36
Say›:10 1.500.000 TL(KDV’li) ISSN 126362 2002/10 Hava kurşun gibi ağır. Bağır bağır bağır bağırıyorum. Koşun kurşun erit - -meğe çağırıyorum... O, diyor ki, bana: - Sen kendi sesinle kül olur- sun ey! Kerem gibi yana yana...

Dostluklatvr.tavirdergisi.org/wp-content/uploads/2015/07/2002_10_aralik.pdfkata yaklaşıyorlardı ki yaylım ateşi başladı. Anında kendilerini ye-re attılar. Sonra dönüp arkalarındaki

  • Upload
    others

  • View
    6

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • Say›:10 1.500.000 TL(KDV’li) ISSN 126362 2002/10

    Hava kurşun gibi ağır. Bağır

    bağırbağır

    bağırıyorum.Koşun

    kurşunerit -

    -meğeçağırıyorum...

    O, diyor ki, bana:- Sen kendi sesinle kül olur-sun ey!

    Keremgibi

    yana

    yana...

  • Onuncu sayımızla tekrar birlikteyiz. Ülke gündeminden konu-larla hazırladık onuncu sayımızı. Bir yılı geride bırakıyoruz.Umutlarımızı büyüttüğümüz bir yılı daha bitiriyoruz.

    Bundan tam iki yıl önce gerçekleşti 19 Aralık... Adı hiç bir za-man unutulmayacak bir tarih olarak kazındı hafızalara. 19 Aralık2000' de hapishanelere yapılan operasyonda yirmisekiz kişi ha-yatını kaybetti. Dünya o güne kadar tanık olmadığı bir vahşetigördü ülkemiz hapishanelerinde. Asla unutulmaması gereken birtarihtir 19 Aralık 2000. Bu sayımızda 19 Aralık'a geniş bir yerayırdık.

    F tipine karşı başlatılan ölüm orucu direnişi ikinci yılını doldur-du. Ölüm orucunda 99. kişi hayatını kaybetti.

    Adaletin olmadığı bir dünyada adalet için direnmek ve müca-dele etmek en meşru haktır. Özgür, bağımsız, demokratik bir ül-ke, yaşanılası insanca koşullar için direniyorlar.

    Şair Müştak Erenus'u kaybettik... Onunla ilgili anılarımızı yaz-dık bu sayıda.

    Ülkemizde açlık ve yoksulluğun nedeni IMF politikalarıdır.Amerika Irak' a saldırma provaları yapıyor. Emperyalizmin aç

    gözleri kana doymuyor. Haksız olan bu savaşa, Irak halkınınkanının dökülmesine karşıyız.

    10 Aralık'ta Dünya İnsan Hakları Günü'nde, mahkememiz var.Bütün okurlarımızı Tavır'ın yargılandığı mahkemeye bekliyoruz.

    On birinci sayımızda buluşmak dileğiyle...

    Dostlukla...

    merhaba

    tavır

  • 3 demokratik bir ülke istiyoruz5 o gün ondokuz aralıktı13 feda14 ondokuz aralık ve tayad15 gelincik toprağında güzeldir...17 feridenin dilinden... 18 mevsimlere inat19 arpalıkta heyecan var21 dağın ardı24 pardona pardon25 hacivat ile karagöz28 sosyalist gibi konuşup

    kapitalist gibi yaşayanlar

    30 10 aralık’ tamahkememiz var

    31 haber yorum

    Aylık Sanat Dergisi

    Sahibi: İdil Kültür Yayın Org. Rek. Film. Tic. Adına MUHARREM CENGİZ Genel Yayın Yönetmeni: GAMZE MİMAROĞLUSorumluYazıişleri Müdürü: AHU ZEYNEP GÖRGÜN Yazışma Adresi: İDİL KÜLTÜR MERKEZİ KULOĞLU MH. AĞA KÜLHANİ

    SK. NO:13/8 BEYOĞLU/İSTANBUL TEL/FAX:(212) 245 00 70- 244 31 60 e-mail adresi:[email protected] İDİL CAN KÜLTÜR MERKEZİ ŞİRİNTEPE MAH. 3.CADDE ŞİRİN APT. 124 - 9/B MAMAK/ANKARA TEL: (312) 390 03 32

    Hesap No: (TL):1042- 30000 596147 GAMZE MİMAROĞLU İŞ BANKASI PARMAKKAPI/İST.(EURO): 1042- 3010000 129062 GAMZE MİMAROĞLU İŞ BANKASI PARMAKKAPI/İST.

    Ofset Hazırlık: TAVIR YAYINLARI Baskı: ASPAŞ Dağıtım: D-B-R

    tavır

  • 33

    güncel

    güzin karadu-

    demokratik bir ülkeİSTİYORUZ

    İmdat Bulut şehit düştü. İki yıldırsüren ölüm orucu direnişini 99.şehidi oldu İmdat Bulut. Gelip ge-çen iktidarlar için bu sorun anlaşıl-ması zor, çözülemez bir sorun gibigörüldü. F Tipi sorunu aşılması im-kansız bir dağ mıdır? İktidarı temsiledenler; gelmiş geçmiş Adalet Ba-kanları şimdiye kadar bu sorununçözülemezliği, taleplerin kabul edi-lemezliği üzerine demedik şey bı-rakmadılar. Oysa ki ölüm orucu di-renişi yapan tutsakların talepleri buülkede yaşayan herkesin isteyebile-ceği kadar haklı ve meşru talepler-dir. Özgür, bağımsız ve demokratikbir ülke için olması gereken koşul-lardır. Anti - demokratik uygulama-ların son bulmasıdır. F tipleri’ndetecrit uygulaması ve hücrelere bü-tün kamuoyu karşı iken katliamlarlatecrit hücrelerine atıldı insanlar. İkiyıldır o hücrelerde yaşama, insan ol-ma, ayakta kalma mücadelesi veri-yorlar ve direniyorlar. 99 kişi öldü...diğer ölümler ise sırada.

    Amerika’nın Irak’ta başlatacağısavaşa karşı çıktıkları için gösteriyapan gruba polis saldırıyor tekmetokat. Sorun ne? Haksız bir savaşakarşı çıkmak. Demokratik bir talep,insani bir talep... Karşılığında jop...Demokrat olduğunu iddia edenİnanç ve düşünce özgürlüğünü sa-vunan AKP iktidarının ilk günlerin-de bunlar yaşanıyor. Ölüm orucun-da 99. kişi hayatını kaybediyor.

    AKP iktidarı işkenceyi önlemek-ten bahsediyor. İktidarın aşılmasızor bir dağ olarak gördüğü F Tipi so-rununu bugün tecrite tabi tutulantutsaklar, aşmakta kararlılar. 99 kişi-nin ölümü, direnişi sürdüren on ki-şinin hayatının kritik noktada olma-

    sı ve ölüm orucunabaşlamak için 9. Eki-bin hazır olması bukararlılığı gösteri-yor. Bütün bunlarolurken AKP iktidarıişkenceyi önlemek-ten bahsediyor. F tip-lerinde yaşanan tec-rit en büyük işkence-dir. İşkenceyi önle-mek en başta F tipitecrit hücrelerini ka-patmakla mümkün-dür.

    Tecrit hücreleriinsanların kişilikleri-ni çürütmek için ya-pılmış mekanlardır.Bu uygulamanın mi-marı Avrupa’dır. İn-sanın sosyal bir var-lık olduğu kabul edi-lir, bilimsel bir ger-çekken, tecrit politi-kasıyla insanın buyanı, “insan olmakimliği” yokedilmekisteniyor.

    Bugün tecrit hüc-relerinde tutulanlarpolitik kimlikleri nedeniyle oradabulunan tutuklu ve hükümlülerdir.Yani varolan sisteme muhalif, alter-natif olan düşünceleri nedeniyleoradadırlar. Hapishanelerde cezala-rı zaten infaz edilirken ayrıca yaşar-ken öldürülmeye ; yaşayan ölülerhaline getirilmeye çalışılıyorlar. Tec-rit politikasını sonuçları bunlardır.99 ölü, yüzlerce yaşayan ölü, yanihafızasını yitirmiş insan. Bunlargörmezden gelinemez. İnanç ve dü-şünce özgürlüğünden bahseden bir

    iktidar; inanç ve düşünce özgürlü-ğünden sadece “türban” ı anlamı-yorsa en temel hak olan yaşama hak-kına saygı duymalı, insanların inançve düşüncelerinden dolayı yargılan-malarını engellemelidir.

    Bu iddialarla iktidara gelen birhükümetten talep edilenler insani vedemokratik taleplerdir.

    Demokratik bir ülkede yaşamakisteyen herkes bunun bedelini ödü-yor. Bunca ödenen bedel yetmiyormu?

  • OPERASYON BAŞLIYOR-Arkadaşlaaarr, operasyon vaaarr!

    Herkes kalksın!Uykusunun ortasında duyduğu bu

    sesi anlamaya çalıştı. Gözlerini açıp,etrafına baktığında, herkesin aceleylegiyindiğini gördü. “Acele edin, dahahızlı daha hızlı!” Herkes hazırdı anın-da. Bağırışlar, çığlıklar, koşturmaca-lar; kurşun, balyoz, kompresör vebomba seslerine karışıyordu.

    BİR YAZARGece uykuya daldıklarında, ger-

    gindiler. Bir haber bekliyorlardı. Ha-pishanelerde ölüm orucu altmış günüdoldurmuştu. Saat 05:00’te telefon çal-dı. Telefona bakan arkadaşı “Tamam,tamam” derken o ise ağzından çıka-cak haberi bekliyordu. Televizyonuaçtılar, haber doğruydu. Bir yerlerehaber vermek, operasyonun durdu-rulması için gereken ne varsa yapmakgerekiyordu. Bir yandan ise soğuk-kanlılığını korumak... Bu çok zordu.

    Aradığı telefonlar kapalıydı. Saataltıya geliyor gün aydınlanıyordu. Te-lefonu açan uykulu seslere operasyo-nu anlatyor ve “lütfen, bir şeyler ya-pın” diyordu. Bir gazeteci yazaraulaştı ilkin.

    Olan biteni anlattı, “Hayır! hayırinanmıyorum!” diyordu gazeteci ya-zar. Sonra bir sinema oyuncusunaulaştı. “Hapishaneler” diyebildi. Sine-ma oyuncusu ise daha sözünün bit-mesini bile beklemeden konuşmayabaşladı. “Bakın ben Adalet Bakanlığıyetkilileri ile görüştüm. Yakında birheyet gönderecekler” bu sefer O, sine-ma oyuncusunun sözünün bitmesinibeklemeden atıldı. “Öldürüyorlar!Siz neden bahsediyorsunuz! Hepsiniöldürüyorlaaaar!”

    55

    öykü

    ümit zafer

    kışları, yitirdiği evladın hasret ve acı-sıyla dolu olacaktı.

    TAYADNumarayı çevirirken eli titriyordu.

    Oldukça sakin bir ses tonuyla konuş-mak zorundaydı. Çünkü arayacağı tu-tuklu yakını hastaydı. Aniden verece-ği bu haberle şoka girebilirdi.

    -Merhaba nasılsın?-İyiyim n’oldu sabah sabah? Söyle-

    sene ne oldu?-Bak önce sakin ol, lütfen bir yere

    otur.-N’olduuuuu!- Hapishanelere operasyon yapı-

    yorlar. Alo? Alo? Cevap versene Alo-oo!

    Karşı taraftan hiç ses gelmiyordu.Korktuğu başına gelmişti. Karşı taraf-taki bayılıp, boylu boyunca yere yığıl-mıştı.

    BERRİN- YASEMİN“Teslim olun” bağırtıları ve ayak

    sesleriyle uyandılar. Anlamışlardı.Bekliyorlardı zaten. Yataktan doğru-lur doğrulmaz yanındakini uyandırdıbiri. Koşarak yukardaki direnişçilerinyanına yöneldiler. Robocoplarla yan-yana koşuyorlardı. Onlardan öncevarmalıydılar. Hem koşuyor hem de“arkadaşlaaarr operasyoonn” diye ba-ğırıyorlardı.

    Merdiven dönüşündeki ayakkabı-lığı devirmeleri, ara kapıyı kapatıp ar-kasına dolabı sürmeleri saniyeler sür-müştü sadece. Koğuşa girdiler. Ranza,dolap, masa ve sandalyeleri arkasınayığdılar. Direnişçiler en köşedeki Sev-gi Abla’larının yatağının etrafına di-zilmişlerdi. İki kişi yarım yamalakkurdukları barikatın üzerine çıkmış-lardı.

    “Hayır! Hayır! olamaz öyle bir şey,bu imkansız” diyerek telefonu kapat-tı. Bütün takatı tükenmişti. Hıçkırık-larla ağlamaya başladı. Televizyonhaberleri operasyonu görüntülü ola-rak veriyordu. Bir sanatçı olmaktanöte, bir dost olarak gördüğü yazarıaradı.

    “Abii... hepsini öldürüyorlar. Yakı-yorlar! Bir şeyler yapalım! operasyo-nu durduralım!”

    Yazarın sesi gür ve toktu.“Operasyon durmaz! Yavrum sa-

    kin ol! Durmaz operasyon! Durmaaa-aaz!”

    İkiside bir an sustu. O ağlamayı,yazar ise bağırmayı kesti.

    Yazarın son cümleleri şunlardı:“Metanetli olmalıyız. Yoldaşları-

    mızı öldürdüler. Onları unutmayaca-ğız. Bu katliamın hesabını ömrümüzboyunca soracağız, Sakin ol, sakin...“‘Yoldaşlarımız’. Böyle demişti yazar.Bu kelime bir anda şaşırıp kalmasınayetmişti. Telefonu usulca kapattı.

