15

Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Meselemiz Dergisi Haziran Sayısı

Citation preview

Page 1: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran
Page 2: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran

İçindekiler

1-‘’Ülkücülük Eskidendi’’ Diyenlere! - Vural Egemen SARIGÖZ

2-Süreklilik Tehlikesi – Serhat KAHRAMAN

3-Bildiğimiz Şeyh Bedreddin – Sencer YABGU

4-Gözden Irak olan Gönüle Yakın Olmalı – Gökçen GÖKTÜRK

5-Sigara ve Vatan Sevgisi – Almıla TOMRİS

6-Meselemiz.com Tanıtım

Page 3: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran

‘’Ülkücülük Eskidendi’’ Diyenlere!

Bu günlerde bu cümleyi çokça duyar oldum. Ülkücülük nasıl bir şeydir ki , eskiden ve yeniden diye bölümlendirebiliyoruz. Başbuğ Alparslan Türkeş; '' Dikkat edin Ülkücülük moda olmasın'' diye uyardığı zamanlarda bu günleri mi işaret etmişti yoksa? Ülkücülüğün kelime manasından ziyade bize aktarılan manevi manasını düşünmeliyiz. ''Ülkücülük nedir?'' sorusunun karşılığı lügatta '' ülkü sahibi olanların savunduğu'' manasına gelir ancak bizi ilgilendiren manevi manasıdır. Peki bize göre ''Ülkücülük nedir?'' sorusunun cevabı ne olmalıdır. '' Ülkücülük , Türk Milleti'ni en kısa zaman da , en kısa yoldan en yüksek medineyetler seviyesine ulaştırmaktır.'' Bizler bu mana üzerine savunmuşuzdur Ülkücülüğümüzü , yoksa kelime manası , sözlük anlamı çok da umrumuzda değildir. Sokaktaki adamın bizleri ''Ülkücü'' diyerek işaret etmesinden ziyade Tarih sayfalarının bizlere ''Ülkücü'' diye hitap etmesi daha efdaldir. Gelelim Ülkücülük eskidendi sözüne! Eskiden Ülkücülük nasıldı ki , bu gün eskisini irdeleme ihtiyacı duyuyoruz. Bizlerin yaşı yetmiyor , bizler o Kara Eylül'leri görmedik o yüzden o dönemleri ancak babalarımızdan ve ağabeylerimizden nakledilenlerle idrak etmeye çalışıyoruz. Babam defalarca anlatmıştır bana , verilen mücadeleyi , çekilen çileyi çok kez dinlemişimdir. Ağabeylerim hep anlatmıştır , ölümle burun buruna olmayı , ölümün kol gezdiği sokaklarda gezmeyi... O dönem ile bu dönemi yaşam şartlarına göre değerlendirirsek , şimdi daha kolay bir dönem yaşıyoruz ve bu durumda eski dönemde yaşayanların daha fazla söz hakkı olabilir , olmalıdırda çünkü ahde vefa kişilerden ziyade kişileri verdiği mücadeleye gösterilmelidir. Şimdi düşünelim. Kara Eylül dönemlerinde babalarımız , ağabeylerimiz ne çok sıkıntılar çektiler. Öldüler, öldürüldüler , vurdular , vuruldular... Şehit olup toprağa düşen binlerce canın yanına , hapislerde çürütülen bir gençlik ekildi. İşkence görenlerin çığlıkları birbiri üzerine binip semaya ah olarak ulaştı ve hesap için mahşer yerinde bizleri beklemektedir. Tabutluklar bu gün yok edilmiş olsa da tabutlukların açtığı yaraların izleri hala durmaktadır. Günümüze gelelim... Bizler daha rahat , daha refah ve daha müreffeh bir hayat yaşıyoruz. Babamın bir deyişi vardır eski ile yeniyi birbirinden ayrıştıran , der ki babam ; '' Eskiden eline 3 hilalli bir bayrak alıp şu cadde de koşsan ardından 1000 kurşun gelirdi , şimdi eline 3 hilalli bayrak alıp yürüsen caddelerde , arkana on binler takılır'' doğru derdi... Bu gün hepimiz evimizin penceresine , balkonuna hatta iş yerimize dahi 3 hilalli bayraklar asabiliyoruz. Ben görmüyorum , göreniniz var mı 2012 yılında Ülkücü olduğu için ölümle tehdit edilen , Ülkücü olduğu için dövülen var mı? Şimdi bazı ağabeylerimizin serzenişini duyar gibiyim ; '' Eskiden biz çok sürüldük , çok dövüldük'' diyorlardır. Allah hepsinden milyon kere razı olsun. Peki bu kıstas olabilir miydi? Eski ve yeni olarak ayrıştırmak için yeterli midir? Ne yani 1984 yılında doğup gençlik çağlarımın 2000'li yıllara denk gelmesi , 2000'li yıllarda sağ,sol diye bir ayrımın olmaması , olsada şiddete dökülmemesi, bu gün

