Upload
doantu
View
284
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
I S B N 975-478-050-1 (Takım No:) I S B N 975-478-068-4 (3. Ci l l)
Kapak: Erkal Yavi
Baskı : Yaylacık Matbaası, İstanbul/1999
Tekin Yayın Dağıtım San. ve Tic. Ltd. Şti. Ankara Cad. Konak Han 43 istanbul
Telefon: 527 69 69 - 512 59 84 • Fax: 511 11 22
Alamut Çizgiliforum.com
HASAN İZZETTİN DİNAMO
K U T S A L İ S Y A N
MİLLÎ KURTULUŞ SAVAŞI'NIN GERÇEK HİKÂYESİ
III
TEKİN YAYINEVİ
Alamut Çizgiliforum.com
O R T A Y A Y L A D A Y A N A N M E Ş ' A L E
Şehirde, atı, a r a b a s ı , yayl ıs ı , faytonu olan herkes S i v a s ' ı n d o ğ u s u n a d ü ş e n Hafik yo lu üzer indeki , « k ı l a v u z » d e n e n yere k o ş u y o r d u .
O r a y a çadır lar kurulmuştu. M a h ş e r gibi bir kalabalık, kadın-erkek, çoluk-çocuk h e y e c a n ve s e v i n ç iç inde kaynaş ıyordu. Halkın ç o ğ u , şehirden beş kilometre ç e ken bu y e r e y a y a n gelmişti. Kı lavuzun tepesinde kımıld a y a n bir insan ormanı, gözler ini Hafik ovas ın ın toz lu y o l u n a dikmiş, bekl iyordu. G ü n e ş , y a v a ş y a v a ş batıdaki lâciverte boyanmış dağ z incir ine d o ğ r u a lçal ıyor, ufuklar, ç e p e ç e v r e ateş almış gibi k ızar ıyordu. Bekleyenlerden dürbünlü olanlar, Seyfebel i 'n in eğri b ü ğ r ü y o l u n d a n t o z bulutları kaldırarak bir otomobil in geldiğini herkesten ö n ce g ö r ü p öteki lere müjdeledi ler.
T e p e l e r i n ardında bir g ö r ü n ü p bir g ö z d e n uzaklaşan bu otomobi l , en sonra « K ı l a v u z s u n tepesinde heyecanla dalgalanan insan yığınlar ına yaklaşt ı , yaklaşt ı . S o n r a birdenbire tam onların ö n ü n d e durdu. Otomobi l tam tepede durmuştu. İlkin Mustafa Kemal indi. Sivil ve hâki bir a v c ı g iyneği giymiş olan paşanın başında da b o z bir kalpak ve g ö ğ s ü n d e bir s a v a ş madalyası vardı . Arkas ından Hoca Raif efendi, Rauf b e y . Ş e y h Feyz i efendi indi. M u s t a fa Kemal kendisini karşı lamaya gelenlere d o ğ r u ilerledi , hepsinin ellerini s ıkarak hatırlarını s o r d u . Rasim beyin eiini a v u c u n a aidi ve gözler in in içine bakarak :
— Rasim b e y . d e d i . G e n ç l e r için vatanî iş lerde ölmek mevzuu bahis olabil ir. Lâkin korkmak asJa!
' Rasim b e y hemen anladı. B u n u Reşit Paşa'y la birlikt e ' E r z u r u m ' a çekmiş oldukları h e y e c a n ver ic i telgraflar için s ö y l ü y o r d u .
5
Mustafa Kemal. K ı lavuz'un tepesindeki karşı layıcı ların ellerini sıkıp hatırlarını sorduktan sonra y i n e arkadaşlar ıy la birl ikte otomobile bindi. O n u n otomobil i yo la ç ıkar çıkmaz arkasından faytonlar, atlı lar, y a y a n l a r hep birden büyük bir g ö ç kafilesini andır ı rcasına S ivas 'a y o l landılar. Mustafa Kemal' in otomobil i ş e h r e g i r ince bir başka insan mahşeriyle karşı laştı. Otomobi lden indi ve bu g ü l e ç , umutlu, dost canl ıs ı , c e s u r , sevimli halk selinin aras ında lise yapıs ına g iden yolda i lerlemeye başladı. V i lâyet konağının yüksek penceres i ö n ü n d e oturarak M u s tafa Kemal'in l iseye yaklaşmasını bekleyen Reşit Paşa, yer inden doğruldu. Hızl ı hızlı merdivenleri indi, hükümet meydanını dolduran Sivasl ı lar aras ından y a v a ş y a v a ş ilerlemeye başladı. Adımlarını öy le ayarlamıştı ki, Mustafa Kemal' le tam lisenin cümle kapısında y ü z y ü z e geldi. Mustafa Kemal' in vali ile selâmlaşıp elini sıktıktan sonra, yanıbaşındaki H o c a Raif efendiye dönerek şöy le dediği işitildi : '
— Diplomat val i , şeh i r dışına gelmiyor, büsbütün görünmemeyi de hoş bulmuyor, bizi burada karşıl ıyor.
Reşit Paşa, Mustafa Kemal' le el sıkıştıktan sonra d o ğ r u c a eve gitti. Yo lcular ın y o r g u n o l d u ğ u n u , ertesi g ü n kendileriyle görüşmenin daha u y g u n olacağın ı düşünmüştü. U z u n düşüncelerden sonra Dahil iye Nezaret ine bir te lgraf çekmenin gerektiğini anladı ve şu anlamda bir te lgraf çekti :
« — Vi lâyat ı Şarkiye Müdafaayı Hukuku Mil l iye, Erz u r u m Kongresi 'n in temsil heyetiyle Mustafa Kemal Paşa ve Rauf beyin d ü n akşam g e ç vakit karşı lamalarına koşan türlü halk sınıf lar ından meydana gelen büyük bir kalabalığın alkışları aras ında Sivas 'a muvasalat la yar ın açı lması kararlaştır ı lan toplantıda hazır bulunacaklar ı bi lgi edinilmesi için bildiril ir.
3 Ey lü l 1919 S ivas Val is i Reşi t»
Bugünkü S ivas Erkek L isesi ve o zamanki adıyla « İ d a di Mektebi» Mustafa Kemal' in karargâhı olarak hazır lan-
6
mıştı. Mustafa Kemal, karargâh odalarını ilk kez dolaşıp g ö z d e n geçi r iyordu. Kendine yatak odası olarak ayrı lan o d a y a girdi. Karyolanın arkasında, üzerinde iki mısralık bir şi ir bulunan sarı atlas bir yast ığa gözleri ilişti. Bu iki mısra yast ığa koyu renk bir ibrişimle işlenmişti :
C ihanın cahına m a ğ r u r olup incitme insanı; Süleymanı z a m a n o lsan bırakırsın bu eyvanı .
Mustafa Kemal, bu beyti yüksek sesie okudu, sonra ü z e r i n d e düşündü. Akl ına gelen şeyi bir de başkasından işitmek için M a z h a r Müfit beyi çağırtt ı .
— Ş u n u bir de sen o k u , bakalım, ne diyor! dedi. M a z h a r Müfit bey de beyti yüksek sesle okuduktan
s o n r a : — Paşam, bu siz in için yazı lmış! dedi. Mustafa Kemal, başına toplananlara dönerek : — Bu ihtar, hepimiz için ve her şey için bir düstur
olmalıdır, dedi. *
* * Akşam yemeğine Val i Reşit Paşa da çağrı lmıştı. V a
li, bu ihtilâlci kalabalığı arasında çok rahat deği lse de z i K i c e bir yüreklil ik taşıdığı da g ö z e çarpıyordu. Mustafa Kemal, çatal-bıçak ve tabak gürültüleri arasında birdenbire karşısındaki Reşit Paşa'ya :
— Paşa, diye s o r d u . M ö s y ö Bruno nerde? Bizi tevkif iç in tertibat almakta mı, yoksa Sivas' ı istilâ ve işgal için o r d u celbiyle mi meşgul?
Reşit Paşa, e p e y c e ü z g ü n : — Malatya'ya d o ğ r u firar ile meşgul! dedi ve sonra
bu sözler ine şunları kattı : — Erzurum'dan hareketinizi işittikten sonra jandar
mayı teftiş edeceğin i söyleyerek Malatya'ya gitti. Mustafa Kemal Paşa, tılsımlı gözlerini Erzurumlu ar
kadaşlar ının göz ler inde gezdirerek : — Binbaşı B r u n o , bir g ü n Sivas'a gelmek için biz
d e n müsaade dahi istemeyi düşünecekt ir ve hattâ b izden o l d u ğ u n u iddia ve ispata çal ışacaktır, dedi.
O g e c e yemekten sonra kendi başlarına kaldıkların-7
da Mustafa Kemal. Reşit Paşa işini açmaktan kendini alamadı :
— Haksız deği l , dedi , henüz bizim mi. İstanbul 'un mu ağır basacağın ı kestiremiyor. Mütereddit o lmasına rağmen Reşit P c ş a ' n ı n daha çok bize taraftar o l d u ğ u n u hissediyorum.
M a z h a r Müfit bey de Mustafa Kemal'in sözler in i ş ö y lece doğruladı :
— Reşit Paşa'y ı Rumeli 'den ve yakından tan ıyorum. İttihat ve Terakki 'n in faal iyete geçmesi s ı rasında kendisi S e r e z mutasarrıf ıydı. Sultan Abdülhamit'e ilk telgraf ı o çekmiştir. B izden ayr ı lacağını ummam.
Mustafa Kemal : — Bakalım g ö r e c e ğ i z ! demekle yet indi. E p e y c e korkulu v e y o r u c u bir yolculuktan s o n r a g ü
zel ve temiz bir akşam yemeğinin arkasından artık, birkaç saat sürecek tatlı bir uykuya Mustafa Kemal de naz-lanamazdı. O zamanki adıyla (Mektebi Sultanî) k o n g r e üyelerine ş ö y l e c e ayrı lmıştı: Kapıdan içeriye g i r ince s o l da ve baştaki oda y a z a r ve gazeteci Ahmet Rasim beyin oğlu Mazlum beyindi. S o n kerte dikkatli, atik ve atak, « k u ş uçurmaz» bir adamdı. Gerek Mustafa Kemal, g e rekse öbür arkadaşlar ı , ancak onun aldığı güvenl ik t e d birleri sayesinde korkusuz ve deliksiz bir uyku çekmek olanağını bulabi leceklerdi. Sol yandaki kor idordan gid i-l ince merdivenlerin i lerisindeki büyük o d a , yemek salonu olarak kullanılacaktı. Bu kattaki öbür odalar kiler, müstahdem odası olarak ayrı lmıştı.
« B ü y ü k , iki taraflı tahta merdivenden yukar ıya çıkı-l:nca sağ taraftaki bir inci oda da Mustafa Kemal Paşa'-nın ikâmeti için hazır lanmıştı.» Bu oda o ldukça g ü z e l mobilyalarla döşenmişt i . « G ü z e l bir yatak odası takımı, a y n c a koltuk ve sandalye ler konulmuştu.» O n u n yanında büyük salonda ise k c n g r e yapılacaktı. Bu salona hatipler için bir kürsü, okul sıraları konmuş, ayr ıca birçok da sandalye yerleştir i lmişti. Rauf bey için hazır lanan o d a ise kongre sa lonundan sonra gelendi. Merdivenin s o l u n da ve köşedeki büyük dersanede Mustafa Kemal' in ma-
8
Tyet memurları oturacakt ı . « B i r mektep k o ğ u ş u gibi ve fakat, muntazam şekilde "hazırlanan bü odadaki karyolalarda Hayat i , R e c e p Z ü h t ü , Muzaffer, Ç e v a t A b b a s , M e m -d u h . Mühendis Ruhi , Nizamettin beyler yatacaklardı .» Bu odanın yakınındaki bir başka odanın konukları da S ü r e y ya Yiğit ve M a z h a r Müfit beylerdi. Doktor Refik S a y d a m ve Hüsrev (Gerede) beyler, merdivenin tam karşısındaki o d a d a oturacaklardı . H ü s r e v (Gerede) heyet in kâtipliğini de yapt ığ ından bu yatak odası , bir büro g ö r e v i de g ö r e cekt i .
«Refik bey, çok titiz ve intizamı s e v e r o l d u ğ u n d a n y e m e ğ e inmeden küçük sandıklar içinde bulunan sıhhî malzemesini ve alâtı t ıbbiyesini karyolasının yanına dizmiş ve üzerine de bir etiket iliştirmişti. (Elle dokunulmaz.)»
** Şimdi, cümle kapısı üzerinde mermerden rölyef bir
« l i s e » adı yazı l ı o lan yapının üzerinde eskiden « M e k t e b i Sul tanî» yazmaktaydı . Kagir, uzun ve iki katlı olan bu yapının ait katında dersaneler, üst katında da yatakhaneler bu lunuyordu. Okulun önünden her iki yanında y a ş lıca kavakların yükseldiği Kayseri yolu g e ç i y o r d u . Küçük kırma taşlarla doldurulup yapılmış olan bu y o l , havalar kurak gittiği s ü r e c e sapsarı bir toz tabakasıy la örtülü bulunuyor, yağmur lu zamanlarda da ç u k u r yer ler i su ve çamurla dolu bir bataklık durumunu a l ıyordu. Okulun hemen karşısında y ine kavaklarla süslü bir set üzer inde «askerî mahfel» bu lunuyordu. Hafif r ü z g â r d a bile uzun boylu kavakların yaprakları dereler gibi şır ı ldar, g ü ç l ü rüzgâr lar est iğinde de bu vefalı ağaçlar ın gövdeler i isyanla g ıc ı rdayarak fırtınanın g ü c ü n e karşı koymaya ç a lışır gibi g ö r ü n ü r d ü .
2 Eylül akşamı S ivas 'a varan ve o g e c e derin ve d e liksiz bir uyku çekerek 3 Eylül g ü n ü n ü n de şöyle böyle dinlenerek daha çok türlü sürpriz lere karşı hazır lanarak g e ç i r e n Mustafa Kemal ve arkadaşları, 4 Eylül günü ö ğ leden sonra saat ikide kongreyi açmak için davrandı lar.
Ö ğ l e d e n s o n r a , saat birden bu y a n a « M e k t e b i S u l t a n i n i n bahçe duvarlar ının önüyle Kayser i yolu büyük
9
bir halk kalabalığıyla dolmaya başlamıştı. Cami lerden b o şalan erkek yığınları fesler ini, âbânî sarıklarını düzelterek, kendilerinden önce meydanı ve yol ları doldurmuş olan ç o l u k - ç o c u ğ u n arasına karışmak için sanki yar ış ıyor lardı . Bu uğurlu Perşembe g ü n ü kongrenin açı l ış ından ayr ıca s e v i n e n yaşlı lar, işini g ü c ü n ü bırakıp kepenkleri g ü r ü l tülerle indiriyor, büyük bir merak ve h e y e c a n içinde yo llara dökülüyordu. M a z h a r Müfit ve arkadaşları da şehirdeki gezint iden dönüşte bu mahşer gibi kalabalığı y a r a rak, kendilerine yol açmak z o r u n d a kaldılar. Eski t e c r ü bel i ve zeki bir vali ve yönet im adamı olan M a z h a r M ü fit bey, bu iki g ü n içinde S ivas halkının nabzını iy ice yok-lamıştı. Ve düşünceler ini Mustafa Kemal'e ş ö y l e c e özetl iyordu :
— Sivas' ta çok elektrikli bir hava sezdim. Bu elektrikli havayı yapan üç vaziyett i r : BİR: Hürr iyet ve İ t i lâfın, İstanbul'daki çeşitl i muhalefetin entrikaları ve İstanbul hükümetinin propagandas ı , İKİ: Millî mukavemet ruh ve f ikrinin halk ekseriyet ine hâkim oluşu ve S ivas K o n g r e -s i ' n e millî iradenin tecell isi yo lunda büyük bir inançla bağlanı lması, Ü Ç : İstanbul'dan gelen bazı delegeler in bütün kurtuluş ç a r e ve tedbirlerini ecnebi h imayesinde ve manda fikrinde aramaları ve bu hususta telkinlere başlamış olmaları. Bununla beraber, S ivas yaylasın ın öz evlâtları ist isnasız millî iradenin akışı ist ikametinde his ve fikirlerini belirtmiş bulunuyorlar. Hemen temas ettiğim b ü t ü n yerl i ler, en kuvvetl i bir inanç ve iman hissiyle mill î mücadele ruh ve şuuruna bağlı bulunuyorlar. Bi lhassa Ş e k e r z â d e İsmail efendi isminde bir zatla tanıştım. Beni dükkânına götürdü. B e r a b e r kahve içtik. Dükkânda daha b i r ç o k Sivasl ı tanınmış kimseler vardı . İsmail efendi , benim fikirlerimi, ileri durum hakkındaki düşünceler imiz i iskandi l ederken, ben de onun his ve düşünceler i hakkında bir sondaj yapmış o ldum.
Gerek İsmail efendiyi , gerek dükkanındaki bütün S ivas l ı lar ı fevkalâde hamiyetl i, vatansever, millî d â v a y a ve m ü c a d e l e azmine inanmış ve hazır buldum.
10
Kâmil efendi (Kitapçı) ismindeki bir başka tacir de b a n a şunları söy led i :
« — Müftü A b d ü r r a u f efendi, kolordu kumandanı S e -lâhattin ve eski S i v a s mebusu Rasim beyler de Mustafa Kemal paşa hazret ler ini ve heyeti karşılamak, misafir etmek hususunda büyük gayret sarfetti ler. Fi lhakika Hürriyet ve İt i lâfçılar « M u s t a f a Kemal Paşa'nın teşebbüsleri bir İttihat ve Terakk i manevrasından ibarett ir» d iye halkın fikrini çelmek hususunda el ler inden gelebi len gayreti gösterdi lerse de muvaffak olamadılar. Hattâ Emir Paşa Hürr iyet ve İ t i lâ f tan uzaklaşarak, paşanın istikbaline hitap etti. Bekir Sami bey in telkin ve tal imatından ayrı lmadı. G ö r ü y o r s u n u z ki baz ı istisnalar dışında S ivas halkı s i z i n emrinizde ve millî mücadele azmindedir.»
Yerl i lerle yapt ığım bu temaslardan s o n r a , kongre delegelerinden b i r ç o ğ u ile de tanıştım ve bi lhassa dost ve •arkadaşlarımla buluştum. Bekir Sami bey, Ali Fuat Paşa'n ın pederi İsmail Fazı l Paşa, Cami (Baykut) , Kara V â s ı f , Hakkı B e h i ç beyler le de görüştüm. Umumiyet le halk ne kadar sak in, şur lu ve millî mücadele ruhuna bağlı ise, bi lhassa İstanbul 'dan gelen delegeler arasında bir •o kadar « m a n d a » f ikr inden dolayı daha şimdiden b o z g u n h a v a s ı estiği g ö r ü l ü y o r .
Bunlar, âdeta kurtuluşun ve her şeyin « m a n d a » ile temin edi lebi leceği f ikrine iman etmiş görünüyor lar . Hürr iyet ve İ t i lâfçı lardan, İstanbul hükümetinin menfî propagandalar ına körükörüne bağlananlardan zaten bir hayır bek lemeye lüzum yok. Delegeler arasında g r u p grup bazı gizli içtimalar yapı ldığı da anlaşıl ıyor. H a v a y ı elektrikleyen şey ler de zaten bu gibi haller.
4 Eylül g ü n ü ö ğ l e d e n ö n c e M a z h a r Müfit beyle o d a sında oturup hazır ladığı aç ış nutkunu, yeniden g ö z d e n g e ç i r e n Mustafa Kemal, kapıya v u r u l d u ğ u n u işitti. İçeri g i r e n arslan yapı l ı eski Selanik arkadaşlar ından « M e ş h u r » H ü s r e v Sami beydi . Hemen bir sandalyeye ilişip M u s tafa Kemal'e bir s ı r v e r m e y e hazır lanarak :
— Kemal, dedi . Rauf bey, Bekir Sami bey, İsmail H a m i bey, ismail Fazı l Paşa, Sivasl ı Emir Paşa araların
11
da toplanıp uzun uzadıya manda meselesiyle senin k o n g r e reisi olmaman üzer inde konuşup bir karara varmışlar. Rauf b e y d e n başkası manda işini kabullenip müdafaa etmeye kararlı imiş. Rauf bey, ayr ıca senin reis olmamanı ist iyormuş.
Mustafa Kemal birdenbire öfkelenir gibi o ldu : — H ü s r e v , dedi . A l lahaşkına böyle mânâsız söz ler i
bana getir ip de canımı sıkma. Bu haberin hiç bir s u r e t l e asl ı , astarı yoktur, ve olamaz. Arkadaşlar aras ında y a n lış anlaşı lmalara sebep olacak bu türlü söz ler söy lenmemen ve nakledilmemelidir. Peki, kimin evinde yapı lmış bu toplantı?
— Bekir Sami beyin ev inde. Mustafa Kemal, g e r ç i H ü s r e v Sami beye çıkışır g ibi
konuştuysa da içinde kuşku kurdu da kımıldamaya başlamıştı. A teş olmayan y e r d e n duman çıkmayacağını binlerce deneyle bi l iyordu.
Ö ğ l e d e n s o n r a , saat ikiye, kongrenin açı lmasına b e ş dakika vardı . Mustafa Kemal saat lerce konuştuğu M a z -har Müfit beyle H ü s r e v Sami bey i , yanına alarak o d a s ı n dan çıktı, kongre sa lonuna d o ğ r u ilerledi. Bu s ırada Rauf beyle y ü z y ü z e gelen Mustafa Kemal, birdenbire arkadaşını şaşırtan bir s o r u s o r d u :
— Raufcuğum, kimi reis yapal ım? Rauf bey, hiçbir ş e y d e n kuşkulanmadan ş ö y l e kar
şılık verdi : — S e n reis olmamalısın! Mustafa Kemal bu sefer H ü s r e v Sami'nin get irdiği
haberin d o ğ r u o lduğunda karar kılarak Rauf beyi hırpalamaktan çekinmedi :
— Demek Bekir Sami beyin evinde verdiğin iz kararı bana tebliğ ed iyorsunuz, öyle mi? diyerek salona doğru ilerledi. Bu konuşma ancak birkaç saniye sürmüştü. Rauf bey, şaşırmış ve sersemlemişt i .
Mustafa Kemal, kongre salonuna girerken, eski arkadaşının vermiş o lduğu bilginin doğruluğuna inanmıştı.
Rauf beyi şaşkınl ığıyla oracıkta başbaşa bırakarak
12
s a l o n a girdi ve k ü r s ü y e çıktı. Delegeler onu'a lk ış ladı lar , o, bir «sahib i d e v l e t » sıfatıyla şu nutku o k u d u :
— Muhterem efendi ler, V a t a n ve milletin halâsını istihdaf ey leyen sevaiki
m ü c b i r e , sizleri meşaku mevâni karşısında Sivas' ta t o p ladı . Bilâdi perver azminiz i tebrik ve b e y a n hoşâmedl ey lemekle bahtiyarl ığımı arzeder im. *
Efendi ler, muhterem heyetiniz rehakâr müzakerat ına g i r i ş m e d e n evvel bazı maruzatta bulunmama müsaadeniz i r ica ederim. M a l û m d u r ki mill iyetler esasına müstenit v a a d l e r üzer ine 30 T e ş r i n i s a n i (Kasım) 1918 tarihinde d ü vel i itilâfiye ile mütareke aktedildi. T ü r k i y e adilâne bir s u l h a nail o lacağın ı ümit etti! Halbuki mütarekename ah kâmı vatan ve milletimiz aleyhinde her g ü n bir suret le sui ist imal ve taarruz ve icbar suret iy le tatbik edildi. D ü vel i it i lâfiyeden k u v v e t alan memleketimizdeki anasır ı H ı -r ist iyaniye, milletimizin haysiyetini kesrü ihlâl mahiyetinde ç ı lg ınca harekâta koyuldu. Garbî A n a d o l u ' d a İslâmın harimi ismetine dahi l o lan Y u n a n zalimleri, düvel i itilâ-f iyenin enzar ı tesamühü karşısında c a n a v a r c a cenayi ika ett i .
Şarkta Ermeni ler Kızı l ırmağa kadar tevsi hazırl ıklar ına ve şimdiden hudutlar ımıza kadar d a y a n a n katliâm s iyaset ine başladı. Karadeniz sahil lerimizde Pontos Kra llığı hayalinin tahakkukuna bile çalıştı. A d a n a , A n t e p , M a r o s ve Konya haval is ine kadar Antalya işgal ve T r a k y a da işgal mıntakasına idhal edildi.
Payitahtı sal tanat ve makamı hilâfetin ise hükümd a r saraylar ına k a d a r b o ğ u c u bir tarzda işgali suret iy le kalpgâhı devlette e c n e b i inhisar ve tahakkümü t e e s s ü s ett i . Ve bütün bu hakşiken tasdilere karşı hükümeti merkez iye ihtimal ki tar ihte bir misli daha görülmemiş s u rette tahammül etti. Ve daima zayıf ve âciz bir mevkide kaldı. İşe bu ahval milletimizi şedit bir intihaba şevketti. Art ık milletimiz pek güzel anladı ki düveli iti lâfiye bu v a t a n d a mukaddesat ve muhadderat ına sahip bir kudret ve iradei milliye m e v c u t olmadığı zehabı batıl ına kapıld ı . V e b u z e h a p y ü z ü n d e n cansız bir vatan, kanunsuz
13
bir milet nelere müstahak ise blmuhaba onlar ın tatbikatına koyuldu. Buna karşı tevekkül ve tesl imiyetin inkıraz ı tam faciasından başka bir net ice v e r e m e y e c e ğ i k a naati teeyyüt etti.
Efendiler, milletimiz s iz ler gibi m ü n e w e r a n ve h a -miyetperveranın elemli karanl ığında naümid olmadı. Ç ü n kü onlar bilirler ki tar ih, bir milletin varl ığını hakkını h iç bir z a m a n inkâr edemez. Ç ü n k ü onlar kuvvetl i bir iman ile konidir ler ki nikabı batıl arkasından vatan ve milletimiz aleyhinde veri len hükümler ortaya sürü len kanaat ler, muhakkak iflâsa mahkûmdur.
Efendi ler, itilâf devlet ler inin haksızlıkları ve hükümeti merkeziyenin zafu a c z i karşısında milletimizin mevcudiyetini ispat ve fiilî t e c a v ü z l e r e karşı namus ve istiklâlini bilfiil müdafaa hükmünü vermekte muztar kıldı. M a t lup o l d u ğ u veçhi le: Şarkta harbi zailin her tür lü meşakkat ve elemlerini g ö r m ü ş ve bi lhassa Ermeni ler in v a h şet ve zulümlerine sahne olmuş matemzede hudut v i lâyetler imiz namus ve istiklâli millîyi kurtarmak maksadıyla Müdafaayı Hukuku Mil l iye Cemiyetleri teşkil eyledi ler. Şarktan ve cenuptan tehlike hisseden Diyarbakır v i lâyet imizde de Müdafaayı V a t a n Cemiyeti teşekkül etti.
G a r p t a Yunanl ı lar ın t e c a v ü z ü ihtimaline karşı teşekkül e d e n Müdafaayı Hukuku Mill iye Cemiyet i Yunanl ı ların sevgi l i topraklarımıza ayak basması üzer ine ilhakı f iilen redde kıyam etti.
T r a k y a ' d a , Kil ikya'da ve her tarafta millî cemiyet ler teşekkül etti. Hülâsa garptan ve şarktan y ü k s e l e n s a d a y ı millet, Anadolu 'nun en ücra köşesinde makes b u l d u . B inaenaleyh, millî cemiyetler, düşmanların esaret b o y u n d u r u ğ u n a girmemek kasdiyle millî v icdanın azim ve iradesinden doğmuş y e g â n e teşkilât oldu. Bu s a y e d e asırlardan beri müstakil y a ş a y a n milletimiz, mevcudiyet in i âleme göstermeye başladı.
Efendiler, milletçe çarei halâsın ancak kendi r u h u n dan ve kendi taarruzundan d o ğ a c a ğ ı kanaati tahakkuk edince bariz tehlikeler karşısında bulunan şarkî A n a d o lu vi lâyeti Erzurum Kongresi 'n i davet etti. Bu s ı rada idi
ki c e r e y a n eden muhaberat ve saik olan hadisat ve z a ruret ile de halâsı umumî vatanı istihdaf e y l e y e n S i v a s K o n g r e s i , b u g ü n heyeti muhteremeniz in v ü c u d a getirdiği umumî kongre, 21 H a z i r a n 335 (1919) tar ihinde karargir olmuştur.
Efendiler, burada azîm teessüfler le heyeti âl inize ar-zedeceğim ki, memleketin ve milletin mukaddesatını teminde a c z ü meskenetten başka bîr kudret göstermemiş olan hükümeti merkeziye sadayı milleti boğmak revabıt ı müştereki mill iyeyi kırmak ve şu suret le milleti daima mağlûp göstermek gibi ancak düşmanlar ımızın hesabı menfaatine kaydolunan harekâtı mezbuhane ve müteha-lifede bütün celâdetini takındı. Bu hal, tarihi millimizde bittabî hükümeti merkeziye hesabına pek şa ibedar bir fasıldır.
T e ş e k k ü r o lunur ki. efendiler, millet, kudreti mill iye-nin tamamen müzahir i o lan namuskâr o r d u m u z , hükümeti merkeziyeyi ikaz suret iy le z a r a r takim edilmiştir. M a -hâza suitesir ler bazı mertebei tehiratı bâdi olmuştur.
Hatır larda olacakt ır ki, S ivas Umumî Kongresi 'n i teşrifleri için 22 Haz i ran 'da vukubulan davetnamede E r z u rum Kongres i 'nden bahsedi lerek 10 T e m m u z , inikad için esas itibar edilmişti. G a r b î Anadolu murahhaslar ının bu zamana kadar S ivas 'a vası l olabi lecekleri tahmin olunarak Erzurum Kongres i heyetinin de Sivas' ta umumî içtimaa dahil o labi leceğine imkân t a s a v v u r edilmişti. Ha lbuki S ivas Kongresi 'n in inikadı ancak b u g ü n m ü y e s s e r o l d u . Aradan bir ayı mütecaviz zaman geçt i . Bu uzun müddet zarf ında E r z u r u m K o n g r e s i heyetinin int izar etmesind e n ise zaten malûm ve müşterek olan maksadı asl iye ve noktai esas iye üzer inde icrai müzakerat ve ittihazı mukarrerat eylemesi münasip görü ldü. Ve sonra da murahhasların mahalli intihaplarına avdetler iy le mukaı ıera-tın fiilen tatbikatına başlamaları terc ih edildi. Fakat, kongre heyeti umumiyesi ve binaenaleyh şarkî A n a d o l u , n a m ı n a Sivas Kongres i 'nde hazır bulunmak üzere heyeti temsi-l iyeden bir heyet in teşkil ine karar verdi . E r z u r u m K o n g r e si'nin beyanname ve nizamnamesi muhteviyat ından baş-
15
ka hafi kalmış hic bir -karar yoktur. Yalnız S a d r a z a m F e rit Paşa'nın Paris seyahat inden avdet inde A n a d o l u ' d a ş u r i ş o lduuğna dair v u k u bulan bir tamimi kongrede büyük teessüfler le okunmuş ve muhalifi hakikat ve menafi i memleket ve millete muzir bu fâi lâne tebliğin derhal tekzibi şiddetle kendi ler inden talep edilmiştir. Bir de intihabı mebusanın teşriî ta lep olunmuştur. E r z u r u m K o n g r e s i , yalnız şarkî Anadolu murahhaslar ından teşekkül etmiş b u l u n d u ğ u için selâhiyetini bu daire dahil ine hasretmek mecburiyet ini nazarı dikkatte tutmuştur. Ancak garbî A n a d o l u ve Rumeli murahhaslar ının iştirakiyle tecell i edebilecek âmü şamil selâhiyet in istimalini heyeti muhtere*-menizle meşrut ve mukayyet g ö r d ü . Hattâ bu sebepledir ki şarkî Anadolu'daki millî cemiyetler in bir leşmesinden hasıl olan kütleye unvan ver irken şarkî Anadolu kaydı kondu. Alelitlak « A n a d o l u Müdafaay ı Hukuk Cemiyet i» y a hut Anadolu-Rumeli M ü d a f a a y ı Hukuk Cemiyet i unvanı umumisi istimal edilmek ve bütün milletin hukuku namına kendilerine selâhiyet vermek d o ğ r u olamazdı. Bu takdirde İstanbul'da vuku b u l d u ğ u gibi beş-on kişinin bir a r a ya gelerek bütün milletin sahibi selâhiyet vekilleri imiş gibi indi ve sahibî aslî o lan milletle alâkasız bir t e ş e b b ü s mahiyetinde olabil irdi.
Bununla beraber, efendi ler, E r z u r u m Kongresi bütün memleketin ve milletin intihak ve ittifal noktasında şarkî Anadolu v i lâyet ler ince vi lâyatı saire iıe her noktai naz a r d a n iştiraki mesai temini emeli katidir üssülesasını kabul eylemiştir. Bittabi huzuru âlinizle münakid işbu S i v a s umumî kongremizde vatanımızın yekpare, milletimiz in y e k v ü c u t o l d u ğ u lüzumu gibi ifade vé ispat edecek e s a s a t vazolunur.
Efendiler, millet meclisinin toplanması için öteden beri göster i len amali mill iye karşısında hükümeti merke-z iyenin bidayettenberi aldığı imkânlar ve bi lâhare müte-merridane ve kanunu e s a s i y e küll iyen mugayir etyarı s o n günlerde cereyanı millî tesiratıyla mümaşatkâr bir v a z i y e t e girmiştir. İntihabata emir veri ldiği malûmumuzdur. B u n u n tahakkukunu inşaal lah azmü celâdetiniz v ü c u d a
16
get i recekt i r . A n c a k buna takaddüm e d e n safhayı vaka-y i d e müteaddit v e y a münferit ecnebi mandaterl ikleri g ibi d o ğ r u d a n d o ğ r u y a hayat ve istiklâlimizle alâkadar bir mesele mevzuu bahis olmaktadır.
Mecl is i millînin henüz toplanmamış o l d u ğ u bu sırada maksur ve istiklâlini kaybetmiş olan hükümeti merkezi-yen in münferit ve g a y r ı meşru bir karar veyahut amali mill iyeye muhalif baz ı tekâlifi har ic iyeye inkıyat ve ser-füruğ etmiş gibi emri vâkilerin ihtimali zuhurat ına karşı E r z u r u m ve Sivas Kongreler in in ruhu millîyi temsilen ve birbirini takiben içtimai muhakkak bir fali hayır ve selâmettir. Maruzat ım hitam bulurken heyetimizin muvaffakı bi lhayır olması temenniyatını Bâr igâhı i lâhiye refeyle-r im.
Mustafa Kemal' in «vakur, tannan, kâh şedit, kâh mü-teheyy iç, kâh asabî t i r ses le» söylediği aç ış nutku, de-legelerce ellerinin bütün sıcaklığı ve g ü c ü y l e alkışlandı.
G ü n d e m d e konuşulacak dört madde v a r d ı : İlkin kong r e başkanı seçi lecek, Erzurum Kongres i nizamnamesiy-le beyannamesinin S i v a s Kongres i 'nce kabul edilmesi için bir öneri görüşü lecek, yirmi beş kişilik bir delege grubun u n hazırladığı bir muhtıra üzerine tart ışı lacak, en sonra da üyelerin öner i ve dilekleri dinlenecekti .
Başkanlık kürsüsünü geçic i olarak alan Mustafa Kemal, kongreyi kendi d ü ş ü n c e ve kararlarına yaklaştırmak üzere bir savaş meydanını yönet ir gibi dikkatle işe başladı :
— S ö z isteyen var mı? diye s o r d u . İlk olarak Ali Fuat Paşa'nın babası İsmail Fazı l Paşa, s ö z alarak şöyle konuştu :
— K o n g r e y e temelli reis seçmek d o ğ r u değildir.. Riy a s e t vazi fesi münavebe ile yapılmalı. Birer gün veya birer celse reislik y a p a c a k şahsiyet ler temsil ettikleri mahallerin ve kendi adlarının ilk harflerini nazara alınarak hurufu heca s ırasiy le seçilmelidir. « R i y a s e t mevkiinde oturan Mustafa Kemal Paşa'nın y ü z ü n d e sinirli l iğini belirten asabî ç izg i ler yay ı l ıyordu. Hiddetl i zamanlarına -mahsus bakışları ile gözler ini İsmail Fazı l Paşa'nın ve sa-
17 3 / F . : 2
lonu dolduran delegeler in göz ler inde» dolaşt ır ı rken ş ö y le d ü ş ü n ü y o r d u : « İsmai l Fazı l Paşa'nın adı (Arap harflerine göre) elifle yani 'A ' ile başl ıyor. Demek ki o, reis olmak istiyor. Alfabetik s ıranın anlamı bu olsa gerek. B e kir Sami beyin evinde gizl i bir toplantı y a p a n delegeler in arasında İsmail Paşa da vardı . O n u n için sıkı durmal ıydı . En nüfuzlu ve s ö z ü g e ç e r bir insan olarak Rauf b e y de bu düşüncenin peşine takı lanlardandı. Söy lendiğ ine g ö r e bu düşüncenin kaynağı , İsmail Hâmi beyin kafasıy-dı.» İçinden böyle d ü ş ü n e n Mustafa Kemal, yaşl ı p a ş a y a şöyle karşılık verdi :
— Paşam, bu teklif inize hâkim olan mucip sebebi iy ice anlayamadım. Z a n n e d i y o r u m ki, kongre de legeler i nin ekseriyeti de öyle. İsmail Fazı l Paşa direndi :
— Kongrenin mesais ine şahsiyat karıştırmamak, arkadaşlar arasında müsavat temin etmek gayesini g ü d ü y o r u m .
« M u s t a f a Kemal Paşa'nın y ü z ü n d e hayret i fadelendiren bir tebessümün yayı ldığı g ö z d e n kaçmıyordu. K u r ş u n gibi ağır, zehir gibi ac ı ve fakat kısa bir iki cümle ile İsmail Fazıl P a ş a ' y a » şöy le dedi :
— Paşa hazret ler i , şahsiyattan, müsavattan bahsediyorlar. Fakat, ne yazık ki daha dün İstanbul 'dan gelen en yakın arkadaşlar ını , vaz iyete gayr i vâkıf ve şahıslarına karşı pek z iyade hürmetkar o lduğum bir ihtiyarı taz-sif ederek bilfiil şahsiyat yapıyor lar. Bununla beraber, İsmail Fazıl Paşa hazretlerinin takdime vasıta o l d u ğ u teklifi kongrenin reyine arzediyorum.
Kongrenin oylamasına konan bu öneri oybir l iğ iy le bir yana itildi. Bu sefer gizl i oy la başkanlık seçimine başlandı. K o n g r e , hiç duraksamadan Mustafa Kemal' i kongre başkanlığına get irdi . Oy kâğıtları arasında yalnızca üç «muhal i f» oy g ö z e ç a r p ı y o r d u . Mustafa Kemal artık temelli olarak kongre başkanı seçilmişti. Bu geçi lmesi gerekl i en önemli k ö p r ü y d ü . Buna 'Sırat' köprüsü d e n s e , yeri vardı.
Başkanlık, mandacı lar ın eline geçebi l i r , onlar da bu
18
gemiyi s o n u c u bel irsiz, fırtınalı deniz lere sürükleyebi l i rlerdi. Dizginleri her y e r d e elde tutmak g e r e k i y o r d u .
Sırat köprüsünü g e ç e n Mustafa Kemal, bir kez d a h a k o n g r e c e alkışlandı.
Artık Mustafa Kemal, adım adım ve basamak b a s a mak amaca d o ğ r u i lerleyebil irdi. Hâlâ, kamuflâj gerekliydi. İstanbul buna inanmasa bile gerekl iydi . Bu sürekl i ihtilâli çok ustaca yönetmek, tam bir stratej olarak y ö netmek gerek iyordu. Ç o k uzun süreli çev irme hareketlerine çok alçak gönül lüce başlamaktan başka ç a r e yoktu. Şimdi, burada kongrenin ispatlamak z o r u n d a o l d u ğ u iki ş e y vard ı : Bir, her şey in padişah ve hilâfet namına yapı ldığını göstermek taktiği, ikincisi de çok tehlikeli bir p r o p a g a n d a y ı önlemek için kongrenin İttihat ve T e r a k k i c i hiç bir niteliği bulunmadığını anlatmak. B u n u ya ln ızca anlatmaya çalışmak yetmiyor, bir de yeminle savat lamak ve güçlendirmek farzo luyordu. Mustafa Kemal, bu iki ö n e riyi kongreye s u n d u . « B i l h a s s a yemin m e v z u u üzer inde şiddetl i ve çetin münakaşalar oldu. Z i ra İstanbul hükümeti ve işgal kuvvetleri memleket içinde devamlı surette yaptıkları menfî propagandalar la millî mücadele ve mukavemetin ittihatçılığı diriltmek hareketinde ve İttihat ve Terakki 'n in eseri olmaktan ibaret o lduğunu vatandaş larımızın z ihninde y e r ettirmek istiyorlardı.»
« A l i Kemal (Peyam) gazetes inde bi lhassa bu fikri ş iddetle telkin etmeye çalıştığı gibi S a b a h , A lemdar, S e r best i , A y d e d e vesaire gibi gazeteler de aynı p r o p a g a n dayı körüklüyorlardı. B u n u n içindir ki, a z a d a n bir kısmı haklı olarak :
— Sivas Kongresi 'n in hiç bir parti f ikrine dayanmaksızın sırf vatansever ler birl iği olarak toplandığını ve tek gayesin in T ü r k vatanını kurtarmak o l d u ğ u n u halka anlatmalıyız!» diye direniyorlardı. Padişaha bir mektup g ö n d e rip göndermemek s o r u n u n u çözümlemek için tam üç g ü n karşılıklı çene çal ındı, tartışıldı ve çekişi ldi. «Ni tek im kong r e için tesbit edilen ruznamenin» görüşülmesine ancak d ö r d ü n c ü g ü n başlanabi ldi, «İtt ihatçıl ık ve yemin bahsi
19
üzer inde en çok duran ve konuşan hat iplerden biri de Denizl i delegesi Küçük A ğ a z a d e N e c i p Al i b e y d i » :
— Biz. ne İtt ihatçı, ne iti lâfçıyız. Ne ş u , ne öteki f ırkanın elemanlarıyız. B ö y l e dahi olsak bu sakf alt ında yaln ız «vatanı kurtarma» gayret i milliyesi ile hemfikir olarak toplqnmis insanlarız. V a t a n kurtuluncaya kadar her tür lü particilik f ikrinden ve telâkkisinden uzak ve birbir imize omuz vermiş olarak yalnız istihlâsı memleket ve millet için ça l ışacağız ve bütün vatandaşlar ı aralar ındaki her türlü siyasî ihtilâfı durdurarak yalnız bu büyük ve mill î g a y e üzerinde ve hedef istikametinde buluşturup birleşt ireceğiz.
Bu düşünceler i delegeler in ç o ğ u n l u ğ u d o ğ r u l u y o r ve destekl iyordu. En s o n r a , bir yemin formülü bulunmuştu. Bu şöyleydi :
— Saadet ve selâmeti vatan ve milletten başka hiç bir maksadı şahsî takip etmeyeceğime, İttihat ve T e r a k ki Cemiyeti 'nin ihyasına çal ışmayacağıma, mevcut furu-ku siyasîden hiç birinin emeli siyasîsine hadim olmayac a ğ ı m a vallahi-billahi..»
Bu yemin biçimi, kongrenin daha rahat ve korkusuz çal ışmalarına yardım etti. T ü r l ü parti lerin adamları o lan delegeler, bu yemin üzerine rahat bir soluk aldılar. B u n lar, yeminin kesin bir i lâç gibi şifalı s o n u c u n a g ü v e n i y o r v e :
— Yalnız vatan için! parolasına yaslanıyor lardı .
* * Mustafa Kemal, kongrenin y o r u c u havasından s ıyr ı
l ınca akşamüstleri, yanına Rauf beyi de al ıyor, S ivas ' ı b o y d a n boya ikiye bölen ve ucu Kızılırmak k ö p r ü s ü n e v a ran caddeden aşağı iniyor, kendisini büyük bir sempati i le s e y r e d e n ve selâmlayan halka sıcak selâmlar g ö n d e r i y o r d u . Yaldız l ıçeşme'ye dek uzanan bu gezint i ler, Rauf bey le birlikte yaptıkları bir g ö v d e göster is ine pek b e n z i y o r d u .
Bunca tehlikeye ve tehdide p a b u ç bırakmayarak g e l miş, S ivas yaylasının iyi ve babacan insanları aras ına y e r leşmiş, şimdi ev indeymiş gibi S ivas caddeler inde g ü v e n -
20
Alamut - Çizgiliforum.com
le g e z i p dolaşıyor, b ö y l e c e bütün pısırık ve korkak a lçaklıklara meydan o k u y o r d u .
Sırt ında yolculukta g iydiğ i yar ı a s k e r c e haki avcı c e -ket-pantolonunu ve b o z kalpağı çıkarmış, y i n e E r z u r u m Kongres i 'nde giydiği eski Val i Müni r beyin ceket atayı ile raye pantolonunu ve M a z h a r Müfit beyin fesini g i y m e y e başlamıştı.
Gerek kongre saat ler inde, gerekse gezint i lerde bu kılıkla g ö r ü n ü y o r d u . Bu giynekler in ona pek bol geldiği ve iğreti o lduğu ilk bakışta anlaşı l ıyordu. M u s t a f a Kemal' in en çok uğradığı y e r te lgrafhaneydi . Maiyet iy le sık sık o r a ya uğruyor , tahta sandalye ler üzer inde u z u n uzadıya oturmaktan sıkı lmıyordu. H e r yerde her z a m a n o l d u ğ u gibi S i v a s telgrafçı ları da M u s t a f a Kemal'in hizmetinde gecel i gündüzlü çal ış ıyor, bütün fedakârl ıkları için bir 'at l ı teşekkür onlara yet iyor , ar t ıyordu bile.
« K o n g r e geceler i çok eğlencel i g e ç i y o r d u . Bi lhassa A n a d o l u , İstanbul ile münasebatını kestikten sonra İsmail Fazı l Paşa, kabine l istesini tanzim ediyor, Ahmet Rüstern bey, F r a n s ı z c a yazdığ ı tarihten parçalar o k u y o r ve Kara Vas ı f , Amerika'dan gelecek milyonlarca dolar ile memlekette yapı lacak g e n i ş dahilî ıslahat polit ikasının der in ve samimî hayali iç inde g a ş y o l u y o r d u . »
« K o n g r e y i günlerden beri Anadolu ve Rumeli M ü d a faayı Hukuk Cemiyet i 'n in p r o g r a m ve nizamnamesi meşgul ediyordu. Burada en mühim mesele, manda mesele-siydi . Kongrenin muhit inde manda fikri pek z i y a d e y e r almış ve hattâ bu h u s u s t a hayli p r o p a g a n d a l a r da yapı l mıştı. Mandayı isteyenler, Türk iye 'n in bu korkunç v a z i yetten ancak böyle bir yo l ile kurtulabi leceğini hüsnüniyet le zannetmişlerdi. Fakat manda ne, b u n u n hukukî portresi nedi r?»
«Amer ika, yakın şarkta sırt ına böyle bir vaz i fe ve mesul iyet alabil ir mi? Kimse d ü ş ü n e m i y o r ve yalnız Amerik a n mandasının T ü r k vatanperver l iğ ine u y g u n o lacağı tahmin edi l iyordu. T ü r k i y e , bu hâdisede istiklâlini kurtarmış olsa bile, ecnebi bir devlet in geniş bir mikyasta yardımı olmaksızın y a ş a y a m a z kararına v a r ı y o r d u . »
21
D o ğ r u s u n u söylemek icap ederse, o günler in haşin ve korkunç realitesi karşıs ında bu mantık, normal bir d ü ş ü n ü ş ü n ifadesiydi. Fakat , büyük hâdiseler içinde b a ş ka tür lü yaratı lması lâzımdı. Mustafa Kemal'de bu har ikulade vasıf lar vardı .»
H e n ü z , ruznâmeye gir i lmesini engel leyen v e bunu s ü rüncemede bırakan, en g ü z e l ve yararl ı işler için h a r c a nacak günleri ve saat lar ı y e y i p bitiren « y e m i n » işinin u z a y ı p gittiği günlerde M a z h a r Müfit bey. Mustafa K e mal'e şöyle dedi :
— Paşam, ruznâmenin müzakeresine giremedik. H e le nizâmnâmenin müzakeresinde hazırl ıksız ç ıkarsak k o n g r e a y l a r c a sürebil ir. Bu itibarla bir hazırl ık yapmamız, g e r e k e n tadilâtı hazır lamamız yer inde olur. Mustafa Kemal, bu öneriyi d o ğ r u buldu. B u n u n üzerine değişikl ikleri hazır lamayı kararlaştırdı lar. E r z u r u m Kongresi 'n in get irdiği ihtilâlci n izamnameyi, bütün Türk iye 'n in kurtu luşunu temsil edecek bir n izamname niteliğine ulaşt ırmayı d ü ş ü nüyor lardı . E r z u r u m Kongres i 'n in değerl i ihti lâlci prensiplerini yalnız d o ğ u v i lâyet ler ine ö z g ü maddeler inden kurtarmak gerekiyordu. T ü r k i y e ' n i n sınırları içindeki bütün v i lâyet ler bundan nasibini almalıydı.
Birbir ine d ü ş ü n c e c e daha bağlı bu y i rmibeş-otuz kişilik arkadaş g r u b u , kongrenin ikinci ve ü ç ü n c ü g e c e l e r i , nitekim, ihti lâlcilerin emniyet müdürü M a z l u m beyin odasın ın yanındaki boş o d a d a toplanıp bu değişikl iği y a p tılar.
Bu arkadaş g r u b u n a M a z h a r Müfit bey başkanlık ed iy o r d u . « A n c a k bu s a y e d e d i r k i kongrenin d ö r d ü n c ü g ü n ü n i z a m n a m » v e b e y a n n a m e n i n » g ö r ü ş ü l ü p s o n u ç l a n dırı lmasını sağlayabi ldi ler. B ö y l e c e çok değer l i vakitlerini yit irmekten de kurtulmuş oldular.
K o n g r e , çok i lginç ve çekişmeli sürüp g i d i y o r d u . D e ğişik l iğe uğratı lan n izamname ve beyanname kolayca kabul edilmişti.
D ö r d ü n c ü g ü n ü n g e c e s i , M a z h a r Müf i t v e H ü s r e v Sami beyler, E r z u r u m geceler in i andır ı rcasına M u s t a f a Kemal' le sabahladı lar. M u s t a f a Kemal, düşünceler in in a l -
22
t ında kendisini tedirgin edip duran bir s o r u n u çözümlemek iç in M a z h a r Müfit beyin yanısıra H ü s r e v Sami beyi de çağırmışt ı . T a m bir konuşma kapısı açı lacağı s ı rada emir ç a v u ş u Al i içeri girdi :
— Paşam, dedi . S ü r e y y a bey hasta yat ıyor ! — Git , Doktor Refik beyi haberdar et. S ü r e y y a bey
l e meşgul o lsun. Biraz s o n r a , Doktor Refik bey içeri girdi : — Paşam, S ü r e y y a beyi gördüm. Bir şey i yok. B i
r a z üşütmüş ve nezle olmuş. B u n u n üzerine Mustafa Kemal'in içi rahatladı. Dok
t o r u n getirdiği bu güzel haber üzerine M u s t a f a Kemal' in i lgisi, kaç g ü n d ü r midesini bulandırıp duran işe geld i . H ü s r e v Sami b e y e dönerek :
— E h , anlat bakalım, şu bizim r iyaset meselesinin i ç y ü z ü n ü , dedi. İsmail Fazı l Paşa'nın yaptığı öner in in aslı a s t a r ı meydana çıkmalıydı. Hüsrev Sami bey :
— Paşam, vaziyet i o lduğu gibi ve bütün çıplakl ığı i le g ö r d ü n ü z . Halbuki , bana inanmamış ve belki de beni o r k a d a ş l a r ı arasına nifak sokmaya çal ışan bir polit ikacı b e z i r g a n ı sanmıştınız. Bekir Sami beyin ev inde yapı lan îçt imada sizi reis seçtirmemek üzere karar vermişlerdi . Fakat , muvaffak olamadılar, dedi. s
Mustafa Kemal : — Sebebi b e n c e aşikâr, dedi, anlaşı l ıyor ki bu ar
kadaşlar , kendi aralar ında « m a n d a » fikrini kabul etmiş bulunuyor lar. Beni reis seçt irmemeye g a y r e t sarfedenle-rin ve politik taktiklere sapmalarının tek izahı: Kendi ler i n d e n bir r e i s e . m a n d a y ı el çabukluğuna getir ip kongre karar ına bağlatmak arzusundan ibarettir. A m a , hakikat e n şayanı hayret ve müessif bir manevra.
Mustafa Kemal, sustu. Biraz d ü ş ü n d ü , s o n r a başka b i r konuda s ö z aldı :
— Nizamnamenin bu şekilde ve muvaffakiyet le kong r e n i n tasv ib inden geçmesi çok iyi o ldu!
Şafakla beraber, kongrede en önemli maddenin g ö rüşülmesini isteyen mandacılar, taarruz hazır l ığına başl a y a c a k t ı ve bütün tehlikeli silâhlarını mevz iye sokacak-
23
lan da meydandaydı . B u n a karşı hazırlıklı olmak g e r e k i y o r d u .
Şu sırada Mustafa Kemal ve yakın arkadaşlar ın ın el inde bulunan mevzi ler, mandacıların eline g e ç e r s e kurtuluş savaş ı hülyası b irdenbire suya düşebi l i r ve millet, Amer ika gibi yeni yeni iştahı açı lan bir devin k o r k u n ç boy u n d u r u ğ u n a girebi l irdi. Amerika'da petrol kralları rast-gele bir adamı istediklerinde cumhurbaşkanı yapabi lecek güçteydi ler . Amerika'nın boyunduruğu dolar lardan yapıl ı y o r d u .
Bu y ü z d e n , Mustafa Kemal, bu « m a n d a » maskaralığının boynuna korkunç bir Türk baltası indirmenin z a manı geldiğini anl ıyordu. Arkadaşlarını bu konuda çoK uyanık bulundurmak için ilkin manda üzer inde kendi d ü şünceler in i söyledi . Arkadaşlar ın ın düşünceler in i de ö ğ rendi. Onlar ın düşünceler i de kendisininkilerle at başı bir g i d i y o r d u .
S a b a h a pek az kalmıştı. Kızdırmağın, d o ğ u d a eteklerini sıyır ıp geçt iğ i Gür leyük dağının üzerindeki lâcivert aydınl ık, maviye, o da yerini açık maviye bırakmıştı. Yı ldız lar, masmavi durguri ve saydam bir gölün suları üzerindeki nilüferler ya da lotus çiçekleri gibi g ü m ü ş aklık-larıyla pır pır t i treşiyorlardı. Mustafa Kemal, o d a s ı n d a saat ına bir daha baktığında Çanakkale savaşlarmdaki uyk u s u z ve heyecanl ı geceler ini bir kez daha andı . V a t a n ve milletin yaşamak ve hür olmak savaşı ardı arkası kesi lmeden s ü r ü p g id iyordu. Sivas' ın bütün horozlar ı uykuya ve düşlere meydan okuyan tatlı ve der in sesler iy le ö t ü ş ü y o r d u .
Mustafa Kemal, yo lunun üzerine yeni bir barikat kurmuş olan mandacıları da - en yakın arkadaşlar ı bile o lsa -ç i ğ n e y i p geçmek z o r u n d a y d ı .
Mustafa Kemal'le uyanık arkadaşlarının mandacı lar la g ü r e ş e c e ğ i önemli g ü n gelip çatmış, öğleden ö n c e g r u p lar harıl harıl taarruz hazırl ığı yapmaya başlamışt ı .
M a z h a r Müfit bey, sabahleyin, arkadaşlar la b u l u ş mak üzere o d a s ı n d a n çıkmaya davrandığı s ı rada Rauf b e y i n o d a hizmetçisi kapıyı çaldı :
24
— Beyler Rauf beyin odasında toplandı lar, siz i de bekl iyor lar, dedi.
Mazh&r Müfit bey, kongrenin bu çok önemli o t u r u mundan ö n c e bir hazırlık toplantısı y a p a n Rauf b e y ve arkadaşlar ının kendisini de çağırdığın ı sanarak hemen o r a y a koştu. « R a u f beyin y a n ı n d a , Denizl i murahhaslar ı N e c i p Ali (Küçük A ğ a ) , Y u s u f bey (Büyük A ğ a ) , N i ğ d e murahhası Haut, Eskişehir murahhası H ü s r e v Sami beyler vardı .»
Rauf bey, kapıdan giren M a z h u r Müf i t beyi g ö r ü n c e hemen şaka yol lu :.
— G e l y a h u , nerede kaldın, bak senin Denizl i l i ler de manda taraftarı ! dedi. Necip Ali bey, h e n ü z M a z h a r M ü - -
fit beyin bir şey söylemesine vakit kalmadan ş ö y l e konuştu :
— Affedersin iz beyefendi , biz Deniz l i 'den S i v a s ' a manda almak ve dilenmek için gelmedik.
Halit bey de o n d a n s o n r a s ıraya girdi : — Rauf bey, böyle şakalara tahammül edecek adam
lar deği l iz, dedi. B u , normal bir konuşma deği ldi . Sanki bağırmışt ı .
İş, Rauf beyin şakasıy la başlayarak b irdenbire par ladı. Y ü z l e r ger i ld i , kaşlar çatı ldı, s e s l e r tok ve katı bir d u r u m aldı. İlk ö n c e H ü s r e v Sami bey, o n d a n s o n r a Y u s u f b e y , kongrede nutuk ver i r gibi sert bir tonla konuştular.
M a n d a için söylenebi lecek en kötü söz ler i söyledi ler . G ü n l e r d e n beridir sinerek bekledikleri s iper lerden dışarı f ırlamış asker ler gibiydi ler. D ü ş m a n , manda d e n e n g ö r ü n mez canavardı . Memleketi kurtarmak için kellelerini koltuklarına almış olan yiğit lerin ta burunlar ın ın dibine dek sokulmuştu. İlk iki hatip, bu hayalet d ü ş m a n a u z u n u z a -d ı y a ateş ettikten s o n r a , s ö z ü M a z h a r Müf i t b e y aldı. O da ver ip ver işt irdi . Bu arada herkes Rauf bey in renkt e n renge girdiğini görmezl ikten g e l i y o r d u .
Bekir Sami beyin ev inde toplandıkları g ü n d e n beri b i rkaç arkadaşın adı mandacıya çıkmıştı. B u n l a r d a n biri de elbette Rauf beydi . Bütün arkadaşlar o n u n a r k a s ı n d a n :
— M a n d a c ı ! d iyor lardı .
?5
Eski S i v a s Val is i Bekir Sami beyin ev inde y a p ı l a n toplant ıya katı ldığından dolayı Mustafa Kemal de o n u ö y l e bi l iyor ve çok üzü lüyordu. O y s a Bekir Sami bey in ev ind e k i toplant ı , daha çok Ç e r k e z toplantısıydı. Bekir Sami b e y , E m i r Paşa, Rauf bey Ç e r k e z olduklar ından d a h a kolay anlaşabi len ve ister istemez birbirini tutan kişi lerdi.
Belki , Rauf bey, Mustafa Kemal' in burda sürekl i kong r e başkanı olmasını istemiyordu. M a n d a c ı o l d u ğ u n u a n latan hiç bir davranış ı görülmemişt i . Rauf b e y , kendisi için de söy lenen ve çok y a y g ı n bir durum olan bu « m a n d a c ı » i ft irasından kurtulmaya karar vermiş, bu konu, kong r e d e tart ış ı lmaya başlamadan ö n c e rengini erkekçe bell i etmek istemişti. Çağırd ığ ı arkadaşlar ın s o n sözler in i b it irdiğini anladıktan s o n r a , çok ciddî bir davranış la şöy le k o n u ş t u :
— Arkadaşlar , manda, manda diyenler bilmelidirler ki manda muhilli istiklâl bir şeydir. Muhil l i istiklâl bir net i c e üzer inde durmak ise bizim işimiz olamaz. B i z , tam ist ik lâlciy iz ve tam müstakil bir T ü r k i y e ist iyoruz.
Rauf bey, bunları söylemişt i ki aşağıda y e m e k zi l inin çal ındığı işitildi. Hep beraber kalkıp y e m e ğ e indiler.. Yemekler ini çabuk çabuk atıştırdılar. Ö ğ l e d e n s o n r a k i o t u r u m d a manda konusu konuşulacağından biraz vakit kazanmak, Mustafa Kemal' in odasında da biraz o t u r a rak d a h a iyi hazırlanmak ist iyorlardı. M a n d a k o n u s u g e r çekten çok tehlikeli ve çok meraklı bir k o n u y d u . G ü ç l ü ve a y d ı n savunucular ı da vardı . Mustafa Kemal, henüz E r z u r u m Kongresi 'y le uğraş ıp dururken mandacı lar da İstanbul ufuklarından yayl ım öteşe başlamışlar, A n a d o l u v i lâyet ler inde oturan Bekir Sami bey gibi iri kıyım, fikir ve idare adamları da türlü telgraflarla bunlara katılmakta gecikmemişlerdi . Romancı ve gazeteci Hal ide Edip' in 10 A ğ u s t o s 919 tarihli bir mektubu da E r z u r u m ' a v a r ı p M u s t a f a Kemal' in yakasına yapışıvermişt i . Bu mektup, baş lar ında karakol örgütünden Kara Vas ı f ve Galatal ı Ş e v ket beyler in bulunduğu g r u b u n bayrağı olarak E r z u r u m kalesinin b u r c u n a gelip dayanmışt ı .
Bu mektup, bütün g ü c ü y l e aktüell iği hâlâ yaşamak-
26
t a y d ı . Mustafa Kemal, mandacıları g ö r d ü k ç e hep bu mekt u b u an ıyordu. M e k t u p şöyle d iyordu :
— Muhterem efendim, Memleketin siyasî vaziyet i en had bir d e v r e y e g i rd i .
Kendimize bir istikamet tayini için T ü r k milletinin zar ın ı a t ıp müspet bir v a z i y e t almak zamanı ise geçmek üzere b u l u n u y o r .
Haricî v a z i y e t İstanbul 'da şöyle g ö r ü n ü y o r : F r a n s a , İtalya, İngi ltere, Türk iye 'de mandaterl ik me
s e l e s i n i Amerika « s e n a s ı n a resmen teklif etmiş olmakla b e r a b e r bütün kuvvetlerini « s e n a » n ı n kabul etmemesi için sarfediyor lar. T a k s i m d e n hisse kaçırmak tabiî işlerine g e l miyor.
Sur iye 'de hüsrana uğrayan F r a n s a , zarar ını T ü r k i y e ' d e telâfi etmek ist iyor. İtalya namuskâr bir emperyalist o lduğundan muharebeye ancak Anadolu taksiminden p a y almak için girdiğini açıktan a ç ı ğ a s ö y l ü y o r . İngiltere'nin o y u n u biraz d a h a incedir.
İngiltere, T ü r k ' ü n vahdet in i , asr i leşmesini, hakikî bir istiklâl almasını atî için bile o lsa istemiyor. Yeni vesai t
^e fikirle tamamen asrî ve kavî bir müslüman-Türk hükümeti başında hilâfet de o lursa İngiltere'nin müslüman esirleri için bir sui misal teşkil eder. Türk iye 'y i kül hal inde İngiltere olabi lse kafasını, kolunu koparır, b irkaç s e n e d e sadık bir müstemleke haline koyar. Buna en başta bi lh a s s a (klerikal sınıf lar) memleketimizde çok taraftardır. Fakat , bunu F r a n s a ile dövüşmeden yapabi lmek kabil o lamayacağından taraftar olamaz. Fakat, Türk iye 'y i v a h det halinde muhafaza zarurî g ö r ü n ü r s e yani taksim a n c a k büyük askerî fedakârl ıklarla husule geleceğin i a n larsa lâtinleri sokmamak için Amerika fikrine zahir ve taraftar olur. Nitekim, İngil iz siyasî adamları arasında z a ten bu fikre temayül mevcut (Morr ison) gibi meşhur s i malar, Amerika'nın T ü r k i y e ' d e umumî manda almasına taraftar o luyor lar.
D iğer bir suret i hal de Türk iye 'y i T r a k y a ' d a n , İzmir'd e n , A d a n a ' d a n , belki d e T r a b z o n ' d a n v e mutlak İstanbul '-
27
dan mahrum ettikten s o n r a eski « k a p i t ü l a s y o n » l a n ve boğulmaya mahkûm dahil î hududu ile müstakil bırakmak.
Biz, İstanbul'da kendimiz için bütün eski ve y e n i T ü r k i y e hudutlarını şâmil olmak üzere muvakkat bir A m e rika mandasını ehveni ş e r olarak g ö r ü y o r u z . Sebepler imiz şunlardır :
1 — Aramızda herhangi şerait altında hrist iyan ekalliyetleri kalacaktır. Bunlar , hem Osmani ı tebaası hukukundan istifade edecekler , hem de hariçte bir A v r u p a devlet ine dayanarak s u r i ş çıkaracaklar, mütemadi müdahaleye sebebiyet v e r e c e k l e r , zaten surî olan istiklâlimizden akall iyetler namına her sene parça p a r ç a k a y b e d e ceğiz .
Muntazam bir hükümet ve asr i bir idare tesiri iç in patrikhanenin siyasî imtiyazları, ekall iyetlerin kuvvetl i devlet ler vasıtasıyla mütemadi tedidi or tadan kalkmalıdır. Küçük ve zayıf b ir T ü r k i y e bunu yapamayacakt ı r .
2 — Birbirini infa e d e n , menfaat, hırsızlık v e y a h u t s e r g ü z e ş t ve şöhret namına yaşayanlar ın hırsını tatmin eden hükümet nazar iyes i yer ine milletin refah ve inkişafını temin, halkı, köyler i , sıhhati ve z ihniyet iy le asrî bir halk haline koyabi lecek bir hükümet nazar iyesine ve tatbikatına ihtiyacımız v a r . B u n d a lâzım gelen para, iht isas ve kudrete sahip deği l iz. Siyasî ist ikrazlar siyasî esaret i tezyit ediyor. Tarafgir l ik , cehalet ve çok konuşmaktan başka müsbet bir net ice v e r e n yeni bir hayat yaratamıyoruz.
Bugünkü hükümet adamlarını takdir etmese bile halkı ve halk hükümeti tesisini münferit bilen Fil ipin gibi vahşi bir memleketi b u g ü n kendi kendini idareye kadir asrî bir makina haline koyan Amerika, bu hususta çok işimize gel iyor. Onbeş-y i rmi sene zahmet çektikten* s o n ra yeni bir T ü r k i y e ve her ferdi, tahsil i, z ihniyet i ile hakikî istiklâli kafasında ve cebinde taşıyan bir T ü r k i y e ' y i ancak yeni dünyanın kaabil iyeti v ü c u d a getirebil ir.
3 — Haricî rekabetler i ve kuvvetleri memleketimizden uzaklaşt ırabi lecek bir zahire ihtiyacımız var. B u n u ancak A v r u p a har ic inde ve A v r u p a ' d a n kuvvetl i bir e lde bulabil ir iz.
28
4 — B u g ü n k ü emri vakiler kalkmak ve süratle d â v a m ı z ı d ü n y a y a karşı müdafaa edebilmek için lâzım g e len kuvveti haiz bir devlet in müzaheretini istemek lâzımdır.
İstilâcı Avrupa'n ın binbir vesait i ve mel 'un siyaset ine karşı böyle, bir vekil sıfatıyla Amerika'yı kendimize kazanarak ortaya atabil irsek, şark meselesini de, T ü r k meselesini de ati için kendimiz halletmiş o lacağız .
Bu sebeplerden dolayı sür'atle istememiz lâzım gelen Amerika mandası da tabiî mahzursuz değildir. İzzeti nefsimizden e p e y c e fedakârlık etmek mecburiyet inde bulunuyoruz. Yalnız bazı larının düşündüğü g ib i , Amerika'nın resmî sıfatında dinî temayül ve tarafgirl ik yoktur. Hr is-t iyanlara para verecek misyoner kadını Amerika's ında bir mevki tutmaz. Amerika'nın idare makinası dinsiz ve mill iyetsizdir. O, çok ahenktar muhtelif c ins ve mezhepte adamları çok imtizaçlı bir surette bir arada tutmanın u s u lünü biliyor.
Amerika, şarkta mandaterl iğe ve A v r u p a ' d a gaile almaya taraftar deği ldi . Fakat, onların izzeti nefis meselesi yaptıkları A v r u p a ' y a usulleri ve idealleriyle faik bir millet olmak dâiyesindedir ler. Bir millet, samimiyetle Amerika milletine müracaat ederse, Avrupa'ya girdikleri memleket ve miletin hayrına nasıl bir idare tes is edebildiklerini göstermek isterler.
Resmî Amerika'nın mühim adamları aras ında lehimize e p e y c e bir temayül husule geldi , İstanbul'a Ermeni d o s t u olarak gelen birçok mühim Amerikalı lar, T ü r k dostu ve T ü r k p r o p a g a n d a c ı s ı olarak döndüler.
Bu cereyanı temsil eden resmî ve g a y r ı resmî A m e rika'nın fikri, hafi olarak şudur: T ü r k i y e ' y i o lduğu gibi -hiç bir p a r ç a y a ayırmamak, eski hudutları dahi l inde v a h det içinde muhafaza etmek şartıyla umumî ve bir tek manda almak ist iyorlar. Sur iye, Amerika komisyonu o r a da iken umumî bir kongre akdederek Amerika'y ı istemiştir. Amerika da Sur iye 'n in bu arzusunu pek hararetle kar-
-şılamıştır. Resmî Amerika, bizim topraklarımız üzer inde Erme-
29
nistan y a p m a y a mütemayil g ö r ü n m ü y o r . E ğ e r manda alırlarsa bütün milletleri müsavi şerait alt ında bir memleket evlâdı olarak telâkki edip alacaklarını en mühim maha-fi l inden haber aldım.
Fakat, A v r u p a mutlak bir Ermenistan yapmak, b i lhassa İngiltere, Ermeni lere tavizat vermek ist iyor. A m e rika efkârı umumiyesinde Ermeni mazlumları namına bir o y u n o y n a m a y a çal ış ıyor. A v r u p a korkusu, biz im mütefekkirleri d ü ş ü n d ü r ü y o r . Reşat Hikmet bey gibi . C a m i (Bay-kut) bey gibi hattâ vahdet i milliyeyi teşkil eden diplomatlarımızın Ermeni meselesi için bu sureti hal tavsiyeler i var. Resmen s ize yazı l ıyor.
Ç o k tehlikeli anlar geçir iyoruz. Anadolu 'daki harekâtı dikkat ve muhabbetle takip eden bir Amerika var. Hükümet ve İngil izler, bunun Hrist iyanları öldürmek, İttihatçıları getirmek için bir hareket o lduğunu, Amer ika 'ya telkine el bir l iğiyle çal ış ıyorlar.
H e r an bu millî harekâtı durdurmak için kuvvet ş e v ki mutasavver, bunun için İngilizleri kandırmaya çal ış ıyorlar. Millî hareket sürat le ve müspet arzularla hemen meydana çıkarsa (ve Hr ist iyan düşmanlığı gibi bir rengi de olmazsa) Amerika'da hemen bir zahir bulunacağını y ine çok mühim mahafıl temin ediyor lar.
S ivas Kongres i inikat ed inceye kadar Amer ikan k o misyonunu al ıkoymaya çal ış ıyoruz. Hattâ kongreye Amerikalı bir gazeteci g ö n d e r m e y e de belki muvaffak olabi leceğiz .
İşte, bütün bunlar karşısında dâvamızda zahir olabi lmesi için bu f ırsat dakikalarını kaybetmeden taksim ve izmihlal korkusu karşısında kendimizi Amerika'ya müracaata mecbur g ö r ü y o r u m . Vas ı f bey kardeşimizle bu hususta müşterek olan noktaları kendisi de ayr ıca y a z a c a k tır.
Türk iye 'y i azim ve irade sahibi geniş kafalı bîr iki kişi belki kurtarabil ir.
S e r g ü z e ş t ve c idal devr i artık geçmişt ir. Atî inkişaf ve vahdet muharebesi açmaya mecburuz. H u d u d u n d a bu kadar çok evlâdı ö len zavall ı memleketimizin fikir ve t e -
30
m e d d ü n muharebesinde kaç tane şehidi v a r ? B iz . T ü r k i ye 'n in hayırl ı ev lât lar ından yar ının banileri olmalarını ist i y o r u z . Rauf b e y kardeşimizle, sizin müştereken temelleri bile ç ö k e n zaval l ı memleketimiz için uzakları g ö r e r e k d ü ş ü n ü p çal ışmanıza int izar ed iyoruz.
Hürmetlerimi g ö n d e r i r , muvaffakiyet inize d u a e d e rim. Millî d â v a d a canıy la ve başıyla çal ışanlar a r a s ı n d a s a d e bir T ü r k askerî t e v a z u u ile siz inle b e r a b e r o l d u ğ u mu b e y a n eder im.
10 A ğ u s t o s 1919 Hal ide E d i p
* * Mustafa Kemal, manda düşüncesin i ve bu d ü ş ü n c e y e
fena halde bel bağlamış olan mandacıları insafs ızca hırpalayıp yere vurmak kararıyla kongre sa lonuna g e ç t i ve başkanl ık k ü r s ü s ü n e çıkarak kendisine büyük bir ilgi i le dikilmiş olan bir y ığ ın g ö z üzerinde gözler in i g e z d i r d i . Mandacı lar ın saf lar ında kıpır kıpır k ıpırdanmalar o l d u ğ u nu g ö r ü y o r d u . Ç a b u c a k parmaklar kalktı ve b irçok kişi b i rden s ö z aldı. B a ş k a n hiç kimseye s ö z v e r m e d e n ö n c e zabı tname üzer inde konuştu :
— Efendi ler, bu muhtıra muhteviyatı hakkında mü-davelei efkâra baş lamadan evvel bazı noktalara nazar ı dikkatinizi celbetmek isterim. Bu raporda meselâ M i s t e r B r o w n ' d a n bahsedi lmekte ve elli bin kişilik bir amele o r d u s u get ir i leceğini söylediği z ikrolunmaktadır.
Efendi ler, Mister B r o w n : « B e n hiç bir sıfatı resmiye ile g ö r ü ş m ü y o r u m , tamamiyle hususî bir suret te g ö r ü ş ü y o r u m » diyor, Amerika'nın mandayı kabul e d e c e ğ i n i d e ğil belki etmeyeceğin i söy lüyor! O n u n için söz ler i A m e rika namına deği l , kendi namınadır, mandanın ne o l d u ğ u nu kendisi de bi lmiyor. « M a n d a , siz ne d e r s e n i z o d u r ! » d iyor. Bu muhtırada mühim olarak manda meselesi v a r dır. B u n u n hakkında müdavelei efkâr etmeden ö n c e on dakika istirahat edel im.
Mister B r o w n , Ankara 'da daha ö n c e Al i Fuat P a ş a ile de g ö r ü ş m ü ş , zek i , akıllı ve iyi niyet sahibi b ir g a z e t e c i o l d u ğ u n u göstermişt i . S ivas ' ta da Mustafa Kemal' le, bu
31
o t u r u m d a n ö n c e özel olarak g ö r ü ş m ü ş , o n u n üzer inde d e olumlu bir etki bırakmıştı. Mustafa Kemal, onunla g ö r ü ş tükten sonra izlenimini arkadaşlar ına şu söz ler le anlatmıştı :
— M i s t e r B r o w n , muhatabını suhulet le a n l a y a n zeki b i r g e n ç ! Mustafa Kemal, İstanbul delegeler in in, dâva larına M i s t e r B r o w n ' u koşarak bir koç başı gibi kullanmak istemelerini bu on dakikalık p r o p a g a n d a kampanyası iç ind e y e r e sermiş gibiydi .
On dakikalık arada, M a z h a r Müfit, H ü s r e v Sami beylerle ö b ü r pek yakın arkadaşlar ına :
— On dakikalık a r a , bu düşünmeyi temine kâfidir! d e d i ve s o n r a onlara ş ö y l e s o r d u :
— K o n g r e ile temas ettiniz mi? Ekser iyet in fikri nedir?
H ü s r e v Sami bey : — İstanbul 'dan gelenler müstesna, A n a d o l u d e l e g e
lerinin ekseriyet i mandanın şiddetle a leyhinde bu lunuyorlar.
M u s t a f a Kemal :
* — Fakat, İstanbul 'dan gelen ve mandaya taraftar o l a n de legeler parlak sözler le ve hitabet y o l u ile A n a d o lu'nun murahhaslar ı üzer inde müspet tesir hası l etmezler mi? diye s o r d u . B u n d a n ürktüğü anlaşı l ıyordu. H ü s r e v Sami bey :
— Peki. ama paşam, yalnız onlar s ö y l e y e c e k deği l y a . Biz d e k o n u ş a c a ğ ı z , dedi.
M a z h a r Müf i t bey de : — Şimdi, üç beş arkadaş salona dağıl ır ve murah
has lar la g ö r ü ş ü r ü z , paşam! dedi.
M a z h a r Müfit, H ü s r e v Sami ve birkaç a r k a d a ş d a h a h e m e n delegeler in arasına dağıldılar. F iskoslar baş ladı . K ü ç ü k g r u p l a r hararetl i hararetl i bir şey ler konuştular. Y e n i d e n M u s t a f a Kemal' in yanına dönerek durumu anlatt ı lar. O n u n y ü z ü n ü n sevinçle aydınlandığını g ö r d ü l e r . M u s tafa" Kemal :
— Ö y l e y s e on dakika oldu. Celsey i açal ım, ç ıngırak
32
•çalınsın! dedi. Herkes sıralara oturdu. Mustafa Kemal kürs ü y e çıktı :
— İlk s ö z Vas ı f beyindir! dedi, « V a s ı f bey evvelâ mandanın tarifi hakkında uzun beyanatta bulundu. Diğer ler ine s ö z ü bıraktı. T e k r a r s ö z aldı v e » :
— Bir kere esas it ibariyle mandayı kabul edelim de ş e r a i t hakkında bi lâhare g ö r ü ş ü r ü z , dedi ve bunu ispatlamak için de Halide Edip hanımın İstanbul'dan o z a m a n Erzurum'da bulunan Mustafa Kemal'e yazdığı mektupta s ö y l e d i ğ i şeyler i y inelemekten başka bir ş e y yapmadı. Demek ki bu meşhur mektubu İstanbul'da Halide Edip hanımla Kara Vas ı f bey ortaklaşa yazmışlardı.
Delegelerden Maci t bey : — İstanbul'dan mandayı mı bize hediye get irdiniz?
d i y e bağırarak alaylı bir biçimde sordu ve sonra sözler in i ş ö y l e sürdürdü :
— Heyet i umumiyece esil müzakere edi lecek mesele ş imdiden sonra yalnız yaşayabi lecek miyiz, yaşayamayan cak mıyız? Mandayı ne şekil ve surette anlayarak mandater le g ö r ü ş e c e ğ i z . M a n d a t e r kim olacaktır? Ası l mesele budur.
Mustafa Kemal, başkanlık kürsüsünden şöyle dedi : — Zanneder im bu rapordan iki noktai nazar tezahür
ed iyor . Bunların bir incisi devlet in dahilî ve haricî istikiâ* ünden vazgeçmemesi ve ikincisi de, devlet ve milietin haricin tazyikatı muziresine karşı bir muavenet ve muzaheret iht iyacında bulunup bulunmamasıdır. Ası l t e r e d e d ü d ü mucip olan nokta budur. M ü s a a d e buyuru lursa, bu noktayı teemmül için teklif encümenine havale edelim. Bi lâhare huzuru âli lerine arzedel im. Herhalde dahili ve haricî istiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz.
Bekir Sami bey, bunun üzerine söz aldı : — Deruhte ettiğimiz vazi fe gayet ağır ve mühimdir,
d e d i . Beyhude münakaşata hasredecek hiç bir dakikamız yoktur. Bu muhtıramızı müzakere edelim ve şer ian vakit
g e ç i r m e k s i z i n bir karar ittihaz edelim. Mustafa Kemal, kürsüden : •: — Bu meseleyi, encümen reisi olmak dolayısiy le izab
33 3/F. : 3
edeyim, dedi. (O aynı z a m a n d a önerge encümeni b a ş k a nıydı.) Bu muhtıra muhteviyat ı encümende o k u n d u ve b i r çok müzakere ve münakaşa edildiyse de kat'î karar v e r e cek tarzda kanaat tahassül etmedi. E v v e l c e heyet i umu-miyede okunmaksızın teklif encümenine havale edilmişti. Bu sebeple bir defa da burada okunup heyeti umumiyenin noktai nazarı t a a y y ü n ettikten sonra, tekrar teklif e n c ü menine havale edi lerek kati kararı vermek istemişlerdi. İsmail Fazı l Paşa da s ö z aldı ve şunları söy led i :
— Bekir Sami bey in fikrine iştirak ederim, kaybedec e k vaktimiz yoktur. E s a s e n mesele de basit leşmiştir. T a m istiklâl mi, y o k s a manda mı kabul e d e c e ğ i z ? T e s b i t edeceğimiz karar budur. Böyle mühim ve elzem olan b i r meseleyi tekrar encümene ve ondan sonra tekrar heyeti umumiyeye havale ile vakit geçirmeyel im. İş, uzar. Z a manımız kıymettardır. Buna b u g ü n , yar ın , y a h u t ö b ü r g ü n herhalde heyeti umumiyede bir karar verel im. E n c ü m e n de vakit geçirmeyel im. Ç ü n k ü , pek ruhlu bir meseledir.
Bundan s o n r a , İsmail Hami bey, s ö z aldı ve Bekir Sami beyle İsmail Faz ı l Paşa'nın düşünceler ine ortak o l d u ğ u n u söyledi ve s o n u c u şöyle bağladı :
— Herhalde bir müzaherete muhtacız ve bunun en iptidaî delili de var idat ı devlet in, ancak b o r c u m u z u n f a iz ine tekabül edebi lmesidir!
O n d a n s o n r a , Raif efendi söz aldı, mandanın kötülüğü için ağzına geleni söy ledi . İsmail Fazı l Paşa, ona karşılık verdi . Bekir Sami bey, yine söz alarak konuştu :
— İsmail Fazı l Paşa hazretlerinin tamamiyle iştirak ettiğim beyanat ına yaln ız bir şey ilâve e d e c e ğ i m : Kırım muharebesinden gal ip sıfatıyla çıkarak iştirak etmiş o l d u ğ u m u z Paris Kongresi 'ndeki müttefiklerimizin bize tahmil etmiş oldukları şerait i malûme ile şimdi okunan muhtıradaki metalibimiz mukayese edilecek olursa hangis in in d a ha çok muhilli istiklâl o lduğu anlaşıl ır zanneder im. B e kir Sami beyden s o n r a Hâmi bey, ondan s o n r a da A l b a y Rafet bey s ö z aldı ve zabıtnamede beş altı s a y f a y e r tutan güç lü bir nutuk söyledi. Y e r y e r i lg inç s ö z l e r i şöy leydi :
34
Alamut - Çizgiliforum.com
— Bizim Amerika mandasını terc ih etmekten maksadımız bütün cemiyet ler i esir e d e n , kalpleri, v icdanlar ı s ö n d ü r e n İngiliz mandasından kurtulmak ve sakin milletlerin v icdanlar ına r iayetkar Amerika'yı kabul etmektir. Y o k s a asıl iş para meselesi değildir.
Lâf it ibariyle manda ile istiklâl birbir ine mani şeyler deği ldir. Yalnız e ğ e r bir hakikatte kuvvetl i o lmayacak olursak işte o z a m a n mandanın altında ezi l ir iz ve o z a man manda bizim için muhilli istiklâl olur. B i r de, d iyelim ki, biz haricî ve dahilî bir istiklâli tam isteriz. Fakat a c a b a kendi başımıza yapabi lecek miyiz? Y a p a m a y a c a k mıyız? O n d a n evvel a c a b a bizi kendi başımıza bırakacaklar mı, b ırakmayacaklar mı? Bunu düşünel im! Şuras ı muhakkaktır ki, b u g ü n bizi İngiltere, F r a n s a , İtalya ve Yunanistan taksim etmek istiyorlar, fakat e ğ e r biz, b u g ü n bir devlet in kefaleti altında bir sulh akdedecek olursak ileride müsait şerai t alt ında bulunur bulunmaz hemen d ö n e r ve kendi faydamızı temin eder iz. Lâkin eğer menfî bir v a z i y e t hasıl olacak olursa a c a b a büsbütün z iyan etmiş o lmayacak mıyız?
H e r halde bir Amerika kefaletini kabul etmek m e c b u riyetindeyiz. Y irminci asırda beş y ü z milyon lira b o r c u , harap bir memleketi pek münbit o lmayan bir toprağı ve ancak on-onbeş milyon lira varidatı olan bir kavim için bir muzahereti har ic iye olmaksızın idamei hayat etmek imkânı olamaz! E ğ e r bundan sonra da bu halimizde kalır ve haricî bir muavenet sayesinde terakki edemeyecek olursak ihtimal ât ide Yunanistan' ın bile taarruzlar ına karşı kendimizi müdafaa edemeyiz.
Al lah muhafaza b u y u r s u n , eğer, İzmir Yunanistan da kalsa ve aramızda bir muharebe açı lsa, düşmanımız, Yunanistan'dan vapur lar la asker get i receği halde, a c a b a biz Erzurum'dan hangi şimendiferle nakliyatımızı y a p a bi leceğiz? Binaenaleyh, Amerika mandası her Şeyden evvel bir kefil ve müzahir bulmak için lâzımdır. E ğ e r bu maruzatımla müzakeratı ât iye için bir mukaddime yapabi l-dimse müteşekkirim.
35
Bu nutku d in leyen M u s t a f a Kemal, az kalsın soğukkanlıl ığını y i t i r iyordu. B u n u n , dinleyici ler ü z e r i n d e y a p a c a ğ ı n ı d ü ş ü n d ü ğ ü yıkıcı etki, aklını baş ından a l ı y o r d u . O n d a n ö n c e k o n u ş m u ş v e o n d a n s o n r a k o n u ş a c a k o lan o l u m s u z hatiplerin ne yıkıcı işler g ö r e c e ğ i n i h e s a p l a y a n p a ş a , hemen tedbir d a ğ a r c ı ğ ı n a el atmaktan kendini alamadı. O t u r u m a on dakika ara ver ip delegeler in almış o l d u ğ u zehir ler i d ışarda ş ö y l e bir havalandır ıp uyararak y o k etmek g e r e k i y o r d u .
H e m e n : — On dakika ist irahat edelim, efendim! d iyerek o t u
ruma ara verdi ve kürsüden inerek en yakın arkadaşlar ına d o ğ r u y ü r ü d ü .
B u n d a n sonraki oturumda B u r s a de legeler inden A h met Nuri bey, mandayı y e r d e n y e r e v u r a n bir konuşma y a p t ı , Hâmi bey, o n u n sözler ini a ğ z ı n a t ıkamaya çal ışt ı . Hâmi beyin nutku çok u z u n kaçtı . En s o n r a şunlar ı d i y o r d u :
— Fakat şimdi biraz da işin kat'î bi ldiğim b i r cihet inden b a h s e d e c e ğ i m . Meselenin bu s a f h a s ı n d a alâkadar o l a n z a t ile ş a h s e n temas ett iğimden söz ler im tahminî d e ğ i l , kat'îdir. İstanbul 'dan hareket imden evve l sadr ı s a bık İzzet Paşa hazretler ini z iyarete gitmişt im, herhalde bir manda iht iyacında bu lunduğumuza kendileri de kani idi ler; bendenizden de bu husustaki fikrimi s o r d u l a r , ben de düşündükler imi arzett im. Birkaç g ü n s o n r a bendeniz i çağır t ıp şu meseleyi izah etti ler: S u r i y e ve A d a n a haval isinde dolaşt ıktan s o n r a , İstanbul'a gel ip siyasî f ırkaların noktaî nazarlar ını ist izah ile meşgul olan A m e r i k a tahkikat heyeti a z a s ı , İzzet Paşa'y ı konağında z iyaret le A n a dolu'daki teşkilâtı mii l iyenin T ü r k milletini temsil ett iğine kani olduklarını ve paşay ı da - yani İzzet Paşa'y ı - bu işin müteşebbis i bildiklerini söylemişler ve :
— E ğ e r s iz E r z u r u m ve S ivas K o n g r e l e r i n e Amer ikan mandasını talep ett i recek o lursanız, Amer ika da O s m a n l ı mandasını kabul edecekt i r ! demişler. P a ş a , b u n u b e n d e n i z e izah ett ikten s o n r a , bu milletin bir h a r b e d a h a kudreti kalmadığından ve her halde b ö y l e bir ç a r e y e te-
36
v e s s ü l mecbur iyet inde bulunduğumuzdan bahsett i v e S i v a s ' a gitt iğim z a m a n oradaki lere bu vaz iyet i anlatmak-lığımı tavs iye b u y u r d u .
İzzet Paşa'nın kanaati de bu suretle ta lep edi lecek bir mandanın y ü z d e doksan kabul ihtimali b u l u n d u ğ u n u ve yaln ız bizim için bir takım şerait dermeyanı zarur i o l d u ğ u merkezindedir. Hattâ paşa, Amerika için milletin a r z u s u n a istinat e tmeden, mandayı kabul etmek mümkün olmadığından kongremiz taraf ından izhar edi lecek a r z u nun A v r u p a devlet ler ine karşı Amerika lehinde b i r noktal istinat o lacağını da söy ledi . Bendeniz bu meseleyi İstanbul 'dan şifre ile E r z u r u m ' d a Rauf beye bi ldirdim.
M a n d a n ı n c i n s i n d e n z i y a d e ismine it iraz e d e n l e r beyhude telâş ediyor lar. Kelimenin ehemmiyeti yoktur. E h e m miyet, işin hakikat inde ve mahiyetindedir. M a n d a alt ına girdik demeyel im de «dev let i ebed müddet o l d u k » d iyelim.
H ü s r e v Sami o t u r d u ğ u y e r d e n bu s o n s ö z e karşı ş ö y le gür ledi :
— Fakat, bizim bu mesaiden maksadımız kendimiz i müdafaa ile milleti e b e d müddet o lduğumuzu ispat etmektir.
Hami bey. H ü s r e v Sami beyin pek g ü ç l ü s ö z ü karşıs ında geri lemek z o r u n d a kaldığını g ö s t e r e n b i rkaç s ö z s ö y l e d i . S o n r a , A l b a y Kara Vas ı f bey s ö z aldı. S i v a s K o n -gres i 'ne manda k o n u s u n u getirenlerin başında bulunan ve bu d ü ş ü n c e n i n ş a m p i y o n l u ğ u n u yapan Kara V a s ı f bey, oturumun b u n d a n sonraki dakikalarını b a ş t a n b a ş a kendine a l ıkoydu, s o n kozlarını oynayarak konuştu. Ö z e t olarak şunları demek istedi :
— Bütün devlet ler bizi tamamen müstakil bile bırakacaklarını s ö y l e s e l e r y ine müzaherete muhtacız. « V a sıf bey sözler in in baş ında mandaya müzaheret ismini v e relim demişti.» D ö r t y ü z elli, beş y ü z milyon lira b o r c u muz var. Bu paray ı kimse kimseye bağış lamaz; b ize b u nu ödeyin iz d iyecekler, halbuki bizim varidat ımız bunun faizine bile kâfi deği ldir. O zaman müşkil bir vaz iyet te ka lacağız ; b u n u n için müstakil yaşamaya vaz iyet i mali-
37
y e m i z müsait değildir. S o n r a , yanıbaşımızda bizi taksim etmeyi emel edinmiş hükümetler var; onların ihtirasatına karşı mahvoluruz; parasız, o r d u s u z ne yapabi l i r iz? O n lar, t a y y a r e ile havada uçuyor lar , biz henüz kağnı arab a s ı n d a n kurtulamıyoruz. O n l a r dritnot yapıyor, biz y e l kenli bir gemi yapamıyoruz. Bu haller ile b u g ü n istiklâlimizi kurtarsak bile y ine g ü n ü n bir inde bizi taksim ederler.. İstanbul'daki Amerikal ı lar, «mandadan korkmayınız. C e m i y e t i A k v a m Nizamnamesine dahi ldir» diyorlar. İşte. bütün bu e s b a b a mebnî İngiltere'yi kendimize daimî d ü ş man ve Amerika'y ı da ehveni şer addediyorum; e ğ e r tasv ip e d e r s e n i z buradan İstanbul'daki mümessi le bir mektup y a z ı p g iz l ice bir heyet göndermek için bir torpido isteyebi l i r iz. M a n d a s o r u n u , çözümlenememişt i . İstanbul delegeler in in kültürlü ve komiteci varl ığıyla karşı laşan A n a d o l u delegeler i , sersemlemiş, ne v a r ki mevzi ler ini k a h r a m a n c a korumuşlardı. Mustafa Kemal, bu tehlikeyi y o k edebi lmek için bir çev irme hareketi yaparak s u y u n g ö z ü n e dek sokulmuş olan Kara Vas ı f beyi kıskıvrak y a kaladı. Mustafa Kemal, E r z u r u m Kongresi 'n i bit irerek S i v a s ' a d ö n d ü ğ ü n d e el ine gizl i ve millî bir terör teşkilâtının n izamnamesin i sıkıştırmışlardı. Bu meşhur « K a r a k o l C e -miyet i»n in nizamnamesinden başkası değildi.
M u s t a f a Kemal, bu nizamnameyi daha İstanbul 'da İken b i l iyordu. İskeçeli Ar i f beyle Sevkiyatçı Rıza b e y , o n u n y a n ı n a boşuna gir ip çıkmıyorlardı. B u , bal gibi İtt ihat ve Terakki 'n in Türk iye'deki koluydu. U c u , R u s y a ' da bir T ü r k Bolşevik part isi kurmuş olan E n v e r Paşa'da b i t iyordu. E n v e r Paşa. millî bir yeralt ı örgütüy le tâ S i v a s ' a Mustafa Kemal'in yanıbaşına dek sokulmuş d e mekti. Göz ler in i dört a ç m a y a c a k olursa buraya dek g e t irdiği iş, birdenbire ö r g ü t ü n ü n yardımıyla E n v e r P a ş a ' nın a v u ç l a r ı n a geçebi l i rdi . Bu y ü z d e n Mustafa Kemal, İstanbul delegelerini büyük bir merakla beklemişti.
5 Ş u b a t 1919'da İstanbul 'un Sultanhamam semtinde A v u k a t Refik İsmail beyin yaz ıhanesinde birkaç y u r t s e v e r toplandı. Bunlar aras ında Galatal ı A lbay Ş e v k e t b e y
38
<Akdeniz müstahkem mevki kumandanı) Kurmay Albay K a r a Vası f bey. Kurmay Y ü z b a ş ı Edip S e r v e t bey, Kafkas tümeni kumandanı Kemalett in Sami bey, askerî sevkiyat müdürler inden Binbaşı Ali Rıza bey. A v u k a t Refik İsmail bey, Samsun tayyare kurumu müfettişi Baha Sait bey vard ı . Gizl i bir ö r g ü t kurmak ist iyorlardı.
Kuruluşun maddeleri çok sertti ve ş ö y l e c e özetlenebil irdi: T ü r k topraklar ından düşmanlar çıkarı lacaktı. Memleket bir harabeye d ö n ü n c e y e ve millet, son bireyi yok o l u n c a y a dek savaşı lacakt ı . Ö r g ü t , en az kişiyle kurulacak ve savaş açıktan yapı l ıncaya dek her ş e y gizl i kalacakt ı .
Bu az üye aras ından üç kişilik mahkeme kurulacak ve d e r n e ğ e ihanet edenler bunlarca yargı lanıp başkanın doğrulamasına sunulacakt ı . Bunun u c u n d a y ü z d e yüz ö lüm cezası vardı . Ver i len emirleri yer ine get irmeyenler, emirleri istenildiği gibi yer ine get irmeyenler ve bu uğurda kişisel yarar lar sağlayanlar için ölüm hazırdı.
Düşmanla işbirl iği yaparak Türk ırkını yok etmeye çal ışanlar, dosta ya da düşmana örgütün sırlarını v e r e n ler de ölüm cezas ına çarpı lacakt ı .
Ö r g ü t ü n yaşayabi lmesi için her türlü gizl i kaynaktan yarar lanı lacakt ı . S a v a ş , a ç ı ğ a vurulduktan sonra da bütün kaynaklara el konacakt ı .
Ö r g ü t ü temsil eden başkandı. O, y u r d u n kurtarı lması için her türlü askerî ve s iyasal tedbirleri almakla g ö revl iydi. Temsi lci ler i ve kumandanları atayan oydu. . Baş kanlığa Galatal ı Şevket bey getiri lmişti.
Önemli işler, genel kurulda görüşülüp çoğunlukla karara bağlanırdı.
Kurucular, bu nizamnameyi imzaladılar ve kara bir T ü r k bayrağına sarı lan Kur'an'a el basıp and içtiler.
Bundan s o n r a , başkan seçi len Albay Galatal ı Şevket b e y s ö z aldı :
— Beni reis yapt ığ ın ızdan dolayı çok teşekkür ederim. T u t t u ğ u m u z yol pek kanlıdır. Fakat, kurtuluş y o l u d u r . Tar ihte bizim gibi acı günler yaşamış başka milletler de vardır. Bunlardan mücadeleyi g ö z e alanlar, ölme-
39
sini ve öldürmesini bi lenler kurtulmuştur. Dernek, kurulur kurulmaz davranmış, Bal ıkesir 'deki
kolordu kumandanı Y u s u f İzzet Paşa'ya, Bursa'daki t ü men kumandanı Bekir Sami beye, İzmit'teki dümen kumandanı Rüştü beye, Ankara'daki kolordu kumandanı Ali Fuat Paşa'ya, Sivas' ta bulunan kolordu kumandanlar ından Refet ve Salâhatt in bey lere Karakol 'un kuru lduğunu bildirmiş ve böylece memleketi kurtarıcı bir birlik k u ı d u ğ u -na inandırmıştı.
Karakol derneği , d o ğ r u d a n d o ğ r u y a İttihat ve Terakki kodamanlarının sınır dışına kaçmadan ö n c e kurulmasını buyurduklar ı bir toplay ıc ı , v u r u p kırıcı ve kurtarıcı ulusal dernekti. E n v e r ve Ta lât Paşalar, S a d r a z a m İzzet Paşa'nın sal ığıyla sınır dışına kaçmaya hazır lanırken memlekette kendilerini destekleyecek, kendi düşünceler in i y a şatacak bir ö r g ü t bırakmak üzere Kuruçeşme'deki Enver Paşa'nın yal ısında sık sık toplanıyor ve kararlar al ıyorlardı.
Bu ünlü toplantı lardan bir inde Kara Kemal bey, T a lât Paşa'dan bu türlü bir ö r g ü t için direktif almıştı.
Kara Kemal bey de Kara Vası f beyi giz l ice evine ç a ğırarak ona şöy le demişti :
— Vasıf , T a l â t Paşa'dan giderken aldığım emir g e reğince. İttihatçılıkta d irenecekler, gizli bir örgüt le birbirine bağlanmalı ve bir parola benimseyerek böy lece birbirini tanımalıdır. Paşa ile aramızda «Karakol.» s ö z c ü ğ ü kararlaştırı ldı. Bu isim, her ikimizin adlarımızın başında • « K a r a » takma adının ortaklaşa bulunmasıyla meydana gelmiştir. Bu parolayı « K . K.» biçiminde kısaltırsak hem paşanın dediği olur, hem de ikimizin sembolünü taşımış olur, ne dersin?
— Çok g ü z e l . Kara Kemal, Karakol parolası , bizim için biçilmiş kaftandır. Bununla hepimizi temsil eden şeyler, bir anlamda birleştiri lmiş olur. Yalnız böyle bir ö r gütü neden gerekli g ö r ü y o r s u n u z ?
— Şundan dolayı ki İngil izler, Ermeni göçtürü lmesi ve öldürülmesine karışmış İttihatçıları birer birer tutuklamaktadırlar. Biz, varl ığımızı ancak bir örgüt le koruya-
40
biliriz. Ak k o y u n , kara koyun geçi t y e r i n d e belli o lur, der ler, d o ğ r u d u r .
Bu konuşma, Teşki lât ı M a h s u s a ' n ı n başı o lan H ü s a mettin beye de duyurulmuş ve o n u n b u y r u ğ u n d a k i ö r g ü tün yardımı istenmişti.
Karakol derneği içerde ö r g ü t ü n ü kurduktan s o n r a d ışardan da bir «müttef ik» aramış ve bunu da bulmuştu. S iyasal ve ivedi durum, hemen Ruslarla bir an laşma y a pılmasını gerekt i r iyordu. Karakol derneği bu karara vardıktan sonra S o v y e t Rusya ile hemen haber leşmeye g i rişmişti. O günlerde sınır larımızdan uzaklarda bulunan Bolşevik R u s y a , başkalarına yardım ellerini uzatacak g ü ç te deği ld iyse de esir leştir i lmeye başlayan T ü r k i y e ' n i n K o r kunç kaderini onlardan başkası da an layamazdı . H e n ü z « K a f k a s y a ' d a G ü r c ü l e r , Ermeni ler v e A z e r b a y c a n T ü r k leri, bağımsız durumdaydı lar ve Bolşevikler le kaynaşama-mışlardı.» Bolşevik ordular ı , henüz Kırım b ö l g e s i n d e bile egemen olamamışlardı. İşte, bu günlerde Karakol derneğinin Bolşeviklerle haberleşmek uğruna yaptıklar ı gir işim hemen yankı bulmuştu. Lenin; hemen gözler in i T ü r k i y e ' nin umutsuz karanlıklarına d o ğ r u çevirmişt i . Karakol derneğinin yaptığı uzun ve sabırl ı haber leşmeler s o n u c u n d a Bolşevik Ruslarla şöy le bir anlaşmaya varı lmıştı :
«Bolşev ik ler , anlaşmanın imzası s ı ras ında kararlaştırı lacak ölçekte altın, mücevher ve si lâh vereceklerd i .» Türk ler de buna karşılık, Kafkasya'ya sembolik anlamda bir tabur asker g ö n d e r e c e k , b ö y l e c e dost luk ve a s k e r c e birlik yaptığını anlatmış olacaktı . Bu tabur Bolşevik ler in buyruğuna girecekt i .
Bu askerce birleşiklik, hem Türk ler in , hem Bolşeviklerin çıkarlarına u y g u n düşürülmeye çalışı lmıştı. Anlaşmadan her iki y a n da yarar lanacakt ı . T ü r k l e r , Bolşevik yardımıyla düşmanları ana yurt tan dışarı atmaya çal ışacaklar, Bolşevikler de buna karşılık Kafkasya'da Türk lerin yardımıyla egemenliklerini kuracaklar, petrol bölgesini kurtaracaklardı. « M o s k o v a hükümeti, itilâf devlet ler inin işgali altındaki İstanbul'a bu anlaşmayı imza etmek üzere sivil elbiseli bir Yarbay la bir Binbaşı göndermişt i . « B u
delegeler geldiğinde Mustafa Kemal Paşa A n a d o l u ' y a g e ç m i ş . E r z u r u m , hattâ S ivas Kongrelerini toplayarak ihti lâlci bir kişilikle ortaya çıkmış bulunuyordu.» Bu s ı rada Karakol derneğin in birer lideri gibi g ö r ü n e n bütün kumandanlar, M u s t a f a Kemal'in çekim g ü c ü n e tutularak onun ç e v r e s i n d e toplanmışlardı. E n v e r Paşa'nın S o v y e t Rusya'da dış g ü c ü n ü temsil ettiği ve başı o l d u ğ u bu örgüte i ç e r d e Mustafa Kemal'in korkunç g ü c ü n e b o y u n e ğ e r g i bi bir durum olmuşsa da y ine de direniyor, gerek İttihatçı niteliğini ve gerekse E n v e r Paşa'cı l ığını yit irmemeye çal ış ıyordu. Bu y ü z d e n de çok g ü ç durumda çel iş iyorlardı. Mustafa Kemal' in kurduğu örgüt, onları her y a n d a iz l iyor ve her yerde s u ç ü s t ü yakalamaya ça l ış ıyordu. İstemeye istemeye, örgütün y ö n ü n ü Mustafa Kemal' in ç a lıştığı y ö n e çevirdi ler. Bunda biraz da yurt k a y g u s u yok deği ld i .
U k r a y n a ' d a n gelen Bolşevik delegeler i , bir motora bindiri lerek Samsun'a gönderi ldi ler. Delegeler buradan S i v a s ' a dek giz l ice yolculuk etti. S ivas'a v a r a n Rus Yarbayı ile Binbaşıs ı , Mustafa Kemal'ce çok içten korşı lan-mışsa da onların Sivas'a gel işleri, elden geld iğ ince kims e y e duyuru lmamaya çalışılmıştı. Mustafa Kemal' in İstanbul'daki düşmanlar ı , bu sırada onun komünist o l d u ğ u n u v e T ü r k i y e ' y e komünistl iği get ireceğini propagandalar ına meşale yapmış, ç a n çal ıyorlardı. Bu y ü z d e n tam bu s ırada S o v y e t Rusya ile a s k e r c e bir birleşiklik kurmak ve komünizmi benimser görünmek, Anadolu 'yu hemen bir s a v a ş alanı durumuna getir ir korkusu Mustafa Kemal'e egemen olmuş, s o n kerte d o s t ç a karşıladığı Rus temsilci ler ine Karakol derneğinin verdiği umudu verememişt i . O n u n d ü ş ü n c e s i n e göre henüz bir devrim kargaşal ığı içinde bulunuluyordu. O r t a d a ne bir hükümet, ne bir hükümet s ö z c ü s ü vardı . Bu y ü z d e n Sovyet ler le T ü r k i y e aras ında mutlaka yapılması gereken anlaşmanın; hükümetin ve mecl is in Anadolu 'da kuruluşuna dek ertelenmesi ge* rekl iydi .
Karakol derneği , bütünüyle İttihat ve Terakki 'n in y e niden kurulması ve en çetin ve yaşanmaz koşul lar altın-
42
da da yaşaması için kurulmuş, başına, s ınır dışında da o l s a y ine E n v e r Paşa getir i lmişti.
U z a k t a n u z a ğ a b u ö r g ü t e egemen olan ruh v e d ü ş ü n c e , E n v e r Paşa'nın ruh v e d ü ş ü n c e s i y d i . « Ş i m d i y e dek insanlar bilmemekle b e r a b e r ideallerini yapmak üzere
d ü n y a y a iki İsa gelmiş ve her ikisi de pek çok acı çekmiş lerdi .»
« B i r i n c i İsa'yı, bi l indiği g ib i , havari leri savunama-d ı k l a n n d a n Yahudi ler çarmıha gererek öldürmüşlerdir .
İkinci İsa'yı ( E n v e r Paşa) ise düşmanlar ı y u r d u n d a n kaldır ıp çok uzaklara götürdükler i halde dost lar ı (Sovyet ler) onu kurtarmışlardır.»
« B i r i n c i İsa, y a n a ğ ı n a tokat vurana karşı ikinci tokadı da vurması iç in, ö b ü r yanağın ı çev i recek kadar bar ışçı idi.»
« İk inci İsa ise, t a b a n c a s ı y l a nişan tahtalarına adını y a z a c a k kadar at ıcı , kılıç kul lanmakta, ata binmekte pek becer ik l i ve s i lâhşordu ve y u r d u n u kurtarmak uğruna da bütün dünyay ı ateşe v e r e c e k kadar koyu bir ihtilâlci ve k o r k u n ç bir d ö v ü ş ç ü y d ü . Bir inci İsa'nın havari lerinin s a y ıs ı ise u ğ u r s u z d u . Hr ist iyanlar ın inanışına g ö r e bu ned e n d e n dolayı da İsa yakalanmışt ı .»
İkinci İsa'nın mutluluğu s u r d a y d ı ki, havari lerinin say ıs ı yediy i aşmıyordu. « İ s l â m tarihlerinde üçler, yedi ler, kırklar vardı ve bu sayı da onların inanışına g ö r e uğurl u y d u . »
Bir inci İsa'nın havari ler inin adlarını herkes bi l iyordu. İkinci İsa'nınkiler de şunlard ı : Yakup, Yusuf, H a r u n , Da-
-vut, Sü leyman ve M u s a . » Anadolu'daki kuvayı mil l iyeci kumandanlara da tür
lü takma adlar veri lmişti. Mustafa Kemal'inki de N u h ' t u . Karakol ö r g ü t ü verd iğ i bu adları sahiplerine de bildirmişti.
Şu v a r ki, başlar ında K a r a V a s ı f bey bulunan bu ter ö r kurulunun azgın ve korkunç düşünceler iy le bu ak test im bayrağın ı bu adamlar nası l bağdaşt ı r ıyor lardı? E v e t , K a r a V a s ı f . b e y i şöy le bir b u r n u n d a n yakalamak farzo l-
43
muştu. Bu f ırsat da manda konusunun kafaları karşılıklı ateşlediği güne rast ladı.
Karşı karşıya gelmişlerdi. Mustafa Kemal : — Kuzum V a s ı f bey, dedi . Bu gizl i mücahit ler kim
lerdir ve nerededir ler? B a h u s u s bütün bu gizl i teşekküllerin başkumandanı kimdir? Şunlar ı biz de bilelim, ö ğ r e nelim..
Kara Vası f bey, M u s t a f a Kemal' in bunları b i lmediğini sanarak anlatmaya hazır lanırken, bir s a ğ n a ğ a y a k a landı ve şaşırdı :
— Sizler in maksadınız mülga İttihat ve Terakki 'y i ihya etmektir. Bu suret le iktidarı yeniden ele geçirmek ist iyorsunuz. S ö y l e y e y i m : B u , E n v e r Paşa'dır.
Kurmay A l b a y Kara V a s ı f b e y : — Hayır paşam, yanı l ıyorsunuz, dedi. Bizim b a ş k u
mandanımız sizsiniz. T a l â t Paşa, Berl in'den bize g ö n d e r diği talimatta « b u n d a n s o n r a kumandanınız M u s t a f a K e » mal Paşa'dır. O n u n açt ığ ı bayrak altında bir lesiniz!» d i y e yazmışt ır .
Mustafa Kemal, açıklamasını s ü r d ü r d ü : — B e n , M o n d r o s mütarekesi üzerine İstanbul 'a g e
l ince, kurulmuş olan bu Karakol teşkilâtının hedefini çok iyi öğrenmişt im. Gal ip devlet ler in g ö z ü n d e n İttihat ve T e -rakki'nin faaliyetlerini giz lemek için bulduğunuz usul b u dur. Hedefiniz, mülga part inin gayeler inin aynıdır. Y e n i den iktidara gelmek, akl ın ızca yeniden gel iş igüzel memleketi maceraya sürüklemek ist iyorsunuz. Hepiniz in hâlâ Rusya'da olan sabık başkumandan vekili E n v e r P a ş a ile irtibatınız devam ediyor. A z i z miralayım, bu teşki lât ınızın işgal edilmiş şehir lerde devam edip etmemesine karşı bir ş e y diyemem. Yalnız, burada, yani memleketin ist i lâdan uzak kalmış şehir lerde bir part izan s iyaset ine y e r yoktur. Buradaki teşkilâtın ismi; « A n a d o l u ve Rumel i Müdafaay ı Hukuk C e m i y e t e d i r . E ğ e r bizimle çal ışacaksanız bu nam alt ında hareket edeceksiniz. Bu teşki lât ın hedef i , evvelâ memleketi düşman ist i lâsından kurtarmak, s o n r a da müstakil ve hür bir milletin lâyık o l d u ğ u d e v leti kurmaktır. Ne Babıâl i baskınına, ne Yı ldız y a ğ m a s ı -
44
n a v e n e d e herhangi bir m a c e r a y a aramızda y e r v e r e c e k tek bir kimse vardır . Memleket in her taraf ında ister ist i lâya uğramış o l s u n , ister müstakil b u l u n s u n . M ü d a faay ı Hukuk teşekkül ler ine, o n u n şubeler ine bu d â v a y a inanmış samimî kimselere y e r ver i lecekt ir .
Kara V a s ı f b e y de İttihat ve Terakk i 'n in oku lunda yet işmiş, eski kurt lardandı. Bu y ü z d e n M u s t a f a Kemal 'e h e m e n p a b u ç bırakmadı. Ş ö y l e d irendi :
— Zatı devlet leri Karakol teşkilâtı n izamnamesinde-k i mevaddan ş ü p h e buyurmakta iseniz de Karakol teşki lât ının temin etmekte o l d u ğ u f a y d a l a r d a n biri bu teşkilâtın g ü y a sizinle bir o lmadığı zehabını d ü ş m a n l a r a v e r e r e k zahiren ayr ı , hakikatte aynı y o l d a çal ışmasına imk â n bulmasıdır. B ö y l e c e , gal ip devlet ler in n a z a r l a r ı n d a n b i r ve beraber o l d u ğ u m u z u giz lemiş o l a c a ğ ı z . .
Bu çekişme s ıras ında her ikisinin adamları da o r a d a y d ı l a r ve tart ışmayı büyük bir ilgi ile gergin l ik iç inde iz l iyor lardı. Mustafa Kemal, A l b a y ı n s o n söz ler i üzer ine adamakıl l ı öfkelendi ve kaşlarını çat ıp s e s i n e s e r t ve â m i r c e bir ton vererek ş ö y l e bağırdı :
— Karakol teşki lât ı , r u m u z u y l a , tal imatıyla ve hattâ şahıs lar ıy la taraf ımızdan i lga ve iptal edilmiştir. V a s ı f b e y , bilmem, lâfımı anlayabi ld in iz mi?
Kara Vas ı f bey, idam hükmü yemiş gibi sersemlemiş ve yeni lgiyi kabul etmek z o r u n d a kalmıştı. Karakol ö r g ü tü y ine e l alt ından s ü r ü p g idecek, yeni lg iy i s i n e y e ç e k e n komiteciler, ölüme razı o lmayacaklard ı .
Mustafa Kemal, mandacı lar ın en dişl i adamını b ö y lece saf dışı ett ikten s o n r a ertesi g ü n k ü o t u r u m d a hatipl iğinin bütün g ü c ü y l e bu manda belâsına ç u l l a n m a y a , o n a v e arkadaşlar ına korkulu düş ler g ö r d ü r e n b u k o n u yu kafalardan s ö k ü p atmaya kararl ı , haz ı r lanmaya başladı .
Kongre sıralar ında d ı ş a r d a mandayı is teyenler ve istemeyenler kendi gruplar ı iç inde hararetl i hararet l i kon u ş u p g ö r ü ş ü y o r l a r , tart ış ıyor lardı . H e r iki g r u p da hı-.zını almamış g ö r ü n ü y o r d u . K o n g r e n i n g ü n d ü z ü ne kadar
45
heyecanl ı , tezatl ı , dalgalı ve çatışmalı ise g e c e s i de f a r k sızdı .
Yemekten s o n r a , g r u p g r u p üyeler, kendi ara lar ında hâlâ manda meselesini konuşuyor lar ve Refet beyi s ö z k o n u s u ediyorlardı :
— İsmail Fazıl Paşa, muhtırayı g e r i y e aldığını b e y a n ettikten sonra Refet beyin kürsüden inmesi d o ğ r u o l u r d u . Bu fırsatla da manda meselesi kendi l iğ inden akamete uğramış bulunurdu.
Manda taraftarları ise hususi g r u p sohbet ler inde : — Refet bey, samimi kanaat ve görüşler in i i fade
etti. D o ğ r u ve haklı d ü ş ü n ü y o r . M a n d a meselesinin m ü z a h e r e t anlayışı içinde müzakeresine d e v a m d a f a y d a vardır, diyorlardı. Paşanın yanı da bu g e c e m ü s t e s n a halde doluydu. O d a d a hemen hiç oturacak y e r kalmamıştı . Murahhaslar ın ç o ğ u n u n ve bi lhassa Denizl i murahhaslar ı O s m a n Nur i , Ahmet Nuri beyler in lise b inasında delegelere ayrı lan koğuşta ikametleri ve m e v z u u n hararet i , paşanın odasında toplananların sayısını çoğaltmışt ı .
Paşanın odasında toplanmış bulunanlar daha çok mandanın da, müzaheretin de a leyhinde o lanlardı . Paşa da en çok bir noktaya takıl ıyor,:
— İstanbul'dan gelen arkadaşlar ımız hâlâ bu manda mevzuunda nasıl ısrar edebi l iyor ve b u n u n «muhil l i istiklâl» olmadığına inanıp inandırmaya ça l ış ıyor lar? d i y o r , haklı bir üzüntü d u y u y o r d u .
Ve şöyle s ö y l ü y o r d u : — İstanbul'dakiler umutsuz, hasta insanlardır. E c n e
bi işgal tazyiki altında c e s a r e t ve ümitlerini kaybetmiş olmanın verdiği üzüntüyle ve marazî bir haleti ruh iye iç inde hareket ediyorlar. Bunun başka türlü izahı yoktur .
« B i r milletin istiklâl hakkını aramasından ve bu y o l da gerek iyorsa s o n damla kanını akıtmasından d a h a tabiî ne tasavvur edilebil ir? Şerefs iz , istiklâlsiz es i r b ir milletin çocuklar ı olarak yaşamak yer ine efendice ve kahramanca ölmek elbetteki şayanı tercihtir. B u n u a n l a y a mamak ne gar ip mantıktır?»
« M u r a h h a s l a r da k o n u ş u y o r , manda fikrinin ş iddet le
aleyhinde bulunuyor, tam istiklâl bütünlüğüne sahip o l mayan bir T ü r k i y e ' n i n yaşamasının imkânsız o l d u ğ u n u ifadelendir iyorlardı.»
« H e l e Hikmet (Kıvılcımlı) isminde askerî T ı b b i y e talebesi ve Sivas K o n g r e s i ' n d e askerî tıp talebesi murahhası olan bir g e n ç , İstanbul efendi ve paşalar ına v a t a n perverl ikte; memleketçil ikte, milliyetçilikte rehber ve ö r nek olacak ö lçüde d o ğ r u d ü ş ü n c e n i n , millî h e y e c a n ve imanın sahibi bu lunuyordu.»
Bu g e n ç de paşanın odas ındaydı . Sanki birdenbire ateş ve heyecan kesilmiş olarak yüksek sesle :
« — Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeli ler beni buraya istiklâl dâvamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdi ler. Mandayı kabul edemem. E ğ e r kabul edecek olanlar v a r s a , bunlar her kim olursa o lsun şiddetle red ve takbih ederiz. Farzı muhal manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal' i (vatan kurtarıcı deği l , vatan batırıcısı) olarak adlandırır ve tel'in ederiz.» d iye bağırdı . Bu g e n c i n yürekten kopup gelen bu sözler i karşısında hazır olanlardan bir ç o ğ u n u n gözler i yaşarmışt ı . Mustafa Kemal Paşa da müteheyy iç olmuştu. Heyecanl ı bir ses le :
« — Arkadaşlar, gençl iğe bakın. Türk millî bünyes indeki asil kanın i fadesine dikkat edin!» dedi ve s o n r a Hikmet beye dönerek :
« — Evlât, müsterih o l , gençlikt le iftihar ediyorum v e gençl iğe güveniyorum. Biz akall iyette kalsak da mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve d e ğ i ş m e z ; ya ölüm, ya istiklâl!»
T ıbbiyel i g e n ç , hemen yer inden fırladı : -« — V a r o l , paşam!» diyerek Mustafa Kemal' in elini
öptü. Her zaman, ilerici elemanlar yetiştirmiş olan T ı b b i
yenin bu g e n ç ve ateşli temsilcisinin sırt ında da askeri üniforması vardı . Mustafa Kemal, gençlik günler inin ateşl i ve ihtilâlci ruhunu bu g e n ç adamda y a ş a r gibi o l d u . Kalkıp onu alnından öptü :
— G e n ç l e r , vatanın bütün ümit ve istiklâli s ize nesi l lerin anlayış ve enerj is ine bağlanmıştır, dedi.
Toplant ıda bulunanlar, hep bir a ğ ı z d a n şöy le bağırd ı l a r :
— Paşam, müster ih ol . Başka tür lüsü olamaz. Yar ın k o n g r e d e kat'î net iceyi a lacak, mandayı r e d d e d e c e ğ i z .
G e c e yarısı horoz lar ı , S ivas ' ın karanlık mahallelerinde tatlı sesler iy le birbir ler iyle yar ışa başlamıştı ki; toplantı dağı ld ı . Herkes kendi o d a s ı n a çekildi.
10 Eylül 1919 g ü n ü . Amer ikan mandasıyla mandacıların yeni lgis iy le s o n a erdi .
S o n bir iki g ü n içinde adı mandacıya çıkan Rauf b e y , büyük bir hışımla k ü r s ü y e çıktı ve iftiracılarını şöyle utandırdı :
— Efendiler! M a n d a manda d iyorsunuz, bunun mu-hili istiklâl o lduğunu d ü ş ü n ü y o r musunuz? G e r ç i müzaherete muhtacız. Fakat ben bu müzaheret kelimesini manda mukabili olarak kul lanmıyorum. Kendi manâsıyla müzaheret . Z i ra, bir tehlike karşıs ındayız. İngiliz matbuatınd a n anlaşı l ıyor ki, konferans kararı mucibince Kızıl ırmak'-ın şark tarafı Ermenistan addedilerek Amerika himayesine veri l iyor. Kızıl ırmak'ın garbındaki kısım da mahreci A n t a l y a olmak üzere T ü r k i y e ' y i teşkil ediyor.
Bu kısmın şimali İtalya, c e n u b u da F r a n s a ve İngiltere himaye idarelerine bırakı l ıyor. İşte, bu tehlikeye karşı memleketimize en bitaraf vaziyette bulunan Amerika'nın müzaheret inden maksadım, k a f i y e n Amerika mandası değildir. Beyannamenin yedinc i maddesinde z ikrolunan müzaherett ir, Bu madde: (Milletimiz asr i gayeler i tebci l , fennî, sınaî, iktisadî hali ve ihtiyacımızı takdir eder) demektedir. B inaenaleyh; devlet ve milletimizin dahilî vs haricî istiklâli ve vatanımızın tamamiyle mahfuz kalmak sortiyle altıncı maddede musarrah hudut dahi l inde milliyet esaslar ına r iayetkar v e . memleketimize karşı istilâ emeli bes lemeyen herhangi devlet in fennî, sınaî, iktîsadî muavenetini memnuniyetle karşı larız. Bu şerait i âdile ve in-saniyeyi muhtevî bir s u l h u n de aci len takarrürü, selâmeti
b e ş e r ve s ü k û n u âlem namına amali mil l iyemizdir. . M ü z a h e r e t t e n kasdım: Bu madde dahil indeki müza
heret ve muavenett ir . A y r ı c a : Amerika'da senelerden beri a leyhimizde yapı lmakta o lan menfî propagandalar ın tevlit ett iği c e r e y a n ı efkârı tashih için her ş e y d e n evvel Amerika k o n g r e s i n d e n memleketimizi tetkik edecek ve hakikati g ö r e c e k bir h e y e t d a v e t etmeyi de karar alt ına almamızı teklif ed iyorum.
Rauf b e y . özet olarak bunlar ı söy ledi . Etki büyük old u . Mandacı lar ın saf lar ı ş ö y l e bir sarsı ld ı . Şaşırmışlar, sersemlemiş lerdi . Ç ı k a n söylent i lere on lar da inanmış, Rauf b e y e gizl i şampiyonlar ı g ö z ü y l e bakıyor lardı . Kısa b o y l u , iyi ve mert yürekl i , y a ğ ı z yüz lü A l b a y Kara Vasıf b e y , o t u r d u ğ u s ı rada daha da küçülmüş, sanki kaybolmuştu. Rauf bey, akıl l ıca ve imanlıca konuşmasıy la mandacı lar ın mevzi ler ine bir tank gibi gir ivermişt i . M a n d a c ı ları o n u n söz ler inde avutan bir tek ş e y vard ı : « B i r Amer i k a n , z i y a r e t ve tetkik heyet inin çağrı lması öner is i .»
M u s t a f a Kemai, Rauf bey in öneris ini s ıcağı s ıcağına o y a k o y d u . H e r k e s ç e kabul edildi. Yalnız Rauf beyin nutk u n u n bir yer ine adamakıl l ı takılmıştı. Beyannamenin bir maddesine d a y a n a r a k Amer ikan mandasını deği lse de A m e r i k a n müzaheret in i istemek de ne o l u y o r d u ? Aylardır birl ikte b u l u n d u ğ u , birlikte g e z d i ğ i , birlikte y iy ip içtiği bu en yakın arkadaşın ın beyannameden böyle bir aniam ç ıkarması çok şaşı lacak bir ş e y d i . Evet, mandayı d o ğ r u d a n d o ğ r u y a bir y a n a iterek mandacı lar ı b o z g u n a uğrattığı d o ğ r u y s a da s o n u n d a o r t a y a -bir «Amer ikan müzah e r e t i » çıkarmak, y i n e aynı yo lun y o l c u s u olmak değildi d e n e y d i ?
M a n d a o lay ı , b ö y l e c e kapanmıştı y a , Mustafa Kemal •de, Rauf beydeki bu bi lmece üzer inde daha çok durmadı.
49 3/F. : 4
(
M A L A T Y A ' D A K İ İ H A N E T
r
Bir adama kötülük ederken öyle bir kötülük et ki, öç almasın.
M a c h i e v e l l i
Erzurum Kongresi 'n i haber alan Dersim Kürt ler i , Der-sim'e en yakın bölgelere saldırarak mal, h a y v a n ve p a r a yağmalamaya başlamıştı. E r z u r u m Kongres i 'n in böy le talanlara neden sebep o l d u ğ u s o r u n u n a gel ince, ş u y d u : Erzurum'daki paşalar, O s m a n l ı hükümetine isyan etmişlerdi. Kurtlar, dumanlı havay ı sevdiği gibi Kürt ler de d u manlı havayı sever lerdi . Mil letin birbir ine g i r e c e ğ i b ö y l e dumanlı havalarda mal-mülk edinmenin çares ine bakmalıydı. Erz incan-Sivas y o l u üzer inde türlü s o y g u n l a r y a p a n Dersimli grupları , ötekileri de yüreklendir ip heveslendirmiş, tüfeğini alan g ö z ü pek eşkiya bütün geçi t lerde ve gediklerde pusu kurmaya başlamıştı . Nası l o lsa yeni h ü kümet, eski hükümet zamanında yapılmış s o y g u n l a r ı n ve eşkiyalikların hesabını sormayacakt ı . E lâz iz (Mamuret i l-aziz) de hükümet konağında oturmuş, arpacı kumrusu gibi düşünen yeni vali Al i Gal ip, kendini g ö s t e r e c e k bir işin peşine düşmek için f ırsat kol luyordu. S ivas ' ta İstanbul hükümetinin emriyle Reşit Paşa'y ı sıkışt ır ıp, Mustafa Kemal'le Rauf beyi ve ö b ü r arkadaşlar ını yakalat ıp z i n cire vurdursa ve Dahil iye Nazır ı Adi l b e y e bir b a y r a m hediyesi olarak gönderebi lseydi birdenbire Osmanl ı hükümetinin en büyük adamı olacakt ı . Buna da kıl kadar bir aralık kalmıştı.
Reşit Paşa'nın pısırıklığı ve korkaklığı bu işi ç ıkmaza sürüklemişti. B u , g e r ç e k t e n , bütün ö m r ü n c e bir insanın eline geçen tek f ırsattı. İnsan böyle bir part i v u r u n c a çocukluğundan beri hülyasını kurduğu en büyük mevkilere ve zenginl iğe s ıçrayarak değH uçarak yet işebi l i rdi . Dur hele. Bu karışık zamanlarda, büyük f ırsat lar her an insanın yanına dek gelebil ir. Ne v a r ki, insan, bunun o fırsat o lduğunu anlayıp hemen yıldırım gibi üstüne atıl-
50
malıdır. Ne yazık, el inde askerî kuvvet y o k t u , başı b o zuklarla da bu iş başar ı lamazdı. Erzurum'daki kongreyi basarak dağıtmak düşte bile görülemezdi . K o c a Karabe-kir*in 15. Kolordusu, bu kongrenin üzerine k o r u y u c u bir melek gibi çelikten kanatlarını germişt i .
Ali Gal ip bey, E r z u r u m Kongresi 'n i d ü ş ü n e c e k d u rumda değildi. Dersim'in alevî kürtleri Çemişkezek, E ğ i n , Kemah, E r z i n c a n ve Harput 'un köylerini kasıp kavuruyor, ellerine geçirdikleri hayvanlar ı Dersim dağlar ın ın erişi lmez doruklar ına d o ğ r u s ü r ü p götürüyor lard ı . Köylüler, v a linin karşısına diki l iyor, kendilerini koruması için elini ayağını öpüyor lard ı . G e r ç e k t e n oralarda bir valinin itibarını sıf ıra indirecek olay lar g e ç i y o r d u . Büyük hırsların arkasında koşabilmek için ilkin ç e v r e y i kasıp kavuran şu küçük ve bayağı insan hırslarını yatıştırmak g e r e k i y o r d u .
B ö y l e c e , siyasî hırslarının pençes inden kurtularak at ına at layan val i, yanına da sekiz jandarma aldı ve Dersim dağlarının yemyeşi l , v a h ş i , hırçın ve ya lç ın güzell ikleri içine daldı. Yanındaki sekiz jandarma, ancak sembolik bir kuvvett i . Y o k s a Dersim aşiretlerinin yırt ıcı g ü c ü . o n u sekiz jandarmasıyla b i rkaç dakikada eritebil irdi. Dersim aşiret reisleri asl ında akıllı adamlardı. Val iy i ö ldürmenin yararsız l ığını bi lmeyecek kadar tecrübesiz de değildiler. T a m , Mustafa Kemal ve arkadaşlar ı E r z i n c a n b o ğ a zının tehlikesini yar ıp g e ç e r l e r k e n vali de yaylalardaki köylerde aşiret beylerinin sini ler inde yağmalanmış koyun ve kuzu etlerinin tadına bakıyor, buz gibi ayranlar içerek bu eşkiyalıkların ö n ü n e geçi lmesi için parlak söz ler s ö y l ü y o r d u . Ö ğ ü t l e Dersimli leri eşkiyal ıktan vazgeçirmeyi d ü şünecek kadar tecrübesiz o lan Al i Gal ip bey, İstanbul hükümetinin, kendi başına daha büyük belâlar açacağın ı akl ından bile geç i rmiyordu. Dersim beyleri, bıyıklarının alt ından gülerek onun öğüt ler in i dinlerken, adamlarını hangi yana talana gönderecekler in in hesabını yapıyor lardı .
Val i Ali Gal ip bey, e ğ e r Kâzım Karabekir uzaktan uzağa kaderine el uzatarak o n u kurtarmasaydı, ş imdi, Elâziz vi lâyetinin topraklar ında küçük bir tümseğin altında kanlara bulanmış iri ve biçimli gövdesiy le s o n s u z
uykusuna çoktan yatmış olacakt ı . Paşa, bilerek bi lmeyerek onun ömrünü uzatmış ve çok önemli bir tarih s e r ü veninde rol oynamasını sağlamışt ı : Mustafa Kemal Paşa. Sivas' ta kendisine kahpelik etmiş olan bu adamın E lâ-z iz 'de de boş d u r m a y a c a ğ ı n ı er-geç bir kahpelik d a h a yapacağın ı anlayarak o n u diri lerin dünyasından uzaklaştırmaya birkaç yakın arkadaşıy la karar vermişt i . B i raz da komiteci bir gelenekten gelen Yarbay Halit beyle (Paşa) Mustafa Kemal, millî gel işmenin bu ilk adımlarında durmaksızın bir suikast elemanı niteliği g ö s t e r e n Ali G a lip beyi yaşayanlar ın l istesinden silmek üzere anlaşmışlardı.
Halit bey, elinin alt ındaki en g ö z ü pek kuvayı mil-l iyeciyi arkasındaki kalabalık adamlarıyla Mustafa Kemal'in emrine göndermişt i . Levent gibi ince bir v ü c u d a sahip olan Mustafa Kemal' in karşısına Ebulhindil i Cafer Ars lan, iri yar ı , kalın başl ı , burma bıyıklı bir derebeyi g ö rünüşüyle dikilmiş ve emrini beklemişti. C a f e r bey, s ö y lendiğine göre, Ermeni ler in sürülmesinde e p e y c e v u r g u n yapmış, mal-mülk edinmişti. Bu y ü z d e n bu eski İtt ihatçı fedaiyi itilâfçı hükümetin kanunları , İstanbul'daki N e m rut Mustafa Paşa Divanı Harbi 'ne sürüklemek üzere harıl harıl arayıp durmaktaydı . Bu y ü z d e n C a f e r bey, kanunsuz bir bölge olan sınır boylar ında d o l a ş ı y o r ve o r a larda kuvayı milliyecilik y a p ı y o r d u . Şimdilik, Halit bey in adamı o lduğu gibi Kâzım Karabekir ' in de adamı durumuna gelmek üzereydi .
C a f e r beyin t e r ö r c ü çetes i , y ine kendi aşiretinin atlılarından otuz-kırk kişi aras ında g ö z ü pek küçük bir akıncı g r u b u idi. Ver i len görev ler i de mutlaka başar ır lardı . C a f e r bey, yayladaki sekiz y ü z davar ından atl ı larının ç o -luk-çocuklarına her z a m a n y iyecek gönder i r ve onları böylece o v u c u n u n içinde tutardı .
Mustafa Kemal, komiteci tiplerin en meşhuru olan Yakup Cemil ' le bile ahbapl ık kurmuş bir komiteciydi. C a fer beyle çabucak anlaştı. C a f e r bey, atlı larının başında Elâziz y ö n ü n d e y ü r ü y ü ş e g e ç t i .
