39
ve Fennin Reis-i Mütefekkiri mt hat 100. Editör Doç. Dr. ARSLAN Erciyes Üniversitesi No: 186 -2013

mt ı - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D208912/2013/2013_TURKDOGANMG.pdf · 2019. 4. 17. · Yayın Hakları 2013 Erciyes Üniversitesi ISBN: 978-605-64051 İLİMVE FENNİN REİS-İ

  • Upload
    others

  • View
    0

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • İlim ve Fennin Reis-i Mütefekkiri

    mt • ı hat

    ~ndi {Vefatının 100. Yılı Armağanı)

    Editör

    Doç. Dr. Fazlı ARSLAN

    Erciyes Üniversitesi Yayınları No: 186

    KAYSERİ -2013

  • Yayın Hakları 2013 Erciyes Üniversitesi

    ISBN: 978-605-64051

    İLİMVE FENNİN REİS-İ MÜTEFEKKİRİ

    AHMET MİDHAT EFENDi

    Editör

    Doç. Dı:. Fazlı ARSLAN Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi

    Öğretim Üyesi

    YAZARLAR

    M. Orhan OKAY, İnci ENGİNÜN, NüketESEN, Emel KEFELİ, Mustafa ARGUNŞAH, Ali UTKU, Erdoğan ERBAY,

    HülyaARGUNŞAH, Hasan KAVRUK, MehmetAkifÇEÇEN, Sezai COŞKUN, İbrahim Ş İRİN, Fazlı ARSLAN, Ülkü ELİUZ,

    Esranur KARA ÇENGEL, Erol ÜLGEN, Melike GÖKCAN TÜRKDOGAN, .Ali YILDIZ, Cafer GARİPER, Dilek ÇETİNDAŞ,

    Ali ÖZTÜRK, Beyhan UYGUN AYTEMİZ Fatih ERKOÇOGLU, Nebahar YUSOGLU,

    Nazan KUL, Arzu PALA, Barış Berhem ACAR, Mehmet DOGAN, Kemal COŞKUN, Duygu OYLUBAŞ, Ahmet ALTAY

    Bu kitap Erciyes Üniversitesi Basın Ytıyın ve Halkla İlişkiler Miidürliiğü ... -- ... _.-·-----.------"'tarafindan hazırlanarak bastırılmıştır.

    : • ı;'' • .• ; ! ~"""' t -'· ~ · i Adres

    ' .. ,,, . .. ı . Ertiyffs.l!IJive_r.sjt[si Basın Ytıyın ve Halkla Ilişkiler Miidiirlüğii

    -Tel: (0352).'2,07 66 66. 10090 Tel· (0352) 437 82 21

    ----- ·--·ı Faks: (0352) 437 76 27

    . Giajik - Dizgi ve Kapak Tasarımı MügeYEGEN

    Baskı

    Önder OfSet Matbaacılık

    Organize Sanayi Bölgesi 22. Cadde No: 27 1 KAYSERİ

    Tel: 0352 331 58 00 Faks: 0352 331 86 00

    www.ondermatbaa.com.tr

  • Ahmet Mithat Efendi' pin

    Romanlarının Dünyasında

    Fert ve Toplum Ahlakı

    Melike GÖKCAN TÜRKDOGAN3ı4

    C/anzimat dönemi yazarlarının pek çoğu gibi Ahmet Mithat Efendi de ye-

    tişmiş bir Osmanlı aydını olarak kendini topluma karşı borçlu hissetmek-

    tedir. Karakter özelliği de böyle bir misyonu taşımaya uygundur.

    Ahmet Mithat Efendi, bir edebiyat eserini estetik zevkterin veya hoş vakit

    geçirmelerin vasıtası olarak almaz. Onun için edebiyat, insanı yetiştirip yüksel-

    ten ve manen yücelten bir fonksiyona sahip olmalıdır. Bu sebeple de yazarımız,

    edebi eseri o kurun sıkılmadan eğitim göreceği bir okul olarak görür. Bir. kitap

    okurun bilgi seviyesini yükseltmeli, ahiakım yiiceltmeli, kötüyü ve yaniışı gös-

    termek suretiyle iyiyi ve doğruyu benimsetmelidir. "Hace-i Evvel' dizisinden iti-

    baren, "hoca" vasfını ve yetkinliğini kendisinde gören ve eğitimci misyonunu

    samirniyetle benimseyen Ahmet Mithat Efendi, bütürı hayatını ve kalemini buna

    adarnıştır. Roman yazmak, okurunu bi_r öğrenci, hatta zaman zaman bir çocuk

    gibi gören yazar için amacına giden en verimli yoldur. Bu amacı uğruna yazarın

    gözüne, romanın akışına müdahale etmemek gibi estetik kuralları dikkate almak

    yersiz görünür.

    314 Yrd. Doç. Dr. Erzurum Teknik Üniversitesi

  • İli m ve Femıiıı Reis-i Miit

  • ettiği romanlannda Osmanlı ahlakını kirletmesinden korktuğu yerleri değiştir

    mekten çekinmez. Bir eğitimci ve bir ahlakçı olarak, Ahmet Mithat'ın kendi-

    sine tayin ettiği yol, okuyucusuna belli bir hayat programını empoze etmektir.

    Devrinde, tüm aydınların ideali olan toplumsal kalkınma başarısını bu hedefe

    kiliclemiş tir.

    ': .. Fakat bunca yıldır hizmet-i tahrirlerinde artık emektarlık şerefini ihraz et-miş olduğum karilerim mutad-ı acizanemi bilirler ki, tercüme suretiyle Avrupa'dan

    aldığım romanlar üi:erinde daima bir çok tadilat icra ederim de badehu onları ahlak-ı umumiye-yi Osmaniyemize tavsiye ederim. ÇünküAvrupa'dan gelen şeylerin

    çürüğü sağlamından, kötüsü iyisinden pek çok ziyade olduğumt_tecrübe etmişimdir. "

    (Okay,l989:356) .

    Ahmet Mithat Efendi'nin bütün romanlarında sosyal meselderin daima Av-

    rupa ile layaslandığı görülür. Bunu bir kriter olarak kullandığı aşikardır. Kişisel

    olarak, hem teknolojik açıdan hem de bazı muaşeret kuralları ve sosyal yapılan

    ma açısından Batı'nın üstünlüğünü kabul eden Ahmet Mithat, gerekli tadilatın

    yapılması şartıyla Batılılaşma programının halka da indirgenmesi gerektiği dü-

    şüncesindedir. Avrupa' nın terakkisini ve bu terakkinin hangi yollardan geçtiğini

    halka öğretmenin şart olduğuna inanır. İşte, Ahmet Mithat'ın asıl mücadelesi

    burada başlar. Zira, Avrupalılaşmak programı, bedeli yine millete malolan bir

    dejenerasyonu da getirmektedir. Batılılaşrİıayı tam benimseyen "alafranga'' ke-

    sim, toplumunun bütün değerleriyle çatışmış, yozlaşmış, ahlaken alçalmış bir

    insan modeli teşkil etmektedir. Bu örnekler, yanlış model teşkil ederek toplumda

    ahlaki ve manevi erozyona sebep olurken, toplurnun muhafazakar kesimini de

    sırf bu sebeple Batılılaşmaya karşı koymağa zorlamaktadır.

    Bu durum Ahmet Mithat Efendi gibi toplurnun ve devletin geleceği adına

    endişe duyan sorumlu aydınları çıkış arayışına sevk etmektedir. Ahmet Mithat

    pragmatisttir. Meseleye bakış tarzı sadece Doğulu kalmak ya da sadece Batı

    lılaşmak değildir. O, en faydalıyı. aramaktadır. Sentezci ve eklektiktir. Aradığı

    doğruyu nerede bulsa kabullenecektir. Bu sebeple her iki kültürü kucaklamağa çalışır. En iyilerin buluştuğu bir orta nokta oluşturmak amacındadır. Keşfettiği

    en pratik bileşim Batı'nın ilmi, çalışması ve disiplini, Doğu'nun ahlak.ı, fazileti ve

    dinidir. Hedeflediği insan modeli İslam' ın ve Osmanlı geleneğinin bütün erdem-

    lerini taşıyan fakat Batılı gibi yaşayan bir insandır. Yazar kafasındaki bu modele

    uygurı olarak adeta bir ahlak metodolojisi kurgulamış ve bunu eserlerinde adım

    adım şekillendirmiştir.

    ' ->:::ÇQ ?27 6~~-, ~ ,r~ - ·~-, ~

    '\_

  • İli m ve FemıiiJ Reis-i lviiitefek k iri Alımet Midlıat Eje11di

    BiREYSEL VE TOPLUMSAL AHLAKIN BiLEşENLERİ

    l.DİN

    Geleneksel değerler sisteminde ahlak dinden doğar. Dinin belirlediği güzel

    ahlak modeli, toplum için geçerli değer yargılarını oluşturur. Osmarılı toplumu

    açısındarı da, XIX. yüzyılın sonlarına kadar din merkezli ahlak sistemi toplum değerlerini oluşturmada geçerliğini korumuştur.

    Ancak, Avrupa medeniyeri XVIII. Yüzyıldarı itibaren kökleşen din dışı felsefi

    sisternlerle şekillenmekte, aklın ve bilimin üstünlüğünü esas aları rasyonalizmden

    modernizme doğru yol almaktadır. Rönesarıs'la başlayarı bir süreçte bilim ve din

    ters orarıtılı gelişmiş, birinin ilerlemesi diğerinin zayıflamasına yol açmıştır. So-

    nuçta XIX. Yüzyıla gelindiğinde materyalist ve pozitivist düşünce zirvelere tırma

    nırken, yeni dünya düzeninde din, bilimi ve ilerlemeyi durdurarı ve belli bir sınıf

    içinde lokalize edilmesi gereken bir yapılarımaya itilmiştir. Böylece Avrupa'da

    "insarı" merkezli evrensel değerler ve buna bağlı ahlak sistemi oluşmuş ve teokra-'

    tik /skolastik dünya görüşü dışlarımıştır.

    Avrupa'yı bilim noktasında yakalamak isteyen Osmarılılar için merkezini akıl

    ve bilimin oluşturduğu felsefi sistemleri ithal etmek de kaçınılmazdır. Dolayısıyla

    marıevi değerlerinden ve öz kimliğinden ayrılmak istemeyen ve Batı medeniyeti-

    ne inarıarı aydınlar için üçüncü bir yol belirmiştir: Orarıları makul bir sentez.

    Pek çok Tarızimat aydını gibi Ahmet Mithat da bilimsel ilerlemeyi hararetle

    savunurken, dinin sosyal hayattarı ve ahlak sisteminden dışlarımasını kabullen-

    memektedir. Ahmet Mithat'a göre dinsizlik Avrupa ahlakını perişarı etmiş, nesil-

    leri aileyi ve toplumu tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Marıevi değerlerini yitiren

    nesiller toplumun bütün sosyal değerlerinden, hatta ailelerinden bile kopmaya

    başEınııştır.

    Ahmet Mithat Efendi, dini değerleri ve Allaha bağlılığı insarıın marıevi yapısı

    için vaz geçilmez şart olarak kabul edip, bunun aksi oları dinsizliği her kötülüğün

    ve ahlaki düşüşün sebebi olarak görür.

    "Tevekkeli bu Avnpalılar hemen· hal-i vahşete tekarrüp etmemiş ler.! Tevekkeli

    bunlarda mürüvvet, mertlik, merhamet falan kalmamış! Ömründe Mabud-ı mut-

    lak hazrederine boyun eğmeyen, aman demeyen, onun azamet-i ceberntisine muka-

    bil kendi acz-i beşerisini hüsn-i itiraf etmeyen adamın azgınlığını kim tadil edecek"

    (Okay,l989:260)

  • ·~ " _.._ . j.~fi"r, ~~) -· ' • .:,J~/- Y

  • İlim ve Fennin Reis-i Miitifekkiri Alımet Midlıat Efendi

    muhaddereyi iğfalden mücanebet ederler. Onların alış verişi kendi çeki düzenlerine

    zaten alışmış olanlar i/edir." (Jön Türk: 35)

    Dinin ve geleneğin sınırlan içinde tavrı belirgin olmayan, bazen muhafaza-

    kar, bazen değişimden yana olan "ideal insan", evrensel değerler üzerinde tavrını netleştirir.

    "Ama hiç yalan söylemez. Kimsenin hakkını yemez re'yinde riya ve müdahaneye

    kap ılmaz. Ahbabına karşı yüreği açık lisanı azadedir. Kimseyi incittiği kimseye fe-na/ık ettiği işitilmemiştir. (Jön Türk: 35)

    2.BAZI FELSEFi SİSTEMLER VE MODERN AHLAKIN OLUŞUMUNA ETKİSİ

    Pozitivist - Natüralist Ekol

    Natüralistler tabiat olaylarının determinizmi gibi insan hayatının da bir de-

    terminizmi olduğuna inanırlar. Aynı şartlar altında aynı etkenler aynı neticeleri

    doğururlar. Bu durumda bir sanatkarın görevi insan hayatında işleyen bu deter-

    minizmi ortaya koymaktır. Pozitif ilimlerde olduğu gibi hayatın içinde ve insa-

    nın varoluşunda da tesadüfe yer yoktur.

    Natüralist-pozitivist ekolün insan ahlakıyla ilgili tezi büyük ölçüde genetik il-

    mine dayandırılır. İnsanı çözmenin ilk adımı genetik faktörleri ortaya koymaktır. Emil Zola için bir fahişenin, bir caninin, bir zavallının kaderi atalarından tevarüs

    ettiği genlerde saklıdır. Irsiyet insan karakterinin ve ahlakının şekillenmesinde en

    önemli faktörlerin başında gelir.