Page 4: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran

ülkemin komünizm tehdidi altında olmaması benim ülkücülüğümün o dönemde ''Ülkücüyüm'' diyenlerin ülkücülüğünden az olduğu mu gösterir? Bu gün olsa , bu gün yine ülkemiz aynı tehditlere maruz kalsa, aynı kaosun içine düşmüş olsak , naciz bedenim ve Allah'a imanım ile o dönemdeki ağabeylerimizin gösterdiği fedakarlıktan zerre aşağı kalmayacak fedakarlığı göstereceğime yemin ederim. Bu gün alsalar bizi , tabutluklara tıksalar , yine '' Ülkücüyüm'' derim. Hakkımda idam kararı verseler , boynuma ilmeği geçirmek üzere , imam eşliğinde dar ağacına götürseler , aileme yazdığım son mektubumda '' Vurallar ölür , Allah davası ölmez'' diyeceğime yemin ederim. O gün ne fedakarlık gösterilmişse bugünde aynı fedakarlığı göstereceğimden kimsenin zerre kadar şüphesi olmasın... Arada bir fark var , o gün Ülkücüyüm diyenlerin sayısı iki elin parmakların geçmezken , iki elin sayısına düşen hain yüzdesi çok azdı. Bu gün Ülkemizde milyonlarca ülkücüyüm diyen mevcuttur. Ben nereden bileceğim , hangisi hain , hangisi sahih ülkücüdür. Bildiğim tek bir şey varsa o da ''Ülkücülüğümdür'' Ülkücülük bir yaşam biçimidir , Ülkücülük bir yaşam tarzıdır. 1980 yılının Eylül ayında ki ülkücü ile 2012'in ülkücüsü aynı hayat tarzına sahip olmalıdır. Ölüm ve işkence varken ülkücülüğün maneviyatı farklı , refah ve rahatlık varken Ülkücülüğün muhteviyatı farklı olamaz. Ülkücü , iman sahibidir , Ülkücü ahlak sahibidir ,Ülkücü din bilgisi sahibidir. Kusura bakmayınız ama ; Ben namaz kılmayan , oruç tutmayan , imanın , islamın şartlarını bilmeyen , farzı , sünneti idrak etmeyen , Allah rızası için yaşamayan , kendisini Allah yoluna koymayan , adalet için barış ve kardeşlik duyguları ile beslenmeyen adama ülkücü diyemem... Başbuğum da demiyordu zaten... '' Ben Türk milletini; sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, rüşvet ve hile ile çiğnenen - çiğnetilen hukuk düzenlerine, ahlaktan mahrum bir hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum. Türklük gurur ve şuuruna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısaca hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Türk aydınları, Türk gençliği, buluşma yerimiz Büyük Türkiye'dir." Bu sözleri sarf eden Başbuğum o gün bu sözleri söylerken , çağlar üzerinden sıçramayı tembihlerken , daha üzerinden bırakın çağları , yarım asır geçmeden unuttuk mu ki , bu gün oturup '' Ülkücülük eskidendi'' diyebiliyoruz? ''Türklük bedenimiz İslamiyet ruhumuzdur , Ruhsuz beden ceset olur'' diyen Başbuğum bu gün ellerinde bira şişeleri ile bırakın sokakları , facebook duvarlarında nara atanları görse kahrolmaz mıydı? Ülkücü ruhunu ve bedenini iman ile doldurmasını başarabilmiş insandır. İmam ile doldurduğu bedenine gelecek ölümü Ülkü aşkı ile süsler ve ruhu hem dünyada hem ahirette ebedi mutluluğa intikal eder. ''Ülkücülük eskidendi'' diyenlerin tezine göre bu gün savunulacak bir ülkü olmadığı için Ülkücülüğe lüzum görmüyorlar anlaşılan... O halde yine onlara Başbuğum cevap versin ; '' Ülküsüz insan çamurdan farksız insandır'' Çamurla , balçıkla işimiz olmaz... Bakınız adam ne diyor; ''içiyorum extrayı buluyorum kafayı daha bundan sonra kim