Tal ihsiz l iğe bakınız ki bu tert ipten başlangıçta ha-
52
Alamut - Çizgiliforum.com
beri o lmayan Kâzım Karabekir . işitir işitmez, M u s t a f a Kemal kendi özel b ö l g e s i n d e bir c inayet iş letecek korkus u y l a hemen gidenler in arkas ına atl ı lar saldı ve onlar ı yar ı y o l d a n geri çev ir t t i . İşte, A l i Gal ip b e y de a n c a k b ö y l e c e yaşayanlar ın l istesinde kaldı. V e M u s t a f a Kemal 'le birl ikte bütün Kurtu luş S a v a ş ı ' n ı da hançer lemek sevdasında direnmekten b i r an ger i durmadı.
M u s t a f a Kemal' in E r z u r u m Kongres i 'n in bit iminde Sivas ' ta yeni bir meşale yakmak ü z e r e g i d e c e ğ i n i ö ğ r e nen İstanbul hükümeti, önceler i S ivas ' ta onlara b ü y ü k bir umut vermiş olan Al i G a l i p beyi y e n i d e n andı ve Dahi l iye Nazır ı Adi l bey in telgraf ı 29 A ğ u s t o s tar ih inde onu bu s a b a h çok tehlikeli Ders im gezint i ler inde gel ip bu ldu. Bu pastora l hava iç inde d o ğ a y a yakın olmanın verd iğ i rahatlıkla g e v ş e y e n val iy i bu te lgraf, b irdenbire şaşk ına çevirmiş gibiydi. Devlet kuşu bir kez daha başının üzerinde dolaş ıyordu. Ş a n s , bir kez d a h a yanıbaş ına dek s o kulmuş, ona g ü l ü m s ü y o r d u . Demek ki, İstanbul hükümeti, o n u bir kez daha M u s t a f a Kemal' in üstüne yürütmek ist iyordu. B ö y l e c e bütün bu g e n i ş bölgelerde M u s t a f a Kemal' le başa çıkabi lecek bir tek kişi olarak o n u g ö r ü yor lard ı .
Mustafa Kemal, O s m a n l ı tar ihinde boy göstermiş, baş vermiş, Celâl i ler in en b ü y ü ğ ü , en tehl ikel isi, en z e -kisiydi. Çanakkale 'de en m o d e r n düşman ordular ın ı y e n miş bir askerdi o. Kendis i de kurmay yarbay l ığa dek yükselmiş bir asker o l d u ğ u n d a n bu işin değer in i g ö r m e z likten gelemezdi. B ö y l e bir d e v e karşı y a p a c a ğ ı s a v a ş t a k a z a n a c a ğ ı zafer in etkisi, ya ln ız Osmanl ı ü lkesinde deği l bütün d ü n y a d a işit i lecekti. İşte, o z a m a n p a d i ş a h o n a :
« — Dile b e n d e n n e d i l e r s i n ? » diyecekt i . Art ık, O s manlı hükümetinin b a ş k u m a n d a n ı , ya da s a d r a z a m olmak işten bile deği ldi.
Dahil iye Nazır ı Adi l b e y i n . Mustafa Kemal' i S i v a s Kongres i 'nde olsun kıstırması için yapt ığı öner i , kendis ine b ö y l e c e yeni bir çal ışma ufku a ç ı y o r d u . Dahi l iye Naz ı r ına g ö n d e r d i ğ i karşılık te lgraf ında öğünmekten kendini ala-
53
mach. Zengin bir doğa dekoru ortasında kaleme aldığı bu telgraf şöy le d iyordu :
— E ğ e r eski ve malûm şöhret imin nâçiz konuşma kaabil iyetime verdiği kuvvet le sihir dolu işler görmekte o l d u ğ u m şu nazik zamanda v i lâyetten ayrı lmaklığım d o ğ ru ise ve yerime âciz kulları gibi ölümle alay ederek, ma-lını-mülkünü de ortaya koyarak aşiret lere, h a y r a n kaldıkları şecaat ve sehavet numuneler i g ö s t e r e c e k d i ğ e r bir val iy i uçakla ulaştırmam mümkünse ve bir de hemen kurmay albaylığa ve az s o n r a da tuğgeneral l iğe terfi im y a pı lacak olursa ve hükümetin verdiği yeni vaz i fe ler d a h a büyük fedakârlığı iltizam e d i y o r s a memuriyeti g e ç i m v a sıtası ittihaz mecburiyet inde o l d u ğ u m u , vatan vaz i fes ind e n de kaçmayacağımı arzeder im.
1 Eylül 1919 g ü n ü makina başında yapı lan konuşmada vali yeniden şöyle d iyordu :
— Bu da bir vatan vazifesidir. Tabi î âc iz maruzat ım mütalâa ve buradaki vazi fe ile mukayese edi ldikten s o n ra ver i leceğine nazaran deruhte etmek hamiyet vaz i fes idir. Yalnız, muvaffakiyet temini için bazı hususlar ı bilmek ve bazı şartlar ileri sürmek isterim. İki g ü n s o n r a Elâziz '-d e n muhabereye müsaade buyurulmasını temenni eder im.
E lâz iz Val is i AH Gal ip
Dahil iye Nazır ı Adi l b e y , sanki isterik bir d u r u m almıştı. Sabırsızl ık içinde ve heyecandan t i treyerek şöyie y a z ı y o r d u :
— Alelacele hareketiniz lâzımdır. Yar ın s a b a h yüksek mütelâalarınızı bi ldirmenizi bekl iyorum. M ü m k ü n olursa yarın akşam da hareket etmeniz münasip olur.
N a z ı r A D İ L Ali Gal ip bey de artık hızlanmıştı. Ders im'den 1 Eylül
1919 tarihinde şu karşılığı verd i : — On sekizinci tümen kumandanı ve kurmay baş
kanı bulunduğum sırada subaylar ın s iyaset le uğraşmalarını yasak etmem üzerine husumetle karşı lanmış ve 1911 senesi başında istifaya m e c b u r kalmıştım. Sekiz buçuk s e n e d i r t icaret ve ziraatla meşgul Oldum. Bu müddetler in
54
kıdemime eklenmesiyle hemen kurmay albayl ığa ve E lâ-z iz 'den hareketim sırasında da tuğgeneral l iğe terfi im y a pı lmazsa, akran ve emsalime nazaran daha aşağı bir rütbe ile askerî vazi fe kabul etmiş o lacağım. Bu rütbenin başar ı bakımından ehemmiyeti vardır.
Bundan başka aile efradından on bir nüfusu buraya getirip E lâz iz 'de bir s ü r ü ev eşyası da aldım. Nakl iye masrafı da çok fazladır. Yol luklar da yetişmemektedir. Gelel i iki ay olmadığından henüz tam maaş da alamadım. Z i raat ve t icaret işlerimi dağıt ıp hamiyet vazifesi olarak ş u raya gelişimin perişanlığımı mucip olmaması için yolluktan başka tazminat da isterim.
E l â z i z Val isi Ali Gal ip
Adil bey de onun bu hırs ve a ç g ö z l ü l ü ğ ü n ü norma' bir şeymiş gibi karşı l ıyordu :
— Askerî rütbenizin yükselti lerek ger i ver i lmesine kcrar verilmiştir. Beklenen başarınız üzerine padişahın atıfetine de kavuşmanıza aracı olacağımıza ş ü p h e yoktur. Tahakkuk edecek sefer masraflarınız da veri lecektir. V a kit geçiri lmemesi için muvafakat cevabınız ın hemen verilmesini bekl iyorum. Bildiri len yere maiyetinizle birlikte bu akşam hareketiniz lâzımdır. Aile sonra da naklolunabilir.
N a z ı r A D İ L
Y ine 1 Eylül g ü n ü makina başında şu te lgraf veril iy o r d u :
— Maiyet imde Dersim jandarma taburundan sekiz süvari var. Bunların bu muhitten ayrı lması d o ğ r u olmaz. Elâziz 'den döneceklerdir. Başka bir süvar i tertibi ise kolay değildir. Bu vi lâyetin jandarması zaten iht iyaca kâfi olmadığı gibi başka bir y e r e nakledilse hemen f irar ederler. Hattâ bir sancaktan ötekine nakledildikleri z a m a n bile aynı hâdise olur. Bunun başka vi lâyetlerde de çok defa tekerrür ettiğini jandarma umum kumandanı da tasdik eder. Halkta jandarma mesleğine fazla rağbet yok.
55
Firar i lerden jandarma y a z m a y a kalksak bile alayımızın boşluklarını dolduramayız. E s a s e n jandarma maaşlarının ödenmeyip askıda kalması rağbeti b ü s b ü t ü n azaltmıştır.
Tahakkuk edecek sefer masrafım, evimin nakli ve eş* yamın satıl ıp yenisini almak masrafını koruyamaz. Bu itibarla yol luktan başka en az yedi y ü z lira tazminat ver i lmezse mağdur olurum. Sekiz buçuk senesi istifada g e ç miş askerl ik kıdemimin zammolunması e l z e m , iki d e r e c e terfi de hakkımdır. Bu maruzatım yer ine getir i lmek sortiyle vazi feyi kabul ettiğim maruzdur.
E lâz iz Val is i Al i Ga l ip
Ali Gal ip bey, y ine Dersim'den Nazır Adi l beye 1 Ey-lül'de şunları y a z d ı . Bu daha çok bir s o r u l istesiydi :
— Yakalanmaları icap edenler firar, saklanma, isyan ve ayaklanma hallerinden hangilerini iş lemişlerdir? Aralarında hizmette bulunanlar v a r mı? Aş iret lerden ve hemşehri ler imden ne kadar para ile ne kadar adam kullanabi leceğim?
Başarı kazanabilmek için salâhiyetimin d e r e c e s i ne olacakt ır? Hâlen kolordu kumandanı v e y a vekili kimdir? Cevabın ız ı makine başında bekl iyorum.
Elâziz Val is i Ali Gal ip
Dahil iye Nazır ı , işi bi lmezliğe vurarak hâlâ makine başında hem kendisini, hem Damat Ferit Paşa'y ı , hem de padişahı sabırsızl ıktan çatlatan Al i Gal ip b e y e karşı en sonra- baklayı ağz ından çıkararak ş ö y l e c e patladı :
— Şark vi lâyetlerinde bir gai le ç ıkarmaya çalışanların tahriklerini önlemek ve karşı koyanların yakalanarak buraya gönderi lmesi hususunu üzerinize aldığınız takdirde, istediklerinizin hepsi yer ine getir i lecektir.
E lâz iz 'de şimdilik itimat ettiğiniz birisini vekil bırakabilirsiniz. Masraf lar ı hükümetçe ödenir ve görecekleri hizmetlere g ö r e kendilerine padişah taraf ından ihsanlarda bulunulur. Yüksek dirayetiniz, daha fazla tafsi lâta.
iht iyaç g ö s t e r m e z . Art ık, kat'î kabul cevabın ız ı b e k l i y a . rum.
Dahi l iye N a z ı r A D İ L
Adi l bey, Al i Galip b e y e b iraz daha açık lamada bulunmanın gerekt iğini an layarak telin ö b ü r u c u n d a n şunları anlatt ı :
— Muti olduklar ını iddia ettikleri halde tahriklerine devam ediyor lar. Kendi ler iy le aynı f ikirde o lan memurların g ö z y u m m a s ı n d a n ist i fade ederek emin olduklar ı s a hada s e r b e s t ç e dolaş ıyor lar . B u g ü n hiç bir inin s ı fat ve salâhiyetleri yoktur.
Emin o l d u ğ u n u z kimselerden birkaç y ü z s ü v a r i ile ansız ın gidebi l i rseniz, o r a l a r d a tesadüf edecekler in iz i y a kalayıp gönderebi l i rs in iz . Diğer ler i tabiî kaçacaklardır . Bir daha da o r a y a yanaşamayacaklard ı r . Bu s ü v a r i l e r e jandarma tahsisat ı veri lebi l ir.
Val i ve kumandanl ık salâhiyet ler inin el in izde toplanması başar ıy ı temin edecekt i r . Ko lordu Kumandanı S a -lâhattin adında bir A l b a y d ı r , istanbul 'dan y a k ı n d a g ö n derilmiştir.
Kat'î cevabın ız ı h e m e n bildirmenizi r ica eder im. N a z ı r A D İ L
Adil bey, val iy i te lgraf lar la bombardıman edip d u r u y o r d u :
— B u g ü n d e n tezi yoktur. İmkân v a r s a h e m e n b u g ü n hareket çares ine bakı lması İstanbul 'ca fevkalâde memnuniyeti mucip olacakt ı r . İmkânı y o k s a bile, imkânsızl ığı mümkün kılarak hemen hareket olunmasını r ica ederiz.
Ali Gal ip bey de Adi l b e y gibi s a b ı r s ı z l a n ı y o r ve devlet kuşunu 1 Ey lü l g ü n ü akşama ermeden altm kanatlar ından yakalay ıp bahtının kafesine kapamaya c a n at ıyordu. 1 Eylül 1919 g ü n ü g ü n e ş , yüksek Ders im dağlarının arkasına d o ğ r u kayarken İstanbul 'a loş te lgrafhane o d a s ı n d a ş u n u bi ldirdi :
— G ü n e ş i n batmasına d ö r t saat kaldı. M e s a f e de uzaktır. G e c e , saat ikide mehtap da bit ince dağl ık v e s a r p yol larda s e y a h a t edi lemez. Kesin muvafakat iniz i bildire-,
57
•rek b u g ü n d e n de istifade edebilmek için c e v a b ı n ı z ı n ç a buklaşmasın ı r ica ederim.
D e r s i m ' d e E i â z i z V a l i s i A l i G a l i p
İstanbul 'dan buna karşılık olarak şu te lgraf geldi : — Padişahın iradesi alınmak üzeredir. Fakat , s iz me
m u r i y e t mahallinize g i d i n c e y e kadar bunun giz l i tutulması lâzımdır. Maiyet inize a lacağın ız güveni l i r süvar i ler le mümkünse yarın hareket edip bir an evvel yet işmeniz temenni edilir. Hareketiniz tarihiyle, yer in ize tahminen ne z a m a n varacağın ız ın bildiri lmesi lâzımdır.
N a z ı r A D İ L
— B u g ü n at üstünde dört saat yo l yapıp Mut ' ta ve Hozat ' ta beş saat mütemadiyen nutuk ederek y o r g u n bir hale düştüm. Açl ıktan da sersemlemiştim. Y e m e ğ e gitmek üzere yüksek izinlerinizi beklediğimi a r z ile cevabî emir ler iniz in bildiri lmesi.
G a l i p Val i Hozat ' tan Elâz iz 'e döndükten s o n r a İstanbul 'a
ş ö y l e seslendi : — G e c e yarısı Hozat ' tan hareketle sabaha karşı Elâ
z i z ' e vardım. İradeyi henüz tebellüğ etmediğim için b u radaki hazırl ığıma tabiî başlayamadım. Y o k s a hazır l ığın yar ıda kalması ayıp olur. T a m ve kat'î malûmat ve talimat almalıyım ki gereğini tayin edebileyim. Hareket ve var ış zamanları ona g ö r e tayin edilecek ve emirler inize c e v a b ı m arzedi lecektir. 2 Eylül 1919
E l â z i z Val is i A l i Ga l ip
Al i Gal ip beye s o n kıl ıçbalığı oltasını ş ö y l e atan İstanbul , işin gerisini artık sabırsızl ık, isteri ve k a y g u ile bekleyecekt i :
— Arzolunmuştur. İradei seniye bugün çıkacakt ır . Bu it ibarla kesinleşmiştir. Tal imat ş u d u r :
Bi ldiğiniz gibi Erzurum'da birkaç kişi kongre adı alt ında toplanarak bir takım kararlar aldılar. Ne t o p l a n a n -
:
58
ların. ne de aldıkları kararların ehemmiyeti vardır . F a kat, bu haller memlekette bir takım dedikodulara s e b e p oluyor. A v r u p a ' y a ise çok mübalâğalı aksett ir i l iyor ve bu itibarla çok fena tesir ler yarat ıyor. O r t a d a ehemmiyete d e ğ e r hiç bir kuvvet, h iç bir vak'a olmadığı halde sırf bu mübalâğalar ve kötü tesir lerden endişeye d ü ş e n İngi l iz lerin, bugünlerde Samsun'a e p e y c e bir kuvvet ç ıkaracakları anlaşıl ıyor. Hükümetin umumî tamimleri a r a s ı n da size de yaptığı malûm tebl igata aykırı hareket ler y i ne devam ederse çıkarı lacak y a b a n c ı kuvvet ler in S i v a s ' a ve oradan daha ilerilere yayı larak birçok yerleri işgal etmeleri ihtimalden uzak değildir.
Bu ise memleket menfaatlerine elbetteki aykır ıdır. E r zurum'da toplanan malûm şahıslar ın, yakında S ivas ' ta toplanarak yeni bir kongre akdetmek istedikleri, yapı lan muhaberelerden anlaşıl ıyor. Böyle beş-on kişinin o r a d a toplanmasından bir ş e y ç ıkmayacağı hükümetçe malûmdur.
Fakat, bunu A v r u p a ' y a anlatmak mümkün deği ldir. İşte, bunun için bu şahısların orada toplanmasına y e r vermemek lâzımdır. B u n u n için de evvelâ Sivas' ta hükümetin tam güvenine sahip ve memleket selâmetine uyg u n olan hükümet tebligatını harf iyen yer ine get i recek azimli bir vali bulundurmak lâzım gel iyor.
Siz i onun için oraya g ö n d e r i y o r u z . G e r ç i , S ivas ' ta kongre akdetmek isteyen birkaç kişiye engel olmak o kadar g ü ç bir ş e y deği lse de o r d u büyükler inden bazı lar ının da bunlarla aynı fikirde oldukları anlaşı ldığına g ö r e , hükümetin alacağı tedbirleri el lerinden geldiği kadar ö n leyecekleri ve malûm şahısları mümkün o lduğu kadar koruyacakları g ö z önünde bulundurularak Sivas 'a yanın ıza güveni l i r birkaç y ü z kişiyle ansız ın girmeniz başar ı için u y g u n görülmektedir.
Bu itibarla evvelce yazdığım gibi, oralardaki Kürt lerd e n güvenebi leceğiniz y ü z - y ü z elli kadar süvar iy i yanın ıza alarak ve ne için, nereye gidildiğini hiç k imseye s e z dirmeyerek Sivas 'a hiç kimsenin beklemediği bir s ı rada gir ip vali ve kumandanlığı ele alacak ve oradaki jandar-
59
ma ve asker miktarı az olmakla beraber hüsnü idare e d e cek o lursanız karşınızda başka bir kuvvet bu lunamayac a ğ ı c ihet le hemen otor i te kurup toplantı ları ö n l e y e c e ğin iz ve orada bulunanlar v a r s a hemen yakalayıp İstanbul'a gönderebi leceğin iz aşikârdır. Bu suret le elde edi lec e k hükümet nüfuz ve iktidarı içerde s e r g ü z e ş t ç i hareketlerin devamına engel o l a c a ğ ı gibi d ışar ıda da çok iyi tesir ler yaratarak a s k e r çıkarmak ve oralar ı işgal etmek hususundaki tasavvur lar ından sarf ı nazar etmeleri için hükümetçe kuvvetl i bir müracaat ve t e ş e b b ü s d a y a n a ğ ı olacaktır.
Z a t e n Sivas' ın ileri gelenler inden bazı lar ından inanılır şeki lde öğreni ld iğine g ö r e ahal i , bu polit ikacı ların tahriklerinden ve para toplamak için yapı lan baskı lardan nefret etmiştir ve bunlar ın önlenmesi için hükümete her şeki lde yardıma hazırdır. O r a d a jandarma için istenildiği kadar erat bulunabi leceği gibi ve adı g e ç e n S i v a s ileri gelenler ince hususî şeki lde yardım edi leceği temin edi lmektedir. Bu suret le hükümete sıkıca bağl ı kâfi miktarda jandarma kuvveti teşkil edildikten s o n r a birl ikte g ö türeceğin iz süvari ler i mükâfatlandırarak yer ler ine ger i gönder in iz . İşte. yapı lacak tedbir ler bundan ibarettir.
Bu suret le işe başladıktan sonra ne vakit münasip g ö r ü r s e n i z ailenizi ve eşyanız ı çıldırabilirsiniz. Şu kadar ki. hâlen orada bulunan Reşit Paşa'nın vali l ikten az lo lu-nacağı ve yer ine başkasının gönder i leceği her nası lsa ö ğ renildi ve Reşit Paşa'nın N e z a r e t e b a ş v u r d u ğ u ve isimleri malûmunuz olan kimselerin k o n g r e akdi için S ivas ' ta y a kında birleşmek istedikleri, al ınan haberlerden anlaşı ldığ ı n d a n boş y e r e bir dakika geçi rmeyerek bir an evvel h a reket, bir saat evvel v a r m a y a g a y r e t etmeniz de başar ı iç in mühim ve lâzımdır. Bu sebeple ve ne kadar müddet le varabi leceğin iz in hemen bildiri lmesi lâzımdır.
S ivas ' ta g ö s t e r e c e ğ i n i z telgraf ş u d u r : «Zat ıâ l in iz in S ivas Val is i ve kumandanl ığına tay in
leri, hükümet kararı üzer ine padişah-hal ifenin tasdik ind e n geçt iğ i için hemen hareketle bu telgrafı Sivas' taki sivi l ve asker memurlardan icap edenlere göstererek v a -
60
lilik ve kumandanl ığı da ele alıp vaz i feye başlamanız, keyfiyeti bi ldirmeniz tebliğ o lunur.
D a h i l i y e N a z ı r ı H a r b i y e N a z ı r ı A d i l S ü l e y m a n Şefik
Ali Gal ip, bu çift imzalı ve garanti l i telgraf ı c e b i n e koyarak Malatya 'ya d o ğ r u yola çıktı ve 1919 yılı Eylül ayının alt ısında Malatya te lgrafhanesinden İstanbul 'a şöyle bir telgraf çekti :
— Besni postasını v u r a n eşkiyanın (?) emriniz g e r e ğ i n c e behemehal yakalanmalar ı için lüzumlu olan kuvvet i toplamak ve tertiplemek için Malatya 'ya geldim. S o y gunculuk yer ine (?) hareket g ü n ü de bugün-yar ın taynı ve arzedi lecekt ir . Yalnız bu u ğ u r d a sarfedi lecek paranın nereden al ınacağının bi ldir i lmesine emirlerinizi r ica ederim.
V a l i G a l i p
İstanbul hükümeti, suikast telgraflarının S i v a s telg r a f h a n e s i n d e pusu kuran M u s t a f a Kemal' in telgrafçı la-r ınca av landığından habers iz , doludizgin Ali Ga l ip b e y e emir ler yağdır ı rken bu baskın işiyle yakından İ lgi lenen İngil iz Intel l icens Serv is i de bu f ırsattan yarar lanmak için davranmışt ı . Adi l beyin Ali Ga l ip b e y e Kürt aşiretler inden parayla birkaç y ü z atlı tutmasını salık vermesi , yaln ız kendi d ü ş ü n c e s i deği ld i . İngil izler bir taşla iki kuş vurmanın zamanı geldiğini anlar gibi olmuşlardı. Arabistan'da bir L a w r e n c e yaratmış olan İngiliz s ö m ü r g e c i z e kâsı ve alt ınları, bu sefer M a j o r Novi l l adlı bir İngil iz s u bayına da Türk iye 'n in g ö b e ğ i n d e bir Kurdistan yaratt ırmak ü z e r e öncülük etmeye başlamıştı. İngil izler için başlamış olan bir kara düş b ö y l e c e or tadan kalkacağı g i b i , bağımsız bir Kurdistan dâvas ı için de ilk mevzi ler elde edilmiş olacakt ı .
Al i Ga l ip beyi Malatya 'da iki becerikl i iş ortağı bekl iyordu. Bunlardan biri M a l a t y a mutasarrıf ı Halil Rahmi bey, ö b ü r ü de M a j o r Novi l l adıyla d o ğ u v i lâyet ler inde bir zamandanber i g e z i p do laşan ve adı gerek hükümet da-
61
i re ler inde, kolordu merkezinde ve gerekse b ü t ü n Kürt aşiretleri arasında söy lenen Intell icens Serv is ' in görev l is i b ir İngil iz subayıydı . İstanbul'dan çeki len çi f te iplerle bu üç kişi bir araya gelmişti. Mutasarr ı f Bedirhanî Kür t aş iret inden bir Osmanl ı okumuşu idi. Dumanlı h a v a y ı g ö r ü n ce hemen kabuğunu kırıp ortaya çıkmış ve Kürt mill iyetçi ler inin safları arasına karışmıştı. Kürt mil l iyetçisi ve O s manlı devlet in in gerçek memuru Halil Rahmi bey, Diyarbakır 'daki Kürt Taal i Cemiyet i 'n in çatışma alanını bird e n b i r e Malatya 'ya kaydır ıvermişti.
Al i Ga l ip beyin İstanbul'a baskın ve su ikast üzer inde anlaşarak Malatya'ya gelmiş olması M a j o r Novi l l ' in ve Rahmi beyin işini çok kolaylaştırmıştı. D u r u p d u r u r k e n Kürt aşiret ler inden atlı toplamak, elbetteki o lacak iş deği ldi . Hırsl ı ve ahmak bir T ü r k kurmay s u b a y eskis i , o n lara bu bulunmaz fırsatı bedavadan bağışlamış o lacakt ı . Al i Ga l ip beyin S ivas Kongresi 'n i basmak iç in toplamasına İstanbul hükümetince izin ver i len b i rkaç y ü z Kürt atl ısı, Kürt ihtilâlinin çekirdeği olarak M a j o r Novi l l ' in ve Kürt ihti lâlcilerinin eline g e ç e c e k ve bu kuvvet, M u s t a f a Kemal' in yakalanması ya da öldürülmesi üzer ine çığ gibi b ü y ü y e r e k d o ğ u şehirlerini birer armut gibi d ü ş ü r ü p toplayacakt ı .
M a j o r Nevi l i , d o ğ u vi lâyetler inde adı yeni işit i len bir a d a m deği ldi . Mütarekeden hemen sonra parlak ç izmeler ini kamçısıy la döverek buralarda ilk kez s insi s insi d o l a ş mış, kimi karanlık işler arkasında o lduğu kuşkusunu u y a n dırmıştı. Evet , daha iki ay ö n c e Diyarbakır ç e v r e s i n d e dolaşmış, T ü r k i y e aleyhinde korkusuzca uluorta atıp tutt u ğ u da görülmüştü.
O z a m a n , hükümet dairelerinde barınan y u r t s e v e r aydınlar ve aydın kumandanlar ve s u b a y l a r o n a adamakıl l ı s inir lenmiş ve diş bi lemeye başlamışlardı. Devlet otor i tesinin Sıfıra indiği bu mutsuz bölgelerde g e r g i n , kuşkulu bir hava esmekteydi. Yalnız, kolordu kumandanı . M a j o r Novi l l ' in arkasını bırakmamış ve ne yapmak istediğini adamakıl l ı öğrenmişt i : O n u n hazırl ığını ya da p r o p a g a n -
62
dasını yapt ığı şey, İngiltere himayesinde bir Kurdistan kurulması işiydi.
M a j o r Novi l l , iz lenerek de olsa ora larda y a p a c a ğ ı n ı yapmış, İstanbul'a d ö n m ü ş t ü . B u n d a n en çok sev inen elbette Diyarbakır gibi en tehlikeli bir b ö l g e d e bekçil ik yapan kolordu kumandamyla g ö z ü pek s u b a y ve birl iklerdi.
M a j o r Novi l l ' in İstanbul 'a defolup gidiş iy le sanki d o ğu toprakları üzer ine y ığı lmaya başlayan kapkaranlık kara d ü ş bulutları da dağı l ıp gitmişti.
Şu v a r k i M a j o r Novi l l y ine gelmiş; bu s e f e r y a n ı n da Kürt aşiretlerinin tanınmış temsilci leriyle m e y d a n a çıkmıştı. M a j o r Novi l l , artık bu seferki gel iş inde sağlama gelmiş, çöl c a s u s u Lawrens' in sihirli alt ıncıklarından da b o l c a getirmişti. Art ık, İngiltere himayesindeki Kürdis-tan'ın temelleri rahatça atı labil irdi. A l t ından daha iyi p r o paganda silâhı mı o l u r d u ?
M a j o r Novi l l ' in p r o p a g a n d a bayrağı olarak yanında getirdiği Kürt derebeyler in in oğul lar ı , o n u n şansın ı d a h a çok art t ı racağa b e n z i y o r d u . Bedirhanî lerden C e l â d e t Al i , Kâmuran Al i , Diyarbakır l ı Cemi l P a ş a z a d e E k r e m ve Hak-kârili O s m a n beyler, en güveni l i r adamlarını s i lâhlandırarak yanlar ında getirmişlerdi.
Hepsi de atl ıydı. M a j o r Novi l l , bir inci gel iş inde kolo r d u kumandanlığının kendisi için yaratt ığı tehlikeyi sezmiş, bu sefer işi sağlama bağlamıştı. Bu tanınmış Kürt mill iyetçilerini resmî vesikalar la donatarak yanında g e z dirmeye başlamıştı.
Dahil iye N e z a r e t i , M a j o r Novi l l ' in yanında gezdi rd iğ i Kürt ihtilâlcilerine resmî b irer vesika vermişt i : Onlar , buralarda Türk ' ten başka milletlerin sayımını y a p a n Major Novi l l ' in müşavir ler iydi. Buralar ı çok iyi tanıyor ve biliyor lardı .
M a j o r Novi l l , arkadaşlar ı ve arkalarındaki kalabalık silâhlı Kürt a t l ı l u r ı y l a Elbistan ve A r g a üzer inden Malatya mutasarrıf ı Rahmi bey ve belediye başkanınca karşılanmışlardı.
İstanbul hükümetiyle Al i Gal ip bey aras ında g e ç e n suikast pazarl ığını S i v a s te lgrafhanesinde yakalayan M u s -
63
tafa Kemal, kongrenin en dolu günlerini y a ş ı y o r d u . M a demki hastalık g ö r ü l m ü ş t ü , ger is inden korkulmazdı. Hemen amel iyata başlamak g e r e k i y o r d u .
M a j o r Novi l l . Kürt arkadaşlar ıy la Malatya 'ya çıka-geld iğ inde kongre, ikinci g ü n ü n d e bu lunuyordu. M u s t a f a Kemal, Kâzım Karabekir ' in şifreli te lgraf ından bu haberi al ır a lmaz hemen d a v r a n d ı . S i v a s telgrafhanesinin tahta sandalye ler inden bir ine çökerek Sivas ' tan uzaklaşan bütün telgraf tel lerinde kendi düşünceler in i y ü r ü t m e y e başladı.
İşin başından beri Diyarbakır 'da bulunan 13. Kolord u Kumandanı C e v d e t bey in d u r u m u n d a n kuşkulandığınd a n o n u n emrindeki başka güveni l i r subaylar la ş i freleşi-y o r d u . M e r k e z i S ivas ' ta bulunan 3. Kolordu Kumandanının imzasıyla 13. K o l o r d u Kurmay Başkanı Hal i t b e y e ş i d detl i bir ş i fre yazdırd ı . 7 Ey lü l 1919 da yaz ı lan bu şifrede Val i Al i Gal ip beyle birl ikte Binbaşı Nov i l l , Malatya Mutasarr ı f ı Halil Rahmi b e y i , Kâmuran, C e l â d e t ve Ekrem beyler i mutlaka yakalat ıp tutuklu olarak S i v a s ' a g ö n d e r m e s i emredi l iyordu. E lâz iz 'de bulunan 15. A l a y Kumandanı İ lyas b e y e de emrindeki altmış kadar atlı ve ester-s u v a r ı n , en g e ç olarak 9 Ey lü l 'de Harput ' tan Malatya 'ya yo la çıkarı lmasını d o ğ r u d a n d o ğ r u y a emretti. İ lyas b e y e 8 Ey lü l 'de S ivas ' tan M a l a t y a ' y a d o ğ r u bir otomobil le birk a ç s u b a y ı n yola ç ıkacağın ı bi ldirdi. 7 Eylül 1919 da Diyarbak ı r 'dan kurmay başkanının imzasıyla gelen telgraf ş ö y l e d i y o r d u :
— T e v k i f hakkındaki a r z u y a muttali o ldum. Bu bapta kumandan beyin emir v e r e c e ğ i n i zannetmiyorum. Ç ü n k ü , havası asker iyeler ine tamamen vakıfım. T a r a f ı m d a n v u k u bulacak tebligatı ise, tamamen icrada tereddüt ederler. Bu bapta İstanbul ile muhaberedeyiz .
13. K . K u r m a y B a ş k a n ı H a i l t
Elâziz 'deki A lay Kumandanı İ lyas bey de sevindir ic i bir h a b e r v e r m i y o r d u . 8 Tar ih l i ş i f resinde şöy le d i y o r d u :
— K o l o r d u d a n aldığım emir üzerine hareketim- tehir edilmiştir. Ko lordunun muvafakati olmadan buradan ha-
64
reket etmekliğim münasip o lmayacağından hareket emrinin kolordudan tebl iğine delâlet buyurunuz.
Mustafa Kemal, 7-8 Eylül 1919 g e c e s i , aynı tahta sandalyenin üzer inde s igara üstüne s igara içerek 13. Kolo r d u Kurmay Başkanı Halit beye şu şifreyi telledi :
— Zevat ı malumenin hıyaneti sabit olmuştur. Hükümeti merkeziye, bu habasette müşterektir. O r a d a n emir beklemek düşmana fırsat vermektir. Bu bapta tebligatımızda hiç kimseyi teredaüae sevketmeyecek surette derhal emir vermek, vakit geçirmemek lâzımdır. Kumanda-nm tereddüt e d e c e ğ i n e ihtimal ver iyorsanız, zatı âliniz taraf ından Elâziz ve Malatya'deki alay kumandanlarına vuku bulmuş tebligatımızın icrasını biidiriniz. Lüzumu hakiki v a r s a , kumandayı münasip g ö r d ü ğ ü n ü z fırka kumandanlarından birisi deruhte etsin! T e e n n i zamanı geçmişt ir, icraat cevabın ıza rnuntazırız, kardeşim!
Mustafa K E M A L
İlyas beye de şöyle bir emir şifreledi : — Zevat ı malumenin hıyaneti tahakkuk etmiştir. İs
tanbul 'daki hükümeti merkeziye dahi bunların hıyanetinde müşterektir. Kolordunuz kumandanının bu hususta ist izan etmesi ve c e v a p alamaması varidi hatırdır. Binaenaleyh meselenin hallini ve teminini zatı â l inizden beklerim. Cevabın ıza muntazır ım, efendim. Malatya'daki icraatınızı müteakip lüzum hasıl o lursa Sivas' ta bize iltihak edersiniz.
Mustafa K E M A L
Malatya'daki 12. Süvar i A lay Kumandanı Cemal beyi makina başına ç a ğ ı r a n Mustafa Kemal, hainlerin tutulması için onu da sıkıştırdı. Komplocular ın güçler i üzerinde bilgi aldı. Silâhlı Kürt ler in on beş-yirmi kişi o lduğunu s ö y l e y e n Cemal bey, alayın mevcudunun da ancak o kad a r o lduğunu ekledi. Mustafa Kemal'ce bu kuvvet, onları yakalamak için yeter de artardı bile. O n a g ö r e bu tutuklama işi için süvar i ve topçu alayının yalnız subaylar ı bile yeterdi . Mustafa Kemal'in anlamak istediği ş e y , özel aurum ve ruh durumu idi.
65 3/F. : 5
O n u makina başında g ö r ü ş m e y e ç a ğ ı r d ı . 12. S ü v a r i A l a y Kumandanı Cemal beyi tanımıyordu. B u n u n için o n d a n kimliği üzer inde biraz bilgi aldıktan s o n r a , temel konuşmasına geçmek istedi. C e m a l bey, tel in ö b ü r u c u n d a n ş ö y l e konuştu :
— Üç y ü z on bir s o n u n d a H a r b i y e ' d e n mezun oldum. Kafkas ve S u r i y e cepheler inde süvar i ikinci tümende aş iret iht iyat tümeni mürettep süvar i alay kumandanl ığ ında ve İ ran'da süvar i ikinci a lay kumandanl ığ ında bulundum. İstanbul luyum.
— Muhaberemiz in hiç bir noktasının hiç bir k imseye s ö y l e n m e y e c e ğ i n e dair yanınızdaki te lgraf m ü d ü r ve memuruna yemin ettirmenizi r ica ederim. M u h a b e r e y e dev a m e d e c e ğ i z .
— Yemin ettiler, kimse kalmadı. Yaln ız ız, efendim. — O r a y a bir İngiliz Binbaşısı gelmiş, ismini, y a n ı n
da kimler o l d u ğ u n u bildiriniz. — Ves ikas ında C o b e r t i n Novi l l 'dir. Refakatindeki ler
B e d i r h a n z a d e Kâmuran ve C e l â d e t beyler le Diyarbakır l ı C e m i l P a ş a z a d e Ekrem bey, Diyarbakır l ı Hilmi efendi ve bir takım ekrottan ibarettir.
— Ekrat dediğiniz in miktarı nedir ve o binbaşı c insinden ne kadar kuvvet v a r d ı r ?
— Onbeş-y irmi kadar vardır . Bir ç a v u ş , bir nefer i var. Başka yok efendim.
— 5-6 g e c e s i Elâziz Val is i otomobil ile o r a y a gitmiştir. O r a d a mıdır ve onlarla temasta mıdır?
— B u r a y a gelmiştir. Novi l l ile g ö r ü ş m ü ş t ü r . B u g ü n de iadei z iyaret olmak üzere Novi l l , val inin misafir bulunduğu fabr ikatör Mehmet efendinin hanesine gidecektir. Diğerler iy le g ö r ü ş ü p görüşmediğin i bi lemiyorum.
— Alayınız ın el alt ında mevcudu nedir? — Alayın bölükleri müteferriktir. B u r a d a ancak bir
kadro bölüğü vardır. O n u n da bir kısım atlı ları takibattadır.
— Şimdi bu anda elinizin altında kaç müsellah nefer v a r d ı r ?
— Onbeş-yirmi çıkarılabil ir.
66
— Val i Gal ip beyi ve İngil iz Binbaşısını ve K â m u r a n C e l â d e t ve Ekrem beyler in köftesinin müdebbirane tert iple bu g e c e tevkif leriyle S i v a s ' a tahrikleri e lzemdir. V a z i yet in iz bunu y a p m a y a müsait midir? S i z e b u r a d a n ve Harput ' tan muavenet yetişt ir i lecektir.
— Val iy i de b e r a b e r mi? — Bi lhassa evet! — Arzett iğim veçhi le v a z i y e t ve kuvvetim b u n a g a y
r ı müsaittir. Kâmuran C e l â d e t ve Ekrem beyler in tevkifleri hakkında 13. K o l o r d u Kumandanıy la muhabere c e r e y a n etti. Net icesinde şimdilik tevkifleri vaz iyet in n e z a keti hesabıyla muvafık o lamayacağı hakkında emir de v ü r u t etmiştir.
— Kendilerine hissett irmeksizin sıkı tarassudatta b u lundurunuz. H e r hareketler inden bize malûmat ver in iz . K o l o r d u kumandanından emir gelecektir. Bir tarafa hareket eder lerse istikameti hareketleri ve otomobil le mi hareket ettikleri bildirilmelidir. Bu zevat meyanında aran ızda ş i fre var mıdır?
— Val i bey, E lâz iz 'den Amerikan otomobil iy le gelmiştir. Diğerlerinin otomobil i yoktur. Cümiesi atlı o larak ge lmiştir. İ lyas beyle şi fremiz vardır.
— T e ş e k k ü r ederim. Net icei tetkikatınıza her an int izar eyler iz efendim. Bizimle muhabere için lâzım g e l e n şifre s i z e bildiri lecektir.
— Her an emri âl inize amade ve lâyık o lmadığım te-şekkürat ın minnettarıyım. Gönder i lecek şi frenize muntazır bulunduğumu arzeyler im.
8 Eylül 'de Cemal b e y d e n komplocuların hâlâ Malatya 'da olup olmadıklarını s o r d u ve g ü n d e iki kez r a p o r vermesini emretti. Halit beye yazdığ ı telgrafa da 8 Ey lü l ' de karşılık geldi. B u n d a , Elâz iz 'de i lyas beye yo la çıkma emri veri ldiği bi ldir i l iyordu. « K o l o r d u Kumandanı C e v d e t bey dahi , İ lyas beyin elli iki estersuvar ve iki mitralyözle 9 Eylül sabahı hareket ettiğini ve 10 Eylül akşamı Malatya 'da bulunacağını bi ldirdi.» C e v a t bey, Mustafa Kemal'e gönderdiğ i şifrede de «Muhalefet ler le dolu bir muhitte
67
daha fazla icraat yapmamak hususunda kendisini mazur görmesin i» bi ld ir iyordu.
9 Eylül günü e p e y c e c ivc iv l i başladı. İ lyas b e y i n müfrezesinden başka A z i z i y e ' d e n iki süvar i b ö l ü ğ ü , Siverek'ten Malatya'daki a laya bağlı bir bölük de Malatya y ö n ü n den yo la çıkarı ldı.
Mustafa Kemal, aklına gelebilen bütün ç a r e l e r e b a ş vurarak komplocuları kıskıvrak bağlamayı adamakıl l ı kafasına koymuştu. Bir k a y g u d u y m u y o r deği ldi , n e d i r k i herkes gibi korkmuyordu ve t i tremiyordu. E lâz iz ve Dersim bölgesinde s ö z ü çok g e ç e n ve Kemah'ta o t u r a n eski mebus Halet beye de bir mektup göndererek 9 Eylü l 'de Elâziz 'e yol lanmasını ve H a y d a r beyle bağlantı kurmasını di ledi. Kâzım Karabekir de öbür y a n d a n bütün g ü cüyle ayaklanmıştı. V a n Val is i H a y d a r beyi E lâz iz Val iliğini üzer ine almak üzere Erzurum'dan s ö z ü g e ç e n vi lâyete d o ğ r u yola çıkarmıştı. Haydar b e y , 15. K o l o r d u y a bağlı Mamahatun'daki süvar i olayıyla da bağlantı kurarak gerekt iğinde bu alayı Malatya'ya g ö n d e r e c e k t i .
* #
Ali Gal ip bey de bir y a n d a n yakın-uzak birçok Kürt aşiretine mektuplar yaz ıyor . Eylül 'ün 14 ü n c ü g ü n ü , M a latya'dan Sivas üzer ine yürüneceğin i b i ld ir iyordu.
Bu sırada, Malatya 'ya beş saat uzaklıktaki B u r g a nahiyesinde aşiret si lâhlarının toplandığı gelen haberler arasındaydı. Val i , mutasarrıf ve İngiliz Binbaşıs ının her türlü ç a r e y e baş vurarak Kürtleri kışkırttığı anlaşı l ıyordu. Kâzım Karabekir, bir y a n d a n Dersim Kürtlerinin durumunu kuşku verici bu lduğundan Kiğı ve E r z i n c a n ' d a yedek kuvvet bulundurulmasını d ü ş ü n ü y o r d u .
Dersim Kürtleri, akıllı ve kurnazdı. Malatya'daki iş elverişl i bir durum al ınca hemen dağlardan şahin gibi oraya inebilirdi.
B ö y l e c e , Erz incan'daki iki süvari bö lüğünü yer inde bırakarak bunları bir tabur piyade ve iki top ile g ü ç l e n dirdi. Burası merkez durumunda o lduğundan b u r d a n her y a n a kuvvet yol lanabil irdi.
Kâzım Karabekir 'e g ö r e Al i Gal ip' in işi b ir Kürt ih-
68
tilâline gidişin başlangıc ıydı . Bütün kuşkusu bundandı. B u n u n için bir Kürt ihtilâline karşı her zaman hazır duran 13. K o l o r d u y u kendi emrine almıştı.
Mustafa Kemal, Eylü l 'ün 9 uncu g ü n ü pek yakın adamı Recep Z ü h t ü bey i , yanına birkaç subay daha katarak bir o r d u otomobil iy le Malatya 'ya d o ğ r u yo la çıkardı. Rec e p Z ü h t ü bey, Mustafa Kemal 'den aldığı özel talimatla yola çıkarken uydurma 3. Kolordu yaver i olarak göster i ld i .
Nedir ki, bu a c a r subaylar ın bindiği otomobi l , çamurlu, bozuk yol larda tangur tungur g iderken Kangal kasabasında kırılıp kaldı. O denli çabuk gidilmesi gereken Malatya, alay eder gibi en tehlikeli olaylar ın çalkantısı içinde uzaklarda kaldı. R e c e p Z ü h t ü bey ve arkadaşlar ı , bundan sonraki uzun ve çetin yolu atla, arabayla g e c e g ü n d ü z kestirerek ancak S ivas ' tan çıkışının d ö r d ü n c ü g ü n ü M a latya'ya varabi ldi.
Val i Ali Gal ip, Malatya 'ya var ınca fabr ikatör Mehmet efendinin evine konuk olmuştu. Malatya eşraf ı ve ileri gelenleri hemen o n u n çevresin i sararak Kürt miliyetçi mutasarrıf Halil Rahmi b e y d e n yanıp yakındılar. Eşraf ve ileri gelenlerin anlatt ığı şey ler bir ihbar niteliği taşıyordu. Bu y ü z d e n val iye bir sır gibi gizl i söylenmişt i . Nedir ki Val i Ali Gal ip y e m e d e n içmeden kendisine mutasarrıf üzer ine yapı lan bütün ihbarları o lduğu gibi s u ç ortağı Halil Rahmi beye anlatt ı. Halil Rahmi bey de küplere binerek eşraf ve ileri gelenler in üstüne y ü r ü d ü ve onları tehdit etti. S o n r a d a n eşraf, Ali Gal ip' i y ine Mehmet efendinin evinde g ö r m e y e gitti ler ve ona :
— Bizim size giz l ice söylediğimiz şeyler i neden mutasarr ı fa söyleyerek bizi böyle g ü ç durumda bıraktınız? diye sordular. Ali Gal ip onlara şu karşıl ığı verdi :
— Benim İstanbul 'da da sır saklayamadığım meşhurdur; ben, sır sandığı değil im. Fakat, merak etmeyin, ben mutasarrıfa başka tarzda anlattım! dedi.
Bir gün Ali Gal ip, y ine fabrikatör Mehmet efendinin konağında oturmuş. M u s t a f a Kemal'e atıp tutuyordu. Bir Frans ız Binbaşısı da bu s ırada vali iie görüşmek üzere bu eve gelmişti. Frans ız Binbaşıs ı , Ali Gal ip beyin Mus-
69
tafa Kemal için çok çirkin ve ağır lâflar ett iğini g ö r ü n c e kanına dokundu ve o n a şunları söylemekten kendini alamadı :
— Biz Fransız lar, vatanıyla a lâkadar olanlar ı sever iz. Paşanın millî göster i ler i . V e r s a y saray ında T ü r k l e r aleyhindeki vaz iyet i hemen kamilen değiştirmiştir. E ğ e r vazifem mani olmasaydı Erzurum'a gidip hürmetlerimi arze-decekt im.
Ali Ga l ip bey : — E ğ e r mıntakama girerse onu tevkif e d e c e ğ i m ! de
y i n c e , F r a n s ı z Binbaşısı : — Kiminle tevkif edeceksin iz? Bütün jandarmalar ve
asker ler v a t a n s e v e r duygular la davranmaktadır lar, dedi. Val i Ali Gal ip, böyle atıp tutarken bir g ö s t e r i ş t e n baş
ka bir ş e y yapmadığını bi l iyordu. O, bu belâlı işe g irdiğ ine çoktan pişman olmuştu, ama şu sıra g e r i y e dönülecek gibi deği ldi.
Malatya'da böyle b o ş u b o ş u n a oturarak İstanbul hükümetine d o k u z d o ğ u r t t u ğ u n u pek iyi b i l iyordu. N e d i r ki kendisi diken üzer inde bekl iyordu. Aşiret lere sa ld ığ ı haber lerden ne ç ıkacağını çok merak e d i y o r d u . A ş i r e t reisleri çok g e r ç e k ç i ve tecrübel i kişilerdi. A c a b a t o n g a y a basarak kendisine baskın müfrezesini s a ğ l a y a c a k l a r mıydı? Recep Z ü h t ü b e y Malatya 'ya vardığında Al i G a l i p beyle ötekilerin çoktan kaçıp gittiklerini öğrendi . D ö r t g ö z l e haber bekleyen Mustafa Kemal'e en sağlam ve en d o ğ r u haberlerle dolu bir rapor şifreledi. Buna g ö r e d u r u m şöyle gelişmişti :
B u n c a gürültülü patırtılı bir olayın iç inde bulunan ve bu olayın da kahramanı olan Ali Gal ip bey, kendisini feleğe havale ederek beklemekten başka c a r e olmadığını g ö r ü y o r d u .
Nedir ki, y ine de kuşku ve kaygu iç indeydi . O r d u birliklerine sokulamıyordu. Ç ü n k ü hepsinin aşağı yukarı Mustafa Kemal'i sempati ile karşıladıklarını b i l iyordu.
Siv i l lerden destek görmeyi beklemenin ' d e aptallık o lduğunu anlayacak kadar tecrübesi vardı .
O, böyle diken üzer inde yatıp kalkar, b i r y a n d a n da
70
İstanbul hükümetini s u d a n nedenlerle avutmaya çalışırken Malatya posta-telgraf müdürü - Mustafa Kemal'in alay kumandanı C e m a l beyle olan telgraf görüşmesini kimseye s ö y l e m e y e c e ğ i n e yemin ettiği halde - onun y a nına sokuldu ve o n a ş ö y l e c e d u y u r d u :
— Sivas' la H a r p u t arasında açık tel muhaberesi yapıl ıyor, s iz i , mutosarrıf ı ve onun yeğenler i Kâmuran ve Celâdet beyleri yakalamak için geniş bir askerî tedbir alınmakta ve ordu birliklerinin her yandan Malatya'ya doğru ilerlediği anlaşı lmaktadır: Şimdilik Harput' tan İ lyas beyin, Sivas' tan da kimi subaylar ın yola çıktıklarını öğrendik. Bunları işiten Ali Ga l ip beyin beti-benzi atmış, büyük b i r
korkuya kapıldığı görü lmüştü.
Bütün g e c e y i , u y k u s u z , hükümet dairesinde geçiren ve bir kurtuluş çares i arayan Ali Gal ip bey, mutasarrıf Halil Rahmi beyi b irkaç kez telefonla hükümet dairesine çağırdı . Nedir ki mutasarrıf daireye gitmemekte ayak diredi.
Bütün g e c e , mutasarrıf ın odasında volta vurarak dolaşan Ali Gal ip bey, camlardan giren ilk g ü n ışıklarını da yalnız başına seyrett i .
Sabahleyin, şehi r uyandıktan sonra, val i , jandarma kumandanını yanına çağırdı ve ona şöyle emir verdi :
— Tekmil jandarma ve polisi toplayın ve müdafaa tertibatı alın!
J a n d a r m a kumanaanı : — Efendim, dedi , esasen jandarma ve polis kuvveti
çok azdır ve böyle bir zamanda şehrin asayiş ine bakacak kimse kalmaz. J a n d a r m a ve polisin .vazifesi ancak asayişi korumaktan ibarettir.
J a n d a r m a kumandanından bu olumsuz karşıl ığı alan vali, büsbütün paniğe kapıldı ve koskoca T ü r k i y e ' d e yalnız başına kaldığını anladı.
Bunun üzer ine Malatya civarının en tanınmış aşiret reisi Hacı Kaya'ya baş vurmak zorunda kaldı. E lâz iz 'den yola çıkmış oian İ lyas beyle kumandasındaki müfrezeyi bir baskınla yok etmek için, adamlarını yol üzer inde pu-
71
s u y a yatırmasını istediyse de yiğit bir adam olan H a c ı K a y a A ğ a , bu kahpel iğe yanaşmadı .
İşte. Malatya şehrinin içinde artık yapacak hiç bir şeyler i kalmayan Ali G a l i p ve Halil Rahmi beyler, bil inmeyen bir y a n a kaçmak için hazır l ığa başladılar. M u t a sarr ı f ın, Kürt atlı larının başında Malatya sokaklar ından nal şakırdatarak geçt iğ i g ö r ü l d ü y s e de ne yapacaklar ı henüz bi l inmiyordu. Ali Gal ip bey, birçok Kürt reislerine bir y ığ ın mektup yazdığ ı halde hiç bir karşılık da alamamıştı. B u n u n nedeni ş u y d u : 13. Kolordu Kumandanı C e v det b e y , Kürt isyanına karşı tetikte beklediğinden bu mektuplar ın birkaçını yakalat ıp kolordunun kasasına kitleyi-vermişt i .
Mutasarr ı f Halil Rahmi bey, yanındaki yeğenler i Kâmuran ve C e l â d e t beyler le ancak Kâhta'daki akrabası H a c ı Bedir A ğ a ' n ı n yanına s ığınabi leceğini d ü ş ü n d ü ğ ü n den Vol i Ali Gal ip bey de o n a uymaktan başka çare bulamadı. Kendisi bir T ü r k çoc.uğu olan ve yalnız kongre heyet iy le Mustafa Kemal'i yakalamak amacıyla davranan Ali Ga l ip bey talihin ne gar ip ci lvesidir ki, şimdi çıkarı lmaya çal ışan bir Kürt ihtilâlinin elebaşıları arasına karışmak z o r u n d a kalmıştı.
9 Eylül akşamı, telgraf ve posta müdüründen Malatya üzer ine yapı lan askerî y ü r ü y ü ş ü haber alan Ali Gal ip beyle mutasarrıf, kaderlerini birleştirmek z o r u n d a kolmış-lardı. 10 Eylül 1919 g ü n ü Ali Gal ip beyle Halil Rahmi bey. yanlar ında birkaç jandarma ve Kürt atlısı olarak hükümet dairesine geldi ler; sandık emininin odasına girdi ler: Sandığ ı açtı lar. Altı bin l irayı ayır ıp bir kenara koydular ve sandığa bırakmak üzere şöy le bir senet imzaiadıiar :
« M u s t a f a Kemal Paşa ve avenesin in tenkili masarifine karşılık olmak üzere olbaptaki emrine tevfikan altı bin lira alınmıştır. 10 Eylül 1919. Ali Gal ip.»
Malatya Süvar i A lay Kumandanı Cemal bey, Elâziz'-den yo la çıkan İlyas b e y müfrezesinin Malatya 'ya yaklaştığını haber al ınca yüreklendi . Subay lara mutasarrıf ın evini sarmalarını emretti. Ev i saran g e n ç subay lar telefon tellerini kestiler ve evi bastı lar. Evinin bası lacağını daha
72
o n c e s e z e n mutasarrıf ın karısı, hükümet dairesine habeı saldı. Ali Gal ip beyle Halil Rahmi bey de tam bu ara senedi imzalamak işi üzer indeydi ler.
Val i , mutasarrıf ve maiyetindekiler, bu haberi al ır a lmaz, tam bir panik içinde canlar ının k a y g u s u n a düştüler. Ayırdıkları parayı ve almayı tasarladıkları b irçok şeyi old u ğ u gibi bırakarak hükümetin b a h ç e s i n d e bekleyen atlarına atladılar ve dolu dizgin şehr in dışına d o ğ r u sürdüler.
Ali Gal ip bey, 10-11 Eylül gecesin i Malatya 'ya yakın Rakka'da geçird i . B u r d a oturan Kürt aş iret reisinin kon u ğ u oldu. Mutasarr ı f la yeğenler i ve ö b ü r Kürt e lebaşıları da ordaydı . Bu köy, Malatya 'ya en çok beş saat çekiyordu. Bu köyde önemli g ö r ü ş ü p konuşmalar o ldu. O r taya gerçek bir Kürt ihtilâlinin bütün s loganlar ı atı ldı. S i -verek'e ve bütün Kürt aşiret ler ine y e n i d e n haber sal ındı. Dersim Kürtleri de bu arada Kürtlük dâvası namına o r a y a çağrı ldı lar.
Mutasarr ı f ş ö y l e konuştu : — Burda toplanan aşiret kuvvet ler iy le ilk ö n c e M a
latya'ya sald ıracağız. Y a ğ m a ve talan ederek bir tek T ü r k bırakmamacasına ö l d ü r e c e ğ i z . O n d a n s o n r a S ivas önlerine y ü r ü y e c e ğ i z . Bu saldır ı lar koordine edi lecek, Raka'-daki kuvvetler, Malatya 'ya saldır ırken Dersim Kürtleri de Elâziz 'e saldıracak, yakıp yıkacak, y a ğ m a l a y a c a k ve T ü r k leri ö ldüreceklerdir.
Ali Gal ip, Elâziz ' le Malatya'nın böyle korkunç bir s a -dizmle yakıl ıp yıkı lmasına ve Türk ler in öldürülmesine razı olmadı, direndi. Ne v a r ki bu ihtilâl mecl is inde iktidarın, Halil Rahmi beye geçt iğ in i an lay ınca, susmaktan başka çare bulamadı. Halil Rahmi, kızgın bir Kürt lideri olarak k o n u ş u y o r ve e m r e d i y o r d u .
Malatya'ya savaşarak g i recek olan Kürt milisleri ş e h re Kürt bayrağı çekeceklerdi . M a j o r Novi l l de elbette bu Kürt ihtilâl meclisinin şerefl i bir üyesiydi .
— Hiç merak etmeyiniz, dedi. Urfa'daki İngiliz tümeni en yakın z a m a n d a imdada yet işecekt ir .
Bunu dinleyen Hacı Bedir A ğ a :
73
— Bu işe İngil izlerin karışması d o ğ r u deği ldir, dedi . A ş i r e t l e r , Malatya'y ı a l ınca, hemen oraya Kürt b a y r a ğ ı ç e ki ls in.
M a j o r Novi l l , Kür t ihti lâline başlamış küçük bir kadr o n u n iç inde b o y v e r i n c e g e r e k İstanbul hükümetinin, g e r e k s e A n a d o l u ve Rumeli M ü d a f a a y ı Hukuk Cemiyet i 'n in g ö z ü n e bir diken gibi batmaya başlamıştı.
B inbaşı Novi l l , Malatya 'ya gelmeden ö n c e Pazarc ık v e E lb istan dolaylar ında Sinemenl i aşiret reisi H e s a n A ğ a o ğ l u T o p o A ğ a ' n ı n yay ladaki çadır larına konuk olmuş, o r a l a r ı n Kürt, Ermeni , Rum, Yahudi gibi T ü r k ırkı d ış ındaki nüfusunu yazmışt ı .
Y ine T o p o A ğ a ' n ı n aracı l ığ ıy la çevredeki At l ıhanı aş ireti reisi Paşo ile tanışt ır ı lan İngiliz Binbaşısı onlar ın da nüfus lar ın ı yazarak Kürt reislerine önemli ve resmî kimi işlerin peş inde o l d u ğ u d u y g u s u n u vermeye çal ışmışt ı . A r kasındaki yirmi atlı İngi l iz si lâhlarıyla si lâhlandır ı lmış, bunlar ı da Ekrem bey getirmişt i .
Yo l larda askerlik ş u b e s i başkanları , Binbaşı Novi l l 'e n i ç i n dolaşt ığını s o r m u ş , o da Dahil iye Nezaret in in ves ikasını göstererek onlar ı baş ından savmıştı.
B i r inc i Dünya S a v a ş ı ' n d a Osmanl ı ordusu İran'da bul u n d u ğ u s ırada Binbaşı Novi l l de orada b u l u n u y o r d u . İyi K ü r t ç e bi l iyordu. Ne v a r k i bu Kürt ihtilâl g r u b u iç inde yı ldız ının sönmek ü z e r e o l d u ğ u n u bi lmiyordu. T ü r k i y e , A l b a y Lawrence' in Arabistan' ına hiç benzemezdi . B u n u a c ı bir biçimde a n l a y a c a ğ ı saat lar yakındı.
Kâzım Karabekir bütün Malatya belediyeler ine telg r a f çekerek öğüt ler yağdırmış v e hainlere güler y ü z g ö s teri lmemesini istemişti.
Ali Gal ip beyle arkadaşlar ı , E lâz iz 'den üzer ler ine g ö n d e r i l e n e s t e r s u v a r T ü r k askerler ini «gelenler Ermeni asker ler id i r» biçiminde tanıtmaya çalıştı iarsa da- başaramadı lar . 10 Eylül 1919 g ü n ü S i v a s Val is i Reşit Paşa, Dahiliye Nazır ı Adi l beyi u z u n menzil l i « M u s t a f a Kemal» top u y l a bombardıman etti. Adi l beyin tam b ü r o s u n u n üzerine d ü ş e n büyük mermide şu şarapnel parçalar ı v a r d ı :
— Dahi l iye Nazır ı Adi l beyefendiye :
74
Zatı âl i leriyle Mamuret i lâz iz Val isi Gal ip bey aras ında teati o lunan te lgraf lar kongre heyet ince elde edilmekle aynen makamı v i lâyete tevdi edildi. Bu telgrafların s u retlerini z i re d e r c e d i y o r u m . Verdiğ in iz emir, Gal ip beyin d e r u h t e ettiği v a z i f e , d o ğ r u s u behtü hayretimi mucip o ld u . Bir taraftan bendeniz in infisalimin aslı olmadığını tebliğ ile şahsımı iğfal ve bir badirei uzmaya ilka e d i y o r s u nuz. D iğer taraf tan da Müslümanlar ı birbir ine kırdırmak için tertibatı c i n a y e t k â r a n e d e bulunuyorsunuz. Sizi bu türlü tertibata s e v k e d e n s e b e p nedir bir türlü anlayamıyor u m . B u r a c a padişahına isyan etmiş bir kütle mi v a r idi ki eşkiyadan mürekkep bir kuvvei tedibiye g ö n d e r m e y e iht iyaç g ö r ü y o r s u n u z ? Ve böyle vâki teşebbüsat ı haina-nenin mümkünül icra o lacağına nasıl kanaat h â s ı l edebil iyorsunuz?
Evve l ve âh ı r arzett iğ im veçhi le dahil i v i lâyette muhiti sükûn ve a s a y i ş ufak bir hareket bile yoktur. Maksadın ız Mustafa Kemal Paşa ile Rauf beyi tutmak ve kongreyi dağıtmak ise buna imkân olmadığını evvelce ar-zetmiştim. Şimdi y ine bu iş için ahali arasında mukatele a ç m a y a , memleketi a teşe vermeye, büsbütün elden ç ıkarmaya s e b e p olmak ye binnetice vatan ve millete ihanet c ü r m ü teşkil eder. Bendeniz öyle anl ıyorum ki, zatı âl iniz hırsı c a h ile hakikati göremiyorsunuz. Onlar ı susturmak, ezmek is t iyorsunuz. Biierek yahut bi lmeyerek düşmanlar ın ekmeğine yağ s ü r ü y o r s u n u z . Şu hal ve vaziyette bulunan bir nazıra artık itimadım kalmadı. B u g ü ne kadar her mes'ul iyeti şahsen deruhte ederek idarei umur ettim. Fakat, bu dakikadan it ibaren bendeniz makamı v i lâyette iken H a r p u t ve Malatya Müslümanlar ının S i v a s Müsiümanlar ıy la ve .buradaki anasır ı gayr ı müsli-me ve e c n e b i y e ile mukatele etmeleri gibi hazin bir manz a r a y a tahammül edebi lecek kadar v i c d a n s ı z olmadığımd a n buna m ü s a a d e edemeyeceğim. Bu mümkünül icra mesul iyet in tamamen s ize râci o lduğunu arzeder im, efendim.
S i v a s Val is i R E Ş İ T Dahi l iye Nazır ı Adi l bey. Reşit Paşa'nın « M u s t a f a Ke
m a l » kokan telgraf ına şöy le bir karşılık verdi :
75
— Kongrenin orada akdedeceğin i bi ldirdiğiniz içti ma alttan düveli i t i lâf iyece emsali sabıkası gibi hâsıl o lacak sui tesiratı azîme ve b u n d a n vatan ve. mil letçe ta h a d d ü s edebi lecek mazarrat ı vehîme şayanı endişe oldu ğ u n d a n bu baptaki telgrafnamei valâlarına c e v a b e n nazar ı dikkati âlinizi vaktiyle ce lp ve bu t e ş e b b ü s ü n suret i m ü n a s e b e d e men'i esbabının istihsalini d irayet ve hamiyeti âl i lerine terketmiştim. İki şıkkı muhtevi o lan c e -vapnamei malûmu valâları üzer ine Gal ip beyin icrayı memuriyeti hususuna meclisi vükelâ karariyle iradei saniyei c e n a b ı hi lâfetpenahi ş e r e î s u d u r buyuru ldu. V a t a n ve milletin maruz o lduğu mehaliki azîmeyi teşdit etmekte o lan harekâtı vakıadan sarf ınazar edilmesi hakkında evvel ve âhır icra olunan tebl igat ve tekidatı nazar ı dikkate almayarak muktezayı s iyasete münafi vatan ve milletimiz hakkında c idden mehaliki dâi harekâtta ısrar edenler taraf ından Gal ip beye taarruza kıyama kadar varı lması mülâhazasına binaen mücerret böyle bir münasebets iz l iğ in men'i v u k u u için Gal ip bey in lüzumu kadar muhafız ile birl ikte azimet etmesi muvafıkı ihtiyat g ö r ü l m ü ş idi ve birkaç muhafız ile gitmek isteyen Gal ip b e y e böy le bir t a a r r u z a maruz kalmamak için muhafızların iht iyaten tezyidi miktarı ve yüz-yüzel l iye iblağı tavs iye o lunmuştu. Bu kadar cüz ' i bir miktar maksadı vaz ıhan tâyine kâfidir. B u n u tefsir ve tevile imkân yoktur. Gal ip b e y d e n suret ini naklett iğiniz yolda bir te lgrafnâme de alınmamıştır. Bu bapta zat ı valâlariyle teati ettiğimiz telgraflarla mütalâa ve suretlerini naklettiğiniz yo lda bir telgrafnâme de al ınmamıştır. Bu bapta, zatı valâlar iy le teati ett iğimiz telgraf lar la mütalâa ve suretini nakleylediğiniz te lgrafnâmem dikkatle kıraet o lunduğu halde bu defa yazdığın ız telgraf-nâmenin ne kadar n a b e c a ve şahsî mesleğini ve v icdanını pek iyi bildiğimiz bir hadimi millete karşı kul landığınız tabirat ın ne d e r e c e n a s e z a o l d u ğ u n u elbette teyakkun ve iradei saniyei cenabı hi lâfetpenahi hükmü âl isine mutavaat lüzumunu takdir edersin iz. H iç kimsenin uhdei inhisarında olmayan hamiyeti vatan iyeden nasibim lehul-hamd hiç kimseden aşağı deği ldir.
hamd hiç kimseden aşağı değildir. Dahi l iye Nazır ı A D İ L 76
Reşit Paşa, Dahi l iye Nazır ına o şiddetl i telgrafını g ö n der i r ve karşı l ığını al ırken Mustafa Kemal de Adi l beye f ırsattan yarar lanarak g ü ç l ü bir el bombası o lsun savurmayı d ü ş ü n d ü :
— Milleti padişahına maruzatta bulunmaktan mene-diyorsunuz. A lçaklar , cani ler! Düşmanlar la millet a leyhinde tertibatı hainanede b u l u n u y o r s u n u z . Mil letin kudret ve iradesini takdirden â c i z o l d u ğ u n u z a ş ü p h e etmiyordum. Fakat, vatan ve millete karşı hainane ve mezbuhâ-ne harekette bu lunacağın ıza inanmak istemiyordum. Aklınızı başınıza toplay ın! Gal ip bey ve hempaları gibi bü-lehanın ahmakça olan mevhum vadler ine kapılarak ve Mister Novi l l gibi milletimiz ve vatanımız için muzır olan ecnebi lere v icdanınız ı satarak irtikâp ett iğiniz denaetle-rin milletçe tatbik o lunacak mesuliyetini nazarı dikkatte tutunuz. G ü v e n d i ğ i n i z eşhası vukuat ın akıbetini ö ğ r e n diğiniz z a m a n , kendi akıbetinizle mukayeseyi unutmayınız.
M U S T A F A K E M A L
Mustafa Kemal'e gelen raporlara g ö r e Malatya kaçkınları 10-11 Eylü l gecesin i Raka'da geçird ikten s o n r a , orasını da yo l u ğ r a ğ ı o lduğundan g ü v e n s i z bulmuş olacaklar ki, yarım saat uzaktaki bir köye taşınmışlar ve 11-12 gecesin i bu aşiret reisinin yanında geçirmiş lerdi .
Mustafa Kemal'e gelen yeni bir telgraf çok garipti H e n ü z Kâhta'da eşkiya kovalamakta olan jandarma kumandanı Faruk dönmemişt i . Müfrezesiy le Harput ' tan gelerek Malatya 'da asay iş in korunmasını üzer ine alan İly a s bey şöyle bir haber v e r i y o r d u :
Raka'da bir aşiret reisinin yanında mola veren Ali Gal ip bey, yanındaki adamlardan birini Malatya 'ya g ö n dermiş. İ lyas b e y e bir öner ide bulunmuştu. Vcı'.i ve mutasarrıf, kendi ler ine dokunulmayacak o lursa Malatya 'ya dönecekler , her ikisi de çoluk-çocuklar ını alarak « h â d i -s e s i z » o b ö l g e d e n uzaklaşacaklardı . Mutasarr ı f Halil bey i n karısı da Amerikan Ö k s ü z Yurdu'na sığınmıştı. Ali G a l i p beyin ai lesi ise Harput ' taydı .
İşte, İ lyas bey, bunların öneri lerini kabul edelim mi.
77
etmeyelim mi diye s o r u y o r d u . Mustafa Kemal, haklı o larak öfkeden küplere bindi ve Malatya'da İ lyas b e y e şu anlamda bir telgraf ç e k t i :
— Al i Gal ip ve Mutasarr ı f Hali l ve yardakçı lar ın ın millete karşı hıyanet ve alçakl ıkları, artık meydana çıkmıştır. Art ık bu iş, o herif lerle ilişki kurarak ç ö z ü m l e n menin ç e r ç e v e s i n d e n çıkmıştır. Bu s o r u n , ancak ve a n cak şu biçimde çözümlenebi l i r , d iye bir karara varı lmıştır. « B u dakikada bütün A n a d o l u ' d a tekmil val i ler, mutasarrıf lar, kumandanlar ve millet, telgraf başında bulunuy o r l a r ve hükümeti merkeziyeyi» Al i Gal ip ve yardakçı la-. rıyla hıyanet ortağı sayarak yermektedir ler. B u n d a n b a ş ka türlü bir çözüm yolu düşünülebi l i r mi? Bu işi ç o k sıkı tutarak gereken bütün şiddeti g ö s t e r e c e ğ i n i z e g ü v e n i y o r u z . «Mutasarr ı f vekili Tevf ik b e y d e n ve t o p ç u alay kumandanı Münir bey ve süvar i alay kumandanı C e m a l bey arkadaşlarımızdan d a » sizinki gibi davranış bekler iz. Askerî ve mülkî alanda alınmış olan en s o n tedbir ler nelerdir, açıklanmasını di leriz. Bu adamların aileleri korunmalıdır. Bunların taraftarları hiç düşünülmeden ve duraksamadan yakalanmalıdır. Z e r r e c e karşı koymak d ü ş ü n c e sinde olanlar ve kargaşalık çıkarmaya yel tenenler a c ı n -maksızın hemen öldürülmelidir.
U M U M Î K O N G R E H E Y E T İ
Mustafa Kemal, gerek İ lyas beye, g e r e k s e M a l a t y a ' daki ö b ü r kumandanlara İngil izlerden neden korkulmaya-cağı üzer inde g ü v e n vermek üzere g e c e yar ıs ı s a a t bir' i kırk g e ç e şunları bildirdi :
— Şimdi mahall inden veri len malûmatı mevsuka ş u dur: İngil izlerin elyevm U r f a ' d a üç y ü z , Antep' te üç y ü z elli, Maraş ' ta y ü z erleri vardır . B inaenaleyh s ize bir İngiliz f ırkasından bahsedenler in beyanat ı , vatan ve millet hainlerinin yalanını naklederek maneviyatınızı kırmak, a lçaklıktır. Bu g e r ç e ğ i n gerekenlere bildirilmesi u y g u n olur.
M U S T A F A K E M A L
İlyas bey, Mustafa Kemal' le bu bi ldir işmeyt y a p a r k e n , birkaç subayla birlikte S ivas ' tan Malatya 'ya yol lanan Re-
78
c e p Z ü h t ü bey, otomobi l b o z u l d u ğ u n d a n ve hayvanla gitt iklerinden dolayı hâlâ o r a y a varamamışlardı . Bu da İ lyas b e y v e arkadaşlar ını k a y g ı l a n d ı r ı y o r d u . H ısn ımansur (Adı-y a m a n j ' d a n ve S iverek ' ten yo la çıkarı lan bölükler de hen ü z görünür lerde y o k t u . Toplanmakta o l d u ğ u bildiri len süvar i alayı da masala b e n z i y o r d u .
B ö y l e o l d u ğ u halde İ lyas beyle ö b ü r kumandanlar, Kürt aşiretlerinin herhangi bir saldır ıs ına karşı Malatya 'yı ş iddetle s a v u n m a kararı almışlardı. Ya ln ız siyasî bir taarruz yapmayı da yarar l ı bulan kumandanlar, şimdilik ağırl ık merkezinde bulunan Kâhta'da H a c ı B e d i r A ğ a ' y a , başka aşiret reis ler inden bir Kürt ö ğ ü t kurulu göndermeyi yararl ı bulmuşlardı. Bu heyet, Bedir A ğ a ' y ı kandır ıp y o la get i rmeye çal ışacakt ı . Yalnız şu v a r ki, eldeki kuvvetlerle Malatya bir Kürt saldır ısına karşı d a y a n a m a z d ı .
Hazır lanan ö ğ ü t kurulu, 14 Eylül 1919 g ü n ü Malatya 'dan Raka'ya gönder i ld i . Ö ğ ü t ç ü l e r , Raka'ya v a r ı n c a şaşırdı : A ş a ğ ı yukarı bin Kürt atlısı meydanlar ı doldurmuş, s i lâhlarını temizleyip parlatmaktaydı.
İsyana katı lmaya hazır lanan aşiret reis ler i , Malatya'dan giden y ine Kürt aşiret reisleriyle uzun u z u n ve içten konuştular. Hacı Bekir A ğ a , başta olmak ü z e r e ö b ü r aş iret reisleri de öğütçü ler in dediklerini d o ğ r u buldular ve atlı larını arkalarına alarak dumanlı dağlar ın eteklerinde zengin yeşil l ikler iç ine gömülmüş köyler ine döndüler. A r tık, bu işin f iyasko ile bittiği anlaşı l ıyordu. Malatya 'dan gönderi len eski Pütürge Kaymakamı Ragıp bey le Kâhta aşiretleri reisi H a c ı Bedir Ağa'n ın himayesi alt ına g i r e n Ali Gal ip ve Halil Rahmi beyler, düş kırıklıklarını ve korkunç umutsuzluklarını eski birer teneke gibi arkalarında sürükleyerek g ü n e y e d o ğ r u indiler. Raka ile U r f a arasındaki çetin at y o l c u l u ğ u , Mustafa Kemal' in ve T ü r k Kurtuluş Savaşı 'n ın b a ş u c u n d a bel iren b o ğ u c u kükürt dumanlarını da beraber inde alıp g ö t ü r d ü .
Ali Gal ip beyle Halil Rahmi beyin çift yı ldızı Malatya'nın güzel bağlar ve bahçeler le süslü ufku üzer inde s o n rasız s ö n ü p g iderken tedbirsiz bir İngil iz subayın ın M a jor Novil l ' in yıldızı da karanlıklara d o ğ r u hızla d ü ş ü y o r d u .
79
L a w r e n c e taslağı kumandanı A lbay Neyl 'den aldığı emirle g ü n e y e d o ğ r u d ü ş e n yı ldız ının arkasından y ü r ü m e y e başlamıştı . G ö z e n e yoluy la ve T ü r k jandarmalarının himayes inde, Malatya 'ya uğrat ı lmadan Elbistan'a yol lanmışt ı .
T e p e l e r i dumanlı Bey dağlar ındaki karargâhını bırakıp g ü n e y e inmeye hazır lanan Ali Gal ip beye y ine en y a kın arkadaşı M a j o r Novi l l bir mektup yazarak B e y d a ğ ı ' n -daki karargâha g ö n d e r d i . O n a s o n kez yarar l ı olmak ist iyordu. Bütün T ü r k y u r d u n u yi t i ren Ali Gal ip bey, en s o n yardımı bir yabancı s u b a y d a n , T ü r k milletine çok büyük bir z a r a r yapmanın peş inde olan bir İngiliz s u b a y ı n d a n görmenin zavall ı kaderiyle b a ş b a ş a kaldı.
Mektup şu anlamdaydı : — Yanımda bulunanlar la A n t e p üzer inden Halep'e
dönmek üzereyim. S ivas hareketi üzerine c ivar v i lâyet lere de s ıçramış olan kargaşa, d u r u l d u ğ u n d a n bu s o r u n üzerinde İstanbul' la haberleşmek istediğinizi bi l iyorum. B u nun »için İstanbul' la y a p a c a ğ ı n ı z haberleşmeyi ben sağlamak ist iyorum. U r f a ' d a n İstanbul' la haberleşmek isterseniz, başaramazsın ız. Ç ü n k ü , Urfa 'dan İstanbul 'a g iden Birecik telgraf teli S ivas ' tan geçmektedir.
İstanbul' la haber leşmeye elverişl i tel Halep' ten geç e r ki bu da İngil izlerin el indedir. Birlikte Antep'e gideriz, O r a d a k i hattı, İstanbul 'a dek emrinize hazır bulundurmayı ödev bilir, saygı lar ımı bildiririm.
M a j o r Novi l l
S ivas ' ta Mustafa Kemal' i yakalayıp z incire vurmanın mutluluğuna er işmeyen Val i Ali Gal ip, Urfa 'daki bir T ü r k yurtsever in i t o n g a y a bastırdı ve İngil izlere yakalattırıp h a p s e attırdı.
O l a y şöyle o ldu: U r f a ' y a ayak basan Ali Ga l ip bey, eski İttihat 've Terakk ic i lerden Ş e y h Müslim'in evine konuk o ldu. S ö z d ö n d ü dolaşt ı , yeni olaylara ve s iyasete döküldü. Ş e y h Müslim'le bir tart ışmaya tutuşan Ali G a lip bey, onun İngil izlere atıp tuttuğunu g ö r ü n c e bunu yemeden içmeden İngiliz kumandanl ığına bildirdi.
Ertesi g ü n , konuğuna verdiği şölenin mükâfatı ola-
•
80
rak İngiliz asker ler ince yakalanıp Halep'e gönder i len M ü s lim efendi, orda h a p i s h a n e y e atılarak İngiliz düşmanl ığ ının cezasını ç e k e r k e n , Al i Gal ip bey de yakalamak istediği bir dev yer ine bir pire yakalamaktan y i n e hoşnut, onun arkasından Halep'e gitt i. Hiç olmazsa b ö y l e c e İngilizlere T ü r k düşmanı o lduğunu ve himaye ediimesi g e rektiğini anlatmış o ldu. Pek çok gerçekler i y u t a n ç ö l , Ali Gal ip beyi de yutmuştu. Anadolu'nun güzel yeşil l ikleri içinde iki şey bırakmıştı. Bunlardan birisi ölüm korkusu, öbürü de kalabalık ç ö l u k - ç o c u ğ u y d u . Ölüm korkusunu arkada bıraktığına sevin irken çocuklar ına ihanet ett iğinden içi kan ağl ıyordu. V a t a n a ettiği ihanet aklına bile g e l miyordu.
A N K A R A ' N I N B A Ş I Ü S T Ü N D E B U L U T L A R
Kendinden sonrakileri düşünen milletler, yaşamak ve ilerlemek imkânına sahip olur.
Mustafa Kemal
Ankara'nın sıcak ve tozlu günlerinden bir iydi. 20. Kolo r d u Kumandanı Ali Fuat Paşa'nın enerj i , iyi niyet, yiğitlik dolu y ü z ü n d e sayıs ız ter damlaları par l ıyordu. B ü r o - -sunun yanıbaşındaki koltukta da 24. T ü m e n Kumandanı Mahmut bey o t u r u y o r d u . Mahmut bey, o t u r d u ğ u y e r d e bile uzun boylu o l d u ğ u n u gösteren bir biçime sahipti. Yeşil ve güzel gözler i Kafkas ırklarından birinin özel l iğini taş ıyordu. İşte, Ankara ve çevresinin çorak zaval l ı toprakları üzerinde üst ve ast bu iki kumandanın s ö z ü geç iyordu. İstanbul'dan gelen bütün emirler, bu iki adamın granit barajına çarparak tuz-buz o luyordu. T ü r k i y e ' n i n batısındaki bataklıklara saplanıp kalmış olan Y u n a n ordusunun karşısında diki len engel lerden pek ç o ğ u n u bu iki adamın g ü c ü y a r a t ı y o r d u . Mustafa Kemal v e , arkadaşları, henüz kurşun sesler inden uzakta, işin politik yap ı-
81 3/F. : 6
sını kurmaya uğraşıyor lardı . İşte, bu y ü z d e n A n k a r a , İstanbul 'un g ö z ü n d e bir b a ş k a diken olmuştu. Bunu o r t a d a n kaldıracak g ü c ü olmayan İstanbul hükümeti, kimi s o s y a l kombinezonlara ve o y u n l a r a b a ş vurmaya başladı. Hele Sivas' ta da yapılması kararlaştır ı lan kongrenin örgüt lenmesinde büyük, çok büyük rol o y n a m a y a baş layan Al i Fuat Paşa ile onun y irminci kolordusunu çaptan düşürmek için hızlı bir çal ışmaya gir işmişlerdi.
Dahil iye Nazır ı Adi l b e y . İstanbul'da bir val i ler toplantısı tertiplemiş, onlar ın aracı l ığıyla Anadolu'daki « B a -ğ î l e r » e ve «CelâTî» lere karşı bir c e p h e kurmayı tasar lamıştı. O r d u birlikleri nası l o lsa Mustafa Kemal 'den y a naydı , hiç olmazsa el indeki birkaç vali ve mutasarrıf la biraz iş çevirebil irdi.
Ankara Val isi Muhitt in Paşa da başka val i ler gibi İstanbul'a gitmiş, yer ine veki l olarak mektupçu Halet beyi bırakmıştı. Halet bey. Muhitt in Paşa'nın en güvendiğ i adam olmakla beraber Ali F u a t Paşa'nın da en güvendiğ i adamdı.
İşte, Ali Fuat Paşa, M a h m u t beyle yeni g ü ç l ü k l e r ve işler üzerinde böyle k o n u ş t u ğ u sırada Halet beyin g ü vendiği bir adam kapıyı v u r u p içeri girdi ve p a ş a y a Dahiliye Nezaret inden hemen şimdi gelen bir g e n e l g e y i uzat ıverdi.
Bu 31 T e m m u z 1919 tarih ve 403 sayıl ı ş i f rede Ankara'yı çok yakından i lgi lendiren şu satır iar vardı :
— Ciheti asker iceye şu aralık orada dahi çete teşkilâtına germi veri lmek üzere köylere kollar çıkarılarak c e b r e n bakaya efradı toplatı ldığı ve merkezi Ankara olmak üzere bir kuvayı mill iye teşkil ine teşebbüs edilerek Ankara'ya her taraftan murahhaslar davet o lunduğu mev-sukan haber alındı. Ser ian yeniden tahkikat icra olunarak istihsal edilecek malûmatın serian iş'arı ve ora larda bu gibi teşebbüsat ve tahrikâta önayak olanların hemen derdest edilerek mahfuzan İstanbul'a izamı tekrar ve ehemmiyetle tavsiye olunur.
Al i Fuat Paşa, y ü z ü n d e alaycı bir gülümsemeyle ve yüksek sesle bu telgraf ı o k u d u . Mahmut bey de ilgiyle
82
ve a laycı mimiklerle bunu dinledi. G ü l ü m s e y e n üst ve ast, birbir lerine bakıyor lardı . Al i F u a t P a ş a , e n s o n r a y ü z ü n deki bu alaycı tonu ses ine ve s ö z ü n e aktararak :
— Mahmut bey. dedi . V a l i veki l ine g i d i n , biz i ne v a kit tevkif edecekmiş, ö ğ r e n i p ge l in !
Bu kez kahkahalarla güldüler. Halet bey, kuvayı mi l l iyeci lerdendi. V a l i Muhit t in Pa
ş a , makamında bu lunduğu zamanlarda da İstanbul 'dan gelen gizl i emirleri bir y o l u n u bulup Al i F u a t P a ş a ' y a ilet iyordu. Şimdiye dek bu iyi adamın ç ıkar ıp g ö n d e r d i ğ i bir çok önemli emir suret ler i , paşanın giz l i evrak dolabında yat ıyordu.
Kuvayı mill iyeyi p r o p a g a n d a yo luy la v u r m a y a çal ışan Dahi l iye Nazır ı Adi l b e y , A n a d o l u ' y a ö ğ ü t ç ü l e r yo l lamaya başlamıştı. Batı A n a d o l u ' y a b ö y l e c e iki kurul gitmişt i . K o n y a ' y a gönder i len kurulun başında emekli T ü m g e n e r a l Süleyman Şefik Paşa v a r d ı : Muhitt in P a ş a ile A n k a r a ' y a gelen ö ğ ü t heyetinin baş ında d a T ü m g e n e r a l Gal ip Paşa bulunuyordu. D o ğ u vi lâyetler ini aydın latmaya (!) g i decek heyete de T u ğ g e n e r a l A b d u l l a h Paşa başkanlık e d i y o r d u . Al i Fuat P a ş a , bu y e n i kampanya ile çok yakından i lgi lenmeye başlamıştı. Bu çabalar ı b o ş a çıkarmak için karşı tedbir ler almak g e r e k i y o r d u .
Süleyman Şefik Paşa, 5 A ğ u s t o s 1919 da K o n y a ' d a b o z g u n c u l u ğ a başlamıştı . B u n d a da kimi başar ı lar elde e d e c e ğ e benz iyordu. A n k a r a Val is i Muhit t in P a ş a d a y a nında Gal ip Paşa ve ö ğ ü t kurulu olarak 9 A ğ u s t o s ' t a A n kara'ya döndü. Ali Fuat Paşa « h o ş g e l d i n i z » için v i lâyet konağına gitt iğinde. Gal ip Paşa'y ı da val inin o d a s ı n d a buldu.
Birer koltuğa kurularak konuşmaya başladı lar. Ga l ip Paşa, hiç ara v e r m e d e n İstanbul hükümetinin - s iyaset i üzer inde bir y ığın ö v g ü s ıraladı. Ö y l e t o y c a bir konuşma yaptı ki, Ali Fuat P a ş a , bu ihtiyar asker in uyumakta o l d u ğ u n u anladı. Ali Fuat Paşa'y ı i lgi lendiren bu deği ldi. O n u n asıl öğrenmek istediği . Muhitt in Paşa'nın İstanbul 'dan ne gibi bombalarla d ö n d ü ğ ü y d ü . A c a b a . Dahi l iye N a zır ının bayağı bir âleti o larak mı d ö n m ü ş t ü ?
83
Valinin ağz ından en ufak bir ipucu alabilmek için türlü tuzaklar k u r u y o r d u . Nedir ki, ihtiyar kurt h iç oralı o lmuyordu.
Şimdiye dek, Muhitt in Paşa üzerinde e p e y c e işlemiş olan Ali Fuat Paşa, o n u n kendisine açı lmaktan kaçınmasını Gal ip Paşa'nın yanlar ında bulunmasına y o r u y o r d u . Muhitt in Paşa. bir a r a :
— Nâzım Paşa hazretleri maruzat ın ızdan pek müstefit olmuşlar! dedi. Vali, bununla, Ali Fugt Paşa'nın 26 T e m muz 1919 da Harbiye Nazır ına g ö n d e r m i ş o l d u ğ u uzun raporu anlatmak ist iyordu.
— Yaa! Memnun oldum efendim, a c a b a vaziyet i nasıl mütalâa b u y u r u y o r l a r ?
Va l i , bu sırada anlamlı bir biçimde Gal ip Paşa'nın y ü z ü n e bakarak :
— Harbiye Nazır ı paşa hazretlerinin s ize karşı hürmet ve muhabbetleri v a r . dedi. K o n u y u y ine değişt i r iverdi .
Al i Fuat Paşa, ayr ı l ı rken onu kapıya dek u ğ u r l a y a n Muhitt in Paşa, sesini kısarak bir sır s ö y l ü y o r m u ş gibi :
— Hükümet erkânı ile yapt ığım temaslar faydal ı net iceler verdi , fakat bazı hususlarda kendilerini iknaa muvaffak olamadım. M ü s a i t bir zamanımızda u z u n u z u n kon u ş u r u z ! dedi.
Ali Fuat Paşa 11 A ğ u s t o s 1919'da, teftiş heyeti başkanı Gal ip Paşa ile görüştükten iki g ü n s o n r a H a r b i y e Nezaret inden ivedi kaydıyla bir telgraf aldı. Naz ım Paşa, bunda Ali Fuat Paşa'nın 26 T e m m u z ' d a g ö n d e r d i ğ i raporu o k u d u ğ u n u bildirmiş, bunun üzerinde g ö r ü ş m e k üzere kendisini İstanbul'a çağı r ıyordu. Ali Fuat Paşa,' telgraf ı okuduktan s o n r a , kurnazca gülümsedi . «Ahmaklar , başkalarını da kendileri gibi ahmak sanır lar!» d iye düş ü n d ü . Nazım Paşa'nın telgrafta kullandığı dil in nazik perdesi arkasında korkunç bir tuzak yat ıyordu. Ali Fuat Paş a , bırakışmanın ilk günler inden beri d irenme ve savaş meydanına atılmış iki üç iri kıyım kumandandan biriydi. O r t a ve Batı A n a d o l u , sırtını bu g e n ç d a ğ a yaslamışt ı . Daha on gün ö n c e , aynı hükümetin Dahi l iye Nazır ı Adi l b e y , millî direnmenin bu g ü r b ü z şampiyonunun yakala-
84
narak İstanbul'a gönder i lmesi için emir vermemiş miydi? Şimdi, H a r b i y e Nazır ındaki bu kuzu sarması havası
d a n e o l u y o r d u ? E ğ e r N a z ı m Paşa'n ın s ö z ü n e ve namusuna inanarak
İstanbul'a yol lansa d a h a Haydarpaşa'da İngi l iz lerce y a kalanıp Malta kalesine sürütmeyeceğini h iç bir babayiği t söy leyemezdi . Mers in l i C e m a l P a ş a ' y ı n e kötü harcamışlardı. Kuvayı mil l iyeciler aras ında çok şerefl i bir yer i o lacakken gidip İstanbul 'da birkaç gün H a r b i y e Nazır l ığ ı yapmak pahasına her şey i yitirmiş ve daha ş imdiden bir fosi l durumuna d ü ş m ü ş t ü . Art ık, ona ne o y a n d a n , ne de bu y a n d a n g ü v e n i l i y o r d u .
Yer inden kıpırdayan kumandanı. Mersinl i C e m a l Paşa'nın akıbeti bekl iyordu. Bunlar adamını hiç mi hiç tanımıyorlardı. Ali F u a t Paşa'nın böyle bir delilik y a p a c a ğ ı nı nasıl düşünebi l iyor lardı? Y ine de Harbiye Nazır ın ın çağrıs ını naz ikçe susturmak gerekiyordu. Paşa :
— Hastayım, şimdilik İstanbul'a g e l e m e y e c e ğ i m ! diye hiç kimsenin y u t m a y a c a ğ ı bir yalan kıvırmak z o r u n d a kaldı.
Harb iye Nazır ına bu karşılığı verdikten sonra u z u n c a d ü ş ü n d ü . A c a b a bu işte kimin parmağı vard ı? Kim bili: belki de bu tuzak hazır l ığında Val i Muhitt in Paşa'nın parmağı rol oynamışt ı . İki g ü n ö n c e görüştükler inde vali :
— Nazım Paşa hazret ler i , maruzatınızdan müstefit olmuşlar', s ize hürmet ve muhabbet besl iyor lar!
Dememiş miydi? Bu bir yemleme değildi de neydi? Al i F u a t Paşa, bu kanıya geldikten s o n r a , val iyi bir kez daha makamında z i y a r e t etti. O d a d a val iden başka kimse yoktu. Birdenbire damdan d ü ş e r gibi :
— Harbiye Nazır ı paşa- hazretleri g ö r ü ş m e k üzere beni İstanbul 'a davet ediyor lar, deyiverdi. A m a ç , valinin birdenbire g ö s t e r e c e ğ i tepkiyi yakalamaktı.
Muhitt in Paşa'nın y ü z ü n d e çok hoşnut o l d u ğ u n u g ö s teren izler bel ir ivermiş :
— Y a a , efendim, çok iyi efendim! dedi./ H e r ş e y aptalca meydana dökülmüştü. Val i , tuzağa d ü ş m ü ş t ü . Val i , söz ler ine şu s o r u y u kattı :
85
— İstanbul'a teşr i f in izde Nazım Paşa hazretlerine hürmetlerimi iblâğ edersiniz. Yolculuk ne z a m a n , efendim?
— Şimdilik İstanbul'a gitmek niyet inde değil im. Val i 'nin gülümseyen etli y ü z ü birdenbire durgunlaş-
tı : — Y a , efendim! Al i Fuat Paşa, şimşek gibi şunları d ü ş ü n d ü : «Art ık
şüphem kalmadı, İstanbul 'dan yeni talimat ile d ö n e n vali p a ş a . benim Ankara'dan ayrı lmamı bekl iyor. O z a m a n icraatını maniaya uğratmadan yapmayı d ü ş ü n ü y o r . İstanbul 'da hükümet erkânıyla temaslar ında faydal ı neticeler aldığına dair sarfetmiş o l d u ğ u söz lerde hilafı hakikattir. Aklı s ıra beni şüphelendirmemek ve oyalamak gayesini g ü d ü y o r . B u g ü n İstanbul temaslarına dair hiç bir ş e y söylemiyor.»
Ali Fuat Paşa, o t u r d u ğ u maroken koltukta kendini c e n d e r e y e girmiş gibi tedirgin d u y u y o r d u . Karşıs ındaki şu yaşl ı ve göbekl i adam, hiç kuşkusuz bal gibi düşmandı. Muhitt in Paşa, o n u n bu o lumsuz düşünceler in i daha çok güçlendiren şu sözler i söylemek budalalığını da gösterd i :
— İngil izler bize karşı hayırhahâne bir s iyaset takip ediyor lar , bunu bizzat müşahede ettim!
G e n ç p a ş a , kendini kurt s a n a n bu iht iyar sivi l paş a y a artık herhangi bir şey sormanın gereksiz l iğini anlamıştı. O n a edindiği izlenimler üzerinde hiçbir ş e y sezdirmeden tıpkı onunki gibi bir :
— Yaa efendim, öy le mi efendim! Çekt i ve kendini dışarı d a r attı.
* * *
Val i Muhitt in Paşa. artık İstanbul'dan aldığı korkunç toksini açıktan a ç ı ğ a s a ç m a y a başlamıştı. B u . İngiliz mandasının gerekli ve «makbul» bir kurtuluş y o l u o lduğu ihanetiydi. Yalnız kendi isteklerine bırakmayarak elinin alt ında bulunan bütün memurları da «İngi l iz Muhipler i C e miyeti» ne girmeye z o r l u y o r d u . Ali Fuat Paşa'nın kargaları, artık her g ü n o n a Muhitt in Paşa'nın yeni yeni ihanet vesikalarını taşımaya başlamıştı. B ir g ü n kargaların
86
get i rd iğ i bir haber çok i lginçti. B u n a g ö r e : Al i F u a t Paş a , İstanbul 'a g e ç i p g idecek, Ankara'daki millî ve nizamî kuvvet ler dağıt ı lacakt ı . Bunlar, val inin yumurt ladığı yaveler aras ında b u l u n u y o r d u .
B u n u işiten g e n ç paşanın kanı beyn ine s ı ç r a d ı , hem e n Kurmay Başkanı Ö m e r Hal is beyi (Paşa) çağırarak şu emri va l iye i letmesini emretti :
— Bu gibi söz ler in tekrarı hal inde ş iddet kullanmak z o r u n d a kalacağımı bi ldir in!
Bu s ı rada, uyanık Ankaral ı lardan bir g r u p , gerek V a l i Muhitt in Paşa'nın ve g e r e k s e teftiş kurulunun hemen İstanbul 'a dönmesini isteyerek hükümete baş vurdular.
Ankara v i lâyet inin içinde söktüremeyeceğin i anlayan Val i Muhitt in P a ş a , teftiş kurulu başkanı Gal ip Paşa'y ı ve o n u n emrindeki kurulu alarak p r o p a g a n d a yapmak üzere kazaları d o l a ş m a y a yo la çıktı.
Ali Fuat P a ş a , 15 A ğ u s t o s 1919 g ü n ü H a r b i y e N e z a r e t i n d e n gelen şu telgrafı dikkatle o k u d u :
— K o l o r d u kumandanlar ı ile kolordu a h z a s k e r rüesa-sı ancak nezaret le şi fre ile muhabere için Nezaret in v e s a -tet ine müracaat mecbur iyet inde olduklar ından aralarında şifre ile muhabere edecekler i hususatı d o ğ r u d a n doğr u y a N e z a r e t e yazacaklardır . Hali harp zai l o l d u ğ u c i hetle kumandanlar, maiyetieriyle şi fre ile muhabere icra etmeyeceklerdir . Hususat ı mebsutaya hasrı dikkat ve tev-fiki hareket o lunması tamimen tebliğ o lunur.
G e n e l g e n i n alt ında yeni H a r b i y e Nazır ı Süleyman Şef ik Paşa'nın imzası v a r d ı .
Al i Fuat P a ş a . telgrafı o k u y u n c a kendi kendine şöyle söylendi :
— Süleyman Şefik Paşa, karakterini ne çabuk meyd a n a k o y d u ! Hakikaten Damat Fer i t P a ş a ' y a lâyık bir a d a m !
S o n r a , şöy le d ü ş ü n d ü : « H a y ı r , bu emir tatbik edilem e z . Edi ldiği takdirde millî teşkilâtın dahilî irtibatı çok g e v ş e y e c e k ve bir mıntaka d iğer inden sür'at le haber alam a y a c a k ve b inaenaleyh birlik bozulacakt ı r .
87
Alamut - Çizgiliforum.com
B u n d a n başka. Yunanl ı lar la harbe tutuşmuş olan mill î müfrezelerimiz idare ve ikmal işlerinde fena bir d u r u ma düşeceklerdir .»
Al i Fuat Paşa, birçoklar ın ın bir İttihat ve Terakk i eğ ilimlisi olarak bildiği S ü l e y m a n Şefik Paşa'y ı çok iyi tanıyanlardandı. H ı rs ı , z e k â s ı n d a n büyük olan bu adam, Damat Feri t gibi aşağıl ık bir adamla el ele v e r i n c e çok b ü y ü k fenalıklar yapabi l i rdi . O n u n için g e n ç p a ş a , S ü leyman Şefik Paşa'nın yeni bir hikâyesi üzer inde i lginç haber ler toplamaya başladı . Ö ğ ü t ç ü bir kurulun baş ında Damat Fer i t 'çe K o n y a ' y a gönder i len Süleyman Şefik Paş a , iki gün sonra İstanbul 'a iştah açıcı bir telgraf çekmişti. Bu telgrafta anlam olarak şunları d i y o r d u :
— Yaptığım temaslardan ve incelemelerden A n a d o lu'da millî teşkilâtın zannedi ld iğ i kadar kuvvetl i o lmadığını anladım. E ğ e r ben Harb iye Nezaret i makamına get i-ri l irsem ve hükümetin kararlarını sür'at ve sadakat la tatbik edebil ir im. Millî kuvvet ler i kısa zamanda dağıtabi lec e ğ i m e inancım var. B ö y l e kendine g ü v e n e n bir adamla, ç o k t a n beridir karşı laşmamış olan Damat Ferit P a ş a , birdenbire gözler ini oğuşturarak silkinmişti. İlk işj K o n y a ' ya bir şifre yaz ıp bu Y a v u z Paşa'yı İstanbul'a çağırtmak olmuştu. O n d a n sonra da Dahil iye Nazır ı Adi l beyi çağırtarak ona şu müjdeyi vermişt i :
— Adil bey, mükemmel bir Harbiye Nazır ı bulduk! Süleyman Şefik Paşa'nın vaad dolu telgraf ı , « A ç ı l s u
sam a ç ı l » sihirli s ö z ü n e benzemişt i . Etekleri zil çalarak İstanbul'a koşan Şefik Paşa, Har
biye Nezaret i kol tuğuna oturabilmek için patronu Damat Feri t Paşa'nın yeni bir kombinezonunu bekl iyordu. Naz ım Paşa'y ı koltuktan yuvar layarak yer ine bir İttihatçı paşayı geçirmek oldukça g ü ç bir işti. Kurnaz ve vesvesel i padişahı otlatmak g e r e k i y o r d u . Bir gün Adil beyle Nazım beyin «mecl is i v ü k e l â » d a şiddetli bir tart ışmaya hattâ ç e k işmeye tutuştukları görü lmüştü. Bir pundunu bekleyen Damat Ferit için bundan daha « d ö r t başı mamur» bir bah a n e mi o lurdu?
Hemen çekilmesi istenen Nazım Paşa kös kös uzak-
88
iaşırken. yeni Harb iye Nazır ı S ü l e y m a n Şefik Paşa da çoktandır gözler in i kamaştıran Harbiye Nezaret i koltuğ u n a kuruldu. Bu oldukça sihirli bir koltuktu. Vakt iy le İzz e t Paşa'dan ve padişahtan bu koltuğu ç o k isteyen M u s tafa Kemal, onu bir türlü koparamamıştı. M u s t a f a Kemal, bu kol tuğu, tepeden bir ihtilâl ve darbe y a p m a k için ist i y o r d u . Bakalım Süleyman Şefik Paşa, bu kol tuğu ne için kul lanacaktı?
H a r e m d e sanki baskın yapı l ı rcasına imzalatı lan y e ni atama emriyle Süleyman Şefik Paşa, H a r b i y e Nazır l ığı koltuğuna oturmuş, nedir ki bu kez de padişah uyanmıştı. M u s t a f a Kemal'den ağzı yanan p a d i ş a h . H a r b i y e N a zır l ığına bir İttihatçının getiri ldiğini eski S a d r a z a m T e v -fık Paşa'dan dinleyince bir hoş olmuştu.
Tevf ik Paşa'nın etkisi altında n e r d e y s e g a z a p durumuna gelen padişah, mabeyn başkâtibi Al i F u a t beyi ç a ğırtmış, gammaz Tevf ik Paşa'yı da göstermekten çekin-meyerek ş ö y l e demişti :
— Paşa hazretleri , Süleyman Şefik Paşa'n ın meşhur İtt ihatçı lardan o lduğunu ve onun tay in inden dolayı v ü kelâdan bazı larının çekilmek isteyeceklerini söy lüyor lar . S o n r a bu da başımıza bir belâ olmasın ve bu s ı r a d a yine bir buhranı vükelâ çıkmasın. Sadrazamı telefonla bul , paşa hazretlerinin ismini z ikretmeyerek bu yo lda haber aldığımı söyle! E ğ e r takriri muameleye koymamışlarsa tehir etsinler.
M a b e y n başkâtibinin Damat Feri t Paşa'y ı bulması kâr etmemişti. O, yeni Harbiye Nazır ına görev in i bildirmişti bile :
— Ben Süleyman Şefik Paşa'ya memuriyetini tebliğ etmiş bulunuyorum. Kendisi H a r b i y e N e z a r e t i n e g iderek vazifesine bile başlamış bulunmaktadır, bu y ü z d e n takririn tehir ine imkân kalmamıştır.
Damat Ferit Paşa, hemen o g e c e m a b e y n , başkâtibi Ali Fuat beyi konağına çağırarak şöy le demişti :
— Dün g e c e Şeyhül islâm efendi Mal iye, Bahr iye, Dahiliye ve Maarif Nazır iarıyla burada toplanarak müzakere ettik. Süleyman Şefik Paşa'nın tayinine it iraz e d e n ol-
89
modi. Evkaf Nazır ı Hamdi efendi de Şeyhül is lâm efendid e n ayr ı lmaz. Diğerler inin muarız olduklarını b i lmiyorum. Kendis in i bir haftaya kadar t e c r ü b e ederiz. S o n r a Bahr iye Naz ı r ı Sal ih Paşa ile becayiş ler in i icra eyler iz . Efendimiz, ş imdiden Sal ih Paşa'y ı imale buyursunlar !
S ü l e y m a n Şefik Paşa'y ı başkalar ı çok iyi tanımıyordu. N e d i r ki o kendini çok iyi tan ıyordu. H e r yürekte bir a r s -lan yatt ığını bi lenler o n u n y ü r e ğ i n d e bir kaplan yatt ığını s o n r a d a n anlayacaklardı . S ü l e y m a n Şefik P a ş a , ilk p e n ç e y i kolordu kumandanlar ına savurmuştu. B u , y u k a r d a yazdığ ımız telgraftan başkası deği ldi . Mil letlerin iyi niyetlerini yok ederek büyük a d a m , büyük kumandan olmuş bir tek kimse yoktur. İşte S ü l e y m a n Şefik Paşa da milletinin bu iyi ve soy lu niyet ler ine karşı dikilmişti.
Ş i f res iz kolordu emirleri o lamayacağın ı anlatarak yeni H a r b i y e Nazır ına b a ş v u r a n kolordu kumandanlar ı N u h dey ip Peygamber d e m e y e n bir nazır karşıs ında bulunduklarını anladılar ve o n a g ö r e tert iplendiler. Süleym a n Şefik Paşa, kolordu kumandanlar ına açıktan a ç ı ğ a m e y d a n o k u y o r d u . Padişahın, kendi üzerindeki kuşkusu, kulağına çalınmış olacaktı . O n l a r ı n sanılarını b o ş a çıkarmak kararında o lduğu g ö r ü l ü y o r d u .
Al i Fuat Paşa, en gizl i askerî sır ların açık telgraflarla g idemeyeceğin i anlatamayınca z o r a b a ş v u r m a y a kar a r v e r d i . Bu bayağı kararı ger i aldırtacak, S ü l e y m a n Ş e fik Paşa muhterisine t ü k ü r d ü ğ ü n ü yalatacakt ı . Yeni Harb iye Nazır ını bir g ü n makina başına çağırtt ı ve şu uyarmada bulundu :
— Şifreli muhabereyi menett iğiniz için gizl i emir malûm makamlara ver i lemiyor, bunlar açık telgraf lar la verildiği takdirde birçok askerî sır larımız ifşa edi lecektir. Bu hâl in daha fazla mes'ul iyetini üzerimize a lamayacağız . Y i rmi d ö r t saat kadar şifrel i muhabereye müsaade buyur-madığımız takdirde bütün telgrafhaneler askerî işgal altına al ınarak muhabereye eskisi gibi devam olunacakt ır .
Bu şiddetl i azar lama karşıs ında S ü l e y m a n Şefik Paşa şaşırmakla öfkelenmek aras ında ellerini o ğ u ş t u r d u ve yan ında bulunanlara ş ö y l e dedi :
— «Al i F u a t P a ş a , bizi fazla uğraşt ı racağa benz iy o r ! »
Ali Fuat P a ş a ' y a verdiğ i karşıl ıkta ise : — Bir m ü d d e t mühlet ver i rseniz vaziyet i tekrar tet
kik ederim, dedi. Demek ki işi haberleşmeye dökerek g e n ç ve enerjik paşay ı savsaklayacakt ı . Kolordu kumandanı, d a h a çok bekleyemezdi . «Y irmi dört saat iç inde İstanbul 'dan müspet bir c e v a p gelmeyince derhal kolordu mın-takası dahil indeki bütün telgrafhaneleri askerî işgal alt ına alarak şifreli m u h a b e r e y e d e v a m » ettiler.
Süleyman Şefik Paşa, Ali Fuat Paşa'nın bu dayatması karşısında emrini ger i almaktan başka y a p a c a k bir ş e y bulamadı.
Al i Fuat Paşa ile 20. Kolordunun bir demir leblebi o lduğunu hemen an layan Süleyman Şefik Paşa, onları mat edebilmek için bir komiteci hiylesi kullanmanın gerekl i o lduğunda karar kılmıştı. Sü leyman Şefik Paşa'nın unutt u ğ u bir şey v a r d ı : Karş ıs ında en a z d a n kendisi gibi eski İttihatçıların tecrübeler i , hürriyetçil ikleri ve komiteci nitelikleriyle dolu b i r ihtilâlci vardı . Erkânı Harbiyei Ş a h a -n e ' d e Mustafa Kemal' le birlikte gizl i bir ihtilâl ö r g ü t ü kurmaktan yakalanmış, dirimini ve subayl ığını g ü ç kurtararak bugünkü kumandanlık aşamasına gelmişti. G e n ç paş a , bugün her bast ığı y e r d e bir mayın olabi leceğini hesaplayan bir askerl ik ve ihtilâlcilik zekâsına sahipti. O da esen r ü z g â r d a n hiyle s e z e n sayıl ı başlardandı.
Ali Fuat P a ş a ' d a n yediği ilk yumrukla daha bir inci raundda nakavt o lan Süleyman Şefik Paşa, yer inden d o ğ rulup üstünün başının tozunu silktikten s o n r a , 29 A ğ u s tos 1919 tarihli b ir ş i fre ile 20. Kolordunun kapısını çaldı.
— Ankara 'da 20. Kolordu Kumandanı Ali F u c * Paşa hazretlerine: G e ç e n d e İngil iz kumandanı General Milne' ın tebligatını bildirmiştim. İzmir haval isinde sükûneti idameye ve vi lâyatı şark iyede asayiş i halelden sureti kati-y e d e v ikayeye v e a n a s ı r arasında e n küçük b i r ' h a d i s e nin bile vukuunu men'e muvaffakiyet temin edebi leceğiniz in buraca bi l inmesi, vaz iyet ve menafiî s iyasiyemiz in istikametini tâyin h u s u s u n d a mühim bir âmil o l a c a ğ ı n d a n
91
iktizasını teemmül ile bu baptaki mütalâai mahsusalar ın ın i lâvesiyle ser ian hamiyet perveneler inden m u n t a z a r ve mercudur.
H a r b i y e Nazır ı S ü l e y m a n Şefik
Ali Fuat Paşa, bu telgrafı o k u y u n c a küçümsemeyle gülümsedi. Ş ö y l e d ü ş ü n d ü : « Y e n i Harbiye Nazır ı « İzmir haval isinde sükûneti idameye ve vi lâyatı ş a r k i y e d e a s a yiş i halelden v i k a y e y e » ne d e r e c e y e kadar muvaffak o lacağımı soruyor . Maksadını ne kadar g iz lerse g iz les in meydanda selefinin kurduğu, fakat içine düşüremediğ i tuzağı bir de kendisi tecrübe etmek istiyor.
E v v e l â , hükümetin bana itimat ettiği z e h a b ı n a kapılacağım (!). E ğ e r buna muvaffak olur larsa ikinci b ir emir yol layacaklar: « B u meseleyi şifahen müzakere etmek üzere dersaadete teşrif inizi bi lhassa r ica eder im» diyecekler. Ben de buna inanarak İstanbul yo lunu tutacağım (!).
Yarabbim! Bu ne kadar ç o c u k ç a hazır lanmış bir plân!. . .»
Ali Fuat Paşa, Süleyman Şefik Paşa'ya 24 A ğ u s t o s 1919 tarihinde ikinci bir nakavt y u m r u ğ u sal ladı :
— Bu husustaki mütalâai âcizanemi b e y a n d a n evvel Anadolu 'da bulunduğum şu s o n altı ay zar f ında ahval ve vaziyet in mahiyeti hakikiyesini arzetmek isterim. M ü t a rekeden İzmir'in işgaline kadar devam eden müddet zarfında düvel i iti lâfiyenin gitt ikçe artan a h d ş ikenâne muamelâtı bi lhassa tahammülsüz Yunan fecayi î ve Ermenilerin A d a n a vi lâyetinde şimendifer hattı üzer indeki t e c a v ü z ve tahrikatı ile Kafkas dahil indeki katliâm gibi ha-disat karşısında daima sık sık tebeddül eden heyet i v ü kelânın bu âlemi fecayie çaresaz o lamayacağın ı g ö r e n millet. İzmir'in işgali üzerine bizzat mukadderat ına hâkim olmayı düşünmüş ve bunun bir net icesi o larak her tarafta intizam ve dahil inde kesbi vüs 'at eden harekâtı mil-i iyenin kuvveti gitt ikçe tezayüt etmiş ve b i z z a t A y d ı n v i lâyet inde on binlerce kuvvet toplanarak kanl ı ve fedakâ-rane müsademe ve muharebeleriyle Y u n a n isti lâsını dur-
92
d u r m a y a muvaffak olmuştur. M e v c u d i y e t ve istiklâli için ç ı r p ı n a n millet, kezalık, muhtelif mahallerde kongreler ak-tederek mukadderat ı millet ve vatan hakkında mühim kar a r l a r itt ihaz ile bunlar ı zatı şahaneye ve sadarete ve sair i c a p e d e n mahal lere arzetmişlerdir. B u n a mukabil muhtel if kabinelerimizin bazı erkânı, bu cereyanı millîyi muhalif i kanun ve bir tezepzüp ve iğtişaş telâkki ederek imhasın ı emretmiş i s e de mevcut ve gayr ı m e v c u t ve g a y r ı mual lem ve cüz' î j a n d a r m a ve kasden zayı f d ü ş ü r ü l m ü ş olan o r d u y u hümayun ile maddeten ve manen hiç b i r ş e y yapı lamamıştır. Bazı mahallerde bu hale karşı husus î tedbir itt ihazını muvafık gören zevat ı âl iye de hükümet in emrini ifa etmedi diyerek azil ve tevkif edilerek d u ç a r ı g a d i r olmuşlardır.
Mil letin bu harbi umumide sev iyesi , irfan ve t e c r ü b e s i muhtelif f ı rsat larda yükselmiş o l d u ğ u n d a n A v r u p a d ü v e l i medeniyes inde o lduğu gibi bizde de bu d e r e c e Oe-ği l ise de makamı hilâfet ve padişahlarına daima muti ve m e r b u t kalmak şart iy le mukadderatlarının tâyinine iştirak eylemek istedikleri anlaşılmaktadır.
Hükümet ile millet arasındaki ihti lâflardan istifade etmek isteyen anasır ı ecnebiye ve gayr ı sadıka ise her g ü n muhtelif tarzda bazı eracif işaa ederek memleket dahi l inde karışıklık ve asayişsizl ik mevcut o l d u ğ u n u ve da ima Hır ist iyan ahal iye t e c a v ü z vuku b u l d u ğ u n u göstermek istemişlerse de müruru zamanla itilâf devlet ler i memurları böyle bir halin mevcut o iduğunu deği l , hudusuno bi le imkân olmadığını muhtelif vesilelerle bi ldirmişlerdir. Aydın 'dak i millî harekâta gel ince; bunun da malûmu âlileri o l d u ğ u üzere Y u n a n fecayiî ve mezal iminden doğmuş olup müdafaayı nefisten başka bir şeyle tarif edilem e y e c e ğ i ve mâni tedbirler ne olursa o isun behemehal Yunanl ı lar ı A y d ı n v i lâyet inden çıkarmaya azim ve karar vermiş oldukları ve bu karara muhalif tedbir i tt ihaz edecek vatandaşlar ın ı d u y g u s u z l u k ve hamiyetsizl ikle itham etmekte olduklarını işitmekteyim.
Hulasaten a ızetmek isterim ki efkârı umumiyei millet tamamiyle vaziyet i hariciye ve dahi l iyemizi müdrik
S3
olmak ve vatanın yüksek menfaatlerini ist ihdaf etmek suret iy le tekevvün ve tekâmül etmektedir.
Aciz ler in in vaz iyet ine ge l ince: O r d u kumandanı o l mak sıfatiyle mümkün o l d u ğ u kadar kumandam alt ında b u l u n a n kıtaatı s iyaset le şa ibedar etmemeye ve el imdeki cüz' î kuvvetle hükümetin emirlerini infaz edebi lmek ş ö y le d u r s u n arzuyu millîye muhalif bir vaz iyet aldığım takt irde padişah ve vatan için elîm bir vakaya s e b e b i y e t v e rilmiş olacağını bittâyin bulunduğum mıntakada mümkün mertebe hükümetin n ü f u z u n u muhafaza etmek şart iy le hükümet ile milleti birbir ine rapteden münasebatı mühim-meyi bozmamaya ve ciheti mülkiye ile asker iye a r a s ı n d a h u d u s bulan fikir ihtilâfını da izaleye çal ış ıyorum. F a k a t bir an gelecekt ir ki bu halin devamı âciz ler ince de g a y r ı mümkün olacağını kemali mutavaatla arzeder im.
Mütalâai mahsusam berveçhi âtidir : 1 — A y d ı n v i lâyet inde kuvayı milliye itilâf devlet le
r ine mütecaviz olmayıp, sırf y ü z bin Müslümanın h icret ine, yâni sefaletten mahvına elli bini mütecaviz müslümanın şahadet ine sebebiyet veren zalim v e g a d d a r Y u nanlı ların harimi namusu mill iyetlerinden bi l ihraç izmir v i lâyet inin tamamiyle tahl iyesini istihdaf etmektedir. İnsaniyet ve medeniyet hisleri ile daha fazla kan dökülmemesi için bu hususun İngil iz General i Mi lne'den r ica edi lmesi münasip mütalâa kılınır. İnsanî ve medenî his ler le meşbuğ olduğuna iştibah edi lemeyen Paris konferansın ın bu r icayı is'af e d e m e y e c e ğ i n e bir sebep görü lemez. Dört-heş İngil iz zabiti ile Y u n a n askerinin zulûmkâr vaz iyet i nin tebeddül edeceğine hiç bir Müslümanın inanamayac a ğ ı muhakkaktır.
2 — Hükümet ile millet arasında mevcut ve d e v a m etmekte olan ihtilâf, şu mühim anda hükümetin zay ı f b u lunmadı ve aleyhimizde harekete hazırlanan dahil î ve haricî düşmanlar ın teşvik ve teşciî noktai nazar ından g e r e k makamı hilâfeti ve g e r e k s e vatanı pek büyük tehl ikelere maruz kı lacağından hükümeti seniye ile millet, itilâfı tam •le mukadderatı milletin a r z u y u milliye muvafık bir s u rette temini her neye v a b e s t e ise ona g ö r e tedabir i muk-
94
teziyenin ittihazını pek z iyade merbut b u l u n d u ğ u m mil ler ve vatanım namına a r z ve istirham ve bu büyük vazifei vataniyeye delâleti zatı samimî nezaret penahi ler inden İnt izar eyler im, efendim.. .
Al i Fuat Paşa. bu y iğ i tçe raporu yo l lamadan ö n c e Kurmay Başkanı Ö m e r Halis beye de bir kez okudu. G e n ç p a ş a , ötedenberi kurmay başkanlarının düşünceler in i yoklamayı gelenek edinmişti. Ö m e r Hal is bey, r a p o r u dikkatle ve b iraz da heyecanla dinledi. Ali Fuat P a ş a , okumayı bit ir ince ona :
— Mütalâanız ı öğrenmek ist iyprum. d e d i .
— Tamamiy le hemfikirim, paşam. A n c a k H a r b i y e N a zırı Sü leyman Şefik Paşa, bu acı söz ler in izden memnun, olmayacak.
/— Oras ın ı ben de takdir ediyorum. B a ş k a ? Biraz d u raksayan kurmay başkanı , sonra şu karşı l ığı verdi :
— Kumandan iskat etmeleri ihtimalini de d ü ş ü n d ü nüz mü paşam?
— Evet , bunu da düşündüm. Bu karakterdeki Harbiye Nazır lar ı benim gibi bir kumandan istemezler. E s a s e n daha uzun müdet beni bu vaz i fede bırakacaklar ına iht imal vermiyorum. S iz , şimdi bu raporu derhal t e b y i z ett iriniz. B u g ü n gitmesi lâzım.
Ö m e r Halis bey, tebyiz ettirilmek ü z e r e raporu al ıp gittikten s o n r a , henüz kafasının içinde v e r d i ğ i karşıl ığın psikolojik yankıları ç ınlayıp duran g e n ç p a ş a , başını e l lerinin arasına alıp bu raporla ne demek ve ne anlatmak istediğini bir kez daha d ü ş ü n d ü : « E v e t . K u r m a y Başkanı Ö m e r Halis bey, endişeler inde haklı olabil ir. A n c a k ka-naaatlerimi aç ıkça yazmakla hasımlarımıza müspet ve d o ğ r u bir kurtuluş y o l u tuttuğumuzu ve maceraperest l ik-ten kaçındığımızı anlatt ım, millî s iyaset le aras ında mevcut ve devam etmekte olan ihtilâf, şu mühim anlarda hükümetin zayı f bulunması, aleyhimize harekâta hazır lanan dahilî ve haricî düşmanlar ın teşvik ve teşci i noktai nazar ından gerek makamı hilâfet ve g e r e k s e Vatanı büyük tehlikelere maruz kı lacağından hükümet ile millet itilâfı
S5
l a m ve mukadderatı milletin a r z u y u milliye muvafık bir s u r e t t e teminini istedim.
Evet , bu cümleler in anlamı açıktı. Çökmek üzere bulunan Osmanl ı İmparator luğu yer ine T ü r k milleti ve imparatorluk hükümeti yer ine demokratik bir idarenin gerekt ireceği bir s iyaset in tutulmasını s a v u n d u m .
H a r b i y e Nazır ı Sü leyman Şefik Paşa, elbette salık verdiğim bu ç ö z ü m çareler inden hoşnut o lmayacak. Beni kandır ıp t u z a ğ a düşüremedikler ini anlayacaklar, yer ime kendilerine hizmet (!) edecek bir kumandan arayacaklardır. Raporu y a z a r k e n bunların hepsini bir bir düşündüm.
Fakat, bana karşı tutumları ne olursa o l s u n , tuttuğum yolu değişt i rmeye güçler i yetmeyecekt ir . Ç ü n k ü , birkaç g ü n s o n r a , S i v a s Kongresi 'n in toplanmasıyla millî d irenmeye taraftar o lmayan ve millî teşkilâtları dağıtarak s a n ki düşmanlar ımıza yardım etmeyi düşünen hükümeti merkez iye ile her türlü il işkilerimiz elbette kesilecektir. Beni kumandanl ıktan atsalar bile (emriniz başımın üstüne!) deyip çekil ip g idecek değil im. Üzer ime düşen millî ödevi her ne pahasına olursa o lsun sonuna dek y a p a c a ğ ı m ! » Rapor temize çekil ip geldiğ inde g e n ç paşa, buna hemen imzasını attı ve Kurmay Başkanı Ö m e r Hal is beye bakarak :
— Şimdi biraz daha müsterihim! dedi. Al i F u a t Paşa, gönderdiğ i raporun yankılarını gerçek
ten büyük bir merakla bekl iyordu. İstanbul 'dan o lumsuz bir karşılık gelmesi, daha çok
beklenebil irdi. N e d i r k i b u , g e n ç paşanın durumunda herhangi bir değişikl ik yapacak g ü c e sahip olmayacakt ı . O, ç o k t a n b e r i seçt iğ i bir granit yığınının üzerine çizmelerinin topuklarını gömmüş, ufuktaki fırtına bulutlarına s o n suz bir g ü v e n ve kararla bakmaktaydı. O n u n İstanbul'a karşı almış o lduğu durum, çoktanberidir meydandaydı . Bu r a p o r u n y a p a c a ğ ı iş, İstanbul hükümetinin de kendis ine karşı beslediği duygular ın meydana çıkmasını ç a buklaştırması olacaktı. Şefik Paşa'nın v e r e c e ğ i herhangi bir karar, onun üzer inde en ufak bir sürpr iz etkisi y a p mayacakt ı . G e n ç paşa, daha 27 Haziran 1910 da mülkiye
96
ömirler i ile kumandanlara göndermiş o l d u ğ u beyannamede şu anlamda şey ler söylemişti :
— G e r e k i n c e memuriyet imden ayrı l ıp bir millet bireyi olarak mübarek yurt ve kutsal milletim u ğ r u n d a çal ışacağıma açıkça s ö z v e r i y o r u m .
Bu yayımladığı beyannamenin son sözler iydi ve M u s tafa Kemal' in E r z u r u m ' d a attığı o meşhur s a v a ş nağra-sını andı r ıyordu. S o n r a , onlar, Amasya'da ç o k önemli ihtilâlci kararlar almamışlar mıydı? Bu karar larda b u g ü n ü d ü ş ü n e n ileri g ö r ü ş l ü sat ır lar demir gibi o lduğu y e r d e dur u y o r d u ; ikinci maddedeki o söz ler şunlardı :
— Müfett iş ve kumandanlar, herhangi bir sebeple kumandadan iskat edildiği takdirde kendilerinin yerler ine gelecek kimseler işbirl iği yapabi lecek vasıf lara mâlik bulunuyorlarsa kumandayı devredecek, fakat, nüfuz mınta-kalar ında kalarak vazifei mill iyelerine devam edeceklerdir. İkinci bir İzmir vak'asına meydan verebi lecek kimselerin tayini halinde kumanda asla terkolunmayacak ve böyleler i kabul edi lmeyecektir.
Al i Fuat Paşa'n ın, S ü l e y m a n Şefik Paşa'ya salladığı y u m r u ğ u n kokusu beş g ü n sonra çıktı. Patron, g e n ç paşanın işine s o n verdiğini bi ldir iyordu. Evet , 20 A ğ u s t o s 1919 tarihli telgraf, Ali Fuat Paşa'nın 20. Kolordu kumandanl ığ ından uzaklaştır ı ldığını bildiren emri kapsamaktaydı . Bu emirde şunlar da vardı :
— 20. K o l o r d u y a yeni kolordu kumandanı Ankara 'ya g e l i n c e y e dek Ankara 'da bulunan «tetkiki hesabat komisy o n u » başkanı emekli T u ğ g e n e r a l Hulusi Paşa vekâlet edecektir. »
Ali Fuat Paşa, padişahın iradesini taş ıyan bu emre de b o y u n eğecek deği ldi. T e l g r a f , sanki daha ö n c e de b irkaç kez gelmiş de o k u y u p geçmiş gibiydi. Elbette kolo r d u kumandanlığını ne Hulusi Paşa'ya, ne de İstanbul'un g ö n d e r e c e ğ i bir kuvayı milliye düşmanına bırakıp çekilecekti. H e r ş e y d e n ö n c e baş kaldırmış bir ihti lâlciydi. İşine gelmeyen her türlü emir, insan ve her şey, bu ihtilâl direncinin granit ine çarp ıp sapır sapır dökülmeye mahkûmdu.
97 3 / F . : 7
Gelgelel im, kolordunun ikinci derecedeki başlar ı , bu telgraf üzerine sarsı lmışlardı. 24. T ü m e n Kumandanı M a h mut b e y başlarında olarak paşanın odasına geldi ler. Ü z g ü n d ü l e r ve bu üzgünlük, iyi ve temiz yüz ler inde açıkça o k u n u y o r d u . Hele kurmay başkanı ile tümen kumandanı, bu üzüntüyü saklamakta ya bir sakınca g ö r m ü y o r l a r , ya da meydana vurmakla bir dostluk ödevini y e r i n e get ir iyor lard ı . « K o n u ş u r k e n sesler i t i tr iyordu.»
T ü m e n Kumandanı Mahmut bey, arkadaşlar ının derin üzüntülerini de yansıtarak şöy le konuştu :
— Bizi b ırakmayacaksınız, değil mi, p a ş a m ? Daima emrinizdeyiz. Bunu a r z için gelmiştik.
Mahmut beyin göz ler i doluksamış, h e y e c a n d a n dili tutulur gibi olmuştu. D a h a çok konuşamadı. G e n ç paşa, o n u n söylemek isteyip de söyleyemediği her şey i o v u c u nun içindeki ç izgi ler gibi bi l iyordu. Bu arkadaşını çok iyi tan ıyordu.
O da, onlar gibi heyecanla a y a ğ a kalktı ve k ısaca şunları söyledi :
— Göstermiş o l d u ğ u n u z sıcak alâkayı ömrüm oldukça unutamayacağım. S a ğ olunuz! Kumandayı Hulusi Paşa'ya bırakmak niyet inde değil im. E ğ e r millî dâvamıza sadakatle hizmet edecek hamiyetli bir zat ge l i rse kumandayı kendisine devredeceğim. Fakat, y i n e buralarda sizinle beraber kalacağım. Vazifei vataniyemi bir ferd-i millet olarak yapmaya çal ışacağım. Hepiniz in gözler inizd e n , yüksek al ınlarınızdan öperim.
Ali Fuat Paşa'yı ayakta dinleyen si lâh arkadaşlar ının yüz ler i , birdenbire gizl i bir yerden bir kutsal ışık vurmuş gibi aydınlandı.
Şimdi, hepsi, d ipdir i , dimdikti ve göz ler i büyük bir s e v g i , saygı ve inançla g e n ç paşaya b a k ı y o r d u .
Akşamleyin T ü m e n Kumandanı M a h m u t beyle Kurmay Başkanı Ö m e r Hal is beyi odasına ç a ğ ı r a n g e n ç paşa :
— Hulusi paşa ile gidip konuşunuz, dedi , vekâleti kabul etmeyecektir.
Mustafa Kemal, bu s ırada Sivas'a yeni gelmişti. H e -
98
men vefal ı gençl ik, o r d u ve ihtilâl arkadaşına şu avutucu şifreyi göndermekte gecikmedi :
— 30.8.1919 tarih ve 1022 numaralı ş ifrenin ü ç ü n c ü maddesinde zaten tahmin edilen net ice b u g ü n e kadar g e cikmek ile bize pek kıymetli zaman kazandırdı. Mukarre-ratı ahiremiz mucib ince harekete karar vermeleri amali mukaddesei mill iyenin tesir i hususuna en büyük z ıman-dır. Bittabi kumandayı kat ' iyyen terk buyurmazsınız. K a rarı sabık veçhi le, g e r e k Kâzım Karabekir Paşa ve g e rekse Salâhatt in beyefendi kardeşlerimiz, nezarete p r o testoda bulundular. Konycr*daki Salâhatt in beyin de aynı veçhi le hareketi pek tabiî görülmektedir. Kemali hürmet ve meveddetle göz ler in izden öper iz.
Mustafa Kemal
Bu sırada Kâzım Karabekir Paşa da Erzurum'dan H a r b i y e Nezaretini bombardıman etti :
Hulusi Paşa, kendis ine yapı lan uyarma ile kolordu kumandanlığı vekâlet ini almaktan çekinmişti. A d a m c a ğız hasta yat ıyordu. Al i Fuat Paşa, s o n u n d a 20. Kolordu Kumandanl ığı vekâletini y ine kendi üzerine aldı.
Süleyman Şefik Paşa'nın uzaktan s a v u r d u ğ u darbe, bir kez daha Ali Fuat Paşa'nın granit inde kırılmıştı. Bir ihti lâlci, ayağının sağlam bastığı her y e r d e direnmek z o rundaydı . Ankara kayasına ayaklarını gömmüş olan p a şayı burdan artık, kendisi de kolay kolay koparamazdı. Artık, kararı karardı: Yer ine atanacak kumandanlara ne görev in i bırkacak, ne de onları Ankara'ya sokacaktı .
İstanbul hükümetinin böyle köklü tedbir ler almaya çal ışması boşuna deği ld i . Anadolu ihtilâlcilerinin E r z u rum'da topladıkları bir inci kongre başarı ile sona ermişti. Şimdi de Sivas Kongres i başl ıyordu. İstanbul hükümetiyle padişahı titreten ihtilâl yangın ı , Ankara'y ı da içine alarak bütün O r t a A n a d o l u ' y u ve batı vi lâyetlerini s a r a c a ğ a benz iyordu. Damat Feri t Paşa ve yardakçı lar ı , bu korkunç yangın ı yer inde söndürmek için ta İstanbul'dan su sıkıp duruyor lardı . Kimi z a m a n su yer ine hortumlar, g a z depolarına daldırı l ıyor, b ö y l e c e de söndürülmek istenen y a n -
99
gin büsbütün a lev leniyordu. Süleyman Şefik Paşa'nın s o n -sıktığı şey de su deği l petroldü. Bu y ü z d e n Ankara'daki yangın daha çok körüklenmiş, İstanbul' la A n k a r a arasındaki göstermelik bağlant ı da böylece kopmuştu.
Ali Fuat Paşa, harıl harıl çal ış ıyordu. S i v a s K o n g r e -si 'ne gönderi lecek delegelere yo l göster iyor , onlar ı adamakıllı uyararak S ivas 'a d o ğ r u selametl iyordu.
Batı Anadolu ile İstanbul 'dan g e ç e n yol lar ın çok önemli kavşak noktası o lan Ankara, ihtilâlin haritası üzer ine daha şimdiden kocaman bir yangın lekesi gibi oturuver-mişti. Erzurum'dan S i v a s ' a kayan siyasal ağırl ık merkezinin davranışlarını koruyan en önemli menzi l ler, 20. Kolordunun yayı ldığı Ankara kalesi ve dolaylar ında bulunuy o r d u . Ali Fuat Paşa, İstanbul'dan gelen yol lar ı sürekl i ateş altında tutarken Batı Anadolu'da düşmanla b o ğ a z -laşan kuvayı mill iyecilere babaca destek o l u y o r d u .
Erzurum Kongres i s ü r ü p giderken Batı A n a d o l u ' n u n düşmanla ateş ilişkileri kuran şehir ler inde de ayr ı ayrı kongreler toplanması eğilimi başgöstermişt i .
