28
Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê nu wergirin! Kadın ve erkek işçiler! Zincirlerinizden başka kaybedecek birşeyiniz yok! Kazanacağınız yeni bir dünya var! AYLIK SİYASİ GAZETE S A Y I l H E J M A R Aralık 2007/11 • FİYATI 2,00 YTL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X117 Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê nu wergirin! Kadın ve erkek işçiler! Zincirlerinizden başka kaybedecek birşeyiniz yok! Kazanacağınız yeni bir dünya var! AYLIK SİYASİ GAZETE S A Y I l H E J M A R Sınır - gerisi operasyon sürüyor… Tüketim çılgınlığı ve kadının cinsel sömürüsü: Biz aptal mıyız?... Pakistan: Seçimden sonra- seçimden önce OHAL…

Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

Karkerên jin û mêr!Ji xeynî zencîrên we tiştekîwe yê wendakirinê tune!Hûn dikanin cîhanekênu wergirin!

Kadın ve erkek işçiler!Zincirlerinizden başkakaybedecek birşeyiniz yok!Kazanacağınızyeni bir dünya var!

AYLIKSİYASİ

GAZETE

SA

YI l HEJMA

R

Aralık 2007/11 • FİYATI 2,00 YTL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X117

Karkerên jin û mêr!Ji xeynî zencîrên we tiştekîwe yê wendakirinê tune!Hûn dikanin cîhanekênu wergirin!

Kadın ve erkek işçiler!Zincirlerinizden başkakaybedecek birşeyiniz yok!Kazanacağınızyeni bir dünya var!

AYLIKSİYASİ

GAZETE

SA

YI l HEJMA

R

Sınır - gerisi operasyon sürüyor…

Tüketim çılgınlığı ve kadının cinsel sömürüsü: Biz aptal mıyız?...

Pakistan: Seçimden sonra-seçimden önce OHAL…

Page 2: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

2

GÜNDEMSınır-gerisi operasyon sürüyor… 3“Özgür, Demokratik ve Eşitlikçi bir Türkiye” mitinginden notlar… 4

HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİNLinç kampanyasında son durak: DTP’ye Kapatma Davası 5DTP’ye yönelik baskılar protesto edildi 6Dünyanın lanetlileri: Mülteciler 7Faşizmin Mersin kolu da iş başındaydı 7

YENİ KADIN DÜNYASITüketim çılgınlığı ve kadının cinsel sömürüsü: Biz aptal mıyız? 8Kadına Yönelik Şiddete Hayır! 10Sınır-ötesi operasyona kadınlar “Hayır!” dedi 10

YENİ İŞÇİ DÜNYASITelekom Grevinde Zafer EK:1Telekom Grevinden izlenimler EK:2Telekom Grevinde Kadınlar EK:5SCT Grevi EK:5BMİS Bursa Olağan Genel Kurulu çekişmeli iki liste temelinde yapıldı EK:6Enmersan’da sendikalaşan işçiler işten atıldı EK:7Graniser’de greve doğru… EK:7“İşçi sınıfı örgütlü olursa kazanır!” EK:8“İnsan ihale ile çalıştırılmaz! Sağlıkta taşeron olmaz!” EK:8

PANORAMAÇAD: Dalaşın gölgesinde insan pazarı! 11PAKİSTAN: Seçimden sonra-seçimden önce OHAL… 12ALMANYA: “Bölücü” makinistler, “birlikçi” patronlar… 13

YENİ DÜNYA GENÇLİĞİMilitarizm ve Anti-Militarizm üzerine… 1526 Yılında YÖK Protesto Edildi 16“Her şeyin başı eğitim” mi acaba? 17Çukurova Üniversitesinde YÖK protestosu 17

YAŞAMA TEMELLERİNİ KORUMA MÜCADELESİÇevre katliamında, sırada Kaz Dağları var! 18Nükleer santral yasası meclisten geçti 18

GÜNDEM19 Aralık katliamını unutmadık! 19

Editörden... İçindekiler

Değerli Okuyucu,Yeni bir sayıyla tekrar birlikteyiz.Geçen ay içerisinde bizin açımızdan en önemli gelişmelerden birisi telekom işçilerinin grevi zaferle sonuçlandırması oldu.Savaş tamtamlarına ve kışkırtmalara rağmen kazanıldı zafer.Son yılların en uzun işgününe sahip olan grevdi Telekom grevi.Telekom işçileri dosta ve düşmana toplumsal yaşamda en belirleyici gücün hala kim olduğunu net bir biçimde gösterdiler: İşçiler durduğunda, hayat durur!Yeni Dünya İçin Çağrı olarak işçileri düzenli ziyaret ettik, işçilerin haklı mücadelesini gazetemizin ve internet sitemizin sayfalarında yansıttık.Bu sayımızda da -grev bitmiş

• editörden - içindekiler

• ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer• Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir

• Yönetim Yeri ve Adresi: Hüseyin Ağa Mah., Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul

• Tel.: (0212) 235 35 70 • Fax: (0212) 253 19 27• Banka Hesap:

Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654• Sayı: 117 · Aralık 2007 • ISSN 1301-692X117

• Fiyatı: Türkiye: 2,00 YTL (KDV DAHİL) Türkiye Dışı: 2,50 Euro • Baskı: Uğur Matbaacılık (0212-501 81 09)

• Yayın Türü: Yaygın Süreli

[email protected]

www.ydicagri.com

olmasına rağmen- çok sayıda ziyaret yazımıza yer verdik. Bu yazılarda grevin değişik yönlerine ışık tutan önemli dersler olduğunu düşünüyoruz.Bu arada gündemin baş maddelerinden birini kuşkusuz hala sınır ötesi ve sınır gerisi operasyonlar ve DTP’ye karşı kışkırtmalar oluşturuyor. Başyazımızı ve Halkların Kardeşliği İçin sayfalarını bu konuya ayırdık.Yeni Kadın Dünyası sayfalarında tüketim toplumu olgusu içinde kadınların cinsel sömürüsünü irdeleyen önemli bir yazımızı okuyacaksınız.Yeni Dünya Gençliği, Yaşama Temellerini Koruyalım ve Panorama sayfalarımız da yine dolu dolu.

Değerli okuyucu,bu sayımız bu yıl çıkardığımız sonuncu sayı. Yeni bir yıla girmek üzereyiz.Tabi ki yeni yılda da eski sorunlar devam edecektir, ancak devrimciler yeni yıla geçişin sembolik anlamını reddetmeyip, bunu eski yılın muhasebesini çıkarmak ve yeni yıla umutla bakmak ve yeni enerjiyle donanmak için kullanırlar.Bu anlamda bütün okuyucularımıza sağlıklı ve başarılı bir yeni yıl diliyoruz.

YDİ ÇAĞRI, 06 Aralık 2007 •

Karkerên jin û mêr!Ji xeynî zencîrên we tiştekîwe yê wendakirinê tune!Hûn dikanin cîhanekênu wergirin!

Kadın ve erkek işçiler!Zincirlerinizden başkakaybedecek birşeyiniz yok!Kazanacağınızyeni bir dünya var!

AYLIKSİYASİ

GAZETE

SA

YI � HEJMA

R

Karkerên jin û mêr!Ji xeynî zencîrên we tiştekîwe yê wendakirinê tune!Hûn dikanin cîhanekênu wergirin!

Kadın ve erkek işçiler!Zincirlerinizden başkakaybedecek birşeyiniz yok!Kazanacağınızyeni bir dünya var!

AYLIKSİYASİ

GAZETE

SSAAA

YYYA

IIII� HHHEEEEEEEJJJJJJJJJJJJJJJJMMMMMA

R

Aralık 2007/11 • FİYATI 2,00 YTL (KDV DAHİL) • ISSN 1302-692X117

Karkerên jin û mêr!Ji xeynî zencîrên we tiştekîwe yê wendakirinê tune!Hûn dikanin cîhanekênu wergirin!

Kadın ve erkek işçiler!Zincirlerinizden başkakaybedecek birşeyiniz yok!Kazanacağınızyeni bir dünya var!

AYLIKSİYASİ

GAZETE

SA

YI � HEJMA

R

Sınır - gerisi operasyon sürüyor…

Tüketim çılgınlığı ve kadının cinsel sömürüsü: Biz aptal mıyız?...

Pakistan: Seçimden sonra-seçimden önce OHAL…

Page 3: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

gündem

3

Sınır-ötesi operasyon tartışması aylardan bu yana tüm ülke gün-demini işgal etmeye devam edi-

yor. Hatta tartışma iyice uluslararası bir boyut kazandı. AKP emperyalist devletlerin liderleri ile durmadan gö-rüşüyor, pazarlıklar yürütüyor. Yine bir halkın kaderi masa başında ve bu işten çıkarı olanlarca tayin edilmeye çalışılıyor. Durmadan demokrasi, uzlaşı, sağduyu, diplomasi mesajları veriliyor.

Bunlar sürürken sınır-gerisi ope-rasyon devletin tüm kurumlarının işbirliği ile hızla yürütülüyor.

Asker cenazelerinin artması ile bir-likte yaratılan gerilim, Kürtleri linç etmeye, işyerlerini yağmalamaya, evlerini, siyasi kurumlarını ateşe vermeye kadar ilerletildi. Sonrasında yüksek perdeden Kürtlerin andaki siyasi temsilcisi olan ve alanlarda Kürtlerin “irademizdir” diye göster-diği DTP’yi kapatma, DTP’li mil-letvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırma, tutuklama, yüzlerce Kürt siyasetçiye siyaset yasağı getirme ta-lepleri dillendirildi. Ve devletin en yüksek yargı organı bu talepleri he-men gördü, jet hızıyla iddianameler hazırlandı, davalar açıldı.

Bu arada DTP’li milletvekillerine yönelik linç kampanyaları unutul-madı. Kürt halkının kendi iradesi ile seçerek parlamentoya gönder-diği milletvekillerinin her birine onlarca dava açıldı. Son DTP kong-resinde Eşbaşkan seçilen Nurettin Demirtaş’ın “asker kaçağı”, millet-vekili Fatma Kurtulan’ın “elinde si-lahla dağda çekilmiş bir fotoğrafı” “keşfedildi”.

Siyasi dolaplar dönüyor…

“Osmanlıda oyun çoktur” diye bir laf var. Bugün aynı topraklarda siya-set yapanlar bunu tüm pratikleriyle doğruluyorlar.

Daha düne kadar tüm Kürtlere faşist söylemlerle saldıran CHP ve onun Başkanı Deniz Baykal Irak ve Bölgesel Kürt Yönetimi için yeni açı-lımlardan bahsetti. Bölgeye yardım yapılması, gençlerin Türkiye’de öğ-renim görmeleri için burs verilmesi gibi öneriler sundu. Sanki düne kadar Kürt halkının istemlerine karşı savaş çığırtkanlığı yapan başkasıymış gibi de gelen eleştiriler karşısında “biz de-ğişmedik, parti olarak bunları savu-nuyorduk” diye kendini savunmaya çalıştı.

Sokakları terörize eden, kendisine bağlı olan “ülkücü hareket’i” Kürtleri linç etmeye yönelten tescilli faşist MHP ise olaylar karşısında sağduyu çağrıları yaptı. DTP’li milletvekille-rinin meclisteki ilk günlerinde el sı-kışan partinin başkanı Devlet Bahçeli şimdide DTP’nin kapatılması, mil-letvekillerinin dokunulmazlıkları-nın kaldırılması gerektiğinden dem vuruyor.

AKP ise daha sinsi “planlar” pe-şinde. 2 Kasım’da Rice’in Türkiye’ye gelmesi, 5 Kasım’da ise Başbakan Erdoğan’ın emperyalist haydut Bush’un huzuruna kabul edilmesi ile birlikte yeni bir “plan” dillerde dola-şıp durmaya başladı. Emperyalistlerin ve onların sadık işbirlikçilerinin bu “planının” ayrıntıları henüz kamu-oyuna aktarılmadı. Ama uygulama-lara bakılırsa plan PKK’nin süreç içerisinde tasfiye edilmesini, Güney Kürdistan’daki etkinliğinin zayıfla-tılmasını, DTP’nin PKK’yı “terörist örgüt” olarak görmeye zorlanmasını, PKK’nın etkisinden çıkarılması için baskı altına alınmasını, Kürt halkı-nın DTP’den koparılarak AKP’nin peşine takılmasını, ABD’nin güdü-mündeki Talabani-Barzani ikilisini Kürtlerin tek temsilcisi konumuna indirmeyi vb. noktaları kapsıyor.

Kasım başında yapılan görüş-melerden hemen sonra Bölgesel Kürt Yönetimi PKK’ye yakın olan Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi’nin (PÇDK) Hewlêr, Duhok ve Süleymaniye bürolarını basarak, kapattı, Maxmur Kampını ablu-kaya alarak gidiş gelişleri engelledi, PKK’ye lojistik desteği kesmek için Kandil Dağı çevresindeki kontrol noktalarını artırdı, gazetecilerin gi-rişini yasakladı. Son günlerde ise PKK’nin üst düzey yöneticilerinin yakalanarak, Türkiye’ye iade edile-ceği söylentileri dolandırıldı. Cemil Çiçek yaptığı açıklama ile bu bilgi-nin doğrulanamayacağını ve kendi bilgilerinin olmadığını söyledi. 26 Kasım’da Neçirvan Barzani PKK yöneticilerinin yakalandığı yönün-deki haberlerin doğru olmadığını, ne Türkiye ne de ABD ile herhangi bir anlaşmalarının bulunmadığını açıkladı.

Diğer taraftan ise AKP hükümeti hem CHP ve MHP’ye ülke içerisinde karışıklığı, gerginliği arttırdıkları, “sokağı tahrik ettikleri” eleştiri-leri ile yükleniyor, “ateşle oynama-yın” diye uyarıyor, diğer taraftan da

DTP’yi PKK’nin uzantısı olmakla suçluyor. Bir taraftan -başından iti-baren- DTP’yi sürekli olarak hedef gösteriyor, diğer taraftan DTP’nin kapatılmasının iyi olmayacağını söy-lüyor. AKP şimdide parti içerisinde 75 Kürt milletvekilinin bulundu-ğunu, son seçimlerde görüldüğü gibi Kürtlerin asıl temsilcisinin kendileri olduğunu, PKK’nin Kürtleri temsil etmediğini söylüyor. AKP bilinçli bir şekilde hem muhalefete hem de Kürt halkının temsili bağlamında rakip gördüğü DTP’ye yüklenerek prim yapmaya çalışıyor. MHP’nin DTP’li milletvekillerinin dokunulmazlıkla-rının kaldırılması isteği için de AKP “milletin bölünmez bütünlüğüne” ilişkin fezlekelerin Genel Kurulda oylanmasını önerdi.

Tabi ki AKP iktidarı boyunca yap-tığı gibi zikzaklar çizmeyi sürdü-rüyor. PKK’ye silah bırakma çağrısı yaptıktan sonra muhalefetin eleşti-

rileri karşısında “bizim birileri gibi onları ovada siyaset yapmaya çağır-maya niyetimiz yok” söylemini kul-landı. Aynı AKP’nin Başkanı 2002 yılında Kürt sorunu için “sorun yok-tur dersen sorun ortadan kalkar” ifadesini kullanmış, 2005 yılında ise “Kürt sorunu vardır ve benim sorunumdur” demişti. AKP bu dö-nemde de aynı taktiği kullanmaya devam ediyor. Sınır-ötesi operasyon yapılması için gerekli tezkereyi çı-kartmış, sınır-ötesi operasyona yeşil ışık yakmış ve toplumun da bu ope-rasyona destek olması için “teröre karşı birlik olmaya” çağırmış, faşist-lerin sokaklardaki terörünü “halkın tepkisi” olarak nitelemeye devam etmişti. Şimdilerde ise “eli silah tu-tan kovboylar değiliz” açıklamaları arkasında muhalefeti “sokağı tahrik etmekle” suçluyor. Oysa bugüne ka-dar olan gelişmelerden, Kürt halkına

yönelen saldırılardan AKP hükümeti en az diğer burjuva-faşist partiler ve ordu kadar sorumludur. AKP bu so-rumluluğunu gözlerden gizleyerek “demokrat” imajı çiziyor. AKP’nin bütün bu oyunlarına rağmen DTP’li belediye başkanları, yöneticiler ve Kürtlerin diğer kurumlarına yöne-lik gözaltı, tutuklama saldırısı sür-dürülüyor. Faşist çeteler tarafından dernek, parti binaları ateşe veriliyor. Gündem gazetesi çalışanlarının evle-rine baskın düzenleniyor, gözaltına alınıyor. Kürt belediyelerin çocuk koroları bile soruşturuluyor.

Dalaş sürerken “ortak düşmana” karşı birlik…

Bugüne kadar süren dalaşta değişme yok! AKP devlet iktidarını kema-list kesimin elinden tamamen alma mücadelesini sürdürüyor. Bu müca-delede Cumhurbaşkanlığı seçimi ile birlikte çok ilerledi. TRT yeni Genel Müdürü de dahil olmak üzere, Sezer döneminde ataması yapılmayan bir-çok bürokratın ataması yapıldı. Yeni bir anayasa hazırlama çalışmaları hızlandırıldı. AKP iktidarı ele geçir-meye iyice yaklaştı. Ancak ordunun başını çektiği kemalist iktidar AKP’yi her fırsatta sıkıştırmaya devam edi-yor. Sınır-ötesi operasyonu da bu ça-balar içerisinde sayabiliriz. Ordunun bu isteğine ve kışkırtmalarına karşı başta direnen AKP bugün ordu ile “Kürt düşmanlığı” konusunda aynı noktada bulunuyor. Tezkere oyla-masında da görülmüş olduğu gibi birbirleri ile dalaşan tüm taraflar söz konusu devletin kırmızı çizgisi olan Kürt sorunu olunca birleşiyorlar.

AKP demokratikleşmeden, özgür-lüklerin genişletilmesinden söz et-meyi sürdürse de pratikte diğerlerin-den bir farkı olmadığını gösteriyor.

Son günlerde ise DTP açıklamaları ve yaptığı mitingler ile baskılara karşı sessiz kalmayacağını yineledi. Son kongrede “özerklik” talebi tüzüğe geçirildi. Milletvekillerinden bazıla-rının dokunulmazlıklarının kaldırıl-ması halinde tüm milletvekillerinin istifa edeceğini açıkladı. Bölgedeki illerde ve son olarak ta Diyarbakır’da yapılan miting ile Kürt halkının hala esas temsilcisi olduğunu göster-meye çalıştı. DTP’li Batman Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan partinin kapatılması halinde dağ yolunun açı-lacağını söyledi.

Gelinen aşama suyun daha da ısı-

Sınır-gerisi operasyon sürüyor…

Page 4: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

gündem

4

nacağını gösteriyor. Ordu destekli muhalefet azgınca saldırıyor, AKP planlı ve sabırlı bir şekilde PKK’yi tasfiye etmeye çalışmaya, DTP’yi PKK’yı “terörist örgüt olarak” gör-mesini sağlamak için zorlamaya, ABD’nin de desteği ile iktidarını sağ-lamlaştırmaya ve bölgede daha fazla söz sahibi olmaya çalışıyor. Özde bir farkları bulunmayan, bu ikiyüzlü siyasetçilerin karşısındaki uyuyan temel güç işçi sınıfının durumu ise daha bir içler acısı…

İşçi sınıfı şovenizm denizinde…

Oynanan tüm oyunların gölgesinde milyonlarca kitlesi ve elindeki üretim gücüne rağmen işçi sınıfı figüran ro-lüne devam ediyor. Kendi bağımsız eylemini gerçekleştirmek yerine bir-birinden farkı olmayan siyasetlerin peşinde ilerliyor. Kendi işsizliğinin, yoksulluğunun, geleceksizliğinin tüm çıplaklığına rağmen bayraklı yürüyüşlerin en önünde saf tutuyor. Hatta kimi yerlerde bizzat örgütleyi-cisi durumunda.

Telekom grevi bu çalkantının or-tasında kaldı. Yaklaşık 25.600 işçi-nin ve onların ailelerinin geleceği söz konusu iken grev gündemde yer bulamadı. Grev mücadelesi faşist sa-vaş çığırtkanlarının sesleri arasında kayboldu. Türk Telekom reklamla-rının medyası üç-beş sosyetenin en küçük hareketini bile manşetine ta-şırken, 100.000’in üzerindeki insanın grevini haber olarak görmedi. Buna karşı işçi sınıfının karşı koyuşu yok denecek kadar az.

Türk-İş grevi sözde desteklerken grevin tüm işçiler tarafından ey-lemlerle, yürüyüşlerle desteklenmesi görevini yerine getirmedi. DİSK’in bu konuda bir çabası olmadı. Hatta DİSK 3 Kasım’da Ankara’da gerçek-leştirilen savaş karşıtı gösteriye katıl-mayı dahi gerekli görmedi.

İşçi sınıfının gücü bu oyunu boz-maya yeterlidir. Sınır-ötesi operas-yonda sıkılacak ilk kurşun işçi sını-fına ve ezilen halklara olacaktır. Bu nedenle savaşa karşı durmak, Kürt halkının barışçıl taleplerinin gör-mezden gelinmesine, bu taleplere si-lahla cevap verilmesine karşı durmak Türk, Kürt, Arap ve diğer milliyetler-den tüm işçilerin görevidir.

İşçi sınıfı bu görevini yerine ge-tirmeden kendi sorunlarının çözü-münde gerçek bir başarı sağlaya-mayacaktır. Savaşın gölgesinde bir yaşam ile işsizlik, yoksulluk, sosyal güvenliksiz ve düşük ücretle çalışma artacaktır.

Tüm halkların birbirleri ile barış içerisinde ortak yaşadığı, işsizliğin, sömürünün, yoksulluğun ortadan kaldırıldığı, silahların susturulduğu bir dünya mümkün. Emekçi kanı ile beslenen emperyalistlerin, onların işbirlikçilerinin saltanatı dışında bir dünya mümkün.

Bu dünya ellerimizde.27.11.2007 ✓

KESK, TMMOB, TTB tarafın-dan organize edilen “Özgür, demokratik ve eşitlikçi bir

Türkiye” mitingi, 3 Kasım günü Ankara’da yapıldı.

Çeşitli illerden otobüslerle, tren-lerle Ankara’ya gelen onbinler, sabah saatlerinde Hipodrom’da buluştu. Burada düzenli kortejler oluşturan kitle, Sıhhiye meydanına yürüdü.

En önde KESK bünyesinde yer alan sendikalar yürüdü. Bunlar içinde Eğitim Sen kitleselliği ile dikkat çekti. SES, BES, ESM, Kültür Sanat-Sen, Tarım Orkam-Sen, Tüm Bel-Sen, Yapı Yol-Sen, Haber-Sen, BTS yürüyen diğer sendikalardı.

TMMOB de oldukça kalabalıktı. KESK ve TMMOB yanında TTB’nin katılımı oldukça düşüktü. KESK ve TMMOB kortejlerinde, Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bitlis, Van, Ağrı, Elazığ, Tunceli, Urfa, Hakkari’den gelen, öğretmen, mimar, mühendis, sağlık çalışanı, işçinin attıkları slo-ganlar oldukça dikkat çekici idi. Bu kortejlerden sık sık, “Kürdistan fa-şizme mezar olacak!, AKP şaşırma, bizi dağa taşıma!, Kürtlere uzanan eller kırılsın!, Güneşe uzanan eller kırılsın!, Eşitlik, kardeşlik, Kürt ulu-suna özgürlük!” sloganları atıldı.

Diğer sendikalara gelince, DİSK temsili düzeyde katılım gösterdi. Dev-Sağlık İş, Emekli-Sen pankart-ları ile yürüdüler. Türk-İş’e bağlı sen-dikalardan, TÜMTİS, Petrol-İş, Tez Koop-İş, Deri-İş pankartları arka-sında yürüyenlerin sayısı az da olsa, bu sendikaların eyleme katılmış ol-ması olumludur.

Partilerden; ÖDP, SDP, EMEP, EHP, TKP, DTP; dergilerden; Mücadele Birliği, Partizan, Alınteri, Kaldıraç,

Odak, İşçi Mücadelesi, Tüm İGD, Köz; platformlardan, DHP, SODAP, BDSP, TÖP, ESP ve Halk Evleri, Öğrenci Kolektif leri, BATİS, ÇHD vd. katıldılar.

Yürüyüş boyunca, miting sırasında çok çeşitli sloganlar atıldı. Kimi slo-ganlar şunlar: “Madem çıktı tez-kere, Bilal gitsin askere!, Türk, Kürt, Ermeni, Yaşasın halkların kardeşliği!, Faşizme karşı omuz omuza!, Susma haykır halklar kardeştir!, Katil ABD, işbirlikçi AKP!, Zafer direnen emek-çinin olacak!, Eşit, özgür, demokratik Türkiye!, Bıji bıratıya gelan!, Savaşa hayır, barış hemen şimdi!, Gün ge-lecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek!, Kurtuluş yok tek ba-şına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz! Faşizme ölüm, tek yol devrim!”

Miting alanında, KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğa ncı , TTB Genel Sekreteri Altay Ayaz birer konuşma yaptılar.

İsmail Hakkı Tombul; “Silahların susmasını, Kürt sorununa demok-ratik çözüm” talep etti. Mehmet Soğancı; “sosyal devlet” istedi. Altay Ayaz; “Eğitim, sağlık ve sosyal gü-venlik haklarını piyasaya teslim” et-meyeceklerini vurguladı.

Yürüyüş sırasında, miting alanında atılan sloganlarda, yapılan konuş-malarda, öne çıkan nokta meclisten çıkan tezkere karşıtlığı, hazırlanan savaşa karşı barış vurgusu idi.

Türk devleti tarafından savaş kış-kırtıcılığı yapıldığı, savaş hazırlıkla-rının tamamlandığı, şovenist histeri-nin sokakta kol gezdiği bir dönemde, böylesi bir mitingin gerçekleştirilmiş olması olumludur. Binlerin, onbinle-

rin bir araya gelmiş olması, yürüyüşe ve mitinge damgasını vuran reformist yaklaşımlara rağmen olumludur.

Yapılan konuşmalarda, hazırlanan savaşın nedenleri, kime karşı hazır-landığı, kime karşı yapılacağı vb. konularına hiç değinilmedi. Genel halkların kardeşliğine, bir arada ya-şama, barışa vb. vurgu yapıldı.

Öyle ki, alana girmeden arama noktası önünde bekleyen Tertip Komitesi görevlileri, üzerinde “Kürt halkına yönelik operasyonlara ha-yır!” yazan dövizimize, polise veri-len listede olmadığı gerekçesi ile el koymak istediler. Üstlerine vazife ol-mayan işe kalkışan görevlilere döviz teslim edilmedi. Arama noktasından geçildi. Döviz alanda müdahale ol-madan açıldı, taşındı.

YDİ Çağrı olarak, 3 Kasım eyle-mine blok kurarak yürüme yerine güçlü propaganda grubu olarak ka-tılmayı kararlaştırdık. Çeşitli iller-den gelen okurlarımızla da buluşarak planladığımız işleri yaptık. Yürüyüş sırasında ve alanda, “Operasyonlara hayır! Türk şovenizmine hayır!” baş-lıklı bildirimizden binlerce adet da-ğıttık. Kasım sayımızın satışını yap-tık. Üzerlerinde, “Kürt halkına yöne-lik operasyonlara hayır!, Halkların kardeşliği için tek yol devrim!, Sınır ötesi operasyona hayır!” yazan döviz-leri taşıdık.

Miting, Sevinç Eratalay, Grup Kızılırmak ve İlkay Akkaya’nın ver-dikleri konser eşliğinde çekilen ha-laylarla son buldu.

Özgür, demokratik ve eşitlikçi bir ülke devrim işidir!

4 Kasım 2007 ✓

“Özgür, Demokratik ve Eşitlikçi bir Türkiye” mitinginden notlar…

Page 5: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

halkların kardeşliği için

5

HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ( Y C B ) A b d u r r a h m a n Ya l ç ı n k a y a ; B a ş b a k a n

Erdoğan’ın DTP’liler için söylediği; “Meclis’ten atalım da dağa mı çık-sınlar” sözlerinden bir gün sonra Demokratik Toplum Partisi (DTP) hakkında Anayasa Mahkemesi’ne kapatma davası açtı.

Bu kapatma davasından önce, ka-çırılan 8 askerin DTP’li vekiller ta-rafından teslim alınarak Türk yet-kililere teslim edilmesiyle; Cemil Çiçek, ‘Suçüstü ya ka landı lar’, Cumhurbaşkanı ‘Takdir edilecek, hoş görülecek bir davranış değil bu’ dedi. Başbakan, aynı üslup ve beyan-larla konuştu. Büyükanıt’ın, ‘Partinin adını bile ağzıma almak istemiyo-rum’ beyanları üzerine hukuki linç kampanyası start aldı.

DTP’li vekillerin neredeyse her söylediği söze savcılar dava açtı. Burjuva medya da boş durmadı, linç kampanyasının uzantısı haline gele-rek görevini başarıyla yerine getir-menin, reklamlardan cebe indirilen paraların mutluluğunu yaşadı.

DTP’ye saldırılar, Dağlıca’da 12 askerin çatışmada öldürülmesi ve 8 askerin PKK tarafından kaçırılması üzerine başlatılan linç kampanyası ile doruğa ulaşmıştı. Sokaklar okul-larda ellerine bayrak tutuşturularak sokağa döktürülen minnacık çocuk-larla dolduruldu. Eline bayrağı ala-rak “Şehitler ölmez vatan bölünmez”, “Kahrolsun PKK”, “Hepimiz Türk’üz Hepimiz Mehmetçiğiz” gibi sloganlar ile sokağı işgal eden bir avuç ülkücü faşist, yer yer havaya silah sıkarak güç gösterisinde bulundu, bulunu-yor. Bursa’da olduğu gibi Kürt kö-kenli esnaf ların dükkanları başını ülkücü faşistlerin çektiği bu güruh tarafından yağmalanıyor. Bu saldı-rıları protesto etmek isteyen Kürtlere ve devrimcilere ise polis anında sal-dırarak dağıtıp gözaltına alıyor.

Kaçırılan 8 askeri almak için gi-den vekiller Aysel Tuğluk, Fatma Kurtalan ve Osman Özçelik aleyhine yürütülen kampanya sonucu, vekil-ler hakkında dokunulmazlıklarının kaldırılıp 7,5 yıl hapis cezası ile yar-gılanmaları için düzenlenen fezleke meclise verildi.

Fatma Kurtalan hakkında günler-dir uydurma bir resim ile “kocası da PKK’lı kendisi de bir zamanlar PKK saflarında savaştı” diyerek linç kam-panyası yürütülüyor. Bir dizi eylemde “Kahrolsun PKK” ile “Kahrolsun Kürtler” sloganları birbirine karı-şıyor. Irkçı faşist MHP’nin “Ya sev, ya terk et” yaklaşımı ve şiarı bu ey-

lemlerde kışkırtılmış kitlelerin yol göstericisi oluyor. Eylemlerde yer yer Kürt kökenli işletmecilerin lokalleri basılıp, tahrip ediliyor, dükkânları yağmalanıyor. Eylemlere karşı se-sini yükseltme cesareti gösterenler “Vurun hain Kürde” çığlıkları ile linç girişiminin hedefi haline geliyor. Birçok Kürt emekçisi ulusal kimliği-nin açığa çıkacağı, saldırı hedefi ha-line gelebileceği korkusu içinde yaşı-yor. DTP büroları terörist faşist sal-dırıların hedefi oluyor. Şimdiye dek onlarca DTP bürosu sivil faşistlerin bombalı, molotoflu saldırı eylemle-rinin hedefi oldu. Devletin resmi faşist güçleri bir dizi DTP bürosunu “Teröristlere yardım ve yataklık” suçlaması ve delil toplama bahanesi ile bastı. DTP’li belediye başkanları, parti yöneticileri sudan bahanelerle tutuklanıyor, haklarında onlarca dava açılıyor. DTP faşist TC’nin PKK’ya karşı mücadelesinin bir aracı haline getirilmeye çalışılıyor.

Kapatma gerekçesi ve dil yasağı

Başsavcı, DTP için “devletin bağım-sızlığına, ülkesi ve milletiyle bölün-mez bütünlüğüne aykırılık oluştur-duğu, bu nitelikteki fiillerin partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlen-diği, bu durumun partinin büyük kongre, genel başkan, merkez karar ve yönetim organlarınca açıkça be-nimsendiği, bu fiillerin doğrudan doğruya parti organlarınca kararlılık içinde işlendiğini ve söz konusu fiil-lerin odağı haline geldiği” iddialarını kapatma davasına gerekçe yaptı.

Yalçınkaya; “Bölücülüğün odağı” haline geldiği gerekçesi ile, Anayasa Mahkemesine, 8’i milletvekili 221 DTP’liye 5 yıl siyaset yasağı istemi ile dava açtı. Savcının açtığı davada,

ölen DTP Ankara il yöneticisi Fevzi Kara da var. Savcı yani devlet bu dava ile Kürtlerin öncülerini tutuklaya-rak, siyaset yasağı getirerek Kürtlerin hak aramalarını engellemek istiyor. Anayasa mahkemesi Başkan vekili Osman Alifeyyaz Paksüt iddiana-menin kabul edildiğini açıklaya-rak, “yargı sürecinin bilinen usuller çerçevesinde” devam ettirileceğini, DTP’den bir aylık süre içerisinde ön savunma isteyeceklerini açıkladı.