Page 5: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran

durdururki beni merak ediyorum beni içmekten vazgeçirecek bi allahın kulu yok artık hayatımda anı anında yaşayıp en kısa yoldan terkedeceğim.'' Bu yazıyı gören bir ağabeyimiz de haklı olarak '' Hey gidi ülkücü gençlik hey vay vay başbugun kemik leri sızlıyodur'' diyor... Bunun üzerine o Ülkücü Müsveddesi '' ülkücü gençlik ? kaldımı ki ismail abi ben goremıyorum kac yıldır o dedıklerını sızın zamanınınızdaymıs o gençlik suan baksana herkes serefsız herkes arkadan iş götürme peşinde yada herkes kendı hayatını kurtarma cabası ıcerısınde sımdıye kadar kımse ulkucu genclık olamadı olamazda ülkücülük iradedır hangı bırımızde ırade var soylermısın kımsede yok ırade demektır ulkuculuk nefıs demektır ulkuculuk sadece vatan aşkı demektır ulkuculuk bızım sevdamız sadece vatan olsaydı keske ....'' diyor ve bu dünyada Allah'a karşı işleyeceği en büyük suçlardan birini işleyerek içki içmesinin yanında , yalan ve iftira ile kul hakkına girmektedir. Bunun üzerine bu adama! ben şu sözleri sarf ettim. '' Eskiden babam derdi ki; '' oğlum biz ülkücüler , Hira dağı kadar müslüman , Tanrı dağları kadar Türk'üz , Türk-İslam kılıcı kadar keskin ve kararlıyız'' derdi... Şimdi ben bu cümleyi şöyle kuruyorum... Ülkücülük bitti , ülkücülük eskidenmiş , ülkücülük mü kaldı diyenlere inat '' Hira dağı kadar müslüman , Tanrı dağları kadar Türk'üz , Türk-İslam kılıcı kadar keskin ve kararlıyız. Başbuğ Alparslan Türkeş gibi ülkücü , Nihal Atsız gibi Türkçü , Galip Erdem ağabey gibi beşiktaşlıyız... Ülkücülüğün devri , zamanı, mekanı , boyu , posu , yaşı olmaz. Ülkücülük bir şereftir şerefin de tavizi olmaz. Nasıl ki elinde bira şişesi ile sokaklarda nara atarak dolaşana ülkücü diyemiyorsak , bu günde elinde içki ile facebook duvarlarında nara atanlara ülkücü demiyoruz. Maalesef T***** Efendi kendi adına konuşmalısın. Bu canım memlekette hala , alnı secdeden kalkmayan , her namazının sonunda vatanımıza moskof girmesin diye canlarını seve seve feda edenlere dualar eden , bu gün aynı şey olsa bende ağabeylerimden geri kalmam diyenler vardır. İradesizlik Türk-İslam davasına gönül vermişlerin arasında yer alıp , Türklükten ve İslamiyetten uzak yaşamaktır. Ülkücü, Allah rızasını kazanmak için var gücüyle çalışan kişidir diyen Başbuğumuz gelse de görse, elinde içkilerle nasıl Allah gücendiriliyor... Allah ıslah etsin... Amin... '' Şimdi soruyorum sizlere , Bu gün ülkemizde Ülkücüler ölümle tehdit edilmiyor diye '' Ülkücülük'' yok mu? Bu gün Başbuğ Alparslan Türkeş aramızda değil diye '' Ülkücü'' olunamıyor mu? Bu gün vatan tehlikede olmadığı için '' Ülkücü '' kalınamıyor mu? Bana ülkücülük babamdan miras kalmadı... Babam bana atalarımdan kalan iradeyi aşıladı... Ülkücülük kuru bir cihan kavgası değil ki , dönemi ve zamanı olsun. Çok uzatmayalım. '' Ülkücülük Eskidendi'' diyenlere ; ''Yeni dönem Ülkücü kayıtları başlarsa bir gün kaydınızı yaptırırsınız'' Allah'ın rahmet ve bereketi bu yazı nazarında Tüm Ülkücü Şehitlerimizin üzerine olsun... Vural Egemen Sarıgöz