    BİR ANAGünlerdir sabah erkenden televiz-

    yon başında oluyordu. Birkaç gün ön-ce ki son ziyarette, bir şeyler olabile-ceğini sezmişti sanki. O günde erken-den kalktı. Kalktığında önce çay ko-yuyor sonra televizyonu açıyordu.Ama o gün, mutfağa gitmeden öncetelevizyonu açtı. Açar açmaz o man-zarayla karşılaştı. Donup kaldı o an.O kanaldan o kanala dolanıyordu, heryerde aynıydı gördüğü. Eli ayağınadolaştı. Kalkıyor, telefona sarılıyorsonra kapatıyor, tekrar televizyonunbaşına oturuyordu. Gözü karşı duvar-daki hapishanedeki oğlunun resminetakıldı. Yaşadığını bilerek son kez ba-kışıydı oğlunun resmine. Sonraki ba-

    o gün ondokuz aral›kt›

  • 66

    Berrin kolonya arıyordu. Barikatınüzerindeki biri durmuş onu izliyordu.Kapının diğer tarafından ayak sesleriyaklaşmıştı. Berrin bulduğu kolonya-yı üzerine dökerken yere düşürmüş-tü. Zorluyorlardı kapıyı. Barikatınüzerindekiler sallanıyorlardı. Diğerle-ri de koşup, yükleniyorlardı barikata,yıkılmasın diye. Ama fayda etmiyor-du. Üzerindekiler “barikatı tutamıyo-ruz” dediler. Bütün gözler Berrin’ eçevrildi o an.

    ZEHRADaha hava yeni aydınlanıyordu ki

    telefonu çaldı. Hem uykunun ortasın-da sıçramanın paniği hem de sabahınbir saati olmasının verdiği tedirginlik-le telefona uzandı. Açtığında karşısın-daki Zehra’ydı. “Baba hapishanelereoperasyon var. Hemen hapishaneyegidin. Birilerine de haber ver” diyor-du telaşlı sesiyle Zehra. Söyleyebildi-ği bu oldu sadece. Hapishane önünekoştu babası hemen. Yaklaştıkça bo-ğuluyordu, yaklaştıkça ağırlığını his-sediyordu karşılaşacaklarının.

    Bir el uzanıyordu O’na, ağlayangözleriyle, kaskatı kesilmiş bedeniyle,“yavrum, oğlum gidiyor” diye haykı-ran bakışlarıyla bir ananın eliydi bu.

    OPERASYONBombalar hiç durmamıştı. Sürekli

    tarıyorlardı bir yandanda. Onlarda barikatamalzeme taşıyorlardıdurmadan. Girdiklerikoğuşta kalan son ran-zaları da aldılar. Bari-kata yaklaşıyorlardı kiyaylım ateşi başladı.Anında kendilerini ye-re attılar. Sonra dönüparkalarındaki duvarabaktıklarında delik de-şik olduğunu gördülerve “iyi kurtardık” diyedüşündüler. Tekrarkalkıp barikata yönel-diler. O sırada “eğile-rek yürüyün, vurula-caksınız” diye bağırdıbiri. Ve kurşunların al-tında barikata vardılar.Ateş edilen camlarıbattaniyelerle kapatı-yorlardı ve anında pa-ramparça oluyordubattaniyeler. O kurşun-lar altından sağlamçıkmaları mucizeydigerçekten.

    Bir yoldaşları önde-ki barikata gitmiş amahala gelmemişti. Tam bunu düşünü-yorlardı ki, onun vurulduğu ve şehitdüştüğü haberi geldi. Sanki o hapis-

    hane başlarına yıkılmış-tı. Onun şehit düştüğü-nü hayal bile edemiyor-lardı. Hemen orada say-gı duruşunda durup, kı-sa bir anmasını yaptılar.Durmak, sızlanmak ol-mazdı. Tekrar barikatla-rının başındaydılar.Aniden bir çığlık koptu“yaşıyor, ölmemiş yaşı-yor, işte orada” diye.Hepsi o yöne baktılar.Gerçekten yaşıyordu vesürünerek onlara doğruyaklaşıyordu. O an öylebir sevinç çığlıkları ya-yıldı ki. O koşullar al-tında aldıkları en güzelhaber buydu herhalde.

    ALTI KADIN-Havlun nerde?-Bilmiyorum ki düş-

    müş, bulamıyorum.-Al benim havlumun

    bir ucunu da sen kapat

    ağzına.Yine birlikteydiler. Yaşamda ve

    ölümde. Yaşamı ve ölümü, ciğerleredoldurulacak temiz bir nefesi bilepaylaşmanın hazzıydı yaşadıkları. Bi-razdan öleceklerdi. Bunu biliyorlardı.

    “Göğsüme başını yasla, nefes ala-biliyor musun?

    “Zor...”“Bak beni bırakıp gitme hemen.

    Özleeem duydun mu? Yok öyle erkengitmek!”

    “Camları kıralım! İçeri hava gir-sin!”

    Camları eline geçirdiği bir demirboru yardımıyla kırıyordu. Şefinur veSeyhan atılan bombaları geri atıyor-du. Sürekli tavanları deliyor ve deği-şik gazlar atıyorlardı. Direnişçilerinhepsini güvenli yere toplamışlardı.Karşı çatıda oldukları için koğuşuncamlarından hareketlerini kontrol edi-yorlardı. Onlar ne tarafa yönelirse, otaraftan tavanı deliyor ve ateş ediyor-lardı.

    Şefinur eline aldığı demir bir boruparçasıyla camları kırıyordu.

    Kalorifer borularını parçalayarakakan suyla yatakları ve yastıkları ıs-lattılar.

  • 77

    İBİLİİlk anda haberlerini almışlardı di-

    ğer yerlerinde. Televizyon başındaki-ler duydukları isimleri slogan atarakduyuruyordu diğerlerine. Altı kadı-nın yakılışını duymuşlardı. Bedeninitutuşturanları da. Vakit kalmamıştıartık. Zamanı gelip çatmıştı...

    “Kura çekelim” diye önerdi İbili,kabul etti herkes. 15 tane kağıt hazır-layıp, herkesin isimlerini yazdı. Tektek katlayıp avucunda salladı. Çek-meden hepsinin yüzüne baktı tek tek.Son kez sallayıp, çekti bir kağıdı. Sa-kince açtı katlı kağıdı. Anında bir gü-lümseme yayıldı yüzüne. Tekrar hep-sine baktı ve kağıttaki ismi okudu;“Ahmet İbili”. Yüz ifadeleri değiştiher birinin. Hem “ben” olamamanınüzüntüsü, hem de İbili’nin olmasınınhüznü.

    Mutluydu İbili. Her zaman ki ço-cuk saflığındaki gülümseyişi yayıl-mıştı yüzüne. Ayrılacaktı birazdanonlardan. Yoldaşları için tutuştura-caktı bedenini. Toplandı bütün yol-daşları yanına. Bir bir kelimeler dökü-lüyordu ağzından “bir canım var. Bucanım halkıma ve vatanıma feda ol-sun”. Üst maltada yakacaktı kendini.Döndü ve merdivenlere yöneldi. Ar-dında bıraktıklarının her biri bir köşe-ye çeklidiler. Sakin sakin çıkıyordu

    merdivenleri. Ardındakilerağlamaklı oluyorlardı. Biryoldaşı onunla gitmek iste-di son yerine kadar. Yürü-yorlardı yanyana. Dayana-madı yanındaki “nedenhaksızlık yaptın” dedi İbi-li’ye. “Yoo, haksızlık değil,demokratik hakkımı kul-landım” diye cevapladı İbi-li. Kura çektiğinde kendi is-mini yazdığı kağıdı par-maklarına arasına sıkıştır-mış ve onu çekmişti.

    Vedalaştılar birbirleriy-le. “Sizleri seviyorum” de-di ve maltaya çıktı. Bidon-daki sıvıyı üzerine dükü-yordu. Öyle rahat, öyle sa-kindi ki, sanki her zamanyaptığı bir işi yapıyordu.Elini cebine attı ve çakmağıçıkardı. Bir çaktı yanmadıçakmak, iki yaktı yine yan-madı. “Hay aksi” dedi gü-lerek. Başka bir çakmak çı-kardı ve alevler sardı bede-nini. Ateşten bir şelalenin altındaydısanki. Derken maltanın diğer ucunadoğru koşmaya başladı. Slogan atarakkoşuyordu üzerlerine. Bir süre sonrayere düştü ama öylece kalmadı. Songücünü toplayıp tekrar kalktı ve koş-

    maya devam etti. Kurşun-lar yağıyordu İbili’nin alev-ler içindeki bedenine. Dur-du İbili artık. Kaşık tokuş-turur gibi havadaydı kolla-rı. Silifke oynar gibi döndüyerinde ve boylu boyuncayığıldı yere alevler içinde.

    FIRATGüldede’nin başından

    kan sızıyordu. Eğilip yüzü-nü öptü. Mazgallardan sü-rekli ateş ediliyor yarala-nanlar oluyordu.

    Megafonla sürekli “Tes-lim olun” çağrıları yapılı-yordu.

    Şebeke tarafındaki kori-dora barikat kuracaklardı.Koğuşta bulunan masa vesıraları bir türlü alamıyor-lardı. Çünkü koğuş yaylımateşi altındaydı. Bu aradaFırat; üzerine tiner dökmüşbir halde sakince bekliyor-du.

    Barikata doğru ilerleme-

    ye başladı. Kendini ateşleyerek zaferişaretleri içinde barikatı aştı.

    HURİYE ANADumanlar durmuyordu hiç. Yanık

    et kokuları, kurşun sesleri...Meraklı bekleyiş, çaresiz bakışlar.

    Haykırışlar, ağıtlar karışıyordu birbi-rine. Dumanlar yükseliyordu bir yan-dan. Bir çığlık koptu o an, yürektenbir çığlık, belki bir yakarış “ Öl Fıra-tım, öl ama teslim olma onlara. Onur-suzluğu kabul etme, öölll!”.

    Anasını duyuyordu sanki Fırat.Ölüm yolunda ölünürdü ancak. Yüz-lerce bombalarla silahlarla gelmişler-di. Onlara karşı koyabilecekleri bir be-denleri vardı. Açlığa yatmaları yetmi-yordu belli ki. Onlar içindi bu operas-yon. Nasıl ki yoldaşları onları koru-yorsa, onlarda korumalıydı yoldaşla-rını. İbili’nin alevleri Fırat’ı sarmıştışimdi. Yürüyordu Fırat alevler için-de... Huriye ananın gözleri duvarla-rın ardını görmesede yüreği bütün buolup biteni hissediyordu.

    AŞURÇakmağı Mesut’ a uzattı. Bir tek

    cümle etti. “Gözüm arkada kalmaya-cak” Mesut çakmağa baktı, birdeAşur’un gözlerine.

    Sonra saatini çıkardı. Onu başkabir yoldaşına uzattı. Sonra kalemini

  • 88

    bir başkasına. Herkese bir hatıra bı-rakmak istiyordu. Üstünü başını yok-ladı, başka bir şey bulamadı. Her bi-rini sıkı sıkı kucakladı. Elindeki tinerşişesiyle Ondördüncü Koğuşa girdi.

    .....

    Çakmağın yanması ve saçlarınıntutuşması bir oldu. Alev saçlarındanboynuna, vücuduna yayılıyordu. Ba-rikat devrilmek üzereydi o sırada. Ba-rikatın üzerindekiler indiler ve köşeyeçekilerek direnişçilerin etrafına dizil-diler. Bir iki yüklenmeyle içeri girdiaskerler. Ve girdiklerinde gördükleri,koğuşun ortasında, ayakta alevleriçinde yanan Berrin’in bedeni oldu.

    ALTI KADINÇırpınmasına engel olamıyordu.

    Elini ayağını kontrol edemiyor sinirgazının etkisiyle bütün vücudu kasılı-yordu. Bütün hepsinin durumu ay-nıydı. Bayılıp ayılamayanlar oluyor-du.

    Artık yüzlerindeki havlularda etkietmiyordu. Havlular bir anda yoğunısının etkisiyle kuruyordu. Seyhan’ıfarketti. Seyhan, tüm uyarılara aldır-mıyor, gazlardan korunmak için yü-züne sarması gereken havluyla, kız-gın bombaları tutarak dışarı atıyordu.O sırada sarı duman yayan gaz bom-bası ve yangın bombaları atılmayabaşlandı. Ranzalar yanmaya başla-mıştı. Gülser ranzaları söndürmeyeçalışıyordu. Bayılanlar olmuştu. Yan-larına yöneldi bir kaçı ama kaldırama-dılar. Diğerilerine bağırıp yardım iste-diler ama herkes birilerini kaldırmayaçalışıyordu.

    Mazgallardan alev püskürtmeyebaşladılar. Artık pervazlar dahil her-şey yanıyordu. Hamide, Gülseren veBirsen yan yana yatıyordu.

    Koğuşun kapısındaki dolabı çek-mek için kalktı. Çıkacaklardı ama ka-pıya dayadıkları iki dolabı çekemiyor-lardı. Birkaç kişi ancak küçük bir ara-lık açabilmişti. Ateş gibiydi dolap vedokunamıyorlardı.

    Koğuşu boşaltmaya karar verdiler.Çıkmaya başladılar. Kendinde olanbir kaçı baygın yada yaralı olanları sü-rükleyerek çıkarabiliyordu ancak. Çı-karlarken üzerlerine kurşun yağıyor-du.

    İki kişi ağır şekilde yanmıştı. Özel-likle baş ve elleri yanmıştı. Onları taşı-

    yarak, sürükleyerek havalandırmayaindiler. Çeşmeye götürüp önce suyunaltına tuttular kafalarını. Daha sonrayanık yerlerine merhem sürüyorlardı.Çıkanlar sürekli öksürerek kendiniyere atıyordu. Birden “ arkadaşlar yu-karıda kalanlar, yangının içinden çı-kamayanlar var” diye bir ses duydu-lar. Telaşla birbirlerini kontrol ediyor-lardı. Kimlerin kaldığını anlayamadı-lar. Yukarıya koştu bir kaçı. Kapınınönünde dolapların arasına sıkışmışyanıyordu biri. Önce dumandan far-kedemedi kim olduğunu. Eğilip çek-meye çalıştı. Gülser’ di bu.

