayır olduğunu isteyenlerin 3 tekerlekli bisiklet tutabileceklerini söylüyor. Burada insanların çektiği iki kişilik bisikletler var. Gidiş dönüş 5 dolar verdiniz mi sizinle beraber dolaşıyor. Rehber bilgi verirken duruyor. Sonra devam ediyor. Bizim grubun önemli kısmı bu işi çok sevdi. Grubumuz, bisiklet sürücüleri de katılınca daha da büyüdü.

Coba’da en ilginç hususlar şunlardı : İlk gruptaki basamaklı mabede artık herkes kilise diyor. Mayalar hala

mahsulden önce ve sonra gelip geleneksel törenlerini yapıyorlar. Kilisenin hemen yanında bir top sahası, ortaya çıkarılmış. Burada kuru

kafalı basamaklı merdiven, kiliseyi top alanına bağlıyor ve yolun ölüm yolu olduğunu ifade ediyor. Ayrıca bu merdivenlerde bulunan ve çok eski Hint tapınaklarında da gördüğümüz haç figürü, ölümsüzlük işareti olarak Hıristiyanlardan çok önce kullanıldığını gösteriyor. Buradaki kemer mimarisi yani mabetlerin altında yapılan tünellerde kullanılan yapım tekniği değişik.

Başların nerede kesildiği belli. Üzerinde kesilmiş bir kafa kazılı özel bir taş var.

“Renkli Resimler” mabedinde halen görülebilen resimler var.. Buradaki stelealarda resimler renkli.

Pazar yeri. Burada küçük sütunlar var. İnsanlar farklı putlara taptığından pazara gelirken getirdiği kendi putunu üzerine koyup tapınacağı sütunlar yapılmış.

Stelea’nın biri, bize geçmiş hakkında epey bilgi veriyor. Bu steleada iki esirin üstüne basan ve elinde yılan başlı asa tutan bir kralın figürü var. Sağ tarafta ise Mısır’daki gibi kartuş var. Bu kartuşta tarih

71

Page 72: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yazılı. Burada 4 tarih okunuyor. 600, 620, 640 ve 2012 Mısır yazıtlarında da 2012 tarihine rastlanması ilginç.

Yılan, Maya geleneğinde çok önemli bir hayvan. Kralın başının Kukulkan’a yani yılan başına benzemesi için küçük yaştan itibaren kafasının yanına iki tahta sıkıştırılıp büyüyünceye kadar böyle tutuluyormuş. Bir steleada da böyle başı tahtalara sıkıştırılmış kral figürü var.

En sondaki Nohoch grubuna gelinceye kadar gördüğümüz kalıntılardan önemli izlenimlerimiz bunlar. Bunları görüp en son noktaya geldiğimizde Kuzey Yucatan’ın en büyük piramidine geldik. 45 metre yükseklikte 120 basamaklı bu piramit 12 katlı bina yüksekliğinde. Gerçekten mimarisi Chichen İtza’dan çok farklı. Çok bölümü harap olmuş ama batı yönünden yukarıya çıkma imkanı var. Bisiklete binmeyenlerin tamamı yukarıya kadar da tırmandı.

Yukarıdan manzara muhteşem. Tüm yağmur ormanları ve onların arasında bu

5 göl. Ayrıca çeşitli yerlerde piramitler.Tepedeki oda yine bomboş. Biraz dinlenip tadını çıkarttıktan sonra yavaş yavaş aşağıya iniyoruz. Dönüşte kestirmeden gidiyoruz. Kapıya vardığımızda bisikletlerle gelenler kutsal Seyba ağacının gölgesinde dinleniyorlar.

Otobüse binip öğle yemeğini yiyeceğimiz Maya köyüne gidiyoruz. Hemen otoparkın oradaki Coba gölünün kenarındaki nilüferleri gösteriyor Hugo. Bu gölde yetişen nilüferlerden büyücü şaman rahiplerinin törenlerde kullandığı bir tür uyuşturucu madde elde ediliyormuş.

Gölde timsah turu yapılıyor. Tam biz geçerken timsahın biri çıkmış köprüde güneşleniyor. Sandalcı timsah tekrar suya dalana kadar oraya gitmeyecekmiş.

Hugo’nun size tipik Maya yemeği yedireceğim diye getirdiği yer belki de buralarda yediğimiz en kötü yerdi. O Salvador denilen tüccar en ucuz yer olsun diye yollamıştır bizi buraya. Üstelikte adam başı 76 dolar para ödedikten sonra. Burada 3-

72

Page 73: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

5 çeşit yemek. İsli tencereler içinde. Biraz da salata. Tatlı meyve bölümünde yalnızca muz kalmış. Tesisin yan bölümü alışveriş mağazası. Nihal, bize Teotehuacan’da hediye verilen obsediyan parçalarını sivri uçları etrafındakileri yırtıyor ve hem de ağır diye atacaktı. Ama burada onların tanesinin 5 ila 10 dolar arasında satıldığını görünce vazgeçti.

Yolda bir de bu iğnesiz arının yaptığı ballardan imal edilen çeşitli mamullerin satıldığı bir dükkanda durduk. Bu arılar o sırada her yerde gördüğümüz sarı çiçeklerden bal yapıyorlarmış. Çocuğun biri gelene kadar epey bekledik. Şampuan, krem, arı sütü, bal gibi şeyler satılıyordu. Pek alışveriş yapan çıkmadı.

Buradan artık 30 km uzaklıktaki Tulum harabelerine gittik doğruca.

İlk ziyaretimden beri Tulum’da da her şey değişmiş. Eskiden araba ile girip piknik yapılan yerleri arıyor gözüm bulamıyorum. Otobüsümüzü park ettiğimiz yerde tam bir alışveriş merkezi kurulmuş. Burada her türlü dükkanı bulmak mümkün. Sanki bir kasabanın merkezine gelmiş gibisin. Sonra arka tarafta bilet alma yeri. Orada bekleyen turist otobüsü. Süslü açık hava arabası. Turistleri giriş kapısına götürüyor. Orada bilet kontrolü yapılıp içeriye giriliyor. Meksika’da bu ören yerlerine çok önem verilmiş ve çok yatırım yapılmış.

Tulum tam deniz kenarında. Bir tarafı deniz, diğer üç tarafı duvarla çevrili bir alan. Denize hakim yerdeki mabedin adı gene Kastillo. Kireçtaşından yapılmış, bembeyaz, çok büyük değil ama etkileyici. Denizden gelirken bu yapıyı görünce İspanyollar kale sanmışlar. Ama yaklaştıklarında burasının terk edilmiş olduğunu görmüşler.

Eski adı, kurucusunun adı Zama olan, Tulum İspanyolca’da “Duvar” anlamına gelmektedir. Etrafındaki duvarlardan dolayı İspanyollar bu ismi vermişlerdir. Bu şehre 5 kapıdan giriliyor. İçeride ilk bilgi aldığımız yer bir asilin evi. Zaten duvarlar içinde asiller ve rahipler, dışarıda da köylüler yaşıyormuş.

Burada asiller kendi evinin içine yaptıkları mezara gömülürlermiş.

Sacbeb’lerle dünyaya bağlanan Tulum, Mayaların sahilde kurdukları en büyük kent, en büyük liman şehri.

Buradaki binalarda Maya mimarisinin örnekleri görülüyor. Kapıları tutan kirişler kalın tahtadan. Üstünde üçgen çatı var. Yöneticilerin

73

Page 74: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yaşadığı evler olduğu tahmin edilen binanın üzerindeki kral Zama’nın figürü korumaya alınmış.

Arka tarafta batan güneş tanrısı mabedinin üzerindeki figür. Baş aşağıya bir çocuk figürü. Mayalarda da Aztek’lerde olduğu gibi tanrının her gece öldüğü ve sabah tekrar dirildiğine inanılır. Buradaki baş aşağıya çocuk heykeli tanrının tekrar doğuş anını simgeliyor.

“Fresco’lar Mabedi”nin köşe duvarlarında iki ayrı yüz figürü var. Bunlar aydınlık ve karanlığı temsil ediyor. Güneş birisini aydınlattığında diğeri karanlıkta kalıyor.

Bu mabet’leri yapanların da astronomi bilgisi çok gelişmiş her halde. Bir mabedin önündeki delik ile diğer bir mabedin deliği ve giriş kapılarından birisi tam aynı hizada. Gece ve gündüzün eşit olduğu an güneş ışıkları bu deliklerden geçirip kapıyı aydınlatıyor.

Kastillo’ya giriş yasaklanmış. Mayaların liman olarak kullandığı bu plajda halk denize giriyor. Eskiden işte bu plaja kadar araba ile gelinebiliyordu. Şimdi yasaklanmış. Ama şimdi görüyorum ki Meksika bütün Maya kalıntılarına özel önem gösteriyor. Tarihe ne kadar iyi bakılırsa o kadar çok turist geleceğini öğrenmişler.

Üzerinde kartalların uçuştuğu bu şehirde mavi -yeşil denize tepeden bakmak ayrı bir keyif. Kastillo’nun bulunduğu yer bir tepe. Canımız ayrılmak istemiyor ama gitmemiz gerek. Akşam oluyor.

İşte zaten bizi otoparka götürecek servis aracı son servisini de yapmış. Mecburen yürüyoruz. Madem ki yürüyerek geldik ve başka da bir program yok, o halde dükkanlarda doya doya alışveriş yapabiliriz diye düşünüyor bizim grup. Yarım saat sonra zaten dükkanlar da kapanacağı için hiç müdahale etmiyorum. Dükkanlar kapanınca herkes otobüse geliyor.

Dönüş yolunda Hugo, yarın bizi havaalanına Salvador’un götüreceğini, kendisi ile bir daha beraber olamayacağımızı söylüyor. Yani kibarca bana bahşiş verecekseniz şimdi verin demeye getiriyor. Sevnur hanım zaten gereğini yapmış. Hugo çok ama çok mutlu oluyor ve defalarca teşekkür ediyor.

Yarın sabah çok rahatız. Uçağımız 12.50 de. Saat 10 da bile çıksak yetişiriz rahat rahat. Onun için saat kısıtlaması koymuyoruz yalnızca 9.30 a kadar valizlerin resepsiyonun önüne gelmesini rica ediyoruz..

Odamıza girdiğimizde Nihal ile huzur içinde birer kahve içiyoruz. 6 günlük Meksika çok güzel geçmişti. Bazı problemler çıktı ama olsun sonunda hepsi bitti. Hiç kimsenin aklının kesmediği Guatemala vizesi de alındı Küba’ya da gidiliyor. Burada da ekstra gezilerle program şaheser oldu. Dolu dolu günler yaşandı ve pek çok yer görüldü. Otellerimiz, rehberlerimiz her şey güzeldi. Nihal ile birbirimizi kutlayıp uykuya dalıyoruz.

74

Page 75: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

6 Şubat Cancun’dan Küba’ya gidiyoruz

Sabah çok zinde uyandık. Gene muhteşem bir görüntü dışarıda. Bugün daha da geç kalktığımız için plaja gelenleri gördük. Biraz da güneşin etkisi ile sabah sabah mayosunu giyen turistler, o bembeyaz pırıl pırıl kumlara uzanmaya başlamış. Bundan önceki günlerde tura gideceğimiz için odamızı erken terk ediyorduk. Onun için plajda hiç böyle uzananları görmemiştik. Nihal günün ilk kahvesini balkonumuzda içmeyi önerdi. Aman ne güzel. Bu denizin suyu neden bu renk acaba? Posterlerde gördüğümüz cam göbeği, turkuvaz renginde sular. Şu anda da hafif dalga var denizde . Durgun olduğu zaman herhalde keyfine doyum olmaz. Deniz suyu altındaki oluşuma göre renk alıyor. Burasının turkuvazı çok güzel ama Güney Afrika’da Cape burnuna yakın Simon kasabasında yine böyle bir deniz kenarında kalmıştık. Oradaki koyu laciverde de bayılmıştık. Deniz, su her yerde ayrı güzel. Onun için dünyanın hemen bütün başşehirleri, önemli merkezleri hep, ya nehir, ya da deniz kenarında kurulmuştur.

Artık bu güzelliği de terk etmek zamanı geldi. Ne güzel 4 gün geçirdik burada. Tam bir tatil oldu. Sonunda da her şey hallolunca insan daha da mutlu oluyor. Odayı terk etmeden telefon ederek Mürşit beyin durumunu soruyorum. Bugün daha iyiymiş. Ona çok seviniyorum. Zaten adamcağız iki gün turları kaçırdı bari Küba’yı ağız tadı ile görse.

Valizlerimizi de hemen toplayıp resepsiyona bıraktık. Bizim grubun valizleri hep bir arada. Nasılsa acelemiz yok. Bu sefer kendimize güzel bir omlet ve de yağda yumurta ısmarladık. Ağız tadı ile bir kahvaltı edelim dedik. Sonra yine terasta son kahvelerimizi de yudumladık.

Saat 10 da otobüsümüz hareket etti.

Havaalanı zaten çok uzak değil. Bu arada Salvador Küba biletlerimizin ve vizelerin tamam olduğunu söylüyor. “Nasıl oluyor bu Küba vizeleri? Nasıl bu kadar çabuk alınıyor?” diye soruyorum. Salvador da cevap veriyor. “Amerikalıların Küba’ya gitmesi devlet politikası olarak yasak. Küba’ya gittiğinin ispatlanması halinde 1500 dolar ceza ödemek zorunda. Onun için pasaporta damga vurdurmak riskli. Cancun’a gelen Amerikalıların bir çoğu Küba’ya gitmek istiyor. Küba’da turist gelsin istiyor. Onun için Küba Hükümeti burada bir konsolosluk açtı. Pasaport bilgilerine göre ayrı bir fiş hazırlıyorlar” Aynı bizdeki araç taşıt pulu ebadında. “Bunu hemen hazırlayıp veriyorlar. Girerken bir parçasını, çıkarken öbür parçasını alıyorlar. Hepsi bu kadar. Sizlerin bütün pasaport bilgileri bize gelmişti. Biz de sizin Guatemala vizelerinizi beklemeden Küba vizelerinizi alıverdik.”

Amma kolaymış ha. Ben eski alışkanlık, sabah vizeye götürecekler, form dolduracaklar... belki bizi çağıracaklar .... gibi bir sürü gereksiz şeyler düşünerek boşuna huzursuz olmuşum. Bilsem bu kadar huzursuz olur muydum.

75

Page 76: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Peki dönüşteki Guatemala yani Flores uçuşumuz? Onun biletleri hazır mı?” “Hazır değil. O büyük problem. Benim o biletleri alacak param yok. Onun için

Mete’nin bana para göndermesi gerek.”

Olur mu öyle şey. Benim verdiğim nakit 7000 doların içinde Flores bilet bedelleri de vardı?

“Onları ben sizlerin ekstralarınızda kullandım.” Diyor. “ 12 dolar Mexico City’de piramitler turu, 60 dolar kahvaltılar, 76 dolar Coba- Tulum turlarına ödedim. Param kalmadı. Sende varsa ver yoksa Dolphin Tur’dan bekleyeceğim. Gelmezse biletlerinizi alamam”

Bir kere huzursuz olmadan, bir şeyleri düşünmeden seyahat edemez miyim? “İlk fırsatta Mete ile haberleşmeli” diye düşünüyorum.

Havaalanı çok kalabalık. Gelirken de böyle kalabalıktı. Uçaktan inen yolcuların elinde birer Cancun broşür torbası. 4 gün önce bizde böyle gelmiştik Cancun’a.

Salvador çok becerikli bir adam. Her şeyi çok güzel organize etti. Valizlerimizi de hamallara taşıttı. Pek rahat ettik. Herkese tek tek biniş kartlarını dağıttıktan sonra bizi, pasaporttan geçişe uğurlarken bir daha tembihlemeyi unutmadı. “Mete’ye söyle bilet paralarını yollasın. Yoksa çok zor. Sizi dönüşünüzde burada ben karşılayacağım. Havana’da havaalanında bizim acentemiz sizi karşılayacak. Bunlar sizin oradaki voucher’larınız.”

Küba için verdiği dönüş biletlerini sayıyorum. Tamam. Voucher’ler da tamam. Üzerlerinde havaalanına gidiş ve dönüş transferler ve şehir turu yazıyor. O da tamam.

“Hani otel voucher’ı?”

“Onu sizi karşılayan verecek. Oteliniz hazır.” diyor Salvador. İçimden inşallah deyip teşekkür ediyorum.

Pasaporttan geçtikten sonra grubuma saat 12.20 de 6 nolu kapıdan uçağa bineceğimizi tekrar hatırlatıp Duty Free Shop’larda iyi alışveriler diliyorum. Yolcularımız 6 nolu kapıyı kolayca bulurlar diye düşünüyorum. Nihal ile “Biz kapımıza gidelim orada da mutlaka dükkanlar vardır“ diyorum ve 6 numaralı çıkış kapısına yöneliyoruz. Okları takip ediyoruz. Aman ne karışık. Yukarılara çıkıp koridorlar geçiyorsunuz, sağa , sola dönüyorsunuz. Sonra yürüyen merdivenle alt kata iniyorsunuz. Sonra gene çeşitli koridorlardan geçip yürüyen merdiven ile tekrar üst kata çıkıyorsunuz. Kapıların bulunduğu salon burası. “Burası da çok karışıkmış. Grubu özellikle şu bizim yaşlıları bırakmakla iyi etmemişiz” diye konuşuyoruz Nihal’le. Bu kapıyı bulmak bizim bile 15 dakikamızı aldı. Diğerleri kolay sanıp son ana bırakırlarsa geç kalabilirler vallahi.

Korku dağları bekler denir. Ben de önce mevcutların sayımımı yapıp eksikleri tespit edip merdiven başında beklemeye başladım. Aşağıdan bakıp yukarıda beni

76

Page 77: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

gören dostlarımızın sevinci gerçekten görülmeye değer. Uçağa alınmamıza 10 dakika kala eksikler üçe indi. Bahadır ile Selen gelince onlar da bu kapıyı bulma maceralarını anlattılar. Ama bu hikaye biraz daha ilginç. Bir görevli şifreli kapıları açarak buldurmuş yollarını. En son Şermin hanım da söylene söylene geldi. Bir ara uçağı kesin olarak kaçıracağı korkusuna kapılmış.

Uçuş süresi 1 saat 25 dakika. Kalkıştan biraz sonra yemek servisi başladı. Böylece öğle yemeğimizi de yedik. Uçakta Selen hanım normal koltuklarda oturdu. Rahatsız ayağını hafifçe yana uzatarak idare etti. Ama bazı dostlar “Gördün mü ne güzel arka sıralarda oturabiliyor. Otobüste hep önde oturmak istiyor bir de” gibisinden dedikodu yapıyorlar.

Havana’ya inince valizlerimizi almadan bizi bir otobüse bindirerek arka tarafta bir hangara götürdüler. Burası pasaport polisinin olduğu yer imiş. Üç ayrı sıra var. Üçe bölünerek sıralarda kuyruğa girdik. İşler o kadar ağır ilerliyor ki inanılmaz. İlk dostumuz yarım saat sonra, en son ben bir saatten fazla bir zaman sonra işimi bitirebildim. Yaptıkları da hiçbir şey yok. Yalnızca o pulun yarısına damga basıp kalan kısmını

bize geri veriyor.

Bir problem çıkmadan girdik ya. Mesele yok. Valizlerimiz bizden çok önce gelmiş. Yine eksik yok. Dışarıda da bir bey elinde Best Day Travel yazısı ile bekliyor. Otobüsümüzde uzakta değil. Her şey yolunda.

Bize verilen programa göre bugün uçaktan inince şehir turu yapacaktık. Yarın da başka bir tur alacaktık. Eğer böyle geç gelmese idik Havana’nı dışında 3 saatlik bir mesafede bir tatil şehri Varadero’ya gidecektik. Varadero bizim tatil kasabaları gibi bir yer. Tarihi hiçbir özelliği yok. Yalnızca yeşillik ve çiçekler ile çok güzel bir deniz, plaj. Ama eğer yüzlerce km gidip adanın çok içerlerine girilirse belki bazı güzellikler görmek mümkün. Fakat bu durumda bizim Varadero’ya bile gidecek zamanımız yok.

İşlemimiz bitip otobüsümüze bindiğimizde saat 15.30 a geliyordu. Burası da Meksika ile aynı saat dilimini paylaşıyor. Küba daha da doğuda olduğu için burada hava daha da erken kararıyor. En mantıklısı şehir turunu yarına bırakıp bugünü serbest bırakmak. Küba’da Havana’dan daha ilginç bir şehir duymadım. Aslında Küba, görülecek çok ilginç bir güzelliği olmadığı için benim şahsen hiç ilgimi çeken bir yer değildi. Onun içinde şimdiye kadar buraya gelmeye hiç çalışmadım. Dünyadaki her yer görülmeli bakış açısından Havana’ya gelmemiz iyi oldu. Bir de böyle kısa süreliğine gelmek çok iyi. Grupla da kısa bir mütalaa yaptık. Varadero iptal. Yarın doya doya Havana’dayız.

77

Page 78: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bizi otele kadar götürecek rehberimiz bir bayan . Genç bir Kübalı. Üniforma gibi kıyafetini giymiş. Gülerek “Ben Manuella. Havana’ya, Küba’ya hoş geldiniz. Ben 40 dakika sürecek bu transferiniz sırasında Küba hakkında sizlere bilgi verecek, sorularınızı cevaplayacağım. Başşehrimiz Havana’ya yarın turunuz var. Havana ile ilgili bilgileri yarınki rehber arkadaşımız şehri dolaştırırken verecektir. “ diyor ve ülkesi hakkında bilgi veriyor.

Manuella bu bilgileri verirken çok gururlu olduğu her halinden anlaşılıyor. “Küba Cumhuriyetinin nüfusu 11 milyon, yüzölçümü 111.000 km karedir. Başşehrimizin nüfusu iki milyonun üzerindedir. Küba’nın 60’ı İspanyol kökenli, %22 si karışık, %11 i ise Afrika kökenlidir. Bizde Çinli nüfus % 1 oranındadır. Resmi dil İspanyolca olup resmi dinimiz yoktur. Ama halkımızın % 47 si Katolik, % 4 ü Protestan’dır. Burası bir komünist cumhuriyet olup fert başına milli gelir 2000 dolar civarındadır. Ülkemizde enflasyon yoktur. Dolar ile bizim para birimimiz aynıdır. Burada para değiştirmeye ihtiyacınız yoktur. Dolarlarınızı kendi paramızmış gibi kullanabilirsiniz.”

Bu kısmı tam anlamamıştım. Ama sokaktaki işlemi görünce anladım. Bütün

fiyat değerleri peso üzerinde. Küba pesosu. Kübalılar kendi bütçelerine göre onu peso olarak ödüyor. Ama turistler aynı miktar dolar veriyorlar. Aslında çok basite indirgenmiş bir sistem.. Ama herhalde ithalat ve ihracatta farklı kurlar uygulanıyor.

“Bizim ülkemizin en önemli sanayi, şeker sanayidir. Bunun yanında tütün çok önemlidir. Bizim purolarımız dünyaca meşhurdur ve ülkemize döviz kazandırır. Bizim Avrupa, Rusya, Çin ve Latin ülkeleri ile ticaretimiz vardır. Turizm yeni gelişmektedir. Çok yakın olmamıza rağmen ABD’den turist çok az gelmektedir. Miami – Havana uçuşları başlarsa bu tablo çok değişebilir.”

Evet eğer ABD, Küba’ya girmek serbest der ise buralarda izdiham yaşanır. Şu anda da Küba’nın turizm potansiyeli böyle bir patlamaya hazır değil. İyi ki Küba’yı bugünlerde ziyaret ediyoruz.

Daha Havana şehrinin evlerini görmüyoruz. Umarım bu tarih bölümü otelimize gelene kadar biter.

“Küba’ya ilk yerleşenlerin M.Ö. 3500 yıllarında Güney Amerika’dan gelen

balıkçılar ve avcılar olduğu bilinir. 1492 de Kristof Kolomb karşıdan adayı gördü ise de uğramadı. !514 te İspanyol Diego Valazquez adayı işgal ettiğinde burada Arawak yerlilerinden Taino’lar yaşıyordu. İspanya Kralı adına 7 yerleşim bölgesi kurdu ve kendisine karşı direnen Taino şefini ve direnişçi lider Hatuey’i kazıkta ölüm cezasına çarptırarak örnek olmasını istedi. Encomienda sistemini getirdi.Bu sistem zorla çalıştırma ve vergi alma ile birlikte Hıristiyanlaştırma metodu idi. İspanya’da daha önce Emevi’lere uygulanmıştı. Bu sistem yerlileri yok etti. Valazquez’in derdi İspanya kralına daha çok mahsul götürmek ve buradakileri Katolik yapmaktı. Her elli kişiden bir akıllı kişi seçiliyordu. Bu kişiye İspanyolca konuşma ve okuma öğretiliyordu. Sonra İncil ve diğer dini kitaplar okutulup ezberletiliyordu. Onun görevi bu öğrendiklerini diğerlerine öğretmekti. Öğrenmek istemeyen veya vaftiz olmak istemeyen ibret olsun diye kazıkta ölüm cezasına çarptırılıyordu. Ayrıca yerlilerin çok çalışması gerekiyordu. Bu bir çeşit kölelikti. Elde ettikleri mahsul de vergi olarak ellerinden

78

Page 79: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

alınıyordu. Bunları yöneten İspanya’dan gelmiş yöneticiler vardı. Ölümler yüzünden azalan grupları bir diğerine devrediyorlardı.”

“Bu sistemin acımasız ve kontrolsüz uygulanması ve beyazların getirdiği hastalıklar sonunda yerli nüfus 100.000 den 5.000 e düştü. Bunun üzerine Afrika’dan köleler getirtilmeye başlandı. Ancak buraya getirtilen köleler ABD’nin aksine ailesi ile birlikte getirtiliyordu. Şu anda ülkemizde bulunan zenci nüfus o sıralar Afrika’dan gelenlerdir. Kölelik kaldırıldıktan sonra bile yakın zamanlara kadar zenciler ikinci sınıf vatandaştılar. Onların parklara bile girmesi yasaktı. Fidel Castro gelince şimdi onlar da eşit haklara sahip oldu.”

Amerika’ya getirilen köleleri düşündüm. Onlar ne zor şartlarda ve ailelerinden kopartılarak getirtilmişlerdi. En sağlıksız koşullarda canlarının hiçbir değeri olmadan getirtilmişlerdi. Ancak Afrika’da köle tacirlerine yardım edenler yine orada yaşayan zencilerdi. Hiç olmazsa Küba’ya getirilenler aileleri ile getirtilmişti. Bu ne de olsa bir şeydi

Ama aslında bu beyazlar çok acımasız diye düşünüyorum tekrar. Sen kalk ta Avrupa’dan gel ve burada kendi halinde yaşayan insanlar Katolik olmadı diye kazığa bağlayarak öldürt, katliam yap. Zaten o savaşçı Hatuey ölmeden önce “Ben ne bu adada sağlığımda ne de cennette İspanyol görmek istemiyorum” demiş.

Bizim rehber kız papağan gibi anlatıyor. Ona bir görev verilmiş, o da dersini iyi ezberlemiş. Komünist sistemin gereği midir nedir, gözlerimi kaparım vazifemi yaparım cinsinden anlatıyor. Aslında cici bir kız. Sarı bluzu, lacivert kısa eteğiyle zarif giyimli. Bu üniforma olmalı. Ya devletin ya da bağlı olduğu acentenin. Ama burada özel sektör olmadığı için hepsi devlet memuru.

“Küba bağımsızlığına 1898’de kavuşmuştur. 1959 devrimi ile de yeni hükümetimiz oluşmuştur. Bugün Küba’da işsizlik çok azdır. Enflasyon sıfırdır. Ülkemiz hızla gelişmektedir.”

Galiba artık otelimize çok yaklaştık diye kısa kesiyor. Zaten şu anda deniz kenarındaki bir bulvardan gidiyoruz. Sağ tarafımız deniz sol tarafımızda yerleşim yerleri. Buraların neler olduğunu yarın göreceğiz. Ta karşıda çok büyük bir bina var. Otelimizin o olduğunu işaret ediyor . Otelimiz çok güzele benziyor.

Bu bizim rehber kızımız kısa kesti ama biliyoruz ki bu karayip adalarında Avrupalıların çok uğraşıları oldu. Bu bölgenin tamamen İspanyolların eline geçmesi İngiltere, Fransa ve Hollanda gibi diğer sömürgeci ülkeleri çok rahatsız etti. Avrupa, İspanya’dan aldığı bir çok ürünün buralardan geldiğini biliyordu. Bu da onların iştahını kabartmıştı. Yaptıkları öncü tetkiklerde bu bölgede bir çok ada olduğunu ve bunların tamamının zaten İspanya’nın kontrol etmesinin mümkün olmadığını kestirince 1655 te İngilizler Jamaika’yı işgal etti. Bu arada Hollanda’lılarda birkaç adayı işgal ettiler. Fransızlar 1697de Haiti’yi. Sonra ufak ufak Martinique, St. Thomas, St. John ,,, gibi diğer adaları, sahilleri, Güney Amerika’nın kuzeyindeki Guyana’yı ....

Hatta 1762’de Avrupa’da İspanyanın zayıflamasını fırsat bilen İngiltere Küba’yı işgal etti. Bu işgal 11 ay sürdü. Bu kısa zamanda bile şeker kamışı tarlalarını geliştirdi Buraya bir çok köle daha getirdi. Fakat bu sırada Amerika’da bağımsızlık

79

Page 80: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

hareketlerinin başlaması üzerine İngiltere oradaki isyanla uğraşmak için adayı tekrar İspanyollara bıraktı.

Amerika’nın bağımsız devlet oluşu Küba’ya yepyeni ve çok önemli bir Pazar kazandırdı. Tütün ve şeker üretimi arttı. Üstelik 1791 deki Fransız yönetimindeki Haiti’de çok kötü çalıştırılma şartlarına başkaldıran kölelerin şeker kamışı üretimini durdurması Küba’nın bu pazarda rakipsiz olmasını sağladı.

Bu pazarlarda şeker için İspanyol ve Kübalılara muhtaç olan İngiltere şeker kamışının en çok üretildiği yerlerden biri olan Hindistan’ı işgal edince sorununu epey hafifletti. Ancak oradaki şeker kamışları Küba’daki gibi verimli değildi. Küba’da 4-5 metreye yanaşan boyları yanında Hindistan’da verim düşüktü. Ama İngilizler Güney Afrika’yı işgal edince Durban şehrinin kuzeyindeki Dragensberg bölgesinde aynı iklim olduğunu fark edip burada da şeker kamışı üretmek için faaliyete geçtiler. En yakın sömürgesi olan Hindistan’dan gemiler dolusu Hintli getirerek üretime geçtiler. Şimdi o bölgede çok miktarda şeker kamışı yetiştirilir. Hint asıllı nüfus yoğunluğu da yüksektir. Şeker kamışı çok havaleli olduğundan fabrikaya taşıma sorundur. Çok yerde bu iş için dekovil hatları kurulmuştur. Güney Afrika’da ise doğal gaz borusu gibi geniş borularla hava emmeli bir sistemle tarlalardan doğruca Durban’daki fabrikaya kamışlar getirilir.

Bu sırada gene İngilizler Brezilya’da Sao Paulo kenti civarında büyük ama çok büyük tarlalarda şeker kamışı yetiştirdiler. Buraya da Afrika’dan köleler getirdiler. Yalnızca Brezilya’da bu şeker kamışından şekerin yanında elde edilen alkol o kadar çoktur ki bu alkol sayesinde alkolle çalışan otomobiller üretmişlerdir. Böylece Brezilya petrol yönünden Arjantin’e bağımlılığını azaltmıştır. Alkol ile çalışan otomobillerin sayısı toplam sayının nerdeyse %50 sidir. Brezilya da bir benzin istasyonuna girdiğinizde pompacı sorar Alkol mü? Benzin mi?

Ünlü Venezuella’lı bağımsızlık hareketlerinin öncüsü Simon Bolivar ile 1810’larda Latin Amerika ülkelerinde başlayan bağımsızlık hareketlerinin Küba’ya etkisi olmamıştır. 1821 den sonra bu yörede yalnızca Puerto Rico ve Küba, İspanyol sömürgesi olarak kalmıştır. Zengin İspanyollar bağımsızlığını kazanan sömürgelerden kaçıp Küba’ya yerleşmişlerdir. Burada yine İspanya bayrağının altında kendilerini emniyette hissetmişlerdir.

Küba’da ilk bağımsızlık hareketi 1868 de başlayıp 200.000 ölü bırakarak 10 yıl sonra başarısızlıkla sona ermiştir. Bu arada birçok isyancı ABD’ye sürgüne gönderilmiştir. Bunun için bağımsızlığa giden ikinci hareketin temelleri ABD’de atılmıştır. O sırada Amerika’da yaşamını sürdüren ünlü ve saygın gazeteci, şair Jose Marti bağımsızlık mücadelesini organize etmeye başladı. Bugün Küba’nın en büyük milli kahramanı olarak anılan Jose Marti, dünyaca ünlü tanınan Küba şarkısı Quantanamera’nın da yazarıdır.

Amerika bu hareketlere Küba’dan gelen şekere ek vergi koyarak alımı azaltıp Küba ekonomisini bozarak katkıda bulunmaya çalıştı. 1895’te Jose Marti ve Generali Máximo Gómez Küba’ya çıktı ve 3 yıl süren çok kanlı ve ülke ekonomisini mahveden bağımsızlık savaşı başladı. 1896 da Jose Marti şehit düştü. İspanyollar bu hareketleri bastırmak için isyancılara yardım ettiğini düşündükleri köyleri ve tüm tarlaları ateşe verdiler, köylüleri toplama kamplarına topladılar. Baktılar ki işler iyiye gitmiyor kısmen

80

Page 81: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yönetime katılma gibi tavizler de vermeye çalıştılar ama halk tam bağımsızlık istiyordu. Fakat bu kolay değildi.

Jose Marti, ABD de yaşadığı yıllarda Amerika’nın Küba üzerinde emelleri olduğunu biliyordu ve bunu eleştiriyordu. Bunu bir tehlike olarak görüp uyanık olmaları gerektiğini söylüyordu. Amerika’nın istilacı politikasından rahatsızdı. ABD, Meksika topraklarının yarısını savaşla kendi topraklarına katmış, Florida’yı İspanyollardan, Luisiana’yı Fransızlardan satın almıştı. 1867’de de Alaska’yı Ruslardan satın alıp bir eyalet olarak topraklarına dahil etmişti. Kuzeyde ve kendi kıtasında işgal edebileceği veya satın alabileceği her yeri alınca gözünü bu bölgelere diktiğini Jose Marti görmüştü. Nitekim haksız da çıkmadı.

Vatandaş Kane filminden hatırladığımız New York Time gazetesinin de sahibi olan William Hearst kamuoyunun adayı istediğini bildiği için gazetesinde bunu körükleyen yayına hız verdi. O sırada ABD etrafındaki adaları kendi topraklarına katmayı hedeflemişti.

1898 Ocağında Havana limanında “Maine” adlı bir Amerikan savaş gemisi demirliydi. Gece, her nasılsa gemi mürettebatının tamamı tam kadro sahilde iken gemi havaya uçtu. Bunun kendilerine bir saldırı olduğunu ileri sürerek Amerika harbe katıldı. Bu İspanyolların adadaki hakimiyetinin sonunu getiren yolun başı oldu.

ABD ile İspanya’nın savaşı Küba adası ile sınırlı kalmadı. Maine gemisinin havaya uçurulması bahanesi ile açılan savaş çok önemli stratejik diğer adalarda da başladı. Birincisi Küba adasına yakın olan Puerto Rico adası. San Juan şehri, kalesi ve tarım ürünleri ile ünlü. Karayip denizlerinde önemli bir kontrol noktası. Diğeri Guam adası. Büyük Okyanusta Hawaii ile Asya arasında küçük ama bir basamak olarak çok stratejik bir nokta. Bir diğeri de Filipinler. Amerika, Küba’da İspanyollara karşı savaş ilan edince İspanyol toprakları olan bu adalara da derhal kuvvet gönderdi.

Aynı sene Hawaii takım adalarında da gelişmeler oluyordu. Hawaii takım adalarındaki yönetim zaten Pearl Harbour askeri deniz üssü dolayısıyla fiilen Amerika’nın ellerinde idi. Bununla beraber Hawaii yönetimi ülkesini hukuken de Amerika toprakları yapmak için ABD kongresine başvurmuştu. Kongre de bu müracaat üzerine aldığı bir kararla Hawaii’yi artık ABD toprağı olarak ilan etmişti.1898 senesinin sonuna gelindiğinde Hawaii, Guam ve Puerto Rico ABD topraklarına katılmış, Küba işgal altına alınmıştı.

Filipinler de Amerikan egemenliğine geçmişti ama buradaki manzara daha değişik. Zaten bağımsızlık isteyen Filipinliler, bu savaşta Amerika’nın yanında İspanyol’lara karşı savaştı. İspanyollar mağlup olunca General Aquinaldo 1898de bağımsızlık ilan etti. Bu bağımsızlık ilanı karşısında Amerika başka bir plan uyguladı ve İspanyollarla barış anlaşması yerine satın alma anlaşması yaptı. İspanya 20 milyon dolar karşılığı Filipinlerin tamamını ABD’ye sattı. Bu anlaşma uyarınca da Amerika Filipin’lere yerleşti. Bu bağımsızlık bekleyen Filipinler’de soğuk duş etkisi yaptı. 1942’de Japonya’nın istilasına uğrayan Filipinler Japonya’nın yenilmesi ile tekrar Amerikan istilasına uğradı. Direnen Filipinler tam bağımsızlığını 1946 da aldı.

81

Page 82: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Aslında diğer adalarda değil ama Küba’da, İspanya bazı muharebeleri kazanmadı değil. Bunların en etkileyicisi daha sonra ABD Başkanı olan Roosevelt ve onun kuvvetlerini San Juan Tepesi savaşında yendikleri muharebe idi. Burada ilginç bir öyküyü anlatmak isterim.

Adada isyancıların başında General Garcia vardı. Roosevelt’in ona bir mektup göndermesi gerekiyordu. İş hayatının temel öğretilerinden olan “Garcia’ya Mektup” işte bu sırada olmuş bir olaydır. Lise çağlarında Hayat dergisinde okuduğum ve daha sonra işletme ihtisası yaparken de karşıma çıkan bu öğretinin hikayesi şu: Roosevelt, o sıralarda Küba’nın bir yerinde mahalli kuvvetleri ile bağımsızlık mücadelesi yürüten Garcia’ya bir mektup ulaştırılmasını ister. Yanına çağırdığı subaya “ Bu mektubu derhal General Garcia’ya vereceksin” der. Bunun üzerine subay başlar sormaya “Kimdir General Garcia? Şu anda nerede? Hemen mi yola çıkayım yarın sabah mı? Kendisi son anda nerede görüldü? “ gibisinden bir çok soru sorar. Roosevelt onun üzerine görevi bir başka subaya verir. Onu yanına çağırır ve “Bu mektubu derhal General Garcia’ya vereceksin” der. O subayda buna benzer sorular sorar. Onun üzerine üçüncüyü çağırır. Bu subayın tepkisi “Baş üstüne komutanım” dır. Birkaç gün sonra hiçbir şey söylemeden elinde Garcia’nın cevap mektubu ile Roosevelt’in yanına girer.

Bu öyküyü bize anlatan profesörümüz sözlerini şu öğüdü ile tamamlamıştı. “Sizler işletmelerde yönetici olarak çalışacaksınız. Size amiriniz bir iş verdi ise o işle ilgili ona soru sormayın. Gerekli bütün detayları başka kaynaklardan araştırıp çözüme gidin. Onun yapacağı bir sürü işi vardır. Her işin bütün detayları ile uğraşamaz. Siz de onu uğraştırmayın. Eğer siz patron veya amirseniz ve altınızdakine görev veriyorsanız her görev verdiğinizde Garcia’ya Mektup’u hatırlayınız. Çok soru sorana yol göstermekle uğraşmayınız. İşinizi büyütmeye zamanınız kalmaz.”

Aslında yıllardır daima hem kendime örnek olarak aldığım hem de etrafımdakilere anlattığım Garcia’nın topraklarında olmak heyecan verici.

Burada ilginç bir husus 12 Aralık 1898’de Barış anlaşması imzalanırken

General Garcia dahil hiçbir Küba’lı masada oturmuyordu. Masada yalnızca Amerikalılar ve İspanyollar vardı. Böylece adada yıllar süren Amerikan hakimiyeti başlamıştı. Bir işgalciden öbür işgalciye.

Amerika bu bölgedeki adalardan Puerto Rico’yu ve Guam’ı kendi topraklarına katmasına rağmen Küba’yı işgalle yetindi. Buraya kendi valisini atadı. Vali ileride de Küba’yı kendisine bağlayacak bir çok reform hareketlerine girişti. Bu arada Küba’da yönetimi bir gün Kübalılara bırakacağı için sözde Küba hükümeti Amerika ile 1901 de Platt anlaşmasını yaptı. Bu anlaşmaya göre Amerika Küba’nın içişlerine karışma hakkı elde ediyordu. Bu anlaşmaya göre Guantanamo Körfezinde kurulan deniz üssü halen Amerikan toprağı sayılmaktadır. Fidel Castro rejimi bile bu üsse dokunamadı. Burası halen Amerika’nın elindedir. Bu üs Afganistan esirlerinin getirilip burada hapsedilmesi ile gündeme gelmişti. Amerika Afganistan operasyonundan sonra tutukladıklarını buraya getirdi. Buradaki hapishanenin şartlarının çok kötü olması İnsan Hakları derneklerini faaliyete geçirmiş ama bir sonuç alınamamıştı.

Amerikalılar 1902 den sonra seçimle veya ihtilal ile gelen başkanların hepsini kukla gibi oynattı. 1906 da çıkan isyanı kanlı bastırması Amerikalılara nefreti

82

Page 83: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

arttırmasına rağmen Platt anlaşması 1934 e kadar devam etti. Platt anlaşması ortadan kalktığında Amerika zaten ekonomik olarak hakimiyetini kurmuştu. 1933 de başa geçen diktatör Batista Amerikalılar ile sıkı ilişki içinde idi. Nikel işletmeciliğinden şeker kamışı tarlalarına kadar iktisadi hayatın can damarlarının sahibi Amerika idi. Fidel Castro yönetimi ele geçirince Batista devletin 40 milyon doları ile Dominican Cumhuriyetine kaçtı.

Her şey devletleştirilince gerek Amerika’lı yatırımcılar, gerekse 400.000 Kübalı Amerika’ya göç etti. Florida’nın ucundaki küçük ada zincirlerinin en ucunda olan Key West, Amerika’nın ana kara toprağından daha yakındır Küba’ya. Bu yakınlık dolayısıyla göçmen Kübalılar genellikle Florida’ya yerleşmişlerdir. Onun için bu gün Florida’da sanki İspanyolca ana dil de İngilizce ikinci dil gibidir.

İktidarı ele geçiren Castro, adı konmamış komünist rejimi uygulamaya koyunca Amerika’da karşı hareket olarak büyük ambargo hareketine girişti. Castro rejime bir ad vermekten kaçınıyordu. Amerika, devletleştirilen rafinerilere Venezüella’nın petrol vermesini yasakladı. Şeker alımını durdurdu. Bütün bunlar Küba’yı yıldırmadı. Fidel Castro’ya karşı bir hareketi başlatmadı. Bilakis halkı birbirine kenetledi. Sosyalist reformlardan halk memnundu. Zenciler bile artık insan sayılmaya başlamış ve umuma mahsus yerlere girme hakkı elde etmişti.

1961 de Kennedy’nin bu rejimi devirmek için eski diktatör Batista’ya yaptırttığı Domuzlar Körfezi çıkartması başarısızlıkla sonuçlandı. Fidel Castro rejimin sosyalist rejim olduğunu ilan etmesi, Sovyet Rusya’yı çok memnun etti. Amerika’nın açığını Rusya kapattı. Hatta nükleer füze rampaları da yerleştirmeye kalkınca meşhur 1962 krizi patlak verdi.

Ekonomi Bakanı, Castro’nun silah arkadaşı, Che Guevera , 1965’te görevlerini tamamladığını söyleyerek hükümetten istifa etti ve bütün dünyadaki gerilla hareketlerine aktif olarak katılmaya başladı. Rusya’nın da desteği ile Zaire, Angola, Mozambik, Bolivia, Etopia gibi ülkelerdeki gerilla hareketlerini yönetti. (Etopia yani Habeşistan’da bu hareketler 1974’te meşhur Aslanlar aslanı Kral Haile Selasiye’nin devrilip yerine 17 sene sürecek Rusya güdümlü bir hükümetin gelmesini sağlayacaktı.) Che Guevera ,1967 de Bolivia dağlarında öldürüldü. Bu hareketler tüm Orta Amerika’ya önderlik etti. Bütün bu ülkelerde Che, bir kahraman olarak anılır. Bir Arjantin seyahatimizde Cordoba şehrinde Che için açılan bir fotoğraf sergisini yüzlerce Arjantinli ile birlikte izlemiştik.

Halen her şeyin devlet eliyle yürütüldüğü dünyadaki tek komünist ülke olan Küba 1991 den sonra hayli değişmiştir. Marksist – Leninist maddeler anayasadan çıkarılmıştır. Amerika ile ilişkilerin daha da iyiye gideceği umulmaktadır. İlişkilerin düzgünleşme çabalarına Amerika’da yerleşik Küba göçmenlerinin katkısı büyüktür.

Otelimiz eski Havana dedikleri şehir merkezine 8 km uzaklıkta deniz kenarında çok büyük ve güzel bir otel. “ Otel Havana Riviera” 20 katlı. Amerikalı sahibi, oteli 1958’de tamamlamış ve hizmete açtıktan bir sene sonra devrim olunca devlete kalmış. Kendisi de Amerika’ya dönmüş. Döner kapıdan otele girince karşınıza dev bir lobi çıkıyor. Lobinin solundan itibaren gece kulübünün kapısı, bir bar yanında lokanta sonra resepsiyon. Karşı tarafta bir kahve salonu. Piyano eşliğinde denizi seyredip bir

83

Page 84: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

şeyler içmek mümkün. Bu kafe en az 200 kişilik. Girişin sağında ise yine ayrı bir bar var. Zaten sağ taraf olduğu gibi deniz manzarası.

Saat 4.30 a geliyor. Güneş birazdan batacak. Oteldeki görevliler bizi güzel karşıladılar da niye bekletip duruyorlar acaba? “Siz bekleyin Halkla İlişkiler Müdiresi gelecek” diyorlar. Gelmiyor. Birisi geliyor. “İşleriniz yapılıyor. Lütfen bekleyin” diyor. Ne işi yapılıyorsa. Allah’tan lobi çok geniş ve çok ferah. İnsanın canı sıkılmaz. İki masada Tropicana gece kulübünün biletleri ile Havana şehir turlarının satışı yapılmakta. Hepimiz Tropicana’ya gitmek istediğimiz için biraz sonra bu kızcağızı da ziyaret edip bilgi alıp rezervasyon yaptıracağım.

Bu arada peşimizi hiç bırakmayan 20. kattaki lokantanın müdürü bir zenci, illa işlettiği lokantasında yemek yiyelim istiyor. Kaç kişi geleceksiniz diye sıkıştırıyor. Daha biz odalarımıza gidememişiz. Onun derdi lokantası ile.

Biraz sonra kendini müdire diye tanıtan bir bayan geldi. Bize otelimizi tanıtacakmış odalarımızın anahtarları hazır olana kadar.”Sizi şöyle bara alayım. Siz hoş geldiniz kokteylinizi yudumlarken ben deotelimizin tanıtımı yaparım” diyor. Çok sevinip gruba kalkalım işareti yapıyorum. O soldaki barın kapısına gidiyoruz. Barın kapısı kapalı. Kadıncağız bir iki zorluyor. Sonuç yok. “Siz tekrar istirahat edin Ben sorumluyu bulurum” diyor. Tam canımız sıkılmaya başlarken gelen bir başka zenci kapıyı açıyor. Kapının açıldığını gördükten sonra içeriye giriyoruz.

Burası güzel, büyük bir bar. Barmen “Hoş Geldiniz “kokteyllerimizi ikram ederken biraz daha zaman geçiyor. Geleli yarım saati geçti. Müdire hanım yanında iki kişi ile geliyor. Biri bizim şef zenci. Onu 20. kat lokanta şefimiz diye tanıtıyor. O da tekrar bize mönüyü ve fiyatları tanıtıyor. Yavaş yavaş canımız sıkılmaya başladı. Hala odalarımıza gidemedik. Buralarda vakit geçirip duruyoruz. Ama yapacak bir şey yok. Diğer bayan da otelde yapılan bir show’un reklamını yapıyor. Kendi showlarının Tropicana’dan ucuz ve güzel olduğuna ikna etmeye uğraşıyor. Bizi isteksiz görünce biraz daha fiyatları indiriyor.

Müdüre gene izin isteyip kayboluyor. Ben de o sırada gidip Tropicana’daki alternatifleri öğreniyorum. Sonunda 60 dolarlık yemeksiz bölüme karar veriyoruz. 5 dolarda transfer için vereceğiz.

Nihayet oda anahtarlarımız (kart şeklinde) geldi. Bu arada Tropicana için 65 dolarları toplama işim bitti. Show saat 10’da başlıyormuş. Bizi servisler 9 da alacaklar. 9 da buluşmak üzere bardan ayrılırken 20. kattaki lokanta müdürü yine peşimizde.

Bana 19. katta bir oda verdiler. Odalar arasında bir fark yok ama bu kat executive kat imiş. Farkı Business centere yakın oluşu.. Onun için fazla para ödeyen iş adamları burada kalıyorlar. Tam güneş batımı. Nihal fotoğrafları çekerken ben e mail imkanını araştırmak üzere resepsiyona indiğimde bir tek Mürşit Kodaman’ların odasından memnun olmadığını görüyorum. Burada iki gece kalacağımız için Bilgi hanımın ”Şimdi problem çıkarmayalım. Kalalım artık” demesine aldırmadan odalarını değiştiriyoruz. 17. kattaki yeni odalarının manzarası çok güzel.

84

Page 85: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Havana’ya gelmek üzere uçağa binerken Salvador midemi bulandırdı. “Mete beye acele söyleyin. Para yollasın. Yoksa sizin Guatemala biletlerinizi alamam” diyerek. Hakikaten almazsa ne yaparız? Mete’ye detaylı bir mail atmam gerek. 20. kattaki Business Center’de internet bağlantısı varmış. 19. ve 20. katlar arası kırmızı halı kaplı özel bir dahili merdiven var. Merdiveni çıktığımda yine beni o zenci şef “Hoş Geldiniz “ diye karşılıyor. Meğer o lokanta burası imiş. Beni ısrarla içeriye sokup gezdiriyor. Bilgisayarın bulunduğu oda lokantanın tam karşısı. İçeriye girdiğimde ağzında sakız, mini etekli, iri yarı ama genç bir bayan karşıladı. Hiç duruşunu bozmadan internet bağlantısı olmadığını yarım saat sonra gelmemi söyledi. Yarım saat sonra yine aynı manzara aynı cevap. Saat sekize kadar burası açıkmış. “Yedi buçukta tekrar gelin” dedi.

Yedi buçukta ise kapalı idi. Uğraşarak birilerini bulduk. Bizim kız gitmiş. Bir başka görevli kapıyı açıp bilgisayar bağlantısını yine denedi ama İnternet yok. Bu bayan istersek mektup yollayabileceğimizi mektup alma verme hattının ayrı olduğunu söyledi. Pek anlamadım ama başka otelde olup olmadığını sordum. Yurt dışına tek hat olduğunu ve ana merkezin de bu otel olduğunu söyledi. “Bizde yoksa hiçbir yerde yoktur “dedi. O zaman onun dediğini dinleyip durumu açıklayan uzun bir mail yazıp Mete’den aman diledim. Ne olur parasını gönder de bu adam biletleri alsın . Bak biz vize ve diğer sorunları hallettik. Şu uçuşta takılmayalım diye. Bir de bana hemen haber vermesini söyledim. Görevli bayan mektubu İnternet Explorer üzerinden gönderdiğini söyledi. İnşallah gitmiştir. Gitti ise sabah mutlaka cevap gelir diye düşünerek görevliye iyi akşamlar diliyorum.

Odaya döndüğümde Nihal bana fotoğraf makinesinin ekranından çektiği gün batımı manzaralarını gösterdi. Keşke tam gün batarken iki kadeh bir şey içseydik diye hayıflandık ama şu bitmez tükenmez problemler insanda keyif edecek hal mı bırakıyor. Bir duş alıp zor yetiştik aşağıya saat 9 da.

Saat 9’da hemen herkes aşağıda toplanmıştı. Servis araçlarını beklerken herkes birbirine bu saate kadar neler yaptıklarını anlatıyor. Sayhan beyler bir taksi tutup şehrin merkezine gitmişler. Orada yemek yemişler. Sevnur hanım ve ekibi ile

Kodaman’lar 20. katta zenci müdürümüzle yemek yemişler. Bahadır’ın dünden beri midesi ve bağırsakları bozuk. Diğerlerinin karnı tokmuş. Şöyle kordonda bir yürüyelim demişler ama yanlarına tipsiz insanlar takılınca korkup otele geri dönmüşler. Sakın yalnız yürümeyin tavsiyesinde bulunuyorlar.

Saat 9.15’te 15 er kişilik iki minibüs geldi. 15 dakika sonra Tropicana’da idik. Girişi ile, sahne dekoru ile Paris’in Lido’sunu aratmayacak bir tesis. Son derece kaliteli her şey. Kapıdaki 3 resepsiyon

memurunun önünde bilgisayarlar oturma düzenini bilgisayardan ayarlıyorlar. Masalarımız gerçekten de 60 dolarlıkların en önü. Hemen adam başı bir küçük veya

85

Page 86: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

iki kişiye bir büyük Havana Club Rom ile salatalık ve turşudan oluşan meze tabakları getirdiler.

Burası tamamen açık havada bir mekan. Etrafında büyük pervaneli vantilatörler var. Bugün hava o kadar sıcak olmadığı için çalıştırılmıyor. Ortadaki sahneyi yarım ay şeklinde amfi düzeninde kucaklıyor masalar. Sandalye ve masalar ile masa örtüleri bu show’un kalitesinde değil. Her masa net bir şekilde sahneyi görüyor. Biz sahneye 20 metre kadar uzağız. Ama yerimiz güzel.

1939’un karaborsa ve kaçaklığın çok yaygın oluğu, mafya’nın kumarhaneler işlettiği karanlık günlerde sahnelerini açan Tropicana o günden beri her gece gösterilerine devam ediyor. Meşhur Fransız Lido, Moulen Rouge gibi bir show. 1.5 saatlik olağan üstü gösteride Kübalı dansçıları ve şarkıcıları izledik. Saat 11.30 da biten showdan sonra yarım saat dans müziği çaldılar. Hep birlikte piste çıkıp eğlendik gönlümüzce. Bu iki saat zarfında Havana Club Rom’ları bitirememiştik. Diğer masalarda ayrılanlar kalan içkileri alıp gidiyorlardı. Bizde masamızda kalanları toplayıp minibüsümüze gittik. Dönerken bizim minibüste şarkılar şöleni vardı. Meğer Bülent Güzeliş’in sesi ne güzelmiş.

86

Page 87: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

7 Şubat Havana Şehir turu

Sabah kahvaltıdan önce 20. kattaki ofisten Mete’den mektup gelip gelmediğini kontrol ettim. Yoktu. İnternet bağlantısı da hala kopuk. Odadaki memure kahvaltımızı 20. kattaki salonda alabileceğimizi söyledi. Meğer 19 ve 20. katta kalanların kahvaltı salonu diğerlerinden farklı imiş. Elit bir kahvaltı ettikten sonra saat 9 da şehir turuna başlamak için lobiye indik. Dostlarımız bizi kahvaltıda göremeyince merak etmişler ama onlara ayrı bir salonda kahvaltı ettiğimizi söylemedik.

Bizi biraz meraklandırdıktan sonra 9.30 da otobüs geldi. Otobüste yine belli kişiler öne oturunca beklenen isyan çıktı. Hep arkada oturanlar artık yer değişmenin sırası geldiğini bunun böyle devam edemeyeceğini söylediler. Beste “Ama ben not tutuyorum önde oturmam lazım” deyince Huri “Bizde not tutuyoruz. Atila beyin sesi buraya geliyor merak etmeyin” dedi. Rahatsız olan ayağını bahane eden Selen hanım’a da “Siz uçakta arkada ara koltukta çok güzel oturdunuz. Bu otobüste mi bacağınız ağrıyor” gibisinden cevap verildi. Herkesin ikili ikili oturmasını rica ettim. Arkayı boş bıraktık. Sonra bir liste yaptık . Bugünden itibaren en ön sırada oturan mevcuda göre en arka olan 7. sıraya gidecekti. 7 sırada oturandan itibaren herkes bir ön koltuğa kayacaktı. Bu düzen bugünden itibaren uygulanmaya konacaktı. Gerçekten kalan günlerde bu sıraya harfiyen uyuldu ve çok rahat ettik. Otobüs 13 sıralı idi. 7. sıradan arkası serbest bölge. Tek oturmak isteyenler bu koltuklara geçebileceklerdi. Önde oturmaya alışanlar biraz homurdandılar ama adil olanı buydu. Keşke ilk günden itibaren böyle yapsaydık. Bir daha tur lideri olursam ilk günden itibaren bu uygulamaya geçeceğime, yolcuların sabırlarının taşmasını beklemeyeceğime, kendi kendime söz verdim.

Bugünkü rehberimiz Paula ince zayıf bir kızcağız. O da üniforma gibi dünkü rehberin aynı, etek bluz giymişti. Bu daha uzun boyluydu.

“Bugün 5 saat süreli şehir turuna hoş geldiniz. Benim adım Paula. Şehri dolaşırken size bu şehir ile ilgili bilgiler vereceğim. Önce batı yönünde şehrin sonundaki yeni mahalleyi göreceğiz. Sonra orta bölgeyi gezeceğiz ve daha sonra da eski şehre yani Havana’nın merkezine gelerek turumuzu 14.30 da tamamlayacağız.”

Otobüsümüz batıya doğru yöneldi. Takip ettiğimiz yol geniş bir yol. Bir yere geldiğimizde bir tünelle nehrin altından geçtik. Bu nehir El Mandares. Bundan sonra çok güzel villalar başlıyor. Yol numaralandırmaları Amerikan sistemi. Paralel caddeler ve onu kesen sokaklar. Caddeden gidiyoruz. 1. cadde sahile en yakın olanı. 5. cadde ise otobüslerin geçtiği ve dün de bizim havaalanından gelirken kullandığımız yol. İşyerleri ile dolu. Burasını o kadar Amerikanvari yapmışlar ki ayni New York’ta olduğu gibi 5. cadde ile 42. sokağın kesim noktasında iki tane aslan heykeli koymuşlar. Bu bölgede hep villalar var. Bunlar genellikle Amerikalıların ve eski

87

Page 88: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

zenginlerin evleri imiş. Ama ihtilalden sonra hepsi kaçmış. Bu binalara da devlet el koymuş. Şimdi yönetimin önde gelenleri buralarda oturuyormuş..

“Sağda Havana tenis kulübü . Bunun yanındaki yer eski Akvaryum. Şimdi biraz

ileriye daha büyüğü yapıldı. Karayiplerin en büyük akvaryumu burasıdır. Bütün balık ve deniz canlılarını görme imkanınız yanında yunus balıklarının da gösterileri izlenebilir. Bu gördüğünüz otel Melia oteller zincirinin Küba’da yaptırdığı dördüncü oteli. Geçen hafta hizmete girdi”

Çok güzel bir beş yıldızlı otelin önünden geri dönüyoruz. Dönüşümüzde El Mandares nehrini köprü ile geçiyoruz.

“Eskiden bu nehrin diğer tarafında büyük bir ormanlık alan vardı. Burası yasak bölge idi. Ülkede afyon ve diğer kaçakçılık bu bölgeden yapılırdı. Kaçakçılığı kontrol altına almak için devlet burayı yasak bölge ilan etti. Böylece Havana‘ya karadan girilemez hale geldi. Girişler tamamen kontrol altına alındı. Ama 1898’den sonra bu

ormanlar kesilerek bu villalar yapıldı. Şimdi yanından geçmekte olduğumuz mezarlık İspanyollar tarafından 1772 de yapılmış Kristof Kolomb mezarlığıdır. Şu anda buraya gömülmek yasaktır. Ancak hükümet izni ile büyük adamlar gömülebilir.” Burada gömülü olan Küba meşhurlarının isimlerini sayıyor.. Sonra devam

ediyor. “Havana’da 4 adet mezarlık vardır ama burası en büyük olmaya devam etmektedir. Kastro’nun devrim şehitleri de buradaki şehitlik bölümünde yatmaktadır.”

Şehrin orta bölümündeki Cumhuriyet Caddesinden Devrim Meydanına gidiyoruz. Burada otobüsü park edip meydana inip bilgi alıyoruz.. Devrim Meydanı çok kocaman bir meydan. Bütün törenler burada yapılırmış. 22 katlı TV binasının altı müze. Önünde dev bir Jose Marti heykeli var. Bu binanın arkasındaki parkta ise Lenin’in taş üzerine oyulmuş dev bir heykeli var. Meydanın diğer tarafında modern bir tiyatro binası ve diğer yönlerde çeşitli bakanlıkların binaları. Savunma bakanlığının üzerinde

metal çubuklardan yapılmış dev bir Che Guevera silueti var. Eskiden bu binada Che’nin çalışma odası varmış.

88

Page 89: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Otobüse binip eski şehre doğru gidiyoruz. 1728 de kurulan Havana üniversitesi bütün öğrenci hareketlerine önderlik etmiş. İspanyollar devrinde esas olarak hukuk ve felsefe eğitimi Havana Üniversitesinde şimdi fen bilimleri ağırlıkta.

Arkadaki ana kapıya uzanan büyük merdivenlerde öğrenci hareketleri sırasında yüzlerce öğrenci ölmüş.

Havana Üniversitesini geçip sahile doğru giden yolda çok büyük ve modern binalar var. İşte burası da ihtilalden önce yapılmış zengin mahallelerinden. La

Rampa yokuşu ile sahile inip limana doğru yol alıyoruz. Bütün meydanlarda heykeller var. Rehberimiz tek tek bu binalar ve heykeller hakkında bilgiler veriyor.

Sahile çıkıp sağa, limana doğru döndüğümüzde işte karşımızda Havana şehrinin sembolü Morro Deniz Feneri göründü. Havana çok korumalı bir limana sahip. Genişliği 250 metre, derinliği 12 metre olan bir boğazdan içeriye 1 km uzanan deniz,

iç kısımda çok genişliyor. Ayrıca üç büyük kanal halinde biraz daha içerilere de giriyor. Bizim Haliç’in içeriye girişi gibi. Bu her kol bir başka amaçlı yükleme işlerinde kullanılıyor. Kolların birinden ülkenin bütün ham şeker ihracatı yapılıyor. Diğer kollar, petrol, kömür, buğday gibi diğer malların yükleme ve boşaltılmasında kullanılıyor. Limanın girişinde iki kaleden birisi Morro kalesi. Buna Morro Şatosu da denir. 16. yüzyılda yapılmıştır. Morro bir tepenin üzerine yapıldığı için önündeki feneri ile çok haşmetli. Bunun yanındaki Cabanas kalesi Morro’yo güçlendirmek için 18. yüzyılda yapılmıştır. Devrimden sonra Castro burasını siyasi suçluların yattığı hapishane olarak kullanmıştır.

Morro kalesinin karşısında liman girişinin batı yakasında daha küçük bir kale olan La Punta var. Karayip denizinde korsanlar cirit atarlardı. Gece limanı emniyete almak için körfezin iki ucu arasına bir demir ağ gerilir ve giriş çıkış kapanırmış. Limanın artık kapalı olduğu, Müslümanların oruç açmalarını belirtir gibi bir top atışı ile duyurulurmuş. Bu düzen devrime kadar sürmüş.

İç körfeze doğru sapmayıp doğruca eski şehir’e doğru gidiyoruz. Burada

Havana’nın eski surlarının izlerini küçük kaleciklerde görmek mümkün. Havana hem kolonial devrin hem de daha sonra modern yapıların iç içe olduğu bir şehir. Uzun

89

Page 90: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

seneler hep surlar içinde sıkışıp kalmış. Ama bir İspanyol vali, surların batı bölümünü yıkıp buraya geniş bir cadde açınca şehir nefes almış ve hızla batıya doğru büyümeye başlamış. Bu caddenin adına Prado demişler. Bağımsızlıktan sonra buraya zenginler evler yaptırmışlar ise de sonra zenginler daha sakin yerlere, yani biraz önce gezdiğimiz sonradan iskana açılan 42.caddenin olduğu yerlere taşınınca bu binalar otel, mağaza ve işyerleri olmuş.

Havana 1519 da kurulmuştur. Daha önceleri adanın güneyine yerleşen İspanyollar bataklık ve hastalıklardan kaçarak çok korumalı liman olabilecek buraya yerleşmişler. Hele Sebastian de Ocombo adlı kaşif, uzunluğu 1500 km. yi geçen bu kara parçasının etrafında bir tam tur atıp burasının bir ada olduğunu kesinleştirince Küba ve dolayısıyla Havana şehri, İspanyolların Yeni İspanya adını verdikleri Orta Amerika’da kurdukları hakimiyet için bir anahtar rolü üstlenmiştir. 1604’ten itibaren Küba genel valileri Havana’da oturmaya başladılar. Biraz sonra onların ikametgahlarını görecektik.

Rehberimiz bizi şimdi Capitol’ün olduğu ana meydana götürdü. Şimdiye kadar Havana’ya gelen çok arkadaşım olmuştu ama hiç kimse bana burada Amerikanın

başşehri Washington DC deki meclis binası Capitol’ün ayni mimaride yapılmış bir modelinin olduğunu söylememişti. Gerçekten şok oldum. Sanki Washington’da idim. Amerika’nın bütün eyaletlerinin başşehirlerinde Senato ve Meclisin toplandığı yer olan Capitol’ler genellikle hep aynı mimaride yapılmıştır. Yalnız bazıları büyük, bazıları daha küçüktür. Amerikalılar burasını sanki bir eyaletleri gibi ele aldıklarından 1900 lü yıllarda bu binayı yaptırmışlar. İçine girmek için 50 basamaklı çok geniş

mermer merdivenlerle çıktığınızla sağınızda çalışmayı, solunuzda adaleti temsil eden iki heykel var. İtalyan heykeltıraş Angelo Stani’nin eserleri. Girişte Rotando yani daire şeklinde kubbeli salonda 17 metre boyunda 3. heykel var. Yerler tamamen mermer, tavanlar ise maun ağacı işlemeli. Kubbenin tam merkezinde 22 karatlık bir elmas burasının “0” noktası olduğunu gösteriyor. Küba’da bütün mesafelerin başlangıç noktası. Bu bina şimdi bir müze. O gün kapalı olduğu için müze bölümünü gezemedik.

Kapitol’ün etrafındaki meydan çok hareketli. Buraya turist getiren iki otobüsün de Türk turistleri getirmesi ilginç. Sömestr tatilinden yararlanarak 7 günlüğüne gelen Türklerle ayak üstü sohbet ettik. Hatta Mürşit Kodaman bir dostunun kızını görünce şaşırdı. Hatıra resim çektirdi. Dünya ne küçük.

Capitol’ün merdivenlerinin başında, 50 sene önce bizde de olan körüklü ahşap, fotoğraf makinesi ile vesikalık çeken zenciler bize nostalji yaşattılar. 1959 da devrimden bir yıl öncesine kadar burada iş yapan

90

Page 91: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Amerikalılar ve zenginler Amerikan arabaları getirirlerdi. Ancak ülkeden kaçarken bıraktıkları 1956-1957 model Chevrolet’ler ve diğer otomobiller halen dolmuş veya taksi amaçlı kullanılıyorlar. Universal Studio’larında bunlardan 3 tane var da herkes gidip resim çektiriyor. Her halde buraya gelen Amerikalılar deli oluyorlardır diye düşünüyorum.

Diğer ilginç bir görüntü, bir belediye otobüsü. Önde tır motoru, arkada yolcuların bindiği araç. Mutlaka ayrı ayrı imal edilmiş. Arkadaki yolcu bölümü çok garip. Bizdeki körüklü otobüsler iki bölüm ya , burada üç bölüm var. Orta bölümü diğer bölümlerden 1 metre kadar alçak ve içeride bu bölümlere merdivenle inilip çıkılıyor. Herhalde 150-200 kişi alıyordur. Onu da ancak böyle güçlü bir motor çekebilir.

Dolmuş durakları tam yolun ortasında. İnsanlar yolun ortasında kuyruk olmuşlar dolmuş bekliyorlar. Her iki tarafta da trafik olduğundan tehlikeli bir ortam diye düşünüyorum ama onlar alışmış.

Capitol’ün yanındaki Dostluk Meydanından arka tarafa dönünce şehrin en eski puro fabrikalarından biri olan 1845 yılında kurulmuş olan Partagas Real Fabrika de

Tabaccos’ta puro yapımı ile ilgili bilgi alıyoruz. Fabrika üretim sistemi herhalde ilk günkü gibi. Yalnızca puroların dış yapraklarının sarımını işçi kızlar bacaklarında değil, masa üstünde gerçekleştiriyorlar. Havana civarında yetişen tütün Küba’nın en eski ihraç maddesi idi. Boyu 40 – 50 santimi bulan tütün yaprakları bizdeki pazı’yı veya Karadeniz’deki kara lahana yapraklarını andırıyor. İşçiler çalışırken onlara kitap

okuyan kişinin bulunduğu masa, tütün sarıcıların tam ortasında. Bütün fabrikaların üretimi olan purolardan yılda 13 milyon adet puro ihraç ediliyormuş. Ayrıca üzerinde termometresi olan puro kutuları da fabrikanın satış mağazasında satılıyor.

Tekrar limanın olduğu yere gidiyoruz. Limanda birçok gemi var. İşte Maine adlı gemi burada havaya uçmuş. Çok güvenli olduğu için Orta Amerika ülkelerinden, Meksika’dan tutun da Bolivya’ya kadar bütün ülkelerden gelen gemiler bu limana gelinceye kadar korsan saldırılarından kurtulmuşlarsa burada tekrar gerekli hazırlıkları yapıp Meksika Körfezinden Avrupa’ya gitmek üzere okyanusa açılıyorlardı. Havana limanı iyi bir durak ve toplanma yeri idi. Aynı yöne gidecek gemiler ki, korsanlara karşı daha kuvvetli olmak için birbirini beklerdi. Burası bir nevi buluşma yeri idi. Eski gümrük binası hala ayakta. Yan tarafında da San Fransisko kilisesi ve meydanı.

91

Page 92: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Havana’da iki tarihi ana meydan var. Bir tanesi ilk gelenlerin yaptırdığı nispeten daha küçük meydan. Burada, önünde Şeyba ağacı olan bir küçük kilise, yanında eskiden İspanyolların hazine dairesi olarak kullandığı, Castro’nun ilk dönemlerinde öğretmen evi, şimdi otel olarak kullanılan bir bina ile karşısında valinin oturduğu ev. Valinin evi muhteşem bir konak. Konağın önündeki parke taşlı yoldan günün her saati geçen arabalar valinin uykusunu bozduğu için yolun bu kısmı ahşap kaplama yapılmış. Belki de dünyanın ahşap olan tek ana caddesi burası.

Daha sonra Havana gelişmiş bir başkent olunca daha büyük bir katedral yapılmış ve bir meydan daha düzenlenmiş. Bu katedral ve etrafındaki çok eski yapılar aynen muhafaza edilmektedir. Onlardan birisi halen su dağıtım merkezi, diğeri ise şehir müzesidir.

Bu meydandan ayrılıp el sanatlarının satıldığı pazar yerine doğru giderken iç limana giriş kanalı üzerinde kurulmuş diğer bir kale olan Castillo De Real Fuersa’yı görüyoruz. Şu anda Seramik müzesi olarak kullanılmakta. Eskiden burada İspanyol askeri komutanı ikamet edermiş.

Havana Amerikalıların dinlenme ve kumar merkezi olmuş yıllarca. Buraya amerikan mafya’sı el atmış ve bu şehri tam bir kumar, eğlence, uyuşturucu ve tatil beldesi yapmışlar. Başta Ernest Hemingway olmak üzere birçok ünlü Amerikalı Havana’da ev almışlar. Hemingway 1930 larda balıkçılık için geldiği bu sularda gecesini Havana’da otelde geçirirmiş. Yaya yaptığımız bu turda bir mola vermek için bu tarihi otele giriyoruz. İçerisi çok serin. Küçük yuvarlak tahta masalar ve sandalyeler var. Ortada büyük bir bar. Rehberimiz burada “Majito” içkisini denememizi öneriyor. İçinde rom ve taze nane dalı olan ferahlarıcı bir kokteyl. Hemingway’in favori içkilerinden biri imiş. Hemingway’in kaldığı 510 nolu oda bugün müze olarak muhafaza ediliyor. “İhtiyar Adam ve Deniz”’i burada yazdığı söylenir.

Bütün dünyada Mafya babalarının diktatörlerle anlaşması çok kolaydır. İkisinin de amacı paradır. Mafya babaları 1901 Platt anlaşmasına göre Amerikan hükümetinin iç işlerine karışma haklarından da yararlanarak diktatörlere de kazançlarından hisse vererek Havana’yı yozlaştırmışlardı. Amerikalıların eğlence, kumar ve kaçakçılık merkezi haline getirilmişti Havana. Dün gece gittiğimiz ünlü gece kulübü Tropicana’nın da ilk kurucusu bu mafya teşkilatı imiş meğer. İşte Castro’nun devirdiği diktatör Batista’nın kaçarken yanında götürdüğü 40 milyon dolar da mafya ile işbirliğinden elde edilmiş.

Havana sokakları çok neşeli. Her yerde müzik çalan gruplara rastlamanız mümkün. Fal bakanlar, saçlarını ördürenler ... neler neler. Hatta bir ara Mürşit ve Bilgi Kodaman çifti kendilerinde anısı olan bir parça çalınınca valinin konağının karşısındaki tahta yolda dans edip epey alkış topladılar.

92

Page 93: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Saat 14.30’da rehberimiz bizi şehrin ortasında bırakıyor. Aslında zamanımız kalsa idi bizi biraz daha yaya olarak gezdirecekti. Ancak saat tam 14.30 da bize veda etti. Burada her şey devletin denetiminde. Onun dışında iş yapmak yasak. Otobüsümüze ekstra para bile versek bizi bir yerlere götüremez. Eskiden Rusya’da olduğu gibi.

Artık gruba serbest saat verme zamanı geldi. Çünkü herkesin yapmak istediği faklı işler var. Bazıları mutlaka bir şeyler satın almalıyım diye dükkan arayacakmış. Huri mutlaka “Devrim Müzesini gezeceğim” diyor. Bazı dostlarımız acıkmış önce yemek diyor.

Dağılmadan önce, ertesi sabah saat 3 te uyandırma vereceğimizi, 3.30 da valizlerin kapı önüne çıkartılmasını ve kahvaltıya inilmesini, saat 4 te de havaalanına hareket edeceğimizi bildiriyorum

Biz de Nihal ile şehri keşfe çıkıyoruz. Bu şehrin ara sokaklarında dolaşmak tam tarihin içinde dolaşmak gibi insana çok değişik duygular veriyor. Önce La Floridita Bar’a gidiyoruz. Burası dünyaca ünlü Daiquiri kokteylinin icat edildiği bar. Dünyada hemen her barmenin bildiği birkaç ortak kokteyl vardır. Bloody Mary, Margarita, Martini, Whiskey Sour, Black Russian, Singapur Sling ... gibi. Daiquiri’de bunlardan biri. Hele Amerikalılar bunu çok severler. Floridita bar’da bu kokteylin ilk yapıldığı yer olarak çok turist çekiyor. Zaten o sefahat devrinde de burası dolar taşarmış.

Daiquiri’nin hazırlanışı : 1. Bir adet limon suyu 2. Pudra şekeri 3. Rom münasip miktarlarda bir blenderde buz ile karıştırılır ve ağzı geniş martini kadehi gibi kokteyl kadehinde servis yapılır. Bir de bir grup canlı müzik yapıyordu. İki barmen Daiquiri yapmaya yetişemiyorlardı. Burada da rom olarak Havana Club kullanıyorlar. Dün gece Tropicana’daki gibi. Daiqiuiri İlk keşfedildiği zaman Rom olarak Bacardi Rom kullanılırmış. Bacardi Rom dünyada en fazla satılan içki markası. Rom şeker kamışından yapılır. Küba’da da şeker kamışı çok olduğu için rom’da ucuza elde edilen bir

içki. Havana Limanında uzun yola hazırlanan gemiciler burada rom stokunu da yapıp öyle yola çıkıyorlardı. Korsanların hep rom içmesi de bu adalarda en çok üretilen içkinin rom oluşundan kaynaklanır.

Bacardi Rom, Küba’da imalata başlamış ve Küba’nın dünyaya tanıttığı bir marka. Ancak 1959’da devlet her şeye el koyunca sahipleri olan Amerikalılar fabrikayı kendi toprakları olan Puerto Rico’ya taşımışlar. O adada da şeker kamışı bolca ekildiğinden rom üretimine ara verilmeden devam edilmiş. Şimdi bu barda da artık Havana’nın en ünlü markası olan Havana Club kullanılıyor.

93

Page 94: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Tam İkinci kadehleri ısmarlamıştık ki Kodaman ve Güzeliş aileleri baskın yaptılar. Onlarla beraber de bir şeyler içtik. Ben Singapur Sling kokteylinin icad edildiği, Singapur’da Raffles otelinin Long Barında da çok keyif almıştım. Sonra geçenlerde tekrar gittiğimde o barın yıkıldığını ama ticari amaçla başka bir salonun Long Bar diye açılıp çalışmaya devam ettiğini üzüntü ile görmüştüm. O küçük, otantik, tarihi Raffles Otelinde Singapur Sling içmiş olmanın mutluluğunu hep yaşarım. Şimdi de burada Daiquiri içmek bize öyle keyif verdi.

Daha görülecek yerlerimiz olduğu için kendimizi sokaklara attık. Bir manavın önünde kuyruk vardı. Ne satılıyor diye baktığımda içeride bir iki kasa içinde yalnızca patates ve ıspanak satıldığını gördüm. Bizde pazara çıkartsan kimsenin almayacağı kadar sağlıksız görünüşlü bu sebzeleri almak için kuyruk vardı. Ayrıca dükkana da dükkan demek için bin şahit ister.

Sokakta rastladığımız ilkokul ve orta okul çocukları bir örnek üniformalarını giymiş cıvıl cıvıllardı. Çocuklar her yerde güzel.

İspanyollarda evlerinin üzerine duvarına resim yapmak hayli yaygın bir davranış. Buradaki o küçük iki katlı evlerin bazılarında gayet güzel çok renkli resimler var ama Los Mercaderes sokağında üç küçük eve toplu bir resim yapılmış. Kum üzerine boyama. Eski kovboy resimlerindeki kahverengi tonları hakim. Bu mural’da ta eski devirlerden bugüne Küba tarihinin bütün önemli şahsiyetleri sanki toplu bir baloda imişler gibi resmedilmiş. Yan tarafta da kimlikleri yazılı.

Eski Havana sokaklarındaki sokak tabelaları da çok güzel. 15X15 boyutundaki üçerli iki sıra 6 seramik üzerine kenarı çiçek bordürlü özel olarak yazılmış sokak isimleri bu şehre ayrı bir hava veriyor. Calle del Obispo, Başpiskopos’un Katedrale giderken yürüdüğü cadde imiş. Calle Los Mercaderes tüccarların olduğu sokak ... gibi.

Havana’nın koko taksileri bir alem. Bizim eski üç tekerlekli triportörler. Üstüne sarı sanki Hindistan cevizi kabuğu biçiminde kaporta yapılmış. Sıkışılırsa üç kişi bile alıyor. Görünüşleri çok şirin ama eski amerikan arabaları ve bu koko taksiler şehrin havasını çok kirletiyor. Neyse ki deniz kenarı ve rüzgarlı hava var.

Sokak kitapçılarında komünizm ile ilgili kitaplar ağırlıkta. Ama hemen her köşede bir kitap satıcısına rastlamak mümkün.

Akşam üzeri olmuş. Limandayız. Günün yumuşayan renkleri ile yüzyıllardır yaşadığı çalkantılardan sıyrılmış gibi görünüyor Havana bize. Nihal ile gözümüzü grubun renklerinden ayırmadan Pazar yerine doğru yürüyoruz. Bu son gecemiz ve meşhur Havana pazarını görmeden gitmek olmaz. Pazar yerinin girişinde bizi ilk

94

Page 95: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

karşılayan gerçekten çok güzel yağlı boya tablolar. Nihal “Aman Allahım ne güzel tablolar” diye haykırarak tablolara doğru yöneldi. Bu pazar yeri gerçekten harika el sanatları ile dolu ve oldukça büyük görünüyordu. Daha girişte takılırsak tamamını görmemiz imkansızlaşacak.

Gözü başka bir tezgahtaki sığır ve manda boynuzlarından yapılmış eşyalara takılan Nihal tablolara doğru yürümekte ısrar etmeden boynuz tezgahına yöneldi. Esmer tenli delikanlı boynuzdan yapılmış çay bardağı büyüklüğündeki oda takımını göstererek İspanyolca anlatmaya başladı. Anlamadığımızı anladıktan sonra da devam etti anlatmaya. Nihal “Ne güzel şeyler bunlar alsak kırmadan götürebilir miyiz?” Diye düşünmekte.

Başka bir tezgahın sahibi bıyıklı, şişman atlet fanilalı bir Kübalı’nın tezgahındaki ağaç işçiliği bizi hayran bırakmıştı. Karımın otantik eşyalarla ilgilenme hızına yetişemiyordum. Tanrıya şükür ki alış veriş hızı ilgilenme hızında değil. Başka bir el sanatları harikasına odaklanmadan burada biraz oyalanmaya karar verdim. Nihal tüm çeşitlere dokunarak nasıl yapıldıklarını öğrenmeye çalışıyordu. Sevimli Kübalı yanında karısı kendi yaptığı ağaç işlerini gururla anlatıyordu. Üzerinde iki renkli yapraklarıyla 60-70 cm yüksekliğinde ahşaptan yapılmış bir çiçek ilgimizi çekince tezgahın sahibi hemen çiçeğin yapraklarını, sapını, gövdesini ayırmaya başladı. Meğer çiçeğin her bir parçası ayrı ayrı ahşaptan oyularak birleştirilmiş. Başka neler var diye bakınıyoruz. Bir balerin dikkatimizi çekiyor.15-20 cm boyunda. Başı, ayakları, kaidesi ayrı ayrı oyularak çok zarif bir balerin haline getirilmiş. Biz pazarlık etmeye hazırlanırken “Neler alıyorsunuz bakalım” diye seslenen Saadet ve Sayhan’a el sallayıp balerinimiz ve çiçeğimizi gösteriyoruz. Söylediği fiyattan hiç inmiyor satıcımız. Akşam olması belki de çok az satış yapmış olması etkilemiyor söylediği fiyatı. Günlerini verdiği el emeği ahşap işleri belki de çocuğu gibi onun, elinden gelse hiç satmayacak ama ille şu geçim derdi. Duygulanarak ısrardan vazgeçip alıyoruz ikisini de. Çiçeğimiz kaidesinin altındaki sanatçısının el yazısı tarihi ve imzası ile şu anda salonumuzda en sevdiğimiz köşelerde duruyor.