    Ahmet Mithat da terbiyenin önemine inanınakla beraber genetik faktörlerin etki11liğini kabul eder.

    Paris'te bir Türk romanındaki "Katrin'' bu teze örnek teşkil etmesi için sunul-

    muştur. Ahmet Mithat Efendi burada uzun uzun tıpta genetik ilminin rolünü

    izah eder. İnsan sadece dış görünüş özelliklerini değil fizyolojik pek çok unsuru da genler yoluyla tevarüs eder. Tıp ilmi hastalıkların büyük ölçüde genetik ol-

    duğunu ispatlamıştır. Bundan hareketle insanların psikolojik özelliklerinin ve

    ahlakının genetik faktörlere bağlı olduğu düşünülür.

    Katrin huzursuz, hırçın, aşırı derecede hodgam ve kibirlidir. Herkese kendini fa-

    zilet timsali olarak gösterir, halbuki kendi sınıfina mensup olmadığı için birlikteliğin

    den urandığı bir işçi ile gizli ilişkisi vardır. Nasuh, Katrin'in neden bu kadar kötü ol-

  • .~ "- "":·y-o;o'"" ·~ \ ..- ·. /~ı(.·LJC...-'\; - · · :.:.a.:J""C~rc;)

  • 0.~~ İlim ve Femıiıı Reis-i lv!iitejekkiri Abmet lv!idbat Efo11di

    birinci faktör olarak kabul edilen genetik yapının etkinliğini tamamlayan unsur,

    çevre faktörüdür. Buna göre insan, genlerinin ve muhitinin toplamıdır. Bunların

    tamamlayıcısı olan eğitim unsuru da, çevresel faktörler içinde ele alınır.

    Eğitim, insanın ahlaki yapısının oluşmasında etkinliği ikinci sırada ve çevresel

    faktörler içinde düşünülecek bir unsur mudur yoksa insan karakterini şekillendiren

    temel unsur mudur? Ahmet Mithat Efendi, ı 881 yılında kaleme aldığı iki eserinde

    terbiyenin mi yoksa genetik faktörlerin mi insan ahlakını daha etkin bir şekilde

    yönlendirdiği hususunda birbirlerine zıt iki ayrı görüşü savunur. Aynı yıl içinde

    gösterdiği bu tutarsızlık onun Avrupa'dan gelen, Beşir Fuar'la olan münasebetiyle

    güçlenen bu tarz felsefi görüşler karşısında tavrını necleştirmediğini gösterir.

    Karnaval romanında terbiye bir yağınura benzetUir. Nebatı büyütür. Ancak

    tohum lale ise lale, dikense diken yetişir.

    "Filhakika kafi-i nebatat için medar-ı feyz ve bereket olan yağmur hep o yağmurdur. Ancak !ale ve sünbül tohumunu havi olan bir bağda !ale ve sünbül bitirip, di-ken ve çalı kökleri müessis olan yerde dahi bunları in bat eyler. Cibiliyetinde tohum-ı fasit olan Şehnaz için okuduğu romanlar kendisinin dahi o romanlardaki eşhas ve vakadan birisi olması istidatlarına inbisat verip, Hasna cibiliyetinde zaten salah olmakla okuduğu romanlarda ahvali beğenilmeyecek olan aza ve vakanın her birini i b ret numunesi olarak te !ak ki eylem iş ... " (Karnaval, 5 ı)

    Ahmet Mithat, burada terbiyenin etkisini yüzeye indirgeyerek, yağmur örne-

    ğiyle açıkladığı gibi asiolanın tohum, yani genler olduğunu iddia eder. Aynı yıl

    basılan "Henüz Onyedi Yaşında'' romanında ise, aksine, asıl yaratılışın etkinliği

    sınırlı kabul ederek, terbiyenin insanı yönlendirdiğini savunur.

    "Kalyopi'nin aslında temiz yürekli bir kız olduğuna şüphe yoktu ama insanda asılyaratılışın hükmünden çok ikinci tabiatın hükmünü kabul etmek zaruridir. Fi-lozoflardan bazı ince gijrüşfülere rast geldik ki iyi ahlak yaratılış neticesi olmadığından başka terbiyenin de hiçbir rolü olamayacağını iddia etmekte ayak diretiyorlar. " (Henüz Onyedi Yaşında,ı23)

    İyi ahlak nasıl oluşur sorusuna " filozoflardan bazı ince görüşlülerin" verdiği

    cevap Kalyapinin macerası söz konusu olunca Ahmet Mithat'ı tatmin etmez.

    Kalyopi, ki aslında Ahmet Mithat Efendinin ikinci eşi Vasiliski'dir, yaratılış ola-

    rak temiz ve asUdir. Fakat, aldığı terbiye ve yaşadığı hayat onu yarılış yola sevk

    etmiş, kendi iradesiyle bir fuhuş yuvasında çalışmayı hayatın gereklerinden ola-

  • ,_ ---r?'r~,, \ -.:~""~JJj~n\'

    • ... /_! ':".c(\c;,~V """

    : ·-.'-.. r;;cr.ı \.!9. Ahmet Jvfidbtit Efendi'ızin Romanlarmm Düııyasmda Fert ve Toplum Ablakı '. -/A!P"';

    ---------------------------------------------------- j~~)

    rak kabullenmesini sağlamıştır. Böylece fuhuşu normal kabul eden çevresinin

    kazandırdığı bir alışkanlık onun asıl yaratılışına baskın çıkmıştır.

    "Tütün içmek beşerin asıl tabiatında bulunmadığı halde insan bunu bir ikinci

    tabiat edince bir daha bırakmamak derecesinde hükmü altına düşüyor. Zati ikinci

    tabiat asıl tabiattan kuvvetli olmasa asıl tabiata galebe çalar mıydı? İnsanın aldığı

    terbiye aslındaki iyilikleri kötülüğe çevirmekte pek büyükatesir gösterir. "(Henüz On-

    yedi Yaşında, 124)

    Bu örnekte olduğu gibi Ahmet Mithat'ın Natüralizme karşı tavrı her zaman

    net değildir. Bir eğitimci olarak gerçek olgusuna değer verdiği ve gerçeklerin ol-

    duğu gibi ortaya konmasını ibret verici, dolayısıyla eğitici bulduğu için natüra-

    lizmin temel ilkelerini kabullenmiştir.

    "Binaenaleyh iyiliklerden ziyade fenalıkları meydana konur ise onlardan tevakki

    için ziyade mucib-i istifade olacağı şu asırdaki herkesten evvel Emi! Zola'nm nazar-ı

    hikmetini açmıştır da naaşı Panteon'a, o kubbe-i vatanperverana naklolunmak de-

    recesinde mazhar-ı hürmet-i millet olan o büyük muharrir kalemini bu tasvir-i me-

    ayibe vakfeylemiştir. "(Okay, 1988: 354)

    Zola'nın çağdaşlarınca bu kadar beğenilmesini onun toplumda var olan çir-

    kirılikleri teşrih ederek insanlığa ibret dersi vermesi şeklinde yorumlayan Ahmet

    Mithat Efendi noktada Zola'yla ayru görüŞtedir. O da kötülüğü kapatıp yok say-manın insanlık için tehlikeli olduğunu düşünmektedir.

    " ... Bir murdarlığı örtrnek ile onun levsinden tevakki edilmiş olamaz. Onu aç-

    malı, aleme göstermeli, alem onu görme/i sıhhat-i ahlakiye için ne kadar muzır

    olduğunu anlamalı da ona göre ondan tevakki ve mücanebet eyleme/i .

    . . . . Sıhhat-i bedeniye hususunda muzırı müjidi bilmek ne kadar lazımsa s'ıhhat-i

    ahlakiyece dahi tehlike ve selamet cihetlerini bilmek o kadar lazımdır. Bir sokakta açı

    lan müzahrefot çukurunun üstüne fener asmak gibi . O çukuru yok farzederek oraya

    fener asmaz isek, onu aleme gösteriJ; nazar-ı dikkat ve ihtirazlarını davet celbeylemez

    isek erbab-ı gajletten birçoklarını o mühlikeye düşürmüş oluruz." (O kay, 1988)

    Sırf bu amaçla kaleme aldığı Müşahedat ve ardından diğer eserleri Natüra-

    lizm ekolünde Zola'nın takip ettiği deneycilikten, sosyal faydacılığa uzanan seyri

    benimsediğini gösterir. Zaten "Sosyal fayda'' ilkesi Ahmet Mithat'ta başlangıçtan

    beri hep vardır. Zola'run romanlarının deneysellikten sosyal gerçekçiliğe doğru

    geçirdiği değişim, onun için geçerli değildir.

    )})\ I.G--. . i ~:--,

    ''~ '-

  • İli m lle Fennin Reis-i Miitefekkiri Almıet Midbat Efeııdi

    Pozitivizm ve Din Arasmda Sentez Arayışları

    Ahmet Mithat, natüralizmi ahlaka ve dine uymadığı, üstelik sadece kötü, adi,

    iğrenç ne varsa onları seçip dünya üzerinde iyilik, ahlak, namus gibi değerleri yok

    saydığı için benimsemez. Zola'yı bu noktada reddetmektedir.

    "Fransa'da hı/sn-i ahlak üzerine roman bina etmek modası çoktan kalkmış ve

    mahut Emi! Zola en başta olduğu halde tabii roman yazıyor diye bütün fevahiş-i

    nev-i beşeri bir çok mübalağalar ile, ifrat!ar ile donatıp ziynetleyerek meydana koy-

    mağı hüner addetmekte bulunmuşln;rdır. Güya haseniyat denilen şey tabiat-ı beşer

    den bütün bütün silinmiş kaldırılmış gibi bir hal ki asıl tabiyattan madud olmaya-

    cak olan hüküm işte bu değil midir?' (Okay,l988:355)

    Pozitivizmin insana yaklaşımı tamamen materyalisttir. Ruhun fonksiyonla-

    rını da, ilahi esasları da yok sayan Pozitivist-Naruralist anlayışın karşısında Ah-

    met Mithat Efendi her zamanki gibi sentezcidir. Beşir Fuat'ı materyalist ve ateist

    inancından vazgeçmeye ikna edemeyen Ahmet Mithat, muhtelif yazılarında ve

    "Zola'yı Niçin Okumuyorum" başlıklı yazısında Zola'yı gayridini ve gayri ahlaki

    bulduğunu ve sadece çirkin ve adi şeyleri benimsernesinin onu bütün dünya

    nezdinde "beğenilmez" kıldığını ifade eder. (Okay, 1969:203)

    Pozitivizm karşısında çok tutarlı bir görüşü olmamakla, hatta Pozitivizm'in

    görüşlerini dinsizlik noktasında asla kabııllenmemekle beraber Ahmet Mithat

    Efendi, gerek kendi görüşlerini, gerekse İslam orijinli ahlak tezlerini pozitivizrnin

    esaslarıyla destekler.

    Pozitivizmin soyaçekim prensibini İslam'ın evlilikte" küfüv" aranmasını tav-

    siye eden yaklaşımıyla birleştirir. Bu şekilde insan, ideal ahlak sahibi bir nesili

    meydana getirir.

    "imdi ilimler arasındaki şu münasebet dahi mevcut olduğu halde acaba tezevvüç

    edeceği karının kendisiyle kiifüv olmasını emreden ilm-i din ile şu tıbb-ı ruhani

    dediğimiz ilmin arasında bir münasebet bulunamaz mı? Zira madem ki eviada

    emraz ve hatta sima bile tevarüs etmektedir, ahiakın da tevarüs edeceğine hiç şüphe

    etmemelidir." (Paris'te Bir Türk: 289)

    İnsan ana babasının ahlakını tevarüs ediyorsa modern ilirnlerin bu iddiası

    İslam'ın klasik "küfüv" prensibini kabul ediyor demektir. Ahmet Mithat'ın bu-

    rada insan yetiştirme konusunda pratik bir metot önerir. Her insan kendi tabi-

    atını beğendiğine göre aynı terbiyeyi evladına da vermek istiyorsa, eşini kendi

  • >- ,__,~-~ • - ', 1 .,~.;.(

  • İli m lle Femıin Reis-i Miitefekkiri Ahmet Midhat Eje11di

    Paris'te Bir . Türk'de ilim meclislerinde ve aristokrat salonlarında bilgisi ve şahsiyeriyle Avrupalıları hayran bırakan Nasuh, Avrupa'da genel kabul gören

    Pozitivizm'in İslarnla ne kadar uyumlu olduğunu Paris'lilere de kabul ettirir.

    "- Yaşasın hikmet-i hukuk !. Yaşasın hürriyet-i İslamiye! Her hükmü pozitivizm (müspeti kafiye), her fıkrası realizm (hakikiye) mezhep hükümleri üzerine kurulmuş. Biz Avrupalılar ise idealizm (hayali) mezhebi içinde dolaşıp ne ucunu bulabilmişiz ne ortasını, "(Paris'te Bir Türk: ı 62)

    Bununla beraber, Ahmet Mithat'ın İslami görüşlerle pozitivizm arasında kur-

    maya çalıştığı bağlantılarda bir takım tutarsızlıklara saplandığı da açıktır. Mater-yalist- pozitivist düşüncede varlık, oluşum gibi ilimler ilahi oriFnli değildir. Oysa

    dinde ilirnin de varlığın da orijininde Allah vardır. Her şey ondan neşet eder.

