130
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI (İTALYAN DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI “ÇEVRE-İNSAN-DOĞA İLİŞKİSİNİN STEFANO BENNI’NİN ‘MARGHERITA DOLCEVITAVE BUKET UZUNER’İN ‘UYUMSUZ DEFNE KAMAN’IN MACERALARI SUADLI YAPITLARINDA EKOELEŞTİREL BAĞLAMDA KARŞILAŞTIRMALI OLARAK İNCELENMESİ” Yüksek Lisans Tezi Çiğdem CENGİZ Ankara - 2013

NSAN- İLİŞKİSİNİN STEFANO BENNI’NİN ‘MARGHERITA ...acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/26520/TEZ.pdf · “Çevre-İnsan-doĞa İlİŞkİsİnİn stefano benni’nİn ‘margherita

Embed Size (px)

Citation preview

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI

(İTALYAN DİLİ VE EDEBİYATI)

ANABİLİM DALI

“ÇEVRE-İNSAN-DOĞA İLİŞKİSİNİN STEFANO BENNI’NİN ‘MARGHERITA

DOLCEVITA’ VE BUKET UZUNER’İN ‘UYUMSUZ DEFNE KAMAN’IN

MACERALARI SU’ ADLI YAPITLARINDA EKOELEŞTİREL BAĞLAMDA

KARŞILAŞTIRMALI OLARAK İNCELENMESİ”

Yüksek Lisans Tezi

Çiğdem CENGİZ

Ankara - 2013

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI

(İTALYAN DİLİ VE EDEBİYATI)

ANABİLİM DALI

“ÇEVRE-İNSAN-DOĞA İLİŞKİSİNİN STEFANO BENNI’NİN ‘MARGHERITA

DOLCEVITA’ VE BUKET UZUNER’İN ‘UYUMSUZ DEFNE KAMAN’IN

MACERALARI SU’ ADLI YAPITLARINDA EKOELEŞTİREL BAĞLAMDA

KARŞILAŞTIRMALI OLARAK İNCELENMESİ”

Yüksek Lisans Tezi

Çiğdem CENGİZ

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Nevin ÖZKAN

Ankara - 2013

Sevgili Oğlum Baran’a

i

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ........................................................................................................ i

ÖNSÖZ ..................................................................................................................... iii

GİRİŞ ......................................................................................................................... 1

1.EKONOMİK BÜYÜMENİN VE SANAYİLEŞMENİN İNSAN – ÇEVRE –

DOĞA İLİŞKİSİNE ETKİLERİ ........................................................................ 6

1.1. Çevre, Ekoloji ve İnsan .......................................................................... 13

1.2. Doğa ve Çevreyi Korumaya Yönelik Toplumsal Hareketler ................ 21

1.3.Dünyada Doğa Yazını ve Ekolojik Eleştiri ............................................ 30

2. İTALYAN EDEBİYATI VE TÜRK EDEBİYATI BAĞLAMINDA DOĞA

VE EKOELEŞTİRİ ............................................................................................ 42

3. “MARGHERITA DOLCEVITA” VE “UYUMSUZ DEFNE KAMAN’IN

MACERALARI SU” YAPITLARINA EKOELEŞTİREL BAKIŞ .............. 49

3.1. İnsan İlişkileri Bağlamında Doğaya Ekoeleştirel Yaklaşım : Doğaya

Çevre Merkezli ve İnsan Merkezli Bakış ................................................ 57

3.2.Yapıtlardaki Fiziksel ve Çevresel Mekânlar ........................................... 63

3.3. İki Yapıttaki Benzer ve Farklı Öğeler ................................................... 69

4. YAPITLARDAKİ DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ ............................... 87

5. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ ..................................................................... 95

ii

KAYNAKÇA ......................................................................................................... 109

ÖZET ..................................................................................................................... 116

SUMMARY ........................................................................................................... 118

iii

ÖNSÖZ

Bu araştırma, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü,

İtalyan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalına bağlı olarak yapılan bir Yüksek Lisans

tezidir. Tezin konusunu, “Çevre-insan-doğa ilişkisinin Stefano Benni’nin

‘Margherita Dolcevita’ ve Buket Uzuner'in ‘Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları

SU’ adlı yapıtlarında ekoeleştirel bağlamda karşılaştırmalı olarak incelenmesi”

oluşturmaktadır.

İnsanoğlunun en temel yaşamsal kaynakları olan hava, su ve toprağın önemi

ile değerinden yola çıkarak, sürekli artmakta olan ekolojik sorunlar karşısında tüm

bireylerin ve canlıların, gerek bu yaşamsal öğeleri gerek yeryüzündeki canlıları

koruma ve devamını sağlayacak önlemleri alma sorumluluğu vardır. Bu noktada en

büyük görev, tüm kaynakları yöneten ve yaşamı için bunları dilediğince kullanma

özgürlüğünü kendinde gören insanoğluna düşmektedir.

Son yıllarda, özellikle büyük kentlerimizde, yakından gözlemlenen artan

betonlaşma ile yeşil alanların giderek azalması, denizlerden çalınan alanların

doldurularak yeni mekânlar yaratılması, hatta gökyüzünün bile artık devasa binalar

nedeniyle daha az görünüyor olması, hane başına düşen araç sayısındaki artış, genç

neslin dikkat çeken teknoloji tutkunluğu, sürekli tüketimi özendirici kampanyalar ve

neden oldukları çevresel sorunlar, genetiği ile oynanmış gıdalar, mevsimi dışında

tüketime sunulan ürünler, sokak hayvanlarına yapılan eziyetler ve yağmur

yağdığında insanın doya doya içine çektiği toprak ve ağaç kokusunun artık

hissedilememesi... Bütün bunlar, çevreyi hiç umursamadan insanoğlunun attığı

iv

adımların sebepleri ya da sonuçları. Bu adımların, olumsuz çevre koşullarına neden

olmaksızın atılması mümkün olabilir mi? Bu soru beni edebiyatın çevre ve ekoloji

bilinci oluşturma yolundaki gücü ve işlevi konusunda çalışmaya yöneltti.

Çevre ve ekolojik hareketlerin başladığı dönemden yola çıkarak, doğadaki

kaynakların bilinçsizce yok edilmesinin sonucu oluşan kayıpların ve tahribatın

azaltılabilmesi için yapılan çalışmalar kapsamında, edebiyatın işlevi üzerinde

durulmaktadır. Edebiyatta insan merkezli olmayan bir bakış açısıyla ekolojiyi ve

insanın çevresi ile ilişkilerini her yönüyle ele alan ekoeleştiri kuramı ile kadın

sorunlarını ekolojik sorunlarla bir arada ele alan ekofeminist görüş çerçevesinde iki

farklı coğrafya ve kültüre ait, biri İtalyan, diğeri Türk, iki çağdaş yazarın birer

yapıtının incelenmesi, tezimin özünü oluşturmaktadır. İki yapıttaki çevre-insan-doğa

ilişkisinin ekoeleştirel bağlamda karşılaştırmalı olarak incelenmesinin, ekoeleştiri

kuramını ve doğanın edebiyat içinde nasıl ele alındığının ekolojik farkındalık

oluşturmadaki işlevini etkin bir şekilde anlatabileceğine inandığım için

karşılaştırmalı bir çalışma yapmayı arzu ettim.

Doğanın ve doğadaki değişimlerin, tarihsel süreç içerisinde bütün canlıların

yaşamına sosyal, kültürel, ekonomik yansımalarının, ekolojik farkındalık ve ekolojik

benlik yaratma yönünden incelenmesinin önemli olduğuna inanmaktayım. Değerli

öğretim üyelerimizin çalışmalarının öncülüğünde, ülkemizde üniversitelerin edebiyat

bölümlerinde de programa alınması, Türkiye’de bu alanın daha çok tanınarak

yaygınlaşacağını ve yeşil gezegenimizi daha bilinçli bireyler olarak koruma yolunda,

yeşil adımlarla ilerleyeceğimizi göstermektedir. Beni ekoeleştiri alanı ile tanıştırarak,

tezimi bu konuda yapmam konusunda yönlendiren, destekleyen, elindeki kaynakları

benimle paylaşan, konu ile ilgili çok faydalı gördüğüm konferansları izlemem

v

konusunda teşvik eden tez danışmanım, İtalyan Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı

Başkanı Sayın Prof. Dr. Nevin Özkan’a teşekkürlerimi sunmak isterim. Ara

verdiğim eğitim hayatıma tekrar dönmemdeki en büyük motivasyon kaynağım olan

ve bu heyecanı benimle paylaşan sevgili hocam Sayın Prof. Dr. Nevin Özkan’ın bu

alandaki çalışmaları tezimde bana ışık tutan diğer önemli bir kaynak oldu.

Yabancı metinlerin çevirileri -aksi belirtilmediği durumda- tarafımca

yapılmıştır.

Yüksek lisans eğitimim ve tez hazırlama sürecimde beni yürekten

destekleyen eşime, oğluma ve manevi desteğini, varlığını her zaman yanımda

hissettiğim anneme teşekkürlerimi ayrıca belirtmek isterim.

Günümüzün en güncel konularından birini oluşturan ve yaşamın her alanını

etkileyen ekolojik sorunların kaynağı ve çözümleri ile ilişkili olarak, ekoeleştiri

kuramı edebiyat alanında engin çalışmalar sunmaktadır. Yeşil bir gelecek, daima

nefes alacak ve hayat vermeye, yaşamaya devam edecek olan gezegenimiz için

ekoeleştirinin önemini vurgulamayı hedeflediğim bu incelemem ile aynı alanda

çalışacak olanlara kaynak oluşturmayı ve yardımcı olmayı arzu ettim. Doğanın

edebiyata nasıl yansıdığı ve ekolojik değişimlerin, doğadaki tahribatın tüm canlıların

yaşamında yol açtığı değişikliklerin, en güçlü ve etkin iletişim aracı olan edebiyat

yolu ile aktarılması, bu çerçevede çevre ve ekolojik bilincin oluşturulması

incelenmiştir.

vi

Ankara Üniversitesi, Batı Dilleri ve Edebiyatları, İtalyan Dili ve Edebiyatı

Anabilim Dalı’na ve şu anda orada olmayan ama benim İtalyan Edebiyatını, tarihini

ve kültürünü bu derece sevmemi sağlayan tüm değerli öğretmenlerime tekrar

teşekkürlerimi sunarım.

1

Binlerce kilometrelik yolculuk bile,

tek bir adımla başlar.

Lao Tzu

GİRİŞ

Ekolojik sorunların ayak sesleri çok uzaktan yıllar öncesinden kendisini

duyurmasına rağmen kapımızı çalıp, belki de bizlere bu derece dokunmadığı için bu

denli önem kazanmamıştı. Son yıllarda artan hava kirliliği, ormansızlaşma, kuraklık

sorunları, küresel ısınma ve iklim değişiklikleri tüm canlıların yaşamını derinden

etkilemeye ve insanoğlunu ivedilikle önlemler almaya yöneltmiştir. Pek çok farklı

bilim dalının araştırma alanına giren ekolojinin, edebiyat ile ilişkisini inceleyen

ekoeleştirel yaklaşım, edebî metinlerde yansıtılan doğa ve çevreyi incelerken bu

alanda bireylerde bilinç oluşturma görevini üstlenmiştir. İnsan, hem fiziksel

çevresinden etkilenen hem de fiziksel çevresini etkileyen, değiştiren özne

konumundadır. Buradan hareketle insanın atacağı adımların neleri değiştirdiği, doğal

kaynaklarını nasıl kullandığı ve gelişme, ilerleme süreci içerisinde gelecek nesiller ve

bugün yaşayan tüm canlılar için ortaya koyacağı farklılıkların önemi çok büyüktür.

Yaşatılan değerler, geçmişimizden bugüne, bugünlerden yarınlara taşıyacağımız

yapıcı düşünce kalıpları, ekolojik sistemi oluşturan tüm canlı ve cansız varlıkların

hayatını devam ettirmesi için birbirlerine aynı saygıyı görmesi, aynı değeri tüm

canlıların paylaşması, sürdürebilir bir dünya için geçerlidir. Prof. Dr. Serpil

Oppermann’ın Patrick D. Murphy’den aktarımıyla, “Bugünün fikirleri yarının

uygulamalarıdır; bugün öğretildikleri takdirde elbette”1 ifadesi, bugün zihinlere

ekilen tohumların, geliştirilen fikirlerin yarınlar için ne kadar değerli katkılar

1 Oppermann, S., Editör, Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, Phoenix, Ankara, 2012, s. 29.

2

oluşturacağını çok güzel ifade etmektedir. Bugün atılacak en küçük bir adımın

korunması gereken gezenimiz için anlamı büyüktür.

Bu çalışmada insanoğlunun sanayileşme ile birlikte doğa üzerinde artan

hakimiyetinin yaratmış olduğu tahribatın, insanın çevre ve doğa ile ilişkisinin

edebiyata yansımasını ve ekoeleştiri bağlamında edebiyatın çevre bilinci

oluşturmadaki önemini, farklı coğrafyalarda oluşturulan iki yapıt üzerinden ortaya

koymak amaçlanmaktadır. Aynı zamanda edebiyata yansıyan çevre ve ekolojik

sorunların, yapıtların kaleme alındığı coğrafyalardan bağımsız olarak evrensel

sorunları yansıtması vurgulanacaktır. Edebiyatta, çevre ve doğanın nasıl ele alındığı

ve İtalyan çağdaş dönem yazarlarından Stefano Benni ile Türk çağdaş dönem

yazarlarından Buket Uzuner’in birer yapıtının karşılaştırmalı olarak incelenmesi, bu

tezin konusunu oluşturmaktadır.

Edebî yapıtların incelenmesinde, insan merkezli bakış açısını reddeden, XXI.

yüzyılın giderek artan ekoloji ve çevre sorunlarını, kültür, dil ve sosyal çevre

bütünlüğü içinde ele alan ekoeleştiri kuramının önem ve değerinin altını çizerek,

ileride bu konuda çalışacaklara farklı açılardan ışık tutacak bilgilerin ortaya konması

ve paylaşılması amaçlanmıştır. Ayrıca, Türkiye’de gelişmekte ve önemi artmakta

olan çevre ve edebiyat konusunda çalışma yapmayı düşünen diğer araştırmacılara

çevreci eleştiri ve ekofeminist eleştiri bağlamında bilgi ve kaynak oluşturmak

hedeflenmiştir.

Konuya ilişkin kaynaklar yurtiçi ve yurtdışındaki kitapçılardan, sahaflardan,

internet üzerinden paylaşılan yayınlardan, yazarların kişisel internet sayfalarından

elde edilmiş ve önemli bir kısmı da Sayın Prof. Dr. Nevin Özkan tarafından

3

iletilmiştir. Ekoloji ve çevre hareketleri, doğada meydana gelen olumsuz

değişimlerin insan hayatını nasıl etkilediği, dünyada doğa edebiyatı, ekoeleştirel

yaklaşımın ortaya çıkışı, edebî yapıtlarda doğa öğelerinin nasıl ele alındığı,

yazarların çevreci düşüncelerini nasıl aktardığı, ekoloji ve doğa yazını alanında

çalışmalar yapmış akademisyenlerin makaleleri ve kitapları incelenerek tezde

amaçlanan bilgilerin aktarılması hedeflenmiştir. Bilgilerin alt yapısı oluşturulurken

Türkçe, İngilizce ve İtalyanca kaynaklardan faydalanılmıştır.

Basılı yayınların yanı sıra, değerli hocam Sayın Prof. Dr. Nevin Özkan’ın

teşvik etmesi ile katıldığım konferansların ve tanıştığım değerli akademisyenlerin

katkısı yadsınamaz. Ekim 2012’de, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya

Fakültesi’nde İtalyan Dili ve Edebiyatı Anabilim dalı ile Ankara İtalyan Kültür

Merkezi’nin ortaklaşa düzenlediği bir etkinlik çerçevesindeki konferansta dinleme

fırsatı bulduğum, çevre ve çevre etiği konusunda çalışan Torino Üniversitesi Felsefe

bölümünden Prof. Dr. Serenella Iovino’nun sunumu ve okuduğum kitapları, İtalyan

Edebiyatında ekoeleştiri konusunda bilgimin artmasına yardımcı olmuştur. Yine aynı

konferansta tanıştığım Ankara Hacettepe Üniversitesi, Amerikan Kültürü ve

Edebiyatı bölümünden Sayın Doç. Dr. Ufuk Özdağ’ın önerdiği Tema Vakfı, “Yeşil

Alev” filminin Türkiye prömiyeri konuşması ve kendisinin kaleme aldığı Aldo

Leopold’un toprak etiği düşüncesi ile doğa edebiyatını anlatan kitabı yararlandığım

diğer önemli kaynaklar arasındadır. Mayıs 2013’de, Ankara’daki üç üniversitenin ve

Amerikan Büyükelçiliği’nin katkılarıyla düzenlenen bir etkinlik çerçevesinde, hem

Hacettepe Üniversitesi hem Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya

Fakültesi’nde, “Green Trends in International Studies: Many Voices, Similar Songs”

(Uluslararası Çalışmalarda Yeşil Eğilimler: Farklı Sesler, Benzer Şarkılar) konulu

4

konferansta dinleme ve tanışma fırsatı bulduğum, Idaho Üniversitesi’nde, “Edebiyat

ve Çevre” dersleri veren Prof. Dr. Scott Slovic’in paylaştığı, tarafıma ilettiği değerli

bilgiler çalışmamda bana ışık tutan diğer önemli kaynakları oluşturmaktadır. Öte

yandan, hem İtalyan hem Türk edebiyatından çevre sorunlarını, çevre-insan-doğa

ilişkisini yansıtan farklı yazarlara ait romanlar, hikâyeler okuyarak bilgilerimi

derinleştirmeye çalıştım.

Karşılaştırmalı edebiyat çalışmalarının önemine ve etkinliğine olan inancım

nedeniyle iki farklı coğrafyada yaşayan, ama ortak paydada aynı ya da benzer

sorunları edebiyat yoluyla aktaran iki yazarın, ekoeleştirel bir bakışla yapıtlarındaki

benzer ve farklı yönlere değinilmekte, gezegenimizin geleceği ile ilgili ele aldıkları

konuların evrenselliği vurgulanmaktadır. Yaşadığımız çevreyi ve toplumu daha güzel

kılmak ve gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmak için çevre ve doğa

bilincinin ekoeleştiri bağlamında edebiyat yolu ile aktarımının önemi ve edebiyatın

bu alandaki çalışmalara, çevre bilincine katkısı, çevre-insan-doğa ilişkisi, ekoeleştiri

ve ekofeminist eleştiri kuramları bağlamında İtalyan ve Türk edebiyatından iki yapıt

karşılaştırmalı olarak incelenerek ortaya konulacaktır.

Çalışmanın birinci bölümünde doğaya hükmeden insanın, bilim ve teknoloji

ile doğayı kendi arzusuna göre şekillendirmeye başlaması, insan-doğa-çevre

üçgeninde, kapitalizmin sermayeye sunduğu doğal alanların, doğal kaynakların

tükenmeyecek gibi kullanımının yaratacağı tahribatı yavaşlatmak ve durdurmak için

ortaya çıkan, çevreyi ve ekolojiyi korumaya yönelik gelişen hareket ve faaliyetler,

düşünce akımları ile farklı yaklaşımlara değinilecektir. Dünyada doğa edebiyatı ve

ekoeleştiri konusunda öncü yazarlardan ve yapıtlardan örnekler verilecektir.

5

İkinci bölümde İtalyan edebiyatında ve Türk edebiyatında örneklerle doğa

edebiyatı ve ekoeleştiri anlatılacaktır.

Üçüncü ve dördüncü bölümde, çağdaş yazarlara ait iki yapıt üzerinde

çalışarak, ekoeleştirel bağlamda edebiyata yansıyan çevre-insan-doğa ilişkisi

karşılaştırmalı olarak incelenecektir. İtalyan yazar Stefano Benni’nin “Margherita

Dolcevita” ile Buket Uzuner’in “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU”

yapıtlarında ele alınan çevre ve doğaya ait unsurlar, kullandıkları dil ve anlatım

özellikleri ile yaptıkları çağrışımlar incelenirken, çevresel mekânların, toplumsal

etmenlerin, dilin ve insan davranışlarının doğa üzerindeki etkilerinin edebiyat

yoluyla aktarımının önemine dikkat çekilecek ve edebiyat yoluyla çevre bilincinin

oluşmasına sağladığı katkı vurgulanacaktır.

Sonuç bölümünde, ekoeleştirel yaklaşımın ve ekofeminist görüşün

farkındalık yaratmadaki işlevleri çerçevesinde yapıtlarda ön plâna çıkan konular

değerlendirilecektir. Farklı kültür ve ülkelerin, sürdürülebilir bir dünya için

tükenmekte olan doğal kaynaklara, ekolojik sorunlara ve çevre bilincine edebiyat

yolu ile farkındalık kazandırmaları ele alınarak, incelenen yapıtlar üzerinden bir

değerlendirme sunulacaktır.

6

Makinalaşmak istiyorum

mutlak buna bir çare bulacağım

ve ben ancak bahtiyar olacağım

karnıma bir türbin oturtup

kuyruğuma çift uskumru taktığım

gün!

Nazım Hikmet, 1923

1. EKONOMİK BÜYÜMENİN VE SANAYİLEŞMENİN İNSAN – ÇEVRE –

DOĞA İLİŞKİSİNE ETKİLERİ

Aydınlanma çağında insan aklı, bilim, deney ve gözlemin değer ve önem

kazanmasıyla beraber insan çevre merkezli bakış açısından uzaklaşmış, doğayı kendi

amaç ve ihtiyaçları için üzerinde tahakküm kurulacak bir alan olarak görmeye

başlamıştır. Bilimsel gelişmelerin çıkış noktasını oluşturan bu çağ, aynı zamanda

sanayi devriminin de zeminini hazırlamıştır. Kendini doğadan üstün ve sınırsız

özgürlük içinde gören, bilime öncelik veren insan doğadaki tüm kaynakları kendi

ihtiyaç ve çıkarları çerçevesinde kullanmaya yönelmiştir. Bunun neticesinde

çevresine egemen bir güç haline dönüşmüştür. Doğanın karşısında diğer canlılardan

üstün ve ben merkezli davranan insan özellikle XVI. yüzyıldan itibaren sanayi,

ekonomi ve sosyal alanda değişimler yaparak, doğa ile arasındaki mesafenin gittikçe

artmasına neden olmuştur. Bu bağlamda insanoğlunun doğadaki yeri ve doğaya

yaklaşımı açısından bilimsel gelişmeler büyük önem taşımaktadır.

XVIII. Yüzyılın ortalarında İngiltere’nin buharlı makineyi keşfetmesi, batı

dünyasındaki teknolojik devrimin ilk basamağı sayılmaktadır. Bu dönemden itibaren

artan bir ivme ile dünyayı, insanların ve tüm canlıların yaşamını, toplumsal, sosyal,

kültürel ve çevre bağlamında değiştirecek süreç başlamıştır. Buhar makinesinin

7

yapılması öncelikle sanayideki gelişmeleri hızlandırmıştır. İngiltere’de başlayan,

ardından Batı Avrupa ve Amerika’ya doğru gelişen sanayileşme süreci, buhar ile

çalışan makinelerin endüstriye girmesiyle üretim ve iş gücü alanında insanların yeni

kaynakları kullanmasını sağlamış ve böylelikle doğadaki tüm kaynaklar adeta

insanların hizmetine girmiştir. Doğa artık insanın hükümdarlığında değişmeye

başlamıştır. “Doğanın Diyalektiği” adlı yapıtında Engels, insan elinin değdiği

alanların değişiminde insan faktörüne dikkat çeker:

“Doğanın değiştirilmesinde bugün için insanın en güçlü aleti olan buharlı

makine bile, bir alet olduğu için, eninde sonunda insan eline dayanır. Ama

el ile birlikte adım adım beyin de gelişti. Ayrı pratik yararlılıktaki

etkinlikler için gerekli koşulların bilinci doğdu, sonra da daha iyi

durumdaki topluluklarda ve bu bilinçlilikten hareketle, onlara egemen olan

doğa yasalarını kavrayış gerçekleşti. Doğa yasaları konusunda hızla gelişen

bilgi ile birlikte doğa üzerinde etkide bulunma araçları da gelişti; insanın

beyni, el il birlikte ve onun yanında, kısmen onun sayesinde aynı şekilde

gelişmeseydi, tek başına el, buharlı makineyi asla ortaya koyamazdı.”2

Buharlı makinenin gemilere, lokomotiflere uygulanması, taşımacılık ve

ulaşımın gelişmesini sağlarken, tarım alanına giren makineler de toprağın daha

üretken ve daha verimli kullanılmasını sağlayarak öncesine oranla daha fazla insanın

aynı topraktan faydalanmasını sağlamıştır. Ayrıca toprağın paylaşımı ve makinelerin

kullanımı ile birlikte kırsalda iş bulamayan ve daha refah bir yaşam düzeyine

ulaşmak isteyen insanlar kırsal alanlardan kentlere göç etmeye başlamış, böylece

kentlerde nüfus artışı, gecekondulaşma, düşük ekonomik şartlara bağlı sağlıksız

yaşam koşulları gibi bir takım olumsuz durumlar ortaya çıkarak hem toplumu hem

çevreyi etkilemeye başlamıştır. Sanayileşme ve kentlere göçün sonucu işçi sınıfı

2 Engels, F., Doğanın Diyalektiği, çev.Arif Gelen, Sol Yayınları, Ağustos 2010, s. 45.

8

doğmuş ve bu süreçle birlikte kadın da alışılmış tarım ve gündelik yaşam işlerine ek

olarak artık fabrikalarda çalışan durumuna geçmiştir. Böylece kadının ilk kez işçi

statüsünde görülmesi sanayi devrimi ile ortaya çıkmıştır. Bu dönem ayrıca kadının

sömürüye maruz kalmaya başladığı sürecin de başlangıcını oluşturmaktadır.

Sanayi devrimi ile insanın, üretici kimliğinden çok tüketici kimliğinin ağırlık

kazanmaya başladığı görülmektedir. Sanayileşme Avrupa’da başlayıp tüm dünyaya

büyük bir hızla yayılırken artan üretim, bir yandan üretilen malların satılacağı yeni

pazarlar arayışını diğer yandan ise üretimin gereksinimi olan hammadde arayışını

zorunlu kılmıştır. Bu durum, beraberinde doğal kaynakların zorunlu olarak çok daha

fazla kullanılmasına sebep olmuştur. Denizciliğin gelişmesi ve XV. Yüzyılın

sonlarında deniz ulaşımı sayesinde başlayan sömürgecilik XIX. yüzyılın ikinci

yarısında Avrupa’da artışa geçmiş, üretim için doğal kaynaklara duyulan ihtiyaç

başka toprakların işgaline ve savaşların çıkmasına neden olmuştur. Ülkeler

demiryolu ağlarının da gelişmesiyle başka topraklara giderek kendi ekonomik

büyümelerini desteklerken, bu olayın toplumsal ve sosyal boyutu olarak gittikleri

yerlere kendi kültür, dil ve toplumsal anlayışlarını, geleneklerini taşımış ve aynı

zamanda ekolojik yaşamı da etkilemişlerdir. Yeni ülkelerden getirilen sebze ve

meyve tohumlarını kendi topraklarına eken insanlar tarımda çeşidi artırmışlardır.

Toprak, insan için her zaman değerli bir gereksinim olmuştur. Öte yandan, doğada en

büyük enerji kaynağı olarak bulunan fosil yakıt petrol ise tarih boyunca insanlar için

önemini korumuş ve ekolojik krizin de temel nedenlerinden biri haline gelmiştir. Joel

9

Kovel petrol için, “Adına amansız mücadelelerin verildiği topraklar üzerinde kurulan

emperyalist tahakkümün itici gücü olma özelliğini”3 koruduğunu ifade eder.

Her tür mal ve hizmet üreten fabrikaların neden olduğu sera gazının

çevreye ve ozon tabakasına verdiği zarar küresel ısınmadan, su kaynaklarının

tükenmesine, buna bağlı olarak toprağın veriminin azalmasına, topraktan alınan

ürünün miktarına, sağlık ve yaşam biçimlerine kadar çok geniş bir alanı etkiler ki, bu

doğada sağlıklı yaşam hakkına sahip olan tüm canlıların yaşamlarında

değişikliklere neden olur.

Endüstri ve sanayinin büyümesi sonucunda doğaya hükmetme ve onu istediği

gibi kullanma hakkını kendinde gören insan bir yandan toplumsal, sosyal, ekonomik

alanda değişikliklere neden olurken, öte yandan doğada yaptığı tahribatın sonuçlarına

çare bulmaya çalışmaktadır. “Gerek kapitalist gerekse sosyalist ekonomiler insanın

maddi gereksinimlerini karşılamayı temel amaç edinmiş sistemlerdir.”4 Teknoloji

çağının yaşandığı günümüzde ise doğal kaynakların tahribatının ne derece önemli

sonuçlara neden olduğu bilim dünyası tarafından gözler önüne serilmekte ve önlem

olarak pek çok bilinçlendirme ve doğayı koruma çalışması yapılmaktadır. Küresel

ısınma, ağaçların yok edilmesi, nükleer santrallerin kurulmasından kaynaklanan

çevre sorunları doğrudan insan sağlığını tehdit etmekte, verimsizleşen toprağı

kullanamayan insanlar kentlere göç etmekte, ekonomik durumları ile ilişkili olarak

şehrin varoşlarında gecekondulaşmaya giderek ayrı bir toplumsal sorun olarak ortaya

çıkmaktadırlar.

3 Kovel,J., Doğanın Düşmanı, Metis Yayınları, İstanbul, 2005, s. 14.

4 Kılıç, S., Çevre Etiği, Orion Kitabevi, Ankara, 2008, s. 77.

10

İnsanoğlu tüm bu ekonomik ve sosyal büyümenin bir parçası olarak kendine

yeni kaynaklar oluşturmak için doğayı tüketirken aslında en büyük zararı yine

kendine vermektedir. Gelişmenin kaçınılmaz bir öğesi olan teknolojik ilerleme

çerçevesinde kurumlar ve insanlar pek çok değişik çevre politikaları izlemekte ve

doğayı korumak üzere önlemler almaktadırlar. Ne var ki bu önlemlerin yeterli

olmadığı giderek artan uyarılardan, doğadan gelen sinyallerden açıkça

görülmektedir. Çevrenin, doğanın verdiği uyarı işaretlerinin dikkate alınması ve

çevre bilincinin bireylere aşılanarak, doğaya verilen zararların en aza indirilmesi,

sürdürülebilir bir dünya için önemlidir.

Sürdürülebilirlik kavramı, doğadaki kaynakların en verimli şekilde ve en az

zararla, hem bugünkü verimliliğini koruyarak hem de aynı verimlilikle gelecekte

kullanılmasını ifade eder. “Sürdürülebilirlik, sürekli artan tüketim ve nüfus yerine,

sürekliliği, kalıcılığı ve makul sayıda insan için güvenli bir geleceği vurgular.”5

Doğadaki verimliliği aynı düzeyde koruyabilmek adına, hava, su ve toprağın

yaşamsal değer ve önceliğinden yola çıkan insanoğlu, her birini korumak amacıyla

ekonomiden sosyal hayata her alanda sürdürülebilir bir kullanım politikası izlemek

üzere pek çok girişimler geliştirmektedir. Endüstrinin ve teknolojinin ilerlemesi

kaçınılmaz olduğundan sürdürülebilir politikaların uygulanması önemlidir.

Kapitalizm ve endüstri tarihçisi, tarihsel revizyonizmin sert eleştirmeni Pier Paolo

Poggio’nun dediği gibi, “Sanayisiz bir toplum olamayacağı gibi, belirli çevresel

bağlardan kaçınılamayacağı gerçeğinden hareketle kalıcı çözüm her koşulda sanayi

gelişimi ile çevreyi tehdit eden unsurların uzlaştırılması çabasında bulunur.”6

Örneğin, sürdürülebilir tarım politikası çevreye zarar vermeden topraktan en iyi

5 Callenbach, E., Ekoloji Cep Rehberi, Sinek Sekiz Yayınevi, İstanbul, 2011, s. 129.

6 Poggio, P.P., La crisi ecologica, origini, rimozioni, significati, Jaca Book, Milano, 2003, s. 63.

11

ürünü almayı hedeflerken verimliliğin de devamını sağlamayı amaçlar. Kimyasal

tarım ilaçlarının az oranda kullanımına, genetiğine dokunulmamış bitki ve toprağın

cinsine uygun ürün ekimi yapılmasına dikkat edilmektedir. Sürdürülebilir bir çevre

için doğaya zarar veren atıkların toprağa atılmaması, plastik, cam gibi doğada yok

olması yıllar alan maddelerin her birinin ayrıştırılarak toplanıp yeniden üretimde

kullanılması, bu tip zararlı maddelerin üretiminin azaltılmasını sağladığından doğaya

olumlu katkısı ile geleceğe sağlıklı bir dünya bırakmak açısından önemlidir.