Karar üzerine Hürriyet’e konu-şan DTP Milletvekili Sırrı Sakık, “Türkiye siyasi partileri kapatmayı, halkın iradesine gem vurmayı, bir savcının iradesine terk etmemelidir-ler.” diyerek tepkisini dile getirdi. Bir dizi liberal burjuva yazar da DTP’nin yasaklanmasına Türkiye’nin itiba-rını düşünerek karşı çıkıyor. Bunlara göre DTP, PKK ile arasına sınır çek-memekle, PKK’yi terörist ilan etme-mekle hata yapıyor. Bu tutarsız tavra rağmen devletin şahin kanadı açısın-dan bu liberal burjuva yazarların ta-vırları bile “vatan haini” olmalarına yetiyor.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının iddianamesinde Kürt diline de ya-sak var. 22 Temmuz seçimleri öncesi Kars İl Başkanı iken Kars’ın sorun-ları ile ilgili Başbakan Erdoğan’a 12 maddelik Kürtçe dilekçe yazan Mahmut Alınak’a “Bölücülük” suçla-ması ile dava açılır. Dava; SPY’nın 81. maddesi ihlal edilerek, “Türkiye’de azınlıklar bulunduğunu ileri sür-düğü, Türkçeden başka dilde propa-ganda yaptığı” iddiasına dayanarak açılır. Oysa Alınak, dilekçeyi DTP İl Başkanı sıfatıyla göndermemiştir. Buna rağmen dilekçe kapatma da-vasının gerekçeleri arasında yer aldı. Savcı dilekçeyi; “tahrik edici ve bö-lücü, toplumu geriyor, vatandaşları

birbirine kışkırtıyor, terör örgütü-nün amaçları ile örtüşüyor” diyerek, iddianamenin 141 gerekçesinden biri saydı.

Tabii ki Kürtçe’ye yasak bununla sı-nırlı değil. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’e yılbaşı kartında Kürtçe “Yeni Yılınız Kutlu Olsun” yaz-dığı için soruşturma açılmıştı. Yine çok dilli belediyecilik anlayışı nedeniyle de Diyarbakır Sur Belediye Başkanı gö-revden alınmıştı vs.

Parti kapatmaları: İsimler değişti davalar değişmedi

Bugüne kadar 26 parti çeşitli gerek-çeler ile kapatılmış durumda. Parti kapatma konusunda Türkiye dünya birincisi diyebiliriz. Parti kapatma-larda özellikle Kürt sorununu dile getiren partiler başı çekiyor. DTP’yi oluşturan siyasi hareket ilk kez 25 Haziran 1992’de kurulan Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP) ile or-taya çıktı. ÖZDEP, 30 Nisan 1993’te kapatıldı. Ahmet Türk’ün genel baş-kan olduğu ve 7 Haziran 1990’da ku-rulan HEP 14 Temmuz 1993’te aynı kaderi paylaştı. Hatip Dicle’nin lideri olduğu ve 7 Mayıs 1993’te kurulan Demokrasi Partisi, 16 Haziran 1994’te kapatıldı. DEP Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmadan önce DEP yöneticileri HADEP’i kurdu. HADEP de aynı nedenlerden dolayı 13 Mart 2003’te kapanınca DEHAP kuruldu. DEHAP hakkında kapatma davası açıldıktan sonra parti kendiliğinden kapanmış ve ekip DTP’yi kurmuştu. DEHAP’ın kapanma davası sürüyor. Şimdi de sıra DTP’de…

Bu ülkede siz parti kurarsınız ama nasıl siyaset yapacağınıza siz karar veremezsiniz. Sizi seçen seçmenini-zin talep ve isteklerini meclise taşır-ken bir yerlere danışacaksınız. Onay alırsanız siyaset yapabilirsiniz. Nasıl onay alacağınıza dair aşağıdaki açık-lamalar önemlidir.

“Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt (1 Ekim 2007-Harp Akademileri): “Terör örgütüne te-rörist diyemeyen, terör örgütü men-suplarını ‘kardeşlerimiz’ diye ta-nımlayan, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ‘bölücü’ diyen bir zihniyetle karşı karşıya bulunmaktayız. Demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, bu sorunu hukuk içinde çözmek zorundadır.”

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan (9 Kasım Cuma): “PKK’yı “terör ör-gütü” olarak ilan etmeyen DTP’lileri, isim vermeden sert bir dille eleştiren Erdoğan şöyle konuşuyor: “Kendisini

Linç kampanyasında son durak:

DTP’ye Kapatma Davası

Page 6: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

halkların kardeşliği için

6

bu ülkeye ait hisseden herkes bu ül-kenin, bu milletin bir parçasıdır. Bu ülkeye karşı yıkıcı emeller ve eylem-ler içinde olan herkes de Türk mille-tinin düşmanıdır.”

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal: (CNN Türk’te konuşurken): “Millet onları milletvekili seçti. Milletvekili, seçildiği ilin değil tüm ülkenin tem-silcisidir. Herkes seçtiği milletvekili-nin anlayışını merak ediyor. Terörle mücadelede net tavır takınmanın kaçınılmazlığı ortadadır. DTP, de-mokratik bir parti midir, yoksa terör örgütünün uzantısı mıdır? DTP, hem terör örgütünün uzantısıdır, hem de Türkiye’de hukuki siyasi parti olarak devam edecek. Böyle bir şey olabilir mi? Bu doğru değil.”

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli (13 Kasım 2007): “PKK’nın TBMM çatısı altındaki maşası ve sözcüsü olan DTP isimli bir siyasi kuruluş yer almaktadır. Etnik bölücülüğün siyasi karargâhı olan bu parti, Türkiye’yi bölmeyi amaçlayan İmralı projele-riyle ortaya çıkmıştır. ‘Demokratik Özerklik Projesi’ olarak adlandırı-lan ve resmi parti programına alı-nan bu proje, tek kelimeyle bir ihanet projesidir.”

Eğer siz yukarıdaki açıklamalara uygun siyaset yapmıyorsanız o za-man gereğine katlanırsınız. Bu ül-kede siyaset böyle yapılıyor. Türk hakim sınıf ları kendi meclislerinde kendi çıkarlarına onay verecek vekil-ler istiyorlar. DTP haklı olarak hakim sınıflarının bu baskılarına karşı; “Biz sizin memurlarınız olarak burada değiliz” diyerek tepki gösterdi.

Hakim sınıfların “demokratikleşi-yoruz” açıklamalarının nasıl içinin boş olduğu bu dava ile bir kez daha görülmüştür. Seçilen bir vekil kendi seçmenine karşı sorumludur ve onun taleplerini hayata geçirmek için uğra-şır. DTP’li vekillerin yaptıkları iş de budur. Onlar her fırsatta “şiddetin her çeşidine karşı” olduklarını ve akan kanın durmasını, bu ülkeyi bölmek için değil birleştirmek için çalıştık-larını, bunun için Kürt sorununun çözülmesi gerektiğini açıklamakta-dırlar. Hakim sınıf lar sürekli kendi gündemlerini dayatıyorlar. Kürtlerin kendi ulusal taleplerini dile getirme-leri onlar için her zaman“bölücülük” oldu.

DTP ve onun şahsında Kürtler üze-

rinde baskılar giderek artıyor. Böyle bir ortamda, tüm komünistler, dev-rimciler, ilericiler, gerçek demokrat-lar “Hepimiz Kürdüz” şiarı altında birleşmelidir. Bu özellikle Türk olan işçilerin, emekçilerin bugünkü acil görevidir.

DTP ve onun şahsında Kürt ulusu üzerindeki baskının kaynağı bu ser-maye düzeni ve onun devletidir. Bu düzenin varlığı şartlarında gerçek çözüm yoktur.

Gerçek çözüm, hakim sınıf ların tümünü, onların sömürü düzenle-rinin her biçimi ve modelini tarihin çöplüğüne gömecek olan işçilerin, emekçilerin kendi iktidarındadır.

Gerçek çözüm işçi sınıfı önderli-ğinde devrimdedir.

26.11.2007 ✓

Siyasi yasak istenen DTP’lilerin listesi:

DTP’nin kapatı lması halinde, Mardin milletvekili Ahmet Türk, Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk, Van milletvekili Fatma Kurtulan, Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Binici, Siirt milletvekili Osman Özçelik, İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncer, Diyarbakır milletvekili Selahattin Demirtaş ve Şırnak milletvekili Sevahir Bayındır’a 5 yıl süreyle siyasi yasak gelecek ve milletvekilliği de düşecek.

DTP Genel Başkanı Nurettin Demirtaş, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile görevinden istifa eden Hakkari Belediye Başkanı Metin Tekçe, ka-patılan DEP’in eski milletvekilleri, Sedat Yurttaş, Mahmut Alınak, Leyla Zana, Hatip Dicle ve Selim Sadak için siyasi yasak isteniyor.

Başsavcılığın siyasi yasak istediği diğer DTP’liler şöyle:

“Aydın Budak, Abdulkadir Fırat, Abdullah İsnaç, Abdurrahim Bilen, Ahmet Aka, Ahmet Ay, Ahmet Aydın, Ahmet Cengiz, Ahmet Narım, Ahmet Özbay, Ahmet Yalçıntaş, Akif Hamitoğlu, Alaattin Ege, Alaattin Enül, Ali Aslan, Ali Bozan, Ali Gün, Ali Sever, Arif Yayla, Aslan Kızıl, Ayfer Ekin, Ayhan Karabulut, Aynur Coşkun, Ayşe Arslan, Azize Yağız, Bahar Yeşilyurt, Bayram Bozan, Bedirhan Aklan, Bedri Arslan, Bedir Fırat, Behçet Tunç, Beşir Bekle, Burak Avcı, Burhan Yürek, Büro Görmez, Cafer Selçuk, Cemal Coşgun, Cemal Kuhak, Cemalettin Padir, Çiçek Arıç, Çimen Işık, Deniz Yeşilyurt, Dicle Manap, Doğan Erbaş, Emin Uslu, Emral Dağdelen, Erdoğan Karaca, Ethem Şahin, Eyüphan Aksu, Ezgi Dursun, Faysal Yaçan, Fehime Ete, Ferdi Sönmez, Ferhan Türk, Ferit Datlı, Fettah Dadaş, Fevzi Kara, Fuat Arslan, Funda Apak, Gülhanım Doğa n, Gü r ü Topra k, Hacer Taşarsu, Hacı Özbay, Hacı Üzen, Halil Adıgüzel, Halil İmrek, Halis Yurtsever, Halit Kahraman, Halit Taşçı, Hatice Adıbelli, Hazal Aras, Hediye Tekin, Hilmi Aydoğdu, Hilmi

Karaoğlan, Hüseyin Bektaşoğlu, Hüseyin Çalışçı, Hüseyin Kalkan, Hüseyin Şahin, Hüseyin Yılmaz, Hüsnü Koyuncu, İbrahim Erkul, İbrahim Halil Parıldar, İbrahim Sunkur, İhsan Güler, İlhan Öymen, İsmet Aras, İzzet Belge, Kemal Aktaş, Kemal Çağlan, Kenan Demir, Kudret Ecer, Lezgin Bingöl, Lezgin Örnek, Lütfi Dağ, Mahmut Aydıncı, Mahmut Güngör, Mahmut Kayar, Medeni Kırıcı, Mehmet Ali Öcalan, Mehmet A l i Ya man, Mehmet Ayas, Mehmet Bayraktar, Mehmet Cevat İnce, Mehmet Emin Acar, Mehmet Emin Yanardağ, Mehmet Emin Yıldız, Mehmet Faik Taşkın, Mehmet İnsan, Mehmet Kodaman, Mehmet Latif Alp, Mehmet Muhti Aslan, Mehmet Sait Şaşmaz, Mehmet Salih Duran, Mehmet Salih Koca, Mehmet Salim Sağlam, Mehmet Sefa Güngör, Mehmet Şakar, Mehmet Şirin Karademir, Mehmet Şirin Tetik, Mehmet Tilki, Mehmet Topçu, Mehmet Tusun, Mehmet Veysi Dilekçi, Mehmet Yaşik, Mehmet Zeki Doğru, Meliha Varışlı, Menderes Öner, Merak Kurum, Mikail Varhan, Muhlis Altun, Murat Avcı, Murat Daş, Murat Öztürk, Musa Farisoğulları,

Mustafa Atmaca, Mustafa Eraslan, Mustafa Tuç, Müslüm Kılıç, Nayif Coşkun, Nazahat Kaya, Nazime Ceren Salmanoğlu, Necdet Atalay, Nedim Taş, Nimet Özalp, Nizamettin Öztürk, Nuray Kılıç, Nusrat Akın, Onur Geldi, Orhan Miroğlu, Orhan Tunç, Osman Akkoyun, Osman İbek, Osman Taşdemir, Ömer Aşgakara, Ömer Yılmaz, Özgür Söylemez, Pakize Ukşul, Pelgüzar Kaygısız, Pınar Uzun, Ramazan Özmen, Resul Atay, Sabri Çelebi, Sabriye Burumtekin, Salih Karaaslan, Saniye Turhan, Sara Aktaş, Sebahattin Işık, Sebahattin Suvağcı, Selim Engin, Selma Irmak, Selma Söker, Serhat Ölmez, Seydi Ahmet Öcalan, Seyithan Kırar, Sırrı Keleş, Sıtkı Adsız, Sibel Öz, Sihem Akyüz, Sima Dorak, Sinan Uğur, Sultan Uğraş, Suna Akkuş, Süleyman Kılıç, Şaban Yılmaz, Şakir Acar, Şükrü Binici, Tamer Temel, Taylan Gürel, Tuncer Bakırhan, Türkan Yüksel, Uğur Saraç, Vakkas Dalkılıç, Veli Aramaz, Yakup Aslan, Yıldız Aktaş, Yıldız Bahçeci, Yusuf Kaya, Yusuf Tokdemir, Yüksel İğdeli, Zahide Besin, Zeki Aslan, Zeynep Doğan, Zeynep Karaman, Ziver Gümüş, Ziya Akdemir” ✓

15 Kasım 2007 tarihinde İHD Adana Şubesinde Kadın Platformu DTP ve Kürt halkına yapılan saldırıları kınayan bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

Platform adına basın açıklamasını Reyhan KAYIŞLI okudu. Açıklamada “Bu gün bu sorun çok tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Başta Genelkurmay ve AKP hükümeti olmak üzere, yıllardır Kürt halkının barış taleplerini gör-mezden gelerek, bölgedeki kirli savaşın devamını isteyenler, Kürt düşmanlığı üzerinden bu politikalarına devam ediyorlar. Tüm bunların etkisiyle, sokakta Kürt olduğu anlaşılan insanlar linç ediliyor, Kürtçe müzik dinledikleri için tekme tokat dövülüyor, Kürt bir vatandaşa ait olan bir mağaza yağmalanıp talan ediliyor. Bunlar yetmezmiş gibi, yasal bir parti olan DTP binaları, hükü-met partisi AKP’nin, tescilli faşist parti MHP’nin ve artık ondan hiç bir farkı olmayan CHP’nin kışkırtmasıyla, birçok yerde saldırılara uğruyor, yakılıyor. Genel merkez binası kurşunlanıyor. Bu saldırıların hiç birisinin failleri ceza-landırılmazken, DTP’nin onlarca yöneticisi gözaltına alınıyor, DTP’li belediye başkanları tutuklanıyor.” denildi.

Kadınlar son olarak açıklamada baskılar karşısında DTP’li milletvekilleri ve Kürt kadınlarıyla dayanışma içinde olacaklarını, bölgede sürdürülen ve ülke geneline yayılmaya çalışılan Türk ve Kürt halklarının kardeşliğine yönelik bu saldırılar karşısında Kürt halkının siyasi ve demokratik haklarının tanınması temelinde barışı haykırmaya devam edeceklerini belirttiler.

Basın açıklamasına İHD, DİP Girişimi, EKD, EMEP, ESP, Karşıyaka Kadın Dayanışması, Sosyalist Feminist Kolektif, DÖKH, YDİ Çağrı ve Tekstil-Sen katıldı.

15.11.2007, Ydi Çağrı / Adana ✓

DTP’ye yönelik baskılar protesto edildi

Page 7: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

halkların kardeşliği için

7

“Kaçak taşıyan tekne battı: 2 ölü”, “Mülteci teknesi battı: 5 kişi ka-yıp”, “112 kaçak şahıs yakalandı”,

“Ege’de kaçak teknesi battı”. Bunlar gazetelerde sadece bir hafta içeri-sinde yer alan haberler. Ülkelerindeki emperyalist işgallerden, iç savaşlar-dan ya da cinsel, sınıfsal, dinsel veya etnik kimliklerinden dolayı ayrımcı-lığa maruz kalmalarından ötürü her türlü tehlikeyi göze alarak ülkelerini, sevdiklerini terk etmeye çalışan bu insanların büyük bir kısmı hayalle-rine kavuşamadan ya hayatını kay-bediyor ya da ülkelerine geri dönmek zorunda bırakılıyorlar.

2006 yılı verileri dünyada yaklaşık 8 milyon 4 yüz bin mülteci olduğu yönünde. Ancak bir de kendi ülke-lerinin sınırları içinde mülteci du-rumuna düşen 25 milyon civarında insan var.

Mültecilerin hukuksal statülerini belirleyen ana düzenleme 1951 ta-rihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi ’dir. Sözleşme mülteciyi, “ırkı, dini, mil-liyeti, belli bir sosyal gruba men-subiyeti veya siyasi düşünceleri ne-deniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nede-niyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi” olarak tanımlıyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 14. maddesinde de iltica temel bir insan hakkı olarak tanımlanarak, “herkesin zulüm karşısında başka ülkelere sığınma talebinde bulunma ve sığınma olanağından yararlanma hakkı vardır” denmiş. Genel olarak tüm bu tanımlardan uzak olarak “bir mülteci, mülteci statüsüne iliş-kin prosedür ve usule bakılmaksızın mültecidir” Sözleşme’yle uluslararası bir koruma rejimi geliştirilmiştir. Yani Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) mültecilerin sığındıkları ülkede ko-runmalarını sağlamak ve ülkeye bu amaç için elinden geldiği kadar yar-dımcı olmakla görevlendirilmiştir. Bu durumda, devletler mültecileri tehlike altında oldukları yerlere geri dönmeye mecbur edemezler. Mülteci grupları arasında ayırımcılık yapa-mazlar. Mültecilerin, en azından sı-ğındıkları ülkedeki diğer yabancıla-rın yararlandığı ölçüde, ekonomik ve sosyal haklardan yararlanmalarını sağlamalıdırlar. Son olarak, devlet-ler BMMYK ile işbirliği yapmakla yükümlüdürler ve insani nedenler-den ötürü, geçici olarak sığınmacı veya mülteci hakkı verilmiş kişilerin en azından eşi ve bakıma muhtaç çocuklarının ülkeye kabulüne izin vermelidirler.

Ancak özellikle Batı Avrupa ve Kuzey Amerika devletleri, sığınma ve mülteci olarak tanınma hakkı-nın devletlerine getirdiği yüklerden

yakınarak bu hakkın kısıtlanma-sına yönelik pratikler geliştirmekte ve yukarıda bahsedilen uluslara-rası koruma rejimini büyük ölçüde tahrip etmektedirler. Af Örgütü Türkiye’nin yaptığı bir basın açıkla-masındaki verilere göre 2006 yılında 2002’ye oranla 27 AB ülkesi %53 daha az sığınma başvurusu almıştır. Ayrıca, 1951 Sözleşmesi konusunda da “ortak tutum” geliştiren AB hü-kümetleri yalnızca hükümetler ve görevlileri tarafından baskı gören kişileri mülteci olarak kabul edecek ve fakat belirli bir alandan hakimiyet kuran silahlı bir hareket tarafından tehdit edilen kişilere sığınma hakkı tanımayacaklardır. Küreselleştiği rivayet edilen dünyada söz konusu mülteciler olunca birdenbire ulusal sınırlar hatırlanmaktadır.

Türkiye’de mültecilere ilişkin ha-len geçerli olan yasa “Türk kültürüne bağlı olmayanlar, anarşistler, casuslar ve göçebelerin” mülteci ve sığınmacı olamayacağını yazan 1934 tarihli İskan Kanunu’dur. Bunun dışında 1994 tarihli bir de yönetmelik vardır. Bu yönetmelik mültecilere geçici ika-met hakkı tanır. Türkiye 1951 tarihli Sözleşme’yi de kabul etmiş ancak 42. maddesinde bulunan çekince koyma hakkını kullanarak işlevsizleştir-miştir. Özellikle Irak ve Filistin gibi halklarının gerçekten bir yaşam sa-vaşı verdikleri ülkelere komşu olan Türkiye binlerce mültecinin akınına uğramakta, bunların sadece küçük bir kısmı mülteci olabilmek için ge-rekli prosedürleri işletmekte, çoğun-luğu ise Türkiye’ye girdikleri yollarla mülteci kabul eden ülkelere olan teh-likeli yolculuklarına devam etmekte-dirler. Çeşitli yollarla Türkiye’ye gir-dikten sonra bir şekilde kolluk birim-lerine başvuranlara ise geçici ikamet için başvuru hakkı tanınmakta, baş-vurusu kabul edilmeyenler vatandaşı olduğu veya sınırından geçiş yaptığı ülkeye geri gönderilmekte, geçici ika-met izni alabilenler ise mülteci kabul eden ülkelerden biri kendilerini ka-bul edene kadar zorunlu ikamete tabi tutulacağı kente gönderilmektedir.

Türkiye de diğer ülkeler gibi sınır güvenliği vb. gerekçelerle mültecilere

kapılarını açmak istememekte, on-ları en kısa yoldan geri göndermeye çalışmaktadır. Örneğin 1993, 1994 ve 1995 yıllarında İran’la Türkiye arasında imzalanan ikili güvenlik anlaşmaları uyarınca sorgulamaları sırasında kimlikleri tespit edilenler-den 1993–94 arası 2 binin üzerinde sığınmacı İran’a iade edilmiş, bun-lardan dördü idam edilmiş bir kısmı ise hapishanelere atılmıştır.

Halklarımız da yaşadıkları baskı ve zulüm politikalarından kaçarak kur-tulmaya çalışmışlardır. Özelikle 12 Eylül faşist darbesi ve ardından Kürt ulusal hareketini sindirmek amacıyla bölgede devletin uyguladığı şiddet politikası nedeniyle bir milyona ya-kın insanımız ülke içinde mülteci du-rumuna düşerken, 1980–1999 yılları arasında 579.510 kişi Türkiye’den kaçarak sığınma aramak zorunda

kalmıştır. Türkiye BMMYK’nin veri-lerine göre ülke içinde mülteci duru-muna düşenlerin sayısı bakımından en başlarda yer almaktadır. Bölgeden batıya gelenlerse sürekli ırkçı saldırı-ların hedefi olmaktadırlar.

1948 İnsan Hak ları Evrensel Bildirgesi ve 1951 Cenevre Sözleşmesi 2. Dünya Savaşı’nın acılarının ya-şandığı ve sosyalizm korkusuyla da olsa insani değerlerin korunmaya çalışıldığı bir ortamda hazırlanıp imzalanmıştır. Oysa bugün aynı devletler Sözleşme’nin getirdiği mali yüklerden yakınmakta ve mülteci-leri sınırlarından uzak tutmaya ça-lışmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde genel eğilim mültecileri çıktıkları ülkelerde BMMYK’nin denetimin-deki kamplarda tutmak şeklindedir. Ülkelerini yüksek duvarlarla mülte-cilere karşı koruyan devletler, onları kabul ettiklerinde dahi ayrımcı po-litikalarını sürdürmektedirler. Yerel halk tarafından dışlanan, ırkçı kış-kırtmalara ve saldırılara hedef olan, devletlerin gözünde terörist ve po-tansiyel suçlu olarak görülen ve sü-rekli kolluk güçleri tarafından taciz edilen (örneğin bir karakolda silahla öldürülüveren), ucuz işgücü olarak sömürülen bu insanların aslında çok basit bir isteği bulunmaktadır. Tüm insanlar gibi hayatlarını korkmadan sürdürebilmek.

24.11.2007Bir YDİ Çağrı okuru ✓

Dünyanın lanetlileri: Mülteciler

21 Ekim’de Dağlıca baskınından sonra, tüm yurtta olduğu gibi

Mersin’de de faşistler iş başınday-dılar. Gün geçmiyordu ki devrimci-demokrat kurumlar bir baskına, kundaklamaya uğramasın. Ölen askerlerin yasını tutuyormuş gibi görünen faşistlerin asıl yapmak iste-dikleri; Kürt düşmanlığını, devrimci, demokrat düşmanlıklarını sahneye koymakta hiç de gecikmediler.

Polis eşliğinde Kürt mahallele-rine girip tehditler savuran faşistlere müdahale eden Kürt gençlerine, po-lis müdahale etti. Sorgusuz sualsiz gözaltına alınan bir ESP’liyi döven polislerin götürdüğü savcı, ESP’liye vaatlerde bulundu. En ufak öğrenci hareketini coplarla bastıran polisler, okul kıyafetleriyle ırkçı sloganlar atan gençlere, bir gül vermediği kaldı.

Yukarıda sayılan olayların yanında SDP ve DTP binalarına saldırılar da söz konusuydu. SDP’ye saldırı-nın ardından tüm faşist kabarışa ve tahriklere karşı SDP binasında bir araya gelen ÖDP, SDP, EMEP, İHD, EKD, SEH, 78’liler Derneği, Halkevi, KESK Şubeler Platformu

temsilcileri:“Toplumdaki gerginlik ile bir Türk-Kürt çatışmasının körüklen-mesinden kaygılanıyoruz” dedikleri açıklamayı; “şimdi farklı şeyler söyle-menin yanında farklı şeyler de yapma zamanıdır.” sözleriyle bitirdiler.

Bu faşist dalgaya katılanları baş-lıca iki gruba ayırabiliriz. Birincisi, yeminli faşist çetelerdir ki bunlara söyleyecek fazla sözümüz yok. Onlar görevlerini yapıyorlar. Fakat birgün kendi kan deryalarında boğulacak-lardır. Bugün bu dileğimiz imkansız görünse de buna inancımız tamdır.

Bu dalgadan etkilenen ikinci gruba gelince, asıl muhatabımız olan bu gruba sözümüz şudur:

Devlet yönetimini elinde bulundu-ran yönetici, ezen, burjuva tabakası kendi çıkarlarını toplumun tüm ke-simlerinin çıkarlarıymış gibi göster-mede çok ustadırlar. Senin çıkarın emeğin, barışın, devrimin yanında-dır. Faşizmin, savaşın, sömürünün yanında değil.

Yaşasın halkların kardeşliği!Halkların kardeşliği için tek yol

devrim! Bir Ydi Çağrı okuru/Mersin ✓

Faşizmin Mersin kolu da iş başındaydı

Page 8: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

yeni kadın dünyası

8

Tüketim çılgınlığı ve kadının cinsel sömürüsü

25 Eylül tarihinde İstanbul’un Ümraniye semtinde ilk mağazasının açılışını ya-

pan dev elektromarket zincirinin kapısının önünde yaşlısı genci, ka-dını, çocuğuyla 6 bin kişinin bekle-diği uzun insan kuyrukları. Mağaza kapılarının saat sekizde açılmasıyla çıldırmış gibi içeriye hücum eden in-sanlar. Herkesin lazım olsa da olmasa da yangından mal kaçırır gibi kaptığı ürünle kasada soluğu aldığı, birbirle-rinin ellerinden ürünleri almaya ça-lıştığı, izdiham nedeniyle bazılarının ezilme tehlikesi geçirdiği bir kendin-den geçme hali... Yoğunluk nedeniyle kapılarını kapatmak zorunda kalan mağazaya giremeyenlerin tepkile-rini bağırıp çağırarak, kapıları tek-meleyerek gösterdiği, polisin dağıt-mak için biber gazı kullandığı insan manzaraları...

Tabii bütün bunların bir nedeni vardı. Türkiye’de ilk mağazasını açan MediaMarkt bazı ürünlerini ucuza satışa çıkarmıştı. 25 Eylül’den 28 Eylül’e kadar sürdürülmesi planla-nan kampanya, promosyonlu ürün-lerin stoklarının aynı gün tükenme-siyle ilk günden sonlandırıldı.

Bu yazımızla MediaMarkt somu-tunda kadınların reklamlardaki cin-sel sömürüsüne ve insanların tüke-tim çılgınlığının hangi boyutlarda olduğuna değinmek istiyoruz.

Fakat isterseniz önce MediaMarkt’ın ne olduğuna kısaca bir bakalım.

İ lk mağazasını 1979 y ı l ında Almanya’nın Münih kentinde açan MediaMarkt, 1989 yılında Fransa’da açtığı mağazası ile ilk kez yurtdışına açılır. İstanbul Ümraniye, Eskişehir ve Mersin’de açtığı yeni şubelerle birlikte Avrupa’nın toplam 15 ül-kesinde 470’in üzerinde mağazası bulunuyor. MediaMarkt 2006 itiba-riyle 15.2 milyar Euro net geliriyle ve 42.409 kişilik çalışanıyla Avrupa’nın en büyük elektronik market zinciri durumunda.

MediaMarkt’ın Almanya’da kul-

landığı ve adeta özdeşleştiği reklam sloganı “Ben aptal değilim” sloga-nıdır. Bununla MediaMarkt; ‘Ey tüketici bizde bu kadar çok olanak varken gidip başka yerden alışveriş yaparsan sen aptalsın. Eğer diğerleri gibi aptal olmak istemiyorsan sana sunduğumuz ‘sonsuz fırsatlardan’ yararlanırsın!’ demek istiyor. Yani

aptal olup olmadığınızı anlamak için fazla birşey yapmanıza gerek yok. MediaMarkt’tan alışveriş yapıp yap-madığınıza bakmanız yeterli!

Türkiye’de 90’lı yıllardan itibaren büyük alışveriş merkezlerinin sayı-sında gözle görülür bir artış gerçek-leşti.1993 yılında yalnızca 4 alışveriş merkezi bulunurken bugün bu sayı 140’ın üzerinde. 67 alışveriş merkezi ise çok yakında faaliyete geçmek üzere inşaat halinde. Kısacası, inşaat halindeki alışveriş merkezlerinin de yakında tamamlanmasıyla, 15 yıl gibi bir süre içinde alışveriş merkezi sayısı 4’ten 200’e çıkmış olacak. Bu dönemde açılan onlarca süper ve hi-permarketi bu listeye eklemiyoruz bile…

Bu kadar kısa bir zaman içerisinde dev alışveriş merkezleri ile ilgili bu

patlama ister istemez büyük reka-betleri de beraberinde getiriyor. Bu rekabette ayakta kalabilmek ve daha fazla büyümek için yapmadıkları şey yok gibi.

Çok çeşit, geniş mekan, yoğun rek-lam kampanyaları, bol taksitli seçe-nekler ve çok sınırlı promosyonlar-daki düşük fiyatlarla tüketim çılgın-lığı her gün biraz daha körükleniyor.

Fakat bu “ucuzluk” durumu, başka şeylerin yanında bu sektörde çalışan binlerce işçinin çalışma standartları-nın düşürülmesiyle, ücretlerinin dü-şük tutulmasıyla ve sendikalaşmanın önünde bin bir türlü engelin çıka-rılmasıyla mümkün oluyor. Çığ gibi

büyüyen perakende şirketlerindeki çalışma koşulları bunun açık göster-gesi. Büyük alışveriş mağazalarının önünden geçerken gözümüze çarpan o “ucuz “ ürünler ve belki de ucuz-ladığı için sevindiğimiz ve tüken-meden almak istediğimiz o ürünler; üretim aşamasından ürünün satışa sunulması aşamasına kadar binlerce işçinin adeta kölelik koşullarında ça-lıştırılması ile mümkün oluyor.

Bugün MediaMarkt gibi perakende alışveriş merkezlerinde çalışan işçi-lerin çok küçük bir azınlığı sendikal örgütlülüğe sahip. Bu sendikalaşma ise uzun ve meşakkatli bir mücadele ve çok sayıda işçinin işten atılması sonucunda gerçekleşebiliyor. Büyük çoğunluk hâlâ sendikasız, sigortasız, esnek çalışma koşullarının dayatıl-dığı, iş güvencesinden yoksun, uzun

çalışma saatlerinin uygulandığı ağır bir sömürü ile karşı karşıya.

Bundan birkaç hafta önce ya-yınlanan Uluslararası Sendikalar Kon fe d e r a s yonu’nu n ( I T UC) “Sendikal Hak İhlalleri” raporunda MediaMarkt’ın Polonya Gdansk’taki mağazasında yaşanan bir sendika-laşma mücadelesine yer veriliyordu. Gdansk mağazasındaki sendikal ör-gütlenmeden iki gün sonra bir sen-dikacı işten atılmış, ardından bazı işçilere işyerinde sendikaya ihtiyaç olmadığına dair bir açıklama imza-latılmak istenmişti. İşveren baskı-larıyla iki sendika üyesi istifa etmiş, ikisinin geçici iş sözleşmesi yenilen-memiş, bir işçi ise işten atılmıştı.

Bu madalyonun bir yüzüydü. Diğer yüzü ise yukarıda çizmeye çalıştığı-mız MediaMarkt’ın İstanbul’daki açılışında yaşanan görüntülerin resmi idi.

Tüketim Toplumu?