    Paris'te Bir Türk'te Nasuh "fikr-i beşer nasıl tekamül etti?" sorusunu materyalist

    bir yaklaşımla açıklar.

    " Hiç bir şey görmediği hiçbir şey takdir etmediği halde fikrinin kendi kendine takdir etmiş olduğu hakikatiere diyecek yoktur. Şimdi inandım ki bu kadar terak-kiyatı insanoğlu kendi kendisine yapmıştır. Evet bunda şüphem var idi. Merkez-i arza kadar tamik-i vukuf etmek imkanı değil bu lüzumu insanoğluna kim haber vermiş olduğunu bile zihnime sığdıramazdım. Lakin ortada Aleksandr gibi ham halat bir heriften bu kadar hakikatler diniersenz fikr-i beşerin merkez-i arza ve arş-ı semaya kadar inip çıkabilrneğe muktedir olacağını teslimden başka çarem kalmadı. " (Paris'te Bir Türk: 4 ı 6)

    3.EGİTİM

    Eğitimde Cinsiyet Ayırımı:

    J\-fımet Mithat Efendinin ideal eğitimi öncelikli olarak erkekler içindir, kadı

    nın eğitimi meselesini de göz ardı etmemekle beraber erkek yetişmesinde olduğu

    gibi kesin ve somut bir teklif sunamarnıştır. Manevi kızı olarak kabul ettiği ilk

    kadın yazar Fatına Aliye Hanım'la olan ünsiyetinin ilerlemesi kafasında bir ideal

    kadın modeli oluşturmasında etkili olmuştur. Ancak, ideal kadın, ideal erkeğin

    taşıdığı vasıflara da, sahip olduğu haklara da sahip değildir.

    Ahmet Mithat Efendi' nin romanlarının dünyasında, erkeğin eğitiminde tah-

    sil faktörü çok büyük yer tutar, kadın eğitimi için de aşağı yukarı öyledir. Özel

    dersler ve kendi kendini yetiştirme her iki cins için de geçerli eğitim metodudur. Ahmet Mithat Efendi bu meselede pek çok çağdaşından bir adım ilerdedir. Me-

  • Ahmet MidlıatEfeııdi'ııin Romaıılarııım Diiııyasmda Fert ve Top/ımı Alıl!tkı

    sela, "kızlara okuma yazma öğretilmesi gerekli midir değil midir" meselesinin

    ciddi olarak tartışıldığı bir ortamda bu konuyu geride bırakarak "ne şekilde eği-

    tim vermeli" ve "neleri okutmalı" sorularına cevap aramıştır.

    Kızların yabancı dil öğrenmeleri meselesi devrinde kabul görmediği halde Ahmet Mithat, "ideal kadın''ı temsil eden kahramanlarına Fransızca öğretmiştir.

    ~

    Yalnız en son romanı "Jön Türk'' de kızların yabancı dil öğrenmesi meselesin-

    de bir tavır değişikliğine gider. Ahmet Mithat Efendi'nin ideal kadın tiplemesi-

    nin modeli olan Fatma Aliye Hanım, kültürü, bilgisiyle olduğu kadar Fransızca

    bilgisiyle de üstün bir kadın örneğidir. Fakat bu modelin toplumsaliaşması her

    zaman olumlu sonuçlar doğurmamaktadır. Yabancı dil, yabancı kültürü berabe-

    rinde getirmekte, kadının maruz kaldığı kültür dejenerasyonu erkekte olduğun

    dan çok daha ağır kişisel, ailesel ve toplumsal sorunlara sebep olmaktadır.

    Jön Türk romanında Ceylan, gerek eğitimi gerek zekası itibarıyla devrinin er-keklerinden ileridedir. Çok şey okumuş, yabancı dil öğrenmiş popüler ilimierin

    hepsini şöyle ya da böyle tanımıştır. Ahmet Mithat Efendi Ceylan' ın kültürel ve

    zihinsel donanımlarının çağdaşı olan erkekleri gölgede bırakacak kuvvette ol-

    duğunun defalarca altını çizer. Bu vasıflar bir erkek için idealdir. Eserin ideali-

    ze edilen kahramanı Nurullah da aynı donanıma sahiptir; fakat yazık ki, erkek

    için büyük bir avantaj olan söz konusu eğitim modeli, kadını sadece felakete

    sürüklemiştir. Zira Ceylan, Osmanlı kadınının konumuna ve sınırlarına daya-

    namamakta, Avrupalı hemcinslerinin konumunda olmayı arzulamaktadır. Hatta

    daha marjinal bir çizgiye, feminizme kaymaktadır ki, söz konusu düşünce tarzı, o

    çağda Avrupa'da bile kabul görmemektedir. Kültürel yabancılaşmanın bu boyu-

    tu bir Osmarılı kadını için cinnet demektir, nitekim Ceylan'ın da akıbeti cinnet

    ve intihar olmuştur.

    Ceylan' ı bu noktaya getiren ilk aşama yabancı dil öğrenmesi ve yabancı mü-

    rebbiyelerdir. Ceylan' ı yakından tanıyana kadar kadının eğitiminde en ileri nok-

    talara varmasını hayal eden Nurullah burada duraklarnıştır. İdeal Osmanlı kadı

    nının profili nasıl olmalıdır?

    "-İdealin yani hayalinde tasavvur eylediğin kız nasıl olacak bakalım? Mutlaka

    efkar-ı atika içinde uyuşmuş kalmış çüriiklerden birisi olmayacak değil mi?

    -Ha, bak sana fikrimin doğrusunu söyleyeyim. Öyie ejkar-ı cedide içinde zıp diye sivri/ip firlamış olanını da tahayyül etmiyorum

  • İlim ve Fennin Reis-i Miiteftkkiri Ahmet Midhat Efendi

    -Orta hal/i bir şey ha?

    -Gerek terbiye-yi medeniyece ve gerek maişet-i beldece orta ha/li bir şey. " -Anladım anladım. Şöyle okumuş yazmış olsun biraz da müzikaya aşina bulun-

    sun. Ejkar-ı atikadan çıkmış ise de ejkar-ı cedideye henüz girmemiş bulumım. Biraz da Fransızca bilsin değil mi?

    -Buna yakın bir şey hatta Fransızca'yı tarh ve tenzileder isen isabet etmiş olur-sım." (Jön Türk: 74)

    Ahmet Mithat Efendi için Ceylan'ın ahlakı ve hateker tarzı kadın olması se-

    bebiyle kabul edilemez bulunmuştur. Oysa, aynı davranışlat genç bir erkeğin ha-

    yatının olmazsa olmaz deneyirnleridir. Deneyerek ve yaşayatak yetişme prensibi

    kadınlat için hiçbir şekilde kabul edilmediğinden bir erkek gibi yetişen Ceylan,

    iflah olmaz toplum dışı bir vatlıktır. Ceylan'ın sık sık "serbaz", "işvebaz", "if-fetsiz", "cür' eclci.r" sıfarlatıyla tanımlanmasına ve mahkum edilmesine katşılık,

    onunla aynı vasıflan taşıyan ideal erkek, sadece tecrübeli, pişkin ve olgun olatak

    tanımlanır. Cinsi ahlak ve namus sadece kadınlatı koruma altına almış gibidir.

    Erkekler için yuva yıkrnarnak ve bir de genel toplum huzurunu bozmamak, yani

    "katda yürüyüp de izini belli etmemek'' yeterlidir.

    "Karda yürüyüp de izini belli etmemek erkeklere bile müyesser olmadığı halde

    kadınlara mı müyesser olur? Acaba muhadderat-ı pak damenimiz bu ahvale vakıf

    mıdırlar? Değil iseler vukufta pek ziyade teahhur etmiş sayılırlaı: Onlar matmah-ı

    enzar-ı rica/dir/er. Her hal ve tavır/arına dikkat olunur. Bakışlarından ayak atışla

    rından manalar istihraç olunur. Bu manaların bazıları gönül eğlendirmekten baş

    ka hiç bir daiyede bulunmayan beyefendileri hoş/andırır/ar ise de teehhül hevesinde olanları ürkütür/er korkuturlar. Kendilerini bir bela imiş gibi telakki ederek o belayı

    göze ıddırrnakta cesaretlerini kırarlar." (Jön Türk: 75)

    Bu görüşe göre, erkek eğitiminin temel prensibi olan rüştünü ispat ettikten sonra hayata atılıp hür iradesi ve aklıyla hayatını yönlendirecek kapasiteye ulaş

    mak fikri kadın söz konusu olduğunda ciddi bir handikaptır.

    Kadın Eğitimi

    Tanzimat'tan itibaten hız kazanan reformİst hatekerler kadın eğitimi meselesini

    de ele almıştır. Geleneksel değerler içinde kadın ve genç kız eğitimi hassas bir nok-

    tadır. Kadının ahlaki dejenerasyonunun toplum ve ailedeağır yatalat açacağı düşünüldüğünden bu konudaki yenilikçi hatekerler daima ihtiyarla karşılanmıştır.

  • . -~ '-. '- ·rl0 /~'·

    ~__ ,-. J~-if\~:j' ... u ~~ ·.~ıG'J\:..E)

    -;--,\-'!..jl'.:;::

    Ahmet Midhat Efeııdi'nin Rommılarmııı Dünyasmda Fert ve Toplum Ahilıkı . ~)c

    Ahmet Mithat Efendi "hace-yi evvel" sıfatıyla eğitimin bütün unsurlarıyla ya-

    kından ilgilendiği gibi genç kız terbiyesiyle ilgili meseleleri de daima göz önünde

    bulundurmuştur.

    Geleneksel Osmanlı toplumunda kadının neyi ne kadar bilmesi gerektiği dü-

    şünülmüş, kadının ev işleri ve ona yetecek kadar bir din bilgisinden başka bilgiye

    ihtiyaç duymayacağı ortak görüş haline gelmiştir. o

    Ancak, zamanla,, bilhassa Sultan II Abdulhamid dönemi ile başlayan kitle

    eğitim seferberliği ile genç kızlar için örgün eğitim irnlclnı da yaygınlaşmaya

    başlamıştır.

    'Zira terbiye-yi nisvan hakkında bugün bizce taammuma yaklaşmış olan fikir ve

    gayret bundan otuz sene mukaddem bu kadar umumi değildi. Kızların yazıp oku-

    maları onların mesturiyet ve mahcubiyete mecbur olmaları kaziyesiyle henüz tevfik

    edi/emiyor idi. ''Dostıma name mi yazacak?" itirazı henüz pek kuvvetli olup, buna

    mukabil "hayır kocasına mektup yazacak" sözü bir zaaf ı miskineden kurtanlamıyor

    idi." (Jön Türk: 75)

    Jön Türk'de Gazanfer Bey'in şahsında kadın eğitimi ile ilgili geleneksel değer

    lerin sorgulandığı görülür. Erkan-ı harpten Gazanfer Bey kadının tahsilini erkeğe

    meydan okuma gibi değerlendirir.

    "Ezkiya-yı erkan-ı harpten olmasıyla beraber Gazanfer Bey'in dahi talim-i bi-

    nat gayretini beğenemeyenlerden olmasına isterseniz taaccüp ediniz. Bey Her halde

    kızlara dinlerini mezheplerini adab-ı İslamiye ve insaniyelerini öğretmek lüzumu-

    na kanaat/e beraber, öyle eline kalemi aldığı gibi karşısındaki erkekleri durduracak

    mertebelerde talim-i nisvanı bir türlü zihnine sığdıramıyor idi." (Jön Türk: 5)

    Fakat, zaman içinde okuma yazması olmayan eşinin ihtiyaç duyduğunda bir

    mektupla halini anlatmaktan acziyeti, Gazanfer Beyi derinden düşündürür. Ni-

    hayet Allah huzurunda yemin ve ahd eder ki, kızını okur yazar yetiştirecektir. Sırf bu sebeple kızın adını '~diye" koyar.

    Kadının tahsilinin yadırganmasından kaynaklanan bir alışkanlıkladır ki, Ah-met Mithat Efendi, belli sahalarda yetkinliği olan kadınları hep aynı sözlerle

    tasvir eder:" Fa tma Aliye Hanım'ın Fransızeast olur olmaz erkeğin bile konuşamaya

    cağı kadar", "Ferdane'nin okuması, bilgisi olur olmaz erkeğe bile nasip değil' (Vtıh)

    "Neofori'nin tahsi/işöyle benim diyen erkeğin bile ulaşamayacağı cinsten ... " (Ahmet

    Metin ve Şirzat) vs.

    239

    ,';))" '· ,.. l \{:"

  • İ/im ve Fennin Reis~i Miitefekkiri Almıet Midlıat Efendi

    Dönemin, okuyup yetişmiş ideal Osmanlı kadını prototipi Ahmet Cevdet

    Paşa' nın kızı Fa tma Aliye Hanım' dır. İlk kadın yazar sıfatını taşıyan ve Avrupa ba-

    sınının dahi dikkatini çeken FatmaAliye Hanım, okullarda eğitim görerek değil,

    özel derslerle ve bir de devrinin önemli kültür merkezlerinden biri olan babası

    Ahmet Cevdet Paşa konağının sunduğu ilim ortamında kendi heves ve gayretiyle

    yetişmiştir. Ahmet Mithat Efendi, öğrencisi ve manevi kızı Fatma Aliye Hanım

    için hazırladığı monogrande bizzat FatmaAliye Hanım'ın mektupları vasıtasıyla

    ideal bir Osmanlı kadınının yetişme serüvenini anlatır.