Amerikalı doğa yazarı, çevre filozofu Aldo Leopold’un belirttiği gibi, “İnsan

türü doğadan ayrı değildir, doğanın parçasıdır.”7 İnsanın tüm büyüme ve gelişme

politikaları içinde doğa ile uyum halinde yaşaması ve onun bir parçası olduğu

gerçeğini göz önünde bulundurması, doğanın tüm canlıların evi olduğunun bilinciyle

ilerlemesi gerekir. Ancak bu bilince sahip olursa bugüne kadar yaptığı yıkımlar bir

nebze olsun onarılabilir ve daha fazlasının olması engellenebilir. Tüm canlılar

doğadaki dengeler iyi gittiği sürece yaşamlarını sağlıklı sürdürebilir. Her bir canlının

sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu gerçeğini unutan insan, ben

merkezli yaklaşımı ile doğada meydana getirdiği tahribatı en aza indirgeyecek

önlemlerle gelişmesini sürdürmelidir.

Toprağa yapılan zararların en büyüğünden biri olan ağaçların kesilip,

ormanların yok edilerek yeni evler, iş yerleri, otoyollar, alışveriş merkezleri

yapılması hem o bölgede yaşayan canlılara zarar vermekte hem de toprağın

verimsizleşmesine neden olmaktadır. Leopold, “Sadece ekonomik çıkar güden bir

doğa koruma sistemi ümitsizce tek yanlıdır”8 derken insanoğlunun maddi menfaat

7 Özdağ, U., “Aldo Leopold ve Toprak Etiği”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, 2011, s. 134.

8 Ibid., s. 134.

12

önceliğini bir yana bırakması gerektiğini vurgular ve değersiz görünen bir toprak

parçasının bile bütüne bakıldığında sağlıklı bir işleyiş için elzem olduğunu önemle

belirtir.

13

Her şey birbiriyle bağlantılıdır

Her şey bir yere gider

Hiçbir şey sonsuz değildir

Son sözü doğa söyler

E. Callenbach

1.1. Çevre, Ekoloji ve İnsan

Ekoloji ve çevre kavramlarına bakıldığında, anlam olarak her ikisi de

içerisinde doğayı, diğer canlıları barındırdığından kimi zaman anlamca

karıştırılabilmektedir. Ekoloji, insanın çevresi ve diğer canlılarla, hayvanlar ve

bitkilerle ilişkisini, doğanın nasıl işlediğini inceleyen ve incelediği, ilişki içinde

olduğu alanlar itibarı ile çevre problemlerine yaklaşımlar, çözümler üretebilecek bir

bilim dalı özelliğindedir. Kökeni Yunanca olan “Ekoloji” terimini ilk kez 1866

yılında Alman biyolog ve filozof Ernest Haeckel kullanmıştır. Çevre ise, hayatın

gelişmesinde etkili olan doğal, toplumsal, kültürel dış faktörlerin bütünlüğünü9 ifade

eder.

Günümüzde yaşanan ekoloji sorunları hem tüm canlıları hem de onların

çevreleri ile olan ilişkilerini derinden etkilemektedir. Ekoloji ve çevre sorunları

bağlamında küresel ısınma, iklim değişikliği, ağaçların azalması, ozon tabakasının

zarar görmesi, gıda ve su azlığı, fosil yakıt kaynaklarının tükenmesi, kimi hayvan ve

bitki türlerinin yok olması, açlık, susuzluk, kuraklık, sel veya fırtına gibi doğal

afetleri, salgın hastalıkları ve kimi zaman da savaşı beraberinde getirmektedir.

Sürdürülebilir güzel, yeşil ve nefes alan bir dünya için tüm canlıların besin,

enerji, yaşam kaynağı olan doğanın tahribatının en aza indirgenmesi amacıyla

9 www.tdkterim.gov.tr

14

dünyada pek çok bilinçlendirme ve doğayı geri kazanma çalışması yapılmaktadır.

Günümüzde bilgisayar teknolojisinden çamaşır makinesine, giysilerden otellerdeki

havluların kullanımına kadar, pek çok alanda kaynakların hesaplı kullanımına

yönlendirme, geri dönüşüm çalışmalarına katılmaya özendirme ve bilinçlendirme

amaçlı uyarılar dikkat çekmektedir. Geri dönüşüm çalışmaları içerisinde tüketicilerin

atıklarını ayrı çöp kutularında plastikler, kağıtlar ve piller olarak ayrıştırmaya

yönlendirilmesi sonucu toplanan bu malzemeler daha sonra fabrikalarda yeniden

üretimde kullanılmaktadır. Böylece, yeniden kullanılan kağıt, hammaddesi olan

ağaçların daha az kesilmesini, plastik ise hammadde olarak petrolden tasarrufu

sağlamaya yardımcı olmaktadır. Kimi yayınevleri özellikle dönüşümlü kağıt

kullanarak doğal kaynakların korunmasına destek olduklarını açıkça

belirtmektedirler. “Ekoloji Cep Rehberi” adlı kitap içerisinde yayınevi bu bilgiyi şu

şekilde aktarmaktadır: “Bu kitabın sayfalarında sürdürülebilir bir orman kaynağından

elde edilen ve asit içermeyen, FSC ve PEFC sertifikalı kağıt; kapağında geri

dönüştürülmüş kağıtlardan üretilen karton kullanılmıştır.”10

Çocuklar eğitimlerinin ilk yıllarından itibaren ağaçları korumanın önemi,

erozyonun nasıl önlenebileceği, ormanların doğanın akciğerleri olduğu, fotosentezin

önemi konularında bilgilendirilerek doğa sevgisi aşılanmaya, çevre bilinci

oluşturulmaya çalışılmaktadır. İnsan sürekli olarak çevresi ile iletişim ve etkileşim

içindedir. Ekolojik dengenin tüm canlılar için neden önemli olduğu ayrıca belirli gün

ve haftalar çerçevesinde anlatılmaktadır. Her yıl Mart ayında kutlanan Orman Haftası

ile gençlere ağaçlandırmanın önemi, ağaç kesimini azaltabilmek için herkesin

yapabileceği katkılar olan kalem, kağıt gibi hammaddesi ağaç olan malzemelerin

10

Callenbach, E., Ekoloji Cep Rehberi, a.g.y., s. 168.

15

tasarruflu kullanımı anlatılmakta, erozyonu önlemede ağaçların etkin rolünün ne

olduğu, erozyonun doğaya ve onunla bağlantılı olarak insana verebileceği zararlar

hakkında bilgi aktarılmaktadır. Ekim ayında kutlanan Dünya Hayvan Koruma

gününde ise çevremizdeki hayvanları korumanın doğadaki dengeler açısından önemi

aktarılarak, yetişen yeni nesillere bu konuda duyarlı olmaları aşılanmaktadır.

Doğada kesilen tek bir ağacın, yok edilen tek bir tarlanın, kentlerden

uzaklaştırılan kedi ve köpeklerin, hatta insanoğlunun değersiz göreceği en küçük

bir organizmanın bile besin zincirindeki yeri çok değerli olup, herhangi birinin

eksikliği doğadaki dengeler açısından farklılıklar doğurur. Ekolojinin temel

ilkelerinden birini oluşturan doğada her şeyin birbiri ile bağlantısı olduğuna en iyi

örneklerden biri, besin zincirleridir. İklim değişiklikleri nedeniyle herhangi bir

bölgede, “Yağmurların az yağması sonucu başlayan kuraklık ot miktarını azaltınca,

bu otlardan beslenen farelerin sayısı da azalır. Dolayısıyla yemek mönüsünü farelerin

oluşturduğu yılanlar da aynı şekilde azalır ve besin zincirinin son halkasını oluşturan

kuşlar da bu azalmadan nasiplerini alır.”11

Doğada bir kısım canlılar yaşam

döngüsünü tamamlayıp yok olurken, yeni doğan diğer canlıların besin kaynağını

oluştururlar. İnsan bile hayatta iken birçok bakteri ve mantar için besin kaynağı

olmakta, ölümü ile birlikte toprağa karışarak yine besin zincirindeki yerini

almaktadır. Her bir canlının çevre ve doğa için ayrı bir görevi, ayrı bir işlevi vardır.

Pek çok hayvan (özellikle kuşlar) için bir barınak olan ağaçların kesilmesi, aynı

zamanda ağaçlar ile birlikte toprağa faydası olan canlıların yok olmasına neden

olmaktadır. Ağaçlar bir yandan barınak vazifesi görürken, öte yandan hava, su ve

güneş ile de iletişim içinde olup oksijen kaynağı durumundadır. Bir tarlanın

11

Tont, A. S., Sulak Bir Gezegenden Öyküler, a.g.y., s. 12.

16

yakınında bulunan ağaçların kesilmesi, o ağaçlarda yaşayan ve tarladaki böceklerle

beslenen kuşların da o bölgeden yok olmasına neden olacağından, tarlayı

böceklerden arındırmak için daha fazla tarım ilacı kullanılmasını gerektirecektir.

Kimyasallar ise gerek insana gerek toprağa zarar vermekte, süreç içinde topraktan

arındırılması güç kalıntılar bırakmaktadır. Şehirlerde ya da köylerde, sokakta

yaşayan kediler fare avlayarak beslendiklerinden, o bölgede bulunan farelerin nüfusu

ve etkileri üzerinde olumlu etkileri vardır. Ekoloji konusunda çalışmaları olan

Amerikalı yazar Ernest Callenbach’ın dediği gibi, “Hangi hayvanların iyi hangi

hayvanların kötü olduğuna biz karar verecek olursak, doğal dengeleri bozmuş ve

sadece diğer canlı türlerine değil, kendimize zarar vermiş oluruz.”12

Ekolojik denge açısından bir diğer önemli unsur ise, türlerin çeşitliliğidir.

Avlanma yasaklarının konması, kimi bölgelerin koruma altına alınması, doğadaki

çeşitliliğin korunmasına yönelik hareketlerdir. Belirli dönemlerde kimi hayvanlar

için avlanma yasağı konması o türün korunması, neslinin yok olmaması içindir.

Avlanma yasağı konulduğu dönemde uymayanlara ceza uygulanmaktadır. Özellikle

günümüzde çevrenin ve doğadaki dengelerin korunması için devletler anayasalarında

çevreye ilişkin hukuki düzenlemeler yapmaktadırlar. İsviçre, 1971 yılında “Çevre”

sözcüğünü kullanarak çevreyi anayasasına ekleyen ilk ülke olmuştur. Birleşmiş

Milletler Teşkilatı’nın, Haziran 1972’de gerçekleştirdiği Stockholm Konferansı ise

çevre ile ilgili konulara dikkat çekerek, çevre haklarının daha yaygın olarak belgelere

girmesini sağlamıştır. Fransa anayasasında çevre, oldukça geniş kapsamlı olarak on

madde halinde yer alır. Türkiye’de ise 1982 anayasasının 56. maddesi çevre ve

yaşam hakkını şöyle tanımlar: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama

12

Callenbach, E., Ekoloji Cep Rehberi, a.g.y., s. 8.

17

hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini

önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.”13

Akademisyen Barış Gencer Baykan, ekolojik anayasa üzerine hazırladığı

araştırmasında Bolivya’nın dünyada doğanın yasal haklarını tanıyan ilk ülke

olduğunu belirtmektedir. Bolivya, insan ve doğaya eşit statü tanımıştır.

Doğadaki hiçbir şey ilk yaratıldığı, ilk oluştuğu gibi kalmaz. Zaman

içerisinde çevresel, doğal, toplumsal koşullar içinde gelişerek değişime, evrime

uğrar. İnsanoğlu ise geçirdiği evrimleşme sürecinde kendi ihtiyaçları için çevresini

de değişime uğratarak en fazla zarar veren canlı konumundadır. Yüzyıllar boyunca

kendi istek ve amacına uygun olarak doğa üzerinde tahakküm kurmuş, onu istekleri

doğrultusunda değiştirmiş ve değiştirmeye devam etmektedir. Ekolojik sorunların da

başlangıcı bu noktadır, aslında. Tüm bu değişimleri yaparken kendi ihtiyaçları ve

öncelikleri için doğadaki kaynakları hoyratça kullanır. Çevresindeki değişimler

aslında insanın kendi sağlığını da derinden etkiler. Eski Yunanistan’ın önemli hekimi

Hipokrat, hastalıkların çevresel faktörlerden dolayı ortaya çıktığını belirterek, insan

sağlığının çevre ile ilişkisini ortaya koyar. Hastalıkların nedenleri ve tedavisinde

kişilerin yaşadığı ve çalıştığı ortamın etkisi ile soluduğu havanın etkisi gibi çevresel

faktörlerin önemi büyüktür. Günümüzde baz istasyonlarından hidroelektrik ve

nükleer santrallere gösterilen haklı tepkiler çevreye, doğaya, doğadaki canlılara ve

insan sağlığına verdiği zararlardan dolayıdır. Nükleer enerji atıkları, çöpler, denize

akıtılan sanayi atıkları doğada yok olmamakta ve geri dönülemez zararlar

vermektedir. En büyük çevresel felâketlerden olan Hindistan Bhopal’deki tarım

13

Yüzbaşıoğlu, N., Anayasa Hukukunun Temel Metinleri, 7.baskı, İstanbul, Beta Yayıncılık, 2011,

s. 157.

18

ilacı için kimyasal üretimi yapan fabrikadaki gaz sızıntısı, binlerce kişinin ölümüne

neden olmuştur. 1984 yılında meydana gelen bu kazanın izleri ise kolayca

silinmemiş, “On beş yıl sonra bile ayda 10-15 kişi olarak insanlar ölmeye, fabrikanın

enkazı şehrin görünüşünü bozmaya ve çevreye toksik maddeler sızdırmaya devam”14

etmiştir. Bir diğer büyük felâket ise Ukrayna Çernobil’de bulunan nükleer santralda

1986 yılında meydana gelen kazadır ve yayılan radyoaktif madde sadece ülke

sınırları içinde kalmayıp, pek çok Avrupa ülkesini de etkilemiş, insan sağlığından

bitkilere, hayvancılıktan toprağın verimine kadar her alanda uzun yıllar sürecek

yaralar açmıştır. “Kazanın ilk günlerinde 13.000 çocuk, tiroid kanserine yol açan kısa

ömürlü bir radyoaktif izotop olan iyot-131 içeren gazları”15

solumuştur. Ayrıca

toprak üzerindeki olumsuz etkileri çok geniş bir alana yayıldığından, uzun yıllar

boyunca tarım yapılamamasına neden olmuştur. “Nükleer reaktör kazasından sonra,

Ukrayna, Rusya ve Beyaz Rusya’da 260 bin kilometrekare toprak”16

radyoaktif

maddeden kirlenmiştir.

Şehirlerde sokak hayvanları ile yaşanan mücadeleye gelince, önemli olan

ekolojik dengenin korunması için hayvanları yok etmek değil, onların

yayabilecekleri hastalıkları engelleyici tedbirler almaktır. Zira doğanın dengesi için

her canlının varlığına ihtiyaç vardır.

Çevre-doğa-insan ilişkisine ve ekolojik krize dikkat çekerek, insanın hoyratça

tükettiği doğanın bu tutuma karşı insanoğluna nasıl yanıt verdiğine dair pek çok

sinema filmi yapılmıştır. “Ice Age” (Buz Devri) serisi küresel ısınmanın etkilerini

14

Kovel, J., Doğanın Düşmanı, a.g.y., s. 51. 15

Kılıç, H., Çernobil’e Yeniden Bakış ve Japonya Nükleer Felaketi, www.kureseleylem.org,

26.04.2012. 16

Ibid.

19

anlatır. “Planet of the Apes” (Maymunlar Cehennemi) insanoğlunun savaşlarla yok

ettiği dünyayı yeniden yaşamın başlangıcına geri döndürür. “Der Müll im Garten

Eden” (Cennetteki Çöplük) Karadeniz’de bir köyün yakında yer alan çöplüğün orada

yaşayanların hayatını nasıl olumsuz etkilediğini ve yaşanan çevre felâketini anlatır.

“The Day After Tomorrow” (Yarından Sonra) doğadaki dengelerin değişmesi ile

oluşan doğal afetlerin dünyayı nasıl değiştirdiğini, insanların hayatlarını nasıl

etkilediğini gösterir. “An Inconvenient Truth” (Uygunsuz Gerçek) iklim

değişikliğinin ve küresel ısınmasının etkilerini ortaya koyar. “Water World” (Su

Dünyası) ise küresel ısınma sonucu buzulların erimesini konu alarak dünyayı ve

insanlığı bekleyen sorunların neler olduğunu ve neler olacağını gözler önüne serer.

İnsanların çevrelerine hangi algı ile baktıkları çevre duyarlılığı açısından

önemlidir. Sadece bir parçaya değil, bütüne bakıldığı zaman sorunun ne kadar büyük

ve etkilerinin ne kadar yıkıcı olduğu daha belirgin görülebilir. Amerikalı yazar ve

filozof Timothy Morton ekolojik düşüncenin ne olduğunu anlatırken bunu her şeyin

birbiriyle bağlantısı olduğu ilkesinden yola çıkarak yapar. Ekoloji, tüm canlıların

birbirleriyle ilişki içinde olduğunu belirtirken, onların arasındaki etkileşimden

bahseder. Ekolojik düşünce ise birbiriyle ilişkisi olma durumunu düşünmektir.17

Ekolojik düşünce insanların neyi düşündüğüne değil, ilişkiler ve etkileşimler

bağlamından yola çıktığından, nasıl düşündüğüne odaklanır. Tablonun bir parçasını

değil, bütününü görmeyi öngörür. Morton, “The Ecological Thought” (Ekolojik

Düşünce) adlı kitabında ekolojinin sadece küresel ısınma, geri dönüştürülebilirlik ve

güneş enerjisi ile ya da insan ve diğer canlılar arasındaki her günkü ilişkilerle ilgili

olmadığını, aynı zamanda aşk, kayıp, ümitsizlik, acıma duyguları ile depresyon,

17

Morton, T., The Ecological Thought, a.g.y., s. 7.

20

psikoz, toplumla ve bir arada varoluşla da ilişkili olduğunu vurgular.18

Morton,

modern ekonomik sistemlerin, sadece ekosistemleri, türleri ve küresel iklimi değil,

düşünme sistemini de ağır bir şekilde etkilediğini söyler. Dolayısıyla, insan doğada

meydana gelen yıkımlardan sadece fiziksel olarak değil, düşünce yapısı çerçevesinde

de etkilenmektedir. “Şu anda iklim faciasının eşiğinde ve hatta başlangıcında

olmamıza rağmen biz sadece onun büyüklüğüne ve derinliğine ancak yüzeysel bir

bakış atabiliyoruz. Modern çağ bizi büyük düşünmeye zorlar. [...] Bu ‘bütünlüğü’

görmezden gelen herhangi bir düşünce problemin parçasıdır”19

diyen Morton,

insanoğlunu sorunların çözümü için bütünsel düşünmeye çağırmaktadır.

18

Morton, T., The Ecological Thought, a.g.y., s. 2. 19

Ibid., s. 4.

21

Kirli çevre insanın ruhunu kirletir,

Kirli ruhlar çevreyi kirletir.

Aziz Nesin

1.2 Doğa ve Çevreyi Korumaya Yönelik Toplumsal Hareketler

İnsanoğlunun çevre, iklim, beslenme gibi doğrudan etkilendiği koşulların

değişime uğraması ve neticesinde hem kendi sağlığını hem de toplumu etkilemesi

sonucunda bu konularda bilinçlenmesiyle bireysel ya da toplu olarak çevre

hareketlerine katılımı, katkısı ve duyarlılığı artmıştır. Bu çerçeveden bakıldığında

çevre ve doğayı korumaya, verilen zararları en aza indirgemeye yönelik hareket ve

faaliyetler sosyal, kültürel, siyaset, düşünce, güzel sanatlar, edebiyat gibi pek çok

alanda karşımıza çıkmaktadır. Çevre ve ekolojik sorunların nedenleri ile çareleri

konusunda değişik ve farklı görüşler bulunmaktadır. Gelişen ülkelerin

ekonomilerinin gelişmelerine paralel olarak daha fazla hammadde ihtiyacından

dolayı doğadaki kaynakları kullanması ve bu kaynakların ihtiyaçları karşılamak

üzere giderek azalıyor olması ile çevreye verilen zararlar ekolojik sorunların başlıca

nedenlerindendir. Düşünür Ivan Illich’in dediği gibi ;

“Ekonominin tanımındaki ‘kaynakların sınırlı, ihiyaçların sınırsız olduğu’

formülü, kıtlık durumunu doğurmuştur. Yani ekonomik düzen içinde meta

haline getirilen her şey (ama sadece insan üretimi olan mallar değil, su gibi

sınırsız olması gereken doğal maddeler de), yine ekonominin kuralları

gereği giderek daha fazla kişi tarafından ‘ihtiyaç duyulan’, bu yüzden de

herkese ‘yetmeyen’ mallar haline getirilir ve kıtlaşır”. 20

20

Şahin, Ü., Mesele Dergisi, Ölümünün Beşinci Yılında: Ivan Illich Neden Unutuldu?, 2007, s. 12.

22

İnsanoğlu kendini merkeze koyup çıkar ilişkilerini, kendi ihtiyaçlarını daima ön

planda tuttuğundan doğa hep sömürülen ve üzerinde hakimiyet kurulan taraf

olmuştur. Sürekli artan, yaşamımızı derinden etkileyen ekolojik sorunlara yine

insanoğlu çareler aramaya başlamıştır. İnsanoğlu hem sorunun parçası hem çözümün

kendisi konumundadır. Zira toplumlar büyümeleri çerçevesinde ne gelişmeden ve

teknolojiden uzak durabilirler ne de çevre sorunlarına duyarsız kalabilirler.

Çevreyi ve doğayı koruma faaliyetleri alanında pek çok düşünür, bilim insanı,

akademisyen sağlıklı toplumlar oluşturmak, doğal kaynakların tükenmesini ve

tahribatını önlemek, daha güzel ve yeşil bir dünya oluşturmak ve var olan doğal

alanları korumak için farklı fikirler ve düşünce yapıları oluşturmuşlardır. Bilinçli

insan söz konusu olduğunda, yapılan tüm çalışmaların temelinde, sağlıklı bir

dünyada yaşama hakkının tüm canlılara tanınması bulunmaktadır. Hayvan hakları,

çevre kirliliği, gecekondulaşma, nüfus artışı, yoksulluk, sağlık sorunları, kent

çöplükleri, denizlerin kirliliği, doğal kaynakların tükenmesi, nükleer santrallerin

vereceği zararlar, iklim değişikliklerinin sonuçları, toprağın verimsizleşmesi,

ormansızlaşma, azalan hayvancılık, çevrecilik hareketlerinin üzerinde durduğu ve

çözüm üretmek istediği konuların büyük bir bölümünü oluşturur.

İnsanların doğa ile ilgili endişelerinin artması sonucu, dünyayı etkileyen

çevresel felâketlere, kirliliklere, çevre ve ekoloji dengesinin korunmasına dikkat

çekmek amacıyla ilk kez 22 Nisan 1970’de Amerika’da Dünya Günü kutlanmıştır.

1970 yılından beri kutlanmakta olan Dünya Günü etkinliklerinin getirdiği ses

sayesinde Amerika’da temiz hava ve temiz su yasaları çıkarılmıştır.

23

Büyüme, gelişme ve küreselleşme hedefleri arasında birbirleriyle yarışan

üretici firmalar, tüketicileri kendi ürünlerine yönlendirmek için kampanyalar

yaparken aynı zamanda da verdikleri zararları en aza indirgeyecek sosyal sorumluluk

çalışmaları kapsamında çevreye destek olacak faaliyetlerde bulunmakta, tüketiciyi de

bu çalışmalara katkıları için teşvik etmektedirler. Ağaç dikerek orman oluşturulması,

belli bir türün korunması için yapılan maddi katkılar ya da satılan her üründen elde

edilen gelirin belli bir kısmının doğa ya da hayvan koruma derneklerine bağışlanması

bu faaliyetler arasında sayılabilir. Öte yandan kimi firmalar ise tamamen doğa dostu

ya da hayvanlar üzerinde test edilmemiş ürünler, doğal yoldan ölmüş hayvanların

derileri kullanılarak üretilen ayakkabı, çanta gibi pek çok ürün çeşidini sunarak, bu

konudaki hassasiyetlerini göstermekte, ekolojik bir yaklaşım benimsemektedirler. Bu

hareketlerin her birinin temelinde aslında hem doğayı koruma hem de bir çeşit

verilen tahribatın telafisini yapmak yatmaktadır.

Dünyada politikadan felsefeye, ekonomiden edebiyata pek çok alanda

ekolojik bilinç oluşturma, doğayı koruma çalışmaları yapılmaktadır. Doğadaki tüm

canlıların hayatını devam ettirmesi için zorunlu olan ve yaşamsal öneme sahip üç ana

doğal kaynak olan hava, su, toprak ve üzerinde yaşayan canlıların korunması,

yaşamlarını sağlıklı sürdürebilmesi için pek çok gönüllü ve sivil toplum kuruluşunun

yanı sıra bir çok ülkede farklı organizasyonlar faaliyet göstermektedir.

1971 yılında nükleer karşıtı ve çevreci bir organizasyon olarak kurulan

“Greenpeace” (Yeşil Barış) dünyanın pek çok ülkesinde binlerce gönüllü destekçisi

ile küresel felâketleri sürekli gündemde tutarak, basın yoluyla insanları

bilinçlendirerek doğa ve çevre katliamlarını durdurmaya çalışmaktadır. Öte yandan

teknolojik gelişmelerin bir parçası olan internet, günümüzde kitlelere ulaşarak çok

24

çeşitli çevreci kampanyanın yapılmasına, insanların çevre ve ekolojik sorunlar

konusunda bilgilendirilmesine olanak sağlaması açısından önemlidir.

Dünyadaki en büyük sivil toplum kuruluşlarından olan “World Wide Fund

For Nature” (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) da dünyada pek çok ülkedeki yerel

ofisleri ile doğal hayatı korumak, insan ve doğanın uyumlu bir biçimde yaşamasını

sağlamak için çalışmalar yapmaktadır. Örneğin belli yörelerdeki doğal alanların

korunması ya da nesli tükenmek üzere olan hayvanların koruma altına alınmasını

sağlamaktadır.

Öte yandan, sivil toplum kuruluşlarının ya da diğer organizasyonların

kurulmasından çok daha önce ekolojinin büyük kitleler tarafından ilgi çekmesi ve

bilinmesi Rachel Carson’ın 1962’de yayınlanan ve çevreci hareketin başlangıcı

olarak görülen “Silent Spring” (Sessiz Bahar) adlı yapıtı ile olmuştur. Aynı zamanda

biyolog olan Carson herkesin anlayacağı bir üslup ve dil kullandığından anlattığı

konular, verdiği örnekler halka da ulaşmış, sadece bilim çevresinde okunan ve

anlaşılan bir eser olarak kalmamış, pek çok bilim insanının çalışmasına yön

vermiştir. Amerika’da kimyasal tarım ilacı olan DDT’nin yasaklanmasını sağlamış

olması açısından çok önemlidir.

Doğadaki tahribatın durdurulması ve ekolojik krizin nedenleri, çözümleri

konusunda pek çok yazar, bilim insanı ve felsefeci konuyu düşünce alanında da ele

almış, farklı görüş ve yaklaşımlarla ekolojik sorunların kaynağını, çözümlerini

sorgulayarak öneriler getirmişlerdir. Rachel Carson’un eserinden ve Henry David

Thoreau’nun yaşam felsefesinden etkilenmiş olan Derin Ekoloji (Deep Ecology)

hareketinin önemli ismi ve bu kavramı 1973’de yayınlanan makalesinde ilk kez

25

kullanan Norveçli filozof, bilim insanı, yazar Arne Naess, “Doğada var olan her

şeye saygı duymayı ve bunların hepsinin de parayla ilgisi olmayan bir ‘değer’

taşıdığını”21

belirtir. Doğada ve dünyada var olan her canlının doğuştan gelen bir

değeri olduğunu ve her canlının doğanın bir parçası olduğunu benimseyen Derin

Ekoloji felsefesi ve hareketi insan merkezli yaklaşımı reddederek, merkeze doğayı

koyar. “Derin Ekoloji, çevreci reformculuğun tam tersidir. Yani insanı odak olan bir

düşünüş değil doğayı odak alan (biyosantrik) bir görüştür.”22

Ekolojik benlik

duygusunu vurgulayan Derin Ekoloji düşüncesinde, önemli olan insanların temel

ihtiyaçlarının ne olduğunu öğrenmesi, çevresindeki doğal yaşamın, ağaçların,

hayvanların, denizlerin farkında olmasını sağlayacak ekolojik benlik duygusunun

gelişmesidir. Temel ilkesi “Yaşa ve bırak yaşasın!” olan bu hareket insanı yaşam

şeklini değiştirmesine yönlendirir ki esas olan doğaya zarar vermeden temel

ihtiyaçların karşılanması, bunu gerçekleştirirken de insanın kendini doğadaki tüm

varlıklarla eşdeğer görmesidir. İnsanoğlu ancak bu şekilde bütüncül bir davranış

sergileyerek çevresine duyarlı ve korumacı bir yaklaşım içinde olur. İnsanın çevresi

ile olan sağlıklı ilişkisinin onu zenginleştirdiğini belirten Naess’in düşüncesine göre,

“Biz insanlar en başından beri doğada yaşayan, doğanın bir parçası olan

ve doğa için çabalayan varlıklar olmuşuzdur. Toplum ve sosyal ilişkiler

bizim gözümüzde çok önemlidir, fakat benliğimizi asıl zenginleştiren

kişisel ve çevresel ilişkilerimizdir. Bunlar da oturduğumuz bölgeyle (biyo-

bölge) ve o bölgeyi bizimle paylaşan insan, bitki ve hayvanlarla

kurduğumuz ilişkilerde yansır.”23

Derin ekolojiden daha farklı bir yaklaşım ve düşünce sistemini yansıtan

Toplumsal Ekoloji düşüncesine göre ise, ekolojik sorunların nedenini toplumsal

21

Tamkoç, G., Derleyen, Derin Ekoloji, Ege Yayıncılık, İzmir, Ekim 1994, s. 3. 22

Ibid., s. 96. 23

Ibid., s. 44.

26

yaşam ve hiyerarşiler oluşturur. Hiyerarşisiz bir toplumun sağlıklı ve özgür olacağını

belirtirken, hiyerarşinin insanın insanı ezmesine neden olduğunu, bu şekilde de

doğadaki tüm dengeleri bozduğunu ifade eden Toplumsal Ekoloji kavramını,

“Ekoloji ve Devrimci Düşünce” adlı makalesinde ilk kez ortaya koyan Amerikalı

düşünür Murray Bookchin’dir. “Toplumsal ekoloji, insanın doğaya hükmetmesi ve

sömürmesi gerektiği şeklindeki varsayımın, insanın insana hükmetmesi ve onu

sömürmesinden kaynaklandığını savunur.”24

İnsanoğlu zaman içerisinde gelişir ve

değişir ki aynı zamanda doğa da sürekli bir gelişim içinde olduğundan

farklılaşmaktadır.

Kadının sömürülmesi ile doğanın sömürülmesini aynı çerçevede ele alan

ekofeminist düşünce, temelinde kadının ezilme ve sömürülmesinin kaynağını doğayı

da tahakkümü altına alan erkek egemen güçte görür. Ekofeminist düşüncenin önemli

isimlerinden Francoise d’Eaubonne 1974 yılında kaleme aldığı “Le Féminism ou la

Mort” (Feminizm ya da Ölüm) adlı makalesinde bu terimi ilk kez kullanmıştır. Daha

ilk çağlardan başlayan ataerkil düzen ve en eski toplumlarda ortaya çıkan, “Erkeği

hayat alıcılar, kadınları da hayat vericiler”25

olarak ayıran iş bölümü erkeğin hem

kadın hem doğa üzerinde egemenlik kurmasına zemin hazırlamıştır. Kadını doğayla

özdeş tutarak doğanın ve kadının sömürülmesini erkekte gören ekofeminist

düşünceyi benimseyen yazar ve düşünürler çevre sorunlarını da kadınların sorunları

olarak görüp, cinsiyet ayrımcılığı ile birlikte din, ırk, sosyal sınıf ayrımcılığını kabul

etmezler. “Eko-feministlere göre, erkeğin kadın üzerindeki egemenliği ile insanın

doğa üzerindeki egemenliği arasında bir bağlantı vardır. Onlara göre, doğanın

24

İdem, Ş., Toplumsal Ekoloji Dergisi, Toplumsal Ekoloji Nedir? Ne Değildir?, S.1, Mart 2002, s. 11. 25

Kovel, J., Doğanın Düşmanı, a.g.y., s. 158.

