49
1 Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566)

Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

  • Upload
    others

  • View
    4

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

1

Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566)

Page 2: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

2

Page 3: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

3

Hayatı Ve Edebi Kişiliği

Muhibbî mahlasıyla şiir yazan Kanunî Sultan Süleyman onuncu Osmanlı padişahı olup babası Yavuz Sultan Selim öldükten sonra tahta geçerek kırkaltı yıl padişahlık yapmıştır. Kanunî devlet idaresinde gösterdiği başarının yanı sıra bilim ve sanatın gelişmesi için de çaba göstermiş, bilim adamlarını ve sanatçıları korumuştur. Osmanlı padişahlarının II. Murad, Fatih, II.Bayezid ve Yavuz Selim’den sonra beşinci şair padişahıdır.

Şiirlerinde bir padişahtan çok sıradan bir insan olarak kimlik gösteren Muhubbî, aşkı, ıstırabı, kanaat, tevazu, felekten şikayet gibi diğer şairlerin işlediği konuları işlemiştir.Muhibbî’nin şiirlerinde gurur, büyüklenme gibi duygular görülmez. Şair, daha çok fakirlikten, kimsesizlikten, sevgilinin vefasızlığından ve kadrinin bilinmediğinden şikayet eder. Muhubbî, Zatî’den sonra en çok gazel yazan şairlerdendir. Hacimli bir Dîvân’ı vadır ve üzerinde çalışma yapılarak yayımlanmıştır. Kânûnî, Arapça, Farsça ve Türkçe şiirleri olup Çağatayca da biliyordu. Farsça Dîvân’ı Coşkun Ak tarafından tercümesiyle birlikte yayınlanmıştır.

Page 4: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

4

Muhibbî, Gazel

Muhibbî, Gazel 1. Yüzüñi gördüm ben evvel mübtelā oldum saña

Çekmek ile cevrüñi āĥir fedā oldum saña 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme

Pādişāh-ı ¤ālem oldum çün gedā oldum saña 3. Baķamazam gün yüzüñe görmesem de ölürüm

Bilmezem ģālüm n’olur kim āşinā oldum saña 4. Şem¤-i ģüsnine nažar ķıldum dutuşdı cān u ten

Ben baña itdüm ki ey dil reh-nümā oldum saña 5. Rişte-i cān üzre dizdüñ nažmuñı dürler gibi

Ehl-i nažm içre Muģibbí ĥāk-i pā oldum saña

Page 5: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

5

FUZÛLÎ’NİN HAYATI

Yalnızca 16. yüzyıl Azeri sahasının değil, hem Anadolu hem de Türk coğrafyasının yetiştirdiği gelmiş geçmiş en büyük divan şairi olarak tanınmıştır. Irak Türklerinden olan ve Azeri lehçesiyle şiirler yazan ünlü şairimiz Fuzûlî’nin edebiyatımızda en büyük lirik şair olarak ayrı bir yeri vardır. Hayatı hakkında bilinenler sınırlı olup, bunlar tezkirelerdeki bilgilerle, Fuzûlî’nin kendi eserlerinden çıkartabildiğimiz bilgilerdir. Fuzûlî’nin doğum tarihi kesin olarak bilinemediği gibi doğduğu yer de kesin olarak belli değildir. Bununla birlikte 1480’li yıllarda doğduğu sanılmaktadır. Tezkirelerde şairin Kerbelalı ya da Hileli olduğu hakkında çelişik görüşler bulunmaktadır. Fuzûlî, adının Mehmed, olduğunu Matlaü’l İtikad adlı eserinin ön sözünde söyler. Fuzûlî’nin Büyük Selçuklular zamanından beri Irak’ta yerleşmiş, eski ve büyük bir Oğuz boyu olan Bayat boyundan olduğu, Sâdıki’nin Mecmaü’l Havas adlı tezkiresinde yazılıdır. Fuzûlî’nin iyi tahsil gördüğünü ve döneminin bilimlerini öğrendiğini eserlerinden anlıyoruz. Büyük şairin, Türkçenin yanı sıra Arapça ve Farsçayı da bu dillerde şiir söyleyebilecek kadar iyi bildiği eserlerinden anlaşılmaktadır. Fuzûlî, Farsça Dîvân’ının önsözünde, beğendiği her mahlası başkalarının da almış olduğunu görerek, kimsenin beğenmeyeceği halk dilinde arsız, gereksiz, fodul anlamlarına gelen Fuzûlî’yi mahlas olarak aldığını söyler. Fuzûlî kelimesinin bir diğer anlamının da erdemlilik, olgunluk anlamına gelen fazl kelimesinin çoğulu olduğu dikkate alınırsa şairin mahlasını seçerken kelimenin bu anlamını da göz ardı etmediği ortaya çıkar. Fuzûlî’nin şiirlerinden hangi devlet büyükleriyle ilişkisinin olduğu ve kimlerden himaye gördüğü öğrenilmektedir. Örneğin Diyarbakır ve çevresine o tarihlerde hakim olan Elvend Bey tarafından himaye gördüğü onun için yazdığı Farsça kasideden öğrenilmektedir. Fuzûlî, ünlü Beng ü Bâde mesnevisini de Safevi hükümdarı Şah İsmail’e sunmuştur. Buradan, Şah İsmail’le ilişkisinin olduğu anlaşılmakla birlikte ne bu mesnevisinde, ne de başka bir şiirinde Şah İsmail’in Fuzûlî’ye herhangi bir yardımda bulunduğuna Dâ’îr bir işaret bulunmamaktadır. Fuzûlî, Safeviler’in Bağdat

Page 6: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

6

valilerinden Musullu İbrahim Han’ın himaye ve lutuflarını görmüştür. Bağdat valiliği el değiştirdikten sonra Fuzûlî’nin diğer Safevi valileri için de kasideler yazmış olduğu tahmin edilmekle birlikte bu konuda kaynaklarda kesin bilgiler rastlanmamaktadır. Bağdat’ın 1534’te Kanuni tarafından savaşsız olarak teslim alınmasından sonra Fuzûlî’nin başta Kanuni olmak üzere birçok Osmanlı devlet ricaline kasideler yazıp sunduğu ancak hiçbir dönemde devlet büyüklerinden beklediği ilgiyi ve maddi desteği görmediği bilinmektedir. Fuzûlî’nin, Bağdat Safeviler’in idaresindeyken Tebriz’e gitmek istediğini, ömrü boyunca Irak-ı Arap yani Bağdat ve çevresinden dışarıya çıkamadığını biliyoruz. Ancak o zaman zaman üzerinde doğup yaşadığı topraklardan içinde bulunduğu maddi sıkıntılar nedeniyle başka yerlere gitmek istemiş, bu isteğini şiirlerinde dile getirmiştir. Örneğin Farsça bir kasidesinden Hindistan’a bile gitmeyi göze aldığı anlaşılmaktadır. Fuzûlî’nin Kanuni’nin Bağdat seferi sırasında Osmanlı ordusunda bulunan Hayâlî Bey ve Talıcalı Yahya gibi ünlü Osmanlı şairleriyle tanışmış olduğunu ve başta Kanuni olmak üzere İbrahim Paşa, Rüstem Paşa, Ayaz Paşa vb. Devlet büyükleriyle irtibat sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin Fuzûlî’nin şiirlerine nazireler yazmış olmaları, Fuzûlî’nin etkisinde kaldıklarının ve onun şairliğini beğendiklerinin ifadesi olmalıdır. Ayrıca, bu şairlerle tanışmış olması onun Anadolu sahasında tanınmasında bir etken olmuştur. Doğup büyüdüğü Bağdat havalisinin geleneklerine uyması doğal olan Fuzûlî, Peygamber’e, ailesine ve 12 imama içten bir sevgiyle bağlıdır. Türkçe, Arapça ve Farsça yazdığı kasidelerde bu kişileri övmüş ve özellikle Hadîkatü’s Süedâ adlı eserinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in, özellikle Hz Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilişini içten bir bağlılıkla anlatmış, ayrıca ünlü Kerbela mersiyesinde Kerbela şehitlerini anlatmıştır. Bütün bunlar, bazı araştırmacılar göre Fuzûlî’nin Şii olduğunu gösteren delillerdir. Öte yandan, Bağdat ve havalisi Osmanlı idaresine geçen Fuzûlî, Sünni Osmanlı padişahına ve devlet admlarına şiirler yazarak onları övmekte de bir sakınca görmemiştir. Gerçekte Fuzûlî’nin yazdığı şiirlerde dini unsurlar geniş bir yer tutar. O gerek kaynakların belirttiğine gerekse eserlerinden anlaşıldığına göre imanı tam, ahlâki nitelikleri üstün bir insandır. Fuzûlî’nin ölüm tarihini tezkire yazarı, aynı zamanda Fuzûlî’nin hemşeh-risi olan Ahdi’den öğreniyoruz. Şair, 1556 tarihinde ölmüştür. Araştırmacılara göre Fuzûlî, en az 70 yaş civarında ölmüş olmaıldır. Ahdi Tezkiresi’nde Fuzûlî’nin Fazlî adında bir oğlunun olduğu kayıtlıdır. Ahdî, Fazlî’nin de şair olduğunu, özellikle muamma ve tarih söylemekte usta olduğunu ve onun da babası gibi Arapça, Türkçe ve Farsça olmak üzere üç dilde yazılmış şiirleri bulunduğunu bildirmektedir. Ancak, başta Ahdî olmak üzere Fazlî’den yalnızca birkaç kaynakta söz edilmiş olması, onun önemli bir şair olmadığını göstermektedir.

ESERLERİ VE EDEBİ KİŞİLİĞİ Fuzûlî’nin çok sayıda eseri bulunmaktadır. Manzum ve mensur olarak Türkçe, Farsça ve Arapça 13 dolayında eser vermiştir. Mensur eserlerinde secili, sanatlı üslûbu dikkat çekerken geniş kültürü, üstün zekâsı ve duygu zenginliği son derece başarılı lirik şiirler yazmasında etken olmuştur. Şairin manzum eserleri şunlardır: Türkçe Dîvân: Fuzûlî’nin en tanınmış eseridir. Dîvân’ın yazma nüshalarının çokluğu bize daha şair hayattayken ün kazanarak şiirlerinin elden ele dolaştığını ve bütün Türk ülkelerinde okunduğunu göstermektedir. Fuzûlî, Türkçe Dîvân’ının tertibine büyük özen göstermiştir. Şairin Türkçe ve Farsça Dîvânlar’ı tertipleri ve içerikleri bakımından eksiksiz tam birer divan görünümündedir. Türkçe Dîvân, mensur bir önsözle başlar. Kimi manzum parçaların da bulunduğu bu önsözde Fuzûlî, sözün değerini belirterek döneminin şiir ve şaire bakışıyla ilgili ilginç bilgiler verir. Dîvân’ında 40 dolayında kaside 300’ü aşkın gazel ve diğer nazım şekilleriyle yazılmış şiirler yer almaktadır. Farsça Dîvân: Fuzûlî’nin Farsça Dîvân’ı, Türkçe Dîvân’ından daha hacimlidir. Fuzûlî bu Dîvân’ına da mensur, manzum karışık bir önsöz yazmıştır. Şair burada sözün değerinden bahsederek Allah’a insana konuşma yeteneğini bağışladığı için sükreder. Farsça Dîvân’ında kasideler bölümünün başında Fuzûlî’nin Hakanî, Molla Câmî ve gene İran’ın ünlü şairlerinden olan

Page 7: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

7

Hüsrev’e nazire olarak yazdığı Enîsü’l-Kalb adını verdiği uzun kasidesi yer alır. Fuzûlî bu kasideyi Kanuni’nin Bağdat’ı fethinden önce yazmış ve Bağdat’ın fethini sağlamakta etkili olması için İstanbul’a göndermiştir. Bu kasidenin Dîvân’dan ayrı olarak tercümesi yapılmıştır Arapça Şiirler: Fuzûlî’nin Arapça Dîvân’ı elde bulunmamaktadır. Kaynaklardan, yalnızca Sâdıkî Tezkiresi’nde Arapça Dîvân’ın varlığından söz edilmekte olup, diğer kaynaklar şairin, elde Arapça yazılmış yalnızca 11 kasidesiyle bir kıtasının bulunduğunu söylemektedir. Sözünü ettiğimiz bu Arapça kasidelerden 7’si Hz. Peygamber, 3’sü ise Hz. Ali için yazılmıştır. Bu şiirlerinde Fuzûlî’nin Hz. Peygamber’e olan büyük bağlılığı ve sevgisi ile Hz. Ali’ye duyduğu saygı ve sevgi dile getirilmiştir. Şairin Arapça şiirlerinin tek yazma nüshası Leningrad’da bulunan Fuzûlî Külliyat’ı içersinde yer almaktadır. Leylâ vü Mecnûn: Fuzûli’nin Leylâ vü Mecnûn’u kendisinden önce ve sonra yazılmış olan Leylâ vü Mecnûn mesnevilerinin en güzeli olup, Türk edebiyatının ünlü eserlerindendir. Mesnevi olan eser 3096 beyitten ibarettir. Latifî Tezkiesi’nde Fuzûlî’nin ünlü Azerbaycan şairi Genceli Nizâmî’nin hamsesine cevap olarak yazdığı 5 mesvesi olduğu ve içlerinde en çok Leylâ vü Mecnûn’un tanındığını bildirilir. Daha sonraki yüzyılın tezkirelerinden Kınalızâde, Beyânî ve Riyâzî Tezkireleri Fuzûlî’nin hamsesinin olduğunu tekrarlamışlardır. Ancak. Fuzûlî’nin hemşehrisi Sâdıkî’nin yazdığı tezkirede ve Gelibolulu Ali’nin Künhü’l-Ahbâr’ında yalnız Leylâ vü Mecnûn’dan söz edilmekte, hamsenin varlığına değinilmemektedir. Gerçekten de bugün Fuzûlî’nin elde 5 mesnevisi bulunmayıp Leylâ vü Mecnûn’un yanı sıra Beng ü Bâde ve Sâki-nâme mesnevileri vardır. Beng ü Bâde: Leylâ vü Mecnûn’a göre oldukça kısa bir eser olan Fuzûlî’nin bu eseri Şah İsmail’e sunduğu Türkçe bir mesnevidir. Eserin en başında İsmail’i öven Fuzûlî, bu eseri, Şah İsmail’in Bağdat’ı fethettiği 1508 tarihiyle Doğu’da Özbekler’le savaştığı (1510-1530) tarihleri arasında, gençlik yıllarınında yazmış olmalıdır. Mesnevi’nin konusu esrar ile şarap arasındaki konuşma ve tartışmalardan oluşan alegorik bir münazaradır. Sâki-nâme: Bu eser, Farsça yazılmış kısa bir mesnevidir. Adından da anlaşılacağı gibi, içkiyle, rindlikle ilgili bir eserdir. Aslında rindlikle ilgili kullanılan pek çok kelime ve imajın, tasavvufi bir anlam taşıdığı mistik bir eserdir. İnsanın, “insan-ı kamil” olma yolunda aşk sırlarını elde edinceye kadar geçirdiği, safhaları anlatır. Hadis-i Erba’in Tercümesi: Manzum 40 hadis tercümesidir. Fuzûlî’nin Molla Câmî’den çevirdiği bu eser Türk edebiyatında başka sanatçılar tarafından da tercümesi yapılan bir eserdir. Fuzûlî’nin bu eserinin başında mensur kısa bir önsöz vardır. Daha sonra her hadis birer birer ele alınarak 4’er mısralık kıtalar halinde tercüme edilmiştir. Hadîkatü’s-Süeda: Fuzûlî’nin tanınmış eserlerinden biri olan bu eser, Kerbela olayını anlatır. Eser, Türk ülkelerinde olduğu gibi, özellikle Şii Müslümanlar arasında yüzyıllardan beri okuna gelmiştir. Eser, aslen, İranlı Hüseyin Vaizi’nin Ravzatü’ş Şüheda adlı eserinin çevirisidir. Ancak, Fuzûlî, anılan eseri esas almakla birlikte konuyu yer yer manzum parçalarla süslemiştir. Rind ü Zahid: Farsça mensur bir eser olan Rind ü Zahid içinde yer yer manzum parçalar da bulunmaktadır. Eser, bir baba ile oğlu arasında geçen konuşma ve tartışmalar zincirinden oluşur. Zahid tipini canlandıran baba ile rind tipinindeki oğul temsil ettikleri bu iki karşıt tipin dünya görüşlerinin tartışmasını yapmışlardır. Fuzûlî, eserde akıl ve düşünce yanıyla zahidliği; gönül zemginliği, duyuş ve hayal inceliği, hoşgörü, insanın olduğu gibi görünmesi vb. konularda da rindliği savunur. Kısacası, eserinde zahidliğin de rindliğin de kınanan yanlarını hoş görmediğini dile getirir. Bu nedenle de eser ilerledikçe rind ibadet, itaat, dünya nimetlerinden sakınma, Tanrı’nın verdiğiyle yetinme vb. zühd ü takva konularında zahidin verdiği nasihatlari tutarak tövbe eder buluruz. Zahid ise iki yüzlülükten kendisini arındırır, gerçek varlığıyla birlik ve anlaşma içerisine girer. Böylece eserde Fuzûlî’nin istediği doğrultuda iki tip de eksik ve hoş karşılanmayan niteliklerinden kurtulur. Eserin tenkitli bir baskısı yayımlanmıştır. Sıhhat ü Maraz: Bu da Farsça mensur bir eserdir. Tezkirecilerden Gelibolulu Âlî ve Sâdıkî eserin adını Sıhhat ü Maraz olarak kaydederken Lenningrad’daki külliyat içerisinde ve Londra’da British Museum’da bulunan bir nüshada eser Hüsn ü Aşk adıyla kayıtlıdır. Muamma Risalesi: Kısa bir eser olan bu küçük Farsça risale de Fuzûlî’nin manzum bilmece yazmadaki bilgi ve ustalığını gösteren bir eserdir.