    Monogrande ayrıntılarıyla anlatıldığı üzere Fatma Aliye Hanım' a sadece ba-

    zal bir eğitim verilmiştir. Fatma Hanım eğitimini daha çok elverişli bir ortamın

    sunduğu tesadüflere, bir de kendi içinden gelen kuvvetli arzu veazme borçludur.

    Ahmet Cevdet Paşa, uzun yıllar sonra Ahmet Mithat Efendi'ye, kızına düzenli

    bir tahsil yaptırmış olsaydı sonucun çok daha parlak olacağını itiraf etmiştir.

    Ağabeyi Sedat Bey' e tanınan düzenli eğitim Fatma Hanım' a sunulmamıştır.

    Osmanlı yüksek tabakasında FatmaAliye Hanım modelinde olduğu gibi ka-

    dın eğitimi özel derslerle ve belli bir sahada sınırlı tutularak verilmiştir. Halbuki

    aynı yıllarda Avrupa 'da kadın ve erkeğe eşit eğitim hakları sunulmaktadır.

    "Zira elyevm Avrupa'da evlad-ı inasın dahi evlad-ı zekur gibi talim ve terbiyeleri için maarif -i ibtidaiyeden maarif-i intihaiye kadar müessesat-ı tedrisiyenin kafesi ikmal edilmiş ve kadınlara da tabib ve avukat vs dip/omaları verilrneğe başlamış ol-duğıt halde .. . " (Fatma Aliye Hanım Yahut Bir Muharrire-i Osmaninin Neş'eti: 6)

    Ahmet Mithat Efendi, Osmanlı toplumunda kadının cahil kalmasına sebep

    olan diğer bir önemli faktörün ağır, belagacli ve süse boğulmuş yazı dili olduğu

    düşüncesindedir. XIX. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul'da kızlar arasında okur

    yazarJik oranı hızla yükselmekte fakat okur-yazar olma seviyesinde kalmaktadır

    lar. İlmi sahada ilerlemek şöyle dursun, büyük çoğunluğu dünya görüşü kazan-

    dıracak, ufuklarım açacak kadar da bilgi kazanamazlar. Zira Osmanlıca her hangi

    bir ilmi eseri okuyup anlayabilmek bayağı ihtisas isteyen iştir. Ahmet Mithat

    Efendi'nin dikkatini bu noktaya çeken FatmaAliye Hanım olmuştur. Bir mektu-

    bunda, kendini yetiştirmede karşılaştığı.en büyük zorluğun yazı dilinin belagad

    olduğunu yazmıştır. Sırf bu sebeple Fransızca kitapların her seviyede okuyucuya

    hitap eden dilini daha eğitici bulduğunu ifade etmiştir. (Fatma Aliye Hanım Ya-hut Bir Muharrire-i Osmaninin Neş'eti: 19)

  • - -~ '- .-.,.-~:\·,~

    \. .. "---~~-(:\~C'\\ .... , -~~ ı,.·.--.V-~ - ~ F GY _ _:_w_?: CY_ı\--.9

    ( '1" C...J' Alımet Midlıiıt Ejeııdi'ııiu Romaıılarmm Diiıı)'ftsmda Fert ve Toplum Ahlôkı -~(ğ~.·-.. )-?.' '.· ~ -,-,;

    ' )·,' }

    ,-1rt_ Ahmet Mithat Efendi de zaten üzerinde durduğu "sade lisan" meselesini ka-

    dın eğitimi vesilesiyle bir kez daha gündeme getirmiş, bu hususta makaleler ka-

    leme almıştır.

    Kadının düşünce dünyasını daraltan bir faktör ilmi llsanın ağırlığı ise bir

    diğeri edebi eserlerin bile aileler tarafından sıkı bir takibe uğramasıdır. En sevilen

    edebi tür olan "roman " o yıllarda sadece Osmanlı top1umunda değil, Avrupa'da

    bile kadın ve kızlar için okunınası sakıncalı görülen bir şeydir.

    Üst sınıf Avrupa aileleri kızlarının roman okumasını, "kadınlarda 'histeri'

    hastalığına sebep olur" kaygısıyla istemezler. Elir Osmanlı aileleri de kızların

    roman okumalarını hoş görmez. Zira, romanlar kızların ahlakını bozacak fena

    şeyler aşılar diye endişe duymaktadırlar.

    Ahmet Mithat Efendi, romana karşı duyulan bu tepkiye, bu infiale karşı mü-

    cadele eder. Zira, romanı yasaklamak onun gizlice okunmasına engel olamamak-

    tadır, üstelik de bu yasağın manası yoktur. İyi seçilmiş bir roman bir genç kız için

    en iyi bir hayat dersi olabilir.

    "Malumdur ki alafrangada kızlara roman akutmak memnudur. Bu memnuiye-tin hükmünü kızlara heva ve heves ne olduğuna dair misaller göstermernek kaziyesi olacak ise de memnuiyet-i mezkureden hiçbir memleketçe fevaid-i muntazıra istihsal olunamamaktadır. Zira bu hal-i memnuiyet bilakis kızların romanlar için daha zi-yade hırs ve inhimaklerini mucip' olduğundan meydan-ı tedavülde gezen romanları kamilen okumağa kızlar yol bulduktan ma'da meydan-ı tedavülde kadınlar hatta erkekler için bile memnu olan bir takım kütüb-i muzırayı da ele geçirip tamamiyyen hırs ve h_evesle o kurlar. " (Karnaval: 51)

    Ahmet Mithat Efendi'ye göre, el altından gizlice edinilen çoğu uygunsuz ve

    değersiz romanlar yerine, ailenin de izniyle seçilen edebi değeri yüksek, hayat ve

    ibret dersleriyle dolu bir roman, sırasında en iyi bir okul niteliğindedir.

    Ahmet Mithat Efendi'nin ahlak anlayışında, dönemin etkin görüşü pozitiviz-min etkisiyle, hayatı bizzat yaşayarak, tecrübe ederek tanımak görüşü hakimdir.

    Osmanlı kadınları için hayatın maceralarına atılıp doğrulardan ve yanlışlardan

    ibret alma gibi tecrübeler kabul edilemez olduğurıa göre kızlara hayat için gerekli

    dersleri kim verebilir? Tabii ki realist hayat hikayeleriyle dolu faydalı romanlar.

    Romanlarında- idealize edilen uyanık ve zeki hanımlar romanlar sayesinde

    hayatı tanırlar. Dürdane Hanım romanında Aliye, l&h'da Ferdane, Karnava!da

    \._-" r:

  • İli m ve Femıin Reis-i Mıltefekkiri Almzet Midhat Efendi

    Madam Arslangözyan, Müşahedat'ta Siranuş, hep romanlar sayesinde hayatın tti-

    zaklarını öğrenirler. Gerçekten değerli ve iyi niyetli bir erkekle usta çapkınları

    birbirinden ayırır, saf kızlar gibi kandırılmazlar.

    " ... Roman okumuş idi demedik mi ya? Hem de pekçok roman okumuş idi. Oku-duk/arım da bir dikkat-i mahsusa ile okumuş idi. Her birinden kendi felsefesince bir netice-i ibret istintaç ve istihsal ederek okumuş idi. Artık böyle bir kızın kolay kolay kanıp emniyet edebilmesi kabil mi olur?" (Müşahedat: ı 07)

    FatmaAliye Hanım da Ahmet Mithat Efendi'ye yazdığı mektubunda roman

    okuyarak aşk- fl.ört meselelerine heves etmek şöyle dursun, evlilik fikrinden bile

    uzaklaştığını söyler. Buna karşın, okumayan kızlar bilgisiz, saf ve tecrübesiz ol-

    duklarından ailelerinin korumasından bir an mahrum kalsalar hatalara düşer,

    karşılarına çıkan fırsat avcılarına mağlup olurlar. Zira kulaktan do lma hurafelerle

    ve masallarla yetişmişlerdir.

    "Koca karı masallarında ve eski romanlarda aşıklar o suret-i sajiyanede tasvir olunurlar ki sevdazedeganı o nazarla telakki eden masumat-ı nisvan diğer cihet-ten nice hune-i melainin ne kadar ev yıktık/arından haberdar bile olmazlar. Her

    gördükleri erkeği _va peri padişahının oğlu yahut Aşık Garip zannederler .. . Ahval-i beşeriyenin iyisini de fenasını da romanlar şerh eder/e;: Romanları okuyanlar pek çok felaketler işitmiş her birinden i b ret almış olurlar." (Müşahedat: 2 ı 5-2 ı 6)

    Çocuk Eğitimi

    Ahmet Mithat Efendi çocuk egıtımıne daima önem vermıştır. Hace-yi Evvel'den itibaren Terbiye/i Çocuk, Çocuk Melekat-ı Uzviye ve Ruhiyesi, Ana-Babanın Çocuk Üzerindeki Hukuk ve Vezaifi ve Peder Olmak Sanatı gibi çocuk eğitimjne dair yazdığı kitaplar haricinde romanlarında da çocuk eğitimi mesele-siyle yakından ilgilenrniştir.

    Fatma Aliye Hanım monografisi kadın eğitimi meselesi için olduğu kadar

    çocuk eğitimi için de ilginç yaklaşımlar içeren bir çalışmadır.

    Ahmet Mithat Efendi, çağı aşan bir harika olarak kabul ettiği Fatma Aliye

    Hanım'ın monografisini bir psikoloji ve pedagoji kitabı olarak takdim eder. Bu

    eser bir Fatma Aliye olmak hevesincieki kızlarla bir FatmaAliye yetiştirmek iste-

    yen babalara model teşkil etsin diye kaleme alınmıştır. (Fatma Aliye Hanım Yahut Bir Muharrire-i Osmaninin Neş'eti:ı09)

  • Alnnet Jvfidbat Efoııdi'ııiıı Rommılamıııı DiiııyflSmda Fert ve Toplum Abiiıkı

    Ahmet Cevdet Paşa konağında çocuk eğitimi, diğer üst sınıf Osmanlı ailele-

    rinde de görüldüğü gibi, ebeveyn tarafından değil, bu işle görevlendirilmiş dadı

    ve mürebbiyeler tarafından yürütülmektedir. Bu nedenle Aliye Hanım'ın erken

    çocukluk hamalarında ebeveyni değil, halayıkları vardır. Zira yüksek zümreye

    ait Osmanlı konaklarında kadınlar konağın idaresiyle meşguldür. Çocuk bakımı

    konak sahibesi oları hanımların asli işi kabul edilmez. Burada Ahmet Mithat, fa-~

    kir aile kadınlarının ve çocuklarının bir bakıma daha şanslı sayılabileceğini ifade

    eder. Çocuğunu kuc.ağında dolaştırmak, ninni söylemek, emzirmek ve eğitimiyle

    bizzat meşgul olmak orta halli ailelerin harcıdır. Zengin ailelerde yaygın davra-nış, annenin ancak günün belirli zamanlarında çocuğurıu görebilmesidir.

    ' ·: .. hademat-ı mezkureyi çocuğun hizmetine müvekkil olanlar ifa ederek gayeti yavrucuğun keyfi yerinde olup gül benzi handan, güzel gözleri lem'an olduğu zaman-

    lar validesinin dahi hali vakti müsait ise mahsul-i Jevaidini görsün, sevsin, öpsün,

    koklasın safolansın diye validesinin ağuşuna isa! ederler. Ve valideler dahi ciğer pa-resini ancak bu zamanlar görebilir/er': (Fatma Aliye Hanım Ytıhut Bir Muharrire-i

    Osmaninin Neş'eti:I9)

    Babaların çocuklarına ayırabildiği zaman daha da sınırlıdır. Çocuğurıun ter-

    biyesiyle bizzat meşgul olabilen orta halli ailelerde bile çocuk eğitimi babanın asli

    görevi kabul edilemez. Fatma Aliye Hanım örneğinde ise Cevdet Paşa "küla-yı

    feham-ı Devlet-i Aliye'den olmaktan fazla bir de rical-i ilmiye ve edebiyeden "

    olmasıyla zaten çok sınırlı olan boş vaktini çocuğuna ayıramaz. Ona böyle bir

    ihtiyacı duyuracak gelenek de oluşmuş değildir. Sonuçta, kızının yeteneklerini

    Fatma Aliye'nin evliliğinin onurıcu yılında kaleme aldığı "Volonte" tercümesi

    sayesinde keşfetıniştir. Cevdet Paşayı kızından bu derece habersiz kılan faktörle-

    rin birisi Paşa'nın yoğun tempolu işi ise diğeri de konaklarda adet olan hiyerarşi

    ve muaşeret usulüdür. Çocuklar babalardan uzak büyütülür. Belli vesilelerle ve

    babanın belirlediği bir zamanda huzura getirilirler. Erkek çocuklarının eğitim

    aşamaları babaya rapor edilir ama kızlar için düzenli bir eğitim ve meslek edin-

    dirmek gibi bir beklenti yoktur. Genç kızların ayrı dünyası ve hele evlilik baba

    kız ilişkisini biraz daha resmileştirir. FatmaAliye Hanım'ın sürpriz yükselişinin

    Cevdet Paşa'yı şaşırtıp sarstığı, çocuk eğitimi konusunda bir kez dahadüşündür

    düğü Ahmet Mithat Efendiye itiraflarından anlaşılmaktadır.