Tüketim toplumu tabiri ilk olarak Batı’da ‘sanayileşme sonrası’ ortaya çıkan toplum şeklini tarif etmek için kullanılmaktadır. Teknolojinin geliş-mesi ile birlikte üretimin artmasıyla hızla değişen arz-talep dengesindeki uyuşmazlık kapitalist burjuvaziyi farklı politikalara itmiş, üretilen-lerin hızlı tüketimini sağlayabil-mek için her türlü yolu denemeye başlamışlardır.

Bu yolların en önemlileri elbette ki yazılı basın ve televizyonun yanı sıra son yıllarda oldukça büyük bir yaygınlık kazanan İnternet, tüke-tim toplumunu yönlendirmede ve manipule etmede kullanılan başlıca kaynaklardır.

Giderek sonu gelmez bir şekilde uzayan ve derinleşen reklamlar bir yana, her akşam on milyonlarca in-san ekranları başında izledikleri dizilerde onlarca çeşit alışveriş mer-kezi, lüks takım elbise, ayakkabı, ak-sesuar, otomobil, cep telefonu, bilgi-sayar, mobilya, beyaz eşya ve mutfak gereçleri, gıda ürünleri görmeleri, kesinlikle tesadüf değil.

Bu lu şma ve v a k it geç i r me mekânlarının alışveriş merkezleri olması, semtlerin alışveriş merkez-leri ve marketlerle anılması, otobüs duraklarına alışveriş merkezi ismi

MediaMarkt deyince aklınıza ne geliyor? Durun biz söyleyelim.

Biz aptal mıyız?...

Page 9: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

yeni kadın dünyası

9

verilmesi gibi birçok şey de tüketimi kutsallaştıran ve özendiren etkenler arasında yer alıyor.

MediaMarkt’ın Ümraniye’deki açı-lışında insanların delirmiş gibi ma-ğaza hücumunun ardından yarım saatlik bir süre içerisinde 5 bin 300 televizyon ve 800 tane dizüstü bilgi-sayar satılıyor!

Jean Baudri l la rd ’ın, Ay r ınt ı Yayınları tarafından Türkçeye çev-rilen “Tüketim Toplumu” adlı kita-bında belirttiği gibi; artık ihtiyaçlar medya tarafından belirlenmekte, neyin ihtiyaç olduğunu düşünecek zamanı bulamayan tüketici önüne sürülen alternatiflere ‘evet-hayır’ ce-vabından birisini verebilecek kadar bir zamanı ancak bularak şuurlu ol-maktan çok gayri iradi ve şuursuz bir şekilde cevaplar üretmektedir.

Kapitalist burjuvazi azami karlar elde etmek için toplumu mümkün olduğunca daha fazla tüketime yön-lendirmek istiyor. Bu nedenle “orta-lama insan” ne kadar bu tüketim çıl-gınlığının içine çekilebilirse o ölçüde başarılı olunmuş demektir.

Tüketicilerin davranışlarını yön-lendirmede çok önemli bir yere sa-hip olan televizyon reklamcılığı, bu alanda ciddi yatırımlar yapılarak geliştirilmekte, insanların eğlene-rek ve hoşlanarak seyredeceği şekle sokulmaktadır.

Hala “annesinin televizyonunu, margarinini, çamaşır makinesini kullananlar“ dışlanmakta yeni mo-deller sunulmaktadır. Artık öyle bir noktaya gelinmiştir ki alabilecek du-rumda olan insanlar, “alayım mı?” sorusunun yerine “hangisini almalı-yım?” sorusunu geçirmişlerdir.

Kitle iletişim araçları içerisinde he-def kitleyi en fazla etkileme gücüne sahip olan araç televizyondur kuş-kusuz. Çünkü geniş bir izleyici kitle-sine sahip olan televizyon aynı anda hem göze hem de kulağa hitap ettiği için insanların ürün hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasını sağlamak-tadır. Televizyonda reklamı yapı-lan ürünün çekici kılınabilmesinde reklamlarda kullanılan oyuncuların önemi de çok büyüktür. Hedef kitle-nin özellikleri dikkate alınarak genç ve güzel kadınlar, yakışıklı erkekler reklamlarda görülmektedir. Reklamı izleyen kişi kendisini bu oyuncu-larla özdeşleştirerek reklamı yapılan ürüne sahip olduğunda kendisinin de onun gibi ‘farklı ve özel” olacağını düşünür.

Burjuvazinin dünya sorunları ile ilgilenmeyen içinde bulunduğu ya-şam koşullarını sorgulamayan, hayal dünyasında yaşayan bireyci ve bencil insanlar yaratmak için yürüttüğü ça-baları küçümsememek gerekir.

Her gün onlarca “uzman” yardı-mıyla ve reklam üreten şirketleri ara-cılığıyla insanların cebindeki son ku-ruşu da çekip almak için trilyonlarca para harcanıyor.

Dünya’da bu alanda 350 milyar dolarlık bir endüstriden söz edilir-

ken, Türkiye’de 220 milyar dolar olan GSMH’nın 2.2 milyar dolarını reklam harcamaları oluşturuyor. Bileşim International’in verilerine göre Türkiye’de toplam reklam har-camaları; 1999 yılında 2 katrilyon 130 trilyon lira olarak gerçekleşmiş, bunun 1 katrilyon 490 trilyonu tele-vizyonlara ilişkin reklam harcaması olmuştur.

Burjuvazinin bu çabası bir yan-dan tüketim çılgınlığını körüklerken diğer yandan da işçi ve emekçiler uyuşturularak toplumsal bilincinin köreltilmesine, içinde yaşadığı kötü duruma isyan etmeyen edilgen in-san kitlelerinin yaratılmasına hizmet ediyor.

Reklamlarda Kadın Cinselliğinin Sömürüsü

Alman elektronik devi MediaMarkt İstanbul Ümraniye’deki gürültülü

açılışından önce kullandığı reklam sloganlarıyla dikkat çekti. İstanbul’un çeşitli semtlerinde reklam bilboard-larını süsleyen sloganlardan bir ta-nesi şöyleydi: “25 Eylül’den itibaren tıpkı Nataşalar gibi en çekici aletleri aynı çatı altında bulacaksınız”.

1990’lı yıllarda geniş kitlelere sos-yalizm olarak yutturulmaya çalışılan Doğu Bloku çöktü. Sözde sosyalist gerçekte sosyal faşist-sosyal emper-yalist olan bu rejimlerin bir bir çök-mesiyle birlikte burjuvazinin “sosya-lizm öldü” demagojisinin ötesinde bir gerçeği de açığa çıkardı. İnsanların yıllarca sosyalizm adına nasıl sömü-rüldüklerini, aç ve yoksul bırakıldık-larını, güya komünist olan partilerin başındakilerin ezilenlerin sırtından nasıl zenginleştiklerini gösterdi. Doğu Bloku’nun çöküşü ve kapıların açılması ile birlikte çökenin sosyalizm olduğuna, kapitalizmin sosyalizmden daha iyi olduğuna inanan binlerce insan ‘daha iyi bir yaşam için’ geride ailesini çoluk çocuğunu bırakarak göç yollarına düştü. Buralardan göç alan ülkelerden bir tanesi de Türkiye oldu. Özellikle Moldova, Ukrayna ve Rusya’dan göç eden kadınlar ço-cuklarını, eşlerini geride bırakarak geldikleri Türkiye’de çalışıp para bi-riktirdikten sonra ailelerinin yanına dönmeyi planlıyorlardı. Türkiye gibi milyonlarca işsizin olduğu bir ülkede insan tacirleri tarafından kandırıla-

rak getirilen kadınların önemli bir çoğunluğu seks kölesi olarak çalıştı-rılmaya başlandı. Gazetelerin ikinci sayfasında gün geçmiyor ki isimleri Nataşa, Tatyana, Olga…olan kadın-ların fuhuş yaptırıldığı randevu ev-leri, otel odalarının basıldığına dair haberler okumayalım!

Türkiye’de Nataşa kelimesi bir kav-ram haline geldi. Nataşa dendiğinde insanların aklına bedenini para kar-şılığı satan yabancı uyruklu kadınlar geliyor.

Erkek egemen kapitalist toplum iki-yüzlüce bir tavırla bir yandan Nataşa olarak adlandırılan bu kadınların ‘Türk aile yapısını’ bozdukları, ‘Türk erkeğini baştan çıkardıkları’ propa-gandasını yaparken diğer yandan da bu kadınların sırtından inanılmaz paralar kazanılıyor. Kazanılan para-lar sadece kadınların fuhuş karşılığı kazandırdığı paralar değil aynı za-manda MediaMarkt reklamında da

görüldüğü gibi Nataşa söylemiyle ka-dınların cinsel sömürüsü üzerinden de kazanılan paralar.

MediaMarkt’ın bu sloganı kapi-talist sistemin iğrenç erkek egemen yüzünü daha iyi ortaya koyamazdı! Elektronik eşyaların esas alıcılarının erkekler olduğunu bilen MediaMarkt patronları, kadınları birer cinsel obje, alet olarak göstererek esas he-def kitle olan erkeklerin ilgisini çek-meye, onların cinsel arzularına hitap etmeyi amaçlıyor. Bu arada kadınla-rın bir meta olarak iğrenç bir şekilde aşağılanmasında ise bir sakınca görmüyor!

MediaMarkt’ın kadın cinselliğini reklam aracı olarak kullanması sa-dece Türkiye’ye özgü bir durum değil. Reklam içeriğinin esasını ka-dının cinsel sömürüsü üzerine ku-ran MediaMarkt bulunduğu bütün ülkelerde kullandığı sloganlarda ka-dınları aşağılayan, onları erkeklerin zevk aracı olarak gören bir reklam stratejisi izliyor. MediaMarkt’ın ka-zandığı paralara ve hergün gelişerek büyümesine bakıldığında görünen o ki bu konuda hayli başarılıda oluyor ne yazık ki!

Reklamlarda kadının cinsel sömü-rüsü MediaMarkt’la sınırlı değil tabii ki. Bugün kadın cinselliğinin sömü-rülmediği bir alan ister sanat, müzik, ister reklam olsun hemen hemen yok gibi.

Kapitalist sistemde her şey alım-satım ve pazar üzerine kurulu ol-duğu için erkek egemen sistem kadın cinselliğini de meta haline getirdi. Ataerkil toplumun hakim hale gel-mesiyle birlikte kadın cinselliğinin bir meta haline gelmesi kapitalist em-peryalist toplumda zirvesine ulaştı.

Reklamda kullanılan cinselliğinin etkileri üzerine yapılan araştırma-larda elde edilen sonuçlara göre, ka-dın cinselliğinin tüketicilerin satın alma motivasyonunu harekete geçir-mede daha çok işe yaradığını ortaya koyuyor.

Kadınların reklamlardaki cinsel sömürüsü sadece kozmetik, giyim, ev eşyası, sağlık ürünleri gibi kadınla özdeşleştirilen reklamlarla sınırlı de-ğil. Kadın cinselliği gelinen yerde ör-neğin banka, otomobil reklamlarında da yoğun bir şekilde kullanılıyor.

Kadınların vücutları, reklamı izle-yenler tarafından seyirlik malzeme olarak görülüyor. Kadının bacakları, dudakları, saçları…yoğun bir şekilde ön plana çıkarılarak insanlar satın almaya teşvik ediliyor. Kadınlar rek-lamlarda genellikle ‘doğaları gereği’ itaatkar, edilgen, bağımlı ve güçsüz gösterilirken örneğin erkeklerin rek-lamlarda kullanılması bunun tam tersidir! Erkekler kadınlar gibi çıp-lak gösterilmemekte en iyi halde ka-dınlarla birlikte yarı çıplak gösteril-mektedir. Erkeklerin reklamlardaki kullanımı güçlü ve güven veren tip-lemelerdir. Erkek kimi zaman iyi bir aile babası, kimi zaman iyi bir doktor ya da uzman olarak (diş macunu rek-lamı) karşımıza çıkmaktadır.

Hayatın her alanında olduğu gibi medya ve reklamcılık alanında da erkek egemen toplum sadece kadın-ların cinsel sömürüsü ile yetinme-mekte aynı zamanda kadınları er-kekler karşısında küçümseyerek, on-ları erkeklerden daha aşağı bir varlık gibi göstermektedir.

Hayır... Biz aptal değiliz!

Çünkü biz biliyoruz ki erkek egemen-liğine karşı mücadele aynı zamanda kapitalist sömürüye karşı mücade-leyi de gerektirir. Kadınların her gün karşılaştıkları ve çoğunluğun belki de hayatları boyunca yaşayacakları erkek egemenliğinin doğrudan gös-tergeleri olan şiddet, taciz ve tecavü-zün yanı sıra Mediamarkt örneğinde olduğu gibi kadınların cinsel sömü-rüsü de kapitalist toplumun ayrıl-maz bir parçası. Kadın hareketinin medyada kadının cinsel sömürüsüne karşı yürüttüğü mücadele ne yazık ki minimum seviyededir.

Kadına yönelik şiddete karşı müca-dele yürütürken bu alanda da bilinç-leri uyandırarak mücadele etmeliyiz.

Mediamarkt patronlarına ve bü-tün kapitalist sömürücülere aptal ol-madığımızı göstermenin en iyi yolu budur!

Aralık 2007 ✓

Page 10: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

yeni kadın dünyası

10

kadın larla ve Telekom işçisi grevci kadınlarla” gös ter i len d a y a n ı ş -maya vurgu y a p ı l a r a k “ K a d ı n a yönelik şid-dete karşı e n g ü ç l ü silahımızın örg üt lü lü-ğümüz ol-duğu bilin-ciyle sesleri-mizi, yürek-

lerimizi birleştirelim.” çağrısı ile son buldu. Açıklama hem Türkçe, hem de Kürtçe olarak yapıldı.

Yürüyüş sırasında “Gelsin baba, gelsin koca, gelsin patron, gelsin dev-let, gelsin cop inadına isyan, inadına özgürlük”, “Kadına yönelik şiddete son”, “Jin jiyan azadi”, “Yaşasın kadın dayanışması”, “Novamed’li kadınlar yalnız değildir”, ve “Telekom işçi-leri yalnız değildir” sloganları atıldı. Yürüyüşte ayrıca “Kadına yönelik şiddet devrimle son bulacak!” ve “Yaşasın Novamed’li kadınların grev mücadelesi” yazılı dövizler taşındı.

Bizler de Yeni Dünya İçin Çağrı okuru kadınlar olarak bu yılki etkin-liklere aktif olarak katıldık. Hafta içe-risinde ve 25 Kasım paneli öncesinde şehir merkezinde kadınlara bildirile-rimizi yoğun bir şekilde dağıttık.

vurguladı.Konuşmacıların ardından zaman

darlığı nedeniyle birkaç kişi konu-şabildi. Söz alan bir kadın salondaki çocuklu kadınları göstererek, kadın-ların bu tür toplantılara katılsa dahi sorumluluklarını bir kenara bıraka-madıklarını, erkeklerin bu konuda duyarsız davrandıklarını söyledi. Bir başka kadın ise; kadınların yönetim alanlarında yer alması gerektiğini ancak Bakanlık ve Başbakanlık ya-pan kadın siyasetçileri de örnek gös-tererek sorunun bu şekilde sistem içerisinde çözülemeyeceğini, kadın sorununun erkek egemen kapitalist sistemin sorunu olduğunu ve ancak kapitalist sistemin devrimle yıkı-lıp sosyalist bir sistem kurulması ile çözülebileceğini, ayrıca sunumda devrimci-demokrat örgütler içeri-sinde de erkek egemenliğinin sürdü-ğünün ve bu alanda da kadınlara şid-det uygulandığının eksik kaldığını belirtti.

Yapılan konuşmaların ardından kültürel bölüme geçildi. Bu bölümde Karşıyaka Kadın Dayanışması’ndan kadın lar ın hazırlamış olduğ u Bursa’da iplik fabrikasında yanan işçileri, sokakta tecavüze uğrayan genç bir kadını ve ev emekçisi bir kadını canlandıran skeçler sunuldu. Ardından Güney Sanat Topluluğu (GST) içerisinde çalışmalarını yürü-ten Haziran Şiir Grubu’nun teatral olarak sundukları, “Komünistlerden Kadınlara Çağrı” isimli şiir yer aldı.

Kültürel bölümün ardından sona eren etkinliğe 150 civarında kadın katıldı. Etkinliğin bitimiyle birlikte 17:00’de Adana Büyükşehir Belediyesi önünde toplanarak, Kültür Sokağına kadar meşaleli yürüyüşe geçildi. Ancak yürüyüşe yaklaşık 30 kadın katıldı, panele katılan diğer kadınlar yürüyüşe katılmadılar. Kültür Sokağı önünde platform adına basın açıkla-ması okundu. Yapılan açıklamada kadınların evde, işyerinde, sokakta gördükleri şiddete, patronların işçi kadınların ne zaman evlenecekle-rine, ne zaman çocuk sahibi olacak-larına kadar her şeye karıştıklarına değinildi. Son dönemdeki şovenist kışkırtmalara değinilen açıklamada DTP’ye ve DTP’li kadın milletve-killerine yönelik saldırılar kınandı. Açıklama “ (…) Novamed’te direnen

Kadına Yönelik Şiddete Hayır!

Bu yılki 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma ve Mücadele Günü

şovenist milliyetçi dalganın, DTP’ye uygulanan baskıların ve sınır-ötesi operasyon hazırlıklarının gölgesinde kalsa da, elimizden geldiği kadar ka-dına yönelik şiddeti bilince çıkarmak için çalışmalar yürüttük.

Biz YDİ Çağrı kadın okurları ola-rak Adana ve İstanbul’daki etkinlik-lerde yer aldık.

Adana

Adana’da bulunan diğer kadın örgüt-leri ve devrimci-demokrat kurumla-rın kadın bileşenleri ile birlikte (ÇHD, DİP Girişimi, DÖKH, EKD, EMEP, İHD, Karşıyaka Kadın Dayanışması, Sosyalist Feminist Kolektif ve SDP), yaklaşık 1 ay önceden 25 Kasım ha-zırlıklarına başladık. Diğer yıllardan farklı olarak bu yıl ortak bir salon etkinliği (forum) ve bunun ardından meşaleli yürüyüş ile basın açıklaması yapıldı.

25 Kasım Pazar günü saat 13:30’da Adana Ziraat Mühendisleri Odası’nda yapılması planlanan etkinlik saat 14’e doğru başlayabildi. Sunumlardan önce kadın fotoğraflarından oluşan bir slayt gösterildi. Salonda ayrıca kadınlarla ilgili haberlerin yer aldığı gazete küpürleri sergilendi.

İ lk konuşmayı yapan Havali Mengi kadının ev içinde ve sosyal yaşamda karşılaştığı şiddet biçimini ve buna karşı neler yapılması gerek-tiğini vurguladı. İkinci konuşmayı Küçük Dikili Belediye Başkanı Leyla Güven yaptı. Güven, DTP’li kadın-lara yönelik saldırılara değinirken, yönetim kadrolarında kadın inisiya-tifinin olması gerektiğini, eğer ka-dınlar yönetici kadrolarda olurlarsa, birçok demokratik adımın atılaca-ğını söyledi. Verilen 10 dk. aradan sonra son konuşmacı olarak söz alan Avukat Reyhan Kayışlı ise hukuksal düzlemde kadın başlıklı konuşma-sında; şu an yasalarda bulunan bir çok maddenin kadının lehine ol-duğunu ancak, uygulamada bunun pek görülmediğini söylerken, yasa-larla güvence altına alınan birtakım haklarımızı bilmemiz gerektiğini ve uygulamada eksiklik gördüğümüzde bunu dile getirmemiz gerektiğini

İstanbul

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü bu yıl bir ba-sın açıklaması ile gerçekleştirildi. Bizim de içerisinde yer aldığımız 25 Kasım Kadın Platformu, 25 Kasım Pazar günü saat 13.30’da Galatasaray Lisesi önünde yaptığı bir eylemle kadına yönelik şiddeti protesto etti. Yaklaşık 400 civarında kadının ka-tıldığı eylemde kadına yönelik her türlü şiddetin, kadın katliamları-nın, namus cinayetlerinin yer aldığı gazete küpürleri yere serildi. Elde taşınan dövizlerde özellikle kadına yönelik erkek şiddeti, namus cinayet-lerine karşı mücadele öne çıkarıldı. Metin şeklinde hazırlanan ve namus cinayetlerinde kurban giden veya ya-ralı kurtulan kadınların hikayeleri birkaç cümleyle değişik kadınlar ta-rafından aktarıldı. Aralarda da slo-ganlar atıldı. Hem sloganlarda hem de okunan basın açıklamasında, mil-liyetciliğe, sınırötesi operasyonlara, militarizme karşı mücadele çağrısı yapılırken aynı zamanda DTP’li ka-dın milletvekilleri ile dayanışma çağ-rısı, destek çağrısı yapıldı. Özelde de Fatma Kurtalan’la dayanışma çağrısı yapıldı.

Yaklaşık yarım saat süren basın açıklamasının sonlandırılmasının ardından hem eyleme katılanlara hem de çevredekilere 25 Kasım ile ilgili çıkardığımız bildirilerimizi dağıttık.

Kasım 2007 ✓

Sınır-ötesi operasyona kadınlar “Hayır!” dedi

7 Kasım Çarşamba günü İHD Adana Şubesi’nde gerçekleştiri-len basın açıklamasını kadınlar

adına Sevil ARICI okudu. Yapılan açıklamada son günlerde yaratı-lan toplumsal gerginlik ve çatışma ortamını kadınlar olarak kaygı ile izlediklerini, tezkerenin çıkartılma-sının hemen ardından kayıpların yaşanmasını yapılacak operasyon-larda yaşanacak kayıp ve acıların dü-zeyinin göstergesi olarak ifade etti. Son dönemlerde özellikle Kürtlere ve DTP’ye yapılan saldırılara göz yumanların büyüyen ateşin kendile-rini de yakabileceğini düşünmeleri gerektiği belirtildi. Kürt sorununa bir türlü demokratik bir çözüm yolu bulunamamasının faturasını Türkü ve Kürdü ile bu ülkenin insanları-nın ödediğini ve yaşanan kayıpların en çok kadınları yaraladığı belirtildi. Açıklamada “Sınır ötesi operasyonu da içerecek askeri çözüm yöntem-leri, sorunu ve yaşanan acıları daha da ağırlaştıracak, telafisi mümkün olmayan kayıplara neden olacaktır. Kürt sorununda barışa şans tanın-malıdır” denildi. Son olarak “bizler çocuklarımızı kaybetmek istemiyo-ruz ve sınır ötesi operasyonların dur-

durulmasını, tezkerenin iptal edil-mesini” istiyoruz denilerek, açıklama “tüm halkları, devrimci demokratik kurum ve kuruluşları, halkların kardeşliği ve ortak mücadelesi için, ırkçılığa şovenizme karşı birleşik bir cephe oluşturmaya ve harekete geç-meye” çağrı yapılarak son buldu.

Basın açıklaması sonrasında bir gerilla annesi ve bir asker annesi de duygularını belirttiler. Gerilla annesi duygularını Kürtçe ifade etti. Asker annesi “başbakan diyor ki sınır ötesi operasyondan Kürtler zarar görecek ama bence her iki tarafta zarar gö-recek başbakanın kendisi dışında. Türk-Kürt anneleri elele verelim gerekirse meclise yürüyelim.” dedi. Ardından basın açıklamasına son verildi.

Ortak basın açıklaması Tekstil-Sen, İHD, DTP, EMEP, DİP Girişimi, EKD, ESP, Karşıyaka Kadın Dayanışması, Sosyalist Feminist Kolektif ve Ydi Çağrı adına yapıldı. Bu örgütler ve kadın birimleri aynı zamanda 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele günü kapsamında bazı ey-lemler yapmak için hazırlanıyor.

07.11.2007Ydi Çağrı /Adana ✓

Page 11: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

EK:1

Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞRI’nın İŞÇİ EKİ

Telekom Grevinde

Zafer3 Aralık Pazartesi günü imzala-

nacak olan TİS’ne göre kapsam konusunda Telekom patronu

geri adım attı, işçilerin sendikal örgütlülüğü korunacak. Sadece idari personel kapsam dışı bırakılacak.

Eşit işe eşit ücret talebi kademeli olarak karşılanacak. İşçilerin ücret-lerine ve sosyal haklarına ilk yıl için %10, ikinci yıl için %6,5 + enflasyon oranında artış sağlanacak. Bu şekilde Telekom işçilerinin ücretleri kapsam dışında 1. tip sözleşme ile aynı unvan ve aynı kıdemdeki işçilerin aldığı üc-retlere denk getirilecek.

Grevde geçen süreler için Telekom patronu Kurban Bayramı öncesinde işçilere 200 YTL ödeme yapacak. Ücretler arasındaki farkların gideril-mesi için Telekom 2008 yılının Mart ayında 25 milyon YTL kaynak ayı-racak. Bu kaynağın yeterli olmaması durumunda ise Eylül ayında 5 milyon YTL daha ek kaynak ayrılacak. Grev sürecinde haklı nedenlerle işten çıka-rılmış olan, işten çıkarılmasına karar verilenler ve mahkeme sonucunda beraat etmiş olan personel tekrar işe alınacak. Davası devam edenlerin ise dava sonucu beklenecek, beraat edi-lenler de işe alınacak.

Telekom patronunun denkleştirme çalışması yapılması isteği reddedildi. İşçilerin çalışma süresi haftada 5 gün (toplam 45 saat) olarak devam ede-cek. Bazı müdürlüklerde 45 saatlik çalışma süresinin 6 güne yayılması halinde işçilere aylık 200 YTL ek ödeme yapılacak. Ayrıca 112 günlük

ücret üzerinden de yıllık ikramiye ödemesi yapılacak.

Telekom işçileri kendi deneyimle-rinde Telekom tarihindeki ilk grev ile hakkın verilmeyip alınacağını gördüler. Bu grev birçok işçiye sendi-kanın, dayanışmanın, mücadelenin gerekliliğini ve önemini gösterdi.

Son 11 yılın en çok “Grev Günü”

Telekom grevinde toplam 1 milyon 100 bin işgününün grev günü ola-rak geçirilmesi nedeniyle son 11 yı-lın grevlerini geride bıraktı. Yaşanan grev iş günü kaybı nedeniyle 1963 yılından bu yana özel sektördeki 4. büyük grev oldu. Ayrıca greve gi-den işçi sayısı bakımından da son yıllardaki en hareketli grevlerden biriydi Telekom grevi. Ülkenin her ilinde, birçok ilçede az sayıda ve yer yer temsili düzeyde de olsa işçi ve emekçilerin grevde bulunan Telekom işçilerini ziyaret etmeleri, dayanışma eylemleri düzenlemeleri bir hareket-lilik getirdi.

T.Haber-İş Sendikası ve Türk-İş

Telekom’da yaşanan grev Türk-İş ve bağlı sendikaların da durumunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Türk-İş Başkanlar Kurulu 8 Kasım’da toplanarak Telekom gre-vini desteklemek amacıyla Telekom patronuna bir hafta süre verdi. Türk-İş bu bir hafta içerisinde an-laşma sağlanamaması halinde kendi-

sine bağlı bulunan 33 sendika ve 650 şube ile eylemleri tüm ülkeye yayma kararını açıkladı. Ancak 15 Kasım’a kadar anlaşma sağlanamadı. Türk-İş kendi kararını dahi uygulama gereği görmedi. Oysa daha en başında diğer iş kollarındaki sendikalar harekete geçirilebilir, dayanışma eylemleri ya-pılabilirdi. Bu sayede Telekom grevi daha kısa bir zamanda ve daha fazla kazanımla sonuçlanabilirdi.

T. Haber-İş sendikası da grev ne-deniyle bir gerçeği açıklamak zo-runda kaldı. Telekom işçilerinin ai-datları ile ayakta kalan sendikanın bir grev fonu bile yoktu. Bu durum sendikanın aklının ucundan bile grevin geçmediğini gösterdi. Grevin ilk 30 günü dolduktan sonra işçilere ödenecek olan grev ödeneği Türk-İş’e bağlı sendikalardan toplanarak ödendi. Elbette burada sendikaların iyi bir dayanışma örneği gösterdik-lerini belirtmek zorundayız. Ancak bir sendikanın görevi de üyesi olan işçilerin ekonomik ve sosyal hak-larını korumak, geliştirilmesi için mücadele etmektir. Bu nedenle sen-dikalar grev, direniş vb. her türlü eylem için hazırlıklı olmak, gerekli fonları ayırmak zorundadır. Elbette sendika gayrimenkul yatırımları ile biriken parayı değerlendirebilir. Ancak bu işçilerin grevini birkaç ay yürütebilecek bir fonun ayrılmasını engellemez. Sendikalar ticari işlet-meler değil, mücadele örgütleri ola-rak kullanılmalıdır.

T.Haber-İş Sendikası Başkanı Ali Akcan Telekom patronu ile yapı-lan anlaşma sonrasında üyelerine yönelik yaptığı açıklamada grevin sonucunu Türk Telekom’un reklam-larında kullanılan sloganla “tatlıya bağlandı” olarak niteledi. Grevde “kazanan veya kaybedenin olmaya-

cağını” açıklayan Akcan “Zedelenen iş barışının hızlı bir şekilde düzeltil-mesine ve karşılıklı güven ortamının geliştirilmesine hemen başlanarak, grev süresince yaşanan olaylardan karşılıklı ders çıkarmak durumun-dayız. Biz sendika olarak iş barışının sağlanması, iş veriminin artırılması ve grev sürecinde yaşanan olumsuz-lukların ortadan kaldırılması için her türlü göreve her gün ve her saat hazırız.” dedi.

Grev, onu yok pahasına çalıştır-mak, emeğini her geçen gün daha fazla sömürmek isteyen sermayeye karşı işçi sınıfının en etkili silahıdır. Grevler sermayenin çıkarına karşı işçilerin sosyal ve ekonomik çıka-rını korumak ve geliştirmek için ya-pılır. Sendikaların da görevi budur. Patronların kârına kâr katmasını, verimliliğini düşünmek sendikaların değil patronun ve onun müdürleri-nin görevidir.

Grevi onurlu bir şekilde tamamla-yan ve kazanımla sonuçlanmasında asıl emeği geçen Telekom işçileri bu bilinçle hareket etmelidirler. 44 gün boyunca patronun, taşeronların, po-lisin, medyanın ve sermayenin diğer kurumlarının her türlü saldırısına, baskısına ve yer yer şiddetine maruz kalan Telekom işçileri bundan sonra gelebilecek saldırılara karşı şimdiden hazırlıklı olmalıdır.

Yeni Dünya İçin Çağrı Gazetesi olarak grev süresince dayanışmada bulunduğumuz, elimizden geldiği oranda desteklediğimiz, bildirileri-miz ve gazetemiz ile bu haklı mücade-leyi anlatmaya çalıştığımız Telekom işçilerinin grevinin zaferini kutluyor, onların sevincine ortak olduğumuzu belirtiyoruz.

30.11.2007, Ydi Çağrı ✓

Telekom grevi 44. günün sonunda tarafların anlaşması ile son buldu. Telekom patronunun sendikasızlaştırma dayatmalarına ve hak gasplarına karşı başlatılan grev kazanımla sonuçlandı.

Page 12: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

Ara

lık 2

007

• yen

i dün

ya iç

in Ç

AĞRI

’nın

İŞÇİ

EK

İ

EK:2

önünde “Emeğimiz onurumuzdur, Yaşasın sınıf dayanışması” yazılı Haber-Sen’in de pankartı vardı. Greve destek veren Haber-Sen’in pankartı binanın içinden gelen bir uyarıyla indirildi.

Greve katılan bir Telekom işçi-siyle sohbet ettik.

Telekom’da 38 bin çalışanın ol-duğunu, bunun 13 bininin söz-leşmeli işçiler olduğunu, onların greve katılmadıklarını ve çalış-maya devam ettiklerini anlattı. Bu 13 bin kişinin işleri düzenli yürütmelerinin mümkün olmadı-ğını söyledi. Sorunun sadece maaş zammı olmadığını, Oger şirketinin çalışanları esnek çalışma yönte-mine zorladığını öğrendik. İşveren ne zaman isterse işçileri o zaman işe çağıracak veya çağırmayacak. Bu şekilde sendikasızlaşmaya zor-landıklarını anlattı. Yüksek maaş almadıklarını, 1.150 Ytl maaşla çalıştıklarını, bu paranın 400-500 YTL’sini kiraya, 400-500 kadarını da çocukları okutmaya harcadık-larını, insanca yaşamak için yeterli maaş alamadıklarını ve bunun için mücadele edeceklerini anlattı.

Son dönemde medya tarafından gündeme getirilen kablo kesme olayını sorduk. Bu işin kendileriyle ilgisinin olmadığını anlattı. Bu işin taşeron firmanın yapmış olabileceğini dile getirdi. Kendi haklı mücadelelerini engellemek ya da ertelemek niyetiyle bu sabotajın ya-pılmış olabileceğini, kendi oturdukları dalı kesecek kadar çaylak olmadıklarını belirtti.

İşçiler ayrıca boyalı ba-sınla ilgili şikayetlerini de dile getirdiler. Gazetelerin hepsinin patronların ya-nında yer aldıklarını söyle-diler. Gazete patronlarının 25 bin işçiyi dikkate alma-maları onları şaşırtmış. “Bizim günlük 25 bin gazete tüketeceğimizi nasıl hesap-lamazlar” diyorlar.

İşçiler bu işin fazla uza-mayacağını düşündüklerini eklediler.