Page 8: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

8

Fuzûlî yalnızca 16. Yüzyılın değil Divan şiirinin bilinen en usta ve en ünlü lirik şairidir. Bunda kişisel yeteneğin yanı sıra bütün ömrünü geçirdiği coğrafyanın iklim ve kültür zenginliğinin de rolü olmuştur. Irak’ta Arapça’yı, Farsça’yı döneminin geçerli bütün bilimlerini öğrenmiştir. Böylece Fuzûlî anılan her üç dilde de yazabilmiş ve eserlerinde dönemin bilimlerindeki gücünü ortaya koymuştur. O, şair olduğu kadar bilgindir de. Fuzûlî’nin şiirlerinin ana teması aşktır. Başka bir ifadeyle Fuzûlî aşk şairidir. Onun kişilik özellikleriyle ve şairliğiyle uyuşan aşk, şiirlerinde bazen beşeri aşkın özellikleriyle görünürken bazen de ilahi aşkın olgunluğu ve coşkusuyla karşımıza çıkar. Leylâ vü Mecnûn mesnevisi bu bakımdan şairin en dikkate değer eseridir. Dîvân’ındaki gazellerinin çoğu aşktan, aşkla ilgili duygulardan özellikle ayrılık ve ayrılık acısını kendisine veren sevgiliden söz eder. Söz konusu sevgili somut olarak değil daha çok soyut ve muhayyel olarak şiirlerinde yer alır. Şiirlerinin aşkla ilgili önemli başka bir özelliği de aşktan ve onun getirdiği elemden onun mutlu görünmesidir. Sevgilinin ve başkalarının, daha doğrusu ağyarın verdiği ızdırap, çektirdiği cefa, aşkın kaçınılmaz parçasıdır. Fuzûlî’ye göre aşktan dolayı halkın ayıplanması ve bu ayıplanmaya katlanmak gene âşıklığın doğal sonucudur. Onun şiirlerinde işlediği önemli başka konu da rindliktir. Dünya malına önem vermeme, göz ve gönül tokluğu, zahidliğe yani ham sofulara çatma, saki, şarap, meyhane onun şiirlerinin çok işlenen temalarıdır. Fuzûlî’ye göre rindlik aynı zamanda âşıklığın gereği olduğu için onun rindane tarzda söylediği şiirlerinde de derin bir duygu gücü görülmektedir. Fuzûlî’nin samimi bir Müslüman olduğunu daha önce söylemiştik. Tasavvuf da şiirlerinde önemli bir yer tutar. Ne var ki Fuzûlî, mutasavvıf bir şair değildir. Tasavvuf onun için amaç değil, araçtır. Fuzûlî, bedeni hazların üstüne çıkartarak yüceltiği aşkı anlatmakta tasavvufun mecazlarında yararlanmış ve bu aşkı tasavvufi mecazlarla yoğurmuştur. Bazı beyitlerinde beşeri ve ilahi aşkın birbiriyle yoğrularak, birlikte başarıyla verildikleri görülür. Ancak bunlar Fuzûlî’nin şiirlerinin tamamında görülmez. Fuzûlî’nin şiirlerinde aşkın ve rindliğin yanı sıra Divan şiirinin başka geleneksel temalarına da rastlanır. Bu temalar arasında felekten, dünyanın geçiciliğinden, talihten yakınma, yalnızlık, kimsesizlik vb. duyguları sayabiliriz. Fuzûlî, Anadolu sahası şairlerinde Necâtî ile Azeri şairlerinden Habîbî’den etkilenmiştir. Ayrıca Orta Asya Türk sahasından Ali Şîr Nevâyî ve Fars şairlerinden Hafız, Selman, Câmî ve Nizâmî’den de etkilendiği söylenebilir. Fuzûlî, şiirlerinde sanat ve hüner göstermeye meraklıdır. Türkçe Dîvân’ının başındaki tevhidi, “su”, “gül”, ve “hançer”, redifli kasideleri, onun sanatlı ve başarılı kasidelerindendir. Fakat Fuzûlî, daha çok gazel şairi olarak tanınır. Onun gazellerinde de sanat gösterdiği beyitlerin sayısı az değildir. Fuzûlî, Dîvân şiirinin geleneksel hüner ve sanatlarını o derece kolay kullanmış, şiirlerinin içine öyle yerleştirmiş ki bunlar, şairin üslûbunu bir ağırlık vermedikleri gibi ilk bakışta görülmezler de. Ancak, dikkat edilip üzerinde durulunca fark edilir; fark edilince de şiire ayrı bir güzellik ve değer kazandırırlar. Öte yandan, gazel ve kaside şairi olarak tanınmış olan Fuzûlî’yi kaside ve gazel şairliğin yanı sıra, Leylâ vü Mecnûn’da gösterdiği lirizm gücü ve anlatım ustalığı mesnevi şairi yapmıştır. Fuzûlî’nin şiirlerinin önemli bir yanı onun anlatım gücü ve Türkçeyi kullanış ustalığıyla ilgildir. Fuzûlî, Türlçeyi aruza uydurmakta da başarılıdır. İmaleler onun dilinde çok azalmıştır. Fuzûlî dilde tasarrufu, az sözle özü anlatmayı başarıyla yapan usta şanatçılardan biridir. Arapça, Farsça kelime ve terkipleri kullanmış olmakla birlikte, terkipler Fuzûlî’nin şiirlerinde fazla yer tutmaz. Şiirlerinde Türkçe deyimleri ve atasözleri de sık kullandığını görürüz. Fuzûlî,, Türkçe dilini öyle ustalıkla kullanmıştır ki; beyitlerinin çoğu ve dizeleri birer sehl-i mümteni örneğidir. Yani Fuzûlî söylenmesi kolay gibi görünen, ama gerçekte herkesin söyleyemeyeceği güzel şiirlerin yaratıcısıdır. Fuzûlî’nin Divan edebiyatının ünü en yaygın, etkisi en geniş ve sürekli şairi olduğunu söylemiştik. Gerçekten, Fuzûlî’ye naziresi bulunmayan Divan şairi hemen hemen yok gibidir. Divan şairleri içerisinde de halka en çok inen ve sevilen şair Fuzûlî’dir. Divan şairlerinden başka tekke şairleri, özellikle Bektaşi çevreleri Fuzûlî’yi örnek kendilerine çok yakın bularak Nesîmî, Hatâyî, Kul Ahmet gibi onu da Bektaşi büyüklerinden saymışlardır. Gevherî ve Âşık Ömer başta

Page 9: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

9

olmak üzere az çok okumuş, tahsil görmüş saz şairleri, kalem şuarası Divan şiiri kültürlerini Fuzûlî’nin şiirleriyle geliştirmiş ve onun etkisinde kalmışlardır. Saddam Hüseyin’in buldozerleri, 1984’te, Fuzulî’nin Kerbela’daki türbesini yol yapma bahanesiyle yerle bir ettiler. Şairin kemikleri tam on yıl oradan oraya taşındı, nihayet Fuzulî, Azerbaycan’ın tepkisiyle 1994’te Kerbela’da yeni bir mezara nakledildi.

Page 10: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

10

Page 11: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

11

Fuzûlî, Gazel 1

Fuzûlî, Gazel 1 1. Beni cāndan uŝandırdı cefādan yār uŝanmaz mı

Felekler yandı āhumdan murādum şem¤i yanmaz mı 2. Ķamu bímārına cānān devā-yı derd ider iģsān

Niçün ķılmaz baña dermān beni bímār ŝanmaz mı 3. Şeb-i hicrān yanar cānum döker ķan çeşm-i giryānum

Uyarur ĥalķı efġānum ķara baĥtum uyanmaz mı 4. Gül-i ruĥsāruña ķarşu gözümden ķanlu aķar ŝu

Ģabíbüm faŝl-ı güldür bu aķar ŝular bulanmaz mı 5. Ġamum pinhān dutardum ben didiler yāre ķıl rūşen

Disem ol bí-vefā bilmen inanır mı inanmaz mı 6. Degüldüm ben saña mā¢il sen itdüñ ¤aķlumı zā¢il

Baña ša¤n eyleyen ġāfil seni görgeç utanmaz mı 7. Fużūlí rind-i şeydādur hemíşe ĥalķa rüsvādur

Ŝoruñ kim bu ne sevdādur bu sevdādan uŝanmaz mı

Page 12: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

12

Fuzûlî, Gazel 2

Fuzûlî, Gazel 2 1. Ģāŝılum yoĥ ser-i kūyuñda belādan ġayrı

Ġarażum yoĥ reh-i ¤aşķuñda fenādan ġayrı 2. Ney-i bezm-i ġamam ey āh ne bulsañ yile vir

Oda yanmış ķuru cismümde havādan ġayrı 3. Perde çek çehreme hicrān güni ey ķanlu sirişk

Ki gözüm görmeye ol māh-liķādan ġayrı 4. Yetdi bíkesligüm ol ġāyete kim çevremde

Kimse yoĥ çizgine girdāb-ı belādan ġayrı 5. Ne yanar kimse baña āteş-i dilden özge

Ne açar kimse ķapum bād-ı ŝabādan ġayrı 6. Bozma ey mevc gözüm yaşı ģabābın ki bu seyl

Ķoymadı híç ¤imāret bu binādan ġayrı 7. Bezm-i ¤aşķ içre Fużūlí nice āh eylemeyem

Ne temettu¤ bulunur neyde ŝadādan ġayrı

Page 13: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

13

Fuzûlî, Gazel 3

جانى كم جاناني ايجون سوسه جانانن سور

جانانن سورجانن سور هايجون كم ك ىجان

درطبعنده ميله هركيمك عالمده مقدارينج

بن لب جانانمى خضرآب حيوانين سور

اواره اولمشدر واطاندن بن كمي مشك جين

خاسي شوخك بيلمزم زلف پريشانك سور

شوكه سركردان كزر باشنده واردر بر هوا

غالبا بر كل روخك سرو حرامانك سور

عاقبت رسوا اولو ب مي تك دوشر ال اغزينه

كم كي بر سر مست ساقي الل خاندانك سور

نوال جاقدر ترك عشق ايتمه فضولي وهم ايد پ

غايتي درلر اوالا بر بنده سولطانك سور

Fuzûlî, Gazel 3 1. Cānı kim cānānı için sevse cānānın sever

Cānı için kim ki cānānın sever cānın sever 2. Her kimüñ ¤ālemde miķdārıncadır šab¤ında meyl

Ben leb-i cānānumı Ĥıżr āb-ı ģayvānın sever 3. Müşg-i Çín āvāre olmışdur vašandan ben kimi

Ĥansı şūĥuñ bilmezem zülf-i períşānın sever 4. Ŝu ki ser-gerdān gezer başında vardır bir hevā

Ġālibā bir gül-ruĥuñ serv-i ĥırāmānın sever 5. ¤Āķıbet rüsvā olup mey tek düşer el aġzına

Kim ki bir ser-mest sāķí la¤l-i ĥandānın sever 6. N’olacaķdır terk-i ¤aşķ itme Fużūlí vehm idüp

Ġāyeti derler ola bir bende sulšānın sever Vezin: fā¤ilātün fā¤ilātün fā¤ilātün fā¤ilün

Page 14: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

14

Fuzûlî, Gazel 4 1. Mende Mecnūn’dan füzūn ¤āşıķlıķ isti¤dādı var

¤Āşıķ-ı ŝādıķ menem Mecnūn’uñ ancaķ adı var 2. Nola ķan dökmekde māhir olsa çeşmüm merdümi

Nušfe-i Ķābil’dür ü ġamzeñ kimi üstādı var 3. Ķıl tefāĥur kim senüñ hem var men tek ¤āşıķuñ

Leyli’nüñ Mecnūn’ı Şírín’üñ eger Ferhād’ı var 4. Ehl-i temkínem meni beñzetme ey gül bülbüle

Derde yoĥ ŝabrı anuñ her laģža miñ feryādı var 5. Eyle bed-ģālem ki aģvālüm görende şād olur

Her kimüñ kim devr cevrinden dil-i nā-şādı var 6. Gezme ey göñlüm ķuşı ġāfil feżā-yı ¤ışķda

Kim bu ŝaģrānuñ güźer-gehlerde çoĥ ŝayyādı var 7. Ey Fużūlí ¤ışķ men¤in ķılma nāŝiģden ķabūl

¤Aķl tedbíridür ol ŝanma ki bir bünyādı var

Fuzûlî, Rübaîler

Kimdür ki ġamuñda nāle vü zār itmez Derdin saña nāle ile ižhār itmez Feryādına hiç kimsenüñ yetmezsin Feryād ki feryād saña kār itmez Cānān ise mašlūb tama¤ cāndan kes Mašlūb ise cān ümíd cānāndan kes Cān sevmek ile müyesser olmaz cānān Yā bundan ümíd yā šama¤ andan kes Ey bād ķıl aģvālümi cānānuma ¤arż Sergeşteligim serv-i ĥırāmānuma ¤arż Öldürdi kināyet ile aġyār beni Bu žulm-i ŝaríģi eyle sulšānuma ¤arż Ruĥsāruña ¤ayb itme nigāh ittigümi Göz yaşı döküp nāle vü āh ittigümi Ey pādişeh-i ģüsn teraģģum çaġıdur ¤Avf eyle ki bilmişem günāh ittigümi Gördüm seni elden iĥtiyārum gitdi Baķdım ķadüñe ŝabr u ķarārum gitdi Ĥāk oldum ü her yaña ġubārum gitdi El-ķıŝŝa ķapuñda i¤tibārum gitdi

Page 15: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

15

BÂKÎ (1526-1600)

Hayatı

Bâkî, 16. Yüzyıl Osmanlı sahası Türk edebiyatının en büyük şairidir. 1526 yılında İstanbul’da doğmuştur. Büyük şair, ilk bilgilerini Fatih Camii müezzinlerinden olan babası Mehmet Efendi’den almıştır. Ayrıca iyi bir tahsil gören Bâkî, döneminde İstanbul’un en tanınmış hocalarından olan ve Ahaveyn lakabıyla ünlü Karamani Mehmed ve Ahmed Efendi’den ders almıştır. Bâkî, bir yandan medresede okurken bir yandan da şiirler yazmaya başlamış, çok genç yaşında Zâtî’nin dükkanındaki şairler topluluğuna katılmıştır. Bâkî, Karamani Mehmed Efendiye yazdığı “sümbül” redifli kasidesi ona şairlik ününün kazandırmıştır.

Bâkî, 1551 yılında Kanuni’ye bir nuniye yani redifi “nun” olan kaside sunmuş, karşılığında ihsan görmüştür. O tarihlerde Hoca Şemseddin ile birlikte Halep’e giden Bâkî, orada beş yıla yakın kalmış, daha sonra İstanbul’a dönerken Konya’ya uğramış, burada dönemin meşhur kazaskerş Ebussuud Efendi’nin oğlu ile tanışarak ondan babasına götürmek üzere kendisi hakkında yazılmış bir tavsiye mektubu almış, daha sonra İstanbul’da Ebussuud Efendiye Lâmiye kasidesini sunarak onun ilgi ve ihsanına mazhar olmuştur. Dönemin, devlet adamlarına kasideler sunarak devlet büyüklerinden teveccüh bekleyen bekleyen Bâkî, aynı zamandan İstanbul’un çeşitli medreselerinde de müderrislik yapmıştır. Bu dönemde bir taraftan padişahın, öte yandan sadrazam Semiz Ali Paşa’nın teveccühünü kazanan Bâkî, artık İstanbul’un önde gelen sanatçısı, şairi olarak yerini yapmıştır. Bu durum, dönemin diğer şairlerinin Bâkî’yi kıskanmalarına neden olmuştur.

Bâkî, döneminde ünlü Sokullu Mehmed Paşa’nın himayesini kazanmış ve ondan ilgi görmüştür. 1565 yılında hac farizası için Hicaz’a giden Bâkî’nin babası orada ölür. Bâkî’yi babasının ölümü çok etkiler. Bir yıl sonra yani 1566’da Kanuni’nin ölümü büyük şairi daha çok üzmüş ve bu iki büyük üzüntü şaire ünlü “Kanuni Mersiyesi”ni yazdırmıştır. Kanuni Mersiyesi edebiyatımızda mersiye türünün şaheserlerinden olup, terkib-i bend biçiminde yazılan yedi bendden meydana gelmiştir. Bâkî, mersiye’nin yedinci bendinde tahta çıkan 2. Selim’e dua eder. Daha sonra da II. Selim’e Cülusiye yazarak, onun tahta çıkışını kutlar.

