100
Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê nu wergirin! Kadın ve erkek işçiler! Zincirlerinizden başka kaybedecek birşeyiniz yok! Kazanacağınız yeni bir dünya var! KASIM, ARALIK 2017 OCAK 2018 FİYATI 5 TL ISSN 1302- 692X189 ÜÇ AYLIK SİYASİ / TEORİK DERGİ EKİM DEVRİMİNDEN ÖĞRENMEK YENMEYİ ÖĞRENMEKTİR! n AMLP’NİN “YENİ EMPERYALİZM TEORİSİ”NE DAİR DÜŞÜNCELER n KÖZ’ÜN STALİN DOSYASI ÜZERİNE n NÜKLEER FELAKETLER/ATOM ÖLDÜ- RÜR! n GÜNEY KÜRDİSTAN’DA BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU n BÜYÜK İNSANLIK BARIŞA HASRET! n NURİYE VE SEMİH SERBEST BIRAKILSIN, TALEPLERİ KABUL EDİLSİN! n RIZA ÖRÜK’ÜN ÖLDÜRÜLMESİ VE “AJAN VE İŞBİRLİKÇİ”LERE KARŞI MÜCADELE

Karkerê i êr! ÜÇ AYLIK J eyn encîrê iİtekî w endakirin une ...ydicagri.com/pdf/dergiler/cagri/189.pdfKarkerê i êr! J eyn encîrê iİtekî w endakirin une! Hûn kanin îhanekê

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

  • Karkerên jin û mêr!Ji xeynî zencîrên we tiştekîwe yê wendakirinê tune!Hûn dikanin cîhanekênu wergirin!

    Kadın ve erkek işçiler!Zincirlerinizden başkakaybedecek birşeyiniz yok!Kazanacağınızyeni bir dünya var!

    KASIM, ARALIK 2017 OCAK 2018 ❍ FİYATI 5 TL ❍ ISSN 1302-692X189

    ÜÇ AYLIKSİYASİ / TEORİK

    DERGİ

    EKİM DEVRİMİNDEN ÖĞRENMEK YENMEYİ ÖĞRENMEKTİR!

    n AMLP’NİN “YENİ EMPERYALİZM

    TEORİSİ”NE DAİR DÜŞÜNCELER

    n KÖZ’ÜN STALİN DOSYASI ÜZERİNE

    n NÜKLEER FELAKETLER/ATOM ÖLDÜ-

    RÜR!

    n GÜNEY KÜRDİSTAN’DA BAĞIMSIZLIK

    REFERANDUMU

    n BÜYÜK İNSANLIK BARIŞA HASRET!

    n NURİYE VE SEMİH SERBEST BIRAKILSIN,

    TALEPLERİ KABUL EDİLSİN!

    n RIZA ÖRÜK’ÜN ÖLDÜRÜLMESİ VE “AJAN

    VE İŞBİRLİKÇİ”LERE KARŞI MÜCADELE

  • 3

    •editörden - içindekiler

    İÇİNDEKİLER

    MerhabaYDİ Çağrı’nın yeni biçimiyle birlikteyiz.Geçen sayımızda duyurduğumuz gibi YDİ Çağrı, teorik ağırlıklı siyasi bir dergi olarak, üç aylık periyotla yayın hayatına devam edecek.Olanaklarımızın, gücümüzün zorunlu kıldığı bu biçimi/değişikliği anlayışla karşılayacağınızı

    Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Gazetesi adına Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Hüseyin Gül • Yönetim Yeri ve Adresi: Asmalımescit Mah. Terkoz Çıkmazı Sok. Terkoz İşhanı, No: 1/62 Beyoğlu/İstanbul• Tel/Fax: (0212) 2511191 • Sayı: 189· Kasım, Aralık 2017 Ocak 2018 • ISSN 1301-692X189• Fiyatı: Türkiye: 5 TL · TürkiyeDışı: 3,00 Euro • Baskı: Berdan Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 215-216-239 Topkapı/İstanbul Tel: (0212) 613 11 12 • Yayın Türü: Yerel Süreli •www.ydicagri.com • [email protected][email protected] • facebook.com/YeniDunyaIcinCAGRI•twitter.com/ydicagri

    GÜNDEMEKİM’DEN ÖĞRENMEK . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4GÜNEY KÜRDİSTAN’DA BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU… . . . . . . . . 9NURİYE VE SEMİH SERBEST BIRAKILSIN, TALEPLERİ KABUL EDİLSİN!… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12

    GÜNCELRIZA ÖRÜK’ÜN ÖLDÜRÜLMESİ VE “AJANVE İŞBİRLİKÇİ”LERE KARŞI MÜCADELE… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15BÜYÜK İNSANLIK BARIŞA HASRET! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 18KATALONYA REFERANDUMU ÜZERİNE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25

    PANORAMAKATAR: ABLUKA SONRASI GELİŞMELER! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 27VENEZUELA:İKTİDAR DALAŞINDAN GÖRÜNTÜLER! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

    KAVGANIN DOĞRUSU / DOĞRUNUN KAVGASIKÖZ’ÜN STALİN DOSYASI ÜZERİNE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 38

    YAŞAMA TEMELLERİNİ KORUMA MÜCADELESİNÜKLEER FELAKETLER/ATOM ÖLDÜRÜR!ÇERNOBİL NÜKLEER FELAKETİ ÜZERİNE . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 58

    GÜNCEL”YENİ EMPERYALİST DEVLETLER” TEORİSİ ÜZERİNE… . . . . . . . . . 63YASA YOLUYLA KESKİNLEŞTİRİLMİŞ SÖMÜRÜYEKARŞI – KAHROLSUN TAŞERON İŞÇİ ÇALIŞTIRMA!MÜCADELE EDELİM! ŞİMDİ DEĞİLSE, NE ZAMAN?… . . . . . . . . . . . 74

    ÇEVİRİYASA YOLUYLA KESKİNLEŞTİRİLMİŞ SÖMÜRÜYEKARŞI – KAHROLSUN TAŞERON İŞÇİ ÇALIŞTIRMA!MÜCADELE EDELİM! ŞİMDİ DEĞİLSE, NE ZAMAN?… . . . . . . . . . . . 85

    umuyor, eleştirilerinizi, önerilerinizi, desteklerinizi bekliyoruz.Şubat sayımızda buluşmak üzere… hoşçakalın…Ekim 2017

    Kapak resmi: Alexander Rodtschenko, SBKP (B) tarihi afişi, 1926

  • 4

    gündem

    EKİM’DEN ÖĞRENMEK“SB, İkinci Dünya Savaşı’nda faşizmin yenilmesi, Nazi İmparatorluğu’nun çökertilmesi,

    Nazi haydutlarının inlerine kadar kovalanmasında başrolü oynadı. Sonraki gelişmelerde ortaya çıkan ve sonuçta ülkeyi proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin yıkılmasına

    götüren revizyonist yozlaşma, Ekim Devrimi’nin önemini ve Ekim Devrimi sonrasındaki işçiler ve emekçiler açısından muazzam kazanımları ortadan kaldırmaz. Ekim Devrimi

    ve bu devrim ertesindeki inşa deneyimi bugün de sömürüsüz yeni bir dünya için mücadele edenler açısından, öğrenilecek en önemli okuldur.”

    Yeni Bir Çağın HabercisiBundan 100 yıl önce, 7 Kasım 1917’de Rusya’da

    Petersburg’ta, Aurora zırhlısının Kışlık Sarayı döven top atışları, yeni bir çağın başlangıcını haber veriyor-du. Bolşevik Parti önderliğinde mükemmel örgüt-lenmiş bir silahlı ayaklanma ile burjuvazinin savaşta ısrar eden hükümeti devriliyor, ikili iktidara son ve-riliyor, İşçi-Asker Sovyetleri merkezi iktidara el ko-yuyordu.

    1871’de Paris’te ömrü 72 gün süren ilk işçi iktidarı deneyiminden sonra, dünyanın altıda birini oluştu-ran bir ülkede işçiler ve yoksul köylülerin iktidarı, proletarya diktatörlüğü kuruluyordu. Emperyalizm çağında, sömürüden arındırılmış yeni bir dünyaya,

    sosyalist bir dünyaya giden yolda ilk adım böylece atılmış oluyordu.

    Sovyetler Hükümeti şahsında siyasi temsilciliğini bulan proletarya diktatörlüğü, ilk kararnamesinde, Rusya’nın savaştan çıktığını ilan ediyor; bütün ulus-lardan işçi ve emekçileri, cephelerde kardeşleşmeye, birleşmeye, silahları kendi burjuvalarının üzerine çe-virmeye çağırıyordu.

    Milyonlarca işçinin emekçinin hayatına mal olan barbar emperyalist paylaşım savaşının, bu savaşı ya-ratan kapitalist/emperyalist sistemin gerçek bir tek alternatifi olduğu, Rusya’daki devrimin zaferi ile ilan ediliyordu. Emperyalist savaştan, bu barbarlıktan kurtulmanın biricik yolu vardı: Bolşevik Devrim.

  • 5

    gündem

    “Rusya’da, RSDİP’in İkinci Kongresi’nde 1902’de başlayan reformist ve devrimci, Menşevik ve Bolşevik kanatlara ayrılma; daha Birinci Dünya Savaşı başlamadan kesin örgütsel ayrılığa varmış; Bolşevik fraksiyon, 1912’de RSDİP(B) adı altında ayrı parti olarak ortaya çıkmıştı. O dönemde II. Enternasyonal’in Lenin’den çok daha ünlü, anlı şanlı önderleri bu ayrılığı çok bölücü bulup ayıplamışlar, mahkûm etmişlerdi. Sadece II. Enternasyonal içinde değil, Rusya Sosyal Demokrasi’si içinde de, Bolşevikler, kendilerini oportünizmin her türüne karşı mücadele temelinde ayrı parti olarak örgütlediklerinde küçük bir azınlık konumundaydılar.”

    Sovyet Hükümeti’nin Barış Kararnamesi ile birlikte yayınladığı ikinci kararnamede toprakların kullanım hakkı, onun üzerinde çalışanlara, eken biçenlere ve-riliyor, yoksul köylüler böylece ilk kez kendi ürettik-lerinin efendisi haline geliyorlardı.

    Sovyet Hükümeti arka arkaya aldığı kararlarla, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kayıtsız ko-şulsuz tanıdığını ilan ediyor; kadın-erkek arasındaki yasal eşitsizliği bir vuruşta ortadan kaldırıyor; bütün büyük üretim araçlarına, büyük fabrikalara ve kilise-nin “mülk”lerine emekçiler adına el koyuyor, gerçek-te toplumun olanı, tüm emekçilerin devletinin mülkü haline getiriyordu.

    Bütün Dünyada Burjuvazinin Korkulu RüyasıBütün dünyada işçilere, emekçilere, tüm ezilenlere

    umut olan Rusya’daki proleter devrim, bütün dünya-da kapitalistlerin, sömürücülerin, gericilerin korkulu rüyası oluyor, onları bu devrimi bastırma konusunda birleştiriyordu. Rusya’daki proleter iktidar, bir dizi emperyalist gücün dış müdahaleleri ile desteklenen içteki gericiliğe karşı kanlı bir iç savaşa zorlanıyor; savaş bıkkını işçiler emekçiler, 3 yıl da kendi iktidar-larını koruyabilmek için savaş yürütmek zorunda ka-lıyor ve muazzam bir özveri temelinde yürüttükleri bu iç savaşı da kazanmayı başarıyorlardı. Çünkü bu kez savaş kendi savaşlarıydı.

    Bir Ülkede Sosyalizmin İnşasıDünya savaşı ve iç savaşın yıkıntıları üzerinde yeni

    bir dünya inşa etmek: Şimdiye kadar örneği görülme-miş bir devasa görevle karşı karşıyaydı 1920 sonların-da genç Sovyet iktidarı. Rusyalı İşçiler-emekçiler, as-lında kendi devrimlerini Proleter Dünya Devrimi’nin yol açıcısı, bir önsözü olarak kavrıyorlardı. Kapitalist dünyanın diğer ülkelerindeki başarılı proleter dev-rimlerden gelecek doğrudan yardımla ilerlenecekti. Umulan ve beklenen doğrudan yardım ne yazık ki gelmedi. Rusya dışındaki ülkelerde devrimci kal-kışmalar, işçi-emekçi iktidarları kurma denemele-ri başarılı olamadı. Rusya diğer kapitalist ülkelerle karşılaştırıldığında ekonomik açıdan oldukça geri, kültürel açıdan ülkenin geniş kırlık alanlarında feo-dalizmin çok güçlü olduğu bir ülkeydi. Yani, yeni bir dünya kurma mücadelesi olağanüstü elverişsiz şart-larda yürütülmek zorundaydı. Genç Sovyet iktidarı “bir ülkede sosyalizmin inşası” görevine bu şartlar-da sarıldı. Gerekli olduğunda, ilerleyebilmek için bir adım geri çekilip, yeni yol ve yöntemler denendi. Bü-tün milliyetlerin hak eşitliğine sahip olduğu, ulusla-rın ayrılma hakkına sahip olduğu “Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği” bu mücadele içinde kuruldu. İşçilerin ve emekçilerin sahip çıktıkları kendi devlet-lerinde sosyalizmin inşasında kısa süre içinde muaz-zam başarılar elde edildi.