... (17 Ekim 2007)

KADIKÖY

6 aylık görüşmelerin anlaşmazlıkla sonuçlanmasıyla Türk Telekom’da 25.600 işçi 16 Ekim’de greve çıktı. Greve çıkan işçileri işyerlerinde zi-yaret ettik. 20 Ekim’de Kadıköy’de üç işyerini gezerek işçilere destek ziyaretlerinde bulunduk.

İlk olarak Altunizade’de bulu-nan Şebeke Santralini ziyaret et-tik. Burada nöbet tutan iki işçiyle sohbet ettik. İşçiler ilk önce sen-dika sorumlularını arayarak bizim hakkımızda bilgi verdikten sonra, bizimle konuşmalarının sakınca-sının olup olmadığını sordular.

Biz, bizim aylık olarak yayın-lanan bir işçi gazetesinin muha-birleri olduğumuzu, grevlerini desteklediğimizi, grevlerini du-

YENİ İŞÇİ DÜNYASI

Telekom Grevinde Zafer EK:1

Telekom Grevinden izlenimler EK:2

Telekom Grevinde Kadınlar EK:5

SCT Grevi EK:5

BMİS Bursa Olağan Genel Kurulu çekişmeli iki liste temelinde yapıldı EK:6

Enmersan’da sendikalaşan işçiler işten atıldı EK:7

Graniser’de greve doğru… EK:7

“İşçi sınıfı örgütlü olursa kazanır!” EK:8

“İnsan ihale ile çalıştırılmaz! Sağlıkta taşeron olmaz!” EK:8

İÇİNDEKİLER

Telekom Grevinden izlenimler

yurmak için haberini yapmak is-tediğimizi belirterek işçilere bazı sorular sorduk.

İşçiler genelde fazla bilgilerinin olmadığını, ancak temel istemle-rinin eşit işe eşit ücret temelinde, kendileriyle aynı işi yapan memur-lara %38 zam yapılırken, kendile-rine de bu oranda zam yapılması gerektiğini söylediler.

... (22 Ekim 2007)

GAYRETTEPE

17 Ekim 2007 tarihinde Türk Telekom Gayrettepe merkez bina-sına vardığımızda kalabalıkla kar-şılaşacağımızı umuyorduk. Fakat 8-10 kişilik grev gözcüsü binanın 3 kapısına dağılmıştı. Büyük kapının

İSTANBUL ANADOLU

Türk Telekom grevini YDİ Çağrı Anadolu yakası okurları olarak, ikinci gününde Yakacık’ta, üçüncü gününde de Küçükyalı’da ziyaret ettik.

Özellikle Küçükyalı’nın kalaba-lık olacağını düşünüyorduk, fakat grev yerine vardığımızda sadece dört grev gözcüsü vardı. Biz gitti-ğimizde TEZ KOOP İş’ten örgüt-leme uzmanları da geldiler. İşçilere kendimizi tanıttık. İşçilere YDİ Çağrı’dan geldiğimizi söyledik, dergimizi ve işçi ekini verdik.

Grevdeki işçilerle talepleri üze-rine sohbet ettik.Türk Telekom işçilerinin ana talebinin aynı sta-tüde, aynı kıdem yılında olup bir-likte çalıştıkları sendikasız işçiler-den daha az ücret almaları.

Sendikasız işçilere daha fazla ücret ödeyen patronun esas derdi-nin sendikasızlaştırmak olduğunu söylediler.

Grevdeki işçileri rahatsız eden diğer bir konu ise, kendi ücretle-rinin başkaları ile kıyaslanması ve kamuoyunda ücret lerinin fazla olduğu imajının yayılması. Kamuoyu desteğini kesmek için burjuva medyanın yoğun bir kam-panya yürüttüğünü söylediler.

“Eğer bizim ücretlerimizi kıyas-layacaklarsa, aynı işi yaptığımız sendikasız işçilerle kıyaslasınlar” diyor işçiler. Bir işçi bizim derdi-miz sendikasız arkadaşların fazla ücret alması ya da ücretlerinin düşürülmesi değildir, onlar bizim kardeşlerimiz bizim derdimiz sen-dikasız işçileri kullanarak sendi-kasızlaştıran patronlardır.

Telekom kapısında ödeme yap-maya gelen insanları kapıda duran biri başka bir yere yönlendiriyordu. Kim olduğunu sorduğumuzda müdür olduğunu, grev kırıcı oldu-ğunu söylediler.

Daha sonra müdür olduğunu öğrendiğimiz başka birisi ise bize

Yeni Dünya İçin Çağrı Gazetesi olarak Telekom grevine başladığı günden itibaren büyük önem verdik. İstanbul’un değişik semtle-

rinde, İzmir’de, Adana’da ve Mersin’de grevdeki işçileri birçok kez zi-yaret ettik, onlarla sorunları üzerine konuştuk ve onlara desteğimizi bildirdik.

Kendi sendika konfederasyonları ve diğer işçi sendikalarından ye-terli destek alamadıklarını belirten işçiler, bizim ziyaretlerimizi olumlu karşıladı.

Telekom işçileri hem işçi sınıfına hem de burjuvaziye, işçi sınıfının

üretimde ve toplumsal yaşamdaki önemini hatırlatmış ve hakların an-cak ve ancak kararlı bir mücadele ile elde edilebileceğini göstermiştir.

Telekom grevi aynı zamanda derslerle doludur. İşçi sınıfı yaşanan gre-vin olumlu ve olumsuz tecrübelerinden öğrenmek durumundadır.

Aşağıda grev süreci boyunca yaptığımız ziyaretlerin bir bölümünden edindiğimiz izlenimleri okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.

Mücadele eden kaybedebilir, mücadele etmeyen kaybetmiştir bile!

Yeni Dünya İçin Çağrı

Page 13: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞ

RI’nın İŞÇİ EKİ

EK:3

lar. Telekom patronun 350 milyon dolar para ayırdığını, grevden kim behsetmezse, medya kuruluşları-nın bu paradan pay alacağını söy-lediler. Emekli Sandığı’na bağlı ola-rak çalışan işçilerin ilk defa greve çıktıklarını, sağlık hizmetlerinden yararlanamadıklarını, işyerinden sevk alamadıklarını, bu alanda yasal boşluk olduğunu, işverenin bu yasal boşluktan yararlandı-ğını açıkladılar. Oger Şirketi’nin Telekom’da sendika istemediğini, sendikal örgütlülüğü yok etmek istediğini vurguladılar.

Kadın işçilerle sohbet ederken, Haber İş Şube yönetiminden gel-diğimizi haber alan bir yönetici de geldi. Gelen yönetici kadın işçile-rin anlattıklarını tekrar anlattı.

Telekom grevi, savaş tamtam-larının çaldığı, şovenizmin tavan yaptığı bir döneme denk geldi. Bu dönemde grev arka plana kaymış olsa da, mücadelenin haklılığı, grevin haklı olduğu gerçeği gün gibi ortadadır.

Zafer direnin işçilerin olacak!... (31 Ekim 2007)

KARTAL

Grevin 25. gününde Kartal’daki iş-çileri ziyaret ettik. Dergimizi işçi-lere verdikten sonra sohbet ettik.

İşçiler TÜRK İŞ’in o gün yap-tığı açıklamadan hayli umutlu ol-duklarını, bir hafta sonra grevin bitebileceğini söylediler. (TÜRK İŞ şöyle bir açıklama yapmıştı: Eğer bir hafta içinde patron an-laşma için masaya oturmazsa 33 sendika ve 650 şubeyle eylemlere başlayacaktı.)

Ancak grev bitse bile kendilerini farklı sorunların beklediğini, ör-neğin iş barışının bozulduğunu, sürgünlerin başlayacağını, bunlar gibi daha bir çok sorunun kendile-rini beklediğini anlattı işçiler.

İşçiler Oger patronunun başın-dan beri her türlü sahtekarlığı yap-tığını, Telekom’u aldığında hiç işçi çıkarmayacağını söylediğini fakat emekliliği gelmiş 8 bin işçiyi zorla emekliye ayırdığını, yerine bir tek işçi almadığını belirttiler. İşçiler ayrıca şunları söylediler: “Patron yapmış olduğu anlaşmaya göre 48 bin yeni işçiye iş imkanı sağlaya-caktı ama hiçbir sözünü yerine getirmediği gibi bugün de grevi-mizi karalamak için patron yanlısı medya ile birlikte elinden gelen her türlü sahtekarlığı yapıyor. Ama nafile, boşuna uğraşıyor.”

Daha sonra haklı mücadelele-

sesini yükseltmeli, karşı koymalı-dır. Çünkü savaş ancak işçi sınıfı-nın mücadelesi ile engellenebilir.

Bizler işçi ve emekçilerin çıkar-larının savaşta değil, sermayeye karşı mücadelelerinde yattığını biliyoruz. Bu bilinçle Yeni Dünya İçin Çağrı gazetesi olarak işçi-lerin bu haklı ve onurlu grevini destekliyoruz.

Yaşasın eşit işe eşit ücret mücadelesi!

Zafer direnen grevci işçilerin olacak!

... (23 Ekim 2007)

İZMİR

31 Ekim günü, grevin 16. gününde grevci işçileri ziyaret ettik.

Ö n c e K o n a k Te l e k o m Müdürlüğü’ne gittik. Burada bina girişine “Bu işyerinde grev var” pankartı asılmıştı. Grev önlükleri ile bekleyen 4 işçi ile kendimizi tanıtarak sohbet ettik. İşçiler önce sendika temsilcisi ile konuşmamızı salık verdiler. Temsilci ile sohbet ederken, gelen başka bir sendika yöneticisi de sohbete dahil oldu. Sohbet sırasında işçiler de araya girerek düşüncelerini ifade etti-ler. İşçiler; maaş için grev yaptık-larının düşünüldüğünü, bunun doğru olmadığını, Telekom’da işgüvencesinin olmadığını, işgü-vencesi istediklerini, bunun için direndiklerini, Telekom’da ücret farklılıklarının olduğunu, aynı işi yapan işçilere farklı ücretler öden-diğini, eşit işe eşit ücret istedikle-rini anlattılar. Telekom’da kapsam içi, kapsam dışı ayrımlarının ol-duğunu, sözleşmeli çalışan 12 bin civarında memurun kendilerinden daha fazla ücret aldığını, Oger şir-ketinin esas amacının Telekom’da sendikayı ortadan kaldırmak ol-duğunu söylediler.

B u r a d a n C u m h u r i y e t Meydanı’nda bulunan Telekom İl Müdürlüğü’ne gittik. İl Müdürlüğü girişinde iki grevci kadın işçi bek-liyordu. Kendimizi tanıtarak ka-dın işçilerle sohbet ettik. Kadın iş-çiler; Telekom’da kadrolu işçilerle sözleşmeli işçiler arasında 400-500 civarında ücret farkının olduğunu, aynı işi yapanlara değişik ücret ödendiğini, eşit işe eşit ücret talep ettiklerini söylediler. Kadın işçiler, medyanın grevlerine duyarsız kal-masından rahatsızlar. Basının grev yokmuş gibi davrandığını söyle-diler. Oysa Türkiye genelinde 2 milyon civarında arıza olduğunu, bundan bahsedilmediğini anlattı-

“kapının önünde durmayın, burayı kapatıyorsunuz” diye müdahale etti. Bizler de grevdeki arkadaşla-rımızı ziyarete geldiğimizi, bura-nın grev yeri olduğunu söyledik. Bunun üzerine kısa bir tartışma oldu. Ve polis çağırdılar. Grev göz-cüleri ise durumu sendikaya bil-dirdiler. Polis geldi bize müdahale etti, “karşıda durun, burada dura-mazsınız” dedi. Biz buranın grev yeri olduğunu, bizi uzaklaştırmaya hakları olmadığını söyledik ve yine kısa bir tartışma oldu.

Fatura ödemeye gelen insanlara neden grev yapıldığını, eğer greve destek verirlerse bu sorunun daha çabuk çözüleceğini ve işlerinin de yürüyeceğini anlattık.

Grevdeki işçilere desteğimizin süreceğini, haklı mücadelelerinde yanlarında olduğumuzu söyleye-rek ayrıldık.

Direnen işçiler kazanacak!... (27 Ekim 2007)

ADANA

Grevde bulunan işçileri Adana İl Telekom Müdürlüğü binasında zi-yaret ettik. Burada işçi arkadaşlar ile grevin seyri, patronun saldırı-ları, grevi kırma çabaları, medya-nın hangi tarafta yer aldığı konu-sunda sohbet ettik. İşçiler özellikle medyanın saldırılarından dolayı oldukça öfkeliler. Elbette bunun nedeninin Türk Telekom patronu ile reklam ve çıkar ilişkilerinden kaynaklandığının farkındalar. Telekom işçileri Adana’da bulu-nan yerel bir televizyon kanalı ve emekten yana gazeteler dışında medya tarafından desteklenme-diklerini, buna rağmen 26000 kişi-nin direndiğini ve kazanacaklarını belirttiler.Savaş ihtimali grevi gölgede bıraktı…

Grev sürerken yaşanan gelişme-ler grevin gölgede kalmasına neden oluyor. Son günlerdeki çatışmalar, Kuzey Irak’a operasyon ihtimali grevin gündemden düşmesine ne-den oldu. Bu durum bile savaşın işçi ve emekçilerin geleceğine nasıl zarar verdiğinin henüz küçük bir göstergesidir.

Eğer TSK Kuzey Irak’a girecek olursa, bundan en fazla zarar gö-recek olanlar işçi ve emekçilerdir. Savaş öncelikle emekçileri, yaşa-mak için çalışmak zorunda olan-ları vuracaktır. Bu nedenle hem şu anda grevde bulunan Telekom iş-çileri hem de bir bütün olarak işçi sınıfı savaşa, operasyonlara karşı

rinde hep yanlarında olduğumuzu belirterek işçilerden ayrıldık. İşçiler gösterdiğimiz duyarlılıktan dolayı bize teşekkür ettiler.

KÜÇÜKYALI

Grevin 30. gününde Telekom Küçükyalı şubesindeki yerinde ikinci ziyaretimizi gerçekleştir-dik. Burasını daha önce ikinci gününde ziyaret etmiştik, işçiler bizi tanıdılar. Biz kendimizi tanıt-madan bizi tanıyan işçi arkadaşlar YDİ Çağrı’dan daha önce de bizi ziyarete geldiler diyerek sıcak bir karşılamada bulundular.

Biz dergimizi verdikten sonra sohbete başladık. Aramızdaki sohbet sıcak geçti. İşçiler grevin şanssız bir döneme denk geldiğini, savaş çığlıklarıyla ortamın toz du-man olduğunu ama kendilerinin yürüttüğü haklı ve onurlu mü-cadelelerini sürdürmede kararlı olduklarını belirttiler. İşçiler, des-teğin yetersiz olduğunu, özellikle gerek Türk İş gerekse diğer sendi-kalardan bekledikleri desteği ala-madıklarını belirttiler.

Ayrıca, grevden söz edilirken, bunun sadece ücretlerinin arttı-rılmasına dayandırılmasını yan-lış bulduklarını, tek dertlerinin ücret artışı olmadığını, en önem-lisinin sendikasızlaştırma saldı-rısıyla karşı karşıya olduklarını, Telekom’un sendikasızlaştırılma-sının tüm işçi sınıfına vurulacak büyük bir darbe olduğunu ifade ettiler. Bunun için bu grevin öne-mini çok iyi kavramak ve tüm iş-çilerin dayanışmasını sağlamak gerektiğine vurgu yaparak işçi sı-nıfını ve duyarlı herkesi dayanış-maya çağırıyorlar.

Biz de elimizdeki imkanlarla Telekom grevini desteklemeye devam edeceğimizi belirterek ayrıldık.

Yaşasın işçi sınıfının daya-nışması!

Haydi Telekom greviyle daya-nışmaya!

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!

İSTANBUL ANADOLU

Stratejik bir üretim dalı olan ile-tişim sektöründe önemli bir yere sahip Türk Telekom’daki grevin 36. günü Anadolu Yakası’nda da-yanışma için çıkardığımız bildiri-den dağıtıp grev yerlerini ziyaret ettik. Grevcilere bildirimizden ve gazetemizden verdik.

Grevin 36. gününde Kadıköy – İskele Meydanı’nda grevle ilgili çı-kardığımız bildiri dağıtımı yapıldı. Önce bu dağıtım sırasında gözlem-lediğimiz bazı şeyleri okuyucuları-mızla paylaşmak istiyoruz:

Bildiri vermeye çalıştığımız her yüz kişiden ancak yarısı – o da bildirinin ne ile ilgili olduğunu belirtmemize rağmen –bildiri-

Page 14: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

Ara

lık 2

007

• yen

i dün

ya iç

in Ç

AĞRI

’nın

İŞÇİ

EK

İ

EK:4

greve çıkılmasına neden olan 23 esas 5 geçici maddede hiçbir iler-leme sağlanmadığını tersine grev öncesinde ücret zammında %12 veren patron bu oranı şimdi %9,5’e düşürdüğü gibi esnek çalıştırmada vazgeçmediğini söylediler .

MERSİN

Grevin 14. gününde Merkez posta-hanesinde ziyaret ettiğimiz işçiler ile grev ve ülke sorunları üzerine sohbet ettik. Greve patronun uz-laşmaz tutumu sonucu çıktıkla-rını belirten işçiler haklarını alana kadar grevde kararlı olduklarını belirttiler. İşçiler yer yer grev kı-rıcılarının olduğunu bunları tespit ettiklerinde hemen yasal yollarla engellediklerini belirttiler.

Ulusal medya’nın grevlerine yer vermediğini belirten işçiler, tersine bu medya grevin kırılması için çalışmaktadır diyerek tepkilerini dile getirdiler. Biz işçilere ulusal medyanın dün olduğu gibi bugün de patronların yanında olduğunu, devrimci basının işçilerin haklı taleplerinin her zaman yanında olduğunu belirttik. İşçilerin hak-larını alabilmeleri için kararlı bir biçimde mücadele etmeli, diğer işkollarındaki işçilerin de desteği-nin alınmasının önemli olduğunu söylediğimizde işçiler, bu desteğin yeterli olduğunun söylenemeyece-ğini belirttiler.

GAYRETTEPE

Tüm ülke çapında 25 600 Türk Telekom işçisi; ilk gün gibi büyük bir kararlılıkla grevini 1,5 aydır sürdürüyor. Holding medyasının grevin başlangıcından bu güne ka-dar işçilere yaptığı bir dizi iftira, yalan haber ve yorumlarla grevci işçiler karalandı. Patronların ve devletinin grev hakkında bu kadar karalama saldırılarına karşı bir ay boyunca Haber – İş Sendikası gereken yanıtı vermede yetersiz kaldı. Kamuoyunu işçilere karşı bu k ışk ırtmalarla yönlendir-meye çalışan patron ve devletin “Görevlileri” nin (grev kırıcıları) teşhir edilmesi ve işçilerin haklı mücadelelerinde tüm işçi, emekçi-leri ve sınıfın dostlarını destek ver-meye çağırmak amacıyla 15 Kasım 2007’de bir bildiri çıkardık.

Ü l keni n bi rçok i l i nde ve

yana bu işyerinde 15 işçi (Türkiye çapında 8 bin kişi) zorunlu emek-liye ayrılmış. İşçilerin deyimiyle “zorla işten atılmış” bu işçilerin yerine işçi alınmadığı gibi iş sa-hası ve işler daha da büyütülmüş. Fakat işçi alınmamış ve o işler de sendikalı işçilere yaptırılıyormuş. Sendika üyesi olmayan işçilere %40 ücret zammı ve yılda bir aylık ücret tutarında 4 ikramiye veril-diğini söyleyen işçiler Telekom’un özelleştirilmesi sırasında uluslar arası piyasalarda tekellerin rağbet edeceği bir şirket olmasının ken-dilerinin zor koşullarda düşük üc-retle özverili çalışmaları sayesinde olduğunu belirttiler. Bir işçi bugün yaptığı işe özel şirketler 6 bin YTL öderken Oger’in kendilerine 2 bin YTL’yi vermek istemediğini belir-terek patronların ne kadar aman-sız sömürücüler olduğunu söyledi.

BEYOĞLU

Beyoğlu Telekom Müdürlüğü işye-rinde çalışan sendikalı 277 işçinin (17’si kadın) sürdürdüğü grevi, Okmeydanı – Perpa Telekom Santralı’nda grev yürüten 40 (6’sı kadın) işçinin grevini, Karaköy, Zeytinburnu, Hasköy, Kadıköy, Gebze ve bir çok grev yerini zi-

yaret ettik. Ziyaret ettiğimiz her işyerinde Grev Gözcüleriyle

birlikte o an orada bulunan 7-8 grevci işçinin katıldığı sıcak soh-betler yapıyoruz. Tüm işçiler hol-ding medyasından şikayetçi. Fakat bütün grev yerlerinde spor, at ya-rışları v.b. şeyler için alındığı belli olan bu gazetelerden en az 3-4 tane bulabiliyorsun.

İşçiler bu grevle parça parça sa-tılan ülkeye yok edilmek istenen sendikal haklarına sahip çıktık-larını ve eşit işe eşit ücret iste-

diklerini kazanana kadar grevi sürdüreceklerini her fırsatta dile getiriyorlar. İşçiler, grevdeki gün-ler artıkça patronların saldırıların da artarak devam ettiğini ve aynı şekilde kendileriyle dayanışmanın da arttığını belirtiyorlar. Kasımın 15’inde sendikaları tarafından her grevciye aylık olarak biner YTL ödendiğini söylediler.

Son günlerde yaptığımız ziyaret-lerde işçiler geçen hafta başlayan ve iki gün süren TİS görüşmele-rinde bir sonuç alınamadığını bu ayın son Perşembe günü yine gö-rüşüleceğini belirttiler. 113 mad-delik TİS’sinin 85 maddesinde an-laşma sağlanmış olduğunu fakat

leri alıyordu. Bu almayanların bir kısmı işçilerin haksız olduğunu düşünüyor buna bir tepki olarak almadığı anlaşılıyordu. Hatta bun-ların bir kısmı bu tepkilerini med-yada çıkan iftiraları dillendirerek belirtiyorlardı. Bu “tepkiciler” kadar -belki de daha fazla- insan da olumlu tepki gösteriyor, hatta Telekom işçileriyle nasıl dayanışma göstereceklerini bizden öğrenmeye çalışıyorlardı.

O gün Küçükyal ı Telekom Müdürlüğü’ndeki grevcileri ziya-ret etmek için Küçükyalı’ya gittik. Grev yerine yakın yerde esnafa ve parklarda oturanlara bildiri verdik. Oradan grev yerine var-dığımızda daha önce bizi tanıyan ve tanımayan oradaki grevci i ş ç i ler i n mücadeleci işçi

sıcak lığı ve içtenliği ile

k a r ş ı -l a n d ı k .

İşçilerin verdikleri bil-

gilere göre bu mü-dürlükte 5 ile 26 yıl arasında çalı-şan 226 işçiden -hepsi grevde – 24’ ü kadın işçi. Kadınlar grev nöbet-lerini gündüz tuttuklarını belirt-tiler. Kadın işçi olarak her zaman yaşanan zorlukların yanında grevci işçi kadın olarak da bazı zorluklar olduğunu fakat ailelerin, arkadaş-ların ve sendikalarının destekleri sayesinde birçok şeyin üstesinden rahatlıkla geldiklerini belirttiler. Çalışırken bir merhaba dışında işçi arkadaşları arasında bir sami-miyetin olmadığını, grevde birbir-lerini daha iyi tanıdıklarını, grevin önemli kazanımlarından olan bu birliği ve dostluğu içerde de devam ettireceklerini söylediler. İşçiler ayrıca grevin genel taleplerinden bahsettiklerinde aynı işe aynı üc-retin verilmediğine şu ilginç ör-neği verdiler: “Aynı meslek ve aynı kıdeme sahip aynı işi yapan iki işçiden sendikasız işçi aylık 1.600 YTL ücret alırken sendikalı an-cak 950 YTL ücret alabiliyor”. Bu işyerinde sendikayı tasfiye etmeye yönelik bir saldırı olduğunun açık kanıtı olduğunu belirttiler.

Kartal sahilinde Cafe’lere bil-diri dağıtımından sonra Kartal Telekom Santralı’nda işçileri ziya-ret ettik. İşçilerin verdiği bilgiye göre burada çalışan işçiler 15-20 yıldır –çoğu 20 yılın üzerinde- ça-lışan işçiler. Özelleştirilmeden bu

İstanbul’un değişik semtlerinde binlercesini dağıttığımız bu bildiri Telekom işçileri tarafından büyük bir beğeni ile karşılandı. Hatta birçok işçi “halkın kendileri hak-kında bir dizi yalan yanlış önyar-gılara sahip olduğunu buna karşı bildirimizin bunlara yanıt oldu-ğunu belirtip semtlerinde gittikleri kahvelerde dağıtmak üzere bildiri istediler. Egemenlerin kamuoyunu nasıl işçiler aleyhine yönlendirdik-lerinin de kanıtı sayılan bu duruma semtlerde bildirileri dağıtırken “Ne destekleyeceğim, Grevciler hak-sız!” şeklinde tavır gösterenlerin azımsanmayacak sayıda olduğuna da bizzat tanık olduk.

Greve başlandığından bugüne kadar onlarca yerde taşeron pat-ronu tarafından devletin polis veya jandarması desteğinde grev kırıcılığı yapılmış buna karşı çıkan grev gözcülerine saldırılmış ve gö-zaltına alınmışlardır. Diyarbakır, İstanbul ’un Gazi Osmanpaşa, Ümraniye, Gazi Mahallesi v.b. yerlerde yaşanan bu saldırılar iş-çinin yasalardaki “Grevli Toplu Sözleşmeli Sendika hakkının” laf-tan öteye gitmediğinin ve pratikte bir değerinin olmadığının en açık göstergesidir. GOP ve Gazi’de poli-sin gözü önünde balta sapları bıçak ve silahlarla grevcilere saldıran ta-şeronun çetelerine bir şey demeyen polis grevcilere saldırararak onları gözaltına alarak devletinin sınıfsal görevlerini yerine getiriyor.

İstanbul’un hem Avrupa hem de Anadolu yakasındaki Telekom Müdürlükleri ve santrallarında grev yerlerine – bazı yerlere birkaç defa- ziyaretlerde bulunduk. Tüm ziyaretlerimizde çıkardığımız bil-dirileri grevcilere ve o an ziyaretçi olarak orada bulunanlara verdik. Gazetemizin son sayısından grev yerine bıraktık. İşçilerle oturup gelişmeler hakkında sohbetler et-tik. ...

Bu r a d a s end i k a Şu b e ler i Platformu adına yapılan konuş-malarda bu haklı grevin tüm işçi sınıfının grevi olduğu, Telekom grevinin başarısı tüm işçi sınıfının başarısı olacağına vurgu yapıldı. İşçilere grevi anlatmaya maddi manevi olarak desteklenmesi için çabaladıklarını, işyerlerinde bir haftadır sürdürdükleri “GREVCİ İŞÇİ KARDEŞİNLE 5 YTL’Nİ PAYLAŞ KAMPANYASI” sonucu topladıkları yardımları teslim etmek için geldiklerini belirtti. Konfederasyonlara seslenen konuş-macı patrona iki kez süre tanıyan Türk – İş Başkanlar Kurulunun, olumlu yanıt gelmezse 33 sendika 650 şube ile eylemleri yaygınlaştı-racağını açıklamasını hatırlatarak bir an önce eylem planını açıkla-masını istedi.

Bu ziyaret esnasında bizlerde 500 bildiri dağıttık. Grevci işçiler bildirimizi büyük bir sevinç içinde karşıladılar. Okuyan bazı grevci iş-

Page 15: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞ

RI’nın İŞÇİ EKİ

EK:5

çiler gelip bizleri tebrik ettiler.

ADANA

Tarafların anlaşma için bir araya gelmelerine ve açıkçası grevi bi-tirme niyetleri 22 Kasım’da yapı-lan görüşmede boşa çıktı. Ancak T.Haber-İş Sendikası internet si-tesinden 26 Kasım’da görüşmele-rin tekrar başladığını ve 28 veya 29 Kasım’da sonuçlanacağını duyurdu.

Telekom patronunun saldırıları özellikle 22 Kasım görüşmesinden sonra iyice arttı. Birçok bölgede taşeron firma işçileri polis gözeti-minde arızaları gidermeye çalıştı-lar. Buna müdahale etmek isteyen ve yasal hakları olan işçiler engel-lendi, gözaltına alındı. Hükümetin, diğer sermaye partilerinin ve med-yanın sus pus olmasına rağmen, polis grevin yasadışı bir şekilde kırılmasına, Telekom işçilerinin

taşeronlar tarafından saldırıya uğ-ramasına ses çıkarmıyor.

Bunlar karşısında sendikalarıyla birlikte işçi sınıfı da yeterli desteği, eylemi göstermiyor. Göstermelik ve temsili düzeydeki destek açık-lamaları, ziyaretler sonuç alma adına pek bir işe yaramıyor. Oysa büyüklüğü ve örgütlülüğü ile övü-nen Türk-İş ve bağlı sendikalar iş yavaşlatma, iş bırakma ve so-kaklara dökülme dahil birçok ey-lem yapabilir. Türk-İş Başkanlar Kurulu 8 Kasım’da “grevin bir hafta içerisinde sonuçlanmaması halinde 33 sendika ve 650 şube ile grev eylemlerini tüm Türkiye’ye yayma” kararı almıştı. Ancak bir hafta sonra ne bir eylem gördük ne de 33 sendika ile 650 şube… Bu destek Telekom işçilerinden esir-gendi. …

Ziyaret ettiğimiz Telekom işçileri de grevin bir an önce kazanımla bitmesini ve çalışmaya başlamayı istiyorlar. Görüşmelerin çok ya-kında sonuç vereceğini, TİS’nde bulunan birçok maddede anlaşma sağlandığını ancak kapsam konu-sunda uyuşmazlığın sürdüğünü belirttiler.

İşçiler ile medyanın tavrı üzerine konuştuğumuzda işçiler medyaya öfkeli olduklarını ve birçok gerçe-ğin çarpıtıldığını belirttiler. İşçiler, özelleştirilmesi ile özel sektör ha-line gelen Telekom’da kendi ifa-deleri ile “2. tip kiralık devlet me-muru” çalıştırıldığını, bazılarının yaklaşık 2,500 YTL ücret aldığını söylediler. Oysa medya tüm işçile-

SCT grevinin 616. gününde Birleşik Metal-İş Anadolu şube

sekreterliğine yeni seçilen Rasim Gündal ile yapılan Genel Kurul ve SCT grevi ve diğer işyerlerindeki gelişmeler üzerine konuştuk.

Rasim Gündal bize özetle şu bil-gileri verdi:

“7 Ekim 2007 tarihinde yapı-lan Genel Kurul’ da demokratik bir seçimle yeni yönetim seçildi. Başkanlığa Seyfettin Gülengül, şube sekreterliğine ise Rasim Gündal seçildi. Başkan ve sekreter ile bir-likte 7 kişilik yönetimin seçildiği Genel Kurul’da herhangi bir olay yaşanmadı.

Yeni yönetim olarak örgütlü bu-lunduğumuz işyerlerindeki durumu ve hala belli bir anlamda zayıflaya-rak da olsa süren SCT grevini değer-lendirdik. SCT grevi belli anlamda sayı olarak zayıf lamasına rağmen grevi sürdüren arkadaşlarımızın kararlı duruşları ile sürüyor. Bu arada ayrılıp giden arkadaşlarımı-zın önemli bir kısmı da hala bizimle

dayanışma halinde. Bu grevle da-yanışma istediğimiz düzeyde değil. Kendi örgütlü olduğumuz işyerleri-mizdeki işçi arkadaşlarımız dahi bu grevle ilgili yeterli dayanışmayı gös-termiyor. Sınıfın kendi arasındaki dayanışmasını pekiştirmesi lazım. Bu bir anlamıyla kendiliğinden ol-muyor. Bu konuda biz sendikacılara önemli görev düşüyor. Biz göreve gelirken bunun bilincinde hareket ederek göreve geldik.

Süren SCT grevinde zamanla biz-lerin de hataları sonucu geri duran arkadaşlarımız var. Bu arkadaşla-rımızla bire bir görüşerek sorunla-rını dinliyoruz. Bu arkadaşlarımızı tekrar mücadeleye aktif katmaya çalışıyoruz.”

Bu arada süren Telekom grevin-deki işçileri de ziyaret ederek on-larla dayanışmamızı gösteriyoruz.

Biz YDİ Çağrı olarak Rasim Gündal ve yeni seçilen Anadolu şu-besine başarılar diliyoruz.

YDİ Çağrı Mersin25.11.2007 ✓

SCT Grevi...

YDİ Çağrı okuru kadınlar ola-rak Türk Telekom Adana İl

Müdürlüğünde çalışan ve şu an grevde olan kadın işçileri ziyaret ettik. Dört saatte bir değişen grev nöbet sırası kadınlardaydı.

Kadınlar ile sendika yönetim-lerinde kadın işçilerinin azlığı üzerine konuştuk. Telekom işçisi kadınlar daha önce sendika yöne-timlerinde kadınların şimdikinden daha fazla olduğunu söylediler. Fakat bu sayının şimdi azaldığını ve bunun nedeni olarak kadınla-rın evde çok daha fazla sorumluluk almasını, ev işlerinin, çocuk bakı-mının vb. sorunların buna engel olmasını gerekçe gösterdiler.