Pazar toplanmadan biraz daha gezebilme telaşı ile sanatçımızın elini sıkıp ayrılıyoruz. Pazarın içlerine doğru yürürken ahşap bebekler, masklar, biblolar, boynuz süs eşyaları, el örgüsü masa örtüleri, dantel bluzlar, hamaklar daha neler neler. Boynuzdan

yapılmış eşyaların olduğu bir diğer tezgahın satıcısı toplu, 35-40 yaşlarında gösteren, güler yüzlü bir kadın. Tezgahında pek çok buffalo boynuzu, üzerleri oyularak

95

Page 96: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Kızılderili profili haline getirilmiş. Bir tanesini beğeniyoruz. O sırada gözüm, deniz kabuğundan gövdesi ve duyargaları boynuzdan iki küçük salyangoza ilişiyor. Nihal’in bu hayvanları ne kadar çok sevdiğini bildiğimden bu iki güzel parçayı da yanına koyarak hepsini birden alıyoruz. Pazarlığı gene beceremedik. İstedikleri fiyattan bir kuruş aşağıya inmiyorlar. Oysa Salvador buraya gelmeden önce “aman üçte bir

fiyatından fazla vermeyin” demişti. Ne gezer. Bir dolar bile indiremedik fiyatları. Ama istedikleri de öyle yüksek fiyatlar değil ki. Esas Amerikalılar buraya akın etsin de fiyatları o zaman görürüz. Paketlerimizi kucaklayıp yürümeye başladığımızda bazı tezgahlar toplanmaya başlamıştı bile. Hızlı hızlı yürümeye devam ettik. Pazarın sonuna doğru bir tezgahta, tüylü başlığıyla bir kızılderili başı gördük. Dikkat

edince bunun bir sığırın çene kemiğinden yapılmış olduğunu anladık şaşkınlık ve hayranlık içinde. Tezgahın başındaki kız, sahibi olmadığını bir arkadaşının yerine baktığını söyleyerek hiç inmiyor söylediği fiyattan. Çaresiz onu da alıp Mürşit beylerle buluşacağımız lokantaya doğru yürümeye başlıyoruz. Ertesi gün Sayhan “Biliyor musunuz biz pazarda ne aldık? Sığırın çene kemiğinden .....” diye bizim kızılderiliyi anlatmaz mı? Onlarla aynı zevkte olmamıza nasıl şaşırdılar.

Akşam olunca Havana’nın bütün sokaklarından müzik sesleri geliyor. Her lokantanın, her barın canlı müzik yapan grupları var. Afrika’dan getirtilen zenciler Küba’ya ayrı bir hava, neşe, eğlence ve hoşgörü getirmişler. Sokaklar kalabalık. Halk sanki bir komünist ülkede değil de herhangi bir Latin ülkesinde yaşıyor gibi. Aynı hava New Orleans’ın French Quarter denilen eski mahallesinde de vardı. Orada her küçük barda caz yapan zenci grupları dinleyebilirdiniz. Burada yine zenciler var. Gene barlar ufak ufak mekanlarda. Ama müzik tam Latin müziği.

Benim önce Mete’ye detaylı bir mail atmam gerekir. O kilisenin yanındaki güzel otele gittik. İkinci kattaki barda internet var dediler. Bar tezgahında içki içenlerin yan tarafına 3 tane makine de koymuşlar. Oyuncağını bulmuş çocuklar gibi seviniyorum. Mektup kutumun hafızasını kurtarmak için gelen mektuplara bakmadan işyerimden gelenler hariç hepsini siliyorum. Mete’ye bu güne kadar olanları anlatan bir mektup yazıyorum. Epey içimi boşaltıyorum. Ama artık son günler. Yarın Guatemala’ya varınca artık ben de düşünmeyi bırakacağım. Mete’ye uzun uzun anlatıyorum olanları. İnşallah şu Salvador’un parasını göndermişsindir de Cancun’da problem yaşamayız. Sanki Küba’dan rahatça çıkacakmışız gibi.

Bir saat kalmışız bilgisayar başında. Şimdi sözleştiğimiz Kodaman ailesini Yarış’ın bana tarif ettiği lokantada bulamadık Meğer onlar ana katedralin olduğu meydandaki lokantada bizi bekler dururlarmış. O gece buluşup akşam yemeğini beraber yemek kısmet değilmiş. Bizde o dar kolonial devrin sokaklarından Capitol’ün olduğu meydandaki parkta oturduk bir süre. O insanları seyretmek ne zevkli. Çocuğunu gezdirenler, bir köşede kafa çekenler, hatta kavga eden bir kadın ile bir erkek ... Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz ama otele dönüyoruz

96

Page 97: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

8 Şubat Küba’dan Guatemala’ya yolculuk

Sabah 3 te uyanıyoruz. Gece biraz erken yatınca o kadar da zor olmadı uyanmak. Uçağımız 7.30 da ama buradaki acente havaalanına 3 saat öncesinden gitmeniz gerek dedi. Gelirken ki gibi işlemler yapacaklarsa iyi olur. Aman geç kalmayalım da.

Bize resepsiyonun yanındaki kafe salonunda kahvaltı hazırlamışlar. Ana salonu açmamışlar. Burada da yalnızca portakal suyu, kahve ve bir tost veriyorlar. Tostu da peynir ve jambon karışık yapıyorlar. Jambonsuz, yalnızca peynirli tost yaptıramadık. En basit işlerin bile halli buralarda o kadar zor ki. Adamlar devlet memuru. Zaten burnundan soluyor sabah erken kaldırdık diye onları. Bir de ekstra istekler. Teşvik sisteminin olmayışı çalışanları çok tembel yapıyor. Bunu şimdiki Küba’da da görüyoruz.

Saat tam 4’te otobüsümüz hazırdı. Eşyalar yüklendi ve alana doğru hareket ettik. Havana İnternational Havaalanı küçük ama modern. Tertemiz. Cancun uçağının kontuarı henüz açılmamış. Saat tam 5 de 6-7-8 numaralarda işlem başlayacak haberini alınca valizlerimizi taşıyarak sıraya girdik. Zaten alanda pek insan yok. Üç sıranın da en önündeyiz. Saat 5e doğru diğer yolcular gelmeye başladılar.

Saat 5.15 te üç kontuara gelen görevliler işleme başladılar. Tam Nurşan’ın valizleri geçiyordu ki görevli kalktı yanındakine bir şeyler sordu. Sonra hep beraber toplanıp pasaportu incelemeye başladılar. Sanki bir terslik varmış gibi ama ne olduğunu hiç anlamadık. Sonra bu üç kişiden ikisi “Tamam, olur” gibisinden baş sallayarak işleme devam edecekti ki üçüncünün bir işareti ile durdular. Oysa bazı valizlere bagaj etiketi konmuştu bile.

Yetkili olarak beni çağırdılar ve bizim Meksika vizemiz olmadığını ve bizi uçağa alamayacaklarını söylediler. Yanlış sayfaya bakıyordur diye o an heyecanlanmadım. Vize sayfasını göstererek açıklamaya kalktım. Ama o anda fark ettim ki bizim Meksika vizemiz tek girişli. İkinci girişe izin vermiyor. Bu program ta başından belli iken nasıl olurda tek girişli vize alınır anlamıyorum. Bir daha bakıyorum. Gerçekten tek girişli vize.

Ben “Hemen bugün Flores’e uçacağız. Biz Cancun’da kalmayacağız. Transit yolcuyuz” diyorum. Bu sefer bilgisayarlar tekrar açılıp transit yolcunun vize isteyip istemediği araştırılıyor. Vize isteniyor. Açık açık yazılı. Türkiye’nin de dahil olduğu vize istenen devletlerin vatandaşları ülkede kalmasalar, transit bile geçseler transit vize almak zorundalar. “Yapacak bir şey yok. Vize alıp gelin “ diyor görevli.

97

Page 98: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Hemen arkamda olayları takip eden ve hemen paniğe kapılan bir karakteri olan Huri başlıyor konuşmaya. ”Ne yapacağız Atila bey şimdi? Bugün cumartesi. Pazartesiye kadar konsolosluk kapalıdır. İki gün hangi otelde kalağız? Ya ondan sonra ne olacak? Program aksayacak. Herkesin yanında fotoğraf var mı vize için?” Bu işlerin mutlaka hal olacağını lütfen hem panik yapmamasını hem de böyle başımda baykuş gibi konuşmamasını istiyorum. Benim de moralim bozuk zaten.

Memur yardımcı olmaya çalışıyor. “Sizin Flores uçağına bağlantı biletinizi görebilir miyim?” diyor. Bizde Flores uçağının biletleri yok ki. Mete eğer para yollarsa Salvador alacak. Alınıp alınmadığını bile bilmiyorum. Adam hala yardımcı olmaya çalışıyor “Rezervasyon kağıdınız var mı?” O da yok. Ben programı bile zor aldım son dakikada ellerinden. Bu vize durumunun böyle olduğunu baştan bilse idim Salvador’dan bir kağıt almaz mıydım? Bende hiçbir ispat edici evrak yok. Bu durumda adamın da yapacağı bir şey yok. Benim ricam ile yanımdan uzaklaşan Huri grup ile hararetli bir şekilde konuşuyor. “Biz uçamayacağız. Vizemiz yokmuş. Pazartesi vize alıp geleceğiz” Bülent Güzeliş “O zaman Guatemala ve diğer ülkeler ne olacak? Onlara gidemeyiz ki?” Beste hanım “Yahu bunlar bilmiyorlar mı Küba’dan tekrar Cancun’a uçacağımızı? Niye böyle vize almışlar? Biz ne olacağız şimdi?” Grupta tam bir panik havası. Bizim yolcularımız ön sırada oldukları için arka taraftakiler işlem yaptıramıyorlar. Hava alanı da dolmuş durumda. Hele bizim uçak bu sıradakileri alabilecek mi acaba diye düşünüyorum. Çok kalabalık var.

Memur kendisinin yapacak bir şeyi olmadığını, bizim kenara çekilmemizi istiyor. “Amirim gelince konuşursunuz. Biz bir şey yapamayız” diyor. Tekrar rica ediyor kenara çekilmemiz için. Yapacak bir şey yok. Amiri bekleyeceğiz. Gruba yan taraftaki koltuklara oturup beklemelerini söylüyorum. Panik had safhada. Bir tek Bülent Göker sakin.” Atila bey halleder. Ne üzülüyorsunuz?”diyor ama bu benim de halledeceğim bir şey değil gibi gözüküyor.

Rotary dostluk gezisi için Güney Afrika Cumhuriyetine gidiyorduk. Alitalia hava yolları ile. Roma’da aktarma yapacaktık. Şimdi yok ama o sırada vize şartı vardı. Bize gelen yazıda vizelerimizin hazır olduğunu, Johannesburg’a iner inmez alabileceğimiz söylenmişti. Biz de rahat rahat biletlerimizi alıp İstanbul’dan Roma’ya gelmiştik ve şimdi Johannesburg’a uçmak istiyorduk. Uçağımızın kalkmasına 4-5 saat zaman varken biz bir an önce biniş kartlarımızı alalım dediğimizde mesele ortaya çıktı. Görevliler bize biniş kartı vermiyorlardı. Biz de çözüm aramaya çalıştık. Saatlerce uğraştık. En son görüştüğümüz meydan amiri, eğer uçak firmalarının, vizesiz yolcuya izin verir de uçağa bindirir ve de o kişi vizesizlikten dolayı geri gönderilirse bütün bilet paralarını ödemek zorunda kalacaklarını söyledi. Biz böyle bir durumda sorumluluğu alacağımıza dair taahhütname imzaladıktan sonra uçağa binebildik. Neyse ki bizim elimizde vizelerimizin Johannesburg havaalanında hazır olduğunu bildiren bir yazı vardı. Burada hiçbir dokümanımız yok. Bu hikayemi hatırlayınca işimizin zor olduğunu hissediyordum ama bunu gruba hissettirmemem gerekirdi. Zaten Huri durmadan konuşarak yeterlice moral bozuyordu.

15 dakika sonra yetkili geldi. Karşılıklı birbirimizi ikna etmeye çalıştık. Adam bana Meksika vizesini gösteriyor. “Tek girişli. Siz Meksika’ya girince iptal edilmiş ve şimdi vizesizsiniz” diyor. İçimden bizi çok uğraştıran İstanbul’daki fahri konsolosa küfür ediyorum ama Dolphin Tur’un da dikkat etmesi ve konsolosluğu bu konuda iyice uyarması gerekmez miydi? Bu düşüncelerin hiçbir faydası yok. Şef gene bize

98

Page 99: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

inanmak için evrak istiyor. Bu sırada iki şey aklıma geliyor. Biri bize verilen gezi programı. Orada bugün Flores’e uçulacağı yazılı idi. Bir de neden yazdığımı bilmediğim bir yerde Taca Havayollarına ait bu uçuşun uçuş numarasını buldum. Kendisine “Lütfen kontrol edin. İsterseniz Taca Hava Yollarına sorun. Bugünkü 13.30 uçağında bizim 27 kişinin isimlerini göreceksiniz. Biz ülkeye girmeyeceğiz. Transit salondan geçeriz.” Bu işe yarayacak galiba. Şef bu uçakta 27 kişilik Türk grubunun biletli olup olmadığını kontrol edecek. Ama ya Mete parayı yollamadı da bu Salvador’da biletleri almadı ise şimdi ne olacak? Benim yaptığım sanki bir blöf gibi. Gerçekten biletler alınmadı ise neler olabileceğini şimdi düşünmek bile istemiyorum.

Şef uçuşları kontrol ediyor. Bizim uçuşu görüyor. Sonra gidip bir iki telefon ediyor. Sonunda diğer üç görevliye dönüp beni sevinçten havaya uçuran işareti yapıyor. “İşleme başlayın” Ne kadar rahatladığımı anlatamam. Hemen gruba gelin diyorum. Bülent Göker’ın sesi geliyor.” Demedim mi. Boşuna heyecanlandınız. İşte halloldu bile.”

Valizlerimiz en önde durduğu için diğer bekleyenlerin önüne geçiyoruz. Biraz homurdanmalar oluyor ama olsun. Aksi halde eşlerimizle yan yana oturmamız mümkün değil. Uçak dolu gözüküyor.

Şef bir şeyi daha ikaz ediyor “Adam başı 25’er dolar havaalanı vergisi ödemeniz gerek.” Özel bir tahsilat ofisinde 25 dolar karşılığı aldığım biletleri alıp dağıtıyorum. Gümrük polisine vize kağıdının ikinci parçası ile bu biletleri birlikte göstereceğiz.

Nihayet uçaktayız. Bir derin oh daha çekmişim. Uçaktan seyrettiğimiz aşağıdaki manzara çok güzel. Önce Küba’nın kara kısmından uçup Meksika körfezinin lacivert sularına kavuşuyoruz. Daha kahvaltımızı bitirmeden Cancun için alçalma anonsu veriliyor.

Vizesiz bir şekilde Meksika’ya tekrar geliyoruz. Bakalım burada neler olacak? Best Day Travel bizi nasıl bulacak? Bir macera daha bekliyor ama sorun değil. Biz nasılsa ülkeye girmeye çalışmıyoruz. Hele biletlerimiz alınmış olsun gerisi kolay.

Tahmin ettiğimiz başımıza geliyor. Toplu halde gene bir kenara çekilip bekletiliyoruz. Ama burada oturacak yer de yok. Bizim yaşlılarımız zor durumda. Görevli beni arka taraftaki camlı ofisine çağırıyor. Durumu anlatıyorum. Beklememizi söylüyor. Onun odasında 5 kişilik oturma yeri var. Rica ediyorum da 5 yaşlının oturmasına izin veriyor. Neyi ne kadar bekleyeceğimizi bilmem ama valizlerimiz ne olacak? Görevli 3 kişiye valizleri banttan alma ve bir yere toplama izni veriyor. Burada gözaltında mahkumlar gibiyiz. Valizlerin geldiği yürüme bandı hemen 20 metre ileride. Oradan valizini alan gümrükten geçip ülkeye giriş yapıyor. Sayhan, Nurşan ve ben üçümüz gidip valizlerimizi topluyoruz bir köşeye. Herkesin valizini tanımadığımız için başkalarınınkini de almışız. Sonra onlar gelip alıyorlar valizleri. Tekrar odaya döndüğümde görevlinin yanındaki kişi Best Day Travel’den geldiğini, saat 13.30’da uçacağımızı, Salvador’un da geleceğini söylüyor.

Saat daha 10.30 Üç saat daha burada bekleyemeyiz ki. Etrafı kontrol ediyorum. Yan tarafta bir merdivenden üst kattaki bekleme salonuna çıkılıyor. Acentenin adamı Jose’ye “Yukarıda beklemek için uğraşalım” diyorum. Bu sefer

99

Page 100: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

işimiz pasaport polisi ile değil, gümrükçülerle. Valizlerimizin bulunduğu yerde bir başka camlı oda var. O bölümün şefi de orada. İçeriye girip tartışmaya başlıyoruz. O arada valizlerin böyle yakında olduğunu gören dostlar tek tek gelip valizlerinin gelip gelmediğini kontrol ediyor. Eksik yok. Eski yerimizde bekleyeceğimize burada bekleriz deyip ayrılmıyorlar valizlerinin başlarından.

Valizlerin başlarında bekleyen yaşlıları da gören şef yukarı salonda beklememize izin veriyor. İşte şimdi bir macera daha başlıyor. Burada valiz taşıyıcı yok. Üst kata çıkartmak bir sorun. Bazılarının ikiden fazla parçası olduğu için işleri zor. Aman Allahım, sefalet içerisinde merdivenin olduğu yere geliyoruz. Orada üst kata asansör var. Hemen Hüsniye ve Şermin hanımlar valizleri ile biniyorlar. Yukarıda gidilecek yeri görmek ve yardımcı olmak için ben de asansöre girdim ama asansör bozulmaz mı? Ne dışarıya çıkabiliyoruz ne de üst kata gidebiliyoruz. Sesimizi duydukları için yardım aramaya gittiler. Biraz sonra teknik eleman gelecekmiş. Bizim yaşlılarımız dua ediyorlar ki ben de onlarla beraberim. “Yoksa ne korkardık biz burada” diyorlar. Tamircinin geleceği falan yok. Biz hiç hareket etmediğimiz için ayni yerdeyiz. Nihal “durun bakayım” deyip cüssesinden hiçte beklenmeyecek bir hareketle asansörün kapakları arasına ellerini sokup cart diye ağız yırtar hareketini yapıp kapıları açıyor. Sonra etraftaki herkes bizim gruba bakıyor bunlar neyi alkışlıyorlar diye.

Asansör açıldı ama arızalı. 25 basamaklı bu merdivenlerde bu valizler nasıl çıkacak yukarıya. Bazı valizler, maşallah 35-40 kilo geliyor. Çare yok. Ama centilmen Jose bir memur daha çağırıp yaşlılara yardım ediyor. Üst katta bir boş köşe bulup tüm valizleri oraya yerleştiriyoruz. Nurşan “Ben beklerim siz dolaşın” deyip ilk nöbeti alıyor. Uçak saat 13.30 da olduğu için herhalde saat 13 e kadar buradayız diye düşünüp duty free shop’lara dalıyoruz. Bazımız elinde kalmış peso’ları bitirmeye çalışıyor. Tam ortada bir meşrubat büfesinde 1 dolara buz gibi Coralla birası satılıyor. Dükkanın birinden Nihal’i bulup alışverişine engel oluyorum. Buz gibi birer bira içiyoruz. Kesmiyor birer tane daha içiyoruz.

Sabah sabah içilen bu biralar da iyi geldi sinirlerimize. Hayat biraz daha güzel görünüyor. Biletlerimizin de alınmış olması rahatlattı beni. Zaten Guatemala’da her şey hazır. Artık rahatım. Saat tam 12 de biz acaba birer bira daha içer miyiz? Bu şişelerde pek küçükmüş diye düşünürken Jose gitmemiz gerektiğini söylüyor. “Erken değil mi” diye soruyorum.”Ancak yetişiriz” diyor. Bana biraz erken geldi ama bir bildiği vardır deyip salondaki dükkanlardan grubu toplamaya başlıyoruz. Yarış’la ben iki koldan “Dolphin Tur. Gidiyoruz” diye Türkçe seslene seslene dolaşıyoruz. Yabancılar anlamıyor ne dediğimizi ama bizimkiler “Sahi mi? Hemen mi? Şimdi geliyorum.” Gibi cevaplar veriyorlar. Bu usul çok iyi. 12.10 da yürüyüşe geçiyoruz. Yine aynı merdivenlerden aşağıya. Ama bu sefer asansörü tamir etmişler.Bazılarımız asansörü kullanıyorlar. Ben önden inip valiz taşıma arabalarından 5-6 tane yüklenip merdiven başına getiriyorum. Bu dostlarımızı hayli rahatlatıyor. Sonra kalanlarda birer araba buluyorlar. O sırada telaş içinde Salvador karşılıyor. “Hadi çabuk olalım geç kaldık” diyor. Mete ile konuşmuş. Mete bütün ödemeleri yapmış ve o da biletlerimizi almış. Aman ne güzel.

Guatemala’ya gidecek Taca uçağının terminali başka bir binada. Gümrükten geçilmesi gerekiyormuş. Salvador hallediyor ve biz ilk geldiğimizde çıktığımız

100

Page 101: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

kapıdan çıkıp yola koyuluyoruz. İşte yine Meksika’dayız. İstesek buradan taksiye binsek Cancun’a gideriz. Vizesiz girdik bile ülkeye.

Diğer terminal binası ana baba günü. Bu insanların içinden geçip nasıl biniş kartlarımızı alacağız. Akıl alacak gibi değil. Ama bu Salvador çok becerikli. Buna rağmen işlemlerimiz bittiğinde uçağa çağrı anonsumuz yapılmıştı bile. Tek tek Salvador’a teşekkür edip ayrılıyoruz. Ne de olsa bize güzel bir program sunmuştu. Hiçbir şey aksamamıştı. Parasal yönden belki Mete’yi üzmüştü ama bizim için her şey mükemmeldi.

Flores uçuşu için kapıya yürüyoruz. Burada körük yok. Uçağa otobüsler götürüyor. Artık bütün yorgunluklar, heyecanlar, umutsuzluklar, geride kalmıştı. Sabah saat 3 te Küba’da otelde uyanarak başladığımız heyecanlı yolculuk sonunda, bizi Flores’e götürecek uçağımıza doğru otobüste giderken bütün yüzler gülüyordu. Utanmasak şarkı söyleyeceğiz. Hepimiz çok heyecanlı ve mutluyuz. Orta Amerika gezimizin pek de bilinmeyen macera yüklü ülkelerinde bizi bekleyenler hepimizi etkiliyor.

Havaalanında apronda çeşit çeşit uçaklar var. Uzakta iki tane pervaneli küçücük uçak hepimizin ilgisini çekiyor. Çok dostumuz bu tür uçakları unutmuş gibi. Birbirine gösterip konuşuyorlar.

Ama o da ne. Otobüsümüz bu pır pır uçağının yanında durmaz mı? Evet galiba bizi Flores’e götürecek uçak bu. Aman hepimizde ne heyecan. 30 – 40 sene önce hep bu uçaklar vardı zaten. Ben en son New York – Washington arasında United Airlines’a ait bir pervaneli uçakla seyahat ettiğimde bunların jetlerden daha emniyetli oldukları söylenmişti. Bu bilgimi paylaşınca endişelenenler rahatlıyor.

Uçak zaten 45-50 kişilik. Yarısından çoğu bizim grup. Sanki özel uçağımızla gidiyor gibiyiz. Hamiyet hanım “Mete beye söyleyeceğim. Bundan sonra Orta Amerika turlarını hep bu uçaklarla yapsın.” Diyor.

Şu ana kadar uğraştığımız sorunları halletmiş olmaktan mutlu ve gezinin gelecek günlerinden umutluyuz. Uçağa bindiğimizde bizi bundan sonra neler beklediğinden habersiz pek neşeli idim. Guatemala vizesi alınmış, Küba’da tekrar Meksika’ya geliş meselesi çözümlenmiş, Flores’e biletimiz alınmış ve uçağımıza kurulmuş gidiyoruz. O kadar keyifliyiz ki Nurşan Tropicana’dan aldığımız Havana Clup rom’unu çıkartıp bölüştürüyor. Uçak o kadar küçük ki servis de o kadar zayıf ki. Birer portakal suyu ile idare ediyorlar. Ama bu uçağın pervaneli oluşu bile gezimize renk katıyor.

Uçaktan indiğimizde Guatemala’da olacağımızı düşünmek huzur veriyor. Mete bana “Sen hele Guatemala’ya var ondan sonrası çok organize. Merak etme” demişti. Ben de ona güvenerek pek huzurlu idim.

Bu uçaklar çok alçaktan uçtukları için aşağıdaki yağmur ormanlarının görünüşü heyecan verici. Hem Cancun, hem de Flores Yucatan yarımadasında. Yucatan’ın güneyine inildikçe ormanlar yağmur ormanı haline geliyor. Bu arada Belize’nin de üzerinden geçiyor olmamız gerek. Belize 250.000 nüfusu ile Orta Amerika’nın en küçük ülkesi. İngiliz Hondurası adı altında bağımsızlığına en son

101

Page 102: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

kavuşan ülke. ABD başkanı Monroe Batı yarımkürede Avrupa’nın kolonileşme hareketini yasaklamasına rağmen 1862’dekiABD iç harbinden yararlanarak İngiltere, Belizenin İngiliz Hondorası adı altında kendi kolonisi olduğunu ilan etmiş. Amerika’da oldu – bitti ile karşılaşmış ve iç savaş bittikten sonra da İngiltere ile Belize için savaşmayı göze alamamış. Belize sömürgecilikten ancak 21 Eylül 1981 de kurtulmuş.

O sırada pilotumuz tam altımızda Tikal harabelerinin görüldüğünü söylüyor. Bir yeşil orman denizi içinde yükselen 3 piramit görünüyor. Mayaların kutsal şehri Tikal. Bu piramitlerden en uçtakinin Mundo Perdido Kayıp Dünya olduğunu söylüyor pilotumuz.

Bu gibi uçuşlarda pilotlar daha çok bilgi veriyor. Borneo adasında Miri şehrinden Mulu dağlarına gitmiştik. Orada yerden 50 metre yükselen sivri kaya Pinacle’ları görmek istemiş ama 3 gün yaya yürümeye zamanımız olmadığı için gidememiştik. Ama dönüşte yine böyle bir pervaneli uçakta pilotumuz özel olarak o bölgeye gidip bu dünya harikası tabiat olayı olan Pinacle’ları göstermişti.

Şimdi de Peten gölü altımızda. Bu bölge El Peten. Guatemala’nın kuzey kısmı ve hemen hemen ülkenin yarısı büyüklüğünde. . Tamamen yağmur ormanları ile kaplı. Mayaların önemli yerleşim yerleri de hep bu yağmur ormanlarının içerileri. Onun için İspanyollar 300 yıl boyunca buradaki direnişi kıramamışlar. Burası hiçbir zaman sömürgelileştirilememiş.

Guatemala’da çok Maya kalıntısı var ama şu anda aşağıda görünen Tikal bu ülkedekilerin en büyüğü. Ayrıca Maya kalıntılarının da en önemlilerinden biri. Bu yağmur ormanları kuzeye doğru devam ediyor ve Meksika’nın içerilerine kadar giriyor. Buraya 150 km mesafedeki eski büyük Maya şehri Palanque şimdi Meksika sınırları içerisinde. O da biraz ötede olmalı.

Nihayet inişe geçiyoruz. Yemyeşil ağaçların ortasındaki masmavi gölün üzerinden süzülerek. Sıcak ama bulutlu bir gün. Flores’te Guatemala’ya ayak bastık. Heyecanlıyız. Burası yağmur ormanlarının ortasında olduğu için havada hep bulut var ama hava epey sıcak. Flores International havaalanı küçük bir alan.

Terminale giderken Tikal Hava Yollarına ait bir uçak görüyorum.. Guatemala Hava yollarının bir yan kuruluşu galiba. İlk defa duyuyorum, görüyorum.

Bizi getiren pervaneli uçağımız Orta Amerika’nın her yerine seferler yapan TACA Havayollarına ait. Taca’nın çok yaygın bir uçuş ağı var buralarda.

Terminal binası küçücük. Girişteki bir bankonun arkasındaki Guatemala pasaport ofisinde bir bay, bir bayan iki eleman hizmet veriyor. Aslında birçok form dolduruyorlar ama Küba’daki ağır işleyen memurlardan sonra bu arada çok çalışkan iki memurun hızına hayran kalmamak elde değil. İşlemini bitiren arka tarafa valizini almaya geçiyor.

Grubun tamamının işlemlerini bitirmesini beklerken koridordaki tanıtım panolarını inceliyorum. Giren turistlere uyması gereken kuralların yazılı olduğu panolarda koruma altındaki bölgeler flora ve fauna anlatılmış. Ayrıca bu civarın büyük

102

Page 103: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

bir haritası var. Bütün yollar açıkça görülüyor. Yolcularımız pasaport işlemlerini yaptırırken biz de duvardaki haritayı inceliyoruz. Flores Peten’in tam ortasında. Buradan dört bir yana yol ağı var. Bir yol Meksika’ya, ünlü Maya harabelerine Palanque’ye gidiyor. Ben Meksika’ya ilk gelişimde, harabeleri ziyarete gittiğimde önce Meksika ordusu tarafından eyalet hudutlarında durdurulmuş ve isyancılara silah götürüp götürmediğim anlaşılsın diye arabamız didik didik aranmıştı. Palanque’nin olduğu Chiapas eyaletinde çok yakın zamana kadar isyanlar sürüyordu. Biz harabelere vardığımızda gördük ki buraya gelen başka turist yoktu. Her yer bomboştu. Biz de paniğe kapılıp geri döndüğümüzde aynı kontrol noktasında daha

beter aranmıştık. O sıralarda sınırın bu tarafında Guatemala’da da savaş devam ediyordu. Bu ara yol kapalı idi. Şimdi iki tarafa da gelen huzur, yolu açık tutuyor. Özellikle sırt çantalı genç turistler bu yolu kullanıyorlar. Ama çok tehlikeli. Gece zaten sefer yok ama gündüz bile soygun olabiliyormuş.

Cancun’a Belize üzerinden karayolu bağlantısı var. Güneye Guatemala City’ye ve Meksika körfezi kıyısında Puerto Barrios’a birer yol var.

Son yolcumuz da pasaport işlemini bitirdiğinde otobüse gideceğimizi sandık. Ama bir de gümrükçünün olacağını unuttuk. Ama zaten her yerde sistem böyle değil mi? Bu tek katlı küçük binadan çok barakayı andıran terminal binasında gümrük işlerinden sorumlu bayan istediğinin valizini

açtırıyor. Bilhassa büyük olanları tercih ediyor. Ben geldiğimde içindekileri göstermek için zavallı Yarış, babasının valizini tezgahın üstüne kaldırmaya çalışıyordu. Bizim küçük çekçek’ler ilgisini çekmediği için memure hanım bize geç işareti yaptı. Hemen 25 metre ileride terminal çıkışında otobüsümüz bekliyordu. Buradaki rehberimizin adı Atili imiş. Valizleri yükledikten sonra tam hareket etmek üzere idik ki sayım yaptığımda Betül ve kızının olmadığını gördüm. Nerede kalmıştı bunlar? Dönüp içeriye baktığımda gümrükçünün onların büyük valizlerini de açtırdığını gördüm. Betül burnundan soluyordu. Hem de söyleniyordu. “Tabi onlarınkini açmazlar. Yalnız bizimkini. Bizi de burada bırakıp giderler. Hiçte yardım eden yok. Sanki biz kaçakçıyız .....” Onlara Mürşit beylerin valizlerinin de açıldığını, memurenin yalnızca bu büyük boy valizleri açtığını söyleyip rahatlatmaya çalışıyorum. Artık hep onların geç kalmasından yolcularımız sıkılmaya başlamışlardı. Onlarında bu büyük valizleri ve bir sürü el torbası ve çantaları taşımaktan canları sıkkındı. Yapılacak bir şey yok. Böyle bitireceğiz yolculuğu.

Rehberimiz Atili, Flores’e giderken kendini tanıtıp bilgi vermeye başladı.

”Hepiniz Guatemala’ya hoş geldiniz. Guatemala’nın yüzölçümü 109.000 km2 ve nüfusu 12.6 milyondur. Başşehrimiz Guatemala City’nin nüfusu ise 2 milyon civarındadır. Ülkede yaşayanların %56 sı İspanyol veya Avrupa kökenli olup,

103

Page 104: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

buradaki yerlilerle karışmış melezler yani mestizolar, % 44 ü ise Maya kökenli yerlilerdir. Burada İspanyolca’nın yanı sıra, Garifuna dili ve 21 Maya lehçesi de konuşulmaktadır. Mayalar kendi dinlerini devam ettirirken diğerleri genellikle katoliktir. Biz demokrasi ile yönetiliriz. Fert başına milli gelirimiz 3.900 dolardır ama bunun dağılımı katiyen adil değildir. Ülkemizde kahve, şeker, muz üretilir. Tekstil, kimyasallar, petrol, doğal kauçuk, çiçekçilik ve turizm bizim diğer gelir kaynaklarımızdır. En çok ticareti komşumuz El Salvador, Honduras ve ABD ile yaparız. Ayrıca Germany, Mexico, Venezuela, Japan , Costa Rica ile de yakın ticari ilişkilerimiz vardır. “

“Ülkemiz hakkında bu istatistiki bilgileri verdikten sonra size biraz da bu bölge ile ilgili bilgi vermek isterim. Bu bölgeye Peten İtza denir. Bizim dilimizde El Peten. Burada da İtzalar yaşarmış. Buradan bir İtza kolunun Chichen ‘e gidip yerleştikleri bilinir Bu gece Santa Elena şehrinde Maya İnternational otelinde kalacaksınız. Otelimiz Peten gölü kenarındadır..”

“Otelimizin hemen yanındaki yoldan köprü ile adaya gidilir. Bu adadaki şehir Flores’tir. Flores daha eski bir yerleşim yeri olduğu için havaalanının adı bu şehrin adıdır. Yıllar süren iç savaş 1996’da sona erdikten sonra Tikal’in turistik önemi giderek artmaktadır. İç savaş sırasında Peten bölgesine gelmek imkansızdı. Burası hükümet güçlerinin kontrolünde değildi. Onun için Flores’e yatırım da yapılamamıştı. Ancak son birkaç senedir ülkedeki huzur ortamı dolayısıyla Tikal’e gelen turist sayısında hızlı bir artış var. Bu sene gelen uçak sayısında büyük artış var. Şehrimizde otel yapımı hızla artmaktadır. Yeni birkaç tane büyük otelin inşaatı sürmektedir. Huzur böyle devam ettikçe bizim de işlerimiz iyiye gidecektir.”

Atili belli ki Maya kökenli bir yerli. Floresli imiş. Kursa gidip belge aldıktan sonra rehberliğe başlamış. “Ben Guatemala ve Tikal ile ilgili her şey hakkında size bilgi vereceğim. Yarın sabah Tikal’e gideceğiz. Yolumuz 52 kilometre. Giderken ve gelirken size Guatemala’nın tarihini anlatacağım.”

Teşekkür ediyorum. Düşünüyorum. Turizm bir ülke için ne kadar önemli. Aslında dünya için. Yalnız ülkelerin refahını arttırmakla kalmıyor aynı zamanda medenileşmesi için bir yol. Turistin en ufak bir olayda kaçacağını bilen halk huzura katkıda daha bilinçli olmakta. Hükümet turistin güvencesine daha önem vermekte.

Kendi iktisadi durumu bozulacağından halk huzur bozanlara cephe almakta ve onların tabanını yok etmektedirler. Onun için turistler hemen her yerde el üstünde tutulmaktadırlar. Burada da bunu hemen hissediyorsunuz.

Havaalanı otele hemen 10 dakika ve 2 kilometre mesafede. Otelimizin konumu çok güzel. Göl kenarında lokanta ve kahvaltı salonu

104

Page 105: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

bambu kamışından yapılmış. Çok zevkli dekore edilmiş. Terasında güneşlenme koltukları ve suyu hiç değiştirilmemiş bir yüzme havuzu var. Havuza zaten aynı anda beş kişinin giremeyeceği kadar küçük. Dokuz odalı göl kenarındaki tesis artık yetmediği için bir de arkaya 20 oda daha yapmışlar. Arkadakilerin de önündeki bahçe çok yeşil. Her odanın manzarası ayrı güzel. Lokantadan odalara giden yol küçük bir derenin üzerindeki köprüden geçiyor.

Görevliler otobüsten valizleri indirirken Atili ile program yapıyorum. Daha güneşin batmasına yarım saat var. Acaba gölde bir sandal turu yapamaz mıyız diye sordum. Hemen organize edebileceğini söyledi. 50 dolara iki motor tutacakmış. Tamam dedim ve gruba müjdeyi verdim. “Yarım saat içinde sandallarımızda olalım” dedim.

Oda anahtarlarımızı daha önceden isimlere göre hazırlamışlar. Valizlerimize oda numaralarımızı yazıp odalarımızı bulma çabasına girdik. Bize tam göl kenarındaki bölümün köşe odası denk düştü. Odamız küçük ama çok sevimli. Bütün komşularımız odalarından çok memnun. Herkes meraklı, oda oda geziyorlar hangi oda daha güzel diye. Hem göl, hem de Flores şehrinin bulunduğu ada manzaralı Sayhan beylerin odası en güzel oda seçildi. Biz, bizimkinden de çok memnunuz. Balkonumuza çıktık mı yüzme havuzu ve terasta oturanları görebiliyoruz. Odalarda klima yok ama vantilatör var. Zaten hava vantilatör çalıştıracak kadar sıcak değil ya. Bir duş alıp çıkana kadar daha bir kadeh rom içmeden grubumuzun terasta toplandıklarını görüyoruz. Bize karşıdan el sallıyorlar.

Güneşi sandalda batırma fikri çok iyi geldi herkese. Değil yarım saat 20 dakika içinde hepimiz hazırdık. Bize gölde bir saat sefa yaptıracak sandallarda hazırdı. Grubu beklerken birer bira veya karışık meyve suyu içenler hesabı öderken pahalılıktan şaşırdılar. Kahve 4 dolar. Bir meyve suyu 5 dolar. Bunlar da böyle turist kazıklamaya başlarsa sonu iyi değil. Zaten bu tecrübeden sonra otelden hiçbir şey alınmadı.

Sandalların başında 10 yaşlarında 4 afacan çocuk gölden çıkarttıkları dev salyangozları gösteriyorlardı. İki sandala 14-14 bölünerek yerleştik ve turumuza başladık. Önce sağ tarafa doğru gidecek, sonra karşı sahilden sol tarafa doğru adanın etrafında büyük bir tur atıp köprü altından da geçip otelimize dönecektik.

Hava çok güzel. Dal kıpırdamadığı için göl suyu çarşaf gibi. Gökyüzü bulutlu ama bulutlar uçuk gri renkli, parça parça. Bu göl aslında çok büyük. Uzunluğu 75 kilometre. Derinliği ise bazı yerlerde 100 metreyi buluyormuş. Burada halen Mayalar yaşıyor. Karşı sahile vardığımızda küçük bir Maya köyünü görüyoruz. Çocuklar gölde yüzüyorlar. Şehirle ulaşım sandallarla sağlanıyor. Yanımızdan şehirden alışverişten dönenlerle selamlaşıyoruz.

105

Page 106: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bizim sandalcımız eşi ve bebeği ile gelmişti. Çok güler yüzlü insanlar. Çok cana yakınlar. Nihal resimlerini çekebilir miyim diye sorduğunda hemen poz veriyorlar.

Adaya yaklaşıyoruz. Ta uzaklardan ada üzerindeki Flores şehrinin kilisesinin silueti görünüyor. Yaklaştıkça bu küçük adanın küçük bir tepeden ibaret olduğunu ve tamamının yerleşme yeri olduğunu görüyoruz.

Atili burası akında bilgi veriyor. “Flores’in nüfusu 2000 dir. Ada üzerinde olduğu için büyüyememektedir. Ama şimdi 17.000 nüfuslu olan Santa Elena devamlı büyümektedir. Flores’i bu ada üzerinde önce İtza’lar kurdu. O zamanki adı Tayasal idi. Hernan Cortes Honduras’a giderken 1524 senesinde buradan geçti. Ama buradaki halka dokunmadı. İspanyolların burayı işgali 1697 senesine rastlar. O

zamana kadar ellenmemiş bu yer Mayaların bütün seremonilerini sürdürdüğü son merkezdi. Buraları piramitler, mabetler ve tanrı heykelleri ile kaplı idi. Ama İspanyollar

hiçbir iz kalmamacasına her şeyi tahrip ettiler. Bunun üzerine Tayasal Maya’ları ormanın içine kaçtılar ve orada bugün Kayıp Dünya denilen mabetlerini kurdular.”

Maya kökenli Atili bunları anlatırken bile huzursuz oluyor. “Bu gün hala yöredeki insanların büyük bölümünü Mayalar oluşturur. Ortadaki kilise 18.yüzyılda yapılmıştır. Yeni olduğu için değişik bir mimarisi vardır.”

Gerçekten öyle. Sanki Emevi camii gibi. Üstelik kenar kulelerinin üzerinde kubbeler var. Güneş batarken bulutlar epey dağıldı. Muhteşem bir gün batımı var. O sessizlik içinde “Akşam oldu hüzünlendim ben yine” şarkısından başlayıp ufak ufak fasıl yapıyoruz. Diğer sandaldakiler de katılıyor bize. Hepimiz çok ama çok mutluyuz. Gezimiz çok güzel geçiyor. Her an havanın renkleri bir başka büyüleyici.

Mürşit bey eski balıkçılardan. Suyun hafif serin olduğunu görünce “Sor bakalım burada balık durumu nasıl?” diyor.

Atili buradan çok güzel balık çıktığını, burasının balıklarının başka hiçbir yerde olmadığını, onun için buradan Guatemala City’ye bile balık gittiğini söylüyor. Deniz

106

Page 107: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

veya göl kenarı olmayan başşehirde bazı elit lokantalarda sosyete Peten Gölü balığı yemeğe gelirmiş..

“Ben anladım zaten” diyor Mürşit bey. Grupça bu adada balık yemeye karar veriyoruz. Sandalcının bildiği bir lokanta varmış. Kayığı sahile çekip sandalcımızın tanıdığı bir balıkçı lokantasında inceleme yapmaya karar verdik. Sahile yanaştığımız yerde bir lokanta vardı ve turistler hem güneş batımını seyrediyor, hem de balıklarını yiyorlardı. Terastaki bütün masalar dolu olduğu için başka yere bakmaya gittik.

Ben, Mürşit Kodaman ve oğlu Yarış, Nurşan ile Sayhan beyden oluşan balık komitesinin ilk denediği lokanta ortasında varil içinde odunların yandığı, muhteşem göl manzaralı bir yer ama balıkları buzluktan getiriyor. Hepsi donmuş balıklar. Mürşit bey “bu donmuş balıkların kaç günlük olduğunu bilemeyiz ve bunlar büyük bir ihtimalle bayattır. Hem böyle göl kenarında donmuş balık yenir mi?” diyor. Lokantacı havaların çok sıcak olduğunu ve burada balık yakalanır yakalanmaz dondurulduğunu söyleyerek bizi inandırmaya çalışıyor. Ama nafile. Burayı beğenmediğimize sandalcımız pek memnun olmadı ama yapacak bir şey yok. Onun hatırına o balıkları yiyecek halimiz yok ya.

Başka bir lokanta ararken cadde üzerindeki kapıdan çıktığımızda çok renkli bir manzara ile karşılaştık. Sahilden bu manzaraları görmek mümkün değil. İnternet kafeler, süpermarketler, hediyelik eşya satıcıları, sokakta yiyecek satanlar ve aralarında dolaşan turistlerle renkli bir manzara.

İkinci durağımız bir otelin lokantası idi. Buraya girmemizle çıkmamız bir oldu. Adada hemen her lokanta göl manzaralı iken sokak arasında kapalı bir yerde üste para verseler yemek yenmezdi. Öncü grup olarak sonunda güzel bir lokanta bulduk. Balıkları görelim dedik. Güzel. Hepsi büyük ve taze . “Gördünüz mü “ diyor Mürşit bey “Dondurulmuş balık yok burada . O adam aklınca bizi kandıracaktı.”

Gerçekten görünüşe göre de bu gölün balıkları çok özel. Deniz balığından daha lezzetli olduğu söyleniyormuş. Göreceğiz. Pazarlıklar bittikten sonra sandallarımıza döndük ve adanın öbür tarafındaki bu lokantaya sandalları yanaştırdık.

Motorcumuz bizi beklerse 15 dolar daha isterim deyince onu otele geri gönderdik. Otel o kadar yakın ki işte tam karşımızda. 10 dakikada yürürüz. Ancak iki dostumuz dönmek istediler. Sandalcının parasını ödedim. Sandallardan birisi otele geri döndü.

Lokantamızın adı Tucan Lokantası idi. Tucan burada yaşıyan bir kuş. Tucan Hornbil cinsi bir kuş. Yağmur ormanlarının kuşu. Gagası boynuz gibi çok sert olduğu için ona Hornbil deniyor. Buradaki adı Tucan. Çok özel bir kuş. Burada evcilleştirilmiş bir Tucan var Kolunuzu uzattınız mı gelip konuyor. Sıra ile herkes resim çektirdi.

Balıkları seçip numaraladık. Lokantacıya “Sen balıklar çıktı mı numara söyle biz kendi numaramızı biliriz” gibi bir sistemi öğretip beklemeye başladık. Bu arada mutfakta bir kadın ananas kesiyordu. Bir dilim istedim. Çok lezzetli bir ananastı. Bir dilimde Nihal’e aldım. Derken hemen herkes birer dilim isteyince kadın bir ananas daha kesti. Bu yörenin ananasları meşhurmuş.

107

Page 108: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Göl kenarında hepimize yetecek kadar masa var. Biraz sonra balıklar gelmeye başladı. “3 numara?” Oradan Safa bey “Benim oğlum getir buraya” “5 numara?” “getir buraya” diye diye herkes balığını aldı. Buranın balıkları farklı lezzette. Tatlı su balığı olup ta bu lezzet. Hayret doğrusu. Guatemala biraları da güzelmiş. Zaten burada bize ne verseler güzel gelir. Rüya alemindeyiz sanki.

Bu arada bir kız, bir erkek iki genç bize gitarla Guatemala müzikleri sundu.

Hesabı ödedik. Dışarıdaki alışveriş yerlerini de kapanmadan bir görelim dedik. Zaten saat dokuzda yani 20 dakika sonra kapanacak. En azından su almak lazım.

Tam çıkıyorduk ki lokantacı arkamızdan seslendi. Eksik hesap ödendi diye. Sayhan ve ben itiraz ettik. Herkes hesap ödedi diye o da genel balık hesabını yapıyor ve 50 dolar eksik diye tutturuyor. Bu adama da laf anlatmak zor. Gecenin tadı kaçmasın diye Mürşit bey devreye girip “Al kardeşim 50 dolarını. Tamam mı?” deyip kestirip attı. Aslında bana da güzel bir ders verdi. “Bu gibi durumlarda grubun tadını para için kaçırmak doğru değil.” Bunu unutmayacağım.

Yemeğimizi bitirince biraz alışveriş yapıp çarşıda dolaştık. Dün Küba’da bir tek internet kafe bulamaz iken şimdi bu dağdaki Peten’de içinde 20 makine ve hepside dolu olan İnternet Kafe var. Hediyelik eşya dükkanında ilgimizi çeken hiçbir şey yok. Kimse alışveriş yapamadı. Ama sokaktaki yiyecek satıcıları çok ilginç. Mangalını yakan üzerinde bir şeyler pişirip buraya ucuz tatil yapmaya gelen turistlerin karnını doyuruyor. Açık bulduğumuz bir süpermarkette 1 dolara 1.5 litrelik pet sularımızı aldık. Otelin çeşmesindeki suda insan dişlerini bile yıkamaya çekiniyor.

Ellerimizde paketler topluca dönüş yoluna geçtik. Otomobillerin geliş yolunu takip ederek köprüyü bulduk. Otel zaten karşıda. Ama yol 15 dakika sürdü. Bir de konuşa konuşa gidiyoruz ya. Hiç acelemiz yok. Ama saat üçten beri ayaktayız. Bir an önce yatsak iyi olacak. Sabahta erken kalkacağız.

Atili ile bir gün önce günün programını yaptığımızda erken kalkmanın çok iyi olacağını düşünmüştük. Çünkü elimizdeki programda Flores’ten Guatemala City’ye uçuş iptal edilip yerine otobüs konmuş. Otobüs 8 saat sürer diyor. Saat 14’te otelden hareket edecekmişiz. “Tikal Milli Parkı yani meşhur Maya şehri Tikal buradan 52 km uzaklıkta ve çok büyük bir yer. Saat 13.30 da otele dönmüş olmamız gerek. Onun için ne kadar erken kalksak o kadar çok zaman ayırabiliriz Tikal’e” diyor Atili. Ben de sabah 5 te uyandırma verdim. Saat 5.30 da valizleri dışarıya ve kahvaltı . Saat 6 hareket. Bu sabah 3 te kalktığımız düşünülürse 5 te kalkmak güzel bir lüks.

Birbirimize iyi geceler dileyip yatıyoruz. Kurbağa sesleri bize ninniler söylerken derin uykuya dalmışım.

108

Page 109: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

9 Şubat Guatemala Tikal Milli Parkı

Otelimizde telefon yok. Saat beşte bir görevli kapıları vurarak uyandırıyor. Koridorun başından sonuna kadar sanki defalarca bizim kapıyı çalmış gibi. Kalkmamak mümkün değil.

Daha hava karanlık. Dışarıda sokak lambalarının ışıkları var. Ben duş alıyorum ama Nihal sudan mikrop kapmaktan korkuyor. Çantaları da pek dağıtmamıştık zaten. Fermuarlarını çekip hemen kapı dışına çıkarttık. Daha ben çıkartırken kapıda bir görevli elimden aldı bile. Bütün valizleri bir odaya topluyorlardı.

Kahvaltı salonunda iki masada 27 tabak hazırlanmış. Masalara yağ, reçel ve ekmek konmuştu. Termoslarda da kahve ve çay vardı. Daha önce gelenler nerede ise kalkacaklar. Mürşit bey takılıyor. “Bütün valizleriniz benim odada. Haraç vermezseniz size vermem.”

Herhalde kahvaltımız bu kadar diye düşünüyoruz.. Sabahın bu kör saatinde, El Peten’de, bu kadarına da şükür. Dün Küba’da o 5 yıldızlı otelde bu kadarı bile yoktu. Olan malzemelerle tam karnımızı doyurmuştuk ki büyük tabaklar içinde jambonlu omlet, sosis ve domates geldi. Aslında kimsede bunları yiyecek hal yoktu ama olsun gözümüz doydu ya.

Atili ve otobüsümüz bizi bekliyordu. Saat 6.10 da hareket ettik.

Maya harabelerinin bulunduğu Tikal Milli Parkı buradan 53 km uzaklıkta. Koyu yağmur ormanları arasında henüz uyanmamış Maya köylerinin arasından geçiyoruz. 20 km kadar gitmiştik ki güneş sık ağaçlar arasından kendini göstermeye başladı. O kadar güzel bir manzara ki. Otobüsü durdurup resimler çekiyoruz. Nerede bulacağız bir daha doğmakta olan El Peten güneşini?

Atili buradaki köylerin tamamının Maya halkından oluştuğunu söylüyor. Köylerde hayat yeni yeni başlıyor. Çocuklar sırtlanmışlar kitap-defterlerden oluşan yüklerini okula gidiyorlar. Çok yoğun yağmur ormanlarında ilerleyemeyen İspanyollar, ne yöre halkına ne de Tikal harabelerine zarar vermişler. Zaten uzun süre buraya yerleşmemişler bile. İspanya’ya götürülecek değerli şeyler bulamamışlar. Flores’e yerleşmeleri bile yüz yıldan fazla zaman almış. Böyle olunca Mayalar kendi geleneklerini yürütme imkanı bulmuşlar. Şu anda da kutsal zamanlarında yine atalarından kalan mabetlerinde törenlerini düzenlenmekte. İspanyollar burada halkı Katolikleştirmeye fazla uğraşmamışlar. Onun için hala daha doktor olarak Şaman büyücülerine inanmaktalar. Hasattan önce ve sonra piramitlerde kendi ritüelik törenlerini icra etmektelermiş.

Atili önce bu yöre ile ilgili bilgiler veriyor. “Bu bölge 1990 senesinde Milli Park ilan edildi. Bu koruma altındaki bölgeye MAYA BİOSFER RESERVE denildi.

109

Page 110: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Büyüklüğü 1 milyon hektardır. Bu yörede insan nüfusu azdır. Hayvan nüfusu daha fazladır. Dünyanın başka yerinde göremeyeceğiniz hayvanların yaşadığı bu bölgenin büyük kısmı artık koruma altında. Yaban hayatı henüz modern yaşamdan fazla zarar görmedi.”

O sırada sol tarafımızda hala Peten gölü var. Kıvrım kıvrım hep yanımızda. Bir ara küçük bir göl görüyoruz. Meğer o da bizim 75 kilometrelik Peten gölünün bir parçası imiş. Sanki bağımsız bir göl gibi.

Santa Elena ‘dan ayrıldıktan 43 km sonra bu büyük parkın içinde bir de Biotopo Cerro Cahui adı verilen ayrı bir koruma alanı var. Burada maun, sedir, sapodilla, palmiye ve daha birçok nadir yağmur ormanlarının ağaçları ile eğrelti otları, ağaçlarda yaşayan orkide yosun gibi bitkiler ile zengin hayvan çeşidi rakun, maymun, yabani hindi, tucan, papağan, timsah, siyah jaguar, ayrıca parkın içindeki sularda çok çeşitli balık türleri yaşamakta olduğunu öğreniyoruz. Burasının da giriş ücreti var. Bilhassa tabiat ve hayvan bilimcilerin günlerini geçirdiği bir park burası.

Bu arada Guatemala tarihini anlattırıyoruz Atili’ye. “ Guatemala, Maya’ların ülkesidir. İspanyolların Orta Amerika’ya gelişleri 1509 senesinde şimdiki Panama’ya yerleşmeleri ile başlar. 1519’da Panama City kurulurken Hernan Cortez’de Meksiko City’yi işgal etmişti. İspanyol’ların bir bölümü güneyden kuzeye doğru gelirken Cortes’in kan içiciliği ile tanınan kumandanı Alvarado da, yanına aldığı Aztek savaşçıları ile Guatemala’yı istila etti. Hatta bu iki kuvvet şimdiki Nikaragua’da Managua yakınlarında savaştılar. Bütün Orta Amerika ilk başta Guatemala diye adlandırıldı. Sonra buralara Yeni İspanya denildi. Yeni İspanya’nın başkenti şimdiki Antigua oldu. Antigua depremde yıkılınca Guatemala City kuruldu ve burası başkent oldu. “

“1821 ‘de bağımsızlık hareketleri Mexico City ve San Salvador’da başladı. Biz İspanya’dan bağımsızlığımızı Meksika ile birlikte aldık. Sonra Meksika’dan ayrılarak ayrı bir ülke olarak bağımsızlığımızı ilan ettik. Ama diğer bütün Orta Amerika devletleri de bağımsız olunca, ABD örnek alınarak Orta Amerika Federasyonu kuruldu. 1823 te kurulan bu federasyon 1939’da dağılarak 5 ayrı devlet haline geldi.”

“Bundan sonra fakir yerlilerle zengin tüccarlar arasındaki farklılıklar ülkeyi hep istikrarsızlık içinde tuttu. İktidara ya muhafazakar veya liberal görüşlü diktatörler geldi. 1870’lerden sonra gelişen kahve yetiştirme alanları yerlilerin arazilerini kaybetmeleri ve zenginlerin büyük topraklara sahip olmaları sonucunu getirdi. Bütün politikalar zenginler ve tüccarlar lehine olduğu için halk arasında büyük huzursuzluk vardı. Bunlar zaman zaman yerlilerin başkaldırması sonucunu doğurdu ise de bu olaylar her seferinde kanlı şekilde bastırıldı.”

Ya Amerika’nın buraya müdahalesi nasıl ve ne zaman olmuştu?

Atili onu da anlatıyor : “İkinci Dünya Savaşı sırasında Guatemala Almanya’ya savaş ilan edip ülkedeki büyük Alman firmalarının mallarına el koydu. El konulan toprak ve tarım alanlarını da bünyesine alan United Fruit gibi Amerikan firmaları daha da güçlü hale geldiler. Bu artan adaletsiz gelir ve toprak dağılımını gidermek için 1951 de iktidara gelen Albay Guzman büyük arazi sahiplerinden, bu arazilerini alıp faydasına inandığı küçük işletmeler haline getirdi. Bu uygulamadan, başta

110

Page 111: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

United Fruit olmak üzere büyük Amerikan firmaları etkilendi. Bunun üzerine ABD kendi casus teşkilatı olan CIA’yı darbe yapmakla görevlendirdi. CIA, Honduras’ta sürgünde olan eski Guatemalı subayları toplayıp paralı askerleri ile birlikte Guzman’ı devirmeye yolladı. Bu kuvvetlere havadan bombardıman desteği verdi. Bunun üzerine Guzman geri adım atıp bütün reformları iptal etti. Amerikan firmalarının tüm haklarının korunacağı ve ticarette de ABD’ye öncelikler sağlayan anlaşmalar Guzman’a baskı ile imzalattırıldı.”

Ne korkunç değil mi? O Amerikan firmasının parasal kaybı olmasın diye masum insanları bombalamak. İktidarı devirmek. Ama daha sonra ABD bu eylemi başta bakır madenleri olmak üzere birçok firmasını devletleştiren Şili Cumhurbaşkanı Allende’yi de benzer şekilde devirmek için tekrarlamamış mıydı? Panama kanalındaki haklarını korumak için Panama Başkanını kendi ülkesinde yakalayıp Amerika’da yargılayıp hapse atmamış mıydı? Petrol kuyularının denetimini alacağım diye Irak’ta binlerce masumu öldürmemiş miydi?

Bunları düşünürken Atili anlatmaya devam ediyor. “Ama bir kere ülke içinde şiddet ve karışıklık başlamıştı. Her yerde gerilla hareketleri artıyordu.1960 ta başlayan iç harp tam 36 sene sürdü ve 1996 da sona erdi. Ama halen daha huzursuzluk tam olarak bitmedi.”

O sırada Tikal Milli Parkı’nın bilet alma yerine gelmiştik. Burası aynı zamanda Canopy Tour’un da başlama yeri. Otobüsten otoparkta inip önce tuvalet molası için merkez binaya geldik. Her tarafta sanki tavus kuşu gibi çok renkli tüyleri ile yabani hindiler dolaşıyor. İlk defa burada gördüğümüz yabani hindilerin bu kadar güzel renkli tüylere sahip olması bizi şaşırtıyor. Bir de burada Hati Mundi denilen kunduz benzeri siyah hayvanlar var. Maymun kuyruğu gibi kuyruklarını hep dik tutuyorlar. Binanın orta yerine Tikal’in dev bir maketi yapılmış. Her taraf alışveriş merkezi olduğu için grubu, dönüşte burada mola vereceğimiz sözü ile toplu tutmaya çalışıyoruz.

Atili gezeceğimiz yer hakkında bu maketin başında bilgi veriyor.

“Mayaların buralara MÖ 700 yıllarında yerleştiği tahmin edilmektedir. Tören alanlarının ilki kuzey akropolis, MÖ 200 yıllarında yapılmış. Sonra Büyük Meydan yapılmış. Klasik devir denilen MS. 250 ila 700 yılları arasında başta Kral Jaguar Pençesi’nin idaresinde çok acımasız bir yönetimle idare edildi. Yağmur ormanlarının arasında oluşu burasının diğer Maya’lar tarafından işgalini imkansız kıldı. Tikal’in Rönesans devri 700 ila 900 yılları arasındadır. Kral Ay Çift İbik (veya Çukulata Kral) hem askeri gücünü kuvvetlendirmiş hem de Büyük Meydan etrafındaki piramitleri yaptırmıştır. 900 yıllarında bu medeniyet esrarengiz bir şekilde kayboldu. 1200 -1500 yıllarında da burada yaşayan köylülerin olduğu biliniyor ama o krallıklar ortadan kalkmıştı. Aslında halen daha buradaki Mayalar törenleri için bu alanları kullanırlar. 1848’den sonra Guatemala hükümeti bu bölgeyi keşif için arkeologları görevlendirdi. Hatta İngiliz arkeolog Mervin Tozzler 1954 te ölümüne kadar buradan ayrılmayıp birçok eseri gün ışığına çıkardı.”

111

Page 112: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Guatemala’da Tikal’den başka düzinelerce Maya kalıntıları vardır. ( Uaxactun, Ceibal gibi) Onlarda hep aynı tarihlerde tekrar gün ışığına çıkarılmış. Maya devrinde iki ayrı mimari vardı. Biri Teotehuacan mimarisi. Mabetlerin ve piramitlerin köşeleri sert. Diğeri Tikal mimarisi köşeler yuvarlak. İşte Maya medeniyeti deyince en ön planda adı geçen Tikal burası işte.

Tikal’i gezmek Coba’yı gezmek gibi. En az 2 km yolumuz var. Harabelere doğru yürüyüşümüze ormana dalarak başlıyoruz. Sol taraftaki su birikintisinde timsahların yaşadığını söylüyor Atili. Sonra ağaçlar hakkında bilgi veriyor. Sakız ağacını yakından görüyoruz ve aynı bilgileri bir daha alıyoruz. Botanikteki adı Çiko Sebote imiş. Sonra Kakule ağacını gösteriyor. Bizim aktarlarda satılan Kakulelerin Guatemala’dan ithal olduğunu duyacaktım sonradan. Kakule bizim kişniş’e benzer. Ancak tohumları hem kanı temizler hem mideye çok iyi gelirmiş. İçki içenler içkiden sonra birkaç tane kakule yerlerse kanlarındaki probil sıfıra yaklaşırmış. Sigara içenlerin de ağız kokularını yok edermiş.

Sonra dev bir Şeyba ağacı görüyoruz. Ağacın dik durmasını sağlayan yan paletlerinin boyu 5 metreye yaklaşıyor. Ağaç herhalde 50 metreden büyük.

Biraz ilerideki dev bir ağaç tütsü ağacı. Kabuklarından tütsü yapılır ve tören boyunca yakılarak mistik bir hava verilirmiş. Xcaret’te, Maya savaşçıları gösterisinde yaktıkları tütsü bu ağaçtan elde ediliyormuş.

Sonra bir başka ağaç. Bunun kabukları kaynatılarak içilirse ağrılara iyi geliyormuş. Bütün Şaman büyücüsünün kullandığı malzemeler bu bitkilerden toplanıyor.

Yağmur ormanları orada yaşayanlar için hem süper markettir hem de eczane. Halk, hem yiyeceklerini buradan temin eder hem de hastalandıkları zaman kendileri için gereken ilaçları.

Biraz ileride bir ulu ağacın dallarına konmuş, iri simsiyah akbabaları ve Tucan’ı gördük. Dün akşam lokantada resim çektirdiğimiz Tucan’ı doğada görmek heyecanlandırmıştı bizi. Yeri gelmişken Borneo adasındaki İban yerlisinin, Tucan’ın da ayni familyadan geldiği yağmur ormanlarının benzersiz kuşu Hornbil için anlattığı öyküyü gruptakilerle paylaşmak istedim.

Tucanlar eş halinde yaşarlar ve eşler ömür

boyu birbirlerinden ayrılmazlar. Yumurtlama zamanı geldiğinde eşler bir ağacın içine girip yumurtlayacağı büyüklükte bir kovuk oyarlar. Dişi bunun içine girip yumurtlar ve kuluçkaya yatar.

Kuluçka süresince eşi gagası ile eşine yiyecek getirir. Gaga gagaya beslenme işi yapılırken erkek pençeleriyle ağaca tutunur ve eşini besler. Bu kuşların en zayıf olduğu andır. Kuş avcıları tüfeklerine en ince ayarları yapabilecek çok zamana sahiptir. Artık erkek kuşu vurmak çok kolaydır. Ve maalesef avcılar acımasızca bu kuşları öldürürler.

112

Page 113: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Dişi kuş artık yumurtaları ile yalnızdır. Ya yumurtalarını ölüme terk ederek kendi yiyecek aramaya çıkacaktır veya orada ölümü bekleyecektir. Doğa bunun da çözümünü bulmuş. Eşi ölen Tucan acıklı bir sesle doğadaki diğer Tucan’lara durumu bildirir. Bunun üzerine diğer Tucan’lar sırayla yavrular yumurtadan çıkana kadar eşini kaybeden dişiyi beslerler.

Bu hayvanları öldürme sebebi tüylerini ve fildişi gibi işlenebilir özellikteki muhteşem gagası . Bunlardan süs eşyaları yapıyorlar.

Grubumuzdaki bazı bayanların gözlerinin dolduğunu görmek beni de efkarlandırdı. Onun için hemen ekliyorum: Şu anda dünya çapında Tucan ve Hornbiller koruma altındadır. Sayıları yavaş yavaş çoğalmaktadır.

Hüzünlenen dostlarımız biraz olsun rahatladılar.

Evet Tucan’larla ilgili bu bilgiyi paylaştıktan sonra yolumuza devam ediyoruz.

Kuzey kompleksi bölümünde ikiz piramitler ilk durağımız. Yin – Yen gibi yaşam ve ölüm piramitleri diye adlandırılmış Sunak alanındaki karşılıklı iki piramitten Yaşam piramidinin önünde 7 adet sunak taşı var. Demek aynı anda 7 kurban birden verilebiliyormuş.. Karşısında Ölüm piramidi henüz toprak üstüne çıkarılmamış. Bu sunak alanı halen daha Mayalarca kullanılmakta. Belli günlerde Mayalar gelip kurban verirler.

Sol tarafında koruma altına alınmış stelea’lar oyma ve boyama ile yapılmış. Üzerindeki kartuşta tarih yazılı. Ayrıca bu şehir ile ilgili bilgiler var. Mısır kartuşları ile büyük benzerlik içinde. Bu kartuşa göre steleanın yazılış tarihi 711 yılı.

O sırada ormandan gelen üç ceylan gezimize renk katıyor.

Büyük Meydana doğru sacbeb yani Mayaların Beyaz yolundan gidiyoruz. Bu yol Tikal’i bir başka Maya şehrine bağlıyor.

Ağaçların köklerinin toprak üstünden gidiş sebebini toprak tabakasının çok ince ve altının verimsiz kil tabakası olması ile açıklıyor Atili.

Büyük Meydan gerçekten bu gezimizin en muhteşem noktalarından biri. Karşılıklı iki dev piramit. Birbirine 100 metre mesafedeki iki piramit hemen aynı boyda. Jaguar piramidi 44, maskeler piramidi 43 metre yüksekliğinde.

Büyük Jaguar Mabedi’nin planı Kral Moon Double Comb (ay çift ibik) tarafından çizilmiş. Mezarının üstüne 734 senesinde oğlu tarafından yaptırılmıştır. Bu piramidin altındaki kralın mezarına ulaşan arkeologlar burada, 180 adet çok güzel işlenmiş yeşim taşından objeler ile 90 parça işlenmiş kemik obje ile inciler bulmuşlar. İki kişinin düşüp ölmesinden sonra piramide çıkmak yasaklanmış olduğundan bunun

113

Page 114: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

tepesine çıkamıyoruz ama karşısındaki Maskeler Piramidine çıkış serbest. Bunun tepesinden gerek bu meydan, gerekse ormanın içindeki diğer tapınaklar çok güzel görünüyor. İki piramidin bir tarafında Kuzey Akropol, diğer tarafında Güney Akropol var.

Kuzey Akropol’ün önünde iki sıra stelea var. Akropolde en alttaki stelealarda Tikal Krallarının yaptıkları anlatılıyor. Üst taraflardaki sazlarla koruma altına alınan yerlerde büyük masklar var. Yağmur tanrısı maskı çok etkileyici. Akropol’de şimdiye kadar 100 yapı ortaya

çıkarılmış. Mayalar binalarını birbiri üzerine yaptıkları için alttaki binaların inşa tarihi da MÖ 400 senesine kadar gitmektedir.

Bu akropolde binlerce ofisin bulunduğu tahmin ediliyor. Güney Akropol’ün ise Tikal asillerinin evlerinin bulunduğu yer olduğu tahmin ediliyor.

54 metre yüksekliğindeki bir diğer piramit halen ortaya çıkarılma aşamasında.

Uçaktan gördüğümüz Kayıp Dünya El Mundo Perdido. En son bulunan bölüm olduğu için bu isim verilmiş. 38 yapının bulunduğu bu alandaki piramit 38 metre. Tepesi dümdüz. Herhangi bir oda yok diğerlerindeki gibi. Onun için bu yapının astroloji çalışmalarında kullanıldığı sanılıyor. Yapı kendisi de gün ve gecenin eşitliğini bildiren konumda. Tepeye çıkan basamakların sağında ve solunda dev maskeler var. Arkeologlar içine tünel açtıklarında 4 tane daha piramit bulmuşlar.

Ve nihayet Tikal’in en yüksek tapınağı olan 4 numaraya gidiyoruz. Yürürken ağaçların arasından zaman zaman kendini gösteriyor. Tam tepede insanlar var.

Demek çıkılıyor. Biraz sonra biz de orada olacağız kısmetse.

Temple 4 ün önünde Tikal’in en iyi korunmuş biri yuvarlak iki steleası var. Kralın yüzü en net burada görülüyor. Kafası iki yandan sıkıştırılarak kemiklerin yılan başı gibi olması sağlanmış.

Temple 4, 64 metre yüksekliğinde. Kral Ay Çift İbik’in oğlu tarafından 741 senesinde yaptırılmış. İlk 50 metrelik bölümü toprak altından çıkartılamamış ve üzeri ağaçlarla kaplı. Bu ağaçlar arasından yapılan tahta merdiven ile tepeye çıkılıyor. Tepeye Yarış, Huri, Destegül, Gülsen, Beste, Bahadır, Nihal ve ben çıkıyoruz. Diğerleri ağaçlar altına konulmuş kütüklerde bekliyorlar bizi.

114

Page 115: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bu piramit muhteşem. En üst basamaklarda basamaklar arası yükseklik 50 santimden fazla. Onun için hem çıkış hem de iniş o kadar kolay değil. Burada güneşin batışını seyretmek isteyenler inmek için merdivenlerden inerken koyu bir karanlıkla karşılaşıyormuş. Onun için el fenersiz güneş batırmayın diyorlar. Yukarıya vardığımızda sucuk gibi terlediğimizden biraz soluklanıyoruz.

Ne güzel geçiyor günlerimiz. Neler gördük. Ben oldum bittim bu Tikal’i merak ederdim de bu kadar muazzam bir yer görebileceğimi hiç düşünmezdim.

Ziyaretleri tamamladıktan sonra sıra öğle yemeğine geliyor. 4 saat süren gezimizden sonra epey acıkmıştık. Yolda ayağı bir köke takılıp düşen Şermin hocamız heyecanlandırdı bizi. Ama Yarış zamanında müdahale edip alıp getirmiş. Tam kolunun üzerine ama güzelce düştüğü için kırık, çıkık bir şeyi yoktu. “Neden beni en arkada bırakıyorsunuz? Yarış olmasa idi ne yapardım?” diye haklı sitem etti. Ama böyle kalabalık gruplarda hızlı yürüyen ile yavaş yürüyen arasında metrelerce mesafe oluyor ve ön ile arka arasında ister istemez kopukluklar oluyor.

Öğle yemek yiyeceğimiz yer orman içinde. Üstü kalın sazlarla örtülü bir çatının altında tahta sıralarda yemek yiyeceğiz. Yemeğimizde yarımşar kömürde kızarmış tavuk yanında pilav ve haşlanmış havuç ve bezelye vardı. Üstüne meyve olarak ananas ve karpuz veriyorlar. Doymayanlara ek servisler yapıldı. Orman içinde güzel bir lokantada açık havada yenen bu yemek canlara değdi doğrusu.

Söz verdiğimiz üzere Milli park girişindeki alışveriş yerinde yarım saat mola verdik. Burada çok güzel hediyelik eşyalar vardı. Ormandan topladıkları ağaç mantarından yapılan kız, erkek çocuk bebekleri inanılmazdı. Başka hiçbir yerde görmemiştim. En çok yine el işi çantalar rağbet gördü. Masklar mabedindeki maskların kopyaları burada hediyelik eşya olarak satılıyordu. Bir de ağaç işlerinden bilmeceler. Mesela bir ağaç kaplumbağanın her tarafı çekmece olarak açılabiliyordu. Ben de bir haftadır aradığım Lonely Planet’in Central America kitabını burada buldum. Kitabı bir poşet yerine güzel bir el örme çantaya koyunca Nihal o çantadan bir tane daha istedi. Ne kadar zarif bir sunum.

1.5 saatte zor toparlandık. Her piramide herkes çıkmadığı için 4 saatte bitirebilmiştik Tikal turumuzu. Uzakta olan bir iki kalıntıyı es geçmiştik zaten. Otobüse binmeden bizi uğurlamaya gelen güzel hindilerle de vedalaşarak Flores’e dönüşe geçtik.

Dönüş yolu uyku yolu gibiydi. Bir saat süren bu yolda hemen herkes derin bir uykuya dalmıştı.

Otele vardığımızda bizi Guatemala City^ye götürecek otobüsümüz henüz gelmemişti. Gelecek otobüsün daha modern olduğunu söylemişti Atili. O otobüsleri Milli Park yolunda kullanmıyorlarmış. Toprak zemin sağlam olduğu için Tikal yolunda da öyle önemli çukurlar yoktu. Otobüsümüzü beklerken bu güzel bir havada göl kenarında şezlonglara oturduk. Destegül hamağın sefasını çıkartıyordu. Pek rahattık. Hatta burada birkaç gün kalıp dinlensek mi diye düşündük. Çok güzel bir otobüs saat 3 e doğru geldi. Eşyalarımız yüklendi ve rehberimiz Atili’ye veda edip yola çıktık.

115

Page 116: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Tam yola çıkarken Mete’den bir mesaj aldım. Mesajda bu sabah erkenden Tikal’e gideceğimizi söylüyordu. (Bizim o saatlerde uyuyacağımızı düşünmüş herhalde. Biz onun dediği saatte çoktan yola çıkmıştık bile) Guatemala City’ye otobüsle gideceğimizi, kalacağımız otelin Clarion Suites olduğunu burada otele 952 dolar ödeyeceğimi ve yeni acentemizin Antigua’da Nancy olduğunu ve telefon numaralarını yazıyordu. “Otele varınca Nancy ile görüş her şey organize. Hepinize iyi eğlenceler.” Diyerek mesajini bitiriyordu. Zaten burada her şeyin kontrol altında olduğunu biz seyahate başlamadan söylemişti ya. Buradan uçakla gidecektik ama olsun bu ormanları otobüsle geçmek te değişik olmalı. Bu düşüncelerle Atili’ye veda edip huzur içinde Guatemala City’ye doğru yola çıktık.

Otobüste düşünüyordum da dün öğleyin Flores uçağına bindiğimden bu yana huzurum hiç bozulmamıştı. Bu 30 saatlik huzurumun, gezinin bu bölümündeki tek huzurlu zamanım olacağını nereden bilebilirdim.

Yağmur ormanları içinde yolculuk çok güzel. İki saat sonra bir benzincide ihtiyaç molası verdik. Bizim benzincilerin çok eski hali gibi. Yolun karşı tarafındaki bir büfede gerek çeşitli krakerleri gerekse dondurmaları bulmak pek makbule geçti..

Flores’ten Guatemala City’ye gitmek için aslında iki yol var. Birisi Coban Maya harabeleri üzerinden. Ama galiba burası çok dağlık ve virajlı bir yol. Üstelik güvenli de değil. Onun için yol uzun olmasına rağmen Guatemala City’ye gitmek için diğer yol tercih ediliyor. Önce karayip deniz kenarına kadar gidiliyor ve sonra içerilere doğru tekrar dönülüyor. Kısa kenardan gitmek yerine üçgenin iki kenarını dolaşmak gibi bir şey. Deniz kenarına

geldiğimizde Rio Dulce diye bir şehirden geçiyorduk. Burada çok renkli bir pazar kurulmuştu. Şoföre mola verelim dedik . Korkuyla “Güvenliğiniz için olmaz. Buralarda duramam. Sizi aşağıya indiremem.” dedi. Adamın korkusunu pek değerlendiremedik.

Biraz ileride yollarda ananaslar satıyorlardı. Bari bunlardan yiyelim dedik. Bizim otobüsten inmememiz koşulu ile şoförümüz durmaya karar

verdi. Yol kenarına çekip satıcı bayandan bize ananas soymasını istedik. 18 ananasın soyulup torbalanması sırasında orobüsten inmedik. Bu alışveriş için yarım saatten fazla zaman kaybettik. Ama ananaslarda ne sulu ve tatlı imiş. Tanesi bir dolara da çok ucuz. Sayhan bütün yol boyunca olduğu gibi burada da İspanyolcasıyla

116

Page 117: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yardımcı oldu. Tezgahtaki kadın ananasları soyup doğrarken kocasının kenarda oturup seyretmesi biz Türkiye’de eşini tarlaya gönderip kendisi kahveye giden erkekleri hatırlattı. Sayhan “Nedir bu hal.? Kocan orada durup sana bakıyor ama hiç yardım etmiyor?” diye sordu. “Adamım çalışmaz” cevabını aldı.

Artık hava iyice kararmıştı. Biz hala yollarda idik. Yol en az 8 saat sürecekti. Saat 9’a doğru şoförümüz yine bir benzincide durdu. Ama burada çok büyük bir kafeterya vardı. Yemeklerin tadına bakmak cesaret isterdi. Ama yeni pişirildiği belli olan kek kapışıldı. Sonra içimizden biri deneyip tavsiye edince peynirli börekler de kapışıldı. Bu arada Nurşanlarla şu kalan Rom’u bitirmeye karar verdik. Artık şu şişeleri taşımayalım demiştik. Karton kutuda portakal suyu da aldık. Safa, Beste, Gülsen, Nurşan, Nihal ve ben bundan sonraki güzel günlere kadeh kaldırdık. Çay ve kahvelerin içilmesinden sonra da yola koyulduk.

Büyük gerilla olaylarından sonra halen daha şoförler buralarda gece araba kullanmak istemiyorlar. Tehlikeli olduğunu düşünüyorlar.

Otele kadar iki saatten fazla hiç durmadan geldik. Guatemala City^ye ara sokaklardan girdik galiba çünkü hiç 2 katlı bina görmemiştik. Deprem korkusuyla evlerin böyle yapıldığını sonradan öğrenecektik.

Clarion Suites otelimize geldiğimizde herkesin morali düzeldi çünkü otel 5 yıldızlı ve her oda suitti. Yorucu bir yolculuk yapmıştık. Otobüsümüz çok rahattı ama sabah 5 ten beri ayakta olduğumuz düşünülürse hepimiz bir an önce odalarımıza yerleşmek istiyorduk. Grubumuza oda anahtarlarını verdiğimde beni acentemiz Nancy’nin iki üç kere aradığını duymam da emin ellerde olduğumu düşündürdü. Ben de hemen kontak kurayım ki yarın saat kaçta Antigua şehir turuna başlayacağımız öğreneyim istedim. Ona göre sabah kalkış saati verecektim. Hem de tekrar otele dönecek miyiz? Valizlerini aşağıya indirsinler mi onları soracaktım. Ben telefonla temas kurmaya çalışırken dostlarımız etrafımda uyandırma saatini söylememi bekliyorlardı.

Nihayet Mete’nin bana gönderdiği fakstaki numaraların birinden Nancy’ye ulaştım. En sevimli sesimle “Merhaba Nancy. Nasılsın?. Biz geldik. Yarın saat kaçta lobide olalım?”

Nancy’nin söylediklerine ve kulaklarıma inanamıyordum. Nancy diyordu ki “Mete beyden sonuç alamadım. Size hiçbir program yapmadım.” Olacak şey değil. Dilim tutulmuştu. Benden ses çıkmadığını görünce Nancy anlatmaya devam etti. “ Şu andan itibaren Nikaragua’da Managua’dan dönüşünüze kadar hiçbir organizasyon yok. Yarın sabah uyanınca siz otelin travel bölümünde satıcı ile görüşüp Antigua ve Guatemala City turu satın alabilirsiniz. Sonra öğleden sonra El Salvador’un başkenti San Salvador’a gitmek için otobüs terminaline gidin. O arada müşteriler şehir turu yaparlar. Eğer otobüste 27 yer bulabilirseniz gidersiniz. Otelinizden taksilerle terminale gidersiniz. Yarın gece kalınacak otel için El Salvador’a indiğinizde otobüs şoförü belki yardımcı olabilir.”

Ne demek oluyordu bu?. Bir daha sordum. Gene aynı cevap. “Ben size hiçbir hazırlık yapmadım. “

117

Page 118: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Ne olacak şimdi? Hadi diyelim ki yarın Guatemala City turunu yaptırabilim. Belki Antigua turu da alabilirim. Hadi diyelim ki otobüs buldum ve San Salvador’a da gittik. Ya sonra? Sonra şehir turları, Honduras’a geçiş, orada turlar, oteller, rehberler, sonra Nikaragua’ya oradan Costa Rica’ya geçiş sonra tekrar Nikaragua’nın başşehri Managua’ya dönüş, oteller, turlar rehberler, otobüs organizasyonu. Bunlar ne olacak?

“Onlar benim sorunum değil” diyor Antigua’daki acente sahibi Amerikalı Nancy. “Allah kolaylık versin. Umarım her şey iyi geçer Size iyi geceler”. Başımdan kaynar sular dökülüyordu. Allah’ın Guatemala’sında tek başıma parasız, 27 yolcu ile baş başa kalmıştım. O arada sabah saat kaçta kalkacağımızı ve tura kaçta başlayacağımızı soran Şermin hanıma ters bir cevap vermişim. Ertesi gün bana çok kırıldığını söyledi. Beni bağışlaması için çok özür diledim.