    Muazzam Başarılar Gözlerden Gizlenemez!1936’ya gelindiğinde Sovyetler Birliği, dünyadaki

    tek proleter devlet olarak, iş gününü 6 saate indirme-yi tartışacak duruma gelmişti. Fakat emperyalistler harıl harıl bir İkinci Dünya Paylaşım Savaşı’na ha-zırlanıyorlardı ve onların en gerici, en şoven, en sal-dırgan terörcü diktatörlükleri faşizmin esas hedefi

  • 6

    gündem

    Sovyetler Birliği’ni yıkmaktı. SB için ve esasta bütün dünyada proletarya için, devrimin bu ana üssünün korunması, ”işçi sınıfının bu biricik anavatanının savunulması” bu durumda esas görev haline geldi.

    SB, İkinci Dünya Savaşı’nda faşizmin yenilmesi, Nazi İmparatorluğu’nun çö-kertilmesi, Nazi haydutlarının inlerine kadar kovalanmasında başrolü oynadı.

    Sonraki gelişmelerde ortaya çıkan ve sonuçta ülkeyi proletarya diktatör-lüğünün ve sosyalizmin yıkılmasına götüren revizyonist yozlaşma, Ekim Devrimi’nin önemini ve Ekim Devrimi sonrasındaki işçiler ve emekçiler açısından muazzam kazanımları ortadan kaldırmaz. Ekim Devrimi ve bu devrim ertesindeki inşa deneyimi bugün de sömürü-süz yeni bir dünya için mücadele edenler açısından, öğrenilecek en önemli okuldur.

    En Önemli DersEkim Devrimi’nden öğrenilecek çok şey vardır. Bu

    yıl Ekim Devrimi’nin yüzüncü yılında, bundan önce-ki sayılarımızda yayınlanan bir dizi makalede bunlar üzerinde durduk.

    Burada, bugün Ekim Devrimi’nden öğrenilecek en önemli ders nedir sorusuna cevap aradığımızda, biz ondan öğrenilecek en önemli ders, Bolşevik Parti öğ-retisidir diyoruz.

    Neden? Bu sorunun cevabı, aslında bir başka so-runun cevabında yatıyor: Birinci Dünya Savaşı erte-sinde Avrupa’nın birçok kapitalist ülkesinde objektif şartlar devrim için elverişli idi. 4 yıl süren, dünyanın o güne kadar yaşadığı en kanlı savaştan geri dönen “asker giysileri içine sokulmuş” işçiler ve emekçiler, savaştan galip çıkan ülkelerde bile, onları cephe-ye süren ve vatan/millet adına kırdıran egemenlere nefretle doluydu. Birçok ülkede “aşağıdakiler eskisi gibi yaşamak istemiyorlardı”. “Üsttekiler”, egemenler içinde ise savaşta üzeri örtülen çelişmeler had safhaya varmış, birbirlerini yer duruma gelmişlerdi. Üstte-kiler de artık eskisi gibi yönetemez durumdaydılar. Yani yalnızca, bütün çelişmelerin en yoğun olarak ortaya çıktığı, o dönem “emperyalist zincirin en zayıf halkası” olan Rusya’da değil, Avrupa’nın bir dizi baş-ka ülkesinde de devrimci durum vardı. Almanya’da, Avusturya’da, İtalya’da, Macaristan’da yer yer dev-rimci ayaklanmalar oldu. Hatta kimi yerlerde çok

    kısa süren Sovyet iktidarları bile kuruldu. Fakat Rusya dışında hiçbir yerde devrimci ayaklanmalar ve Sovyet iktidarları kalıcı bir başarı elde edemedi. Neden? Nedir Rusya’daki devrimin başarısının sırrı? Farkı yaratan nedir? Fark, Rusya’da yeni tipte bir işçi partisinin, leninist Bolşevik Parti’nin varlığıdır.

    Birinci Dünya Savaşı sırasında o dönemde II. En-ternasyonal saflarında yer alan Sosyal Demokrat İşçi Parti’lerinin büyük çoğunluğu sosyal şoven po-zisyonlara kaymış, kendi burjuvalarının kuyruğuna takılmıştı. Rusya dışındaki ülkelerde, sosyal şoven pozisyonlara karşı mücadele elen “sol” sosyal de-mokratların büyük çoğunluğu ise, partilerin birliğini bozmama adına, merkezci bir yol tutturmuşlardı.

    Rusya’da, RSDİP’in İkinci Kongresi’nde 1902’de başlayan reformist ve devrimci, Menşevik ve Bolşevik kanatlara ayrılma; daha Birinci Dünya Savaşı başla-madan kesin örgütsel ayrılığa varmış; Bolşevik frak-siyon, 1912’de RSDİP(B) adı altında ayrı parti olarak ortaya çıkmıştı. O dönemde II. Enternasyonal’in Lenin’den çok daha ünlü, anlı şanlı önderleri bu ayrı-lığı çok bölücü bulup ayıplamışlar, mahkûm etmişler-di. Sadece II. Enternasyonal içinde değil, Rusya Sos-yal Demokrasi’si içinde de, Bolşevikler, kendilerini oportünizmin her türüne karşı mücadele temelinde ayrı parti olarak örgütlediklerinde küçük bir azınlık konumundaydılar. Ama onlar bir şeyi kavramışlardı: Reformist ve oportünistlerle birlik içinde devrimin zafere götürülmesi mümkün olamazdı. Devrimin zaferi için, işçi sınıfı ve emekçilere devrimde yol gös-terebilecek, onlara önderlik edebilecek bir parti ge-rekliydi. Böyle bir parti içinde ise oportünistlere yer olamazdı.

    1914’de dünya savaşı patladığında sarsıntı geçirme-

  • 7

    gündem

    yen, emperyalist savaşa karşı parti olarak doğru tavır takınan, II. Enternasyonal’in 1912’deki kongresinde aldığı doğru kararı hayata geçiren tek parti RSDİP(B) idi.

    Diğer bütün partiler, parti olarak değişik gerekçe-lerle 1912 kararından uzaklaştılar. Bolşevik Parti, bu durumda II. Enternasyonal çökmüştür, yeni devrim-ci, enternasyonalist bir Enternasyonal gereklidir dedi ve böyle bir Enternasyonal’in yaratılması için müca-dele yürüttü. Diğer Sosyal Demokrat Parti’ler içinde partilerin açık sosyal şoven pozisyonlarına karşı tavır takınan ve fakat bir türlü ayrılıp ayrı parti olarak ör-gütlenme adımını atmayan enternasyonalist kesim-leri, onların kendilerini oportünistlerden, sosyal şo-venlerden ve zentristlerden örgütsel olarak ayırmaları için ikna etmeye çalıştı. Fakat ne yazık ki bu çabala-rı yeterli sonuç vermedi. Savaşın sonlarında bir dizi ülkede devrimci durum ortaya çıktığında Rusya’da Bolşevik Parti dışında devrime önderlik edebilecek, yeni tipte tek parti yoktu!

    Bugün de, bir devrimci durum çıktığında, bıçak kemiğe dayanıp, kitleler sokağa çıktığında eksikliğini duyduğumuz şey, bu ayaklanmalara doğru yol gös-terecek yeni tipte, leninist Bolşevik Parti’lerin varlı-ğıdır. İşte Arap baharı; İşte Yunanistan’da birbirini izleyen genel grev eylemleri; işte ülkelerimizde Kürt ulusunun mücadelesi, Gezi vb.

    O halde Ekim’den öncelikle yeni tipte, Bolşevik Parti konusunda öğrenmek ve onu inşa çalışmasını bütün çalışmaların merkezine koymak, devrim ko-nusunda ciddi olanların, ML, komünist olma konu-sunda iddialı olanların yapması gereken şeydir.

    Yeni Tipte, Leninist Bolşevik Parti’nin Temel Özellikleri Nelerdir?

    * O, oportünizmden arınmış, uzlaşmacılara ve tes-limiyetçilere karşı uzlaşmaz, burjuvaziye ve onun devlet iktidarına karşı tutumunda devrimci bir par-tidir.

    * O, işçi sınıfının bilimsel teorisi marksizm-leniniz-mi kendi teorik temeli haline getiren, bu teoriyi eyle-minin kılavuzu yapan, pratikte uygulayan bir parti-dir. Marksist-leninist teoriyi savunma, onun lafzına değil, devrimci özüne sahip çıkmayı gerektirir. Mark-sist-leninist teoride ustalaşmaksızın marksist-leninist partiler inşa edilemez ve devrim için objektif şart-lardan devrimin zaferi için yararlanılamaz. Tabii ki bugün emperyalist sistemde bir dizi yeni görüngüler var. Tabii ki marksist–leninist bilime dayanarak bu

    yeni görüngüleri incelemek ve açıklamak, bu anlam-da Marksizm Leninizm’i geliştirmek zorunludur. Fa-kat bu yeni görüngüler emperyalist sistemin özünde bir değişiklik anlamına gelmez. Bunlar aynı sistemin çerçevesi içinde nicel gelişmelerdir. Bu yüzden bugün geliştirme, marksist-leninist bilimin, Lenin’in kendi döneminde yaptığı gibi, yeni bir seviyeye yükseltil-mesi biçiminde olmayacaktır.

    * Bolşevik Parti işçi sınıfı saflarında faaliyet göste-ren küçük burjuva partilere karşı ideolojik mücade-le ile onları yenilgiye uğratmış, onların işçi sınıfı ve emekçiler içindeki etkileri kırmış olan bir partidir. Bu olmasaydı Ekim Devrimi’nin zafer kazanması mümkün olmazdı.

    Bolşeviklerin ideolojik mücadelesi yalnızca işçi sı-nıfı içinde faaliyet gösteren kendi dışlarındaki par-tilere karşı mücadele değildi. Lenin ve Bolşevikler, Bolşevik Parti içindeki oportünist hatalara ve opor-tünistlere karşı da sürekli olarak eleştiri-öz eleştirici ideolojik mücadele yürüttüler.

    SBKP(B) Tarihi/Kısa Ders’te bu konuda şu söyleni-yor:

    “Eğer Ekonomistler ve Menşevikleri alt etmeseydik, partiyi inşa edemez ve işçi sınıfını proleter devrime götüremezdik. Eğer Troçkistleri ve Buharincileri alt etmeseydik, sosyalizmin kuruluşu için gerekli şartları yerine getiremezdik.

    Her türden ve renkten milliyetçi sapmaların tem-silcilerini alt etmeseydik, halkı enternasyonalizm ruhuyla eğitemez, SSCB halkları arasındaki büyük dostluk bayrağını koruyamaz ve SSCB’yi kuramazdık. Bazı kimseler, Bolşeviklerin parti içindeki oportünist unsurlara karşı çok zaman harcadıklarını, bunların önemini abarttıklarını düşünebilir. Ama bu tamamen yanlıştır. Saflarımızdaki oportünizm, sağlıklı bir orga-nizmadaki ülser gibidir ve asla hoşgörüyle karşılanma-malıdır. Parti işçi sınıfının öncü müfrezesi, ileri kalesi ve genelkurmayıdır. İşçi sınıfının yönetici kurmayında şüphecilere, oportünistlere, teslimiyetçilere ve hainlere yer yoktur.”1

    Devrimci hareket içinde Ekim Devrimi’nin bu dersi yeterince kavranmamıştır.

    * Yeni tipte Leninist Bolşevik Parti’nin temel özel-liklerinden biri alçak gönüllülük ve özeleştiri yetene-ğidir.

  • 8

    gündem

    SBKP(B) Tarihi Kısa Ders’te şu tespitler yapılmıştır: “Bir parti, eleştiri ve özeleştiriden korkmazsa, çalış-masındaki hata ve kusurları örtbas etmezse, parti ça-lışmasındaki hatalarından ders çıkararak kadrolarını eğitirse ve hatalarını zamanında düzeltmeyi bilirse, yenilmez bir parti haline gelir.

    Bir parti, hatalarını gizlerse, sancılı meseleleri örtbas ederse, her şey yolundaymış gibi davranarak eksikleri-nin üstünü örterse, eleştiri ve özeleştiriye tahammül göstermezse, kendini beğenmişliğe ve gurura kapılırsa ve ilk başarılarıyla yetinirse, mahvolur.”2

    İşçi sınıfı devrimcileri Ekim’den öğrenmelidir. Bu muazzam devrimin önderinden, leninist partiden, Bolşeviklerin Parti’sinden öğrenmek en başta gelen işlerden biri olmalıdır. Bugün devrim adına yola çı-kanlar, kendilerine komünist diyenler bu partiyi ken-dilerine örnek almalıdır ve böyle bir partiyi sürekli olarak işçi sınıfının ve emekçilerin burjuvaziye karşı sınıf mücadelesi ile bağ içinde inşa etmek işine sarıl-malıdır. Ancak bu inşa çalışmasında da bu partinin inşası sırasında devrim öncesinde iki aşamanın ya-şanmış olduğu da hiç unutulmamalıdır.

    Bolşevik Parti’nin inşasının birinci aşamasında esas görev proletaryanın en iyi, en aktif, proletarya-nın davasına en bağlı güçlerinin kazanılması, prole-taryanın partisinin şekillendirilmesi, ayakları üzeri-ne dikilmesidir.