İşçiler, burjuva medyanın grevi gündeme almadığını; fakat işçi-den emekçiden yana olan gazete ve dergilerin grev haberlerine yer ver-diğini ve grevdeki işçileri destek-lediklerini belirttiler. İşçiler, tirajı

düşük olan bu gazete ve dergileri okumadıklarını hatta bu gazete ve dergilerin varlığından bile haberle-rinin olmadığını ama bunun nede-ninin biraz da kendi eksikliklerin-den kaynaklandığını söylediler.

Kadın işçiler bugün Telekom yönetimi ile Haber-İş Sendikası arasında görüşmenin olacağını ve büyük ihtimalle grevin sona erece-ğini bildirdiler; ancak grevin sona ermesinin onların birkaç konuda taviz vermeleri sonucunda gerçek-leşebileceğini belirttiler.

Grevi 38. gününe kadar başarıyla sürdüren Telekom işçilerinin bu haklı mücadelesini destekliyor ve her fırsatta onları ziyaret ediyoruz.

Telekom grevine ilişkin bildirile-rimizi ve gazetemizi kadın işçilere vererek tekrar görüşmek üzere grev yerinden ayrıldık.

YDİ Çağrı/Adana 22.11.2007 ✓

Telekom Grevinde Kadınlar rin 2,500 YTL ücret aldıkları yö-nünde çarpıtma bilgiler verdiğini, bunun için bordrolarını gösterebi-leceklerini açıkladılar. Ayrıca sen-dikadan vazgeçmeyeceklerini, bu uğurda grevi uzun süre yürütmeye kararlı olduklarını ifade ettiler.

İşçiler Telekom müdürleri tara-fından evlerine “gelip çalışmaları” için mektup gönderildiğini, daha önceleri birbirleri ile ücretsiz gö-rüştükleri telefonların normal ta-rifeye geçirildiğini, sağlık kurum-larından ilaç almalarının engellen-diğini söylediler. Bazı işçiler takip edildiklerini ifade ettiler.

Grevde bulunan işçiler ile sınır-ötesi operasyonun olması halinde grevin seyrini sorduk. Onlar gre-vin devam edeceğini ancak “vatan için gerekirse bölgedeki arkadaşla-rının” çalışabileceğini söylediler. Operasyon halinde ise grevin hü-kümet tarafından yasaklanama-yacağını düşünen Telekom işçileri grevin operasyon tartışmalarının gölgesinde kaldığını, medyanın desteği ile halka durumun yanlış anlatıldığını belirttiler.

Ydi Çağrı okurları olarak bizler de, Telekom işçilerinin bu haklı grevini desteklemek için şehir merkezinde bildiriler dağıttığımızı söyledik ve bildirilerimizin bir kıs-mını grev yerlerine bıraktık. ...

Ad a na’ d a k i DİSK, K E SK, TMMOB ve ATO temsilcileri gre-vin 44. gününde (28 Kasım 2007) Telekom işçilerine destek ziya-retinde bulundu. Ziyarette DİSK Adana Bölge Temsilcisi Kemal Aslan ve ATO Başkanı Osman Küçükosmanoğlu birer konuşma yaparak Telekom grevini destek-lediklerini, farklı sendikalarda örgütlü olsalar da işçi ve emekçi-lerin çıkarının ortak olduğunu, Telekom işçilerinin kendilerini yalnız hissetmemeleri gerektiğini söylediler.

Haber-İş Adana Şube Başkanı İbrahim Kaya ve Türk-İş 4. Bölge Temsilcisi Hüseyin Kaya Elbek’te kendilerini yalnız bırakmayan, destekleyen sendika ve oda temsil-cilerine teşekkür ettiler.

Ziyarete Eğit im-Sen, Dev-Sağlık-İş, BES, SES, Genel-İş, Tek-Gıda-İş sendikalarının temsilci ve işçileri ile emekten yana siyasi partiler ve devrimci kurumlar ve Çukurova Üniversitesi öğrencileri katıldılar.

Adana İl Telekom Müdürlüğü önünde saat 13:00’da gerçekleşen ziyarette sık sık “Yaşasın sınıf da-yanışması”, “İşçilerin birliği serma-yeyi yenecek”, “AKP’nin imamı, sen de oldun emek düşmanı”, “Direne direne kazanacağız”, “Zafer dire-nen emekçinin olacak”, “İş ekmek yoksa barışta yok”, “Grev yerimiz bizim evimiz” sloganları atıldı ve dövizler taşındı.

Yaklaşık 150 kişinin bulunduğu ziyaret atılan sloganlar ile son buldu. ✓

Page 16: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

Ara

lık 2

007

• yen

i dün

ya iç

in Ç

AĞRI

’nın

İŞÇİ

EK

İ

EK:6

Bursa-Eskişehir şubesinin 4. olağan genel Kurulu 28 Ekim 2007 tarihinde ya-

pıldı. Toplam 209 delege katıldı. Bursa-Eskişehir şubesi olmasına rağmen, kısa dönem önce Eskişehir kendi bölgesinde yeterli çoğunluğu sağladığı için ayrı şube olma hakkı kazanarak ayrılmıştı. Genel Kurul Bursa şubesi olarak, Bursa üye-işçileri ile yapıldı.

Genel Kurul şube başkanı Mehmet Kılınç’ın konuşmasıyla açıldı. Kılınç konuşmasında “Son dönemde tırmanan terör eylem-leri, şehitler, ülkenin emperyalist çıkar çatışması içinde olduğunu ve ülkenin zor bir dönemden geç-tiğini, bu durumun hepimizi kay-gılandırdığını, buna sessiz kal-mamak gerektiğini” vurguladı. Konuşmasının ilerleyen bölümle-rinde; “Uluslararası sermayenin emeğe saldırılarının etkilerini hissetmemek mümkün değil. Bu saldırıyı ülkemizde daha da acı-masız hissettiğimizi” vurguladı. “Biz çalışan emekçiler işverenlerin topyekûn saldırısıyla karşı karşıya kaldık. İşverenlerin bu saldırıla-rını geri püskürtmek için birlikte tek yumruk olmak gerekir. Çünkü ancak bu şekilde bu saldırıları geri püskürtebiliriz. İşverenlerin kural tanımaz baskılarıyla karşı karşı-yayız” dedi. Kılınç, konuşmasının bitiminde kendisini destekleyen delegeler tarafından alkışlanarak kürsüden indi.

Daha sonra divan seçimine ge-çildi. Genel Kurula iki liste olarak girilmesi, divan seçiminde hemen kendini hissettirdi. Her iki liste, iki ayrı Divan Kurulu oluştur-muştu ve iki liste de daha baştan oylama çekişmesine girdiler. Şube başkanı Mehmet Kılınç’ın öner-diği divan listesinde; Otomobil İş Sendikası yöneticiliği de yapmış olan Mehmet Çapar’ın başkan-lığında, Tekstil Sendikası şube başkanı Muammer Özer de yer alıyordu.

Diğer liste, başkan adaylarından Prysmian baştemsilcisi ve şube başkan adayı Ayhan Ekinci’nin önerdiği listeydi. Ayhan Ekinci ise Divan Kuruluna; sendikanın genel sekreteri Selçuk Göktaş baş-kanlığında bir Kurul önermişti. Şube başkanı Mehmet Kılınç di-van listelerini oylamaya sundu. Oylama delegelerin el kaldırma yöntemiyle yapıldı. Bu el kaldırma uygulamasında karışıklık yaşandı, bunun üzerine küçük bir tartışma sonunda oy verenlerin delege kart-larının sayılması yöntemi kabul edildi. Yapılan oylama sonucunda

sayılan delege kartlarının 93 adet olduğu açıklandı. Bu sonuç diva-nın Mehmet Kılınç tarafından kay-bedilmesi demekti. Birden ortalık itiraz ve sloganlarla gerildi. Bunun üzerine yaşanan tartışmaların yarattığı gerginliğin uzaması so-nucu bir uzlaşma yolu bulundu ve yeni yöntem olarak delege isimleri kürsüden okunarak oylama yönte-mine geçildi. (Aslında bu da doğru değildi. Gizli oylama yapılması ge-rekiyordu. Ancak gizli oylama ile delege gerçekten kime destek vere-ceğini rahat bir şekilde belirleyebi-lirdi. Açık oylamada delegeler belli etkilerin altında kalabilmektedir.) Yapılan bu oylama sonucunda ise Mehmet Kılınç’ın önerdiği liste 99 oy, Ayhan Ekinci’nin listesi ise 103 oy aldılar. Bu oylama sonucu Ayhan Ekinci’nin önerdiği liste di-van seçimini kazandı.

Diva n seç i m i nde Ayha n Ekinci’nin kazanması, büyük ihti-malle kongreyi de kazanacağı an-lamına geliyordu. Divan seçiminin bu şekilde sonuçlanmasına rağmen salonda dengeler seçimin kafa ka-faya olacağını gösteriyordu.

Üç kişilik Divan Kurulu Selçuk Göktaş başkanlığında görevi alınca, tespit edilen gündemle Genel Kurula devam edildi. Selçuk Göktaş başkanlığındaki Genel Kurul şehitler için 1 dakikalık saygı duruşunun hemen ardından, işçilerin büyük çoğunluğunun ka-tılımıyla söylenen İstiklal Marşıyla devam etti. Şube Genel Kurulunun yapıldığı salon Bursa’nın en iş-lek merkezi FOMARA Caddesi üzerinde bulunan bir iş hanının balkonlu asma katında yapıldı. Genel Kurulun yapıldığı aynı gün Bursa’da ölen askerler için 20’ye yakın dernek ve meslek örgütü ta-rafından yürüyüş düzenlenmişti.

Genel Kurulun sürdüğü saatlerde aynı caddede şovenizmin histeri gösterileri saatlerce sürdü. Genel Kurula katılan delegelerin bir bö-lümü, (özellikle Asilçelik işçileri) salonun balkonundan yürüyüş-çülere bayrak sallayarak ve slo-ganlarla da katılarak aktif destek sundular. İşçilerin bir kısmı faşist MHP’nin el işaretini yaparak ken-dilerinden geçtiler. Bölgede asker-ler de bu şovenist gösteriye top sesleriyle destek vererek dayanış-mayı eksik etmediler. Bu şovenizm gölgesi altında Genel Kurul 10 saate yakın sürdü. Devlet tarafın-dan geliştirilen bu şovenist dalga Türkiye’de ‘sola’ yüzünü çeviren Birleşik Metal İş Sendikasının Genel Sekreteri Selçuk Göktaş ta-rafından İstiklal Marşının oku-tulması, bu gerici-faşist kesime önemli prim vererek cesaretlerini arttırmış, salonun balkonunun kü-çük bir miting alanına dönüştür-melerine yetmişti. Divan başkanı ve aynı zamanda Birleşik Metal İş Genel Sekreteri Selçuk Göktaş’ın konuşması yarım saat kadar sürdü. Konuşmasında ‘’sermayenin saldı-rılarının sürekli arttığı, buna karşı sendika olarak direndiklerini, sendikanın da her geçen gün bü-yüdüğünü, sarı sendikal anlayışa karşı mücadele ettiklerini ve de-vam edeceklerini, DİSK’i büyüte-ceklerini sermayeye karşı sınıf da-yanışmasını güçlendireceklerini’’ söyledi. Daha sonra Misafir ola-rak katılan kurumlardan ilk ola-rak ÖDP adına İl Başkanı Günay Pank söz aldı. Pank konuşmasında ‘’İşçiden, ezilenlerden yana ta-vır aldıklarını, küresel sermayeye karşı sendikaların yanında olduk-larını ve DİSK’i desteklediklerini söyledi. Pank konuşmasını şöyle sürdürdü: „Irkçılığa ve şovenizme

karşı mücadele etmek gerekir. Çok kültürlü mozaik bu ülkede yan yana yaşamayı öğrenmek gerekir” dedi. Daha sonra Divan Yönetim ve Denetim Kurulları raporları-nın okunmasına gerek olup olma-dığı konusunda oylama yapıldı. Oylama sonucunda okunmasına gerek olmadığı kararlaştırıldı.

İlk söz alan Ayhan Ekinci’nin listesini destekleyen Salim İşçi oldu. İşçi konuşmasında, “Biz sağcı-solcu olarak meseleye ba-kamayız. Biz emekçiyiz, kendi çı-karlarımızı esas almalıyız. Siyasi görüşlerimizi fabrika kapısı dışına bırakmalıyız. (Artık bu nasıl ola-caksa? Fabrikanın dışında faşist, fabrikada işçi hakkını savunan biri nereye kadar sürecek? Faşist bakış açısı meseleye sınıfsal değil, milli-yetçi ve ırkçı temelde bakar. Böyle olunca işçi hakkı, emek-sermaye çelişkisi nasıl öne çıkarılacak? Bu Salim işçi ve onun gibi düşünen-lerin önemli bir yanlışıdır.) Şube başkanı içki masasında değil işçi-nin masasında olmalıdır. Sendika hantal değil mücadeleci olmalıdır. Benim Erol Bektaş’la politik so-runları paylaşamadığımı herkes biliyor. Farklı dünya görüşlerimiz olmasına rağmen ortak çıkarlar için aynı listede yer almanın ku-suru yoktur.” diyerek, doğru sen-dikacılık için Ayhan Ekinci’nin listesini destekleyeceklerinin vur-gusunu yaptı. Erol Bektaş, Asil Çelik işletmesinin baş temsilcisi-dir. Aynı zamanda MHP üyesidir. Muhalefet listesinde oluşu mu-halefeti çok zora sokmuştur. 40’a yakın sola eğilimli delege arasında git-gellere sebep olmuştur. Ayhan Ekinci’nin listesine oy veren sola yakın delegeler “Biz Erol Bektaş’ı değil, Ayhan Ekinci’yi destekliyo-ruz” demişlerdir. Böyle bir handi-kabın arka planında Erol Bektaş’ın DİSK’e ve sendikaya sahip çıktığı iddiası vardır. Erol Bektaş’ı des-tekleyen delege sayısı Asil Çelik işyerinde 35 kadardır. Bu sayı Asil Çelik toplam delege sayısının yarı-sından fazladır. Bu gelişmeler göz ardı edilecek gibi değildir. Bu tablo işçi sınıfının küçük bir parçasında olsa dahi; işçi sınıfının içinde bu-lunduğu bu acınası pratik açısın-dan; bizlere ve devrimci sola sivri sineğin vızıltısının bile çok geldiği apaçık ortadır. Özellikle bu sesler iyi duyulmalıdır. İşçi sınıfının ka-leleri adım adım zapt edilmektedir. Bu arada Salim İşçi’nin konuşması sırasında karşı adayı destekleyen taraftan sürekli müdahale edildi.

Daha sonra Gökhan Aydın söz aldı. Aydın konuşmasında, “Takım

BMİS Bursa Olağan Genel Kurulu çekişmeli iki liste temelinde yapıldı

Page 17: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

Aralık 2007 • yeni dünya için ÇAĞ

RI’nın İŞÇİ EKİ

EK:7

Enmersan’da sendikalaşan işçiler işten atıldı

Graniser’de greve doğru…

Manisa Akhisar ilçesi, Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu bulunan Graniser mermer fabrikasında yaşanılan sendikalaşma mücadelesi

hakkında YDİ Çağrı’nın 115. sayısında bilgi vermiş, Graniser işçilerinin yürüttükleri sendikalaşma mücadelesinin başarıya ulaştığını, işçilerin örgütlendiği Cimse-İş Sendikası’nın patron ile toplu sözleşme masasına oturduğunu, görüşmelerden bir sonuç alınamadığını vurgulamıştık.

Cimse-İş Sendikası ile Graniser patronunun üyesi olduğu İşverenler Sendikası arasında 4 ay süren görüşmelerde anlaşma sağlanamadı. Bunun sonucu olarak grev kararı alan sendika, grev kararını İzmir Şube Başkanı Kazım Belek, Graniser işçileri ile birlikte 12 Kasım Salı g ü nü fabr i k a n ı n kapısına astılar. 60 gün içerisinde an-laşma sağlanamazsa Graniser’de greve çıkılacak.

Ücret, ikramiye, sosyal yardım, kap-sam maddeleri konu- larında anlaşma sağ-lanamadı. İşçilerin istediği, ücretlere yıllık yüzde 35 zamma karşı, patron sendikası yüzde 8.2 zam teklif ediyor. Yılda 4 ikramiye yerine, 1,5 ikra-miye teklif ediyor. Graniser’de çalışan taşeron işçilerin toplu sözleşmeden yararlanmasını istemiyor. vb.

Bu vesile ile 115. sayımızda yaptığımız çağrıyı yinelemek istiyoruz:“Graniser işçileri taleplerinin takipçisi olmalı, görüşmelerin her safha-

sında bilgi sahibi olmalı, bilgi sahibi olmadıkları, onay vermedikleri toplu sözleşmeye sendikanın imza atmasına izin vermemelidirler.

Graniser işçileri sendikalaşma döneminde aralarında Direniş Komitesi seçtikleri gibi, bütün bölümlerdeki çalışan işçiler tarafından seçilen, göre-vini yapmayan temsilcinin geri çağrılma imkanının olduğu işyeri komi-tesi kurarak mücadelelerine sahip çıkmalılar.” (YDİ Çağrı Sayı 115)

Graniser işçileri kararlı davrandıklarında, aralarındaki birliği sürdür-dükleri taktirde, kazandıkları örgütlülüğe sahip çıktıkları sürece kazanan olacaklardır.

Yaşasın sınıf dayanışması!

15 Kasım 2007, YDİ Çağrı/İzmir ✓

Cimse-İş İzmir Şubesi’ne protokol bırakmak için gittiğimizde, Enmersan Fabrikası’ndan işten atılan işlerle tanıştık. Gelişmeler üze-

rine işçilerle sohbet ettik. Enmersan Granit, Mermer ve İnşaat Taahhüt San. Tic. A.Ş. mermer

fabrikası. İzmir Torbalı’da bulunuyor. Enmersan 1990 yılında Arıkanlı Holding’in kuruluşu olarak üretime başlamış. Fabrikada, plaka, fayans, döşeme ve tumpled mermer üretimi yapılıyor. Ağırlıklı olarak ihracat yapan fabrikada 4’ü kadın olmak üzere 70 işçi çalışıyor. Ağustos ayı içe-risinde 45 işçi Cimse-İş Sendikası’na üye olmuş. Ekim ayı içerisinde sen-dika çoğunluk tespiti için Çalışma Bakanlığı’na başvuru yapmış. İşçilerin

sendikalaştığını öğrenen patron 30 Ekim tarihinde 16 işçiyi işten çı-karmış. 5 işçi ihbar ve kıdem tazmi-natlarını alarak çıkışı kabul etmiş. 11 işçi mahkeme yolunu seçmiş. İşe iade davaları açılmış.

Patron işçileri işten çıkarmasının nedeni olarak, ekonomik nedenleri, işlerin iyi gitmediğini, küçülmeyi göstermiş. İşçiler asıl nedenin sen-

dika üyeliği olduğunu gayet iyi biliyorlar.Enmersan’da işçiler üç vardiya halinde 8 saat çalışıyorlar. Aldıkları üc-

ret 500-600 YTL arasında. Bordrolar asgari ücret üzerinden gösteriliyor-muş. Buna bağlı olarak sigorta primleri de düşük ödeniyormuş.

Enmersan’da sendika üyesi olduğu için işten atılan bir işçi, sendika-laşma nedeni olarak şunları söyledi: “İnsanca yaşamak, insanca muamele görmek, aldığımız ücreti bordroda gösterilmesi, sigorta primlerinin tam ödenmesi, emeklilik halinde dolgun maaş ödenmesi, sosyal haklardan ya-rarlanmak, daha iyi bir yaşam için sendikada örgütlendim.”

Çalışan, sendika üyesi olan işçiler üzerinde patronun baskıları sürüyor.

İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!

8 Kasım 2007, YDİ Çağrı/İzmir ✓

tutar gibi taraf olamayız. İşçi sını-fının çıkarlarını savunanla taraf olmalıyız” vurgusunu yaptı.

Söz alan Erkan Özkan da işye-rinde çalışanla birlikte patrona karşı mücadele ettiklerini, sınıfın uluslararası alanda özellikle da-yanışmasının ve örgütlülüğünün gerekliliğine dikkat çekti.

Daha sonra söz a lan mev-cut Şb. Sekreteri Fuat Kumaş ise “Yoruldum, ama iş yapmaktan de-ğil, görev ve sorumluluklarının dı-şında bir adamla (Mehmet Kılınç) beraber çalışmaktan yoruldum. Çalışmalarımızı beraber götürmek mümkün değildir. Bazı konularda insanlar kendini değiştiremiyor. Yeni dönemde Ayhan Ekinci’nin listesini destekliyorum” dedi.

Daha sonra Ayhan Ekinci liste-sinde tartışma yaratan Erol Bektaş söz aldı: “Vatanımız için canını veren şehitlerimizi saygıyla anmak istiyorum. Şehitler ölmez vatan bö-lünmez. (Tabiî ki bu çıkışın ardın-dan destek veren delege sayısı hiç de az değildi.) Ülkemizde hain sal-dırılarla karşı karşıyayız. Ülkemiz üzerinde emperyalist oyunlar oynanmaktadır. Uluslararası ser-mayenin saldırılarına karşı işçi-ler mücadele etmek zorundadır. Şube başkanı bu çalışma döne-minde bunu yapmamıştır. Şube başkanı toparlayıcı değil bölücü-dür. Sözleşmelerde işçiden değil patronlardan yana tavır içindedir. Başka bir sendikayla görüşme ya-pan adamın Mehmet Kılınç’ın lis-tesinde ne işi vardır?” (Kastedilen kişi T. Tanrıverdi’dir. Bu kişi sarı Çelik İş sendikası ve yöneticile-riyle görüşme yaptığı tespit edil-miş ve bu davranışından dolayı uyarı cezası almıştır.) Kısaca Erol Bektaş’ın konuşmasında öne çıkan bunlardır.

Başkan adayı Ayhan Ekinci uzun bir konuşma yaptı; “Bu salonda 200 militan var. Bu genç dinamik-leri harekete geçirmek gerekir. Bu dinamikleri doğru değerlendir-mek gerekir. Yönetim bunu doğru kullanmamıştır. Bugün TC’nin 84. kuruluş yıl dönümü yaşanı-yor. Aynı zamanda ABD ve AB’nin kamu mallarını talan ettiği bir dönemde yaşıyoruz. Emeğimize karşı her taraftan yoğun saldırılar gelmektedir. Biz Birleşik Metal–İş sendikası olarak sermaye işbirlik-çisi sarı sendikalara karşı daha yo-ğun mücadele etmeliyiz. Bu sistem bize köleliği dayatmaktadır ama gelişmemizi ve direnmemizi engel-leyemeyecektir. 15-16 Haziran di-renişlilerini unutmadık. Mehmet Kılınç kapısını açamadığı fabrika-larda bugün kapı kapı dolaşmakta-dır. Ne için, oy toplamak için. Bu böyle olmaz. Mehmet başkan biz Prysmian (eski adı Siemens’dir) fabrikası işçileri olarak her gün Grammer direnişine destek ve-rirken sen bizi bir gün ziyaret et-medin. Böyle başkan olmaz. Biz

kendimiz Kemal Türkler eğitim tesislerine götürürken başkandan böyle bir şey görmedik.1 Mayıs eylemlerinde de aynı şeyleri yaşa-dık. 1 Mayıs’a başkan maalesef ge-rekli önemi göstermemiştir. Ama biz üzerimize düşenin en iyisini yapmaya çalıştık. Bir insan ba-taklığın içindeyse bataklığı nasıl kurutabilir.” (Bu bataklığın ne ol-duğunu açıklamadı.) Bu bölümde başka konuşan olmadı. Divan de-falarca söz isteyen olup olmadı-ğını sordu ama kimse konuşmadı. Konuşanlar sadece Ayhan Ekinci listesini destekleyenlerdi.

Son söz olarak Mevcut Şb. Başkanı ve yeni başkan adayı Mehmet Kılınç söz aldı.

Konuşmasında 4 yıllık çalışma döneminde neler yaptığı üzerine değil de sadece yapılan eleştirilere yanıt vermeye çalıştı. Çok duygu-saldı, nerdeyse ağlayacaktı. “Ben bu kadar kötü bir insan mıyım? Kendime inanamadım. O zaman bu yönetim nerdeydi? Neden beni görevden almadınız? Neden uyar-madınız? Bu iddialar doğru değil-dir. Bana Ayhan Ekinci diyor ki, Biz sendika mücadelesi verirken sen nerdeydin, bunu nasıl söylü-yorsunuz, ben senelik iznimi dahi bu fabrika önünde mücadele ede-rek geçirdim. Fuat arkadaşın eleş-tirileri de kendi sorunudur. Şunu yapalım, olmaz, şuraya gidelim, hayır diyor. Ben ne yapayım? Erol Bektaş yaptığı konuşmayı kendisi hazırlamamıştır. Başkası bu ko-nuşmayı hazırlamıştır. (Bu sözler üzerine Erol Bektaş taraftarları yoğun tepki gösterdi.) Çünkü Erol Bektaş 1 Mayıs’ta evine gidip yat-mıştır. 1 Mayıs’ın anlamı üzerine işçilere hiç birşey veremez. Erol Bektaş’ın da Türk Metal’le görüş-tüğünü biliyoruz. (Bu sırada Erol Bektaş itiraz ederek bu yapılan gö-rüşmede kendisinin de olduğunu söyledi.) Onun için Tekin’e hak-sızlık etmektedir. Önce kendisine bakmalıdır. Gençlerin önünü aça-lım. Onlar bu işi daha iyi yaparlar. Bunu yapmamız lazım” diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Divan artık seçimin yapılaca-ğını duyurdu. Yapılan seçimler sonucunda Ayhan Ekinci listesi 108 oy, Mehmet Kılınç’ın listesi ise 99 oy aldı. Şb Başkanı Ayhan Ekinci, Şb. Sekreteri Erol Bektaş, Şb. Mali Sekreteri Duygu Bayram, Şb. Örgütlenme Sekreteri Erkan Özkan, Şb. Eğitim Sekreteri Zafer Çelik, Şb. Basın Yayın Sorumlusu Mustafa Sevinç, Şb. Sosyal İşler Sekreteri Salim İşçi.

Birleşik Metal İş bu seçim sonuç-larında ortaya çıkan bu yönetim kadrosuyla olumlu işler yapabi-lir. Süreç bize neyin nasıl olaca-ğını gösterecektir. Çünkü Ayhan Ekinci listesindeki bu sorun çokça tartışılmıştır.

YDİ Çağrı okuru, 28 Ekim 2007 ✓

Page 18: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

Ara

lık 2

007

• yen

i dün

ya iç

in Ç

AĞRI

’nın

İŞÇİ

EK

İ

EK:8

ÇAĞRI Basın Yayın Ltd. Şti Adına Sahibi: Aziz Özer • Sorumlu Yazıişleri Müdürü: İlyas Emir Yönetim Yeri ve Adresi: Hüseyin Ağa Mah. Balo Sok. No: 29/5 Beyoğlu - İstanbul • Tel.: (0212) 235 35 70 Fax: (0212) 253 19 27 e-mail: [email protected] • www.ydicagri.com • Banka Hesap: Türkiye İş Bankası Galatasaray-İstanbul, Hesap No: 1022 0 738654SAYI 117’nin İşçi Eki · Aralık 2007 • Baskı: Uğur Matbaacılık (0212-501 81 09) • Yayın Türü: Yaygın Süreli

Mustafa Hotlar okudu.Açıklamada, “Hastanelerin

temizlik ve yemekhane hiz-metlerinin taşeronlaştırılma-sıyla başlayan süreç, hemşire, laborant, teknisyen ve hasta-bakıcı personeli de kapsayarak sürdürülmekte, giderek hekim-lerin de taşeron firmalar aracı-lığıyla çalıştırılması gündeme gelmektedir.” denildi. Kamu sağlığı için devlet bütçesinden ayrılan payın yıllardır azal-dığı, devletin sağlığa yatırım yapmadığı belirtildi. Hastane yönetimlerinin yapılan ihaleler sonucunda taşeron firmalara bir işçi için ayda 1200 – 1300 Ytl ödediği ancak asgari ücretle çalıştırılan bir işçinin taşeron şirkete maliyetinin en fazla 800

– 850 Ytl olduğu vurgulandı. Böyle bir rakamsal fark, taşeron firmala-rın nasıl kâr ettiğini ve kamunun

nasıl zarara uğratıldığını göste-riyor. Taşeron firmalarda çalışan sağlık emekçilerinin sayısının 50 binlerde olduğu ve bu işçilerin aynı iş yerinde çalışan ve aynı işi yapan kadrolu işçilerle eşitsiz koşullarda ve sosyal güvence olmadan çalıştı-rıldığı vurgulandı.

Açıklama sık sık “Taşeron Sağlığa Zararlıdır”, “Parasız Eğitim, Parasız Sağlık”, “Sağlıkta Taşeron Ölüm Demektir”, “Güvenceli Gelecek, Güvenceli İş” sloganlarıyla kesildi.

Açıklamada son olarak, sürecin kamuoyuna duyurulması ama-cıyla 17 Kasım’da Ankara’da Sağlık Bakanlığı önünde farklı illerden gelecek taşeron sağlık emekçileri-nin ve tüm sağlık çalışanlarının katılacağı kitlesel bir basın açıkla-ması gerçekleştirileceği belirtildi.

08.11.2007Ydi Çağrı/Adana ✓

“İnsan ihale ile çalıştırılmaz! Sağlıkta taşeron olmaz!”

07.11.2007 tarihinde, sağlık ala-nındaki taşeronlaşmaya karşı

DİSK/Dev Sağlık İş, Ses ve TTB Adana Çakmak Caddesinde bu-

lunan Kültür Sokağı önünde or-tak bir basın açıklaması düzenledi. Basın metnini bu kurumlar adına Dev-Sağlık-İş Adana Şube Başkanı

“İşçi sınıfı örgütlü olursa kazanır!”

Akdeniz Nakliyat Kargo Ambarı’nda işten atılan 9 işçinin direnişi 90 gün-

dür, yağmura, soğuk havaya rağ-men kararlılıkla sürüyor. İşçileri TÜMTİS Şube yöneticileri, Ambar işçileri yalnız bırakmıyorlar.

90. gününde bir kez daha işçi-leri ziyaret ettik. Direniş üzerine, çeşitli konularda işçilerle sohbet ettik.

İşten atılan işçilerden Hüseyin Gündüz, Mesut İşlek direnişleri üzerine şunları anlattılar:

“Sendikaya üye olduğumuz için patron bizi işten çıkardı. Yasal haklarımızı vermedi. Sabah saat 09’dan gece 01, 02’ye kadar köle gibi çalışıyorduk. Mesai diye bir şey yoktu. Canımıza tak dedi. Sendikaya üye olduk. Sendikamız bize sahip çıktı. Yalnız bırak-madı. Arkadaşlarımız yanımızda. Kazanacağımıza inanıyorum. Sınıf dayanışması iyi. Sendikalar ziyarete geldi. Sosyalist basından geliyorlar.

Burası bir okul. Çok şey öğren-dik. Dayanışmayı, dostluğu, ar-kadaşlığı öğrendik. Sendikanın ne olduğunu öğrendik. Yasal ola-rak haklarımızın ne olduğunu öğrendik.

Direnişten önce patron bizi hor-luyordu. Hakaret ediyordu. Kölece

çalışma vardı. Ücret azdı. Mesailer ödenmiyordu. Hiçbir hakkımız yoktu. Arkadaşlar arasında re-kabet vardı. Kavga ediyorduk. Patronun gözüne girmeye çalışı-yorduk. Şimdi aramızda tam tersi var. Dayanışmayı, paylaşmayı bize direniş öğretti. Kazanacağımıza eminiz.

Basın bize pek yer vermiyor. Sosyalist basın geliyor. Haber ya-pıyorlar. Onlara doğruları yazdık-ları için teşekkür ediyoruz. Öteki basının da buraya gelip halimizi görmelerini istiyoruz. Yalan haber yapıyorlar. Bir gazete, “karakolu bastılar” diye haber yaptı. Halbuki öyle bir şey olmadı. Görmeden ya-

lan, yanlış haberler yapmasınlar.İşçi sınıfı örgütlü olursa ka-

zanır. Biz de kazanacağımıza inanıyoruz.”

Hüseyin ve Mesut arkadaşın anlattıkları, işçilerin direnişten önemli dersler çıkardığını göste-riyor. Grev, direniş işçi sınıfının

okuludur. Bu okulda işçiler çok şey öğreniyorlar. Örgütlenmenin, sen-dikanın ne olduğunu öğreniyorlar. Dostlarını, düşmanlarını tanıyor-lar. Patronu kimin koruduğunu anlıyorlar. Çevik kuvvetin ambar içinde ve önünde neden bekledi-ğini anlıyorlar. Devletin kimin çıkarlarını koruduğunu anlamaya başlıyorlar. Boyalı basının neden kendi direnişlerine yer vermedi-ğini kavrıyorlar.

İşçi arkadaşlarla direnişleri üze-rine sohbet etmenin yanında, gün-cel gelişmeler üzerine de sohbet ettik. Özellikle de son dönemde devlet eliyle kışkırtılan şovenist dalganın nedenleri, sonuçları üze-rine konuştuk.