27

tahribinden sorumlu olan insan merkezcilik değil, erkek merkezciliktir”.26

Sanayi

devrimi sonrası çalışma hayatında işçi statüsünü elde eden kadın, üretim içerisinde

yerini aldığında cinsiyet ayrımcılığına uğrar. Hatta erkekler tarafından fiziksel olarak

şiddete maruz kalmaları da çalışma hayatında aktif olarak yer almaya başladıkları

dönemlere dayanır. Aynı şekilde sanayi devrimi ile birlikte doğanın tahribatı da

artmaya başlar. İçinde birkaç farklı yaklaşımı barındıran ekofeminist düşüncenin her

bir yaklaşım içindeki ortak görüşüne göre, insanın çevresi ve doğa ile sağlıklı

ilişkiler içinde bulunması, kadının ezilmesine engel olacaktır. Bundan dolayı kadının

ezilen, sömürülen durumdan kurtulması, doğanın sağlıklı korunması ile paralellik

gösterir. Rosemary Radford Ruether, Vandana Shiva, Greta Gaard, Karen Warren,

Susan Griffin dünyada ekofeminist düşünce alanında eserler veren önemli düşünür

ve yazarlardan bazılarıdır.

Öte yandan siyasi alanda çevreci hareket, “Yeşiller” hareketi ile kendini

göstermektedir. Pek çok ülkede yeşil bir politikayı benimsemiş olan Yeşiller

hareketi, Kovel’in deyişiyle, “İyi yönetilen, boyutu küçültülmüş ve başka üretim

tarzlarıyla harmanlanmış bir kapitalizmin toplumsal üretimi yönetmeye devam ettiği,

ekolojik açıdan sağlıklı bir gelecek hayal eden,”27

grup olarak tanımlanmaktadır.

Sadece ekoloji ve çevre sorunları ile değil, sosyal ve ekonomik sorunlarla da

ilgilenen bu hareket görüş olarak şiddete karşı olup, çevre sorunlarına duyarlı bir

programa sahiptir. Günümüzde birçok ülkede kurulan Yeşiller Partisi dikkatleri

siyasi alanda da ekolojik sorunların çözümüne çekmektedir.

26

Çüçen, A., Derin Ekoloji, http://blog.aku.edu.tr/ometin/files/2011/12/derinekoloji.pdf. 27

Kovel, J., Doğanın Düşmanı, a.g.y., s. 10.

28

Ekolojik dengenin, çevrenin korunmasını esas alarak sağlıklı bir dünyada

yaşamaya yönelik olan ve giderek artan bir ilgi ile karşılanan diğer yaklaşımlar

arasında “Ekoköy” ve “Slow Food” (Yavaş Yemek) hareketlerinden bahsedilebilir.

“İnsanın etkinliklerinin zararsız bir şekilde doğayla bütünleştiği, sağlıklı insan

gelişimini destekleyen ve başarılı biçimde kesintisiz olarak sürebilecek, insan

ölçeğindeki tam teşekküllü yerleşimi”28

ifade etmekte olan ekoköylerin sayısı

dünyada hızla artmaktadır. Kendi yiyeceğinden enerjisine ihtiyaçlarını topluluk

içinde karşılayan, birlikte yaşam ilkesiyle kaynak tüketimini azaltmaya yönelik kimi

zaman ortak ev kullanımı da olan ekoköyler doğal ve sağlıklı yaşam için bir

alternatif oluşturmaktadır. Yerel ekonomilerin canlandırılması ve beraber yaşamın

getirdiği sorumlulukları paylaşma, dayanışma, insanlar arası maneviyatın ve

iletişimin arttırılması, ekoköylerin öne çıkan özellikleri olarak görülmektedir.

İtalya’da başlayarak tüm dünyaya yayılan “Slow Food” hareketi ise fast food

(hızlı gıda) denilen hızlı ve sağlıksız beslenmeye karşı sağlıklı beslenmeyi

hedefleyen bir hareket niteliğindedir. Zira dünyada hızla yaygınlaşan “Fast Food”

beslenmede yiyeceğin hazırlanmasından servisine kadar geçen sürenin birkaç

dakikayı kapsadığı göz önüne alındığında, bu tarz sunulan besinlerin ne derece insan

sağlığına faydalı yöntemlerle hazırlandığı ve üretildiği ciddi biçimde

sorgulanmaktadır. Ayrıca, yemek için insanların ayırdığı sürenin azalması sosyal

yönden iletişim imkanlarını azaltmasıyla birçok olumsuz etkiyi de beraberinde

getirir. Tüm bu yönlerden bakıldığında, hem pişirme yöntemlerinin hem hazırlanan

besinlerin ne kadar sağlıklı olduğu son yıllarda en çok tartışılan konulardan biri

olarak karşımıza çıkar. Hızlı tüketilen gıda hızlı üretimi gerektirdiğinden, aynı

28

Dawson, J., Ekoköyler, Sinek Sekiz Yayınevi, İstanbul, 2012, s. 13.

29

zamanda genetiği ile oynanmış gıdaların artmasına neden olmaktadır. Uzun vadede

insan sağlığına olumsuz etkileri olan, genetiği ile oynanmış sebzelerin, hormon

verilerek daha kısa sürede büyütülüp, tüketime sunulan etlerin elde edilme

yöntemlerinde iyileştirmeye gidilmelidir. Zira sonuçta, doğadaki bitkiler ve

hayvanlar ile birlikte hem insanlar hem toprak zarar görmektedir. Tüketim

alışkanlıkları açısından “Slow Food” hareketi daha sağlıklı beslenmeye özendirirken,

besinlerin elde edilişi sırasında toprağın geleneksel yöntemlerle işlenmesini de ön

görür. Tüm bu yönleriyle ekolojik hareketler içinde ayrı bir yaşam tarzı

oluşturmasıyla dikkat çeker.

Gerek düşünce bağlamında gerek hayata uygulama olarak çevreyi ve

ekolojiyi korumaya yönelik gelişen hareket ve faaliyetler gezegenimizdeki tüm canlı

ve cansız varlıkların daha güzel bir gelecekte yaşamlarını, varlıklarını sağlıklı

biçimde sürdürmesini hedeflemektedir. Zira doğadaki hiçbir kaynak sonsuz değildir.

30

Irmak akarken akışına direnirseniz

ırmak sizi ezer geçer; kendinizi

onun akışına bıraktığınızda ise

okyanusa ulaşırsınız.

Tao

1.3. Dünyada Doğa Edebiyatı ve Çevreci Eleştiri

Doğaya bakış ve doğanın, çevrenin edebiyatta ele alınışı edebî ve kültürel

akımların etkisi, dönemin sosyal, toplumsal olay ve hareketleri, yazarın görüş,

deneyim ve düşünceleri ile birlikte şekillenir. Edebî yapıtlarda doğaya ve doğa ile

ilgili unsurlara yer verilmesi, insanlara doğa sevgisinin aktarılması, gündelik

yaşamda sürekli iletişimde olduğu canlıların önemini vurgulaması ve özellikle

ekolojik bir bilinç oluşturması bakımından önem taşır. Doğa edebiyatında, insanın

kendini doğanın bir parçası, doğa ile özdeş görmesi dikkat çeken önemli bir

özelliktir. “Doğa yazınında doğa ve insan bedeni arasında insan-merkezci olacak

şekilde ayrım yapmayan bir anlatı tarzı vardır. Doğadaki tüm canlıların kendi

içlerinde değerli oldukları ilkesine verilen içsel değer tanımı tüm doğa yazınının

temel ekolojik etik ilkesini oluşturmaktadır.”29

Edebî yapıtlar hem günümüz hem daha eski dönemlerdeki yaşamlar, toplum,

mekânlar, dilin kullanılışı, çevre ve doğa hakkında bilgiler aktarmaktadır.

İnsanoğlunun davranışlarını etkileyen çevresidir. Ancak çevresini değişime uğratan

yine insanoğludur. İster yakın zamanda ister yüzyıl önce yazılmış olsun, yapıtlar

doğaya ait unsurlar açısından incelenirken o dönemin yaşam koşullarından, çevresel

etmenlerinden izler görmek mümkündür. Yazar kendi hayal dünyası ile kurguyu

29

Oppermann, S., Doğa Yazınında Beden Politikası, İstanbul, Akşit Göktürk Anma Toplantısı,

15-17.03.2006.

31

oluştururken içinde yaşadığı, deneyimlediği dönemden izler aktarır, evinin

balkonundan gördüğü çayırda uzanan bir manzarayı resim yerine sözcüklerle

betimlerken okuyucuya kendi gördüğü noktadan bir tablo çizer. Kendi içinde

bulunduğu doğayı aktarır. Örneğin, Halikarnas Balıkçısı adıyla bilinen Musa Cevat

Şakir’in yapıtlarında Bodrum’u, daha doğrusu onun yaşadığı dönemdeki Bodrum’u,

o yörenin denizini ve adalarını görmek mümkündür. Yapıtlarından birinde, balık

avlamak için denize açıldıklarında gördüklerini şöyle aktarır: “Birbirinden güzel

burunlar ve koyların önünden geçiyorduk.[...] Artık sular kararıyordu. Bir buruna

yanaştık. Kıyıdaki çamlar, kanatlarını yumup uykuya varan kuşlar gibi sanki

birbirinin koynuna dokunup kapanıyorlardı.”30

Canlıların çevreleri ile ilişkilerini inceleyen ekolojinin, kültürel anlamda şiir

ya da düz yazı yoluyla edebiyata aktarılmasıyla, yazarın ortaya koyduğu düşünce,

görüş ve olaylarda bir toplumun yaşam biçimini, hayata bakışını ve doğaya

yaklaşımını gözlemlemek, insanın doğa ile ilişkisi içerisindeki tüketim alışkanlıkları

hakkında bilgi edinmek mümkündür. Bununla birlikte zaman, yer ve dil unsurları da

sosyo-kültürel yapıyı yansıtmaları açısından değer taşımaktadır.

Doğa kavramı ilk çağlardan günümüze dek pek çok farklı şekilde karşımıza

çıkar. Antik dönemde, doğadaki olayları çözemeyen insanoğlu için doğa olaylarının

yaratıcıları tanrılar, tanrıçalar olmuş, gök gürlemesi, ekinlerin büyümesi, yağmurun

yağması gibi doğal olayları tanrıların yönettiğine inanılmıştır. Örneğin dişi gücü

temsil eden Ay Tanrıçası bitkilerin büyümesini sağlamaktadır. Dişi gücün üretici

gücü temsil etmesi dikkat çeker. Mitolojideki tanrıların, tanrıçaların hepsi doğadaki

30

Halikarnas Balıkçısı, Aganta Burina Burinata, Bilgi Yayınevi, 28. Basım, İstanbul, 2012, s. 59 - 60.

32

bir olayı temsil eder ya da yönetir. Antik dönem düşünür ve filozoflarının çevre ve

doğa konusundaki görüşleri ise günümüzde halen önemini korumaktadır.

XXI. yüzyılın en önemli sorunlardan biri olma özelliğini taşıyan

ormansızlaşma ile ilgili olarak, Antik çağın büyük filozoflarından Platon, henüz o

dönemlerde, “Atika’daki aşırı ağaç kesilmesi sonucunda yörenin en verimli

topraklarının erozyonla kaybolduğunu, dolayısıyla su kaynaklarının zarar

gördüğünü”31

yazar. Öte yandan dönemin diğer düşünür ve filozoflarından

Aristoteles’in yapıtlarında doğa üzerine düşünce ve gözlemlere rastlamak

mümkündür. Aydınlanma çağı ile doğadan uzaklaşan, bilime yönelerek doğa

karşısında bencil tutumunu sürdüren insanın, Romantik dönemde doğaya döndüğü,

duygu ve düşüncelerini, iç döküşlerini doğa ile yaşadığı görülür. Bu dönemde edebî

yapıtlarda doğa unsurlarının eksik olmadığı dikkat çekmektedir. Romantik dönemin

doğaya dönüş çağrısı ile dikkat çeken en önemli temsilcilerinden Jean Jacques

Rousseau, Percy Shelley, Friedrich Schiller, George Sand gibi yazar ve şairler edebî

güzellikte doğa tasvirleri yapmışlar ve doğa konulu eserler vermişlerdir. XIX.

yüzyılda Romantizme tepki olarak doğan Gerçekçilik akımı içindeki yazar ve

sanatçılar ise insan, çevre ve toplumu birebir olduğu gibi yansıtmaya çalışmışlardır.

Yazı dilinin insan yaşamında ekolojik açıdan yeni bakış açıları, düşünceler ve

yeni hareketleri tetiklemesine öncülük eden en önemli kişiler kuşkusuz Amerikalı

biyolog Rachel Carson ve Amerikalı çevreci yazar Henry David Thoreau olmuştur.

Yazdıkları kitaplarla pek çok çevreci hareketin başlamasına öncülük etmiş, bir çok

düşünce akımını etkilemişlerdir. Bu bağlamda edebiyatın, yazı dilinin gezegenimizi

korumaya yönelik bilinçlendirmenin içindeki haklı yeri yadsınamaz. Aktardıkları

31

Tont, A.S., Sulak Bir Gezegenden Öyküler, a.g.y., s. 22.

33

düşünce, görüş ve deneyimleriyle, “Doğa yazarları doğanın kalemi olup,

konuşamayan doğaya ses verirler.”32

Bu iki büyük doğa yazarı yapıtlarındaki akıcılık

ve sade anlatım sayesinde vermek istedikleri mesajları her kesimden insana

ulaştırabilmiş, böylece daha büyük kitleler tarafından anlaşılabilmişlerdir. Carson,

tarım ilaçlarının zararlarını gözler önüne sererek, kansere yol açması konusunu çok

açık biçimde örnek ve bilimsel verilere dayandırarak aktarmıştır.

Thoreau’nun 1845 yılında Walden gölü kıyısında, en yakın komşusunun iki

kilometre uzakta bulunduğu ve kendi inşa ettiği küçük bir kulübede doğa ile iç içe

geçirdiği iki yılı komşu ilişkilerinden, eğitim ve tarıma kadar geniş bir çerçevede

anlattığı ve deneyimlerini paylaştığı “Doğal Yaşam ve Başkaldırı” adlı yapıtı,

Amerika ve dünya doğa edebiyatı alanında pek çok çevreci harekete, düşünce ve

felsefi akıma ilham vermiş, doğaya bakışın değişmesi, tüketimden uzak doğa ile

uyumlu sade bir yaşama dikkat çekmesi ve bu bilincin oluşturulması yönünde büyük

bir katkı sağlamıştır. Yapıtında deneyimlerini aktarırken, “1845 Mart ayı sonlarında

bir balta ödünç aldım ve ormana, Walden Gölü kıyısına evimi yapmayı planladığım

yerin yakınına gidip birkaç yıllık uzun iğneli beyaz çamlardan kesmeye başladım”33

derken baltasını bile fazladan harcama yapmadan ödünç aldığı görülür. Bu da yaşam

felsefesinin ne derece sade ve tüketimden uzak olduğunu göstermektedir. Ekonomi,

tüketim, doğal tarım, insan ve doğa ilişkisi alanında ilettiği görüşlerini günümüzden

150 yıl önce kaleme almış olmasına ve o günlerde doğanın tahribatı ile doğal

kaynakların tükenmesi tehdidi günümüzdeki kadar ileri bir boyutta olmamasına

rağmen adeta bugüne ışık tutmakta, halen geçerliliğini koruyan fikir ve görüşleri

okurla paylaşmaktadır. Doğa edebiyatı açısından bakıldığında, pek çok ağaç türünü,

32

Özdağ, U., Edebiyat ve Toprak Etiği, Ürün Yayınları, Ankara, 2005, s. 17. 33

Thoreau, H. D., Doğal Yaşam ve Başkaldırı, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2007, s. 53.

34

kuş cinsini, karşılaştığı bitki ve hayvanların birebir isimlerini vermesi, detaylı bir

gözlem yaptığını göstermektedir. İki yıl boyunca doğa ile dost bir yaşam deneyimi

geçirmiştir. Yaşanan deneyim ve gözlemlerin aktarılması ise doğa edebiyatının

önemli bir unsurunu oluşturmaktadır.

İster şiir ister roman, öykü ya da hikâye olsun, edebiyatın her alanında

okuyucu ile girilen iletişimde yazar kültürel, sosyal, toplumsal anlamda değerli

bilgilerle birlikte kendi özlem ve kaygılarını da aktarır. Thoreau’nun yapıtı doğadaki

sade yaşam ile tüketimin ağırlık kazandığı gündelik yaşam arasındaki farkları gözler

önüne sererken, yazarın artan tüketim ve bunun sonuçlarının insanın çevresine

yansımaları karşısında duyduğu kaygıları dile getirir.

İnsanoğlu gelişmeye ve teknolojik ilerlemeye paralel olarak yaşamında

sadelikten uzaklaşıp, daha fazla tüketime yönelerek hep daha fazlasını elde etme,

daha fazlasını kazanma uğraşı içine girmiştir. Bu ise sosyal ilişkilerden, doğada

canlı olan ve olmayanlarla ilişkilerine, dolayısıyla tüm çevresine yansımıştır.

Thoreau’nun da belirttiği gibi “ilkel çağlardaki insan yaşamının sadelik ve yalınlığı

kişinin durağan bir yaşam sürmesini ama en azından doğa ile iç içe kalmasını

sağlamıştır.”34

Bu bağlamda doğa ile iç içe bir deneyim yaşayan ve bunu roman

haline getiren günümüz yazarlarından Marlo Morgan’ın “Bir Çift Yürek” adlı

yapıtında paylaştığı deneyim, doğa ve insan ilişkisi açısından doğaya uyumlu bir

yaşamı insanoğlunun başarabilmesinin mümkün olduğunu anlatması ve doğa

merkezli bir bakış açısını sunması açısından dikkate değerdir. Avusturalya yerlileri

olan Aborjinlerle birlikte doğa ile uyum içerisinde çölde geçirdiği kendi içsel

yolculuğunu anlatırken Morgan, manevi yönden kazanımlarının yanı sıra doğanın ne

34

Thoreau, H. D., Doğal Yaşam ve Başkaldırı, a.g.y., s. 50.

35

kadar değerli olduğunu, doğada var olan ve insanoğlunun farkında olmadığı şifa

kaynaklarını ve doğa ile insanın eşdeğerliliğini ortaya koyar. En basit örnekle,

insanların ilaçlama ile yok ettiği sineklerin bile doğada aslında insanlara ne şekilde

yardımcı olabildiğini gösterir. Önemli olan, insanın kendini doğanın tek hakimi

olarak görmemesi ve doğayı kendine eşdeğer bir varlık olarak görerek, hak ettiği

saygıyı ve yaşama özgürlüğünü tüm canlı ve cansız varlıklara verebilmesidir. Doğa

ile uyumu ve saygıyı aynı kitaptan aşağıdaki anlatım çok güzel yansıtmaktadır :

“Bitki dünyasının var oluş nedeni insanları ve hayvanları beslemek,

toprağı sağlıklı kılmak, güzellik sağlamak ve atmosferin dengesini

sağlamaktır. Bana bitkilerin ve ağaçların biz insanlara sessizce şarkı

söylediklerini anlattıklarında, benim zihnim bunu hemen oksijen,

karbondioksit değişimi olarak algıladı. Hayvanların varoluşunun asıl

nedeni de insanoğlunu beslemek değildir ama gereksinmeler karşısında

hayvanlar yenebilir. Hayvanlar atmosfer dengesini sağlamak, arkadaş

olmak ve eğitimde örnek oluşturmak için aramızda bulunurlar. Bu

nedenle kabile her sabah düşünce yoluyla çevrelerindeki hayvan ve

bitkilere bir ileti yollar: ‘Sizin yolunuz üzerinde yürüyoruz. Sizlerin

varoluş nedeninizi onurlandırmaya geliyoruz.’ Bundan sonra aralarında

hangilerinin seçileceğine karar vermek, hayvanlara ve bitkilere kalır.” 35

Amerikalı yazar, biyolog Carson’un 1962 yılında yayınlanan “Sessiz Bahar”

adlı kitabında ele aldığı ve bilimsel verilerle anlattığı kimyasal tarım ilacı

pestisitlerin, insan sağlığına ve doğaya verdiği büyük ve ölümcül zararları

örnekleriyle anlatmasının ardından Amerika’da bu kimyasalın kullanımının

yasaklanması, anlatımın gücünü de göstermesi açısından önemli bir yere sahiptir.

Carson, gelecekte zararlı kimyasalların kullanımının yol açacağı olumsuz etkiler ve

ekolojik sorunlarla ilgili pek çok endişeyi kitabında dile getirmektedir. Gerçekte var

35

Morgan, M., Bir Çift Yürek, Dharma Yayınları, İstanbul, Haziran 1999, s. 66.

36

olmayan bir kasabayı betimleyerek doğanın susan sesini, doğada yok olan yaşamı

anlattığı, kitabın “Yarının Masalı” adlı birinci bölümünde, baharın artık eskisi gibi

olmamasını, “Bu felâket kurbanı dünyada hayatın yeniden doğuşunu susturan, ne

kötü bir büyü ne de düşman saldırısıydı. İnsanlar bunu kendileri yapmışlardı.”36

diyerek doğaya en yıkıcı zararı verenin, insanoğlunun bizzat kendisi olduğunu

vurgulayarak, okuyucunun dikkatini bu gerçeğe yöneltir.

Amerikalı önemli doğa yazarlarından John Muir ise doğal hayata duyduğu

ilgisini ve gözlemlerini yazıya aktarırken doğa merkezli yaklaşımını paylaşmıştır.

Özdağ, “Edebiyat ve Toprak Etiği” adlı kitabında doğa edebiyatından ve Amerikalı

doğa yazarlarından bahsederken, doğaya insanın yaklaşımında dinin etkilerini

Muir’in düşüncesi çerçevesinde aktarır. Muir’in, Hristiyanlık dinindeki doğaya insan

merkezli yaklaşımı reddettiğini, topluluk anlayışını doğadaki tüm canlılara

genişlettiğini ve doğadaki tüm canlıları arkadaşı olarak gördüğünü belirtir. Özdağ,

Muir’in doğa edebiyatı alanındaki haklı önemini, özellikle insanı doğanın bir parçası

olarak görmesini, doğal alanların korunması için verdiği savaşı ve yaşayan tüm

canlıların yaşam hakkı bulunduğunu vurgulayarak anlatır.

Tarih boyunca ve günümüzde, her kültürde toprağa ve yeryüzüne hep dişi

cinsiyet atfedilerek “Toprak Ana”, “Tabiat Ana” denmektedir. Bu doğanın üretken

gücünden kaynaklanmaktadır. Toprağa atılan her tohum canlanarak besine

dönüşmekte ve toprak kendini yeniledikçe yaşayan tüm canlılara hayat vermektedir.

Toprağın mahsul vermesi, bitkilerin, ağaçların yeşermesi onun verimliliğini ve

doğurganlığını simgelemektedir. Toprağın değerine dikkat çekerek, bu konuda

insanları bilinçlendirmeye kendini adayan Amerikalı ekolog Aldo Leopold da

36

Carson, R., Sessiz Bahar, Palme Yayıncılık, Ankara, 2011, s. 3.

37

insanlara ulaşmak için edebiyatın gücünden faydalanır. Ortaya koyduğu yapıtlarda

toprağın değerini anlatır. İnsanı doğanın bir parçası olarak gören ve Muir ile

Thoreau’nun izinden giden Leopold’un dikkat çeken yönü, ormana ve doğaya

kaynak olarak bakmayıp, toprak etiği kavramını ortaya koymasıdır. Bu kavrama

göre, “Toprak, insana ekonomik faydasından bağımsız olarak” 37

yararlıdır ve bu

çerçevede “Toprak etiği, topluluğun sınırlarını karaları, suları, bitki ve hayvanları,

yani tüm toprağı kucaklayacak şekilde”38

geniş bir alanı kapsamaktadır. Özdağ’a

göre, Leopold’un ayrı bir yerinin olmasının nedeni, toprak etiği konusunu

vurgulayarak, insanın toprağa karşı ahlaki bir yükümlülüğü olduğunu savunmasından

kaynaklanır. Leopold, “Toprak Etiği” yazısında da insanın toprakla ilişkisini

ekonomik çıkarlara dayalı bir ilişki olarak niteleyip, tek yanlı ve insan merkezli

olduğunu vurgulamaktadır. Onun için toprak bir bütündür. Doğada yok olan, nesli

tükenen canlıların geri getirilmesi mümkün değildir. Fakat toprak iyileştirilebilir,

yeniden kazanılabilir.39

Özdağ, Leopold’un “A Sand Country Almanac” (Bir Kum

Yöresi Almanağı) adlı en önemli eserinde, insanoğlunun kendini toprak

topluluğunun sade bir üyesi ve vatandaşı olarak görmesini, doğaya ekonomik çıkarlar

çerçevesinde bakılmamasını, her canlının bir içsel değere sahip olduğu düşüncesiyle

yaklaşılmasını arzu ettiğini belirtir. Çevre ve doğa çalışmalarına, Ralph Waldo

Emerson, Edward Abbey, Terry Tempest Williams, Wendel Berry, Barry Lopez gibi

yazarlar edebiyat yoluyla doğa ve çevre sorunlarına dikkat çekmişlerdir.

İnsan hem çevresi hem çevresindeki tüm canlılarla iletişim içinde yaşayarak,

gelişme sürecinde sosyal ve toplumsal yaşamı, düşünceleri ile kültürü oluşturan

37

Özdağ, U., Edebiyat ve Toprak Etiği, a.g.y., s. 131. 38

Ibid., s. 143. 39

www.ankaratema.org, Ufuk Özdağ’ın konuşması, Mayıs, 2012.

38

varlıktır. Kültürel bağlamda edebiyat yoluyla aktardığı yazılı görüş ve düşünceleri

insanlara yeni bakış açıları sunmaktadır. İşte bu noktada insanların zihninde oluşacak

yeni düşünce kalıpları, yeni bakış açıları yönünden edebiyatta çevrenin ve doğanın

nasıl yansıtıldığı büyük değer ve önem taşımaktadır.

Çevrenin, doğanın ve dünyada var olan her bir canlı cansız varlığı etkileyen

çevre sorunlarının ve kaygıların edebiyata yansıması ile birlikte eleştiri alanında yeni

bir kuram Amerika’da ortaya çıkmış ve batıya doğru yayılmıştır. Ekolojinin edebiyat

alanında ele alınışını, edebiyatta doğanın nasıl yansıtıldığını, insan-doğa ilişkisini

inceleyen ekoeleştiri, “Doğaya yüklenen simgesel anlamları, bu anlamların

oluşturduğu düşünce kalıplarını, nehirlerin, denizlerin, toprak, bitki ve hayvan

türlerinin insan kültürlerini nasıl şekillendirdiğini, dilin nasıl kullanıldığını, çevre

sorunlarına nasıl yaklaşıldığını, metin içindeki değer yargılarını ve benlik

kavramlarını da mercek altına alır.”40

Ekoeleştiri ifadesini, ilk kez 1978 yılında yayınladığı bir makalesinde

William Ruekert kullanmış ve Z.pdf1974 yılında Joseph

Meeker “The Comedy of Survival: Studies in Litterary Ecology” (Hayatta Kalışın

Komedisi: Edebî Ekoloji Çalışmaları) adlı yapıtında ise edebî eleştirinin tanımını

yaparak edebiyat alanına girmesini sağlamıştır. Serenella Iovino’nun aktarımıyla

Meeker edebî ekolojiyi, “Edebî yapıtlarda görünen biyolojik ilişkilerin ve konuların

incelenmesi”41

olarak tanımlar. “Aynı zamanda insan türünün ekolojisinde edebiyatın

oynadığı rolün ortaya çıkarılması çalışması” şeklinde belirtmektedir. Öte yandan,

ekoeleştirinin akademik alan olarak üniversitelerde konu olarak ele alınması ilk

40

Oppermann, S., Ekoeleştiri, İstanbul, PEN Türkiye, 17.04.2009. 41

Iovino, S., Ecologia letteraria, Edizioni Ambiente, Milano, 2006, s. 13.

39

olarak 1990 yılında Nevada, Reno Üniversitesi’nde gerçekleşmiştir. Ekoeleştirinin

disiplinler arası bir alan haline gelmesi ve yaygınlaşmasında ise aralarında Scott

Slovic, Cheryll Glotfelty, Glen Love, Patrick Murphy, Lawrence Buell’i

sayabileceğimiz Amerikan edebiyatı alanındaki araştırmacıların çalışmaları dikkat

çekmektedir. “1992 yılında Batı Edebiyatları Derneği’nin yıllık toplantısında,

Edebiyat ve Çevre Çalışmaları (ASLE) için yeni bir dernek kurularak, Scott Slovic

ilk başkanı olarak seçilmiştir.”42

Öte yandan Cheryll Glotfelty ve Harald Fromm’un

editörlüğünde hazırlanan ve içinde pek çok çevreci eleştirmenin makalelerinin

bulunduğu bir derleme olan “Ecocriticism Reader” ise ekoeleştiri alanında bir

referans kitabı niteliğindedir. Bu alanın yaygınlaşmasındaki bir diğer önemli yayın

ise “1993 yılında ekoeleştirinin resmi dergisi olarak kabul edilen ‘Interdisciplinary

Studies in Literature and Enviroment’ (Disiplinler arası Edebiyat ve Çevre

Çalışmaları) kısaca ISLE”43

dergisidir.

Ekoeleştiri kuramı aracılığı ile pek çok çevre sorunu, aşırı tüketimin ve

tüketime yönlendirmenin ortaya çıkardığı sorunlar, doğada tükenen kaynaklar gibi

konuların önemi vurgulanabilmektedir. Bununla birlikte çevre merkezli bir bilinci

gerek çocuk gerek yetişkin bireylerde, toplumun her kesimine ulaşarak aktarmak, bu

bilinci yeşertmek edebiyatın gücü ile mümkündür. Edebiyatın anlatım ve aktarım

gücünü kullanarak, en küçük yaşam alanı olan insanın kendi çevresinden başlayarak

yeşil ve nefes alan gezegenimizi korumaya yönelik neler yapılabileceğini, hangi

alanların yitip gittiğini ve kurtarılabilir, iyileştirilebilir alanları görmek açısından

çevreci bir okuma ve eserleri inceleme ayrı bir değer taşımaktadır. Ekoeleştiri

42

Glotfelty, C., Fromm, H.,(Ed.), The Ecocriticism Reader, Landmarks in Literary Ecology, The

University of Georgia Press, London, 1996, s. xviii. 43

Oppermann, S., Editör, Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, Phoenix, Ankara, 2012, s.11.

40

edebiyat ile birlikte ekoloji ile ilgilenen tüm bilimlerden faydalanmaktadır. Herkesin

doğa ile ilgili, çevresi ile ilgili olarak algısı, görüşü farklıdır. William Blake’in

“Nature as Imagination” (İmgelem Olarak Doğa) adlı yazısında, “Kimi insanlara

sevinç gözyaşı veren ağaç, kimilerinin gözünde sadece yolda duran Yeşil bir

nesnedir.”44

ifadesindeki ağacı ekoeleştiri, Yeşil bir nesne olmaktan çıkarıp,

gezegenimiz için değer ve öneminin ne olduğunu edebiyat yolu ile vurgulamaktadır.

Edebiyatın ve ekoeleştirinin en önemli unsurlarından biri de bu bakış açısını

oluşturmaktır.

Hacettepe Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı akademisyenlerinden Dilek

Bulut’un ifadesiyle, “Ekoeleştirel kurama göre kültür ve doğa iki farklı kavram değil,

birbirini tamamlayan bir bütünün parçalarıdır”.45

Edebiyat metinleri üzerinde yapılan

inceleme ile geçmiş ve bugün arasındaki farklar, gelecek kaygılarını, doğadaki ve

yaşam biçimlerindeki değişimleri gözlemlerken çevreci bir bakış açısı kazandırmak,

bu bilinci aktarmak mümkün olmaktadır.

Sonuç olarak, teknolojik gelişmelerin ve ilerlemenin durması söz konusu

olmayacağından, dünyamızı yeşil ve nefes alan bir gezegen olarak korumanın yolu

doğa ile uyum içerisinde yaşamak ve ilerlemekten geçmektedir. Doğayı korumaya

yönelik her türlü bilinçlendirici çalışma, dünyada yaşayan tüm canlı ve cansız

varlıkların geleceğinin korunması açısından büyük önem taşır. Eğitim yolu ile bu

bilincin her yaştan bireye aşılanması ve bu alanda edebiyatın değeri yadsınamaz.

Thoreau’nun dediği gibi, “Yazılı bir söz, en seçkin hatıradır. Diğer sanat eserleriyle

44

Coupe, L. Editor, The Green Studies Reader from Romanticism to Ecocriticism, Routledge, 2010, s.

16. 45

Bulut, Dilek, Çevre ve Edebiyat: Yeni Bir Edebi Kuram Olarak Ekoeleştiri, Littera 2005, C.17,

s. 79-86.

41

karşılaştırıldığında, aynı anda hem çok daha mahrem hem de çok daha evrenseldir.

Yazı hayatın kendisine en yakın olan sanat eseridir; her insan diline çevrilebilir ve

sadece okunmakla kalmaz, yazıyı her insan dudaklarıyla soluyabilir.”46

ifadesi yazı

dilinin evrenselliğini ve ne kadar büyük kitlelere ulaşabileceğini ortaya koymaktadır.

