4
Mustafa Bey camileri mevcuttu. Adada ise 15-16.000 nüfus ile otuz köy Bu dönemde ada ye- tecek kadar ve arpa elde edili- yor, bunun bol miktarda ham ipek, pamuklu ve boya üretiliyordu. XVI. ortala- önemli bir üssü olan Ayamavra'da askeri ve sivil büyük faaliyetlerine su getirmek için ve bir hari- olan 360 kemerli su yolu edi- lerek 3 km. ötedeki gür bir kaynaktan gerekli su (BA, MD, Vl , s. 129, hk. 273). da 1572- 1574 'te Ali nezaretinde bütünüyle yenilendi. Yeni ka- le düzgün olmayan bir olup 220 m .. ise 150 m. Balkan- lar'da ileri karakolu duru- mundaki Ayamavra'dan çok az bahse- derler. Piri Reis. alçak bir yerde bulu- nan kalenin iki köprüsü oldu- ana karaya asma köp- rünün gemilerin belirtir (Kitab-l Bahriye, s. 323- 326) bilgiyi Kati b Çelebi de tekrarlar. 1670-1671 ·de gezen Evliya Çelebi'nin bilgilere göre. nisbeten fazla müslüman cemaati bulunuyor ve burada cami. yeni güzel bir mescid. bir medrese. iki mektep. hamam ve çok sa- yer Evliya Çelebi müslüman olarak sur için- de ve dönemi öncesine ait 200 kadar binada bir da elli kadar evin bu- Ayamavra'daki bi r (M. Kiel ar!livil larla birlikte belirtir. rin en büyük mahallesine Va- ve burada 300 ev. bir mes- cid, tekke, mektep ve iki han bulundu- yazar. taraftan dör- düncü eden Levkada Va- gayri müslimlerin ve burada yirmi ki- lisenin kaydeder ki bu bil- gilerden 6000 nüfu- sun mevcut On- dan sonra gezen Jacop Spon ve George Wheler ise kale ve va- 5-6000 Rum ve Türk nü- fusu içine kaydetmektedirler. 1670 tarihli bütçesine gö- re kalede 285 kadar da bulun- Ada. XVII. itibaren artan ver- giler. idari bozukluklar. korsan iklim ile mah- sül gibi ekonomik ve sosyal sebeplerle gittikçe gerilerneye ve nüfusta görül- dü. 1684 bir Venedik donanma- topa tuttuktan sonra etti. ele geçiren Venedikliler, as- keri bir üs haline getirerek müslüman ahatiyi da bölgesine naklettiler. 1699 Karlofça ile de ada ta- mamen Venedik'e Venedikliler XVIII. ilk ka- lesini stilinde yenilediler ve eski kaleyi ortadan Eylül 1715'- te yeniden hakimiyeti- ne geçti ve derhal nüfus ve ver- gi tesbiti Tahrir komisyonu ri oldukça buldu ve otuz iki köyün- de 4900 kaydedebildi (TK, TD, nr. 87). 1718'de Pasarofça ile ada Venedik'e terkedildi ve 1797'- ye kadar elinde 1768 Vene- dik adada 11.702 ve otuz bir köy tesbit edildi. 1797'de edilen ada 1800 kuwetleri tara- ise de 1807'de tekrar Fran- eline geçti; içinde Yan- ya Valisi Tepedelenli Ali fakat Bir süre son- ra eline geçen ada, 1864'- te ve Yunan terketmelerine kadar hakimiyetinde 1825'te büyük bir zelzele ile harap olan su yolu. zamanlara kadar karayolu olarak daha sonra da Yunanis- tan'a yolun 1879'- AYAN da 23.083 olan ve 1940'ta 31.064'e va- ran nüfus 1971 'de 24.580'e 1981'de ise 21.863'e döneminden ka- lan üç kale bugün harap bir haldedir. : BA. MAD, nr. 561 , 1348, 15190; BA, MD, VI, s. 129, h k. 273; XIX, XX; BA. TO, nr. 367; TK. TO, nr. 77, 87; Evliya Çelebi, Seyahatname, VIII, 631·637; Piri Reis, Bahri ye, istanbul 1935, s. 323-326; J. Span- G. Wheler. ftalieni- sche, Dalmatische, Griechische und Orientali- sche Reise-Beschreibung, Nürnberg 1681, I, 29; D. T. Ansted , The fonian fslands in the Year 1863, London 1863 , s. 125-228; A. Grasset St. Sauveur. Voyages dans /es fles et possessions ci-deuant uenetiennes du Leuant, Paris 1800, s. 337 vd.; K. G. Macheiras. To en Leukadi frourion tis Aghias Mauras, Athens 1956 ; P. G. Rontogiannis. Jstoria tis nisou Leukados /, Athens 1980; Ö. Lütfi Barkan, Bütçelerine Ait Notlar ve H. 1079- 1080 (M I 669-1670) Mali Ait bir Os- Bütçesi ve Ekleri", iFM, XVII ( 1956), s. 278; a.mlf., "894 ( 1488/ 1489) Cizyesinin Dair Muhasebe TTK Belgeler, 1/1 (1964), s. 101; Machiel Kiel. "Leu- kas 1 Sarrta Maura, een Turks- Venetiaanse grensvesting", Jaarboek Stichting Menna uan Coehoorn, 1976, s. 58-64; a.mlf .. "Levkas", E/ 2 (ing), V, 725 · 728; Mahmut H. "1503 Tarihli Türk- Veneclik VIII. TTK Bildiriler , III ( 1983 ), s. 1559·1569; Turski fzuori za Balgarskata Jstorija, Sofia 1986, VII, 21-128; Mega/e Elinike Enkyklopaideia, Athens 1931 , XVI, 28; EBr., XIII , 998·999. MACHIEL 1 AYAN 1 ( ve kasabalarda devletle halk L düzenleyen kimselere verilen ad. _j "Göz" gelen Arapça ayn ke- limesinin olan ayan vücuh ve erkan ile Özellikle hal- gözünde soy sop ve itibarca sivril- olanlar için belde. karye. ma- halle gibi. devletlerinde görü- len ayan. Anadolu Selçuklu Devleti'nden Devle- ti'nde de devletlerde gibi çok manada Tarihi belgelerde voyvoda. mütesellim, muhas- ve vali olarak görülen yer- li hanedanlar. zamanda ayan. de- rebeyi veya mütegallibe tabirleriyle de ifade edilmektedir. molla. müftü. müderris. seyyid ve tarikat hi gibi ilmiye kethüdayeri ve yeniçeri serdan gibi ve 195