Page 16: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

16

Ancak, II. Selim Bâkî’ye babası’nın gösterdiği kadar ilgi göstermemiş, müderrislikten azletmiştir. Bâkî, bu dönemde Sokullu Mehmed Paşa tarafından korunduğu için, mevkiini korumuştur. İleri yaşlarda, Edirne Selimiye Medresesi’ne müderris, Mekke ve Medine’ye kadı olmuş, oradan dönüşte İstanbul kadılığına yükseltilmiş, Anadolu ve Rumeli Kazaskerliği yapmıştır. Ancak, Bâkî’nin kaynakların belirttiğine göre bütün arzusu şeyhülislâm olmaktır. Ne var ki ömrünün sonuna kadar bu makama ulaşamamış ve ümitsilik içinde 1600 tarihinde ölmüştür. Bâkî, dört padişah döneminde yaşamış ve döneminde “Sultanü’ş-Şu’ara “ünvanı almıştır. Kaynaklar, Bâkî’nin evli olduğunu, iki oğlu bulunduğunu, oğullarının kadılık ve müderrislik yaptığını ve iki oğlu Mehmed Efendi’nin Şeyhi mahlasıyla şiirler yazdığını, ikinci oğlu Abdürrahim Efendi’nin ise Es’ad adlı oğlunun Fâizî mahlasıyla şiirler yazdığını kaydediyorlar.

Eserleri ve Edebi Kişiliği

Dîvân: Kanuni’nin isteğiyle onun sağlığında düzenlenmiş olup, daha sonra yazdığı yeni şşirlerin de eklenmesiyle değişik tarihlerde yeni ve farklı tertipleri ortaya çıkmıştır. Şairin ölümünden 30 yıl kadar önce düzenlenmişolan eserin, Türkiy ve Avrupa kütüphanelerinde çok sayıda yazma nüshası bulunmaktadır.

Me’âlimü’l-Yakîn fî Sîreti Seyyîdi’l-Mürselîn: Gönderilmiş Peygamberlerin Efendisi “Hz. Muhammed’in huyundan gerçek bilgi” anlamınına gelen eser, bir siyer kitabıdır.

Fezâ’ilü’l-Cîhâd: Bu eser Arapçadan tercümedir. Sokullu Mehmed Paşa’ya sunulmuştur. Müslümanlar ı cihada davet eden bu eserin ön sözü süslü nesirle ağır bir dil kullanarak yazılmış olmasına karşın esas çeviri bölümü sade Türkçe ile kaleme alınmıştır.

Fezâ’il-i Mekke: Bâkî’nin Arapçadan tercüme ettiği başka bir mensur eserdir. Sokullu Mehmed Paşa’nın emriyle yapılan bu tercümeyi Bâkî, Mekke kadısı olarak Mekke’de buşunduğu sırada 1579’da tamamlamıştır. Tarihi bakımınından önemli olan bu eser Mekke tarihinden ve Osmanlı padişahlarının oraya yaptırdığı eserlerden söz eder.

Hadîs-i Erba’în Tercümesi: Kırk hadis çevirisi Hz. Muhammed’in sözlerinden Ebâ Eyyûb-i Ensârî tarafından rivayet edilen hadislerin kırkının toplanarak tercüme edilmesi suretiyle meydana getirilmiştir.

Divan şiirinin önde gelen şairi Bâkî hakkında bilgi veren tezkireler onun eşsiz bir şair olduğu görüşünü paylaşırlar. Devrinde, Sultânü’ş Şu’arâ diye tanınan Bâkî’nin güçlü bir şair olmasında en büyük etken kişisel yeteneğidir. Ancak, ünü genç yaşta Osmanlı ülkesinin dört bir yanna yayılan bu usta şairin başarısında edebi kültürün ve ilminin de büyük etkisi olmuştur. Bâkî âlim bir şairdir. Aynı zamanda Divan şiirinin bütün inceliklerini ve nazım tekniği iyi bilen, Türkçeyi kullanmada usta bir sanatkârdır.

Bâkî’nin şiirlerinde, kendi dönemini kadar gelen Divan şairlerinin işlediklerinden farklı, orijinal bir düşünce yoktur. O, kendisinden önceki Türk ve İran şairlerinin ifade ettikleri fkirlerden ruhuna uygun bulduklarını seçerek ustaca işelmiştir. Zevk ve safaya, eğlenceye düşkün kişiliğiyle Bâkî, rind bir şairimizdir. Ona göre insan kısa ömrünü en iyi biçimde değerlendirmeli, mümkün olduğunca hayattan kâm almalıdır. Bâkî, gazellerinde işlediği dünyadan zevk almaya yönelik hayat felsefesiyle, çağdaşı Fuzûlî’den ayrılır. O, Fuzûlî gibi derin ve büyük ıstırapların şairi olmak yerine hayatın zevk ve eğlencelerine yönelmiş bir şair ustasıdır. Hayata bağlı, ömrün boşa geçmesine razı olmayan Bâkî’nin Fuzûlî’de olduğu gibi ulv vir aşkı değil, her an değişebilen beşeri bir aşkı şiirlerinde işlediğini görüyoruz

Bâkî’nin şiirlerinde lirizm çoşkun bir halde değildir. Ancak bunu şairin duygu yönünden fakir olduğı anlamına gelmez. Gene de şairin, aklı ön planda tuttuğunu, duyguya fazla ağırlık vermediğini belirtmek gerekir. Çağdaşları, Hayâlîve Yahya Bey’de görülen tasavvufi zevk Bâkî’de hemen hiç görülmez. Bâkî, Dîvân’ına Kanuni’ye sunduğu bir kasideyle başlamıştır. Bâkî’nin şiirlerinde mahalli çizgilerin, özellikle İstanbul’la ilgili tasvirlerin bulunduğunu görüyoruz. Soyuttan çok somutu, gözle görüleni anlatmaya dönük Bâkî’nin şiirleirinde İstanbul’un mevsimlerini, mehtaplı geceleri, güzelleri ve doğa oldukça sık yer alır. Bâkî, doğaya, zevk ve eğlenceye açık yönü ve üslubu ile Şeyhülislâm Yahya ve Nedîm’e öncü sayılmıştır. Şiirlerinde musiki, renk ve ışık unsurlarına da önemli ölçüde yer ayırmıştır. Onun

Page 17: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

17

şiirlerinin önemli yanlarından biri nükte ve zarafettir. Şar, şiirinin özellikle bu yönü üzerinde durarak duygu ve düşüncelrinş olduğu gibi, ancak, nükteli ve sanatlı bir biçimde ifade etmiştir. Bâkî, gazel şairidir. Kasidelerinde debaşarılı olmuş, özellikle nesip bölümlerinde yaptığı tasvirlerle şairliğini kanıtlamıştır. Ancak bütün kasideleri aynı güzellşkte olduğu söylenemez. Onun şiirleiri, şekil bakımından kusursuz, nazım tekniği yönüyle sağlam olup, İranlı ünlü şairlerin şiirlerine teknik yönünden ulaşmıştır. Aruza hakim olan usta şair, çağdaşlarının düştüğü nazım sorunlarından kurtulmuştur. Bâkî, mısralarını kurarken kelimeleri ustaca seçmişbu hususta çok titiz davranmıştır. 15.yüzyılda başlatılıp 16. yüzyılda da sürdürülen Türkçe kelimelerle kafiye yapma gayretine Bâkîde katılmış ve bunda başarılı olmuştur. Bâkî’nin dili yer yer ağırlaşarak birlikte, mısralarınınbüyük kısmında sade ve külfetsiz İstanbul Türkçesini başarıyla kullanmıştır. Bâkî’nin şiirleirnde ahenk önmeli bir unsurdur. Şair bunu kelimelerin dizilişinde ahenk bakımından uyumlarına dikkat ederek sağladğı gibi aliterasyon, asonans vb. söz tekrarlarıyla da sağlamıştır. Bâki’nin Mezarı Edirnekapı-Necatibey Mezarlığı’ndadır.

Page 18: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

18

Page 19: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

19

Bâkî, Gazel 1

Bâkî, Gazel 1 1. Bir lebi ġonca yüzi gülzār dirseñ işte sen

Ĥār-ı ġamda ¤andelíb-i zār dirseñ işte ben 2. Lebleri mül ŝaçları sünbül yañaġı berg-i gül

Bir semen-ber serv-i ĥoş-reftār dirseñ işte sen 3. Pāyına yüzler sürer her serv-i dil-cūnuñ revān

Ŝu gibi bir ¤āşıķ-ı dídār dirseñ işte ben 4. Zülfi ŝāģir šurrası šarrār şūĥ-ı şíve-kār

Çeşmi cādū ġamzesi mekkār dirseñ işte sen 5. Firķatüñde teşne-leb ĥāšır períşān ĥaste-dil

Page 20: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

20

Künc-i ġamda bí-kes ü bímār dirseñ işte ben 6. Gözleri ŝabr u selāmet mülkini tārāc ider

Bir amansız ġamzesi Tatar dirseñ işte sen 7. Bāķiyā Ferhād ile Mecnūn-ı şeydādan bedel

¤Āşıķ-ı bí-ŝabr u dil kim var dirseñ işte ben

Bâkî, Gazel 2

ىكوكل دامن دلداره صارلد هدنكوي

ىصارلدكم كعبه ده استاره ىاجي كيبح

لويي اشكموعرض ايتدم اكه نامه ايله ل

ىصارلدب دررباره ومكت ىسه جان رشت

لرم صارمادي اول ياره زخم اوردي ولي يار

ىصارلدب تا ديميه ياره واغيار ايشيد

ر كهكشاندركوكلرده كورن كيجه صانو

ىصارلدكنبد دوواره ىتنواهوم د

باقى كوروب اول پير هنى ياره صارلمش

صاندم كه سمن قاد سفيداره صارلدى

Bâkî, Gazel 2 1. Kūyında göñül dāmen-i dildāra ŝarıldı

Ģācí gibi kim Ka¤be’de estāra ŝarıldı 2. ¤Arż itdüm aña nāme ile lü¢lū-yı eşküm

Cān riştesi mektūb-ı dürerbāra ŝarıldı 3. Zaĥm urdı velí yaralarım ŝarmadı ol yār

Aġyār işidüp tā dimeye yāre ŝarıldı 4. Göklerde gören gice ŝanur kehkeşāndur

Āhum dütüni günbed-i devvāra ŝarıldı 5. Bāķí görüp ol píreheni yāre ŝarılmış

Ŝandum ki semen ķadd-i sefídāra ŝarıldı

Page 21: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

21

Bâkî, Gazel 3

Bâkî, Gazel 3 1. Nām u nişāne ķalmadı faŝl-ı bahārdan

Düşdi çemende berg-i dıraĥt i¤tibārdan 2. Eşcār-ı bāġ ĥırķa-i tecríde girdiler

Bād-ı ģazān çemende el aldı çenārdan 3. Her yañadan ayaġına altun aķup gelür

Eşcār-ı bāġ himmet umar cūy-bārdan 4. Ŝaģn-ı çemende šurma ŝalınsun ŝabā ile

Āzādedür nihāl bugün berg ü bārdan 5. Bāķí çemende ĥaylí períşān imiş varaķ

Benzer ki bir şikāyeti var rūzgārdan

Page 22: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

22

Zâtî (1471-1546) Balıkesir’de doğdu. Sehî ve Latîfî’ye göre asıl adı Bahşî, Kınalızâde’ye göre İvaz, Âlî

Mustafa Efendi’ye göre Satı, Zâtî veya Satılmış’tır. Ancak Uzunçarşılı, Âşık Çelebi’nin bizzat şairden naklettiği İvaz isminin doğru olduğunu kabul eder (bk. bibl.). Doğum tarihi “İvaz”ın ebced hesabıyla karşılığı olan 876’dır (1471). Ailesi hakkında fazla bilgi yoktur. Balıkesir’de baba mesleğini sürdürüp çizmecilikle uğraşırken şiir yazdığı, ayrıca coşkun ruhu, rind ve kalender meşrebiyle meşk meclislerinde yer aldığı bilinmektedir. Kulakları iyi duymayan Zâtî bu yüzden şiir konusunda ancak asgari bilgilere sahipti; bu sebeple Müneccimzâde’den geçimini sağlayacağı remilcilik öğrendi (İA, XIII, 465). Manisa, Bursa, İznik ve Edirne’de bulundu; daha sonra kırk yaşlarında İstanbul’a yerleşti. Hadım Ali Paşa’nın divan kâtibi şair Mesîhî ile tanışarak paşanın himayesine giren Zâtî, II. Bayezid’e nevruz ve bayramlarda sunduğu kasidelerle dikkat çekti. Kazasker Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi, Nişancı Tâcîzâde Câfer Çelebi, Defterdar Pîrî Mehmed Paşa ve Ayasofya Medresesi’nde dânişmend Kadri Efendi gibi önde gelen şahsiyetlerin meclislerine devam etti ve burada şiirdeki yeteneğini gösterdi. Sultan Bayezid’in son zamanlarındaki siyasî karışıklıklarda Ali Paşa şehid olup Müeyyedzâde ve Tâcîzâde’nin azledilmesi üzerine hâmisiz kalan şair remilcilik yapmaya başladı. II. Selim’in tahta çıkışını tebrik eden iki kasidesi beğenilince kendisine Bursa ve Balıkesir’de iki köyün geliri bağlandı. Buna rağmen Kanûnî Sultan Süleyman zamanına kadar sıkıntı içinde yaşadı. Kanûnî’ye sunduğu şiirler beğenildi, elde ettiği câize ve sâlyânelerle rahata kavuştu. Mahmud Çelebi’nin defterdarlığında yıllık geliri kesildi. Son yıllarını Fatih Sarıgüzel Hamamı’na yakın evinde zaruret içinde geçirdi. Hasta ve yorgun olduğundan Beyazıt Camii avlusundaki remilci dükkânına bastonla gidip geliyordu (Zatî Divanı, hazırlayanın girişi, I, s. XV). Ramazan 953 (Kasım 1546) tarihinde vefat ettiğinde cenazesi dostları tarafından Edirnekapı dışında günümüzde yolun Haliç tarafına bakan kısma defnedildi. İranlı şair Zuhûrî vefatına, “Eş‘ârı kaldı yâdigâr” (953) mısraını tarih düşürmüştür. Zâtî çiçek bozuğu tenli, büyük burunlu, nüktedan, herkesle yakınlık kurabilen hoşsohbet biri olarak tanıtılır. Bazı kaynaklarda Zâtî’nin evli (İA, XIII, 465), bazılarında ise bekâr (EI² [İng.], II, 221) olduğu nakledilir. Câfer ismindeki kölesiyle iki kayınbiraderinin oğullarını yetiştirmiştir. Bunlardan biri şiir yazıp muammalar çözen ahkâm tezkirecisi şair Selîsî, diğeri kendisi gibi remil döken ve vefk yazan Mahmud Çelebi’dir (Zatî Divanı, hazırlayanın girişi, I, s. XIV). Şiirlerinde daha çok rindliği ön plana çıkan Zâtî hakkında Gelibolulu Mustafa Âlî dışında övgü sözleri söylemeyen yok gibidir. Tezkirecilerin çoğu, onun Necâtî’den sonra şairlere yol açacak büyük bir sanatkâr olduğunu söyleyerek ismini fazla duyuramamasını mevki hırsının bulunmayışına ve sağırlığına bağlar. Latîfî gibi bazı tezkireciler ise bu özrün kendisini büyüklerin meclislerinden alıkoyup maişet derdine düşürmesi yüzünden şiirle yeteri kadar ilgilenemediğini belirtirler. Bazılarına göre de meclislerden uzak kalması onu şiirle içli dışlı hale getirdiği için sanatını olumlu etkilemiş, hatta remil dükkânı bile şairliğine katkı sağlamıştır (İA, XIII, 466). Velûd şairlerin başında yer alan Zâtî’nin sanatına dair olumlu ve olumsuz değerlendirmeler yapılmıştır. Onun hakkında sanat kaygısı taşımadan şiir yazdığı, çok sayıda şiir yazmasından dolayı sık sık tekrara düştüğü, remilci dükkânında kendisine getirilen şiirleri düzeltirken bazılarını alıp kendine mal ettiği yönünde olumsuz değerlendirmeler yapılmıştır. Buna karşılık köklü bir eğitim almadan kendi kendini yetiştirerek şairler arasına girmesi, sağır olduğu halde sanatını geliştirmesi ve dükkânını şairlerin eğitim aldığı bir ortam haline getirmesi takdir edildiği hususlardır. Oldukça sade bir dil kullanan Zâtî’nin şiirlerinde atasözleri, deyim ve tabirlere sıkça yer verme alışkanlığı bu kalıplaşmış ifadeler sebebiyle imâle ve zihaf kusuruna düşmesine yol açmıştır. Bu arada gördüğü, yaşadığı, içinde yetiştiği sosyal ortamı da şiirlerine aksettirmeyi başarmıştır. Gazellerinin konusu gündelik hayattaki tiplerden devrin âdet, inanış ve davranış biçimlerine kadar oldukça geniş bir alanı kapsamaktadır. Gazellerinde riyâzî ilimlerle kitâbî ilimlere de yer vermiştir. Hemen bütün edebî sanatları şiirlerinde kullanmış, aynı zamanda muamma benzeri harf ve kelime oyunlarıyla şiirlerini renklendirmeye çalışmıştır. Kasideleri gazellerinin aksine ağır bir dille yazılmıştır. Sultan II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim, Kanûnî

Page 23: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

23

Sultan Süleyman gibi padişahlara, sancak beyi Mesih Ağa, Tâcîzâde Câfer Çelebi gibi devlet büyüklerine sunduğu kasideler çok beğenilmiştir. Zâtî’nin arkadaşlarından Şair Âhî ile talebelerinden Bâkî tarafından şiirlerine nazîre yazılmıştır. Zâtî’nin nazîre yazdığı şairler arasında Hayâlî Bey, Melîhî, Usûlî ve Tâcîzâde Câfer Çelebi sayılabilir. Gazelleri üzerine İstanbul Üniversitesi’nde 1987, 1988, 1989, Trakya Üniversitesi’nde 1990, 1994, 1995 yıllarında yüksek lisans tezleri hazırlanmıştır. Tâhirülmevlevî’nin Âşık Çelebi ve Şair Zâtî adlı basılmamış bir eseri olduğu belirtilmektedir. Kin Sooyong da şairle ilgili bir doktora tezi hazırlamıştır (bk. bibl.).