Dostlara bir şey çaktırmadan kaçta kalkacağımızı size bildiririm deyip iyi geceler diledim.. Beynim devamlı çalışıyor ne yapacağımı düşünüyordum. Biz de valizlerimizi aldık ve odamıza çıktık.

Türkiye’de saat sabahın sekizi. Guatemala’da gece yarısı 12. Türkiye ile burası arasında 8 saat zaman farkı var. Önce faks çekerek işi halletmeyi düşündüm. Hemen bir faks hazırladım ama bir türlü Türkiye ile faks teması kurulamıyordu. Burada telefonun da çok pahalı olduğunu tahmin ediyordum Ama ne olursa olsun diye düşünüp hemen cepten Mete’yi aradım. Şansım varmış Mete uyanmış ve cebini açmış. Çünkü o gün bayram arifesi, Pazartesi günü. Bankalar yarım gün açık. Bir de Mete iki gün sonra Ankara’ya gidip kız isteyecek. Onun için bu gün bütün işleri toparlamak zorunda imiş. Erkenden işe gitmek için kalkmış ve cebini açmış. Cep telefonunu açmasa bende ev telefonu yok. Ona nasıl ulaşabilirdim bilemiyorum.

Mete telefonda benim anlattıklarıma inanamıyor. Şok olmuş durumda. “ Nasıl olur Atila? “ diyor. “ Daha dün konuştuk Nancy ile. Her konuda anlaştık ve ona bugün acele para çıkartmak için bankaya gidiyordum. Nasıl olur? “ Nasıl olacak kadının söyledikleri çok açık. Hiçbir şekilde bu geziyi üstlenmiyor.

Sonradan öğreniyorum ki bu bayan bir Yahudi. Guatemalalı bir çocuğa aşık olmuş. Buraya yerleşmiş ve Antigua’da bir seyahat acentesi açmış. Antigua eski başşehir. Orta Amerikanın en çok turist çeken şehri. Onun için Nancy de acentesini Antigua’da açmış. Tam bir ticaret kadını. Mete’nin şu anda bu programı uygulamak için kendisinden başka hiçbir alternatifi olmadığını hissetmiş ve en çok parayı nasıl alabileceğinin hesabını yapmış. Mete ile anlaştıktan sonra bana ben bu işte yokum dersem daha da çok para kopartırım diye düşünmüş olmalı ki kafasından bir program yaptı ve benimle böyle konuştu. Tabi tahmin ettiği gibi bizde ona “Aman” dedik. Hem de ne aman.

Mete şok olmuş durumda. Nasıl ben şok oldu isem Mete’de aynı durumda. Uzun uzun yaptığımız telefon konuşmasından sonra Mete “ sen benim telefonumu bekle ben Nancy ile görüşüp seni arayacağım” dedi.

Odada ne yapacağımı bilmez tarzda Nihal ile konuşuyoruz. Hani ömrümden 5 yıl gitti falan derler ya ayni durumdayım. Odada bir ileri bir geri dönüp duruyorum.

118

Page 119: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Ve bir saat sonra Mete’den beklediğim telefon geliyor. Nancy ile telefonda görüştüğünü onun her şeyi organize edeceğini, benim kredi kartlarımı kullanarak ödemeleri yapmamı ve şimdi rahat uyumamı söyledi. Nancy’nin neden böyle davrandığını o da anlamamış.

Bu görüşmeler bittiğinde saat sabahın dördüne geliyordu. Tam biraz uzanmıştım ki telefon çaldı. Saate baktım saat beş. Nancy arıyor. Sabah saat sekizde üç minibüs göndereceğini ve o minibüslerle Antigua’ya gideceğimizi, burada detaylı konuşacağımızı ve dönüşte bir otobüs ile Guatemala City’ye döneceğimizi, valizlerimizi alıp hemen El Salvador’a hareket edeceğimizi söyledi. Mete ile telefonda konuşmuş ve para dahil her konuda anlaşmışlardı. Bana ödemeyi yapmak ve programı oturtmak kalıyordu.

Bu hiç olmazsa bir şeydi. Gece yatarken hiçbir program yoktu ama şimdi gruptakilere söyleyecek bir sözüm vardı. Nancy ile telefonu kapattığımda saat altı idi. Nihal ve ben gerçekten zorlu bir gece geçirmiştik. Nihal devamlı beni yatıştırmaya çalışıyor ve mutlaka bir çözüm olacağını, üzülmememi söylüyordu. O olmazsa çıldırırdım herhalde. Onun şu sakin, yumuşak, yatıştırıcı davranışları yok mu. Ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum.

Bir duş alıp ayılmaya çalıştım. Giyinip gruba bilgi vermek için telefonun başına geçtiğimde saat 7 olmuştu. Her odaya telefon ederek 7.30 da valizlerin dışarıya çıkacağını ve kahvaltıya ineceğimizi, saat 8 de de Antigua turunu alacağımızı söyledim. Yalnızca Bülent ve Nevin Göker çiftinin odasına ulaşamamıştım. Telefon cevap vermiyordu. Biz de hazır olup tekrar telefonu denediğimde öğrendim ki her günkü alışkanlıkla sabah beşte uyanıp kahvaltı için lobiye indiklerini söylediler. Birisi onları kandırmış ama kim bulamadık. Benim telefonumdan sonra kahvaltıya inen bir dostumuzdan programı öğrenip valizlerini toplamak için odaya çıktıklarında yakalamıştım onları.

119

Page 120: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

10 Şubat Guatemala City

Kahvaltı salonu bir şaheser. Lobinin olduğu katta dipte bahçenin içinde. İki duvarın birleştiği köşede kayaların ve yeşilliklerin arasından büyük bir şelale akıyor. Suyun sesine hoparlörlerden gelen hafif müzik karışıyor. 8 katlı otelin tam en üst katından bahçenin üstüne naylon çekilmiş. Onun için kahvaltı salonu soğutulabiliyor. Servis mükemmel. Grubumuz çok mutlu. Benim nasıl bir gece geçirdiğimden haberleri yok. Sevnur hanım gülerek “Günaydın. Demek her şey yolunda Atila bey. Ama biraz uykusuz gibisiniz.” Gülerek ben de her şeyin yolunda olduğunu söylüyorum. Yalnız dün gece

sert cevap vererek kalbini kırdığım Şermin hanım biraz kırgın. Onun da gönlünü alacağım herhalde. Benim sorunum ne olursa olsun onu kırmak istemezdim. Çok özürler diledim ama bir denk düştüğünde olayları anlatıp bana hak vermesini sağlayacağım.

Bu arada minibüslerin gelip gelmediğini kontrol ediyorum. İkinci kontrolümde 3 adet minibüsün kapıda beklediğini gördüm. Geç kalmayalım diye ben de alelacele bir şeyler atıştırıp hesabı ödemeye gidiyorum. Dün gece Mete ile yaptığım telefon konuşmaları 150 dolar civarında tutmuş. Organizasyonu şimdi yapmaya kalkmanın maliyeti bu. Valizler otelin giriş kapısının yanında. Herkesten valizinin orada olduğunu kontrol etmesini istiyorum. Öğleden sonra gelip valizlerimizi alıp gideceğimizi, isteyenlerin taşımak istemedikleri el çantalarını bırakabileceklerini belirtiyorum.

Üç minibüse dağıldık. Eksik olup olmadığını kontrol etmek zor oldu. Aileler bile ayrı ayrı oturmuşlardı. Onun için minibüsleri birkaç kere saymak zorunda kaldım.

35 km ilerideki Antigua’ya varmamız 40 dakikamızı aldı. Antigua tek katlı her biri değişik renkte boyanmış evleri ve kaldırım taşı ile döşenmiş sokakları olan etrafında üç büyük yanardağı ile güzel bir şehir. Sokakları ve caddeleri Amerikanvari numaralanmış. Nancy’nin Rainbow acentesi 6. cadde ile 7. sokağın kesiştiği köşede, meydana yakın yerde. Minibüslerimiz bizi acentenin kapısına getirdi.

Rainbow Travel Agecy tam köşede olduğu için bu bölüm tamamen açık ve seyahat acentesinin içine giriliyor doğruca. Müşteriler buradan giriyorlar. Uzun bir bankoda 4 bayan memure var ve önlerinde bilgi verdikleri turistler. Burada her türlü tur ve otel organizasyonu yapılıyormuş.

120

Page 121: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Köşenin biraz ilerisinde sokak içindeki kapıdan bir lokantaya giriliyor. Lokantanın bulunduğu iç avlu seyahat acentesinin arka tarafı oluyor. Her yerden her yere girilebiliniyor. Ortadaki bir oda Nancy’nin ofisi. O da iç avluya açılıyor. Yani iç içe bir düzen.

Nancy 35 yaşlarında bir bayan. Tam bir iş kadını görünümünde. Bizi heyecanla, ilgiyle karşıladı. Güzel bir müşteri grubu gelmişti. “Sizinle programın detaylarını konuşurken misafirlerimize çay – kahve ikram edelim. Burada istediklerini içebilirler ama çay veya kahve içerlerse benim ikramım olsun. Başka bir şey yiyip içmek isterlerse hesaplarını kendileri ödeyecekler. Bu arada size Antigua şehir turu verecek rehbere haber verdim. O da birazdan burada olacak. “ dedi.

Minibüsler henüz gitmemişti. Dönüşümüz de otobüsle olacağı için araçlarda hiçbir paket bırakılmamasını söyledi. Aman Allahım herkes neler getirmiş. Bütün elleri torba doldu. İnsanın mallarından ayrılması ne zor imiş. Oysa üç saat tur yapıp valizlerimizin olduğu otele geri döneceğiz.

Grubumuza rehberimizi beklerken burada istirahat etmelerini ve içilecek çay ve kahvelerin bayan Nancy’nin ikramı olduğunu söyledim. Nancy çok büyük kazanç sağlayacağı bu gruptan çay-kahve ikramını esirgememişti. Dostlarımız ellerinde koca koca torbalarla o küçücük bahçeye sıkıştırılmış küçücük masa ve sandalyelere sığmaya çalışarak beklemeye başladılar.

Nancy ile görüşmeye başladık. Ben bana ve müşterilere verilen ilk programı gösterdim. O, “Bunu uygulamayacağız. Mete bey de o programı bana gönderdi ama çıkarttığım maliyet çok yüksek geldi. Sonra şimdi size göstereceğim program üzerinde mutabık kaldık.” dedi.

Bana bir program uzattı.10 Şubat Guatemala City – San Salvador 11 Şubat San Salvador – Tegucigalpa 12 Şubat Tegucigalpa - Managua 13 Şubat Managua – San Jose 14 Şubat San Jose – Managua 15 Şubat Managua’dan dönüş

“Buralara sizi otobüsle yollayacağız. Bugün akşam San Salvador’da kalacaksınız. Yarından itibaren bu turu uygulayacağız”

“Bütün bunları otobüsle mi yapacağız? Uçaklar ne oldu?”

“Uçak fiyatları Mete beye çok yüksek geldi.”

“Peki otobüsle gidersek bu turların tamamını yapmamız mümkün mü?” ilk programı gösterip soruyorum. Bu ülkelerin hepsini göremezsek grupta sorun çıkacağından korkuyorum. Zaten Panama’ya gidemedik diye bir huzursuzluk var.

“Yok, yok tamamına gidebilirsiniz. Şimdi siz bana ödemeyi yapınız. Mete bey sizin ödeme yapacağını söyledi “ Benim derdim program, onun derdi ödeme.

121

Page 122: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Vereceği hizmetleri ve bedellerini liste halinde hazırlamış.

Otobüs 5000 dolarAntigua turu 700 dolarRehber 2000 dolar

Bunun 200 doları nakit ve 7500 doları kredi kartına konacak. Ayrıca %6 da vizsa kart komisyonu alacakmış.

Kabaca baktığımızda otobüsün günlüğünün 1000 dolar rehberin 400 dolar olması inanılır gibi değil. Ama Mete kabul etmiş. Hatta Nancy, inanmam için,bana Mete’nin bu maliyetleri onayladığına dair faksı da gösteriyor. Zaten Mete’de gece telefon ile bana bu fiyatları kabul ettiğini ve benim hesabıma 8000 dolar yatıracağını söylemişti.

Şu anda benim hiçbir şeyi tartışacak halim yok. Çok fena kazıklanmakta olduğumuz alenen belli. Ama dışarıda yolcular bekliyor, ben sabaha kadar uyumamışım. Mete de kabul etmiş, bana tamam demekten başka bir şey kalmıyor. Şu anda en önemli şey programın uygulanabilir olması.

Mete, her şeyi bu kadar geç organize etmenin bedelini ödüyor diye düşünüp visa kartımı veriyorum. İşbilen kadın hemen bana, bir de 7500 dolar çekme yetki belgesini imzalattırıyor.

Bu arada kendimi rahatlatmak için aklımdaki son bir iki konuyu soruyorum.

“Otobüsümüz nasıl? Rahat mı?”

“Dün Flores’ten geldiğiniz gibi bir otobüs.”

“Peki bu 2000 dolar ödeyeceğimiz rehber?

“O da Orta Amerika’yı çok iyi bilen bir Amerikalı rehber. Benim çok eski arkadaşım.”

Amerikalı olması çok iyi. Orta Amerikalıların İngilizcesini anlamak zor.

Dönüşte biraz daha zamanımız olacak. Daha detaylı konuşuruz diye ayrılmak üzere kalkıyorum çünkü artık şehir turuna başlama zamanı gelmişti. O sırada bize Antigua’yı gezdirecek rehber de gelmis. Zaten o küçücük lokanta-kafede sıkışık oturan dostlar sabırsızlanıp duruyorlar. Çantalarını bırakacakları bir yer bulup dışarıda toplanıyoruz.

Rehberimiz Alfonso orta boylu, gözlüklü, güzel İngilizce konuşan birisi.Antigua 10 Mart 1543 tarihinde kurulmuş ve 233 sene bu bölgenin yani Yeni İspanya’nın başşehri olarak hizmet etmiştir. Aslında Antigua diye kısaca söylediğimiz şehrin tam adı “La Muy Noble y Muy Leal Ciudad de Santiago de los Callebros de Guatemala“ imiş. Çünkü Yeni İspanya adını vermeden önce Orta Amerika’ya Guatemala demişlerdi. 29 Temmuz 1773 depreminden sonra Başşehir Guatemala City’ye taşındı. Bu deprem şehri yerle bir etmişti. Tekrar ayağa kaldırmak yeni bir şehir yapmaktan daha zordu. Onun için burası aynen bırakılıp daha güvenli olduğu

122

Page 123: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

düşünülen 35 km batıda bir şehir kurma kararı alındı. Ama 1976’da bir deprem de Guatemala City’yi yıkacaktı.

Gerçekten Antigua, Orta Amerikanın 3 volkan arasında kalan çok güzel bir şehri. Şu anda bile kaldırım taş döşenmiş sokakları, rengarenk seramik çatılı tek katlı evleri, halen depremi hatırlatan yıkıkları, pazarı, begonvilleri, ile en güzel şehirlerden birisi . Depremden sonra terk edilen şehir yavaş yavaş tekrar yerleşilir hale getirilmiş ve meclis 1944 te aldığı bir kararla burasını Ulusal Abide olarak ilan etmiş. 1979 da da Unesco’nun “Dünya Mirası” listesine alınmış. Şu anda nüfus 30.000 e ulaşmış. Orta Amerika’ya gelen turistlerin uğrak yeri olmuş.

“3 volkan arasındaki Antigua’da “Volkanlar yön tayin etmeye yarar.” Volcan Agua (Su Volkanı) 3766 m. Şehrin güneydoğusundadır ve hemen hemen şehrin her yerinden

görülür. Volcan Fuego (Ateş Volkanı) üzerinde her an görülen kuştüyü bulutu ile güneybatıyı gösterir. Onun hemen yanında batıyı gösteren Volcan Acatenango vardır.

Antigua yakınındaki tek aktif volkan Pacaya’dır. Halen duman püskürtmesi turistlerin çok ilgisini çekmektedir ama zaman zaman fışkırttığı kayalar çok tehlikelidir. Rehbersiz çıkmak risklidir. Diğer volkanlar yalnızca tepesinden güzel manzara seyretmek için çıkılan volkanlardır.”

Bu bilgileri verdikten sonra, Alfonso bizi ilk önce halen kullanılmakta olan bir yeni

kiliseye götürdü. Hermano Pedro Klisesi. Pazar yerinin köşesinde bulunan bu kilise buraya ilk gelen İspanyol rahip adına yapılmış. Bu rahibin kendi adına yapılan Chapel’i ve mezarı San Fransisko kilisesinde imiş.

Pazar yerinde yere serdikleri örtü üzerinde satış yapmaya çalışan yerliler var. Grubumuzun öncü alıcı kuvvetlerini oluşturan bayanlar, bize uygun bir şey olmadığını duyurunca grup dağılmadan parkın içinden geçerek çamaşırhaneye ulaştı.

Antigua’da her evde su yok. Onun için belediye buraya çamaşırhane yaptırmış. 15-20 kişi aynı anda çamaşırlarını yıkayabiliyorlar. Bizim eski köylerdeki kurna’ları hatırlatan bir görüntü.

123

Page 124: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

O sırada önümüzden Antigua – Guate şehirleri arasında çalışan burunlu bir otobüs geçiyor. Kıpkırmızı boyalı ve üzerinde rengarenk süsler var. Yine muavin yarı beline kadar sarkmış müşteri topluyor.

Şehrin iki önemli kilisesinden biri de San Fransisco kilisesi. 16. yüzyıl ortalarında inşa edilen bu kilise ilk depremde yıkıldıktan sonra tekrar inşa edilmiş ancak 1976 depreminde tekrar çok hasar görmüş. Hermano Pedro Chapeli ayakta. Bu kilisenin de kurucusu Hermano Pedro 1667 de ölmüş ve buraya gömülmüştür. Halk ibadetini bu chapel’de yapıyor. Diğer bölümleri yıkıntı halinde bırakmışlar ve biz bu yıkıntılar arasında dolaşarak bilgi alıyoruz. Büyük bir arazisi olan kilisede Bahamalar’dan gelen Fransiskan rahipler fakirler için hastane inşa ettirmiş. “İşte bu

yıkıntılarda eskiden bir çok fakir insan tedavi oluyordu” diye gösteriyor Alfonso. Ayrıca ilk matbaa burada kurulmuş. Burada resim galerileri de açılıp genç yetenekler resim yapmaya teşvik ediliyormuş. Depremden sonra yere düşen duvar ve sütunlar temizlenmiş. Bizim antik kentlerde dolaşıyor gibi hissediyoruz kendimizi.

Kilisenin avlusunda satıcılar için bir bölüm yapılmış. Kilisenin içini göstermek istediğinde Alfonso’nun etrafında bir iki kişi vardı. O da şaşırarak içeride bilgi vermekten vazgeçti. Burada grubu toparlamak yine zaman aldı.

Evler tek katlı olmasına rağmen cumbalı. Bu cumbalarına ağaç oyma parmaklıklar yaptırmışlar. Hepsi bir sanat şaheseri.

Bundan sonra sokak aralarından geçerek bir Jade imalathanesine gittik.

Bu tesise girdiğimizde yine bir yetkili bizi toplayıp taşlar hakkında bilgi verdi. “Jade (Yeşim) taşı Maya kültüründe önemli rol oynar. Dünyada Çin ve Guatemala’da bu taş çıkarılır. Bizim taşlarımız ile Çin’dekiler farklıdır. Yeşilimiz de farklıdır. Ama esas olan bizde bulunan eflatun jade dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Bunlar aslında yeryüzüne çok yakın yerde elde edilmişler ama uzun yıllar bunların jade olduğu fark

edilmemiştir. Çok sert olan jade taşı Çinlilerde silah olarak kullanılırsa da Maya savaşçıları obsidiyanı tercih etmişlerdir. Mayalar bu jade taşından masklar ve süs eşyaları yapmışlardı. Bu süs eşyalarının biz burada replikalarını yapmaktayız. Bugünkü kesme teknolojisi ile bile aylarca uğraşarak ustalarımızın yaptığı bu parçaları o zamanın teknolojisi ile nasıl yaptıkları bilinmemektedir.”

Bundan sonra satış galerilerinde alışveriş başladı. Yine Mürşit bey ve Bilgi hanım çok başarılı bir şekilde en nadide parçaları seçtiler. Ama hemen herkes bir şeyler aldı.

124

Page 125: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Sıra ana meydanı gezmeye gelmişti. Ortası havuzlu bu meydanın bir köşesinde Catedral de Santiago. Daha Antigua başşehir ilan edilmeden 1542 de inşasına başlanan katedral depremlerde çok hasar görmüş. Ama en büyük hasarı 1773 depreminde görmüş. Aslında çok güzel barok mimarisi işlemeler depremlerde yıkılmış. 1581 de ölen İspanyol fatihi Bernal Diez del Castillo’nun kemikleri katedralin içindeki türbede saklanmaktadır.

Parkın diğer tarafındaki Palacio de los Capitanes 1543 ten 1773 e kadar Orta Amerika’nın yani Meksika’nın Chiapas bölgesinin, Guatemala’nın, Honduras’ın, El Salvador’un ve Nikaragua’nın yönetim merkezi olarak kullanılmış. İki katlı büyük bir bina.

Tam karşısında Palacio Del Ayuntamiento var. Burası ofis

binası iken restore edilerek şimdi Santiago Müzesi haline getirilmiş. Hemen bunun yanında eski devirlerde hapishane olarak kullanılmış ama şimdi Libro Antigua Müzesi haline getirilmiş bina var.

Parkta yarım saat mola verdik. Burası zaten Nancy’nin ofisine çok yakın. Bu parkta oturup etrafa bakmak tarihte yaşamak gibi geliyor insana. Sokak satıcıları ellerinde işli cüzdanlarla, kolyelerle bir şeyler satmaya çalışıyorlar.

Nancy’nin ofisine geldiğimizde saat 14 olmuştu ama otobüs yoktu. Tekrar lokanta bölümüne oturduk. İsteyenlerin öğle yemek işini halledebileceklerini söyledik ama bizim ağız tadımıza uygun bir şey yoktu herhalde. Herhalde diyorum çünkü ben içeride Nancy ile boğuşuyorum.

Orada Nancy bizi heyecan ile bekliyordu çünkü benim hesaptan para alamamıştı. Başka kredi kartı istiyordu. Yine Vakıfbanka ait Master Kartımı verdim. Ona da provizyon alamadığını söyledi. Bu sefer Nihal’in

Citibank kartını verdik. Biraz sonra “Tamam 7500 ü çektik.” diye slipleri imzalattı. Ben de daha önce para çekebileceğine dair verdiğim izin kağıtlarını alıp iptal ettim. Sorunlar çözümlenmiş görünüyordu. Beraberce bir hatıra fotoğrafı çektirdik. Hatta Mete’ye telefon ederek her şeyin düzeldiği müjdesini bile verdik Mete de rahat rahat Ankara’ya kız istemeye gidebilir. O da, ben de artık bundan sonra işlerin yolunda gideceğini düşünerek, başımıza geleceklerden habersiz mutlu mutlu konuştuk, bayramlaştık.

125

Page 126: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Otobüsü beklerken Nancy ile tekrar laflıyoruz. Bu mesafelerin bu zamanlarda alınabileceğini bizi karşılayacak Donald’ın ise çok esaslı rehber olduğunu söylüyor.

“Zaten siz gece Donald ile buluşana kadar o programı yapar.”

“Otel de bulabilir mi gece bizlere? İndirim alabilir mi? Keşke siz otel işini organize etseydiniz. Dün gece kaldığımız Clarion suits hem çok güzel hem de fiyatı çok uygundu”

“Hiç merak etmeyin. Donald bu konuda çok kabiliyetlidir. Onun da iyi kontakları var. Size çok iyi otelleri çok iyi fiyatlardan bulacaktır.”

Ne güzel. Rahatlıyorum. Dün geceden beri epey stres yaşadım ama şimdi her şey yerli yerine oturmuş gibi. Biraz sonra otobüsümüz gelecek. Doğruca otele gidip eşyalarımızı yükleyip yola çıkacağız. Çok esaslı bir rehber hem de Amerikalı bizi bekliyor olacak. Her halde bu gece San Salvador’da oteli de rezerv etmiştir de vakit kaybetmeyiz. Bizim Mete’nin yaptığı programı ona gösterdiğimde zamanlamayı da hemen yapar madem ki Orta Amerika uzmanı. Yok yok dün gece endişelenmiştim ama şimdi her şey yolunda gidiyor. Bu Nancy’yi de ne güzel bulmuş bu Mete. Ücretler biraz pahalı gibi ama son anda bir de alternatifsiz ayarlanmaya kalkılırsa böyle biraz fazla ücret ödenmesi kaçınılmaz.

Bir de şu otobüs gelse. Nancy telefon edip duruyor ama otobüs yok görünürde. Grubun iyice canı sıkılmaya başladı. Onları zorla alışverişten alıkoyduk. Şimdi de burada oturtuyoruz. Haklılar.

Birkaç telefondan sonra otobüsün yolda olduğu haberi geldi. Dışarıya çıkıp karşılayayım dedim. Zaten gruptan en az on kişi de dışarıda otobüs bekliyor. Saat iki de gelecek diye torbalarını da almışlar yanlarına. Nihayet köşeden bir otobüs gözüktü. Ama bu bizim ki olamaz. Bizimki şehirler hatta ülkeler arası bir otobüs olmalı. Bu gelen pek döküntü bir şey.

Ama o döküntü bizi almak için yanaşmaz mı? Nancy “İşte otobüsünüz bu” diyor.

Güya Flores’te dün bindiğimiz otobüs gibi olacaktı ama ilgisi yok bunun. Bu epey döküntü bir otobüs. Ben Nancy’ye daha iyi bir otobüs var mı diye bastırdım ama o büyük bir pişkinlikle “ Bu kadar kısa zamanda bulabileceğimiz en iyisi bu “ deyip kestirip attı.

O sırada yolcularımız bir saattir o küçük lokantanın küçük sandalyelerinde ellerinde torbalar oturmaktan sıkılmış oldukları için hemen otobüse bindiler. Nancy bizi artık uğurlamadı bile. Bizimle işi bitmişti. İçeride diğer müşterilerle ilgilenmeye başladı.

Antigua’dan Guatemala City’ye geri dönerken bu 35 km çok uzun geldi. Sabahki küçük minibüsler bile ne rahatmış meğer. Otobüste amortisör falan yok. Bizim 30 sene önceki köy otobüsleri bunun yanında çok lüks kalır. Otelimize vardığımızda çoğumuzun beli tutulmuştu. Grup beklemekten sıkılmış olduğu için benim de ne kadar uğraştığımı gördükleri için katlanmaya çalışıyorlar ve hemen valizleri yüklemeye yardım ediyorlar.

126

Page 127: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Ama o ne! Bu otobüsün bagajı da yok. Alttaki o küçük dolap taş çatlasa üç valiz alır o kadar.

Şoför “Arka koltuklara koyarız Sinyor” diyor.

Olacak şey değil. “Olmaz öyle şey” dedim. 35 km neyse ama eğer hesaplandığı gibi binlerce km yol yapacak isek bu otobüsle gidemeyiz.

Konan bir iki parça valizi geri indirdik. Şoförden özür diledim. Çok efendi bir çocuk. “Zaten bu araba ile o yolları yapamazdınız. Başka otobüs gelsin daha iyi olur” diye bize hak veriyor.

Yapılacak tek şey otobüs değiştirmek. Nancy telefonda sesimi duyunca hemen büyük bir dostluk gösterisi içinde hatırımı sordu. Ben bu otobüsle katiyen bu uzun yolları yapamayacağımızı ve otobüsün durumunu anlatıp mutlaka başka otobüs bulmasını söyledim. Anlayışla karşıladı. Otobüs firmalarına telefon edeceğini kendisini 10 dakika sonra aramamı söyledi. Ben 10 dakika sonra telefon ettim. Sonuç alamadığını 10 dakika sonra tekrar aramamı söyledi. Bu böyle sürüp gitti ve ben de her 10 dakikada bir resepsiyondan telefon edip gelişmelerin ne olduğunu sordum.

Bu Nancy’nin bir dümen çevirdiğini anladım Bizden biraz daha para koparmak istediğini hissettim. O kadar profesyonel birisi ki bana istersem 5000 doları otobüsün Antigua’ya kadar geliş parasını düşerek iade edebileceğini söyledi. “ Sen orada otobüs bulmaya çalışırsın” dedi. Bunun imkansız olduğunu biliyordu. Gene teslim oldum. “Aman ne olursa olsun iyi bir otobüs bulalım” dedim. O da ağzından baklayı çıkardı ve 625 dolar fark vermem gerektiğini söyledi. Tabii buna da razı oldum. Biraz sonra gelecek dediler ve beklemeye devam ettik.

Yolcularımıza durumu bütün çıplaklığı ile anlattım. Zaten bu gezide onlara hep açık ve net olmaya çalışmıştım. Onlardan gördüğüm anlayışta bana yardımcı oluyordu. Gene kalan günlerimizde rahat etmek için uğraşıyorduk. Çok uzun yollarımız vardı. Uçak kullanmayacaktık artık. Onun için otobüs iyi olmalıydı. Otelin içinde güzel eşyalar satan dükkanlar onları bir süre oyaladı. Boş kalanlar lobide dedikodu yapıp bekliyorlardı. Hala daha programın tam olarak uygulanacağı inancını taşıyorlardı. Başka bir ihtimali akıllarına bile getirmiyorlardı. Başlarına neler geleceğinden habersiz uslu uslu yeni otobüsü bekliyorlardı.

Nancy sonunda bir otobüs bulduğunu ama ona hemen bu 625 doları nakit vermek gerektiğini söyledi. Saat 5 civarında Nancy’nin dediği gibi o 625 doları almak için otobüs firmasından bir yetkili geldi. Ben ödemeyi yaptım. Otobüsün yolda olduğunu yarım saat içinde burada olacağını söyledi. Ama o da bizi atlatıyordu. Saat 18 olmuştu. Görünürde hala bir otobüs yoktu. Güya şoför ile konuşuyordu ve trafiğin çok sıkışık olduğunu, 15 dakika sonra burada olacağını söylüyordu.

O bana bu yanlış bilgileri verdikçe ben de sanki otobüsümüz hemen gelecekmiş te biz de hareket edecekmişiz gibi yolcularımıza otelden uzaklaşmamalarını söylüyordum.

127

Page 128: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Ama hemen karşı lokantada bir şeyler yiyebileceklerini söyledim. Bir kısmı da çevrede bir yerlerde süpermarket bulmuşlar yolda yitecek bir şeyler almışlardı.

Oturmaktan sıkılanlar kalkıp dolaşıyorlardı. Ben ise Nihal ile birlikte otobüsün karşı bulvardan dönüp gelmesini bekliyordum. Nurşan da zaman zaman bize katılıyordu.

Bu arada otobüs firması yetkilisi Jose ile sohbet edip bilgi almak istedim. Benim en merak ettiğim bundan sonra her gün gideceğimiz şehirler arasının kaç saat süreceği idi. İçimde bu mesafelerin bu sürelerde alınmayacağı gibi bir his olduğu için bu yetkili delikanlıya tekrar soruyorum. Ben kağıdı kalemi çıkarmış onun söylediklerini yazarken Allah’tan Nurşan, Bülent Güzeliş, Yarış, Sayhan ve Safa beyler bizi dinliyorlar. Bu dinlemelerinin sonra bu kadar işe yarayacağı aklımın ucundan bile geçmemişti.

“Guatemala City’den San Salvador kaç saat?”“Hududa kadar bir saat. Yarım saatte de hududu geçseniz. Sonrası da bir buçuk saat. Toplam üç saat. “Peki San Salvador’dan Honduras’ın başşehri Tegucigalpa’ya kaç saat?”“ Beş saat”“Güzel. Ya Tegucigalpa’dan Nikaragua’nın başşehri Managua’ya kaç saatte gideriz?“ O da beş saat sürer.”“Ya Managua’dan Costa Rica’nın başşehri San Jose’ye kaç saatte gideriz?“O da beş saat”“Emin misiniz?”“Hem kendisi hem de yanındaki adamı çok kesin konuşuyorlar. “En fazla bu kadar sürer “diyorlar.

O zaman işler kolay. Son gün de beş saatte San Jose’den Managua’ya geri döneriz. Bizim uçağımız Managua’dan saat 12.30 da. Ayın 15 inde sabah erken bile kalksak San Jose’den yetişebilirmişiz ama olsun biz ya bir gün önce geliriz veya gelip yolda bir yerlerde kalırız, emniyetli olur falan gibi düşünüyorum saf saf. Böylece her yeri görürüz. Ayrıca bizim grup erken kalkmayı seviyor. Sabahları altıda kalksak saat onbire kadar varacağımız yere gideriz ve sonra programda belirtilen turları yaparız.

Bir de şu otobüs gelse.

Bu arada aklımda hep Amerikan vizesi olmayan dört dostumuzun durumu. Artık programın kalan kısımları ayarlandı ya bu vize işini düşünebilirim şimdi. Ben o vizeleri, iki gece kalacağımız San Jose’de almayı düşünüyordum ya bu durumda sanki olmaz gibi. Bakalım ona nasıl bir formül bulacağız.

Hala yeni otobüs gelmedi.

Bu arada Jose bir girişimde bulunuyor. Polise telefon edip escort istiyor. Neden? Diyorum. ”Hava karardı. Hiçbir tehlike yok ama gece sizi otobüsle yalnız hududa göndermek doğru değil” diyor. Dün gece korkan şoför geliyor aklıma ben de heyecanlanıyorum. Biraz sonra da iki polis bir araba ile geliyorlar ve kendilerini bize tanıtıyor. Ama otobüs hala yok.

128

Page 129: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Saat 19 a gelirken öğreniyorum ki gümrük yani kara hududu saat 21 de kapanıyor. Güvenlik nedeniyle Orta Amerika’da bütün kara kapıları 21 de kapanırmış. Hatta daha bir iki sene öncesine kadar saat beşte kapanırmış ama bazı gümrük kapılarında süreyi uzatmışlar. Hududa iki saatlik bir mesafe olduğunu belki hızlı giderse bir buçuk saatte varabileceğini söylüyor ama hala otobüs yok. Yolcular çok huzursuz.

Saat 19.30 da benim de umudum kesildi. Otel odalarını garantilemem lazım. Hemen resepsiyona gidip otelde bir gece daha kalıp kalamayacağımızı sordum. 14 oda arıyorlar. Bir ara “Mümkün değil “ dedi resepsiyon memuru. Yine başımdan kaynar sular dökülüyor. Ama memur yine bilgisayara bakıyordu derin derin. “Kabul ederseniz size ayrı katlarda oda verebilirim ama ayni katta mümkün değil” dedi. Derin bir oh çektim. Odalarımızı aldığımızda saat 20 olmuştu ve o sırada Amerikan yapımı bir MCI00 marka 55 kişilik otobüs geldi. Dünkü kadar iyi değildi ama önceki otobüsten çok iyi idi. Artık kabulden başka hiçbir seçeneğimiz yok.

Otobüs o kadar uzun ki kapının önüne park etmesi onbeş dakika aldı. Bu saatten sonra yola çıkılmaz dedi şoförümüzde. Sabah istediğimiz saatte yola çıkabileceğimizi, hududun da saat altıdan itibaren açılacağını söyledi. O zaman saat dörtte uyandırma verip dört buçukta valizler aşağıya ve kahvaltı. beşte hareket etsek uygun olur. Hem de yarın sabah yapmamız gereken San Salvador şehir turunu yapar akşama da Honduras’a geçeriz. Böylece programı yakalarız.

Ama bir de bizim programa göre yapamadığımız Guatemala City Turu var. O ne olacak? Gelen arkadaşa soruyorum “Yarın sabah erken yola çıktığımızda trafik te az olur acaba eski şehrin meydanını görebilir miyiz?”

Yüz ifadesine göre isteğim imkansız bir şey. “Şehrin merkezi ile San Salvador yolu ters istikametler. Sabah olmaz ama neden bu gece gitmiyorsunuz. Nasılsa otobüs artık sizin emrinizde.”

Neden olmasın? Hem zaten bu saate kadar oturup durduk. Gruba valizlerini odalarına çıkartıp şehir turu için onbeş dakika içinde burada olmalarını söylüyorum. Herkeste bir sevinç, bir heyecan.

Bu arada Nancy’ye telefon ediyorum Bu gece rehber bizi hudutta bekliyordu ama otobüs çok geç geldiği için bu gece yola çıkamıyorduk. Acaba Donald’a haber verebilir mi? diye. Yarın sabah erken bizi bekleyebilir mi?. Biz saat altıda hudutta olmayı planlıyoruz diye anlattım. Nancy, rehberin hudutta olduğunu ama hududa ulaşmanın mümkün olmadığını yarın Donald’ın bizi bekleyeceğini umduğunu söyledi. Gene huzursuzluk. Nihal yine beni teskin ederek “ Yapacak bir şeyimiz yok. Yarın inşallah her şeyin yolunda gidecek” dedi.

Tam onbeş dakika sonra şehir turuna çıktık ta bu İngilizce konuşan delikanlılar gittiler. Biz şoför Manuel ile baş başa kaldık. Ne iyi ki yanımızda Sayhan bey var. “Sen bize bilgi verir misin? Şoförün söylediklerini tercüme eder misin?” diyorum. “Memnuniyetle” deyip arkalardan yanıma geliyor. Beraberce anlatmaya başlıyoruz. Ben kitabımı almıştım ya oradan yardım da alıp daha derin tercümeler yapıyorum.

Mesela şoförümüz “Şehir merkezi 1. zon’da “diyor. Sayhan’da aynısını söylüyor. Ben de mikrofon ile gruba anlatıyorum kitabi bilgilerimi.” 2 milyon nüfuslu bu şehir 1775

129

Page 130: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

ten beri Guatemalanın başşehri. Eski tam adı La Nueva Guatemala de la Asuncion’dur. Şehirde 15 ayrı zon yani bölge vardır. İlk merkez 1. zondadır. Şimdi biz oraya doğru gidiyoruz.” gibi.

Yıkık bir kalıntı görünce depremde yıkıldığını söylüyor Manuel. Ben de anlatıyorum “Guatemala City 1917,1918 ve 1976 da 3 büyük deprem geçirdi. 1976 depreminde 23.000 kişi öldü. 75.000 yaralı vardı. Bütün dünya yardım gönderdi ama o sırada iç savaş vardı ve bu yardımlar hiçbir zaman ihtiyaç sahiplerine ulaşmadı. Antigua’da da ayni depremin yıkıntılarını görmüştük.”

Bazen geniş bazen, dar caddelerden geçerek Plaza Mayor adı verilen ana meydana geldik. Burada otobüsten inerek Katedralin ve Palacio Nacional’in yani hükümet binasının resmilerini çektik. Depremden büyük zarar gören hükümet binası halen kullanılmıyormuş. Şimdi Guatemala Tarih Müzesi imiş.

Bu çok büyük meydanın ortasında dev bir fıskiyeli havuz ve büyük binalar var. Manuel epey heyecanlı. Ayrılmamamızı çünkü tehlikeli olduğunu söylüyor. Dönerken

otobüsten hala açık olan gece pazarını da görüp otelimize geri dönüyoruz.

Odamıza geldiğimizde saat onbire geliyordu. Odalarımız bu seyahatte kaldığımız en güzel odalar ama uzun uzun yatamadığımız için tadını çıkartamadık. İçimde bir huzursuzluk var. Sanki bir şeyler ters gidecekmiş gibi. Nihal “Bak ne güzel yine bu güzel oteldeyiz. Herkes odalarından memnun. Otobüsümüz değişti. Bugün güzel bir tur yaptık. Yarın da rehberimize kavuşacağız. Artık huzurla uyuyalım” dedi. Haklıydı.

130

Page 131: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

11. Şubat Guatemala – El Salvador

Bu sabahta gene kör karanlıkta telefonun zili çaldı. Meksika’da ne güzel saat 7.30’lara kadar uyuyorduk ama Küba’dan ayrılış günümüzden beri sistem değişti. Sabahları erkenden ayaktayız. Uyandırmayı saat dörde vermiştim. Dört buçuk4.30 valizler dışarıya ve kahvaltıya iniş saat beş hareket. Bu program çerçevesinde kalktık. Seyahat boyunca kaldığımız otellerin en lüksü olan bu suit dairenin tadını çıkartamadan oteli terk etmek hiç de keyifli değildi.

Dün sabah kahvaltı ettiğimiz bahçede akan şelale sessizdi. Sabah normal saatte çalıştırıyorlarmış bizim şelaleyi. Olsun gene de atmosfer muhteşem. Herkese yine o gür sesimle “Günaydın! Hayırlı günler! Hazır mıyız El Salvador’u keşfe...” gibisinden takılarak uykulu havayı dağıtmaya çalışıyorum.

Otelimiz tek bir görevli ayırmış ama adamcağız ateş gibi çırpınıp duruyor. Portakal sularını getiriyor, tost makinesinden ekmekleri alıyor, süt servisi yapıyor. İyi bir bahşişi hak ediyor. Kahvaltısını bitiren otobüse valizinin konulmasına nezaret ederken bende hesabı ödemek için kalkıyorum. O sırada içeriden güzel bir kek kokusu geliyor. Nihal “Sen git ben keki alır gelirim “ diyor. Biraz sonra elinde büyük bir paketle göründü. Meğer kekin tamamını dilimletmiş ayrıca güzel bir bahşiş verince adam onu kapıya kadar da geçirmiş. Bu kekler sonra pek makbule geçecek.

Hep unutuyorum buralarının Orta Amerika olduğunu ve her şeyin çok ağır işlediğini. Onun için grubun otobüse yerleşmesinin tamamlandığını valizlerin hepsinin konmuş olduğunu tekrar kontrol edip “Bir dakika hesabı ödeyip geliyorum” diyorum. Ne bir dakika ama. Türkiye’de bile verirsin kredi kartını alırsın faturanı biter iş. Burada ne gezer. Önce siz kahvaltı ettiniz mi etmediniz mi ile başladık muhabbete. Fiyatımıza kahvaltımız dahildi diyorum. İster ettik ister etmedik sana ne. Kafasını sallayıp dosyayı açıyor eviriyor çeviriyor, hesap yapıyor ve en sonunda faturanın kesildiğini gösteren yazıcının cırt cırt sesini duyunca işimiz biteceğini sanıyorum. Kartımı uzatmadan fatura tutarına bir göz atıyorum ki bir gün önceki hesabın nerede ise iki katı. “Mister diyorum” İşte bak bu dünkü fatura . Bugün de aynı olması gerek” Anlamamış gibi yüzüme bakıyor. “Bu gece bir oda fazlanız var. Kahvaltınız var.” diyor. Bir gecede çoğalmamızın mümkün olmadığını anlatmam çok zor. Tabi iş şefe aksetmez ise çözümlenmeyecek. Şef ise bu saatte uyuyor. Uyandıracağız çaresiz. Mahmur mahmur gelen ve çat pat İngilizce konuşan birine sabahın kör saatinde laf anlatmak ne zor. En az yarım saat süren uğraşıda hiç geri adım atmadan başarıya ulaşmanın keyfi ile kredi kartımı alıyorum ve otobüse gelip merak içindeki yolcularıma buralarda işlerin ne zor olduğunu onlarda bilsinler diye detay bilgi veriyorum.

131

Page 132: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Haydi gidelim“ diyorum Manuel’e. Manuel arkama doğru bakıyor. Kafamı çevirdiğimde iki polis ile yüz yüze geliyorum. Birden heyecanlanıyorum. Ne oluyor diye ama mesele anlaşıldı. Hani biz dün gece yola çıkacaktık da gece yol çok tehlikeli diye bize escort vermişlerdi ya. O escort arabası sabaha kadar bizim hareketimizi beklemiş. “Buenos Dias. Biz arkanızdayız. Güvenle gidebilirsiniz” demek istemişler.

Nihayet Sabah saat 6.00 civarında Guatemala City’deki otelimizden hududa doğru hareket edebildik. Neyse bu da bir şey. Nasılsa bir saat içinde hudutta ve üç saat içinde San Salvador’da olacağız ya. Programı yakalarız. Dün akşamdan organize edildiği için sabahın erken saatlerinde de bize eşlik edecek polis arabası iki polisle birlikte bekliyordu.

Şoförümüz Manuel çok esaslı bir tipe benziyor. Sağlam yapılı iri yarı, kendine güven dolu esmer bir Guatemala’lı. Çok efendi ve ciddi bir adam. Yol boyunca gösterdiği performans ve efendilik ile hepimizin güvenini kazandı. Bir de esaslı rehberimize kavuşunca kalan günler güzel geçecek.

Guatemala City’de geceleri olduğu kadar sabahları da tekin olmayan bir şehir. Şehrin etrafı dağlarla çevrili. Çok renkli şehirler arası otobüsler sabahın erken saatlerinde sefere çıkmışlar. Hava daha aydınlanmadı. Ortalıkta özel arabalar pek görülmüyor. Zaten galiba hala korku dağları bekliyor. Geçen kanlı günlerin korkularını atmak kolay değil.

Bugünkü programımızda huduttan geçip doğru San Salvador’a gidiş vardı. Bu araya 3 saat demişlerdi. Saat 9 da varsak diyorum saat 12 ye kadar şehir turu alır en geç 1 gibi yola çıkarız. Honduras’ın başşehri Tegucigalpa için 3 saat demişlerdi. O zaman saat 4 civarında orada olur şehir turunu takiben Comayagua şehrini de gezersek programı yakalayabileceğiz diye düşünüyorum saf saf.

Neyse bizi inşallah hudut kapısında bekleyen rehber vardır da sorunlar hallolur ve ondan sonraki en uygun programı onunla yapar rahatça gezeriz. Dün “nasılsa rehberimiz var” diye düşünürken şimdi “inşallah rehberimiz oradadır ve bizi bulur” diyorum çünkü gece, ne hududa gidemeyip otelde kaldığımızı ne de bu sabah erken saatte orada olacağımızı kendisine bildirebildik. Allah kerim diye gidiyoruz bakalım.

Otobüsümüzün ani fren yapıp durması ile düşüncelerimden sıyrılıyorum. Daha şehirden ayrılalı 30 km olmuştu. Hududa 70 km var. Ne oluyor? Kapı açıldı ve bize eşlik eden iki polis içeriye girdi ve ellerini bana uzattılar. Önce para istiyorlar sandım. Avustralyalı dostum Nader geldi aklıma. İlk defa Türkiye’de otobüs seyahati yaparken muavin kendisine sonradan kolonya olduğunu öğrendiği bir şişe uzatmış. Aptal aptal ne oluyor diye bakınca bunun yabancı olduğunu anlayan muavin içine kolonya dökmek için avucunu açmasını istemiş ve böyle yapacaksın diye avucunu açmış. Durumu hemen kavrayan Nader muavinin avucuna para koymuş. Otobüste herkesin kahkahalarına da bir anlam verememiş. Ben bu olayı hatırlayıp iyi ki elini uzatan polisler para vermedim. Belki versem daha çok sevinirlerdi.

132

Page 133: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Sonra anladım ki benim elimi sıkmaya çalışıyorlardı. Bize eşlik eden polislerin görev alanı bu kontrol noktasına kadarmış bundan sonra başka bir polis arabası bize eşlik edecekti. Hududa kadar bir kere daha escort değiştirdik.

Hududa vardığımızda dün bize tavsiye edilen şehirler arası (aslında ülkeler arası) çalışan otobüsleri gördük. Nihal bu otobüsleri görüntüledi. Valizler arabanın üstüne bağlanmıştı Eğer dün bunlarla yolculuk yapacağız deseydik bizim yolculara kopacak kıyameti düşünebiliyor musunuz?

Bu hududun her iki tarafta da adı San Kristobal. İki ülkeyi bir

nehir ayırıyor. Guatemala gümrüğünde işimizi bitirdikten sonra köprüden karşıya gececeğiz ve orada El Salvador’a giriş işlemlerimizi yaptıracağız. Arabanın içinde bekliyoruz. Hudut kapısı bizim 40 sene önceki hudut kapılarımızı andırıyor. Buralarda tam bir nostalji yaşıyoruz. Biz beklerken şoförümüz aşağıya indi. Binaya doğru yürüdü.

O sırada bir delikanlı otobüse bindi. 25 yaşlarında adının Ronaldo olduğunu söyleyen bir El Salvadorlu. 1.70 boylarında yuvarlak yüzlü yuvarlak gözlüklü. Esmer tenli, güler yüzlü birisi. Kelimelerle uğraşarak İngilizce konuşuyor. Ama anlaması tam. Zorlanarak da olsa istediğini ifade edebiliyor. Bize “hoş geldiniz” dedi. Kendisinin bizim rehberimiz Donald Lee‘nin yardımcısı olduğunu, bu kapı girişinde bize kendisinin yardımcı olacağını, Donald’ın karşı sınırda beklediğini söyleyince derin bir oh çekiyorum.Grup benim kadar huzursuz değildi buraya gelene kadar.

Bu sevimli çocuğu görmek bana gerçekten derin bir oh çektirdi. Anlattığına göre bizi karşılamak üzere dün gece gelmişler. Biz gelemeyince hudutta yatmışlar. O sırada otobüste koşuşan küçük Destegül Ronald’ın ilgilendiği ilk kişi idi. Demek ki çocuksu tarafı ağır basıyordu bu gencin. Ne güzel. İngilizcesini toparlayarak benden bütün pasaportları toplamamı ve liste istedi. Bende hep kullandığım kişilerin isimlerinin ve pasaport numaralarının yazılı olduğu bir tablo vardı. Gösterdim. Tamam bu dedi ama üç nüsha gerekli imiş. Fotokopi diyor. Bu listenin Guatemala hudut kapısında gerekli olduğunu söyleseler hayatta inanmazdım. Bu saatte nereden bulacağız fotokopi diye merak ediyorum ama Ronald tek tek heceleyerek “Ben halledeceğim” diyor. O sırada büyük yardımcı Yarış’ın topladığı pasaportları alan Ronald “Siz ayrılmayın otobüsten” diyor. Zaten ayrılmaya kimsenin niyeti yok. Ortalık pek temiz gözükmüyor. Oradaki binanın içinde bir yerlerdeki görevliye götürdü pasaportları.

Beklerken otobüse bir çok satıcı geliyor ve ellerinde deste deste paralar. Bu manzara ile ilk defa karşılaştık ama sonradan göreceğimiz gibi burada bütün sınır kapılarında ayaklı döviz büroları hizmet görüyor. Deste deste Quetzal gösteriyor. Guatemala’da 7.7 olan değer burada 7. Yani elindeki Quetzal'leri 1 Dolar 7 quetzal paritesinden değiştirebiliyor. En az 20 dövizci beklediğimiz sürece şansını deniyor. Bizde Guatemala parası yok ki. İki günlüğüne kaldığımız yerde para bozdurmaya ne gerek

133

Page 134: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

vardı. Amerikan parası her yerde geçiyor. Euro’da kabul ediyorlar ama ayni dolar değerinde. O sıralar bizde parite 1.1 dolar. Yani Euro burada kıymetli değil.

Biraz sonra elinde pasaportlarla Ronald göründü.Burada işimiz yarım saat içinde bitti. Ronald pasaportları bana verdi ama karşı gümrükte gerekli olur diye dağıtmadım. Paz nehri iki ülkenin bu bölümdeki hududu. Güzel bir köprü üzerinde geçiyoruz. Köprünün bu ucunda “Güle Güle Guatemala Cumhuriyeti”, karşı tarafta ise “El Salvador’a Hoş Geldiniz” yazıları var. Köprüyü geçince tekrar köprüye bakıyorum. Levhaların bu yüzünde de tam tersi yazıyor.

Köprüden geçer geçmez otobüs sol tarafta parka yanaştı. Yolun öbür tarafında bir sokak ve sonradan gümrük binası olduğunu öğrendiğimiz ofisler var. Ronald pasaportları alıp gidiyor. Bize de bekleyin diyor. Arabanın etrafında satıcılar. Herkes hemen aşağıya inip satıcıları ve ne sattıklarını kontrol ediyor. Börek kızartanlar, meyve satanlar..vb. Bunların çoğunluğu esmer tenli güler yüzlü şişmanca kadınlar. Hepsinin önünde harika işli, pilili dantelli önlükler var. Taktıkları önlükler elbiselerinden çok daha güzel renkli ve gösterişli. Para birimi ABD doları . Daha

önceleri kendi para birimleri varmış COLON diye. Bir kolon USD karşısında sabit 8.75 imiş. 1 Colon da 100 centavos’a eşitmiş. Ocak 2001 tarihinden itibaren tamamen USD kullanılıyor ama colon’a da rastlamak mümkünmüş. Onun için alışverişte sıkıntı yok. Ama burada da ayaklı dövizciler var. Onlarda bir kere daha şanslarını deniyorlar kazara kimsede Guatemala parası var mı diye. Bu satıcılar esas itibariyle karşıya geçenlere Quetzal satmak için buradalar. Her hududun her iki tarafında her iki parayı da satan ayaklı döviz büroları var. Aralarında fiks fiyat tarifesi uyguladıkları için fiyat rekabeti yok.

Biraz sonra Ronald’ın uzaktan gelişini görünce aman ne güzel işimiz hemen bitti ve gidiyoruz diye düşünüyorum ama şu bizim esas rehberimiz Donald yok ortalıklarda. O da çıkar bir yerden, burada işimiz bitti ya diyorum içimden. Ronald pasaportları tek tek geri vereceğiz ve pasaportunu alanlar tek tek kendi başvuracak deyince yandık diye geçirdim içinden bakalım ne kadar sürecek bu macera.

Pasaportunu alan yolun karşısına geçip 100 metre ilerideki binaya girmeye başladı. Ben tabi en sona kalacağım için orada neler oluyor bilmiyorum. Herkesin gittiğinden emin olarak Nihal ile biz de binaya girdiğimizde büyük curcuna ile burun buruna geldik.

Büyük bir salonda iki gişe ve önlerinde sıra var. Önce birisine pasaportları veriyorsunuz. O bir işlem yapıyor. Sonra yana geçiyor ve biraz bekliyorsunuz. İkinci memur çağırıyor. Yüzünüze iyice bir bakıyor. Sonra damgaladığı pasaportu size veriyor. Burada Türklere vize yok. Herhangi bir harç da alınmıyor. Grupta son kişinin işlemi yapılmadan oradan ayrılmamız mümkün değil. Onun için herkesin gümrüklerde bekleme süresi birbirine eşit. Ya kuyrukta bekleyeceksin veya işlemin bitince yan

134

Page 135: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

tarafta. Ama kuyruğun sonundakiler hep söylenip dururlar. “ Yine en sona ben kaldım. Oysa ben daha önce gelmiştim. Onların işi bitti ben burada hala kuyruktayım” diye. Bekleme sürelerinin eşit olduğunu anlatmak öyle zor ki. Veya ben bu konuda beceriksizim, onları rahatlatıcı sözleri bulamıyorum

Ben de kuyrukta beklerken 55 yaşlarında , ince, zayıf, hastalıklı görünüşlü bir adam yanıma yaklaştı. Bir süredir içki arayıp ta bulamayan bir alkolik gibi veya esrarkeş gibi birisi. Elleri titriyor. Dili pelteleşmiş. Gözleri oraya buraya bakıyor. Ve kendini tanıttı. “I am Donald. Your Guide.” Rehberimiz Donald’mış. Ben de Atila Ege falan diyecek oldum ama o sanki bağırır gibi konuşmaya başladı. “ Burada en önemli şey güvenliktir. Ben sizin önce güvenliğinizden sorumluyum” Hoppala. Devletin hudut kapısında gümrük binasında giriş damgası almaya çalışıyoruz. Acaba burayı eşkıyaların basma ihtimali mi var? Zaten öyle bir şey olsa önce benim bu garibi kollamam gerekir. Dam üstünde saksağan. Bize hoş geldiniz diyeceğine bana neler söylüyor. “ Ben “ diyor “ Dün geceyi burada geçirdim. Sizin programınızı bilmem ama San Salvador’a gidip benim banyo yapmam ve kendime iğnemi yapmam gerekir” Basıyor kahkahayı “ İğne, iğne” diyor. “Dün gece gelseydiniz siz otelde kalacaktınız ben de evimde hazırlıklarımı yapacaktım . Şimdi benim eve gitmem gerek”

Düzelmekte olan moralim Donald’ı görünce büyük bir hızla düşmeye başladı.

“Gideceğimiz yerleri sana bildirdi mi Nancy ? Bir çalışma yapma imkanın oldu mu? “ diye sordum.

“Dün geceden beri ben ve Ronald buradayız. Sabah Ronald’ı size yolladım. O benim yardımcım. Burada bana yardım etsin diye getirdim onu” Yahu bunların ikisi de olmasa ben geçerim gümrükten. İki kişi birden ne yapıyorlar burada. Zaten Donald başını çevirerek Ronald’ı arıyor ama o kayıplara karışmış bile. Zaten bundan sonra da zamanımızın çoğu bunları aramakla geçecekti.

Sıra da amma ağır ilerliyor. Bir tarafta beklediğimiz yetmiyor gibi öbür tarafta da bekliyoruz.

“ Bu ülkede telefon işi çok zor. Bak bu benim cep telefonum ama buralarda çalışmaz. Ben zaten eski telefonumu kaybetmiştim. Bu yeni. Burada kartlı telefonlar da var. Yolcular kartlı telefon almak isterlerse ben yardımcı olurum. Bunun için bir yer biliyorum” diyor.

Allah allah ben ne diyorum bu neler diyor. Her tarafı titriyor.. Sanki biraz sonra esrar krizine girecekmiş gibi bir hal var.

“ Ben Vietnam gazisiyim. Sen bizim başkanımızı tanır mısın. 1970 te bana ‘Ülkenin Amerika’nın sana ihtiyacı var’ dedi beni çağırdı. “ yine acıklı suratıyla bir kahkaha atıyor ve devam ediyor. “Ben de Vietnam’a gittim. Orada tutuklandım. İşkence gördüm. Amma şimdi sağım.”

Nasıl yürüyecek bizim program bu kaçıkla diye düşünceye dalmışken o devam ediyor

135

Page 136: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“ Vietnam. Güya bana devletimin ihtiyacı vardı. Şimdi artık ben buralardayım. Tam 17 senedir buralardayım” Her mahallenin veya köyün bir delisi olurdu Türkiye’de. Bu da Orta Amerika’nın delisi mi acaba?.

Israrla programı soruyorum. Benim derdim o. Güya saat 12 de San Salvador'da şehir turumuz da bitmiş olacaktı. O sırada benim sıram geliyor. Pasaportu uzatıp suratımı göstermem lazım.. “Seninle otobüste konuşalım, program yapalım” diyorum. Ve konuşmayı kesiyorum.

Benim de pasaportum yan pencereye geçti. Kenarda bekliyorum. Yine grupta söylenmeler. “Bak ben önce gelmiştim o benden önce çıktı” Fark ediyordu sanki önce veya sonra çıkmak.

Gümrükten ayrılışımız saat nerdeyse 12 yi bulacak. Ne olursa olsun şimdiye kadar ancak haritalarda ismini gördüğümüz ve hatta başşehri ile ülke ismini birbirine karıştırdığımız El Salvador’dayız ve San Salvador’a doğru gidiyoruz.

Otobüste bir yer kavgası var ki sormayın. Bizim otobüsümüz 55 kişilik olduğu için bu arabada daha rahat oluruz diye düşündüm ama nedense Nihal ile benim oturduğum ön koltuk bile rağbette. Bu sefer ben Donald ile program yaparız diye öne oturdum. Nihal arkaya geçti. Yan koltuğa da sevimli rehber yamağı Ronald yerleşti. Ona kibarca yer verdiler ama rahatsız da oldular. Ben müdahale ederek “ Ronald sen arkaya geç orada otur” deyince mesele hal oldu. Oturma yerini yeni düzenlemiştik oysaki.

El Salvador’da program yalnızca başşehir Sna Salvador’u görmek. Acaba görülecek başka yerlerde var mı? diye merak ediyorum. Donald bana bir şeyler anlatacak ama benim derdim program. Mümkün olduğu kadar çok yer görmek istiyoruz. “Yolumuzun hemen üstünde El Salvador’un 2. büyük şehri Santa Ana var. “ diyor. Yanında getirdiği kitabın kapak resimdeki katedral de Santa Ana Katedrali imiş. Ayrıca Ceren

harabeleri varmış. Joya de Ceren. Burada Maya kalıntıları pek yok. Bu Ceren şehrindeki kalıntılar ve mumyalar varmış. MS 600 yılında Laguna Caldera volkanından fışkıran lavların örttüğü şehirde 500 dereceyi bulan sıcaklık insan ve hayvanları taşlaştırmış. İtalya’daki Pompei’de olduğu gibi. “Yolumuzun üzeri ve enteresan. İster misiniz? Girelim mi girmeyelim mi?” diye soruyor Donald.

Ceren bizim kızımızın adı. Dünyanın öbür ucunda Ceren adını duymak heyecanlandırıyor bizi. Biz Ceren adını yavru ceylan anlamına geldiği için koymuştuk. Rahmetli büyük aile dostumuz Ruhi Su, Ceren türkülerini söylerken kızınız olunca

136

Page 137: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

adını Ceren koyun demişti. Ve isim babası olduğu için de ölünceye kadar çok sevmişti Ceren’i.

Bu isim benzerliğini duyunca Nihal ile birbirimize bakıştık. İkimiz de aynı anda hatırladık Kız kardeşimizin adı olan Ayla diye bir şehrin varlığını da Ürdün’de duymuştuk. Kızıl Deniz kıyısındaki meşhur mercan kayalarıyla ünlü Sharm El Sheih’ten Ürdün’deki Petra harabelerini gezmeye gitmiştik. Dönüşte Akabe’de bir otele uğradık ve broşür aldık. Resepsiyondaki memur otelini methederken “Otelimiz deniz kenarındadır. Burada çatıya çıktığınızda İsrail’in Eliat şehrini ve Mısır’ın Taba şehirlerini görebilirsiniz. Aynı zamanda otelimiz 3000 yıllık Ayla kentinin harabelerinin tam yanındadır.” Heyecanlanıyoruz ve dışarıya çıkıp Ayla harabelerinin resmini çekiyoruz. Türkiye’ye döndüğümüzde de kız kardeşim Ayla çok şaşırmıştı. Şimdi burada da Ceren. Hadi hayırlısı. Bakalım diğer isimleri hangi ülkelerde bulacağız.

Biz bunları düşünürken Donald “ Ayrıca San Andres’te de Maya kalıntıları var. Hangisini isterseniz görebiliriz. Ben sizin emrinizdeyim. Nereye gitmek istiyorsanız bana söyle yeter.” deyip yine bir kahkaha. Yahu ben nereye gideceğimizi bilsem senin ne işin var burada. Bizim için önemli olan programın tam uygulanması. Ayrıca vakit kalır da bir yerler görebilirsek ne mutlu. Ama görüp göremeyeceğimizi zamanımızın yeterli olup olmadığına da ben nasıl karar verebilirim.

Donald bana bu programları anlatır ve benim kararımı beklerken Santa Ana’ya geliyoruz. Ülkenin turizm kitabının kapağına konu olmuş muhteşem görünüşlü katedralin olduğu bu şehri gezmek enteresan olacak diye düşünüyorum. Bu yolları şoför de bilmiyor . Onun için epey ileri geri hareket ediyoruz. Donald’ın İspanyolca’sında iş yok. Ancak onun ne demek istediğini Ronald anlıyor. Zaten Ronald’ın İngilizce’si mi iyi yoksa Donald’ın İspanyolca’sı mı tartışılır. İşte bir şehre veya bir yol kavşağına yaklaşırken problem başlıyor. Donald yola bakıp nereye sapılması gerektiğini Ronald’a anlatıp o da şoförümüze tercüme edene kadar epey yol alıyoruz. Sonra ya geri geri gitmeye çalışıyoruz veya başka bir yoldan kendi yolumuzu bulmaya saptık.

Santa Ana şehri huduttan San Salvador’a giderken sağ tarafta kalıyor. Donald’a ben laf anlatırken sapağı geçtik. Geri geri gelerek şehre saptık.

Bu şehir ülkenin 253.000 nüfusu ile ikinci büyük şehri. Santa Ana bölgesinin de başşehri. Burası Nahua dilinde Cihuatehıacan yani Kutsal Kadının Yeri anlamında. Başşehir’e nazaran son derece sakin. Buradaki gotik tarzındaki kilise ve yanındaki tiyatro binası görülmeye değermiş. Göreceğiz. Çok renkli bir Pazar yerinden geçiyoruz. Meydana gelirken sağ tarafta Telecom binası. Santa Ana depremden çok zarar görmüş bir yer. Hasarlı bir çok bina olduğu gibi bırakılmış. Meşhur tiyatro binası tarihi özelliği dolayısıyla tamir ediliyor. Binanın orijinalinin yapımından çok daha uzun

137

Page 138: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

sürüyormuş. Her şeyi yeniden yapmak daha kolay. İlişkilerde bile öyle değil mi? Bir bozulmaya görsün. Tamiri çok zor.

Eski şehir Santa Ana’nın sokakları çok dar. Bizim otobüsümüzde zaten normalinden daha uzun. Bir de kaza yapmamaya, otobüsü çizdirmemeye çalışan bir şoförümüz var. Onun için bu Santa Ana’da çok zorlandık bir park yeri bulana kadar. Ha babam sokaklarda dönmeye çalışıyoruz. Dönünce de meydana yaklaşsak ne güzel ama ne mümkün taa şehrin öbür ucuna gidiyoruz.. Herkes otobüsün camında manzara görüntüleme çalışıyor. Allah’tan ilk geçerken kilise ve tiyatroyu gördükte geçtik yoksa onları da görmeyecekmişiz. Bir sokaktan geçerken Donald bilgi veriyor. “Bak “ diyor “ bu şehir kahve ticaretinde çok önemli. Kahve bu ülkenin çok önemli bir ihraç ürünü. Burada kahve borsası kurulur. İşte şu dükkanlar hem bu borsacılara ait.”

“Bu Donald ne güzel bilgiler veriyor ” derken devam ediyor Donald “Benim görevim size hizmet etmek. Bilgi vermek. Ama yıkanmadan bir şey yapamam. Dün gece ne oldu biliyor musun? Gümrüğe geldiğimizde gece saat 9 da gümrük kapandı. Buralar çok tehlikeli...” devam edecek ama susturuyorum çünkü şu anda işimiz Santa Ana’nın meydanını bulmak ve mümkünse bir iki resim çekmek. Ama ha babam dar sokaklarda dönmeye çalışıyoruz. Saat 12 yi geçmiş. Katiyen bir park yeri bulamıyoruz. Şehir meydanına yaklaşalım derken uzaklaşıyoruz. En son rahat döneceğimiz köşede San Salvador okunu görünce “ Hadi yeter artık döndüğümüz . Hazır yolu da bulmuşken San Salvador’a doğru devam edelim “ diyorum ve tercümeler yapıldıktan sonra şoförümüz öğrenince yüzüne bir gülümseme yayılıyor. O da bıkmış dolap beygiri gibi dönmekten. İyi ki ilk girişimizde meydanın içinden geçmişiz de görmüşüz bu tarihi yapıları yoksa boşu boşuna hem zaman kaybedecektik hem de hiçbir şey görmeyecektik.

Buradan bir saatlik daha yolumuz varmış. Donald yolda bir süper market’in önünde durup dostlarımız bir şeyler alsın diyor. Aynı zamanda orada telefon kulübesi de varmış. Telefon da edebilirler diyor. Bu adamın telefon ile bir taktırıklığı var ama neyse. Sonra “Şehre girmeden önce Artisanal Bazaar var. El Salvador’a ait bütün el sanatlarını bulabilirler” diyor. İlginç geliyor. Tamam diyorum.

“Şimdi ilk süper markete kadar en az 45 dakika yolumuz var ya rahat rahat program yaparız” diye düşünüyorum. Santa Ana’dan çıkınca yine başlıyoruz laflamaya.

Önce yarım kalan dün gece macerasını anlatacak. Bırakıyorum anlatsın. Hani biz bir gün önce saat altı civarında hududa gelecektik ya. Bunlar ona göre hazırlık yapmışlar. Ronald, saat altıdan itibaren Guatemala hudut bölgesinde, Donald ta El Salvador hudut bölgesinde bekliyorlarmış. Biz de o sırada Guatemala City’de Clarion Suites otelimizin lobisinde yeni otobüsümüzü beklerken, Mürşit beyin beklemekten tansiyonu çıkarken ve eğer otobüs gelir de saat 6-7 arası yola çıkarsak hudut kapanmadan yetişiriz diye hiç kimsenin uzaklaşmasına da izin vermezken, haberleşmeden yoksun Ronald Guatemala tarafında her gelen otobüse bakıyor acaba bizim Türk grup mu diye. Diğer tarafta El Salvador’da da Donald’la huzursuz bekliyorlar.

Gece saat dokuz olduğunda kapılar kapanıyor. Ronald Guatemala sınırında mahzur kalmış ne yapacağını bilmiyor. Ortada dolaşırlarken haydutlar yakalıyorlar. Şakağına silah dayayıp para istiyorlar. Çocukta para ne gezer. Tam onlara laf anlatmaya

138

Page 139: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

çalışırken polisi görünce biraz uzaklaşıyorlar ama yine tekrar gelmek üzere biraz uzaklaşıyorlar ama ortalıklarda, uzakta müsait zaman kolluyorlar. O sırada diyor Donald “ Bizim oğlana ne oldu” diye “El Salvador sınırından yürüyerek köprüden geçtim ve Ronald’ın yanına geldim. Korku içinde idi. Bizim için El Salvador sınırının daha güvenli olduğunu düşünüyordu. Nancy ile de konuşamamıştım. Sizin ne zaman geleceğinizi bilemiyordum. Ama gece gelemediklerine göre sabah erken geleceksiniz diye düşündüm. Sabah Ronald yine bu tarafa gelir sizi beklerdi. Ama hudut kapalı olduğu için dönüşte bana da izin vermezlerdi.”

Bu sıkışıklık içinde Donald Amerikalı olmanın da avantajını kullanarak polise kendilerini öbür hududa götürmeleri için rüşvet veriyor. Bir polisle birlikte üçü El Salvador’a gediyorlar. Ama burada ne yapacaklar. Otel gibi yatacak hiçbir yer yok. Eğer dışarıda beklerler ise burası da güvenli değil. “Ne yapacağımızı geceyi nerede geçireceğimizi şaşırmıştık “ diyor Donald.

O sırada aklına bir çözüm gelmiş. Gidip hudut polisine kendilerini sabaha kadar hapse atmaları istemiş. En güvenli yer hapishane. “Ama polis bunun için de rüşvet istedi. Ona da biraz para verince en emniyetli yer olan hapishaneye girdik. Yalnızca iki sandalye vardı. Üzerimizden de kilitlendik. Demir parmaklıklar arkasında idik. Ama emniyette idik.” Donald anlattıkça Orta Amerika gerçeğini daha iyi kavramaya başlıyorum. Senelerce gerilla savaşı yapmışlar, her ülke iç savaşın içerisinden yeni çıkmış. İç savaşlar ki tüm ülkeleri kamplara bölmüş ve kardeş kardeşi öldürmüş. Devlet yönetimi bunu önleyemediği için ülke fakirlik içine düşmüş. Böyle olunca gerek gerilla savaşları, haydutluk, soygunculuk yıllar yılı içlerine işlemiş. Normale dönüş öyle kolay olmuyor.

Donald anlatmaya devam ediyor. “Sabaha kadar sandalye üzerinde idik. Ama Ronald’ı öldürüyorlardı Guatemala sınırında. Şakağına tabanca dayadılar. Burada hapiste emniyette idik. Eğer hapiste yatmasaydık sizi karşılayamazdık”

Donald’a baktıkça “Acaba bu gelmese idi ben başkasını bulur ve daha mı rahat olurdum” diye de düşünmeden edemiyorum. Ama inatla program yapmaya çalışıyorum. “ Saat kaça kadar San Salvador turu yapacağız? Saat kaçta şehirden ayrılabiliriz? Diğer ülkeleri biliyor mu? Orada bizi gezdirebilecek mi? Bunlara cevap almam mümkün değil. O zaman daha spesifik gidiyorum.

“Donald saat şimdi 12.30. Buradan süper markete gideceğiz. Oradan saat 13.30 da ayrılsak ne kadar zamanda El Sanatları Pazarında oluruz? 14.30da. Peki orada bir saat oyalansak 15.30. Şehir turu ne kadar sürer? 1 saat mi? Demek saat 16.30 da San Salvador'dan ayrılırız. Tamam mı? “

Donald’ın birinci derdi evine gidip iğnelerini olmak ve banyo yapmak ve kalan beş günümüz için çantasını hazırlamak. “ Siz El Sanatları Pazarında iken ben bir saatte eve gidip gelirim” diyor.

“ Tamam, sen evine git te saat 16. 30 da ayrılırsak San Salvador’dan hududu geçip Honduras’a girip Honduras’ın başşehri Tegucigalpa’ya 19.30 da varabilir miyiz? “diye artık direk soru yöneltiyorum çünkü adamın bana bir program yapması mümkün değil.“ Üç saatte sen Tegucigalpa’ya mı varalım diyorsun?”

139

Page 140: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Evet?” Şaşkın şaşkın suratıma bakıyor. Bize verilen bilgi böyle. Mete, İstanbul’dan gönderdiği faxta bunu yazmış. Ben sonra Nancy’ye sormuşum. Sonra ilk şoförümüze sonra bize yeni otobüsü veren firma yetkilisine de hepsine tek tek sormuşum. Hepsinden aldığım cevap böyleydi. Ben de şaşırdım neden Donald’ın şaşırdığına.

Donald “ Buradan Tegucipalga’ya sekiz saatte gidersiniz”

İnanamıyorum kulaklarıma. Bir yanlışlık olmalı diye düşünüp yolun diğer bölümlerini de sorayım diyorum bakalım oralar için de bu adam farklı bir zaman mı verecek diye..

“Ya Tegucipalga’dan Nikaragua’nın başşehri Managua’ya?” Bu yol için bana verilen zaman beş saat idi. Dur bakalım Donald ne diyecek?

“En az on saat” diyor. “ Zaten bu gece Honduras hududuna da varamayız Hudut dokuzda kapanıyor.”

“Ya Managua – San Jose ( Costa Rica’nın başşehri) arası? “

“ En az 10 saat. Ama Nikaragua ile Costa Rica hudutları arasındaki kapıyı 5 saatte zor geçersiniz. Belki daha fazla. “

Mümkün değil. Eğer böyle ise bizim program ne olacak? Biz yalnızca bu şehirlere uğrasak 5 gün sonra uçağı zor yakalarız. Ama olmaz. Bu adamın dedikleri doğru olamaz. Biz birçok kişiden bizim saatleri teyit ettirmiştik. Tekrar soruyorum ve tekrar ayni cevapları alıyorum.

“ Donald. Bak bu otobüsün acentesi de şoförde bize üç saat dediler Sen nasıl sekiz saat diyorsun?”

“ Sen bilmezsin Mr. Ege “ diyor Donald. “ Sen bilmezsin bu Orta Amerikalıları. Hepsi yalancıdır. Hiçbirisi doğru söylemez. Sana doğruyu yalnızca ben söylerim. Benim sana verdiğim bütün bilgiler doğru senin aldığın bütün bilgiler yanlış.”

Hayda! Olmaz böyle bir şey. Eğer doğru ise ne olacak bizim program? Ne zaman nereye gideceğiz? Nasıl yetişeceğiz uçağımıza zamanında?

“Ah “diyor “Siz bana 3 ay önce buraya geleceğinizi yazsaydınız size her şeyi çok detaylı hazırlardım. Bir daha ki sefere önceden bana yazın”

O arada arkadan bir yolcumuz soruyor “Atila bey Ne diyor bu adam? Neler konuşuyorsunuz?”“ Vallahi” diyorum. “ Bu adam tam bir baykuş gibi konuşuyor. Ağzından hayır hiçbir şey çıkmıyor. Bir iyice öğreneyim durumu size de anlatırım.”“ Peki Tegucipalga nasıl bir yer?”“ Berbat. Buralarda görmeye değmez iki şehir var. Biri o biri de Managua.”

Biz bu iki başşehri de göreceğimize heyecanlıyız. Donald oraları da berbat bir yer diyor.

140

Page 141: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Programı anlatıyorum. “Biz bu gece Tegucipalga’ya varırsak yarın La Tigra Ulusal Parkını ve Comayagua antik şehrini görüp Managua’ya varabilir miyiz?”

Donald bu söylediklerime çok güldü. Sanki ona fıkra anlatmıştım gibi.”La Tigra en az bir gündür. Comayagua’da bir gündür. 3. gün de erken yola çıkarsanız gece Managua’ya belki varabilirsiniz.”

Israrlara dayanamıyorum ve yolcularımıza şimdiye kadar ki konuşmaları aynen aktarıyorum. Onlar da daha işin vahametini kavramış değiller. Gülüyorlar. Hala programa takılmışlar. “Tegucipalga’dan Costa Rica’ya uçakla gidiyorduk ne oldu? Uçağa binemez miyiz?.” diye düşünüyorlar.

Nancy ile yazışan Mete’ye bu uçak fiyatı 375 dolar olarak bildirilmiş. Mete'nin hesabı 150 dolardı. Zaten bir sürü yerde açık verdi ve bu program zarara gidiyor. Acaba otobüsle aynı yerler görülebilir mi diye sormuş. Onlardan aldığı onay ile bu turu komple otobüse çevirmiş. Şu anda diyelim uçak bileti bulduk ve uçtuk. Bizi orada kim karşılayacak? Otobüs nasıl bulunacak? Oradaki turları kim organize edecek? Rehberi nereden bulacağız?. Uçağa bindik mi bu otobüsü geri göndermek lazım. Buna biz 5625 dolar para vermişiz. Geri almak ta mümkün değil. Dediğim gibi Costa Rica’da da herhangi bir organizasyon mümkün değil. Onun için bizim taa Managua’dan Türkiye’ye dönüş uçağına bineceğimiz 15 şubata kadar hiçbir şekilde bu otobüsten ayrılmamız mümkün değil. Ama bunu müşterilere nasıl anlatacaksın? Nasıl kabul ettireceksin? İtirazları nasıl önleyeceksin? Beynimden şimşek gibi bu sorular geçiyor . Grupta bir çok iş adamı ve iş kadını var. Yüzlerce kere yurt dışına çıkmışlar. Onun için hepsi birer program yapmaya ve bana tavsiyede bulunmaya başladılar bile.

İmdadıma yol kenarındaki meyve satıcıları yetişti. Herkes inip bir şeyler almak istedi. Durduk . Portakal, sapiya (armuda benzer bir meyve) papaya , muz ve ananas satıyorlardı.

Buradaki papayalar dev papayalardı. Her biri en az 4 kilo gelirdi. Papaya bizde ağaç kavunu denilen bir meyve. Aynı kavun gibi ortasında çekirdekleri var. Ama bu çekirdekler simsiyah ve karabiber tanesi büyüklüğünde. Tadı muz ile kavun karışımı. Bazı ülkelerde bir yumruk büyüklüğünde olan bu subtropik meyve burada çok iri.

Nihal ve benim en sevdiğimiz meyvelerden biri papaya. Daha üç ay evvel Nepal Hindistan turunda bir hafta papaya kürü yapmış ve en az 4-5 kilo vermiştik. Bir Brezilya’da bir de Hindistan’da hayatımızın

en tatlı papayasını yemiştik. Her papayayı gördüğümde rotaryenlerle yaptığımız Güney Afrika seyahatimiz gelir aklıma. Orada papayanın adı Popo. Hangi popo’nun daha lezzetli olduğu konusunda o turdaki grubumuzdaki esprileri hiç unutmam. Hemen bizde Nihal’le 5-6 kg ağırlığında bir dev papaya aldık. Bakalım nerede

141

Page 142: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yiyeceğiz onu. Yemek ikinci planda. Böyle bir papayaya sahip olmak güzel bir duygu. Hemen resim bile çektiriyoruz dev papayamızla.

Hemen hepsinin fiyatı aynı ve 1 dolardı. Ama bizim papaya 2 dolar. Alışveriş bittikten sonra otobüste giderken bana düşünce payı kalsın diye Donald’tan biraz da bu ülke hakkında bilgi vermesini istiyorum. Bu arada meyvelerine kavuşan yolcularımız ha babam birbirilerine bir şeyler ikram ediyorlar. Tabi Nihal ‘in sabah aldığı kek pek makbule geçiyor.

Donald bilgi veriyor ve ben de anlatıyorum. Önce kendisinin neden buralarda olduğunu söylüyor. Annesi Polonya’da yaşayan bir Yahudi imiş. Hitler katliamından kaçmış ve El Salvador’a saklanmış. El Salvador ona çok iyi bakmış. Burada bir Amerikalı ile evlenip Teksas’a gitmiş. Donald orada doğmuş. Bir de Vietnam savaşından sonra Amerika’da kalmak istememiş. Amerika’nın kendisine ihanet ettiğini düşünüyor. Her Vietnam gazisi gibi döndükten sonra ne kendisi topluma alışabilmiş ne de toplum bu zor şartlarda psikolojik dengeleri bozulan zavallı insanlara.

Bir yerde onlara hak vermemek elde değil. İki sene evvel Nihal ile Vietnam’a gitmiştik. 2 haftalık bir tur alan Fransız grubuna katılmıştık. Dünyanın benim gördüğüm en güzel ülkelerinden biri olan Vietnam’da Amerikalılar ve onlarla vatanı için boğaz boğaza çarpışan Vietnamlıların meşhur Chu – Chi tünellerini, Mekong deltasındaki mangrove’larla örülmüş daracık su yollarını görmüştük. Yağmur ormanları içinde yer altındaki tünellerin bilinmeyen bir ağzından ani çıkıp boğazına sarılan bir savunmaya karşı oralarda ne yaptığını bilmeden tam teçhizatlı kıyafet ile değil aylarca, yıllarca birkaç gün bile psikolojik dengeyi bozmaya yeter.

Donald’ta sanki bu ülkeye minnet borcunu ödüyor gibi Annesine kucak açan bu ülkeye ,Orta Amerika’ya gelmiş.. Buralara yerleşmiş Yahudilerle çok yakın temaslara geçmiş. Bu ülkelerin tamamında Yahudiler büyük dayanışma içinde. Zaten Nancy’de bize Donald’ı onun için tavsiye etti. Burada büyük iş yapan tüccarlarla da çok sıkı ilişki içindeler. İç savaş zamanları da Amerika’nın çıkarları doğrultusunda ilişkiler kurdukları için sosyal statülerini sağlamlaştırmış.