Bütün bu eğilimleri bir yere toplayarak, S i v a s K o n g r e -si 'ne stok hazır lamak gerektiğini anlayan Al i F u a t Paşa «harekete» geçt i .
16 A ğ u s t o s 1919 da Alaşehir Kongresi toplandı. B u , düşmanla pençeleşmekte olan gerçek kuvayı mill iyeci-lerle ihtilâlin ana yapısını hazır layan l iderler aras ında bir köprü oldu. Kuduz gibi saldıran düşman sürüler ini afallatmış olan kahramanları el inden tutan Ali F u a t Paşa, Mustafa Kemal ve arkadaşlar ıy la tanıştırdı. A laşehir Kongresi 'n in toplanmasıyla Y u n a n kurşunlarının v ız lay ıp durd u ğ u topraklardaki kahramanlarla ta Kars kapılarına dek yayı lmış olan Karabekir ' in yiğitleri arasındaki boşluk birdenbire doldu ve bütün T ü r k i y e , içinde bir hava b o ş l u ğ u kalmadan kuvayı mill iyeci o ldu. İhtilâlin siyasî l iderleriyle geri l lacı kumandanlar el ele verdi. B u , büyük bir başar ıyd ı . Bu dakikaya dek düşmanla dişe diş, b a ş a baş b o ğ u ş a n milî kuvvetlerin başları , yalnız kendi yiğit l iklerinden emir al ıyorlardı. Bu kahramanların ç o ğ u da birbirini b ir kaşık suda boğacakmış gibi birbirine hasım ve rakip-
100
ti. Büyük ihtilâl l iderlerinin birleştir ici otor i tesinin bu bölg e d e görünmesi g e r e k i y o r d u . İşte. Ali Fuat P a ş a , A laşehir Kongres i 'y le bu işi yapt ı .
S i v a s Kongresi hazır l ığı , Ali Fuat Paşa'nın g ü c ü n ü n yet işt iği her yerde i ler l iyordu. A ğ u s t o s ' u n sonlar ına d o ğ r u , Anadolu 'daki iyimser kımıldama, daha çok ve olumlu bir biçimde artmıştı. « B u r s a , Eskişehir, A f y o n Kara-hisar ve A n k a r a murahhaslar ı , mahallerinden d o ğ r u c a S i vas 'a hareket etmişlerdi. Denizl i ve A d a n a murahhaslar ı , A n k a r a ' y a gelmek üzereydi ler. K o n y a , N i ğ d e ve Kayser i murahhaslar ı , hareket hazırl ıklarını yapmışlardı. Bal ıkesir ve A y d ı n murahhaslar ı , seçi lmişlerdi.»
B ö y l e c e , Eylül başlar ında kongrenin toplanmamasına artık bir sebep kalmamıştı.
Al i Fuat Paşa'nın Keçiören'deki ev inde çok s a y g ı d e ğ e r bir de konuğu vardı . Bu ak saçl ı ve sakall ı a d a m , Ali F u a t Paşa'nın babası İsmail Fazı l Paşa'dan başkası deği ldi. S ivas Kongres i 'ne katılsın ve döğüşte bir ufak nağ-rası ç ınlasın diye kalkmış oğlunun yanına gelmişt i . İstanbul delegeler inden biri olarak Sivas K o n g r e s i ' n e katılacakt ı . İsmail Fazı l Paşa'nın S ivas 'a gitmesi yaklaşt ıkça heyecanı da art ıyor, bir ç o c u k gibi sev in iyordu. Ali Fuat Paşa, onu ö b ü r delegelerle birlikte bir arabaya yer leştir irken şunları söyledi :
— Bi l iyor musun, Fuat, Mustafa Kemal Paşa'y ı ne kadar g ö r e c e ğ i m gelmişti. Bir oğlumu İstanbul 'da bırakmıştım. İkincisini Ankara 'da buldum. Ü ç ü n c ü s ü n e S i v a s ' ta kavuşacağım.
İsmail Fazı l Paşa'nın İstanbul'da bıraktığı o ğ l u ve Ali Fuat Paşa'nın orada bağlantı olarak bıraktığı küçük kardeşi Y ü z b a ş ı Ali beydi. İkincisi Ali Fuat Paşa'ydı . Ü ç ü n cü oğ lum, dediği de Mustafa Kemal Paşa'ydı . İstanbul 'daki evler inde Ali Fuat Paşa'nın onu kendisine tanıştırdığı gündenber i o n u n Mustafa Kemal'e karşı o lan sevgisi gitt ikçe artmış, hattâ bir s a y g ı y a dönmüştü denebilirdi. Ali Fuat Paşa, ayrıl ık tekerlekleri dönerken babasının elini öptüğünde yaşl ı paşa baba ona şöyle dedi :
101
— İnşaallah, hayırl ı net icelerle döneceğiz . B e n , buna inanıyorum.
Al i Fuat Paşa'nın değerl i konukları aras ında İstanbul 'dan Antep delegesi olarak gelen A lbay Kara V a s ı f b e y de vardı . Vas ı f b e y d e Ali Fuat Paşa'yı i lgi lendiren çok önemli haberler vardı . O n u n karakol ö r g ü t ü , bütün İstanbul'daki millici örgüt ler le yakından ilgil iydi. V a s ı f bey, A n k a r a Val isi Muhitt in Paşa'nın neler yaptığını s o r d u , s o n r a , Ali Fuat Paşa'nın İstanbul'daki kontrespiyonaj örg ü t ü n d e n aldığı haberleri d o ğ r u l a y a n haberler v e r d i : Kırşehir 'de önemli bir adam y a ş ı y o r d u . B u , Cemalett in Ç e -lebi'ydi ve bütün O r t a Anadolu alevîlerinin baş ıyd ı . E m rinde belki mi lyonlarca insan vard ı . Val i Muhitt in P a ş a , İstanbul 'da iken anlaşı lan Dahi l iye Nazır ı Adi l bey le bu Bektaşi şeyhini kuvayı mil l iyeye karşı kullanmak iç in a n laşmıştı. Herhalde Dahi l iye Nazır ına çok umut v e r e n v a li, bavul larını İngiliz alt ınlarıyla doldurarak yeni bir komplo için Ankara 'ya gelmiş, hemen kazaları teftiş b a h a n e siy le Kırşehir 'e yol lanmıştı.
Ali Fuat Paşa, bunu haber alır almaz hemen g ü z e l bir mektup yazdı ve bunu t o p ç u albayı O s m a n b e y e v e r e rek alevî şeyhine yol ladı. O s m a n bey, bir y a n d a n d a . v a linin oralarda ne dolaplar çevirdiğini yakından g ö z e t l e yecekt i .
Evet , iş d o ğ r u y d u : Muhitt in Paşa, gerek alevî şeyhi Cemalett in Çeleb i , g e r e k s e ö b ü r babalar üzer inde baskıya b e n z e r etkiler y a p m a y a çal ışmış, nedir k i bu temiz A n a d o l u çocuklar ını , bu s a ğ d u y u sahibi insanları ihanet y o l u n a sürükleyememişt i .
Ç i l çil İngiliz altınlarının b ü y ü s ü , altın renkli bozkır toprakları üzerinde y a ş a y a n altın yürekli insanlara sök-memişti.
G e r e k Cemalett in efendi, gerekse babalar ve onların inanırları, millet bütünlüğünün kutsal dâvasına ihanet edemeyecek kadar T ü r k olduklarını gösterdi ler.
Ali Fuat Paşa'nın aldığı yeni haberlere g ö r e , artık.
102
İstanbul hükümetiyle İngil iz işgal kumandanlığı, A n a d o lu'da gitt ikçe g ü ç l e n e n kuvayı mill iyeyi tuz-buz etmek için koordine davranmaya karar vermişlerdi. Adi l bey, valileri ve öbür mülkiye memurlarını ele alarak kuvayı mil-l iyeye karşı sürmeye çal ışırken Harbiye Nazır ı Sü leyman Şefik Paşa da askerî kumandanları avlamak ya da saf dışı etmek için ayr ı tedbir ler almaktaydı. İngil iz altınları ve propagandası da öbür yandan bu yerl i ve padışahçı davranışları beslemeye başlamıştı. Ali Fuat Paşa'nın yirminci kolordusunu dinamitlemek için Muhitt in Paşa'nın bavullarını altınla doldurup Ankara 'ya göndermiş lerdi . Ö b ü r y a n d a n , hiç bir otor i teye bağlanmamış olan ve yalnız kendi güçler i , zekâlar ı ve kendi gir işimleriyle, i lerleyen düşmana saldırmakta olan kuvayı mill iye kumandanları arasındaki rekabetler de çok tehlikeliydi. Bunlardan herhangi biri olmadık bir zamanda bir ihanete yol açabil irdi. Salihl i cephesini demir gibi tutmuş olan Ethem bey kuvvetleri, Alaşehir l i Mustafa bey kuvvet ler ince ortadan kaldırılmak isteniyordu. Kanlı ve zal im bir derebeyi olan Mustafa bey, her nası lsa elinin altına bir y ığ ın insan toplamış ve kuvayı mill iyeci olarak adını duyurmuştu. Ethem bey, onun İstanbul' la el alt ından haberleştiğini sanıyor, bunun için de bir baskına uğramamak ve s ı ras ında tam bir usta geril la reisi olarak bir baskınla onun işini bitireceği g ü n ü bekl iyordu. Demirci Efe ile Yörük Al i arasında ö ldürücü bir rekabet vardı . Hacı Şükrü bey. A y d ı n ve dolayları umum kuvayı milliye kumandanlığını gitt ikçe g ü ç lenen Demirci Mehmet Efe 'ye bırakıp çekilmek z o r u n d a kalmıştı.
İşte, büyük ve yüksek bir askerî otor i teye bağlanmamış olan bu c e p h e , her an İngiliz altınlarının saldır ısına uğrayabi l i r ve doldurulması g ü ç gedikler açabi l i rdi.
Bu tehlikeli s a v a ş cephesi üzer inde bir tek otorite kurmaya elverişli g ü ç vardı ki o da 20. Kolordu ve onun başı Ali Fuat Paşa'ydı . S i v a s - E r z u r u m sahneleri üzerinde boy veren kahramanların bu cephe üzerinde s ö z ü geçmiy o r d u .
Ali Fuat Paşa, bir g ü n Kurmay Başkanı Ö m e r Halis
103
beyle 24. T ü m e n Kumandanı Mahmut beyi çağırd ı . Bir toplantı yaptılar. T a r i h , çok önemli olaylarıyla burunlar ının dibine dek sokulmuş, onlardan düşünceler ini s o r u y o r d u . O n l a r da tarihe bu düşünceler in i söylemekten çekinmediler :
— G e y v e Boğazı 'n ın batısından d o ğ u s u n a hiç bir y a bancı asker geçir i lmeyecekt ir. E ğ e r ö n c e geçir i lmişse bunlar yeniden boğazın batısına atılacaktır.
E ğ e r bunları başaramazsak işimize karışmalarına karşı koyacağız, bir silâhlı çatışma kapısı açar larsa biz de si lâhla karşı koyacağız .
Batı Anadolu'da sinmek eğilimi gösteren millî örgütlerin yeniden dirençle meydana çıkabilmesi için İstanbul hükümetinin bunlara engel olan çalışmalarını önleyec e ğ i z ve millî örgüt ler in haince çalışmalar karşısında sinmemesini sağlayacağız .
Pek yakında toplanacak olan genel kongrenin sesini her y a n a işittirebilmek ve İstanbul hükümeti üzerindeki etkiyi sağlayabilmek için gerekt iğinde en şiddetli tedbirleri a lacağız.
Millî örgüt ler in ve millî direnmenin bir yandan İzmir'd e n Ankara ve S i v a s ' a , ö b ü r yandan Adana'dan İzmit'e dek her şeye egemen kıl ınmasına çal ışacağız.
Yalnız, henüz bir d ü ş ü n c e ve niyet durumunda olan bu kararların uygulanması, büyük bir çaba ve her ş e y d e n ö n c e yeniden örgüt lenme çabas ı ist iyordu. İç ve dış düşmanların toparlanıp çul lanmalarına zaman kalmadan bütün geçit ler i ve gedikleri tutmak gerekiyordu. Paşa, 24. T ü m e n Kumandanı Mahmut beyle Ömer Halis beye :
— Ben bu şerefl i vazi feyi bütün mes'uliyeti ile üzerime al ıyorum! dedi. Bu s ö z üzerine iki vefal ı s i lâh arkadaşının gözler inde s e v i n ç yaslarının tanelendiğini g ö r d ü .
Ali Fuat Paşa'nın omuzlar ında bulunan bu şerefl i yük zaten iki değerl i ve yiğit arkadaşının da omuzjar ında demekti. Paşa, kendi kendine kabullendiği «umum kuvayı milliye kumandanı» g ö r e v ve sıfatıyla hemen gerekenlere
104
alınan ve alınması düşünülen tedbir ler üzer ine «tal imat» verdi .
S o n r a alınan kararı o l d u ğ u gibi S ivas genel K o n g r e si 'ne bildirdi. 9 Eylül 1919 tarihli şifre ile M u s t a f a Kemal ona şöyle karşılık verdi :
— Kongrenin bugünkü içtimaında zat ı devlet ler inin Garbî Anadolu U m u m Kuvay ı Mil l iye Kumandanl ığ ına tayininize müttefikan karar veri lmiş o lduğunu arzeder iz . H a reket ve teşebbüsatı mil l iyenizde heyeti temsil iye ile mu-hafazai irtibat buyurulması r ica olunur.
7 Eylül 1919 tarih ve 2517 numaralı ş i fre ile Esk işehir ve Afyonkarahisar kumandanlarına tebliğ edi ldiği iş'ar buyurulan evamir ve talimat kongrede kıraet edildi. İlk defa olarak büyük bir takdir ve minnettarî ile alkışlanan mevaddı mezkûrenin müttefikan ve a y n e n kabul olund u ğ u n u ve kongre taraf ından zatı devlet ler ine teşekkür edildiğini tebşir eyler ve icraatı mukaddeseler ine muvaffakiyetler temenni eyler iz.
A y d ı n vi lâyeti murahhaslar ı taraf ından kongre r iyasetine vaki olan müracaat üzer ine zatı devlet leri taraf ından A y d ı n cephesi kuvayı mil l iyesine muktedir bir kumandan tayin buyurulması umumen tensip ve karargir o ldu.
Amali mukaddessi mil l iyeye mugayir hareket ler inden dolayı az ledeceğin iz memurini mülkiye yer ine muktedir ve ehli ırz olmak ve y ine memurini mülkiyeden bulunmak şart iyle diğer zevat ın tayini tensip kılındı. Cümleten göz ler in izden öper, vatan ve millete nafî muvaffakiyetler dileriz.
K o n g r e namına k o n g r e r e i s i M u s t a f a Kemal
Yeni Harbiye Nazır ı , Ali Fuat Paşa'nın, ihtilâlin yıkılmaz direklerinden biri o l d u ğ u n u anlamıştı. S i v a s ve E r z u rum yolunu açmak için i lkönce onu devirmek ist iyordu. B u n u n için de elindeki türlü saldırı s i lâhlan ve güçler iy le o n u n mevzi lerine saldırmaya başladı. Eskişehir , hem kuvayı mill iyeciler, hem de saldır ı niyetleri geniş olan İngi l iz ler için stratejik bir bö lgeydi . O n u n iç in, S ü l e y m a n Şefik Paşa ile İngiliz kumandanl ığı, ilk saldır ıyı o r a y a y ö neltti ler. Harbiye Nazır ı saldır ının ilk aşaması olarak Al i
105
.Fuat Paşa'dan Eskişehir 'deki taburların ger i al ınmasını istedi ve kolordu kumandanl ığına Kiraz Hamdi Paşa'y ı atadı. Kolordunun tümen kumandanlıklarına da eski içi geçmiş emekli subay örnekler inden kimseleri atayarak
-Ali Fuat Paşa ile emrindeki kumandanları k a n u n s u z kişiler olarak meydana bırakmak istedi. Kumandayı tesl im almak üzere İstanbul 'dan Eskişehir 'e gelen bu bir s ü r ü subayın hepsi de İstanbul'a bağlı değildi. Bu subaylar ı Eskişehir 'den bir adım beri geçirmemek için emir veri ldi-
.ğinden hepsi, orada mıhlanıp kaldılar. Ali Fuat P a ş a , S ü leyman Şefik Paşa'ya çok diş bi l iyordu. Mütarekenin baş ından beri Harbiye Nazır l ığ ına gel ip g iden on bir nazırın içinde can düşmanımızla tam bir işbir l iğine g i r işen ilk
.soysuz o y d u . Kendini Eskişehir 'de mevki kumandanı olarak adlandıran İngiliz askerî temsilcisi, b i rdenbire dişler ini gösterd i ve hiç kimsenin haberi olmadan 20. K o l o r d u ya bağlı birl iklerden birkaç subayı yakalatıp hapsett irdi ve cephanel iklerin anahtarlar ını istedi.
İngilizler, Süleyman Şefik Paşa'nın saldır ısı s ü r d ü ğ ü s ı r a d a Anadolu 'nun birçok yer indeki kuvvetlerini Eskişehir'e topladılar. B ö y l e c e bu stratejik bölgeyi el ler ine geç i rmiş olduklarını sandı lar. Ali Fuat Paşa, bu olupbitt iyi kabul lenemezdi. B u b ö l g e . Y u n a n c e p h e s i n d e s a v a ş a n k u v a y ı milliyenin geri ler ine d ü ş ü y o r d u . Mut laka, bir şey yapmak gerekiyordu. G e r e k Afyonkarahisar, g e r e k s e E s kişehir salt bu y ü z d e n millî bir bölge d u r u m u n d a y d ı . B u nun için bu iki millî b ö l g e y e birer bölge kumandanı atamak gerekiyordu. Hemen kararı uygulayarak Eskişehir millî bölgesine kumandan olarak süvar i y a r b a y ı Atıf bey i , Afyonkarahisar millî bö lgesine de 23. T ü m e n Kuman-dam Ö m e r Lütfü beyi atadı .
Nedir ki İngil izler, Ali Fuat Paşa'dan daha atik davranarak, henüz atama emrini almadan Atıf beyi yakaladılar. Atıf bey, iyi bir kumandandı. Eskişehir b ö l g e kumandanlığında birkaç başarıs ı da görü lmüştü.
«Eskişehir 'deki nizamiye taburu ve makinalı tüfek bölüğü ile İngiliz o r d u g â h ı n a , istasyona ve ş e h r e hâkim tepelerde o r d u g â h kurmuş, kendisi de b u r a y a çıkmıştı.
106
İcabında m e v c u d u n u takviye için şehr in içinde ve dışında teşkilât kurmaya çal ışmışt ı . Kurban bayramı geces i hem dahildeki teşki lât ile anlaşabilmek ve hem de ailesine vedağ etmek ü z e r e giz l ice ev ine gitmişti. Kendisini müdafaa ve muhafaza edebi lecek tertibat almamış ve 7 Eylül sabahının erken saat ler inde evi İngiliz müfrezeleri tarafından sarılmış ve teslim olmak z o r u n d a kalmıştı.»
Al i F u a t Paşa, bu haberi al ınca küplere bindi. Atıf bey, bir sömürge askeri miydi ki böyle b a y a ğ ı c a kıstırılıp yakalanıyordu? Hemen Atıf beyin yer ine aynı yetki ile Binbaşı Asaf beyi atadı. Nedir ki Binbaşı Asaf bey, Ali Fuat Paşa'nın istediği sürati ve yürekli l iği göstermekten uzak kaldı. Ö m e r Lütfü bey de yeni görev in i devralmak için henüz Alaşehir 'den ayrı lamamıştı. Bu y ü z d e n en önemli işler askıda kalmıştı. Artık, bu işin üzerine tek başına kendisi y ü r ü y e c e k t i . Zaman çok değerl iydi . « Ç ü n kü, Eskişehir 'de muvaffak olabil irsek İstanbul yakınında ecnebi kuvvetlerin en çok toplandığı ve Anadolu şimendiferlerinin birleştiği mühim bir mevkie hâkim olacaktık.»
Al i Fuat Paşa, böy le d ü ş ü n ü y o r d u ve çok d o ğ r u y d u . Bu düşünceler ine şunları kat ıyordu: « İngi l iz işgal kuv
vetlerinin dahilî işlerimize müdahale edip etmeyeceği ve bu y ü z d e n bizimle harp vesi lesi çıkarıp çıkarmayacaklar ı belli olacaktır. İngiliz işgal kuvvetlerinin muavenetinden mahrum kalacak olan İstanbul hükümeti de amali milli-yeye ister istemez b o y u n eğecektir. Eskişehir ' in harekâtımıza ilk hedef olarak intihap edilmesi, daha birçok noktalardan faydalıdır. İkinci derecede ehemmiyeti haiz olan istikamet ve mıntaka Ankara'n ın şarkındadır.»
Al i Fuat Paşa'nın bu düşünceler i s o n r a d a n hep önemli kararlar al ınarak uygulandı . Olaylar, insanların uygulama, hatta d ü ş ü n m e temposundan çok daha hızlı gel iş iyord u . Bu yüzden de Al i Fuat Paşa, hiç kimseye danışmaya f ırsat bulamadan ölüm-dirim kararları a l ıyordu.
Bir ihtilâl l ideri olan Al i Fuat Paşa, çok hızlı akan olayların arkasında nal toplamaktansa ufak tefek yanlışlıkları yapmak pahasına da olsa insiyatif g ü c ü n ü bir zül-fikar gibi kullanmaktan hiç çekinmiyordu. Olaylar ın ar-
107
kasına takılmış kumandanların, hele ihti lâlcilerin ayak lan altında ne korkunç lâğımlar ve mayınlar patladığını uzun tecrübeler iy le bi l iyordu. Nedir ki, bağımsızca karar lar alarak bunlar ı yüreklil ikle uygularken gözler in in ö n ü n d e iri ç izgi ler iy le E r z u r u m . v e Sivas Kongreler in in yı ldızları parl ıyordu. Al i Fuat Paşa'nın zekâsı ve becerikl i l iği, kuvayı milliye savaşçı lar ının ger is inde kocaman b i r « ikmal» d e p o s u , asıl cephe yığınağı gibi rol o y n u y o r , ileri hat lardaki millî kahramanlar, T ü r k o r d u s u n u n öncüler i olarak çırpınıyorlardı.
Ali Fuat Paşa'nın Süleyman Şefik Paşa'ya türlü başarısızl ıkların acısını tattıran yüreklil ik, zekâ ve atakl ığı, bir inci Eskişehir olayını yaratmak üzere yeniden kımıldanmaya başlamıştı. Bu yeni s e r ü v e n için ş ö y l e d ü ş ü n ü y o r d u : « H i ç şüphesiz, bu hareket, g a y e s i ve sahas ı itibariyle diğerleriyle mukayese edi lemeyecek kadar şümullü ve mühimdir. Bu hareket, ya hükümet kuvvetler iy le bir müsademeyi (ihtilâl) veya ecnebi kuvvet ler iy le bir çarpışmayı (muharebe) intaç edebilir. Ancak, millet, çok haklı ve meşruğ olarak istiklâlini her ne pahasına o lursa o l sun g ö z e almıştır ve bu uğurda hiç bir fedakârl ıktan çekinmemektedir.»
Ali Fuat Paşa, Eskişehir üzerine y ü r ü y e c e ğ i n i ve bunun haklı nedenlerini S ivas Kongresi 'ne ya ln ızca bildirerek yol hazırl ığına başladı. Mustafa Kemal' in bu alandaki düşünceler in i öğrenmeyi çok isterdi. Nedir ki, buna z a m a n yoktu. Ufak bir gecikme, büyük sorumluluklara sebep olabil irdi. Sivas'ta genel kongre başkanl ığına g ö n derdiği şifre, anlamca şöyle diyordu :
— Eskişehir durumunun karıştığını görerek önünü almak için bir suretini s ize de görmeniz için gönderdiğim «tal imatsın henüz Eskişehir 'e varmadan İngil izler bölge kumandanı Atıf beyi tutuklayıp hapsetti ler. O n u yakalamalarının nedeni de cephanelikten y ü z sandık cephane çıkartmış olmasıdır. Atıf bey, evinde otururken iki manga Hintli askerle sarılarak yakalanmıştır. Kendisini iki g ü n beklettikten sonra otuz muhafızla İstanbul'a gönderdi ler. B u n d a n da anlaşıl ıyor ki İngil izler kendilerini zayıf bul-
108
maktadır lar, demek ki çat ışmaktan çekiniyorlar. E ğ e r İngi l iz ler, Eskişehir 'deki kuvayı milliyeyi de çal ışamaz duruma get ir i r lerse bunu Afyonkarahisar 'a da uygulayabi l i r , b u n d a h i r kuşkum yok.
B u g ü n aldığım telgrafta Afyonkarahisar 'da da direnmenin başladığını g ö s t e r i y o r . Buraya özel «tal imat» verdim.
E ğ e r İngil izler Eskişehir ' le Afyonkarahisar 'a da yerleşir, orada millî örgüt ler i çal ışamaz duruma get ir i r lerse K o n y a vi lâyetinden başka B u r s a ve Aydın vi lâyetlerini de b ü t ü n d e n ayırmış olacaklardır . Bunun genel kongreye ne kerte kötü etki y a p a c a ğ ı su götürmez. Bu durum karşıs ı n d a bütünün selâmetini sağlamak için buradan önemli b i r müfrezeyi de alarak Eskişehir 'e yol lanıyorum. O r a d a ki taburu ve makinalı tüfek bölüğünü alarak ve Eskişehir bölgesindeki millî kuvvetler i canlandırarak böy lece kuvayı mill iyeyi ve onun isteğini duyurarak işi elden geldiğince bar ış yoluyla çözümlemeye çal ışacağım. Eskişehir 'den aldığım bilgilere ve buradaki z ihniyete g ö r e en akla yatkın ve en meşruğ davranış biçiminin bu olduğunu bildiririm.
20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat
Ali Fuat Paşa'nın ş i frede Ankara'dan alacağını bildirdiği müfrezenin kuvveti şunlardan meydana gel iyordu: Y ü z at l ı , iki ağır ve dört hafif makinalı tüfekli bir süvari bölüğ ü , iki y ü z mermiyi beraber inde götüren bir seri ateşli dağ t o p u takımı (iki top), bir istihkâm, bir de muhabere takımı.
Ali Fuat Paşa, 9 Eylül 1919 günü akşamı saat on y e dide, bütün hazırl ığını bitirmiş olarak, yaver i İdris beyle, Keçiören'deki evinden ayrı ldı. Sarıkışla'ya vardığında kendisini 24. T ü m e n Kumandanı Mahmut beyle Kurmay Başkanı Ö m e r Halis bey karşıladı. Mahmut beye :
— Bizim ordu hazır mı, Mahmut bey? diye sordu. B u n d a ufacık bir şaka kokusu olmakla beraber, bu küçük müfreze, başında mangal yürekl i bir kumandan olunca elbette bir ordunun g ö r d ü ğ ü bir görevi yapabilmek g ü c ü n ü k a z a n ı y o r d u . Kahramanlar, tek başlarına bile her yerde b i r ordu g ö r e v i görmekteydi ler.
109
Ali Fuat Paşa da bundan dolayı «b iz im ordu hazır m ı ? » derken d o ğ r u s ö y l ü y o r d u .
Bu küçük müfrezeyi bir kez de kendisi g ö r ü p denetlemek ist iyordu.
Mahmut bey, selâm d u r u m u n d a : — Hazır paşam! dedi . İnsanın, hayvanın, a r a c ı n , yürekl i l iğin bu kıt z a m a
nında, müfreze pek iyi hazır lanmışt ı . Denetleme için u z u n saat lardır, hatta g e c e - g ü n d ü z hazır lanan asker ler d e , hayv a n l a r da, kumandanlar da tığ gibi görünmeler ine karş ın yorgunluktan bitkin g ö r ü n ü y o r l a r d ı . B u n u g ö r e n p a ş a . bu y iğ i t insan ve hayvan hazinesini daha çok üzmemek ve ezmemek için denetimini ç a b u c a k bitirdi ve birkaç da g ü z e l s ö z söyledi: Bu y ü r ü y ü ş , ş u n u n bunun şeref madal-yalar ıy la göğüsler in i do ldurması , şunun bunun hevesin i y e r i n e getirmek için deği ldi. Bu y ü r ü y ü ş , kutsal bir a m a ç u ğ r u n a , elden giden a n a y u r d u kurtarmak uğruna yapı lacakt ı .
S a a t yirmi ikide y ü r ü y ü ş e geçi lecekt i . Paşa. denetim meydanından kışladaki kumandanlık dairesine dönerken gözler i batan g ü n e ş e ilişti. Kendisiyle birlikte y ü r ü y e n Mahmut beyle Ö m e r Halis beyi bir işaretle durdurdu. A y a ş dağları üzerinde batmaya hazır lanan g ü n e ş , bozk ırın toz lu havasını g ö z kamaştıran çok tatlı bir kızıla b o yamışt ı . M o r dağların uzun ç izgis i üzerinde ateşten bir kağnı tekerleğini andıran g ü n e ş , gitt ikçe büyüyerek a lçal ıyor ve mavi gökyüzündeki s o n b a h a r bulutlarını bir nar kırmızısıyla yakıyor, bu kızıllık, bütün bozkır ın ve Ankara'nın üzerine bir estetik yangını gibi yayı l ıyordu. G ü n e ş , bu akşam muazzam bir z a f e r meşalesi gibi g ö k y ü z ü n ü fethediyordu.
Paşa, mavi gözler ini A y a ş dağları üzerindeki zengin d o ğ a şölenine dikerek baktıktan sonra :
— Arkadaşlar, biraz dural ım, dedi, buranın g u r u b u pek güzeldir.
Birlikte batan güneşi biraz da askerce duygular la ve yı l larca içinde bulundukları kanlı savaş sahnelerinin z e n gin anılarına bağlayarak seyrett i ler.
110
Y ü r ü m e y e başlayacaklar ı z a m a n , Ö m e r Hal is bey, b i r denbire c o ş k u n bir ses le şiir okur gibi :
— G ö r d ü ğ ü m ü z batış, felâketlerimizin s o n u ve bu batıştan sonra gelecek şafak da kurtu luşumuza başlangıç o l s u n ! d iye bağırdı .
Ö b ü r l e r i bu di leğe ortak oldular : — İnşaallah! — İnşaallah! S o n r a , her üçü de anılarına gömülerek kışlaya y o l l a n
dılar. A l i Fuat Paşa, yanına yardımcı olarak aldığı yaver i
İdris Ç o r a , 20. Kolordu Harekât Şubes i M ü d ü r ü Kurmay Y ü z b a ş ı Rasim, kolordu süvar i bö lüğü kumandam Ü s teğmen Recep, süvar i bölüğü takım kumandanı T e ğ m e n S a m i , kolordu mülhakı süvar i Ü s t e ğ m e n İbrahim, kolordu sağlık başkanı Doktor Binbaşı Kemal, kolordu kararg â h veterineri Y ü z b a ş ı Al i beylerle birl ikte atının üzer inde Sivr ih isar 'a d o ğ r u yola çıktı. Millî Kurtuluş Savaş ı 'nda Ayval ık cephesiy le birl ikte ikinci kez bir nizamî o r d u birliği, bir nizamî ordu kumandanının emri alt ında emperyalist düşmana d o ğ r u y ü r ü y o r d u . Evet, daha ö n c e Ayval ık'ta kolordu kumandanı A lbay Bekir Sami beyin uyarmasıyla Ali (Çet inkaya) beyin kuvvetler i , salt nizamî o r d u g ü c ü olarak, çıkarma y a p a n Yunanl ı lara ilk kurşunları atmışlardı. Nedir ki Eskişehir 'deki düşman, Ayval ık 'a çıkanların patronlar ıydı ve b u g ü n dünyanın en g ü ç l ü ve tehlikeli devletinin askerleriydi. Bu y ü r ü y ü ş , genişl ik ve tehlike b a kımından bambaşkaydı ve komplikasyonlarla d o l u y d u . B ü tün bu sorumlulukları tek başına üstüne alan bir kolordu kumandanı. Birinci Dünya Savaş ı 'nda bizi yenmiş olan en büyük devlete meydan o k u y o r d u . S o n r a , gerek bu kumandanın direnci ve g e r e k s e 20. K o l o r d u , Anadolu 'da başlayan ihtilâlin o c a ğ ı n d a n çifte su almış bulunmaktaydı.
Ali Fuat Paşa'nın başında bu lunduğu ihtilâl müfrezes i , çok tehlikeli bir bölgeye ateşten bir kama gibi daldı. Buralarda durum hiç de elverişl i deği ldi . « E s k i ş e h i r , Ç o rum, Afyonkarahisar, Konya millî k o n g r e y e karşı bell ibaş-l ı b i rer direnme merkezi haline gelmişlerdi. Eski B u r s a
111
vi lâyeti ile İzmit ve B o l u sancaklar ı» bir y a n tutmayarak güreş in s o n u c u n u bekl iyorlardı. Kastamonu ile Ç o r u m . İstanbul 'un birer kalesi olmak hevesiyle kıpırdanmaktaydı. Ankara 'n ın iç inden ve bütün bölgenin en örgüt lü insan stoku olan Alevî lerden y ü z bulamayan Val i Muhit t in Paş a , Ç o r u m ' a geçmiş, o r a d a Ç o r u m Mutasarrıf ı S a m i h Fethi beyle ( M . T u r h a n T a n ) bir beraberlik kurmak için baş-başa vermişt i . S ü l e y m a n Şefik Paşa'nın kandırabı ldiği 58.
.Alay Kumandanı M u s t a f a bey, Kastamonu'da İstanbul 'a çalan rengini belli etmiş ve Muhitt in Paşa'ya destek olacağın ı bildirmişti. Şimdilik, Ali Fuat Paşa'nın karşıs ınaa iç ihanet olarak bu tahta perde bulunuyordu.
Muhitt in Paşa, S a m i h Fethi ve alay kumandanı M u s tafa beyle anlaşt ıktan s o n r a , bir büyüklenme hastal ığına tutulmuş g ö r ü n ü y o r d u . Batı Anadolu işini bir atı l ımda bit i receğini sanmaya başlamıştı . 14 Eylül 1919 da Dahi l iye Nazır ı Adi l beye g ö n d e r d i ğ i şifrede anlam olarak şöy le d iyordu :
— Ankara'n ın merkezi dışında durum bize pek elverişlidir. S ivas, A m a s y a ve Ankara dolaylar ından oralara az ya da ç o k ç a kuvvet ler gönderi lecek olursa a m a c a v a rı lacağı y ü z d e y ü z d ü r . 58. A lay Kumandanı M u s t a f a bey, hükümete (İstanbul) katılmıştır. Mustafa bey, y iğit ve atak bir askerdir. Ali Fuat Paşa'nın harekete geçmesi s o r u n u üzer inde çok dikkatle durulmaya ve düşünülmeye değer. O r a l a r d a n elde edi lecek kuvvetlerle Ankara üzer ine y ü rümek mümkündür. Bu iş, az bir kuvvetle başarı labil ir.
15 Eylül 1919 da Dahi l iye Nazır ı Adil beyin şi fresi ş u n ları bi ldir iyordu :
— 310 s e n e s i n d e n 314 senesine kadar olan erattan istenilen miktar jandarmaya celbolunabil ir. Bu suret le kâf i d e r e c e d e kuvvet toplandıktan sonra, oralara takarrüp edecekler in ele geçmeler i derkârdır. Ş a y e t taarruz ederlerse erbabı isyana si lâhla mukabele pek zarurîdir. İcap
•eden her^ türlü tedankât ın ittihazında katiyen tereddüt etmeyiniz. Sabık kumandan Al i Fuat Paşa'nın elli kadar
.süvari ile S ivas 'a geldiği haber alındı. İşte, kuvvetler i b u nunla da anlaşı l ıyor. Bir takım işaat ve t e h e y y ü c a t a ku-
112
lak asmayınız ve n ü f u z u hükümeti her y e r d e irae ve takv i y e y e g a y r e t b u y u r u n u z .
Al i Fuat Paşa, ele geç i rd iğ i bu şifreyi okuduktan sonra, öfkeyle ve isyanla şöy le d ü ş ü n d ü : « B u nasıl v i c d a n dır? Dahil iye Nazır ı Adi l bey, haya etmeden bu emri na--sıl verebi lmişt ir? Şifredeki mânâ açıktır. Dahil iye Nazır ı , v a t a n evlâtlarının,, kardeşler in birbirlerini boğazlamalar ı iç in val iye emir v e r i y o r . S o n r a , sıkı lmadan da hamiyetten v e vatanperver l ikten b a h s e d i y o r . »
Ali Fuat Paşa, A n k a r a Val is in in er-geç bir hal ledeceğ i n i sezdiğ inden arkasını b o ş bırakmıyordu. Vali, teft işe •çıktığında arkasına A l b a y O s m a n beyi takmıştı. Yo la çıkt ığında yer ine ko lordu kumandan vekili olarak Mahmut >beyi bırakmıştı. Muhit t in Paşa'n ın, işi komploya ve ihan e t e dek götürmesi s o n u c u n d a Mahmut beyi makina başına çağırdı ve kesin emirler verd i . Sivas genel K o n g r e s i de artık Ankara Val is in in bir y a n a itilmesi gerekt iğini anlamış ve Al i Fuat Paşa'dan o n u n tutuklu olarak S i v a s ' a gönderi lmesini istemişti. Ali F u a t P a ş a , buna bir kez g i r işmiş, başaramamışt ı . B u n u n üzerine Mahmut beyle anl a ş a r a k daha temelli tedbirler aldılar. İstanbul hükûmeti-nin umut bağladığı üç kişiyi kuvayı milliyenin yo lu orta
c ı n d a n kaldırmak işi de Ali F u a t Paşa'nın omuzlar ınday--dı. Bu üç kişi A n k a r a Val is i Muhitt in Paşa, öbürü Ç o r u m Mutasarr ı f ı Samih Feth i , ü ç ü n c ü s ü de Kastamonu'daki A l a y Kumandanı M u s t a f a beydi . Bunların bir y a n a itilme-siy le bütün Ç o r u m ve Kastamonu bölgesi millî kuvvetler in bölgesi durumuna gelecekt i . İ lkönce bu amaç üzer ind e ilerlemek gerekiyordu.
Ali Fuat Paşa'nın Ankara 'da bıraktığı değerl i arkadaşlar ı Mahmut beyle Ö m e r Halis bey. Muhitt in Paşa'ya g ü z e l bir tuzak kurdular ve o n u yakalayıp tutuklu olarak
-Sivas'a gönderdi ler. Samih Fehmi bey Sivas 'a gitmek z o runda bırakıldı, A l a y Kumandanı Mustafa bey de yakalanıp Ankara 'ya g ö t ü r ü l d ü .
Bu olaylar k ısaca şöyle g e ç t i : Mahmut beyle Ö m e r Hal is bey. Muhitt in Paşa'y ı Ç o r u m ' d a ele geçiremeyece'k-
ılerini anlamışlardı. B i r bahaneyle valiyi A n k a r a ' y a getir-
113 3/F. : 8
terek yolda yakalamaya karar verdi ler. İ lkönce A n k a r a ' ya dönmek istemeyen Muhitt in Paşa, s o n r a buna razı o l d u . «Ankara 'ya emniyetle girebilmek için bi lmeyerek kendisini tevkife memur edilmiş o lan keskin millî m ü f r e z e s i ni iğfale çalıştı. Keskinli Rıza b e y ve arkadaşlar ı , p a ş a y ı Ç o r u m ' d a n çıkarabilmek için kendisiyle anlaşmış gibi bir v a z i y e t almışlardı.»
17 Eyiül 'de Ç o r u m ' d a n ayrı lan Val i Muhitt in P a ş a , 19 Eyiül 'de Sungur lu ile Keskin arasındaki yo lda p u s u kurmuş olan Rıza beyin müfrezesince yakalandı.
«Muhi t t in Paşa'nın tevkifi şayi o lur olmaz. Ç o r u m , derhal hükümetle alâkasını kesmiş, umumî k o n g r e y e tâbi olmuştur.» Samih Fethi b e y e de makamını bırakarak S i vas 'a gitmekten başka y a p a c a k şey kalmamıştı.
S İ N O P Ş E H R İ N İ N B A Ş I N D A D Ö N E N L E R
Fikirler; cebir ve şiddetle, top ve tüfekle asla öldürülemez.
Mustafa Kemal
4 A ğ u s t o s 1919 g ü n ü Samsun'dan gel ip İstanbul 'a g i den y o l c u vapurundan bir T ü r k polis memuruyla bir a d a m çıktı. Polis, bu adamın muhafız ıydı. Yanındaki adamı alıp S i n o p hükümet konağına g ö t ü r d ü . Mutasarr ı f , daires inde oturmuş, kimi evrakları g ö z d e n geçir iyor, bir y a n d a n da Karadeniz ' in koyu mavi y a z s u y u üzerinde gözler in i g e z direrek serinlemeye çal ış ıyordu. G ö z l e r i , hem ferahlamak ist iyor, hem de denizi kendi göler i durumuna get iren d ü ş man savaş gemilerinin kül rengi siluetlerini araşt ı r ıyordu. O n l a r d a n biri ya da birkaçı S inop'a yakın sulardan g e ç e r ken her zaman yüreği hop ediyordu. O n u n da M u s t a f a Kemal' in kocaman altın meşalesinden yaktığı küçük bir meşalesi vardı . Mustafa Kemal, karargâh arkadaşlar ıy la Bandırma vapurunda İstanbul 'dan Samsun'a g iderken S i nop'a yeni atanmış olan bu g e n ç ve iyi yürekl i S i n o p mu-tasarrtfına da rastlamıştı. Mustafa Kemal, bu g e n ç a d a m -
114
da bir Hürr iyet ve İtilâfçı tipi bulmuş, İstanbul 'dan S inop'a dek üzer inde işleye işleye onu ihtilâlci aydın lardan biri o larak yetişt irmişti. İstanbul 'dan bir Hürr iyet ve İtilâf Partili o larak çıkan M a z h a r Tevf ik bey, S i n o p ' a bir kuvayı mil l iyeci olarak ayak basmıştı. İşte, onun biraz böy le o ld u ğ u Sinop' ta bi l indiğinden her gelen ve S i n o p l imanına demir leyen gemiden bir kötü haber bekl iyordu. O n u daha çok ürküten gemiler, İstanbul 'dan gelenlerdi. B ü t ü n kötü haberler in kaynağı oras ıydı . Bütün taun mikropları, A n a d o l u ' n u n temiz ve saf havasına ordan yay ı l ıyordu. E v e t , sanki İstanbul 'da mikrop fabrikaları vardı ve bunlar, d u rup din lenmeden bir a v u ç t o p r a ğ a sıkışıp kalmış olan birkaç mi lyon T ü r k ' ü yok etmek için harıl harıl mikrop üret iyor ve bu umutsuz ülkenin içine sal ıyor lardı . M a z h a r T e v f i k beyle pek çok S inopluyu her g ü n t i treten kötü haber ler birbiri arkasından gel ip duruyor, millet, ö lüm s a atini bekleyen bir idam mahkûmu gibi durmaksız ın yaklaşan u ğ u r s u z ayak seslerini dinl iyordu. Mustafa Kemal'in y e n i çömezi M a z h a r Tevf ik bey, karaya ayak b a s a n h e r y a b a n c ı y ı hemen seçt iğ i gibi v a p u r d a n inip hükümet da i res ine d o ğ r u y ü r ü y e n resmî T ü r k pol isiyle yanındaki o r t a y a ş l ı , aydın y ü z l ü adamı da g ö r m ü ş , odasın ın kapısını çalmalarını bekl iyordu. En s o n r a , kapı çal ındı, i lkönce pol is, sonra yanındaki adam, içeri girdi . M a z h a r T e v fik b e y , zay ı f y ü z ü n ü n ortasındaki zeki gözler iy le her ikisini de s ü z d ü . Polis, i lerleyerek elindeki evrakı g e n ç mutasarr ı fa uzatt ı . O, evrakı incelemeye başlamadan pol isin get i rdiği a d a m , mutasarrıf ın bürosunun önüne dek ge ldi ve hikâyesini k ısaca şöyle anlattı :
— Mutasarr ı f beyefendi , ben eski S a m s u n mebusu O s m a n ' ı m ! S a m s u n Rum metropolit inin isteği ile İngil izler beni yakaladı lar ve Malta z indanlar ına göndermek üzere yo la çıkardı lar. Hamiyet ve milliyet namına beni h imaye ediniz ve beni Malta 'ya göndertmeyiniz. B u , siz in elinizdedir, mutasarr ı f beyefendi.
M a z h a r Tevf ik , buna çok üzüldü. Hemen O s m a n beyle pol ise oturmaları için y e r gösterd i . A d a m salarak, Belediye Başkanı Rasim, Hürr iyet ve İtilâf Partisi Başkanı
115
Aki f , T i c a r e t O d a s ı Başkanı Ş ü k r ü . Askerl ik Ş u b e s i Başkanı Binbaşı Ş e v k e t beyler i çağırt t ı .
Hepsi gel ip oturduktan s o n r a , O s m a n beyi onlar la tanıştırdı v e ü z ü c ü hikâyesini anlatt ı. A y r ı a y n h e p s i n e d a nıştı :
— Siz in v e r e c e ğ i n i z karara bağlı b u , dedi . O s m a n beyi İngil iz lere vermemek ve vapura göndermemek s iz in hamiyet, mill iyet ve insanl ığınıza bağl ı . A y d ı n bir T ü r k ç o c u ğ u n u g ö z g ö r e g ö r e arslanın a ğ z ı n a m ı a t a c a ğ ı z ? Y a r ı n , bunun hepimizin başına g e l m e y e c e ğ i n i kim s ö y leyebi l i r?
G e n ç mutasarr ı f ın o d a s ı n d a toplanan bu iy i yürekl i insanlar, eski S a m s u n m e b u s u n u ger i vermemek iç in d i r e n m e y e karar verdi ler. N e d i r k i İngil izleri k ızdırmamak için de bunu bir «hi lei ş e r i y e y e » bağlamak gerekt iğ inde k a r a r kıldılar. G ü z e l bir denk gel iş le o g ü n l e r d e sağl ık kurumlarını denetlemek için Kastamonu Sağl ık M ü d ü r ü Fer-r u h Niyaz i S inop' ta b u l u n u y o r d u . Şer' î bir hi leyle y o l u a r a y a n bu iyi insanlar, F e r r u h Niyaz i beyin de d ü ş ü n c e s i n i s o r d u l a r :
— O s m a n beyin bu tehlikeyi at latması için bir tek ç a r e vardır , o da d o k t o r raporudur! B u n u n için de hükümet tatibi K e n a n b e y d e n « d ö r t başı mamur» b i r r a p o r al ıp bana get i r i rseniz, b e n de imzaladıktan s o n r a hükümete ver irs in iz! dedi . O s m a n bey. b u n u n üzer ine hükümet doktorundan g ü z e l bir r a p o r aldı ve sağl ık m ü d ü r ü n -c e imzalanarak Mutasarr ı f M a z h a r T e v f i k beyin masasın ın üzerine geldi . M a z h a r T e v f i k bey, O s m a n b e y i n v a pur la İstanbul'a g i d e m e y e c e ğ i n i , gitt iğinde diriminin t e h l ikeye g i receğin i , bu rapora dayanarak bi ldirdi. G ö r e v l i pol is, bu evrakı alıp O s m a n beyi Sinop'ta bırakarak S a m s u n ' a d ö n d ü .
M a z h a r T e v f i k b e y , bu olayı Mustafa Kemal P a ş a ile bir l ikte Dahi l iye Nezaret ine ve Kastamonu Val i Veki l ine de bildirdi. S a m s u n Mutasarr ı f ı Hamit b e y d e n de d u r u m u 6 o r d u . Nedir k i mutasarrıf orda yoktu. O n u n için o r d a n bir s e s çıkmadı. Dahi l iye N a z ı n Adi l bey. g ö n d e r d i ğ i ş i fr e d e anlam olarak şöy le d i y o r d u :
116
— Bu gibi işlere karışmayınız ve O s m a n beyi h e m e n m a h f u z e n İstanbul 'a d o ğ r u yo la çıkarınız.
Kastamonu Val i Veki l i de bu anlamda b i r emir g ö n d e r d i . S o n r a d a n , S a m s u n hükümet konağına gel ip M a z h a r T e v f i k beyin şi fresini o k u y a n S a m s u n Mutasarr ı f ı H a -mit b e y böyle karşılık v e r d i :
— V a t a n p e r v e r l e r i imhaya matuf bir harekett ir. B e nim S a m s u n ' d a bulunmayış ımdan bi l ist ifade yapı lmışt ır. M ü m k ü n o lan muavenet ve müzaheret i" es i rgemeyin iz . M u s t a f a Kemal 'den bir karşılık gelmeyiş ine g e n ç mutasarr ı f çok üzü ldü.
İki g ü n s o n r a Dahi l iye Nezaret i müdür ler inden M ü n i r bey, yanında S a m s u n İngil iz temsilcisi Rum asıll ı y e d e k Y ü z b a ş ı Softer v e bir Ermeni tercüman olarak S i n o p h ü kümet konağının kapısından içeri g irdi . O aral ık, g e n ç mutasarr ı f yer inde olmadığından tahrirat müdürler i o d a s ına g ir ip oturarak mektupçu H ü s e y i n Hilmi b e y i ç a ğ ı r t tılar.
B i r İngiliz g a n b o t u n u n limana demir att ığını g e r e n T e v f i k b e y , hemen bir tehl ike sezinleyerek s ıv ışmışt ı .
Ermeni t e r c ü m a n , Y ü z b a ş ı Solter ' in ilk s o r u s u n u H ü s e y i n Hilmi b e y e ş ö y l e c e s o r d u :
— O s m a n b e y n e r e d e ? M a z h a r T e v f i k b e y , böy le bir s o n u ç beklediğ inden
mektupçu ile anlaşmış, ne biçim karşılık ver i leceğin i kararlaştırmıştı. Direktif i yer ine getirmekte hiç d u r a k s a m a -d i :
— Bi lmiyorum ve tanımıyorum. Sol ter , çeki lmiş şi freler in müsveddeler ini istedi. Mek
t u p ç u : — Şi fre ler mutasarr ı f tadır, bende yoktur! dedi . Y ü z
başı S o l t e r adamakıl l ı kızdı : — Şimdi çağır t ın ız mutasarrıf ı ! d iye bağırd ı . — Mutasarr ı f , köy lere teft işe çıkmıştı. Ş imdi , hangi
k ö y d e o l d u ğ u n u bi lmiyorum. S o l t e r küplere binmişti. B ir y a n d a n da H ü s e y i n Hi l
mi b e y i n sözler in i taklit etmeye çal ışarak : — Bilmam.. Bi lmam! diye kekeledi, öfkeli bir a lay la
117
.örtülen y ü z ü , öfkesinin yapmacık o lduğunu g ö s t e r i y o r d u . Y ü z b a ş ı Solter. m e k t u p ç u y u dışarı b ı rakmayarak p o
lis komiseriyle karantina memuru Mustafa efendiy i ç a ğırtt ı . O n l a r da :
— O s m a n beyi bi lmiyoruz. Görmedik! d e y i n c e S o l ->,ter, bu kez g e r ç e k t e n öfkelendi. Bütün bu memurlardaki
a ğ ı z birl iğini sezmişt i . Yeni gelenleri s o r g u y a çekerken mektupçu, tahrirat
kalemine açı lan ufak p e n c e r e d e n arkadaşlar ına ç a b u c a k f ısı ldadı : '
— O s m a n beyi ar ıyor lar ; haber v e r i n ! İyi k i bunu fısı ldamıştı. O s m a n bey, başında d ö n e n
büyük tehl ikeden habers iz kahvede oturmuş, ç a y iç iyord u . Haber i a lanlardan bir i, hemen kahveye koştu, durumu anlatt ı . Bunun üzer ine yan ında oturan Hürr iyet ve İtilâf Partisi Başkanı Akif b e y , O s m a n beyi e l inden yakaladığı gibi kendi ev ine g ö t ü r d ü .
M e k t u p ç u H ü s e y i n Hilmi beyle polis komiseri ve karantina memuru hâlâ Y ü z b a ş ı n ı n karşısında s o r u l a n s o rulara kaçamak karşıl ık v e r m e y e çal ışırken bir Ermeni yur t taş, koşarak soluk s o l u ğ a geldi :
— O s m a n bey şimdi kahveden kalkarak Hürr iyet ve İtilâf Partisi Başkanı Akif beyin evine girdi . K a h v e d e de bir g ö z c ü bıraktılar! dedi .
Bu gammazlamayı küçük tahrirat kalemi p e n c e r e s i n d e n din leyen arkadaş lardan bir i, y ine koşarak Akif beyin ev ine haber g ö t ü r d ü . Pol isler, Ermeni muhbiri önler ine katarak Akif beyin ev ine gitti ler. H e r yanı aradı lar. Kimseyi bulamadılar.
Akif beyin ev halkı espiyonun. hünerini iş i t ince hemen O s m a n beye bir kara çarşaf giydirmişler ve o n u kadın kılığında yandaki komşu e v e aşırmışlardı.
İngiliz yedek y ü z b a ş ı s ı Solter, artık o y u n u adamakı ll ı anlamıştı. Bu sık saf lar aras ından O s m a n beyi s ö k ü p a lamayacağı bell iydi. E l inde de zor lay ıc ı b ir g ü ç y o k t u . Nedir k i y ine de z a r a r yapabi lecek durumdaydı . M ü n i r b e y , işi çözümlemeye kararl ı , mektupçuyu alarak o d a d a n çıktı :
118
— Azizim, dedi, v a z i y e t çok fena; hepimizi tevkif etm e k istiyorlar. Beni g iz l ice mutasarrıf la görüştür. İşi idare etmeye çalışalım. M ü n i r bey, İngilizleri alıp s o n r a d a n R ı z a N u r Kitaplığı o lan eski Rus konsoloshanesine g ö türdü. Hüseyin Hilmi bey, M a z h a r Tevf ik beyi saklandığı y e r d e telefonla buldu ve olup bitenleri o lduğu gibi anlatt ı . Mutasarr ı f , y ine g iz l iden M ü n i r beyle görüştü. Bir karara varmışlardı. Ö ğ l e d e n s o n r a , bürosunda İngil izlerle g ö r ü ş t ü . Yüzbaş ı Solter ' in de başı derde girmişti. Bu kuv a y ı mill iyecilerin el inden adam al ınamayacağını anlamıştı. Mutasarr ı f , O s m a n .beyin hastalığı g e ç i n c e onu g ö n d e r e c e ğ i n i bildiren bir kâğıt imzalayarak Y ü z b a ş ı y a verdi . O n a bu da yeterdi . O da bu kâğıtla daha üst kumandanl ığa karşı kendini koruyarak bir kalkan ele geçirmişt i . Kâğıdı , O s m a n bey yer ine, cebine indiren Yüzbaş ı Sol ter. görev in i yapmış ve s ö z ü n ü geçirmiş o lduğundan ak g iy-nekli ve silâhlı deniz askerler inin önünden yürüyerek kül rengi dumanlar püsküren ve parmaklıklarına dayanmış merakl ı deniz askerler inin ve subaylar ının başları dizilmiş küçük ganbota bindi. Küçük savaş gemisi, kıçında büyük b i r İngiliz bayrağı dalgalanarak Samsun'a d o ğ r u ilerlem e y e başladı.
M a z h a r Tevf ik bey, bir kez daha O s m a n beyi kurtardığı için sev in iyordu. Pek iyi tanıdığı bu ganbotun limana demir attığını ve iç inden bir manga si lâhendazla bir İngi l iz subayının çıktığını g ö r e n M a z h a r Tevf ik bey, hemen g ö r e v i mektupçuya bırakarak belli bir y e r e saklanmak için k a v u ş m u ş t u . Ancak b ö y l e c e onları savsaklayabi l ir , zaman kazanabil ir, bir tedbir düşünebi l i rdi .
M a z h a r Tevf ik b e y v e arkadaşlarının sabırsızl ık v e ü z ü n t ü ile bekledikleri Mustafa Kemal'in şifresi, en sonra 15 Ağustos ' ta gelebilmişti. Şifre şu anlamdaydı :
— Osman bey üstüne gönderdiğ in iz uzun telgrafınız buraya tam dokuz g ü n d e gelebildi. Mutasarr ı f Hamit bey i n 8 A ğ u s t o s 1919 tarihli « c e v a b î » şifresi burada hiç ç ö zümlenemedi. İsmail Hakkı beyin buna u y g u n davranış ı üzer inde gereken işlem yapı lmak üzere 3. Kolordu Kuman
d a n ı ile Samsun Mutasarr ı f ı Hamit beye Kâzım Paşa haz-
ret ler ine önemle yazılmıştır. S e r ü v e n gerçekten ü z ü c ü dür. Göstermiş o lduğunuz millî yiğitlik ve s e v g i ş ü k r a n a d e ğ e r . O s m a n beyin İstanbul'a gitmesi h iç d o ğ r u deği ld ir . Kendi ler i benimle buluşmak üzere hemen Sivas 'a yo la ç ı k malıdır. B iz de birkaç g ü n e dek oraya yol lanacağız.
20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa hazret ler iy le her z a m a n ilişki sürdürülmesi ve onun direktif lerine g ö r e davranı lması rica olunur. Mevki inden düşmek, y u r t s e v e r ler için hiç s ö z ü edilecek bir ş e y değildir.
H e r ne zaman zorunluk karşısında kalınırsa milletin kucağı fedakâr çocuklar ına açıktır. Durumu, gec ikmeden bi ldirmenizi diler, s ize başar ı lar dilerim. Bu telgrafı a l ıp almadığınızı bildirmenizi r ica ederim.
M u s t a f a Kemal
Mustafa Kemal'den Sinop'a gelen bu telgraf, en başta Mutasarr ı f M a z h a r Tevf ik olmak üzere eski S a m s u n mebusu O s m a n beyle bütün onu kurtarmaya çal ışan y u r t s e v e r arkadaşlar ı çok sevindirdi . O n u n emrine uyarak, hemen, O s m a n beyi karadan Sivas 'a göndermek üzere davrandı lar. O ara S a m s u n ' d a n gel ip İstanbul'a g i d e r k e n S i n o p limanına uğrayan A m a s y a v a p u r u , İngil izlere y e n i bir o y u n oynamak için g e n ç mutasarrıf ve arkadaşlar ına yeni bir d ü ş ü n c e verdi . S ö z d e O s m a n bey. Ş ü k r ü efendi adlı pol is muhafızıyla bu v a p u r a binmiş olacak, bindiğini bi ldiren bir telgraf da hemen Dahil iye Nezaret ine çeki lecekt i . V a p u r İstanbul'a vard ığ ında elbette iç inden ne O s man bey, ne de muhafızı çıkacaktı . İşte, A m a s y a v a p u r u n u n kaptanı da onlar ın Sinop'ta gemisine bindikler ine ve Zonguldak' ta karaya çıkıp bir daha geri dönmedikler ine tanıklık edecekt i .
Kaptanla bu yolda anlaşan M a z h a r Tevf ik bey ve arkadaşlar ı , s e s s i z c e O s m a n beyi yo la ç ıkarmaya haz ı r landılar.
T a m g e c e yar ıs ı , e l ayak çekil ip de sokaklarda k e d i l e r d e n , köpeklerden, bir de d o s t pazvant lardan başka kimse kalmayınca O s m a n beyle pol is Şükrü efendi birer k i ralık ata bindiri lerek uğurlandı lar. Bulutsuz, apak bir g ö k -
120
y ü z ü n d e yusyuvar lak b i r ay. sık ağaçl ıklar, bağlar, b a h ç e ler arasındaki ince toprak yol lar ı aydınlat ıyor, M u s t a f a Kemal' in ü z g ü n y o l c u s u n u yüreklendir iyor ve hülyalandı-r ı y o r d u .
O n u y o l c u eden M a z h a r Tevf ik bey. Binbaşı Ş e v k e t bey. Belediye Başkanı Rasim bey. Hürr iyet ve İtilâf Partisi Başkanı Akif bey, T i c a r e t O d a s ı Başkanı Ş ü k r ü b e y , Parmaksızzade İsmail b e y ve M e k t u p ç u H ü s e y i n Hilmi bey, yeni hürr iyet güneşi Mustafa Kemal'e d o ğ r u y o l a ç ı kan y o l c u n u n elini sıkıp p a ş a y a çok selâm söylemesin i de salık verdikten s o n r a ev ler ine dağıldılar. Eski S a m s u n mebusu O s m a n bey, gitmiş, ardında gözler i Mustafa Kemal 'e dönük ve birbir ine yeni bir ideal için kenetlenmiş bir a v u ç yürek bırakmıştı.
M a z h a r T e v f i k bey, ertesi s a b a h , İstanbul 'a S a m s u n ' daki İngil iz temsi lci l iğine, Al i Fuat Paşa'ya ve M u s t a f a Kemal'e ya lan ve d o ğ r u dört şifre telledi ve bu kez ne gibi bir bomba pat layacağını serinkanlıl ıkla bek lemeye başladı.
Mustafa Kemal 'den 27 A ğ u s t o s tarihli bir ş i fre geld i . M a z h a r Tevf ik beyi y u r t s e v e r c e işinden dolayı kut luyor v e S i v a s ' a genel k o n g r e y e ü ç S i n o p delegesi g ö n d e r m e sini is t iyordu.
Üç g ü n s o n r a Ali Fuat Paşa'dan gelen şifre daha u z u n du ve g e n ç mutasarr ı f için övgüler le dolu o l d u ğ u gibi kuv a y ı mil l iyenin güçlenmekte o lduğu ve daha da g ü ç l e n mesi gerekt iği üzer inde bilgi ler ver iyor, g ü z e l şey ler s ö y lüyordu.
H e n ü z İstanbul 'dan ve Samsun'dan beklenen o lums u z ve tehlikeli s e s çıkmamıştı. Gecikt iğ ine g ö r e e p e y c e y ü k s e k tokatta bir pat layış o lacağı anlaşı l ıyordu.
7 Eylül 1919 g ü n ü S i n o p limanına iki Amer ikan s a v a ş gemisi yanaşt ı . G ü r ü l t ü ile demir attı lar. B u n l a r d a n bir is inden iki İngil iz s u b a y ı ve üç silâhlı denizer i , b ir motora binerek karaya çıktı lar. Bu s u b a y l a r d a n bir i , S a m s u n İngil iz temsilcisi Rum asıllı yedek Y ü z b a ş ı Sol ter 'd i . Si lâhl ı üç deniz asker inden birinin el inde katlanmış koc a m a n bir ingil iz b a y r a ğ ı bu lunuyordu. Y ü z b a ş ı S o l t e r ,
121
askerler in başında d o ğ r u c a eski Rus konsoloshanes ine gitti. Asker lere, savaş s ırasında yarısı sağlam kalan b a y rak direğine İngiliz bayrağını çektirdi. İngil iz b a y r a ğ ı , K a radeniz 'den esen serin rüzgâr la dalgalanmaya başladı . Mustafa Kemal, henüz H a v z a ' d a y k e n . A m a s y a S a a t Kule-si 'ne İngiliz bayrağı çeken ve halkın kendisini l inç etmes i n d e n korkup kaçan bu Y ü z b a ş ı , aylardan s o n r a , iç indeki bir komplekse çıkış noktası arayarak S inop'a da İngi l iz bayrağı astırarak otorite kurmak ist iyordu.
Amerikan savaş gemilerinden inen yalnız bunlar deği ld i . Ayr ı bir motor karaya birkaç Amerikalı da çıkardı, bunlar, A lbay B o e r ile maiyetiydi. Solter' le adamlar ı , Rus konsoloshanesine kapanıp kaldıkları halde Amerikal ı deniz Albayı ile adamları d o ğ r u c a hükümet konağına gitti ler ve bürosunda g e n ç mutasarrıf ı z iyaret etti ler. M a z h a r T e v f i k bey, konuklarına kahve ve çay ikram etti. O t u r u p h a v a d a n sudan konuştular. Konuklar, kalkıp g iderken M a z h a r Tevf ik beyi de gemileri z iyarete çağırdı lar. M u t a sarr ı f ın içinden kötü kuşkular geçt i . Böyle düzenbazl ık la yakalanmak «belkis i» kafasından birçok kez geldi g e ç t i . Y i n e de Amerikalı ların bu kahpeliği yapmayacaklar ı üzer inde bir kanı, onu konukların yanısıra s a v a ş gemiler ine sürükledi. O n l a r da g e n ç mutasarrıfa soğuk içecekler ikram ettiler, onu ağır layarak yine motora bindirip kıyıya bıraktı lar. Amerikan mandası propagandası , İngil iz mandası propagandasının doludizgin yarış ettiği T ü r k i y e ' d e Y ü z b a ş ı Solter, elbette bu davranışlarıyla okkanın altına gitmişti.
İkindi üstü, Karadeniz' i yalayarak gelen tatlı bir poyraz, Amerikan savaş gemilerinde çalmaya başlayan bandonun coşkun ve hoppa havalarını kıyıya sürüklemeye başladı. Gemiler, kalkmak üzereydi ler. Sinop halkı da deniz kıyısına dökülmüş, hem Amerikan savaş gemilerini s e y r e diyor, hem de mızıka dinl iyordu. Mutasarrıf M a z h a r T e v fik, Binbaşı Şevket, Belediye Başkanı Rasim, Hürr iyet ve İtilâf Partisi Başkanı Akif beyler de kayıkla l imanda dolaşıyor ve bandonun çaldığı güzel havaları dinl iyorlardı.
Gemiler, demir alıp ağır ağır suları y a r m a y a başla-
122
Alamut - Çizgiliforum.com
d ı . S o n r a , kayalığı d ö n ü p g ö z d e n ırak oldular, arkadaşlar ıy la, kayıktan iskeleye çıkt ığında mutasarrıf ın eline bir z a r f tutuşturdular. M a z h a r T e v f i k bey, zarf ı büyük bir ilg i y l e açt ı , y e r gibi o k u d u , bütün keyfi kaçtı. Göz ler iy le ne yazdığ ın ı s o r a n arkadaşlar ına mektubun içindekileri ö z e t l e d i :
— B u g ü n gelen İngil iz mümessil i y a z ı y o r , dedi, « b i z i m geldiğimizi duymadınız mı? Niç in bizi gel ip z iyaret etmediniz? Hep Amerikal ı ların peşinde dolaşt ınız. Şimdi, ^ jel, beni z iyaret et» d iye emir ver iyor.
İngil iz temsilcisi burda haksızdı. İlkin nezaket ziyaretini onun yapması gerekt i . Bu protokolü bilerek çiğney e n İngil iz subayın ın bir hadise çıkarmak istediği anlaş ı l ıyordu. B u , Rus konsolos luğuna hışımla İngil iz bayrağını çekmesinden de bell iydi. M a z h a r Tevf ik bey, temsilcinin mektubuna F r a n s ı z c a birkaç satır la karşılık v e r d i : « H o ş -geld in iz !» dedi. A y r ı c a bir istekleri olup olmadığını da sord u .
**
8 Eylül 1919 kurban bayramı sabahı S i n o p şehri karıştı. O l a y şöyle başladı : Bütün sokaklarda a laca bulaca entar i ve giyneklerini g iymiş ç o c u k l a r dolaş ıyor, büyükler birbirlerini kutlamak için s o k a ğ a ilk adımlarını at ıyorlard ı . Varl ıkl ı evlerin ö n ü n d e boğazlar ından kan fışkıran koç lar yat ıyor, y o k s u l evlerin insanları, bu koyunları belki kendilerine de bir p a r ç a d ü ş e r diye uzaktan yakından sabırsızl ıkla gözet l iyor lard ı .
Mutasarr ı f , ev inde pi jamasıyla oturmuş, sabah kahvesini içiyor, bir y a n d a n da herkesten ö n c e kutlamaya g e l e n M u h a s e b e c i İhsan beyle surdan burdan konuşuyord u . Bu ara, d ışarda bir gürül tü o ldu. M a z h a r Tevf ik bey, y e r i n d e n fırladı, zaten kuşkuda idi. Nedir ki hiçbir ş e y d ü ş ü n m e y e ve yapmaya vakit kalmadan Y ü z b a ş ı Solter yanındaki İngiliz T e ğ m e n i ve üç silâhlı İngil iz askeriy le o d a y a daldı. D ışarda kapıyı bekleyen adamı bir kenara .iterek palaspandıras içeri dalmışlardı.
Y ü z b a ş ı Sol ter. s ü n g ü takmış olan askerler i kapıya
123
dikti. S o n r a , İhsan beye kim o l d u ğ u n u s o r d u , karşı l ığını a l ınca o n u n çıkıp gitmesini emrett i . M u h a s e b e c i çıkıp g i tt ikten s o n r a Sol ter, mutasarr ı fa :
— Ç a b u k giyinip benimle geleceksin iz ! d iye ser t bir s e s l e ve âmirce bağırdı.
M a z h a r Tevf ik bey, İngil izle gitmenin nereye v a r a c a ğını anladığından bir kurnazlık d ü ş ü n d ü :
— Peki, şimdi giy inip geley im! dedi. O t u r m a o d a s ı n d a n yatak odasına g e ç e n M a z h a r Tevf ik bey, p e n c e r e d e n dışarı at ladı. Arka b a h ç e y e ayak bastıktan s o n r a , a ğ a ç l a rın aras ında g ö z d e n uzaklaşmak kolaydı. Çit ler ü z e r i n d e n at ladı, b a h ç e d e n b a h ç e y e g e ç t i . E p e y c e ötede b a h ç e l e r içindeki Belediye Başkanı Rasim beyin evinin tokmağını g ü m güm öttürdü. Rasim bey, mutasarrıf ı s a b a h s a b a h böyle piyama ve terlikle g ö r ü n c e işi anladı. Hemen a d a m salarak küçük kuvayı milliye g r u b u n a haber g ö n d e r d i .
Y ü z b a ş ı Solter, M a z h a r T e v f i k beyin bir tür lü giy inip gelmediğini g ö r ü n c e bir kez daha aldatı ldığını anladı. B u nun üzer ine bütün evi aramaya başladı. Harem bölümünde mutasarrıf ın eşinin bayramını kutlamaya gelen kadınlar s ü n g ü l ü ve tabancalı İngiliz asker ve subaylar ının d e s tursuz o d a y a daldığını g ö r ü n c e çığl ığı basarak paniğe kapıldılar. O d a d a çarşaf lar ıy la oturan ve asker ler içeri g i r ince peçelerini de yüz ler ine örten bu kadınlar karşısında Y ü z b a ş ı Sol ter de şaşırdı. Daha ö n c e bir evden mebus O s m a n beyin çarşafa sokularak kaçırı ldığını işitt iğinden şimdi karşısında peçelerini örterek korkudan tirtir t i trey e n kadınlardan her birini bir mutasarrıf olarak d ü ş ü n menin gerekt iğine inandı ve bu Müslüman kurnazl ığını b o ş a çıkaracak zekâya sahip o lduğunu ispatlamaya kalktı. Bütün kadınları kaldır ıp karşısına dizdi ve birer birer
"peçelerini açarak yüzler ini g ö z d e n geçi rmeye başladı . Hepsin in de kadın o lduğunu g ö r ü n c e yenildiğini anladı. B u n d a n sonra bütün evi , del iğine d e ş i ğ i n e ' v a r ı n c a y a d e k aramak emrini verdi .
Y ü z b a ş ı Solter, elleri boş dönmenin ve yenilmiş o l manın utancı içinde darmadağın ettiği evden ayrı ldı ve
124
d o ğ r u c a hükümet konağına gitti. Kapal ı cümle kapısını o ç t ı r d ı . O d a c ı n ı n kapıyı açmasını beklemeyen Sol ter b u nu dipçikle kırdırarak mutasarrıf ın odasına g i rd i . O d a c ı d a n bir bayrak direği istedi. O d a c ı , bayrak d ireği yer ine m e y d a n süpürges in in sopasın ı ç ıkararak get irdi . Solter ' in emri üzer ine İngiliz askerler i İngiliz bayrağın ı bu s o p a y a geçirdi ler ve bunu p e n c e r e d e n dışarı sarkıtt ı lar.
Ö b ü r y a n d a , kuvayı milliye g r u b u ç a b u c a k Rasim bey i n ev inde hâlâ sırt ındaki pi jamasıyla oturan mutasarrıf ın ç e v r e s i n d e toplandılar. İvedi bir karar vermek gerekiyord u . Tar ih in bütün olumlu ve başarıl ı o laylar ı çabuk veri lm i ş sağlam ve d o ğ r u kararların alt ında yatmaktaydı . K a rar, şimşek gibi veri lmişti. Alman s a v a ş bi lgininin d ü ş ü n c e s i n i uyguladı lar: En iyi savunma, saldır ıydı . Mil l ici g r u p , hemen s o k a ğ a dökülmüş olan hemşehri ler arasına karıştı, kalabalık bayram yer in i şöyle bir dolaşt ı . H e r denk
•geldikleri güveni l i r hemşehriye ş u n u fısı ldadılar :
— İngil izler hükümet konağını bastı lar, hükümet işgal ler i altına aldılar. Penceresine İngiliz bandırası astılar. M a v z e r i , çiftesi o lan a ls ın, hükümet konağının önünde toplansın.
Halk, bunu kolayca anladı. Si lâhlı-si lâhsız. çoluk-ço-c u k koca bir kalabalık, hükümet konağını sar ıverdi . Halkın tehdit edici bir durumda hükümet önünde toplandığını ve işin kıvama geldiğini anlayan Belediye Başkanı Ras im bey, d o ğ r u yukarı çıktı. Mutasarr ı f ın kol tuğuna kurularak uzun bacaklarını yeşi l örtülü büyük masanın üzerine atmış olan Y ü z b a ş ı n ı n karşısına dikildi :
— Y ü z b a ş ı Solter, dedi , şöyle p e n c e r e d e n dışarı bakınız, biraz. Halk heyecandadır . Onlar ın öfkesinden korkulacağını s iz ler de bizim kadar bil irsiniz. İlk iş olarak hemen şu bandırayı kaldırmalarını askerler inize emrediniz. Y ü z b a ş ı So l ter :
— Ben mutasarrıf ı aradım, bulamayınca da b o ş makamını işgal ettim, d e d i , madem ki aracıl ık e d i y o r s u n u z ,
'hemen söyleyin iz, mutasarrıf buraya gels in, görüşel im. M a z h a r T e v f i k b e y . Rasim beyle birlikte hükümet
^konağına yaklaşt ığında halkın korkutucu bir kalabalık ha-
125
l inde homurdandığını g ö r d ü . O n l a r durumlarıy la korkmamasını ona d u y u r d u . Mutasarr ı f la Belediye Başkanı , bu y iğ i t halk seli iç inden g e ç e r e k hükümet konağına girdi ler. M a z h a r Tevf ik bey, o d a y a gird iğ inde Y ü z b a ş ı Solter ' i kendi koltuğunda kurulmuş, bacaklarını da b ü r o n u n üzer ine uzatt ığını g ö r d ü . Solter, y ü z ü n d e - kötü bir a lay maskesi olarak o durumda s o r d u :
— Benden neden k a ç ı y o r s u n u z ? Elbette, O s m a n beyin nerde o lduğunu söylememek için. Şimdi madem ki geldiniz, söyley in bakayım, O s m a n bey n e r d e ?
M a z h a r Tevf ik bey. sert bir sesle : — S iz , benim makamımı işgal etmişsiniz, bir de b a
na o r d a n s o r u s o r u y o r s u n u z . Bu durumda s ize hiçbir ş e y söylememek hakkını muhafaza etmekteyim. Makamımdan kalkıp bir konuk gibi surdaki iskemlelerden birine o t u r u p b e n d e n insanca ve nezaket le bir şey ler s o r a c a k o l u r s a nız s ize sorduklar ınız üzer inde c e v a p verebi l ir im :
Mutasarr ı f , ser t ve öfkeli sesiy le bunları söy ledikten s o n r a sinirli adımlarla o d a d a n çıktı gitt i .
Mutasarr ı f ın hışımla çıkıp gitmesi Solter' i şaşırtt ı . Bu adam, deli miydi? Neyine g ü v e n i y o r d u , iki-üç jandarmasına ve polisine mi?
Kalktı, bayrağın ası ldığı açık pencerenin önüne g i t t i , c a d d e y i şöyle bir g ö z d e n geçird i . O r d a öfkeli bir kalabalık dalgalanıyordu. Hepsinin g ö z ü İngil iz bayrağının asılı b u lunduğu penceredeydi . G a r i p şey, bu bir kuru kalabalık da deği ldi . Ellerindeki mavzerler in mekanizmalarını kurca lay a n birçok sert yüz lü ve bakışlı kimse de o r d a dolaş ıp d u r u y o r ve p e n c e r e y e bak ıyordu. Demek iş g e r ç e ğ e b inmişti. Blöf, ters bir s o n u ç vermişt i , demek. Bu halk t o p l u luğu yetmiyormuş gibi ara sokaklardan çıkıp gelen takım takım insanlar da g ö z e ç a r p ı y o r d u .
Sol ter de, ö b ü r İngil izler de p a b u c u n pahalı o l d u ğ u nu anlamışlardı. İngiliz soğukkanl ı l ığının bu tuzaktan kurtulmanın çaresini bulacağı bel l iydi. Solter ' ih korkunç ve a laycı öfkesi dinmiş, y e r i n e y ü z ü n e soğukkanl ı bir d ü ş Q n -cenin kurnazlığı yayı lmıştı :
126
— Belediye Başkanı ge ls in , d iyecekler im var ! diye seslendi . Rasim bey, biraz s o n r a geldi : '
— Ne is t iyorsunuz? diye s o r d u . Solter, d o s t ç a g ü lümsedi :
— B u g ü n kurban bayramınız ın bir inci g ü n ü o l d u ğ u n u bi l iyorum, dedi, bu bayram şenl iğine katılmak için biz de İngiliz bandırasını çektik, b u n c a heyecanlanacak ne v a r ? S ö y l e y i n , halk b o ş u n a h e y e c a n a kapılmasın. B iz , z a t e n buraya av için gelmiştik. S i n o p ormanlar ında y a b a n d o m u z u , geyik filân avlayacakt ık. Nedir ki iş bu ü z ü c ü s o n u c a geldi . İsterseniz hep b e r a b e r bir sürek avı yapal ım, Belediye Başkanı bey!
Rasim bey, bu uydurmalar ı sabır la dinledi ve s o n r a şunlar ı söyledi :
. — Bakınız, halk, gitt ikçe c o ş u y o r , sonra başınıza bir ş e y gel i rse kabahat b e n d e n gitt i. A v a fi lân gitmesi s o n r a düşünülür. Evve lâ şu bandırayı kaldırın!
Rasim bey, bunlar ı öyle büyük bir saflık ve inandırıcılıkla söylemişti ki Sol ter ve arkadaşlar ı tam bir tehlikenin içine düştükleri d u y g u s u n a kapıldılar. Sol ter, askerlerden birine emir vererek bayrağı içeri aldırdı. S o n r a , Y ü z b a ş ı , Rasim beyin koluna girdi. Kendileri ö n d e n ö b ü r İngi l iz ler arkadan dışarı çıktı lar ve halkın aras ından ilerlemeye başladılar. Halk, durumu hemen kavramıştı. Bütün y ü z l e r d e s e s s i z c e kazanılmış bir z a f e r sev inciy le bir küçümseme ve alayın izleri aç ıkça g ö z e ç a r p ı y o r d u . Y ü z b a ş ı Solter, canını kurtarmak için Belediye Başkanını kalkan gibi kullanmak z o r u n d a kalmıştı.
Rasim bey, konuklarını d o ğ r u c a Belediye daires ine g ö t ü r d ü . O r a d a onlara bayram şekeri ve kahve ikram ett i . A y r a n ı kabaran halk, c a d d e y i boşalt ıp bayram şenl iklerine d ö n ü n c e Y ü z b a ş ı Sol ter ve arkadaşlar ı , konuk edildikleri Rus K o n s o l o s l u ğ u n a döndüler. Y ü z b a ş ı Sol ter, ikidir T ü r k halkının saldır ıs ına uğramışt ı . Biri A m a s y a ' d a saat kulesine İngiliz bayrağı çekt iği g ü n , bir de şimdi. Demek ki Türk ler , y a b a n c ı bayraklara kendi kutsal saydıklar ı topraklarında dayanamıyor lardı . Bi lmiyoruz, ama, g e n ç Y ü z başı , bundan s o n r a belki de bu her y e r e bayrak asmak
127
manis inden temelli v a z g e ç m i ş t i . Ç ü n k ü , hiç bir bibl iyogr a f y a d a Solter ' in ü ç ü n c ü bir bayrak olayına denk gelemedik.
M a z h a r T e v f i k bey, bu olayı inceden inceye anlatan b i r r a p o r yazarak birini Mustafa Kemal'e, öbürlerini de İstanbul 'da Damat Feri t Paşa ile İngiliz s iyasal temsilcisi o l a n Amirale g ö n d e r d i .
N e d i r k i o lay bitmemişti. Ç o r a p s ö k ü ğ ü gibi uzamak eği l imi g ö s t e r i y o r d u .
Mutasarr ı f , aynı raporun bir örneğin i de Kastamonu v i lâyet ine göndermişt i . 8 Eylül 1919 g ü n ü giden telgrafa g e c e l e y i n karşılık gelmekte gecikmedi. Kastamonu da v a l i vekil i bulunan J a n d a r m a Kumandanı O s m a n Nuri bey, makina başında g e n ç mutasarrıfa kısaca şunları salık ver i y o r d u :
— Şimdi İstanbul'dan aldığım emir şudur: Hemen İngi l iz ler in oturdukları yere giderek kendilerine tarz iye vereceks in iz . Mutasarr ı f , ona şöyle karşılık verdi :
— Yaptıkları hakaret karşısında asıl İngil izler gel ip b a n a tarz iye vermelidir. S iz in bu tebligatınıza uymakta m a z u r u m .
O zaman, kararlı olan vali veki l inden şu emir geldi : — S i z e muvakkaten işten el çektirdiğimi bildirmek
z o r u n d a y ı m . Mutasarr ı f vekâletini hemen Binbaşı Şevket bey in almasını ve onun gidip Y ü z b a ş ı Solter 'e tarziye vermesini kendisine bildiriniz.
M a z h a r Tevf ik bey, haber salarak Binbaşı Şevket bey i de makina başına çağırtt ı . Val i vekil inin emrini mutasarr ı f tan dinleyen Binbaşı, çok içten bir öfkeye kapıldı, millî bir öfkenin bütün içtenliğimi taşıyan şu sözlerle valf veki l in i bombardıman etti :
— Bir T ü r k Binbaşısı olarak gidip de bir İngiliz Y ü z başıs ına tarz iye veremem. E ğ e r bu emri bana bir asker s ı fat ıy la ver iyorsanız şu dakikadan itibaren askerl ikten dahi istifa ediyorum!
Tel in ö b ü r ucuna doğru bu yiğitçe söz ler bir şamar f l ibi uzaklaşırken Şevket bey, omuzlarındaki apolet ler i
128
sinir l i ve güçlü parmaklar ıy la sökerek masanın üzer ine fırlattı. Şevket bey, bu emre baş kaldırınca vali veki l i , -Sinop J a n d a r m a Kumandanı Remzi beyi makina başına ç a ğ ı r d ı ; mutasarrıf veki l l iğini ve gidip İngi l iz lerden özür di lemesi emrini ona v e r d i . Remzi bey hiç duraksamadan bu emri benimsedi. G i d i p M a z h a r Tevf ik beyin makamına «azamet le» kuruldu. S o n r a da Rus konsolosluğunda kuşku ve sabırsızl ık iç inde bekleyen Yüzbaşı So l ter ve arkadaşlar ına tarziye verd i . B ö y l e c e , Sinop'taki kuvayı mill iye ruhu da okkalıca bir tokat yemiş oldu.
Solter, ertesi g ü n yeni Mutasarr ı f Vekil i Remzi beyi gel ip makamında z iyaret etti. Birkaç gün sonra da maiyetini alıp Pontos çeteler ini si lâhlandırma yer i olan S a m s u n ' a yol landı.
M a z h a r Tevf ik b e y . yeni Mutasarr ı f Veki l i Remzi bey i n bir kahpeliğine u ğ r a y a r a k yakalanıp İstanbul'a g ö n deri lmek korkusuyla S inop' tan hemen ayrıl ıp S i v a s ' a . Mustafa Kemal'e g i tmeye karar verdi . S inop'un meşhur Ç e r k e z beylerinden Ç e r k e z H a s a n bey ve atlı ları, M a z h a r T e v f i k beyle ailesini aralar ına alıp birkaç g ü n dinlenmesi ve yolculuğa hazır lanması için atla Sinop'a beş saat ç e ken Şamlıoğlu k ö y ü n e götürdüler. O r d a n Sivas 'a d o ğ r u yola çıkacaktı. M u s t a f a Kemal « b a ş ı n daral ınca çık g e l ! » dememiş miydi?
Mazhar Tevf ik bey, g iderayak mektupçu Hüsey in Hilmi beye şu pusulayı g ö n d e r d i :
— Aziz im! Kısmet o lursa yar ın köye gid iyorum. Biz im maaşı lütfen alınız. Bir de hâdisede nezarete ve vi lâyete yazdığım mufassal telgraf la ikinci g ü n ü , tekrar y a z dığım telgrafın ikişer adet suretini kurşun kalemi ile o ls u n bana çıkarıp vermeniz i r ica ederim. Kalemde yaz ıs ı okunaklı iki efendi on dakika içinde yazabil ir ler.
İngilizlerin avdet için emir almaları şayanı dikkattir. A ğ ı r bastık demek o luyor. N e y s e . S inop'u kaybediyoruz. Şeref i millî yer ine gels in de ne olursa o lsun. Sinop istediğ i n d e n alâ mutasarrıf bulabil ir.
129 3/F. : 9
Halk namına Kastamonu vi lâyet makamına çeki len isyancı telgraf. Val i Vekil i O s m a n Nuri beyi kızdırmış g ö rünüyordu. Yeni Mutasarr ı f Veki l i Remzi beye halka b i l dirilmek üzere çektiği telgrafta :
— Blöf yap ıyorsunuz! diyerek korkutucu bir dil kullanı l ıyordu.
Belediye Başkanı Rasim b e y . 12 Eylül 1919 g ü n ü v a li vekil ine şöyle bir telgraf püskürtmesi verdi :
— Burada s o n defa c e r e y a n eden vakayi i müessi fe dolayısıy la arayı umumiyeye ist inaden çektiğimiz telgraf-nameler makamı v i lâyetçe blöf telâkki edilmiş ve bir nev i tehditkâr vaziyet gösteri lmiştir. B e n , memleketin eşraf ve kadîm hanedanındanım. H iç bir vakit blöfçü y a r a n d a n d e ğilim. Milletin vekâletini hâiz olarak efkârı umumiyeyi makarnan âl iyeye iblâğ için o telgrafları çektik. B ö y l e blöf-çülükle ithamım, vekâletini hâiz o lduğum milletim ve benim için mucibi şin ve ağır o lduğundan b u g ü n d e n itibaren makamı mutasarrıf îye istifamı ver iyorum.
Şaşırt ıcı olaylar her y a n d a hava fişekleri gibi patl ıy o r d u . 18 Eylül 1919 g ü n ü Kastamonu'dan Val i Veki l i F e rit imzasıyla gelen bir telgraf orda işlerin yo lunda gitt iğini göster iyordu. Bu telgraf, şaşırt ıcı o lduğu gibi s e v i n dir iciydi de. Te lgraf , özet olarak şunları y a z ı y o r d u :
— Sivas K o n g r e s i , İstanbul hükümetiyle bütün ilişkilerin kesilmesine karar vermiştir. Siz de bu karara g ö r e davranınız ve millî göster i ler yapınız!
Rasim bey, 19 Eylül 1919 g ü n ü vi lâyete g e n ç M u t a sarrıf M a z h a r Tevf ik beyin göstermiş o lduğu millî yiğitl ik dolayısiyle işinden uzaklaştır ı ldığını, halkın da çok sevdiği ve tuttuğu bu değerl i mutasarrıf ın y ine eski g ö r e v i n e dönmesinin çok iyi ve yer inde olacağını bildiren bir te l graf çekti.
Ali Fuat Paşa'nın Kastamonu'ya gönderdiğ i t o p ç u albayı O s m a n bey bu s ırada hapisten kurtulmuş ve b a ş ı n dan g e ç e n çok tehlikeli serüveni bir yana bırakmış o larak Kastamonu te lgrafhanesinde bulunuyordu. O s m a n
130
bey, kuvayı mill iyenin Kastamonu'da işe el k o y d u ğ u n u g ö s t e r e n sevindir ici ve şaşırt ıcı telgraf ında ş ö y l e d i y o r d u :
— Mutasarr ı f M a z h a r Tevf ik bey hakkında v i lâyete o l a n telgraf ınızı g ö r d ü m . Mütalâaları pek muvafıktır. V i lâyetten emir veri lmesinin temin edi leceğini arzeder im.
19 E y l ü l 1919
H e m e n o akşam vi lâyetten M a z h a r Tevf ik beyin g ö r rev ine dönmesi için emir geldi.
M e k t u p ç u Hüsey in Hilmi bey, gelen emri sev inç le alarak g e c e yarısı Şamlıoğlu köyüne d o ğ r u tır ısla y o l a çıktı. Ç e r k e z köyüne bu g ü z e l haberle varan H ü s e y i n Hi lmi b e y , mutasarrıfa zaferini bi ldirdiğinde o da g e n ç y ö netici gibi mutluydu.
Ertes i s a b a h , g e n ç mutasarrıf için yaşayış ın ın en heyecanl ı ve şerefl i saatları başl ıyordu. Ç e r k e z H a s a n bey, topladığı si lâhlı, s i lâhsız y ü z l e r c e atlının başına g e ç i r d i ğ i M a z h a r Tevf ik beyi at oynatmalar ı , si lâh ses ler i , neşel i haykır ış lar ve göster i ler aras ında Sinop'a dek y o l c u ett i . Şehir , bir anda el değişt irmiş, İstanbul hükümetinin d o k u n d u ğ u yeri kirleten kara parmakları , bu g ü z e l K a r a d e niz şehr i üzer inden bir daha kirletmemek üzere çeki lmişt i.
M a z h a r Tevf ik bey. sandalyesine bütün g ü v e n i y l e oturduktan s o n r a , kocaman bir bildiri yayınladı ve b u n d a artık, S i v a s Kongresi kararlarının ve Mustafa Kemal' in s ö z ü g e ç e n bir yurtta y a ş a m a y a başladıklarını İstanbul hükümetinin S inop ufuklarında ve Kastamonu'nun yeşi l a ğ a ç deniz i üzerinde hüküm süremeyeceğin i dosta düşmana anlatmaya çalıştı.
S i n o p şehrinin kaderini böyle birdenbire değişt i ren Kastamonu'daki değişikl iğin nedeni neydi? S i n o p hikâyesinin b a ş halkası olan Kastamonu'nun da kocaman bir hikâyesi vardır . Şimdi o r a y a varal ım.
Alamut Çizgiliforum.com
131
« K A H R A M A N Ş E V K E T B E Y » D E S T A N I
Düşünceler, onları savunanlardan çok, onlara saldıranların gölgesinde yayılır.
Anonim
58. Alayın kışlasında b u g ü n sıtmalı bir hazırl ık g ö z e ç a r p ı y o r d u . Bütün erat, denetim düzeninde bekl iyordu. Ya ln ız , burda i lginç bir ş e y de vard ı : Düzenl i asker in karş ıs ında sivi l g iynekler iy le sıralanmış, her y a ş t a n bir s ü r ü de erkek y e r almıştı. Bunlar, eski A lay Kumandanı ve şimdiki Kastamonu B ö l g e Kumandanı Y a r b a y Mustafa b e y i n topladığı seferberl ik art ığı işsiz g ü ç s ü z serser i ler ve aldatı lmış saf Kastamonululardı . Mustafa bey, bunlar ı , M u s t a f a Kemal'e ve kuvayı mil l iyecilere karşı s a v a ş a hazır lanmakta olan padişahçı güçler in saf ında çarpışt ırmak u ğ r u n a yarı zor la yar ı ç ıkar vaadler iy le toplamışt ı . D ü zenl i erat, her zamanki soğukkanl ı ve kadere b o y u n eğmiş eratt ı . B u y r u ğ a g ö r e istenen y ö n e namlularını ç e v i rip ateş etmekten başka görev ler i yoktu. Yalnız, başıbozuk lar ın meydana get irdiği sıralardaki lerin bir ç o ğ u padiş a h u ğ r u n a döğüşmenin v e yapı lacak z e n g i n çapul lar ın h e s a b ı , kararlı l ığı ve h e y e c a n ı içindeydiler. Sık sık başlarını çev ir ip kışlanın kapısına bakan ve önemli bir kum a n d a n beklediği anlaşı lan subaylarda ise sev inçl i haber ler bekleyen kişilerin g ö r ü n ü ş ü yoktu.
B i r a z s o n r a , B ö l g e Kumandanı Mustafa b e y , kışlaya g i rd i ve meydanda at ından inerek subaylara d o ğ r u ilerled i . Hepsin i selâmladıktan s o n r a ayr ı ayr ı ellerini sıktı. Düzenl i askerleri g ö z d e n geçirdikten sonra başıbozuklar ın s ıralar ını g ö z d e n geç i rd i . A l a y Kumandanı Vekil i B inbaşı Şer i f b e y e :
Çankır ı 'dan getir i len si lâhlar nerde? diye s o r d u . M u s t a f a beyin içten adamı gibi g ö r ü n e n ve b ö l g e ku
mandanl ığ ına g e ç e n Y a r b a y ı n yer ine 58. A l a y K u m a n d a n Veki l l iğ ine atanan Binbaşı Şer i f bey, kışlanın duvar lar ı b o y u n c a geniş çatı larla çat ı lan y ü z l e r c e mavzer i gösterd i :
132
— İşte, kumandanım, sil inip temizlenmiş, atışa hazır emrinizi bekl iyorlar.
— H a y d i , dağıtal ım ö y l e y s e yeni asker lere! — B a ş ü s t ü n e , kumandanım. — Tüfek ler le birlikte elbiselerini de ver in bunlar ın.
Z a t e n hepsi s i lâh kullanmasını bilir. Birkaç g ü n de tal ime çıkarırsınız.
Dün akşam T ü f e k ç i Yakup beyin Çankır ı Askerl ik Ş u besinden T a t a r arabalar ına yükleyerek getirdiği y ü z l e r c e Osmanl ı mavzer i , başıbozuklara dağıtı l ırken Y a r b a y M u s tafa bey. Şerif b e y e :
— Bütün zabi t arkadaşlar senin odanda toplansın, mühim söyleyecekler im var, dedi.
G e n i ş odada toplanarak ayakta dikilen subaylar, M u s tafa beyin, neler d iyeceğin i şöyle böyle bi l iyorlardı. Ya ln ız Mustafa beyin başının alt ından tehlikeli bir s e r ü v e n çıkmasından korkuyor lardı . Ş u n d a n ki birçok aklı başında subaylar, padişahın adamlarıyla Mustafa Kemal' in yan l ı ları arasında bir d e n g e kurarak bu kararsız günleri s a v u ş turmaya çalıştıkları halde. Yarbay Mustafa bey, ey lemci bir padişah yanl ısı ve Kastamonu'yu her ş e y e karşın kuvayı mil l iyecilere karşı si lâhla ve şiddetle korumak kararlısı olmakla tanınmaya başlamıştı. Kendi y e r i n e atadığı 1. T a b u r Kumandanı Şer i f beyi de kendi düşünceler ine yatkın bi ldiğinden artık, askerî alanda bütün Kastamonu bölgesinin el inde o l d u ğ u n a inanıyordu.
Büroda toplanan subaylar la şöyle bir söyleş i yapt ı :• — Arkadaşlar, b u g ü n sizi buraya toplamaktan mak
sadım, d o ğ a c a k hadiselere karşı alacağımız acele tedbir ler üzerinde görüşmekt ir . Hepimizin bildiğiniz gibi M u s t a f a Kemal Paşa ve arkadaşlar ı , padişaha ve hilâfete karşı isyan halindedirler. E r g e ç tenkil edilip başlarını verecekler i ne emniyetimiz tamdır. Yalnız, bu arada sıkı durmamız g e rektir. Kastamonu bölgesi , İstanbul'un Anadolu 'ya açı lan kapısı o lduğu gibi Anadolu 'nun da İstanbul'a açı lan kapısı sayılır. Bu bölgeyi el inde tutan kuvvet, ö b ü r ü üzer ine baskı yapabil ir. Padişahımız efendimizden hepinize selâm var, göz ler in izden ö p ü y o r ve payitahtı Anadolu şaki lerine
133
karşı iyice korumamızı ist iyor. Vazifeniz i yapt ığınız nis-bette sizleri mükâfatlandıracaklarını vaadediyor lar. Kararımız karar, arkadaşlar, Mustafa Kemal'in askerler ini , o aldatılmışları İ lgaz dağlar ından bu yana geçinmeyeceğiz-
Bugünden itibaren müdafaa tertibatı üzer inde çalışmaya başlamalıyız. Herhalde içinizde benden başka türlü düşünen bir arkadaşınız olamaz. Şimdi, Kastamonu bölgesi üzerinde savunma tedbirlerinin neler o lacağın ı her arkadaş düşünsün ve çekinmeden söylesin.
Mustafa bey, konuşmasını bitirdikten sonra kendi d ü şüncelerini doğrulayıp doğrulanmadıklarını bütün subaylardan sordu ve hepsinden olumlu karşılık alarak İstanbul'a bildirmek üzere doğru te lgrafhaneye gitti. P T T B a ş m ü dürü Şeyh Ramiz efendiyi İstanbul'la telgraflaşırken bul d u . Yeni durumu ona anlatt ı. Ö b ü r ü sevinçten ağız ı kulaklarına vararak onu dinledi. İstanbul'dakiieri ve padişaha yakın olabilmenin sev inc ine benzer bir g ü v e n , bit
büyüklük havası, bütün var l ığ ında bir rüzgâr gibi e s i y o r d u . *
* * U z u n boylu, iri yar ı , geniş omuzlu, yakışıklı ve sevimli
bir subay, Üsteğmen Şevket bey, Yarbay Mustafa beyin toplantısından, zehirli g a z dolu bir mağaradan kaçar gibi dışarı fırlamış, kışlanın ç iğnenip taşlaşmış meydanını geniş adımlarla geçmiş, kendini ağaçların altına atmış, kendini büsbütün yalnız bulunca rahatlamıştı. Korkunç bir komplo tertibatı içinde g ö r e v alır görünmüştü. Hayır , Yarbay Mustafa bey, muradına eremeyecekti. O n u n ağzın ın tadını yarıda bırakacaktı.
İkinci bölük kumandanı Üsteğmen Şevket, gizl i ve tehlikeli düşünceleriyle b a ş b a ş a kalmanın verdiği yiğitl ik duygularıyla dopdolu olarak sırtını kalın bir kavağa dayadı ve güz çimenleri üstüne oturdu. Bacaklarını boylu boy u n c a uzattı ve elindeki uzun kamçıyla parlak çizmelerini usul usul döverek düşünmeye ve plân kurmaya başladı. Herkes kendini akıllı s a n ı y o r s a da uslar arasındaki aralığın kıl gibi ince o lduğunu anladığı g ü n iş işten g e ç m i ş olacaktı.
134
S a r ı bir g ü z güneşi yaprak lan ve toprakları altına boyayarak a ğ a ç denizinin üzer ine d o ğ r u a lçal ıyordu. Keskin sesl i g ü z kuşları, nar bülbül leri, sessizl iği çın çın ött ü r ü y o r d u . G e n ç s u b a y ı n çevres ine y a ğ a n g ü z yapraklar ı , o n u n sert ve çetin düşünceler ine romantik renkler serp iy o r d u . Düşünceler i h ız landıkça elindeki kamçı ç izmeler ine daha hızlı ve ritmik vuruş lar la in iyordu. Ali Fuat Paşa'ya gönder i lecek raporu kalın çizgi ler iy le kafasında hazır lamıştı. Rapor, elbette, Al i Fuat Paşa yer ine 24. T ü m e n K u mandanı Mahmut beyin el ine varacak, ondan Ali Fuat Paşa öğrenecek daha s o n r a da gerekirse Mustafa Kemal' in eline dek gidecekt i .
G ü n e ş , a ğ a ç denizinin arkasında g ö z d e n ırak olup da İlgaz dağının g ö l g e s i , karanlığın artmasını hız landır ınca Şevket bey, yer inden d o ğ r u l d u ve kışlanın biraz ötesindeki ıssız bir bahçe içindeki evine d o ğ r u y ü r ü d ü .
Bekâr odasına çıkar çıkmaz kâğıda kaleme sarı larak 24. T ü m e n e gidecek raporu y a z m a y a başladı. B i raz sonra bekâr odası arkadaşı bir inci tabur tüfekçisi Yakup (Ba-tur) çıkageldi. A y a k sesler ini işitince yazdığ ı raporu saklayan Şevket bey, yeniden meydana çıkararak y a z m a y ı s ü r d ü r d ü . Şevket bey, günlerd i r kurduğu plânları bu pek içten arkadaşına açmış, o n d a içten bir karşılık bulmuştu. N a m u s u üzer ine a n d içirdikten sonra ona şöyle demişti :
— Yakup b e y kardeşim, biz, kuvayı milliye saflarına katılmak z o r u n d a y ı z . Memleketin kurtuluşu için aradığ ımız ışık, Mustafa Kemal' in başında bulunduğu harekettedir. İstanbul hükümetinin İngil izci, satı lmış adamları b u r a y a da el attılar. Birkaç s o y s u z memurla 58. A lay K u mandanını da kolayca bulup kendilerine uydurdular. B e n , Kastamonu'daki bütün İstanbul, hükümeti taraftarlarıyla Mustafa ve Şerif beylere uymuş subaylar ı kan dökmek-siz in zarars ız duruma get i rmeye karar verdim. B u n u n için de en büyük yardımcım s e n olacaksın. Senin le el ele vererek padişahçı l ığa kaymış olan Kastamonu'yu kuvayı mil l iyeci y a p a c a ğ ı z . B e n . bu kararı vermiş bu lunuyorum. E ğ e r , bu işi başarabi l i rsem memlekete ve tarihe karşı
135
büyük bir hizmet yapmış o lacağım. B e n , bunu d ü ş ü n d ü k ten s o n r a y a p m a y a c a k o lursam bir alçak ve v a t a n haini s a y a c a ğ ı m kendimi.
S e n d e n istediğim iş ş u : Plânımda başarı kazanınca-ya dek alaydaki dört ağır makinalı tüfeği g iz l ice evve lâ iş lemez hale get i receks in; ben harekete geçt ikten s o n r a başar ıya ulaşır ulaşmaz bunları hemen işler d u r u m a g e ç i r e c e k s i n .
Yakup Batur, bunları üstelemeden benimsedi. Ve davranış g ü n ü n ü iple çekmeye başladı. T a b u r doktoru İbrahim bey de onlara katılmış, üçleşmişlerdi. H e r g e c e , bu y o k s u l c a bekâr odasında portatif karyolalarına u z a n a r a k ya da oturarak g e ç saat lara dek Türkiye'n in ve Kastamon u ' n u n kurtuluşu uğruna çok tehlikeli düşünceler ve p lânlarla s a r h o ş olmakta g e r ç e k bir mutluluk d u y u y o r l a r d ı . «Ald ık lar ı kararları d u y s a l a r onları asarlardı.» Ne v a r k i korku yanlar ından bile g e ç m i y o r d u . Batmakta olan kosk o c a bir milleti kurtarmaya çal ışan birkaç yiğit a r a s ı n d a nam vermek bile bir y a ş a y ı ş ı en güzel yemişler le s ü s l e m e y e ve yüklemeye y e t e r de artardı bile.
#
** Kastamonu'da gitt ikçe hızlanan kuvayı mill iye d ü ş
manlığı ve padişahçıl ık haberler i , Al i Fuat Paşa'nın kulağına erişmekte g e c i k m i y o r d u . Y a r b a y Mustafa beyin s o n davranış ıy la bütün Kastamonu bölgesi , elden gitmek t e h likesiyle başbaşa kalmıştı. Val is iz kalan v i lâyet, aşağı l ık b irkaç zaval l ının el inde en karışık günlerini y a ş ı y o r d u . Va l i Veki l i O s m a n Nuri bey, P T T Başmüdürü Ş e y h Ramiz e f e n dinin sürekl i kontrolü ve etkileme çabalarının ağır l ığı a lt ında kıpırdayamayacak durumda bulunuyordu. Ya ln ız , Def terdar Ferit bey, en iyi bir militan inanmışl ığıyla kuvayı mill iyenin d ü ş ü n c e yoluy la olsun kurulması için g ü ç lü bir yeralt ı çal ışması tutturmuştu. Ramiz efendinin uyarmak üzere sıhhiye müdürü Doktor Ferruh Niyaz i bey i ağular ından g ö z a ç a m a y a n Val i Vekil i O s m a n Nuri beyi görevlendirmişt i .
Val i vekil i, namuslu, d indar ve iyi yürekl i bir i n s a n dı. Şu v a r k i o turduğu sandalyenin ve aldığı maaşın hak
li 36
kını vermek üzere padişaha ve Damat Fer i t hükümet ine bir memur kör lüğüyle bağlı bu lunuyor, o n u n buyruklar ın ı s o n u n a dek uygulamaktan ger i d u r m u y o r d u . O n u n b u y -ruğuyladır ki Kastamonu postanesin in manüpleler i salt İstanbul'a uzanan teller için işleyip d u r u y o r d u . A n k a r a , S ivas ve E r z u r u m kapıları, bu te lgrafhane için kapal ıydı. Bu y ü z d e n de kuvayı milliye ve heyeti temsi l iyeye ilişkin telgrafları temsilci Nur i b e y e v e r e c e ğ i n e Hürr iyet ve İtilâf parti l i lere ver iyor, b ö y l e c e gel işen ulusal hava ve d a v ranışlar, makaslanmış, yar ımyamalak bu kaynaklardan öğreni l iyordu. Yalnız, y u r t s e v e r bir s u b a y olan O s m a n Nuri bey, Y ü r b a y Mustafa bey gibi bir padişahçı ve İngilizci militan niteliği göstermediğ inden kuvayı mil l iyeciler ona diş bilemiyor, bir g ü n kendilerine d ö n e c e ğ i n e inanıyor lardı.
M o n d r o s bırakışmasından s o n r a , Kastamonu'nun d u rumu, kötüden kötüye gtmekteydi . O kara günler in başlangıcından beri bu büyük T ü r k şehrinin de anlat ı lmaya değer acıklı bir ö y k ü s ü v a r d ı : Bırakışma ile birl ikte her v i lâyette o lduğu gibi burda da yönet im aksamış, kendilerini kanundan daha g ü ç l ü g ö r e n pek çok kişi ve şer g r u p ları, gemi az ıya almıştı. Bu sınırsız gibi g ö r ü n e n ağaçl ıklar, yeşil l ikler, bağlık ve bahçel ikler, kanunsuzlar ın c e n n e ti o lmuştu. Z e n g i n ve gölgel i ormanlarda en z e n g i n otları ot layıp bol s ü t . y a ğ , y a ğ u r t , peynir ve çökelek v e r e n inekler, mandalar, koyunlar, keçiler, hayvan hırsızlarının z e n gin kazanç kaynakları durumuna gelmişti. Bol tahıl yet iştirmekten y o k s u n olan bölge halkı biricik g e ç i m kaynağı olan hayvanlarını ot laklarda ot latamaz olmuş, açl ığ ın p e n çesine düşmüştü. H a y v a n hırsızları büyük örgüt ler olarak çal ış ıyor, tek tük ç i n g e n e hırsızl ıklarına aldır ış etmiyor lardı . Hırsızlar, çifte kilit altına alınmış h a y v a n s ü r ü lerini de aynı kolaylıkla ele g e ç i r i y o r ve bi l inmeyen bir yöne d o ğ r u s ü r ü p g ö t ü r ü y o r d u . K ö y l ü , elleri b ö ğ r ü n d e , gözler i yaşlı buna s o n v e r e c e k bir mucize bekl iyordu. Ufak tefek tarlası olanlar, öküzler i sürülüp g ö t ü r ü l d ü ğ ü n d e n çift süremiyor, ekin ekemiyordu. B u n u n için de açlık, b a ş konuk olarak gel ip baş köşeye kurulmakta g e c i k m i y o r d u .
137
'Kastamonu köy lüsünün ensesinde b o z a piş iren hayvan hırsız lar ından başka bir belâ daha türemişti. G ö z ü pek ve k a z a n ç hırsından başka bir ş e y bi lmeyen tütün kaçakçıları, Karadeniz kıyı lar ından, daha çok T r a b z o n ' d a n takalarla kıyılara getir i l ip boşalt ı lan kaçak tütünleri g ü ç l ü atları ya da katırlarına yükleyerek köylere g ö t ü r ü y o r , denkleri muhtarın kapısı ö n ü n d e yıkarak bir daha gel işte bunların parasını a lacağını söyleyerek çekil ip gidiyorlardı. Kimi zaman, kazanç hırsıyla muhtarların da yataklık yapt ığı bu işler, ç o ğ u z a m a n silâh zoruy la yapı l ıyor, tütünlerin satı lamadığı köyler, ayıngacı lar ın silâhlı tehdidi alt ında ecel terleri döküyor lard ı .
Böy le de o lsa, halk, Fransız lar ın reji yönet imine karşı eskidenberi d u y d u ğ u korkunç hınç y ü z ü n d e n bunu bile hoş g ö r e c e k bir tutum takınıyordu. Eskidenber i reji y ö netimiyle halk aras ında süregelen kanlı o laylar, ay ıngacı ların yaptıkları yeni zulmü yeğnik leşt i r iyordu. Bu iş pek kazançl ı o lduğundan bütün Kastamonu jandarma ve polisi de ayıngacı lar la el ele çal ış ıyordu. Yalnız, ara y e r d e a ğ a s ı n d a n ya da muhtarından zor la tütün almak d u r u munda bırakılan y o k s u l köylünün derdini kimsenin d ü ş ü n d ü ğ ü yoktu. Devleti köy lüden, onun tahı l ından filân alacağı vergiy i y ine a ş a r mültezimleri artt ırma ile hükümetten
•üzerlerine al ıyor, s o n r a köylü ile karşı karşıya gelen bu zal imler, onu s o n lokma ekmeğinden y o k s u n edinceye dek uğraşıyor lardı . Halkın en değerl i ürününü türlü oyunlarla ç a r ç u r eden bu herif ler onda sürekli bir çaresizl ik, umutsuzluk, sahipsizl ik havası yarat ıyordu. En güçlü halk çocuklar ın ın en s o n yapt ığı iş, mavzeri alıp d a ğ a çıkmak, a d a m soymak, h a y v a n kaldırmak, böy lece açl ıktan ölme-meyi sağlamaya çalışmak o l u y o r d u . Eşkiyal ık, almış y ü " rümüştü. Si lâh elde dolaşan en iyi yürekl i halk çocuklar ı , . d a ğ d a çabucak bozuluyor, bir kanlı katil, leşi yere seri lesi bir c a n a v a r kesi l iyordu. Kastamonu bölgesi üzerine belâlar el ele vererek gelmiş gibiydi. İki ayaklı türlü sırt lanların yani sıra İnebolu ve Küre dolaylar ında bir d e '
-gerçek sırt lanlar türemişt i . Bu b ö l g e d e şimdiye dek pek 'görülmemiş olan sırt lanlar, d a ğ l a n , yaylalar ı haraca kes-
138
misti. Kurt ların sindiği v e insanlara saldırmadığı s ıcak mevsimlerde kol g e z e n sırt lanlar, daha çok yalnız baş ı n a dolaşmak z o r u n d a olan çobanlara, yo lcu lara saldır ıy o r , bunların başlarını koparıp kaçıyor lardı . Bilgil i lerin söy lediğ ine g ö r e d o ğ u c e p h e s i n d e v e g ü n e y c e p h e s i n d e d ö r t yıl süren korkunç s a v a ş l a r s o n u c u n d a birçok h a y v a n türleri y e r değişt irmiş, y ü z yı l lardan beri kimi bölgelerde hiç görülmemiş olan h a y v a n türleri buralarda boy göstermeye başlamış ve halkı şaşırtmışt ı . Bu sırt lanların da taa Kafkaslardan geldiği s ö y l e n i y o r d u . Sırt lanlar tam bir tehlike durumuna geldikten s o n r a , köylülere « M a r t i n i H a n -ri» tüfekleri dağıt ı lmış, büyük sürek avları yapı larak hepsi ö ldürülmüştü.
Bunların hepsi bir y a n a , en derin y a r a , azınl ıklar d a v a s ı y d ı . Rum ve Ermeni azınl ıkları, s a v a ş iç inde bırakıp gitmek z o r u n d a kaldıkları mal ve mülklerinin arkas ı n d a , okul larında si lâhlı, bombalı hazırl ıklar yapmaktaydılar. Ünlü Pontos belâsı , bu vi lâyetin de sınır lar ından içeri atlamıştı.
İnebolu, Pontosçular ın sıtmalı bir çal ışma merkezi o lmuştu, inebolulu ünlü Rum zengini İstavri Fer ida'n ın büyük oğlu Ar istatol i , Pontos davası için her elini kald ı ran ya da öksüren Ruma bol para yardımı y a p ı y o r ve i leride, pek uzak o lmayan bir i leride İnebolu'nun mülki âmir i , kaymakamı o lacağın ı s ö y l ü y o r d u . Rumların topluca o t u r d u ğ u Patr iyos mahal lesi, kendi başına buyruk, bağ ımsız bir bölge gibiydi . O r d a karanlık kimi örgüt lenmeler o l d u ğ u n d a n kuşkulanmıyorsa da kimse yaklaşamıyordu. Ki l iseleri, tam anlamıyla bir askerî karargâh olmuştu. 1840 yı l ında el inde ağulu bir Pontos kara d ü ş ü çatısıyla Amerika'dan g ö ç m e n kalkıp gelen Yunanl ı ırkından Papaz Klematyos, şehre egemen bir tepede bulunan G e r i ş manastır ının av lusuna zehirl i ç içekler a ç a n bu çal ıyı b ü yük bir hırs ve umutla dikmişti. İşte, bu-manast ı r , bütün Karadeniz kıyı larında zaman zaman küçük küçük c e hennemler yakan ve bunlarda T ü r k ve Müslüman denen gar ip yerli kuşları piş iren Pontos kara d ü ş ü n ü n ilk kuluçka makinası o lmuştu. Karadeniz kıyılarını b u g ü n de
139
kasıp kavuran bu e jderha yavru lar ı , cehennemlik Amer ikan Papazı Klematyos'un buraya yumurtladığı yumurta lardan çıkmıştı. U z u n z a m a n burda Hıristiyanlık d i ninin ödevler in i yer ine get ir i r gibi g ö r ü n e n Pontosçular , yet işt irdikler i kanlı savaşçı lar ı S a m s u n ve G i r e s u n bölgeler ine yol luyor lardı . Bırakışmadan sonra, Rum motorları karanlık gecelerde İnebolu kıyılarına türlü si lâhlar boşal t ıp durmaktaydı. Ç o ğ u z a m a n bunu ayır t e d e n T ü r k l e r umarsızl ıktan boyunlar ın ı bükerek bekl iyorlardı.
10 Nisan 1919 g ü n ü , İnebolu'ya iki İngiliz t o r p i d o s u gelmişt i . Bunlardan inen iki İngil iz s u b a y ı , d o ğ r u Patr iyos mahal lesine giderek Rum ileri gelenler inden özel olarak hazır lanmış bir defter almışlardı. Bunda İttihatçı adıy la 113 İnebolu hemşehrisinin l istesi yazı l ıydı. Bunlar ın bir bölümü memur, öteki ler s e r b e s t iş sahipleriydi.
İngil iz subaylar!, defteri aldıkları gibi kaymakama koşmuşlardı . Bu l istede adı bulunanlar ın, e ğ e r memursalar, hemen işlerinden atı lmasını söyledi ler. İ lkönce p i y a n g o pol is lere vurmuş, Kâzım, M u s t a f a , Rüştü ve Polis Komiser i Remzi görev ler inden uzaklaştırı lmıştı. Bu d u r u m , K a s tamonu merkezini de etkilemiş, Başkomiser Cemil b e y i n y e r i n d e n atılması istenmişti. Nitekim sonradan bu da o l muş, Remzi bey uzaklaştır ı larak yer ine Halil bey getir i lmişti.
İnebolu'daki bu iki İngil iz subayı daha kötü bir iş de yapmış, askerlik ş u b e başkanı Binbaşı Hasan Fehmi bey i s ıkışt ırarak depodaki bütün tüfekleri, av tüfeklerine dek, alıp götürmek istemişlerse de halkın yalvarması üzer ine av tüfeklerini götürmekten vazgeçmiş lerdi . Yalnız, B inbaşı H a s a n Fehmi bey, kuşkulanarak daha ö n c e davranmış, bütün beşli mavzerler i saklayarak kurtarmıştı. A r a b a l a r a y ü k l e n e n si lâhlar iskeleye dek Rumların c o ş k u n türküler i ve göster i ler iy le uğurlanmışt ı . Bu şarkılar, onları u z a k tan s e y r e d e n İnebolulu T ü r k hemşehri lerin bağr ına h a n ç e r gibi saplanıyordu.
İnebolu Rumları, artık, Pontos düşünün zaferini pek yak laşmış gibi g ö r ü y o r , bütün Karadeniz' in kıyı şehir lerindeki düşdaşlar ı gibi çı lgınl ığa varan bir s e v i n ç s a r ' a -
140
s ı n a tutulmuşa benziyor lardı . Art ık, İnebolu Rumları , birer T ü r k i y e uyruklusu gibi deği l de birer Pontos hemşehris i g i b i yaş ıyor , her Al lah' ın g ü n ü , onlar için şarabın su gibi akt ığı Baküs ayini günler ini andı r ıyordu. M e y h a n e l e r , s a b a h t a n akşama dek en nefis şaraplar la yüklenmiş insanlarla ve mutluluk şarkı lar ıyla dolup t a ş ı y o r d u .
Ş a r a p ve ispirtoyla yüklenmiş Rum hemşehri lere artık pol isler, bekçi ler v ı z g e l i y o r d u . Bunlar, bir g ü n , g a z i n o d a oturan kaymakamın çevresin i sarmış ve alt ındaki iskemleyi çekip alarak buna kendileri kurulmuşlardı. İş, bu denli cıvımıştı.
Yalnız, bu s o n davranış, bardağı taşırmıştı. Haber yı ldır ım hızıyla köylere dek yayı lmıştı. Ö f k e d e n küplere b inen Cemil beyin bu öfkesi , kutsal bir öfkeydi . Ş u n d a n ki bu davranış, bir milletin kaderine meydan okumak demekti. Bu y ü z d e n Kaymakam Cemil b e y gibi T ü r k halkı da yı ldırım gibi bir öfkeye, kapıldı. H e r kutsal öfke gibi bu da güzel bir ş e y yaratmakta gecikmedi. Kaymakam C e m i l beyin alt ından sandalyesi çekil ip almalı a n c a k bir s a a t olmuştu ki, Z a r b a n a köyünden ünlü Ş a b a n Reis y ö netiminde kırk bir kişilik silâhlı bir milis g ü c ü iki büyük sandala doluşarak İnebolu iskelesine yanaşmışt ı . B u n lar arasında Mustafa efendi, Ormanl ı Ö m e r efendi , İmam-o ğ l u H a s a n A ğ a , Sadul lah Reis gibi İnebolularca tanınmış yiğit ler de vardı . Kayıklar ın arkasında kocaman bir T ü r k bayrağı dalgalanıyor, « E y gazi ler, yol g ö r ü n d ü y ine hudut b o y u n a » türküsünü s ö y l e y e n milislerin el ler inde kız g ibi beşli mavzer ler par l ıyordu.
Kırk bir silâhlı T ü r k milisinin her şeyi g ö z e almış o larak karaya çıkışını g ö r e n c o ş k u n Rumlar, ne yapacaklarını şaşırmış, T ü r k l e r s e sev inçten o y n a y a c a k duruma gelmişlerdi. B ö y l e y e r d e n bitmiş gibi bir anda meydana ç ı k a n yiğitleri halk, s o n s u z bir içtenlikle karşı layıp bağr ına bast ı . O n l a r a , ç a y , kahve, a y r a n içirdi. Bu s ı rada eski pol is komiserinin yer ine gelen pol is komiseri, kahvede ağı r lanan milislerin karşıs ına dikilmiş :
— Böyle el inizde si lâhlarla burda ne a r ı y o r s u n u z ?
Y41
d i y e s o r m u ş t u . Z a r b o n a l ı Ş a b a n Reis de ona şu karşı l ığ ı vermişt i :
— Biz, eşkiya deği l iz. Millî T ü r k kuvvet ler iy iz. D ü ş manın dritnotu v a r s a biz im de imanımız var.
— Devlet, milletimizi tanımayan şımarıklara var l ığ ı mızı g ö s t e r e c e ğ i z . Şeref imiz i koruyacağız . H a y d i , komiser b e y , s i z vazi fenize gidiniz ve kaymakam beye de h a b e r v e riniz!
İş, bununla bitmemişti. Zarbanal ı Ş a b a n Reis' in mil is leri, y i n e kocaman kayıklarına binip iskeleden ayrı ldı lar ve Rumların gizl i o y u n l a r hazır layıp d u r d u ğ u Patr iyos m a hal lesine indiler. O n l a r kil ise meydanına d o ğ r u i ler leye d u r s u n , sokaklarda kedi lerden, köpeklerden başka tek canl ı kalmamıştı. İşte, o g ü n Patr iyos mahallesinin R u m ları, İnebolu ö n ü n d e demir leyen İngiliz dr i tnotunun kendilerini kurtaramayacağını kesin olarak anlamışları.
Zarbanal ı 'n ın milisleri, a z g ı n İnebolu Rum yurt taş lar ı çi l y a v r u s u gibi dağıtt ıktan s o n r a , karşı larında ü n l e y e c e k bir tek canl ı 'bu lamayarak ve karadan yürüyerek T ü r k l e r i n semtine geçti ler. Belediyenin önünde si lâh çattı lar. ( H e p askerl ik yapmış, si lâh bilimini hatmetmiş yiğitlerdi.) Ç a tı ların başına nöbetçi diktiler. Belediye, yemek zamanı R e c e p ustanın lokantası ö n ü n d e masalar hazır latarak açık havada İnebolu'nun bu ilk yiğit lerine bol bol akşam y e m e ğ i yedirdi.
Mil isler g e c e y i de şehirde geçirdi ler. Vatan-mil let üzer ine içten konuşmalar yapı ldı , dertleşi ldi. G e n ç V e t e r iner Sadık bey, kötü s iyasal durum üzer inde genel bir konuşma yaparak, söz ler in i , i n a m a , inandırıcı, ateşl i ve umutlu bir s o n u c a bağlamıştı :
— Arkadaşlar, bu vatanı Osmanl ı devleti deği l T ü r k milleti kurtaracaktır. H e r T ü r k köyü kırk silâhlıyı bir saatta ç ıkaracak kadar kuvvetl idir. Daha ölmedik, y e t i y o r u z .
G e c e , herhangi bir o lay geçmemesini sağlamak uğr u n a çarş ıya nöbetçi ler dikilip deniz kıyısında d e v r i y e l e r gezdir i ld i . O g ü n ve o g e c e çarş ıda, deniz kıyısında b i r tek pal ikarya görünmedi ve çıt çıkmadı. Bir tek Rum k a dını ve erkeği çarş ıya inmedi.
142
Sabahley in Zarbanal ı Ş a b a n Reis'le milisin ö b ü r başları. Kaymakam Cemil bey in katına ç ık t ı lar :
— Milletin bağımsızl ığı ve devletin otoritesini korumak için emrinizdeki pol is ve jandarmalar y e t m e z s e y a r dımcı olmak ü z e r e biz de emrinize geleceğiz. D ü ş m a n bir çıkarma yapacak o lursa kadın-erkek bin lerce T ü r k t o p lanarak şehrimizi korumaya çal ışacağız, dediler.
Kaymakam Cemi l bey, uyur gibi g ö r ü n e n r u h u n , b ö y le birdenbire kükreyiş inden çok duygulanmış, c o ş m u ş t u .
'Mi l let in bağr ından birdenbire tatlı bir umut gibi f ışkıran bu küçük milis, ona ömrünün en mutlu günler inden birini yaşatmışt ı . O da ateşl i , içten sözler le onlara karşılık v e r d i :
— Gerekt iğ inde sizi yardıma çağıracağıma s ö z v e r i rim. Şimdi, Rumlar, ilk derslerini almışlardır. İkinci bir şımarıklıkta siz in hemen hızır gibi burada bi teceğiniz i s a nırım anlayacak kadar akıll ıdırlar. Haydi , şimdi g ü z e l g ü z e l işinizin g ü c ü n ü z ü n başına d ö n ü n ; sağ o lun, v a r o l u n ! d i yerek sözler ini bitirdi.
İnabolu'nun ilk ulusal müfrezesi , y ine g ü n e ş t e parı l parıl par layan mavzerler ini dizlerinin üzer ine koyarak arkasında kocaman bir T ü r k bayrağı dalgalanan bir çift kayığa yer leşt i . V e « E y gazi ler, yol g ö r ü n d ü y ine dudut b o y u n a » şarkısını söy leyerek Z a r b a n a ' y a d o ğ r u uzaklaştılar. İnebolu halkı, deniz kıyısına sıralanmış umut papatyaları gibi açı lmış, sevinçl i gözler iy le onlar ın arkalar ından bakıyorlardı.
Ertesi g ü n , kaymakamın katına çıkan bir Rum kurulu: — D ü n mahallemizi kırk kişilik bir T ü r k eşkiyası bas
tı, bunlar hakkında ne d ü ş ü n ü y o r s u n u z ? dediler. Kaymakam Cemil bey :
— Tahkik ve temas ettim. Eşkiya deği l , polis ve jandarmaya yardımcı milis bekçi leri imiş; kimseye bir z a r a r ları o lmadan gel ip gitt i ler. S iz bile meyhanelerde nağra at ıyorsunuz da polis s e s çıkarmıyor, şimdi gidin işinize. Ne zaman gel ir de d u r d u ğ u n u z y e r d e s ize bir z a r a r yaparlarsa gel ip bana dert yanabi l i rs iniz.
Demişse de Rumlardan şımarık bir karşılık gelme-
143
misti. Ş u n d a n ki İnebolu ö n ü n d e yatan kül rengi İngil iz e jderhas ı , çoktan demir alıp İstanbul'u boylamışt ı .
Bu o laydan s o n r a , 22 Nisan 1919 da Kaymakam C e mil bey in zoruy la gizl i ve karanlık işler d ö n e n Patr iyos mahal les ine bir polis karakolu dikildi ve kanları P o n t o s -çuluk arzusuy la kaynayan Rumlar, g ö z hapsine al ındı.
• **
B ü y ü k s a v a ş , ülkenin başına öyle dert ler açmışt ı k i s a y m a k l a bitmez, onarmakla olmazdı. S a v a ş , hem T ü r k ç o ğ u n l u ğ u n a , hem de azınl ık lara gerçekten say ıs ız dertler açmışt ı . S a v a ş güvenl iği bakımından Rumları ve Ermenileri yer inden oynatan İttihatçı yönet im, çok büyük kötülükler in, onmaz yaralar ın açı lmasına sebep olmuştu. Rum ve Ermeni ler in akıll ıca g ö ç ettirilmesi hiç d ü ş ü n ü l m e d e n mi lyonlarca insan, bir a v u ç hırslı ve tehlikeli taşra İttihatçıs ının eline bırakılmış, böy lece s o n r a d a n İtt ihatçı kodamanlar ın da tüylerini d iken diken eden c inayet ler iş lenmişti. S o r u m s u z insanların eliyle işlenmiş o lan bu c inayet ler , s o n r a d a n bütün T ü r k miletine mal edilmiştir. Yery ü z ü n ü n her ülkesinde zor la g ö ç ettiri len, s ü r g ü n edi len b ü t ü n azınlıkların başına gelen felâketler, burdaki ler in de baş ına gelmiş, taşra İttihatçıları gerçekten de say ıs ız mal ve mülke konmuşlardı. Pek u c u z a kapatılan canl ı c a n s ı z malları üzer inde yeniden hak sahibi olmaya çal ışan eski Kastamonu azınlık hemşehri ler i , bırakışmadan s o n r a , ç ı -kagelmiş, kahredici örgüt ler olarak namuslu T ü r k halkını t i t retmeye başlamışlardı. İttihatçı hükümetin haklı haksız saçt ığ ı kan ve ateşin ö c ü n ü alabilmek hırsıyla t u t u ş u y o r , h e r g ü n yeni bir hırgür ç ıkararak bütün T ü r k ülkesine s a hip çıkmaya çal ış ıyorlardı. Us ve mantık, bu denli g e r ç e ğ i n dışına düşmüştü, saman ç ö p ü n e binmiş kar ıncalar g ibi korkunç serüvenler o k y a n u s u n d a n g e ç m e y e çal ışarak Türk iye 'y i bütünüyle ele geçirmek d ü ş ü n c e s i y l e y o l a ç ı k a n . b u öfkeli azınlık yurttaşlar ımızın, ç ıkardığı gürü l tü ve patırt ı , kulakları sağır e d i y o r d u . Birkaç y ü z kişinin y a p tığı g e r ç e k t e n alçakça c inayet ler y ü z ü n d e n bütün T ü r k milletini kıtır kıtır kesmek, doğramak, yakmak, dumanlarını savurmak ve onu y e r y ü z ü n d e n silmek ist iyor lardı. Yut-
144
mak istedikleri lokma o denli büyüktü ki yutmaya çalışırk e n ya ağız lar ı y ırt ı lacak ya da boğulacaklardı. Ne var ki bu da Bir inci Dünya Savaşı 'n ın yaratt ığı bir dramdı ve bu dramın çok acıklı, tedirgin edici sahneleri memleketin geri l imini artt ır ıyor, sinirleri alabildiğine b o z u y o r d u .
İşte, böy lece, s ü r g ü n d e n dönen eski Ermeni ve Rum hemşehri ler, Kastamonu'nun zaten çığır ından çıkmış olan havasını büsbütün b o z u y o r , karışt ır ıyordu. Eşkiya ve haydutlar ın y a ğ m a ettiği T ü r k malları üzerine şimdi de sürg ü n d e n dönmüş olan hemşehri lerinin yaratt ığı baskı çökmüştü.
Ermeni ve Rum hemşehri lerin eski hükümetlerce zor la g ö ç t ü r ü l d ü ğ ü sırada götüremeyecekler i kalıcı mallar üstüne daha çok ağalarla eşraf çöreklenmiş, sonra da bu malları ufak parçalara bölerek yoksul köylüye ve halka satmışlardı . Giderken mallarını ufak hemşehri lere satanlar da çok olmuştu. Ne v a r ki bütün bu mallar, yok pahasına e lden çıkarılmış, gidenler mallarını gözyaş lar ıy la ıslatarak gitmişlerdi.
İstanbul hükümeti, gelenlere eski mallarının veri lmesi iç in, « tasf iye komisyonlar ı» kurmuştu. T a s f i y e komisyonlar ında azınl ıktan da, çoğunluktan da üyeler bulun u y o r d u . Böyle de olsa tasf iye komisyonları, Rum ve Ermeni göçmenler le Hürr iyet ve İtilâf Partisi 'nin etkisi alt ında ça l ış ıyordu. « K a s t a m o n u ' d a dâva vekill iği y a p a n ve Kuru Kalabalık adıyla anılan Bosnal ı İzzet efendinin de içinde bulunduğu Ermeni ve Rum üyelerden kurulmuş bir k o m i s y o n , resmî dairelerde bile aramalar yapıyor, hiç bir memur ve âmir ağız a ç a m ı y o r d u . Bir İngiliz irtibat subayı da b e r a b e r bulunuyordu. Kastamonu'nun tanınmış aydınlar ından Tat l ızade Emin beyin (Ödemiş ağır c e z a reisi) açık ladığına g ö r e din kutsall ığına da g ö z koydukları a n laşı l ıyordu.»
Emin bey, bir g ü n Sultanî okulunun kitaplığında İzz e t efendiyle Ermeni gençler in in bir şeyler aradığını g ö r müş, ne yaptıklarını anlamak üzere yanlarına yaklaşmıştı. Ermeni gençler i . Ermeni okulundan y a ğ m a edildiğini söy ledik ler i kitapları ar ıyor lardı. Düzgün kaplı, ciltli T ü r k -
145 3/F. : 10
çe kitapları da ayır ıp bir kenara istif ediyor lardı . Yargıç; alıp bakınca bunlardan birinin Kur'ân-ı Kerîm, öbürler in in de yine Müslümanl ığa ö z g ü kitaplar o l d u ğ u n u g ö r m ü ş ve şaşırmışt ı . S o n r a , bunları, çekip el ler inden almış, y ine kitapl ığa koymuştu.
Rum ve Ermeniler, «menkul mallarına» nerde ve kimin el inde denk gel i r lerse gels in ier hemen çekip a l ıyor ya da bunlara zabıtanın yardımıyla sahip çık ıyor lardı. Halkın ç o ğ u , dört yıl ö n c e bu malları parasıy la a ldığından şimdi parasız olarak el inden çekip alınırken ister istemez kanun çizgis inin dışına ç ık ıyordu. Hele canlı mallara, inek, manda, koyun, keçi, at, eşek gib hayvanlara el konurken o ldukça komik sahneler g e ç i y o r d u . Zoraki göçmenler , dört yıl s o n r a , ineklerini ve mandalarını o zaman satın a lanların evler inde bulunca s ü r ü p götürürken bunların yanıs ıra ne kadar o türden hayvan v a r s a « o n l a r da bunların yavruları ve d ö l ü d ü r » deyip onları da götürdükler i hayvanlarla birl ikte almak ist iyor ve al ıyorlardı. Bütün bölgenin E r meni papazı Dacat efendi, şehir içinde ve dışında her z a man bir faytona kurulmuş olarak ve ö n d e iki silâhlı E r meni milisiyle birlikte g e z i y o r d u . Hükümet dairesine g iderken de bu böyleydi . Va l i , silâhlı adamlarıyla Dacat e f e n diyi bir «büyükelç i karşı larmış g ib i» karşı l ıyordu.