46

Thoreau, H.D., Doğal Yaşam ve Başkaldırı, a.g.y., s. 119.

42

Yeryüzü üzerindeki her şeye saygılı

ol. İster insan ister bitki olsun.

Doğa bizim için değildir, o bizim

parçamızdır. Onlar senin dünyasal

ailenin parçalarıdır.

Kızılderili Şeref Yasaları

2. İTALYAN EDEBİYATI VE TÜRK EDEBİYATI BAĞLAMINDA DOĞA

VE EKOELEŞTİRİ

Ekolojiyi ele alan edebiyat kuramlarından ekoeleştiri, edebî yapıtlarda ve

metinlerde doğanın nasıl yansıtıldığını, hangi kavramlar içinde el alındığını,

canlıların bulunduğu sosyal, kültürel, fiziksel çevre bağlamında incelemektedir. Bu

alan hem İtalya hem Türkiye’de gelişmekte olup, akademik ortamlarda konu olarak

gündeme alınmaya başlamıştır.

Ekolojinin ve doğanın, edebiyat yoluyla aktarılarak zihinlerde bir farkındalık

oluşturması ile ilgili, İtalya’da ekoeleştiri, çevre ve çevre etiği konusunda Torino

Üniversitesi Felsefe bölümü profesörlerinden Serenella Iovino’nun çalışmaları dikkat

çekmektedir. Daha henüz 2000’li yılların başında İtalya’da tanınmaya başlayan

ekoeleştiri kuramı açısından Ercole Ferrario’nun 1989 yılında yayımlanan antoloji

niteliğindeki “L’idea di natura nella storia della letteratura” (Edebiyat tarihinde doğa

görüşü) adlı kitabının, edebiyatta doğayı ele alan bir çalışma olarak, öncü

görülebilecek yapıtlardan biri olduğu söylenebilir. Öte yandan İtalya’da ekoeleştiri

alanına referans niteliğinde olan ve Iovino’nun 2006 yılında yayımlanan, “Ecologia

Letteraria, Una Strategia di Sopravvivenza” (Edebî Ekoloji, Bir Hayatta Kalma

Stratejisi) adlı kitabında yazar, ekoeleştirinin İtalya’da ortaya çıkışını, “[...] yeni bir

çalışma alanının İtalyan halkına sunulması ve daha geniş bir etik-kültürel projenin

43

bütünleyici parçası olarak edebî ekoloji düşüncesinden hareketle, bu konuda

uluslararası ve disiplinler arası tartışmalara katkısı olabilen bir eleştirel karşılaştırma

başlatma”47

gereksinimine bağlamaktadır.

Ekoeleştiri, sadece doğadan söz eden, konuşan ve onun bir fon olarak

kullanıldığı bakış açısıyla değil, konuşan doğanın sesini, onun adına yapıtların neler

söylediğini, doğanın varlığının ve sorunlarının hissedilmesini sağlayan yaklaşımı

benimser. Doğa, ancak kendi sesini duyurup, yardım çağrısını ilettiğinde insanların

davranış ve düşüncelerinde değişimler yaratabilecektir. İnsanın çevresi ile beraber

bütüncül duruşu değerlendirildiğinde, doğada yaptığı değişimler çerçevesinde,

yaşadığı ortamın onlara sunduğu yaşam biçimi, doğa ile değişen kültür, dildeki

etkileşimler belirgin biçimde ortaya çıkmaktadır. İtalyan Edebiyatında Dante

Aligheri’den başlayarak Giacomo Leopardi, Gabriele D’Annunzio, Giovanni Pascoli,

Giosue Carducci, Giuseppe Ungaretti gibi yazar ve şairlerin yapıtlarında, doğa kimi

zaman insanın ruh hali ile iç içe, kimi zaman onun yaşadığı olaylara bir şahit, kimi

zamansa yaşanan olayları yöneten bir ilahi güç olarak karşımıza çıkmaktadır.

Gabriele D’Annunzio’un doğa ile neredeyse bütünleştiğini belirtebileceğimiz

“Alcyone” adlı şiir derlemesinde, “La pioggia nel pineto” (Çamlıkta Yağmur) adlı

şiirinden aşağıdaki dizeler, insanın doğaya ne kadar yakın olduğunu, hatta onunla bir

anlamda bütünleşebildiğini göstermesi açısından önemlidir:

Gidiyoruz çalıdan çalıya

Bazen karışıyor onlara bazen de çözülüyoruz

(yeşilin yabani gücü

bağlıyor bileklerimizi

47

Iovino, S., Ecologia letteraria, a.g.y., s. 19.

44

birbirine doluyor dizlerimizi!)

Kim bilir nerede, nerelerde!

Ve yağmur yağıyor yabani yüzlerimize,

Çıplak ellerimize yağmur yağıyor.48

Zengin bir ekoeleştirel okuma sunması açısından çağdaş yazarların yapıtları

da günümüzün çevre sorunlarını yansıtmaları bakımından ele alınabilir. Iovino’nun

Ekim 2012’de, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde İtalyan Dili

ve Edebiyatı Anabilim Dalı ile Ankara İtalyan Kültür Merkezi’nin ortaklaşa

düzenlediği bir etkinlik çerçevesindeki konferansta değindiği, İtalyan yazar ve

gazeteci Ermanno Rea’nın “Il Po racconta” (Po anlatıyor) adlı yapıtında Rea, Po

ırmağı boyunca altı yüz elli kilometrelik yolculuğunda bir ırmağın insanların

yaşamlarını, bölgenin ekonomisini nasıl etkilediğini ve değiştirdiğini, doğa ile

insanın etkileşimini gözlemleriyle aktarır. Diğer yandan İtalyan yazarlardan Primo

Levi insanın teknoloji ve doğa ile ilişkisini anlattığı kısa hikâyelerinde bu konudaki

endişelerini aktarır, kimi zaman geçmişe duyguyu özlemden bahseder. Çevre

sorunlarını yapıtlarında yansıtan ve ekoeleştirel bağlamda doğa-insan ilişkilerini

yansıtması bakımından çok önemli bir yere sahip olan yazar Italo Calvino’nun

hikâyelerinde ise insan-doğa ilişkisi, kentleşme sorunları, göç ve çevresel faktörlerin

insan hayatındaki etkileri ön plana çıkar. “La formica argentina” (Arjantin

Karıncası), “La speculazione edilizia” (Emlâk Vurgunu), “La nuvola di smog” (Kirli

Hava Bulutu) bu hikâyeler arasında sayılabilir. “Marcovaldo ovvero Le stagioni in

città” (Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler) adlı yapıtında Calvino, ekonomik

sorunları olan, sağlıksız yaşam koşulları içinde ailesinin geçimini sağlamaya çalışan,

48

D’Annunzio, G., Haz. Nevin Özkan, Seçme Şiirler, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları / 2703, Ankara,

2003, s. 68.

45

doğaya, temiz havaya hasret bir adam olan Marcovaldo’nun iç burkan hüzünlü

hikâyesini mevsimler üzerinden anlatır. Kitap, kırsaldan kente göç etmiş yoksul bir

ailenin, büyük kent yaşamı içinde doğa ile ilişkisini anlatması açısından önemlidir.

Marcovaldo’nun sinemadaki bir filmi izlerken bile ormanları görmekten mutluluk

duyması, onun doğayı ne derece sevdiğini ve özlem duyduğunu göstermektedir.

Bunu aşağıdaki aktarım çok güzel ifade etmektedir: “Marcovaldo büyük perdede

gösterilen kırları, kayalık dağları, ekvator ormanlarını, çiçekler içinde yaşanan

adaları ayağa getiren, yeni ufuklar açan renkli filmlere bayılıyordu.”49

Marcovaldo

gıdalara eklenen zararlı katkı maddelerini duyunca ailesini sağlıksız yiyeceklerden

korumak için, ırmağın kentin en uzak noktasından geçen kolunu bularak burada

balık avlar. Fakat onu yolda balıklarıyla yakalayan bekçi, fabrikanın ırmağı ne

kadar kirlettiğini göstererek balıkları yiyemeyeceğini anlatır. Üstelik temiz olan bir

alanda balığı yakaladı ise kente girişte vergi ödemesi gerektiğini, avlanma yasağı

olan bölgede avladıysa ceza ödemesi gerektiğini belirtince, Marcovaldo’nun balıkları

tekrar ırmağa bırakmaktan başka çaresi kalmaz. Günlük yaşam koşturmacası içinde,

hikâyelerin kahramanı Marcovaldo’nun heyecanları ve sevinçleri ile, bir gün bir

bitkinin ya da balığın, bir gün bir sokak kedisinin peşinde koşarken aslında

yüreğinde derinden hissettiği doğa özlemi vurgulanmaktadır.

Marcovaldo’da karşımıza çıkan sağlıksız yaşam koşullarının çevresel

sorunlarla birlikte yansıtıldığı türde bir diğer yapıt olarak, çağdaş dönem Türk

yazarlarından Latife Tekin’in “Berci Kristin Çöp Masalları”‘ndan bahsetmek

mümkündür. Yazar, kırsaldan kente ekonomik nedenlerle göç eden ve şehrin

sağlıksız bir bölgesinde gecekonduda yaşayan ve yerleştikleri bölgenin sağlıksız

49

Calvino, I. , Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Mart 2012, s. 59.

46

koşullarının yanı sıra iş yerleri de olumsuz şartlar sunan insanların içinde

bulundukları kötü çevre koşullarından nasıl etkilendikleri anlatmaktadır. Çöplüğe

kurulmuş bir mahallede yaşayan insanlar yine civarda kurulan fabrikaların zehirli

atık taşıyan suları ile yıkanmakta, fabrikalarda gerekli sağlık koşulları temin

edilmeden çalıştıklarından çeşitli hastalıklara yakalanmaktadırlar.

İnsanın doğaya ben merkezli yaklaşımının ve beraberinde çevresindeki

insanlara da yansıyan bencilliğinin yarattığı olumsuz sonuçların bir diğer örneği,

Necati Cumalı’nın “Susuz Yaz” adlı yapıtında görülebilir. Su yolunu değiştirerek

sadece kendi menfaatlerine yönelik hareket eden iki kardeşin bu davranışı köyde

yaşayan herkesin hayatını olumsuz yönde etkiler ve huzursuzluk yaratır. Doğa

üzerinde kendi amaçlarına uygun hakimiyet kuran kardeşler, suyu kendi istekleri

doğrultusunda bencilce yönetmek isteyince bütün köylülerin yaşamı bundan

etkilenir. Doğaya saygısı olmayan insanın, bireyler arası ilişkilerinin de zayıf olduğu

gözlemlenir.

Türk Edebiyatında doğa ve ekoeleştirel yaklaşımlara bakıldığında, Prof. Dr.

Şükrü Ergin’in 1993 yılında yayımlanan “Türk Edebiyatında Tabiat” adlı antolojisi

Türk edebiyatında doğa kavramının nasıl ele alındığına dair detaylı bir çalışma

sunmaktadır. Türk Halk Edebiyatından Divan Edebiyatı ve Yeni Türk Edebiyatına

kadar yapıtlarda dooğanın nasıl yansıtıldığını gösteren bir seçki oluşturması

açısından önem taşır.

Doğa her dönem Türk edebiyatının içinde olmuştur, denebilir. Yazılı Türk

edebiyatının ilk belgelerini oluşturan “Orhun Yazıtları”ndan Yunus Emre’ye,

Mevlâna’dan Nazım Hikmet’e, Yaşar Kemal’den Orhan Pamuk’a, Elif Şafak ve

47

Buket Uzuner’e kadar Türk Edebiyatındaki yapıtlarda doğanın ele alınışı, insanın

doğa ile ilişkisi ekoeleştiri çalışmaları için çok değerli bilgiler sunmaktadır. Fakir

Baykurt’un romanlarında Türk köy yaşantısını, çevre ile birlikte, detaylıca

gözlemlemek mümkündür. Halikarnas Balıkçısı adıyla bilinen Cevat Şakir

Kabaağaçlı’nın yapıtlarında Ege, Bodrum ve deniz özellikle dikkat çekerken, Sait

Faik Abasıyanık’ın hikâyelerinde, “Deniz, kuşlar ve balıklar en çok karşılaşılan

varlıklardır. [...] Sait Faik’in Türkiye’si özellikle İstanbul ve İstanbul’un

adalarıdır.”50

Abasıyanık, hikâyeleri üzerinden çevre kirliliğini, kentleşme

sorunlarını, çevresinde gözlemlediği doğa ve insan ilişkisini aktarır. Doğanın

geleceği ile ilgili olarak hissettiği endişeleri, Abasıyanık’ın, “Son Kuşlar” adlı

hikâyesinde açıkça görmek mümkündür:

“Kuşları boğdular, çimenleri söktükleri yollar çamur içinde kaldı. Dünya

değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık

esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak

anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama,

çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük.

Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi.”51

Yaşar Kemal’in yapıtlarında özellikle Anadolu doğası, insanı ve kültürüyle

ortaya çıkar. İnsanın doğaya yaklaşımı, doğanın ve çevresel koşulların, mekânların

insan yaşamında, iletişiminde oynadığı rolü görmek mümkündür.

Türkiye’de ekoeleştiri kuramının geliştirilmesi konusunda değerli çalışmaları

olan Hacettepe Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden Prof. Dr. Serpil

Oppermann, aynı üniversitenin Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünden Doç.

50

Özkan, N. , Out of Istanbul: Nature in Sait Faik Abasıyanık’s Short Stories, 7. Uluslararası Türk

Kültürü Kongresi, Türk ve Dünya Kültüründe İstanbul, İstanbul, 2009. 51

Abasıyanık, S. F., Son Kuşlar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2012, s. 7.

48

Dr. Ufuk Özdağ bu alanda yayımladıkları kitaplar ve verdikleri eğitimlerle,

ekoeleştirinin daha fazla tanınmasına, yaygınlaşmasına katkıda bulunmaktadırlar.

2009 yılında Antalya’da düzenlenen Türkiye’nin ilk uluslararası ekoeleştiri

konferansında ele alınan konular derlenerek, 2011 yılında Serpil Oppermann, Ufuk

Özdağ, Nevin Özkan ve Scott Slovic’in editörlüğünde “The Future of Ecocriticism:

New Horizons” (Ekoeleştirinin Geleceği: Yeni Ufuklar) adıyla İngiltere’de

yayımlanmış ve ekoeleştirinin Türk kültüründeki izlerini takip ederek gelişimi, aynı

zamanda uluslararası edebiyattan da örneklerle, bu kuramın gelişmesine katkıda

bulunan, öncülük eden akademisyenlerce aktarılmıştır. Türkçe yayınlanan ilk

ekoeleştiri derlemesi olarak adlandırılabilecek “Ekoeleştiri ve Edebiyat” adlı kitapta

ise konu ile ilgili çalışmaları olan akademisyenlerin ekoeleştirinin farklı alanları ile

ilgili değerlendirme ve yorumları Türkiye’de çalışacaklara ışık tutacak bilgiler

içermektedir.

49

Yeryüzü üzerindeki her şeye saygılı

ol. İster insan ister bitki olsun.

Doğa bizim için değildir, o bizim

parçamızdır. Onlar senin dünyasal

ailenin parçalarıdır.

Kızılderili Şeref Yasaları

3. “MARGHERITA DOLCEVITA” ve “UYUMSUZ DEFNE KAMAN’IN

MACERALARI, SU” YAPITLARINA EKOELEŞTİREL BAKIŞ

Çağdaş İtalyan ve Türk edebiyatında günümüzde birçok yazar, insanoğlunun

yarattığı tahribata dikkat çekmek, bireylerde ekolojik bir uyanışı sağlamak,

alınabilecek önlemleri vurgulamak, çözümler konusunda bilinçlendirmek ve bireyleri

çözümün parçası olmaya çağırmak için ekoloji ve çevre sorunlarını yapıtlarında

yansıtmaktadır. Küresel olarak yaşanan ve hissedilen iklim değişikliği, kimi canlı

türlerinin yok olma tehlikesi içinde bulunması ya da ormansızlaşma gibi ekolojik

sorunların yanı sıra, her ülkenin kendi coğrafyasına özgü çevresel etmenlere bağlı

göç, nüfus artışı, sağlıksız iş ve yaşam koşulları gibi sorunlarının olduğu yapılan

araştırmalarla ortaya konmaktadır. Bu noktada ekoeleştiri bağlamında bir okuma

sunan yazarlar doğada, insanda, kültürel yaklaşımlarda, ekonomik ve siyasi

politikalarla da ilişkili olabilen değişiklikleri gözler önüne serer. Edebiyatın neyi

nasıl yansıttığına dair, Fransız yazar ve düşünür Jean-Paul Sartre’ın, “[…] İnsanın

kendisi için yazması diye bir şey yoktur”52

deyişi, yazarın bu eylemi içerisinde

okuyucuya bir mesaj vermek istediğini açıkça belirtmektedir.

Ekoeleştiri de çalıştığı, incelediği alan itibariyle edebiyatın gücü ve işlevi

yoluyla ekolojik bilinci yaratma görevini üstlenmiştir.

52

Sartre, J. P., Edebiyat Nedir?, Can Yayınları, İstanbul, 3.Basım, Kasım 2005, s. 51.

50

Özdağ’ın dediği gibi, “Slovic’e göre çevreci eleştirmen dünyada gerçekten

değişim yaratmaya yönelik yazdığı için, kaleme aldığı yazıları, yaşanılan

coğrafyalara ait hikayelerle birleşmesine çalışır.”53

Ancak bu şekilde ilgili

coğrafyadaki olumlu değişimlere katkısının olması, o coğrafyanın insanına ulaşıp, bu

duyarlılığı oluşturması mümkün görünmektedir.

Çağdaş İtalyan yazarlardan Stefano Benni, “Margherita Dolcevita” (Papatya

Tatlıhayat) adlı yapıtında insanın doğayla ilişkisini, hoyratça bir tüketim çılgınlığının

doğurduğu ekolojik sorunları, insanın yaptıkları ile kendisi de dahil olmak üzere tüm

canlıları nasıl etkilediğini, doğaya gelen tahribatı, betonlaşmanın etkilerini, özellikle

insanlar arası ilişkilere de yansıyan yıkıcı davranışların altını çizerek günümüzde

nelerin elimizden kayıp gitmekte olduğunu anlatır. Yer yer espirili ve yaratıcı bir

dilin hakim olduğu yapıtta Benni, insan merkezli bir yaklaşımın yıkıcı sonuçlarını

hayal ve gerçek öğeleri bir arada kullanarak aktarır. Benni, doğaya gerekli olan saygı

gösterilmez ise yeni nesilleri bekleyen geleceği, tüketim girdabında neler olacağını

genç ve yetişkin çizgisinde gözler önüne serer.

Ailesi ile birlikte, ne şehir içi ne kasaba olarak tanımlanabilecek, birkaç evin

bulunduğu kırsal bir alanda mütevazı bir yaşam sürerken yeni taşınan, kendi

rahatlarını düşünen, bencil komşuları yüzünden dünyası değişen on dört buçuk

yaşındaki Margherita’nın ailesinin davranışlarındaki farklılaşma, komşuların

özendirdiği aşırı tüketim düşkünlüğü, insanoğlunun bencilliği, teknolojiyi takip

etmek ve kendini güven altına almak çabasıyla doğaya verilen zararlar,

Margherita’nın duygu, düşünce ve bakış açısıyla anlatılmaktadır. Kırsal alandaki

53

Özdağ, U., Gökalp Alpaslan, G.G., Türkiyat Araştırmalarında Yeni Bir Alan: Çevreci Eleştiri,

3.Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu, 2010, 641-651.

51

betonlaşmanın doğaya, doğadaki canlılara zararları, bölgede yaşayan çingene ve

çiftçilerin, zenginlerin çıkarları uğruna yaşadıkları yerlerden ayrılmak zorunda

bırakılmaları, insan davranışlarının çevreye zarar vermekle kalmayıp sosyal

sorunlara da neden olduğuna işaret etmektedir.

Del Bene ailesinin taşınması ile Margherita’nın ailesinde ve yaşadıkları

çevrede değişimler başlar. Del Bene’ler tamamen istilacı denebilecek bir tutumla, her

şeye hakim olmaya, herkesi ve her şeyi kendi arzularına göre şekillendirerek

değiştirmeye kalkışırlar ve başarılı da olurlar. Kendilerinden başka kimsenin ne

düşündüğünün ve ne istediğinin onlar için önemi yoktur. Onlar gibi düşünmeyen

oğulları Angelo’yu bile bir kliniğe gönderirler, akıl hastası olduğunu söylerler.

Margherita’nın ailesinde ise yeni komşulardan etkilenmeyen ve onların büyüsüne

kapılmayan sadece üç kişi vardır: Margherita, kardeşi Eraclito, dedesi Socrate ve

Margherita’nın daima yanında olan sevgili köpeği Pisolo. Del Bene ailesi yollarına

çıkan, kendilerine engel olabilecek her şeyi aradan çıkarır: Kırda yaşayan çingeneler,

kendi bahçesinde yetiştirdiği sebze meyveyi satan bölgenin son çiftçisi Pietro da bu

kişiler arasında sayılabilir. Ankara Üniversitesi, İtalyan Dili ve Edebiyatı bölüm

Başkanı ve ekoeleştiri alanında da çalışan Prof. Dr. Nevin Özkan’ın da belirttiği

üzere, “[…] onun gibi dürüst, zararsız, doğa sever çiftçiler, Del Bene ailesinin temsil

ettiği ‘modern’ toplum olarak adlandırılan grup için, daimi bir tehlike olarak

görülmenin canlı bir örneğidir.”54

Hatta, Del Bene ailesini sürekli izleyen dede

Socrate bile esrarengiz bir kaza geçirip, bir motorun çarpması sonucu hastanelik olur.

54

Özkan, N., Stefano Benni's ecological fiction, Beyond Thoreau: American and International

Responses to Nature, Tsinghua University, Pekin, Çin, 2008.

52

Margherita’nın bir zamanlar sahip olduğu güzel, mutlu ve huzurlu dünya, Del

Bene ailesinin gelişi ile birlikte artık yok olmaya yüz tutmuştur. Onun dünyasının

yıkılışı, mutsuzluğu ile doğanın zarar görerek yıkıma uğraması aynı paralellikte

ilerler. Margherita’nın ailesi, kızlarının anlatmaya çalıştığı endişeleri, yeni komşular

gelmeden önceki ailesinin davranış ve yaşayışına duyduğu özlemi görmezden gelir.

Margherita, komşularının kötülüklerine karşı mücadele etmeye çalışırken, yanında

sadece onu anlayan kardeşi Erminio (aile içindeki adıyla Eraclito) vardır. Dedesi

Socrate ise uzakta, hastanededir. Margherita, komşunun psikolojik olarak hasta

olduğunu söylediği oğulları Angelo’ya âşık olmuş ve onu da kendince kurtarmaya

çalışmaktadır. Diğer yandan Margherita’nın hayali arkadaşı Bambina di Polvere

çayırda bulunan bir canlıya ne zaman bir zarar verilse ortaya çıkmaktadır. Onun

sesinde, varlığında genç doğanın sesi yansır. Margherita pozitif, neşeli, mutlu bir

çocuktur ama bu mutluluğu komşular yüzünden elinden kayıverir, her şeyi eski

haline dönüştürmek için tüm uğraşları boşa gider: onu çok seven babası bile ona

tokat atacak derecede değişmiştir. Margherita, “Anne-babamın giderek değiştiğini

görüyor, artık onları tanıyamıyordum. Eraclito bana yardım etmek için çok küçüktü,

dedem ise tutsaktı ve uzaktaydı.”55

derken hem çaresizliğini dile getirmekte, hem

vereceği savaş için neler yapabileceğini düşünmektedir. Margherita’nın koy

vermeyeceğini ve kendi inandıkları için savaşacağını, “Yakınmak gereksizdi,

savaşmak gerekiyordu. Kendini daha on dört yaşındayken bir kenara çekersen, bunu

yaşamın boyunca yapmaya alışırsın. Yalnızca ölü balıklar akıntıyla gider.”56

sözlerinden anlamak mümkündür. Benni, bu satırlarda adeta duyarsız kalmamayı

öğütlemektedir. Doğaya yabancılaşan, doğadan uzaklaşan insanların sosyal

55

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 143. 56

Ibid., s. 143.

53

ilişkilerinde de yabancılaştığı görülmektedir. Olayların gidişatı Margherita’nın

kontrolünden çıkar ve her iki aileyi de tüm yaşananların neticesinde, şaşırtıcı ve

yıkıcı bir son bekler. Aynı zamanda Bambina di Polvere’nin, doğanın sesi de artık

susmuştur. İyi ile kötünün savaşında en büyük yıkım doğaya ve insana gelmiştir.

Kazanan taraf yoktur ve her iki tarafın kaybı büyüktür.

Ekolojik sorunları, kadın, doğa, insanlar arası ilişkiler ve hayvan hakları

ekseninde ele alan, Türk çağdaş yazarlardan Buket Uzuner’in 2012 yılında

yayımlanan ve eleştirmenlerce ilk Türk ekofeminist romanı olarak tanımlanan,

“Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU” romanında ise yazar, İslamiyet öncesi

dönemdeki Şaman kültüründen yola çıkarak insanın doğa ile ilişkisinin ve doğaya

karşı tavrının dününü vurgulayıp, bugününü anlatarak, ekolojik ve kültürel bağlamda

ortaya çıkan farklılıklara dikkat çekmektedir. Romanda, ataerkil düzenin kadın ve

doğa üzerindeki egemenliğine de özellikle değinilmekte, eleştiri getirilmektedir.

İstanbul’da geçen roman, küresel ısınma sorununu, XXI. yüzyılın en sıcak

günün yaşandığını sık sık belirterek okuyucuya aktarmaktadır. Türklerin

İslamiyet’ten önceki Şaman kültüründe görünen doğaya yaklaşımını, karakterleri

üzerinden yansıtan Uzuner’in romanında farklı mezhep ve kültürden insanların bir

arada olduğu görülür. Yazdığı yazılar ile çevre sorunlarını ele alan, ancak pek

tanınmamış bir gazeteci olan Defne Kaman’ın kaybolması ile birlikte komiser Ümit

Kaman kendini bir takım esrarengiz olayların, tek başına içinden çıkamadığı

şifrelerin arasında bulur. Defne Kaman kaleme aldığı yazılarında Türkiye’deki çevre

sorunlarını ve kadına şiddeti ele almaktadır. Hazırladığı bir yazı dizisinde şöyle

demektedir:

54

“Bu yazı dizisinde Karadeniz’de yapılacak HES’lere sadece deresini,

suyunu, hayatını ve gelecek nesilleri korumak için karşı çıkan köylülerle,

özellikle her biri Şaman geleneğimizin Umay Ninesi’nden izler taşıyan

köylü teyzelerle yaptığım röportajları okuyacaksınız.”57

Yazar, kendi coğrafyasının sorunlarını paylaşırken aslında küresel bağlamda

başka coğrafyalarda da ortaya çıkan sorunları anlatmaktadır. Hidroelektrik

santrallerin yapılacağı bölgelerin seçiminin önemini ve yanlış kararların hem tarımı

hem bölgede yaşayanları etkileyeceğini görmek mümkündür.

Öte yandan ailesinin uyumsuz olarak tanımladığı Defne’nin bu durumu,

aslında toplumda herkesin davrandığı gibi davranmamasından, farklı bir duyarlılığa

sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Uzuner ile yapılan bir röportajda uyumsuzluğu

yazar şöyle tanımlamaktadır:

“[…] herkesin çıldırmışçasına ihtiyacı olmayan şeyleri bile reklamların

kölesi olarak tükettiği, içinde ne olduğunu sorgulamadan yiyip içtiği,

yazarını veya konusunu bilmeden sadece ‘best seller’ diye kitap okuduğu,

kendine zaman ayırmak yerine ‘trend’ mekanlarda görünmeye çalıştığı bu

çağda, bütün bunlara karşı durabilmek cesaretiyle, sade ve sahici kalmaya

çalışmak ‘uyumsuz’luktur. Gazeteci Defne Kaman, kendi hayatını ve

bedenini ön plana çıkartıp, ünlü bir köşe yazarı olmak yerine memleketin

ve tabiatın sorunlarıyla ilgilenen sahici bir gazeteci olduğu için uyumsuz,

desem?...”58

Yusuf Has Hâcib’in Uygur alfabesi ile Türkçe yazdığı yapıtı, “Kutadgu

Bilig” üzerinden şifrelerin iletilmesi ile araştırmalarını bu yönde yürüten komiser

Ümit’in en büyük yardımcısı Sahaf Semahat’tir. Asıl adı Sema olan Semahat,

yaşadığı kentten kaçarak İstanbul’a gelmiş ve kedileri ile beraber kendine sahaf

57

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, Everest Yayınları, İstanbul, Mart 2012,

s.24. 58

Atabilen, E., İlk eko-feminist roman, Hürriyet Gazetesi, Keyif Eki, 01.04.2012.

55

olarak yeni bir yaşam kurmuştur. Hem giyimi hem tavırları ile kadınlığını ön plana

çıkarmaktan çekinen, kendini esnafa ve çevreye kabullendirmek için kadınsı

görünümünü bile siyah tişört ve kot pantolonların içinde gizleyen, bir nevi ataerkil

toplumun ezdiği kadını yansıtmaktadır. Bu anlamda, Kadıköy’ün sokaklarında ve

oradaki gerçek mekânlar arasında ilerleyen romanda, ezilen kadının sahaf

Semahat’in kimliğinde ortaya çıktığı söylenebilir. Diğer yandan komiser ve sevdiği

kız Tasvir mezhep farkları yüzünden ayrılmış ve Tasvir, ağabeyi ile ailesinin baskısı

sonucu Karadeniz’e gönderilmiştir. Tasvir’in intihara teşebbüsü sonucu “İnsanın

yaşamı mı mezhep farkı mı önemlidir?” ayrımında, Tasvir’in ailesi iki gencin bir

arada olmasına rıza göstermiştir. Bu noktada, “Sevginin gücü, evrenselliği ve

hoşgörü insanlar arası ilişkilerde esastır ve dinî kimlik farkının ortadan kalkması

bireylerin mutluluğu açısından önemlidir,” sonucuna varılabilir. Ekofeminist bakış

açısının da üstünde durduğu üzere, “İkili karşıtlıkları yıkmak için adımlar atılmalı,

farklı kimlikleri, grupları, tüm toplumsal cinsiyetleri kabul edip benimsemeli,

böylece daha demokratik bir anlayışa”59

sahip olunmalıdır. Komiser Ümit bir yandan

kendi yaşamındaki toplumun dayattığı yasakları aşmaya ve çözüm bulmaya

çalışırken bir yandan da kayıp gazeteciyi bulmaya uğraşmaktadır.

Komiser Ümit, Defne Kaman’ın günlüğü niteliğindeki ‘SU Kitabı’nı okuyup,

ipuçları elde etmeye çalışırken hem su ile ilgili rüyalar görmekte hem de elbisesinden

sular süzülen Defne Kaman’a rastlayıp bir takım şifreler almaktadır. Komiser

Defne’yi arama çalışmalarını sürdürdüğü sırada, iskele yakınında bıçaklanmış bir

yunus balığı bulunmuştur. Bu noktada, su ve suda yaşayan canlılara da dikkat

çekildiği görülmektedir. Yunus dostu olarak da bilinen yazarın, yapıtına neden su

59

Oppermann,S., Editör, Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, a.g.y., s. 184-185.

56

adını verdiğini ise şu satırlarda gözlemlemek mümkündür: “SU vardı. Başlangıçta

sadece SU vardı. Evvelce gök, ay, güneş, hava, ateş, toprak ve ağaç yoktu. Sadece

SU vardı. SU ebedî başlangıçtı ve ondan önce hiçbir canlı olmadı.”60

Şaman

geleneğinde her şeyin başlangıcının su ile olduğunun yorumundan hareketle yazar,

dörtleme olarak yazmayı planladığı ilk kitabı suya adamıştır. Olayları su ile

ilişkilendirerek anlatmakta, suyun Şaman kültüründeki yerine ve anlamına

değinmektedir. Antik dönem filozoflarından Thales’in görüşünde de her şeyin başını

ve kaynağını su olarak görme düşüncesi ve suyun önemi vurgulanır. Suda yaşayan

canlılara değinilerek, insanoğlunun hayvanlara verdiği zararlar, romanda iki günden

beri Kadıköy iskelesinde bulunan bıçaklanmış bir yunus balığının kurtarılması

çalışmaları ile beraber anlatılarak dünyadaki yunus balığı katliamları gündeme

getirilmektedir. Yunus balığı örneğinden yola çıkarak, insanoğlunun doğadaki

canlılara zarar vermesi aslında kendisini bu canlılardan üstün görmesinin üzücü bir

sonucudur.

Yunus balığının iyileştirilerek özgürlüğüne kavuşturulması ile Defne

Kaman’ın ortaya çıkıp özgürleşmesinin aynı döneme denk gelmesi arasında bir

paralellik gözlemlenmekte, yazar adeta doğadaki bir canlının kurtuluşunu kadının

kurtuluşu ile beraber ifade etmektedir.