Eserleri:

1. Divan: Sehî, Latîfî ve Âşık Çelebi tezkirelerinde farklı rakamlar verilmekle birlikte

yeni araştırmalarda şairin 1825 gazeli ve doksan kadar kasidesi bulunduğu ortaya konulmuştur (Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, VIII, 712). Divanında yalnızca gazelleri bulunmaktadır. Divan üzerine de yüksek lisans ve doktora çalışmaları yapılmıştır. Farklı kütüphanelerde yazma nüshaları bulunan eser Ali Nihad Tarlan (Zatî Divanı, I-II, 1967-1970), Mehmed Çavuşoğlu ve M. Ali Tanyeri (Zatî Divanı, I-III, 1987) tarafından yayımlanmıştır. Orhan Kurtoğlu eserle ilgili yüksek lisans tezi hazırlamıştır (Zâtî’nin Gazeller Dışında Kalan Şiirleri Üzerine Bir Araştırma, 1996, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).

2. Şem‘ ü Pervâne: Bilinen beş nüshasından biri Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Lala İsmâil, nr. 443, vr. 30-161) bulunan ve 1534’te yazılan 4000 beyitlik mesnevi üzerinde Sadık Armutlu doktora tezi yapmıştır (1998, Zâti’nin Şem ü Pervânesi: İnceleme-Metin, İnönü Üniversitesi Sosyal Bölümler Enstitüsü).

3. Letâif: Zâtî’nin iki letâifi vardır. İki bölümden oluşan ilk letâifin birinci bölümünde Zâtî’nin devrin ileri gelenleriyle şairleri hakkında yazdığı latifeler yer alır. İkinci bölümde ise dönemindeki meslek ve sanat erbabı mizahî yönden ele alınmıştır. Eseri Mehmed Çavuşoğlu neşretmiştir (bk. bibl.). Deli Birader Gazâlî’nin Mekke’den yollayıp İstanbul’dakilerin ahvalini sorduğu mektubuna Zâtî’nin verdiği cevabı ihtiva eden ikinci letâif Günay Kut tarafından yayımlanmıştır (bk. bibl.).

4. Edirne Şehrengizi: II. Bayezid zamanındaki Edirne güzellerinin tasvir edildiği eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Esad Efendi, nr. 3436, vr. 121). Başta Âşık Çelebi tezkiresi olmak üzere eski ve yeni birçok kaynakta şairin Ahmed ü Mahmûd, Ferruhnâme, Siyer-i Nebî, Mevlid, Fâl-ı Kur’ân gibi eserlerinin varlığından da söz edilmektedir.

Page 24: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

24

Zâtî, Gazel 1

Zâtî, Gazel 1 1. Çün nesím-i zülf-i yāre hem-dem olduñ bir nefes

Ey ŝabā ŝaġ u esen olduķça sen ¤ālemde es 2. Kārbān-ı derd gelmişdür derūnum şehrine

Ŝanma cānā iñlerem andan gelür bāng-i ceres 3. And içermişsin ģasūduñ başına her dem şehā

Gel du¤ā-yı seyf ģaķķıyçün kerem ķıl anı kes 4. Ŝūfiyā ŝāfí yolın ŝu gibi pāk itmek gerek

Görmege dídār-ı yāri her ki eylerse heves 5. Źātiyā cān vir reh-i ¤aşķında yārüñ öl diril

Çün yolında ölene cān virür ol ¤Ísí-nefes

Page 25: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

25

Zâtî, Gazel 2 1. Seģer ŝaģrāya ¤azm itdüm murād-ı dil şikār oldı

Göründi bir elif-ķāmet şikārum āşikār oldı 2. Felekler şehr-i ¤ışķuñ içre šoķuz ķubbelü cāmi¤

Duĥān-ı āteş-i āhum çıķup aña menār oldı 3. Faķíri naķd-i derdüñ bir ¤aceb gencíne itmişdür

Šolaşdı cümle regler her šarafdan baña mār oldı 4. Ķanı ¤aķl u ķanı ŝabr u ķanı rāģat ķanı tāķat

Diríġā cümle yārānum yanumdan tār u mār oldı 5. Bugün Ferhād’dan dívānedür kühsār ¤ışķuñda

Gör e ey ĥusrevüm Źātí ne şírín yādigār oldı Vezin: mefā¤ílün mefā¤ílün mefā¤ílün mefā¤ílün

Zâtî, 2. Gazel

گورندی بر الف قامت شكارم آشكار اولدی سحر صحرايه عزم ايتدم مراد دل شكاراولدی

منار اولدی هب آكوقيان آتش آهم چخد جامع قبه لوفلكلرشهر عشقك ايچره طوقز

طولشدی جمله رگلر هر طرفدن بكه مار اولدی يری نقد دردك بر عجب گنجينه ايتمشدرفق

نمدن تار و مار اولدیادريغا جمله يارانم ي نی تاقتانی راحت قانی صبر و ققانی عقل و اق

هبوگون فرهاددن ديوانهدر كهسارعشقكد

سروم ذاتی نه شيرين يادگار اولدیخگوره ای

Page 26: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

26

EMRÎ (? – 1575)

XVI. asır şairlerinden olan Emrî'nin asıl adı Emrullah' tır. Tezkirelerde çoğunlukla Emrullah Çelebi olarak geçen Emrî' nin Edirneli olduğu hususu bütün tezkire ve kaynaklarda ittifakla kaydedilmekle beraber doğum tarihi meçhuldür. Emrî' nin tahsil hayatıyla ilgili sadece Heşt Bihişt'de “ilm-i zahire sa'y iderken feragat itdi” ifadesini buluyoruz. Buradan kuvvetli bir tahsil hayatı görmediği ileri sürülebileceği gibi memuriyet hayatında yükselememesini diğer sebeblerin yanısıra bu duruma bağlamak da mümkündür. Gerçekten de Emrî kitabet vazifeleri ve tevliyet hizmetlerinin dışında bir vazifede bulunmamış bu vazifeden de azl edilmiştir. Ömrünü ise Edirne ve İstanbul’da geçirdiğini yazmışlardır.

Emrî’nin memurluk hayatına yükselememesinde onun “kemal-i istiğnâ’sının ve inzivayı sevmesinin rolü vardır. Emrî hayatını istiğna ve kainat içinde geçirmiş ve bundan dolayı da herhangi bir devlet büyüğüne methi için şiir yazmamıştır. Bu durum, Emrî’nin hayatının yokluk ve sıkıntı da geçmesine sebep olmuştur. Edirne’de vefat eden Emrî’nin ölüm tarihi Hasan Çelebi, Gelibolulu Mustafa Ali ve daha sonra Bursalı Mehmet Tahir (1574) olarak vermişse de doğru değildir.

Edebi Kişiliği Emrî’nin edebi şahsiyetinden çağdaşları çokça söz etmektedir. Şiiri hakkında hüküm

verilirken tahayyül gücü ve kullandığı teşbihlere dikkat çekilir. Daha önce hiçbir şairin kullanmadığı mazmunlar ve ince fikirlerle şiirlerle ördüğü belirtilen Emrî’nin sanat devrinde takdir edilmiştir.

Muamma ile fazla meşgul olması gazellerini de muamma gibi yazmasına ve bir takım kelime oyunlarına rağbet etmesine yol açmış bu durum yer yer şiirinin anlaşılmamasına sebep olmuştur. Bu yüzden tenkit edildiği bilinir. Ta’lîkâzade, padişahın Emrî’nin şiirini kapalı bulduğunu ve beğenmediğini nakleder. Emrî’nin özellikle muammaya genç yaşta ilgi duyması Divan edebiyatının önde gelen ismi olmasını sağlamıştır. Tezkirelerde Emrî’nin

Page 27: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

27

birçok İranlı’yı muamma konusunda geri de bıraktığına değinir. Emrî tasavvuf, din, tarih ve efsanevi unsurlara girmemiştir. Tasvir gücü bu eksikliğini kapatacak kadar iyidir. Emrî’nin bir diğer ustalığı ise tarih düşürmedeki yeteneğidir. Tezkirelerde, bu konuda benzersiz olduğuna atıfta bulunulur. Tarih düşürme usulü Emrî ile başlamıştır.

Eserler Divan Divanı ölümünden sonra tertip edilmiştir. Türkiye dışında da birçok nüshası bulunan

divanının tenkitli neşrini hazırlayan Yekta Saraç 2 kaside, 581 gazel, 2 tahmis, birer müstezad, murabba, muhammes, müsemmen ve 530’dan fazla mukattaısını tespit etmiştir. Muammalarının sayısı 650’den fazladır. Tarih düşürmesinin sayısı azdır. Tarih düşürmedeki ustalığı ve muammaları ile tanınan Emrî devrinde gördüğü ilgiyi devrinden sonra kaybetmiştir.

Emrî, Gazel

1. Gizlendi ķaldı ebr-i siyāh içre mím ü hā Meh ŝafģasında müşg ile yazduñ çü ĥā vü šā

2. Ĥašš-ı siyāh ĥaddüñi ķuşatduġın görüp

Yılan ķuşandı reşkden ol zā vü lām u fā 3. Zülf ü ruĥuña sülbül ü gülzār beñzemez

Ey gül-¤iźār ġoncada yoķdur bu lām u bā 4. Leb açdı ķāmet ü dehen ü ķaşlaruñ göñül

Vaŝf eyledi didi elif ü mím ü rā vü yā 5. Emrí n’ider zamāneyi sensüz fedā ider

Çeşm ü dehān u ķaşuñ içün ¤ayn u mím ü rā

Page 28: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

28

Hayâlî

Asıl adı Mehmed olan Hayalî Bey, Bekâr Memi diye anılmıştır. Selanik yakınında, pek çok şâirin yetiştiği Vardar Yenicesi'nde doğmuş, başıboş ve derbeder bir gençlik hayatı yaşamıştır. Bir ara Vardar Yenicesine uğrayan Baba Ali Mest adlı bir kalenderi dedesiyle dervişlerine katılarak, İstanbul'a gelmiştir. İstanbul kadısı Sarı Gürz'ün korumasıyla öğrenim yapan Hayâli, bir yandan da şiirleriyle kendini tanıtmağa başlamış, defterdar İskender Çelebi, sadrazam İbrahim Paşa ve sonunda Kanunî Sultan Süleyman'ın dikkatini çekmiş ve takdîrini kazanmıştır. Devlet büyüklerinin takdîrleri, yardımları ve ihsanlarıyla hem meslek hem de edebî hayatında hızla ilerleyen Hayâli Bey, Âşık Çelebinin deyimiyle "pâdişâhın kolunda gezip, onun elinden yem yiyen bir doğan kuşu" olmuştur.

Pâdişâhın yanında Bağdad seferinde bulunan Hayalî Bey'in tali'î, sefer dönüşünde koruyucuları İskender Çelebi' ile İbrahim Paşanın öldürülmelerinden sonra birden tersine dönmüş, Rüstem Paşanın sadâretinde Kanûnî'nin de ilgi ve yardımlarını kaybetmeğe başlamıştır. Çabuk ilerleyişinin, şiirdeki ününü çekemeyen düşmanlarının da tesiriyle rahatı kaçan Hayalî Bey, Rumeli'de bir sancak isteyerek İstanbul'dan ayrılmış, ömrünün son yirmi yılını saraydan uzakta geçirmiş, 964/1556 yılında Edirne'de ölmüştür.

Hayalî Bey, başta pâdişâh olmak üzere bütün devlet büyüklerince korunmuş, ihsanlara gark olmuş bir şâir olduğu halde gözü yükseklerde olmamış, rind ve kalender yaradılışıyla basit ve derbeder bir hayat sürmüştür. Büyük bir serveti olması gerekirken parasına, malına mülküne sahip çıkmamış, eline geçeni cömertçe dağıtmıştır. Derbederliği yüzünden şiirlerini bile oraya buraya dağılmaktan kurtaramamıştır. Ölümünde, pâdişâh Dîvânını istediği zaman, Vefalı Şeyh-zâde Ali Çelebinin toplayıp tertîb ettiği nüshayı bulup verebilmişlerdir.

Hayalî Bey, çok genç yaşta şiir söylemeye başlamış ve kısa sürede kendini tanıtmıştır. Tezkireciler ondan hep parlak sözlerle Sultânü'ş-şu'-arâ, Melik'üş-şu'arâ, Rum-ili şâirlerinin serdârı, Hayâlî-i meşhur, Rûm'un Hafız-i Şîrâzî'si olarak söz etmişlerdir. Şiirlerinde parlak, ince hayaller, yeni buluşlar, renkli tasvirler, akıcı bir söyleyiş vardır. En büyük özelliği de rind edası ve dünyâya kalenderce bakışıdır. Tasavvufî şiirlerinde bile rindlik ve kalenderlik sezilir. Birçok bakımdan Bakî ile aynı derecede başarılı şiirlerinde tasavvufu işlemesi yönünden ondan da üstün bir şâir sayılabilir.

Page 29: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

29

Hayâlı Bey Dîvânı. Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan tarafından yazma nüshalar

karşılaştırılarak yayınlanmıştır. (İstanbul 1945) Türbesi Edirne’dedir.