“El Salvador’da 6 milyon insan yaşar. Aslında El Salvador 9 milyonluk bir ülkedir. Nüfusunun 3 milyonluk bölümü yurt dışındadır ve çoğunluğu Amerika’dadır. Onlar buraya para yollarlar. Aynen sizin Almanya’daki işçileriniz gibi. Burada tekstil çok gelişmiştir. Orta doğudan 1. dünya savaşı sırasında buraya çok Arap gelmiştir. Buraya gelirken Türk pasaportu taşıdıkları için onlara biz Turco deriz. Burada çok zengin olmuşlardır ve ticaret hayatının içindelerdir.”

“Aslında bu Arap tüccarlarını bir incelemeli diye düşünüyorum. Uzak Doğuda nereye gitsem karşıma çıkmışlardı. Hindistan’dan Borneo adasına, Anadolu’dan İspanya’ya, Amerika’ya kadar her yerde bu Arap tüccarların, Arap orduların izine rastlamak mümkün.. Demek buralara da gelmişler. Galiba bunların da çoğunluğu Filistin’den gelmiş.

“Yalnız “ diye devam ediyor Donald “ sizde işçiler çalışmaya gittiler. Para kazanmaya. Burada ise bu göçün sebebi iç savaşlar.1930 lara kadar gelen sömürgecilik düzenine başkaldırı başlayınca huzursuzlukta başladı burada. Eskiden İndigo yalnızca bizde

142

Page 143: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

çıkardı. Bütün çivit mavisine ihtiyaç hissedenler bilhassa kot üreten tekstilciler İndigo’yu buradan alırlardı. Ancak sentetiği çıkınca İndigo önemini kahveye bıraktı.

Kahve 1900 lerde El Salvador’un milli gelirinin %95 ini teşkil etti. Ama bu büyük tüccarların elinde idi ve gelir nüfusun ancak % 2 sine gidiyordu. BU büyük bir sosyal adaletsizlik doğurdu. 1932 de Marti köylüleri ve yerlileri ayaklandırınca 1992 ye kadar sürecek iç çatışmalar, kan ve ölüm başlamış oldu. Halkın ayaklanması çok acımasızca bastırıldı. Yerliler, yerliye benzeyenler ve bunlara destek verenler acımasızca öldürüldü. Bu katliamda 30000 can alındı. Bu arada Marti’de yakalanıp ateş mangası önünde kurşuna dizildi. Bir süre bastırılmış görünen durum 1970 lerde tekrar gerilla faaliyetleri olarak başladı. 1980 de 4 Amerikalı rahibenin kaçırılması ve öldürülmesinden sonra Amerikanın olaya müdahalesi ile iç savaşa dönüştü. 1981 de güya isyanı bastıracağım diye 900 erkek, kadın ve çocuğun kurşuna dizilmesi 300.000 kişinin yurt dışına kaçması ile sonuçlandı. Sağ ve sol diye kamplara ayrıldıktan sonra El Salvador huzur bulmadı.”

Donald’ı dinlerken ne acılar çekmiş bu orta Amerika diye düşünüyorum. Biz uzaktan gerilla savaşı yaptıklarını, bazen liderlerinin öldürüldüklerini gazetelerden takip ederken hatta Orta Amerika’da erken kalkan general ihtilal yaparmış, diğeri Tuh ben bu sabah geç uyandım diye hayıflanırmış esprilerine gülerken burada halk ne acılar çekiyormuş. Daha 50 yıl önce “sen yerlisin” diye insanları acımasızca öldürmeye inanmak bile çok zor. Ama gerçek burada. Ya çocuklar? Burada bir çocuk problemi vardı diye hatırlıyorum. Donald onu da anlatıyor.

“ Burada” diyor “ çocuklar çok büyük bir sorun. İç harp sırasında çocuklar ailelerinden zorla alındılar. Anne ve babalarını ölüme, dağa, esir kamplarına götürürlerken çocuklar kopartılarak alındılar. Annelerinin kucaklarından zorla alındılar. Bir kısmı tarlada annelerinin babalarının ölülerinin başlarından toplandılar. Çocuk edindirme programı çerçevesinde Avrupalı ve Amerikalı ailelere gönderildiler. İç savaş bittikten sonra bazı aileler çocuklarını aramaya koyuldular. Bazı çocuklar da annelerini. Bazı evlat edilen aileler evlat edindikleri çocuklarının isteği üzerine bu arama faaliyetine katıldılar. Ama çocukların yaşları çok küçük olduğundan tanıma yoluyla değil de DNA testleri yoluyla aileler bulunmaya çalışılıyor. Şimdiye kadar 42 çocuk ailesine teslim edildi 400 çocuk ise sırada.”

Kaptırmış dinliyorum bu acıklı olayı. Yolcularımız da pek dikkatli ve hüzünlü dinliyorlar bu olanları ama benim derdim şu anda programımız. Yine konuyu programa getiriyorum. Donald’a kalsa biz buralardan çıkamayız. Donald gene ne isterseniz yapalım diyor. Tablonun tamamına bakmaya hiç niyeti yok. Beş günlük bir programı düşünmesi mümkün değil. Bu işte üzerimize kaldı. Burada ne güzel program yapmayacaktık. Her şey Türkiye’den ayarlanacaktı. Hadi olmadı. Antigua'da Nancy denen soyguncuya o kadar para kaptırmıştık. Aylık işçi ücretinin 70-80 dolar olduğu bu yerlerde biz rehbere günde 400 dolar veriyoruz. Ondan sonra programı yapacağız yollara karar vereceğiz. Çıldırmamak işten değil. Bunların hepsini benim yapacağım söylense Türkiye’de dersimi çalışıp gelirdim. Benim de dayanma gücüm sınırlarını zorluyor. Bir de bu Donald hiçbir yere bize verilen saatlerde gidemeyeceğimizi ama ne istersek onu yapacağımızı söyleyip durunca dayanamayıp bağırmaya başladım.

143

Page 144: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“ Bay Donald! Ben nereye gideceğimi bilsem seni almazdık yanımıza . Bizim kaç günümüz olduğunu söylüyorum ama sen bu günlerde nereye ve ne zamanlarda gidilebilir diye hiçbir şey söyleyemiyorsun. Ben sana 2000 dolar para verdim ve şu duruma bak. Sen bilmiyorsun, ben bilmiyorum ne olacak böyle?” Bir de bir küfür sallıyorum bizi bu duruma düşürenlere.

Donald umduğumun aksine üzülüyor ve özür diliyor. Kendisinin pek anlamadığını ama San Salvador’da Christina diye bir Amerikalı arkadaşı olduğunu, bu bayanın turizm işinde de olduğunu bize yardım edebileceğini söylüyor. Cep telefonu artık çekmeye başladığından ona telefon edip buluşup buluşamayacağımızı sordu. Sonra bana iyi haberi verdi. “Biz şehre varınca doğruca El Sanatları pazarına gidelim. Oraya varınca Christina’ya telefon edeceğiz hemen taksiye atlayıp gelecek. Yolcular alışveriş yaparken biz de program yaparız” İyi. Hiç olmazsa bir şey .

Tam o sırada Ronald soruyor.” Süpermarketin önüne geldik. Duralım mı?” diye. Aman devam . Zaten zaman çok daralmış. Zaten yolda her kes meyvesini almış. Durmuyoruz.

Pazar yerine geldiğimizde bir saat alışveriş molası verdik. Burada sıra sıra dükkanlar var. Ortada büyük bir otoparkın yanında lokanta. Aç olan Bülent bey hemen içeriye dalıyor. Dalması ile çıkması bir. Burada yemek yenmez diyor. İlk dikkati çeken kaleşnikoflarla dolaşan askerler. Burası genellikle turistlerin geldiği yer olduğu için güvenlik önlemleri daha fazla. Oysa daha fazla silahlı asker turist için daha fazla tedirginlik.

Dostlarımız dağılınca dükkanlara hemen telefon ediyoruz Christina’ya gelsin diye. Ama bir toplantısı olduğundan gelemem diyor. “Bir saat sonra gelebilirim” demiş. Saatin hatta dakikaların ne önemli olduğunu bilmiyor benim için.”Yakınsa biz gidelim “ diyorum ve hemen yola çıkıp bir taksi arıyoruz. Burası da dolmuş usulü çalışıyor galiba . İki kişinin oturduğu bir taksinin arkasına geçtik ve hemen 1 km ileride köşede indik. Bu mesafe için 3 dolar bana çok pahalı geldi. Dönerken karşı taraftan geçen bir minibüse binmiştim. 25 sente götürmüştü beni.

Gittiğimiz bina iki katlı bahçe içinde bir ofis. İçeride üç masada üç bayan çalışıyorlar. Önlerinde bilgisayar. Ama müşteri falan yok. Telefon edip haber verdiler. Christina geldi. 30 yaşlarında çok çalışkan ve kendine güvenen bir tip olduğu her halinden belli olan bir bayan. Takdimden sonra Donald eşyalarını toplamak, iğnesini ve banyosunu yapmak için evine gitti. Biz baş başa kaldık. Christina beni toplantı odasına aldı. Üst kattaki görüşmesi biter bitmez geleceğini söyledi. Bana bir de kahve ısmarlayıp gitti. Burada içtiğim herhalde gerçek El Salvador kahvesi idi. Sabahtan beri devam eden stresime çok iyi geldi. Derken Christina geldi. Ben önce ona buralarda ne yaptığını sordum. Yönetim danışmanı imiş. Bu iş yeri çok zengin bir aileye aitmiş. Bir çok iş kolları varmış. Bu ofiste çalışanlar sigorta elemanları imiş. Esas işlerinin kahve olduklarını söylüyor. Büyük kahve çiftlikleri varmış. Christina burada bu çiftlikleri hem daha turistik hale getirmek hem de üretimi çeşitlendirmek için çalışıyormuş. Merak ettim. Anlattı.

“Patronların büyük çiftlikleri var buradan 1 saat mesafede. El Salvador kahve plantasyonları ile ünlü. Buraya gelen turistlere hem bahçeyi gezdirmek hem de fabrika turları düzenlemek istiyoruz. Bahçeye bir de otel kurmak istiyoruz. Fabrikaya

144

Page 145: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

ek tesisler yaparak kendi kahve likörümüzü üretmeyi planladık. Burada hem satış yapacağız hem de gelenlere ikram edeceğiz. Sonra bu likörü ihraç edeceğiz. İsterseniz daha tamamlanmadı ama sizi çiftliğe davet edebilirim. Şu sırada tam kahve toplama zamanı. “

Türkiye’de kahve ağacının olmadığına pek şaşırıyor. Zaten buna herkes şaşırıyor. Türk kahvesinin ünü dünyanın her yerine yayılmış durumda. Hiç kimse anlamıyor bu kadar ünlü Türk kahvesinin kahve yetiştirmeyen bir ülkeden geldiğini. Ona da açıklıyorum ki bu deyimin ortaya çıktığı zamanlar kahvenin üretildiği Yemen bizim sınırlarımız içinde idi. Ama Türk Kahvesi kahvenin cinsi olarak değil de pişirilme tarzı olarak meşhur. Colombia kahvesi, El Salvador kahvesi, Hawaii’nin meşhur Cona kahvesi yetiştirme yeri ve tanelerin cinsi olarak önemli. Bizim Türk Kahvesi veya İtalyanların Expresso’su bir kahve pişirilme şeklidir.

“ O zaman daha da güzel. Yolcularınız kendi elleri ile kahve toplarlar ve bizim kahve likörümüzü içerler.”

Sağ olsun ama bunlara bizim zamanımız yok. En az 3 saatimizi ayırmamız gerekir. Teşekkür edip benim kendi konuma getiriyorum sözü. “Ne yapmalıyız, nereleri görmeliyiz” diye soruyorum. Christina kendisinin bu konuda bilgili olmadığını ama erkek arkadaşının bu ülkeleri çok iyi bildiğini söylüyor. Aman kendisi ile nerede görüşebilirim diyorum. Üst katta olduğunu söylüyor ve telefon edip bize katılmasını rica ediyor.

Biraz sonra yakışıklı zıpkın bir delikanlı odaya girdi. Adı Alfonso imiş. Guatemalalı. İngilizcesi mükemmel. Her tarafı çok iyi biliyor. Programımızı gösteriyorum. Mete’nin Türkiye’de yolculara verdiği ve sonra faksla bize revize ettiği taslağı. Onun da tepkisi aynen Donald’ınki gibi. “Olmaz öyle şey “ diyor. “ Bu program ancak 11 günde bitirilebilir. Sizin bugün dahil 5 gününüz var ise ben size neler yapabilirsiniz onu anlatayım” diyor. Alfonso’ya hayranlıkla bakıyorum. Tam benim istediğim gibi bir rehber. Ben Donald’ı da böyle olacak sanmıştım da Guatemala City’den ayrılırken bundan sonra emin ellerdeyiz diye düşünmüştüm. Ah keşke bu adam bizim rehberimiz olsa.

“ Buradan Tegucipalga’ya gitmek en az 8 saatinizi alır “diyor aynen Donald’ın dediği gibi. Ülkeler arası otobüsler 7-8 saat süre veriyorlarmış. O da olayı biliyor. Turistler bir yerde tuvalet molası verdiler mi alışverişle birlikte yarım saat veya bir saatten önce toplanamazlar. Bizim 8 saatten önce varmamız imkansızmış. “ Tegucipalga ile Managua bu Orta Amerika’da görmeye değmez iki şehirdir. Boş

145

Page 146: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yere gitmeyin” diyor. Peki Comayagua ? La Tigre Milli Parkı? “ Oraları çok güzel ama sizin zamanınız yok. Ben geçen hafta Managua’dan arabamla geldim. Hudut ile Leon yolu çok kötü. 80 km yolu iki saatte geçemezsiniz. Sonra hudutlarda çok zaman kaybedersiniz. Uçağınızı erteleme imkanınız var mı? Size ona göre program yapayım” diyor. Bunun imkansız olduğunu söyleyince tekrar günlerin ve yolların üzerine eğiliyor ve getirttiği haritada bana anlatıyor:

“Sizin yapacağınız iş buradan doğruca Honduras’a gitmektir. Eğer zamanında giderseniz Honduras’ta Choluteca şehrinde gecelersiniz. Yarın (ayın 12si) Leon’a geçersiniz. Gece Managua’da kalırsınız. Leon ve Granada çok güzel şehirler oralarını da mutlaka görün. Yarın Leon’u yarından sonra ( ayın 13 ü) Granada’yı gezip Costa Rica’ya gidersiniz. Sizin uçağınız ayın 15 inde olduğu için mutlaka ayın 14 ünde Managua’da olun. Yollara belli olmaz. Granada’yı gezdikten sonra ancak Costa Rica’ya girer ve en yakın bir şehirde kalır ertesi gün geri dönersiniz.”

Bu durumda ne Honduras’ı, Tegucipalga’yı ne de Costa Rica’yı, San Jose’yi görme imkanımız yok. Tam isyan çıkartacak bir değişiklik. Anlatmak mümkün değil. Eski programda uçak yolculuğumuz vardı Tegucipalga ile San Jose arasında. Hani bu uçak tekrar gündemde olsa ve de bir iki günümüz daha olsa ne güzel olacak ama biz şimdiki şartlarımızda en iyisini yapmakla sorumlu idik. Tegucipalga uçağı San Jose’ye gitmeden San Salvador’a uğruyor imiş. Direk uçuş yokmuş. Buradan da uçak 200 küsur dolarmış. Oysa bu uçuşun iptalini ve yalnızca otobüs kullanmamızı Nancy tavsiye etmişti. Bizi kazıklamak için de otobüs ile bu günler içinde bu programın rahatlıkla uygulanabileceğini söyleyerek aldatmıştı bizi. Hem Alfonso hem de Christina çok üzüldüler bu kandırılmaya. Otobüsü 5625 dolara tuttuğumuzu öğrenince dili tutulacaktı. “Bu fiyata otobüs satın alabilirsiniz” dedi. En fazla 2000 dolar edermiş bizim bu turun otobüs kiralama bedeli.

“Ya rehbere ne verdiniz ? “ diye merak etti. 2000 doları duyunca dili tutuluyordu. “Ben bu işi 200 dolara yapardım” dedi Alfonso. İş teklif ettim Alfonso’ya. Vaktin varsa gel beraber bitirelim bu seyahati dedim. Alfonso Guatemala’dan buraya bir iş takip etmeye gelmiş. Bir yatırım projesi. Amerikalılarla ortak yapılan bir çalışma. “Siz bilmezsiniz ama bu arabulma işlerinde Donald Orta Amerika’da çok etkili bir isimdir. Onun elinden iş alma veya ona rakip olmam mümkün değil. Sonra benim bütün iş bağlantılarım bozulur.” Korkuyordu Alfonso. Donald onun için çok rahattı. Kendi yerini biliyordu. O ayarlamıştı Christina ile bu görüşmeyi. Kendi için bir risk olacağını düşünse buluşturur muydu beni Christina ile.

Bir an “ Neredeyim ben * Ne yapıyorum?” diye düşündüm. Orta Amerika’da El Salvador ülkesinin San Salvador kentinde bir Amerikalı ve bir Guatemalalı ile gezi programı yapıyorum. İş teklif ediyorum. Akıl alıyorum. Ve Mete’nin aylar önce ilan edip müşterilerine verdiği programı adam edip bu geziyi bitirmeye çalışıyorum. Ne işin var senin buralarda Atila diye düşünüyorum. Orada grup belki alışverişini bitirdi beni bekliyor. Çok merak etmiştir Nihal. Ama evine giden Donald’tan hala haber yok. Buraya gelip beraberce otobüsün olduğu yere gidecektik. İnşallah çok geç kalmaz.

“Ne güzel olurdu hep beraber gitseydik. Ben de o yolu arabayla gitmedim. Alfonso iş dolayısıyla yalnız gidiyor. Ben ise buradan hiç ayrılamıyorum” diyor Christina. Sen bana sor ne güzel mi geziyoruz , çok ıstırapla mı geziyoruz.

146

Page 147: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Alfonso’dan ümit yok. Donald’ın geleceği de yok. Programı bir daha gözden geçiriyoruz. En güzeli buradan Honduras’a geçip Choluteca’ya kadar gitmek bu gece. Yarın Nikaragua’ya geçip Leon kentini gezmek ve Managua’da yatmak. Ertesi gün Granada. Bence bir günlüğüne 10-15 saat yolculuk yapıp Costa Rica’ya geçip geri dönmekte akıl işi değil. Mümkünse Nikaragua’da bir yerler görüp uçağımızın kalkacağı Managua’dan pek uzaklaşmadan dolaşmak. Bu kalan zamanda en akılcısı bu. Ama bunun gruba verilen program ile ilgisi yok. Zaten her sabah program değişiyor. San Salvador’u gezelim de yolda konuşuruz ne yapacağımızı. Grup bas bas bağıracak biliyorum.

Hala yok ortalıkta Donald. Ben üçüncü kahve teklifini reddedip gideyim diyorum. Her ikisine de çok çok teşekkür edip yolun karşısından minibüse atlayıp El Sanatları merkezine gittim. Bu Donald ne oldu diye endişeleniyorum. Nasıl bulacağım bu adamı. Acaba kriz falan mı geldi de ortalıklarda yok. En azından Ronald ona ulaşır Muavininin burası sinyor sözüyle dalgınlığımdan uyanıyorum. Minibüsler aynı bizde olduğu gibi. 10 yaşlarında bir de muavin var paraları toplayan. Tam kapıda beni indirdiler. Donald’ı soruyorum. Burada diyorlar. O da Atila nasılsa gelir ben grubu toplayayım demiş. Eksik olmasın. Grup Beste ve Huri dışında otobüste bekliyor. Sokak aralarında bu iki dostumuzu da bulup harekat ediyoruz.

Herkes soruyor ne oldu diye. Sonra anlatırım diye geçiştiriyorum. Hele şu şehir turunu bir tamamlayalım. Bir an önce yola çıkalım, şu şehir turunu yapalım da ancak hududu geçip gece Choluleta’ya varırız.

“Hadi, molamız bitti. Şimdi San Salvador şehir turuna başlıyoruz” diye şamata yapmaya çalıştım. Arkadan Mürşit bey “ Atila bey ne zaman öğle yemeği yiyeceğiz? Burada yiyecek yoktu ve biz açız. Acaba buralarda bir Mc Donald yok mu?”

Hoppala. Yine zaman kaybı. Nasıl bitireceğiz bu yolları böyle dura kalka?. Yapılacak bir şey yok. Milleti aç bilaç yollarda perişan edemeyiz ki. Biraz önce Christina’nın ofisinin karşısında bir Burger King vardı. Oraya gidelim dedik. İlk durak Burger King. Büyük otobüsümüz yine giremiyor hiçbir park yerine. Sen ileride bir yere park et ben işimiz bitince telefon ederiz gelirsin dedik. Grubun yarısı karnı tok olduğu için otobüste kaldı. Nihal’in, Donald’ın ve benim dahil olduğum 10 kişilik bir grup alelacele siparişlerimizi verdik.

Ama Donald huzursuz. Durmadan çantasını kurcalayıp duruyor. Aranıyor. Ne aradığını sordum. Cep telefonunu dedi. Hay Allah. Bir bu eksikti. “ benim üç gündür ikinci cep telefon kaybım.. Geçen gün öbürünü kaybedince bütün hafızadaki bilgiler silinmişti. Tam tekrar yazdım bak kayboldu. Otobüsten inerken yanımdan geçen çocuk çaldı mutlaka. Bunların hepsi hırsız.” Söyleniyor. Ama onun söylenmesi değil biz bulacağız bu arabayı. Nasıl haber vereceğiz yemeğimiz bitti diye. Yapacak bir şey yok. Hamburgerlerimizi yedik. Dışarıya çıkıp çaresiz beklemeye başladık. Donald ben onu bulurum. Nereye park ettiğini biliyorum diye ayrıldı. O ayrıldıktan beş dakika sonra karşı kaldırıma otobüs yaklaştı. Bu sefer de Donald yok. Bitmeyecek mi bu sıkıntı diyorum. Neyse biraz sonra bir köşeden de Donald çıktı ve yola koyulduk. Otobüstekiler yavaş yavaş Donald’a sinirlenmeye başlıyorlar. Nereden bulduk bu deliyi diye.

147

Page 148: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Şehir turumuza Özgürlük Abidesi’nin fotoğrafını otobüsten çekerek başladık. Sonra biz şehir merkezine gidip standart İspanyol şehir merkezini göreceğimizi beklerken Antropoloji müzesine geldik. Bu sırada saat 3 olmuştu. Museo Nacional de Antropologia David J. Guzman. San Salvador’a gelip ülke hakkında bilgi almak isteyenlerin mutlaka uğraması gereken bir müze imiş. Ama içeride ne görüp ne görmeyeceğimiz tam olarak bilinmediği için millet isteksiz. Yalnız Huri çok heyecanlı ve sevinçli.” Müze görmek her hal ü karda güzel bir şey hele antropoloji müzeleri bambaşka “ diyor Huri ve teşekkür ediyor.

Bu müze daha birkaç yıllık. Burası müzesinin yabancı arkeologlar ve uluslar arası kuruluşlar tarafından finanse edilerek kurulmuş ve müzeye kurucusunun adı verilmiş. Müzeye girmek isteyen otobüsümüzü kapıda durduruyorlar. Eskiden buradan girilerek kapıya kadar gelinirmiş ama birkaç ay önce otobüsler için özel park yeri yapılmış 100 metre ileride. Otobüsümüzün manevra yapmasını beklemeden iniyoruz ve doğruca gişelere. Başta Selen ve Nevin hanımlar ile Bülent bey olmak üzere bir grup arabadan dahi inmediler. Ben de “hemen 15 dakika içinde geliriz” dedim. Demez olaydım. Müze gerçekten çok güzel. En az 2 saat ayırmamız gerekirmiş. Zar zor 45 dakikada dönünce Nurşan’ın sitemi ile karşılaştım. “Söyleseydin 45 dakika kalacağınızı biz de gelirdik” diye. “ Oğlum sen benim yanımda ayrılma. 15 dakikada olabilir 3 saatte. Hep benle olsaydın şimdi üzülmezdin” diye takılarak havayı yumuşatmaya çalışıyorum.

Bu müze de dış görünüşü ile çok güzel. Modern bir bina. Müzenin girişinde bekleme salonu ve bilet gişeleri var. Tuvalete gidenlerden ve resimlere bakmak için dağılanlardan bir türlü tam sayım yapamıyorum. Neticede 13 kişi giriyoruz müzeye. El Salvador’a gelmişiz. San Salvador’a ulaşmışız. Onların tarihini gösterecek antropoloji müzesini programa almışız. Müzenin içine girmişiz. Bir kısmı müzeyi ziyaret edeceği için diğerlerinin önlerinde iki seçim var Ya müzeyi gezecekler veya orada oturup bekleyecekler. İnanması zor ama müzeye girmemeyi tercih ediyorlar. Bu gezide Meksiko City’deki antropoloji müzesi ziyaretinden başka müze görme fırsatımız olmamıştı. O müzeye de hep beraber girip öğle yemeğini de yemiştik. Onun için kaç kişinin müze ile ilgilendiğini bilememiştim. Şimdi görüyorum.

Ben bu müze gezme işine oldum bittim takarım. Özellikle 15 sene önce Leningrad’da Hermitage müzesini ziyaret ederken etkilendiğim iki görüntüden sonra. Soğuk bir kış günüydü. Karlı bir hava. Herkes paltolarına iyice sarınmış buz tutmuş Neva nehrinden gelen rüzgara karşı korunmaya çalışıyor. Buzlu merdivenlerde saat 10 da müzenin açılmasını bekliyoruz. Kuyrukta önümüzde çok insan var. Etkilendiğim iki görüntüden birinde bir dede ve bir torun var. 9 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim torunu üşümesin diye uzun paltosunun eteklerine sarıyor onu ve müzenin açılmasını bekliyor. Ona dünyanın 4. büyük müzesi diye adlandırılan Hermitage’daki eserleri gösterecek. Kendi tarihlerini tanıtacak. Dünyadan toplanan eserleri gösterecek. Yapılırken kışlık saray olarak inşa edilmiş bu muhteşem yapıyı gösterecek torununa ve bununla gurur duyacak. Hemen arkasında üşümemek için birbirlerine sarılan iki çift. Oğlan 16-17, kız ise 14-15 yaşlarında. Isınmak için arada bir öpüşüyorlar ve gişenin açılmasını bekliyorlar. Sonra bu tiplerime içeride de rastlayacağım. Dedeyi torununa Ural dağlarından çıkan yeşil mermerden yapılmış dev vazoyu gösterirken, genç çifte ise bizim Deli Pedro ama dünyanın Büyük Pedro dediği Çarlarının kullandığı marangoz aletlerini izlerken rastladım.

148

Page 149: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

O an çok etkilenmiştim. Ben şahsen dedelerimden ikisini de görmedim. Doğmadan çok önce ölmüşlerdi. Babam köyden çıkıp ilkokul öğretmeni olmuşu. Değil dedem, babamla bile hiç müzeye gitmemiştim. Oğlumu da İzmir’deki Arkeoloji Müzesine götürmemiştim. Etrafımda dedesi tarafından müzeye götürülen insan bulmak hemen hemen imkansız gibi. Rusların ulaştığı o kültür seviyesine hayran kalmıştım ve ondan sonraki çeşitli konferanslarımda hep “ Ne zaman ki bizler torunlarımızı alıp müzeleri dolaşacağız. İşte o zaman Türkiye’miz de kültürlü bir toplum olma yolunda ilerlemeye başlayacaktır. “ diye cümle kurmuştum.

Bir de hemen her toplantıda, her grubuma anlattığım anektodum var. Müsvetteleri okuyan eşim “Neden tam yeri gelmişken senin o meşhur anektodunu buraya eklemiyorsun?” deyince hemen ekliyorum. İrlanda’lı hırslı bir delikanlı Amerika’ya yerleşmiş. İrlandalılar hep ikinci sınıf işlerde ve toplandıkları yerler daha basit kafeler. Ama İngilizlerin devam ettikleri çok elit kulüpler var. Hele onlardan birisi en erişilmez gibisi. Bizim delikanlı o kulübe üye olmayı hedef çizmiş kendisine ve ilk etapta üyelerin sahip olmaları gereken mali seviyeye erişmeye çalışmış. Çok zengin olmuş. Meşhur bir iş adamı. Gidip müracaat etmiş kulübe. Üye olmak istiyorum diye. Yönetim onun lise mezunu olduğunu buraya girmek için üniversite mezunu olmak gerektiğini söylemiş. Hırslı İrlandalı dört sene sonra elinde diploması ile tekrar başvurmuş. Gene “Olmaz demişler ona. Neden? Bize bir diploma yetmez üç üniversite diploması gerek” Kafayı takmış bir kere bizim artık orta yaşlı İrlandalımız. Sekiz sene daha uğraşmış Diplomalarını üçlemiş ve üye olacağından emin bir tarzda başvurmuş. Kulüp yöneticisinin odasına girmiş ve işte sizin istediğiniz üç Üniversite diploması. Şimdi üye olmak istiyorum.” Kulüp yöneticisi hatırlamış bu sekiz sene önce geri çevirdiği hırslı delikanlıyı. Üzgün üzgün yüzüne bakıp “ Ben size buraya üye olmak için üç üniversite diploması getirmeniz gerek derken sizin üç diplomanızı kastetmemiştim. Bize gerekli olan sizin, babanızın ve dedenizin üniversite diplomaları”.

Dedemin 1. Dünya savaşı sırasında Türkiye için çarpışmak üzere şimdiki Makedonya’daki Üsküp şehrinin dağ köylerinden gelip Enver Paşa yönetimindeki Erzurum birliklerinde şehit oluşunu, babamın ise kardeşleri arasından çıkıp onlar ölene kadar köyde çiftçilik yaparken babamın Muallim Mektebini (liseyi) bitirip öğretmen çıktığını ve üçüncü nesil olarak üniversite diplomasını yalnızca bizim aldığımızı düşündükçe yolumuzun uzun olduğunu kabul edip ve her fırsatta “ Biz adam olmayız” deyip halkıma karşı serzenişte bulunanlara bu anektodu anlatırım.

Ayrıca Amerika’daki üç yaz kampımızdan bilhassa Washington DC deki 11-16 yaş çocuklarına yönelik yaz kamplarını düşündüm. Ünlü Smithsonian Müzelerini gezerken karşılaştığım manzaralar geldi gözümün önüne “ Atila bey, dün de müzeye gelmiştik. Bu gün niye geldik.” İçeriye girmemiz şart mı? Dışarıda bekleyebilir miyiz?”...... gibi serzenişleri yaşarken hep o iki görüntüyü düşünürdüm.

Şimdi onların anne ve babalarıyla birlikteyim. Onlar da müzeye girmemek için direniyorlar. Müzede her açıklama İspanyolca yazılı. Donald müze yetkilileri ile görüşüp bize İngilizce açıklama yapacak bir rehber sağlıyor ve cici, genç bir El Salvadorlu arkeolog bayan müzesini tanıtmak için toplanmamızı bekliyor. 13 kişiyi görünce diğerlerini de bekleyelim diyor çünkü Donald onlara 27 kişilik bir grup demiş. Ben tamam deyince başlıyor anlatmaya ve gezdirmeye.

149

Page 150: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Müze aslında üç kısım. Sağ tarafta arkeolojik kazılarda ortaya çıkan ve El Salvador tarihine ışık tutan bulguların sergilendiği bölüm. Sol tarafta ülkenin ekonomisini

ayakta tutan doğal kaynaklar. Üst katta ise İspanyolların gelişinden bu güne kadar tarihinin gösterildiği bölüm.Rehberimiz bayan bizi önce El Salvador tarihini gösteren bulgulara götürdü. Burada ilk yaşayanlar Olmekler.

“Olmekler Meksika’dan MÖ 2000 yıllarında gelmiş.. Batı El

Salvador’da büyük bir kayadan Olmek heykeli bulundu. Daha sonraki kazılarda da Olmek izlerine rastlandı. Şu resimde gördüğünüz basamaklı piramit“ parmağı ile bir fotoğrafı gösteriyor ”Burada Maya hakimiyetinin 1000 yıl sürdüğünü gösteriyor.. 11. yüzyılda Mayalar buraları terk etti. Kuzeye gittiler. Onların yerine buraya yine kuzeyden gelen ve Nahua dili konuşan Pipil’ler geldi. İspanyollar buraya geldikleri sırada Pipiller burada 4 asırdır yaşıyorlardı. Mayalarda en önemli ürün mısırdı. Bulunan kalıntılarda hiyeroglif yazılara, astronomi bilgilerine ve matematikte ileri olduklarına dair bulgulara rastlanmıştır.”

İlk yerleşimlere ilişkin mağara duvar resimleri bulunmuş. Ayrıca bu müzede 609 yılında patlayan volkanın lavları altında kalan bir Maya yerleşimindeki bulgular da sergileniyor. Müzede sergilenen toprak kaplar, toprak heykeller ve diğer kullanım malzemeleri çok değişik form ve süslemelere sahip zarif tarihi eserler.

Müzenin her tarafının olduğu gibi bu bölümü de çok güzel düzenlenmiş. Bir uçtan başlayıp Olmek’lerin yaşamının içinden geçip kendinizi Maya yerleşim bölgesinde buluyorsunuz. Onların evlerinin içine giriyorsunuz. Avlularında yaptıkları eserleri, evlerindeki yaşam alanlarında gezindiğinizde kendinizi tarih öncesinde buluyorsunuz.

Benim çok özendiğim bir hususta bu müzeler. Her şehirde mutlaka bir müze var. Büyük şehirlerde bir de tarih müzesi var. Ticaret Odasında Yönetim Kurulu üyesi iken acaba İzmir’imizde nasıl bir müze oluşturulabilir diye epey mesai sarf etmiştik. İzmir’e gelen bir turistin gezip Büyük İskender’in gelişinden, ipek yolunun bir kolunun Kale İçi bölgesindeki rıhtımdan İtalya’ya gönderildiğinden tutun da bağımsızlık savaşımıza kadar tarihini yaşayabilecekleri bir müze ne büyük ihtiyaçtı. 10 senedir bu müzenin yapılmasını bekler dururuz.

San Salvador’daki bu müzenin Olmeklerden İspanyolların gelişine kadar olan ilk bölümünü hızla bitirdiğimizde çok şey öğrenmiştik.

Ama ikinci bölüm de çok etkileyici idi. İspanyolların burada elde ettikleri tarımı izliyoruz. Rehberimiz “ İspanyollar” diyor “ burada yetişen İndigo bitkisinden elde edilen çivit renkli boyayı ve Balsam ağacından elde edilen Balsam yağını, Kakao ağacından elde edilen Kakaoları ve pamukları kendi ülkelerine taşıyorlardı. “Burada yetişen diğer önemli bir bitki de Kakao idi. Kahve gelince bir de kahve eklendi ama o sırada sentetiği yapıldığı için indigo’nun önemi çok azaldı.” “ Bütün bu tarım alanları 14 ailenin elinde olduğu için El Salvador’a 14 Aile Ülkesi de denirdi.”

150

Page 151: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bu bölümdeki ilk durağımız Balsam bitki/ağacı’nın gösterildiği bölüm.Burada fotoğraflarda balsam ormanı, Balsam’dan reçine çıkartılışını gösteren sıkma makinesi, elde edilen reçinenin sevk edilişini izliyorsunuz.

“Balsam ağacı sıcak bölgelerde yetişen sedefotu kökünden gelen ağaç veya ağaççık. Bu ağaçtan özellikle eczacılıkta kullanılan bir reçine çıkarılır. Bu reçine eridikten veya çözündükten sonra saydamlığını koruduğundan optikte mercek yapıştırmasında kullanılır. Balsamlar hoş kokuları, alkoldeki kısmi çözünürlükleri ve benzoik veya sinamik asit oranlarıyla beliren bitkisel menşeli tabii ürünlerdir. Deriye sürülmek veya friksiyon için hazırlanan opeldeldok balsamı, nerval balsam mevcuttur”.

“Ayrıca balsam ağacı hoş kokulu olduğu için mumyalama işinde de kullanılırdı. Balsa ve balsam ağaçlarının dünyada 50 ye yakın çeşidi vardır. Türkiye ve kuzey Afrika'daki beyaz günlük ağacı bu familyadandır. Venezuella’da yetişen cinsinden kandil ve meşale olarak yararlanılır. Bolivya ve Ekvador’da yetişen cinsi mantardan bile hafif olduğu için kerestesinden elde edilen kontraplaklar uçak sanayinde kullanılır. Bunların lifleri hem ayni yöne doğru ve hem de uzun olduğu için ezilmeye karşı dayanıklıdır. Ve ısıya , sese ve titreşime karşı çok iyi bir yalıtkandır. Peru’da yaşayan İnka’lar bu ağaçtan çok dayanıklı sallar yaparlardı. Hatta bu sallarla Büyük Okyanustaki diğer adalara gittikleri bilinmektedir. ” Thor Heyerdahl’ın bu ağaçtan yaptığı Kon Tiki adlı Salı hatırlıyoruz.

Rehberimiz El Salvador tarihinde olduğu kadar bu bitkilerde de uzman.

Fotoğraflarda çalışan zenciler dikkatimizi çekiyor. “ Ya bu zenciler nereden gelmiş? Sor bakalım “ diyor Mürşit Kodaman. Ben de soruyorum.

“Köleleştirilmiş yerli nüfuz tarıma açılan arazilere yetmedi. 16. yüzyılda Afrika’dan iki bine yakın zenci getirildi. Ama 1625’te zenci ayaklanması meydana gelince aileler burada daha fazla zencinin kendilerinin başına bela olacağını düşünerek zencilerin ülkeye girişlerine izin vermediler. Şimdi bile ülkemizdeki zenciler o zamanlarda getirtilen insanlardır.”

Şimdi İndigo panosunun önündeyiz. İndigo çalı cinsinden bir bitki . “Bu bitkinin küçücük tohumlarından elde edilen İndigo rengi boya bir zamanlar dünyada tekti. Ama daha sonra sentetik boyaların elde edilişi ile ihraç malı olarak İndigo'nun El Salvador’daki önemi azaldı.”

“Nahau dilinde Mavi Rengin Otu anlamına gelen Xigmilite yani İndigo, çok eski asırlardan atalarımıza kadar kullanıla gelen bir bitkidir. Kimya sektöründe Mavi rengi elde etmek için kullanılan İndigo’ya sihirli bir bitki olarak bakılıyordu. Seramiği renklendirmede kullanıldığı için bu renge Maya Mavisi de denilmiştir. İspanyol istilacılar kıymetli maden bulmadan önce İspanya’ya İndigo gönderirlerdi. Gönderilen bu maddenin Mavi renk elde edilmesindeki rakipsizliği 300 yıl sürmüştür. Başta tekstil sektörü olmak üzere çok alanda kullanım sahası bulan İndigo boyası El Salvador’un en önemli ihraç malzemesi olarak ana gelir kaynağı idi. El Salvador’un tarihinde ve kültüründe İndigo’nun müstesna bir yeri vardır.Ancak daha sonra sentetik olarak mavi renk elde edilince artık İndigo bitkileri arazinin hudutlarını belirleyen çalı olarak kullanılıyor. Hala bazı sanatçılar eserlerinde doğal İndigo kullanmaktadırlar. Onlar

151

Page 152: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

geleneksel yapım tekniklerini ve dolayısıyla kültürlerini İndigo kullanarak yaşatmaktadırlar.”

Şimdi diğer çok önemli bir ürün olan Kakao panosunun önündeyiz. Yine ayni şekilde bir kakao ağacını fotoğrafı, kakao kapsülü ve çekirdekleri, kakao ve çikolata elde etme makinesinin fotoğraflarını izlerken bizim yabancısı olduğumuz bu bitkiyi tanımaya başlıyoruz. Çocuklarımıza yaptığımız kakaolu sütü, severek yediğimiz nefis çikolataların elde edildiği ağacı tanımak bile heyecan verici.

“ İndigo, sentetikleri üretildikten sonra önemini kaybetti ama Kakao önemini daha uzun yıllar korudu. Suni kakao elde edilişinden değil ancak diğer sömürge ülkelerinde elde edilen kakaolarla fiyatların çok aşağıya çekilmesi sonucu kakao da eski cazibesini kaybetti.”

Kakao’ya çekirdeğinin lezzetinden dolayı Tanrıların Yiyeceği anlamına gelen Therobroma denmiştir.Meksikalılar ezilmiş çekirdeğe çikolata diyorlardı. Kakao ağacı çok güzel görünümlü, gövdesi 1.5, tamamı 4-5 metre boyunda, ağacı açık ve beyaz renkli, kabuğu kahverengi, yaprakları bütün,sivri ve parlak yeşil, çiçekleri küçük ve kızılımsı, kokusuz, meyvesi sarımtırak kırmızı, kaygan, kabuklu ve kabuğu kızıl kahve, çekirdeği beyazdır. Taneler olgunlaştığında sallandığı zaman kapsülün içinde oynar. Her kapsül 25 çekirdek ihtiva eder. Kapsül açılıp içinden çekirdekleri çıkartırsanız çok dayanmaz. Ama kapsül içinde uzun zaman bozulmadan kalabilir. Kakao ağacında bütün bir yıl boyunca portakal ağacı gibi hem yeşil yaprakları, hem çiçeği ve hem de meyvesi bulunur. Fakat genellikle meyveler Hazirandan Aralık ayına kadar toplanır.

Aztekler zamanında bu küçük tohumlar para olarak kullanılırdı. 12 tohum bir penny karşılığı idi. Sonra para kullanılmaya başlandığında çok küçük bozukluk için yine tohumlar kullanıldı ama bu sefer 12 tohum 6 penny değerinde idi. Bu metot Meksika’nın bazı kısımlarında hala kullanılmaktadır.

Kakao ağacı genel olarak büyük topraklarda ve genellikle büyük muz ağaçlarının gölgesinde yetişir. Olgunlaştığı zaman kapsüller toplanır. Kırılır ve çekirdeğin dışındaki acımsı etli kısmı çekirdekten kolayca ayrılsın diye genellikle güneşte veya buharlı kurutma hangarlarında fermente edilir. Çekirdekte %2 theobromine, % 40-60 katı yağ vardır. Kabukta ise %1 theobromine ve müshil ..vs vardır.

Bu çekirdekten esas olarak kakao, çikolata ve Theobroma yağı elde edilir. Kakao elde etmek için taneler sıcak merdanelerden geçirilirken şeker ve nişasta ile karıştırılır. İçinden yağı alınır. Çikolata elde ederken sistem aynıdır ama yağı içinde bırakılır. Kakao yağı veya Theobroma yağı tıpta çok kullanılır. Sarımtırak beyaz renkli ve kakao kokusundadır. Fazla tatlı olmayan hoş bir tadı vardır. Kozmetik sanayisinde ve ilaç sanayisinde hapları kaplama ve suppository'leri hazırlamada kullanılır. Harika emollient özelliğinden dolayı el ve dudak çatlamalarını önlemede kullanılır.

Theobromine etkisi kafeini andıran alkaloit ihtiva ettiği için merkezi sinir sisteminde etkilidir. Kaslarda, böbrekte ve kalp üzerinde çok etkilidir. Özellikle damar açma fonksiyonu çok önemlidir.Yüksek tansiyonu önleyicidir. Toz ve hap olarak satılır.

Güzel bilgiler ama bize çok teknik geldi. Ama eczacı dostlarımız ilgi ile dinlediler.

152

Page 153: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Pamuk hep önemini korudu. Şu anda bile tekstil bizim önemli bir sanayi sektörümüz. Buraya bir çok Amerikalı firma geldi ve işçilik ucuz olduğu için üretimlerini burada yapıyorlar. Bizim en çok istihdam sağlayan sektörümüz.”

Şimdi kahve panolarının önündeyiz. Dostlarımız kahve ağacının ve kahve tanelerinin resimlerini çekiyorlar. Benim daha önce Donald’tan aldığım bilgileri rehberimiz anlatıyor. “En önemli ihraç ürünümüz kahve. “ diyor. “Ancak ihracatın %95 ini elinde tutan kahveden ele geçen para nüfusun ancak % 2 si tarafından paylaşılıyor.” Vergilenmeyen bu gelirlerin ve adaletsiz dağılımın, işçilere verilen çok küçük rakamların ileride işçi sendikalaştırması getireceğini ve kanlı bir şekilde bastırılan sendikalaşma hareketinin iç savaşa giden yolun başlangıcı olduğunu anlatmadı rehberimiz. Kahve plantasyonları ile ilgili bilgi verecekti ki arkamı döndüğümde devamlı not tutan Beste Hanım ve Nihal’den başka kimse kalmamıştı. Çok merak edilen İleride bir yerlerde öğreniriz şimdi grubu toparlayayım deyip rehberimize teşekkür ediyorum. (Gerçekten de iki gün sonra Nikaragua’da bir kahve plantasyonu ve fabrikasını gezmek kısmet olacaktı.)

Lafı ağzının tam ortasında kalmaktan şaşkın kızcağız “Bu kadar mı? “ diye şaşkın şaşkın yüzüme bakıyor. Kim bilir neler hayal etmişti. Ne çok bilgiler verecekti. “ Bu grup orta yaşın üzerinde. Kim bilir bana ne ilginç soruları olacaktır” diye düşünüyordu zavallıcık.

Zaten müzenin üst katına çıkmadık. Yarım saati geçmişti. Biz hayran hayran bilgiler alırken vaktin ne çabuk geçtiğini fark etmedik. Grubun yarısından çoğu dışarıda ve otobüste bekliyordu. Yolumuz da çok uzun. Hele biraz daha oyalanırsak kapanmadan önce hudut kapısına bile yetişemeyeceğiz. Onun için hemen dışarıya çıkıp otobüsümüzü arıyoruz. Otobüsümüzün otoparka çekilmiş. İnşallah herkes tamamdır da hemen hareket ederiz diyorum. Otobüse yaklaşırken kapıda Donald’ı görünce rahatlıyorum. Bu çocuk dert olacak bana. Onu toplamak grubu toplamaktan daha kolay olacak. Yüzünde bir gülücük var. Hemen müjdesini veriyor. “Cep telefonumu buldum. Otobüste düşürmüşüm. Şoför bulmuş” Çocuklar gibi sevinçli.

Otobüsümüz hareket ederken eğer müzenin üst kısmına da çıksaydık, orada:

1524'te başlayan İspanyol sömürgeciliğinin ilk zamanlarında Pipil halkının kendilerine nasıl yardımcı olduğunu, bu yüzden diğer yerlerdeki gibi yerli katliamının yaşanmadığını,

15 Eylül 1821 de bir zengin yönetiminde bağımsızlığına kavuştuğunu, Fakat fakir halkın ıstırabının dinmediğini ve 1833'te halkı refaha kavuşturmak

için başkaldıran Aquino’nun Ulusal Kahramanları olduğunu, 1839 de Orta Amerika Federasyonundan koparak 1841’dekendi anayasasını

kabul ettiğini, 100 yıl boyunca buraya hakim olan ailelerin yerli halkın topraklarını elinden

aldığını ve onları daha fakir hale getirdiğini, 1920'lerde ücret düşüklüğünü gidermek için başlatılan sendikalaşma

hareketinin kanlı bir şekilde bastırılmasından sonra 1930'lardaki Büyük Krizden etkilenen kahve üreticilerinin hem çok insanı işten çıkarmaları ve hem de ücretleri daha da düşürmeleri sonucu 1932'lerde Farabundo Marti liderliğinde yerli ve köylü halk hareketinin başladığını,

153

Page 154: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Ama bu hareketin daha da kanlı bir şekilde bastırıldığını (La Matanza’da 30.000 kişi katledildi) ve sonra yakalanan Marti’nin de kurşuna dizildiğini ama ondan sonra bağımsızlık hareketinin hep Marti’nin adını taşıdığını (Farabundo Marti Ulusal Kurtuluş Cephesi ( FMLN)

Bir daha böyle bir hareket olmasın diye yerlilerin, yerliye benzeyenlerin ve de onlara destek sağlayanların acımasızca nasıl öldürüldüklerini,

1960'larda Küba’nın başarılı olmasından güç alan devrimcilere karşı hükümetin Ölüm Mangaları kurduğunu ve silahsız olan ve toprak reformu isteyenlerin sorgusuz sualsiz öldürülmeye başlandığını,

Kırsal alanda görev yapan Rahip Grande’nin cenaze törenine katılan yüz binlerce insana askeri kuvvetlerce ateş açılıp binlerce kişinin öldürülmesinden sonra tepkilerin daha da arttığını,

ABD başkanı Carter’in hükümete askeri yardım yaparak uçurumun daha da açıldığını gören Başpiskopos Romero’nun sağcılar tarafından katledilmesi ile tekrar başlayan kargaşanın o sene 12.000 cana mal olduğunu,

Nikaragua’da başarıya ulaşan sol hareketin etkisi ve Küba’nın desteği ile gerillaların organize olduğunu,

Bu arada yardım amaçlı 4 Amerikalı rahibenin ırzlarına geçilip öldürülmelerini fırsat bilip , Nikaragua gibi burada da sol bir iktidarın olmasını istemeyen Amerikanın , hele Reagan’ın başkan seçilmesi ile hükümete açıkça para ve askeri yardımda bulunması ile iç savaşın fiilen başladığını,

Senelerce ülkenin yarıya yakın kısmının gerillaların kontrolünde kaldığını, ancak Fransa ve Meksika’nın gerilla denilen FMLN’yi resmen tanıması ile başlayan kutuplaşmanın iç savaşı daha da acımasız hale getirdiğini,

İlk uzlaşma çağrısının 1989 da yapılmasına rağmen zengin başkan Alfonso Christiani’nin başkente yürüyüş yapıyorlar diye 4000 solcuyu öldürtmesi üzerine yarım kaldığını,

İç savaşın Birleşmiş Milletler ara buluculuğu sayesinde 1992 de imzalanan anlaşma ile sona erdiğini,

12 yıl süren iç savaşın 75.000 can aldığını milyonlarca insanın evsiz kalması ve yüz binlerce Salvadorlunun komşu ülkelere iltica etmesi ile sonuçlandığını,

Ve daha önce anlattığımız kimsesiz ve evlat edinilmiş çocuklar sorununun yarasının hala daha kapanmadığını,

Ancak çeşitli reformlarla o gün bugün yaraların nasıl sarılmaya çalışıldığını,

panolar, fotoğraflar ve belgelerle görmek , böylece Orta Amerika’nın bu en küçük ülkesinin tarihini daha yakından izlemek imkanına sahip olacaktık.

Olsun, programımız o kadar yoğun ki, gördüğümüz ve göreceğimiz 6 ülkenin tüm tarihlerine bu kadar kısa sürede hakim olmamız zaten o kadar zor ki.

Neyse, ben cep telefonunu bulmaktan dolayı çok mutlu olan Donald’ın sevincini paylaşıp şehir turuna devam etmemizi söylüyorum. Araba hareket ederken Nurşan kardeşimiz haklı olarak sitem ediyor. “15 dakika dediniz onun için biz gelmedik. 15 dakikada gezilecek müzeye girmesek te olur diye. Tam 45 dakika oldu. Bu kadar kalacağınızı söyleseydiniz biz de gelirdik.”

Haklı. Ama burasının ne kadar zamanda gezileceğini ben bilmem ki. Yanımızda bir El Salvadorlu Ronald ve de bir de burada yaşayan Donald var. Onlarda gerekli süreyi söylemeyince işte böyle ufak tefek haksızlıklar oluyor.

154

Page 155: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Müze şehrin merkezinde değil. Güneybatısında. Şehrin merkezini görmek için yola çıktığımızda saat dört olmuştu bile. Gene zaman darlığı. Gene otobüsümüz yolu bulmak için dar sokakların virajlarını almak için zaman kaybediyor.

Artık bizim Ronald’ın memleketinde ve onun şehrindeyiz. Donald rehberliği tamamen ona bıraktı . O da keyifle İngilizce’sinin yettiği kadar anlatmaya çalışıyor. Donald “Artık bu işleri gençlere bırakmalı. “ diyor. “ Ben Ronald’ta büyük kabiliyet gördüm. Onun için kendisini iyice yetiştiriyorum. Zaten siz gidene kadar da hep bizimle olacak. Onun parasını ben vereceğim. Merak etmeyin.

Yazık oluyor bu gence diye düşünüyorum. Bu Vietnam gazisinin yetiştireceği rehberden ne olur.

“Bu Ronald aslında....” diye devam edecek ama onu pek dinlemeyen Ronald heyecanla geçtiğimiz yerler hakkında bilgi vermeye çalışıyor. Donald’ta ara veriyor anlatmasına. Zaten bence bu çocuğu yetiştirmek için değil kendisine güveni olmadığı için yanında taşıyor kanaatindeyim.

700 m. rakımlı bu şehrin nüfusu 500.000'dir. Şu anda üzerinde olduğumuz caddenin adı Boulevard de Los Hereos ( Kahramanlar Bulvarı). 1811 senesinde Rahip Jose Matias Delgado Orta Amerika’nın bağımsızlık hareketini burada başlatmış. 1810 da da bir başka rahip Hidalgo’nun Meksiko City’de bağımsızlık meşalesini ateşlediğini hatırlıyorum. Rahipler çok önemli bir yer tutuyor buralarda. Daha sonra diğer ülkelerde de rahiplerin çeşitli ayaklanmalara öncülük ettiğini ve onların öldürülmelerinin ne büyük iç karışıklıklara neden olduğunu öğrenecektik.

Amerikalıların etkisi ile bu cadde çok geniş yapılmış. Üç kanal gidiş, üç kanal geliş. Şehrin merkezi ile Üniversiteyi birbirine bağlıyor.

İspanyolların Yeni İspanya diye adlandırdıkları Orta Amerika’da ulaşımı sağlamak için Panama’nın Yaviza kentinden ( Panama City’nin güneyinde. Colombia'ya yakın bir şehir.) başlayıp Meksiko City’ye uzanan 1 numaralı İnteramericana Highway’i San Salvador’dan geçiyor. Bu ana yol vasıtasıyla gittiğiniz yönün doğru olup olmadığını hemen anlamak mümkün. 1 olan yol numarası bütün ülkelerde aynı. Bunu öğrenince “Oh bu otoyol ile çok hızlı gideriz” gibi saf bir düşünceye kapılmıştım. Ama bunun yalnızca adı Highway. Bazı bölümleri çok bozuk . Bazı bölümlerinde iki araba yan yana zor geçiyor.

Ülkenin diğer bütün yollarının kesim merkezi de San Salvador. Onun için çok hareketli bir şehir. Buraya indiğinizde kendini bir insan girdabının ortasında bulursunuz. Her taraftan yükselen rahatsız edici müzik sesleri, her yönden acayip hızla gelen otobüs ve otomobiller, çıkardıkları pis eksoz dumanları ile San Salvador Orta Amerika’nın en az görülmeye değer şehirlerinden biri. Bulvarda çeşitli heykeller var. Milli kahramanlarının heykelleri gibi. Biraz ileride bir göbekte dünya ve üzerinde Meryem Ana figürü. Bunların büyük çoğunluğu Katolik.

Şehrin merkezi gene aynı merkez. Bir cephede Katedral Metropolitana (1956 yangınından sonra onarımı 1999 da tamamlanmış) , sağında 20. yüzyılda İtalyan mermerleri ile yapılmış Placio Nacional duruyor. Burası 1986 depreminde harap

155

Page 156: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

olduğu için şu anda hükümet merkezi olarak kullanılamıyor. Karşısında yine süslü Milli Kütüphane. Katedralin arka tarafında ise yapımı 1917'lerde tamamlanan şehrin incisi Milli tiyatro. Bu tiyatronun da yapım tarihi gene aynı zamanlar. 1895’lilerden başlayan yıllar sömürgelerde tiyatro ve opera binası yapımı furyası var. Bundan önce Mexico City’deki Güzel Sanatlar binasını gördüğümüzde anlatmıştım. Bu bina da aynı zamanlarda yapılmış.

Yeni İspanya iken bu bölge 1525’te kurulan San Salvador Cuscatlan eyaletinin başşehri imiş. 1834’te Orta Amerika Birleşik Devletlerinin, 1839’dan itibaren de El Salvador’un başşehri olmasına rağmen çok tarihi binaya rastlamak mümkün değil. Bunun sebebi doğal felaketler. 1854 ve 1873 teki depremler, 1917 de San Salvador Volkanının patlaması, 1934’teki büyük sel baskını, 1986 ve son olarak ta 2001 depreminden dolayı bu şehirde büyük muhteşem eserlere rastlamak mümkün değil. Tekrar önemle onardıkları tek yapı Palacio Nacional.

Donald tam şehrin merkezinde bir yan sokağı göstererek “İşte buralara gece gün batımından sonra çıkmak çok tehlikelidir. Şimdi yalnızca biraz önce geçtiğimiz Boulevard de Los Heroes’ta publar ve kahveler açılmakta. Ama yalnızca o bölgelerde yürüyebilirsiniz. Eskiden yani birkaç sene evvel oraları da çok tehlikeli idi. İç savaş sırasında bu sokaklarda binlerce insan öldürüldü.” Diye bilgi veriyor. Bu ülkede halen kanunsuz olarak 1 milyonun üzerinde silah olduğu tahmin ediliyor. Yalnızca başşehirde 18.000 silahlı koruma görevlisinin dolaştığını öğrenince ilk durağımız olan alışveriş yerindeki silahlı muhafızlara daha bir anlam verdik. Buralarda silah edinmek çok kolay. 17 yaşından büyük olduğunuzu ispat etmeniz bile dükkana girip bir Baretta almanıza yeter. Şu anda iç harbin bitmesine rağmen bütün otobüs ve taksilerde ve hatta bütün arabalarda silah bulundurmak normal bir aksesuar olarak kabul edilmektedir. Orhan Kural’ın verdiği bir konferansta Yemen’de herkesin her zaman silah taşıdığını anlattığını hatırladım. Hatta pikniğe giderken yanlarına eğlence olsun diye aldıkları tüfeklerle çekilen slayt gözümün önüne geldi.

Artık San Salvador’u terk ediyoruz. Gerek zamanın darlığı ve gerekse park yeri bulamamız dolayısıyla şehrin içinde hiç mola vermedik. Otobüsten inmedik. Zaten akşam saat 5 olmuştu. Şu anda hududa bile kapanmadan yetişeceğimiz şüpheli. Şehir çıkışında doğuya doğru yönelip 1 nolu yola kavuştuk. Ama bu yolda büyük bir genişletme çalışması vardı. 15 km.lik yolu 1 saatte alabildik. Bu arada şehrin çıkışına kurulmuş çeşitli fabrikaları gösterdi rehberimiz. Hele bu yolda otobüs bir o tarafa bir bu tarafa yalpalamaya başlayınca yolcularımız neden uçakla gitmiyoruz diye homurdanmaya sonra yüksek sesle konuşmaya başladılar. Tam o sırada İlopango krater gölünün kenarına gelmiştik. Otobüsü durdurdum. Önce bilgi alıp fotoğraf çektik.

2. asrın başlarında San Salvador’un 15 km doğusundaki bu volkan patladı. Bu büyük patlamanın yarattığı krater çukurunda büyük bir göl oluştu. Bu gölün uzunluğu 15, genişliği 8 km ve derinliği 248 metredir. 1880 senesinde tam bu kraterin yani gölün ortasında bir volkan patlaması daha olmuş ve bu patlama sonunda bir adacık meydana gelmiş. Yanardağ adası adı verilen bu adadaki Apollo köyü turistlerin uğrak yeri. Gölden elde edilen taze balık ve kerevitlerin pişirildiği göl kıyısı lokantalara gitmek için kıyıdan çalışan motorlara binmek gerek. Günlük turlarda gerek kendi halkı gerekse turistler motorlarla bu yemyeşil gölde 45 dakikalık bir göl seyahati ile

156

Page 157: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Apolla’ya geliyorlar ve birbirinden otantik balıkçı lokantalarından birine giriyorlar. O sabah tutulmuş bu göle özel balıklardan kendinize siparişinizi veriyor ve her tarafı ormanla kaplı bu krater gölünde su kenarındaki masanızda çok uzun sürecek bir yemek yiyebiliyorsunuz. Hele gün batımı muhteşem olsa gerek. Biz yalnızca bu anı görüntülüyoruz ve dostlarımız otobüse geri dönüyorlar.

Fakat dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da göl kenarına kurulmuş olan fabrikalardan atık zehirli sular göldeki yaşamı ciddi bir tarzda tehdit etmekte. Fabrika bacalarından çıkan zehirli gazlardan dolayı tehdit altına giren Hindistan’daki Taç Mahal’in mermerlerini düşünüyorum. Agra Belediyesi şehrin etrafındaki ve Yamuna nehri kıyısına kurulan tüm sanayi tesislerini söktürmüş. Şehre sanayi tesisinin kurulması yasaklanmış ve Taç Mahal’e 2 km. çevrede seyahatin ancak elektrikle çalışan otobüslerle yapılması sağlanmış. Böylece mermerler korunmuş.

Keşke böyle bir tedbirde burada alınsa diyorum. Bizdeki kerevit yetişen göllerimizde de artık hiç kerevit yetişmiyor. Eskiden iyi bir ihraç ürünümüzdü o sevimli hayvanlar.

Hayallerden sıyrılma zamanı şimdi. Otobüste program kavgamızı yapacağız. Gelen günleri nerelerde nasıl zaman geçireceğimizi kararlaştıracağız. Otobüsü hareket ettirmeden programı bir daha tartışmamız gerek.Kalan üç günümüzü artık durup durup konuşamayız. Gece nerede yatabileceğimiz hala belli değil.

Dostlarımızın bir kısmı “Tegucipalga’ya gidip oradan uçakla San Jose’ye geçebilir miyiz” diye sordular. Christina’dan öğrendiğime göre Tegucipalga’dan kalkan uçak mutlaka San Salvador’a uğruyor imiş. Eğer uçak denenecek ise buradan sekiz saatlik yola gitmemizin bir anlamı yok. Eğer uçakla gidilecekse mantıklı olanı hemen dönüp San Salvador’da uçak aramamız gerek. Bu gece uçak yoksa yarına kalacağız. Ondan sonra San Jose’den nasıl turlarımızı alıp Managua’ya döneceğiz? Uçağa binersek otobüsümüzden burada ayrılacağız. San Jose’ye (Costa Rica) vardığımızda transfer olacağımız otobüsü nereden bulacağız? Bu otobüse verdiğimiz para yanacak ve diğerine ayrıca ödeme yapacağız. Ödemesi bir yana uçaktan inince otobüs nereden bulunacak? Rehber nereden bulunacak? Oteller nasıl ayarlanacak? Valizler nasıl taşınacak? Bunlar mümkün şeyler değil ama benim grubu başka yollardan ikna etmem gerek.

“Bugünü saymazsak önümüzde üç günümüz var.” Diye açıklama yapıyorum. “Biz yarını da Tegucipalga’ya uğramadan Honduras’ı geçerek Nikaragua’ya varırsak yalnızca önümüzde iki gün kalacak. Bu iki günde eğer yollar düzgünse Managua ve Granada’yı gezip gece Costa Rica hududunu da geçip Liberia şehrinde “Bulutlu Orman Milli Parkı”nda kalırız. Ertesi gün de zaten ayın 14 ü olacak geri Managua’ya döneriz ve uçağımıza yakın yerde yatarız. Böylece emniyetli bir tarzda gezimizi tamamlarız.”

“ Ne? Bu programda yazan Tegucipalga’ya gitmeyecek miyiz? Tigre Milli parkını görmeyecek miyiz? Comoyagua’ya gitmeyecek miyiz? “ diye soruyor Beste hanım.

“Program yanlış yapılmış. Biz oraları görecek olursak iki günümüz gider Managua’ya bile zor yetişiriz.”

“O zaman uçakla dönsek?”

157

Page 158: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“İşte onu anlatmaya çalıştım. Uçak tekrar buraya gelecek. Tegucipalga’ya gidip uçağa koşmanın manası yok. Buradan Tegucigalpa sekiz saatlik bir yol. Saat dört olduğuna göre gece yarısı zor varırız oraya. Sabah erken uçağa nasıl yetişeceğiz? Uçak zaten buraya gelecek.” Diye bir daha anlatıyorum ama programa şartlandı mı insan bir kere ne desen boş.

Her kafadan bir ses çıkıyor. Hepsini izlemem zorlaşıyor. “ Mahkeme” diyor birisi. “Dönünce mahkemeye verip burunlarından fitil fitil getirtmekten başka çare yok”

Yaşlı Bülent Göker bey lafa karışıyor. “Hadi gidelim artık. Atila bey nereyi gösterirse orayı görürüz. Burada bekleyip tartışmanın manası yok.”

Haklı olarak büyük tepki alıyor. “Bülent bey burada bütün program bozuluyor. Siz ne diyorsunuz Allah aşkına?”

Bülent beyin umurunda değil. Hadi be dercesine elini sallıyor ve susuyor.

Bülent Güzeliş‘te soruyor. “Yani Costa Rica’nın baş şehri San Jose’yi de mi görmeyeceğiz? “ Tekrar özetliyorum.

Bu arada tartışmaya Nurşan’da katılıyor. “Ben hiç karışmadım ama Atila ilk defa bir başşehre giriyoruz ve ben bir kare resim çekemedim. Bir yarım saat mola vermedik. Bu gezinin anılarını topladığımda San Salvador’dan bir fotoğrafım olmayacak. Bu saçmalık değil mi? Ben mimarım. Oradaki mimari yapıların resmini çekmeye ve kültürümü arttırmaya geldim buraya. Burada durmadık ama bundan sonra nasıl program yaparsanız yapın ama gittiğimiz yerde resim çekelim ve bir de dönüş uçağımızı kaçırmayalım. “ Nurşan gene haklı. Sonradan albümümü yaparken San Salvador ile ilgili hiçbir resim bulamayınca bir kat daha hak veriyorum kendisine.

Katıldığı her grupta hoş görüsü, yumuşaklığı ve problem çözücülüğü ile ünlü Mürşit Kodaman bey önce uçak ile ara yolların yapılması fikrinde iken bunun artık mümkün olmadığını anlıyor ve “ Atila beyin dediği gibi yapalım. Başka çaremiz de yok zaten. Bunun hesabını Türkiye’ye dönünce soralım. Şu anda yapacak hiçbir şeyimiz yok.” diyor.

Tekrar parmaklarımı göstererek özetliyorum. Üç parmağım açık. Birincisini tutarak “Bu yarın. Bu gece kaldığımız yerden Managua’ya yol yapıyoruz.” O parmağımı kapatıyorum. İki parmağım açıkta. “Ertesi gün Managua’da şehir turu yapıp Costa Rica’ya gidiyoruz ” Bir parmağımı daha kapatıyorum. Kaldı tek parmak. “Bu son günümüz. Costa Rica’dan Managua’ ya dönüyoruz ve bir otelde kalıp ertesi günkü uçağımıza biniyoruz. Anlaştık mı? “

Benim gibi kısa süre de olsa bir başka ülke toprağına basmaya çalışan dostlarımızdan biri “ Ama Costa Rica’ya ayak basacağız değil mi?” diye bir teyit almak istiyor. “Her şey yolunda gider, yollar bizim düşündüğümüz gibi hızlı geçilebilirse tabii “ diye o direnci de kırıp yola devam kararı alıyoruz. İnşallah Alfonso’nun çok berbat, huduttan Leon’a kadar olan 100km’yi birkaç saatte geçemezsiniz dediği bölüm onarılmıştır da rahat ederiz diye dua ediyorum. Daha

158

Page 159: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

başıma neler geleceğini ve yol durumunu hala bilmediğimden son üç güne bile böyle umutlarla giriyoruz.

Hava hafif hafif kararmaya başlıyor. Artık karar verildi ve gece kalacağımız şehre doğru yola devam ediyoruz. Genişleme çalışmaları yapılan yolun durumu çok berbat. Çok yavaş ilerliyoruz. Yoldan değil de tarladan gidiyoruz sanki. İç savaş sırasında ülkeye hiçbir yatırım yapılamamış. Yeni yeni bir şeyler yapılmaya çalışılıyor.

Bundan sonraki en yakın şehir El Salvador’un üçüncü büyük kenti San Miguel. Buradan 120 km kadar uzaklıkta. Hudut ise yaklaşık 200 km. Daha hududu geçeceğiz de 100 km ilerideki Choluteca’ya varacağız. Hadi hayırlısı. Burada da herhangi bir yol levhası yok. Onun için ne kadar yolumuz var tayin etmemiz mümkün değil.

Ne yapılacağına kısmen de olsun karar vermenin rahatlığı içinde herkes uyuklamaya başladı. Bir ara Beste hanım “ Hani burada kahve bahçelerine gidip te kahve toplayacaktık? Kahve likörü içecektik?“ diye sorduysa da bu programı uygulayabilmek için devamlı yol almamız gerektiğini söylüyorum. Eğer bir de mola verirsek San Salvador’dan bile ayrılamayız. Değil ki taaa nerelere girmek.

Sabahın 4 ünde uyandırılmıştık. Saat 5.30 da yola çıkmıştık. O zamandan beri devamlı hareket halinde idik. İşin stresi de cabası. Her şey planlı olsa bu kadar yorgunluk olmazdı. Ama şimdi herkes turşu gibi. Buralarda hava erken karardığı için dışarıda seyredilecek bir manzara da yok. Sıesta zamanı. Bir saat geçmemişti ki otobüste uyuklamayan kimse kalmamıştı. Dün geceyi hapiste geçiren Donald ve Ronald hemen derin bir uykuya daldılar. Allah’tan şoförümüz çok dayanıklı.

Bende Nihal’ın omzuna dayanmış ufak ufak dalarken düşünüyorum. Bu gece bizim hududu geçmemiz çok zor. Saat dokuzda kapanacak hududa daha 200 km var. En az 4 saat. Biraz geciksek yandık. Oralarda otelde bulamayız. Ayni dün geceki heyecan, macera , saçmalık. Kitaptan San Miguel’e bakıyorum. Büyük şehir olduğu için orada güzel oteller olabilir. Sonra hududa doğru bir yer var mı kalınacak diye araştırıyorum. Bir de ne göreyim. Hudut kapısı saat 17 de kapanıyormuş. Oysa Guatemala kapısı saat 21 e kadar açıktı. Burası değişik galiba. ve hem de EL Salvador’daki iç savaştan ve mültecilerden uzun yıllar hem Honduras çok çektiği için kapıları erkenden, gün batarken kapatıyorlar. Neyi nasıl yaparız konularını düşünmekten bitkin bir halde ben de uyukluyorum. Nihal çoktan derinlere gitmiş bile.

Sanki bir iki dakika geçmiş gibi. 2 saat sonra otobüsün durması ile uyanıyoruz. Mazot alacağız. Bir petrol istasyonuna yanaştık. Burada da petrol fiyatı galon ile ölçülüyor ve galonu 2 dolar civarı. Bizde ne kadar pahalı diye düşünüyorum. Onların da petrolü yok, bizim de. Ama vergilerden dolayı biz iki misli pahalıya alıyoruz akaryakıtı.

Bu istasyon büyük ve görkemli. Hemen dibinde büyük bir şehrin ışıkları var. Soruyorum. Gerçekten San Miguel’e çok yaklaşmışız. Birkaç km dışındayız şehrin. Saat te sekizi geçmiş. Hepimiz tuvaletlere yöneldik. İki göz tuvaletin biri bay, biri bayan. Biz yine Nurşan'la El Tabiat takılıyoruz. Bu El Tabiat sözü bize bilgili sınıf arkadaşım Kahire Sefiresi Yurdanur’dan kalma. Yurdanur bir gün Kahire’den Kızıl Deniz’e hafta sonu geçirmeye gidiyormuş. Eşi Kahire sefiri de gene Mülkiyeden sınıf arkadaşım rahmetli Aykut ertesi gün katılacak. Yurdanur’un Palmeria’ya ilk gidişi.

159

Page 160: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Onun için yolu ve yoldaki imkanları pek bilmiyor. Onun için yarım saat geçince sıkışmış. Müsait bir yerde mola vermesini istemiş şoförde. O da ilerideki bir dönemeci dönünce durmuş. “Buyurun sefira hanım” demiş. Buyuracakta nereye buyuracak. Hani bazı yerlerde çalılık, ağaçlık yerler olur da ağaç arkası falan imkanları değerlendirilir ama burası Allahın çölü. Ot bile yok. Nasıl yani diye sorunca “El Tabiat Sefira hanım, El tabiat” demiş. Çok sinirlendiğini söylerdi Yurdanur. “ Adam orada duracak ben de çölde tuvaletimi yapacağım. Saçmalığa bak” diye anlatmıştı bize. O gün bugün dilimizde pelesenk olmuştu El Tabiat tabiri. Hani bazılarının çiçek toplamak veya şarkı söylemek demeleri gibi.

Nurşan ile ben El Tabiat imkanlarını değerlendirince bayanlar zaten tek gözlü olan erkek tuvaletini de kullanarak mola zamanını kısalttık. Bu arada Donald yanaştı yanıma. Şoförümüzün çok bitkin olduğunu ve bu gece daha fazla yol yapmak istemediğini söyledi. Saat sabahın üçünde kalkmış ve otobüsü otelimizin önüne çekmişti saat 4dörtte. 4.30 dan itibaren de valizler gelmeye başlamıştı. O saatten beri perişandı. Grupta zaten perişan. Otobüsteki uyuklama insanı daha da yoruyordu ve bir an evvel yatağa girmek isteğini kamçılıyordu. Sohbete katılanlarla hemen otel aramaya başlamanın iyi olacağını düşündük.

Selin Güzeliş’in sigarasını söndürmesini takiben hareket ettik. Gruptakiler bu gece iyi bir otelde kalalım diye rica ettiler. Bu ricayı özellikle Bülent Güzeliş tekrar edip durdu. “ Bu gece vantilatörlü yerde kalmayalım olur mu?” diye. Guatemala’da Flores’teki göl kenarındaki sevimli otelimizde vantilatör vardı. Onun dışında hep çok kaliteli otellerde kalmıştık. İki gecedir Clarion Suites otelinde suit dairelerde kalıyorduk. O hala inadına Flores’teki otelimize taş atıyordu. Ama daha önce de anlattığım Cancun olayından sonra la havle çekip “ Merak etmeyin. Benimle gelin. Otele beraber bakalım. Beğenmezseniz başka otele gideriz” dedim. Pek hoşlandı.

Bu şehir çok hareketli. Girişinde birçok ünlü diskolar ışıl ışıl. En iyi otelini soruyoruz. El Colonia diyorlar. Donald’ta zaten orada kalmamızı istiyordu. Doğruca otele gittik. Otel bahçe içinde. İki taraftan resepsiyona ulaşılıyor. Otobüsümüz ilk giriş kapısından yanaşamadı. İleriye gidip manevra yapıp gelmeye çalıştı ama bu seferde park eden araçlardan yanaşamadı. O arada ben Mürşit Kodaman, Sayhan Can ve Bülent Güzeliş ile resepsiyona gidip 14 odalarının olup olmadığını sorduk. Var cevabı alınca bir odayı görmek istedik. Otel 3-4 yıldız standardında güzel bir otel.

Yan tarafta kumarhanesi var. Bu ülkede bazı otellere eskiden bizde olduğu gibi kumarhane açma izni verilmiş. Sonra Nihal ile kumarhaneyi dolaştığımızda çok üzülüyoruz. Bu fakir insanların elindeki üç kuruşu da bu kollu canavarlarla soymaya çalışmak çok kötü. Bizde ne ailelerin canı yandı bu yüzden. Hele Nurşan’ın ortağının kumar yüzünden firmayı batırmasının yakın şahidiyim. Nurşan’a bakıyorum. Sanki eski günleri hatırlıyor “CASİNO” neonlarını görünce.

Mürşit bey benden ikinci katta ve oğlu ile yan yana birer oda istedi. Bir de Sayhan bey üst katta kalmak istedi. Resepsiyondaki kızlar üst katta yalnızca üç odanın olduğunu söylediler. Tamam. Biri Sayhan beye diğer ikisi Kodamanlara.

Otel zaten iki katlı. Selen hanım ise otelin birinci katının düz ayak olmasından dolayı pek memnun. Burada işler o kadar ağır işliyor ki otel odalarının anahtarlarını almak

160

Page 161: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yarım saat sürdü. İlk gördüğümüz odaya onay verdiği için Bülent Güzeliş'e hemen o odanın anahtarını verdim. Böylece en azından bir muhtemel şikayeti önledim. Ama bu sefer odam gürültülü diye Huri geldi. Neyse hemen ona bir oda değişikliği yaptık.

Ben Mürşit Kodamanlar için üst katta yan yana iki odanın anahtarlarını elimde ayrıca tutuyorum ama Kodaman ailesi ortalıkta görülmüyor. Neredeler acaba? Otobüsün başına gittiğimde bizim garip Donald ile Ronald’ın kan ter içinde valizleri taşımaya çalıştıklarını görüyorum. İçim sızlıyor. Onlar resepsiyona getiriyorlar eşyaları grupta alıp götürüyor. Köşede Betül hanım mutat veçhiyle söyleniyor.” Gene benim valizlerim en sonra gelecek” Yarın sabah gene çok erken yola çıkmamız gerektiği için gerekli olmayan valizlerinizi otobüste bırakabilirsiniz dememe rağmen herhangi bir parçasını otobüste bırakmaya razı olan çıkmadı.

Donald bu otel pahalı olduğu için çevrede kendilerine ucuz bir otel arayacaklarını söylüyor. Bütün valizler odalara alındığı ve otobüste hiçbir valiz kalmadığı için şoförümüz Manuel de otele gidecekmiş.

Ben de artık odama yerleşmek istiyorum ama şu Kodaman ailesinin anahtarları bende. Onları bir bulsam rahatlayacağım. Casino’ya girip bakayım belki bulurum diyorum. Yüzlerce neonun yanıp söndüğü casinonun iri yarı nöbetçisi müşteri geldi diye yerlere kadar eğilerek kapıyı açıyor. İçerisi benim umduğum kadar büyük değil. Yalnızca jackpot makineleri ve 21 masaları var. Acaba içeride bir başka bölüm var mı diye araştırıyorum. Özel odalara gittiğini tahmin ettiğim kapı tuvalete gidiyormuş.

Çaresiz dönüp resepsiyondaki genç kıza iyice tembihleyip anahtarları bırakıyorum. Kendime bir oda istiyorum. Sabah yine erken yola çıkmamız lazım. Saat dörtte uyandırma verdim. 4.30 kahvaltı. Saat 5 hareket. Kahvaltı salonu ve lokanta hemen resepsiyonun karşısında. Otel odaları dikdörtgen şeklinde dizilmiş. Ortada açık hava lokantası ve yüzme havuzu var. Dışarıda yemek yiyen pek az. Burada da otel içinde sırtlarında tüfeklerle muhafızlar dolaşıyor. Bu görüntülere alışıyoruz.

Bana da ikinci katta bir oda verdiler. Nihal ile eşyalarımızı yüklenip odamıza bıraktık. Sabah aldığımız papaya bize dert olacak gibi. Onu da alınca parça adedimiz arttı. Acaba yemeğe gitmesek te bu papayayı mı yesek diyoruz ama çorba içme isteği ağır basıyor. Lokantaya girmeden bir daha kontrol ediyorum Kodaman ailesi için bıraktığım anahtarlar duruyor.

Lokantaya girdiğimizde 4-5 masa yalnızca bizim grup tarafından doldurulmuş yemeklerini bekliyor. Bir masada Kodaman ailesini görüp ne oldu diye soruyorum. Saf saf yüzüme bakıyorlar.”Ne oldu? Biz odamızdaydık.”“Ama anahtarlarınız?”

“Biz almıştık. Teşekkürler Atila bey. Hem üst katta. Hem de yan yana.”Hoppala. Hani üç odadan başka yoktu. Hemen resepsiyona gidip o anahtarları serbest bırakıp lokantaya dönüyorum.

Lokantada Nihal diğer masalardan fikir almakla meşgul. Sevnur hanımların ısmarladıkları et yemekleri henüz gelmemiş. Huri salatanın çok güzel olduğunu söyledi. Sayhan ve Saadet çorbayı methettiler. Bizde bir domates bir de soğan çorbası ile salata ısmarladık. Dev kaselerde gelen çorbalar pek lezzetli idi. Masadan

161

Page 162: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

kalktığımızda diğer masalar daha yemeklerini bitirmemişlerdi. Ertesi gün öğrendiğimize göre herkes yemek kalitesinden pek memnun kalmış.

Yatağa uzanmanın bu derece keyifli olduğu ender gecelerden birindeyim. İnanılmaz ama bu gün de bitti. Sabah erken saatlerde Guatemala’dan başlayan serüven sonu El Salvador’da yatarak bitti. Güya bu geceyi Tegucipalga’da geçirecektik. O olmadı Choluteca’da geçirecektik. O da olmadı San Miguel’de kaldık.

12. Şubat El Salvador – Honduras - Nikaragua

162

Page 163: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Sabahın köründe acı acı çalan telefonla uyandık. Kaç gecedir böyle sabahın erken saatlerinde uyanıyoruz. Yine erkenciyiz. Yatakta geçirilecek her dakikayı kar sayıp bir duş bile almadan odamızı terk ediyoruz. Zaten hiçbir çantayı açmadığımızdan kolayca çıkıyoruz. Bu koca papaya da pek ağır geliyor sabah sabah.Bir daha otobüsten indirmeyeceğime söz veriyorum kendi kendime.

Lokantada kahvaltı başlamış bile. Kahvaltıda biraz yağ ve reçel var. Kızarmış ekmek, biraz domates ve salatalık ta vardı. Sabahın erken saatlerinde ne bulsak Allaha şükür. Kaç gündür oda – kahvaltı paramızı veriyoruz ama daha normal saatte kahvaltıyı almadığımız için böyle verilenlerle yetinmek zorunda kalıyoruz. Hüsniye hanım gene söyleniyor. “Burada da peynir yok. Atila bey bir sorsanız biraz peynir veremezler mi?” Yurt dışında sabah kahvaltılarında peynir verme adeti yok hiçbir yerde. Ama ümit kesilmiyor. Belki bunlarda kahvaltıda peynir yiyorlardır umuduyla tekrar soruyoruz. Cevap yine şaşkın bakışlar arkasında aynı “Peynir mi? Kahvaltıda mı?”

Tam bu sırada Şermin Hanım telaşla lokantaya giriyor ve bağırıyor: “ Valizim çalındı?”

Bir bu eksikti sabah sabah. Erkenden kahvaltıya gelmiş. Kolay çekildiği için resepsiyona kendisi getirmiş çekerek. Resepsiyonda çalışan erkek görevliye “Bak valizi buraya bırakıyorum. Ben kahvaltı etmeye gidiyorum” demiş ve ondan aldığı onay ile rahat rahat kahvaltısını yapmış. Hepimizden önce dışarı çıktığında valizini göremeyince panik içine düşmüş.

Ben olaya el koyarken resepsiyon memurunun yok olduğunu tespit ediyoruz. Yerine iki genç kız geldi. Saat 5 te nöbet değiştirdiklerini söylüyorlar ama çok şüpheli bir durum. Sorumlu olması gereken kızlar acaba odadan gelmedi mi gibi sinir bozucu sorular soruyorlar. Şermin hanımın bütün bilet ve pasaportları orada imiş. Hatta emniyetli olsun diye paralarının bir kısmını da orada saklıyormuş.