Papaz Dacat efendi, millettaşlarının haklarını ararken s ü r g ü n s ırasında korkudan ya da zor la Müslüman olmuş kişileri bulup yeniden Hır ist iyanl ığa ve Ermeni l iğe döndürmek için de büyük çabalar g ö s t e r i y o r d u . Bir g ü n , salt bu d ü ş ü n c e ile Sinop'taki Ermenileri denet lemeye g i den Dacat efendi, cemaat in ileri gelenler inden gerekl i bilgiyi aldıktan sonra d o ğ r u mutasarrıfa çıkmıştı. Ermeni mallarının geri veri lmesi işiyle uğraşırken Müslüman olarak sürülmekten kurtulup Sinop'ta kalan bütün Ermenileri hükümet dairesine çağırtmışt ı . Çarşaf lar ıy la gelen Müslüman olmuş, evlenmiş kadınların çarşaf lar ını y ırt ıp parça l ıyor ve onları hemen oracıkta yeniden Hır ist iyan ve Ermeni y a p ı y o r d u . Mutasarr ı f , başta olarak bütün memurlar, pol isiyle, yargıc ıy la toplanmış, bu dramı s e y r e d i y o r d u .
Bu s ırada, g e n ç bir kadının çarşaf ını a l aşağı ed ip
146
yırtmak ve parçalamak üzere elini uzat ınca kadın, dişi bir şahin gibi papazın el inden silkinerek kurtulmuş ve sırtını duvara ver ip bir savunma durumu alarak D a c a t efendiye şöy le haykırmıştı :
— Sakın, pis elini çarşaf ıma süreyim deme. B e n kendi isteğimle Müslüman oldum. Mutluyum. Bir d a h a da bu dinden dönmem. K o c a m d a n , çocuklar ımdan ay ı ramazs ın ız beni. S e n , artık bana karışamazsın.
Kadıncağız, hem bunları bağırarak, tepinerek s ö y l ü yor, hem de h ü n g ü r h ü n g ü r ağl ıyordu.
O n u n bu direnmesi karşısında papaz efendi d e , b ü tün T ü r k memurlar da şaşkınl ıktan donakalmışlardı.
Bu kadıncağız, maliye kâtiplerinden Ş a h i n efendinin karısıydı. Şahin efendi, onunla Elbistan'da y e d e k s u b a y lık ederken evlenmişti.
* * *
Kastamonu'da Damat Ferit Paşa hükümetiyle ve İngil izlerle el ele vermiş kimi kişilerin ve azınl ık lar ın, halk ç o ğ u n l u ğ u olan T ü r k hemşehri ler için gitt ikçe ne biçim tehlikeli serüvenler hazırlamakta olduklarını ş e h r i n d ü ş ü nen başlarına aç ıkça g ö s t e r e n bir İki hayırlı o lay g e ç m i ş ti. Bunlara olay bile denmezse äe anlamları, d ü ş ü n d ü k ç e derinleşen anlamları, büyüktü.
1919 yılı Haziran' ının başlarında şehrin bütün azınlıklarında bir kımıldama görülmüştü. Rumlar a y r ı , Ermeniler ayrı hazır lanmış, kıyıda köşede kalmış en yeni bayramlık giyneklerini giymişlerdi. Yalnız, her iki cemaatta da g ö z e çarpan özellik ş u y d u : Hemen bütün erkekler, frenk gömlekli ve kravatl ıydı. Yalnız, hepsi pantolonlu deği ld i . Ç o ğ u n u n ayağında şa lvar vardı . Böyle o lduğu halde kravat takmaya büyük bir önem verdikleri anlaşı l ıyordu. S a n ki özel bir kravat rejimine zorlanmış gibiydi ler. Meraklanan T ü r k halkı, bunun alt ından ne çıkacağını bekleye dursun, Ermeni Papazı Dacat efendinin yine f a y t o n u n a kurulduğu ve iki silâhlı muhafızı da öne oturtarak kadınlı-erkekli Ermeni cemaatinin önüne d ü ş t ü ğ ü , onlar ın arkasından da örgüt lü olarak Rum cemaatinin Ş e k e r K ö p r ü s ü denen geleneksel karşılama yer ine doğru gitt iği g ö r ü l d ü .
147
Biraz s o n r a , iş anlaşı lmıştı. İstanbul 'dan, bu cemaatların bir zamandan beridir beklediği İngil iz Komiseri Sl ight g e l i y o r d u ; yanına da Babıâl i 'den Mâruf b e y adlı bir terc ü m a n katılmıştı. S ö y l e n d i ğ i n e g ö r e bırakışmanın azınlıkları i lgi lendiren maddelerini uygulamaya g e l i y o r d u . Az ınlık mallarının ger iye ver i lmesi , zor la -göçtürme işleri, köy bekçi ler i örgütünü denet leme gibi kimi nedenler u ğ r u n a geldiği söy lenen Sl ight ' ın, her İngiliz temsilcisi gibi gizl i ve korkunç bir niyeti ve amacı da vardı . S l ight, ilkin val iyi z iyaret etmiş, s o n r a memleket hastanesi bahçesindeki a ğ a ç l a r altında şeref ine veri len z iyafette, val i , başta o lmak üzere bütün memurlar hazır bulunmuştu.
Sl ight' ın gel iş i , bütün Ermenileri ve Rumları şımartmış, coşturmuş, onları ge lecek üzerinde a z g ı n düşlere ve umutlara sürüklemişti. Sl ight, küçük insanın cennetini bir kez daha bir okyanus ortas ında sürüklenen saman çöplerine bindirmiş ve çekil ip gitmişti. Megaloidealar la küçük insanın cennet i , her z a m a n böylece el inden al ınıyor, parlak umut dalgaları üzer inde y ü z e n küçük insanların bu korkunç dramı, büyük okyanuslar ın sahiplerini hiç i lgi lendirmiyordu. Türk iye 'n in her yanında şu s ırada dolaşıp d u ran bu Mr. Sl ight' lar, azınl ık denen g u r b e t kuşlarına yeni ve korkunç serüvenler hazır lamakta birbir leriyle yar ış ıyorlardı.
Mr. Sl ight, ağulu ve çı ldırt ıcı düşler v e r e n tohumlarını şehre serptikten s o n r a , üstü açık otomobil ine at layarak yeni küçük insanları okyanuslara sürmek üzere çekilip gittikten iki g ü n s o n r a , şehr in bütün Hır ist iyanları , g e leneksel Hacı İbrahim dağı eğlenceler inde bulunmak üzere bu adı taşıyan d a ğ a çıktılar. D a ğ d a yedi ler, içtiler, c o ş kun nağralar attılar. D ö r t y ı ldan beri yit irdikleri bu eski c e n n e t adağı zevk günler in in her türlü tadını çıkardılar. Yalnız, bu ç ı lg ınca eğlenceler in eski lerden ayrı l ığı ş u y d u : Bu kez bütün Kastamonu'nun ve bütün Türkel i 'n in yak ın g ü n l e r d e temelli kendi el lerine g e ç e c e ğ i n i n ç ı lg ınca hüly a s ı içindeydiler. Dünyalar , okyanuslar egemeni İngil izler in isteği böyleydi . İbrahim dağının yemyeşi l yay las ında kurulmuş çadır lardan bütün y a z şarkı lar, türküler, m e g a -
148
loideacıların yaz ıp bestelediği marşlar, g i tar sesler i , ş a r a p ve rakı buğular ı , a n a s o n kokuları, kızartma kokuları yükselip d u r d u . Hacı İbrahim dağının hacıları, dört uzun ayrılık yı l ının acısını tam anlamıyla çıkarmak üzere yeni eğlenceler ve oyunlar bulmaya çalıştı lar. Eşeklere fes giydirerek sarık sar ıyor , üzerler ine binip dolaşt ı r ıyor lar ve kahkahadan kır ı l ıyorlardı: « İ ş t e , Türk ler bunlardır !» d iyorlardı.
İbrahim dağı eğlenceler inden dönen Hır ist iyanlar artık, doğal birer T ü r k yurt taş ı olmak niteliğini y i t i rmeye başlamışlardı. Artık, her şey in sahibiydi ler ve T ü r k hemşehri lerine küçümseyerek bakıyorlardı. Artık, ruhlarının mekanizmasını salt t iksinti, çal ışt ırmıyordu.
Sl ight ' tan sonra T ü r k l e r d e n silâh toplamak üzere g e len S e n l i c h adlı bir İngil iz temsilcisini y ine bayramlık g iy-neklerini giyerek kışla ö n ü n d e karşı layan bu çılgınlık iksiri içmiş hemşehri ler, Türk ler in kendilerini e z d i ğ i n d e n , kendilerini yok etmeye çalışt ıklarından yakındılar.
— Kurtarın bizi Türk ler in el inden, d iye yalvardı lar. Bu şu demekti: Türk ler i sürün bu g ü z e l şehirden ve
burasını yalnız bize v e r i n . Buralarda yalnız Hır ist iyanlar yaşasın! .
İşte, Hır ist iyan hemşehri ler in bu davranış lar ıd ır ki Kastamonulu Türk ler in g ö z ü n ü açmıştı. V i lâyet in aydınlan, hem de silâh kullanmasını, silâhlı güçler i y ö n e t m e s i ni bilen yedek subaylar , ilk kez başbaşa vermiş ters d ö n meye başlayan feleğin çarkını kırmayı d ü ş ü n m e y e başlamışlardı. Feleğin çarkını y u r t ve T ü r k düşmanlar ıy la e l ele vererek ters y ö n d e d ö n d ü r m e y e çal ışan İstanbul hükümetine karşı d u y d u k l a n ilk öfkede çıkardıkları diş gıc ırtılarını şehir halkı d u y m a y a başlamıştı. Kafatasının içinde bir beyin ve g ö ğ s ü n ü n alt ında ir ice bir yürek taş ıyan herkes, şu s o r u y u s o r u y o r d u :
— N e r e y e g i d i y o r u z ? Kastamonulu y e d e k subaylar, bunun yanıtını v e r e
cek bi l ince erişmiş gibiydi ler. Bundan dolayı da İzmir' in Yunanl ı larca al ınması, Kas
tamonu'nun içini ve o n a bağlı kasabaları da bir ruh fırtı-
149
nasına tutulmuşçasına karıştırdı ve sarst ı . Y u n a n o r d u s u -' n u n İzmir'e çıkış ından bir g ü n s o n r a , 26 M a y ı s 1919 g ü n ü , bütün Kastamonu'da ulusal ruhun c o ş t u ğ u , kanatlandığı ve yiğitçe sesler le gürlediği g ö r ü l d ü .
Karalar bağlayan halk sel leri , şehr in sokaklar ından ah ve vah ederek g e ç t i , Tanr ı bir kez daha T ü r k ' ü n yardımına çağrı ldı .
«Halk, okullar, asker-sivi l memurlar, medreseler ve hocalar, şeyhlerine v a r ı n c a y a kadar saman pazar ında toplanmış, ateşli söz ler söylenerek protestolar yazı lmış, dualar edilerek millî matem ilân» edilmişti.
İnebolu'da protesto kartları bası larak itilâf devletleri temsilci leriyle ünlü Avrupal ı lara gönderi lmişt i .
Bu kendil iğinden yapı lan mitingten s o n r a Mustafa Kemal' in 28 Mayıs 1919 g ü n ü H a v z a ' d a n Kastamonu'ya gönderdiğ i telgraf, ulusal ruhu bir kez daha ateşlemiş, İzmir' in, Manisa'nın, Aydın' ın Y u n a n çizmeleriy le ç i ğ n e n mesi , daha içten, daha bil inçli, daha çok eyleme yaklaşan bir g ü ç l e protesto edilmişti. Yapı lan mitingler, büyük gövde gösteri ler i biçiminde üç g ü n sürmüş, itilâf devlet ler i protesto yağmuruna tutulmuştu.
Kastamonu v i lâyet ine Mustafa Kemal 'ce yol lanan telgraf lar, hasıraltı edi l iyordu. Bu y ü z d e n ancak yedek subaylardan Tat l ı Z a d e Emin bey, gelen şifreleri ö b ü r yedek subaylara bi ldir iyor, b ö y l e c e Mustafa Kemal' in vatan düz e y i n d e ulusal ruhun altın iplikleriyle ö r d ü ğ ü büyülü ağ, yeşi l Kastamonu'yu da içine a l ıyordu. Ramazan ayında okutulan mevlûtlar, İzmir'de şehit edi len ilk kuvayı milli-yeci ler in ruhlarına armağan edilmişti.
Mektebi Sultanî 'de (lise) okutulan pek c o ş k u n ve c o ş t u r u c u mevlût, bütün şehri en uyuşuk ve takatsiz tellerine dek sarsmış, umutsuz yürekler i , din ve millet d u y g u larının sıcak dalgalarına boğmuştu. Pek güzel okunan mevlûtun arkasından Müftü Haf ız O s m a n efendinin ettiği dua, dinleyenlerin gözler ini en sıcak yaşlar la doldurmuştu. Bir boşanma fırsatı a r a y a n herkes, g ö z y a ş ı n a serb e s t ç e yol vermişti. Bu içten duada İzmir'deki ilk şehitlerimizin az iz kanları tütüyor gibiydi . O k u l u n müdürü şair
150
ß e h c e t (yazar) bey, gözyaşlar ın ın hızını artt ıran bir nutuk söylemişt i . Anlam olarak şöy le demişti :
— A z i z konuklarımız! Bu toplantıya s o n vermeden ö n c e bir yurttaş olarak yurt ve milletimize ilişkin bir konuşma yapmak ist iyorum. S a v a ş t a n yenik olarak çıktıktan s o n r a , T ü r k milletinin hukukunun M o n d r o s bırakışması maddeler ine g ö r e , korunacağın ı sanmıştık, bunu bekliyorduk. Hakkın ve adaletin meydana çıkmasını beklediğimiz bu günlerde, ansız ın düşmanın Anadolu 'ya saldırdığını gördük. Birçok T ü r k ve İslâm kardeşimiz şehit edi ldi, fesler ve sarıklar başlardan alınıp çamurlara atıldı ve ç i ğ n e n d i . Kadınlarımızın ve kızlarımızın namuslar ına saldır ı ldı. B u n u n üzer ine millet, c a n kaygusuna d ü ş t ü , her y a n d a göster i ler başladı, b u , varl ığımızı işaret eden bir işaret o ldu. B u n u n için hiç bir vakit umutsuz d ü ş m e y e c e ğ i z , gevşekl ik g ö s t e r m e y e c e ğ i z ; teslim o l m a y a c a ğ ı z . Meramın elinden hiçbir ş e y kurtulmaz; umutsuzluk küfür-Je eşittir.
15 Haziran 1919 da çıkan A ç ı k s ö z gazetes in in b a ş y a z ı s ı , bu mit inglerden, mevlûttan ve bu güzel konuşmadan s ö z ett i ; başyazın ın adı : « K a r a g ü n l e r » d i .
A ç ı k s ö z kuvayı mil l iyeci, savaşçı bir g a z e t e y d i . O çıktığı günlerde Kastamonu'da kuvayı mil l iyecilerin sayıs ı y ü z d e yirmiyi g e ç m i y o r d u . Mustafa Kemal' in bütün bildirilerini A ç ı k s ö z yay ın l ıyordu. A ç ı k s ö z gazetes in in i lginç bir tar ihçesi vardı . C e p h e l e r d e dört yıl v u r u ş u p yenik ve umutsuz Kastamonu'ya dönen aydın gençler , kara kara d ü ş ü n ü p dururken Mustafa Kemal mucizesinin ufukta par-ladığını görerek umutlanmış, yüreklenmişti. Yalnız hâlâ ne yapacaklar ın ı , ne edeceklerini bi lmiyorlardı. Ç e v r e l e rindeki olaylar ters ve o lumsuzdu ve bunlar g ü n d e n g ü n e korkutucu niteliklerini artt ırarak sürüp gitmekteydi. Düşman p r o p a g a n d a s ı , gitt ikçe sivr i len, bilenen bıçaklar gibi ya ln ız yürekleri deği l , s o n ufacık umutları da paramparça e d i y o r , artık gerçek birer si lâh gibi T ü r k ' ü ve Müslümanı öldürebi lmek g ü c ü n ü kazanmaya başl ıyordu. Bütün memleketteki itilâfçı unsurlar, padişah, Hürr iyet ve İtilâf Partisi ve azınlıklarla el ele, doludizgin çal ış ıyordu.
151
Hepsinin de ereği , T ü r k toplumunun bağr ıydı . H ü r riyet ve İtilâf Partisi 'nin adamları , Türk iye'n in her y a n ı n d a o l d u ğ u gibi Kastamonu'da da tam bir düşman gibi ça l ı ş ıyor lardı . Türk iye'n in var l ığı ve ge leceği , hırstan kararmış gözler inin ö n ü n d e artık g ö r ü n m e z olmuştu. Salt ö z e l yitik dünyaları için savaşı r görünüyor lard ı . Hürr iyet ve İtilâf Partil i lerin Kastamonu'da « Z a f e r » adlı bir gazete ler i ç ık ıyordu. Bu bir T ü r k gazetes inden çok bir Rum ve E r meni gazetesini andır ıyordu. S ü r g ü n d e n d ö n e n bağrı d o lu azınlık yurttaşlar gibi onlar da d o y g u n l u ğ u n rahatl ığına ermemiş korkunç ve zaval l ı hırsların tutkunu olarak tıpkı havayı t ırmalayan yaral ı kaplanlar gibi alabi ldiğine ç ırp ın ıyor, gerçek yurt insanının yüreğinde katran gibi kara bir tiksinti yarat ıyor lardı .
« Z a f e r » gazetes i , bütün T ü r k l ü ğ ü n ü unutmuş gibi Al i Kemal' in başyazı lar ının karanlık ruhuyla eşit yazı lar y a yınl ıyor, Türkten çok Rumların ve Ermenilerin yitik haklarının savunmasını y a p ı y o r d u . T ü r k milletinin böyle ikiye parçalanması azınlıklarla birl ikte onların efendileri o l a n itilâf hükümetlerinin de elbette pek hoşuna g i d i y o r d u . Z a fer gazetesinin bu ihanetine diş bi leyen iki yedek s u b a y , iki eski lise arkadaşı Hamdi beyle H ü s n ü bey, s a v a ş t a n s o n r a , liseyi bitirme sınavlar ına da hazır lanıyorlardı. A s kerl iğin yarıda bıraktığı eğitimlerini de bütünlemeye kararl ıydılar. Sınavlarını ver ip de mezun olur olmaz, g a z e tenin ilk sayısını nur topu gibi bir kuvayı mill iyeci olarak çıkardılar. Bu, Zafer 'e karşı savrulmuş ulusal bir bombaydı. Bütün yedek subaylar, aydınlar, kuvayı mil l iyeciler, A ç ı k s ö z ' ü n yönetim odasını z iyaret yeri yaptı lar. A k ş a m lara dek burda toplanıyor, eski ve yeni dertleri d e ş i y o r , yemeklerini bile hep birlikte y iyor , umutlu günlere d o ğ r u gülümsüyor lardı . Bütün Kastamonu gençl iğ i , gazete ler i üzer ine titriyor, onu yaşatmak için el lerinden geleni y a p maktan çekinmiyorlardı. G a z e t e , gençl iğ in bütün ateşl i yürekl i l iğini taşıyor, E r z u r u m ve Sivas Kongreler in in haberlerini yayınlarken bir yiğitlik yaptıklarını bile ayırt e d e -miyorlardı. G a z e t e , yalnız Kastamonu'nun deği l , bütün dertl i Anadolu 'nun gazetes i durumundaydı .
152
G e n ç gazeteci ler in içten okul ve yedek subay a r k a daşı Tat l ı zade Emin bey in babası Nuri bey, S ivas K o n g r e si 'ne Kastamonu deleges i olarak, katılmıştı. Ş imdi, S i vas'taki Heyeti Temsi l iye 'n in telgrafları ona gel iyor, o da bunları A ç ı k s ö z ' e v e r i y o r d u .
* • *
Kastamonu P T T B a ş m ü d ü r ü Ş e y h Ramiz efendinin kuvayı mill iyenin karşıs ında oluşu, kuvayı mil l iyecilerin işlerini e p e y c e a k s a t ı y o r d u . Baştan Mustafa Kemal, bu şifre telgrafları d o ğ r u c a Val i İbrahim beye gönder iyor , o da Tat l ızade Emin b e y e vererek Aç ıksöz 'e i let iyordu. M u s t a f a Kemal'in kurmay başkanı A lbay Kâzım beyin Val i i b r a him beyi daha ö n c e tanıması ve onu Mustafa Kemal'e s a -lıklaması, Kastamonu kuvayı mill iyecilerine gizl i ve g ü venil ir bir haberleşme kanalı sağlamıştı. P T T B a ş m ü d ü r ü , İstanbul'dan gelen telgrafların şifresini bi ldiğinden Dahiliye Nezaret inden v i lâyete gelen bütün telgrafları y a k ı n dan iz leyebi l iyorsa da Sivas ' tan gelenlerin şifresini ya ln ız İbrahim bey bi ldiğinden bunları ç ö z e m i y o r d u . S ivas ' tan g e len her yeni şifre-telgraf A ç ı k s ö z gazetes inde t o p l a n a n yedek subay ve ayd ın lar arasında heyecanl ı bir b a y r a m havası y a r a t ı y o r d u .
Mustafa Kemal, S ivas ' ta Nuri beyle tanıştıktan s o n ra, Kastamonu'ya g ö n d e r e c e ğ i telgrafları hep Nuri b e y i n adresine g ö n d e r i y o r d u .
Bu sıralarda Ali Kemal' in pek ünlü « M u s t a f a Kemal Paşa büyük bir asker olmakla beraber. . .» diye baş layan telgrafı v i lâyete gelmiş ve İbrahim beyi sersemletmişt i . Bir türlü İstanbul'u bir y a n a itemiyordu. Yalnız « D e f t e r d a r Fer i t bey gibi c o ş k u n bir mil l iyetçinin, aydınları desteklemesi karşısında Val i İbrahim bey şaşırmışstı. Bu y ü z d e n , bir y a n d a n Babıâl i 'nin buyruklarını yerine get irmeye çal ı ş ı rken, bir yandan da kuvay ı mill iyecilere yardım e d i y o r d u .
A ç ı k s ö z ' ü n 16 H a z i r a n 1919 g ü n ü çıkan ikinci s a y ı s ında (ancak haftada bir çıkıyordu) Mustafa Kemal 'den v i lâyete gelen çok h e y e c a n ver ici bir telgraf yayınlanmıştı. B u , salt bir telgraf deği l , bir müjde-telgraftı. B u n d a anlam olarak şunlar v a r d ı :
153
— Yunanl ı lar, bu s a b a h İzmir'deki karakolları boşal tmışlar ve geceley in kuvvetlerini bölük bölük v a p u r a b indirerek çekilmek hazır l ıklarında bulunmuşlardır.
F o ç a çevreler inde toplanan gönüllü o r d u s u n u n İzmir ü z e r i n e yürümekte o l d u ğ u söylenti leri karşısında Rumlar, büyük korku ve ürküntüye tutulmuşlar ve önceler i gaf let ve şımarıklık s o n u c u olarak asmış oldukları bandıralarını or tadan kaldırmışlardır.
Boşalt ı lan karakol lara Osmanl ı karakolları yer leşt ir ilecekt ir .
Müslüman halk, pek büyük ve parlak ulusal b a y r a m için hazırl ıkta bulunmaktadır lar.
Bu bilgilerin kaza belediye başkanlıklarına, M ü d a f a a y ı .Hukuku Mill iye ve Reddi İlhak derneklerine ivedi olarak iletilmesini dilerim.
Bu gerçekten korkunç bir müjdeydi. Parlak bir p r o p a g a n d a yükü taşımakla birlikte E g e bölgesinde kuvayı mil l iyeciler, y o ğ u n bir çal ışma içindeydiler. A y d ı n ve Akhisar bölgesi kayn ıyordu. E g e bölgesinin bir bölümünde umut, kocaman, renk renk parlak çiçekler a ç ı y o r d u .
Mustafa Kemal, propagandanın yarı zafer o l d u ğ u n u en iyi bi lenlerdendi. Bu y ü z d e n milletin moralini yükse ltecek, düşmanın ve düşman unsurlarının sinirlerini b o z a c a k her türiü telgrafı v i lâyet lere ve kumandanlıklara y o l layıp d u r u y o r d u . Kastamonu'ya gelip A ç ı k s ö z ' d e yayınlan a n propaganda telgraf ı , P T T Başmüdürü Ş e y h Ramiz efendiyi çi leden çıkarmıştı. Hemen telgrafhaneyi işgal ederek posta genel müdürü Refik Halit (Karay) b e y e durumu bildirivermişti.
Bu sarsıcı p r o p a g a n d a telgrafını alan Babıâl i , ö n e m semiş ve etkisini azaltmak için de telgraf adlı türlü g ü lünç panzehir ler g ö n d e r i y o r d u .
İstanbul ile Mustafa Kemal arasındaki p r o p a g a n d a savaşı gitt ikçe sert leşiyor, milleti kuzu g ü d e r gibi gütmeye alışmış vali ler ve ö b ü r mülkiye yönetici leri, gitt ikçe daha çok iki ateş arasında kaldıklarını anl ıyorlardı. Kastamonu Val isi İbrahim bey de işi böylece yürütmek is teyenlerdendi. Buna adıyla sanıy la iki yüzlü s iyaset denirdi.
154
U n l ü Sultanahmet mitinginin etkisini azaltmak üzere padişahın ve Damat Feri t Paşa'nın topladığı ş û r a y ı sa ltanata delege olarak g iz l ice Sal im efendizade Ş ü k r ü beyi g ö n d e r d i ğ i gibi genel mecl is, Tat l ızade Nuri beyle İnebolu'dan emekli Binbaşı Zeki beyi de millî de lege olarak S i v a s ' a göndermişt i . Bunlar ın yolluklarını da belediyenin k a s a s ı n d a n ödemekten çekinmemişti. İbrahim bey, S ivas 'tan d ö n e n Nuri beyin halk arasında konuşmasını da istem i ş s e de hastalığı dolayıs ıy la ev inden ç ıkamayan yaşl ı d e l e g e , bütün delegelik ve militanlık hak ve işlerini oğ lu Emin b e y e aktarmış, gerekenin yapılmasını söy lemeyi de unutmamıştı . « B a ş ı n d a n b e r i millici olan Emin bey, N a s -rul lah köprüsü başındaki bakkal dükkânında kuvayı mil-J iyeci gençler i top layarak» gelen telgrafları o k u y o r d u .
Yalnız, Ş e y h Ramiz efendi , p o s t a n e y e g e l e n kuvayı Tnilliyeci telgrafları , val iye bile vermiyor, Refik Halit beyin buyruklar ın ı , körükörüne uygulamakta d i r e n i y o r d u . Val i İbrahim beyle aralar ında bu y ü z d e n sert bir tart ışma da geçmişt i . Buna karşın Ş e y h Ramiz efendi, te lgraf lar ı v a liye vermemişt i . Bu tart ışma telefonda geçmişt i .
B ö y l e de olsa kuvayı mill iyeci gençl ik, en yeni haberler i hemen almakta gecikmiyor, çevre ler ine bildirmekte de dakika yi t i rmiyorlardı.
Yalnız, gerek şehir kuvayı mill iyecilerinin ve g e r e k s e ö t e d e Mustafa Kemal' in düşünceler i bir noktada birleşm e y e başlamıştı: Kastamonu'ya tam anlamıyla ve millici b ir val i gerek iyordu. Posta müdürüne bile s ö z geçiremey e n bir val i, bu korkunç günlerde yarar l ı o lmaktan çok zarar l ı olabil irdi. Kastamonu, artık daha çok iki cami aras ında kalmış binamaz bir val inin pısırıkl ığına dayanamazdı . Kastamonu, artık, tam anlamıyla kuvayı mil l iyenin sa-f ındaki güç lü yerini almalıydı.
Mustafa Kemal, İstanbul 'dan buraya millici bir v a l i gönder i lmesi uğruna e p e y c e çal ışmışsa da b u , yemiş vermemiş, istenilen val i getiri lememişti.
İki yana da hoş görünmek belâsı y ü z ü n d e n İstanbul 'a d a Mustafa Kemal'ci lere d e güvensizl ik v e r e n Val i İbrah i m bey, birdenbire 4 A ğ u s t o s 1919 da Kastamonu'dan
155
ayrı l ıp so luğu İstanbul'da almıştı. B ir y a n a ağır l ığını v e recek g ü c ü kendinde g ö r e m e y e n daha a z ı y a n o lay lar ın ağır l ığı alt ında ezilip g ideceğin i an layan İbrahim beyin çek ip gitmesi, bir şey deği ldi . Y e r i n e padişahçı jandarma kumandanı Albay O s m a n Nuri beyi vekil olarak bırakmış, kuvayı mill iyecilerin yüreğini yakmışt ı . O y s a y e r i n e bırakması gereken en uygun insan Defterdar Fer i t beydi . Yalnız İstanbul, Ferit beyin kuvayı mil l iyecil iğini bi ldiğinden rıhtıma iner inmez İbrahim beyin yakasına yapışacak, bu işin hesabını soracakt ı . İbrahim bey, hi lafetçi jandarma kumandanını yerine bırakarak postu kurtardıysa da kuvayı mill iyeci gönül lerde mahkûm olmaktan da kurtulamamıştı. İbrahim beyin İnebolu'dan İstanbul'a gitmek için gemiye bindiğini görenler, dünyası yıkılmış bir insan ha* rabesiy le karşılaştıklarını anlatmışlardı.
P r e v e z e ganbotu ile 9 A ğ u s t o s 1919 g ü n ü İstanbul'a yo l lanan İbrahim bey, y ine de İngil izlerin ve Damat Ferit'in şerr inden kurtulamamış, ünlü Bekirağa B ö l ü ğ ü ' n d e üç g ü n demlenmesi gerekli görü lmüş, s o n r a salıveri lmişti. Belki de İstanbul hükümeti, anlaşı lan kuvayı mill iyeci-lerle bir süre burun buruna yaşamış olan bu adamın üzerine sinmiş olan millicilik kokusunun z i n d a n d a yitmesini istemiş olacaktı. Anlaşı ldığına g ö r e , o n u n ayağın ın altına karpuz kabuğunu koyan a z g ı n Hürr iyet ve İtilâfçı Ş e y h Ramiz efendiydi. İşte, işine gelmeyen val iyi yürütmesini b e c e r e n Ş e y h Ramiz efendi, şimdi de O s m a n Nuri beyin arkasına düşmüş, onu pençesine almaya, kuvayı milliye-ci lere kaptırmamaya çal ış ıyordu. A lbay O s m a n Nuri bey, de lege Nuri beye gelen heyeti temsil iyenin telgraflarını ç o ğ u zaman ona göndermiyor, tam anlamıyla bir İstanbul memuru olarak çalışmayı kurmuş g ö r ü n ü y o r d u . Emin bey i n dükkânında toplanıp dert leşen yedek subaylar ı g ö z hapsine aldırmış, Açıksöz gazetes inde s a n s ü r ü n aklığı ar tmaya başlamıştı. İbrahim bey zamanında açıktan a ç ı ğ a s ö y l e n e n kuvayı milliye lâfı artık kuytularda ya da fısı ltı larla söylenir olmuştu. İşin en i lginç yanı ş u y d u : A lbay O s m a n Nuri beyin vali vekili olmasıyla bütün memurlar aras ında kuvayı milliyecilik modası s ü r g ü n edilmişti. Def-
156
i e r d a r Ferit b e y d e n başka hiç kimseye güveni lmez o l m u ş tu. O n u n , bu kara rüzgâr lar arasında yapraklar ından hiç birini dökmeyen demir gövdel i bir a ğ a ç gibi dikildiğini g ö r e n gençler , y ine de bu soy lu örnekte kendilerine y e t işecek bir temsilci g ü c ü buluyorlardı. A lbay O s m a n Nur i beyin el inden Kastamonu'yu kurtarmak artık gerekmişt i . Kuvayı mill iyeciler, Mustafa Kemal'e başvurarak o n d a n bir kurtarıcı istediler.
Bu istek üzer ine Mustafa Kemal'le Ali F u a t Paşa el ele vererek A lbay O s m a n beyi Kastamonu B ö l g e Kumandanl ığ ına göndermeyi kararlaştırmışlardı. Yalnız, şehirde d ö n e n söylent i lere g ö r e kuvayı milliye kumandanı A lbay O s m a n bey, bir alay askerle her an gelmek üzereydi . T o p ç u Albayı O s m a n bey, doğrudan d o ğ r u y a Mustafa Kemal'le Ali Fuat Paşa'nın buyruğuyla ge l iyordu. Ankara'dan Kastamonu'ya böy le İstanbul'dan h a b e r s i z c e bölge kumandanı gönderi lmesi haberini Hürr iyet ve İtilâf Partililer, hemen Dahil iye Nezaret ine gammazlamakta gecikmemişlerdi. İstanbul'un bu haberle i lgilenmesi üzer ine de Val i Vekil i O s m a n Nuri bey, 58. Alay Kumandanl ığ ından, Bölge Kumandanl ığına ve Kalem 14. Başkanl ığına g e ç m i ş olan Yarbay Mustafa bey, P T T Başmüdürü Ş e y h Ramiz efendi başbaşa vererek O s m a n beyin gel işine karşı bir komplo kurmuşlar ve hemen makina başında A l b a y O s man bey üzer inde Dahil iye Nezaretini bi lgiye boğmuşlar ve yine oranın esiniy le onu tutuklayıp z a r a r s ı z duruma getirmek kararına varmışlardı. Komplocular, ilkin A l b a y O s m a n beyin bir alay askerin başında Kastamonu'ya g e leceğini işittiklerinde giz l ice kaçmak hazırl ığı yapmakta-larken bunun kuvayı mil l iyecilerce yayılmış bir p r o p a g a n da haberi o lduğunu anladıklarından Şeyh Ramiz efendi , hemen davranmış, bunun bir blöf o lduğunu ç e v r e y e y a y maya başlamıştı. Bu arada, İstanbul'dan Ali Rıza Paşa adlı yeni valinin tez zamanda geleceği müjdesini de v e r i y o r d u .
Komplocular, Ankara'dan gelmek üzere olan T o p ç u Kumandanı A l b a y O s m a n beyle bütün şehirdeki kuvayı mil l iyeci leri tutuklayıp İstanbul'da canavarl ığıy la ün sal-
157
mış Nemrut Mustafa Paşa mahkemesine g ö n d e r e b i l e c e k lerinin hesabı ve sevinci içindeydiler. Her hesaba karşı bir karşı hesap o lduğunu elbette düşünemiyor lardı .
O s m a n bey, Ankara 'dan bir yayl ı araba ile y o l a çıkmıştı. Mustafa bey, bütün yo l b o y u n c a devr iye ler g e z d i r iyordu. Askerl ik dairesi yo lunda O s m a n beye hazır lanan e v e dek süngülü nöbetçi ler dikilmişti. M e r k e z K u m a n danı Y ü z b a ş ı Hamdi bey, güzel bir dinlenme ve karşı lama yeri olan Beşdeğirmenler 'e karşı layıcı göndermişt i . E lbette, bütün bunlar, komplocular ın buyruğuyla yapı l ıyordu.
* & *
Albay O s m a n beye hazır lanan komployu işiten Ş e v ket bey, beklediği g ü n ü n gel ip çattığını anlamıştı. E v e t , g e n ç bir subay için çok az gelen kahramanlık f ı rsat lar ından biri gelmiş. Şevket beyin kapısını ça l ıyordu. İçi , sev inçten titreyerek kararın demirine yapıştı. Şu s ı rada O s man beyin tutuklanmasını önlemeyecekse de bir g ü n içinde onu ve bütün Kastamonu'yu Hürr iyet ve İt i lâfçıların el inden kurtarıp kuvayı mill iyeci saflarına a r m a ğ a n edebilecekti.
O g e c e , kafasında ateşten çizgi lerle işlenip d u r a n plânlarla ruhu aydınlık içinde yüzen Şevket beyi , hiç uyku tutmadı. T a n y e r i atarken, hâlâ horul horul u y u y a n bekâr odası arkadaşı Yakup beyi dürterek uyandırdı :
— Haydi , çabuk giyinip Beşdeğirmenler 'e yet işel im, dedi, adamcağız ı biz g i tmeden ö n c e göz hapsine alırlarsa kendisiyle konuşup durumu anlatamayız. Ümits iz d ü şer. Durumu bilsin, daha soğukkanl ı olur.
16 Eylül 1919 sabahı , iki arkadaş, Beşdeğirmenler 'e d o ğ r u yola koyuldular. H a v a ser in ve d u r g u n d u . İ lgaz dağlarının başı ak bir sisle örtülmüştü. Uzak sırt lar ü z e rindeki meşelikler, pas rengine bürünmeye başlamıştı . Henüz g ü n e ş doğmamışt ı . G ü z kuşları, pek erkenden u y a n mış, acı acı haykırarak a ğ a ç t a n a ğ a c a u ç u y o r , iki arkadaşın yolu üzerinden ara sıra vahşi çığl ıklar atarak, ıssızlığın güzel l iğinden bir şey ler taşıyan karatavukjar g e ç i y o r d u . Gecikmiş tek tük iri kıyım ağaçkakanlar, ağaçlar» çekiç l iyordu. G e n ç yolcular , kafalarının içindekilere o d e n -
158
I i gömülmüşlerdi ki doğanın bu güzell iklerine bakacak z a man bulamıyorlardı. Şevket bey, bu g e c e b a ş l a y a c a ğ ı işin plânını bir kez daha Yakup beye anlat ıyordu. A ğ a ç deniz in in üzer inde y e r y e r , baca dumanlarına b e n z e r s isler d in leniyordu. Beşdeğirmenler denen y e r d e n g e l e n su sesler i iki arkadaşı düşünceler inden ve konuşmalar ından ayırdı . Yoldaki süngülü devr iyeler iki subayı saygı ile s e lâmlayıp g e ç i y o r , onlar ın da kendilerininkine b e n z e r bir g ö r e v l e bu y a n a geldiklerini sanıyor lardı . B e ş d e ğ i r m e n -ler'de g ü r ve sevinçl i su sesleriyle karşı lanan iki arkad a ş , burda kimseyi g ö r e m e y i n c e ilerledi. Y u s u f ' u n Hanı d e n e n handa da kimseyi bulamayınca biraz daha ilerlediler. S a b a h ser inl iğinde y a y a n yürümek hoşlar ına g id iy o r s a da O s m a n b e y e rastlamayışları, onları kuşkulandır ıyordu. Padişahın kanununu hiçe sayarak y a p m a y a hazır landıkları büyük iş, ruhlarında büyük bir geri l im meydana get i r iyordu. Bir süre kulak ver ip y o l u dinledi ler: U z a k t a n uzağa tekerlek sesleri işittiler. B o m b o ş yo l üzerinde belki de ilk denk gelecekler i y o l c u A l b a y O s m a n b e y olacakt ı . Bütün korktukları, komplocular ın, karşı lay ıc ı gibi arkadan yet işerek kumandanı alıp götürmeler i belkis iydi. Bu belki, adımlarını aç ıp biraz daha y ü r ü m e lerine yardım etti. B ir dönemeçte O s m a n beyin yayl ıs ıy la karşı karşıya geldiler. Hemen arabayı d u r d u r u p O s m a n beye kendilerini tanıttılar. Arabada İnebolu'ya gitmekte olan bir s u b a y daha vardı . Şevket beyin gönderd iğ i rap o r u okumuş olan O s m a n bey, Şevket beyin ars lan gibi g ü v e n ve sevimlilik yaratan havasından hoşnut olarak ondan en yeni olayları ve durumu anlatmasını istedi. Şevket bey, raporda anlattıklarını bir daha bütün ayrınt ı lar ıy la anlatt ıktan sonra Val i Vekil i O s m a n Nuri beyle Ramiz ve Y a r b a y Mustafa beyler in şehre girer g i rmez kendisini t u tuklayacaklar ını söyledi . O s m a n beyin y ü z ü n d e bir tedirginlik havası esmeye başlamıştı. Ger i dönmeye karar vermek üzereydi ki Şevket bey :
— Albayım, dedi , onların g ö z ü y l e durum böyle ama, b u n u bir de bizim g ö z ü m ü z l e görmel iy iz. Benim verdiğim karar da ş u d u r . . .
159
Bu başlangıçtan s o n r a plânını en ince ayr ınt ı lar ına dek kumandana anlattı. O s m a n bey, bir kez tedirgin o l muştu :
- - Ş e v k e t bey, dedi , s iz in plânınız g ü z e l olabil ir, fakat, ufak bir aksaklık hepimizin hayatına mal olabil ir. İyi d ü ş ü n , durum kuvvetl i deği lse Ankara 'ya dönerek iş görebi lecek bir kuvvetle geley im; belki lere pay. bırakmayal ım. Ne ders in iz?
Şevket beyle Yakup bey diretti : — T a b u r u n bütün zabit ler iy le beraberiz. Emrin ize gir
m e y e hazırdır lar. Hattâ, bu akşam, muhalif ler siz i tevkif e d e c e k l e r s e de aldığımız tert ibat sayes inde onları tevkif, s iz i tahl iye edeceğiz . Halk bizimledir. Durumumuz kuvvetl idir. Emin olmanız için buraya kadar geldik. B u y u r u n u z , biz dönel im; iş başına geçel im. Siz arkadan teşrif ediniz. S iz , dönerseniz tehlike büyür.
Kumandanın aklı bu işe yatmıştı, ş e h r e g e l e c e ğ i n e s ö z verdi . Ş e v k e t beyle Yakup bey de kışlaya d ö n d ü .
A lbay O s m a n beyin Mustafa Kemal'ce atanarak K a s tamonu'ya gelmek üzere yola çıkması, padişahçı lar gibi mill icileri de heyecanlandırmışt ı . Yalnız, askerî, s iyasa l ve mülkî g ü ç , padişahçı lar ın el indeydi. Sivil millîci kadro da bu y ü z d e n çok ü z g ü n d ü . Ş e v k e t beyin y iği tçe plânından bi lgi leri o lmadığından bu üzüntüleri de s o n s u z denilebil ird i . O s m a n beyin şehre var ı r varmaz tutuklanacağını da bi l iyor lardı. Ne topları v a r d ı , ne de tüfekleri! Yalnız c o ş k u n bir yurtseverl ik ler i vard ı . Hiç olmazsa salt bunu ve o n u n yalnız olmadığını göstermek üzere Olukbaşı 'ndaki karakolda bu lunduğunu öğrendikler i kumandanı topluca g i d i p görmeyi , onu d o s t ç a karşılamayı kararlaştırdı lar. 16 Eylül 1919 akşamı kumandanı görmek üzere yo la ç ı kanlar arasında şunlar v a r d ı : Kadr i , A ç ı k s ö z gazetes i s a hibi Hamdi, başyazar ı H ü s n ü , Tat l ızade Emin, Nami, C e lâl, Baki beyler. İlkin Kadri bey, kendini kumandana tanıtt ı , sonra da arkadaşlar ını onunla tanıştırdı. Kadri b e y . Bir inci Dünya S a v a ş ı ' n d a O s m a n beyin yanında kâtiplik yapmışt ı . Bütün arkadaşlar ın ın adına kumandana ş ö y l e dedi :
160
— Kumandanım, y o l u n u z a c a n verecek Kastamonu g e n ç l e r i , sizi g ö r m e y e geldik. Fakat, Kastamonu'da d u rum, hepimiz için tehlikeli bir hal almıştır. Hürr iyet ve İti lâfçılar, eski alay kumandanı ve yeni Val i Veki l i O s m a n Nur i bey yoluyla Kastamonu'yu baskı alt ına almışlardır. Hattâ sizi de şehre v a r ı n c a hapsedecekler in i işittik. S i lâhlı teşkilâtımız yok. Bu kaatil lerin ellerine düşmemek için b u r d a n ger i dönmeniz çok iyi olur. Daha hazırlıklı gel iniz. Sizi yakalayıp Nemrut Mustafa Paşa mahkemesine g ö n d e r e c e k olur larsa burdaki bütün kuvayı mil l iyeciler ümits i z düşerler.
A l b a y O s m a n bey, bunları susarak dinledi, s o n r a g ü :
lümseyerek şunları söy ledi : — H i ç merak etmeyin, her ş e y d e n haberim var , ev
lâtlar! O n l a r umduklarını bulamayacaklardır. H e r ş e y y o luna girecekt ir.
O s m a n beyin soğukkanl ı v e yürekli g ö r ü n ü ş ü , g e n ç kuvay ı mil l iyecilerin çok hoşuna gitmişti. G e n ç l e r , çekilip gitt ikten sonra O s m a n bey, ordan kalkıp Hazret i Pirmin türbesine gitt i, o r d a namaz kıldı, uzun u z u n d u a etti ve s o n d a kaderine b o y u n eğmişçesine kendisine ayr ı lan e v e gitti ve s o n u c u beklemeye başladı. A k ş a m yemeğin i get irdi ler, yedi. Akşam karanlığı basarken kapıya s ü n g ü lü nöbetçi ler in dikildiğini g ö r d ü , dişlerini g ıc ırdatarak g ü lümsedi. « S o n u n d a gülen iyi güler!» diye d ü ş ü n d ü ve bir s igara yaktı.
* * İki arkadaş, akşamı iple çekti ler. Yakup bey, g e c e l e
yin ağır makinalı tüfekleri b irer birer işlemez duruma getirdi. Bu işi, tereyağından kıl çeker gibi yapmışt ı . Hemen Ş e v k e t beye koşup işin bitmiş o lduğunu bildirdi. Ş e v k e t bey, çavuşlar ına g e r e k e n buyruklar ı verdi . B ö l ü ğ ü alarmda bekleye d u r s u n . Şevket bey, Yakup beyi yanına alarak bir inci bölük kumandanı Ü s t e ğ m e n Nail beyin kışlada y a tıp kalktığı odanın kapısını çaldı . Herkes derin uykulard a y d ı . C ı r c ı r böcekler i , uyku ilâcı gibi rahatlık v e r e n s e s leriyle köşede bucakta ötüp d u r u y o r , surdan burdan horultular gel iyordu. Ş e v k e t beyin silâhlı iri g ö v d e s i y l e g e -
161 . 3/F. : 11
cenin bu ilerlemiş saat ında karşılaşan Nail bey. b u n u n nedenini s o r d u . Ş e v k e t bey durumu anlattı. Nail b e y :
— Ben de kuvayı mil l iyeciyim, dedi, ona hemen katı lmaya hazır ım. Yalnız, bu biçimi beğenmiyorum. Bu y u r t işine hiç itirazım yok. S ize her türlü yardımı y a p a c a ğ ı m a s ö z verir im.
Nail bey, çavuşlar ın ı uyandırarak bölüğü Ş e v k e t bey in kumandasına verdiğ in i , hiç birinin o n u n emrinden çıkmamasını b u y u r d u .
Burdan ayrı lan Şevket beyle Yakup bey, d o ğ r u c a dörd ü n c ü ağ ı r makinalı tüfek bölüğü kumandanı Y ü z b a ş ı A l i beyin y ine kışladaki odasın ın kapısını çaldı lar.
G e c e kılığı ve uykulu gözler le ne istediğini s o r u n c a Şevket bey. Ü s t e ğ m e n Nail 'e anlattığı şeyler i bir so lukta Y ü z b a ş ı y a da anlattı. Al i bey, çokça düşünmeden ç a v u ş larını çağırdı :
— Bu g e c e Ş e v k e t beyin emrine girdiniz. O n u n emirleri benim emirlerimdir. Neferleri kaldırıp alarma g e ç i r i n , s i lâhbaşı ederek Şevket beyin vereceği emirleri bekleyin, dedi. Ç a v u ş l a r , eratı kaldırmaya gidince Şevket beyle Yakup beye şöy le dedi :
— Şevket bey, ben siz ler gibi bekâr değil im. Ç o l u k ç o c u k sahibi oluşum beni düşündürüyor. Yürekten siz inle beraberim.
Şevket bey, Ü s t e ğ m e n Nail beyle Y ü z b a ş ı Ali beyin kapılarına ikişer s ü n g ü l ü nöbetçi diktirdi. B u , daha ç o k bir başarısızl ık o lursa onlara bir zarar gelmemesi içindi.
Şevket beyle Y a k u p bey, bundan s o n r a , ö n c e kuvayı mil l iyeciyken Mustafa bey kendisini alay kumandan v e kili atayınca d ü ş ü n c e değişt irdiği bil inen tabur kumandanı Binbaşı Şerif beyin kapısını çaldılar. Binbaşı , asık ve korkulu surat ıy la, gözler ini oğuşturarak kapıyı açt ı . Arkasında süngülü askerler ve tabancalı çavuşlar la g e cenin bu vakt inde karşısına dikilen Şevket bey, onu adamakıllı ürkütmüşe b e n z i y o r d u :
— Nedir bu yapt ığımız. Şevket bey? diye s o r d u . Ş e v ket bey, ona şu kısa yanıt ı verdi :
— Kuvayı milliye namına sizi tevkif ed iyorum. Bin-
başım. Şerif bey, tek s ö z c ü k söy leyemeden gitt i , yatağına oturarak kara kara d ü ş ü n m e y e başladı.
Ş e v k e t bey, alay kumandanı vekil inin kapısına da iki s ü n g ü l ü dikip şiddetli buyruk lar vererek y ü r ü d ü .
S ı rada üçüncü bölük kumandanı Y ü z b a ş ı Muhitt in bey v a r s a da o kışlada yat ıp kalkmıyordu. O n u da tutuklayabilmek uğruna askerlik şubesindeki odasına dek gitmek g e r e k i y o r d u . Buna da z a m a n yoktu. Ok y a y d a n çıkmıştı . Bu bir ayaklanmaydı. H e r ş e y d e n ö n c e hız ist iyordu. B u n dan dolayı şimdilik onu yatağında mışıl mışıl uyur bırakıp bu yandaki işlere el atmalıydı.
Ş e v k e t bey, Yakup beye : — Haydi , Y a k u p c u ğ u m , dedi , şu ağır makinalı tüfek
leri .iyine işler duruma getir. T ü f e k ç i , makinalıları hemen işler duruma getir ince kendi bölüğü olan ikinci p iyade b ö l ü ğ ü n ü si lâhbaşı ett i , bu s ı rada çavuşlar , d ö r d ü n c ü makinalı tüfek bölüğünü de si lâhbaşı etmiş, Ş e v k e t b e y e «tekmi l» ver iyorlardı. Şevket bey, atına anlayarak iki b ö lüğü saat on ikide askerl ik şubesi y ö n ü n d e yürüt tü. >
G e n e l yollarla te lgrafhaneyi ateş altına alacak biçimde iki makinalı tüfeği s ığ ır pazar ı köprüsüne yer leşt i rd i , O b ü r iki makinalı tüfekten birinin namlusunu askerl ik d a iresine, geri kalanı da mapusaneyle hükümet konağına karşı yerleşt irdi. En ufak bir karşı koymaya karşı makinalı tüfekler çelik mermiden sözcükler iy le konuşmakta gecikmeyeceklerdi . Ü s t e ğ m e n Şevket beyin b u y r u ğ u buyd u .
Şevket bey, askerlik şubesini kuşattıktan s o n r a , g e n i ş adımlarla koşarak Yakup beyle birlikte askerl ik daires ine daldı . Al t kattaki odasında u y u y a n ü ç ü n c ü bölük kumandanı Y ü z b a ş ı Muhittin beyi yataktan kaldırdılar. O n u n karşı koymasını ve güçlük çıkarmasını bekledi lerse de iş böy le olmadı. Şevket beyin anlattıklarını soğukkanl ıca dinledikten sonra :
— Peki, beni hapset, kar ışmam; bölüğü emrine v e r i y o r u m . A l lah, muvaffak ets in! dedi .
Ş e v k e t bey, bundan s o n r a , alt kattaki askerl ik dairesi subaylar ın ın kapılarına da s ü n g ü l ü nöbetçi ler dikerek Y a -
kup beyi makinalı tüfeklerin başına g ö n d e r d i . Aşağıdaki ufak rütbeli subaylar ın hepsini tutuklayan Şevket bey. koşar adım. basamaklar ı ik işer ikişer at layarak üst kata çıktı. İ lkönce tümen yaver i Remzi beyin kapısına bir çift nöbetç i dikti ve s ırasıy la ö b ü r subaylar ı da odalar ına hapsett i . S ı r a Y a r b a y Mustafa b e y d e y d i . Şevket bey, eski alay kumandanını tutuklamaya g iderken daha tedbirl i d a v r a n mayı d ü ş ü n ü y o r d u . O n u n belâlı bir adam o l d u ğ u n u , kuzu kuzu b o y u n e ğ m e y e c e ğ i n i b i l iyordu. Ş e v k e t bey, Mustafa bey in kapısına d a y a n d ı ğ ı n d a o n u n ayak y o l u n d a n d ö n d ü ğ ü n ü g ö r d ü . Birdenbire durumu kavramışa b e n z i y o r d u :
— Ne o Şevket, g e c e vakti ne o l u y o r b u r d a ? diye s o r d u ve sanki bir ş e y anlamamış gibi bir kurnazlıkla tabancasın ı almak ü z e r e o d a y a seğirtt i .
Şevket bey, pehl ivan yapıl ı gövdes iy le M u s t a f a beyin üstüne atıldı. M u s t a f a bey de g ü ç l ü bir adamdı. O d a n ı n iç inde bir boğuşmadır başladı. Mustafa bey, hep tabancasına yaklaşmaya ça l ış ıyorsa da kol larından sımsıkı yakalayan Şevket bey, b u n u ö n l ü y o r d u .
Şevket bey, g ü r sesiy le : — Kuvayı mill iye namına tevkif edi ldiniz, kumandan
bey. B o ş u n a çabalamayın! d i y e bağırdı . Mustafa bey, hem kendini kurtarmaya çal ış ıyor, hem
de a ğ z ı n d a n köpükler s a ç a r a k : — Padişah hainleri, alçaklar, hepinize g ü n ü n ü z ü g ö s
tereceğim! diye bağır ıp çağırarak imdat bekler gibi bir hava yaratmaya çal ış ıyordu. Ş e v k e t beyin el inden sıyr ı lmaya çal ışan Mustafa beyi yet işen çavuşlar , sımsıkı kav-radı larsa da nasıl o l d u y s a o ldu, hespinin el inden kurtulan Mustafa bey, ölüm korkusuna kapılarak merdivenlerd e n aşağı atladı. A ş a ğ ı d a yaral ı olarak yakalandı. Şevket beyle Mustafa beyin büyük bir gürül tü ile döğüşmeler i , bağır ıp çağır ış lar ı uykudaki bütün subaylar ı yataklar ından sıçratmış, hepsi de öfke ve şaşkınlıkla d ö ğ ü ş e n l e r e bakıyorlardı. Yalnız, kapı lar ından dışarı uzattıkları başlar ı , nöbetçi ler in « y a s a k ! » l a r ı ve süngüler iy le burun buruna gel ince ve yine orda silâhlı bölük eratını g ö r ü n c e hepsinde şafak attı, çok önemli bir olay geçt iğin i anlayarak
164
g ü c ü n ve s ü n g ü n ü n felsefesine b o y u n eğerek y ine o d a larına çekildiler.
Mustafa bey de bir o d a y a kapatıl ıp s ıkıca g ö z altına al ındıktan sonra Ş e v k e t bey, Yakup beyi bir manga askerin başında te lgrafhaneye g ö n d e r d i . Te lgrafç ı lar , Yakup beyi d o s t ç a karşıladılar. İstanbul' la haberleşme hemen kesildi. A n k a r a ' y a uzanan teller, ilk kez dost sesler i ve haberleri taşımak üzere hazır landı. Yakup bey, te lgrafhaneyi ele geçirdikten sonra Ş e v k e t beye haber g ö n d e r e r e k d u rumu bildirdi. Manüple başında kuvayı mil l iyeci bir o n başı ve iki süngülü a s k e r bırakan Yakup bey, y ine Ş e v ket beyin yanına koştu. Ş e v k e t bey, Yakup beyi , yanına bir manga asker katarak, jandarma k o ğ u ş u n a g ö n d e r d i . Yakup bey, k o ğ u ş u n kapısındaki nöbetçinin ağz ın ı kapayarak silâhını el inden aldı, s o n r a , içeri girerek silâhlıktaki bütün mavzerler in mekanizmalarını s e s s i z c e çıkarıp aldı. Şevket bey, bu kez de jandarma bölük kumandanı Y ü z başı Emin beyi ev inden alıp getirmesini Yakup beye b u y u r d u ; Yakup bey, başka bir manga askerle Emin beyin kapısına dayandı . Emin beyi Şevket beyin yanına g ö t ü r d ü . Şevket bey, geceki o layı anlatarak Y ü z b a ş ı y a tutuklu o l d u ğ u n u söyledi. B u n u soğukkanl ıca din leyen jandarma kumandanı gülerek :
— Ç o k iyi yapmışsınız, dedi , ben de kuvayı mil l iyeci-yim. Heyet i temsil iye emirleri işte yanımdadır.
S o n r a , jandarma b ö l ü ğ ü n ü n ayaklanan kuvayı milll-yeci ler in yanında o l d u ğ u n u söyledi .
Şevket bey, hemen, bütün mavzerler in mekanizmalarını ger i verdirdi . J a n d a r m a bölüğü de hemen si lâh başı ettiri lerek Şevket beyin emrindeki bölüklere katıldı.
Eski jandarma kumandanı ve şimdiki Val i Veki l i O s man Nuri bey, askerl ik dairesinin karşısındaki bir e v d e o t u r u y o r d u . Şevket bey, bir müfrezenin başında gidip Albayı s ıcak yatağından kaldırdı ve tutuklanmış o l d u ğ u n u söyledi . Bütün arkadaşlar ının da tutuklandığını ö ğ r e n e n vali vekil i , «kadere r ıza» göstererek, durumu karşı koy-maksızın benimsedi. Polis müdürünün kapısına diki len nöbetçi ler, kuvayı mil l iyeci olması dolayısıy la kaldırıldı. Yal-
165
niz. bu s ırada tutuklanan ünlü Ş e y h Ramiz efendi ile m u habere başmemuru Fer i t bey, kaçırı lmamak üzere s ık ıca gözalt ı edildi. B ö y l e c e bütün padişahçı elebaşı lar, z a r a r s ız duruma getiri lmiş, şimdi s ıra, işin olumlu yanını yürütmeye gelmişti. Ş e v k e t béy, Yäkup beyle ve bir y ığın kuvayı mill iyeci askerle tutuklu kuvayı mil l iyeci kumandanın bulunduğu eve gitt i. Kapıda bekleyen nöbetçi ler i a ldı. O s m a n bey, bu 16 Eylül g e c e s i çok önemli şey ler g e çeceğin i bi ldiğinden g ö z ü n e uyku girmemiş, odasında b ü tün g e c e , bir aşağı , bir yukarı dolaşıp durmuştu. H e y e canla kapıdan dışarı atıldı. Şevket beyin y iğit gövdesin i karşısında g ö r ü n c e , her şeyin gerçekten planlandığı g ibi geçt iğ in i anladı. K u m a n d a n , bütün içtenliği ile Şevket beyi kucaklayarak yanaklar ından öptü :
— Seni Al lah bu memlekete, bu millete bağış lasın, dedi.
Bu sırada O s m a n beyin gözler i şehrin üzer ine d o ğ r u yükselen bir kızıllığa takıldı. B u n u n bir y a n g ı n o lduğu belliydi.
Şevket beyle Yakup b e y i n , yangının kızartt ığı havaya bakarak anlamlı anlamlı güldüklerini g ö r e n kumandan, bundan hiçbir ş e y anlamadı.
Bu yangın tas lağı , ayaklanışı kamufle etmek ü z e r e düşünülmüş bir s a v a ş hiylesinden başka bir şey deği ld i . Bu da Şevket beyin kafasından çıkmıştı. A r a b a pazar ındaki demirci ler içinde tek başına duran, kul lanı lmayan, y a n dığında çok bir z a r a r v e r m e y e c e ğ i sanısını uyandıran bir dükkân harabesi vardı . Asker i ayaklanışın ve önemli t u tuklamaların halkça duyulmasının sakıncalı o l d u ğ u n u a n layan Şevket bey, olayın geçt iğ i saatlarda sahte bir y a n gınla halkı oyalamak üzere bu boş dükkânın yakılmasını kararlaştırmış, tutuklamalar başlar başlamaz dükkânın üstüne d o ğ r u ilk dumanlar ın ve alevlerin yükselmeye başladığı görülmüştü. B ö y l e c e halk da askerler le birlikte uyanmışsa da onlar salt yangınla ve bunun mahallelerine gelmemesini sağlamak düşüncesiy le kapılarının ö n ü n d e bekleşip durmuşlardı . A l b a y O s m a n beyin g ö r d ü ğ ü kızıllık, işte bu sahte y a n g ı n d a n ç ık ıyordu.
166
O s m a n bey, Şevket beyle birlikte doğru te lgrafhaneye gitti. Makina başında Sivas' ı aradı. Mustafa Kemal, telin ö b ü r ucunda O s m a n beyin serüvenini d in l iyordu.
A l b a y O s m a n bey, şunlar ı d iyordu : — B u g ü n Kastamonu'ya geldim. Hükümeti merkezi-
yenin adamlar ı , vali vekil i ve jandarma kumandanının des-sas l ığ ı ile hanemde tevkif edildim. Timsal i hamiyet zabi-tanımızın himmetleri ile şimdi kurtuldum. Ben de val i vekilini ve jandarma kumandanını beraber tevkif ett irdim. T e l g r a f h a n e y i işgal ettim. Buradaki vaz iyet mühimdir. K o n g r e y e istirham ederim. Bütün mukarrerat ından burayı h a b e r d a r ederek Kastamonu ahaliyi muhteremesini tenv i r b u y u r s u n . Yeni valinin İnebolu'ya indiği müstahberdir. Hakkında ne muamele yapılacaktır. Burada vali vekil i ves a i r e tayini hakkında millî kongrenin bana salâhiyet vermesine ve işbu istirhamımın cevabına makina başında ş imdi intizar eylediğim maruzdur.
Mustafa Kemal s o r d u : — Elyevm orada vaz iyete hâkim misiniz? Ne kadar
kuvvet in iz v a r ? O r a d a erkânı vi lâyetten şayanı itimat kim v a r d ı r ? Yeni tayin olunup İnebolu'ya geldiği haber al ınan val in in ismi nedir?
— Halen vi lâyete hâkimim. Herhalde kongrenin müz a h i r olarak beni tenvir etmesi lâzımdır. T a y i n o lunan V a li, K o n y a val i l iğinden mütekait, gayet eski bir z a t o l d u ğ u r ivayet o lunuyor. İsmi Ali Rıza'dır. Kuvvetim, 250 kişi ç ı kar ı r bir tabur ve dört makinalı tüfekli bir mitralyöz böl ü ğ ü n d e n ibarettir. Halk ile henüz görüşülmemiştir. Erkânı v i lâyetten Defterdar Ferit b e y vardır.
— Şimdi, bizzat val i vekâletini deruhte b u y u r u n u z . Ve bütün kuvayı asker iye ve mülkiyeyi elinize a lmaya tam a m e n salâhiyettarşınız. Gelmekte olan valiyi derhal tevkif ett irecek tedabiri seria ittihaz buyurunuz. İcraat ınıza "fiilen mümaneat edenlere karşı bi lâtereddüt si lâh istimal ettiriniz. V i lâyet defterdar ı , benim Diyarbakır 'dan tanıdığım F e r i t bey ise size muavenet etmesi lâzımdır. Bolu mutasarr ı f ına, aldığınız vaziyet i ve salâhiyeti şimdi bi ldirerek o n u n da İstanbul'a karşı aynı veçhi le hareket etmesini
167
taraf ımızdan söyleyin iz. S inop Mutasarr ı f ı M a z h a r Tevf ik beye de benim tarafımdan aynı talimatı ver iniz. Yan ın ızda hangi şifre miftahı v a r d ı r ?
— Vali vekâletini Deftertar Ferit b e y e v e r e c e ğ i m . Kendim deruhte e d e m e y e c e ğ i m . Bildiğiniz Ferit beydir. S i n o p mutasarrıf ı bi ldiğinizdir. Kendisi azledilmiştir. V e kâlet, jandarma tabur kumandanı Remzi beydedir . M a z har Tevf ik beyin Sivas' ta o l d u ğ u bildiri l iyor. Şi fre miftahı mevkuf alay kumandanındadır. T a l e p edildi. A l a c a ğ ı m c e v a b a g ö r e arzeder im, efendim. .
— Yanınızda başka şifre miftahı var mıdır? Feri t bey, şimdi nerededir? Vaz iyet ten malûmattar mıdır?
— Vaz iyet ten malûmatı yoktur. Şimdi, çağr ı ld ı , gelecektir. B e n , hiç şifre mihtarı almadım. Ç ü n k ü , tevkif edileceğimi bi lmiyordum. Makam şifresiyle yazar ım, ümidin-deydim.
— Oradaki jandarma tabur kumandanı kimdir? Ne kadar jandarma kuvveti vard ı r? Emriniz altına girdi mi?
— J a n d a r m a tabur kumandanı Emin bey, yanımda ve benimle teşriki mesai etmiştir. M e v c u d u kırk tanedir. Piy a d e tabur kumandanı Şerif bey, kendisi biraz budala o ld u ğ u n d a n şimdilik tevkif edilmiştir. J a n d a r m a tabur kumandanı Emin bey, yüzbaşıd ı r . Defterdar Fer i t bey g e l d i ; yanımdadır.
Emin beyi biraz anlat ır mısınız? — 318 neşetl i , Ü s k ü p l ü Emin, tanırsınız. M a h s u s el
l e r i n i z d e n öpüyor lar . — Emin efendiyi tanırım. Ferit beye vaziyet i anlat
tınız mı? Mühim hususat makam şi fresiy le,bi ld ir i lebi l i r . S i n o p mutasarrıf vekili o lan jandarma kumandanı şayanı emniyet olmadığı takdirde onun yer ine s i z c e tensip olunacak münasip birinin vekâlete geçir i lmesi esbap ve teda-birinin istikmali düşünülmelidir.
Muavenete ihtiyaç g ö r ü y o r musunuz? — Kuvvete ihtiyaç g ö r ü p görmediğimi bi lâhare arze-
d e c e ğ i m . J a n d a r m a tabur kumandanı, yeni geldiği için ahval i malûm olamamıştır, efendim.
G ö r ü ş m e burda b i t iyordu. Yalnız, Mustafa Kemal, A l -
168
bay O s m a n beyle Feri t beye ayr ıca şöyle bir telgraf çekt i : — T e d a b i r ve icraat ınızda muvaffakiyet temenni ede
rim. Bizi vaz iyet in izden ve gelmekte olan val inin tevkif edi ldiğinden haberdar buyurmanıza intizar eyler iz.
M u s t a f a K E M A L
K A S T A M O N U Y O L U N D A B İ L İ N M E Y E N E G İ D İ Ş
Bir milletin evlâtlarının fedakârlıkları, kahramanlıkları için ölçü bulunamaz.
Mustafa Kemal
T e ğ m e n Seyfett in, atını doludizgin sürerek ko lordu merkezine g id iyordu. 23 yaşındaki T e ğ m e n i n düşünceler i , merakın karanlık labirentler inde bir çıkış yeri arayarak boşuna dolaşıp d u r u y o r d u . At ından y ü z kez hızlı koşan düşünceler i , çok ivedi çağrı l ış ının nedenini ç ö z e m e y e c e k , kolorduda bu merak daha da katmerlenerek o n u bir s e rüvenin içinde ç ö z ü m aramaya d o ğ r u götürecekt i .
15 Eylül 1919 g ü n ü n ü n bu ikindi üstü, tozlu ve d u r g u n Ankara havasını ser in bir su gibi iki y a n a ayırarak koşan h a y v a n , g e n ç T e ğ m e n i kolorduya erişt irmekte gecikmedi. Kendisini ç a ğ ı r a n buyrukta Kurmay Binbaşı Hal is beyi (Bıyıktay) görmesi bi ldir i l iyordu. K o l o r d u n u n içi akşamın alaca karanlığıyla dolmaya başlamıştı. Kurmay başkanının odasına gird iğ inde onu alaca karanlık içinde bürosunun arkasında gölgelere boğulmuş, ufalmış, renksiz-leşmiş, çok düşüncel i buldu. T e ğ m e n Seyfet t in, gözler i kalın perdeleri yar ı kapalı pencerelerden süzü len donuk aydınl ığa al ış ınca başkanın y ü z ü n ü daha iyi seçebi ld i . H a lis beyin y ü z ü n d e sert bir kumandanınkinden çok şefkate b e n z e r tatlı bir anlam vardı . G e n ç T e ğ m e n e öyle geldi ki sanki kurmay başkanı kendisine a c ı y o r d u . Halis beyin z e ki bakışları, onun üzer inde bir kurbana bakar gibi a c ı y a rak gez in iyor g ibiydi . Seyfett in beye öyle geldi ki kur-
169
m a y başkanı kendisine çok önemli ve o oranda tehlikel i, o o r a n d a da şerefl i bir g ö r e v verecekt i . Yalnız, bu g ö r e v , y irmi üç yaşında tecrübesiz bir T e ğ m e n e ver i lmeyecek ö n e m d e y d i . Demek ki kadro eksikl iğinden çok önemli bir g ö r e v i , yapıp yapamayacağın ı hesaplamadan kendisine vereceklerd i . Kurmay başkanının yumuşak d u r u m u n d a n b u , aç ıkça anlaşı l ıyordu.
Halis bey, ömrünün en ağır yargı lar ından birini v e r e n bir ağır c e z a reisine benz iyordu :
— Seyfett in, oğlum, dedi. Şimdi, s ize bir emir v e r e c e ğ i m . Bu emir, her askere bütün askerlik hayat ınca v e r i lmeyen ağır bir vazifedir. S iz de bugüne kadar böy le bir emirle karşı laşmamışsınızdır. Memleketin bizden beklediği ç o k mühim, hayatî vazifeler önünde bulunuyoruz. S i z e v e r e c e ğ i m bu zarf ın içerisinde, yapacağın ız vazi fe tafsilatıyla, yazı l ıdır.
Bir şart la ki zarf ın evvelâ üzerini okuyacak ve s o n r a en samimi arkadaşlarınıza dahi vazife aldığınızdan k a f i y e n
.bahsetmeden vazifenin icrasına koşacaksınız. Ne paramızın, ne de tahsisatımızın olmadığını ve bu
it ibarla da size harcırah veremeyeceğimiz i ve bu mukadd e s yurt vazifelerini hasbî olarak yapacağınız ı üzülerek bi ldir iyorum. S a d e c e bu vazife esnasında ekmeğinizi temin etmek üzere kolordu kumandanımız s ize ancak beş lira tedarik edebildi. Bunu lütfen hoş görerek kabul ediniz. S ö y l e y e c e k başka bir kelimem yoktur.
S ize vazi fenizde muvaffakiyetler diler, vazifenin ehem-.miyeti dolayısıyla da çok dikkatli olmanızı tavsiye eder im, y a v r u m ! Yo lunuz açık o lsun.
T e ğ m e n Seyfett in, Halis beyin çok şey anlatan s ö z leri karşısında ne diyeceğini şaşırmıştı. Sanki dili tutul-
.muştu. Hal is beyin kendisine uzatt ığı kapalı zarfla b e ş lirayı alıp cebine yerleştirdikten sonra çakı gibi ser t bir d ö n ü ş yaparak odadan çıktı. Halis bey, gözler indeki y u muşacık anlamla onu kapıdan uğurladı.
Seyfett in bey, meraktan çat layacak duruma gelmişt i . Iss ız bir y e r e kapağı atıp hemen zarfı açmak uğruna del ice bir sabırsız l ığa tutulmuştu. Hemen atına at layarak
170
ü n l ü kuyulu kahvenin yolunu tuttu. Atını bir y a n a iliştirer e k kahveye girdi , kuytu bir köşeye çeki lerek bir ç a y ısmar lad ı . S o n r a çevres ine bir g ö z gezdirerek önemsiz bir kâğıt parçası ç ıkar ıyormuş izlenimini yaratmaya çal ışarak c e b i n d e n zarf ı ç ıkardı. Üzer ini dikkatle g ö z d e n geçirdi . « M ü h ü r mumu ile kapatılmış olan orta büyüklükteki zarfın üzer inde şu tümceler yazı l ıydı» : «16 Eylü l , şafakla ber a b e r Ankara 'dan hareket edilecek. Çankır ı boğaz ı y o luyla yirmi ki lometre katedilecek ve yirmi ki lometreye rastlayan değirmenler mevkiinde zarf açı larak vazifeler okunacakt ır . Zarf ın daha evvel açı lması yasakt ır .»
G e n ç T e ğ m e n , keşke bu satırları okumasaydı , şimdi, merak ı eskis inden kat kat aşkındı. G e r ç e k t e n de kısa askerlik yaşayış ında böyle bir buyruk ne almış, ne de işit-mişti. Hiç bir arkadaşının da böyle bir buyrukla karşılaştığını s a n m ı y o r d u . Kafasında binbir ateşli belki dolaşırken y e r i n d e n fırladı, atına atladığı gibi evinin yolunu tuttu. 16 Ey lü l sabahı , tanyer i atarken, yola çıkacaktı . Hemen yol haz ır l ığ ına başladı.
G e c e y i kışlada uykusuz ve hazırl ıkla geçirdikten sonra puslu g ü z sabahının iç inde karşı dağlar ve Ankara kalesi henüz kapkara bir duman yığını gibi yüksel i rken k u z e y e d o ğ r u g iden Çankır ı yoluna düştü. Arkas ından iki ağır makinalı tüfekle gereçlenmiş bir süvar i takımı gel iy o r d u . Seyfett in bey, g e c e takımını giz l ice hazır lamış, sabahleyin erat ın kalk borusu çalmadan takımıyla bir g ö l g e gibi kışladan çıkmış, merakla serüvenine d o ğ r u i lerlemeye başlamıştı . Yola ç ıkacağını hiç bir arkadaşının ruhu bile duymamışt ı . Çankır ı boğaz ından o ldukça ser in bir yay la es int is i ge l iyordu. Y ü r ü y ü ş kolları, her ş e y d e n habersiz i ler l iyordu. İçinde tehlike engerekler i k ıvranan bir merakın verdiği k a y g u . T e ğ m e n Seyfett in beyi çok tetikte bul u n d u r u y o r d u . Takımın tehlikeli bir bö lgeye d o ğ r u yol a ld ı ğ ı bell iydi. B u n u bi l iyordu. O. bu takımıyla bu y a z , e p e y c e civciv l i gün ler geçirmiş, dağ taş gezmiş, dolaşmıştı. Artık büsbütün ihtilâlin karşısında işler y a p m a y a , d o l a p l a r ç e v i r m e y e çal ışan Ankara val is inin iz lenişinde b u l u n m u ş , kuvayı mill iyenin karşısında y e r alan kimi köy-
171
1er ve bucaklardaki tehlikeli elebaşı ları yakalayıp kolord u y a teslim etmişti. Bunlar da kendine g ö r e birer g ö r e v di . Nedir ki bu kezki g ö r e v i n biçimi hiç de onlara b e n z e miyordu. O zaman, insan nereye g ideceğin i , ne y a p a c a ğın ı , kimi yakalayıp get i receğin i , kime kurşun atıp kime atmayacağın ı bi l iyordu. Bu bi l inmeyene gidiş, yürekl i , bir asker o lduğu halde o n u n ruhunu bir zenberek gibi s o n u na dek germekten uzak kalmıyordu. Seyfett in bey, kıta-s ıy la gerekl i yolu kestirdikten s o n r a , akar sular ve değirmen gürül tüsüyle dolu bir ağaçl ıkta mola emrini verdi . Tat l ı , gevşekl ik veren bir g ü z g ü n e ş i , ince bulut tabakalarının arasından süzülerek boş ve geniş topraklara ini-y o r ^ kuytularda son y a ğ m u r d a n s o n r a açmış u t a n g a ç g ü z ç içekler i , yaşamaya hevesl i varl ıklarıyla g ö z d e n kaçmıyor lard ı . Dere boylar ındaki sisler, y a v a ş y a v a ş yükselmiş, uzak dağlar ın demir renkli g ö r ü n ü ş ü , insanı g e z i y e ç a ğ ı ran bir yumuşak y ü z a lmaya başlamıştı. Seyfett in bey, erattan, katır lardan ve at lardan biraz ötede bir a g a ç alt ına s ığındı. Değirmen o l u ğ u n d a n köpürerek bir s ü r ü ak g ü v e r c i n gibi aşağıdaki yeşi l ç imenlere dökülen sular ın gürü l tüsü bile g e n ç T e ğ m e n e romantik bir gençl ik g ü z e l liği yaratmaktan uzaktı. Bütün aklı, cebindeki saatl i bir bomba gibi kurulmuş bekleyen zarfta idi. A ğ a c ı n alt ına oturur oturmaz bir atmaca gibi zarfa atı ldı; bunu sıtmalı parmaklar ıy la birkaç san iyede yırt ıp açt ı . « Z a r f ı n iç inden iki büyük eseri cedit kâğıdı çıktı. Bu kağıt lardan bir inde Seyfett in beye görevin i ayrınt ı lar ıyla bildiren kolordu emri, ö b ü r ü n d e de « u z u n c a bir mektubun suret i» vardı . İ lkönce bir bardak su içercesine kolordu b u y r u ğ u n u okudu. Bu b u y r u ğ u n özeti ş u y d u :
— Kolordu kumandanl ığ ınca Kastamonu'ya kuvayı mil l iyemizin örgüt lenmesi u ğ r u n a görevl i olarak g ö n d e rilen A lbay O s m a n beye karşı padişah yanlısı olan Kastamonu val is i , jandarma kumandanı ve posta-telgraf başmüdürünün kışkırtma ve aldatmaları üzerine A n k a r a ' y a ve ko lordunun buyruklar ına isyan eden Kastamonu p iyade a lay ınca O s m a n bey tutuklanmış ve Ankara ile haberleşme kesilmiştir. Ç a b u c a k Kastamonu'ya giderek vali ile
172
jandarma kumandanı ve telgraf müdürünü tutuklayacak ve O s m a n beyi hapisten kurtararak kendisinin g ö r e v i n e y e n i d e n başlamasını s a ğ l a y a c a k v e O s m a n beyin d e « m u vafakat ini» alarak tutukluları koruyarak A n k a r a ' y a getireceksin iz . Kastmonu'ya, b u y r u ğ u okuduktan sonra gideceksin iz ve mutlaka Ç e r k e ş üzer inden y ü r ü y e c e k s i n i z . Yo llarda ve konakladığınız yer lerde öz görev in iz i saklayacak, halka ve köylülere, s a v a ş kaçağı askerler in eşkiyal ık yaptıklarından halkın yakındığını ve kolordu b u y r u ğ u ile bu eşkiyayı kovalamaya çıktığınızı yayacaks ın ız . Kalacağın ız köy ve kasabalarda ve u y g u n bulacağınız y e r l e r d e sureti ekli o lan, vel iahtın padişaha verdiği ve memleketin karışıklık içindeki b u g ü n k ü durumunu ve y u r d u n bütününün düşmanlar ımızca işgal edi ldiğini, y u r d u n kurtulması uğruna mutlaka ulusal bir ayaklanmanın gerekt iği bildiren mektubunu da köylülere okuyarak onların da ulusal davranışlara katılmalarını sağlayacaksın ız .
Seyfett in b^y, bu b u y r u ğ u okurken ne büyük tehlikeler in kendini beklediğini d u y u y o r ve tüyleri ürper iyordu. B i r p iyade alayı A n k a r a ' y a karşı ayaklanmışt ı , s o n r a b u , ya ln ız başına da deği ldi . V i lâyet in en önemli âmirini de yedeklemişt i . B u , dış g ö r ü n ü ş ü y l e k o s k o c a bir g ü ç t ü . Bunlar, padişahın görevl i ler i sayı ld ığından halk da ç o ğ u n l u ğ u y l a bunların saf ındaydı .
İşte, o, topuyla tüfeğiy le, bir alay asker i , y ığınla jandarması , padişahçı ve halifeci y ü z b i n l e r c e halkıyla bir ş e h r e karşı şu iki ağ ı r makinalı tüfeği, yüreğindeki yurt s e v g i s i , askerlik g u r u r u ve şeref iy le ve bir de yirmi üç y a ş ı y l a yürüyecek ve bütün bu kocaman d ü ş m a n g ö v d e y i kuvayı milliyeci Ankara'n ın yo lu üzer inden bir kenara itecek ya da saf dışı edecekt i . E h , bu da ancak bir mucize ile yapı lacak bir işti. Kim bilir, belki de Kastamonu'ya v a r ı n c a y a dek böyle bir mucize de baş göster i r , o da utanç d u y m a d a n görevin i yaparak ele geçird iğ i y ırt ıcı kuşlarla Ankara 'ya dönerdi .
T e ğ m e n Seyfett in, K o l o r d u K u r m a y Başkanı Hal is bey in çatık kaşlarının alt ından kaygulu bakışlarıyla kendisini u z u n uzun süzmesinin nedenlerini şimdi daha iyi anl ıyordu.
173
B u n u n üzerine, «gençl ik ateşinin kırbaçladığı ö l ç ü s ü z bir g u r u r » bütün tehl ikelere ve kaygulara yüksek s e s le meydan okuyarak benliğini sardı . «Tar ih î işler y a r a t a n büyük insanların duyabi leceği s o n s u z bir zevk le kendinden g e ç » t i . Artık, padişah da, o n u n her türlü cel lâdı da. g ö ğ s ü n ü delecek yağl ı kurşunlar da, darağaçlar ı da o n a v ızgel iyordu. Bu güzel y u r d u n başında ekş iyen, e jderha da olsa üstüne y ü r ü y e c e k ve onlar ı s ü r ü p sınır ların ötesine atacaktı . G e n ç yürekjer in o ars lan romantizmi damarlarından g e ç e n her damla kanı ateşlemişti.
Kendisini tepeden t ı rnağa mutluluk olarak d u y u y o r d u . O bu derin ve ç ı lg ınca z e v k i n hayali iç inde kendis inden geçmiş, buyrukları y e n i d e n y e n i y e okumaktayken « k u laklarını t ı rmalayan» bir sesle kendine gelerek si lkindi. O n u bu tatlı düşten uyandıran takım ç a v u ş u n a öfkeli öfkeli baktı. T a k ı m ç a v u ş u , uzaklarda karararak d e r i n l e ş e n boğazı parmağıyla göstererek :
— Kumandanım, dedi , Ankara 'dan bize d o ğ r u bir süvar i kıtası gel iyor, bakın hele!
Baktı. G e r ç e k t e n de uzaktan bir atlı y ü r ü y ü ş kolu zor lu bir yürüyüş le üst ler ine ge l iyordu. Bunlar, A n k a r a y ö n ü n d e n geldiklerine g ö r e düşman olmadıkları bel l iydi. O n l a r ı bekleyip kim olduklarını ve nerden gel ip n e r e y e gittiklerini öğrenmeden yo la çıkmak istemedi. Yar ım s a a t sonra atlı kıtası değirmen başındaydı . Bu, onlar ın alayının ikinci b ö l ü ğ ü y d ü . Bölük kumandanı da arkadaşı Manast ı rl ı Üsteğmen Atâ beydi. Seyfett in bey, şaşırmışt ı . D u r a n takımın kumandanı d o ğ r u c a o n u n yanına geldi. O n u n el inde de kendisine veri len mühürlü zarf ın başka bir b e n zer i vardı :
— S e n de mi bu biçimde g ö r e v aldın? Demek b e r a beriz, dedi. Zarf ı , Seyfett in bey in yanında yırtt ı . İç inden Seyfett in beye veri len buyruklar ın benzeri çıktı.
İki arkadaş, başbaşa vererek buyrukları birlikte o k u dular.
İki g e n ç subay, tehlikenin g ö z ü n e birlikte y ü r ü m e y i kararlaştırdı lar. Kıtalarına y ü r ü y ü ş emri verdi ler ve Ç e r keş üzer inden Kastamonu üzer ine yürüdüler.
174
Seyfett in beyin ağ ı r makinalı tüfek takımıyla Atâ bey i n süvar i bölüğü e p e y c e önemli ve kendine g ü v e n e n bir g ü ç olarak Kastamonu'ya d o ğ r u hızla i lerlediler. A n kara sınırındaki Ravlı köyünün dolaylar ına vardık lar ında g ü n e ş batmış, karanlık çökmeye başlamıştı. K ö y ü n dışında bir ordugâh kuran subaylar , hem a s k e r e parayla ufak bir akşam yemeği yaratmak, hem de ellerindeki padişaha akıl veren Vel iaht Abdülmeci t efendinin ünlü mektubunu halka okumak üzere köye girdi ler. Yatsı vakt iydi. K ö y ağası , imam, muhtar ve kimi köylüler, iki g e n ç s u bayın çevresini alarak dünyanın yeni g id işat ından en y e ni haberleri almak üzere kulak kesildiler. M u s t a f a Kemal'd e n , Damat Ferit ' ten, İngi l iz lerden, Rumlardan, Ermenilerd e n s ö z eden iki s u b a y , e p e y c e ilgi topladı lar. Bundan yüreklenen ve güzel bir kuvayı milliye p r o p a g a n d a s ı yapmanın sırası geldiğini anlayan subaylar, birbir inin göz lerine baktılar ve A t â bey, meşin emir çantas ından çıkardığı tehlikeli mektubu y a v a ş y a v a ş , tane tane okumaya ve dinleyici lerin yüzler ini rafın üzer inde y a n a n zayıf bir g a z lâmbasının aydınl ığında dikkatle kontrol etmeye başladı. Bu sırada, a ğ a başta olarak köylüler, birbir lerine bakıyor, gözler iy le birbir lerine bir şey ler danış ıyor lardı . S o n r a , durmadan imama bakmaya başladı lar. İmam, y a v a ş yavaş dikil iyor, sakalını s ıvaz l ıyor ve kavgacı bir h o r o z gibi boynu gitt ikçe geri l iyor, çatık kaşlarının alt ında yı ldır ım saçmaya başlayan bakışlarını hem iki g e n ç s u b a y ı n , hem de dinleyenlerin üzer inde gezdi rmeye başlıy o r d u . Seyfett in bey de, Atâ bey de bir şey ler sezin l iyorlarsa da kabadayı l ığa bal sürerek okumayı yar ıda kesmek istemiyorlardı.
İmam, en s o n r a dayanamadı : — Zabit efendi ler, dedi , s iz padişah düşmanısınız.
Bu mektup uydurmadır, b u n u , köylünün zihinlerini bulandırmak için o k u y o r s u n u z . Siz in İstanbul 'da padişahın mahkemesinde ası lmanız gerek. Siz ler z ındıksınız. Halifemiz efendimize karşı g e l i y o r s u n u z .
B u , alarm çanı o ldu. O d a y ı dolduran bütün köylüler a y a ğ a fırladı ve g e n ç subaylar ın üstüne atıldı. Yumruk,
175
tokat, sil le, bağrışmalar, çağr ışmalar ortal ığı bir d ö ğ ü ş meydanına döndürmüştü. En s o n r a , dışarı f ır layabilen g e n ç subaylar, çevreler in in eli sopal ı , kazmalı, kürekti başka köylülerle çevri ldiğini g ö r ü n c e durumun çok nazik o l d u ğ u n u anladılar. Harman yer inde kurulan ordugâhtak i asker lere bir parola ile durumu bildirmek ve eratı s i lâh başı edip köye saldırtmak ü z e r e Seyfett in b e y , t a b a n c a sıy la iki el ateş etti. B i raz s o n r a köy kuşatı lmış ve makinalı tüfeklerin namluları köye karşı çevri lmiş ve silâhlı er ler, köy odasını kuşatan köylüleri çil y a v r u s u gibi dağıtmışt ı . A t â bey, muhtara :
— Bana bak, muhtar, dedi , köylülerine uslu uslu oturmalarını, işlerinden g ü ç l e r i n d e n başka bir ş e y e burunlarını sokmamalarnı salık ver. T ü r k o r d u s u n u n subaylar ına karşı ne biçim davranacaklar ın ı da öğrensinler. H a y d i , şimdi Al lahaısmarladık, fakat, köyünüzden size küskün ve kalbimiz kırık olarak g id iyoruz.
S e n d e imam efendi , köylülerini şaşır tmamaya çal ış. Şimdil ik sizleri affederek b u r d a n uzaklaşıyoruz. Fakat, Rav l ı köyü ö l ü n c e y e dek şu askerler ve bizler üzer inde çok acı izler bırakacaktır.
İki g e n ç subay, e p e y c e hırpalanmıştı. Üstlerini başlarını düzelterek harman yerindeki karargâha d o ğ r u y ü r ü d ü l e r . Kuvay ı mil l iyecil iğin g ü ç l ü l ü ğ ü , padişahın ve İngil iz ler in karşısında değil de T ü r k köylüsünün karşıs ında daha iyi anlaşı l ıyordu.
i * *
Y a ş , kıdem ve t e c r ü b e c e Seyfett in b e y d e n üstün olan A t â bey, doğal olarak iki kıtanın da kumandanı sayı l ı rdı . At lar ın ın üzer inde y a n y a n a g id iyor, bir yandan da yapılacak işleri en ince ayrınt ı lar ına dek d ü ş ü n ü y o r ve alınacak tedbir ler üzer inde g ö r ü ş ü y o r l a r d ı .
— Atâ bey; vazifemizin icrası sahasına girdik, ya olumlu ya da olumsuz bir şey ler yapmak z o r u n d a y ı z . Ş e hir ve şehirdeki s o n durum üzer inde hiç bir bilgi alamadık. Bu bizi korkutan derin sessiz l iğ in alt ında giz lenmiş, önemli bir sır o l d u ğ u meydandadır . A lay A n k a r a ' y a karşı ayak landığ ına g ö r e tutuklayacağımız vali ve jandarma ku-
17S
mandanı ile beraberdir . O s m a n bey de ya öldürülmüş ya da İstanbul'a gönderi lmişt ir . Bizim görevimiz de bu adamları yakalamaktır. B u n u yapmak için de alayla ç a r p ı ş a c a ğ ı z . Alay bize g ö r e büyük bir kuvvettir. Yalnız, belki makinalı tüfekleri yoktur. Aynı zamanda hareket g ü c ü yoktur. Piyadedir. B iz s a y ı c a az olmamıza karşın süvar i y iz ; hareket g ü c ü m ü z çoktur. Hem de makinalı tüfeklerimiz vardır. Şu halde ş e h r e atlı bir baskın yapar ız . Karş ılaşacağımız âsi lerle çarpış ır ız. Çok üstün g ü c ü n saldır ıs ına uğrarsak bir arazi kesiminde tutunur ve A n k a r a ' y a haber gönder ir , daha çok kuvvet isteriz. E ğ e r karşı koyma z a y ı f olursa bu direnmeyi kırar ve şehri işgal ederiz. Şu halde, i lkönce bir keşif yaparak durum üzer inde bilgi almak gerekir. S iz , şimdi seçme atl ı lardan, usta er ve o n başı lardan on iki kişilik bir keşif kolu ayır ırsınız ve ş e h r e •dört nalla dalarsınız. Karş ı koymaya ve ateşe uğrarsanız keşif kolu çarpışması yaparak ivedi bana bir rapor yetiştirirsiniz. E ğ e r , karşı koyma olmazsa dört nalla şehr in bir başından girer, ö b ü r başından çıkar, böylece de durumu öğrenir , yaka layacağın ız bir iki şehirliyi de atların terkisine alarak şehri d ışar ıdan dolaşıp yine b u r a y a , bize g e lirsiniz. Bu adamlardan ve sizin gördükler inizden bilgi edinerek harekete g e ç e r i z . B e n , şimdilik bu sırt larda makinal ı tüfeklerle süvar i b ö l ü ğ ü n ü mevzie sokarak şehre ateş açacak biçimde tert ibat alıp senden haber bek leyeceğim. H e m e n süratle harekete g e ç , keşfini yap. kardeşim.
K a r d e ş ç e , d o s t ç a o isa da bu bir buyruk sayı lmalıydı. Seyfett in bey, o n u kumandan olarak tanımak z o r u n d a y d ı . B u , çok olağan bir askerl ik gereğiydi . Hemen, keşif kolunu en seçkin er ler ve onbaşı lardan seçiverdi . O n l a r ı karşısına dikerek Kastamonu'ya neden geldiklerini, şu sırada ne yapacaklar ın ı inceden inceye anlattı. Bu iş de olup bittikten sonra A t â beyin yanına giden Seyfett in bey :
— Hazır ız, kumandanım! dedi. Atâ beyin gözler i y a ş iç indeydi. Seyfett in b e y , baktı , dün akşam Hal is b e y ; kendisine nasıl bir kurbana bakar gibi bakmışsa şimdi Ü s teğmen Atâ da kendisine benzeri bakışlarla bakıyor, üstelik de ağl ıyordu. Bir ağıt söyler gibi :
177 3/F. : 12
— Kardeşim. Seyfett in, dedi , bu görev in çok tehl ikelidir. İsyan eden alay, belli ki b izden bir hayli baş y i y e c e k tir. Yakalanmamaya çal ış! Kurşunla ölmek bir mutluluktur. Yakalanıp, asılmak çok fecidir. Buna g ö r e d a v r a n , k a r deşim. G e l , bir kez de helâllaşalım!
Asker lerden uzakça bir a ğ a ç altında böyle içten, d o s t ça ve s ıcakça son kez bir g ö r ü ş ü r gibi g ö r ü ş ü p helâl laştı-lar. İkisi de sarsılmıştı. Seyfett in bey, hemen, heyecanın ı elden geld iğ ince giz lemeye çal ışarak keşif kolunun y a n ı n a koştu, at ına atladı, kılıcını çekt i , erlere de kılıç çekt i rd i . S o n r a , atını doludizgin ş e h r e d o ğ r u sürdü. Ü s t e ğ m e n A t â , onların sar ı bir toz bulutu içinde uzaklaşışlarını göz ler i y a ş içinde bir süre seyrett i . S o n r a keşif kolu g ö z d e n yi t in-ce o da d ü ş ü n d ü ğ ü tertibatı almak üzere davrandı .
Seyfett in beyle atlı ları, el lerinde par layan ya l ın kı l ıçlarıyla Kastamonu'ya daldılar. İki yanında tahta ev ler in s ıralandığı dar bir s o k a ğ a girdiler. Nalların taşlarda çıkar-dijğı sert gürültüler, bütün g e c e y i belki de uyanık g e ç i r miş olan mahalle halkını yer inden uğrattı. Bu neyin nesidir diye kapıları, pencereler i hızla açıp büyük bir merakla başını dışar ı uzatan halk, kuvayı milliyecileri ve e l ler indeki yalın* kılıçları g ö r ü n c e korkudan gözleri büyüyerek kapı ve pencereler ini y ine hızla kapayıp evlerine çeki l iyor lard ı . Kadınlar ın, erkeklerin böyle büyümüş gözler le kendilerine bakarak içeri çekilmeleri, kuvayı mil l iyecilere, kendilerine düşman bir şehre girdikleri kanısını v e r i y o r , ü z ü lüyor lardı . Yalnız, ç o k ç a üzülecek zamanları da yoktu. Kendi ler i de şu s ırada sonunun nasıl geleceği bi l inmeyen çok tehlikeli ve korkulu bir serüvenin ortasındaydı lar.
G e n ç T e ğ m e n i n bundan çıkardığı anlama g ö r e şehirde o lağanüstü bir şey ler o l u y o r ve bu, sürüp g i d i y o r d u . H e r saniye bi l inmeyen bir y e r d e n mevzilenmiş bir padi-şahçıntn makinalı tüfeği ya da mavzeri üzerine ö l d ü r ü c ü kurşunlarını kusabil ir ve bu serüven de şuracıkta b i teb ilirdi.
Doludizgin gitmeyi sürdüren keşif kolu, şehr in g ö beğine dek i lerlemişse de hiç bir yerden üzer ler ine ateş edilmemiş ve hiç kimse kendilerine düşmanlık g ö s t e r m e -
178
miş, ya da göstermek için meydana çıkmak yürekl i l iğini gösterememişt i . Boşaltı lmış bir ş e h r e girmiş gibiydi ler. Ç o k i lginç bir an yaşıyor lardı . On kişilik bir kuvayı milliyeci keşif kolu, bütün Kastamonu'yu ele geçirmiş g ibiydi . İslerdeydi bu ayaklanmış a lay? Y e r i n dibine mi g i r ip saklanmışlardı?
Seyfett in beyi bu durum daha çok k o r k u t u y o r d u . H e r sessiz l iğ in ardından kıyametlerin koptuğunu askerl ik bilgis iy le bi l iyordu. Nerdeydi şu ayaklanıp ortal ığı g ü r ü l t ü y e v e r e n askerler ve kumandanlar? Keşif kolu, en s o n r a şehr in ortasındaki büyük camiin yanına v a r d ı ve ilk kez burda birkaç Kastamonuluya denk geldi . Bunlar, yeni y a pılmış tek katlı bir yapının ö n ü n d e dikilmiş d u r u y o r ve meraklı göz ler le yanlarına yaklaşan yal ın kılıç kuvayı milli-yec i lere bakıyorlardı,. B u r a y a dek hasım namına k imseye rast lamadı larsa da her an ayaklanmış alayın bir p u s u s u n a düşebi lecekler ini d ü ş ü n ü y o r ve şahin gibi bakışlar ıy la köşeyi b u c a ğ ı araştırmaktan uzak durmuyor lard ı . G e n ç T e ğ men, bir çat ışmaya tutuşabi lecekler inden hâlâ korkuyord u . N e y s e ki korktukları başlarına gelmedi. Yürekl i l iği artan g e n ç T e ğ m e n , dört nal İttihat ve T e r a k k i kulübü o larak vakt iy le yapılmış olan yapıya d o ğ r u yaklaşt ı . O r a y a yaklaşt ığ ında, Seyfett in beyin içi büsbütün rahat ladı. T o p lu olarak duran Kastamonulular ın yüz ler ine kendilerini d o s t ç a karşı layan sevimli gülümsemeler g ö r ü l ü y o r d u . S e vimli ve saygı l ı olarak Seyfett in beye :
— H o ş geldiniz! diye bağırdı lar. Bu d u r u m , g e n ç T e ğ meni adamakıll ı yüreklendirdi . Keşif kolunu durdurarak i
— M e r h a b a , ağalar, nası ls ınız? dedi. Kalabal ıktan yaş l ıca bir adam :
— Ç o k şükür Al lah'a, tehlikeyi atlattık, zab i t efendi . Siz ler i d ö r t göz le bekl iyorduk. Süvar i a layınız arkada mıdır? Ne zaman gelecek? Kahramanlarımızı karşı layal ım! dedi .
B u s ı rada, g e n ç T e ğ m e n , yüzler i s e v i n ç s a ç a n b i rkaç delikanlının birbirleriyle, yüksek sesle ş ö y l e konuştuklar ını işitti :
179
— Artık, korkumuz kalmadı. S ü v a r i alayımız yetişt i . Hamdolsun.
Onlar ın biribirlerini kut layarak böy lece konuşmalar ı , Seyfett in beyi yeni bir bi lmece karşıs ında bırakmıştı. Kurn a z c a bu delikanlı lardan biraz bilgi sızdırabilmek üzere :
— Askerler imiz nerede? A l a y kumandanı ve zabit ler ne o ldu? Kimseyi g ö r m ü y o r u m ? dedi.
— Askerler imiz kışlalarındadır. Kışla da bu yo lun so-nundadır. Kahraman mülâzımıevvel Ş e v k e t b e y , onları hapsett irdi. Mira lay beyi de hapisten kurtardı. Şimdi, hükümet konağında çal ış ıyorlar.
Seyfett in bey, durumu a ç ı k ç a g ö r m ü ş t ü . Demek ki, « K a h r a m a n Ş e v k e t » denen yiğit bir g e n ç s u b a y , kuvayı mil l iyeciler adına alaya ve hükümete el koymuş, onlar henüz yolda iken duruma e g e m e n olmuştu.
Yalnız, Seyfett in beyin zihnini kurcalayan bir nokta v a r d ı : Süvar i alayının A n k a r a ' d a n yola çıktığı masalı ner-d e n çıkmıştı? Belki b u , kendi süvar i takımıyla Ü s t e ğ m e n A t â beyin kumandasındaki süvar i bö lüğünün Kastamonu'ya d o ğ r u yola çıkışına g ö r e uydurulmuştu. Yalnız, b u n c a gizlil ik içinde yapı lan bu askerî y ü r ü y ü ş ü Kastamonu halkına kim bildirmiş ve kim yaymışt ı? Seyfett in beyi en çok kuşkulandıran da buydu. Ankara-Kastamonu telgraf haberleşmesi kesik olmasaydı n e y s e ! Dur hele, şimdilerde o n u da ö ğ r e n e c e k ve b u , dün akşamdan beri öğrenmek için yanıp d u r d u ğ u bi lmecelerin herhalde s o n u n c u s u olacakt ı .
Bir şey deği l , şimdi Kastamonu'ya egemen tepelerde ve yo l kavşaklar ında içi yanarak haber bekleyip d u ran Ü s t e ğ m e n Atâ b e y e de ivedi olarak bir rapor uçurmak g e r e k i y o r d u .
Y ine atını dört nala kaldırarak keşif kolunun ö n ü n de kışlaya d o ğ r u uçmaya başladı . Dere b o y u n d a yel gibi uçarak g iden atlı ların y ü r e ğ i n d e artık, başar ın ın z a f e r e benzer sevinci ç ı rp ın ıyordu. Kendilerini bir memleket fethetmiş bir o r d u gibi güç lü d u y u y o r l a r d ı . Yalnız, kışlanın kapısına vardıklar ında Seyfett in beyin içinde y ine gar ip
1 180
bir r ü z g â r esti. Bütün asker, kışlada toplanmıştı. Nizamiye nöbetçi ler i , içeri kuş uçurmayacak biçimde yerleşt ir i lmişlerdi. Yalnız, çok yaklaştıklarında nöbetçi ler in güler yüz le kapıları açtıklarını ve kendilerini beklenen az iz konuklar olarak karşıladıklarım gördüler. Seyfett in bey, çok g e n ç olmakla birlikte askerl ik hiylelerinin çok kahpece biçimlerini okulda okumuş ve ordu saflarındaki arkadaşlarından dinlemişti. K ızgın bir kuşku akrebi yak ıc ı , ö ldürücü bir a ğ u ile dolu iğnesini kafasında g e z d i r m e y e başlamıştı. Bu kuşku, ona çok tetikte bulunmasını sal ıkiadı-ğından arkadaşlar ıy la ayak üzerinde bir anlaşma yaptı :
— Ç o c u k l a r , dedi , s iz si lâh başı yapmış olarak kapının örtünde bekleyeceksiniz. B e n , içeri gir ip durumu a n lamaya çal ışacağım. E ğ e r içerde bir si lâh patladığını işit irseniz hemen A t â beyin bölüğüne bir haber ulaştır ırsınız; haberciy i gönderdikten sonra da hemen kışlaya ateş açmaya başlarsınız. H a y d i , şimdi hoşça kalın. Emrimi noktası noktasına yer ine get ir in. Yoksa hepimizin canını c e henneme göndermekte gecikmezler. G ö r e y i m sizi çocuklar. Ben şimdi kışlaya g ir iyorum.
T e ğ m e n Seyfett in bey, bunu söyleyerek onbaşı lardan birini yanına aldı, nöbetçi ler in taşkın saygıs ıy la karşılanarak içeri girdi . Er lerden biri onu alıp tabur kumandanının odasına g ö t ü r d ü . Seyfett in bey, kor idordan g e ç e r ken yukar ıda kışla odalar ının kapılarına çifte nöbetçi ler dikilmiş o lduğunu g ö r d ü . Bunlara ilkin bir anlam vereme-diyse de biraz s o n r a , tabur kumandanı kendisini sev inç le karşı layarak g e c e g e ç e n heyecanl ı olayı özet olarak a n lattı. T a b u r kumandanı « K a h r a m a n Şevket b e y » adını s ö y lerken saygıy la bir ton kul lanıyordu. Demek ki bir y iği t Ü s t e ğ m e n , zekâsı , yürekl i l iğiy le padişahçı ayaklanmayı bastırmış, Kastamonu'yu Seyfettin, ve Atâ beyler in takım ve bölüğünden ö n c e fethetmişti. Seyfett in bey, bir masala b e n z e y e n bu olayı tane tane tabur kumandanının ağz ından dinlerken, bu s a b a h yolda geçirdiği yiğitl ik h e y e canlar ını bir daha y a ş ı y o r , benzer i işi bir başka g e n ç s u bay yapt ığ ından ona imreniyor ve onun' namına g ö ğ s ü
181
kabar ıyor, bu işi kendisi yapmışçasına s o n s u z bir gurur d u y u y o r d u . T a b u r kumandanı :
— G e r ç i , asker g ö z altına alınmış durumdaydı , f a kat Kastamonu'nun içinde v e dışında A n k a r a ' y a d ü ş m a n kimselerin ç o k ç a bu lunduğunu bildiğimizden bir balon uçurduk: Ankara 'dan süvar i alayı gel iyor! d iye her y a n a yaydık. B ö y l e c e Ankara 'y ı tutanlara g ü ç . muhalif lere de korku v e r m e y e çalıştık.
Hamdolsun ki A l lah bize acıd ı , yalanımız sahi leşt i . Süvar i ler imiz yet işerek bize soluk aldırdınız. A m a n , r a p o runuzu gönder in iz . G e r i d e süvar i ler de aynı biçimde d ö r t nala şehirden g e ç e r e k kışlaya gelsinler. Bu gel iş, halk üzer inde büyük bir g ü v e n ve muhalif olanlarda da korku yaratacakt ır .
G e n ç T e ğ m e n , hemen oracıkta raporunu yazarak iki atlı haberci ile bö lüğe gönderdi . Dört nala gelmelerini s ıkıca salıkladı. Bu iş de olup bittikten s o n r a , temelli bilgi a lmaya çalıştı.
Pek az z a m a n s o n r a A t â beyin bölüğü, kı l ıçlan g ü n e ş te par layarak şehrin a n a caddes inden geçt i , halkın g ü v e n dolu bakışlarıyla uğur lanarak dere boyundan kışlaya v a r dı .
Seyfett in beyle A t â bey, atlı birliğini kışlada ist irahata geçirdi ler ve onlara Ankara'dan böyle g e c e y i g ü n d ü z e katarak apar t o p a r Kastamonu'ya neden geldikleri-
I ni anlattılar. Asker lere bu tehlikeli günler in nelere g e b e o l d u ğ u n d a n , gerçek ulusal d u y g u ve düşünceler in ne o lduğ u n d a n s ö z etti ler: T ü r k i y e , eski bağımsızl ığını yit irmiş, esarete düşmüştü. Ş imdi, onlar, Kastamonu'da sait T ü r kiye'yi kurtarmak uğruna bulunmaktaydılar. B u r d a ulusal güçler i örgüt leyeceklerd i .
Atlı ları böy lece yeni ve gelecek durumlar üzer inde aydınlatt ıktan s o n r a , T e ğ m e n Seyfett in v e Ü s t e ğ m e n A t â beyler, yanlar ına bir manga süvar i alarak d o ğ r u hükümet konağına gitti ler. A l b a y O s m a n beyle Ü s t e ğ m e n ' Şevket bey onları sev inçle ve bir süpr iz olarak karşıladılar. Y irmi dört saatin yaratt ığı kahramanlar burda y a n y a n a g e l mişti.
S a ğ l a m karakterl i , zeki b ir asker olan O s m a n beye : — G e ç m i ş o l s u n ! dediler.
Kumandanın y ü z ü , fırtınalı ve yağmur lu bir havadan :sonra a ç a n g ü n e ş gibi sev inçl iyd i . G e n ç subay lar , kolordu buyruklarını ona g ö s t e r d i l e r :
— Ne yazık ki sizi kurtarmak, b izden daha bahtiyar o lan Şevket bey arkadaşımıza nasip o ldu, dediler.
O s m a n bey, g ü l ü m s e y e n yüzüy le onlara şöy le dedi : — Bunlar, o l a ğ a n şeylerdir . G a y e m i z , aziz vatanın
kurtarı lmasıdır. Bu u ğ u r d a s e v e seve canımızı vermek vatan borcudur. Kahraman arkadaşlar ımız, g e r ç i beni kurtardı lar, fakat, bu kurtuluş belki de geçic i o lurdu. İçimizdeki muhalif ler, İstanbul 'dan yeniden aldıkları emirle bize saldır ır lar ve b irçok arkadaşlar ımızın, askerler imizin kanlarını akıt ır lardı. Fakat, s iz in bir mucize gibi yet işmeniz ve Ankara 'n ın bu husustaki hızlı tedbir leri , g e r ç e k anlamı ile bizi kurtarmıştır. Art ık, hiç bir k a y g u y a d ü ş m e d e n rahat rahat burada çal ışmalarımızı yapabil ir iz. B e r a b e r c e çal ışarak, millî kuvvet ler ö r g ü t ü n ü kurabil ir iz. S iz lere ve gösterd iğ in iz feragat ve yorgunluklara memleket ve millet namına minnetlerimi, beni a m a ç tutan fedakârl ıklarınıza da şükranlarımı sunar ım, arkadaşlar ım!
Bu çok içten konuşmadan sonra O s m a n bey, iki g e n ç ve yürekl i s u b a y a yeni g ö r e v l e r verdi .
G e n ç subaylar, O s m a n beyin odasından çıktıktan s o n ra, Şevket beyle görüştü ler . Şevket bey, bu darbeyi ne biçim hazır ladığını bütün ayrıntı larıyla onlara anlattı. Bu iri gövdel i , zeki , yürekl i ve çok sevimli subay ı saat larca
•dinlediler ve onun s ö y l e y i ş i n e doymadı lar. Seyfett in beyle A t â bey, onbeş g ü n A l b a y O s m a n beyle Ü s t e ğ m e n Şevket beyin örgüt ler inde canla başla g e c e y i g ü n d ü z e katarak çalıştı lar. B ü t ü n muhalif ler, s ıçan del iğine girmiş g ib iyd i . Kastamonu, artık kuvayı mil l iyecilerin cir i t o y n a dığı bir meydan gib iydi . Padişahçı elebaşı ları hâlâ tutuklu o larak başlarına g e l e c e ğ i bekl iyordu ve bu s o n u c u da kuv a y ı mil l iyecilerin baş ına getirmek istedikleri belâ türünd e n hesapl ıyor lardı .
Seyfett in beyle A t â bey. bu sjrada 20. Kolordudaki kumandanlar ından bir buyruk aldılar. Bu buyrukta Eskişehir ' i e l ler inde tutan ve Ankara 'y ı tehdide yel tenen İngi l iz lere karşı bir saldırı yapı lacağı bi ldir i l iyordu. Ankara'deki süvar i alayının bir b ö l ü ğ ü , gönül lüler in de katılmasıy la Eskişehir 'e y ü r ü y e c e k , burda bir dikenlik gibi d u r a n İngiliz askerî g ü c ü , İstanbul'a d o ğ r u sürülecekt i . Bu da Ankara'da üslenen nizamî ordu birl iklerinin ilk sa ldır ısı olacaktı . Atâ beyin atlı b ö l ü ğ ü , şimdilik Kastamonu'da kalarak, T e ğ m e n Seyfett in beyin ağır makinalı tüfek takımı, tutuklularla birlikte A n k a r a ' y a d o ğ r u yola çıkacakt ı . Seyfett in bey, tutuklu vali vekili olan eski jandarma kumandanı A lbay O s m a n Nuri beyle posta-telgraf başmüdürü Ş e y h Ramiz efendiyi aldı ve bir yayl ıya bindirdi. Kumand a n O s m a n bey, g e n ç T e ğ m e n e şunları salıkladı :
— O ğ l u m , Seyfett in, bu tutukluları g ö t ü r ü y o r s u n ama, bunlar yo lda kaçırılmak istenebil ir, Kastamonu'ya gelirken ne gibi kaygulu ve korkulu saatlar geçirmişseniz, tutukluları götürürken de aynı kaygu ver ic i saat ve t e h likeler s ize çevri lecektir. K ö y l e r d e , kasabalarda bunları kurtarmak isteyecek birçok gözler i kararmış insanların b u l u n d u ğ u n u hepimiz bi l iyoruz. G e r ç e k ş u d u r ki bu adamları götürürken en büyük tehlike de, her adım başında seninle birlikte yürüyecekt i r .
Seyfett in bey de bu işin. ilk «bi l inmeyene g i d i ş t e n * d a h a tehlikeli o lduğunu anl ıyordu. Yalnız, verdiği korku oranında çok büyüleyici ve tatlı bir serüven o lacağın ı da bi l iyordu. Bu s e r ü v e n , insanı büyük y a p a n en çetin yol lar ın üzerinde geçt iğ inden, g e n ç insan yürekler inde alt ın bir b u ğ u gibi tüten yiğitl ik romantizminden de g ü ç a l ıyordu. Bu y ü z d e n yo lun, bi l inmeyenlerinden doğmakta o l a n kaygular, bu altın buğu içinde eriyip g id iyordu.
Seyfet t in bey, g e c e yar ıs ından s o n r a , s e s s i z c e kışlad a n ayr ı lan takımıyla yeşi l Kastamonu'yu arkada b ı r a k a rak, İ lgaz dağlarının kalın g ö v d e l i , yüksek çamlar ı , meşeler i , kayınları ve gürgenler iy le örtülü bölgesi i ç i n d e n
184
geçmekte olan zif ir gibi karanlık, insana korku ve ürpert i v e r e n yolda i lerlemeye başladı . Ç o k yerde yüksek a ğ a ç dallarının çatt ığı çat ı lardan yı ldızları bile g ö r e m i y o r d u . Yalnız, ormanın derin sessiz l iğ in i bozan çakal ulumalarından başka Seyfett in beyle atlı ların kulaklarını t ı rmalayan çirkin bir ses daha kafi leye yoldaşlık e d i y o r d u . Bu ses, şehirde başlamış, durmaksız ın sürüp g i d i y o r d u . Bu çirkin sesin sahibi posta ve telgraf başmüdürü Ş e y h Ramiz efendiydi. Tutuklular, kapalı bir yayl ı arabanın iç indeydi. G e c e n i n çirkin karanl ığından bir sırt lanınkinin ç i r-kinliğiyle gür leyen bu s e s , gerçekten de hem g e n ç s u b a y ın, hem de atlı ların sinirlerini b o z u y o r , onlara herifi p a taklamak isteği v e r i y o r d u . Ş e y h Ramiz efendi şöyle bağır ıyordu :
— Padişahımız, vel inimetimiz, şevketmeap efendimiz hazretlerine karşı yapt ığınız bu isyanın cezas ın ı elbet ç e keceksiniz. Mel 'unlar, rezil ler, padişah ve halife d ü ş m a n ları! İnşaal lah, asıl ırken ipinizi ben ellerimle ç e k e c e ğ i m .
Kastamonu'y la Ankara arasında bir tek o lay olarak ancak bu geçt i . Yolu, kazasız belâsız bitiren ağ ı r makinalı tüfek takımı ve onun g e n ç kumandanı, 20. Kolordunun kurmay başkanı, T ü m e n Kumandanı Mahmut bey ve ö b ü r subay arkadaşlarca birer kahraman olarak karşı landılar. Pek heyecan ver ici Kastamonu olayı ve « K a h r a m a n Ş e v ket» beyin padişahçı lara hemen hemen tek başına indirdiği yumruk, bütün subaylar ı sevindirdi ve imrendirdi. B u r da bir tek avuntular ı v a r d ı ; bundan böyle, T ü r k i y e , öy le çok olaylara ve kahramanlıklara gebeydi ki hemen her s u b a y bir Ş e v k e t bey adayı sayılabil irdi. Seyfett in bey, Al i Fuat Paşa'nın y ö n e t e c e ğ i Eskişehir «hareket ine» hazır lanmaya başladı.
185
Alamut Çizgiliforum.com
1 Ağustos 1919. Amiral Cal-throp'dan Lord Curzon'a mektup : ...Ermeniler, Erzurum'a saldırıya hazırlanıyorlar. Yunanlılar İzmir'i bir mezbahaya çevirdiler.
Bolşevik orduları kuzeyden g ü n e y e d o ğ r u inip T ü r k i y e ' n i n sınır larına yaklaşt ıkça Kâzım Karabekir ' in de içi içine s ığmıyordu. İngil izler, bölgeden silinir si l inmez K a r s ' a yer leşmiş olan Ermeni o r d u s u n a , şöy le bir omuz v u r u p onlar ı Er ivan'a d o ğ r u püskürtmek ist iyordu. 15. K o l o r d u , Ermeni ler in üzer ine atılmak üzere bir zemberek gibi g e rilmiş bekl iyordu. B ü y ü k Ermenistan' la birl ikte gerek İngi l iz lere, g e r e k s e Amrikalı lara başarısız l ığın zehir gibi tadını tatt ıracak olan kıyametin Kars' ın başında kopması g e r e k i y o r d u . Bolşevik ler, İngil izlere âlet olmuş olan E r meni ler i şimdilik tutmuyorlardı. Şu var k i b u , gelecek g ü n lerde de böyle mi olacakt ı? Bunu hiç kimse s ö y l e y e m e z d i .
Bolşevik ler, adım adım ve bin türlü taktikle i lerl iyorlardı. B u , Ermenistan Sovyet in in bir g ü n b irdenbire kuru lmayacağı demek deği ldi . Şu sırada Kars 'a çul lanmanın tam zamanıysa da Mustafa Kemal, buna razı deği ldi ve daha çok uzun zaman da razı o lmayacakt ı . Bunun için de büyük Ermanistan' ın çıkış noktası, kurtuluş g ü n ü n e •dek Kars olacak gibi g ö r ü n ü y o r d u .
G ü n ü n bir inde belki de askıda kalmış gibi g ö r ü n e n Ermenistan serüvenini örgütlemek için o lacak. G e n e r a l H a r b o a r d büyük bir Amerikan araştırma kuruluyla Par is 't e n yola düştü. Rota: T ü r k i y e ' d e n Ermeni ler için koparı lması düşünülen Al lah' ın ıssız sayı lan geniş topraklar ıydı .
Kâzım Karabekir, bir yandan Sivas K o n g r e s i ' n e y e tişmek üzere sabırs ız lanıp dururken bir y a n d a n da E y l ü l ' -ün yirmi beşinde E r z u r u m ' a gelmesi beklenen Amerikal ı araşt ırma kurulu başkanı Genera l H a r b o a r d ' u karşı lamaya
186
haz ı r lan ıyordu. B u n a üstünkörü bir hazır lanmak d e n m e z d i . O , H a r b o a r d ' u n E r z u r u m ' a neden geldiğini pek iyi b il i y o r d u . O , bir uzak v e harap b ö l g e d e bile Amer ikan ç ı karlar ının uzak g ö r ü ş l ü bir hesabını y a p m a y a g e l i y o r d u . O n u n baş g ö r e v i , Kâz ım Karabekir ' in en kesin d ü ş ü n c e ler ine g ö r e T ü r k i y e topraklar ı üzer inde « B ü y ü k Ermenist a n » ! ve genell ikle Ermeni serüvenin i örgüt lemek amacına d a y a n ı y o r d u . B u n d a n dolay ı , Kâzım Karabekir , Harb o a r d ' u her türlü şaşkınl ığa uğratmak, yenmek ve ö n d ü -ş ü n c e l e r i n d e n ayırmak üzere kurnazca ve z e k i c e hazır lan ı y o r d u . E n v e r Paşa'nın ordular ında genel « i s t i h b a r a t » işlerini yönet irken c a s u s l u ğ u n en korkunç si lâhlar ından bir in in de sır aşırmaktan çok p r o p a g a n d a zehir l i g a z ı y l a kamu o y u n u ve zihinleri zehir lemek ve şaşırtmak o lduğ u n u öğrenmişt i . T o p l a r d a n v e makinalı tüfeklerden ö n c e p r o p a g a n d a balonlarının renk renk bir ülkenin ufuklarına ası lması g e r e k i y o r d u .
Kâzım Karabekir de G e n e r a l H a r b o a r d ' u b ö y l e c e çok u z a k l a r d a n p r o p a g a n d a ateşi altına almıştı. Par is ' ten 22 A ğ u s t o s 1919 g ü n ü ayr ı lan H a r b o a r d kurulu, tam bir ay ü ç g ü n sonra E r z u r u m ' d a olacakt ı . T e m p s g a z e t e s i , G e n e ral in gelişini şöy le b i ld ir iyordu: «Amer ikan sefer i g ü c ü , kurmay başkanı G e n e r a l H a r b o a r d , Amerika C u m h u r b a ş kanından gelen «tal imat» üzer ine Ermenistan ve maveray ı Kafkas' ı denetlemek üzere bir kurul başkanl ığ ında
d ü n Paris'ten ayrı lmıştır. G e n e r a l H a r b o a r d kurulu, başka "bütün kurul lardan ve şu s ırada gerek Ermenistan ve g e rekse maverayı Kafkas'ta bulunan örgüt lerden bamşaşka-dır.» Kâzım Karabekir ' in ş imdiye dek Kafkas b ö l g e s i n d e n aldığı z e n g i n bi lgiye g ö r e , Amerikal ı ların ordaki insancı l çal ışmaları (!) h'C de Türk iye 'n in çıkarına deği ldi . Amerikalı lar gerek G ü r c i s t a n ve gerekse Ermenistan'da . ç o c u k l a r a geniş bir ilgi göstermekteydi ler. Bunlar ı yedir ip içir ip, giydir ip kuşat ıyor ve kuşku verecek biç imde eğit iy o r l a r d ı . Büyük bir hıristiyanlık d ü ş ü n c e s i y l e d a v r a n a n b u adamlar, b in lerce T ü r k v e müslüman ç o c u ğ u n u d a bunlar ın arasına katıyor, bunları vaft iz ederek adlarını ve dinlerini değişt i r iyor lardı . Bu çocuklar, i leride kullanılmak
187
ü z e r e askerce bir çabanın tuzağında yetişt ir i lmeye ç a l ı ş ı lmaktaydı.
İngilizlerle Fransız lar , Ermeni lere si lâh, Amerikal ı lar da daha insancıl ve haksever görünmek üzere hesaps ız e ş y a ve ilâç v e r i y o r d u . Paşanın daha önemli bulduğu bir g e r ç e k daha vard ı : Y ı lbaşından beri bir takım Amerikal ı memurlar, Türk iye 'de v ız ı r v ız ır dolaşıyor, T ü r k l e r e bol adaklarda bulunuyor v e T ü r k konuksever l iğ inden alabild iğ ine yarar lanıyor lardı . T ü r k halkı ve hükümet memurlar ı , bu adaklara kanarak onlara her türlü değerl i halı lar ve başka armağanlar ver iyor , heri fçioğul lar ı , aldıkları yükte hafif pahada ağır eşyay la bi l inmeyen bir yöne s a v u ş u p g id iyor , bir daha da yüzler in i g ö r e n hacı o l u y o r d u . H a v a d a bırakıp gittikleri bir kuru «thank y o u » idi. Paşanın edindiği sağlam bi lgiye g ö r e bu Amerikal ı ların aradıkları Ermeni yoksul lar ıydı , y o k s u l Ermeni de bulamayınca ç e kilip gidiyor lardı . Paşanın kendi sözcükler iy le bu d u r u mun açıklanması ş ö y l e y d i : « B e ş e r i y e t , insaniyet, adalet gibi söz ler in henüz kalpazanlık devr inde o l d u ğ u n u ve her milletin kendi çıkarı için hoşlanmadığı , daha d o ğ r u s u s i yaset ine engel o lan başka milletlerin açlar ı , çıplakları e l inden s o n lokmasını, s o n şeyini almaktan da hayvanı lezzet d u y d u ğ u n u , kuvvetl i yumruk ve politika yani e n tr ikanın, bir milletin yaşaması için y irminci as ırda dahi y e g â n e istinatgahı o l d u ğ u n u herkes ibret g ö z ü y l e g ö r ü y o r d u . İşte, büsbütün başka o l d u ğ u ilân olunan H a r b o a r d heyetinin de ot y i y e n , çıplak g e z e n bir nesle imdada d e ğ i l , ahval i , yani yeni l i r yutulur şey lerden midir d iye bu mıntakalarda y a ş a y a n z iruhlar g ö r m e y e geldikler inden hiç bir imizin şüphesi y o k » t u r .
Harboard 'un dost olarak gelmediğini s e z e n Kâz ım Karabekir , ona Ermeni ler in yaptıkları zulümleri belgeler iyle göstermek üzere bir y ığ ın insan çal ışt ı r ıyordu. Bu belg e l e r d e İngil izlerin Ermeni ler i kışkırtmakta o l d u ğ u , ç iv i gib i g ö z e batacak durumdaydı . Paşa, Genera l H a r b o a r d ' u t a a uzaklardan p r o p a g a n d a yayl ım ateşine de tutmuştu.
Dört tümen asker iy le D o ğ u A n a d o l u ' n u n her y a n ı n d a g r a n i t doruklarda y u v a l a n a n kartallar gibi yuvalanmış o l a n
188
p a ş a , bu bölgelerden herhangibir inde b a ş g ö s t e r e c e k o lay lar ın tepesine kara kuş gibi inmeye hazırdı. Ü ç ü n c ü tümeni T r a b z o n ' d a Pontos belâsına karşı, d o k u z u n c u ve onik inci tümenleri de Pasinler arasında gerek Ermeni lere, g e r e k s e her yana karşı el inin alt ında b u l u n d u r u y o r d u ; on bir inci tümen de Van-Beyaz ı t-Karaköse bölgesinde hem Ermeni lere, hem de Kürtlük olaylarına karşı bulunduruluy o r d u . Nastur i lere karşı S imko ile öbür aşiretler Ermenileri en yakından uğraşt ırmak üzere « Ş u r a l a r » sınır bö lgesi üzerinde gecel i g ü n d ü z l ü tetikte beklemekteydi.
Paşanın kafasında, bütün bu görünenler in arkasında y a t a n büyük bir plân da v a r d ı : T ü r k i y e sınır larından içer i d o ğ r u Ermeni ler in y a p a c a ğ ı herhangi bir akın ve y ü r ü y ü ş , paşayı ve tümenlerini, bir yay gibi yer inden fırlatar a k onların üzerine çul landıracakt ı . Ermeni tehlikesini s o n ras ız olarak ortadan kaldırmak üzere doğacak fırsatı bekl iyordu.
Tümenler in bütün hazır l ığı , salt bu plânın u y g u l a n masını sağlayan ilk f ırsatta zaferi tatlı yemişler gibi hem e n toplayabilmek amacına dayanıyordu. E lâz ığ 'da bulundurduğu süvar i a lay ın ın bir bölümü, g ü n e y d e n Malatya olayını y ineleyerek gelebi lecek herhangi bir Kürt d a v r a nışına karşı tetikte bekl iyordu. Paşa, bu ufak atlı g r u b u n u , Kürtlerin g ö z ü n d e çok b ü y ü t ü c ü bir p r o p a g a n d a yaptırmışt ı . Bütün kolordu si lâh g ü c ü n ü n y ü z b i n s ü n g ü ye dayandığına Kürt ler inandığı gibi G ü r c ü l e r de bu prop a g a n d a n ı n ağına düşmekten kendilerini alamamıştı. Yalnız, Erzurum'dan gel ip g e ç e n yabancı subaylar deği l , her z a m a n bu bölgede bulunan Rawl inson bile Kâzım Kara-tıekir ' in istediğinde y ü z b i n s ü n g ü çıkarabi leceği kanısındaydı . « Ç ü n k ü , İngiliz usulü bir şeyin doğru luğuna inanmak için en az beş kişiye - türlü yer lerde, türlü kimselere -aynı s o r u y u sorar lar.» O y s a Kâzım Karabekir o n u n kulağına beş değil belki y ü z kişiden seksenbin-yüzbin s a y ı larını iletmişti. Y ü z b i n Rus tüfeği, bir kez Rus o r d u s u , Bolşevik devrimi dolayıs ıy la, çekil ip gitt iğinde ger ide kalm ı ş , hep Türk ler in eline geçmişt i . Türk ler in elinde bu s a -
189
v idan ç o ğ u bile bulunabil irdi. Rawl inson, bunu yakından-bi l iyordu.
Bir inci Dünya S a v a ş ı ' n d a n ö n c e her T ü r k ai lesinin el inde en aşağı bir tüfek vard ı . D o ğ u d a herkes u z u n y ı llardan beri si lâhlıydı.
İşte, Kâzım Karabekir, böy lece d o ğ u y a yaklaşan h e r kesin g ö z ü n d e y ü z b i n kişilik bir ordunun başında diki len bir dev gibi g ö r ü n ü y o r d u . B u , içerden böyle sanı ldığı g ib i dışarı karşı da böyleydi . Paşanın d o ğ u d a dört tümeni v a r s a da bunun dört de gölgesin i hesaplamak g e r e k i y o r d u . İşte, o n u n asker g ü c ü böyle d ü ş ü n ü l ü y o r d u . «25 E y iül'de Erzurum'a gelecek H a r b o a r d heyeti de bu dalgalar ı daha b irkaç g ü n evvel inden beri duya d u y a gelmekteydi.»
B u g ü n l e r d e Erzurum'a gelen bir Amerikalı Y a r b a y , hem ç e v r e d e n aydınlat ıcı bilgi topluyor, hem de G e n e r a l H a r b o a r d ' u bekl iyordu. Kâzım Karabekir, Amerikal ı Yarbayın bütün gözlem yeteneğini türlü kurnazlıklarla bombardıman ediyor, Erzurum 'dan canlı tablolar göstererek, halkı gerekl i f igüranlar gibi kullanarak Yarbayın o ldukça mübalâğal ı bilgi almasını sağl ıyordu. Y a r b a y , E r z u r u m kalesinde di ls iz kahramanlar gibi yatan irili ufaklı y ü z l e r c e topu ve bunların binlerce cephanesini gözler i büyüyerek s e y r e d i y o r d u . Rawl inson da. Y a r b a y da bunların kamalarının Türk ler in el inde saklı o lduğunu anlamışsa da eller inden hiçbir şey gelmiyordu. Erzurum halkı da korkunç bir canlı l ık göstererek Harboard 'a gerçek bilgi ler hazırlamaya gelen Amerikalı subayı yanı lt ıyor, şaş ı r t ıyordu. B ö y l e c e , Kâzım Karabekir' i bıyıkalt ından güldüren bu s a h te durumdan Yarbay ın çimlenerek G e n e r a l H a r b o a r d ' a s u n a c a ğ ı rapor elbette ş a h e s e r bir şey olacaktı .
Kâzım Karabekir, E r z u r u m insanlarının ruhunda bir manivela işi g ö r ü y o r d u . O l d u k ç a kötü düşünceler le gelen H a r b o a r d ' u , Erzurum halkının canlı l ığıyla mat edecekt i . İstanbul kapısı dışında kocaman ve süslü çadır lar kurulmuştu. Kocaman s p o r alanları hazır lat ıyordu. « F u t b o l , c i rit, bisiklet, koşu, g ü r e ş , o y u n . . . her ş e y için.»
23 Ey iü l 'de E n v e r Paşa'nın amcası ve eski o r d u k u mandanı Hali l Paşa, E r z u r u m ' a çıkageldi. Halil P a ş a , is-
190
tanbul 'daki ünlü Bekirağa B ö l ü ğ ü tutuklular ındandı. O r -d a n b ö y l e kolayca kaçıp S i v a s ' a , Mustafa Kemal' in y a n ı na gi tmesinde bir garipl ik sez i lmiyorsa da bu kaçış ın a l t ında bir sır ve garipl ik y a t ı y o r d u . Ş u n d a n ki Hali l P a ş a ' y ı Bekirağa B ö l ü ğ ü ' n d e n kaçıranlar İngi l iz lerden başkas ı deği ld i . O n u n kaçırı l ışı, Mustafa Kemal' in ya da Kâzım Karabekir ' in başına bir ç o r a p örmek için deği ld i . İngi l iz ler, E n v e r Paşa'n ın, Halil Paşa'nın ve Nuri Paşa'nın K a f k a s y a T ü r k ve müslümanları arasındaki büyük ünlerini d ü ş ü n e rek hiç o lmazsa Halil ve Nuri Paşalar ı , A z e r b a y c a n ' d a k i mill iyetçi müsavatçı lar ı her g ü n bir çığ gibi ö n ü n e geleni ezerek g ü n e y e d o ğ r u i lerleyen Bolşevik lere karşı ö r g ü t lendirmeleri için Bekirağa B ö l ü ğ ü ' n d e n kaçmışlar g i b i , s a l ıvermişlerdi. Hali l Paşa, S ivas ' ta Mustafa Kemal' i bulup kuvayı milliye saf lar ında çalışmak isteği g ö s t e r m i ş s e de o n a sınır dışında memleket yarar ına çal ışmasının d a h a d o ğ r u o lduğu söylenmiş ve b ö y l e c e S ivas ' tan y a k ı n bir tehl ike gibi uzaklaştır ı lmış. Kâzım Karabekir ' in baş ına s a rılmıştı. Halil Paşa, Demir Ali bey takma adıyla y o l c u l u k e d i y o r d u .
Kâzım Karabekir, d ü n y a savaşın ın başlar ında birer sefer i g ü ç kumandanı olarak Halil Paşa ile g e n i ş g ö r e v lerle İstanbul 'dan ayrı lmıştı.