KıEL - cdn.islamansiklopedisi.org.tryetkiler de katarak bölgelerinin merkezle olan münasebetlerinde en kuwetli tem silci durumuna gelmeye başladı. 1683'te başlayan ll. Viyana

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: KıEL - cdn.islamansiklopedisi.org.tryetkiler de katarak bölgelerinin merkezle olan münasebetlerinde en kuwetli tem silci durumuna gelmeye başladı. 1683'te başlayan ll. Viyana

şa oğlu Mustafa Bey camileri mevcuttu. Adada ise 15-16.000 nüfus ile otuz altı köy vard ı. Bu dönemde ada halkına ye­tecek kadar buğday ve arpa elde edili­yor, bunun dışında bol miktarda şarap, zeytinyağı, ham ipek, pamuklu ve kırmı­

zı boya üretiliyordu. XVI. yüzyıl ortala­rında Osmanlı donanmasının önemli bir üssü olan Ayamavra'da askeri ve sivil büyük mimarlık faaliyetlerine girişildL

Şehre su getirmek için çalışmalar yapıl­dı ve Osmanlı mühendisliğinin bir hari­kası olan 360 kemerli su yolu inşa edi­lerek 3 km. ötedeki gür bir kaynaktan gerekli su sağlandı (BA, MD, Vl , s. 129,

hk. 273). Ayrıca İnebahtı Savaşı sırasın­da kuşatılan Ayamavra'nın surları 1572-157 4 'te Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa ' nın

nezaretinde bütünüyle yenilendi. Yeni ka­le düzgün olmayan bir altıgen şeklinde olup uzunluğu 220 m .. genişliği ise 150 m. kadardı.

Osmanlı coğrafyacıları. Batı Balkan­lar'da İslamiyet'in ileri karakolu duru­mundaki Ayamavra'dan çok az bahse­derler. Piri Reis. alçak bir yerde bulu­nan kalenin iki tarafında köprüsü oldu­ğunu. ana karaya bağlanan asma köp­rünün gemilerin geçişi sırasında açılıp

kapandığını belirtir (Kitab-l Bahriye, s. 323-326) Aynı bilgiyi Kati b Çelebi de tekrarlar. 1670-1671 ·de burayı gezen Evliya Çelebi'nin verdiği bilgilere göre. şehirde nisbeten fazla sayıda müslüman cemaati bulunuyor ve burada beş cami. yeni inşa edilmiş güzel bir mescid. bir medrese. iki mektep. hamam ve çok sa­yıda çeşme yer alıyordu. Evliya Çelebi müslüman halkın yoğun olarak sur için­de ve Osmanlı dönemi öncesine ait 200 kadar taş binada oturduklarını. bir kıs­mının da kırk elli kadar ahşap evin bu-

Ayamavra'daki Osmanlı surları ndan bi r görünüş (M. Kiel ar!livil

lunduğu Şehidlik Varoşu'nda hıristiyan­

larla birlikte yaşadıklarını belirtir. Şeh ­

rin en büyük dış mahallesine Taşra Va­roş dendiğini ve burada 300 ev. bir mes­cid, tekke, mektep ve iki han bulundu­ğunu yazar. Diğer taraftan şehrin dör­düncü parçasını teşkil eden Levkada Va­roşu'nda tamamıyla gayri müslimlerin yerleşmiş olduğunu ve burada yirmi ki­lisenin bulunduğunu kaydeder ki bu bil­gilerden şehirde 6000 dolayında nüfu­sun mevcut olduğu anlaşılmaktadır. On­dan altı yıl sonra burayı gezen Jacop Spon ve George Wheler ise kale ve va­roşun 5-6000 kişilik Rum ve Türk nü­fusu içine aldığını kaydetmektedirler. Ayrıca 1670 tarihli Osmanlı bütçesine gö­re kalede 285 kadar da muhafız bulun­maktaydı.

Ada. XVII. yüzyıldan itibaren artan ver­giler. idari bozukluklar. korsan baskınla­rı. iklim şartlarının kötüleşmesi ile mah­sül miktarının azalması gibi ekonomik ve sosyal sebeplerle gittikçe gerilerneye başladı ve nüfusta hızlı düşüşler görül­dü. 1684 yazında bir Venedik donanma­sı şehri topa tuttuktan sonra işgal etti. Şehri ele geçiren Venedikliler, burayı as­keri bir üs haline getirerek müslüman ahatiyi Osmanlı topraklarına. hıristiyanla­rı da adanın başka bölgesine naklettiler. 1699 Karlofça Antiaşması ile de ada ta­mamen Venedik'e bırakıldı. Venedikliler XVIII. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı ka­lesini Batı stilinde yenilediler ve eski iç kaleyi ortadan kaldırdılar. Eylül 1715'­te burası yeniden Osmanlı hakimiyeti­ne geçti ve derhal adanın nüfus ve ver­gi tesbiti yapıldı. Tahrir komisyonu şeh­r i oldukça ıssız buldu ve otuz iki köyün­de yaklaşık 4900 kişi kaydedebildi (TK, TD, nr. 87). 1718'de Pasarofça Antlaşma­sı ile ada Venedik'e terkedildi ve 1797'­ye kadar onların elinde kaldı. 1768 Vene­dik sayımında adada 11.702 kişi ve otuz bir köy tesbit edildi. 1797'de Fransızlar tarafından işgal edilen ada 1800 yılında Osmanlı-Rus müşterek kuwetleri tara­fından alındı ise de 1807'de tekrar Fran­sızlar'ın eline geçti; aynı yıl içinde Yan­ya Valisi Tepedelenli Ali Paşa tarafından kuşatıldı fakat alınamadı. Bir süre son­ra İngilizler'in eline geçen ada, 1864'­te burayı ve diğer İyon adalarını Yunan Krallığı'na terketmelerine kadar onların hakimiyetinde kaldı. 1825'te büyük bir zelzele ile harap olan Osmanlı su yolu. yakın zamanlara kadar karayolu olarak kullanıldı. daha sonra da adayı Yunanis­tan'a bağlayan yolun altında kaldı. 1879'-