Sonuç olarak, küresel ısınmayı, kadının şiddet görmesini, hayvan haklarını

yansıtan olay örgüsü içerisinde sınıf farkları, kadına ve doğaya yaklaşım özellikle

ekofeminist bir bakış açısıyla ele alınıp, İslamiyet öncesi Şaman kültürüne de

değinilerek, günümüzde doğaya insan merkezli bir yaklaşıma dikkat çekilmektedir.

60

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 77.

57

Son ırmak kuruduğunda, son ağaç

yok olduğunda, son balık

öldüğünde, beyaz adam paranın

yenilemeyen bir şey olduğunu

anlayacak.

Creek Kabilesi- Yerli deyişi

3.1. İnsan İlişkileri Bağlamında Doğaya Ekoeleştirel Yaklaşım: Doğaya Çevre

Merkezli ve İnsan Merkezli Bakış

İnsanı ve doğayı bir bütünün parçaları olarak ele alan ekoeleştiri, insanın

çevresindeki canlı ve cansız tüm varlıklarla iletişimi ile ortaya çıkan sosyal, kültürel

ve fiziksel değişimleri inceleyerek ekolojik bir bilinçlendirme yaratma görevi

üstlenmiştir. Öyle ki bilinçsiz ve aşırı tüketimden kaynaklanan, çevre ve ekolojik

sorunlar en yüksek boyutta, insanın yaptığı faaliyetler sonucu ortaya çıkmaktadır.

İnsanoğlu, ben merkezli bir tutumla hareket ettiği, doğayı kendisinin de içinde

olduğu bir bütün olarak görmediği sürece, kaynakları kendi amacına uygun olarak

hızla tüketmesi kaçınılmazdır. Benni’nin “Margherita Dolcevita” adlı yapıtında Del

Bene ailesinin, sadece kendi arzuları doğrultusunda, yeni evlerine taşınır taşınmaz

çevreyi düzenlemeye başlamaları böylesi bir yaklaşımın sonucudur. Temiz hava için

doğaya gelen aile, aslında çevresine zarar vererek yeni düzenlemeler yapmaya

başlamıştır. Yaptırdıkları küp görünümlü bina ile beraber çevrenin görüntüsü

değişme uğramış, aynı zamanda bahçedeki ağacı alerji yapıyor diye kestirmeleri,

yerine bahçeye ve evin içine yapma bitkiler koymaları, öncelikli olarak kendilerini

düşünüyor olduklarını göstermektedir. Bu noktada romandaki, insanların bencilce

yaklaşımı, Naess’in savunduğu doğada var olan her şeye saygı duyma ilkesinden çok

uzaktadır. Del Bene ailesinin doğadan uzak duruşu ve hatta doğaya zarar vermesi ile

58

beraber yalnızlaştığı da görülmektedir. Doğayı anlamak ve hissetmekten uzak olan

bu aile tamamen kendi öncelik ve arzularına yönelik bir yaşam kurmuşlardır.

Leo Marx’ın “Bahçedeki Makine”sinde61

arka bahçeye gelen makinenin

yarattığı değişimler gibi, burada da yeni kurulan küp biçimli ev ve onunla birlikte

gelen yenilikler, insanların yaşamlarında derin izler bırakacak değişimlere başlamış,

o çevrede bulunan insanların sosyal ilişkilerini bozarak, beraberinde

yalnızlaştırmıştır. Teknolojinin de insanları birbirlerine yakınlaştırırken aynı

zamanda uzaklaştırdığı görülmektedir.

Öte yandan doğaya değer veren, oradaki canlıların da yaşam hakkı olduğuna

inanan ve doğaya sevgi ile bakan bir yaklaşımı ise Margherita’nın tavırlarında açıkça

görmek mümkündür. Margherita, kendi ailesindeki diğer bireylerden ve yeni gelen

komşulardan farklı olarak çevreye çok daha duyarlı yaklaşmaktadır. Kesilen kavak

ağacının onun için bir değeri olduğunu ve köpeği Pisolo’nun insan gibi duygulara

sahip olduğunu düşünmesi onun bu duyarlılığının göstergesidir: “Kavak ağacı,

yerinden kalkamayan her iri canlı varlık gibi üzgün, yerde uzanmış yatıyordu.” 62

derken ağaç adeta insana özgü duyguları yansıtmaktadır.

Ekolojide her şeyin birbiriyle ilişkisi olduğunu söyleyen bütünsellik ilkesi

açısından bakıldığında, gerek Benni’nin gerek Uzuner’in yapıtında insanların doğaya

ben merkezli yaklaşımı doğadaki dengeleri bozmakta, besin zincirinde aradan eksilen

bir halkanın yarattığı etki gibi, birbirini olumsuz etkileyen zincirleme bir dizi olaya

neden olmaktadır. Del Bene ailesi bahçedeki ağacı kesmekle başlayıp, ardından

çayırı ilaçlatarak orada yaşayan böcek ve canlıların ölmesine, kimseye zararı

61

Turhanlı, H.,Bahçedeki Makine, Bir Gün Pazar Eki, 15.01.2006. 62

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 21.

59

olmayan çingenelerin evlerinden atılmasına, Margherita’nın ailesi ile arasının

bozulmasına ve herkesin mutlu giden ilişkisinin yitirilmesine neden olmuştur.

Doğa aşığı Margherita, yeni komşuların girişimi ile başlatılan çayırdaki

ilaçlamaya engel olmak ister ama başarılı olamaz, babası da onun sözlerini dinlemez:

“ - Burada çevremizdeki bütün yeşilliği dezenfekte edecekler. Hatta

birazdan sinekleri ilaçlamak için gelecekler.

- Hayır, baba, yalvarırım. [...] Çayırı zehirlemesinler. Sivrisinekleri ben

teker teker terliğimle öldürürüm. Kanımızın iyi olmadığına sinekleri ikna

ederim. Ama n’olur kimyasal pislikleri saçmalarına izin verme”.63

Kimyasal ilaçlama yapılarak hem bitkilere, hem oradaki canlılara zarar

verilmesi ve mahalleye yeni gelen komşuların kendi mekânlarını kurarken, çevreyi

kendilerine göre şekillendirmeleri, ben merkezli ve kendilerini doğanın, çevrenin

hakimi görüyor olduklarını yansıtmaktadır.

Naess’e göre, insanı zenginleştiren fiziksel ve sosyal çevresi ile olan

ilişkileridir. Yine Naess’in kişisel ve çevresel ilişkilerle ilgili olarak, “[...] İlişkilerin

tamamı oturduğumuz bölgeyle (biyo-bölge) ve o bölgeyi bizimle paylaşan insan,

bitki ve hayvanlarla kurduğumuz ilişkilerde yansır,”64

görüşünden hareketle Del

Bene’lerin hem fiziksel hem sosyal çevreleri ile olumsuz ilişkiler içinde oldukları,

doğayı ötekileştirdikleri açıkça görülmektedir.

İnsanın doğadan uzaklaşması ile aynı zamanda kendi içine kapanması ve

kendine odaklı yaşamasının, günümüzdeki yitirilen değerlerle beraber ifadesini,

Uzuner romanındaki aşağıdaki gibi aktarır:

63

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 30. 64

Tamkoç, G., Derleyen, Derin Ekoloji, a.g.y., s. 44.

60

“İnsanların birbirlerini kolayca ve çabucak yargıladığı, kimsenin

kimseye ayıracak vaktinin olmadığı, gözlerin sadece bayram etmek

için baktığı, dünyanın ‘körler ülkesi’ne dönüştüğü, acının ve

sevginin pazarlandığı zamanlarda yaşadığını fark etmek, hangi

yaşta olursa olsun, yaşlanmaya başlamaktır.”65

Her iki yapıtta doğaya insan eli değmeden önceki ve sonraki durumlara

dikkat çekildiği gözlemlenmektedir. Böylece doğada değişimin insana yansımaları,

insanın zaman içinde yaptıklarının ne şekilde değişime uğradığı görülmektedir.

Özellikle yeni binaların yapılması ve giderek betonlaşmanın artması yeşil alanların,

ağaçların yok olmasına neden olmaktadır.

Uzuner, Şaman kültüründe doğaya yaklaşım ile günümüzdeki yaklaşım

farklılıklarını aktararak bireylere, doğaya değer verilmesi yönünde mesajlar

iletmektedir. Şaman kültüründe doğadaki tüm canlı ve cansız varlıkların bir ruhu

olduğu inancından hareketle, insan ile doğadaki varlıklar eş değer görülür. Tüm

varlıklar doğanın bir parçasıdır. Uzuner’in romanında Komiser Ümit’in köyü olan

Kaman’daki yaşamın kent yaşamından farkı ortaya konmakta, insan ilişkilerinin bile

daha sıcak olduğuna işaret edilmektedir:

“Kaman’da her yaz ailesi ile yaptığı köy tatilleri çok güzeldi; tertemiz

hava, şeker gibi su, şimdi adına organik denen, mutlu tavukların sarısı

güneş renginde yumurtaları, mis kokulu meyve ve sebzeler, yoğurdun en

kaymaklısı, cacığın en sarımsaklısı, akrabaların sıcak dostluğu, iki abisi ve

köylü çocuklarla ormanda oynanan oyunlar, sesi güzel derede

serinlemeler... [...]”66

.

Hayvanlara davranış açısından bakıldığında ise Benni’nin yapıtında

Margherita’nın köpeği Pisolo ile Del Bene ailesinin köpeği Bozzo’ya ailelerin

65

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 21. 66

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 133.

61

yaklaşımları tamamen farklıdır. Bozzo bir bekçi köpeği olarak eğitilmekte, aile

içindeki değeri, görevini yapması gereken bir hayvan olmaktan öteye gitmemektedir.

Del Bene ailesinin ötekileştirdiği diğer varlıklar gibi, o da değer görmemekte,

bekçilik görevini yapmaktadır. Av konusunda dünya birinciliği olan Bozzo, Del

Bene’lerin yapay bitkilerden oluşan bahçesindeki köpek kulübesinde yaşamaktadır.

Pisolo ise çöplükte bir kutu içerisinde terkedilmiş bir yavru iken Margherita’nın

ailesine katılmış ve Margherita’nın en yakın dostlarından biri, onun arkadaşı

olmuştur. Margherita sık sık Pisolo ile konuşmakta, onu kucağına alıp sarılmakta

hiçbir çekince görmemektedir. Pisolo, rahatlıkla evin içine girip çıkmakta, ona aile

bireylerinden biri gibi davranılmaktadır. Margherita’nın en ufak böcekten çiçeğe,

Pisolo’dan Bozzo’ya, ağaçlara ve tüm canlılara değer verdiği görülmektedir. Aynı

şekilde Uzuner’in romanındaki kişiler, özellikle gazeteci Defne Kaman ve Sahaf

Semahat hayvan dostu olarak dikkat çekmektedir. Sahaf Semahat, hem dükkânında

iki kedi beslemekte hem de sokak kedilerine de yiyecek vererek, korumacı bir tutum

sergilemektedir. Kadıköy iskelesinde yaralı bulunan Yunus balığı ile Sahaf

Semahat’in kedileri, biri karada biri suda yaşayan gruptan olan hayvanlar olarak

yapıtta karşımıza çıkmaktadır. Böylelikle hayvanlara ve hayvan haklarına vurgu

yapılan anlatım içerisinde okuyucuya, tüm canlıların değerli olduğu düşüncesi

aşılanmaktadır.

Daha öncede değinildiği gibi, Uzuner, sık sık “21. yüzyılın en sıcak yazı”

diyerek özellikle küresel ısınmanın sonuçlarından birini hatırlatmaktadır. Küresel

ısınmaya ise, doğal afetlerin yanı sıra, büyük ölçüde egzoz ve sera gazları,

betonlaşma, yeşil alanların azalması gibi insan elinin değdiği faaliyetler neden

olmaktadır. İklim değişiklikleri, türlerin çeşitliliği, toprağın verimliliği, insanların

62

tüketim alışkanlıkları, denizlerdeki canlıların yaşamı gibi pek çok alan küresel

ısınma sonucu etkilenir. İnsan teknolojik ilerleme içerisindeki faaliyetleri ve aşırı

tüketimi ile doğaya en büyük zararı veren canlıdır.

Benni, yapıtında ben merkezli yaklaşımın insana ve doğaya etkileri üzerine

okuyucuyu düşünmeye davet eder ve böylesi bir yaklaşımın neden olacağı

olumsuzlukları gösterir. Uzuner’in yapıtında ise İslamiyet öncesi Türk toplumundaki

çevre merkezli tutum ve günümüz kültüründe Türk toplumunda dikkat çeken insan

merkezli yaklaşım ortaya konarak okuyucunun ekolojik sorunlar ve nedenleri

konusunda net bir fikir sahibi olmasının amaçlandığını söylemek mümkündür.

Sonuç olarak, her iki yapıtta ele alınan konular ve yaklaşımlar, insan

davranışları bağlamında, bireylere çevre bilinci açısından, insan merkezli yaklaşımın

olumsuz sonuçlarını yansıtarak, dünyanın karşı karşıya olduğu felâketlere dikkat

çekmektedir. Oppermann’ın belirttiği gibi, “İnsan olan ve olmayan tüm toplulukların

birbirleriyle olan ilişkilerini ‘anthropocentric’ (insan merkezci) olmayan bir bakışla”

inceleyen ekoeleştirinin bu ilkesi açısından ele alındığında, her iki yapıtın da

bireylere çevrelerine karşı duyarlılık ve doğaya bilinçli, duyarlı bir yaklaşımı

aktardığını söylemek mümkündür. İnsan doğanın bir parçası olduğuna göre ondan

uzaklaşması, doğayı ötekileştirmesi, aslında kendisinin ötekileşmesinin en büyük

nedenlerindendir.

63

Evren, kavrayışımıza daima

uysallıkla yanıt verir; ister yavaş

gidelim ister hızlı, yol bizim için

döşenmiştir. Öyleyse onu

yaşamımızı kavramada harcayalım.

H.David Thoreau

3.2. Yapıtlardaki Fiziksel ve Çevresel Mekânlar

Doğa kavramının romanlarda aktarıldığı çevrelere bakıldığında, iki yazarın

farklı bir anlatım tarzı izlerken, doğa betimlemelerinde gerçek hayvan ve bitki

isimlerini yansıttıkları, onları simgeleştirmedikleri görülmektedir. Bulut,

ekoeleştirinin en önemli konularından birini, “Doğanın yazınsal yapıtlarda nasıl

temsil edildiğini görmeye çalışırken, bu fikirlerin ‘ekolojik çevre görüşüyle uyuşup

uyuşmadığının saptanması’” olarak belirtir. Aynı zamanda insanın yaşadığı çevre,

evinin bulunduğu bölge, kişileri etkileyen faktörleri içinde barındırdığı için

önemlidir. Çevredeki sorunlar, insanların sosyal hayatlarını etkilemektedir. Bu

sorunlar, sadece etkilediği kişilerle bağımlı kalmayıp, toplumun tamamını

ilgilendiren sorunları oluşturmaktadır. İnsanlar mekân olarak benimsedikleri, ait

oldukları ya da sahiplendikleri yerleri korurlar, bu yerleri yaşamları için değerli

görürler. Göç alan yerleşim birimlerinde, yeni gelenlerin oluşturduğu çevrede,

ekonomik koşullara göre değişkenlik gösteren temizlik, eğitim ve sağlık sorunlarının

özünde göç edenlerin aidiyet duyguları da önemli rol oynamaktadır.

“Margherita Dolcevita”nın hikâyesi ilkbahar mevsiminde geçmektedir.

Doğanın yeniden uyandığı, doğadaki her bitkinin ve toprağın yeniden canlanıp hayat

64

bulduğu bir mevsimin zaman dilimi olarak alınması, yazarın yansıttığı karamsar

tablo içinde, değişime karşı var olan ümidinin ifadesi şeklinde değerlendirilebilir.

Çayırda yaşayan böcekler, kavak ağaçları ve polenler ilkbahar mevsimindeki

doğa tasvirinin parçalarıdır. Uzuner’in “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU”

romanında ise mevsimlerden yaz yaşanmaktadır. Üstelik yaşanan günün, Temmuz

ayının XXI. Yüzyıldaki en sıcak günü olduğunu romanında pek çok kez hatırlatan

yazar, okuyucunun dikkatini küresel ısınmanın iklim değişikliği üzerindeki önemli

bir etkisine çeker:

“İstanbul, bu temmuz şehre edepsizce zulmeden azgın bir yaza tamamen

teslim olmuştu.”67

“Daha yaz başlamadan, bunun İstanbul’un en sıcak yazı

olacağı söylentisi yayıldı şehre. [...] 21. Yüzyılın en sıcak yazının tam

ortasında bir gece [...]” 68

, “Ancak, 21. Yüzyılın en sıcak yazının tam

ortasında bir Perşembe öğleden sonra [...]”69

Mekân olarak, gerçek adresler ve yer isimleri göze çarpmaktadır. Yazar,

“[...]15 milyonluk, sürekli göç alan bir metropolün en büyük ilçelerinden Kadıköy”70

diyerek hikayenin geçmekte olduğu yeri özellikle belirterek hem büyük metropolü

vurgulamakta hem de kentlere göç sorununa işaret etmektedir. Gazeteci Defne

Kaman’ın Barış Manço isimli, bugün hâlâ kullanımda olan vapurda son kez

görülmesi ve ardından kaybolması ile eş zamanlı olarak Kadıköy iskelesine yaralı bir

Yunus balığı gelir. Kayıp gazeteciyi bulmak üzere çalışan komiser Ümit Kaman’ın

çalıştığı karakol da Kadıköy’dedir. Uzuner, mekânların detaylı betimlemesini

yaparak, okuyucuyu gerçek yerlerle tanıştırır:

67

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 1. 68

Ibid, s. 14-15. 69

Ibid, s. 53. 70

Ibid, s. 69.

65

“[...]limonata ve pastaları Kadıköylülerin damağında mutlaka iz bırakmış

Beyaz Fırın, bir zamanlar yazarların söyleşiler yaptığı Gençlik

Kitabevi’nin yeni sahibi Nezih, yeni açılan yabancı marka dükkânlara

canla başla direnen yerli malı iç çamaşırı ve elbise dükkânlarının eski usul

vitrinleri, dünyanın ve İstanbul’un her yerinde çoktan tarihe karışmış bir

iki saat tamircisi, [...]71

Kadıköy çarşısı içinden başlayıp Moda’ya kadar

uzanan güzergâhta birbirinden güzel ve gizemli onlarca sahaf dükkanı

varken neden Sahaf Semahat’e gitmişlerdi.”72

Her iki romanda olayların geçtiği yerlere bakıldığında, Uzuner, gerçek

mekânları fon olarak kullanır. Türkiye coğrafyasında görülen ekolojik sorunların

sadece adı geçen coğrafyanın bölgesel sorunları değil, tüm dünyayı ilgilendiren

küresel sorunlar olduğunu söylemek mümkündür. Yer adı verilerek anlatılan

mekânlar okuyucuya belirtilen yerlerle özdeşleşip, metni kişiselleştirdiğinde

sorunların yanı başında olduğunu görebilmesini sağlamaktadır. Benni ise, sadece

çevrenin detaylı betimlemesini yapar, bölge ve yer isimlerinin detayına girmez;

yaşanan yeri sınırlandırmayarak bunun okuyucunun tanıdığı veya aynı özellikleri

taşıyan herhangi bir yer olacağını düşünmesini sağlar. Dolayısıyla aktardığı tüketime

bağlı sorunlar, insanların televizyon bağımlılığı, bencil davranan insanın yaşadığı

çevreyi kendi arzularına göre değişime uğratması, yeni binalar yapılması uğruna

insanların evlerinden çıkarılarak başka yerlere gönderilmeleri, her okuyucunun

çevresinde karşılaşabileceği türden durumları işaret eder. Aynı şekilde, Slovic’in

editörlüğünü yaptığı “Wild Nevada”73

(Vahşi Nevada) adlı kitapta anlattığı, Reno’da

kırsal gezinti alanlarının yüksek gelirli kişilerce kapatılması, insanların buralara

erişimini engellemekte, doğal alan olmaktan çıkartmaktadır. Dolayısıyla Benni’nin

71

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 37. 72

Ibid, s. 32. 73

Slovic, S., Moore, R., (ed.), Wild Nevada, University of Nevada Press, Reno, 2005, s. 122.

66

adını koymadığı mekân, okuyucu tarafından dünyanın herhangi bir yerindeki alan

olarak da düşünülebilir ve sorunlar bölgesel olmaktan çok küresel sorunlardır.

İnsanın çevresini değişime uğratırken kültürel ve tarihî değerlerin korunması,

bir ülkenin, toplumun kültürel mirasının nesillere aktarılması açısından değer taşır.

Çevrede değişimler yapılması, sadece doğayı değil, insanın etkileşimde olduğu her

alanı değişime uğratır. Uzuner’in, yapıtında yansıttığı mekânlar içerisinde hâlâ

ayakta duran geçmişin izlerini taşıyan bir takım tarihi yerlere, şehir ile özdeşleşmiş

eski adreslere özellikle dikkat çektiğini söylemek mümkündür:

“[...] 230 yıllık tarihi Hacı Bekir lokumcusu ile Cumhuriyet’le yaşıt, edebiyatçıların

pastanesi Baylan’ın vitrinlerine severek ayrılınmış, eski bir sevgiliye bakar gibi

özlemle baktı.74

[...] Baylan Pastanesi, bayramlarda hâlâ lokum kuyrukları caddeye

taşan 230 yıllık Hacı Bekir Lokumcusu, 300 yıllık Surp Takavor Ermeni Kilisesi.”75

Diğer yandan insan, sağlıklı ve temiz bir dünya için yaşadığı mekânı, çevreyi

korumalı, temiz tutmalıdır. Çevre sorunlarından biri haline gelen çöpler büyük

metropollerin, göç alan yerleşim alanlarının önemli sorunlarından biridir. Uzuner’in

yapıtında çevresine duyarsızlaşan insanlara rastlanır:

“Bir futbol sahası büyüklüğündeki bol ağaçlıklı hastane bahçesinde ya hiç

çöp kutusu yoktu ya da o gün orada bulunanlar daha önce çöp kutusu diye

bir şeyi hiç görmemişti. Kendi çöpleri içinde hiç rahatsız olmadan oturan

insanlar, bu sırada bahçeye atmak üzere yeni çöpler üretmeye devam

ediyordu”.76

“Margherita Dolcevita”da ise insanların çevrelerini ne derece kirlettiğini,

Margherita’nın aşağıdaki aktarımında görmek mümkündür:

74

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 173. 75

Ibid, s. 37. 76

Ibid, s. 210.

67

“Geçen kış süresince, ırmak benden daha hızlı yaşlanmıştı. Atıklar onu

kusmuktan bir Akheron’a77

dönüştürmüştü. İnsanoğlunun tükürdüklerini ve

verdiği zararları taşıyordu. Su salyalaşmış ve iğrenç lekelerle kirlenmişti.

Kutular, plastik denizanaları, canavarlaşmış oyuncak bebekler, karınları

yukarı bakan balıklar yüzüyordu.[...] O ırmağa, daha birkaç yıl önce,

ellerimizle balık tutmaya gelirdik.”78

Hikayenin sonunda insanın yarattığı silahlarla kendine ve çevresine verdiği

zararlarla birlikte doğanın da artık insanların yaptıklarına dayanamadığı ve tepki

gösterdiği görülmektedir: “Irmak yağmurdan dolayı coşmuş, sürüklenen bir ağaç

kümesi, çamur ve atıklarla tıkanmıştı. İnsanoğlunun saldırılarına daha fazla

dayanamamıştı. Böylece yıkıntılar dehlizinde bir gölet oluşturarak ormanı istila

etmişti.”79

İnsanın çevresindeki alanlarda ve doğada oluşturduğu değişimler, doğadaki

bitki ve hayvan türlerini de etkilemekte, türlerin azalmasına neden olmaktadır.

İnsanların fiziksel çevrelerine olumsuz etkileri, “Margherita Dolcevita”da, Del Bene

ailesinin ağaçları kesmesi, çayırda ilaçlama yaptırması, bahçede toprağa delikler

açarak toprağı bile bozması olarak anlatılmaktadır. “Uyumsuz Defne Kaman’ın

Maceraları SU”da ise, insanoğlunun denizde yaşayan ve kendisine zararı olmayan bir

yunus balığını yaralaması, şehri beton binalarla doldurarak ağaçları yok etmesi,

dereleri hidroelektrik santrallere kurban ederek, doğaya verdiği zararlar ortaya

konmaktadır.

“[...] uyumak ve uyanmak ne iyi ne de kötü olduğumuz yegâne iki insanî

faaliyettir”80

diyen Margherita, insanın çevresi ile etkileşimde olduğu her anı iyi ya

77

Akheron : Yunan mitolojisinde acıyı ifade eden, katranlı cehennem ırmağı. 78

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 172. 79

ibid., s. 205. 80

İbid., s. 38.

68

da kötü olarak ayırmaktadır. Genç kız, insanın ateş ederken nefes alabileceğine, bir

hayvana zarar verebileceğine değinir. Sadece uyurken herkesin birbirine eş

olduğunu, görülen rüyânın önemi olmadığını söylerken, insanoğlunun her an

çevresine zarar verebilme potansiyeline sahip olduğunu vurgulamaktadır.

Her iki yapıtta, insanın fiziksel çevresi ve doğa ile olan ilişkisi aktarılırken,

attığı adımların sosyal, kültürel ve fiziksel çevrelerde meydana getirebileceği

değişiklikler yansıtılmıştır. Doğa, içinde barındırdığı insanlar, bitkiler, hayvanlar ve

tüm unsurları ile yaşamakta ve değişime uğramaktadır. Benni şehrin dışındaki kırsal

alana kurulu küçük bir yerleşim birimini, çayırdaki doğal yaşamı anlatırken,

Uzuner’in söz konusu romanında özellikle İstanbul’u ve küçük bir kesit olarak

Türkiye’nin diğer yörelerini ve kültürlerini hissetmek mümkündür. Komiser Ümit

Kaman’ın köyü, İstanbul ile kıyaslandığında yeşilin, kuş seslerinin, temiz havanın

bol olduğu bir yerdir. Ekoeleştiri bağlamında ele alındığında yaşanan yerler ve

fiziksel çevre yapıtlarda tüm gerçekliği ile okurlara sunulmakta, insanın çevresi ile

ilişkisi bir bütün içerisinde aktarılarak, verdiği zararlar konusunda bir farkındalık

oluşturulmaya çalışılmaktadır.

69

Bütün kitaplar, okuyucuları kadar

hissiz değildir, içinde

bulunduğumuz durumlara aynen

hitap eden kelimelerden oluşurlar.

H.David Thoreau

3.3. İki Yapıttaki Benzer ve Farklı Öğeler

Aydınlanma çağı ile beraber bilimin değer kazanması ve beraberinde getirdiği

sanayi devrimi doğadaki değişimlerin en hız kazandığı dönem olmuştur. Özellikle

sanayileşme dönemi sonrası doğal kaynakların kullanımı ile ortaya çıkan sorunlar ve

doğadaki değişimler yazarların çok daha fazla dikkatini çekmeye başlamıştır. Edebî

yapıtlarda doğa ve insan ilişkileri, yazarların, şairlerin kaygıları, özlemleri ile ifade

bulurlar. Çağdaş dönem yazarları tarafından biri İtalya’da, diğeri Türkiye’de ortaya

konmuş iki yapıttaki benzer ve farklı öğeler incelendiğinde, birinin kadın öğesini ön

plâna çıkararak daha bölgesel, diğerinin ise daha küresel bir tabloyu yansıttığı

gözlemlenmektedir. “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU” adlı yapıtta yer

isimleri ile coğrafi sınırlamalar oluşturulsa da sorunların tüm dünyayı ilgilendiren

sorunlar olduğu açıktır ve odağı insan olan yaklaşımların yarattığı tahribatın

geleceğimizi de tehdit etmekte olduğu hissedilmektedir. Özdağ’ın Slovic’den

aktardığı, “Çevreci eleştirmen dünyada gerçekten değişim yaratmaya yönelik yazdığı

için, kaleme aldığı yazıların yaşanılan coğrafyalara ait hikâyelerle birleşmesine

çalışır”81

ifadesinin yansıttığı üzere, hem Benni’nin hem Uzuner’in hikâyesinde

yaşadıkları coğrafya üzerinden küresel ekolojik sorunlara işaret ediyor olduklarını

belirtmek yanlış olmayacaktır.

81

Özdağ, U., Gökalp Alpaslan, G.G., Türkiyat Araştırmalarında Yeni Bir Alan: Çevreci Eleştiri,

3.Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu, 2010, 641-651.

70

Yazarların karakterlerin isimleri ile doğaya ve doğadaki varlıklara yaptıkları

çağrışımlar ortak özellikler olarak değerlendirilebilir. Okuyucu ve doğa arasındaki

ilk bağ isimlerle kurulmaktadır. “Margherita Dolcevita”da doğasever ve doğaya karşı

eşitlikçi bir yaklaşım içinde olan Margherita adını bir çiçekten almıştır: Papatya.

“Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU”da ise Şaman geleneğine yapılan

göndermelerin ekseninde doğaya duyarlı Defne Kaman, Umay Bayülgen, Ümit

Haydar Kaman, Aysu, Korkut Bayülgen isimleri ve soyadları ile okuyucuyu doğaya

yaklaştırmaktadır:

“Türkler Kadim gelenekleri olan Şamanlığa, Asya’da kullandığımız Ön-

Türkçede, Kamanlık, Şaman’a Kam veya Kaman derlermiş. Kamlar ya da

Kamanlar, her şeyden önce birer şifacı, yani ‘otacı’ denen, bitkilerle ilaç

yapan, nasıl desem, sanki o zamanın eczacılarıymış”.82

“Asya’da

konuşulan Ön-Türkçece ‘tengri’ dedikleri Gök Tanrılar ‘Bay Ülgen’ ve

tabiat anaları ‘Umay’ ile aralarında bir çeşit tercüman olan Kamlar,

toplulukların bilgesi, eczacısı, şifacısı, şairi, yani kıymetlisiymiş”.83

Aynı aileye mensup olmayan, hatta ayrı mezheplerden olmalarına karşın

Defne ve Komiser Ümit tesadüfen aynı soyadına sahiptir. İsimlerin yaptığı

çağrışımlar sürekli olarak okuyucuya Şamanizmi ve onun beraberinde doğa ile

insanın eşdeğer görüldüğü dönemin doğaya bakış açısını hatırlatmaktadır. Uzuner,

doğa ile insanın ilişkisine dikkat çekmek ve insan merkezli yaklaşım ile doğaya

saygılı bir yaklaşımın ayrımını vurgulamak açısından Türklerin, tek tanrılı dinlere

geçişten önceki dönemde görülen Şamanlık geleneğindeki doğa sevgisini

karakterlerinin isimleri ile özdeşleştirerek yansıtmaktadır.

82

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 56. 83

Ibid., s. 62.

71

Benni’nin yapıtında ise isimlerin seçiminde ironik bir yaklaşım gözlenir.

Doğaya ters düşen, kendi çıkarları için onu istediği gibi şekillendirme çabasında olan

ailenin soyadı, davranışları ile tezat oluşturmaktadır. “Del Bene” soyadı Türkçeye

çevrildiğinde “İyilik” anlamına gelmektedir. Bu aile soyadlarına uygun olmayacak

tarzda, doğaya ve çevrelerine olumsuz yansıyacak davranışlar sergilemektedir.

Ailenin kendisi ile uyumsuz olan soyadından başka, iyi sıfatını hak edebilecek

davranış ve tutumuna anlatım boyunca rastlanmaz. Margherita’nın babasının, yeni

komşularla tanıştıktan sonra ailesine gözlemlerini aktarırken belirttiği, yeni gelen

komşuların şehirden uzaklaşma nedenleri ile evdeki bitkilerin durumu arasında

tezatlık bulunmaktadır:

“Evin hanımı Lenora, şehirde büyük bir kaos olduğundan dolayı onun ve

eşinin sakinliğe, yeşile ve doğaya ihtiyaçları olduğunu, buraya taşındıkları

için ne kadar mutlu olduklarını anlattı. Evin içi yapma bitkilerle dolu.[...]

Hatta bahçedeki kavak ağaçları bile yapay, gerçek ağacı polene alerjileri

olduğundan kestiler.”84

Aynı çelişkili durum, Margherita’nın kardeşi Giacinto’nun ismi ile

davranışları arasında da görülmektedir. “Giacinto” Türkçe çevirisi ile “sümbül”

anlamına gelmektedir. Sümbül mitolojide Tanrı Apollo’nun çok sevdiği, fakat

yanlışlıkla ölümüne sebep olduğu yakın dostudur. Doğadan gelen bir isimle

adlandırılmasına ve okuyucuya doğayı çağrıştırmasına rağmen babasının ve Frido

Del Bene’nin etkisi altına girer, doğaya zarar veren grubun yanında yer alır.