Halil Paşa. K u z e y İran üzer inden K a f k a s y a ' y a , Kâz ım Karabekir d e T a h r a n üzer inden Afganistan'a d o ğ r u , g e çi lmez, aşı lmaz yol lara düşmüşlerdi . El lerindeki bağımsız birl ikler, ancak birer tümen g ü c ü n d e y d i . G i d e c e k l e r i y e r için yola çıkan bu birlikler, memleket içinde d ö n d ü r ü l ü p dolaştır ı lmış, bir türlü gidecekler i yer lere bir çıkış y o l u bulamamışlardı. Bu iki sefer i g ü ç , ilkin Rus sınır ına s ü r ü l müş, sonra da Irak'a gönderi lmişt i . Bütün bu gid iş-gel iş ler s ü r e s i n c e tanışamamışlardı. O z a m a n , henüz b e y olan Halil Paşa, İran'da Rumiye'den öteye geçememiş, Kâzım Karabekir de kişi olarak Halep'ten Bağdat 'a gidip gelmiş ve en sonra Kutülammare savaşlar ında Hali l Paşa ile tanışmıştı. Kâzım Karabekir, o z a m a n ordu kurmay b a ş k a n ı . Hali l Paşa da kolordu kumandanı olmuştu. S o n r a , Kâz ım Karabekir , kolordu kumandanl ığına, Hali l P a ş a da ordu»
191
kumandanl ığına atanmış, o bölgede her ikisi bir b u ç u k yıl tanışıklı bulunmuştu.
Kâzım Karabekir 'e g ö r e Halil Paşa, yürekl i bir a s -kerse de görevin in gerekt irdiği ağırbaşl ı l ıktan uzak, hov a r d a tabiatl ı, içkiye tutkun ve buyruğundaki ler le senl i-benl iydi . Kâzım Karabekir, Binbaşı l ığ ından beri pek yakın bir arkadaşı olan E n v e r Paşa ile Manast ı r 'da İttihat ve Terakk i örgütünü birlikte kurmuştu. Bundan dolay ı o n u , el inin içindeki çizgi ler gibi tan ıyordu. E n v e r Paşa, r u h ç a N a p o l y o n ' a benz iyorsa da o n u n bir biblosu sayı labi l i rdi. Askerl ik yaşayış ında da Napolyon' la benzeşmek hırs ına kapılan E n v e r Paşa tıpkı ötekinin yaptığı g ib i , kardeşi N u r i beyi paşal ığa yükselt ip Kafkasya'ya g ö n d e r m i ş , a m c a s ı Hali l beyi de paşa yapıp bütün d o ğ u y a kumandan olarak salmıştı. Küçük bir fen memuru olan babasın ı bile s a r a y a kapılamış, sonra da paşal ığa yükseltmişt i .
işte, Halil Paşa, Kâzım Karabekir ve M u s t a f a Kemal gibi kıl ıcının hakkıyla paşal ığa yükselenlerden deği ld i . Bu y ü z d e n de gerçek kumandanlarca her z a m a n küçümse-n i y o r d u . Böyle de olsa Kâzım Karabekir, bu d ü ş k ü n z a manında onu en yakın d o s t gibi bağrına bast ı . O n a bir de yo l arkadaşı buldu. Halil Paşa'ya güzel bir de Azerî g iy-neği sağladı . Gereken yardımı da yaparak yo lculuk g ü n ü o n a ş u n u salıkladı :
— Şu sırada A z e r b a y c a n ' d a müsavat hükümeti d u r u ma egemendir. Kendi ler ine birkaç kez haberc i g ö n d e r d i ğ i m halde « T ü r k i y e ö lmüştür» diyerek bize p a r a c a yardım etmediler. O y s a , kuvayı milliyemiz mutlaka bağımsız T ü r k i y e ' y i yaşatacakt ır . E r g e ç Ermenileri yenerek Kafkaslara egemen olacağız. A z e r b a y c a n ' a ya da Ermenistan 'a itilâf güçler i ulaştırı ldığı g ö r ü l ü r s e köprülerle tünel ler yıktır ı lsın; si lâh ve cephaneler y a ğ m a edi ls in; Bolşev ik ler in de yakında Kafkasları a ş a c a ğ ı n d a n kuşku edi lmesin, b u n dan dolayı tam sırasında Bolşevikler le bağlantı kurup a n laşsınlar. İngil izlerin Kafkaslarda yakında yaln ız s ö z l e r i kalacakt ır ; gerekenlere anlatınız: Bolşeviklere A r a p ç a y ı b o y l a r ı n d a kimse engel o lmaya kalkmasın.
Hali l Paşa, bu yo lda çal ışacağına s ö z verd i . S o n r a
192
K â z ı m Karabekir 'e pek gar ip gelen şu salıklamada bulunc u :
— Buralarda b e y h u d e ne u ğ r a ş ı y o r s u n u z ? Üç-dört v i lâyet ne ver i r lerse bütün arkadaşlar jcekilin, o r a d a toplanarak T ü r k l ü ğ ü n büsbütün sil inmesinin önüne g e ç i n !
Kürt ler bir belâ, Ermeni ler başka bir belâ, bırakın, keratalar birbirlerini yesinler. Buradaki didinmelerinize a c ı y o r u m . B u . ç ıkmaz bir iş!
Kâzım Karabekir, bu korkunç salıklamanın hiç de bi-l içsiz olarak yapı lmadığını , kendisine aşılanmak istenen b i r d ü ş ü n c e taslağının arkasında uzun boylar ı , sarışın y ü z leri ve dol ikosefal zeki kotalarıyla İngiliz polit ikasının kurt temsi lci ler i diki l iyordu. Demek ki İstanbul Bekirağa B ö lüğü hapisanesinden Halil Paşa kaçtığı sırada Batum'da m a h p u s bulunan kardeşi N u r i Paşa'nın da aynı g ü n d e k a ç m a s ı , yeni bir İngil iz o y u n u n d a n başka bir ş e y deği ld i . E v e t , Halil Paşa'nın ağzıy la kendisine bile yapı labi len bu i ğ r e n ç p r o p a g a n d a , İngil izlerin yeni bir şeytanl ığ ından b a ş k a bir şey deği ldi .
Kâzım Karabekir, bu s ö z l e r karşısında kalbi adamakıll ı ç ü r ü d ü ğ ü halde eski arkadaşı Halil Paşa'ya hiçbir ş e y sezdirmedi . O n u yeni serüvenler ine doğru d o s t ç a uğur lad ı .
. * * *
Kâzım Karabekir ' in başını kaşıyacak zamanı yoktu. B a ş ı n a bugünlerde bir de T r a b z o n valisi ekşimişti. O n u n s o n günlerde çok zarar l ı bir yola girdiğini g ö r d ü ş , tutuklanması işinin d o ğ r u l u p doğrulanmayacağın ı Mustafa Kemal 'den sormuştu. Heyet i temsil iye adına Mustafa Kemal'in Sivas' tan g ö n d e r d i ğ i şifrede T r a b z o n valisinin tutuklanması bi ldir i l iyordu. Mustafa Kemal, bu sırada g ö n derdiğ i başka bir ş i f rede de Halit beyin T r a b z o n ' d a g ö revlendiri lmesi isteğini tazel iyordu. Kâzım Karabekir, kasabalar ı denet lemeye çıkan Val i Gal ip beyin A r d a s a ' d a tutuklanmasını s a ğ l a y a c a k bütün tedbirleri aldırmıştı. V a li, kendi ayağıy la t u z a ğ a d o ğ r u i lerl iyordu. T u t u k l a n ı n c a E r z u r u m ' a gönder i lecekt i . Va l i , Kâzım Karabekir 'e y a z d ı ğı şifrelerde kendisinin padişahın ekmeğiyle beslendiğini ,
193 3 / F . : 13
bu hanedanın bütün buyruklar ı karşısında b o y n u n u n kı ldan ince o l d u ğ u n u s ö y l e y e c e k kadar ileri g id iyordu. S o n ra da İstanbul'da A n a d o l u ' n u n arasını bulmaya çal ışt ığ ından s ö z ed iyordu. Eylül 'ün yirmi d ö r d ü n d e G ü m ü ş h a n e ' ye var ıp sonuna dek o r d a ' k a l a c a ğ ı n ı s ö y l ü y o r , bu s ı r a d a paşa ile bir g ö r ü ş m e yapmak isteğini de bi ld ir iyordu. K â zım Karabekir, bu adamla Nisan ayında İstanbul 'dan birlikte gelmiş, şehre birl ikte inmişti. Yaşl ı ve içi g e ç m i ş bir memur tipi olarak d ü ş ü n d ü ğ ü bu adam, b u g ü n İstanbul 'dan aldığı g ü ç l e kımıldamaya yel teniyordu.
Gal ip bey, kendisini suçla belgeleyen s o n şifresini yazdıktan sonra Kâzım Karabekir ' in g ö z ü n d e mahkûm o l muştu. Adamın g ö z ü n d e , ulus, yur t gibi şey ler solda sıf ır kal ıyordu. O n u n g ö r ü n ü r d e bağlı o lduğu bir tek g ü ç v a r d ı ki o da padişah « e f e n d i m i z d i » . Bu uğurda her kötülüğü yapabi leceği anlaşı l ıyordu. İşin en kötü yanı , bu val i T r a b z o n ' u n başında d u r d u k ç a , İstanbul hükümeti, T r a b z o n ' u kendi el inde sanarak öğünecekt i . Yalnız, türlü etkenler y ü z ü n d e n T r a b z o n ' d a Sivas Kongres i 'ne karşı bir küskünlük meydana gelmişe benz iyordu. T ü r k ç e s i , g ü z e l T r a b z o n şehr i , kuvayı milliye kımıldanışını, yeni bir İttihatçı davranış ına benzet iyordu. Bu y ü z d e n de ona karşı bir tedirginlik d u y u y o r d u .
Yaşl ı val inin T r a b z o n halkı üzerinde yaptığı o lumsuz etki, korkunçsa d a c e z a s ı yaklaşıyordu. G ö r ü n ü ş e g ö r e T r a b z o n ' d a Mustafa Kemal' in kişil iğine karşı beslenmeye başlayan sevimsiz duygular , Mustafa Kemal'i de bir y a n d a n etkil iyor, o da ş iddet yanlısı bir asker olan Halit beyin (Paşa) T r a b o n ' a aktarı lması için Kâzım Karabekir ' i naz ikçe sıkıştırıp d u r u y o r d u . Mustafa Kemal'in Halit beyle şifreli haberleşmeler yapması da bir yandan Kâzım K a rabekir' i kuşkulandırıp ç i leden çıkar ıyordu. Kâzım Karabekir, T r a b z o n ' u n bu o lumsuz duruma gelmesini hep M u s tafa Kemal' in vakits iz, s e r t ve otor i ter davranış lar ına v e r iyor, dâvanın sarpa saracağın ı hesaplayarak içer l iyordu. H e r g ü n , bu s o r u n üzer ine tuttuğu notlarda o ldukça açık. yürekl i olsa da sert d ü ş ü n c e l e r e dekgel in iyordu.
Mustafa Kemal' in Halit beyi eline geçirerek o n u n
eliyle T r a b z o n ' a mum tutturmak isteği Kâzım Karabekir*! uzun u z u n d ü ş ü n d ü r ü y o r , o n u n isteklerini savsaklamakla el inden kaçırmış o l d u ğ u n u sandığı çok değerl i bir nesnenin ö c ü n ü almışçasına bir iç rahatl ığı d u y u y o r d u . T r a b z o n ' u n İstanbul'a yakın ve içinde çok ince entr ikaların d ö n d ü ğ ü bir şehir olması dolayıs ıy la şiddetl i bir tabiata sahip olan kumandanın o r d a büyük pot lar k ıracağını a n latmak isteyerek Halit beyi Oraya göndermemenin çare lerini a r ı y o r d u .
* »*
24 Eylül sabahı T r a b z o n Val is i Gal ip beyle tümen kumandanı Rüştü bey, A r d a s a ' d a karşı laştı. Y a n ı n d a altı adamı da bulunan Gal ip bey 24-25 Eylül geces in i G ü müşhane'de geçirmek ist iyordu. Rüştü bey, val inin hiç bir y a n a gidememesi için bindiği kamyonu kırdırdı. Kâz ım Karabekir, val iye veri lmek üzere Rüştü beyle bir mektup göndermişt i . Bunda Gal ip beyin kendisiyle görüşmek üzere Erzurum'a gelmesi isteniyordu. Gal ip bey, paşanın mektubunu okumuş, Erzurum'a g idemeyeceğin i s ö y l e y e rek paşa ile makina başında görüşmek istemişti. Tutuklama işini üzerine almış olan Rüştü bey, bu bilgiyi v e r i y o r , haberleşmenin saat alt ıya dek sürdürülerek tutuklama plânlarına yard ım etmesini Kâzım Karabekir 'den d il iyordu. Paşa, haberleşmeyi uzatmak üzere makina b a şına g e ç gitti. Gal ip beyin kuşkulanmaması için de makina başına giderken yanına E r z u r u m val isini de aldı. Ga l ip bey, Erzurum'a iz insiz g idemeyeceğinden paşanın G ü m ü ş h a n e ' y e gelmesini ist iyordu. En s o n r a , 8.15 de Rüştü bey, val iyi tutuklayarak kumandana bildirmiş ve E r zurum'a d o ğ r u yo la çıkarmıştı. T r a b z o n halkının temiz ruhunu allak bullak etmiş olan padişahçı val i , kamyonla ıssız yol larda tangır t u n g u r Erzurum'a d o ğ r u i lerlerken G e n e r a l H a r b o a r d kurulu da kimi kasabalarda mola v e rerek Erzurum'a git t ikçe yak laş ıyordu. 25 Eylül s a b a h ı , şehr in İstanbul kapısına varmış olacaklardı. Amer ikan kurulu, vardığı kasabalar ın iç ine g irmeyerek dış ında kar a r g â h kuruyor, g e c e y i böy lece tedbirl i geçirmek ist iyord u . Kâzım Karabekir, gerekl i hazırl ığı bitirmişti. « M ü k e m -
195
mel taklar, çadır lar, allı-yeşilli bayraklar, uzaklardan s e ç i l iyordu. Bütün halk, atlı, arabal ı , y a y a bu g e n i ş meydanl ığa toplanıyordu. Kıtalar, okullar, iki b a n d o , millî mu-zıkalar, ç e v r e y e büyük bir g u r u r ve sev inç dağı t ıyordu.»
Kolordu basımevinde bastırı lmış olan tören p r o g r a mında gerekl i her ş e y vardı . İstanbul kapısı dış ında uçak h a n g a r ı dolaylar ında kurulmuş olan çadır larda kolordu kumandanl ığınca konuklar şeref ine veri lecek ç a y şöleninde darüleytamlı lar, şarkı lar söy leyecek, idman oyunlar ı y a pı lacak, bandolar çalacak, cir i t oynanacak, futbol maçı. millî oyun lar ve pehl ivan güreşler i yapı lacak, sonra burd a n ş e h r e gidilerek kolordu garn izonunda öğle yemeği yenecekt i .
Bütün E r z u r u m halkı, meydanı ç e p e ç e v r e doldurmuş, b e k l e y e d u r s u n , Kâzım Karabekir, otomobil le K e z köyüne dek gitt i ve o r d a Amerikalı ları karşı ladı. H e p birlikte t ö ren yer ine vardı lar. Kurul , on yedi kişilikti. Ü ç ü G e n e r a l , ger i kalanlar da şoför, fotoğrafç ı , s inemacı fi lân gibi teknik kişilerdi. Kâzım Karabekir ' in tertiplediği bu z e n g i n g ö r ü n ü ş , H a r b o a r d kurulu üzerinde ilk iyi etkisini yapmışa b e n z i y o r d u . Paşa, bunun böyle o lduğunu g ö r ü y o r d u . B ü t ü n s p o r ve folklor davranış lar ı , kurulu bir saat gibi iş l iyor, Amerikalı s inemacı ve fotoğrafçı lar da durmadan kamera ve makinalarını çal ışt ır ıyor, i lginç buldukları a n laşı lan sahneleri çekiyorlardı. Ö k s ü z yurdu ç o c u k l a r ı , G e nerale güzel birkaç s ö z söyleyerek çiçek buketleri s u n dular. Ö b ü r okullar da onlar gibi yaptılar. Halk hatipleri, etkili nutuklar söyledi ler. Bütün bu sözler in ortaklaşa anlamı şu sözler le özetlenebil irdi :
— Buralar ın egemeni biz Türkler iz. U z u n yı l lardan beri böyleydi ve sonuna dek de böyle olacaktır. Amerikalılar, çadır lara dönerken takın yanında çok dokunakl ı bir görünüş le karşılaştılar. İki Erzurumlu g e n ç , büyük bir pankart tutuyordu. B u n d a şunlar y a z ı y o r d u : « W i l s o n p r e n sipleri madde: 14.» Bunun ne o lduğunu anlay ınca epeyce üzülmüş göründüler. B u n u n da filmi alındı ve Amer ika'ya var ınca Erzurumlular ın lehine çal ışacaklar ını söy ledi ler. Çadır lara varı ldığında y ü z l e r c e kadının burada b u -
196
sunması bütün Amerikalı ları şaşırtt ı . G e n e r a l H a r b o a r d . yanında y ü r ü y e n Kâzım Karabekir 'e F r a n s ı z c a :
— Önemli bir varl ık g ö r ü y o r u z , dedi, fakat ş u n u açıkça söyleyeyim ki T ü r k i y e ' d e g ö r d ü ğ ü m ü z bu ilk g ö r ü n ü ş tür. İçinde bu lunduğunuz felâkete karşın T ü r k l e r u y k u dadır kanısıyla dolaşıyorduk. Bölgenizde g ö r d ü ğ ü m ü z g ö rünüşler, bizi şaşırtt ı. U lusal merkeziniz o lan S i v a s bile u y u y o r .
Paşa, bu sözleri şaşkın şaşkın dinledi. Demek ki General H a r b o a r d ' u n geçt iğ i y e r l e r d e h iç
bir akıl l ıca siyasal çaba harcanmamışt ı . J ü r k i y e için ö lüm-dirim sorununa varacak böy le çok önemli b ir denet lemeye hazır lanmamak, buna karşı di lsiz ve sağı r kalmak ne acıklı bir vurdumduymazl ıkt ı . Harboard' ın geçt iğ i her T ü r k şehr inde şu Erzurum'da göster i len canlı l ığın çok d a h a iyisi gösteri lebi l irken neden gösteri lmemişt i? Demek ki Amerikal ı lar, oralardan, boş bir çö lden g e ç e r gibi g e ç m i ş ler, Ermenilere ve Rumlara ver i lecek sahips iz bir y u r t bulduklarına belki de sevinmişlerdi.
H i ç olmazsa delikteki deşikteki bütün halkı c a d d e lere, meydanlara döküp üstünkörü bir varl ık g ö s t e r m e y e çalışmak gerekmez miydi?
Paşa, Generale bir karşılık verebilmek i s t e ğ i y l e : — Genera l hazret ler i , dedi , bu bölgenin Ermenistan
s o r u n u karşısında bir dâvas ı var. Halkımız, bu d ü n y a d a yalnız Amerikalı ların verdiğ i s ö z d e d u r d u ğ u n u bi ldiğinden başkanınız Wi lson'un s ö z ü üzerine hakkını si lâhla s a v u n maktan vazgeçmişt i . Ne v a r k i o n u n da s u y a d ü ş t ü ğ ü n ü g ö r d ü ğ ü n d e n d i r ki yediden yetmişe dek « h a r e k e t e » g e l mişlerdir. Bu millet, b o y u n d u r u ğ a vurulur mu? Size b u nu göster iyor lar. Belki de geri bölgeler bunu g e r e k s e m e -mişlerdir.
H a r b o a r d , hem bunları dinl iyor, hem de türlü a lanlarda canlı canlı yapı lmakta olan s p o r hareketlerini g ö r dükçe şaşkınlığını g iz leyemiyordu :
— Sınır üzerinde d a ğ l a r arasında böyle bir var l ığ ı hiç düşünmemiştik. Bu büyük bir g ü ç ! dedi. Amerikal ı lar, s p o r hareketleri ve folklor oyunlar ı üzerinde edindikleri
187
fzlenimleri İngi l izce birbir ler ine anlat ıyor ve her biri b e ğ e n d i ğ i bir şeyi göstermek üzere heyecanla ö b ü r ü n ü d ü r tüp d u r u y o r d u .
S p o r hareketleri , folklor oyunlar ı ve g ü r e ş l e r yapı ldığı s ırada ç a y serv is i de başlamıştı. H o ş kokulu iyi d e m lenmiş çaylar ı , nefis pastaları g ö r e n Amerikalı lar, bu c e n net şöleninin bu kavruk, demir renkli kel d a ğ l a r ve bu harabeler ortasında nerden çıktığını merak e d i y o r , bir y a n d a n da iştahla at ışt ır ıyorlardı. Bu tavşan kanı gibi k ızarmış çay, bu tatlı ve taze pastalar ve bütün bu o y u n lar, Amerikalı ların g ö z ü n d e sevimlil ik mucizesini y a r a t ı y o r d u . Hareket, her zaman bir g ü ç t ü , hele böy le g ü z e l , estetik ve akıl l ıca davranış lar etkili bir g ü ç niteliği taş ıy o r d u .
, Pastalar yenip çay lar içi ldikten s o n r a , Kâzım Karabekir, her s p o r kolunun kendi öbeğinde görülmesi için konuklarını arkasına takıp dolaşt ırdı.
Lâz oyunlar ı , E r z u r u m barları, pehl ivanlar, c ir i t o y u n ları, Amerikalı ları çok i lgi lendir iyordu. Hepsi şaşkın şaşkın birbir ler ine ş ö y l e d i y o r d u :
— Biz, Türk ler i T ü r k i y e yo lcu luğunda bile tanıyamamışız. B u , korkunç bir g ü ç t ü r . Hani , kadınlar ev ler inden dışar ı çıkmazmış. Amerikalı lar çektiğimiz filmleri g ö r ü n c e apış ıp kalacaklar.
İngi l izce, F r a n s ı z c a bilen subay lar onların y a n ı b a ş ı n -d a n ayrı lmayarak bütün kendi kendilerine konuşmalar ını dinleyip paşaya i let iyorlardı.
Şehrin dışındaki bu program bitince Kâzım Karabekir, konuklarını alarak şehre yollandı ve bunlara • E r z u rum'un çok eski âbidelerini gezdird i : B a k a n y o medreses i , çifte minareler, iç kale ve saat kulesi, Ermeni ler in y a kıp yıktığı yer ler, içine doldurularak yakılmış insan kalıntı larıyla bir müze gibi korunmuş karşılıklı kocaman konaklar, Amerikal ı larda hem eski bir Türk-İslâm kül türünün, hem de küçük bir milletin büyük bir millete yapt ığ ı z u lümlerin izlenimlerini perçinledi.
Ö ğ l e yemeği , kolordu gaz inosunda yendi . Amerikal ılar, g a z i n o y a g irerken i lkönce bir g ö z şöleniyle ağı r lan-
198
ciliar. G a z i n o çok g ü z e l süslenmişt i . 'Birbir iy le ç a p r a z olarak il iştirilmiş bir y ığ ın Amerikan-Türk bayrağın ın g ö r ü n ü ş ü , Amerikal ı ları s a r h o ş etti.
P a ş a y a : — Amerika'ya gel i rseniz tıpkı bu biçimde birleştir i l
miş bayraklar alt ında s ize şölen vereceğiz! diye s ö z verdi ler.
Yemekler, Amerikal ı ların yabancı olmadıkları, hoşlanacaklar ı çeşi t tendi. Yetenekl i subayların p iyano, keman ve f lütten meydana getirdikleri küçük ve neşeli b ir orkestra, bütün yemek s ü r e s i n c e tatlı bir müzik, bir batı müziği güzel l iğ iy le konukların kulaklarına yumuşak ve dost h a v a l a r üfleyip d u r d u . Amerikalı lar, bu hiç akıl larına gelm e y e n orkestrac ığa hayran kaldılar. Genera l H a r b o a r d , K â z ı m Karabekir ' in kulağına eğilerek :
— Bu var l ığı memleketinizde başka bir y e r d e g ö r medik. T e m e n n i ederim ki bulunsun da biz g ö r m ü ş olmayal ım. G e n e r a l i m , bunda daha çok sizin kişil iğiniz g ö r ü lüyor. Y ine de sınır bölgesinde gördüklerimiz ve bir Avrupa biçimi sofrada yemek yemek, bizde d ü ş ü n d ü ğ ü n ü z ü n ü s t ü n d e bir etki yapt ı . S iz i kutlarım, dedi.
Kâzım Karabekir : '> — Sizi ç e v r e l e y e n şu T ü r k subaylarını en u y g a r o r d u
s u b a y l a r ı n d a n daha başka mı buluyorsunuz? G ö r d ü ğ ü n ü z halk, asker ve bütün subaylar, her yerde tabiî aynıdır. Y a r ı n , Ermeni ler arasına gireceksiniz. Bir karşı laştırma yapabi lmeniz için burda g ö r d ü ğ ü n ü z yeter, sanır ım. Ö b ü r b ö l g e l e r b u n u gereksememiş olacaklardır.
Sofradaki her Amerikal ının yanıbaşına y a b a n c ı dil bi len bir T ü r k subayı oturtulmuştu. Bunların giyimleri de Amerikal ı subaylar ın ınki gibi şık ve alımlıydı. S o n r a , y e m e k s ü r e s i n c e bütün T ü r k l e r de Amerikalı lar gibi baş a ç ı k oturdular. Kâzım Karabekir ' in karargâhında eskiden b e r i b u , gelenektendi ; salt Amerikalı lar için yapı lmamışt ı .
Kâzım Karabekir , yemekten sonra konuklarını alarak hükümete g ö t ü r d ü . G e n e r a l H a r b o a r d , Val i Reşit Paşa'dan b i r k a ç bilgi aldıktan s o n r a şöyle dedi :
— Amer ika, sermayesiy le Türk iye'ye yardım etmek
199
ister. Bunu iyi niyetle karşı layacağınız ı ş imdiye dek g ö rüştüğümüz yönetim adamlar ınızdan ve halkınızdan a n ladık. Ne v a r ki bu sermayeyi korumak üzere bir miktar da asker getirmek ister.
Kâzım Karabekir. Harboard 'a şu karşıl ığı verdi : — Sermayeniz i getirmekle siz de, T ü r k mileti de b u n
d a n yararlanırsınız. Bunun için bunun anlamı vardır . Y a l nız, asker ne olacak? Bunun s i z c e anlamı nedir?
H a r b o a r d , s o r u y u şöy le karşıladı : — Sermayenin gerekt iğinde her duruma karşı k o r u n
ması için uygun sayıda asker birlikleri. — Sermayeniz i Türk ler in y a ğ m a etmesinden mi kor
k u y o r s u n u z , yoksa dışardan gelecek bir düşmanın sa ld ır ıs ından mı? E ğ e r Türk lerden korkuyorsanız bu b ü y ü k bir haksızlık ve bizi hiç tanımamaktır. T ü r k , her z a m a n s ö z ü n d e durmuştur. Ne yazık k i bize veri len s ö z d e d u ranlar azdır. Bundan, şimdiye dek biz çok yitirdik. B u n d a n başka, Türkler in yağmasını d ü ş ü n ü y o r s a n ı z get i receğin iz askerlerin daha ö n c e el lerinden si lâhlarının a l ınacağını da düşünün. T ü r k ' ü n tarihine bakın! T ü r k hiç bir egemenlik altına girmiş midir? Yüzy ı l larca bağımsız y a şamış bir ulusa askerle egemen olmak olacak iş midir? Ö r n e ğ i n , şu bulunduğunuz Erzurum'a egemen olabi lmeniz uğruna üç yüz bin s ü n g ü gerektir. S iz , s e r m a y e n i n kazancıy la asker mi besleyeceksin iz? B u , Türk iye 'y i istilâ demektir ki buna milyonlar o r d u s u gerekir. Ve b u n u n u ğ r u n a da çok büyük kanlar akar. Siz, T ü r k ' ü n s ö z ü n e g ü v e n i n ! Türk lere Amerikalı ların insanlıkta en ileri gi tmiş bir ulus o lduğunu göster in. Ö z g ü r l ü k ve bağımsızl ığımızı sat ın alacak sermaye, bizim için ateştir.
H a r b o a r d , bu sözler in ağırl ığı altında ezi l ir gibi o ldu : — Duygular ınıza saygı duyar ım. Size ö n c e d e n d ü ş ü
nülmüş hiçbir şey söylemedim. Sözgel iş i konuştum. Ü l kenizin mutluluğunu isterim. İstediğim, Amerika'da karş ı laşacağım sorular üstüne düşünceler in iz i yoklamakt ı . Amer ikan sermayesinin T ü r k i y e ' y e yardımını sağlamak u ğ runa gereği gibi ça l ışacağım.
Kâzım Karabekir, v i lâyetten çıktıktan s o n r a , k o -
200
nuklara gezi lecek b irkaç yer i daha gösterd i . Amerikal ı G e neral lerden biri tabya ve kışlaların çokluğunu g ö s t e r e r e k :
— Bunlar ın yer ine okul ve fabrika yapmış o l s a y d ı n ı z şimdi memleketiniz böy le yoksul deği l , bizimki gibi z e n gin o l u r d u , dedi .
Kâzım Karabekir, bunun karşıl ığını ko layca buldu : — General im, bu gördükler in iz olmasaydı b u r a d a b u
g ü n T ü r k varl ığı kalmazdı. Yüzy ı l larca vahşi çar lar ın v a h şi sürüler ine karşı bu tabyalara sığınarak barındık. Wi lson prensiplerinin s ö z d e kalmasıyla daha bir hayli z a m a n varl ığımızı korumak üzere bunları azaltmak deği l ç o ğ a l t mak z o r u n d a bile kalacağımızı sanıyoruz. Bununla b e r a ber burda tabya say ıs ınca okullarımız da vardı . V a h ş i e l ler, onları g ö r d ü ğ ü n ü z harabelere çevirdi .
Bunlar ı , başını ö n ü n e eğerek dinleyen G e n e r a l i n , bu biçim bir s ö z söylediğ ine pişman olduğu g ö r ü l ü y o r d u . G e neral, bir yanlışl ık ettiğini belirterek Kâzım Karabekl r 'den ö z ü r ve arkasından da T ü r k milletinin mutlu g e l e c e k l e r e ulaşmasını di ledi.
Kâzım Karabekir, H a r b o a r d ' a Ermeni zu lüm ve işkencelerini g ö s t e r e n belgelerle dolu raporunu s u n d u . K u r u lu, Kars kapısında bir müfreze asker le ve E r z u r u m ' u n ileri gelenleriy'.o u ğ u r l a y a c a ğ ı s ırada H a r b o a r d , E r z u r u m ' - . lulara giderayak şöy le bir s o r u s o r d u :
— Anlatı ldığına g ö r e E r z u r u m ' d a Ermeniler, T ü r k l e r den çokmus. Şimdi, hiç Ermeni kalmamış. Bunlar ne o l d u ?
Buna Erzurum'un « ü m m î » gibi bir adam olan ç o k akıllı Belediye Başkanı Zak i r bey, çok s u s t u r u c u bir karşılık verdi :
— İşte, Genera l im, mezarl ıklar burada. E r z u r u m ' u n ölüsü de T ü r k , dirisi de.
Genera l H a r b o a r d kurulu, Erzurum'un s e s s i z o v a l a rını homurtularla dolduran otomobil ler iy le t o z bulutları kaldırarak Hasankale 'ye d o ğ r u uzaklaştı.
Kâzım Karabekir, o d a s ı n d a kendi düşünceler iy le baş-başa kalınca Amerikalı ları en önemli bu lduğu bir noktada yola getirdiğini anlar gibi olmuştu.
« E r m e n i l e r e yumruk v u r u r k e n yansızl ıklarını k a z a n -
201
>mak» maddesini böy lece çözümlemiş o l d u ğ u n u sanıyordu. O her an Ermeni o r d u s u n u n üstüne atılmak ist iyorsa da M u s t a f a Kemal, o n u n bu isteğini d izginleyip d u r u y o r d u . Mustafa Kemal ona :•
— Üç buçuk tümeninle Ermenilere bir şey yapamaz-.sın. Başımıza belâ açars ın. Heie Amerika'nın T r a b z o n ' a a s k e r çıkarması felâket olur! demişti.
Ş imdiyse, Kâzım Karabekir, 1919 Ey lü l 'ünün yirmi beşinci g ü n ü yaptığı büyüleyic i göster i ler le Amerika'nın bu debarkman belkisini önlediğine inanıyordu.
** Tutuklanmış olan T r a b z o n Valisi Gal ip bey, 26 Eylül
g e c e s i Erzurum'a getiri lmişti. Kâzım Karabekir, onu dairesine alıp nazikçe konuk etti ve onunla yumuşak, tatlı bir dille konuşmaya çal ışt ı . Gal ip bey :
— T r a b z o n l u l a r bir İngiliz debarkmanından korkuyor lar. B e n , kabinenin çekilmesi yanl ış ıy ım, iki kez de b u n u İstanbul'a yazdım ve arzu o lunursa bir kez daha sert ve şiddetl i y a z a c a ğ ı m . Şu sırada kuvayı mil l iyenin g ü c ü n e inanmış bulunuyorum, dedi.
S o n r a , çantasından yazıl ı bir kâğıt ç ıkardı. B u , T r a b z o n ileri gelenler inin, padişahın beyannamesine bir karşılık olarak hazırladıkları müsveddeydi .
— Bakınız, dedi , ne bayağıca sözler! İlk ö n c e siz kani olmalısınız ki, İngil izlerin g ü c ü yetse T r a b z o n ' u çoktan işgal ederler. Elimizden silâhları aldıkları g ü n , bu olacak -ve orası Pontos, burası Ermenistan olacak. Bu istekler o lacak o lursa o z a m a n Trabzonlu lar ın i lkönce mal ve namuslar ı , sonra da kalan varl ıkları, sonras ız yok olur gider. İngil izlerin işgalini farzetsek bile arkasından asıl o lan öbür
'belâlar g e l m e y e c e k s e ne hükmü olabil ir? Rus isti lâsı g ö ren T r a b z o n bile b u g ü n her türlü varl ığım koruyarak kurtulmuştu. B e n , ulusal akıma bütünüyle inanıyorum; şu s ı r a d a durumu daha iyi kavramış bulunuyorum.
Gal ip bey, bunu dedikten sonra paşaya daha çok g ü v e n vermek üzere hemen oracıkta kabinenin çekilmesini i s t e y e n şiddetli ve erkekçe bir yazı kaleme aldı .
Bu arada paşaya İstanbul üstüne önemli gibi g ö r d ü -
202
ğ ü birkaç h a b e r d e v e r d i : Harbiye Nazır ı S ü l e y m a n Şefik P a ş a , ana-avrat s ö ğ ü p sayarak şöyle demişmiş: «Şimdi, .bir tabur asker le gidip istediğimi tevkif edebil ir im.» Sonra, Uryanî Z a d e Cemi l M o l a da padişaha haber göndererek şöyle demişmiş: «Padişahı uğruna canını feda eden sadrazamlar görülmüştür. Fakat, sadrazamı uğruna ca-.nını feda eden padişah ilk olarak kendileri görü lüyor.»
Gal ip bey, bunları anlattıktan sonra söz ler ine şunları kattı :
— Ferit Paşa'nın ya da bunun hükümeti zamanında A v r u p a ' y a g idecek barış delegelerinin imzalayacağı şeylere ulusun g ü v e n m e y e c e ğ i n i şimdiden yazmak ta, kabin e y i düşürmekte etkili olabil ir.
Kâzım Karabekir , Gal ip beyi böyle dinlerken bir yand a n , tutuklandıktan sonra onun üstüne aldığı korkunç raporu da kafasından g e ç i r i y o r ve bıyıkalt ından gülüyord u . Val inin gerçek sici l inde şu korkunç şey ler vardı :
« K e n d i ç ıkar ından başka bir şey düşünmez. Dili, kes i n olarak düşünces in in tercümanı değildir. Her zaman iki yüz lüdür. H e r z a m a n rakı içer ve kumar oynar. İstanbul hükümet in in yanl ısıdır. Kendis ine Dahil iye Nazır l ığı için s ö z veri lmiştir. Rum Kulübü üyelerindendir. Ev inden Rum Kulübüne bir de telefon vardır . İstanbul'a giderken dört
>iç. altı dış lâstik g ö t ü r m ü ş , elli l iradan satmıştır. Yaverine otuz madenî a.tın borç ludur.»
Kâzım Karabekir, gerek Gal ip beyin tutuklanışını ve rgerekse tutuklandıktan sonraki konuşmalarıyla kişisel durumu dolayıs ly le aldığı bilgileri, S ivas'a bi ldirerek valiyi de S ivas 'a d o ğ r u yo la çıkardı. S o n r a , Rüştü beyi de T r a b z o n ' a yol layarak T r a b z o n Muhafazay ı Hukuku'na da önc e d e n padişaha göndermek üzere yazdıkları yazının iyi olmadığını, padişaha yazacaklar ı yeni karşıl ıkta ulusun g ü v e n i n e d a y a n a n yeni bir kabine kurulmasını istemeler ini anlatmasını y a z d ı . 26 Eylül akşamı, T r a b z o n ' a varan •Rüştü bey, hemen ileri gelenlerle görüştü. T r a b z o n , Sivas K o n g r e s i ' n e karşı ayaklanmış durumdaydı . Yalnız, Kâzım Karabekir ' in s ö z ü n d e n dışarı ç ıkamayacak kertede de o n a bağlıydı lar. 26 Eylül tarihinde T r a b z o n Müdafaayı H u -
203
kuku'na y a z ı p yayınlamak istediği beyanname çok kötüyd ü . S i v a s Kongres i kararlarının E r z u r u m Kongres i kararlarıyla taban tabana karşıt o l d u ğ u n u d o ğ u vi lâyetleri kongresin in kararları dış ında hiç bir kararı benimsemeyecekler ini y a z ı y o r d u . Kâzım Karabekir, T r a b z o n M ü d a f a a y ı Hukuku'nun bu kararlarını ve beyannamesini Rüştü beyin el iyle yırtt ır ıp attırdı.
Yalnız, Val i Gal ip beyin T r a b z o n ' d a n uzaklaştır ı lması bütün şehir hemşehri lerini sevindirmişt i . Bu s ı rada, Rize, S ü r m e n e T u r u l halkı, Fer i t Paşa kabinesine güvenmediklerini ve daha iyi bir kabinenin iş basma getir i lmesini padişahın beyannamesine karşılık olarak bildirmişti. Yalnız, T r a b z o n ' d a kuvayı mill iyecil iği hâlâ bir «İtt ihatçıl ık man e v r a s ı » olarak alan, kimi o lumsuz kişiler, kötü p r o p a g a n dalarını doludizgin sürdürmekteydi ler. Kâzım Karabekir ' in verdiğ i buyruk üzerine T r a b z o n Val i Vekil i o ian Defterdar, İstanbul 'a şöy le özet lenebi len y iğ i tçe bir karşılık verdi :
— T r a b z o n Val is i Gal ip bey, ulusal d ü ş ü n c e l e r e aykırı d ü ş ü n c e ve davranış lar ından dolayı u lusça tutuklanıp S i v a s K o n g r e s i ' n e gönderi lmişt ir. U lusal davranış lar ın kazandığ ı g ü ç ve durum karşıs ında şimdiki kabinenin hemen çeki lmesi gerekir.
Bu arada bir de B a y b u r t kaymakamı türemişti. O da tıpkı T r a b z o n l u şaşırt ı lmışlar gibi S ivas Kongresi 'n in İt-, t ihatçı ların manevrası o l d u ğ u n d a direniyor, Mustafa Kemal üstüne olumsuz p r o p a g a n d a l a r yapıyor, S ivas K o n gres i kararlarını bir türlü halka bi ldirmiyordu. Kâzım Karabekir, Val i Reşit Paşa aracı l ığ ıy la g e n ç kaymakamı E r zurum'a çağırtt ı ve onu g ü z e l sözler le yola get irdi . M ü l -kiye'den çıkmış bir g e n c i n yit ip gitmesini önlemek üzere, kuvayı mill iyecil ikten ayr ı lmayacağına and içt iğinden, g e n ç kaymakamı Hasankale Kaymakamlığına aldırdı.
204
E S K İ Ş E H İ R Ü Z E R İ N E Y Ü R Ü Y Ü Ş
Sovofi başarmak için manevi gücün rolü dörtte üç, maddinin ise dörtte birdir.
Napoleon
Ali Fuat Paşa. askerler inin başında Eylül 'ün 15 inci g ü n ü Sivr ihisar'a vard ı . Şu s ı rada Eskişehir ' in esk is inden d a h a çok önem kazandığını g ö r ü y o r d u . B u r a s ı , İngil iz güçler in in ağırlık merkezi durumuna getiri lmişti. Ali F u at Paşa'nın kolordu kumandanl ığından at ı lmasından s o n ra İstanbul hükümeti 20. Kolorduya Kiraz Hamdi Paşa'y ı kolordu kumandanı olarak atamıştı. Şimdi, bu istanbul hükümetinin kolordu kumandanı Eskişehir 'de bu lunuyord u . Yanında da y i n e 20. Kolorduya atanmış iki tümen kumandanı vardı . A n k a r a ' y a dek sokulmak isteyen bu üç kişi, her yandan y a ğ a n protesto ve tehdit telgrafları y a ğ muru altında şaşırmış, İngil izlerin korumasında, Esk işehir 'de olayların gel işmesini bekl iyorlardı. Yalnız, İngil izler, Ali Fuat Paşa'nın niyetlerinden kuşkulanmış g ö r ü n ü yor lard ı . İstanbul'dan gelen trenler, bir savaş alanına g i r iyormuş gibi dikkatle inceleniyor, vagonlarda tam g e r e ç -l i İngil iz askerî kümeleri g ö z e ç a r p ı y o r d u . İstanbul hükümeti, Ali Fuat Paşa'nın plânlarını öğrenmek ü z e r e davranmış, Ankara bölgesine, İngil izlerin direktif iyle bir s ü r ü c a s u s yollamıştı. Ne v a r ki, bunlar, patronlar ına istenen bilgiyi ulaştırmayı başaramamış, b i r ç o ğ u da yakalanıp zararsızlaşt ır ı lmışt ı . Bunlar ın kimisi de elegeçir i ld ikten s o n r a kuvayı milliye saf lar ına geçmiş, o y a n a s a h t e bilg i ler göndererek olumlu işler g ö r ü y o r d u .
Ali Fuat Paşa, ele aldığı bu işi hiç bir belkiye y e r bırakmadan demir gibi başarma düşüncesinin arkas ındaydı . Eskişehir ' i her y a n d a n tam anlamıyla kuşatacak, i ç e r d e n d ışar ı , dışardan içeri kuş uçurtmayacak, ondan s o n r a darbesini indirecekti: Demiryol lar ı ulaştırmasını ve her türlü haberleşme olanağını kestirdikten sonra halkı iş baş ına ç a ğ ı r a c a k , bunları millî ve askerî müfrezelerle g ü ç l e n d i r -
205
dikten s o n r a , Seyi tgaz i-Eskişehir aras ında, başka bir b ö lümünü de İnönü'nün d o ğ u s u n d a toplayacakt ı .
" Bu iş, gel işirken her y a n a sal ınacak sahte bi lgi ler ve haberler le de plân maskelenecek, bu davranış ın, yaln ız ve y a l n ı z c a iç sorunları karşılamak üzere yapı ldığını ve h iç bir y a b a n c ı g ü c e karşı olmadığını yayacakt ı .
H e r y a n a yayı lan haber lerde şunlar d e n i y o r d u : — Hiç bir yabancıy ı bu davranış ımız la a m a ç edinmiş
deği l iz. Verdiğimiz bu garant iye bakmadan e ğ e r y a b a n c ı g ü ç l e r , milletle hükümet arasına g i rmeye kalkışır larsa, hükümetten yana çıkar ve iç işlerimize burunlar ını s o k a r larsa kendilerini düşman olarak karşılamak ve gerekeni yapmak z o r u n d a kalacağız. Mil let leri, büyük s a v a ş t a n s o n r a bir ikinci savaş âfet inden korumak k a y g u s u y l a y a bancı askerlerin silâhlarını el ler inden alarak haince g i r i şimlerini yapamayacaklar ı bir b ö l g e y e s ü r e c e ğ i z .
T a m anlamıyla ulusal o lan bu davranış lar ımız, bir grani te çarpıp duraklamazsa Eskişehir ' i de k o n g r e y e bağlayacağız . Eskişehir' in durumuna düşmüş olan şehir lerimiz v a r s a onları da birer birer kurtaracağız. İstanbul h ü kümeti isteklerimizi benimseyinceye dek bu işi s ü r d ü r e c e ğ i z .
Ali Fuat Paşa 13-14 Eylül g e c e s i bir buyrukla B e y p a z a r ı , Mihalıççık, Sivr ih isar, S e y i t g a z i , A f y o n k a r a h i s a r , U ş a k v.b. 'den toplanacak silâhlı halk ve müfrezeler in E s kişehir çevres inde hangi g ü n ve hangi y e r d e b u l u n a c a k larını bildirdi. Bu b u y r u ğ a g ö r e Eskişehir çevres indeki Keskin - Bozdağ - Ağapınar ı - Kanl ıpınar, Kızı l inler, bu g ü ç l e r d e elé geçir i lerek Eskişehir ç e p e ç e v r e kuşatı lacaktı. «Eskişehir l i ler le ikinci alayın bir inci taburu Keskin v a B o z d a ğ ' a Beypazarl ı lar, Ağapınar ı 'na, Mihal ıççıkl ı lar, K a n -lıpınar'a geleceklerdi.»
Sivrihisarl ı lar, Seyitgazi l i ler, Aziz iyel i ler le Al i F u a t Paşa'nın beraberinde g ö t ü r d ü ğ ü süvar i b ö l ü ğ ü ve dağ topçu takımı, Eskişehir-Seyjtgazi arasında" y e r a lacak, b a ş k a y e r l e r d e n gelenler İnönü'nün d o ğ u s u n d a örgüt lenip millî b i r g ü ç olarak genel kuşatma işine katı lacaklardı.
Bu plân gereğince, Eskişehir ' in merkezi d ış ında bütün
206
kasabalar gerek Eskişehir ' le ve gerekse İstanbul' la h a berleşmeyi kesmişti.
Ali Fuat Paşa, plânının ilk bölümünü başarıy la u y g u lamıştı.
* Eski 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa, ş imdi,
tıpkı Mustafa Kemal gibi bütün rütbe ve askeri g iynekle-rinden s o y u n m u ş bir ulus bireyi idi. S ivas K o n g r e s i , o n a çok şerefl i ve büyük bir iş vermişt i . Batı A n a d o l u g e n e l kuvayı milliye kumandanlığı. Şimdi, artık, yazdığ ı yaz ı ların ve yaptığı haberleşmelerin altına bu yeni unvanı y a z ı y o r d u . Ankara 'dan ayrı ldığının üçüncü g ü n ü , iri kıyım bir atın üzer inde tam bir kuvayı milliyeci g iyneğiy le atlılarının başında Sivr ih isar 'a g iren kumandanın a y a ğ ı n d a çizmeler, başında kalpak, v ü c u d u n u saran sıkı bir haki g iyneğin üzer inde çapraz lama armalar ve omuzuna asılı kız gibi bir fil inta vard ı . O, artık, iri kıyım bir ç e t e c i d e n başka bir şey deği ldi. Y u r t için yola çıkan yiğit, rütbe ile değil el indeki kılıç ve si lâhla iş görmek z o r u n d a y d ı . V a tan sağ oldukça insana rütbelerin ve şatafatlı s u b a y ve paşa giyneklerinin en büyüklerini ve en güzel ler ini verebil irdi.
Ali Fuat Paşa, Sivr ih isar 'a geldiğinin ilk g ü n ü karargâhta planlarının, ayrıntı larını hesaplayıp dururken telefonda Doktor Tevf ik Rüştü beyin kendisiyle görüşmek istediğini söyledi ler. Tevf ik Rüştü beyi, Mustafa Kemal gibi o da taa Selanik'ten tan ıyordu. Doktor, Mustafa Kemal 'in daha içten bir gençl ik arkadaşıydı. Şu sırada işin i lginç yanı , Tevf ik Rüştü beyin kendisini İngiliz askerler iy le birlikte kuşatmış o l d u ğ u Eskişehir 'den aramasıydı. G ö r ü ş tüler. Tevf ik Rüştü bey, Sivr ihisar 'a gelerek kumandanla daha yakından görüşmek istediğini, kendisinin İstanbul 'dan buraya dek yeni 20. Kolordu Kumandanı Kiraz Hamdi Paşa ile birlikte geldiğini söyledi . Paşa, doktoru M u s t a f a Kemal' in yakından tanımasından dolayı bir duraksama payı bırakıyorsa da o n d a n çok yeni ve önemli haberler alabi leceğini düşünerek sev in iyordu. G ö r ü ş m e öneris ini sev inç le karşı layarak hemen Sivr ihisar'a gelmesini istedi.
207
T e v f i k Rüştü bey, akşama d o ğ r u bir yayl ı arabaya kurulmuş olarak paşanın Sivr ih isar 'daki karargâhına geldi . Pas a , meraktan çat l ıyordu. B a ş b a ş a kaldıklarında, doktor o n a şunları anlattı :
— 1919 A ğ u s t o s ay ında Bekirağa B ö l ü ğ ü ' n d e tutuklu bulunuyordum. B e ş günlüğüne geçic i olarak « t a h l i y e » edi lmiştim. Bu s ırada « t e c e d d ü t » partisinin kongresine katıldım. K o n g r e d e birçok konular arasında A n a d o l u ' y a nasıl yardım edi lebi leceği işi üzer inde de durulmuştu. T e m e l d e bütün arkadaşlar beraberdi . U y g u l a m a d a ise düşünceler ikiye ayrı lmıştı. Bir bölümümüz, « m a n e n » yardımı, ö b ü r bölümümüz de eylemle katılmayı benimsemiştik. Eylemle katılmayı benimseyenler aras ında ben de vardım.
G e ç i c i « tahl iye» sürem bitmeden ö n c e A n a d o l u ' y a g e ç m e n i n çarelerini ar ıyordum. Bir g ü n Kadıköy v a p u r u n da 20. Kolordu kumandanlığına atandığını d u y d u ğ u m Kirazl ı Hamdi Paşa'ya rastladım. Kendisini ç o k ç a tanımamakla beraber bu fırsatı kaçırmak istemedim, kendisiyle konuşabi lmenin çarelerini aray ıp buldum.
Kiraz Hamdi Paşa. hem A n a d o l u ' y u ve hem de İstanbul 'u « i d a r e » edebi leceğine inanıyordu.
Ben de: «Anadolu'daki ler i tanımıyorsunuz, on lar da s iz i tanımıyorlar ve İstanbul 'dan her yeni atananı iyi niyet le karşı lamıyorlar, bir yanlışl ık olabilir, p a ş a m » dedim. Hamdi Paşa birden: «Benimle beraber gelebi l ir mis in iz?» d i y e sormuştu. Ben de hemen olumlu karşılık vermişt im.
Kiraz Hamdi Paşa, bunun üzer ine beni Bekirağa Bölüğü hapisanesinden kurtardı. B ö y l e c e onunla Eskişehir 'e geldik. Paşa, Ankara 'ya dek yo lunu uzatmak ist iyordu, b u nu önlemeye çalıştım. S o n r a , s iz in Sivr ih isar 'a g e l e c e ğ i nizi haber aldık.
Hamdi Paşa'ya sizinle görüşmenin pek yarar l ı o lacağını söylemiş, her iki yanı anlaştırabilmek üzere öneri ler iniz ne olabil ir? d iye sormuştum: U l u s u n meşru isteklerini benimsemezl ik etmem!» karşıl ığını vermiş ve bunlara ş u n ları eklemişti: « S i z , bu istekleri pekâlâ öğrenebi l i r ve bir an laşma noktası bulmaya çal ışırsınız.»
208
İşte, paşam, ben de isteklerinizin neler o lduğunu ö ğ r e n m e y e geldim.
Ali Fuat Paşa, Tevf ik Rüştü beyin olayları bu biçimde anlat ış ından çok hoşnut kalmıştı. Doktora ş ö y l e dedi :
— Kiraz Hamdi Paşa'y ı az tanırım. Ne v a r ki o n u n üstüne işittiklerim çoktur; öteden beri saray adamı olmakla geçin i r ve iyi saray bendegânındandır . Zeki ve bilgili der lerse de bunun şimdilik önemi yok. Ne v a r ki ahlâkına da güveni lemeyeceğini söyler ler. Bu nokta çok önemlidir. Anlaşt ık mı?
Doktor, paşanın düşünceler ine bütünüyle ortak olmuştu. B u n u n üzerine paşa :
— Şimdi, anlaştık, dedi. Hamdi Paşa ile görüşme kapısı açmak istemiyorum. Kendis ine diyelim ki: «Esk işehi r 'e dek olan yo lcu luğunuz la halkla az çok « t e m a s » ettiniz. O n l a r d a n padişaha karşı z e r r e c e bir saygısızl ık d u y d u n u z mu? Hayır, millet, hem padişahın, hem de kendisinin geleceğinden kaygulanıyor. Böyle bir z a m a n d a hükümetine ve ilk ö n c e Damat Ferit Paşa'ya güvenmesinler. Milletin de güvendiğ i ve denet leyebi leceği y u r t s e v e r bir kişiye kabinenin kurulması görevin i versinler. Delegelerimiz, geleceğimiz üzer inde yabancı lar la konuşurlarken milletin direncinden ve var l ığ ından g ü ç alsınlar ve bunu inkâra kalkmasınlar. Şundan ki A v r u p a devlet adamları, kendi kamu oylar ından çekindiklerinden milletlerin haklarını ç o ğ u z a man korurmuş gibi g ö r ü n ü y o r l a r . »
E ğ e r bu söylediklerimi u y g u n buluyorsanız yar ın bur a d a n yola çıkar, Hamdi Paşa'yı g ö r ü r s ü n ü z . Düşüncelerimi kendisine bir buyruk olarak anlatırsınız. Siz in g ö t ü receğiniz bu b u y r u ğ u , güçlendirmek amacıyla hem ben, hem de heyeti temsiliye bu anlamda birer telgraf çekeriz.
Bunları dikkatle din leyen doktor : — Bütün bu söyledikler iniz üzerinde sizinle berabe
rim, dedi. Eskişehir 'e d ö n e r dönmez davranacağım. Hamdi Paşa'y ı kandırmaya çal ışacağım ve el imden gelen bütün yardımı yapacağım.
Karşılıklı konuşma g e ç vakit lere dek sürdü. Ali Fuat Paşa, bütün bu konuşmalardan, Tevf ik Rüş-
209 3/F. : 14
tü b e y i n , Kiraz Hamdi Paşa'nın adamı olmadığı gibi hiç bir arka d ü ş ü n c e taşımadığını da anlamıştı. O n u n bu işi salt bir yur t görev i olarak yaptığına inanıyordu. O n u da bu g ö r ü ş m e d e n sonra imanlı bir kuvayı mil l iyeci olarak benimsemek ve ona, yapabi leceği kimi iş ler yüklemek g e r e k i y o r d u . Eskişehir ' in içinde böyle zeki, becer ik l i , namuslu ve y u r t s e v e r bir arkadaşın bulunuşu, hele şu s ırada nimetti. G ö r ü ş m e bitip de a y a ğ a kalkacakları s ı r a d a paşa, y ü z ü n d e gerçek bir dost gülümseyiş i ve ağırbaşl ı l ığ ıy la :
— Doktor, dedi. S e n de anl ıyorsun ki davranış lar ımızın g e r ç e k y ö n ü bu değildir. Hamdi Paşa'ya öneri ler imiz i benimsetecek olursak salt Eskişehir ' in iç inden zarar l ı bir kişi eksi lecek, gerçek eylem ve çabalarımızı İngi l iz işgali altında bulunan Eskişehir ' i biz d ışardan s a r a r k e n s iz de içerdeki ulusal örgüte el inizden geld iğ ince y a r d ı m etmelisiniz. Y u r d a hepimizin b o r c u var.
Doktor Tevf ik Rüştü beyin y o r g u n ve z a y ı f g ö v d e s i birden geri ldi . G ö z l e r i parladı :
— Bana inanınız ki paşam, ben A n a d o l u ' y a millî bir g ö r e v almak üzere geldim. Hamdi Paşa, benim için bir araçtan başka bir şey deği ldi. Bundan sonra A n a d o l u ' d a kalacağım. Davranış ınıza canla başla kat ı lacağım.
O g e c e y i Sivr ih isar 'da geçi ren Doktor T e v f i k Rüştü bey, ertesi gün ilk kuvayı milliyecilik g ö r e v i n i yapmak üzere Eskişehir 'e yol landı. O gittikten sonra da gerek temsil heyeti ve g e r e k s e Ali Fuat Paşa, Kiraz H a m d i Paşa'ya ö n c e d e n düşünülen telgrafları çekti ler.
Ali Fuat Paşa'nın çizmelerini ayağına çekip armalar ı kuşanarak Sivr ih isar 'a gelmesi , Eskişehir 'deki e ş e k arısı yuvalarını çok tedirgin etmişti. Eskişehir M u t a s a r r ı f ı Hilmi bey, bu eşek arı larının beyi idi. Hemen İstanbul 'daki efendilerine bir y ığın ihanetname tellenmişti. B u n l a r d a şöyle parça lar vardı :
— B u r a hükümetine yardım gerekt iğinde a n c a k bur-daki İngiliz g ü c ü n e dayanması gerekecekt ir. İşbu d u r u m karşısında alacağım tutum üstüne nezaret imizin b u y r u ğ u n u beklediğimi bildiririm (...) B u g ü n memleket in e ş rafını toplayarak kaynaşmaya başlayan kamu o y u n u b u n -
210
lar aracı l ığ ıy la yatışt ırdım. Ö n c e d e n bildirdiğim gibi l ivanın İngil iz asker inden başka dayanacak g ü c ü olmadığından Al lah saklasın, liva merkezine saldır ır larsa iz lenecek tutum üstüne b u y r u ğ u n u z u beklemekteyim.
İstanbul 'dan asker gönderi lmesine maddî olanak y o k sa da ilk yoklamaları yapılmış olan yaşlardan iki sınıf ın si lâh alt ına al ınmasına müsaade buyurulması
16 Eyiül 'de Mutasarr ı f Hilmi beye karşılık v e r e n Dahiliye Nazır ı Adi l bey, ş ö y l e d iyordu :
— Demin söylediğim gibi ayaklananlara karşı e lden gelen her türiü tedbire başvurarak Eskişehir ' in korunması önemli ve gerekl idir. B u n u n uğruna da her g ü ç t e n yararlanı labi l ir. Y inel iyorum: Memleketin korunması uğruna kumandan ile g ö r ü ş e r e k elde bulunan her türlü a r a ç tan yarar lanarak her türlü tedbire baş vurmak gerekt iği meydandadır . Bu duraksamayı anlayamıyorum. Mutasarrıf Hilmi bey İstanbul'a şöy le, bir telgraf d a h a çekti :
— İş, bildiri, sorulara dökülecek olursa Osmanl ı lar ın beşiği o lan Eskişehir de hainlerin saldırısına u ğ r a y a c a k tır. M ü s a a d e buyurulursa bugünkü eğilimlere g ö r e memleket halkından eli si lâh tutanları bile bu hainlere karşı yürütmek olağandır, ferman.. .
K o n y a Val is i C e m a l beyle Eskişehir Mutasarr ı f ı Hi lmi bey, ülkenin en önemli iki noktasında iki ağulu çalı gibi boy ver iyor , kuvayı mill iyeci insan ve düşünceler i acımaksız ın dal ıyordu. El ler inden gelse oralar halkını s ilâhlandırıp kuvayı milüyecilere karşı yürütmek ist iyorlardı. B u n d a biricik dayanaklar ı da memleketin içine sızmış ve üslenmiş olan düşman askerleriydi. Kuvayı mill iyenin en çok çekindiği ve sakındığı şey, halkın iki düşman kampa ayrı larak vuruşmasıyd ı .
Bu kardeş kavgası belkisini önlemek kaygusuyla temsil kurulu Cemal ve Hilmi beylere ulusal k o n g r e y e bağlanmalarını ve İstanbul' la bağlantı larını kesmelerini salık-lamıştı. Bu çaba b o ş u n a y d ı . Hilmi bey, bu telgrafı hemen İstanbul 'a ş ö y l e c e gammaziamıştı :
— Kumandan ile görüşmeler imiz üzerine Harb iye Nezaret ine yaz ı lan telgraf lara olumlu bir karşılık almama-
mıştır. B u r a d a kuvvet yoktur. Halkın ve hiç o lmazsa bir iki yıllık y a ş erbabının toplanması sağlanmışsa da eldeki s i lâh ve c e p h a n e İngil izlerin korumasına ver i ld iğinden bu gir iş im de gerçekleşt ir i lememişt ir . İngil iz kontrol memuru g ö r ü ş m e m i z d e g e r ç i muhalif lerin buraya gelmeleri belkisi o lmadığını ve geldikler inde de karşılık vermek z o r u n d c kal ınacağını bildirmiştir. Hamdi Paşa'nın bir iş yapamamak d u r u m u n d a kalmasından dolayı çekilmek zorunlu luğ u n u d ü ş ü n d ü ğ ü n ü söz ler inden anladım. M e r k e z ve kur'a halkı hükümetten y a n a , a n c a k gözler iy le âsi lere karşı koy a c a k bir g ü ç olmadığını gördükler inden şaşkındır lar.
İngil izler, ş e h r e egemen tepelerde kimi siperler yapmaktadır. D a y a n a k noktamız, yalnız İngiliz g ü c ü olmasına karşın bunlar ın gerekt iğ inde merkezi savunmaya kararl ı o lup olmadıklarının Babıâl ice saltanat merkezindeki s i y a s a l temsi lc is inden sormasıy la l ivaya açık bir tutum bel i r tmesi s ize ö z g ü önemli iş lerden bulunması dolayıs ıyla. . .
Hilmi bey, b u n d a n s o n r a İstanbul'a çektiği bir telg r a f t a şöy le d i y o r d u :
— L ivaya bağl ı Sey i tgaz i ve Çifteler bucakları dahi b u g ü n merkezle resmî ilgilerini kestiler. Liva b u g ü n her y a n d a n ilgisi kesi lmiş bir durumdadır. İki gün ö n c e S i v a s K o n g r e s i temsil kurulundan aldığım telgrafta kongre karar lar ına b o y u n e ğ m e m bildiri lmişti.
B u g ü n aldığım başka bir telgrafta herhalde İstanbul'a d ö n m e m bildir i l iyor. Hamdi Paşa'nın çekildiği ve Eskişehir 'de kalmakta o l d u ğ u n d a n yardım isteyecek ve danışac a k hiç bir g ü c ü m ü z kalmamış demektir. Dirimimi devlet ve u l u s a adamış o l d u ğ u m d a n güvenl iği sağlamak ve kamu o y u n u yat ışt ı rmakta d i reneceğim. B u g ü n iki t ren İngi l iz asker i g e l d i . Eskişehir 'deki İngiliz kuvvetler i , şehr in e g e m e n tepeler ine hendek kazıyorlar. Şuna g ö r e savunac a k l a r ı anlaşı l ıyor. A n c a k , savunmanın biçim ve d e r e c e s i b i l inmediğ inden merkezin a lacağı durum şimdiden y o rumlanamaz. Muhal i f ler in buyruklar ına b o y u n eği lmedi-ğ i n d e n dolay ı , A l l a h saklasın, şehre girmelerin e i lkönce b a n a saldırmalar ı d o ğ a l o l d u ğ u n d a n tutumumla İngil izle-
212
rin şehr i ne kerteye dek korumaya karar verdik ler ine ilişkin İstanbul s iyasal temsi lcis inden alınmış bilgi üstüne nezaret in buyruklarını bekl iyorum.
Dahi l iye Nazır ı Adi l bey de c a n k a y g u s u n a d ü ş m ü ş olan mutasarr ı fa direnme şır ıngası y a p m a y a ça l ış ıyordu, .
— O r d a bulunan g ü c e karşı oralara yaklaşmalar ı d ü şünülemez. Bununla beraber e ğ e r yaklaşmaya çal ışacak olur larsa her g ü ç t e n yararlanı lması çok doğaldır . Bu g ü ç lerden nice yarar lanı lacağını o r a c a gerekenler le g ö r ü ş e rek kararlaştır ınız. Kumandan paşanın çeki lmesi b ü s b ü tün yers izd i r . Burada al ınacak tedbirlerin s o n u c u yakında bildir i lecektir. K a y g u y a da y e r yoktur. S i z d e n direnme, akıl l ıca iş bekl iyorum.
Hilmi b e y , canının çok tatlı o l d u ğ u n u anlamıştı. İstanbul 'u da kırmadan bu belâlı ç e m b e r d e n kurtulmanın umarlarını ar ıyordu. İstanbul'a şöy le bir telgraf daha çekti :
— H e r g ü ç t e n yararlanı lması buyurulmaktadır. Kuvv e t o lsa başında bulunacağım su götürmez bir şey H a m di Paşa'nın şimdiki durumuna g ö r e onunla g ö r ü ş m e y i devletin çıkar lar ına aykırı g ö r ü y o r u m . Bir asker olan bu a d a m aldığı bir telgraf üzerine geri dönmeye karar verdiğ i halde ben sars ı lmaz bir d irenmeyle yerimi korumaktayım ve hiç bir biçimde kaygulanmıyorum. A n c a k , tutumumu belirlemek üzere o r a c a a l ınacağı bildirilen tedbir ler s o n u c u n d a ivedi olarak bilgi ist iyorum ki b u l u n d u ğ u m duruma karşı buna hakkım vard ı r sanırım.
Dahi l iye Nazır ı Adi l bey yine kuvayı mill iyenin Esk işehir 'e sa ld ı rmayacağı yaves iy le şaşkın mutasarrıf ı avutmaya ça l ış ıyordu.
Mutasarr ı f , İstanbul 'dan bir kurtuluş umarı gelmediğini g ö r ü n c e Eskişehir 'deki İngiliz kumandanına şöy le bir mektupla sığındı :
— Livanın durumunu bi l iyorsunuz. S i v a s K o n g r e s i n den aldığım bir telgrafta Eskişehir 'den başka bütün livaların ulusal amaçlara bağl ı olduklar ından liva sandalyesini b ı rakmaya zor lan ıyorum. Ulusal davranış lara karşı koyacak l ivanın bir g ü c ü yoktur. Muhal if ler in Eskişehir ' i
213
her y a n d a n kuşatmalarına ve şu birkaç g ü n içer is inde merkeze saldırmaları beklendiğine g ö r e şehr in ne biçimde korunacağın ın ve o r d a yaln ız kalan â c i z şahsımın sayg ı d e ğ e r hükümetinizce bunların saldır ı lar ından uzak b u lundurulacağının resmen bildiri lmesine çal ışı lmasını d iler ve karşıl ığınızı bekleyerek.. .
Eskişehir İngiliz Kumandanı S e n n o n , ona şu karşı l ığı v e r d i :
— Gönderdiğ in iz mektubu aldım. Ş u n u önemle s ö y lerim ki Eskişehir 'deki durum değiştir i lmek istenmedikçe. İngi l iz çıkarlarına i l işi lmedikçe şimdiki gibi İngl iz ler hiç bir vaki t T ü r k politika işlerine karışmayacaklardır. E ğ e r ş imdiki durum değişerek Eskişehir 'deki sessizl ik b o z u l u r s a şiddetl i tedbir lere baş vurulacakt ır .
Demek ki, Ali Fuat Paşa'nın Mustafa Kemal' le el ele v e r e r e k yaptığı politik baskı üç kurdu, Eskişehir 'deki ş ö len sofrasının başından kaldırıp birer y a n a kaçırmışt ı . Bu kurt lardan biri Eskişehir İngiliz temsilci ve kumandanı S e n n o n , öbürleri de Mutasarr ı f Hilmi ile Kiraz Hamdi Pa-ş a ' y d ı . Sennon'un pek yüksekten atmasına karş ın, altın tüy lü zafer kuşu Eskişehir 'deki kafesinden kaçmış, başına konmak üzere Sivr ihisar 'daki Ali Fuat Paşa'y ı a r ı y o r ve
Sivr ih isar ' ın gökler inde yumuşak çember ler ç i z i y o r d u . *
** Bir kuvayı milliye g iyneği içinde ve halktan bir b i
rey olarak yeniden atına at layan Ali Fuat Paşa, 17 Ey iü l ' de karargâhıyla Sivr ih isar 'dan yola çıkarak 18 Eyiü l 'de Eskişehir ' in kırk ki lometre g ü n e y d o ğ u s u n a düşen Çifteler çift l iğinin merkezi olan Mahmudiye 'ye vardı . Buranın büy ü k bir kışlası ve bir de telgrafhanesi vardı . P a ş a , 20 E y iül 'de karargâhını Hamidiye köyüne g ö t ü r d ü . T a m bu s ı rada Mahmudiye ve Seyi tgaz i bucakları Eskişehir ' le ilgi lerini kestiler. Paşanın, bir halk adamı gibi armalar kuşanmış olarak mavi gözler i ve güleç y ü z ü y l e at üstünde i lerleyişi, oralar halkını iy ice yüreklendirmişt i . Eskişehir 'in d o ğ u s u n u kuşatan müfrezelerin insanca sayıs ı bini a ş ı y o r d u .
20 ve 21 Eylül günler inde Eskişehir « h a r e k e t i » ş ö y -214
lece biçimleniyordu: Porsuk kuzeyindeki « B o z d a ğ dolaylarında ve T a ş k ö p r ü l ü Bahtkeri A ğ a ile süvari yüzbaş ıs ı » a m d i efendinin kumandası alt ında iki y ü z atlı millî müfr e z e tahrip müfrezeler ini» koruyacak ve Beypazarl ı lar gel inceye dek Ç a v l u m k ö p r ü s ü n ü elde tutacaktı. Mutttal ip köyünden başka bütün köyler bu harekete katılmış ve direnmek üzere davranmışt ı . İstihkâm teğmeni Nacip bey, yıkım müfrezeleriyle birlikte G e y v e boğazındaki S a k a r y a köprüsünü, Lefke k ö p r ü s ü n ü ve daha başka önemli köprüleri ve tünelleri y ıkma işiyle görevlendiri lmişti. Eskişe-hir-İstanbul telgraf hattı da temelinden yok edi lecekti.
Porsuk güneyindeki « h a r e k e t » de şu biçimde y ü r ü tülecekt i : Mihaliç, S ivr ih isar , Mahmudiye ve Sey i tgaz i millî müfrezeler iy le ikinci a layın ikinci taburundan meyd a n a gelen ve sayısı bine v a r a n bir millî alay ve kendi müfrezeler iy le Ali Fuat Paşa, Sultan Suyu'nun d o ğ u s u n a yürüyecekt i . Beypazar l ı larm da Çavlum köprüsünü tutmasıyla Eskişehir ' in d o ğ u d a n her türlü ilgisi kesilmiş oluy o r d u . « U ş a k , G e d i z , S imav, Akhisar ve Alaşehir 'den gelmiş olan Binbaşı İsmail Hakkı bey kumandasındaki ü ç y ü z elli süvari l ik millî müfreze, 21 Eylül 'de Kütahya'ya girerek burasını kongreye bağladı.» Kütahya'daki İngiliz taburu hiç bir si lâh patlatmadan Eskişehir 'e çekilmeyi daha uyg u n buldu. Ö y l e hızlı çekildi ki cephanelikleri dopdolu olarak kuvayı mil l iyecilere bırakmak zorunda kaldı. İngil izler, belki de yardımcı bir g ü ç alarak geriye döner d ü ş ü n c e siy le Alayont'taki bir asma köprü havaya uçuruldu. Eskişehir ' in kurtarılması işine büyük bir ilgi ve heyecanla katılan köylü yığınları , Ali Fuat Paşa'yı çok umutlandırmıştı. İngi l iz ler, bir y a n d a n şehire trenler dolusu asker getir-mekteydi lerse de artık onların askerinden korkacak kimse yoktu. Türk halkı, artık İngil iz askerlerinin yeni bir savaşa girebi leceklerini s a n m ı y o r d u . Bunu onların kumandanı onlardan daha iyi bi l iyor ve onlara açıklayarak y ü rekliliklerini art t ı r ıyordu. S o n kez, Eskişehir 'e gelen üo "tren bile paşanın yeni askerler inin gözünü korkutmamıştı. İngi l iz kumandanı Esk işehir 'de silâh patlatacakmış gibi işi sıkı tutuyorsa da Ali Fuat Paşa, şimdiye dek edindiği
215
bütün siyasal ve psikolojik tecrübeler i g ö z önüne alarak onların salt blöf yaptıklarına inanıyordu. Eskişehir ' i kuşatmış olan millî g ü c e karşı si lâh patlatmak, İngil izlerin y o k edilmesi demek olurdu. Paşa, İngil izlerin si lâh patlatmasına hiç de meydan vermek niyetinde değildi. B u y r u ğ u n d a -ki kumandanlardan biri ona :
— Paşam, dedi, a c a b a , bu İngiliz kuvvetleri bize karşı savaşmak için mi gel iyor?
Paşa, ona şu karşılığı verdi : — Sanmıyorum. Kendilerini g ü v e n içinde bulundurmak
ist iyorlar, hepsi bu kadar. Ali Fuat Paşa, 20 Eyiül 'de dosta düşmana duyuru l
mak üzere uzun ve güzel bir bildiri yayınladı. , B u bildir i, memleketi uğrunda her şeyi g ö z e almış bir askerin d o s t a ve düşmana karşı yapmış o lduğu namuslu ve güç lü bir uyarma idi. Bildiride g ö z ü kara bir askerin, dediğini y a pacağı anlaşı lan bir kumandanın güçlü so luğu d u y u l u y o r d u . Bildirinin tonu, ingiliz kumandanlığına her şey i anlatmış oiacaktı ki İngiliz Kumandanı Sally Klad hemen apartopar İstanbul'dan Eskişehir 'e gelmiş, paşaya çekt iği bir telgrafta bir görüşme olanağı ar ıyordu. İngiliz kumandanı, hem paşayı Eskişehir 'de bir g ö r ü ş m e y e çağır ı y o r , herr. de « İngi l tere ve itilâf devletleri namına Haydar-paşa-Bağdat demiryolu üzerinde ve dolaylar ında hiç bir harekette bulunmamasını, askerlerinin Eskişehir ve A f yonkarahisar 'a girmemesini» bi ldir iyordu.
Paşa, bir yandan kendini belâ arayan sert ve s ö z dinlemez bir kuvayı mill iyeci kumandan olarak göstermeye çal ışırken, bir yandan da İngilizlerle herhangi bir b içimde bir çatışma belkisinden son kerte dikkatle kaçınmayı ve sıyrı lmayı amaç tutuyordu. En g ü ç iş de, bu pol itik savaş ı gerçek bir s a v a ş a çevirmemenin ince yol lar ı üzer inde başarı ile yürümekti. Paşa, şu sırada bu y o l d a rahatça ilerler g ö r ü n ü y o r d u .
Ali Fuat Paşa, Sail Klad'e tatlı bir karşılık vermekte gecikmedi. Bunun önemli bölümü şöyleydi :
— .. .Eskişehir Bölge Kumandanı Y a r b a y Atıf bey in henüz anlaşı lmayan nedenlerden dolayı bir İngil iz kıta-
216
s ınca tutuklanması, Konya Val isi C e m a l , Eskişehir M u t a sarrıf ı Hilmi beyler le merkezî hükümet üyeler inin şu s ı rada bile ulusal isteğe b o y u n eğmemeleri , her y a n d a ulus bireylerinin toplanması s o n u c u n u d o ğ u r m u ş ve ancak meşru haklarının kanun dairesinde elde edi lmesine çal ıştıkları bir zamanda şimdiki hükümetin silâhlı müdahalesine karşı kendilerini savunmak amacıyla silâhlı olanlar, si lâhlarıyla bu topluluğa katılmışlardır. Esk işehir 'e dek g ö r d ü ğ ü m durum bundan başka türlü deği ldir.
Eskişehir ' in batısındaki durumu henüz bi lmiyorum. Eskişehir, bölgenin içinde o lduğundan, denetlemek amacıyla geldim.
Paşa, bunda hareketin İngil izlere karşı deği l , İstanbul hükümetine karşı o lduğunu yazarak Sal ly Klad' le g ö rüşmeye gidemeyeceğini bildirdi. Zaten g ö r ü ş m e y e gi tse bile y ine s ö y l e y e c e ğ i şeyler in bunlardan başka türlü o l mayacağın ı anlatmaya çalıştı. Ulusal hareket, ne bir öl-dürüşme, ne de yabancı güçlere karşı bir saldırı amacı gütmemektedir, dedi.
Ali Fuat Paşa'nın Eskişehir 'e gitmekten haklı olarak çekindiğini anlayan Sal ly Klad, bu kez kendisi paşayı karargâhında z iyaret etmek hevesine kapıldı. O g ü n , öğleden sonra paşaya gönderdiğ i telgrafta şöy le d i y o r d u :
— Mahmudiye 'ye dek mesafe uzak o l d u ğ u n d a n yar ın öğley in Ankara demiryolunda Beyl ikahır i s t a s y o n u n d a s izinle buluşmak ist iyorum. Kabul edip etmeyeceğin iz i şimdi bi ldirmenizi dilerim.
Ali Fuat Paşa da ona benzer tonda bir karşılık verdi : — Beyl ikahır bana da uzak düşüyor. E ğ e r is t iyorsa
nız, Eskişehir 'e üç-dört saat uzaklıkta bulunan Yenihan'a teşrif edin. 21 Eylül 'de öğle vakti g ö r ü ş ü r ü z .
Ali Fuat Paşa, akşam üstü s iyasal İngil iz temsi lc is inin imzasıyla başka bir telgraf aldı. T e l g r a f şöy le y a z ı y o r d u :
— Genera l Sal ly Kald 'ce yar ın öğley in istediğiniz E s kişehir Hamidiye yolu üzerinde bulunan Yenihan k ö y ü n e siz inle görüşmek üzere bir İngiliz subay kurulu g ö n d e r i l i yor. Kendi ler iy le görüşebi l i rs in iz efendim.
Eskişehir kumandanı Atıf bey, İngi l iz lerce p u s u y a d ü şürü lerek tutuklanmıştı. B u n u n anısı, Ali Fuat Paşa'da pek canl ı y a ş ı y o r d u . Bu o lay dolayısıyla Ali Fuat Paşa, İngil izlere güvenmediğ i gibi bunun misi l lemesinden korkan Sal ly Klad de erkekçe istenilen yere gelmekten çekin iyord u . G e n e r a l , demiryolu dışına çıkmamaya s o n kerte dikkat e d i y o r d u . Ali Fuat Paşa da Eskişehir 'e gitmekten ya d a , her zaman sağlam bir tuzak olabilecek olan bir t ren v a g o n u n a girmekten haklı olarak çekin iyordu.
Ey lü l 'ün 25 inci g ü n ü , öğleden sonra, saat on dörtte g ö r ü ş m e c i İngiliz heyeti Yenihan'a vardı . Ali Fuat Paşa, k u v a y ı mill iyenin başında olarak onlarla buluşmak ü z e r e Esk işehir 'den dört saat uzaklıkta ve yine Eskişehir ' in g ü ney doğusundaki lymşir'e gitti. Sally Klad'ce gönder i len kurmay subaylardan kurulmuş bir kurulla g ö r ü ş t ü . İngil iz s ö z c ü l e r i , itilâf güçler in in, Türk iye'n in iç işlerine hiç kar ışmayarak yansız kalacaklarını, yalnız, İzmit, Eskişehir , K ü t a h y a ve Afyonkarahisar gibi İngiliz g ü c ü bulunan yerlere kuvayı milliyenin girmemesini, Istanbul-Bağdat demiry o l u n a saldırı lmamasını di lediler; ayr ıca, İngiliz askerler inin demiryolundan ayrı lmayacaklarını da bildirdiler.. İngil iz sözcüler in in dediğine g ö r e Karahisar'da bir tabur, Kütahy a ' d a bir bölük, Eskişehir 'de iki tabur, İzmit 'teyse g ü c ü b il inmeyen İngiliz askeri vardı . Ali Fuat Paşa, İngii iz s ö z c ü lerine ö z e t olarak şöyle dedi :
— Yetkim ve g ü c ü m içinde bulunan bölgede demiry o l u n a dokunulmayacakt ır . Yayınladığım bildiride söy lediğim gibi ulusal davranışlar ın amacı, itilâf güçler i ile ç a tışmak deği l , milletin isteğine uygun olarak g ö r e v yapmayan kabineyi düşürerek yer ine hakkıyla ulusun güvenin i kazanmış, bir kabinenin geçir i lmesini ve Eskişehir 'de ulus u n isteğine b o y u n e ğ m e y e n mutasarrıf ın güveni l i r bir kiş iye yer ini bıraktırarak bu şehrrh ulusal kongreye bağlanmasını sağlamaktır. İngil izlerin sözcüler i , bu işin yetki leri iç inde olmadığını, bununla beraber aracıl ık edecekler in i bi ldirdi ler. Afyonkarahisar kuvayı mill iyeye g e ç i y o r d u . K ü tahya'n ın kazanılması da yo luna girer gibi olmak üzereydi .
12. Kolordu kumandanı, kolordusuyla birlikte k o n g r e y e katılmış, Konya Val is i C e m a l bey, ne yapacağın ı şaşırmışt ı . Konya'n ın kazanılması da bir gün s o r u n u y d u .
Ali Fuat Paşa, bütün bunları hemen kongreye yazdı ve telgrafını şu sözler le bitirdi :
— G ö r ü ş m e m i z d e İngiliz askerî kurulunu biraz üzg ü n g ö r d ü m . Atıf bey işinde bana hak verdi ler. Bununla beraber, İstanbul hükümetini savundular. Birbirini kovalayacak olan hızlı başarı lar ımız bizi amacımıza ulaştırac a k en iyi yoldur.
Ali Fuat Paşa'y la g ö r ü ş e r e k Eskişehir 'e d ö n e n İngilizler, henüz dumanı tüten veri lmiş sözlerinin üzer inden bir s ü n g e r geçirdi ler.
Yenihan g ö r ü ş m e s i n d e n dönen İngiliz kontrol subay ının ilk işi, mutasarr ı fa bir mektup yazarak onu ivedi olarak g ö r ü ş m e y e çağırmak oldu.
Bunun amacı da kuvayı milliyeyi arkadan v u r a c a k tedbir ler almaktan başka bir şey olamazdı.
Ali Fuat Paşa, bütün, bunlara karşı hazırl ıkl ıydı. İst a n b u l hükümetiyle İngil izlerin ortaklaşa alabi lecekleri, b ü tün kararları ç ü r ü ğ e çıkarabilmek üzere yeni ve etkili karar lar almaktaydı: Kontrol bölgesini taa İzmit'e dek uzatmayı ve İngilizleri Ankara'n ın burnu dibinden daha uzaklara sürüp atmayı d ü ş ü n ü y o r d u . Bu işi yapabilmek üzere de Ankara-Eskişehir dolay lar ından ç o k ç a atlı ulusal müfrezeler get irmeye gir işmişt i .
Ali Fuat Paşa'nın gizl i hesap ve düşünceler in i iyice anlayan İngiliz Genera l i Sal ly Klad, 23-24 Eylül tarihini taş ıyan yeni bir mektubu ile Ali Fuat Paşa'ya - sözüm o n a - bir f iske v u r m a y a yeltendi :
— Avaneniz in Eskişehir 'e girmesine müsaade edilmemesi için başkumandanl ıktan buyruk aldım. İsteminiz, b ırakışma hükümlerinin beşinci maddesine aykırıdır. Bu durumda bulunduğunuz y e r d e n daha çok i lerlemenize müs a a d e yoktur. Bu mektubumu alıp almadığınızı bildiriniz.
Ali Fuat Paşa, İngil iz sözcüler iy le görüşmede Eskişehir' in mutlaka k o n g r e y e bağlanması gerekt iğini , Eskişehir 'e gir i lmedikçe de bunun sağlanamayacağın ı , bundan
219
dolayı da bir çözüm yolu bulunmasını ileri sürmüştü. Sal ly Klad, işte bu istemleri göğüs lemeye çal ış ıyordu.
Bu mektup, halk arasında iki yüzlülükle tanınmış İngiliz s iyaset inin d o ğ r u l u ğ u n u paşaya bir kez daha saptamıştı. B u , oldukça kaba yazı lmış bir asker mektubuydu. Al i Fuat Paşa'nın da cinleri kafasına toplanmıştı.
25 Eyiül 'de Eskişehir 'de itilâf devletleri kumandanı G e n e r a l Sal ly Klad, aşağıda özet lenen mektubuyla Ali F u at Paşa'nın sabrına bir tokat daha indirdi.
— Osmanl ı lara ilişkin politika işleri beni ve maiye-timdekileri i lgilendirmez. Ben ve ingiliz askerler i , itilâf devlet ler iyle Osmanl ı hükümeti arasında yapılmış o lan bırakışma hükümlerini korumakla görevl iy iz. Ben ve kumandamda bulunan ingiliz güçler i , demiryollarının korunmasından sorumluyuz. İngiltere ve itilâf devlet lerinin askeri çıkarlarına ve demiryollarına dokunmazsanız biz de size dokunmayacağız . Ancak, siz in aşağıdaki maddelere saygı l ı davranmanız ı isterim.
G e r e k demiryollarına ve gerekse gelip g e ç m e y e ö z g ü yol lar ve demiryolu memurlarının konutlarına ve telgraf tellerine dokunulmaması ve bunun denemeye dahi kalkı-şı lmaması gerekir. Bunu kesin olarak isterim.
Demiryol larının korunmasında kullanılan asker lere saldırmayı ve dokunmayı aklınıza bile getirmemenizi s ize hatırlatır ım.
B u y r u ğ u n u z d a bulunan askerler ve « a v a n e » n i z d e n şimdi İngiliz güçler ince tutulmuş olan İzmit, Eskişehir , Kütahya ve Afyonkarahisar 'a kesin olarak, hiç bir b ireyin girmemesini bildirir ve hatırlatırım.
Y u k a r d a yazı lan maddelere uyulduğu s ü r e c e şimdi demiryol larının yanında ve dolaylarında bulunan İngil iz askerleri bulundukları yerler i koruyacaklardır. Y o k s a y a pacağın ız her türlü davranışa tıpkı o biçimde karşılık v e rilecek ve sonunda yalnız sen sorumlu ve suçlu tutulacaksın. S o n r a , bu maddeler üstüne isteminiz üzer ine b izimle yapt ığınız anlaşmayı benimseyerek imza etmiştiniz. S i z d e n isterim Ki üstlerinize, bu durumu bildiriniz ve s i z e derim ki « a v a n e » n i z d e n bir birey yanıl ıp sakın Esk işeh i r 'e
220
girmesin, bulundukları y e r d e kalsınlar. E ğ e r y u k a r d a y a zılı maddelere uymayacak olursanız sizin ve kuvayı milli-yenin birleşmiş devlet lere karşı düşmanca d a v r a n m a y a yeltendiğiniz anlaşı lacaktır.
Ali Fuat Paşa, bu mektubu okuyarak acı acı güldü. Ö z g ü r l ü ğ ü n demir çizmelerini giymiş insan, s o n u n a dek sayıs ız kelleler ver ip say ıs ız kelleler a l ıncaya dek bu yo lda yürüyecekt i . Paşa'nın bu tehdit pisl ikleriyle ve küçümsemelerle yer y e r kirlenmiş mektuba bir karşılık vermek akl ından bile geçmedi .
Sal ly Klad'e en güzel karşıl ığı, satır larını demirden y a z a n gelecek günler verecekt i . Hak, halkın el inde bir silâh gibi parladığı g ü n . mucizeler beklemek yanl ış olmaz. Zafer , bir ülkede z indancı durumuna d ü ş t ü ğ ü g ü n , tarih ona eski tahtalardan bir tabut çakmaya başlar.
*
H a r b i y e Nazır ı Sü leyman Şefik Paşa, kaderine d o ğ r u hızla kayan Eskişehir ' i kurtarmak üzere bir kez daha davrandı. Hâlâ Eskişehir 'de oturan Kiraz Hamdi Paşa'ya 25. Kolordu Kumandanl ığıy la bir de yeni buyruk g ö n d e r d i . E s kişehir' in iç inden yeni bir asker g ü c ü , bir tugay örgüt leyecekt i . İngil izler de o n a her türlü yardımı yapacaklard ı . Bu s ı rada Eskişehir 'de oturan Reşit Paşa diye bir emekli s u b a y da şimdiden bu tugayın kumandanl ığına atanmıştı. T u g a y ı n özel bir adı v a r d ı : « A s a y i ş izleme tugayı .»
Bu yeni kımıldamanın arkasında padişahın ince u z u n silueti yüksel iyordu.
İstanbul 'dan böy lece yeni bir aşı alan Eskişehir , y e niden kuvvet iğnesi yapı lmış koşu atları gibi bir süre daha koşmak üzere davranıp kımıldamaya başladı. Sıtmalı bir çal ışmadır g id iyordu. Korkudan çil yavrular ı gibi d a ğılmış ve pusmuş olan eski elebaşı ları , y ine etekleri z i l çalarak o r d a n o r a y a koşup duruyor lardı . « M u t a s a r r ı f Hilmi bey, kolordusuz kumandan Kiraz Hamdi Paşa ve İngiliz General i Sal ly K lad, te lgrafhanede buluşarak İstanbul ile u z u n uzadıya görüşmüşlerd i .» Padişahçı lar ve İngilizlerle el ele çal ışan |andarma kumandanı, mutasarrıf la bir
•kolayını bularak kuvayı milliye bölgesiy le temas kurmuş-
221
lardı. Sey i tgaz i ve Çif te ler bucaklar ı , onların ağulu şi î ı '3-terini a lan yerler aras ındaydı : İngil izlerin kendileriyle birlik o l d u ğ u n u , Eskişehir halkının da bütünüyle kendilerine katıldığını bildirmişlerdi. Asî ve bâği dedikleri kuvayı mil-l iyecileri de yakalayıp ellerini-ayaklarını kıskıvrak bağlay ıp Eskişehir 'e göndermeler ini istemeyi de unutmamışlardı. Bu da olmazsa bu âsileri hemen öldürmeliydiler.
Mutasarr ı f Hilmi bey, işlerini kolayca yürütmek üzere şehirde sıkıyönetim ilân etmişti. 23 Eyiül 'de kuvayı mill iyeci lerin Eskişehir 'de yaptıkları darbe başarıya ulaşamadı. Şehirde Kiraz Hamdi Paşa'nın jandarma y a r b a y l ı ğ ı n dan kovulmuş olan kardeşi Faik beyin rütbesi İstanbul 'ca ger i veri ldi ve kendisi iğrenç bir işle görevlendir i ldi . B u , İngil izlerin buyruğunda gizli bir terör ö r g ü t ü y d ü . G ö r e v i de Ali Fuat Paşa ile arkadaşlarını ölü-dıri yakalayıp İngi l iz lere teslim etmekti. Bu örgüt ilk görevini yapt ı . Darbeye katılan katılmayan birçok y u r t s e v e r ve aydın y a k a landı. Doktor T a h s i n beyle birkaç kişi, d irendikler inden ö l d ü r ü l d ü l e r . I'.iraz Hamdi Paşa ile mutasarrıf Hilmi b e y , bu zulüm ve vatan hainliği sahnesin in baş aktörler iydi.
Ali Fuat Paşa, 30 Eylül tarihinde General Sal ly Klad'-den bir mektup daha aldı. Bu da önceki ler gibi her tür lü g ö r g ü kuralını ç iğneyen güçlüler in üslubuyla yazı lmıştı :
— Türk iye 'de İngiliz ordular ı başkumandanl ığ ından aldığım buyruk gereğince demiryolarının ve haber leşme hatlarının yıkılıp yok edilmesi sürecek olursa bu davran ışınız bırakışma sırasında bir leşmiş ordulara karşı d a v r a nışlar olarak alınacaktır. B u n d a sizi sorumlu sayar , barış andlaşmasında divanı harbe gönderi leceğiniz i bi ldiririm.
ingil izler, «y ine yanlış kapı çalmışlardı.» Ali Fuat Paşa'nın Eskişehir üzerine y ü r ü y ü ş ü n ü , bu gibi kuru sıkılar durduramayacakt ı . Eğer , p a ş a , asker ve toplum ruhbil i-mi üzer inde bilgisi ve sezgis i daha az bir kumandan o lsaydı pek güç lü bir devlet temsilcisinin bu kuru sıkısını d o ğ ruya alabil ir ve kurtuluşuna iki adım kalmış olan Esk işehir'e sırtını dönüp Ankara'nın yolunu tutabil irdi.
222
P a ş a , aynı g ü n süregelen maçta yeni bir raund a ç a n yeni bir mektupla Sal ly Klad'i g ö ğ ü s l e d i , bunun s o n parçası ş ö y l e s ü r ü y o r d u :
— H i ç sanmam ki itilâf devlet ler ine karşı davranışımda bir çat ışmayı doğurabi lecek olaylar çıkmadığı halde bar ış ın yapı lmasıyla divanı harbe veri lmek z o r u n d a kalayım. Bununla beraber, itilâf devletlerinin eşitlikle g ö rev y a p a n divanı harpleri de u lusumun pek meşruğ ve haklı istemleri uğruna bir birey gibi çal ışan bir kolordu kumandanını haksız y e r e mahkûm edebilsin. Y o k s a , T ü r k u l u s u n u n , her u lusun sahip olması gereken hak ve hukukunu tan ımayacak olan bir divanı harbin ölüm c e z a s ı n a bile hiç bir önem vermeyeceğimiz i bildiririm. Ş u n d a n ki, u lusumun bir bireyi olmak dolayıs iy le söyler im ki ya hak ve hukukunu d ü n y a y a tanıtacak bir ulusun bir bireyi gibi y a ş a m a y ı , y o k s a namusu ile ölmeyi daha üstün bulurum.
K u v a y ı milliye, her g ü n biraz daha ağır b a s ı y o r d u . Eskişehir ' in iç inde halk, yerl i ve yabancı zal imlerin korkutucu davranış lar ına bakmayarak toplantı yapabi lecek duruma gelmişt i . Mutasarr ı f Hilmi beyle Kiraz Hamdi Paşa, s o n kozlarını o y n u y o r ve her an kaçmaya hazır lanıyorlardı. En s o n r a , kuvayı mil l iyeciler uğruna canla başla çal ışmış olan Eskişehir muhasebecis i Ç o l a k o ğ l u Sabri bey, halkın g ü c ü y l e mutasarrıf vekili olarak Hilmi beyin s a n dalyesine oturtuldu. Sıkıyönetim kaldırıldı. Kuvayı milli-y e y e karşı çal ışanların bir bölümü tutuklandı. Elebaşı lar, ö n c e d e n yaptıkları hazırlık g e r e ğ i n c e İngiliz kumandanlığına s ığ ınarak İstanbul'a kaçtılar. Ekim ayının ü ç ü n c ü g ü n ü m e y d a n a gelen bu darbe, Al i Fuat Paşa'nın bir tek si lâh pat lamadan Eskişehir ' i kurtarabilme plânını gerçekleştirmişti.
B u n u n üzerine Genera l Sal ly Klad s ü n g ü s ü düşük olarak ve eşit koşul lar alt ında bir kez daha görüşmek üzere Ali Fuat Paşa'ya b a ş v u r d u .
Ekim ayının beşinde Eskişehir ' in d o ğ u s u n d a g ö r ü ş tüler. T ü r k halkı, kalın bir ç e m b e r olarak meydanı ç e v r e -
223
lemisti. Bu kocaman kalabalık, s o n u c u soluksuz bekl iyord u . Bu meydan daha çok bir maç, ya da horoz d ö ğ ü ş ü alanına benziyordu. İki G e n e r a l , uzun süren bir d ö ğ ü ş ü n s o n u c u n u almak üzere karşı karşıya bulunuyordu. Bu ulusal h e y e c a n ı n inip kaldırdığı g ö ğ ü s denizi ortasında Ali Fuat Paşa, şimdiye dek tatmadığı yepyeni bir h e y e c a n geçi r i y o r d u . Yüreği , ulusuyla y a n yana çarparak z a f e r yemişlerini toplayan bir insanın duyabi leceği bütün mutluluk hazinesiyle dolup taş ıyordu. B u , ömründe d u y d u ğ u en keskin ve yaşatıcı tattı.
Genera l Sally Klad, paşaya elini uzatarak :
— Burada mı görüşmeyi u y g u n g ö r ü y o r s u n u z ? diye s o r d u .
— Evet, bizim ulustan saklı hiçbir şeyimiz yoktur. Genera l : — Biz, ulusal «harekete» karşı yansız kalacağız, dedi . Türk iye'n in içişlerine kar ışmayacağız. Şimdiye dek
kimi ulusal kaynaşma ve davranış lara karşı nezakets izce davranmam, üst kumandanlarımca iyi g ö z l e görülmemiştir. Ben ve buyruğumdaki ler, salt demiryol larının korunmasıyla görevl iy iz.
Paşa, General in bu sözlerini halka anlattı ve s o n r a G e n e r a l e şöyle dedi :
— Açıkça söylediğiniz gibi mektupların yazı l ış biç imi hiç de iyi değildi. Verdiğ in iz sözlere aykırı o lan d a v r a nışlarınız, ulus temsilci lerinin yakınması üzer ine üst ku-mandanlar ınızca yersiz bulundu. Bundan s o n r a , inşaal lah bu gibi davranışlar y inelenmez. H e r iki y a n temsilci ler inin d o s t ç a meydana gelen bu buluşmaları, artık yanl ış a n lamalara meydan ver i lmeyeceğine en iyi bir belgedir.
Sal ly Klad de paşanın düşünceler ine ortak o l d u ğ u n u söy ledi . Paşa, kuvayı milliyenin amaçları üzer inde G e n e rale daha başka açıklamalar da yaptı .
Bu kez, iki ayrı u lusun iki ayr ı General i d o s t ç a ve eşit duygular la el sıkışarak ayrı ldı. Meydanı ç e v r e l e y e n
224
bin lerce halk, Ali Fuat Paşa'y ı kuvayı mill iyenin ilk b ü y ü k havari ler inden biri olarak pek yakından selâmladı.
Bir inci Eskişehir «hareket i» denen bu bir aylık güç denemesi artık s o n a ermişti. Eskişehir ve dolaylar ı , s ö z g ö t ü r m e z bir biçimde Ankara 'ya bağlanmıştı.
9 Eylül 'de başlayıp 6 Ekim'de biten Eskişehir « h a r e ket i» . İngil izlerin b a h ç e s i n d e n devşir i len ilk kansız, tatlı, daha çok politik bir zafer yemişi olarak Ali Fuat Paşa'n ın, dolayıs ıy la topsuz-tüfeksiz kuvayı milliyenin eline d ü ş t ü . Sivas'taki kongre üyeleriyle birlikte Mustafa Kemal, bu daha çok zekâ ve diplomatlık yoluyla elde edilen zafer i A l i Fuat Paşa'nın kişi l iğinde kutlamakta g e c i k m e d i l e r :
— Batı Anadolu G e n e l Kuvayı Mil l iye Kumandanı Ali F u a t Paşa Hazret ler ine,
U lusun meşruğ isteklerini yer ine getirmek amacıy la bu büyük kavgada birlik ve varl ığımızı dünyaya götürmek ve saptamak uğrunda yapmış o lduğunuz çal ışmaları ve y u r t s e v e r c e çabalar ı ve yüklendiğiniz kutsal g ö r e v i en g ü ç anlarda ulus ve memleket çıkarlarına uygun bir biçimde yürütebilmek üzere gösterdiğ in iz uzak görüşlülük ve yüksek düşüncenin temsil kurulumuzca kutlanmaya ve teşekküre değer g ö r ü l d ü ğ ü n ü bildirir ve minnetimizi s u nar ız .
Bekir Sami, M a z h a r Müfit, Ahmet F e v z i . Raif, H ü s e y i n Rauf, Mustafa Kemal. M u s tafa, Ö m e r , Mümtaz, Vasıf.
225 3/F. : 15
Alamut Çizgiliforum.com
K O N G R E N İ N G A Z E T E S İ
Hohler'den Kidston'a mektup: Sizim bataryanın Samsun'dan çekilmesine çok üzüldüm. Mustafa Kemal'in önünden çekiliyormuş gibi oldu. Ve bir doğulunun gözünden bu zayıflık alâmeti hiç kaçmaz.
11 Ekim 1919
. Mustafa Kemal, dünyay ı h e y e c a n a v e r e n S ivas K o n g r e s i n i büyük bir başarıy la s o n u n a d o ğ r u sürükleyip g ö türürken İstanbul'a ve bütün vi lâyet lere, her türlü ö r g ü t e yol layıp d u r d u ğ u telgraf lar ve mektuplarla korkunç bir propaganda g ü c ü göstermişt i .
İstanbul'a ilettiği bir şifre, hemen A v r u p a gazete lerine dek yol bu luyordu. B u , Mustafa Kemal'i ne çok şımart ıyor, ne de d o y u r u y o r d u . Dünyay ı gürül tüye b o ğ a n S i v a s Kongresi 'n in ne iş g ö r d ü ğ ü n ü , ne işe y a r a y a c a ğ ı n ı , d o s t mu, düşman mı o l d u ğ u n u T ü r k halkı pek yakından bilmiy o r d u . Şimdiye dek bildiri ler ve şifrelerle yapı lan çal ışmalar, salt politik bir amaç gütmüş, daha çok iç ve dış düşmanları sersemletmek, şaşırtmak, umutsuz düşürmek, iktidarı bir an ö n c e yeni sahipler ine bırakmalarını s a ğ l a mak üzere yapılmıştı. Bunda y ü z d e y ü z e yakın bir başar ı sağlandığı su götürmezdi . Yalnız, yüksek basamaklarda g e ç e n bu boğuşmanın anlamı, yararl ı bir biçimde halka indirilebilmiş değildi. S i v a s K o n g r e s i , yeni bir post kavgasının hazırlıkları olarak al ınıyor, halk, arkadan a r k a y a yine eski bildiği gibi d ü ş ü n ü y o r d u . Bu kongreyi halka indirebilmek, ancak önemli bir a r a ç g e r e k s i y o r d u . T ü r k ç e s i , kongrenin anlamını, kararlarını ve bu arada s a ğ a sola çekilen telgrafları halka i letmenin umarlarını bulmak g e rekiyordu. Bu da ancak bir y a y ı n aracı ile olabil irdi. Bu yay ın aracı da olsa olsa bir g a z e t e o lurdu.
Mustafa Kemal, kongrenin s o n günler ine d o ğ r u gecel i
226
g ü n d ü z l ü hep b u konuyu d ü ş ü n ü y o r d u . Bir g ü n , kongrede en önemli yerl i d a y a n a ğ ı o lan eski öğretmen ve eski mebus Rasim beyle l iseden çıkmış, c a d d e d e n aşağı d o ğ r u in iyordu. G a z e t e işi, ancak Sivas ' ın yerl i aydınlar ıy la g ö rüşülebi l i rdi. El indeki kocaman teşbihin tanelerini hızlı hızlı u z u n parmakları aras ından geçi ren M u s t a f a Kemal, d ö n ü p araşt ı r ıc ı bakışlarla Rasim beyin y ü z ü n e baktı ve b i rdenbire, ilk kez y e p y e n i bir konudan s ö z etti :
— Rasim bey, ben bir g a z e t e ç ıkaracağım. S o r u m l u m ü d ü r l ü ğ ü n ü üzer ine a lacak güveni l i r biri gerek.
— H e l e düşüneyim, paşam. Eski öğrenci ler imden ö ğ retmen Salâhatt in var. G e n ç öğretmen, henüz yirmi iki y a ş ı n d a y d ı . Rasim beyin kendisine yaptığı öner iy i dura lamadan benimsedi. Val i Reşit Paşa, artık, kongrey le el e le çal ış t ığ ından ç a b u c a k izin al ındı. G a z e t e n i n adını da M u s tafa Kemal buldu: İrade-i Mil l iye.
E y l ü l ' ü n on bir inde konuşulan ve karara b a ğ l a n a n g a z e t e işi, on ü ç ü n c ü g ü n ü iş alanına geçmişt i .
14 Ey lü l g ü n ü çıkacak olan ilk sayı için mürett ip N a dir e f e n d i , etekleri zi l çalarak ilk yaz ıy ı d izmeye çal ış ıy o r d u . «Altmışl ık mürett ip Nadir efendinin gözlükler i burnunun u c u n a d o ğ r u biraz daha kaymış, ç içek b o z u ğ u y ü z ü n ü n her deliği ter taneleri ile doluvermişt i .» T e z g â h üzer ine yayı lmış olan kâğıda büyülenmiş gibi bakıyor, inanmamış gibi başını kaldırıp çevresin i g ö z d e n g e ç i r i y o r , y i n e b a k ı y o r d u . Yeniden o k u d u ğ u sözcükler , h iç bir y a n lışlığa y e r bırakmadan o l d u ğ u y e r d e d u r u y o r ve birer ç iv i gibi o n u n göz ler ine bat ıyordu.
E v e t , bu olamazdı. Bu satır larda bir yanlışl ık v a r d ı , ' a m a , bu nerden g e l i y o r d u ?
— Al lah, A l lah, bakal ım, yanl ış mı nedir? Bu sat ır ı bir türlü d izemeyen Nadir efendi, bir el inde
kumpas, ö b ü r ü n d e y a z ı , Abdülkadir beyi buldu. B u , yirmi y a ş ı n d a b i r g e n ç t i . Bir inci Dünya Savaşı 'n ın ilk yıl ı l ised e n m e z u n ölmüş ve hemen pat layan s a v a ş a girmiş, Fil ist in c e p h e s i n e gönder i lmiş, yaralanarak S ivas 'a d ö n m ü ş , v i l â y e t basımevine müdür olarak atanmıştı.
G e n ç adam, Nadir efendinin neden şaşt ığını pek iyi
227
bi l iyordu. Şimdiye dek resmî v i lâyet bpsımevinden hiç böy le s ö ğ ü n t ü y e b e n z e r bir y a z ı geçmemişt i . Osmanl ı D e v -leti'nin sadrazamına s ö ğ e n böyle bir yazının burda ne işi v a r d ı ?
— Baksana ş u r a y a . . . « H a i n Fer i t» mi d i y o r ? B u , bizim S a d r a z a m Damat Fer i t Paşa o lmaya?
Abdülkadir bey : — Evet, S a d r a z a m Damat Feri t için s ö y l ü y o r ! dedi .
N a d i r efendi, şaşırmış kalmıştı. Şaka mı ed iyor d iye bir y a n d a n g e n ç müdüre bakıyor, bir y a n d a n da ş e y t a n g ö r müş gibi içinden etkili dua lar ar ıyordu.
N a d i r efendi, 1908 d e n beri bu basımevinin emektar ıydı . Basımevinin ilk müdürünün o ğ l u y d u . B u r d a mürettiplik etmeyi bir kader işi olarak benimsemiş ve d ü ş ü n c e olarak ancak burda dizdiği resmî yazı larda g e ç e n şeyler i g ö r m ü ş t ü . O n a g ö r e büyük adam, ancak burda bası lan, resmî yazı larda adı sık sık g e ç e n devlet ve hükümet adamları olabil irdi. Ay lardır , adı b ir yarı T a n r ı gibi g e ç e n Da
m a t Feri t Paşa, şimdi « h a i n » o lup çıkmıştı. B u , neyin r ıes iydi? Nadir efendinin el i , hâlâ harflere uzanıp bu s ö z ler i dizmek üzere d a v r a n a m ı y o r d u . Resmî bir v i lâyet ba-s ımevinde hiç böyle kepazelik olur muydu?
Abdülkadir bey, en sonra baklayı ağz ından çıkardı : — Bunu Mustafa Kemal Paşa yazdırmış, sen kork
ma, d izmeye bak! N a d i r efendi, b u r n u n d a n soluyarak bu yaz ıy ı dizmek
z o r u n d a kaldıysa da sanki kıyamet kopacakmış gibi bir d u y g u y a kapılmıştı. « H a i n Ferit ! Hain Fer i t !» d iye iç inden s ö y l e n i p d u r u y o r d u . E v e t , sanki sırat köprüsünden g e ç mişti. Artık, bir kez ok y a y d a n çıkmıştı. D e c c a l , ateşten sözler in i yazdırmayı s ü r d ü r ü y o r d u : « A l ç a k sadrazamın hain kabinesi . . . A y n ı mel 'unun.. .»
Başmürett ip Hamdi bey, Nadir efendinin y ine d u r a -ladığını görerek onu yüreklendirmeye çalıştı :
— H a y d i . . . H a y d i . . . Bitir in artık! « E m e k t e r mürett ibin mırı ldanmaya başladığı â y e t bi
terken y a z ı da dizi lmiş, p r o v a tezgâhına» veri lmişti. Mürett ip N a d i r efendiy i pek çok korkutan yaz ın ın
228
başl ığı « U l u s a l Kımıldanışın Nedenler i» idi. Bu y a z ı y ı İsmail Hâmi 'ye dikte ederek y a z d ı r a n Mustafa Kemal'di. Bu y a z ı , S i v a s yaylasından İstanbul'daki s e r s e m yönet ic i lere fırlatılmış güç lü bir bombaydı . G e r ç e k t e n , Nadir e f e n diyi haklı olarak şaşırtabi lecek türden b i r y a z ı y d ı . İyi bir g a z e t e c i olan İsmail Hami bey, k o n g r e y e İstanbul de legesi olarak katılmıştı. Mustafa Kemal, prensip olarak g a z e teye yazı lacak yazı lara imza atı lmamasını is t iyordu. G a zetede çıkacak bütün yazı lar, toptan kongrenin d ü ş ü n celerini yansıtacak, hiç kimseye mal edi lmeyecekt i . İlk say ıya girecek yazı lar belli o lmuştu. Dört sayfal ık g a z e t e de bu yaz ıdan sonra kongre haberleri g e l i y o r d u . M u s t a f a Kemal' in açıl ış nutku, kongrenin padişaha çekt iği uyarma telgraf ı , ulusa ünleyen bildiri, H a v z a ' d a n Mustafa Kemal 'in padişaha gönderdiği te lgraf, y e p y e n i bir ihtilâl e d e b i yatı olarak birbirini koval ıyordu.
«Sermürett ip Hamdi, bunları peşisıra sütunlara y e r leştirmiş, sayfaları bağlamış, baskı makinasının bu lunduğu yandaki odaya yollamıştı. Yeni gazetenin başl ığını, klişe ile yapacak kimse şehirde bulunmadığından 36 p u n t o nesih harflerle hazır lamışlardı.»
Kolla çevri len baskı makinası, ilk ihtilâl yemişini v e r mekle öğünebi l i rdi . B ö y l e köhne bir makinanın en y e n i düşünceler i yansıtacak bir etken o luşu hoş bir o laydı . Z a t e n ihtilâllerin kaderi bu değil miydi? En g ü z e l teknikle işleyen her şey. her zaman ihtilâllerin karşısında olmuş ve ihti lâller, en ilkel âletler ve araçlar la dev mekanizmaları d ize getirmesini bilmişti. Şimdi de İstanbul'da s o n s istem baskı makinaları, salt ihti lâlcilere ve milletin haklarına s ö ğ ü p saymak üzere çal ışmıyor muydu? Ne v a r k i S i v a s v i lâyet basımevinin yaşlı makinası, pırıl pırıl bir g ö r e v y a p mış, « İ radei Mi l l iye»nin ilk sayısını basıp meydana çıkarmıştı.
Kor idorun ötesindeki bir odada Mustafa Kemal oturmuş, üst üste s igara tüt türüyor ve ilk say ıy ı h e y e c a n l a bekl iyordu. Bu ilk sayı ile, Mustafa Kemal' in kendisi ve bütün kongrenin düşünceler i , halkın yanıbaşına dek s o k u lacak, karşısına çıkacak ve onunla ilk kez bu denli yak ın-
229
d a n tanışacaktı. Paşanın heyecanı bundandı. Y a v e r el inde henüz buram buram mürekkep tüten ilk sayıy ı sal layarak o d a y a girdiğinde Mustafa Kemal, çoktandır öz ley ip d u r d u ğ u çok eski, ç o k c a n d a n bir dost la karşı laşır gibi sev inç le üzer ine atı ldı.
B ö y l e içten ve ö z l e n e n bir dost gibi elleri aras ına d ü ş e n İradei Mil l iye, bir noktada Mustafa Kemal' in canını sıktı. Y ü z ü n ü b u r u ş t u r d u , öfkelendi. G a z e t e çıkarı l ırken ver i len o g ü z e l prensip kararı ç iğnenmiş, İsmail Hâmi ( D a -nişment) bey, Mustafa Kemal' in ve kongrenin bütün d ü şünceler in i kendine mal etmişti: Mustafa Kemal' in dikt ettiği baş yazının alt ında İsmail Hâmi adı s ı r ı t ıyordu.
Mustafa Kemal'i şu s ırada en çok d ü ş ü n d ü r e n ş e y , İradei Mil l iye'nin işgal alt ındaki bütün bölgelere sokula-bi lmesiydi. Refik Halit beyin posta yönet imi, kuvayı mil-l iyeci lerin bölgesinden işgal altındaki bö lgelere kuş uçurtm u y o r d u . İstanbul 'dan da bu bölgelere g i d e n tel ler ü z e rinde hiç bir mors y ü r ü m ü y o r d u . Yalnız M u s t a f a Kemal' in d e , her akıllı ye yapıc ı insanın da bildiği b ir ş e y v a r d ı : Ö l ü m d e n başka her ş e y i n çaresi bu lunuyordu. İstanbul 'a bu gazeteyi i letecek ç a r e de az zamanda bulundu. M u s tafa Kemal, S ivas v i lâyet inin nafia, ziraat ve baytar dairelerinin mühürlerini getirtt i . « S i v a s livası b a y t a r da i res i» damgası bir y ığın zarf ın üzer inde g ö r ü n m e y e başladı. M u s tafa Kemal' in ve kongrenin bomba gibi d ü ş ü n c e ve p a r o lalarını taşıyan İradei Mil l iye gazetes i , birer birer bu zarfların içine gir ip giz lenerek İstanbul'a d o ğ r u «mütenekki-r e n » yo lcu luğa haz ır lanıyordu.
Mürett ip Nadir efendi , artık İrade-i Mil l iye'yi kendi g a zetes i olarak benimsemişt i ve eline getirdikleri imzasız bir y ığ ın yazıy ı hiç yadı rgamadan kendi yazmış g ib i , kenuı düşünceler iymiş gibi rahatça, gözlüklerini b u r n u n u n u c u na dëk indirerek d i z i y o r d u .
En etkili, en yeni bir olay, yalnız Nadi r efendinin deği l öbür basımevi işçi lerinin de gözler ini dört açmış, hepsi , kongrenin Mustafa Kemal' in ve İrade-i Mi l l iye'nin anlamını kesin olarak anlamıştı. Aralar ında, Nadir efendinin de bulunduğu Sivasl ı işçi ler, şöyle konuşuyor lard ı :
230
— Yalnız bizim mahalleden beş Ermeni e v i . . . Beşi de <jün birden boşal ıverdi . T o p t a n Erivan' ın yo lunu tutmuşlar. O y s a . ş u ana dek S i v a s « B ü y ü k Ermenistan» ' ın P o n -tos devlet iy le s ın ırdaş bir şehri sayı l ıyordu. N e r d e n g e l d iğ i belli o lmayan Ermeni aileleri, tereyağından kıl çeker gibi Amerikan ve F r a n s ı z temsilci ve papazlar ının g ö l g e s i n d e y a v a ş y a v a ş S i v a s ' a yer leşiyor, böy lece ilerisi için hazırlık yapıyor lard ı . Yalnız İngilizler, Fransız lar, Ermeniler deği l , Türk ler in aklı erenleri de Sivas yaylasının kaderi için son hüküm g ü n ü n ü n yaklaşmakta o l d u ğ u n u biliyor lardı . Ne v a r k i beklemeyen mucize meydana gelmiş, kader b o y n u bükük ve s ü n g ü s ü düşük, geldiği y e r e d o ğ r u pil iyi pırtıyı toplamış g id iyordu. Kaderin bu kös kös g i -dişindeki anlamı mürettip Nadir efendinin, sezmemesi d ü şünülebi l i r miydi? Arkadaşlar ına gülerek şöyle d iyordu :
— D ü n e kadar değil buradaki ler gi ts in, öteden beriden gel ip buraya yer leşmiyor lar mıydı? Mustafa Kemal Paşa da hikmet! O, ge ld i , bak, buradakiler bile g idiyor. Demek, S ivas ' tan ümidi kestiler. Paşadadır hikmet d iyorum ben size!
Mustafa Kemal, yan ında Yaver Ruhi bey olarak vi lây e t basımevinin idarehanesine girdi. Zamanla kararmış s a n d a l y e y e oturarak Ruhi beyin rengi karaya çalmaya b a ş l a y a n masanın üzer ine bıraktığı bir tomar yaz ıy ı birer birer alarak g ö z d e n geç i rd i . Yazı ların kimi yer ler ine el indeki kalemle d o k u n d u . S o n r a yavere :
— G ö t ü r ü n bunlar ı ! d iye buyurdu. Ruhi bey, tomarı al ıp mürett iphaneye gitti. Mürett ip
N a d i r efendi, gözlükler in in üzerinden sev inç ve i lgiyle bir y a v e r e , bir de el indeki tomara baktı.
S o n r a , kapar gibi o n u n elinden tomarı aldı. İmzasız y a z ı l a r bir dakikada mürettipler arasında bölüştürülmüşt ü . Nadi r efendi, her zamanki gözlükleri burnunun ucuna düşmüş olarak M u s t a f a Kemal'in olduğu anlaşı lan uzun ve ateşli yaz ıy ı bir d u a okur gibi dizmeye başladı :
— Bir t e c a v ü z i haricîye karşı indeliktiza si lâha sarıl ıp mukabele g ö s t e r m e y e n cemiyetlerin izmihlale uğra-
231
diklarini ve dahi lde mehayihak ve icrayı ist ibdat eden bir kuvvet aleyhinde hasbel icap kıyam etmeyen milletlerinde zaaf , meskenet iç inde boğulup mahvolduklarını tar ih ve tecrübe ispat eylemektedir.. . Lâkin, bu kıyamların müs-bet bir netice vermesi , icabı ahval ye i lcayi iht iyaçtan münbais ve tekâmülî bir hedefe matuf olmalarına vabestedir.
Bir akalliyeti kabile har ic inde bütün millet ve memleket, Anadolu 'nun s inesinden veri len bir işaret üzerine f e v ç f e v ç , kütle kütle kıyam etmiş ve her fert aynı his ve emelin şevkine tebaiyetle bir leşmişlerdir. İşte, hareketi mill iye, b u g ü n ü n en büyük meselesi o lan tamamiyeti mülkiyeyi ve istiklâli milliyi muhafaza için bütün milletin a z m ve imanından d o ğ d u . Bu kıyam, yalnız hamiyetsiz bir heyeti hükümeti kemali inatla tutunduğu mevkii iktidardan iskat etmek deği l , mukadderatı memlekette iradei mill iyeyi hâkim ve milleti âmil kılmak...
. . .Dört senede nüfusu umumiyesinin dörtte birini feda e d e n T ü r k milletinin bakiyesini de manda namı alt ında İngil izlerin esaret ine uğratmak, yalnız insanî ve medenî bir zulüm ve vahşet deği l , ilim ve tabiata karşı irtikâp olunmuş bir cinayett ir .
Halbuki ilim ve medeniyet A s y a y ı S u ğ r a ' d a taazzuv eden vahdeti millînin ve teessüs ey leyen şekli medeniyetin muhafazasını icap ve bunun için göster i lecek mukavemeti ve bu mukavemete müzaheret edenleri ebediyen tebci l eder. Akabei mütarekede uğradığımız ye is ve nev-midi iç inde bir inkisam ve izmihlali küllî korkusu ile kıvranırken meydana çıkan manda meselesi, b u g ü n iktisabı ş u u r ve vahdet eden T ü r k ' ü n ve bu hali g ö r e n âlemi medeniyet in nazarında ehemmiyetini zayi eylemiştir. Sakit ve mekin duran milletimiz, s o n hareketi ile senelerden beri hedef o lduğu bühtanlardan bir anda kurtuldu. A c a b a cihanı medeniyet anl ıyor mu ki T ü r k milleti taali ve terakki etmek için mandaya deği l , bir parça sulha, bir parça s ü k û n e muhtaçtır.
. . . T ü r k milleti bugünkü hareketi ile ispatı rüşt etmiş-
232
tir. T ü r k l e r sağdır , medenîdir ve yaşayacak, y ü k s e l e c e k : ve pek z iyade yükselecekt ir .
Ç a r k ç ı Rıza, v i lâyet basımevinin bu emektar işç is î ö m r ü n ü n en y o r u c u işini bu g e c e yapıyordu. Bas Al lah bas, İradei Mil l iye'nin bir türlü s o n u gelmiyordu. Bu köhne makinada kolla çev i rerek bin baskı çıkarmak ne d e mekti? Bu makina, anas ından doğal ı böyle kalabalık baskı mı görmüştü? Resmî v i lâyet gazetesi « S i v a s » , a n c a k haftada bir, o da birkaç y ü z say ı ç ık ıyordu. Ç a r k ç ı R ıza, en sonra yakınacak duruma gelmiş, havanın s o ğ u k l u ğ u n a bakmadan burnunun u c u n d a n damlayan terleri elinin tersiyle silerek şöyle bağırmak z o r u n d a kalmıştı :
— Yahu, yetmez mi? Bittik, yetmez mi? G e n ç basımevi m ü d ü r ü , makina başında dikilmiş d u
ruyor, Çarkç ı Rıza'nın y inelediği yakınmalara şu karşı l ığı vermekle yet in iyordu :
— Ha gayret , Rıza efendi. Birkaç y ü z nüsha d a h a kaldı. İlk kuvayı mil l iyeci basımevi işçilerinin ter ler iy le ıslanmış İradei Mil l iye'nin bu sayısı da ertesi g ü n B a y t a r ve Nafia dairelerinin zarf lar ına gizlenerek y ine türlü A n a dolu şehir ler iy le İstanbul 'un yo lunu tuttu.
Yalnız, İstanbul'a v a r a n bu sayı lardan birini ele g e çiren İngil izlerde şafak att ı , bu kepazeliği protesto etmek üzere İstanbul hükümetinin kapılarını hışımla yumrukladılar. İngilizleri en çok kızdıran y a z ı , güzel ve sev indir ic i bir memleket haberini taşımaktaydı: İngiliz taburlar ı S a m sun'a Merz i fon'u boşalt ıp g iderken halk, arkalar ından teneke çalmış ve :
« — Kahrolsun işgal!» diye bağırmıştı. Başı sıkışan yeni Dahi l iye Nazır ı Damat Mehmet Ş e
rif Paşa, artık kuvayı mil l iyeci bir vali olan Reşit P a ş a ' y a bir telgraf çekerek, « k a h r o l s u n işgal» diye bağırarak halkın yapmış o lduğu bu densiz l iğ i İradei Mil l iye'nin s ü t u n larına geçirmesine neden g ö z yumduğunu s o r d u v e o n u kınadı.
Damat Şerif Paşa'nın bu telgrafını val inin e l inden alan Mustafa Kemal, pek çok sinirlendi ve arkadaşlar ın ın
•yanında ortaya şöyle bir s o r u attı : — Ne gar ip ve şayanı hayret bir s iyaset! A c a b a h ü
kümet işgali şayanı takbih g ö r m ü y o r mu? Y o k s a g ö r m ü y o r da işgali alkışlayacak bir s iyaset mi takip e d i y o r ?
M u s t a f a Kemal, 18 Aralık 1919 g ü n ü Sivas ' tan A n -.kara'ya giderken İradei Mil l iye gazetesini içi s ız layarak S ivas ' ta bırakmak z o r u n d a kalacaktı. Sivasl ı lar, g a z e t e y i iy ice benimsemişlerdi. Ne yazık ki bu ilk ihtilâl b a y r a ğ ı , daha sonralar ı , Mustafa Kemal'e karşı olanlar ın eline g e ç e c e k , Ankara'da başlayan s iyasal boğuşmalar ın kara bayrak lar ından biri durumuna gelecek, S ivas ' ın pek sevd i ğ i kimi çocuklar ının da başını y iyecekt i .
Yalnız, Mustafa Kemal, bir ihtilâl arkadaşı olarak S i v a s ' t a kurduğu İradei Mil l iye'nin ikiz kardeşini Ankara 'da çıkarmak üzere yeni düşler ve düşünceler arkasınday-d ı . S ivas ' ın karla örtülmüş apak yay las ından kıpkırmızı b ir gel incik gibi Ankara 'ya g ö t ü r d ü ğ ü bu düş, Ankara'n ın
. « a r ı bozkır lar ında da açacakt ı .
V A Y VAY. . .
Başarısızlığa uğramamak için en güvenli yol, başarmaya and içmektir.
Sheridan
T r a b z o n Val is i Gal ip beyin G i r e s u n kaymakamlığına •atadığı Aleşkirt Kaymakamı Badi-Badi Nedim, G i r e s u n ' a varmış, eski Kaymakam Nizamettin beyin sandalyes ine oturmak üzere bekl iyordu. O s m a n A ğ a , padişahl ıktan af geldiği halde dağdan inmemişti. Va l ice kendisine bir ay izin ver i len Nizamettin beyse kuşku içinde o l d u ğ u n d a n
"kaymakamlık vekâletini vermeyerek birkaç g ü n daha makamında kalmıştı. G e r ç e k bir şaşkınlık içinde bunalan N i zamett in bey, val inin kendisine « k a f a d a n » izin verd iğ ind e n kuşkulanarak bunun ne gibi kötülüklere g e b e olabileceğin i d ü ş ü n ü p durmaktaysa da işin içinden tam olarak
234
çıkamamaktaydı . Yalnız, sezdiğ i tek şey, Gal ip bey in kend i s i n e bir o y u n o y n a m a y a hazır landığıydı. Va l in in, kendis i n e , İstanbul'a danışmadan kafadan izin vermesin in alt ında büyük kötülükler yatabi l irdi. Nizamett in bey, O s m a n A ğ a işi için İstanbul'a gidip durumu anlatmak ve Val i Ga l ip beyin kışkırtıcı davranış lar ına karşı nezarette ken
d i n i savunmak ist iyordu. Gal ip bey, Nizamett in bey in G i r e s u n ' d a kalmasını istemiyor, bir an ö n c e g ö r e v i n i vekil ine bırakıp gitmesini ist iyordu.
Nizamett in bey, en sonra vapura binerek G i r e s u n ' d a n ayrı lmıştı. Kaymakam, d o ğ r u d a n d o ğ r u y a İstanbul 'a g i tmeyi sakıncal ı bularak Samsun'a inmişti. H a v a d a yanık kokuları vardı . Ne var k i şaşkınl ığı hâlâ s ü r ü y o r d u . S a m s u n ' d a karaya çıkan Nizamett in bey, d o ğ r u c a M u t a s a r r ı f Hamit beyin katına çıkmıştı. Kaymakam, taa Selanik'ten Mustafa Kemal' in çocukluk tanışlar ından biri o l d u ğ u n d a n ve şimdi de tehl ikeye b e n z e r bir durumda g ö r ü n d ü ğ ü n d e n o sırada S a m s u n ' d a bulunan tümen kumandanı Refet bey (Paşa) ile Mutasarr ı f Hamit bey, Nizamett in bey i Bafra Kaymakamlığına atamak istediyse de o buna y a n a ş m a d ı . Nizamett in bey, Samsun'a g iderken M u s t a f a Kemal ' in orda o l d u ğ u n u sanıyor ve onunla g ö r ü ş m e y e c a n at ıyordu. Ne yazık k i Samsun'a vardığ ında M u s t a f a K e m a l H a v z a ' y a yol lanal ı üç g ü n olmuştu. G ö r ü ş m e d i ğ i n e çok üzülmüşse de Hamit beyin salığını da dinlememiş, S a m s u n ' a u ğ r a y a n bir İngiliz v a p u r u n a binerek İstanbul 'a yol lanmışt ı . Yalnız, ordaki yanl ış anlaşılmaları düzel terek en çok bir hafta içinde döneceğin i Hamit beye s ö y l e y e r e k gitmişti.
Nizamett in b e y , tam tehlikenin g ö z ü n e gitmiş, v a p u r d a n iner inmez yakalanmış. Bekirağa B ö l ü ğ ü ' n e , o r a d a n da N e m r u t Mustafa Paşa'nın korkunç divanı harbine g ö türü lmüştü. O da U r f a Mutasarr ı f ıy la B o ğ a z l ı y a n K a y m a kamının uğradığı akıbete uğramak tehlikesiyle karşı kar-
-şıya gelmişti. B a n d ı r m a d a azınlıkları zor la g ö ç ett ir irken toptan öldürtmek s u ç u y l a yargı lanacakt ı . Nemrut M u s t a fa Paşa'nın burda v e r e c e ğ i y a r g ı açıkt ı: Ö l ü m ! Demek k i T o p a l O s m a n A ğ a ' n ı n başında dolaşan ölüm tehl ike-
235
sin in bir benzeri bu kez de gelmiş kendi başına konmuşt u . Ne v a r k i T o p a l O s m a n , şimdi, silâhlı adamlarıyla d a ğ da yağl ı iplere kurşun atarak eğleniyordu. Ç o k da iyi ed iy o r d u . Demek ki T o p a l O s m a n İstanbul hükümetine kafa tutmakta ve ona meydan okumakta sonuna dek hakl ıydı . K a h p e bir dönem başlamıştı . Bütün milleti, y u r d u d ü ş ü nen başlar tehl ikedeydi. N e yapmal ıydı? O s m a n A ğ a g ib i « f e r m a n padişahın, d a ğ l a r biz imdir» demekten başka umar v a r mıydı?
Nemrut Mustafa Paşa'nın yağl ı iplerine meram anlatmaya çal ışmaktansa kaçmak denen nesneyi ömründe bir kez de kendisi denemek z o r u n d a y d ı . Ölümün ö n ü n d e n kaçmayı denemek, kutsal dir ime karşı duyulan saygın ın en b ü y ü ğ ü y d ü . Şimdiye dek o n u n ö n ü n d e n hep suçlu lar kaçmıştı. Demek ki o da kaçmak z o r u n d a kaldığına g ö r e bir s u ç l u y d u . İnsan toplumları yöneti ldikleri düşünceler in g e r e ğ i n c e y a suçlu y a d a s u ç s u z o l u y o r d u .
Nizamett in bey de, mahkemeye gitmekteyken y a n ı n daki pol isin bir kör yanına getirerek kaçmış, b irkaç g ü n İstanbul 'da giz lendikten s o n r a y ine bir vapura binerek G i r e s u n ' a gitmek üzere yo la çıkmıştı. Yalnız o r a y a gitmeyerek Samsun'a inmiş, b u r d a n G i r e s u n üstüne bilgi edinmek istemişti. Aldığı bi lg iye g ö r e T r a b z o n Val is i G a l i p b e y , İngil iz temsilcisinin torpidosuyla Giresun'a gelmiş, o r d a kendince denet lemeler y a p ı y o r d u .
Kim bilir, belki de İstanbul 'a ve herkese meydan o k u yarak Mustafa Kemal' in b u y r u ğ u y l a gelip G i r e s u n Belediye Başkanl ığı sandalyes ine oturan Topal O s m a n A ğ a s o r u n u n u çözümlemek ü z e r e o r a y a gitmişti. O s m a n Ağa» Nizamett in beyi hemen G i r e s u n ' a çağırmış ve çok d i ren-mişse d e Nizamettin b e y buna yanaşmamışt ı .-Topal O s man A ğ a ' n ı n g ü v e n ver ic i var l ığ ına karşın oraya gitmekt e n çekindi ve S a m s u n ' d a beklemeyi daha u y g u n buldu. Kahpel ik ler in su gibi ko layca sokulacak y e r b u l d u ğ u bu dönemin ci lvelerine y a v a ş y a v a ş akıl erdirmeye başlay a n g e n ç kaymakam, O s m a n A ğ a ' n ı n mert g ö ğ s ü n ü n b i le kendisini tutuklama hevesl i ler ine karşı bir kale o labileceğin i pek sanmıyordu.
236
İşte, tam bu sırada, eski val i lerden Bekir Sami b e y . u z u n b o y u , pek iri g ö v d e s i , ağarmış arslan yelesi saçlar ı ve d ü ş ü n e n alnıyla İstanbul 'dan gelen bir v a p u r d a n inmişti. O, Samsun'a boşuna gelmiş deği ldi. Rauf bey. A l b a y Bekir Sami bey gibi arkadaşlar ıy la İstanbul'da g ö r ü ş ü p anlaşmış ve Mustafa Kemal'e erişmek üzere kalkıp bura lara gelmişti. Ereği O r t a A n a d o l u , Sivas't ı . Kendi başına bir çıkar yol arayarak çırpınıp duran Nizamett in beyi karşıs ına almış, şöy le demişti :
— Nizamettin bey, kendi başımıza iş görmeyel im. M a d e m ki Mustafa Kemal Paşa buradadır, g idip o n d a n tal imat almak gerek. O n u n v e r e c e ğ i talimata g ö r e d a v r a n ı r ı z . Gel in iz birlikte S i v a s ' a gidelim.
Nizamett in bey, o n u n dediğini d o ğ r u buldu. Birlikte S i v a s ' a d o ğ r u yola çıktı lar. H a v z a ' y a vardıklarında kolordu kumandanı Çolak Salâhatt in beyle karşılaştılar. Salâhatt in b e y . her ikisini de üzen bir haber verdi . Gerek B e kir Sami bey ve g e r e k s e Nizamett in bey için İstanbul 'da tutuklama b u y r u ğ u gelmişti. Emir, hemen arkalarınd a n Samsun'a yetişmişti. G e n ç kaymakamı bir korku kaplamıştı: «Demek ki tutuklama emirleri peşimi koval ıyor. Anadolu 'da kapana girmek üzerey iz !» diye d ü ş ü n ü y o r d u .