Yaşasın Akdeniz Nakliyat Kargo işçilerinin haklı direnişi!Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz!

13 Kasım 2007YDİ Çağrı/İzmir ✓Mesut İşlek Hüseyin Gündüz

Page 19: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

panorama

11

PANORAMA

Dalaşın gölgesinde insan pazarı!

- ÇAD -

diye durumu anlatıyor. Ayrıca ço-cukların büyük bölümünün yetim olmadığı ve yine büyük bölümünün Darfur’dan değil Çad’dan olduğu ortaya çıktı.

Bu yazı yazılırken tutuklananların büyük bölümü serbest bırakılmıştı. Fransa Devlet Başkanı Sarkozy, kendisi Çad’a gidip yedi kişiyi (üç Fransız gazeteci ve dört İspanyol) “kurtardı”… Nerede mahkemeye çıkarılacakları üzerine tartışmalar, görüşmelerden sonra diğer tutuklu Avrupalılar da serbest bırakıldı. Soruşturma sürüyor.

Kendilerini çocuksever gösteriyor bu sahtekârlar… Ne Deby Fransız ku-rumunu suçlarken, ne de Sarkozy ya-pılanın “yasalara ters ve kabul edile-mez” olduğunu açıklarken 103 çocu-ğun geleceğini düşünüyor. Herkesin kendi çıkarı, kendi hesabı var.

KISACA PERDE ARKASI VE DALAŞ…

Ç ad ’ı n a nd a k i Ba şk a n l ı k ve Genelkurmay Başkanlığı görevle-rini elinde tutan İdris Deby, 1990’da darbe yaparak başa geçmiş ve daha sonraki dönemde de yasaları kendi-sine uydurarak üç kez de seçilerek yönetimde kalmıştır. Açıkça dikta-törlük yönetimi olmasına rağmen özellikle Fransa ve ABD ile ilişkileri iyidir. 2006 yılında Deby’nin koltuğu sallanırken, Fransız ordusu yardı-mına yetişmiş ve Deby’nin rakip-lerini başkentten uzaklaştırmıştır. Anda 1500 civarında Fransız askeri Çad’dadır.

Deby yönetiminde Çad’da binlerce çocuğun askere alınması ve terhis edilmemesi durumuna karşı kimi uluslararası kurum ve kuruluşların protestoları yaşanmış, ama Deby em-peryalist güçler için “partner” olmak-tan çıkmamıştır. Oysa başka gelişme-lerden biliyoruz ki, emperyalistlerin işine gelmediğinde burjuva demok-ratları bile “diktatör” ilan edilip hedef tahtasına konmaktadır. Deby’ye karşı tavırları, emperyalistlerin Çad’da çı-karları olduğunu ve bu çıkarları sa-

vunmada, ya da korumada Deby’nin anda onların dayandığı esas kişi ol-duğunu göstermektedir.

Fransa için Çad –1960 yılına ka-dar Fransa’nın sömürgesiydi Çad– öncelikle hava üssü olarak Afrika kıtasındaki nüfuzunu geliştirip güç-lendirme, yani egemenlik dalaşı için önemlidir. Fakat Fransa’nın hesabı sadece bu değildir. Son yıllarda he-men her savaşın perde arkasında ya-tan petrol yataklarına egemen olma dalaşı Çad’da da başlamıştır.

Kimi Afrika ülkelerinde son yıl-larda varlığı tespit edilen petrol ve doğalgaz yatakları, “kara kıta”yı ye-niden emperyalistler arası dalaşın kı-zıştığı alana çevirmiştir. Önce sözko-nusu ülkede karışıklık çıkarılmakta, onbinlerce ya da yüzbinlerce insan katledildikten sonra “barış meleği”, “kurtarıcı” rölünde askerlerini yerleş-tirmekteler ve başta altı ay ya da bir yıllık “barış misyonları” uzun süreli işgale dönüşmektedir. Çatışmalar ise egemenlik dalaşı yürüten emperya-list güçlerin sayısına ve gücüne göre uzun ya da kısa sürmektedir. Yani pazar paylaşımı üzerinde anlaşılmış ise, sözkonusu ülkedeki çatışmalar durmuş, dinmiş ya da donmuş olu-yor… Aksi halde bir türlü son bul-muyor. Olan da tabii ki ezilenlere, yoksullara oluyor.

Çad bağlamında da benzeri bir du-rum yaşanıyor. Dünya Bankası’nın finansmanında yer aldığı ve Exxon, Chevron (ik isi ABD tekeli) ve Petronas (Malezya tekeli) gibi te-kellerin ortaklaşa gerçekleştirdik-leri proje ile Ekim 2003 tarihinden beri Çad’da petrol üretilmektedir. Sözkonusu petrol aynı zamanda 1050 km uzun bir petrol boru hattı ile Kamerun üzerinden okyanusa ta-şınmakta ve petrolün büyük bölümü ABD’ye gitmektedir. Verilen bilgilere göre günde 200-250 bin varil petrol üretilmektedir. Kuşkusuz ki petrol yataklarının tümü henüz üretim yapılacak duruma getirilmemiştir. Ayrıca rafineri inşa etme bağlamında da henüz pazar tümüyle paylaşılmış durumda değil.

Ekim ayı sonlarında medyaya yansıyan haberlerden biri, “Arche de Zoê” isimli Fransız

“hayır kurumu” temsilcilerinin Çad’dan 103 çocuğu kaçırmaya kal-kışmasıyla ilgiliydi. Hürriyet gazetesi “Afrikalı yetim krizi” başlığıyla ha-beri yansıttı. Sözkonusu olay Avrupa ülkelerinin medyasında da tartıştığı bir olaydı.

Özetle aktarırsak bu konudaki du-rum şöyledir: Sudan’ın Darfur böl-gesindeki katliam ve çatışmalar so-nucunda son dört-beş yıllık süreçte 200 binden fazla insanın yaşamını yitirdiği, 2.5 milyon insanın da ye-rinden yurdundan olduğu bilgisi ve-rilmektedir. Bunlardan 240 binden fazlası, sınır ülke Çad’a sığınmıştır.

Buna ek olarak Çad içinde de çatış-malar yaşanmış, hatta 2006 yılında “iç savaş” olarak adlandırılacak dü-zeyde yoğunlaşmıştı. Bu iç çatışma-nın sonucunda da yaklaşık 170 bin insan yerinden yurdundan olmuş “iç göç”e maruz kalmıştır. Mülteci ola-rak Birleşmiş Milletler’in yardımına ihtiyacı olduğu söylenenlerin sayısı 400 binden fazla.

Peki bunun çocukların kaçırılma-sıyla ilgisi nedir? Sözkonusu “hayır kurumu” Sudan / Darfur bölgesinde yetim çocukları “kurtarma” adına bir çalışma başlatır. Basına yansı-yan haberlere göre bu çalışma için 550.000 Avro gerekmektedir ve bu para esas olarak “evlat edinmek” is-teyen 250 kadar aileden 2800 ile 6000 Avro arasında bir nakitle sağlanır, ayrıca kimi kuruluşlar da yardımda bulunur.

Bu çalışmalardan Fransız hükü-meti ve yetkilileri haberdardır. Hatta basına yansıdığı kadarıyla Fransız Dışişleri Bakanlığı bu kaçırma ey-lemini engellemek istemiş, fakat “Arche de Zoê” çalışanları buna rağ-men planlarını gerçekleştirmek için çalışmıştır. Tam da son anda, yani çocukların havaalanına götürülüp onları bekleyen uçağa bindirilmesi aşamasında Çad polisi “Arche de Zoê” çalışanlarını ve onlarla iş-birliği yapan İspanyol, Belçikalı ve

Çadlı 18 kişiyi tutuklar ve 103 ço-cuğu (81 erkek 22 kız çocuğu, yaşları 3-10 diye veriliyor) “kaçırılmaktan kurtarır”! Bu son anda yakalanma-nın kaynağı olarak Fransız Dışişleri Bakanlığı –Deby’ye bilgi sızdırdığı biçiminde– verilmektedir.

Deby yönetimi şimdi çocukla-rın “koruyucusu”, onların hakları-nın savunusucu olarak görünüyor. Avrupalılar da Deby’ye karşı çocuk-ları “kurtarmak” isteyen “kurtarıcı-lar” olarak kendilerini kamuoyuna sunuyor… Gerçekte ne Deby’nin, ne de emperyalistler ve onların asker veya sivil temsilcilerinin özelde söz-konusu çocukları, genelde de ezilen sınıf ve tabakaların çocuklarını ko-ruma, kollama ya da kurtarma diye bir sorunları, amaçları yoktur.

Deby 1990’dan bu yana Çad’da onbinlerce çocuğun açlıktan, yok-sulluktan ölmesine karşı ciddi hiç bir önlem almamıştır. Sayısı belli olmayan ama kimi tahminlere göre binlerce çocuğu askere alıp çatışma-lara sürmesinin ve böylece ölmesinin doğrudan sorumlusu ve suçlusudur.

“Arche de Zoê” temsilcileri ise “yardım” adına satacak çocuk bulma “safari”sine çıkmışlardır… Her ne adına yapılırsa yapılsın sözkonusu çocuklar mal gibi satışa çıkarılmıştır. Normalinde mal alanlar, malı görüp de alır… Bu durumda önce malın parası verilmiş ondan sonra mal bu-lunmaya çalışılmıştır. İnsan, bu “ha-yırsever kurum” için de mal/metadır. Bunların sevdiği gerçekte hayır ya da iyilik değil, kârdır… Hem de insan satarak elde edilecek olan kâr! Beyaz egemenlerin siyah kölelere yaklaşı-mının 21. yüzyıldaki yansımaların-dan sadece biridir bu.

Çocukların Avrupa’ya götürülüp evlat edinmek isteyen ailelere evlatlık olarak verileceği –verilen kimi ifade-lere göre– bile söylenmemiştir. İfade veren çocuklardan biri, “Beyazlar geldi ve bizi okula yazdıracaklarını söyledi. Babalarımızla konuştular, eğitim alacağımızı, büyüyünce bize araba vereceklerini söylediler.” (31 Ekim tarihli internet haberlerinden)

Her ne adına yapılırsa yapılsın sözkonusu çocuklar mal gibi satışa çıkarılmıştır. Normalinde mal alanlar, malı görüp de alır…

Page 20: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

panorama

12

Seçimden sonra-seçimden önce

OHAL…- PAKİSTAN -

Deby vergi ödeme yükümlülükle-rini yerine getirmediği gerekçesiyle Chevron ile Petronas’ı kovmuş, söz-konusu konsorsiyumu Exxon ile sür-düreceğini açıklamıştır. Ayrıca Çad Tayvan ile diplomatik ilişkilerini koparmış Çin ile yeniden diploma-tik ilişkilerini başlatmıştır. Bu arada Çin, ABD’den sonra Çad’ın en büyük ihracat yaptığı ülke konumuna gel-miştir. Petrol dalaşı bağlamında ise Çad ile Çin arasında rafineri kurma anlaşması yapılmıştır. Şimdiye ka-dar Çad kendi rafinerisi olmadığı için rafine petrolü dışardan alma durumunda.

Sözkonusu bu gelişmeleri değer-lendiren kimi burjuva yorumcular doğru olarak Çad üzerindeki pazar-lıkların bir yandan ABD, Fransa ve AB arasındaki dalaş, diğer yandan da bunlarla Çin arasındaki dalaşın ürünü olduğunu tespit etmektedir-ler. İşin belki de en ilginç yanı, kendi aralarındaki bu dalaşta hemen hepsi-nin de Çad’daki muhatabı Deby’dir. ABD ve AB, bunun içinde de özel-likle Fransa Deby’yi açıkça destekle-mektedir. Öyle ki, Deby yerine mu-halefetten birilerinin Başkan olması durumunda, petrolün akış yönünün ABD yerine Çin’e döneceği hesapları yapılmaktadır. Deby bunun bilin-cinde olarak seçimlerde kendisinin desteklenmesi gerektiği kartını oy-namış, hedefine de ulaşmıştır. Çin’in siyaseti ise açıkça şu ya da bu kişiyi destekleme siyaseti değil, devlet ola-rak “iç işlere karışmayan” bir gö-rüntü ve sözkonusu devletin diğer emperyalistlerin anlaşmalarından daha fazla çıkara sahip olduğu anlaş-malar yaparak pazardaki yerini gide-rek güçlendirmektedir.

AB ise, özellikle Fransa’nın öncü-lüğünde Çad’a askeri güç yerleştirme durumundadır. Fransa’nın zaten 1500 civarında askeri Çad’dadır. Ayrıca Çad’ın komşularından biri olan Orta Afrika Cumhuriyeti’ne “Barış Gücü” gönderme de AB’nin planı içindedir.

BM çatısı altında, aslında BM’nin AB’ye ihale ettiği Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti’ne “EUFOR Gücü” yer-leştirme üzerine epeydendir tartı-şılıyordu. Gelinen yerde AB yetkili kurumları bu planı onayladı. Şimdi Aralık ayında başlanacağı söylenen bu “Barış Gücü” yerleştirme, ger-çekte ise işgal eylemi için, daha önce 4000 olarak düşünülen asker sayısı “EUFOR” gücünün azlığı ve kimi ülkelerin şimdilik bu “misyon”da yer almaktan kaçınması sonucu 2500’e düştü. Bunun komutası Fransa / Paris’te olacak ve İrlandalı bir gene-ral başında olacak. Çad’da ise yöne-tici Fransız general olacak. 2500 as-kerin 1500’ü zaten Fransız askeri ve onlar Çad’dadır. Bu bakımdan “mis-yon” çoktan başlatılmıştır. Bundan sonra olacak esas iş İrlanda, Polonya, İspanya, İsveç, Belçika ve Avusturya gibi ülkelerin söz verdikleri sayıda askeri Çad’a yollaması. Bunun yanı-sıra Fransız emperyalizminin temsil-

cileri Türkiye ve Fas gibi ülkelerden de asker göndermesini talep edece-ğini açıkladı. Bu gelişmeler işgal gü-cünün 2500 ile sınırlı kalmayacağını, giderek daha da çoğaltılmaya çalışı-lacağını göstermektedir.

Özetle aktardığımız bu perde ar-kası gerçeklik, yani emperyalistler arası dalaş, sömürücüler, egemenler için esas meselenin ne çocukları ko-ruma, kurtarma, ne de 400 binden fazla mültecinin korunması olmadı-ğını; meselenin esası itibariyle Çad somutunda da paylaşım, egemen-lik dalaşı olduğunu göstermektedir. Bu dalaşta anda esas faktör petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynakla-rına egemen olma meselesi vardır. Fakat sadece petrol, doğalgaz yok bu dalaşta. Diğer yeraltı ve yerüstü zenginliklerine, özellikle de sanayi ve teknik alanında gerekli olan ma-denlere sahip olma, talan etme dalaşı da sürüyor ve bu dalaş tüm Afrika

kıtasını her geçen gün daha fazla emperyalistlerin mengenesine maruz bırakıyor… Örneğin önümüzdeki sü-reçte nüfusu 1.5 milyonu biraz geçen Guinea-Bissau’ya “Barış Misyonu” ile işgal ordusu gönderilirse hiç şaş-mayın. Orada da işlenmemiş petrol yatakları duruyor! İç çatışmalar, göç olmasa da, “uluslararası terörizmin kazanç aracı uyuşturucu ticaretine karşı mücadele etme misyonu” vb. gerekçeler bulunur…

AB emperyalistlerinin askeri gücü-nün (EUFOR) Afrika kıtasındaki sa-yısı giderek artıyor. Bu ise AB ile BM arasındaki pazarlıklarda AB’nin BM içindeki nüfuzunu giderek güçlen-dirme siyasetinin bir sonucudur da. Emperyalistler arası dalaş BM için-deki nüfuz dalaşı olarak da sürüyor.

Bu dalaşın diğer Afrika ülkele-rinde kendisini nasıl göstereceğini ise göreceğiz.

14 Kasım 2007 ✓

Son dönemde Pakistan’daki ge-lişmelerin gündemin ön sırala-rına tırmanması, esas olarak 3

Kasım’da olağanüstü hal, sıkıyöneti-min ilan edilmesi, ya da kimileri ta-rafından “ikinci darbe” olarak adlan-dırılan gelişmenin sonucu oldu.

Devlet Başkanı Müşerref, 3 Kasım’da olağanüstü hal ilan edip Anayasa’yı askıya aldığını açıkladı.

Muhalefete karşı baskılar, tutuklama ve ev hapsi gibi uygulamalar günlük yaşanan olaylar oldu.

Bu yazı yazılırken binlerce muha-lif tutuklanmış, Butto gibi muha-lefet yapan tanınmış politikacılar Müşerref ’in uygulamalarına karşı mücadele edeceğini açıklamış; başta ABD emperyalizminin temsilcileri olmak üzere batılı emperyalist güçler

olağanüstü halin kaldırılması ve par-lamento seçimlerinin “demokratik ortamda” “adil ve hür” biçimde ya-pılması talebini öne sürmüştür.

Özellikle ABD emperyalizminin ve Butto önderliğindeki muhalefetin itirazı sonucu, Müşerref parlamento seçimlerinin 9 Ocak’tan önce yapı-lacağını açıkladı. Anayasayı askıya aldığında önce seçimlerin ne zaman yapılacağı belli değildi; ardından 15 Şubat’tan önce yapılacağı açıklaması yapıldı, buna da itirazlar yükselince tavır değişti. Seçimlerin 9 Ocak’a kadar yapılmasının önkoşulu ola-rak da parlamento fesh edildi ve geçici Başbakan/ hükümet atandı. Butto’nun tavrı Müşerref yanlısı olan bu hükümeti tanımama yönünde oldu.

Gelinen yerde ABD emperyaliz-minin temsilcileri Müşerref ’e olağa-nüstü hali kaldırmasını ve seçimleri “hür ve adil” seçimler olarak satabil-mesini sağlamak için de olağanüstü halin kaldırılmasını dayatmakta-dırlar. Gelişmelerin bu arada hangi mecrada yol alacağını göreceğiz. Fakat esas mesele olağanüstü halin ilanını gerektiren gelişmelerin neler olduğunu ve bunun ne için yapıl-dığıdır. Bunu görmek için de kimi gelişmeleri özetle de olsa anlatmak, ortaya koymak gerekiyor.

PAZARLIKLAR VE BUTTO’NUN DÖNÜŞÜ

Özellikle ABD emperyalizminin Afganistan’a yönelik savaşı başlat-masından bu yana Pakistan, ABD emperyalizminin bölgede önde gelen işbirlikçilerinden biriydi, öyledir. Bu işbirliğinin temelinde yatan esas şey, “islamcı” kesimlere karşı –tabii ki başta Taliban, El Kaida güçlerine vd. karşı– “terörizme karşı mücadele” adına davranmak vardır.

Müşerref ’in hem Başkan hem de ordunun başı olması, aynı zamanda askeri diktatörlük biçiminde ülkeyi yönetmesi, “demokrasi ihracı” yapa-cağını propaganda yapan emperya-list işgalcileri pek ırgalamadı, ırga-lamıyor da… Onlar kendi çıkarları gereği bölgeye yerleşmeye hizmet edenlerin diktatör olup olmamasına bakmıyorlar.

Afganistan’a yönelik savaştan bu yana epey zaman geçti ve Pakistan’da da gelişmeler farklı yönden yol al-maya başladı. Müşerref, her ne kadar ABD emperyalizminin temsilcileri onu destekleme tavrını sürdürseler de, tam güvenecekleri biçimde bir tavır sergilemedi. Tersine, karşısında mücadele ettiğini söylese de, islamcı kesim gittikçe güçlenmeye doğru yol aldı. Özellikle Afganistan sınırında Taliban ve El Kaida ya da diğer is-lamcı kesimlere karşı yürütülen ça-tışmalar, ABD emperyalizminin da-yatmasıyla gerçekleşmiş ve bu aynı zamanda Müşerref ’in bu bölgede yaşayanlar arasında ABD’nin uşağı olarak tanımlanmasına ve sözkonusu

Page 21: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

panorama

13

savaşın da ABD’nin dayatmasıyla yü-rütüldüğü görüşünün yaygınlaşma-sına hizmet etmiştir. Müşerref yöne-timine milyarlarca dolar yardım da, onun ABD ekseninde hareket ettiği değerlendirmesini güçlendirmiştir.

İslamcıların iktidara yürüyüş yo-lunu kesmek, Taliban rejimi gibi bir yönetimi Pakistan’da engellemek için dayanılan Müşerref yeteri kadar gü-venilir olmayınca, ya da islamcıları engelleme, onlara karşı mücadelede Müşerref ’in tek başına başarılı ola-mayacağı düşünülünce, ABD emper-yalizminin temsilcileri başta olmak üzere müttefik İngiltere’nin temsilci-leri başka hesaplara yöneldi.

Bu hesaplar içinde ABD yanlısı, dostu olarak hesaplanan Benazir Butto’nun devreye sokulması hesabı öne çıktı. Bunun için Müşerref ile Butto’nun anlaşması için arabulucu-luk yapıldı ve taraf lar arasında an-laşma sağlandı.

Medyaya yansıdığı kadarıyla söz-konusu anlaşmaya göre esas ola-rak mutabık kalınan şey, Butto’nun sürgünden geri dönmesi için, Butto hakkındaki yolsuzluk yaptığı yö-nündeki davaların düşürülmesi, Müşerrefin de askeri üniformasını çıkarıp bir dönem daha Başkanlık yapması, Butto’nun Müşerref ’in bir dönem daha başkanlık yapmasını kabul etmesi ve Butto’nun da parla-mento seçimlerinden başbakan ola-rak çıkmasıydı.

Bu hesap esas olarak görünürde “demokrasiye” geçiş olacak, ama ikti-dar Müşerref ile Butto gibi iki ABD’ci tarafından paylaşılıp islamcıların ik-tidara gelmesi önlenecek biçimindeki hesap üzerine kurulu bir hesaptır.

Buna uygun adımlar at ı ld ı . Müşerref Butto hakkındaki davaları “ulusal uzlaşma” adına iptal ettirdi. Aynı zamanda Başkanlık seçimini, parlamento seçiminden sonra oluşa-cak yeni parlamento yerine, çoğun-luğu elde tuttuğu kurulu parlamen-toda yaptırdı. 6 Ekim’de gerçekleşti-rilen başkanlık seçiminde Müşerref 1170 milletvekilinden oluşan mer-kezi parlamento ve dört bölgesel parlamentodan kullanılan 685 oyun 671’ini alarak başkanlığa seçildi. Butto’nun partisi Demokratik Halk Partisi (PPP) milletvekilleri parla-mentoya gitti ama çekimser kaldı. Böylece parlamento kararına göre Müşerref başkanlığa seçilmişti.

Müşerref ’in kendini seçtirmesi ve seçim sonucunun kabul edilip edilmeyeceğinin henüz belli olma-dığı dönemde Butto Pakistan’a geri döndü. Butto’nun Pakistan’a dönüşü onbinlerce kişinin karşılama gösteri-siyle birleştirildi. Aslında bu dönüşle birlikte parlamento seçimlerinin pro-pagandasına başlanmıştı bile.

Fakat araya bir başka mesele girdi… El Kaida veya Taliban yanlılarının Butto’ya karşı intihar eylemleri dü-zenleyeceklerini açıkladıkları yönlü haberler yaygınlaştırıldı ve Butto’yu karşılama eyleminde bomba patla-

tıldı ve bir intihar eylemi yaşandı. Sonuçta 130’dan fazla insan yaşa-mını yitirdi… Bu olaylar da ülkede kargaşanın olduğu ve askeri müda-halenin gerektiği yönünde kullanıldı. Tabii ki Butto’nun korunması adına da yapıldı bu…

Müşerref ’in Genelkurmay Başkanı olarak üniformasını koruduğu du-rumda, Başkan olup olmayacağına, bunun Anayasa’ya ters düşüp düşme-yeceğine ise Yüksek Mahkeme’nin karar vermesi gerekiyordu.

Yüksek Mahkeme Başkanı Çaudri ise bu yılın ilk aylarında Müşerref tarafından görevden alınmış, ama protestolar sonucunda yine görevine/ koltuğuna geri dönmüş biri. Çaudri aynı zamanda örneğin Pakistan’ın en büyük çelik işletmesinin özelleş-tirilmesini, alınan mahkeme kara-rıyla engelleyen ve Müşerref yanlısı Başbakan Şevket Aziz’in işlerini “zora sokan” biri… Yine sürgünden geri dönen Navaz Şerif ’in yeniden sürgün edilmesinin mahkeme kararına ay-kırı olduğunu ve Şerif ’in Pakistan’a geri dönebileceği kararının verilme-sinin baş aktörüdür Çaudri… Bunun da ötesinde Çaudri, Anayasa’ya uy-gun, yasaların “demokratik” biçimde uygulanmasından yana olan ve bu tavırlarıyla Müşerref ’in uygulamala-rına da muhalif olan biridir.

Geçmişte verilen kimi mahkeme kararlarına ve kararlaştırılan kimi yasalara göre Müşerref ’in askeri üni-formasını çıkarmadan başkanlığa se-çilemeyeceğini gösteriyordu. Bu ka-rarlar la da yasalar Yüksek Mahkeme Başkanı’na Müşerref aleyhinde karar verme imkanını sağlıyordu. Tam da Yüksek Mahkeme’nin kararının açıklanacağı tarihten birkaç gün önce, Müşerref olağanüstü hal ilan edip Anayasayı askıya aldığını açık-ladı ve başta Çaudri olmak üzere kendisine muhalif olduğunu düşün-düğü hakimleri/ yargıçları gözaltına aldı, görevlerinden “azad” eyledi…

Sözkonusu “darbe”nin gerçekte Müşerref ’in iktidarını korumasına yönelik bir önlem olduğu aslında açıktı. Bu “darbe” aynı zamanda Müşerref ’in Butto ile iktidar pay-laşımında kendisini daha güçlü tutma hesabının da içinde olduğu bir edimdi.

Butto olağanüstü halin ilan edildiği dönemin ilk başlarında Müşerref ’e hemen hemen hiç bir eleştiri yönelt-meden, bir an önce olağanüstü halin kaldırılacağını ümit ettiği biçiminde açıklamalar yaptı. Ardından kendi-sinin önderlik ettiği protesto eylem-lerine müdahale edilip eylemler ger-çekleştirilemeyince, Müşerref ile ik-tidar dalaşındaki tavrını en azından görünürde sertleştirmeye başladı.

Müşerref ’e yönelik esas eleştiri veya talepler, Başkan olması için askeri üniformasını çıkarması ve parlamento seçimlerinin Ocak ayı başında –önceden planlandığı gibi– gerçekleştirilmesiydi. Olağanüstü hal ilan edip Anayasayı askıya almasıyla

Müşerref ABD emperyalizminin en azından alenen istemediği bir du-ruma yol açtı. Böylece iki ABD’ci –Butto ve Müşerref– karşı karşıya gelmişti. Butto birkaç kez ev hap-sine alındı ve yine serbest bırakıldı. Butto’nun ev hapsine alınması, as-lında onun “demokrasi için müca-dele eden biri” olduğu yönlü yanlış görüşün güçlenmesine hizmet etti, ediyor. Belli sınırlar çerçevesinde ele alındığında, sözkonusu olağanüstü halin ilanı ve muhalefete saldırı, sanki Butto’yu popülistleştirmenin bir aracıymış gibi göründü, görü-nüyor. Kuşkusuz ki bunun danışıklı dövüş olup olmadığını ispatlayacak durumda değiliz. Bu düşünceyi biraz da olsa zayıflatan gelişme, Butto’nun gelinen yerde Müşerref ’in sadece üniformasını indirmesini değil, istifa etmesini talep etmesi ve Navaz Şerif gibi Müşerref ’in darbe yaptığı politi-kacıların önderliğindeki muhalefetle ortak davranmaya yönelmesi oldu.

Tüm tartışmalar içinde öne çıkarı-lan olağanüstü halin kaldırılıp “hür ve adil” seçimlerin gerçekleştirilme-sidir. Kitlelerin içine sıkıştırıldığı mengene, Müşerref ’in “olağanüstü hali” ile, bunun kaldırılması arasın-daki seçimdir. Müşerref “adil ve hür” seçimler için OHAL’in gerekli oldu-ğunu söylemektedir, muhalefet ise –ABD emperyalizmi de dahil– se-

çimlerin “hür ve adil” yapılması için OHAL’in kaldırılması gerektiğini savunmaktadır.

Gerçekte ise, içinde bulunulan koşullarda Pakistan’da ne OHAL’li ne de OHAL’in kaldırılması koşul-larında hür ve adil seçim olacaktır. “Hür ve adil seçim” diye kitlelere yut-turmaya çalıştıkları, esasta islamcı kesime karşı ve laik olduğunu lanse eden, gerçekte ABD emperyalizmi başta olmak üzere emperyalistlerin istedikleri kesimin seçilmesi, ya da iktidarda kalmasıdır.

Öyle ya da böyle ABD emperya-lizmi başta olmak üzere Pakistan’da Müşerref ve Butto üzerine hesap ya-panların işleri de o kadar kolay değil. Arada ezilen yine Pakistan’ın yok-sulları, emekçileridir. Bu gelişmeler Afganistan’daki savaşın Pakistan’da da yürüdüğünün göstergeleridir aslında.

Emperyalist güçler bölgede olduğu sürece de, ezilenlere karşı saldırılar, planlar var olacaktır. Sorun ezilen halkların emperyalist güçlere, em-peryalizme karşı kendi kurtuluşları için mücadeleyi yükseltmesi, soru-nun emekçilerin kendi iktidarlarını kurması sorunu olarak kavranıp hem emperyalist işgalcilere, hem de gerici yerli güçlere karşı devrim için müca-delenin yükseltilmesidir.

16 Kasım 2007 ✓

“Bölücü” makinistler, “birlikçi” patronlar…

- ALMANYA -

Dergimizin 116. sayısında Alman Demiryolları’nda (Die Bahn, [DB]) yürü-

yen mücadele hakkında özetle bilgi vermiş ve gelişmelere değinmiştik. Alman Makinistler Sendikası (GDL) ile DB şefleri arasında yürüyen pa-zarlıklarda durumun ne olduğuna da kısaca değinmiştik.

Sözkonusu yazımızda taraf ların Ekim ayı sonuna kadar uzlaşmaya varılması konusunda mutabık ka-lındığını söylemiştik. Gelişmeler bunun sadece bir istekten öteye geç-

mediğini gösterdi. Bunun arkasında yatan gerçeklerden biri, mahkeme-nin 2 Kasım’da yük ve şehirlerarası yolcu taşıma alanlarında grev yapma yasağına GDL’nin itirazı konusunda karar vereceği olgusuydu. Eğer mah-keme GDL’nin itirazını haklı bulup yük ve şehirlerarası yolcu taşıma alanlarında grev yapmasının önün-deki yasağı kaldırırsa, o zaman DB şef lerine karşı daha güçlü biçimde grev silahının kullanılması imkanı doğacaktı. Öyle de oldu. Mahkeme 2 Kasım’da GDL’nin yük ve şehirlera-

Page 22: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

panorama

14

rası yolcu taşıma alanlarında da grev yapma hakkı olduğuna karar verdi.

Mahkemenin bu kararından önce GDL 30 saat süren bir grev gerçekleş-tirdi. Sosyal-Demokrat Parti (SPD) yöneticilerinden, Alman Sendikalar Birliği (DGB) yöneticilerine ve pat-ronların örgüt birlikleri şeflerine ka-dar birçok kesim GDL sendikası yö-neticilerine ve eylemlerine ateş püs-kürdü… Hatta GDL’nin “Almanya’da oyunun kurallarını bozma tehditi” karşısında, “yeni yasal kuralların düşünülmesi” gerektiği tehditleri de savruldu. Mahkemenin kararıyla GDL bu oyunda bir sıfır öne geçti…

GDL’nin yeniden görüşme ma-sasına dönmesi için temel talebi Demiryolları ile ayrı toplu sözleşme yapma talebiydi, bu yazı yazılırken de bu tavırda resmi bir değişiklik ol-mamıştı. Ücret artışı ve çalışma ko-şulları, saatleri üzerine pazarlığa açık oldukları ise GDL temsilcilerinin açıklamalarında sürekli vurgulandı. Düğüm noktası sonuçta ayrı toplu sözleşme yapılıp yapılmayacağına bağlanmıştı. Demiryolu şef leri ayrı bir toplu sözleşmeyi kategorik olarak reddediyorlardı, reddediyorlar.

Mahkemenin kararıyla daha güçlü bir silah elde eden GDL, yük tren-leri ve şehirlerarası trenlerde de grev yaparak DB şef lerini üzerinde gö-rüşme yürütülebilecek yeni bir öneri yapmaya zorlamaya çalıştı. GDL, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en uzun demiryolu grevini –yük trenlerinde önce 42 daha sonra da 62 saat ve yolcu trenlerinde de 48 saat– gerçekleştirdi.