    Osmanlı yüksek zümresinin çocuk eğitiminde yaşadığı bir diğer sorun, ana-

    baba ilgisinden ve eğitiminden mahrum kalan bu çocukların nasıl bir mürebbi-

    yeye teslim edileceğidir. İstanbul'da elit zümre, çoğu Fransız olan yabancı mü-

    ,-- -. f,-e~;0_ .., ~0--,--c::, \LL 24:; '\::_ll''-''

    'rc; ;ı•

  • İli m ve Fennin Reis-i Miitefekkiri Ahmet Midlıat Efendi

    rebbiyelere rağbet etmektedir. Yabancı mürebbiyeler çocuklara küçük yaşta işlek

    bir lisan kazandırırlar. Gerçekten dip lo malı ve işinin ehli olan Avrupalı eğitimci

    ler ise modern metotlarla iyi bir eğitim sunarlar.

    ':Avrupa'nın enstitütris denilen muallimeleri ne kadar müstait olurlar. Çocuk-ların damarına girmeği ne güzel bilirler. Bunlar "eti benim kemikleri babası ve anasının" diye terbiye-i eifali deruhte etmezler. Ders zamanım çocuklara bir işkence edip bırakmazlar. Belki çocuklara hem kendilerini, hem tahsi/i sevdirerek, muayyen olan zamanlarda dahi çocuklaıla oynayarak hiç bir zaman yanlarından ayırmazlar." (Bahtiyarlık: ı 06)

    Buna karşın, klasik Osmanlı eğitimin disiplin anlayışı sert ve kuralcıdır.

    " .... hergün çocukların iki saat kadar zamanı Türkçe ve Arapça tedris edecek olan hoca efendiye mahsus olmakla, hoca efendinin düşman üzerine kılıç salfareasma değnek saliayarak çocukları tehdid ve ihafesi bunları kendisinden ne kadar soğutursa, muallime Madam Terniye'nin nazikane ve muhibbane muameleleri çocukları ken-disine o nispette ısındırarak gerek Mansur Bey, gerek Nusret Hanım hoca efendinin yanına sanki asılmağa giden mahkum yahut, 'e ma turin"in ila/ini yapmağa giden softa gibi gittikleri halde Madam Terniye'nin yanma bilakis bir dost, bir penah nez-dine giden biçareler gibi sığınırlardı." (Bahtiyarlık: ı 06)

    Çocuklara iki farklı yaklaşırnın neticesi de farklı olur. Mansur ve Nusret üç yıllık bir eğitimle Fransızcalarını bir hayli ilerlettikleri ve Avrupa kültürüne dair

    pek çok şey öğrendikleri halde, klasik eğitimle istenilen mesafeyi bir türlü ala-

    maz, dini ve milli eserleri anlayamazlar.

    "Fransızca cihetinde adeta bir Fransız çocuğu kadar behrement oldukları hal-de maarif-i milliyemizce henüz risale-yi ahl!tkı okuyup anlayamamak menzilesinde kaldığından hele Madam Terniye bunların zihinlerini kendi istediği yola bir güzelce sevketmiş olduğundan çocuklar risaleyi ahl!tkı ellerine alarak "Bu ne? Dahi sirkat bir kimsenin eşyasını çalmak demektir ne demek" diye istihzalara başlamışlardı. " (Bahtiyarlık: 113)

    Burada bir meselenin daha altı çizilmiş olur. Yabancı mürebbiyeler elinde

    yetişen çocuklar kendi kültürlerine, dinlerine ve geleneklerine yabancılaşmış ol-

    maktadırlar. Ahmet Metin ve Şirzalta Neofari, ]iin Türk romanında Ceylan tipiy-le nihai noktasına varan yabancılaşma ve yozlaşmanın eri kalıcı temelleri küçük

    yaşta verilen yabancı eğitimi ile atılır.

  • ~ '- ((":\ -~ ~- -. J~&~(:':i•

    -'-J ~~-J.~a. -~. \ \\,9 . ' '\~.i~

    Alımet Midlıat Eftndi'niıı Romaıılarmm Dünyasmda Fert ve Toplum Alıl!i!u -G:;:.,.l"",·, · );'.~)

    (»!\ -~ Çocukların kendi toplumlarıyla kopuk, hatta kavgalı olmasına sebep olan ' ·.· \..

    yabancı eğitimcilerle ilgili bir diğer hata, onları seçen ailelerin meseleyi sadece

    yabancı dil eğitimi cephesiyle görmeleridir. Asıl mesleği öğretmenlik olmayan

    ve çoğu kez Avrupa'da maceradan maceraya koşarak yıpranan insanlar olan mü-

    rebbiyeler, çocukları Ceylan örneğinde görüldüğü gibi manen ve ruhen dejenere

    ederler.

    "Dost/ara nasihat ederim ki, hanelerine muallime alacakları zaman Fransa ma-arif nezaretinin mudl!imeliğe mahsus olan şahadetnamesini arasınlar, hatta böyle bir şahadetname ibraz olunduğu zaman bile sahte bir şey olmasından emin olmak için Frama komülatosuna müracaat külfetinden kaçınmasın/ar. 1/eo illa muallime diye eski kokot yahut mütekait bir aktrisi hanelerine almak ihtimali hiç de istib'ad olunmaz" (Mesai!-i Mulaka: 1 50)

    Yüksek zümre çocuklarını bekleyen bir diğer mesele, dadılar, mürebbiyeler ve

    hizmetçiler elinde büyüyen çocukların şımarık, sorumsuz ve bencil insanlar olarak

    yetişmeleri ve hayatın zorluklarına karşı hazırlıksız olmalarıdır. Bu tip çocuklar iki kategoride ele anınır. Birincisi, toplum genelinde azınlık olan alafranga zümreye

    mensup olanlar ki, bunlar küçük yaşta yabancı eğitim alan ve ana babaları tarımdan bir yabancı mürebbiyeye kayıtsız şartsız teslim ediliveren, kendi toplum değerle

    riyle uyuşamayan çocuklar ve gençlerdir; di$er grup ise geleneksel ve muhafazakar

    ailelerin aşırı ihtimarrıla nazlı yetişmiş evlaclarıdır. Bu tip gençler, alafranga zümre

    gibi düşük ahlaklı ve dejenere değildir ama iş bilmez, cahil, nazlı ve tembeldir.

    "Tamam işte bu kadar cahil kalmak için dahi öyle anasının babasının bir ta-neciği olmak ve atsız, arabasız, lalasız dışan çıkmamak lazım gelir ya ! Eviadım yorulmasın üzülmesin denildiği için pek çok çocuklar cahil kalır ya!" (Vah:61)

    Böyle yetişen gençler dünyada rahat ve eğlenceden başka şey tanımaz, çalış

    maya ve disipline gelemez. Pek çoğu babalarının konumu sayesinde "Kalem''lere

    yerleşse de mesai disiplinine riayet edemez, devamsız ve tembel memurlar olarak

    kalırlar. Bu sebeple, sıkı bir disiplinle yetişseler yüksek başarılara ulaşacak yete-

    nekli gençler bile ana babaların aşırı korumacı tavrı yüzünden atıl kalırlar.

    "Bizde valideler çocuklarını henüz gözleri önünden ayıramazlar. Öyle beş altı

    yaşında yavrucaklanm değil a, daha büyüklerini de Öyle kolay kolay gözleri önün-den ayıramazlar. İkmal-i tahsil için Avrupa mekteplerine gönderilme/eri lazım gelen kocaman delikanlı/an, şakirdandan birçoklarını mahza validelerin şefkatleri bu ni-metten mahrıtm bırakır." (Vtıh:62)

  • ···~ İlim ve Fennin Reis-i .Miitefel

  • Ahmet Midbat Efendi'ızin Rommılrırmııı Diiııyasmda Fert ve Toplum Ahl!ikı

    "Avrupa'da fokara sınıfı değil a, şehir ahalisinden olur olmaz orta halli ahali

    bile çocuklarını kendi hanelerinde iaşe edemezle1: Kadın erkek herkes için çalışma

    mecburiyeti vardır. Küçük yaşlardaki çocukların muhtaç oldukları bakıntı, bu iş

    sahiplerini işlerinden menede1: Derım-ı hanedeartık işe yaramayacak bir ihtiyar pe-der amca, dayı, hala teyze gibi bir kimse varsa çocuklar onlara tevdi olunarak işçiler

    işlerine gidebilirler ama böyle çocuk muhafazasında salih, kimseler yoksa memedeki çocuklara bile bari sabahları bırakıp akşamları almak için suret-i mahsusada mü-

    esses melceler vardn: Bunların leylileri dahi bulunup ücret-i diziyelerine tahammül

    edebilenler geceleri dahi çocuklarını kendi hanelerinde büyütmezle1: Köylü süt vali-

    delere tevdi edelie1: Sütten kesilmiş olan çocukların her çağına göre pansiyonlar var-

    dır. Bunlara Avrupaca ihtiyacat henüz kendini göstermemiş olduğundan bu yoldaki

    mektepler yapılmış dahi olsalar ciğe1parelerini bunlara tevdie şefkatli validelerden

    binde birisi rıza gösteremez': (O kay, 1989: 238)

    Bu şekilde, ailesiyle bağları küçücük yaşında bile zayıf olan Avrupa'lı çocukla-

    rın ilerideki hayatlarında aile değerlerini hiçe sayacakları açıktır. Kendi ailelerine

    bağlılık duymadan yetişen gençler evlenmek ve aile kurmak konusunda isteksiz-

    dirler. "Ben'' merkezi~ bir psikoloji modern insan profilinin tipik özelliğidir.

    4. İLMİNVE AKLlN REHBERLİGİ

    Ahmer Mithat Efendinin anlayışına göre olgun insan hangi hal ve durumda

    bulunsa, gayr-i meşru ortamlar ve sefih meclisler de dahil, alçalmaz. Bilakis bü-

    tün bunlar bir kazanım, hayatta görülüp tanınması gereken ibret dersleridir. Za-

    yıf insanlar ise -ki bu onun romanlarında genellikle "alafranga'', mirasyedi tipidir -ne konumda olurlarsa olsunlar kendilerini küçük düşürürler. Sefih muhirlerde

    ise büsbütün alçalır, madden ve manen rükenirler.

    Olgun insanı yücelten en önemli faktör, akıl ve ilimdir. Bu silahlarla donan-

    mış insan ahlaken en üstün insandır. Gayr-ı meşru veya gayr-ı ahlaki durumlar

    onları ne küçültür ne lekeler.

    " ... Dikkat ettiğiniz var mıdır ki ağır başlı kamil insanlar ne mevkide bulunsalar

    kendilerine yakıştırırlar. Buna henüz dikkat etmemişseniz bu dikkati size tavsiye

    ederim.(. .. )Kamiller ise her halde ciddiyetten ayrılmayacakları derk/ir olup bir şey

    ciddi ve samimi olduktan sonra ne kadar bayağı olsa dahi yine yakışığındandır. " (Paris'te Bir Türk: 83-84)

  • ,::,;.: İli m 11e Fcmıin Reis-i lv!iitefi:llkiri Ahmet Midhat Efendi ,._.:c _________________________ _

    Ahmet Mithat Efendi'nin bu yaklaşımında XVIII.- XIX. yüzyılların akılcı

    ve beşer merkezli felsefi sistemlerinin tesiri açıktır. Aklı ve ilmi yegane mürşit

    ve rehber kabul eden rasyonalist felsefenin materyalist ve ateist olmasına karşın,

    Ahmet Mithat Efendinin eklektizmi bu görüşleri rahatlıkla Allah' a iman ve İslam

    tezleriyle birleştirir.

    İslami düşünceyle sentezlenen bir diğer felsefi alan Pozitivizmdir. Pozitifilim-

    Iere ve onun deneysel metotlarına büyük güven duyan Ahmet Mithat, söz konu-

    su metot ve teknikleri sosyal alanlarda da kullanmak ister. Bu tarz çalışmaların

    ilham kaynağı Emil Zola'dır. Ahmet Mithat Efendi'nin bu tarz çalışmalardaki

    tezi, hayatın tecrübeyle, hatta deneme-yanılma metoduyla öğrenilebileceğidir.

    Genç bir erkek yetişme çağında bir yandan ilim tahsil etmell, eğriyi doğruyu

    ayırt edebilecek akli ve ilmi donanımasahip olmalı, diğer yandan hayatın bütün maceralarına atılmalıdır. Sefahat hayatına dalmalı, bu tarz yaşamın insanı nasıl

    yıpratıp soldurduğunu görerek ve yaşayarak anlamalı, içki alemlerine devam ede-

    rek alkolizmin batağını tanımalı, fuhuş alemlerini de gereği gibi bilmeli ve ka-

    dınları tanıyarak gençlik heveslerini mutlaka almalı. Bütün bu gidişatın tek sınırı

    kendi tabirince "karda yürüyüp de izini belli etmemek'' yani toplum huzurunu

    kaçıracak ya da kendi adını ve şerefini lekeleyecek aşırılıklara kaçmamaktır.

    Bütün bu imtihanlardan geçen ideal insan, hayatın doğrularından olduğu ka-

    dar eğrilerinden de dersler alarak davranışlarının mesuliyetini yüklenmiş, hayata

    sıfırdan başlamağa cesareti olan çalışkan ve gayretli kişidir

    5. SOSYAL YAPILANMANIN TOPLUM AHLAKINA ETKİSİ

    Sınıf Ayırımı ve Sosyal Adalet

    Ahmet Mithat Efendi bilhassa Stokholm Kongresi ve Avrupa seyahatinden

    sonra yazdığı romanlarında Avrupa'ya yeni bir rejim teklif edecek kadar Avrupa

    siyasi ve sosyal hayatını eleştİren eden ve Osmanlı adaletini model sunan bir

    yaklaşım içindedir.

    Avrupa'da insan haklarını zedeleyen sistemlerden ilki sınıf ayırırnma dayalı sosyal ve siyasi yapılanmadır. Aristokrat sınıfi, doğuştan kazandıkları hak ve im-

    tiyazları, liyakatsizlikleri söz konusu olsa bile korur ve çocuklarına devrederler.

    Öte yandan gerçekten çalışkan, yetenekli ve üretken insanlardoğuştan ait olduk-

    ları alt sınıfi aşamazlar. Aristokrasiye en ağır darbeyi indiren Fransız ihtilali rejimi

    dahi bir müddet sonra toplumsal teamüllere uyarak asaler unvanlarını iade etmiş

    -A'(S- ..

    248 ':;j -0-05'

  • ~ ,.... '-: .i7:;)· _- A, \ . -J~,_rr , 'J (~~or

    ·'~! ~i.--·;;-~ r ,~ .~~.JJ ... _) -\~

    Ahmet Jv!idlıat Efeııdi'ııiıı Romaıılarmm Diiııyasıııda Fert ve Toplum Alıl!ıkı .. , ·ı?lf" •. · J;\,d}

    r'>ı!\ ',y

    ve ihtilale emeği geçen aşağı tabakadan pek çok kişiyi de asaler unvanıyla taltif • ,. ~ ~ '-

    etmiştir. Bu sınıf köklü arİstoktasinin küçük gördüğü sonradan görme sınıfını

    oluşturmuştur.

    Avrupalıların, emeğiyle servet yapan ve toplumda üst gelir grubu zümresini

    oluşturan "Burjuvazi"ye tepkileri de aynıclır. Aristokratlar bu sınıfı da "sonradan

    görme" olarak kabul eder, aralarına karışmasına izin vermez, onlarla aynı sosyal

    ortamlarda bulunmayı kendilerine yediremezler.

    Osmanlı toplumunda da doğal bir hiyerarşi bulunmaktaclır. Arıcak sınıflar

    esnektir ve insanların yükselişi engellenmez, bilakis takdir edilir. Alt gruptan in-

    sanları küçümseme ve yergi de İslam ahlakı ve dolayısıyla'Müslüman toplum

    geleneğiyle bağdaşamaz. Ahmet Mithat, bu esnek ve insani yapılanınayı bizzat

    kendi yükselişiyle örneklendirir. Fakir bir bezzazın oğlu "ekselans" (atufetli) un-

    vanına nail olmuştur ki, bu Avrupa da asla düşünülemeyecek bir başarıclır.

    "Vezaat-ı samime üzerine müesses olmak üzere Osmanlılıktan başka hiçbir

    heyet-i içtimaiye daha bulunduğuna cidden inanıyor musunuz? Aman etmeyiniz

    sonra bunu safderunluğunuza ham/ederler. Hak Teala bu nimeti yalnız Osmanlı

    denilen kavm-i bahtiyara nasip etmişti1: Ezcümle size şu satırları yazan muharrir

    bir "Bezci Hacı Süleyman oğlu" bir Ahmet iken füyuzat-ı inayetkaranesi gerçekten

    tubavaye olan Osmanlılık saye-i tubavayesinde meratib-i asaletin en yükseklerinden

    birine suud etmiştb: Osmanlılığın bil'ırs ve'! istihkak sahib-i müstakil ve bi müda-

    nisi olan Şehriyar-ı kutsi Şevket/u Efendimiz Hazretlerinin semerat-ı lutf-ı inayet-

    leriyle böyle hiçlikten "ekselans"unvanını ihraza kadar inayet olmuştur." (Mesail-i

    Muğlaka: 1 49)

    Bu yükseliş sadece aşağı tabaka insanları değil, esir sınıfını da içine alan bir

    haktır ki, dünyanın hiç bir yerinde örneği görülmemiş olan bu uygulama, Ahmet

    Mithat'ın tanıdığı, Avrupalıları hayrette bırakmaktadır. Acaib-i Alem'de esirlerin

    devlet kademelerinin zirvelerine, cariyelerin valide sultan mevkiine kadar yüksel-

    meleri konusu Miss Haft'ı duygulandırır. Bir Avrupalı için daha da şaşılacak şey,

    asil sınıfın bu yükselişe tepki duymamasıclır.

    "Altes ımvanına sahip bir sadrazama ve ekselam unvanını alan bir paşaya doğ

    rudan doğruya zevce-i meşrua olmaktan bir cariyeyi hiç bir şey men etmez. Avrupa

    usul-i teşrifotınca o halde cariye dahi efendisinin ':Altes" ve "Ekselans" unvanına ma-

    lik olıt1: Hatta mevcut olan alteslerimizin ekselanslarımızın çoğunun dahi zevceleri

    cariyelerdendir. "(Acaib-i Alem, 1 09) '

  • İli m 11e Fennin Reis-i l'Vliiteftkkiri Abmet Midbat Efeııdi

    Osmanlı devlet ve toplum yapısının ve hukuk sisteminin insan hakları açı

    sından dünyaya örnek teşkil edecek bir diğer üstünlüğü sosyal adalet meselesidir.

    Osmanlı'da zengin ve fakirin Batıda olduğu gibi keskin hatlarla ayrılmamasının

    sebebi İslam'ın zekat, aşer gibi yaprırırnlarla zenginleri paylaşmaya yöneltınesi

    dir. Yine İslam ahlakı insan ve sınıf ayırımını yasaklar, hatta pek çok bakımdan

    fakirleri üstün tutar.

    Ahmet Mithat'ın Stokholm kongresi dönüşünden sonra kaleme aldığı eser-

    lerinde ve bilhassa Avrupa'da Bir Cevelan'da, XIX. yüzyıl itibarıyla Osmanlı ve

    Avrupa toplumlarını refah seviyesi ve adil gelir dağılımı yönünden karşılaştırdığı

    görülür. Buna göre, görünüşte Avrupa şehirleri marnur ve müreffehtir. Ancak

    Ahmet Mithat'a göre tüm bu servete küçük bir zümre sahiptir. Paris halkının

    çoğu küçük ldra dairelerinde, pansiyon köşelerinde yaşamakta, üstelik sanayi in-

    kılabının getirdiği "ben merkezli" sosyal yapılanma, insanlar arasında dayanışma

    ve paylaşımı yok ettiği için ağır sıkıntılara maruz kalmaktadırlar.

    Halbuki, yine Ahmet Mithat'ın tespitiyle aynı yıllarda İstanbul halkının sa-

    dece yüzde onu kirada oturmakta ve İslam hukukuyla toplum geleneğinin tea-

    müileri doğrultusunda yoksullar zenginlerden destek ve himaye görmektedirler.

    (Okay, 1988: 158)

    Acaib-iAlem romanında Rusya'dald sosyal adaletsizliğin altı çizilir. Rus yüksek

    zümresi için servet ve debdebenin haddi hududu yoktur. Bir ayakları Avrupa'da

    yaşarlar, en basit isteklerini bile Avrupa'dan getirtirler. 'Prenses' unvanlı bir Rus

    asili, iki Osmanlı ve bir İngiliz gezgine "süs göstermek'' için adeta bir servet har-

    car. 20 000 rubleye malolan bu ziyafette hiçbir lüksten kaçınılmamış, dünyanın

    çeşitli yerlerinden getirilen son derece lüks yiyecek ve içeklerin yanı sıra Harkof

    tiyatrosunun sanatçıları da toplanarak sazlı sözlü eğlence düzenlenmiştir.

    "Dünyanın her tarafindan gelmiş en tmfanda en kıymettar et'ama ve işraba

    kafesi mebzul olduktan fazla zadegan kulübü gündüzden ziyade tenvir edilmek ve

    Harkof tiyatrosunun en mahir sazende ve hanendeleri eelbedi/me k misil/u küifetlere

    kadar varılmış idi." (Acaib-i Alem, 1 00)

    Kadın Hakları ve Kadının Statüsü

    Ahmet Mithat Efendi'ye göre sosyal hayatta kadının tartışmasız bir yeri olma-

    lıdır. Ancak daima olduğu gibi kadının statüsü açısından da sentezci ve düalist

    bir tavır içindedir. Kadını hayattan dışlayan, şahsiyetine değer vermeyen, tahsili-

  • -~ ,_ ---~ r"" ~_ .. J/~:}~L(o' --V _ .. e;;,..··-:;;- c,___,_

    r '~-•-\ _; J~ Almıet Midhat Efeııdi'ııiu Romaıılarmııı Diiııyasmda Fert ve Toplum Ahilıkı 1-/$.-:. ·

    ni lüzuınsuz, hatta sakıncalı kabul eden anlayışa nasıl karşı durursa, Batılıların ve

    Batıcıların kadın hakları ve bilhassa kadın hürriyeti adına savundukları değerleri

    de Osmarılı toplumu açısından yıkıcı kabul eder.

    Avrupalılar Osmanlıda kadının yok sayıldığına, kümese kapatıldığına ve bu

    uygulamanın İslam dinine ait bir yaptırım olduğuna inanmışlardır.

    Acaib-i Alem'de Rus Prensesi Osmanlı hayatının 6unaltıcı olduğunu düşünrnektedir.

    "Lakin zannederim o kısım yazılmış olsa dahi sair milletler tarihi kadar parlak olmaz idi. Zira kadıniarım tavuk gibi kümese kapayan bir milletin zevk ü sefası o kadar mükemmel olmaz." (Acaib-i Alem, ı O ı) '

    Ayrıca Avrupalı rnüsteşrikler Osmanlı toplumunda kadının hukuki ve insani

    haklarına da sahip olamadıkları kanaatindedirler. Ahmet Mithat Efendi çeşidi

    vesilelerle ve pek çok eserinde bu görüşleri çürütmeğe çalışır. Onun antitezi,

    bilakis Avrupalı kadırıların haldanndan mahrum oldukları ve feminizm mücade-

    lesinin de bu mahrumiyedere tepki olarak doğduğu görüşüne dayanır.

    "Feminizm denilen mebhas-ı nisvan Avrupa kadınlarının öteden beri duçar ola-

    geldikleri pestane bir mazlumiyettm kurtarıp hukuk-ı insaniye ve medeniyeye layık ve nail etmek gayret-i merdanesinden ibarettir ki Avrupa'yı yalnız zahiren tanıyanlar için böyle bir gayrete şaşmamak kabil değildir. Zahir halde kadınlara bu kadar hürmet ve riayet gösteri/sin de hakikat-ı halde o kadınlar pest görülsün buna imkan verilir mi? Halbuki bö"yledir. O giirülen hürmet-i zahire adeta adam aldatmacılıktan, daha doğrusu kadın aldatmacıhktan ibarettir."Uön Türk, 4ı)

    Hakikatte, Avrupa'da kadının ağır hukuki sorunları vardır. Malına sahip olma

    ya da parasını kendi iradesiyle tasarruf etme gibi en basit insani haklarını kul-

    lanamamaktadır. Babasının evlilikle verrneğe mecbur olduğu "drahoma" sı bile

    kocasının hakkıdır ve onun tasarrufundadır. Ahmet Mithat Efendi, İslam'ın ka-

    dına verdiği değeri ispat için sırf bu noktanın bile yeteceğini düşün ür. Avrupalı

    kadırıların nikahla kocalarına para ödernek mecburiyederine karşılık, İslamda

    kocalar kadına mal bağışlamak ya da para ödemek zorundadırlar. Bu da kadının

    geleceğini ekonomik açıdan güvence altına almak demektir.

    "Babasından "drahoma ''namıyla ne kadar para getirirse getirsin, akrabasından ne kadar miras yerse yesin eğer hin-i izdivaçta '~eftik-i servet" mukavelesi akd olun-mamışsa kadın kendi servetine malik sayılmaz. Her halde kocasının tasdiki olmak-

    J~~) (JI\ < . ~ \..

  • İli m ve Fenniıı Reis-i lvliitefekkiri Ahmet Midhat Efendi

    sızın hiçbir mukaveleye hiçbir senede imza koyamaz. Kocası onu her nereye götü-

    rürse "gitmem"diyemez. Bir kere akd olunan izdivaç bir daha bozulamaz idi. "Jön

    Türk:42)

    Avrupalı kadın ismine bile sahip değildir. Bekarken babasının, evlenince ko-

    casının adıyla tanınır. Bu demektir ki toplum önünde kocasının veya babasının

    adıyla bir değerdir.

    "Vakıa anın mesela "Fatma" gibi bir ismi de vardır, ama "küçük isim" denilen o isim

    ile onu ancak yakın akrabaları çağmıbilir. Asıl ismi kocaya varmakla kaybettiği baba

    isminden sonra bir de koca ismidir. Demek ki, kadının ismi de yoktur." (jön Türk: 42)

    Kadın haklarının bir diğer konusu kadının hürriyetidir. Kadının rüştünü ka-

    zandıktan sonra tamamen hür bırakılması konusu tartışılır.

    XIX. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa'da yükselen feminist hareket kadının

    da erkekle eşit hak ve hürriyete sahip olması gerektiği iddiasındadır. "Mariage-

    libre" ve cinsel özgürlük alanlarına da yayılan kadın hürriyeti hareketi Osmanlı

    toplumunda kabul edilebilir değildir.

    Ahmet Mithat Efendi'nin erkekler için ayrı kadınlar için ayrı ahlak anla-

    yışı vardır. Ona göre, erkek rüştünü ispat ettikten sonra kendi iradesine sahip

    olmalıdır. Bütün yolları denemeli, hayarın her alanında tecrübe kazanmalıdır.