Donald ve Ronald’ta piyasada yoklar. Başka otelde kaldıkları için henüz gelmemişler. İngilizce bilen birini bulmak zor buralarda. Çat pat anlaşmaya çalışırken dünya yardımseveri Sayhan yine Hızır gibi yetişiyor. İspanyolca’sı ile araştırmaya katılıyor. Koca siyah valizi kimse görmemiş. Etrafta dört dönerken Donald “Günaydın” diyerek geldi. Ama Almancası olan Guten Morgen “diyerek. Her zaman başka dilden konuşmaya da pek meraklı. Dalıp gittiği zaman durmadan almanca konuştuğu da oluyor. Ben o zaman rica ediyorum İngilizce konuşsun diye. Tam sorunlu bir tip.

O da soruşturmaya başlıyor. Resepsiyon memurlarına bağırıyor, çağırıyor ama ne fayda. Valiz yok. Gören de yok. Çin’de başımıza gelen olayı hatırlıyorum. Cheng-Du şehrindeyiz. Sabah serbest saatlerden sonra saat 13 te valizler oda kapısına bırakılacak ve biz öğleden sonra tura çıkacağız. Bizi Taş Ormanları diye bilinen Yangshou’ ya götürecek uçağımız saat 20 de kalkacak. Tam otobüse bineceğimiz sırada grubumuzun en yaşlı teyzesi (72) daha bir gün önce aldığı kırmızı sırt çantasının kayıp olduğunu söylemişti. Kapısının önüne koymuş diğer eşyalar ile birlikte ama bir tek o kırmızı sırt çantası aşağıya inmemişti. Gene aynı zorluk. Hiç İngilizce bilen yok. Rehberimiz aracılığı ile oteli ayağa kaldırıyoruz. Kat görevlileri orada her katın güvenlik kamerası ile denetlendiğini söylüyor. Biraz beklememizi istiyorlar. Tetkiklerini yapıp geleceklermiş. Tetkik sonrası kamera kayıtlarında böyle

163

Page 164: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

bir çanta olmadığını söylemişlerdi ve çok bağırdığımız için kaseti bize de seyrettirdiler ve biz de kapı önüne konan “İşte şu kırmızı çantayı arıyoruz” diye göstermiştik. Meseleye el koyan yakışıklı Çinli otel müdürü “o kolay hemen buluruz” diyor.”Siz turunuza devam edin biz size havaalanına getiririz.”Olacak şey mi? Otelden ayrılmak demek o an çantadan umudu kesmek demek. Yüklenen bütün valizleri indirip polis çağırttık. İki saatten fazla süren uğraşı sonunda oteli 400 dolar tazminat ödemeye mecbur ettik. Geç te olsa öğleden sonra turunda görmeyi planladığımız dünyanın yalnızca bu yöresinde yaşayan Dev Panda’lar ile Kırmızı Panda’ları görmek için meşhur Cheng-Du hayvanat bahçesine kapanmadan 10 dakika önce varabildik.

Kafamdan bu geçirdiğim tecrübe şimşek hızı ile geçiyor ve Donald’a “Lütfen derhal polis çağır. Biz buradan bir yere gitmiyoruz.” diyorum. Şu Ronald’ta yok ortada. “Benden önce kalkmıştı ama nerede kaldı bu çocuk “diye Donald’ta onu arıyor. Kahvaltısını bitiren dostların hepsi endişeli. Polis çağırma işine Donald pek sıcak bakmıyor. Bu yolla burada bir şey elde edilemeyeceğini biliyor. Burası onun yaşadığı ülke. Bir dahaki gelişinde kendisini öldürebileceklerini söylüyor. Ama dengeli bir tarzda olayı takip ediyor ve kendisi onlara silah işareti falan yapıyor.

Ne vardı dışarıya bırakacak şu valizi. Bütün neşemiz kaçtı. Zaten gerisinde olduğumuz programın pek bir gerisindeyiz. Bir de bu günü burada geçirdik mi Managua’ya varmak bile hayal olacak. Mete’nin kulaklarını çınlatıyorum!!

Saat altıya geliyor. Tam o sırada bizim El Salvadorlu rehber yamağı Ronald sallanarak geliyor ve şaşkın şaşkın ne olduğunu soruyor. Donald’ta gelip kendisine yardım etmesini çünkü Şermin hanımın valizinin kaybolduğunu söylüyor. Ronald “Şu siyah valiz mi?” diye sordu. “Evet “ dedik.” Ronald “Ben erken gelmiştim. O valizi resepsiyonda görünce bizim gruptan olduğunu bildiğim için otobüse götürdüm. Otobüste mi kaybolmuş?” diye saf saf sormaz mı? Şermin hanim ve Donald koşarak gittikleri otobüsten kulakları ağızlarına varan tebessüm ile döndüler. Bizlerde derinden bir Ohhhhhhhhhh çekiyoruz ama ne Ohhhh.

Donald ve Ronald diğer valizleri götürürlerken ben hesabı ödemeye çalışıyorum. Cebimde nakit çok az kaldığından kredi kartını kullanmak istiyorum. Ama ne mümkün. Hatlar çalışmıyor diyorlar. Müdür bey provizyon alıyor diyorlar. Kartlar gitti gelmez. Vakıfbank kartı bir acayip Bir takıldı mı en küçük bir bedeli ödeyemez hale geliyorum. Ben de bir de Citibank kartı var. Ona da bir türlü provizyon alamıyoruz falan diyorlar. Yarım saattir uğraşıyoruz sonuç yok. Resepsiyonda Betül ve Bengi de telefon etmek için bekliyorlar ama bizim hatlardan provizyon alınmadığı için onlara da telefon bağlanamıyor.

Grup arabadaki yerlerini çoktan almış bizleri bekliyor. Ben kredi kartından ümidi kesince nakit ödemeye çalışıyorum. Bir kartlarımı geri alsam hemen nakit ödeyeceğim . Neyse 10 dakika içinde hallediyorum ve otelden çıkıyorum.Grup yine Ana kızı bekliyor. Gene telefon başındalar. Seyahatin ilk günlerinde aldıkları ve hiçbir zaman hiçbir yerde bırakmayıp bebek taşır gibi taşıdıkları kırılacak eşya torbalarını sallıya sallaya geliyorlar. Bu sefer sanki biraz mahcup olmuşlar gibi. Kızına söyleniyor Betül “Bilmiyor mu senin o baban ne zor şey buralardan telefon etmek. Her gün telefon beklemese olmaz mı? Etmesen bir de sitem ediyor, surat asıyor söyleniyor. Çıksın kendisi hayatında bir kere yurt dışına da telefon etmeyi denesin, görsün gününü.” O söyleniyor ama grupta ona söyleniyor. Ortalık kızışacak gibi.

164

Page 165: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Otelimiz hemen San Miguel şehrinin girişinde idi. Gece karanlıkta girdiğimiz için konumumuzu pek görememiştik. Bu valiz , hesap ödeme ve telefon olayları olmasa gene karanlıkta çıkacaktık ve muhteşem Volkan San Miguel’i görmeyecektik. Ülkenin 250.000 nüfusu ile 3. büyük kenti olan San Miguel

1530’da kurulmuş. Tamamen İspanyol etkisinde tipik bir İspanyol şehri görünümündeki San Miguel İndigo tarlalarının ortasında. 300 yıl süren İndigo ticaretinin merkezi olmuş. Şehre tepeden bakan Volkan San Miguel ( yerli dilindeki adı ile Chaparrastique) 2130m. Sonuncusu 1976 da olmak üzere geçen yüzyıl 10 kere lav püskürtmüş. Sonradan hastane ve Telecom binasına çevrilen Milli Tiyatro binasının yapım senesini merak ediyorum. Oda 1903 - 1909 senelerinde inşa edilmiş. Gene aynı dönem. Bir gün kısmet olursa incelemeye alacağım şu tiyatro yapım olaylarını.

Honduras’a tam 58 km. var. Aşağı yukarı iki saate yakın bir yol. Hudut şehri El Amatillo. Gene hiçbir yol levhası ve işaret yok ama 1 nolu interamericana yolundayız ve zaten başka bir yol yok. Bu yol iki başşehri San Salvador ile Tegucipalga’yı birbirine bağlayan ana yol.

El Amatillo’ya aslında iki yol var 7 nolu karayolu kuzeyden gidiyor. Biraz daha kısa gibi ama çok virajlı. Biz sanki yolu biraz daha uzatarak güneye yöneldik. La Union şehrine doğru. Bu yolun 1 nolu yol olmasının sebebi bu sahil şehri. Sabah daha tam kendimize gelemediğimiz için bir saat sonra vardığımız büyük okyanus sahillerinde tekrar denizi görmek şaşırtıcı. Sanki yanlış gidiyoruz gibi. Kuzeye doğru yöneldiğimizde denizin yani körfezin karşı sahilinde bir yanardağı gösteriyor Ronald. “Fonseca Körfezi. Karşıdaki Cosiguina Volkanı. Nikaragua orası.” Toparlayamıyorum birdenbire. Nereden çıktı Nikaragua. Biz Honduras’a gitmiyor muyuz? El Salvador ile Nikaragua’nın hududu yok ki? Hemen kitabımı açıyorum o bana bilgi verirken. Bu Fonseca Körfezi 3 ülke sınırları ile çevrili. İçerisindeki adalar da paylaşılmış. Her ada bir gün turist cenneti olacak eminim. Cosiguina Volkanı da 859 metre yükseklikte ve aktif değil. Tepesine trekking yapanlar muhteşem manzaralarla karşılaşıyorlar. Dik bir yokuş halinde kratere inen yamaçta muazzam bir krater gölü manzarası tam karşısında ise üç ülke, Fonseca körfezi ve adalar. Her ülkeye gelen gemiler.

Japonların da yardımı ile La Union’da büyük bir konteynır limanı kuruluyor. 2005 te tamamlanacakmış. Tamamlandığında ayda 15 gemi bekleniyor yük indirmek için Ekvador’dan ,Venezuella'dan, Japonya’dan.

Bu arada Bülent Güzeliş’in bağırması ile irkiliyorum. Yol göstermesi veya hangi yola sapmamız gerektiğini konuşmak için en arkadan öne gelen Donald yalpalayıp Selin

165

Page 166: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Güzeliş’e çarpınca “Atila bey! Şu adama söyle oturduğu yerden kıpırdamasın. Yoksa ben ona ne yapacağımı bilirim. Sarhoş mudur? Alkolik midir? Esrarkeş midir nedir bu adam?” Bir bu eksikti. Hem adam rehberimiz olacak hem de en arkadan hiç kıpırdamayacak. Olacak şey mi Bülent Güzeliş’in isteği. Ama bu bey grubun problemlisi. Ne olsa mutlu olmuyor.

La Union’dan 45 dakika sonra hududu teşkil eden Guascoran nehrine varıyoruz

Nehrin bir yakası El Salvador. Köprüye varmadan duruyoruz pasaport işlemleri için. Bu gümrük kapısı biraz daha büyük. Otobüslerin park yeri dolu. Yine pasaportları toplayıp Ronald’a veriyoruz. Donald kıpırdamadan oturuyor. Yardımcım halleder diyor. Ben de inip yardım edeyim diyorum. İnince burnumuza keskin bir domuz kokusu vuruyor. Yanımızdaki kamyonun arkası domuz dolu. Arada bir hortumla su tutuyorlar üzerine. Koku bir kat daha artıyor.

Ronald bir ofise giriyor ve biraz sonra çıkıp beni çağırıyor. Ben de yardımcım Yarış’ı. Biz çıkış damgalarını almak için binaya girerken gruptakiler tuvalet koşturuyorlar.

Binanın içi tam filmlerde gördüğümüz Orta Amerika polis karakolu ofisi gibi. Pencerelerde iki memur rüşvet vermeyenleri bekletip duruyor. Biz ise komiserin masasının karşısında hava atıyoruz. Komiser bir memur daha çağırıyor ki işlemler çabuk bitsin diye. Biz de Yarış ile giriş damgasının bulunduğu sayfaları hazır ediyoruz. Önce tek tek her pasaportun her tarafına bakarken anladı ki böyle giderse bitmez bu iş bizim gösterdiğimiz sayfalara basıp geçiyor damgayı. Teşekkür edip ayrılıyoruz. Bir de grubu topladık mı hemen yola çıkarız diye otobüse doğru geliyoruz. Yine o pis domuz kokusu.

Grubun yarısı ortalıkta yok. Karşılaştıklarımız tuvaletleri mutlaka görmemiz gerektiğini söylüyorlar ama benim derdim bir an önce hareket etmek.

Nihal otobüste uyukluyor. Bayanların büyük çoğunluğu yok ortalıkta. Aramaya çıkıyorum. Saadet hanım herkesin köprünün hemen sol tarafındaki dükkanda alış veriş yaptığını söylüyor. Onları toplarlayım diye girdiğimde çok kocaman bir tekstil dükkanı ile karşılaşıyorum. Sevnur hanım “Şu önlüklerin güzelliğine bakın. Nihayet bulduk. Pazarlık ettik 3 dolardan alıyoruz. Siz de alın” diyerek karşılıyor beni. Dün El Salvador’a girerken bayıldığımız ama sonra başka bir yerde alma imkanımız olmayan önlükleri bulmak çok güzel. Milleti toplayacağıma otobüse gidip Nihal’i uyandırıp dükkana getiriyorum. Biz de 3 önlük alıyoruz.

Önlük alışverişi de tamamlandıktan sonra Honduras’a geçmek için otobüse bindik ve karşı tarafa geçip otobüsten iniyoruz. Honduras’taki gümrük işlemleri için gerekli usulü öğreneceğiz bakalım.

Honduras kapısı da pek hareketli. Bol miktarda satıcılar var. Gümrük binası iki katlı bir bina . Ortası iki tarafı açık pasaj gibi. Tam ortasında gene iki pencerede iki memur oturuyor. Hangisinin ne iş yaptığını anlamadık. Acaba kuyruğa girecek miydik veya bizim pasaportları gene üç beş kuruş rüşvetle içeride hallettirecek miydik? Buralarda ne var ne yok diye beni takip eden dostlarımızı hemen kuyruğa soktum. Her iki kuyrukta da yerimiz olsun sonra neler yapacağımıza bakarız. Ben o arada her iki pencerenin ne olduğunu anlamaya çalışırken bizlerin form doldurması gerektiği

166

Page 167: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

söylendi. Yeterlice form alıp dağıttım Herkes kuyrukta beklerken formlarını doldurmaya başladılar. Ben artık Saniye hanımın bütün bilgilerini ezbere biliyorum Doğum yeri Burhaniye. Doğum tarihi 26.3.1922. ..... Biliyorum biraz sonra o zarif edası ile yanıma gelecek ve formunu doldurmamı isteyecek. Bu sefer ona sürpriz yapıyorum. Yanıma geldiğinde doldurulmuş formunu veriyorum. O minnet dolu tatlı gülümsemesi bütün yüzüne yayılıyor. O sırada sağdaki pencerede sıra Nihal’e gelmişti. Evrakları uzattık. “Burada ülke vatandaşlarının çıkış işlemleri yapılır. Siz soldakinde bekleyeceksiniz” dedi oradaki görevli. Bu kuyrukta Nihal’in başına gelenler bize örnek oldu. Nihal’in arkadan iri yarı adamlar ite kaka ya öne geçmeye çalışıyorlar veya boyunun kısalığından yararlanarak tepesinden pasaportları uzatıyorlardı.

Neyse ki bende öbür sırada nerede ise kuyruğun başındayım ve ayni hataya düşmemeye kararlıyım. Onun için Safa ve Sayhan’dan yardım istedim.. Ben bir yanımda Safa bey, diğer yanımda Sayhan bey ile araya kaynak yapmayı önlüyor, formunu dolduran bana veriyor ve sıra ile işlemlerimizi yaptırıyoruz. Arkada genel koordinatör yine Yarış. 3-5 kişinin işlemi bitmişti ki Donald geldi. “Form doldurulacak” dedi. Hepimiz güldük. Ona da bir form verdik. Ronald ortalıkta yok. Tek tek işlemleri yaptırıyoruz. Safa beyin hanımı Beste hanım kocasının orada beklemesinden rahatsız olmuş ki bırakıp gelmesini emretti. Safa bey bildiğiniz gibi sakin çocuk. Direnecek gibi oldu. Sonra “Ne yapalım, mecburum” gibisinden bakarak ayrıldı. O bölüm zayıflayınca kaynaklar arttı. Ama penceredeki memur da baktı ki arkası kesilmiyor pasaportların hepsini birden toplayıp bizim kuyruktan çıkmamızı istedi. Herhalde içeride bizim gruba bir memur ayırdılar. İşleri o yapıyor.

Kapının önünde beklerken satıcı kadınlarla laflamaya başladık. Bizim halka dediğimiz simitler ve çeşitli hamur işleri satıyorlardı. Onların para birimi bizde olmadığı için dolarla alıyoruz ama biraz pahalıya geliyor bize.(!) Sayhan bey bütün heybeti ile adaleti sağlıyor. Sen şu kadından al, sen bu kadından al diye orkestra şefliği yapıyor. O sırada işi biten pasaportları üçer beşer kapıdan bana veriyorlar ve ben de dağıtıyorum. Gene söylenenler var “Ben daha önce vermiştim ama onunki çıktı benimki çıkmadı” diye. Artık buna takılmayım diye dişimi sıkıyorum.

Bir grup dostumuz meyvecileri bulmuş. Çok ucuza muz ve narenciye alıyorlar. Burası da muz cenneti olduğu için en bol ve ucuz meyve bu. Burada bir de olmamış küçük mangoları soyup sanki salatalık gibi yiyorlar. Biz mangoyu pek severiz. Mango da tropik bir meyve. Büyük boy armut boyunda. İçinde yassı

ve çok büyük bir çekirdek var. Her ne kadar çekirdeğinin etrafındaki etli kısım lezzetli ise de bu etli kısmı çekirdeğe bağlayan lifler diş araları için problem oluyor. Onun için çok büyük boyunu alıp yalnızca etli kısımlarını bıçakla kesip yiyeceksin. Ama buradaki orta boy elma büyüklüğündeki yeşil mangolar ( ki olgunlaştığında sarı-yeşil-kırmızımtırak renk alır) pek rağbet görmedi. Ama Honduraslılar pek çok alıyorlar.

167

Page 168: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Gene saat 11 e geliyor yola çıktığımızda. İstikametimiz Choluteca. Buradan 100 km uzakta. 2 saat içinde varırız diye düşünüyoruz. Yeni bir ülkeye girmenin mutluluğu ile arabada neşe hakim. Biraz sonra yol ayırımı görünüyor. Sol taraf Tegucipalga’ya yani okunuşu zor olan başşehre gidiyor. Buradan en az 4 saat çeker diyorlar. Aradaki molaları düşünürsek eğer Tegucipalga’ya gitmeye kalksa idik bu gece ancak varacakmışız. Hem de böyle sabahın köründe uyanıp yollara düşe düşe.

Donald dün akşam Ronald’ı ikna etmiş. Bundan sonraki günlerde de bize yardımcı olacak. O da bütün gezi boyunca bizimle beraber olacak. İkisini toplasan bir adam etmez. Ama Donald kendine ve İspanyol’casına güvenemediği için parasını ona verdiğimiz 2000 dolarda karşılamak üzere onu da yanımıza aldı. Nancy 2000 dolardan ne kadarını bu adamcağıza verdi merak ediyorum. Ronald arkada Destegül ile güzel güzel oynuyor.

Donald’a biraz Honduras hakkında bilgi vermesini istiyorum. Onun verdiği bilgilerle benim yaptığım hazırlığı birleştirip dostlarımıza anlatıyorum. Donald’ta şaşırıyor. “Ben bir cümle söyledim Atila 5 dakikadır anlatıyor. Ne anlatıyor?” diye

Honduras Orta Amerika’nın yüzölçümü bakımından Nikaragua’dan sonra ikinci büyük ülkesi. Fonseca körfezi ile Büyük Okyanusa da sahili vardır. Atlas okyanusunda yani diğer taraftaki Karayip denizindeki adalar birbirinden güzeldir. Burada tespit edilen en eski medeniyet MÖ 1200 yılları ile MS 900 yılları arasında Copan bölgesinde yaşayan Maya Medeniyetidir.Mayaların en güneydeki şehir devleti olan Copan Guatemala hududuna pek yakın yerde ama şu anda Honduras sınırları içindedir. Maya medeniyetini inceleyen bilim adamlarının en güney noktası Copan piramitleridir. İspanyollar bu bölgeye geldiklerinde Mayalar kuzeye gittiklerinden burada yaşayan Mayalara rastlanmamıştır. Ancak burada Lenca denilen bir yerli kabilesi yaşıyordu.

Kristof Kolomb Amerika’ya dört sefer yapmıştır. İlk üç seferinde hep Karayip adalarına ayak basmış yalnızca son seferinde 1502’de bugün Honduras’ın bir şehri olan Trojillo’ya Jamaika’dan gelmiştir. Kolomb buradaki sahildeki suların derinliğinden etkilenerek bu bölgeye İspanyolca’da “Derinlikler” anlamına gelen “Honduras” demiştir. Bugün hala bu bölge Colon bölgesi diye anılır. Bizim Kolomb dediğimiz kaşifin İspanyolca adı Colon’dur. Kolonileştirme ve koloni sözcüğü bu büyük kaşifin adından geldiğini daha önce belirtmiştim. Sahilde hiçbir kaynak bulamayan İspanyollar 1537de içerilere doğru girerek altın aramışlar Comoyagua şehrini kurarak başşehri Trojillo’dan buraya taşımışlardır.

Ancak burada yaşayan Lenca kabilesinin lideri Lempira 30.000 yerli ile İspanyolları kovmuş ama ertesi sene barış görüşmesi yapacağız diye çağırdıkları toplantıda kalleşçe öldürerek yerli direncini kırmışlardır. Ama bu yerli lider Lempira bugün bile Honduras’ın en önemli milli kahramanıdır. Honduras hükümeti kendi para birimine Lempira adını vermiştir. Bugün 15 Lempira 1 amerikan dolarına eşittir.

168

Page 169: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Altın ve gümüş arayan İspanyollar geniş tarım alanlarının olduğu iç kısımlara yerleştiğinden bugün 644km uzunluğundaki Karayip sahillerine önem vermemişlerdir. Bu sahiller ile Belize sahilleri sert ağaçların ve bu arada Maun ağaçlarının yetiştiği yerdi. Bu ağaçlarla ilgilenen İngilizler bu bölgeye yerleştiler. Bu durum iç kısımları etkilemediğinden İspanyolları da rahatsız etmedi. Bu sahillerin karşısında bulunan muhteşem mercan kayalıkları ve onun getirdiği doğal korunmalar sayesinde bu bölge korsanların yaşadığı ve cirit attığı yer olmuştur. Meşhur Karayip Korsanları işte buralarda yaşıyorlardı. Yeni İspanya diye adlandırılan Orta Amerika’dan

sömürdüklerini Avrupa’ya taşırlarken korsanlarla burada karşılaşıyorlardı. Buradaki binlerce ada ve mağara korsan yatakları diye bilinir. Avustralya’daki Great Barrier Reef’ten sonraki en büyük Mercan Reef’i buradadır.

Bugün dünyanın bir cenneti diye kabul edilen Honduras’ın Roatan adasının da şöyle bir hikayesi vardır. 1979 da Karayip adalarından St. Vincent adasında isyan çıkar. İsyan edenler, Afrika’dan getirtilmiş şeker kamışı tarlalarında çalışan zencilerdi. İngilizler bu insanları gemiye doldurup o sırada hiç kimsenin yaşamadığı bu Roatan adasına boşaltıp ölüme terk ederler. Ama bunlardan önemli kısmı yaşamayı başarır. Yerleşik düzen kurarlar ve sonraları yaptıkları sallarla karaya gelip bugün Sivrisinek Bölgesi diye adlandırılan sahil kesiminde yaşarlar. Bu sahile İngilizler kereste ve tomruk işinde çalışmak üzere Jamaika’dan ve Batı Karayip adalarından yerli getirirler. İşte bugün burada yaşayan nüfusun ataları bu insanlardır ve onun için bu bölgede ana dil hala İngiliz’cedir.

Honduras’ta diğer ülkelerde olduğu gibi 1821 de bağımsızlığına kavuştu. Ancak İngilizlerin sahili ve adaları terk etmesi 1859 da mümkün olmuştur. Ancak İngiliz Honduras’ı adı verilen Belize’den İngilizlerin çıkışı ve Belize’nin bağımsız bir devlet oluşu 1981 senesinde mümkün olabilmiştir. Bugün 250.000 nüfuslu Belize’de resmi dil İngiliz’cedir.

Amma enteresan şeyler öğreniyorduk. Bizim için kapalı bir kutu olan Orta Amerika şekillenmeye başlıyordu. Yavaş yavaş Choluteca’ya yaklaşıyoruz. Hepimiz acıktık. Sonra herhangi bir yerde yemek bulmamız imkansız çünkü doğruca hududa gidiyoruz. Onun için Choluteca’da yemek molası vereceğiz.

Bu arada hep duyduğumuz fakat aslını pek bilmediğimiz bir deyimin aslını öğreniyoruz. Ne mi o? Dinleyelim ve öğrenelim.

169

Page 170: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

ABD Monroe doktrini ile Avrupalıların Amerika kıtasında sömürgecilik faaliyetlerini yasakladı. Eğer Avrupalılar bu kıtaya gelip sömürgecilik yaparlarsa ABD’ye karşı savaş açmış olacaklardı ve ABD kuvvetleri onları kıtadan atacaktı. Latin ülkeleri bu destek karşısında kolaylıkla bağımsızlıklarını aldılar. Avrupalıların buraya gelmesini önleyen Amerikalılar artık bütün ülkeleri kendine bağlayabilirdi.

Meksika’nın yarısından fazlasının işgalinden sonra Amerika’nın Nikaragua ve Honduras’a gelmesi William Walker ile başlar. Kim mi o? O bir deli. Bir korsan. Bir maceraperest Yanında birkaç adamı ile,1855 te Nikaragua’ya gelip ben tekrar bütün Orta Amerika ülkelerini ele geçireceğim ve buralarda ABD hükümranlığını getireceğim diye yola çıkar. Ona ilk kucak açan Nikaragua ve Leon halkıdır. Orada askeri olarak başarılı olan Walker “Ya beş ülke ya hiç “ sloganı ile Honduras’a yürür .

Bu onun sonu olur. Sivrisinek sahillerinde hükümet güçlerine karşı giriştiği savaşı kaybeder. Yakalanır ve kurşuna dizilir. Böylece bu toprakları Amerikan toprakları haline getiremez. Fakat ABD özel sektörü bunu başardı. Nasıl mı? Bu boş sahilleri satın alan muz üreticileri topraklarını genişlettiler. Hele 1900 lü yılların başında soğutucu sistemlerini de kurduktan sonra 1913 lerde Honduras’ın gelirinin % 66 sı muzdan gelir hale geldi ve iki büyük ABD firması bu gelirin sahibi oldu. Bu büyük parasal güce dayanarak Honduras’ın iki büyük partisinden Liberal Parti, Cuyamel Fruit Company’nin, Ulusal Parti de United Fruit Company’nin yönetimine geçti. Halen daha bu iki büyük muz üreticisinin çekişmesidir buradaki siyasal çekişme. Seçimlerde hangisi kazanırsa kazansın sonuçta ABD kazandığı için bu ülkeye “MUZ CUMHURİYETİ” denmektedir. Bizde bile meşhur olan “Sen burasını muz cumhuriyeti mi sandın “ sözünde kastedilen ülke Honduras’mış ve nedeni bu imiş.

Bu bilgiyi almak bütün grubu pek neşelendirdi. Zaten bilmeden kullandığımız iki tabir vardı. Biri bu diğeri ise Patagonya. Patagonya lafı sanki bir hayali ülkeyi ifade eder. Lafı açılmışken ben de uzun süre hem Arjantin ve hem de Şili Patagonya'sını görmüş biri olarak ek bilgiler veriyorum. Güney Amerika kıtasının güney kısımlarına Patagonya denir. Bu bölge iki devlet sınırları içinde kaldığından hem Şili ve hem de Arjantin Patagonya'sı vardır. Şili Patagonya'sında insan nüfusu fazla değildir. Fiyortlar ve adalar vardır. Arjantin Patagonya'sı da kara, deniz ve güney Patagonya'sı olmak üzere üçe ayrılır. Esas olarak kurak arazilerden oluşan kara Patagonya'sında petrol bulunmuş ve içlerinde İtalyan Benetton firmasının da bulunduğu büyük kuruluşlar burada büyük arazi kapatmış, petrol aramaktalar. Deniz Patagonya'sı Altı tonluk deniz fillerinin dünyada karaya çıktıkları tek noktadır. Ayrıca penguenler, ayı balıkları ve Orca denilen katil balina türü ( ki bunlar aslında bir tür yunus balığıdır) burada yaşar. Dünyanın en güney noktasındaki şehir olan Ushuaia (55 derece enlem) yemyeşil ama çok soğuk olan bir bölgesindedir Patagonya’nın.

Konuyu bu kadarla kesince grubumuzdan yine “Ne olur devam et “ sesleri. Ama günlerdir yaptığımız ve de benim diğer seyahatlerde da yaptığım gibi detay bilgiyi ve hatıralarımı yolun uzun ve sıkıcı bölümüne saklıyorum ve yine ileride anlatacağıma söz verip konumuz Muz Cumhuriyetine geri dönüyorum.

Ekonomik olarak bu ülkeyi hakimiyeti altına alan ve hükümete her dediğini yaptırabilen ABD daha sonraları gerek Guatemala’daki CİA faaliyetlerini ve kontr darbeleri, gerek El Salvador’daki iç savaşı, gerekse Nikaragua’ya yolladığı kontra’ları hep bu ülkeden yönetecek idi. 1911 lerde muz firmalarının haklarını korumak

170

Page 171: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

amacıyla asker yollayan ABD’nin kontra hareketlerinin hızlandığı 1980 lerde Comoyagua üslerinde 10.000 den fazla askeri vardı. Honduras’ın tam bir askeri kontrolde olmasını hazmedemeyen halkın tepkisi ile 1990’da yeni hükümet tekrar üs anlaşması yapmadı. Kontra yardımı bitti ve Nikaragua’da, El Salvador’da iç savaşlar sırayla sona erdi ve bütün ülkeler huzura kavuşmaya başladı.

Kahve de dünya çapında öneme kavuşunca Honduras’ta kahve üretimi de arttı. Ancak bu bile Honduras’ın Muz Cumhuriyeti diye adlandırılmasını değiştiremedi.

Biz sanki rüyada gibi bu hikayeleri dinlerken otobüsümüz durduruluyor ve bu yoldan geçemiyeceği söyleniyor. Oysa ne kadar yaklaşmıştık Choluteca’ya. Köprü yıkılmış ve geçici yapılan bu köprü bizim büyük otobüsümüzü çekmezmiş.. Onun için başka bir yerdeki köprüden geçmemiz gerekiyormuş. Geri dönüp o geçiş yerini aramaya başladık. Bütün az gelişmiş ülkelerde bir tarif sorunu var. Kesinlikle anlaşılır bir tarif yapmayı beceremezler. Türkiye’de de birisinin tarifi ile bir yeri bulmak tam şans işidir. Burada da aynı şeyi gözlüyorum çünkü şoförümüz durup durup birilerine yol soruyor ve yolunu bulmaya çalışıyor. Ama her sorduğundan başka yönlere gidiyor.

Bu noktadan nehri geçemiyoruz çünkü daha yeni köprü yapılmamış. Eski köprüyü ise Mitch yıkmış. Orta Amerika’da Mitch ile ilk karşılaşmamızdı bu. Mitch bir kasırganın adı.. 27 Ekim 1998 de buradan geçmiş. Orta Amerika’nın gördüğü en büyük felaketlerden biri.

Buraları doğal felaketlerin hep eşiğinde. Gördüğümüz yerlerde hep anlatılıyor şu şehir başşehirmiş ancak depremde yok olunca...... veya bu volkan patlayınca lavlar şehri tamamen yok etmiş ve sonra .......... diye başlayan cümlelere artık alışmıştık ki karşımıza birde kasırga çıktı. Neydi bu kasırgalar?

Kasırgaları da bu konu ile çok ilgilenen Mürşit bey anlatıyor.:

“Afrika’nın batı sahillerinde alçak basınçta oluşan hava rüzgarın etkisi ile yüksek basınçlı yerlere doğru döne döne oluşmaya başlar. Sıcak hava akımları ile beslenen bu rüzgarlar 3000 km yol kat ederek Orta ve Kuzey Amerika’ya ulaşırlar. Kasırgaların oluşma etaplarından ilki “Tropik Karışıklık” İkinci etap “Tropik Çöküntü” Bu noktada dünyanın dönüş yönü ve rüzgarların etkisi ile bilinen spiral dönüşüne ve batıya doğru hareketine başlar. Hızı saatte 64 km ye ulaştığında üçüncü etaba gelinir ve “Tropik Fırtına” haline gelir. Genellikle artık ona yağmur bulutları da karışır. Bu fırtına bu haliyle kalırsa rüzgar ve şiddetli yağmur getirir.”

Hepimiz büyük ilgi ile dinliyoruz:. Mürşit bey o tatlı üslubu ile anlatıyor. “Ancak bu fırtınanın hızı saatte 120 km. erişirse ortasında oluşan alçak basınç etrafında yoğunlaşır ki buna “Fırtınanın gözü “denir. Kasırgaların çapı 80 km ile 1600 km arasında değişir. Kasırganın enerjisi olağanüstüdür. Dünya üzerinde meydana gelen en büyük termonükleer enerjiden daha da güçlüdür. En çok etkilen alanın çapı 240km. yi geçebilir. Çevrede yaratılan rüzgarın sert etkisi bu çapında üstündedir.”

Biz Türkiye’de kasırganın ne olduğunu bilmeyiz. Biz depremi ve bir de sel felaketini biliriz. Kasırga bize uğramaz. Deprem felaketi ve bunun şiddeti yönünden bir benzerliğimiz var. Ayrıca bizler yanardağı facialarına da uzağız. Hava durumu

171

Page 172: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

haberlerinde spiker “Rüzgarın hızı zaman zaman 60 km. ye kadar çıkacağından balıkçıların dikkatli olmaları gerekir” gibisinden bilgiden başkası yabancıdır bize. Burada öğrendiklerimizi havsalamız almıyor kolay kolay. Eğer Türkiye’de anlatılsa idi masal gibi dinlerdik ancak şimdi o facianın geçtiği yerlerde gözümüzle görüyoruz bu kasırganın 4 sene sonra bile bıraktığı etkiyi.

Heyecanla öğrenmeye devam ediyoruz bu doğa afetini.

“Kasırgalar Afrika’da oluşup gelme süresi 2 hafta civarındadır. Bu süre zarfında Atlas Okyanusunda adım adım takip edilir. Sahile varmadan önceki tahmin aralığı 24 ila 36 saat arasındadır. Kasırganın geçeceği güzergah esas olarak tespit edilmesine rağmen çeşitli hava akımları ile yön değiştirebilir.”

“Kasırgalar hızlarına göre 5 kategoriye ayrılır. En yumuşağı olan 1.Kategori 120 km. hıza sahiptir. Bir canavar olarak nitelendirilen 5. Kategori1974 te buraları kasıp kavuran Fifi Kasırgası 200 km ye ulaşan hızı ile büyük bir felaket yaşatmıştı. Mitch

Kasırgasına kadar hızın 300 km. ye çıkacağı tahmin bile edilemiyordu. İşte 27 Ekim gününden başlayarak birkaç gün süren Mitch, Orta Amerika’ya felaket getirmiştir.

Meğer o sıralar Mitch Kasırgası Mürşit beyin çok ilgisini çekmiş ve uzun araştırmalar yapmış. İsterseniz daha sonra ek bilgiler de verebilirim deyip konuşmasını bitiriyor. Ve hepimizden büyük alkış alıyor.

Ben bu arada Donald’a Mürşit beyin söylediklerini tercüme ediyorum o da onaylar anlamında başını sallıyor. Aynı zamanda Mürşit beyin bilgisine hayret ediyor.

Mitch Orta Amerika’da üç ülkenin, Nikaragua, Honduras ve Guatemala’nın tarihinde ikinci bir dönüm noktasıdır. Mitch’ten önce ve Mitch’ten sonra diye anlatılır çok olaylar.. Son üç günümüzde bunu sıkça duyacağız çünkü artık Mitch’in etkilediği alan içine girdik.

Bundan 8 sene önce Orlando’da öğrencilerle yaz kampı yapıyorduk. Kardeşim Ferhan grubun başında idi. Ben de Washington DC deki kampı yönetiyordum. 1995 senesinde Florida sahillerini etkileyen büyük kasırga geliyordu ve kardeşim bundan kaçmak için bütün planlarını yapmış ve bir otobüsü New Orleans’a gitmek için hazır bekletiyordu. Ben de Washington’dan heyecan ile durumu takip ediyordum. Günlerce gözümüze uyku girmemişti.Her an hava durumunu inceliyorduk. O son 24 saatte Meksika körfezinden esen karşı, hızlı rüzgar kasırganın Florida içlerine girmesini engellemişti de biz de derin bir oh çekmiştik.

Mitch Kasırgası okyanustan sahile yaklaşırken hızı birden bire tahminlerin üstünde 300 km sürate ulaşınca ve sahile vurduğunda da hızı kesilmeyince taa içlere Tegucigalpa’ya kadar etkili olmuş ve arkasında Honduras’ta 6.500 ölü, 11.000 den

172

Page 173: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

fazla kayıp ve tamamen harap olmuş bir doğa bırakarak kuzeylerde kaybolup gitmiştir. Günlerce sel felaketine uğrayan başşehrin 1/3 binası yıkılmış, 25 yerleşim yeri tarihe karışmıştır. Maddi zararın 4 milyar dolardan daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Yok olan başta muz, kahve ve tahıl zararının 1 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Honduras’ın toparlanması ve eski haline gelmesi için 15-20 sene geçmesi gerekir deniyor. 1780 de karayiplerde 22.000 ölü bırakan “Büyük Kasırga” dan sonra dünyanın gördüğü en büyük ikinci kasırga faciası işte şu anda üzerinden geçtiğimiz topraklarda yaşanmış. Acı bir olayla da olsa tarihe tanıklık etmek değişik bir duygu yaratıyor insanda.

İşte şu anda Mitch fırtınasının en büyük etki alanlarının içinde geziyoruz. 4 sene kadar önce olan bu kasırga arkasında hiç büyük ağaç bırakmamış. Şu anda geçmeye çalıştığımız Choluteca Nehri - ki bu nehir başşehir Tegucipalga’dan da geçmektedir- o kadar kabartmış ki sel suları 10 metrenin üstüne çıkmış. Köprüler yıkılmış. Sahilde ise Kolomb’un ayak bastığı Trujillo kasabası tamamen yok olmuş. Eskiden tarihi kimliği dolayısıyla turistlerin ilgi odağı olan bu şirin sahil kasabasında bugün kalınacak yer yok. Bütün tesisler yıkılmış. Ülkenin tamamında çok büyük hasar olduğu için geçen 4 sene henüz hayatı normale döndürmeye yetmemiş ve biz de çalışan bir köprü bulsak ta Choluteca nehrini geçsek diye tarlalar içinde yol arayıp duruyoruz.

Nihayet bir köprü bulup karşıya geçiyoruz ve Choluteca’ya yöneliyoruz. Artık öğle yemeğini burada yiyeceğiz. Oysa sabah erken kalkıp çok yol alıp Nikaragua hududunu geçip te mi yeriz öğle yemeğini derken, bir saatte Mitch Kasırgası yüzünden zaman kaybedince saat 1 ye doğru şehre girebileceğiz. Yemek molasını Choluteca’da vermekten başka şansımız yok.

Donald tekrar ciddi tavrını takındı ve “Şimdi ben sana çok detay bir program yazıp Managua’ya kadar neler yapacağımızı yazacağım. Bundan sonra çok rahat olacak merak etme. Şimdi bana izin ver arkada tek tek yazayım” dedi. Aman ne güzel. Zaten o buraları çok iyi bildiğini söylüyordu ya. Tamam yazsın bakalım.

Bir köyden geçerken yol kenarında çift kulplu bizim çaydanlık stili ama büyük boy toprak kapları ilgimizi çekiyor. Su kabı imiş. Büyükleri ile iki kişi uzaktan su getirebilirmiş evlerine.

Choluteca 100.000 nüfuslu güneyin en büyük şehri. Şehrin önemi yalnızca iki hudut arasında ve 1 nolu İnteramericana anayolunun üzerinde oluşu. Mürşit bey “Buralarda McDonalds veya Burger King gibi bir yer olsa tamam işimizi görür” diyor. Sevnur hanım önce bir tuvalet bulsak diyor. Bazılarımız bir çarşı varsa hediyelik eşya alabilir miyiz diye merak ediyor. Manuel arabayı park edecek yer arıyor. Programın bundan sonrasını bütün detayı ile hazırlamış ve bana vermek ve de aferin almak için can atan Donald “Ben bu şehri iyi bilirim. Geçen sene de geldim. Burada Mercado Bianco var” deyip güzel İspanyolca’sı ile herkese sormaya çalışıyor ve sonunda pes edip bu görevi Ronald’a veriyor. Bu pazarın taşınmış olduğuna karar veriyorlar. Şehrin orta yerinde bir sokakta otobüsümüzün rahatça durabileceği bir yer buluyoruz. Gruba inmemelerini rica edip uygun bir yer aramak için ben ve rehberler aşağıya iniyoruz.

173

Page 174: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Buralara gelmemiş daha Amerikan Fast food’çuları. Mecburen ne varsa onu yiyeceğiz. Hemen bir alt caddede hem bir pizza lokantası hem de Hotel Pasifico var. Otelin bahçede lokantası ve tuvaleti varmış. Bir saat mola verdiğimizi söyleyerek Ben tek tek gruba yol gösterip sonra otele gittiğimde lokantayı bir türlü bulamadım. İçinden geçerek arka avluya dolanıp bir kapıdan mutfak içinden başka bir yere geçiliyor. Burası Honduras tipi Fast Food ve kahvaltı yeri. Adının Comedor Mi Esperanza olduğunu öğreniyorum. Birer göz bay bayan tuvaletinde bizimkiler kuyrukta . Tekrar arkadan otele dönerken gittikçe agresifleşen Bülent Güzeliş sert bir şekilde “Hani burada tuvalet vardı? Nerde? “ diye yarı bağırarak soruyor. Allah’tan tam otel lobisinin tuvaletinin önünde. “İşte bu kapı “ deyince biraz mahcup oluyor. Tuvaletine girdiğimiz fast food’un adının George olduğunu söyleyen sahibi 60 yaşlarında saçları hafif dökülmüş iri yarı birisi. Tuvalet ihtiyacını gideren dostlarımıza yaklaşıp burada yiyebileceklerini söylüyor. Kendisi Amerikalı imiş. Buraya yerleşmiş. Ama buradaki yemekleri kimse beğenmedi. Tuvalet ihtiyacını gideren ayrıldı. Adama biraz ayıp oldu diye düşünüyoruz.

Hemen oradaki bir süper marketten pet şişe sulardan alırken bir haber geliyor ki pizzacı iyi imiş ve orada toplanıyormuşuz. Bizde gittik ve Bülent Güzeliş ve Selin’in masasına oturduk. Burayı işleten genç bir delikanlı. Uzun boylu, yakışıklı 25 yaşlarında birisi. Yanında iki yardımcısı ile siparişleri alıyor. Ama 29 kişinin pizzasının pişirilmesi zaman alacak. Olsun. İçerisi serin. Dışarıda sıcaktan pişmiştik. Herkes siparişini vermeye çalışıyor. Duvara pizza boylarını gösteren şekiller çizmiş. En üstteki kırmızı yuvarlak tabak Grande Pizza boyutunu gösteriyor. Altında sarı biraz daha küçük Meso Pizza boyutu. Bir de çeyrek pizza boyutu var. İşaret edip edip sipariş veriyoruz. Etinin içinde domuz olabilir endişesi ile büyük çoğunluk Vejetaryen Pizza istiyor.

Siparişler tamam. Şimdi sıra sabırla pizzaların pişmesini beklemek. Bu sırada gene George’u düşünüyoruz. Şermin hanım “ Ama ne ayıp oldu adama. Bari bir kaçımız orada yeseydik” diye üzüntüsünü dile getiriyor. Safa “Güzel olsaydı yerdik “diyor. İşte bu minvalde laflarken mutfak kapısından içeriye George giriyor hepinize tekrar merhaba diye. Ve tanıtıyor “ Bu benim oğlum Abraham “ Hepimiz şaşkınız. Aval aval biraz da mahcup bakarken öğreniyoruz ki bu bölümlerin ve otelin tamamı onunmuş. Arkada dolandığımız mutfak ta ortak mutfakmış. Abraham adını duyan Donald hemen kulaklarını dikip yanaşıyor “Şalom” diye. Ondan sonra da derin bir sohbete dalıyorlar. Anlatıyorlar birbirine nereden geldiklerini.

Pizzaların gelişi gecikecek. Yahudi dostları ile sohbete dalmadan önce Donald otobüste hazırladığı notları veriyor. Ben şunu bir tetkik edeyim derken Nihal yan taraftaki küçük bir hediyelik eşya mağazasından dönen Sevnur’dan bilgileri alıp 15 dakikalığına izin isteyip masadan kalkıyor. Onu takip edenlerle birlikte alışverişe gidiyorlar.

Ben de artık Donald’ın bundan sonranın tamamen programlandığını iddia ettiği notlarını okuyorum. Notlar aynen şöyle:

“Choluteca yol üzerinde büyük şehir. Bana otobüste otururken dostlarımızın gelip sordukları şey nasıl telefon edecekleri idi. Ben bu şehri iyi bilirim. Burada telefon vardır. Telefon kartı satılır. Belki dolar değiştirmeden bile kart alıp telefon edilebilir. Choluteca’dan sonra El Espino hudut kapısına gideceğiz. Oradan Nikaragua’da

174

Page 175: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Esteli şehrine gideceğiz. Esteli’den Managua’ya gideceğiz. Bu yol daha düzgündür. Tamamen dağlardan geçer. Akşam umut ediyorum ki Managua’da oluruz.”

Notlar burada bitiyor. Donald’a dönüyorum. O da “Nasıl ama? Beğendin mi? Her şey artık kontrol altında değil mi?” gibisinden bakıyor.

Bir La havle çekiyorum. Bu adam tam kaçık. Telefona taktırmış bir kere. Bengi İngilizce öğretmeni olduğu için ve de telefona meraklı olduğu için olsa olsa onunla konuşmuştur, diye düşünüyorum. Grubun diğer fertlerinin telefonla derdi yok. Ayrıca okuduğum kitaplara göre ve Manuel ile San Salvador’da yaptığımız bilgi alışverişine göre mutlaka Leon şehrine gideceğiz. Onun için El Espino‘ya da gitmeyeceğiz, Esteli’ye de. Biz Guasaule kapısından gireceğiz Nikaragua’ya. Bu adama artık bir şey sormamaya karar veriyorum ama bu saçma sapan notları da bir gün kitap yazarsam içine koyarım diye saklamak üzere Nihal’e veriyorum. Donald’a da sonra konuşuruz kabilinden bir işaret yapıyorum.

Yemek sırasında Güzeliş ailesi ile havadan sudan laflıyoruz. İyice kararlı dönünce Dolphin turu mahkemeye vermeye. “Dolandırıldık” diyor başka bir şey demiyor. Ama hep beni konunun uzağında tutmaya çalışıyor. “Size lafım yok benim Atila bey. Siz elinizden geleni yapıyorsunuz. Zaten bu Mete hep arkadaşlarını rehber olarak öne sürer ve bu işin içinden çıkmasını ister. Siz de kandırıldınız. Size de acıyorum. Allah’tan siz vardınız. Biz sizin sayenizde bazı yerleri gezip görebiliyoruz bütün organizasyonsuzluğa rağmen. Ama ya siz olmasaydınız? Ne olurdu bu grubun hali? Siz varsınız diye onun bu laubaliliğini af mı edelim? Olmaz böyle şey. Ben ne yapacağımı bilirim. Ama siz alınmayın” diye söyleniyor gözlerini döndüre döndüre. Neyse Nihal yan dükkandan aldığı kaz tüyü üzerine yapılmış resimleri ve üzerinde Honduras yazan küçük bir tabloyu göstererek havayı dağıtıyor. Tüyü gören Yarış yan masadan koşarak geliyor. Onun bir ressam arkadaşı var. Bir de müzisyen. İkisine ya bir müzik aleti alıyor ya da resim. Gerekli bilgiyi alıp hemen yan dükkana koşuyor. Dönerken ben de dükkana bir göz attım. Dükkan sahibi ve eşi bugün yaptıkları alışverişten öyle memnunlar ki. Ağızları kulaklarında. Belki 3-5 aylık satışlarını yapmışlar. Bana ilgi göstermediler bile.

Hesabı Bülent Güzeliş ödeyerek beni mahcup ediyor. Ama mahcup olmamam içinde hatırlatıyor.” Siz de Havana’da bizim içkilerimizi ödemiştiniz” diye. Kendince hesaplaştı. Sağlık olsun.

Ara pasajı kullanarak bir üst yolda bekleyen otobüsümüze varıyoruz. Karnımız doymuş. Yola hazırız.

Donald programı yapmış olmanın huzuru içinde tamam mı der gibi bakıyor. “Biz Leon’a gideceğiz” diyorum kararlı bir sesle. O yolun çok kötü olduğunu geceye kadar varamayacağımızı önümüzdeki iki günde de Costa Rica’ya gidip gelmenin imkansız olacağını onun için doğruca Esteli üzerinden gitmemiz gerektiğini söylüyor. Biz buraya yol yapmaya mı geldik yer görmeye mi? Nikaragua’nın en önemli iki şehrinden biri olduğunu söylüyor kitap Leon’un. Diğeri de Granada. Biz bu ikisini de atlayıp ha babam yol yapıp Costa Rica toprağına ayak basmaya çalışmamız bence çok saçma. Uçağımız Managua’dan kalkacağı için önümüzdeki iki günün tamamını yolda geçirmek anlamsız. Ama grup bir de Costa Rica ülkesini de görmeyeceğini öğrenirse ne der diye düşünüyorum. Zaten Tegucipalga , Tigal Milli parkı,

175

Page 176: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Comoyagua, San Jose ve buna bağlı olarak bütün Costa Rica programlarının iptal olmasından rahatsız. Bari bir şehre girebilsek demiş ve bu teklifi ondan kabul etmiş. Ama bu yollarda bitmek bilmiyor ki. Güya dün gece burada olacaktık ve sabah 5 te yola çıkacaktık. Şimdi saat 3 e geliyor. Bir gün daha gerisine düştük daha dün sabah yaptığımız programın.

Leon’u göreceğiz. Bunun başka yolu yok. Donald o zaman üzgün üzgün bakıyor yani bütün yazdıklarımın hiçbir kıymeti yok mu diye. Ne yapayım. Sen yazdın diye ben uygulamak zorunda mıyım? Şu hale bak! Ben rehberimiz gelince ne rahat edeceğim. Artık programı o yapar ben de gezer görürüm ve herkes memnun kalır derken bırakın adamın program yapmasını bir de ona nereleri göreceğimizi ben ikna etmekle uğraşıyorum. Bendeki nakit epey azalmış. Kredi kartları dolmuş. Önümüzde 3 gece otel parası ödenecek. Yemekler ve vize, çeşitli giriş ücretleri ödenecek. Bu kızgın ve kırgın ve de bu tur için yüklüce bir para ödemiş kişilerden para isteyecek halim de yok. Onları nasıl Costa Rica’ya gitmeyelime ikna ederim de son iki günü Managua çevresinde geçiririz diye düşünürken bir de rehber diye gelen Donald’ı ikna etmeye çalışmak. Zaten dudağım uçuklamış stresten. Çok uzatmak istemiyorum lafı. O da anladı çok kızdığımı. Çok üzgün. Üzgün ama ben ne yapayım. Otobüste keyfi en yerinde olan yanında getirdiği Ronald. Hayatında ilk defa buralara geliyormuş. Ne güzel geziyorum diye mutlu.

Ronald futbola çok meraklı. Türkiye’nin Dünya üçüncüsü oluşunu çok iyi biliyor. Hele kendilerini eleyip giden Costa Rica‘nın Türkiye tarafından saf dışı edilmesinden pek memnun. Burada tam bir rekabet var. Nasıl bizde bazı fanatiklerin UEFA kupası maçlarında bile karşı ülkenin takımının kazanmasını istemesi gibi Costa Rica da bizimle aynı gruba düşünce Orta Amerika’nın diğer ülkelerinde Costa Rica’nın yenilmesini isteyenler çoğunlukta olduğu için Türkiye taraftarı daha fazla imiş. Bizim finale kalmamıza da çok sevinmişler.

Burada da futbol çok önemli ve popüler. Futbol rekabetinin ilginç bir hikayesi var buralarda. 1970 Dünya Kupası eleme grubu maçlarından birisi de 1969 Haziranın ortalarında San Salvador’da yapılıyor. El Salvador ve Honduras karşı karşıya. Birçok Honduraslı fanatik Salvadorluların saldırısına uğruyor. O kadar büyük arbede çıkıyor ki bir çok insan ölüyor. Honduraslılar yaka paça hudut dışı ediliyorlar. Buna Honduras hükümeti çok sinirleniyor. Yıllardır gerek ölüm mangalarından gerekse açlıktan Honduras’a kaçan 300.000 e yakın El Salvadorlu vardı ya misilleme olarak bunları yurt dışına sürgün ediyor ve ülkelerine geri yollamaya başlıyor. Mecburi göç zor şartlar altında yapılıyor. Kendi halkının sınır dışı edilip geri yollanmasına tahammül edemeyen EL Salvador hükümeti kapılarını kapatıyor ve arkasından Honduras hava limanlarını bombalayıp bazı bölgeleri istila ediyor.

14 Temmuzda başlayıp yalnızca 100 saat süren ve tarihe “Futbol Savaşı” diye geçen bu savaş, etkisini yıllarca sürdürdü. Barış anlaşması 1980 de yapılabildi. Barış anlaşmasının hemen arkasından patlayan iç savaştan kaçan El Salvadorluların tekrar Honduras’a dalgalar halinde gelişi gergin ilişkileri daha da gerdi. Mülteci dalgalarının ne zor olduğunu hem Bulgaristan’dan hem de Iraktan gelenlerle yaşamış olan Türkiye çok iyi bildiği için Honduras’ın durumunu anlıyoruz. Bence Honduras’a yerleşmiş durumda olan Amerika kontra hareketlerini yönetmek için bu göçmenleri paralı asker haline getiriyor ve Nikaragua iç savaşında kullanıyor. Onun için göçe izin veriyordu.

176

Page 177: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“İşgal edilen yerler ne oldu?” diye merak ediyorum.

“Honduras ile El Salvador arasında dört bölge halen ihtilaf konusu. Kara sınırındaki üç yerde henüz çözüm yok. Ama Fonseca körfezinde çözüm var.”

“Fonseca Körfezi? Burası hani El Salvador, Nikaragua ve Honduras tarafından paylaşılan büyük okyanustaki körfez değil mi?”

“Evet” diyor. “ Okyanusta bütün her yerde 6 veya 12 deniz mili esası uygulanır karasularında. Ama bu körfezde üç ülkenin sahili var. En uzun sahil 124 km. ile Honduras’ın. Otuzdan fazla adada Nikaragua’nın hakkı yok. Ama üç adanın kimliği de tartışma konusu idi. 1992 de Uluslar arası Mahkeme iki adayı El Salvador’a, üçüncü ada, La Tigre adasını da Honduras’a bıraktı. Bu körfeze özel karasularının üç mil olacağına karar verdi. La Tigre bunların içinde en değerli ada. Çünkü meşhur İngiliz korsan Francis Drake bu adayı üs yaptı. İspanyolların Peru’dan getirdikleri altınları ele geçirdi. Buralarda gerek gemileri gerekse şehirleri yıllar boyu talan etti. Korsanlıktan elde ettiği hazinelerini burada sakladı. Bu güne kadar bulunamayan bu hazineler hazine avcıları tarafından hala aranmakta.”

Ne enteresan diye düşünüyorum. Bizim de Ege denizindeki Yunan adaları ve 3 mil sınırı ile başımız dertte. Dünyanın öbür ucunda da başka iki devlet 3 ml mi, 6 mil mi hatta 12 mil mi? Diye kavga edip duruyor.

Hudut buradan yakın. Yol bir de güzel. Aman keşke devamı da böyle olsa diyorum. Belki de böyledir huduttan Leon’a kadar olan yol. Manuel çok bozuk dedi ama onun geçtiği geçen seneden bu güne belki onarmışlardır. Bak ne güzel bu Choluteca – Guasaule yolu. Nikaragua’ya bağlayan köprü pırıl pırıl. Yol işaretlerinde ve levhalarında Japon bayrağı dikkatimizi çekiyor. Anlıyoruz ki tüm yolları harap olan Honduras’a Japonlar yardım etmiş ve yolun bu bölümü ile köprüyü inşa etmişler. Onun için güzel bir yoldan hızla gelebildik buraya. Hem de daha herkes Honduras’tan aldıklarını birbirine göstermeyi bitirememişti.

Şimdi Honduras’ı terk edeceğiz. Herhalde kimse otobüsten inmeden çıkış damgalarını alacağız. Bu sefer tecrübeliyiz. Yarış ile pasaport ve formları toplarken tek tek ikinci nüshadaki isimlerin iyi okunup okunmadıklarını kontrol ediyoruz ki beklemeyelim diye. Gerçekten de işe yarıyor ve işlemlerimizi bitirmemiz yarım saatimizi almıyor. Bu kapıda ilk defa karşılaştığım olay çıkış vergisi. Adam başı iki dolar para istiyorlar. Ne olduğunu anlamadık ama ödedik gitti. Otobüsün kapısına ulaşmak bu ayaklı döviz bürolarından dolayı zor. Yarış’la gümrük ofisine gittiğimizde doluşmuşlar otobüsün kapısına. Bu bir yerde grubu otobüste tutmaya yaradığı için biz gelince hemen hareket edebiliyoruz.

İşte karşımızda pırıl pırıl bir köprü. Gene iki levha var. Köprünün bu tarafında “İyi Yolculuklar. Honduras Cumhuriyeti” yazıyor. Levhanın sol tarafında Honduras , sağ tarafında ise Japon bayrağı var. Aynı firmanın yaptığı belli olan köprünün öbür tarafında “Hoş geldiniz. Nikaragua Cumhuriyeti.” Yazıyor . Yine aynı şekilde solda Nikaragua bayrağı. Sağda Japon bayrağı. Büyük beyaz levhanın sağ tarafında yeşil bandın içinde bu yolun 1 nolu İnteramericana Highway olduğunu gösteren bir büyük ok ve CA 1 amblemi var. Mitch’in berbat ettiği yollardan sonra böyle bir güzellikle

177

Page 178: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

karşılaşmak bizi sevindiriyor. Japonya’ya teşekkür ediyoruz içimizden. Keşke Türkiye olarak biz yapsaydık bu köprüyü de Türk bayrağı görseydik burada.

Yolun karşısında bambaşka bir manzara ile karşılaşıyoruz. Pırıl pırıl ve çok büyük bir gümrük alanı. Bahçe ve çiçekler içinde. İhtiyaç sahiplerinin görebileceği güzellikte Toilet levhası. Gene bir başka levhadaki ok “Duty Free Shops” diyor. Gümrük binası çok büyük. Ortada daire şeklinde camlı büyük bir oda ve 8 ayrı pencerede hizmet veren gümrük memurları. Bu ne modernlik böyle. İşlemlerimin çabuk biteceğini düşünmek gibi bir saflığa kaptırıyorum kendimi. Hem de o kadar ki. “Şimdi. Buradan da hemen çıkarsak. Yol da iyi ise Leon zaten 100 km. belki 1 – 1.5 saatte varırız. Hemen bir şehir turu. Akşam Managua’yı da pas geçersek göl kenarında Granada’da kalabiliriz. Sabah hemen turumuzu atar da yola çıkarsak yarın öğlende falan Costa Rica Hududuna varırız. Yarın geceyi Liberia’da geçirir döneriz. Hiç olmazsa şikayetlerin birazı azalır.” Diye bile düşünüyorum. Bir de üstelik mutluluk gülücüğü yayılıyor suratıma. Biraz sonra göreceğim anya ile konyayı. Bina güzelliği neymiş? Orta Amerika’da insanların çalışkanlığı neymiş? Ne kadar bina yaparsan yap insanları değiştirmenin zor olduğunu kafamıza kakacaklar..

Etrafımızı saran dövizciler yaygarasından öğrendiğimize göre burasının para biriminin Cordoba 1 dolara 14 Cordoba veriyorlar. Sonradan Managua’da bankada bile kurun 14.50 olduğunu öğrenince burada bizi kazıklamaya çalışmadıklarını değerlendireceğim.

Dostlarımız soruyorlar yine form dolduracak mıyız diye. Bilmiyorum. Zaten rehberlerimiz de bilmiyorlar. Ronald bu sefer bize yardımcı ve ortalıkta. Beraberce binaya girdik. Ronald, ben, Sayhan ve Yarış. Evet gene ayni soruları kapsayan form tutuşturuluyor elimize. Tuvalete ve dükkanlara gidenler olduğu için grubu toplamamız zor. Onun için biz başlıyoruz herkesin formunu doldurmaya. Ben standart bölümlerini yazıp yana geçiriyorum. Böylece bir işbölümü yapıyoruz. O sırada şoförümüz Manuel beni çağırdı. Yan tarafa gitmemiz gerekiyormuş. Tabi tercüme etsin diye Ronald’ı çağırdım. Ronald’ın form doldurmada hiç faydası olmuyor. Okuma yazması fazla yok galiba. Zaten mesela doğum yeri : Eskişehir’i okuyup onu forma yazması çok zor. Donald’ı arıyor. Bizim rehber yok gene ortalıkta. Bir şeyler araştırıyordur. Ben Manuel ile gideceğim sırada gözüm yerime işe devam edecek birini aradı. Hızır gibi Nurşan geldi. “Atila yapabileceğim bir şey var mı?” diye. Olmaz mı? İşi tarif edip Manuel ile yan odaya geçtik. Otobüsün ülkeye giriş işlemi yapılacakmış. Grup lideri olarak grubumdakilerin kimliklerini istiyorlarmış. Ne işe yaradı şu benim garip liste. Hemen gösteriyorum. Yakasında adının Luis olduğu yazılı memurun gümrükçü mü yoksa asker mi olduğunu anlamadım. Hem omzunda bir tüfek var, hem de duvara asılı bir tüfek. Biraz sonra yanına gelen meslektaşı da tam teçhizatlı. Listeye bakıyor dikkatlice. Kendisine 3 nüsha gerekli olduğunu söylüyor. Zaten bir yerde birden fazla kopya lazım diyorlarsa bakın etrafta mutlaka bir fotokopici faaliyettedir. Organizasyon her yerde mükemmeldir. Eskiden yalnızca komünist ülkelerde bu saçma istekleri karşılayacak düzen yoktu.

Manuel fotokopiciye giderken beni oturtuyorlar bir sandalyenin üstüne. En fazla 10 metrekarelik bu odanın her tarafı dosya dolu. Öğreniyorum ki geçen her araç için bir dosya açıyorlar ve onu saklıyorlar bu odada. Luis araçların geçişi ile ilgili görevli. Hem her görevlide silah var hem de her tarafta silahlı askerler var. Burada da kapı akşam olunca kapanıyor. Sabah tekrar saat 8 de açılıyor.

178

Page 179: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Burada işim bitince tekrar orta salona geçtim. Bizim ekip kimselere ihtiyaç olmadan doldurmuşlar formları. Yine beni arıyorlar çünkü giriş parası isteniyormuş. Bu neyin nesi. Bizim Nikaragua ile vize anlaşmamız var. Karşılıklı vize istemiyoruz. Memurda “Tamam. Vize istemiyoruz. Bu başka . Bu giriş parası. Kişi başı yedi dolar. Bunun iki dolara çıkış için. beş doları giriş için.” Hiç böyle bir şey duymamıştım. Bu ülkeler bize epey şey öğretecek. Meksika’ya girmek için otuzyedi dolar, Küba’ya girmek için elli dolar ve ayrıca Küba’dan çıkmak için havaalanı çıkış vergisi adı altında ayrıca bir yirmi beş dolar, Guatemala’ya girmek için yirmi beş dolar, El Salvador’a girmek için iki dolar ve çıkmak için iki dolar ödemiştik. Burası toplam yedi dolar daha istiyor. Ronald bu fişleri atmamamızı huduttan çıkarken göstermemiz halinde tekrar para ödemek zorunda kalabileceğimizi tercüme etti. Donald’ın derdi kendi ile. O da ortaya çıkmış Amerikalıların para ödeyip ödemeyeceğini soruyor. O çıkınca ortaya gümrük işlemlerimizi yapan memur “Bak İşte sizin durumunuz ile Amerikalıların durumu ayni. Onlar da 7 dolar ödeyecek. Eskiden Türkiye ile anlaşma yoktu. Anlaşma olmayan ülkeler gibi 28 dolar ödüyordunuz” Halimize şükretmekten ve bu parayı ödemekten başka çaremiz yok. Donald’ta para bitmiş. “Benimkini de öder misin” diyor. “ATM’den para çekince sana geri öderim” Zavallının hiçbir zaman parası yoktu ki.

Formları doldurduk, parayı ödedik artık işlemimiz biter sanıyoruz ama ne yapıyorlar bilmiyorum. Bütün pasaportları alıp gittiler. Bekleyin diyorlar. Ronald’a sen bekle ben de bir tuvalete gideyim diyorum. Zaten bize yardımı bitiren Sayhan, Yarış ve Nurşan çoktan uzaklaşıp gümrük alanını keşfe çıktılar.

Tuvalet teftişimden memnunum. Burasının modernliğine yakışan temiz tuvalet. Şişman bir yerli bayan hemen arkamızdan su dökerek temiz tutuyor her yeri..

Gümrük sahasının arka tarafında dört tane Duty Free Shop görüyorum. Acaba bizimkiler nerede. Birisine yöneldim. Kapıyı gene tüfekli bir muhafız açtı. Bizim Kapıkule’deki dükkanlara benzettim. Avrupa ülkelerinin Türklerden vize istemelerinden beri araba ile Kapıkule’den geçmedim. Schengen vizesi çıkınca tekrar niyetlendim ama bu seferde Yugoslavya’da çıkan karışıklıklardan dolayı çok uzun zamandır karayolları kapılarımızı görmedim. Onbeş sene önceki dükkanlarımıza benziyor.

Dükkan büyük. Epey mal var ama bizim grup yok. Yandakini deniyorum. Orada da yoklar. Üçüncüde buluyorum. Zaten kapıya yanaşırken gelen sesler hemen herkesin burada olduğunu gösteriyor. Bizim hanım da içeride.

Seyahatin ikinci yarısında nedense hep yedek çantalara ihtiyaç olur. Hep valizci ve çantacı aranır. Bu kadar sıkıntılı ve az alışverişli geçtiğini sandığım gezide bile çok dostumuzun yedek valiz ve el çantalarına ihtiyacı doğmuş ki kapı kapış gidiyor çantalar. “Bak hem de tekerlekli. İçi çok geniş. Vallahi Hüsniye hanım bu tam size göre. Hem de sekiz dolar. Ben çizgilisinden aldım.” Diye bir konuşma işitiyorum. Nihal de havaya kaptırmış kendini hangi rengini alalım bu çantaların diye soruyor bana. Sonra farkına varınca ve hatırlayınca evde boş çantaları koyacak dolabımız kalmadığını çok gülüyoruz. Ve geleneksel bir tarzda içkilerin olduğu yere yöneliyoruz. En beğendiğim J&B fiyatı da iyi. 11 dolar . O sırada yanıma Sevnur hanım geldi. Alçak bir sesle “Atila bey . Bence buradan bir şişe viski alın. Onu otobüste ikram edin. Böylece gergin olan havayı biraz yumuşatırız.” Diye gerçekten çok güzel bir öneride

179

Page 180: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

bulundu. Çok teşekkür edip bir litrelik J&B yi kucakladım. Sevnur Hanım ne de olsa eski yönetici. Kendisi Kız Lisesi mezunlar grubunun başı olarak bir çok gezi organize etmiş. Toplum psikolojisini iyi biliyor. Buraya birlikte geldiği diğer 3 hanımefendi ile, bütün tartışmaların içinde çok dengeli durmasını bildi. Şimdi de güzel bir öneride bulundu.

Dükkanın içi tam curcuna. Birisi küçük bayan el çantasını bulunca ortalık yangın yerine döndü ve bu çok ucuz çantalar bir anda bitti. Dükkanlarda bir de elektronik eşyalar var ama onlara bakan yok. Fiyatları bana ucuz gibi gelmedi. Ama herkes bir de su peşinde. Bir dolabın içinde buz gibi soğuk sular ve biralar var. Dışarıda hava sıcak. Burada büyük şişe su bir dolar. Hepimizin en az bir şişe alıyoruz. Ben dolarımı oradaki muhafıza verdim. Tamam deyip cebine attı ama çıkarken başka birisi durdurup paramı ödememi söyledi. Anlatıncaya kadar epey uğraştım. Bir de viskinin parasını ödemek için. Tam onbir dolar verip pasaportlara gitmek istedim ama kasiyer kızlar parayı almak istemeyip bir şeylerle uğraşıp durdular sonunda bana ondört dolar dediler. Anlaşmakta zorluk çektik ama öğrendim ki onbir dolar olan 75cl. olanı imiş.

Dükkanlar orta bölümün elli metre uzağında açık arazide. Onun için kapıları ve bütün camları demir parmaklılıklarla korunmaya alınmış. İçeride Yarış bekliyor. “Ne oluyor Yarışçığım ? Bitti mi?” “Nerde Atila abi. Şimdi şu adam bütün pasaportları aldı. Tek tek başka bir form dolduruyor.” Desene işimiz uzun. Ben tekrar en neşeli yere, dükkanlara döndüm. Yarım saat sonra da Yarış’tan işimiz bitti müjdesi geldi. Zaten alışveriş de bitmişti. Otobüse binip Manuel’e hadi gidelim dedim. Tam hareket etmiştik ki arkadan hop hop sesleri. Meğer son anda çantaları gören Selen hanım “Ay bunlar tam benim aradığım gibi. Hangi dükkandan aldınız? Ne olur beni bekleyin ben de alayım” demiş ve bastonuna tutuna tutuna gitmiş. Tabi oğlu Bahadır da annesinin peşinde. Tekrar bakıyorum. Tamam yalnızca iki eksiğimiz var. Kimsenin yerinden ayrılmamasını söyleyip “Hadi” demek için arkalarından dükkanlara dalıyorum.

Toplam üç buçuk saat zaman kaybettik bu iki gümrük kapısında. Hem ki Honduras’tan kolayca çıkmıştık. Orada işlerin çok yavaş işlediğini sorunca “Siz esas Nikaragua – Costa Rica kapısını görün. Orada her iki tarafta birbirine inat işleri ağırdan alıyorlar. Buradan üç saatte geçtiniz oradan beş saatte geçemezsiniz” diyorlar. Bunu birkaç kişiye teyit ettirince gene moralim bozuldu ve programı düşünmeye başladım. Tekrar hesap kitap. Biraz sonra hava kararacak. Bugün gitti. Önümüzde bir yarın ve bir de yarından sonra var. Ondan sonraki gün Managua’dan uçağımız kalkıyor. Güya biz bu gece bütün bu yolları yapmış Managua şehir turunu falan da bitirmiş olacak ve sabah erken Costa Rica’ya geçecektik. Şimdi önümüzde herkesin çok kötü dediği yol var. Oradan geçip te Leon’a varacağız. Leon’u mutlaka gezmek istiyoruz ama nasıl ve ne zaman? Hele bu huduttan geçme işi iyice kafamı karıştırdı. Demek biz sabah hududa varsak beş saatte karşı tarafa geçeriz. Bir çay içip dönmeye kalksak bir beş saat daha. Toplam on saat. Bizim on saatimiz yok ki. Ayrıca bu kapılar gece kapalı. Gündüz saatini hudut kapılarına da ayıramayız ki. Yok yok olmayacak. Bu Costa Rica’ya gitme işi imkansız.

Ben bunları düşünürken otobüsümüz bir türlü ilerleyemiyor.. Gümrük alanı da aslında çok büyük ve modern gibi. Her yer asfalt. Ama önümüzde çok tır var. Kuyruktayız. Onlar sanki park edecekler gibi . Yanından geçsek te biz gitsek diye düşünüyorum ama yandan da geçecek yer yok ki. Bir bu kuyruk eksikti. Leon’a kadar şu yüz km lik

180

Page 181: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yolu acaba bir buçuk saatte alır mıyız diye düşünüyordum. yüz metreyi de bir yarım saatte ilerledik. Meğer önümüzde kontrol noktası varmış. Oradaki polis evrakları inceliyormuş. Bizi de durdurdular. Kapı açıldı. İçeriye iki polis girdi. Pasaport kontrolü. Tek tek herkesin yüzüne baka baka kontrol ediyorlar. Hiç aceleleri yok. Anladım otobüsümüzün kuyrukta neden o kadar yavaş ilerlediğini. Teşekkür edip Buenas Dias deyip indiler. Bir oh çekip yola koyulduk. Daha ilk metrelerden itibaren yani gümrük sahasını terk eder etmez dev çukurlar karşıladı bizi. Manuel çukurlara düşmemek için her türlü cambazlığı yapıyor. İlk km yi bile en az onbeş dakikada aldık. Burada da Mitch kasırgası her şeyi silip süpürmüş. Nikaragua da perişan olmuş. Yolların ve köprülerin yapımı , onarımı çok zaman alacak gibi. Esteli yolu dağ yolu olduğundan bu kadar hasar görmemiş ve o yol biraz daha iyi imiş.

Biz yolda hoplayıp zıplarken ileride iki otobüs durmuş ve başlarında da polisler var. Allah kaza olmuş diye düşündük. Ama yanlarından geçeriz. Zaten otobüsler devrilmiş te değiller. Ama polisin işareti ile biz de sağa çektik. İki polis otobüse geldi. Pasaport Kontrolü. Şaka yapıyorlar sandık. Daha bir km gitmedik ki. Kime laf anlatacaksın. Çıkarttık pasaportları. Gene tek tek yüzümüze baka baka pasaport kontrolü. Gene geçen bir yarım saat daha. Manuel’in evraklarının kontrolü. Nihayet gidebilirsiniz izni. Terörün hızlı olduğu zamanda doğu bölgemizde seyahat eden Bahadır bizde de durumun ayni olduğunu söylüyor. Arabaların sık sık jandarma tarafından nasıl durdurulduğunu anlatırken otobüsümüz de çukurlarda hoplamaya devam ediyor.

Yine aradan onbeş dakika ve iki km geçti geçmedi ileride polisleri gördük. Artık kendimizden emin espriler yaparken gerçekle karşılaştık. Pasaportları çıkarttık ve polis aynı ciddiyetle tek tek kontrol ediyor ama bizim sinirler hayli gergin. Bu sefer değişik. Polis hadi gidebilirsiniz demedi de biraz ileride durun dedi. Onbeş metre ileride tarlanın içine çektik evraklarını alarak Manuel otobüsten indi. Herhalde otobüsün evraklarına bakacaklar derken Huri’nin bağırışı ve öne doğru koşması ile irkildik.

“Kıracak yahu kıracak bu herif. Elleme” diye canhıraş bir feryat. Attı kendini otobüsten aşağıya. Ben de arkasından. Meğer şoföre bagajı açtırmışlar. Öndeki bir valizi indirtmişler ve açıp içini kontrol etmeye çalışıyorlarmış. Cam kenarından bakmakta olan Huri ne görsün. Kendi valizini hoyratça açmaya çalışıyorlar. Bağırarak atmış kendini aşağıya.

Huri çok tatlı bir kadın. Böyle durumlarda, ki birkaç kere resmi memurlarla veya otelin resepsiyonunda oldu, muhatabı ile Türkçe konuşuyor. Karşıdakinin anlayıp anlamaması onu hiç ilgilendirmiyor. Şimdi de polislere avaz avaz bağırıyor. “Niye elliyorsunuz benim valizimi?. Ne var içinde?” Adamlar saf saf bakıyor. Huri hiç istifini bozmuyor.” Görmüyor musun bozuk onun fermuarı. Ben bile zor açıyorum. Dur. Dur Elleme . Elleme dedim yahu!. Ne laf anlamaz adamlarsınız. Ben açarım. Siz ellemeyiz.” Ben ve Donald araya girerek olayı yumuşatmaya çalışıyoruz. Adam illa da o valizi açacağım diye tutturmuş. Huri söyleniyor “Ne var sanıyorsunuz içinde? Benim şahsi eşyalarım. Sizin ülkenize ne sokacağım ki ben? Alın işte bakın. Hiçbir şey yok.” Açık olan valize dalıyor polis memuru. Tam da kadıncağızın iç çamaşırlarının olduğu bölümmüş orası. “Yıkayacak zaman mı vardı” diye yarı açıklama yarı söylenme ile devam ediyor Huri. Karşıdakiler İspanyolca’dan başka bir şey bilmemeleri umurunda bile değil. “Her gece geç yatıp sabahın dördünde yola

181

Page 182: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

çıkıyoruz. Tabi kirli olacak. Ah işte bir de yerlere düşürdünüz temiz olanları. Kim yıkayacak bunları?”

Polis pek uzatmak istemiyor kapatmaya çalışıyor ama açılırken zorlanan fermuar kapanmakta da zorlanıyor. Uzun uğraşılardan sonra valizi tekrar yerine koyup otobüsümüzü hareket ettirdik. Başka bir valiz kontrol etmediler. Ama otobüste Huri kızgın kızgın bana sormaya başladı.” Atila bey Neden yalnızca benim valizim açıldı? Bu ne demek oluyor? Orada tek bir benim valizim mi vardı?” Biraz içini boşalttıktan sonra rahatladı ve o güzel gülücüğü yine yüzüne yayıldı. “Çok kızdım ama. Çağırsınlar aşağıya adam gibi açıp gösterelim. Böyle olmaz ki?. Ne şans! Tam da en önde benimki varmış.”

Tamam ortalık sakinleşti.Güneşin batmasına en fazla yarım saat var. Hava kararmaya başladı. Biz yollarda zıplayıp duruyoruz. Hepimizin içi dışına çıktı. Bu gümrükte ne çok oyalandık falan denilince ben onlara esas diğer hudutta yani Nikaragua – Costa Rica hududunda hem gidişte hem de dönüşte en az beşer saat vakit kaybedeceğimizi ve gümrüklerde perişan olacağımızı söyleyip aldığım bilgileri aktarınca her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Tam zamanıdır diye “Bugün biraz yol alalım. Yarın erken kalkarsak yollar böyle olsa bile belki akşama hududu geçeriz. Ertesi gün gene çok erken kalkarsak.....” diye onları tahrik eden, hınzırca açıklama yaparken grubumuzun en sessiz yolcularından Hamiyet hanım patladı. Ama gene en sakin sesiyle “Atila bey. Lütfen Mete beye haber verin . Uçağımızı karşılamaya 3-5 ambulans yollasın Biz bu yaşta son günleri de böyle geçirirsek iner inmez hastaneye kaldırılmamız gerekecek”

Biraz espri payı var ama Hamiyet hanım pek ciddi. “Olmaz artık dayanamıyoruz.” Tam o sırada yolda gene bir çukur, Manuel’den gene sağa sola ustaca ama sert manevralar.

Mürşit bey “Mahkeme. Mahkeme kardeşim. Onun da burnundan fitil fitil getirtmek gerek.” Diyor başka bir şey demiyor. Her gezide en olumlu en ılımlı, en yardımcı Mürşit beyin bile boğazına gelmiş. Bu bilinmeyen yerlere yapılan yolculuklar çok riskli. İnsan ne ile karşılaşacağını bilmiyor. Biz de tam bir maceranın içindeyiz. Nereye gittiğimiz, nereye gideceğimiz meçhul. Buralardan hiçbir tur geçmemiş. Zaten tur otobüsü diye bir kavram bile yeni yeni gelişiyor. Bizim grup öncü grup. Şu anda daha onbeş yıl önce Sandanist gerillalarının cirit attığı, insanların insanları acımasızca boğazladığı, dört yıl önce kasırganın yerle bir ettiği dağlardan Leon diye Türkiye’de hiç bilinmeyen bir yerlere gidiyoruz. Oysa gruba satılan ne güzel organize bir programdı. Ne cazip programdı o. Biz de katılsınlar diye eşe dosta nasıl baskı yapmıştık. Bunlarla uğraşacağımızı ne bilirdik diye yine aynı şeyleri düşünüp duruyorum.

Her kafadan bir ses çıkarken Bülent Güzeliş’in gür sesi herkesi bastırıyor.

“Bakın Atila bey! Biz bu yollarda perişan olmaktan bıktık. Orayı burayı göreceğiz diye sağlığımızı kaybedeceğiz. Bu yollar ve sabah uyandırmalar yeter artık.” Aman ne güzel konuşuyor. Herkes pür dikkat dinliyor ve her cümlesinde tasdik eder anlamda başını sallıyor. Tabi en çok canı gönülden onaylayan ben.

182

Page 183: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Biz yorulduk” diye devam ediyor. Bülent Güzeliş “Perişan olduk. Bu şekilde dönersek bu gezi burnumuzdan gelir. Bizim yapacağımız şey bu otobüs yolculuğuna son verin. Madem Managua’dan uçacağız. Oralardan ayrılmayalım bu son iki günümüzde. Öbür gün de adam gibi uçağımıza gidelim.” Herkes bu güzel öneriye çok sıcak bakıyor. En içine sindiremeyen Costa Rica’yı mutlaka görmek isteyen Beste hanım. Ama o da hak vermiyor değil. Bir uçakta Costa Rica’da özellikle başşehri San Jose’de çok güzel kumarhanelerin olduğunu öğrenen ve bir an önce oralara varmak isteyen, bunun için uçak alternatifine bile sıcak bakan Mürşit ve Bilgi Kodaman çifti bile yoldan bezgin durumda başını sallıyor.

Bence ilk defa Bülent Güzeliş’in ağzından bal akıyor. Kulaklarıma inanamıyorum. “Yarın ve yarından sonra bize bu civarda tur verin. Bu son üç günde güzel ve rahat otellerde kalalım. Bize her gün bir de güzel yemek yedirin...” diye devam edecekken Mürşit Kodaman lafa giriyor.