AYAN

da 23.083 olan ve 1940'ta 31.064'e va­ran nüfus 1971 'de 24.580'e 1981'de ise 21.863'e düştü. Osmanlı döneminden ka­lan üç kale bugün harap bir haldedir.

BİBLİYOGRAFYA :

BA. MAD, nr. 561 , 1348, 15190; BA, MD, VI, s. 129, h k. 273; XIX, XX; BA. TO, nr. 367; TK. TO, nr. 77, 87; Evliya Çelebi, Seyahatname, VIII, 631·637; Piri Reis, Kitab ·ı Bahri ye, istanbul 1935, s . 323-326; J. Span- G. Wheler. ftalieni­sche, Dalmatische, Griechische und Orientali­sche Reise-Beschreibung, Nürnberg 1681, I, 29; D.T. Ansted, The fonian fslands in the Year 1863, London 1863, s. 125-228; A. Grasset St. Sauveur. Voyages dans /es fles et possessions ci-deuant uenetiennes du Leuant, Paris 1800, s. 337 vd.; K. G. Macheiras. To en Leukadi frourion tis Aghias Mauras, Athens 1956 ; P. G. Rontogiannis. Jstoria tis nisou Leukados /, Athens 1980; Ö. Lütfi Barkan, "Osmanlı İmpa­ratorluğu Bütçelerine Ait Notlar ve H. 1079-1080 (M I 669-1670) Mali Yılına Ait bir Os­manlı Bütçesi ve Ekleri", iFM, XVII ( 1956), s. 278; a.mlf., "894 ( 1488 / 1489) Yılı Cizyesinin Tahsilatına Dair Muhasebe Bili'ı.nçoları", TTK Belgeler, 1/1 (1964), s . 101; Machiel Kiel. "Leu­kas 1 Sarrta Maura, een Turks- Venetiaanse grensvesting", Jaarboek Stichting Menna uan Coehoorn, 1976, s. 58-64; a.mlf .. "Levkas", E/2

(ing), V, 725 ·728; Mahmut H. Şakiroğlu, "1503 Tarihli Türk- Veneclik Andlaşması", VIII. TTK Bildiriler, III ( 1983 ), s . 1559·1569; Turski fzuori za Balgarskata Jstorija, Sofia 1986, VII, 21-128; Mega/e Elinike Enkyklopaideia, Athens 1931 , XVI, 28; EBr., XIII , 998·999.

~ MACHIEL KıEL

1 AYAN

1

( .j~l)

Osmanlılar'da

şehir ve kasabalarda devletle halk arasındaki ilişkileri

L düzenleyen kimselere verilen ad.

_j

"Göz" anlamına gelen Arapça ayn ke­limesinin çağulu olan ayan eşraf. vücuh ve erkan ile eş anlamlıdır. Özellikle hal­kın gözünde soy sop ve itibarca sivril­miş olanlar için kullanılır: A'yan -ı Kureyş,

a·yan-ı belde. a ·yan-ı karye. a·yan-ı ma­halle gibi. İlk İslam devletlerinde görü­len ayan. Osmanlılar'a Anadolu Selçuklu Devleti'nden geçmiştir. Osmanlı Devle­ti'nde de diğer devletlerde olduğu gibi çok geniş manada kullanılmıştır. Tarihi belgelerde voyvoda. mütesellim, muhas­sıl. mutasarrıf ve vali olarak görülen yer­li hanedanlar. aynı zamanda ayan. de­rebeyi veya mütegallibe tabirleriyle de ifade edilmektedir. Ayrıca molla. kadı.

müftü. müderris. seyyid ve tarikat şey­hi gibi ilmiye mensupları. kethüdayeri ve yeniçeri serdan gibi kapıkulları ve

195

Page 2: KıEL - cdn.islamansiklopedisi.org.tryetkiler de katarak bölgelerinin merkezle olan münasebetlerinde en kuwetli tem silci durumuna gelmeye başladı. 1683'te başlayan ll. Viyana

AYAN

bunların mazul ve emeklileri ile çocuk­ları . kasapbaşı ve bakkalbaşı gibi esna­fın önde gelenleri, zahireci, kuyumcu, sarraf. bezzaz ve çuhacı gibi tüccar ve mültezimler ayandan sayılmıştır. Osman­lılar'da bunların hepsine birden "a'yan- ı

vilayet" adı verilmekteydi.

Osmanlı taşra idaresinde vali, muta­sarrıf. mütesellim ve voyvodalar mer­kezden tayin edilirdi. Bu yöneticilerden başka her şehir ve kasabada a 'yan-ı vi­layet arasından seçilen bir ayan bulu­nurdu. Merkezi hükümete karşı halkın ve halka karşı da merkezi hükümetin temsilcisi durumunda bulunan ve halk ile devlet arasındaki işleri yürüten kim­seye baş ayan, reTs-i a'yan, aynü'J-a'yan veya resmT ayan adları verilirdi. Ayan­lığın bir kurum halini alması ile resmT ayanlığın ortaya çıkması arasında yakın bir ilgi bulunmaktadır.