    Müşahedat'taki Refet gibi hayatın başlangıcında sefahata düşmek, servetini ba-

    tİrmak içki, kumar ve fuhuş gibi suistimalierin hiçbiri erkek için yıkım değildir. Bilakis birer hayat dersidir. Daha sonraki hayatının garantisidir.

    Ancak kadın için bakış açısı farklıdır. Müşahedaltaki Agavni ileRefet'in du-

    rumları hemen hemen aynı_dır~ Agavni kimsesiz bir kızdır. Yerimhanede büyür ve

    rüştünü ispat ettiği zaman elinde serveti, hayata atılır. O da Refet gibi tamamen

    özgürdür, istediği yola girebilir, hayatını istediği gibi yönlendirebilir. Ancak bu

    durum onu bir felakete sürükler. Bir erkek için hayat tecrübesinden başka hiçbir

    şey olmayan maceralar ve sefıhane hayat, onun için hayat boyu utanç duyacağı

    bir yüz karası olur. Bir erkeğin ne zaman isterse kurtulabileceği bataklardan, ka-

    dın, bir kurtarıcı olmadan sıyrılamaz.

    "Agavni- O günden beda ile istihsal ettiğim hürriyetten memnun kalmadım da

    ondan. O maişet-i ahraraneyi düşündiikçe hala tüylerim ürperiyor,ondan . Kendimi o halde görüyorum zanm bile beni kendimden tenfir ediyor, iğreniyorum da onun

    için. "(Müşahedat: ı ı I)

  • Ahmet Midbat Efeııdi'niıı Romaıılarmııı Diiııyasmda Fert ve Toplum AbiJikı

    Kadının toplumsal statüsü açısından XIX. Yüzyıldan itibaren hız kazanan

    bir diğer durum çalışan kadın meselesidir. Kadına karşı son derece korumacı

    ve muhafazakar bir tutumu olan Osmanlı toplumunda çalışan kadın sınıfı ve

    statüsü oluşmamıştır. Ancak Batıda çalışan kadın toplumun gittikçe genişleyen

    bir kesimidir. İşçi sınıfının yanında bir de katip, memure gibi kamu çalışanları

    sınıfı vardır. Kadının çalışması ona ekonomik özgürlük ve toplumsal bir güç a

    vaadetmektedir.

    "Diğer taraftan nisvanın terakkiyat-ı medeniyeleri yol almış ama ne kadar? Ka-dınlar meyamnda çalışıp kazanmayan ve yalnız kocasına yar olup kalan kadınlar bir ekalliyete kadar azalmıştır. Köylerde kadınlar minelkadim erkeklerle çalışageiirler ya. 'Fakat şehirde dahi kadınlar evvela fabrikaları doldurmaktan başlayıp yap-ma çiçek ve dikişçilik gibi sanayii yed-i inhisarlarına almışlardır. Daha sonraları postahaneleri telgrajhaneleri, telefonhaneleri kadınlar doldurmuş/ar. Mağazalarda tezgahtarlık veznedarlık hizmetleri ağlebiyetle kadınlara kalmış. Şu son zamanlarımızda kadınlar tab ip oluyorlar, avukat oluyorlar, mühendis oluyorlar, hatta arabacı

    oluyorlar." (Müşahedat, lll)

    Kadının meslek sahibi olması onun açısından bir avantajdır. Ahmet Mithat

    Efendi aile ve çocuklar adına düşürımektedir. Evini geçindirme yükünü erkekle

    eşit şartlarda göğüsleyen kadın kocasını ailenin reisi olarak kabul eder mi? Et-

    mezse aile bu anarşiyi kaldırır mı?

    " ... Ey, hevaic-i hususiyelerini kendileri tevsiye eden bu gayretli ve bu latif nev-i beşer artık erkeklere boyun eğe"bilir mi? Bunun içindir ki ... Paris'te doğan çocukların yüzde o tuzu eviad-ı tabiiyyeden olmak üzere, yani bizeesi "piç" olarak doğuyor/ar. Bu eviad-ı tabiiyye işte bir nevi ahrarane izdivaç demek olan aman ve metreslerin mah-sulüdürleı: Bunlar o hizmete mahsus dairede bakılıp büyütülürler." (Jön Türk: 42)

    Aslında Ahmet Mithat, kişisel olarak hayatını çalışarak kazanmanın en yük-sek ahlaki değerlerden olduğunu benimsemiştir. Kadının çalışmasını da takdir eder. İdealize edilen kadın kahramanları en azından mecbur kaldıklarında çalışa

    rak hayatlarını kazanabilecek donanıma sahiptirler.

    Gerçek hayattan derlenmiş hikayelerden oluştuğunu belirttiği Müşahedaiın

    olumlu kadın tipi Siranuş bir manevi babanın himayesinde, onun maddi deste-

    ğiyle yaşamını sürdürmektedir. Bizzat kendi adı ve şahsiyeriyle romana karışan

    Ahmet Mithat, Siranuş' a kendi gayreti ve elinin emeği ile yaşamasını sağlayacak

    iş bağlantıları sunar. Bu ona yapılabilecek en büyük iyiliktir.

  • ,. İlim ve Femıiıı Reisci lvliitejek!eiri Ahmet Midhat Efendi

    Paris'te Bir Türk'ün ideal kahramanı Nasuh'un, kendisine hayran birçok Fran-

    sız kadının içinde tercihi, namusuyla çalışarak kendini ve kardeşlerini geçindiren

    bir tezgahtar kızdır.

    Karnava!da Madam Arslangözyan, yaşlı ve zengin kocasının sağladığı zengin

    ve şatafadı hayatının içinde kaybettiği namusunu ve erdemlerini çalışarak üç beş

    kuruş kazandığı hayatın içinde yeniden bulur.

    Mesail-i Muğlaka'da Polini, Ahmet Metin ve Şirzat'ta Vasiliski, iyi ahlaklı ça-

    lışan kızlardır.

    Bütün bu olumlu çalışan kadın tipleri, Ahmet Mithat'ın asıl karşı olduğu

    meselenin kadının çalışması değil, bu yeni sosyal modelin aileyi ve dolayısıyla

    toplumu tehdit eden hatalı yapılanmasıdır. Söz konusu yapılanınada değerler

    açısından ağırlık noktası "femilizm" den "feminizm" e kaymakta, gücünü sağlam

    aile yapısından alan Osmanlı toplum modeliyle bağdaşmamaktadır.

    Ahmet Mithat Efendi çatışmaya da daima olduğu gibi pratik bir çözüm

    önerir. Buna göre ailenin düzenini korumak ve ailenin geçim sorumluluğuyla

    riyasetini erkeğe vermek şartıyla, kadının da ihtiyaç duyduğunda hayatını ve şe

    refini kurtarabilecek bilgi ve bilgi donanuruna sahip olması kadın ve aile için en

    iyisidir.

    Çalışma Hayatı ve Ekonomi

    Ahmet Mithat Efendi'nin "ahlak'' tezinin ağırlıklı noktası, çalışma disiplini ve çalışarak kazanma anlayışıdır. Ahlaklarını idealize ettiği bütün tipler çalışkan,

    işini bilir, elinin emeğiyle geçinmekten haz duyan insanlardır. Bu karakterin kar-

    şısına çıkarılanlar tembel; vaktini ve parasını israf eden mirasyedilerdir ki, bunlar

    çoğıJ.kez züppe-alafranga tiplerdir. Bu tipler karikatürize edilerek romanın çalış

    kanlık ve ideal ahlak tezi pekiştirilir.

    Ahmet Mithat Efendi' nin bizzat kendisi bu tezin modelidir. Her zaman iftihar

    ile bahsettiği gibi kendisi "Bezzaz Hacı Süleyman Efendi'nin oğlu Ahmet" iken

    sadece emeği ve gayretiyle "Bala" rütbesine kadar yükselıniş,"ekselans" (atufedi)

    unvanına nail olmuştur. Aynı zamanda başlangıçta ailesini zorlulda geçindiren

    fakir bir aile babasıyken kendi çapmda bir servet edinmeyi de başarmıştır. Oğlu,

    Kirnil Yazgıç, hanralarında babasının "İstanbul'da aç kalınsa ben aç kalırdım''

    dediğini anlatılır.

  • Ahmet lv!idhat Efeııdi'niıı Rommılarıııııı Dünyasmda Fert t'e Top/ımı Ahilıkı

    Çağdaşlarınca "yazı makinesi" diye adlandırılmasını haklı çıkaracak şekilde

    didinmiş, durma bilmeden yazmıştır. Bu tutumunu Muallim Naci'ye gönderdiği

    bir mektupta şöyle anlatıyor:

    "Bir dakikamın boş geçtiğini istemem. Çalışırım. Çalışmayı ve onun mükafatı

    olan kazancı pek severim. Kimi zaman beş on kuruşluk bir iş için ne kadar uğraş

    tığımı görenler bana adeta acırlar. Lakin bu uğraşış benim zevkimdir. Yazıp, çizip,

    basıp, cildeyip meydana koyduktan sonra gelirimin toplanıp harcanması işi gelil: İşte

    o zaman benim işiriz bitmiş olur.( . .) Düşününüz ki arkadaşlarımızdan Teodor Ka-

    sap Efendi bana yazı makinesi" lakabını takmıştı". (Cevdet Kudret, 1997:180)

    Romanlarında idealize edilen bütün kahramanlarının da ortak ahlak mode-

    linin en bariz çizgisi çalışkanlıktır. Felatun Bey'den son romanının kahramanı

    N urullah Bey' e kadar bütün idealize edilmiş kahramanları çalışkan, hayatlarını

    alın teri ve gayret üzerine temellendirmiş ve hemen hemen daima otodidakt in-

    sanlardır. Romanların olumsuz kutbunu temsil eden tembel mirasyedi tipiyle en

    önemli çatışma noktaları da yine bu konudur. Alafranga züppenin hazır yiyicili-

    ğine karşı olumlu tip in çalışarak kazanması, züppenin sorumsuzca ve dengesizce

    israfına karşı, diğerinin sorumluluk duygusuyla ve itidal üzere geçinmesi daima

    altı çizilen ideal ahlak göstergesidir.

    "Bir adamın halini anlamak için anın cep harçlığına dikkat eylemek her zaman

    kifayet eder. Zira cep harçlığına müsrif olan adam sui ahval erbabından olmasa bile

    iyi adam addolunmaz" (Dürdane Hanım: 84)

    Çalışkan olmak aynı zamanda iyi bir kişilik yapısının, sağlıklı ve dengeli bir

    ruh ve beden yapısının göstergesidir.

    "Yiyecek/eri, içecek/eri, giyecekleri kuşanacakları önlerine daima hazır gelerek

    kendilerini hiçbir şeyle mükellef bilmernek zinhar insanlar için bahtiyarlık sayılma

    sm Atafet-i külliyeye müsavi giirülecek bu hal iman için hakikaten bedbahtlıktır.

    Yalnız bedbahtlık demek de kifayet etmez Git gide hastalık suretini bile alır. Mesel

    olarak derler ki "işleyen demir ışı/dar" kaziyenin nakızı da meseldir "İşlemeyen de-

    mir paslanır': atafet dahi imanı çürütür." (Müşahedat:48)

    Ahmet Mithat Efendi için çalışıp kazanmak sadece zengin olup hayatını kur-

    tarana kadar da değildir. Bu bir hayat felsefesidir ki, muhtaç olmadaiı da para

    kazanma ve tasarruf etme gayreti devam etmeli ve sadece ferdi değil toplumu

    içine alan kalkınma hamlesine dönüşmelidir.

  • İ/im ve Fenııin Reis-i Miitefokkiri Ahmet Midhat Efendi

    "Hiç Rakım için iş bulunur da kabul edilmemek mümkün olur mu? Herif "iş

    makinesi".

    "Rakım evvelki say u himmetine asla fiitıtr getirmemişti. Yine yazılarını yazdığı

    büyücek yerlere devam eder. Cenab-ı Hakkın takdir ettiği kazaneını kazanıyordu.

    Şu var ki buhl ve imsak denilen şey Rakımın zihninden bile geçmemiş olduğu cihetle

    her ne kazanırsa evine ve dadısına smf eder, fakat varidatı dahi fazla olduğu zaman

    israfi dahi tecviz etmediğinden bilakis artan miktarını dadı kalfa kendi sandığında

    hıft ederdi." (Felatun Bey ile Rakım Efendi: 1 6)

    Ahmet Mithat'ın "çalışma" ve "kazanma'' felsefesini Batı'dan gelen "burjuva'' dünya görüşüne bağlamak mümkündür. XIX. yüzyıl Avrupa'sında burjuvazi, ar-

    tan bir ivmeyle yükseliyor, çalışmadan da refahını ve yüksek statüsünü koruyan

    "aristokrat" sınıfa karşı burjuvazi, sınıf atlama ve kendini ispat etme mücadelesi-

    ni zaferle sonlandırıyordu.

    Züppe tip son derece Avrupai görünmekle birlikte Avrupa'dan gelen bu çalış

    ma disiplinine ve kazanma arzusuna yabancıdır. Batılılar gibi çalışmaz ama Batılı

    gibi yaşamak ister. Bu son derece yüzeysel bakışın görebildiği tek şey lüks içinde

    yaşamak ve doymamacasına eğlenmektir

    "(Felatıtn) -İş, iş, iş bu kadar iş ne? Ne vakit bitireceksin be adam? Elverir artık

    kazandığın paralar. Biraz da kazandığını yemeğe bak" . .. " Bu gençlik ele girmez

    yahu. Yarın sakalına kır düştükten sonra paran olsa bile karılar yüzüne bakmaz.