” Yok kardeşim yok” Mete’yi kastederek “Ben o adamın yemeğini yemem. Rüşvet mi alacağım yani? Ben hayatımda rüşvet almadım! Yemeği kendisinin olsun. Ben o adamın parası yemek falan yemem kardeşim”

“Bu o adamın parası değil. Bu yemeklerin parasını biz verdik “ diye devam ediyor Güzeliş. “Afiyetle yerim. Atila beyciğim. Bizim dönüş yolumuz uzun. Hanımefendiler hepimizin yaşı ileri. 24 saat uçak yolculuğunu kaldıramayız eğer yorgun argın binersek uçağa. Costa Rica’sı da kusur kalsın. Sağlığımız daha önemli”

Söylediği her kelimenin altına imzamı atarım. Benim düşüncelerimle böyle %100 örtüşen başka düşünce görmedim ben. Grupta bu fikirleri hele Bülent Güzeliş bey söylerse benim için daha anlamlı. Çünkü ikna edilmesi en zor o gibi geliyordu bana.

“Ne diyorsunuz? Haksız mıyım? Böyle yapalım mı?” diye grubun onayını almaya çalışırken ben hemen söze giriyorum. Mutlu sona gidiyoruz gibi geldiği için çok heyecanlıyım. Ayaktayım. Bir de şu çukurlar konsantremi bozmasa.

“Bülent bey doğru diyorsunuz. Bence de güzeli bu. Otel konusunda bu geceyi bilemiyorum ama yarın akşam Managua’da güzel bir otelde kalacağımıza söz veririm ve de uçağımız oradan kalkacağı için iki gece kalalım. Eşyalarımızı güzelce yerleştirelim. Bu ülkenin de çok güzel olduğu söyleniyor. Haldur huldur yol yapacağımıza adam gibi Nikaragua hakkında bilgi edinelim. Size aynen katılıyorum. Ayrıca iki gün iki güzel yemek sözünü de veriyorum. Ne dersiniz?”

Önümde oturan Bülent Göker “ Yahu ne güzel geziyoruz. Her gün birbirinden güzel. Sen ne istersen yap. Ama böyle sabahın erken saatlerinde kalkıp hep otobüste oturmasak iyi olur.”

Grupta sanki herkes hem fikir. Hiç ayrı görüş yok. Hemen oylatıyorum. Tamam. Oldu bu iş. İnanılmaz rahatlıyorum.

Şimdi derhal Donald’ı yanıma çağırıyorum. Konuşmaları aktarıyorum. Costa Rica’ya gitmeyeceğimize çok seviniyor. İtiraf ediyor ki onun da bünyesi bu yolu kaldıramazmış ve bizi yolcu edip kendisi Managua’da kalmayı planlıyormuş.

183

Page 184: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Şimdi Donald” diyorum “Yapmamız gereken şey en güzel otelleri bulmak ve yarın ve yarından sonra için Nikaragua’da çok güzel tur programı ayarlamak.”

“Benim burada çok iyi kontaklarım var. Leon’da değilse bile Managua’da var. Ben ona telefon ederim. Hay Allah. Telefonlarını bilmiyorum. Olsun internetten bulurum. Onlarla konuşurum. Yöreyi iyi bilen bir rehber buluruz.. ” diyor Donald.ve ekliyor “O rehberin parasını ben veririm merak etme. Sen rehber parasını verdin bu benim eksikliğim”

Ne güven verici konuşma bu. Gece internete girecekte bulacakmış. Bu adamın kendine hayrı yok. Sabah gene iş başa düşecek. Bir seyahat acentesi bulursam iş kolay. Zaten bu civarlarda gezeceğimiz için otelden, şuradan, buradan bir imkanlar yaratırım. Buna eminim. Grup nihayet en mantıklı çözümü kendileri istedi ya. Gerisi kolay. Artık onu dert etmeyi de bir kenara bırakayım. Yorgunluğun tadını çıkartayım. Nihal elinde makine ile yine gün batımının resmini çekiyor. Bir gün, gün batımı fotoğraf sergisi açarsa hiç şaşmam. Borneo’nun yağmur ormanlarından, Şili’nin Atacama çölünden, Nepal’in Annapurna eteklerindeki Phewa gölünden, Küba'nın Havana’sından, Hindistan’ın Jodpur’undan, Vietnam’ın Ha Long körfezinden daha nerelerden, nerelerden gün doğumu ve gün batımılarını çekti.

Hiç aklımdan çıkmayan viski şişem geldi aklıma. Bu gezide özellikle son zamanlarda ağız tadı ile içememiştik. Nurşan’a gezinin başlarında ne güzel takılıyordum. Yine ondan başladım. “Hadi Nurşan gelmedi mi vakt –i keraat?”

Aslında herkes rahatladı. Hep korktuğumuz ve korktuğumuzun başımıza geldiği bozuk yolda oluşumuz bile etkilemiyordu kimseyi. Bir bardak telaşıdır başladı ki sormayın. Ama bardak yok. Demokrasilerde çare tükenmez. İnsanoğlunun yaratıcılık gücünün sınırı yok. Herkes boşalmış küçük pet şişelerini çıkarttı. İçinde kalan son sularını içti , bitirdi ve ortalarından keserek bardak olarak kullanabilir hale getirdik. Ben de sıra ile dağıtıma başladım. Başta Nurşan ve Gülsen, Sevnur, Saniye, Huri, Hüsniye, Beste, Safa,Yarış, Bahadır, Sayhan ve Saadet’in katılımı ile büyük ayyaş grubu şerefe kadeh kaldırdı. Mürşit ve Bilgi Kodaman biz bunu buzsuz içmeyiz diyerek hem alemimize katıldıklarını belli ettiler hem de bir şişenin ancak yettiğini düşündükleri için kendilerini feda ederek içmediler.

İlk iki yudumdan sonra fasıl başladı. Enginde yavaş yavaş günün minesi soldu ile başladık. Sevnur'un ne güzel sesi varmış. Nurşanın da. Nihal’in zaten sesi güzel. Küba’da sesinin güzel olduğunu ispat eden Bülent Güzeliş hem içki ikramımı ve hem de şarkıya katılma önerimi biraz da sertçe bir dille reddetti. Bu adamda bir şey var ya hadi hayırlısı.

Hüsniye hanımın da sesi çok güzel ama pek çıkmıyor. Bir an sessizlik olunca onun “Akşam oldu hüzünlendim ben yine” ye başladığını duyan ekip coşkulu bir şekilde katıldı. Boşalan bardaklara doldurup doldurup devam ediyoruz. Aman Allahım bu ne güzellik. İşte böyle güzel geçmeli her günümüz, gecemiz. Neydi o didişmeler.

“Gecenin rengini kattım içimin matemine” Olmaz böyle güzellik. Biz coştukça herkes coşuyor da neden giderek kararıyor bu Bülent Güzeliş anlamak mümkün değil. Artık o kızgın ifade ile hep dışarıya bakıyor. Gecenin karanlığı onu daha da kara hale getiriyor.

184

Page 185: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Şu Saniye hanım dünya tatlısı. “Ben biliyorsun esas biracıyım ama olsun” diye eşlik ediyor bize. 82 yaşına girdiğine kimse inanmaz. “Ben emekli olduktan sonra gezmeye başladım. Bu 25. gezim. Bana bir şey olursa bu çantamda benim ölümü bulanların sıra ile neler yapacağı, kimlere telefon edecekleri hep yazılı. Her şey kontrol altında. Artık benim yapacağım tek şey gezip eğlenmek “ demişti bana Moskova gezimizde. Soğuk Moskova ve St Petersburg günlerinde, gecelerinde soğuk sert Rus biralarını içişimizi hatırlamamak elde değil. “Sen şimdi viskiyle bize katıl ilk fırsatta sana bira alacağım” diye söz veriyorum.

Leon’a 35 km kala yol düzeldi. Bazı yerlerde çift yol haline bile geldi. Kenarları ağaçlıklı güzel bir yol. Bizim içkilerimizin de tam bittiği an. Otobüsümüz bir benzin istasyonunda durdu. Burada içeride çok temiz bir de fast food servisi var. Arayıp ta bulamayacağımız bir yer. Tuvalet ve akşam yemek molası veriyoruz.

Otobüsten inmeden önce Bülent Güzeliş’in yanına gidip muhabbet etmek istedim. Biz şarkı söylerken çok suratlı idi. Hiçbir şarkıya katılmamıştı. Oysa ne güzel sesi vardı. Küba’da ne güzel şarkılar söylemiştik. Ne bu surat böyle Biraz muhabbet edersem derdini çözebilir, onu da kazanabilirim diye düşünmüştüm. Sen misin böyle düşünen. Daha nasılsınız demeye kalmadan bir başladı bağırmaya. “Siz ne biçim insanlarsınız” diye. “ Burada biz dolandırıldık. İstemediğimiz bir programı kazıkladınız bir de içki içip eğleniyorsunuz.” O ve eşi otobüsün altıncı sırasında oturuyorlar. Ben de bir önündeki koltuğa ayakta dayanmış dinliyorum. Gözlerini döndüre döndüre öyle bağırıyor ki herkes duysun istiyor galiba. Şoföre duyuracak sesini galiba. Şoför Türkçe bilmiyor ki! Ben sakin sesle ” Bülent bey bakın ben tam buradayım ve sizi duyuyorum” diyorum ama gayet alçak bir sesle. “Bağırmayın. Duyuyorum.” Ama onun derdi başka “Siz burada böyle içerek göz mü boyuyorsunuz”.

“Bakın. Siz bir program söylediniz . Çok güzeldi. Ben de kabul ettim. Herkeste tamam dedi. Artık şu son iki gün mutlu gezelim olmaz mı? “ diye alttan almaya çalışıyorum.

Fakat o niyeti koymuş o bağıracak ve tatmin olacak. Onu dinleyen de yok. Her kes onu tanıdı. Umursamayıp otobüsten aşağıya inmeye başladılar bile. Bir kere daha yüksek sesle konuşunca ben de biraz sertçe ve de gözlerimi döndürerek benimle yavaş konuşmasını rica edince sesini kesti epey. Nihal benim bu halimi çok iyi bilir. Fırtına öncesi son sessizlik diye adlandırır ve etraftakileri ürküttüğünü söyler. Güzeliş, beni bu hale getirdi ama ben uzun bir süredir hep dua ediyorum lütfen bu beyle kapışmadan bu gezi bitsin diye. Şimdiye kadar ne yaptıysam para etmedi . Hep ters gidiyor. Var bunun bir hesabı ama ne?

Allah’tan hemen sakinleşti. “Benim sözüm size değil Atila bey “ diye başladı gene. Biraz sonra sıcak bir şekilde lokantaya girdik ve kendisine bir bira ısmarladım.

İçerisi çok güzel bir yer. Normal masalar olduğu gibi üç kişinin etrafında oturabileceği bar şeklinde masalarda var. Biz cam kenarındaki bir tezgaha takıldık Sevnur ile. Kasiyerin arkasında ve diğer duvar kenarlarında meşrubatların konulduğu buzdolapları var. İçlerinde de buz gibi biralar. Ne güzel yerde durmuşuz böyle. Yiyeceklerde herkesin içine sindi. Hamburgerler, patates kızartmalar, kızarmış tavuklar ve daha neler neler. Saniye hanıma verdiğim bira ısmarlama sözümü de

185

Page 186: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

tutuyorum. Gece konaklayacağımız şehir olan Leon’a da çok yakın olduğumuz için kimse acele etmiyor ve yediklerinin tadını çıkartmakla meşgul.

Gene malum bizim rehberlerde, şoförümüzde Leon şehrini bilmiyor. Benzincide araştırma yaptık ama sonuç yok. Şehre girerken San Kristobal oteli ve bir de Otel Grande diye iki otel reklam gördük. Böyle şehir dışında reklamı yapılan oteller iyidir Ama Grande’leri hiç sevmem. Genellikle küçük, ara sokaklarda, orta seviyede bir otel olur hep bu ismi taşıyan oteller. Burada kalan insanlar köylerine döndüklerinde “Ben Otel Grande’de kaldım” falan derler. Ben de genç iken İstanbul’da Büyük Sirkeci Otelinde kalmıştım. Hep onu hatırlarım bu isimleri görünce.

Yolda Manuel duruyor ve Ronald iyi bir otel soruyor. Bir yola sapıp yavaş yavaş gitmeye başladık. Otobüs durdu duracak. Önümüzde bir çocuk var bisikleti ile giden. Manuel takıldı bu bisikletlinin arkasına . Basıp geçse diyorum ama herhalde yol kenarında birilerini arıyor otel sormak için. Gece olmuş kimse de yok kaldırımda. Biraz sapa bir yol galiba dükkan falan da yok ortalıkta. Gece bir kaza yapıp şu bisikletliye çarpmasak derken çocuk sola saptı arkasından bizim otobüste. Şu laz fıkrasını hatırladım . Freni patlayınca çocuğu takip eden Temelin fıkrasını. Hani pazara dalar ya Temal. Bizde bisikletlinin arkasından daldık. Dalarken koca bir levha gördüm “Hotel San Cristobal “ Hah bulduk. Zaten Ronald bu çocuğa o oteli sormuş. O da beni takip edin demiş. Meğer o bizi bu otele getiriyormuş. Ronald gelip 2 dolar istedi çocuk için. Bizi rahatça otele getirdi diye. Ronald’a “Beklet çocuğu beğenmezsek başka otele götürsün bizi” diye parasını sonra vermeyi teklif ediyorum ve böylece rehberi garantiye alıyorum.

Gene San Miguel’de olduğu gibi otel seçme ekibini kontrol için davet ediyorum.Otel fena değil gibi. Tropik bölgelerde otelin lobisi açık hava. Bayılıyorum bu tip otellere. Ne kadar ferah. Bahçe içinde gibi. Burada da çok zarif bambu oturma grupları, arkasında çok güzel tablolar var. Resepsiyon köşede. İki genç memur bilgisayarların başından kalkıp hoş geldiniz diyorlar. Ve başlıyor anlatma ve anlama sıkıntısı. Bize ondört oda lazım. Bu otel iki katlı imiş. Bu giriş katının altında arazinin meylinden dolayı bir kat daha var. Orada dört odaları ve lokanta var. Bu katta iki tip oda var. Bazıları executive yani iyi kalite, bazıları normal oda. Yeterli oda olup olmadığı konusunda anlaşmak güç. Bir odaya bakalım diyoruz. İyi fena değil ama yeterlice oda var mı o belli değil. Resepsiyonda tam bir kargaşa var. Birbirleri ile anlaşamıyorlar acaba mesela 23 nolu oda boş mu değil mi? diye. Komi yollayıp kontrol ediyorlar. Üst katta kaç oda var belli değil. O sırada grup ha babam valizlerini taşıyor. Yeterli oda yoksa ne yapacağız belli değil. Ben pes ediyorum. Çünkü bir kapıştır gidiyor. Alt kata inmeyi kimse istemiyor. Üst katta yeterli oda var mı yok mu belli değil. Herkes beni sıkıştırıyor “Anahtarımı alıp odama gidebilir miyim yorgunum da” diyerek.

Artık ortama hakim olmam mümkün değil. İsteklerin de sonu gelmiyor. Bana sakin bir oda, bana şu dostumla yan yana oda, bana mutlaka üst katta bir oda, bana çift yataklı oda, bana ayrı ayrı yataklı oda. Bu kadar oda var mı yok mu belli değil. Sağ olsun bir tek Yarış “Ben alt katta yatarım abi üzme canını” diyor. Ben de alt katta yatsam. Yukarıda oniki oda bulsak ta bu geceyi geçirsek. Böyle herkes hücum etmese, valizle inmese mutlaka başka otel arayacağız ama o şansımız yok. Neyse herkes odasına razı, anahtarını alan gitti. Kim hangi odaya gitti bilmiyorum. Yalnız saat 8 de uyandırma veriyorum. Nihal’le bana özel oda vereceklerdi . Üst katta resepsiyonun hemen yanında yüzme havuzuna bakan bir oda. Ama onu da “Bir gece

186

Page 187: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

olsun bize düzgün oda ver Atila” diye rica eden Nurşan’a vereyim diyorum ama o oda da Gülsen’in içine sinmiyor çok gürültülü diye ama alternatif yok. Biz Nihal ile alt kata gidiyoruz.

Tam artık yarının programını yapma zamanı geldi, herkes odasına gitti, odalar yetti diye bambu koltuklara ohhhh çekerek oturduk ki Betül ve Bengi çıkageldiler. “Bize hangi odayı veriyorsunuz. Ama biz biliyorsunuz rahatsızız alt katta hayatta kalamayız. “ Hoppala. Bunlar nereden çıktı? Tam odalar ayarlandı derken. Valizlerini görmemiştim de onun için onlarda yerleşti sanmıştım. Meğer girişte bırakmışlar. Tekrar tekrar kontrol edip dipte bir oda hem de üst katta buluyorlar ben de derin bir nefes alıyorum. Sekiz, on parça valizi resepsiyondakilerin hepsi el vererek bir çırpıda taşıyınca o işte tamam diyorum..

Şimdi işimize bakma zamanı geldi. Herkes odasında. Biz ise yarının programını yapmak durumundayız. Donald’ı arıyorum. Resepsiyonda internetin başında. Bekliyorum. İşini bitirince gelip raporunu veriyor. Bu otelde yer olmadığı için başka otele gideceklermiş ama o arada ertesi günü programlıyormuş. “Burada benim arkadaşlarım var. Onların telefon numaralarını buldum aradım. Ama saat on olmuş. Ofisler kapanmış. Yarın sabah işe gelirler. “Allahın safı gayet tabi gecenin bu saatinde kimseyi bulamazsın. Onları aramaya çalışmak abesle iştigal. Masal dinler gibi dinliyorum anlattıklarını. “Ben onları sabah erken arar bulurum. Bize buraları bilen bir rehber lazım. Bu iki günde bizi güzelce gezdirecek birisi. Ben buraları bilirim ama bir başkasını bulurum. Benim arkadaşımın burada güzel kontakları var ..... “ bıraksam sabaha kadar bu minvalde anlatacak. Artık boş laflar dinlemeyeyim de şu internete bir gireyim diye bakıyorum. Resepsiyondaki delikanlı ofis internetini kullanabileceğimi söyleyince içeriye geçip maillerimize bakıyoruz.

Önemli bir haber yok. Mete’den bir mektup var. Her şeyi iyi ayarlamış olmanın verdiği rahatlıkla herhalde her şey iyi gidiyordur. Bilgi ile tüm gruba selamlar.. falan yazmış. İki satır yazdım. Çok kişinin dönünce dava etmeye hazırlandığını hiçbir programın uygulanmadığını, hazırlıklı olmasını, paramızın da bittiğini, vizesiz dört kişinin sorununun artık tam anlamıyla allaha kaldığını yazarak biraz içimi boşalttım. Diğer mailleri kontrol ederken saat onbir olmuş.

Odamıza iniyoruz. Aşağıda bir biz ve bir de yanımızda Yarış tek kalıyor. Yarışın odasının kapısı açık. Ne oldu diye kapıyı tıklatıyoruz ses yok. Aralayıp giriyorum Yarış uyuyor. Öyle bırakamam. Uyandırıp arkadan kapıyı kilitlemesini söylüyorum. Bizim gözümüzü öyle korkutmuşlar ki herkesi hırsız görüyoruz.

Sonunda biz de yatağımıza ulaştık. Nihal ile günün son dertleşmelerini yaptık. “Yarın buralardan bir rehber buluruz inşallah. Bir de otel ayarladık mı gerisi kolay.” Hadi hayırlısı deyip yatıyoruz. Dudağımdaki uçuğa biraz daha merhem sürüyoruz çünkü epey rahatsız ediyor. Yirmi sene var belki daha fazla uçuk nedir bilmedim. Bu da geçer YA HU deyip uykuya dalıyoruz.

187

Page 188: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

13. Şubat Nikaragua Leon

Artık Costa Rica macerasını yaşamayacak olmanın verdiği huzurla derin uyuyorum ama sanki bana “biraz sonra” gibi gelen bir zaman diliminde odamızın yan tarafında ve önünde kavga eder gibi bağıra bağıra konuşmalar başladı. Belli ki işçiler güne başladı. Mutfakta da hazırlıklar başladı. Saate bakıyorum daha 5. Sabahın beşi. Güya biz bu sabah 8’e kadar uyuyacaktık. Dışarıda avaz avaz konuşanlardan biri var ki sanki camın önünde bize sesleniyor. Nihal üzerindeki kıyafete aldırmadan fırladı ve hışımla kapıyı açtı. Bağıracak sandım. Çok tatlı bir sesle “Buenos Dias “dedi ve girdi içeriye “Ne oldu?” dedim. “Şu yüksek sesle konuşana kızacaktım ama kapıyı açınca bahçeyi sulayan çok güzel ve güler yüzlü bir yerli elindeki hortumu bırakarak o kadar güzel bir gülümseme ile Buenos Dias dedi ki kızmam imkansızdı” O kadar yorgunuz ki bu bağrışmalara bile alıştık. Tekrar uyandığımızda saat yedi buçuk olmuştu. Valizlerimizi alıp çıktık ve yukarıya bıraktık.

Kahvaltı için aşağıdaki salona indik. Kahvaltı bizim yattığımız katta yan tarafta. Lokanta kapısını açıp içeriye girdik. Boş büyük bir salon. Seslere doğru gidince iç tarafta ayrı bir kapıdan ayrı bir bölmeye gidildiğini ve bahçeye bakan bu bölümde kahvaltı edildiğini öğreniyoruz. Bizim gruptan başka kahvaltı eden yok. Bülent Güzeliş’te surat bir karış yine sabah sabah. “Günaydın. Nasıl kahvaltı güzel mi?” soruma “Burada da peynir yok. İşte bir şeyler getiriyorlar” diye sitemli sitemli konuşuyor.

Aslında bir sürü şey getirdiler yiyecek. Ama en güzeli muz ve papayadan oluşan meyve salatası. Papaya çok güzel. Bizim 6 kg lık papaya da belki çok güzel ama evlatlık gibi hala taşıyoruz. Bakalım nerede keseceğiz. Yoksa kesemeden mi çöpe atacağız? Bilemiyorum. Nereden aklıma geldi papaya. Onu zaten otobüsün rafında bıraktığımız için unutmuştuk.

Son iki gün. Bir de şu rehber işi hal olsa. Soruyorlar bugün program ne diye. “Göreceksiniz muhteşem bir gün geçireceğiz” diyorum sırıtıyorum. Onlarda teşekkür ediyor.

Resepsiyonda Donald’ı telefon başında yakaladım. “Ne oldu?” diye sordum. Anlatmaya başladı. Sabah erken gelmiş. O arkadaşını telefonda bulmuş. O da çok iyi bir rehber göndereceğim saat sekizde orada olur demiş. Saat 8.30 ve dokuzda iki kere daha aramış. Şimdi gelecek demişler..... falan filan. Donald’ta laf çok. Yok, sabah aradıklarını bulmuş ta onlarda hemen bir rehber bulmuşlarda on dakika içinde orada demişler de aradan bir saat geçmiş ama gelmemiş te aslında bugün bütün seyahat acentelerinin toplantısı varmış ta senede bir Leon’da yapılan toplantı bugünmüş te, onun için yetkilileri bulmak zormuş ta anlatıp duruyor. Ronald ve Manuel valizleri otobüse yüklüyorlar. Bizim hemen birisini bulmamız lazım. Resepsiyondaki delikanlıya teklif ediyorum. Memnuniyetle kabul ediyor. Seviniyorum. Hemen bir kenara geçip programı konuşalım diyorum. Adı Alejandro imiş.

“Bak Alejandro. Bizim burada iki günümüz var. Bugün ve yarın. Nasıl bir program yapalım? Nereleri görelim?”

188

Page 189: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Yüzüme aptal aptal bakıyor. “Benim İngilizcem o kadar iyi değil!”

Hay Allah. Neyse Donald “Ben tercüme ederim” diyor. Tercüme ediyor. Ben tekrar soruyorum nasıl bir program yapalım diye.

“ Sinyor nasıl isterseniz nereye isterseniz ben sizi götürürüm” deyince cinler tepeme çıkıyor.

Konuşmayı şak diye kesiyorum. “Tamam. Teşekkür ederim “ deyip ayağa kalkıp sinirimden iki tur atıyorum. Gene nereye istersen diyorlar. Alerji kaptım bu laftan. Bu rehberlerden zaten iki tane var başımda. Bir üçüncüsüne tahammülüm yok. Nereye gideceğimi bilsem size sorar mıyım? Dostlarımız poz poz resim çekiyorlar salondaki tabloların önünde. Kendi odamı verdiğim Gülsen’lere soruyorum “Nasıldı odanız? Rahat uyudunuz mu?” diye. “Berbattı” cevabı moralimi daha da bozuyor. Onların önünde gürültü saat 6 da başlamış. Kenarda bir odada kalan Sayhan ve Saadet’ten başka mutlu olan da yok.

Benim derdim şimdi rehber bulmada. Donald “Ben yine o arkadaşıma telefon edip bize göndereceği rehberin nerede olduğunu sorayım “ deyince istemeden ona da kaba davranıyorum. “Hadi gidelim “ diyorum. “Leon’un şehir merkezini bulabilir misin?”

“ Tabi bulurum”

“Orada grup şehrin meydanını gezerken seninle bir turizm acentesine gider rehber ararız”

Başka çare yok. Yine grup hazır ve biz ortadayız. Son iki gün. Yarından sonra her şey bitmiş olacak. Yani buradaki günlerimiz bitecek. O zamanki derdimiz ABD vizesi olmayan 4 kişinin durumu. Onlarla uğraşacağız. Ama hiç olmazsa bugün ne yapacağız? Yarın ne yapacağız? Derdi bitecek. Son iki gün be, son iki gün. Bir kere de işler rast gitse ne olurdu Tanrım? Yetmedi mi bu ite kaka sinir içinde programı yürütmeye çalışmak.

Tam o sırada, ama tam o sırada resepsiyona sonradan 27 yaşında olduğunu öğrendiğim yakışıklı ince uzun zarif bir delikanlı girdi. Gülen yüzü ve pırıl pırıl İngilizcesi ile “Sizin beklediğiniz rehber benim” dedi. “Biraz geç kaldım ama kusura bakmayın iki gün sizinle beraber olacağım için işleri ayarlamam gerekti. Şimdi hazırım”

“Adın ne senin?”

“Javier” Türkçe’deki hayvar gibi okunduğu için herkesin ezberlemesi kolay.

“Bak Javier. Bizim iki günümüz var. Üçüncü gün yani yarından sonra Managua’dan saat 12.30 da Miami’ye uçarak buradan ayrılacağız. Bu iki günde nasıl bir program yaparsın? Nereleri görelim? “

189

Page 190: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Ah ne yazık” diyor Javier. “Ne yazık. Bu muhteşem ülkede yalnızca iki gününüz var. O zaman hemen yola çıkalım. Göreceğiniz o kadar çok şey var ki. Bu iki gün hayatınızın en muhteşem iki günü olacak.”

Ne kulaklarıma ne de gözlerime inanıyorum. Hayal olmalı bu. Nihal’e lütfen bana bir çimdik at diyorum. Atıyor gerçekten. Canım acıdığına göre rüya değil bu. Olmaz öyle şey. Acaba bir de tokat atmasını mı istesem ne? Tam zamanında gelmiş pırıl pırıl bir rehber delikanlı,. Nereye isteseniz oraya gidelim değil de sizi nereye götüreceğimi ben bilirim ve siz hayatınızın en güzel iki gününüzü yaşayacaksınız diyor. Dediklerini kendi kendime tekrar ediyorum çünkü gerçekten inanamıyorum. Gülecek miydi bu kader son iki günde bana?. Donald ilk defa muazzam bir iş becermişti. Aferin Donald’a. Döndüm baktım. Donald mutlu bir şekilde gülümsüyordu. Karşılaştığım andan bu ana kadar Donald’ı sevimli bulacağım aklımın ucundan geçmemişti. Çok sevimli imiş kerata meğer.

Evet, işte nihayet büyük bir heyecan ve güven içinde “ Hadi otobüse hareket ediyoruz. “ komutunu veriyorum.

Javier bir yere telefon ederken Betül ve Bengi hayran hayran bakıyorlar . Bizim bekarları Yarış ve Bahadır’da hiç hayat yoktu. İlk rehberlerde fos çıktı. Ama bu yakışıklı ortamın havasını değiştirdi birdenbire.

Hesabı ödemek için visa kartımı veriyorum. Vakıfbank kartını . Gene çekmeyecek . Gene aynı sahneleri oynayacağız diye hazırlıyorum kendimi. O sırada yan tarafta yine Şalom Şalom muhabbetleri. Donald hemen bu otelin sahibi ile de muhabbeti kurmuş. Onlarda Almanya’dan kaçan Yahudilerdenmiş. Ben Nihal’i çağırayım da nakitleri hazırlasın çünkü şimdi lazım olacak diye düşünürken resepsiyondaki Alejandro slipi uzatıyor. “İmzalar mısınız lütfen?” Aman ne güzel. Visada bir sorun yok. Nakitleri bir başka olay için saklayabilirim. Amma güzel ve akkın gidiyor bu sabah böyle. Visa bile geçti.

Arkamdan “Dün gece yarım saat internete girmiştiniz onun hesabını ödemediniz” diye seslenen memuru patron susturuyor. Memur özür diliyor. Hep beraber otobüse biniyoruz.

Artık Javier’i buldum ya hemen kabaca programı yapalım istiyorum sonra yavaş yavaş bilgi almaya başlarız. Javier ile her şey çok kolay çünkü ne olduğunu ve ne yapacağını biliyor.

“Önce” diyor “Sizleri yanardağa götüreceğim. Burada kaynayan çamurları göreceksiniz. Sonra öğle zamanı gelecek. Bu zamanda Leon’un içi çok sıcak olur ve her yer kapalıdır. Onun için sizleri Büyük Okyanus sahiline götüreceğim.”

Hemen verdiğim yemek sözü geliyor aklıma “Orada balık lokantası var mı? Güzel bir öğle yemeği yiyebilir miyiz?”

“Tabii. Tam okyanus kıyısında çok güzel bir balıkçı lokantası var. Şimdi sezonu değil ama umarım hepinize yetecek balık vardır. Yemekten sonra Leon’u gezelim. Akşamına Managua’ya varırız.

190

Page 191: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Ya yarın?”

“Yarın size çok güzel bir program yaparım. Yalnız erken kalkmamız lazım daha çok yeri görmemiz için. “

Tamam. İşte tam benim istediğim gibi. Ben Donald’la da ilk karşılaştığımda böyle diyecek sanmıştım. O kadar gün dokuz doğurduktan sonra son iki günüm çok güzel geçecek diye seviniyorum. Benim çilemin bitmediğini nereden bilebilirim.

İlk durağımız olan Momotombo Volkanının eteklerine doğru giderken Javier anlatıyor ben çeviriyorum herkes ilgi ile dinliyor.

“Önce biraz Nikaragua ile ilgili genel bilgi vereyim “ diye başlıyor anlatmaya Javier. “Nikaragua 130.000 km kare yüzölçümü ile Orta Amerika’nın en büyük ülkesi. Ama nüfusu yalnızca beş milyon. Her iki okyanusa da sahili var.” Zaten Orta Amerika’da Belize ve El Salvador dışındaki bütün devletlerinin iki okyanusa sahili var.

“Burada MÖ 6.000 yıllarına ait olduğu hesaplanan ilk insan izine şimdiki Managua çevresinde rastlanıyor. İspanyollar gelmeden burada Ramas, Sumos yerlileri Karayip denizi kıyılarında, Chorotega ve Nikarao’lar ise göl ile sahil arasında yaşarlardı. İspanyollar bu kabilenin aynı adlı reisinden esinlenerek bu ülkeye Nikaragua dediler. Direnişle karşılaşmadıkları ve hatta gönüllü Hıristiyan oldukları için burada Meksika’da olduğu gibi büyük katliamlar yaşanmadı. Bu günkü Managua çevresinde yaşayan yerliler direnç gösterdiler. İspanyollar burasını harap ettiler ve sonra 300 yıl kendi haline bıraktılar. İspanyol Fernandez de Cordoba eski yerleşim yerlerinin üzerine önce Granada’da ve hemen sonra Leon’da 1524 te iki şehir kurdu. İspanya’dan bağımsız devlet kurma isteği dolayısıyla idam edilen Cordoba’nın adı bugün Nikaragua para biriminin adıdır..”

“1857 ye kadar başşehir olan Leon’un ilk kurulma yeri Momotombo volkanının etekleri. Fakat 1610 depremi Leon’u yerle bir etti. Orası terk edilerek, yeni Leon eskisine 30 km uzaklıkta buraya kuruldu. Sonra bu terkedilmiş eski şehir, Momotombo faaliyete geçip lavlarla örtünce kayboldu. Yeri 1967’de başlayan arkeolojik kazılar ile şimdi tekrar gün ışığına çıkarılmaya çalışılan eski Leon’da bulunan en önemli bulgu isyan ettiği için başı kesilerek öldürülen Cordoba’nın iskeleti olmuştur.”

“İşte şu karşıda gördüğünüz muhteşem volkan Momotombo” Javier gösteriyor. Grubumuz saat 9 istikametinde diye tamamlıyorlar ve biraz da benimle dalga geçiyorlar. Bu saat söyleme üzerine benim Güney Afrika’daki safari maceramı onlara daha önce anlatmıştım.

Yıl 1986. Güney Afrika’daki Kynsna Rotary Kulubü bir Rotary Dostluk Turu organize etmiş. Türkiye’den 3 rotary ailesine kontenjan ayırmış. Kur’a çekiminde benim ismim çıktığı için katılma şansı elde etmişim. Daha o sıralar Güney Afrika Cumhuriyetinde siyahlar haklarına kavuşmamış. Irk ayırımcılığı son derece kuvvetli. Akşam oldu mu zenciler otobüslerle şehri terk etmek zorundalar. Ancak ailelerin yanında hizmetçilik yapanlar yönetimden izinli olarak şehirde geceleyebiliyorlar. Bir zencinin bir beyaz ile yan yana görülmesi yasak. Zenciler içinde dünya güzeli kadınlar var. Ama beyazların onlarla birlikte olması kanunen yasak. Burada da zor oyunu bozmuş. Her şey elinde

191

Page 192: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

olan beyazlar Johannesburg şehrine yakın bir yerde bir bölgeyi Baputatswana diye ayırıp burası G.Afrika toprağı değil zencilere ait bir yer, bizden bağımsız bir cumhuriyet demişler. Hatta parlamento kurdurup cumhurbaşkanı bile seçtirmişler. Çölün ortasındaki bu yere su getirip elektrik getirip Las Vegas benzeri muhteşem oteller ve kumarhaneler inşa ettirmişler. Adına da Sun City demişler. Oteller muazzam. Sanki bir rüya yeri. Hatta Paris’in meşhur Foli Berger Gece Kulübü ile anlaşmışlar. Bir extravaganza show dört ay Paris’te sonra dört ay Las Vegas’ta Ceasar Otelinde ve dört ay da Sun City’de sahne alıyor. Öyle muazzam bir yer. Burası ayrı topraklar olduğu için tabii burada fuhuş serbest. Tahmin edebileceğiniz gibi fuhuş yapan kadınların büyük çoğunluğu zenci. Günün 24 saati buraya gelen beyazlar tam bir cennet hayatı yaşıyorlardı. Bugün Sun City gene popüler bir yer ama şu anda Güney Afrika Cumhuriyeti sınırlarında ve bir tatil ve kumarhaneler beldesi olarak turizmde yerini koruyor. Bir tanesi Baputatswana olan dört zenci cumhuriyeti hiçbir zaman diğer ülkelerce tanınmadı ve en sonunda Mandela’nın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra hükümet bu toprakların da G. Afrika Cumhuriyeti sınırları içinde olduğunu kabul etti. Son gittiğimizde yalnızca bir köşede Durban’dan Port Elizabeth’e giderken eski dört zenci cumhuriyetinden biri olan “Transkei Cumhuriyetine Hoş geldiniz” levhasının resmini tam çürümeden çekme şansını yakaladık.

İşte bu sosyal yapıda iken safari yapmak, özellikle aslan görmek için Kruger Milli Parkına götürmüşlerdi bizi. Bu benim ilk safariye çıkışımdı. Çok heyecanlı idim. Boer kökenli olan şoförümüz ve aynı zamanda rehberimiz olan Reiner safari sırasında İngilizce bir şeyler söylüyor ve ben de onu anlamaya çalışıyordu. “Giraffes are at three o’clock” Yani saat 3 te zürafalar. Cümlesi herhalde buraya su içmeye gelecekler diye bitecek tahmininde bulunuyorum. Biraz sonra “İmpalas at 4 o’clock.” Hemen anlıyorum artık saat dörtte de ceylanlar görülebilir. Bu böyle devam ederken unutmayım diye not almaya çalışıyorum. Saat dört te ceylanlar, saat üç te zürafalar, saat dört buçukta akbabalar .... gibi. Ama bunda bir yanlışlık olduğunu hissediyorum çünkü benden başka bunu böyle anlayan yok. Sormaya da utanıyorum. Rainer bu sefer “saat dokuzda zürafalar “ deyince herkesin otobüsün sol tarafından bakmaya çalışıp “Üç tane” “yok dört tane” “Bir de yavru var” deyince not almayı bırakıp ben de sola baktığımda çok şirin bir zürafa sürüsü gördüm. Ve biraz sonra anladım ki bir nokta belirtmek için otobüsü saat gibi ele alıyorlar. Tam ön taraf saat 12 yi tam arka taraf saat altıyı gösterdiğini düşünürseniz saat dokuz deyince herkesin neden sol tarafa baktığı anlaşılıyordu. Kimse çakmamış ama ben çok kızarmış ve kendi kendime mahcup olmuştum.

Bu hikayemi bilen grubumuz “İşte saat dokuz gibi” diyerek yanardağı gösteriyorlar.Bir yandan da bana bakıp gülümsüyorlar. Ben de katılıyorum onlara. Momotombo diye gerçekten çok muntazam bir konik şekle sahip, 1280 metre yüksekliğinde güzel bir dağ. Bu volkanın kaydının tutulmaya başladığı 16.yüzyıldan bu güne kadar ondört kere lavların fışkırdığı tespit edilmiştir. 2000 yılında 95 senelik suskunluğunu yüzlerce titreme ile bozmuş ve yakında tekrar patlayacağının sinyallerini vermiştir.

Nikaragua bir volkanlar ülkesi. Aslında bütün Orta Amerika öyle ama bu bölgede volkanlar daha da fazla. Büyük çoğunluğu aktif. Şimdi gitmekte olduğumuz Momotombo Volkanının 98 senedir suskun oluşunun sebebi sağından ve solundan hava kaçırması. Bu kanallardan havasını boşaltan volkan, patlamadan bu güne gelmiştir. Güney yamaçlarındaki kanallarından çıkan muazzam buhardan elektrik

192

Page 193: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

enerjisi elde edilmektedir. Ülkenin tüm enerji ihtiyacının üçte biri bu santralden elde edilmektedir.

Biz kuzey tarafına doğru gidiyoruz. Bu arada büyük tarlaları göstererek anlatıyor Javier “ Yıllar yılı ülkenin en büyük tarımsal geliri pamuk üretimindendi. Burası pamuk deposu idi. Ama 10 sene kadar önce pamuğa bir hastalık, bir tür mantar bulaştı. Bunlarla mücadele etmek için zehirli kimyasal madde kullanıldı. Ama bu madde buradaki toprakları öyle etkiledi ki şimdi artık pamuk ta yetişmiyor. Üstelik pamuk zararlısı da ortadan kalkmadı. Toprak toparlanmadan bir de Mitch fırtınası eklendi buna.”

Hah, yine karşımıza çıktı işte bizim meşhur Mitch Kasırgası. Hemen hatırlıyoruz. Saatte 300 km nin üstünde esen Mitch kasırgası, ayni zamanda sellere de neden

olmuştu. Nikaragua’daki Casita Volkanının krater gölü, Mitch’in getirdiği sularla ağzına kadar dolmuş ve şiddetli rüzgarın etkisi ile dağın bir duvarı çatlayarak , sular çamurlarla beraber ovaya yayılmıştı. Çamur seli buradaki yerleşim yerlerine ölüm getirmiş, çamurlar 16 km ye 8 km lik bir alanda metrelerce derinliğe ulaşmış. Yalnızca burada 5 köy yok olmuş ve 2000 kişi hayatını kaybetmiş. Toplam olarak Mitch arkasında 4000 ölü , 7000 kayıp, 800.000 evsiz insan ve 1 milyar

dolarlık hasar bırakmıştı. 8 Kasımda yani Mitch geçtikten birkaç gün sonra Coco Nehrinin kıyısındaki 1000 kişilik bir köyün sel felaketine uğradığı ve insanların kurtarılmayı beklediği haberi gelmiş. Ertesi gün gelen yardım tamamen yok olan köy halkının 500 ünün cesetlerini kilometrelerce aşağıda, diğer 500 adedini ise okyanusta bulabildi. Kahve plantasyonlarının %30 u, muz, fasulye ve şeker kamışı tarlalarının çok büyük kısmı harap olmuştu.

5 -10 haneli bir köyün sokağında duruyoruz. Burası kaynayan çamurların olduğu yer. Otobüsten inmeden önce Javier uyarıda bulunuyor: “Lütfen beraber sıra ile yürüyelim. Yalnızca çocukları takip edelim. Yalnızca çocukların bastığı yere basalım. Çok dikkatli olalım.” İkazlarının tam anladığımız söylenemez. Ne demek yalnızca çocukların bastığı

yere basın. İnince göreceğiz. Topluca iniyoruz. İndiğimiz yer bu 10 haneli köyün tek sokağı. Tam 12 istikametinde yanardağı net bir şekilde görüyoruz. Önümüzde hemen birçok çocuk belirdi. Lisan bilmedikleri için en öndeki 13 yaşlarında çocukların lideri olduğu belli olan çok sevimli bir yerli kız “Arkamdan gelin” kabilinden bir işaret yaptıktan sonra toprak yolda volkana doğru yürümeye başladı. Köyün evleri bitince

193

Page 194: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

şöyle 2000 metre karelik bir alanda yerden en az 15 yerden buharların çıktığını gördük. Her taraf toprak rengi ama bazı bölgeler kırmızımtırak, bazı bölgelerde ise sanki beyaz tüfler oluşmuş.

Bir anda etrafımızda 6-7 çocuk daha belirdi. Önde giden kızımız arada bir dönüp bizi gözetliyor. Bir ara büyük bir çığlık attı ve İspanyolca bir şeyler bağırdı. Telaşla Javier İngilizce arkasından ben Türkçe bağırdık “ Aman Huri Dikkat et. Sakın yoldan ayrılma.” Huri fotoğraf çekmek için uygun bir yer aramak amacıyla sağ tarafa doğru

yürümüş. “Çok tehlikeli “ diye bağırıyor küçük kız. Neyse o da tekrar yürüdüğümüz yola girdi. Devam ediyoruz. Burada çocuklar yalınayak yürüdükleri için yer altından ısıyı hissediyorlar.Toplam 200 metre kadar yürüdük ve durduk. Muhteşem bir doğa olayı ile karşı karşıyayız. Her tarafta toprak kaynıyor. Volkanın yan taraflarında kendine yol bulan, kanal açan sıcak hava ve mağmadan gelen çeşitli mineraller 600 ile 1000 derece arasında bir ısıyla yeryüzüne çıkıyor. Çıktığı yerde topraklar fıkır fıkır kaynıyor. Çok dikkatli olmamız gerekiyor

Anlatıyorlar. Burada fotoğraf çektirmek isteyen bir Japon turist dengesini kaybederek kaynayan çamurlara düşmüş ve kurtaramamışlar.

Gerek yer üstündeki, gerekse yer altından gelen madenlere göre kaynayan çamurların hepsi ayrı özelliklere sahip. Çocuklar buradan çamurları toplayıp bir torba içinde satıyorlar. Her birinin neye iyi geldiğini biliyorlar. Bir çamur grubu yüzdeki sivilcelere, diğeri kırışıklıklara, bir diğeri ise bir başka cilt hastalığına iyi geliyormuş. Bizim genç kızlığa yeni adım atan yerli rehberimiz bu arada eline aldığı bir çamura şekil vermeye çalışıyor. Sonra ondan mumluk yapmış olacak ve 1 dolara bize satmaya çalışacak.

O sırada bir başka köşede kaynayan saf su görüyor Sevnur hanım. 1 metrelik bir çukur içinde 50cm kadar yüksekliğe fışkıran su çok etkileyici.

Bazı bölgelerde artık buhar çıkmıyor. Nedenini soruyoruz. Alttan gelen hava kanalları yer değiştiriyormuş. “Şu yandaki daha 2 ay önce belirdi. Şurada geçen sene kıpkırmızı kaynayan çamurlar vardı” diyor küçük kız. Sonra uzun uzun bir şey anlatıyor Javier’e. O gittikçe artan bir şaşkınlıkla dinliyor. Biz de merak ediyoruz. Sonra bize çeviriyor. 2 hafta önce şu yukarıdaki köy evlerinin birinin içinde yatak odasında önce ufak ufak buhar gelmiş ve sonra taban kaynamaya başlamış. Tabi ev cehennemi sıcak içinde imiş. Bahçeye başka oda yapmışlar. O odadan çıkan çamurlarla yaptıkları mumluk ..vs gibi hediyelik eşyaları satıyorlarmış. Yani gelecek sene buraya gelsek bu kaynakları bambaşka yerden fışkırıyor bulacağız demek.

194

Page 195: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Evlerin de hiç güveni yok. Buhar hızla gelirse ne olacağını düşünmek bile ürkütüyor insanı.

Artık dönme zamanı. Bu şahane doğa olayını oluşumu ile baş başa bırakarak yavaş

yavaş otobüsümüze dönüyoruz. Köyün dar sokağında bizi başka bir sürpriz bekliyor. Köyün kadınları ve çocukları çamurda yaptıkları toprak hatıra eşyalarını almamız için adeta yalvarıyorlar. Küçük toprak madalyonlar, topraktan yapılmış maya mask taklitleri vb. gibi. Hepsinden birer ikişer almaya dikkat ederek satın alıyoruz. Hem onlara yardın etmiş olmak hem de bu dünyanın çok ilginç köşesinden çok doğal çok sade birer hatıra götürmek istiyoruz. Bu köy çok fakir. Köylüler çok fakir. Doğa onlara hiç cömert değil. Kırk yılda bir gelecek turist otobüsünü bekliyorlar bir iki dolar kazanma umudu ile.

Küçük rehber kızımız o mahzun ifade ile uğurluyor bizi. Aldığı bahşişe çok seviniyor. Ya anne babasına verecek bir lokma ekmek için veya saklayacak ileride kendisine güvence olsun diye. Uzun süre el sallıyor arkamızdan.

Otobüsümüz tam hareket etmişken Javier Manuel’den durmasını rica ediyor. Bahçedeki bir ağacı tanıtmak istiyor. Boyu, dalları ve yaprakları sanki badem ağacı gibi. Ama üstündeki meyvesi yuvarlak. Bazıları şeftali boyunda bazıları büyük greyfurt boyunda. Bazıları daha da büyük.

“Bu ağacın adı Çiçaro” diyor Javier. “Bu çok değerli bir ağaçtır yerliler için. Bunun meyvesinin çapı 20-25 cm. ye kadar çıkabilir. Küçük bir futbol topu gibi. Bunun içindeki sıvı çok lezzetli ve ferahlatıcı bir içecektir. Tanrı bu içeceği insanoğluna kabuğu ile vermiştir. Kabuğu gördüğünüz gibi çok serttir.” Dışarıdaki bir ağaçtan çabucak kopardığı bir gülle büyüklüğündeki Çiçaro’ya vuruyor tak tak Elden ele geçirip bakıyoruz. Gerçekten çok sert.

“Bunun küçük boyu kesilerek su bardağı , bu boyu kesilerek çorba kasesi yapılır.Bir de böyle boyuna kesilerek. Kaşık elde edilir. Bu kaşıkla çorba içmenin yemek yemenin lezzeti çok başkadır.”

“Nereden satın alabiliriz bu kaşıkları, bardakları?”

“”Bardakları bulamazsınız ama kaşıkları yarın gideceğimiz Masaya Artisanal Markette bulabilirsiniz” diyor. Bir şey daha öğreniyoruz.

Javier biyolog. Tabiata çok meraklı zaten onun üzerine tahsil yapmış. Onun için bizi Nikaragua’nın başka hiçbir yerde bulunmayan doğal zenginlikleri ile tanıştırmak istiyor.

195

Page 196: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bu gülle boyutundaki Çiçaro’yu Türkiye’ye götürmeye kararlıyım. Bulabilirsek kaşıklarını da alacağız.

Ertesi gün bana nelere mal olacağını bilmediğim bir hareketi yaptım ve elimdeki bu çiçaro’yo şoförün arkasındaki birinci sıra koltuğun üstündeki rafa yerleştirdim. Bu işte birçok olayların ilk adımı oldu. Nereden bilebilirim ki!. Sonraki olayları daha iyi kavramanız için konuyu biraz daha açayım ve size otobüsteki oturma düzeninden bahsedeyim.

Her gün herkes yanında eşi ile birlikte bir sıra öne geliyor. Şoförün arkasındaki sıra taa şoföre kadar, benim

bulunduğum kapı tarafı ilk sıraya kadar her gün bir öne kaymak suretiyle oturuyorlar. Ben ve Nihal devamlı en ön sırada oturuyoruz.Çünkü mikrofonun kablosu çok kısa. Javier benim önümde, şoför ile kapı arasında ayakta yüzü yolculara dönük anlatıyor, ben de kısa kordonlu mikrofondan tercüme yapıyorum. Onun için benim yerim sabit. O gün tam benim hizama yani benim soluma ana-kız (Betül ile kızı Bengi) geldi. Onların hep tam arkasında Bahadır ile Yarış yani grubun iki bekarı var.

Benim başımın üstündeki rafta şoför ve rehberlerin eşyaları olduğu için ben elimdeki şahsi eşyalarımı yandaki rafa koyuyorum. Hatta hala kesemediğim büyük papayam orada kuzu gibi yatıyor. Her ihtimale karşı yaptığımız yemek çıkını ile odaya taşımadığım bir iki paketim de orada. Çiçaromu güzelce o rafa yani Betül hanımın başının üstündeki rafa paketlerimin arasına sıkıca yerleştiriyorum. Hiçbir şey düşünmeden saf saf. Keşke yerleştirmez olaydım. Otobüs hareket edip biraz yol aldıktan sonra ben tam Javier’in anlattıklarını çevirmeye çalışırken;

“Atila bey. Alın onu oradan alın çabuk. Kafama düşecek” diye çok tiz bir sesten bağırıyor Betül. Gözleri korku ile irileşmiş bir tarzda.

“Tamam. Hemen . O katiyen düşmez ama alayım“ diyorum.

Ek bir açıklama getiriyor Betül “Biliyorsun ben evhamlı insanım . O orada iken katiyen burada oturamam. İsterseniz ben onu sizin için kucağımda taşıyayım ama ne olur alın onu oradan”

Betül haklı. Rahatsız olabilir. Hemen alıyor ve aşağıya indirirken, o sırada tam arkalarında oturan ve konuştukları bir şeye gülen iki gence dönerek bağırıyor ”Ne gülüyorsunuz? Gülünecek bir şey mi var?” Arkadan cevap yok.

Ben tercümeye devam etmek için Javier’e nerede kalmıştık diyorum. Konunun nerelere geleceğini bilmeden. Javier’de anlatıyor

“Bağımsızlığını 1821 de aldı Nikaragua. Meksika ile bir bütün olarak. Sonra Meksika’dan ayrılarak Orta Amerika birliğini kurdular. 1838 de bu birliğin dağılması ile tam bağımsız oldu. Leon yine başkentti. Leon hep liberallerin, Granada’da muhafazakarların şehri olmuştur. Leon üniversite şehri. Granada ticaret erbabının şehri. Bu hala böyledir. En büyük iki partinin merkezidir iki şehir. 1838 den sonrada çekişme devam etti.” Diye anlatmaya devam ediyor Javier.

196

Page 197: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“İspanya devreden çıkınca İngiltere Karayip sahillerini işgal etti. Nikaragua gölünün deniz bağlantısı olan ve Costa Rica ile aralarında sınır olan San Juan del Norte şehrini işgal edip adını Greytown’a çevirdiler. Her iki ülke de iki okyanus arasına kanal yapmak istiyorlardı. Bu sırada Leon’lular Granada’ya üstünlük sağlamak için Amerikalı Wiliam Walker’i davet ettiler.”

Bizim Amerikalı deli maceraperest çıktı yine karşımıza. Doğru ya onu Leon'lular çağırmıştı. Honduras’ta yakalanıp öldürülmüştü hani. Galiba şimdi biraz daha bilgi alacağız bu adam hakkında.

“1853’te Meksika’nın bir bölümünü işgal edip orada bağımsız devlet kuran Walker Neon’luların ilgisini çeker ve kendisini Nikaragua’ya çağırırlar. 56 adamı ile gelir. Liberallerle birlikte Granada’ya hücum eder. Onları yener ve kendini Başkan seçtirir. ABD yeni başkan ve hükümeti derhal tanır. İlk icraatları İngilizce’yi resmi dil yapmak, köleliği tekrar getirmek, ABD den borç alarak karşılığında Nikaragua topraklarını rehin vermek ve en büyük ABD firması Vanderbilt’in mallarına el koymak oldu. Vanderbilt’in maddi desteği ile , bütün Orta Amerika ülkeleri benim olmalıdır diyen William Walker sürüldü ve sığındığı ABD deniz kuvvetleri onu ABD’ye geri götürdü. 1860 ta tekrar kaçıp geldi.Honduras’ta faaliyet gösterirken İngilizlerce yakalandı. Honduraslılara teslim edildi ve kurşuna dizildi. “

“William Walker’ı davet eden Leonlular bu başarısızlıktan sonra yönetimi 1857 de Granada’lılara kaptırdılar. Onların ilk işi Granada’yı başşehir yapmak oldu. Ama çıkan büyük anlaşmazlık sonunda iki şehrin tam ortasında ve aynı mesafede bir balıkçı kasabası olan Managua’da anlaştılar. O gün bu gün Managua Nikaragua’nın başşehridir. Bu macera Leon’luların Başşehirli olmak onurunu kaybetmelerine sebep oldu.”

İngilizler aynen Honduras’ta olduğu gibi Karayip sahillerini bir süre ellerinde tuttular. Buraların da tamamen kayıtsız şartsız Nikaragua oluşu için 1890 senelerini beklemek gerekti.”

Neler oluyor dünyanın öbür ucunda. Biz Osmanlılar devamlı toprak kaybedip bu kaybettiğimiz topraklarda yeni cumhuriyetler kurulurken İspanya’dan kopanlardan da 19. yüzyılda birçok yeni ülke dünya tarihine katıldı. Avrupalı istilacılardan Afrikalıların kurtulması için 20. asrın ikinci yarısını beklemek gerekecekti.

Ben bunları anlatırken anlıyorum ki, bu bizim çiçaro’nun olayı bitmemiş. Betül hala tam yatışmamış. Arkadan kendi yaygarasının gençlerin komiğine gittiğini ve alay ettiklerini düşünmekten kendini alamayıp arkasını dönüp söyleniyor. “ Ne terbiyesiz insanlarsınız siz? Ne vardı benimle alay edecek?”

Çocuklar şaşkın. Bahadır “Ben gülmedim. Zaten biz sizle ilgilenmiyorduk” diyor ama nafile. Yarış’a da çıkışıyor. Yarış’ta şaşkın. “Biz size gülmedik. Ne olduğunu anlamadık” dese de hükmü yok. “Bir de inkar edip yalan söylüyorlar” deyip önüne dönüyor ama sanki bu burada bitmeyecek gibi.

Öğle yemeği için Büyük Okyanus sahillerine yaklaşıyoruz. Onun için şu tarih dersine biraz ara veriyoruz. Leon’un yirmi km uzağında iki plaj şehri var. Poneloya ve Las

197

Page 198: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Penitas. Beş kmlik plajların birer ucunda iki yerleşim yeri. İkisinde de lokantalar varmış. İkisine de bakalım dedik. Sağ tarafta en uçtaki Las Penitas’ı beğenmedik. Otobüsten inmeden öbürüne gidelim dedik. Yolda Javier, sol taraftaki karides üretme çiftliklerini gösterdi. Kocaman bir tesis. Burası karides çiftliği imiş ve tamamen ihracat amaçlı çalışıyormuş. Bizde çipura ve lüfer, Norveç’te salmon çiftliklerini görmüştüm ama karides çiftliğini ilk defa duyuyordum.

Poneloya plajlarındaki Suyapa Beach Oteli tam okyanus kıyısında. İki katlı şirin otelin içine girip yemyeşil bahçesinden denize doğru geldin mi, deniz kıyısındaki terası lokantası, bir de şirin barı karşılıyor gelenleri. Kumsalın genişliği 25 metre kadar. Dev pelikan kuşları dalgaları izleyerek yemlerini arıyorlar. Keskin gözleri ile avlarını gördüler mi bir dalış yapıp karınlarını doyuruyorlar. Sahil binlerce deniz kabuğu ile dolu. Herkes bu güzellik karşısında dağıttı kendini

Şişman bir yetkili muhtemelen bu bölümün işletmecisi ile balık pazarlığı yapıyorum. Girip içeriye balıklara bakmak istiyoruz. “Olmaz” diyor “ben getirtip size gösteririm.” Getirttiği balık çok güzel. Dev gibi. Peten gölünde yediklerimizden daha büyük. Bir balık iki kişiye bol bol. Yanına herkese pilav, patates kızartma, muz kızartma ve salata verecek. 15 balığı da varmış Bitti bu iş. Fiyatı da çok komik. Hemen siparişleri verip hayatlarından günlerdir ilk defa pek memnun olan dostlarımıza “ Size dün söz verdiğim gibi bugün balık ziyafetimiz Dolphin Turdan. Karidesler ve biralar ekstra” diyorum ve büyük bir alkış alıyorum.

Mürşit beye bakıyorum ne yapacak diye. Dün “Ben o adamın vereceği yemeği yemem” demişti. Yok şükürler olsun bir problem çıkartmıyor. Yanına bolca karideste söylüyor hatta yine kendi masalarında yememiz için ısrar ediyor sağ olsun.

Ben sıra beklerken karideslerin tamamı ısmarlanmış. Lokantacının stoku tükeniverdi. Bende iki bira alıp balıkları beklerken Nihal ile keyif yapayım diyorum. İki Corona alıp Nihal’i arıyorum. Taa uzakta üzerinde bir haç olan adacığın karşısına gitmiş kıyıda oturuyor. Ben de ayakkabılarımı çıkarıp kum üstünde yana zıplaya yanına koşuyorum. Önce yanmış tabanlarımı denizde bir serinletip sahildeki bir kayanın üzerinde “Şerefe” yapıyoruz. Bir üniversiteli genç burada ders çalışırken gelen ani dalga alıp götürmüş onu. Bu sahilde o kadar ters akıntılar varmış ki siz bu denizin böyle kaymak gibi olduğuna bakmayın bilmeyen anında kaybolur diyorlar.Üç ayrı akıntı çarpışırmış burada.

Yine pelikanları izliyoruz. Hayat birden ne güzelleşti. İşte şimdi herkes memnun. Uçağımıza yetişmek diye bir stresimiz yok. Javier bizi çok güzel yerlere götürüyor. Bir de bu son iki gecemizi geçireceğimiz otelimizi bulsak ve orada kredi kartım geçse, işte bu kadar. Hay Allah unutmuşum bir de 4 kişinin Amerika vizesi problemi var ama şimdi onu dert etmenin zamanı değil. “Haydi Şerefe. Bitiriyoruz bu işi Nihal’im” diyorum ve kırarcasına vuruyoruz şişeleri birbirine. Dalıp gidiyoruz güzelliklere ta ki Nurşan’ın “Gelin hadi balıklar geldi “diye çağırmasına kadar.

Herkes pek keyifli. Günlerden sonra ilk defa çabuk olalım demeden, geç kalıyoruz endişesi olmadan rahat rahat bir yemek yemiş ve biralarımızı içmişiz. Ufak ufak şarkı söyleyen masalar bile var. Artık herhalde bir sorunu yoktur dediğim Bülent Güzeliş’in hatırını soruyorum. “Olmaz kardeşim “ diye gene sinirli sinirli cevap veriyor. “Olmaz.

198

Page 199: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bu balık böyle pişirilmez. Tamam bir balık iki kişiye ama birine kafası birine kuyruğu düştü. Nasıl bölüşeceğiz? Hem de bu kadar çok pişmez ki bu balık.” Bir dahaki sefere balığı fileto çıkartacağıma söz verip hemen uzaklaşıyorum yanından. Keyfimi bozmaya niyetim yok.

Otobüse binme zamanımız gelince yine tuvaletlere toplu çıkartma yapıyoruz. Yine tek kabin. Yine kuyruk. Sayhan üst katta açık bir odada işini halletmiş. Ben de ikinci kattaki odaya gidiyorum. Oda tamamen okyanusa hakim. Dalgaların sesini dinlersin bütün gece. Gündüz de balık ve deniz keyfi. Kalmalıydık burada bir iki gün. Eğer bir daha buralara gelirsek burada birkaç gün geçirmeye söz veriyorum kendime. Ne çok sözüm var bu dünyada kendime. Söz verdiğim günleri toplasam bu ömür yetmeyecek bana.

Şimdi istikamet Leon şehri. Burada şehir turundan başka iki işimiz var. Javier gidip evinden eşyalarını alacak. Bir de bir turizm acentesi bulup otel arayacağız. Turizm acentelerinin normal olarak otellerle anlaşması olur. Otelin kapı fiyatının bazen yarısından da aşağıya fiyatları vardır. Onlardan birini bulursam hem güzel bir otelde kalırız hem de ucuza kalırız diye planlıyorum. Donald ve Javier Leon’da bir turizm acentesi buluruz diyorlar. Her Leon’lu gibi bizim İspanyol Javier de liberal. Beş sene önce babasının işi dolayısıyla geldikleri Nikaragua’da üniversiteyi bitirmiş. Ailesi döndükten sonra da aşık olduğu bu ülkede kalmış. Onun için o kadar heyecanlı anlatıyor ki her şeyi. Heyecanını paylaşmamak mümkün değil.

Ben en çok bu Sandinistleri merak ederdim. Ülkemizde gençliğimiz hep Sandinist Gerillalarının haberlerini okumakla geçti. Leon’un Sandinist'lerin merkezi olduğunu öğrenmek çok heyecan verici. Kimdi bu Sandinist'ler? Ben Sandinist'im demek suç değil mi buralarda? Sanki Sandinist hareketler bizim PKK gibi algılanırdı bizde. Onun esasını öğrenmek istiyorum. Gruba soruyorum “Bu Sandinistler konusunu anlatsın mı bize?” Javier diye. Hepsi de benim gibi heyecanlanıyorlar. Ne de olsa gezgin hepsi.

“Bu işin temelini öğrenmek için daha gerilere gitmek gerek “ diyor Javier.” Ta İspanyolların buraları istila etmesine kadar. İki okyanus arasında kanal açma projesine kadar. Kanal projesini ilk defa 1524 yılında İspanyol kralı 5. Charles gündeme getirdiğinde bir hayaldi. Ancak Süveyş kanalının başarıya ulaşmasının ardından o sırada Kolombiya sınırları içinde kalan Panama’da bir kanal açılması için hükümet Fransızlarla anlaştı. Amerika, kendisinin arka bahçesi saydığı bu ülkelere kendi iç savaşı dolayısıyla pek ağırlık koyamadı. Ama 1862 de iç savaş bitip iç düzenini sağlayınca tüm gücünü bu ülkelere verdi. Amerika’nın Avrupa ve diğer kıtalarla ilgisi yoktu. Amerikalılara ve de tüm devletlere göre iki okyanus ancak iki noktadan birbirine bağlanabilirdi. Birincisi Panama. İkincisi Nikaragua. Nikaragua gölünü Karayip denizine bağlayan San Juan nehri ulaşıma elverişli bir nehir. Onun için karanın taa içerlerindeki göl kenarı Granada şehri sanki bir okyanus limanı gibiydi. O kadar ki Karayip korsanları gemileri ile nehir boyunca gelip gölü geçip Granada’ya baskın yaparlardı Gölden sonra yalnızca 40 km.lik bir kara kalıyordu göl ile büyük okyanus arasında.”

“Elini çabuk tutan Fransızlar Süveyş kanalını da yapmış olmanın verdiği avantaj ile yaptığı bu anlaşma ABD yi çok rahatsız etti. Ama yapacak bir şey yoktu. Fransızlar

199

Page 200: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

1881 de inşaata başlamıştı bile. Ancak inşaat sırasında çıkan kara humma salgını ve sıtma çalışmakta olan 22000 işçinin ölümüne neden oldu. Fransızlar ‘da aslında kendi İç meselelerinden buraya yeterli ağırlığı verememişlerdi. 1889 da iflas eden Fransız firmasının kanal yapım ve işletim haklarını almaya çalışan ABD bir yandan da Nikaragua ile ilgisini sıcak tutuyordu. Ancak San Juan nehrinin denize birleştiği yerdeki San Juan del Norte veya İngilizlerin verdiği isimle Greytown’da hala İngiliz hakimiyeti vardı. İngilizler Karayip sahilinden yeni yeni çekiliyorlardı. Onların başı zaten Güney Afrika’da Boer’lerle dertte idi ve Çinliler gene İngilizlerin sattığı Afyonu içmemekte direniyorlardı. Biraz daha beklemek iyi olabilirdi Nikaragua cephesinde. Ama Colombia hükümeti de Fransızlara, haklarını Amerikalılara devir izni vermiyordu.”

Gruba bakıyorum uyuyan var mı diye. Grubun uyuyup uyumadığını kontrol hastalığı bende Hindistan’da başladı. Orada ne zaman tarihi bilgiler verilmeye başlansa grup derin uykuya dalıyordu. Hatta artık espri konusu bile olmuştu.”Şimdi size Cihangir hanı anlatırım ha “ diye korkutuyordum onları. Ama bu grup bir felaket. Hepsi gözlerini dört açmış dinliyor. Bu bilgiler bizim için çok yeni. Zaten Orta Amerika’ya da bunları öğrenmek için gelmedik mi?

Bu ilgi karşısında zevkle devam ediyor rehberimiz.

“Amerikalılar Colombia hükümetini ikna edemeyince Panama’lıları bağımsızlık için ayaklandırdı. Ayaklanmayı bastırmaya gelen Colombia güçleri karşısında Amerikan deniz piyadelerini buldu. İsyan bastırılamadığı için Panama bağımsızlığına kavuşmuş ve Panama Cumhuriyeti kurulmuştu. Hükümetin ilk icraatı Fransızların kanal haklarını Amerikalılara devretme anlaşmasını kabul etmek oldu ve inşaat tekrar 1904 senesinde başladı. “

“Tam bu sırada 1893 te başkan seçildikten sonra ülkesini bir diktatör olarak yöneten Liberal Zelaya Amerikalılara karşı olduğu için Alman ve Japonlarla ikinci bir kanal projesi için görüşmelere başladı. Panama kanalının selameti için bir şeyler yapmak gerekiyordu. Önce Granada’daki muhafazakarlar kışkırtıldı. Kışkırtmaya teşvik suçundan iki Amerikalının öldürülmesini bahane ederek 1912 senesinde Nikaragua Amerikan askerleri tarafından işgal edildi. Başa getirilen kukla başkan derhal hiçbir zaman hayata geçirilemeyecek olan Nikaragua Kanalı ‘nın bütün imtiyazlarını Amerika’ya veren anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşmanın imzalanmasından kısa bir süre sonra 15 Ağustos 1914’te ilk gemi Panama Kanalından geçiyordu. Amerika artık rahattı. Panama kanalının her iki tarafının Amerikan toprağı olarak kabulü sağlanmış ve Nikaragua’da kanal yapma hakkına tek başına sahip olduğuna dair anlaşma imzalanmıştı.”

“Ama o günlerde Sırbistan’ da öldürülen Avusturya prensi yüzünden Avrupa zaten çok gergindi ve kısa bir süre sonra başlayan 1. Dünya Savaşı dolayısıyla hiçbir Avrupa devletinin Amerika’da olup bitenlere ilgi gösterecek hali yoktu. Amerika rahat rahat istediği gibi cirit atabilirdi buralarda. Zaten atıyordu da. O sırada Küba kendi hakimiyeti altında, Honduras’ta muz cumhuriyeti kurulu ve Comoyagua yakınında büyük bir Amerikan üssü var. Nikaragua’yı ve Panamayı işgal etmiş, Karayip denizindeki adaları sıra ile hakimiyeti altına almaya çalışıyor. Hawaii 50. eyalet olarak ABD’ye katılmış. O sırada Almanya da Paris’e doğru yürüyor. Avrupa kan gölü.”

200

Page 201: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Leon’lu vatansever Sandino’yu bir açıdan Gerilla , diğer açıdan vatansever yapan işte bu işgale karşı çıkıp Amerikalıları kendi ülkesinden kovma hareketini başlatan kişi oluşu. 1925 lerde başlayan bu direniş Amerikalılara karşı ilk sol, liberal direnişti. Bütün Latin Amerikalılara ilham kaynağı olmuştu. 8 sene sonra General Somoza‘yı iyice eğitip kendi yerine savaşabilir hale getirince, Amerikalılar Deniz kuvvetlerini 1933 te geriye çekiyoruz dediler. Sandino ve kardeşini barış anlaşması yapmak üzere akşam yemeğine davet ettiler. Yemekten sonra uçağa binmek için Managua havaalanına giden Sandino’yu ve kardeşini arkadan vurarak öldürdüler. Ama sol hareketi bastıramadılar. Bundan sonra bu hareket Sandinist hareket olarak anıldı.”

Oh be. Nihayet Sandinist'lere geldik. O kadar kaptırmıştık ki kendimizi bu masalsı tarihe. Konunun başını bile kaçırmıştık. Ne sormuştuk onu bile unutmuştuk. Bal akıyor bu çocuğun ağzından. Ne güzel özetledi bütün bu olayları. Somoza. Evet bu isimde bize hiç yabancı değil. Diktatör Somoza. Bir suikasta kurban gitmemiş miydi o. Devam etmesini istiyoruz hep birlikte. Aslında Leon şehrine geldik ve şehir turuna başlamamız gerek ama bu tarihin tamamını dinlemeden olmaz diye düşünüp otobüste oturmaya devam ediyoruz. Grubumla iftihar ediyorum.

“Diktatör Somoza ve onu takiben iki oğlu toplam 44 yıl ülkeyi sömürdü. Baba Somoza 1956 yılında Leon’da bir balo sırasında Sandinist Perez tarafından öldürüldü. Perez hemen oracıkta yüzlerce mermi ile öldürüldü. Kendisinin, böyle anında öldürüleceğini biliyordu. “Bu Somoza’ya karşı yapılmış vatansever bir harekat değil paralı cinayettir” denmesini önlemek için arkada annesine yazdığı bir mektup bırakır ve “Umarım bu diktatörün sonu ülkemin kurtuluşunun başlangıcı olur” der. Ama olmaz. Çünkü aile güçlüdür. Arkada iki oğlan ve de ABD vardır. Somoza dünyadaki her diktatör gibi yalnızca kendi varlığını büyütmeye çalıştı. Devlet arazilerini üstüne geçirdi. Öldürüldüğünde ülke topraklarının üçte biri Somoza ailesinin elinde idi. Bu durum tabii ki Amerikalıların istediği bir durum değildi ama Somoza ABD yi koşulsuz desteklediği için tam kendi menfaatlerine uygun bir tipti. Hatta Franklin Roosvelt’in Somoza için “He may be son of a bitch but at least he is our son of a bitch.” Dediği söylenir. (Somoza o...... çocuğu olabilir ama en azından bizim o....... çocuğumuz)”

“ 1959’da Küba’da Fidel Castro’nun başarılı olup Amerikalıları ülkeden kovması bütün Latin Amerika’da sol hareketlerini hızlandırdı. Bir de Rusya ve Küba’nın mali ve askeri destekleri de eklenince Sandinistler bu dikta rejimine karşı ayaklandılar. Çok kanlı geçen yıllardan sonra 1979’da Sandinistler Managua’yı ele geçirerek Somoza devrine son verdiler. Küçük Somoza Paraguay’a kaçtı. Bir senelik takipten sonra Paraguay’ın başşehri Asuncion’da bir Sandinist ajan tarafından öldürüldü.”

“Sandinist'lerin lideri Daniel Ortega başa geçtiğinde gerideki yılların muhasebesi oldukça acı bir tablo gösteriyordu. 50.000 ölü, 150.000 evsiz ile çok ama çok fakir bir ülke. Castro’nun da yardımı ile derhal devrimci hamlelere geçildi. Bu arada ABD başkanı Jimmy Carter Sandinist hükümete 75 milyon dolar yardımda bulundu. Ama nafile. Çünkü Sandinistler Küba’dan ve Rusya’dan teknik yardım almaya başladılar. Bu ülkelerden birçok uzman Nikaragua’ya geldi. Hatta o sırada El Salvador’da başlamış olan iç harpte sol güçlere silah ve para yardımı yapılmaya başlandı. Bu Amerika’yı çok rahatsız etti. Ve o sırada başkanlığa seçilen Reagan Honduras’taki üslerini kullanarak CONTRA hareketini başlattı. Önce kongreden aldığı destek ile başlayan bu hareket ABD’ye çok pahalıya mal oldu. Amerika kongresi 1985’te Reagan’ın istediği parayı vermeyerek bu kanlı harekatın sona ermesini istedi. O

201

Page 202: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

sırada Irak İran ile savaşıyordu. Şah Pehlevi’yi deviren İslamcı güçlere karşı ABD, Irak Başkanı Saddam’ı destekliyordu. Ancak sonra 1987’de ortaya çıkan skandalda öğrenildi ki Başkan el altından İran’a silah satıyormuş ve bundan elde ettiği gelirleri Honduras’tan Nikaragua’nın kuzey doğusunda çarpışan Contra’lara akıtıp onların Sandinist'lerle iç harp benzeri gerilla çalışmalarına mali destek sağlıyormuş. “

“ Ülkede huzurun gelmesine iki olay yardımcı oldu. Birincisi Reagan’ın pisliklerinin ortaya çıkıp kontraların mali desteğinin bitmesi, ikincisi Rusya’nın çöküşü ile Sandinist’lerin mali desteğinin bitmesi. Mali destekten yoksun iki taraf barış anlaşması yaptı ve 1990 seçimleri ile başa geçen Bayan Başkan Chamorro silahları toplayıp gömdü ve ülkeyi huzurlu bir ortamda yeni seçimlere taşıdı. Seçimlerde yine muhafazakar Granada’lıların karşısında başkanlığını Daniel Ortega’nın yaptığı Leon kökenli liberal Sandinist parti vardı. Bugüne kadar yapılan hiçbir seçimi Ortega kazanamadı. Hep muhalefette kaldı. Çünkü kendi iktidarı sırasında Ortega çok zengin, malı mülkü olan bir insan olmuştu. Artık eski Sandinist Ortega değildi. Ülkeye gelen birçok yardım yok olmuştu. Depremler ve yanardağ patlamalarından sonra gelen yardımların hiçbiri halka ulaşmamış ama her felaketten sonra Ortega’nın biraz daha zenginleştiği görülmüştü. Yalnız o değil her başkan zengin oldu seçimlerden sonra” diye noktayı koydu Javier açıklamalarına.

Büyülenmiş gibi dinlemiştik. Çok şey öğrenmiştik. Devamlı notlar tutan Beste hanım bile kendini kaptırıp yazmayı bıraktığını sonradan hatırladı. Sonra elinde kağıt kalem Javier’in peşinde eksik kalan kısımları tamamlamaya çalıştı..

“Evet. Haydi iniyoruz. Önce katedrali göreceğiz. Herhangi bir şekilde kaybolanlar saat tam 5 te otobüsün önüne gelsinler” diyorum. Manuel, otobüsümüze çok güzel bir park yeri buldu. Tam meydanda ve katedralin solunda. Kimse kaybolmaz. Park konusunda bile rast gitmeye başladı işlerimiz bu sabahtan beri.

Leon Katedrali gerçekten çok muazzam. Yalnız katedral değil aynı zamanda Pantheon. Burada Nikaragua’lıların ünlü şairi Ruben Dario’nun yatıyor.

Şimdi bizim için Nazım Hikmet’imiz neyse onlar için de Ruben Dario öyle. Bu büyük adam ölünce onu en değerli yer olan ülkenin başşehrinin katedraline gömerek büyük bir kadirşinaslık örneği göstermişler. İçeride çok muazzam bir altarın altında yatıyor Dario. Ayaklarında üzgün bir aslan ( Leon aslan anlamında. Üzgün Leon halkını

simgelemişler). Altar’ın üzerinde yaşamında söylediği iki söz yazılı . Birinde “Nikaragua kuvvetten ve zaferden yaratılmıştır.” İkincisinde “ Nikaragua özgürlük için yaratılmıştır.” sözleri yazılı. Burada gömülü olan iki edebiyatçı Alfonso Cortes ve Salomon de la Selva. Orta Amerika bağımsızlık hareketinin öncüsü Miguel Larreynaga ‘da burada yatanlar arasında.

202

Page 203: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bu ünlü şair’in bu Panhteon’da yattığını öğrenince aklıma diğer bir Fransız şair Victor Hugo geldi. Victor Hugo Yunanca “Değerbilir Bir Ulustan Seçkin İnsanlarına Adanmış Tapınak” anlamına gelen Panteon’ların en ünlüsü olan Paris’teki Pantheon’da yatmakta. Victor Hugo Fransa’nın 19.yüzyılda yetiştirdiği en büyük edebiyat adamıydı. Bir simge idi Fransızlar için. Siyasete atılıp 3. Napolyon’un darbesini önlemeye çalışınca tutuklanıp gönderildiği sürgünde 18 yıl kaldı. Paris’e döndükten 15 yıl sonra öldüğünde yarım milyon Parisli gözyaşları içinde onu, gençliğinde pandispanya’ya benzetip nefret ettiği Pantheon’a, sokaktaki adamla dayanışmasının sembolü olarak yoksul bir cenaze arabasında getirdi. Pantheon’a her gittiğimde onu, röntgen ışınlarını bulan ünlü fizikçi Madam Curie’yi, Voltaire;i ve rahmetli babamın en gözde filozofu Jean Jacques Rousseau’yu ziyaret etmeden geçmediğimi hatırladım. Şimdi bir başka ünlü şairi ziyaret ediyordum.

Eski Leon’un 1610 depreminde yıkılması ile birlikte oradaki kilise de yıkıldığı için Leon’un yeni yerindeki bu katedralin yapımına 1747 senesinde başlandı ve inşaat 100 sene sürdü. İspanyol koloni ressamlarının en ünlüsü olan Antonio Sarria’nın başyapıtı “Station of the Cross” bu kilisededir. İsa’nın yakalanışından çarmıhta ölüşüne kadar olayların anlatıldığı resimler 14 adettir. İsa yakalanınca çarmıha bağlandı. Çarmıhın dikileceği yer bir tepe idi. Bu tepeye doğru yürütüldü. Bu süre zarfında 14 yerde dayanamayıp dizleri üzerine çöktü ama kaldırılıp yürütüldü. Son yerde ayakları da çivilenip çarmıh dik duruma getirtildi. Sonradan İsa’nın her durağına – ki istasyon diyorlar- bir kilise yapıldı. Bütün bu küçük kiliselerin üstüne gömüldüğü mağarayı da kapsayacak tarzda bir kilise inşa edildi. Şimdi Kudüs’teki bu kilise Hıristiyanların en kutsal mabedidir. Sarria’nın yaptığı ve İsa’nın hayatını anlatan beheri 7 metre eninde 4 metre boyundaki 14 muhteşem tablosu katedralin üç duvarını süslüyor. Özellikle İsa ayaklarından çivilenirken tablosunu dehşet ve hayranlıkla seyrediyoruz.

Katedral, Leon Merkez Parkının tam karşısında. Parkın tam ortasında şehrin kurucusu Cordoba’nın heykeli var. Heykelin platformunun dört köşesinde Leon’un simgesi dört aslan. Meydanın sağ tarafında alışıldığı gibi hükümet binası ve hemen binanın arkasında ziyaret edeceğimiz “Museo Insurreccional” Ayaklanma Müzesi.

Katedrale girmeden önce Javier “Benim eve gitmem gerek. Siz burasını gezin. Sonra şu karşı sokak içinde Ayaklanma müzesine gidin. Ben sizi orada bulurum” diyerek hızla bizden ayrılmıştı. Ben de grubu biraz ağırdan alarak yavaş yavaş gezdirip müzeye geldiğimizde Javier’i bizi beklerken buldum. Evine ve iş yerine haber vermiş, iki gece için gerekli eşyalarını alıp gelmişti. Artık o da huzurlu.

203

Page 204: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Ayaklanma Müzesinin diğer adı “Kahramanlar ve Şehitler Müzesi. Müzenin kurucusu Louis Manuel Toruno da eski bir mücahit. Bir çok gerilla savaşına bizzat katılmış. Bir çok arkadaşı yanı başında şehit düşmüş. O bütün savaş anılarını ve 300 savaşçının resmini bu müzede sergiliyor. Kapıdan içeriye girince bizzat kendisi “Hoş geldiniz” diyor. İri yarı, güler yüzlü ince bıyıklı bir yerli. Başına kırmızı bant takmış. Üzerinde bir kot bahçıvan pantolonu ve beyaz T- Shirt var. İç içe iki odadan oluşan müzenin duvarlarında karmakarışık fotoğraflar, panolar var. Eski mücadele bayrağının yanı sıra Che Guevera gibi uluslar arası mücadeleciler de yer almış müzede. Müze esas itibariyle okulun öğrenci panolarını andırıyor. Ama iç savaşı, savaşın bütün acı gerçeklerini göz önüne seriyor. Müzenin geliri bu fotoğraf ve belgelerin fotokopilerinin satışından

elde edilen gelirler ile ziyaretçilerin yaptığı bağışlar.

Aklım hep bu gece kalacağımız otelde. Onu bir ayırtsak. Hep aklımda o. Nasıl organize edeceğimi bulamadım. Çünkü geçtiğimiz yerlerde turizm acentesine benzeyen bir yer yok.

Leon’a her gelenin mutlaka ziyaret ettiği yer Ruben Dario’nun şimdi müze olan evi. Bu müze olan eve giriş ücretsiz. Dario’nun doğup büyüdüğü ev belki de Nikaragua’nın en çok ziyaret edilen müzesi. Javier “Hemen soldan üçüncü sokakta. Meydana çok yakın” diyor. Yürüyerek 5 dakika Dario’nun evi buraya. Ben de heyecan ile gruba söylüyorum. Gruptakiler hiçbir şey anlamamış gibi. Tekrar ne olduğunu söylüyorum. Tıs yok. En çok Javier anlamıyor ne olduğunu? “Leon’a gelip te Dario’nun evini görmemek? Demek böyle insanlarda varmış” diye düşünüyor herhalde ama üstünde durmuyor.