Hayâlî, Gazel 1

Page 30: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

30

Hayâlî, Gazel 1 1. Zülf-i yāre sünbül-i pür-tāb beñzer beñzemez

Leblerine ġonca-i sírāb beñzer beñzemez 2. Penbesine daġumuñ her gice reşk ider ķamer

Şu¤lesine āhumuñ mehtāb beñzer beñzemez 3. Ša¤ne oķların atar ķaşuñ kemān-ı Rüstem’e

Kirpigüñe ĥançer-i Sührāb beñzer beñzemez 4. Vādí-i ¤aşķ içre oldum ķıble-i aŝģāb-ı şevķ

Sínemüñ her na¤line miģrāb beñzer beñzemez 5. Her sifāl-i kelbi tā gördi Ĥayālí cām-ı Cem

Devletine şevket-i Dārāb beñzer beñzemez

Hayâlî, Gazel 2

لمزلرييی بايچندەدر آراجهان آجهان آر

لمزلريدريا ايچرەدر دريايی ب هاو ماهيلر ك

ابن آكمه ای زاهدذخرابات اهلنه دوزاخ ع

لمزلريم فردايی بغت اولدی نلر ابن وقوب هك

نی سير ايتسه عاشقلراغين ايچندە داشفق گون ق

لمزلريفلكدە ايی ب مزلرگونشدە ذرە گور

نلروب بوقانه رشته اشكی طيخميدە قدلر

لمزلرييی باآترلر تير مقصودی ندندر ي

نه چكنلر جسم عريانیيلاخيالی فقر ش

لمزلريآنكنله فخر ايدرلر آطلس و ديبايی ب

Hayâlî, Gazel 2 1. Cihān-ārā cihān içindedür arayı bilmezler

O māhìler ki deryā içredür deryāyı bilmezler 2. Ĥarābāt ehline dūzaĥ ¤aźābın añma ey zāhid

Ki bunlar ibn-i vaķt oldı ġam-ı ferdāyı bilmezler 3. Şafaķ-gūn ķan içinde daġını seyr itse ¤āşıķlar

Güneşde źerre görmezler felekde ayı bilmezler 4. Ĥamìde ķadlerine rişte-i eşki šaķup bunlar

Atarlar tìr-i maķŝūdı nedendür yayı bilmezler 5. Ĥayālì faķr şalına çekenler cism-i ¤üryānı

Anuñla faĥr iderler ašlas u dìbāyı bilmezler

Page 31: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

31

Hayâlî, Gazel 3

Hayâlî, Gazel 3 1. Başumda mūy-ı jūlíde tenümde tāze daġum var

Melāmet mülkinüñ sulšānıyam tuġum otaġum var 2. Diyār-ı sūzın oldum şem¤ gibi ben de serdārı

Niçe Ferhād ile Mecnūn gibi yanar çerāġum var 3. Feżā-yı ¤aşķda ben ol nihāl-i ser-firāzam kim

Nihāl-i sidre üzre sāye ŝalmış bir budaġum var 4. Sipāh-ı ġuŝŝa vü ġamdan beni ŝaķlar penāhumdur

Yüzüñde ĥāl-i müşgínüñ gibi bir ķara daġum var 5. Ĥayālí şāh-ı ¤aşķ oldum daĥı bu ¤aķl-ı hercā¢í

Göñül mülkine ayaķ basmasın muģkem yaŝaġum var

Page 32: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

32

HAYRETÎ

Hayretî’nin Âşık Çelebi tezkiresindeki minyatürü

Hayatı ve Edebî Kişiliği

Vardar Yenicesi’nde doğdu. Asıl adı Mehmed’dir. Kaynaklarda Mehmed Şah, Mehmed Çelebi ve Baba Hayretî olarak da geçer. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Mevlevî şeyhi Yûsuf-ı Sîneçâk’in kardeşi olan Hayretî mutasavvıf bir şairdir. Kardeşi gibi kendisi de önce Şeyh İbrâhim Gülşenî’ye intisap etti, daha sonra Rumeli abdalları arasına karışarak Bektaşîliği benimsedi. Sehî Bey ve Âşık Çelebi’nin belirttiklerine göre Hayretî, Rumeli akıncı ocaklarında bir sipahi olarak ömür sürmüştür. Divanındaki “Kılıç Kasidesi” ile “Yahyâlılarız” redifli murabbaı da bu hususu doğrulamaktadır. Şairin tahsil durumuna dair kesin bilgi mevcut değildir. Hayretî Vardar Yenicesi, Üsküp ve Belgrad gibi döneminin kültür merkezlerinde çağdaşları olan Hayâlî Bey, Usûlî ve Garîbî ile dost meclislerinde bulunmuştur. Bir ara İstanbul’a da giden şairin burada ne zamana kadar kaldığı bilinmemektedir. İstanbul’da bazı devlet büyüklerine kasideler sunan Hayretî, Kanûnî’nin sadrazamı Makbul İbrâhim Paşa’nın dikkatini çeker. Onun için bir bahâriyye yazıp kendisine sununca İbrâhim Paşa şairden hoşlanıp büyükçe bir ihsanda bulunmak istemişse de sadrazama daha yakın olan Hayâlî Bey’in, Hayretî’yi tok gözlü ve kimseye baş eğmeyen biri olarak tanıtması yüzünden câizeden vazgeçerek küçük bir timar vermeyi kâfi görür. Bunun üzerine Hayretî, “Dil-i bîmâr bu denlü merhem ile tîmâr olmaz” diyerek İstanbul’dan Vardar Yenicesi’ne geri döner. Yenice’ye geldiğinde Mihaloğlu ve Yahyâlı akıncı ocaklarına sığınan Hayretî, ömrünün sonuna kadar hizmetinde bulunduğu bu beylerin desteğiyle geçinmiştir. Bir yerde

Page 33: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

33

durmayıp değişik yerlere giden akıncı ocaklarıyla beraber Yenice, Belgrad ve Üsküp gibi merkezlerde bulunan şair gezip dolaştığı yerleri şiirlerine de aksettirmiştir. Onun Belgrad ve Yenice için yazdığı müstakil şehrengizler bu devrenin mahsulüdür. Son zamanlarında gözleri artık görmeyen Hayretî, dost ve şairler meclisine kardeşi Yûsuf-ı Sîneçâk’in yetiştirmesi olan şair Günâhî’nin yardımıyla gidip gelmekteydi. Nitekim şair ihtiyarladığını ve gözlerinin artık görmediğini birkaç beytinde ifade etmiştir. Latîfî ve Âlî’nin kaydettiğine göre Hayretî, vefatında vasiyeti üzerine Vardar Yenicesi’nde daha önce inşa ettirdiği zâviyesine defnedildi. Sicill-i Osmânî ve Osmanlı Müellifleri’nde ise Hayretî’nin kardeşi Yûsuf-ı Sîneçâk ile beraber İstanbul’da Sütlüce’deki hazîrede medfun olduğu ve orada Hayretî adına bir mezar taşının bulunduğu kaydedilmektedir. Buna karşılık Hayretî’nin yakın dostu olan Âşık Çelebi, Hayâlî Bey’i anlatırken Vardar’a gittiğinde vefat etmiş bulunan Hayretî’nin ruhu için Fâtiha okuduğunu yazar ki bu Hayretî’nin mezarının Vardar Yenicesi’nde olduğuna bir delil teşkil eder. Bu takdirde Sütlüce’deki kabir bir makam olarak düşünülebilir. Künhü’l-ahbâr’da ayrıca şairin Yenice’deki mezarın bir ziyaret yeri olduğu belirtilir. “Ca‘ferîmezheb safâyî canlarız” diyerek mezhebini açıklayan Hayretî’nin Ca‘ferî ve Alevî olduğunu Âşık Çelebi ile Latîfî de belirtmektedir. Şair Hz. Ali, Hüseyin ve on iki imamı methetmekle beraber Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Osman’a da hürmetkârdır. Bu husus Rumeli’de yetişen Bektaşî şairlerinin çoğunda görülür. Rumeli abdalları da Hayretî’nin şiirlerine bütün özellikleriyle aksetmiştir. Hayretî’nin divanı abdalların yaşayış, düşünüş ve giyinişlerini anlatan birçok malzemeye sahiptir. Hayretî samimi ve sade üslûbu, rindâne edası, zengin kelime hazinesi, çeşitli deyimler kullanması, mahallî tasvirlere ve müşahhas unsurlara yer verişiyle dikkati çeken bir şairdir. Onun âşıkane, halk zevkine uygun, sade ve hoşa giden gazelleri bulunduğu tezkire yazarlarınca ortaklaşa kabul edilmektedir. M. Fuad Köprülü’ye göre de Hayretî, şiirlerinde Rumeli şehirlerinin hususiyetlerini ve aşklarını açık ve lâubali bir tarzda terennüm eden orijinal bir şairdir. Ayrıca tasavvuf terimlerini kullanmada oldukça maharetlidir. Şiirde âhenge dikkat eden ve aruza hâkim olan şair edebî sanatlarda da başarılıdır. Onun asıl şahsiyetini ise sanatlı ve mazmunlarla yüklü şiirlerinden çok dervişâne ve rindâne yolda samimi şiirleri aksettirir. Bu özellikleriyle Hayretî derviş, rindmeşrep, mustarip ve bazan da zevk-perest bir şairdir.

Eserleri.

1. Divan. Hayretî’nin, devrinde hemen her tabakadan insanın beğenip okuduğu, kendisine haklı bir şöhret kazandıran divanı XVI. yüzyılın geniş hacimli mürettep divanlarından biridir. Âlî’nin naklettiğine göre Hâfız divanı gibi fal tutulan Hayretî divanı klasik tertibe uygun olarak tevhid ve na‘tla başlar. Yedi nüsha üzerinden yapılan tenkitli neşrinde (bk. bibl.) yirmi kaside, otuz beş musammat, bir müstezad, 487 gazel ve yedi kıta bulunmaktadır. Hayretî divanıyla ilgili olarak Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Mustafa Tatçı (Hayretî Divanı’nda Din ve Tasavvuf [1986]), Mehmet Sarı (Hayretî Divanı’nda Maddî Kültür Unsurları [1986]), Mehmet Temizhan (Hayretî Divanı’nda Âşık [1986]), Ahmet Arı (Hayretî Divanı’nda Sevgili ve Sevgilinin Fizikî Yapısı ile İlgili Özellikleri [1987]); Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Nihat Öztoprak (Hayretî Divanı’nda Bitkiler [1986]) ve Hikmet Feridun Güven (Hayretî Divanı’nda Kozmik Âlem ve Zaman [1988]) yüksek lisans tezi hazırlamışlardır. 2. Belgrad Şehrengizi. Uzun bir münâcâtla başlayan 261 beyitlik bu eser, çeşitli edebî sanatların ve söz oyunlarının hâkim olduğu bir üslûpla yazılmıştır. Manzumede şair, memdûh ve mahbûblarını tanıtmaya başlamadan önce yalnızlık ve kimsesizlikten şikâyet eder, ilâhî aşka müptelâ olamayışından yakınır. Bu arada memdûhlar arasında Bosna sancak beyi Gazi Hüsrev Bey’e yer vermesi Hayretî’nin onun dostluğunu kazandığını belli

Page 34: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

34

etmektedir. 3. Yenice Şehrengizi. Yetmiş üç beyitlik bu manzumede ise sadece mahbûb ve memdûhlar söz konusu edilir. Her iki şehrengizde de şehirlerin özellikleri ve sosyal yaşayış bakımından pek fazla bilgi yoktur. Bu şehrengizler birer inceleme ile birlikte Mehmed Çavuşoğlu tarafından yayımlanmıştır (GDAAD, nr. 2-3 [1974], s. 325-356; nr. 4-5 [1976], s. 81-100). Bunlardan başka Fehmi Ethem Karatay Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki (Hazine, nr. 1137) bir mecmua içinde Hayretî’nin Bahâristan, Nâme-i Hayretî ve Muhabbetnâme-i Hayretî adlı üç mesnevisi bulunduğunu kaydetmektedir (Türkçe Yazmalar, II, 115

Hayretî, Gazel

آتمه نه ارپه قودی نه بكه نان جمرلك

حاصلی كندمدن اوصندردی ياران جمرلك

سيم و زر ياد ايلدكجه روی زردم اوستنه

گوزلرم يشن روان ايلر فراوان جمرلك

بن اياقدە قلمشه اولمزسك ای شه دستگير

ال ايدپ خاك ايله يكسان جمرلك ايلدی پام

گور مقصودە دخی ايرمدی غواص دل

ايلدی گرچی گوزم يشنی عمان جمرلك

واز گلسم طك مدر محبوب و ميدن حيرتی

نوجوان ايكن بنی پير ايتدی اوغالن جمرلك Hayretî, Gazel 1. Atuma ne arpa ķodı ne baña nān cimrilik

Ģāŝılı kendümden uŝandurdı yārān cimrilik 2. Sím ü zer yād eyledükçe rūy-ı zerdüm üstine

Gözlerüm yaşın revān eyler firāvān cimrilik 3. Ben ayaķda ķalmışa olmazsañ ey şeh dest-gír

Eyledi pāmāl idüp ĥāk ile yeksān cimrilik 4. Gevher-i maķŝūda daĥi irmedi ġavvāŝ-ı dil

Eyledi gerçi gözüm yaşını ¤ummān cimrilik 5. Vāz gelsem šañ mıdur maģbūb u meyden Ģayretí

Nev-cüvān iken beni pír itdi oġlan cimrilik

Page 35: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

35

YAHYA BEY

Page 36: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

36

HAYATI VE EDEBİ KİŞİLİĞİ

Hayatı: Asıl adı Yahya’dır. Arnavut asıllı olan sanatçı, devşirme olarak İstanbul’a gelmiş, yeniçeri ocağında eğitim görmüş ve yükselmiş bir şairdir. Yaşadığı dönemde Fuzuli’den sonra en büyük mesnevi şairi olarak tanınmıştır.Muallim Naci'nin Esâmî'sinden sonra bu güne kadar "Taşlıcalı" diye anılmıştır. Arnavutluk'un ünlü Dukakin ailesine mensuptur. Kanuni’nin oğlu Şehzade Mustafa’nın katledilmesi üzerine yazdığı mersiye meşhurdur. Bu mersiye nedeniyle padişahın himayesini kaybeden sanatçı, Bosna taraflarına gitmiş, 1582’de Bosna’da ölmüştür. Edebî Kişiliği: Sade bir dil, akıcı bir üslupla güzel kaside ve gazeller söylemiştir. Ancak o, mesnevileriyle tanınmıştır. Hamse sahibidir. Hamsesindeki mesneviler “Şah ü Geda, Usulname, Genclne-i Raz, Gülşen-i Envar, Yusuf ve Züleyha”dır. Şair, mesnevilerinin konularını İran edebiyatından almamış, kendi oluşturmuştur. Bu yönüyle eserleri orijinaldir. Eserlerinde mahalli renk ve çizgilere çokça yer vermiştir. Yusuf ve Züleyha, Türk edebiyatında bu isimle yazılan mesnevilerin en değerlisi ve başarılısı kabul edilmektedir. Mezarı Sırbistan’da https://tr.wikipedia.org/wiki/Lozni%C3%A7e

Mersiye Sahnesi: https://www.youtube.com/watch?v=gzFaL0FOOno

Yahyā Bey, Gazel 1

جان تندە ايكن بوسه جانان اله گرمز

ان اله گرمزبلدم انی جان ورميجك ج

هر اهرمن اولمش دهن دلبرە مايل

عالمدە ولی مهر سليمان اله گرمز

ايوای ايله گچسه گونمز طك می جهاندە

سيب ذقنك ای مه تابان اله گرمز

نادان النه دشمه ايكن گل گبی شاهم

بوحسن و بها جوهری هر ان اله گرمز

يحيا يوری وار ايله رقيب ايله مدارا

ل گل خندان اله گرمزاغلمغ ايله او

Page 37: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

37

Yahyâ Bey, Gazel 1 1. Cān tende iken būse-i cānān ele girmez

Bildüm anı cān virmeyicek cān ele girmez 2. Her Ehrimen olmış dehen-i dilbere māyil

¤Ālemde velí mühr-i Süleymān ele girmez 3. Eyvāy ile geçse günümüz šañ mı cihānda

Síb-i źeķanuñ ey meh-i tābān ele girmez 4. Nādān eline düşme iñen gül gibi şāhum

Bu ģüsn ü bahā cevheri her ān ele girmez 5. Yaģyā yüri var eyle raķíb ile müdārā

Aġlamaġ ile ol gül-i ĥandān ele girmez

Yahyā Bey, Gazel 2

رمه بنیقرمزی جامه گيپ ال ايله اولد

چق بوينجه قنه گرمش دمسن گورن سنی

در گورن بر پارە اود اولمش جهانی يقمغه

جامه سرخ ايله سرخ ايله هر دم سن گل نازك تنی

يرشر يارك لباسندە مطبق تگملر

غنجلرله صنكی زين اولمش وجودی گلشنی

اولدررمشسن سنی سودم ديين عاشقلری

یهی يولندە اولدگم انك ايچن سودم سن

طك مدر يحيا شفق ايچرە گونشدر در ايسم

هر سحرگه آطلس سرخ ايله گوردكچه انی

Yahyâ Bey, Gazel 2 1. Ķırmızı cāme geyüp al ile öldürme beni

Çaķ boyınca ķana girmiş dimesün gören seni 2. Dir gören bir pāre od olmış cihānı yaķmaġa

Cāme-i surĥ ile her dem sen gül-i nāzük-teni 3. Yaraşur yārüñ libāsında mušabbaķ tügmeler

Ġoncalarla ŝanki zeyn olmış vücūdı gülşeni 4. Öldürürmişsin seni sevdüm diyen ¤āşıķları

Hey yolında öldügüm anuñ içün sevdüm seni 5. Šañ mıdur Yaģyā şafaķ içre güneşdür dir isem

Her seģergeh ašlas-ı surĥ ile gördükçe anı

Page 38: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

38

BAĞDATLI RUHÎ (? – 1605)

Hayatı ve Edebî Kişiliği

Bağdat doğumlu olduğu bilinen şairin doğum tarihi bilinmemektedir. Bağdat doğumlu olduğu için Bağdatlı Ruhî olarak anılmıştır. Gerçek ismi Osman'dır. Babası Osmanlı ordusunda bir askerdi, kendisi de sipahi olmuştur. Dönemin önemli, ünlü isimleriyle arkadaşlık kurmuştur. Çeşitli savaşlara katılmıştır. Eleştirel tarzı ve yalın üslubu ile ünlenmiştir. Eserlerinde toplumsal sorunları işlemiştir. 1605 yılında Şam'da öldüğü bilinmektedir.

Bağdatlı Ruhi'nin en çok etkilendiği şair Fuzuli'dir, Fuzuli'nin oğlu Fazlı ile de arkadaşlık kurmuştur. Aşk, kahramanlık gibi konular üzerine yazmaktansa yaşadığı bölgelerin idari sistemlerinin meseleleri, toplumun sorunlu ve eksik noktaları, yanlış din anlayışı gibi konularda, eleştirel bir üslupla şiirler yazmıştır.

Bağdatlı Ruhi'nin en ünlü eseri Terkib-i Bend isimli manzumesidir. 17 bendlik manzumeye Türk edebiyatının önemli isimleri (Şeyh Galip, Ziya Paşa gibi) nazireler yazmıştır.

Edebî Kişiliği Asıl adı Osman, mahlası Ruhî'dir. Bağdat'ta doğup büyüdüğü için Ruhî-i Bağdâdî

(Bağdatlı Ruhî) diye tanındı. Ruhî, en çok gazel yazan divan şairlerindendir. Divanında 1.115 gazel yer alır.