    AŞUROndördüncü koğuşun kapısı kala-

    balıktı. Herkes Aşur’ a bakıyordu. Üzerine tineri boca etti. Açılan ha-

    valandırma kapısından dışarıya baktıönce. Çakmağı çaktı.

    Alevler içinde havalandırmayaçıktı. Üç beş adım sonra dönüp sonbir kez yoldaşlarına baktı.

    Kapının önündeki kalabalığın için-deydi. Aşur’a bakarken bir şiir mırıl-danıyordu:

    “Ağla yoldaş ağla Hüzünlüdür bütün ayrılıklar bilirsin Bütün ayrılıklarda Hüzün akar yüreklerden damla damlaBaşını omzuma yasla Ağla yoldaş ağlaAğla ağlayabildiğin kadar Gözyaşım, gözyaşlarına karışsın Sarıl yoldaş sarıl doyasıya Doysun yüreğim doyabildiği kadarKanasın... Bırak kanasın yüreğim ne çıkarBilirsin hüzünlüdür bütün ayrılıklarZoruna gitmesin yaşamak Yükün ağır, Hayata layık olmaktır şimdi omuzlarımızdaki. Güle güle yoldaş, güle güle Yalnız... Yavaş git biraz, Doysun gözlerim sana “

    HAPİSHANE İÇİGünler ilerledikçe aldıkları şehit

    haberleri de artıyordu. Maltaya koca-man bir bez asılmıştı. Ellerinde ayak-kabı boyası kendini feda edenlerinisimlerini yazıyorlardı; “Ahmet İbili,Fidan Kalşen, Fırat Tavuk, İrfan Or-takçı, Hasan Güngörmez, Halil Ön-der...” uzayıp gidiyordu liste. Tek tekisimleri okuyup “ölümsüzdür” diye

    slogan atıyorlardı. Bir süre sonra sığ-maz oldu oraya isimler. “Aşur Kork-maz... Ölümsüzdür”...

    ALTI KADINYukarı çıkamıyoruz! Gülserenler

    yukarda kaldı!Arapça ağıdı yükseliyor Hami-

    de’nin. Hamide ellerini dizlerine vu-ruyor.

    Gülserenler yukarda!Alevler her tarafı sardı yaklaşamı-

    yoruzAma... Gülserenler yukarda!Hayır! Hayır kalmış olamazlar

    kurtaralım onları! Arkadaşları onu güçlükle engelle-

    di. Koğuşun içine girmeye kalksaonuda kaybedeceklerdi.

    Havalandırmanın ortasında eleletutuştular.

    “Halkımızın gelini kınalamış eliniHaydi halay çekelimZılgıtlar sarsın bizi”

    Bombalar ve tazyikli suyun altındahalay çekiyorlardı.

    Koğuş , artık tamamen yanıyordu.Yangının ısısından pencere parmak-lıklarının eğildiğini farkettiler.

    MUSTAFA -CENGİZ- ALİKurşunlar üzerine yağıyordu. Canı yanıyordu. Sol bacağındaki

    şarapnel parçalarını temizledi. Bacağıkanıyordu. O sırada Mustafa’yı gör-dü. Bacağından yaralanmıştı.

    “Aşur, havalandırmanın ortasındakendini yaktı” dedi birisi.

    Koğuşun demir kapısına süreklikurşun yağıyordu.

    Hep birlikte havalandırmaya çıktı-lar. Kurşun yağmurları altında halayabaşladılar. “Halkımızın gelini, kınala-mış elini...” Halayın tam ortasında ikikişi zeybek oynuyordu. Yaralılar dabu halayın ortasında yatıyorlardı.

    Operasyon timleri gördüklerimanzara karşısında donup kaldılarbir an.

    Yoğun gaz bombası atışlarının ar-dından koğuşa girdiler. Koğuşa girer-lerken yine tarama başladı. Cengiz’inbacağından vurulduğunu gördü.

    Öğlen oluyordu. Tekrar dışarıyaçıkmaya karar verdiler. Tam da o sıra-da kapı mazgalından seri olarak ta-randılar.

    Mustafa ikinci kez vuruldu.

  • 99

    “Mustafa...”“.............”“Mustafa”“.............”Mustafa cevap vermiyordu. Ardın-

    dan Cengiz ikinci kez yaralandı. Herikisi de ölmüştü.

    Ali’nin yerde yattığını gördü. Ba-şında alın bandı, sessizce yatıyordu.Ölmüştü.

    Yaralılar ve şehitleri dışarı çıkardı-lar.

    “Dayan yoldaşım...”“................”Murat Ördekçi’nin durumu iyice

    ağırlaşmış, son anlarını yaşıyordu.

    TAYADKlavyenin tuşlarına değen eli titri-

    yordu. Harflere bir bir basıyor; ope-rasyonda ölenlerin isimlerini basınafakslanacak olan metne yazıyordu.

    Aşur KorkmazFırat TavukMustafa YılmazCengiz ÇalıkoparanGülser TuzcuÖzlem ErcanTelefon sürekli çalıyor, yeni gelen

    isimleri listeye ekliyordu.Avukatla yaptığı telefon görüşme-

    sinde son ismi bir daha tekrarlattı.Şefinur Tezgel...Listeye O’nuda ekledi. Yutkundu.

    Tekrar bilgisayarın başına geçti. Göz-leri doluyor, yazdıklarını ekranda gö-remez hale gelinceye kadar eli gözleri-ne gitmiyordu. Kimseye farkettirme-den gözyaşlarını siliyor, dernekte çalı-şan arkadaşlarına yapılması gerekenişleri söylüyordu.

    “Televizyon sürekli açık kalsın”“Haber muhabirlerinin cep tele-

    fonlarına ulaşmaya çalışalım”“Hapishane önündeki ailelerin de

    cep telefonlarına ulaşalım”“İnternete girmeyi ihmal etmeye-

    lim”

    Yıllar önce örgütlü olarak mücade-leye başladığında; bir gün gelipte ar-kadaşlarının katledildiği bu anları ya-şayacağını bilse dayanma gücünükendinde bulacağına asla ama aslainanmazdı. Şimdi ise ayaktaydı ve bu-na hala inanamıyor, duygularını bastı-rabilmek için olağanüstü bir çaba sar-fediyordu. Duyguları ağır bassa halakatledilmekte olan yoldaşları için hiçbir şey yapamazdı.

    Haberler! dedi arka-daşı. Gözlerini televiz-yona çevirdi.

    Sağlık görevlileri vejandarmalar arasındagötürülen kadın tutsak“diri diri yaktılar” diyebağırıyordu kendisinigörüntüleyen kamera-lara...

    ERCAN“Uyuma, uyuma

    kalk. Kendine gel hadi,uyumaaa!”.

    Arada gözlerini açı-yor, gülümsüyor tekrarkapatıyordu gözlerini.“Hadi Ercan, n’oluruyuma.” Birşeyler söy-lemeye çalışıyor Ercan.Sesi çıkmıyor, anlaşıl-mıyor ne dediği. Ümüşbaşındaydı Ercan’ın“bizi korurken sen git-tin. Bizim gitmemiz ge-rekirdi” diyor sürekli.Kendinden geçiyorduErcan “Ercaann, uyan,uyan Ercan. Gitme Er-can, gitme” Duramadı daha Ercan,çok geçmeden son nefesini verdi. Bu-lundukları yerde duramazlardı artık.Herkes konferans salonuna çekildi.Ercan’ı da yanlarında taşıyarak orayagötürdüler.

    Salondaki sahne yaralılarla doluy-du. Ercan’ı da yanlarına çıkardılar. Birköşede yatan Rıza, Ercan’a bakıyor-du. Hiçbir şey söylemiyordu. Yarasıağırdı onunda. Bayrağa sardılar Er-can’ı. Bir çoğu orada duydu şehit düş-tüğünü. Sonra tek tek gidip alnındanöpüyorlardı Ercan’ın. Direnişçiler alınbantlarını bırakıyorlardı Ercan’ın üze-rine. Çok istemişti Ercan’da alın ban-dını kuşanıp ölüme yatmayı. O za-man olmamıştı ama şimdi onların sı-rasını kapmıştı.

    Sazcısı, türkücüsüydü hapishane-nin Ercan. Her zaman çıkardı o sahne-ye. Şimdi ise şehitliğiyle son kez yineo sahnedeydi.

    OPERASYONHer yer yanıyordu. Artık gidecek

    yer kalmamış, küçücük bir yemekha-neye sıkışmıştı iki yüzden fazla insan.Direnişçiler alt katta daha güvenli biryerdeydiler. Sürekli anonslar yapılı-yordu megafonlardan. Üst üsteydiler

    orada. Duvarlara dokunulamıyordu.Her taraftan yakılıyorlardı. Tavanlar-dan açılan deliklerden gaz bombalarıatılıyordu. Bir anons duyuldu o sıra“hiç biriniz sağ çıkamayacaksınız bu-radan. Hepiniz yanacaksınız. İki yüztane kefen hazırladık, burada bekli-yor” dedi o metal ses. Hiç düşünme-den anında cevap verdi içerden biri“biz burada üç yüz kişiyiz. İki yüz azgelir, yüz kefen daha hazırlayın”. Ke-silmişti megafondaki ses.

    Bombaların peşinden farklı bir du-man veriyorlardı deliklerden. Peşin-den çoğu baygınlık geçiriyor ve çır-pınmaya başlıyordu istem dışı. Ağzın-dan köpük çıkanlar, kusanlar, sayıkla-yanlar. Tam bir cehennem yeri gibiy-di. “Suu, suuu” diye sayıklıyordu her-kes. Ama su yoktu. Bulundukları yer-den çıkmak imkansızdı. Yanlarına al-dıkları bir kaç serum suyu vardı amabunlarda yaralılara gerekiyordu. Biruçtan diğer uçta ki yaralılara uzatı-yorlardı elden ele serumu. Yanıyor,susuzluktan ölüyorlardı ama serumuöylece ellerinden uzatıyorlardı diğer-lerine. Biri de uzanıp içmeye çalışma-dı onu. Önce yaralılardı önemli olanve ağırları vardı aralarında.

    Saatlerce öylece o ateşlerin ortasın-da beklediler. Hiçbiri oradan sağ çıka-

  • 1100

    cağını düşünmüyordu. Birden bir sesduyulmaya başladı “Yoldaşlar sizleriseviyoruuuzz”. Alt katta ki direnişçi-lere sesleniyorlardı. Ardından tek tekisimleri sayarak hep birlikte bağırma-ya başladılar; “Veli Güneeşş... Sizi se-viyoruuzz” , “Ali Rıza Demiiirr... Siziseviyoruuuzz”... Böyle devam ediyor-lardı. Karşılık verdi direnişçilerde on-lara “Bizlerde sizi çok seviyoru-uuzz”...

    HAPİSHANE ÖNÜZaptedemiyorlardı bir türlü. Bir

    kaçı kolunu kavrıyor geri çekiyordu.Ama onları da itekleyerek atılıyordutekrar. O sırada peşpeşe ambulanslargeldi hapishaneye. Ambulansları gö-rünce artık sadece o değil bir çoğu otarafa gitmek istiyordu. Geçemiyor-lardı. İzin verilmiyordu evlatlarınakoşmalarına. Yolun kenarında, yanın-dakinin kolunda yere yığıldı bir ana.“Yavrularım yavrularım. Biriniz, biri-niz kurtulun. Bari biri allahım, birikurtulsun” diye sayıklıyordu yığıldıyerde. Günlerdir oradaydılar. Günler-dir yağmurun altında aç, uykusuz ev-latlarını bekliyorlardı. Kurşun bombaseslerine alışmışlardı ama yoğunlaşın-ca feryat kopuyordu. “Şimdi şimdi be-nim oğlum, benim oğlum gitti” diyeferyat ediyorlardı.

    Son gündü. Siren sesleri ve ardın-dan ambulanslar çıkmaya başladı.Ambulansı görünce çömeldiği yerdenfırlayıp önüne atladı. Peşinden koşupçekmeye çalıştılar ama başaramadılar.Ambulans yavaşlamıştı. Hafiftençarptı ama çekilmedi önünden. Kapı-larına vurmaya başladı. Diğerleri dekoşmuştu ambulansın önüne. İlerle-yemiyordu araç. Sonunda yardı ama,ana arkasındaki demirlerden tutuna-rak araçla beraber koşuyordu. Bir yer-de tökezleyip yere yığıldı. Ağlıyor, ba-ğırıyordu. Her çıkan ambulansı, dur-durmaya çalışıyor, vuruyorlardı. Kim-bilir hangisinin oğlu-kızı vardı o am-bulanlarda. Ardından ringler çıkmayabaşladı hızla. Peşinden hastanelerekoştular onlarda. Kimi o acı haberiduymuştu, kimi yaralı olmasına şük-retti. Kimi de daha sonra meskenleriolacak “F tipleri” ne koştular.

    HAPİSHANEKuruyan dudaklarından bir damla

    su sızdı ağzına. Hayat olmuştu o birdamla su. Ama sonra etki etmiyorduoda. Kan kaybı çok fazlaydı. Hepsine

    yetmesi için damla damla veriliyorduserum suyu. Kendinden geçiyordu ar-tık. Üst üste bayılmıştı herkes.

    Yan tarafta biri, yanındakilerin el-lerini sıkarak uyanık tutmaya çalışı-yordu. Bir eli birinde diğeri ötekinde.Dumandan göremiyorlardı birbirleri-ni. Dokunarak hissediyorlardı ancak.O ellerini sıkınca onlarda onun elinisıkarak karşılık veriyordu. Bir ara ya-nındakilerden biri elini sıkmamıştı. Odaha sıkı kavradı onun elini ve dahakuvvetli sıktı. Yine ondan tepki yoktu.Panikledi ve onu sarsmaya başladı“kendine geeell, uyuma, uyan uyanhadi” diyerek. Kıpırdamıyordu hala.Diğer yanındakinin elini de bırakamı-yordu bir türlü. Sonra öteki elini sıktıve gülmeye başladı. Bayılma numara-sı yapmıştı. O an sevniçte, kızgınlıktabirbirine karışmıştı. “Deli, korkuttunbeni. Bende...” dedi, tamamlayamadısözünü.