    Lenin bu görevi “proletaryanın öncüsünün ko-münizm için kazanılması“ olarak formüle etmek-tedir. Bugün bildiğimiz kadarıyla dünyadaki hiçbir marksist-leninist parti, ciddi bir şekilde, kendisinin proletaryanın öncüsünü komünizm için kazanmış olduğunu iddia edemez. İddia etmesi halinde ise bu gerçeğin ifadesi olmaz. Fakat birçok halde bu gerçek algılanmamakta, mevcut durumları hakkında güzel-lemeler yapılmaktadır. Böyle yanlış bir tavırla ilerle-nilemez.

    Toparlarsak; bugün Ekim’den öğrenmek, önce-likle Rusya’da Bolşevik Parti’nin inşası deneyim-lerinden öğrenmek demektir ve RUSYA’DA EKİM DEVRİMİ’NE ÖNDERLİK EDEN BOLŞEVİK PARTİ’DEN ÖĞRENMEK, YENMEYİ ÖĞREN-MEKTİR!

    10 Ekim 2017

    1.Stalin, “SBKP/B Tarihi Kısa Ders”, Stalin Eserler, Cilt 15, s. 408, İnter Yayınları, 1990, İstanbul.2.age., s. 409.

    Bu yazı uzun seneler dünya emperyalizminin şark-ta kanlı bekçiliğini yapan çarlık rusyasının ne suretle öldüğüne dairdir.

    Bin dokuz yüz on yedi ikinciteşrin yedi... Yumuşak ve derin sesiyle Lenin: “Dün erkendi, yarın geç zaman tamam bugün,” dedi… Yağlı çarklılarla yağlı işçiler: “Bugün!” dedi. Ölümü açlıktan öldüren siper: “Bugün!” dedi… Ağır çelik kara toplarıyla AVRORA: “BUGÜN!” dedi, “BUGÜN!” dedi. ... Artık ne kışlık sarayda sarhoş eteklerin ipekli sesi, ne paskalya çanlarında deli duası çarın, ne Sibirya yollarında zincir iniltisi...

    Artık votka kadehlerinde ıslanmıyacak sarı sarkık bıyıkları pameşçiklerin. Kara toprağın üstünde bir avuç kan gibi yanmıyacak, bakır sakalları açlıktan ölen mujiklerin. Artık kararmıyacaktır karlı sokaklar kara bir rüzgar gibi geçen Çarın kazaklarından. Sarkmıyacaktır işçi kadınların kanlı saçları: kara kalpaklı kazakların mızraklarından.

    Yandı kanatları iki başlı kara kartalın, düştü yere, öldü. Buzlu Baltık denizinin kıyısında bir pencere örtüldü. Açıldı bir pencere... Bin dokuz yüz on yedi ikinciteşrin yedi...

    Nazım Hikmet

  • 9

    gündem

    Güney Kürdistan’da Kürtler kendi kaderlerini tayin hakkını kullanmış, bağımsız devlet yönünde irade belirlemiştir. Kürt ulusunun ayrı devlet kurma hakkı, kendi kaderini kendisinin belirlemesi en doğal, demokratik hakkıdır!

    GÜNEY KÜRDİSTAN’DA BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU

    25 Eylül’de Güney Kürdistan’da, bölge sömür-geci devletlerinin -Türkiye, Irak, İran- tehditle-rine, baskılarına, kimi emperyalist devletlerin karşı çıkışlarına rağmen referandum yapıldı.

    Kürdistan Bölgesel Yönetimi Yüksek Seçim Komisyonu’nun verilerine göre referandum sonucu şöyle:

    Seçmen sayısı: 4 milyon 581 bin 255Kullanılan oy: 3 milyon 305 bin 925Geçerli oy sayısı: 3 milyon 85 bin 935Geçersiz oy sayısı: 21 bin 180 Evet: % 92.73Hayır: %7.27

    Katılım oranı: %72 (27 Eylül tarihli gazeteler, in-ternet)

    Bölge sömürgeci faşist devletlerinin referandum sonrasında, Bölgesel Yönetime karşı tavırları daha da sertleşti. Baskılar, abluka, yaptırımlar gündeme geti-rildi.

    Bölgesel Yönetimin Oluşumu

    Faşist Saddam rejimi 1990’nın Ağustos ayında Kuveyt’i işgal etti. Kuveyt’in işgali Birinci Körfez Savaşı’nın başlamasını tetikledi. ABD önderliğinde-ki emperyalist güçler, Saddam ordusunu yenilgiye

  • 10

    gündem

    uğratarak Kuveyt’ten çıkardı. Irak sınırları içinde Saddam’ın harekât alanı daraltıldı. Birleşmiş Millet-ler Güvenlik Konseyi, içinde çeşitli şartları barındı-ran geçici ateşkes kararı aldı. Saddam rejimi, ateşkes şartlarını kabul ettiğini ve uyacağını açıkladı. Sad-dam rejiminin Kuveyt Savaşı’nda yenilgisini dikkate alan Kürtler ve Şiiler, eş zamanlı olarak ayaklandı. Saddam güçleri önce güneydeki Şii ayaklanmasını kanla bastırdı, sonra sıra Kürtlere geldi. Daha önce Enfal ve Halepçe katliamlarını yaşayan Kürtler, Ku-zey Kürdistan’a doğru kaçmaya başladı. Kürtlerin yaşadığı dram bir kez daha TV ekranlarından bütün dünyaya yansıdı.

    1992’de, Birleşmiş Milletler kararıyla 36. paralelin kuzeyi uçuşa yasak bölge ilan edildi. Genişliği yak-laşık 160 mil, derinliği ise 50 mil olan bir “güvenli bölge” kuruldu. “Güvenli bölge”yi korumak için ABD ve müttefiklerine mensup askerler Silopi ve İncirlik’te konuşlandırıldı. Bu gelişmeler üzerine Kürtler tekrar evlerine dönmeye başladı. “Güvenli bölge”, Kürtlerin özerk bir yapı kurmalarına olanak sağladı. Güney Kürdistan, başta ABD olmak üzere batılı emperya-list güçlerin denetimi altına alındı. Burada bir “Kür-distan Bölgesel Yönetimi” ilan edildi. Mayıs 1992’de seçimler yapıldı. Kürdistan Parlamentosu 19 Mayıs 1992’de açıldı. Güney Kürdistan’da “Bölgesel Yöne-tim” ilan edilmişti, ama Saddam merkezde iktidarını korumaya devam ediyordu. Emperyalistler açısından Kürtler, Saddam rejimine karşı elde tutulacak iyi bir kozdu.

    Kürdistan Parlamentosu’nun kurulmasıyla birlikte, PDK (Kürdistan Demokrat Partisi) ile YNK (Kür-distan Yurtseverler Birliği) arasında iktidar savaşı başladı. 1992 sonbaharında, Türk askeri güçleri ilk kapsamlı sınır ötesi operasyonu gerçekleştirdi. PDK-YNK, Güney Kürdistan hattından, Türk Ordusu da Kuzey Kürdistan hattından “Kazıma Harekatı” adı altında 2 Ekim 1992’de PKK’ye karşı savaş açtılar. Mayıs 1996’da, PDK-YNK arasında çok daha şiddetli bir çatışma dönemi başladı. Çatışmalar sonucu Gü-ney Kürdistan iki parçaya bölündü. Kasım 1996’da PDK, Ocak 1997’de YNK kendi hükümetlerini kur-duklarını ilan etti. İki gücün bir araya getirilmesi için ABD’nin devreye girerek yaptığı görüşmeler so-nucunda 17 Eylül 1998’de Barzani ve Talabani Was-hington Antlaşmasını imzaladı.

    20 Mart 2003’te, ABD/İngiliz emperyalizmi ön-cülüğünde gerçekleştirilen İkinci Körfez Savaşı’nda Saddam devrildi. Savaşta Irak’ı harabeye çeviren em-

    peryalistler, Irak’ı “yeniden kurma” süreci başlattı! Önce ‘Geçici Koalisyon’ yönetimi oluşturuldu ve ‘Irak Geçici Hükümet Konseyi’ yönetim yetkisini devraldı. ‘Geçici Konsey’, bugünkü Irak’ın Anayasası’na temel teşkil eden ‘Irak Geçici Temel Yasasını’ 8 Mart 2004’te imzaladı. 30 Ocak 2005’de, Irak’ta genel seçimler ya-pıldı. Bu seçimlerde Şii listesi birinci, Kürt listesi ise ikinci olarak meclisteki yerlerini aldılar. Sünni Arap-ların büyük çoğunluğu ise seçimi boykot etti. Genel seçimlerle birlikte, Kürdistan Parlamentosu için de seçimler yapıldı. Bu seçimler hem Talabani’yi Irak cumhurbaşkanlığına taşıdı, hem de Barzani’yi “Kür-distan Bölgesel Yönetimi” başkanlığına getirdi. 15 Ekim 2005’de, halk oylamasına sunulan Irak Anaya-sası kabul edildi. Kürtler, tüm bu gelişmelerde kendi “özel” statülerini korumalarının yanı sıra, etkin bir rol de aldılar.

    Güney Kürdistan üzerindeki Saddam rejiminin egemenliğinin yerini emperyalizmin işbirlikçisi ola-rak hareket eden PDK-YNK’nin egemenliği aldı. Gü-ney Kürdistan’da en son seçimler, 21 Eylül 2013’de yapıldı. Kürt Parlamentosu’ndaki sandalye dağılımı şöyle gerçekleşti: Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) 38, Goran (Değişim Hareketi) 24, Kürdistan Yurt-severler Birliği (YNK) 18, Kürdistan İslam Birliği (Yekgırtû) 10, Irak Kürdistanı Müslüman Kardeşleri (Gomala İslam) 6, Sosyalist Parti 1, Aras 1, azınlıklar 11 (Türkmenler 5, Asuriler 5, Ermeniler 1) milletve-kili çıkardı. Kürdistan Parlamentosu için seçilmiş 111 milletvekili var. Son iki yıldır parlamento çalışmıyor. PDK-YNK ve Goran arasında iktidar mücadelesi nedeniyle parlamento çalışmaları kilitlendi. Mesud Barzani 2005‘de, dört yıl görev yapmak üzere, parla-mento tarafından “Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başkanlığına seçildi. Temmuz 2009’da, yapılan se-çimlerde Mesud Barzani oyların yüzde 69,6’sını alarak yeniden başkan seçildi. “Kürdistan Bölgesel Yönetim Meclisi’nin 30 Haziran 2013 tarihinde ger-çekleştirdiği bir oturumda Mesud Barzani’nin görev süresini iki yıl daha uzatma kararı aldı. 19 Ağustos 2015’de Mesud Barzani’nin görev süresi resmen sona erdi.

    Mesud Barzani yasal olarak 2015’den bu yana “Gü-ney Kürdistan Federal Yönetimi’nin başkanı değil ama başkanlığını zor yolu ile sürdürmektedir. Güney Kürdistan’daki otoriter sistemde demokrasinin D’si bile yoktur. Bütün kilit noktalarda, Barzani’nin oğul-ları/yeğenleri ve akrabaları vardır. Kardeş, oğul, ye-ğen ve damatlar Güney Kürdistan’da kilit mevkilerde

  • 11

    gündem

    yer almakta, adeta bir aile şirketi “Bölgesel Yönetimi” kontrol etmekte, muhalifler baskı altında tutulmak-tadır. Mesud Barzani, Kürt parlamentosunun toplan-masına izin vermemiştir.

    Kendi Kaderini Tayin Haktır!

    Yukarıda bahsedilenler olgulardır ancak yapılan referandum değerlendirilirken, bu durumda tavır ta-kınırken çıkış noktamız, Bölgesel Yönetimin niteliği, Barzani’nin niteliği, emperyalizm ile ilişkileri vb. ol-mamalıdır. Çıkış noktamız Kürt ulusunun kendi ka-derini tayin etme hakkı olmalıdır.

    Güney Kürdistan’da Kürtler kendi kaderlerini ta-yin hakkını kullanmış, bağımsız devlet yönünde irade belirlemiştir. Kürt ulusunun ayrı devlet kurma hakkı, kendi kaderini kendisinin belirlemesi en do-ğal, demokratik hakkıdır!

    Kürt ulusunun Güney Kürdistan’da yaşayan bö-lümü isterse ayrı devletini kurabilir. Federasyon, özerklik gibi biçimler altında aynı devlet içinde diğer uluslar ve ulusal topluluklarla birlikte de yaşayabilir. Hangi biçimi tercih edip uygulayacağına karar verme hakkı Güney Kürdistan’da yaşayan Kürt ulusuna ait-tir. Önemli olan bu hakkın kayıtsız şartsız tanınması, uygulanmasına karşı çıkılmamasıdır. Kürt ulusunun Güney Kürdistan’da yaşayan bölümünün nasıl yaşa-yacağına karar verme imkanının ortaya çıktığı bir or-tamda referandum yapılmasına karşı çıkmanın hiçbir gerekçesi olamaz. Referandumda Kürtler “Bağımsız Kürdistan Devleti ”ne evet demiştir. Bu, bugünkü şartlarda Kürt ulusunun Güney Kürdistan’daki bölü-münün bir irade beyanıdır öncelikle. Bölgesel Yöne-

    timin anda Bağımsız Kürdistan Devleti’ni bugünden yarına ilan etme diye bir iddia ve planı da yoktur.