Gazellerinde lirik bir söyleyiş tarzı ve rintçe bir eda vardır. Ruhî, sosyal hayata ve hadiselere duyarlı bir divan şairidir. Belki de bu yüzden

şiirlerinde söz ve mana oyunlarına fazla yer vermemiştir. Şiirlerine akıcılık ve sadelik hâkimdir. Divan'ında konuşma dili ile söylenmiş mısralar çoktur. Allah ve Peygamber sevgisini işlemiştir. Divanda dinî söyleme sahip birçok gazeli mevcuttur fakat bütün bunlara rağmen Ruhî; Mevlânâ ve Yunus Emre gibi bir mutasavvıf değildir.

"eksilmede" redifli gazeli Ruhî'nin meşhur eserlerinden biridir. Fuzulî'nin Şikâyetname olarak tanınan mektubunda dile getirdiği aksaklıkları Ruhî, gazel formunda ele almıştır.

Terkib-bend: Ruhî'nin gözlemci, eleştirel bakışının tam olarak örtüştüğü eseridir. 17 benttir. Her bent 8 beyitten oluşmuştur. Terkib-bend'ine Yazılan Nazireler: Cevrî, Samî, Fehim, Vehbî, Kabulî, Leyla Hanım ve Şeyh Galip başta olmak üzere pek çok şair nazire söylemiştir. En meşhuru ise Ziya Paşa tarafından yazılan naziredir.

Dili gayet sade ve akıcı olup çağdaşı diğer baz şairlerin şiirlerine göre tamlamalar ve yabancı kelimeler sayıca azdır. Söz ve mana sanatlarına fazla itibar etmeyen Ruhî, akıcı bir üslup yakalama gayretinde olmuş ve içinden geldiği gibi söylemiştir. Çok sayıda gazel sahibi olmakla övünmesine rağmen gazelleriyle fazla ilgi uyandıramamıştır.

Ruhî Divanı: Bağdatlı Ruhî'nin bilinen ve mevcut olan tek eseri Türkçe divanıdır. Bu divanda en çok kullanılan nazım biçimi gazeldir. Ayrıca divanda iki manzum mektup da mevcuttur.

Hayatı Video: https://www.youtube.com/watch?v=iuIzssEDg-k

Page 39: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

39

Bağdatlı Ruhí, Gazel

اغلسم بن يرشر كم بكه بلبل ديدلر

سن گل ای غنجه رعنا كی سكه گل ديدلر

فلگك حالنی بلدرمك ايچن انسانه

صلدلر بلبلی فريادە گله گل ديدلر

خوبلر مرغ دل عاشقی صيد ايتمك ايچن

نه كاكل ديدلربر دزغ ايلدلر نام

لب لعل و رخ يار اولميجق عشاقا

ديدم آيا ندر اگلنجه گل و مل ديلر

عقال دقت ايله فكر ايدپ ايسم يارە

غير بر نسنه دگل زلفنه سنبل ديدلر

چمن آرايی جهان اولمغ ايچن زلفكدە

بر نمونه قوديلر نامنه سنبل ديدلر

گوردلر جان ويررن اولمغه كويكدەە گدا

يدرر اول سكه قرە چول ديدلرعاقبت گ

رحمی اولر می ديدم عاشقه معشوقلرك

ندر ای روحی شيدا بو تجاهل ديدلر Bağdatlı Rûhî, Gazel 1. Aġlasam ben yaraşur kim baña bülbül didiler

Sen gül ey ġonca-i ra¤nā ki saña gül didiler 2. Felegüñ ģālini bildürmek içün insāna

Ŝaldılar bülbüli feryāda güle gül didiler 3. Ĥūblar murġ-ı dil-i ¤āşıķı ŝayd itmek içün

Bir duzaġ eylediler nāmına kākül didiler 4. Leb-i la¤l ü ruĥ-ı yār olmayıcaķ ¤uşşāķa

Didüm āyā nedür eglence gül ü mül didiler 5. ¤Uķalā diķķat ile fikr idüp ism-i yāre

Ġayr bir nesne degül zülfine sünbül didiler 6. Çemen-ārā-yı cihān olmaġ içün zülfüñde

Bir nümūne ķodılar nāmına sünbül didiler 7. Gördiler cān virürin olmaġa kūyuñda gedā

¤Āķıbet giydürür ol saña ķara çul didiler 8. Raģmı olur mı didüm ¤āşıķa ma¤şūķlaruñ

Nedür ey Rūģí-i şeydā bu tecāhül didiler

Page 40: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

40

NEVÎ

HAYATI VE EDEBİ KİŞİLİĞİ

Adı Yahya’dır. Babası Pir Ali, Malkara’da Turhan Beyi Camii imamı ve aynı zamanda Gülşeniliğe bağlı bir şeyhdir. Annesi tarafından soyu Muhammediye yazarı Yazıcıoğlu Mehmet’e dayanır.

İlk eğitimini aile çevresinden alan Yahya Nevi, sonra İstanbul’a giderek devrin önemli bilginlerinden “ahaveyn” (iki kardeş) lakabıyla ünlü Karamani Ahmet ve Mehmet Efendi’nin etkisinde kalır.

Nevi, medrese eğitiminin yanı sıra başta babası Pir Ali olmak üzere, Sarhoş Bali ve Şeyh Şaban gibi sufilerin de tasavvuf terbiyesinden geçmiştir.

Medrese eğitimini tamamlayınca Gelibolu ve İstanbul’da müderris olarak uzun süre görev yapan Nevi III. Murad tarafından şehzade hocası olarak görevlendirilir. III. Mehmet ve III. Murat döneminde olağanüstü ilgi gördüğü kaynaklarda anlatılır. İstanbul’da vefat ettiğinde ardında otuzun üzerinde eser bırakmıştır.

Nevi’nin saray çevresinde gördüğü ilginin arkasında onun şairlik yeteneği kadar, olgun kişiliğinin de etkisinin olduğu söylenir. Nevi sadece Baki ile ilişkisinden ötürü değil, ortaya koyduğu eserlerle de adından söz ettiren bir şairdir. Kasideleri arasında bilhassa şehzade Mehmet’in sünnet düğünü vesilesiyle yazdığı suriyye meşhur olmuştur. Hocalığını yaptığı şehzadelerin öldürülmeleri üzerine yazdığı mersiyeler de ilgi görmüştür. Bu şiirlerin yanı sıra esasen o berceste mısraları ile dillerde dolaşan sade, anlaşılır nitelikteki beyitlerinde ustalığını göstermiş ve bir gazel şairi olarak dikkat çekmiştir. Şiirlerinde oldukça yalın ama divan şiirinin estetik nizamına uygun bir dil kullanır. Gündelik hayatı da şiirleri de oldukça sadedir. Medrese eğitiminden geçtiği, önemli görevlerde bulunduğu halde sadeliği tercih etmiştir.

Sade, yapmacıksız bir üslupla âşıkane ve tasavvufi gazeller söylemiş, otuz kadar esere imza atmıştır. Hikmetli söz söylemeye düşkün olan Nev’i, kelime oyunlarına, söz sanatına ve süse pek önem vermemiştir. Onun sade, süsten uzak, kolay anlaşılır ve akıcı bir dili vardır. Arapça, Farsça ve Türkçe ile eser veren âlim divan edebiyatı şairlerinden­dir. Edebiyatımızda sâde dilli ve samimî duygular bulunduran gazelleri ile tanınmıştır. Âşıkane söyleyişi vardır

ESERLERİ

Divan: Çeşitli nazım biçimleriyle kaleme aldığı manzumelerinin bir araya getirildiği mürettep bir divandır.

Netayicü'l-Fünün: Müderris kimliğiyle yazdığı eserler arasında özellikle çeşitli bilim dallarından söz eden ansiklopedik eserlerin en meşhurudur. Bilim dallarını 12 gruba ayırarak çeşitli değerlendirmelerde bulunmuştur.

Neva-yı Uşşak: Sinan Paşa'nın kaleme aldığı Tazarru-name'ye benzer mensur bir eserdir.

Hasb-ı Hal: Mesnevi nazım biçimiyle kaleme alınmıştır, Tasavvufi konular ve kavramlar hakkında yazılmıştır.

Page 41: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

41

Nev¤í, Gazel

1. Ĥançer-i yāri ġılāfı çekdi tenhā ķoynına Māh-ı nev ebr-i siyāhuñ girdi gūyā ķoynına 2. Dil yanar fānūs-ı cismümde ģasedden şem¤-vār Çün gire pírāhenüñ ol verd-i ra¤nā ķoynına 3. Zülf-i müşkínüñ ĥayāli ĥātır-ı aġyārda Şāĥ-ı sünbüldür ki girmiş seng-i ĥārā ķoynına 4. Ĥūb-rūlar sínede naķş itdi tíguñ ŝanasın Bir niçe tersā-beçe ķoydı çelípā ķoynına 5. Yarama reşk itmesün mi Nev¤iyā erbāb-ı dil Ķoydı peykān-ı ĥadeng-i yāri tenhā ķoynına

Nevî, Kaside

Page 42: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

42

Page 43: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

43

16. YÜZYIL MESNEVİLERİ

Dinî-Tasavvufî-Ahlaki Mesnevîler 16.yy’da yazılan dinî-tasavvufî-ahlaki mesnevîlerin muhteva yönünden bir hayli zengin olduğu bilinmektedir. Ancak bu tür konuları bazen kesin sınırlarla belirlemek ve ayırmak mümkün değildir. Onun için bu tür mesnevîlerin bazen iç içe işlenildiği görülmektedir. Bu tür mesnevîleri şu şekilde gösterebiliriz. Kanunî devrinde İbni İsâ-yı Saruhanî tarafından 1541 tarihinde telif edilen Şerhü’l-esmâ’ü’l-hüsnâ, Allah’ın 99 güzel ismini konu almaktadır. Lami-î Çelebi’nin Allâh’ın 99 ismini şerheden Şerh-i Sâfî isimli bir mesnevisi, Bursalı Dervîş Subhî’nin de 300 beyte yakın bu türden manzumesi bulunmaktadır. Bu dönemde kırk hadisler, yüz hadisler gibi kırk ayetler, yüz ayetlerin de manzum olarak tercüme ve tertip edildikleri görülür. Merdümî mahlasını kullanan Abdülselâm Efendi’nin Tuhfetü’l-İslam isimli eseri, manzum kırk ayet ve kırk hadis tercümesinden meydana gelmiştir. Hakanî’nin Tercüme-i Hadîs-i Erba’în’i 1603’te Câmî’den tercüme edilerek yazılmıştır. Kastamonulu Latîfî’nin Subhatü’l-uşşâk’ı manzum yüz hadis tercümesidir. Yine bu asrın ikinci yarısında yaşamış olan Sirozlu Hüseynî’nin Câmi’u’l-envâr âlâ-Tefsîri’l-ihlâs adlı mesnevîsi, İhlâs Suresi’nin tefsiri olup 10.000 beyit civarındadır. ‘’Mevlid’’ler bilindiği üzere Hz.Muhammed’in doğumunu, peygamberliğini, mucizelerini, miraç ve vefatını konu alan manzum eserler olup bu yüzyılda da birçok mevlid kaleme alındığı görülmektedir. Emîrî, Hevâyî, Visâlî Ali Çelebi, Şâhidî, Murâdî, Edirneli Abdülkerim Efendi, Keşfî, Muhibbî, Zâtî ve Şemseddîn-i Sivasî bu dönemde mevlid yazan şairlerdir. Za’îfî ise, Hz.Peygamber’in savaşlarını konu alan Gazâvâtü’n-nebî isimli bir mesnevi kaleme almıştır. Hz.Peygamber’in mübarek vücut yapısı ve güzel sıfatları hakkında Hâkânî tarafından Hilye-i Sa’âdet Türk edebiyatında önemli bir yere sahiptir. Bu asırda Nizâmî-i Gencevî’nin Mahzenü’l-esrâr’ına benzer bazı mesnevîlerin yazıldığı görülmektedir. Azeri’nin Nakş-ı Hayâl’i, Taşlıcalı Yahya’nın Gülşen-i Envâr’ı, Cinânî’nin Riyâzü’l-cinân’ı, Ali’nin Tuhfetü’l-uşşâk’ı ve Bursalı Rahmi’nin Gül-i Sad-berg’ı bu tip mesnevilerdendir. Bu dönemde yazılan mesnevîlerden yine Emîrî’nin Gülşenü’r-râz’ı ve Sohbet-nâme’si ile Taşlıcalı Yahya’nın Usul-name’si bu tip mesnevilerdendir. Yine bu dönemde, bu tip mesnevilerden Sa’dî’nin meşhur eseri Gülistân’dan nazmen tercüme edilen Za’îfî’nin Kitâb-ı Nigâristân ve Hadîka-i Sebzistân’ını zikretmek gerekir. Yine Za’îfî, Attâr’ın Pend-nâme isimli eserini Kitâb-ı Bostân-ı Nesâyih adı altında, Gülistân’ın sekizinci bölümünün nazmen tercümesinin eklenmesiyle ve Pend-nâme ile aynı vezinle Türkçeye manzum olarak tercüme etmiştir. Bu dönemde Bostân da manzum olarak Türkçeye kazandırılmıştır. Za’îfî, Bostân’ın nazmen tercümesi olan Bâg-ı Behişt’i kaleme almıştır. Bu asır şairlerinden Huzurî ise Attâr’ın Esrâr-nâme isimli eserini Türkçeye nazmen tercüme etmiştir. Edirneli Nazmî’de, Attâr’ın Pend-nâme’sini Türkçeye tercüme etmiştir. Bu asrın şairlerinden Emre de, Attâr’ın Pend-nâme’sini Türkçeye tercüme etmiştir. Gerek bu asır, gerek sonraları en çok okunan ve bilineni bu tercümedir. 16.yy sonuna kadar Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ının tam ve manzum tek tercümesi Za’îfî’nin kaleme aldığı Gülşen-i Sî-murg isimli mesnevîsidir. Bu dönemde Feridüddîn-i Attâr’ın Mantıku’t tayr isimli mesnevîsine benzer eserler de yazılmıştır. Asıl adı Derviş Şemseddin olan Şemsî’nin Deh-murg’u, Şâhidî’nin Gülşen-i Vahdet’i, Arifî’nin Ravzatü’t-tevhîd’i, Şemseddîn-i Sivasî nin Gülşen-âbâd’ı bu tip eserlerdendir. Güvâhî’nin kaleme aldığı Pend-nâme’si 2133 beyittir. Şair mesnevisinde daha çok çevresinde gördüğü, duyduğu ve kendi başından geçen olayları ele almış, bunları kısa hikâye, latife ve fıkra biçiminde anlatarak, sonunda atasözleri ile öğütler vermiştir. Bu sınıfta değerlendirebileceğimiz eserlerden Taşlıcalı Yahya’nın Ge-ncîne-i Râz’ını zikretmemiz gerekir. Eser 3051 beyitten oluşur. Câmî’nin Subhatü’l-eb-râr’ına nazire olarak yazılmıştır. Tamamıyla didaktik mahiyette olan eserde aşk, namaz, zikir, şeytan, tevazu, marifet, uzlet, rızık, sabır, hayâ, kahramanlık, adalet gibi konular hakkında bilgi verilmiştir.

Page 44: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

44

Bu asırda yazılan didaktik-ahlaki mesnevîlerden biri de Cinânî’nin Cilâü’l-kulub’udur. Ağırbaşlı ve dini yönü ağır bir eserdir. Eserde sık sık ayet ve hadislere yer verilmiştir. Yardımlaşma, ahde vefa, namaz, helal lokma gibi kavramlar işlenmiştir.