    BİR ANA“İşte şu bak, mavi montlunun ar-

    kasındaki”“Hayır o değil. Bu esmer, o ola-

    maz”“O işte O. Yaşıyor yaşıyor” diye di-

    retiyordu oğluna. Kendisi de benzete-miyordu ama inanmak istiyordu. Bu-nun üzerine diretmedi daha da. “Odeğil ama birşey olmamıştır O’na,merak etme” diyordu bir yandan oğ-lu.

    Aynı gün nereye sevk olduğunuöğrendiler. İhtiyacı olabileceği şeyleridüşünüyor, hazırlık yapıyorlardı. Ogün bir lif örmeye başladı hemen.“Şimdi ne haldedir. Temiz temiz yı-kansın bari” diyordu. O gece örüp bi-tirdi. Ertesi gün oğluyla eşi hapisha-neye gittiler. Akşam geç olmuş, negelmiş ne aramışlardı.

    Hapishanede bulamıyorlardıO’nu. Hastaneleri dolaşmaya başladı-lar. Listeler asılmıştı kapılarına hasta-nelerin. Ölenler ve yaralı olup oradaolanlar. Yaralıların arasında da yoktuismi. Sonra zor bela buldular ismini.Morgta diye yazıyordu. Morga gittilerdaha sonra. “İnşallah burada değildir.İnşallah korktuğumuz başımıza gel-mez” diyorlardı içlerinden. Ama bir-birlerine hiçbir şey diyemiyorlardı.Kapısına geldiler morgun. Gencecikoğullarını, o buz gibi yerde cansız ya-tarken buldular.

    Anası ne gidip görebildi oğlunu,ne dokunabildi ondan kalan eşyalara.

    Bu yüzden hiç bir zaman inanmıyor-du öldüğüne. Kaç gece kapıya çıkıp“acaba geç kaldı da kapı da mı kaldı”diye dolaşıyordu. Her gelenin arkası-na bakıyordu, belki çıkıp gelmiştir di-ye. Ama geri gelmiyordu bir türlü.Anlattırmıyordu kimseye O’nun sonhalini. Çok acı çektiğini düşünüyor,dayanamıyordu. Yalnızca O’nu songördüğü gibi hatırlamak istiyordu.

    FİDANÜzerine benzin döktü. Aklında

    olan tek şey yoldaşlarının hayatınıkurtarmaktı.

    Herkesle vedalaştı. Çok mutlu ol-duğunu söyledi.

    Barikata doğru ilerledi. Sonra tek-rar geri döndü. Çakmak almayı unut-muştu. Barikatın başına vardı. Ope-rasyon timlerine operasyonu durdur-malarını söyledi. Operasyonu durdur-mazlarsa kendini ateşe verceğini söy-ledi. Çakmağı çaktı. Önce saçları son-ra bütün bedeni tutuşmuştu.

    Alevlerin içinde on dakika boyucadurdu. İki eliyle zafer işareti yapıyor-du. Operasyon timleri şaşkınlık için-deydiler...

    ÇANKIRI-Sular niye kesik? -Kaloriferlere su basılıyor ondan

    kesik, bi şey yok yatın siz!Onbeş dakika sonra askerlerin alt

    koridora dolduğunu gördüler. Sularınkesilmesinin nedeni anlaşılmıştı. Ha-valandırmaya çıktıklarında üzerlerinekiremit ve gaz bombaları yağmayabaşladı.

    Hasan Güngörmez saldırıyı dur-durmazlarsa kendini yakacağını söy-leyerek, kendini ateşe verdi.

    Ardından İrfan ortakçı.... İrfan or-takçının yanan bedenine tazyikli su vekiremit atıyorlardı çatılardaki asker-ler.

    Sinir gazından dolayı bütün vücu-du kasılıyordu. Kafasına ağır bir dar-be aldı. Bilinci gidip geliyordu. Birsesle irkildi

    “bu ölü, buna vurmayın”Ölmüş müydü? Yoksa yaşıyor mu-

    ydu? Bilmiyordu. Yoğun bir acı hisse-diyordu. Vucüduna inen tekmelerihissediyordu. Ölüler acı duyar mı?Ölmemişti. Konuşmak istedi ama ko-nuşamadı. Sesi çıkmıyordu.

    “bu daha ölmemiş” diye bir sesduydu. Demk ki yaşıyordu. Bir arcabindirildi. Nereye götürülüyor bilmi-

  • 1111

    yordu. Başından sürekli kan sızıyor-du.

    İLKER- İlker... İlker! Hadi kendine gel.- İlker, iyi misin?

    Çok derinden duyduğu bu sesleretepki verme isteğiyle doluydu.

    Ne gözünü açabiliyor ne kıpırda-yabiliyordu. Atılan gaz bombalarınınetkisiyle genzi yanıyor, ağır bir uykubastırıyordu.

    Çocukluğunda dışarda koştuğuGültepe sokaklarından Yener’le tanış-tığı günlere dalıp gidiyor. Sonra bircümlede buluşuyor anıları.

    “Benim mezarım Yener’in de me-zarı olacak!

    Yoldaşlarının sesiyle dönüyor oana yine;

    - İlker!.. İlker hadi bir tepki ver.Cevap veremiyor hala. Elini tutan

    yoldaşının sıcaklığı var avuçlarında.Tüm gücüyle sıkıyor o eli; dinliyor.

    - Tepki verdi! Elini sıktı.Elini sıkarak “iyiyim, dedi yoldaşı-

    na. Sonra bir soğukluk hissi. Ne kadargüzel, ferah... Soğukluk vücuduna ya-yıldıkça rahatlıyor. “Kelkit de böylesoğuktur” diye geçiriyor içinden. Kel-kit’in suları mı acaba bu soğukluk...Birazdan Yener’le mi buluşacağım?..

    Birlikte tutsak düşmüşlerdi Ye-ner’le. Yener tahliye olurken söz ver-mişlerdi birbirlerine.

    “Tahliye olup çıkan kavgayı bıra-kırsa diğeri kafasına sıkacak!..”

    Bir süre sonra Yener’in sesi geldidağlardan. Kelkit Irmağı’nın sularınakarışmıştı Yener. Mezarı yoktu, KelkitIrmağı’ydı mezarı...

    Aklından bunlar geçiyor, Yener’ekavuşacağı için sabırsızlanıyordu.

    Gözlerini açtığında her taraf bem-beyazdı. “Kar bu” diye düşündü. Busoğukluk bundandı. Ama İlker’in gör-düğü Kelkit’in karı değil, koğuşa; on-ları boğmak için sıkılan köpüktü.

    Tarama başladı. Delik deşik olmuştavanı görünce nerede olduğunu far-kına vardı İlker. İdil’in köşesindeki re-simle buluştu gözleri. Tepedeki delik-lerden birinden bir namlu uzanıyorduo sırada. Bunu farkeder farketmeznamlunun hedefindeki yoldaşınınüzerine kapaklandı. Yoldaşını sımsıkıkavradığı kolları çözüldü. Usulca ka-yıyordu köpüğün; “Kelkit Irma-ğı’nın” içine...

    BERRİN

    Operasyondan iki gün sonraydı.Kendini yakarak feda edememeninüzüntüsündeydi Berrin. Birden kapı-da komutanın sesini duydular. “Teksıra halinde çıkın. Tek tek hücreleretaşınacaksınız” diye bağırıyordu. Bukez hazırlıklıydı içeridekiler. Dolap,ranza ve masaları kapıya taşımış vetaşlara dayamışlardı. Daha sağlamdıbu barikatları.

    Barikatın başındaki iki kişi dışın-da, direnişçiler de dahil herkes banyobölümüne girdiler. Koğuşun ortasın-da iki dolap ve Berrin’le Yasemin. Ko-lonyaları yok bu kez. Ellerinde üç çöpkibrit var sadece. Naylona benzer nebuluyorlarsa giyiniyorlardı. Sonra dagazete kağıtlarını her yanlarına sıkış-tırmaya başladılar.

    Dışarıdan kapıya yükleniyorlarama açamıyorlardı bu kez. “Sizleriçok seviyorum” diye haykırarak tu-tuşturdu bedenini Berrin. ArdındanYasemin çaktı kibriti. Bir süre sonraiki dolabın arasında kıvrıldı kaldı Ber-rin. Elleri yanaklarının altında bir şey-ler söylüyordu sayıklar gibi.

    Yasemin, yanıyordu hala ayakta.Yanarak yürüdü ve barikattakilerinyanına geldi. Koğuşu yoğun bir du-man kaplamıştı. Berrin gibi yatama-mıştı bir yere Yasemin. “Beni bir yereatın” dedi barikattakilere. Yapamadı-lar. “Nasıl atalım Yasemin seni” dedi-ler ağlamaklı. Yanıyordu Yaseminama onlar ayakta dik durmaya çabalı-yorlardı. Geriye döndü Yasemin ve gi-dip Berrin yanına yattı yanarak. Slo-ganları, sözleri birbirine karışıyorduikisininde.

    CEMEVİSaatlerdir cemevinin önünde bek-

    liyorlardı. Gusulhanenin kapısındanomuzlar üzerinde taşınan cenaze gö-ründü. Alkışlar, ıslıklar ve zılgıtlararasından güçlü bir ses duyuldu:

    -Ne istiyoruz?Adaleeeet!- Ne istiyoruz?Adaleeeet!-Ne istiyoruz?Adaleeet!Yaşasın Halkın Adaleti!Tekrar alkışlar, ıslıklar ve zılgıtlar

    eşliğinde cenaze arabaya kondu. Bü-tün cenazeler kırmızı bezlere sarılmışüzerlerine karanfiller yağıyordu. Pen-cerelere birikmiş halk olan biteni izli-yordu.

    CENAZE YÜRÜYÜŞÜEllerini artık hissetmiyordu. Nefe-

    sinden gözlükleri buharlaşıyor, hiç birşey göremez hale geliyordu. Cebin-den kağıt mendil çıkarıp gözlüklerinisilmek istedi. Ama parmaklarını oy-natamıyordu. Yağmur tüm şiddetiyleyağıyordu cenaze konvoyunun üzeri-ne.

    Bir yandan sesinin çıktığınca slo-ganlara eşlik ediyor, gözyaşlarına en-gel olamıyordu. Gözlerinin karardığı-nı farketti. Artık adımlarını zor atıyor-du. Yağmur iliklerine dek işlemiş, sı-rılsıklam bir halde yürümeye çalışı-yordu. Adımlarını ne kadar hızlı at-maya çalışsa da yürüyen kalabalıktangeride kalıyordu. Kendini iyi hisset-miyordu.

    Yetişmek istediği cenaze konvoyu-nun sonundaki arabada “Seyhan Do-

  • 1122

    ğan” yazıyordu. Seyhan’la birlikte yü-rümek istiyordu. Sonra Fırat’la, SonraÖzlem’le, Aşur’la... Onların yanınavarırsa bunu hissedeceklerini düşü-nüyordu.

    Soğuktan çene kemikleri birbirinedeğiyordu. Kendine kızıyor, ama birtürlü hızlı yürümeyi beceremiyordu.Elleriyle yüzünü kapatıp ağlamayabaşladı. Belkide elleriyle yüzünü ka-patarak ağladığını gizlemek istiyordu.Bunu niye yaptığını bilmiyordu. Elle-ri kaskatı olmuş, parmaklarını hareketettiremiyordu. Tam da ellerini yüzünekapattğı anda ellerinde başka birininellerini hissetti. Ellerini tutan arkada-şı, onun parmakları ovuşturuyor, elle-rini ısıtmaya çalışıyordu. Donmuş el-leri yavaş yavaş karıncalanmaya baş-ladı. Arkadaşının, yüzüne attığı ufaktokatlarla yüzünde de aynı karınca-lanmayı hissetti. Arkadaşının sorduğusoruyu biraz sert bir üslupla “ağlamı-yorum!” diye cevapladı. Oysa ağlıyor-du, bunu her ikisi de biliyordu. Arka-daşının da yardımıyla kendine geldive cenaze arabasına yetişti. Elini ağırağır giden cenaze arabasına uzattı.Seyhan’a yetişmişti. Şimdi onlarla bir-likte yürüyordu, Seyhan’la, Şefi-nur’la, Fırat’la. Sanki hapishaneninavlusundaki gibi. Tıpkı voltadaki gi-bi... diye geçirdi içinden.

    Yüzüne bakan arkada-şının soru sormasına fırsatvermeden aynı sertlikteses tonuyla cevapladı:

    “Ağlamıyorum!”Sesinin yettiği kadar

    haykırdı kalabalıkla birlik-te;

    “Kahramanlar Ölmez!Halk Yenilmez!

    MEZARLIKMezarın üzerine diz

    çöktü. İki eliyle dizlerinidövüyor ve ağıt yakıyor-du.

    “Vayeee vayeee va-eeyyy

    Vay bıra bıraaa bıra...”Başında kızıl bir bant

    vardı. Üç kadın daha me-zarın başına diz çöktü.Toprağı öptü, mezar taşıyerine konulmuş olan tah-taya ve mezarın başındakigüllere yüzünü sürdü.

    Yaktıkları ağıtları slo-ganlar böldü.

    Ağıt yakan analar yavaşça doğru-lup yumruklarını havaya kaldırıpsaygı duruşuna geçtiler. Zorluklaayakta duruyor ama yumruklarını in-dirmiyorlardı. Cenazeler toprağa ve-rildi. Genç bir delikanlı yüksek seslebir mektup okumaya başladı Toprağaverlenlerin son veda mektubuydu bu;

    "HOŞÇAKALIN,Hep mektuplarımızın sonuna yaz-

    dık ‘ hoşçakalın’larımızı. Başa aldıkbu kez. Çünkü bu mektubumuzu elve-da ile noktalayacağIz. Evet, biz gidi-yoruz, siz Hosçakalın. Hosçakalanam, yarim. Hoşçakal kardeşim, ar-kadaşım.