    Biraz da gençlikte yaşamalı. Sen de bizim peder gibi olacaksın galiba. Biçare adam-cağız kazandı biriktirdi. Rahat rahat yemeğe ömrü kifayet ermedi. Bunlardan ibret

    almalı değil mi?" (Felatıtn Bey/eRakım Efendi, 47-48)

    Çalışıp para kazanmak kadar paranın doğru kullanılması da Ahmet Mit-

    hat iÇin bir değer yargısıdır. Çizdiği olumsuz modellerin karakterler özelliği

    olan savurganlık ve sırf gösteriş uğruna servetler harcama alışkanlığı hicvedUir.

    Karnavafda Zekai Bey, Ahmet Metin ve Şirzafta Nikolso, Felatıtn BeyveRakım

    Efendi'de Felatun Bey, bu tipin en bariz örneklerindendir. Letaifi Rivayat seri-

    sinden sonra kaleme aldığı ilk romanırun kahramanı Felatun, "müsrif züppe" nin

    prototipidir. Babasının bütün servetini şık görünmek, Avrupai yaşamak, metresi-

    ne yaranmak gibi gülünç sebeplerle çarçur.etmiştir. Sonunda kullanılınış, küçük düşmüş, hakaredere uğramış ve sonunda beş parasız ortada kalmıştır.

  • - --~ \.. .'-e-fi' ;;-'Oc ~-- ·J-~~,~;;

    .-:_j ~Gt~(Y'"cı -; . ,. "-h:·

    Alnnet Midlıat Efimdi'ııiıı Romaulamını Diiııyasmda Fert ve Top/ımı Ahliikı '--r{j;f -JQ"l

    Zekai Bey'i de aynı akıbet beklemektedir. Şıklık uğruna göze alamayacağı is-

    raf yoktur. Merresi olan Benli Elenayı elmaslara boğar. Zira bu şıklık alametidir.

    Avrupa seyahatine karısını değil, kendisini dur_madan soyan metresini götürür.

    Elena gerçi görgüsüz ve cahildir ama Avrupa sosyetesi "Osmanlı erkeğinin her

    türlüsünü görmüş metreslisini görmemiştir." Paris salonunda yanında merresiyle

    gezmek şık bir davranıştır. Böylece, daha hayatta iken babasının servetini adeta

    tüketen züppe Zekai, zengin bir alafi:anga olan Bahriyar Paşa'nın damadı olarak

    belki hayanın kurtarabilecek iken akılsızca israfı ve çirkin davranışlarıyla kendini

    mahveder. Beğenmediği karısı tarafından evinden de kovulur.

    İstanbul züppelerinden sonra Moldovalı Nikolso da aynıolumsuz karakteri çi-

    zer. O da babasının bütün servetini eğitim için gönderildiği Paris'in eğlence alemin-

    de tüketmiş, üstelik eğitimini de tamamlayamadan beş parasız kalarak zengin bir

    kadının bütün kapdsierine ve hakaretlerine katlanarak yaşamak zorunda kalmıştır.

    Bu olumsuz züppe tipierin en önemli ortak yanlarından biri gösterişe düş

    kün olmaları ise diğeri de kumar tutkularıdır. Kumar bu züppeler için beşeri

    bir zaaf değil Avrupai şıklığın bir parçasıdır. Çoğunlukla merresierinin kurduğu

    komplolu kumar partilerinde servetlerini eritip sonunda kumar hatırına buyur

    edildikleri salonlardan da kovulurlar.

    Mirasyedi züppelere daima böyle acımasızca davranan Ahmet Mithat, sadece

    bir yerde, "Müşahedat"ta servetini sefahat aleminde batıran Refet'e destek olur.

    Babasının vefatıyla mirasa konan Refet sefahat yollarında nesi varsa tüketir, sonra

    da hayata sıfırdan başlayarak çalışıp kazanır, hem hayatı tanımış, önemli dersler

    almış olur hem de şahsi teşebbüsün gücünü.

    Bu açıdan Refet olumsuz mirasyedilerle bir tutulmaz. Evvela, züppe değildir

    sadece tecrübesizliğinin kurbanı olmuştur. Sonra çalışarak alın teriyle hayatını

    kazanmak suretiyle ahlak:en yücelmeyi başarmıştır. Refet tipi Ahmet Mithat'ın

    İslam ahlak:ı ve naruralist felsefenin senteziyle oluşturduğu "bizzat yaşayarak ve

    öğrenerek ideal ahlak:ı yakalama'' şeklinde özetlenebilecek tezini destekler. Ni-

    tekim Refet, hayatının bu ikinci kısmında hata yapmaz. Ahmet Mithat' a göre

    Refet, babasının mirası bizzat eline verifmeyip bir vekil yoluyla muhafaza edilmiş olsa asla ulaşamayacağı bir ekonomik birikim ve ideal ahlak seviyesine ulaşır.

    İsraf, ahlaki düşüklüğün ve vicdanen duyarsızlığın göstergesidir. Çünkü bir

    yanda lüks eğlence yolunda servetler uçarken, diğer yanda sefaler içinde yaşayan

    o serverin bir miktarıyla hayarım kurtarabilecek insanlar vardır.

    r'1h "f

    .• '-

  • İli m ve Femıi11 Reis-i Miitefekkiri Abm et Midbat Efendi

    " ... Of bizim bir gecede telef ettiğimiz para ne çok para imiş! Bir değil bir kaç

    fakire sermaye olacak parayı kaldırıp atıveriyoruz. Halbuki bir çoklarımız buraya

    kendi kazandıkları para ile de gelmiyor/ar. Babalarının kazandığı yahut bir lü-

    tuf olarak acınarak kayırıldıklan bir memurluktan aldıkları paralar ile geliyor/m:" (Henüz Onyedi Yaşında: ı 00)

    İsraf, toplum ahlakı açısından da önemli bir değer yargısıdır. Mesela, Acaib-i

    Alem'de Rus yüksek zümresinin ahlaken çökmesi ölçüsüz bir şekilde sefahate ve

    israfa dalmalarıyla kendini gösterir. Rus eliti bütün Avrupa'nın en çok kumar

    oynayan zürnresidir. Avrupa'nın belli başlı kumar ve eğlence merkezleri Rus aris-

    tokrasİsinin rağbetiyle ayal\:ta durur. Rus milli serveti de küçük bir zümre içinde

    ve kumar masalarında el değiştirir.

    "Rusya'da ki bar için servetin nihayeti olmayıp bahusus kumar oyunları dünyanın

    hiç bir tarafina kıyas olunmayacak surette Rusya'da oynandığından ve bir oyunda

    beş yüz bin ruble yanı bizim sikkece seksen doksan bin lira dahi kaybetmek veya

    kazanmak dahi mümkün "olduğundan işte yalnız bu kumar sefahatine mukabil

    hatır ve hayale gelebilecek sair sefahat/erin kaffesi hiç menzilesinde kalır." (Acaib-i

    Alem: ıoo)

    Rus aristokrasisi Rus milli servetinin çok büyük bir meblağını ellerinde tut-

    makta, sadece sorumsuzca değil, aynı zamanda açlıktan ölmek derecesine gelen

    halk kitlesinin gün geçtil\:çe büyümesine rağmen, duyarsızca ve acımasızca para

    harcamaktadırlar. İngiliz Miss Haft, bu sosyal adaletsizliğe dikkat çeker.

    "Seksen milyon nüfus seksen kadar familya elinde esir olur da servet-i umumiyesi

    dahi onların sefahat ve israfına hizmet eylerse artık Rus kibarı nezdinde sefahatin

    hangi ~erecesi görülse istiğrab edilmez." (Acaib-i Alem: ı 00)

    İsr:if konusunda hayli duyarlı olan Ahmet Mithat para harcama konusunda

    cimriliği ve tutuculuğu da ahlaken düşüklük olarak kabul etmektedir. İdealize et-

    tiği kahramanları, kendilerini ailelerini ve sevdiklerini tatmin edecek bir harcama

    yolunu benimsemişlerdir. Mesela müsrifFelatun'un antitezi Rakım, gece gündüz

    çalışarak göz n uru ve alın teriyle kazandığı parasını sokağa atmaz ama cimrilil\: de

    yapmaz. Sadık ve iyi kalp li esiri Canan' ı güzel elbiseler, ufak tefek mücevherler

    ve piyanoyla ödüllendirir. Evine ve kendine iyi bakar.

  • Almıet /VJidhrıt Efendi'ızin Romrııılrırmm Diiııyrısıııdrı Fert ve Top/ımı Alı!!ıkı

    SONUÇ

    Ahmet Mithat Efendi'nin Ahmet Mithat'ın, İslam kültürü etrafında teşekkül

    eden geleneksel ahiakın ve Batı orijinli popülist akımlarla ve felsefi sistemlerle

    beslenen modern ahlak anlayışının karşısında kendine mahsus bir duruşu vardır.

    Yazarın önerdiği ideal insan ahlakı, ekseninde dinounsurunu taşımakla be-

    raber dini kuralların tayin ettiği ahlak modelinin de dışındadır. İdeal Ahlaklı

    olarak sunulan tipler-, dinin emir ve yasaklarım kendi akıllan ve dünya görüşleri

    doğrultusunda değerlendirir. Ne tam manasıyla şarklı Müslüman, ne bütünüyle

    Batıya yönelmiş alafranga ahlakı Ahmet Mithat Efendi için ideal değildir. O her

    iki kültürün ortasında hassas bir denge kurmaya çalışır. '

    Ahmet Mithat'ın romanlarında eğitimin ahlak üzerinde belirleyici bir rolü

    vardır. Hace-yi Evvel yazarı kendisini her şeyden önce bir eğitimci olarak gör-

    mektedir. Bütün eserlerinde eğitim meselesi önemli yer tutar. Eğitimin önemli

    bir konusu olan tahsilin, yetişkin erkeklerin hayatında belirli bir yeri zaten vardır.

    Yazarı asıl düşündüren kadının eğitiminde tahsilin yerinin ve mahiyetinin ne ol-

    duğu sorusudur. Kadının tahsili moderrıleşme döneminin sorurılarındandır. Söz

    konusu süreçte kadın gelenekselden moderne doğru bir değişim geçirrniştir.

    Bazı Batı orijirıli felsefi sistemler Ahmet Mithat'ın ahlak anlayışına tesir et-

    miştir. 19. Asrın değerler sistemini bütü~üyle etkileyen pozitivizmin Ahmet Mithat üzerinde de önemli etkileri vardır. Ama o, hiç bir sistemi olduğu gibi al-

    mayı doğru bulmaz. Pozitivist-Natüralist ekolün görüşlerini de manevi değerler

    açısından yetersiz hatta zararlı görmektedir Bu hususta da ideal sentez arayışla

    rındadır. Ona göre bilimin pozitif verileri dini ve manevi alana zarar vermeden

    . uygun bir sentezle kullanılabilir.

    Kendisine çağdaşlarınca yakıştırılan "hakim" sıfatını son derece benimseyen

    Ahmet Mithat' ın kişisel ahlaktan toplum ahlakına ve siyasi ahlaka kadar her sa-

    hada pratik pratik yorumlar ve çözümler sunduğu görülmektedir. O, ferdi ahlak,

    aile ve toplum ahlakı, siyasi ahlak, cinsel ahlak gibi konularda Doğu toplumu-

    nu Batı toplumundan üstün ve faziletli bulmaktadır. Çalışma düzeni, iş ahlakı

    ve paranın idaresi gibi konularda ise Batı' nın üstünlüğünü kabul etmektedir.

    Ahmet Mithat, elindeki bu tespitlerden hareketle her iki medeniyerin en iyi va-sıflarını birleştiren bir reçeteyi Batılılaşma sürecinde bocalayan Osmanlı toplu-

    munun kurtuluşu gibi görmüştür.

    •' \.

  • İlim ve Femıin Reis-i Miiteftkkiri Ahmet Midhat Efeııdi

    KAYNAKÇA

    Akyüz, Kenan (1982), Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri,

    Elçin, Şükrü (1987), Yeni Türk Nesri Antolojisi, Ankara: Kültür ve Turizm

    Bakanlığı

    Okay, Orhan (1991), Batı Medeniyeri KarşısındaAhmet Mithat Efendi, Ankara:

    MEB Yayınları

    Okay, Orhan (1969) Beşir Fuat- )lk Türk Natüralist ve Pozitivisti, İstanbul: Hareket Yayınları

    Okay, Orhan(1990), "Türk Romanında Köy Mevzuunun Gi~işinde Unutulan Bir İsim: Ahmet Mithat Efendi", Sanat Edebiyat Yazıları, İstanbul: Dergah

    Yayınları.

    Okay, Orhan(1990), "İktisatta Milli Düşüneeye Doğru ve Ahmet Mithat'ın

    Çalışmaları", Sanat Edebiyat Yazıları, İstanbul: Dergah Yayınları.

    Siyavuşgil, Sabri Esat, (1960), 'nmet Mithat Efendi", İslam Ansiklopedisi,

    MaarifVekaleti Yayınları

    Solok, Cevdet Kudret (1997), 'nmet Mithat Efendi" Edebiyat Kapısı İstanbul

    Sevük, İsmail Habib (1940), Yeni Edebi Yeniliğimiz- Tanzimattan Beri Edeb