Bu kaçak insan d u y g u ve düşünceler iy le dopdolu olarak A m a s y a ' y a vardık lar ında, tümen kumandanı Cemi l O a h i t beyi buldular. O n d a n Mustafa Kemal'in hâlâ Sivas'ta bu lunduğunu, Erzurum'a yol lanmadığını öğrendi ler. Bir tek umut ışığı ondaydı . Memleket dâvası bir yana, şu s ı rada kendi öz varl ıklarını kurtarmak için Mustafa K e mal'i b ir kurtuluş ışığı g ibi görüyor lard ı . Mustafa Kemal'le aralar ındaki uzaklığı b i raz daha kısaltmak üzere kalkıp T o k a t ' a gittiler. Nizamett in bey, Tokat ' ta beklerken, b i r g ü n Bekir Sami bey, Ç o l a k Salâhatt in beyle onu ev ine çağırmışt ı . Konuşma sırasında Bekir Sami bey, İstanb u l ' d a n gelen bir telgrafta İstanbul'a çağrı ldığını , Sivas'tan g e l e n bir telgrafta da ivedi olarak S ivas 'a çağrı ldığın ı söylemişt i . Bunun üzer ine iki konuk kuşkulu gözler le birbir ler ine bakmışlar. İstanbul ' la yapı lan bir anlaşma s o -
237
n u c u n d a t u z a ğ a düşürülerek tutuklanacakları k o r k u s u n a kapılmışlardı.
Bekir Sami bey. bu s ırada Nizamett in b e y e : — Korkma, demişt i , ş a y e t tevkif edi l i rsen burada g e
reken tertibatı aldırır, seni kaçırtırım. Yok, Kayser i yoluy-. la götürmeye kalkarlarsa, Aziz iye'deki adresler ini v e r e c e ğim, bizim Ç e r k e z l e r e haber gönder i rs in. O n l a r seni kurtarır lar.
• Bekir Sami bey, bunları dedikten s o n r a S ivas 'a d o ğ ru yola çıkmışsa da o n u n durumu da Nizamett in beyinkF gibi tehlikeliydi. S o n r a d a n Sivas' tan gelen ivedi te lgrafın gerçek anlamını anladıklarından Çolak Salâhal t in b e y d e , Nizamett in bey de kötü bir kuruntuya kapıldıklarını, bu arada Bekir Sami beyin de günahını aldıklarını a n l a mışlardı: « M e ğ e r S i v a s Kongres i 'nde hazır bulunmak üzere vakt inden ö n c e g e l e n kimi delegeler in, beklemekten usanarak memleketlerine dönmek istediklerini g ö r e n kolo r d u kumandanı, bunları bekletebilecek bir g ü ç l ü kişi o lan Bekir Sami beyi ivedi oladak Sivas 'a çağırmak g e rekliliğini duymuş ve o telgrafı çektirmişti.»
Nizamett in beyin Mustafa Kemal'den beklediği mektup en sonra gelmişti :
— Sivas 'a g e l !
D iyordu. Hemen y o l a çıktı. S ivas'a vard ığ ında k o n g r e toplanmıştı. Mustafa Kemal, bu eski tanıdığı güler y ü z l e karşı ladı, hikâyesini dinledikten sonra hemen ona bir g ö rev buldu: Müdafaayı Hukuk örgütünün haber leşme iş leriyle bütün kongre delegeler inin yediri lmesi ve içir i lmesi işine bakacaktı .
Mizamettin bey, k o n g r e üyeleri için k a y n a y a n k a z a n lara doldurulmak üzere erzak bulmakta çok güçlük ç e k m e y e başlamıştı. K a s a b a , bakkala borçlanmışt ı . M u s t a f a K e mal'in adına dayanarak y ığ ın y ığın erzak almıştı. B ir g ü n . paşay ı yalnız kıstırarak :
— Paşam, dedi , bakkala, kasaba ç o k b o r ç l a n d ı k , bunlar ı ö d e y e c e k para kalmadı.
238
M u s t a f a Kemal, onun göz ler ine anlamlı anlamlı b a karak :
— Bunlar ı , Rauf bey yanımdayken, tekrar a ç ! dedi . Nizamett in, bir ara her ikisinin y a n y a n a o t u r d u ğ u n u
görerek yaklaştı ve yukardaki söz ler i o lduğu gibi y ineledi . M u s t a f a Kemal : — B e n , şimdiye kadar olanı, yedi-sekiz y ü z lira v e r
dim. B a ş k a para veremem! dedi. D u r u m u kavrayan Rauf bey, biraz sonra N i z a m e t t i n
beyi çağırarak eline y ü z kırmızı altın saydı : — Bununla bir müddet daha idare et, s o n r a beni g ö r ,
dedi. İaşeci Nizamettin bey, yirmi kişilik ihtilâlci g r u b u ile
kongre üyelerinin yemesini içmesini sağl ıyordu. Yemekler okulun kazanlarında p iş iyor ve öğrenci ler in y e m e k h a n e sinde oturularak yeniyor, tatlı kepenek s u y u iç i l iyordu.
Nizamett in bey, yemek giderlerini herkesten a lmanın gerekl i l iğini öne s ü r ü y o r s a da Mustafa Kemal, buna y a naşmıyordu :
— Kimden ne is teyeceksin? Yanımdaki lerin kimisi teğmen, maaşının bir kısmını zaten İstanbul'daki a i les ine bırakmış. Bir de burda masrafa dayanabi l i r mi? Nası l o l u r ?
Nizamett in bey, bir g ü n y ine haberleşme işleri d o layısıyla telgrafhanede b u l u n u y o r d u . T e l g r a f ç ı l a r d a n biri ona :
— D ü n , Babıâl i 'den Elâz iz Val i l iğine iki mühim şi fre yazı ld ı ! , dedi.
— Mühim o lduğunu nereden anladın? — Harbiye Nazır ı ile Dahi l iye Nazır ının imzaları var
d ı . M ü h i m ve müstacel kayıt l ıydı. Fakat E lâz iz merkezini bulamadığım için Babıâli buraya yazdırd ı . S o n r a , b u l u n c a E l â z i z ' e çektim.
Nizamett in bey, şifreleri kaptığı gibi Mustafa Kemal 'e koştu. P a ş a , Y a v e r Hayat i beydeki ş i fre anahtarlar ını a larak o n a verdi .
— A l , aç bakalım, nedir? Şifreler in parolalı o l d u ğ u anlaşı ldı. Parolayı b i l m e y i n
ce hiç bir babayiğit bu şi freyi çözemezdi .
P a ş a , bunun da umarını buldu : — Val i Reşit Paşa'dan s o r ! dedi. Nizamett in bey g ü l d ü : — Güzergâhta, emniyet ettikleri bir val i ile emniyet
•etmedikleri birine aynı parola veri l i r mi p a ş a m ? M u s t a f a Kemal de g ü l d ü : — C a n ı m , git, sor , belki ver ir , dedi. Reşit Paşa, anahtarı hemen v e r d i : « L â t i f » t i . Bu anahtarlarla şifreler açı ldığında hepsinin göz ler i
b ü y ü d ü . Donakaldılar. « E l â z i z Val is i Gal ip ' in S i v a s Val il iğine ve kolordu kumandanl ığına atandığı bi ldir i l iyor ve t o p l a y a c a ğ ı kuvvetlerle Sivas' ı basarak k o n g r e d e bulunanları tutuklaması» is teniyordu.
İşte, ünlü Ali Gal ip s e r ü v e n i , b ö y l e c e u c u z atlatılmışt ı .
K o n g r e d e haberleşme ve yedirme içirme işleriyle uğr a ş a n Nizamett in bey, d ışardan gelen en yeni haberlerin kaynağında bu lunuyordu. O g ü n l e r d e , Al i Ga l ip işi de a lev lenip gitt iğinden herkes aşağı yukar ı bu baskınla ve ölümle bitmesi düşünülen sorunla i lg i leniyordu. H e r s a b a h y a t a k t a n kalkıp da Mustafa Kemal' le karşı laşanlar, s e lâm sabahtan ö n c e o n u n y ü z ü n d e s iyasal ve psikoloj ik meteoroloj i alâmetlerini araşt ı r ıyordu. O n u n y ü z ü n ü n durg u n , asık, sevinçl i ç izgi ler inin ne anlama geldiği artık iyic e bi l in iyordu.
B u , karargâh arkadaşlar ı aras ında bir şakanın yarat ı lmasına bile sebep olmuştu. Hele Rauf bey, bu şakadan pek çok hoşlanıyor, b ö y l e s iyasal meteoroloj i üstüne de k o l a y c a bilgi a labi l iyordu. Herkesten erken kalkan Nizamettin bey, y ine pek erken kalkanlardan biri o lan M u s tafa Kemal' i ilk g ö r e n a r k a d a ş o l d u ğ u n d a n haberi o n d a n almak gerek iyordu. Rauf bey, sabahley in u z u n b o y u ve g ü l e r y ü z ü y l e odasından çıkıp da Nizamett in beyle karşı laşır karşı laşmaz ona :
— Nizamett in bey, nası l , ha babam ha mı, v a y v a y mı? d iye s o r u y o r ve o n d a n bu sorduklar ın ın bir iyle bir karşı l ık bekl iyordu. Nizamett in bey ç o ğ u z a m a n Hamidi-ye kahramanına :
240
— Ha babam ha. Beyefendi diye karşılık ver iyor, Rauf beyin y ü z ü n d e ve mavi göz ler inde hemen bir s e v i n ç şimşeği ç a k ı y o r d u . B u , iyi haber anlamına gel iyordu. H i kâyesi de ş u y d u : Yeniçeri ler, top atışı yapar larken, bu iki s ö z ü her zaman kullanırlardı. E ğ e r attıkları taş g ü l leler gidip hedefe v u r u r s a ;
— Ha babam ha! d iye bağrışır lar, sevinir lerdi. T a ş gülleler hedefe değmeyerek yolunu şaşır ır ya da
yarı y o l d a kalırsa : — V a y vay! diye bağırarak başarısızl ık çığlığı atar,
yakınırlardı. Bütün karargâh personel i ve kongre üyelerinin, böy
lece iyi ya da kötü haberleri Mustafa Kemal'in y ü z ü n d e n öğrenmeye çalıştıklarını pek iyi bilen Mustafa Kemal, «vay, v a y » diye bağrıi ıp döğünülecek zamanlarda bile «ha babam ha» maskesini takınarak hiç kimseyi umutsuz düşürmemeye çal ış ıyordu. O, ç o ğ u zaman, gerçek bir liderin, olaylar ın taşıdığı korkunç olumsuz potansiyel karşısında bile y ü z ü n ü n çelik bir ç izgis i ve bir davranış ıy la duruma egemen olabi leceğini bi l iyordu. En büyük zaferlerin ya da yenilgi lerin yararlanı lmış, ya da yitiri lmiş küçük bir an sorununa bağlı o lduğunu Çanakkale boğuşmalarında yakından -deneyerek öğrenmişt i . Bu yüzden de arkadaşlarının birbirlerine :
— V a y vay! diye f ısı ldamalarına meydan vermemeye ve bu yeni politika ve ihtilâl meydanını da tıpkı Anafarta-lar savaş ı gibi yönetmeye çal ış ıyor, açık da vermiyordu.
Nizamett in beyin, Rauf beye « v a y v a y » dediği sabahlar da o lmuyor değildi. Ne var ki bunlar « h a babam hasların yanında devede kulak kal ıyordu.
Mustafa Kemal, baştanbaşa iyimserlikti. Bir gün N i zamettin bey ona :
— Paşam, dedi, baksanıza, bütün dünya bize düşman. Durum kötüye gider gibi değil mi? diye s o r d u . M u s tafa Kemal :
— C a n ı m , dedi, düşmanlarımız olan itilâf devletlerinin A n a d o l u ' y u işgal etmek için hiç olmazsa beş yüz bin dişilik bir kuvvete iht iyaç'arı vardır. Bunu ise, görmüyor
241 3/F. : 16
musun durumlarını, milletleri artık vermez. O l m a y a c a k bir şey ama, verseler bile on beş-yirmişer kişilik iki d ü z i n e çete ile bunların menzil hatlarını ve her şeyler in i berbat etmek bizim için mümkündür.
Bir akşam, çok düşünmekten, zihin y o r g u n l u ğ u n d a n y ü z ü n ü n çizgi leri sarkmış ve uzamış g ö r ü n e n Mustafa Kemal, iaşecibaşı Nizamettin beye :
— Bu akşam benim canım rakı içmek ist iyor. Kalk, Bekir Sami beyin evine gidel im, dedi.
Kalktılar, gittiler. Gidenler, Mustafa Kemal, Y a v e r M u zaffer ve Nizamettin beylerdi. Bekir Sami beyin konağına vardıklar ında orasını S ivas' ın bütün Çerkezler iy le tıklım tıklım buldular. O r t a Anadolu 'nun büyük adamlar ından s a yı lan kuvayı mill iyeci ve aydın Bekir Sami bey, hemşeh-rileriyle dert leşmekteydi.
Mustafa Kemal, Bekir Sami beyin direnmesine karşın içeri girmek istemedi. Şöyle bir demlenmek üzere g e l diğini, bunca konuk içinde böyle bir şeyin o lamayacağın ı söy leyerek kapıdan d ö n d ü .
O r d a n , Kalem Reisi Akif beyin evine gitti ler. Kapıy ı emireri açtı ve bu üç sivil kişiyi içeri almayarak kapıyı yüzler ine kapamak üzereydi ki Mustafa Kemal, kendisini paşa giyneği iç inde sayarak içeri daldı, ötekiler de arkasından girdi ler.
Mustafa Kemal, kendi evinde gez iyormuşças ına her yanı dolaşt ı . «Raf ın birinde pek güzel kül rengi bir kalpak g ö r d ü . » :
— Alalım ş u n u , Akif 'e lâzım değildir, dedi. Biraz sonra gelen ev sahibi, sofrayı kurdurdu. M u s
tafa Kemal, o g e c e saat ikiye dek, bütün ihtilâl d ü ş ü n celerini ve günün kurşun gibi tortusunu bir y a n a bırakarak içti, taa Selanik günler inden kalma ağır aşk şarkı lar ı , yanık Rumeli türküleri söyledi . G ü z e l ut çalan bir S i vasl ının da bu küçük şölene katılması, Mustafa Kemal' i korkunç kaktüslerle örtülü uzun bir çöl y o l c u l u ğ u n d a n s o n r a serin bir vahaya eriştirmiş gibiydi.
Mustafa Kemal'in kongre gürültüsü süres ince unutmanın sev ince b e n z e r ya lancı cennetini aradığı tek g e c
242
bu o ldu. Yoksa, bu çok tehlikeli aksiyon günler in in her dakikasını sonuna dek uyanık ve lotos yemişler inden uzakta geçirmek uğruna bil incini korkunç si lâhlara sahip bir nöbetçi gibi kullandı.
Bugünlerde Mustafa Kemal'i en çok üzen dokunakl ı bir o lay geçt i . Müdafaayı Hukuk örgütünde çal ışan bir delikanlı bir gün utangaç ve çekingen, Mustafa Kemal'e yaklaşt ı .
— Bir arzun mu v a r , ç o c u k ? — Evet , paşam, müsaadeniz le bir şey söylemek is
t iyorum. — S ö y l e , evlât, çekinme. — Efendim, babam d i y o r ki...
— Baoam d i y o r ki, İngil izlerle Fransız lar Sivas' ı işgal edip hepimizi ö ldürecekmiş. Bu y ü z d e n benim b u n dan böy le sizinle çal ışmamı istemiyor.
— Ö y l e y s e çal ışma, evlât. Babaya karşı durulmaz. Baba hakkı büyüktür. Yalnız, babana de ki: « V a t a n elden gitt ikten s o n r a , evlâdın ne hükmü kal ır?»
D O Ğ U D A G E Z E N K A L E
Felâketler karşısında direnme, kahramanlıkların en büyüğüdür.
Fenelon
Kâzım Karabekir, E r z u r u m Kongresi s ı rasında M u s tafa Kemal ve arkadaşlar ıy la görüşerek Sovyet ler le kurulması g e r e k e n bağlantının ancak kendi aracı l ığıyla o lmasını koşullamıştı. Mustafa Kemal, Rauf bey ve arkadaşlarının Bolşeviklerle anlaşarak komünistl iği ilân edebi lecekleri ve böylece kendisinden uzakta Türk iye 'de bir. komünist hükümeti kurarak bir olupbitti yaratacaklar ından korkmuştu. Şişli 'deki evde, S a m s u n ' d a , Havza'da ve A m a s y a ' d a tart ışması yapı lan bu türlü kurtuluş ç a r e s i , artık
243
S i v a s Kongres i 'nde g e ç e r a k ç e olmaktan çıkmıştı. M u s tafa Kemal ve arkadaşlar ı burda hem boşluktan kurtulup u lusun tam desteğini sağlar gibi olmuşlar, hem de İngil izci ve gerici İstanbul hükümetinin çok yeni ve çok tehlikeli propagandasına erek olmaya başlamışlardı. M u s t a fa Kemal ve arkadaşlar ına komünist damgası vurup en ince yanlar ından işleyen İngil iz p r o p a g a n d a s ı , bunu İstanbul hükümetinin ağzıy la her yana yaymaktaydı . S o v y e t sınır lar ına yakın yerlerdeki İngiliz asker ler ine komünistlik bulaşmasından korkan İngil izler, bunları elden geldiğ i n c e tehlike bölgesinden uzaklaşt ırmaya çal ış ıyorsa da M u s t a f a Kemal'in haber alma serv is inden bildiri ldiğine g ö r e İngiltere'nin g ö b e ğ i n d e sosyal izm almış yürümüştü.
Kâzım Karabekir ' in yalnız kendine ö z g ü büyük ve gizl i hesapları vardı . Yeni bir ulusal hükümet kurmak d ü ş ü n c e s i y l e A n a d o l u ' y a ilk g e ç e n o olmuştu. Bütün kendis i n d e n sonra gelenleri işlek politik zekâsıy la kendi ç izdiğ i y o l d a kullanmak karar ındaydı. Kızıl bir y a n g ı n gibi eski Çar l ık topraklarını kolayca yalayarak g ü n e y e doğru inen Bolşevik l iğ in, Türk iye 'n in sınır lar ından kolayca atlayabilec e ğ i n i hesapladığı anlaşı l ıyordu. O r d u disiplinini, her yerde darmadağın eden Bolşevikl ik akımının T ü r k ordusunun saf lar ına sızmamasını ancak Kars sınır ında bıçaklarını bi leyerek bekleyen korkunç Ermeni tehlikesi ön lüyordu. Kâzım Karabekir de halk psikoloj is inden gelen küçüklerin rütbeli lere ve rütbeye karşı duyulan tiksintinin, en disiplinl i ulusal ordular ı bile parçalamakta o lduğunu g ö r ü y o r v e apolet ler in, rütbelerin y a v a ş y a v a ş g ö z ö n ü n d e n yitir i lmesinin gerekl i o lduğunu anlamaya başl ıyordu. Kâzım Karabekir, Bolşevikl iğin olsa olsa ancak bir giynek değişikl iği alt ında T ü r k i y e ' y e girmesine g ö z yumabil irdi. V a k t i y l e Mustafa Kemal' le yaptığı tart ışmalarda Bolşeviklik kozunun kullanılması durumunda itilâf devletlerinin hemen T ü r k i y e ' y e büyük ordular dökecekler in i , bu y ü z d e n de Sovyet ler in yapmak z o r u n d a kalacağı askerî yard ı m , y ü z ü n d e n T ü r k i y e ' d e iki yabancı o r d u n u n çarpışac a ğ ı n ı , böy lece memleketin batısının itilâf devletlerinin, d o ğ u s u n u n da Ruslar ın elinde kalacağını ve T ü r k i y e g e r -
244
çeğinin ortadan kalkabi leceği düşüncesin i s a v u n u y o r d u . İşte. Sovyet ler le bağlantı ve ilişki kurmak patentini
bütün bu düşünceler in ışığında sahiplenen p a ş a , bir z a man ö n c e ilk gir işim olarak E r z u r u m askerî hastanesin in başhekimi Doktor Fuat Sabit beyi S o v y e t i lgil i leriyle b a ğ lantı kurmak üzere tam yetki ile k u z e y e göndermişt i . Doktor gidebi l irse Lenin' ie bi le görüşebi lecek, T ü r k kuvayı milliyesinin desteklenme koşullarını öğrenecekt i . Fuat S a bit b e y d e n gelecek önemli şifreleri uzun z a m a n bekleyen Kâzım Karabekir, o n u n bir Rus kızıyla ev lenerek B o l şevik o l d u ğ u n u işit ince şaşkına dönmüştü. O n u n arkasından benzer i g ö r e v l e g iden Kurmay Subay İsmail Hakkı beyin de komünist o l u ş u , paşayı hem çl ieden çıkarmış, hem uzun uzun d ü ş ü n c e l e r e daldırmıştı. B u , ne sihir, ne kerametti. T ıpkı mitolojide o lduğu gibi e jderhanın bakışlarıyla karşı laşan herkes, nasıl taş kesi l iyorsa Bolşev ik ler le karşılanıp da bir çift sözler in i işitenler, komünist olup ç ı kıyordu. Kâzım Karabekir, uzun b o y l u , esmer ve zeki F u at S a b i f i n kendis ine bu o y u n u oynamasına kızıp d u r u r ken ve ondan umudunu da büsbütün kesmişken S i v a s ' t a n , Rauf b e y d e n gelen bir mektup onu bu sürekli öfke ve şaşkınlığından uyandır ıverdi . Fuat Sabit bey, şifreleri doğruca S ivas 'a ulaştırmış, o r d a n çözümlenmek i'ızere Kâzım Karabekir 'e gönderi lmişt i . Anahtar ı paşadaydı . Paşa, şifreyi çözümlediğ inde şimdiye dek kendi haber leşme a r a ç larıyla elde ettiği bi lgi lere çok yakınlık gösterd iğ in i g ö r dü. Bu şi frede paşayı en çok i lgi lendiren ve b ö y l e c e öfkesini art ıran şey de İngil izlerin müsavatçı A z e r b a y c a n ' d a oynadığı yeni oyunlardı . Bu oyunlar da ilk e lde Kâz ım Karabekir' in presti j ini ve 15. Kolordunun bütün lüğünü ilgi lendir iyordu. Evet , A z e r b a y c a n , tam anlamıyla İngil izlerin etkisi al t ındaydı. Bu y ü z d e n Türk iye'n in acıkl ı dertlerine karşı kulaklarını tıkamıştı. Bu da bir ş e y deği ld i , bâri Türk iye 'y i zarara s o k m a y a çabalamasalardı !
İngil iz alt ınlarıyla o y n a y ı p duran A z e r b a y c a n hükümeti, hem Türk iye 'y i zay ı f düşürmek, hem de A z e r b a y can'ı bir tampon devlet olarak g ü n e y e d o ğ r u i lerlemekte olan Bolşevik lere karşı güçlendirmek isteyen İngi l iz lerin
245
kışkırtmasıyla, bol para dökerek Kâzım Karabekir ' in kolo r d u birl iklerinden birçok s u b a y , astsubay ayartarak ka-ç ı r ı y o r d u . Salt s u b a y ve gedikl i kaçırsalar n e y s e ne, eratı da ayart ıyor ve küçük A z e r b a y c a n o r d u s u n u n saflarını T ü r k i y e ' n i n zarar ına olarak güçlendirmeye çal ış ıyordu. Kâzım Karabekir ' in ko lordusundan kaçıp g idenlerden başka, A z e r b a y c a n g iyneği giymiş İngiliz altınları, kuvayı mill iyenin bundan sonra h a r c a y a c a ğ ı değerl i s u b a y stokunu İstanbul 'dan aparıp A z e r b a y c a n ' a ulaşt ır ıyordu.
İstanbul 'dan kalkıp gidenler, Kâzım Karabekir ' i ü z ü y o r s a da kendi kıtalarından kaçıp gidenler, onu h e y e c a n a d ü ş ü r ü y o r d u . Paşa, kendi kıtalarında başlayan bu ihanete b e n z e r kaçışları önlemek üzere çok şiddetl i tedbir ler almak z o r u n d a kaldı.
* **
Doktor Fuat Sabit bey, şifresini Baku'daki telsiz ma-kinasıyla vermek istemişse de bu makinanın g ü ç s ü z l ü ğ ü dolay ıs ıy la, Ti f l is telsiz makinasından yarar lanmak üzere G ü r c ü hükümetinden müsaade istemiş ve almıştı. Yanına bir T ü r k telgrafçısı alarak Ti f l is 'e varan Fuat Sabit bey, şu anlamdaki şifreyi g ö n d e r m e y i başarabilmişti :
— A z e r b a y c a n hükümeti, T ü r k i y e ' y e b o r ç para vermeyi u y g u n bulmuştur, delege T ü r k i y e ' y e gelecektir. Şimdiye dek bu delegenin T ü r k i y e ' y e varamayış ına A z e r b a y c a n kabine buhranı s e b e p oldu. Bolşeviklerle görüştüm. O n l a r a dedim ki, Bolşevizmin memleketimizde kurulabilmesi için sosyal ve ekonomik hiç bir temel yoktur. S o n ra, halkın bilgi düzeyi ve gelenekleri de buna karşıt o l d u ğ u n d a n hiç bir sosyal reform işini ortaya atmadan ne biçimde yardım edebileceklerini sordum. H e r türlü yardıma haz ı r olduklarını söyledi ler. Şu var ki, dediler, yo l o lmadığından şimdilik yaln ız paraca yardım edebil ir iz. Ne ölçek para gereksersek bunu hemen sağlayabi leceklerdir.
E n v e r Paşa'nın Bolşevikler le işbirliği yaptığını bildiren kesin bir bilgi alamadım. Ancak, M o s k o v a ' y a v e T a ş -kent'e gidebi l irsem bu bilgiyi alabileceğimi sanıyorum. Buradaki görevimi bit ir ince oralara gitmeyi d ü ş ü n ü y o r u m .
A z e r b a y c a n hükümeti, barış konferansında İngilizler-?46
d e n umutludur. Bu y ü z d e n serinkanl ıca ve düşünerek davranmaktadır. Barış konferansının amacı, bir maverayı Kafkas konfederasyonu meydana getirmektir. Hükümet, b u n u n yanlısıdır. Bu y ü z d e n de bize açıktan aç ığa yardım etmek ve gerekt iğinde çarpışmayı benimsemek düş ü n c e s i n d e olmadığını anladım. Başbakan, Rauf beyin bur a y a gelmesinin uygun olacağını söyledi. Başbakan T ü r kiye'nin ne ölçek si lâh ve c e p h a n e istediğini ve bunların ne gibi araçlar la gönderi leceğini soruyor.
A z e r b a y c a n ' ı n asker g ü c ü onbeş-yirmi -bin arasındadır. G e n e l kanı ise şudur: T ü r k subay ve astsubaylar ıy la g ü ç l e n d i r m e d i k ç e hiç bir s a v a ş yeteneği yoktur.
* **
G e n i ş , sarp ve sapa d o ğ u bölgesi pek civciv l i g ü n lerini y a ş ı y o r d u . T ü r l ü davranış lar, türlü düşünüşler ve türlü propagandalar , doğuda ters rüzgâr lar gibi birbiriyle çat ışarak esip durmaktaydı. S ivas Kongres i , Türk iye 'n in b ü t ü n sınırları üzerinde bir c ivciv lenme yaratmıştı. Sınır duvar lar ından içeri yalnız iştahla bakmıyorlar, batıda o ld u ğ u gibi Yunanlı lar, buldukları gedikten derinlemesine içeri dalmış, i lerliyor, Ermeni ier de Kâzım Karabekir ' in bölgesin i yutmak üzere İngiliz ve Amerikal ı lardan işaret ve destek bekliyorlardı. Kafkasya bölgesinde İngil izlerin korumasıy la yapılan diplomatik davranışlar, burasını ilkin Bolşevik lere ve T ü r k i y e ' y e karşı güçlendir ip, sonra da hazır lanmış haritalara göre Türk iye'n in içine d o ğ r u bir s e r ü v e n e başlamak amacını g ü d ü y o r d u :
G ü r c i s t a n hükümetini, papa ile Arjantin hükümeti ta-nımışsa da Kâzım Karabekir için bu pek önemli değildi. Ö n e m l i olan ş u y d u ki batı topraklarımız üzerinde yangınlar çıkarıp vahşetler ve zulümler yaparak i lerleyen Yunanlı ların bir temsilcisi, Istavrakf, bir kurulun başında G ü r c i s t a n ' a ' varmıştı. Çıkarlar ı , ancak Türkiye'n in çıkarlarına u y g u n olması gereken G ü r c i s t a n , Türk iye'n in düşmanları arasına itilmek isteniyordu.
S o n r a , en önemli yaramazl ık lardan biri de ş u y d u : Ermeniler, İngil izlerin aracı l ığıyla Kürt ağalarıyla anlaşmaya çal ış ıyor lard ı . İngiliz ist ihbarat subaylar ının g ü n e y bölge-
247
sinde yapmaya çalıştıkları kürtçülük p r o p a g a n d a s ı , kuz e y d e n böylece desteklenerek Kürtler, T ü r k l e r d e n koparı lmaya çal ışı l ıyordu. Erzurum'daki İngiliz temsilcisi Raw-l inson da salt bu iş uğruna sık sık sınırı g e ç i p ötelere g i d i y o r s a da karanlıklarda dönüp dolaşıp y ine E r z u r u m ' a g e l i y o r d u . Ne var ki c in düşüncel i paşa, onun hangi işlerin peşinde olduğunu bi l iyordu.
Yeni Ermeni polit ikasının yürütücüler i , ünlü bir Er-meninin Haçador Ağa'n ın ağzıy la ünlü Kürt beyler inden Hamit, Ali Merze, Ahmet H a s o ve Yusuf bey lere bir mektup yazmışlar, Kürtlerle Ermenilerin dost olması gerekt iğimi savunmuşlardı . Bunda Ermeni ve Kürt kardeşl iğinden coz edi l iyordu. Kürt beyleri de H a ç a d o r A ğ a ' y a akıllıca ve soğukkanl ıca bir mektup yazarak karşılık vermişlerdi.
Kâzım Karabekir' i şu sırada tedirgin eden sorunlardan biri bu Kürt s o r u n u , öbürü de kendi kolordusu için dir imsel bir anlam taşıyan subay ve askerler in kaçarak A z e r b a y c a n ordusuna katılması, böylece de hem İngil iz amaçlar ına hizmet etmek zorunda kalmaları, hem de T ü r k o r d u s u n u n bozguna uğramasına bilerek bi lmeyerek yol açmalarıydı. Şu sırada bu iki tehlikenin hakkından gelebi lmekten başka kendisini temelli uğraşt ıran bir d ü ş ü n c e s i yoktu.
İstanbul'da « K ı z ı l h a n ç e r c i l e r » d e n Kürt « N e m r u t » M u s tafa Paşa ve Ahmet Hamdi Paşa'nın içinde b u l u n d u ğ u b o z g u n c u ve fırsatçı bir g r u p , d o ğ u illerini karıştırmak üzer ine korkunç bildiriler yazmış ve buralara dek g ö n d e r mişti. Paşa, S ivas 'a kolordu bölgesini denetlemek üzere yola çıkmayı ve kar büsbütün yolları kapamadan ö n c e b ü tün bu tedirginlik veren etkenleri ortadan kaldırmayı kararlaşt ırdı.
Ç o k soğuk 27 Kasım g ü n ü Başhekim İbrahim T a l i bey, iki yaver iy le bir otomobile binen paşa, sabahley in s a at d o k u z d a yola çıktı. Horasan'da 12. T ü m e n karargâhında yemek yediler. Y ine yola çıkarak geceyi Ve l ibaba'da g e çirdi . Vel ibaba'da üç-dört y ü z yıllık bir velâ türbesi v a r d ı . Bu bucak merkezinde müdür olan g e n ç bir yedek s u b a y l a
248
tanıştı. Bucak halkının hemen yar ıs ı , Ermenistan' ın merkezi Er ivan'dan g ö ç ederek buraya yer leşmişt i . Elli evlik köyün iki bin baş hayvanı vardı . Buradan s o n r a Kürt köyleri başl ıyordu. Ertesi s a b a h , otomobi l , sabahın altısında yola koyuldu. Önceler i boşalmış olan Eşek İ lyas köyünün yanında Rusların yol işçileri için yapmış o lduğu barakalara da göçmenler yerleşmişt i . T a h i r k ö y ü , yakıl ıp y ı kılmıştı. Ayakta kalmış yalnız iki ev vardı . J a n d a r m a karakolu da ayaktaydı. Kürt Ali köyü de yer le birdi. Bu mevsimde oldukça soğuk olması gereken hava güzeld i . Sıf ırın üstünde on beş d e r e c e , paşanın tedirgin y o l c u l u ğ u nu hiç o lmazsa biraz o lsun tat l ı laşt ır ıyordu. Tahir 'e dek süren düz şose bundan sonra taşlı, takur tukur bir yoldu. Yokuş da başladığından otomobil tık nefes gibi aksır ıp t ıksır ıyor, paşa ile arkadaşlar ı dik y o k u ş l a r d a inerek ma-kinanın yükünü yeğnikleşt ir iyor lardı. Yo lda bir saat mola veren paşa, Van-Bayaz ı t bölgesinden toplatt ığı savaş öks ü z ü çocuklar ın kafi lesiyle karşılaştı. E r z u r u m ' a «sanay i g ü r b ü z l e r i n i n s ıcacık, ekmekli, yemekli cıvı l cıvıl y u v a larına bar ınmağa gidiyor lardı . Hepsi açl ığın en kötü g ü n lerini yaşamış çocuklar gibi bir deri bir kemikti. Fers iz gözler iy le ürkek karga yavrular ı gibi paşa ile arkadaşlarına bakıyorlardı. Ö k s ü z yurt larının babası olan paşa babalarıyla karşılaştıklarını anlayınca sevindi ler ve c a n landılar. Paşa, hepsiyle içten i lgilendi. Hepsini birer birer g ö z d e n geçird i . Onlar ın sev inçten bağırıp çağır ış lar ı , dualar edip peşinden çil yavrular ı gibi dolaşıp öpmek üzere ellerine sarı lmaları, paşayı pek çok duygulandırmış, g ö z lerini yaşartmışt ı .
Paşanın b a b a c a duygular ı , sel gibi taşmıştı. Şu sırada yalnız bunlar mı ö k s ü z d ü ? Bütün T ü r k i y e , insanlarına, topraklar ına, ağaçlar ına, kuşlarına dek ö k s ü z d ü .
Paşa'nın otomobil i ikindi üstü Z i y d g â n ' a vardı . Burası on b e ş evlik bir k ö y d ü . Ö n c e oturanlar ın ç o ğ u Erme-niydi. Çeki l ip gitmek z o r u n d a kalmışlardı. Şimdi on evde İğdır dolaylar ından göçmek z o r u n d a kalmış kürtler barın ı y o r d u . Paşa, dam alt ında kendisi için hazır lanan y e r d e yatmayarak gecey i ö n c e d e n gönderdiğ i çadır larda geçi r-
249
meyi d a h a uygun buldu. H a v a , aemir gibi s o ğ u k t u . K ö y ü n ç e v r e s i n d e koyunlar k a y n a ş ı y o r d u . H a y v a n pek boldu. Seyi t ler anlamına gelen Z i y d g â n ' d a n bakıldığında K ö s e d a ğ ı s ipsivr i , koskocaman bir kaya yığını ve s ivr i bir Asurî ve Eti külahı gibi g ö r ü n ü y o r , Aleşkirt o v a s ı ise bu demir renkli dağlık bölge ortas ında bir düş yeşi l l iğine b ü rünerek u z u y o r d u . 29 Ekim g ü n ü , Aleşkirt ovas ın ın tatlı güzel l ik ler i içinden faytonlar la geçmek zorunda kaldılar. O v a yumurta konsa g ö r ü n e c e k gibi düzse de ç a ğ ı l d a y a n dereler in üzerinde hiç bir köprünün bulunmayışı y ü z ü n d e n Karaki l ise'ye dek bu arabalar la gitmekten başka ç a r e yoktu. Şır ı ldayan derecikler in çakılları üzer inden bile g ü ç - ' lükle g e ç e n arabalar, onları Oatgan'a dek g ö t ü r d ü . Kapkara bulutlarla örtülü bir g ö k y ü z ü altında kaygularını g izleyerek Karaki l ise'ye ulaştı lar. G e c e y i , Rus işgal inde y a pılmış g ü z e l ve sağlam bir yapıda geçirdi ler. B u r a s ı , kaza merkeziydi. Ruslar burada v a g o n yapımıyla uğraşt ıklarından çevredeki barakalar, yapım malzemesiyle tıklım tıklım d o l u y d u . Bir s ü r ü v a g o n , paslanmış demirler iy le s u r d a burda yat ıyordu. Yalnız, savaş buraya da korkunç bir sille atarak geçmiş, a n c a k bu birkaç yapı ayakta kalabilmişti.
Ermeni ler in el inden ve sınır ların ötesinden kaçıp gelmiş göçmenler , açıkta yat ıp kalkıyordu.
Sabahley in demiryolu is tasyonu ile barakaları g ö z d e n g e ç i r e n paşa, boş barakalara yoksul göçmenler i yer leştirdi.
30 Ekim g ü n ü sıcaklık 12° idi, sünbülî tatlı bir hava, yoksul lar ın , perişan durumlarını ve paşanın şefkat duygular ını daha çok ıs ı t ıyordu. Paşa ile adamları, b u r d a n kuşluk vakti trenle yola çıktılar. Ö ğ l e vakti G e l s o r ' d a mola verdi ler. Karakoyunlu aşireti reisi İbrahim beyin ev inde öğle yemeğine al ıkonuldular. Ç e v r e y i dolaşan p a ş a , üstü başı per işan, deynek gibi kurumuş, kimsesiz beş-on ç o c u k l a karşılaştı. Yola ç ıkarken yanına birkaç takım ç o cuk g i y n e ğ i alan paşa, bunlar ı güzelce yıkatıp temizlettikten s o n r a giydir ip kuşandırdı . Halk, bu baba şefkati karş ıs ında çok duygulandı . Karakoyunlu aşireti, O s m a n -
250
l ı hanedanını kuran Kayıhan' lar ın soyundandı ve b u n u n bi l incini her zaman kutsal bir emanet gibi saklar g ö r ü n ü y o r d u . Bunlar, Fırat ırmağını g e ç i p batıya gi tmeyerek K a -r a b a ğ ' a yerleşenlerin dölündendi. İki saatlik moladan s o n ra arkadaşlar ıy la trene binen p a ş a , ikindi üstü Bayazı t 'a vard ı .
Bu demiryolunun uzunluğu 102 kilometre tutuyordu. Paşanın g e ç e n yıl Şahtaht ı 'dan getirttiği pek bol ulaştırma malzemesi, Bayazıt ' ta takılıp kalmıştı. Hemen bunların Kara Kil ıse'ye ulaştırı lmasını buyurdu. Paşa ile arkadaşları, g e c e y i güzel ve rahat is tasyon konaklarında geçird iler. B u r d a , 15. Kolordunun bir alayı yer leşmiş bulunuyord u . K a s a b a , birkaç kilometre güneydeydi ve dağ üstüne d ü ş ü y o r d u .
G e c e l e y i n Sivas' tan, Mustafa Kemal'den bir şifre ge ld i . B u n d a bütün kolordu kumandanlarıyla Kâzım Karabekir de Sivas 'a çağr ı l ıyordu. Kasım'ın yedisi ile o n u n c u g ü n ü arasında Sivas'ta bulunması çaresine bakılması sa-Jıkianıyordu.
Kâzım Karabekir, bu telgraf y ü z ü n d e n iki ateş aras ında kaldığını d u y u y o r d u . Bayazıt ' tan hemen Erzurum'a d ö n s e çok kötü bir etki b ırakacağı meydandaydı. V a n bölgesindeki kıtaları da denet leyeceğini daha ö n c e d e n bildirmiş o lduğundan şimdi apansız Erzurum'a dönmesi türlü o l u m s u z biçimde yorumlanacakt ı . Bundan dolayı hemen S i v a s ' a bir şifre yol layarak ancak Kasım ortalar ına d o ğ r u S ivas ' ta bulunabileceğini bidlirdi. Evet, denetlemesini bit i rmeden oraya gidemeyecekt i . Paşa, Van'daki tümen otomobil iyle Bayazıt ' tan yo la çıktı. V a n yolu gitt ikçe y o k u şa s a r ı y o r d u . Paşa, bu y o k u ş u yememek üzere İran top-
' rağ ından geçerek akşam üzeri Arnıs 'a ulaştı. Ruslar, işgal zamanında göl için bir tersane yapmışlardı. Birkaç da ça l ışan motor vardı . Paşa, burdaki alayı da denet leyerek Kasım' ın birinde Van'a vardı . Yo l , gölün kıyıs ından, yı lankavi kıvrılarak pek güzel ve ruh dinlendirici görünüşler a r a s ı n d a n geç iyordu. Van' ın g ö r ü n ü ş ü paşanın içini sızlattı. Yakıl ıp yıkılmış, hem de sadistçe yok edi lmeye ç a lışılmış bir şehir bu cömert d o ğ a güzell ikleri ortasında
251
eski bir yiğit ler mezarl ığı gibi yat ıyordu. Şehir , bütün g e r ç e ğ i y l e bir yangın yer iydi . Bağlardaki bir mahal lede a n cak birkaç yüz kişilik bir halk y a ş ı y o r d u . P a ş a , Bir inci Dünya Savaşı 'n ın başında Ermenilerin V a n ' d a M ü s l ü m a n lara yapmış oldukları «kat l iam»ı ve çıkardıkları k o r k u n ç yangınlar ı yer inde dinledi ve g ö r d ü . Paşa, bu acıkl ı g ö r ü nüşün arkasındaki yemyeşi l çocukluk yıl larını göz ler i d o -luksayarak andı. 1304-1305 yı l larında babası V a n jandarma kumandanıydı. Paşa, o zaman henüz ilkokula g id iy o r d u . O n u n g ö z ü n d e : « V a n bağlar ı , bahçeler i , sular ı , g ö lü, k ısaca doğanın en güzel varl ıklarıyla c e n n e t gibi bir yerdi .» Paşa, o yı l larda V a n ' d a g e ç e n ç o c u k l u ğ u n u n p e k tatiı günlerini andıkça ağlamaklı o luyordu. O z a m a n « h e r ş e y u c u z , her şey rahat ve iyi idi. O zamanlar Ermeni lerle de arada samimiyet vardı .»
O zaman, paşaların aşçıs ı da bir Ermeniydi . Ç o c u k Kâzım Karabekir, ondan ne g ü z e l , ne unutulmaz masal lar, öyküler dinlemişti. S o n r a , bu adam, Türk ler le M ü s l ü m a n lara karşı da sevgi ile, dostlukla davran ıyordu. Ne hoştu o kardeşlik ve temiz insanlık günler i ! Van'daki Ermeni aileleri de tıpkı Türk ve Müslümanlar gibiydi. O n l a r ı b irbir inden ayıran hiç bir keskin ç izgi yoktu. Dinler ve ırk a y r ı lıkları böyie keskin kı l ıçlardan ve süngülerden bir d u v a r gibi bu iki millet arasına girmemişti. O g ü n k ü insancı l insan görünüşler iy le bugünkü yıkılmış cennet g e r ç e ğ i a r a sında ne korkunç bir ayrılık vardı . Kim ve hangi y ı ld ızdan gelen âsi ve vahşi ruh bu şehrin cennet günler in i y u dum y u d u m tadarak y a ş a y a n T ü r k , Kürt, Ermeni h e m ş e h rileri böyle kan ve ateş içinde bırakmış ve ger ide a n c a k bir a v u ç külle bir y ığın yıkıntı komuştu? Uluslar ın dost luk cennet ler i arasından ara s ıra esen bu korkunç ve a ğ u l u kasırgayı hangi e jderhalar üf lüyordu?
Paşa, bakıyordu: O z a m a n oturdukları ev, gitt iği okul acıkl ı bir yıkıntı y ığınıydı. Yer ler i ancak belli o l u y o r d u . Bu iki yerde o zamanlar, ne çocukluk sev inçler i , ge lecek umutları ak kanatlar takarak uçuşup durmuş ve y a ş a y ı ş , dibi ak çakıl larla süslü derecik ler gibi akıp gitmişti.
Ne acı bir anı lar güzel l iğ iydi şu sırada g ö n l ü n ü d o l -
252
d u r u p t a ş a n ! «Zaval l ı V a n g ö l ü ! Ç e v r e n d e birkaç milyon ileri T ü r k evlâdını beslediğin zaman kimbilir ne kadar çok güze l leşeceks in. V a n , o z a m g n d o ğ u n u n bir uygarl ık merkezi olacak. Eski ıssız güzel l iğ inden daha şirin o lacak.»
Paşa, Van' ı karış karış gezdi . Düşünceler i ve anıları kendinden ö n c e k o ş u y o r d u . Şehr in iç kalesine çıktı. On bir inci tümenin merkezi buraya yerleşmişti. Buradaki kıtaları denetledi-, « G ö l kıyısında iki tümenlik yarım tombaz tertibatl ı köprücü takımı d ü n y a savaşı varl ığımızın bir nişanesi olarak d u r u y o r d u . » Bunların Erzurum'a götürülmesini b u y u r d u . Ruslar, Rumiye gölünde birçok tesisler kurmuşlardı . V a n gölünde de Arnıs ' tan Bitlis bölgesine gölün bir köşesinden ö b ü r köşesine önemli bir menzil hattı açmışlar ve Arms dolaylar ında mazot kaynakları bulmuşlard ı .
Paşa ve arkadaşlar ı , V a n ' d a n otomobil le sabahın saat yedis inde yola çıktılar. Arnıs 'a uğramadan akşam üstü B a y a z ı t a ğ a ' y a vardı lar. Bayaz ı tağa ve Barkir i , birkaç evl ik Kürt köyler iydi. Kasım'ın beşinde yine otomobil le y o la ç ıkan yolcular, lâvları taşlaşmış eski bir yanardağ olan T e n d ü r ü k ü n eteklerinden ancak y a y a olarak aşağı inebildi ler. Bu son kerte dik inişi arkada bırakarak inerlerken y o l u n hemen y ü z metre ötesinde altı kurdun pusuda üstüne at ı lacak y o l c u beklediğini gördüler. Mavzer ler le ateş ederek onları kaçırdılar. Bayazıt 'a vardıklarında akşam olmuştu. G e c e y i burda g e ç i r e n paşa, sabahleyin istasyon yapı lar ıy la başka kurumları gezdi . S o n r a , trenle Karaki-l ise'ye yolandı lar. Karaki l ise'den Z iydgân'a döndüler. H a va güneş l iyse de g e c e sular b ü t ü n . b u z tuttu. Y ine de ç a dırda yattı lar. Kıtaların dağınık olarak yerleştir i ldiği birkaç y e r e daha uğradıktan sonra Hasankale'ye v a r a n paşa cephanel ik ler i denetledi. O r d a n Erzurum'a yollandılar. Palandöken dağı henüz ağarmamışt ı . Kasım'ın d o k u z u n d a Erzurum'daki kolorduya ilişkin işlerini g ö z d e n geç i rd i . M a aş alamadıklarından sız lanan kimi aşiret subaylar ının maaş işlerini düzenledi . S o n r a İstanbul'da Harbiye Nezaret ine d o ğ u n u n bu denetlenmesini anlatan uzun bir rapor kalem e aldı.
253
Kâzım Karabekir, bu uzun ve çetin denet lemesinin raporunu ş ö y l e c e özet lenen sözler le bitirdi :
— Kasım'ın onunda Suşehr i 'ne dek olan ambarlar ı denet leyeceğim. S o n r a , yevg i durumumuzun ve S ivas v i lâyeti aşarının düzenlenmesi için birkaç g ü n 3. K o l o r d u kumandanıy la görüşmek üzere S ivas 'a dek dahi gidip d ö neceğimi bildiririm.
Paşa, S ivas Kongresi l iderleriyle buluşma işini b ö y lece maskelemek zorunlu luğunu d u y u y o r d u .
Kâzım Karabekir, Erzurum'a d ö n d ü ğ ü g ü n , N a h c i v a n bölgesi kuvayı milliye kumandanı Hilmi beyden şu anlamda bir rapor aldı :
— A z e r b a y c a n hükümeti, Kasım ayının d ö r d ü n c ü g ü n ü , Z e n g e z o r Ermenileriyle savaşa başladı. Ermeniler, b ü tün cephelerde bizimle de s a v a ş a başladılar. K a ğ ı z m a n , Sarıkamış v.b. cephelerde halk, resmî olmadan s a v a ş a gir işerek bizi desteklemelidir. Gerekenlere bildiri lmesini di leriz. Bayazıt ' tan her türlü c e p h a n e elden g e l d i ğ i n c e ivedi olarak bize gönderi lmelidir.
Burada barış konferansıyla ilgili Amerikalı bir temsi lci vardır . Amerika'nın bu temsilci leriyle A z e r b a y c a n , Ermenistan ve Gürc is tan hükümetleri arsında yapı lan g ö rüşmeler sonunda bir karara varı lmış ve barış konferansının bitimine dek N a h c i v a n bölgesinin bir Amerikan val i-s i n c e yöneti lmesi bir olup bitti durumuna gelmiş, Amer ikalı Val i g ö r e v e başlamak üzere buraya bile gelmişti. Ne v a r ki biz bu kararı dinlemedik. Nahcivan bölgesinin A z e r b a y c a n ' a katılması hakkı korunmak koşullarıyla b u r d a Amerikal ı ların ancak konsolos adıyla bir temsilcisinin kalabi leceği üzerinde direndik. B ö y l e c e birçok direnmemizden s o n r a , Amerikalı lar da bizim istemimize boyun eğdi ler.
S o n r a d a n , kendisinden aldığımız özel direktifte Azerb a y c a n hükümeti de bu türlü davranışımızı salıklamak-taydı .
Paşa, gereken yardımın hemen yapılması için on b i r inci tümene buyruk g ö n d e r d i . S ivas 'a, Harbiye N e z a r e tine ve komşu kolordulara da durumu bildirdi.
* *
254
Kâzım Karabekir, Kasım'ın o n u n c u g ü n ü , s a b a h l e y i n saat sekiz buçukta iki binek otomobil i ve bir kamyonla S i vas 'a d o ğ r u yola çiktı. Yanına iki subay, birkaç k o r u y u c u er, bir Lev iz makinalı tüfeği, bir de sahra telefonu almıştı.
Daha önceden de güvenl ik tertibatının al ınması iç in yol b o y u n c a gerekenlere buyruk göndermişt i . D a h a çok Erz incan' la Refahiye arası , aral ıksız olarak Dersim kürtle-rinin talan ve y a ğ m a bölgesi o lduğundan buranın g ü v e n altına alınmasını bildirmişti. Ö ğ l e d e n s o n r a , saat üçte Mamahatun'a vardılar. Yalnız, kendi bindiği otomobi l g e l miş, kamyonla öbür otomobil ger ide kalmıştı. O n l a r ı n g e cikmesi y ü z ü n d e n akşama dek beklemek z o r u n d a kalan paşa, g e c e y i burda geçird i . Ermeniler, 1918 yı l ında burasını baştanbaşa yakmışlardı. Öldürülmekten kurtulan halkın bir bölümü, baba ocaklar ına dönmüş, y ü z evlik bir varl ık belirmişti.
Bu arada ufak çapta bir t icaret de belirmiş, b i rkaç dükkân açılmıştı. K o s k o c a Mamahatun, şu s ı rada küçük harap bir köyü andır ıyordu. Yıkı lmaktan kurtulmuş, Dörd ü n c ü Sultan Murat 'ça yaptırı lmış kocaman bir han, Rus o r d u s u n u n çekil irken bıraktığı araç gereçler le d o l u y d u . Rus o r d u s u n d a n kalan malzeme arasında pek çok da kereste vardı . Paşa, Erzurum'dan bir kurulun gelerek burda bir sayım yapması için buyruk yol ladı. Bunlar ın bir bölümünün yardım olarak halka veri lmesine, geri kalanın da askerî inşaatta kullanılmasına karar verdi. Hele, M a m a hatun dolaylarındaki kömür ocaklar ına bu kereste pek çok gerekl iydi. Karabıyık sınır treninin kömürü bu o c a k lardan elde edi l iyordu. Ruslar, kömür ocaklar ına dek s a h ra demiryolunu tasarlamış, bir bölümünü de yapmış lardı . Kâzım Karabekir de gerisini bütünlemeyi d ü ş ü n ü y o r d u . Ş o s e , Pertin d o ğ r u s u n d a n Yeniköy'e dek taşlık ve kötüydü. Değirmenderesi 'nde ikiye ayr ı l ıyordu. Sırt lara çıkan yo lu Türk ler , dereyi izleyeni ise Ruslar yapmışt ı . Türk ler , köprü giderler inden kurtulabilmek üzere yolları hep d a ğ lara sardırmıştı. Ruslarsa hep ırmakları, dereleri iz lemişler, eğilim ve dönemeçler i az temelli şoseler yapmışlard-.
255
Ruslar ın yaptığı bir yo l , iki kez köprü üstünden s u y u atl ıyordu.
B u , kısa, d ü z g ü n ve güvenl iydi . Paşanın Mamahatun'a var ış ı , belediye başkanının oğ
lunu evlendirmesine denk gelmişti. Padişah düğünler ine benzer masrafl ı, korkunç bir d ü
ğ ü n , sürekli şölenlerle s ü r ü p g id iyordu. Paşa da, d ü ğ ü n e çağr ı ld ı . Üç kişilik bir saz takımı, ortalığı g ü r ü l t ü y e b o ğ u y o r d u . Klarnet, büylü ve deften meydana gelen s a z takımı paşanın kulakları dibinde c a n yırtan çığl ıklar at ıyor, millet toz duman içinde E r z u r u m barları o y n u y o r d u . G ü v e y de bu arada şerefine paşanın önünde bir bar o y n a d ı . Y irmi dört türlü bar havası vuru ldu ve yirmi dört tür lü o y n a n d ı . Yemekler in biri gel ip biri g id iyordu. Bu sürekl i şölenler y ü z ü n d e n pek çok koyunun dünyasını değişt irmek z o r u n da kaldığı anlaşı l ıyordu.
Paşa, daha g e ç e n yıl korkunç dramların geçt iğ i bu harabeler üzerinde bu türlü şölenleri pek yıkıcı ve yers iz bulduysa da ev sahibine böyle bir ş e y d e n s ö z e d e m e z di . G e ç e n yı l, Ermenilerin burda bir çukura doldurarak yakt ığı y ığınlarca mazlumun ölüm çığlıkları belki hâlâ M a -mahatun'un gökler inde çınlayıp d u r u y o r d u . Yoksul luk, a ç lık, dört bir yanda kol g e z i y o r d u . Bunları d ü ş ü n e n p a ş a nın boğazından lokmalar pek z o r g e ç i y o r d u . B ö y l e bir acıkl ı öykünün taze mezarı ü z e n n d e yedi g ü n yedi g e c e s ü r e n düğün-dernek de ne o l u y o r d u ? Paşa, bir lokma bir hırka bulunca sevincin en yüksek doruğuna ulaşan kendi öksüzler in i de d ü ş ü n ü y o r , onları daha iyi besleyebi lmenin yol lar ını ar ıyordu.
Paşa, diri diri yakı lan Mamahatunlular ın külleri ve kemikleriyle örtülü çukurun bulunduğu yerde bu şehit ler in a r a s ı n a bir anıt yapılması için belediye başkanına g e r e k e n yardımı sağladı. S o n r a , bir okul yapılmasının farz o l d u ğ u nu anlattı. Bunun gider ve malzemesini de kendisinin s a ğ layacağına söz verdi .
Mustafa Kemal'den bu s ırada gelen bir telgraf, Ali Fuat Paşa'nın Sivas'a gitt iğini, onun da varmasını ö z l e m le beklediklerini bi ldir iyordu. Mustafa Kemal, çok önemli
bir durum karşısında bulunduklarını s ö y l ü y o r d u . O da y o l da o lduğunu ve elden gelen bütün hızla Sivas'a u laşmaya çalıştığını bildirdi. Ertesi s a b a h , küçük konvoy, g ü n ışır-ken yola koyuldu. E r z i n c a n ' a v a r ı n c a y a dek birkaç kez otomobil lerin âlstiği patladı. 1918 de Sansa boğazındaki korkunç kışı anan paşa, bu yılki yumuşak havaya şükrett i . G e ç e n yıl, pek güzel yapı lan bu y o l , şimdi harap olmuştu.
Kayan toprakların doldurulması , gelip g e ç e n dereciklerin oyması y ü z ü n d e n y o l , otomobil lerin g e ç e m e y e c e ğ i duruma gelmişti. Çok zor lukla i lerl iyorlardı. E r z i n c a n o v a sına girdiler. Ortas ından sar ı sularıyla Fırat ırmağının g e ç tiği bu bol ağaçlıkl ı o v a , a ğ a ç s ı z demir renkli E r z u r u m yay las ından cennete geçi len bir geç ide benz iyordu. Her iki yandan yükselen sivri dağ z incir i , bu cennet bahçesin i korumak üzere dikilmiş duvar lar ı andır ıyordu. A ğ a ç l a r d a ki paslı s o n b a h a r yapraklar ı bile uzaktan yeşi l g ö r ü n ü y o r d u . Yalnız, her nedense p a ş a , bu yüksek d a ğ l a r aras ındaki cennet vadisine ne zaman g i r s e ciğerler inin dara ldığını d u y u y o r d u . Bu kez de öyle oldu. Bu g ö z alıcı d o ğ u güzel l ik ler inin hemen yanıbaşında göklere yükselen keskin kenarlı mapushane duvarlar ını andıran dağlar, hemen içini daraltmaya başlamıştı. Nerdeydi canını sevdiğim Erz u r u m yaylas ı , geniş ufuklarına daldıkça insanın kanat-lanası gel irdi. Paşa, E r z u r u m ' u n çıplak, geniş ufuklarına bayı l ıyordu. O n u n hiç bir engel tanımayan demir gibi sert , buzlu yel lerinde bile serbest l iğ in, ö z g ü r l ü ğ ü n cennet inden gelen kokuları koklar gibi o lduğunu d u y u y o r d u .
İkindi üstü, küçük k o n v o y u ile Erz incan'a giren p a ş a , d o ğ r u e o askerî daireye gitti. Buras ı , hemen bütün D o ğ u T ü r k i y e ' d e Ermeni yıkımından kurtulmuş tek büyük ve oturulabi l i r konaktı. Paşa ve arkadaşlar ı , E r z u r u m yay lasında çektikleri üzüm, elma. armut özlemini dindirdi ler.
Paşa, 12 Kasım sabahı kamyonu benzin almak üzere kışlalara yol layarak kendisi iki otomobil iyle yola çıktı. H e n ü z bağları geçmemişler, kamyon da henüz kendilerine yetişmemişti ki kendilerine d o ğ r u doludizgin iki atl ının geldiğini gördüler. Paşaya o ldukça c a n sıkıcı bir haber verd i ler . Dersim Kürt ler i , boğaz ı tutmuşlar, bir saat ile-
257 3/F. : 17
ride bir binbaşıyı soymuşlar , birçok y o l c u y u da yara lamışlar, kendileri de salt hükümete haber vermek ü z e r e dönmüşlerdi .
Paşa, bunun üzer ine hemen Yerhanı 'na gelmesi için süvar i a layına bir buyruk yol ladı ve iki otomobil iy le Yerhanı'na vardı . S o y u l a n binbaşıy ı g ö r d ü . Bu eski Refahiye Askerl ik Şubes i başkanıydı . Paşa, o n u iyi tan ıyordu. Sahtekârl ık s u ç u n d a n kâğıtları hâlâ askerî mahkemede bulunuyordu. Hem onu soymuşlar, hem de on iki y a ş ı n daki oğlunu kurşunla bacağından yaralamışlardı.
Paşa, bir yandan binbaşıyı s o r g u y a çekip bilgi alırken, bir yandan da tedbirini aldı: Şoför ler le subaylar ı örgüt lendirerek b o ğ a z a karşı ustaca pusu kurdurdu. T e l g r a f tellerine telefonu bağlayarak Erz incan' ı aratt ı . Refahiye'yi buldular. O lay ı bildirdi. Biraz sonra kamyon, benzinle yüklü olarak yetişti. Anlaşı ldığına g ö r e Kürtler, y ü z kişiy i bu luyordu. Bu y ü z d e n , p a ş a , süvar i alayı g e l i n c e y e dek beklemek z o r u n d a kaldı. Süvar i alayını b o ğ a z ı n g ü n e y sırt larına gönderdi . Kendisi de konvoyu ile K ıranhan'a çıktı. Bundan da anlaşı l ıyordu ki E r z i n c a n ' d a hükümet sıf ırdı. Her şey, zora bağl ıydı. En ufak bir f ırsat, kuvayı mil l iyeye karşı bir ayaklanmaya yol açabi l irdi. Paşa, Kı-ranhan'da dün güvenl ik için çıkarttığı süvar i müfrezesiy le buluştu. Dün Kürtlerle çatışmışlardı. Kürtlerin kendi ler inden üstün olduğunu söyledi ler. Bu çat ışmadan s o n r a , Kürt lerin savuşup gittiğini sanmışlardı. O y s a , Kürt ler meyd a n d a y d ı . Adam s o y u y o r ve yaral ıyorlardı. Paşa, müfrezenin subaylar ını adamakıll ı haşladı.
Görev ler in i iyice yapmadıklarına inanıyordu. Hem b u g ü n b o ğ a z a egemen sırtları dolaşıp taramamış, hem de olayı alaylarına bildirmemişlerdi. Küçük konvoy, g e c e y i «Hat t ıba lâ» üzerindeki handa geçirdi. Dersim Kürt ler i , a layın yetişmesiyle s a v u ş u p gitmişti.
Kasım'ın on üçüncü g ü n ü , sabahı y ine otomobi l ler, ıssızl ığı gürültüleriyle ürperterek yola çıktı.
Paşanın otomobil i, Refahiye dolaylar ında ve ş o s e n i n dış ında çamura battı; çıkarmak üzere saat larca uğraşt ı lar. En sonra getirttikleri öküzlerle çekip çıkarabi ldi ler.
258
Otomobi l , bir kez de yolun ortas ında çamura saplandı. İki saattan çok uğraşarak kurtardı lar.
S u ş e h r i ' n e vardık lar ında a laca karanlık ç ö k m ü ş t ü . Büyük s a v a ş ı n s o n yı l ında burası Kâzım Karabekir ' in bö l-gesiydi. O günler, buralarda kar ınca gibi asker kaynıyordu. Dağ taş askerdi d e n s e yer iyd i . O zamanki insan de-niziyle bugünkü ıssızlık ve sessiz l ik ne d ü ş ü n d ü r ü c ü , ne acı ve üzgünlük ver ic iyd i ! O zamanlar, paşanın kolordu karargâhı Refahiye'de b u l u n u y o r d u . S u ş e h r i , o r d u karargâhıydı. G e c e y i S u ş e h r i ' n d e geçirdi ler.
Paşa, y ine küçük ve gürül tü lü k o n v o y u n u arkas ına takarak S u ş e h r i ' n d e n yola çıktı. Önler inde Karabayır ' ın dik, soluk kesen korkunç yokuşlar ı yüksel iyordu. Yo lun kıyı larından aşağı d o ğ r u g ö z karartan uçurumlar sark ıy o r d u . Otomobi l ler, kendileri bile z o r t ı rmanıyordu. Birçok y e r d e bütün binici ler, inerek yokuşlar ı y a y a n t ı rmanmak z o r u n d a kaldılar. K a r a b a y ı r ' d a n s o n r a , ş o s e düzeldiğinden otomobi l ler güzel yol aldılar. Kâzım Karabekir , yatsı vakt ine d o ğ r u Sivas ' ın d o ğ u ş u n d a yol üzer inde b u lunan jandarma karakolunun ö n ü n d e k o n v o y u d u r d u r d u . Mustafa Kemal, Rauf bey ve temsil heyeti üyeleri o r d a kendisini bekl iyordu. H e p s i , Kâzım Karabekir ' i kol larının arasına aldılar. Pek içten bir karşı laşma o ldu. H e p birlik-* te otomobi l lere at layarak ş e h r e girdi ler. Gemici fener ler i , Sultanî mektebinde sarı ışıklarıyla yanarak bütün delegeler gibi Kâzım Karabekir ' i bekl iyordu. Hep b e r a b e r c e okula girdi ler. Kâzım Karabekir 'e de bir oda ayrı lmıştı. Arkadaşlarla bir süre söyleşt i ler. S ö z ü n arkasını yar ın getirmek üzere dinlenmeye çekildi ler. G ö r ü ş m e g ü n ü olarak Kasım'ın on altısı kararlaştır ı lmıştı.
Kâzım Karabekir, Kasım'ın onbeşinc i g ü n ü n ü Sivas ' ı gezip görmekle geçird i . Selçuklu lardan kalmış bu büyük ve tarihsel şehirde yalnız eski Selçuklu mimarlığının z a mana meydan okuyan yapıt lar ı ayakta d u r u y o r d u . Eski toprak y ığması kalenin ç e v r e s i n d e toplanan şehr in kerpiç, a h ş a p , kagir evleri aras ında birer dev gibi y ü k s e l e n tarihsel yapı lar, şehr in çok eskiden beri T ü r k o l d u ğ u n u açıkça g ö s t e r i y o r d u . K o c a m a n , parlak ve süslü çifte mi-
259
nareler in ön y ü z ü , paşaya Erzurum'daki çifte mineralerin kalkıp Sivas'a geldiğini d u y u s u n u verdi . T i m u r l e n g ' i n y a kıp yıktığı ve binlerce erkeği diri diri hendeklere g ö m d ü r d ü ğ ü S ivas şehr i , cami ve medreseleri g e z e n ve b izden o l a n her insana bu korkunç zulmün ö y k ü s ü n ü de anlatmaktan kendini a lamıyordu. Yıldırım Bayez i t ' in , T imur-l e n g ' ç e öldürülen g e n ç ve körpe oğlu iç in: « Ç a l ç o b a n ç a l , S i v a s gibi kalen, Ertuğrul gibi oğlun mu gi t t i?» ağıtı hemen yeni söylenmiş gibi paşanın kulaklarında üst üste çınladı durdu. Erzurum ve Sivas, bu iki g e n i ş ufuklu yayla ş e h r i , aynı korkunç kader ç izgis i üzer inde bulunuyord u . Büyük Ermenistan karadüşünün, üzer ine a ğ ı r kalın, kapkara bulutlar gibi çöktüğü bu tepeden t ı rnağa T ü r k olan şehirler, s o n u c u n bil incine varmış ve dev gibi yerd e n başlarını kaldırmaya ve çok uzaklardan g ö r ü n e c e k kadar dikilmeye başlamıştı.
Y İ N E A M A S Y A ' D A
Ben, milletimin en büyük ve dedelerimin en değerli mirası olan bağımsızlık aşkıyla dolu bir adamım.
Mustafa Kemal
Mustafa Kemal, bu kez ters yoldan A m a s y a ' y a gidiy o r d u . Birkaç ay ö n c e onu O r t a A n a d o l u ' y a sıkıştırarak kovalayan İstanbul hükümeti, onun arkadaşlar ıy la ilk devrim kararlarını yayımladığı Amasya'da kendisiy le bir g ö rüşme yapmak üzere önemlice bir delege göndermişt i . Paşanın otomobil i , ekinlerin biçildiği ıssız tar lalar Ortasınd a n g e ç e n sarı tozlu yol lar ı hızla tüket irken, atlı, eşekli ve kağnılı yolcular, onu tanıyor, kadınlı-erkekli ellerini başlar ına götürerek asker selâmı ver iyor lardı . E v e t , artık, o n u tanıyorlardı. T a n ı m a s a bile sez iyor lardı .
Sigarasının dumanları ö n d e n gelen sert kuzey rüzgâ-rıyla savrulup giderken Mustafa Kemal, şu b i rkaç ay iç in-
260
de birçok adımlar atıldığını d ü ş ü n ü y o r d u . Ünlü E r z u r u m Kongresi, zalimleri sersemletmişken arkasından bir de Sivas Kongres i gelmiş, devr im, birdenbire ayr ı bir hükümet kurma g ü c ü ve hevesi kazanmışt ı . S ivas Kongres i s o nunda temsil kurulunun yayımladığı demir gibi yürekl i manifesto, hem Türk iye 'de, hem de dünyada bir bomba etkisiyle patlamıştı. Bu, hem padişahın g ü ç s ü z kol larında tuttuğu Damat Ferit Paşa hükümetine, hem de bütün, itilâf devlet lerine karşı bir meydan okumaydı. İşte, b u n u n etkisiyle Damat Ferit ' le onun iskambil kâğıdından kurulmuş bir şatoya benzeyen bütün sürekli iktidar umutları ve hükümeti, birdenbire yıkılmıştı. Böy lece kuvayı milliyenin g ü c ü , büsbütün meydana çıkmıştı. E r z u r u m ve S i vas Kongreler inin arslanca ç a b a s ı , bu yaşl ı sırtlanı oldukça hırpalanmış olarak y e r e sermişt i .
Damat Ferit Paşa'nın yer ine sadrazaml ığa getir i len Ali Rıza Paşa, yurtsever bir adamdı. Olmayacak bir d ü ş arkasındaysa da yine de iyi niyetleri olan bir devlet a d a mıydı. A n a d o l u ile İstanbul'u anlaştırmanın olabi leceğini sanıyordu. Anadolu ile prensip kararına vardıktan s o n r a , bunun ayrıntı ları üzerinde de g ö r ü ş ü p anlaşmak umuduyla Bahr iye Nazır ı Sal ih Paşa'yı yola çıkarmıştı. G ö r ü ş m e yeri Amasya'yd ı . Salih Paşa, İstanbul'dan İran bayrağı taşıyan Anta lya vapuruyla yola çıkmış, Samsun'a d o ğ r u yol a l ıyordu. Samsun'a dek bütün Karadeniz iskelelerine Sivas temsil kurulunca bir buyruk yollanmıştı. Buna göre Salih Paşa, bu iskelelerden hangisine ç ıkarsa ona içten ve d o s t ç a gösteri ler yapılması bildirilmişti. Sal ih Paşa, böylece buralarda kuvayı mill iyenin g ü c ü n ü görmüş olacaktı. Bütün Müdafaayı Hukuk dernekleri halkı hazır lamış bekl iyordu.
Sal ih Paşa'nın bindiği Anta lya v a p u r u , 18 Ekim 1919 9Ünü İnebolu'nun önünde demirledi. İnebolu Müdafaay ı Hukukçuları hemen değerl i avlarının üstüne atıldılar: O n u oğırlamak ve kuvayı milliyeci nutuklarla sersemletmek üzere kısa bir süre için karaya buyur ettiler. Sal ih Paşa, bu çağr ıy ı benimsedi ve karaya çıkmaya davrandı . Kaymakam Cemi l bey, moloz rıhtımında parlak bir karşı lama
261
töreni hazır ladı. Silâhlı kuvayı mill iyeci müfrezeler, bütün ö ğ r e n c i ve öğretmenler ve halk, her iki yanı insan d u v a r ından meydana gelmiş bir kor idor yarattı lar. Müdafaay ı Hukuk gençler i bir l iğiyle, belediye üyeleri ise en başta y e r almışlardı.
Paşa rıhtıma çıkar ç ıkmaz, gençler birl iği adına kâtip Mustafa Şahin, hemen kuvayı mill iyeci kısa bir nutukla onu karşıladı. Paşa, birkaç dakikada İnebolu ve dolaylarının durumuyla kuvayı mill iyenin hangi nedenlerle d o ğ d u ğ u n u dinledi. Egemenl ik elde edi l inceye dek u lusça savaşı lacakt ı . Sal ih Paşa, bu nutka teşekkür etti. S o n r a , hep bir ağızdan ulusal marşlar söyleyerek ç a r ş ı y a d o ğ r u i lerlediler. Paşanın şeref ine belediyece veri len şö lende Hır ist iyan azınlıkların temsilci leri de bulundu. T a m şölenin or tas ında Mustafa Kemal Paşa'dan Kastamonu M ü d a f a a y ı Hukuku aracı l ığıyla gelmiş olan bir telgrafı Sal ih Paşa'ya verdi ler. Te lgraf , açıktan, yüksek sesle okundu. Şölende-kiler, içten göster ide bulundular. Sal ih Paşa'nın iyi insan y ü z ü , tatlı ve ılık bir d u y g u rüzgâr ıy la ürperdi .
Sal ih Paşa, üst üste teşekkür etti ve karşılıklı içtenlik ve selâmlarının A m a s y a ' d a kendisini beklemekte olan M u s t a f a Kemal Paşa'ya bildiri lmesini di ledi.
Paşa, şölenden s o n r a , arkasındaki kalabalık ve sevimli halk yığını ve ileri gelenler le çarşıy ı g e z d i . İnebolu'n u n temizl iğinden ve doğal güzel l iğ inden çok hoşlandığını söy ledi . Bayraklar ve türlü süslerle süslenmiş olan piyade kayıklarına binen halk, Mustafa Kemal' in A m a s y a ' d a a ç t ı ğ ı kocaman kafese d o ğ r u kendi ayağıy la g iden bu iyi k u ş u , büyük bir saygı ile uğurladı. V a p u r a binen p a ş a , korkuluklara yaslanarak kıyıda sıralanan İneboluluları selâmlarken ulusal müfrezeler de silâhlarını h a v a y a boşaltarak o n u n selâmına karşılık verdi ler. Anta lya, ikindiye d o ğ r u rotasını Samsun'a d o ğ r u kırarken İnebolu M ü d a faayı Hukukçular ı paşanın yola çıkışını S a m s u n M ü d a faayı Hukukçular ına bildirdiler.
T ü r k o r d u s u n u n saf lar ında boy göstermiş namuslu ve yur tsever Osmanl ı büyükler inden biri o lan Sal ih Paşa. polit ikanın ve ekonomi politik denen korkunç zembereğin
262
ne idüğünü bütün öteki ler gibi bi lmeyen bir devlet adamıydı. Sal ih Paşa, bir kuvayı mill iyeci ülke olma yoluna giren Anadolu 'ya d o ğ r u pek iyi isteklerle yola ç ıkmadan daha ö n c e Damat Feri t hükümeti, padişah ve İngil izler, A n a d o l u ' y a yetmiş beş karşı devr im bombası göndermişlerdi. Bunlar, Sait Mol la ile eskidenberi İstanbul 'da oturan ve işi salt casusluk olan İngiliz Papazı F r e w ' n u n örgüt lendirdiği başı sarıklı şer iatçı yobaz lar ve başına işi g e r e ğ i n c e sarık sardır ı lan profesyonel İngiliz casus lar ıyd ı . Bu yetmiş beş kişi. türlü kapılar ve gedik lerden teker teker A n a d o l u ' y a sızmış ve korkunç ve hızlı bir çal ışmaya başlamışlardı. Sal ih Paşa ise bunlardan habers izdi . Salt bunlar, yemişini v e r i n c e y e dek Mustafa Kemal' le arkadaşlarını ve bir hükümet kurma g e r ç e ğ i n e d o ğ r u yönelmiş olan milliyetçilik direncini savsaklamak, duraklatmak ve gecikt irmek üzere görevlendir i lmiş o lduğunu bir an düşünebi lmek bi l incinden y o k s u n olarak vatan kurtarmaya k o ş a n bir insan heyecanıy la A m a s y a ' y a d o ğ r u i ler l iyordu. O y s a , yetmiş beşler, el lerinde ve kemerlerinde ışıl ışıl İngil iz ve Osmanl ı alt ınları, di l lerinde en korkunç yı lan zehir ler iy le bir ye lpaze gibi Anadolu 'ya dört bucaktan dağı lmışlardı. 16 Ekim'de Sivas' tan ayrı l ıp 18 Ekim'de A m a s y a ' y a varan Mustafa Kemal, konuğunu bekl iyordu. Sal ih Paşa ise ayın onbeş inde İstanbul 'dan yola çıkmışt ı : O da bir iki gün arayla A m a s y a ' d a bekleniyordu. Sait Mol la 'n ın sahneye k o y d u ğ u piyesin de bu s ıralarda s ü ratle provası yapı l ıyor, saatl i bir bomba gibi iki paşanın g ö r ü ş m e masasına o t u r a c a ğ ı anı bekl iyordu. İstanbul 'da « İngi l iz dostları d e r n e ğ i n i n başkanı ak sarıklı başı ve kadınsı ak tenli y ü z ü n d e ibl isçe gülümseyiş iy le S ivas' ta ve A m a s y a ' d a bir anda kopacak fırtınayı keyifle düşünüy o r ve İngi l iz lerden aldığı ve alacağı alt ınların sevimli s ıcakl ığıy la yüreği ısınarak bekl iyordu. Evet, el lerinde İngil iz altınlarını birer meşale gibi yakarak A n a d o l u ' y a yayı lan o n u n sarıklı ları, mutlaka güzel işler başaracaklar ve kendisini bundan böy le yaşl ı bir gı lman gibi kucaklayanlar ın sayısı daha da artacakt ı . Alt ının bu lunduğu yerde her türlü cennet tadı holâldi.
263
M u s t a f a Kemal, A m a s y a ' d a oturup Sal ih Paşa'y ı beklediği s ırada eline Sivas ' tan çekilmiş bir telgraf tutuşturdular. Paşa, telgrafın altına üstüne çabuk bir g ö z att ı , i lkönce hiçbir şey anlayamadı. Bu da neyin nesiydi? T e l graf şöy le d iyordu :
Amasya'da Mustafa Kemal Paşa hazret ler ine, — Ahalimiz, padişah ve hükümet efkârını bizzat S a
lih Paşa'dan veyahut emin bir l isandan işitmedikçe aradaki ihtilâfa hal lolunmuş g ö z ü y l e bakmayacaktır. B u n u n için iki şıktan birini iht iyar mecburiyet imizi bildiririz.
S ivasl ı Şemsett in evlâdlar ından Rec e p Kâmil, Zare l i zade C e l â l , İ lyas-z a d e A h m e t Kemal
Mustafa Kemal, telgrafı o k u y u n c a hemen bir tert ip karşıs ında bulunduğunu anladı. Ne var k i bunun d e r e c e si üstüne hiçbir ş e y d ü ş ü n e m e y e c e k durumdaydı . Bu telgraf kuvayı mill iyecilerin hükümet merkezi gibi bir yer almış olan Sivas' tan g e l i y o r d u . Böyle bir telgrafın kendis ine çekilebilmesi için S i v a s şehrinin önemli bir ayakla-nışla karşılaşmış olması g e r e k i y o r d u . E ğ e r şehir, padiş a h a güçler in eline g e ç m e m i ş s e bu telgraf kendisine hangi yürekli l ikle çeki lebi l iyordu? Akl ına Val i Ali Gal ip' le birlikte bin türlü 1 belki ge l iyorsa da hiç biri üzer inde karar kı lamıyordu.
Sal ih Paşa'yı A m a s y a ' d a da parlak bir törenle karşılamaya hazırlanmıştı. M u s t a f a Kemal' in eline g e ç e n B a h riye Nazır ına çekilen telgraf da şöyleydi :
Bahr iye Nazır ı devlet lû Sal ih Paşa hazret ler ine, — Aylardan beri memleketimizde c e r e y a n eden hali
anlamak ve meselenin mahiyetini öğrenmek üzere v i lâyet merkezine kadar zahmet buyurmanız ı memleketin ve milletin menfaati namına makina başına teşrif inizi r ica e d e riz.
S ivasl ı Şemsett in evlât lar ından Rec e p Kâmil, Zare l i zade C e l â l , İ lyas-z a d e A h m e t Kemal
264
Alt ında yüz altmış kişilik ulema, eşraf ve esnaf ın mührü bulunan bu telgrafın bir kopyesi de Sal ih Paşa ile A m a s y a ' y a gelecek olan Mustafa Kemal'in h o c a s ı ve d o s tu, padişahın da yaver i Naci beye gönderi lmişt i .
Posta müdürü. Ş e y h Recep ve ortaklarının geceley in padişaha çektikleri telgrafın suretini de Mustafa Kemal'e g ö n d e r d i . B u , şöyleydi :
— Memleketimiz bulunan Sivas'ta A n a d o l u ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti adıyla teşekkül e d e n kongre heyeti reisi Mustafa Kemal Paşa, it imatnamesi hümayunlarının kâmil bulunduğunu yayarak memleketimizde seyyiatlarını örtmek isteyen bir küçük hizbin iştirakiyle iradei milliyeyi temsil suret inde göster iyor lar . Halbuki halifei zişanımız ve sevgil i padişahımıza her suret le itaat ve tam bağlıl ığımız, dinimiz iktizası o l d u ğ u n d a n . B a h riye Nazır ı Sal ih Paşa ile Seryaver i Hazret i Şehriyarî N a ci bey efendinin A m a s y a ' y a izamlarını haber aldık. Ahali aras ında husule gelen heyecanı teskin için ulema, eşraf ve tüccardan iki y ü z d e n fazla imzayı havi davet iye te lgrafımıza cevap alamadık. Umumî efkârın ne merkezde o l d u ğ u bizzat müşahede buyurulmak üzere, S i v a s ' a kadar gönderi lmelerini kemali tehalükle tazarrû ve niyaz eyleriz.
Mustafa Kemal, hemen Amasya te lgrafhanesine koşarak işin aslını astarını öğrenmekte gecikmedi. S ivas telgraf müdürü Lütfü bey, telin öbür u c u n d a bi l inmeyenin kaygusu ve bir ihtilâlcinin öfkesiyle dişlerini sıkmış bekleyen Mustafa Kemal'e şu açıklamayı yapt ı : G e c e l e yin başlarında kendisine Ş e y h Recep dedirten ve Sivasl ı Ak Şemsettin' in torunlar ından o lduğunu s ö y l e y e n bir S i vasl ı , silâhlı adamlarıyla telgrafhaneyi bastı ve birkaç y e r e kuvayı milliyeyi kötüleyen telgraflar çektirdi. T e l g r a f memuru, bu telgrafları tabancanın korkusuyla yazdı .
Bunu öğrenen Mustafa Kemal, hemen Sivas'taki temsil kuruluna uzun bir telgraf çekti ve onlara birçok s o r u s o r d u :
— Ş e y h Recep, Ahmet Kemal ve Celâ l imzasıyla padişaha çekilen telgrafı g ö r d ü n ü z mü? T e l g r a f h a n e d e
265
n ö b e t ç i subay yok m u y d u ? Hepiniz orada b u l u n d u ğ u n u z halde bu küstahlık nasıl o ldu? Sal ih Paşa ve N a c i beye nitaben üç imza ile telgraf lar hazır landığını biz, burada işitmiştik; sizin bundan haberiniz yok muydu? Y a b a n cı lar la beraber Hürr iyet ve Iti lâfçıların bir takım hareketlere gir işt iklerine dair yapı lan tebligatı almadınız mı? S ı kıştırıl ıp korkutulan telgraf memurlarının, hemen gerekenleri, vali paşayı ve başka ilgilileri haberdar etmemelerinin ve nöbetçi subayın ın burada gaflet göstermesin in nedeni nedir?
Mustafa Kemal' in, bu telgrafı kongreyi allak bullak etti. S ivas Val isi Reşit Paşa'nın etekleri tutuştu. El indeki pol is ve jandarma g ü c ü y l e S ivas ' ın bu Hürr iyet ve İtilâf-çı larmı yola get i remeyeceğin i an lay ınca işin koğuşturu l-masını askere bıraktı.
Val i Reşit Paşa'nın koğuşturma işini kolordunun üzerine attığını ö ğ r e n e n M u s t a f a Kemal, bu kez kolordunun yakasına yapışt ı . K o l o r d u n u n Kurmay Başkanı Zeki beyd e n şunları s o r d u :
— S ö z konusu işte eli olanların tutuklanması ve c e zalandır ı lması iç in val i l ikçe eldeki vasıtalar kullanılmış d a , ya da bunların yetmediği görü lmüş de mi iş kolorduya at ı l ıyor? Yoksa, bu küstahça davranış lara karşı v i lâyetçe tedbir alınmakta duralama mı v a r ? '
B u n d a n s o n r a , p a ş a , Sivas'taki sorumlulara şu a n lamlarda buyruklar yol ladı :
— T e l g r a f h a n e bütünüyle kontrol altına alınmalıdır. Makina dairesine hiç kimsenin girmesine g ö z yumulmamalıdır. Bir saldırı o lacak o lursa hemen si lâhla karşılık veri lmelidir. S o n r a , şu telgrafları çektirenler, hemen yakalanıp c e z a l a n verilmelidir. İki acar s u b a y ı , O s m a n ( T u fan) beyle Recep Z ü h t ü beyi ulusal davranış lara karşı ç ı kan herkesi ve her davranış ı hemen ezmeleri için g ö r e v lendirdi.
Val i Reşit. Paşa, M u s t a f a Kemal'e bu sırada çektiği telgrafta Ş e y h R e c e p olay ından dolayı içten üzüntüler ini bi ldirdi.
Zaval l ı Reşit Paşa, heybeler i altın ve kafaları iha-
266
net le yüklü yetmiş beşlerden birinin o y u n u n a geldiğini n e r d e n bi lecekti. M u s t a f a Kemal, bu İngiliz ihanetini der inden s e z i y o r s a da o n u n da yapabi leceği bir şey yoktu. İşi sıkı tutmasa daha korkunçlar ı da olabil irdi.
Mustafa Kemal, yanında Raif bey olarak Ekim ayının ö n d o k u z u n c u g ü n ü akşamı Amasya'da T ü m e n Kumandanı Cemil C a h i t beyin ev inde Salih Paşa ile y e m e ğ e o t u r d u . Dereden tepeden söyleşt i ler. S iyasal g ö r ü ş m e ayın y irminci g ü n ü başlayacakt ı . Mustafa Kemal, S ivas ' tan çeki len bütün zararl ı telgrafları Sal ih Paşa'nın eline tutuşt u r d u . Sal ih Paşa, bunları gülümseyerek okudu.
N a c i bey de anlamlı anlamlı gülümseyerek kendisine gelen telgrafı okuduktan sonra bunların yanıbaşına k o y d u .
Mustafa Kemal' in Sal ih Paşa ile A m a s y a ' d a g ö r ü ş meye gitmesi, Intel l icence Serv ice' in hayulini s o n u n a dek işletmesine yardım etmiş, kongreden ve karargâhından uzaklaşmış olan lideri y e r e vurmak ve tuzağa düşürmek ü z e r e türlü manevralar çev i rmeye başlamıştı. Yobaz lar , g e r i c i l e r ve canl ı paçavra lar , ülkenin stratejik noktalarında seslerini yükselt ip kımıldamaya başladılar.
Sivas' ın Ş e y h Recep' inden sonra ikinci olay A d a p a -zar ı 'n ın Akyaz ı b u c a ğ ı n d a patlak verdi . Ç e r k e z beyler inden T a l o s t a n bey, saray la ilişkisi olan Bekir adlı bir ser ü v e n c i ile tanışmış, tanışmış değil de ingiliz dostlar ı dern e ğ i n d e n çil çil alt ınlar ve padişahçı , hilafetçi parolalarla çıkagelmiş olan Bekir s e r ü v e n e susamış olan T u l o s t u n beyi hemen avlayıvermişt i . S a p a n c u Ç e r k e z l e r i n d e n tahsi ldar A v ş a r köylü Bes lan bey de bunlara katı l ınca bir sac a y a ğ ı olarak kuvayı mil l iyeye ve Mustafa Kemal'e karşı p r o p a g a n d a y a başladı lar. Ağız lar ından çıkan her s ö z ü n yanıs ı ra İngiliz altınları da şıkırdıyor, bu g ü z e l ve hoş sese y o k s u l insanlar, ko layca kulak kabart ıyorlardı. Kuvay ı mil-l iyeci lerle çarpışmak üzere kurulacak padişah gönül lüleri, eski Osmanl ı o r d u s u n d a o lduğu gibi bedava ça ıp ış-mayacaklardı . Atlı olarak askere yazı lacak olanlara otuz l ira, p iyadelere de on beş lira veri lecekti. Yoksul Ç e r k e z köylüler i , hem para hem de padişahçı parolanın etkisiyle
isyancı lar ın defterine adlarını yazdırmakta gecikmedi ler. Bir haftada kırk-elli kişilik bir g r u p yedekleyen T a l o s t a n b e y ve adamları, Adapazar ı 'n ı basmayı d ü ş ü n ü y o r l a r d ı . Adapazar ı 'na yapacaklar ı baskınla pek çok adam kazanacaklarını umuyorlardı .
— Şevket lû padişahımızın hayatta ve halifelik makamında bulunup bulunmadığını öğrenmek için A d a p a z a rı'na gelip makina başında efendimizle görüşmek ist iyoruz!
Diyorlardı. Adapazar ı Kaymakamı T a h i r bey, b u n u haber aldı. Hemen İzmit'ten a s k e r c e yardım istedi. İzmit'in gönderdiğ i bir binbaşı kumandasındaki yirmi beş kişiiik bir süvari müfrezesi , Lütf iye köyünde T a l o s t a n beyin atlı larının önünü kesti :
— Böyle doludizgin nereye g i d i y o r s u n u z ? diye s o r d u . Bekir bey :
— Adapazar ı 'na g id iyoruz. T e l g r a f başında efendimiz ile g ö r ü ş e c e ğ i z . Mustafa Kemal Paşa'yı « p a d i ş a h makamına» kabul edemeyiz! d iye bağırdı .
Müfreze kumandanı o lan Binbaşı , işin s a r p a sarmış o lduğunu anlayarak Adapazar ı 'na d ö n d ü : Bu kez kaymakam, etekleri zil çalarak makina başına koştu. İzmit mutasarrıf ına şöyle dedi :
— Bekir beyle arkadaşlar ı , İstanbul 'da bir takım önemli kişilerle temasları o l d u ğ u n u , onların da bu b a s kından haberleri bu lunduğunu söy lüyor lar . Ne emrediyors u n u z ?
Bunu öğrenen İzmit mutasarrıf ı , hemen tümen kumandanlığına bildirdi. T ü m e n kumandanı, İzmit'e bir asker müfrezesi gönderdi . O l a y ı ö ğ r e n e n M u s t a f a Kemal, İzmit tümen kumandanına çok şiddetl i buyruk lar g ö n d e r di, çok seğirtken bir müfreze, isyancı lar ın üzer ine ş imşek gibi atıldı ve hepsini darmadağın etti.
Tahs i ldar Beslan ile kardeşi H a s a n Ç a v u ş , müfrezenin eline geçt i . Ne yazık ki üzer inde bol para bu lunan Bekir bey, bu kargaşal ıkta sıvışıp gitmenin y o l u n u b u l muştu.
Ası l elebaşının kaçıp kurtulmuş olması, M u s t a f a K e -
268
mal'i hadden aşır ı öfkelendirdi. Ş u n d a n ki, İngiliz parasının kaynağına avuçlar ın ı daldırmış ve bunun tadını almış o lan bu adamın, bu işi y ine kotarıp ortaya koyacağın ı yediğ i ekmek gibi b i l iyordu. Hâlâ kendisiyle dost olarak g e ç i n i r görünmekte kimi ulusal çıkarlar uman paşa, Ali Rıza Paşa'nın kabinesinde Harbiye Nazır ı olan Mersinl i C e m a l Paşa'ya Bekir beyin İstanbul'a kaçmış o lduğunu ve o n u n Anadolu 'ya zarar ı dokunmayacak duruma getir i lmesi dileğini tel ledi.
O l a y d a n bir g ü n s o n r a , Bolu Mutasarrıf ı H a y d a r bey. M u s t a f a Kemal'e şöy le bir telgraf çekiyordu :
— Bekir, maiyetinde iki subay ve kırk kadar si lâhl ı adam olduğu halde A b a z a köylerinde dolaşarak halkı millî hareket a leyhine ayaklandırmaya çalışmakta ve bu iş için çok paralar sarfetmektedir.
H a y d a r bey, Dahil iye Nezaret ine bu iş için baş vur-muşsa da hiç bir karşılık gelmemişti. Bu y ü z d e n de M u s tafa Kemal'e yak ın ıyordu, i
Damat Ferit Paşa, kuvayı milliyenin yaptığı türlü baskılar s o n u c u n d a yerini Ali Rıza Paşa'ya bırakarak çekil-mişse de bundan ö n c e memlekete serptiği cehennem tohumları , hızla f i l iz leniyor, bunlar toparlanarak cehennemlik örgüt ler biçiminde saldır ıya geçmeye başl ıyorlardı. B ü tün bu örgüt ler in ya da örgütler i meydana get iren c e h e n nemliklerin manivelası, ışıl ışıl şeytan gözler i gibi yanıp d u r a n İngiliz alt ınlarıydı. Altınları avuçlayıp cehennemliklerin cepler ine ve heybeler ine dolduranlar da T ü r k ve İngil iz din adamlarının meydana getirdiği «vatan-mil let al ım-satım» derneğiyd i . B u n u n bir adı da « İngi l iz Muhipleri Cemiyet i» idi.
İngil iz Muhipler i Cemiyet i başkanı ve ünlü din adamı Sait Mol la, Sivas'taki Ş e y h Recep ve T a l o s t a n beyin karşı devrim hazırl ığı denemelerinin boşa gi tmesinden s o n r a , Hikmet adlı birinin heybelerini İngiliz alt ınlarıyla doldurarak Adapazar ı 'na saldı. Ası lan Kczım'ın kardeşi o lan bu adam, Deği rmendere dolaylarında, tıpkı Bekrr'in yapt ığı gibi para ile gönül lü toplamaya ve korkunç bir a ğ u s a ç m a y a başladı . İsteği, büyük bir padişahçı g ü ç -
269
le G e y v e ' y i basmaktı. Sai t Mol la 'nın kadınsı tombul parmaklarına dolanmış ipler, bir ye lpaze gibi A n a d o l u ' y a u z a n ı y o r d u . Adapazar ı 'nda Hikmet' in altın şıngırt ı larıyla karışarak yankı lanan sesine, Karacabey'deki kıpırdamalar karşılık verdi . Bursa 'da Gümülcinel i İsmail'in si lâhlandırdığı çeteler önüne gelene, saldırmaya başladılar.
Hikmet' in, buşlangıçta A m a s y a ' d a n Adapazar ı 'na ge ldiğ inde ne padişahçıl ık, ne de kuvayı milliyecilik ü s t ü n e d ü ş ü n c e s i vardı. Yan tutmayan kör bir yurt taş olarak A d a p a z a r ı ' n a var ınca şaşır ıp kalmıştı. Bütün aile d ü ş manları orda kuvayı mil iyeye girmiş, harıl harıl çal ış ıyorlardı. Hikmet, kuvayı mil l iyecil iği bunlara karşı bir s i lâh olarak kullanmak hevesine kapıldı ve burada kuvayı mill iye lideri olarak kendisini kabul ettirmek çabasına g i rişti :
— B e n , Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle buraya g ö n deri ldim. Kuvayı milliye teşkilâtını benden başka k imse kuramaz.
Diyerek davrandı . T e l g r a f h a n e y e giderek Mustafa Kemal'le makina başında g ö r ü ş m e y e yel tendiyse de kuvayı mil l iyeciler taraf ından önlendi. Hikmet, bu kez aile d ü ş manlarının kurduğu örgüt ten öç almak hevesine kapılarak kuvayı mill iyenin ayaklanmış düşmanlar ıy la bağlant ı kurdu ve sesini İstanbul 'da Sait Mol la 'ya dek işittirebil-di. Hikmet' in böyle g ö z ü n ü daldan budaktan sak ınmaz bir kuvayı milliye düşmanı o l d u ğ u n u g ö r e n padişahın terör kurmayl ığı, onunla kolayca anlaştı.
Hikmet'e İstanbul'da yepyeni bir g ö r e v veri ldi. B a ş langıçta kuvayı mill iyeci g ö r ü n e n Hikmet, y ine o p o z u koruyarak müslüman halkı hr ist iyanlara karşı kışkırtacak, onlara zulüm ve işkence yapt ı racak ve bunlar da, s ö z ü m o n a , kuvayı mil l iyece yaptır ı lmış olacak, b ö y l e c e de kuvayı mil l iyeye ve temsil heyet ine beslenen kin daha çok körüklenmiş olacaktı. T ü r k ç e s i , temsil heyet i , bütün d ü n y a y a hrist iyan azınl ıklara karşı eşit davranı ldığını ve dav-ranı lacağını bildirirken «Hikmet ' in kuvayı mil l iyeci leri» (!) bunun tersini saptayacaklardı . Bir inci Dünya S a v a ş ı iç inde hristiyanlık dünyas ında T ü r k ve müslümanlara karş ı
270
yapı lan korkunç p r o p a g a n d a y a böy lece yeniden hız verilecek ve hristiyanlık d ü n y a s ı , kuvayı mil l iyecilerin üstüne çul lanacaktı . Zaval l ı bir Hikmet'in bu denli ağır bir görev i nasıl kaldıracağını hiç d ü ş ü n m e d e n bu rolü o n a vermekte gecikmedi ler.
Evet , bir zaval l ı Hikmet'e bel bağlayarak bütün T ü r kiye'yi silâhlı işgal alt ına aldırmayı düşünebi lmek de bir zavall ı l ıktı. Ne var ki, sinek küçükse de mide bulandırırdı. B u n d a n dolayı Mustafa Kemal, y ine de davrandı ve Hikmet işiyle birl ikte buna b e n z e r işlerin, ancak T ü r k i y e ' nin' çıkarlarını baltalayacak işler o l d u ğ u n u y a z d ı . Bütün bu gibi ihanetlerden padişahın bilgisi o lmadığından (!) söz ederek onun kulağına da bunlar ın çıt latı lmasını di ledi.
Mustafa Kemal, bu yürekler i şefkat ve iyi niyetlerle dolu, beyni yumuşamış paşacıklar ı eskidenberi çok iyi tan ıyordu. Sal ih Paşa, bu denli yakından ilk kez korkunç bir insanın mavi g ö z l e r i n e baktı ve 20-22 Ekim'de ünlü A m a s y a g ö r ü ş m e s i başladı. En çetin s o r u n , seçi len yeni mebuslar ın y ine İstanbul 'da mı yoksa A n a d o l u ' d a bir y e r d e mi toplanacağıydı . M u s t a f a Kemal 'ce, hiç bir türlü g ü v e n i n bulunmadığı İstanbul 'da meclisin toplanması , daha baştan çıkabi lecek o lumsuz olayları benimsemek demekti. Es ir bir şehirde, özgür lük ve bağımsızl ık şarkı ları söylemek üzere boğazın ı y ı r tmaya başlayan bir milletin temsilci leri ne biçimde g ö r e v görebi leceklerdi?
Mustafa Kemal, bu tez üzer inde direnince Sal ih Paş a , en s o n r a , bir çıkar yol bu ldu: «Hükümet i S e n i y e n i n » müsaadesiy le meclisin g e ç i c i olarak A n a d o l u ' n u n g ü v e n l i bir yanında toplanabi leceğini bi ldiren Sal ih Paşa, bu türlü ç ö z ü m çaresin in a n c a k kendisine ö z g ü o l d u ğ u n u , kabine arkadaşlar ıy la sadrazamı kandırmaya çal ışacağın ı söy ledi .
G ö r ü ş m e bitmişti. Sal ih Paşa, Samsun yoluyla İstanbul'a d ö n d ü .
Mustafa Kemal, Sal ih Paşa'y ı İstanbul'a uğurladıktan s o n r a , bir g ü n daha A m a s y a ' d a kaldı. 23 Ekim g ü nü şehr in ünlü Hacı lar meydanında pehl ivan güreşler i vardı. Mustafa Kemal ve arkadaşlar ı da bu eğlencey i şeref-
271
Jendirmek üzere çağr ı ld ı . Mustafa Kemal' le arkadaşlar ı ş e h i r d e n oraya halkın arasına karışarak y a y a n gitti ler. Ş e h r i n T o k a t y ö n ü n d e , Yeşi l ı rmağın g e n i ş ç e bir dönemeci iç inde söğütlükler ve elma bahçeler iy le çevri l i bu çayırlıkta bütün Amasya halkı, ç e p e ç e v r e oturmuştu. Kurulmuş çadır larda şehrin yönet ic i ler iy le, ileri gelenler otur u y o r d u . Ortada çift çift belki bir düzine irdi ufaklı pehl ivan el ense edip el şaklatarak d ö n ü y o r , oyunlar yapıy o r , spnra ortadaki bir zeyt inyağı kazanının yanına varıp el lerini daldırarak gövdeler in i ve kisbetlerini yağl ıyor lard ı . M u s t a f a Kemal, u p u z u n b o y u ile yanıbaş ında y ü r ü y e n y a z a r Ruşen Eşref ve Rauf beyle halkın k u r d u ğ u çemberin iç inde g ö r ü n ü n c e binlerce kişinin tut tuğu alkış ve « y a ş a » sesleriyle karşı laştı. Irmak y ö n ü n e d ü ş e n bir çadı rda kendisine ve arkadaşlar ına birer s a n d a l y e veri len M u s t a f a Kemal, halkın bu c o ş k u n göster is in in etkisi alt ında Rauf beyle Ruşen Eşref beye şöy le dedi :
— Bak, birader, böy le milletten nasıl ayr ı l ı rs ın? Bu palaspareler in içinde per işan g ö r d ü ğ ü n insanlar yok mu. on larda öyle yürek, öy le c e v h e r var k i o lmaz şey. Çanakkale'yi kurtaran bunlardır.
*
Ü s t ü açık bir asker otomobi l inde Rauf bey, A l b a y Salâhatt in ve Ruşen Eşref beyle birlikte T o k a t yo lunda t o z kaldırarak S ivas 'a d o ğ r u i lerleyen M u s t a f a Kemal, « ç u v a l d a n » diye alay ettiği sivil s p o r ceketinin g ö ğ s ü n de par layan Çift kılıçlı altın imtiyaz madalyasını s e v e r gibi okşayarak, şöy le dedi :
— İstanbul'dakiler, rütbelerimi, nişanlarımı geri alacaklarmış. Hiç hakları yok. Ç ü n k ü , ben onlar ın her birini bir harp meydanında, bir hizmet karşıl ığı kazanmıştım. S a l o n l a r d a , saraylarda deği l . Fakat, her ne ise! Z a t e n b e n o kimselere takaddüm edip istifamı verdim. V a r s ı n alsınlar! Ancak, bunu vermem. Bunu b e n d e n kimse ala-mez. B u n u , Anafartalar 'da harp meydanında benim g ö ğ s ü m e taktılar.
« O n u g ö ğ s ü n e , bir kaleye bayrak diker gibi takmış, sar ı saçlar ı Anadolu rüzgâr ı ile okşana savrula koşup
272
g i d i y o r d u . Tokat' ın a ğ z ı n d a b i r a v u ç a s k e r d i z i olmuş o n u bekl iyordu.»
E s k i püskü a s k e r g i y n e k l e r i içindeki b u s e v i m l i a s k e r d i z i s i n e d o ğ r u i l e r l e y e n M u s t a f a K e m a l , b i r a r a d u -raladı. K e n d i s i s i v i l b i r g i y n e k giymişti. Y a n ı b a ş ı n d a i s e a s k e r üniforması taşıyan Salâhattin b e y vardı. Ü n i f o r m a nın şerefini k o r u m a k i s t e y e r e k Çolak Salâhattin b e y i ö n e g e ç i r m e k i s t e d i :
— B u y u r u n ! d e d i . Salâhattin b e y , büyük anlayışını göstermekte g e c i k
m e d i . A s k e r d i z i s i n i d e n e t l e m e önceliğini y i n e M u s t a f a K e m a l ' e bıraktı. « O z a m a n , o i z c i o y m a k b e y i kılığındaki s i v i l a d a m , s o l e l i n d e k i b a s t o n u n u kılıç g i b i sımsıkı y a nına y a p ı ş t ı n r c a s ı n a g ö v d e s i n e bitişik t u t u p a s k e r l i k o y n a y a n b i r h e v e s l i delikanlıya b e n z e y e r e k kıt'anıp ö n ü n d e n o s e r t v e . s e v i m l i bakışlarıyla geçti.»
O g e c e y i T o k a t ' t a g e ç i r e n M u s t a f a K e m a l v e a r k a daşlar ı, şehrin a s k e r - s i v i l bütün i l e r i g e l e n l e r i y l e s a a t l e r c e dertleşti. S a b a h l e y i n e r k e n y o l a çıkarak s e r t r ü z -ğ â r l a r ı y l a k e n d i s i n i d ö v e n Çamlıbel'e d o ğ r u i l e r l e m e y e başladı. Y e m y e ş i l çamlarla örtülü t e p e l e r d e gözler ini b i r k a r t a l g i b i g e z d i r e r e k g e n i ş u f u k l a r a d o ğ r u ş ö y l e konuşt u :
. — Y a h u , m e m l e k e t i b e n m i batırdım? Y a b a n c ı y ı A n a d o l u ' y a b e n m i s o k t u m ? B e n m i nizamı b o z d u m ? B e n , kalanı k u r t a r m a k , dağılanı k u r t a r m a k v e nizamı k u r m a k için çal ış ıyorum. B g n a t e ş e k k ü r e t m e l e r i g e r e k i r k e n müst e v l i düşmanlarımızın çıkarlarına u y a r a k nankörlük e d i y o r l a r . Y a n l ı ş yoldadırlar. Hatâ e d i y o r l a r !
S o n r a , sözlerine şunları kattı : — B a k b u r a y a ; y a y a g i t m e k , a t l a g i t m e k t e n i y i d i r
d e r l e r s e i n a n m a ; a t l a g i t m e k , a r a b a i le g i t m e k t e n i y i d i r d e r l e r s e i n a n m a ; a r a b a i le g i t m e k o t o m o b i l l e g i t m e k t e n i y i d i r d e r l e r s e i n a n m a !
B i l i y o r m u s u n u z ? B u mübarek A n a d o l u ' n u n m a m u r v e y a h a r a p n e o l u r s a o l s u n b i r y e r i n d e aynı d ü ş ü n c e d e o l a n i n s a n l a r , m o d e r n küçük e v l e r k u r a r a k o r a d a y e n i b i r h a y a t kurmalıdır.
273 3/F. : 18
Mustafa Kemal, b u n d a n s o n r a Çamlıbel ' in sert r ü z gâr ına meydpn o k u r c a s ı n a , bütün gırt lağının g ü c ü y l e h a y -kırarak « d a ğ başını duman almış» marşını söy lemeye b a ş ladı. B u n u tâa Selanik yürüyüş ler inde söy lemeye b a ş l a mış, H a v z a y o l c u l u ğ u n d a sürdürmüş, şimdi de y inel iyord u . Sanki , bu hızla A n a d o l u ' n u n sağır taşını toprağını da canlandır ıp yürütmek ist iyor g ib iydi . Arkadaşlar ı da o n u n s e s i n e katı l ıyorsa d a o n u n sesi y i n e hepsinden g ü r ç ı k ıyordu.
»** Mustafa Kemal, A m a s y a ' d a n döndükten sonra d a y e
ni meclisin İstanbul'da mı, Anadolu 'nun herhangi g ü v e n li bir şehr inde mi toplanması gerekt iği üzer inde tar t ışmalar s ü r ü p g id iyordu.
Sal ih Paşa, bir A n a d o l u şehr inde meclisin t o p l a n a bilmesi uğruna bütün g ü c ü n ü kul lanacağına, bunu y a p a mazsa nazırl ıktan çeki leceğine kesin olarak s ö z vermişti. Ne v a r k i p a ş a , Damat Ferit ' le padişahın katında s ö z ü n ü geçirememiş, nazırl ık sandalyes inden çekilmek y i ğit l iğini de gösterememişt i . İstanbul'un bu direnişi, M u s tafa Kemal' in karşısındaki düşüncelere g ü ç vermisse de M u s t a f a Kemal de bir adım geri lememişti. S o n r a , mecl is in A n a d o l u ' n u n bir yer inde toplanması d ü ş ü n c e s i , onun k a fasının yeni bir konuğu deği ldi. O, Sivas'ta bulunan Refet Paşa'ya bir s o r u n dolayıs ıy la Erzurum'dan verdiği karşıl ıkta bile bu d ü ş ü n c e y i g ü d ü y o r d u . « M e c l i s toplanmalı , fakat, İstanbul'da deği l , A n a d o l u ' d a » d iyordu. O n c a , meclisin İstanbul'da toplanması, s o n kerte mantıksızdı. M e buslar ın başı üzerinde her an gerek padişahın, g e r e k s e işgal devletlerinin öfkeli y u m r u ğ u sıkılmış olarak dura-? çakt ı . B u , Demokles' in kı l ıcından kötü bir baş belâsıydı . H i ç böy le bir meclis, her yanından ateşten duvar lar yükselt i len ve içinde binbir türlü ihanetin bacaklara ve b o yunlara takacağı ateşten z incir ler şakırdatt ığı bir m u t s u z ülkenin dert ler ine ilâç olabi l ir miydi? ö z g ü r olmayan bir mecl is, ancak esir padişahla sömürgen düşmanlar ın b ü rokratik işlerini kolaylaştırmak u ğ r u n d a kullanılacaktı. B i raz y iğ i tçe sesini yükseltt iği g ü n s e mebusların yakalanıp-
274
y â d e l i e r e s ü r g ü n e gönder i lmesine ve meclisin kapısına pasl ı kilitler ası lmasına s e b e p olacakt ı .
Ö z e t i şu ki: Mustafa Kemal, meclisin İstanbul 'da g ü v e n içinde toplanmasını s a ğ l a y a c a k dayanaklar ı araş-t ırmışsa da b u n u ne İstanbul hükümeti, ne de A n a d o l u M ü d a f a a y ı Hukuk örgüt ler i sağlayabi lmişt i .
Bu s o r u n karşısında en çok konuşan ağız lar kilitlen i y o r d u .
Bu s ı r a d a , İstanbul kuvayı mil l iyesinin M u s t a f a Kemal'e ilettiği bir haber çok anlamlıydı :
— İki gündenber i Kiraz Hamdi Paşa, mabeyne g i d i y o r . S a a t l a r c a padişahın yan ında kalıyor. Söylent i lere g ö -Te, M ü ş i r Zeki Paşa'nın reisl iği alt ında bir kabine kurulacaktı. Kiraz Hamdi Paşa, bu kabinede Harb iye Naz ı r ı , Prens Sabahatt in Har ic iye Naz ı r ı , Tevf ik Hamdi bey, D a hi l iye Nazır ı olacaklardır. M a h i r Sait beyin de kabineye g i r e c e ğ i söylent i ler i vardır .
Padişah, u y g u n bir z a m a n d a , belki de bugünlerde Al i Rıza Paşa'ya çekilme öner is inde bulunacaktır.
Bu haber, Mustafa Kemal'i kaygulandırmakta gecikmedi. Demek ki, İngil izler, Ali Rıza Paşa'nın savsak lamd pol i t ikasından hiç bir çıkarları o lamayacağın ı anlamışlar, kendilerini bir ayak ö n c e amaçlar ına götürecek daha az y u r t s e v e r , daha çok zal im, k a y g u s u z ve çal ışkan bir kabine istemekte direniyor lardı . O n l a r da görmüşlerdi k l A n a d o l u ile İstanbul aras ında kurulan bağlantı , salt M u s tafa Kemal' in işine y a r ı y o r , taa S ivas ' tan kabine üyeler ine telgraf la buyruklar g ö n d e r i y o r d u . İngil izler, görmüşlerdi ki z a m a n , hiç de kendileri u ğ r u n d a çal ışmıyor, her g ü n biraz daha ç o k ç a kuvayı mii l iyecilere güler y ü z g ö s t e r i y o r d u .
M u s t a f a Kemal, İstanbul 'dan aldığı haberi b ö y l e c e değer lendirdikten sonra H a r b i y e Nazır ı Mersinl i C e m a l P a ş a ' y a haber gönderdi ve hiç bir b iç imde sandalyesin i bırakıp çeki lmemesini sal ıkladı.
Al i Rıza Paşa, sadâret ten at ı lacağından habers iz , hâlâ mebus çıksa bile İstanbul 'a ayak atmaması üzer inde nutuk çek ip d u r u y o r d u . H iç o lmazsa b u n u n , barış a n d -
275
laşması imzalanıncaya dek böyle olması gerekt iğini söyl ü y o r d u . Kara V a s ı f bey, kongreden s o n r a İstanbul 'a gitmişti. Mustafa Kemal, o n a önemli bir g ö r e v vermişt i . İst a n b u l kuvayı mil l iyecilerinden önemli - kimi kişi lere b a ş v u r a c g k , meclisin nerede açı lması d ü ş ü n c e s i n d e olduklarını öğrenip Mustafa Kemal'e bi ldirecekti. G ö z hekimi E s a t Paşa ile İstiklâl gazetes i baş yazar ı Rauf A h m e t b e y de mecl is in İstanbul 'da toplanması d ü ş ü n c e s i n i s a v u n muşlardı . Hepsinin k a y g u s u Mustafa Kemal 'dendi . H i ç bir i o n u n İstanbul'a gelmesini istemiyordu.
Al i Rıza Paşa da meclisin güvenl ik iç inde t o p l a n m a : sını d a h i c e şöyle y o r u m l u y o r d u :
— Mecl is , İstanbul'da huzur ve güvenl ik iç inde t o p lanabi lecektir, ç ü n k ü , b e n , bunun için y a b a n c ı l a r d a n s ö z aldım. Yalnız, Mustafa Kemal üstüne teminat a lamadım. B u y ü z d e n , e ğ e r mebus olursa izin alarak S ivas ' ta kalabilir. Fakat, mebusluğu kabul etmeyecek o lursa millet nazar ındaki mevkii bir kat daha yükselmiş olacakt ır .
Kara Vas ı f bey, bunlardan başka kendisi de ş ö y l e b i r d ü ş ü n ü ş ileri s ü r ü y o r d u :
— Hürr iyet ve İt i lâfçılardan da birkaç mebus çıka- ' rılmalı ve bu arada sosyal ist ler de ihmal edilmemelidir. U l u s a l davranış lara zarar ı dokunabi lecekler i de elde etmek iyi olacaktır. Ö r n e ğ i n : A lemdar g a z e t e s i b a ş y a z a r ı Refî C e v a t bey (Ulunay) g ibi !
M u s t a f a Kemal, Kara Vas ı f beyin İstanbul 'dan kendi salıklarını da katarak kendisine gönderd iğ i aydınlar ın d ü ş ü n c e l e r i n e karşılık verdi ve en sonra :
— Bizim sey i rc i mevki inde kalmamız mutlaka a r z u edi l iyorsa, bunun sebeplerini bildiriniz! dedi .
İstanbul 'da Mareşal Ahmet İzzet Paşa da s ö z sahibi aydın lar ın midesini bulandıranlardandı. U lusa l ayaklanı-ş ı n , İstanbul'da bir ö ldürüşmeyle s o n u ç l a n a c a ğ ı n ı ilk g ü n d e n beri söyley ip d u r u y o r d u . Mersinl i C e m a l Paşa, g ö z hekimi E s a t Paşa, Ahmet İzzet Paşa, Ahmet A b u k Paşa g ib i eskimiş, aşınmış ve dört yanını korku kaplamış kiş i ler , Mustafa Kemal' in ok gibi hızlı atılışı üzer inde artık etkili olmak niteliğini çoktan yit irmişlerdi. Ne v a r ki İs-
276
tanbul üzer inde hâlâ s ö z sahibi görünüyor lard ı . M u s t a f a Kemal'in içi yanarak edindiği izlenim ş u y d u ki, İstanbul kuvayı mil l iyesinden tek kişi kendi l iderliğini ben imsemeye yanaşmak istemediğinden tür lü bahaneler uydurmaktadırlar. :
Kara Vas ı f b e y , mecl is in İstanbul'da toplanması işinde İstanbul hükümetinin adamlar ından kıl kadar ayr ı d ü ş ü n m ü y o r d u .
— Zorunluluk d u y g u y a egemen olmalıdır. Muvaf ık cevabınız ı ace le kabineye bildiriniz! Pek y a k ı n d a J a p o n Rıza ile ve iyi haberler le yanınıza ge leceğim, d i y o r d u .
Mustafa Kemal, b ir ş i f re telgrafla S i v a s ' a bir ayak ö n c e gelmesini bi ldirdi.
Mustafa Kemal, b irkaç arkadaşı dışında h e m e n herkesin, meclisin İstanbul 'da toplanmasını, istediğini g ö r e rek bir türlü şaşkınl ıktan kurtulamıyordu. Bu ne g a r i p ve mantıksız bir işti ki kuzular, hem de bu kez g e r ç e k t e n dereyi bulandırdıkları halde kendi istekleriyle kurtların ayağına gitmek ist iyor lardı.
O z a m a n , M u s t a f a Kemal, biricik g ü ç olarak y ine o r d u y u g ö r d ü ve halkla temsilci lerini bir y a n a bırakarak kolordu kumandanlar ının düşünceler ine baş v u r d u . V e Ekim ayının 29 u n d a on beşinci , y i rminci , on ikinci ve ü ç ü n c ü kolordu kumandanlarını Sivas'ta toplant ıya çağı rd ı .
M E C L İ S Ü Z E R İ N E K U M A N D A N L A R I N T A R T I Ş M A S I
Satrançta olduğu gibi, yaşamada da her zaman ileri düşünce üstün gelir.
Charles Button
Mustafa Kemal, o r d u kumandanlarının o r t a s ı n d a , bir masanın başında, el inde s igarası tüterken Kqz im .Karabekir' in gözler in in içine bakarak yeni meclisin n e d e n A n a dolu'da toplanması gerekt iğ in i anlattı ve b u n u gerekt iren nedenleri de ş ö y l e c e özet ledi :
— M e c l i s , k a t i y e n i s t a n b u l ' d a toplanmamalıdır. İ s t a n b u l hükümeti m i l l e t nazarında g a y n meşru g ö s t e r i p i l g a e t m e k v e Eskişehir v e y a A n k a r a ' d a m e c l i s i m i l l i y i t o p * layıp millî b i r hükümet y a p m a k , b u işleri başarmak için o r d u vasıtasıyla b i r inkılâp h a r e k e t i n e başlamak lâzımdır.
M u s t a f a K e m a l , k u r u l a c a k hükümetin H a r b i y e N a zır l ığına y a Kâzım K a r a b e k i r Paşa'yı y a d a A l i F u a t P a ş a ' y ı geçirmek istediğini d e s ö y l e d i y s e d e özel g ö r ü ş m e l e r i n d e b u görevi Kâzım K a r a b e k i r ' e v e r e c e ğ i n i a ğ z ı n d a n kaçırmıştı. O n a g ö r e hükümet üyeleri b i l e ş ö y l e b ö y l e b e l l i olmuş g i b i y d i . K e n d i s i , B a ş b a k a n ; B e k i r S a m i b e y , D a h i l i y e Nazır ı! Rüstern b e y , H a r i c i y e Nazır ı ; R a u f b e y , B a h r i y e Nazır ı olacaktı.
H e y e t i terhsiîiye, b i r d e n b i r e b i r hükümet o l u p ç ı k ı y o r d u . G e l g e l e l i m , m e c l i s İstanbul'da toplanınca şimdilik b ü t ü n b u o l a n a k l a r d a n b i r d e n b i r e y o k s u n olmanın acı g e r ç e ğ i b a ş g ö s t e r i y o r d u .
Y e n i b i r d e v l e t k u r m a k kapıya d e k gelmişken s ö z d e a y d ı n o l a c a k b u yığınla h e r i f , b u n u kavrayamıyor, a n l a y a m ı y o r , b u güzel im olanağı g ö t ü r ü p İngil izlerin a v u c u n a v e r m e k i s t i y o r d u .
Kâzım K a r a b e k i r , ö z e l tartışmalarda d ü ş ü n c e s i n i k e s i n o l a r a k söylemedi v e şöyle konuştu :
— L e h t e , a l e y h t e mütalâa yürütülebilir. Bell ibaşlı d e n e b i l i r k i İstanbul'da t a z y i k altında hür b i r m e c l i s o l a m a z . F a k a t , A n a d o l u ' d a m e c l i s t o p l a m a k d a a c a b a k o l a y o l u r m u ? B u f i k i r l e r i i y i işleyebilmekliğim için ş imdiye k a d a r k i hükümetle v e s a i r r i c a l l e o l a n m u h a b e r e l e r i okuyayım. B u n a a i t d o s y a y ı b a n a v e r m e l e r i n e müsaade b u y u r u n . B u n u n üzerine b e n d e kat'î f i k r i m i a r z e d e r i m . E r - g e ç nasıl o l s a n e t i c e millî b i r hükümet teşkili zarurî olacaktır. F a k a t b e n i şarktan ayırmayı hatırınıza g e t i r m e y i n i z . B e n , e n i y i v a z i f e m i şarkta yaparım. H a r b i y e Nazırl ığını A l i F u a t Paşa y a p a b i l i r , f a k a t E r m e n i l e r , Kürtler, Bolşevikl e r , itilâf propagandalar ı g i b i e n i n c e teferruatına k a d a r b i l i n e r e k i ş görülmesi e l z e m v e bütün istiklâl h d r p l e r i m i z için b i r üssülhareket o l a n şarkta b e n d e n başka a r k a daşınız olmadığını d a i m a teemmül b u y u r u n u z .
278
Kâzım Karabekir ' in bu düşünceler in i ö b ü r kumandanlarla birl ikte Mustafa Kemal de d o ğ r u buldu. İstediği d o s y a y ı o n a verdi ler.
Kâz ım Karabekir, o g e c e odasına çeki lerek sabaha d e k kahve içip uykusunu kaçırarak bu d o s y a y ı g ö z d e n g e ç i r d i . Paşa'yı ç o k ç a sinir lendiren bir ş e y o ldu; M u s t a fa Kemal Paşa'nın ü ç ü n c ü tümen kumandanı Deli Halit bey le gizl i gizl i haberleşt iğinin belgeleri d o s y a n ı n bir köş e s i n d e yatmaktaydı. Bu telgraf larda M u s t a f a Kemal, H a lit b e y e T r a b z o n ' d a k i seçimlere kuvayı mill iye yanl ıs ı o larak karışmasını sal ıkl ıyor ve direktif ler ver iyordu. Demek ki M u s t a f a Kemal, kendi b u y r u ğ u altındaki bir kumandanla haber leşmekte bir sak ınca g ö r m ü y o r d u . O y s a , M u s t a fa Kemal, ona s ö z vermemiş miydi? B u y r u ğ u alt ındaki kumandanlar la iş g ö r m e y e kalkışmadan d o ğ r u d a n d o ğ r u ya kendis ine danışmayacak mıydı? Demek ki o, verdiğ i s ö z ü tutmamıştı. Kâzım Karabekir' inki üzüntüden çok bir ö f k e y d i . Yalnız bunu g ü n c e y e « ü z ü n t ü » d iye geçi recekt i . Bir ic ik avuntusu da Mustafa Kemal' in ( inşaal lah), b u n d a n s o n r a böyle bir patavatsızl ık (!) y a p m a y a c a ğ ı umud u y d u .
Kâzım Karabekir, d o s y a d a n meclisin toplanması istenen y e r üstüne olan tart ışmaları ş ö y l e c e özet ledi :
— Heyet i temsil iyenin, «mecl is İstanbul 'da toplanam a z » direnmesine karşı eski sadrazamlardan Mareşa l A h met İzzet Paşa, 31-10 ve 9-11 tarihli ş i freler inde şu d ü ş ü n c e d e y d i : « M e c l i s , İstanbul 'dan dışarda toplanamaz. U l u s a l davranış ın ruhu olanlar, taşrada Müdafaay ı Hukuk olarak kalsınlar. Bir tehlikeli istilâ ve çat ışmaya karşı fedakâr l ığa hazır olduklarını duyurmakla yet insinler. H ü kümete karışmasın. U y a r m a işi akıll ıca us luca o lsun.»
Harb iye Nazır ı Mersinl i C e m a l Paşa, 2-11 ve 27-28-11 tarihl i ş i frelerinde şu d ü ş ü n c e d e y d i : « M e c l i s taşrada olam a z . Ş u n d a n ki payitahtın başka y e r e taşınması demektir. T a ş r a d a toplanması, itilâf devletlerinin kararına bir etki yapar. İçerde kimi olaylar ın çıkmasına sebep o lur ve memleketi tehl ikeye uğrat ır . İtilâf devletleri mecl ise bir ş e y yapmazlar, bu kendileriyle koşul ludur. Kendilerini
279
tehl ikede g ö r e n kişiler, mebusluktan çekil irler. İs tanbul , ya ln ız Osmanlı lar ın deği l y ü z mi lyonlarca müslümanın da payitahtıdır. T a ş r a d a toplanmak payitaht ın taşınması d e mek olup şimdiden dedikodulara ve y a b a n c ı l a r c a tür lü yorumlara yol açt ığ ından bunun kötü sonuçlar ı önemle g ö z ö n ü n d e tutulmalıdır.»
G e n e l Kurmay Başkanı C e v d e t Paşa, 31-10 tarihli şifres inde ise şöyle d ü ş ü n ü y o r d u :
«Mil l î meclisin d ışarda toplanması sakıncalıdır. H e n ü z sağlam bir karara bağlanamayan İstanbul'un kaderi için yaptığımız yardım olumsuz olur. İkincisi, hükümetin kontrolü gerekir. Dedikodulardan sakınmak üzere gerekl i o l a n bağlantı yit ip gider. O y s a bizim daha İstanbul ile M u d a n y a arasında d ü z g ü n postamız yok.»
Kâzım Karabekir ' in bütün bunlardan çıkardığına g ö re, herkes meclisin İstanbul'da toplanması d ü ş ü n c e s i n -d e y d i . Paşa i lginç bir mektup da g ö r d ü . B u , 26 Ekim 1919 tarihl iydi ve Reşit Sadi imzasını taşıyor, krizin ç ö z ü m lenmesi için Amerikan Amirali Br istol 'ün düşünceler in i y a n s ı t ı y o r d u .
«Amira l Br istol , y a b a n c r hükümetlerden hiçbir ine bağlanmamayı sal ıkl ıyor ve «hükümeti yönetmekteki b e ceriksiz l iğ inizden s ö z edip gerçek reformlara dek g ü ç l ü bir devlete muhtaç o l d u ğ u n u z u ileri sürerek memleketin izde d ü z g ü n ve âdil bir hükümetin kurulmasını isteyiniz ve böyle bir hükümeti yalnız Anadolu 'da deği l , Irak, S u r iye gibi Osmanl ı İmparator luğu'nun her yanında isteyiniz. T ü r k i y e , T ü r k l e r için demeyiniz! Bu A v r u p a ve A m e rika'da da kötü etki yapıyor . T e r s i n e ! T ü r k i y e , bütün ü z e r inde yaşayanlar ın y u r d u d u r deyin iz !»
Fransız lar da şu salığı ileri sürüyor lard ı : « P a r i s barış konferansına gelmeden ö n c e bizimle a n
laşınız. Amerikalı ların mandayı i teleyecekleri birebirdir. Ö n c e d e n anlaşarak davranmanız çıkarlarınıza daha u y g u n d u r . Bizim istediğimiz, İngil izlerle ve belki de İtalyan larla ortaklaşa, karma yeğnik bir kontrolden başka bir ş e y olmadığından dediğimiz biçimde davran ınca z a r a r g ö r mez ve bağımsızl ığınızı kurtarırsınız. Galatal ı Şevket b e -
280
yin 17-10 tarihli ş i f res indeyse şunlar v a r d ı : « A m i r a l B r i s tol, bölünme bir iç ihtimaldir. Ulusal örgüt ler i g ü ç l e n d i rip padişahla ve hükümetle birlikte çal ışt ınız! Amer ika, mandayı al ırsa T ü r k i y e . Ermenistan, G ü r c i s t a n , A z e r b a y can mandasını da beraber almak ister, d iyor.
Kâz ım Karabekir ' in bu d o s y a y ı okuduktan s o n r a , v a r dığı karar ş u y d u :
— Hakkımızdaki vahim kararı ancak pek akıl l ıca davranışla birlik ve g ü ç kazanmakla değişt i rebi leceğiz. H i ç bir hükümetin şu ya da bu biçimde belli ve kesin yardımı yoktur. S o r u m s u z lâflarla her devletin adamları kendi h ü kümetinin işine yarayabi lecek propaganday ı y a p ı y o r . A m e r ikan mandası, hamdolsun, Sivas' ın bağımsızl ık ve ö z gürlük havası içinde işiti lmiyor. Ne var ki İstanbul 'dan salıklar ve propagandalar , hâlâ durmadan yağmakta. Bu d o s y a y ı inceledikten s o n r a , meclisin İstanbul d ış ında toplanmasının, henüz ö r g ü t ü m ü z ü bütünlemediğimizden ve namus ve yurtseverl ik ler ine güvendiğimiz b irçok değer l i arkadaşlarımızı da düşüncemiz le bir leşt iremediğimizden tehlikeli bir iş olacağını anladım.
Bu özeti defterine not eden p a ş a , s a b a h a karşı yattı. Er tes i g ü n , ay ın onalt ısında başlayacak o lan toplant ıya dek biraz daha bunlar üzer inde d ü ş ü n m e y e vakt i v a r d ı .
Kâzım Karabekir, ay ın onalt ısında okulun önündeki kavaklardan sararmış yapraklar, poyraz ın ş iddet inden sarsılıp y a ğ m u r gibi y a ğ a r k e n , kafasında M u s t a f a Kemal' le temsil heyetinin düşünceler ine büsbütün çelişik d ü ş ü n celer iy le tartışma masasına oturdu. Duvara yak ın bir yerde y a n a n odun s o b a s ı , tatlı bir sıcaklık d a ğ ı t ı y o r d u .
Kâzım Karabekir, o d a y a girdiğinde M u s t a f a Kemal 'le A l i Fuat Paşa'ya karşı çok güç lü o l d u ğ u n u d u y u y o r ve hepsini kendi düşünceler ine yat ı racağını anlayarak bir tür lü zafere benzeyen d u y g u içinde b u l u n u y o r d u . E v e t , İstanbul 'dan ve Sivas ' tan herkes, meclis iş inde M u s t a f a Kemal' le Ali Fuat Paşa'dan ayr ı d ü ş ü n ü y o r d u . Bu da ş imdiden bu ikisine önemlice bir yeni lgi hazır l ıyordu.' Ü ç ü n c ü , o n ikinci v e o n ü ç ü n c ü kolordu kumandanlar ı , elbette, kendisiyle birlikte y ü r ü y e c e k l e r d i .
281
Türk iye 'n in d o ğ u s u n d a kolordusuyla demir bir kale gibi d u r a n Kâzım Karabekir , Mustafa Kemal'e kendis ine denk işlemi g ö s t e r m e d i ğ i n d e n dolayı b iraz da g ü c e n i k o larak, g ö r ü ş m e masasına bütün ağır l ığıyla abanarak şöyle konuştu :
— Mecl is in A n a d o l u ' d a toplanması ş ü p h e s i z ki iyidir, ilk bakışta buna taraftar olmamak mümkün deği ldir . F a kat, padişah ile hükümetin in, mebusan meclisinin behemehal İstanbul'da toplanmasını ısrarla istemekte oluşlarını da dikkat nazar ına almamız lâzımdır.
İstanbul'daki b u g ü n k ü hükümetle karş ı laşmayacağımızı k imse temin edemez. Bu takdirde İstanbul hükümetiyle aramızda bekli de eskis inden de beter b i r çek işme .başlayacaktır. Bu hükümet: « İş te, g ö r ü y o r s u n u z , A n a d o -lu'dakiler, padişaha ve o n u n meşru hükümetine karşı v a z i y e t alarak, meclisi o r a d a kurduktan s o n r a , ayr ı bir hükümet de teşkil e d e c e k l e r d i r » diye y ine eskisi gibi d ö r t bir y a n d a n kışkırtmalara koyularak A n a d o l u ' n u n , henüz durumu lâyıkiyle kavrayamamış saf halkını y e r y e r ayaklandırması, hattâ b i rçok Müdafaayı Hukuk merkezlerini de kışkırtıp bize karşı k ı y a m ettirmesi suret iy le bizi çok müşkül bir v a z i y e t e sokabi l i r ve o z a m a n A n a d o l u ' d a ö n lenemez bir vaz iyet te kendini gösterecek kanlı kardeş kavgalar ı y ü z ü n d e n , millî dâvamızın tehl ikeye düşmesi ihtimali de belirir. Kat'î karar ı ver irken bütün bunlar ı dikkat nazar ına alıp iyi düşünmel iy iz .
Mecl is i A n a d o l u ' d a topladığımız takdirde b i r ç o ğ u z a ten seçi lmiş olan mebuslar, bizim g ö s t e r e c e ğ i m i z y e r e gelmez de İstanbul'a g ider lerse ne y a p a r ı z ? (Bunlar, İstanbul 'da toplanmak ü z e r e seçilmiş olduklarına g ö r e o r a d a n başka bir y e r e gitmemek a r z u s u n u izhar eder lerse ne kadar müşkül bir d u r u m a düşeceğimiz i ve o r t a y a (kuv a y ı mill iyenin mi, y o k s a mebuslar heyetinin mi milletten rey ve kuvvet aldığı) s o r u n u n u n çıkıp bizi g e r ç e k t e n içinden çıkılmaz bir duruma sokacağını düşünmemiz lâzımdır. H a t t â , mebusların ç o ğ u n u n Anadolu'da toplamaya muvaffak o lduğumuzu farzetsek bile - bunu padişah ile İstanbul hükümetinin isteği hi lâfına yapmış o lacağımızdan - bu
282
hükümet in ve henüz bu hükümeti meşru s a y m a k t a dev a m e d e n bir kısım halkın y e r y e r it irazları, hattâ ayaklanmalar ı ile karşı laşmamız ihtimali pek kuvvetl idir. Z a ten a leyhimizde bulunmak için f ırsat bekleyen İstanbul v e Anadolu 'daki padişah v e onun hükümetine taraftar o l a n b irçoklar ı , böyle bir vaz iyet karşısında bizim için: « B u adamlarda iyi niyet yoktur. Birkaç muhteris, kendi b a ş l a r ı n a hükümet, hattâ cumhuriyet kurmak sevdasıy la ortal ığı karıştırmakla devam edecek, sulh yapmayacaklar ve d ö ğ ü ş t ü r e d ö ğ ü ş t ü r e milleti bat ıracaklardır. İy i, nam u s l u adamlardan mürekkep bir kabine istediler. Padişah k a b u l ett i . (Tam sulh o lacağı s ırada bakın ne yapıyor lar) b iç imindeki propagandalar la kamu o y u n u kışkırtıp aleyhimize çevirmekle de kalmayarak padişah ile o n u himaye e d e n itilâf kuvvetleri de daha ümitli bir v a z i y e t t e bize sa ld ı r t ı r larsa buna karşı biz halka ne d i y e c e ğ i z :
Ne desek de kim bize hak verecekt i r? G a y e bildiğimiz millî hükümet, bugünkü durumumuz
d a , c e b i r ve tazyik ile kurulamaz. Bu yo ia yöneldiğimiz takdirde birçok tehlikelerle karşı laşmamız mukadder o l d u ğ u g i b i , dış âlemde, bize en hayırhah milletlerin g ö z ü n d e dahi şüphel i duruma düşebil ir iz. V e e n s o n r a batıdaki kıtaların ve hattâ heyeti temsii iyenin parası kalmadığınd a n , b e n d e n para ist iyorsunuz. Mecl is in A n a d o l u ' d a toplanması y ü z ü n d e n , hoşnutsuzluklar ve ayaklanmalar başl a y ı n c a , seferber kıtaları, mebusan meclisini ve yeni millî hükümeti beslemek için ne yapacaksın ız? Harpten manen ve maddeten bitkin çıkmış olan halktan, sebebini anlay a m a y a c a ğ ı bir durumda tekâlifi harbiye usul iy le birçok ş e y l e r ve para istersek bu bile halkın aleyhimizde husumetine yetecek bir sebep olmaz mı?