    Hoşçakalın dostlarımız, hosçaka-lin geride bıraktıklarımız. Hosçaka-lın dağlar, ovalar, sokaklar. Hoşçaka-lın deniz, gökyüzü. Sende hosçakalkağıt kalem.

    Yaşam yolunun yeni ufuklarınayelken açıyoruz. Devrim yolumuzunyeni bir engebesini aşıyoruz. Gidiyo-ruz, belki bir daha hiç dönmeyeceğiz.Her kilometre taşında birimiz düşe-cek. Nihai zafere daha yakın mesafe-leri göstereceğiz. Sizleri hep sevdik,terk etmek istemedik. Bizi bu yola ko-yan, size olan sevdamızdır...Hosçaka-lın, ölümü bekletmeyeceğiz. Hosçaka-lın!

    İşçiler, köylüler, memurlar. Hosça-kalın ögrenciler, esnaflar. Hosçakalıntüm halkımız. Vatanımızı satanlarabir ders daha vereceğiz.

    Sizin için öleceğiz. Ölümü beklet-meyeceğiz. İsterseniz yumun gözleri-nizi, tıkayın kulaklarıızı... İstersenizduyun, izleyin bizi.

    Seyredin hücre hücre eriyişimizi...Anlatın çocuklara masallarda, yıl-dızlar arasında, yıldızlar gibi kayışı-mızı... Ama önce hosçakalın... Belkison vedaya vakit kalmaz. Belki veda-laşmak dar vakitlere sığmaz. Biz gi-diyoruz.

    Bu bizden size son veda...ELVEDA..."4

  • Bir anlık duygu yoğunluğu mu, birkaç dakikayla sınırlı bir öykü mü-dür bu?

    Delilik, çılgınlık mı? Boyun eğmenin akıl sayıldığı yerde, onların soyları ta ezelden delidir. Dakikalara sığdırılan bir koca ömrün özüdür yaşanan...Hayatı var eden milyonları dününden koparılıp yarınsız bırakılması-

    na karşı koyuştur. Bilinir ki dünsüz ve yarınsız olanın bugünü de yoktur, umudu yoktur. Umut, hayatı üretenlerin ellerinde yeşerip, büyür.İnançsız, yarınsız ve umutsuz bir yaşamdır dayatılan.Kuşatmanın şiddetine karşı, ancak birkez kullanılabilen en güçlü, en

    büyük silahsa geride kalan, Adı fedadır.Direncin ve umudun sınır tanımazlığıdır. Hayatın dünü ve yarınıyla ölümsüzlüğü ve yenilginin imkansızlığıdır

    feda ile yazılan...Zulmün şiddeti inancın ve iradenin karşısında biçaredir. Bir sevdanın yoluna candan geçilir... Sevdadır bu, milyonların gözbebeklerinde ışıldayan umudun parıltısı-

    na, sevdadır.Ömürleri insan sevmenin, vatan sevmenin, onurun ve özgürlük inan-

    cının sabırlı çıraklığıdır.Çıraklık kavgada ustalığa yürür ki, sorsan çıraklıktan öte bir adı as-

    la yakıştıramazlar kendilerine. Oysa sevdada ustalıklarına tarih tanıktır, dünya tanıktır. Tutkuyla bağlıysan hayata ölüm çaresizdir, hayat ise sonsuz... Sözün yetmezliğini yürek bilir, yürek söyler adını; fedadır, can feda...

    FEDA

  • 1144

    BB aşlarında beyaz başörtüleri, aksaçlarıyla sürüklendiler mey-danlarda. Joplar indi yaşlı be-denlerine. Nezarethanelerin soğukve pis hücrelerinde geceler geçirdi-ler. Devlet kapılarından kovuldular,kapılar yüzlerine kapandı. Dolaş-madık kapı bırakmadılar. Bi dertle-ri vardı bu insanların. Anlatmak is-tedikleri.

    Kapılarına vardıkları makamlıyetkili adamlardan af dilemedilerhiç, aman dilemediler. Evlatlarınıdışardaki sesi soluğu oldular. Evlat-larını taleplerini, mücadelesini neuğruna öldüklerini anlattılar var-dıkları, kapısını çaldıkları insanlara.

    Bu da yetmedi ölüme de varızdiyerek evlatlarıyla, yakınlarıyla,sevdikleriyle birlikte açlığa yatırdı-lar bedenlerini.

    Onlar 80’ li yıllardan bu günlerekadar taşımışlardı geleneklerini.Yarattıkları gelenek ülkemizdekidemokrasi mücadelesinin bir parça-sıydı. İşçiler, memurlar, öğrencilerhak alma mücadelelerinde TA-YAD’lı aileleri hep yanlarında gör-düler.

    84-96 ‘Ölüm Oruçlarında hücretipi hapishane saldırısını yine ha-pishanelerdeki evlatları, yakınlarıy-la birlikte püskürttüler. Onların di-renişini dışarıya taşıyıp bütün ka-muoyuna duyurdular.

    Haklı ve meşru olmanın gücünüöğrendiler, öğrettiler.

    Mücadele ettikçe zulmü tanıdı-lar ve zulmün karşısında nasıl du-rulacağını da.

    Üçüncü yılına giren 2000 ölümorucu sürecinde ise F tipi hapisha-neler direnişinde yine ön saflarday-dılar. Çocukları, yakınları sevdikle-

    ri için ölüme yattılar. Evlatlarınınölüme ve zafere yürüyüşünde onla-rı yalnız bırakmadılar.

    19 Aralık 2000’ de hapishaneler-de katliam amaçlı; adına ”HayataDönüş” adı verilen operasyon ya-pıldığında onlarda ölüm orucun-daydılar. Ölüm orucuna başlama-dan önce her türlü demokratik ey-lem içinde yer alarak hücrelerin ta-butluk olduğunu kamuoyuna anlat-maya çalıştılar. Ankara’ya yürüdü-ler, kurultay düzenlediler,bildirilerbroşürler dağıttılar F tiplerinin ka-patılması için ilgili makamlarla gö-rüşebilmek için ödedikleri bedeljop oldu, gözaltı oldu, hapishaneoldu. Bütün bunlar yetmeyince be-denlerini evlatlarıyla birlikte ölümeyatırdılar...

    Gülsüman, Şenay, Canan , Zeh-ra, Abdülbahri, Erdoğan dışardabaşlatılan direnişin ölüm orucu şe-hitleri oldular.

    19 Aralık’ ta operasyon oldu-ğunda yürekleri bir kez daha dağ-landı TAYAD’ lı anaların. Günlercecezaevi önünü, morgları, hastanele-

    ri mekan eylediler. Koşmak istedi-ler evlatlarına ama karşılaştıklarıcoplar oldu yine. Yakıldı evlatları,kurşunlandı. Dışarıda tutuştu on-larda cenge. Gözlerinin içine bakar-lardı birbirlerinin. “Acaba hangimi-ze vuracak piyango” der gibi.

    Kömüre dönmüş evlatlarının be-denleriyle gurur duydu onlar. Göz-yaşları sıkılı yumruk oldu. Yirmi se-kiz defa kurşunlandılar, yirmi sekizok saplandı yüreklerine.

    Şimdi tek tek ailelerden oluşankoca bir aile oldular. TAYAD denin-ce evlatları için coplanan, yerlerdesürüklenen ama yılmayan, yenil-meyen bir güç görülüyor şimdi.Onlar hapishanelerin dışarıdaki se-si oldular. Ölüm Oruçlarıyla dışarıçıkan hafızalarını kaybetmiş amadüşüncelerini yitirmemiş evlatla-rıyla, omuz omuzalar şimdi. Yankıolup dünyaya yayılan ailelerininsesine, içerinin soluğunu taşıdılar.Şimdi hücrelerden çıkanlarla müca-delelerinin ne kadar haklı olduğu-nu göstererek bir geleneğe dönüştüTAYAD.✔

    Ondokuz Aralık ve TAYAD

    tayad

    tavır

  • 1155

    müfltak erenus

    tav›r

    TTelefondaki ses duyduğumuz ha-beri doğruladı. "Müştak Baba"ölmüştü....Yağmurlu bir 5 Kasım' da veda et-

    mişti bize Müştak Erenus...Hızlı hızlı adımlarla eve doğru gi-

    diyoruz. Bilgesu Abla geleceğimizibilir, bekler. Kapıdan içeri girdiği-mizde yüzündeki acıyı çok net oku-duğumuz oğulları Ali ve Ali’ nin eşiÖzlem’le karşılaşıyoruz. Böyle du-rumlarda ne denir; "Başınız sağol-sun" deyip, bir köşeye geçiyoruz. Aliağlıyor. Doktor Cem Bey ise geldiğin-de artık yapacak bir şey kalmadığınısöylüyor bize, usulca. Bilgesu Ablabir süre sonra geliyor. Her zamankin-den daha sıkı sarılıyor bu kez.

    Telefon çalıyor sık sık. Haber doğ-rulanıyor. Ya da eşe dosta, sevenleri-ne haber veriliyor. Muhtemelen "Birihtiyacın var mı?" diye sorulan bir so-ruya, Bilgesu Erenus'un verdiği ce-vap, duygulandırıyor bizi.

    "Gerek yok, çocuklar geldi, genç-ler burdalar"

    Birlikte geçirdiğimiz o ağır, o zorgünler gelip geçiyor aklımızdan. Ohep yanımızda. Armutlu tepelerinde-yiz birlikte. Sigara tüttürüyoruz. OArmutlu Halkı'nın Bilgesu Ablası.Herkes onu tanır ve sever. O kavuru-cu yaz günlerinde Armutlu’dayız bir-likte. Zehra, son nefesini verirken yi-ne birlikteyiz. Ve o telefon elinde sa-natçı dostlarını ararken sesindeki kı-rılganlığı hatırlıyoruz. "Zehra hepini-zi çok sevdi. Şimdi son nefesini veri-yor . Bir gelin, belki size söylemek is-tediği bir şey vardır bu çocuğun."

    Zehra' yı uğurlarken başucundayine. Babaannesinin, omuzuna uza-nan el onun eli, Ahmet Kulaksız’ınbaşını yasladığı omuz, onun omzu...

    Bir gün hoş bir süprizle çıkıp geli-yor Armutlu’ya. Müştak Baba’yı dakoluna takıp getirmiş! Zehra’nın yü-zünde güller açıyor... Müştak Babaçok şık o gün! Üzerinde kırmızı renk-te bir sweatshirt, altında kot panto-lon. Belli ki özene bezene hazırlan-mış bu ziyarete. Gülümsüyor süreklive her zaman hatırında olan ; şiire

    binbir güzellik katan o tatlı ses to-nuyla okumaya başlıyor şiirlerini.Davetsiz, ricasız... Hepimiz dinliyo-ruz.

    Ömrünün son demlerinde tanıdık;böyle tanıdık “Müştak Baba”yı. Tanı-dık ve sevdik.

    Evlerine yaptığımız ziyaretlerdeişte böyle o sevgi dolu gözleriyle bizi

    gelincik toprağında güzeldir,umut, insanda...

  • Severdik şiirlerini. Çünkü şiirine ogüzel sesiyle hayat verir, yaşatırdı.Soluk aldırırdı.

    Kendine has giyim tarzı ile ne giy-se yakışırdı Bilgesu Abla’ya. O uzunboyu ile endamlı dururdu. Bir rüzgargibi geliverir, sonra giderdi aynı hız-la Armutlu’dan. Telaşlı olurdu kimizaman. Duyarlı yüreği, kırılgandı da.Kimi zaman arkadaşlarına kırılır, ki-mi zamanda bize kırılır, eleştirirdi.Hoşgörüsüne ise hep tanık olduk.Müştak Baba’yı uğurladığımız günyine aynı o günlerdeki gibi telaşlıydıbiraz. Ama soğukkanlılığını koruyor-du. Ağlamıyor, kimi zaman Ali’ninbaşını okşuyor, kimi zaman misafir-lere çay ve büskivi ikram edebilmekiçin koşturuyordu. Müştak Baba 5Kasım’da vefat etmişti. Tıpkı bir yılönce Armutlu’ da katledilen Barış gi-bi, Arzu gibi, Bülent ve Sultan gibi.Bilgesu Abla Müştak Baba’yı Armut-lu’ya götürecekti bir kez daha. Müş-tak Baba’yı halkı uğurlayacaktı, sonyolculuğuna. Tıpkı Armutlu’danuğurladıkları evlatları gibi. Gülsü-man’ların Şenay’ları Zehra’ları uğur-ladıkları gibi. Bilgesu Abla böyle iste-mişti. Müştak Baba ise sanki böyle is-ter gibi Armutlu Katliamı’nın yıldö-nümünde veda etmişti sevdiklerine.Bir gece misafirleri oldu Armutlu’lu-ların. Sermaye Destanı’nda bahsettiğio eşitçe, kardeşçe bölüşenlerin misa-firiydi Müştak baba... Cemevinde mi-safirleri olacak, yüreklerinde iseömür boyu Bilgesu Abla’larıyla bir-likte anacakları; açlığı ve sevgiyi pay-laştıkları gerçek sanatçı dostları ola-rak kalacaktı.

    Tıpkı Zehralar gibi kırmızı bezesardılar Müştak Baba’yı. Tıpkı Zeh-ra’yı ziyarete geldiği günkü gibi, kıp-kırmızı... Üzerine karanfiller bıraktı-lar. Köyiçine kadar omuzlarda taşına-rak uğurlandı. Zehraların geçtiği yol-dan, huzurlu. “O’nu halka emanet et-tim” diyordu Bilgesu Abla, usulca...

    Halkı da bağrına basmıştı MüştakBaba’yı. Kaç kişiye nasip olur böylesigüzel, gururlu vedalar. Sermaye Des-tanı’nın emekçilerinin omuzları üs-tünde gidiyordu sonsuz yolculuğa.