Osmanlı Devleti 'nin klasik döneminde kurumlar görevlerini gereği gibi yaptık­larından ayanın toplum içindeki nüfuzu oturduğu yerleşim merkezinin sınırları

dışına taşmazdı. Ayan, XVI. yüzyılın ikin­ci yarısından itibaren memleketin ida­resinde ve nizarnında aksaklıkların be­lirmesiyle önem kazanmaya başladı. Bu devirde halk ile devlet arasındaki işler­de aracı ve iş takipçisi olarak faaliyet gösteren ayanın, bulunduğu yerin çeşit­

li ihtiyaçlarını temin etmek, vakıfların tevliyet ve nezaret işlerini yürütmek, sa­tılan malların fiyatlarını tesbit etmek, bilirkişilik yapmak, bazı vergilerin tahsil edilme zamanını belirlemek, kötü ida­recilerin aziedilmeleri ve yerlerine iyi yö­neticilerin tayin edilmeleri yolunda şe­

hir sakinlerinin isteklerini istanbul 'a ar­zetmek gibi fonksiyonları vardı. Özellik­le bir bölgede yapılacak işlerde vali ve kadıların muhatabı baş ayan idi. Bu se­beple halkın vekili sıfatıyla memleketin yetkilileriyle bir araya gelerek meselele­ri hallederdi.

Ayanların, 1SS9'dan itibaren Anadolu'­ya yayılan kapukulları ile diğer askeri*­leri n ve emeklilerinin murabaha * ve il­tizam* yoluyla iktisadi yönden güçlene­rek kendilerine katılması sonunda önem­leri arttı. XVI. yüzyılın ikinci yarısında ayan, iltizama katılmak ve çiftçiye borç para vermek suretiyle servetini çoğaltıp topraklarını genişletti. Bunun yanı sıra bazan bozulan işini düzeltip devam et­tirebilmek, bazan da nakdT vergisini öde­yebilmek amacıyla borç alan halkı ken­dine daha bağımlı hale getirdi. Bu şe­

kilde ayan iktisadi ve içtimaT bakımdan

196

giderek güçlendi. Aynı devredeki suhte• ve levent isyanlarında ehl-i örf*e karşı isyancıları desteklemesi ve hatta bazan zorba yöneticilere karşı mücadele etme­si, ayanı himaye arayan halkın koruyu­cusu durumuna getirdi. xvıı. yüzyılda

görülen CelaiT isyanları ve tirnar ' lı sipa­hiliğin ihmal edilmesi yüzünden boş kalan tirnarlar iltizama verilince, mültezimlik yoluyla köylüye adeta hakim olan ayan, toprağını terkeden çiftçi ve leventlerin kendisine sığınınası ile, çalışan ve sava­şan nüfus bakımından da kuwet kazan­dı. Ayan, zenginliği ölçüsünde maiyetin­deki sekban ve levent sayısını da arttır­dı. Öte yandan paşmaklık* ve arpalık'' olarak verilen topraklara umumiyetle yer­li ayanın voyvoda ve mütesellim olarak tayin edilmesi, bunların idarT yönden de güçlenmelerine imkan verdi. Böylece ayan içtimaT, iktisadi ve askeri güçlerine idari yetkiler de katarak bölgelerinin merkezle olan münasebetlerinde en kuwetli tem­silci durumuna gelmeye başladı.

1683'te başlayan ll. Viyana Kuşatma­sı dolayısıyla ortaya çıkan maiT sıkıntı­

yı gidermek için 1695 yılından itibaren bazı mukataa * ların malikane adı verilen bir usulle ve kayd-ı hayat şartıyla ilti­zama verilmesi, ayanlığın gelişmesinde önemli derecede rol oynadı. Çünkü ayan, malikane uygulaması sayesinde bölge­lerindeki gelir kaynaklarının kontrolünü ve intlfa hakl<ını sağlamlaştırıp irsen de­vam ettirme imkanı ile devlete ait bazı yetkileri kullanma fırsatını ele geçirdi.

Öte yandan ayanlar. devletin 1683 'ten 1718'e kadar cephelerde uğradığı yenil­giler ve maruz ka ldığı maiT buhranlar­dan dolayı, vergi tahsil etmek ve mali­yeye borç para vermek suretiyle daha da önem kazandılar. Ayrıca XVIII. yüzyıl­dan itibaren savaşlarda da hizmet etti­ler. Böylece taşra idaresinin yanı sıra

savaş ve askerlik bakımından da önem kazanan ayanlar, devam eden iran sa­vaşları sırasında 1726 yılından itibaren Babıali tarafından beyler beyilik ve san­cak beyiliği gibi önemli görevlere geti­rildiler. Böylece cemiyetin raiyyet kesi­minden askeri zümre kısmına dahil ol­dular ; bu şekliyle de ayan sıfatını kay­bettiler.

XVIII. yüzyıl ortalarına doğru, Babıa­li'nin taşradaki gücünün giderek azal­ması ve bir ayan ailesinin kendi bölge­sinde devamlı olarak yöneticilik yapma­sı sonunda adeta bir hanedan hüviyeti taşıyan büyük aileler ortaya çıktı.

XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren ayan kelimesi yeni bir anlam kazandı. Bu ye-

ni statüde iyice güçlendikleri görülen ayanların başlıca görevleri, şehir ve es­naf için gerekli malları sağlamak. erzak ve ham madde fiyatlarını tayin etmek, kamu binalarının inşa ve tamirini yap­mak, eşkıya yakalamak ve cezalandır­

mak, orduya asker sağlamak ve bu as­kerlerin ihtiyacını görmek, ordu tayinat ve mühimmatının taşınması için hayvan tedarik etmek, istanbul 'a erzak ve ko­yun göndermek, istanbul baruthanesi­nin güherçile ihtiyacını karşılamak, ba­zan gemi yapmak ve gemi yapımı ile il­gili malzemeyi temin etmek, vergi ve mukataa gelirlerini toplamak vb. idi.