B e n , şahsî yeminimi bir daha tekrar edeyim ki tek d a ğ başı mezar o luncaya kadar mukavemetten v a z g e ç m e y e c e ğ i m . Fakat, millî hükümetin muvaffakiyetle kurulması için meclisin i lkönce İstanbul'da toplanması z a r u r id i r . Bu meclisin ömrü ve istikbali yoktur. M e c l i s toplandı d i y e , itilâf devletleri hakkımızda verdikleri kararı değişt ir e c e k değil lerdir. T e r s i n e , kuvayı mill iyenin muhassalası
283
s a y a c a k l a r ı mebuslar ı , b i lhassa İngilizler, ilk f ırsatta y a kalayıp süreceklerdir . İşte o g ü n , millî hükümetin en iyi şeki lde kurulabi leceği g ü n d ü r . Ç ü n k ü , namus v e h a y s i y e t sahibi her insanın anlayabi leceği durum m e y d a n a g e lecek, padişah ve hükümetinin hıyaneti, h iç deği lse a h maklığı herkesçe kabul edilecek ve millî hükümetimiz A n a d o l u ' n u n g ö b e ğ i n d e , g ü n e ş gibi doğacakt ır . Fakat, o z a man da Eskişehir tehlikelidir. Ankara'nın batısına çeki l mek u y g u n olur.
Rauf bey, Kâzım Karabekir ' in bu konuşmasını kendi düşünceler in in savunması ve yapıcıs ı gibi b u l d u ğ u halde M u s t a f a Kemal, b ir y a n d a n sigarasını fosurdat ıyor , b ir y a n d a n da uzun ve g ü z e l teşbihinin tanelerini s ıcak parmakları aras ından çok sürat le geçi r iyordu.
Kâzım Karabekir, s ö z ü n ü Bit ir ince Rauf bey, s ö z a l d ı .
— Demek İstanbul 'da mebusan meclisini İngi l iz ler b a s ı p mebusları tevkif ile sürer lerse millî hükümetin k u rulmasına k a t i karar v e r i p kolaylıkla muvaffak o lacaks ı n ı z ?
Kâzım Karabekir, o n u ş ö y l e karş ı lad ı : — Bu suali en basit bir vatandaşa s o r s a n ı z v e r e c e ğ i
c e v a p « e v e t » t e n başka bir ş e y olamaz. Ç ü n k ü , bütün iyi n iyet ler imize r a ğ m e n , ihanete kurban olduk diyerek millî hükümet kurmak hakkındaki davetimizi, şahsî hırslar ımıza vermek için v i c d a n l a r ı n d a n pek acı ses ler d u y a c a k -
' lardır. Rauf bey, y e n i d e n s o r d u : — Peki, ya İngi l iz ler, tahmininiz hilâfına hareket le
mecl is i b a s m a z l a r s a ? Kâzım Karabekir : — B e n c e bu mukadderdir , dedi. Y ü z d e sekseni z a t e n
Anadolu'dan g iden mebuslar ı , kuvayı mill iyenin müdrik kuvvet idir diye o r t a d a n kaldırmak, hele İngil izler gibi bir d ü ş m a n için g a y e t tabiî b ir düşüncedir . Tahminimin g e r ç e k l e ş e c e ğ i n d e n emin o lunuz. E n g e ç kabul edi lmeyecek b i r su lhu reddedişimizle b u n u yapacaklardır.
Bu s ı rada Rauf bey. kafasında güçlenen bir d ü ş ü n c e -
284
sin i o r t a y a atma zamanının geldiğini anlayarak şöy le d e -
d i : — İngil izlerin bunu yapmaması ihtimaline karşı , bu
jş i behemehal gerçekleşt i rmek için b e n , tehlikeyi kabul e d i y o r u m . İstanbul'a mecl ise g i d e c e ğ i m ve dediğin iz o l m a z s a Anadolu 'da millî hükümeti kurmaya muvaffak o l manız için mecl is in ortasında bomba patlatarak kendimi feda e d e c e ğ i m .
Rauf bey, kullandığı bu bomba s ö z c ü ğ ü n ü elbette bir nihi l ist gibi kullanmamıştı. Bununla « İngi l iz ler i mecl ise karş ı d a v r a n m a y a kışkırtıcı, şiddetl i bir çıkış y a p m a y ı » anlatmak istemişti.
Kâzım Karabekir, Rauf beyin bu s ö z ü üzer ine heyec a n l a yer inden f ır layarak o n u n karşısına geldi :
— Yüksek alnından bir kere daha ö p e y i m ! d iyerek o n u n b o y n u n a sarı ldı ve sözler ini şöy le s ü r d ü r d ü :
— Millî kahramanlıktan çek inmeyeceğin i emsai iy le bi l ir im. S iz , gidiniz, fakat o r a d a a c e l e etmeyiniz. İngil izlerin bu işi kendil iklerinden yapacaklar ından ş ü p h e n i z o l m a s ı n . O z a m a n a lacağın ız , « R a u f da hapsedi ld i , İstanb u l ' d a n s ü r ü l d ü » haber i , benim d e ruhumda yara lar a ç a r ; s a n a çok acır ım. Fakat, s e n , vatansever l ik h e y e c a n v e a ş k ı y l a millî hükümetin d o ğ u ş u n a önemli bir âmil o l u r s u n . E v e t , bu işi başarmak için s e n yeters in. İstanbul 'a git. D i ğ e r arkadaşlar, bi lhassa Mustafa Kemal Paşa, b u r a d a kalmalı , İstanbul'a gitmemelidir.
Kâzım Karabekir ' le Rauf beyin egemen oldukları bu s a h n e , Mustafa Kemal 'den başka herkesi bu konuşulanların anlamına yatırmış gibiydi . Kâzim Karabekir, hiç o l m a z s a hepsinin gevşediğ in i g ö r ü y o r d u . M u s t a f a Kemal' i ya ln ız bırakmış olmanın korkunç zevkini tadarken, kendi var l ığ ın ın bayağı bir f renden daha başka dinamik bir ş e y o l d u ğ u n u bu kritik anda anlar gibi o l u y o r d u . ,
Artık, meclisin İstanbul'da toplanması kararı ver i lm i ş gibiydi. Kâzım Karabekir. maşaya ağır l ığını koyarak bu raundu kazanırken M u s t a f a Kemal' le yaptıkları g iz l i s a v a ş t a kaderin bardağına bir damla daha baldıran d a m l ı y o r d u . M u s t a f a Kemal. Kâzım Karabekir ' in, kendi koz-
larina karşı yaptığı tehlikeli çıkışları bir b ir hesaplayarak a c ı ac ı gü lümsüyordu. Evet , Kâz ım Karabekir en k ü ç ü k bir f ı rsatta kendisiyle âşık atmaya kalkıyor ve bir rakip o y u n u o y n u y o r d u .
B u n d a n sonraki oturumlarda ş ö y l e bir karara v a r ı l d ı : M e c l i s toplandıktan s o n r a temsil heyet i , o lay lar ın g e lişmesini bekleyerek dışarda kalacak, millî mecl iste temsil heyet i bulunmayacak ve bundan böyle temsil heyet i d iye hiç bir g ü ç millî meclisle ve hükümetle il işkiler kuramayacakt ı . Barıştan s o n r a , ulusal ö r g ü t kaldırı lacak ve bu bir part i durumuna get ir i lmeyecekt i . B ö y l e bir d u r u m , milletin zarar ınadır. Ulusal örgüt , g e l e c e ğ i n bi l inmez tehl ikelerine karşı yans ız ve tertemiz kalmalıdır. E ğ e r bizim için o lumsuz bir karar veri l ir de bunu meclis benimser ya da benimsemezse buna g ö r e davranmak gerekecekt i . E ğ e r bir karar mecl isçe benimsenecek o lursa buna karşı genel bir girişim yapı lacaktı . M e c l i s , kararı benimsemey e c e k olduktan sonra iş, önemsiz sayı l ırdı. Bunlar, a y ı n on alt ıs ından yirmi d o k u z u n a dek yapı lan g ö r ü ş m e l e r d e benimsenmiş, karar alt ına al ınmıştı.
B ö y l e bir karara var ı lmasına var ı lmışsa da bunlar ın önemli ayrıntı ları kumandanların kafasını kurcalamaktan uzak kalmadı. A y ı n yirmi ikinci g ü n ü akşamı Kâzım Ka--rabekir, Mustafa Kemal, Al i F u a t Paşa, Rauf bey, S a l â -hattin b e y , Bekir Sami beyin e v i n d e özel o larak t o p l a n dılar.
Hararetl i tart ışmalar birbirini kovaladı. E ğ e r , millî mecl is, kötü bir kararı benimserse buna karşı ne biçimde davranı lacağı s ö z ü açı ldı. Al i Fuat Paşa, y ine eski d ü ş ü n c e s i n d e d i reniyordu: Mebuslar ın İstanbul'a gitmemelerini sağlayarak hemen ihtilâl durumuna geçmek hepsini ö n leyecek biricik çareydi . Ali Fuat Paşa, düşünces in i ispatlamak ü z e r e şöy le d iyordu :
— Bizde kamu o y u denen ş e y yoktur. Biz ya da birkaç kişi ö n e d ü ş ü n c e iş kendil iğinden yürür. Bu işte tam hesap olamaz, ne çıkarsa bahtımıza deriz.
Bekir Sami bey de ihtilâl yanl ıs ı o l d u ğ u n u , 'Ali F u a t Paşa'y ı tut tuğunu açığa vurmakta gec ikmedi , öteki ler in
286
s u s u ş u , hepsinin Mustafa Kemal yanlısı o lduğunu g ö s t e r iyor gibiydi. B u n d a n kuşkulanan Kâzım Karabekir, ş ö y l e konuştu :
— Bizde kamu o y u vardır . G e r ç i , çoğunluk, anlamaktan uzaktır, fakat millete gemen olmak, an layan b ö lümüne egemen olmakla olabil ir. Karşı teoriyi b e n i m s e y e n Abdülaz iz de, Abdülhamit d e , İtt ihatçılar da, Damat Fer i t de hepsi düşmüşlerdir. Yar ın, bu biçim davranırsak, bizi de d ü ş ü r ü r ve b u g ü n İtt ihatçı lara o lduğu gibi b ize de lanetler yağdır ı r . Mil let ve memleketin mukadderatı i ç i n nice nice hesaplar yapıl ır. Mi lyonla halkın hayat ve n a musu için ne çıkarsa bahtımıza diyemeyiz.
Bu z incir leme toplantı larda Kâzım Karabekir ' in ileri s ü r d ü ğ ü bütün d ü ş ü n c e l e r , hemen hemen benimsendi . Kararlar, imza altına al ındı. Bütün kumandanlarda bu karar suret ler inden birer tane bulunmasına da karar ver i ld i .
*
Anadolu kuvayı miil iyesi bin türlü g ü ç l ü ğ ü n üstes inden gelmek üzere her g ü n aral ıksız didinip dururken İstanbul kuvayı miiliyesi de bütün yeteneği ve zekâ incelikleriyle çal ış ıyordu. Bu ulusal g ü ç , İngiliz dostları d e r n e ğinin adamlarını, bunun başkanı olan Sait Mol la 'y ı ve onun melunca i l işkilerde bulunduğu İngiliz c a s u s u p a pazı F r e w ' y u aralıksız iz l iyordu. En s o n r a , İstanbul kuv a y ı milliye örgütünün en g ö z ü pek ve korkunç a d a m ı , pek ünlü Bulgar Sadık, Papaz Frew'nun C a ğ a l o ğ l u ' n d a k i evine bir g e c e hırsızını sokarak papazın bütün evrakın ı çaldırdı. Bu çalınmış evrak arasında çağın korkunç kötülüklerini aç ığa v u r a n birkaç mektup da vard ı . Bunlar ı c a s u s papaza y a z a n İngil iz dostları derneğinin başkanı Sait Molla idi.
Bu mektuplar, ivedi olarak S ivas 'a, temsil heyet ine gönderi ld i . Mustafa Kemal, bunları birer birer o k u y a r a k değerlendirdi . Bunları o k u y a n Mustafa Kemal' in göz ler i faltaşı gibi açı ldı. İstanbul 'un ne korkunç bir bataklık" durumuna geldiği bu mektuplarda açıkça g ö r ü l ü y o r d u . Mustafa Kemal, g e c e l e y i n lâmba ışığında y ü z ü n d e traj ik
287
mimiklerle o k u d u ğ u bu mektupları şimdilik yayın lamamak ü z e r e en güveni l i r arkadaşlara okunmak için v e r d i .
O n iki mektupluk bir ihanet kervanı ş ö y l e baş l ıyor ve i lerl iyordu :
BİRİNCİ MEKTUP
A z i z dostum, ver i len iki bin lirayı A d a p a z a r ı ' n d a Hikm e t beye gönderdim. O r a d a k i işlerimiz pek y o l u n d a g i d i y o r . Birkaç g ü n s o n r a faydal ı neticelerini e lde e d e c e -ğ i z . Şimdi aldığım malûmatı bu tezkeremle s ize müjdelemeye koştum. Yar ın s a b a h bizzat gel ip tafsi lât v e r e c e ğim.
Ankara'daki ( A B D 85/3) adamımız kuvayı mill iye taraftarlar ının F r a n s a ' y a fevkalâde meyil gösterdik ler in i bi ld i r iyor. A y r ı c a G e n e r a l D'ésperey'n in S ivas 'a g ö n d e r d i ğ i zabi t ler , Mustafa Kemal Paşa ile görüşmüşler ve İngiltere hükümeti a leyhine bazı karar lar almışlar.
( D B K 91/3) adamımız, her ne kadar bizim « İngi l iz Dost lar D e r n e ğ i n e deği l ama, b u zat ın F r a n s ı z l a r lehine c a s u s l u k ettiğini tahmin e d i y o r u m . Bu zat ın a y r ı c a s iz in b u d e r n e ğ e başkanlık ett iğinizi her y a n a y a y d ı ğ ı v e s ö y l e mekten çekinmediği kanaat indeyim.
D ü n s a b a h . Âdi l bey le (eski Dahil iye Nazır ı) birl ikte Damat Feri t Paşa hazret ler ini z iyarete gittim. Kendi ler ine, siz in « b i r a z daha s a b ı r ve soğukkanlı l ıkla beklemeler i» tavsiyesinde b u l u n d u ğ u n u z u bildirdim. Paşa hazretleri, s ize teşekkür etti ler ve kuvayı milliye'nin A n a d o l u ' da büsbütün kök saldığını ve karşı bir davranış s o n u c u olarak melun reisleri tepelendir i lmedikçe kendilerinin ikt idara gelemeyeceğin i söy ledi . Kuvayı mill iyenin dağıt ı lması için büyük İngi ltere hükümeti katında ivedi teşebb ü s l e r e geçi lerek ortaklaşa bir notanın Babıâl i 'ye ver l l-'mesini v e çetelerimizin A d a p a z a r ı , K a r a c a b e y v e Şi le 'de R u m l a r a karşı saldırı davranış lar ında bulunması gerekt i ğ i n i , bu saldır ı lar ileri sürülerek kuvayı mill iyenin g ü v e n -
.liği b o z d u ğ u iddia edi lmesini, İngil iz basınının da kuvayı
288
mil l iyeye karşı yay ın yapmasını r ica ediyor. Paşa hazretleri , bunları bizzat s izden bekl iyor. A y
r ıca, ö z e l olarak t o r p i d o ile gönderi len ( A B K 19/2) ye te ls iz telgrafla dün g ö r ü ş t ü ğ ü m ü z sorunlar üstünde d irektif veri lmesini di l iyor.
Bu g e c e 11'de Âdi l bey (K.) da sizi g ö r e c e k ve Ferit Paşa'nın kimi özell iklerini bi ldirecektir. S o n r a da zatı şahane ile Mr. T . R . görüşebi lecekt ir . Refik beye artık g ü venmeyiniz. Sadık (Hürr iyet ve İtilâf Partisi Başkanı A l bay Sadık) bey de bizimle çalışabilecektir. Saygı lar ımı sunarım.
N o t : Karacabey' le Bozkır 'dan henüz bir haber alamadık. Sait , 11.10.1919.
İKİNCİ MEKTUP
12 tarihiyle Ankara'daki ( N B D 283/3) taraf ından bir mektup geldi. Bu adamımız S ivas temsil heyet inden emekl i Kurmay Albay Vas ı f (Kara Vasıf) beyin D'ésperey ile t e m a s etmek üzere gönder i leceğin i , bu zatın birkaç g ü n e k a d a r yola çıkacağını bi ldirdi.
Hikmet bey, paraları almış, biraz daha para ist iyor. Ö n c e k i g ü n . sizi z iyarete geld iğ inde, takip edildiğini söylememiştim. Dönüşümde, biri sarı bıyıklı, ö b ü r ü kumral ve köse iki kişinin sokak başında beni beklediklerini g ö r d ü m . G e c e o lduğundan e p e y c e korktum. Yalnız, birbirlerine y a v a ş ç a : « B u Sait Mol la imiş. Artık, gidel im!» dediklerini işittim.
Bu fazla temas, benim hakkımda hayırlı o lmayacak. F u a t Paşa türbesi c ivar ındaki g ö r ü ş t ü ğ ü m ü z e v e tekrar taş ın ırsanız temas yapabi leceğiz .
Naz ım Paşa, derneğimizden haberdar olmuş. Bana Çok teessüf etti. Müsaadeniz le kendisini ( N B S 495/1) tert ib ine geçird im.
K a r a c a b e y ' d e ( N B D 289/3) e gönderi len bin iki y ü z lira yer ine ulaşmıştır. Hareket edeceklerdir.
Fer i t Paşa, Babıâl i 'ye ver i lecek notayı her an bekliy o r . Zat ı şahane, bu durumdan çok ü z g ü n . Kendisini te-
289 3/F. : 19
selli ett irmeniz ve her z a m a n umut ver ici bi ldir i lerde b u lunmanız çıkarımıza çok u y g u n d u r .
Bizim padişahların, her ş e y e karşı zay ı f olduklarını unutmayınız.
Sey i t Abdülkadir efendi , o iş üzerinde pek tuhaf s ö z ler söyledi . G ü y a arkadaşlar ı , «hamiyet d u y g u ile t a b a n tabana zıtt ır» diyorlarmış. Artık, s iz icabına bakınız.
Polis M ü d ü r ü Nurett in beyin değişt ir i leceği r i v a y e t edi l iyor. Hepimizin k o r u y u c u s u olan bu z a t üzer ine g e rekenlerin dikkatini çektir iniz. Saygı lar ımı sunar ım.
18/19/10/1919 Sai t
N o t : Ali Kemal bey, o zat la g ö r ü ş m ü ş , konuşmayı idare edemediğinden karşısındaki maksadını anlamış ve hattâ kendisine hakaret dolu bir biçimde :
« B i z , sizin İngiliz hesabına çal ışt ığınızı anladık!» d e miş.
DÖRDÜNCÜ MEKTUP
İngil iz dostları aras ında F a r m a s o n ö r g ü t ü b u l u n m a sı , it irazlara sebep oluyor. İtt ihatçıların yapmış olduklarına benzemekten çekini l iyor. Bu örgütün yönetimine kalpleri, ruhlarıyla güçlendir i lmiş gençler in sokulmasıyla bu programı uygulayabi leceğiz. Benim dış giyinişimin a r a y a girmesi dolayısıyla eski dostumuz ( K B V 4/35) kararlaştırılmış esaslar içinde işe başlayacakt ır . Ankara ve Kay-ser i 'den y ine haber yok. Saygı lar ımı sunarım, üstadım.
19/10/1919 Sait
BEŞİNCİ MEKTUP
Ü s t a d ,
Kasidecizade Ziya Mol la, d ü n A d a m Blok'a h a b e r göndermiş. Benim aleyhimde pek fena şey ler söylemiş. Benim başında bulunduğum İngil iz Dostları Derneği 'n in kazandığı himayenin, İngil izlerin karakteriyle uygun o l -
290
madiğini , halk arasında bunun kötü etkiler yapt ığ ın ı , b ö y le b i r işin namuslu kimselere gördürülmesi gerekt iğini bi ldirmiş.
Bu zatın bana karşı kişisel bir düşmanlığı o l d u ğ u n u hatırlatmak isterim. Z iya Mol la'nın damadının kız kardeşi d a h a ö n c e benim karımdı. Kendisini boşadığım için d ü ş manlığı üzer ime çevri ldi . Z i y a Mol la, hâlen İngiliz yanl ıs ı deği ldir. T e r s i n e , kuvayı milliye yanlı larının bir p r o p a g a n d a c ı s ı , bunların bir aracısıdır. Mustafa Kemal Paşa ile ara lar ında bir ilişki vardır . Hakkımdaki iftiraların nedeni budur. Bunları üstadımızın nazarlar ına arzetmek isterim.
21/10/1919 S a i t
ALTINCI MEKTUP
« M u h t e r e m üstat, A n k a r a ' d a n ( N B D 293/3) den gelen mektupta ( K D S
93/1) o r a d a bırakılmış. Kendisi de Kayser i 'ye hareket etmiştir. Tal imatın tasdikli suret inin de Gal ip beyle (E lâz iz Val is i Al i Gal ip) gönderi ldiğini bildiriyor. Daha ö n c e tahsis o l u n a n paranın sarholunması y ü z ü n d e n yeni tahsisat ist iyor.
A y r ı c a , gizl i örgüt ler in genişlediğini « r ü e s a y ı şerirden», (kuvayı milliye kumandanlarından) yakasını kurtaran dostlarımızın şimdilik köylerde kalmak suretiyle el alt ından işe başladıklarını müjdeliyor.
Bu arada üstadımızın (Papaz Frew) s o n aldığı tert ibatın yakında meyvesini vereceğin i bi ldir iyor. (M.K.B.) çok temiz T ü r k ç e s i sayes inde önemli rol çevirmiş. Hele hocal ığ ına diyecek yok, d iyor.
Tal imat ın (X.VV) tertibi bütünüyle hazır lanmış, aramıza yeni yabancı lar girmemişse meydana çıkmadan maks a t fi i len sağlanmış olacaktır. Yeni tahsisatın gönder i l mesini beklemek üzere kurye (4 R) burada al ıkonulmuştur.
23-24/10/1919 Sait
291
YEDİNCİ MEKTUP
«Al i Kemal bey, d ü n o zat la görüşmüş. B a s ı n iş inde biraz dikkatli ve çek ingen davranmak gerekl i o l d u ğ u n u söylemiş. Bir kere lehe götürülmüş bir kalem ve fikir mensubunu, eskisine aykır ı bir amaca sürüklemek, b izde kolaylıkla mümkün olamaz. Bütün resmî memurlar, millî hareketleri şimdilik iyi g ö r ü y o r demiş. Ali Kemal bey, talimatınıza harfi harfine r iayet ediyor. Zeyneiabid in partisiyle de işbirl iğine çal ış ıyor. Ö z e t olarak, işler bulandı-rılacak.
Bugünlerde, F r a n s a ve Amerika çevre ler inde benim ismimden çok s ö z edi l iyormuş. Bunun nedenini hâlâ a n layamadım. Millî hareketler yanlı larının, bu hükümetin s iyasal memurları üzer inde yaptıkları etki s o n u c u olarak hayatımın korunması s ize d ü ş ü y o r . Ben, bu g ü v e n l e kendimi yüreklendir iyorum.
Hikmet ile kendim g ö r ü ş t ü m . Bu sefer kendisini pek renk değiştirmiş g ö r d ü m . Bununla beraber, pek kuvvetl i teminat verdi . « B e n s ö z verd im, sözümden dönmem!» dedi.
S ivas olayını nasıl b u l d u n u z ? Kadıköylü de işi üzer ine aldı. Fakat, melun İttihatçı basın, kimi z a m a n bizim işlere engel oluyor. Bunlar ın yazı larına dikkat gerek.
Paşamız (Damat Feri t Paşa) sinirli. « N e vakit o lac a k ? » diyor.
Ev işinin hâlâ çözümlenmemiş olması, teması ve ilişkilerimizi zor laşt ır ıyor.
( N B S 95/1) K o n y a ' y a önem veri lmesini salık v e r i y o r . S i z e ağızdan da söylediğim iş üzerine dikkatinizi çekmemi yakarıyor.
Ali Kemal beyin s o n felâketi üzerine üzüntüler in iz i bi ldirdiğinizi söyledim. Bu zatı elde bulundurmak gerek. Bu fırsatı kaçırmayalım. Bir hediye vermek için en u y g u n zamandır.
19 Ekim tarihli mektubunu almadığıma ü z g ü n ü m . V a sıtayı biraz sıkıştırınız. Tehl ikeden kaçınmak, benim iç in pek önemlidir. Yeni bir parola gönderiniz. Hikmet'e ve
292
Kadıköylü'ye numaralarını vereceğim. Saygı lar ımı sunarım, üstadım.
4/10/1919 Sait
N o t : Birkaç defa söylemek istediğim halde unutuyorum. Mustafa Kemal Paşa'ya ve yanlar ına biraz müsait görünmeli k j kendisi g ü v e n içinde buraya gels in: Bu işe fevkalâde önem veriniz. Kendi gazetelerimizle taraftarl ık edemeyiz.»
SEKİZİNCİ MEKTUP
M e b u s seçimlerini geciktirmek ve karıştırmak için gerek Mustafa Sabri ve gerek Hamdi ve Vasf i efendi lerle uzun uzadıya talimatınız için görüştüm. Muvafakat ler in i aldım. Etrafta propagandalar başladı. Gerekenler i e lde edecekler. Bol para dağıtarak oyları ve düşünceler i d a ğ ı t maya çal ışacaklardır. Zat ı şahanenin aydınlat ı lması g e r e kir. Amacımıza sizin üstatça tedbir ve oylar ınız la u l a ş a c a ğınızı ümit ederim, üstat!
26/10/1919 Sait
ONUNCU MEKTUP
A z i z üstat, M a b e y n d e yeni kabine kurulması tertip ve d ü ş ü n c e
leri yayılmıştır. Bu işin hızlandırı lması gerekir. A n a d o l u örgütlerimizin kimi tertipleri kuvayı mil l iyece anlaşı lmış. Daha çok Ankara ve Kayser i 'de bize karşı çal ışmalar başlamıştır. Kürt Derneği , verdiği s ö z e aykırı olarak ç a ba göstermedi . Çeteler imizden bir bölümü basıl ıp dağıt ı ldı. Ne pahasına olursa o lsun tasarlanan kabinenin iktidar mevkiine getiri lmesi gerekir. Ali Rıza Paşa'n ın, tertiplerimize karşı engel leyici tedbir ler alacağını tahmin pdi-yorum.
Bozkır 'a gidecek adamlarımız, tanınmış kişiler olması dolayışiyle hadden aşkın korku ve çekingenl ik g ö s t e r i yor lar. Saygı lar ımı sunar ım.
29-30/10/1919 Sait
-
293
N o t : Benim bir mektubumdan Hikmet'e s ö z edilmiş. Bu mektubumun içindekileri nereden öğrenmiş ler? B i z z a t Hikmet' le görüştüm ve bunun d o ğ r u o lduğunu hayret ler iç inde kalarak Hikmet.'ten dinledim. C a s u s , benim ç e v r e m de midir, yoksa sizin mi?
ON BİRİNCİ MEKTUP
Kürt Taal i Derneğindeki içten dostlarımızla g ö r ü ş tüm. Yeni geldikler inden, b i rkaç gün sonra ver i len talimat dairesinde tertibat alacaklarını, yaln ız Kürdistan'a gönder i lecek türlü arkadaşlar için büyük paranın var l ığına iht iyaç o lduğunu söyledi ler. (DBR 3/141) d e n gelen mektubu da gösterdi ler.
Bu mektupta Urfa, A n t e p , Maraş' ta Frans ız lara karşı gereğinden çok kışkırtma yaptıkları, kolordu kumandanının izlediği yumuşak s iyasete aykırı olarak halkı kendi düşünceler ine sürükledikleri yazıl ıdır.
Kabine başkanlığına Zeki Paşa'nın getir i lmemesi üzerinde ileri sürdüğünüz d ü ş ü n c e l e r doğru değildir. Bu zat, Kürt ler üzerinde egemendir . Eski Ermeni kesimi unutulmuştur. S i z c e ileri sürülen d ü ş ü n c e , bugün için gereksizdir. Karşıdaki olayı öbür ler ine de vermeye ça l ış ıyoruz. Â c i z a n e saygılarımı sunar ım, üstat!
4/11/1919 Sai t
ON İKİNCİ MEKTUP
Ç ü n k ü , Türk iye üzer inde s izden başka bir g ü c ü n (İngil izler) nüfuzunu ve egemenliğini sürdürmesi s iyasal amacımıza aykırıdır.
Balıkesir dolaylarındaki kuvvetlerimiz b o z u larak kaçmış ve (A: R:) mevki inde saklanmıştır, yeni kuvvet ler hazır lanıyor. B e ş bin l iradan aşağı olmamak ü z e r e para ist iyor.
294
Karaman'dan ( D S B 40/5) den gelen mektupta ş imdilik beklemek z o r u n d a olduklarını ve Kayser i 'de ( K B R
•87/4) den gelen mektupta da yakında harekete g e ç e c e k lerini bildiriyor.
Şiddetle izlendiğimizi, tert ibatımızdan Sivas ' ın g ü n ü g ü n ü n e haber aldığını arzeder im. Mehmet Al i 'ye g ü v e n meyiniz. Boşboğazdır . Herhalde boşboğazl ık ediyor.
Ali Kemal beyin l isteye girmesi zorunludur. Bunca sırlarımızı taş ıyan bu adamı gücendir i rsek
tertibatımız büsbütün y a b a n c ı el lere geçer. Bu adamı sıkça s ıkça kollayınız. Saygı lar ımı sunarım, üstadım.
5/11/1919 Sait
Not: Kemal yakalanmış, mensubiyeti dolayıs ıy la ( K B R 15/1) in örgütle ilişki dereces i meydana çıkmış elemektir. Bu adam korunmalıdır.
Mustafa Kemal, soluk almadan s o n mektubu da o k u y u p bitirdikten s o n r a , kendi kendine söylendi :
— İngiliz dostlar ı , s ö z ü m ona. Hepsi bal gibi İngil iz c a s u s u . Ali Kemal hainini de almışlar aralar ına, habire vatan satmakla meşguller. T a m c a s u s l u ğ u n zifirî karanlık bataklığındalar. Bu mektuplar, gelecek kuşaklara ç a ğımızda ne denli alçak kişilerin de yaşadığını g ö s t e r e c e k . Y a b a n c ı milletlerle insan dost olabilir, fakat, böyle v a t a n sat ıcı durumuna düşemez, düşmez.
S o n r a , bu korkunç ihanet belgeler i , kuvayı mill iye liderlerinin ellerinde dolaşt ı . Hepsi de dişlerini s ıkarak t ü -k ü r d ü .
* *
Sivas'ta çok yıllar, kar hep Kasım ayında y a ğ a r . Bu kez de Kasım'ın on dokuzunda başlayan kar, az z a m a n da şehri aka boyadı . Art ık, kırmızı kiremitler; sar ı y a p raklı kavak ve s ö ğ ü t ağaçlar ı , caddeler, sokaklar ve g e n i ş kır lar, Nisan'ın başına dek sırt larından hiç ç ıkarmayacakları ak bir giynek g i y m e y e bşlamıştı. Kâzım Karabekir , b a ş ı n d a sipersiz kuvayı milliye s e r p u ş u ve sırt ında u z u n
295
kurşunî paltosuyla s o k a ğ a çıkarak başıboş y ü r ü m e y e b a ş ladı. B u g ü n de Sivas' ı bir turist gibi gezecekt i . Ş o f ö r , otomobil i çal ıştırdı. Paşanın • işaretiyle otomobil , Kabak-yazıs ı 'na, kışlalara d o ğ r u g iden yola tırmandı. Yumuşak, r ü z g â r s ı z bir havada kar, lâpa lâpa ve bol bol y a ğ ı y o r , g ö r ü ş ufku gitt ikçe d a m l ı y o r d u . Şehr in kuzeyinde kışlaları, öğretmen okuluyla sanayi okulunun isketlerini g ö z den geçird i . Evet, hepsi de yarım kalmış bu kültür y u valar ı , büyük umutlar ve yapıc ı , yarat ıcı eller bekl iyordu. Şehr in kuzeyindeki ç a ğ l a y a n d a n elektrik üreti lmesi tasarıları da bu kargaşalık döneminde suya düşmüş, unutulup gitmişti. Şehr in kuzey d o ğ u s u n d a birkaç katlı kocaman Amerikan okulu, paşanın hoşuna gitti. O r d a bir v a r lık ve canlıl ık g ö r d ü . Bol para ve malzeme her y a n d a g ö z e ç a r p ı y o r d u .
Şehr in göbeğindeki kocaman kagir hükümet k o n a -ğıy la bunun birkaç adım ötesindeki y ine kagir Sultanî mektebi, Kâzım Karabekir 'ce Sivas' ın g ö z e ç a r p a n biricik yeni varl ıklarıydı. İki ç i f te minare ve Sultan A l â e d d i n ' c e yaptır ı lan Ulucami, daha başka birkaç cami, b i rkaç han ve a h ş a p saat kulesi, S ivas ' ın g ö z e batan iri kıyım c a n s ı z varl ıkları durumundaydı . Sokakların çamur deryas ın ı a n dıran durumu, karşıdan karşıya geçmek üzere konulmuş iri y a ğ m u r taşları bile paşanın g ö z ü n d e n kaçmadı. Şehr i daha iyi görmek ü z e r e ahşap saat kulesine çıktı. Kar b ü tün g ü c ü y l e y a ğ ı y o r d u . Erzurum'daki gibi güzel y a ğ ı y o r d u . Erzurum'la k ıyaslayınca çarşının durumunu canl ı ve doğal buldu. S a v a ş y ü z ü görmemiş bir şehr in rahatl ığı çarş ı-pazar insanlarının y ü z ü n d e n anlaşı l ıyordu.
Kâzım Karabekir, okulları gezdiğinde e p e y c e ü z ü n tü duymaktan kendini alamadı. Bunların durumlarını pek geri ve ilkel buldu. Ç o c u k l a r , sınıfa girerken ayakkabı larını ç ıkar ıyor lardı. Hepsi cans ız , kansızdı. Soluk beniz ler i sağlıklarının bozuk o lduğunu göster iyordu. J imnast ik, pek gevşek tutuluyordu. Öğretmenlere ö ğ ü t vermekten kendini alamadı :
— Ç o c u k l a r , saf havada faal bulundurulmalıdır. K u n dura çıkarmak temizlik değildir, tersine çocuklar ın ayak-
296
lan üşüyerek türlü hastalıklara uğrarlar. Kundura ç ıkardıkları y e r e kimi çorapla, kimi kundura ile bast ığ ından kunduralar ın içi pislik ve mikrop dolar, evleri de kirletirler.
Paşa, bir cami bit işiğinde bir evkaf okulunu g e z i n c e tüyleri diken diken o ldu; burası bir hapishaneyi andır ıy o r d u ; burası hem de gayri insanî bir hapishaneydi. Ell iye yakın kız ve erkek çocuk, üst üste sıkışmış, ders g ö r ü y o r d u . B o ğ u c u , iğrenç bir koku ve rutubet, Kâzım Karabekir' in burnuna saldırmıştı. Bir kız ç o c u ğ u n u kaldırarak dersini sordu. Kızcağız, ezberlediği dersi şöy le o k u m a y a başladı :
— Z ina, l ivata... Paşa, bu Mızraklı İlmihal dersini hemen d u r d u r d u .
Ç o c u k l a r , Ahmediye de okuyorlardı . Ş imdiye dek val i, kumandan, maarif müdürü ya da
herhangi büyük bir adam bu okulun semtine uğramamıştı. Paşa, böyle bir okula çocuklarını g ö n d e r e n a n a - b a b a -ların d u y g u s u z l u ğ u n a şaş ıp kaldı. Val iye ve temsil heyetine (fırsat buldukça buraları bir g ö z d e n geçirmeler in i salıkladı.) Sivas' ın en iyi okulu Kızlar Okuluy la buna bağl ı o lan A n a O k u l u y d u . Kendisinin doğuda yaptığı gibi kolordu sanayi ine alınan kırk-elli kimsesiz ç o c u k , hiç o l mazsa sanat öğreniyor lardı . Askerî pavyonlar Darüley-tam adı altında okullaştırı lmışsa da buralarda barındırı l-maya çal ışan y ü z e yakın öksüz çocuk, bugünlerde T ü r k i ye'n in her yanındaki öksüz yurtları gibi tam bir y o k s u l luk ve perişanlık içinde yüzüyor lard ı . Vi lâyet in yönet iminde bulunan öksüzler bakı lamadığından Erzurum'da o lduğu gibi kolordunun korumasına alınmışlardı.
Mustafa Kemal, Kâzım Karabekir, Ali Fuat Paşalarla Ü ç ü n c ü Kolordu Kumandanı Salâhatt in bey, kolordu kumandanlığı odasında toplanarak çok önemli bir iş ü z e rinde görüştüler. A d a n a , M a r a ş , Antep bölgeler inde c a n landırı lacak ulusal davranışlar üstüne hazır lanan talimatname müsveddelerini okudular. Bırakışmayı iz leyen g ü n -
297
terde Ahmet İzzet Paşa'nın b ö n c e yönetimi zamanında A d a n a , Antep, Maraş ve U r f a l ivaları, boşaltı lmış ve b u n dan yarar lanan İngil izler, bu geniş bölgeyi işgal etmişlerdi. S o n günlerdeyse buralardan İngiliz birlikleri çekilmey e , yerlerini de Fransız güçler ine bırakmaya başlamışlard ı . Fransız lar, geldikten s o n r a , bu bölgeye Ermeni akını da başlamıştı. Fransız kıtaları arasında aynı g i y n e ğ e b ü r ü n m ü ş yığınla Ermeni delikanlısı da bu lunuyordu. Bu b ö l g e y e sel gibi akmaya başlayan Ermeniler, Kil ikya'yı i lerde Büyük Ermenistan'a katmak üzere yürütülen bir hazır l ığın halkalarını meydana get ir iyorlardı. A v r u p a basını , bu hülya üzerinde y ığ ın larca yazı d ö ş e n i y o r d u . Yaln ı z . Adana'nın ve öbür l ivaların Büyük Ermenistan'a ver r i lmesini olmaz işlerden saymaktaydı lar. B u n c a büyük tehlike karşısında bulunan bu bölgede, halk büyük bir şaşkınlık dönemi geçirmekteydi . Evet buralarda kuvayı mil l iye bombasını bir yo l patlatmak gerek iyordu. Buraları uyandır ıp şahlandıracak bir başlangıç çal ışması temsil heyetinin omuzlarına, daha d o ğ r u s u bütün subaylar ın, kumandanların omuzlarına d ü ş ü y o r d u .
Hazır lanan tal imatnameyi, hepsi u y g u n buldular. Bu ayın 23 ünde vi lâyet basımevinde bastırı ldı. Kâzım Karabekir ' in en çok korktuğu ş e y , bu talimatnamenin vaktinden ö n c e düşmanın eline geçmesiyd i .
Tal imatname bastır ı ldığı g ü n , basımevine gitti. O r -daki görevl i leri birer birer inceledi. En önemli bir g ö r e v i n , bir Ermeni yurttaşın el inde o lduğunu g ö r d ü . Ü ç ü n c ü kolordu ile temsil heyetini uyardı . Hiç kuşku yok ki talimatnamenin birkaçı aşırı lmış, g ideceği y e r e gitmişti bile.
Mustafa Kemal'le kolordu kumandanları, g ü n e y d e ku-" vay ı milliyenin şahlanması uğruna kararlar, almakta ola-
d u r s u n Birinci O r d u Müfett iş i Fevzi Paşa'nın bir heyetin başında Sivas'a geldiği haberi işitildi. Fevz i-Paşa'n ın A n a dolu'ya kötü niyetlerle geldiği haberi çok ö n c e d e n Temsi l Heyet i Başkanı Mustafa Kemal' in kulağına gelmişt i . H e yet , Samsun'a çıkar çıkmaz, temsil heyetinde bir tedirginlik başgöstermişt i . Bütün Sivas'taki ler in, Fevz i Paşa üzer ine
293
kanıs ı b irdi : G ö r ü n ü ş t e seçimin s e r b e s t yapı lmasını yak ınd a n izlemek, memurların durumlarını incelemek üzere gel iy o r d u . Ası l amacı ise Müdafaay ı Hukuk örgüt ler i ve ulus a l ö r g ü t üzerinde bilgi almak, halkın eğil imlerini, ulusal örgüt ler in yönet im biçimi ve beslenmesini incelemek, daha kötüsü İstanbul hükümetine karşı al ınan durumun kötü lüğü üzerinde halkı uyarmak ve meclisin İ s t a n b u l d a toplanmasını sağlamaktı . F e v z i Paşa'nın yaver i de g e ç tikleri yer lerde Mustafa Kemal için kötü kötü k o n u ş u y o r , at ıp tutuyor, bunlar da F e v z i Paşa heyet inden M u s t a f a Kemal ' in kulağına yet işt i r i l iyordu. Fevz i Paşa, Kasım'ın yirmi d ö r d ü n d e S ivas 'a varacakt ı . Yol larda yaptığı ya da yapt ı rd ığ ı boşboğazl ık y ü z ü n d e n S ivas ihti lâlcileri, ' ona karşı ateş püskürmeye başlamıştı . Ö z e l toplant ı larda, F e v z i Paşa'n ın, S ivas 'a ayak basar basmaz yakalanıp hapsedi lmesi , döğülmesi , ö ldürülmesi is teniyordu. Hepsin in baş ında Mustafa Kemal' le Rauf bey, ş iddet yanl ış ıydı lar.
Bu arada en çok üzülen Kâzım Karabekir 'd i . Bu öfke da lgas ına karşı d u r m a y a çal ışsa hepsiyle b o z u ş a c a ğ ı n ı b i l iyor, s u s u y o r d u . F e v z i Paşa ile çok eskiden beri arkadaşt ı . O n u n tertemiz bir y u r t s e v e r o l d u ğ u n u bi l iyorsa da zayı f yanlar ı da vardı . Kuvvetten korkar, kötü durumlarda çok karamsar o l u r d u . Bu s ırada işin en tehlikeli y a n ı , s u r d a y d ı : Fevzi Paşa, b u g ü n l e r d e İstanbul'u A n a d o l u ' d a n d a h a g ü ç l ü g ö r d ü ğ ü n d e n aldığı b u y r u ğ u s o n u n a dek y e rine get i rmeye ça l ışacağı meydandaydı .
İşte, bu y ü z d e n Kâzım Karabekir (çok tedirgin d u rumdaydı . Bir kez, en içten bir arkadaşına karşı S ivas ' ta-ki lerin s ö ğ ü p s a y m a s ı , tür lü hakaretler yağdırması , onun yüreğin i yaralarken F e v z i Paşa'nın boşboğazl ık lar la dolu bir yo lcu luk yaparak o n u n kutsal bildiği bir ateşi s ö n d ü r mek amacıy la S ivas 'a gelmesine de ne d iyeceğin i bilemiy o r d u . Kâzım Karabekir, prensip olarak bu göster i rengini a lan sinirl i l iğe ortaklık edemiyordu. A c a b a , F e v z i Paşa, neden gel iyordu? Kendis iy le ser inkanl ıca k o n u ş u l d u ğ u n da kandır ı lamaz, yo la get ir i lemez miydi? T e m s i l heyet inin ve bütün kuvayı mil l iyenin g ü c ü n ü g ö r ü n c e d ö n m e y e c e ğ i n i kim söyleyebi l i rd i? O n u kandırabi lecek bir tek kişi
299
v a r d ı , o da Kâzım Karabekir 'di . Evet , Fevzi Paşa'nın imana gelmesi için bir tek Kâzım Karabekir ' in s ö z ü g e ç e r d i . P a ş a , bir gün çok üzülerek Mustafa Kemal'le Rauf b e y e :
— B e n , Fevz i Paşa'ya yapı lacak hakarete d a y a n a mam, dedi. O n a karşı yapı lan hakaretler, bana d o k u n u y o r . O n u n hakkında söy lenen söz ler , beni ü z ü n t ü y e b o ğ u y o r . E ğ e r sizler Fevz i Paşa'ya karşı samimî d a v r a n ı r s a nız ben de F e v z i Paşa'y ı kandırarak d ü ş ü n c e m i z e get ir irim ve bir genel toplantıda samimî olarak tart ış ı ldığında düşüncemiz i benimseyeceğin i hiç deği lse bize karşı olmakta ayak diremeyeceğini temin ederim. Yalnız, ilk di leğim, içten bir arkadaşımız gel iyormuş gibi arkadaşça o n u karşı lamaya çıkmaklığımızdır. İt imadın, korkutma ve baskı ile deği l telkin ve kandırma ile kazanı lacağına g ü z e l bir örnek göstermiş o lacağız.
Arkadaşlar ı , Kâzım Karabekir ' in bu düşüncesin i d o ğ ru buldular.
Kasım'ın yirmi d ö r d ü n c ü g ü n ü akşama d o ğ r u hep beraber otomobil lere binerek S a m s u n yolunda S i v a s ' a sekiz ki lometre çeken Numune çift l iğine gittiler. Karanl ık bastı, bütün dağ taş apaktı ve kar hâlâ lâpa lâpa y a ğ ı y o r d u . G e c e n i n g e ç vakit lerine dek bir odaya s ığınarak beklediler. Paşanın otomobil i bir tür lü g ö r ü n m ü y o r d u . H e p si sabırs ız lanmaya ve geri d ö n m e eğilimi g ö s t e r m e y e başladı. Kâzım Karabekir, onlar ı güçlükle tutabildi. En s o n ra, F e v z i Paşa'nın otomobil inin Yenihan'da b o z u l d u ğ u n u öğrendi ler . G e c e y i Yenihan'da geçirmek z o r u n d a y d ı .
B ö y l e c e bu g e c e gelemeyeceği anlaşı ldığından : — Yar ın, artık gelemeyiz! Diyerek Sivas 'a döndüler. Kasım'ın yirmi beşinde hava ılıklaşmış, kar yağış ı
y a ğ m u r a çevirmişti. Kâzım Karabekir, yanına birkaç arkadaş alarak bir hazır kıtanın başında, S ivas 'a v a r a n F e v z i Paşa'yı karşıladı. O n a bar ınacak başka bir y e r b u l d u lar ve Kâzım Karabekir ' le F e v z i Paşa ertesi g ü n , ya ln ız başlar ına g ö r ü ş m e y e hazır landı lar.
Kâz ım Karabekir, Kasım'ın yirmi altıncı g ü n ü s a b a hı F e v z i Paşa'nın z iyaret ine gitt i. İki saat kadar karşılıklı
300
tartıştı lar. Kâzım Karabekir, bu tart ışmalardan F e v z i Paş a ' n ı n en önemli görevin in kendisini görmek o l d u ğ u n u anladı . Kâzım Karabekir*e:
— Mustafa Kemal Paşa'y ı tutmaklığın felâkettir. Bu y ü z d e n gelecekte adın kötüye çıkacak. Y e g â n e ist inatgahları sen olan Mustafa Kemal Paşa, muhteris ve menfaat düşkünüdür. Maksadı , hükümetin şeklini değişt irmek, diktatör olmaktır. Ahlakça herkesçe fena tanınan hu z a t ı n , milletin başına belâlar get i receğini seni s e v e n bütün arkadaşlarımız ve ben, yakinen bi l iyoruz, Al i Fuat Paşa da muhterisin biridir. En güvendiğin İsmet de aynı f ikirdedir. Ve benim gibi o da seni uyarmak fikrindedir. Bunlar ın hiç bir kuvveti olmadığı halde ş e n bunlara kuvvet v e r i
y o r s u n . Geleceğin tehlikeli durumlarında omuzlar ına büyük sorumluluk a l ıyorsun. Kendisinin • İstanbul'a g ö t ü r ü l mesine (tutuklanarak) sen engel o l u y o r s u n . Buna yardımcı olma! Bunu milletin, memleketin selâmeti için benim ve birçok arkadaşlarımızın samimi o lduğundan ve senin bu vatana olan namuskârane fedakârlıklarını herkes bild iğ inden söylemeyi bir vaz i fe bildim. Mustafa Kemal Paş a , yaverler ini de mebus yapt ır ıyormuş. Bu gibi mebusların y a p a c a ğ ı fena etkiyi de düşünmelisiniz.
Kâzım Karabekir, F e v z i Paşa'nın sonuna dek boşalmasını bekledikten s o n r a , s ö z ü aldı ve şöyle konuştu :
— Paşam, Mustafa Kemal Paşa'ya başımıza g e ç m e sini daha İstanbul'da teklif eden de benim. B u g ü n , bütün g ü c ü m l e tutmayı en büyük bir ödev bilirim. O n d a n daha hamiyetli ve değerl isini İstanbul'da iken aradım bulamadım. Pekâlâ hatırlarsınız. Hangin iz esaret alt ındaki İstanbul 'dan çıkıp da geldiniz? B u g ü n de s izden r ica etsem ihtimal y ine gelmezsiniz. Burada kalınız, seni reis yapal ım. B u g ü n benim kuvvetle tutacağım zatt ır ki milletin, r iyaset inde durabil ir. Doğrudur. Fakat, bu bizzat ben olamam. Ç ü n k ü , ben ist inatgâhsız kalırım. S iz ve emsal iniz esaret alt ında oturmayı terc ih ediyorsunuz. B u g ü n k ü d u rumumuz en tabiî ve en meşru bir şekildir. Bu d ü ş ü n c e , kolordu kumandanları ve temsil heyeti için de böyledir . •Keşke, milletin i lerisinde ve kolordu kumandanl ıklarında
301
daha değerl i zat lar bulunaydı! İstanbul'da dedikodu y a pan arkadaşlar, iş bu raddeye kadar muvaffakiyetle g e l dikten s o n r a olsun Anadolu 'ya gelseler y a ! Ne yazık k i d o ğ u n u n aydın evlâtları bile İstanbul'dan çıkmazken d o ğulu olmayan bizim gibi ler, en felâketli günlerde halka avuntu ve g ü v e n verdik. Halk da tabiî olarak kı lavuzlarını g ö r d ü ve onlara selâhiyet ve g ü ç verdi . Halkın s u b a y l a r a olan güvenin i ve bizlere karşı beslediği ümit ve sevgiy i yer y e r g e z i p göreceksiniz. Şu ya da bunun mebus olması fena etki y a p a r düşüncesine gel ince bu ana s o r u n d e ğildir. Esasta bir olduktan sonra bunların samimî olarak çözümlenmesi imkânsız değildir.
F e v z i Paşa artık, « M u t l a k a Mustafa Kemal'i tu tuk lay ıp İstanbul'a götüreceğim» demekten vazgeçmişt i . Ç e k uzun tart ışmalardan sonra, yatıştırı lmış ve kanmış g ib iyd i .
— Ulusal direnme olmadıkça, milletin esirlik alt ına düşmesi önlenemezdi. Hem de bu esirlik Mısır 'da o l d u ğ u gibi bütün bütünlemesine bir esirlik olmayacakt ı . T ü r k i y e , p a r ç a parça kodaman devletlerle ufacık, minyatür devlet ve milletlerin b o y u n d u r u ğ u n a girecekt i . K o d a m a n A v r u p a devletleri, (Rum ve Ermeni jandarmalarını) kutlanarak Anadolu ve Rumeli Türk iye 's inden T ü r k l ü ğ ü n kökünü kazıyacaklardı. O y s a , ulusal bir d irenme s o n u c u n d a bütün bu korkunç tehlikeleri bir yana iterek g e r ç e k b a ğımsızl ığa ulaşılabilirdi. Bağımsızl ık kazanı lmasa bile b a ğımsızl ığa girmemek uğruna bir askerin ve bir milletin arslanlar gibi silkinip kükremesi bile başl ıbaşına T a n r ı ' -nın bir b u y r u ğ u ve bir zafer sayı lmaz mıydı? B ö y l e c e , ö z gür lüğümüzü pek pahalıya satmış olacağız. Ama, biz b o y u n d u r u ğ u paralayacağız. Hele ş u Ermeni v e Y u n a n v a h şilerini biz bitmeden ö n c e bit ireceğiz. H e r halde bağımsızlık aşkıyla s o n soluğa dek çarp ışacağız . T e k dağ başı mezar o luncaya dek uğraşmaya karar verenler herhalde başar ıya ulaşırlar. O lmasa da dünyada hiç o lmazsa namert insanlar olarak tanınmazlar. Büyük s a v a ş t a n s o n r a birçok milletler, yüzyı l lardan beri ölü oldukları halde meydana çıkarken en eski T ü r k milleti, hem de s e s s i z c e b i r tek nağra atmadan nasıl ö lür? Şu g ü n l e r d e y s e ulusal var-
30?
Iık, ulusal birlik meydana gelmiş, ulusal karar veri lmişt ir. Art ık bu işlerle ve Mustafa Kemal Paşa ile uğraşmak yanl ışt ır . Ulusal karara karşı davranmaktır , ihanettir, felâkettir. Yeniden s ö z alan F e v z i Paşa, ulusal kararı d o ğ ru bulmakla beraber şöy le dedi :
— Mustafa Kemal hepinizi atlatır, sürükler, bir ş e y d e n haberiniz olmaz. O, millî kararı, s iz in meşru isteğinizi deği l kişisel hırsını düşünüyor. O n u tanımıyorsunuz.
Kâzım Karabekir, F e v z i Paşa'nın bu k a y g u s u n u ş ö y lece yat ışt ı rmaya çalıştı :
— G ö r ü y o r s u n u z ki iç imizde anlayışs ız insan y o k ! Kişisel olarak aykırı y ö n e gitmesi düşünülemez. B u g ü n nasıl tutuyorsak aykırı davranışını g ö r ü n c e de bırakmak el imizdedir. Mustafa Kemal, halka ve halkçıl ığa s a y g ı g ö s terdikçe yer inde durabil ir. Herhalde pis bir ortam y a p masına meydan vermeyiz. Ş imdiye dek o l d u ğ u gibi şimdiden s o n r a da başarının birl ikte o l d u ğ u n u g ö r ü y o r .
F e v z i Paşa, bunu da d o ğ r u buldu : — Bu suret le kendisini başıboş bırakmamayı ve g e
rekince duruma e l koymayı d ü ş ü n m ü ş o l d u ğ u n u z a g ö r e b u g ü n k ü durum zorunludur! dedi.
Kâzım Karabekir, arkadaşlar ın ona karşı takındığı kırgın ve kızgın durumdan hiç s ö z etmedi. Yalnız, çok boşboğaz l ık eden yaver ine çenesin i tutması için ö ğ ü t vermesin i salıkladı :
— Git , temsil heyetini z iyaret et, samimi d a v r a n ve kuvayı milliye yanlısı o l d u ğ u n u s ö y l e !
Diye de yalvardı. Fevz i Paşa, o n u n bu di leğini benimsedi ve gerek Mustafa Kemal'le ve g e r e k s e temsi lci heyet i ile içten görüşmeler yapt ı . Herkes, konuştu. F e v z i Paşa'nın Samsun'a ayak atmasıyla baş layan tedirgin edici f ırt ına, en sonra dinmişti. Kuvayı milliye o l g u n bir b a ş daha kazanmış gibiydi.
Kâzım Karabekir, b ö y l e c e F e v z i Paşa'y ı yat ışt ır ıp z a rars ız duruma getirmenin hattâ, kuvayı mil l iyeye kazandırmış olmanın derin ruh huzuru içinde bulunurken birdenbire bir olay, onun ruhunu öfke bulutlarıyla kapladı ve M u s t a f a Kemal'e karşı d u y d u ğ u bu öfkeyi nasıl ve
303
n e r e d e saklayacağını bi lemeyerek Deli Halit beye çatmakta bir avuntu aradı. O l a y şöy le geçt i : Kasım'ın yirmi alt ısında öğleden sonra kumandanların görüşmesi kapanırken Kâzım Karabekir, aklına eserek İradei Mil l iye gazetes i n e veri lecek müsveddelere şöyle bir g ö z atmak istemişti. Yazı ları g ö z d e n geçir i rken ü ç ü n c ü tümen kumandanı Halit beyden 22 tarihli ve 25 te Mustafa Kemal'e gelmiş o lan ve bugün de onun Halit b e y e verdiği telgrafları g ö r d ü . Mustafa Kemal, bu s ırada T ü r k i y e ' d e başlamış olan seçimler in kuvayı mil l iyecilere gülümsemesi uğruna Halit beyin çalışmasını ve bu uğurda rol oynamasını salık-l ıyordu. Halit bey de bu işin yapılmakta o lduğunu ve gerekli adaylar ın seçtir i lmesi işinde çalıştığını an lat ıyordu.
Bu telgrafları g ö r e n Kâzım Karabekir ' in y ü z ü , kıpkırmızı olmuş, kaşları çatı lmıştı. Kendi kendine şöy le mırıldandı :
— İ lkönce seçimlere karışı lmayacaktı. S o n r a , benim ast ım olan bir tümen kumandanıyla hem de durumu hayl i u y g u n s u z ve g ü ç bir halde olan ve her yandan aleyhine yakınmalar yapı lan Halit beyle ve verdiği s ö z e karşın bu 6 tarihli taze haberleşmeye çok canım sıkıldı. B e n . b u g ü n saat larca Mustafa Kemal'i s a v u n d u m , onun durumunu güçlendirmeye çal ış ıyorum. O da tersine benim tümen kumandanlarımla benden habers iz isteğim hilâfına d u r u m o l ı y o r .
D u y d u ğ u acı etkiye karşın Fevz i Paşa'nın hâlâ kulaklarında çınlayan sözler ini büyütmemeye çalıştı. İlkin bu işi Rauf beye açtı. O da buna şaşırmış g ö r ü n d ü . B u n u Mustafa Kemal'e anlatacağını bir daha y inelenmeyecek biçimde, perç in leyeceğine s ö z verdi . Bunun üzer ine Kâz ı m Karabekir, bu işi Mustafa Kemal'le doğrudan d o ğ r u y a konuşmaktan v a z g e ç t i .
Ve ihtilâl o r d u s u n u n en d o ğ a l görevler inden biri o lan bir işe askerlerin karışmaması prensibini s a v u n a n ve ş a mar gibi saklayan bir telgrafı Deli H a l i f e çekmekten ç e kinmedi :
— Kemal Paşa'ya yazı lan şifreyi okudum. Mi llet in feryadı ve ordular ın millete yardım ilânı temeli eski
304
kabinenin yok etmeye yeltendiği meşruiyet yönetimini y e niden kurmaktı. Şu halde askerler in hiç bir biçimde s e ç i me etki yapmaması ve milletin serbestçe adaylara oy vermesi gerekir. Kıtalarımızın s iyasete karışmasıyla inzibat ve içtenl iğin sarsı lmasına meydan veri lmemesini hassaten r ica ederim.
Kâzım K A R A B E K İ R
Kasım'ın 27'sinde S i v a s ' a gelen Kara V a s ı f bey, İstanbul'dan şu haberleri get irdi :
— Kamu oyu Amerikal ı ların lehinde, Fransız lara karşı hiç bir eğil im yok. « İngi l iz Dostları D e r n e ğ i » İngiliz mandası yanlısı. Mustafa Kemal Paşa'nın ö r g ü t ü istediği yana götüreceği ve bir hükümet kuracağı korkusu var. T ü r l ü parti lerde de bu d ü ş ü n c e var.
Padişah da Mustafa Kemal ve Rauf bey için bundan k a y g u ile s ö z ederek bunlar ın bulundukları işi bozmak ist iyor. Mecl is in İstanbul 'da toplanması d ü ş ü n c e s i n d e kimi tedbirleri hepimiz gibi o da sayıyor.
Kâzım Karabekir, Kara Vası f beyin get irdiği bu haber ler i dinledikten sonra defterine şöyle bir not düştü :
— İşte, İstanbul 'dan gelenler, güveni l ir kimi arkadaşlarımızı da y a d ederek Mustafa Kemal'in o y n a y a c a ğ ı ro ld e n kaygularını söyledikler i gibi d o ğ u halkı da zaten şimdiye kadar aynı kaygu iç indeydi. Bi lhassa E r z u r u m K o n g r e s i , kararlarının kaldırı lması sorunundaki durumları g e lecek için kendilerini d a h a duygulu bu lunduruyordu. İşin d a h a u y g u n s u z bir aşaması açılmıştı.
Kasım'ın 26 ncı g ü n ü öğleden sonraki kolordu kumandanları görüşmesinde ü ç ü n c ü kolordu kumandanı S a lâhattin beyle Mustafa Kemal arasında g e ç e n şiddetli bir tart ışma, gerekli s ın ırdan dışarı taştı. Aralar ı açı l ır gibi o ldu. Salâhatt in bey, oturumu bırakarak öfkeyle çıkıp gitti. Salâhatt in bey, daha çok Kâzım Karabekir ' in d ü ş ü n c e lerine yatkın olan şöy le bir tez s a v u n u y o r d u :
— İstanbul hükümetiyle daha yumuşak olal ım; bi lh a s s a parasız b u l u n u y o r u z . Mecl is in İstanbul 'da a lacağı
305 3/F. : 20
biçimden sonra kesin davranış la her şey i ele alır ız. B u g ü n madem ki meşru hükümet İstanbul'dadır. M e c l i s top-lanıncaya kadar arayı açmayal ım.
Buna karşı M u s t a f a Kemal de kozunu şöyle s a v u n u y o r d u :
— Parasız kalırsak mesele, millî teşkilâta d ö n e r . Kâzım Karabekir, buna şöy le karşılık vererek bütün
ağırl ığını kefeye k o y d u : — M e ş r u hükümet varken anarşiye, belki de tavaif i
mülûk biçimine döner iz. Herhalde iyi düşünmek ve ileriyi görerek davranmak gerek.
Salâhattin bey y i n e : — Yumuşak olal ım, mutlaka hükümetle an laşal ım,
dedi. Mustafa Kemal, y ü z ü daha çok kızararak İstanbul hükümetinin anlaşmak istemediği salt z a m a n kazanmak ve bu arada iç ayaklanmalar çıkarmak istediğini, İngil izlerin ancak kuvayı mill iyenin esirl iği benimsemesi s o n u c u n d a bir anlaşmayı düşünebi leceklerini anlattı. Bunlar ı y ü z l e r c e kişiye s ö y l ü y o r m u ş gibi haykırarak s ö y l e d i . O zaman, Salâhatt in bey de öfkelendi :
— Bağırmaya hakkınız yok, fikrime hürmet etmiyorsunuz! dedi ve a y a ğ a fır layarak odadan çıktı gitt i.
Salâhatt in bey. Kâzım Karabekir' le çok eski ahbapt ı . O n u n , Kâzım Karabekir ' in düşüncelerini yansıtt ığını da bi l iyorlardı. Temsi l heyeti üyeleri , bu olaya hadden aşır ı üzülmüşlerdi. Aray ı düzeltmek için Kâzım Karabekir 'e y a l vardı lar. O da Salâhatt in beyi götürüp Mustafa Kemal' le barıştırdı. Kâzım Karabekir, onları barıştırıp herkesi h o ş nut ettiği s ırada defter ine şöyle bir not da d ü ş ü y o r d u :
— Gar ip durumdalar. Mustafa Kemal, bu lunduğu du rumu göremiyor. D ü n y a âlem aleyhinde iken beni ş i fr işiyle, Salâhattin beyi bir başka nedenle kırıyor. Kâzım Karabekir, daha s o n r a , defterine şu notları da kattı :
— Salâhatt in b e y barışmıştı. Ertesi g ü n , oturuma gel ir gelmez daha sinirli bir durumda söy lenerek çıktı gitti. Y ine arkadaşlar bana yalvardı lar. Daha çok Rauf, M a z har Müfit, Bekir Sami beyler, r ica ediyordu.
306
Paşa, s o n dargınl ığın nedenini sordu : — Bi lmiyoruz, siz anlar, hal ledersiniz! Dediler. Paşa, hemen kolorduda Salâhatt in beyin d a
iresine koştu. Kumandan öfkesinden ağlayacak d u r u m d a y d ı .
— Ne oldu y ine. Salâhatt in? — Söylenmez; bu a d a m . namusumla o y n u y o r . B i z
millî mesele hal lediyoruz, halbuki.. . diyerek olayı anlatt ı . Kâzım Karabekir, onu ş ö y l e c e avuttu :
— Bu yine o n u n çevres in in «münasebets iz l iğ id i r .» Bunları kimseye açma. Şu görüşmeler i , bir engel çıkarı lmadan hayırl ısıyla bir bitirelim.
Salâhatt in bey, bu söz ler i tutacağına s ö z verdi . K â zım Karabekir de ö b ü r y a n d a n davranarak Salâhatt in b e yi ü z e n işi düzeltt irdi.
Kâzım Karabekir' in temsil heyetiyle anlaşacak iki s o r u n u daha vardı. Bunlardan biri ş u y d u : E r z u r u m K o n gresin in kararlarım S i v a s Kongresi yutmuş, m e y d a n d a n silmiş, bunun uğruna u z u n haberleşmeler yapı lmışsa da anlaşmazl ık ortadan kaldırılamamıştı. E r z u r u m K o n g r e s i üyelerinin kararları, hasıraltı edilmiş, bu, büyük bir g ü vensiz l ik ve öfke doğurmuştu. Bu sorunun ç ö z ü m l e n m e s i mutlaka gerekiyordu. İkinci s o r u n da ş u y d u : M u s t a f a K e mal, temsil heyeti adına kendi imzasıyla iş g ö r ü p d u r u y o r d u . Bir inci sorunda Kâzım Karabekir ' in haklı o l d u ğ u n u , bütün özel görüşmeler inde her arkadaş söylediğ i g i bi, M u s t a f a Kemal de söylemişt i . Kâzım Karabekir ' in s o r u s u , basit ve kestirmeydi :
— E ğ e r d o ğ u vi lâyet ler inden herhangi yeni bir bölüm dışında bağımsızl ığımızı perç in leyen bir barış kabul o l u nursa S i v a s Kongresi hükümlerini uygulamak mümkün müdür? H iç olmazsa makina başında Sivas Kongres i e s a s ları kabul olunmadan anlaşmak mümkün deği l miydi?
Kâzım Karabekir ' in bu sorular ına veri len karşılık ş ö y leydi :
— K o n g r e , Malatya olayı ve yerl i kimi o lay lar y ü z ü n d e n a c e l e dağılmak z o r u n d a kaldı.
307
Kâzım Karabekir : — Kongre acele mi dağı ldı, y o k s a tabiî b ir halde mi?
diye s o r u n c a acele dağı ldığını aç ıkça söylemekle b e r a b e r yanlışl ık yaptıklarını söyledi ler.
Kâzım Karabekir, imza işini hiç bir tür lü s indiremiyor-d u . G ü n geçt ikçe Mustafa Kemal imzasının yeni yeni g ü ç lükler çıkardığı kanısındaydı. O n u n ç e v r e s i n d e bu imza iş inden sere serpe konuşuluyordu. Hele Halit beyle M u s tafa Kemal' in mebusların «atanmalar ı» işi üzer inde y a p tıkları şifre haberleşmesi Kâzım Karabekir ' i çrlgına d ö n d ü r ü y o r d u . B u n u öyle büyülttü k i en s o n r a , M u s t a f a Kemal, bunun tartışı lması için bir oturum istedi. B u n d a K â z ım Karabekir, şöy le konuştu :
— Ben millî reis bulunmasına daha ilk g ü n d e o l d u ğ u gibi taraftarım. Fakat, heyeti temsil iye diye genelge lere ve haberleşmelere imza atı lması bütün heyet in s o r u m luluğu altında olmalıdır. « N a m ı n a » olan imzaların yaptığı ve y a p a c a ğ ı güçlükler le beraber temsil heyetinin herhangi bir haber leşmeden «haber imiz y o k t u r » gibi « m a z e r e t » bildirmeleri mümkün olabilir. Böy le o l d u ğ u gibi M u s tafa Kemal Paşa'nın z a t imzasının dahi herhangi bir makamda temsil heyeti g ü c ü n ü temsil edebil ir.
Kâzım Karabekir ' in uzun uzadıya s a v u n d u ğ u bu d ü ş ü n c e l e r , kimi üyelerce d o ğ r u bu lunduysa da y i n e , eski g id işat üzer inde yürümesi karara bağlanmakta gecikmedi.
Bundan sonraki bir g ö r ü ş m e d e , M u s t a f a Kemal, A y dın bölgesinden Demirci Mehmet Efe'n in g ö n d e r d i ğ i bir heyet i oturuma kabul etti. Paşa'nın bu z e y b e k l e r e g ö s t e r diği c a n d a n yakınlık ve i lgi. Kâzım Karabekir ' in pek çok gar ib ine gitti. Bu gibi ayak takımına her ne o lursa o lsun ç o k ç a y ü z ver ip şımartmamak gerekt iğini M u s t a f a Kemal'e söylemekten kendini alamadı. S o n r a , bunlar ın m e y d a n a get irebi lecekler i kötülükleri bir bir say ıp dökerek bu gibi durumlar ın yinelenmemesi için M u s t a f a Kemal' i u y a r d ı .
O g ü n , Demirci Mehmet Efe'n in batı dağlar ında mucize ler yaratan zeybekler in in bu. temsi lci ler i , Kâ^ım K a -
308
rabekir' in asık surat ında ve kendilerine aşağıl ık bir sevmişler gibi bakan gözler indeki d o s t ç a olmayan bakışlar ından ürktüler ve b u n a - p e k şaştı lar, ay lardır bin tür lü güçlükle tepeden t ı rnağa silâhlı Y u n a n o r d u s u n u o r d a zınk diye durduran g ü c ü n kendileri o l d u ğ u n u bu ünlü p a ş a , neden bilmezlikten gel iyordu? Mustafa Kemal' in kendi ler inden pek çok şey beklediğini a ç ı ğ a v u r a n güleç y ü zü onlar ı y ine ç o k ç a avuttu. Paşa, Demirci Mehmet E f e ' y -le kızanlarına kendisinin ve bütün temsil heyeti üyeler inin s ıcak selâmlarını g ö n d e r d i .
İ N G İ L İ Z K E M A L
Başkalarının keyfine göre yaşamak, sefaletin en büyüğü' dür.
Syrus
Sabahley in erkenden, A r a p y a n Han' ındaki z indanın kapıs ında asılı kocaman kilidin iç inde kocaman bir a n a h tar, madenî sesler çıkararak d ö n d ü ve kapı ardına d e k açı ld ı . Kapının ö n ü n d e iki silâhlı İngil iz askeri d inel iyordu. B o k s ö r Esat , kendi üzer ine dikilen yeni bir s e r ü v e n b a ş ladığını anlamıştı. Muhaf ız lar, o n u n bileklerine bir İ n g i liz kelepçesi geçirdi ler ve handan çıkararak dışarda bekleyen bir askerî otomobile bindirdiler. O t o m o b i l , hiç v a kit g e ç i r m e d e n homurdanarak T o p h a n e rıhtımına d o ğ r u inmeye başladı. Rıhtıma vardıklar ında E s a t bey, baktı . Ö n ü n d e bir deniz y o l c u l u ğ u g ö r ü n ü y o r d u . Sadrazamlar , nazır lar, büyük gazeteci ler gibi Malta 'ya s ü r g ü n edi lecek deği l y a . Belki de ufak bir deniz y o l c u l u ğ u n d a n s o n r a bir askerî « t e c r i t » kampına götürülecekt i . Muhaf ız lar, o n u kol lar ından sürüklercesine götürüp küçük bir askerî g e miye bindirdiler. Demir bir merdivenden ambara indiri len g e n ç boksör, demir parmaklıklarla bölünmüş loş bir h ü c reye tıkıldı ve üzer inden bir kilitin anahtar ı , diş kamaş-
309
t i ran g ı c ı r t ı s ı n a d ö n d ü . G e n ç boksör, muhaf ız lar çeki l ip gitt ikten sonra çevres ine baktı. Yalnız deği ld i . O r a d a iki kişi daha vardı .
Bakıştı lar. Bunlardan biri de T ü r k , ö b ü r ü de sivi l g i y inmiş bir Alman subayı idi. Boksör, i lkönce yurttaşla konuştu. A d a m c a ğ ı z çok dert l iydi. G ö z l e r i ağ lamaktan kan çanağına d ö n m ü ş t ü ; durmadan içini çekerek, hıçkırarak ağl ıyordu. O l d u k ç a yaşl ı olan a d a m c a ğ ı z , ağlamaktan f ırsat buldukça durmadan çektiği teşbihinin yanısıra b i rdüz iye besmele çek iyordu :
— Ne oldu arkadaş? Ü z m e kendini. M e r a k etme. A l lah yardımcın olur, dedi.
Yanıbaşında, hiç ummadığı halde kendisine T ü r k ç e ünleyen bu ses, adamcağız ı sev inçten del iye d ö n d ü r d ü , hemen g e n ç adamın el ler ine sar ı ld ı :
— Allahım, sana çok şükür. Bir dindaşımı yanıma g ö n d e r d i n .
E s a t bey : — Nerel is in? diye s o r d u . — Kadıköylüyüm. İcra memuruyum. İsmim Ahmet'
tir. Beni bütün Kadıköy' le Ü s k ü d a r tanır. — S u ç u n nedir de buralara düştün? — Kadıköy'de bir evim var. Kiracım da bu herif lerin
. ( işgalci lerin) yanına pol is hafiyesi girmiş. Kira v e r m e z , evi harap eder. Mahkeme kararı aldım, ev in tahl iyesi iç in. « V a y ! Bana bunu yapt ın ha!» diye bana kin bağladı. Bir g ü n camiye v a a z dinlemeye gitmiştim. Yanımda M ü s lüman Hintli askerler vard ı . Onlar la k o n u ş u y o r d u m . Bu melun herif de bunu g ö r m ü ş . « M ü s l ü m a n Hintli askerler i isyana teşvik e d i y o r » diye beni jurnal etmiş. Haber im yokken bu durumda bir de resmimi çekmiş. Ne ders in o ğ l u m bu işe? Bir tür lü derdimi anlatıp da yakamı kurtaramadım.
Boksör Esat bey. A l m a n subayının derdini öğrenmek istedi. O da A lmanya'ya dönmek üzere saklanırken ele geçmişt i .
Onlar , kaşla g ö z aras ında böyle dert leşip anlaşmaya
310
ç a l ı ş ı r k e n geminin makinaları da çal ışmaya ve tekne sars ı l m a y a başlamıştı. B ö y l e c e geminin kalktığını ve yol a l m a y a başladığım anladılar. Bu sırada yemekler de g e l mişt i . Kapıdaki İngiliz muhafız, g e n ç boksörün kendisine İng i l i zce ünlediğini g ö r ü n c e kulaklarına inanamayarak o n u n l a ilgilendi. Sanki , Londral ı bir İngiliz gelmiş de kendis iy le konuşuyordu. Bu denli güzel bir İngi l izce muhaf ız ı şaşırtmıştı. Artık, durmadan onunla konuşmak istiy o r d u . Yaşlı adamın ağlay ıp durduğunu g ö r ü n c e şöyle d e d i :
— Söyley in bu iht iyara, korkacak bir ş e y yok. Ç a -n a k k a l e d e k i (Siyasal suçlular) kampına g id iyorsunuz. T e l -ö r g ü n ü n içinde, açık haval ı bir yerdir. O r a d a s e r b e s t vaki t geçireceksin iz . S ö y l e , ağlamasın.
E s a t bey, bu sözler i adamcağıza çev i r ince onun derd i n i b iraz olsun hafif leteceğini sanmışsa da aldanmıştı. Ç o l u k - ç o c u ğ u n u d ü ş ü n e n yaşl ı adam, iki g ö z ü iki ç e ş m e h â l â ağl ıyordu. Yalnız, A lman subayı , bunu işit ince çok sev inmişt i . •
G e m i , M a r m a r a d a yol al ıyor, onlar gözler i kendi içler ine ve anılarına dönük, denizi ve g ö k y ü z ü n ü görmekt e n uzak yalnızca düşünüyor lard ı .
V a p u r Çanakkale'ye var ınca, g e n ç b o k s ö r v e arkad a ş l a r ı ambardan çıkarı ldı lar. Hafif çalkantılı lâcivert boğ a z sular ı ve masmavi g ö k y ü z ü , ö z g ü r l ü ğ ü n en güzel renklerini taş ıyor gibiydi. Üç arkadaş, rıhtımda bekleyen bir
•otomobile bindirildi. Başlar ında yeni muhafızlarıyla Ç a nakkale 'n in içinden g e ç e r e k kır yol larına çıktılar. Ağaçl ıklar, bağlar, bahçeler, fundal ıklar arasından geçti ler. Bir o v a d a , Paşa Çiftl iği dolay lar ında, bir yerde otomobil durd u . İndiler, burası, elli metrekarelik, sık telörgülerle çevrilmiş bir askerî kamptı. Dört yanında silâhlı Hintli nöb e t ç i l e r vardı . Te lörgüler in içinde sekiz çadır bulunuyord u . Ü ç arkadaş, te lörgülerden içeri g ir ince çevreler ini o n b e ş mahpus sar ıverdi . E s a t bey, hemen bu onbeş kiş in in de hem Rus, hem de Bolşevik o lduğunu ö ğ r e n d i . İngi l iz ler, bunları türlü d o ğ u memleketlerinde p r o p a g a n d a y a p a r k e n yakalamış, b u r a y a tıkmışlardı. G e n ç boksör, bu
311
a r a d a g ö z ü n ü n ısırdığı bir ine dikkatle bakınca bunun A r a p -y a n Han' ındaki z indan arkadaşı o lduğunu g ö r d ü . G e n ç a d a m , bu z indan arkadaşıy la sarmaş dolaş o ldu. S a n k i , kırk yıllık ayrıl ıktan s o n r a birbir lerine kavuşmuş en y a kın akraba gibiydiler. M a p u s h a n e , zulüm ve işkence arkadaşl ığ ın ın böyle bir kaderi vardı . Onlar ın böyle s a r m a ş d o l a ş o lduğunu g ö r e n ö b ü r Ruslar, şaşırmış, aval aval bakıyor lardı . Esat bey, kendi ler ine büyük kötülük y a p a n z i n d a n c ı y a yaptığı o y u n u anlat ınca öbürü s e v i n ç t e n e ller ini çırptı. S o n r a B o k s ö r Esat, g e n ç Rus'a s o r d u :
— Hani , s e n , memleketine g id iyordun? — Evet, hepimiz g i d i y o r u z . Burada topladılar. B u r a
d a n bizi değiş tokuş edecekler. Burası fena y e r deği l . G ö r ü y o r s u n y a . . . H e r g ü n g ü n e ş b a n y o s u y a p ı y o r u z . S a n ki köy yaşayış ı g e ç i r i y o r u z . H e r haîde yakında g i d e c e ğ i z . E s a t bey, Ahmet efendiyle birlikte kendisine ver i len ç a dıra girerek çenesini ellerinin arasına aldı ve arpacı kumr u s u gibi düşünmeye başladı.
Evet , Ruslarınki gibi yakında çıkıp gitmek umudu o l u n c a burda birkaç g ü n güneşl i bir kamp yaşay ış ı g e çirmek h i ç de fena deği ldi . Yalnız, hiç bir umudu o lmadan bu te lörgüler arasında pineklemek, korkunç bir ş e y d i . H e le kendisi gibi çok g e n ç , çok ateşl i , çok hareketli bir ins a n için.
Çadır ın karanlığında gözler in i yumup da uykuya varmadan ö n c e çetin bir karara kolayca vardı. Kaçacakt ı . E r tesi s a b a h , uyanır uyanmaz çevresin i kontrol etmeye başladı. Evet , kaçacaktı. A n a d o l u ' y a , ulusal dâvanın ç o k t a n dır iç ve dış düşmanlara karşı silâhı patlatıp d u r d u ğ u A n a dolu 'ya kaçacaktı , hiç o lmazsa şu sıralarda pek anlamsız g e ç e n yaşayış ı bir anlam kazanacakt ı . K a ç a r kaçmaz da M u s t a f a Kemal'in açt ığı ihtilâl bayrağı altına g irecekt i . Art ık, bu bayrak alt ından başka her y e r ona haramdı. Ş imdiye dek başından g e ç e n l e r , pişmiş tavuğun başından geçmemişt i . Kafasının iç inde karınca gibi kaynaşan anılarını bu dönüş yer inde bir kez daha baştanbaşa y a ş a d ı : O, 1887'de Alt ınmermer'de d o ğ m u ş bir İstanbul ç o c u ğ u y d u . Ö z adı Ahmet E s a t T o m r u k ' t u . Babası Evkaf Nezcr
312
reti V a r i d a t Kalemi M ü d ü r ü Mehmet Reşit beydi . H o v a r da bir adam olan babası , ö l d ü ğ ü n d e ger ide küçük bir dükkândan başka bir ş e y bırakmamıştı. B e ş y a ş ı n d a babadan ö k s ü z kalan Ahmet, Taksim'deki kira e v i n d e y a şamaya başladı. S o n r a , Boğaz iç i 'n in en güzel yer ler inden biri o lan Emirgân'a taşındılar. Ahmet Esat için burası bir çocukluk cennet i olarak kalacaktı. Bülbül ler in ş a k ı r şakır şakıdığı koruluklarda, güneşl i kırlarda g e c e g ü n d ü z koşup o y n a y a n ve serbest l iğ in unutulmaz tadını tadan çocuk, zamanla g ü r b ü z ve sağlam bir g ö v d e y e sahip o ldu. Dağlar ı , kırları h e y e c a n s ı z bulmaya başlay ınca işi denizcil iğe döktü. Emirgân' ın ünlü sandalcıs ı Fotaki 'den yelken dersi aldı. Artık, deniz, g ü n geçt ikçe o n u n için «kendin i meşkine verdiği bir aşk olmuştu.» A r a d a n g e ç e n bu egzers iz bol ve atak yıl lar, o n u yaşayış ıy la d ö ğ ü ş ü s e v e n , at ı lgan, yi 'rekl i bir çocuk olarak yetişt irdi. Yaş ına g ö r e çok gel işen Esat, yürekl i l iği , ataklığı ve cüretkâr l ığ ıy la büyük, küçük herkesin g ö z ü n e çarpmaya başladı.
O n a ilk s p o r dersini v e r e n Har ic iye Nezaret i M ü s t e şar lar ından T a l â t bey olmuştu. T a l â t bey, ç o ğ u z a m a n kimi arkadaşlar ıy la korulukta bu luşuyor, hem şak ıyan bülbülleri dinl iyor, hem de « ist ibdat, h ü r r i y e t » , sözcükler in i y ineleyip duruyor lardı .
Esat , bir g e c e yemekte bu sözcükler in ne anlama geldiğini dayıs ına sormuş, aralar ında şöyle bir konuşma g e ç mişti :
— D a y ı , sana bir ş e y s o r a c a ğ ı m . — Ne soracaks ın? — « H ü r r i y e t » , ist ibdat» ne demektir? Ç o c u ğ u n dayıs ı , bir zenberek gibi yer inden fır lamıştı,
lokmaları ağz ında kalmıştı. Y ü z ü kül gibiydi. Faltaşı gibi açı lan gözler ini yeğeninin göz ler ine dikmişti :
— Bu söz ler senin a ğ z ı n d a ne gez iyor , nereden işittin bunlar ı? diye bağırdı.
Bunlar ın tehlikeli ve tekinsiz sözcük ler o l d u ğ u n u s e zen E s a t , bunları kimden işittiğini söylememek akıllılığını gösterdi . Kendini büyük bir g ü n a h işlemiş gibi d u y u y o r d u . Bunlar ı dayısına neden söylemişt i? Ç e n e s i n i kit leyip
313
y a t a ğ ı n a girdikten sonra bile bunun üzüntüsü yüreğini jç in için yakmıştı.
Esat , sabahı iple çekti ve dışarı f ır lar f ır lamaz iik işi g id ip T a l â t beyi bulmak oldu. Geceki işi o l d u ğ u gibi ona anlatt ı. Ta lât bey, gülerek :
— Afer in E s a t , dedi . Senin mert bir adam olacağını JDU halin ispat etti. Niç in bana sormadın? S e n , bunları a n -Jayacak yaşa gelmedin daha. Bir g ü n gelir, anlarsın. S a kın bir daha bu kelimeleri kimseye sorma. H i ç bir y e r d e s ö y l e m e .
Esat ' ın s p o r hevesi daha çok artarak s ü r ü p gidiyord u . G ö v d e s i n i çelik gibi yapan deniz sporlar ını aral ıksız s ü r d ü r ü y o r , Baltal imanı çayır ında yapı lan pehl ivan g ü r e ş lerini seyrediyor , onlar gibi ünlü pehl ivanlardan biri o l mak uğruna yanıp t u t u ş u y o r d u .
Bir g ü n , day ıs ı , onu götürüp Galatasaray Sultanis i 'ne yatıl ı olarak yazdırd ı . M ü d ü r Abdurrahman Şeref beydi . Y a z a r Ruşen Eşref , Hintli Fuat ve J a p o n y a sular ında batmış olan Ertuğrul 'un çarkçıs ın ın oğlu Kemal' le üç ö k s ü z olarak yan yana o k u y u p Fransızcay ı öğrendi ler.
Bir g ü n , Hintli Fuat ' ın eline g e ç e n bir F r a n s ı z c a pulculuk gazetes i , Esat ' ın başına belâ açmakta gecikmedi. Bu gazeteye adresler ini göndererek dünyanın türlü ülkeleriyle pul değiş tokuşu yapmak hevesine kapıldılar. İçlerinde Ruşen Eşref de olarak Fransız postanesinde p o s t restant olarak g a z e t e y e adreslerini gönderdi ler. Bu do o z korkusuz olmadı: Ü ç ü , Bankalar caddesindeki Fransız postanesin in ö n ü n e gel ince Esat, birdenbire postanenin kapıs ından içeri daldı. G o c u ğ u n elinde mektubu g ö r e n m e m u r şaşkın :
— Ç o c u ğ u m , sen buraya nasıl geldin? Dikkat et, kims e görmesin! Ç a b u k kaç!
Diyerek mektubu da onun el inden alıp damgaladı . O n beş g ü n s o n r a , Esat, aynı memurun güler y ü z l e
kendisini karşıladığını g ö r d ü , memur ona bir tomar kâğ ı t uzatmıştı :
— Al şunları kaç, belânı bulacaksın. Kâğıtları alıp kendisini bekleyen arkadaşlarını ' b u l -
314
d u . Fransa'n ın türlü şehir ler inden bir y ığın karptostal gelmişt i . Ü ç arkadaş, s e v i n ç içindeydiler. Kimsenin y a p a madığı bir işi becerebi lmiş, Avrupa'n ın önünde yükselen s a ğ ı r ve kalın duvarda bir gedik açmışlardı. Bu delikten A v r u p a ' n ı n güzell ikleri kendilerine tatlı soluklar üf lüyordu.
Bu bir süre böyle s ü r d ü . Üç arkadaş, bir g ü n Paris'ten g e l e n kartpostallar aras ında bir de T ü r k ç e yazı l ı bir kart bu ldu. Kartta şöy le y a z ı y o r d u : « İst ibdadın hür ç o cuklar ı ! S iz i tebrik eder, ihtiyatlı olmanızı tavsiye ederim!»
İmza: «Ahmet Rıza.» Üç arkadaş, Ahmet Rıza'nın kim olduğunu ve kendi
ler ine neden ihtiyat salıkladığını anlayamadı. E s a t , bu bilmeceyi çözmek üzere komşuları Doktor
İhsan b e y e başvurdu : — Doktor bey, şunun anlamı nedir? B e n , anlayama
dım. Kartı alıp da üstündeki yaz ıy ı okuyan doktorun y ü zü korkudan kül gibi o lmuştu.
— S e n , deli mi o ldun, be oğlum? Al lah, A l lah, bu kart s a n a nasıl geldi?
Esat ' ın hikâyesini d in leyince korkusu daha çok art a n doktor :
— N e ? S e n , Frans ız postanesine mi gir ip ç ı k ı y o r s u n ? — E v e t ! — Hayret , hafiyeler seni ş imdiye kadar nasıl o lup
da yakaiayamadı lar. Bu kartın üzerindeki yazının ne demek o l d u ğ u n u sana kısaca anlatayım.
S o n r a , padişahın ist ibdat yönetimini ve bunu yıkmak u ğ r u n a içerde ve dışarda çal ışan g ö z ü pek adamların b u l u n d u ğ u n u , işte dışarda çal ışanların başında bulunanın da çok tehlikeli bir adam sayı lan Ahmet Rıza bey o l d u ğ u nu anlatt ı .
S o n r a , Esat' ın gözler i ö n ü n d e kartı yırtıp bin p a r ç a ederek attı. Esat, o z a m a n , el inde bir kart yer ine bir b o m ba taşıdığını anlamış ve çok korkmuştu.
Bir hafta başı , y ine g i ş e y e uğrayıp bir tomar kartposta l alan küçük Esat , y a ğ m u r altında koşarak p o s t a n e d e n uzaklaşırken birdenbire başına ağır bir şey le v u r u l d u ğ u n u d u y d u ve y a ğ m u r sularının içine y u v a r l a n d ı ;
315
bayı lmışt ı . Kendine gelir gibi o lunca kulaklarında bir u ğ u l tu d u y d u . Kulaklarına tekerlek gürültüleri de g e l i y o r d u . N e r d e o lduğunu anlamak ve biraz kımıldamak istey ince kafasına inen ağır bir darbeyle yeniden kendinden g e ç t i .
Gözler in i açtığında kendini tavuk kümesine b e n z e y e n demir bir kafesin içinde buldu. Bu kafes g e n i ş ç e bir o d a nın köşesinde bulunuyordu. Karşıs ında bir masa, masanın başında da kıpkırmızı fesli ve palabıyıkl ı, iri yar ı d ö r t kişinin oturduğunu g ö r d ü . Esat 'a korkunç bir karadüş g ö r ü y o r m u ş gibi geldi. Adamlardan biri ö t e k i l e r i n e :
— C o n uyandı! dedi. Q ö r t adam da kafesin yanına gitti ler. Birisi o n a — Ulan Conlar ın p iç i ! D iye bağırarak içi su dolu y a n g ı n kovalar ından birini
kaldırıp Esat' ın başından aşağı b o c a etti : E s a t korkusundan : — Anne! Anne! diye bağır ıp ağlamaya başladı. S o
ğuktan ve korkudan küçük g ö v d e s i z a n g ı r z a n g ı r t i tr iyor, dişleri birbirine v u r u y o r d u . Adamlar, bu hale keyifli keyifl i gü lüyordu. Bu sırada d ışarda heyecanl ı koşuşmalar, kıl ıç şakırtı ları işitildi. D ö r t adam, korkuya b e n z e r b i r s a y g ı y l a yerler inden fırladılar. G e l e n , Abdülhamid' in en yakın ve güvenil ir adamı, hem de en korkunç adamı F e -him Paşa'ydı. Esat' ı alıp bir o d a y a götürdüler. Fehim Paş a , paşa giyneğiyle masanın başında o t u r u y o r d u , p a b u c u n pahalı o lduğunu g ö r e n Esat , subaylar ın ve z a p t i y e lerin bacakları arasından dalarak kapıdan dışarı f ır ladı v e v a r gücüyle koridorlarda kaçmaya başladı. B o ş u n a y -d ı . Ç a b u c a k önünü keserek onu yakaladı lar. Sil le t o k a t oğlanı sersem ettiler. Esat , bu arada masanın üzer indeki • mürekkep dolu bir hokkayı kaptığı gibi kendine en çok tokat sal layan Fehim Paşa'nın g e n ç ve çalımlı y a ver in in suratına fırlattı. Yaver in y ü z ü n d e n aşağı akan kapkara mürekkep s a ğ n a ğ ı , f iyakalı g iyneğin i berbat etmişti.
Bu kez, odadakiler, tıpkı bir ars lana saldır ır gibi E s a -tın üstüne atıldılar. Yumruklar ı , çizmeleri alt ında o n u ç ö kertti ler, çiğnediler ve üzer inde tepindiler. O ğ l a n bir k e z
316
d a h a bayı l ıp kendinden geçt i . «Akl ı başına geld iğ inde kendini başka bir o d a d a buldu. B u r d a bir yatak, bir s a n d a l y e , bir de g a z lâmbası vardı .» G a z lâmbası, y a n d ı ğ ı n a g ö r e g e c e olmuştu.
Y a v a ş ç a yatağından kalktı. Kapıya gitt i, kilitl iydi. Kaçı lacak gibi deği ldi, Akl ına korkunç bir d ü ş ü n c e geld i : O d a y ı yakacakt ı . Öfkey le lâmbayı eline aldıysa da odayla bir l ikte kendisinin de y a n a c a ğ ı n ı düşünerek v a z g e ç t i . A v a z ı ç ıkt ığ ınca bağırmaya başladı. Bunun üzer ine açı lan kapıdan iri yar ı iki muhafız içeri girdi .
Bir is i : — Barut gibi ç o c u k be! dedi. S o n r a , ellerini ona doğ
ru uzatarak derin ısırık yerlerini gösterd i — Bak, ne yapt ın! — Karnım a ç ! — Bu yaşta ç o c u ğ u baştan çıkaran kim a c a b a ? A r s -
lan y a v r u s u be! Nasıl da dikil iyor. Ulan C o n ! Bi l iyor mus u n ne yapt ın? Paşanın ne y ü z ü kaldı, ne de üstü başl. M ü r e k k e p içinde bıraktın be. E... C o n ' u n tablasını get ir in.
B i r tepside yemek geldi . O ğ l a n , tepsinin başına çökt ü . O, iştahla tepsideki yemekleri silip s ü p ü r ü r k e n muhaf ız lar ın y ü z ü n d e yumuşak, acımaya b e n z e y e n bir anlam bel irmişt i .
H e r yanı çürükler iç inde kalan ç o c u k , bu o d a d a tam b e ş g ü n kaldı. S o n s a b a h , onu yataktan kaldırarak y ine Fehim Paşa'nın odasına götürdüler. Galatasaray ' ın mubass ı r lar ından Şevket beyi çatık kaslarıyla o r d a kendisin i bekler buldu. Ç o c u ğ u n ağlamasına sinir lenir g ö r ü n e n m u b a s s ı r , onu susturdu. Şevket bey, ç o c u ğ u teslim alırk e n :
— Üç defa «padişahım çok y a ş a ! » diye bağır ! dedi. O da üç kez bütün g ü c ü y l e bağırdı .
Y o l d a giderlerken Ş e v k e t b e y , o n a : — V a h , v a h , oğ lum, dedi , nasıl o ldu bu iş? A h , böy
le b a ş ı n d a n büyük iş lere ne g i rers in? Dua et, İmrahor Faik P a ş a ' y a ! Bereket v e r s i n , p a ş a , aile d o s t u m u z d u , yoks a gi t t indi !
Ş e v k e t bey, böyle konuşurken hiç de azar lay ıc ı d e -
ği ld i . Y ü z ü n ü n sempatik ç izgi ler inde ç o c u ğ a karşı içten bir dostluk d u y d u ğ u g ö z e ç a r p ı y o r d u . Ç o c u k d a b u n u a y ı r t etmekte gecikmemişt i . Ş e v k e t beyin bakışlar ında y ü r e k lendirici bir anlam da vard ı .
Okula vardık lar ında d e r s nazır ı Cemil beyin o d a s ı n da y ü z ü korku ve öfke karışığı duygular la s a p s a r ı kes i l mişe benzeyen dayıs ıy la karşı laştı. S o n r a , Ş e v k e t b e y i n ö n ü n e düşerek sınıfa g iden Esat , bütün çocuklar ın g a r i p v e yuvar lak bakışlarını üzer inde d u y d u : S ü t d ö k m ü ş k e di gibi gidip s ırasına o t u r d u . Sırasının g ö z ü aranırken h a l laç pamuğu gibi atı lmıştı. Kitaplarını, defterlerini d e r l e y ip topladı. Şevket bey in uyarmasına uyarak hiç k imseye a ğ z ı n d a n bir tek s ö z c ü k kaçırmadı. Yalnız, g ö v d e s i n -deki y a r a bereler s ız l ıyordu. Kendisini muayene eder* doktor, okulun revir ine yatır ı lmasını z o r u n l u g ö r d ü . Birkaç g ü n böy lece dinlendikten s o n r a , hastaneden ç ı k ı n c a hemen Ruşen E ş r e f l e Hintli Fuat ' ı ve Kemal'i buldu ve onlara başından geçenler i noktası noktasına anlatt ı .
«Art ık « h ü r r i y e t i » anladığı gibi « is t ibdat ı» da anlamıştı. Akşamlar ı , okulda Bekir A ğ a ' n ı n davuluy la o k u n a n «padişahım, çok y a ş a ! » duasın ı , « d a l k a v u k » , « h a f i y e » s ö z cüklerinin anlamını da anlamıştı.
O k u l tatile girmişt i . Yalnız, küçük Esat ' ın derdi bitmemişti. Akşamlar ı , herkes o n u n l a konuşup g ö r ü ş m e k t e n çekiniyor, ona yabancıymış gibi d a v r a n ı y o r d u . B u , okul arkadaşlar ı ve öğretmenler aras ında böyle o l d u ğ u g ib i sokakta, aile çember i iç inde de böyleydi .
Bu «belâ l ı» ç o c u k , artık dört yanının ateşten bir ç e m berle çevri ldiğini g ö r e n bir a k r e p gibi umarsızl ık iç inde kaldığını d u y u y o r ve bu çember i kırıp ö t e y e g e ç m e y i d ü ş ü n ü y o r d u . Yalnız, ne yazık ki el indeki o lanaklar pek c ı lız, pek hiçtendi. Yürekl i l iğ inden ve bir y e r e kaçıp gitmek bu b o ğ u c u yer lerden uzaklaşmak isteğinden başka hiç bir yardımcıs ı yoktu. Day ıs ı , evlenmiş, kız kardeşi ev lenmiş, b a b a d a n kalan dükkân satı lmış, o n u n payına birkaç alt ın lira düşmüştü. Ş imdi, bu iç inden çıkı lmaz gibi g ö r ü n e n ç e m b e r d e n kurtulmanın bir tek ç a r e s i v a r d ı : Kaçmak, s o n s u z l u ğ a kaçmaktı. N e r e y e kaçabi l i rdi, b i lmiyordu. Y ine-
318
komşuları Doktor İhsan beye açı ldı. O : — Evlât , çok iyi eders in. Senin g i d e c e ğ i n biricik
memleket İngiltere'dir. Bu hür memlekette iyi bir denizci o lursun. Y o k s a , bu kafa ile kal ırsan, korkarım, o âşık o lduğun denize, bir g ü n hafiyeler taraf ından atılır, balıklara yem o lursun, dedi.
El indeki birkaç altınla İngi l tere'ye gitmeyi kararlaştıran Esat , bu işi dayıs ına da açt ı ; onun da r ızasını a ldı . Ö m r ü n d e boğaz iç i vapur lar ından başkasına binmemiş o lan Esat, b ir yahudi işportacının tuzağına düşerek l imanda demirlemiş bir İngiliz şi lebine biletsiz binmek ve kaçak bir y o l c u gibi yola çıkmak z o r u n d a kaldı. Y a h u d i , r ıhtımda dolaşan ç o c u ğ u g ö z ü n e kestirerek iki altınını almış ve bu v a p u r u da bineceği v a p u r olarak bildirmişti. Biletini alınmış farzeden Esat, kollarını sal laya sal laya v a p u r a bindi. Koynundaki b irkaç alt ınından ve el indeki ç a m a ş ı r b o h ç a s ı n d a n ve bir de on üç yaş ından başka bir e ş y a s ı ve var l ığı yoktu. Ç a m a ş ı r bohçasıy la o n u işçi lerin a r a s ı n da v a p u r a sokan yahudi , ç o c u ğ u n , çamaşır bohçasın ı da kamaraya k o y a c a ğ ı z diyerek alıp s a v u ş m u ş , o n u ip-ip A l lah s ivr i külah bırakmıştı.
V a p u r kalktıktan s o n r a , kaçak y o l c u olarak y a k a l a nan Esat , İngiliz kaptanının karşısına çıkarı ldı. A ğ z ı n d a k i p iposuyla ve ş işman g ö v d e s i , kıpkırmızı y ü z ü , ak s a ç l a rıyla karşısına dikilen kaptan, korkutucu bir sesle bağırarak bir şey ler s ö y l ü y o r d u . O da ortada bir yanlışl ık o l d u ğ u n u sanarak, F r a n s ı z c a bilet parasını verdiğini a n latmak istediyse de dinletemedi. Gemi kalkmış, M a r m a r a ' nın tatlı renkli ve hafif rüzgârl ı suları üzer inde sal ınarak Çanakkale 'ye d o ğ r u i ler l iyordu. Bütün tayfa lar da önemli Wr şey varmış gibi Esat ' la kaptanın başına toplanmışt ı . E n s o n r a , ağlamalar, yalvarmalar la kaptanın öfkesini y a tıştıran Esat , iyi yürekl i bir adam olan kaptanla ahbapl ık kurmakta gecikmedi. Ö k s ü z o l d u ğ u n u anlat ınca kaptan, o n a ac ıd ı , yanına oturt tu. G ü z e l yemekler le o n u n kamını d o y u r d u . Kıvırcık saçlar ı y ü z ü n d e n ona « K ı v ı r c ı k » a n - ' lamına gelen Cur ly-Kör l i adını taktı. Kaptan o n u y a h u d i işportacının nasıl dolandırdığını anlamıştı. O, artık, E s a t ' a
319
o ğ l u y m u ş gibi d a v r a n ı y o r d u . O n u çok cana yakın bulmuştu. Baba-oğul o lmuşlardı . Esat , kaptana « D a d » diye ün-lüyordu. İngi l izce baba anlamına gelen bu sözcük le ç a ğ rılmasını kaptanın kendisi istemişti.
ingi l tere'ye d o ğ r u bu yolculuk üç ay s ü r d ü . L iverpool l imanına y a n a ş a n gemiden karaya çıkan baba-oğul , trene binerek Londra 'ya yol landılar. O zamanlar, İngiltere'ye v izes iz giri l ip çıkı ldığından Esat, kolayca Londra 'ya gidebi ldi . Z a t e n , bu özgür lük ülkesi, dünyanın bütün kovalanan d ü ş ü n c e adamlarıy la özgür lük şampiyonu ihtilâlc i lere açıkt ı. Ö l ü m ve z i n d a n korkusundan kaçan herkes, s o l u ğ u burda a l ıyordu.
D a d , Esat' ı kendi aile yuvasına götürdü. B u , sıcakkanlı, demir g ö v d e l i o ğ l a n , az zamanda bütün ailenin sevgis in i ve güvenini kazandı. Esat d o ğ d u ğ u g ü n d e n beri k imseden görmediği şefkat ve sevgiy i bu aile o c a ğ ı n d a tatt ığını an l ıyordu. O n a , yapt ığı yanlışl ıklar y ü z ü n d e n bir tek f iske v u r a n olmadı. Herkes, ona tatlı, anlayışl ı öğüt ler v e r e r e k eksiklerini bütünlemeye çal ış ıyordu. Ak saçl ı , tatl ı Mami onu İngiliz okuluna yat ırdı. Mami, ona çok düşkündü. H e r türlü uygarl ık gereksinimini d o y u r u y o r , o n a ö m r ü n d e bir kez daha y a ş a y a m a y a c a ğ ı bir cennet çocukluğu y a ş a t ı y o r d u . D a d , y ine seferlere ç ık ıyordu. Bu sıralardaydı ki Esat , İstanbul 'da, Türk iye 'de ihtilâl o l d u ğ u n u , ist ibdadın yıkı larak « h ü r r i y e t » denen nesnenin en sonra T ü r k i y e ' y e de geldiğini işitti. Dad de artık emeklive ayrılmıştı
Esat ' ın ilk gençl iğ in ilk basamağına adımını attığı g ü n l e r d e n bir g ü n , Mami çok güzel yemekler pişirdi, g ü ze l bir sofra başına oturdular. Ç o k sevinçl i bir akşam y e meğinden s o n r a , D a d , ağzında piposuyla bir koltuğa kurulmuştu. Mami de Esat' ı karşısına alarak şöy le bir kon u ş m a konusu açt ı :
— ( C u r l y ) , ev lâdım, bu akşam artık yaşayış ın ın ilk d ö n ü m noktasıdır. G e r e k b e n , gerek Dad, seni böyle karş ımızda d inç, kuvvetl i , zeki gösterdiğimiz hayat yol lar ınd a n ayr ı lmaz bir durumda g ö r d ü k ç e , göğüsler imiz gururla kabar ıyor. O ğ l u m , yaln ız d o ğ d u ğ u n memleketin malı
320
o l d u ğ u n u hiç bir vakit unutma. Evet, senin kanın, dinin h e p oranındır. Biz, İngil izlerin, sana verdiğimiz eğit imle sen i kendi benl iğinden, memleketinden ayırıp bizlere mal etmeye k a f i y e n hakkımız yoktur. B u , bizim prensibimizin dışındadır. S e n , ne d o ğ d u y s a n o s u n ve öyle olmalısın. Oğ lum, aslını inkâr edene haramzade derler. Her ne o lursan ol, ne mesleğe g i rersen gir, her zaman d o ğ d u ğ u n y u r d a yarar ın o lsun. Buna dikkat et. Bunu hiç bir zaman unutma. Bir insanın y u r d u her şey in üstündedir ve her şeyden ö n c e gelir. İşte bu, bizim İngiliz eğitiminin temelini meydana getirir. S e n de bu eğit imden ayrı lmaz, bir g ü n d o ğ d u ğ u n vatana bir iyiliğin dokunursa, öldükten s o n r a , benim ruhumu şâd etmiş o l u r s u n .
Esat ' ın gözler i yaşarmış, yüreği ısınmıştı. Mami'nin o n a verdiğ i ö ğ ü t , ne büyük, ne değerl i ve insancıl bir ö ğ ü t t ü !
S o n r a D a d , p iposunu çekerek Mami'nin ö ğ ü d ü n ü şöyle bütünledi :
— O ğ l u m , Mami'nin sözler ine benim de katacak birkaç s ö z ü m var. Hayatta ne iş yaparsan yap, yapt ığın iş, başkaîarınınkinden yüksek o lsun. Mücadele edersen kendinden zayı f , âc iz kimselerle etme. Çarpt ığın insan, kendinden üstün o lsun ki mücadelenin bir değeri o lsun.
Londra 'n ın bıçakla kesilecek gibi koyu sisli bir g ü n ü y d ü . Esat , bale okuluna g iden ve bir zamandanber i tanıştığı Evelyn' le ağırca hastalanarak çevresini k a y g u -ya d ü ş ü r e n Mami'nin yatağının başucunda diz çökmüş, y a s a b e n z e r duygular içinde s u s u y o r d u . Eve lyn, Esat ' ların komşusuydü. « G ü z e l y ü z l ü , zarif endamlı, sarı saçl ı , mavi g ö z l ü » bir kızdı. Sanat alanında parlak bir g e l e c e ğ e s a h i p o l d u ğ u söy lenen g e n ç kızla Esat, her rast laşt ıkça birbir ler ine aygın baygın bakıyor lardı . G e n ç kızın birçok masum flörtü o lduğunu g ö r e n Esat , onun üstüne ç o k ç a d ü ş m ü y o r d u . Ç o ğ u zaman, erkek gruplar ı arasında g ö rünen E v e l y n . Esat' ı nerde g ö r ü r s e g ö r s ü n hemen bütün arkadaşlar ından ayrı l ıp onun yanına gel iyordu. Kimi z a m a n , el ele tutuşuyor, s inemaya gidiyorlardı. Bir şey, her
321 3/F. : 21
g ü n onları her türlü i lgi lerinden koparıp biraz daha b i rbir ine yaklaşt ı r ıyordu. Evelyn' in babası , bir k u y u m c u y d u . Halleri vakitleri yer indeydi . K u y u m c u Walter, öy le dükkânında oturup pinekleyen esnaftan değildi. G e n ç l i ğ i n d e türlü spor lar la uğraşmış, şampiyonluklar almış bir adamdı. Esat ' ı çok sev iyordu. Onunla karşı laşınca hep ünlü T ü r k pehl ivanlar ından s ö z ediyor, bunların dünyada sırtını y e re get i recek kimse olmadığını söyley ip d u r u y o r d u . K o c a Y u s u f , Kara Ahmet, Kurtderel i , onun hayran o l d u ğ u kuvv e t tanrı larıydı. A v r u p a g ü r e ş minderlerinde mucizeler y a ratmış olan bu pehlivanların güreşler ini hep seyretmişt i . « T ü r k gibi kuvvetl i!» sözünü her zaman zevkle y inel iyord u .
İşte, Evelyn' ler le böy lece tanışan Esat, Mami'nin b a ş u c u n d a g e n ç kızla yanyana diz çökerken kadıncağız ın şefkatl i ve tatlı bakışları bir inden öbürüne gidip ge l iyor , sanki onlara bütün yaşayış lar ı b o y u n c a mutluluk di l iyor g ibiydi . « İk iniz birbir inize bağlanıyorsunuz, dikkat edin!» d e r gibi bir hali vardı .
Doktorun reçetesini eczaneden yaptırmak üzere kalkıp dışar ı çıkarken Evelyn de kendi isteğiyle o n u n yanına katı ldı, b e r a b e r c e e c z a n e y e gidip ilâçları yaptırdı lar; e v e yol landı lar. Bu s ırada, kalabalık bir kolejli g r u b u bağr ı şıp çağr ışarak onlara d o ğ r u i lerl iyordu. Sis, öy le koyu idi k i insan birkaç adım önünü g ü ç g ö r ü y o r d u . Kolejl i ler, kör gibi geldi ler, Evelyn' le Esat 'a şiddetle tosladılar. G e n ç kız bir y a n a , Esat' ın ilâç şişeleri bir yana fırladı. Ş işe ler kaldır ımda parçalandı, i lâçlar dökülüp saçı ldı.
Sanki , bilerek yapılmışa b e n z e y e n bu çarpışma, Esat ' ı ç i leden çıkarmıştı. Kendisini İstanbul sokaklarında haylaz çocuklar la d ö ğ ü ş t ü ğ ü günler in havası ve öfkesi iç inde bulmasıyla kendisine çarpan delikanlının çenesine « y a -radana s ığınarak» Galatasaray' ın ünlü B a y r a m p a ş a y u m r u ğ u n u yapışt ırması bir o ldu. Y u m r u ğ u y i y e n del ikanl ı , nakavt olmuş bir b o k s ö r yumuşakl ığıyla caddenin o r t a s ı na seri ldi.
Kolejl i delikanlı, ölü gibi y e r d e y a t a d u r s u h , ordak l yaşl ı bir adamcağız ın el inden bastonunu kapan Esat , ko-
322
lejli çocuklar ı önüne kattığı gibi kovalamaya başladı . Ç o cuklar da korkuya kapılmış, topukları kıçlarını d ö ğ e r e k ve bağr ışarak kaçışıyorlardı. Bu sırada Esat' ın kulağına tanıdık bir s e s geldi :
— (Cur ly) ne y a p ı y o r s u n ? Artık, yetişir. B u , Evelyn' in babası kuyumcu Walter'di. — S a n a çarpanı bayıltt ın! Bunlardan ne is t iyorsun?
Esat, b iraz sonra d ö ğ ü ş meydanında ağzındaki p iposuyra beliren Dad' i g ö r d ü . A d a m c a ğ ı z , koşarak o n u n y a n ı n a gelmişti. « H e m gülüyor, hem de suratını asmaya çal ış ıy o r d u . »
— D a d , bu herifler, elimdeki ilâç şişeleriyle b e r a b e r Evelyn' i de y e r e düşürdüler.
İş, karakola düşmüştü. İngiliz emniyet komiseri el ine bir golf bastonu alarak Esat 'a şöy le bir ders v e r d i :
— C u r l y , baston, s p o r d a golf oynamak içindir. Ç o banlar, h a y v a n gütmek için kullanırlar. İngiliz kanununda bastonla kavga etmenin c e z a s ı ağırdır. Al lah insanlara el, kol vermiş. Bir daha kavga edersen el lerin, kol larınla et. K a n u n d a bunun hiç bir c e z a s ı yoktur. E ğ e r ikiniz de kollarınız, el lerinizle kavga etmek isterseniz kimse s i z e karışmaz. Bizim kanunumuz buna elverişlidir. Ya ln ız iki yandan biri kavgadan v a z g e ç e r ya da y e r e d ü ş e r s e öteki o n a vurmamalıdır. V u r u r s a c e z a y a çarpıl ır.
O z a m a n , Esat :
— E v e t , komiser bey, dedi, bizde de böyledir . Pes ederse tamamdır!
— H a y d i , git, şimdilik, u c u z kurtuldun.
Karakoldan çıkıp eve gider lerken Mr. Wal ter : — C u r l y , dedi, nasıl bayıltt ın o delikanlıyı? O, kole-
iin boks şampiyonu imiş. Dikkat et. Kolejl i ler senin peşini bırakmayacaklardır.
— M r . Walter, boks nedir anlamam. Yalnız, bizim bir y u m r u ğ u m u z var: B a y r a m p a ş a y u m r u ğ u ! İndi mi tamam iş!
D a d gülerek : • — Ne dedin?
« B a y r a m p a ş a » s ö z ü n ü bir türlü b e c e r e m i y o r d u . M r . Walter :
— C u r l y , dedi, niçin s o p a ile v u r d u n ? — Ne yapayım, çok kalabalıktılar. — Yok oğlum, sen yanl ış anlamışsın. O n l a r , seninle
k a f i y e n hepsi beraber o lup döğüşmezler. K a v g a d a bir adamın üstüne birkaç kişi çullanmak bizim İngi l tere'de gelenek değildir. B u n a milletimizin tabiatı ve kanunlarımız elverişl i değildir. S e n yanl ış anlamışsın, yanl ış.
O n l a r , böyle konuşarak Mr. Walter' le g iderken arkalar ından dört büyük ö ğ r e n c i yetişti. Yeni bir ç ıngar ç ıkacağın ı sanan Esat, elini bel kayışına attı. D a d , eline vurarak onu durdurdu.
— D a d , eğer d ö ğ ü ş e c e k s e k teker teker gelsinler. Y o k s a hepsi birden gel i rse ben işimi bilirim!
D a d , gülümseyerek : — O ğ l u m unuttun mu, şimdi Mr. Wal ter sana ne
s ö y l e d i ? Ö ğ r e n c i l e r yaklaşıp cent i lmence selâm verdi ler. En u z u n boyluları Esat 'a kendini tanıttı :
— B e n , Kolej s p o r kaptanı, bu da kolejin boks şamp i y o n u .
B o k s şampiyonu : — Bu kazaya s e b e p o lduğumdan dolayı ü z g ü n ü m .
Şişeler i kırılıp dökülen i lâçlarınızı şimdi arkadaşım yenid e n yapt ıracak. S iz tarz iye vermeme m e y d a n vermeden b a n a saldırdınız, dedi.
Mr. W a l t e r :
— Bizim C u r l y , buranın yabancısıdır . İyi bir çocuktur. Bu s ırada, Eve lyn el indeki ilâç ş işeler iy le yanlar ına geld i . Ç o c u k l a r d a n biri i lâçları yeniden yaptır ıp g e n ç kıza vermişt i bile.
Esat , bu nazik davranış karşısında hem utandı, hem de adamakıl l ı mat o l d u ğ u n u anladı.
E s a t , bu olaydan s o n r a , Evelyn' in, g ö z ü n e d a h a çok g i rd i . G e n ç kız, onu artık bir kahraman gibi g ö r ü y o r ve ko lundan ayr ı lmıyordu.
Mr. Walter' le D a d , b a ş b a ş a vererek Esat ' ı b o k s ö r yap-
324
maya karar verdiler. O n u , bir Amerikalı zenci b o k s ö r o l a n Dixil Kid'e götürdüler.
B o k s salonuna ilk kez giren Esat, şaşırdı. B i r s ü r ü boksör, kızlar gibi ip atlayrç) d u r u y o r d u . Ak pantolonlu, ak fanilalı (zebella gibi) bir zenci olan Dixil K id, on lara yaklaştı. Dixi l Kid, o zamana dek dünyanın yet işt irdiği en teknik boksördü. Mr. W a l t e r :
— Dixi l , dedi, bu ç o c u ğ u sana takdim eder im, kendisi aslen Türktür.
— T ü r k müdür? — E v e t . Türktür. — Türk ler , dünyanın en güç lü insanları olduklarını
Amerika'da dünya şampiyonlukları aldıklarında g ö s t e r d i ler. T ü r k l e r d e yaman pehlivan çıkar.
— Evet . ama, b u , b o k s ö r olacak. G e ç e n g ü n sokakta kolej şampiyonunu bir yumrukta yere serdi .
— Hangis i , Ford'u mu? — Yok canım, o benim öğrenci ler imdendir. — B o k s filân bilmez bu çocuk. Cur ly , neydi o y u m r u
ğ u n adı? — Bayrampaşa y u m r u ğ u ! — B e n , böyle yumruk işitmedim. E s a t s o y u n d u . Dixil : — Mr. Walter, dedi, fevkalâde bir hafif siklet v ü c u d u .
Salonda bir sürü eldivenli g e n ç , birbirlerine yumruk s a l layıp d u r u y o r d u .
— Mr. Walter, bu ne? Ben de bunlar gibi mi kavga edeceğim? Bu neymiş! Bir boyunduruk, bacaklara bir d a larım, o lur biter!
• İşte,. Esat, Dixil ' in bu ünlü salonunda ünlü bir boksör, bir şampiyon oluncaya dek çalıştı.
Mami, birinci önemli hastalığını yenmiş, bu kez y e n i den hastalanmıştı. Bütün tedavi ler boşa gitmiş., Esat ' ın candan sevdiği kadıncağız ölmüştü. Mami'nin ö lümüne Çok üzülen Dad de ondan sonra uzun yaşamadı, y a t a ğ a düştü. O da az zaman içinde Mami'nin arkasından g e ç i p g id ince, E s a t bütün İngiltere'de, belki de y e r y ü z ü n d e y a payalnız kaldığını anladı. E v i , Dad'lerin var is ler ine bıra-
325
karak Londra'nın bir başka semtine taşındı. Bol parası v a r d ı ; çok güzel g iy in iyordu. Ç e v r e s i n d e yığınla dalkavuk türemişt i . Parasını art ist ler in yaşadığı sefahet yer ler inde har v u r u p harman s a v u r u y o r d u .
Esat ' ın meneceri akıllı bir adamdı. « T ü r k şampiyonu E s a t » ile Marsi lya F r a n s ı z şampiyonu R o g e r arasında bir maç tertipledi.
M a ç g ü n ü Earl 's C o u r t ' u n muazzam sa lonunda iğne atsan yere d ü ş m ü y o r d u . B u r d a Amerika'nın korkunç, kara .bir mermer direk gibi ş a m p i y o n u J a c k J o h n s o n maç yapacakt ı . E s a t da hafif siklet boks şampiyonu olarak bu r ingte Fransız la d ö ğ ü ş e c e k t i .
Esat ' tan önceki maçlar bitip s ıra, ona gel ince kalabalıktan Esat' ı şaşırtan bir alkıştır koptu. M e n e c e r i onun mayosunun beline bir ay-yı ldız koymayı akletmişti.
Frans ız sert ve pişkin bir b o k s ö r d ü . İngil iz seyirc iler :
— H a y d i , C u r l y ! d iye bağır ıp d u r u y o r d u . Alt ıncı raunddan s o n r a Esat ari ık karşısındakiyle
yumruk topu gibi o y n a m a y a başlamıştı. Frans ız ın y ü z ü kandan kıpkırmızı kesilmişti. Frans ız b o k s ö r ü n ü n menecer i , .] el indeki süngeri yere atarak yeni lgiyi benimsediğini bildirdi . Esat, yenmişti. S o y u n m a odasında ünlü J a c k J o h n s o n , gülerek o n u n elini sıktı. Evet, bu adam, o zamana dek gel ip geçmiş d ü n y a boksörler inin en y ü k s e ğ i y d i . Şimdi , r inge onunla J i m J o f r y çıkacakt ı . B u , d ü n y a ağır siklet şampiyonluğu uğruna yapı lacakt ı . M a ç başladı ve J a c k J o h n s o n , az z a m a n d a rakibini bitik bir duruma getirdi. D ü n y a ş a m p i y o n u y d u . M a ç t a n sonra veri len büyük şölende. J a c k J o h n s o n , Esat ' ı yanına oturttu :
— A h , mümkün o lsa da Türk iye 'de y a ş a s a m ! dedi. T ü r k i y e ' y i ve Türk ler i çok sevdiğini s ö y l ü y o r d u :
— O K o c a Yusuf , neydi o K o c a Yusuf! dey ip duruy o r d u .
Esat, artık Londra'n ın tanınmış yüz ler inden biriydi. M a ç t a kazandığı paralar ı su gibi harc ıyordu. Picadill i Westen 'de çarlık R u s y a ' d a n kaçmış ihtilâlciler ie tanıştı,
326
o n l a r ı n toplantı larına .gidip gelmeye başladı. O günlerde R u s y a vel iahdının Londra'ya geleceği tutmuştu. İhtilâlciler, korkunç bir öfke havası içindeydi ler. İşte, bugünlerd e n bir g ü n Esat' ın da bulunduğu bir toplant ıda birdenbire neden olduğu anlaşı lmayan ayaklanmaya b e n z e r bir o l a y geçt i . İhtilâlcilerle polis birbir ine karşılıklı ateş etmeye başladı. Esat, bu işten hiçbir ş e y anlamamıştı. Ne o l u y o r d u ?
İhtilâlcilerin toplantı merkezi pol isçe sımsıkı çevr i lmişti: Biraz sonra, saklandığı y e r d e n Esat' ı bulup çıkaran pol isler, Rus, Leh, İtalyan ihti lâlcilerinin meydana getirdiği kalabalık bir g r u p arasında ünlü S c o t l a n d Yard' ın k o c a m a n kapılarından içeri girdi . G ü r c ü ihtilâlcisi Niko-layef' le arkadaşlık etmesi, Esat ' ın da bu ihti lâlcilerin listesine yazı lması s o n u c u n u d o ğ u r m u ş t u . Polisin s o r d u ğ u kendisini hiç i lgi lendirmeyen sorulara karşılık vermek z o runda kalan Esat, şaşırdı. T ü r k ç e olarak :
— Öp babanın elini! dey iverdi . S c o t i a n d Yard' ın yukarıdaki odalar ından bir inde ge
ç e n bu sorunun dinleyici ler inden biri de ünlü Churchi l l 'd i . B ir koltukta piposunu çekişt irerek soruşturmayı dinl iyord u . T ü r k ç e söylenen bu s ö z , oradaki ler in hepsini i lgilendirmişti. İngi l izceye çevri lmesini istediler. İngi l izcesini dinleyen Church i l l , bütün polislerle birlikte kahkahalarla gülmeye başlamıştı.
S o n r a , T ü r k elçi l iğinden gelen Danyel bey. T ü r k o ld u ğ u n u söyleyerek onu kurtarıp g ö t ü r d ü .
B u n d a n sonra, Esat' ın başından birçok s e r ü v e n d a ha g e ç t i . Ak kadın ticareti yapanlar ın arasına düştü ve İngil iz pol is iyle işbirliği yaparak bunları yakalatmakta y a rarl ıklarda bulundu. Artık, bundan s o n r a , İngi l tere'de d a ha çok kalmadı. Vatanın toprağı , s u y u o n u ç e k i y o r d u . Elçi l ikten v ize alarak T ü r k i y e ' y e d o ğ r u yola çıktı ve Par is ' te konakladı. Paris, onu ilk anda şaşırtmış gibiydi . « L o n d r a ' d a görmeye alıştığı sakin, telâşsız yaşay ış ın ve s e s s i z konuşmaların tersine olarak bağıra bağıra konuş a n l a r , gürül tü patırtı, onu birdenbire şaşırtt ı .»
Par is 'e oldukça paralı ve büyük bir yürekli l ik ve g ü -
327
venle varmıştı. O zaman, F r a n s ı z boksörü C a r p a n t i e r ç o k i lerlemiş, A v r u p a ş a m p i y o n l u ğ u n u almıştı. İngi ltere'deki menecer ler inden C a r p a n t i e r ' y e bir salık mektubu getirmişti. Yeni meneceri aracı l ığ ıy la C a r p a n t i e r ile tanıştı ve a h b a p oldu.
C a r t i e r Latin'in ünlü C a t C a c h e t kahvesinde Galatas a r a y Lisesi 'nden eski çocukluk arkadaşlar ıy la karşı laştı. B u r a y a üniversi teye gelmişlerdi. Esat ' ın çok merak ettiği bir kişi vardı . Birçok kulüplerde adı « C e n t i l m e n b o k s ö r » d iye g e ç i y o r d u ve bu bir T ü r k t ü . Arkadaşlar ına :
— Yahu, ben buraya birisini s o r m a y a geldim. « C e n ti lmen T ü r k boksörü» varmış, kimdir, neyin nesidir? d iye s o r d u . O n u n bu türlü s o r u ş u n a karşı bütün arkadaşlar ı kahkahadan kahveyi yıktı lar... Ö b ü r masada kâğıt o y n a y a n çok şık, güzel giyinmiş, yakışıkl ı , güzel vücut lu bir isini gösterdi ler. Birisi :
— Eşref , bak, tam senin kafadarın. Londra 'dan gel iyor, dedi . Bu ünlü E ş r e f Şef ik ' ten başkası deği ldi. B ö y lece E ş r e f Şefik'le tanıştı lar. « E ş r e f Şefik, bütün d ü n y a boks şampiyonlarını tanıyor, maçlarını bütün ayrıntı larıyla bi l iyordu. O, bütün d ü n y a boks tarihini bilen bir adamad ı . O n u n bol keseden yapt ığ ı ikramlardan anlaşı l ıyordu k i e p e y c e parası varsa da y a ş a y ı ş tecrübesi yok g ib iydi . Esat ' ın g ö r d ü ğ ü buydu. Eşref Şefik' le egzers iz lere başladılar. Maçlar ı kaçırmıyorlardı. E ş r e f l e çok kez eldiven takıp karşılaştılar. Esat, o n u n sol larını çok sert b u l u y o r d u .
Bu sıralarda Balkan S a v a ş ı patladı; T ü r k öğrenci ler , y u r d a d ö n ü ş emrini aldılar. O da, arkadaşlar ıy la birl ikte İstanbul 'a doğru yola çıkt ı. V a t a n burnunda tütüyordu.
İstanbul'da karaya ç ık ınca hemen Emirgân'daki e v lerine koştu, kendini z o r tanıttı. A r a d a n yıl lar geçmişt i . H e r k e s , onu ölmüş bi l iyordu. A n n e s i , onu ancak g ö z l e r i n d e n tanıyabildi. T e y z e s i n i n o ğ l u ile eniştesi, önemli a d a m lar olmuşlardı. Eniştesi Reşat bey, Polis G e n e l M ü d ü r l ü ğ ü « S i y a s î Kısım» m ü d ü r ü y d ü . Dayıs ı da o lduğu yerde kalmayarak İstanbul Şehremini oluvermişt i .
E s a t , İstanbul'a d ö n ü ş ü y l e hemen s p o r çevre ler ine daldı . Eski arkadaşlar ından kimisini kendisi gibi s p o r a b u -
328
laşmış buldu. Sununla bununla maçlar y a p m a y a başladı . Bu s ırada. Balkan S a v a ş ı bitti, Bir inci Dünya Savaş ı başladı. Bütün şiddetiyle s ü r ü y o r d u . O da askere çağr ı ld ı . A l man Kumandanı Rabe'nin yönett iği « M a l t e p e » d e k i yedek subay okulunu bit irerek harıl harıl insan yutmaya başlayan « Ç a n a k k a l e » e jderhasının dişleri arasına sürü ldü. O n a karargâhta g ö r e v verdi ler. B i r g ü n , çadır ında her zaman yaptığı gibi , e g z e r s i z l e step dansları y a p ı y o r d u . B i raz sonra Mustafa Kemal' in kendisine bakıp g ü l d ü ğ ü n ü g ö r d ü . Çatık kaşların alt ında bu ne güzel gü lüştü. Bu s ırada karargâhın beş-on metre ötesine bir otuz sekizl ik düşman mermisi d ü ş t ü , deprem gibi yeri sarst ı , patlamadığı halde birçok kişi sars ınt ıdan yere yuvar lanmışt ı . O r d a , Esat' ın g ö r d ü ğ ü n e g ö r e , bu gürül tüye pul v e r m e y e n ve korkmayan bir tek insan M u s t a f a Kemal o lmuştu Bir gün bir şarapnel le a ğ ı r c a yara lanan Esat, dört ay tebdi l-hava ile İstanbul'a d ö n d ü - İçinde ve kaderi y ö n e t e n l e r e karşı bir hınç, bir küskünlük başlamıştı. Bize Almanlar ın ve birkaç Cermanof i l akılsızın zor la yükledikleri bu savaşı hiç bir vakit kendi savaş ı s a y a m ı y o r ; içi bu işleri başımıza açanlara karşı ayak lan ıyordu. Böyle hırsla ve s e vinerek girdikleri bu s a v a ş , Almanların da cnlar ın yardakçı ları olan bizim beyinsiz ler in de başını y iyebi l i rdi . Böy le saçma, anlamsız bir s a v a ş a katılmak, b o ş u n a ö l mek demekti. Bu y ü z d e n tebdi lhava süresi bittiği halde cepheye dönmüyor, kıyamet g ü n ü n d e n birkaç g ü n ö n c e son isteklerini d o y u r m a y a çal ışan bir insan hırsıyla do ludizgin yaşamaya bakıyordu. Art ık, bir asker kaçağıydı ve bir asker kaçağı ne türlü güçlükler ve korkular iç inde y a şarsa o da böyle y a ş ı y o r d u . « İş i büsbütün apaşl ığa v u r -m u ş » t u . v
Cephelerde yüzbinler le T ü r k ç o c u ğ u , bir hiç u ğ r u n a çelik yağmurlar ı alt ında güneşl i dünyalar ını değişt i r i rken, İstanbul'da savaş zenginler i b inbir g e c e masallarının akıl almaz mutluluklarını yaş ıyor lard ı . V i y a n a O p e r a s ı n ı n pek ünlü «muganniye»si Mi lov iç, K a y z e r Wilhelm'in İstanbul devlet adamlarının ve zenginler in in başına belâ ettiği afetlerden b i r iyd i . 'Zamanın bütün kodamanları , onu yatakla-
329
rina almak uğruna yüzıük, beş yüzlük, binlik banknot lard a n y o r g a n l a r v e giynekler dikt ir iyorlardı. O n a a r m a ğ a n edilen şey ler , binbir g e c e masallarının derinl ikler inden kopmuş ışıltılar taşımaktaydı. Ş e k e r kralları, v a g o n diktatör ler i , devr in bütün zevkini korkunç su aygır lar ı gibi yutmaktaydı lar. Esat, hemen hemen bu sefahet in ve bu k o r k u n ç adamların yanıbaşında y a ş ı y o r d u . V a t a n ve millet sevgis in in bu denli yoz laşt ığ ı günlerde o da bu parlak et ve şehvet cenneti kadının yanıbaşına dek sokulmuş, o n u n gözdeler i arasına girmişti. Çanakkale S a v a ş ı , M u s t a f a Kemal' in çabası ve iki y ü z bin T ü r k s u b a y ve er in in yok olması pahasına kazanılmış, bu süre iç indeyse E s a t , B e y o ğ l u ' n u n sayıl ı apaşlar ından ve ünlüler inden biri o lup çıkmıştı. A s k e r kaçaklığı süresi uzayıp durmakta ols u n , bir g ü n annesi evde ona bir zarf uzattı. Mektup merkez kumandanl ığından gel iyor ve onu hemen o r a y a ç a ğ ı r ı y o r d u . G idecekt i , yalnız, y o s m a Miloviç' in kodamanlardan topladığı kucak kucak banknotları kıtır kıtır yemeyi başka delikanlı lara mı bırakacakt ı? Ne zarar ! Altı aydır B e y o ğ l u âlemlerinde yaşadığ ı cennet tadıyla dolu y a ş a y ış , o n u n zevk alma duyularını yaşlandıracak kadar doludizgin ve a z g ı n c a olmuştu. Bu azgın yaşay ış ın örnekler ini o, bu dönemin kodamanlar ından görmüştü. Art ık, gözler i arkada kalmayacaktı. Şimdiye dek onu her tehl ikeden g ö z b e b e ğ i gibi koruyan g ü z e l Mi loviç' le vedalaşarak merkez kumandanl ığına gitti; o r d a n da « B e k i r a ğ a B ö l ü ğ ü » n ü boyladı.