Mitolojideki Sümbül gibi hikâyenin sonunda Giacinto’da ölmektedir. Margherita on

sekiz yaşındaki kardeşi Giacinto’yu, “Aşkta mutlu veya mutsuz olsun fark etmez, bir

betonyer gibi yemek yer. Ekolojik dünya görüşü insanı korkutur: ‘mısır unlu

84

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 29.

72

pandaizm’ yani dünyada kalan türünün son örneği olsa bile bir pandayı mısır unu ile

yiyebilir.”85

diye anlatmaktadır.

Margherita babasını tanıtırken, dünyanın gidişatı ve kendi arzularını da

paylaşır, aslında dünyada nelerin düzeltilmesi gerektiğine, eksik olanın neler

olduğuna dair ipuçları da vermektedir:

“Babamın sihirli bir araç-gereç kutusu var. İnsanoğlunun Yeryüzünün

efendisi olarak yaratıldığını söylüyor. Ama, temel eşyalarından biri eksik:

yeryüzünü yeniden düzeltmek için bir araç-gereç çantası. Ah, keşke yanlış

fikirleri sökmek için bir kerpeten, iyi düşünceleri perçinlemek için bir

çekiç, aşkı ebediyen sağlamlaştırmak için bir İngiliz anahtarı ve geçmişi

kesip atmak için bir testere olsaydı!”86

Margherita’nın ve Defne Kaman’ın doğaya sevgisi ve çevre duyarlılığı

bakımından her iki yapıtta okuyucuya derin mesajlar ilettikleri ve duruşları,

yaklaşımları ile örnek modeller oluşturduklarını söylemek mümkündür. Benni,

Margherita’nın eğitici konuşmalarında ve görüşlerinde okuyucuya çevre sorunları,

hayvanlara yaklaşım, tüketim alışkanlıkları ve doğa konusunda bir farkındalık

aktarmakta, kendi yazar kimliğini ve cinsiyetini ise belli etmemektedir. Erkek bir

yazarın, dişi bir karakter üzerinden doğayı ele alışı dikkat çekmektedir. Uzuner’in

kahramanlarında ve anlatımında ise hem yazarın cinsiyetine hem de kadına, kadının

ezilmesine, toplumdaki konumuna, kadın sorunlarına vurgu yapılmakta, coğrafya

olarak Türkiye’de yaşanan gerçekler yansıtılmaktadır. Ekofeminist görüşler

çerçevesinde bir değerlendirme yapıldığında, Uzuner’in yapıtında ataerkil düzene

geçiş sonrası kadına ve doğaya karşı tutumda değişimler olduğu, Şamanizm kültürü

ve onun izinde bugüne uzanan farklılıklar ortaya konarak aktarılmaktadır. Defne

85

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 17. 86

Ibid., s. 16.

73

Kaman özgür, erkeğin egemenliğine baş eğmeyen, çevreci, hayvan haklarını

koruyan, doğa sever, araştırmacı, eylemci ve kadın sorunlarına eğilen bir gazetecidir.

Defne Kaman, araştırma ve çalışmalarında özellikle kadın sorunlarına eğilmektedir.

Kardeşi Aysu’nun, “Nedir bu Defne’nin kadına karşı şiddet konusundaki takıntısı,

nedir bunun kadın sorunları saplantısı? Yani Defne’ye göre her şeyin ama her şeyin

ortasından illâki cinsiyetçilik ve toplumsal cinsiyet sorunu geçer!”87

diye konuşması,

Defne’nin kimliği ve duruşunu açıklamaktadır. Defne’nin ortadan kaybolmasının,

daha doğru bir ifade ile saklanmasının nedeni yine karısını öldürmüş olan bir

kocadan almış olduğu tehdittir. Ancak bu kişi yakalandıktan sonra Defne ortaya

çıkabilmiştir. Kadının da doğa gibi erkek egemen güç tarafından baskı altına

alınması, ezilmesi ise Uzuner’in ekofeminist bir bakış açısıyla anlatımına

yansımıştır:

“Biliyorsunuz, ülkemizde boşadıkları karıları sığınma evinde kalan eski

kocalar çok tehlikeli olabiliyorlar. Kadın cinayetlerinde dünya

üçüncüsüyüz galiba...”88

“Kadınlara yapılan zulüm karşısında benim gibi,

sinip saklanmayan bu kadının sesi de boğulmaz! İnşallah herkesten daha

ilerici, liberal, demokrat her ne püsürse mangalda kül bırakmayan erkekler,

sadece kadın olduğu için ona arkasını dönmez !”89

Kadınların artık en zorlu işlerde bile kullanılıyor olmaları, yazarın üzerinde

durduğu bir diğer nokta olarak değerlendirilebilir. Kadının kendi rızası dışında, ona

bunu yaptıran gücün erkek olduğunun üstü kapalı ifadesi Uzuner’in, “Kadınların da

intihar bombacısı olarak kullanıldığı bu yüzyılda [...]”90

deyişinde görülmektedir.

87

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 9. 88

Ibid., s. 9. 89

Ibid., s. 148. 90

Ibid., s. 38.

74

Oppermann’ın belirttiği, “Ekofeminizme göre kadınlar, beyaz olmayan ırklar

ve yoksullar ötekileştirilip baskı altında tutuldukları sürece, doğa, kadınlar ve insan

olmayan canlılar üzerinde kurulan hegemonya etkili olmaya devam edecektir”91

görüşüne dayanarak, ancak baskılar karşısında Defne Kaman gibi eğilmeyen kadınlar

sayesinde hegemonya ortadan kalkabilecektir. Defne Kaman’ın geleneksel bir duruş

sergilemeyen kimliğinde bu mücadeleci kadın örneğini görmek mümkündür. Öte

yandan, ataerkil toplumdaki erkeği kısmen yansıtan komiser Ümit için Defne

Kaman’ın duruşu aykırıdır. Toplum ve çevre, insanların yaşadığı bölgeden aldıkları

gelenek ve kültürel miras, bireylerin hem kadınlara hem kendi cinsine yaklaşımında

belirleyici bir etken olmaktadır. Komiser Ümit, İstanbul gibi büyük bir metropolde

yaşamasına rağmen kendi gelenekleri bağlamında erkeğe boyun eğmeyen, özgürce

hareket eden kadının istenmeyeceğini şu sözleriyle hissettirmektedir: “Evliyken

birilerini takip için, ‘ben bilmediğim bir yere giden otobüse bindim,’ diye telefon

edermiş kocasına... ‘Kim ister böyle bir eş?’ diye yüzünü buruşturdu. Onun Tasvir’i

asla böyle tuhaflıklar yapmaz, o gerçekten ‘evinin kadını’ olurdu kuşkusuz.”92

Kadın ve doğanın sömürüsünü aynı koşutlukta ele alan ekofeminist görüş

çerçevesinde, Marmara Denizinde yaralı bulunan Yunus balığının özgürlüğüne

kavuşması ile Defne Kaman’ın ortaya çıkarak özgürlüğüne kavuşması eş zamanlı

olmaktadır.

Kadının ekofeminist görüş çerçevesinde doğaya yakınlığı, hem Şaman

kültüründeki izlerde hem yunus balığının kurtarılması sırasında bir erkek yerine

91

Oppermann, S., Editör, Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, a.g.y., s. 47. 92

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 36.

75

Sahaf Semahat ile kurduğu iletişimde gözlemlenmektedir. Kadını odak alan

yaklaşım tüm yapıt boyunca görülmektedir:

“Akıl, tek bir cinsiyete bırakılmayacak kadar önemlidir. Hem erkekler de

dahil, bütün insanlık zekâsını anneden alır; sonunda genetikçiler de artık

ispatladı bunu ha!”93

“Dünyanın merkezi tabiattır ve o da kadındır! Bunu

bilmeyenler ahmaktır!”94

Diğer yandan yazarın, Nevşehir’den ayrılarak İstanbul’a yerleşme nedenini

belirtmediği Semahat, sahaflık yapmakta ve kendini bulunduğu çevre içinde kabul

ettirebilmek için kadın kimliğini ve görünüşünü dikkat çekmeyecek giysilerin ardına

gizlemektedir. Ataerkil toplumun baskıcı dayatmalarını ve bu durumun kadının

toplum içindeki davranışını nasıl etkilediğini Semahat’de görmek mümkündür:

“[...] Semahat, kendisini erkek kültürü içinde kabul ettirebilmek için çok

uğraşmak zorunda kalmıştı. [...] Şimdi otuzlarının sonunda hâlâ genç bir

kadın olan Semahat, komşu esnafın güven ve saygısını kazanmak için önce

onlara kadın olduğunu unutturacak şekilde giyinmenin, yaşından büyük,

anaç tavır takınmanın ve hayatına koca veya ağabey dışında bir erkek

sokmaması gerektiğini bu kültürde yaşayan her kadın gibi içgüdüleriyle

algılamıştı”.95

Benni’nin “Margherita Dolcevita”sına ekofeminist eleştiri penceresinden

bakıldığında, kadın – doğa ilişkisi “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU”daki

gibi vurgulanmamıştır. Yazar daha çok tüm insanları etkileyen ekolojik sorunlara,

tüketim çılgınlığına, insanların teknoloji merakına ve doğaya yabancılaşan insanların

sosyal ilişkilerinin bozulmasına odaklanmıştır. Kadına şiddet olarak

değerlendirilebilecek tek unsur Margherita’nın babasından yediği tokattır. Sadece bir

kez yaşanan bu olay tekrar etmemiştir.

93

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 198. 94

Ibid., s. 119 95

Ibid., s. 170.

76

Margherita’nın babasının yeni gelen komşu ile ortak iş yapmaya başladıktan

sonra ailesi ile ilişkilerindeki değişim ve zayıflama belirgin biçimde

gözlemlenmektedir. Hem kızına hem karısına olmak üzere toplamda sadece iki kez

şiddet dolu davranışlara yöneldiği görülür. Doğaya karşı duyarsızlaşan babanın,

öfkeye kapılması, yavaş yavaş kadınlara da şiddet uygular duruma geçmesi

kanımızca ekofeminizmin doğa ve kadını eş zamanlı tahakküm altına alması

görüşünü de yansıtır: “Kahretsin Emma, orada televizyonun önünde dikilip durmayı

bırak ve beni dinle! Yoksa kızının geçenlerde yediği tokat bugün sana gelecek!”96

Romanın on dokuzuncu bölümünde ise, Margherita kulübeye gittiğinde,

babasının ve Frido Del Bene’nin silahlarla ilgili bir iş çevirdiğini keşfeder. O daha

içeride iken, kulübenin kapısı açılır. İçeri giren Frido, Giacinto ve Fedele’nin

siluetini gördüğünde, Margherita’nın gözünde canlanan gelecek, kadınların olmadığı,

erkeklerin silahlarla donandığı bir gelecektir. Savaşa ve savaşın yıkıcı gücüne, adeta

savaşın içinde kadınların olmamasına dikkat çekmektedir: “Kadınsız erkekler, silahlı

ve güçlü. Geleceğin ırkı.”97

Erkeğin egemen olduğu toplumdaki kadın ayrımcılığını, daha geniş

perspektifte tüm ırk, cinsiyet, sınıf, farklılıklarını ortadan kaldırmayı, hayvan

haklarını ve kadın haklarını savunan bir yaklaşımı ekolojik sorunlar çerçevesinde

yansıtan ekofeminizm düşüncesinin penceresinden bakıldığında, Uzuner’in

yapıtında kadın/erkek ikiliği ve düalist düşüncenin önemle üzerinde durulduğu

görülmektedir. Gaard’ın cinsiyet ayrımcılığı açısından, feminist ekoeleştiri

96

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 170. 97

Ibid., s. 192.

77

bağlamında ele aldığı araştırmasına göre, sosyal konumu gereği kadın küresel ısınma

ve doğal afetlerden, ayrımcılık ve yoksulluktan ileri boyutta etkilenen taraftır.98

“Margherita Dolcevita”da vurgulanmayan fakat Uzuner’in yapıtında üzerinde

sıkça durularak belirtilen ve hatırlatılan, “21.yüzyılın en sıcak” gününün yaşanıyor

olduğu gerçeği, küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri sorununu dile

getirmektedir. Gaard’ın da belirttiği üzere, ekoeleştirmenlerin görevi, eğitimciler

olarak edebiyat ile güncel çevre sorunlarına ve çözümlerine çalışmaları ile ışık

tutmaktır.

Hayvanlara yaklaşım açısından yapıtlara bakıldığında, “Margherita

Dolcevita”da hayvanların insanlaştırılmış olduğu ve neredeyse Margherita’nın hepsi

ile konuştuğu, onlara insan gibi davrandığı görülür. Hayvanlara karşı sevecen,

korumacı bir yaklaşım içindedir. Köpeği Pisolo aileden biri gibidir ve sürekli onunla

konuşur: “- Pisolo, Pisolo, komşularımız olacak. Hafif nemli kokusuna aldırmayarak,

onu kucağıma aldım ve birlikte küçük masal dünyamıza baktık.”99

Çayırdaki

ilaçlamadan sonra Margherita, bir kelebeğin onu yönlendirmesi sayesinde daha

ölmemiş bir cırcır böceğini bulur ve ona suni teneffüs yaptırır: “Henüz canlı bir cırcır

böceğiydi. Ona suni teneffüs yapmaya başladım: arka ayaklarını nazikçe tuttum ve

bisiklet pedalını çevirme hareketini yaptırdım.”100

Labella ile konuşup yanından

ayrılırken bu kez bir arıdan şu şekilde bahseder: “Kağıttan zambağa doğru uçan bir

arıya baktım. İçine girdi ve iğrenerek çıktı. Bana vızıldayarak, ‘Bal yapıyorum,

gazetecilik değil’ dedi”.101

Del Bene ailesinde ise ne doğadaki böceklere ne

98

Oppermann, S., Özdağ, U., Özkan, N., Slovic, S. (Ed.) The Future of Ecocriticism: New Horizons,

Cambridge Scholars Publishing, 2011, s. 53. 99

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 10. 100

Ibid., s. 33. 101

Ibid., s. 49.

78

evlerinde onlara bekçilik yapan köpekleri Bozzo’ya karşı sevecen bir tutum vardır.

Del Bene’ler doğadan ve doğa sevgisinden tamamen uzak bireylerdir. Hatta

evlerindeki tablo bile görüntüsü ile onların doğaya yabani yaklaşımlarını

yansıtmaktadır: “Duvarda sadece kocaman ve yuvarlak bir tablo vardı: pençeleri

arasında ufak bir hayvanı tutan kartal ve bir yazı.”102

İster bir böcek olsun, ister bir

köpek, Margherita doğadaki her canlının ayrı bir değeri ve doğayı oluşturan

çeşitliliğin bir parçası olduğunu okuyucuya hissettirmektedir.

İlaçlamaya rağmen çayırdaki kimi canlıların hayata tutunması ile “Uyumsuz

Defne Kaman’ın Maceraları SU”da yunus balığının insan tarafından yaralanmasının

ardından hayata tutunarak kurtulması, ortak bir yön olarak görülmektedir. Uzuner,

Marmara Denizi’nde yaralanan ve ardından iyileşerek özgürlüğüne kavuşan yunus

balığı üzerinden, tüm dünyada yunus balıklarının gösteri amaçlı kullanılmaları ve

doğal yaşam alanlarından uzaklaştırılmaları sorununu dile getirmektedir:

“Ağzının doğal yapısı yüzünden yunus, daima sevinçli bir hayvan sanılsa

da, şimdi sahiden mutlu olduğu belliydi. Çünkü özgürdü. Yunus

parklarında sadece para için robot gibi kullanılan, sonra da havuzlardaki

yüksek ses dalgaları ve yaşadıkları esaret yüzünden intihar ederek ölen

yüzlerce akrabası gibi zorla değil, kendi isteğiyle ve engin denizde

yüzüyordu.”103

Yunus balıkları duyguları ile var olan canlılar olarak görülmekte, insanın kendilerine

yaptığı kötülüğü bilmektedir: “O şimdi, bir insanın kendisine kötülük yaptığını

bildiği için bir hayal kırıklığı yaşıyor. Yunuslar duyguları çok gelişmiş memelilerdir.

Kalpleri kolay kırılır ve belki de bunu saklamak için ağızları gülüyormuş gibi

102

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 124. 103

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 265.

79

yaratılmıştır.”104

Dolayısıyla insan gibi duyguları olan canlılar olarak tanımlanarak,

adeta insanlaştırıldıklarını söylemek mümkündür. Öte yandan sıkça karşılaşılan bir

diğer hayvan türü kedilerdir. Kedilerin insanlara yakınlığı ve hassasiyetleri şu şekilde

ifade edilmektedir: “[...] Sahaf Semahat’in bacaklarına süründü. Kedi böyle yaparak

sahibesini yatıştırmaya çalışıyordu. Onu açık tek gözüyle izleyen öbür kedi de, biraz

gönülsüzce, sepetinden çıkıp, arkadaşını taklit etti.”105

Kedi sevgisinde hayvanlara

duyarlı ve düşünceli yaklaşımı, okuyucuya sokak hayvanlarına, onların yaşam

haklarına dair bir mesaj iletmektedir: “Semahat, kitapçı dükkânının önünü sulamış,

sokak kedileri için kapısının önüne koyduğu yoğurt kutularına kuru mama ve bol su

doldurmuştu”.106

Yapıtta gazeteci Defne Kaman’ın ilgilendiği konular aktarılırken Türkiye’nin

güncel ekolojik ve çevresel sorunları dile getirilmektedir. Komiser Ümit, gazeteci

hakkında bilgi edinirken onun hangi konularda yazdığı şöyle aktarılmaktadır:

“Defne Kaman’ın Türkiye’de giderek sayısı artan kadın cinayetleri, çocuk

gelinler, sendikasız işçilerin sorunları gibi konuların yanı sıra, Türkiye’de

türleri tehlikede olan balina, yunus, lüfer, kartal, kelaynak, yılkı atı,

Akdeniz foku, telli turna, Anadolu parsı, susamurları, karçiçeği, orkide ve

kardelen gibi canlıların korunması üzerine yoğunlaşan yazılarının

başlıklarına göz atan Ümit Kaman [...].”107

Dolayısıyla Uzuner’in yapıtında küresel ısınma, türlerin yok olması gibi tüm

dünyanın karşı karşıya olduğu ekolojik sorunların yanı sıra, Türkiye’de yaşanan

sorunları ele aldığı, bu sorunların sesini duyurduğu görülmektedir. Benni ise, İtalyan

104

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 181. 105

Ibid., s. 265. 106

Ibid., s. 109. 107

Ibid., s. 19.

80

toplumuna getirdiği eleştiri ile birlikte, günümüzün güncel çevre sorunlarını ve

insanın doğaya yaklaşımını daha genel çerçevede algılanacak şekilde yansıtmaktadır.

Her iki yapıtta da cinsiyet, din, mezhep ve ırk farklılıklarının ele alındığı

dikkat çekmektedir. Uzuner’in yapıtında mezhep farkından dolayı ailelerinin

evlenmesine izin vermediği alevi komiser Ümit ve sünni Tasvir’in birlikteliğine

aileleri ancak Tasvir intihar girişiminde bulunduktan sonra onay verir. “Margherita

Dolcevita”da, Del Bene ailesinin çayırda yaşayan çingeneleri kovması, sadece

doğaya karşı değil, toplumsal sınıf olarak kendilerinden aşağı gördükleri insanlara da

acımasızca davrandığını ortaya koymaktadır. Doğa, Del Bene ailesi tarafından hem

insanlığa ve hem dünyaya zarar verecek olan savaş araç ve gereçlerinin kullanımının

öğretileceği bir merkez oluşturulmak üzere tahrip edilmektedir. Frido Del Bene

yaptıkları işleri ve neden yaptıklarını Margherita’ya anlatırken, çayırdaki çingeneyi

ve son kalan çiftçiyi neden kovduklarını açıklar: “Oturma izni olmayan çingeneleri,

graffiticileri, serserileri ve hırsızları kovduk ve kovmayada devam edeceğiz. Bu

alanda yeni savaş teknolojileri eğitim ve talim merkezi kurulacak. Camp Pear.”108

Del Bene ailesi davranışlarıyla, toplumsal ekolojinin savunucusu Bookchin’in

sınıfsal farklar ve hiyerarşik düzenin bir altındaki sınıfa uyguladığı baskılar ortadan

kalkmadığı sürece ekolojik sorunların devam edeceği görüşünü hatırlatmaktadır.

Benni’ye göre, yeryüzüne zarar verenlerin başına olmadık işler gelecektir ve

savaşlara asıl neden olan politikacılardır. Öte yandan, savaş doğayı yok eden en

önemli etmenlerdendir.109

108

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 195. 109

Parlak Temel, Ö., Ekoeleştiri Kuramı Işığında Stefano Benni’nin ‘Margherita Dolcevita’ ve

‘Terra’ Adlı Eserlerinde Vurguladığı Doğa Öğesi ve Yazarın Çevreci Düşünceleri, Ankara, A.Ü.

Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, 2010, s. 80 - 81.

81

Del Bene ailesi şehrin karmaşasından kaçarak doğaya geldiklerini ifade

ederken söyledikleri ile yaptıkları farklıdır. Ağaçları keserler, çayırda ilaçlama

yaptırırlar, doğal yeşil ortamı soluyup, yaşamak varken çevrelerini yapay bitkilerle

donatırlar. Benni'nin ironik bir şekilde yansıttığı bu çelişkili durum, insanın çevreyi

yadsıyarak bencilce davranışlarını anlatırken bireyleri betonlaşan bir dünyada aslında

kendi davranışlarını düşünmeye sevk etmektedir. Günümüzde pek çok yeşil alan,

daha lüks, güvenliği daha yüksek konutların inşası için yok edilmektedir. Sadece

vicdanen rahatlama sağlayabilecek birkaç fidanın dikilmesi, ne yok olan verimli

toprakları geri getirebilir, ne de dünyamızın akciğerleri olan ağaçları, ormanları eski

haline döndürebilir. “Margherita Dolcevita”da ilk olarak inşa edilen Del Bene

ailesinin evi, ardından uzakta yapılmaya başlanan aynı tarz diğer evler ve savaş

malzemeleri eğitim merkezinin kurulacak olması, insanoğlunun kendi güvenliğini

sağlamak bahanesiyle, daha da büyük yıkımları getirecek olan savaşa yaptığı yıkıcı

yatırımı gözler önüne sermektedir.

Uzuner'in yapıtında, büyük bir metropol olan İstanbul'daki betonlaşma, yeşil

alanların yok olması sorunlarına dikkat çekildiği görülmektedir: “Koşuyolu’nun

simgesi, yemyeşil bahçeli evleri ve çocuk parklarını yıkıp yerlerine kupkuru

otoparklarla çevrilmiş çirkin beton bloklarla dolduran zevksiz ve açgözlü zihniyete

kızmayı unuttu bu defa.”110

Kent ve kırsal alanlar arasındaki farkları yazar, komiser

Ümit’in köyüne özleminde aktarır:

“Köydeki yaşıtları kuşların cinslerini seslerine göre bir çırpıda tanırken, o

daha herhangi bir kuş sesini duymaya hasretti. Koşuyolu’ndaki binlerce

ağacın kesilip yerine beton bloklar dikilmesine karşın, hâlâ birkaç kuş

belki eski alışkanlıkla buralara gelmiş ve ötüyordu. Bazen bir kuş sesi bile

110

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 70.

82

hayatın yaşamaya değer, alınan her nefesin ümit dolu olduğunu

hatırlatmaya yeter.”111

Bulut’un, “İnsanın fiziksel çevresiyle olan ilişkilerini tekrar gözden geçirme

olanağı sağlayarak ekolojik bilinçlendirme oluşturmak ve bu yolla doğanın kötü

muameleye maruz kalıp bilinçsizce yok edilmesini önlemek, ekoeleştirel düşünceye

göre edebiyatın en önde gelen temel amacı olmalıdır,”112

görüşünden hareketle, her

iki yapıtta okuyucunun kendisini özdeşleştirerek sorgulayabileceği davranışlar,

empati kurabileceği karakterler, üzerinde düşünerek çözüme nasıl katkıda

bulanabileceğine çağrı yapan çevre ile doğaya ait mesajlar bulunduğunu söylemek

mümkündür.

Her iki yapıtta ele alınan ve özellikle Benni'de vurgulanan Margherita'nın

tüketimin pençesine düşen ailesi, aynı Thoreau'nun belirttiği gibi, “zaruri değil lüks

ihtiyaçların yoksunluğundan”113

acı çekmeye başlarlar. Lüks ihtiyaçlarla onları yeni

gelen, maddi yönden refah içinde olan komşuları tanıştırıp, akıllarını çelmeye

başlamadan önce huzurlu olan hayatları tamamen altüst olur. TV bağımlısı olan anne

Emma’nın, yeni komşunun aklını çelmesi ile saç modelinden yüzüne botoks

yaptırmaya kadar değişime uğradığı görülür. Bu arada kızı ile olan ilişkisinde de

kitabın ilk sayfalarında yansıyan sıcak iletişim, gitgide azalarak yok olmaya başlar.

Baba Fausto, sakin bir şekilde ailesi ile huzur içinde emeklilik günlerini yaşarken,

Del Bene ailesinin etkisine girerek, daha fazla kazanç için çabalar. Henüz on dört

buçuk yaşındaki, kalbinde ufak bir rahatsızlık olan Margherita’nın dünyası ise henüz

tüketimin pençesine düşmemiştir. Benni, genç bir karakter kullanarak tüketim

111

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 85. 112

Bulut, D.,, Çevre ve Edebiyat: Yeni Bir Yazın Kuramı Olarak Ekoeleştiri, Littera 2005,

C. 17., s. 79-86. 113

Thoreau, H. D., Doğal Yaşam ve Başkaldırı, a.g.y., s. 75.

83

hastalığı ile kirlenmemiş bir bakış açısı sunar okuyucuya. Margherita’nın bilgece

yaptığı yorumlar ve konuşmaları öğretici mesajlar içermekte, kendini özgürce ifade

etmesi, hayata esprili yaklaşımı olayları aktarmadaki gözlemleri okuyucunun ilgisini

sürekli canlı tutmaktadır. Onun kirlenmemiş dünyasında hayatta gerekli olandan

fazlasına ihtiyaç duymadığı görülür. Margherita’nın düşünceleri Thoreau’nun sade

yaşama yaptığı çağrı gibidir, adeta. Annesinin hava temizleme cihazını aldığında

kampanya içinde bedava verilen dev ekran televizyonu almak istemesine Margherita

karşı çıkar:

“Anne demek istediğim bu TV için boşa harcanan para. Sonra kendime

yıllar önce kutusuyla beraber otuz altı renk kuru boya hediye aldırdığımı

hatırladım. Gereksiz mor renginin, bozkır sarısının, fildişi beyazının ve

bakla yeşilinin on farklı tonuyla ne yapacaktım ki? Hiçbir şey: onlara

bakmaktan keyif alıyordum. Sonunda hepsini yoksul çocuklara hediye

ettim.” 114

Tüketim toplumuna ve modern çağın pazarlama yöntemlerinin albenisine,

sosyal çevrede bulunan insanların da dayatması ile bireylerin ne denli kapıldığını

Margherita’nın annesi Emma’da gözlemlemek mümkündür. Hava temizleme cihazı

alındığı vakit, yanında bir aylık bedava deneme için TV verileceğinin cazibesine

karşı koyamaz : “ – Bedava mı? – diye sordu annem. Dünyada karşı koyamayacağı

yegâne sözcük bu. Yıllardır ölmenin bedava olduğunu ondan saklıyoruz, yoksa

anında intihar etme kapasitesine sahip.”115

Margherita’nın yaşlı ve hasta dedesi de komşuların gerçek yüzünü

hissetmiştir. Ayrıca siyah küp eve benzer başka evlerin yapılması da dedeyi

114

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 41. 115

Ibid., s. 39.

84

endişelendirir. Torununa komşular hakkındaki çıkarımlarını aktarırken, modern çağın

yeniliklerine kapılmış aileyi ve evlerini şu şekilde tanımlar:

“-O pencereleri olmayan evi sevmiyorum. Onlar bizi görüyor ama biz

onları göremiyoruz. Sana söylüyorum, bunlar ekmeği olmadan çikolata

yiyenlerden. Hem nasıl oluyor da evin hiçbir yerinden duman çıkmıyor?

Nasıl yemek pişiyorlar, nasıl ısınıyorlar?”116

Ve gelen tehlikeyi işaret eder. Dede için bu küp evler, diğer evleri kontrol etmek için

kurulmaktadır ve insanlar birbirlerini etkileyerek robotlaştırmaktadır:

“-Bizi değiştirmek, kendilerine benzetmek için yapıyorlar: havamızı,

ruhumuzu, müziğimizi, birikimlerimizi bizden çalmak için. Onların vampir

olduğunu unutma Margherita – dedi dedem endişeyle. Hiçbir şey onları

durduramayacak. Çünkü onların içi boş. Sadece sayılardan yapılmışlar.

Kalpleri para için çarpıyor.”117

Benzer şekilde “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU” içinde de tüketim

çağına vurgu yapıldığı görülmektedir. Hatta yazar bu konuda okuyucuya doğrudan

seslenir: “Ah, okumak eyleminin biricik işçisi, ah sürat, para ve ün düşkünü 21.

yüzyılın en çileli ve güzel insanı olan Ey Okur!”118

Tüketim çılgınlığına kapılan insan zaman içerisinde değişmekte, değerlerini

de kaybederek çevresine yabancı olmaya başlamaktadır. Bu noktada Türklerdeki

değişime duyduğu şaşkınlığı yazar şöyle ifade eder:

“Tabiattaki bütün canlara eşitlikle saygı duyan, tokgözlü, vakur ve cesur o

insanlardan, bugün Anadolu’nun yaşayan bütün halklarına karışan şimdiki

‘Türk’iyeliler nasıl oldu da zekâyı kurnazlıkla, vicdanı cüzdanla, gururu

açgözlülükle karıştıran insanlara dönüştüler?” 119

“Böylece ‘yüzyılın en

sıcak yazı’, küresel ısınmanın bir sonucu olarak gündeme otururken, ne bu

116

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 57. 117

Ibid., s. 57 - 58. 118

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 41. 119

Ibid., s. 24.

85

felâkete yol açan insanlığın artan açgözlü tüketim hırsı, ne de aynı

nedenden artan göç, kıtlık ve nüfus sorunlarına dair endişeler dile

getiriliyordu.” 120

Her iki yapıtın ekoeleştiri ve ekofeminizm penceresinden yapılan

incelemesinde ekolojik sorunlara, teknolojinin getirdiği sorunlara, ekoloji ekseninde

kadın sorunlarının üzerinde durulduğu görülmektedir. Birinde İtalya’da kırsal ve

bakir alanların betonlaşması ile beraber tüketimin insana ve doğaya getirdiği zararlar

vurgulanmakta, diğerinde ise özellikle çevre sorunlarına ve özellikle Türkiye’deki

kadın sorunlarına vurgu yapılmaktadır. “Margherita Dolcevita”nın sonunda meydana

gelen patlama ile en büyük zarar doğanın yanı sıra, insana da gelmiştir. Ekolojinin,

“Doğaya karşı elde edilen her başarının bir de bedeli vardır”121

ilkesi ile örtüşen

finalde, okuyucu kimin kazandığı değil, kimlerin kaybettiği sorusu ile baş başadır.

Sonuç itibarıyla, doğanın bütünlüğü ve her şeyin birbiriyle ilişkili olduğu

ilkesinden hareketle her iki yapıtta da olaylar insan – doğa ekseninde ve birbirleri ile

bağlantılı olarak ilerlemektedir. İnsanın yaklaşımlarının doğaya ve sonucunda

kendine yansıması, yazarların tek bir soruna değil, içinde insanın olduğu ve insanın

yaratımı olan sorunları yansıtmaktadır. Doğadaki çeşitliliğin devamı doğadaki denge

unsurlarının korunması açısından önemlidir.

Edebî yapıtlar, yazılı anlatımlar çoğu kez güncel sorunlara değinerek,

çevresel ve ekolojik sorunlar çözülemez boyutlara ulaşmadan, onların sesini

duyurmak görevini sahiplenir. İnsanların empati yaparak daha kendisine

dokunmadan sorunları gözlemleyip, önlem alabilmeleri için bir ışık tutar. Doğanın

sözcüklerle ifade edemediği ihtiyaçlarına, duygularına ses olur. Bu bağlamda

120

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 14. 121

Kışlalıoğlu, M.,Berkes, F., Çevre ve Ekoloji, Remzi Kitabevi, 12. Basım, İstanbul, 2010, s. 26.

86

ekoeleştirmenlere, edebiyatta çevre-insan-doğa ilişkisini aktaran yazarlara,

[ekofeminist] eleştirel yaklaşımlarla, farkındalık oluşturma görevinde büyük rol

düşmektedir.

87

Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür;

Kişinin süsü yüz, yüzün süsü

gözdür.