Page 6: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran

Süreklilik Tehlikesi

Pek çoğumuz bilir; bir damlanın bir sefere mahsus bir mermer üstüne düşmesi ile, belirli aralıklar ile sürekli düşmesi arasındaki farkı… Belirli aralıklar ile fakat sürekli düşen damlalar bir müddet sonra mermeri delmeye başlarlar! “Süreklilik Tehlikesi”; aslında çok geniş bir konu ve bir çok misallerle desteklenmesi mümkündür. Biz işin hülasasını aktarmaya çalışacağız kendi üslubumuzca ve bilgimiz dahilinde. Başlığa aldanıp, arkadaşlar “sürekliliğe” katiyen karşı olduğumuz manası çıkartmasınlar. Bunu zaten yazının ilerleyen yerlerinde pek alâ görecekler. Süreklilik meselesinde, bu yazı ile işaret etmeye çalışacağımız durumun özeti şu iki sualde ve cevaplarında saklıdır; 1- Kime göre sürekliliğin tehlikeli olduğu? 2- Kime göre sürekliliğin kâr’lı olduğu? Lütfen okuyucular, bu iki suali yazının geri kalan kısmında zaman zaman kendilerine yöneltsinler. Bu konuyu kavramak açısından, gerçekten faydalı olacaktır. Mesela, “13 rakamı uğursuzdur” palavrası Müslümanlar için tehlikelidir, sürekliliği de vahim sonuçlara gebedir. Çünkü, işin aslında 13 rakamı Müslüman olmayan unsurlar için tehlikelidir. Bir cenah için tehlikeli olan, diğeri için kâr’a veya kazanca dönüşebilir… Şu iki misal bunu anlamamıza yardımcı olacak ve daha bir çok misal vermek de mümkün; 1453 İstanbul’un Fethi’dir ve rakamlarının toplamı 1+4+5+3 = 13’dür 571 Resulullah S.A.V. Efendimiz’in doğum yılıdır ve rakamların toplamı 5+7+1= 13’dür. Bunun sürekliliği “ne gibi bir tehlike”ye sebebiyet verebilir? diye sual edenler olabilir. Buna cevap olarak “bidat” tehlikesine bu palavraya inanma sürekliliği yol açabilir mi? sualiyle mukabelede bulunalım… Çünkü, Müslümanların hakikat yerine bidatle donanması elbette Müslüman olmayan unsurlara kazançtır. Müslümanların İslâm’a tam manasıyla sarılmaları, onu idrak etmeleri ancak ve ancak gereklerini de yapmalarıyla mümkündür. İşte bunu tam manasıyla toplumun geneline yaydığımız zaman, “haçlı zihniyeti”ne karşı bir tehlike peyda olacaktır. “Süreklilik Tehlikesi” başlığı altında izah veya izahlar yaparken; olaylara İslâm Türk Dünyası açısından bakmakla yükümlü olduğumuzu da unutmamak lüzumlu bir davranış olur. Zira, her şeyden evvel ve önemlisi bizler Müslüman Türk’üz! Hatırlayın mesela; güzel yurdumuzda, Türkiye’mizde; takribi 10 seneye kadar, nerelerde kaçar kişi pkk yandaşı olduğunu alenen söyleyebilirdi? Kaçar kişi Hıristiyanlık propagandası yapabilirdi? Habur olayını hatırlayın, takribi 10 sene önce olmuş olsaydı karşılığı ne olurdu? 10 sene evvel “Ya Allah bismillah” çekerek Müslümanlarla alay edercesine kilise açılsaydı,