Merkezi otoritenin zayıf oluşundan

faydalanan ayanlar, bir yandan görevle­rini yürütürken çok defa da haklı veya haksız kendi menfaatlerini gözetmişler­dir. Taşradaki otorite boşluğunu doldu­ran ayan. eşraf. hanedan ve derebeyi aileleri memleketin birçok yerinde var­Iık ve üstünlüklerini kabul ettirmişlerdi. Bunlar arasında Tuzcuoğulları Rize do­laylarında , Canikli Hacı Ali Paşa ve oğul­ları Samsun ve çevresinde, Çapanoğul­

ları Yozgat yöresinde, Zennecizadeler Kayseri'de, Müderriszadeler Ankara 'da, Kalyoncuoğulları Bilecik'te, Kanlızade Ba­lıkesir'de, Karaosmanoğulları Manisa ve çevresinde, Katiboğulları izmir'de, Yılan­lıoğulları Isparta· da, Tekelioğulları Antal­ya'da, Menemencioğulları ile Kazanoğul­ları Çukurova 'da, Azmzadeler Suriye'de, Babanzadeler Kuzey lrak'ta, Tirsinikli­oğlu ile Alemdar Mustafa Rusçuk do­laylarında , Pazvandoğlu Vidin 'de, Tepe­delenli Ali Paşa ile oğulları da Yanya ve çevresinde ün kazanmışlardı. Öyle ki ba­zı ayanların halk edebiyatma konu ola­cak kadar şöhretleri yayılmıştı.

Başlangıçta bir bölgenin resmT ayanı­nın belirlenmesi maksadıyla bir seçim düzenlendiği bilinmektedir. Ancak ayan­lık seçimleriyle ilgili bir nizamnameye henüz rastlanmadığı için bu seçimlerin süresi, esasları ve nasıl yapıldığı açık ve kesin bir biçimde tesbit edilememiştir. Ayanlık seçimlerine aday olarak a 'yan-ı

vilayet arasından isteyenler katılmıştır. Ancak bu seçimlere seçmen olarak kim­lerin katıldığı kesin olarak belirleneme­miştir. Bu hususta seçimlere seçmen ola­rak sadece halkın, yalnız vilayet ayanı­nın ve son olarak da hem ahalinin hem de vilayet ayanının katıldığına dair fark­lı bilgilere rastlanmaktadır.

Belgelere göre ilk defa 1680'1i yıllar­da yapıldığı görülen ayanlık seçimlerin­de seçimi kazanan resmi ayan adayının

Page 3: KıEL - cdn.islamansiklopedisi.org.tryetkiler de katarak bölgelerinin merkezle olan münasebetlerinde en kuwetli tem silci durumuna gelmeye başladı. 1683'te başlayan ll. Viyana

halktan mahzar*. kadıdan ila m ve vali­den buyruldu* alması gerekmekteydi. Bu kimse buyruldu karşılığında "ayani­ye " adı verilen bir ücret öderdi. Zamanla valiler. kasabalarda eşrafın reTs-i a'yan­lık konusundaki rekabet ve mücadele­lerinden faydalanarak rüşvet karşılığı

ayanlık buyruldusu vermeye başladılar. Bundan halkın zarara uğradığını gören ve daha önceleri ayanlık seçimlerine ka­rışmamış olan merkezi hükümet zaman zaman duruma müdahale etmek zorun­da kaldı.

Ayanlık seçimlerine ilk müdahale. 1765 yılının Nisan ayında Sadrazam Muhsin­zade Mehmed Paşa tarafından yapıldı.

Buna göre valiler ayanlık buyruldusu ver­meyecekti. Ayrıca halkın resmf ayan ada­yı sadarete kadı ilamı ile haber verile­cek ve bu kimsenin durumu sadrazam tarafından tahkik ettirildikten sonra ne­ticenin müsbet olması halinde, valiye o kimsenin reTs-i a ' yanlığı mektup veya kaime" ile bildirilecekti. Bir süre sonra patlak veren Rus savaşı için de ( 1768-

1774). ölen bir ayanın yerine yenisinin geçmesi mevcut usule göre uzun zaman alacağından , 1769 yılının Ocak ayında

halkın seçimi ile ayan tayini sistemine geçildi. Ancak ayanlık iddia ve kavgala­rının devam etmesi ve reTs -i a'yan olma yolunda vali ile mütesellimlerden rüşvet­le buyruldu alınması karşısında 1779 yı­lının Nisan ayında yeniden 1765 yılı uy­gulamasına dönüldü. Bu uygulama bir ara bozuldu ve tekrar valiler tarafından ayanlık buyruldusu verilmesine başlan­dı. Fakat Babıali 1784 yılının Mayıs ayın­da aldığı bir kararla sadrazarnın mek­tubu olmadan reTs-i a'yan olunamaya­cağı hususundaki hükmünü yeniledi.

Merkezi hükümetin kuwet ve kudre­tinden çok şeyler kaybetmesi sebebiyle ayanlık seçimleriyle ilgili olarak alınan bütün bu kararlar ve tedbir ler impara­torluğun her yerinde tam olarak uygu­lanamadı ve ayanlık mücadeleleri zaman zaman kanlı çatışmalara dönüştü. Bu çatışmaların giderek yaygınlaşması üze­rine 1786 yılında Babıali ayanlığa son vererek yerine şehir kethüdalığını getir­di. Buna rağmen memlekette ayanlığı­nı devam ettirenlere. ayanlık iddiasında bulunanlara, ayanlık peşinde koşanlara ve eskiden ayan olup da şehir kethüda­sı olanlara rastlanmaktaydı. Öte yandan şehir kethüdaları ayan kadar güçlü, mu­teber ve iş görür kimseler olmadıkla­rından Babıali'nin emirlerini gereği gibi uygulayamamışlar ve devlet işlerini ye-

rine getirirken zaman zaman da ayanın muhalefeti sebebiyle görevlerinde tam anlamıyla başarılı olamamışlardı. 1787 yılında başlayan Rus harbinde sefer ha­zırlıklarında görülen aksaklıklar üzeri­ne. durumun düzeltilmesi için, 1790 yı­lının Kasım ayında çıkarılan bir hüküm­le her kazanın önceki düzen üzere halk tarafından seçilmiş ayanlarının "hüccet-i şer'iyye " ile görevlerine tayin edilmeleri, tayin i şine valilerin karışmaması ve se­çilen ayandan hüccet karşılığı kadı veya naibin herhangi bir ücret almaması ka­rarlaştırıldı.