    Gerçek Çözüm Devrimde!

    Kürt sorunun gerçek anlamda çözümü, antiem-peryalist, demokratik halk devrimi ile mümkündür. Halklar hapishanesine son vermenin tek yolu demok-ratik halk devrimidir. Irak’ta ulusal sorunun çözü-mü, Irak’ın gerçek anlamda demokratikleştirilme-sinden geçmektedir. Kürt ulusunun kendi kaderini özgürce belirleyebilmesi için demokratik bir ortamın yaratılması gerekmektedir. Özgür ve gerçek anlamda demokratik bir ortamın yaratılması kapitalist sistem içerisinde mümkün değildir. Öncelikli hedef zoraki birliğin ortadan kaldırılmasıdır. Ulusların birlikte yaşamasının ön şartı, zoraki birliğin parçalanması ve milliyetler arasında tam hak eşitliğinin sağlanması-dır. Yaratılan demokratik bir ortam içerisinde, Kürt ulusu nasıl yaşayacağına kendi özgür iradesi ile karar verecektir. Biz komünistler olarak; özgür ve eşit ulus-ların sıkı bir birliğinden yanayız. Ama istediğimiz zoraki bir birlik değildir. Birlikte yaşamanın ön şartı, ayrılma özgürlüğünün tanınmasıdır. Ayrılma özgür-lüğünün tanınması, Kürt ulusunun kendi kaderini belirlemesi ve nasıl yaşayacağına kendisinin karar vermesi anlamına gelir. Bu tavrımız, Irak’ta Kürt-lerin demokratik hakları için mücadele edilmemesi gerektiği anlamına gelmez. Biz, gerçek çözümden ve kalıcı barıştan yanayız. Bu yüzden halklar hapisha-nesine son vermenin yolu Irak faşist devletinin yıkıl-masına bağlıdır.

    10 Ekim 2017

  • 12

    gündem

    NURİYE VE SEMİH SERBEST BIRAKILSIN, TALEPLERİ KABUL EDİLSİN!

    T.C devletini anda yöneten AKP hükümeti içeride ve dı-şarıda savaş yürütmektedir. Devlet terörü, gözaltılar, tu-tuklamalar, baskılar vb. olağan hale getirilmiş durumdadır.Koyulaştırılmış faşizm anda hükümetin yönetim biçimidir.

    AKP hükümeti, 15 Temmuz 2016’da yapılan askeri darbe girişimini bastırdı. Darbe giri-şimini fırsata çevirdi. Başta Fe-tullahçılar olmak üzere, kendi-lerine karşı olan muhalifleri tasfiyeye yöneldi. Tasfiye ope-rasyonlarının rahat yapılması için OHAL ilan edildi. 20 Temmuz 2016’dan bu yana Türkiye Olağanüstü Hâl şartlarında Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetilmektedir.

    Faşizme Karşı Mücadele Meşrudur

    KHK ile görevinden uzaklaştırılan on binlerce insan içinde akademisyen Nuriye Gülmen ve öğret-men Semih Özakça da var. Nuriye ve Semih 9 Ka-sım 2016’da, ‘İşimi Geri İstiyorum’ talebiyleAnkara

    Kızılay Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde eyleme başladılar. 9 Mart 2017’de, eylemlerini açlık grevine dönüştürdüler. Açlık grevini Yüksel Cadde-si İnsan Hakları Anıtı önünde sürdürüyorlardı. Aç-lık grevi süreci boyunca polisin yoğun baskılarına, saldırılarına maruz kaldılar, birçok defa gözaltına alındılar. Açlık grevi eyleminin 76’ncı gününde çıka-rıldıkları mahkemece tutuklanıp hapse konuldular. Açlık grevi eylemlerini o günden bu yana tutuklu olarak sürdürmekteler.

    Nuriye ve Semih için dışarıda yapılan destek ey-lemlerine polis vahşice saldırmaktadır. Nuriye ve

    Hâkim sınıflar açısından bir komünist veya bir devrimcinin ölümü, aslında bir tehdit değil, istenen, özlenen bir şeydir. Hâkim sınıfların özlemini kursağında bırakmak için, onlara inat bir gün daha fazla yaşamak ve bu yaşamda da devrim kavgasını sürdürmek gerekir.

    Devrimcinin, komünistin esas görevi; yaşamı temel alarak, mücadele ederek hâkim sınıflara verilebilecek maksimum zararı vermektir.

    Komünist için esas olan devrim mücadelesidir!

  • 13

    gündem

    Semih’in mücadelesi, talepleri haklıdır. Nuriye ve Semih derhal serbest bırakılmalı ve işlerine iade edilmelidir. Bu kadar basit talepler için insanların kendilerini sakatlamayı ve hatta ölümü göze ala-rak direnmek zorunda kalmaları, aslında anda uy-gulanan faşizmin boyutlarını göstermesi açısından önemlidir. Faşizmin boyutlarının teşhiri açısından Nuriye ve Semih’in açlık grevi eylemi çok önemli bir rol oynamıştır. Gelinen yerde Nuriye ve Semih’in bu eylemi onların zaten bozulmuş olan vücut sağlıkları-nı geri dönülmez biçimde yitirmeleri ve hatta ölmele-ri sonucunu verebilecek noktaya gelmiştir.

    Faşist devlet, Nuriye ve Semih’in taleplerini kabul yönünde en ufak bir adım bile atmaya niyetli gö-rünmemektedir. İşçi ve emekçi hareketi, Nuriye ve Semih’in taleplerini kabul ettirme noktasında devleti zorlama durumunda değildir. Uluslararası kamuoyu baskısı da anda etkili olma durumunda değildir. Bu koşullarda Nuriye ve Semih’in sakat kalması, hat-ta ölmesi ile sonuçlanması muhtemel olan eylemi sonlandırmak doğru olandır. Faşist baskılara karşı mücadelede ölümü göze alan bir mücadeleye hazır olduklarını pratikte gösteren, eylemleri ile faşizmi teşhir eden bu yiğit iki insan, daha uzun soluklu mü-cadelelerde yer alabilmeleri için eyleme son vermeli-dirler.

    Eylem Biçimi Olarak Açlık Grevi

    Açlık grevi ve onun uç noktası olan ölüm orucu, Ku-zey Kürdistan-Türkiye’de, öncelikle hâkim sınıfların elinde tutsak olan devrimciler tarafından çokça kul-lanılan bir eylem biçimidir. Devrimciler/komünistler hiçbir mücadele biçimini ilkesel olarak reddetmez. Devrimciler/komünistler bir mücadele biçiminin andaki doğru veya yanlışlığını, sınıf mücadelesinin içinde bulunduğu konuma bağlı olarak ele alıp değer-lendirir. Her somut durumda, yapılan her eylemin, seçilen her eylem biçiminin doğruluğunun bir kıstası vardır: İşçi ve emekçi kitlelerin bilinç ve örgütlenme düzeyinin yükseltilmesine azami katkı! Her somut durumda, işçi sınıfı ve emekçi kitleleri devrime en çok yaklaştıran, onların bilinç ve örgütlenme düzeyi-ni en fazla yükseltmeye hizmet eden eylem ve eylem biçimi doğru olandır. Komünistler açısından açlık grevi, sınıf mücadelesinin belli bir aşamasında bizzat kitlelerin mücadelesi içinde ortaya çıkmış olan bir mücadele biçimidir. Bu eylem biçimi ilkesel olarak reddedilemez! Belirli tarihi şartlarda, bu eylem biçi-

    mi Marksistler tarafından da kullanılabilir. Ancak bu mücadele biçimini, diğer bir dizi mücadele biçimin-den ayıran kimi temel özellikler vardır.

    Açlık grevi, pasif bir direniş eylemidir. Açlık grevi, grev, işgal, miting, yürüyüş, silahlı eylem vb. eylemle-rin tersine, eylemcilerin aktif değil, pasif direniş için-de olduğu bir eylem biçimidir. Bu eylemde, eylemin kendisi, eylemcinin yemek yemeyi, uç noktasında su içmeyi reddetmesidir. Eylemci, doğrudan kendine za-rar verme yoluyla, belli taleplerini duyurmaya, bun-ları kazanmaya, hâkim sınıfları –kendi kendine zarar vererek, uç noktasında kendini öldürerek– teşhir et-meye çalışmaktadır.

    Açlık grevi, genelde öncelikle devrimci kamuoyuna değil, devrimci olmayan ve fakat hümanist konum-da bulunan liberal, reformist kamuoyuna yönelik bir eylem biçimidir. Açlık grevi, eylemcinin kendini açlığa yatırarak, kendine zarar verme yoluyla sesini duyuran yapısıyla, öncelikle insani, acıma duyguları-na seslenen bir eylem biçimidir. Gerçekten devrimci olan kitlelerin harekete geçirilmesi açısından bu ey-lem biçiminin, aktif eylem biçimlerine bir üstünlü-ğü yoktur. Fakat bu eylem biçimiyle, aktif eylem bi-çimlerini desteklemeyen, insani acıma duygularıyla harekete geçirilebilen bir kesimi harekete geçirmek mümkündür. Bu kesim, siyasi olarak reformist, pa-sifist, sınıfsal konumu itibariyle liberal burjuvazi ola-rak adlandırılabilecek kesimdir.

    Açlık grevi, komünistler ve devrimciler açısından, genelde sınıf mücadelesinin çok geri olduğu, sınıf hareketiyle, komünist hareketin ayrı kulvarda yü-rüdüğü, devrimci örgütlerin, örgütlü güçlerinin çok zayıf olduğu ortamlarda gündeme getirilen bir eylem biçimidir. Açlık grevi, daha aktif eylem biçimlerinin mümkün olmadığı ortamlarda, bir anlamda andaki çaresizliğin, zayıflığın da dayattığı bir eylem biçimi-dir. Açlık grevinin genelde sınıf mücadelesinin geri olduğu şartlara tekabül etmesi, kuşkusuz sınıf mü-cadelesinin yüksek olduğu bir ortamda, bu eylem bi-çimi hiç kullanılmaz anlamına gelmez. Açlık grevi, daha çok zindan ortamında gündeme gelen, getirilen bir eylem biçimidir.

    Açlık grevinin uç noktası olan ölüm orucunda, ey-lemci, eylemin hedefine varabilmek için taleplerinin muhataplarını kendi kendini açlık ve susuzlukla öl-dürmekle, “intihar”la tehdit etme durumundadır. Elindeki tek silah çıplak canıdır! Buradaki “intihar”, hayatın zorluklarından kaçış anlamında basit bir bireysel kurtuluş aracı olan intihar değildir. Bura-

  • 14

    gündem

    da söz konusu olan, sınıf mücadelesi için-de belirli amaçlara varmak için, canından başka hiçbir silahın kalmadığı noktada, o canı silah olarak kullanma anlamında bir “intihar”dır.

    Bu tipte bir “intihar”, muazzam büyük bir devrimci irade isteyen, muazzam bir dev-rimci kararlılık isteyen, saygı duyulması ge-reken bir edimdir! Yine de bir komünist ve devrimci açısından, bu tip bir “intihar” da, bir yanıyla çaresizliği ifade eder. Bu tip bir eylem biçimi, komünistler, devrimciler açı-sından bütün eylemler içinde, en son seçile-bilecek bir eylem biçimidir. Eğer ölüm oru-cuna yatan eylemci komünist veya devrimci ise, söz konusu olan, devrim ve komünizm davası için ölmeye hazır bir candır.

    Hâkim sınıflar açısından bir komünist veya bir devrimcinin ölümü, aslında bir tehdit değil, istenen, özlenen bir şeydir. Hâkim sınıfların özlemini kursa-ğında bırakmak için, onlara inat bir gün daha fazla yaşamak ve bu yaşamda da devrim kavgasını sürdür-mek gerekir. Devrimcinin, komünistin esas görevi; yaşamı temel alarak, mücadele ederek hâkim sınıflara verilebilecek maksimum zararı vermektir. Komünist için esas olan devrim mücadelesidir! Bunun için öl-mek gerekiyorsa, ölünür de. Bilinçli bir tercihle ha-yatına son verme; hayatına son verme yoluyla sağır kulakları parçalama, insanları bu yolla sarsma, belli talepler uğruna mücadelede harekete geçirme vb. ey-lem biçimi olarak, başka hiçbir yol ve çarenin kalma-dığı noktada düşünülebilir. Öyle durumlar olur ki, verili anda ölüm orucunda ölmekle hâkim sınıflara maksimum zarar verilir. O zaman, ölüm orucu da ki-şiye, örgüte tek doğru eylem biçimi olarak kendisini dayatır.

    Açlık grevi ve ölüm orucu, komünistler ve devrim-ciler açısından ilkesel olarak reddedilmeyen ve fakat eylem biçimleri arasında en son tercihler içindeyer alan, başka hiçbir eylem biçiminin uygun ve müm-kün olmadığı şartlarda seçilmek zorunda kalınabile-cek eylem biçimidir.