Aşk Mesnevîleri Bu asırda aşk ve macera türünde birçok mesnevînin yazıldığı görülmektedir. ‘’Leylâ ve Mecnun’’, ‘’Yusuf u Züleyhâ’’, ‘’Hüsrev ü Şîrîn’’ gibi müşterek konuların yanında ilk defa bu dönemde görülen tercüme, telif mahiyetinde yeni türler de kaleme alınmıştır. Bunların bir kısmının şöhreti ve tesiri müteakip asırlarda da devam etmiştir. Bu devirde yazılan aşk hikâyeleri arasında ‘’Hüsrev ü Şîrîn’’ önemli bir yer tutar. Ahî’nin ikisi tamamlanmamış üç eseri içinde, tezkire yazarları tarafından en çok beğenilen ve takdir gören Hüsrev ü Şirin mesnevisi olmuştur. Bir diğer Hüsrev ü Şîrîn yazarı Celîlî’dir. 1512’de tamamlanan eser Yavuz Sultan Selim’e sunulmuştur. İmam-zâde Ahmed’in ayrıca Türkçe manzum Hüsrev ü Şîrîn ve Şah u Gedâ isimli iki mesnevisi vardır. Halîfe’nin de Hüsrev ü Şîrîn’i olduğu tezkirelerde kaydedilmiştir. Bu asırda işlenen aşk mesnevîlerinden bir grubu da ‘’Leylâ ve Mecnun’’ hikâyesini konu edinmişlerdir. Celîlî, Sevdâî, Lârendeli Hamdi, Sâlih ve Halîfe bu dönemde Leylâ vü Mecnun yazan şairlerdir. Bu asırda konusu aşk olan manzum eserler içinde en çok ‘’Yusuf ve Züleyhâ’’ hikâyesinin işlendiği dikkat çekmektedir. Bunda Kur’an’da bu hikâyeden ‘’ahsenü’l-kasas’’ yani kıssaların en güzeli diye bahsedilmesinin de etkisi vardır. Bu dönemde Yusuf Peygamber ile Zelihanın hikâyesini yazan şairlerden Kemâl Paşa-zâde, Taşlıcalı Yahya, Celîlî, Şerîfî’nin eserleri elimizde mevcuttur. Taşlıcalı Yahya’nın hamsesini meydana getiren eserlerden Şâh u Gedâ mesnevîsi, 1537 yılı civarında yazılmıştır. Konusu İstanbul’da geçen ve tamamen telif olup mahalli karakterler taşıyan bu mesnevi, platonik bir aşk hikâyesidir. Eserde Sultanahmet Meydanı ve Ayasofya tasfirleri göze çarpar. Temsilî bir aşk hikâyesi olan ‘’Şem’ u Pervâne’’ konulu mesnevîleri, Lâmi’î Çelebi, Zâtî ve bu dönem hamse sahibi şairlerinden olan Kalkandenli Muîdî yazmıştır. Zâtî’nin 1531’de tamamladığı Şem’u Pervâne, 3937 beyitten oluşur. Eserin konusu tamamen hayalidir. Rum ülkesinin padişahı Jâle’nin oğlu Pervâne ile Çin hükümdarı Fağfur’un kızı Şem arasındaki aşkı ve iki kahramanın başından geçenleri konu edinen eser, aynı isimdeki diğer eserlerin aksine mutlu son ile bitmektedir. Lâmi-î Çelebi’nin 1522 tarihinde yazarak Kanunî Sultan Süleyman’a sunduğu Şem’u Pervâne, tasavvufi ve alegorik bir aşk hikâyesidir. İlahi aşk konu edilmiştir. Bu dönemde yazılan temsili aşk mesnevilerinden biri de Yenipazarlı Vâlî’nin Hüsn ü dil’idir. 3562 beyitten meydana gelmiştir. Yunan ülkesinin padişahı Akl’ın oğlu Dil ile Maşrık ilinin Aşk isimli sultanının kızı Hüsn arasındaki aşk anlatılmıştır. Bu asırda işlenen aşk konulu mesnevîlerden biri de ‘’Vâmık u Azrâ’’dır. Lâmi-î Çelebi’nin Vâmık u Azrâ’sı Unsuri’nin aynı adlı eserinden tercümedir. Eser 5879 beyit olup, Çin fağfuru Taymus’un oğlu Azrâ ile Gazne sultanının kızı Azrâ arasındaki beşeri aşkı ihtiva etmektedir. Lâmi-î Çelebi’nin Salamân u Absâl’ı, Abdurrahman-ı Câmî’nin aynı adlı eserinden tercüme olup 1903 beyitten oluşmaktadır. Tercüme-telif karışımı bir eserdir. Bu asrın önemli aşk mesnevîlerinden olan Fazlî’nin Gül ü Bülbül’ü, Şehzade Mustafa adına 1552 tarihinde kaleme alınmıştır. 2444 beyit olan Gül ü Bülbül, ruh ve gönül diyaloğunu hem beşeri hem de tasavvufi yönden ele alan alegorik bir mesnevidir. Lirik bir tarzda kaleme alınmıştır. Türk edebiyatının seçkin eserlerindendir. İznikli Bakaî’nin de aynı isimli mesnevisi bulunmaktadır. Bu dönemin diğer aşk mesnevilerini de sayacak olursak, Gelibolulu Ali’nin Mihr ü Mâh’ı, Kıyâsi’nin Mihr ü Mâh’ı, Mostarlı Ziyâî’nin Varka ve Gülşâh’ı, Bediî’nin Varka ve Gülşâh’ı, Abdî’nin Cemşîd ü Hurşîd’i, Bihiştî’nin Cemşâh u Alemşâh’ı, Abdî’nin Gül ü Nevruz ve Niyâz-nâme-i Sa’d u Hümâ’sı, Münîrî İbrahim Çelebi’nin Mihr ü Müşterî’si ve

Page 45: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

45

Ümmülveled-zâde’nin Mihr ü Müşterîsi ve birçok şairin kaleme aldığı Mihr ü Vefâ adlı eserler bu asırda zikredilmesi gereken aşk konulu mesnevilerdendir.

Tarihî, Destanî ve Menkabevî Mesnevîler Bu dönemde bu tip eserleri üç grupta incelemek mümkündür. Bunlardan birinci grubu İskender ve Behrâm-ı Gur gibi tarihi şahsiyetlere ve olaylara dayanmakla birlikte, tarihle ilgili olmaktan çıkarak destanî-efsanevî bir hikâye hâline bürünen mesnevîler oluşturmaktadır.

Karamanlı Figânî’den bahseden eski kaynaklar onun İskendernâme yazdığını belirtmişlerdir. Ancak bu eser günümüzde kayıptır. Bu dönemde Heft-peyker mesnevîsini yazanlardan Lâmi-î Çelebi’nin eseri hakkında eski kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Âşık Çelebi damadı Ruşenî-zâde tarafından tamamlandığını ifade ederler. Figânî de Heft-peyker yazan şairlerdendir. Tarihî, destâni, menkabevî mesnevîlerin ikinci grubunu İslam ve tasavvuf büyüklerinin hayatlarını, din uğrundaki savaş ve mücadelelerini, keramet ve büyüklüklerini konu edinen eserler oluşturmaktadır. Lokmanî Dede’nin Menâkıb-ı Mevlânâ’sı bu tip eserlerdendir. Mevlânâ’nın hayatının anlatıldığı bu eser, 4428 beyitten meydana gelmiştir. Şemseddîn-i Sivasî’nin ise, İmam-ı Azam’ın hayatını anlattığı Menâkıb-ı İmâm-u Azam isimli bir mesnevisi vardır. Tarihî, destâni, menkabevî mesnevîlerin üçüncü grubunu manzum Osmanlı tarihi ile Osmanlı tarihine dayanan manzum gazâvatnâmeler oluşturur. Hadîdî’nin, 6000 beyitten fazla olan Tevârîh-i Al-i Osmân’ı umumî Osmanlı hanedanı tarihidir. Gubâri, bizzat Kanunî’nin emriyle Şâh-nâme ismiyle bir Osmanlı tarihi yazmıştır. Bu dönemde zikredilmesi gereken diğer eserler ise şunlardır. Şükrî-i Bitlisî’nin Fütuhatü’s-Selîmiyye yahut Fütuhat-ı Selîm Han’ı, Ba-hârî’nin Üngürüs Fetih-nâmesi, Eyyübî’nin Menâkıb-ı Sultan Süleyman’ı, Mahremî’nin Süleyman-nâmesi ve Merâhi’nin Fetih-nâme-i Sefer-i Sigetvar’ı bu gruba giren diğer eserlerdir. Bu dönemde Firdevsî’nin meşhur mesnevîsi Şeh-nâme’nin de Türkçeye tercüme edildiği görülmektedir. Diyarbakırlı Şerîfî, Şeh-nâme’yi tercüme ederek, Sultan Kansu Gavri’ye takdim etmiştir. Kaynaklarda Bursalı Celîlî’nin de Terceme-i Şeh-nâme’si bulunduğu belirtilir. Bir şehrin esnaf güzelleriyle ilgili mesnevîler olan ‘’şehrengizler’’ de bu dönem edebî eserlerinin bir diğer konusunu oluştururlar. Zâtî’nin Edirne Şehrengizi bu konuda yazılmış ilk eserlerdendir. Zikredilmesi gereken diğer şehrengizler ise şunlardır; Lâmî Çelebi’nin Şehrengiz-i Bursa’sı, Edirneli Hâdî’nin Saray Şehrengizi, Azîzî’nin Nigâr-nâme’si, İshak Çelebi’nin Bursa Şehrengizi, İshak Çelebi’nin Üsküp Şehrengizi, Hayretî’nin Belgrat Şehrengizi ve Yenice Şehrengizi, Taşlıcalı Yahya’nın İstanbul Şehrengizi, Usulî’nin Yenice Şehrengizi ile Alî’nin Gelibolu Şehrengizi bu asırda yazılan diğer şehrengizlerdir. ‘’Surnameler’’ şehzadelerin sünnet düğünleri ile hanım sultanların evlenme düğünlerini anlatan manzum veya menzum eserlerdir. Bu asırda mevcut bilgilerimize göre Gelibolulu Alî’nin Câmi’u’l-buhur Der Mecâlis-i Sur adlı eseriyle karşılaşmaktayız. Eserde Üçüncü Murad’ın şehzadesi, Üçüncü Mehmed için yapılan sünnet düğünü anlatılmaktadır. Celîlî’nin Hecr-nâme’si ‘’sergüzeştnâme’’ yahut ‘’hasbihâlnâme’’ türünde olup 1509’da kaleme alınmıştır. Şair 483 beyitten oluşan eseri genç yaşında başından geçen bir aşkın tesiriyle kaleme almıştır. Bir diğer zikredilmesi gereken eser ise Rumelili Za’îfî’nin Sergüzeşt-i Za’îfî isimli mesnevisidir. Muyî’de Nâlân u Handân adlı bu türde eser kaleme almıştır. Bu tip eserlerden bir diğeri de Udî’nin Mâcerâ’yi Mâh adlı eseridir. ‘’Sâkînâmeler’’ saki, içki, kadeh ve sürahi, sevgili, musiki ve meclisten bahseden daha çok manzum eserlerdir. Tasavvufi semboller ağırlıktadır. Revânî’nin İşret-nâme’si bu tipten bir eserdir. Yavuz Sultan Selim’e sunulan bir işret adabını öğretir nitelikte eserdir. Ayrıca Hayretî ve Taşlıcalı Yahya’nın da birer sâkî-nâmesi vardır. İnsanın beden yapısı ile karakteri arasında ilgi kuran kıyafet ilmi ile ilgili olarak manzum ‘’kıyafetnâmeler’’ yazılmıştır. Bu tip eserlerden, bu dönemden zikretmemiz gereken başlıca eserler ise şunlardır; Şa’bân-ı Sivrihisârî’nin Damad İbrahim Paşa’nın emriyle 1531

Page 46: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

46

tarihinde tamamladığı tercümesi, Bayramiye şeyhlerinden İlyas ibni İsâ’yı Saruhanî’nin Kıyafet-nâme’si ve Abdülmecid İbni Şeyh Nasuh’un Kıyafet-nâmesi bu asırda yazılan kıyafetnamelerdir.

16. YÜZYIL MENSUR ESERLERİ

Bu yüzyılda gelişen nesir dili henüz XVII ve XVIII. yüzyıllarda olacağı kadar ağır ve

ağdalı bir üslûba bürünmemiştir. Hemen bütün eserlerin giriş kısımlarında yer alan Allah’ın adının zikredildiği “besmele” , ona şükredilen “hamdele” ve Hz. Muhammed’e selâm edilen “salvele” bölümleri ile başlayan giriş yahut “mukaddime” olarak isimlendirilebilecek başlangıç bölümleri dışında; çoğu zaman sade ve akıcı bir dil tercih edilmiştir. Nesir dilinde sanatlı ve secili bir üslup oluşturma amacıyla, Arapça ve Farsça asıllı kelimelerin kullanımı bu yüzyılda bir öncekine nazaran daha artmış görünmektedir. Düz yazıyla her konuda irili ufaklı eserin kaleme alındığı bu dönemin nesir ürünlerinİ, ana hatlarıyla şöylece gözden geçirebiliriz:

TARİHLER XV. asırda ilk örnekleri verilmeye başlanan tarih yazıcılığı bu yüzyılda artış

göstermeye başlamış, nihayet II. Bâyezîd, Yavuz Sultan Selim ve Kanunî Sultan Süleyman gibi büyük hükümdarların teşvikiyle parlak bir dönem yaşamakla kalmamış hacimli ve mükemmel örnekler verilmiştir. Kemâl Paşa-zâde tarafından yazılan Tevârîh-i Âl-i Osmân’ da Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan başlanarak 1533 yılına kadar gelen olaylar “defter” adı verilen on bölüm halinde anlatılmıştır. İlk büyük Osmanlı tarihçiliği kemale ererek klasik dönemini yaşamaya başlamıştır. Eserin bazı kısımları Pavet de Corteille ve Şerafettin Turan tarafından yayımlanmıştır. Hem bu asrın hem de bütün Osmanlı tarihçiliğinin önemli eserlerinden olan Tâcü’t-tevârîh, Hoca Sadeddin bin Mehemmed bin Hasan Can tarafından kaleme alınmıştır. Hoca Tarihi de denilen eserde, Osmanlı Devleti’nin başlangıcından Sultan II. Selim devri sonu olan 1574’e kadar geçen olaylar anlatılmıştır. 1279-1280 yıllarında iki cilt halinde İstanbul’da basılan Tâcü’t-tevârîh’i, İsmet Parmaksızoğlu sadeleştirerek yayımlamıştır. Bu asrın şüphesiz en büyük tarihçilerinden olan Gelibolulu Âlî’nin Künhü’l-ahbâr’ı, dört “rükn” üzerine tertip olunmuş umumî bir tarihtir. Eserde yer alan ilk üç rüknde, devletin kuruluşu olan 1299’dan 1589 tarihine kadar meydana gelen olaylardan, padişahların saltanat süreleri esas alınarak bahsedilmiştir. Lütfî Paşa’ nın Tevârîh-i Âl-i Osmân’ı ve Âsaf-nâme’si, Rûhî Çelebi’nin Rûhî Tarihi olarak da bilinen Tevârîh-i Âl-i Osmân’ı, Celâl-zâde Mustafa Çelebi’nin Tabakatü’l-memâlik fî-derecâti’l-mesâlik’i ve Selîm-nâme’si, Küçük Nişancı Mehmed Paşa bin Ramazan Çelebi’nin Siyer-i Enbiyâ-i İzâm ve Ahvâl-i Hulefâ-i Kirâm ve Menâkıb-ı Selâtîn-i Âl-i Osmân Selânikî Tarihi bu asırda yazılan diğer tarihlerdir.

BİYOGRAFİ ESERLERİ

Künhü’l-ahbâr’ın bir diğer özelliği her padişah devrinden sonra tanınmış şeyhler, ilim adamları ve şairlerin hayat hikâyeleri ve eserleri hakkında bilgiler vermesidir. Bu tarih kitabının şairlerin biyografilerini konu edinen bölümü Mustafa İsen tarafından yayımlanmıştır.

XVI. asır biyografi alanında da önemli eserlerin yazıldığı bir devirdir. Taşköprî-zâde Ebulhayr İsâmeddin Ahmed’in gözleri görmediği için başkasına yazdırarak hazırladığı Şakaiku’n-nu’mâniyye fî Ulemâi’d-devleti’l-Osmâniyye, Osman Gazi’den başlayarak 965/1558 yılına kadar yetişen Osmanlı bilgin ve sûfîlerinin biyografilerinden oluşmaktadır. Eser padişahların sayısına göre on tabakaya ayrılmış ve her tabakada o padişah döneminde yetişenler gösterilmiştir. 371’i bilgin, 150’si sûfî olmak üzere içinde toplam 521 kişinin biyografisi bulunan eser, A. Suphi Furat tarafından yayımlanmıştır.

Yazılışını müteakip büyük bir ilgiyle karşılanan Şakaiku’n-nu’mâniyye, müellifinin izniyle birçok kişi tarafından Türkçeye tercüme edilmiştir. Bunlar içerisinde Türkçe en tanınmış tercümesi Edirneli Mehmed Mecdî’nin Hadâiku’ş-şakaik’idir. Müellif eseri tercüme

Page 47: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

47

ederken daha sonra ŞakaikE yapılan ilaveleri göz önünde bulundurmuş, kendisi de bazı eklemeler yapmıştır. Abdülkadir Özcan, eserin 1269 yılında İstanbul’da yayımlanan nüshasını “indeks” ekleyip faksimile olarak neşretmiştir.

Şakaik’i, müellifinin izniyle çevirip zeyil yazanlardan biri de öğrencisi tezkire sahibi Âşık Çelebi’dir. Daha sonra Şakaik’e hem Türkçe hem de Arapça ilavelerde bulunan Âşık Çelebi, Tetimmetü’ş-şakâik’ın-nu’mâniyye adıyla Arapça zeylini Sokullu Mehmed Paşa’ya, Türkçe zeylini ise II. Selim’e sunmuştur. Ali bin Bâlî ise Şakaik’e, el-lkdü’l-manzûm fî-Zikri Efâdıli’r-Rûm isimli Arapça bir zeyil yazmıştır. Yazar, Taşköprülüzâde’nin bıraktığı yerden başlayarak 991/1583 yılına kadar yetişenlerin biyografileri hakkında bilgi vermiştir.

ŞUARA TEZKİRELERİ

Şairlerin hayat hikâyelerinden söz edip eserlerinden örnekler verme şeklinde gelişen “şuara tezkireciliği” , Anadolu’da ilk defa bu yüzyılda görülmektedir. Anadolu sahasında şairler tezkiresi yazma geleneğinin Sehî Bey’in Edirne’de 945/1538 tarihinde tamamlayıp devrin hükümdarı Kanunî Sultan Süleyman’a takdim ettiği Heşt-bihişt ile başladığı bilinmekteydi. Ancak Hüseyin Muhammedzâde Sadîk’in eserin imla özelliklerini İran’da yaşayan Türk okuyucusuna hitap için kaldırarak günümüz Âzerî Türkçesiyle dizdirip yayımladığı, İsrafil Babacan’ın ise sunmuş olduğu bir tebliğ ile Türkiye’de tanıttığı Garîbî Tezkiresi’nin, Tezkire-i Sehî’den önce veya aynı dönemlerde kaleme alındığı tahmin edilmektedir. Bu eserin yazılış tarihi, yeri ve müellifi Garîbî’nin hayatı hakkında kayda değer bir bilgi yoktur. Yer yer Azerî Türkçesinin de özelliklerinin görüldüğü tezkirenin dili, XVI. Yüzyıl Osmanlı Türkçesidir. Bir diğer isminin Gülşen-i Garîb olması muhtemel Tezkire-i Mecâlis-i Şuarâ-yı Rûm, toplam 27 varaktan oluşmaktadır. İlk üç varağında bir dibâce yer alır. Bu dibâcede ilk önce başta Şu’arâ suresi olmak üzere âyet ve hadislerden deliller getirilerek iyi şiir ve kötü şiir ile iyi şair ve kötü şair arasındaki farklar anlatılır. Sonra zaman zaman Hazret-i Peygamber’den de şiir sâdır olduğu öne sürülerek başta Hazre-i Ali olmak üzere Âl-i Abâ’nın büyüklerinin şiirlerinden örnekler getirilir. Ardından Şâh İsmail ve onun şairliği övülerek tasavvufî şiirlerinden örnekler verilip ardından eserin yazılış sebebi açıklanmıştır. Buradaki ifadelerden, müellifin Arap ve Acem şairlerinin kayıt altına alınıp Osmanlı Türk sahasındaki şairlerin unutulmasından ve onlar hakkında bir kayıt olmamasından rahatsızlık duymaktadır. Bu da müellifin ya da kendisinden önce Osmanlı sahasında yetişen şairler hakkında yazılan tezkirelerden habersiz olduğunu veya bu eserin Osmanlı sahası şairleri hakkında yazılan ilk tezkire olduğunu göstermektedir. Ayrıca dikkati çeken bir diğer husus da, müellifin eserine aldığı şairlerin kendi asrında ve kendi asrından önce yaşayan Osmanlı sahası şairleri olmasıdır. Bu tezkiredeki şairler 13-15. Milâdî asırlarda yaşamışlardır. Müellif bu şairlerin bir kısmını gördüğünü bir kısmını ise görenlerden işiterek kaleme aldığını belirtmektedir. “Dibâce”den sonra herhangi bir tabaka veya harf sırasına dikkat edilmeksizin 54 şair tek bölüm halinde sıralanarak hakkında bilgi verilmiştir. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî ile başlayan tezkire, Latîfî ile sona ermektedir. Anadolu’da yazılan ilk Osmanlı şairleri için yazılan ikinci tezkire ise Sehî Bey’in Edirne’de 945/1538 tamamlayıp devrin hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman’a takdim ettiği Heşt-Bihişt’tir. Tezkire-i Sehî olarak da bilinen eser bir önsöz, her birine “ bihişt” adı verilen sekiz tabak ve bir hatimeden oluşmaktadır. Sehî Bey tezkiresini yazarken Molla Câmî’nin Bahâristan’ından ve Devletşah’ın Tezkiretü’ş-şu’arâ’sından etkilenmekle birlikte, asıl model olarak Ali Şîr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâyis’ini almış ve bunu eserinin önsözünde açıklamıştır. Sade ve açık bir dille kaleme alınan eserde, 241 şair hakkında bilgi verilmiştir. Klasik edebiyatın ilk devirlerinde Anadolu’da yetişen şairlerin çoğu hakkında bilgi veren tek kaynak olan eser, bu coğrafi sahada şuarâ tezkireciliğini başlatmış ve kendisinden sonra gelen tezkire yazanlara model olmuştur. Heşt-bihişt Mehmed Şükrî tarafından Âsâr-ı Eslâftan Tezkire-i Sehî adıyla 1325 tarihinde İstanbul’da basılmış: O. Reşer ve Necati Lugal tarafından Almanca’ya çevrilmiş, Günay Kut tarafından tenkitli metin olarak yayımlanmıştır. Anadolu’da yazılan ikinci tezkire olan Tezkiretü’ş-şuara ve Tabsıratu’n-nuzemâ, Latîfî tarafından 953/1546 yılında tamamlanarak Kanunî Sultan Süleyman’a sunulmuştur. Latîfî

Page 48: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

48

Tezkiresi olarak da anılan eser, bir mukaddime, üç fasıl ve bir hâtimeden oluşmaktadır. Tezkire yazılırken Molla Câmî’nin Bahâristân’ı Ali Şîr Nevâî’nin Mecâlisü’n-nefâyis’i ve Sehî Bey’in Heşt-bihişt’i model alınmakla birlikte, onlardaki kronolojik tasnife karşılık, alfabetik sıra tercih edilmiştir. Müellif, tezkiresinin mukaddime kısmında şiirin özellikleri, şairlerin şiir söyleme sebepleri, şairlerin tezkireye alınırken göz önünde bulundurulan ölçütler ve eserin yazılma sebebi üzerinde durmuştur. Eserin bundan sonraki kısmı üç fasıl halinde şairlere ayrılmıştır. Birinci fasılda, Osmanlı ülkesinde yetişmiş veya buraya gelip Rûmilikle şöhret kazanmış 13 şeyh şair: ikinci fasılda ise Osmanlı ülkesinde şiir söyleyen yedi hükümdar şair; üçüncü fasılda ise Osmanlı ülkesi içinde şiirleriyle şöhret kazanan 314 şairin hayatı, eserleri ve şiirleri hakkında bilgi verilip çeşitli değerlendirilmelerde bulunulmuştur. Sade bir dil ve akıcı bir üslupla yazılan tezkire, şairler hakkında isabetli eleştiri ve değerlendirmeleri ihtiva etmesinin yanında, verdiği doğru bilgiler bakımından da oldukça önemlidir. Şimdiye kadar Latifi tezkiresine yapılan en önemli eleştiri, birçok şairi Kastamonulu göstermesi olmuş, ancak bu eleştiride ona haksızlık yapıldığı anlaşılmıştır. Tezkire, Ahmed Cevdet tarafından Tezkire-i Latîfî adıyla 1314’te İstanbul’da basılmıştır. Ahdî tarafından 971/1564-1002/1593 yılları arsında şehzade Sultan Selim adına yazılmış olan Gülşen-i Şu’arâ, Anadolu’da yazılan üçüncü tezkiredir. Ahdî Tezkiresi olarak da bilinen eser ilk olarak bir mukaddime, “ravza” adı verilen üç bölüm ve bir hatime olarak tertip edilmiştir. Ancak Ahdî eserine sonradan sancak beyleri ve defterdar şairleri içine alan bir bölüm ekleyerek dört “ravza”ya çıkarmış, ayrıca diğer “ravza”lara da yeni bazı şairler ilave etmiştir. Eserin birinci “ravza”sında başta devrin padişahı olmak üzere Şehzade Sultan Selim ve diğer şehzadeleri (17 şair), ikinci “ravza”da devrin ileri gelen devlet adamlarını (14 şair), üçüncü “ravza”da ulema ve müderrisleri (25 şair) son olarak dördüncü “ravza”da alfabetik olarak dönemin şairleri (325 şair) hakkından bilgi verip çeşitli değerlendirmelerde bulunmuştur. Eserde dil ve üslûbun anlatılan şairin sosyal statüsüyle orantılı olarak değiştiği görülmektedir. Eserine aldığı şairlerin ekseriyetini aşırı sözlerle öven Ahdî, sadece kendi çağdaşı olan şairlere yer vermiştir. Gülşen-i Şu’arâ’nın en önemli özelliği, çoğunluğu Osmanlı Devleti’nin doğu bölgesinde şairleri ihtiva etmesi ve bunlar hakkında bilgi veren ilk ve tek kaynak olmasıdır. Eser Süleyman Solmaz tarafından yayımlanmıştır. Âşık Çelebi tarafından 976/1568’de yazılan Meşâ’irü’ş-şu-arâ, devrin padişahı II. Selim’e sunulmuştur. Tezkire bir giriş ve şair biyografileri olmak üzere iki bölümden oluşmuştur. Müellif eserinin giriş kısmında sözden hareketle şiirin mânasını, iç ve dış unsurlarını, Araplarda ve Osmanlı’daki tarihî gelişimini başka kaynaklardan aldığı bilgilerle anlatmış ve söylediklerini Arapça ve Farsça şiirlerle, ayet, hadis ve kelâm-ı kibarlarla desteklemiştir. Burada tezkirenin yazıldığı tarihe kadar tahta çıkan Osmanlı sultanlarının şairlik yönleri ile edebiyata gösterdikleri ilgi ve yakınlık üzerinde de durulmuştur. Tezkirenin asıl metin kısmında 427 şairin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verilip çeşitli değerlendirmelerde bulunulmuştur. Eserde yer alan şairler alfabetik sıraya göre değil de “ebced” sırasına göre dizildikleri için, bu sıralamayı bilmeyenlerce kullanımı zor olan esrin en önemli tarafı, Âşık Çelebi’nin bizzat şairlerin kendisinden öğrendiği veya yakınlarından duyduğu en doğru ve en geniş bilgiyi vermesi, bir psikolog gibi hem şairleri hem de olayları yorumlamasıdır. Yer yer çevre ve mekân hakkında da bilgi veren müellif, dönemin sosyal yapısı ile gelenek ve göreneklerine dair önemli bilgiler de vermiştir. Hasan Çelebi tarafından 994/1586 yılından kaleme alınan ve daha çok Kınalı-zâde Tezkiresi olarak anılan eser bir mukaddime, sultan şairler, şehzade şairler ve asıl şairler olmak üzere üç fasıl halinde tertip edilmiştir. Birinci ve ikinci fasılda yer alan padişah (6 şair) ve şehzadeler (5 şair) kronolojik, üçüncü fasılda yer alan şairler (627 şair) ise alfabetik olarak sıralanmıştır. Müellif, devrin sultanı III. Murad ile tezkirenin adandığı Hoca Sadeddin Efendi’nin biyografisini ana bölümlere almayarak mukaddime kısmına almıştır. Hasan Çelebi, tezkiresine ekseriyetle ilmiye sınıfına mensup şairleri almış; meşhur şairler ile bizzat tanışıp görüştüğü şairlerin biyografilerini geniş tutmuş; yeni yetişen ve fazla tanınmayanların hayat hikâyelerini ise kısaca yazmıştır. Ağır bir dil ve sanatkârane bir üslupla yazılmış olan eserde,

Page 49: Muhibbî (d. 27 Nisan 1494 – ö. 6 Eylül 1566) · 2. Perçemüñ zülfüñ Hümā-veş sāye ŝaldı üstüme ... sağladığını kaynaklardan öğreniyoruz. Anılan bu iki şairin

49

şairlerin doğum ve yerleşim yerleriyle ilgili yapılan tarif ve tavsiflerle XVI. asır Osmanlı Devleti’nin kültür ve sanat coğrafyası gözler önüne serilmiştir. Beyânî tarafından 1006/1597-98 tarihinde yazılan ve Beyâni Tezkiresi olarak da bilinen bir diğer şuarâ tezkiresi, Hasan Çelebi Tezkiresi’ nin özeti mahiyetindedir. Sade ve anlaşılır bir dille yazılan tezkirenin Arap harfleriyle üç yazma nüsha üzerinden geliştirilen tenkitli metni, İbrahim Kutluk tarafından hazırlanarak yayımlanmıştır.

ŞERHLER Bu dönemde Fars edebiyatının en çok okunan eserleri olan Gülistân, Bostân ve Hâfız Divanı ile Mevlânâ’nın Mesnevî’sine birçok şerh yazıldığı da görülmektedir. Bu asırda Gülistân’a Şâhidî, Lâmi’î Çelebi, Sûdî, Şem’î, Hevâyi-i Bursevî ve Hüseyin el-Kefevî; Bostân’a Sürûrî, Şem’î, Sûdî ve Hevâyî-i Bursevî birer şerh yazmışlardır. Bu asırda Mevlânâ’nın Mesnevî-i Ma’neviyye’sine de çeşitli şerhlerin yazıldığı görülmektedir. Bunlardan Sûdî’nin şerhinin tam nüshası henüz bulunamamıştır. Sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı Belediye nr. 451, Film nr. 189’da kayıtlı olan ve Mesnevî’nin VI. cildinin bir bölümünün Türkçe şerhini ihtiva eden eksik nüsha eldedir. Kaynaklarda hakkında herhangi bilgi tespit edilmeyen Ebu’s-su’ûd b. Sa’dullâh b. Lutfullâh b. İbrahîm el-Hüseynî el-Kayserî adlı müellif tarafından telif edilen Mesnevî Şerhi, Mevlânâ’nın eserinin birinci cildinin mensur Türkçe şerhidir. Hacı Pîrî Efendi’nin İntihâb-ı Şerh-i Mesnevî’si, Mesnevî’nin birinci cildinden seçme, mensur Türkçe tercüme ve şerhtir. Şem’î’nin Şerh-i Mesnevî’si Mesnevî’nin altı cildinin mensur tercüme ve şerhidir. Esrar Dede, bu Türkçe şerhin pek meşhur olduğunu ve her Mevlevî dervişinin birkaç formasının bulunduğunu söylerse de Şem’î, pek yerde yanılmış olup Hâfız şerhi de baştan sona hatalarla doludur. Sürûri ise Mesnevî’ye Farsça bir şerh yazmıştır. Zarîfî Hasan Çelebi’nin Keşfü’l-esrâr ve Matla’u’l-envâr’ı, Mesnevî’in birinci cildinden seçilen bazı beyitlerin Farsça şerhinden ibarettir. Bu dönemde Sürûri, Sûdî ve Şem’î ayrıca Hâfız Dîvânı’na da şerhler yazmışlardır.

DİĞER MENSUR ESERLER Bu asırda kaleme alınan ilmî eserlere de rastlanmaktadır. Gelibolulu Mustafa Sürûrî’nin Bahrü’l-ma’ârif’i, bizde edebiyat bilgileri veren ilk çalışmalardandır. Kınalı-zâde Hasan Çelebi’nin babası Kınalı-zâde Ali Çelebi’nin Ahlak-ı Nâsırî’den istifade ederek 1564’te yazdığı Ahlak-ı Alâî, uzun müddet medreselerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Tefsîr ve hadisteki derin bilgisiyle sadece Osmanlı ülkesinde değil, bütün İslam dünyasında tanınan ve saygı gören Ebussuud Efendi’nin en tanınmış eseri, İrşâdü’l-akllı’s-selîm ilâ Mezâye’l-Kur’âni’l-azîm isimli tefsiridir. Yûnus bin Halîl’in Miyâru’l-esrâr’ı ve Rumelili Za’îfî’nin Gülşen-i Mülûk’u bu dönemde yazılan ahlaki ve didaktik mahiyetteki eserlerdendir. Şiirlerinde Gazâlî mahlasını kullanan Deli Birader’in “bâh-nâme” tarzında yazmış olduğu ve derinde de tartışmalar yaratan eseri Dâfi’u’l-gumûm Râfi’u’l-hümûm, türünün en ilginç örneklerindendir. Bu asırda geçen asırlarda olduğu gibi sade bir dil ve açık üslupla kaleme alına dinî-tasavvufî eserlerle de karşılaşmaktayız. Birgili Mehmed Efendi’nin Vasiyyet-nâme’si, Sofyalı Bâlî’nin Etvâr-ı Seb’a’sı, Karamanlı Abdüllatif bin Durmuş’un Adâb-ı Menâzil’i bu tarz eserlerdendir. Ayrıca bazı tarikat şeyhlerinin menkıbelerinin anlatıldığı Abdülkerim bin Şeyh Musa’nın Menâkıb-ı Seyyid Harun’u, Enîsî’nin Menâkıb-ı Akşemseddin’i, Şefik Efendi’nin Cevâhirü’l-menâkıb’ı, Gelibolulu Mustafa Âlî’nin Menâkıb-ı Şeyh Mehmed ed-Dagî’si, Yahyâ bin Bahşî’nin Emîr Sultan hakkındaki Menâkıb-ı Cevâhir’i, Lâmi’î Çelebi’nin Menâkıb-ı Veyse’l-karanî’si, Şevkî Mehmed bin Ahmed Efendi’nin Menâkıb-ı Emîr Sultan’ı ve İlyas İbn Akhisarî’nin Menâkıb-ı Şeyh Mecdüddin’i de bu bağlamda değerlendirilebilecek eserlerdendir.