Ayanlığın yeniden resmen ihdas edil­mesiyle bilhassa Anadolu ve Rumeli'de ayanlık mücadeleleri yeniden alevlendi. Bu arada 1793'te lll. Selim'in başlattığı Nizam - ı Cedfd hareketini Anadolu aya­nından destekleyenler oldu. Rumeli ayan­ları ise aynı hareketi kendilerine ve ba­ğımsızlıklarına karşı bir hareket olarak değerlendirip cephe aldılar. Nitekim 1806 yılının Haziran ayında Rusçuk ayanı Tir­siniklioğlu İsmail Ağa ' nın başkanlığında Rumeli ayanı, Nizam-ı Cedfd ordusunun Rumeli'de kurulmasına karşı çıka rak Os­manlı tarihinde ll. Edirne Vak' ası olaral< bilinen olayın meydana gelmesine yol açtıla r. Bunun üzerine kan dökülmesini istemeyen lll. Selim yeni ordunun Rume­li'de teşkil edilmesinden vazgeçti. Yeni­leşme yolunda geriye doğru atılan bu adım muhalif güçlere cesaret verdi. Bu sebeple 1807 yılının Mayıs ayı sonların­da çıkan Kabakçı Mustafa İsyanı netice­sinde önce Nizam-ı Cedfd 'e son verildi, daha sonra da lll. Selim tahttan indiri­lerek yerine lV. Mustafa getirildi. Kabak­çı Mustafa İsyanı 'nda canını zor kurta­rabilen bir kısım Nizam-ı Cedfd ricali Ru­meli ·deki Rusçuk aya nı Alemdar . Mus­tafa Paşa 'ya sığındı. Bunlar, ll. Edirne Vak 'ası'nda Nizam-ı Cedfd'e muhalefet etmiş olan Alemdar Mustafa Paşa 'yı söz konusu yenileşme hareketinin gereklili­ğine inandırmayı başardılar.

Ordusu ile İstanbul ' a gelen Alemdar Mustafa Paşa, 28 Temmuz 1808'de IV. Mustafa'nın yerine ll. Mahmud'u tahta çıkardı. Genç padişah yerinden emin ol­mak için. kendini tahta çıkaran ve kuv­vetleriyle istanbul'a hakim olan Rusçuk ayan ı Alemdar Mustafa Paşa ' yı sadra­zamlığa tayin etti. Böylece Osmanlı ta­rihinde ilk ve son defa bir ayan sadare­te kadar yükseldi. Alemdar Mustafa Pa­şa , memleketin iç ve dış meselelerine çare bulunabilmesi için hükümet ile ayan güçlerinin karşılıklı güven içinde birle-

AYAN

şerek hareket etmeleri gerektiğine inan­dığından. taşra ayan ve valileri ile baş­

şehir ricalini istanbul' da yapılaca k bir toplantıya davet etti. Az sayıdaki aya nı n

katıldığı toplantı sonunda Sened-i İttifak adlı belge imzalandı (Ekim ı 808) Sadra­zam. söz konusu belge ile ayanın duru­muna hukuki bir nitelik kazandırmak is­tediyse de başarılı olamadı. Çünkü aya­nın çoğu senedi imzalamamıştı. İmza­layan az sayıdaki ayan ise Sened-i İtti­fak 'a sahip çıkmanın kendilerine sağla­yacağı imkanları değerlendirme ve züm­re menfaatlerini koruma şuurundan

mahrumdu.

Sened-i İttifa k'ın imzalanmasından sonra ayan kuwetlerinin önemli bir kıs­mı İstanbul 'dan ayrılınca yeniçeriler bir isyan çıka rdılar. 16 Kasım 1808 ·de çı­

kan bu ayaklanmada Alemdar Mustafa Paşa hayatını kaybetti. Böylece ll. Mah­mud, yakınındaki en güçlü ayandan kur­tulduğu gibi istanbul'daki ayan hakimi­yeti de son buldu. Bunların ya nında Se­ned-i İttifak da hükümsüz kaldı.

ll. Mahmud. ayanların. saltanatma göl­ge düşüren Sened-i İttifak'ın hazırlan­masındaki rollerini bildiği gibi Nizam-ı Cedfd'e son verilmesindeki faaliyetlerini de unutmamıştı. Bu bakımdan o hem Sened-i İttifak niteliğinde ve özelliğin­deki belgelerle bir daha karşılaşmamak,

hem de yenileşme hareketleri karşısın­da muhalif bir güç olarak gördüğü aya­nı her bakımdan kendisine bağlamak ve onların taşradaki üstünlüklerine son vermek üzere merkeziyetçilik siyaseti­ne yöneldi. Padişahı bu siyasetinde sa­ray, ulema ve Babıali bürokrasisi de des­tekledi. Çünkü bu siyasetin başarısı, mer­kezin vilayetlere hakim olması ve adı ge­çen zümre mensuplarının nüfuzlarının

taşrada artarak geçerli olması demekti. ll. Mahmud, asi ayan üzerine ordu gön­dermek ve bazan da onları birbirine dü­şürmek suretiyle merkezi otoriteyi ha­kim kılmayı başardı. Padişah itaatkar ve güçlü olan ayana karşı ise kuwet kul­lanmadı , onların ölümlerini bekledi ve sonra yerlerine varisierini değil de Ba­bıali'nin temsilcilerini tayin ederek taş­radaki etkilerini azalttı. Asi ayanın ço­ğunu idam ve malları ile emlakini mü­sadere ettirdi. Memleketin bazı bölge­lerinde ayanlığın yerine sandık eminliği ve mahalle muhtarlıkları kuruldu. Uygu­lanan merkezfleştirme siyaseti sonun­da, ayanlar idari ve askeri güçlerini kay­betmiş olmakla beraber taşradaki sos­yal ve iktisadi nüfuzlarını devam ettir-

197

Page 4: KıEL - cdn.islamansiklopedisi.org.tryetkiler de katarak bölgelerinin merkezle olan münasebetlerinde en kuwetli tem silci durumuna gelmeye başladı. 1683'te başlayan ll. Viyana

AYAN

me imkanını ellerinden bırakmadılar. Bu bakımdan pek çok ayan ittizam işlerini yine sürdürdü. ll. Mahmud 1834 yılın­da ihdas edilen redif askeri teşkilatının kurulup yaygınlaşmasındq,: kendilerinden faydalandı. fi

Tanzimat döneminde ayanın görevle­ri yeni kurulan müesseselere ve eleman­Iarına verilmeye başlandı. Öte yandan Babıali, ölen ayanın yerine yenisini tayin etmeyerek resmi ayanlık müessesesine son verdi. Ayanlık ortadan kaldtrılmakla beraber ayan, eşraf vb. olarak bilinen kimseler varlıklarını ve nüfuzlarını sür­dürdüler. Bunlar arasında halka zulme­denlere karşı Babıali kuwet kullanarak Doğu Anadolu'da ve yine aynı biçimde Fırka-i lslahiyye ile Çukurova'da merke­zi idareyi hakim kılmaya çalıştı.

Abdülmecid, Tanzimat yeniliklerine hal­kın katılmasını sağlayabilmek için onla­rın temsilcileri olarak gördüğü ayanlar­la 1845 yılında İstanbul'da bir toplantı yaptı. Ancak ayanın bu toplantıda gös­terdiği şaşkınlık ve suskunluk sonunda umulan fayda sağlanamadı. Bununla bir­likte ayan, kuruluş ve çalışma biçimleri merkezi hükümetle taşra ileri gelenleri­nin bütünleşmesine yönelik olan vilayet. liva ve kaza idare meclislerine mahalli temsilci olarak katıldı. Öte yandan ikti­dara hakim olan Babıali bürokrasisi. hu­kuk ve siyaset sahasında yaptığı yeni­leşme hareketlerine rağmen, taşrada

ayanın idareye ve toprağa hakim olma­sını önleyemedi. Çünkü üyesi bulundu­ğu taşradaki idare meclisleri ve görev aldığı mahkemelerle bazı ihtisas komis­yonları vasıtasıyla nüfuzunu devam et­tiren ayan, katıldığı idarede görev ya­pan memurtarla anlaşmayı ve uyum sağ­lamayı başarmıştı. Nitekim 1847 tarihli Tapu Nizamnamesi ile 1858 tarihli Ara­zi Kanunnamesi, ayanın tasarruf ettiği toprağın sahibi olmasına imkan vermiş­ti. Kısacası, Tanzimat'tan sonra uğradı­

ğı ad değişikliklerine rağmen ayan. Cum­huriyet dönemi de dahil olmak üzere ya­kın zamana kadar istanbul'da Meclis-i Meb'üsan'a, Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ve taşrada belediye meclislerine temsilciler göndererek. de­ğişik siyasi partilerin özellikle mahalli yönetimlerinde görev alarak ziraat. ti­caret ve sanayi cemiyet ve odalarının

idaresinde etkili olmuşlar. Türk siyasi, sosyal ve iktisadi hayatındaki rollerini ve önemlerini devam ettirmeyi başar­mışlardır.

198

BİBLİYOGRAFYA:

Cevdet. Tarih, ıx, 7, 278; Lutff, Tarih, VIII, 363, 367 vd.; i. Hakkı Uzunçarşılı, Meşhur Ru· me li Ayanlanndan Tirsinik/i ismail, Yılık Oğlu Süleyman Ağalar ve Alemdar Mustafa Paşa, İs · tanbul 1942; ilber Ortaylı, Tanzimat'tan Sonra Mahalli idareler (1840· 7 878), Ankara 197 4; a.mlf., Türkiye idare Tarihi, Ankara 1979 ; Y. Nagata, Muhsinzade Mehmed Paşa ve Ayan­lık Müessesesi, Tokyo ı976; Yücel Özkaya, Os­manlı imparatorluğunda Ayanlık, Ankara ı 977; a.mlf .. "XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Yerli Ailelerin Ayfuılıkları Ele Geçirişleri ve Bü­yük Hanedfuılıkların :kuruluşu", TTK Bel/e· ten, XLI I /ı 68 (1978), s. 667-723; Halil inalcık, "Centralization and Decentralization in Ot­toman Administration", Studies in Eighteenth Century lslamic History (ed. T. Naff - R. Owen). London ı977 , s. 27-52 ; a.mlf.. "Osmarılı İmpa­ratorluğunda Kültiir ve Teşkilat", Türk Dün· yası El Kitabı, Ankara ı976, s. 974-990; a.mlf., "Tanzimat'ın Uygulanması ve Sosyal Tepki­leri", TTK Bel/eten, XXVIII/112 (1964). s. 623· 690; Özcan Mert. XVIII. ve XIX. Yüzyıllarda Ça· panoğullan, Ankara 1980 s. ı- ı 6; a.mlf.. "II. Mahmut Devrinde Anadolu ve Rumeli'nin Sosyal ve Ekonomik Durumu (1808-1839)", TDA, sy. 18 ( 1982), s. 33· 73 ; a.mlf., "Folkloru­muzda Çapanoğulları", //. Milletlerarası Türk Fo/klor Kongresi Bildiriler, Ankara ı 982, 1, 2ı7-233; Mücteba İlgürel , "Balıkesir'de Ayan­lık Mücadelesi", TED, sy. 3 ( 1 973). s. 63· 73 ; V. P. Mutafçieva, "XVTII. Yüzyılın Son On Yı­