    Sınıf Mücadelesinin Durumu

    Kuzey Kürdistan/Türkiye’de, bugün sınıf müca-delesi, oldukça geri bir seviyede seyretmektedir. İşçi sınıfının var olan eylemleri, esas olarak düzenin sı-nırları dışına çıkmayan, ekonomik reform talepleriy-

    le sınırlıdır. Devrimin öznesi olan işçi sınıfı sendikal anlamda bile örgütsüzdür. Komünist hareket olduk-ça güçsüzdür. İşçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareket ayrı kulvarlarda yürümektedir. Bütün devrimci ha-reketler gerçekte kitlelerin dışında marjinal hareket-lerdir. Kürt ulusal mücadelesi dışta tutulduğunda, köylülüğün kendi özel talepleriyle eylemliliği yok de-necek kadar azdır. Devrimci hareketlerin önemli bir bölümü, kendi bağımsız siyasetleri ile ortaya çıkmak yerine anti-AKP cephesinin peşine takılmıştır. Yapı-lan eylemliliklere, genelde devrimci örgütlerin örgüt-lü kesimi ve çevresi katılmaktadır.

    Nuriye ve Semih Yaşamalı!

    Faşist devletin saldırılarına karşı tarafımız Nuriye ve Semih’in yanıdır. Nuriye ve Semih eylemleri ile yapılabilecek olanı yapmış durumdadır. Bundan son-rası davaları uğruna ölüme hazır olduklarını pratikte göstermiş olan iki insanın bundan sonraki hayatla-rında bakıma muhtaç hale gelmeleri veya ölmelerine göz yummak, bunu kabullenmek anlamın gelir. On-lar yapabileceklerini yaptılar. Şimdi, onların haklı taleplerinin mücadelesini sürdürmek dışarıdakilerin işidir.

    Nuriye ve Semih somutunda, onlar bize, tüm dev-rimci harekete, arkalarından ağıt yakacağımız “dev-rim şehitleri” olarak değil, düşmana inat bir gün daha fazla yaşayarak, uzun soluklu devrim mücadelesine ileride de katkıda bulunacak sağlıklı devrimciler ola-rak gereklidir.

    8 Ağustos 2017

  • 15

    güncel

    RIZA ÖRÜK’ÜN ÖLDÜRÜLMESİ VE “AJAN VE İŞBİRLİKÇİ”LERE KARŞI MÜCADELE

    Rıza Örük, 22 Eylül’de Dersim Ovacık ilçesi Yayla-günü köyü kırsalında “ajan” olduğu iddiasıyla MLKP tarafından öldürüldü.

    MLKP yaptığı açıklamada, “Sömürgeci faşist dik-tatörlük ile işbirliği yapan, bölge halkına ajanlığı da-yatan ve arkadaşlarımıza karşı komplolar düzenleyen Rıza Örük isimli bir şahıs, 22 Eylül günü Dersim’in Ovacık ilçesine bağlı Sefkan köyü yakınlarında bir birimimiz tarafından cezalandırılmıştır.” ifadelerini kullandı.

    (ht t p: //w w w.demok rat haber.org /g u ncel /aja n-id d i a s i y l a- o ldu r u len-r i z a- or u k u n- a i le s i nd en-tepki-h90172.html)

    Medyada Rıza Örük’ün Ovacık ESP temsilcisi ol-duğu haberlerinin yer alması üzerine, ESP yaptığı yazılı açıklamada Rıza Örük’ün kendileriyle bir iliş-kisinin olmadığını açıkladı.

    Rıza Örük ile ilgili internette bir araştırma yapıl-dığında, Rıza Örük’ün ESP’li olduğu, ESP adına ba-sın açıklamalarına katıldığı, ESP adına konuştuğuna dair bilgi, görüntü vb. görülecektir. Ayrıca Ovacık ve köylerinde yaşayanlar sözlü olarak Rıza Örük’ün devrimci olduğunu, ESP’li olduğunu, Atılım gazete-si dağıttığını, basın açıklamalarında ESP adına ko-nuştuğu bilgisini vermektedir. Bu bilgi ve görüntüler dikkate alındığında ESP’nin yaptığı “bizimle ilişkisi yok” açıklamasının gerçeği yan-sıtmadığı, doğru olmadığı görül-mektedir.

    Rıza Örük’ün ailesi, Rıza Örük’ün öldürülmesine tepki gösterdi/tepki göstermeye devam etmektedir. Rıza Örük’ün cenaze töreninde konuşan   kardeşi Ah-met Örük, ağabeyinin öldürülme-si ile ilgili şu tavrı takındı:

    “Sorarım size? Birincisi, ağabe-yim nasıl komplolar kurmuştur? İkincisi, ağabeyim kim ya da kim-lere ajanlık dayatmıştır? Ağabeyim kimlerin ölümüne sebep olmuştur?

    Siz bunu nasıl öğrendiniz? Ne tür bir soruşturma ya-pıp, 15 dakika içerisinde nasıl katlettiniz? …

    Örgüt kendi resmi sayfasında maddi delillerden yok-sun bir şekilde ağabeyimi ajanlıkla suçlamıştır. Adı-mız kadar eminiz ki ağabeyimiz Rıza Örük suçsuzdur. Ağabeyimi katledenler şunu çok iyi bilsinler ki o onur-lu bir insandır. Sorgusuz sualsiz kafasına tek mermi sıkıp başını toprağa düşürdüğünüz Rıza Örük’ün onu-runu ve ismini lekeleyemezsiniz.”

    (http://www.demokrathaber.org/guncel/ajan-iddiasiyla-oldurulen-riza-orukun-ailesinden-tepki-h90172.html)

    Komünistler, uğruna mücadele ettikleri sosyalist toplumun ilkelerini, bugün kendi içlerinde uygulamakla yükümlüdür. Kendine komünist diyen, geleceğin toplumu adına konuşan örgütlerin adalet konusunda ilkel intikamcılığı savunma pozisyonlarına girmesi, gerçekte bu tavır içinde olanların komünizmden ne kadar uzakta olduklarının bir işaretidir.

  • 16

    güncel

    Aile Susmuyor, Mücadele Ediyor…

    Rıza Örük’ün ailesi, Rıza Örük’ün “ajan” olduğu iddiasıyla öldürülmesine tepki göstermektedir. Mü-cadele etmekte ve kamuoyu yaratmaya çalışmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının, devrimci grupların tavır takınmasını talep etmektedir.

    Örük ailesi Dersim İHD’de ve İstanbul İHD’de de basın toplantıları yapmıştır.

    Basın toplantılarında aile Rıza Örük’ün “ajan” ol-madığını, “ajan” iddiasını ileri süren örgütün iddiası-nı delillerle ispatlamasını, olayın açıklığa kavuşturul-masını, haksız ithamların kaldırılmasını, itibarının iade edilmesini talep etmektedir.

    “Bizi bir nebze olsun rahatlatacak tek şey, bu cinayet kültürünün devrimci hareket tarafından mahkûm edi-lerek tarihin çöplüğüne gönderilmesi olacaktır.

    Zira bu kültür egemenlerin kültürüdür ve Marksizm dışıdır! 

    Biz ailesi ve yakınları olarak bu katlin fermanının hangi maddi delillerle verildiğini bilmek istiyoruz. Olayın üzerindeki sis perdesinin kaldırılmasında İHD, siyasi parti ve sivil toplum örgütlerinin bir an önce üzerlerine düşeni yapmaları gerekmektir.” (Ailenin İHD’de yaptığı basın açıklamasından).

    Ne yazık ki “ajan”lara karşı mücadele devrimci hareketin kanayan yarasıdır. Örük ailesinin müca-delesi, bu kanayan yaraya dikkat çekmekte, parmak basmaktadır. Şimdiye kadar onlarca insan “ajan” ol-duğu iddiasıyla devrimci gruplar tarafından öldürül-müştür.

    İlk defa “ajan” olduğu iddiasıyla öldürülen bir in-

    sanın ailesi, susmuyor, sineye çekmiyor, haykırıyor, mücadele ediyor. Öldürülen kişinin “ajan” olmadı-ğını, suçlayanlardan suçlamalarını ispatlamasını is-tiyor. “Bu tür infazların Marksist kültür ile alakası” olmadığını söylüyor. Örük ailesinin bu çığlığına ku-lak verilmelidir.

    Biz Örük ailesinin mücadelesini önemsiyoruz. Bu mücadele sadece Örük ailesinin mücadelesi olmama-lıdır. “Ajan ve ihbarcılara” karşı, devrimci saflarda doğru çizginin yerleşmesi için mücadele etmeliyiz. 

    Örük ailesinin talepleri, mücadelesi haklıdır, des-teklenmelidir. Bir insan “ajan” olduğu gerekçesiyle infaz edilmiştir. Bu insanın nasıl ajan olduğu, kim-leri ihbar ettiği, kimlere zarar verdiği vb. delilleriy-le şimdiye kadar ortaya konulmamıştır. Kaldı ki bir insan öldürüldükten sonra, “ajan” olduğunun ortaya konulması, detaylı açıklama yapılması da yeterli de-ğildir. Hakkında “ajan“ suçlaması getirilen kişinin öldürülmeden önce, delilleriyle “ajan” olduğunun halk ile birlikte ortaya çıkarılması, ortaya konulması gerekir. Suçlanan kişi, “ajan”lık yaptığı iddia edilen alanda, yaşayan halk ile birlikte yapılacak açık top-lantıda, kendisini savunma imkanına sahip olduğu bir ortamda yargılama yapılmalı, suç maddi delillerle ispatlanmalıdır. Bu yapılmadan halk adına karar alıp uygulamak yanlıştır.

    Halk ile yapılan açık yargılama sonucunda, bir ki-şinin “ajan” olduğu maddi delillerle tespit edilse dahi ölüm cezası uygulamak doğru değildir.

    Çünkü ölüm cezası geriye döndürülemez bir ce-zadır. Ölüm cezasına çarptırılan bir insanın infa-zı ertesinde verilen ceza kararının yanlışlığı ortaya çıktığında düzeltme imkanı yoktur. Bu yüzden ölüm cezası, “yedi ölçüp bir keserek” verilebilecek bir ceza olup, savaş hali dışında savunulacak, uygulanacak bir ceza biçimi değildir.

    “Ajan ve işbirlikçi”lere Karşı Mücadelede Doğru Tutum

    Rıza Örük özgülünde, “ajan ve işbirlikçi”lere karşı devrimcilerin mücadele çizgisinin nasıl olması gerek-tiğini, dünya komünist hareketinin bu konudaki de-neyimlerine dayanarak kısaca vurgulamak istiyoruz.

    Komünistler, devrimciler ihbarcılara, ajanlara kar-şı mücadeleyi işçi ve emekçi kitlelerle birlikte yürüt-melidir. Ajan ve ihbarcıların en geniş kitleler içinde teşhir edilmesi görevdir. Onların kitleler içerisinde teşhiri ve görev yapamayacak hale getirilmesi gerekir.

  • 17

    güncel

    Kitleler içinde tanınan, kitlelerin bildiği, kitlelerden tecrit edilmiş, kitlelerin sürekli takibi ve baskısı altın-daki bir “ajan” bitmiştir, egemenler açısından hiçbir değeri, halk açısından hiçbir tehlikesi kalmamıştır. Komünistler, devrimciler ajan ve işbirlikçilere karşı mücadeleyi halk kitlelerinin mücadelesi haline getir-mek zorundadır. Komünistler, devrimciler ajan ve iş-birlikçileri halk içinde açığa çıkarıp, iş yapamaz hale getirmek için çalışmalıdır.  Bu konuda komünistlerin çizgisi budur.

    Komünistler, uğruna mücadele ettikleri sosyalist toplumun ilkelerini, bugün kendi içlerinde uygula-makla yükümlüdür. Kendine komünist diyen, gele-ceğin toplumu adına konuşan örgütlerin adalet ko-nusunda ilkel intikamcılığı savunma pozisyonlarına girmesi, gerçekte bu tavır içinde olanların komü-nizmden ne kadar uzakta olduklarının bir işaretidir. Bireysel öldürmeler, cezalandırmalar, halkın adaleti“ olarak lanse edilmektedir.   

    Komünistler açısından sorun “işbirlikçilik-ajanlık”a karşı mücadelede tek tek birey ajanları öldü-rerek intikam almak değil, halkın en geniş yığınları-nı “işbirlikçilik-ajanlık”ı yaratan ve kullanan sistemi yıkma mücadelesine kazanmaktır. Burada tek tek bireylerin halkın katılımı olmaksızın ve fakat halk adına ve intikam adına öldürülmesinin oynayacağı olumlu bir rol yoktur. Tersine, bu tavır, sınıf müca-delesini geliştirmek yerine, kitleler içinde bir yandan feodal intikamcılığın sürmesine hizmet ederken, di-ğer yandan kitlelerin bir bölümünü “devrimcilerin intikam alması”nı bekleyen pasif bir konuma sokar.

    Halkın Adaleti

     “Halk adaleti” en baştan halkın en geniş katılımını içeren, mümkün olduğunca “suçlanan kişi”nin, su-çunu işlediği alanda, bütün halkın katılımı ve oyunu öngören bir adalettir. Açıklık ve en geniş katılım “hal-kın adaleti”ni burjuvazinin adaletinden ayıran temel kıstaslardır. Halkın adaleti suçlanan kişiye, kendini en geniş biçimde savunma hakkı tanır. Suçlanan kişi hakkında en geniş katılımlı ve açık yargılama sonucu yargı kesinleşene kadar, suçlamaların haksız olabile-ceği varsayılır. “Halk adaleti” en geniş katılımı ve en büyük açıklığı öngördüğü için, onun gerçek anlamda uygulanmasının ön şartı halkın iktidarıdır. Bunun olmadığı yerde, “halkın adaleti”nden söz edip, bunu uyguladıklarını söyleyenler, gerçekte bu tavırlarıyla halkın adaletinin ne kadar uzağında olduklarını gös-

    termektedirler.Elinde silah olan, silahlı mücadele yürütme iddiası

    olan grupların, silahın gücüne dayanarak, “halk adı-na” kendilerine sorgucu/savcı/yargıç/infazcı görevle-rini verip uygulaması bu “halk adaleti” adına da ya-pılsa, gerçekte hiç de devrimci olmayan yöntemlerin kullanılmasıdır. Burada “hak”, “adalet”, “güçlü” olan silahlı grup tarafından belirlenmektedir.

    Bu gruplar; kitlelerden ve halk hareketinden ba-ğımsız, kendi kendine, halk adına sorgulama-yargıla-ma ve infaz etme yetkisi verip, bu yetkiyi kullanmak-tadır. Buna da “halkın adaleti” denmektedir! Böyle “halk adaleti” olmaz!

    Ölüm Cezası

    İdam cezası günümüz dünyasında tartışılan bir ko-nudur. Burjuva demokrasisinin hüküm sürdüğü bir-çok ülkede idam cezası kaldırılmıştır. İnsan Hakları Sözleşmelerinde idam cezalarına yer verilmemekte-dir. Tüm dünyada, idam cezalarının kaldırılması için mücadele yürütülmektedir. Kendilerine komünist diyenler sadece bugün değil, sosyalist toplumda da, savaş hali dışında idam cezasının olmayacağını prog-ramlarına yazmak zorundadır.

    “Halk adaleti”ni savunanlar, burjuvaziden çok daha ileri halk adaletini savunmak zorundadır. Ölüm ce-zasını adaletin aracı olan bir ceza olarak savunanlar, uygulayanlar bu cezayı verdikleri insanların suçu ve iflah olmazlığı konusunda en küçük bir kuşkuya yer bırakmayan bir kesin açıklığa sahip olmalı, suç kesin olarak kanıtlanmış olmalıdır.

    Komünistler açısından sorun “işbirlikçilik-ajanlık”a karşı mücadele, tek tek ajanların öldürüle-rek intikam almak değil, halkın en geniş yığınlarını “işbirlikçilik-ajanlık”ı yaratan ve kullanan sistemi yıkma mücadelesine kazandırmaktır. Tek tek bireyle-rin halkın katılımı olmaksızın ve halk adına, intikam adına öldürülmesinin oynayacağı olumlu bir rol yok-tur. Tek tek bireylerin öldürülmesi sınıf mücadelesini geliştirmek yerine, kitleler içinde feodal intikamcılı-ğın sürmesine hizmet eder.

    Devrim, sınıf adına öncü örgütün, “öncü“nün işi değil, işçi sınıfının, emekçi halk yığınlarının işidir. Devrimcilerin ölçütü sınıf adına devletle savaşmak değil, sınıf savaşımı için, sınıf mücadelesinde örgüt-lenmektir.

    16 Ekim 2017

  • 18

    güncel

    Her yıl Eylül ayında iki ayrı “Barış Günü” anma-sı yapılır. Birincisi; emperyalist dünya içinde kalı-cı barışın mümkün olduğunu savunan Birleşmiş Milletler’in karara bağladığı “Barış Günü”. Diğeri ise, gerçek kalıcı barışın emperyalist sistem içinde müm-kün olmadığı görüşünü çıkış noktası olarak alan “emperyalist ve gerici savaşlara karşı mücadele günü” olarak anılan “Barış Günü”. 30 Kasım 1981’de, birin-cisi için belirlenen ilk tarih her yıl Birleşmiş Milletler Genel Kurul oturumlarının başlangıç günü olan Ey-lül ayının üçüncü salı günü idi. Sonra 7 Eylül 2001’de, “Barış Günü” 21 Eylül olarak değiştirildi. İkincisi; İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç tarihi olarak ka-bul edilen, Hitler Almanyasının Polonya’ya saldırdığı gün olan 1 Eylül 1939’u çıkış noktası olarak alır. 1 Ey-lül “Barış Günü”emperyalist ve gerici savaşlara karşı mücadele günüdür.

    Her yıl “Barış Günü” ilan edilen günlerde, emper-

    yalist burjuvazi “barış yanlısı” olduğunu propaganda ediyor, kitlelerin barış beklentilerini/isteklerini dile getirerek gerçek ve kalıcı barışın kapitalist-emperya-list sistemde mümkün olamayacağı gerçeğinin üze-rini kapamaya, dünya işçilerinin, emekçilerinin ba-rış özlemlerini kendi potalarında eritmeye çalışıyor! İşçilerin, emekçilerin görevi “1 Eylül Dünya Barış Günü”nde de gerici-haksız savaşların kaynağının ka-pitalist-emperyalist sistem olduğunu, gerçek ve kalıcı barışın gerici, karşıdevrimci savaşlara karşı devrimci savaşlarla, devrimlerle kazanılacağını propaganda et-mek, kapitalist-emperyalist sisteme karşı mücadeleyi yükseltmektir.

    Emperyalist burjuvazi “barış”tan bahsederken esasında savaşı kışkırtmakta, plânlamakta ve sür-dürmektedir. Emperyalizm ve barış kelimelerinin birlikte kullanılması eşyanın tabiatına aykırıdır. Em-peryalizmin olduğu yerde gerçek anlamda barış yok-

    Şanghay İşbirliği Örgütü, şu anda AB gibi bir örgüt değildir. AB örgütü, ulusal devletlerin bir takım ulusal egemenlik haklarını ortak bir merkeze devrettiği ortaklıktır. Şanghay İşbirliği Örgütü, bağımsız devletlerin işbirliği örgütüdür. AB gibi bir merkezden karar alıp, üye ülkelerin alınan kararlara uyacağı bir örgüt değildir. Türkiye’nin bir bağımlılıktan çıkıp, diğer bir bağımlılığa geçme gibi bir durumu yoktur. Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girse gücü kadar alınan kararlara etkide bulunabilir.

    BÜYÜK İNSANLIK BARIŞA HASRET!

  • 19

    güncel

    tur. Kalıcı barışın sağlandığı yerde emperyalizm yok-tur. Bugün batılı emperyalistler savaşı “demokrasi”, “insan hakları”, “özgürlükler” vs. için yürüttüğünü ileri sürüyor! Rusya ve Çin ise savaşlarda genellik-le “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı”nı, ulus-lararası hukuku savunmak gerekçesini kullanıyor! Her iki kesimin ortak temel gerekçesi ise “terörizme karşı”, öncelikle de “İslami terörizme karşı” mücade-le. Nerede bir savaş varsa emperyalizm ya o savaşın içindedir ya da yönlendiren konumdadır. Adı savaş-larla, katliamlarla, soygunlarla, infazlarla akla gelir. İşte bu gerçeği çarpıtmak için “barış”, “demokrasi”, “insan hakları” gibi kavramların içeriğini, emperya-lizm kendi emelleri için kullanmaktadır! Yugoslav-ya, Somali, Afganistan, Irak ve Libya’ya götürülen “demokrasi”nin nasıl bir demokrasi olduğunu dünya halkları gördü. Elbette emperyalizm her şeye hâkim değildir. Kontrol altında olmayan gruplar ve ülkeler vardır. Emperyalizm, kontrol altında olmayan ülke ve grupları, kontrol altına almak için her türlü yola başvurmaktadır. Bugün yürüyen dünyayı yeniden paylaşım savaşında bütün emperyalist güçlerin em-peryalist emellerini gizlemenin bir aracı olarak işlev gören IŞİD/DAİŞ gibi terörist örgütler, gerçekte biz-zat emperyalist savaşların ürünü olarak ortaya çık-mış olan, emperyalizmin ürünü olan, emperyalizm var oldukça varlıkları şu veya bu isim altında sürecek olan örgütlerdir.

    Birinci Dünya Savaşı

    Emperyalizm egemen hâle geldiğinden bu yana,

    dünya iki dünya sa-vaşı yaşadı. Birinci Dünya Savaşı’nda on milyon insan yaşamı-nı yitirdi, 20 milyon insan yaralandı, sakat kaldı. Şehirler yakıldı, yıkıldı. Dünya haritası değişti ve sınırlar yeniden çizildi. İngiliz emperyalizmi, Avrupa’nın en güçlü ülkesi konumunu ko-ruyarak çıktı savaştan. Fransa, Almanya’nın etkisinden kurtularak güçlü bir devlet konu-

    muna yükseldi. İtalya, Avusturya’dan toprak aldı ve Ege’de on iki adalara sahip oldu. Avusturya-Maca-ristan imparatorluğu parçalandı. Çarlık Rusya’sı ve Osmanlı Devleti yıkıldı. Osmanlı toprakları üzerinde yeni devletler ortaya çıktı. Yeni rejimler şekillenmeye başladı.

    Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), dünyanın yeniden paylaşılması uğruna savaşımda, emperyalist devletler arasındaki çelişkilerin şiddetlenmesinden doğmuştu. Savaş, emperyalizmi zayıflatmış ve onun cephesini yarmak için elverişli bir ortam yaratmıştı. Bu yar-ma, dünya emperyalist zincirinin en zayıf halkası, bütün emperyalist çelişkilerin düğüm noktası olan Rusya’da oldu. Rusya Bolşevikleri, emperyal-ist savaşı iç savaşa dönüştürme siyasetini pratikte uyguladı. Bolşeviklerin siyaseti, savaşın gelişmesi içinde, ezilen-sömürülen yığınların kendi siyasi te-crübeleri ile birleştiğinde, ezilen-sömürülen yığınlar Bolşeviklerin önderliğinde devrim mücadelesine atıldı. Ekim Devrimi, emperyalist savaşa son verdi. Ekim Devrimi, Paris Komünü deneyinden sonra emperyalizmin kalbine saplanan bir hançerdi. 1918 Alman Kasım Devrimi, Rosa Luksemburg ve Karl Liebknecht’in katledilmesiyle sekteye uğradı. 1919’da Macaristan’da Bela Kun önderliğinde gerçekleşen devrim çeşitli hatalar sonucu zafere varamadı. Kısacası, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında devrimci bir kabarma vardı. Grevler, barikat savaşları, devrimci ayaklanmalar, Rusya’da devrim, ulusal kurtuluş savaşları ve yarım kalan devrimler emperyalizme korku salıyordu.

    Birinci Dünya Savaşı ertesinde yeni bir sistem ku-

  • 20

    güncel

    ruldu. Bu sistem emperyalizm ve sömürgeler siste-mi idi. Emperyalizm ve sömürgeler dışında bağımlı ülkeler vardı. Yani siyasi olarak “bağımsız” egemen, ama ekonomik, mali her bakımdan emperyalizme bağımlı idiler. Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni ulusal, çok uluslu devletler kuruldu. Sınırlar emper-yalizm tarafından belirlendi. Birinci Dünya Savaşı içinde ve sonrasında, eski Osmanlının bakiyesi üze-rinde, Ortadoğu’da daha önce Osmanlı devletinin işgali altındaki topraklar üzerinde İngiliz ve Fransız manda rejimleri kuruldu. Bunlar daha sonra, Irak, Suriye, Lübnan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emir-likleri, Yemen, İsrail şeklinde bağımsız devletler ol-dular. Emperyalistlerin istediği bugünkü Türkiye değildi. Türkiye’yi Ankara ve Orta Anadolu’da bir devlet olarak düşünüyorlardı. Kurtuluş savaşı sonra-sında bugünkü Türkiye ortaya çıktı.

    İkinci Dünya Savaşı

    Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminden 21 yıl sonra İkinci Dünya Savaşı başladı. 1 Eylül 1939’da, Nazi or-duları, Polonya’ya saldırarak İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına ve milyonlarca insanın ölümüne neden oldular. 1 Eylül 1939, İkinci Dünya Savaşı’nın resmen başladığı tarihtir. Naziler, 22 Haziran 1941’de Sov-yetler Birliği’ne karşı saldırıya geçtiklerinde, batılı askeri uzmanlar Kızıl Ordu’nun Nazilerin saldırıla-rına kaç hafta dayanabileceğini tartışıyordu. Naziler, Polonya’yı bir ayda, Belçika ve Hollanda’yı birkaç gün içinde ve Fransa’yı kırk günde dize getirmişlerdi. Nazi İmparatorluğu’nun Sovyetler Birliği’ne saldırısı ile Sovyet halkları SBKP(B) önderliğinde savaşın esas unsuru haline gelmişti. Naziler tüm savaş makina-ları ile Sovyetler Birliği’ne yüklenmişlerdi. 1942’de, 240 Alman tümeninin 179’u Sovyetler Birliği’ne kar-şı Doğu Cephesi’nde savaşıyordu! Bunlara, İngiltere ve ABD ile diplomatik ilişkilerini muhafaza eden ve resmi olarak savaşa girmeyen Franko’nun İspan-ya’sına mensup tümenlerin de aralarında bulunduğu Nazi Almanya’sı ile müttefik ülkelerin birliklerini de eklemek gerekir. Sovyetler Birliği’ne karşı sava-şan toplam 240 tümen vardı. Stalin önderliğindeki Kızıl Ordu ve Sovyet halkları ölümüne tarihsel bir zafer kazandı. Anavatan savaşında 22 milyon Sovyet vatandaşı yaşamını yitirdi. Anavatanın savunulması savaşında, ön saflarda çarpışan 600 bin parti üyesi öldü. Naziler, Sovyetler Birliği’ni yıkma hedefine va-ramadı. Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı’ndan

    zaferle çıktı. Bir dizi ülkede daha proletaryanın ön-derliğinde halk demokrasili devletler kuruldu. Bun-lar emperyalizmin pazarı dışına çıktılar. Sovyetler Birliği’nin önderliğinde, emperyalist dünyaya karşı ondan kopmuş ayrı bir dünya oluşturuldu.

    İkinci Dünya Savaşından Sonraki Gelişmeler

    İkinci Dünya Savaşı’nın fiilen bittiği günlerde, ABD’nin Hroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bomba-larıyla Japonya’da 250 bin kişi hayatını kaybetti. Yüz binlerce insan sakat kaldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra savaşlar durmadı, dünyanın değişik coğrafya-larında sürekli savaşlar oldu. Bu savaşlarda, milyon-larca insan hayatını kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor. Milyonlarca insan yaşadığı toprakları ter-ketmek zorunda bırakıldı. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından 103 yıl ve İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden 72 yıl sonra hiç kimse bir Üçüncü Dün-ya Savaşı çıkmayacak diyemiyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, hemen her yıl dünyanın birçok yerinde savaş oluyor.

    İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden beş yıl sonra Kore Savaşı (1950-1953) patlak verdi. Kore Savaşı’nda üç milyon insan yaşamını yitirdi. Savaş sonrası Kore, Kuzey/Güney Kore olarak ikiye bölündü. Viet-nam Savaşı’nda (1955-1975) dört milyon, Lübnan İç Savaşı’nda (1975-1990) 200 bin, Angola İç Savaşı’nda (1975-2002) 500 bin, Sudan İç Savaşı’nda (1983-2005) 2 milyon, Cezayir İç Savaşı’nda (1991-2002) 200 bin, Birinci Kongo İç Savaşı (1996-1997) ve İkinci Kon-go İç Savaşı (1993-2003)’nda beş milyonun üzerinde insan yaşamını yitirdi. İç savaşlar bağlamında sa-dece kimi örnekler verdik. Kuşkusuz İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana çıkan savaşların dökümünü yap-maya sayfalarımız yetmez. Irak ve Afganistan’da yüz binlerce insan yaşamını yitirdi.

    Emperyalist büyük güçler savaşsız yaşayamaz. Sa-vaşlar emperyalizmin yol arkadaşıdır, savaşlar hep olacaktır. Emperyalistler, bugün temsilci savaşla-rı yapıyor. Ama bu temsilci savaşları esasında daha büyük savaşların hazırlığıdır. Emperyalistler güncel olarak Mali, Kongo, Yemen, Ukrayna, Suriye, Irak, Filistin, Kürdistan’ın değişik bölgelerinde, Keşmir, Somali, Güney Sudan ve Venezuela’da kapışmakta-dır. Suriye’de bütün savaş aktörleri karşı karşıyadır. Suriye’de olan esasında mini bir dünya savaşıdır. Önümüzdeki dönemde de temsilci savaşları artarak

  • 21

    güncel

    devam edecektir. İstedikleri kadar biz barış yapıyo-ruz desinler. Bir yerde barış diğer yerde ise savaş. Sa-vaş kapitalizmden ayrı tutulamaz.

    Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasında başrolü oynayanlar, günümüz dünyasında yaşanan bölgesel savaşların başkahramanlarıdır. Savaş, po-litikanın şiddet araçları ile devamıdır. Emperyalist dünyada güç dengeleri bozulmuş, deyim yerinde ise emperyalist dünyanın çivisi çıkmıştır. Değişen güç dengelerine uygun yeni bir sistem oluşturulmaya çalışılmaktadır! Bu sistem içinde başta emperyalist büyük güçler olmak üzere, bütün ülkelerde hâkim sınıflar elde edebilecekleri en büyük payı kapmaya çalışmaktadır. Siyaset yeniden düzenlenmektedir. Sı-nırlar yeniden çizilmektedir. Sömürü pastasından en büyük payı kapmak için savaş yürütülmektedir. Bu siyaseti gerçekleştirmek için savaşın gerekli olduğu yerde savaşa başvurulmaktadır. Çıplak emperyalist çıkarlar için yürütülen haksız, gerici, karşıdevrimci savaşlara, emekçi yığınları bu savaşlara katabilmek için birçok hâlde “demokrasi”, “insan hakları” gibi “yüksek amaçlar” maskesi geçirilmektedir.

    Emperyalistler Arasındaki Çelişmeler Sertleşiyor

    Emperyalistler arasındaki çelişmeler sertleşmekte-dir. Bu sertleşme, batılı emperyalistlerin kendi ara-sında, Rusya ile batılı emperyalistler arasında giderek sertleşmektedir. Bugün emperyalist ve gerici güçler arasındaki çelişme, çekişme ve çatışmaların en yoğun olarak yaşandığı alan Ortadoğu’dur. Ortadoğu tam bir kan deryasıdır. Yine hergün onlarca insan hayatı-nı kaybetmekte, yüzlercesi yaralanmaktadır. Olanlar medya aracılığıyla, yer yer “canlı yayın”larla herkesin evinin içine taşınmaktadır.

    Suriye’de birbirlerine karşı emperyalistler öncü-leri aracılığı ile savaş yürütmektedir. Çin ile Ame-rika arasında, karşılıklı atışmalar biçiminde çekiş-me sürmektedir. Bir bütün olarak gidiş çelişmelerin sertleştiği yönündedir. Bu sertleşme, henüz karşılıklı çatışmaya şu anda götürülmek istenmemektedir. Fakat gidiş yönü karşılıklı çatışmaya doğru gitmek-tedir. Amerika’daki seçimler, son dönemdeki ge-lişmelerde çok önemli rol oynadı. Trump, Amerika önceliklidir siyaseti ile esasında batı bloğunu res-men soru işareti haline getirdi. Bugüne kadarki güç dengesinde, Amerika’nın önderliğinde batı bloğu en azından görünürde birlikte hareket ediyordu. Şimdi bu blok, birbirlerine karşı açıkça çelişmeleri ortaya

    koyan tavırlara dönüştü. Mayıs 2017’de Brüksel’de yapılan NATO zirvesinde Trump, NATO’ya ne kadar para verdiyseniz o kadar konuşun, dedi! Bütçesinin %2’sini savunmaya ayırmayanın esasında söz hakkı yoktur, dedi! Bu laflar, her türlü diplomatik dilden uzak saldırgan bir tavırdır. Avrupa Birliği’nin buna verdiği cevap gerekirse kendi ordumuzu kurarız şek-linde oldu. AB’nin uzun bir süreden beri, Amerika’ya askeri bağımlılıktan kurtulma çabası zaten vardı. AB, (Almanya/Fransa önderliğinde) Amerika’nın deneti-minde olmayan, Amerika’dan bağımsız hareket ede-bilen bir askeri gücü oluşturma yönünde çabalarını önümüzdeki dönemde yükseltebilir. Bu önemli ve yeni bir gelişmedir. Almanya artık şunu görmüş du-rumdadır: Eğer biz dünya çapındaki hegemonya mü-cadelesinde gerçekten rol almak istiyorsak, o zaman bizim kendi askeri gücümüzü NATO’dan bağımsız olarak da kullanır duruma gelmemiz lazım! NATO, bugüne kadar esasında öncelikli olarak Amerikan emperyalizminin denetimi altındaydı. Ve hâlâ da öy-ledir. Ama batılı emperyalistlerin (özellikle Almanya ve Fransa’nın) NATO dışında da Avrupa Ordusu adı altında bir askeri güç oluşturma plânlarını pratiğe geçirme konusunda önümüzdeki dönemde adımlar atacaklardır.

    Günümüz dünyasında, emperyalistler arasındaki güç dengelerinde önemli değişiklikler yaşandı, ya-şanmaktadır. Yeniden paylaşım dalaşında dalaş gi-derek sertleşmektedir. Üçüncü bir dünya savaşı teh-likesi giderek artmaktadır. Dünya aslında hâlâ büyük güçler içinde en güçlüsü olmasına rağmen, gerileyen bir güç konumunda olan ABD tarafından yeniden di-zayn edilmek istenmektedir. Bu düzenleme, var olan ABD hegemonyasının alanının genişletilmesi ve he-gemonyanın pekiştirilmesi yönünde adımlar atılma-sı anlamına gelmektedir. Şu anda diğer emperyalist büyük güçlerin, doğrudan ABD ile savaşı göze alma-dan bu gelişmeyi engelleyebilecek durumları yoktur. Askeri olarak ABD’ye karşı andaki durumda gerçek anlamda tehdit oluşturan güç Rusya ve giderek geli-şen Çin’dir. Onlar da andaki durumda ABD ile doğ-rudan savaşı göze alacak durumda değillerdir. Fakat onlar, en başta da gelişen güç konumunda olan Çin, ABD’ye karşı askeri güç olarak savaşı göze alacak du-ruma geldiğinde, bugün dünyanın birçok yerinde –anda Mali, Kongo, Yemen, Ukrayna, Suriye, Irak, Fi-listin, Kürdistan’ın değişik bölgeleri, Keşmir, Somali, Güney Sudan ve Venezuela’da vb.– temsilci savaşları olarak yürüyen savaşların yerini emperyalist büyük

  • 22

    güncel

    güçlerin değişik ittifaklar içinde doğrudan doğru-ya birbirlerine karşı savaş yürütecekleri bir Üçüncü Dünya Savaşı’nın gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Bütün gelişmeler emperyalist büyük güçler arasın-daki hegemonya dalaşında çelişmelerin sertleşmesi, keskinleşmesi yönünde ilerlemektedir. Bu durum, ileriki dönemde emperyalistler arası doğrudan savaş olasılıklarını güçlendirmektedir.

    Pasifiklerde kapışma sürmektedir. Pasifiklerde, bir yanda Çin/Kuzey Kore ile birlikte hareket ederken diğer tarafta, Japonya, Amerika ve Taiwan cephesi vardır. Vietnam ise, Filipinler’de bu çatışmada kendi çıkarlarını savunmaktadır. Amerika ile Kuzey Kore arasındaki çelişme şudur: Amerika, Kuzey Kore’deki rejimi değiştirmek istemektedir, fakat Amerika’nın Kuzey Kore’yi içten değiştirecek durumu yoktur. Çünkü Kuzey Kore’de çok sıkı sosyal faşist bir dik-tatörlük var, ‘demokratik‘ muhalefet imkânı ise ve sosyal faşist diktatörlüğü içten devirme imkânı yoktur. Amerika’nın Kuzey Kore rejimini devirme-si ancak dıştan askeri bir müdahale ile olabilir. Ku-zey Kore bunu bildiği için, sürekli Amerika’ya bize saldırırsan biz de sana saldırırız diyerek Amerika’yı tehdit etmektedir. Ama bu tehdit, gerçekten kendini savunma tehdididir. Kuzey Kore, hep Amerika’ya as-keri olarak zarar vermekten bahsetmekte ve balistik füze denemeleri yapmaktadır. Peki, Kuzey Kore’nin elinde atom silahı var mı? Büyük ihtimalle ufak te-fek silahları olabilir. Ama bu ufak tefek silahlarla Amerika’yı doğrudan vurabilecek durumda değiller. Ancak Kuzey Kore, Amerika’nın müttefiki Güney Kore’yi vurabilir, Pasifikteki Amerikan gemilerini vurabilir, ABD‘nin Pasifikteki GUAM üssünü vu-rabilir. Trump, Kuzey Kore’yi askeri olarak tehdit etmektedir. Peki, Amerika, Kuzey Kore’ye saldırır mı? Trump’ın ne yapacağı belli olmaz. Vurabilir de! Trump yönetimi, Kuzey Kore’nin elindeki balistik füzelerin Amerika’yı vurabilecek durumda olduğu ve bu balistik füzelerin başlığına konacak atom silahı olduğu değerlendirmesine sahipse Kuzey Kore’yi vu-rabilir.

    Fipinler’in Amerika ile olan askeri üs anlaşması 2018’de bitecek. Amerika’nın Pasifik‘teki en büyük askeri üssü Filipinler’dedir. Bu askeri üssün devamı için anlaşmanın yenilenmesi gerekir. Filipin-ler devlet başkanı Duterte, askeri üs anlaşmasını uzatmayacaklarını söyledi. Eğer Duterte, yaptığı açıklamanın arkasında ciddi olarak durursa, Amerika açısından bu Pasifik‘teki askeri gücünün zayıflatılması

    anlamına gelir. Amerika burada çatışmadan geri çekil-mez. Amerika önümüzdeki yıl içerisinde Filipinler’de bir şeyler yapmaya çalışacaktır. Filipinler’de “demo-kratik” hareket geliştirilmeye ve Venezuela’da olduğu gibi ülke içerisinde karışıklık yaratmaya çalışacaktır. Amerika’nın çıkarlarını koruyacak bir sivil toplum örgütü yaratılmaya çalışılacaktır. Duterte hüküme-tinin askeri üs anlaşmasını uzatmamasını engelle-meye çalışacaktır. Duterte hükümetinin askeri üs anlaşmasının uzatılmamasına karşı kimse sokağa çıkmayacaktır. Duterte faşisttir. Duterte’ye karşı “demokratik” haklar vb. bahanesiyle insanlar soka-klara çıkartılacaktır. Duterte hükümeti, uyuşturucu/rüşvete karşı mücadele bağlamında polisin bu suçlar-da doğrudan doğruya hakim kararı olmaksızın adam vurma yetkisi vardır ve Filipinler’de polis bu yetkisini kullanmaktadır. İnsanlar polis kurşunları sonucu öl-mektedir. Şimdiye kadar mahkeme kararı olmaksızın binlerce kişi öldürüldü. Buna karşı mücadele edil-mesi gerekir. Faşizme karşı “demokrasi” mücadelesi adına Duterte hükümetinin devrilmesi için bir sivil toplum hareketi, Amerika tarafından desteklenecek-tir. Pasifik‘te bu anlamda sular giderek ısınmaktadır.

    Kuzey Kore’ye destek olan Çin, Amerika ile savaşa hazır değildir. Amerika, bugünkü durum-da ekonomik olarak gücü gerileyen bir güçtür. Çin, ekonomik olarak yükselen bir güçtür. Bu yüzden Amerika, kendi durumunu korumak için önceden saldırmak zorundadır. Çin’i beklediği zaman, bu be-kleme Amerika açısından iyi olmaz. Birinci Dünya Savaşı’nda ne oldu? Yeni gelen emperyalist güç Al-manya, eskilerden pay istedi ve saldırdı. Bugün ise esasında saldırgan pozisyonda olan Çin değildir. Neden? Çin henüz hazır değil. Ekonomide ABD’ye yetişti, günden güne silahlanmaktadır. Silahlanma-ya en fazla para harcayan ülke konumundadır, ken-di tekniğini geliştirmektedir. Çin tüm bunları ne için yapmaktadır? Ne için yaptığı bellidir. Amerika, Çin’in en yakın müttefiki olan Kuzey Kore’yi vb. vu-rup, devirmeye çalışabilir. Bu durumu dıştalamamak gerekir.

    Trump, İran’ı düşman ilan etti. Obama’nın siyase-ti bu değildi. Amerika’nın İran konusundaki siyaseti bütünüyle değişmiş durumdadır. İsrail, Obama’nın İran siyaseti konusunda çok rahatsızdı. Çünkü İran’ı, Ortadoğu’da baş düşman olarak gören ülke İsrail ve İran bu durumu açıkça ilan etti. İran’a göre İsrail’in devlet olarak yaşama hakkı yok! İran balistik füzelere ve atom silahını geliştirme projesine sahiptir, aynı za-

  • 23

    güncel

    manda İsrail’i vurabilecek güçtedir.

    Batı/Doğu Bloklaşması

    Batı/doğu bloklaşmasında saflaşma kesinleşmiş bir saflaşma değildir. Andaki durum budur. Bu bloklaşmada da esasında Rusya andaki durumda belirleyici durumdadır. Batıya karşı, Batının bug-üne kadar dayattığı ataklara karşı, karşı ataklarını geliştirmektedir ve istediğini yapmaktadır. Çün-kü Batı andaki durumda Rusya ile çatışmaya hazır değildir. Rusya ise Batıya karşı istersen gel çatışalım modundadır. Rusya’nın ekonomik durumu, Batı ile karşılaştırılacak düzeyde değildir. Rusya’nın dünya gayri safi milli hasılası’na katkısı %3 civarındadır. Bu katkının temeli de enerjidir. Rusya, Batı ile ekonomik anlamda yarışacak durumda değildir. Ama askeri olarak dünyanın ikinci büyük gücüdür. Rusya, aske-ri gücünü kullanmaya hazırdır ve kullanmaktadır. NATO, eski doğu ülkelerinde askeri tatbikatlar dü-zenlemektedir. Rusya ise bu tatbikatlarda, NATO uçaklarına karşı kendi uçaklarını uçurarak NATO uçaklarına kilitlenerek, NATO uçaklarını vurabili-rim mesajı vermektedir. Rusya askeri gücünü Batıdan çok daha aktif biçimde kullanır durumdadır. Ru-sya bu siyaseti ile esasında kendi egemenlik alanını genişletmektedir. 1990‘dan 2010’a kadar, Rusya’nın egemelik alanı Batı tarafından adım adım ele geçi-rildi. Güya NATO doğuya doğru genişlemeyecekti! Ama Rusya ile varılan anlaşmalara rağmen NATO doğuya doğru genişledi, Ukrayna’ya dayandı. Bunun üzerine Rusya’nın karşı hamleleri başladı. Kırım işgal edildi. Ukrayna’nın doğusunda çatışmalar, egemenlik dalaşı devam ederken, Çin kendi işine bakmaktadır. Ama uluslararası ilişkilerde, Birleşmiş Milletler de Rusya ile birlikte hareket etmektedir. Çin, Afrika’yı kendine bağlamakla uğraşmaktadır ve Afrika’da Çin’in yerleşmesi esas olarak bitmiş durumdadır. Çin, Latin Amerika’ya yerleşmekte ve şimdilik ti-cari ilişkiler geliştirmektedir. Askeri olarak da hazırlanmakta, egemenlik alanını uluslararası alan-da genişletmektedir. Suriye savaşının başlamasıyla birlikte Rusya, Suriye’deki konumunu ve üslerini güçlendirmiştir. Artık hiçbir güç Rusya’yı Suriye’den çıkaramaz. Egemenlik savaşında esasında Batı geri-lemektedir, yükselen taraf ise Doğudur. Doğunun başını Rusya çekerken, Çin ise sessiz ve derinden ile-rlemektedir.

    Japonya, batılı ülkelerin müttefiki konumundadır.

    Japonya, 2007/2008 yılına kadar anayasasında yurtdışına asker göndermesi yasak olan bir ülke idi. Japonya’nın Çin ile Pasifik Okyanusu’ndaki bir dizi ada konusunda çelişmeleri var. Pasifik‘teki adalar ko-nusunda Rusya’nın da Filipinler’in de hak talebi var. Adalar konusunda var olan çelişmeler, anlaşmalar temelinde çözülebilinecek çelişmelerdir. İlle de savaş ile çözülmesi gereken çelişmeler değildir. Japonya, bir yandan Çin’den korkmaktadır ancak Japonya sonuç olarak bir Doğu Asya ülkesidir. Batılı değerlerden çok kültürel olarak Çin’e daha yakındır. Bir dünya savaşında Japonya’nın Batının yanında yer alması mutlak bir durum değildir. Amerika/Fransa/Alma-nya blok olarak hareket edecektir. Japonya eğer Çin’le adalar konusunda anlaşırsa tavır değiştirebilir. Çin, aktif bir dış siyaset izlemektedir. Batı için Japonya, bu anlamda garantili bir müttefik değildir.

    İran, şu anda doğu bloğunun yanındadır. Ama İran’daki molla rejimi devrilirse, İran’ın batı bloğuna katılma ihtimali de vardır. İran, coğrafi olarak esasında doğunun parçasıdır ancak İran’ın kendi hesapları vardır. İran’ın molla rejimi ile birlikte Batı ile birlikte hareket etmesi mümkün görünmemekte-dir.

    Suriye parçalanmıştır. Kurulacak yeni bir geçiş yapılanmasında Esad da belli bir süre kişi olarak rol oynayacaktır. Baas Partisi, her halükârda rol oynayacaktır. Esad gitse bile Baas partili birisi Esad’ın yerine geçecektir. Irak’ta yapılan hata Suriye’de yapılmayacaktır. Irak’ta Baas partisini bütünüyle dev-reden çıkardılar. Görünen, bu uygulamanın Suriye’de olmayacağıdır. Suriye’de Esad’lı bir geçiş çözümü, “kalıcı çözüm” öncesi bir çözüm olarak görünmekte-dir. Türkiye de bu çizgiye gelmiş durumdadır.

    Türkiye, batı/doğu bloğu bağlamında kesin kara-rını vermemiştir. Şanghay İşbirliği Örgütü’ne doğ-rudan üye olup olmama konusu ara sıra gündeme getirilmektedir. Türkiye burjuvazisi ne istemektedir? Türkiye burjuvazisinin isteği, kendi başına kendi çı-karlarını merkeze koyan bir siyaset midir? Türkiye burjuvazisi kendi emperyal emellerine sahip ve kendi çıkarlarını merkeze koyan bir siyaset izlemektedir. Türkiye burjuvazisi, kendi iç dinamikleri ile gelişmek isteyen ve emperyalist emelleri olan burjuvazidir. An-daki durumda Türkiye, batılı emperyalist bloğun “ay-rılmaz” bir parçasıdır. NATO üzerinden Türkiye’nin askeri gücü etkilenmeye çalışılmaktadır! Tek yanlı bağımlılık durumu vardır ve Türkiye, bu durumdan kurtulmak istemektedir. Türk burjuvazisi, emper-

  • 24

    güncel

    yalistler arasındaki çelişmelerden yararlanmak iste-mektedir. Emperyalistler arasındaki çelişmelerden yararlanmak bağlamında, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), NATO’nun ve AB’nin alternatifi değildir. Tür-kiye, Batı bağımlılığından kurtulup ŞİÖ’ya bağımlı olalım derdinde değildir.

    Şanghay İşbirliği Örgütü, şu anda AB gibi bir örgüt değildir. AB örgütü, ulusal devletlerin bir takım ulu-sal egemenlik haklarını ortak bir merkeze devrettiği ortaklıktır. Şanghay İşbirliği Örgütü, bağımsız dev-letlerin işbirliği örgütüdür. AB gibi bir merkezden karar alıp, üye ülkelerin alınan kararlara uyacağı bir örgüt değildir. Türkiye’nin bir bağımlılıktan çıkıp, diğer bir bağımlılığa geçme gibi bir durumu yoktur. Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girse gücü kadar alınan kararlara etkide bulunabilir. Şanghay İşbirliği Örgütü’nde, Çin ile Rusya’nın anlaştığı konularda ortak kararlar alınabilir. Şanghay İşbirliği Örgütü, Türk burjuvazisi açısından burjuvazinin bağımsız davranması konusunda, AB’den daha yumuşak bir örgütlülük olduğu için avantajlıdır. AB, Türkiye’ye karşı kararlar almaktadır ama Türkiye bildiğini oku-maya devam etmektedir. Bu bağlamda AB, bu siyaseti sürdürmeye devam ederse, Türkiye bizzat “AB üyelik görüşmelerini durduruyoruz” kararı alabilir. AB ile üyelik müzakerelerinin bitirilmesi, AB ile tüm köp-rülerin atılması anlamına gelmez. AB ile gümrük birliği anlaşması vardır ve AB ile ticaret, mal satımı alış verişi devam eder. Ama Şanghay İşbirliği Örgü-tü ile ilişkileri geliştirebilir. Bu, AB’nin Türkiye’ye yaptığı baskıları karşılamanın bir aracı olur. Türkiye bunu yapabilir. Tabii ki Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkileri geliştirmesi Batıyı rahatsız eder. Batı, Türkiye’yi tamamıyla o tarafa itmemek için elinden geleni yapacaktır. Türk burjuvazisi açısından, esasında bağımsız hareket edebilmek için, tek taraflı bağımlılığı ortadan kaldırmak elzemdir. Türkiye bu siyaseti uygulamaya sokabilir. NATO’dan çıkmadan Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerin geliştirilmesi mümkündür. Dünyada dengeler değişmektedir. Bu-nun görülmesi gerekir. Türk burjuvazisi, dengelerin değiştiği dünyada yerini arıyor. AB, Türkiye’ye ayar vermekten vazgeçmezse, Türkiye Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerini daha da geliştirme yönünde adımlar atabilir. Bu ciddi adım batıdan kopup, doğu ile bütünleşme anlamına gelmez. Bu, değişik ittifak-lar içinde yer almaktır. Bu yeni bir şey olur. Hindis-tan/Pakistan’ın da batı ile ilişkiler vardır ama bu ül-kelerin hiçbiri NATO üyesi değildir. Bu ülkeler Asya

    ülkeleridir. Dünyanın bugün değişen dengeleri için-de, Türkiye bu siyasetle hem batıcı hem de doğucu olabilir. Bu siyasetle çok özel bir yere de gelebilirler.

    Ne Yapmalı?

    Emperyalist politikalara karşı direniş, devrim mücadelesine ağırlık vermek anlamına gelir. Bugün komünist önderliğin eksikliğini gidermek için yapıl-ması gereken her şeyi yapmak gerekir. Emperyalizm şartlarında gerçek anlamda barış yoktur. Sa v