Yusuf Has Hâcib

4. YAPITLARDAKİ DİL VE ANLATIM ÖZELLİKLERİ

Toplumların geçmiş ve gelecekleri arasında bir köprü özelliği taşıyan,

kültürel özelliklerini sözcükler aracılığı ile yansıtan dil, iletişimin en temel

unsurudur. Yazı dilinin, anlatım gücünün bireylerde ve toplumlarda yapacağı, ortaya

çıkaracağı uyanışlardan korkulduğu için, tarih içerisinde kimi dönemlerde ya yazar

ya da yapıtların yasaklandığı görülür. Bu aslında anlatımın ve dilin gücünün ne denli

etkili olup, taşları yerlerinden ne kadar oynatabileceğini göstermesi açısından önemli

bir durumdur. Edebî yapıtlarda, yazarın anlatım dilinin etkinliği, okuyucuya aktardığı

bilgilerin, sözcükleri ile gönderdiği mesajların, insanlarda farklı düşünce ve bakış

açıları yaratması, ayrı bir farkındalık oluşturması ekoeleştirinin ilgilendiği

konulardan biridir. Bulut’un ifadesiyle, “Ekoeleştiriye göre dil, içeriğinde

toplumların düşünce sistemlerini ve değer yargılarını barındırdığına göre yazınsal

metinlerde ekolojik bilinç oluşturacak şekilde kullanılmalıdır.”122

Dolayısıyla,

insanın yaşadığı çevre ve doğa ile ilişkileri, ekolojik sorunlara yaklaşımı konusunda

dilin bir farkındalık yaratmasının önemi büyüktür.

Benni, “Margherita Dolcevita”da, kent ve yer isimlerini açıkça yazmasa da

hiciv ettiği, eleştirdiği bugünün İtalyan toplumu, çağın hastalıklarıdır. Siyah bir küpe

benzetilerek anlatılan modern ev, adeta modernleşmenin, betonlaşmanın getirdiği,

sosyal ilişkiler bağlamında insanları birbirlerinden uzaklaştırarak yalnızlığa

122

Bulut, D., Çevre ve Edebiyat: Yeni Bir Yazın Kuramı Olarak Ekoeleştiri, Littera 2005,

C. 17., s. 79-86.

88

sürükleyen akıllı binalara gönderme yapar. “Komşularımızın evi henüz inşa

edilmişti, bitmişti ve mükemmeldi. [...] siyah camdan devasa bir küp biçimindeydi,

ne kapıları ne de pencereleri görünüyordu.”123

Birinci tekil şahıs diliyle, anlatıcı

görevini üstlenmiş olan Margherita, doğa sever, çevresi ile barışık, çok güzel

yazamadığını söylese de büyüdüğünde şair olma hayalleri kuran on beş yaşına

yaklaşmış ergenlik dönemindeki bir genç kızdır. Benni, Margherita’nın gözünden,

zaman dilimi olarak içinde yaşadığı dönem üzerinden anlatımını kurgular. Genç bir

kızın neşeli, cıvıl cıvıl ve esprili anlatımı ile örülen yapıtın dilinde, yazarın kendine

özgü birçok yeni sözcük yarattığı görülmektedir. Özkan’ın “Stefano Benni’s

Ecological Fiction”124

adlı makalesinde belirttiği üzere, Benni kendine özgü tarzı ve

yaratıcı dili sayesinde İtalya’da özellikle genç neslin sevdiği bir yazardır. Öte yandan

yazarın ince bir taşlama ve kimi yerlerde mizahî bir üslup kullanarak mesajlarını

iletmesi yazarın anlatımının öne çıkan özellikleridir. Gazeteci Jonathan Coe’nun bir

makalesinde aktardığı üzere, Benni’nin kendine özgü anlatım dili, İtalyanca’ya

“benniano” olarak ifade edilen ve yazarın büyülü gerçeklik, politik yaklaşım ve hiciv

özelliğini içinde barındıran, yeni bir terim kazandırmıştır. Margherita, doğanın sesine

tercüman olmakta, kimi zaman böceklerin kendisi ile konuşuyor olduğu izlenimini

yaratmaktadır. Böylece okuyucu ile doğa arasında bir köprü, bir iletişim ağı kurarak,

doğadaki canlıları da insana eşdeğer gördüğünü hissettirmektedir.

Margherita, bugünde yaşarken arada geçmişe giderek geçmişten,

çocukluğundan kesitler aktarır. Margherita’nın kimliğinde yazarın görüşlerini,

doğaya ve doğada yaşayan tüm canlılara karşı hassasiyetini, teknoloji ve tüketim

123

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 24. 124

Özkan, N., Stefano Benni's ecological fiction, Beyond Thoreau: American and International

Responses to Nature, Tsinghua University, Pekin, Çin, 2008.

89

karşısındaki tutumunu görmek mümkündür. Margherita daha kitabın ilk sayfalarında

evinin bulunduğu çevreyi anlatırken, dünyanın kötüye doğru gitmekte olduğunu

hissettir ve bir gün yeniden doğanın sözünün geçeceğine dair içinde taşıdığı ümidi

ifade eder: “Açıkçası bir gün fabrikaların bacaları yıkılacak, nehirler kuruyacak,

otoyollar araba hurdaları ve direksiyonlara dolanmış iskeletlerle dolup ıssızlaşacak

ve papatyalar dünyanın efendisi olacak. Ve Bambina di Polvere yeniden kraliçe

olacak.”125

Margherita’nın düşüncelerindeki karışıklığı ise uykusu kaçtığında ve

kendi kendine düşünmeye koyulduğunda görmek mümkündür. Uyuyamayan

Margherita’nın huzursuzluğunu annesi fark eder ve yanına giderek, her şeyin çok iyi

olacağını söyler. Fakat bu onu yatıştırmaz. Aşağıdaki düşüncesi dünyanın iyiye

gitmiyor olduğunu işaret etmektedir:

“Çocuklar büyüyüp yetişkin olduklarında onlara çocukken anlatılanların

gerçek olmadığını hemen anlarlar ya da o eski yalanı onlar da çocuklarına

anlatır: Yani asırlardır süregelen kulaktan kulağa aktarılan herkesin

çocuklara daha iyi bir dünya bırakmak istediğini. Sonucu ise bu Yeryüzü,

bu nefret çöplüğü.”126

Ergenlik yaşındaki bir kızın hem yetişkin hem çocuk dünyasına erişebilecek

bir dil kullanması, kitabın güldürürken düşündürmesi ve özellikle ilk sayfalar

gülümseme ile ilerlerken, bir anda olayların yön değiştirip düşünceli bir sona

ulaşması, yazarın dünyanın geleceği ile ilgili vermek istediği mesaja uyumlu bir

şekilde ilerlemektedir. Yapıtın ilk bölümünde doğaya insan eli ile gelen tahribat ve

beraberinde Margherita’nın ailesindeki değişimler kimi zaman komik, kimi zaman

ironik bir üslupla yansıtılırken, anlatımın sonuna doğru esrarengiz olayların

yaşanmaya başlaması, okuyucudaki merak duygusunu sürekli canlı tutmaktadır.

125

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 11. 126

Ibid., s. 12.

90

Benni, kendisi ile yapılan bir röportajda yazma eylemini bir orkestranın farklı farklı

enstrümanları çalmasına benzetmektedir. Farklı enstrümanların bir orkestrayı

oluşturması gibi, kendisi için, hem komik hem dramatik hem trajik unsurların bir

arada yazıyı oluşturduğunu ifade eder. Komiklik ve mizah Benni için, zihinlerde soru

işareti yaratan olaylar ve durumlar üzerine düşünmeye teşvik eden, aynı zamanda

içinde sürprizleri de barındıran bir araçtır.

Benni’nin romanında, kimi yerlerde büyülü gerçeklik tarzını kullanarak, bir

takım gerçeküstü kişi ve olayları anlatıma kattığı gözlemlenir. Doğaya zarar veren

bir olay olduğunda, Bambina di Polvere’nin hayaletinin ortaya çıkması, doğanın

hayali bir bedende konuşmasını sembolize etmekte ve gerçeküstü bir durumu

yansıtmaktadır. Romanın sonundaki silahların ve bombaların patlamasından önce

Bambina di Polvere masmavi gözleri parlayarak bir duman bulutu içinde görünüp

konuşmaya başlar. Bir savaşta yok olmuş olan Bambina di Polvere yine bir savaş

sırasında ortaya çıkarak insanlara adeta doğanın mesajını iletir:

“[...] çok az bir zaman içerisinde dünyanın o uzun süren çocukluğunu yok

ettiniz, o hepimizindi, onu bizden çaldınız. Artık evlatlarımız olmayacak.

Kendimizi sizlerden korumak için telaşla büyüyeceğiz. Kısa süre sonra

sizin silahlarınızı kullanmayı öğrenip, sizinle savaşacağız. Askercilik

oyunlarımız gerçek savaşa dönüşecek”.127

Teknolojik gelişmelere ve çağın hastalığı diyebileceğimiz tüketim çılgınlığına

sık sık gönderme yapan Benni, cep telefonlarından iletilen kısa mesajları, dev ekran

televizyonları, küp şeklinde tasarlanmış modern çağ konutlarını, botoks yaparak genç

kalmaya çalışanları, saç ektiren insanları romanına dahil ederek, insanların esir

olduğu teknolojinin ve şuursuzca girdabına kapıldığı tüketimin, hem kendisine hem

127

Benni, S., Margherita Dolcevita, a.g.y., s. 201.

91

de ilişkilerine verdiği zararları ortaya koyar. Benni’nin bir röportajında da ifade ettiği

gibi, kazanmak mümkündür, fakat bu bir kurtuluş değildir. “Margherita

Dolcevita”da, doğa ve üstündeki canlılarla, kendi ihtiyaçları ve arzularını

gerçekleştirmek için neredeyse savaşa girmiş olan insanlar, aslında bu savaşın galibi

değillerdir. Yenen taraf yoktur, fakat insanoğlu daha iyi bir gelecek için doğru yönde

adımlarını değiştirebilme gücüne sahiptir. Doğaya gereken değer ve saygı

gösterilmezse, doğanın insanoğluna göstereceği tepkiyi ve vereceği yanıtı göstermesi

bakımından kitabın final kısmı açık uçlu olarak okuyucunun yorumuna bırakılmıştır,

denebilir.

“Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU”da ise Uzuner, Benni gibi

bugünü ve günümüzdeki çevre ve ekolojik sorunları, bir anlatıcının aracılığı ile

aktarır. Yazar, roman anlatıcısı olarak, kitabın başında ve sonunda iki kez araya girer

ve okuyucuya seslenir:

“Ey bu kitabın pek değerli okuru! [...] Dünyanın herhangi bir yerinde ve

herhangi bir yüzyılında yirmi beş yıl kadar yaşamış biri, cehennemin bu

dünyada olduğunu artık öğrenmiş, insanlık tarihi boyunca insanın en büyük

düşmanının yalnızca insan olduğunu da çoktan fark etmiş olmalıdır.”128

Bu seslenişte, insanoğluna tarih boyunca en büyük zararı yine kendisinin

verdiğini vurgulayarak, insan davranışlarının yaşanan olumsuzlukları yarattığına

işaret eder. Uzuner, insanoğlunun giderek doğaya karşı duyarsızlaşmasını, değersiz

görmeye başlamasını gerçek yer ve mekân isimlerini belirterek kurguladığı olaylar

çerçevesinde anlatmaktadır. Okuyucuya gerçek bilgiler aktararak, iletmek istediği

mesajı Türklerin geçmişteki geleneklerine bağlayıp, insanın doğaya geçmişteki

128

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 39.

92

yaklaşımı ile bugünkü yaklaşımının karşıtlığını sunarak verdiğini saptamak

kanımızca yanlış olmaz. Roman boyunca Şamanlık dönemindeki doğaya yaklaşım ile

bugün arasındaki uçurum gözler önüne serilmektedir. Uzuner, bir TV programındaki

söyleşisinde Dede Korkut’un Kam oluşundan bahsedip, Türklerin Şamanlığa

“Kamanlık” dediğini, bu romanı ile insanların bir dönem sahip oldukları vicdanı

hatırlamalarını arzu ettiğini belirtmektedir. Türkler kendilerini Şamanlık geleneğinde

doğaya yakın görüp, bir ağacı keserken bile izin alırlarken bugün gelinen noktada,

doğa ile ilişkide kimi zaman şiddet unsurlarına rastlanması üzücüdür. Türklerin

geleneklerinden yola çıkan yazar, roman boyunca tek bir coğrafyayı ele alırken,

aslında dünyanın pek çok farklı yerinde yaşanan sorunlara dikkat çekmektedir.

Sürekli olarak mevsimin yaz, hatta yüzyılın en sıcak gününün İstanbul’da yaşanıyor

olduğu belirtilmekte, küresel ısınma sorunu vurgulanmaktadır. Zaman içinde

insanların geleneklerinden kopup, kendilerini ve doğayı eşdeğer görmekten

uzaklaşarak doğada hegemonya oluşturması, kendini her şeyin üstünde ve hakim bir

konumda görmesi, roman boyunca üzerinde durulan konulardır. Uzuner’in özellikle

değindiği ve romanında da belirgin biçimde kendini hissettiren bir nokta da, sömüren

ve şiddet uygulayan tarafın eril güç olduğudur. Erkek hem doğaya şiddet

uygulamakta hem de buna koşut olarak kadını ezmektedir. Denizdeki yunus balığını

yaralayan bir erkektir; sahaf Semahat erkekler tarafından rahatsız edilmemek, göze

batmamak için adeta erkeksi bir giyim tarzını seçmiştir; Defne Kaman yine bir erkek

tarafından zarar görecek endişesiyle ortadan yok olmuştur.

Öte yandan Uzuner, anlatımında romanın akışı içinde yazar kimliği ile

okuyucuyla doğrudan iletişime geçerek, ona seslenmesi, okuyucuyu hikâyeye

yaklaştırmaktadır. Okuyucunun yaşanan olay, çevre, mekân, doğa ile kendini daha

93

kolay özdeştirmesine imkân vererek, iletilen çevreci mesajların zihinlerde daha kolay

yer etmesini sağlamaktadır.

Sade ve yalın bir anlatımın, polisiye bir tarz ile harmanlandığı romanda,

olaylar çevreci bir gazetecinin kaybolması çerçevesinde gelişir. Gazeteci Defne

Kaman, “Çevre katliamları, sağlık ticareti, kaçakçılık, çocuk ve kadın tacizleri,

namus cinayetleri gibi çok önemli konuları didik didik araştırıp”129

yazmaktadır.

Kaybolduğu sırada özellikle kadınlara uygulanan şiddet üzerine araştırma

yapmaktadır. Bu noktada yazarın, ekofeminist bakış açısıyla kadına uygulanan şiddet

ile doğa üzerindeki şiddeti bir arada yansıttığını söylemek mümkündür. Yazar, sık

sık kadına uygulanan şiddete değinir: “Eski kocaların, karılarına yaptıklarını bir

duysanız insanlığınızdan utanırsınız, inanın...”130

Türkiye’de kadınların kocalarından

şiddet görmesini yansıtan yazar, son yılların acil çözüm beklemekte olan en önemli

toplumsal sorunlardan birini aktarır. Kadının ekonomik durumu, erkeğe bağımlı

olması, yetersiz eğitim, sosyal durum ve gelenekler, kadının şiddete maruz kalma

ve kocasından ayrılamama nedenlerinden bazılarını oluşturur.

“[...] Ülkemizde boşandıkları karıları sığınma evinde kalan eski kocalar çok

tehlikeli olabiliyorlar. Kadın cinayetlerinde dünya üçüncüsüyüz galiba...”131

diye

ifade eden yazar, Türkiye’deki kadın sorunlarından en önemlilerinden birini gerçek

verilerle romanda paylaşmaktadır.

Hem Benni’nin hem Uzuner’in incelenen yapıtlarında, doğaya simgesel

anlamlar yüklenmediği ve dilin doğayı, doğadaki canlıları birebir tasvir ettiği,

anlattığı görülmektedir. Yapıtlar ekoeleştirel açıdan, dilin ekolojik yönden bir

129

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 47. 130

Ibid., s. 7. 131

Ibid., s. 9.

94

farkındalık oluşturma yönülye değerlendirildiğinde, her iki yapıtta da kahramanlara

verilen Margherita (Papatya), Defne, Umay, Giacinto (Sümbül) gibi isimlerin doğayı

çağrıştırması, kedi, köpek, yunus balığı, cırcır böceği, solucan gibi hayvanların

isimlerinin açıkça ve hatta bazılarının hissedebilecekleri duyguları ile aktarılmaları,

kavak ağacı, kayın ağacı gibi ağaçların cinsleri ile belirtilmesi, doğanın ve üstünde

yaşayan canlıların gerçekliğini okuyucuya yansıtarak bir bilinçlendirme, doğayı

insana yakınlaştırma görevi görmektedir. Diğer yandan Benni, renkleri ifade

ederken, “bakla yeşili, patlıcan rengi, kırmızı acı biber rengi” şeklinde belirterek her

birini doğadaki bir bitki veya hayvan ile ilişkilendirirken, aynı yaklaşım Uzuner’in

yapıtında da, “adaçayı renkli keten entari, çağla yeşili göz” gibi betimlemelerde

görülmektedir.

Dilin insanı doğa ile bütünleştirici işlevini Bulut şöyle ifade eder:

“Ekolojinin bütünsellik ilkesinden faydalanarak dili dış dünyadan ayırmanın

tamamen yanlış olduğunu, insanların dillerini doğal çevreleriyle etkileşimleri sonucu

geliştirdiklerini savunur. Bu sebeple dil insanı doğadan uzaklaştırmak yerine, onları

doğayla etkileşim içine girmeye teşvik ederek, doğaya yakınlaştırmalıdır”.132

Her iki

yapıtın da aynı şekilde okuyucuyu dil ve anlatım unsurları yönünden doğaya

yaklaştırdığını söylemek mümkündür.

132

Bulut, D., Çevre ve Edebiyat: Yeni Bir Yazın Kuramı Olarak Ekoeleştiri, Littera 2005,

C. 17., s. 79-86.

95

Sorunları, onları yaratırken

kullandığımız düşünce tarzını

kullanarak çözemeyiz.

Albert Einstein

6. DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Dünyada çevre hareketlerini etkileyen kuramlar, felsefi akımlar, düşünce

biçemlerinin temelinde, doğayı koruma, ve kaynakların sağlıklı kullanımını

sağlayarak, sürdürülebilir bir gelecek yaratma çabası yatar. Ekolojik sorunlar,

doğadaki kaynakların tükenme tehlikesi içinde olması, özellikle insan faaliyetlerinin

sonucudur. Dolayısıyla dünyamızı tehdit eden ekolojik kriz, kendi kendine ortaya

çıkmadığından, aynı şekilde kendiliğinden yok olması da mümkün değildir.

İnsanoğlunun doğadaki kaynakları bilinçli ve sürdürülebilir bir dünya

hedefiyle kullanması hem bugünümüz hem geleceğimiz için büyük önem

taşımaktadır. Küresel ısınma, çevre kirliliği, kadına uygulanan şiddet, doğal afetler,

ormansızlaşma, iklim değişiklikleri, nesli tükenen canlılar, toprağın verimsizleşmesi,

hormonlu gıdalar gibi insan-çevre ilişkisinden kaynaklanan sorunlar artık gündelik

yaşantımızda sürekli duyduğumuz konular haline gelmiştir. Bilimin bir çok dalında

ele alınan ve çözüm yolları üretilmeye çalışılan ekolojik sorunlarla ilişkili olarak,

edebiyat yoluyla bireyleri bilinçlendiren ekoeleştiri, dünyamızı tehdit eden çevresel

sorunların farkına vararak, çözümler üzerinde düşünmemizi ve uğraşmamızı

sağlayan en etkin yollardan biridir. Ekoeleştiri, edebî yapıtlarda ve metinlerde

doğanın nasıl yansıdığını ve ekolojik değişimlerin, doğadaki tahribatın insan olan ve

olmayan bütün varlıklara yansıyan etkilerini, çevre merkezli ve eşitlikçi bir anlayışla

incelemektedir.

96

Bulut’un deyişiyle, “Toplumsal ve kişisel bazda radikal değişiklikler öngören

ekoeleştirel kuram, insan düşüncelerini şekillendirip, yönlendirme gücüne sahip olan

edebiyata çevre bilincinin yerleştirilmesi konusunda çok önemli roller yükleyerek,

doğayla dost yeni bir dünya görüşü” için çalışmaktadır.

Ekoeleştiri penceresinden incelemesi yapılan Stefano Benni’nin “Margherita

Dolcevita” ile Buket Uzuner’in “Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU”

romanlarında, doğadaki bütün insan olan ve olmayan varlıkların birbirleri ile

etkileşimlerini görmek mümkündür. Yapıtlarda doğanın birçok kavram içerisinde ele

alındığı görülmektedir: küresel ısınma, mezhep ayrılıkları, kadına uygulanan şiddet,

hayvan hakları, aşırı tüketim, betonlaşma, teknoloji tutkunluğu. Yapıtlarda, kimyasal

ilaçlamanın doğadaki canlılara zarar vermesi, insanların aşırı tüketime kapılmaları,

çevreye karşı duyarsızlaşma, kadına uygulanan şiddet, teknolojiye neredeyse bağımlı

duruma gelen insanların, sosyal ilişkilerinde ikiyüzlü ve bencil davranışlar

sergilemesi özellikle vurgulanan noktalardır. Tüm bunlar doğadaki dengelerin

bozulmakta olduğunu gösteren nedenler ve sonuçların bir kısmı olarak

değerlendirilebilir. Öte yandan, bencilleşerek sağlıksız sosyal ilişkiler içine

düşenlerin, doğaya karşı da duyarsız olduklarının gözlemlenmesi, doğa ve psikoloji

arasındaki derin ilişkiyi de ortaya koymaktadır. Feminist görüşün, ekolojik sorunlara

kadın sorunsalı üzerinden yaklaşan kolu olan ekofeminizm, kadına uygulanan şiddet

ve kadının maruz kaldığı olumsuz şartların doğanın tahribatı ile koşutluk gösterdiğini

savunmaktadır. Özellikle ataerkil düzen, hem kadını hem doğayı hakimiyet altına

almaya çalışmakta, kadını ve doğayı ötekileştirmektedir.

İncelemesi yapılan her iki yaptın ortaya koyduğu, insanın doğaya verdiği

zarar ile en büyük kötülüğü kendine yapıyor olduğudur. Gözlemlenen olaylar

97

çerçevesinde durumun çaresiz olmadığı ve insanın doğaya, üzerinde yaşayan tüm

canlılara saygılı, duyarlı olması ile umudun var olduğu söylenebilir.

Ekoeleştiri kuramı, çevre ve ekolojik sorunların ve doğanın edebiyat yoluyla

farklı açılardan ve geniş bir çerçevede incelenmesini sağlar. Ekoeleştiri

çalışmalarında doğa, artık bir fon, bir manzara, yazarın sığınağı olarak görülmekten

çıkar ve kendini ifade eden, adeta konuşan bir özne durumuna gelir. Günümüzde

giderek artan ekolojik sorunlara bireyler olarak nasıl iyileştirici ve yapıcı yönde

destek olabileceğimiz ise bu konuda bilgilenerek, aydınlanarak, zihinlerdeki yanlış

düşünce kalıplarını yıkarak mümkün olacaktır. Edebiyatın ve sözcüklerin iletişim

gücünden hareketle, insanların okuduğu yapıtlardaki kişi ve olaylarla kimi zaman

kendisini özdeşleştirmesi, empati kurabilmesi, her bir yapıtı kendi gözünden

yorumlaması, kendini hikayenin bir parçası olarak görmesi ile gezegenimizdeki

sorunları daha yakından anlayabilecek, çözümün parçası olarak neler yapabileceği,

hangi adımları atabileceği konusunda bilinçlenecektir. Ekoeleştirinin bu alandaki

işlevi, insanı ve doğayı eşdeğer gören bir yaklaşımla, edebiyat alanında,

insanoğlunun gezegenimizde kendi yarattığı tahribatı görmesini sağlamak ve bu

yönde iyileştirici çalışmalara gücü yettiğince ve elinden geldiğince destek olarak,

yeşil bir dünyanın korunmasına çalışmaya teşvik etmek olmalıdır.

Benni, “Margherita Dolcevita” ile bize XXI. Yüzyılın İtalya’sında göze

çarpan yönetici sınıfın davranışlarını, çevre politikalarını, televizyonun insanlar

üzerindeki etkisi ile beraber, doğayı yok etme pahasına, kapitalizmin yarattığı ve

sunduğu karşı konulmaz tüketime insanoğlunun nasıl yöneldiğini ortaya

koymaktadır. Okuyucuyu bu konularda düşünmeye yönlendirmektedir. Maddi olarak

refah içinde olan insanların, en yakın komşularını etkilemesi ve neredeyse insanların

98

duygusuzlaşarak robotlaşması, Benni'nin kimi zaman üzüntüyle, kimi zaman

gülümseyerek okunan satırları içinde beden bulurlar. Benni'nin karakterleri, zaafları

ve tutumlarıyla, bakınca toplumun kendinden bir parçayı görebileceği ayna

görevindedir. Her bir karakter, günlük yaşamdan okuyucuların karşılaşacağı türden,

etten kemikten, bizden biri, yanı başımızdaki arkadaşlarımızdan, komşularımızdan

biridir, sanki. Yaşanan sorunlar sadece İtalya’nın değil tüm dünyanın karşı karşıya

olduğu sorunlardır. Benni’nin tablosunu çizdiği, şehir dışında, yeşilin bol olduğu

ufak yerleşim birimine, daha temiz hava solumaya ve doğa ile iç içe olmaya gelmiş,

refah seviyesi yüksek, parası bol bir ailenin taşınması, günümüzde kırsala doğru

yayılan şehirleri anlatır. Yeni gelen komşuların fiziksel çevrelerinden tamamen

soyutlanmalarını sağlayan modern küp biçimli evleri ve kendilerine güvenlikli bir

alan yaratma çabasıyla, yeşili nasıl yok ettiklerini görmek mümkündür. Benzer

durum eko-eleştirmen Slovic'in, Nevada’da gerçeğe dayalı gözlemlerinde de yer

bulur. Slovic, para yönünden güçlü insanların doğal alanları kendilerine

kapattıklarından, başka insanların artık buraya erişemeyeceklerini anlatırken, söz

konusu durumun ne kadar evrensel olduğunu görebilmek mümkündür. İnsan, diğer

tüm canlılardan farklı olarak yaşadığı mekânı kendine göre değişime uğratır. Kimi

zaman anlatılan mekânların adlarının verilmemesi, okuyucunun kendini romanın

derinliği içinde o tablonun bir parçası olarak görmesini sağlar.

Benni, insanın doğayı sömüren tutumunun devam etmesi durumunda sonun

yakın olduğu mesajını vurgulamakta, bozulan ve korunabilen değerleri ise henüz

yetişkinliğe adım atma aşamasında olan saf bir kızın dünyası üzerinden, tüketime

kapılmamış duruşu ve doğadaki tüm canlılarla kendisini eşdeğer gören davranışları

ile anlatmaktadır. İnsanoğlu, attığı adımlarda, tüketimlerinde, çevresini fiziksel ve

99

sosyal açıdan değişime uğratarak, kendine güvenli bir dünya yaratırken hangi

alanlara dokunduğuna, bozduğuna dikkat etmeli, tüm canlı ve cansız varlıkların

geleceği için seçimlerini büyük bir hassasiyetle yapmalıdır. İhtiyaç dışı yapılan

tüketim, toprağa, suya, havaya zarar vermekte, aynı zamanda insanların ruhsal

durumunu da etkileyerek sosyal ilişkilerde de olumsuzluklara neden olmaktadır.

İnsanın doğadan uzaklaşması, kişisel ilişkilerine bir yapaylık, samimiyetten

uzaklaşma şeklinde yansır. Benni, bu durumu Del Bene ailesi üzerinden anlatır.

“Margherita Dolcevita”da zıt karakterler görülür: biri mutlu ve huzurlu, çevresiyle

barışık bir hayatı olan, diğeri ise parasal yönden güçlü, teknolojinin ve çağın

sunduğu tüm yenilikleri uygulamanın peşinde ve hazzında olan aile bireyleri karşı

karşıya gelerek okuyucuya insan merkezli ve çevre merkezli yaklaşımın farkını

sunar. “Margherita Dolcevita”da aktarılan yaklaşımlar çerçevesinde, seçimin bizlere

ait olduğu, bencilce yaklaşımların sadece doğaya değil, en yakın çevremizdeki, en

sevdiğimiz insanlara bile zarar verdiği mesajını yazar açıkça ortaya koymaktadır.

Aynı yapıtta, insan merkezli yaklaşımın olumsuz sonuçları vurgulanırken,

genç doğa Bambina di Polvere'nin sesinde ve varlığında beden bulur. Benni, masalsı

bir karakterin rehberliğinde, doğanın insana eşdeğer hissedilmesini ve onun yaşayan

bir varlık olarak görülmesini sağlar. Doğa tasvirleri, çayırdaki doğal yaşam,

böcekler, kelebekler yazarın kanlı canlı anlattığı karakterler, her bireyin etrafında

göreceği türden mekânlar, ağaçlar, ırmaklar fiziksel ve biyotik çevreyi okuyucuya

yaklaştırmakta, doğaya değer ve önem vermesi gerektiğini ifade eden sonuçları

kavramasına teşvik etmektedir.

İlkbaharda doğa yenilenir, toprak yenilenir, bitkiler yeniden doğar, yeşerirler.

Benni, doğanın doğuşunu simgeleyen ilkbahar ile insanın önünde yeni gelecek

100

günleri, daha iyiye doğru değiştirilebilecek bir yaşamın var olduğunu ifade eder.

Yeniden bir doğuş olacağına dair Benni, adeta mevsim üzerinden zihinlere bir

yönlendirme yapmaktadır. Karamsar olarak değerlendirebilecek unsurlarla bezenmiş

olan hikâyenin içinde, yazar neşeli bir karakter olan Margherita aracılığıyla, hâlâ bir

ümit bulunduğuna dair mesajları ileterek, davranışlarımızı değiştirirsek dünyamızı

koruyabileceğimiz düşüncesini belleklere yerleştirir.

Ekolojinin her şeyin birbiri ile ilişkili olduğu prensibinin nasıl işlediği, peşi

sıra akan olaylar aracılığıyla açıkça ortaya konmuştur. Öyle ki insanın doğadan

kopuşu sosyal çevresinde de kopmalara neden olmaktadır.

Diğer yandan, Derin Ekolojinin ilkelerinden olan ekosistemdeki tüm

canlıların birbirleriyle eşdeğer sayılması, çeşitliliğin korunmasını da ifade eder. Her

bir canlının doğada ayrı bir işlevi vardır. Bu işlevleri sayesinde her biri bir başkasının

korunmasını, gelişmesini ya da doğal yolla elenmesini sağlamaktadır. Solucanları

örnek alırsak, toprağın altında açtıkları ince yollarla toprağın hava almasını

sağlayarak erozyonun önlenmesine katkıda bulunurlar. “Margherita Dolcevita”da

çayırda zararlı böcekler için yapılan kimyasal ilaçlama, doğal yaşam ortamları çayır

olan canlıları, özellikle de minik böcekleri yaşam alanlarından ayırmıştır. Çevreye

duyarsız komşuların gelişi ile ağaçlar kesilmiş, bahçe özgün halini kaybetmiştir.

Kesilen ağaçların yerine yapay bitkilerin konması, insanın kendini kandırmasından

başka bir şey değildir, aslında. Bir yandan doğal oksijen kaynağını yok eden insan,

diğer yandan hava temizleme cihazı kullanmaya çalışmaktadır. İnsanoğlunun içinde

bulunduğu bu çelişkili durumun trajikomikliği “Margherita Dolcevita”da hikâye

boyunca görülmektedir. Yazarın ironik üslubu okuyucunun ilgisini canlı tutmakta ve

olayların nereye varacağını merak etmesini sağlamaktadır.

101

Edebiyat, hangi coğrafyada ortaya konmuş olursa olsun, en etkin iletişim, en

derin bilgi paylaşım alanı olma özelliği sayesinde çok büyük kitlelere ulaşarak,

insanların düşünce kalıplarında değişimler yaratabilme gücüne sahiptir. Ekoeleştiri

bağlamında karşılaştırılan yapıtlardan biri Türkiye’de, biri ise İtalya’da kaleme

alınmış olmasına rağmen, her ikisi de kimi benzer kimi farklı açılardan günümüz

toplumunun, günümüz dünyasının karşı karşıya bulunduğu çevre sorunlarını, kendi

coğrafyalarının kültürel unsurları ve kültürün ayrılmaz parçası olan dil özellikleri ile

birleştirerek aktarmaktadır.

Diğer yandan, kadının ezilmesini doğanın sömürülmesi ile birlikte aynı

paralellikte ele alan ekofeminist görüşe göre, doğa ile sağlıklı ilişkiler kurmak aynı

zamanda kadınlara uygulanan baskıların kalkmasıyla mümkün olabilecektir.