lında Ayanlık Müessesesi" (tre. Bayram Ko· daman), TD, sy. 3ı (1978). s. 163-ı82; Deena R. Sadat, "Ayan and Ağa: The Transformatian of the Bektashi Corps in the eighteenth Cen­tury", MW, LXIII /3 (1973), s. 206-2ı9 ; Özer Ergenç, "Osmanlı Klasik Dönemindeki « Eş­

raf ve A'yan" Üzerine Bazı Bilgiler", Osm.Ar., sy. 3 (1982), s. 105-ı ı8; Mustafa Akdağ , "Os­manlı Tarihinde Ayanlık Düzeni Devri, 1730-1839", TAD, XIV / 23 ( l975), s. 5ı -6ı; Musa Ça­dırcı, "Anadolu'da Redif Askeri Teşkilatının

Kuruluşu", a.e., s. 63-75; M. Fuad Köprülü- is-. mail Hakkı Uzunçarşı lı, "Ayan", iA, ll , 40-42; H. Bowen. "A 'yan", E/2 (ing.), ı , 778.

1

L

1

L

Iii ÖZCA N MERT

AYAN MECLiSi

(bk. MECLİS·i A'YAN).

A'YAN-ı SABiTE (~L...ll..;ı~'$' 1 )

Eşyanın görünür hale gelmeden önce Allah'ın ilminde bilgi olarak

mevcudiyeti, ülhir olan varlıkların Allah'ın ilmindeki mahiyetleri,

gizli hakikatleri.

ı

_j

ı

_j

Ayn-ı sabite (çoğulu a'yan- ı sabite) "ha­kikat. mahiyet ve zat" manasma gelir ve varlık (vücOd) kavramından farklı bir mana ifade eder. Bir şeyin varlığı baş­ka, mahiyeti başkadır. A'yan-ı sabite, dış alemde var olan eşyanın Al~ah'ın il-

mindeki hakikatleri olup hariçte mev­cut değildir; daha doğrusu bunlar Al­lah'ın ilminde sabit olan "yoklar"dır (ma'­dOmat). A'yan-ı sabitenin dış aleme na­zaran varlığı yoktur. Onun için "yok" ola­rak kabul edilir. Bu manada ona "müm­kin" de denir. Zira İbnü ' l-Arabi'ye göre mümkin de ma'dümdur.

A'yan-ı sabite terimi tasawuf tarihi­ne İbnü'l-Arabi ile girmiş, daha sonra mutasawıflar Allah. alem ve insan iliş­

kileri konusundaki kanaatlerini ve var­lık görüşlerini büyük ölçüde bu kavrama dayanarak açıklamışlardır . İbnü'l-Arabi'ye göre yaratıkların ve eşyanın (mükevvenat, mümkinat) üç safhası vardır. İlk safhada eşya birbirinden ayırt edilmeksizin ve aralarında bir farklılaşma söz konusu ol­maksızın (b ila-terneyyüz ve mücmel) Al­lah'ın ilminde külli bir bilgi olarak var­dır. Buna "şüün-ı sabite" veya "taayyün-i ewel " (vahdetteki ilk belirme) denir. Eşya ikinci safhada a'yan-ı sabite halindedir; birbirinden ayrılmış ve farklılaşmış bir vaziyette (bi't-temeyyüz ve' l-mufassal) Al­lah 'ın ilminde vardır. Bu safhada varlık­lar müşahhas şeyler halindedir. Buna da "taayyün-i sani " adı verilir. Üçüncü saf­hada eşya "a 'yan-ı hariciyye" halinde vardır. Eşyanın bu şekilde dış alemde zuhür ve tecelli etmesine "taayyün-i ha­rici" adı verilir; yaratma (halk) bundan ibarettir. A'yan-ı sabite, Hakk'ın hüviye­tiyle duyulur alem arasında yer alan bir varlık alanıdır. Vahdet-i vücQd nazari­yesine göre varlık bir tanedir; o da Al­lah'ın varlığıdır. A'yan- ı sabitenin alem­deki tecellisi olan dış varlıklar. hakikat­te Hakk'ın oluş vasfıyla zuhür etmesin­den, yani varlığının dışa taşmasından (fe­yezan) ibaret olduğundan aslında "yok" hükmündedir. Kendilerine aitmiş gibi gö­rünen varlıkları aslında Hakk'ın zuhür et­miş varlığıdır; gerçek değil gölge varlıktır.

A'yan-ı sabitenin açıklanması aynı za­manda yaratma ve dış alemin de açık­lanması manasına gelir. Dış alemde mev­cut ve zahir olan eşyanın esas itibariyle kendine has müstakil bir varlığı yoktur. Bu yönüyle bu şeylerin "yok" (ma'dOm) ol­duğuna inanılır. Bunların görünen var­lıkları gerçekte Allah'ın varlığının deği­şik suretierde tecellilerinden ibarettir. Zira tek ve biricik varlık (vahdet-i vücOd) O'nun varlığı olduğundan diğer şeylerin varlıkları mecazidir. görünürdedir. Eş­

yanın birbirinden farklı oluşu , ayrı ayrı

varlıklara sahip oluşundan değil. a'yan-ı sabitelerinin farklı oluşundandır. Varlık­ta birlik mevcuttur, farklılık ve çokluk a'yan-ı sabiteden ileri gelmektedir.