21 Kasım’da Demiryolu şefleri yeni bir öneri paketi sundu. Ön görüşme-lerin sürdüğü koşullarda önerinin neyi içerdiği konusunda taraflar ara-sında kamuoyuna karşı konuşmama üzerine anlaşılmış olsa da, DB şefi Mehdorn kamuoyuna bilgi sızdırdı ve %8 ile 13 arası ücret artışı öneri-sinde bulunduğunu belirtti. Medyaya yansıdığı kadarıyla sözkonusu öneri, daha öncekine göre kimi yeni unsur-ları içerse de, özde değişen bir şey yoktur. Yine basına yansıdığı kada-rıyla ayrı toplu sözleşme önerisi yok-tur bu yeni öneri içinde. Kimi açık-sözlü burjuvaların deyimiyle, DB şefi Mehdorn istese bile, devletin temsil-ciliğini yapan hükümetteki yetkili bakanlar buna izin vermediği için GDL ile ayrı toplu sözleşme yapamaz. Bu konuda esasında da SPD’li ba-kanlar ve SPD yöneticileri Mehdorn ve diğer Demiryolu şef(ler)ine GDL ile ayrı bir toplu sözleşme yapmayı reddetmesini, bu konuda “sert” tavır takınmaları gerektiğini önermekte, dayatmaktadırlar.

GDL yöneticileri yeni önerinin kabul edilecek bir öneri olmadığını, ama görüşmelerle ayrı bir toplu söz-leşme yapabilmek için, resmi görüş-melere 3 Aralık’ta başlanabileceğini açıkladılar. Bu açıklamada uzlaşıla-madığı zaman yine greve gideriz de-seler de, gerçekte taleplerinden geri

adım atmaya hazır olduklarının işa-retini vermişlerdir. Gelinen yerde iki tarafın da taşıyabileceği bir uzlaşma ile sorunu halletme yaklaşımı öne çıkmaktadır. GDL temsilcileri Noel tatiline kadar uzlaşmanın sağlanabi-leceğinden yola çıkmaktadırlar.

Bu arada hükümetin soruna mü-dahale etmesi DB şefleri tarafından da talep edildi. Sanki hükümet ya da sözkonusu bakanlıklar işin içinde değilmiş gibi, “siyasi müdahale yapıl-maması gerektiği” yönlü sahtekârlık sürdürüldü. Demiryollarının borsaya girmesi planı şimdilik dondurulmuş durumda ve özelleştirme konusunda da koalisyon partileri –CDU ve SPD– arasında uzlaşmazlık sürmektedir.

Geçen yazımızdan bu yana geçen süreçte yaşananlar kabaca böyledir. Uzlaşmanın yakın zaman içinde sağlanıp sağlanmayacağı, ya da nasıl bir uzlaşma sağlanacağını, yeni gö-rüşmeler, pazarlıklar gösterecektir. Üzerinde durulması gereken önemli bir nokta ise, toplu sözleşme birliği adına yapılan sahtekârlıktır.

“TOPLU SÖZLEŞME BİRLİĞİ” SAVUNUCULUĞU GERÇEKTE NEYİN NESİ?

GDL ile DB arasındaki bu mücade-lede ortak konumda olan DB şef-leri, hükümet temsilcileri, Alman Sendikalar Birliği (DGB) şef leri, Sosyal-Demokrat Parti yetkilileri, patronların örgütlerinin başları ve diğerleri, GDL’yi “işyeri çalışanla-rını gruplara bölmek, bölücülük yap-mak”, “toplu sözleşme birliğini (ta-rif birliğini)”, “sözleşme özerkliğini tehlikeye” sokmak vb. vb. biçimlerde suçladılar. Öyle bir tablo çizilmeye çalışılıyor ki, sanki bu sömürücülerin temsilcileri ve sömürücüler işçilerin, demiryollarında çalışanların “birli-ğini”, “çıkarlarını” savunuyor…

Gerçekte ise yapılan sahtekârlık ve demagojidir. Makinistler Sendikası bu somutta “bölücü” değil, burju-vazinin temsilcileri de çalışanların çıkarlarını temsil etme, onların birli-ğini savunma bağlamında “birlikçi” değil. Bunların gerçekte birlik ol-duğu nokta, DB (Die Bahn) tekelinin çıkarlarını savunma noktasıdır. Evet, bu konuda birlikçiler…

Bu birliğin birkaç yansıması şöy-ledir: 1994 – 2006 döneminde Demiryolları çalışanlarının sayısı neredeyse yarı yarıya düşürülmüş-tür. Kimi verilere göre en azından 100.000 çalışan işinden olmuştur. Bu kadar çalışanın işinden olması, aynı zamanda geri kalanların iki kat daha verimli çalışmaya zorlanması demek-tir. Bu süreçte çalışanların reel ücreti %10 civarında düşmüştür. Bunun ter-sine DB tekeli sadece 2005 – 2007 (yaz aylarına kadarki hesap) döneminde kârını üçe katlamış ve yönetici takı-mın da geliri altı kat artırılmıştır. DB tekeli sadece demiryolları ile yetin-miyor, kârlarına kâr katmak ve etki alanını genişletmek için yurtdışında

havayollarına, logistik ve karayolları taşımacılığına (TIR) el atmıştır. Tüm bunlar tabii ki demiryollarında ça-lışanların “birliği” için yapılmıyor! Ama yine de GDL’ye karşı tavırlarda sahtekârlıktan geri kalmıyorlar…

Demir yol la r ı nda ça l ı şa n la r ı “bölme” bağlamında da esasta DB tekelinin kendisi zaten çalışanları kesimlere, gruplara bölmüştür. Maaş veya aylıklar bağlamında da bölün-müşlük vardır. En başından itibaren DB tekelinin yöneticilik bölümünde çalışanlar ile, yönetilerek çalışan-lar, daha doğrusu işçiler arasındaki maaş, aylık arasında uçurum vardır. DB’nin andaki başı Mehdorn’un 2006 yılındaki aylığı 265.000 avro iken, sözde “iyi” aylık alan makinistlerin aylığı 1500 – 2000,- avro civarında. Kuşkusuz ki 200.000 civarında çalı-şan arasında 2000,- avrodan fazla ay-lık alan da vardır. Fakat yine de aylık, ya da gelirde de bölücülük olgudur ve bu DB tekelinin, patronlarının (dev-letin, hükümetin) sömürü çarkının normal sonucudur.

Toplu sözleşme birliği ya da ta-rif birliği konusunda da sahtekârlık yapılmaktadır.

Gerçekte Almanya’da genel olarak toplu sözleşme birliği diye bir şey yoktur. Kimi burjuva hukukçular bile, çokça kullanılan toplu sözleşme birliği konusunun iş mahkemesinin bir icadı olduğunu ortaya koymakta, savunmaktadır. Zaten genel olarak her iş dalında (metal, inşaat ya da hizmetler sektöründe) ayrı sendi-kanın varlığı ve bunların somut her alanda yetkili olan patron ve temsil-cileriyle pazarlıklar yürütüp ayrı ayrı anlaşmalar yapması olgusu, genel bir toplu sözleşme birliğinin olmadığı-nın açık ispatıdır.

Bunun da ötesinde, örneğin küçük ve orta boy işletmelerde çalışanlar sözkonusu sektördeki toplu sözleşme içinde sayılmıyor bile. Genelde bü-yük iş yerleri sözkonusu toplu söz-leşme anlaşmasına uyma, uydurulma durumundadır.

Büyük işletmelerde, tekellerde ise özellikle son on yıllık süreçte yoğun-laştırılan taşeronlaştırma ve kiralık işçi çalıştırma temelinde toplu söz-leşme birliği patronların postalları altında çiğnenmektedir. Sözkonusu kiralık işçiler –ki bunların sayısı genelde artık milyonlara varmakta-dır– herhangi bir toplu sözleşmeden yararlanma durumunda değildir.

DB tekelinin kendisinde de toplu sözleşme birliği yoktur. DB şef leri “toplu sözleşme birliğini bozmaya izin vermeyeceğiz”, ya da “toplu söz-leşme birliği üzerine pazarlıklar yap-mayız” diye ne kadar çığlık atarsa atsın, DB tekelinde toplu sözleşme birliği olmadığı gerçeğini ortadan kaldıramaz. Fakat demagojileri kitle-leri etkileri altına almaktadır.

Örneğin DB’nin kolu Usedomer Bäderbahn (UBB), DB Tren, Otobüs Yereltrafik Alb-Bodensee (RAB) ve DB-kiralıkçalışma kesimleri ayrı

ayrı toplu sözleşmelere sahiptirler. Ki hepsi de aynı işi yapmaktadır ve fa-kat ayrı ücret almaktadırlar. Örneğin UBB’de çalışan makinist (üç yıl ça-lıştıktan sonra) 1865,- avro, DB ma-kinisti aynı ön koşullarda 2140,- avro almaktadır. İkisinin de brüt ücret olduğu bilinçte tutulmalıdır. DB Service Stores bölümünde ise hiç bir toplu sözleşme sözkonusu değildir.

DB şef lerinin ve bilimum destek-çilerinin toplu sözleşme birliğinden bahsetmeleri ve savunur görünmele-rinin perde arkasında, gerçekte bun-ların kitlelerin bilincini karartmak ve GDL’nin haklı taleplerini reddet-mek amacı, hedefi vardır.

Bu sahtekârlığa Alman Sendikalar Birliği (DGB) başta olmak üzere doğrudan demiryolu dalında örgütlü olan Transnet ve GDBA da ortak-lık etmektedir. Özellikle Transnet ve GDBA DB tekelinin ortaklarıy-mış gibi davranmakta, GDL’ye karşı kampanyanın başını çekmektedirler. Son döneme kadar bunların tavırları DB’nin borsaya girmesini destekle-mek için ücretlerin %4.5’ten fazla artırılmaması, aksi halde, yani DB GDL’ye daha yüksek ücret artışı ve-rirse greve gidecekleri tehditlerini sa-vurdular. Evet bu işbirlikçiler, emek-çilerin düşmanları GDL ile birlikte mücadele edip daha yüksek ücret artışı elde etmek için grev yapma ye-rine, DB tekelinin çıkarlarını savun-mak için grev tehditi yapmaktadır.

GDL ile ayrı toplu sözleşme yapılıp yapılmamasından bağımsız olarak ücret artışının %4.5’ten fazla olacağı bir nevi kesinleşmeye başlayınca, Transnet ve GDBA temsilcileri as-lında Temmuz ayı başında yapılan sözleşmeden memnun olmadıklarını dile getirmeye başladılar.

Bu tavırları, bir yandan bunların patronlarla sosyal partnerlik, açık işbirliği tavırlarının yol açtığı üye kaybına set çekmek için zorunlu kal-malarının sonucudur, diğer yandan ama GDL ile ayrı toplu sözleşme ya-pılmasını reddetme tavrının devamı-dır. Şöyle ki, eğer GDL ile ücret artışı ve kimi çalışma koşulları ve ödenek-ler üzerine anlaşılırsa, bu anlaşma Transnet ve GDBA ile yapılacak yeni bir anlaşmayla birleştirilirse, ayrı toplu sözleşme yapılmasına ge-rek kalmadan ücret artışı sağlanmış olacaktır.

Gelinen yerde esas mesele, GDL’nin şimdiye kadarki tavrında, yani ayrı toplu sözleşme yapılmasının esas talep olduğu, bu talep yerine getiril-mezse anlaşma sağlanmayacağı yönlü tavrında tutarlı olup olmadığıdır. Eğer GDL bu tavrında ısrar ederse, önümüzdeki dönemde yeni grevler yaşanacak, pazarlıkların yönü deği-şecektir. 21 Kasım’da DB’nin GDL’ye yaptığı yeni öneri üzerine görüşme-lere evet diyen GDL şef lerinin ama bu talepte ısrar edecekleri şüphelidir.

28 Kasım 2007 ✓

Page 23: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

yeni dünya gençliği

15

Bir süredir gazetemizde Yeni Dünya Gençliği imzalı ha-berler, yazı lar yayımlanı-

yor. Bu haberlerde Yeni Dünya Gençliği ’nin ‘Komünist Gençlik Enternasyonali’nin Tarihi I-II’ kitabı üzerine de panel gerçekleştirdiği ve bir bülten çıkardığı yer aldı. Çıkarılan bültende karşı olunanlar arasında “Militarizm” de yer alıyordu.

Ayrıca gazetemizin 114. sayısında (Eylül/2007) sayfa 17’de yayımlanan “Anti-militarist olmak…” başlıklı bir yazıda da militarizmden ve anti-militarizmden bahsediliyordu.

Son olarakta genç yoldaşlar ile yaptığımız bir tartışmada konu mili-tarizme karşı mücadele etme bağla-mında düğümlendi. Bir kısım yoldaş militarizme tamamen karşı olunması gerektiğini savunuyordu. Şimdi bu konu hakkında “KGE’nin Tarihi I-II” kitaplarının ışığında görüşlerimi ak-tarmak istiyorum.

Kitapta yer alan makalelerin, ka-rarların, konferans belgelerinin 1900’lü yılların başı ile 1920’li yıl-ları kapsadığını gözden kaçırmamak gereklidir. Bu “sosyal-demokrasi” kavramında olduğu gibi bazı kav-ramların içeriğinin zaman içerisinde değişebileceği açısından önemlidir. Kitaptaki konuların 1. Emperyalist Savaş ve buna karşı komünistlerin görevleri bağlamında ele alındığını unutmamak gerek.

Şimdi öncelikle militarist ve anti-militarist kavramların bugünkü an-lamlarına bakalım:

Militarizm: “Ordu kavramının Fransızca karşılığı olan militaire (İngilizce, military) etimolojik olarak Latince ‘askerlik ve savaşa dair’ anla-mına gelen militaris’e dayanmakta-dır. Dolayısıyla, militarizm (Fr. mi-litarisme, Ing. militarism) kavramını Türkçe’ye orduculuk veya askercilik olarak çevirmek mümkün.

Michael Mann’a göre militarizm “savaş ve savaş hazırlığını normal ve arzu edilir bir sosyal etkinlik olarak algılayan tüm yaklaşımlar ve kurum-sal oluşumlardır.”

Alfred Vagts’ın deyimiyle, “mili-tarizm savaş zamanından çok barış zamanında gelişir.” Başka militarizm tanımlarında, ordunun siyasal ve toplumsal hayatta etkin rol alması, sorunların çözümünde şiddet kullanı-mının meşru görülmesi, hiyerarşinin yüceltilmesi, erkekliğin şiddet kulla-nımı kadınlığın ise korunma ihtiyacı ile özdeşleştirilmesi gibi özellikler de vurgulanmaktadır.

Alfred Vagts, sivil militarizm ile askeri militarizmi birbirinden ayı-rarak, askeri militarizmi, ordunun askeri çıkarlar değil askerlerin çıkar-ları yönünde hareket etmesi olarak tanımlamıştır. Bu görüşe göre, ordu bağlamında militarizm ancak askeri çıkarlardan sapıldığı ölçüde geçerlidir.

Ordunun sivil hayata etki etmesi, as-kerlerin ve askeri değerlerin siyasette ve toplumsal hayatta yüceltilmesi ise sivil militarizm başlığında incelen-mektedir.” (Ayşe Gül Altınay)

Anti-Militarizm: “Anti militarizm, şimdiki tanımıyla, son otuz yıla ait bir kavramdır. … Anti militarizm, aynı zamanda tutarlı bir savaş karşıtlığı-dır. Savaş araçlarının üretim ve trans-ferine, nükleer-kitle imha silahlarına, uzayın askerileştirilmesine, askeri organizasyon ve yapılanmalardaki stratejilerin, “terör” gerekçesiyle, “si-vil” hayatı daha çok içeren ve tehlikeli hale getiren değişimine, askeri sana-yinin “sivil”leşmesine ya da ekonomik yapının askerileştirilmesine dikkat çe-ker. Anti militarizm, belirli savaşların değil, savaşın karşıtlığıdır. Dolayısıyla ilkeleri vardır. Nedeni ya da gerekçesi ne olursa olsun, politikanın bir yön-temi olarak savaşı olumsuzlar. Savaşı, haklı-haksız diye kategorilere ayırma-dan reddeder. Bu reddediş, sınıfsal, cinsel, kültürel çıkarlar nedeniyle de-ğil, ahlaki ve politik nedenlerle alınan bir tavırdır. Dolayısıyla, anti milita-rist, politik tutum olarak savaşmadığı gibi, öldürmeyi öğrenmeyi, askere gitmeyi, orduya ve yan kuruluşlarına hizmet etmeyi de reddeder. Vicdani ret tavrı, savaşın bir unsuru olmanın reddedilmesi nedeniyle, savaş karşıtı çizginin bir gereği ve mesajıdır. Anti militarizm, askeri aygıtların, askeri uygulama ve politikaların yanında, militarizmin zihniyetine, yapısına, yöntemlerine, işleyişine, politikala-rına ve toplumsal-siyasal dayanakla-rına karşı çıkan politik bir duruştur.” (Pınar Selek-Oğuz Sönmez)

Bu tanımlara da baktığımızda Militarizme “askerileşme, askerileş-tirme” diyebiliriz. Elbette kavramı “tüm sorunları askeri yöntemlerle çözme düşüncesi” olarak ta genişlete-biliriz. Ancak bu durumda kavramın nerede ve nasıl kullanıldığı önem kazanır. Anti-militarizm kavramı ise vicdani retçiler, savaş karşıtları vb.leri bağlamında bugünkü yaygın kullanımında daha çok her türlü sa-vaşa, şiddete karşı olmak anlamında kullanılmaktadır.

Ancak biliyoruz ki komünistler savaş, şiddet sorunlarında reformist-lerden, küçük-burjuva devrimcilerin-den temelden ayrılırlar. Komünistler tamamen her türlü savaşı, şiddeti reddetmezler. Komünistlerin red-dettiği şey gerici, emperyalist, karşı-devrimci savaşlardır. Emperyalizme karşı yürütülen devrimci savaşları desteklerler. Şiddet sorunu da öyle-dir. Komünistler burjuvaziye karşı şiddeti de içeren her türlü yöntemle mücadele ederler. Ve devrimin zo-runlu olarak şiddete dayanacağını açıklarlar.

Aynı şey askerileşme, askerileş-tirme anlamında kullandığımızda

militarizm için de öyledir. Eğer mi-litarizm toplumun, halkın, işçi sını-fının askerileştirilmesi, askeri örgüt-lenmesi ise komünistler buna tama-men karşı olamazlar. Bu konu kitapta “‘Silahsızlama’ şiarı üzerine Lenin” başlığı altında geçmektedir. Alıntılar KGE’nin Tarihi Cilt: I, Syf. 135-142 arasından. Bazı alıntıların altını ben çizdim ve dikkat edilmesi için bazı-larını koyu olarak gösterdim.

“Temel gerekçe, silahsızlanma ta-lebinin her türlü militarizme ve her türlü savaşa karşı mücadelenin en berrak, en kararlı, en tutarlı ifadesi olduğudur. Silahsızlanma yandaşla-rının temel yanılgısı işte bu temel ge-rekçede yatmaktadır. Sosyalistler, sos-yalist olmaktan çıkmadan, her türlü savaşa karşı olamazlar.” (S.134)

“Biz şunu söylüyoruz: burjuvaziyi yenmek, mülksüzleştirmek ve silah-sızlandırmak amacıyla proletaryayı silahlandırmak – kapitalist militariz-min tüm nesnel gelişmesinin hazırla-dığı, temellendirdiği ve öğrettiği biri-cik olası taktik budur.” (S.138)

“Buna uygun olarak Lenin, halkın militarizasyonuna da tavır takınır. Genel soyut bir şekilde militarizas-yonu reddetmenin imkansız oldu-ğuna dikkat çeker. Bilakis bu militari-zasyonun sınıf içeriği incelenmelidir. Halkın kapitalist militarizasyonuyla kapitalist militarizasyon olarak el-bette mücadele edilmelidir; fakat bu militarizasyonun devrimci tarzda yı-kılmasına, proletaryanın silahlanma-sına ve devrime götürecek bir tarzda. Ve Lenin yoldaş, kapitalistlerin elin-deki militarizasyona karşı mücade-lemizi tröstlere karşı mücadelemizle karşılaştırır.

“ (…) Aynı şey, mutatis mutandis [gerekli değişikliklerle – ÇN], halkın bugünkü militarizasyonu için de ge-çerlidir. Bugün emperyalist – ve diğer – burjuvazi sadece tüm halkı değil, aynı zamanda gençliği de militarize ediyor. Yarın da örneğin kadınları militarize edecek. Buna cevabımız şu-dur: Daha iyi ya!

Aman daha çabuk ilerleyin – ne ka-dar çabuk olursa, kapitalizme karşı silahlı ayaklanma o kadar yakınla-şır.”” (S.139-140)

Lenin her şeyin militarize edildi-ğini söyledikten sonra “Buna karşı proleter kadınlar ne yapmalıdır? Diye soruyor ve cevaplıyor. “Sadece, her savaşa ve askeri olan her şeye lanet okumak, sadece silahlanma talep et-mek mi? Devrimci bir ezilen sınıfın kadınları asla böyle rezil bir rolle ye-tinmeyeceklerdir. Bilakis oğullarına şunu söyleyeceklerdir: ‘Yakında büyü-yeceksin, sana tüfek verecekler. Onu al ve öğren, askeri her şeyi öğren – bu proletarya için gereklidir, (…)” (S.140)

Lenin milisler konusunda ise şun-ları söylemektedir: “Biz burjuva de-ğil, aksine sadece proleter milisten ya-

nayız. (…) Şunları talep edebiliriz: su-bayların birlikler tarafından seçilmesi, her türlü askeri adaletin kaldırılması, (…), diyelim ki devletin her yüz vatan-daşına, eğitmenlerini özgürce seçme, bunların giderlerinin devlet tarafın-dan karşılanması vs. dahil, savaş bi-limini incelemek için özgür dernekler kurma hakkı. Proletarya askeri her şeyi, kendisinin kölecibaşı için değil gerçekten kendisi için, ancak böyle öğrenebilir, bu kesinlikle onun çıkarı-nadır.” (S.141-142)

Yukarıdaki bölümlerde birkaç önemli nokta vardır. Bunları aşağı-daki şekilde sıralayabiliriz.

Birincisi; Lenin “her türlü milita-rizm, kapitalist militarizm, kapita-listlerin elindeki militarizasyon” der-ken, militarizmi sınıf içeriğine göre ayırıyor.

İkincisi; burjuvaziyi yenmek, mülk-süzleştirmek ve silahsızlandırmak için proletaryanın silahlandırılması, yani askerileştirilmesi gerektiği,

Üçüncüsü; genel soyut bir şekilde yani somutlanmadan militarizas-yonu reddetmenin imkansız olduğu,

Dördüncüsü; militarizasyonun sı-nıf içeriğinin incelenmesi gerektiği,

Beşincisi; burjuvazinin tüm halkı, kadınları, gençliği militarize etmesi-nin kapitalizme karşı silahlı ayaklan-mayı yakınlaştıracağı,

Altıncısı; tröstler örneğinde olduğu gibi kapitalizmin/emperyalizmin ürünü olan bazı şeylerin sosyalizme ilerleme açısından yararlı olduğu, militarizme de bu açıdan yaklaşıl-ması gerektiği,

Yedincisi; gençlerin, kadınların, proletaryanın askeri olan her şeyi öğ-renmesi gerektiği, milis konusunda proletaryanın, savaş bilimini incele-mek için özgür dernekler açma, bu-ralarda eğitim görme, eğitmenlerini seçme hakkı talep etmesi gerektiği.

Bu örneklerde gördüğümüz gibi Lenin militarizm kavramını kullan-dığı yerlerde “kapitalist militarizm” demektedir. Aynı ayrım “Komünist G enç l i k Örg üt ler i n i n A nt i-Militarist taktiği için yönergeler”de de bulunmaktadır. Burada da şun-lar sayılmaktadır: (KGE’nin Tarihi Cilt:II Syf. 220)

“1) Militarizm, egemen sınıfın çı-karları doğrultusunda, her sınıflı dev-letin örgütlü askeri sistemi ve ona hiz-met eden ideolojik güçleridir. Burjuva militarizmi özü ve ikili görevi, ezilen sınıfa karşı mülkiyetin savunulması ve dışarıda güç alanlarının genişletil-mesi idi ve öyledir. (S.220)”

“5) … Bu nedenle eskiden olduğu gibi bugün de devrimci proleter genç-lik örgütlerinin birinci ve en asli gö-revi, işçi gençlik içinde şovenist kış-kırtmaya ve Beyaz Muhafızlar için propagandaya bütün araçlarla karşı çıkmak ve burjuva militarizmine karşı en enerjik propagandayı yürütmektir.

Militarizm ve Anti-Militarizm üzerine…

Page 24: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

yeni dünya gençliği

16

(S.222)”Bu örnekler açıktır ki KGE’nin

karşı çıktığı militarizm burjuva, ka-pitalist militarizmdir. KGE’nin yö-nergelerinde ve Lenin’den yaptığım alıntılarda burjuva militarizmine vurgu yapılmaktadır. Çünkü mili-tarizm derken kastedilen şey halkın askerileştirilmesi ise komünistler buna karşı çıkmaz, çıkmamalıdır. Karşı çıkılan militarizm işçi sınıfı-nın ve gençliğin emperyalist dalaşta bir araç olarak kullanılması, burju-vazinin iktidarını korumak için mu-halefeti, sınıfın mücadelesini ezmek için gençliği kullanmasıdır. Tam ter-sine devrim için işçi sınıfının silah-landırılması, sosyalist bir toplumda devrilen burjuvaziye karşı şiddete de dayanan tüm biçimlerde proletarya diktatörlüğünün uygulanması, sos-yalist devletin tüm yurttaşlarının saldırı durumunda olan emperya-lizme karşı silahlandırılması ve uya-nık tutulması komünistlerin talebi ve isteğidir. Şimdi aşağıdaki alıntılara bir bakalım:

“8) … KGE, proleter gençliği siyasi iktidarın proletarya tarafından askeri olarak ele geçirilmesine ve proletarya diktatörlüğünü savunmaya hazır-lama ve eğitmenin komünist gençlik örgütlerinin en acil görevlerinden biri olduğunu açıklar. (S.224)”

“İktidarın Ele Geçirilmesinden Sonra Gençlik Örgütlerinin Görevleri” başlıklı bölümde ise şu görev sayıl-maktadır; (Syf.277-278)

“2) Fakat eskiden bütün güçler burjuva devleti devirmeye yönelir-ken; proletarya diktatörlüğü altında gençlik örgütü, proleter devleti ve yeni komünist toplumun inşasını savunur. Burjuva militarizmine karşı mücade-lenin yerine, Kızıl Ordu’ya aktif omuz vermek; gençleri eski toplumu yok et-meye yetenekli kılan eğitimin yerine, faaliyetinin bütün alanlarında Sovyet iktidarının mevzilerinde aktif çalışma için pratik eğitim geçer.”

Söylenenler gayet açıktır. KGE’nin görevi burjuva militarizmini tarihin çöplüğüne yollamak, onun iktida-rına son vermek için proleter genç-liği devrime hazırlamak, devrimden sonra ise tüm gücüyle Kızıl Ordu’yu desteklemektir.

Sonuç olarak yukarıdaki açıklama-larım doğrultusunda anti-militarizm kavramı çok dikkatli bir şekilde kullanılmalı veya daha çok “kapi-talist militarizme karşı” şeklinde kullanılmalıdır.

Komünistler elbette “militarizme”, “savaşa”, “şiddete” karşıdırlar. Ancak kapitalist/emperyalist sistem var ol-duğu sürece ve komünistlerin önünde bu barbarlık düzenine karşı mücadele görevi durduğu müddetçe bu yön-temleri de kullanmak zorunludur.

Umarım bu konu hakkında tartış-malar devam eder, konu açıklığa ka-vuşmuş olur.

17.11.2007Bir Ydi Çağrı okuru ✓

26. Yılında YÖK Protesto Edildi

Kuruluşunun 26. yılında YÖK (Yüksek Öğretim Kurumu) İstanbul’da ve çeşitli ilerde

protesto edildi. İstanbul Beyazıt Meydanı önünde katıldığımız YÖK karşıtı eylem yaklaşık 500 kadar öğrencinin katılımıyla gerçekleşti. 12 Eylül 1980 askeri darbesinin bir ürünü olarak ortaya çıkan YÖK 26 yıl boyunca üniversiteleri kendi ta-hakkümü altına alarak eğitim yuva-larının özerkleşmesinin önünü kapa-tıp, eğitimi bilimden uzak ve serma-yenin kontrolüne bırakmış, polis ve diğer kolluk güçleriyle de öğrencileri baskı altına almıştır. öğrencileri top-lumsal siyasetten uzaklaştırma poli-tikalarıyla YÖK, okul ve diğer eğitim çevrelerinde bireyselliği ön plana çı-kartarak ve evet toplumun en ileri ve aydın bu kurumlarını birer işletmeye çevirmiş burjuvazinin rant kapısı haline getirmiştir.

80 küsur yıllık “Türkiye’de” eği-tim burjuva eğitim çizgisi dışına

çıkmamış fakat dünyada ve ülkede gelişen kimi devrimci hareketlenme-ler sayesinde öğrenciler de bir takım haklarını kazanmış siyasi önderlerin yetiştiği ve örgütlü mücadelelerin yü-rütüldüğü bir dönemde yaşanmıştır. 12 Eylül faşist darbesi bu hareket-leri kanla bastırarak bugüne kadar üniversite ve liselerdeki gelişmelerin önünü de tıkamıştır.

YÖK kuruluşundan bu güne kadar toplumsal bir sorun olarak asıldığı yerde duruyor ve her 6 Kasımda öğ-rencilerin ve demokratik kitle örgüt-lerinin de katıldığı eylemlerle protesto ediliyor. Yine 6 Kasım günü Beyazıt Meydanı önünde toplanan öğrenci-ler YÖK’e hayır, bağımsız özerk üni-versite taleplerini dile getirdi. Tuzla tersane işçilerinin de destek verdiği eylemde işçi ve öğrencilerin devrimci dayanışmasına örnek oldu. Tersane işçilerinin yaptığı konuşmada öğ-rencilerin demokratik taleplerine destek verdiklerini ve kendilerinin

de sorunlarının olduğunu bu sorun-ların üstesinden birlikte başa çıkı-lacağı üzerine konuşuldu. Grevdeki Telekom işçilerinin yalnız olmadığını sonuna kadar yanlarında olduklarını da eklediler. Liseli gençlerin de ta-leplerinin konuşulduğu açıklamada. ÖSS nin kaldırılması ve parasız eği-tim vb talepleri dile getirildi. Yapılan basın açıklamasında miliyetciliğin ve şovenizmin kışkırtıldığı, halkla-rın birbirine düşman edildiği, Kürt halkının yok edilmeye çalışıldığı ve sınır ötesi operasyon teskeresiyle de Kürtlere yönelik saldırıların arttırı-lacağı değerlendirildi. Yaşasın halk-ların kardeşliği sloganlarıyla devletin tüm aygıtları protesto edildi. Tersane işçileriyle birlikte çekilen halaylar sonrasında İstanbul üniversitesi fen fakültesi önüne doğru yürüyüşe ge-çilerek burada da YÖK karşıtı slo-ganlar atıldı ve eylem fakülte önünde son buldu.

Yeni Dünya Gençliği ✓

Büyük Sosyalist Ekim Devriminin 90. yılı Adana’da düzenlenen

bir panel ile anıldı. 18 Kasım Pazar günü saat 14.30’da başlayan panel

Genel-İş Sendikası 2 No’lu şubede gerçekleştirildi.

Yeni Dünya İçin Çağrı adına yapı-lan sunumda bu yıl Ekim Devriminin 90. yıldönümü olduğunu ve “buzu kırıp, işçi sınıfına yolu gösteren” bu devrimin tarihin gördüğü önceki devrimlerden temelden ayrıldığını, ilk defa iktidarın sömürüyü ve ken-disi ile birlikte tüm sınıf ları orta-dan kaldıracak proletaryanın eline geçtiğini açıkladı. Sunumda Ekim Devrimi ile işçi ve emekçilerin en geniş demokratik-ekonomik haklara kavuştuğu, ulusal baskıların ortadan kaldırılarak tüm uluslara ayrılıp ayrı devlet kurma hakkı dahil eşit ulusal hakların verildiği, dini gericilik ile mücadele edilerek din ile devlet iş-lerinin gerçek anlamda birbirinden ayrıldığı üzerine duruldu. Bugün

komünistlerin önünde duran göre-vin işçi sınıfının öncüsünü kazana-rak Ekim Devriminin açtığı yoldan sosyalizme gidecek Bolşevik parti-lerin yaratılması olduğu ile sunum sonlandı.

Yapılan sunumun ardından tar-tışma bölümüne geçildi. Bu bölümde sunumdaki konular ayrıntılı bir şe-kilde açıldı, tartışıldı. Katılımcılar tarafından gelen sorular-açıklamalar ile Sovyetler Birliği’nin neden çök-tüğü, Ekim Devrimi ile birlikte ka-dınların yaşamında nelerin değiştiği, devrimde gençliğin önemli rol al-dığı, ulusların kültürel hakları teme-linde dil sorununun çözüldüğü üze-rinde duruldu. Ayrıca emperyalist-kapitalist sistemin doğası gereği dün-yayı bir bütün olarak yaşanmaz hale getirdiği, işçi ve emekçilerin bu gi-dişata dur demek zorunda oldukları aksi halde tüm insanlığın yok olma ile yüz yüze kalacağı, bunun için ör-gütlenmenin ve mücadele etmenin tek yol olduğu vurgulandı.

23 kişinin katılımı ile gerçekleşen panel teşekkür konuşması ile sona erdi.

18.11.2007Ydi Çağrı/Adana ✓

Page 25: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

yeni dünya gençliği

17

Çukurova Üniversitesi öğrencile-rinin üniversite içerisinde dü-

zenlediği YÖK’ü protesto eylemine yaklaşık 200 öğrenci katıldı.