Page 7: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran

Müslümanlar sizce bu kadar duyarsız ve tepkisiz kalır mıydı? Ezan sesine dikkat edin, bilhassa sabah ezanlarına… Ezan sesiyle uyananların kaçı şimdi ezan sesiyle sabah namazına kalkabiliyor? Saat kurmadan veya beynen odaklanmadan genelde kalkamazlar! Zira ezan sesi ayar gördü, yani kısıldı! Cuma hutbelerine dikkat etsin muhteremler! “İnneddine indallahil İslâm” denirken evvelce, şimdi deniyor mu denmiyor mu? Yani “Allah indinde tek din İslâmdır!” deniyor mu denmiyor mu? İmamlar diyor, fakat namaz kıldırma memurları demiyor!!! Neden denmiyor? Sen sen değilsin de ondan denmiyor… Hatırla! Uygur inim inim Çinli zalimin, zulmü altında inliyordu; Karabağ’da Azerbaycan Türk’ü, Ermeni’nin alçak saldırılarıyla mücadele ediyordu, Kerkük’ü gözden çıkaranlar sana hava basıyordu, Kıbrıs Türk’üyle alay ediliyor Bozkurt Rauf Raif DENKTAŞ hiçe sayılmaya çalışılıyordu… Daha saymakla bitiremeyeceğim mesele ve bunların yekûnu; Müslüman Türk’ün ve adı “Türk’e ait olan yer” olan Türkiye Cumhuriyeti’nin hep aleyhine… Dikkat ederseniz, bahsi geçen misallerde takribi 10 sene zarfında bir “süreklilik” söz konusu… Bu süreklilik bir uyuşturucu madde bağımlısının hali gibi ve bu süreklilik maalesef Müslüman Türk’e karşı TEHLİKE arzediyor! Şayet bu hâl durumu; yavaş yavaş şırınga edilmemiş, “sindire sindire hazmettirilmemiş” olsa idi, plânı kuranlar ve uygulayanlar çoktan Türk Milleti’nin kafalarına balyoz gibi inen yumruklarına maruz kalacaklardı. Heyhat!(Ne yazık ki;) kulaklar sağır edildi, gözler kör, hisler perişan!... Yavaş yavaş damarlara nüfus eden uyuşturucu madde, MAZİ ADLI DEREDEN SUYUNU İÇMEYENLERİN uyuşukluğu neticesinde “SÜREKLİLİK” adımlarının karşı cenah tarafından atılması sebebiyle “TEHLİKE” ile karşı karşıya… Hayır! Karşı karşıya değil, tam da burnunun ucunda… Velhasılıkelam! “Süreklilik Tehlikesi”nden kastımızı anlatmaya çalıştık kısa bir yazı ile… Müslüman Türk’ün; İslâm Türk Dünyası’na yönelmiş tehdit ve tehlikelere karşı ayağa kalkması, kendi gücünü bilmesi ve ona göre adımlar atması, mutlaka Müslüman ve Türk düşmanlarına karşı SÜREKLİLİK TEHLİKESİ olacak, biz de bunu can-ı gönülden destekleyeceğiz. Destekleyeceğiz, çünkü bu biziz! SÜREKLİLİK TEHLİKESİ başlığını atmış olduğumuz bu yazıda, sürekli başarının yollarını gösterme kabiliyetinde değiliz; lâkin hakkaniyet namına sürekli atılan adımların ve kutlu bir yön tayinin mutlaka Cenab-ı Allah tarafından desteklendiği hakikatini biliyoruz. Bu desteğin farkında olarak; Allah’tan gerektiği gibi korkarak ve Allah’ı gerektiği gibi severek, İslâm Türk Dünyası’nın aleyhine gizli veya açık bütün sinsi plânları bozmak adına, düşmanları tepetaklak etmek adına; haydi Mümin(İnanmış) Türk SÜREKLİLİK TEHLİKESİ adlı bir elbise var ise, hakkaniyetli bir duruş ve anlayış ile bu elbiseyi sen giy de sen değil düşmanların tehlikelere maruz kalsın; cihan hak ettiği nizamı, Allah’ın nizamını kucaklasın! İnşaAllah, inşaAllah, inşaAllah! Ülkü ve duayla kalın. Serhat KAHRAMAN