    Güzel söze ne denir, “Gelinciktoprağında güzeldir” diyordu baba,“Umut insanda...”

    Gelecek güzel günlere duyduğuumudu bir ömür boyu taşımıştı yüre-ğinde, şimdi ise bir gelincik olup aça-caktı toprakta...4

    1166

    süzer, konuşacağı zaman yalnızca şi-ir konuşur, başka söze gerek kalmaz-dı. Şiir gibi adamdı, yakışıklı. Bazenböyle derdik Abla’ya, “YakışıklıAdam ne yapıyor?“ Hoş bir gülümse-meyle cevaplardı sorumuzu. “İyi,yavrum, çok iyi yakışıklı adam!”

    Evde bir koltuğa büzülmüş sessiz-ce otururken, bunlar geçiyor hatırı-mızdan. Müştak Baba’ nın her zamanoturduğu deriden koltuğu bir köşedebiraz boynu bükük duruyor. Sonrakitaplar, şiirler, tablolar... Her zamangözümüzün takıldığı tabloda; Müş-tak Baba, düşünceli bakıyor. Önce oresme bakar, sonra da kendisine ba-kardım yine öyle yapasım geliyor.Tam gözlerim koltuğa kayacakkenBilgesu Abla sesleniyor:

    “Gelin çocuğum, siz görmek ister-siniz Müştak Baba’yı” irkiliyorumbirden. Oysa koltuğa dalacaktı gözle-rim.

    Kalkıp yattığı yere gidiyoruz. Kır-mızı karanfiller başucunda duruyor,boylu boyunca yatıyor uyur gibi. Ve-dalaşıp çıkıyoruz odadan. Şiir... o gü-zel sesten dinlediğimiz şiirler... Aklı-ma bunlar geliyor. Garip bir boşlukhissediyorum. O şiirleri bir dahaonun sesinden dinleyemeyecek ol-mak üzüyor, hatta nedense, sinirlen-diriyor beni. Biraz bencillik belkiama aklıma ilk bu geliyor... “Ben şiirdinleyemeyeceğim bir daha ondan ”,ilk bu. “Yakışıklı Adam” o düzgüntürkçesiyle o etkileyici ses tonuyla şi-ir okumayacak bana bir daha. Çünküşiirler, orada, soluksuz yatıyor!

    Gazeteciler mikrofonu uzatıyorlarBilgesu Abla’ya. “Bunu özellikle yaz-manızı istiyorum, lütfen. O, son gün-lerine kadar hep gazetelerde ölüm

    orucunda ölen birçocuğun haberinisordu. Annelerinisordu onların hepannelerini...”

    Anneler veMüştak Baba...

    Burada gözle-rim doluyor, ki biranıyı hatırlıyo-rum. Kaç defayazmak isteyiptebir türlü becere-mediğim o anları.Ölüm orucu başla-dığında ailelerindışardaki ölümorucu Erenus’ların

    evinde başlamıştı. Gülsüman, Şenay,Şükran Ana... Müştak Baba ile arala-rında bir dostluk kurulmuştu her bi-rinin. Müştak Baba yaşlılığından do-layı her şeyi unutuyor ama evindebir süre misafir olan anaları hiç unut-muyordu. Gülsüman ve Şenay şehitdüştükten bir yıl sonra Şükran Anaile evlerine ziyarete gitmiştik. Tatlıgötürdük giderken, şekerpare. Bilge-su Abla “aman Müştak görmesin!”diyerek kaldırdı tatlıyı. Çok sever-miş, ama fazla yiyince dokunuyor-muş. Bir süre sonra uykusundanuyanıp geldi. O deriden koltuğunaoturdu. Acaba hatırlayacak mı? diyemerakla bakmaya başladık MüştakBaba’ya. Şükran Ana’yı görür gör-mez heyecanlandı ve şu kelime dö-küldü dilinden “Şekeriiim!”. O’nuhatırlamış olmasına o kadar çok se-vindim ki... Niye bu kadar sevindimbilmiyorum... Bilgesu Abla ile birbi-rimize baktık. Aynı şeyi düşünmüşve haklı çıkmıştık. “Onları asla unut-mazdı”

    Şükran Ana ile kucaklaştılar. Vehemen sordu Müştak Baba “Nasılsınşekerim iyi misin?” “iyiyim” ceva-bından sonra hemen Gülsüman ileŞenay’ı sordu. “O kadınlar ne yapı-yor kadınlar? Analar, iyi mi? “ Bilge-su Abla cevapladı soruyu “İyilerMüştak, çok iyilermiş “ Başımız önedüştü hepimizin. Bir suskunluk olduhepimizde. Sessizliği yine MüştakBaba’nın şiirli sesi bozuyordu. Kimizaman Sermaye Destanı’ndan kimizaman başka bir kitabından şiirlerokurdu. Dinlerdik, hiç bıkmadan. Sestonunu kimi zaman alçaltır kimi za-man yükseltir, tonlamaları ve vurgu-larıyla dikkatimizi hep canlı tutardı.

  • OOndokuz Aralık’ı biz, kaç gün önce-sinden anlamıştık. Sürece baştanhazırlanmıştık. Çok ağır bir süre-cin bizi beklediğini biliyorduk. ÖlümOrucu’na başlarken de biz bunları tartış-tık. Biz Ölüm Orucu yapsakta bunlar bi-zi hücreler atacaklardı. Kendimizi yaşa-nabilir şeylere hazırlamıştık.

    19 Aralık , bizim olduğumuz hapis-hane diğerlerine göre, hafif geçti. Asıl 19Aralık’ı onlar yaşadı. Barikatlarımızıkurduk. Arkadaşlar zaten hep nöbetçiy-di. Nöbetçilerden biri de hatta Melek Bir-sen’di. Nöbetçiler hemen yukarı koştu-lar. Ben uykudaydım hemen kalktım.Arkadaşlar "operasyon yapılıyor" diyebağırıyordu. Anında barikatlarımızı kur-maya başladık. Biz kurdukça onlar biryandan yakıyorlardı. Bir süre sonra biz"içeri girerseniz kendimizi yakarız" di-yorduk. "Bu bir katliamdır" diye konuş-tuk. Koğuşumuzda yoğun gaz altındakaldık. Zaten rahat girebilirlerdi koğuşaama yine de gaz bombası atıyorlardı.Sürükleyerek, döverek bizi dışarı çıkar-dılar. Önce bizi dışarıda havalandırmada yere yatırdılar. Bayanlar olarak 17 ki-şiydik. Erkek arkadaşlar daha kalabalık-tı. Onların direnişi daha uzun sürdü.Yağmur yağıyordu ve bizi yere yüzüstüyatırmışlardı. Yan yanaydık hepimiz vebirbirimize kenetlenmiştik. Dövdükle-rinde koruyorduk birbirimizi. Biz sürek-li slogan atıyor, marş söylüyorduk. Sü-rekli gelip tekmeler atıyorlardı bize. On-lar dövdükçe biz slogan atıyorduk. Aklı-mız hep erkek arkadaşlardaydı. Onlar-dan haber alamıyorduk. Yanımıza da ge-tirmiyorlardı. Boynumuza basıyorlardı.Arada kameraya çekiyorlardı bizi. Bizslogan atınca kapatıyorlardı kamerayı.Sonra yanımıza gelip "Hadi hep beraberfotoğraf çektirelim" diyorlardı.

    Bizi böyle yaptılarsa Ümraniye, Ça-nakkale, Bayrampaşa gibi büyük hapis-hanelerde daha büyük bir operasyon ol-duğunu tahmin edebiliyorduk.

    Bir ara direnişçilerden Eylem Yeşil-baş, ayağa kalkıp ölüm orucu andımızı

    1177

    röportaj

    tav›r

    okumuştu. Onun o hali bize çok moralolmuştu gerçekten.

    Daha sonra görüşçülerin kaldığı birsalon vardı ve bizi oraya aldılar. Akşamakadar orada beklettiler. Nereye götüre-cekler, bilmiyorduk. Bir ara baktık erkekarkadaşları ringlere bindirmeye başladı-lar. Bizi de tekmelerle döverek müşahe-de odaları var oralara attılar dörder kişiolarak. Hücreden daha kötü bir yerdi.Tabi daha kendimize gelememiştik. Ga-zın ve dayağın etkisinden. Ölüm Oru-cu’ndaki arkadaşlar vardı. Suyu kesmiş-tik, almıyorduk. Herkesi zorla hücrelerekoymuşlardı. Bizi beklettikleri yerde di-renişçileri hastanelere kaçırdılar. Hasta-nede tedavi kabul etmeyince onları gerigetirdiler tekrar. Hastaneye giden ÖlümOrucu’ndaki arkadaşlar, erkek arkadaş-ların kanlı elbiselerini görmüşler. Onla-rın arasında ölen olmasından korkuyor-duk.

    Diğer hapishanelerden haberimizyoktu. Askerlere soruyorduk. Kimi tümhapishanelere diyordu, kimi sadece sizeoldu diyordu. Sürekli moralimizi boz-maya çalışıyorlardı. “Erkek arkadaşları-nızdan kaç tane götürdük, şu kadar leşi-miz var” diyerek moralimizi bozmayaçalışıyorlardı. Bizde onları çok merakediyorduk. Nereye götürüldüklerini bil-

    miyorduk. Bir anamız vardı ve onun daoğlu vardı orada. Bizi hücrelere attıkla-rında anamız askerlere "oğlumdan habergetirin. Yoksa bende bunlarla ölüme ya-tarım" diye bağırarak ağlıyordu. Onun otepkisinden dolayı biri gelip Sincan’a gö-türüldüklerini söyledi. Sonra başkası Te-kirdağ’a götürüldüler dedi ve biz net birbilgi alamıyorduk.

    Sabah olduğunda çevreyi gözetledik.Daha sonra havalandırma kapılarını aç-tılar. Birbirimize seslenerek kimin nere-de olduğunu öğrendik. Erkek arkadaş-lardan bir buçuk hafta sonra mektup ala-bildik...

    Havalar soğuktu ve direnişteki arka-daşlar için kaygılanıyorduk. Kaloriferleriyakmıyorlardı ve ısınmak imkansızdı.Biz bu kadar üşüyorsak, onlar daha kötüdurumdaydı mutlaka. Daha sonra batta-niyelerimizi, kıyafetlerimizi verdiler.Çok sonra operasyonda kaç tane şehit ol-duğunu öğrendik. Gazeteleri verirlerkenoperasyonla, bizlerle ilgili haber varsa,onları keserek veriyorlardı. Görüşlerimizengelleniyordu. Gardiyanlar askerler ba-şımızda bekliyorlardı. Görüşçülerimizdışarıdan haber verdiğinde yada bizoperasyonda yaşadıklarımızı anlattığı-mızda hemen görüş kesiliyor ve bize sal-dırarak götürüyorlardı.4

    feride’nin dilindenondokuz aral›k

  • Susmayı yarın güvencesi sananlarYanılıyorsunuzSustukça kirleniyorsunuzÇoğalıyor içinizdeki musallah taşlarıÖlüyorsunuz

    Ölülerimiz gittiUtancınızdır sizde kalanBu son dalga değildirYürek duvarlarınızda patlayanMevsimlere inat

    Ateşten geçiyor taşları çatlatan çiçeklerHiroşima’ dan sonra BayrampaşaYenilmeyen alaz şarkılar bırakarak

    Kardelenler düşüyor toprağaGelincikler çoğalsınGelincikler çoğalsıngelincikler...

    mevsimlere inat

    şiirmehmet özer

  • 1199

    masal

    sinan gümüfl

    AArpalığın sunduğu nimetleri, birgiren hayvanın bir daha terket-mek istemediğini geçtiğimiz sa-yıda anlatmıştık. Hayvanlar bu arpalı-ğa çevrede yaşayan köylüler tarafın-dan daha sağlıklı verim alabilmek içingönderiliyordu. Ama Arpalığa girenhayvanların geri dönmek istememesive dışardakileri unutması üzerine si-nirlenen köylüler, balta ve satırlarıylaarpalığı basmış, tüm hayvanları kışlıkyiyecek olarak kesip götürmüşlerdi.Öyle ki kesilen hayvanlardan geriyebir tek kemik bile kalmamıştı. Arpalı-ğa giren hayvan çeşidinin çokluğu-nun böyle bir verim düşüklüğüne yolaçtığını düşünen köylüler, arpalığa busefer sadece iki çeşit hayvan gönder-meye karar vermişler. Böylece hay-vanlar üzerindeki denetimleri dahafazla olabilirmiş.

    İlk parti inek ve öküz grubu arpa-lığa yaklaşırken oldukça heyecanlıy-mış. Öyle ya, resmen arpalığa gidiyor-larmış. Arpalığın ününü, namını doğ-duklarından beri gittikleri her yerdeduyuyorlarmış. Uçsuz bucaksız yem-yeşil otlaklar, dev pınarların sularınayapılmış yalaklar, binbir çeşit çiçekler,ağaçlar, gölgelikler...

    Yok, yokmuş bu arpalıkta. Burayıgörmekte her öküze nasip olmazmış.Her öküz burayı görebilmenin haya-liyle yaşar, ama göremeden ölüp gi-dermiş. Ama işte onlar resmen gidi-yorlarmış arpalığa. Hepsi fısıltı halin-

    de heyecanlarını ve sevinçilerini an-latmışlar birbirlerine. İçlerinden çokheyecanlı bir öküz kendini fazla tuta-mamış:

    - Bekle beni Arpalık! İşte sana doğ-ru geliyorum! Benimsin artık! Benim-sin! Mööö... diye bağırmış.Ama ya-nındaki öküzün sert boynuz darbe-siyle kendine gelmiş. Boynuzu atanöküz daha temkinli bir öküzmüş. So-nuçta oda öküzmüş ama diğerindendaha akıllıymış.

    - Hop ağır ol bakalım! Daha içeribile giremedik! Ne bu telaşın? Senin

    bizden önce Arpalıkta yaşayan diğer-lerinin başına gelenlerden haberinyok galiba?