YÖK’e, eğitimin ticari leş tirilmesine karşı mücadeleye” ve “ üniversite-lerde bilim ve özgürlük düşmanla-rını istemiyoruz” yazılı pankartlarla Fen – Edebiyat fakültesi önünden Rektörlük binası önüne kadar yü-ründü. Yürüyüş sırasında “YÖK’e hayır”, ”Eşit, parasız, bilimsel, ana-dilde eğitim”, “savaşa değil, eğitime bütçe”, “yaşasın halkların kardeşliği” vb. sloganlar atıldı.

Rektörlük önünde bir basın açık-laması yapıldı. Açıklamada “12

Eylül darbesinin üniversitelerdeki postalı olarak kurulan YÖK’ün as-lında darbenin ehlileştirme operas-yonunu üniversitelere taşıyan bir kurum” olduğu “Eğitimin artık sa-dece parası olanın yararlanabileceği bir ayrıcalık olduğu, üniversitelerin sermaye ile işbirliği adı altında ku-rulan TEKNOKENT’lerle sermayeye peşkeş çekildiği, buna bağlı olarak Sosyal Bilimlerin tasfiye edilip, ser-mayenin ihtiyaçları üzerinden teknik bilimlerin ağırlığının arttırıldığı”na vurgu yapıldı. Son olarak “Eşit, pa-rasız, anadilde eğitim hakkımızı kazanabilmek, eğitimin ticarileşme-sinin önüne geçebilmek, üniversite-

Çukurova Üniversitesinde YÖK protestosu

Bu ülkede iki insan yan yana geldiği zaman, ‘memleket’ so-runları üzerine mutlaka bir

sohbet eder. ‘Memleket’ sorunları üzerine sohbet edenler, toplumun içinde bulunduğu sorunlardan kur-tuluş yolu olarak da genellikle eğitimi görürler. Ne de olsa, eğitimli insanın hali başkadır! “Her şeyin başı eğitim-dir!” Acaba öyle mi?

Bu yazıda eğitime, eğitimciye ne kadar değer verildiğini kısaca ortaya koymaya çalışacağım. Çoktandır tartışılan eğitimcilerin durumu, son dönemlerde tartışılan eğitimde şid-det ve yine yaklaşık son beş yıldır gündemde olan sözleşmeli, ücretli öğretmenlerin durumu üzerin-den eğitimin genel haline bakmaya çalışacağım.

AKP’nin özellikle son dönemlerde: “ Ekonomi büyüdü, işsizlik ve enflas-yon oranları azaldı, kişi başı milli ge-lir yükseldi.” dediği kendi icraatları döneminde bile, yani son beş yıllık dönemde bile, iki önemli istatistikle durumun her geçen gün nasıl da eği-tim emekçilerinin aleyhine geriledi-ğini görelim.

1998 yılında bir öğretmen maa-şının 4 kişilik bir ailenin ortalama aylık giderini karşılama oranı %56 iken, AKP’nin iktidara geçtiği 2002 yılında bu oran %52’ ye, 2007 yılında ise %48’e düşmüştür. Yani son 10 yılda bir öğretmenin alım gücü yak-laşık %10 azalmıştır.

2002 yılında bir milletvekili maaşı, bir öğretmen maaşından yaklaşık 7,5 kat fazla iken, 2007 yılında bu oran 8,5 kata çıkmıştır.

Bir ülkenin eğitime verdiği önemi gösteren en önemli ölçütlerden birisi, hiç kuşkusuz ki öğretmenlere verdiği maaştır. İşte yukarıdaki iki örnekle gördük, öğretmenlerin ekonomik eriyişlerini.

Şimdi de yeni mezun olmuş ya da olacak öğretmenlerin durumuna bir göz atalım:

Bu yıl 205 bin öğretmen adayı KPSS’ye girdi. (Bilmeyenler için be-lirtelim. KPSS, diplomasını almış öğ-retmenlerin kadrolu olmak için gir-dikleri sınavın adıdır. Öğretmenler bu sınava kendi aralarında ‘ke-paze sınavı’ diyorlar.) Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Mayıs ayında -se-çim öncesinde- 10 bin kadrolu, 20 bin sözleşmeli olmak üzere toplam 30 bin öğretmenin atamasını yapaca-ğını duyurmuştu. Ağustos ayında ise -yani seçim sonrasında- 10 bin kad-rolu, 10 bin sözleşmeli olmak üzere toplam 20 bin atama yapacağını du-yurdu. Seçim öncesinde alınacağı söylenen fazladan 10 bin öğretmen ataması fos çıktı! Kısacası, alınacağı

söylenen 20 bin öğretmen ataması ile dahi 185 bin öğretmen açıkta kalmış oldu. Ülkedeki öğretmen açığı ise en iyimser rakamlarla bile, 170 bin ola-rak açıklanıyor. Peki, neden doldu-rulmaz bu öğretmen açıkları? Daha da önemlisi, neden ses çıkarmaz bu duruma öğrenci velileri? İlköğretim okullarında sınıf larda ortalama 40–50 öğrenci ile ders yapılmakta-dır. Bu durum ister istemez okullar-daki eğitim düzeyini düşürmektedir. Tabii ki eğitim düzeyindeki düşüşün tek nedeni sınıfların bu denli yoğun oluşu değildir. Fakat konuyu uzat-mamak için bu kadarla yetinmek zo-rundayız. Eğitimin bu gibi durum-ları nedeniyle velilerin çoğunluğu da şartlarını zorlayarak çocuklarını dersanelere yönlendiriyorlar. Yani eğitim esas olarak paralı hale biz-zat devlet tarafından getirilmiştir. Devletin amacı; tüm sektörlerde ol-duğu gibi eğitimde de az kişiyle, az parayla çok iş yapmaktır. Bu gidişe tek dur diyecek olan da bizleriz!

KPSS’ye hazırlanan öğretmen aday-larına önceden hangi branşlarda, kaç kişi kadro verileceği söylenmediği için, öğretmen adayları kendi branş-larından kaç kişi alınacağını ve hatta alınıp alınmayacağını bile bilmeden sınava hazırlanıyorlar. Fakat bu arada mecburen sınav ücreti olan 50 YTL’yi de ödemiş oluyorlar. Sahi her sınava girerken öğrenciler (bu arada öğret-menler de) neden bu kadar yüksek paralar öderler? Ve bu paralar nereye gider?

Bu öğretmen alımları nasıl oluyor peki? Yani hangi branşlardan ne ka-dar öğretmen alınıyor? İşte çarpıcı bir tablo daha: Son beş yıldır yakla-

şık olarak din kültürü öğretmenin-den 1000 kişi alınıyorsa; matematik, fizik, kimya, biyoloji gibi bilim ders-lerinden ise bu rakam 20-30’u zor buluyor.

Eğitimin bu kadar kötü yönetil-diği bir dönemde, 6 Ekim 2007’de Eğitim-Sen tarafından sözleşmeli, ücretli öğretmenlerin talepleri için MEB önünde bir eylem gerçekleşti-rildi. Peki, sorunların bu kadar yo-ğunlaştığı bir dönemde, bu ve buna benzer eylemler neden toplumun gündemine girmezken, ırkçı kışkırt-malar neden hiç gündemden düşmez? Yine belki konu biraz dağılacak, ama trafikten yılda binlerce insan ölürken halkımız bu sorunu çözmek için par-mağını dahi kıpırdatmazken; en ufak demokratik gelişmelerin önünü tıka-yan ırkçı kabarışlara, o kadar çabuk katılıyor ki şaşmamak ve kızmamak elde bile değil.

Ülkedeki sosyo-ekonomik sorun-ların bir yansıması olan okullardaki şiddet sorununa hükümetin çözümü ise evlere şenlik bir durumda ne yazık ki! MEB ve İç İşleri Bakanlığı okul-lardaki şiddet konusunu görüşmek üzere 20 Eylül’de masaya oturdular. Çıka çıka masadan, her okula bir po-lis kararı çıktı! İmzalanan protokolle her okul, bir polisin üzerine zimmet-lenecek ve görevlendirilen polis okulu sürekli “denetleyecek “!

Geçt iğ imiz y ı l Ankara Sey-ranbağlar’da bulunan Necla Kızılbağ Lisesi’nde söz konusu uygulama ha-yata geçirildi. Polis ise okul “deneti-minde” bazı öğrencileri açıkça ajan-lığa çekerken, bir öğrenciyi de döv-müştü. Eğitim-Sen’in müdahalesi ile uygulama fiili olarak son bulmuştur. Yani uygulama ve sonuç ortada iken bu uygulamada diretme de ortada. İşte bunların eğitimdeki vizyonları: Bütün sorunları güvenliğe indir-geme, fişleme, bilim dışı eğitim, eği-time ayrılan çok az ödenek…

Kapitalizm koşullarında her kuru-mun olduğu gibi eğitimin de serma-

yenin egemenliğinde olduğu kesindir. Sermaye daha fazla kar, daha fazla sömürü mantığı ile çalışırken sağlığa da, eğitime de, bilime de bu mantıkla bakar. Sermayenin azgınlığı doğaldır da, sermaye egemenliğindeki sistem-den ve eğitimden medet ummak bir işçi, çiftçi, öğrenci ya da öğretmen açısından ne kadar doğaldır? Bence doğal değildir. Peki, doğal olan ya da yapılması gereken nedir? Bir kere, kapitalist-sömürü sisteminden umudu kesmeli. İkincisi, bulunulan her alanda gerçek kurtuluş olan sos-yalizm için bilinçli, örgütlü ve kararlı mücadele etmeli. Başka yol yok!

Üniversite öğrencisi arkadaş, ne duruyorsun? Yarın büyük ihtimalle işsiz ler ordusuna katı lacaksın. Okumana devam et ve okulundan en iyi şekilde mezun olmana bak. Fakat sadece okulla yetinme. Hayata atıl, düşün, sorgula, araştır ve sosyalizm için mücadele et!

Öğretmen arkadaş, ne duruyorsun? Doğru olarak gördüğün sendikaya üye ol. Sendikandaki yanlışlıklarla mücadele et. Sosyalist mücadeleye atıl ve mücadeleni yükselt!

Okullardaki öğrencilerin velisi olan arkadaş, ne duruyorsun? Devrimci öğretmenlere sahip çık. Eylemlerine destek ol. Bulunduğun her alanda sosyalizm bayrağını yükselt!

Bizi kurtaracak olan kendi kolla-rımızdır. Kapitalizmdeki eğitim olsa olsa kapitalizmi yenilemeye yarar. Bize lazım olansa, gerçekten bizim olan bir dünyada, özgürleştirici bir eğitim ve sistemden başkası değildir.

Bilimsel, demokratik, eşitlikçi, ana dilde eğitim; işçilerin, emekçilerin iktidarı ile gerçekleşecektir.

Mersin’den YDİ Çağrı okuru bir eğitim emekçisi

Kasım 2007 ✓

(Yazıdaki istatistiki bilgilerin he-men hepsi Eğitim-Sen’in internet si-tesinden alınmıştır.)

“Her şeyin başı eğitim” mi acaba?

lerimizdeki baskı ve zoru bertaraf edebilmek ancak bizlerin yan yana gelerek mücadele etmesiyle mümkün olacak” denildi.

Basın açıklamasının ardından yine sloganlar eşliğinde derslik binalarının önüne kadar yüründü. Dersliklerin önünde pankartlar ve dövizler yere bırakılarak marşlar eşliğinde pro-testo eylemi sonlandırıldı.

Yeni Dünya Gençliği / ADANA ✓

Page 26: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

18

yaşam temellerini koruma mücadelesi

Ho m e r o s ’ u n İ l y a d a Destanı’nda “bin pınarlı İda” olarak adlandırdığı İda, yani

Kaz Dağları tehlikede!Ka z Dağ la r ı’n ı n y ü zde 70’ i

Çanakkale, yüzde 30’u Balıkesir sı-nırları içerisinde yer alıyor. Kaz Dağları’nın Balıkesir’deki güney kıs-mının, sadece yüzde 30’u milli park. Çanakkale sınırları içinde kalan yüzde 70’lik kısım milli park değil. Kaz Dağları, endemik, jeolojik, kül-türel, mitolojik ve arkeolojik açıdan bir bütün oluşturuyor.

Kaz Dağları son dönemde eşsiz gü-zellikleri, yemyeşil ormanları, bol ok-sijeni ile değil, dağı delik deşik eden altın arama sondajları ile gündemde.

20 0 0 y ı l ı nda n it iba ren Ka z Dağları’nda altın, bakır, kurşun, çinko gibi madenleri aramak için 37 noktada ruhsat alan 11 şirket ça-lışmalarına devam ediyordu. Ne za-manki köylülerin içme suyu çamurlu akmaya başladı, işte o zaman işin rengi değişti. Yaklaşmakta olan teh-like anlaşılmaya başlandı.

Kaz Dağlarında, 47 çeşit endemik bitki türü, milyonlarca ağaç, zengin doğal örtü yok olma tehlikesi ile karşı karşıya!

Kaz Dağları’nda 250-300 ton altın olduğu tahmin ediliyor. Altın doğada saf halde bulunmuyor. Toprağın de-rinliklerinde zerrecikler halinde bulu-nan altının çıkarılması için, yüzlerce metre toprağın kazılması, tonlarca toprağın siyanür ile ayrıştırılması gerekiyor. Topraktan bir gram altı-nın ayrıştırılması için yarım ton su, 175 gram siyanür gerekiyor. Örneğin Bergama’nın Ovacık Köyü’nde işleti-len altın madeninde, 1 ton topraktan ortalama 10 gram altın elde edilmek-tedir. Bugüne kadar 17 ton altın çı-karılmıştır. Bu binlerce ton toprağın kazıldığı, siyanürle ile ayrıştırıldığı anlamına geliyor. Sonuç; altın çıka-rılan bütün alanlarda, geriye siyanür ile zehirlenmiş toprak, ormanı yok edilmiş bir alan, toprağı alınmış dev çukurlar kalıyor.

Yürürlükte olan Maden Yasası’na göre; Enerji Bakanlığı’na bağlı Maden İşleri Genel Müdürlüğü’ne başvuru yapılarak, koordinatları verilen böl-gede arama ruhsatı kolaylıkla alına-

biliyor. Arama ruhsatının alındığı bölgede, madenin varlığını tespit et-mek için yapılan sondaj ve kazılarda ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) raporu istenmiyor. ÇED ancak ara-nan sahada maden bulunursa, iş-letme ruhsatı için gündeme geliyor. Arama ruhsatı ile bulunan madenin yüzde 10’u çıkarılıp işletilebiliyor.

Ver parayı kes ağaçları!

Arama ruhsatı alan şirketler, sondaj çalışması için ağaç kesimine başlı-yorlar. Sondaj yapılan bölgeye yol yapımı için ve sondaj alanında ağaç-lar kesiliyor. İlginç olan ağaç kesimi için hektar başına 5 bin YTL “doğayı tahrip” bedeli alınıyor. Bu ülkenin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı bununla övünebiliyor! “Parasını alı-yoruz daha ne istiyorsunuz” demeye getiriyor!

Ener ji Ba kanı Hi lmi Gü ler, “Türkiye’de başka madenler de var. Ama konu altın olunca, ülkemizin altın konusundaki zenginliğine mü-saade etmek istemeyen dış kaynaklı bazı grupların etkinliğinin olduğunu düşünüyorum.” (19 Ekim, Radikal) diyerek Kaz Dağları’nda altın aran-masına karşı çıkanları “dış mihrak-ların ajanı” olarak gösterdi.

Bay bakan, söyledikleri ile icra-atları ile kimin Bakanı olduğunu ele veriyor. Uluslararası şirketlerin, yerli işbirlikçilerinin çıkarlarını ko-rumaya soyunmuştur Bakan. Altın aranması, bulunması, işlenmesinde aslan payını alacak olan altını çıka-ran şirketlerdir. Altın madeni işleten, çıkaran şirketler, devlete çıkarılan al-tının yüzde 2’si kadar vergi verecek-tir. Bütün bu kuru gürültü yüzde iki içindir! Devlet yüzde iki için çevre felaketlerini göze almaktadır.

Kaz Dağları’nda altın için son-daj yapan şirketler, Teck Cominco, Eldorado Gold, Fronteer, Eldorada Gold’un yerli versiyonu Tüprag, Global Madencilik vd. bu şirketler-den bazılarıdır. Altın arayan, çıkaran şirketlerin büyük çoğunluğu emper-yalist ülkelerin şirketleridir.

Bu devlet yüzde iki vergiyi almak için şunlara göz yumacaktır:

*Kaz dağlarında tahminen bir mil-

yar ton kaya, toprak kazılıp sağa sola savrulacak.

*Çanakkale ve ilçelerinin kullan-dığı kadar su yok yere tüketilecek.

*3 0 0 - 4 0 0 bi n ton s iy a nü r kullanılacak.

*Altın arayanların geride bırak-tıkları çevre felaketini temizlemek için altın çıkaran şirketlerden alınan yüzde iki verginin birkaç katı para harcanacak!

Bu coğrafyada Kaz Dağları’nda olduğu gibi çok çeşitli yerlerde altın aranmakta, çıkarılmaktadır. Uşak-Kışladağ, Bergama-Ovacık, İzmir-Efemçukuru, Havran-Küçükdere, Artvin, Gümüşhane, Sivrihisar vd. bunlardan bazılarıdır. Önümüzdeki dönemde Balıkesir, Çanakkale, Gümüşhane, Kırşehir’de tespit edi-len altın sahaları Maden İşleri Genel Müdürlüğü tarafından ihaleye çıka-rılması planlanmaktadır. Bu anlamda sorun sadece Kaz Dağları ile sınırlı değildir. Sadece Kaz Dağlarında de-ğil, nerede olursa olsun, altın aran-

masına, çıkarılmasına doğaya verdiği zararlardan ötürü karşı çıkmalıyız.

Kaz dağlarında, çevre felaketi ya-şanmamasını istiyorsak, yapılacak tek şey altın aranmasına, çıkarılma-sına karşı mücadele etmektir. Kaz dağları kar uğruna yok edilmek is-teniyor. Su kaynaklarının siyanüre bulanmaması, ormanların, dünyada oksijen açısından oldukça zengin olan bölgenin yok olmaması için mü-cadele etmeliyiz.

Kaz Dağları’nda yaşanılanların da gösterdiği gibi, kar uğruna doğa, çevre yok edilmektedir. Kar uğruna yaşam temelleri dinamitlenmektedir. Kara dayalı üretim yapan kapita-lizmdir. Kapitalizm kar uğruna ge-leceğimizi ipotek altına almaktadır. Buna izin vermeyelim. Kar uğruna üretime, doğanın yok edilmesine dur diyelim!

Kapitalizm barbarlıktır!Barbarlığı yok edelim!

9 Kasım 2007 ✓

Çevre katliamında, sırada Kaz Dağları var!

Bir süreliğine rafa kaldırılan nük-leer santral projesi, AKP tara-

fından geçen yıl yeniden gündeme getirilmişti. Nükleer santral yasa tasarısını meclisten geçiren AKP, eski Cumhurbaşkanı Sezer engeline takılmıştı. Üç maddesi Sezer tara-fından veto edilen yasa tasarısı, AKP tarafından genel seçimler öncesi ge-rekli düzenlemeler yapılarak yeniden meclise getirildi.

Bu hafta içinde, Nükleer Güç Sa nt r a l ler i n i n Ku r u l ma sı ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin Yasa Tasarısı mecliste görüşülerek kabul edildi.

AKP Hükümeti, 2010 ve 2020 yıl-ları arasında 5 bin megawat kurulu gücünde üç adet nükleer santral yap-mayı planlıyor.

Kabul edilen yasadaki bazı madde-ler şöyle:

—Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), nükleer santral kurup iş-letecek şirketlerin karşılaması ge-reken ölçütleri, yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren bir ay içinde yayımlayacak.

—Enerji ve Tabii Kaynak lar Bakanlığı, yarışmanın şartları, şirke-tin seçimi, yer tahsisi, lisans bedeli, altyapıya yönelik teşvikler, seçim süreci, yakıt temini, üretim kapasi-tesi, alınacak enerjinin miktarı ve enerji birim fiyatını oluşturma usul ve esasları için yönetmelik hazırlayıp Bakanlar Kurulu’na sunacak.

—Yönetmelik yayımlandıktan sonra kurulması öngörülen santral-ler için en geç 1 ay içinde, Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim

Nükleer santral yasası meclisten geçti

Şirketi (TETAŞ) tarafından ilana çı-kılacak. TAEK tarafından belirlenen ölçütleri karşıladığına karar verilen şirketler ihaleye girecek.

TETAŞ en uygun teklifi belirledik-ten sonra, ilgili şirketle sözleşme im-zalanması izni Bakanlar Kurulu’nun onayına sunulacak. İzin çıkarsa Enerji Piyasası Denetleme Kurulu ta-rafından şirkete lisans verilecek.

Şirket ile TETAŞ arasında, santra-lın işletmeye alınmasından sonraki 15 yılı aşmayan süre için bir enerji satışı sözleşmesi imzalanacak.

—Üretilecek enerjinin tamamı TETAŞ tarafından satın alınacak. Bu enerji, perakende ve toptan satış lisansı sahibi tüzel kişilere, yapıla-cak ikili anlaşmalar çerçevesinde ve TETAŞ alım fiyatı üzerinden satıla-cak. vs.

AKP Hükümeti’nin çok heveslen-diği nükleer enerji konusunda bilin-mesi gerekenler gerçekler ise kısaca şunlar:

* Bir nükleer santralın yapımı 7-8 yıl sürmektedir. Kurulum ve işletme maliyeti yüksektir.

* Nükleer enerji, finansman, yatı-rım, işletim, güvenlik, söküm, atık maliyeti açısından en pahalı enerji türüdür.

* Nükleer enerji atıkları sorunu çö-zülebilmiş değildir. Nükleer atıklar milyarlarca dolar ek maliyet yanında, çevre açısından ciddi tehdit oluştur-maktadır. Emperyalist ülkeler atıklar için muazzam paralar harcamakta, bağımlı ülkeleri nükleer çöplükleri olarak kullanmaktadırlar.

Nükleer santrallerin ürettiği, on-

Page 27: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê

gündem

19

Devletin cezaevlerinde dev-rimci tutsaklara yönelik 19 Aralık 2000 tarihinde ger-

çekleştirdiği saldırının ve katliamın üzerinden yedi yıl geçti.

Dönemin başbakanı Bülent Ecevit “cezaevlerinin örgüt yuvaları oldu-ğunu”, “karargâh olarak kullanıldı-ğını”, “taraftar olarak girenin mi-litan olarak çıktığını” ileri sürerek bu sorunların esas olarak koğuş tipi cezaevlerinin varlığından kaynak-landığını, bu tür cezaevleri yerine F tipi adı verilen oda tipi cezaevlerine geçilerek bu sorundan kurtulabiline-ceğini açıklayarak devletin cezaevle-rine bakışını ortaya koyuyordu.

Gerçekte onların derdi, beden ola-rak tutsak aldıkları ama siyasi dü-şüncelerinden soyutlayamadıkları devrimci tutsakları tecrit işkencesi / hapsinde tam teslimiyete zorla-maktı. Bu düşünce, bu açıklamanın yoğunluklu olarak yapıldığı 2000 yı-lına ait bir düşünce de değildi. Daha önce de bu yönlü amaçlar ortaya konulmuş, çeşitli girişimlerde bulu-nulmuştu. 1996’da dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar’ın yayınladığı bir genelgeyle Eskişehir tabutluğu denilen hücre tipi cezaevi açılmak istenmiş, hücre tipi cezaevlerinin yaygınlaştırılması kararı alınmıştı. Ama devrimciler güçlü bir direniş sergileyerek Eskişehir tabutluğunu kapattırabilmişlerdi. Bu direnişte 12 devrimci yaşamını yitirmiş, çok sa-yıda devrimci sakat kalmıştı.

2000 yılına gelindiğinde devlet devrimci tutsakları tecrit etme ve tam teslim alma planlarını yeniden gün-deme getirdi. Bu saldırı hazırlıklarına karşı cezaevlerinde bulunan çeşitli devrimci örgütlerden tutsaklar açlık grevi direnişi başlattılar. 20 Ekim 2000’de başlayan süresiz açlık grevi ve ölüm orucu eylemine 61. günde devletin adına “Şefkat Operasyonu”, “Hayata Dönüş Operasyonu” gibi adlar verdiği bir saldırı düzenlendi. Bu saldırı ile faşist devlet devrimci tutsakların ölüm orucu eyleminde somutlaşan direnişini ezmek, ölüm orucu eylemini bitirmek; F tipi adı verilen tecrit hapishanelerini devreye sokarak devrimci tutsakları buralara nakletmek istiyordu.

19 Aralık sabahı devrimci tutsak-ların kaldığı 20 hapishanede aynı anda başlatılan saldırıda devlet güç-leri devrimci tutukluların üzerine bomba ve kurşun yağdırdı. Adına “Şefkat Operasyonu” denilen ope-rasyonda devrimci tutsaklar diri diri

yakıldı, bombalandı... “Hayat Kurtarma Operasyonu” ola-rak adlandırılan saldırının bilançosu, 28 devrimci tutsak öldürüldü. Yüzlercesi yara-landı. Devrimci tutsakları tecrit et-mek isteyen devlet bu amacına ulaştı: Devrimci tutsaklar hücre tipi cezaev-lerine, tecride gönderildiler.

Ancak bu yapılanlar da devrimci iradenin teslim alınmasına yetmedi. Açlık grevi ve ölüm orucu eylemi önce genişleme göstererek sürdü-rüldü. Tecride karşı direniş uzun bir sürece yayıldı. Tecride karşı müca-dele içinde 122 devrimci yaşamını yitirdi. Yüzlerce devrimci Korsakof hastalığına yakalanarak bilincini yi-tirdi, sakat kaldı.

Devlet, bedenlerini tutsak aldığı, ama devrimci düşüncelerini asla teslim alamadığı, diz çöktüreme-diği devrimcileri, tecrit işkencesi ve hapis içinde hapis anlamına gelen hücrelere sokarak teslim alma amacı gütmektedir.

19 Aralık saldırısına karşı devrimci tutsakların direnişi, F tiplerinde tec-ride karşı yürüyen mücadele, dev-rimci tutsakların teslim alınamaya-cağını, devrimci iradenin her şart altında mücadele edeceğinin, direne-ceğinin kanıtıdır.

“Hayata Dönüş Operasyonu”nun

perde arkasından bir örnek19 Aralık saldırısı devletin cezaev-

lerinde devrimci tutsaklara yönelik gerçekleştirdiği katliamlar zincirinin en kapsamlılarından birisidir. Bilinçli ve planlı bir şekilde hazırlanan, uy-gulan saldırıda devletin sorumluluğu gizlenemeyecek kadar açıktır.

19 Aralık 2000 günü Bayrampaşa Cezaevi’nde saldırının koordinatörü olan Binbaşı Zeki Bingöl’ün anlattık-ları, devletin sorumluluğunu açıkça ele vermektedir.

“Emekli Binbaşı Zeki Bingöl, o tarihte yüzbaşı rütbesinde ve Bayrampaşa Cezaevindeki operasyo-nun koordinatörüydü. Doğrudan ta-nığı olduğu olayları, 7 yıl sonra yaz-dığı kitapta anlatarak yankı yarattı.

Bingöl, sabah 04:55’te başlayan operasyonda ilk kurşunun atılmasını şöyle anlatıyor:

“PKK koğuşu önünde bulunan bir tutuklu görülüyor, ona dur ihtarında bulunuluyor, o da kaçmaya tevessül ediyor, o esnada ateş ediliyor.

Zannediyorum ayağından vuruldu. Ondan sonra diğer koğuşlar kapının önüne çıkıp jandarmanın koğuş ka-

pılarının tuttuğunu görünce, orta kısımda büyük bir ateş yakıldı böy-lece bütün birliklerin ileri gitmesi engellendi.”

Koridorlardan ilerleme imkanı kalmayınca güvenlik güçleri, koğuş-ların çatısına çıkıyor ve içeriye iki tip bomba atıyor. Emekli Binbaşı Bingöl, bu bombalardan birini daha önce hiç görmemiş:

“Bizim envanterimizde olma-yan, plastikten yapılmış, kauçuk-tan bir bomba kullanıldı. Adli Tıp Kurumu’nun, savcılığın tutanağında iki tip bombadan bahsedildi, gaz bombası olarak. Bir tanesi bizim kullandığımız, envanterimizde olan, dünya standartlarında kullanılan bir gaz bombasıdır; temeli biber-dir, bildiğimiz acı biberdir, biberin yoğunlaştırılmış halidir. Diğeriyse Kara Kuvvetleri ’nden getirilmiş bir bombaydı. Ben bunu daha önce görmemiştim.”

Operasyonun ardından tutulan tespit tutanağında operasyonu koor-dine eden Yüzbaşı Zeki Bingöl, dört bölük komutanı ve cezaevi savcısının imzaları bulunuyor. Üç imza yeriyse boş bırakılmış. Bingöl şöyle diyor:

“Orada imzası olması gereken kişi-lerden birisi tabur komutanı, diğer iki kişi de İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici ve Bayrampaşa Cezaevi savcısıdır. Onlar imzalamayınca imza yerleri boş bırakıldı.”

Zeki Bingöl, neden imzalanmadı sorusunun yanıtını kitabın 173. say-fasında şöyle anlatıyor:

“Çok garipti. Harekat emrini im-zalayan General emri toplatıyor. Operasyona katılan birlikler isim-lerini savcıdan saklıyordu. Hatta başsavcı bile imzalamıyordu. Çok garipti. Belli ki hepsi DHKP-C’den korkuyorlardı. Yani hiç kimse ope-rasyon evraklarında adının geçme-sini istemiyordu.” (3 Eylül 2007, sen-dika.org)

Devletin tüm katliamlarını olduğu gibi, 19 Aralık katliamını da unut-mayacağız, unutturmayacağız!

Tüm katliamların ve 19 Aralık k at l ia m ı n ı n hesabı dev r i m le sorulacaktır!

Devrimci tutsaklar üzerindeki tec-ride son!

Devrimci tutsaklara özgürlük!Kasım 2007 ✓

19 Aralık katliamını

unutmadık!

binlerce, yüz binlerce, radyasyonlu atığın güvenli bir şekilde depolan-ması, günümüz tekniği ile mümkün değildir. Radyasyonlu atıkların de-polara götürülürken, bir kaza sonucu doğaya radyasyonun yayılması riski vardır. Radyasyonlu atıkların depo-landığı alanlarda, doğal nedenlerden dolayı (deprem, sel, vb.) sızıntı olması olasılık dahilindedir.

* 35-40 yıllık ekonomik ömürlerini tamamlayan nükleer santrali söküm maliyeti bazen yapım maliyetinden yüksektir.

* Nükleer enerji insanlık için, çevre için felaketli sonuçlara neden olan enerji türüdür. Nükleer enerji bu-günkü teknik ile güvenli bir enerji türü değildir. Nükleer santrallerde kazaları önlemek günümüz tekniği ile mümkün değildir.

Nükleer enerji çevre açısından çok önemli risk taşımaktadır. Nükleer santralin sızıntı yapması ya da olası bir kaza, çevreye Çernobil’de de gö-rüldüğü üzere muazzam zarar ver-mektedir. Nükleer santralin kurulu-munun, işletmesinin yüksek olması bu enerji türüne karşı çıkışımızın esas nedeni değildir. Nükleer ener-jiye karşı olmamızın esas nedeni bu enerji türünün çevre açısından za-rarlı olmasıdır.

Nükleer enerji, uranyum made-ninin çıkartılmasından, zenginleş-tirilmesine ve yüz binlerce yıl etkisi devam eden radyoaktif atıkların, sızıntılardan, soğutma suyundan ve kazalardan sonra yayılan radyasyo-nun etkisi ile milyonlarca insanın, doğanın kirlenmesine, yok olmasına neden olmaktadır.

Nükleer enerjiye, fosil yakıtlara muhtaç değiliz. Yenilenebilir, çevre ile uyumlu enerji kaynakları açısın-dan zengin bir coğrafyada yaşıyoruz. Güneş, rüzgar, jeotermal, biogaz, hidrojen vb. yenilenebilir enerji kay-nakları ile enerji ihtiyacını kat be kat karşılamak mümkündür. Bu müm-künlüğün üretimin amacının kar olduğu bu düzende gerçekleşmesi mümkün değildir.

Nükleer santral kurulmak isten-mesinin temelinde kar olgusu ol-duğu gibi Türk devletinin atom si-lahına sahip olma istediği de vardır. Nükleer santralde, uranyum made-ninin işlenmesi, zenginleştirilmesi ve uygun teknik düzenlemeler yolu ile atom bombasına sahip olmak mümkündür.

Nükleer santral kurmak isteyen emperyalist tekeller sıraya girmiş-tir. Bu tekeller yanlarına yerli işbir-likçilerini de alarak konsorsiyumlar oluşturmakta, lobi yaparak nükleer santral ihalesini kapmaya çalışı-yorlar. Düşündükleri çevre değil-dir. Düşündükleri tek bir şey varsa, o da bu işten kazanacakları tatlı karlardır!

Nükleer enerji i le geleceğimi-zin ipotek altına alınmasına izin vermeyelim!

10 Kasım 2007 ✓

Page 28: Karkerên jin û mêr! AYLIK Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê … · Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê