Upload
dinhdat
View
226
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
Başyazı Sebahaddin ATE
MUÂMELE VE GÜVEN
TREATMENT AND TRUST
nsan; bu fânî âleme, bâkî ticaretler yapmak için kıymetli sermayelerle gönderilmi yüksek bir varlık-tır. Lâkin kendisine verilen sermaye hep emanettir. Bu fırsatı kaçırmamak için ömür çemberi içinde akıllı-ca yapaca ı ulvî bekâ ticareti, onu anına lâyık bir saadete kavu turacaktır. Sermayesini uursuzca harcaya-nın sonu ise ifl âstır.
nsanın dünyadaki en mühim iki sermayesi canı ve malıdır. mtihanların en büyük fırtınaları bunların ba-ında esti i gibi, en ulvî kazançlar da bu iki eyde tahakkuk eder. Hayat çar ısında her ey var, fakat her eyin-
de bir imtihan gizildir. mtihanı düzgün vermek isteyen insan, hayat çar ısında her önüne çıkana geli igüzelel uzatamaz. lâhî kanun ve edep dairesinde alı veri yapabilir. Dünya pazarında Allah rızası için yapılan her muâmele kâr getirir. Dünya ticaretini düzgün yapamayan ki inin mal ve cana taallûk eden belâlar kamburuy-la birlikte ahirete yüz karısıyla göçmesi, ne acı ve hazindir. Ahirette yüzler, manevî beyazlı ı veya karalı ı ba-kımından sınıfl andırılacak, cennet ve cehenneme sevkiyat bu iki renk içinde cereyan edecektir. Allah (c.c)’ınrızâ nuruyla parlayan sîmâlar cennet saadetlerine kavu acaklar. Dinî kurallara uymayanların veya amelsiz ya-ayanların siyahlı ını ta ıyan yüzler de lâyık oldukları cehennem azaplarına karı acaklardır.
Bizim her i te önderimiz ve örne imiz olan Peygamber Efendimiz (s.a.v), hayatının hepsini dostları ve ashabı arasında geçirmemi tir. Hayatının peygamberlikten önceki 40 senesini Mekke’de alı veri ederek geçirmi tir. Bu esnadaki muâmeleleri ve halkla olan teması ile o “Muhammedü’l-Emin/Güvenilir Muham-med” olarak mü riklerin bile takdirini kazanmı tır.
nsanın muâmelesi, ahlâkının mahiyetini ortaya çıkarır. Bu uzun hayat yolunda engeller ve uçurumlar vardır, insanı ahdi bozma a, haksız olarak mal yeme e sevk edecek haller zuhur edebilir. Bu hayatta öyle in-sanlar vardır ki, hile, dolandırıcılık, alı veri te aldatma, hak yeme, sözünden dönme gibi yanlı yollara te-vessül ederler. slâm ve tasavvuf büyükleri, bu dikenli ve ta lı yollardan tertemiz geçmi böylece yüce mer-tebelere ula mı lardır.
nanan her insan, Peygamberimiz örnek alarak, kendi öz varlı ına kar ı da emaneti gözetmeli, dünya ve ahiretle ilgili olarak kendisine en faydalı ve iyi olanı seçmelidir. Cahilli e sapmadan, ehvet ve öfkesine hâkim olarak zararlı bir yola dü memelidir. Halkın hukukunu gözetmeli, alı veri te aldatmamalı, ötekinin berikinin ayıbını ara tırmamalı ve kimseye zarar vermemeli ki, böylece emanetlere riayet etmi sayılsın.
Hakiki Mü’mini mal ve evlatları da Allah (c.c)’ın zikrinden alıkoymaz. Çünkü mal ve evladı yüzünden Allah’ı anmayı bırakanlar çok zarar ederler. Mü’min Allah’ı zikir için ça ırıldı ı zaman alı veri ini bırakıribadetine ko ar. Sonra yine nasibini aramak üzere yeryüzüne da ılır. Mü’min günlük hayatında, alı veri-inde daima dürüst davranır, düzgün muâmelede bulunur. Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretlerinin u mübarek kelâmı kula ımıza küpe olmalı: “Muâmelen ne ise, sen osun…”
As human beings we are sent to the earth with invaluable fortunes to get prepared for the other world. All the for-
tunes given to the man isn’t permanent yet. The two paramount fortunes given to the man are life and property and all
the moral tests are based on those. The treatment done just for the sake of Allah returns as benefi t to the man and tho-
se who behave so, will be awarded with heaven.
Before his prophecy, our beloved Prophet Muhammad (pbuh) had worked as a tradesman and due to his trustwort-
hiness and honesty, he was known “Muhammad-al Amin” even among the polytheists. The treatment of the man reve-
als his moral sentiment. Every Muslim should see Muhammad the Prophet (pbuh) as a role model for his life and beha-
ve accordingly in every situation he has. Let us fi nish our words by one saying of Es-Seyyid Osman Hulusi Efendi. “You
are how you treat people.”
SOMUNCU BABA / AYLIK L M - KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı’nınYayın Organıdır
KurucusuA. emsettin ATE
Yaygın Süreli - ISSN: 1302-0803
YIL: 16 SAYI: 112 ubat 2010 Basım Tarihi: 01 ubat 2010
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Vakfı Adına
mtiyaz Sahibi ve Genel Yayın YönetmeniSebahaddin ATE
Yazı leri MüdürüHulûsi YAYLA
Yayın Editörü Musa TEKTA
Kapakxxxx
YapımARTWORKS
www.artworks-tr.com
Genel Sanat Yönetmenilhan SOYLU
Sanat Yönetmenienol GÜRSOY
TashihAli YILMAZ - Vedat Ali TOK - Yusuf HALICI
Ar ivMuharrem AKIN
AboneBekir Sıtkı CANPOLAT
ReklamYusuf YILMAZ
Basım-Yayım-Da ıtım-PazarlamaV SAN ktisadi letmesi
Zaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende / MALATYA
Tel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79www.somuncubaba.net - [email protected]
Da ıtımKültür Dergi Da ıtım
CTP - Kalıp ÇıkıBizim Repro: (312) 341 10 20
Baskı & ÜretimKozan Ofset
Büyük Sanayi 1. Cadde Arpacıo lu 2 hanı 95/11 skitler / ANKARA Tel: (312) 384 20 03
Tek Sayı : 7 TL - Kurum Abone : 120 TL1 Yıllık (12 Sayı) Abone : 70 TL
Avrupa 1 Yıllık Abone : 72 EUROAvrupa Tek Sayı Fiyat : 6 EURO
Avrupa Harici Yurtdı ı Abone : 102 USDPosta Çeki (Darende Postanesi) : 1361068
Ziraat Bankası (Darende ubesi): 26798480-5001IBAN – TR56-0001-0003-2026-7984-8050- 01
Vakıf Bank (Darende ubesi):TR 47 00015 00 1580 0728 678 4111
Gönderileri abone adına yatırılması germektedir.
KUR’ÂN’DA T CARET
Ali AKPINAR
Kur’ân’da ticaret kavramı 9 kere geçer. Bunların ço unda bu kavram dünyadaki kar ılıklı rıza ile yapılan alı veri ler ve bu alı veri lerin me rû çerçevede olmasınıbelirleyen temel esaslar için kullanılmı tır.
SAKAL-IER F
Resul KESENCEL
Sakal-ı erifl erin kat kat kıymetli bohçalar içinde saklanması, bir kez nazar için bile mübarek vakit lerin beklenmesi gelene i de ayrı bir inceli in mahsulüdür. Eskiden birçok rical kona ında sakal-ı erif odası bulunurdu.
Dergisi Hediyesi...
U B A T 2 0 1 0Fiyat : 7 TLAYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Bir Ocaktan Bir Oca aÜç Mektup
Kur’ân’daTicaret
GÖNLÜMÜZ NC DOLU - Mehmet AKKU (10)
EL-EVVEL - Ramazan ALTINTA (12)
GECEN N SES YLE YAZILAN R - Ekrem KAFTAN (15)
AYNANIN ANLATTIKLARI - Muhsin lyas SUBA I (21)
SLÂM’DA AHLÂKI - Kadir ÖZKÖSE (22)
ÜKÜR YÂ RAB - Bekir O UZBA ARAN (33)
ST ÂRE - Mehmet Zeki AYDIN (34)
T CARETTE AHLÂK - Abdullah KAHRAMAN (42)
SEN NLE! - Ahmet Süreyya DURNA (45)
OKUMANIN TEMEL GÜÇLÜKLER - Mustafa ÖZÇEL K (46)
HAK KATE SADAKAT - Enbiya YILDIRIM (50)
ERDEML ÇOCUK YET T REB LMEK - Halit ÖZDÜZEN (54)
SEVG VE MUTLULUK - Mustafa Do an KARACO KUN (58)
KAYSERi (542) 411 02 53 K. MARAS (535) 518 47 23
SiVAS (505) 593 95 47
KONYA (506) 474 51 71
GEREDE (530) 512 33 10
AMASYA (533) 681 33 82
B R OCAKTAN B R OCA A
ÜÇ MEKTUP
ALLAH’INN METLER NEÜKRETMEK
Musa TEKTA
Mektuplarla; asker oca ından sılaya
sevgi, saygı ve i tiyakla gönülden
geçenleri yazan kalemler, nice
yüksek muhabbetlere tercüman
olmu tur.
S VASÎ HÜDAYÎ VEYA HALVETÎ-CELVETÎ MÜNASEBET
ÇOCUKLARÜKRED LECEK
B R N METDE L M ?
Fatih ÇINAR
Birçok tasavvufî olu um nefsi ıslahyöntemine vurgu yapan isimlerle anılmı tır.
M. Emin KARABACAK
Çocuklarınızı ya adı ınızça a göre de il; onlarınya ayacakları ça a göre yeti tirin.
ALKAME B. MÜCEZZ Z - Bünyamin ERUL (60)
KIRK HAD S (61)
AYNA - Olcay YAZICI (65)
KONYA VEL LER -Yusuf HALICI (66)
GELD M - Ali Rıza MALKOÇ (69)
KEMÂL- ÂF YET - Mukadder Arif YÜKSEL (70)
KATRE- MATEM - Vedat Ali TOK (73)
K TAPLIK (75)
GAFLET - brahim AKIN (76)
KAHRAMAN EH R! - Mehmet SERTPOLAT(81)
ÇOCUKLARLA ALI VER - Kevser BAK (82)
MÜKEMMEL B R GIDA DEPOSU YUMURTA - Akın D NDAR (84)
ZENCEF L - ifalı Bitkiler (86)
MAKLUBE - Mesude SARI (87)
Mehmet SOYSALDI
Allahu Teâlâ, verdi i nimetler sebebiyle kullarının kendisine ükretmesini istemektedir.
Nimet verene ükür, bir kadir ve kıymet bilme i idir.
ubat 20104
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi (k.s)
Kırkıncı Mektup
Mektûbât-ıHulûsî-i Dârendevî
5
Erkek Yüzlü Kadın Sözlü Bir Vefâsıza!
Allah’ın öyle özel, seçkin dostları vardır ki,
sizin geçmi inizi (neler yaptıklarınızı, nasıl biri
oldu unuzu) bildikleri gibi gelecekte de neler
yapabileceklerinizi bilirler. Bunlar, bu Allah
dostları duyarlıdırlar, hissederler. Onları al-
dattık sandı ınız, aslında aldandı ınızdır. Al-
danıyorsunuzdur. Me hur sözdür ki, bilmem
nesi olanın dini olmaz. Nefsiniz öne çıkarsa,
dinî hassasiyetiniz geriye dü er. Bazı kimse-
ler yaratılı ta köpek gibidirler. Neyi bulsalar
yerler. Pistir, kötüdür, yaramazdır demezler.
Kimi görseler ürürler -havlarlar-, dü mandır,
dosttur ayırt etmezler -edemezler-. ehvetle-
ri a ır basarsa, ehevî duyguları co arsa kafa-
ları da, gönülleri de karı ır; güzeldir, çirkindir
diye tasa çekmezler. Böyle bir endi e duymaz-
lar. “Atın yerine merkeb ba lanmaz.” derler
amma inanma; “Aslanın çana ından köpek
yalanmaz.” derler amma inanma. Köy hâli, ev
hâli aranmaz. A acın girdi i oca a merkebin
gübresi de gelir girer. Fakat ocak onu da ya-
kar, yok eder. Külünü dı arı, çöplü e atarlar.
Oca a hiç bir ey olmaz; ne küçülür, ne alçalır,
yine tertemiz kalır. Göz gördü ü ile olsa da gö-
nül sevdi iyle kalır. Dil sözünden döner (Her
yöne döner, kemi i yoktur denir ya.) lâkin
Allah’ın muradı dönmez. -O’nun istedi i de,
dedi i de olur.- Takdir yerini alır. Dil sözün-
den caysa da, Allah isterse, göz dola ır, gön-
lü bulur.
Sa’dî diyor ki; “Köpe in helâki –sonu- gel-
di inde ya gider bir mescit duvarına yahut bir
Allah dostunun türbesine pisler.” Bu da onun
yok olmasına sebep olur. Bahtı kara hizmet-
çi (Ayvaz’ın) hâli buna en güzel örnektir ki,
dünkü gün gördü ünüz yuvanın varlı ı yokluk
meydanında birdenbire gözükmez oldu. Kim
bilir bununki de ne olacaktır?
*Güncelleme; Yrd. Doç. Dr. Cemil GÜLSEREN
lim ve HayatAli AKPINAR*
KUR’ÂN’DA
TİCARETubat 20106
7
Yüce Allah (c.c),
eri ilmez kud-
retinin bir gös-
tergesi olarak evrenin en de er-
li varlı ı insanı yaratmı ve onu
sınav için dünyaya gönderirken
ba ıbo bırakmamı tır. Onunla
ileti im kurmu , onun dünya ve
âhiret mutlulu unu sa layacak
yollar göstermi tir. Bunun için
ilk insanı ilk peygamber yap-
mı ve ona ilk kitabını (sayfa-
lar) indirmi tir. Hz. Âdem’den
son peygamber Hz. Hâtemü’l-
Enbiyâ’ya kadar hep peygam-
berler göndermi ve kitaplar in-
dirmi tir. Son kitabı Kur’ân ile
insanlı ın ufkunu bir kez daha
aydınlatmı tır.
Allah kelamı Kur’ân, insana
inmi tir, onun hayatını cennete
çevirmek için gelmi tir. Bunun
için de insanın diliyle, onun an-
layabilece i cümlelerle inmi -
tir. Kur’ân’daki anlatımlar, ta-
mamen insanın anlayabilece i
özellik ve güzelliktedir. Zaten
Kur’ân, insanlar tarafından an-
la ılsın diye kolayla tırılmı tır.
Önemli olan onu anlamaya ni-
yet etmek ve onu anlamak için
de çaba ve gayret göstermek-
tir. Elbette do ru anlayabilmek
için onu derinlemesine dü ün-
mek gerekir. Çünkü Kur’ân,
her söylem ve eyleminde sayı-
sız hikmetler olan Yüce Allah’ın
hikmetli kitabıdır.
Kur’ân’daki anlatımlar, insa-
nın do asında var olan e ilim-
leri de gözetmi tir. Yüce Allah,
kullarına emir ve yasaklarını bil-
dirirken, insanlara câzip gelecek,
onları buyruklarını tutmaya yön-
lendirecek bir üslup kullanmı ,
bunun için benzetmeler yapmı ,
çarpıcı örnekler vermi tir. Zira
Allah’ın muradı, kitabının do ru
anla ılması ve tamamen insanla-
rın hayrına/yararına olan buyruk-
larının yerine getirilmesidir. Yok-
sa O’nun murâdı, kullarını zora
sokmak ve onların cehennem-
lik olmasına yol açmak de ildir.
Kullarına son derece dü kün olan
Yüce Yaratıcı, onların cehennem-
lik olmasını arzu etmez. Ancak
tüm uyarılara ra men cehenne-
me yönelen kimseleri de cehen-
neminde cezalandırır.
Yüce Rabbimiz, emir ve ya-
saklarını bildirirken onların
dünyevî ve uhrevî kazanımları-
na da dikkat çeker. Bu, o emir ve
yasakların insanlar tarafından
tutulmasına yöneliktir. Aslında,
Yüce Allah’ın bütün emir ve ya-
sakları, sırf O emretti i için tu-
tulmaya de erdir. Allah’a teslim
olu unu beyan eden Müslüman,
O’nun bütün emirlerini yerine
getirmeye çalı ır. O emirlerde-
ki hikmetleri anlayıp göremese
bile. Ancak Yüce Allah’ın bütün
buyruklarında sayısız hikmetler
vardır.
te Kur’ân’daki bu hikmet-
lerden biri de, insanın yatkın ol-
du u ve ona câzip gelen ticarî
söylemleri kullanmasıdır. Evet,
her insan maddî ticarete, kâr et-
meye, kazanmaya meyillidir. Za-
rar etmeyi, ifl âs etmeyi, kaybet-
meyi hiç kimse istemez. Kur’ân
bu kullanımlarında mânevî i -
leri maddî ticarete, mânevî ka-
zanımları maddî kazanımlara,
uhrevî kazanımları dünyada-
ki kârlara benzetir. Bunun için
de dünya i leri için kullandı ı-
mız alım, satım, kâr etme, ka-
zanma, kaybetme, zarar etme,
batma/ifl âs etme gibi kavramla-
ra yer verir.
“Kur’ân’da ticaret kavramı 9 kere geçer. Bunların
ço unda bu kavram dünyadaki kar ılıklı rıza ile yapılan
alı veri ler ve bu alı veri lerin me rû çerçevede
olmasını belirleyen temel esaslar için kullanılmı tır. “
Bu söylediklerimizi gösteren
u örnekler üzerinde duralım:
Ticaret Kavramı
Kur’ân’da ticaret kavramı 9
kere geçer. Bunların ço unda bu
kavram1 dünyadaki kar ılıklı rıza
ile yapılan alı veri ler ve bu alı
veri lerin me rû çerçevede ol-
masını belirleyen temel esaslar
için kullanılmı tır. Sözgelimi u
âyette dünya ticaretinin hayır-
lı amellere engel olmaması ge-
re i üzerinde durulmu tur: “On-
ları ne bir ticaret, ne de bir alı
veri Allah’ı anmaktan, namazı
ikâme etmekten alıkoyar..”2
u âyetlerde ise âhiret kaza-
nımı için mânevî anlamda kulla-
nılmı tır:
“ te onlar, hidâyete kar ı-
lık dalâleti satın alanlardır. An-
cak onların bu ticareti kazanç-
lı olmamı ve kendileri de do ru
yola girememi lerdir”.3
“Allah’ın kitabını okuyanlar,
namazı kılanlar ve kendilerine
verdi imiz rızıktan (Allah için)
gizli ve açık sarf edenler, asla
zarara u ramayacak bir ka-
zanç umabilirler”.4
“Ey inananlar! Sizi, elem-
li bir azaptan kurtaracak bir ti-
careti size haber vereyim mi?
Allah’a ve peygamberine iman
edersiniz, Allah yolunda malla-
rınız ve canlarınızla cihad eder-
siniz. Bilirseniz, i te bu sizin için
çok daha hayırlıdır.”5
Dikkat edilirse âyetlerde
dünya hayatında yapılıp edilen-
ler bir ticarete benzetiliyor. Kar-
ılı ında cennet yahu cehennem
olan bir alım satım... nsanlar,
dünyada yapıp ettikleriyle ya
cenneti kazanacaklar yahut ce-
hennemlik olacaklardır. Sonu
cennet olan ticaret en büyük ka-
zanç, sonu cehennemlik olan ise
en korkunç kayıptır.
tirâ Kavramı
Takas etmek, satın almak an-
lamına gelen i tirânın kökünden
olan kelimeler pek çok âyette6 ge-
çer. Bunların bir kısmı dünyevî
alı veri ler için kullanılmı tır7,
ancak ço unda hidâyet-dalâlet,
ma fi ret-azâb, iman-küfür,
âhiret-dünya birbirinin zıddı
oln eylerde kazançlı olacakla-
rı göstermek; Allah’ın âyetlerini
dünyalıklarla de i enlerin du-
rumunu anlatmak için kullanıl-
mı tır. Söz konusu âyetlerin bi-
rinde öyle buyurulur: “Allah,
mü’minlerden mallarını ve can-
larını, cennet kar ılı ında satın
almı tır. Çünkü onlar, Allah yo-
lunda sava ırlar, öldürürler ve
öldürülürler...”8
Dikkat edilirse âyette bü-
yük bir ticaretten söz ediliyor.
Bir alım satım, hem de karlı bir
alı veri . Öyle bir alı veri ki,
alıcı durumunda olan Yüce Al-
lah, satıcı durumunda olan ise
mü’minler. Aslında sahip olu-
nanların asıl sahibi, alıcı duru-
munda olan Yüce Allah’ın bizzat
kendisi. Ancak O, kullarına bah-
etti i nimetleri onlardan sa-
tın almak istiyor. O’nun bu tica-
ret ilanına gönülden kulak veren
mü’minler mallarını ve canlarını
satı a çıkarıyorlar. Bunun kaza-
nımı, kar ılı ı ise cennettir, i te
gerçek anlamda kazanç budur.
Bey’ Kavramı
Satın alma, alı veri an-
lamına gelen bey’ kavramı da
Kur’ân’da 8 kere9 geçmektedir.
Bu âyetlerde kavram, hiçbir alı
veri in olmadı ı kıyamet günü
bahsedilirken kullanıldı ı gibi,
dünyevî alı veri ler için de kul-
lanılmı tır.
“Ey iman edenler! Kendisin-
de artık hiçbir alı -veri , dostluk
ve kayırma bulunmayan gün
(kıyamet) gelmeden önce, size
verdi imiz rızıktan hayır yolun-
da harcayın. Gerçekleri inkâr
edenler elbette zâlimlerdir.”10
Ticaret ve alı veri le ilgili bu
temel kavramların yanında, yine
aynı konuyla ilgili kâr, kazan-
ma, zarar etme, kaybetme ile il-
gili kavramlar da kullanılmı tır.
öyle ki:
Kazanma ile lgiliKavramlar
Kazanmak anlamına gelen
rabiha11
ve fâze12
kökü Allah ve
Peygamberine itaat ederek cen-
neti kazananlar anlatılırken kul-
lanılmı tır. Nitekim bir sahâbî
ehid olurken aynı kökü kulla-
narak öyle haykırıyordu: “Füz-
tü billâhi” (Kazandım vallahi!)
Yine bu meyanda Kur’ân’da,
mânevî kazanım için bâra13
kökü kullanılmı tır. Aynı kök-
ten cennete, kazanım yurdu
anlamına Dâru’l-Bevâr14
den-
mi tir.
ubat 20108
Kaybetme ile lgiliKavramlar
Pek çok âyette zarar etme,
kaybetme anlamına hasira15
kökü kullanılmı tır. Bu kulla-
nımlarda “ eytana uyup kay-
betme” ve “âhireti ve Allah’ın
âyetlerini yalanlayarak kay-
betme” anlamı öne çıkmı tır.
Buna göre inkârcı, fesatçı, ey-
tana uyan sapkın kimseler dün-
ya ve âhirette apaçık bir zarar
ziyan içerisindedirler. “Allah’a
bir ucundan ibadet eden kimse,
dünyasını da, âhiretini de kay-
betmi tir. te bu, apaçık ziya-
nın ta kendisidir.”16
“Böylece on-
lar da yaptıklarının kar ılı ını
tatmı lar ve i lerinin sonu tam
bir hüsran olmu tur.”17
Bir âyette de ticarette kay-
betme anlamına kesâd kelimesi
kullanılmı tır.18
.
Türkçemizde kullandı ımız
ifl âs kökü hadislerde kullanıl-
mı sa da Kur’ân’da geçmez.
Me hur bir hadiste peygambe-
rimiz, “gerçek müfl isin dünya-
da borç bata ına batmı olan
kimse de il; kul hakları ile
Allah’ın huzuruna çıkan ve se-
vapları üzerindeki kul hakları-
nı ödemeye yetmeyen, sonuçta
borçlu oldu u kimsenin günah-
larını da yüklenip cehenneme
dü en kimse”19
oldu unu bil-
dirmi tir.
Özetleyecek olursak: Yüce
Allah, insanlar do ru ve kolay
anlasınlar diye, kullarının di-
liyle mesajını indirmi tir. On-
lara kendi hayatlarının içeri-
sinden çarpıcı örnekler veriyor.
Soyut olan eyleri somutla tıra-
rak anlatıyor. Yarattı ı insanı,
bütün yönleriyle çok iyi bildi i
için, onların e ilim ve zaafl arı-
na göre onlara sesleniyor, böy-
lece konuyu daha câzip ve etki-
li bir üslupla anlatıyor. Kullara
dü en ise, bu mesajları do ru
okuyup gereklerini yapmaktır.
Davetçiler de Kur’ân’ın bu üs-
lubundan çokça faydalanmalı,
muhataplarına emrettikleri iyi/
güzel eylerin dünya ve âhiret
kazanımlarını; sakındırdıkları
kötü/çirkin eylerin de dünya-
âhiret zararlarını anlatarak da-
vetlerini daha etkin hale getir-
melidirler.
9
1 Bkz. 2 /Bakara, 282; 4/ Nisâ, 29; 9 Tevbe 24,; 24/ Nûr, 37; 62/ Cumua, 11.
2 24 /Nûr, 37.3 2 /Bakar,a, 16.4 35 /Fâtır, 29.5 61 /Saff, 10-11.6 Bkz. 2 /Bakara, 16, 41, 79, 86, 90, 102, 174, 175,
207…7 5 /Mâide, 106; 12/ Yûsuf, 20, 21.8 9 /Tevbe, 111.9 Bkz. 2 /Bakara, 254, 275; 9/ Tevbe, 11; 14 / brâhîm,
31; 24 /Nûr, 37; 62 /Cumua, 9.10 2 /Bakara, 254.11 2 /Bakara, 16.12 Bkz. 3 /Âlu mrân, 185; 4/ Nisâ, 73; 33/ Ahzâb,
71....13 25/ Furkân, 18, 35/ Fâtır, 29, 10; 48 /Fetih, 12.14 14/ brâhîm, 28.15 Bkz. 4/ Nisâ, 119; 6/ En’âm, 12, 20, 31, 140; 10/
Yûnus, 45…16 22/ Hac, 11.17 65 /Talâk, 9.18 9 /Tevbe,24.19 Müslim, Birr, Hadis. No:59.
Dipnot* Prof. Dr.
Hulûsi Kalb’denMehmet AKKU *
GÖNLÜMÜZ GÖNLÜMÜZ
İNCİ DOLUİNCİ DOLU
Seyyid Nizamo lu bir iirinde:
Kur’ân-ı Kerîm’i ahit göstererek
“Bu a k bir bahr-ı ummândır / Buna
hadd ü kenâr olmaz / Delîlim sırr-ı Kur’ân’dır /
Bunu bilende âr olmaz” diyerek ilâhî a kın âdetâ
kenarının sınırının bulunmadı ından; böyle
bir a ka mübtelâ olmanın ise utanılıp çekinile-
cek bir hâl olmadı ından söz eder. Hulûsî Efen-
di (k.s) de a a ıdaki gazelinde Nizamo lu’nun sö-
zünü nazîre olarak a kın de il, gönlün bir bahr-ı
ummân oldu unu dile getirerek gönül deryâsının
ne muazzam bir ummân okyanus oldu unu ifade
etmektedir.
Hulûsî Efendi bu gazelinde sözlerine devam-
la, bu uçsuz bucaksız gönül deryâsında envâ-ı çe-
it nice inci ve mücevherlerin bulundu unu, an-
cak bunları bulup ortaya çıkarabilecek mânevî
sarrâfl ara müracaat etmek gerekti ini söylemek-
tedir.
Çünkü gönüldeki bu cevherler Cenâb-ı
Hakk’ın mücevherleridir. Bir kudsî hadiste de
ifade edildi i gibi, Cenâb-ı Hak yere gö e sı maz,
ancak mü’min kulunun gönlüne tecellî eder. Bu
tecellînin oldu u gönüllerde ise mânâ cevherleri-
nin olması tabiidir.
ubat 201010
11
Gönül âlemindeki incilerin ortaya çıkarıl-
masına mâni olan ise nefi stir. Cenâb-ı Hakk’ın
tecellî etti i gönül hânesini, gönül evini mânevî
kirlerden arındırmanın lüzûmunu; bunun da
ancak nefi s terbiyesiyle olaca ını unutmamak
lazımdır. Çünkü mânen selâmete ermek için in-
sana her türlü kötülükleri emr eden nefsi terbi-
ye etmek, onu öldürmek gerekir. Bunun için de
en keskin kılıç kelime-i tevhîddir. “Lâ-mevcûde
illa’llâh” Allah’tan ba ka hiçbir varlı ın bâkî ol-
madı ı fi krini iyice benimseyip, gönülde ba ka
sevdâlara yer vermemek. Bu insanın dünya ve
âhiret mutlulu u için en sa lıklı yoldur.
Sultan I. Ahmed’in, “Dil hânesi pür-nûr olur
/Envâr-ı zikru’llâh ile” diye ifâde etti i gibi
gönlümüzü tevhîd zikriyle nurlandırmalıyız.
4. beyitte Hulûsî Efendi bunu bir ba ka ekil-
de ifade ederek, kalbin mânevî ismi olan gönül
evini pâk eyleyerek cemâlu’llâh orada tecellî et-
mesi ve insânın mânevî tarafı geli mesi gerek-
ti ini ifade etmi tir. Tertemiz, ak-pak olmayan
gönüle Hakk’ın tecellî etmeyece i bir ba ka ger-
çektir.
Son beyitte ise airimiz, kendisine hitâb ede-
rek, bülbülün, gülün güzelli ine hayrân olup
onun için âh u fi gân etmesi gibi, “Ey Hulûsî sen
de cemâlu’llâh arzusuyla yanıp tutu maktasın.
Zira Allah’ın cemâli öyle bir güldür ki onun asla
hazânı olmaz. O cemâl, hiçbir zaman sararıp
solmayacak, Onun nûrunun nihâyeti olmaya-
caktır.” demektedir.
ncinin, mücevherin tâliplisi o kadar çok-
tur, ama onları denizden çıkarıp, de erini anla-
yıp kıymetini idrâk etmek herkesin i i de ildir.
Bunun için, “Kadr-i zer, zerdâr inâsed, kadr-i
gevher gevherî.” denilmi tir. Yani altının de e-
rini altıncı, mücevherin de erini de mücevher-
den anlayan bilir. Herkesin gönlü var, ammâ o
gönüllerdeki inci ve cevheri çıkaracak er ki i-
lerle olmak, onların meclis ve sohbetlerinde gö-
nüllerimizi ferahlandırmak bize dü mektedir.
Yoksa kararan gönüllerimiz, kin ve hased dolu
kalblerimizle ne kendimiz, ne âilemiz, ne de ce-
miyetimiz huzur bulur.
GAZEL N METN1. Gönül bir bahr-ı ummândır ona
hadd ü payân olmaz
Derûnu dürr ü cevherdir ki pinhândır
ayân olmaz
2. O dürr ü cevheri bilip hemân sarrâfına tap ır
Bu cevher cevher-i Hak’dır gayırlara beyân ol-
maz
3. Bu nefsi katl edip ey cân selâmet
ber-kenârâ çık
Anın katline tevhîd gibi bir keskin sinân olmaz
4. Bu kalbin hânesin pâk et misâfi r
gele dost sana
Musaffâ olmayan gönül ol dildâra mekân olmaz
5. Hulûsî dost cemâline kılıpsın andelîb-ve zâr
Cemâli öyle güldür kim ana hergiz hazân olmaz
GAZEL N SADELE T R LMES
1. nsanın gönlü ucu buca ı olmayan bir okya-
nus gibidir. Bu okyanusun içinde nice inci ve mü-
cevherler gizlidir, ammâ bunlar açıktan görünmez.
2. Gönüldeki inci ve mücevherleri bil de hemen
bunları bir gönül sarrâfına arz et. Aslında bu mü-
cevherler cenâb-ı Hakk’ın mücevherleridir; bunlar
onun de erini bilmeyecek ve ona yabancı olanlara
açıklanmaz.
3. Ey dost! Gel sendeki kötülükleri emr eden
nefs-i emmâreyi öldür de selâmet sâhillerine ula .
Bu nefsi ödürmek için ise tevhîd gibi keskin bir kı-
lıç bulunmaz.
4. Bu gönül hânesini, evini temiz pâk eyle ki
dostun sana misâfi r gelsin. Çünkü ter-temiz olma-
yan mekân, gönülleri feth edip açan dostun mekânı
olamaz.
5. Ey Hulûsî! Dostun cemâline bakıp da bül-
bül gibi a layıp inlemektesin. Çünkü dostun cemâli
öyle bir güle benzer ki ona hiçbir zaman hazân gel-
mez, solup yok olmaz.
Güzel simlerRamazan ALTINTA *
HERŞEYDEN ÖNCE VAR OLAN:
EL-EVVEL“Hayırlı hizmetlere özgünlük anlamında ilk defa imza atmak, O’nun el-Evvel
isminin bir tecellîsidir, yansımasıdır.”
ubat 201012
13
el-Evvel, varlı ının bir
ba langıcı olmayan, her
eyden önce var olan
Yüce Allah’tır.
O, her eyden önce, önce-
lerin de öncesi, ba langıçların
yaratıcısı el-Evvel’dir.
te Yüce Allah’ın en gü-
zel isimleri arasında yer alan
el-Evvel ismi, “varlıkta hiç-
bir ey onu geçmemi tir, aksi-
ne O, her eyden önce vardır.”
anlamına gelir.
O, bir ba kasına muhtaç de-
ildir, O, kendi kendine yeter-
dir, her ey O’na muhtaçtır.1
“O, ilktir, sondur; zâhirdir,
bâtındır, hem O her eyi
bilendir.”2
O’nun el-Evvel olu u, her
türlü zaman ve mekân kayıtla-
rının dı ındadır. O’nun evveli,
imdisidir.
Allah evveldir, O’ndan evvel
hiçbir ey yoktur.3 “Allah her
eyden önce mevcuttur. O, her
eyin hâlikıdır ve her eyden
sonra da mevcûdiyeti devam
edecektir.”4
Allah varlıklara nisbetle ev-
veldir. Çünkü bütün bir varlık,
varlı ını O’ndan almı tır.
Allah bizâtihî vardır. Varlı ı
kendisinden olup bir ba kasına
muhtaç de ildir. Sonradan ya-
ratılan her bir varlı ın bir evve-
li vardır. Çünkü Allah’ın dı ın-
daki varlıklar sonradandır. O
ise, her eyden evveldir. O’nun
el-Evvel ismi, kıdem sıfatına
nisbetledir. Allah’ın ezelî ve
ebedî oldu unu ifade eder.
Allah, yaratmada ve var et-
mede evveldir. O’nun yaratma-
sı ve var kılması kesintisizdir.
Allah, kalplerde olanı bil-
mede, öncedir.
Allah zamandan önce za-
mandan münezzeh olarak var-
dı, beraberinde hiçbir ey yok-
tu. Yüce Allah mekândan önce
vardı, mekânı, varlı ını kulla-
rına göstermek için var kıldı.
Çünkü varlık, her eyi sapa-
sa lam yaratan Allah’ın müs-
tesna sanatıdır. Kendi muhte-
em sanatını izhar etmek için
dünyayı, lâhî Zât’ını göster-
mek için âlemi yaratmı tır.
Ol Emri le
Varlı ı ilk yaratan O oldu u
gibi, sonra yaratmaya devam
eden de O’dur; ikinci defa ya-
ratacak olan da O’dur. Kâinat
ilk defa O’nun ‘ol’ emriyle var
oldu. Yine O’nun ilk defa yarat-
tı ı gibi son defa da yok olma-
sında ilk söz O’na ait olacaktır.
Yaratıkların bir ba langı-
cı vardır. O ise ba langıçsız bir
evveldir. O’nun el-Evvel olu u
biriciktir, ba langıcı olmayan
Bir’dir.
Biz nasıl ki ilk defa O’ndan
gelmi sek, yine O ilk Olan’a
dönece iz.
O, ilktir. E i, benzeri ve den-
gi yoktur.
Hayır yolunda ko mada,
“Her türlü hayrın, iyilik ve güzelli in anahtarı, ilk
defa O’nun adıyla ba lamaktır. E er O, herhangi
bir dinî ve dünyevî konuda açıkça bir hüküm
ortaya koymu sa, neden böyle ve niçin böyle
demeden ba ım-gözüm üstüne deyip O’nu öne
geçirmek imanın bir göstergesidir.”
meydan yerinde
kim var denilin-
ce, sa ına ve solu-
na bakmadan ilk’in
ben varım demek,
O’nun el-Evvel is-
mini hayata yansıt-
mak demektir.
Hayırlı hizmet-
lere özgünlük anla-
mında ilk defa imza
atmak, O’nun el-
Evvel isminin bir
tecellîsidir, yansı-
masıdır.
O’nun Adıyla
Her türlü hayrın, iyilik ve
güzelli in anahtarı, ilk defa
O’nun adıyla ba lamaktır.
E er O, herhangi bir dinî
ve dünyevî konuda açıkça bir
hüküm ortaya koymu sa, ne-
den böyle ve niçin böyle deme-
den ba ım-gözüm üstüne deyip
O’nu öne geçirmek imanın bir
göstergesidir.
O, bütün bir varlık düzenini
yaratmada ilktir.
O, yönetmede ilktir.
O, hayat vermede ilktir.
O, ilim sahibi olmada ilktir.
O, i itme ve görmede ilktir.
O, rızkı vermede, ya mur
ya dırmada, besleyip büyütme-
de, hüküm koymada, e itip ter-
biye etmede, mülkünde diledi i
biçimde tasarrufta bulunmada
ilktir.
O, yeryüzünde insanlar için
ilk defa Beytullah’ı Mekke’de bir
bereket ve âlemler için hidâyet
vesîlesi kılandır. Bütün bir dün-
yada tüm camiler ve mescitler
“ lk” olanın yeryüzündeki u-
beleridir. Bundan dolayı, onla-
rın içinde sadece ilk ve tek olan
Allah’ın adı anılmalıdır.
Her hayırlı i in ilk anahtarı,
besmeledir. Her i e ba langıç,
O’nun adıyla yapılmalıdır.
Helâlinden yeme ve içmeye
O’nun adıyla ba lanmalıdır.
Çocuk dünyaya geldi i za-
man ilk defa kula ına O’nun en
büyük olu u okunmalıdır.
Dinî ve dünyevî konularda,
kendi re’y ve hevâmıza ba vur-
madan önce, O’nun hükmüne
ba vurulmalıdır.
Yeme ve içmede, giyim ve
ku amda, söz ve davranı ta
O’nun onayına ba vurmadan
ba lanmamalıdır.
Evvelâ, “Her eyi ben bili-
rim.” demek ye-
rine, “Her eyi O,
benden daha iyi bi-
lir.” demek edebine
sahip olunmalıdır.
Netice olarak el-
Evvel olan Allah’a
güvenip dayanan
bir Müslüman için
hayat ve ölüm, tam
bir güven atmosfe-
ri olu turur. Çün-
kü el-Evvel olanın
sonsuz ilminde hiç-
bir ey gizli kapak-
lı de ildir. el-Evvel
olanın bize olan ilâhî mesajı her
eyin önünde ve üstünde tutul-
malıdır. O’nu her eyin önün-
de tutanlar, yeryüzünün en aziz
ve en de erli varlıklarıdır. O’nu
i te ve davranı ta en önde tut-
mak, yeryüzünde en önde ol-
manın bir mukaddimesidir. O
halde, O’nun katından bize uza-
tılan ilâhî mesajı anlama, ya a-
ma ve anlatma seferberli inde
öncülük ve önderlik edenler, el-
Evvel olanın öncülü ünü ya at-
mı olurlar. Söz ve eylemleriyle
yüce de erlere sonsuz saygı du-
yanlar, bütün bir varlıktan da
kendilerine saygı görürler. Bu
dünyada Yüce Allah, kendisini
her eyde el-Evvel tanıyanları,
âhirette de ilk yarı çılardan sa-
yacaktır.
Ne mutlu hayatının tüm
alanlarında el-Evvel olana tabi
olanlara!..
1 el- sfehânî, el-Müfredat, s. 39.2 57/Hadîd, 3.3 Metin Yurdagür, Allah’ın Sıfatları, stanbul, 1984, s.
112.4 Buhârî, Sahîh, Tevhîd, VIII, 175.
Dipnot* Prof. Dr.
ubat 201014
GECEN N SES YLE YAZILAN R
Dalga dalga yükselen ummanlarda gezdim deGörmedim sonsuzlu un sonu nedir, neredirÖtelere varmaya nice da lar ezdim deAnladım ki, her yolun gidi i mah eredir
Kalpleri mekân tutan uzatırmı zamanıHer gönül bir bahçedir girilip çıkılmayanSevmeyi bilen kullar unuturmu hicranıSon nefesi verse de topra a yıkılmayan
Geceler gafi l için uykudur ve rüyadır ıkların derdini gizlemekten kararır ık ki, nazarında hakikat de hülyadırSabaha ula madan gönlüyle Hakk’a varır
Kim okur karanlıkta nice bin beyaz ElifKim okur yıldızlardan Hakk’ın bir oldu unuOlur, â ık dilinde sonsuz bir niyaz ElifVe yalnız Allah bilir, Allah’ı buldu unu
Ya murun lisanından hangi dil anlar ey yârNasıl bilir cümlesi dü ece i topra ıDepre ir her damlada çöller de diyar diyarYe erir gözya ıyla kupkuru gönül ba ı
Su uyur, toprak uyur, bulut uyur belki deGam çekerek seyreder â ık cümle âlemiBöyledir â ıkların sonu da ve ilki deBu yüzden hiç kurumaz, gözü gibi kalemi
Özler misin ey gece görmedi in gündüzüO ki senden kaçıyor sen ona ko uyorsunBahar da kovalıyor görmek için her güzüGün gelip susuyorsun, gün gelip co uyorsun
Ekrem KAFTAN
15
BİR OCAKTAN BİR OCAĞA
ÜÇ MEKTUP
Edebiyat Musa TEKTA
ubat 201016
17
Mektuplar; sevginin, hasre-
tin, nezâketin ifade vesilesi
olan mektuplar… Satırlara
dökülen sevgiler, gurbet duyguları, dostluklar-
la ölümsüzlük kazanmı mektuplar... Büyüklerin
kaleminden çıkan güzel ö üt ve ibret verici keli-
melerden olu an samimi satırlar… Evladın baba-
ya, babanın evlada, o ulun anaya, ananın o ula;
hasılı sevenin sevdi ine yazdı ı, gönüllerde bahar
edasıyla beliren duygu yüklü kâ ıtlar…
Asker oca ından sılaya sevgi, saygı ve i tiyakla
gönülden geçenleri yazan kalemler, nice yüksek
muhabbetlere, hasretlere tercüman olmu tur. Ve
o beyaz sayfalar ki, kim bilir kaç gözya ı damla-
sıyla ıslanmı tır.
Bu yazımızda Mektûbat yayın-
landıktan sonra ar ivden yeni rast-
ladı ımız, üç mektup okuyaca ız.
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efen-
di Hazretlerinin askerlik dönemin-
de babası Es-Seyyid Hasan Feyzi
Efendi’ye yazdı ı iki mektup ve ba-
basının o mümtaz evlâdına hitâben
kaleme aldı ı bir muhabbetnâmesi…
Her mektubu okuduktan sonra üç
ayrı hususa dikkat çekece iz. Önce
birinci mektubu okuylaım:
Baba Oca ına5.4.41, Mara
Sebeb-i Hayâtım Pederim Efendim!
Uzun müddetten beri hasret-i i tiyâkınızla
mâlîde olan yüzlerimi kemâl-i hürmetle hâk-i
pâyinize sürer, ellerinizden öperim. Duânız ve
himmet-i âliyeleriyle râhatım. Her hafta Mara -
lı bir çok arkada larla görü üyorum. Hâsseten
cümlesi ellerinizden öperler. Ba ı belâlı Bilâl
hâlen tezkire alamadı, ellerinizden öpüyor.
Ol derd ile serâpâ meblûs olan vâlide-i mü fi -
kemin iki ellerinden hasretle öperim. Her sabah
ba’de’s-salât dersini çekti i zamanlarda bu pür-
elem o luna da duâ ile, ol yüce huzûra duâlarını
beklerim. Yalnız unu da ricâ ediyorum ki: Sizin
müsâadenizle, bir helva pi irip, pınarın ba ın-
da arkada lara yedirsin ki, beni yoran helvaya
olan arzum gide. Kom u ve akrabâların cümlesi-
ne arz-ı hürmet ve selâm-ı tahiyyâtlar ederim.
delidereli Muhammed’den, yani Maho’dan
mektup aldım, ellerinden öpüyorlar. Hâmil-i
mektup Feyzi Efendi vekâleten ellerinizden öpe-
cektir. Sekîne’ye selâm, mini mini yavrucakla-
rın gözlerinden öperim. Mecitözü’nden arkada -
lar eker pancarı tohumu getirmi lerdi. Bana da
zorla verdiler, ben de size gönderiyorum. On-
ların hatırı için ekersiniz. Yalınız her pancarın
arası birer ayak olacakmı . Di er
pancar gibi kök tuttu u zaman e-
ker kestirmesi gibi mükemmel pek-
mez olur diyorlar. Gelininiz gelir-
ken para vermi ve küpe istemi ti.
Arkada larımdan birisi Halep kü-
pesini bozdurarak bu küpeleri yap-
tırdı. Ben de muvâfık bir fi yatla al-
dım. Büyüklere yara maz fakat,
Hatice’nin kula ına belki olur. Tes-
lim aldı ınızı bildirin. Bâkî selam.
Ellerinizden öper, mektubunuzun
intizârını çekerim.
Mahdûmunuz Hulûsi
Birinci mektupta geçen üç husu-
su dikkatlerinize arz edelim:
Bir: Selam ve saygı ifadelerinden sonra, hayır
dua hususuna dikkat çekiliyor. Birincisi anne ve
babanın duası, ikincisi mür idi hramcızâde Haz-
retlerinin mânevî himmet ve dualarıyla huzuru-
nun yerinde oldu unu belirtiyor. Ayrıca vâlidesi
Fatıma Hanımın bir Nak ibendî mensubu olarak
her gün yaptı ı zikirden sonra evladı için yaptı-
ı duanın makbûliyetine i aret buyuruyor. An-
nesinin evde pi irip arkada larına ikram edece i
helvayı sanki kendi yemi gibi kabul ederek, pay-
la manın mânevî birliktelik oldu una dikkat çe-
kiyor…
“Mektuplarla; asker oca ından sılaya
sevgi, saygı ve i tiyakla gönülden geçenleri
yazan kalemler, nice yüksek muhabbetlere tercüman olmu tur. Ve o beyaz sayfalar
ki, kim bilir kaç gözya ı damlasıyla
ıslanmı tır.”
ki: Müte ebbis bir ruh hali… Henüz
Darende’nin eker pancarı ekimiyle tanı ma ı,
1941 yılında memleket için bir alternatif tarım
hamlesi… Mecitözü’nden arkada lar eker pan-
carı tohumunu babasına göndererek, bir yeni
tarım ürününün tanınmasına, üretim alanının
olu masına öncülük edi i. Ayrıca kıtlık yılların-
da tasavvufî sohbetlerde çekilen çay ekeri ihtiya-
cını kar ılama namına önemli bir hamle… Yıllar
sonra bakıldı ında imdi, topraklarının büyük bir
kısmında pancar ütarimi yapılan bir Darende’ye
i aret…
Üç: Aile içinde gelenek
ve görenekler sebebiyle o za-
man hanımından bahsede-
meyen, e ine aldı ı bir he-
diyeyi babası vasıtasıyla
gönderirken, âdâba riayet
eden bir edep timsâli… Hat-
ta belki büyüklere yara maz,
küçük kız çocu uma olabilir
diyerek nezâket kurallarıy-
la ince bir mesaj… Bu satıla-
rı bizler okurken ça ımız in-
sanının, büyüklerin edep ve
utanma duygusundan ne ka-
dar uzakla tı ını, büyüklere
ve aile fertlerine saygıda ne
kadar kusurlu davrandı ı-
mızı bize hatırlatmı oluyor
Hazret…
Asker Oca ına
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi Hazretleri-
nin mektubuna cevap olarak babası da bir mek-
tup kaleme alır. Önce mektubu okuyup, sonra o
mektuptan da üç ders çıkaralım:
Ci erpârem Hulûsi’ye
Hasret ile gözlerinden tekrar tekrar öperim. 7
Kânûn-ı evvel 941’de yazdı ın ve 17 Kânûn-ı evvel
941’de ve 7 Kânûn-ı sânî tarihli hasretnâmenizi
aldım. Sürûrla maa-âile ne edece imizi bileme-
dik.
7 Kânûn-ı sânî tarihli mektubun varmadı ı-
nın esbâbı nedir. Ona cevap vermiyorsunuz. Ca-
nım sa oldu u takdirde her hafta mektup yaza-
ca ıma emîn ol. n allah sıhhatte ve me’kûlan,
melbûsan ve mefrû an memnunsunuz.
Bayram ertesi yani yevm-i Pazar günü …. ku-
zuyu Vâaliden kurban ederekten can sevgili olan
akrabâlarla beraber rûzen saat dokuzdan gece-
nin onuna kadar muhabbet nihâyelerce de a -
kınız devam etmi tir. Vâliden gözlerinden öpü-
yor ve hatırını suâl ediyor.
Hem îren ve Sırrı ve hâne
halkımız sâlimen sıhhat
üzere (olmanızı diliyor).
Sizin hasretinizden mâadâ
bir fi krimiz yoktur. Yol ar-
kada larının umûmu, Müf-
tü Efendi ve smail Efen-
diler, Abdurrahman Bey
hayır duâ ediyorlar. Bâkî
sıhhatda ebedî olmanızı
Hüdâ’dan niyâzımla hitâm
ediyorum o lum.
17 kânûn-ı sânî 1941
Pederin Hasan Feyzi
Bir: Hasan Feyzi Efendi
evladına canım sa oldukça
her hafta mektup yazaca ı-
nı belirtiyor. Bu, günümüz-
de bizler için de bir örnek
olmalıdır; evladıyla ilglen-
meyenler veya anne-babasıyla irtibatı kesenler
bundan ibret almalıdır.
ki: Akrabalarına, misafi rlerine evindeki bir
kuzuyu kesip ikram eden bir cömertlik numune-
si… O sohbette asker evladını anan anneler, ba-
balar, akrabalar… Ne büyük bereket; bazı evlere
aylarca, yıllarca misafi r aya ı de mez. Bir de in-
sanlar, bed bereket çekildi diye hayıfl anırlar. Be-
reketsizli in sebebi i te bu: nsanlar ellerindekini
ba kalarıyla payla mıyor, payla mayı bilmiyor…
Hulûsi Efendi Hazretleri ailesinin payla ma duy-
ubat 201018
Es-Seyyid Hasan Feyzi Efendi’nin mektubu
19
gusunu ve ikram âdetini yıllarca devem ettirmi
ve evlatlarını da o ekilde yeti tirmi tir. Bizler
insana de er vermeyi, ikram etmeyi, payla ma-
yı Hulûsi Efendi hazretlerinden ve H. Hamidet-
tin Ate Efendi’den ö rendik.
Üç: Hasan Feyzi Efendi’nin “Yol arkada la-
rın” diye tarif etti i kimseler, tasavvuf yolunun
arkada larıdır. Yani ihvan kar-
de leridir. Dua ediyorlar di-
yor. Hepimiz biliyoruz ki Al-
lah Rasûlü (s.a.v), “Mü’minin
mümin karde i için gıyabın-
da yaptı ı dua geri çevrilmez.”
buyuruyor…
Bir Askerin Muhabbetnâmesi
Es-Seyyid Hasan Feyzi
Efendi’nin mektubundan son-
ra Hulûsi Efendi Hazretleri as-
ker oca ından u cevabı yazar:
Sebeb-i Hayatım!
Son mektubunuzda canım
sa olursa haftada bir mek-
tup yazarım diye va’d bu-
yurmu idiniz. Be haftadan
ziyâde bir müddet geçti i hal-
de bir mektubunuzu alama-
dı ım için hicr ü fi râkınız çe-
ken gönüle bir gûnâ haber
anlatmak mümkün olma-
yıp zâr u tesîrlere gark etmi
hicrânlarla hark olup vâdî-i
intizârda sergerdanlıkla vak-
tini geçirmektedir.
Gönlün inkisârı ve canın i tiyâkıyla yandık-
ta bu hasret ol yar-ı kâmkâra aks edip lutf u mü-
rüvvetle can-ı bî-karârımı nevâzi lerle ok ayıp
mükedder olmamaklı ım husûsunda tesellîler
vermektedir. Harçlık arzu edersem gönderece-
inizi yazmı sınız, okudu umda memnûniyetle
gayr-i ihtiyârî a ladım.
Her cânibden arkada lar kendileri arz edip,
mektuplarında yeminen e er ihtiyaç olur-
sa harçlık göndereceklerini temîn edip Cenâb-ı
brâhim (a.s)’in, “Habîbimin benim hâlimi bil-
mesi bana kâfîdir; gayrıdan bir eyi iltimâsım
yoktur.” diye buyurdu u hâlinde gönülde nisbe-
ti zuhûra gelmekle ankalık tarîkini iltizâm edip
bir kimseye sâyeleri ve duânız bereketiyle arz-ı
ihtiyâc etmedim. Fakat ken-
dinden gayra ihtiyâç göster-
meyenleri gayra muhtâç et-
mem diyen her bir ihtiyâcımı
gören gayra muhtâç etme-
mektedir. Gerçi askerlik haya-
tı Nemrûd’un ate ine misâl ise
de dirli imiz sâye-i himmetle-
riyle gülzâr-ı brâhim (a.s)’in
aynıdır.
htiyar vâlidemin
hâtırı-ı mahzûnunu âd ve
ma’sûmların ten-i ühedâ gibi
pâre pâre libâslar arasından
zâhir olan cisimlerini “el-fakru
fahrî” sırrından âgâh olma-
yanlara göstermemekle gön-
derecek oldu un harçlı ı onla-
rın eksiklerine sarf edip, yalnız
hayır duâlarını niyâz etmek-
le her iki ellerinizden hürmet-
le öperim. Yârân u ehibbâdan
gelen mektupların sayısı ikiyü-
ze bâli olup cümlesi hâssetsen
ellerinizden öpüp, duâlarınız
niyaz etmektedirler. âmil,
Ziya, Sabri, ahin ve di er ar-
kada ların cümlesi elleriniz-
den öper hürmet ederler.
Karda ların, kom u ve akrabâların cümle-
sin arz-ı hürmet eyler, büyüklerin ellerinden,
küçüklerin gözlerinden öperim. Fâtıma Abla-
ya, Sekîne’ye selâm (eder) ve ci erpâre Sırrı’nın
gözlerinden öperim.
15 Mart 941
O lunuz Hulûsi
“Es-Seyyid Osman Hulûsi
Efendi Hazretlerinin
mektubuna cevap olarak
babası da bir mektup
kaleme alır. Önce
mektubu okuyup, sonra
o mektuptan da üç ders
çıkaralım.”
Bir: Hulûsi Efendi hazretleri askerlik önce-
sinde çok sevilen bir insan oldu u için, askerlik
döneminde gelen mektupların sayısının ikiyüzü
geçti ini belirtiyor. Herkes etrafına öyle bir bak-
sın… Kaç tane samimi dostu var?
ki: Mektup yazan arkada larının harçlık gön-
derelim teklifi ne, “Habîbimin benim hâlimi bil-
mesi bana kâfi dir. Gayrıdan bir eyi iltimâsım
yoktur.” diye buyurdu unu okurken Kur’an mer-
kezli bir ruh halinin teslimiyetine ahit oluyoruz.
Biraz açacak olursak o olay öyle geçmi tir:
brahim (a.s.), Nemrûd’u Allahü Teâlâ’ya
îmân etmeye dâvet etti. Nemrûd, bunu reddetti-
i gibi, brahim (a.s.)’ın kendisine secde etmesini
istedi. Secde etmeyince, hapsettirdi ve ate te ya-
kılmasını emretti. Günlerce yı ılan odunlar ate -
lendi. iddetinden yanına yakla amadıkları ate e
Hz. brahim (a.s)’i mancınıkla attılar. Ate e atı-
lırken; “Hasbiya’llah ve ni’mel vekîl”, yâni “Bana
Allah’ım yeti ir. O ne iyi vekildir, yardımcıdır.”
dedi. Ate e dü erken Cebrâil (a.s.) gelip; “Bir di-
le in var mı?” diye sorunca; “Var, fakat sana de-
il, Rabbim beni görüyor, biliyor.” dedi. Onun bu
hâli Kur’ân-ı kerîm’de övülüyor ve; “Sözünün eri
olan brahim.” buyruluyor.
Allahü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen ate e;
“Ey ate ! brahim’e kar ı serin ve selâmette ol!”
(Enbiyâ, 69) diye emretti. Ate in içi yemye il bir
bahçe kesildi. Cebrâil (a.s.) da kendisine arkada
oldu.
Üç: Babasının harçlık teklifi ne binâen, çok
duygulandı ını, askerlik öncesinde babasının i -
lerine çok yardımcı olamadı ın bildiriyor. Ayrıca
harçlık gönderece ine, o parayı annesinin, kar-
de lerinin yakın akrabalarının eksiklerine sarf
etmesini söyleyerek, ba kalarını kendine ter-
cih ediyor. Ve bize çok önemli bir mesaj veriyor.
Ne buyuyor Peygamberimiz (s.a.v): “Sizden biri-
niz kendisi için istedi ini Müslüman karde i için
de istemedikçe (kâmil mânâda) iman etmi ola-
maz.” (Buhârî, mân 7; Müslim, mân, 71, 72.)
Mektupları okurken, daha ba ka hisseler de
almak mümkün. Herkes nasîbince anlar ve anla-
tır. Bizim nasîbimize de, bu mektupları okumak
ve bu incelikleri az da olsa anlamak, açıklamak,
hayata uygulayabilmek dü tü… Rabbimize hümd
ü ükrola… Büyüklerimizin himmetleri âlî ola…
ubat 201020
Es-Seyyid Osman Hulûsi Efendi’nin mektubu
AYNANIN ANLATTIKLARI
Anlarsın hayatın korkunç yükünü, Hüznün aynalara yansıdı ı gün. Yarınsız olmanın som gerçe iyle, Ba lar saçlarında bir beyaz sürgün.
Bastona yüklenen bir ömrün kahrı,Uzanacak eli umutla bekler. Gözlerin takılır gençlik resmine, Her bakı , vehmine bir eyler ekler.
Geçmi in en bâkir hatırasında, Zamanın cümbü ü ba lamı raksa. Olgun mesafeler döner çökü e, Tedavi diriltse, ecel bıraksa.
Do mak bir imtiyaz, ölmek imtiyaz, Harp ve kazaların talan devrinde. htiyarlık dert mi ya ayan için, Bin kere ölen var, imdi bir günde!...
Muhsin lyas SUBA I
21
Sûfî PerspektifKadir ÖZKÖSE*
İSLÂM’DA
İŞ AHLÂKI
ubat 201022
23
Namaz ve oruç
gibi ibadetlerin
farz, sünnet ve
yasakları oldu u gibi alı -veri
ile ticaretin de art, âdâb, sün-
net ve yasakları vardır. Nasıl ki
namazın artlarını ö renme-
den namaz kılmaya kalkı mak
anlamsızsa, alı -veri ve ticare-
tin farz, art, âdâb ve yasakla-
rını ö renmeden bu i e kalkı -
mak da uygun de ildir. Bundan
dolayı Hz. Ömer, “Alı -veri
usulünü bilmeyen kimse, çar-
ı ve pazarlarımızda alı -veri
yapmasın.” demi tir. Özetle,
muâmele/alı -veri bilgilerini
ö renmek farzdır.
slâm i çinin de i verenin de
haklarını teminat altına almı -
tır. Emek sermayenin, serma-
ye de eme in tamamlayıcısıdır.
çi i verenin kolu kanadı, i ve-
ren de i çinin hâmîsi kabul edil-
mi tir. verenin yükümlülü ü,
i çiye ancak gücünün yetece i
i i yüklemek, zorlamamak, üc-
retini tam ve zamanında öde-
mektir çinin hak etti i veril-
meden kazanılan mal haksız
kazançtır. çinin yükümlülü-
ü; i ine ve i verene kar ı dü-
rüst davranmak, i ine dikkat
ve ihtimam göstermektir. Allah
çalı anın i ini düzgün ve güzel
yapmasını sever. Hak arama
veya ba ka sebeplerle i yerine
ve i verene zarar verilmesi ke-
sinlikle yasaktır.1
Çalı an her Müslüman, he-
lal lokmanın pe inde olmalıdır.
Kendi yiyece i veya çocukları-
na yedirece i haram lokmanın
mânevî hayatını altüst edece-
ini bilmelidir. Enes b. Mâlik
(r.a.) diyor ki: Resûl-i Ekrem
(s.a.v)’den: “Ya Resûlallah!
Ben dualarımın kabulünü iste-
rim. Bana bunun yolunu gös-
terir misiniz?” diye rica ettim.
Hz. Peygamber (s.a.v.): “Enes
helal kazan, duan kabul olur,
zira ki i a zına haram bir lok-
ma götürürse kırk gün duası
kabul olunmaz.”2 buyurdu.
O halde Müslüman’ın dikkat
etmesi gereken i ahlakının ana
esaslarını u ekilde sıralayabi-
liriz:
Çalı anınSorumlulu unu
Bilmesi
Devlet memuruna, i veren
i çisine muayyen bir para kar-
ılı ında i vermi ve i in ya-
pılmasından onu sorumlu tut-
mu tur. in yapıldı ı yer,
makineler, tezgâh ve aletler
de çalı ana emanet edilmi ve
onun himayesine bırakılmı tır.
Efendimizin tabiriyle çalı a-
na emanet edilen eyler, onun
güttü ü sürü durumundadır ve
u hadîs-i erif bu sorumlulu a
i aret etmektedir: “Çalı an ki i
de efendisinin (devletin veya
i yerinin) malının bekçisidir…
Hepiniz çobansınız, hepiniz sü-
rünüzden mes’ulsünüz.”3
“ verenin yükümlülü ü, i çiye ancak gücünün yetece i i i
yüklemek, zorlamamak, ücretini tam ve zamanında ödemektir
çinin hak etti i verilmeden kazanılan mal haksız kazançtır.
çinin yükümlülü ü; i ine ve i verene kar ı dürüst davranmak,
i ine dikkat ve ihtimam göstermektir.”
ubat 201024
Çalı anın iniDikkatle Yapması
Çalı ana verilen ücret, iyi
yapılması gereken i in kar ılı-
ıdır. Kötü i ; yalan söylemek
ve hâinlik yapmak kadar ah-
laksızlıktır. nsan bütün var-
lı ıyla kendini i ine vermeli
ve i ini en iyi ekilde yapma-
ya bakmalıdır. Dikkat ve özen-
le yapılan i , hem insanın mes-
le inde ilerlemesini, hem de
imal edilen malın piyasada tu-
tulmasını sa lar. Böylece i ve-
renin yüzü güldü ü için alınan
para helal edildi i gibi, Allahu
Teâlâ’nın da rızası kazanılmı
olur. Buna i aretle Peygam-
ber Efendimiz öyle buyurur:
“Biriniz i ini sa lam ve itina-
lı yaptı ı zaman Cenâb-ı Hak
buna memnun olur.”4
vereninçinin Ücretini
BekletmedenVermesi
Bir müessese i çilerinin elle-
rinde yükselir. Onların el eme-
i, alın teriyle ba arıya ula ır.
Bu itibarla patron da i çisine
müte ekkirdir. Hak etti i üc-
reti istedi i an veya tayin edi-
len vâde geldi i zaman i çisine
derhal ödemelidir. verene hi-
taben Peygamber (s.a.v.) öyle
buyurur: “ çinin ücretini, alın
teri kurumadan ödeyiniz.”5 Bu
emriyle Efendimiz, i çiye ücre-
tini bekletmeden vermek ge-
rekti ine dikkati çekmektedir.
Bir ba ka hadîs-i erifte de ça-
lı tırdı ı adama ücretini öde-
meyen kimseyi, kıyamet gü-
nünde Allahu Teâlâ’nın, kendi
hasmıymı gibi peri an edece-
i6 ifade buyrulmaktadır.
verenin çisiniHimaye Etmesi
yerinin canlanması-
nı, servetinin artmasını sa la-
yan i çilerine kar ı efkatli ve
iyi niyetli davranmak, i vere-
nin görevidir. çilerine baba-
can davrandı ını, onları dü-
ündü ünü çe itli vesilelerle
gösteren patrona kar ı, i çi-
leri de ciddi çalı mak ve sû-i
istimal yapmamak suretiy-
le lâyık olmaya gayret edecek-
lerdir. Kul hakkı her ikisi için
de söz konusudur. Bir defasın-
da Efendimiz, ma arada mah-
sur kalan üç ki inin hikâyesini
anlatıyordu. Bunlar geceleyin
bir ma araya sı ınmı lar, da -
dan yuvarlanan bir ta da ma-
aranın a zını kapatmı tı. Her
biri Allah rızası için yaptı ı iyi
bir davranı ını anlatıyor, sonra
da, “Allah’ım! E er bu hareke-
ti senin rızân için yapmı sam,
bu belâyı üzerimizden kaldır!”
diye dua ediyor ve ma arayı
kapatan ta bir parça açılıyor-
du. Üçüncü ahsın anlattı ı ve
ma aranın a zını tıkayan ta ın
tamamen açılmasını sa layan
hadise u idi: Adam çalı tırdı-
ı i çilerine ücretlerini da ıt-
mı , fakat içlerinden biri ücre-
tini almadan gitmi ti. Patron
da bu parayı i çinin hesabına
çalı tırmı tı. Aradan bir hayli
zaman geçtikten sonra i çi çı-
kıp gelmi ve ücretini istemi -
ti. veren de çayırda otlayan
deve, öküz ve koyunları göste-
rerek, “Bunlar senin ücretin-
den üreyip ço almı tır, al gö-
tür!” demi ve hepsini i çisine
vermi ti.7
çilerinin hakkını üzerine
geçirmekten sakınmanın ya-
nında, onların daha iyi bir ha-
yat seviyesine çıkmaları için
gayret sarf eden i veren, kul-
larının iyili ini dü ündü ü için
hem Allah’ı memnun edecek
hem de hizmet etmenin verdi-
i gönül huzuruyla ya ayacak-
lardır.
Satıcının Mü teriyiAldatmaması
Tâcir, dürüstlü ü ve do ru
sözlülü ü ile mü teriye güven
vermelidir. Böyle olanları Ra-
sulullah öyle övmü tür: “Do -
ru sözlü ve kendine güvenilir
tâcir, (âhirette) peygamber-
ler, sıddîklar ve ehitlerle be-
raber bulunacaktır.”8
“Tâcir, dürüstlü ü ve do ru sözlülü ü ile mü teriye güven
vermelidir. Böyle olanları Rasulullah öyle övmü tür: “Do ru
sözlü ve kendine güvenilir tâcir, (âhirette) peygamberler,
sıddîklar ve ehitlerle beraber bulunacaktır.”
25
Mü terinin gafl etinden veya
saflı ından bilistifade sa lam
ve kullanı lı olmayan bir malı
ona satmak, slâm ahlakıy-
la ba da maz. Bir gün çar ıda
dola ırken bir yiyecek yı ını-
nın önünde duran Peygamber
Efendimiz, elini yiyecek mad-
desinin içine daldırır. Parma-
ına bir ıslaklık de er.
“Nedir bu?” diye satıcıya so-
rar. Mal sahibi:
- Ya Rasulallah! Ya mur
ya mı tı, ondan ıslanmı ola-
cak, deyince, Rasul-i Ekrem
(s.a.v.);
- Neden o ıslak tarafı her-
kesin görebilece i ekilde üste
koymadın? diye azarladıktan
sonra;
“Bizi aldatan bizden de il-
dir.” buyurur ve “Kusurlu bir
malı, ayıbını söylemeden sat-
manın bir Müslümana helal
olmayaca ını” kesin bir dille
belirtir.9
O halde kalitesi dü ük malı,
de erli malla bir tutmamalı,
kötüyü iyiden ayırmalı, kusuru-
nu söyleyerek satmalıdır. Rasu-
lullah Efendimiz; “Alıcı ve satı-
cı do ru söyler, her eyi açıkça
ortaya korlarsa, alı veri leri
hayırlı ve mübarek olur.”10 bu-
yurmakla her iki tarafın da dü-
rüst ve samimi davranmalarını,
birbirine güvenmelerini tavsiye
etmektedir.
Her i inde hayır ve bere-
ket aramak durumunda olan
Müslüman, günümüzde oldu u
gibi, bir eyi satarken bin bir dil
dökmek veya alırken pazarlık-
taki maharetini göstermek gibi
sun’î ve zorla tırıcı bir yola gir-
memeli ve birbirini buna mec-
bur etmemelidir.
Satıcının MalınıÖvmemesi
Malını överek satan kim-
senin yalandan korunma-
sı pek zordur. yi bir malın za-
ten övülmeye ihtiyacı yoktur.
“Gerçe i gizleyip yalan söyle-
yerek yapılan alı -veri in be-
reketini Allahu Teâlâ’nın yok
edece ini”11 belirten Peygam-
ber Efendimiz, malına mü te-
ri çekmek için yalan yere yemin
eden tâciri de kıyamet günün-
de yüzlerine Allahu Teâlâ’nın
bakmayıp günahlarını affet-
ubat 201026
meyece i üç sınıftan biri ola-
rak nitelemektedir.12 Abdullah b.
Ebî Evfâ, Resûl-i Ekrem zama-
nında bir tâcirin, “Ben bunu u
kadara aldım.” diye malını sat-
mak maksadıyla yalan söylemesi
üzerine u âyetin nâzil oldu unu
söylemektedir: “Allah’ın ahdi-
ni ve yeminlerini az bir de ere
de i enlerin, âhirette bir payla-
rı yoktur. Allah onlara kıyâmet
günü hitap etmeyecek, onların
yüzüne bakmayacak, onları te-
mize çıkarmayacaktır. Elem ve-
rici azap onlar içindir.”13
Satıcının Hileli Ölçüp Tartmaması
Do ru ölçüp tartmayı tavsi-
ye eden Kur’ân âyetlerinin çok
olması;14 bir eyi ölçerek aldık-
larında tam tartan, verdiklerinde
ise ölçü ve tartıyı kendi çıkarla-
rına kullanan kimseler hakkın-
da Allahu Teâlâ “Vay onların
hâline”15 diye buyurmakta ve
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) de, geç-
mi milletlerin helâkine sebep
olan günahlardan birinin eksik
ölçüp tartmaları oldu unu beyan
etmektedir.16
Müslüman esnaf eline met-
resini aldı ında veya terazisinin
ba ına geçti inde son derece dik-
katli davranmalı ve Hz. Peygam-
ber (s.a.v)in “Tart, biraz da ilâve
et.”17 emrine kulak vermelidir.
htikârdan Kaçınmak
Bugün spekülasyon veya ka-
raborsacılık denilen, bir malı
ucuzken alıp pahalıla ınca sat-
ma veya piyasa fi yatını yükselt-
mek için yiyecek maddelerini
piyasadan çekme i i, piyasa-
da sun’î kıtlık meydana getir-
di i ve bundan da bilhassa dar
gelirli insanlar zarar gördü ü
için slâm’ın ruhuna aykırıdır.
Daha çok gıda maddeleri üze-
rinde cereyan eden karabor-
sacılık, insanların huzurunu
kaçırmakta, belli çevrelerin çı-
karı u runa zulmü yaygınla tır-
maktadır. Rasul-i Ekrem Efen-
dimiz karaborsacının “büyük
bir günahkâr” oldu unu söy-
lemekte, “cüzzam illetine ve if-
las âfetine u rayaca ını” bil-
dirmekte ve “Tüccar kazançlı,
karaborsacı ise mel’ûndur.”
buyurmaktadır. Daha ba ka
hadislerinde Hz. Peygamber
(s.a.v) muhtekirin piyasada fi -
yatlar ucuzlayınca üzülen, yük-
selince sevinen kötü bir insan
oldu unu ifade buyurmaktadır.
Mü teriKızı tırmamak
Almayaca ı bir malı alıyor-
mu gibi yaparak fi yatını artır-
mak ve mü teriye daha fazla bir
fi yatla intikaline sebep olmak
do ru bir hareket de ildir. Pey-
gamber Efendimiz: “Bir malı
alıyor görünerek kıymetini
artırmayınız.”18 buyurmu tur.
Alı veri te yiMuameledeBulunmak
Mü terinin velinimet oldu-
unu dü ünerek ona bir malı
fahi kârla satmamak gerekir.
Tüccar az kâra kanaat ederse
27
çok sürüm yapar. Böylece hem
mü terilerini memnun eder,
hem de hizmet etmekten do-
layı huzur duyar ve malı bere-
ketlenir. Hz. Ali, kamçısını alıp
Kûfe çar ısını dola ır ve tüc-
carları, “Kârın azını reddeder-
seniz ço undan da mahrum
kalırsınız.”19 diye uyarırdı.
Fakir ve yoksul ki ilerle alı -
veri yaparken, onların lehine
davranmak da bir iyiliktir. Hat-
ta “Paran olunca getirirsin.” gibi
sözlerle onlara uzun vade tanı-
mak veya hiç para almamak bü-
yük bir fazilettir. Alı veri te her
iki taraf da mü külpesent dav-
ranmamalı, birbirine kolaylık
göstermelidir. Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) buyurur ki: “Satarken
ve alırken, borcunu isterken ve
öderken kolaylık gösteren kim-
seye Allah rahmet eylesin!”20
Yine Efendimizin buyurdu-
una göre, vaktiyle bir tâcir ve-
fat eder ve ruhunu kar ılaya-
rak, “Dünyada bir hayır yaptın
mı?” diye soran meleklere: “Ben
adamlarıma, eli dar olanları
sıkı tırmamalarını, hâli vakti
iyi olanlara da kolaylık göster-
melerini tembih ederdim.” diye
cevap verir. Kulunun bu dav-
ranı ından ho nut olan Alla-
hu Teâlâ, meleklerine, “Bu ku-
lumun günahından vazgeçin!”
diye emreder.21 Böyle ilahî lut-
fa nail olmak isteyen kimsele-
re Cenâb-ı Mevlâ’nın tavsiye-
si öyledir: “Borçlu darda ise,
eli geni leyinceye kadar bekle-
melidir. Bilmi olsanız ki, bor-
cu ba ı lamanız sizin için daha
hayırlıdır.”22
Aldı ı malı herhangi bir se-
beple iade etmek isteyen kimse-
yi de reddetmeyip malı geri ala-
rak mü teriye iyilik etmelidir.
Böyle iyi niyetli hayırhah tüc-
car hakkında Peygamber Efendi-
miz, “Pazarlı ı bozmak isteyen
Müslümana kolaylık gösteren
kimseyi, Allahu Teâlâ, (kıyamet
gününde) sürçüp dü mekten
kurtarır.”23 buyurmaktadır.
Özetle, Müslümanın çalı ma
hayatında tembellik, yalan, hile,
ba kasının malına hırs ve tamah,
cimrilik, israf, malın ayıbını sak-
lamak, ihtikâr, ödemeyi geciktir-
mek ve faiz söz konusu olamaz.
1 Hüseyin Kale i, slâm’da ve Ticaret Ahlâkı, Seha Ne riyat, stanbul 1990, 91-98.
2 Buhârî, Tecrîd Tercemesi, c. VI, s. 357.3 Buhârî, stikraz, 20.4 Fethu’l-Kadîr erhu Câmiu’s-Sa îr, II/286, nr. 1861
(Beyhâkî’den).5 bn Mâce, Ruhûn, 4.6 bn Mâce, Ruhûn, 4.7 Buhârî, care, 12.8 Tirmizî, Buyû’, 4; bn Mâce, Ticaret, 1.9 Müslim, man, 164; bn Mâce, Ticaret, 45.10 Buhârî, Buyû’, 19.11 Buhârî, Buyû’, 19-26.12 Nese’î, Buyû’, 5.13 3/Âl-i mrân, 77.14 6/En’âm 152; 11/Hûd, 85; 17/ srâ, 35.15 83/Mutaffifi n, 1-3.16 Tirmizî, Buyû’, 9.17 Ebû Dâvûd, Buyû’, 7.18 Buhârî, Buyû’, 58.19 Gazâlî, hyâ, II/80. 20 Buhârî, Buyû’, 16.21 Buhârî, Buyû’, 17.22 2/Bakara, 280.23 Ebû Dâvûd, Buyû’, 52.
Dipnot* Doç. Dr.
Hulusi GÜLSEREN
lim ve HayatMehmet SOYSALDI*
ubat 201028
ALLAH’IN NİMETLERİNE
ŞÜKRETMEK
29
Yüce Allah, insa-
nı en güzel bir
surette yarat-
mı , ona sayısız nimetler ver-
mi tir. Allah’ın insano luna
verdi i nimetleri saymaya kalk-
sak sayıp bitiremeyiz. Allahu
Teâlâ, insana vermi oldu u bu
nimetleri kendi rızası do rultu-
sunda kullanmasını istemi tir.
Allah, verdi i bu nimetler kar-
ısında insandan öncelikle ü-
kür istemektedir.
ükür kelimesi sözlükte;
“iyili i bilmek ve ilan etmek,
iyili e iyilikle mukabele etmek
ve nimeti dü ünüp göstermek”
gibi anlamlara gelmektedir. ü-
kür bir ahlak terimi olarak ise;
“Verilen herhangi bir nimetten
dolayı, bu nimeti verene kar ı
söz, fi il veya kalp ile gösterilen
saygı ve kar ılık, iyili in kıyme-
tini bilmek ve iyilik yapana bu
hissi göstermek; nimet ve iyili i
anıp sahibini övmek, nankörlük
etmemek” demektir. Türkçede
“te ekkür ve ükran” kelimeleri
de bu anlamda kullanılmakta-
dır. Kul, Allah’ın lütuf ve nimet-
lerini dile getirir ve O’nu överse
ükretmi olur. Ancak esas ü-
kür verilen nimetleri yerli ye-
rince kullanmaktır.
ükrün Önemi
ükür çe itli türevleriyle bir-
likte Kur’an-ı Kerim’de yetmi e
yakın yerde geçmektedir. Yüce
Allah, Kur’an’da insanı yoktan
var etti ini, ona çe itli nimet-
ler verdi ini, dolayısıyla insanın
da buna kar ı Allah’a ükretmesi
gerekti ini belirtmektedir:
“Siz hiç bir ey bilmezken Al-
lah, sizi analarınızın karnın-
dan çıkardı; ükredesiniz diye
size kulaklar, gözler ve kalpler
verdi.”1
“Ey iman edenler! Size ver-
di imiz rızıkların temiz olan-
larından yiyin, e er siz yalnız
Allah’a kulluk ediyorsanız O’na
ükredin.”2
“Artık rızkı Allah katında ara-
yın. Ona kulluk edin. O’na ük-
redin. Siz O’na döneceksiniz.”3
“Beni anın ki Ben de sizi
anayım. Bana ükredin, nan-
körlük etmeyin.”4
Bu âyetlerde Yüce Allah,
kullarını ükre davet etmekte,
nankörlükten kaçınmalarını is-
temektedir.
ükretmek,Müminlerin Temel Özelliklerindendir
ükretmek, mü’minlerin en
önemli özelliklerinden biridir.
Mü’minin hayatı sabır ile ü-
“Allahu Teâlâ, verdi i nimetler sebebiyle kullarının kendisine
ükretmesini istemektedir. Nimet verene ükür, bir kadir
ve kıymet bilme i idir. Gördü ü iyilikler kar ısında sessiz
kalmak, en azından te ekkür etmemek ise nankörlüktür.”
kür anlayı ı arasında geçme-
lidir. Allah’ın verdi i nimetler
sayılamayacak kadar çoktur.
Bu nimetlerin sahibine ükür,
insanlık borcudur, yaratılı ın
gere idir. ükür borcu, iman
ettikten sonra, bütün bir ömrü
Allah’ın istedi i gibi ya amak-
la, nimet sahibinin rızası do -
rultusunda ya amakla yerine
getirilir. Allah, insanlara verdi-
i nimetleri zaman zaman ha-
tırlatmakta ve böylece onları
ükretmeye te vik etmektedir.
Ayrıca Yüce Allah, “Biz ükre-
denleri mükâfatlandıraca ız.”5
buyurmak suretiyle ükreden-
leri müjdelemektedir. Ancak
bütün bu ihsana kar ılık insan-
lar arasından pek az kimse ni-
metlerin Allah’tan oldu unu id-
rak ederek ükür içinde Allah’a
ibadet etmektedir.
ükür, Nimetin Artmasına Vesiledir
ükür, nimetlerin artması-
na, isyan ve nankörlük ise, bu
nimetlerin yok olmasına sebe-
biyet verir. Bu itibarla nimet-
lerin artı ı veya yok olu u bir
anlamda bizim tutum ve dav-
ranı larımıza ba lıdır. Nite-
kim Yüce Mevlâ’mız Kur’an-ı
Kerim’de “…Andolsun ükre-
derseniz elbette size nimeti-
mi artırırım. E er nankörlük
ederseniz hiç üphesiz azabım
çok iddetlidir.”6 buyurmak su-
retiyle bu hususu dile getirmek-
tedir.
Allahu Teâlâ, verdi i nimet-
ler sebebiyle kullarının kendisi-
ne ükretmesini istemektedir.
Nimet verene ükür, bir kadir
ve kıymet bilme i idir. Gördü ü
iyilikler kar ısında sessiz kal-
mak, en azından te ekkür etme-
mek ise nankörlüktür. Âyetin
devamında “E er nankörlük
ederseniz, hiç üphesiz azâbım
çok iddetlidir.” buyrulmak su-
retiyle kıymet bilmemenin ka-
balı ı, çirkinli i ve cezalandır-
mayı gerektiren bir davranı
oldu u ortaya konmaktadır.
Âyetteki ükredene nimetle-
rin artırılması va’di hem dünya
hem de âhiret hayatını kapsa-
maktadır. Saymakla tünenme-
yen iyilikler sebebiyle Allah’a
ükreden bir kul, elde etti i ni-
metlerin daha fazlasına mutla-
ka kavu acaktır. nsan, kendi-
sine sayısız nimetler lütfeden
Rabbine ükretmekle kalma-
malı, iyili ini gördü ü insan-
lara da te ekkür etmelidir. Ni-
tekim Peygamber Efendimiz,
Allah’a ükürle insana te ek-
kür arasındaki yakın ilgiyi öy-
le ifade etmektedir: “ nsanlara
te ekkür etmeyen, Allah’a ük-
retmi olmaz.”7
ükrün Yerine Getirilmesi
Kur’an’dan anla ıldı ına
göre müminler, Allah’a üç e-
kilde ükredebilirler. Yani ü-
kür; kalbî, kavlî ve fi ilî olmak
üzere üçe ayrılır.
1. Kalp ile ükür: yili i ha-
tırlamak ve nimeti vereni dü-
ünmek kalbî ükürdür. Bu da
zâhir ve bâtın bütün nimetleri,
bu nimetlerden yararlanmayı
Allah’tan bilip hayatın bu anla-
yı a göre yönlendirilmesi, e-
killendirilmesiyle gerçekle ir.
Bir âyet-i kerîmede, “Allah’ın,
göklerde ve yerdeki (nice var-
lık ve imkânları) sizin emrinize
verdi ini, nimetlerini açık ve
gizli olarak size bolca ihsan et-
ti ini görmediniz mi?...”8 buy-
rulmaktadır.
2. Dil ile ükür: Nimet vereni
anmak, iyili i dile getirip nime-
ti vereni övmek kavlî ükürdür.
Bu da her türlü lütuf ve nimetle-
rin Allah’tan geldi ini kabul ve
itirafl a gerçekle ebilir. Nitekim
Yüce Allah, Hz. Muhammed
(s.a.v)’e onun vasıtasıyla bütün
insanlara bu hususta öyle ses-
lenmi tir: “Rabbinin nimetine
(ihsanına) gelince, onu minnet
ve ükranla an.”9
3. Fiil ile ükür: Verilen ni-
meti verildi i gaye do rultu-
sunda kullanmak ise amelî ü-
kürdür. Bu da, vücudun bütün
organlarıyla olur. Her çe it ni-
meti veren Allah’ın emir ve ya-
sakları, vücudun hangi organı-
nı ilgilendiriyorsa, o organın,
Allah’ın emir ve yasaklarına
ubat 201030
“Sevgili Peygamberimiz her konuda oldu u gibi ükürde
de inananlara en güzel örnek olmu tur. Zira ükrün
Hz. Peygamber (s.a.v)’in hayatında somutla tı ını
çok güzel bir ekilde görmekteyiz.”
31
uygun hareket etmesini sa la-
mak gerekir. Mesela, gözlerin
ükrü, Müslüman için haram
olan her eye gözleri kapamak;
kulakların ükrü, mahzurlu
olan her eye kar ı kulakları
tıkamaktır. Kısacası dinen sa-
kıncalı olan eylerden vücudun
bütün organları ile sakınmak,
Allah’ın nimetlerine amelî ü-
kür kapsamına girer.
ükrün tam kar ılı ı küfür-
dür. Zaten Allahu Teâlâ insanı
imtihan için yaratmı tır. Allah,
verdi i nimetlere kar ı ükre-
den ve sıkıntılara kar ı sabre-
denlere mükâfat verir. Buna
ters hareket edip küfre giren-
leri de cezalandırır.
Yüce Allah’ın kullarının
ükrüne ihtiyacı yoktur. “…
Kim ükrederse ancak kendi-
si için ükretmi olur. Kim de
nankörlük ederse, bilsin ki Al-
lah her bakımdan sınırsız zen-
gindir, övülmeye lâyıktır.”10
O’nun ilâhlı ı, yüceli i ve
hâkimiyeti herhangi bir kim-
senin ükrü veya küfrü ile ne
bir derece yükselir ne de eksi-
lir. O, bizzat kendisi her eye
hâkimdir.11
Bir kudsî hadiste de, bu hu-
susta öyle buyrulmaktadır:
“Yüce Allah diyor ki: Ey
kullarım! Geçmi ve gele-
cek, siz bütün ins ve cinler bir
araya gelerek, aranızdaki en
muttakî kimsenin kalbi gibi ol-
sanız, sizin bu durumunuz, Be-
nim hâkimiyetimi zerre kadar
artırmaz. Yine ey kullarım!
Geçmi ve gelecek bütün ins
ve cin bir araya toplansanız,
aranızdaki en günahkâr biri-
nin kalbi gibi olsanız, benim
hâkimiyetime en ufak bir nok-
sanlık getiremezsiniz. Ey kul-
larım! Hakkınızda itibar etti-
im ey, amellerinizdir. Daha
sonra siz onlara göre eksiksiz
olarak mükâfatlandırılacak
veya cezalandırılacaksınız.
Öyleyse kim bir hayır i leme-
ye muvaffak olursa, bundan
dolayı Allah’a ükretsin. Kim
de hayrın dı ında ba ka bir
ey i lerse, bundan dolayı da
kendi nefsini suçlasın!”12
Sevgili Peygamberimiz her
konuda oldu u gibi ükür-
de de inananlara en güzel ör-
nek olmu tur. Zira ükrün Hz.
Peygamber (s.a.v)’in hayatın-
da somutla tı ını çok güzel bir
ekilde görmekteyiz.
Allah’ın âlemlere rahmet
olarak gönderdi i, geçmi ve
gelecek günahları ba ı lanmı
olan Hz. Muhammed (s.a.v),
Allahu Teâlâ’nın nimetleri-
ne ükredebilmek için ayak-
ları i inceye kadar namaz kı-
lardı.
Hz. Ai e (r.anha) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.v) namaz kıldı-
ı zaman ayakları patlayacak
derecede ayakta dururdu. Hz.
Ai e (r.a):
“Ey Allah’ın Resulü! Allah
senin gelmi -geçmi bütün gü-
nahlarını sana ba ı ladı ı halde
neden böyle yapıyorsun?” dedi.
Bunun üzerine Allah Rasu-
lü: “Ey Ai e! ükreden bir kul
olmayayım mı?” buyurdu.13
Nitekim Peygamber Efen-
dimizin, sabah ak am dilinden
dü ürmedi i duası: “Allah’ım,
seni zikretmek, sana ükret-
mek ve güzel ibadet etmek için
bana yardım eyle!”14 eklin-
deydi.
ükrün Faydaları
ükrün insana kazandırdı-
ı birçok faydası vardır. Bunları
öyle sıralayabiliriz:
1. ükür, kulun Allah’a yak-
la masını ve rızasını kazanması-
nı sa lar.
2. ükretmek nimetin Allah’ın
lutfu ile oldu unu itiraftır ve ni-
mete mukabil hizmet etmektir.
3. nsan kendisine verilen ni-
metlerin de erini anlar, nimeti
verene ükrederek mutlu olur ve
hayatından zevk alır.
4. ükretmek ki ili i geli ti-
rip özgüveni artırır.
5. Sahip oldu u güzellikleri
görüp ükretmeyi bilen ki i pozi-
tif dü ünür.
6. Kendine verilen nimetleri
görebilen ki i, kendisine nimet-
lerin ula masında aracı olanla-
rı da bilip takdir eder. Sahip ol-
du u nimetleri payla mak ister.
Böylece ükür, insanlar arasında
kayna mayı sa lar.
7. Kul, nimetlere ükrettikçe o
nimetler hem devam edecek hem
de ço alacaktır. Zira ükür nime-
tin artmasına vesile olur.
8. ükreden bir kul stresten
ve sıkıntıdan uzak olur.
Kısacası, Kur’an-ı Kerim’in
birçok âyetinde ükür emredil-
mekte, mü’min kul lar, ükreden
olarak nitelenmekte, fakat insan-
ların ço unun ükretmedi i vur-
gulanmakta, ükrün, nimeti artı-
raca ı belirtilmektedir.
Rabbimiz verdi i nimetlere
hakkıyla ükreden ve ona yakın
olan ihlâslı kullardan olmamızı
nasip eylesin.
* Prof. Dr.
1 - 16/Nahl, 78.2 - 2/Bakara, 172.3 - 29/Ankebût, 17.4 - 2/Bakara, 152.5 - 3/Âl-i mrân, 145.6 - 14/ brâhîm, 7. 7 - Ebû Dâvûd, Edeb, 11; Tirmizî, Birr, 31. 8 - 31/Lokmân, 20. 9 - 93/Duhâ, 11. 10 - 31/Lokmân, 12. 11 - bn Kesir, Tefs3iru’l-Kur’âni’l-Azîm, III, 364. 12 - Müslim, Birr, 55; Tirmizî, Kıyâm, 48; bn
Mace, Zühd, 30; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 160.
13 - Buhârî, Teheccüd, 6; Müslim, Münâfıkûn, 79-81.
14 - Ebû Dâvûd, Vitr, 26; Nesâî, Sehv, 60; Ahmed b. Hanbel, age., II, 299, V, 245, 247.
Dipnot
ubat 201032
33
ÜKÜR YÂ RAB
Her lütfuna, ihsânınaükür yâ Rab, ükür yâ Rab
Kur’ân’daki beyânınaükür yâ Rab, ükür yâ Rab
Gündüz için, gece içinGönlümdeki ece içinDilimdeki hece içinükür yâ Rab, ükür yâ Rab
Evlâdıma, ayâlime Dü ünceme, hayâlimeu fânîde her hâlimeükür yâ Rab, ükür yâ Rab
Elim için, gözüm içinTutar iken dizim içinDe i meyen özüm içinükür yâ Rab, ükür yâ Rab
Pâdi âh-ı lemyezelsinHem ebedsin, hem ezelsinMutlak anlamda güzelsinükür yâ Rab, ükür yâ Rab
Tükenir mi saya saya ?ükürler topra a, suya
Te ekkür adlı duyguyaükür yâ Rab, ükür yâ Rab
Beni bir insan yarattınBeni O uz’dan yarattınBeni Müslüman yarattınükür yâ Rab, ükür yâ Rab…
Bekir O UZBA ARAN
E itimMehmet Zeki AYDIN*
UNUTTUĞUMUZ BİR EMİR:UNUTTUĞUMUZ BİR EMİR:
İSTİŞÂREİSTİŞÂREubat 201034
35
sti âre, herhangi bir konuda do -
ruya ula mak veya yakla mak için
bir ba kasının görü üne ba vur-
maktır. sti âre, ki inin kendisini ilgilendiren ko-
nularda bir ba kasının görü üne ba vurması veya
idarecilerin toplumu ilgilendiren konularda da-
nı mada bulunması eklinde iki açıdan ele alına-
bilir.
Kur’an-ı Kerim, danı manın önemini u e-
kilde ortaya koymu tur: “ hususunda onlarla
danı .”1 “Onların i leri kendi aralarında isti âre
iledir.”2 Kur’an’a göre danı ma, mü’min bir top-
lumun en açık esası ve slâm’a gönül vermi bir
insanların en önemli özelli idir. ûrâ suresinin
38. âyetinde namaz ve infakla aynı çizgide anlatı-
lan isti ârenin ibadet oldu u ha-
tırlatılır.
sti âreyi önemsemeyen bir
toplum, tam mü’min sayılama-
yaca ı gibi onu uygulamayan bir
toplum da Müslümanlı ı kâmil
mânâda ya ıyor kabul edilemez.
slâm dininde isti âre, hem ida-
re edenlerin hem de idare edilen-
lerin mutlaka uymaları gereken
hayatî bir esastır. dareci, toplumla ilgili her ko-
nuda isti ârede bulunmakla yükümlüdür. dare
edilenler de kendi görü ve dü üncelerini idareci-
lere bildirmekle sorumlu tutulmu lardır.
sti âre, Kur’an-ı Kerim’de önemle zikredilen
bir kural oldu u gibi Peygamberimizin sünnetin-
de de büyük ölçüde üzerinde durulmu tur. Pey-
gamberimiz, hakkında âyet olmayan her konuyu,
kadın-erkek, genç-ihtiyar herkesle isti âre eder-
di. De i ik alanlarda onca ilerlemeye ra men, da-
nı ma konusunda maalesef Peygamberimiz za-
manında ula ılan noktaya, günümüzde henüz
ula abildi imiz söylenemez.
sti are Kazandırır
Ki inin kendisini ilgilendiren konularda, bir
ba kasının görü üne ba vurması sünnettir. Hz.
Peygamber (s.a.v), Müslümanların kurtulu unu
ve ba arısını, “ sti ârede bulunan kaybetmez.”
sözleriyle danı maya ba lamı tır. darecilerin
toplumu ilgilendiren konularda isti ârede bulun-
masının hükmü konusunda, “Onların i leri, ken-
di aralarında isti âre iledir.”3 âyetinin gereklilik
ifade etti i açıktır.
Allah Rasulü (s.a.v), hayatını vahyin aydınlı-
ında sürdürüyor olmasına ra men, danı may-
la emredildi ini ortaya koymu tur. Uhud Sava-
ından sonra, “ hususunda onlarla isti âre et.”
âyeti nazil olunca, Efendimizin öyle buyurdu-
u nakledilir: “ üphesiz ne Allah’ın ne de pey-
gamberinin danı maya ihtiyacı vardır. Ne var
ki, isti ârede bulunursa o, do ruya ula maktan
mahrum kalmaz. Kim de onu terk ederse sapıklı-
a dü er.” Bu ifadeden anla ıldı ı gibi Allah, da-
“ sti âreyi önemsemeyen bir toplum, tam mü’min
sayılamayaca ı gibi onu uygulamayan bir toplum da
Müslümanlı ı kâmil mânâda ya ıyor kabul edilemez.
slâm dininde isti âre, hem idare edenlerin hem de idare
edilenlerin mutlaka uymaları gereken hayatî bir esastır.”
nı maya ihtiyacı olmayan peygamberine isti âreyi
emretmekle, idarecilere danı manın önemini ha-
tırlatmak istemi tir. Peygamberimiz (s.a.v)’in:
“Danı mada bulunan pi man olmaz.”
“ sti âre eden zarar görmez.”
“Danı an güvenlik içindedir.”
“ sti âre edip do ru neticeye ula mamı bir top-
luluk yoktur.”4 gibi sözlerini dikkate alarak slâm
âlimleri, danı manın, slâm’ın temel ilkelerinden
oldu unda ve mutlaka hayata mâl edilmesi gerekli
hükümlerden bulundu unda ittifak etmi lerdir.
“Danı an Da ları A ar”
Bir toplumu ayakta tutan dinamiklerin ba ın-
da, danı ma gelir. Bireye, topluma, devlete, mille-
te, ilme, e itime, ekonomiye, sosyal i lere ait ko-
nuların çözümünde en önemli esas danı madır.
Danı ma, herhangi bir konuda verilecek karar-
ların do ru olabilmesinin ilk artıdır. yiden iyi-
ye dü ünülmeden, ba kalarının fi kir ve ele tirileri
alınmadan verilen birey ve toplumla ilgili kararlar,
çok defa ba arısızlıkla sonuçlanmı tır.
Hz. Peygamber (s.a.v), ümmetini isti âreye
te vik etmi , kendisi de Bedir Sava ında Ebû
Süfyan’ın geldi ini haber alınca ne gibi önlem
alaca ını Ensar’la isti âre etmi tir. Ayrıca Bedir
esirleri konusunda, Uhud ve Hendek Sava ların-
da, Hudeybiye’de, Taif Seferinde, ezan konusun-
da oldu u gibi birçok konuda ashâbıyla isti âre
etmi tir. Peygamberimiz, yapılması planlanan i -
lere, herkesin rûhen ve fi kren katılmasını sa la-
yarak, projelerini en sa lam esaslar üzerinde ger-
çekle tirmi tir. Peygamberimizin hayatı boyunca,
vahyin sınırları dı ında kalan her konu ve her so-
run tartı ılmı toplumun ortak kabulü görüldük-
ten sonra uygulanmı tır.
slâm’da isti âre, ço unluk veya azınlık farkı
gözetilmeksizin imkân ölçüsünde herkesin görü-
ünü almayı gerektirmekte, bunun yanında görü -
ler içinde tercihe uygun olanın parmak hesabıyla
de il, derin ve tarafsız aklî ara tırma sonucu tespit
edilmi olanın uygulanması anlamındadır.
sti âre ile i lerin güzel sonuçlara ula ma-
sı siyasî, askerî, sosyal vb. bütün alanlarda prob-
lemlerin çözülmesi mümkündür. Ki i ne kadar
akıllı, zeki ve tecrübeli bulunursa bulunsun, Yüce
Allah’ın Kur’an’da emretti i ve isti âre edenleri
övdü ü danı ma esasına uygun hareket etmedik-
çe, faydalı sonuçlara ula ması ve sorunlarını güzel
bir ekilde çözümlemesi zordur. Çünkü Hz. Pey-
gamber (s.a.v) akıl ve zeka yönüyle insanların en
mükemmeli iken, Allah, ona bile danı mayı emret-
mi tir.
Ki ilerin ve toplumların dü tükleri hatalar, çok
defa ki inin kendisinin ve idarecilerin i leri kendi
ba ına yürütmeleri sonucu olmaktadır. Bir i i ken-
di ba ına yürütmek ne kadar geni lerse hataların
sayısı o oranda artar; ne kadar daralırsa hatalar da
o oranda azalır.
Danı ma sonucunda isti âre edenler arasında
kar ılıklı sevgi, saygı ve güven olu ur. Görü lerin-
de ve dü üncelerinde daima isabet edenlerin, bir
i yapmaya niyetli olduklarında, isti âre etmele-
rine a ılmamalıdır. Çünkü böyle kimseler, kendi
görü lerini yoklarlar, zekâ ve anlayı larını dener-
ler. Bu ekilde hareket etmekle dü üncelerini zin-
de tutarlar.
Aile’de sti are
Hanımlarla danı ma yapılmayaca ı konusun-
da, halk arasındaki söylenti ve inançlar do ru
de ildir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in Bakara sure-
si 233. âyetinde Allah, emen çocu un sütten ke-
silmesi konusunda anne babanın isti âre ederek
karar vermelerini istemektedir. Bu konuda ba -
ka âyetlerin yanında Peygamberimizin de birçok
uygulamaları vardır. Hz. Peygamber (s.a.v), aile
bireylerinin görü lerine çok önem verirdi. Onun
bu davranı ı, aile bireylerine ne denli güvendi i-
nin ve onlara ne ölçüde önem verdi inin göster-
gesidir.
Peygamberimiz, gençlik döneminde amca-
sıyla ticaret yaparken, sürekli onun görü leri-
ni alırdı. Daha sonra Hz. Hatice ile ticarete ba -
lamı tır. Sürekli görü alı veri inde bulunarak
ubat 201036
37
yaptı ı ticaretinde, her zaman ba arılı olmu tur.
Aynı ekilde Hz. Hatice ile evlilikleri gündeme
gelince Peygamberimiz, aile bireyleriyle görü e-
rek evlili e karar vermi , böylece mutlu bir aile
hayatı sürmü tür.
Bu konuda en çarpıcı örnek, en zor gününde
sıkıntısını, e i Hz. Hatice’yle payla ması ve onun
ö ütleriyle rahatlamasıdır. Peygamberimiz, ken-
disine gelen ilk vahyin etkisi ile evine gelmi ti.
Bütün endi elerini kendisinden uzakla tıracak
ki i, görü üne en çok kıymet verdi i e i Hz. Ha-
tice idi. Durumu ona anlattı. Bunun üzerine Hz.
Hatice, “Hiçbir korku ve üzüntü duymana se-
bep yok, hiç üzülme. Allah senin gibi bir kulunu
hiçbir zaman utandırmaz. Ben biliyorum ki sen
sözün do rusunu söylersin.”5 deyince, Peygam-
berimiz teselli olup rahatlamı tı.
Danı arak i yapmak her zaman güzeldir.
Çünkü akıl akıldan üstündür. Danı ılarak yapı-
lan i te hata oranı azdır. Peygamberimiz de her
konuda ailesine danı arak i yapardı. Kararları
tek ba ına vermez, aile bireyleriyle birlikte ve-
rirdi.
Peygamberimiz, kızlarının evlenmesi konu-
sunda e i Hz. Hatice’ye ve kızlarına danı maya
büyük önem vermi tir. Bu konuda en iyi kararı
vermek için daima e inin ve kızlarının görü leri-
ni almı tır. Kızlarından birini isteyen oldu unda,
kızının da o kimse ile evlenmek isteyip istemedi-
ini sormu tur. Hz. Ali, Peygamberimizin kızı Hz.
Fatma ile evlenmek isteyince kendisine sormu -
tur. Hz. Fatma evlenmeyi kabul etti ini söyleyin-
ce evlenmi lerdir. Aynı ekilde di er kızları Zey-
nep, Rukiye ve Ümmü Gülsüm’ün evlili inde de
birlikte karar vermi lerdir.
Kısaca belirtmek gerekirse, danı maya, yüce
Allah’ın emri, Peygamberimizin sünneti olarak
önem verilmelidir. Atalarımız da “Ulu sözü dinle-
yen, ulu da lar a ar.”, “Akıl akıldan üstündür.”
diyerek, isti ârenin gereklili ini kısa ve öz bir e-
kilde ifade etmi lerdir.
* Prof. Dr.
1 - 3/Âl-i mrân, 1592 - 42/ ûrâ, 383 - 42/ ûrâ, 384 - brahim Canan, Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Site, c:16, s.27.5 - smail Yi it, Siyer, MEB, stanbul 1996, s.29.
Dipnot
“ sti âre edip do ru
neticeye ula mamı
bir topluluk yoktur.”4
gibi sözlerini dikkate
alarak slâm âlimleri,
danı manın, slâm’ın
temel ilkelerinden
oldu unda ve
mutlaka hayata
mâl edilmesi gerekli
hükümlerden
bulundu unda ittifak
etmi lerdir.”.
HZ. MUHAMMED (S.A.V)’DEN GÜNÜMÜZE MUKADDES EMANETLER
HZ. MUHAMMED (S.A.V)’DEN GÜNÜMÜZE MUKADDES EMANETLER
SAKAL-I ŞERİF SAKAL-I ŞERİF
KültürResul KESENCEL
ubat 201038
39
Sakal-ı erif, Pey-
gamber Efendi-
mizin mübarek
sakal-ı erifl erinden Müslü-
manlar tarafından alınıp, teber-
rüken (bereketlenmek için) sak-
lanan ve günümüze kadar gelen
mukaddes emanete verilen ad-
dır. “Lıhye-i seadet” ve “Lıhye-i
erif” diye de bilinen sakal-ı e-
rif mübarek ay, gün ve geceler-
de Müslümanlar tarafından zi-
yaret edilmektedir. Hazreti
Peygamber (s.a.v) tıra oldu u
zaman, saç ve sakal telleri as-
hab tarafından toplanır, hatı-
ra olarak sakla nırdı. Enes bin
Malik (r.a)’in “Bir defasında
berberi, Hazret-i Peygamber
(s.a.v)’i tıra ederken görmü -
tüm. Ashabı etrafını sarmı ,
kesilen saçlarının hiçbir telini
yere dü ürmüyorlar, kapı ır-
casına alıyorlardı.” eklin deki
izahatı bu hususu açıklamak-
tadır. Ümmü Umâre’den nak-
ledildi ine gö re hicretin altıncı
yılında gerçekle en Hudeybiye
Umresi sırasında Hazret-i Pey-
gamber (s.a.v)’in tıra edilen
saçla rı yanı ba ında bulunan
a acın üzerine bırakıldı. Ashab
saç tellerini a acın üzerinden
alıp bölü tüler. Hadiseyi nak-
leden Ümmü Umâre de oradan
bir demet saç teli almı vefatına
ka dar yanında saklamı tı.
Ashab-ı kirama da saç ve sa-
kallarını kestirmelerini emir bu-
yurdu. Bu emri yerine getirenler
için de: “Ya Rabbi! Saç ve sa-
kalını kestirenlere sen rahmet
eyle.” diye dua buyurdu. Tıra
oldu u zaman saç ve sakal kılla-
rının ashab-ı kirama da ıtılma-
sına izin verdiler. Tirmizi’nin
rivayetine göre, Rasulullah
Efendimiz önce sa tarafını tı-
ra ettirdi ve bu sakallarını Ebu
Talha’ya verdi. Sol tarafını da
tıra ettirerek di er ashab-ı ki-
rama da ıtılmasına izin verdi.
Veda Haccı’nda da Rasûlullah
(s.a.v) Mâmer bin Abdullah ta-
“Sakal-ı erifl erin kat kat kıymetli bohçalar içinde
saklanması, bir kez nazar için bile mübarek vakit-
lerin beklenmesi gelene i de ayrı bir inceli in
mahsulüdür. Eskiden birçok rical kona ında sakal-ı
erif odası bulunurdu.”
Saka
l-ıer
if /
eyh
Ham
id-i
Veli
Cam
ii-D
aren
de
ubat 201040
rafından tıra edilen saçlarını
Ebû Talhatü’l-Ensari’ye vermi
“Halka da ıt” buyurmu tur.”
Bu sırada Rasûllulah’ın (s.a.v)
saçının önüne gelen perçemle-
rini ün lü slâm kumandanı Ha-
lid bin Velid is temi , bunları sa-
rı ının içine yerle tirerek ömrü
boyunca ta ımı tı. Bir defasın-
da harpte yere dü en sarı ını
almak için kendisini tehlikeye
atmasını ele tirenlere, sarı ın
içinde Peygam ber (s.a.v)’in
saç telleri bulundu unu be-
lirtmi ti. Halid bin Velid, o saç
telleri hürmetine hiçbir sava -
ta ma lubiyet görmedi ini ifa-
de ederdi. Afrika fatihi Amr
ibn Âs (r.a) da vefat ederken
dilinin altına Hazret-i Pey-
gamber (s.a.v)’den hatıra kal-
mı mübarek bir saç teli koy-
mu bununla ahirette sorulan
suallere kolay cevap verebile-
ce ini söylemi ti.
Bereket Vesilesi
Ba ta ashab-ı kiram olmak
üzere di er Müslüman devlet
adamları, vezirler, kumandan-
lar ve Müslüman ahali bu ge-
lene i devam ettirdiler. Elle-
rinde bulunan sakal-ı erifl ere
kıymetli ve sanatlı muhafaza-
lar yaptırdılar. Bu muhafaza-
lar içinde saklanan ve hususi
mekânlarda muhafaza edilen
sakal-ı erifl er Müslümanlar ta-
rafından bereketlenmek mak-
sadıyla ziyaret edildi. Özellik-
le Horasan, Anadolu, Mısır ve
Cezayir’de ya ayan Müslüman
ahali sakal-ı erifl ere özel itina
gösterdiler. Bu ülkelerde köy
mescitlerinde hatta bazı zengin
konaklarında sakal-ı erif bu-
lunduruldu.
smail Hakkı Bursevî,
Tuhfe-i Atâiyye isimli eserin-
de, am Melikleri’nden Nu-
reddin Zengi’nin Zahâyir-i
Nebeviyye’den birkaç tırnak ve
saç teli muhafaza etti ini, vefa-
tında saç tellerini gözlerine, tır-
nakları da dudaklarına koyma-
ları vasiyetinde bulundu unu,
bu vasiyetin yerine getirildi i-
ni, bu yüzden am’da bulunan
Nureddin-i ehid Türbesi’nin
nuraniyet ile doldu unu, hâlâ
ziyaret edildi ini, burada yapı-
lan duaların müstecap oldu u-
nu anlatmaktadır. Ashab-ı Ki-
ram tarafından muhafaza edilen
sakal-ı erifl er nesilden nesile
gelerek günümüze kadar ula -
mı tır. Bugün birçok tarihî ca-
mide, hatta aileler ve ahısların
elinde sakal-ı erif bulunmak-
tadır. Sakal-ı erifl er ekseriyet-
le iki tarafı bal mumu ile kapatıl-
mı i elerde, kırk kat bohçaya
sarılarak saklanır. Bohçalar bir
san duka içine konulup, seh-
Sakal-ı erif Ziyareti / eyh Hamid-i Veli Camii-Darende
41
pa üzerinde, minberin son ba-
sama ındaki sahanlı a yer-
le tirilir, üzerine ye il bir örtü
örtülür. Mübarek gün ve gece-
lerde, özellikle Kadir Gecelerin-
de salâvat-ı erifeler okunarak
ziyarete açılır, gönüllerdeki Pey-
gamber (s.a.v) sevgisi tazelenir,
dünya gözüyle görmeden kendi-
sine iman edenler, bir nebze ol-
sun hasret giderirler.
Kırk Bohça
Sakal-ı erifl erin kat kat kıy-
metli bohçalar içinde saklan-
ması, bir kez nazar için bile
mübarek vakit lerin beklenme-
si gelene i de ayrı bir inceli in
mahsulüdür. Eskiden birçok ri-
cal kona ında sakal-ı erif oda-
sı bulunurdu. Sakal-ı erifl erin
muhafaza edildi i bu odalar aynı
zamanda cemaatle namaz kılı-
nan hususi ibadet mekânlarıydı.
Sakal-ı erifl er, camilerde oldu-
u gibi kandil geceleri konak sa-
hibi tarafından ziyarete açılırdı.
Camilerde ekseriyetle iki tarafı
bal mumu ile kapatılmı i eler-
de saklan masına kar ılık Top-
kapı Sarayı’ndaki sakal-ı erifl e-
rin ço unlu unun mah fazaları
altın ve gümü le fevkalâde
sanatkârane i lenmi , elmas,
zümrüt, yakut gibi de erli ta -
larla süslenmi lerdir. Bu mah-
fazalar de erli kuma lar dan
ya da Kâbe örtüsü, Kisve-i e-
rif parçası, destimal gibi kendi
ba larına da teberrükâttan sa-
yılacak hatıralar dan hazırlan-
mı kat kat bohçalara sarı lıp
gümü ten ya da sedef i lemeli,
la ke tarzı süslemeli ah aptan,
kıymetli sandukalara yerle ti-
rilmi lerdir.
Sakal-ı erifl erin üzerlerin-
deki ka yıtlar bunlardan bir kıs-
mının sultanlar, valide sultan-
lar ve sarayın ileri gelen a aları
tarafından muhafaza edildikle-
rini, vefatlarından sonra Ema-
net Hazinesi’ne intikal ettik-
lerini göstermek tedir. Mesela,
bir tanesinin etiketinde Vali-
de Sultan’dan intikal etti i, Va-
lide Sultan’ın bu sakal-ı eri-
fi hayatta iken her gitti i yere
birlikte götürdü ü ka yıtlıdır.
Hazret-i Peygamber (s.a.v)’in
gençlik devrine ait oldu u bil-
dirilen bir di er sakal-ı erifi n
ise ehzadeli i zamanında Sul-
tan Abdülaziz’in yanında bu-
lundu u belirtilmektedir Bu-
gün stanbul Topkapı Sarayı
Müzesi Mukaddes Emanetler
bölümünde Hırka-i Saadet da-
iresinde altmı a yakın sakal-ı
erif bulunmaktadır. Bunlar-
dan yirmi dört kadarı altın ve
kıymetli ta larla süslü muha-
fazalarda veya sedef kakmalı
kutularda saklanmaktadır. Bu
sakal-ı erifl erden ba ka gerek
Anadolu’nun, gerekse di er s-
lam memleketlerinin pek çok
yerinde bulunan sakal-ı erifl er
Müslümanlar tarafından saygı
ve hürmetle korunmakta, mü-
barek gün ve gecelerde ziyaret
edilerek bereketlenilmektedir
Sakal-ı erif ziyaretleri mevlit
kandillerinde, kadir gecelerin-
de, yatsı ve teravih namazların-
da, Cuma günlerinde cuma na-
mazından sonra yapılır. Salatü
selamla bulundu u yerden alı-
narak, mihrabın önünde yüksek
bir sehpa üzerine konur. mam
Efendi ve mahallenin güzel sesli
hafızlar tarafından beraberinde
tahlil ve salatü selam okunarak
önce erkekler tarafından ziya-
ret edilir. Daha sonra da kadın-
lar ve çocuklar ziyaret eder. Ek-
seriyetle sakal-ı erif bohçasının
kenarının öptürülüp ba a ko-
nulmasıyla ziyaret tamamlanır
ve yine aynı saygı ile eski yerine
konur. Sakal-ı erif bulunmayan
yerlere, geçici olarak götürülme-
sinde ve ziyaret edilmesinde bir
mahzur yoktur. (Bkz: Hilmi AY-
DIN, Hırka-i Saadet Dairesi ve
Mukaddes Emanetler, stanbul
2004.)
FıkıhAbdullah KAHRAMAN*
TİCARETTE AHLÂK:TİCARETTE AHLÂK:
AMACA GÖTÜREN YOL
AMACA GÖTÜREN YOL
ubat 201042
43
Kutsal kitabı-
mız Kur’ân-ı
K e r i m ,
Allah’ın geceyi istirahat, gün-
düzü ise rızık temini için yarat-
tı ını ifade etmektedir1. Yine
Kur’ân’da, insan için çalı ıp ça-
balamadan ba ka bir yol olmadı-
ı2, dünya nimetlerinin “Allah’ın
nimetleri” ve “güzel rızıklar” ol-
du u vurgulanmı 3, Müslüman-
lara, Cuma namazından son-
ra yeryüzüne da ılarak bu güzel
rızıklardan kazanıp yararlan-
maları ö ütlenmi tir4. slâm’ın
Yüce Peygamberi, da dan odun
toplayarak bile olsa, bir i tut-
manın, ba kalarına el avuç aç-
maktan daha iyi oldu unu söy-
lemi tir5.
Peygamberler de Ticaret Yapmı tır
Bütün peygamberlerin ve din
önderlerinin birer i ve meslek
sahibi oldukları bilinen bir hu-
sustur. Bu durum, hem çalı ma-
nın önemini hem de maddî de-
erler ile mânevî de erlerin bir
arada ya atılabilece ini göster-
mektedir. Nitekim Hz. Peygam-
ber (s.a.v), “Allah’ın gönderdi i
bütün peygamberler çoban-
lık yaptılar.” buyurmu ; yanın-
dakiler “Siz de mi, ya Rasulal-
lah?” diye sorduklarında, “Evet
ben de vaktiyle bir miktar pa-
raya Mekkelilerin koyunlarını
gütmü tüm.”6 buyurmu tur.
Ki inin Kendi Eme inden Helali
Yoktur
Hz. Peygamber (s.a.v)’in
din i lerine oldu u kadar dün-
ya i lerine de önem verilme-
sini telkin eden bu tür açık-
lamalarından ilham alan ilk
Müslümanlar, bir ibadet ev-
kiyle çalı maya koyulmu lar-
dır. Ba langıçta çok a ır geçim
sıkıntıları çekmelerine kar ılık
kısa bir süre sonra geni maddî
imkânlara ula mı lardır. Mese-
la, Mekke’den Medine’ye hic-
ret etmek zorunda kalan zen-
gin Müslümanların bir kısmı,
malını ve mülkünü Mekke’de
bıraktı ı için fakir dü mü -
tü. Hz. Peygamber (s.a.v) onla-
rın zor durumda kalmasını ön-
lemek için karde lik anla ması
yapmı , bir zenginle bir fakiri
karde ilan etmi ve dünya tari-
hinde e i görülmeyecek bir top-
lumsal dayanı ma gerçekle tir-
mi tir. Bu anla maya göre ki i
karde oldu u kimse ile her e-
yini payla ıyordu. Abdurrah-
man b. Avf adlı sahâbî de Me-
dineli birisiyle karde olmu tu.
Mekke’de iken zengin olan Ab-
durrahman, Medineli karde i-
nin kendisiyle her eyini pay-
la ma teklifi ne te ekkür edip
ona; “Bana pazarın yolunu gös-
ter.” diyerek kendi elinin eme i
ile geçimini temin etme yolunu
tercih etmi ti.
Ticaret Amaç De il,Araçtır
Daha Hz. Peygamber (s.a.v)
hayatta iken i lerine dört elle
sarılan ve zengin olan Müslü-
manlar vardı. Bu ki iler, sade-
ce servet sahibi oldukları için
de il, asıl servetleriyle, yeri gel-
dikçe din ve toplum u runa e -
siz özverilerde ve yardımlarda
bulundukları için Peygamberi-
miz nezdinde itibar kazanmı -
lardı. Abdullah b. Mes’ûd’un u
açıklamaları son derece ilginç-
tir: “Allah Rasulü mâlî hayır-
lar yapmamızı emredince içi-
mizden kimileri çar ıya gidip
hamallık yaparak birkaç avuç
hurma ile dönerdi. Bu gün on-
lardan bazılarının milyonları
var!”7.
hayatına atılan ilk dönem
Müslümanları, çalı ıp kazan-
mayı asla bir amaç haline ge-
tirmemi , esas gayenin önemli
vâsıtalarından biri saymı lar-
dı. Esas gaye örnek insan ve iyi
Müslüman olmaktı. Ancak bu-
nun yolu sadece bir kö eye çeki-
lip ibadet etmek de ildi. Çalı -
mayı da ibadet haline getirecek
bir uurla hareket etmekti.
Amaca Götüren Yol: Ticarette Ahlâk
slâm ahlâkında çalı ıp ka-
zanmanın belli ilke ve amaçları
vardır. Bir ba ka ifadeyle yüce
dinimiz çalı ıp kazanmayı te -
vik ederken bunun belli ahlâk
ilkeleri çerçevesinde olmasını
istemi böylece de slâm mede-
niyetinde i ahlâkı olu mu tur.
ve meslek sahibi olmak
önemli bir sorumluluk gerekti-
rir. Bu sebeple dinimiz ve me-
deniyetimiz i ahlâkına bazı il-
keler getirmi tir. Bunları u
ekilde özetleyebiliriz:
a) ve kazanma faaliyet-
lerimizde temiz bir niyet ta ı-
mak. Bütün di er çabalar gibi i
hayatında da Allah’ın ho nutlu-
unu gözetme ve insanlara fay-
dalı olma niyeti, bütün dü ün-
celerin üstünde tutulmalıdır.
b) Meslekî bilgi ve ehliyet
sahibi olmak. slâm ahlâkçıları,
her Müslümanın kendi i ala-
nıyla ilgili bilgilerini, ayrıca
haksız kazançtan ve haramdan
korunmak ve helal kazanç sa -
lamak için gerekli dinî ve ahlâkî
e itimi almasını gerekli gör-
mü lerdir. Bu her iki bilgiye sa-
hip olmayan insan ya kötü ve
kalitesiz mal üretmek veya gay-
ri me ru i yapmak yoluyla in-
sanlara zarar verir. Hâlbuki
Müslümanın temel niteliklerin-
den biri de elinden ve dilinden
yani söylediklerinden ve yap-
tıklarından ba kalarının zarar
görmemesidir.
Gerek Kur’an-ı Kerim’in ge-
rekse hadislerin verdi i bilge-
lerden hareketle i ve ortaklık
ahlâkında tarafl arın birbirini
aldatmaması, ba kasının pa-
zarlı ı üzerine pazarlık yap-
mama, malın kusurunu açık-
ça söyleme, alıcı olmadı ı halde
mü teri kızı tırmaya kalkı ma-
ma, borcunu zamanında öde-
me gibi temel ilkelere uyulma-
sı gerekmektedir. Aksi halde
elde edilen kazancın helal ol-
mayaca ı, kul hakkı olaca ı ve
bunun da ba ta ki inin mânevî
hayatı olmak üzere, ailevî haya-
tı üzerinde önemli olumsuz te-
sirler meydana getirece i ifade
edilmi tir.
in Özü
Müslümanın ticaret haya-
tında uyması gereken ahlâkî
esasları, ilgili âyet ve hadisle-
ri dikkate alarak öyle özetleye-
biliriz:
Müslüman, ticaretinde de
iyi niyetlidir, ho görülüdür,
i ine erken ba lar, pazara gir-
di inde Allah’ı anarak sorum-
lulu unu yeniden ku anır, dü-
rüstlük ve güvenilir olmayı ve
kalmayı ilke edinmi tir, gü-
ven kazanması para kazanma-
sından daha önemlidir, ölçü ve
tartıda hile yapmaz, alı -veri
yaparken de bir taraftan sadaka
vermeyi âdet haline getirir, ver-
di i sözü yerine getirir, gerekti-
inde özellikle de kendi kusuru
varsa sattı ı malı geri alır, zor
durumda olanlara ödeme ko-
laylı ı sa lar, ticarette yemin-
den kaçınır, malının ayıbını giz-
lemez, ayıplıyı dü ük fi yattan
satar, özellikle ba kasının ma-
lını kötüleyerek mü teri kızı -
tırmaz, mü terinin bilgisizli ini
fırsata çevirmekten kaçınır, ha-
ram kazanç elde etmeyi hatırı-
na bile getirmez8.
1 28/Kasas, 73.2 53/Necm, 39. 3 7/A’râf, 32. 4 62/Cumu’a, 9. 5 Buhârî, Zekât, 50.6 Buhârî, câre, 2.7 Buhârî, câre, 13.8 Bu konudaki bazı âyet ve hadisler için bk. 2/Ba-
kara, 278-280; 6/En’âm, 152; 17/ srâ, 35; 26/ uarâ, 181; 33/Ahzâb, 35; 55/Rahmân, 9; 83/Mutaffi fîn, 1-6; Buhârî, Büyû’, 16; 19, 22; Müslim, Büyû’, 47; ez-Zikru ve’d-Dua, 11, Müsakât, 6; Tirmizî, Büyû’, 4, 6, 67, 75, 76; Deavât, 35; el-Birru ve’s-Sıla, 55; Nesaî, Büyû’, 104.
Dipnot
ubat 201044
SEN NLE!
u hayata sarılmak, a k harcıyla karılmak, Gönülleyin vurulmak, seninle ba ka güzel. Dola arak yorulmak, co up co up durulmak, Aranarak sorulmak, seninle ba ka güzel.
Gül ende gonca güller, gül deren nâzik eller, Mûtedil esen yeller, o savrulan gazeller,Nilüfer açan göller, dört yanı mamur iller,Güzelden has güzeller, seninle ba ka güzel.
Zor sefere çıkması, gemileri yakması,im ek gibi çakması, engelleri yıkması,
Suların gür akması, çiçeklerin kokması,Leziz kudret lokması, seninle ba ka güzel.
Bak! kesin emin ol ki, ve de çok iyi bil ki,Öyle tarifsiz hâl ki, mutlak her eyin ilki, Özelli indir belki, zahir ömre bedel ki,Menzile giden yol ki, seninle ba ka güzel.
Turnalar ho öterken, gökte katar tutarken,Kervanlar yük çatarken, inci mercan satarken,Ala afak atarken, kızıl güne batarken,Canlara can katarken, seninle ba ka güzel.
Ahmet Süreyya DURNA
45
EdebiyatMustafa ÖZÇEL K
TEMEL GÜÇLÜKLERİOKUMANIN
ubat 201046
47
Özellikle ça da toplumlarda birey-
lerin okur-yazar olmaları, o toplu-
mun geli mi lik düzeyinin bir gös-
tergesi sayılmaktadır. Bu durum, ülkemiz için de
böyledir. Nereye gitsek, kiminle konu sak oku-
manın öneminden, faydalarından söz edilir. Oku-
ma bayramları, kitap kampanyaları yapılır. Va-
tanda ların okur-yazar hâle gelebilmeleri için
ilkö renim zorunlu kılınır. Bundan çe itli sebep-
lerle yararlanamayanlar için okuma-yazma sefer-
berlikleri düzenlenir.
Bütün bu çabalara ra men
okur-yazar sayımızı yeterince ar-
tırdı ımız söylenemez. Öte yan-
dan ki ilere okuma-yazma ö ret-
sek bile, bu onların okur-yazar
olmalarını sa lamamaktadır.
lk, hatta orta-lise ö renimini ta-
mamlamı olanlar arasında bile
okudu u metni anlamayan, duygu ve dü üncele-
rini do ru ve düzgün bir ekilde yazılı ya da sözlü
olarak anlatamayanların sayısı hayli fazladır. Ki-
tap deyince akla sadece ders kitapları gelmekte,
kitap, gazete, dergi okuyanların oranı genel nüfu-
sa göre hayli dü ük düzeyde bulunmaktadır. Bu
defa da “okumuyoruz!...” ikâyetleri duyulmakta-
dır.
E er bir toplumda, en kolay anla ılır okuma
metinleri diyebilece imiz gazetelerin satı oran-
ları nüfusun yüzde onunu dahi bulmuyorsa, bir
ülkede iir kitapları bin, romanlar iki bin civarın-
da satıyorsa, dolayısıyla bilgi ve fi kir düzeyi bakı-
mından ortalı ı halkın güzel ifadesiyle “diploma-
lı cahiller” kaplamı sa, ortada okumayla ilgili çok
ciddi ve önemli bir sorunlar var demektir. Bu so-
runlar çözülmedi i sürece de ne kadar yakınsak
okur-yazar oranını artıramayız.
e önce okumanın mahiyetinden, amaçların-
dan ve yöntemlerinden ba lamak gerekiyor sanı-
yorum. Zira okumak, en basit tanımıyla “basılı ya
da yazılı malzemeleri (kelimeleri) duyu organla-
rı yoluyla algılamak, bunları anlamlandırmak ve
kavramak” çabasıdır. Bu tarif, tabi ki kelimenin
bir tür sözlük anlamıdır ve asla okuma kavramı-
nın bütün mahiyetini kapsamaz. Okumak, bu ma-
nasıyla ba lar, ama bu manayla devam edip bit-
mez. Ama bu toplumda okuma, harfl eri tanıma,
sökme becerisi olarak kabullenildi i için bundan
daha ileri bir etkinlik hâline bir türlü getiremiyor,
bu beceriyi gösteren herkesi okur-yazar görme
e ilimini benimsiyoruz. Oysa yukarıdaki o basit
tanımda da belirtildi i gibi ki i, okuma sürecinde
harfl erden hecelere, hecelerden kelimeler, kelime
“Kitap deyince akla sadece ders kitapları gelmekte, kitap,
gazete, dergi okuyanların oranı genel nüfusa göre hayli
dü ük düzeyde bulunmaktadır. Bu defa da “okumuyoruz!...”
ikâyetleri duyulmaktadır.”
ubat 201048
gruplarına, paragrafa ve oradan metnin tümüne
ula arak algılamayı, anlamlandırma ve anlama
sürecine sokmak zorundadır.
Bu amacın gerçekle mesi ku kusuz okumayı
bir bilgi, bilinç ve beceri hadisesi olarak görme-
mize ba lıdır. Bu anlayı bizi, metinlerin mahiye-
ti, özellikleri dolayısıyla onları nasıl, hangi amaç
ve yöntemlerle okuyaca ımız noktalarına götü-
recektir. Bunun için de do rusu, okuyucu olma-
yı seçen ki i önce okuma konusunda bilgilenmek
ihtiyacı içinde olacaktır. Yani okur olmanın ön
artları ve donanımları söz konusudur. Ba lan-
gıçta bu yapılmadı ı için ki i okusa bile, yaptı ı
faaliyetten zevk almamakta, bilgi edinememekte,
okumanın sonuçlarını dev irememektedir. Dola-
yısıyla bir süre sonra kitaplarla arasına mesafe-
ler sokmakta, giderek bu etkinlikten iyice uzak-
la maktadır.
Evet, okuyucu olmak bir sanattır. Bundandır
ki, e itim-ö retim kurumlarında “Okuma Sana-
tı” gibi kitaplara hatta derslere yer verilmektedir.
Bu sanatı kavramada en önemli nokta ise yaza-
rı bir verici, okuru bir alıcı dolayısıyla ikisi ara-
sındaki meseleyi bir ileti im olarak görmeyi ge-
rekli kılmaktadır. Bu ileti imin gerçekle mesinde
ise yazarla okur arasında bir “ortak dil”in olması
zorunludur. Çünkü ileti im dille gerçekle ecektir.
Yani anlatmanın aracı dil oldu u gibi anlamanın
aracı da dildir. Dolayısıyla bu mü tereklik sa lan-
mazsa ana dilimizle yazılan bir metin bile okur
için sanki yabancı dille yazılmı bir metne dönü-
ecek, okur, okuyacak fakat anlamayacaktır.
Günümüz okurların ço u böyle bir durumda
genellikle yazarları anla ılmaz olmakla suçlarlar.
Do rusu yazarın bu noktada anlatmak istedikleri-
ni okuyucunun anlama düzeyine göre ekillendir-
me, söylediklerini ilginç kılma gibi sorumlulukla-
rı söz konuysa da okuyucunun da yazarı bilgi, ilgi,
dikkat ve sabırla anlama gayreti gösterme gibi gö-
revleri vardır. Diyelim ki, bir metin sa lam surlu,
tunç kapılı bir kale gibidir. Okur, e er kalenin içi-
ni merak ediyorsa onun kapılarını açma, surları-
na tırmanma cehdi göstermek gibi bir sorumlu-
lu u söz konusudur. Bu noktada okur, yazardan
kapısını tamamen açmasını bekleyemez. O za-
man, e er her ey görüldü ü, bilindi i gibi anla-
tılacaksa okumaktan beklenen sonuçlar asla ger-
çekle mez.
Bir kitap niçin okunur, bir
makale ile bir iir kitabının far-
kı nedir, ana dilimizi bilme dü-
zeyimiz nedir, kelime hazinemiz
yeterli midir? En azından bu gibi
sorular kar ısında müspet cevap-
lara sahip de ilsek, okuma faa-
liyetine ilk adımlarımızı dahi at-
mı sayılmayız. Kısacası niçin ve
nasıl okuyaca ız? Hiç de ilse i in
ba ında bu sorular cevaplandırılmı olmalıdır.
Öte yandan kitapların kapak düzeninden say-
fa düzenine, yani estetik boyutuna, fi yatlarının
okurun alım gücüyle orantısına, okura ula ma
imkânlarına kadar bir dizi sorun daha vardır or-
tada. Bunlar da okurun okuma problemleri ara-
sında görülmelidir. Yine kitabı hazırlayanların
yani yazarların cephesinden olaya bakacak olur-
sak o noktada da kar ımıza pek çok sorun çıkar.
Okur olmadan yazar olmak, ana dilini yeterince
bilmemek ve kullanamamak, okurun dünyasıy-
la kesi me noktaları yakalayamamak, hitap etti-
i kitleyi tanımamak ve belki de en kötüsü okuru
duygu ve dü ünce yönünden sömürmek, bir se-
viyesizli e, zevksizli e, kalitesizli e mahkûm et-
mek, yanıltmak, aldatmak gibi olaylar da kar ı-
mızda maalesef birer sorun olarak durmaktadır.
Yine ebeveynlerin bu konuda yeterince bilgi
ve bilinç sahibi olmamaları, ço unun çocukları-
nın okumasını bir okul bitirme eklinde anlamla-
“Dü ünmekten, ara tırmaktan, soru sormaktan, cevap
vermekten ve bulmaktan çekinmek, korkmak... Belki de
okumayla ilgili asıl sorun budur. Dolayısıyla di er sorunlar,
bu asıl sorunun birer uzantısıdır.”
49
rı, devletin bu konudaki yanlı politikaları, kitabın
suç aracı gibi gösterilmesi, ileti imin özellikle ya-
adı ımız yıllarda iyice görselle mesi, ezberci an-
layı , dü ünceden uzakla ma, gelene in getirdi i
kimi olumsuzlukları da yine okumanın önündeki
ba ka ciddi engeller olarak görebiliriz.
Dü ünmekten, ara tırmaktan, soru sormaktan,
cevap vermekten ve bulmaktan çekinmek, kork-
mak... Belki de okumayla ilgili asıl sorun budur.
Dolayısıyla di er sorunlar, bu asıl sorunun birer
uzantısıdır. Burada gelenek de, ya adı ımız ça ın
ve yönetimin anlayı ları da ciddi bir biçimde sor-
gulanmalıdır. Bunlar yapılmadı ı sürece sorunun
asıl kayna ından uzakla acak ve ayrıntılarda bo u-
lup kalaca ız demektir.
Bütün bunlara bir de unu ekleyelim: Okur
adaylarının okumaya yönelmesinde okuyanların,
bu i i bildi ini iddia edenlerin söz, davranı ve ey-
lemlerinin de çekici yahut itici sonuçları olmakta-
dır. nsanlar, okur-yazar olandan di er insanlara
göre daha farklı sözler duymak, daha farklı dav-
ranı ve eylemler görmek istemektedirler. Ku ku-
suz bu, onların en do al hakkıdır. Toplum olarak,
bu konuda da iyi örneklere sahip oldu umuz pek
söylenemez. Okuyanların pek ço u okudukça adeta
daha da cahille mekte, küstahla makta ve okumak
bir bakıma insanî fıtrattaki tabiî saflı ı bozmakta-
dır. Böyleleri bilgili olmayı bilgiç olmakla karı tır-
maktadırlar. Bu da okur adayı için olumsuz bir ör-
nek olmaktadır.
Bir yazı kapsamında genel hatlarıyla sıraladı ı-
mız bu sorunları mutlaka yeni yazılarla açmak ve
açıklamak gerekmektedir. E er, bir konuda prob-
lemin varlı ını kabul etmi sek, onu çözmeye ilk
adımı atmı ız demektir. Evet, okumamak bu toplu-
mun çok ciddi bir sorunudur. Unutmayalım, hayatı
ekillendiren duygu ve dü üncelerdir. Onların ne-
et etti i yer ise kitaplardır. Durumu böyle görür-
sek, okumama sorununun tüm toplumsal sorunla-
rın merkezinde duran asıl sorunlardan en önemlisi
olan bir sorun oldu unu da görmü oluruz.
Peygamber klimiEnbiya YILDIRIM*
SADAKATHAKİKATE
ubat 201050
51
Al l a h
k u l -
l a r ı -
na do ru yolun ne ol-
du unu göstermek ve
ubudiyet görevlerini tek-
rar hatırlatmak amacıy-
la zaman zaman elçiler
göndermi tir. Bu elçi-
ler Rablerinden aldıkla-
rı buyrukları insanlı a
ula tırmı lar ve Allah’ın kullar-
dan beklediklerinin neler oldu-
unu açıklamı lardır. Hem pey-
gamber hem de kitap gönderme
süreci Hz. Muhammed (s.a.v)
ile birlikte sonlanmı , Allah
son elçinin ve getirdi i kitabın
insanlı ı kıyamete kadar ta ı-
yaca ını bildirmi tir. Bundan
dolayıdır ki, Allah Rasûlü Mu-
hammed (s.a.v)’den sonra bir
peygamber gelmeyecek, Kur’an
da Allah’ın indirdi i son kitap
olarak kalacaktır. Hz. Muham-
med (s.a.v)’in son kitapta “son
peygamber”1 olarak tanıtılması
bundandır.
Son kitap Kur’an’ı açıp oku-
yan insan Arapça bilmese dahi
onda ilâhî bir tat oldu unu
hemen anlar. Okurken aldı-
ı mânevî hazzı bütün ruhun-
da hisseder. Annelerimizin-
babalarımızın altmı ından sonra
da olsa ö rendikleri Kur’an’ı
zorlanarak okurken aldıkla-
rı lezzeti bir kere gözlerinizin
önüne getirin. Kullu un tadına
dair bir örnek mi arıyorsunuz,
i te kar ınızda mükemmel bir
örnek dedirtecek güzellikte bir
tablo. Yüce Kur’an’ın insanı ku-
atan ve kucaklayan böylesi gü-
zel bir yönü vardır. Ak am yata-
a girmeden önce veya günün
ba ka bir ânında Kur’an’ı açıp
mırıldanarak hafi ften bir sesle
okumaya çalı ın. Onun yaprak-
larına de en elinizle terennüm
eden diliniz arasında, anlatı-
mı zor mânevî bir köprü kuru-
lacaktır.
Hiç üphe yok ki, Allah insa-
nın fıtratını ve meyillerini bil-
di inden dolayı, Kur’an’ı onun
duygularına en güzel ekilde hi-
tap eden bir letâfette indirmi -
tir. Emirlerini ve yasaklamaları-
nı insan tabiatının e itimine en
uygun ekilde, tam kıvamında
ve ölçülü olarak nazil etmi tir.
Kur’an’ı gerek Arapçasından ve
gerekse mealinden okuyan in-
san bu yönü hemen fark eder.
Kur’an’ın letâfeti kap-
samında mutlaka zikre-
dilmesi gereken güzellik-
lerden birisi de, geçmi
kavimlerden, peygam-
berlerden örnekler ver-
mek suretiyle ilâhî hitaba
muhatap olanların zihin
dünyalarını diri tutması-
dır. Âyetleri okurken dik-
katinizi her an canlı tut-
mak ve anlatılan hususları daha
iyi kavramanızı sa lamak ama-
cıyla, yer yer, geçmi dönem in-
sanlarına dair kıssalar zikre-
dilir. Hikmet dolu bu kıssalar
Allah’ın kitabını okuyan insa-
nın canlılı ını artırmak yanın-
da, okudu u kıssa ile daha et-
kili bir hisse almasını sa lar.
Böylece insan ibret alır ve ken-
disinden beklenen eyin ne ol-
du unu anlamada daha da bi-
linçlenir.
Nitekim ö retmen veya vaiz
olanlar son kitabın bu yöntemi-
ni sohbetlerinde veya derslerin-
de uygularlar. Aralara kıssalar
serpi tirmek suretiyle dinleyi-
cilerin zihnini canlı tutarlar ve
anlatılanların belleklerde daha
iyi yer etmesi için hikâyelerden
yardım alırlar.
Kur’an geçmi e dair kıssalar
anlatırken, kavimlerin helakın-
dan ve peygamberlerin göster-
dikleri mucizelerden örnekler
verir. Böylece Allah’ın buyruk-
larına râm olmayarak isyan
eden toplulukların akıbetle-
rinden, Allah katından görev-
lendirilen peygamberlerin mu-
cizelerle desteklenerek yalnız
bırakılmadıklarından, ilahî nus-
retle desteklendiklerinden mi-
saller verir. Ve insanlar bunları
okur. Hz. Peygamber okur, sa-
habiler okur, tâbiîn okur, mez-
hep imamları okur, müfessirler
okur. Ve bugün biz okuruz.
Peki, öncelikle Hz. Peygam-
ber (s.a.v) ve ilâhî hitaba ilk
muhatap olan sahâbîler bu kıs-
saları, peygamberlerin muci-
zelerini okuduklarında ne an-
lamaktaydılar? Bunu anlamak
için kendimizi 1400 yıl ön-
cesine götürelim ve insanlı-
ın o günkü ya am artlarını,
imkânlarını ve evreni nasıl al-
gıladıklarını gözümüzün önüne
getirelim veya soruyu u ekil-
de soralım: Bizler bugünkü tek-
nolojik imkânlardan tamamen
soyutlanarak Hz. Peygamber
(s.a.v) döneminde ya adı ımı-
zı farz edersek peygamberlerin
mucizelerini ve geçmi ümmet-
lere dair kıssaları nasıl anlarız?
Bu sorunun cevabı çok basittir.
Kitapta nasıl anlatılıyorsa öyle
anlarız ve bundan etkileniriz.
Çünkü anlatan Allah’tır. Rab-
bimizin azameti kar ısında sec-
deye kapanmak gelir içimizden.
Zaten Rasûlullah ve sahâbîleri
ile onlardan günümüze kadar
gelmi olan slâm bilginleri bu
âyetleri böyle anlamı lardır.
Siz Hz. Nuh’un toplumu-
nun tufanla cezalandırılması-
nı, Hz. Lut’un kavminin üze-
rine ta ya dırılarak helak
edilmesini, Hz. sa’nın do u -
tan kör olanları iyile tirmesini,
Hz. Musa’nın asasının ejderha-
ya dönü mesini, asasıyla nehri
ikiye bölmesini, Hz. Yûnus’un
yutulduktan sonra balı ın kar-
nından sa kurtulmasını, ate-
in Hz. brahim’e esenlik ol-
masını ve parçaladı ı ku un
canlı olarak yanına gelmesi-
ni, Hz. Zekeriya’nın ilerlemi
ya ında çocuk sahibi olmasını
okudu unuzda, bunlardan an-
lamanız gereken ey, okudu u-
nuz metinde anlatılan eydir.
Okurken aklınıza ne geliyor-
sa, zihin dünyanızda ne can-
lanıyorsa, olmu olan aynıyla
odur. Bin küsur yıl önce ya a-
dı ınızı farz edersek, o zaman
okudu unuzda ne anlayacak
idiyseniz, bunlarla kastedilen
anlam odur. Bu yüzdendir ki
tefsir kitaplarında bu mucize-
leri açıklamak ve detaylandır-
mak amacıyla pek çok ey söy-
lenmi tir.
Ne demek istedi imizi öy-
le de ifade edebiliriz: Kar ınız-
dakine bir ey anlattı ınızda o
ve di er dinleyenlerin zihinle-
rinde bir anlam dünyası olu ur
ve sizin vermek istedi iniz me-
sajdan bir takım sonuçlar çıka-
rırlar. Daha sonra bir ba kası
gelerek sizin anlattı ınız ey-
le kastedilenin binlerce dinle-
yenin anladı ı ey de il de ba -
ka bir ey oldu unu söyler. te
burada sıkıntı geni dinleyici
kitlesinde de il, herkesten fark-
lı bir anlam çıkarandadır.
Bütün bunları ne diye söy-
lüyoruz? u nedenle: Batı’nın
slâm’la yüzle meye ba lama-
sından sonra, son dini Batı in-
sanına anlatmak için özellikle
Batılı bazı Müslüman bilginler
bir takım çalı malar içine girdi-
ler. Amaçları Kur’an ve sünne-
ti Batılının aklına uygun bir for-
matta takdim etmekti. Batılının
tamamen dünyevîle mi ve her
eyi tabiatın kuralları içerisinde
tanımlayan ve neredeyse ilâhî
kudretin ola andı ı bazı eyleri
hikmet gere i sergilemesini al-
mayan hafsalasına slâm’ı kabul
ettirmek istediler. Bu amaç do -
rultusunda, son kitapta zikredi-
len geçmi kavimlerin helâkine
dair olaylar ile peygamberlerin
kıssalarına farklı bir yorum ge-
tirmeye çalı tılar. Bunlara göre,
Allah’ın kitabında anlatılan kıs-
salar ile peygamberlerin muci-
zeleri, esasında okudu umuzda
anladı ımız anlamda de ildir.
Peygamberlerin mucizeleri in-
sanların dikkatlerini çekmek ve
uyarılmaları amacıyla anlatıl-
mı sembolik hikâyelerdir, ger-
çeklikleri yoktur. Ebâbil ku la-
ubat 201052
“Her hâlükarda
insanın kendisini
herkesten fazla
akıllı görmemesi
gerekmektedir. Zira bu
kitap bugüne kadar
anla ılamamı sa,
bundan sonra
anla ılabilece ini
kimse iddia edemez.”
rının attı ı ta lar esasında ta
de ildi, mikroptu veya burada
bir yanarda patladı ve lavları
insanların üzerine dü tü.
Bu tür yeni Kur’an okuma-
larının veya anlamaların ne ifa-
de etti ini dü ünecek olursak:
Demek ki Kur’an’ın kendisine
nâzil oldu u insan ve bu kita-
bı takdim etti i ilk ku ak olmak
üzere, bugüne kadar ya amı
tüm Müslümanlar söz konusu
âyetlerde kastedilenin ne oldu-
unu anlayamadılar. Dolayısıy-
la Kur’an öyle bir kitap ki, bunu
insanlı a ula tıran insanın
bile içinde yanlı anladı ı veya
anlamadı ı yerler var. Peki,
“âyetleri insanlı a ula tıranın,
ilgili âyetlere muhatap olan-
lar ve sonrakilerin bu kitabın
önemli bir kısmını anlamadı ı
veya yanlı anladı ı” iddia edi-
lecek olursa, insanın aklına “Bu
nasıl ilâhî bir kitaptır?” diye ko-
caman bir soru gelmez mi? Bu
nasıl bir kitaptır ki, kimse anla-
mamı . Hal böyle olunca kitabı
getiren Peygamberin anlamadı-
ı buyruklar manzumesini di-
er insanların anlamasını nasıl
bekleriz?
Bu durum biraz da una
benzemektedir: lahiyat ala-
nında konu an bazı hocala-
rımız âyetlere yeni anlamlar
vermektedirler. Buna göre ba-
yanlara vurmakla2 kastedilen
bizim anladı ımız anlamda bir
dövme de ildir. Burada ona
küsmek, uzak durmak, arayı
so uk tutmak gibi eyler kas-
tedilmektedir. Sözün özü, ilgi-
li âyette kasdedileni Hz. Pey-
gamber (s.a.v)’den günümüze
kadar herkes yanlı anlamı -
tır. Kötü ve komik olan ise,
Arap olmayan bizlerin, sözlü-
ü açarak kelimelerin anlam-
larından birini seçerek âyetlere
meal vermeye çalı mamızdır.
Oysa Arap bu âyeti okudu un-
da ondan ne anlıyorsa, onun
anlamı odur. Bu nedenle Araba
dilini ö retmekten vazgeçme-
miz gerekir. Kaldı ki âyette ge-
çen dövmek ifadesine bir Arap
ba ka bir anlam vermez. Onu
okudu unda ondan anladı ı
anlam dövmektir. Bu durum-
da bize dü en, âyetin anlamı-
nı sa a sola çekmeye u ra mak
de il, bahsetti imiz âyetin nü-
zul ortamını göz önüne getire-
rek yeniden yorumlamaya ça-
lı maktır.
Sonuç olarak, slâmî ilim-
ler alanında yazan bazı hocala-
rımızın Allah’ın kitabıyla yeni
tanı mı çasına, “Muhammed
Esed’in meali Türkçeye tercü-
me edilmeseydi biz bu kitabı
hiç anlayamayacaktık.” gibi ta-
mamen Batı kafasının ekillen-
dirdi i bir yakla ımla Allah’ın
kitabına nazar etmeleri son de-
rece sakıncalıdır.
Biz elbette insanların slâm’la
mü erref olmalarını isteriz, an-
cak birileri slâm’ı kabul et-
sin diye Allah’ın âyetleriyle oy-
namaya hakkımız yoktur. Her
eye gördü ü gibi ve kendi zihin
dünyasının olu turdu u akıl sı-
nırları içinde bakan bir insana
slâm’ı anlatmak adına âyetlere
olmadık anlamlar vermek yan-
lı tır. Bu noktada Allah ile kul
arasında bir tercihte bulunmak
durumundayız.
Rabbimiz bir ey anlatıyor-
sa o gerçektir. Allah bizlere
edebiyat olsun diye aslı olma-
yan masallar anlatmamı tır. O
Allah’tır, O do ru sözlüdür, O
ne diyorsa öyledir. E er bunun
tersini dü ünecek olursak, ya-
ratıcımızı bir anlamda yalancı-
lıkla suçlamı olaca ımızı bil-
memiz gerekir.
Her hâlükarda insanın ken-
disini herkesten fazla akıllı gör-
memesi gerekmektedir. Zira bu
kitap bugüne kadar anla ılama-
mı sa, bundan sonra anla ıla-
bilece ini kimse iddia edemez.
Hiç kimse bindörtyüz yıllık dü-
ünce tarihimizin bo a harcan-
dı ını, anlamadan geçirildi ini
öne süremez.
* Prof. Dr.
1 33/Ahzâb, 402 4/Nisâ, 34
Dipnot
53
E itimHalit ÖZDÜZEN
ERDEMLİERDEMLİÇOCUK YETİŞTİREBİLMEKÇOCUK YETİŞTİREBİLMEK
ubat 201054
55
Sevgi ve saygı dolu
bir aile ortamın-
da yeti en çocu-
un mutlu, bunun tersi bir aile
ortamında yeti en çocu un da
mutsuz olması kaçınılmazdır.
Çocu a gereken e itsel de er-
leri veremeyen aileler, sürekli
olarak kendi çocuklarının ba a-
rısızlı ını çevre ve e itim sis-
teminin yanlı lı ında aramı -
lardır. Çocuk anne ve babasının
genlerini ta ıyan bir birey ola-
rak, zekâsının bir kısmını kalı-
tım yoluyla soydan alırken, bü-
yük bir bölümünü de aile, okul
ve çevre aracılı ıyla alarak, ge-
li tiren sosyal bir varlıktır. Aynı
çevre ve yakın kalıtımsal zekâyla
do up, evrensel de er ve ilkele-
ri aile içinde özümseyen çocuk-
lar ba arılı oldukları halde, bu
de erlerden uzak ailelerde ye-
ti en çocuklarının ba arısız ol-
dukları gözlenmi tir. Ailelerin
kendi çocukları için yakınma-
larının nedeni: nsan egosunun
özele tiriyi kabullenmemesi ya-
nında, yeterli e itimi alamamı
olmaktan da kaynaklanmakta-
dır. Bebekli inden itibaren ı-
marık, sorumluluktan kaçan,
payla mayı kabullenmeyen,
vurdumduymaz ve mazeretle-
rin arkasına sı ınan bir yapıda
yeti tirilen çocu a, dünyanın en
iyi sosyo-kültürel çevresi ve e i-
timinin sunulması dahi hiç bir
eyi de i tirmeyecektir. urası
unutulmamalıdır ki, e ri bü rü
ve buda ı bol bir a açtan, dün-
yanın en maharetli ustası dahi
mobilya imal edemez!
Çocuk Özgürlü ü
slâm’a göre ; “Bütün çocuk-
lar slâm fıtratında do arlar”,
aile ve sosyal çevre onu ken-
di inanç ve kültürüne göre ye-
ti tirir. Çocuk, geli imini sa -
layıp, toplumsal normlarla
sınırlanıncaya kadar özgürdür.
Bu özgürlük N. Fazıl’ın dizele-
rine öyle yansımı tır: “Biz akıl
tutsa ıyız, çocuktaki asıl hür.”
Aile ve toplumlar, bünyesinde
bulunan güzel de erler yanın-
da, birtakım sosyal hastalıkları
da çocuklarına ta ıyarak, onları
evrensel do rulara göre, artı ve
eksilerle e itmektedirler.
Bu güne kadar çocuk konu-
suyla u ra an Pedagog ve Sos-
yal Psikologlar yüzlerce cilt
kitap yazarak, aile ve e itim ku-
rulu larını yönlendirmeye gay-
ret etmi lerdir. Bu çalı malar-
dan elde edilen sonuçların bir
kısmı öyle özetlenebilir: Ba a-
rısız çocuk için aile, okul ve çev-
reyi suçlarken, yetersiz e itim
kurumları ve e itimciler de sü-
rekli aile ve çocu u suçlaya gel-
mi tir. Tarafsız gözle bakıldı-
ında, sorumlulu un büyük bir
bölümü ailede olmakla beraber,
bizim gibi sosyo-ekonomik ge-
li mi li ini tamamlamamı ül-
kelerde, yaz-boz’u çok ve nite-
liksiz e itim sistemleri yanında
iyi yeti tirilmemi e itimciler
“Çocuk, Yüce Allah (c.c)’ın insana yeryüzünde sundu u
en büyük hediye ve en de erli emanettir; anne-baba onu
en güzel ekilde yeti tirmekle yükümlüdür. Bir ba ka
anlatımla, onu iyi ve salih evlat olarak yeti tirmek slâmî
terminolojiye göre “Ameli salih (güzel i ), yani ibadettir.”
eliyle yürütülen projelerin, ço-
cukları olumsuz yönde etkile-
mesi de kaçınılmazdır.
De erlere Eri im
E itim, bireyi evrensel bo-
yutta ara tırmacı, yaratıcı, bil-
ge ve erdemli kılarak, sevgi,
vatan–millet ve inanç gibi ter-
minal de erleri özümsetmeli-
dir. Ancak bu donanımlarla ye-
ti en insan, kendi egosundan
kurtularak, daha yüce de erle-
re eri imi hedefl eyebilir.
Çocu un 0- 2 ya dönemi ol-
dukça önemlidir. Bu yıllar, “te-
mel güven duygusu”nun olu -
tu u devredir. Bu ya larda aile,
çocu a maddî ve manevî de er-
leri ö renmesi için zemin hazır-
lama yanında; öz saygı, öz gü-
ven ve ba kaları ile payla ımı
da ö retmelidir. Ö retinin oda-
ı, çocu a sevgiyle yakla mak-
tan geçmektedir. Nitekim çe itli
ülkelerde yapılan saha ara tır-
malarında 0–2 ya arası ve onu
takip eden ya larda, yakın ilgi
ve sevgi ile yeti en çocukların
yeti kinlik devrelerinde, daha
huzurlu ve ba arılı oldukları
belirlenmi tir. Konunun uzma-
nı akademisyen H. Haktanır’ın
tespitlerine göre; “Ebeveynlerin
tutumlarını etkileyen etmenler
konusunda farklı ülkelerde ya-
pılan ara tırmalarda farklı so-
nuçlar çıkmı olsa bile, çocuk-
lu unda sevgi, ho görü görmü
demokratik ailelerde yeti mi ,
ö renmeye açık insanlar ve do-
ayı seven, sorumluluk sahibi
kimlik yapısı sorunlu olmayan
bireylerin tutumları hangi top-
lumlarda olursa olsun sa lıklı
ve istenen tarzda oldu u bulun-
mu tur.” nsano lunda davra-
nı normları 2 ya ından itibaren
dı a ba ımlı olarak ekillenme-
ye ba layıp, 10 ya ına vardı-
ında büyük ölçekte tamamla-
nır. Çocu un ruhsal geli iminin
olu tu u en önemli dönem bu
ilk yıllardır; zekâsının % 70-80’
i ilk 7-10 yılda geli ti i gibi, ki-
ili inin olu ması da bu yıllara
rastlar.
Anne Modeli
Çevresinde olup biteni 3-4
ya larından itibaren sorgula-
maya ve varlıkların nedenini
ara tırmaya ba ladı ında, ilk
ö retmeni annesi olmaktadır.
Bu nedenle annenin e itim-
li olması ve çocu un sorularına
mantıklı ve anla ılır cevaplar
vermesi gerekmektedir.“Onu,
çocuk oldu u için nasıl olsa an-
lamaz” diyerek, sordu u soru-
ya abuk-subuk anlamsız cevap-
lar vermek, daha sonra do ru
cevabı ba kalarından ö rendi-
inde ebeveyne olan güvenini
sarsacak ve bir ey bilmedi i-
ne hükmedecektir. airin de-
di i gibi, “Annesi gül koklarsa
a zı gül kokan çocuk; a aç için-
de a aç geli tiren tomurcuk”.
Klinik Psikolog Emel
Sa lamtunç’un çocuk yeti tir-
me konusundaki görü leri öy-
ledir: “Çocuk yeti tirmek her
ana-baba için ola anüstü bir de-
ubat 201056
57
neyimdir. Çocu unuzun gözle-
rinin içine bakın ve orada kendi
içinizdeki çocu u görmeye ça-
lı ın. Bunu yapmak için hiçbir
zaman geç de il. Orada içiniz-
deki çocuk hâlâ sevgi, ilgi, ef-
kat ve bakım bekliyor. Onunla
ilgilenip, çocuk olmanın keyfi ni
ve güzelli ini yeniden ya ayabi-
lirseniz, çocu unuzla birlikte ve
bu kez ‘eksiksiz’ büyüdü ünüzü
fark edeceksiniz.”
Çocuklar Emanettir
Çocuk, Yüce Allah (c.c)’ın in-
sana yeryüzünde sundu u en
büyük hediye ve en de erli ema-
nettir; anne-baba onu en güzel
ekilde yeti tirmekle yükümlü-
dür. Bir ba ka anlatımla, onu
iyi ve salih evlat olarak yeti tir-
mek slâmî terminolojiye göre
“Ameli salih (güzel i ), yani iba-
dettir.” Bir hadis-i erifte Pey-
gamberimiz (s.a.v) öyle buyur-
maktadır: “ nsan vefat etti inde
amel defteri kapanır, ancak u
üç husustan dolayı ona sevap
yazılmaya devam eder: (sürek-
li) hayırlı bir i , (sonraki nesil-
lere intikal eden) hayırlı ilim
ve yeti tirilen Salih (iyi) evlat.”
Kur’an-ı Kerim’de; “Ey inanan-
lar! Kendinizi ve aile bireyleri-
nizi Cehennem ate inden koru-
yunuz ki, onun yakıtı insanlar
ve ta tır.”( 66/Tahrim, 6) diye
emreden Âlemlerin Rabbi, ço-
cu un iyi insan olarak yeti tiril-
melerini anne ve babadan bek-
lemektedir.
Geli en bili im teknoloji ile
beraber anne-baba, e itim ku-
rumları yanında merkezî oto-
riteye de önemli görevler dü -
mektedir. Bilhassa ça ımızda
televizyonlardaki bazı program
ve reklamlar; internet ortamın-
da gerçekle en bazı olumsuz ol-
gular, çocukları kültür, ahlak ve
inanç noktasından negatif ola-
rak etkileyebilmektedir. Bilhas-
sa internet yeni bir teknoloji ol-
du undan, bunun zararları ve
çocuklarımızda yarattı ı ba ım-
lılık ve olu an ki ilik bozukluk-
ları ülkemizde yeni görülmeye
ba lanmı tır. Bu teknolojilerin
olumlu kullanıldı ı takdirde in-
sanlı a birçok yararlar sundu u
tartı masızdır. Ancak ba ım-
lılık yaratarak, çocukların sos-
yalle mesini engeller konuma
geldi i de tartı masız bir ba -
ka olgudur. Ailelerin bu konuda
oldukça duyarlı davranması ge-
rekmektedir. Konunun uzma-
nı Akademisyen H. Yavuzer’in
anne ve babaya önerileri öyle-
dir: “Günümüzde çocuk önemle
ele alınması gereken bir birey-
dir. Özellikle uyum ve davranı
bozuklu u gösteren ve suça iti-
len çocukların giderek artması,
ana-baba ve e itimcilerin ‘ço-
cuk e itimi’ konusunda daha
dikkatli ve bilimsel bir yakla-
ım içinde olmalarını zorunlu
hale getirmektedir. Günümüz
anne ve babası artık geleneksel
çocuk terbiyesi metotlarının ye-
tersizli inin bilincinde oldu u
gibi, ça da kitle ileti im araç-
larının olumsuz etkilerinden de
haberdardır. Bu durum, ana-
babaları ‘en sa lıklı e itim art-
ları’ konusunda bir arayı a it-
mektedir.”
Dr. Fitzhugh Dodson ; “Ço-
cu unuzu anlayabilmeniz için,
onu kendine özgü geli im biçi-
mi içinde, bir bütün olarak gö-
rebilmeniz gerekir. Ana-babalık
sanatı üzerine kurulan e itsel
felsefeyi iyice sindirin içinize.
Çocuk yeti tirmek, güç ve kar-
ma ık bir i tir. Ne var ki dün-
yanın mutluluk getiren, insana
huzur veren en tatlı u ra ıların-
dan da biridir. Bir ananın dün-
yaya sunaca ı en önemli arma-
an, mutlu ve güvenli bir insan
olarak yeti tirilmi çocuklar-
dır.” diyerek, e itimin önem-
li oldu u gerçe inin altını çiz-
mektedir.
Ba ından beri izaha çalı tı ı-
mız gibi, çocuk yeti tirmek hiç
de kolay olmayan bir görevdir;
onun için anneler oldukça ulvî
ve kutsal birer varlıklardır; bu
nedenle slâm Dini; kazanımı
oldukça zor olan Cenneti, er-
demli çocuk yeti tiren annele-
rin ayaklarının altına sermi tir.
“E itim, bireyi evrensel boyutta ara tırmacı, yaratıcı, bilge
ve erdemli kılarak, sevgi, vatan–millet ve inanç gibi terminal
de erleri özümsetmelidir. Ancak bu donanımlarla yeti en
insan, kendi egosundan kurtularak, daha yüce de erlere
eri imi hedefl eyebilir.”
PsikolojiMustafa Do an KARACO KUN*
ubat 201058
MUTLULUKMUTLULUKSEVGİ VE SEVGİ VE
Henüz modern
bilim ve tek-
noloji günü-
müzdeki durumuna ula madan
önce, bu kadar rahat bir ya am
düzeyine sahip de ildik. Günü-
müzde son derece geli mi va-
sıtalarla bir ehirden, ba ka bir
ehre, hatta bir ülkeden çok
uzaktaki bir ülkeye ula mak sa-
dece saatler alırken, bu ula ım
araçlarının henüz bulunmadı-
ı geçmi dönemlerde bu yolcu-
luk, günler, hatta aylar ala-
bilmekteydi. O dönemlerde
henüz hayatımızı son de-
rece kolayla tıran, çama ır
makinesi, buzdolabı gibi ev
e yaları da mevcut de ildi.
Dünyanın herhangi bir ye-
rindeki bir olayı, anında bize
ula tıran kitle-ileti im araç-
ları, televizyonlar, radyolar,
gazeteler ve günümüzde de
gittikçe yaygınla an internet
imkânı da yoktu. Bütün bu
teknolojik imkânların varlı-
ı, bugün ya amı bizler için
daha kolay ya anır hale ge-
tirmektedir. Bu yüzden, biz-
lere bu imkânları sa layan
bilimsel ve teknolojik geli me-
lerde payı bulunan her insana
müte ekkir olmak bir insanlık
vefa borcudur.
Bütün bu olumlu geli me-
lere kar ılık, insanların her ge-
çen gün daha mutsuz, sıkıntılı
ve ya amdan daha az zevk alır
hale geldikleri görülmektedir.
Ne yazık ki, insanlar, geçmi e
oranla sevmeyi ve payla ma-
yı daha az gerçekle tirmekte-
dir. Zaman zaman bencillik ve
ihtiras davranı larımızda be-
lirleyici rol oynayabilmektedir.
Artık, birbirimizi sevmeyi bile
çıkarlarımız için yapar duruma
gelebilmekteyiz. Oysa sevmek
gönüllerin birbirine ba lanma-
sıdır. Dostluk ve karde li in te-
melidir sevgi. Sevgi gerçek an-
lamıyla var olmadı ında saygı
ve ba kalarına güven de olmaz.
Kavga, huzursuzluk ve kırgın-
lıklar onun yerini doldurur.
Nitekim zaman zaman radyo
ve gazetelerden basit bir mad-
di de er için, birbiriyle kavga
eden, anne-babasına bile sev-
gi ve ilgisini esirgeyene insan-
lara ili kin sayısız haberler gö-
rüyoruz.
Bizler her eyden önce insa-
nız ve insan olmamız, gerçek-
te özümüzde ta ıdı ımız sev-
gi ile bir anlam ifade eder. Yüce
Yaradan’ın özümüze yerle tir-
di i bu sevgi, di er tüm yaratık-
ları, tek tek insanı ku atmazsa
bilimsel ve teknolojik geli me-
lerin bizim insani geli imimize
ne katabilir ki? Sevgi tüm ha-
yatını ku atan ozanımız Yunus
Emre : “Yaratılanı severim, ya-
ratandan ötürü” diyerek, gü-
nümüzdeki Yaradan’ın yerle -
tirdi i bu duyguyu anlatır.
Yine Yüce Peygamberimiz
bizlere; “Birbiriniz sev-
medikçe gerçek mümin
olamazsınız.” buyurur.
Yaratanı ve onun ya-
rattı ı her eyi sevmek,
ona kar ı sorumluluklar
ta ıyan her müminin te-
mel ödevidir. Yüce Allah:
“Ey akıl sahipleri! Allah’a
kar ı sorumlulu unuzun
bilincinde olun ki mutlu-
lu a ersiniz.” buyurarak,
sevmek ve gere ini yeri-
ne getirmek gibi olumlu
davranı larımızın aynı za-
manda mutlulu umuzun kay-
na ı oldu unu belirtir.
O halde mutlu olmak, sade-
ce bilim ve teknolojinin bizle-
re kazandırdı ı imkânları kul-
lanırken, insana ait de erleri de
koruyarak ya amımızı sevgiden
yoksun bırakmadan mutlulu a
ula maktadır.
* Doç. Dr.
59
Adı : Alkame
Do um yılı : Tespit edilemedi
Do um yeri : Tespit edilemedi
Baba adı : Mücezziz b. el-A’ver el-Kinânî el-
Müdlicî. z sürme ve insanlara baka rak soylarını tes-
pit etmede (kıyâfe) tanınmı bir sahâbî idi. Üsame
ile babası Zeyd b. Hârise’nin yorganın altından çıkan
ayaklarına bakarak onların aynı soy dan geldiklerini
söylemi ve Hz. Peygamber (s.a.v) bundan memnun
olmu tu.
Anne adı : Tespit edilemedi
E (ler)i : Tespit edilemedi
Akrabaları : Tespit edilemedi
O ulları : Tespit edilemedi
Kızları : Tespit edilemedi
Kabilesi : Kinâne’nin Mudlic boyundandı.
slam’a giri i : Tespit edilemedi
Sohbet süresi : Tespit edilemedi
Rivayeti : Tespit edilemedi
Ya adı ı yer : Medine
Mesle i : Askerlik
Hicreti : Tespit edilemedi
Sava ları : Hz. Peygamber (s.a.v) zamanındaki
çe itli seriyyelerin yanı sıra, Yermük, Câbiye, Filistin
sava larına katıldı. Habe istan’a yönelik deniz seferi-
ne komuta etti.
Görevleri : H. 9 yılında Hz. Peygamber (s.a.v)
onu Cidde yakınlarındaki uaybe’ye kadar gelen Ha-
be lilere kar ı çıkartılan 300 ki ilik müfrezeye ku-
mandan yaptı. Ancak Alkame, bu seferde Habe lileri
ele geçiremedi ve geri döndü. Hz. Ebu Bekir ve Ömer
dönemlerinde de bazı sava larda kumandanlık yaptı.
Fizikî yapı : Tespit edilemedi
Mizacı : Tespit edilemedi
Ayrıcalı ı : slâm tarihinde lk deniz seferine
çıkan müfrezenin kumandanlı ını yapan sahâbî.
Ömrü : Tahminen 60-70 civarında
Ölüm yılı : H. 20.
Ölüm yeri : Deniz seferinde muhtemelen Kızıl-
deniz açıklarında
Ölüm sebebi : H. 20 senesinde Habe istan’a yö-
nelik deniz seferinde fırtınaya yakalanarak bo ul-
du. Ancak bu hadisede Alkame’nin kurtuldu u, Hz.
Ömer’in vefatı sırasında Filistin’deki yöneticilik gö-
revine devam etti i ve Hz. Osman dev rindeki fetih-
lere katıldı ı da rivayet edilmektedir.
Hakkında : Abdullah b. Huzâfe ile birlikte ka-
tıldıkları bir seriyyede, akayı seven Abdullah “Hz.
Peygamber size bana itaat etmenizi emretti. Size
emrediyorum u ate e girin!” dedi.
Bazıları emri yerine getirmeye kalkı ınca bunun
aka oldu unu söyledi. Bu husus Hz. Peygamber
(s.a.v)’e anlatılınca: “ ayet o ate e girecek olsalar-
dı, kıyamete kadar çıkamazlardı. taat, sadece ma-
ruftadır” buyurdu.
Alkame’nin deniz seferinde vefatı üzerine Cevvâs el-
Uzrî u beyiti söylemi tir:
Selam ve her türlü güzel esenlik,
Daima bn Mücezziz’e gider gelir
Sahabe AlbümüBünyamin ERUL*
ALKAME B. MÜCEZZİZ
* Prof. Dr.
ubat 201060
Kaynaklar: stîâb, no: 1937, s. 570-571; sâbe, II. 505-
506; Üsd, IV. 87; D A, II. 467-468; Sahabiler Ansiklopedi-
si, 83-84.
KırkHadisYirmialtıncı
Hadis
Yorum
“Me ru idarecinin emrinden çıkıp cemaatten ayrılan
kimse, cahiliye ölümü ile ölür.”
(Muslim, mâret, 30)
Türkçe Açıklaması
Tezhib: �ehnaz Özcan
( eyh Hamid-i Veli, Kırk Hadis, (Haz: Prof. Dr. Enbiya Yıldırım), Nasihat Yayınları, 2007.)
eyh Hamid-i Veli Hz. (Somuncu Baba)
“Sultan çoban, eytan da kurttur. Velayet sultanına
itaattan uzakla an insanı eytan tu yanla helak eder.
eriat sultanına itaattan çıkan insanı da eytan isyana
sürükler. Tarikat sultanına itaattan çıkan kimseye
gelince, eytan hizlan vadilerinde yolunu a ırtır.”
KültürFatih ÇINAR
HALVETÎCELVETÎ
MÜNASEBETİ
“Mahmud Hüdayî ve Abdülmecid Sivasî’nin I. Ahmed Han’a yönelik birlikte
hareket ettikleri noktalardan bir tanesi de hiçbir beklenti içerisine girmeden,
padi aha, gördükleri yanlı lıkları bildirmeleri, Kur’ân ve Sünnet’in gösterdi i
istikamete onu sevk etmeleridir.”
ubat 201062
63
Birçok tasavvufî olu um nefsi
ıslah yöntemine vurgu yapan
isimlerle anılmı tır. Örne in,
Melamî denilince Hakk’ın rızasından ba ka hiçbir
eyi umursamadan nefsi ıslaha çalı an dervi ler;1
Halvetî denilince nefsi ıslah için halvete di erle-
rinden daha fazla önem veren sûfîler2 ve Celvetî
denilince de halkın arasına karı arak toplumu ve
nefsi ıslah etmeye u ra an mana önderleri akla
gelir.3 Bunlar içerisinde Halvet ve Celvet anla-
yı ları üzerine kurulan olu umlar arasındaki ili -
ki öteden beri dikkatimi çekmi tir. Bu iki kavram
birbirlerinin zıddı olarak kabul edilmektedir.4 An-
cak bu iki kavrama dayanarak tasavvufî sistemle-
rini geli tiren sûfîlerin amaç ve gaye birlikteli i
bu iki tarikatın birçok önderini çe itli vesileler-
le bir araya getirmi tir. Bu alanda verilecek bir-
çok örnek olmakla birlikte, bu iki anlayı ın tem-
silcileri arasında münasebetleri son derece güçlü
olan iki yol üzerinde durmak istiyorum: Halvetî
yolunun emsiyye/Sivâsiyye kolu, Celvetiyye’nin
Hüdayî kolu.
Bir Sefer le Ba layan Dostluk:
E ri Seferi, emseddin Sivasî, Aziz Mahmûd Hüdayî
III. Mehmed Han imparatorlu un çe itli hu-
zursuzlukla mücadele etti i bir dönemde devle-
tin ba ına geçmi tir ve karakteristik özellikleri
nedeniyle bazı sıkıntılar ya amı tır.5 O, devletin
kötü gidi atına dur demek için Avusturya üzeri-
ne bir sefer düzenlemeye karar vermi ve bu se-
fere bizzat kendisi de katılmı tır. Osmanlı’nın
kaybetti i yükseli ivmesini tekrar kazandırma-
sı yönüyle son derece önemli olan bu sefere, pa-
di ah, Sivas’ta ya ayan manevî mertebeler sahi-
bi emsi Sivâsî’nin (ö.1006/1597) de katılmasını
da istemi tir.6 emseddin Sivasî, E ri Seferi’ne7
katılmak üzere stanbul’u te rif edince padi ah,
Aziz Mahmud Hüdayî’den (ö.1038/1628) onu
kar ılaması istemi , Hüdayî de onu stanbul’un
giri inde kar ılamı tır. emseddin Sivasî’nin eli-
ni öpen Hüdayî, on üç gün tekkesinde mihman-
darlık yapmı tır. emseddin Sivasî ile bu süre
zarfında uzun uzun sohbet etme imkânı bulan
Mahmud Hüdayî, ona, “Efendim, siz ömrünüz
boyunca büyük cihad/nefs mücadelesi ile me -
gul oldunuz. Bedeniniz çok zayıf küçük cihada/
sava meydanına katılmasanız.” der ve emsed-
din Sivasî, Mahmud Hüdayî’ye: “Ömrümüz bü-
yük cihad ile geçti. Allahu Teâlâ, küçük cihadı
bu ya ta bize nasip etti. Bu emri de yerine getir-
mek gerekir.” diyerek bu konudaki net tavrını or-
taya koyar. Bu cevap kar ısında Hüdayî, emsed-
din Efendi’nin büyüklü ünü bir kez daha anlar.
Yapılan sohbetlerde tarafl ar birbirlerini o denli
etkilerler ki, emseddin Sivasî, sohbetin sonun-
da Mahmud Hüdayi’ye döner ve onu u sözler-
le taltif eder: “Evladım! Siz yegânesiniz, bundan
sonra in allah fazlala ırsınız.”8 Halvetî yolunun
büyüklerinden olan emseddin Sivasî ile Celvetî
yolunun kameri olan Mahmud Hüdayî’nin bu
birlikteli i sonraki süreçte emseddin Sivasî’nin
ye eni ve halifesi Abdülmecid Sivasî ile Mahmud
Hüdayî arasındaki muhabbettin ate ini de fi tille-
yecektir…
Sultan Ahmed Camii, Abdülmecid Sivasî ve Aziz Mahmûd Hüdayî
III. Mehmed Han, emseddin Sivasî’ye
olan vefa borcunu ye eni ve halifesi Abdülme-
cid Sivasî’yi stanbul’a davet ederek ödemek is-
ter. Abdülmecid Efendi, bu daveti kabul eder ve
stanbul’da ir at faaliyetlerine ba lar. Kısa bir
süre sonra I. Ahmed tahta çıkar ve adına bir cami
yaptırmak ister. Burası me hur Sultan Ahmed
Camii’dir… Caminin temel atma töreninde Aziz
Mahmud Hüdayî ve Abdülmecid Sivasî’nin yanı
sıra me ayihten bazıları davet edilmi , bu iki isim
törende dua ettikten sonra Mahmud Hüdayi ca-
minin Pazar Abdülmecid Sivasî de Cuma vaizli i-
ne getirilmi tir. Caminin açılı ında ilk Cuma vaa-
zını da yine Abdülmecid Sivasî yapmı , ilk hutbeyi
de Mahmud Hüdayî okumu tur.9
I. Ahmed Han, A. Sivasî, M. Hüdayî, Bir Menkıbe ve Sonuç
Mahmud Hüdayî’nin atının ardından yürüyen
I. Ahmed Han, Abdülmecid Sivasî’ye de “Pederim”
diye hitap ederek onlara olan sevgisini göstermi -
tir. Mahmud Hüdayî ve Abdülmecid Sivasî’nin I.
Ahmed Han’a yönelik birlikte hareket ettikleri
noktalardan bir tanesi de hiçbir beklenti içerisine
girmeden, padi aha, gördükleri yanlı lıkları bil-
dirmeleri, Kur’ân ve Sünnet’in gösterdi i istika-
mete onu sevk etmeleridir.10
Anlatılanlara göre, Sultan I. Ahmed, Hüdayî’ye
bir hediye göndermi , o da bunu kabul etmeye-
rek iade etmi ti. Padi ah bu sefer aynı hediyeyi
Abdülmecid Efendi’ye göndermi , o kabul edin-
ce, ‘Bu hediyeyi Hüdayî’ye gönderdi im halde
kabul buyurmadılar’ demi ti. Abdülmecid Sivasî
de, ‘Hüdayî bir ankadır ki, lâ eye tenezzül et-
mez.” cevabını vermi ti. Birkaç gün sonra Hüdayî
ile kar ıla an padi ah, ‘Hediyeyi Sivasî Efen-
di kabul etti.’ deyince, Hüdayî, ‘Padi ahım, eyh
Abdülmecid Sivasî bir deryadır ki, deryaya bir
katre pislik masiva dü mekle derya kirlenmez.’
diyerek cevap vermi ti.11
ki farklı yöntemle de olsa nefi sleri ıslah etmek
için gayret gösteren bu büyük insanlar her türlü
farklılık ve benlik duygularından sıyrılıp saygı ve
sevgi üzerine kurulmu bir anlayı la hayata yön
vermeyi bizlere tembih etmektedirler. Dayanı -
ma ve vefalı olmanın önemini fi ilî olarak göste-
ren bu büyük insanlardan ayrılı ı ve vefasızlı ı ile
gün geçtikçe yalnızla an günümüz insanın alacak
çok dersi oldu u üphesizdir. Alınacak derslerle
mutlu, birlikte ve huzur içerisinde ya ayaca ımız
nice yarınlara kavu mak dile i ile…
1 Ali Bolat, Bir Tasavvufî Okul Olarak Melâmetîlik, nsan Yayınları, stanbul 2003, s.169-221; Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, MÜ FV Yay., stanbul, 2001, s.420-421.
2 Süleyman Uluda , Tasavvuf Terimleri Sözlü ü, Kabalcı Yay., stanbul 2003, s.156; Ethem Cebecio lu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlü ü, Anka yay., stanbul 2005, s.249.
3 Uluda , Tasavvuf Terimleri Sözlü ü, s.86; Cebecio lu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlü ü, s.121.
4 Bursevî, Halvetiyye ile Celvetiyye arasındaki zahirî farkın cim’in noktasının yer de i tirmesinden ibaret oldu unu söylemi tir. O, halvetin fena, celvetin baka anlamına geldi ini savunmu tur. smail Hakkı Bursevî, Silsile-i Tarîk-i Celvetî, stanbul Haydarpa a Hastanesi Matbaası, 1291, s.64.
5 . Hakkı Uzunçar ılı, Osmanlı Tarihi, c.III, s.115.6 Muhammed Nazmi, Hediyyetü’l- hvan, vr.70b.7 E ri Seferi hakkında bkz; Fatih Çınar, ‘ ki Fetih, ki Fatih (Mehmed), ki ems’,
Somuncu Baba, Sayı:79, Mayıs 2007, s.58–61.8 Nazmî, Hediyye, vr.72a.9 H. Kamil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdayî, Hayatı, Eserleri, Tarikatı, Erkam Yay. stanbul
1999, s.69; Cengiz Gündo du, Bir Türk Mutasavvıfı: Abdülmecid Sivasî, Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görü leri, KB Yay. Ankara 2000, 62-64.
10 Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdayî, s.63; Gündo du, Abdülmecid Sivasî, s.71. 11 Hüseyin Vassaf, Sefi ne-i Evliya, Hazırlayanlar: Mehmet Akku - Ali Yılmaz, Kitabevi,
stanbul 2006, c.III, s.480.
Dipnot
ubat 201064
AYNA
Firuze bir efsane, hayat denen sonsuz güzAynada do arız biz, aynaya gömülürüz
Kırılgan âlemlerde hayaller ı ınlanırAldanır dü kurarız: aynalar kur unlanır
Mecnûn’un sevdasıyla saydamla ır kızgınkumSuret suret içinde, aynada bin uçurum
Ayna mecaz-serencam, sırattan ince sanat“Rindin bize tan vakti eri tirdi i feryat!”
Semada hikmet burcu, bulut ebrusu nakıLisan-i hafî ile e yaya sırrî bakı
Ayna aynaya gurbet, ayna aynaya zulümAynada nûr âyini, eb-i arus ve ölüm
Ne varsa mâsivâda ayna içinde esirAynada gül yangını, ayna küskün, münkesir
Sihirli gündönümü, esrarengiz nev-edâAyna bir ayrılı tır, buruk, hüzünlü vedâ
Firuze bir efsane, hayat denen sonsuz güzAynada do arız biz, aynaya gömülürüz.
Olcay YAZICI
65
Örnek Hayat Yusuf HALICI
KONYA VELİLERİ
ubat 201066
ehirleri ehir yapan, onlara ruh veren
üzerlerinde ya amı , ya arken toprak-
larına basarak, öldüklerinde ise top-
raklarına gömülerek onları erefl endirmi manevî
ahsiyetlerdir. Yakla ık 8000 yıllık geçmi iyle, in-
sanlık tarihi açısından önemli medeniyetlere sahne
olmu , oldukça zengin bir kültürün izlerini üzerin-
de ta ıyan Konya’yı da önemli ve güzel kılan etken-
lerin ba ında, belki de en önemlisi, bu ehrin Sel-
çuklu payitahtı olmasının yanında; ba rında, sayısı
yüzlerle ifade edilebilecek veli ve birçok de erli in-
sanların medfun bulunması gelmektedir. Konya’ya
‘Belde-i Muhayyere/ Hicret edilebilecek belde’ de-
dirten asıl sebep de bu olsa gerektir.
Millî kültürümüzün manevî mimarları, Mevlâna
Celaleddîn Rumî, ems-i Tebrizî, Sadreddin
Konevî, Bahaeddin Veled, Nasreddin Hoca, Hadimî,
Veyiszâde Mustafa Efendi, Ladikli Hacı Ahmed A a
ve daha birçokları; ya ama sevinci, dünya görü-
ü ve hayat felsefeleriyle ile Ortaça karanlı ında-
ki Avrupa’ya ‘medeniyet dersleri’ vererek, sadece
Avrupa’ya de il bütün dünyaya ı ık tutmu lardır.
Mevlâna Celâleddîn Rûmî
Hayatını,” Hamdım, pi tim, yandım” diye özet-
leyen büyük slâm velisi Mevlâna her ne kadar dı
görünü ü itibariyle sıradan bir insan gibi de olsa,
kendisinden asırlar sonra bile dünya insanlarının
duygu dü ünce ikliminde ufuklar açılmasına vesi-
le olan bir hazinedir.
Hayatında Kur’an ve Sünnet’ten bir adım ve bir
nefes dahi ayrılmamaya çalı mı , bu iki ana kay-
na ın dı ında bir ey kendisine isnâd edilecek olu-
nursa, bundan bizar oldu unu veya olaca ını net
olarak ifade etmi tir. “Ben sa oldu um müddet-
çe Kur’an’ın bendesiyim, Hz. Muhammed (s.a.v)’in
yolunun tozuyum “ ifadesi de onun Kur’an-ı Kerim
ve sünnete ba lılı ını gösteren en güzel belirtidir.
Mevlâna’nın hayatında en büyük de i ikli i ya-
pan hadise ems-i Tebrizî’nin Konya’ya geli idir.
Ders ile me gul olan büyük bir bilgin, tam bir za-
hid ve temkin ehli bir sufi olan Mevlâna’yı bu zat
kendinden geçirmi , a k denizine attı ve co kun bir
Hak a ı ı yapıvermi tir. Artık Mevlâna’nın hayatı-
na tamamıyla ems yön vermeye ba lamı tır.
Mevlana aslında etrafına ı ık saçmak için hazır
bekleyen bir lamba, ems ise bu lambayı ate len bir
kibrittir. Onu uyandırmak ve ziya saçar bir hale ge-
tirmek için kibrit lazımdı ki bunu da ems yaptı.
Mevlâna daima hayatın gerçeklerini gördü, ha-
yatın bütün gerçeklerini kabul etti, hiçbir zaman
ondan el etek çekmedi. Miskinli i, hayattan el etek
çekmeyi reddedip, hayatı, hep hayatın içinde ya a-
dı.
Mevlâna’nın nazarında, kim olursa olsun, her
eyden evvel insan vardı. Halk tabakasından olsun,
yüksek tabakadan olsun, onun için farketmezdi. Bi-
lakis halka pek merhametliydi. Gariplere kar ı dai-
ma gönül alıcı dav-
ranırdı. Kendisine
reva görülen uygunsuz
söz ve davranı lara kar ı dahi
hiç aynıyla kar ılık vermez; yu-
mu aklıkla mukabelede bulunurdu.
Onun, çe itli din, mezhep, me rep sahi-
bi kimseleri kendisine hayran bırakan merha-
meti, insan sevgisi, tevazuu, gönül ok ayıcılı ı gibi
üstün vasıfl arı, mensup oldu u slâm dininin yük-
sek ahlak telakkisinden bazı örnekleridir.
Mevlâna’ya göre gerçek dost, Hak’tır. O’nun dos-
tu olmak, O’nun dostlu unu kazanmak,
ancak O’nu sevmek, derin bir a kla sev-
mek ve O’na yakın olmaktır. nsanlar
arasındaki dostlu a pek güveni yoktur.
Gönül dünyamızın kahramanla-
rından biri olan Mevlâna, ölüm gü-
nünü yeniden do u günü olarak ka-
bul edip öldü ü zaman sevdi ine yani
Allah’ına kavu aca ı için ölüm günü-
nü bir gam, bir üzüntü günü olarak
de il, bir zevk ve ne e günü, dü ün
günü veya gelin gecesi manasına gelen
“ eb-i Arûs” olarak kabul ediyor ve “E er mezarımı
ziyarete gelirsen, üstümdeki toprak yı ınını rakse-
der görürsün… Çenem ba lanmı mezarda yatma-
dayım amma, a zım sevgilinin ebedi sarho lu unu
durmadan emmededir..” diyordu.
ems-i Tebrîzî
Asıl ismi Mevlâna Muhammed olan ems-i
Tebrizî, yüksek kabiliyetlerle mücehhez bir mana
eridir. Henüz çocuk ya larında iken bile ya ıtların-
dan çok farklı bir anlayı , dü ünü ve ya ayı a sa-
hip olan ems o günlerini öyle anlatır:
“Henüz ilk mektepteydim. Daha bulû ça ına
girmemi tim. Peygamber Efendimizin sevgisi ben-
de öyle yer etmi ti ki, kırk gün geçti i halde, onun
muhabbetinden aklıma yemek ve içmek gelmedi.
Bazen yeme i hatırlat-
tıklarında, onları elim-
le yahut ba ımla reddeder-
dim. Göklerdeki melekleri ve
yerde gayb âlemini, kabirdeki-
lerin hallerini mü ahede edebilir-
dim.”
Dünyaya hiç kıymet vermeyen, haram
ve üphelilerden son derece sakınan ve mu-
bahların ço unu terk eden ems-i Tebrizî maddî
menfaat için hiç kimseye tenezzül etmez, hiç kim-
seye boyun e mez, çok vakarlı ve oldukça heybet-
li bir ki idir.
O Mevlâna gibi madde ve
mana ilimlerinde yüksek dere-
celere ermi büyük bir âlimi a k
ate iyle pi irip mânâ âleminin
pencerelerini açmı , ledünni
âlemlerin seyrine götürmü ulu
bir evliyadır. Her sözü, sohbe-
ti ve bakı ı ile insanları alt üst
eden, dar, sınırlı bir ahlaktan
Allah’ın ahlakı anlayı ına çeken
seçkin bir insandır.
Sadreddîn Konevî
Gönül âlemi geni , tefekkür dünyası engin, ilim,
irfan ve fazileti yüce ahsiyetlerden biri olan Sad-
reddin Konevî, Konya’nın mana kubbesini bezeyen
yıldızlardandır.
ki ya ındayken babasını kaybeden Sadreddin
Konevî, çocuklu undan itibaren üvey babası bü-
yük sûfî üstatlarından olan Muhyiddin Arabî haz-
retlerinin manevî terbiye ve tedrisi altında yeti ir.
Kendisinin yeti mesine hususi ihtimam gösterdi i
Muhyiddin Arabî, Sadreddin Konevî’nin ruh ve fi -
kir dünyasını ekillendiren ilk hocası, ilk eyhidir.
Ona nefsini terbiye yollarını ö retir.
Muhyiddin Arabî’den gerek feyz, gerek dü ün-
ce yoluyla aldı ı e itimi, binbir me akkat ve zorlu-
67
a katlanarak elde
eder, günlerini riya-
zet ve mücahede ile nef-
siyle u ra makla geçirirdi.
Sadreddin Konevî, zamanının en
büyük eyhi ve âlimlerindendi. Anado-
lu Selçuklularının eyhü’l slâm’ı, devrinin
ikinci mam-ı Azam’ı sayılırdı. Hadis ilminde,
manevî bilgilerde e sizdi. Konya’da binlerce tale-
beye özellikle kelâm, tasavvuf, tefsir ve hadis ders-
leri verdi. Bu binlerce talebe yanında pek çok da
hikmet ve tasavvuf ehli kimseler yeti tirdi.
Hayatı, zühd ve takva içerisinde geçen Sadred-
din Konevî hiç kimsenin kalbini kırmaz dünya ma-
lına asla meyletmezdi. slâm ölçülerine sıkı sıkıya
ba lı, prensiplerine sadık, söz ve davranı larında
ciddi, ömür boyu, eriat ölçülerine göre hareket et-
meyi iar edinmi tavizsiz bir âlim, yüce bir ahsi-
yetti.
Ömrünü Allahu Teâlâ’nın kullarına hizmet et-
mekle, ilim ve edep ö retmekle geçiren Sadreddin
Konevî:
“Ya Rabbi! Kalbimizi senden ba ka eye yönel-
mekten ve senden ba kasıyla me gul olmaktan te-
mizle. Bizi bizden al, bizim yerimize bizi kendinle
doldur. Bizi ba kalarına ve eytana oyuncak yap-
ma. Bize nur bah et. Dualarımızı çabucak, kendi is-
tedi in ekilde kabul buyur. Sen i itensin. Sen bize
bizden daha yakınsın. Sen dualara icabet edensin.”
diye dua ederdi.
Konya’daki Türbe ve Ziyaret Yerlerinden Bazıları
300’ün üzerinde evliyanın medfun bulundu u
bilinen Konya’daki türbe ve ziyaret yerlerinden ba-
zıları da unlardır:
Ate -Baz Veli Türbesi ( emseddin Yusuf); Yeni
Meram yolu üzerinde, Sigorta Hastanesinin güney-
do usundadır.
Tavusbaba ( eyh Tavus Mehmet Hindi) Tür-
besi; Konya’nın tari-
hi bir mesi re yeri olan
Meram’dadır.
Burhaneddin Dede ( Fa-
kih Dede ) Türbesi; Burhande-
de Mahal-lesi’ndedir. Hoca Ahmet
Fakîh Türbesi; Hoca Fakîh Caddesi
üzerinde eker Fabrikasının arka çıkı
kapısının kar ısındadır.
eyh Aliman Türbesi; Konya Aliman Ma-
hallesindeki mezarlık içerisindedir.
Kalender Baba ( eyh Ebubekir) Türbesi; Konya
Musalla Caddesinde, Musalla Mezarlı ı yakınında-
dır.
eyh Halili Türbesi; Konya Musalla Mezarlı ın-
dadır.
eyh ücaeddin Türbesi; Konya Musalla Mezar-
lı ında, eyh Halili Türbesi yanındadır.
Kesikba Türbesi; Kalenderhane Mahallesinde-
dir.
Ali Gav Türbesi; Tarla Mahallesindedir.
Abdullah Bosnavî (Fusus arihi); Sadreddin-i
Konevî türbesi civarındadır.
Nalıncı Baba; Bankası Merkez Binasının do-
usunda kalan bina ve yol altında kalmı tır.
Pirebi Sultan; Konya Sanat Enstitüsünün güne-
yindedir.
Ula Baba; Numune Hastanesinin hemen yanın-
dadır.
Evhadüddîn Kirmânî; Konya’da Musalla Mezar-
lı ının içinde ücaeddin Türbesinin güneybatısın-
dadır.
Sultanlar Türbesi; Alâeddin Camii içindedir.
ubat 201068
GELD M
“Var!” denildi, ayak sürdük topra aHakk’ın dîvânına durmaya geldimMuhabbeti, su yürütür yapra aO Kutlu Nebî’ye ermeye geldim
Tebessümler sahte, bakı riyakârKimine zayiat, kimisine kârGün gelir her varlık sonsuza akarYûnus’un yoluna girmeye geldim
Derindedir madenleri derindePi er mi hiç ham gönüller serinde?Gündüz Güne , gece Ay’ın yerindeMevlâna izini sürmeye geldim
Daveti var, insanlı ın özüneSen kalbini yokla, ula gözüne“ ncinsen de, incitme” hak sözüneHacı Bekta Velî görmeye geldim
Sorular; göbekten ba lı maddeyeSabrımız dönü tü, sanki haddeyeTahribata, tamir için hediyeAsrın fanisini sormaya geldim
Topra ın türküsü, canın kafesiHer gönüle ula mı tır, gür sesiBirbirinden farklı rengi, nefesi ık Veysel ile karmaya geldim
Yı ınla gam ta ır, yanık ba rındaToplumsal mesajı; sitem, kahrındaKurtulu var, o mukaddes ça rında ık Ruhsatî’yle varmaya geldim
A ure gibiyiz, aynı kazandaNiyetler tartılır, büyük mizandaGüller açtı ne hikmetse hazanda ık Seyranî’yle dermeye geldim
Yürüdük yorulduk, geldik düzlü eHer ey yakîn, ihtiyaç yok gözlü eKelime ekleyin, ça da sözlü eerrin defterini dürmeye geldim
Ali Rıza MALKOÇ
69
ÂFİYET
KültürMukadder Arif YÜKSEL
ubat 201070
KEMâL-İ
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden ve ahirette hesap verece ini bilen kimseler
kazançta helâl yolu tercih ederler. Dinen zaten mal sayılmayan ve pis sayılan
yiyeceklerle ilahî mevhibe olan bedenlerini kirletmezler.”
71
Hayatını an-
lamlandıra-
bilenler için
yemek ve kazanılmı di er em-
tialar, âfi yet içinde hayatı de-
vam ettirebilmenin birer ara-
cıdır. Âfi yet; sa lık, esenlik ve
mutluluk hâlidir. nsanın her
bakımdan kendini iyi hisset-
mesine de kemâl-i âfi yet de-
nir. Kemâl-i âfi yeti ise bütün
duygularımızın ve duyu organ-
larımızın yeteri kadar doyuma
ula ması ve ahenk içinde ya a-
mını sürdürmesi eklinde de ta-
nımlayabiliriz. Yemek yiyenlere
“Âfi yet olsun.” derken, yedikle-
rinin kendisine yarayı lı olması
için dua etmi oluyoruz. Yedik-
lerimizin kemâl-i âfi yete (ru-
hen ve bedenen sa lıklı olma
hâline) yol açması, yediklerimi-
zin nereden, nasıl ve ne ekilde
kazanıldı ına ba lıdır. Hayatta
gerçekten âfi yet istiyorsak, ye-
diklerimizin temiz ve helâl ol-
masına titizlikle dikkat etme-
miz gerekiyor.
Dince me ru ve mubah sayı-
lan yollardan elde edilmi her
gelir helâl kazançtır. nsanlar,
ya amak için çalı mak ve ka-
zanmak zorundadır. Çalı arak
kazanmak, hem ahlakî hem de
insanî bir görevdir. Çalı madan
ya ayanlar, ya sefaletin pen-
çesinde kıvranmaya ya da asa-
lak gibi birilerine yamanma-
ya mahkûmdurlar. nsanların
önemli bir kısmı, çalı ma konu-
sunda tembel, kazanma ve sa-
hip olma konusunda ise hırslı-
dırlar. verenler, çok çalı tırıp
az para verme, i çiler ise az ça-
lı ıp çok para alma gayreti için-
de görünüyorlar. Bu durum ise
çalı ma barı ını bozmakta ve
gayr-i me ru yollara kapı arala-
maktadır.
Hayat felsefesi, yemek, iç-
mek, e lenmek ve ço almak-
tan ibaret olanlar için çalı ıp
alın teri ile para kazanmak i -
kence ile e de er bir i tir. Böy-
lelerinin gözü hep zenginlerin
servetindedir. Ya am tarzını ve
kalitesini sürekli zenginlerle kı-
yaslar ve “Sanki onlar çalı arak
mı zengin oldu, e er çalı arak
zengin olunsaydı hamalların
en zengin kimseler olması ge-
rekirdi.” eklinde kendilerine
has bir mantık yürütürler. Çalı-
arak zengin olunamayaca ına
kanaat getirdiklerinde ise gayri
me ru yolları denemeye ve zor-
lamaya ba larlar. Böylelerine,
daima göz ardı ettikleri u ger-
çe i hatırlatmak isteriz:
“Hayatta mutluluk, zengin-
likle de il kemâl-i âfi yetle elde
ediliyor. Kemâl-i âfi yetin bo-
zulması öncelikle ki inin ken-
di ahsında iç çatı maya yol
açmaktadır. Ardından bu ça-
tı ma hâli be erî ili kilere si-
rayet etmekte, derken gayr-i
me ru yöneli lerin ve keyfi li-
in ço aldı ı bir toplumda sos-
yal barı bozulmaktadır. An-
la mazlıkların ve kavgaların
sebebi ara tırıldı ında olayın
temelinde hakkına razı olma-
ma ve hakkından daha fazlası-
nı isteme çabasının yattı ı gö-
rülecektir. Her konuda oldu u
gibi bu konuda da Yüce Yara-
tıcımız, temel ölçüleri belirle-
mi tir. Allahu Teâlâ, iyi, temiz
ve insan sa lı ına yararlı mad-
deleri helâl, kötü, pis ve insan
sa lı ına zararlı eyleri haram
kılmı tır. Buna göre, helâl dai-
resinde kalanlar, Allah’ın zaten
temiz yarattı ı bünyeyi ve sos-
yal hayatı korumu olmakta,
haramzadeler ise kendilerin-
den ba layarak temiz olan do-
al ortamı kirletmektedirler.
ubat 201072
Bir gün Peygamberimize bir
adam geliyor ve yardım talep
ediyor. Peygamberimiz adama,
“Evinde hiçbir ey yok mu?”
diye soruyor. Adam, “Sadece
bir kilim var.” diyor. Peygam-
berimiz adama, “Git o kilimi
sat, onunla bir ip al, da dan
odun topla, sat ve geçimini
kendin sa lamaya çalı .” di-
yor. Adam kilimi bir dirheme
satıyor. Onunla bir ip alıyor.
Da dan odun getiriyor, onu da
iki dirheme satıyor. Bir dirhemi
ile sattı ı kilimi geri satın alı-
yor, bir dirhemi ile de evine yi-
yecek bir eyler götürüyor.
man ve vicdan sahibi bir
tüccar daima az, fakat helâl ka-
zancı çok; fakat haram kazan-
ca tercih eder. O, helâl kazanca
Allah’ın bereket kattı ına ina-
nır, haram kazancın ise her ha-
lükarda bir musibete yol açaca-
ını bilir. mansız ya da imanı
ve vicdanı zayıf bir tüccar ise,
“Haram-helâl ver Allah’ım, âsî
kulun yer Allah’ım.” diyerek
eline geçirdi ini kasasına dol-
durur ve bunları midesine in-
dirirken de hiç tereddüt etmez.
Vicdansız tüccarın sermayesin-
de mazlumların alın teri, göz-
ya ı ve yürekler yakan âhı var-
dır. Yakla ık yetmi milyonluk
dünyada ve Türkiye’de zaman
zaman ortaya çıkan ekonomik
krizde, ahlâksız ve vicdansız
vurguncuların ve hortumcula-
rın önemli bir payının oldu u
bilinen bir gerçektir. Haram yi-
yerek âdeta haramîle mi olan-
ların bilgi, sevgi, efkat ve mer-
hametten de nasibi yoktur ve
uzun vadede kazandıkları ba -
larına bela olacaktır. Mevlâna
bu durumu öyle açıklar:
“Bilgi de hikmet de helâl lok-
madan do ar; a k da, merha-
met de helâl lokmadan meyda-
na gelir. Bir lokmadan haset,
hile do arsa, bilgisizlik, gafl et
meydana gelirse sen o lokma-
nın haram oldu unu bil. Hiç
bu dayını ektin de arpa çıktı-
ını gördün mü?”
Faiz, tefecilik, rü vet, gasp
ve hırsızlık vb. haksız kazanç-
lardan her birinin elde edi-
li ekline ve elde edilen em-
tianın türüne göre vebal ve
sorumluluk yönünden bir geti-
risi, ahlakî yönden de bir gide-
ri vardır. Yüzde doksan dokuzu
Müslüman olan bir ülkede hır-
sızlı ın ve kapkaçın hızla art-
masının, öte yandan toplumda
mal güvenli inin iyice azalma-
sının sosyo-psikolojik sebep-
lerini uzman ekiplerin yöneti-
minde ara tırmak gerekir.
Allah’a ve ahiret gününe
iman eden ve ahirette hesap ve-
rece ini bilen kimseler kazançta
helâl yolu tercih ederler. Dinen
zaten mal sayılmayan ve pis sa-
yılan yiyeceklerle ilahî mevhibe
olan bedenlerini kirletmezler.
Haram yoldan para kazanan-
lar kısa bir süre için düze çık-
salar da bu düzlük ancak ate
çukurunun ba ındaki düzlük
olabilir. Onur ve erefl e Allah’ın
rızasına uygun bir ya antı, bire-
yin ahsını ve ya adı ı hayatı da
anlamlandırır. Hayatın her ev-
resine de er kazandıran eref,
para ile satın alınamaz. Sıra-
dan kimseleri adam eden ve yü-
celten eref, tutarlı bir hayatla,
helâl kazançla, dürüstlükle, in-
saf ve vicdanla elde edilir.
Demek ki, bir kazanç ve bu
kazançla satın alınan yiyecek
helâl ise insana âfi yet verir ve
yediklerimiz âfi yetli olursa ru-
hen ve bedenen kendimizi mut-
lu ve zinde hissederiz.
73
EdebiyatVedat Ali TOK
İSKENDER PALA VE
KATRE-İ MATEM“ skender Pala, sahasında otoriter bir akademisyen; fakat birçok akademisyen
gibi, üniversite kampüsüne sıkı ıp kalan bir profesör profi li çizmiyor. Kitapları dar
bir muhitte okunmuyor. Hemen her kesimden okuyucusu var. Konferansları ilgiyle
izleniyor; konu malarında izdiham ya anıyor. Dü ünmesini bildi i kadar, dü üncesini
yazılarıyla ve konu malarıyla halka yansıtmasını da biliyor. “
Adını, edebi-
yat tarihine
“Dîvân i-
irini Sevdiren Adam” sıfatıyla
birlikte yazdıran skender Pala,
klâsik edebiyatımızla ilgili çok
sayıda eseriyle haklı ve müstes-
na bir mevkide bulunuyor. Yaz-
dı ı hemen her kitabı toplum-
da büyük yankı buldu; çünkü
onun Dîvân Edebiyatına bakı
tarzı bu sahada kalem oynatan-
lardan çok farklıydı. Eski edebi-
yatımızdaki müstesna güzellik-
leri gören ve onu okuyucusuna
güncelle tirerek yansıtan bir üs-
lubu vardı. Gençler, bu yüzden
onu ve yazdıklarını çok be en-
di, sevdi.
skender Pala, sahasında oto-
riter bir akademisyen; fakat bir-
çok akademisyen gibi, üniversi-
te kampüsüne sıkı ıp kalan bir
profesör profi li çizmiyor. Kitap-
ları dar bir muhitte okunmuyor.
Hemen her kesimden okuyucu-
su var. Konferansları ilgiyle iz-
leniyor; konu malarında izdi-
ham ya anıyor. Dü ünmesini
bildi i kadar, dü üncesini yazı-
larıyla ve konu malarıyla halka
yansıtmasını da biliyor.
Üniversite yılları da onu, sev-
gili hocam Cihan Okuyucu’nun
bana hediye etti i Ansiklopedik
Dîvân iiri sözlü ü ile tanımı -
tım. Bir ansiklopedi yahut bir
sözlük alınıp da ba tan sona ka-
dar okunur mu? O kitabı ba tan
sona okumu tum. Tabii daha
sonra müteaddit zamanlarda
müracaat etti im bu eser, hâlen
yenili ini, güncelli ini koruyor
benim ve birçok okur için…
skender Pala’nın eserleri
birçok klâsik edebiyatseveri için
ve müstes-
uyor. Yaz-
bı toplum-
du; çünkü
tına bakı
m oynatan-
Eski edebi-
a güzellik-
uyucusuna
tan bir üs-
bu yüzden
ok be en-n-
asında oto-
; fakat bir-
Ü
gili
ban
Dîv
tım
sözl
dar
son
son
mür
yen
ben
birç
ubat 201074
ufuk açıcı bir özellik ta ımak-
tadır. Zaman zaman onun ki-
tapları, yazdıkları Dîvân Edebi-
yatını vülgarize etti i eklinde
ele tirildiyse de onu ele tirenle-
rin, onun kadar kıymetli eserler
veremedikleri de bir gerçektir.
Kaldı ki artık klâsik mertebe-
sine ula mı bir edebiyat, bir
ki inin yazıp çizmesiyle basit-
le iyorsa varsın olsun demek-
ten de kendimizi alamıyoruz.
Hâsılı kelam skender Pala bu
gün liseli ö rencilerin dahi zev-
kine hitap edebilen bir üslupla
bu ata yadigârı edebiyatı okuta-
biliyorsa ona ancak gıpta edile-
bilir kanaatindeyim.
skender Pala’nın ufuk açı-
cı bir özelli inden bahsetmi -
tim. Benim için de öyle olmu -
tur; fakat onu taklit etmeye hiç
çalı madım; (Bu yazı tanıtım-
dan ziyade biraz da beni tanı-
yan/tanımayanlar için hasbıha-
le dönü tü.) ama skender Pala
ile bazı yönlerde kesi en nokta-
larımız oldu. Bunlardan biri de
Fuzûlî eksenli romanlarımız…
Önceleri Fuzûlî’nin ya a-
dı ı asrı ve onun iirlerinden
yola çıkarak Fuzûlî’nin dünya-
sını yansıtmaya çalı tı ım ya-
zıların bir müddet sonra bir ro-
man havasına girdi ini görünce
Fuzûlî’nin romanını yazmaya
ba lamı tım. Ö rendi im kada-
rıyla da o zamana kadar böyle
bir çalı ma yapılmamı tı. Tam
da bu esnada bir gazeteden s-
kender Pala’nın Fuzûlî’nin ro-
manını yazdı ını okudum:
Babil’de Ölüm stanbul’da
A k… Hiç tahmin etmezdim s-
kender Pala’nın bir roman ya-
zaca ını. Bu durum hem canımı
sıkmı , hem de merak uyandır-
mı tı. Hemen kitabı aldım ve
okudum. Sonra da derin bir ne-
fes aldım; çünkü sa olsun s-
kender Pala yine kendine has
üslupla farklı bir bakı açısıy-
la yazmı tı romanını ve benim
yazdıklarımla hiç mi hiç ben-
zer tarafı yoktu… Bunları yaz-
mamın sebebi u: Fuzûlî’yi an-
lattı ım Pervanenin Rüyası’nı
okuyan bazı ele tirmenler, ki-
tabın konusuna bakar bakmaz,
Babil’de Ölüm stanbul’da A k
romanıyla ba lantı kurmaya ça-
lı tılar. Tabii ki bu yüzeysel bir
bakı tı; çünkü iki roman ara-
sında ikisi de Fuzûlî odaklı ol-
masına ra men neredeyse ben-
zer taraf yoktu…
skender Pala ile eski ede-
biyatımız üzerine yaptı ımız
bir mülakatta öyle diyordu:
“Dîvân Edebiyatını sevdiren
adam” diye anıldı ınız zaman
kendinizi yalnızca bir alana
kapatmı , yalnızca bir konu-
da size de er verilmi gibi olu-
yor. Artık Dîvân Edebiyatın-
dan öte pek çok ey bilseniz de,
söz gelimi iyi bir kültür adamı,
iyi bir siyasetçi, iyi bir yöne-
tici vb. olsanız da kimse o yö-
nünüzü dikkate almıyor. Me-
sela, ben iyi bir deneme yazarı
oldu umu dü ünüyorum, ama deneme
konusunda bir panele davet edildi im
olmamı tır. Bir roman yazdım ama ro-
man üzerine konu ulaca ı zaman kimse
beni hatırlamaz. Yani bu unvan, yalnız-
ca Dîvân Edebiyatına hapsedilmek gibi
bir ey…” Bu haklı bir serzeni tir; çünkü
Babil’de Ölüm stanbul’da A k’tan son-
ra yayımladı ı Katre-i Matem’de farklı
bir üslup kullanmı Pala. Bu eserin im-
diye kadar, bizim yaptı ımız gibi, birçok
dergide, gazetede tanıtımı yapıldı; ancak
bildi imiz/tanıdı ımız bir roman ele -
tirmeninden pek ses gelmedi. Bunu na-
sıl yorumlamak lazım bilmiyorum. Ülke-
mizde maalesef bazan sanatçılara dar bir
gömlek biçiliyor ve ömrünün sonuna ka-
dar ondan farklı bir renk giymemesi is-
teniyor. Sen profesörsün, otur çocukla-
ra ders ver; romanı romancılar yazsın mı
denmek isteniyor yoksa!
Katre-i Matem, skender Pala’nın
akademisyen kimli inin yanında bir
sanatkâr, bir roman yazarı olu unun da
resmidir. Eser, esrarengiz bir cinayetin
romanı gibi, ama tıpkı Dîvân iirindeki,
anlam katmanları ile derinlik arz eden
berceste bir beyti hatırlatan yapı arz edi-
yor. Bu kitabında Pala, yine satır arala-
rında Osmanlı kültürüne dair ilginç özel-
likleri Dîvân Edebiyatına ait bilinmeyen
yahut az bilinen güzellikleri ö retiyor.
Zaman olarak Lâle Devri’nin esas alındı-
ı romanda Türk tarihindeki lâle kültürü
estetik bir anlayı la sergileniyor.
Katre-i Matem, a kın, tarihin, tasavvu-
fun, lâlede sembolle mesinin romanıdır.
Katre-i Matem, roman severlere,
özellikle klasik edebiyatımıza ve Osman-
lı kültürüne meraklı okuyuculara tavsiye
edebilece imiz bir roman…
(Katre-i Matem, Kapı Yayınları,
2009, stanbul.)
Kitaplık
Mara Me hurları
Ya ar ALPARSLAN – Serdar YAKAR
Kahramanmara Valili i
Tel: 0344 235 15 02
Siyasetin errinden
Murat Ç FTKAYA
Nesil Yayınları
Tel: 0212 551 32 25
Mara Merkez A zı
Hacı Ali ÖZTURAN
Ukde Yayınları
Tel: 0344 225 13 00
Amasya Tarihi
Abdî-zade Hüseyin Hüsâmeddin Efendi
Amasya Belediyesi
Tel: 0358 218 68 85
A lamanın Ardından
eyhmuz Ç ÇEK
Edebiyat Yolcuları
Tel: 0536 351 32 66
75
Allah’ın açık-
ça bildirdi-
i emir ve ya-
saklara ra men insanların ilgisiz
ve duyarsız ya amalarına “gaf-
let” denir. nsanların ço u dünya
hayatının dı ta görünen kısmına
aldanıp ahiretten gafi l bir ekilde
hayat sürerler.
Allah’ın varlık delilleri tüm
kâinatı kaplamı tır. Gözünüzü
çevirdi iniz her noktada Allah’ın
yaratma sanatına ahit olabilirsi-
niz. Ancak insanların ço u dünya
tela ı ile “yuvarlanıp giderken”,
çevrelerindeki iman hakikatleri-
nin farkına varamadan, üzerin-
den yürüyüp geçerler.
Ki i, kendi bedenini dahi dü-
ünse Allah’ın varlı ını hatırla-
yabilir. Tek bir hücrenin ço al-
masından meydana gelen, u
anda da yakla ık 100 trilyon hüc-
reden olu an, simetrik ve estetik
bir görünüme sahip, siz hiç far-
kında de ilken içinde pe pe e
yüzlerce kusursuz ve karma ık
i lemin meydana geldi i bede-
niniz, do du unuz günden beri
görevlerini hiç aksatmadan yeri-
ne getirir. nsan, bedenindeki bu
harika sistemin nasıl çalı tı ını
bir an dü ünse, ne kadar aciz bir
varlık oldu unu ve bedenindeki
bu sistemi yaratan ve görevleri-
ni ilham edenin Allah oldu unu
kavrayabilir. Dü ünmek, insanı
gafl et uykusundan uyandırabile-
cek en önemli ibadetlerdendir.
nsanlar, yolunda giden ko-
nular üzerinde dü ünmek için
mesai harcamazlar. Örne in
sa lıklı bir ki i, bedenindeki sis-
temin nasıl bu kadar uyumlu i -
ledi ini, kalbinin nasıl olup da
hiç aksamadan yıllardır attı ı-
nı, uykusunda geçirdi i uur-
suz anlarda nefes almaya nasıl
devam edebildi ini asla dü ün-
mez. Oysa insan, tüm organla-
rın i levini kendisinin kontrol
etmek zorunda oldu unu dü ü-
nürse, ne büyük bir lütufl a kar-
ı kar ıya oldu unu anlar. Nefes
alma eylemini kendinizin ger-
çekle tirdi ini hayal edin. Böyle
bir durumda olsanız, ba ka hiç-
bir i le u ra amazdınız. Çünkü
ya amak için sürekli nefes alıp
vermeniz gerekirdi. Uyku ihtiya-
cınızı asla gideremezdiniz. Çün-
kü uykuda geçirdi iniz uursuz
anlarda nefes alıp vermeyi hatır-
lamanız imkânsız olurdu. Aynı
ekilde kanı temizleyen, temizle-
nen kanı tekrar vücuda gönderip
geride kalan atıkları ise vücuttan
atan böbrekler, i levini yerine
getiremeyip diyaliz makineleri-
ne ba landı ımız zaman aklımı-
za gelen bir ba ka organımızdır.
Bu örnekler saymakla bitmeye-
cek kadar çoktur. Allah’ın kul-
larına merhametini ve lütfu-
nu gösteren bu deliller, insanın
üzerinde dü ünüp, ükrünü ar-
tırması ve kul olması için birer
vesiledir.
Kültürbrahim AKIN
GAFLET
ubat 201076
Ço u insanın ya ama amacı
evlenmek, çocuk sahibi olmak,
kariyer, para ve benzeri dünya
nimetleri çevresinde ekillenir.
Elbette bunları istemek veya
sahip olmak yanlı de ildir.
Yanlı olan, bütün bunları ya-
ama amacı olarak belirlemek-
tir. Oysa Rabbimizin “Ben, cin-
leri ve insanları yalnızca bana
ibadet etsinler diye yarattım.”(51/Zariyat, 56) ayeti gere i, ha-
yattaki tek amacımız Allah’a kul
olmak olmalıdır. Yukarıda say-
dı ımız konuları da Allah’a ya-
kınla mak için araç olarak gör-
memiz ve ya amımızı bu yönde
ekillendirmemiz gerekir. Aksi
halde insan, çevresindeki top-
lumsal ve siyasî tüm geli me-
lerden habersiz, hayatı yalnızca
oyun ve oyuncaklarından ibaret
küçük bir çocu un dünyasın-
dan farksız bir hayat ya ar.
Pek çok insan, ilk bakı ta an-
la ılmasa da uur olarak bir ço-
cuktan farklı de ildir. nsanın
bu uursuz hali, Allah’ın ve ahi-
retin varlı ını, kendisinin yara-
tılı amacını, ölümün mutlaka
gerçekle ecek kesin bir gerçek
oldu unu, öldükten sonra her
yaptı ının hesabını Allah’a mu-
hakkak verece i gerçe ini kav-
raması ile giderilebilir.
Allah insanlara, ahirette so-
rumlu tutulacakları bir kitap
göndermi tir. Bu kitabın için-
de yazılanlara uyup uymadık-
larından sorgulanacaklarını ve
sonuca göre de cennet ya da ce-
henneme gireceklerini bildir-
mi tir. Bu bilgiyi kendilerine
hatırlatan ki ilerin var olaca ı-
nı ve Kur’an ahlakı ile ya amak
için de ölene kadar süreleri ol-
du unu haber vermi tir. Ken-
disine tanınan sürenin dolaca ı
günden habersiz, gafl et içinde
ya ayan insanlar, buna ra men
yine de sorumlu oldu u kitabın
içinde neler yazdı ını merak
edip okumazlar. yi insan olma-
nın yeterli oldu unu, kimsenin
hakkına tecavüz etmedikleri-
ni, Allah’ın hiçbir sınırını gere-
i gibi gözetmedikleri halde,
O’nun sevgili kulu oldukları-
nı iddia ederek hiçbir çaba gös-
termeden cennete gireceklerini
zannederler. Ancak kendilerini
yeterli gördükleri için okuma-
dıkları Kur’an, onlara tam ter-
sini haber verir:
“ çinde onlar ( öyle) çı lık
atarlar: “Rabbimiz, bizi çıkar,
yaptı ımızdan ba ka salih bir
amelde bulunalım.” Size orda
(dünyada), ö üt alabilecek ola-
nın ö üt alabilece i kadar ömür
vermedik mi? Size uyaran da
gelmi ti. Öyleyse (azabı) tadın;
artık zalimler için bir yardımcı
yoktur.” (35/Fatır, 37)
Allah insanlara, cennette ve-
recekleri konusunda sınır koy-
maz. Peki, insanlar neden salih
amel konusunda sınır koyarlar?
Neden yapabileceklerinin en
fazlasını de il de, birkaç amel-
le yetinirler? Unutmamak gere-
kir ki salih amele Allah’ın de il
biz kulların ihtiyacı vardır ve in-
sanlar ölümcül bir hastalı a ya-
kalanmı psikolojisi ile Allah’a
her zaman yakın olmalıdırlar.
Gafl et perdesi ancak bu ekil-
de kalkabilir. te o zaman insa-
nın ne yüzüne sürdü ü kremin
önemi kalır, ne kariyerinin ne
de hangi takımın ampiyon ol-
du unun…
77
AileM. Emin KARABACAK
ÇOCUKLARŞÜKREDİLECEK
BİR NİMET DEĞİL Mİ?
ubat 201078
79
Çocukları hâlâ ken-
di okudu u ve ya-
adı ı dönemlere
bakarak de erlendiren aileler;
çocuklarının, kendilerinin, top-
lumun ve en önemlisi zamanın
ve artların de i ti inin farkın-
da bile de illerdir. Bu gibi ai-
lelere en güzel cevabı Hz. Ali
Efendimiz yıllar öncesi neler
yapmaları gerekti ini hatırlata-
rak vermektedir: “Çocuklarını-
zı ya adı ınız ça a göre de il;
onların ya ayacakları ça a
göre yeti tirin.”
Genelde özel e itim sını-
fı olan okullarda çalı tım. Özel
e itime giden çocukları ve on-
ları buraya getiren aileleri gör-
dükçe ükredilmesi gereken
çok fazla eylerin oldu unu dü-
ünür ve bunu velilere anlatma-
ya çalı ırım.
Ba ımızı ellerimizin arası-
na alıp isterseniz birlikte dü ü-
nelim. “Çocu unuz (Allah gös-
termesin) fi ziksel ya da zihinsel
özürlü. Yani evden çocu unuzu
okula gönderirken “haydi çocu-
um, iyi dersler” diyemedi i-
niz bir çocuk. Çocu u siz elin-
den tutarak ya da kucaklayarak,
normal çocukların 10 dakikada
gitti i yolu, siz bu çocu unuz-
la en az 20 dakikada gidiyorsu-
nuz. Üstelik yolda size acıyarak
bakan gelip geçenleri umursa-
madan... Çocu unuzun okulda
dersi bitinceye kadar yeri geli-
yor okulda kalıyorsunuz. Nor-
mal çocukların teneffüste ko up
e lendiklerini gördükçe içini-
zin parçalandı ını hissetmenize
ra men teneffüste de çocu u-
nuzla ilgileniyorsunuz. Bütün
planlarınızı ve hayatınız bu ço-
cu a göre programlı... Bu çocu-
un hayatı sürekli size ba ım-
lı olarak ya amakta ve de öyle
ya ayacaktır. Her eyini siz ya-
pıyorsunuz. Yemesinden tutun
da tuvaletine kadar, her eyiy-
le size ba ımlı bir çocuktur o.
Bir an dahi olsa gözünüzden ve
yanınızdan ayırmıyorsunuz. Bir
yere gitmek isteseniz kimseye
bırakamıyorsunuz. Bu çocuk-
lar di er çocuklar gibi kendi ih-
tiyaçlarını kar ılayamadı ı gibi,
di er çocuklar gibi de size sarı-
lıp kucaklayamıyor. Amacınız
sadece bu çocukların kendi ihti-
yaçları dedi imiz öz bakım be-
cerilerini kazanmaları. u lise-
yi ya da u fakülteyi kazanması
de il. stedi iniz tek ek ey ço-
cu unuz kendi kendine yetme-
si. Hatta dü üncelerin en acısı
ve en kötüsü de ben ölürsem bu
çocu a kim bakacak diye derin
bir üzüntü duymanızdır.
Bazı aileler için bu bir senar-
yo olsa da birçok aile için bu ha-
yatın ta kendisidir. Bu konuda
özürlü ailelere Allah yardım ve
sabırlar vermesini temenni edi-
yorum. Ben onları “Cennetlik
analar” olarak görüyorum. Ger-
çekten de bu i , sabır ve yürek
i idir.
Özürlü çocu a sahip de ilsek
bile hayat artları bizi de çocu-
umuzu da bir gün özürlü hâle
getirebilecek ekildedir. Do um
öncesi veya do un sonrasını bir
yana bırakırsak, küçük veya bü-
yük kazalar çocuklarımızı oldu-
u kadar bizleri de özürlü yapa-
bilecek durumdadır.
Çocuklarımızın bizden sev-
giden ba ka bir ey istemedi i
u üç günlük dünyada en güzel
davranı ın ükredebilmek ol-
du unu dü ünüyorum. Çünkü
nimetlerin devamı ükre ba -
lı oldu unu bize Cenab-ı Hakk,
brahim Suresinin 7. ayetinde
öyle belirtmektedir:
“Ve hatırlayın ki Rabbiniz
size öyle bildirmi ti: Yüceli-
im hakkı için ükrederseniz
elbette size (nimetimi) artırı-
rım ve e er nankörlük eder-
seniz hiç üphesiz azabım çok
iddetlidir.”
Eli aya ı düzgün fakat sa-
dece ayakkabıya ihtiyacı olan
ubat 201080
adamın biri yolda yürürken ta-
kım elbiseli, elinde eksport bir
çanta, gözünde güne gözlük ve
aya ında da gıcır gıcır ayakka-
bısı olan bir adam görür. Adam
hemen:
“Ey Allah’ım bir u kuluna
bak bir de bana bak, benim bir
ayakkabım dahi yokken onun
bütün ihtiyaçları tam ve yepye-
ni. Ben senden sadece bir ayak-
kabı isterken sen bütün
nimetlerini bu kulunda
toplamı sın.” diyerek yo-
luna devam eder.
Kö eyi dönünce az ile-
ride üstü ba ı yırtık ol-
maktan öte ayakları ol-
mayan bir dilenci görür.
Hemen adamın aklı ba ı-
na gelir ve tevbe etmeye
ba lar.
“Yarabbi ben takım
elbise de çanta da ayak-
kabı da istemiyorum.
Ben sadece ayaklarımı
istiyorum, varsın böyle
olsun, ben böyle de iyi-
yim.” der.
Onun için de il mi
Sevgili Peygamberimiz
(s.a.v):
“Kendinizden üstündekilere
bakmayınız, kendinizden a a-
ıdakiler bakınız. Çükü kendi-
nizden yukarıdakilere bakmak
insanı isyana, kendinden a a-
ıdakiler bakmak ise ükret-
meye götürür.” buyurmu lar-
dır.
Dünyalara de i meyece i-
miz çocuklarımızı bize eli aya-
ı düzgün olarak veren Allah’a
ükretmemiz gerekir. Cenab-ı
Hakk bize evlat adı altında
paha biçemeyece imiz eli aya ı
ve zekâsı düzgün çocuklar ver-
diyse bunun de erini bilmek
gerekir.
Sınavları kazanamadı diye
ya da kapasitesi olmayan bu
çocukların yetenekleri üstün-
de bir beklenti içine girilme-
den hem çocuklarımıza hem de
kendimize bu hayatı zindan et-
meyelim.
Allah bize çocuklarımızın
kapasitelerinin üstünde bir ey-
ler beklensin ya da ba ka ço-
cuklarla kıyaslayalım diye ver-
medi. Allah bize onları emanet
olarak belli kapasitelerde ver-
di. Bizleri de bu çocukları yeti -
tirmek ve e itmek üzere görev-
lendirdi.
Çocukların kapasiteleri ko-
nusunda bize dü en sorumlu-
lu u Cenab-ı Hakk Bakara Sü-
resinin son ayetinde (286):
“Allah hiç kimseye gücü-
nün yetece inden ba ka yük
yüklemez. Herkesin kazandı-
ı hayır kendisine, yap-
tı ı kötülü ün zara-
rı yine kendisinedir. Ey
Rabbimiz, e er unut-
tuk ya da yanıldıysak
bizi tutup sorguya çek-
me! Ey Rabbimiz, bize
bizden öncekilere yükle-
di in gibi a ır yük yük-
leme! Ey Rabbimiz, bize
gücümüzün yetmeyece i
yükü de yükleme! Ba ı -
la bizi, ma fi ret et bizi,
rahmet et bize! Sensin
bizim Mevlâ’mız, kâfi r
kavimlere kar ı yarsım
et bize” buyurarak ne ço-
cuklarımıza ne de ken-
dimiz için kalkamaya-
ca ımız bir yükün altına
girmememizi en güzel
ekilde ifade etmektedir.
Bunun yanında biz-
lere; çocukların kapasitelerine
uygun bir beklenti içinde olma-
mızı ve onların kapasitelerinin
üstünde bir beklenti içine gir-
mememizi istemektedir.
Çocukların kapasitelerinin
üstünde yük yüklememek ve
çocuklarımızda ükredilecek
çok eylerin oldu unun dü ü-
nülmesi dile iyle…
Kahraman imam diye salsa da nam,mam de il sütçüydü Sütçü mam!
Lakin gö sünde mangal gibi iman!Hele namus için vermedi aman!
O ilk kur un, ilk kıvılcım, ilk ate !O bir hamaset ki destanlara e !
On iki ubat Mara ’ta mutlu gün!Mutluluk ne kelime bayram-dü ün.
Fransız’ı defetmek nasıl ki an!Madalya ehrime en büyük ni an!
Hani kutsal emanetler vardır ya!Öylesine mukaddes bu madalya!
Bu ehirde tarih, kültür ve fi kir,Tâ be ikte ninnilerle birikir!
Bezenmi tarihle Mara iç içe,Tarih, Mara ruhunda kanaviçe.
Mara ’ın özü katıksız saf undan,Bundan air fı kırır hamurundan!
Ey iir ehri, airler diyârı!Ey Necip Fazıl, Karakoç’lar yârı!
Sende yeti meyen airlerde gam!Sensin nice airlere hep ilham!
Mehmet SERTPOLAT
KAHRAMAN EH R!
Adın anılır hep kahramanlıklaVe Sütçü mam’ı getirir akla.
Ahır Da ı’n Toros’lara son durak,Etekleri yazın ba -bahçe u rak.
Yaylaların Tekir, Ba konu , Yav an!Bu yücelikler sana verilmi an!
smiyle cezbeden ma aran Döngel!çinden çay akar dinlemez engel!
Yedi Uyur diye menkul hesabı,Af in’dedir o güzel kehf Ashabı!
Ceyhan Nehri ki hep Kıble’ye akar,Gören gözler buna hikmetle bakar!
Nasıl varılır dersen bir adrese,Sana yol gösterir o Ta Medrese!
stiklâle kapıdır Ulu Câmî,Hem harimi namusumuza hâmi!
Ne hazin i galde bayrak olayı!Kılınmadı Cuma bundan dolayı!
Kalede Frenk bayra ı olunca,Cuma kıldıramazdı Rıdvan Hoca!
Ne güzel yakı ır koç yi ide at!Özde yoksa bo , kahramanlık sıfat!
81
Çocuklarla alı ve-
ri yapmak gerçek-
ten zordur. Özel-
likle büyük ehirlerde ve büyük
marketlerde çocuklarla yapılan
alı veri lerin sonunda ço un-
lukla geriye stres kalır. Ama ço-
cukların da alı veri e gitmeye,
çevrelerini tanımaya ve sosyal
hayata alı maya ihtiyaçları var-
dır.
Çocuklar her eyi görmek,
koklamak, tatmak, denemek,
her eye dokunmak istedikle-
ri gibi, her eye sahip olmak da
isteyebilirler. Bu davranı lar
onlar için do aldır; çünkü ço-
cuk, yeti kin gibi duygularına
hâkim olamaz. Bunun için ço-
cukla alı veri kâbusa dönü -
meden önce birtakım tedbirle-
rin alınması gerekmektedir.
Alı veri kuralları çocu a
açıklanmalı;
Alı veri yaparken yanım-
dan uzakla mamalısın.
Alı veri yerinde ko ma-
malı, alı veri yaparken ba ır-
mamalı, alçak sesle konu ma-
lıyız. Sadece ihtiyacımız olan
eyleri almalıyız.
htiyaçlarımızdan parasını
ödeyebilece imiz kadarını ala-
biliriz Yürüyen merdivenlerde
elimi bırakmamalısın
AileKevser BAK
ÇOCUKLARLA
ALIŞ VERİŞ
ubat 201082
Kazara kaybolma gibi bir
durum olursa; tanımadı ın bi-
risiyle alı veri yerinden çıkıp
gitmemelisin. Oradaki görev-
liye durumu anlatmalısın Adı-
mızı, soyadımızı, telefonumu-
zu ve adresimizi vermelisin v.s.
gibi… Bu kurallara uymamanın
sonuçlarının neler olaca ı da
belirtilmeli;
E er yanımdan ayrılırsan
birbirimizi kaybedebiliriz E er
ko ar ve ba ırırsan, alı ve-
ri yerinden ayrılmak zorunda
kalabiliriz Alı veri sepetinde
aya a kalkarsan ya da çok ha-
reketli olursan, sen tekrar otu-
runcaya kadar duraca ız.
Alı veri te listemizde olma-
yan ve ihtiyaç dı ı herhangi bir
eyi almaya kalkı ırsan kesin-
likle almayaca ız.
Gerekirse alı veri i yarı-
da bırakaca ız. Aynı eyde ıs-
rar edersen bundan sonraki
alı veri e gidemeyebilirsin v.b.
gibi…
Alı veri e çıkmadan önce ve
alı veri esnasında bazı önemli
noktalara dikkat etmeliyiz;
Adımızı, soyadımızı, tele-
fon numaramızı yazdı ımız bir
kâ ıdı çocu un cebine koyma-
lıyız.
Alı veri e gitmeden önce
çocu umuzun tuvaletini yap-
tırmalıyız.
E er tuvalet e itimi alma-
mı sa, mutlaka yanımızda bez
bulundurmalıyız.
Çocu umuzun karnını mut-
laka doyurup, suyunu içirmeli-
yiz. Yanımıza su almayı ihmal
etmemeliyiz.
Çocu umuzla ilgili bir ey
alacaksak, ilk önce onları alma-
lıyız. Yürüyen merdivenlerde,
çocu umuzun elini bırakma-
malıyız.
Alı veri arabasını birlikte
sürmesine izin vermeliyiz. Ço-
cu umuzun kaybolması gibi bir
tehlikeyle kar ıla ırsak, hemen
görevliye bildirilmeliyiz.
Çocu umuzun alı veri e
katılmasını sa lamalıyız. Me-
sela, rafl ardan sadece bizim is-
tedi imiz eyleri alıp bize ver-
mesini isteyebiliriz.
Meyve veya sebze alıyorsak
çocu umuzun seçmemize yar-
dım etmesine izin verebiliriz.
Alınan ürünlerin renkle-
ri ekilleri, tadı gibi konularda
onunla konu mak; hem çocuk
için e itici olur hem de birlikte
alı veri e zevk katar.
Çocu umuzdan, kırılmaya-
cak, a ır ve tehlikeli olmayan
e yaları ta ımamıza yardım
etmesini isteyebiliriz. “Limon-
ları ta ımama yardım eder-
sen çok memnun olaca ım”.
Çocu umuza, söz hakkı tanı-
mak, onun görü ve fi kirleri-
ni önemsemek, çocu umuzun
kendisini yeterli hissetmesine
ve kendisine güven duygusu-
nun olu masına yardımcı ola-
caktır. Her iste i kar ılanma-
yan çocuk ilk etapta sızlansa
da bu durumla biz çocu umu-
zu her istenilenin her an elde
edilemedi i gerçek bir dün-
yaya hazırlamı oluruz. Ve o,
bunu gerçek hayatla kar ıla tı-
ında fark edecektir. Hiç kim-
senin de erinin; yiyecekleri-
nin, içeceklerinin bollu uyla,
giyeceklerinin pahalı, marka-
lı ve güzel olu uyla, oturdu u
evin lüks olu u ya da arabası-
nın markasıyla ölçülemeyece-
ini anlatmalıyız.
Aile sevgisinin parayla sa-
tın alınamayaca ını; insan-
ların de erinin; ancak sevgi,
saygı ve insani vasıfl arla ölçü-
lebilece ini vurgulamalıyız.
E er bunu yapamazsak;
kendi de erini giydi i, sahip
oldu u eylerle, nasıl görün-
dü üyle belirleyen çocuk, di er
insanları da kim olduklarıyla
de il, nelere sahip olduklarıy-
la yargılar. Bu tehlike, ergenli-
e geçi le birlikte büyür.
Onlara almak kadar ver-
menin zevkini de örnek ola-
rak ö retmeliyiz. Öncelikle, bi-
zim yardıma ihtiyacı olanlara
severek-isteyerek verdi imizi
görmeleri gerekir.
Çocuklar kumbara v.s gibi
yerlere para atmayı severler;
yardım sandıklarına veya sa-
daka kutularına parayı onun
atmasını sa layabiliriz.
Bu davranı ın da nedeni-
ni anlayacakları ekilde onlara
açıklamalıyız. Merhamet, ef-
kat ve yardımla manın önemi-
ni kavratmalıyız.
83
ubat 201084
Sa lıkAkın D NDAR
Hem gıda depo-
su, hem potan-
siyel canlı olan
yumurta, kahvaltılarımızda hep
bulunması gereken küçücük fı-
çıcık içi dolu gıdacıktır.
Kâinattaki en mükemmel iki
gıdadan biri sütse, di eri yu-
murtadır. Yumurta denilince
genelde tavuk yumurtası anla-
ılırsa da az miktarda kaz, ör-
dek ve hindi yumurtası da tü-
ketilir. Bir tavuk, yakla ık 60
gr. olan yumurtalardan cinsi-
ne göre yılda 150-300 adet yu-
murtlar. Ömründe yaptı ı yu-
murtalar ise kendi a ırlı ının
70 katına ula ır.
Beslenmemiz için yumur-
tanın bir hazine oldu unu söy-
leyebiliriz. Lezzeti de bu de-
erlerine bir yenisini ekliyor.
Yumurtanın sarısı ve beyazının
de i ik muhtevaları bir araya
geldi inde ortaya farklı bir tat
çıkıyor. Yumurtanın bir di er
avantajı ucuz olması. Bu yüz-
den de herkes tarafından satın
alınabilen bir yiyecek.
Tavuk yumurtasının yüzde
6’sı su, 19’sı protein, 10,5’i ya
ve 1’i karbonhidrattır. Ayrıca
A, D, E, K, B2, B1, Bg gibi vita-
minlerle Ca, Fi, P, I, FI, Na, CI,
Cu, S, Zn, Mg ve Mn gibi de er-
li elementler bulunur. Yumur-
ta proteinin biyolojik de eri ol-
dukça yüksektir.
Yumurtadaki ya ların yakla-
ık üçte ikisi doymamı durum-
dadır.
MÜKEMMEL BİR GIDA DEPOSU
YUMURTA
85
Yumurta proteini ba ırsak-
larda çabuk emildi inden yu-
murtanın sindirilmesi de ko-
laydır. Sarısında bulunan
kolesterol sebebiyle, fazla yu-
murta yemenin kandaki koles-
terol seviyesini yükselterek da-
mar sertli ine yol açaca ına
dair iddialar ileri sürülmü se
de bugün bu iddianın yanlı lı-
ı anla ılmı tır. Çünkü lesitin
(yumurta sarısı, balık gibi mad-
delerde bulunan gliserozoforik
asitli madde) yüzünden yumur-
tadaki ya lar vücut tarafından
depolanmaz.
Yanılgı uradan olmu tur:
Batıda yumurta genellikle jam-
bonla (genellikle de çok ya lı ol-
maktadır) yenildi inden koleste-
rolü yumurtanın yükseltti i
sanılmı tır. Sonradan suç-
lunun jambon oldu u an-
la ılmı tır. Bu sebeple yük-
sek kolesterolü olan ki iler
yumurta yeseler bile kalp ve
damar rahatsızlıkları riskini
almayacaklardır.
Yumurta, B vitaminle-
ri, folat ve kalsiyum gibi bir-
çok önemli besin madde-
sinin gıdalarla alınmasını
sa ladı ından de erli bir kay-
naktır Yumurta protein deposu-
dur. Çe itli besleyici maddeleri
bol miktarda ihtiva eder.
Kalori de erinin dü ük olma-
sı sebebiyle de i manlatmaz.
Bu özellikleriyle büyüme, üre-
me, süt meydana gelmesi, kan-
daki alyuvarların te ekkülü ve
vücudun kendi kendini tamirin-
de büyük yardımcıdır. Yeti kin
bir insanın günlük protein ihti-
yacı 55-60 gram kadardır.
Bir yumurtada 6-7 gram pro-
tein bulunur, üstelik vücut bu-
nun tamamına yakınını kulla-
nır.
Büyümedeki ve yaraların
iyile mesindeki vazgeçilmez
rolü, ayrıca enerji sa laması se-
bebiyle çocuklara 5-6 aylıktan
itibaren yumurta yedirilmeye
ba lanır. Yıllar boyu da yiyecek
listesinin ba ında yer alır. Pro-
teinlerin yapıta ları olan ami-
noasitler, esasi (esansiyel) ve
esasi olmayanlar olarak iki çe-
ittir.
Esasi aminoasitler, vücut ta-
rafından yapılamazlar ve nor-
mal büyüme için arttırlar. te
bu aminoasitlerin hepsi yeter-
li miktarda yumurtada bulun-
maktadır.
Ayrıca esasi olmadı ı halde
çocukların büyümesi için art
olan arginin, histidin adlı iki
aminoasit de yumurtada mev-
cuttur. i manlamak isteyenle-
rin gıda listesinde bol proteinli
ve besleyici maddeler bulunma-
lıdır.
Yumurta, özellikleriyle bu
listenin ba ında yer alır. Zayıf-
lamak için rejim yapanlara da
yumurta tavsiye edilir. Çünkü
bu ufacık fıçıcıkta vücudun ih-
tiyacı olan pek çok gıda depo
edilmi tir. Ve kalori de eri de
dü üktür. Hamilelerin, süt ve-
ren annelerin, iyile me devre-
sindeki hastaların yumurta ye-
meleri arttır.
Mükemmel bir gıda olan yu-
murta her çe it perhiz listesinin
ba ında yer alır: Kansızlar, a ır
ve yorucu i lerde çalı anlar,
mide rahatsızlı ı olanlar, bar-
sak sancısı çekenler vs...
Yumurta, ekerle birle ti-
inde, organizmayı kendine ge-
tiren bir bomba haline
geliyor. Yumurta akının
ekerle çırpılması sonu-
cu ortaya, bir zamanlar
bebek maması olarak da
kullanılan çok besleyici
bir gıda çıkıyor.
Geli mi ülkeler-
de ki i ba ına dü en yıl-
lık yumurta sarfi yatının
400’ü geçmesi bo una
de ildir.
Yumurta, insanın neye ihti-
yacı varsa onu ihtiva eden ucuz
ve mükemmel bir gıda deposu-
dur. Muhakkak ki insanı yara-
tan, ihtiyacını da tam olarak bi-
lir ve böyle nimetler verir.
Yüce Rabbimizin özel amba-
lajında bize sundu u yumurta,
önemini hiçbir zaman kaybet-
meyecek temel bir besin mad-
desidir
ubat 201086 ubat 201086
Zencefi lGörünümü pek ho de il, üstelik tadı da çok acı!
Yine de zencefi l bu aralar pek tutuldu. Eskiden bu
hasis so anla çok nadir kar ıla ılırdı. Oysa bugün bu
egzotik bitkiyi hemen hemen her süpermarkette bul-
mak mümkün. Bunun iyi de bir sebebi var: Zencefi l
hem insanı formda tutuyor, hem de birçok rahatsız-
lı a iyi geliyor. çerisindeki etken maddeler mide ve
barsak rahatsızlıklarını en aza indirmekte, ba ı ıklık
sistemini güçlendirmekte, so uk algınlı ına, roma-
tizmal a rılara ve bulantılara kar ı ekti edebilmekte-
dir. Bu nedenlerle artık sadece a çılar de il, top uz-
manları da bu köklü bitkiyle ilgilenmeye ba ladı.
Çok mu yedin? Merak etme zencefi l mideni eski
hâline dönü türür!
Sabahın erken saatlerinde, ak amki yeme in hâlâ
midenizde ikamet etti ini hissetti iniz oldu mu hiç?
Yedi iniz çöre in ya da poçanın bir ta gibi mideni-
ze yerle ti ini?
Sindirim organlarımıza zengin ö ünler sonrasın-
da yüklü bir i dü mekte. Biraz zencefi l bu yükü ko-
layla tırabilir. çerisindeki baharatla safra kesesinde
meydana getirilen salgıların üretimini sa lıyor, bu
salgı da alınan ya ın sindirimini hızlandırıyor. Ayrı-
ca zencefi ldeki enzimler proteinleri parçalıyor, böy-
lece mesela bifte i sindirme i lemi çabukla ıyor.
Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler, uçucu ya
içerisinde bulunan yapı ta larının ve zencefi lde bu-
lunan baharatların mide sümük zarındaki iltihapla-
ra kar ı koruyucu etki yaptı ını ortaya koydu. Bu et-
kinin insanlarda da söz konusu olup olmadı ı kesin
olarak bilinmemekle beraber bilim adamlarınca et-
kili oldu u tahmin edilmekte.
ifalı Bitkiler
8787
Gönülden kramlar Mesude SARI
Maklube (6 Ki ilik)Malzeme750 gr ku ba ı et4 adet orta boy patates3 su barda ı sıcak su2 çorba ka ı ı tereya ı2 su barda ı pirinç2 su barda ı sıvı ya (patatesleri kızartmak için)1 çay barda ı ha lanmı bezelye1 adet orta boy havuçTuz, karabiber,
Hazırlanı ıKu ba ı etleri bir tencere içerisine alıp, bir kahve fi nca-nı su ilave edip, orta ate te pi irelim. Suyunu çektirip bir çorba ka ı ı tereya ı ve tuz ilave edip kavuralım. Bezel-ye ve küp do ranmı havucu ha layıp-süzelim, kavurdu u-muz ete ilave edelim.2 su barda ı pirinci ılık tuzlu suda ıslatıp 20 dakika bek-letelim.
Di er taraftan kabuklarını soyup halka halka do radı ı-mız patatesleri yarı yarıya pi ecek kadar kızarttıktan son-ra ya ını süzdürelim. Yayvan bir tencereye et, bezelye ve havucu attıktan sonra üzerine karabiber serpip karı tı-ralım. Kızarttı ımız patatesleri bir sıra halinde karı ımınüzerine dizelim. Arzu ederseniz tencerenin kenarına da patatesleri dik olarak yerle tirebilirsiniz.
Islattı ımız pirinçlerin suyunu süzüp ni astası gidene ka-dar yıkayalım. Suyunu süzdürelim. Bir tencereye bir çor-ba ka ı ı tereya ını alıp üzerine bir çorba ka ı ı sıvı yailave edelim ve pirinçler effafl a ıncaya kadar kavuralım. Kavrulan pirinçleri yayvan tenceredeki karı ımın üzerine yayalım. Üç su barda ı kaynar su ilave edip kapa ını kapa-talım. Orta ate te pirinçler suyunu çekip göz göz olun-caya kadar pi irelim. Ate ten aldı ımız tencerenin üzeri-ne temiz bir bez örterek demlendirelim. 15 dakika sonra tencereyi düz bir taba a ters çevirip maklube yeme iniservise sunalım. Afi yet olsun.
Bekir SARI
ubat 201088
Som
uncu
Bab
a De
rgisi
’nin
Ücr
etsiz
Eki
’dir.
Ayl k Somuncu Baba Çocuk Dergisi - Aral k 2009
Y l: 3 Say : 36
ço u dilindendir. hadis-i eriftekullar ndansöyler, o söze ahu Teâlâ o ükseltir. Ve r olarak e hem de meyereko kim-cesini
olsunöyle-m-e”
cuuukkk Dergisi - Aral k
Dergisi Hediyesi...
Do rulukKurtulu tur
AdaletDengedir
A R A L I K 2 0 0 9
Fiyat : 7 TL
AYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Hediyesi...
Do ruluKurtulu
AdaAdaldaletetetDDeDengDengedir
AAYYLLIIKK L M-KÜLTÜR VE E
Dergisi
Dergisi Hediyesi...
Gönül
Ne Umar?VefâE itimi
O C A K 2 0 1 0
Fiyat : 7 TL
AYLIK L M-KÜLTÜR VE EDEB YAT DERG S
Derginizin elinize sa lıklı bir ekilde ula abilmesi için yukarıdaki alanları eksiksiz bir ekilde doldurunuz.
Adı / Soyadı:
Kurum Adı:
Ünvan:
Dergi Teslim Adresi:
Posta Kodu: ehir:
Telefon: ( )
Faks: ( )
E-posta: @
Türkiye : 70 TL Avrupa : 72 Euro ABD: 102 USD
Banka / Posta çeki hesabınıza yatırdım. Dekont li iktedir.
Posta Çeki Hesap No: 1361068Ziraat Bankası Darende ubesi : 26798480-5001
Faturayı adıma kesiniz
Faturayı irket adına kesiniz
Vergi Dairesi:
Vergi No:
Abone Ba langıç Tarihi:
mza
Visan ktisadi letmesiZaviye Mah. Hacı Hulûsi Efendi Cad. No:71 44700 Darende MalatyaTel: (422) 615 15 00 Faks: (422) 615 28 79 [email protected]
Çocuk ekiyle birlikte yıllık abone bedeli
70 TL
2010 yılında aboneli inizi yenilerken, yakınlarınızı da Somuncu Baba’nın ilim ve kültür dünyasına katın.
Onların da abone olmasını sa layın.