    - Yooo... Ne olmuş ki onlara!- Sen de tam öküzmüşsün be arka-

    daş! Pes doğrusu! Biz oraya niçin gidi-yoruz sanıyorsun? Onlar da senin gibidüşünerek girdiler ve girer girmez ot-lakların büyüsüne kapıldılar. Ve onla-rı oraya gönderen yani sahibimiz olanköylüleri unuttular. Köylüler onlar-dan dahi iyi süt almak, tarlalarını da-ha güçlü öküzlere sürdürtmek için on-ları oraya göndermişlerdi...

    aarrppaall››kkttaa hheeyyeeccaann vvaarr

  • 2200

    - Eeee? - Eee si, onlar bu görevlerini unut-

    tular. Ve tabii köylüler de arpalığı ba-sıp hepsini kestiler. Şimdi onların ye-rine biz gidiyoruz.

    Susmuş, arkadaşına bakmış. Diğe-rinin tadı taçmış. Boğazında bir ağrıhissetmiş.

    - Yani... Biz de öyle yaparsak bizide keserler mi?

    Sen ne süzme bir öküzmüşsün bekardeşim! Ne sanmıştın? Tren manza-ralı bir tatil köyüne tatile gönderecekdeğiller ya?.. Ama dur sakin ol. Herşeyin bir kolayı var. Onlar en başta se-nin gibi girdikleri için kısa sürede dik-kat çektiler. Biz bunugizli gizli yapmalıyız.Arpalığa ilk girdiğin-de çıkmamazlık yap-mayacaksın. Akşam-ları gidip sütünü ve-recek, tarlanı süre-ceksin. Pisliğini ortayere yapmayacaksın.Sonra çaktırmadanarayı uzatacaksın.Alıştıra alıştıra... an-ladın mı?

    - Evet daha iyi an-ladım şimdi.

    - Neyse sen yinede sürüyle birliktehareket et. Fazla gözebatma. Ve heyecanında içinde sakla olurmu?

    Derken inek ve öküzlerden oluşanbirinci parti sürü, Arpalığın kapısınavarmış. Tüm inek ve öküzlerin heye-candan dizlerinin bağı çözülecek gibiolmuş. Arpalığın kapısında şöyle birdurup içeriye bakmışlar. Görüntü ger-çekten inanılmazmış. Taze arpalar,kuru arpalar, el değmemiş arpalar, yu-laflar... Arpalık gerçekten söylendiğigibi varmış. Genç olanlar, özellikle da-ha yaşlı ve tecrübeli olan ve burayadaha önce de girip çıkmış olanlarıniçeri girmesini bekliyorlarmış. Çünküonlar nasıl girilmesi gerektiğini, aslın-da çokta etkilenmediğini göstermekiçin nasıl yürünmesi gerektiğini iyi bi-liyormuş. Hayvanları getiren köylülerdehleyerek hepsini içeri sokmuşlar.Bir süre nasıl davrandıklarını izledik-ten sonra oradan ayrılmışlar. İnek veöküzlerden oluşan sürü, içerde halaşaşkınlıkla geziyormuş. Burasının an-latılandan çok daha güzel olduğunuher geçen dakika daha fazla hissetme-

    ye başlamışlar. Tam rehavete kapı-lıp otlaklara saldıracaklarken çi-menlerin üzerinde kendilerindenöncekilerin kanlarını görmüşler.Birbirlerine acıyla bakmaya başla-mışlar.

    İçerde bir sevinç, bir korku dal-gası dönüp dururken dışarda daikinci parti hayvan sürüsü yaklaş-maktaymış. Bunlar beygirlermiş.Sayıları inek ve öküzlere oranla çokdaha azmış. Köylülerin beygirler-den fazla bir bekledikleri yokmuşya, belki içerde inekler ve öküzler-den oluşan sürünün hareket alanınıdaraltarak her tarafa zarar verme-

    lerini önleyebilirler diye düşünü-yorlarımış. Bu düşünceyle beygir-leri de arpalığa sokup arpalığın ka-pısını kapatıp çıkıp gitmişler. Bey-girler de tıpkı inek ve öküzler gibiheyecanlılarmış. Ama kendilerin-den beklenileni çok daha az oldu-ğunu bildiklerinden daha rahatlar-mış. Beygirlerinde içeri girip kapı-nın kapatılmasının ardından arpa-lıkta yeni dönemde başlamış. Artıkbundan sonra arpalıkta iki sürü sözsahibi olacakmış. Öküz ve inekler-den oluşan birinci sürü ve beygir-lerden oluşan ikinci sürü. Bir de buiki sürünün arasına karışıp arpalı-ğa girmeyi başaran ve içeri girergirmez sağa sola dağılan bir ikisansar ve bir kaç çakal da arpalığınyeni sakinlerinden olacakmış

    Öküz ve inek sürüsünün tecrü-beli olanları sürü dağılmadan hep-sini bir araya toplamışlar. En yaşlıolanı bir kayalığın üstüne çıkıp sü-

    rüye seslenmiş.-Arkadaşlar! Artık arpalığa girmiş

    bulunuyoruz. Ama bizden öncekilerinbaşına gelenlerin bizlerin de hemenbaşına gelmesini istemiyorsak dahaplanlı hareket etmeliyiz. Elbette ki bu-ranın nimetlerinden sonuna kadarfaydalanacağız ama bir yandan da bu-nu o hizmetlerini yerine getirmek içinyaptığımızı hissetirmeliyiz. Evet bu-radan çıkıp o pis kokulu tarlalara git-mek hepimize ağır gelecek ama başlarda bunu yapmak zorundayız. Bir süresonra nasılsa her şey normalleşecekve gitmediğimiz de fazla göze batma-yacak. Bu yüzden hemen arpalığın

    büyüsüne kapılma-malıyız.

    Tüm öküz ve inek-ler, isteksizce ve birazda mecburiyetten budurumu onaylamış-lar.

    -Ve... diyerek de-vam etmiş yaşlı öküz.

    -Ve unutmayın kibizlerin buraya gir-mesi için çırpınıp du-ran bir kardeşimizdaha vardı. Hepimizonun sayesinde bura-dayız. Ama o arpalığagelemedi. Bu otlaklarda otlamak ve semir-mek en çok onun hak-kı unutmayın. O’nuda ne yapıp edip bu-

    raya getirmeliyiz. Gerekirse beygirleride bu konuda ikna etmeliyiz.

    Beygirler zaten uzaktan bunlarıdinliyormuş.

    -Bizce sürünüzün sayı olarak ma-şallahı var, bir de o gelmiş çok mu? Sizyeter ki bize dokunmayın, etrafımızdafazla gürültü yapmayın ve bizim ot-laklara girmeyin. Gerisini de ne ya-parsanız yapın..

    -Güzel. Sizinle anlaşıcaz galiba. Ohalde arpalıktaki ilk günümüzü kutla-yalım hep birlikte...

    diye bağırmış öküz.Ve kişnemelerle mölemeler birbiri-

    ne karışmış, hep birlikte otlağa doğrukoşmaya başlamışlar. Geride toz du-man bulutu bırakarak..

    Tozu dumana katmaları dışarı daköylüler adına onları gizlice izleyenkişinin onları daha fazla görmesiniengellemiş ama söyledikleri sözleridefterine not etmesini engelleyeme-miş.4

  • 2211

    masal

    veysel çelik

    “D“Dağ”dı adı köylünün dilindeezelden beri. Haritalardabir adı vardı belki amaeteğindeki bu köyde onun adı hep“dağ” olarak söylendi. Uluydu çokyüceydi ve zemheri aylarında aşıla-mazdı öte yanına. Köylünün onuböyle adlandırması bundandı belki,kim bilir. Onun yüceliğini aşılmazlı-ğını onların dilinde en iyi anlatansözcük “dağ” olduğu içindi belki.

    Köy on haneliydi. Dağın eteğindeyapayalnızdı. Ve tam sekiz ay kar al-tındaydı. Dağ geçit vermezdi bu se-kiz ay boyunca. En yakın yer dağınöte yanındaydı. Kilometreye vursançok uzak sayılmazdı bu, kar kalktı-ğında bile zor aşılan koskoca bir dağ.

    Giden çok oldu ocağın öte yanınaama dönen olmadı ki kalanlara an-latsın dağın ardında ne olduğunu...Kimseler bilmiyor. Gidenler ya kurdakuşa yem oldu ya da çığ düştü tepe-lerine. Köylü öyle biliyor.

    Uzun zemheri ayları buyuncaoturur söyleşirler kendi aralarında,evleri kar altında görünmezken. Yitipgiden oğullarına kızlarına ağlaşırlar.Ağlaşırlar, lafın gelişi. Acıları bir korgibi gelip çöker, boğazları düğümle-nir de ağıt yakarken, tek bir damlagözyaşı dökülmez yanaklarındanaşağı. Öyle ya umuttur, hiç tükenmez.Kimbilir belki aştılar dağın tepesini.Vardılar öte yana. Yuvalarını kurupçoluk çocuğa karıştılar o hiç bilinme-yen diyarlar da. Yaşıyorlardır yani.Kim bilir, belki onlar da bir kaçak ça-yın deminde, sımsıcak sohbetlerdedağı, köyü, kendilerini konuşuyor-lardı oralarda, dağın ardında.

    Koyu, kopkoyu kaçak çaylar kıt-lama şekerlerle içilirken dalınan busımsıcak sohbetlerde konu her vakit

    buraya gelir. Getirilir. Umut, onlarıayakta tutan tek şeydir çünkü. Çün-kü bilirler ki bir insan düşleri öldü-ğünde bir dakika bile yaşayamaz,ölür!

    Dağın eteğindeki köy de Kürtçekonuşur. Ve bir başkadır bu köyünağıtları, türküleri. Çok acı çekmişçok ölmüşlerdir çünkü. Ağıtların tü-mü dağ üstünedir. Hep onu aşmayıdüşlemişler, gidenler geri dönme-miştir. Adam boyu kar altındaykennice gelinler doğum sancıları içindeinleye inleye, bağıra çağıra ölmüştürdoktorsuzluktan ebesizlikten. Alkan-lara bulanırken gelinler daha bir kezbile nefes alamadan, daha bir kez bi-le ağlayamadan karnında ölen bebe-leriyle o buz gibi toprağı doyurmuş-tur cansız bedenleriyle. Daha ana sü-tü çağındayken bir tek aşıyla kocabir ömrü olacak bebeler daha “daye”diyemeden göçüp gitmiştir adınacennet denilen bilinmeze. Köyün aşa-ğısında dere kenarındadır mezarlık.

    Ve mezarlıkta yanyana yatanlar dede-ler, neneler, analar, babalar, gebe ge-linler, yaşına girmemiş bebeler,ömürlerin de bir kez bile deniz gör-memiş, bir kez bile portakal, muz ye-memişlerdir.

    Hamo dayı köyün en yaşlısı. Binyaşında belki. Öylesine bilge. Kimikimsesi yok. Tek başına iki göz da-mında. Üç keçisi ve kendisi gibi ba-bayiğit, kendisi gibi bin yaşındaDewreş adlı köpeğiyle yaşıyor köyde.Yağız bir it Dewreş, yiğit, cesur.Gençliğinde kurt sürüsünün ortası-na dalıp da üçünü beşini yere serişihala bir tevatür gibi destan gibi an-latır durur. Kurt kapmasın diye kesil-miş kulakları kapkara başıyla köyünen heybetli köpeğidir. Çok övünürDewreş’iyle Hamo dayı. En maharetliçobandan daha ustadır davar gütme-de. Bir keresinde patikada ayağı kırı-lan bir keçinin başında beklemişti deaçlıktan susuzluktan ölmek üzerey-ken iki gün sonra bulmuştu Hamo

    DAĞIN ARDI

  • 2222

    dayı onu. Öylesine sadık, öylesinegururluydu Dewreş. Hamo dayı birdağın ardında yitip giden evlatları-nın yerine koymuş, onlar gibi sevmiş-tir Dewreş’i.

    Seydo yumrukladı kapısını Hamodayının.

    -Hamo Dayı, Hamo Dayı! hele açkapıyı diyeceklerim var!..

    Dewreş, ocakta çıtır çıtır yananmeşe odunlarının karşısında uzandı-ğı yerden başını kaldırdı, kapıyadoğru baktı. Seydo’nun Dewreş. Yinede içgüdüsüyle kötü bir şeylerin ol-duğunu sezinlemişti sanki. Gelip bur-nuyla dürttü Hamo dayıyı. UzandıHamo dayı. Uyanmasıyla Seydo’nunsesini duyması bir oldu. Kalktı açtıkapıyı. Seydo baştan ayağa kara be-lenmişti. Kaşı kirpikleri, bıyığı sakalıtümden buza kesmişti.

    -Ne oldu Seydo? Ne bu hal? Helegeç içeri. Donmuşsun sen oğul. Geçgeç, şöyle ocağın başına geç.

    Seydo tir tir titriyordu. Dişleri ta-kır takır birbirine vuruyor, ağzındantek bir sözcük çıkmıyordu.

    -Söyle Seydo, kendine gel, hadi neoldu gecenin bu vakti?

    Birden silkindi Seydo, kendinegeldi. Yapıştı koluna Hamo Dayının...

    -Berivan!.. Berivan ölüyor Dayım.Yüklüydü bilirsin. Bu ay içinde doğa-cak demişti Bese Ana. Geldi yok her-hal. Ama çok bağırıyor, çok ağlıyor,çok inliyor Berivan. Yardım et Hamodayım, yardım et dedem, yardım etpirim... Yardım et de ölmesin Beri-van.

    Kolunu tutmuş sıktıkça sıkıyorHamo dayının. Sarsıyordu. Bilinçsizne yaptığını bilmeden konuştukçakonuşuyor.

    -Dur hele deli oğlan, dedi Hamodayı, dur hele bir çaresine bakarız.Beseyi çağırdın mı? Bütün köy onuneline doğmuştur. Odur senin derma-nın, bana niye geldin?

    -Çağırdım, şimdi Berivan’ın ya-nında.. “Kanaması var, zor olacak, gitHamo’yu çağır” dedi.

    Hamo dayı gözlerine baktı Sey-do’nun Seydo çaresiz, Seydo der-mansız, Seydo kolu kanadı kırılmış,Seydo ölmüş... Sanki Hamo dayı birtanrı onun gözünde. Ha dese nur to-pu gibi bir oğlan doğuracak, pembeyanaklı, yeşil gözlü, toraman... Hadese bir değil bin can verecekBerivan’a... Ha dese ölmeyecek Beri-van ve de daha doğmamış, doğama-

    mış bebesi... Bütün bunları bir birokuyordu Hamo dayı, Seydonun ko-caman olmuş gözbebeklerinde...

    -Çok mu seviyorsun Berivan’ı -Çok!-Ya doğacak bebeyi?-Ondan da çok!

    Bebekliğini bilir Seydo’nun Kü-çüklükten belliydi yiğit olacağı. Tümyaşıtları bir bir gittiler de dağın ardı-na bir tek o kaldı geride. Berivaniçin...O olmasa Seydo da çoktan git-mişti buralardan. Dağın ardına göçetmişti çoktan.

    “Ah Seydom, yiğit Seydom. Benne yapam ki elimden ne gelir. Nasılkurtarayım Berivan’ı? Bak bugünedek bin bebeyi dünyaya getiren Besebile biçareyken ben nasıl dermanolam senin derdine” diyecekti ki de-medi. Yandı, kavruldu yüreciği yinede ağzını açıp tek kelime etmedi Sey-do’ya.

    Hadi dedi Seydo’ya, düş önüme!..Çabucak eve vardılar. Bese Ana

    telaşlı:-Berivan!.. dedi bir başka bir şey

    diyemedi. Bese ana anladı ne demekistediğini.

    -Yaşayacak, dedi, hemi de doğura-cak ama...

    -Aması ne? Diye atıldı Hamo dayı.-Dağın ardı, dedi Seydo-Dağın ardı dedi Hamo dayı.-Dağın ardı, dedi Bese Ana bir

    daha.-Bese ana bin yaşın bilgeliğiyle

    dimdik. Yüzünde her bir başka biracının izini taşıyan binlerce çizgi.Hamo Dayı da Bese’yle yaşıt.. Seydogenç, Seydo yiğit ama sanki şimdi oda Hamo’nun Bese’nin yaşında. Da-ğın ardını düşlüyor üçü de. Dewreşbile gözünü dikmiş ocakta yananodunlara dalmış gitmiş. Sanki o dadüşlüyor dağın ardını.

    Bir kıvılcım yandı söndü Hamodayının gözlerinde. Bildik bir kıvıl-cım. Dağın öte yanına gidenleri gör-müş gibi o kısacık parıldayışında kı-vılcımın. Şimdi karı, boranı, tipiyiunutmuş öte yana geçmiş gibi se-vinçli. Coşkulu. Çocuk gibi kıpır kı-pır yüreği.

    -Getir katırı Seydo. Kızağı da. Ha-di tez ol!..

    Şimdi aynı kıvılcım Seydo’nun,Bese’nin, Dewreş’in gözlerinde yanıpsönüyor.

    -Derman dağın ardındaysa biz degeçeriz dağın öte yanına dedi Hamo

    Dayı.. Çok acı çekti bu köy.. Çok dövül-

    dü, sövüldü.. Çok kırıldı, çok öldü...Yoksulluktan, açlıktan, ilaçsızlıktan,doktorsuzluktan ölen bebeleri düşlü-yor Hamo Dayı.. Kıran gelmişti san-ki bir keresinde.. Bebeler bir bir ölü-yordu.. Ne olduğunu anlayamamış-lardı bir türlü.. Çok sonra katır üs-tünde bir doktor, bir hemşire gelmiştiköye jandarmayla birlikte... “Getirinbebelerinize, aşı yapacağız” demiştidoktor. Hamo dayı doktoru kolundantuttuğu gibi dere kenarındaki mezar-lığa sürüklemişti. Küçücük dizi dizimezarları gösterip “Aha işte buradabebeler” demişti, “hadi aşıla!” Ke-miklerini kırmıştı candarmalar Hamodayının... “Vay sen hükümet tabibinebunu nasıl dersin?” diyerek..

    Sıkıca giydirdiler Berivan’ı. Taşıdı-lar kızağa, yatırdılar. Her yanını dabir güzel örttüler.. İnlemeleri azal-mıştı Berivan’ın. Ölüm rengindekigözleri şimdi onu da kıvılcımıydı.Umut onu da sarıp sarmalamıştı.Etrafında pervane olan Seydosunu,Hamo dayıyı Bese Anayı görüyor on-ların gülen yüzlerinden güç alıyordu.

    Tipinin hızı kesilmişti. Artık bıçakgibi kesmiyordu insanın yüzünü.Köylülerde bu arada gelmiş birikmiş-ti evin önüne. Gelenekti. Dağın ardı-na gidecek olanlar bir tür törenleuğurlanırdı köylerde. Tekmil köylükatılırdı törene eksiksiz. Köy kurul-du kurulalı bu böyleydi. Bese anahepsini çoluk çocuk ihtiyar genç ka-dın erkek tüm köylüye haber vermiştoplamıştı evin önüne.

    Köylü içinden bir “ölecekler” di-yor bir “umut” diyordu. “Gitmeyin”demediler yolculara. Umut baskıngeldi Berivan yaşayacaktı belki. Sey-do’ya aha bu koca dağ gibi bir yiğitevlat doğuracaktı. Belki bir daha hiç-birini ne Berivan’ı ne Seydo’yu ne bil-ge Hamo’yu ne de yerinde durama-yan tevatür Dewreşi göremeyecekler-di. Olsun, düşleri ölmeyecekti yaönemli olan buydu...

    Hepsi bir bir kucakladı yolcuları.Tek damla düşmedi yanaklarındanaşağı. Şölendi çünkü. Ta eskilerdenberi hep böyle gülen gözlerle yürek-ler yanıp kavrulsa da dağın ardınagidenlere Umuduna umut katılarakuğurlanmıştır yolcular.

    Şölen bitti. Seydo katırın dizgini-ni eline aldı, en öne geçti. Kızağın ar-kasında Hamo Dayı. Dewreş önce

  • 2233

    Hamo Dayının yanındaydı ama da-yanamadı Seydo’nun da önüne geçti,bir rehber gibi ardındakilere yol gös-termeye başladı.

    Yolcular gözden yitince zılgıtıbaşlattı Bese Ana. Sonra köyün tümkadınları, gelinleri, kızları.. Gök zıl-gıta kesti tüm..

    Zılgıt ilahi bir çığlıktır. Derler kiinsanın dilinde dünya üstünde başkabir çığlık yoktur. İnsana has tümduyguların yüklendiği böylesi birses gibi zılgıt acıdır.

    Yürek parçalar. Zılgıt; sevinçtir,coşkudur. Çağıl çağıl akar insanınözüne doğru. Ve zılgıt umuttur, ya-rındır.

    Hava iyice aydınlanmıştı. Dahada hızlandılar. Azıkları vardı. Ted-birlidir Bese ana. Ne varsa doldur-muştu kızağın altına. Ama hiçbirininaklına gelmiyor bir şeyler yemek. Tekhedef var; dağın ardı. Onlar ancakdağın ardında doyacaklar. Ve orayakadar açlıklarını umut bastıracaktı.

    Dewreş bir an gözden yitiyor.Seydo gözlerini kısıp bakıyor Dew-reşin yittiği yere. Bir anda ulumalar,havlamalar yükseliyor o yandan.Seydo tüfeğini eline alıp koştu.

    Dewreşin çevresinde tam beş ta-ne canavar. Açlıktan gözleri dönmüşbeş tane kurt. Bir bir atılıyorlar Dew-reşin üzerine. Seydo doğrultuyor tü-feğini. Parmağı tetikte. Basamıyor.Dewreşi vurabilir çünkü yanlışlıklakurtların ikisini göğüs darbesiyle de-viriyor karların içine Dewreş. He-men tüm kemikleri kırılan kurtlar

    bir daha kalkamıyorlar düştükleriyerden. Diğerleri bir an boş bulunanDewreşi en zayıf yerinden boynun-dan yakalıyorlar. Seydo o an farkınavarıyor çivili temasını takmadıkları-nı. Hayıflanıyor. Boğazından derinbir yara alan Dewreş yıkılmıyor,canla başla savaşıyor canavarlarla.Sarı tüyleri kandan kızıla kesiyorama gene de dimdik ayakta... Ense-sinden yakalıyor birini, o güçlü çe-nesiyle sıyırıp atıyor sırt derisini.Sonra diğer ikisinin üzerine atılıyor.Eski günlerdeki gibi bir göğüs dar-besiyle bir kurdu daha haklıyor. Sonkalan kurt kaçıyor. Dewreş koşuyorardından. Seydo buza kesilmiş san-ki. Donmuş kıpırdayamıyor. Yalnızcaizliyor yiğit Dewreş’i. Dewreş koşu-yor koşuyor birden yıkılıyor yere.Kurt çoktan yitip gitmiş. SeydoDewreşin yanına koşuyor kendinegelip. Dewreş bir kan gölünün orta-sında hırsla soluyor. Göğsü kalkıpiniyor biteviye. Kan oluk oluk akıyor,kurtların dişleriyle parçalanmış bo-ğazından. Dewreş bir an silkiniyor,ön ayaklarının üzerinde doğrulmayaçalışıyor. Gözleri kurdun yitip gittiğiyerde hala. Son gücünü de tüketiyor,tekrar düşüyor yere.

    Seydo varıyor Dewreşin yanınaelleriyle bastırarak boğazına kanıdurdurmaya çalışıyordu.

    -Ölme Dewreş. Ölme heval. Öl-me. Bak ne kaldı şunun şurasında.Aha dağın ardı şurda bak. Ölme he-valim ölme!..

    Hamo Dayı katırı çeke çeke varı-yor yanlarına. Dewreşi öyle kanlariçinde görünce dizlerinin bağı çözü-lüyor. Çöküyor yanına Dewreşin.“Duman beni tutmaya” diyor, sonraincitmekten korkarcasına usul usulokşuyor başını. Yıllar yılı evlat bildi-ğini, dostunu, yarenini, kimsesiz ge-celerinin ortağını, yoldaşını usulcaokşuyor . Kapanmış gözkapaklarıbir an açılıyor Dewreşin. Sevgiylebakıyor Hamo Dayı’ya. Bir kıvılcımyanıp sönüyor Dewreşin gözlerininiçinde. Ve ciğerlerinde biriken sonsoluğunu salıyor Dewreş. Gözleriusul usul kapanıyor. Hamo Dayı alı-yor kucağına Dewreşi bastırıyor göğ-süne. Bastırıyor, bastırıyor, bastırı-yor. ”Hevalemin” diyor ve bin yıldırdamlayan gözlerinde iki küçük dam-la süzülüyor yanaklarına.

    Gömelim diyor Seydo , kurtlarabırakmayalım.

    Berivan sessiz. Hafif hafif inliyor.Kapatmış gözlerini, dağın ardını, em-zireceği bebesini düşlüyor. Dudakla-rında acılı bir tebesüm.

    Tipi başlıyor yeniden. Hamo Da-yının da Seydo’nun da puşilerindenzor görünüyor gözleri. Gözleri açıktaama bir işe yaramıyor pek. İki met-re önlerini zor görüyorlar. İçgüdüselbir hareketle buluyorlar yollarınınsanki. Durmuyor, yavaşlamıyorlar.Aynı hızla yürüyorlar. Bu tip-i nasıl olsa bitecek. Bu dertler nasılolsa son bulacak. Dağın ardına mut-laka varılacak!..

    Bir ses... Gök gürültüsü gibi... Gi-derek de çoğalıyor. Hamo dayı sesiçok iyi tanıyor. Seydo da... Berivan-’da Çığ. Bir an göz göze geliyorlar.İkisinin de gözlerinde dağın ardıyandı söndü. Yürüdüler. Umudadoğru son güçleriyle yürüdüler. Kı-vılcımlı gözleri; buza kesmiş sakalla-rı; donmuş ayaklarıyla yürüdüler,yürüdüler, yürüdüler. Sonsuz beyaz-lığın içinde yitip gittiler.

    Sözleşmiş gibi tekmil köylü birbir çıktılar evlerinden. Hiçbirinin ağ-zından tek bir ses çıkmadan dere ke-narına doğru yürüdüler. En önde Be-se ana ardında tüm köylü. Kadını, er-keği,genci,yaşlısıyla... Mezarlığa var-dılar... Büyülendiler sanki birden.Bütün bebe mezarları, berfine kes-mişti. Berfinlere mezarların üstündesarılı beyazlı nazlı nazlı salınıyordukarların arasında. Gülümsediler.Umut kıvılcımı gelip oturdu hepsi-nin gözbebeklerine.

    Yine sözleşmiş gibi hepsi birdendiz kırıp nazlı nazlı salınan berfinle-ri kokladılar. Bebek kokusu doldu ci-ğerlerine. Minicik bebelerin kendinehas o güzelim kokusu.

    Bese ana gülümseyen yüzüylekalktı, yüzünü dağa çevirdi. Ardın-dan tekmil köylü, Sessizlik... Haniiğne düşse duyulacak cinsten. Birdenbir çığlık kapladı göğü. Yeni doğmuşbir bebeğin yaşam çığlığı. Kulaklarısağır edecek kocaman bir çığlık..

    -Dağın ardı dedi Bese ana..-Dağın ardı, dediler hep bir ağız-

    dan tüm köylü.Yüzleri ışıdı hepsinin. Gözlerin-

    deki kıvılcım daha bir alazlandı.Zılgıtı başlattı Bese ana. Bebenin

    çığlığına köylünün zılgıtı karıştı.Mutluydular... Bu ses bu gökte çınla-dıkça umut hep yaşayacaktı. Düşlerhiç ölmeyecekti.4