O zaman son durak Nikaragua tarihini gösteren duvar resmi. Onu da tanıtırsak şehir turu tamamlanacak. Resim katedralin karşısındaki köşede. Bu köşeye bir park yapmışlar ve parkı çeviren iki duvarına da resim. Soldan başlayarak yerlilerin burada yaşayışları, sonra İspanyolların gelişi, bağımsızlık hareketleri,... diktatörün öldürülüşü... hepsi sıra ile anlatılıyor. Tablonun son kısmında pırıl pırıl güneşli bir havada, yeşil çimlerin üzerinde, el ele koşan iki çocuk Nikaragua’nın istikbaldeki hayalini gösteriyormuş.

Herkesin derdi başka. Betül takmış bir kere o iki gence. Onların bir boş anını yakalayacak. Ve büyük bir ihtimalle laf sokacak. Pek çekiniyorum son gün bir tatsızlık çıkmasın diye. Bengi hergün süslenip, giyinip dolaşıyor. Modayı çok yakından izlediği için çok modern ve şık giyiniyor. Bu iki bekar delikanlı da hiç ilgi göstermiyorlar ki. Nerdeyse günaydın bile demeyecekler.

Tur tamamlandı. Yakında alışveriş yeri de var. Ben çok geç kalmadan Managua’ya gidip otelimize yerleşmek için 30 dakika sonra otobüste buluşalım diyorum ve Nihal’i de bırakıp seyahat acentesi arıyoruz Javier’le. Hemen duvar resminin karşısında acente var diyorlar. Dükkana giriyorum. Gerçekten kapıda Leon Travel yazıyor ama

204

Page 205: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

içeride kartpostal ve telefon kartı satıyorlar. Tezgahın arkasındaki kıza gene de bir şeyler soruyorum. Sanki uzaydan gelmişim de uzayca bir şeyler soruyormuşum gibi bakıyor. O sırada orada bir broşür var. Leon Şehir Rehberi. Seyahat acenteleri bölümünde gerçekten yalnızca tek adres var. World Travel. Javier adresi biliyorum diyor. Donald “Bende telefon kartı var isterseniz telefon edelim” diyor. Teşekkür ediyorum. Javier’i buldum ya Donald’ın artık hükmü yok. Ronald nerede belli değil. O artık şoför Manuel’e takılıyor.

Javier’e “Hadi bu acenteye gidelim. Yüz yüze konuşalım” diyorum. Beraber koşar adım arka sokaklara doğru giderken ben bir yandan elimdeki broşüre bakıyorum. Orada Managua otelleri bölümü de var. Hem de oteller hakkında çok bilgi var. Beş yıldızlı en az 5 tane otel görünce rahatlıyorum. Broşürde otellerin fiyatları da yazılı. 60 dolar ile 160 dolar arasında değişen fiyatlar. Dur bakalım acente bize kaça fiyat alabilecek.

Güya Javier yolları biliyor ama sokaklarda biraz kaybolmuş gibiyiz. Aslında Nikaragua’da en güzel sokak düzeni Leon’da imiş. Managua’da yol isimleri yokmuş. Bir Kuzey caddesi ki güneye doğru gidiyor, bir de güney caddesi ki kuzeye doğru gidiyor, bütün sokak isimleri o kadar. Adres hep bir noktadan tarife göre bulunuyor. Mektupta bile zarfın üzerine öyle yazılıyormuş. Güney caddesinde benzinciden yüz metre ileride sarı evin solundan gir sağdan beşinci ev. İnsanın inanası gelmiyor. Burası başkent ve adres böyle. Herhalde abartıyor diye düşünüyorum.

Birkaç kişiye sorduktan sonra acenteyi buluyoruz. İçeride İngilizce bilen bir memur var. İlgi ile karşıladı bizi. Derdimi anlattım.” Biz Managua’da kalacağız iki geceliğine 5 yıldızlı otel arıyoruz. Sizin acentenizin anlaşmalı oteli var mı? Yardımcı olabilir misiniz?”

Çok oturaklı ve ciddi bir tavırla “Yardımcı olurum” dedi. Çok mutlu oldum.

Oldum da o bana bakıyor ben ona. “Evet?” diyorum. Çok içten tebessüm ediyor. Galiba anlamadı. Tekrar aynen anlatıyorum. Gene yardımcı olacağını söylüyor. Gruba yarım saat sonra buluşalım, demiştim. Şimdiden 40 dakika oldu ben adama laf anlatmaya çalışıyorum. Adamın derdi meğer ben otelin adını söylersem telefon edebilecekmiş. Önce Granada’daki Alhambra otelini denemesini istiyorum. Otel dolu imiş. Sonra altmış dolarlık Managua’da başka bir otel denemesini istiyorum. O da dolu imiş. Moralim epey bozuluyor. Managua havaalanı yanında bir Best Western oteli var. Liste fiyatı seksen dolar. Ona telefon ediyor. Otel müsait. Çok mutlu oluyorum. Bir eliyle ahizeyi tutarak “ Yer ayırtayım mı ? “ diyor. Fiyatını sormasını rica ediyorum. Soruyor. “Seksen dolarmış. Yer ayırtayım mı?” Zaten broşürdeki fiyatta o fiyat. O zaman biz buraya neden geldik.

“Size özel fiyat yok mu? “diyorum. “Seksen dolar” diyor. Anlaşamayacağız. En iyisi bir an önce otobüse gitmek. “Karar verirsek döner gelir sizden rica ederiz rezervasyon yapmanızı” deyip acele terk ediyoruz dükkanı.

Yanılmışım. Bizdeki gibi işlemiyor burada sistemler. Boşu boşuna vakit kaybetmişim. Koşar adım dönerken Javier “ Doğruca otele gidelim. Resepsiyonda pazarlık ederiz ve güzel fiyat alırız” diyor. En azından orada bir beş yıldızlı otel var. Onda yer var. Artık daha rahatım. Ama grubu çok beklettik.

205

Page 206: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Otobüse kısa yoldan daha hızlı varıyoruz.Yarım saat dedim diye bu sefer herkes otobüste. Nurşan yine kızgın. Yalnız Nurşan olsa gülüp geçeceğim ama o bizim Bülent bey de “Nerede kaldınız Atila bey. Bakın burada bekleyip duruyoruz. Yarım saat dediniz bakın nerede ise bir saat oluyor.” Aslında hepsi haklı ama ben zaten sinir olmuş bir tarzda koşuşmuşum. Bir de bu beceriksiz acenteler dolayısıyla sonuç alamamışım. Ona da canım sıkkın. Sırtımdan ter damlıyor. Bir de böyle sözlere muhatap olmak sanki hakkım değil gibi geliyor bana ve dayanamayıp ters cevap veriyorum. Normal şartlarda “Haklısınız ama işim biraz uzadı hemen gidelim” derdim ama bu sefer “Keyfim için dolaşmadım herhalde. Sizlere iyi bir otel bulayım diye çırpınıyorum. Bu Allahsız şehirde bu rehberlerle sokak ta bulmak kolay değil acente de. Nereden bilirim kaç saat süreceğini. Yarım saatte gelirim sandım. Ne bileyim ben….” Falan gibisinden karşı serzenişte bulunuyorum.

Ben zaten Guatemala’ya vardığımda söylemiştim. Gezinin son günleri sinirler daha da gergin olur lütfen birbirimize hitapta çok dikkatli olalım. Kırıcı olmayalım. Yoksa sonradan telefi edilemez yanlışlıklar yapabiliriz, diye. Aslında kendimin de dinlemesi lazım bu nasihatimi. Allah’tan Safa ve Beste film mi, pil mi ne aramaya girmişler hala yoklar. Arama ekiplerinin çabası da boşuna. Çaresiz bekliyoruz.

Ben koşuşurken Nihal çok güzel vakit geçirmiş. Nurşan ve Gülsen ile beraber tam köşedeki kafe’ye gitmişler. Sonra onlara grubun hemen hemen kalan bütün üyeleri de katılmış çok keyifli zaman geçirmişler. Biz orada iken aslında ortalıkta çok kalabalık yoktu. Üniversite şehri olmasına rağmen ortalıklarda pek öğrenci falan da görülmüyordu. Yalnızca lise öğrencilerini şirin mini etekli, pantolonlu üniformaları içinde okullarından çıkarken görebiliyorduk ortalıkta. Sokakların böyle boş olmasının nedeni kahve . Bu mevsim tam kahve toplama, kahve hasat mevsimi. Onun için üniversitelerin sömestr tatillerini bu zamana denk getiriyorlar ki gençler kahve plantasyonlarında çalışsın veya ailelerine yardım etsin diye. Onun için bizim grup hepsi o küçük kahvede oturabilmişler ve Katedrale karşı karışık tropik meyve suyu kokteyllerini içip güzel zaman geçirmişler.

Burası kahve merkezlerinden biri olduğu için mutlaka bir kahve ağacı görmek istiyoruz. El Salvador’da program üzerine tartışarak zaman kaybettiğimiz için bir kahve bahçesine gidememiştik. Orada Beste “Atila bey Olmaz böyle. Ta buraya kadar gelelim de bir kahve ağacını görmeden dönelim. Mümkün değil. Lütfen bize kahve ağacı gösterin” diye istekte ve sitemde bulunmuştu. O zamandan beri bir kahve ağacı arıyordum. Guzman müzesinde gördüğümüz fotoğraf bizi tatmin etmemişti. Honduras’ta geçtiğimiz bölgede ise kahve ağacı yoktu. Javier’in “Buralarda her yerde kahve plantasyonları vardır. Yarın birine uğrarız” haberi beni çok sevindirmişti. Nede olsa Beste ve Safa’larla İzmir’de oturuyoruz ve sık sık görüşeceğiz. Yıllar boyu “Yahu Atila bey taa oralara gittik te bir kahve ağacı göremedik” serzenişlerine de muhatap olmayacaktım.

Nerede kaldı bu çift. Otobüsümüz bekliyor. Nurşan “ Daha şimdi burada idiler” deyip bir daha aramaya çıkıyor. Böylece benim geç kalmam önemini kaybetmiş görünüyor. Neyse biraz sonra nefes nefese otobüse binerken “Atila bey geldi mi?” diye sormazlar mı.

206

Page 207: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Havanın kararmasına pek az zaman var. Katedralin hemen arkasındaki Pazar yeri sanki bizim Kemeraltı, Mahmutpaşa gibi. Durmanın gereği yok. Leon’un içinden geçerken daha birçok otantik İspanyol tarzı kilise görüyoruz. Çıkışında ise bir mahallede yalnızca Subtiava yerlileri yaşıyorlar. Burada onlardan başkası ikamet edemiyor. Mahalle girişinde bir Subtiava savaşçısının heykeli var. Orta boylu, esmer , bir elinde mızrak olan bir heykel. Bu mahallede hemen her evin üzerinde Sandinist’lerin bayrağı asılı. Sandinist'lere büyük destek vermişler. Tahtadan yapılmış kiliseleri ise çok otantik. Kendi adetlerini de korudukları için güneş tanrısının sembolü ve İsa bir arada.

Güzel bir gün geçirmiştik. Managua buradan elli km. kadar. Granada da Managua’dan 50 km. kadar uzaklıkta. Ben bir ara “Acaba doğruca Granada’ya gitsek te geceyi orada geçirsek, hatta ertesi gün yani son günümüzde de tam gün turumuzu alıp Granada’daki otelimize dönsek. Uçağımız saat 12.30 da olduğu için sabah erken kalkar ve Managua şehir turunu da yapar uçağa yetişiriz. Managua zaten çok çirkin bir şehirmiş. Onu gezmek için az zaman ayırsakta olur” diye bile düşünmüştüm. Ama Granada’nın tek beş yıldızlı oteli Alhambra’da yer olmadığını öğrenince artık Managua’da kalmak farz oldu. Aslında tarihi Alhambra Otelinde bu gece için yer vardı ama ertesi akşam doluydu. Biz son günde otel değiştirmek istemiyoruz. Yetti artık bu göçebelik. Valizlerimizi yerleştirememişiz. Yok başka çaremiz yok önce doğruca Best Western’e gidiyoruz.

Leon’dan Managua’ya giden yol da kalite olarak güzel. Tam Leon’dan ayrılıyoruz ki gün batıyor. Bu tropik ülkelerde bir başka oluyor grup vakti. Nihal gene birkaç poz daha çekiyor. Bu digital makineyi aldık alalı pil dayandıramıyoruz Nihal’e. Çünkü her gün 100-200 resim çekiyor. Bir de dönünce onların CDlere yerleştirilmesi var.

Managua’ya girdiğimizde ortalık iyice kararmıştı. Zavallı Javier şehir hakkında ve geçtiğimiz yerler hakkında bilgi veriyor ama dışarısını göremediğimizden pek bir şey anlamıyoruz. Kesin olarak öğrendiğimiz tek şey başkent olduktan sonra doğal afetlerden çok zarar gördüğü. 1931 depreminde eski merkez tamamen harap olmuş. Onarmaya çalışırken 1936 da bütün şehri saran yangın çok büyük hasar vermiş. Arkasından da meşhur Aralık 1972 depremi. Sonradan öğreniyorlar ki Managua tam aktif bir fay hattının üzerinde. Bundan sonra da deprem bekleniyor. Onun için binalar genellikle tek katlı. Her eve mutlaka iki kapı zorunluluğu getirilmiş. Çelik konstriksiyon ile çok katlı bina teknolojisi uygulanmakta. Harap olmuş eski merkez terkedilmiş ve şehir Kuzey ve Güney caddeleri aksında şekilsiz bir tarzda büyümüş. Başkent olduğu için burada büyükelçiliklerin ve hükümet merkezinin oluşu dolayısıyla yerleşim fazla. Nikaragua’da yaşayan beş milyon insanın bir milyonu bu şehirde yaşıyor.

Gece otobüsümüzle geçerken “İşte sağda ve solda deprem evlerini görüyorsunuz.” dediğinde hiçbir şey görmemiz mümkün değildi. O kadar az ışık var ki dışarısı zor seçiliyor. Sokak lambası diye bir kavram yok. Uygulamada yok. Ama yeni gelişmekte olan bir bölümde “Firavunlar Kumarhanesi”nin önünden geçerken bina ve park alanı ışıl ışıl. Hepimiz Mürşit Kodaman’a bakıyoruz. O da tatlı tatlı gülümsüyor. Tam onun yanındaki striptiz yapılan gece kulübünü görünce gözlerimiz delikanlılara çevriliyor ve çeşitli espriler yapılıyor. Gülüşüyoruz. Bu seferde kararma sırası Betül ve kızı Bengi’de. Hiç katılmıyorlar esprilere. Hala içlerinde büyük bir kızgınlık var belli. Meğer o sırada bekarlara bir laflar etmişler ama içlerini boşaltamamışlar.

207

Page 208: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

O sırada yol kenarında karanlıklar içinde bekleyen kadınlar görüyoruz. “Bunlar fahişeler” diyor Javier.” Managua büyüdükçe, buraya gelenler arttıkça fahişelikte aldı yürüdü. Bunlar gecede birkaç dolar kazanmak için vücutlarını satıyorlar.” Bekledikleri yeri görüyoruz. Katiyen güvenli değil. Zaten Orta Amerika’nın hiçbir şehri gece güvenli değil. Bunları gece kim alır, nereye götürür belli değil. Öldürseler kimsenin ruhu duymaz. Aman allahım. Halimize binlerce şükür.

Managua’da çeşitli zamanlarda meydana gelen doğal felaketlere bütün dünya yardım elini uzatmış. Buraların da afete uğramadığı zaman yok ya. Dünyadaki çeşitli kuruluş ve ülkeler gerek para gerek malzeme olarak anında yardım ellerini uzatmışlar. Ancak bu yardımların hiç biri felaketzedelere ulaşamamış. O devirde kim başkan ise o yemiş paraları. Mesela 1972 depreminde Somoza ailesi bir kat daha arttırmış servetini. Diğer felaketlerde de diğer başkanlar zengin olup çıkmışlar. Hatta Mitch kasırgasından sonra başkan ülkedeki 22 helikopterden 19 unun kaybolduğunu beyan etmiş. Aslında bu helikopterlerin bulunduğu yerin kasırganın geçtiği yer olmadığını herkes biliyormuş. Ama gitti giden. Onun için son defa ki doğal felaketten sonra Amerika’lılar yardımı göndermeden önce hükümet ile anlaşma yapılmış. Eğer, biz Amerikalılar dağıtımı yapacak isek yardım konvoyu gelecek, aksi halde gelmeyecek diye. Garanti vermelerine rağmen konvoyu birkaç yerde durduran askerler eğer konvoy güvenliğini sağlayan silahlı Amerikalı askerler olmasa imiş talana başlayacaklar imiş. Bu aşağılayıcı durum iki ülke arasında sert diyaloglara sebep olmuş.

Yollarda öyle çok işaret yok ama nihayet “Havaalanı 5 km” yazısını gördük. Kalmayı planladığımız otel havaalanının içinde. Onun için yönümüz doğru. Zaten bu yolları Javier çok iyi biliyor. Donald ve Ronald ile daha önce yaşadığımız üç ileri bir geri kepazeliklerini yaşamıyoruz. Grup da rahat, Manuel’de. Bu otelde kalabilirsek çok iyi olacak çünkü İki gün sonra biz bu havaalanından dönüşe geçeceğiz.

Yer bulmaya çalıştığımız “Best Western” oteller zinciri de bir Amerikan firması. Amerika’da dünyaca meşhur birçok oteller zinciri var. Hilton, Holiday Inn, Day’s Inn, Sheraton, Conrad, Carlton, Ritz … gibi. Aslında bu zincirlerde çok azının mülkiyeti kendilerinin. Otelin binası, sahibinden ya kiralanıyor veya işletme hakkı alınıyor veya isim hakkı veriliyor. Amerika’ya gittiğimde kardeşimin yaşadığı Leesburg’te bir Ramada İnn vardı. Ertesi sene baktım Holiday İnn olmuş. Bu konuda standart çok önemli. Her zincirin kendine has bir standardı var. Mesela İzmir’de Büyük Efes Otelini alan Swiss Otel bu beş yıldızlı oteli kendi standardına getirmek için tüm eşyalarını sattı ve şimdi oteli dört duvar bırakıyor. Otelin Swiss Otel adı altında açılması iki seneyi alacak ama açıldığı zaman otelin hangi standartta olacağı şimdiden belli.

Best Western otel zincirinin ise diğer otel zincirlerinden bir farkı var. Diğerlerinde otelin ismi yok olurken bu zincirde otelin kendisinin orijinal ismi korunuyor. İsminin yanına Best Western yazısı ve amblemi koyma hakkı veriliyor. Sanki bir TSE damgası gibi. Otobüsümüz otele geldiğinde adının Las Mercedes olduğunu okuyorum. Bu otelin çok iyi olması gerek ama ya yer yoksa, ya beğenmez isek. Biliyorsunuz bir gün önce herkes valizlerini alıp daha ben kararımı vermeden lobiye gelmişlerdi de beni çok zor durumda bırakmışlar ve mecburen de o otelde kalmıştık. Aldığımız bu acı ders ile dostlarımızdan ben haber verene kadar bu sefer otobüste kalmalarını rica ediyorum. Aman son iki günde kalacağımız otel hakikaten çok iyi

208

Page 209: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

olsun. Bizim otel değerlendirme ekibi ile resepsiyona gidiyoruz. Girişinden belli, otel çok güzel. Geniş bir lobisi var. Güzelce soğutulmuş lobide bambu oturma grupları var. Yine de sütten ağzı yananların hassasiyeti ile bir oda görmek istiyoruz. Oda da çok iyi. Çok geniş odalar değil ama çok rahat , temiz ve konforlu. Yeterlice odası olduğunu da öğrenince daha fiyat pazarlığı yapmadan valizlerin indirilmesini söylüyorum.

İş yerini işyeri yapan çalışanlarıdır. Bir gün Shell firmasını tanıtan bir tanıtım kitabı okumuştum. “Shell, istasyondaki pompacıdır” diye başlıyor bu dünya devi petrol firmasını tanıtmaya. Burada da otel Best Western ama çalışanlar Nikaragualı. Zorluk gene aynı zorluk. Başlıyoruz boğuşmaya. Onlar anlamakta ben anlatmakta zorlanıyorum. ondört oda alacağımız ve ben de bir turizm acentesinin temsilcisi olarak “kapı fiyatı” değil “acente fiyatı” istiyorum. O anlamıyor. Ön büro şefi olduğunu sandığım adamı çağırıyor. Ona anlatıyorum derdimi. İş uzayacak neyse ki benim de uzatmaya niyetim yok. Kaçına beşine bakacak halim yok. Mete beni affetsin. Yorgunum ben. Bir %10 indirim ile bir oda free alabiliyorum o kadar. Boş ver hazır tam havaalanının dibinde üstelik çok güzel bir otel bulmuşuz. Fiyat ta bulabileceğimizin en ucuzu. Broşüre göre Managua’da bu fiyata başka beş yıldızlı otel yok. Allah’tan belamızı mı istiyoruz. Anahtarları almaya başlayabiliriz. Bu arada Javier ve Donald resepsiyonist ile İspanyolca bir şeyler konuşuyorlar ve sonunda sırıtarak, çok sevinçli bir ifade ile kendilerinin de bu otelde kalacağını söylüyorlar. Şimdiye kadar ucuz olsun diye hep başka otellerde kalan, 40 doların bile çok pahalı geldiği bizim garibanlar belli ki ikinci free odayı almışlar. Bu habere onlar adına ben de çok seviniyorum.

Javier, yarın görülecek çok yerimiz olduğunu, ne kadar erken kalkarsak o kadar iyi olacağını söylediği için saat 7 uyandırma, 7.30 kahvaltı ve 8 hareket veriyorum.

Yan yana iki odanın anahtarlarını alan Mürşit bey “Hemen yerleşip gelin yemeği beraber yiyeceğiz . Nihal bak senin şarabını soğutuyorum” diye davet ediyor. Küba’daki Floridita bardaki ısmarlamamızın karşılığını mutlaka vermek istiyor. O geceden beri her gece davet ediyor ama bir türlü bu problemlerden kurtulup doyasıya beraber olamadık. İlla bu gece beraber olalım istiyorlar. Ee,

Firavun Kumarhanesine gitmeyecek misiniz?” diye takılıyorum. “Yok canım” diyor. Yarış’a göz atıyorum. “Gece kulübüne gitmeyecek misin” diye. O da olur mu öyle şey kabilinden gülümsüyor. “Bir yerleşelim de gelirim “diyorum.

Bu sırada Nihal otobüsten eşyaları indirmiş lobide tam karşımda hem beni seyrediyor hem de sabırla işlerimin bitmesini bekliyor. Ben ne şanslı olduğumu düşünüyorum. Bana her konuda acayip destek olan bir eşim var. İşte yavrum almış eşyaları bekliyor.

209

Page 210: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Herkesin anahtarını aldığını görünce de “Hadi biz de odamıza gidelim” diyor. Ah canım benim diye geçiriyorum içimde. Daha işimiz bitmedi ki. Biz öyle kolay gidebilir miyiz odamıza. Dur bak neler olacak şimdi. “Mutlaka bir iki dostumuz gelip oda değişikliği ister” demeye kalmadan Safa geliyor. Nurşan'larla yan yana kalmak için aldığı oda taa dipteymiş te acaba daha yakında bir yer yok muymuş. İşte Huri de geliyor. Odası tam havuza karşı imiş te çok gürültü olurmuş. Hamiyet hanımlara çift kişilik yatak olan oda verilmiş . Şermin hanımla koyun koyuna nasıl yatsınlarmış.... falan. Bizim öyle hemen odamıza gitmemiz mümkün mü?

Sorunu olan kalmayınca , Nihal ile biz de odamıza gidiyoruz. Çekçeklerimizi bellboy’a verip evlatlık gibi Honduras’tan beri taşıyıp durduğumuz papayayı yüklenip odamıza giderken kararlıyım. Şu papayayı halledeceğiz. Bunun başka yolu yok. Zaten biraz yumuşamaya da başlamış. Onu yersek biz hem doyarız hem de biraz rejim yapmış oluruz. O dev okyanus balığını hala hazmedemedik galiba. Mürşit beyin akşam yemek daveti hiç te sevimli gözükmüyor şu anda bize.

Otel tek katlı. Bahçe içinde ikiz banglowlar. Ara yollarının üstü yağmura karşı korunaklı. Genellikle hafif malzemeler ve ahşap kullanılmış. Deprem tehlikesi her an var olduğu için otel ona göre inşa edilmiş. Burada 8 şiddetinde deprem olsa bu otele bir şey olmaz. Rahat rahat uyuyabiliriz. Bizim yan oda komşumuz Bahadır ve annesi Selen. Kapıdan soruyor Selen hanım “Sıcak çorba ister misiniz. Biz kendimize yapıyoruz da” Bundan daha güzel bir teklif olamaz. Ne de çok özlemişiz sıcak Türk çorbasını. “Ben bütün seyahatlerimde çorbamı ve siyah zeytinimi yanımda taşırım. Biz her gece çorba içiyorduk. Keşke daha önce söyleseydiniz” diyor Selen hanım. Biz de aşağıda kalır mıyız? Hemen ona bitirilmesi imkansız papayamızdan kesip bolca veriyoruz. Kalan iki günde ikimizin bitirmesi imkansız bu papayayı. Onun için bulsak başkalarına da dağıtacağız ama diğer odalar kapalı. Kimsecikler görünmüyor ortalıklarda.

Biraz sonra Bahadır elinde tepsi ile çorbaları ve zeytini getiriyor. Onların ısıtıcısı olduğu için kahve de yapabiliyorlarmış. Biz seyahate çıkarken emniyetli olsun diye iki ısıtıcı taşıdık ama ikisi de bozuldu. Zaten bu 110 volt ve amerikan tipi fişler hep sorun olmuştu. Orta Amerika’da her ülke aynı ABD gibi. Allah razı olsun Bahadır “Abi size sıcak su da getirebilirim isterseniz “ diyor. Bizim Meksika Cancun’da aldığımız neskafe’miz var. Teklif te reddedilecek gibi değil. Bu Bahadır çok iyi çocuk yahu. Eşinden ayrılmış. Bir oğlu varmış Ama eşi ile hiç geçinememiş. Selen hanımın dediğine göre çok şirretmiş gelini. Bahadır hep kendisine neden kavga etmeyi öğretmediğinden şikayet edermiş. Çünkü ağzını açamazmış eşi şirretlik ederken. Zaten sonunda eşi evde, bankada ne var ne yok toplayıp götürmüş. O sırada büyük bir firmanın yöneticiliğini yaptığı için mahkemede yüklü bir tazminat ödemeye mahkum kalmış her ay. Şimdi işsiz olduğu için annesi ödüyormuş nafakayı. Gerçektende bütün seyahat boyunca gıkı çıkmadı Bahadır’ın. Bir kere olsun hiçbir memnuniyetsizlik göstermedi. Onun derdi annesi. Ayağı rahatsız olan annesini rahat ettirmek için çırpınıyor. Üzerine titriyor annesinin. Bir de Yarış ile iyi anlaşınca günlerini iyi geçirdiğini söylüyor hep. Eh, Yarış’ımız zaten bir pırlanta. Bizim kız evlenmese idi de Yarışa verseydik diye hep konuştuk Nihal’le.. Alan kız yaşadı

Nihal ile odamızda baş başayız. Keyfimize diyecek yok. İşte şimdi bitti bu iş diyoruz gene. Otelimizi de bulduk. Artık otel arama derdimiz de yok. Hava alanının tam dibindeyiz. Hatta içindeyiz. Terminale 1 km uzaktayız. Yarın tam gün tur için Javier

210

Page 211: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

de heyecanlı. Göstermek istediğim çok yer, anlatmak istediğim çok şey var diyor. Görünüşe göre dolu dolu geçecek yarın da. Alışverişe de bol zaman ayırabileceğimiz için gece de güzel güzel valizlerimi yerleştireceğiz. Aman ne güzel. Her şey yolunda sanki. Ama kaç kere böyle düşünüp düşünüp ertesi gün ne hallere düştük. İnşallah onlar bitti. Yarın bir şey olmaz diye dua ediyoruz. Ediyoruz ama bu bizim kaçıncı duamız. Bu seyahatte dualarımız hiç tutmuyor. Gene biraz endişemiz var.

Keyfin bu yerinde Mürşit beyin davetini hatırlıyorum. Nihal ben yorgunum yatacağım deyip uzanıyor. Ben de lokantaya gidip onlarla yemek yiyemeyeceğimizi haber vermem gerek. Lokantayı soruyorum. Yüzme havuzunun terasında imiş. Havuz çok büyük ve çok güzel. Etrafında tropik ağaçlar. Kenarındaki bir fıskiyeden gelen su havuza dökülürken çıkardığı ses, size bir çağlayanın başında oturuyormuş hissini veriyor. Ne de olsa beş yıldızlı otel standardı. Şu manzaranın güzelliğine bak. Keşke Nihal yorgun olmasa da burada beraberce bir yemek yesek. Kendi kendime “Yarın mutlaka” diye söz veriyorum. Lokantada bizim gruptan 5 masa görüyorum. Hepsi dağınık bir şekilde birbirine çok uzakta oturmuşlar. Buldular dev gibi salonu ayrı ayrı oturdular. Mürşit beyler üç kişi, biraz ileride Betül ve Bengi, Sayhan ve Saadet, Bülent ve Selin, birde dört güzeller Sevnur ,. Hüsniye, Hamiyet ve Şermin.

“Nerede kaldınız? Nerede Nihal?” diye nazik bir centilmen olarak ayakta karşılıyor Mürşit bey beni. Nihal’in biraz başının ağrıdığını, hemen yatmak istediğini, onlara teşekkürlerini ve iyi geceler dileklerini ilettiğini söylüyorum. “Keşke gelseydi. Hadi Yarış koş git al gel Nihal ablanı” diyor. Zor durduruyorum Yarış’ı. “Nihal uyumuştur Yarış’çığım” diyorum. “Otur ne olursun gitme.”

Mürşit beyin talimatı ile Yarış hemen bardağıma nefis bir beyaz şarap koyuyor. Gene bulmuş Mürşit bey en güzel şarabı. Her zamanki gibi. Ta Allahın Hindistan’ının Kajuhara harabelerinde de bulmuştu Fransız şarabını. Karides falan da ikram ediyor. Üç çeşit karides varmış hepsinden yaptırmış. Hepsinden denememi istiyor. “Yemek te söyleyeyim” diyor “Balık çok güzel. Yarış bonfile yedi o da çok yumuşak pamuk gibi.” Teşekkür ediyorum. Onlar da zaten kalkmak üzereler. Önce yemeğe gelmişler şimdi odalarına gidiyorlarmış. Bilgi hanımın her zamanki zarifliği üzerinde, Mürşit beyin de babacanlığı. Bir kadeh daha şarap ısmarlıyor o sırada laflıyoruz. Onlar da gezinin sonuna böyle sağ salim gelinmesinden mutlu. Ama gene de çok kızgın Mete’ye.”Sen olmasaydın bitmezdi bu tur. Ama bu ne biçim acente. Ya sen olmasaydın? Ben bunun peşini bırakmam” diyor. Ben konuyu çevirip bu gün üzerinde dedikodu yapalım diyorum ve Javier’den bahsedelim diyorum. Onlar da hayran kalmışlar Javier’e “Donald buldu değil mi bu adamı? Nihayet güzel bir iş yaptı bu adam sonunda. Aslında iyi insan ama üşütmüş bir kere.” Diye söze karışıyor Bilgi hanım. “ Mürşit bey de tasdik ediyor. Yarış’ın derdi bugünkü çiçaro olayında. Kısık sesle biraz dedikodu yapıyor yan masadan duymasınlar diye.” Abi ben hayatımda böyle fırça yemedim. Aslında çok fırça yedim de fırça atanların hepsi haklıydı. Ama bu kadından yediğim fırça bambaşka.”

Meraklanıyorum.” Ne oldu Yarış? Betül mü?”

“Evet abi” diye devam ediyor.”Sen duymadın. Otobüste arkaya gitmiştin. Döndü bize Bir fırça. Bir fırça. Ne kötü laflar söyledi bilemezsin”

“Yapma yahu?”

211

Page 212: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Abi, bana sen hiç aile terbiyesi görmemiş terbiyesizin birisin dedi. Ayıp değil mi sizin yaptığınız? İnsan güler mi öyle? Ayıp ayıp sizin gibi gençlere yazıklar olsun. Sonra Bahadır’a da döndü. Zaten seni karının bırakmasından belli ne mal olduğun. Terbiyesizler sizi. Zaten sizin yüzünüze kimse bakmaz. Siz evlenemezsiniz. Diye söylendi, hakaret etti. Ben hayatımda böyle fırça yemedim. İkimizin de ağzı açıkta kaldı ama cevap vermedik. Son gün abi bir tatsızlık çıkmasın.”

“İyi yaptın oğlum” diye yol gösteriyor Mürşit bey. Eşi de tasdik ediyor “Onlar kendi aralarında o kadar kötü konuşuyorlar ki inanamazsın. Biliyorsun tuvalete hep ikisi bir giriyorlar. Sesleri dışarıya geliyor ne kavga ne kavga. Çok pis te ağızları var.” Bilgi hanım onları Nepal - Hindistan gezisinden de tanıyor. Orada hep beraberdik 16 gün. Sevnur ise benim olmadığım İskoçya seyahatini onlarla yapmış ve grubun onlardan illallah dediğini söylüyordu. Ben hiç bu yönlerini bilmiyordum. Yalnızca çılgınca alışveriş yaptıklarını ve çok ağır yüklerle yolculuk yaptıklarını, durmadan telefon ettiklerini biliyordum. Zaten bir onlar, bir de Mürşit bey ile eşi çok eşya taşırlar. Zavallı Yarış o valizleri çekeceğim diye genç yaşta bel fıtığı olacak. Nihal ile ben fazla eşya taşımayız. Onun için uçakta fazla bagajı olanlarla beraber tartılarak onların para ödememesini sağlarız. Daha gezinin başında Meksiko City’den Cancun’a uçarken ben Mürşit beylerle beraber valizlerimi tarttırarak onların fazla bagaj parası ödememelerini sağladım diye kıskanmış “Atila bey hep onlara yardım ediyorsunuz. Bakın bizim de çok valizimiz var. Bir dahaki sefere biz, sizinle geçelim” dediğini hatırlıyorum.”Ne diye bu kadar çok eşya taşıyorsunuz” dediğimde de “Aman efendim bunlardan az eşya ile seyahate çıkılır mı? Her gün ayni kıyafeti mi giyelim?” dediğinde benim sadece iki pantolon getirdiğimi düşünmüştüm.

Yarış devam etti. “Bahadır ağabeyle de konuştuk. Bunlara bulaşmamak lazım diye. Ama ne fırçaydı o.”

“Oğlum” diyorum. “Sen hak etmedim diyorsun ama sen bu fırçayı hak ettin. Günlerdir kıza bir kere günaydın demedin. Yanına oturup laflamadın. Göğüslerini ortaya koyan transparan kıyafetler giydi ne baktın ne bir laf ettin. Bahadır da öyle. Onun için sen o lafların tamamını hak ettin”

Hep beraber gülüşüyoruz. Ben Nihal bekliyor diye izin istiyorum. Onlar da zaten hesabı istiyorlar. Kalkacaklar. Diğer masalara da iyi geceler dileyip odamın yolunu tutuyorum. Yatağa uzandığımda sondan bir önceki geceye gelmiştik. Yarın son diye kendi kendime tekrar edip gözlerimi kapıyorum.

212

Page 213: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

14. Şubat Nikaragua Masaya - Granada

Saat 7.30 da herkes kahvaltı salonunda. Kahvaltı salonu otelin ismine layık. Çok zengin bir açık büfesi var. Bir de yumurta pişiren aşçısı. Zaten o aşçıyı gördüm mü keyfim bir kat daha artıyor. Elimde değil. Yumurtayı çok seviyorum. Bir gün rafadan yumurta yersem ertesi gün sıra omlette. Hiç bıkmıyorum bu yumurtadan. Hiç kollestrol korkum da yok.. Kaç kere kontrol ettirdim. Hep normal çıktı. Aşçı diziyor yumurtaları yanına ve sıranız geldi mi nasıl istediğinizi sorarak yapıyor yumurtanızı.

Bu yumurtaları görünce ilk Uzak Doğu seyahatinde iki gün kaldığımız Yeni Delhi gelir aklıma. O sırada Delhi’den Agra’ya 6 saatte gidilirdi. Altı saatte dönüş. Yeni Delhi’den günü birlik Taç Mahali görmek için Agra'ya gitmek çok zordu. Onun için çok erken yola çıkmak gerekirdi. Yine Dolphin tur ile gidiyoruz ama ben o sırada gruptan bir yolcuyum. Bülent diye bir tur liderimiz var. Gene normal kahvaltı saatinden çok önce yola çıkacağımız için kahvaltı salonunda poğaça, börek.. gibi şeyler hazırlamışlar. Bütün gün yolda olacağımız için o gruptaki dostlarımız “Aaa ne güzel yumurta kaynatmışlar bizim için. Yolda ekmek ile piknik yaparız” diyerek çantalarına üçer beşer doldurmuşlardı o çiğ yumurtaları. Sonra otobüsteki manzarayı siz tahmin edersiniz. O gün bugün ne zaman bu yumurta yığınını görsem o Hindistan anımı hatırlar ve içimden gülerim.

Saat 8 de tam kadro otobüste idik. Bu ne canlılık böyle. Son güne gelmiş olmanın mutluluğu mu ne böyle. Sanki geziye yeni başlamışız gibi. Günaydın derken tüm grubu kutluyorum böyle dakik olduklarından dolayı. Hepimizin neşesi de yerinde. Biraz Betül ve kızı ile Bülent Güzeliş'ler suratlı. Onlara da alıştık artık. Uzun zamandır ilk defa sabah valizlerimizi kapı önüne koymamışız. Sabah sabah valiz yapmamışız. Donald’ta rehberlik işini Javier’in yapmasından son derece mutlu. Ben dahil kimse ona kızmıyor veya cevap vermekte zorlanacağı sorular sormuyor. İşte bu havada başlıyor günümüz.

Bugünkü program kaba hatları ile Masaya, Mombacho Volkanı, Granada ve Nikaragua gölü.

Dün gece geçtiğimiz yerlerden şimdi sabah bir daha geçiyoruz. Managua şehri ile ilgili bu sefer göre göre bilgi alıyoruz. Gerçekten de bu yörede görülecek çok bir şey yok. Yaygın, kalabalık bir şehir. Başşehir olmanın avantajı ile ticaret merkezi,

213

Page 214: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

üniversite merkezi ve hükümet merkezi. Managua gölünün kıyısında. Nikaragua’nın ortasında iki göl var. Managua ve Nikaragua gölleri. Biraz sonra muhteşem bir tepeden bu göllerin fotoğrafını çekeceğiz. Eskiden her ikisi de tek bir göl iken yanardağı patlamaları bu gölü ikiye ayırmış. Büyük gölün adı Nikaragua gölü ki San Juan nehri ile karayiplere bağlanıyor. İki gölden küçüğü olan Managua gölünün kenarında çok eskiden Xolotan kabilesi yaşarmış. İspanyollara direndikleri için şehir, şehir de demek doğru değil köy aslında, yıkılmış, tahrip edilip bırakılmış. İspanyollar burada bir şehir kurmak yerine Leon ve Granada şehirlerini kurmayı tercih etmişler. Granada’lılar, Leon başkent olacağına Managua olsun daha iyi demişler. Aynı şekilde, Leon’lular da Granada başşehir olacağına Managua olsun demişler ve böylece Nikaragua’nın en büyük bu iki şehrinin anlaşması sonucu, aslında anlaşamaması sonucu uzaklığı iki şehre de ayni mesafede olan ve o sıralar küçük bir yerli köyü olan Managua 1857de başkent olmuş ve ondan sonra bu şehir büyük bir gelişme göstermiş. 5 Nikagaragua’lıdan biri burada yaşar hale gelmiş.

Şu anda Masaya’ya doğru giden çift şeritli yeni yolun üzerindeyiz. Yolun her iki tarafı planlı bir şekilde şehirleşmekte. Önce büyükelçilik ve uluslar arası kuruluşlara ayrılmış bir bölgeyi gördük. Sonra büyük bir otel inşaatı var ve arkasına golf sahası yapılıyor. Yeni yapılan büyük ve modern bir alışveriş merkezi ve küçük dükkanlar. Şehrin dışında zenginlerin yerleşim yerleri var.

Masaya’ya yaklaşırken bizim meşhur 1 nolu yolumuzu kesiyoruz. ! nolu yol Rivas üzerinden Costa Rica’ya doğru gidiyor. Honduras’ta ayrılmıştık interamericana otoyolundan. Kısa bir süre için bile olsa bu yoldan tekrar geçmek kısmetmiş.

Masaya şehrine dönüşte girecekmişiz. Onun için 941 metre yükseklikteki meşhur Masaya volkanını ve Masaya gölünü sağımızda bırakarak doğruca Catarina kasabasına doğru devam ediyoruz.

Yolun sol tarafında bütün ovaya hakim bir tepeyi gösteriyor Javier. “Burası Coyotepe. Bunun üzerinde görülen bina Coyotepe Kalesi 100 yıllık bir kale. 1912 de Amerikan istilasına karşı direnen Zeledon’nun son direnç noktası idi bu kale. Burası düşünce Amerikan istilası tamamlanmış oldu.” Diyor. Ben de düşünüyorum ne işi var ABD’nin buralarda. Bu toprakların insanlarını niye gelip buralarda öldürüyorlar. Panama Kanalına rakip bir kanal yapılıp ta Amerika’nın menfaatleri bozulacak diye acımasızca istila etmişler buraları.

Ben bunları düşünürken anlatmaya devam ediyor Javier. “1979’da da bu kalede diktatör Somoza son direncini gösterdi ve buradan o sırada Sandinist’lerin eline geçen Masaya’yı havan toplarıyla dövdü.ı. Zaten ondan sonra da Paraguay’a kaçtı. Sonra bu kale hapishane olarak kullanıldı. Bugün halkın ve turistlerin gezmesine açık bir yer. Keşke biraz daha kalabilseydiniz de hem Masaya kraterine çıksaydık hem de Coyotepe Kalesini gezseydik.”

Javier’e de ben Coyotepe’deki Tepe kelimesinin Türkçe’de de aynı olduğunu öğretiyorum. Çok şaşırıyor.

“Şimdi gittiğimiz yerde göreceğiniz manzara belki de hayatınızda göreceğiniz en muhteşem manzaradır” diyor Javier. Hepimiz hem heyecanlanıyoruz hem de sanki abartıyor mu ne diye düşünüyoruz. Göreceğiz bakalım. Catarina’ya gelirken yol

214

Page 215: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

levhaları “Mirador”’a yani “Seyir Noktası”na nasıl gideceğimizi gösteriyor. Çok güzel çizilmiş planlar var levhaların üstünde. Mirador tam Catarina şehrinin içinde. Catarina çok ama gerçekten çok şirin bir kasaba. Bütün evler beyaz boyalı. Mavi pencereli. Evlerin bahçesi meyve ağaçları ile dolu. Nihayet Papaya ağacını net bir şekilde göstermek imkanı buluyorum. Dostlar da resim çekiyorlar. Yemyeşil şirin bir yer. Burasının diğer bir ünü Sandino’nun doğum yeri oluşu ve çocukluğunun burada geçişinden dolayı. Sandino’nun doğduğu ev bugün kütüphane olmuş. Tam şu karşı köşedeki evmiş.

Catarina’nın Nikaragua tarihindeki diğer bir önemi biraz evvel Javier’in söylediği, Amerikalılara karşı son direncini gösteren Benjamin Zeledon’un mezarının burada oluşu. Milliyetçilerin yaptığı mütevazı ama çok anlamlı cenaze törenini izleyen küçük Sandino, ABD’nin işgaline karşı direnme kararını belki de o cenaze sırasında almıştır. Zeledon’un mezarı da biz Nikaragua’lıların çok ziyaret ettiği bir yerdir” diyor Javier. Kendini nasıl da buralı sayıyor bu İspanyol delikanlısı. Hayret.

Nihayet Mirador’a geldik. Burası çok rağbet edilen bir yer olduğu için büyük bir otopark yapmışlar ve giriş yabancılara ücretli. Küçük kafeler ve hediyelik eşya dükkancıklarını gören bayan dostlarımız hemen önce dükkanlara gitmek istiyorsa da “Lütfen önce manzarayı görelim. Beraber resim çektirelim. Sonra size yarım saat alışveriş molası vereceğim.” diye söyleyince beraberce Seyir Noktasına doğru yürüyoruz.

Seyir Noktası’ndan manzara gerçekten büyüleyici. Hemen önümüzde Apoyo gölü. Biraz arkada Nikaragua gölü.. Nikaragua gölünün kenarındaki Granada köyü ve göldeki adalar rahatça görülüyor. Bir tarafta Mombacho Volkanı, diğer tarafta Masaya Volkanı. Mombacho Volkanının tepesi bulutlarla kaplı. Umarım biz oraya gidene kadar

hava değişir de gezebiliriz. Yoksa şu anda orada, tepede çok yağmur var gibi. Resim çekmelere doyamıyoruz. Burası kademe kademe çimenli bir park olarak düzenlenmiş ve parka oturma bankları konmuş Saatlerce otursanız doyamazsınız bu manzaraya. Zaten Sandino’da buradan Leon’a gidip oradan da isyan hareketini başlatana kadar hep Mirador’a gelir meditasyon yaparmış. Bu manzarayı seyredip meditasyon yaparken kimsenin kendisini rahatsız etmemesini istermiş.

Aşağıda görünen Apoyo gölü çok muntazam bir krater gölü. 7 km lik bir muntazam daire gibi. Buradan baktığımızda 100 metre aşağımızda. Tamamı yalnızca buralarda bulunan ağaçlardan oluşan bir yeşillik. 60 ayrı çeşit yarasa, inleyen maymun ve yüzlerce çeşit kuşların bulunduğu bu göl kenarında zengin ailelerin ve yüksek dereceli hükümet memurlarının yazlıkları varmış. Onlar buradan bakınca gözükmüyor. Bu gölde yüzülebiliyor ve balık yakalanabiliyormuş. Ama 2000 yılında arka arkaya gelen depremler bu evlerden çoğunu yerle bir etmiş. Yukarılardan çığ şeklinde yuvarlanan kayalar ve toprak kayması fakir halkın tek göz odalarda yaşadığı bu ülkede çeşitli yollarla zengin olmuş devlet memurlarının saray yavrusu yazlıklarını yerle bir etmiş.

215

Page 216: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Dükkanlara daldı mı millet onları toplamak dünyanın en zor işlerinde biri. İşte bir kısım dostlarımız büyülenmiş bir şekilde manzaranın güzelliğinden kopamazken bir diğer grup alışılageldiği gibi alışverişte. Bazı dostlarımızı dükkandan çıkartıp yola koyulmak hayli zor. Huri sitemde bulunuyor “Ben zamanında buraya geldim diye cezalandırılıyorum Atila bey. En beğendiğim şeyi zamanımız yok diye alamadım ama bakın herkesi nasıl bekliyoruz.”diye. Ben de onu beğendiğini almaya yolluyorum. Bir insan bir yerde beğendiğini almaz ise sonra içine öyle oturur ki. Başka yerde az kalarak zaman belki telafi edilir ama beğenileni alamamak genellikle telafi edilmez. Bu yerlere bir daha gelmek o kadar zor ki. Herkes istediğini alsın içlerinde bir şey kalmasın diye elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Bazıları beni çok yumuşak bulabilir ama ne yapayım benim huyum böyle. Çok işitmişimdir “Atila bey siz çok yüz veriyorsunuz. Bir kişiyi bir yerde bırakın bakın bir daha kimse geç kalır mı?” Ben de çoğu zaman “Onlar gezip görmeye, beğenip almaya geldiler. Askerlik talimi yapmaya değil” diye cevap veririm. O kadar günü geçirdikten sonra artık bu son günde keyfi bozmaya hiç niyetim yok.

İşte toplandık bile. Mombacho Volkan Parkına doğru yola çıkıyoruz. Tekrar Catarina şehrinin içinden geçiyoruz. Burası tam bir çiçek cenneti. Zaten burası çiçek seraları ile dolu. Sokak lambaları bile çiçeklerle bezenmiş. Caddenin bir ucundan öbür ucuna yay şeklinde yapılmış demir konstrüksiyona asılmış saksılardan envai çeşit renk renk çiçekler sarkıyor ve otobüsümüz onun altından geçiyor. Çiçeklerini sattıkları satış yerleri ne kadar fakir olduklarını gösteriyor. Tahta barakalar ve yağmurdan korunmak için teneke çatı.

O sırada elektrik -veya telefon da olabilir- tellerinde tespih taneleri gibi dizilmiş irili ufaklı garip bir oluşum dikkatimizi çekiyor. Manuel'e söylüyoruz. Otobüsü durduruyor ve Javier çok doğal bir şeymiş gibi ne olduğunu söylüyor. Bunların bir cins kuş tarafından yiyecek üretmek için kullanılan minyatür seralar olduğunu hayretle öğreniyoruz. Kuşlar çamur topaklarını elektrik tellerinin

üzerine yapıştırıyorlar ve bunların üzerine tohumlar ekiyorlarmış. Nem oranı yüksek olduğu için kolaylıkla çimlenen bu tohumlar kuşlara taze yiyecek deposu oluyormuş. Böylece kuşlar teller üzerinde tünerlerken besinlerini alıyorlar. Şu doğa’ya akıl sır erdirmek mümkün değil. Doya doya resim çekiyoruz. Yerinden kalkmakta güçlük çeken Selen hanım makinesini uzatarak yine Nihal’den fotoğraf çekmesini rica ediyor.

Yolda narenciye ve kahve bahçelerinin içinden geçiyoruz. Aman allahım işte her yer kahve ağaçlarıyla dolu. Bir tanesini görmedik diye Beste hanım nasıl da sitem etmişti. Javier “Acele etmeyin ileride bir kahve fabrikasında duracağız. Orada resim çekersiniz” diyor. Ama yine de otobüsten bir iki poz resim alıyoruz.

216

Page 217: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Şimdi geçmekte olduğumuz köy ve dağa doğru 5 köy daha şaman büyücülerinin yaşadığı yerlermiş. Falcı Köyleri. “ Burada herkes çeşitli şekilde fal bakar. Geçimleri falcılıktan. Büyük şehirlerdeki halk buraya gelip fal baktırıyorlar. Her kişinin veya alenin inandığı falcılar var. Muntazam olarak gelip burada istikballeri öğrenmek için fal baktırırlar. Aynı zamanda her köyde bir de Şaman büyücüsü var.” diye bilgi alıyoruz.

“Şaman mı? “

“Evet. Şaman. Siz Şamanları biliyor musunuz? “ diye hayretle soruyor. Asıl ben merak ediyorum onun Şamanlık ve Şamanizm ile ilgili ne bildiğini.

“.Şaman büyücülerinin, insanların ruhunu temizlediğine, içine giren kötülükleri dışarıya çıkartıp huzur dolu bir insan haline getirdiğine inanılır. Şamanlar uyuşturucu içen garip tavırlı ve garip giysili kimselerdir.” diyor Javier.

Ben bunları tercüme ederken Hüsniye hocam o her zamanki zarif haliyle söz istiyor ve “Bundan önce Maya tapınaklarını da gezerken Şaman’lardan bahsettiniz. Ama Şamanizm hakkında derin malumat vermediniz. Müsaade ederseniz size Şamanizm’i anlatmak isterim “ diyor. Kendini tanıtırken daha ilk gün “Size A ve B yi öğretenim.” diyen hocamızı zevkle dinliyoruz. Arada bir Javier’e de tercüme ediyorum. Yani Türkçe konuşulurken bile benim işim bitmiyor.

“Tarihin en eski dinidir Şamanizm. Orta Asya’da Türklerin, Altay Türklerinin dini. Bu inançta gökte iyi ruhlar, yeryüzünde insanlar, yer altında kötü ruhlar yaşar. İnsan bu iyi veya kötü ruhların etkisindedir. İçine kötü ruhlar giren insan kötü işler yapar. Kötülük düşünür. Huzursuz olur veya hastalanır. İnsanların hasta oluş sebebi, bu yeraltından gelen kötü ruhların etkisidir. Yer üstündeki iyi ruhların başı “Ülgen”, yer altındakilerin ki “ Erlik” diye adlandırılır. Buna Tanrı ve Şeytan diye bakarsanız bu bir dindir.”

“ Türkler Göğe uzanan ulu ağaçlara çok saygı gösterirlerdi. Ölünün başına onun ruhunu yukarıya çıkaracak ağaç dikerlerdi. Selvi ağacı gibi. Göğe uzanan. Bu ağaçlar göğe uzandıkları için Türkler kendi dileklerini Ülgen’e ulaştırması için dilek dileyip çaput bağlarlardı. Hala süregelen çaput bağlama geleneğinin İslam ile bir ilgisi yoktur. Zaten İslam’da mezar’da yoktur. Mezarın başına dikilen taş da, ağaç da tamamen bizim eski dinimizin bir geleneğidir.”

“Şamanizm, Türk , Moğol ve Tunguz halklarından başka tüm kuzey Asya'yı kapsamıştır. Buradan Kuzey, Orta ve Güney Amerika’ya hatta Grönland’a yayılmıştır. Bu dinde şaman olan kişi, ki diğer dinlerin papazına, imamına, hahamına benzer, ruhlarla teması olan kişidir. İyi ruhların çalışmalarına zemin hazırlamak, kötü ruhların faaliyetine engel olmak şamanın görevidir. “

Bu konuları değil Javier, grubumuzda çok kişi ilk defa duyuyordu. Masal gibi dinliyorduk Hüsniye hanımı.

Javier “Buralarda şaman dini yok. Ancak Şamanlar var. Meksika’dan, Şili’ye kadar her ülkede şaman büyücüleri var. Bunlarda aynen sizin anlattığınız gibi insanların içine giren kötü ruhları kovmak için bütün gece süren seans yaparlar. Büyücüler,

217

Page 218: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yalnızca kendi bildikleri otlardan elde ettikleri uyuşturucuyu kendileri içerler ve hastaya da içirirler. Transa geçip halusilasyon görmeleri sağlanır. Ondan sonra kendisine has tören ile kötü ruhlar kovulur.”diye burada yaşayan şamanlar hakkında bilgi veriyor.

Hüsniye hanım “ Doğru. Orta Asya’da Türklerde de içimize giren kötü ruhları kovmak için bu şamanlar çeşitli uygulamalar, seanslar yaparlardı. Uyuşturucu olarak kullanılan otlar hastayı gerçek dünyadan uzaklaştırır. Böylece transa geçerek derin dinlenme sağlanır. Hastalıkları iyi etme geleneklerimizden olan başa kurşun dökme inancımız bu kültürün bugünlere kadar taşıdığımız izlerinden biridir.. Aynı amaçla yapılır. Sizi sıkmaz isem bir hususu daha eklemek isterim. Şamanizm’den sonra doğan Hint, Çin ve İran kültürlerinde de bir şaman tabanı vardır. Budizm, Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta Şamanizm’den kalma etkiler hala görülür.”diye ek bir bilgi daha veriyor ve bütün grup alkışlarla teşekkürlerini bildiriyorlar.

Biz hayranlıkla dinlerken Destegül annesine yüksek sesle soruyor “ Anne insanın başına nasıl dökerlen kurşunu? Ölmez mi insan?” Hepimiz gülüyoruz.

Zamanımız olsa bir gece buraya gelip bir şaman ile tanışmak isterim ama onun içinde randevu almak gerekiyormuş. Öyle hemen olmazmış. Kısmetse ben de bir gün ya Peru’da ya da Bolivya’da giderim. Nasıl olsa bu ülkelerin hepsinde zor da olsa bir şaman bulmak mümkün.

Mombacho yanardağı koruma altına alınmış. Eteklerinden itibaren 800 metreye kadar özel mülkler var. Genellikle kahve bahçeleri. Kendi arazilerine gidenler kimlik göstererek şimdi bizim durduğumuz kontrol istasyonundan geçiyorlar. Ama belli bir yerden sonra bahçeler bitiyor ve tamamen koruma altındaki doğa sınırlarına giriliyor. Turistler araçlarını Park girişindeki otoparka çekiyorlar ve biletlerini alıp yukarıya çıkılan özel araçlara biniyorlar. 220 metreden 1200 metreye kadar çok dik bir yokuş ile çıkılıyor. Buraya normal araçlar kolay çıkamaz. “Volcan Mombacho Reserva Natural” nın iki adet savaş kamyonundan bozma

aracı var. Bir Rus biri Alman yapımı savaş aracı . Biri iniyor, öbürü çıkıyor. Bu araçların arka kasasına oturma yerleri yapmışlar. Arka taraftan biniliyor. Ortada bir koridor sağda ve solda ikişer kişilik oturma yerleri.

Gruptakiler, Javier ile ben bilet alma işini hal etmeye çalışırken tuvalet ihtiyacını gideriyorlar. Ben gerçekten çok yüksek olan bilet fiyatlarında sanki derdimi anlatacakmış gibi grup fiyatı istiyorum. Biz 27+3 tam 30 kişiyiz. 4 kişi rehber diyorum.

218

Page 219: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Gişedeki kızın bir grupta 4 rehberi anlaması mümkün değil. Saf saf bakıyor yüzüme. Nasıl anlatırım bizim garip durumumuzu. Kızcağız tam bir Latin. Gene aynı zorluklar içindeyim. Bu da patronuna telefon ediyor. Telsizden arıyor. Hatlar kesiliyor. Tekrar deniyor.

Tam o sırada kenardaki yolda elinde bir köpeği ensesinde yakalamış bir asker, sallaya sallaya götürüyor. Hayvancık garip sesler çıkartıyor. “İçimden inşallah Betül ve kızı Bengi görmezler diye geçiriyorum.

Birlikte yaptığımız Hindistan yolculuğundan biliyorum onların köpeklere düşkünlüğünü. Kahvaltı salonuna bir torba ile gelirler. Açık büfede sunulan yiyecekleri garsonların ve aşçıların şaşkın bakışları altında torbalara doldururlar ve sonra her durduğumuz yerde sokak köpeklerine verirlerdi. Köpek nazlanırsa veya uzakta ise otobüste onları beklerdik. Onlar bir köpeği daha beslemiş olmanın verdiği huzur ile bekleyenlerin homurdanmalarına hiç aldırmadan zafer kazanmış komutan edası ile otobüse dönerlerdi. Hindistan gezimizde Jaipur’da sabah erken kalkıp Yeni Delhi’ye gidecektik. Sabah erken olduğu için kahvaltıyı tam olarak hazırlayamamışlardı. Mutfakta hazır olanı hemen getiriyorlardı. Onun için kuyruk vardı. Ben de ekmek bekleyenlerin arasında iken gelen bir tepsi ekmeğin tamamını torbaya doldurunca “Arkada bekleyenler var. Bütün ekmekleri şimdi almasanız da ekmek bekleyenler yese, siz biraz sonra getirdiklerinden alırsınız. Hem de dostlarımız beklememiş olur. Ne dersiniz?” demek gafletinde bulunmuştum Sonra ağzımın payını almıştım. “Atila bey biz bunları kendimize almıyoruz herhalde. Bunlar köpeklerin. Burada zaten herkes çok şişman yemeyiversinler. Köpekler daha önemli” diye vermişlerdi ağzımın payımı.

Zaten dün sabahtan beri patlamaya hazır bomba gibiler. İnşallah görmezler diye düşündüm. Gerçekten görmemişlerdi ama o sırada birisi haber vermiş olacak ki asker gözden kaybolduktan sonra ikisi “Bırak köpeği hayvan herif. Katil ne olacak” .... falan diye bağıra bağıra arkalarından gittiler. Tam bela arıyorlardı.

Resepsiyoncu kız sorup duruyormuş. “Tamam mı? Kabul mü?” Dalıp gitmişim. Ne tamam mı? Ne kabul mü? Javier açıklıyor. Biraz evvel söylediğinin aynı. Şimdi rehberlere de free yokmuş diyor. Değil bir adım öne gitmek, patronu ile konuştuktan sonra şartlar daha da ağırlaştı.

Ödediğimiz ücretin büyük bir kısmının yani 8 dolarlık kısmının yalnızca sigorta olduğunu söylüyor. Bu son derece dik yokuş bilhassa inişte o kadar tehlikeli imiş ki bir keresinde kamyon yağmurlu havada kayıp devrilince yaralananlara sigorta şirketi yüklü tazminat ödemiş. Şimdi sigorta pirimi daha da artmış. Tabi bu olayı aşağıya geri dönünceye kadar kimseye söylemeye niyetim yok.

Kıyamet kopuyor........

Tam ödeme işini bitirmiş ve kamyona doğru yürüyordum ki kamyonun arkasında ciddi bir kavganın başladığını gördüm. İnsanlar dövüşüyorlardı.

Ben bilet alma işi ile uğraşırken bizim ana kız geri dönmüşler. Askerin köpeği öldürmesini önlemişler ama adamın köpeği öldürecek oluşu sinirlerini tir tir

219

Page 220: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

titretiyormuş Onlar gelene kadar kamyonda yerler dolduğu için tam en arkada ve sağ tarafta kalan iki kişilik yere oturmuşlar. Betül iç tarafta, Bengi kamyonun kasa tarafında. Sol tarafta en arka sırada ise Bahadır ve annesi Selen hanım oturuyorlar. Anneler iç tarafta, Bahadır dış tarafta. Allah’tan Yarış iki sıra önde. Sayhan üç sıra önde. Nihal en ön sol sırada. Bana da yanında yer ayırmış volkana çıkarken yine tercüme yaparım, bilgi veririm diye.

Bana sonradan anlatıldığına göre Betül ve Bengi gelince bağıra bağıra ve de kötü sözcükler kullanarak askerin davranışını eleştiriyorlarmış. Bahadır da ortalık yatışsın diye ve biraz da bunların abartmalarından rahatsız olarak “Canım fazla büyütmeyin. Burada yıllarca süren iç savaş sırasında insanlar insafsızca birbirlerini boğazlamışlar. 30.000 den fazla ölü vermişler. Birbirlerini hunharca kesen insanlar için bir köpek canının ne önemi var” demiş.

Sen misin diyen. Almış cevabını Betül’den.. “Ayı, sen de ne olacak. Terbiyesiz”

“Lafına dikkat et . Hakaret etme”

Zaten dünden beri, hani o çiçaro olayından beri çok rahatsız olup hır çıkartmak için bahane arayan ana kız tam fırsatını yakalamışlar. Şimdiye kadar ne kadar hakaret ettilerse de cevap alamamışlardı Bahadır ile Yarış’tan. Onun için koro halinde bağırmışlar. “Terbiyesiz adam. Zaten sende aile terbiyesi de yok. Hayvan ne olacak.”

Bu sırada en sağda Bahadır ayakta. “Bakın bana öyle laflar söylemeyin sokarım o lafları bir yerinize.” Demiş.

Bu büyük hakareti duyunca artık iş tamamen çığırından çıkıyor. Bengi heyecan ile ayağa fırlayıp bağırarak Bahadır’ın üstüne yürüyor.

Benim tam bağırışları duyup arabaya doğru yöneldiğimde -ki kamyonun Bengi tarafından geliyorum- Bengi’yi elindeki çantayı sallayarak ve 1.72 boyu ile annesinin üzerinden aşarak “Sen nasıl böyle konuşursun ahlaksız herif “ diye bağırırken gördüm. Gözlerime inanamıyordum. 24 yaşında bir genç kız. Ne yapıyor böyle. Bu sırada Bengi, annesini geçerek orta koridora ulaştı ve elindeki çantayı Bahadır’ın kafasına salladı. O sırada kamyona üç adım yakında idim. Koşarak gelmiştim. Kamyona dayalı merdivenden yukarı çıkmaya çalışıyordum. Herkes şaşırmış kafasını çevirmiş ne olduğuna merakla bakıyordu.

Birinci saldırıdan Bahadır kolunu saklayarak kurtuldu ancak Bahadır’dan sekip aşağıya doğru inen çanta bütün şiddeti ile Selen hanımın kafasına indi. Selen “ Allah, yandım” diye çığlık attı. O sırada Betül, Selen Hanıma “ Ne terbiyesiz oğlan yetiştirmişsiniz. Ayıp Ayıp” diye bağrınıyordu.

İlkinde tam isabet kaydedemeyen ve kendini kaybetmiş bir şekilde çığlıklar atarak bağıran Bengi bir kere daha çantayı salladı. Hem Bahadır’a hem de anneye çarpan çanta aşağıya indiğinde Bengi bir de uzanmış tokat atmaya çalışıyordu. İşte ben tam o sırada merdivenin üst basmaklarında idim ve kamyona atlamak üzereyim. Ama biri bana çarpsa paldır küldür aşağıya düşeceğim. Herkes şok olmuş. En önde bizim grubun dışındaki iki turist fotoğraf çekmeye çalışıyor. Kaçırılmaz ve de inanılmaz bir manzara.

220

Page 221: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bahadır daha önce de söylediğim gibi annesine çok düşkün. Üstüne titriyor. Bu gezide ona eşlik ederken tek düşüncesi biraz daha rahat ettirebilmek. Çok kıymetli annesinin dayak yediğini ve acılar içinde bağırdığını görmek onu deliye döndürdü. Benginin tokadı Bahadır’a ulaşırken annesinin çığlığı ile kendinden geçmiş Bahadır kolunu uzattı ve Bengi’ye bir tokat patlattı. Yediği tokattan feleğini şaşıran Bengi daha hırsla saldırırken ikinci tokadı yiyecekti ki ben yetiştim ve Bengi’yi kucaklayarak öne kaçırdım. O sırada Nihal önden yardıma gelmişti. “Nihal al bu kızı en öne oturt “ dedim. Nihal Bengi'yi kucaklayarak götürmeye çalışırken o dönüp dönüp Bahadır’ı dövmeye çalışıyor. Bahadır iri yarı 35 yaşlarında bir adam. Sen kim onu dövmek kim. Hem yakışır mı?

Bu sefer kızının tokat yemesine dayanamayan Betül Bahadırı dövmeye kalktı. Bahadır ortaya gelmiş, annesini kenara itmiş rahat dövüş pozisyonu almıştı. Bengi’yi Nihal’e bıraktıktan sonra dönüp Bahadır’ı kucaklayıp orta sıralarda bir yere oturtmaya çalışıyorum. Sayhan hemen kalkıp yer verdi hem de Bengi ile arada duvar oluşturdu. Bahadır yükselen adrilini ile kuvvetinin son mertebesinde. Allah’tan ben de ufak tefek biri değilim de kucakladığım gibi götürüyorum Bahadır’ı. Ama Betül durur mu? Benim arkamdan hem bana hem Bahadır’a vuruyor, vurmaya çalışıyor. Bahadır’ı saran bir kolumu gevşetip arkaya dönüp Betül'ü uzaklaştırmaya çalıştım ve “Biriniz de şu kadını tutsun” diye bağırırken kolumun gevşemesini fırsat bilen Betül yine küfür ederek kolunu uzattı ve Bahadır’a tokat atmaya çalıştı. Ama kolumun gevşemesi ayni zamanda Bahadır’a da yaramıştı. Bahadır cendereden kurtulunca bir tokatta Betül’ün suratında patlattı. Tekrar Bahadır’a sarılıp onu Sayhan’a emanet ettim. Arkada Betül’ü de dibe oturttum ve kavga sonlandı ama bağırıp hakaretler devam ediyordu ki en gür sesimle “Susun” diye gürledim. Benim sesimin bu perdesini ilk defa duyan dostlarım korku dolu bakışlarla bana baktılar ve ortalık birden bire sessizleşti.

Bu anıları değil yazmak hatırlamak bile çok zor. O anda ne durumda olduğumu düşünebiliyor musunuz? Hadi her zaman bu seyahatlerde ağız dalaşı olur, hatta kırıcı sözler de söylenir. Bunu bildiğim için Guatemala’ya geldiğimizde otelden ayrılırken “Aman baylar, bayanlar. Lütfen gezi bitimine kadar birbirimize kırıcı olmayalım. Son günlerde sinirler çok gergin oluyor. Üstelik şu anda zorlu günler bizi bekliyor. “ diye sanki bilmişim gibi ikaz da etmiştim.

Bir an sakin olan ortalıkta duruma hemen hakim olmak gerekiyordu. Bir tarafta bütün gezi boyunca herkesin tepkisini almış bir ana–kız vardı. Hiç kimse ile dostluk kurmamışlardı. Bir kişiye günaydın bile dememişlerdi. Üstelik hakaret eden ve de ilk saldırıyı yapan onlardı. Ama ilk saldırıyı Bengi’nin yaptığını benden başka net kimse gördü mü bilmiyorum.Ancak diğer taraftan, davranışlar ne olursa olsun iri yarı bir genç adamın gezide yalnız olan iki bayana tokat atması katiyen af edilir bir davranış değil. Annesinin feryadı onu çılgına çevirmiş olabilir. Grup her an ikiye bölünebilir çünkü her iki taraf ta mahcup olduğu için kendine taraftar arıyor. “ Gördün mü ? “ “ Duydunuz değil mi? “ den başlayıp açılacak muhabbetler belki de grupta başka kimselerin birbirine kırıcı söz söylemesine neden olacak. Zaten herkes içinden birilerine dolu. Hani Teksas'ta barda iki kişi kavgaya başlar da hiç ilgisiz köşede oturan kişiler birbiri ile kavga etmeye başlarlar ve sonunda bütün bar birbirine girer ya. İşte tam o noktanın eşiğindeyiz.

221

Page 222: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Şoför, güvenlik görevlisi ve rehberler ne yapacağını şaşırmış ya biraz sonra tekrarlarsa ne olacak diye düşünüyorlar. Bunların hepsi saniyeler içinde beynimden bir film şeridi gibi geçti. Çok ciddi bir tarzda meseleye müdahale etmek gerekirdi.

“Şu anda hiç kimse hiçbir şey söylemek için ağzını açmayacak” diye gürledim elimi kamyonun kasasına sertçe vurduktan sonra.

Hemen polise dönüp “ Derhal bir zabıt tutun. Taraflar kesin olarak ağzını açmayacak.. Uçak kalkana kadar birbirleriyle konuşmayacaklar. Gruptan hiçbir kimse konu ile ilgili hiçbir şekilde hiç kimse ile konuşmayacak.” Javier tercüme ediyor ve orada bulunan bir kağıda tutanak İspanyolca yazılıyor oradaki güvenlik görevlisi tarafından. Devam ediyorum. “Bu dört kişi tutanağı imzalayacak. İmzalamam diyen şu anda kamyondan inip karakola gidecek. Kağıdı ben de garantör olarak imzalayacağım. Herhangi bir şekilde bu tutanağın dışına çıkıldığı an bu dört kişi için yasal işlem başlatılacak. Karakola gidilecek ve ben de onlarla beraber karakola gideceğim. “

Son darbeyi indiriyorum. Gruba dönerek “Sizler sakın ola ki ağzınızı açıp bu konuda bir şey söylemeyin. Söyler de olay büyür ise ben burada kalacağım için sizin Türkiye’ye nasıl döneceğiniz benim sorunum olmaktan çıkar. Nasıl dönerseniz öyle dönerseniz Ben karışmam. Ben burada bunlarla kalırım. Siz başınızın çaresine bakarsınız.”

Gözlerim dönmüş bir tarzda sesimin en gür haliyle yaptığım bu konuşma herkesi etkiledi. İnsanın sesinin gür oluşu bazen işe yarıyormuş. Tutanak tutuldu. İmzalar açıldı ve ana–kız ile Bahadır ve annesi ağızlarından bir kelime bile çıkmadan imzaladılar. Ben de imzalayıp güvenlik görevlisine verdim ve şoföre hareket etmesini söyledim.

İnşallah bu konu Türkiye’ye gidene kadar kapanır da başka tatsızlık olmaz diye düşünürken iç savaştan kalma kamyon inleye inleye tırmanmaya başladı. Tam artık saatler kaldı derken gördünüz mü başımıza gelenleri.

Javier kahve ağaçlarının arasından geçerken bilgi veriyor. “Kahve ağacı da aynı kakao ağacı gibi gölgeyi ve nemi sever. Büyük ağaçların gölgesinde yaşar. Güneş ışığını hiçbir zaman dik almamalıdır. Ayrıca tropik yağmurlardan sonra suyun topraktan buharlaşması da kahve için gereklidir.”

“Kahvenin toplanma mevsimi her ülkeye ve kahve cinsine göre değişir. Buralarda Aralık ve Ocak aylarında hasat yapılıyor. Toplayıcıların belindeki sepete elle toplanan kahve çeşitli vasıtalarla sergi alanına getirilir. Burada kurutulmaya bırakılır. 1-2 hafta yağmur yağmaması için dua edilir. Sonra atölyede üst kabukları ayrılır. Kırma tesisinde dış kabuk kırılıp içinden kahve çekirdeği çıkartılır. Eğer decafeinli kahve yapılacak ise bu noktada işleme tabi tutulur. En etkili yöntem ısı ile kafeinin alınmasıdır. Sonra ayıklanma ve boylanma işlemi yapılır. Kabuk ayrılırken çok zehirli bir su çıkar. Bu suyun doğaya salınması son derece sakıncalıdır. Artık bütün tesislerin bu suyu doğaya salmadan önce zararsız hale getirmek üzere arıtma tesisi kurmaları kanun gereğidir.”

222

Page 223: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Biraz sonra dolaşacağımız tesiste suların doğaya bırakıldığını ve hiçbir önlem alınmadığını görecektik. O sırada sağ tarafta kahve kurutma terasları ve üzerine yayılmış kahveleri görüp bol bol resimler çekiyoruz. Beste hanım çok mutlu.

Burada da hasat zamanı gelen işçileri yatırmak için barakalar yapılmış. Büyük işletmelerde bu barakalarda devamlı elemanları yatarmış. Eskiden sömürge devrinde Afrika’dan getirilen köleler kahve plantasyonlarında da çalıştırılırmış.

Kahve denince Etopya’yı yani eski adı ile Habeşistan’ı hatırlamamak mümkün değil. Çünkü kahvenin ana vatanı Etopya’nın Harar eyaletinde Kafa bölgesidir. Kahve ilk burada bulunmuştur. Adını da Kafa’dan alır ama Etopya'da kahveye “Bırna” denir. Etopya’da kahve içmek bir kültürdür. Seremoni ile içilir. Adı da Kahve seremonisidir. Yemekten sonra aile salonda daire

şeklinde oturur. Eğer Etopya ‘ya giderseniz herhangi bir lokantada yemekten sonra kahve seremonisi isteyebilirsiniz. Kahve pişirecek bayan önce ortamı hazırlar. Karasinekten korunmak üzere bizim karabiber ağacı dediğimiz ağacın dallarından ortaya serer. Böylece oraya karasinekler gelmez. Kahvenin kavrulmasından, çekilmesinden içilmesine kadar bütün işlemler orada yapılır. Kavurma işlemi bitince kahveci kalkar ve herkese tek tek dumanını koklatır. Kavurmanın kararınca yapılmış olduğunun onayını alır. Kahve çekilip pişirilince özel bir ibriğe konulur. Kahveci herkese dağıtılmış bulunan fincanlara üç defa servis yapar.. Bu seremoni ortalama kırkbeş dakika sürer. Büyükelçi arkadaşımız Murat Bilhan’ı ziyarete gittiğimizde edindiğimiz bu tecrübeden çok etkilenmiştik. Sonra Mavi Nil’in doğduğu Tana Gölündeki adacıklarda da elimizle kahve toplamıştık. Neden Türkiye ile kahve ticareti yapılmadığını sorduğumda da Etopya’nın kahvelerinin dünya standardında çok yüksek kalitede ve bunun içinde pahalı olduğunu öğrenmiştim. Türkiye olarak biz ucuz kahve ithal edermişiz.

Ama en çok kahve ithal ettiğimiz Brezilya’da, kahve kültürü olmadığını ve kahve isterseniz küçük kapta, şekerli berbat bir şey getirildiğini görmek beni çok şaşırtmıştı.

Amerika’da Washington DC de yaşayan kardeşim Ferhan, Kolombiya’ya gittiğinde en iyi kalitede bir kahve satın almak istemiş. Ona “En iyi kahve bizde satılmaz. Tamamı ABD ye ihraç edilir. Orada bulabilirsiniz.” dediklerini anlatır.

Dünyanın subtropikal iklime sahip bütün ülkelerinde kahve yetişir. Ama her bir ülkenin her bir yöresinde kahvelerin kalitesi farklıdır.

Kahve kültürümüz iyice gelişirken 800 metrede Mombacho Canopy Tour levhası görüyoruz. Demek burada da Canopy yapılıyormuş. Guatemala’da Tikal Milli Parkında gördüğümüzü hatırlıyoruz. Daha dün gibi ama nerdeyse bir hafta geçti bile.

223

Page 224: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Burada yeşil fışkırmış gibi. Her yer çok yeşil. Bizim süs bitkisi gibi zor yetiştirdiğimiz bir tür kaktüs burada sınır çiti olarak kullanılıyor. İlginç bir şey burada 800 metreye kadar olan tabiat örtüsü ile bunun yukarısı tamamen farklı. Buraya kadar kahvenin yetiştiği bir tabiat var. Ama 800 metrenin üstüne çıktığınız an gerek flora gerekse fauna tamamen farklı. Şili’nin Atakama çöllerinde gayser vadisine giderken rehberimiz 3000 metrenin üzerine çıktığınızda doğa tamamen farklılaşır demişti. Karadeniz’de Bektaş yaylasına çıkarken dostum Fatih Güngör 2000 metrenin üstüne çıktığında tabiat tamamen değişir demişti. Burada ise sınır 800 metre. Bu noktada tamamen bulut ormanlarına giriyoruz. Aşağıdan da gördüğümüz bulut genellikle bu tepeden ayrılmıyormuş. Böylece bitkiler bu nemli ve bulutlu ortamda yetişiyor. Onun için eğrelti otları çok yoğun. Biyolog rehberimiz dünyada görülen en büyük eğrelti otunu burada olduğunu ve bunun boyunun 20 metreye ulaştığını söylüyor. Biraz sonra onu gösterecekmiş. Dinozorlar devrinde böyle dev eğrelti otları varmış. Şimdi yok. Bu dev eğrelti otu biyologlarca inceleniyormuş.

Bugün aslında yağmur bekleniyor. Rüzgarlı bir hava var. Gökte bulutlar büyük bir hızla geçiyor. Bunlar bizim için güzel alametler. Belki bugün bulutlar dağılır.

Kamyonumuz inleye inleye 1220 metre yükseklikteki tepeye ulaştığında ilk gördüğümüz çanak antenler. . Burası bütün ovaya hakim olduğu için haberleşme çanakları buraya kurulmuş. Doğal hayatın koruma merkezi de burası. Biyolojik Araştırma İstasyonu. İstasyonun içinde büyük bir kafeterya var. İndiğimizde rüzgar, çok hafif yağmurla karışık ama sert esiyordu. Onun için hemen koşar adım binanın içine girdik. İçerisi sıcak, geniş, güzel bir yer. Çay kahvenin yanında buradaki doğal hayattan alınmış örneklerin sergilendiği panolar var.

Sağdaki ilk panoda kelebekler var. 50 nin üzerinde kelebek çeşidi sergilenmiş ve bilgi verilmiş. İkinci panoda burada yaşayan yılan tipleri. Üçüncü panoda kuşlar. Pırıl pırıl renkleri ile papağanlar serçe gibi küçük kuşların fotoğrafları. Sonra sürüngenler sergilenmiş.

Salonun ortasındaki makette Mombacho dağının muhteşemliğini ve aşağıda iki göle bakışındaki heybetini bütün canlılığı ile görebiliyoruz. Düz bir ovanın üstünde huni biçiminde dev bir

volkan pek haşmetli görünüyor. Biraz sonra aşağıdaki Nikaragua gölünde sandal sefası yapacağız eğer bir aksilik olmazsa.

Bir köşedeki küçük alışveriş yerinde kitap, harita ve hediyelik eşyalar satılıyor. Dışarıda 3 km lik krater turuna çıkacak ve bu arada üşüyen dostlarımız başta Nihal olmak üzere bütün T-Shirtleri kapıştı. Tanesi 4 dolar pek te ucuz gelmişti. Soğuktan titrerken tanesi 10 dolar dese gene de kapışırdık.

224

Page 225: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Bu gün son gün. Zamanımız kısıtlı. Hemen tura çıkmamız lazım. Başta Mürşit ve Bilgi Kodaman olmak üzere Hüsniye, Hamiyet ve Mermin hanımlarda gelmeyeceklerini söylediler. Kalan grup başta en yaşlımız Saniye hanım olmak üzere ormana daldık. Bu yol ile kraterin çevresinde tam bir tur yapacağız ve bir noktadan kraterin içine bakacağız. Javier hayatından çok memnun. Tam kendi konusu. Devamlı bilgi veriyor. Bizim bu bilgilerin önemli bir kısmını anlamadığımız kesin. Zaten serin ve nemli havada otların içinden gerek aşağıya doğru, gerekse yukarıya doğru yürürken ilk dikkat ettiğimiz şey bastığımız yer. Düşmemek için gerekli bütün ihtimamı gösteriyoruz.

Bir ağacı göstererek anlatıyor Javier. “Bakın bu üzeri tamamen bitki kaplı ağaca. Dallarında bile asalaklar var. Bu bitkiler güneş ışığı alsın diye ağacı kendilerine toprak yapıp üstüne yerleşmişler. Burada tam 200 ayrı çeşit bitki bu ağacı mekan tutmuş. İşte bu kaplan ağzı. Bu ayrı bir mantar cinsi. Bu ise başka bir mantar. Üstte sağdaki dalda orkide var. 20 den fazla orkide yetişir bu dağda. Dalda boşluk olan yerlerde değişik yosunlar sarılmış. Bazı bitkiler mesela bromelyalar da bu yosunlar üzerinde yetişir ve ağacı sarar.... “ Kendi konusu ya keyifle en ince ayrıntısına kadar anlatıyor.

Javier biraz ileride bir yerde duruyor “Mombacho kraterinden başka hiçbir yerde doğada bu farklılıkları yan yana göremeyiz. Bakın şimdi durduğumuz yer tam bir sınır. Burada tabiat değişiyor.” Gerçekten de bir doğal sınırdayız. Bir metre arkada muhteşem yağmur ormanları. Bir metre ilerisi küçük ağaççıkların ve çok seyrek makiliklerin olduğu yer. Sanki yan tarlaya orman ekilmiş gibi. “Nedenini birazdan anlayacağız” diyor Javier ve yamaçtan aşağıya doğru iniyoruz. Burası dağın göllere bakan yamacı.