Page 8: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran

Bildiğimiz(!) Şeyh Bedreddin

Nazım Hikmet hapisteyken Prof. Mehmet Şerafeddin Yaltkaya’nın “Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin” isimli kitabını okur. İsmet Paşa’nın Diyanet İşleri Başkanlığı’na getirdiği bir ilahiyat profesörüdür Yaltkaya. Olaya şöyle girelim isterseniz. Timur’un Yıldırım Beyazıd’ı yenilgiye uğrattığı Ankara Savaşı’ndan sonra şehzadeler arasında “fetret dönemi” dediğimiz saltanat kavgaları başladı. Bu hengamede bazı isyanlar vuku buldu. Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa isyan girişimleriyle ilişkilendirilen Şeyh Bedreddin idam edildi. Nazım Hikmet de Yaltkaya’nın kitabından yola çıkarak “Şeyh Bedreddin Destanı”nı yazdı 1936′da. Yaltkaya’nın olumsuzladığı şeyler, Nazım Hikmet için olumludur. Şeyh Bedreddin’in “İlk Osmanlı sosyalisti” nitelemesiyle anılmasının hikayesi böyle başladı. Aslında Türk(!) komünistlerinin tarihte bir dayanak aramalarının bir sonucudur bu. İşin aslı Şeyh Bedreddin ‘Hanefi fıkhı’ üzerine eserler vermiş Sünni bir alim ve sufidir. Bir süre Edirne’de saltanat süren Musa Çelebi’nin Kazaskeri’dir. Mehmet Çelebi, kardeşi Musa Çelebi’nin saltanatına son verince Şeyh Bedreddin’in payına da sürgün düşer. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in isyan girişimlerinde yer almadığı halde, muarızları tarafından “kendi adına saltanat davası güdüyor” diye Sultan Mehmet Çelebi’ye şikayet edilir.

Page 9: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran

Kimi rivayetlere göre Şeyh Bedreddin peygamberlik iddiasında da bulunmuştur. Bizanslı tarihçi Dukas’ın Börklüce Mustafa’ya atfettiği, “topraklar, kıyafetler, hayvanlar ve erzaklar ortak maldır” şeklindeki cümlesi dönüp dolaşıp Şeyh Bedreddin’e yamanıyor. Şeyhi komünistliğe bağlayan cümle budur. Yaltkaya da Dukas’ın iddialarına dayanarak olumsuz bir Şeyh Bedreddin portresi çizmiş. Oysa Şeyh Bedreddin’i anlatan “Menakibname”nin yazarı Hafız Halil Efendi’ye göre Börklüce’nin zararı -hiç ilgisi olmadığı halde- Şeyh Bedreddin’e ulaşmış. Hafız Halil Efendi, Hoca Akşemseddin’in talebesi ve mürididir. İstanbul’un fethine hocasıyla beraber katılan Hafız Halil üstelik Şeyh Bedreddin’in öz be öz torunudur. Dukas dışında hiçbir tarihçi, Şeyh Bedreddin’i Börklüce Mustafa’nın ve Torlak Kemal’in söylemlerinin piri olarak göstermez. Anlayacağınız, Şeyh Bedreddin dayanaksız olarak “Osmanlı komünisti” diye nitelenmiş bir şahsiyet. Söylenecek çok söz var ama en iyisi siz Müfit Yüksel’in “Şeyh Bedreddin” isimli araştırmasını okuyun. Tarihi belgelere dayanarak yapılmış olan bu çalışma hem önceki araştırmaların zaaflarını ortaya koyuyor, hem Şeyh Bedreddin’in sağlıklı bir portresini veriyor. Ezber bozan bu önemli araştırmanın raflarda unutulması da ayrı bir tuhaflık.

Sencer YABGU

Page 10: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran

Gözden Irak olan Gönüle Yakın Olmalı

BismillahhirRahmanırRahim... Uzaklar... Kimine göre beş metre uzaktır, kimine göre bin kilometre... Ölçüyle hesaplanabilecek bir şey midir bu uzaklık? Hasrete vuslat gerekse, uzaklık dediğimiz de nedir ki?