Hiyerarşik düzen içinde kadın/erkek, kültür/doğa, insan olan/olmayan, beden/zihin

gibi ikilemler devam ettiği ve eşitlikçi bir yapı olmadığı sürece hem doğanın hem

kadının sömürüsü son bulmayacaktır. Özellikle ataerkil ve kapitalist düzenin

sonuçlarından olan, kadının ezilmesi, baskı görmesi, ayrımcılığa ve şiddete maruz

kalması günümüzde çözüm bekleyen en önemli kadın sorunlarıdır ve çevre sorunları

ile yakından ilişkilidir. Araştırmalara göre, bugün Türkiye’de her 10 kadından 4’ü

şiddete maruz kalmaktadır. Sayılar ülkeye göre değişkenlik gösterse de bu durum

sadece Türkiye’nin sorunu değildir. İster Amerika, ister Hindistan olsun kadınların

şiddet görmesi küresel bir sorundur. Çevreci feministlere göre kadın ve erkeğin eşit

değerde görülmemesi ve çağlar boyunca erkek gücünün doğayı da tahakküm altına

almış olması, kadının gördüğü şiddetin temelinde yatan nedendir. Ekofeminizm,

aynı anda hem basit hem çok yönlü uzantıları ile geniş bir çerçeveyi kapsamakta

olup, temelinde doğa-kadın ilişkisi ve sömürüsünün koşutluğuna odaklanarak, çözüm

102

yollarının üzerinde durmaktadır. Ekofeminizmin, ekolojik sorunlar bağlamında

kadını ön plana çıkararak kadın hakları için mücadele ettiğini söylemek mümkündür.

Kadın-erkek, cinsiyet ve sınıf ayrımı yapılmaksızın, sosyal sorunların ele alınması,

ekolojik ve çevre sorunlarına yaklaşılması sürdürülebilir bir dünyanın gelişmesini

sağlayacaktır. Kadının ayrı bir yere konması, ekolojinin bütünsellik ilkesi

çerçevesinde, ikilemlerin aşılması noktasında engel oluşturmaktadır. Kadının doğaya

yakın duruşu onu doğaya karşı daha duyarlı yapmaktadır. Uzuner'in kitabında

kadınların Şaman kültüründe, bitkilerin iyileştirici güçlerini kullanan şifacılar olarak

doğaya ne denli yakın oldukları anlatılır.

"Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları SU"da, kadın karakterlerin sayısının

fazla olduğu görülür. Ana karakterlerden gazeteci Defne Kaman, cinsiyet ayırımı ve

toplumsal cinsiyet sorunları ile ilgilenmekte, kaybolduğu sırada da kadına şiddet

konusu üzerine araştırma yapmaktadır. Yazar özellikle kadın sorunlarını ekolojik

sorunlarla bir arada ele alarak, okuyucuyla ekofeminist düşünce bağlamında iletişime

geçmektedir.

Çağdaş Türk kadın yazarlardan Buket Uzuner’in kaleme aldığı ve yaşamsal

ihtiyaçlarımızdan suya övgünün vurgulandığı kitapta, Türk toplumu ve kültürel

unsurları dikkat çekmektedir. Yazarın söyleşilerinde belirttiği, evreni oluşturduğuna

inanılan dört ana elementten su, toprak, hava, ateşin her birinin ana eksenini

oluşturacağı dörtleme olarak planlanan romanların ilkinde, evrende her şeyin

başlangıcında suyun bulunduğu anlatılır. Doğan bebeklerin bile ilk olarak su ile

yıkandığı belirtilerek, suyun şifa özelliği paylaşılmakta, Türklerin İslamiyet öncesi

Şaman geleneğinden başlayarak Anadolu’daki yerleşimlerinden bugünlere değin

suyun kutsal görüldüğü belirtilmektedir. Şaman kültüründeki doğa sevgisi ve doğaya

103

verilen değer anlatılırken, unutulan değerler hatırlatılarak, doğaya, üstündeki bütün

canlılara gerek cinsiyet gerek insan olan ve insan olmayan ayrımı yapılmaksızın,

saygılı bir yaklaşıma çağrı yapılmaktadır.

Yapıtta, hayvan haklarına da değinilerek, sokak hayvanlarına karşı korumacı

bir davranışa sevk eden görüşlerle beraber, özellikle Marmara Denizi’nde yaşayan,

giderek nesli tükenmekte olan Yunus balıklarının korunması konusu ön plana

çıkmaktadır.

Küresel ısınmanın, iklim değişikliklerinin insanların, bitkilerin, canlıların

yaşamında neden olduğu değişimler, hayvanlara kötü muamele edilmesi, aşırı

tüketimin neden olduğu sorunlar dünyanın her bir ayrı noktasında vardır. Bugün

ekolojik sorunlar nedeniyle yaşlanan, Benni'nin açıkça görmemizi sağladığı gibi

sadece gezegenimiz değil, çağın tüketim girdabına kapılmış, etrafına verdiği

zararların ne derece olduğunun bilincine varamayan insanoğludur, aynı zamanda.

Uzuner’in aşağıdaki ifadesi bugünkü durumu özetler niteliktedir:

“İnsanların birbirlerini kolayca ve çabucak yargıladığı, kimsenin

kimseye ayıracak vaktinin olmadığı, gözlerin sadece bayram

etmek için baktığı, dünyanın ‘körler ülkesi’ne dönüştüğü, acının

ve sevginin pazarlandığı zamanlarda yaşadığını fark etmek, hangi

yaşta olursa olsun, yaşlanmaya başlamaktır.”133

İki farklı dil ve kültürel çevrede yazılmış olan yapıtlar, çevre ve ekolojik sorunların

yerel değil, küreselleşmiş sorunlar olduğunu ortaya koymaktadır. Okuyucu Benni’nin

hikâyesinde, insan merkezli tutumun sonuçlarını, aşırı tüketime kendini kaptıran

insanların davranışlarında oluşan farklılıkları görmekte, yazarın dilinin akıcılığı,

ironik üslubunun sayesinde metindeki durumlarla kendini kolaylıkla 133

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 21.

104

özdeşleştirebilmektedir. Uzuner’in yalın anlatımında ise, okuyucu Türkiye’nin en

büyük metropolü özelliğine sahip İstanbul’un yaşadığı değişimleri gözlemlemekte,

Kadıköy'ün sokaklarında dolaşarak, kendi coğrafyası üzerindeki sorunların ne kadar

yakınında olduğunu hissedebilmektedir. Uzuner’e göre İstanbul, “Vahşi bir balinaya

benzeyen 15 milyonluk”134

bir şehirdir. Yazar tarafından gerçek yer isimlerinin

kullanılmış olması, her ne kadar okuyucuyu coğrafik yer konusunda sınırlandırmış

gibi görünse de, yaşanan sorunların küresel ısınma ile ilişkili olduğunun

vurgulanması, daha evrensel bir sorgulamaya çağırmaktadır.

Mevlâna’nın tüm doğayı ve canlıları eş değerde görerek kucaklayan

görüşünden, Ortaçağ dinsel şiirinin en önemli isimlerinden Assisi'li Aziz

Francesco’nun, “Il Cantico del Frate Sole”de ele aldığı ve öğretilerini yansıtan, güneş

ve yıldızlardan, doğadaki tüm hayvanlara varana kadar, Tanrının yaratımı olan

doğadaki bütün varlıklara derin bir kardeşlik duygusu içinde yaklaşması yüzyıllar

öncesinden günümüze ışık tutarak, bizlere yol göstermektedir. Geleneksel

Hristiyanlık anlayışı olan Tanrının insanda tezahüründen dolayı insanın doğanın

üstünde ve doğaya hakim olan varlık şeklinde görülmesi, Aziz Francesco'nun

öğretilerinde yer almaz.

Edebiyatta doğanın bütün yönleri ile aktarımı, etkin bir çevre eğitimi için

esastır. Her bir bilim dalı ile ilişkili olan ekoloji konusunda, bireylerin bilinçlenmesi

anlamında edebiyata ve bu alandaki çalışmalara büyük görev düşmektedir. Edebiyat

okuyucuya okudukları ile özdeşleşmesini sağlayarak, günlük yaşamı içerisinde belki

de üzerinde durup düşünmediği, kendisine henüz dokunmadığı sorunların er ya da

geç kendi kapısını da çalabileceğini fark ettirmektedir. Edebiyat, belki ekonomistler,

134

Uzuner, B., Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, a.g.y., s. 10.

105

politikacılar, mimarlar ya da sanayiciler kadar taşları yerinden hızlı oynatamayabilir,

ama bu taşların yerlerinden kımıldaması için sözcüklerin gücünü kullanarak

zihinlerde farkındalık yaratabilir, insanın bireysel gündelik faaliyetlerinde, davranış

ve tutumlarında çevreci bir yaklaşımı benimseyerek, tüm canlılara eşit değerde saygı

gösterilmesini ve dünyanın korunmasına yardımcı olmayı sağlayabilir.

İnsan, evrendeki tüm canlı ve cansız varlıklar gibi, doğanın bir parçasıdır.

Thoreau’nun ifade ettiği gibi, insanın hiçbir ayrıcalığı yoktur ve sonradan gelen

birinin mütevazılığında davranmak durumunda olduğu dünyada diğer canlılardan

farklı değildir. Her canlının doğal kaynaklardan eşit yararlanma hakkı olduğunu

unutmamak ve doğa ile uyum içinde yaşamak üzere sürdürülebilir bir dünya için

azami duyarlılık gösterilmelidir.

Ekolojik ve çevresel sorunların nedenleri, çözümleri her ne kadar bilimin

alanına giriyor olsa da, bunların gerçekleşmesinde insan faktörünün en etken unsur

olması nedeniyle, aynı zamanda kültürel alana da girmektedir. Ekoeleştiri bu

bağlamda, edebiyat alanındaki çalışmaların incelenmesi ile bir farkındalık

oluşturmakta, odağı çevre ve ekoloji sorunlarına çevirerek insanları sorunlar

konusunda bilinçlendirmekte ve çözümün bir parçası olmaya yönlendirmektedir. Öte

yandan, insanların sosyal statüleri üretim araçları karşısında aldıkları pozisyona göre

belirlenmektedir. Kanımızca, söz konusu statü farklılıklarının cinsiyetle ilişkisi

olmadığı düşüncesinden hareketle, öznesi insan ve doğa olan ekoeleştirinin de

cinsiyeti yoktur, demek mümkündür.

Uzuner’in erkek şiddetini ön plana çıkaran söylemleri, kadınların

ezilmişliğine yapılan vurgu, ana karakterleri kadınların oluşturması, kadınların

106

Şaman kültüründeki yerine yapılan vurgulama, yazarın kadın kimliğini

hissettirmektedir. Benni’de ise olaylar Margherita’nın sözcükleriyle, henüz yetişkin

olmayan bir genç kızın bilgece ve doğa sever yaklaşımı ile anlatılırken, yazarın kendi

kimliğini ortaya koymak açısından bir kaygı taşımadığını söylemek mümkündür.

Oppermann’ın Slovic’ten aktarımıyla, “Çağdaş doğa yazınının en önemli

konularından biri, bu edebiyatın okurun doğaya yaklaşımında nasıl somut

değişimlere ve onu çevresel olarak nasıl doğru davranışlara yönelteceği

konusudur.”135

Ele alınan konular incelendiğinde, “Margherita Dolcevita”, okuyucuya birden

çok mesaj vermekte, insanoğlunun sadece kendini düşünerek, merkeze kendini

koyduğu bir yaklaşımla doğaya vereceği zararları, ironik bir üslup ve kimi zaman

masalsı öğelerle birlikte aktarmaktadır. “Margherita Dolcevita”da yeni gelen

komşuların Margherita’nın ailesini, alışkanlık ve görüşlerini materyalist ve tüketime

özendirici bir şekilde nasıl etkilediğini yazar net bir şekilde yansıtır. Reklâm,

kampanya ve albenili tanıtımlarla onu daha fazla harcamaya teşvik eden kapitalizmin

üretim araçlarının yönlendirdiği günümüz insanının, tüketim girdabı içerisinde

robotlaşmaya başladığı görülmektedir. Konuşmak yerine cep telefonu mesajları ile

haberleşme, televizyonun ve internetin sunduğu engin bilgi erişim araçlarıyla,

insanlar birbirlerine iletişim anlamında yakınlaşırken, duygusal anlamda

uzaklaşmaktadır. Televizyonun yarattığı bağımlılık, çocukların cep telefonu

kullanımı Benni’nin yapıtında yarattığı olumsuz etkiler ile ortaya konmaktadır.

Benni'ye göre dünya bombalar, zehirler ve insanın kötü kullanımı yüzünden aniden

135

Oppermann, S., Doğa Yazınında Beden Politikası, İstanbul, Akşit Göktürk Anma Toplantısı,

15-17.03.2006.

107

yaşlanmış ve yüzü kırışıklıklarla dolmuştur. Aşırı tüketime ve teknolojinin sunduğu

araç-gereçlerin kullanımına çokça değinen Benni, günümüzde teknolojinin, kişisel

yaratım, değiştirme ve seçme yetileri gibi her tür yeteneğin düşmanı olarak

göründüğünü ifade etmektedir.

Hem İtalyan hem Türk edebiyatından iki yapıtın ekoeleştiri kuramı

çerçevesinde karşılıklı incelenmesi, farklı coğrafyada yaşayan insanların ortak

bilince sahip olduğunu ortaya koyması açısından önem taşımaktadır. Edebiyatın

ekolojik bilinçlendirme işlevinin uygulamalı olarak aktarılması, farklı kültürlere

ilişkin edebî metinlerin doğa, insan ilişkisi yönünden incelenmesi, bireylerin çevre

sorunlarını sorgulamasını ve üzerinde düşünmesini sağlayacaktır. Böylelikle

doğadaki bir bütünün parçası olduğunu gören bireyler, bu bakış açısıyla düşünmeye

başlayacaklar, çevrelerine daha duyarlı olabileceklerdir. Hammaddesi sözcükler olan

edebiyatın, insanları bilgilendirme ve bilinçlendirme gücü dikkate alındığında,

benliklerde ve zihinlerde ekolojik bir uyanışı sağlaması amacıyla incelenmesi büyük

önem taşımaktadır.

Ekoeleştiri, derin ekoloji ve ekofeminizmin ortak duruşunda, doğadaki bütün

insan olan ve olmayan varlıkların, bir bütünün parçaları olarak görülmesi yatar.

İnsanın doğa ile bütünlüğü, doğanın bir parçası olduğu gerçeği her iki yapıtta ortaya

konmaktadır. Yazarların, bu noktada farkındalık yarattıklarını söylemek mümkündür.

İnsanların faaliyet ve girişimlerinden yeryüzündeki bütün canlıların, soluduğumuz

havanın bile etkilendiği gözlemlenmektedir. Felâketler yaşanmadan önlem alınması,

çevreyi ve doğayı korumak için önemlidir.

108

Benni ve Uzuner’in gerçekçi unsurlarla yapıtlarında sunduğu gibi, çevre ve

ekoloji sorunları sadece yaşanılan mekân ve coğrafya ile sınırlı değildir. Dünya

üzerinde yaşayan tüm canlılar, insanoğlunun yaptığı değişimlerden etkilediğinden,

çevre ve ekoloji sorunları sosyal sorunlar olup, çözümü için en öncelikli hassasiyetin

gösterilmesi, sağlıklı bir gelecek için önemlidir. Doğadaki canlı ve cansız tüm

varlıklara aynı değer ve saygıyla yaklaşıldığı sürece sürdürülebilir bir dünyadan

bahsetmek mümkün olabilecektir. Ekoeleştiri ise, edebiyatın gücü ile bu alanda

yarattığı farkındalık ve düşünce biçimlerindeki yeni bakış açısı ile doğanın sesinin

herkese ulaşmasını ve alınabilecek önlemlere bireylerin katılımını sağlar. Bireyler

ekoeleştirel okuma ve çalışmalarla yazılı metnin vurguladığı çevre ve ekolojiye

ilişkin konuları daha derinden görmeyi öğrenir. Kanımızca, bu bakış açısını

kazandıktan sonra bireylerin yapacağı okumanın eskisi gibi olmayacağını söylemek

yanlış olmayacaktır. Hem bölgesel hem küresel çerçevede hissedilen çevre ve

ekolojik sorunların çözümlerinin bir parçası olabilmek, insanı ve insanın canlı olan,

olmayan bütün çevresi ile ilişkilerini görebilmemizi sağlayan ekoeleştiri ile mümkün

olabilecektir.

109

KAYNAKÇA

Abasıyanık, Sait Faik, Son Kuşlar, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 1.Basım,

Ekim 2012.

Arıkan, Arda, Edebî Metin Çözümlemesi ve Ekoeleştiri, Akdeniz İnsani Bilimler

Dergisi, 2011, C.1, S.1, s.43

Atabilen, Ezgi, İlk eko-feminist Roman, Hürriyet Gazetesi, Keyif Eki, 01.04.2012.

Barnhill, David Landis, Surveying the Landscape: A New Approach to Nature

Writing, ISLE, 2010, Volume 17, Issue 2, s.273-290.

Beklan Çetin, Oya, Derin Ekoloji Hareketi ve Çevre Etiği,

http://ecotopianetwork.wordpress.com/2009/12/21/derin-ekoloji-hareketi-ve-

cevre-etigi/ , 2009.

Benni, Stefano, Margherita Dolcevita, Feltrinelli, Milano, Settembre 2006.

Bookchin, Murray, Ekolojik Bir Topluma Doğru, çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı

Yayınları, İstanbul, 1996.

Buell, Lawrence, The Future of Environmental Criticism, Blackwell Publishing,

USA, 2008.

Bulut, Dilek, Çevre ve Edebiyat: Yeni Bir Yazın Kuramı Olarak Ekoeleştiri, Littera

2005, C.17, s.79-86.

Callenbach, Ernest, Ekoloji Cep Rehberi, çev.Egemen Özkan, Sinek Sekiz Yayınevi,

İstanbul 2011.

Calvino, Italo, Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler, çev. Rekin Teksoy, YKY,

İstanbul, 2003.

110

Calvino, Italo, Öyküler, çev. Kemal Atakay, Eren Yücesan Cendey, Semin Sayıt,

Rekin Teksoy, YKY, 2.Baskı, İstanbul, 2013.

Carson, Rachel, Sessiz Bahar, çev. Çağatay Güler, Palme Yayıncılık, Ankara, 2011.

Coupe, Laurence Ed., The Green Studies Reader from Romanticism to Ecocriticism,

Routledge, 2010.

Darson, Jonathan, Ekoköyler, çev. Deniz Dinçer, Sinek Sekiz Yayınevi, İstanbul,

Mayıs 2012.

Elçin, Şükrü, Türk Edebiyatında Tabiat, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek

Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi Yayını-Sayı:66, Ankara, 1993

Engels, Friedrich, Doğanın Diyalektiği, çev. Arif Gelen, Sol Yayınları, Ankara,

Ağustos 2010.

Estok, Simon C., Theorizing in a Space of Ambivalent Openness: Ecocriticism and

Ecophobia, ISLE, 2009, Volume 16, Issue 2, 203 – 225.

Fiori, Antonella, Margherita e i cubi neri, intervista a Stefano Benni, La Repubblica

delle donne, Roma, 23.04.2005.

Fraschini, Paola, Natura e cultura a braccetto,

http://www.edizioniambiente.it/puntosostenibile/2006/numero12/12_03.htm

Garrard, Greg, Ecocriticism, Routledge, Second Edition, New York, 2012.

Garrard, Greg, Ecocriticism and Education for Sustainability,

http://muse.jhu.edu/login?auth=0&type=summary&url=/journals/pedagogy/v

007/7.3garrard.html

Garrard, Greg, Ecocriticism: Review of 2010, http://www.accademia.edu

Glotfelty, Cheryll (Ed.), Fromm, Harald (Ed.), The Ecocriticism Reader, Landmarks

in Literary Ecology, The University of Georgia Press, Athens, Georgia, 1996.

111

Glotfelty, Cheryll, The Lexus and the Wilderness Area, Wild Nevada, University of

Nevada Press, Reno, 2005,s.101-120.

Güneş, Ahmet M., Yeni Anayasa Tartışmaları Bağlamında Çevre, Gazi Üniversitesi

Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XV., S.3, s.259 -283, Ankara, 2011.

Hobgood-Oster, Laura, Ecofeminism: Historic and International Evolution,

http://www.clas.ufl.edu/users/bron/pdf--christianity/Hobgood-Oster--

Ecofeminism-International%20Evolution.pdf

http://buketuzuner.com/tur/yb/buket-uzunerden-bir-kadikoy-romani-su/

http://echoeng.blogspot.com/2010/04/garrards-ecocriticism.html

http://giovannitaurasi.wordpress.com/2010/12/16/l%C2%B4isola-degli-onorevoli-

superstiti-di-stefano-

Infante, Michele, La disperazione nel comico. Stefano Benni e Dario Fo parlano di

Margherita Dolcevita,

http://www.rivistaorigine.it/conversazioni/disperazione-comico-stefano-

benni-dario-fo-margherita-dolcevita/

Iovino, Serenella, Ecologia Letteraria Una Strategia per Sopravvivenza, Edizioni

Ambiente, Roma, 2006.

Iovino, Serenella, Filosofie Dell’Ambiente, Natura, Etica, Società, Carrocci, Roma,

2004.

Iovino, Serenella, L’Etica Del Paesaggio, Treccani, 2006.

Johnson, Loretta, Greening the Library: The Fundamentals and Future of

Ecocriticism, http://asle.org/assets/docs/Ecocriticism_essay.pdf

Kılıç, Selim, Çevre Etiği, Orion Kitabevi, Ankara, 2008.

112

Kışlalıoğlu, Mine, Berkes, Fikret, Çevre ve Ekoloji, Remzi Kitabevi, 12. Basım,

İstanbul, 2010.

Kovel, Joel, Doğanın Düşmanı, çev. Gürol Koca, Metis Yayınları, İstanbul, 2005.

Liparoto, Andrea, Se la letteratura salva l’ambiente, Silvae Rivista Tecnico, 2007,

Yıl 3, S.9, s.227-232.

Lorentzen, Lois Ann, Eaton, Heater, Ecofeminism: An Overview,

http://skat.ihmc.us/rid%3D1174588237625_665601541_9501/ecofeminism.p

df

Morton, Timothy, The Ecological Thought, First Harward University Press, USA,

2012.

Mosena, Roberto, Italo Calvino e l’ecologia letteraria, Studium, 2008.

Nebbia, Giorgio, L’ecologia e’ una scienza borghese?, Ecologia Politica Cns S.1,

C.28, Yıl 10, Milano, 2000.

Oppermann, S., Özdağ, U., Özkan, N., Slovic, S. Eds. The Future of Ecocriticism:

New Horizons, Cambridge Scholars Publishing, New Castle, 2011.

Oppermann, S., Editör, Ekoeleştiri Çevre ve Edebiyat, Phoenix, Ankara, 2012.

Oppermann, Serpil, Doğa Yazınında Beden Politikası, Akşit Göktürk Anma

Toplantısı, İstanbul, 15-17.03.2006.

Oppermann, Serpil, Ecocriticism: Natural World in the Literary Viewfinder,

www.asle.org, 1999.

Oppermann, Serpil, Ekoeleştiri, İstanbul, PEN Türkiye, 17.04.2009.

Özdağ, Ufuk, Edebiyat ve Toprak Etiği, Ürün Yayınları, Ankara, 2005.

Özdağ, Ufuk, Sessiz Bahar’dan Sonra Ses Getiren Elli Yıl: Kadın, Çevre, Sağlık,

2012.

113

Özdağ, Ufuk, G. Gonca Gökalp Alpaslan, Türkiyat Araştırmalarında Yeni Bir Alan:

Çevreci Eleştiri, 3.Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu, 2010, 641-651.

Özkan, Nevin, Out of İstanbul: Nature in Sait Faik Abasıyanık’s Short Stories, 7.

Uluslararası Türk Kültürü Kongresi, "Türk ve Dünya Kültüründe İstanbul",

Ankara, 5-10 Ekim 2009.

Özkan, Nevin, Stefano Benni's ecological fiction, Beyond Thoreau: American and

International Responses to Nature, Tsinghua University, Pekin, Çin, 2008.

Özkan, Nevin (Hazırlayan), Seçme Şiirler, Gabriele D’Annunzio, T.C. Kültür

Bakanlığı Yayınları / 2703, Ankara, 2001.

Parlak Temel, Özge, Ekoeleştiri Kuramı Işığında Stefano Benni’nin ‘Margherita

Dolcevita’ ve ‘Terra’ Adlı Eserlerinde Vurguladığı Doğa Öğesi ve Yazarın

Çevreci Düşünceleri, Ankara, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, 2010.

Petrini, Carlo, Padovani, Gigi, Slow Food Devrimi, çev.Çağrı Ekiz, Sinek Sekiz

Yayınevi, İstanbul, Haziran 2011.

Poggio, Pier Paolo, La Crisi Ecologica: Origini, Rimozioni, Significati, Jaca Book,

Milano, Novembre 2003.

Sartre, Jean-Paul, Edebiyat Nedir, çev. Bertan Onaran, Can Yayınları, 3. Basım,

İstanbul, Kasım 2008.

Slovic, Scott, Gated Mountains, Wild Nevada, University of Nevada Press, Reno,

2005, s. 121-130.

Slovic, Scott, Moore, Roberta, Wild Nevada, University of Nevada Press, Reno,

2005.

114

Speelman, Raniero, Primo Levi in the Seventies: “letterato” or “impegnato”?,

igitur, 2006.

Tamkoç, Günseli (Derleyen), Derin Ekoloji, Ege Yayıncılık, İzmir, Ekim 1994.

Tekin, Latife, Berci Kristin Çöp Masalları, Everest Yayınları, 13.Basım, İstanbul,

Ekim 2010.

Thoreau, Henry David, Doğal Yaşam ve Başkaldırı, çev. Seda Çiftçi, Kaknüs,

2.Basım, İstanbul, 2007.

Tonak, Ahmet, Ekoloji ve Kapitalizm, Bir Gün Gazetesi, 09.08.2008.

Tont, A.Sargun, Sulak bir Gezegenden Öyküler, Tübitak, 4. Basım, Ankara, Ekim

1997.

Toska, Sezgin, Ekoeleştirinin Ortaya Çıkışında Öncü Ekoeleştirmenlerin Edebiyat

Eleştirisi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2010, C.2,

S.14.

Turhanlı, Halil, Bahçedeki Makine, Bir Gün Pazar Eki, 15.01.2006

Uzuner, Buket, Uyumsuz Defne Kaman’ın Maceraları SU, Everest Yayınları,

1.Basım, İstanbul, , Mart 2012.

Uzunkaya, Uğur, Necati Cumalı’nın Susuz Yaz adlı Tiyatro Oyununa Ekoeleştirel Bir

Bakış, http://sakaryaedebiyat.com/?p=236, 2012

www.aldoleopold.org

www.ankaratema.org

www.asle.org

www.buketuzuner.com

www.cevre.org

www.morning-earth.org/DE6103/Ecofeminism/Ecofeminist%20Thought.pdf

115

www.repubblica.it/ambiente/2010/04/20/news/vi_prego_salvate_la_miosfera-

3473510/

www.stefanobenni.it

www.youtube.com/watch?v=iPYl63iesGg, CNN, 5N1K, Buket Uzuner Su’yu

anlatıyor, 18.04.2012.

www.youtube.com/watch?v=IMg6RsihLtw, TGRT Haber, Buket Uzuner,

20.03.2012.

Zimmerman, M.E., Callicott, B., Sessions G.,Warren, K.J., Clark, J., Environmental

Philosophy: From Animal Rights to Radical Ecology, Englewood Cliffs, NJ:

Prentice-Hall, 1993, s. 253-267.

116

ÖZET

Doğa hem bütün canlıların evi hem de bütün canlı varlıkların yaşamsal

ihtiyaçlarını karşıladığı kaynaktır. Doğa döngüsünün sürekliliği açısından,

kaynakların kullanım şekli ve insanoğlunun faaliyetleri bugünü ve geleceği

şekillendiren en önemli etmenlerdir. Canlı olan ve olmayan varlıkların arasındaki

ilişkiler ağını inceleyen ekoloji, öznesi itibarıyla mimariden, mühendisliğe,

politikadan edebiyata bütün bilim dallarının konusu içine girmektedir. İnsan odaklı

yaşama giderek artan eğilim, son yıllarda ekoloji ve çevre sorunlarının derin bir

şekilde hissedilmesiyle, çevre odaklı uygulamalara geçişi ön plana çıkartmış ve bu

konunun öneminin özellikle vurgulanmasını sağlamıştır.

Sürdürülebilir bir dünya için, dünyanın hangi bölgesinde yaşıyor olursa olsun,

herkesin doğayı ve doğadaki kaynakları bilinçli bir şekilde kullanmasının, bütün

canlı ve cansız varlıkları korumasının gerekliliği yadsınamaz. İnsanoğlu gerek

toplumsal gerek bireysel gelişim ve ilerlemesini sürdürürken teknolojiyi, onun

sunduğu kolaylıkları sadece doğadan faydalanmak amacıyla değil, aynı zamanda

doğanın menfaatine olacak şekilde de kullandığı sürece bugünde ve gelecekte yeşil

bir dünyanın devam etmesini sağlayabilecektir.

Çevre sorunlarını ve kültürü şekillendiren doğayı, insanların yaşadıkları

mekânların doğa ile ilişkisini, kısaca doğanın edebiyat içerisinde ele alınışını insan

merkezci olmayan bir yaklaşımla inceleyen ekoeleştiri kuramı, bireylerde ekolojik

bir bilinçlendirme oluşturması nedeniyle büyük bir öneme sahiptir. Bu çalışmada,

farklı coğrafyalarda, biri İtalya’da Stefano Benni, diğeri Türkiye’de Buket Uzuner

tarafından kaleme alınmış iki yapıt, ekoeleştiri ve kadınla doğanın sömürüsünü

117

birarada ele alan feminist ekoeleştiri penceresinden karşılaştırmalı olarak

incelenerek, edebiyatta doğanın ve ekolojik sorunların ele alınışı ile edebiyatın

ekolojik farkındalık yaratmadaki işlevi incelenmiştir. Yapıtlarda gözlemlenen ekoloji

ve çevre sorunları, bölgesel vurgular içerse bile küresel ekolojik sorunlara işaret

etmektedir. Ekolojik bilinci uyandırmak, farkındalığı arttırmak için yazarlara ve

ekoeleştirmenlere büyük görevler düşmektedir. Ayrıca, eğitim sisteminin ilk

öğretimden yüksek öğretime kadar her kademesine odağı ekoloji ve doğa olan edebî

yapıt incelemesinin eklenmesi, bireylerin daha bilinçli tüketime yönelmesini

sağlayacaktır. Böylece çevre sorunlarına daha duyarlı, doğadaki tüm canlı ve cansız

varlıklara karşı hiyerarşiden uzak yaklaşımların benimsenmesi mümkün

olabilecektir.

118

SUMMARY

Nature is both a home to all living beings and the source all living creatures

get their vital needs from. The way the sources are used and the activities of

humankind are the most significant factors shaping the present and the future with

regards to the durability of the cycle of nature. In respect of its subject, ecology,

which examines the network of relations between the living and non-living beings,

falls within the interest of all disciplines from architecture and engineering to politics

and literature. Due to the fact that the ecological and environmental problems have

been deeply felt recently, the increasing tendency towards a people oriented life has

brought the transition to environment oriented practices into the forefront and caused

this issue to be particularly emphasized.

For a sustainable world, it cannot be denied that no matter in which part of

the world they live in, it is essential for everybody to use nature and the sources in

the nature consciously and to protect all living and non-living beings. As humankind

maintains its both social and individual improvement and advancement, it will be

able to ensure the sustainability of a green world both in the present and the future as

long as it utilizes technology and the benefits rendered by it not only to make use of

nature but in a way that is for the good of nature.

Ecocritical theory; which examines nature which shapes the culture and

environmental problems, the relation between the places where people live and

nature, namely, the covering of nature in literature in brief, has an ever increasing

importance thanks to its function to generate an ecological awareness in individuals

with an eco-centric approach. In this study, two works from two different

119

geographies, one of which penned in Italy by Stefano Benni, the other one in Turkey

by Buket Uzuner; are comparatively analyzed within the framework of ecocriticism

and feminist ecocriticism that deals with the exploitation of woman and nature

together; and by this means, covering of nature and ecological problems in literature

and the function of literature in raising ecological awareness are examined. It is seen

that the ecological and environmental problems observed in these two works indicate

the global ecological problems even though they include regional emphases. In order

to raise ecological consciousness and increase awareness a great responsibility falls

on the writers and the ecocritics. Besides, adding of analysis of literary work the

focus of which is ecology and nature to the each and every stage of the education

system from primary education to higher education will ensure that individuals tend

towards conscious consumption. It is important to adopt approaches which are

sensitive to environmental problems, approaches towards all living and non-living

beings in the nature, which are far off the hierarchy.