Aşağıda Managua gölü, Nikaragua gölü ve Granada şehri net bir şekilde görülüyor. Taa ilerde ise sisler altında Managua şehri hayal meyal seçiliyor. Sanki burada ağaçları kesmişlerde tekrar yetişmemiş gibi bir hal var. Yalnızca sarı sarı otlar. Yamaçları sarmış yosunlar. Javier ileride diz çökmüş bizi bekliyor. Bir çukurun başında durmuş çukurdan gelen dumanları gösteriyor. Çıkan hava insanın elini yakıyor. Toprağı elliyoruz sıcak.

“İşte sebebi bu “ diyor “Burada mağma toprağa yakın. Birçok yerinden bu sıcak havaları dışarıya atıyor Mombacho volkanı. Bu sıcaklıkta yetişen bitkilerle biraz önce geçtiğimiz yerde daha soğuk toprakta yetişen bitkiler farklı. Bu bölgede her yerde toprak çok sıcak.” Kanarya adalarından Teneriffe’de El Teide dağına çıkarken gördüğüm manzarayı hatırlıyorum. Orada piknik yapmaya gelenler bu çıkan buharın üzerine tencerelerini oturtup yemek pişirirlerdi.

225

Page 226: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Burada yerden bir karınca alıp gösteriyor Javier. ”Bu çok özel bir karıncadır. Bu karıncalar özel bir mantar yetiştirir ve onu yerler. Çok ilginç bir teknikleri vardır. Yuvalarına eğrelti otu yaprağı taşırlar. Bu yaprak çürürken havayı belli bir nem ve ısıda tutar. Isı ve nem fazla ise fazla yaprakları dışarıya çıkartır eksik ise daha yaprak getirirler. Yer altında yetiştirdiği mantarlar bu karıncaların besin kaynağıdır.” Duyduklarımıza , gördüklerimize inanmak çok zor.

Hep beraber 50 metre aşağıdaki manzara yerine gidiyoruz. Bu bölümde toprağın üstü renk renk çiçeklerle kaplı. Özellikle de orkideler harikulade. Yerler orkide çiçekleri ile dolu. Bunlar ağaçta yetişen değil, yerde yetişen orkideler. Her kes resim çektiriyor tabi Tam aşağıdaki bir tepenin üzerine oturma yeri yapmışlar. Hava da birden bire ısındığı için yarım saatlik yürüyüşün ardından bu mola iyi geldi. Güneşte kendini gösterdi. Aşağıda göl ve gölün arkasında uzanan uçsuz bucaksız tarlalar görünüyor.

“Size Nikaragua gölü ile Karayip denizi arasında kalan bölgeyi anlatmak isterim “ diyor Javier. “Bu bölge ülkenin yarı büyüklüğünde olmasına rağmen pek az insanın yaşadığı yerdir. 541 km uzunluğundaki sahile karayoluyla ulaşmak imkanı yoktur. Honduras sınırına yakın olan yerlerde hala contra tehlikesi vardır. Oralara gitmek tehlikelidir. Geçen sene dört turisti kaçırdıkları yerler o bölgedir. Sahil boyunca, ancak bir iki yere o da kurak mevsimde ve çok kötü yol şartlarında 4 çekerlerle gidilebilirsiniz. Buraları tamamen bataklık gölcükler ve nehir deltaları ile kaplıdır. Nikaragua’nın 685 km ile en uzun nehri olan Rio Coco çok büyük bir delta yapar. Karayip denizine toplam 23 nehir akar. Burası Pasifik sahilleri kadar sıcak değildir. Yağmur ormanları ile kaplıdır. Sahildeki Bluefields şehri benim en sevdiğim şehirdir. 40.000 nüfuslu bu şehre kara ulaşımı yoktur. Ya uçakla gidersiniz veya Rama’ya kadar otobüsle. Managua’dan günde iki defa otobüs kalkar Rama’ya .8-10 saat sürer. Yorucu bir yolculuktur. Ama manzaralar muhteşemdir. Sonra Rama’dan teknelerle nehir yolu ile 5 saatte ulaşırsınız Bluefields’e. Dönüşte nehrin tersine gideceğiniz için yol 8 saat sürer. Bu tekne yolculuğu hayatınızda bir kere yapabileceğiniz güzelliktedir. Bluefields’te sizi taze ıstakozlar ve karidesler bekler. Dünyanın en ucuz ve en taze ıstakozu buradadır. Dev ıstakozların tanesini 5-6 dolara yersiniz. Deniz burada cam göbeği yeşildir.”

“Hele Bluefields’ten Corn adasına giderseniz sanki cennete gitmiş gibi olursunuz. Orada her şey daha da ucuz.Tam bir mercan adasıdır Corn adası. Cam göbeği berrak denizi, üzerine Hindistan cevizi ağaçları eğilmiş beyaz kumsalı ile büyüleyicidir. Mercan kayalıkları şnorkel yapanlar için çok elverişlidir. Balığı çok bol olduğu için gelenler hemen her köşede büyük okyanus balığı avlayabilirler. Burası uzun süre İngilizlerin ve İngiliz korsanlarının hakimiyetinde olduğundan adada genellikle İngilizce konuşulur. Bluefields’te de öyle. Managua’dan 93 dolara gidiş dönüş bilet alabilirsiniz bu adaya. Gittikçe turistikleşiyor ama bize göre. Yoksa hala sanki 400 yıl öncesini yaşarsınız orada. Eskiden burası korsanların adası imiş. Konumu itibariyle bu adayı ele geçiren korsan bu bölgeye hakim olurmuş.”

“ Şimdi de ada halkının esas geliri nereden biliyor musunuz?” diye bir soru soruyor.

Hepimiz çeşitli cevaplar veriyoruz. “Balıkçılık?” değil.

226

Page 227: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

“Hindistan Cevizi?” değil.

“Istakoz? “ diyor Yarış. Değil.

Anlaşıldı , bilemeyeceğiz. Javier söylüyor. “Esrar ve kokain”

Hoppala. Nereden çıktı bu. Bu adanın neresinde yetişir esrar veya kokain?. Gizli de yapılamaz küçücük ada. Bütün yapıları belli. Devam ediyor Javier.” Colombiya’lılar biliyorsunuz esrar üreticisi. En büyük alıcı ABD. Çeşitli teknelere yüklenen mallar karayip denizinden deniz yoluyla Florida sahillerine götürülür. Sahil güvenliğe yakalanmaz ise mesele yok. Ama yakalanacak gibi olursa mallar derhal denize atılır ve kaçılır. Oradan deniz akıntıları o malları tam Corn adasının açıklarına getirir. Denizciler gider o malları denizden toplar ve tekrar aracılara satarak para kazanırlar.” Amma güzel iş. Her gün sandalınla denize açılıp esrar bekliyorsun. Ufukta görünüyor veya Hay Allah bugün de kısmetimiz yokmuş diyorsunuz falan. Ne enteresan düzen.

Aklıma Paraguay – Brezilya sınırını geldi. Meşhur İgasu şelalelerinin olduğu Brezilya’nın İgasu şehri ile Paraguay’ın kaçakçı şehri Ciduad de la Este arasında Parana nehri akar. Ciduad de le Este tam bir kaçakçı cennetidir. Buradaki kaçakçılık Müslüman kökenlilerce yönetiliyor. Buradaki kaçakçılık organizasyonunu Usame bin Ladin’in yürüttüğü şüphesi ile 11 Eylülden sonra Amerikan soruşturma birimlerince didik didik arandı. Hudut bir süre kapalı kaldı. Müslüman olup Paraguay pasaportu taşıyanlar sorguya çekildi. Bazıları tutuklandı. Bazıları kaçtı. Şu anda sessizlik hakim ama eskiden çok hareketli idi. Köprünün Brezilya ayağında çok sıkı güvenlik kontrolü var . Bunun için kaçak mallar Brezilya ile Paraguay’ı birbirine bağlayan Parana köprüsüne getirilip tam ortasından aşağıdaki nehre atılırdı. O noktada nehir aşağıya doğru aktığından ilk olarak Brezilya kısmında sahile çarpardı veya Parana ile İgasu nehrinin birleştiği yerden sonra Arjantin sınırlarına çarpardı. Aşağıda bekleyen toplayıcılar karanlıkta malları alıp ya Brezilya’ya veya Arjantin’e sokarlardı. Brezilya hükümeti köprünün her iki tarafına iki metre boyunda kafesli tel kaplattı. Hududu yaya geçmek mümkün. Zaten genellikle halk yaya gidip geliyor. Kendi adamlarının ellerine birer tel makası verdiler ve köprüden geçerken her geçişte telin bir yerini çaktırmadan kese kese pencere açtılar. Ben bir gün araba ile buradan geçerken önümdeki arabanın aniden durduğunu ve içinden çıkan iki kişinin acele bagajdan bir tahta kutu çıkarıp o teldeki pencereyi açarak aşağıya fırlattıklarını ve taksiye atlayarak uzaklaştıklarını hayretle izlemiştim. Tam arkasında olduğum için ister misin polis görsün de bizi de durdursun diye de heyecanlanmıştım.

Javier bunları anlatırken büyülenmiş bir tarzda dinliyorduk. İyi ki burada iki gün kalmışız da bunları görüp öğreniyoruz. Keşke daha çok zamanımız olsa da şu adaya da gitsek. Nurşan “Mete’ye söyle de bundan sonraki grupları o adaya da götürsün” diyor.

“Bu volkan Nikaragua’daki en vahşi ikinci volkandır. Volkanın vahşiliği aktif hale geldiği zaman lav mı çıkartıyor? Kaya mı çıkartıyor? Çıkarttığı kayaları en uzak nereye fışkırtıyor? Ona bağlıdır. Bakın şu aşağıda Nikaragua gölünün içinde gördüğünüz kaya-adacıklar Mombacho volkanından düşen kayalardır. Tam 365 adettir. Yetişebilirsek o adacıklar arasında da gezineceğiz. “ Javier bizi gerçekten heyecanlandırıyor. İnşallah grupta da bir terslik olmaz da karakollar yerine göl sefası yaparız. Gezerken ve tercüme yaparken gözüm hep o kavga çıkartanlarda. Acaba

227

Page 228: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yine bir şey olacak mı diye? Krateri gezenler içinde kavga çıkaran o dörtlüden bir Selen hanım yok. Ama Bahadır’a da şimdilik dalaşan yok.

Yeterlice dinlendikten ve bu bilgileri aldıktan sonra indiğimiz bayırı çıkıp kratere doğru ilerliyoruz. Kratere giderken 3 metre yüksekliği ve 1 metre genişliği olan bir yardan geçiyoruz. Yemyeşil bir tünel gibi. Tünelin ucundaki seyir yerinden kratere doğru baktığımızda ilk olarak o dev eğrelti otunu görüyoruz. Muhteşem bir şey.20 metreden daha yüksek. Yanında bir tane daha var. Onunda boyu 15 metre civarında. Başka da yok zaten. Yine bir dünyanın “En”ine tanıklık ediyoruz. Çapı 1.5 km olan krater tamamen yağmur ormanı bitki örtüsü ile kaplı. İşte o kayalar bu ağızdan fışkırmış Son 1570 te patlayan volkan hala daha zaman zaman dumanlar çıkararak ölmediğini yalnızca uyuduğunu hatırlatıyor. Bu kraterin içinde büyük göl varmış. Aktif hale gelince göl suları ve lavlar aşağıdaki 400 haneli bir köyü yerle bir etmiş.

Biraz daha yürüdüğümüzde hava birden bire değişti. Tamamen rüzgarlı bir bölgeye girdik. “İşte burası da rüzgarlı 3. bölge. Burada devamlı esen rüzgarlar, bu rüzgara dayanıklı bir doğa örtüsü yaratmıştır. Buradaki ağaçlar, çalılar ve mantarlar, 500 metre arkamızdakilerden çok farklı. En sert ağaç burada yetişir. Yaprakları çok sert ve dikenlidir.” Gerçekten de gözle görülebilir bir iklim değişikliği ve hepsi 3 km içinde.

Bu park çok güzel organize edilmiş. En az 20 yerde, o civardaki flora ve fauna’yı tanıtan ağaç üzerine oyularak yazılmış ve renkli resmedilmiş panolar var. Ama maalesef hepsi İspanyolca. Javier’e muhtacız anlamak için.

Daireyi tamamlayıp tekrar istasyona varıyoruz. Tura gelmeyenlerde iyice dinlenmiş “hadi gidelim” diyorlar. Bir süre tuvalet bulamayız diye son ihtiyaçları da giderip inişe geçiyoruz. İniş çıkıştan daha zor ve daha tehlikeli. İnerken Javier o kazanın yapıldığı yeri gösteriyor. “Çocukların öğretmeni böyle yan tarafa bakarken bir adam görmüş yerde. Aaa bu bizim şoför değil mi demeye kalmadan hızlanan kamyon ileride devrilmiş. Frenlerin tutmadığını hissedince şoför can havliyle atmış kendini aşağıya. Düşünebiliyor musun şurada şoförü gördüğünü. Kulağımı çekip “Allah korusun” diyorum.

Tekrar park yerine geldiğimizde hemen otobüsümüze binip Masaya’ya doğru yola çıkıyoruz. Masaya buradan çok yakın. Nasıl Leon şehri eğitim merkezi, Granada şehri ticaret merkezi, Masaya şehri de sanatkar ve zanaatkarların merkezi. Her bir grup için ayrı Mercado’ları var. 2000 depremi burasını da yerle bir etmiş. 30 kişi ölmüş ama binlerce kişi evsiz kalmış. Hala inşaat işi devam ediyor. Yıkık evler deprem sanki dün olmuş gibi aynen duruyor. Masaya şehri Masaya kraterinin krater gölünün kenarında kurulmuş. Bu bölge tamamen lavlardan oluşan toprakla kaplı olduğu için çok verimli.Tarım çok gelişmiş.

Şehrin içinden geçip doğruca Mercado Viejo yani Eski Pazar’a gidiyoruz. İhtilal sırasında tamamen yıkılan bu Pazar tekrar onarılmış. Dışarıdan tamamen kale surları içine giriyormuş gibisiniz. Aşağı yukarı 100 metreye 100 metrelik bir alan bu

228

Page 229: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

surlarla çevrilmiş. Köşeler kale burçları gibi. Ama her taraftan çarşıya girmek mümkün. İçeride birbirini kesen sokaklarda yüzlerce işyeri. Her birinde başka bir el sanatı satılıyor. Çok otantik.bir çarşı. Bir saat alışveriş molası veriyoruz. Saat 4.15 te hareket diyoruz. Ve hemen Nihal ile ben de çarşıya dalıyoruz. Ama önce şu çiçaro kaşıklarından bulmamız lazım. Nevin ve Bülent Göker’de onlardan almak istiyorlar mutlaka. Beraberce dolaşıyoruz. Sonunda bir dükkanda ama yalnızca 12 tane buluyoruz. 6-6 bölüşüyoruz. Türkiye’ye dönünce deneyelim bakalım gerçekten bu kaşıklarla içildiğinde çorbanın lezzeti farklı mı?

Bu çarşıda ne ararsan var. Benim yıllardır aradığım el işi renkli desenli hamaklar burada envai çeşit. Çabucak bir tanesine karar veriyoruz. Bizim bahçeli bir evimiz yok ama bakalım kullanacak bir yer buluruz elbet. Sırt çantası ile dolaştığımızda almamız mümkün olmamıştı Paraguay’dan. Ama buradakilerde çok güzel. Sonra bir ressamın yerine Honduras’tan aldığımız kaz tüyü üzerine tabloları gördük. Buradakiler daha büyük sanat eseri ama orada 10 dolara aldıklarımız burada 30-40 dolar arasında değişiyor. Onun için almaktan vazgeçiyoruz. Bizim Rom’umuz Küba Rom’undan daha iyidir demişti Javier. Bir tane de “Flor de Cana” alıyoruz. Oğullarımız İzzet ve Volkan ile içeriz diye. Daha 1,5 dakikamız var. Başka ne alalım? Yarın uçağa gideceğiz. Burası son alışveriş yeri. O sırada El Salvadorlu kadınlarda gördüğümüz ve kapıştığımız dantelli önlüklerden görüyoruz. Bunlar daha da güzel. Birkaç tane de onlardan alıyoruz. Bunları görünce kızlarımız Ceren ve Duygu çok sevinecekler.. Sonra Şermin hanım güzel bluzlar bulmuş. Kızlara da onlardan alıyoruz. Artık zaman doldu. Hemen herkes otobüste. Bu seferde geç kalma sırası Yeliz hanımda .Ben onu son gördüğüm yerde elimle koymuş gibi bulup yola çıkıyoruz.

Geç oldu. Eğer Granada şehir turunu önce yaparsak göl turunu ve gölde gün batımını kaçırabiliriz. Onun için şehrin içinden geçip doğruca göl kenarında motorların kalktığı iskeleye gideceğiz. Yol şehrin tam ortasından geçiyor. Burası tek katlı ve iki katlı İspanyol stili evlerle dolu. Cordoba bu şehri kurduğunda İspanya’da Emevilerin kurduğu ve Büyük Sultan anlamına gelen Granada koymuş adını. Göl kenarındaki konumu itibariyle tüccarların şehri olan Granada muhafazakarların merkezi. Korsan William Walker, Leon’luların davetiyle gelip Granada’lıları yenince bir daha rakip olmasın diye şehrin tamamını ateşe vermiş ve sonra bir levha çakmış harabelerin üzerine “Burada Granada vardı.” diye yazmış. Granada’lıların çok burnu havada insanlar olduğu söylenip üzerine hep espriler yapılırmış. “Granada’lılar kliması çalışıyor havası vermek için en sıcak günde bile camları kapalı araba kullanırlar... “gibi. Sokaklar satıcılarla dolu. O sırada köşeden bir başka yerleşim yerine giden burunlu bir otobüs çıktı. Bizim minibüsçüler gibi muavin tek kolu ile tutunup dışarıya sarkmış müşteri toplamaya çalışıyor. Amerikan servis aracından bozma otobüste her renk boya kullanılmış. Rica ediyoruz. Bizim için otobüsü durduruyorlar ve poz poz resim çekiyoruz. Bu renkli otobüsler Latinlerin özelliği. Guatemala’da Antigua’da da böyle bir otobüs görmemiş miydik? Ama bunda daha canlı renkler kullanılmış.

Göl kenarında sahil lokantaları var. Dönüşte burada akşam yemeğini yemek çok keyifli olur diye düşünüyorum. Bu gece de gruba bir sürpriz yapmayı planlıyorum.

Birkaç km ileride de göl kıyısında halk plajları varmış. Burası tamamen mango ağaçları ile kaplı. Bu ağaçlıklı dar asfalt yoldan geçerek iskeleye vardığımızda saat 16.55 olmuştu. Hiçbir motor görünmüyor ortalıkta. Aslında motorlar iskeleye bağlı da

229

Page 230: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

sahipleri, kaptanları yok ortada. 10 dakika sonra geleceklerini öğrenip mola veriyoruz. Sıkışanlar tuvalet arıyor ama birkaç deneme başarısız. Daha motorlar da gelmedi için tekrar bir tuvalet bulma umuduyla bir yerler aranıyor. Döndüklerinde işlerini hallettiklerini ancak yarı açık yarı kapalı tahta berbat bir köşe bulduklarını söylüyor hanımlarımız. Erkek olmak ne rahat diye düşünüyorum.

Burada beklemek bile o kadar zevkli ki. Her bir kayadan yeşil fışkırıyor. Su masmavi. Güneş henüz batmamış. Suyun üzerinde nilüferler var. Şair olsam her halde en güzel şiirlerimi burada yazarım diye düşünüyorum.

Motorcular nihayet görüldü. Pat pat gürültülerle birkaç yolcusunu getirdi. İki kaptan da iş olmadığı için beraberce gitmişler. Karşılarında 30 kişilik bir turist grubu görünce ağızları kulaklarına vardı. Fazla para koparmak için pişkin pişkin “Saat 17 yi geçti. Mesai doldu biz tura çıkamayız” dediler. Belli fazla para kopartmak istiyorlar. Normal 15 dolara gidiyorlar. Pazarlık etsen 10 dolara da razılar ama şimdi nazlanıyorlar. Bizim de başka şansımız yok bu gezi için. Fazla lafı uzatmadan 35 dolara el sıkışıp iki motora 15 – 15 bindik.

Hayatımızın en güzel gezilerinden birini yapıyoruz. Mombacho Volkanının püskürttüğü 365 kaya arasından süzüle süzüle gidiyoruz. Bazı kayalar artık birer ada.

Üzerinde ağaçlar büyümüş. Bir tanesinde şahane bir villa var. Nurşan hemen ilgileniyor. Avrupalı bir mimarınmış “Belli” diyor Nurşan.” Çok farklı bir stili var”

Toplam 400 ün üzerinde ada var burada. Omotepe adası uzakta ve çok büyük. Motorcumuz göl hakkında bilgi veriyor. “177 km uzunluğunda ve 58 km genişliğinde 8624 km kare büyüklüğünde. Latin Amerika’nın

3. büyük gölü. Yerli dilinde adı Cocibolca yani tatlı deniz. San Juan nehri ile karayip denizine bağlanıyor. Hatta Granada’dan göl, nehir ve deniz yolu ile Bluefields’e ulaşmak bile mümkün. San Juan nehrinin başladığı yere kadar tamamen Nikaragua’ya ait. Ondan sonra nehir Costa Rica ile hudut teşkil ediyor. Gölün Pasifik okyanusuna en yakın yeri Rivas. Buradan okyanus yalnızca 20 km. İşte kanal yapılacak yer burası. Bu adalar MÖ 10.000 yıllarında oluştuğu için her yerde eski insanların yaşadığına dair kanıtlar bulunmuş. Olmeklerin zulmünden kaçarak Meksika’dan gelip burada yerleşen Nahuati ve Chorotega’lara ait çok bulgu var. Kaya mezarları, kaya resimleri gibi.”

“Bu gölde çok çeşitli balıklar yaşıyor. Dünyada yalnızca burada tatlı suda yaşayan köpekbalığı vardır. Testere balığı da yalnızca burada yaşar.”

Aklıma Amazon nehrinde yaşayan mavi yunuslar geldi. Yunus balığı da deniz hayvanı. Ancak yunuslar tatlı suda benim bildiğim yalnızca Amazon’da ve Çin’deki Yangste nehrinde yaşarlar. Manaus’a gittiğimde Amazon’u oluşturan Rio Negro ile

230

Page 231: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Solimos nehirlerinin birleştiği yerde oynaşan yunuslarının resimlerini çekmiştim. Bir de burada şimdi köpek balıklarını görsem. Bir de inşallah Yangste nehrindeki yunusların resmini çekmek kısmet olur. Dilerim dünyanın en büyük barajı olacak “3 Geçit Barajı” tamamlanmadan orada da yunusları seyrederiz diye düşünceye dalıverdim birden. Burada köpek balıklarının yaşadığını duymak etkiledi beni.

O küçücük adalarda birçok yerli yaşıyor. Gölde çamaşırını yıkıyor anne. Sularını da bu gölden alıp kaynatarak içtiklerini söylüyor kaptanımız. Tenekeden, tahtadan yapılmış evler. Buraları hep sıcak olduğu için çok kapalı mekanlar yapmaya gerek yok. Her koyu gördüğümüzde, her adayı döndüğümüzde ayrı bir güzellik çıkıyor karşımıza. Biraz önce gezdiğimiz volkanın o kadar güzel görüntülerini yakaladık ki. Nihal sonradan burada 100 ün üstünde resim çektiğini söyleyecekti.

O sırada tek başına kürek çeken bir çocuk gördük. 7-8 yaşlarında. Okuldan geliyormuş. Adanın birinde bir okul var. Çocuklar her gün kürek çekerek okula kendileri gidiyor. Gölün dalgalı olduğu günler okul tatil oluyormuş. Biraz sonra okulunda önünden geçiyoruz. Şirin bir okul. Çocuklar sandallarını rahat yanaştırsın diye iskele yapmışlar. Tek sandalı olan ailelerde anne veya baba getiriyor çocukları okula. Mecburi eğitim sekiz yıl. Türkiye’mde daha birkaç sene öncesine kadar beş yıl olmasından gene utanç duyuyorum.

Eğitimin beş sene olduğu yıllardan birinde belki çoğunuzun ismini bile duymadığı Leshoto ülkesine gitmiştik Can arkadaşım Reha ve oğlum İzzet ile. Dört bir tarafı Güney Afrika Cumhuriyeti ile çevrili dağlık bir devlet. Çok ama çok fakir. Afrika’nın 196 metreden akan en yüksek şelalesi Maretsunyane’yi görmeye gidiyoruz. Can ve mal güvenliği olmayan, başına bir şey gelse aylarca kimsenin haberi olmayacağı yerler. Orada sabaha karşı iki saat yürüyerek okuluna giden ve akşam ayni yoldan dönen çocukları görmüştük. Leshoto’da mecburi eğitimin sekiz yıl olduğunu duymak

çok yaralamıştı beni. Sonradan sekiz yıllık eğitime karşı çıkanların nasıl bir cehalet içinde olduğunu, hiç mi hiç dünya görgüleri olmadığını, dünyanın hiçbir yerinde bizim yaşadığımız utancı yaşamadıklarını aklım havsalam almamıştı. Burada doğa her şeyi ile ilginç. Bir ağacın üzerindeki kuş yuvaları gösteriyor kaptanımız. Otuz santim kadar uzunluğunda içine küçük Kırkağaç kavunu girebilecek

büyüklükte. Yavruların ve anne babanın odaları ayrıymış. Yumurtaların olduğu yere geçişi zorlaştırarak onları yırtıcı kuşların yemesi önlenmiş. Bir ağaçta en az elli yuva var. Görünüş öyle enteresan ki. Bu kuşlar da ancak tek cins ağaca yuva yapıyorlarmış Öyle her ağaca değil.

231

Page 232: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Güneş yavaş yavaş batmakta. Grup gene şaheser. Bir tarafta ay gökte kendini göstermiş. Ayın da tam ondördü. Şubatın da ondördü. Gökte asılı bir fener gibi duruyor aydede. Bulutlar Mombacho’yu terk ediyor. Olanca muazzamlığı ile karşımızda bizim volkan. Ta oradan buraya püskürttüğü kayalarının arasında gezişimizi seyrediyor gibi bakıyor bize.

Bir saatlik süremiz dolmak üzere .İki kaptan konuşup dönme hazırlığı yapıyorlar. O sırada önümüze çıkan adada sanki bir lokanta var. Tabi müşteri olmadığı için kimse görülmüyor. Tam gün batarken burada yemek ne güzel olurdu diye düşünüp adaya yanaşmasını söylüyorum. Ada herhalde yüz metrekare falan büyüklüğünde. Bahçesinde dev tropik ağaçlar altında, tahta masalar. Mutfak olduğunu öğrendiğim barakadan iki kişi çıkıp karşılıyorlar bizi. Javier’e “Sor bakalım açıklar mı? Balıkları var mı?” diyorum. Açık olduklarını, balıklarının olduğunu, gece jeneratörlerinin olduğunu söylüyor. İçeriye girip balıklara bakalım diyoruz.

Bunlar dünkü gibi balıklarını saklamıyorlar. Balıklar gerçekten çok güzel görünüyor. Javier bunların Nikaragua gölüne has balık olduğunu ve çok lezzetli olduğunu söylüyor. Balıkların tanesi en az iki kilo. Yanına gene pilav, salata ve muz kızartması verecekler. En irilerini sayıyorum. Tamam onbeş adet çıkıyor.Bazıları iki buçuk kiloya yakın. Fiyatlar dünkünden de ucuz. Onun için pazarlık etmiyoruz bile hemen balıkları atmasını söylüyorum ve de Bülent beyin dünkü uyarısını dikkate alarak aşçıya balıkları fileto ayırmasını tembihliyorum. Balıklar daha iyi pişecek hem de dağıtım adil olacak.

Biz heyecanla balık siparişlerini verirken bizim motorcular su koyuyor. Gece sizi götüremeyiz geri diyorlar. Bir otuzbeş dolar daha istiyorlar. Pazarlık etmeye başlayınca kızıyorum ve “Elli dolar son. İsterseniz kalın. İsterseniz geri döneriz otuzbeş dolarınızı alırsınız.” Diye rest çekince vazgeçmeyeyim diye. “Tamam tamam” deyip seviniyorlar. Akşam saatinde devlet kuşu kondu başlarına. Hem yemek yiyecekler hem de onbeş dolar daha kopardılar. Ama El Peten gölünde verdiğimiz elli doları hatırlayınca burası bana daha ucuz geliyor. Bu, tek ailenin yaşadığı ve restoran çalıştırdığı, bir evden ibaret yerleşimi olan adamızda ağaçlara kurulmuş hamaklar, bir sahra tuvaleti, hatta yüzme havuzu bile var. Beş on dakikada keşfediyoruz adamızı. Akşamın bu harika saatinde gün boyu gördüğümüz ilginç görüntülerden mutlu , biraz yorgun biraz acıkmış küçük adamızın keyfini çıkartmaya başlıyoruz.

Dostlarımıza bu gün de yemeklerin Dolphin Tur’dan olduğunu söylüyorum. Mürşit bey yarım balık istemediğini, kendisine, eşine ve oğluna üç balık istediğini ekstranın parasını kendisinin vereceğini söylüyor. Ben de siparişi ona göre düzeltiyorum.

Herkes o kadar mutlu ki. Destegül hamaklardan birine kurulmuş bile. Bazıları ada etrafında geziyor. Öğlenki kavga unutulmuş gibi. Hiç kimse o konuyu açmıyor. Biz balıkları beklerken Yarış beni arka tarafa bir yere çağırıyor. Biralarımızla oturup laflıyoruz. Babasının yanında sigara içmiyor Hem sigara içmek hem de dedikodu yapmak için çağırmış beni yanına. Çok keyifli olur Yarış ile dedikodu yapmak.

“Abi, Allah’tan ben Bahadır ile yan yana değildim. Kabak benim de başıma patlayacaktı. Bunlar tam hasta yahu. Sabah yanıma geldiler. O otobüsteki çiçaro

232

Page 233: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

olayından dolayı Bahadır şöyle, böyle diye atıp tuttular. Bak sen ne güzel gelip bizden özür diledin o hiçbir şey demedi. Onda aile terbiyesi yok dediler. Zaten onların böyle bir kavga çıkartacağı belli idi. Sabahleyin ben onları ne gördüm ne de özür diledim. Bunlar hasta insanlar abi.”

“Aman Yarışçığım. Şurada sayılı saatler kaldı. Onları uçağa bir bindirsem ondan sonra ne yaparlarsa yapsınlar. Yarın sabah bitiyor bu sıkıntı.. Sen dönünce neler yapacaksın?” Konuyu değiştirmeye çalışıyorum.

“Abi bizim arsa üzerinde inşaata başlayacağım. Bütün plan ve projeler onaylandı. Temel atmadan önce bir daha seyahat edeyim dedim. Çünkü 2 sene hiçbir yere çıkamam.”

“Allah kolaylık versin Yarışçığım. Ankara’ya gelip inşaatını görmeyi çok isterim.”

“Beklerim abi.”

Sigarası da bittiği için kalkıyoruz. Bütün masa düzenleri kurulmuş. Biz nereye oturacağız? Hemen Nurşan'lar masalarında yer açmaya çalışıyorlar. Sevnur hanım böyle buyurun diyor ama bizim gözümüz özel olarak bir küçük masayı tam göl kenarına çeken Sayhan ile Saadet'in masasında. “Var mı öyle yalnız oturmak” deyip sandalyeleri çekerken davet edenlerden özür dileyerek , teşekkür ediyoruz. Sayhan ile Saadet her fırsatta hayatın ve beraber olmanın mutluluğunu çıkartan bir çift. Bir onlar bir de biz el ele dolaşıyoruz çift olarak.

Bu son gecemizde de Sayhan'larla beraber olmak güzel olacaktı. Çok güzel de oldu. Sayhan İspanyolca konuşarak öğrenmiş ki bunların balık çorbası çok güzel olurmuş. Hemen biz de iki çorba söyledik. Yüksek sesle anons yapınca çorbacılar meydana çıktı. Tam çorbaları bitirirken balıklar geldi. Aman Allah'ım dev balıklar. Tam istediğimiz gibi fileto çıkarmışlar ve de böylece büyük olmasına rağmen balık daha iyi pişmiş. Çorbayı ve balığı bitirene kadar epey bira içtik. Buranın bira şişeleri de küçük. Nerede o Brezilyanın dev şişedeki Brahma birası.. Onun için durmadan garson bira getiriyor, biz tüketiyoruz. Hesabı yanlış yaptıkları için mi ne 1 balık daha fazla pişirmemişler mi?. Onu da ikram etmeye çalıştım ama kimsenin yiyecek hali kalmamıştı. Sayhan ile bir gayret o iki kiloluk balığı da bitirdik ama biz de bittik. Ne biraya doyabildik ne de balığa bu gece. Yemek sırasında ortalığı aydınlatan ay ışığı herkesi romantik yapmıştı. Çok güzel şarkılar söylendi muhabbetler yapıldı. Bıraksalar sabaha kadar oturacağız. Ama kaptanlar huzursuzlaştı.

İşte o an Nurşan’ın fotoğraf makinesinin çalındığını fark ettik. Adada iki kaptan ve 3 te bize hizmet eden aile efradından başka kimse yoktu. San Salvador’da da fotoğraf çekemediği için üzüntülerini biraz da yüksek sesle bildiren kardeşimizin şimdi de içindeki filmi ile birlikte makinesi gitmişti. Burası da öyle kör yer ki ne polis çağırabilirsin ne de sabaha kadar oturabilirsin. Hepimizin hırsız olduğuna emin olduğumuz kaptanlardan biri ısrarla “Sizin makineniz beni ilgilendirmez. Ben dönüyorum. Gelecekseniz gelin gelmezseniz ben gidiyorum” deyip bizi sıkıştırıyor. Orayı, burayı araştırdık. Kendi çapımızda isim tespiti, tutanak falan yaptık ama giden gitti. Donald ağır ağır “Ben size söyledim. Bunların hepsi hırsız. Bunlara hiç güvenilmez. Hırsız bunlar “diye söyleniyor. Nurşan büyük bir olgunlukla bu güzel gecenin keyfini kaçırmak istemedi ve “Sağlık olsun. Allah başka keder vermesin. Ne

233

Page 234: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yapalım. Hadi gidelim “ dedi. Ben, Nihal’in bu gezi ile ilgili yüzlerce fotoğraf çektiğini , ona verebileceğimizi söyleyerek teselli etmeye çalıştım.

Balıkların hesabını ben ödemiştim. Bira , şarap ve balık çorbalarının hesabını ekstra olarak herkes kendi ödeyecekti. Adam dört dönüyor Oniki bira eksik ödendi. İki çorba eksik ödendi diye dönüp duruyor. Bir miktar daha para topladıktan sonra sekiz bira kaldı, bir çorba kaldı diyor. Ama belli ki kendisi bir yanlışlıklar yaptı yoksa hepimiz oradayız ne içtiğimizi biliyoruz. Ama Mürşit beyden Guatemala Flores’te aldığım dersi hatırlıyorum. Toplayamadığı hesabı kapatıyorum. Gecenin keyfi birkaç bira hesabı yüzünden bozulmamalı.

Fotoğraf makinesinin çalınması dışında muhteşem geçen akşam yemeğimizle bu göldeki sefamız noktalanmıştı. Kaptanlar bu sefer bizi ay ışığında ve kısa yoldan iskeleye getirdiler.

Gece herhalde sekizi geçmişti. Buralara son gelişimiz. Gece de olsa Granada şehrine mutlaka gireceğiz. Şehrin merkezinde gene Leon’daki gibi katedralin yanında otobüsümüzü park ettik.

Şehirde bir kalabalık ve hareket var. Bu normal değil. Meydanı arkanıza alırsanız karşınızdaki katedralin sol tarafında içeriye doğru sokak olduğu gibi masa ve sandalyelerle dolu. Portatif büfeler yemek ve içecek satıyor. Guatemala City’deki gibi topluca bir dolaşıp çıkacağımızı sandığım için saat vermemiştim. Keşke buluşma saati verseydim diye düşünüyorum. Saat verseydim de ne diyecektim ki.

Hep beraber yürüdüğümüzde kurulan bir podyumda çocukların dans gösterisi olduğunu fark ettik. Hep beraber podyuma yaklaşıp çocukların yerel kıyafetlerle sergiledikleri gösterileri izlemeye başladık. Ayakta durarak önlerini kapattığımız için arkadaki masalardan homurdanmalar ve ikazlar başlayınca geri geri gidip duvar dibine yaslanıp gösterileri seyrettik. Burada çocuk şenlikleri vardı. Granada tıklım tıklımdı. Otel Alhambra’nın bu gece için dolu olmasının nedenini şimdi anladık. Gösterileri biraz daha seyredip Colon Meydanına geldik. Bu meydanın ortasında mango ağaçları altında bir gazebo var. Bu gazeboda orkestra kurulup konserler veriliyormuş. Eski zamanlarda yöneticilerin oturdukları yer olsa gerek. Burada da ayrıca şehrin kurucusu Cordoba adına dikilmiş bir dikilitaş var. Üzerinde doğum ve ölüm tarihleri ile şehrin kuruluş tarihi yazıyor.

William Walker şehri tamamen yaktığı için buradaki her şey 1856’ dan sonra yapılmış. Yalnız katedralin sağ tarafında meydanda bir giriş kapısının üzerindeki taş aslan heykeli taş olduğu için yangından kurtulmuş. Sonradan temizleyip aynı yerde bırakarak arkasına devlet konuk evi yapılmış. Buradaki katedral de 20. yüzyılın başlarında tekrar yapılmış. Meydanda katedralin tam karşısında ışıl ışıl bir bina var. Yaklaştığımızda onun bir gün önce kalmak üzere yer aradığımız Alhambra oteli olduğunu görüyoruz. Demek o otel bu imiş. Tam meydanda. Odalarının bir kısmı meydana bir kısmı iç avluya bakıyor. Çok güzel otantik bir otel. Kolonial tarzda yapılmış. Bir kısım dostumuz “İyi ki burada kalmadık. Burada sabaha kadar uyuyamazdık. Bizim otelimiz çok güzel” dediler. Bir kısmı ise “Ne güzel olurdu iki gece de burada kalabilse idik..Çok otantik bir yermiş” dediler.

234

Page 235: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Aslında otel çok otantik. Granada adını nasıl Emevi'lerin kurduğu şehirden almış ise bu otel de adını Emevi'lerin Granada’da yaptırdığı dünya harikası Elhamra (Alhambra) sarayından almış. Elhamra sarayı duvarları, su kanalları, bahçeleri ve havuzları ile ünlü. Otelin bahçesini Elhamra’nın bahçesine ve ortadaki havuzu da Elhamra sarayındaki meşhur 12 aslanlı havuzuna benzetmişler. Aslında İspanyollar Emevi’lerin ülkelerinde Tarık bin Ziyad’ın İspanya’yı işgali ile başlayıp 700 yıl süren hakimiyetleri sırasında yaptırdıkları cami, saray, bina ve eserleri tamamıyla yıkıp hiçbir iz bile bırakmamaya çalışmalarına rağmen Elhamra Sarayını hiç ellememişlerdi. Bu gün bile astronomi bilginlerince hayretle karşılanan çeşitli tespit ve figürler aynen günümüze kadar gelmiştir. Yılın 12 ayını temsil eden 12 aslanlı çeşme de o yönden çok önemli bir yapıttır.

İşte o Granada’yı ve Elhamra'yı burada, Orta Amerika’nın Nikaragua ülkesinde görmek beni çok duygulandırdı.

Artık dönme zamanı gelmişti. Grubun 13-15 kişisi benimle beraberdi ama diğerlerini kolay toplayabilecek miydik acaba? Bu düşüncelerle otobüse binip sayım yaptığımda herkesin tam kadro mevcut olduğunu gördüm ve şoförümüze “Hadi Manuel gidiyoruz” dedim. Nasıl dedim diye merak edeceksiniz. İspanyolca söyledim. Artık son günler olduğu için ufak ufak İspanyolca’mı kullanmaya başlıyorum. Biraz geç kaldım gibi ama olsun ancak hatırladım.

Otele yaklaşırken Javier ile ertesi günü programlayalım diyorum. Javier de “Siz yarın uçağa binmeyecek misiniz? Ne programı ?” diyor. Bizim uçağımız saat 12.30 da. Saat 10.30 da havaalanında olsak yeter. Saat 10 da valizlerimiz yüklenmeye başlasa geç kalmayız çünkü otelimiz havaalanının içinde. Acaba saat 10’a kadar şu eski şehri gezemez miydik? Hani depremde yıkılınca altındaki fay hatlarından dolayı terk edilen eski merkezi. Saat 8 de hareket etsek? . Yarım saatte merkeze varsak?. Bir saat kalıp dönsek? Biraz daha bilgi edinip fotoğraf çeksek? Tembel tembel uyuyup açık büfe kahvaltıda keyif yapmaktan daha iyi değil mi? Nasılsa 24 saate yakın uçak yolculuğumuzda bol bol uyuyamaz mıyız?

Javier hayretle bana bakıyor. Gruba bakıyor. Herkes istekli ve dinamik. 16. günün sonunda bu efor, bu canlılık. Nazar değmesin. “Neden olmasın? İyi fikir” diyor. Otelimize geldiğimizde anons ediyorum. “Yarın sabah saat tam 8 de otobüsümüz içindeki yolcularla hareket edecek ve Managua şehir turu yapacağız. Bu tura gelecekler kahvaltılarını etmiş olarak valizleri ile birlikte sekize çeyrek kala burada olsunlar. Valizleri otobüse yükleyip hareket edeceğiz. Veya valizlerinizi odada hazırlayıp bırakın gelince 15 dakikamız olacak. Hemen alıp gelirsiniz. Sekizde otobüste olmayan dostlarımız saat 10 da valizleri ile birlikte lobide olsunlar. İsteyenlere ben istedikleri saatte uyandırma yazdırayım” diye son gece anonsunu da yapıp iyi geceler diliyorum. Nihal ile birlikte doğruca odamıza gidiyoruz.

Şöylece bir yatağa uzanıp günün muhasebesini yapıyorum. Ne gündü be. Yoğun, dolu dolu. Neler gördük. Neler yaşadık. Bir de şu tatsız kavga olmasa idi. Ama şükür kavgadan sonra gün boyu o konu hiç açılmadı da kalan zamanlarımızı çok güzel geçirdik. Hemen unutmadan o işi bitireyim diye yataktan kalkıp onaltı günde yaptıklarımızı kısa başlıklarla beş sayfada özetliyorum. Her gezi sonunda bunu yapmayı adet haline getirdim. Gezinin sonunda başı unutuluyor. Hele gezimizin ilk altı günü yolcularımız için şiir gibi geçmişti ya. Onu tekrar hatırlatayım istedim. Son

235

Page 236: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

günlerde de bir çok dertle uğraştık ama her gün güzel yerler gördük dolu dolu geçirdik günlerimizi. Not yazma işini tamamlayınca derin uykuya dalmışım.

15-16 Şubat Managua – Miami- Madrid -İst

Sabah yedide uyandırma vermiştim ama saat altı otuzda hem ben hem Nihal uyanmıştık bile. Bu son gün biraz heyecanlı mıyız ne?

Nihal ile valizlerimizi toplayıp kahvaltıya giderken otobüse doğru gitmekte olan Hamiyet hanım saati göstererek “Onbeş dakika sonra kalkıyoruz değil mi Atila bey ?” diye hatırlatma yapıyor.

Otobüsümüz tam sekizde hareket ettiğinde sayım yapıyorum, gerçek gezginler belli oldu. Yoklama şöyle: Başta Saniye hanım, Sevnur, Hamiyet, Hüsniye, Şermin, Nurşan, Gülsen, Selen, Bahadır, Huri, Destegül, Yeliz, Nihal, Atila. Onaltıncı gün yola çıkmadan önce belki Managua’da enteresan bir şey görürüm diye sabahın köründe kalkıp otobüste olmak gerçek gezgin ruhunun bir belirtisi bence. Hepsini tek tek kutluyorum.

Rehberlerden Donald ve Ronald artık yolcu kategorisinde geliyorlar. Javier rehber olarak. Hemen yola çıkıyoruz. Vaktimiz çok az. Bu yolun bir kısmını biz iki gündür hep geçiyoruz ama Masaya sapağına geldiğimizde sağa sapıp göle doğru gideceğiz. O noktadan sonrası yeni bizim için. Daha otelden ana yola kavuşur kavuşmaz zamanın ne kadar sıkışık olduğunu anlıyoruz çünkü trafik sıkışık. Sahi burada yol tamiratı da vardı. Cumartesileri çalışıldığı için herkesin mesaiye gitme saati. Yol ana baba günü. Neyse onbeş dakika sonra o kalabalık birdenbire yok oldu da trafik rahatladı. Biz de rahat bir nefes aldık. Yeni yapılan heykellerin resmini çekmeye çalışıyoruz. Otobüsü burada durdurmak mümkün değil. Ana cadde çünkü.

Sağda büyük bir meydan . Barış parkı. Burası 1990 senesinde iç savaş sona erince toplanan silahların gömüldüğü yer. Bayan başkan Violette Chamorro başkan olur olmaz ilk faaliyeti bütün gruplardan silahları toplayıp işe yaramaz hale getirdikten sonra bu meydana gömmek olmuş. Parkın ortasındaki bir havuz içinde bir gemici feneri. Fenerin dört bir etrafının su oluşu sembolik bir anlam taşıyor. Kenardaki şekilsiz bir çimento duvar üzerinde yanık bir tank ve üzerinde namlusu kıvrılmış bir tüfek anıtı artık silahlara veda edildiğini simgeliyor.

Eski Managua olduğu gibi milli park ilan edilmiş. Böylece dünyada şehrin merkezinde milli park olan tek şehir burası. Eskiden çok hareketli olan bu merkez şimdi kaderine terkedilmiş bir sessizlik içinde. Yollar bomboş. Bu bölgede halen birkaç binada

236

Page 237: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

faaliyet var. Bunlardan birisi Dışişleri Bakanlığı. Başkanlık Konutu da burada. Göle yaklaşırken yol çift şerit haline geliyor ve palmiye ağaçları fazlalaşıyor. İlk olarak sağda Managua Kültür Merkezini görüyoruz. Burası eskiden Grand Hotel imiş. Depremden sonra otel başka yere inşa edilip burası dans ve sanat gösterilerin merkezi olarak yeniden inşa edilmiş. Bunun yanındaki parkta Nikaragua Kadını Anıtı gerçekten etkileyici. Savaşlar sırasında en çok eziyeti çeken Nikaragua kadınına saygı olarak bu anıt dikilmiş. Hemen biraz ileride yine sağ tarafımızda Cumhuriyet Meydanı. Meydanın ortasında Müzikal Çeşme var. Zaman zaman Strauss’un valsleri eşliğinde suların dansını izlemek mümkünmüş. Bu fıskiyenin yanında ve havuzun içinde Nikaragua’nın en ünlü şairi Ruben Dario’nun heykeli var. Bu meydanın dört tarafı önemli anıtlarla dolu.

Bir köşede yine Ruben Dario Tiyatro Merkezi var. Şehrin en önemli ve içinde iki büyük salonu olan tiyatro merkezi.

Meydanın diğer tarafında muhteşem eski katedralin yıkıntısı. Depremden sonra olduğu gibi bırakılmış. Büyük depreme rağmen bina iskeletinde çeşitli fresk ve Melek heykelinin ayakta kalması, meleklerin şehri koruduğunun simgesi olarak

yorumlanmış. 1929 da yapımı tamamlanmış ama 1931 deki depremle yıkıldıktan sonra kirkbir sene süren uğraşı ile tekrar ayağa kaldırılmış. İnşaat bitti, katedral hizmete açıldı derken iki sene sonra büyük deprem tamamen kullanılmaz hale getirmiş. Şimdi katedral daha uzakta biraz daha modern bir yapı.

Katedralin solunda Palacio Nacional. Depremden önce Meclisin toplandığı ve ülkenin yönetildiği bu bina şimdi müze olarak kullanılmakta. Burası da bir çeşit antropoloji müzesi imiş. Bu müze ülkenin en seçme tarihi eserlerini bulundurmakla ünlü. Omotepe ve Zapateria adalarında bulunan çok renkli toprak eşyalar ve heykelcikler ile Nikaragua gölünün doğal tarihi sergilenmekte. Ayrıca üst kattaki büyük resimlerde Amerika’daki özgürlük hareketlerini izlemek mümkün.

Müzenin solunda köşede meşhur Sandanista mücahidi Carlos Fonseca’nın mezarı onun solunda ise Cumhurbaşkanı konutu bulunmaktadır.

Tabii bizim zamanımız olmadığı için bu binaların ne binaları olduğunu çok süratli bir tarzda öğrenip fotoğraflarını çekiyoruz. Bu hıza yetişemeyeceğini düşündükleri için otobüste beklemeyi tercih eden dostlarımızı da çok bekletmemeye çalışıyoruz.

Artık göl kenarına geldik. Bir lokantanın önünde durup Fe Juan Pablo II yani Papa 2. Jean Paul meydanının fotoğraflarını çekmek istiyoruz. Önce otobüsümüzü önüne

237

Page 238: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

park ettiğimiz mekana giriyorum. Burası gece herhalde canlı müzik yapılan büyük bir lokanta, gece kulübü gibi bir yer. Sabahın 9 unda ortalıkta bir garson bile yok. Onun için cam kenarından gölün fotoğraflarını çekiyoruz. Gölün sol tarafında volkanlar dimdik duruyor. Sağ tarafı ise bir deniz kenarı plajını andırıyor. Ancak su kirliliğinden dolayı bu gölde yüzülmüyor. Nikaragua gölünün ise deniz bağlantısı olduğundan suyu daha temiz.

Papa Jean Paul buraya iki kere gelmiş. 1983 ve 1996 senelerinde. Bütün ülkeden gelen insanların toplanabileceği en uygun alan depremden sonra enkazların temizlenip üzerinde inşaata izin verilmeyen bu büyük yer seçilmiş. Hemen kenardaki tepecik üzerine Papa’nın konuşma yapacağı üstünde sazlardan bir güneş koruyucunun konduğu platform yapılmış. Onun bu ziyaretlerinin anısına bu meydana onun adı verilmiş.

Bu meydanın kenarına Simon Bolivar’ın at üzerinde büyük bir heykeli dikilmiş. Simon Bolivar Latin Amerika’nın İspanyollara karşı ayaklanmasını 1810’da başlatan Venezuella’lı General. Venezuella’yı bağımsızlığına kavuşturduktan sonra 1826 senesine kadar mücadelesinde Colombia, Ekvator ve Peru’nun bağımsızlığını

kazanmasını sağladı. Kuzey Peru bölgesi Peru’dan bağımsız bir devlet olunca adını bu büyük kahramandan esinlenerek Bolivya olarak aldı. Kuzeydeki Orta Amerika konfederasyonuna paralel olarak bu devletleri Güney Amerika Birleşik Devletler Cumhuriyeti adı altında birleştirmeye çalıştı. Bu büyük kahramanın adına ve heykellerine veya onun anısına yapılmış parklara bütün Latin Amerika Devletlerinde

rastlayabilirsiniz.

Bu arada bu yerdeki dev çukurlar ne demek oluyor? Javier gülerek açıklıyor. “Bu çukurlar aslında kanalizasyon ağızları. Ancak gece oldu mu hırsızlar bunların üzerindeki demir kapakları çalıyorlar. Önceden çalınanın yerine yenisi konuluyordu. Ancak bununla başa çıkamayınca devlet şimdi sökümü ancak oksijen kaynağı gerektiren bir sistem buldu. “ Bizdeki yol levhalarını çalanları düşündüm. Ama bu çukurlar çok tehlikeli. Gece buralardan geçerken çukura bir düşseniz ölürsünüz. Araba düşse aksını kırar.

Saat dokuz buçuk olmuş. Koşarak otobüse dönmek ve derhal otele gitmek zamanı geldi. Manuel’e doğruca otele gitmesini söylüyoruz ve saat tam onda otelde oluyoruz.

Otobüste otele doğru giderken Nurşan’ın yanına gittim. Benim aklımda şimdi şu iki gecelik otel hesabını nasıl ödeyeceğim endişesi. Benim visa kartlarım çalışmaz ise yanımdaki nakit yetersiz. Onun için tedbir almam gerekiyor. En güvendiğim kişi kadim dost Nurşan. Durumu anlatıyorum. “Atilacığım lafı mı olur” diyor. Oh biraz daha rahatladım.

Sevnur hanım dört tane zarf rica ediyor resepsiyondan. Arıyorlar, içeriye gidip geliyorlar, çekmeceleri karıştırıyorlar. Nafile. Otelde zarf yok. “Ben hallederim “ diyor ve uzaklaşıyor Sevnur hanım.

238

Page 239: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Hesabı kapatmadan önce Ronald’a lobide tüm eşyaların otobüse yüklemesini söylüyorum. Daha önceki otellerde işlerin ne ağır yürüdüğünü bildiğimden hemen resepsiyonda beklemeye başladım. Yanımda Betül ve Bengi’de hesap ödemeye çalışıyorlarmış onbeş dakikadır. Bengi çok güzel bir ispanyolca ile hesabı bir an önce getirtmeye çalışırken bana dönüp “Bizim bir telefon ekstramız vardı. Bir saattir burada bekliyoruz.” diye açıklama yaptıktan sonra dünkü olaylarla ilgili bana taş atıyorlar. “Bizim yanımızda hiç yardımcımız yok ki. Zaten bizi koruyan kimse de yok. Kadın başımıza korumasız kaldık buralarda. Ama İstanbul’da bunun hesabını soracağız” Duymazlıktan gelmek en iyisi. Sonradan öğrendiğime göre akşamdan beri ne zaman Bahadır ile karşılaşsalar “Adi adam. Terbiyesiz. Sana İstanbul’da göstereceğiz.” Veya ani karşılaşırlarsa yere tükürerek tahrik ediyorlarmış. Ama Bahadır yaptığına bir yandan pişman da olduğu için cevap bile vermiyormuş.

Nurşan'ı yanımdan ayırmıyorum. Nihayet benim hesabı ödememe sıra geldi. Gene aynı zorluklar. İki gece iki ayrı hesap. Bize söylenenden farklı tarife. Resepsiyon şefinin gelişi. Defteri açıp kusura bakmayın deyişi..... Orta Amerika’da devamlı karşılaştığımız ve de kanıksadığımız check-out hesap ödeme manzaraları.

Bu arada visa kartlarımdan korktuğum başıma geliyor. İki kartta dolu diyorlar. Nurşan’ın kartını kullanıyorlar 1771 dolar biraz uğraşılarak çekiliyor.

Artık hesaplar ödendi. Otobüse binildi. Geçen hafta hayal gibi gelen uçağa, havaalanına gidiş başlıyor. Aslında bu benim ağız alışkanlığım. Biz zaten havaalanındayız. Yalnızca terminale gidiyoruz.

Resepsiyondakilere son bir veda ediyorum. Arkamı döndüğümde “Sinyor, Sinyor “ diye resepsiyonist bayan bağırıyor. Ne var acaba diye bakıyorum. Hesap faturasını gösteriyor. Benim borçlu olduğumu söylüyor. Karşılıklı anlaşamadık ama benden 30 -40 dolar gibi bir para daha istiyor. Meğer visa kartını dolar çekmiş, faturayı keserken cordoba üzerinden yapmış. Doların cordoba üzerinden alış satış arasında çıkan farkı dolara çevirmiş onu benden talep etmeye kalkıyor. Tam küfürlük bir olay. Terbiyemi korumaya ve de keyfimi bozmamaya çalışarak hiç cevap vermeden arkamı dönerek otobüse biniyorum. Hesabı dolar üzerinden konuşmuşuz, dolar üzerinden ödemişim, şimdi dolar üzerinden fark çıkartıyorlar. Bunların da adam olmaları için epey uğraşmaları gerek.

Terminal bir km. imiş ve 10 dakika sonra A terminalinin kapısında durduk. Otobüs durunca Sevnur hanım kimsenin inmemesini rica ediyor. Ronald ve Javier’i ön tarafa çağırıyor. Belli ki adet olduğu üzere dostlar para toplamış ve arkadaşlara bahşişlerini verecek. Elinde zarflar var. Resepsiyondan bu sebeple zarf isteyip duruyormuş meğer. Bulamayınca kağıttan zarflar yapmış. Önce Manuel’e, sonra Ronald’a ve Javier’e bahşişlerini veriyor. Donald zaten çok para aldığı için ona bir şey yok. Üçü de çok memnun oldular. Bizi memnun etmek için ellerinden geleni yaptılar. Aldıkları ücretin de çok bir şey olduğunu sanmıyorum. Onun için bu toplanan ve de yüklü olduğunu sandığım bahşiş onlar için çok önemli. Tek tek teşekkür ediyorlar.

Sevnur hanım tam inecekken beni de durdurdu ve o güzel konuşmasını yaptı” Atila bey. Sizin sayenizde biz çok güzel bir gezi yaptık. Bütün zorlukları sayenizde kolayca aştık. Size teşekkür ediyoruz.” Buraya kadar çok iyi. Ben de mutlu oldum onların

239

Page 240: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

böyle düşünmesine. Ama o ne Sevnur devam ediyor. “Bu emeğinizin karşılığı değil ama lütfen bu zarfı kabul ediniz. Bizim adımıza bir hediye alınız ve hep bizi hatırlayınız” Ve bana bir zarf uzatıyor.

Hayatımda böyle ağır hakarete uğradığımı hiç hatırlamıyorum desem yeridir. Başımdan kaynar sular döküldü. Yüzüm allak pullak. Gözlerimden kızgınlık fışkırıyor. Başta Sevnur olmak üzere herkes şaşkın ve suskun. Yalnızca “Olmaz öyle şey” diye bağırıp otobüsten atıyorum kendimi aşağıya. Benim bu uğraşılarımın bir bedeli olacağını ve benim onlar için yaptıklarımın karşılığının para ile değerlendirilebileceğini nasıl düşünebilirler inanamıyorum.

Sonra uçakta öğrendiğime göre Sevnur hanım para toplama işini üzerine almış.Kendisinin grubu ile gittiği her turda tur lideri olarak gezdikleri arkadaşa para toplarlarmış O alışkanlıkla benim içinde para toplamak istemiş. O tur liderlerinin işi ve geçimi ondan. Onlar için para toplaması da asil bir davranış. Ama beni bu geçen 16 günde tanımamış olması üzüyor. Mürşit bey ikaz etmiş.” Sevnur hanım yanlış anlamayın ama bu hareketiniz doğru değil. Atila beye para vermek çok ayıp olur. Ben katkıda bulunmaktan kaçınıyor değilim ama isterseniz bunu yapmayın” diye ikaz etmiş. Sonra da “Ben size demiştim. Lütfen bazen bizlerin sözüne ve tecrübesine güvenin.” Demiş. Yine uçakta yanıma oturan yaşlı hocam Hüsniye hanım konu açıldığında “Atila bey sizin yüzünüzü görünce çok yanlış bir iş yaptığımızı anladık anladık ama yapılacak bir şey yoktu mahcup olmaktan başka. Lütfen bizi affedin” demişti.

Şu anda düşünmem gereken başka işler var. Bu konu üzerinde durmamın manası yok.

Ronald , Manuel ve Javier ağızları kulaklarında valizlerimizi indiriyorlar. Bize bir haftadır hizmet eden bu ekibe tek tek teşekkür edip binadan içeriye giriyoruz. Onları hiç unutmayacağız.

Şimdi şu Amerika vizesi olmayanların sorununu çözmeye geldi sıra. Hep beraber kontuara yaklaştık. Valizler topluca bir yere yığıldı. Anlaşılan toplu check-in yapacağız. Sordum, burada da herkesin iki valiz ve toplam 64 kg. hakkı varmış aynı ABD’den uçar gibi. Onun için hiç bakmıyorlar bile bizim grubun kaç tane valizi olduğuna, toplam kaç kilo geldiğine. Mürşit beyler ve Betül'ler bu işten memnunlar. Sıra ile pasaportlarımızı vereceğiz. Ben pasaportları topladım. Bizim grup için bir memur ayrı bir masanın başına geldi. Grupça toplu işlem yapacak. O sırada grupta Bülent Güzeliş ile Huri arasında bir tatsızlık var ama tam anlamadım ne oldu. Dinledim. Bağrış, çağrış yok. Memurun yanına yaklaştım ve pasaportları uzattım.

“Önce havaalanı vergisi vereceksiniz” dedi. “Ne kadar?” “32 dolar adam başı” “Ne ?”“32 dolar”“Ama biz girerken 2 dolar fazla ödemiştik. Bu formları doldurmuştuk. Çıkış vergisi ödemeyecektik?”“O karayolu ile çıkış yaparsanız geçerli Bu hava alanı çıkış vergisi”

240

Page 241: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Tartışmanın bir sonuç getireceği yok. O kadar nakit para da yok. Burası kart ta almaz. Kart alsa da bizim kartlar geçmez. Nihal ile tüm paramızı sayıyoruz ve eksik olan yüz dolar için yine Nurşan’a müracaat. Sağ olsun hemen “Gülsen yüz dolar verir misin?” Gülsen de hemen çantasından gıcır gıcır bir yüzlük çıkartıp sorunumuzu çözüyor. Umarım bir daha bir yerde para gerekmez yoksa Nurşan’a da pek yüzümüz kalmayacak. Yine Mete’nin kulaklarını çınlatıyorum(!).

Bu paraları ödedik te ne olacak Selen, Bülent ve Nevin Göker ile Hüsniye hanımların vize işleri. Memura söylüyorum. Yüzüme ters ters bakıp “Bana o dört pasaportu ayrı verin. O dört kişi de ayrılsın. Sol tarafta beklesin” diyor. Dur bakalım ne olacak? İster misiniz onlar giremez desin. Ah Mete ! Nasıl yollarsın bu dostları vizesiz buraya. Bana hareket etmeden önce verdiği akıl geliyor aklıma. Orada da sormuştum.” Mete bu dört kişiyi uçağa bindirmezlerse ne olacak ? Ne yapayım?” Zaten Meksika konsolosluğu ve ters giden her şey için sinirleri tamamen laçka olmuş dostum “Vallahi bilemem. Memurun önünde ağla, sızla, kendini yerlere at, yalvar. Ne istersen yap ama onları buraya getir” dediğini hatırlıyorum. Şimdi burada yere yatmaya kalksam nereye yatayım diye kendime yer beğenmeye çalışıyorum.

Bunca günlük endişe ve stresten sonra memurun sözlerine inanamıyorum .” Önemli değil. Yalnız onların pasaportlarını ben alıkoyacağım ve sonra benimle beraber uçağa binecekler. Miami’de de uçak değiştirirken onları görevli bir kişi ayrı bir salondan geçirerek Madrid uçağına bindirecek. Pasaportlar kendilerine Madrid havaalanında verilecek. “

Hepsi bu mu? Bu kadar basit mi? Basit ise neden şimdiye kadar kimse bunu söylemedi? Kimse bilmiyor mu bu prosedürü?

Mümkün olsa birkaç kere dinleyeceğim ve ancak ondan sonra inanacağım duyduklarıma. Biraz önce önünde kendini yere atıp tepinmeye razı olan ben, şimdi acaba bu adamı buracıkta Şappadak öpsem ayıp olur mu diye düşünmeye başlıyorum.

Dördüne durumu anlatıyorum. Sevincimi paylaşacaklar sanıyorum. Hiç tepki yok. “İyi” diyorlar o kadar. Oysa ta öbür uçta duran Nihal’e başparmağım ile “tamam” işaretini yaptığımda sevincinden sıçrıyor. Ama bizim dörtlü sakince sol tarafa geçip bekliyorlar. Dayanamadım. “Oh nihayet sorunsuz bu konu da halloldu” deyip ağızlarında bir iki güzel söz çıkar diye çanak tutuyorum ama Bülent bey “Atila bey siz varken bir çözüm olacağını biliyorduk. Biz hiç bu konuyu düşünmedik ki.” demez mi? Diğerlerine bakıyorum. Başları ile sakin sakin tasdik ediyorlar. Zaten o inançları olmasa her sabah sormazlar mıydı ne olacağını? Geçen sene Çin gezisine giderken 70 yaşında bir teyzemiz uçak biletlerini biniş kartım var diye Bahreyn hava alanında kontuarda bırakmıştı. Yeni biletinin dönüşte Hong Kong’da hazır olacağını söylemişti Mete. Ayrıca her gün telefon ettiği kızı ve damadı da 15 gün boyunca aynı şeyi söylemişti. Bana günde kaç öğün sorduğunu hatırlamak bile istemiyorum ama ne zaman beni yakalasa “Atila bey benim biletim ne olacak?” diye sorarak kendi sabrımı bana takdir ettirdiğini hatırladıkça, bu dört dostuma içimden defalarca teşekkür etmek geliyor.

241

Page 242: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

İberia kontuarında üç memur bize tahsis edildi. Ben 32 dolarlık makbuzu kesilen tüm pasaportları kendilerine dağıtmıştım. Onlar oturma yerlerini memura söyleyip biniş kartlarını alıyorlardı. Mesele yok derken biraz önceki gerginlik su üstüne çıktı.

Huri sinirli sinirli Bülent Güzeliş’e laf atıyordu “ Allah Allah. Adama bak. İlla önüme geçecek. ” Birkaç adım atıp dolanıyor tekrar söyleniyor.” İttirip ittirip bir kişi öne geçsen ne olur? Ayıp be. Bir kere de sıranı beklesen ne olur?”

Gene gidip geliyor ve söyleniyor. Ben “Huri, Gel burada benim önümden al biniş kartını” diyerek muhtemel bir olayı önlemeye çalışıyorum.

“Sağ ol Atila bey. Ben biniş kartlarımı aldım ama bu adamın yaptığı terbiyesizlik”

Hır çıkacak diye korkup uzaklaştırmaya çalışıyorum. Ama Huri susmuyor.”Bir de hukukçu olacak, adalet dağıtacak. Bu mu sizin adalet anlayışınız? İnsanları iterek sırasını almak? Ha söyleyin bakayım?”

Bülent Güzeliş'te ses yok. Kulağının dibinde söylenmesine rağmen çıt yok. Aman iyi bari. Bir laf etse Huri’yi tutmak mümkün olmayacak. Nihal uzaklaştırıyor Huri’yi. Çünkü ne olacağı belli olmaz. Lafı fazla uzatmamak gerek.

Gruba da bu dört kişiye de göz kulak olmak lazım. Ama ikiye bölünemem ki. Güzel bir çözüm geliyor aklıma. Dört kişiden biri Selen hanım. Bahadır’ın annesi. Bahadır annesini yalnız bırakamaz. O zaman diğer üç kişiye de göz kulak olabilir. “Tabii abi sen merak etme Sen diğerleri ile ilgilen” diyor Bahadır ve beni bir kere daha rahatlatıyor.

Üç kontuar birden açılınca işler çabuk bitiyor. Ama bu sefer yine Betül söyleniyor.”Gördün mü yine biz kaldık en sona. Yok yok olmaz bu böyle. Herkesin işi bitiyor biz hep böyleyiz. Bizim başımızda bir erkek olsa böyle olmaz.” Hiçbir tuzağa düşme niyetim yok. Ben de duymazdan gelip uzaklaşıyorum.

Bütün grup biniş kartını aldı. Uçağa binmeye yarım saat var. Topluca herkese gireceğimiz B kapısını yerini gösterip “Hayırlı alışverişler” diyorum

Bizde Javier ile son sohbetlerimizi yapıp vedalaşıyoruz. Onlar şimdi otobüsle dönüşe geçecekler. Ama Donald daha kısa ve iyi olduğu için Leon yerine Esteli üzerinden giden yolu tercih etmiş. Onun için Javier bir otobüsle Leon’a dönecekmiş. Bu yağız delikanlının da benim hayatımda önemli bir yeri olacak.

Uçakta bizim dört vizesizi görünce rahatlıyorum. Demek onlar da problemsiz binmişler. Cam kenarından aşağıya bakarken geçen günlerimiz bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiyor. Ne maceraydı ama.

Yukarıdan ne de güzel görünüyor ovalar ve yanardağlar.

Miami’de bir saatlik zamanımız var aktarma için. Vizesiz dört dostumuzdan Selen’in aslında ömür boyu vizesi varmış ama on seneyi doldurmuş. Bu seferliğe mahsus pasaportunu verip grupla seyahat etmesine izin vermişler. 1993’e kadar ABD ömür boyu vize verebiliyordu. Sonra bunu en uzun 10 yıla çevirince 10 yılını dolduranlar

242

Page 243: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

yeni vize başvurusunda bulunmak zorundalar. Dört kişimiz üçe indi. Bülent, Nevin ve Hüsniye hanımı söylenildiği gibi özel bir ihtimam ile başka yollardan Madrid uçağına getirecekler.

Miami’de transit salonunda beklerken Amerika’da yaşayan kardeşime ödemeli telefon açıp hatırını sorayım diyorum. Sesimi duyunca çok şaşırıyor ve seviniyor. Daha ben lafa başlamadan “Abi neler yaşamışsınız öyle. Nasıl iyi misiniz şimdi? Her şey halloldu mu?”

Aman Allahım. Kardeşim nereden biliyor bunları? Zamansızlık ve problemlerden ona hiç mail atmamıştım ki. “Ferhancığım. Nereden öğrendin bunları? Diye merakla soruyorum. “Ağabeycim biz sizleri çok merak ettik. Haber alamayınca senin Internet adresine girdim. Şifreni değiştirmediğin için orada senin Mete ile yazışmalarını okudum. Hem sağ olduğunuza sevindik hem de başınıza gelenlere üzüldük. Neler yaşamışsınız öyle?” Bu akıllı çocuğun kardeşim olduğuna memnuniyetim bir kat daha artıyor. Doya doya sohbet edip hasret gideriyoruz.

Uçağa çağrıldığımızda benim ve Safa’nın elindeki küçük çek-çekler yani el bagajları dert oldu bize. Tam uçağın kapısında “Bunlar normalden büyük. Bagaja vermeniz gerekir” diyerek çek-çeklerimizi ellerimizden almaya çalıştılar. Ben çok ısrar ettim ama faydasız. Biletimi göstererek çek-çekimi İstanbul’a kadar check ettirip görevliye teslim ettim ve uçağa bindim. Ama Safa çek-çekini elinden alan görevliye iniş yeri olarak Madrid demiş onlar da Madrid’te alınacak diye işlem yapıp alıp uçağın bagajına göndermişler.

Uçakta Safa yanıma gelip olayı anlattı. Şimdi ne olacak Atila bey?” diye sordu. Kardeşim işlem yaptırmadan neden sormuyorsun? Nasıl alırız onu Madrid’de? Olacak iş mi? Çek-çek’i Madrid’de uçaktan çıkartacaklar ve bagaj alma yerinde bantın üzerine koyacaklar. Onu oradan nasıl alabileceklerdi?. Eşi Beste Hanım “Aman Atila bey inince bize yardımcı olun o valizi almaya çalışalım. Benim bütün çektiğim filimler orada.” Kendisine benim bu üç dostun pasaportlarıyla uğraşacağımı onlara da yol göstereceğimi söyledim ama dokuz saat uçak yolculuğumuzda aklıma geldikçe huzursuz oldum. Hiç mi rahat bir seyahat yapamayacaktım ben. Hep bir dert, hep bir sorun. Hadi hayırlısı.

Zamanında vardık Madrid’e. Ama çok kısa bir zaman vardı hem pasaportları almaya hem de şu valiz işini halletmeye. Uçağımız 45 dakika sonra kalkıyor. Bir de bizim indiğimiz kapı ile İstanbul uçağının kapısı çok ters yerlerde imiş. Koş babam koş. Kapılardan ve X-Ray’lerden geçip duruyoruz. İstanbul uçağına bineceğiz kapıyı bulup üç kişinin pasaportlarını sorduğumda geride bir kapıda alt katta poliste olduğunu söylediler Hani biraz önce koşarak geçtiğimiz kapılardan birinin alt katında imiş. Bilsek veya orada soracak kimse bulsak hiç bu kadar koşturmayacağız. Bir de başımda Safa ve Beste var. İlla çek-çekleri ile ilgilenmemi istiyorlar. Tamam ben de ilgilenmek isterim ama pasaportlar çek-çekten daha önemli. Valiz belki bir iki gün sonra gelir ama pasaport öyle mi? Önce şu polis işini halledelim de diyorum ve tarif edilen yerdeki polisi bulmaya çalışırken Safa “Biz de seninle gelelim. Belki orada soracak insan buluruz” diyor. Başlıyoruz topluca koşuşmaya. Neyse alt katta bir bankonun arkasında iki polis var.

243

Page 244: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Hiç İngilizce bilip bilmediklerini sormadan olayı anlatmaya başlıyorum. “Managua’dan gelirken Amerika vizesi yok diye polis ......... “Konuyu anlamış galiba benim cümlemi bitirmemi beklemeden “Pasaportlar bizde. İki bayan bir bay pasaportu” dedi. Bir oh daha çektim Polis baktı .Bir erkek. Erkek pasaportunu, Bülent Göker’inkini verdi. Sonra bir bayan. Beste hanımı da görünce, Nevin Göker’inkini de verdi. Bir bayan pasaportu daha. Hüsniye hanımın ki. Ama biz o sırada bir bayan iki bayız. “Bu kişi nerde?” diye sordu. Yaşlı olduğunu , biniş kapısında beklediğini söyledi isem de para etmedi. İlla kendisine verebilirim getirin diye tutturdu. 10 dakikamız var yetişemeyiz falan dedi isem de fayda yok. Çare yok acele tekrar o koridorları geçip Hüsniye hanımı alıp geleceğim ve sonra tekrar geri döneceğiz. İnşallah yetişiriz. Benim işim tamam ama Safa’ların çek-çeki? Miami’den gelen uçağın valizlerinin nereye geldiğini soruyorum. Şansa bak hemen yan taraf. Ama orada polis önce İspanya’ya giriş işlemi yapıyor. Sonra artık İspanya’ya girmiş bir kişi olarak valizlerin geldiği salona gidip hangi yürüyen bant olduğunu bulup, geldi ise valizinizi alıyorsunuz. Her havaalanında işlem böyle. Sonra tekrar polisten geçip dış hatlara gelip pasaport kontrolünden sonra içeriye gelip bizim uçağın kalktığı koridora koşmak lazım. Yandaki kuyruğa bakılırsa Safa ve Beste’nin işi çok zor ama benim ki de zor. Gerekli tarifi yapıp onları kaderi ile baş başa bırakıp Hüsniye hanıma koşuyorum. Koşarken de “Bırak bu düşünceliliği Atila. Hep beraber gelse idiniz şimdi işiniz tamamdı. Aman yaşlılar yürümesin diye koşuşursan tek başına işte bir daha gidip gelirsin” diye kendime söyleniyorum.

Ben koşarak kapıya gittiğimde bizim sevimli üç yaşlımız titrek kuşlar gibi bekliyorlardı. İkisinin pasaportlarını verip uçağa binmelerini söyledim. Çünkü uçağa yolcu alma işi başlamıştı. Hüsniye hanımla beraber polise doğru koşarken neden diğerlerini alabildikten bir tek onun pasaportunun poliste kaldığını anlattım.”Olsun. Şimdi de biz alırız. Siz çok yoruldunuz Atila bey” diye hala beni düşünüyor. Ne zarif bayan. Polisler karşıdan bizi görür görmez veriyorlar pasaportu ve ayni hızda geri koşmaya başlıyoruz. Karşıdan kapımız gözüktüğünde hiç kimsenin kalmadığını bir tek Nihal’in bizi beklediğini görüyorum. El sallaşıyoruz. Meğer Nihal kapıyı kapatmamaları için görevlilere rica edip duruyormuş. Nefes nefese biniş kartlarının ucunu kopartırken Safa’ları sordum gelmediler dedi. Bu sefer ben kapıyı kapatmamalarını daha iki yolcumuz olduğunu söylerken o meş’um uzun koridorun ucunda ikisini, hem de ellerinde çek-çekleri ile görünce derin bir oh çektim. Ama ne Oh. Galiba şimdi bitti bu iş. Uçağa biniş tünelinde kısaca özetliyorlar maceralarını. Gümrük polisine durumu anlatıp o sırada karşı bantta dönmekte olan çek-çeki göstermişler. Pasaportlarını emanet bırakıp geçip çek-çeki hemen bulup tekrar polisten emanete bıraktıkları pasaportlarını alıp koşarak gelmişler çıkış kapısına. Çok takdir ettim. Büyük şans ve beceriklilik. Yürüyen bantlar havaalanının ta öbür ucunda da olabilirdi. Neyse o konu da halloldu. Dostlarımızın yüzü gülüyor.

Uçak tıklım tıklım dolu. Bizden başka üç grup daha tatilden dönüyormuş. Bizimkiler hemen onlarla muhabbete başladılar. Bizimkiler seyahatimizi bir övüyorlar ki kulaklarınıza inanamazsınız. Bir meth, bir meth. Birkaç yolcu geldi “Sizin Orta Amerika geziniz çok iyi geçmiş. Biz de oraları görmek istiyoruz. Acaba bundan sonraki turunuz ne zaman? Bize nasıl bilgi verirsiniz?” diye sorarlarken Nihal ile ben sanki çok derin bir yerlere yolculuk yapmışta şimdi rüyadan yavaş yavaş uyanıyor gibiydik. Ama ne rüya.

244

Page 245: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

İstanbul’da eksiksiz gelen valizlerimizi alıp birbirimize veda derken Huri bir gözlemini paylaşıyor bizimle.” Bakın uçakta üç grup daha tatilden dönüyordu. Bizim kadar çok öpüşerek ayrılan başka grup yok.”

Atila Ege

Sonra ne oldu ?

Geziden döndüğümüzün hemen ilk haftasında, yolcularımızın yarısından fazlası Mete’ye telefon edip kendilerine böyle güzel bir gezi yaşattıkları için teşekkür ettiler

Yolculardan sekizi, Dolphin Turun bundan sonraki gezilerinden en az birine kayıt yaptırdı

Kavga edenlerden hiç ses çıkmadı. Galiba herkes hatasını anladı.

Birçok yolcumuzla dostluklarımız pekişti. İzmir’de oturanlarla geceleri ailece buluşmaya başladık. Diğer şehirlerdekiler telefon ediyorlar.

Mete, gezinin bu derece mutlu bitmesinden hem şaşkın, hem de sevinçli. Bu geziyi bir daha yapmama kararını gözden geçirecekmiş.

Ronald, benimle mailleşip duruyor. Son Bingöl depreminde bize bir şey olup olmadığını merak etmişti.

Allah, Nancy’nin cezasını veriyor. Nihal’in hesabından çektim dediği 7500 dolar meğer dolar değil de quetzal imiş. “Yandım Allah” diye bir miktarda dolar çekmiş ama Nihal’in limiti olan 4000 dolardan fazla alamamış. Şimdi yanık yanık Mete’den para kopartmaya çalışıyor. Mete’nin “Hangi hizmetler için ne kadar para istiyorsun?” sorusuna cevap veremiyor.

Sevnur hanım Kız Liselilerle yapacağı Rusya turunda Nihal ile benim olmamı arzu etti.

Son kaldığımız otel Best Western, Nurşan’ın hesabından üç kere 1771 dolar çekmek istemiş. Yapılan uzun görüşmelerden sonra sorun çözümlendi.

245

Page 246: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

San Miguel’de Kredi kartımızdan para alamadıkları için nakit ödeme yaptığım Colonia Oteli meğer kredi kartımdan da para çekmiş. Düzeltmek uzun yazışmalara mal oldu.

Ve bu geziden sonra olanları unutmamak için notlarımı bilgisayara aktarırken sonunda okuduğunuz bu sayfalar ortaya çıktı.

Sonra , daha sonra neler oldu?

Geziden döndükten kısa süre sonra neler olduğunu öğrenmiştik. Ama çok daha sonra ilginç gelişmeler oldu. Sizlerle bunları da paylaşayım istedim.

Dolphin Tur ile ilgili olarak:

Yapılan çok olumlu reklamlar sonrası Orta Amerika’ya her iki haftada bir tur kaldırmaya başladı. Şu anda rakipsiz.

Christina kahve plantasyonundaki otelini faaliyete geçirdi. Alfonso ile evlendi ve Alfonso şu anda otelin müdürlüğünü yapıyor. Dolphin Tur El Salvador’da bir geceyi bu otelde geçiriyor . Yolcular özel kahve liköründen şişe şişe satın alıyorlar. Son tur lideri İlkin hanım bana da bir şişe ve eski dostların selamını getirdi.

Bizim grubun hemen tamamı Mete’ye teşekkür etti. Bundan sonraki diğer turlarına katıldılar. Mete de bütün grubu bir hafta sonu Uludağ’da misafir etti. O sırada bir başka tura katılmış bulunan Nevin ve Bülent Göker hariç tüm grup katıldı.

Ya yolcularımız? Onlarda da ilginç gelişmeler var.

En ilginç gelişme Bengi ve Bahadır, kavga eden dostlarımız evlendiler. Hatta İzmir’e gelip bizi ziyaret ettiler. Çok mesutlar.

Yarış, Ankara’daki inşaatını bitirdi. Birinci katında babası Mürşit bey Bülent Güzeliş ile birlikte avukatlık bürosu açtılar. Hatta şu anda Dolphin Turun da hukuk müşavirliğini yapıyorlar. Mete’nin başına bir dert gelmesin diye “Seyahat Sözleşmesi”ni baştan yazdılar.

Sevnur hanım Kız Liseliler ile yaptığı turlara grup dışı kimse almıyor. Her turuna da benim ve Nihal’in katılmasını arzu ediyor.Onlarla yaptığımız Volga turu muhteşem geçti. Hatta grubu ile bir kere daha Orta Amerika’ya gittiler.

Beste Timur gezi boyunca tuttuğu notlarını tefrika halinde bir gazetede yayınladı. Çok ilgi gördü. Şimdi çeşitli toplantılarda bir Orta Amerika Uzmanı olarak konuşmalar yapıyor.

246

Page 247: orta amerika gezisi - Atila Ege · Web viewMüslüman hacılarla kutsal topraklarda dört yöne namaz kıldım, Hindu hacılarla Varanesi’de Ganj’da yıkandım, Bikanerde Jain

Mimar olan Nurşan Kadıköylü Meksika stili villalardan kurulu “ Amigo Yaşam Sitesi”ni kurdu. Evleri Nikaragua Evleri, El Salvador evleri, gibi tiplere ayırdı.

Sayhan ve Saadet Kohen dostlarımızın nur topu gibi bir oğlanları daha dünyaya geldi. Hem de kız torunlarının olduğu gün.

Hüsniye Aydan öğretmenimin bu yaşa kadar yüreğinde yaşattığı bir sevgilisi varmış. Geçenlerde bu beyin eşi vefat etmiş. Hüsniye öğretmenimle buluşmaya başladılar. Ve geçen hafta da evlendiler. Çok ama çok mutlular.

247