Gittiği yoldan dönen sevgili... Sen sen ol sadece gittiğin yoldan dönmesini bil; tuttuğun yoldan değil! Gitmelerden kolaydır dönmesi; verilen ahidden dönen uzak olsun bundan beri... Yare varan yolda gönüller bir olmalı... Gönüle sığmayacak kalbi söküp atmalı! Mesafelerle işin varsa bil ki sen daha çok yol katetmelisin... Hz. Mevlana’nın dediği gibi: “Uzaklık deyip de dert ettiğin nedir ki sevgili! Biz Yaradan’ı görmeden sevmedik mi?..” Yare varmasını bilmek, aradaki mesafelerde saklı değildi aslında... Bir hadis-i kutsiden nakledildiğine göre Yüce Allah: “Ben göklere ve yere sığmam, ancak mü’min kulumun kalbine sığarım.” buyurmuştur. Hadi buyrun bunu nasıl açıklarsınız illa ki sevgiliyi görmek isteyenler!

Gözden ırak olan, gönülden de ırak olurmuş! O gönlü senin gönlüne yakın eyleyen görüntü olmamalı... Dışa bakarak içi yargılamanın hükmünü sen mi vereceksin ey insanoğlu! Ki zaten Allah bizim dış görünümümüze bakmaz O’na -vuslata- giden yolda... Biz de cüz’i irademiz dahilinde “Yaradılan’ı Yaradan’dan Ötürü” sevmek yolunda bir katre olabilmek adına gönüllerde yer almak için illa ki bakmak zorunda mıyız, görüntü şart mı? Görsek, görmeye çalışsak ya da en azından denesek...

Yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:"Allah'a secde et ve O'na yaklaş." (Alak Suresi 19.ayet). Aslında ne kadar da kolaymış meğer aradaki mesafeyi yakın etmek... Uzaklık varsa arada bil ki yakın olmak içindir... Adam olan bahaneler bulmak yerine çareler üretir maşuğuna ulaşmak için... Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun... Boşuna dağları delip çölleri aşmış olamazlar, değil mi? Hakk’a varan yolda birer imtihan vesilesi değil miydi uzaklıklar...Kendini aşmış olduktan sonra yollar aşmanın hükmünü kim bilebilir ki... Vardığın yerde yara açmışsa yarin, bil ki sen olmuşsun demektir! “Mecnun değilim dost; lakin çağırırsan çöllere gelirim. Sana yalan halde gelmem, toplarım özümü yalın halde gelirim. Kapıyı çaldığında: “Kim o?” dersen; ‘ben’ olmam kapında ‘sen’ olur gelirim. Sen: “Gel!” de yeter ki; yola yük olmam YOL OLUR GELİRİM...” (Mevlana). Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun inşaAllah... Selam ve dua ile... Gökçen GÖKTÜRK

Page 11: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran

Bir dönem hocalarımızdan bir tanesi ders esnasında ''çocuklara sadece Dil Bilgisi, Resmi Tarih, Matematik öğretmezsiniz; onlara aynı zamanda kendini sevmeyi, insanları sevmeyi ve vatanını sevmeyi de öğretirsiniz'' demişti ve eklemişti '' Vatanı sevmek sadece cephelerde çarpışmakla, kan dökülmesiyle olmaz. Vatanı sevmek, Vatan toprağını korumak ve güçlendirmek için gece gündüz çalışmakla olur'' demişti. Ve yine eklemişti ''Sevgiyi doğrudan ölçemezsin, davranışlarınızdan sevginin büyüklüğünü anlayabilirsiniz. Bir insan o kıymetli Vatan toprağına çöp atıyor, tükürüyor, sigara dumanı ile kirletiyor ise o sevgi dildedir fikirde ve kalpte değildir'' demişti. Şimdi bakıyorum da birçoğumuz 'Vatan için can feda' diye şiirler dizmekte. Ne hoş, ne güzel, ne manalı bir gaye...Türkistan'li bir yazarın sözü vardı '' Vatan için ölmek farz fakat yaşamak borçtur'' diye. Peki kaçımız Vatan için gece gündüz çalıştık, emek verdik, hangi işi karşılıksız yaptık, karşılıksız yaptığımız işlerin ardından ben bunları yaptım zamanında artık yeter! demedik? Çok küçük ama çoğumuzun canını sıkacak bir örnek vermek isiyorum, birçoğumuz ve birçoğumuzun pek çok yakını bugün sigara kullanmaktadır. Şimdi asla sigara içmenin 'doğru' ya da 'yanlış' olduğu üzerine tartışmayacağım. Doğru bir tanedir. Bugün sigaranın mekruh olduğu billinmektedir. Biz Müslümanların ilk örnek alacağı kişi de Peygamber Efendimiz sav'dir. Efendimiz sav sigara kullanmam hakkında bana ne derdi diye bir düşünelim cevap elbette olumsuz olur. Çünkü hayatta kendi paramızla kendi canımıza zarar verdiğimiz bu tür şeylerin sayısı sınırlı sanırım. Rabbin verdiği rızkı sağlığına zarar vermekle harcamak elbette acı bir gerçek olmalı. Şimdi vatan sevmek ve sigara ne alakadır diye sorabilirsiniz. Başlangıçta dediğim gibi Vatan Sevgisinin en güzel göstergesi öncelikle onun için çalışmaktır. Bugün en ucuzu 5 tl olan sigara kullanan bir kişi, bir ayda sigaraya verdiği parayla en az 5 kitap alabilir. 5 kitap da en az 5 kişi demektir.Ve ya kaçımız her ay sadakasını veriyor? Veremeyiz çünkü bizim paramız yok, ama (sağlımıza zarar veren) sigaraya verecek paramız var!... Evet çok farklı şeyler yahu o ayrı bu ayrı tiryakiyiz ne yapalım bırakamıyoruz! diyenleri duyoyor gibiyim. Rabbin bize verdiği rızkı yine Allah için harcasak ve o parayı ihtiyaçları olanlara verseydik şu an çok sevdiğimiz Vatanımız da bugün bu kadar adaletsizlik yaşanmazdı. Şimdi yine birçoğumuz söyleniyordur içinden e yahu o kadar çok şey varken buna mı takılalım yani dert bu mu? Evet haklı olabilirsiniz ama ben bugün sigara içen vatandaşlarımızın sayısını düşününce ve insanların sigaraya ayırdığı bütçeyi düşününce çok da detay bir konu olmadığını düşünüyorum. Ki bugün bizim ocaklarımızda dahil maddi sebeplerden dolayı etkinlik yapmadığını söyleyen gençlerimizin ağzından dumanın eksilmediğini görünce üzülüyorum... Ve bugün maddi sebeplerden dolayı 'Ülkücü Hareketin' ilerleyemediğini söyleyen zatların ağzından siğara dumanının eksilmediğini görünce üzülüyorum...

Page 12: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran

Neticeye varacak olursam, sigara kullanmanın doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmıyorum bile bir çok büyüğümüzün de sigara kullanıyor olması bu işin doğru ve haklı olduğu anlamına gelmez. Doğruluk kaynağı Kur'an ve Efendimiz sav'dir.Fakat hepimiz insanız ve elbette bir çok hata yapabiliriz. Önemli olan hatayı bilerek sürdürmemek ve hatadan dönmektir. Bugün vatanını seven insanlar işte bu hataya düşmemeli. Vatanın güçlü ve kudretli olması için bizlerin güçlü ve kudretli olması şarttır. '' Sigara bir çeşit savunma mekanizmasıdır ve 'güç' ile ilgisi yoktur. Depresyondayım yak bir sigara, sinir krizindeyim yak bir sigara... Yaktık hadi geçti mi? Tütün mü geçirdi? Keşke teselliyi duada arasaydık. İşte gerçek güç buydu halbuki... İnsan detaylarda gizlidir, onun ana mekanizması kalp ve beyin olsada onları çalıştıran ancak mikroskoplarla görebileceğimiz hücrelerdir. Hücreleri yenilenmeyen insanlar çeşitli hastalıklar nedeniyle yaşamları sona ermektedir. Bu konuda bu kadar detaycı düşünmeme anlam veremeyenlere verebilecek en güzel örneğim budur. Allah inandığımız gibi yaşamayı, inandıklarımız için çalışmayı, İnandıklarımızı savunmayı, inandıklarımız uğruna ölmeyi nasip etsin!...(Amin) Saygı ve sevgilerimle Almıla TOMRİS

Page 13: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran
Page 14: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran
Page 15: Meselemiz Dergisi Sayı-1 Haziran