G e c e yarısını g e ç i y o r d u ki onu hapishaneden alıp H a r b i y e Nezaret in in yüksek subaylar ından birinin karşısına çıkardılar. Adını sanını s o r a n A lbay, askerden kaçtığ ından dolayı cezasın ın « i d a m » o lduğunu y ü z ü n e karşı s ö y l e y i n c e Esat ' ta şafak attı. Kendi ayağıy la ölümün aya gına dek geldiğine pişman o ldu. Ne v a r ki müsteşar yardımcısı A lbay Kâzım beyin yüzündeki ve sözler indeki a n lam da değişmişt i .
— T ü r k ç e d e n başka hangi dili k o n u ş u y o r s u n ? — İngi l izce, F r a n s ı z c a , R u s ç a . . . — İngi l izcen çok kuvvet l iymiş?
330
— Evet, efendim. — Sana neden B o k s ö r E s a t derler? — Boksörüm de o n d a n ! A l b a y Kâzım bey, bu o d a d a n bir yan o d a y a g e ç e r e k
« e s a s vaz iyet i» aldı ve dimdik durdu. Demek ki o r d a b ü y ü k bir üst vardı . Kâzım bey :
— Kendi geldi efendim! dedi. Sonra g e l d i , Esat' ı yanına alarak ö b ü r o d a y a götürdü. Karşısındaki Enver Paşa'dan başkası deği idi . Ayakta, elleri cepler inde karşıs ı n d a durmuş, kahve rengi , zeki gözler iy le kendis ine bakıyordu. Güzel y ü z ü , pembe yanakları ve uçlar ı dikkatle burulmuş ve yukarı kaldırılmış bıyıklarıyla çok yakışıklı g ö r ü n ü y o r d u . Kalpağının tepesindeki enli kırmızı şer i t onun yüzündeki sıhhatli pembeliği daha çek ar t t ı r ıycrdu. Esat, o n u n delip g e ç e n bakışlarla kendisini s ü z d ü ğ ü n ü g ö r ü y o r d u . S o n r a :
— Pekâlâ, zeki bir ş e y e benziyor! Diyerek Esat 'a : — Kabahatin, ancak a lacağın emirleri y e r i n e getir
mekle affolunacaktır. V a t a n a iyi bir evlât o l d u ğ u n u g ö s ter, dedi. Yeniden A lbay ın odasına döndüler. A l b a y , artık, yumuşak, babacan bir adam oluvermişti :
— Otur ! dedi. S o n r a : — Senin kim, hangi ai leden olduğunu bi l iyorum. Yap
t ığın bu hatayı affettirmen için seni d e n e y e c e ğ i m . Yani . s a n a kimi işler vereceğim. E ğ e r bu işlerde başar ı kazan ı r s a n hem affedilmiş o l u r s u n , hem de v a t a n a hizmet olur. Yalnız, aramızda g e c e n bu konuşmadan kimseye s ö z etmeyeceksin. Yoksa d o ğ r u d a n d o ğ r u y a k u r ş u n a diz i l i rs in. Şimdi, yeniden Bekirağa Bölüğü'ne g i d e c e k s i n .
— Aman efendim, beni başka bir yere k o y u n . — Merak etme, birkaç -gün sonra ben seni çağır ı r ım.
G ö r e v i n i n ne o lduğunu söyler im. E s a t , muhafızlara ver i lerek yeniden B e k i r a ğ a Bölü
ğ ü ' n e gönderi ldi . O n u , âdi suçlular ın da bu lunduğu koğuşta Pantoflacı Koçaki adlı sabıkal ı Rum, yanına ç a ğ ı r d ı , a h b a p oldular. Ünlü bir yankesic i olan bu a d a m , Esat 'a yankesic i l ik üstüne bütün gerekl i dersleri verd i .
331
Bir g ü n , Esat' ı Harbiye Nezaret inden çağırdı lar. A y n ı A l b a y :
— Esat , dedi, sen bu akşam, bir inzibatla H a y d a r paşa'ya götürüleceksin. O r a d a da. kaçacaksın. A n l ı y o r m u s u n , kaçacaks ın; kaçak gezeceks in ve İstanbul l imanına kadar sokulan düşman denizalt ı larıyla ilişkileri olanlar ı tesbit edeceksin. G ö r e v i n önemlidir. Bir kelime kaçır ı rsan s o n u n kurşuna dizilmektir. Raporlarını M e r k e z Komutanı C e v a t b e y e yol layacaksın. En önemli ve acele zamanlarda Polis M ü d ü r ü Bedri b e y e telefon edebil irsin. Benimle g ö r ü ş m e k istediğini söy lers in. Haydi , marş, bakalım.
S o n r a , C e v a t beyin odasına götürdü. C e v a t b e y : — Esat , g ö z ü n ü patlatırım senin, dedi. Bu işi b a ş a
racaks ın. G ö n d e r e c e ğ i n raporları bir di lenci kadın arac ıl ığıyla g ö n d e r e c e k s i n . Bu di lenci kadın, her g ü n S ü l e y m a -niye camiinin önünde duracak. Kör di lenciye adını s o rars ın, « H a c e r » derse raporlarını ver irs in.
— Peki, efendim. — Şimdi, Haydarpaşa'ya giderken inzibatın el inden
kaçar işe başlarsın. Ayrı l ı rken ona para da v e r d i . E s a t , programına g ö r e inzibatın el inden kaçtı , T o p h a
ne kahvelerini dolaşıp bir ip ucu yakalamaya çal ışt ı . B u nu da başar ır gibi o ldu, üzerinde kuşkular toplanan bir adamı soymak üzere merkez kumandanlığının ünlü « s e r -taharr i» memuru Kör Rıza Ç a v u ş ' l a tertibat aldı. Bu da ş ö y l e o l d u : İstanbul'un ünlü sabıkalı larından ve sonralar ı b i rçok T ü r k polisini öldürerek siyasî bir kaatil d u r u m u n a gelen Hır isantos ile Bekirağa Bölüğü'nde tanıştığı pantof-lacı (yankesici) Koçàki'yi kandırarak yüklü bir s o y g u n yapmak üzere kuşkulanılan adamın evine g ireceklerdi . Ü ç ü birlikte e v e gir ince Esat, kendilerini i lgi lendiren her şey i inceleyecek ve gerekirse alıp götürecekt i . Bu da a n c a k daha çok evrak olacaktı : Kör Rıza Ç a v u ş da o g e c e evin dolaylarındaki bekçilerle polisleri uzaklaşt ıracakt ı .
Zi f i r gibi karanl ık.bir g e c e d e Hır isantos adamlar ıy la köşe başlarını tutturduktan s o n r a , Esat, Koçaki ve H ı r isantos, iki çömlek dolusu (!) altın aparmak üzere iler-
332
Jediler. Hır isantos'un kolayca açt ığı kapıdan e v e girdi ler. Hır isantos' la Koçaki işe y a r a r yükte yeğnik şeyler i topl a y ı p cepler ine yerleşt ir i rken E s a t da evrakın peş indeydi . Y u k a r ı katta adamın yatt ığı odanın eşiğ inden içeri g i rerlerken g e v e z e bir zil bütün g ü c ü y l e çalmaya başladı . İki h ırs ız korkudan kaçıp gitti. Esat da. uyanıp yataktan fırlayan c a s u s u n surat ına ünlü yumruklar ından birini s a v u rarak o n u nakavt etti. Sağ kroşeyi y iyen herif, yatakta b a y g ı n u z a n a d u r s u n . E s a t masanın üstündeki bütün evrakı ve tabancay ı ivedilikle cebine yer leşt irdi . Zil hâlâ ç a l ı y o r d u . B u , bütün kuşkulu işler g ö r e n kimselerin kullandığı b ir güvenl ik tert ibatından başka b i r ş e y deği ldi.
Esat , işini bitirip merdivenlerden aşağı inmekteydi ki bir inzibat dört resmî polisle K ö r Rıza Ç a v u ş ' u n kendisini karşı ladığını g ö r d ü .
Rıza Ç a v u ş , inzibata : — Askerd i r , asker kaçağıdır. G e c e hırsızl ığı y a p ı y o r ,
d o ğ r u merkez kumandanlığına g ö t ü r ü n ! dedi . Yakalanan mektuplar incelenince kimisinin T ü r k s a n
s ü r ü n d e n geçt iğ i halde açı lmamış o lduğu g ö r ü l d ü . Bu İsv i ç r e ' y e g idecek mektuplar, her şey in meydana çıkmasına y a r a d ı . Ambalaj içinde bulunan bir aletin de işaret vermek için kullanıldığı anlaşılmıştı. Polis, bir inci ş u b e ile
'•askerî pol is, bütün g ü c ü y l e işin arkasını kovalayarak denizalt ı işini çözümledi ler.
E s a t , bundan sonra İngi l izce haberleşme serv is inde s a n s ü r görevl is i olarak Büyük Postane'nin üstündeki o d a s ında çal ışmaya başladı.
İlk g ü n d e n İngi l izce masasının şefi o lan Hintli Başç a v u ş u E s a t beyin g ö z ü tutmamıştı. Bu s ö z d e bir hilafetçi Hint ihti lâlcisiydi ve T ü r k l e r e sığınmıştı. E s a t , bu kuşk u s u n u bütün ilgililere anlattıysa da k imseye dinletemed i ğ i n d e n arkasını bıraktı. Söylendiğ ine g ö r e Hintl i, E n v e r P a ş a ' n ı n gözbebekler inden bir iydi. Hint Müslümanlar ına çok ö n e m veren ve ileride onları İngiliz imparator luğunu ç ö k e r t m e k u ğ r u n d a kullanmayı tasar l ıyordu. E n v e r P a ş a , H i n d i s t a n üstüne haber toplamak işlerinin bas indq onu .bulunduruyordu. Hintl i B a ş ç a v u ş , bir g ü n E s a t b e y e :
333
— İngil izler üstüne d ü ş ü n c e n nedir? diye s o r d u . — Bütün ömrümü o r d a geçirdim. B u g ü n düşmanımız
olabi l ir . Fakat b u , beni bu milleti sevmekten al ıkoyamaz. Ç a r p ı ş ı r ı m , döğüşürüm. Bu politik bir iş. B e n , orada ç o c u k k e n bana böyle öğrett i ler. Mademki milletim harbe-d i y o r . A m a yanl ış, ama d o ğ r u . Bir defa harbe giri lmiş, milletimle beraber onlara karşı kanımın s o n damlasına kadar d ö ğ ü ş ü r ü m . Fakat, bu benim onlara karşı sevgimi eksi l tmez.
* * *
Bir sabah Harbiye Nezaret i İstihbarat Şubesi M ü d ü rü A l b a y Seyf i bey, onu çağırtt ı :
— Afer in, dedi, yet işt in. Hakkında iyi haberler a l dım. Bakal ım, bu zekânla i leride memlekete ya ş e r o lurs u n ya da büyük hizmetlerde bulunursun. Şimdi, s a n a başkumandanın emriyle çok önemli bir görev v e r e c e ğ j m . G e n e r a l T a w n s e n d ile üç sivi l bize karşı A r a p ihtilâİini hazır layan Lawrence.'in en önemli adamlarıdır.
S e n , Maltalı bir İngil iz esiri o lacaksın. Seni onlar ın y a n ı n a hizmetçi diye v e r e c e ğ i z .
— Kabul ederim, yaln ız Hintli çavuşun k a f i y e n bu işten haberi olmayacak!
— Tabi î . . . Yalnız, n e d e n bu adamdan bu denli kuşkulan ıyorsun?
— Efendim, madem ki bu adam bir ihtilâlcidir, ne-; d e n daha aktif iş lerde çal ışmak istemiyor da sansürü ist iyor? B u n u anlamıyorum.
— Haydi , sen şimdi g ö r e v i n e bak. O r d u y a sevkedi le-ceğin i söyleyerek Hintl iye v e d a et!
Hint l iye veda ederek Beyoğlu 'na çıktı ve" yine eskis i g ib i oranın alt ından gir ip üstünden çıkmaya başladı. B i r haftalık izin böyle g e ç t i .
S o n r a , ona güzel bir İngiliz üniforması giydir ip h a n gi İngil iz kıtasında asker o lduğunu öğrett i ler ve onu B e kirağa B ö l ü ğ ü hapishanesinin siyasî ler koğuşuna tıktılar. Y a k u p Cemil olayı da o sıralara dekgeldiğinden bütün Prens Sabahatt in'ci ler yakalanıp buraya doldurulmuştu. O n u n bütün korkusu, bu adamlarla karşılaşıp tanınmaktı.
334
Yakup Cemil tutuklularından Komiser Alâeddin beyle P r e n s Sabahatt in' in özel kâtibi S a t v e t Lütfü bey de bu koğuşta bulunuyorsa da Esat beyi tanımıyorlardı. Kendisine T ü r k çe sorulan bütün soru lara İngi l izce karşılık ver iyordu. Satvet Lütfü bey, Esat beye hep kendj yemeğinden v e r i y o r d u .
Bir s a b a h , merkez kumandanl ığına çağrı lan E s a t b e y , o r d a ingil iz üniforması g iymiş üç kişiyle karşılaştı. B u n ların biri Hintl iye ya da A r a b a benziyordu. Ö b ü r ü de tercümandı.
Bu üç kişiye E s a t beyi gösterdi ler : — Bu sizin esirdir. Kamptan kaçtı. Yakaladık. Divanı harbe v e r e c e ğ i z . Tutuklu kaldığı s ü r e c e e ğ e r
yemesini içmesini s a ğ l a r s a n ı z s ize hizmetçi olarak v e r e ceğiz , dediler.
U z u n boylu ingi l iz, E s a t beye : — Adın ne? diye s o r d u . — Lui ! Hepsi birlikte Bekirağa Bölüğü'ne götürüldü. E s a t bey, artık, S a t v e t Lütfü beyin sofrasında ka
rın d o y u r m u y o r d u . İngi l iz lere cennet «taamlar ına» b e n z e r yemekler gel iyor, E s a t bey de bunlardan ç imleniyordu. İngil izler, hep savaş hareketleri üzerinde konuşuyor, F r a n s ızca ve İngil izce g a z e t e l e r okuyor lardı . Bunlar, intel l igence Serv ice' in en kalburüstü başlarındandı. Nası lsa kapana düşmüşlerdi . Bir gün birisi :
— Allah'ın sevgi l i kulları imişiz ki Türk ler in eline esir düştük. Almanların eline düşmüş olsaydık değil bu serbest l iğ i , y iyecek yemek bile bulamazdık! dedi.
G ü n l e r , biteviyel ikleriyle geç ip gitmekteyken E s a t bey, bir g ü n sansürden g e ç e r e k gelmiş bir sürü açık mektup g ö r d ü . Zarf lardan bir i , açık değildi. Mektuplar, T ü r kiye'den gel iyordu. E s a t bey, pek güçlükle sansürden g e ç miş mektuplardan birinin damga numarasını elde edebi ldi. Bunu yukarı bi ldirdiyse de ucu Hintli b a ş ç a v u ş a d o kunduğundan işlem görmemişt i . Esat beyin en büyük başar ıs ı , Arabistan'da İngil izlere yataklık ve yardım e d e n büyük şehirlerdeki kabile reislerinin adlarını g ü z e l c e bellemesi o ldu. Arabistan' ın ayaklanması projesinde en ö n e m -
335
I i rolü oynayacak olanlar bunlardı. Esat beyin bu a r a d a öğrendiğ i en korkunç d o ğ r u da Lawrence' in Araplar ı s ü rekli ve oynak çete savaşlar ına hazır lamaya çal ışt ığ ıydı . Ç ö l e oluk gibi İngiliz alt ınları akmaktaydı.
Bir gün, Kör Rıza Ç a v u ş , E s a t beyi buldu : — Evlât, dedi, yar ın sabah «Teşki lât ı M a h s u s a » y a
gideceksin. Kumandanın emri. O r a d a Kemal beyi g ö r e c e k sin. Nerede olduğunu bi l iyor musun?
Esat bey, ertesi s a b a h , d o ğ r u c a C a ğ a l o ğ l u ' n d a k i «Teşki lât ı Mahsusa» merkezinin bulunduğu konağa gitti. Kapıdan girdi. Üst katta bir odada altı dev gibi insanla karşı laştı. Hepsi de tepeden t ı rnağa si lâhlıydı. Bunlar, T e ş kilâtı Mahsusa denen karşı casusluk ve sabotaj ö r g ü t ü nün en korkunç, g ö z ü pek, tecrübel i , yiğit adamlarıydı.
Kemal bey : — Gel bakalım, delikanlı, dedi. Seni çok övdüler. Şu
Lawrence' i nasıl yakalars ın? Böyle, kalabalığın içinde söylenen bu s ö z , onu çok
ürkütmüştü. Kemal beyin kulağına şöyle fısı ldadı : — İşte, böyle başlarsak, bu durumda L a w r e n c e deği l ,
fare bile yakalanmaz. — Ne demek ist iyorsun, oğlum? — Ne demek isteyeceğim. Siz bana öyle bir s o r u
s o r d u n u z ki böyle hiç tanımadığım insanlar iç inde bana s o r d u ğ u n u z bu soru, kaabil olsa da L a w r e n c e ' e s ö y l e n s e hepimize «Yuh!» çekerdi . Beyefendi , Lawrence' in ne demek olduğu üstüne herhalde bir fikriniz yok. Bununla beraber bence bu iş, bir kişi s o r u n u olmaktan çoktan çıkmış artık, yangın bacayı sarmıştı. Farzedin iz Lawrence' i yakalamak kaabil o l s u n , bu hiç bir yarar sağlamaz Sanıyorum. M ü s a a d e ediniz, ben gideyim.
O ayağa kalkınca, « b a b a c a n bir adam» o lan Kemal b e y , kolundan tuttu :
— Otur, oğlum, otur, senin son durumdan haberin y o k gal iba! dedi. L a w r e n c e A r a p ayaklanışını hazır ladı. Ayaklanma başladı. Malûm. Ne var ki şimdi de aldığımız haber lere g ö r e ufak bir Dürzi kuvvetiyle Kürdistan'da b u lunuyormuş. Kürtleri ayaklandıracakmış! Bir r ivayete gö-
336
re İstanbul 'a kader gelmiş! Her gün bu biçimde haberler gel iyor.
— Yani, İstanbul'da mı isyan ç ıkaracak? Yoksa Yakup Cemil partisini mi güçlendirecek? Ya da bir hükümet darbesi mi yapmak isteyecek?
— H e r ş e y olabilir! — E ğ e r İstanbul 'daysa yakalanamaz. Ö y l e basit bir
plânla yaş tahtaya basacak adam değil. B e n , İstanbul'da o lduğuna inanmam. D o ğ u vi lâyetlerinde olabilir.
— Farzedei im d o ğ u vi lâyet ler inde... — Beni dinleyiniz, beyefendi. Ben, şöy le bir plân
kurdum: Ben de bir « ikinci L a w r e n c e » olurum. Yani, o g e r ç e ğ i , ben sahtesi! O n u n yaptığı işin benzerini ben de y a p a c a ğ ı m . İsyan propagandası v.b. Elbette, bu Lawren-ce' in kulağına gidecek. O r t a y a gerçek Lawrence' in kim o l d u ğ u s o r u n u çıkacak. B ö y l e c e , adamcağız kendi taklitçisini bulmak isteyecek, üst yanını artık olaylar doğurur. Ya o başar ı kazanır, ya biz. Yalnız, unutmamalı ki b u g ü n y ü z d e doksan durum onun lehindedir. Savaşt ı r bu. Bu işler arkadaşsız olmaz. Hem de içeriki odada g ö r d ü ğ ü m arkadaşlar gibi. Evet; ben şehir içlerinde, A v r u p a şehirlerinde birçok şeyler yaptım. Ama, dağcı l ığım yoktur. Ç e tecilik nedir, bilmem.
— Bunları hem öğret ir , hem de o işlerde pişers in. S o n r a , kapıdan dışarı : — Rıza! Rıza! diye seslendi . « İçer i tepeden t ırnağa silâhlı, üzerinde bombalar, iri
yapı l ı , göz ler i parıl parı l, yirmi beş - yirmi sekiz yaşlar ında bir adam girdi.» Kemal bey :
— Dramalı Rıza! diye tanıştırdı ve sonra : — Rıza, bu delikanlıyı tanır mısın? diye s o r d u . — Tanımam, beyim. — İyi tanı! S a n a emanet edeceğim. İyi arkadaş ol .
S e n , dağlarda ne isen bu, şehir lerde odur. Kendi s a h a n da da o n u yetiştir.
Dramalı Rıza : — Desene beyim, bu da şehir eşkiyası! diyerek g ü l
d ü . Kemal bey :
337 3/F. : 22
— İşte, sana bir arkadaş, onunla bir plân haz ı r lay ın. B a n a gel in. İnceleyelim, karar verel im. Hani , içerde kon u ş t u ğ u m u z iş!
Dramalı Rıza'nın y ü z ü ciddi leşt i : — Anladım, kumandanın, s ö z ü n ü ettiği çocuk. İngi
liz gibi İngi l izce konuşurmuş. A ş k o l s u n be! d iye kendi kendine konuşur gibi söyledi .
Dramalı Rıza ile sokağa çıkan E s a t bey : — Aman, Rıza bey, sen şu kılığını kıyafetini bir de
ğişt ir. B e n , seninle Babıâl i 'den aşağı böyle inersem v a y hal imize!
O zaman, biz Lawrence' i deği l L a w r e n c e bizi yakalar. E s a t beyin yaptığı bu şakamsı konuşmadan s o n r a , A s m a -lımescit'teki Koket birahanesinde buluşmak üzere ayr ı ld ılar.
Esat . g iderken, etekleri sev inçten zi l ça l ıyordu. Lawrence' i yakalamaya gitmek ne demekti? B u , çoktanber i o n u n en büyük düşler inden bir iydi.
O akşam, Dramalı Rıza beyle buluştular. Esat beyin o n u n üstüne kanısı şu o ldu: Dirime bir bardak su kadar önem vermeyen bir adam. C o k iyi arkadaş oldular. Ç e t e cilik eğitimi hızla i lerl iyordu. Kâğıthane'nin ıssız sırt lar ı , b ir çetecil ik eğitim alanı o lmuştu. H e r g ü n , yeni h o c a s ı nın g ö z ü önünde türlü çetecil ik egzers iz ler i y a p a n , bombalar savuran Esat bey, Lawrence' le bir ayak ö n c e karş ı laşmaya can atıyor, çöle dalacakları günler i iple çekiy o r d u .
Eğit im bittikten s o n r a , Dramalı 'nın kendisi gibi ir y a r ı , tepeden t ırnağa silâhlı adamları gibi giy inip kuşanan E s a t bey de artık gerçek bir çetec iyd i . Ç e t e c i g r u b u t rene binip Adana'ya yol landı. G r u p A d a n a ' y a v a r d ı ğ ı n d a H a y d a r p a ş a ' d a Arabistan cephesine gönderi lmek üzere hazır lanan çok büyük cephane stokunun pat layarak yok o l d u ğ u n u ve İstanbul'u korkuya verdiğin i ö ğ r e n d i l e r ve pek üzüldüler. Onlar Lawrence' i aramak üzere çöle g i derken Türk iye 'de büyümüş düşman mil letlerden birinin ç o c u ğ u , bütün bir değerl i c e p h a n e yığınlar ının h a v a y a u ç masını sağlayarak Arabistan cephesindeki ordular ımızın
338
elini bomboş bırakmıştı. C e t e g r u b u bu yüzden ağlamaklı oldu. Şam'a vardı lar. Dramalı Rıza beyin karargâhı Ş a m ' daydı. Seçkin A r a p atları, çeteci ler i sırtlarına almak üzere hazır bekl iyordu. Kılıklarını değişt irdi ler. Şimdi, hepsi Musullu birer kürttü. Kürt köylerine d o ğ r u yola koyuldular. Ufak bir köyde kürt lerce baskına uğramak tehlikesi atlattı larsa da Dramalı Rıza'nın becerikli l iği b u n u s o nuçsuz bıraktı. Dramalı, köyü baştanbaşa yaktı.
Çeteci ler , her gittikleri y e r e , « L a w r e n c e g e l i y o r » haberini y a y ı y o r d u . Köylülere saçı lan altınlar, armağanlar, ilâçlar, g r u b u n sevgiy le karşı lanmasını sağl ıyordu. Bir tek çekindikleri Dürzi lerdi. Onlar , gerçek Lawrence' i yak ından tanıyor ve bütün onun etkisi alt ında bulunuyor lardı . Ç e tenin amacı, düşman c e p h e s i n d e n gel iyormuş gibi g ö r ü nerek Kürdistan'a girmekti. Girdikleri her köyde kendilerine katılmak isteyen fedailer ç ıkyorsa da boş ver iyor lardı. İran sınırındaki köylerde dolaşıp dururlarken kış da bastırmıştı. « S a r ı Ş e y h » denen Lawrence' in izine bir türlü rastlayamadılar. Arabistan cephes i de ç ö z ü l ü y o r , ç e kilme ve bozkun haberleri zehirl i bir r ü z g â r gibi köyler, şehir ler üzer inden g e ç i y o r d u .
Dramalı Rıza ve Esat bey çetesi , çöl lerde ve dağlarda Lawrence' i araya dursun bırakışma gelip çattı, d ü ş m a n lar kollarını sal layarak İstanbul'a girdi ler.
Esat bey, İstanbula' d ö n d ü ğ ü n d e cephelerde dekge-lemediği İngil izlerle burda burun buruna gel ince bir t u haf oldu.
Y ine eskisi gibi , Galatasaray Kulübüne kapılanarak egzersiz ler ine başladı. Başka bir avuntusu yoktu. Bir g ü n . Mısırlı Prens Ali ile Eşref Şefik bey, egzers iz y a p a n E s a t beyin yanıbaşında belirdiler. E ş r e f Şefik bey, arkadaşına i
— İngilizlerle bir maç tertip ettik. D ö ğ ü ş e c e k birini bulabilir miyiz? diye s o r d u .
— Karşınızda hâlâ yer inde duruyor. Siz, maçı hazırlayın! dedi.
B ö y l e c e Esat bey, y ı l lardan sonra ilk kez, hem de bir İngilizie donanma şampiyonu B o b Speck ile boks maçı y a p m a y a hazır landı.
339
Bob' la r inge çıktılar. İngil iz, ondan on kilo artıktı. H a kem de bir İngiliz astsubay ıyd ı .
Seyirc i ler , İngiliz askerler i , tatlı su frenkler iydi. M a ç , geceley in b a h ç e d e yapı l ıyordu.
B o b ' u n iri g ö v d e s i y l e r inge çıktığını g ö r e n İstanbullu Rum hemşehri ler, « z i t o » d iye bağırmaya başlamışt ı . Yalnız, İngiliz seyirc i lerde tıs yoktu. Sonra ufaktan bir mırıltı geçt i . Hakem, bunun üzerine r inge çıkarak bu maçın o lamayacağını söy ledi . Nedeni de aradaki büyük ki lo ayrımıydı. İngiliz s u b a y ve erlerinin bu cent i lmence düşün ü ş ü , E s a t beyi eskiden o lduğu gibi bu s ırada da çok duygulandırd ı . E s a t beye yüreklendir ic i söz ler söyley ip durmaktaydı lar. Rumlar, şaşırmıştı. Ş u n d a n ki, İngiliz spor terbiyesinin yüksekl iğ inden hiç haberleri yoktu. O n l a r , buraya salt dayak y iyecek olan T ü r k ' ü n y ü z ü n d e n akan kanları görmek üzere gelmişlerdi.
M a ç baştan s o n a dek Esat beyin egemenliği alt ında geçt i . Ve o, sayı hesabıyla « g a l i p » olarak bildiri ldi. İngil izler, onu del ice alkışladılar.
B u , T ü r k i y e ' d e ilk uluslararası maçtı. M a ç t a n s o n r a , bir İngiliz ç a v u ş u , Esat beyin yanına
sokuldu. O n a İngi l izce bilip bilmediğini s o r d u ve yenisini kutladı. Bu denli güzel İngi l izceyi nerde öğrendiğ in i sord u . O da anlattı. İngiliz g e n c i n d e prat iğe k a ç a n düşler canlanmıştı. Kendisi terhis olduktan sonra onun meneceri olmayı ve onu A v r u p a ' y a götürmeyi önerdi . B u , E s a t bey in aklına yatmıştı. Bir b o k s ö r olarak dünya p iyasasına çıkmak canına minnetti. T a l i h , y ine onu eski az iz mesleğine mi s ü r ü k l ü y o r d u ? Santral b i rahanesinden el sıkı şarak kalkan E s a t bey, bu korkunç karmakarışıkl ık v umutsuzluk senfonis i ortasında kendini mutlu d u y u y o r d u
Ev halkını çoktanber i görmemişt i . B ir g ü n E m i r g â n ' gitti. Boğaz ın ser in r ü z g â r ı , onu bir kez daha ç o c u k l u günler in in o güzel cennet ine d o ğ r u sürükleyip g ö t ü r d ü . İçinde sıcak sıcak bir şey ler duyarak evin kapısını çaldı ğ ında bir yas evi halkıyla karşılaştı. Kız kardeşi, bir y a n d a , ç o c u k l a r ö b ü r y a n d a ağl ıyordu.
— Y a h u , ne o l d u , bu ne hal?
340
— D a h a ne o lsun? Bu sabah bir T ü r k polisi ile iki İngiliz polisi geldi, enişteni (şimdi emekli şûray ı devlet reisi ve eski milletvekili) aldılar götürdüler.
— S e b e p ? — Biz , ne bilelim. — D a y ı , babamızı kurtar! diye ağlaşan çocuklar ı na
sıl avutacağın ı bi lmiyordu. E s a t bey, arpacı kumrusu gibi düşünerek e v d e n çık
tı. Tanışt ığ ı İngiliz ç a v u ş u y l a bir şeyler yapıp y a p a m a y a cağını inceleyecekt i .
Sokakta kendisini g ö r e n eş d o s t :
— Y a h u , d iyordu, bu ne cesaret ! A ş k o l s u n ! Bu z a manda çıkıp da bir İngiliz boksörüyie maç yapmak.. . D o ğ r u s u , çok korktuk!
— Kimden korkacaktım? İngil izlerden mi? Yanı l ıyorsunuz. O n l a r , s p o r u n ne o lduğunu bilirler. Tat l ısu frenk-leri, y a y g a r a c ı z i toculardan ise, hakkınız var!
E s a t bey, İngiliz ç a v u ş u n u T u r a n Bar 'da eğlenirken bastırdı. Eniştesinin durumunu anlattı. S o n r a , B e k i r a ğ a Bölüğü'ne gittiler. Hapisanenin dışında bir s ü r ü y a s l ı , g ö zü yaşl ı insan, içeri atılmış olan akrabalarını görmek ist iyor larsa da göremiyor iardı . Ç a v u ş u n yanıs ıra ko layca hapisaneye giren Esat bey, eniştesini buldu :
— Seni burdan aşırmak kolay, ne d e r s i n ? — Y o o ! Mukadderata tabi o lacağım. S iyasal tutuklulardan kimisi : — A m a n , evlâdım, sen İngil izlerle ça l ış ıyorsun. S e n
den çok yararlanır lar. Onlar la temasa geçmemize yard ım et, aracı o l !
Diyenler de o l d u . . . T ü r l ü yüksek mevki lerden koparılıp buraya tıkı lanlardan kimisi de bu biçim konuşanlar arasındaydı.
Esat bey, bunlara şaşkın şaşkın bakıyor, ne d i y e c e ğini bi lmiyordu. Hapisaneden kaçmayı g ö z e a lamayan eniştesini orda bırakarak ayr ı lan E s a t bey, yeni serüvenler in eşiğine geldiğ inden habers iz , gidip ev halkını a v u t m a y a çalıştı.
341
Ertesi g ü n , (caz şarkıcıs ı T o m ) ' u n birahanesinde ç a v u ş u buldu. Ç a v u ş :
— Yahu, dedi, s e n mademki bu T ü r k polit ikacılarını t a n ı y o r s u n , bunlardan para sızdırmak kolay olur.
— Ne biçimde? — Ç o k basit. Herhalde bunlar hapisanede yatmak-
t a n s a başka bir y a b a n c ı memlekete gitmek isterler ve bu u ğ u r d a binlerce lira sarfetmeyi s e v e s e v e g ö z e alabilirler.
O zaman E s a t bey, bu adamın gerçek bir İngiliz old u ğ u n d a n kuşkulandı. Ş ives inde de pek belli bel irsiz bir şey ler yakalamıştı. Ç a v u ş s ö z ü n ü sürdürerek :
— Benim yüzbaş ım p a s a p o r t bürosundadır . Anlaşmak kolaydır.
— Ne türlü p a s a p o r t ? — « L a i s s e r p a s s e r » . Bununla dış memleketlere ko
laylıkla gidebil ir ler. Fakat, bunun için fazla para almalı ve d u r u m a g ö r e parayı güveni l i r bir y e r e depoz i to etmeli.
E ğ e r ç a v u ş u n dediği iş gerçekten yapı labi lseydi bir çok kişiyi kurtarmanın y o l u bulundu demekti.
— Hele bakayım, bir g i r işeyim. S iz nerel is iniz? — Ben asıl d o ğ u l u y u m . — D o ğ u l u s u n u z , a m a , nerel i? — A n n e m , babam Girit l i Rumdur. Afr ika'ya g ö ç m ü ş
ler. B e n orada d o ğ d u m . Asl ım Girit l idir. İstanbul halkı için bu kırmaları çok tehlikeli bulan
E s a t bey, onu bir kez dişine v u r m a y a karar verdi . Ç a v u ş a :
— Dostum, dedi, seni İtt ihatçıların vekili olan z e n gin bir tüccara g ö t ü r e c e ğ i m . O r a d a bunların kimler ve nası l adamlar o l d u ğ u n u anlayacağız-. Kodaman İttihatçıların kimler o l d u ğ u n u , d o ğ r u s u , ben de iyi bi lmiyorum.
Yemiş iskelesine vardı lar, Mehmet efendinin mağaz a s ı n a girdi ler.
E s a t bey, günlerdir , « İ t t ihatçı lar!» diye başının etini y i y e n ç a v u ş u Mehmet efendinin başına sarmayı d ü ş ü n müştü :
Ç a v u ş : — Kaç p a s a p o r t is t iyorsun?
342
Diye s o r u y o r , tercümanl ığı yapan E s a t bey s ö z ü şöy-ie çev i r iyordu :
— İncirin ki losunu kaçtan vereceks in? Ç a v u ş , para s ızdıracağı kodamanların kaynağını bul
d u ğ u n a , t ü c c a r da incirlerini pahalıya satacağı bir kapı b u l d u ğ u n a sevin iyordu.
E s a t bey, hiç olmazsa birkaç günlüğüne ç a v u ş u başından savdığına sevinerek Beyoğlu 'na çıktı. Akşam üstü (Teşki lât ı Mahsusa)nın ünlü çeteci ler inden Galatasarayl ı Ç e r k e z İsmail'e dekgeldi. « Ü z e r i n d e süvar i g o c u ğ u , başında kalpak vardı. İsmail, uzun boylu, sesi çok güzel şarkı okur, f i lozof denecek kadar düşüncel i , aynı zamanda çok ünlü bir çeteciydi .»
O, Kafkas cephesinde eriyip giden Teşki lât ı M a h s u sa fedai ler inden arta kalan tek tük yiğit lerden biriydi.
İsmail, Esat beyin y ü z ü n e sertçe bakarak : — Ne o? Sen de mi yoksa donuna koyverdin? A n a
dolu 'dan gelen sesleri iş i tmiyor, musun? dedi. — Yok canım. S e n pekâlâ bilirsin ki ben öyle kolay
kolay patırt ıya pabuç bırakanlardan değilimdir. S e n git de onu kendi kasalarını doldurmak hırsıyla milleti, memleketi bu hale sokan s ö z d e vatansever lere söyle!
« İsmai l , dişlerini g ıc ı rdat ıyordu» : — D o ğ r u , kardeşim. B e n , zaten yarın Anadolu 'ya
g e ç i y o r u m . Yahya Kaptan Üsküdar dolaylarında. Winter Garden' in önüne geldiklerinde iki arkadaş bur
da büyük bir kavga ile karşı laştı. Bir sürü Rum delikanlısı, iki T ü r k gencini ortalar ına sıkıştırmış vur Al lah vur e d i y o r , bu arada büyük bir y a y g a r a d ı r kopuyordu. F r a n sız polisleri de ellerinde coplar ı , orda dikilmiş duruyor, bir e ğ l e n c e s e y r e d e r gibi gülüyor lardı . O r a y a yet işen iki T ü r k polisi de T ü r k gençler in i Rumların elinden kurtarmak yürekl i l iğ ini gösteremedi.
E s a t beyin daha çok beklemeye g ü c ü kalmamıştı. Yumruklar ın ı birer gürz gibi kullanarak kalabalığa daldı. Hüner l i boks yumruğunu y iyen nakavt olup yere seri l iyord u . Bir iki dakikada dayak y iyen çocuklar ın çevres i boşalmışt ı . E s a t bey :
343
— Kaçın, durmayın, ben de kaçacağım! dedi. Ç o c u k l a r , çabucak sıvışt ı larsa da Esat bey istemeye
rek Winter Garden' in sa lonuna sürüklenmişti : Bar, tıklım tıklım işgal devletleri askerleri ve s u b a y
larıyla doluydu. Esat bey, İngi l izce : — Fransızlar la doğuştum! diye bağırdı. B u n u n üze
rine İngilizler, çevresini alarak onun k o r u y u c u s u olduklarını gösterdi ler. Bu sırada Esat beyin arkasından içeri dalmış olan Çeteci İsmail, tavandaki avizeleri b i rkaç tabanca kurşunuyla şangır ş u n g u r aşağı indirdi. S a l o n z i firi karanlığa gömüldü. . . Demir gibi bir el, tam bu s ı r a d a paniğe kapılanlar arasında sürüklenen Esat bey in kolunu yakaladı.
— Y ü r ü , Esat, kaçalım! B u , arkadaşı Ç e t e c i İsmail 'den başkası deği ld i . B a y
ram sokağına açı lan gizl i bir kapıdan sıvıştı lar. Ç e t e c i İsmail, savaşa girmiş gibi « tam teçhizat»t ı . Bir el inde henüz dumanları tüten tabancası , ö b ü r elinde de saldırması vardı . Sokakta gider lerken arkalarına iki gö lgenin takıldığını gördüler. İşgal pol isleri, tabancalarını çekip tehditlerini savurmaya vakit kalmadan Ç e t e c i İsmail, saldırmasının ucuyla ikisini de kanlar içinde caddeye uzatt ı . B u n lar iki Fransızdı. O r a d a n sıv ışarak Geneievc i Roza'n ın evine saklandılar. S o n r a , güçbelâ Kasımpaşa'ya kapağı attılar. Ç e t e c i İsmail'in tanıdığı bir kayıkçı, onları S a l a c a k kıyısına çıkardı. Selimiye Kışlası'nın duvarları d ibinde b i raz dinlenip bir karara v a r m a y a çalıştılar.
— İsmail, s e n , nereye g ideceks in?
— Ne o, sen gelmeyecek misin?
— N e r e y e ?
— Anadolu 'ya.
— S e n , git, kardeşim. Benim daha burada g ö r ü l e c e k işim var. İsmail vedalaşarak gitti.
Esat bey de ordan Kadıköy'e geçt i . F e n e r b a h ç e K u lübüne uğradı. S o n r a , dün akşamki işin ne biç imde izlendiğini anlayabilmek üzere ikinci şube komiserlerinden ve eski tanıdığı Ar i f Hikmet beyin evine uğradı.
344
— O o ! Maşaal lah, b o k s ö r beyim. Böyle erkenden kim bilir nerelerden ge l iyorsun?
— F e n e r b a h ç e Kulübünde bizim Fahri ile idman y a p tık. O, ev ine gitt i. Ben, seni z iyaret etmeden geçemedim.
— Ö y l e , ö y l e ! A l a y c ı bir gülüşle g ü l ü y o r d u . Ve s o n r a ş ö y l e dedi :
" — D e s e n e ki avcı kimi z a m a n avı arar, arar bulamaz da av b u r n u n u n ucuna gelir, haberi olmaz. Seninki de öy le o ldu.
— Anlamadım, ne demek ist iyorsun? — Ne demek isteyeceğim, canım! G e ç e n akşamki
o l a y d a n s ö z etmek ist iyorum. — O l a y mı? Ne olmuş? — Bırak numarayı canım. Biz, arkadaşız. Seni ara
madığım y e r kalmadı. Bulamadık bereket. Tevf ik Hadi bey (pol is müdürü) dün A n a d o l u ' y a geçt i . G i tmeden ö n c e sıkı tenbihledi. İsmail'le beraber kirişi kırın. Y o k s a , bu herif ler e r g e ç anlayacaklar. O zaman, haliniz dumandır.
— Y a h u , bizim o lduğumuzu nerden anladınız? — B e n , ordaydım. «Parmakkapı 'ya d o ğ r u kaçtı lar!»
deyip yol lar ını şaşırtt ım. Kovalamayı C i h a n g i r dolay lar ına çevirtt im. Anladın mı, küçük bey?
— İsmail gitt i , Y a h y a Kaptan' ın yanına. — Ya s e n ? — Benim daha burada işlerim var.
— S e n deli misin, be ç o c u k ?
— B o ş ver . Arif ağabey! B e n işimi sağlamlar ım.
— Ö y l e y s e sana benim bir r icam var : Şu Hır isantos işi! T a t a v l a y ı a y a ğ a kaldırıyor. En sonra polis kaatili de o ldu. Fırsat ını buldu mu T ü r k polisine ateş ediyor. Birkaç pol isimizin başını yedi .
Bu şehr i s e n tanırsın. A c a b a bir p u s u y a d ü ş ü r ü p bu belâyı baş ımızdan atamaz mıyız?
— V a y kerata, vay! Emreders in, Arif a ğ a b e y ! Ben b u g ü n Yenişehir ' i , Tatav la 'y ı bir dolaşır ım.
Bir Rum kadınının ev inde Hır isantos'u buldu :
345
— B u , ne hal kardeşim? Polis hadisesini ben yeni d u y d u m .
— Böyle olmayacakt ı , ama, oldu. Müdür iyet te y e d i -ğirn dayakların acısını ç ıkarayım dedim. Fakat, iş başka biçime döküldü. Böyle g iderse aynasız b ı rakmayacağım; | temiz leyeceğim. Beni niçin a r ı y o r s u n ?
— Koçaki 'yi ar ıyorum. — O, Y u n a n i s t a n d gitti. — S e n , neye gitmedin? — G i d e c e ğ i m , ama dur bakalım, temizl iğe daha yeni
başladım. — Ben de yakında Amerika'ya g id iyorum. — Bana bak, sakın buraya bir numara için gelme.
Boştur . Ben, enayi değil im, bi l irsin. Burası benim zulam 1 d e ğ i l . Baskın filân olursa karışmam sonra. Fena oluruz.
— Yok canım, sen deii misin? Esat , onun kolay yenil ir, yutulur bir lokma olmadı
ğını anlayarak Arif Hikmet beyin yanına süklüm püklüm dönmek z o r u n d a kaldı.
Arif Hikmet bey : — Merak etme s e n ! dedi. (Evet az zaman s o n r a bir
T ü r k polisi, bu c inayet ler serisini önlemek üzere taban- | c a s ı n ı n bütün kurşunlarını Hır isantos'un c a n ev ine boşal- ; tacakt ı .)
* * Esat , Çeteci Ç e r k e z İsmail beyden ayrı ldıktan s o n r a
b irkaç kez onunla geçip A n a d o l u ' y a gitmediğine pişman olacak duruma geldi. İngiliz ç a v u ş u , iblis gibi onun arka- I s ı n d a , ona büyük bir kötülük yapabi lecek durumda ve istekdeydi. Esat bey için en büyük tehlike, kendisini İşgal O r d u l a r ı Kumandanı G e n e r a l Harr ington'un Harb iye O k u lundaki bürosuna dek sürükleyen dekgel işler o ldu. S a v a ş iç inde Bekirağa Bölüğü'nde kendilerine bir esir İngiliz a s k e r i gibi hizmet ettiği intel l igence Serv ice ' in adamlarınd a n biri, bir barda o n u Halide Edip' in kardeşiyle viski i ç e r k e n g ö r ü p tanıdı ve zekâsına hayran o l d u ğ u n u s ö y leyerek onu İngiliz c a s u s ö r g ü t ü n ü n T ü r k asıllı adamlar ı n d a n biri olarak g ö r e v e almak istedi. E s a t b e y d e İngi-
346
l izlere vatanın kötülüğü için çal ışacak g ö z yoksa da o n ların el inden daha usturupluca kurtulmanın çareler ini aramak üzere zaman kazanmaya çalıştı. Bu y ü z d e n de birçok gizl i ve tehlikeli bürolara gir ip çıkmaktan çekinmedi. Yalnız, en son kez, vatanın kötülüğüne hiç bir biçimde çal ışamayacağın ı aç ıkça söyledi :
— Affediniz, ben, hayat ımda spordan başka şeyle uğraşmadım. Bu işi y a p a m a y a c a ğ ı m , başaramayacağım. Kusura bakmayın, benim babalığım bir İngil izdir. Eski bir deniz adamıdır. G e r e k Mami, gerek Dad'in siz in memleketinizde bana verdikleri eğit im, yaptıkları telkin, budur. O n l a r bana: « S e n , sen ol , nerede b ü y ü r s e n b ü y ü , ne eğit im al ırsan al, unutma ki d o ğ d u ğ u n toprak, vatanındır ve s e n o milletin malısın.» derlerdi. Ben, bu sözler i her z a m a n tuttum, tutacağım da. Şimdi elinizin alt ındayım. O l u m s u z tutumun karşıs ında istediğinizi yapabi l i rs iniz. F a kat, centi lmenliğinizin, hakkımda fena niyetler beslemenizi ön leyeceğin i umuyorum.
Yüksek rütbeli İngil iz s u b a y ı , bu söz ler karşısında artık diretmedi ve Esat bey, bu b o ğ u c u yapıdan kurtulmak üzere koşa koşa merdivenleri inerek kendini açık h a v a y a attı. O r d a , Harb iye O k u l u n u n meydanında bir y ığ ı n T ü r k toplanmıştı. İç ler inde onun da tanıdıkları vard ı .
Bir is ine : — Ne bekl iyorsunuz? diye s o r d u . — İş a lacağız. Dedi ler. — Ne işi? — Tercümanl ık, polislik, hafiyelik. — V a y canına, bu kadar çok mu? — Ne sandındı? Bir haftadır gel iyorum. D a h a sıra
gelmedi . E p e y para ver iyor lar . S e n , niçin geld in? — Eksiltme olacak da o n u n gününü ö ğ r e n m e y e g e l
dim. G e n ç adam, bu vatan-millet hainliğine kolayca al-
çalabi lecek insan müsveddeler inden « b i r fırtına sürat iy le» uzaklaşt ı . «Art ık, Y a h y a Kaptan' ın yanına kapağı atmaktan başka çare kalmadı.» d iye d ü ş ü n ü y o r d u .
347
Üsküdar 'a geçt i . Yahya Kaptan' la Ç e t e c i İsmail'i a r a -dıysa da bulamadı. Anadolu 'ya geçmişlerdi . « E y v a h , ne yapmal ı !» diye düşünerek yeniden İstanbul'a geçt i . M e h met Ali Paşa Hanı 'nda yakın arkadaşı Ziya'nın y a z ı h a n e sine uğradı . Arkadaşı :
— Y a h u , nerelerdesin? Böyle işler yar ıda bırakıl ır mı? Ne müracaat lar var. A ğ ı z d a n ağıza, kulaktan kulağa yayı lmış, s ö z d e burası İngil iz-Türk isevi imiş! Bizde iş arayanlara iş ver iyormuşuz s ö z d e !
Bir defter çıkarıp gösterdi . Başvuranlar, b ü r o y a bin lira kadar bir para bırakmışlardı. Esat bey :
— Aman Z iya, i lkönce şu paraları bölüşel im! dedi . Ç o k züğürt lemişt i . Paranın yarısını cebine indir ince
yeniden yüreklendi. Şimdi, y ine devlerle boğuşabi l i rd i . Kendis in i satmaya hazır lananların parasını yemek helâldi.
— Z i y a , kardeşim, dedi, bu iş böyle gitmez, ben şu ç a v u ş u atlatıp kaçacağım. S e n de bu yaz ıhaneyi kapa, bir y a n a çekil. Yoksa, başımız belâya girecek.
— D o ğ r u , hakkın var, fakat, biraz daha para toplayalım da dediğini de yapal ım.
O g ü n , büroya başvuranlardan beşer-onar lira aldılar. İş isteyenlerin ç o ğ u polis, hafiyelik gibi T ü r k halkı a leyhinde çal ışacak korkunç işler ist iyordu. E s a t beyi en çok şaş ır tan, polis filân olmak isteyenlerin ç o ğ u n u n okumuş aile çocuklar ı olmasıydı.
C e b i n e e p e y c e para indiren g e n ç boksör, A v r u p a ' y a kaçmayı aklına koymuştu. Hemen İngiliz ç a v u ş u n u buldu. O n a , bir zarf dolusu uydurma İttihatçı resmi verdi . Pasaport bürosunda çal ışan ç a v u ş , Esat'a bir pasaport s a ğ l a y a c a k , Fransa'ya giden boksör, orda ç a v u ş u bekley e c e k , sonra birlikte çal ışacaklardı. Esat bey, birkaç İtt ihatçıyla birlikte kendi pasaportunu da get irecek olan ç a v u ş a son o y u n u oynayıp vapura atlayacak, « v e r elini F r a n s a » diyecekt i . O r a d a , yar ıda bıraktığı boksörlük mesleğine yeniden başlamak ist iyordu. Pasaport lar ın gelmesi için iki gün beklemek gerek iyordu. Bu süre içinde hâlâ Bekirağa Bölüğü hapisanesinde yatan ve bugünlerde Malta Adası 'ndaki z indanlara sürülmek üzere bulunan
348
eniştesini kurtarmak u ğ r u n a son bir çare d ü ş ü n d ü . Papaz Prew'ya başvuracakt ı . Eniştesinin salıkladığı
bu adam, savaş yılları iç inde çok g ü ç durumlara düşmüş, eniştesi onu bu güçlük lere karşı korumuştu. C n u n şu sıralarda İstanbul'daki « İngi l iz Dostları D e r n e ğ i » n i n başkanı olan Sait Molla ile aralarında pek derin bir içtenlik bu lunduğunu kuvayı mii l iyecıler yakından bil iyor v e - o n u yakından iz l iyorlarsa da E s a t beyin henüz bundan haberi yoktu.
G e n ç boksör, Haset Kitcbevi 'nin bit işiğindski apartmanda oturan Papaz F r e w ' n u n kapısını çaldı. Çok zeki bir adam olan papazın elini öptü. Papaz onu oturtarak hemen ş ö y l e c e s ö z e başladı :
— Neden geldiğini bi l iyorum, genç adam. Bu iş, y a ni, onun Malta'ya gönder i lmesi , kendisi için daha hayırlıdır. Anadolu 'ya geçmek, buradan çok orada daha kolay olur.
G e n ç boksör, bunların anlamını birden kavrayamadı. B u n u anlayan papaz; b o k s ö r ü n elini tuttu :
— Korkma, delikanlı! Bir millet, böyle zamanlarda iyi güçler in i , yaşamak hakkını göster ir . E ğ e r Türk ler , A n a dolu'da başlayan ulusal davranış larda biraz daha durumlarını düzeltmeye başlar larsa Malta'da toplanacak o l a r adamlar, ger i veri lecektir.
— Peki! Bırakışma hükümleri? — C a n ı m , o u y g u l a n a d u r s u n . Hele siz, kendinizi top
layın bakalım. Benim, Mustafa Kemal'den umudum pek çoktur.
Bu Papaz Frew'nin s o n s ö z ü oldu. G e n ç boksör, saygıy la onun elini öperek ayrı ldı.
* * *
İngil iz ç a v u ş u , F r a n s a için Laisser-passer pasaportlarını getirmişti. Şimdi, bunların içinden kendi pasaportunu alıp ç a v u ş u atlatmanın çaresine bakmak gerek iyordu. Ç a v u ş , hayalî İ t t ihatçı lardan paraları almadan pasaportları vermeyecekt i . G e n ç boksör-, çavuşla bir otomobile binerek Şişl i 'de bir Ermeni doktorun evinin önünde indiler. Buras ı , s ö z ü m o n a İttihatçı ünlü Nihat beyin ev iydi .
349
Doktorun bekleme odasına girdi ler. Boksör, ç a v u ş u o r d a bırakarak doktorun muayene odasına girdi :
— Aman, doktor, dedi. Bir y a b a n c ı ç a v u ş , hasta! Yani zührev i hastalık kapmış. Malûm, gizl i tutulmasını istiy o r . O n u n için s ize get i rdim. '
— Peki, biraz beklesin! E s a t bey, ç a v u ş u n yanına indi : — G ö r ü y o r s u n u z ki burası Müslüman evi , dedi , na
mahrem var. Paralar hazır, pasaport lar ı ver, g idip paraları alayım.
Ç a v u ş , pasaportları verd i . G e n ç boksör, kapıdan dışarı f ır ladı. Dışarda bekleyen otomobile atladı. P a n s i y o n a uğrayarak yol eşyasını topladı, pasaport lar ın a r a s ı n d a n , kendisininkini ayır ıp aldı; öbürlerini yırt ıp denize attı. P i-y e r Loti vapuruna bindi. V a p u r , kalktı. S e v i n i y o r d u . Ç a v u ş u n en sonra kendisine oynamak istediği o y u n u o ç a v u şa oynamışt ı . «Doktor la karşı laşınca ikisinin de ne d u r u ma geleceğin i , ne biçim bir pandomima kopacağını d ü ş ü n d ü k ç e gülmekten kendini a l a m ı y o r » d u .
Kamarot : — Pasaportlarınızı hazır layın! İtilâf polisi pasaport
ları kontrol ediyor, dedi. Kamarada tatlı tatlı şeker leme kestiren g e n ç boksör, g a r s o n a :
— N e r e d e y i z ? diye s o r d u . — Çanakkale'de. İngil iz, Fransız, İtalyan polisleri, g e n ç b o k s ö r ü n ç e v
resini alıvermişti : — Pasaport! — B u y u r u n ! İngil iz polisi, onun pasaportunu öteki pasaport lar ın
yanına koymayarak ayırdı. B u , g e n ç boksörün içine ateşten bir kurt düşürdü. Biraz s o n r a , ger i dönen s u b a y :
— Siz, seyahat edemezsiniz. Benimle b e r a b e r karaya çıkacaksınız ve tutuklusunuz, dedi.
— Öp babanın elini! İş anlaşı l ıyordu. Girit l i ler s o y u n d a n , y ü r e ğ i n d e T ü r k
lerden öç alma kompleksinin yer leşt iği İngiliz ç a v u ş u , g e n ç boksörün kendisine oynadığı oyuna korkunç bir kar-
350
şılık vermiş, onu E n v e r ve T a l â t Paşaları kaçıran a d a m olarak İngil iz ist ihbaratının eline düşürmüştü. T e p e b a ş ı ' n -da L o n d r a Otel i 'nin yanıbaşındaki bir z indanda İngiliz üniforması giymiş Rum g a r d i y a n ve muhafızların el inde çokça h ı rpalanan, k ırbaçlanan g e n ç boksör, kafasına k o y d u ğu bir tek düşüncenin arkasında boşuna ç ı rp ın ıyordu: Kaçmak! Bu z indanda tanıştığı Bolşevik bir Rus g e n c i , bir g ü n onu dürterek uyandırd ı . Başka bir y e r e g ö n d e rilen bu mahpus, g e n ç b o k s ö r e :
— Ben bugün g id iyorum, dedi, hem de Rusya 'ya. Beni R u s y a ' y a yol luyorlar. Bu yatt ığımız yer, hiç kimseyle görüştürü lmemesi gereken s iyasal komiteci lere mahsustur. Şimdi beni dinle, benim artık g e r e k s e m e y e c e ğ i m kimi şeyler im var. Belki s e n gereksers in.
Rus g e n c i , Esat beye birçok çikolatayla birlikte yirmi tane de sarı Rus altını verd i . G e n e Rus, g iderayak ç a kısını da ona armağan etti.
Rus gencin i alıp götürdüler. G e n ç boksör, z i n d a n d a tek başına kaldı. Bütün altınları türlü yer lere saklayarak c e b i n d e yalnız bir tane bıraktı. T a m kırk g ü n , bu z indan y a ş a y ı ş ı s ü r d ü . Bir g ü n , kapısını açtı lar. Bol g ü n e ş e ve havaya k a v u ş u n c a s o n s u z bir mutlulukla birl ikte bir sersemlik de duydu. O n u kolundan tutarak bir otomobi le bindirdi ler. Y ine Harbiye O k u l u n u n odalar ından birine g ö türüldü. A y r ı ayr ı iki masada iki s u b a y o t u r u y o r d u . S ü n gülü muhafız lar çeki l ince bir a lbay onu oturttu :
— G e r ç e k kimliğinizi s ö y l e r misiniz? dedi.
— Adımı ve kimliğimi b i l iyorsunuz. Mesleğime g e l ince, boksör lüktür.
— Olabi l ir , fakat burda koğuşturma evrakınızda s iz in «komite reisi» o l d u ğ u n u z görü lüyor . E n v e r Paşa ile arkadaşlar ın ı kaçırmışsınız. Bırakışma hükümlerine aykır ı ve işgal güçler ine karşı kimi davranış larda önayak o lu-y o r m u ş s u n u z . Bir ihtilâl ç ıkarmaya g i r iş iyormuşsunuz.
Bunlar , Gir i t Rumiarından olan İngil iz ç a v u ş u n u n verdiği rapor lara d a y a n ı y o r d u . « İ ş g a l kumandanl ığının daha ş imdiden böyle saçma s a p a n ihbarlarla u ğ r a ş m a y a baş-
351
ladığını» g ö r e n g e n ç b o k s ö r kurtuluş dâvasında b a ş a r ı sağlayacağımıza iyiden iyiye inanmaya başlamıştı.
İngiliz A lbayı : — Arkadaşlar ınız nerede? d e d i . . — Hangi arkadaşlar ım? — Komiteci, ihtilâlci arkadaşlar ınız! G e n ç boksör, kendisine çok kötülük eden Giritl i Rum
çavuşla İstanbul Rum'u ve çok kötü yürekl i z indancıy ı «mahvetmek» üzere en güzel f ırsatın d o ğ d u ğ u n u anlamıştı. Konuşmayı buna g ö r e « idare etmek» g e r e k i y o r d u . A lbayın sorusuna şöyle karşılık verdi :
— Bu arkadaşlar, komiteci ve ihtilâlci olabil ir ler, ama, b u g ü n için değil. Kendilerini çok sever im. M e r t insanlardır. Yakalandığımı haber verdim. Hemen kaçmalarını s ö y ledim. Şimdi, uzaktadır lar. Belki de Rus sınırını aşmışlardır.
— Demek hem itiraf ed iyorsunuz, hem de kaçırdığınızı s ö y l ü y o r s u n u z .
— Evet, ortada bir s u ç yok ki saklayayım. — Kaçırma işine inanmayacağım. Ç ü n k ü , siz çok s ı
kı olarak görüşülmekten uzaklaştırı lmış b u l u n u y o r s u n u z . H i ç kimseyle temasınız o lamazdı .
— Albayım, bana bir fenalık y a p m a y a c a ğ ı n ı z a ve yardım edeceğin ize a s k e r c e s ö z ver i r misiniz?
— E ğ e r söyleyecekler in iz i ispat ederseniz s ö z ver irim.
— Bir incisi : Bi ldiğiniz gibi çavuşla anlaştık. Sevdiğ i kız y ü z ü n d e n kavga etmeden ö n c e ç a v u ş u n sağladığı pasaport la birinci İttihatçı kafilesi kaçtı. İkinci işe g e l i n c e : Z i n d a n d a n haber gönderdim ve arkadaşlardan her g ü n giz l iden gizl iye yemek v.b. a l ıyordum.
— İspat edebil ir misin? İsbat etmek üzere Rus gencinden aldığı cebindeki
tek altını, çikolatayı ve çakıyı cebinden çıkarıp masanın üstüne koydu.
A lbay şaşırmıştı. — Altın her kaleyi açar . A lbayım, bu uzun b o y l u
•açıklamaya değmez. Bu sarı maden, siz de bil irsiniz ki
352
kimi z a m a n orduların alamadığı kaleleri yıkar. Değil ki s iz in pek gizli bir z indan sandığınız bu zulüm yer in i !
Bu sarı maden, koymuş o lduğunuz bırakışma hükümlerini, İstanbul'a girip çıkmanın sıkı kontrolünü, en s o n ra herkesten esirgediğiniz, kıskandığınız « l a i s s e r - p a s s e r » -inizi kolayca sağladığı gibi s izce önemli g ö r ü n e n , b e n c e hiç öy le olmayan komiteci reislerini ve E n v e r Paşa'nın adamları sandığınız kimseleri el inizden kaçırdı. Yalnız bu s a r ı madenin bir suçu o ldu, benim başımı belâya soktu. Bu işten kârlı çıkan bu s ö m ü r g e çavuşunuz la bir sömürge z ındancınızdır. İkisinin de cepleri doldu. Birer servet kazandı lar.
— Buraya bak, seni bu işten büsbütün kurtarmak elimde değildir. Yalnız, bu açık konuşman, durumunu hafif letecektir. Şimdi, ortada bir s u ç yok. Ama malûm y a , asker i kanunların hüküm s ü r d ü ğ ü ve sıkıyönetim bulunan işgal edilmiş bir memleketteyiz. Az bir zaman için seni İstanbul 'dan uzaklaştırarak rahat bir yere gönder ir im. Yalnız, h e n ü z sözlerini bit irmedin, sanırım. Bu sarı maden kimlerin cebine girdi?
— A m a n , Albayım, siz benim ölümümü ist iyorsunuz! — Çabuk söyle, seni bir daha bu adamlarla karşı
laştırmam, söz ver iyorum. — Rusya'ya kaçmak için v izeler i , pasaport lar ı get i
ren ç a v u ş , adam başına ikişer bin lira aldı. Bana z i n d a n da haberleşme olanağını d ışardan y iyecek ve bağlant ı s a ğ l a y a n z indan müdürü (...) de benden bol bol para almış, buna karşılık da işimi kolaylaştırmıştır.
A lbay, öbür iki s u b a y a — V a y hain vay! Demek istihbaratımız d o ğ r u imiş!
diyerek telefona sarıldı. Z indancı lar ın ve z indanın çok sıkı g ö z hapsine alınarak adamakıll ı bir arama tarama yapı lmasını emretti. Esat beye :
— H a y d i , git, aşağıda dinlen! dedi. — Affedersiniz, A lbayım, bu alt ından bende bir tane
kalmıştı, o n u bana geri ver i r misiniz? A l b a y ı n verdiği altını cebine indirdi.
A 353 3/F. : 23
Aşağıdaki odada e p e y c e beklemişti k i nöbetçi ler o n u y ine Albayın odasına çıkardı lar. O r d a , üniformaları al ınmış, yaşl ı z indancı müdür le Rum gardiyanlar ın süt dökmüş kedi gibi sıralandıklarını g ö r d ü . O n u g ö r ü n c e bir o y u n u n dramı içine düştüklerini anladılar. A lbay, Esat 'a z indancın ın yanına geçmesin i emretti. G e n ç b o k s ö r ü n g ö z leri, masanın üzerindeki on tane Rus altınına kaydı. A l b a y , onları dikiz edip anlamlar çıkarmak üzere arkasında bulunan a y n a y a d ö n m ü ş , s ö z d e kimi evrakı karıştır ır gibi yaparak g ö z hapsine almıştı.
G e n ç boksör. A lbay ın hiylesine bir psikoloj i hiylesiy-le karşılık vermekte gec ikmedi : « H e m e n , s ö z d e z ındancr a y a ğ ı n a vurmuş da o n d a n iyi bir tanıklık ist iyormuş gibi bir durum yaratt ı ; ayağın ı y a n a çekt i» ve ona ters bir karşılık ver i rcesine mimikler yapt ı . A lbay, bu numarayı bal gibi yutmuştu.
— Ne ist iyordu s e n d e n ? dedi . — S i z e her şeyi söy lememem için ya lvar ıyordu. A lbay, z indancıya s o r d u : — Bu altınlar s iz in mi? — Evet, efendim. — Peki, nereden, kimden aldın? Y ü z ü yemyeşi l kesi len z indancı buna karşılık v e r e
cek durumda değildi. Z indancı Rum, d o ğ r u A r a p y a n Han' ındaki z i n d a n a
gönder i ld i . Giritl i entr ikacı ç a v u ş da tutuklanmıştı. A lbay, Esat' ı y e n i d e n Kallavi sokağındaki z indana
gönder i rken teşekkür etti ve verdiği sözü u n u t m a y a c a ğ ı nı söy ledi . Kallavi sokağındaki z indana yönet ic i ve gard iyan olarak hep İngil izler gelmişti.
Esat , buraya dek olan anılarını y e r y e r güneşl i b a h çeler in parladığı korkunç karadüşler le dolu bir roman g i bi arkada bırakmıştı. Kendisini çevre leyen karadüşün s o n dikenli tel leriydi. Şimdi, bütün kafası, bu y ö n d e çal ış ıyord u . Anadolu 'da tertemiz, insancı l ve milletçil serüvenler deniz inde boy vermek ve gereki rse o denizde c a n vermek isteği, kendisini her an bu dikenli tellerle çevri lmiş s o n u
354
bell isiz kamptan dışarı i tel iyordu. Bu uzun bölümlü karadüş filmini gecey le birlikte bı-
rakarak şafakla beraber kalktı. Kampın çevresin i g ö z d e n geç i rd i . Dikenli tellerin dört yanında müslüman Hintl i ler nöbet bekl iyordu. Bunların müslüman olduklarını işaretlerinden anladı. Ahmet efendi, çadır ın dışında kıbleye durmuş s a b a h namazını kı l ıyordu. Müslüman nöbetçi ler de onun namaz kıimasıyla çok i lgi leniyorlardı. Bu ilgiyi g ö r e n g e n ç boksör, nöbetçi lere :
— Arkadaşım, müslüman o lduğundan veri len yemekleri y iyemiyor, bunların domuz etiyle yapıldığını san ıyor , dedi .
G e r ç e k t e n de adamcağız, salt kuru ekmek yemekle yet in iyor, gelen yemekleri ger i çev i r iyordu.
Hintli asker, biraz sonra bir torba y iyecekle d ö n d ü . Ahmet efendi çok sevindi.
Bu yardım işi, g e n ç boksöre başka bir d ü ş ü n c e e s i n -letmişti. « A c a b a bu Hintli müslümanlar, kendilerinin hurdan kaçmalarına da yardım edebil ir miydi? Bu d ü ş ü n c e sini i lkönce Kallavi sokağındaki z indanda arkadaşlık ettiği ve kendisine bir sürü altın v e r e n g e n ç Rus arkadaşına açtı :
— B e n burdan kaçmak ist iyorum, bana yardım e d e r misiniz?
— Elbette! — T e ş e k k ü r ederim. — Yalnız, size ne gibi yardımımız dokunabi l i r? — Biz im arkadaşla davranışlar ımıza yabancı kalın
y e t e r , o lmaz mı? B e r a b e r c e Rusların çadır ına gittiler. G e n ç Rus, ö t e
kilere E s a t beyin düşüncesin i açıkladı. H e p s i , bu d ü ş ü n c e y e yardımcı oldular. O n l a r kaçmayacakt ı . H e r an memleketlerine gönderi lmeyi bekl iyorlardı. Hepsi F r a s ı z c a kon u ş u y o r d u . Alman subayı , Esat beyin yanına sokularak kaçarken kendisini de birlikte almasını di ledi. Esat, b u n u kabul etmekte duralamadı. Nöbetçi ler in hep müslüman o l u ş u kaçmayı kolaylaştıracaktı. Bunların din d u y g u l a r ı nı g ıc ık layarak plânını uygulamaya karar verd i . A h m e t
355
efendiyi de yem olarak kullanacaktı. Ahmet efendiye kaçma işini aç ınca ondan hiç ummadığı bir tepki g ö r d ü :
— Ahmet efendi, buradan seni de beraber alıp kaçacağım.
— Ne d iyorsun, oğlum, delirdin mi s e n ? Aklını b a şına topla.
Bir yandan da korkudan okuyup üflemeye başlamışt ı . — E ğ e r bu müslüman askerler burada o lmasaydı bu
düşündüğümüzü yapamazdık. Bu Hintli müslümcnîardan yarar lanacağımız ı aklım kesiyor.
Yapılan plân uygulandı : Bütün g e c e ezan okuma egzers iz i yapan g e n ç boksör, sabahleyin g ü r ve tatlı sesiyle kampı çınlatarak e z a n okumaya başladı. S o n r a , A h met efendiyle kıbleye d ö n ü p namaza durdular. Bunlar ı g ö ren bütün Hintli askerler de tellerin dışında namaza durdular. Kampın içi dışı bir mescit namazgahına d ö n m ü ş t ü . Bundan c o ş a n Ahmet efendi, yüksek ve yanık ses iy le Kur 'an okumaya başlayınca Hintli ler, «A l lah! Al lah!» s e s leriyle kampı çınlattılar.
Bu iki müslümanla pek çok ilgilenen asker ler, onların neden buraya düştüklerini sordular. E s a t bey de pek yanık hikâyelerle onlar ın meraklarını dindirdi.
O n u n , müslüman askerlere, kendilerini burdan kurtarmaları için yaptığı yalvar ış ve yakarış tam yemişini ver ir gibi göründüğü sırada kamp kumandanı işi çakarak nöbetçi leri tellerden uzaklaştırdı. Ertesi g ü n , kampın d ö r t yanındaki nöbet yerler ine mecusî Hintli ler yerleşt ir i lmişt i . İlk kaçış plânı da böylece suya düşmüştü.
Ne var ki kaçış d ü ş ü n c e s i , kene gibi g e n ç b o k s ö r e yapışmışt ı . Bir g ü n Rusların dikenli tellere astığı battaniyeler ona bir esin verd i . Kampın dört y a n ı , arada bir metre boşluk bırakılarak çifte telörgü ile çevri lmişt i . Yere sürünen bu battaniyelerin alt ından aral ığa g i r ince bir delik açıp öbür yana, serbest l iğe geçmek o lmayacak iş deği ldi. G e n ç boksör, z indan arkadaşı olan Rus g e n c i n i n çadır ına koştu. Mahpuslar , nöbetçi lerin dikkatini dağı tacak işler yapacak olur larsa kaçış plânı uygulanabi lecekti. Ruslar, battaniyelerini tel lere astı lar ve E s a t bey, bir-
356
kaç kez battaniyelerin arasına girdiği halde nöbetçi lere görülmedi.
Ertesi gün temizlik başlayıp da Rusların battaniyeleri taa yerlere d e ğ e r c e s i n e tellere ası l ınca Esat beyle Alman subayı , kurulmuş bir y a y gibi heyecanlar ını g iz leyerek ya beyinlerine kurşunları y e m e y e ya da ö z g ü r l ü ğ e kavuşmaya hazır beklediler. Ruslar, ağız armonikalarını çalıp gürül tü patırtı ile nöbetçi ler in dikkatini üzer ler ine çektiler. Esat bey, battaniyelerin arasına giz lenerek bir yer köpeği gibi toprağı eşmeye başladı ve e p e y c e y o r u l duktan sonra bir insanın geçebi leceği gibi bir delik a ç mayı başardı .
Karanlıkta Alman subayı ile çadırları dolaşarak herkesle helâllaştı. «Ruslar , anı defterlerine imza ett irdi ler.» Kaçış s ırasında, Ruslar, y ine hora tepiyor, armonika çal ı y o r , büyük bir gürül tü çıkarıyorlardı.. G e n ç boksör, A l man subayıy la battaniyelere d o ğ r u ilerledi. Her an kafasına bir kurşun yemeyi bekleyerek delikten öteye g e ç t i . Ç u k u r a gizlenip sürünerek ve kısa aralıklarla koşarak bir fundal ığa vardı . Alman subayın ı « P a ş a çift l iği» yakınında on beş dakika bekleyecek, gelmezse yoluna gitmekte serbest olacaktı. G ö k y ü z ü yı ldızlarla dolmuştu. Fundal ıktan tatlı kekik ve türlü ot kokuları yüksel iyor, c ı rc ı r b ö cekleri her yandan uyku ver ic i sesler iy le birbir lerine karşılık ver iyordu. Alman subayı , gelmemişti. O n u daha çok bekleyemezdi. Elleri ve dizleri kan içinde, fundalıkta ilerledi. Yüksek bir tepeye çıkıp da çevres inde ıssızl ığın g ü venli havasını d u y u n c a , bitkin y e r e uzandı. Başını bir taşa dayayarak yorgunluktan hemen uykuya daldı. U y a n d ı ğ ı n da tepesinde yakıcı öğle güneşi yüksel iyordu. T e p e d e n inerek temiz bir su şır ı ldayan bir derecikte elini y ü z ü n ü yıkadı. S o n r a , yine, yola düştü. Bir köye uğradı. Kend.sini esirl ikten dönen bir asker gibi göstererek biraz y iyecek aldı. S o n r a , Lapseki yo lunu tuttu. Çanakkale'nin meşeli,, çamlı, gürgenl i , ıssız dağlık bölgesinde bir vahşi h a y v a n içgüdüsüyle bir g ü n bir g e c e dolaştıktan s o n r a , deniz kıyısını iz leyen yola indi. A d a l a r denizinin balık ve y o s u n kokan rüzgâr ı serin bir mendil gibi terli y ü z ü n e çarpt ı .
357
Lapseki yolunda kalpaklı Çerkez lere rastladı. O n l a r da o n a Lapseki 'de Ç e r k e z Lütfü beyin hanını salıkladılar.
* * • \
Lütfü beyin hanını kolayca buldu ve Lütfü beye ilk s o r d u ğ u adam da Lütfü beyin ta kendisi çıktı, hancı :
— Ben de seni bekl iyordum, dedi. Boksör, Lütfü beye bir Rus altını vererek
— Yol larda üstüm başım kalmadı, dedi, bir kat külot, elbise ve ayakkabı, çamaşır ist iyorum.
Biraz sonra tepeden t ı rnağa yepyeni giyinmişti. Akşamleyin, Lütfü beyin odasında bir içki sofrası basındaydılar. Lütfü bey, birisini ona tanıttı :
— Çanakkale 'de Paşa çiftliği sahibi! G e n ç boksör, bundan ürktüyse de belli etmedi. Bu
sofra başında hoşuna g iden kimi bilgiler aldı. B iga, işgal bölgesinin dış ında ve kuvayı milliyenin canlanmaya başladığı bir yerd i .
G e c e rahat ve deliksiz bir uyku çekti. Sabahley in, Lütfü bey :
— Az iz im, dedi, sende esaretten gelen bir insan hâli yok. Senin başından bir kaza geçt iğ i belli. Merak etme, biz mert, erkek insanlarız. Dün akşamki arkadaşlarım da böyledir. Bana güvenebi l i rs in. Durumunu anlat da gereğin i düşünel im.
— Evet, Lütfü bey, esaretten gelmiyorum. Daha beter. Düşman z indanından gel iyorum. B u y u r u n , isterseniz beni teslim edin.
— Müster ih o l , y a v r u m , ben her şey i anladım. Al o k u ! diyerek cebinden bir kâğıt çıkardı. B u n d a kendisiyle A lman subayını yakalayanlara İngil izlerin y ü z altın verec e ğ i y a z ı y o r d u . Alman subay, Lapseki yo lunda yakalanıp İngi l iz lere veri lmişti :
Lütfü b e y : — O ğ l u m , deği l y ü z İngil iz l irası, milyon olsa, benim
v e arkadaşlar ımın g ö z ü n d e değer i yoktur. Bir T ü r k gencin in değer ine paha biçi lmez, yalnız, dikkatli olalım. Ç ü n k ü , bu yüz İngil iz lirası s ö z ü , kimi sütü bozukları ç i leden çıkarmış. Çanakkale 'den dört y a n a dağılmışlar, harıl ha-
358
rıl seni ar ıyorlar. Bunlardan birkaçı L a p s e k i ' y e dek ge lmiş. Çanakkale 'den L a p s e k i J a n d a r m a Kumandanl ığına telgraf la haber veri ldiğini de anladım. Fakat, hiç merak etme. İhtiyatlı ol. Ben her şeyi yoluna koyacağım.
Lütfü bey, bunları söyleyerek gitti; yarım saat s o n ra yan ında g e n ç bir jandarma subayıy la d ö n d ü .
G e n ç boksörde şafak attı. Demir gibi yumruklarıyla jandarma subayını nakavt ederek tabancasını almak üzere hazır lanıyordu ki Lütfü bey işi anlayarak :
— Ne o, evlât, dedi, seni jandarma subayına teslim edeceğimi mi sandın? N e d e n böyle rengin attı? Merak etme, bu bey Lapseki jandarma kumandanıdır. İkimiz de şu s ı rada burada sana yardım etmek üzere bulunuyoruz.
J a n d a r m a subayına : — Böyle bir g e n c e nasıl kıyılır da düşmana teslim
edi l ir? dedi. J a n d a r m a subayı : — S e n bu duruma nasıl düştün? dedi, ben senin İs
tanbul 'da İngiliz şampiyonuyla s o n maçını seyrett im. Esat bey, biraz kaçamaklıca başından geçenler i bir ç ırpıda anlattı. J a n d a r m a subayı
— Merak etme, kardeşim, dedi. G e r ç i seni yakalamak ü z e r e emir v c d i l e r . Lâkin şansın varmış. Lütfü beye rast ladın da iş aydınlandı. Yoksa biz de az kaldı bir yanl ış l ığa düşüp sonra v i c d a n azabı çekecektik. Şimdi, senin burada kalman hem bizim için sorumluluk yükley i c i , hem de senin için tehlikelidir. Hemen burdan uzak-laş! B u n u Lütfü bey, sağlayacak. Yo lun açık o lsun. Ç a nakkale sınırını geçt in mi işgal bölgesi dış ındasın. O n d a n s o n r a serbests in. Hiç merak etme.
J a n d a r m a subayı , E s a t beyin elini sıkarak ayrı ldı . L ü t f ü b e y de g e n ç boksörü bir kadın kılığına soktu :
— Şimdi bu kılıkla şehirden çıkarsın. Fakat, yalnız deği l . Yanına bir köylü kadın vereceğim. Kadın, seni bir k ö y e götürecek. O r a d a Ç e r k e z Neşet çetesi var. Seni o n lara tesl im edecek. O çete ile birlikte Biga'ya g ideceks in i z .
Lüt fü bey, bundan s o n r a g e n ç boksöre birçok mermiyle birl ikte bir de kız gibi tabanca verdi . G e n ç adam.
359
tabancanın parasını v e r m e y e hazır landığında Lütfü b e y ya ln ızca güldü ve elbisenin parasını da geri verdi .
Lütfü beyin, sonralar ı Kurtuluş Savaş ı b o y u n c a b ü yük yararl ıkları görülecekt ir .
Lütfü beyin hazır ladığı iki eşekten birine b inmeden ö n c e E s a t bey, altın yürekl i han sahibini c a n ve g ö n ü l d e n s o n kez selâmladı ve köylü kadınla birlikte eşekler in sırt ına atlayarak mola ver i lecek köye yol landı. Ç e r k e z köyünde onu konuk ettiler. Ç e t e c i . Neşet de gelmemişti. Bütün g e c e g ö z ü n e uyku girmedi. Sırt ındaki kadın g iy-neklerini çıkarıp atarak g e c e yarısı köyden ayrı l ıp B i g a ' ya d o ğ r u tek başına yola düştü. Şafak sökerken Biga g ö r ü n d ü . Artık, işgal bölgesi dış ındaydı. G e n i ş bir soluk aldı. i
Ä E s a t bey, Biga'da otel imsi bir hana indi. H iç durma
ya gelmezdi. Hemen yıkanıp temizlendikten s o n r a ilk iş olarak Lütfü beyin Biga müftüsüne yazdığ ı salık mektubunu yanına alarak müftünün dairesine yol landı. Ç a r ş ı d a herkes al ışveriş indeydi. Bir tek ilgi çekici şey, surda burda tepeden t ırnağa silâhlı atlı çeteci ler in rahatça dolaşıp durmasıydı. Bunlar, elbette millî g ü ç l e r d e n başkası o lamazdı.
Müftü dairesinde Müftü Ahmet Hamdi efendiyi buldu ve elini öperek Lütfü beyin mektubunu ona uzatt ı . Müf tü, nur yüz lü, saygı d u y g u s u aşı layan bir adamdı :
— B u y u r u n , oğlum! dedi. Mektubu okuyan Ahmet Hamdi efendi, Lütfü beyi çok
sevdiğini söyledi. Lütfü beyin mektubunda i lginç birkaç satır da vardı : Lütfü bey, g e n ç boksörün dileği üzer ine, o n u n Sivas' tan, Mustafa Kemal' in yanındpn geldiğini y a z mıştı. Böy lece, Esat bey, Sivas'taki temsil J ı e y e t i n i n y a kın bir adamı olmuş o l u y o r d u .
•— Hoş geldiniz, oğ lum, dedi , s ize el imizden ne g e lirse yaparız. Konaklayacak y e r buldunuz mu?
— Buldum, efendim. —• O ğ l u m , bu akşam bendehanede hem akşam y e
meği yer iz, h e n de sizi bir arkadaşla tanıştır ır ım.
\
360
Akşamleyin buluşmak üzere ayrı l ıp yine çarş ıya daldı. Kahveler, yol lar tıklım tıklım çeteci do luydu. Bir kahv e d e oturdu. Öteki masada tepeden t ırnağa silâhlı iri y a rı, geniş omuzlu, esmer ve yiğit g ö r ü n ü ş l ü , bir g e n ç adam, bir kişiyle tavla şakırdat ıyordu, birçok seyirc i de o n u n o y u n u n u s e y r e d i y o r d u . G e n ç boksör, kahveci ç ı rağına b u nun kim o lduğunu s o r d u . Ç o c u k garip gar ip o n u n y ü züne baktı :
— Kara H a s a n Amca'n ın çetes inden! Kara Hasan' ın çeteleri demek ki şehr in g e l e n e ğ i n e
gi ımiyi i Akşamleyin Müftü A h m e t Hamdi efendiyle bu luşup
evine y i d e n Esat bey, yemeğini y iyip, kahvesini iç iyordu. Müftü :
— Efendim, nedir, Biga'da kalmak mıdır n iyet in iz? diye s o r d u .
— B u r a y a gelmemden maksat şudur, efendim: B u radaki silâhlı güçler i tesbit ederek bir d ü z e n e soktuktan s o n r a , S i v a s ile bağlantı kurmak, Mustafa Kemal Paşa'dan al ınacak talimat g e r e ğ i n c e davranmak.
— E s a s e n , biz, buranın durumunu bildirdik. Buras ı , kargaşa içindedir. Hükümet makamlarının icra g ü c ü kalmamıştır. Şehir, Kara Hasan' ın kumanda ettiği bir çete aracı l ığıyla yöneti l iyor.
— Bu kuvvetin tutarı nedir? — Silâhlanmış süvar i olarak iki y ü z kişidir. Fakat,
bunlar, Kara H a s a n çağr ıda bulununca dört-beş bin kişi olabilir. Al lah'a şükür, İstanbul hükümeti, buraları etki-leyemiyor. Mutasarr ı f ımız da soğukkanl ı bir insan o lduğ u n d a n s a ğ d u y u ile davran ıyor .
— Müftü efendi, Kara H a s a n ile tanışmak isterim. — Yar ın, C u m a namazından s o n r a , karargâh kurdu
ğu hana gider, orada g ö r ü ş ü r ü z . C u m a namazından s o n r a camiden çıkarken M ü f t ü n ü n
yanında « e s m e r , pehl ivan yapı l ı , yirmi sekiz - otuz y a ş larında, omuzunda gümüşlü bir filinta bulunan bir adam vardı.» O n u n yanında da altı silâhlı k o r u y u c u y ü r ü y o r d u .
Caminin av lusunda müftü
361
— Kara Hasan' ı tan ıyor musun? dedi. — Hayır, efendim. M ü f t ü , her ikisini böy lece tanışt ırdıktan s o n r a ç a r
ş ı y a d o ğ r u topluca yürüdüler. G e n ç boksör, ç a r ş ı d a n g e ç e r k e n bütün kahvedeki ler in ve esnafın yer ler inden kalkarak Kara Hasan'a selâma durduklarını g ö r d ü . D e m e k ki bugünlerde Biga'nın en büyük adamıydı. G e n ç b o k s ö r , b u n u yadırgamakta gecikmedi. Karargâhın b u l u n d u ğ u hana vardı lar. Müf tü, Kara Hasan' ın yanından hiç ayr ı lmay a n zeki ya da kurnaz g ö r ü n ü ş l ü bir adamı « S u p h i b e y » d iye E s a t beye tanıttı. G e n ç boksör, Kara Hasan' la S u p hi beyin giz l ice hep kendisini dikizlediklerini g ö r ü y o r , h iç renk vermiyordu.
Hanın üst katındaki bir odada peykeler ve kaba mind e r l e r üzerinde bağdaş kurarak oturdular. O d a d a bir s ü rü çeteci de vardı . Müftünün bir işaretiyle hepsi çıktı. Ge r iye dört kişi kaldı: Kara H a s a n , Suphi bey, Müftü ve g e n ç boksör.
M ü f t ü , s ö z ü açarak Anadolu 'da Yunanl ı lar ın karş ıs ında örgüt lenen kuvayı mill iyeci c e p h e l e r d e n , S ivas ' tan v.b. k o n u ş t u . « K a r a H a s a n , dikkatle dinl iyor. Suphi ise kaşını g ö z ü n ü oynat ıyordu. Kara H a s a n da arada bir göz ler in i S u p h i ' y e kaydır ıyordu. Bu da g ö s t e r i y o r d u k i Kara H a san' ın akıl hocası Suphi 'yd i .»
M ü f t ü , Kara Hasan'a : — Bu delikanlı buraya neden geldi, bi l iyor m u s u n u z ?
-diye s o r d u . — Hayır efendim. — Siz lere Sivas' ın selâmını getirdi. Dindaşlar ımız,
kardeşler imiz ta İç Anadolu 'da Mustafa Kemal Paşa'nın başkanl ığ ı altında düşmanla savaşmak için hazır l ıklar y a pıyor lar . Bu g e n ç , buraya onlarca gönderi lmiş; s o r u y o r : « S i z l e r , ne yapacaksın ız? El inizi, kolunuzu bağlay ıp se y i r c i mi kalacaksınız? Y o k s a s a v a ş a atılan vatandaş lar ı m ı z a , kardeşlerimize yardım edecek misin iz?» Ne karş ılık verel im?
Bu s o r u , der in bir sessizl ik duvar ına çarparak kırı ldı. B i r süre sessiz l ikten s o n r a okumuş b i r adam olan
362
S u p h i bey, ağ ı rdan s ö z ü aldı : — Biz , si lâhlandık, köylerimizi ve şehrimizi k o r u y o
r u z . G ü v e n l i ğ i sağ l ıyoruz. Bunun dışında İstanbul 'dan bize bir emir gelmediğinden başka bir biçimde d a v r a n a -m ı y o r u z .
Bu s ö z üzer ine g e n ç boksörün başından aşağı bir teneke su dökülür gibi odlu. Müftü Ahmet Hamdi efendi , bu s ö z ü n taşıdığı elektrik yükünü kavrayarak etkili bakışlarını bir şamar gibi Suphi beyin y ü z ü n e çarpt ı . S u p h i b e y , hemen yo la geldi :
— Elbette yardım e d e c e ğ i z , ama, bu işler kolay mı? K o c a üç devlet in ordular ına bir a v u ç insan ne yapabi l i r?
E s a t bey, s ö z ü kaptı — A r k a d a ş , sen ne s ö y l ü y o r s u n ? Ö y l e y s e senin mem
leketle hiç i lgin yok! İç Anadolu 'da ne o l d u ğ u n u bi l iyor m u s u n ? Kâzım Karabekir Paşa'nın muazzam bir o r d u ile geld iğ in i duymadın mı?
M ü f t ü y e de : — H o c a m , bu ne kaygusuz luk? Keşke b u r a y a yal
n ız g e l e c e ğ i m e beş-altı y ü z atlı alıp gelseydim! dedi , s o n ra y ine S u p h i beye d ö n d ü :
— A r k a d a ş , s e n merak etme. Her şey t ıkır ında g i d i y o r . M u s t a f a Kemal, Çanakkale 'de nasıl s o n dakikada y e n d i y s e bu kavga da başarı ile sonuçlanacakt ı r . Ya ln ız, milletin yürek g ü c ü n ü sağlamlaştırman. B u n u s iz y a p a caks ın ız . Bakınız, koca bir mutasarrıf l ığın vebal ini boyn u n a almışsınız. E ğ e r bu iş olmasa, korkarım pek yak ınd a adamı s o r g u y a çeker ler ha!
Bu blöf Kara Hasan' la Suphi bey üzer inde büyük ve g ö z l e g ö r ü l ü r bir etki yapt ı .
— Lütfen bana bir kâğıt kalem! Şu m ü s v e d d e y i y a z d ı : « M u s t a f a Kemal Paşa hazretleri
S i v a s — Biga'daki kuvvet ler in reisleriyle temas ettim. Pek
y a k ı n d a s o n u c u n u bi ld i receğim. Bu arkadaşlar, s ize se lâm v e saygı lar ın ı bildirirler.
363
Müftü ile çete reisleri ve g e n ç boksör, bunun alt ını imzaladılar.
— Bir adam gönder ip telgraf müdürünü b u r a y a ç a ğırt ır mısınız?
Kara H a s a n , hemen yerinden fırladı ve dışardaki adamlarından birine, telgraf müdürünün hemen karargâha getiri lmesini buyurdu.
T e l g r a f müdürü, etekleri zil çalarak ve korkudan titreyerek geldi. Esat bey :
— Size geciktir i lmesi ölümle bitecek bir telgraf v e receğiz. Sivas'ta bulunan Mustafa Kemal Paşa'ya çeki lecek. Önemini anladınız, değil mi? Cevapl ıdır. Bir ayak ö n ce yerini bulmalıdır. S i z de bilirsiniz ki bir vatan işidir bu. « M a k i n a başında» der, karşılığını al ırsınız.
— Pek alâ, efendim, emir buyurursunuz, görevimizdir . — Karşıl ığını burada bekl iyorum. T e l g r a f müdürü, kâğıdı aldı ve seğirterek o d a d a n çık
tı. E s a t bey, Suphi beye : — A ğ a b e y , dêdi, ben biraz sert k o n u ş u y o r u m . K u s u
ra bakma. Ö y l e alıştım. Kafkas cephesinde çarpışanlar biraz sert olurlar. Çünkü, , havası sertt ir oranın!
« A ğ a b e y » s ö z ü Suphi beyin pek hoşuna gitmişti. E s a t bey. Müftü ile gitmek üzere ayağa kalkınca Kara H a -san' la Suphi bey, onun karargâhta kalmasını istediler ve ona bir oda ayırdılar. Kara Hasan :
— Bey, bu akşam çorbay ı beraber içeriz. S e n , artık, biz imsin, dedi.
— Hayhay efem! E s a t bey, c a d d e d e müftü ile birlikte y ü r ü y o r d u : — Tebrik ederim, seni evlâdım. Bu adamların g ü v e
nini kazanmak kolay iş değildir. — Affedersiniz, müftü efendi, bu adamlar üstüne ba
na biraz bilgi verebi l i r misiniz? — Kara H a s a n , çok yürekl i bir adamdır. Seferber
likte birçok cephelerde savaşmış, en s o n r a , bir s u b a y l a geçimsizl ik y ü z ü n d e n kaçarak eşkiyalık y a p m a y a başlamıştı. Avanes i de pek müthiş adamlardı. S a v a ş bi t ince ş e h r e indiler. Şimdi, şu g ö r d ü ğ ü n ü z biçimde şehri k o r u -
364
yor lar . A m a , cahil l iklerinden dolayı çok ileri g id iyor lar . O d e r e c e ki muhakeme yapmak, yargı lar vermek gibi aş ır ı davranış larda da bulunuyor lar. Suphi bey, as len İstanbul ludur. İyi bir aile ç o c u ğ u d u r . Babası , vakt iy le B iga 'da mutasarrıf l ık etmiş o l d u ğ u n d a n Bigalı sayı l ıyor. Y a ş a y ı şı iyi deği ldir. Sabıkalıdır. Kaatil l ikten hapishanelerde yatmıştır. Kaçakçıl ık v.b. gibi işlerle uğraşmış. Kara H a s a n ' -ın akıl hocasıdır. Kara H a s a n , pek cahil bir insan o lduğ u n d a n S u p h i , cahi l l iğinden yararlanarak istediğini yapt ır ıyor.
— K u v v e t kimdedir? — Kara Hasan'dadır . Bütün köylü ve a v a n e s i , kendi
sine sanki taparlar. Şimdi ne yapacaksın ız? — Yapı lacak iş kolay. Mustafa Kemal Paşa'dan tali
mat gelecek, ona g ö r e d a v r a n a c a ğ ı z . Bu elde olunan si lâhlı kuvvet ler, b u g ü n için önemli bir güçtür. Bunlar, böy le b a ş ı b o ş bırakıl ırsa bir g ü n milletin başına belâ olurlar.
«T* M ü f t ü d e n ayrı lan E s a t bey, karargâhta kendisine ay
rı lan o d a y a yer leşt i . A k ş a m yemeği için s o f r a y a inen g e n ç b o k s ö r , o r d a
s o n kerte korkunç suratl ı bir adam g ö r d ü . Bu adamın gözler in in biri yeşi l , ö b ü r ü kapkaraydı. Bu ünlü eşk iya Kürt Mehmet Ç a v u ş ' t a n başkası değildi. E s a t bey, y e mekte bayağı tedirgin o ldu. Bu adam, kendisiyle aşır ı der e c e d e i lgi leniyordu ve bu ilgi, hiç de hayra y o r u l a c a k gibi deği ldi . En sonra, Kürt Mehmet Ç a v u ş , S u p h i b e y e :
— A beyim, dedi, daha tüyü tüsü yeni terlemişlerle yola çıkarsak v a y geldi başımıza!
Suphi bey de bu lâftan hoşlanmış gibiydi, «bıy ıkal t ın-dan g ü l ü y o r d u . » Bunun alt ından kalkmamak çok tehlikeli olabil irdi. G e n ç boksör :
— Mehmet Ç a v u ş , dedi, sen bilir misin, bir s ö z v a r dır: Halep o r d a y s a arşın burdadır. Dört jandarmaya karşı kurşun atmak, sıkıyı g ö r ü n c e kaçacak delik aramak... B u n u , benim memleketimde mahalle çocuklar ı o y u n diye oynar. H a y d i , ben elli si lâhlı iie Çanakkale'yi b a s a c a ğ ı m ; Y ü r e ğ i n s ö y l ü y o r mu? Bak, sana çetecilik nedir g ö s t e r e -
365
yim. V a r mısın bu işe? Bunlar ı yapacak gençlerdir . Karta loza kaçtıktan sonra mahalle kahvesinde c d r t c u r t etmek zamanı gelir. İnşaal lah yakında iş başında g ö r ü ş ü r ü z .
Mehmet Ç a v u ş , bu s ö z e k ızacağına hayran o ldu. K a ra H a s a n ' a :
— Ulan H a s a n , senin g ö r d ü ğ ü n gibi, İstanbul lu, muhallebi ç o c u ğ u deği l ! dedi.
Bu s ırada hanın kapısında gürültüler o ldu ve biraz sonra içeri , iki g e c e bekçis inin aras ında iri yar ı bir hırs ız g irdi . İlk bakışta hiç de kötü bir insana b e n z e m e y e n bu adamcağız , y a s s ı b u r n u , ablak yüzüyle bir T a t a r ı a n d ı r ıyordu. Çald ığ ı şey ler de ufak tefek türdendi. Belli ki açlık y ü z ü n d e n yapılmış bir çarık hırsızl ığıydı b u .
Kara H a s a n : — U l a n , utanmıyor musun kal ıbından, hırsızlık ed i
y o r s u n ? diye bağırdı. Hırs ız , orada bulunanların t o p u n a birden s ö ğ ü p s a y m a y a başladı :
— Burası neresi be? dedi , jandarma karakolu m u ? N e r d e kaldı s iz in erkekl iğiniz? Ne k o r k u y o r s u n u z ? Elimi ayağımı tutacak daha adamınız yok mu?
Kürt Mehmet Ç a v u ş , yer inden f ır layarak elleri bağl ı adama bir tokat aşkett i .
Hırs ız güldü : — Eli kolu bağlı adama karı lar da tokat atar, d e d i . G e n ç boksör. Kara Hasan' ı , Suphi 'y i ve Kürt Mehmet
Ç a v u ş ' u yere vurmanın zamanı geldiğini anladı : — D u r u n , dedi, bu adamın hakkı vardır. Mehmet Ç a
v u ş , sen si lâhsız olarak bununla başedemezsin. Kara H a s a n , sen de. Bu adam hepimize s ö ğ ü p saydı . Fakat, o n u elleri kolları bağlı olarak döğmek bize yakışmaz. Si lâhı yok ki bu silâhla bu hakareti temizleyelim. Siz, bunu b a na bırakın. B e n , nasıl yapacağımı bilirim.
Bel inden tabancasını çıkarıp Mehmet Ç a v u ş ' a uzattı : — A l , Mehmet Ç a v u ş , s e n d e d u r s u n . Şu adamı da
a ş a ğ ı , hanın avfusuna g ö t ü r ü n . Hanın kapısını da kapay ı n . Ben gel iyorum.
Ç e t e reisleri büyük bir şaşkınlık iç indeydi. Hepsin in meraklı bakışları karşısında hırsıza yaklaşan g e n ç b o k s ö r :
366
— Bana bak, arkadaş, dedi . S e n «el lerimi b ı rak ın, göster i r im s ize» demiştin. Eli bağl ı adamı karı lar da d ö -ğ e r dedin. Şimdi, senin ellerini b ırakt ı racağım. E ğ e r b a n a yapabi leceğin i y a p a m a z s a n , s a n a , şurada yatır ıp ibreti â lem için y ü z sopa v u r d u r u r u m . Benimle döğüşmekte s e r b e s t s i n ! Döğüş, yoksa hâlin harap olur, anladın m ı ? Bekçi lere :
— Bırakın şunun el lerini, s iz de y a n a açı l ın, dedi. G e n ç boksör, elleri ç ö z ü l e n adama açı l ıp bir tokat
aşkett i. Hırs ız, ellerini p e n ç e gibi açarak o n u n üstüne y ü r ü d ü ; boğazına sarılmak istedi. G e n ç b o k s ö r , kendis ine y a k l a ş a n adamın «midesine bir direkt, çenesine ünlü sağ y u m r u ğ u n u indirdi.» A d a m c a ğ ı z bir boş ç u v a l gibi o l d u ğ u y e r e yığı ldı kaldı.
— Y ü z ü n e biraz su d ö k ü n . B i raz s o n r a kendine g e lir. C e z a s ı neyse verirsiniz.
Mehmet Ç a v u ş ' u n şaşkınl ıktan ağzı açık kalmışt. : — C i n misin be çocuk s e n ? dedi . Ç e v r e y i s a r a n b ü
tün çeteci ler le çete reisleri şaşkın ve saygı l ı göz ler le g e n ç adama bakıyorlardı. H a b e r şehirde yı ldır ım gibi y a yılmıştı.
B u n d a n sonra. Kürt M e h m e t Ç a v u ş ' l a g e n ç a d a m , ç o k iyi d o s t oldular, artık içtikleri su ayr ı g i tmiyordu.
M u s t a f a Kemal Paşa'dan «tal imat postadadır» d i y e bir te lgraf gelmişti. Bunun üzer ine E s a t b e y , davrandı . Mustafa Kemal Paşa, hemen bir kongre yapıp s o n u c u n u bildirmelerini di l iyordu. G e n ç a d a m . Müftü A h m e t Hamdi efendi başkan olarak bir yönet im kurulu meydana get i rdi. Kendis i S ivas temsilcisi olarak kaldı. G e n ç l e r d e n bir p r o p a g a n d a örgütü kurdu: H e r g ü n şundan b u n d a n g e len haberler i olumlu bir s o n u c a bağlayıp bu gençler in dil ine d ü ş ü r ü y o r , onlar da alabi ldiğine yay ıyor lard ı . Bu örgüt , sınırlarını Biga köylerine dek genişletmişt i . Bir g ü n Suphi bey, elinde bir telgrafla E s a t beyin odasına girdi . T e l g r a f Mustafa Kemal'den g e l i y o r d u . A n a d o l u ve R u meli Müdafaay ı Hukuk Dernekler inin Sivas' ta ilk kongrey i yapt ığını bi ldir iyordu. Esat bey in kurduğu d e r n e ğ i n y ö netim kurulu da bu telgrafa iy imser bir karşılık v e r d i .
367
K o n g r e y i kutluyorlar, Biga'da gerekirse dört bin silâhlı s ü v a r i n i n çıkarı labi leceğini yaz ıyor lar , bir ayak ö n c e örg ü t için bir program ve talimat yol lanmasını ist iyorlardı. Bu telgrafa atılan imzalar şöy leyd i : Müftü Ahmet Hamdi efendi . Müdafaay ı Hukuk Başkanı, Kara H a s a n ve Suphi , millî kuvvet ler kumandanı, Esat , Biga delegesi . Esat bey köyleri dolaşt ı . Herkes si lâhhysa da örgüt lenmemişl i . Ye-şil-kara g ö z l ü Kürt Mehmet Ç a v u ş , artık seve seve g e n ç b o k s ö r ü n buyruğuna girmişti.
E s a t bey, her Allah'ın g ü n ü yanında en içten arkadaşı Mehmet Ç a v u ş ' l a Biga köylerini gezip dolaşıyor, örgütü buralara yaymaya çal ış ıyordu. Bir gün y ine, kendilerini atların gidiş ine bırakmış, köyden dönerlerken yolda çetenin adamlar ından birine dekgeldi ler. Bir İngiliz subayı onu adamlar ıy la yolda çevirmiş, omuzundaki f i l intanın, İngiliz si lâhıdır diye mekanizmasını söküp almıştı. Bu olay, çete erlerini çok kızdırdı. Hele Kürt Mehmet Ç a v u ş , İngiliz subayını hemen yakalayıp kıtır kıtır kesmeyi önerdi . G e n ç b o k s ö r :
— Bırak, hele o İngiliz subayı şehre girs in! dedi. Şehirde işi Kara Hasan'a anlattı :
— E f e , dedi, ben bu adama bir iş y a p a c a ğ ı m ki bütün halk seyrets in. Şimdi, bütün çeteyi burada tcpla ve hazır la. B e n , Mehmet Ç a v u ş ' l a , İngiliz'in konakladığı hana g i d e c e ğ i m . Siz, bütün kuvvetlerle hanın ö n ü n d e n g e ç e ceksin iz . G e ç i d i n ardı kesi lmeden arkadan dolaşıp yine g e ç e c e k s i n i z . Yani, bu kuvveti herhalde birkaç bini aşkın göstereceks in iz . S o n r a , karargâhın önünde bir miktar kuvveti d ü z g ü n bir biçimde dizeceksiniz. Bu s ırada ben İn-gil izi get ir ip askerî ve nizamî bir biçimde - mekanizmayı o n a takdırtacağım. Yani, tarz iye verd i receğim, anladın mı?
S o n r a , Esat bey, Mehmet Ç a v u ş ' l a İngil izin indiği hana gitti. İngiliz, tercümana bunların neden geldiğini s o r d u . B u n u n üzerine E s a t bey, en güzel Londra şivesiy-le konuşmaya başlayınca g e n ç İngiliz subayı şaşırdı.
G e n ç boksör, İngil izle konuşurken hanın önünden çete dizi leri g e ç m e y e başladı :
— Bunlar nedir?
368
— D o ğ u cephesinden gelmekte olan kuvvetler in ö n cüleri!
— Demek burası si lâhlanmış! — Elbette! S iz , herhalde y o l u n u z u şaşırdınız. B u r a
sı milî s ınırdır. Bırakışmayla ilişkisi olmayan bir şehirdir. Siz, b u r a y a nasıl geldiniz? Şimdi, bizim esirimiz sayı l ırsınız! H e m , siz, ne yapt ın ız? Bir erimizin silâhının mekanizmasını almışsınız!
— E v e t , bu bir İngil iz si lâhıdır. — Olabi l i r , b izde İngil iz, Rus, Fransız her tür lü s i
lâh var. Kumandanın emri üzer ine, s iz, şimdi burada g ö z altında bulunmaktasınız.
— Demek, burası kuvayı milliye şehir ler inden? — Elbette! Ne s a n ı y o r s u n u z ? B e n , s ize içten bir sa
lıkta bu lunacağım: Hemen gidip kumandana tarz iye v e riniz ve aldığınız mekanizmayı da geri ver iniz! Y o k s a . . . Bu adamlar la başa çıkamazsınız. Ancak, dediğim gibi davranırsanız, ben sizi s e r b e s t bıraktırırım. S ö z v e r i y o rum.
Anlaşt ı lar, birlikte handan çıktılar. Kara Hasan' ın karargâhına vardıklar ında ö n d e sıralanmış çete eratıyla y ü z yüze geldi ler. Kara H a s a n , geldi ve İngiliz subay ı herkesin iş i tebi leceği yüksek ses iy le ö z ü r diledi. Mekanizma da erin tüfeğine törenle takıldı. İngiliz subayının sözler ini Esat b e y Türkçeleşt i rmişt i .
B u n d a n sonra g e n ç boksör, İngiliz subayıy la üç adamını y a n ı n a alarak şehirden çıkardı.
— İngi l izceyi nerede öğrendin iz? — İngi l tere'de. S o n r a İngil izler de, g e n ç boksör de atını kamçıladı
ve ters y ö n d e uzaklaştı lar. Bu o lay, B iga'da bir bomba gibi patlamıştı. Herkes
durup dinlenip bunun s ö z ü n ü ed iyordu. Mehmet Ç a v u ş ' u n ağzı kulaklarına v a r ı y o r d u :
— H a s a n , H a s a n , g ö r d ü n mü şehir uşağın ı , nasıl fon-fin-fon-fin herif in di l inden konuştu da bu işi yapt ı . A l l a h a ş k ı n a , bu dili nerede ö ğ r e n d i n ?
— O k u l d a .
369 3 / F . : 24
— Suphi bey, bu mektepli lerle başa çıkamayız. N a file o r a d a mırı ldanma!
* * E s a t bey, bir gün p a z a r d a dolaşırken, karargâha y e
ni yer leşt iğ inde iki boks yumruğuyla y e r e serdiği hırsız T a h s i n , kolunu dürttü.
— Ne o T a n c i n ? H a y r o l a , sen daha buralarda mısın? — N e r e y e gideyim, beyim, düşman içine mi? Bey im,
biraz görüşmek isterim seninle. — Y o k s a , benden öç mü almak ist iyorsun? — Beyim, o da ne demek? B e n , seni çok s e v d i m .
B e n d e siz in işinize y a r a y a c a k satılık ve memlekete y a r a r ı o lacak si lâh var. M a v z e r ve cephane. B u y u r u n , bakın!
Arabalar ın ı konakladığı hana vardı lar. B i r öküz a r a basının içinde on tane kız gibi , g ıc ır g ıc ır mavzer yat ıyord u . Yanıbaşlar ında dört sandık da c e p h a n e vard ı .
— K a ç para ist iyorsun bunlara? — Val lahi beyim, ne ver i rsen ver. Ben bunları s ize
para karşı l ığında vermek istemezdim, ama, harçlık gerek. B e n , s i z e bunlardan daha da getir ir im.
G e n ç adam, heyecanlanmışt ı . Tahsin ' i alıp daha serbest görüşmek üzere kırlara sürükledi. Bir bostana gir ip y e r e oturdular.
— Anlat bakalım, bu silâhlarla cephaneyi nereden buldun?
— Efendim, malûm y a . . . Sanat g e r e ğ i ! G e c e l e r i bir y o l u n u bulup Çanakkale 'de işgal kuvvet ler ince korunan d e p o l a r d a n battaniye, kaput v.b. aş ır ıyorum: Köylülere sat ıyorum. Bu kez y ine girdim bir d e p o y a ; baktım ağzına dek binlerce si lâh ve c e p h a n e dolu. Gördükler in iz i aş ı-rabildim. Memleket için lâzım olur, beyim. Biz her ne kad a r d o ğ r u yolda yürümesek de yine yatan evlâdıyız. Memlekete hizmet b o y n u m u z u n borcudur.
— H a y d i , kalk, si lâhları karargâha götürel im. Si lâhları arabayla karargâha götürdüler. Bunları Ka
ra Hasan' ia, arkadaşlar ına g ö s t e r e n Esat bey : — Size daha böyle bin lerce si lâh s a ğ l a y o c a ğ ı m , de
di.
370
Hırsız Tahsin ' le boksör, ertesi sabah Ç a n a k k a l e ' y e doğru yola çıktı. E s a t bey, tam bir Çanakkale köylüsü kılığına girmişti. Ayağındaki çarıklar, bacağındaki şa lvar ve köylü mintanıyla T a h s i n ' d e n ayırt edilir yer i yoktu. H i ç bir güçlükle karşı laşmadan si lâh depolarını pek y a k ı n d a n inceledi. Bir kroki ç izdi . Ç o k sıkı korunmayan bu d e p o ları başka bir gün boşaltmak üzere geri d ö n d ü .
Biga'ya vardığında Müftü Ahmet Hamdi efendi, el ine bir telgraf tutuşturdu. M u s t a f a Kemal'den g e l i y o r d u . Bunda, B iga kuvayı milliyesinir: Balıkesir'deki 61. tümen kumandanı A lbay Kâzım (Özalp) beyle bağlantı kurması sal ıklanıyordu.
Esat bey, Balıkesir'e var ıp A lbay Kâzım beyi g ö r mek z o r u n d a y d ı . Yalnız, kendisi uzaklaşınca ö r g ü t ü n başka hırslara alet edi leceğinden korkuyordu. Bundan dolayı başta müftü olarak kuvayı milliye kumandanlarını da bir araya toplayıp hepsine Kur'an'a el bastırarak y e m i n ettirdi. Yemin edi leceği s ırada müftü s ö z aldı :'
— Oğul lar ım, dedi, burada toplanmamızın nedenini bi l iyorsunuz. Vatanı düşmandan temizlemek amacıy la kurulmuş olan Müdafaayı Hukuk Derneği 'ne ve o n u n seçt iğ i reis Mustafa Kemal Paşa'ya bağlı kalarak ve el ele v e r e rek Mustafa Kemal Paşa'nın kumandasında, düşmanla s o nuna dek döğüşeceğimize yemin eder misiniz?
Herkes, ayr ı ayr ı yemin etti. Kürt Mehmet Ç a v u ş , genç boksörün yanına birkaç çeteci de vermek istediyse de o, tek başına yola çıkacağını söyledi .
K a r a r g â h arkadaşlarıyla ve müftü ile helâl lasan E s a t bey, gidip yattığı handa hırsız Tahs in ' i buldu. O n a B a lıkesir'e giden en kestirme yolları bilip bilmediğini s o r d u . Tahsin, onunla yo lculuğa c a n at ıyordu. O n a da bir at satın alarak gecenin karanl ığında yola çıktılar. G ü n d ü z -•eyin, herhangi bir pusuya düşebi l i r lerdi. G e n ç adam, y o l da düşüncesin i değiştirmişti, İlkin Bandırma'ya g idecekti- Nedeni vardı : Geçecekler i M a n y a s köyleri, hep s a rayla ilgisi olan Ç e r k e z ailelerinin yaşadığı yer lerdi . Cir idi de kulaktan kulağa gelen söylent i lere g ö r e M u s t a f a Kemal'in güt tüğü kuvayı mill iyeye karşı ayaklanmak üze-
371
reydi ler. Belki de giz l iden giz l iye kurulmakta olan halife ordusunun el değmemiş stokları, bu köylerde y a t ı y o r d u .
İki y o l c u , konuşarak, dert leşerek, yı ldızları seyredip uzak yakın seslere kulak vererek i lerl iyorlardı. Bu arada T a h s i n , asıl adının « M a n y a s l ı Ç e r k e z D u r m u ş » o l d u ğ u n u da çıtlattı ve bundan sonra bu adla çağrı lmasını di ledi. S o n r a , şimdiye dek s ü r ü p gelen yaşayış ından bıkıp usandığını , bundan böyle namuslu bir yurttaş olarak yaşamak istediğini söyledi. Durmuş, bir çiftl iğe yaklaştıklarını söylemişti ki azgın birkaç köpek karanlıkta üzer ler ine atıldı. Bir is i , Durmuş'un bacağını kapmış, parçalamak üzereydi . Başka bir kurtuluş çaresi göremeyen Esat bey, tabancasını çekti ve olur olmaz yerde silâh atmanın büyük tehlikesini bile bile üst üste beş el si lâh attı. S i lâh ses in çift l iğin adamları koşup geldiler. Gelen adamlar, yoru lmu hayvanlarını ahıra çekerek onlara da bir o d a d a iki temi yatak serdiler. Biraz s o n r a , sırt ına uzun bir ş e y h c ü b b e -si giymiş olan çiftlik kâhyası gelip onları üstünkörü sorg u y a çekti. Esat bey, bir öğrenci o lduğunu, yo lunu şaşırarak buralara d ü ş t ü ğ ü n ü , yanındakinin de kı lavuzu olduğ u n u söyledi. Adam da kendini şöyle tanıttı :
— Ben, Yusuf. Safer beyin çiftlik kâhyasıy ım. Safer bey. sonralar ı , A n z a v u r hilâfet ordusunun kurmay başkanlığını yapacak olan azgın bir padişahçıydı .
Sabahleyin, Esat bey, mışıl mışıl uyuya d u r s u n Durmuş, kalktı, çeşmede elini y ü z ü n ü yıkarken çiftlik kâhya üstüne vardı ve ona E s a t bey için :
— Bu zıpır adam kimdir, iyi bir mala benzemiy d e y i n c e kafasının tası atan ve bir öğünme belâsına ye len Durmuş, adama şöy le karşılık verdi :
— Ulan, o senin gibi bir milyon uşağa değer. O, m let fedaisi Mustafa Kemal Paşa'nın çete reisidir!
Kâhya, bunları işit ince, Durmuş'un Ç e r k e z o l d u ğ u bilmeyerek, çobanlara :
— Çabuk benim hayvanımı hazır layın. Ben köyd d ö n ü n c e y e kadar odayı kapayın, içerdeki adamı dışar ı karmayın! diye b u y u r d u .
G e n ç boksör, uyanıp da Durmuş'un kırdığı korkun
372
potu kendisinden işitince şaşır ıp kaldı. Kâhyanın ata at-'layıp adam toplamaya gitt iğini anlayan Durmuş, iki ço-
- banı da bıçaklayıp iş g ö r e m e y e c e k hglde yere sermişt i . Esat bey, bu hikâyeyi de dinleyince çok üzüldü. A d a m c a ğızların kanlar içinde, elleri ve kolları bağlı olarak yattıkları kulübeye gitti. Onlar ın yaralarını yıkayıp sardı ve onları o r d a bırakarak kâhyanın işini görmek üzere köye giden yo lun kıyısındaki çalı l ıklarda pusu kurdu :
G e r ç e k t e n de kâhya, yanında beş silâhlı Ç e r k e z l e doludizgin ge l iyordu. Sonra kendilerine epey uzak bir y e r de durdular. Attan indiler. Adamlar yelpaze gibi açı larak çiftliği sarma tertibatı aldılar. G e n ç boksörün anladığına göre kâhya adamları burda pusuya yatırmıştı. Kendisi yalnız başına s ö z d e g e n ç boksörün mahpus bu lunduğu odaya gidecek, onu bu yola çıkaracak ve adamlarının pususuna düşürecekt i . G e n ç boksör, bunu anlayınca hemen bir tedbir aldı. Adamlarını pusuya yatıran kâhya tek başına çift l iğe d o ğ r u g iderken tam önlerinden g e ç i y o r d u ki f ır layarak üzerine atıldılar. G e n ç boksör, kâhyanın ç e nesi b u d u r deyip bir sağ kroşe patlattı. Adam bir ç u v a l gibi kucaklar ına düştü. Daha ö n c e d e n , Esat beyin e m riyle leş gibi kokan eski y ü n çorabını elinde hazır tutan Durmuş, bunu boğazına dèk herifin ağzına tıktı. O n u hemen gizlendikleri yere sürükledi ler. S o n r a , Durmuş, g e n ç adamın emriyle gizlenerek çift l iğe yaklaştı ve havaya beş-altı el ateş ederek onun yanına döndü. Elleri mavzerl i beş a d a m , si lâh seslerini işit ince koşarak çiftlik yapı larına d o ğ r u uzaklaştılar. Kâhyanın da mavzerini alan iki arkadaş, atlarına atladılar ve sürdüler. Bundan sonra kazasız belâsız Bandırma'ya vardı lar. Durmuş'u iki atla bir fıanda bırakan g e n ç boksör, kendisi de kasabanın en iyi bir otel ine yerleşt i .
O t e l d e biraz dinlendikten sonra kalkıp kasabanın çarşısını dolaşt ı . Üzer inde «asker î emekli ler» yazıl ı bir kahveye g i rd i . Buranın durumunu anlamak için en iyi yer in burası o l d u ğ u n u düşündü. Bir sandalyeye çökerek garsona bir kahve ısmarladı. Kahvey i yaşl ı , efendiden bir adam get irdi . Adamdan, sıkılarak ö z ü r diledi :
373
— Beis yok, efendim, bendeniz Bahr iye emekli lerind e n Hasan. Kahve benimdir. Ne yapal ım, efendim, derne- j ğimiz çok fakir. Bizim odayı aynı zamanda dernek o d a s ı ] olarak kullanıyor. H a s a n bey, ilk bakışta, namuslu, iyi,] y u r t s e v e r bir insan izlenimi uyandır ıyordu. M a s a l a r ü z e - ' r inde İstanbul gazeteler i d u r u y o r d u . G e n ç adam, rastge-le bir gazete aldı, okumaya başladı. Bu «Peyami S a b a h » ' -tı. Ali Kemal'in başmakalesini okuyor, kızdıkça kafasını sa l l ıyordu. O n u n Peyami S a b a h gazetesini o k u d u ğ u n u g ö z den kaçırmayan emekli subay,- ona bir ( İzmir'e Doğru) g a z e t e s i uzattı :
— A oğlum, okuyacak başka yazı bulamadın mı? Al ş u n u oku!
B u , Balıkesir 'de Necat i beyle Vası f (Çınar) ' ın çıkardığı kuvayı mill iyeci g a z e t e y d i .
— Demek, siz bu gazetey i Ali Kemal'in gazetes inden üstün t u t u y o r s u n u z ?
— Elbette, bu İstanbul gazeteler inde, daha çok Ali Kemal' in gazetes inde çıkan yazı lar bir T ü r k başyazar ın ın el inden çıkan yaz ı mıdır?
— H a s a n bey, ben Sivas' tan gel iyorum. Mustafa Kemal Paşa'nın emrindeyim. Merkezi Sivas' ta olan M ü d a faayı Hukuk Cemiyet i tal imatnamesini s ize takdim edeyim. Bu teşkilâtı da kurmak kolay bir iştir.
— Evlât, seni b u r a y a Al lah mı g ö n d e r d i ? Al lah'tan başka bir ş e y isteseydim keşke. Fakat, b u g ü n bizim için b u n d a n daha değerl i ne olabil ir ki? Burada mı kalacak-î s ı n , evlâdım?
— Hayır, aldığım emir g e r e ğ i n c e Bal ıkesir 'e gidiyor u m .
O n a , g ü v e n vermek üzere Mustafa Kemal' in telgrafını g ö s t e r d i .
— Burda birkaç arkadaş daha var, onlar la bir toplant ı yapal ım.
Akşamleyin toplandılar. Müdafaayı Hukuk Derneğini kurdular.
H a s a n bey. ertesi g ü n E s a t beye a ğ z ı n a dek tıklım, tıklım silâh dolu üç d e p o y u gösterdi . Kuvay ı mill iyecile*
374
c e p h e l e r d e si lâhsızl ıktan kırı l ırken bunca değerl i si lâh a c a ba Yunanl ı lara armağan edilmek üzere mi burda kilit a ltında tutuluyordu? İkisi de isyanla dolu bağırlarını boşalttı lar. H a s a n bey, bunun nedenini şöy le anlattı: Burda kolordu kumandanı olarak Ç e r k e z Yusuf İzzet Paşa bulunuy o r d u . O, hâlâ Mustafa Kemal' le padişah arasında sa llantıdaydı. Bir bekleyiş s iyaset i gütmekteyse de Y u n a n lılar beklemiyor, memleket topraklarını kemirerek her g ü n biraz daha i ler l iyordu.
Esat, bu si lâh depoları işini i leride çözümlemek üzere H a s a n beyi de Bandırma delegesi olarak yanına aldı.
Durmuş'u, ger i d ö n ü n c e y e dek handa bıraktı. B u r d o Paşa çiftl iği sahibi Arif beyin adamı olarak kalacaktı.
T r e n l e Balıkesir 'e vardı lar. H a s a n beyi otelde bırakan g e n ç boksör 61. T ü m e n Karargâhına gitti. Burası a h şap ufacık bir yapıydı ve daracık bir sokakta bulunuyord u . G e n ç adam. içeri g i r ince çok şık bir subay g i y n e ğ l giymiş olan emir s u b a y ı , o n u karşı layıp kumandanın yanına g ö t ü r d ü . Ufacık bir o d a d a kumandanla burun b u runa geldi. Kâzım bey, onu ayakta karşı ladı: « B u , u z u n ca b o y l u , keskin bakışlı ve yeşi le kaçan gözler in in hale-lendirdiği nur lu bir zekâ ve iman taş ıyan» y ü z ü n sahibi, ilk bakışta g e n ç adama pek sempatik geldi.
Kâzım bey, basit yazı masasının arkasındaki yerini aldıktan s o n r a , onu da oturttu ve s igara verdi . Bu s ı rada g e n ç b o k s ö r ü n gözler i , g e n ç Albayın yanıbaşında ayakta dikilen uzun boylu, geniş omuzlu, aydın yüz lü, büyük başlı, kalpaklı sivi l bir g e n ç adama ilişti. Kâzım bey, her nedense onu kendisiyle tanıştırmamıştı.
— Biga 'dan gel iyorum, görüşebi l i r miyiz? — Affedersin iz, sizi tanışt ırmayı unuttum. Reddi İl
hak Derneği üyeler inden ve İzmir'e D o ğ r u gazetes i yazar ı Vası f (Çınar) bey.
— T e ş e r r ü f ettim. Tal ih im bana bugünlerde g ü l ü y o r . H e p aradıklarımı bir arada buluyorum.
Vas ı f beyin iri yapısı ve g ü r davudi sesi , g e n ç boks ö r üzer inde çok sevimli bir etki yapmışt ı . G e n ç adam,
375
Biga'daki kuvayı milliye durumunu anlattıktan s c n r a M u s tafa Kemal 'den aldığı telgrafı gösterd i :
— Siz inle bağlantı kurmaklığım lazımmış! B e n , bunun için buraya geldim. Bu bağlantının ne biç imde sağlanacağın ı , ne biçimde davranı lacağım bi lmiyorum. Bu hususta heyet i merkeziyeniz le ilişki kurmayı s izden rica edec e ğ i m .
* » *
A k ş a m yemeğini A lbay Kâzım beyin ç e v r e s i n d e toplanan ihtilâlci aydınlar aras ında yedi . Yemekte « e s m e r , karayağız , ilk bakışta karşısındakini etki leyen bir delikanl ı» o lan Necat i beyle tanıştı. (Necat i bey, kuruluş döneminin ünlü maarif vekili.) A y a ğ ı n d a futbol ayakkabı la-rıyla yanlar ına gelen s p o r c u g e n c i , Necati b e y :
— Bizim birader H ü s n ü , İzmir futbol şampiyonudur. (Eski S a r ı y e r Kaymakamı) d iye g e n ç boksör le tanıştırdı. E s a t bey, baktı: Bu gençte tam bir s p o r c u hâli vardı. « E ğ e r burada kalırsan bu delikanlı ile iyi arkadaş olurum» d iye d ü ş ü n d ü .
Bu güzel ve neşeli akşam yemeğinden sonra uzun u z u n c e p h e l e r d e n , olanlardan ve olacaklardan konuşuldu. G e n ç b o k s ö r , g e ç vakit otele d ö n d ü . H a s a n bey, sabır la o t u r m u ş onu bekl iyordu. Ertesi sabah Kâzım beyle v e Bal ıkesir Reddi İlhak Derneği üyeleriyle g ö r ü ş e c e ğ i n i işit ince çok sev indi .
Er tes i s a b a h , tan vakt inde Albay Kâzım beyi buldular. O da onları hükümet konağının dolaylar ındaki bir yap ıda toplanan Reddi İlhak Derneği 'nin başkan ve üyeleriyle tanıştırdı. Reis Hacim bey. Vasıf , Necat i , Vehbi beyler, hemen bellekte yer leşip kalan güçlü kişiler ve adlardı. Bunlar la bunların çevres inde bir hale gibi toplanan ihtilâlci kişiler, g e n ç b o k s ö r ü n üzer inde çok olumlu bir etki y a r a t ı y o r d u . H e p s i , yaptıkları işin büyüklüğünden bir şeyler t a ş ı y o r m u ş ç a s ı n a ağırbaşl ı , enerji dolu ve her ş e y d e n ö n c e c a n a yakındı. Y ı r t ıc ı , benci l insan sürüler i iç inden g e ç i p de böyle temiz ve idealist bir insan toplu luğuna kav u ş m a k , ona inanı lmayacak gibi mutluluk ver ic i ve g ü zel g e l i y o r d u . Ne yaman moral sahibiydi bu kaya gibi .
376
granit kayası gibi adamlar. Demek ki ihtilâlin ve idealin o c a ğ ı n d a pişmek, yaşamanın ocağında pişmekten daha başka bir anlam ve güzell ik taş ıyordu. Bu g e n ç insanların yüzler ini süsleyen ve taa derinlerden geldiği anlaşılan inanmışlık, bu yüzlere din ulularının yüksek anlamını ver iyordu. Şimdiden sonra böyle nitelikler taşıyan kişiler arasında yaşamak ve çal ışmak, ne büyük mutluluktu. Hepsini tutup canına sokacağı gel iyordu. İstanbul'da geçirdiği yabancı lar ın zulmüyle dolu z indan yaşayış ının anıları, bu adamların , tuttuğu yolun yüksekliğini onun g ö z ü n d e daha çok artt ı r ıyordu. Bu adamların yüksek kişilikleri ve karakterleri karşısında kendini küçülmüş g ö r ü y o r , « A c a b a bu yüksek görev i başarabi lecek miyim» diye d ü ş ü n ü y o r d u . Şimdiye dek pek çok tehlikeler geçirmiş, uçurumlar atlamışsa da şimdi önünde daha büyük bir ödev ve daha büyük tehlikeler vardı . Şu s ırada ölüm ona bir oyuncak gibi g ö r ü n ü y o r d u . Şimdiye dek « h e r g ü n , her an ölümle oyun oynamak onun için bir eğ lence olmuştu. Ufak, büyük atıldığı her işte başarıya ulaşmıştı. T e c r ü b e si, g ü c ü vardı, yürekli l iği de yer indeydi . Bundan sonra da başarı kazanmamaklığı için hiç bir neden yoktu. Yalnız bu seferki ötekilere benzemiyordu. Bir ulusu temsil eden bir heyet karşısındaydı.»
Şimdi, toplanmış, gözler ini büyük bir merakla kendisine dikmiş olan bu yüksek nitelikteki y u r t s e v e r insanların karşısında sınav v e r e n bir öğrenci durumundaydı :
— Efendiler, dedi. B e n , s ize yalnız, elimde Mustafa Kemal Paşa'dan bir telgrafla gelmedim. Şu sırada elimde si lâh, cephane ve bütün araç ve gereçler iy le üç y ü z ü s ü var i , geris i piyade olarak dört bin kişilik bir g ü ç var. Bandırma'da henüz gel irken hazır ladığım Müdafaayı H u kuk Derneği 'nin başkanı da beraberimde buraya gelmiştir. Bandırma, Çanakkale dolaylar ı emrinize boyun eğecek bir durumda. Bütün bunların hazırl ığını yaptıktan sonra buraya gelmiş bu lunuyorum.
Dinleyenler, şaşkın, çıt ç ıkarmadan ona bakıyorlardı. S ö z ü n ü şöyle sürdürdü :
— Benim, şahsen kim o l d u ğ u m u , elbette ki bu tel-
377
g r a f s ize anlatamaz. B e n , kimim? Bunu size anlatmak bir s ö z c ü k ile de olur. Kocaman bir kitap olarak d a . . .
İri, pehlivan yapıl ı bir adam olan kara sakallı başkan Hacim bey, yer inden doğru ldu. Kâzım beyle fısı lday a r a k bir şeyler konuştu. B u , g e n ç ' a d a m ı n g ö z ü n d e n kaçmadı. S ö z ü n ü şöyle sürdürdü :
— B u n u , özel olarak, yarınki toplantımızda anlatmak z o r u n d a olduğumu bi lmiyor deği l im.
T o p l a n t ı , ertesi gün toplanılmak üzere dağıldı. V e h b i H o c a , g e n ç adamın yanına gelip elini tuttu :
— Başınızdan çok ş e y geçmişe benziyor, dedi. Vehbi bey, her zaman o lduğu gibi tatlı, siyasî bir g ü
lüşle gü lüyordu. Hacim bey, g e n ç adamın eniştesinin okul a r k a d a ş ı çıktı. Böy lece tanışıklığın dostluk halini alması kolaylaşt ı .
Ertesi günkü toplantıda g e n ç boksörün yeni g ö r d ü ğü birkaç kişi daha vardı . Toplant ıda kumandanın y a nında oturmuştu. Zaten Kâzım bey, onu hiç yanından ayırm ı y o r d u . G e n ç adam, burda askerî olması gereken bir k o n u ş m a yapamayacağın ı anlatmak üzere küçük bir pusu la y a z ı p kumandanın eline tutuşturdu: « K u m a n d a n , ben b u r a d a mahrem ve askerî iş lerden söz edemem.» Kumand a n da, başıyla bunu doğruladı . Hacim bey :
— B u y u r u n , siz i dinl iyoruz, dedi. G e n ç adam s ö z e b a ş l a d ı ; bu daha çok p r o p a g a n d a niteliği taşıyan hayalî b i r konuşmaydı :
— S a y g ı d e ğ e r başkan ve üyeler! Benim burada söyleyecekler imi, bütün memleketin bilmesi, biricik arzumd u r . Elbette, bütün Balıkesir halkı buraya toplanamayac a ğ ı n d a n dolayı şu sırada köylerden gelen varsa lütfen b u r a y a çağırmanızı ve beraber imde getirdiğim Bandırma M ü d a f a a y ı Hukuk Derneği Yönet im Kurulu Başkanı Bahr iye emekli lerinden H a s a n beyin buraya çağrı lmasını r ica edeceğim. :
— Hayhay, buyursunlar! — Efendiler, S ivas Temsi l Heyeti Reisi Mustafa Ke
m a l Paşa'nın buyruğuy la karşınıza gelmiş bulunuyorum. D o ğ u vi lâyetlerinde Kâzım Karabekir Paşa o r d u s u n u n kah-
378
r a m a n c a görev ler in in s o n a ermekte o lduğunu elbette duym u ş s u n u z d u r . Y e ş i l o r d u namıyla bu o r d u n u n bura lara, c e p h e m i z e y e t i ş e c e ğ i n e inanabil irsiniz. Pek yakın kasabalarda si lâhl ı, ulusal kuvvet ler buyruğuma hazır d u r u m d a dır lar. Bu güç ler le bağlant ı kurmakla ben görevlendir i l d i m . «Si lâhımız yok!» d iye g e c e g ü n d ü z d ü ş ü n m e y e seb e p yoktur. Merak etmeyin. B e n , size şimdilik, yani o r d u lar y e t i ş i n c e y e dek si lâh ve cephane sağladım. (Kâzım i>eyi gösterdi ) Bu işi gizl i olarak kumandan b e y e a ç a c a ğ ı m . U s u l . d e böyledir , sanır ım.
— E v e t , d o ğ r u . — Biga yönet im kurulunun başında Müftü Ahmet
H a m d i efendi bulunmaktadır. Bandırma Yönet im Kurulu B a ş k a n ı H a s a n bey, işte burada aramızdadır. H a s a n beyi o d a d a k i l e r l e tanışt ırdı; s o n r a sözünü s ü r d ü r d ü :
— D â v a m ı z pek büyük, pek kutsal bir dâvadır . B u n u b a ş a r a c a ğ ı m ı z a , g e z i p dolaşt ığım yer lerde milletin y ü z d e y ü z inandığını g ö r d ü m . Evet , y ü z d e y ü z b u işi b a ş a r a c a ğ ı z .
S o n r a , salt kumandan ve Reddi İlhak Derneği Yön e t i m Kurulu üyeler iy le yapı lan toplantıda E s a t bey y ine s ö z alarak şunlar ı söy led i :
— Beyler , biraz ö n c e söyledikler im, hep benim hay a l ürünlerim ve p r o p a g a n d a sistemimdir. Ş imdi, ben s i ze kendi kimliğimi anlatayım da işe temel inden baş layalım. Ö y l e bir kalabalık iç inde, benim s ize kimliğimi açıklayacağımı , kuşkusuz, s iz de beklemezdiniz. S a l o n u kalabal ık g ö r ü n c e , biraz daha kalabalıklaştırı lmasını isteyerek işi p r o p a g a n d a y a döktüm. Haklı deği l miyim?
V e h b i bey, tatlı ve siyasî gülümseyiş iy le : . — Elbette! Elbette! dedi . — Efendi ler, ben bir z indan kaçkınıyım. Düşman z i n
d a n ı n d a n k a ç a n bir adam. Yakalanmam u ğ r u n a işgal kuvv e t l e r i mükâfat vaadetmişt ir .
B a ş ı n d a n g e ç e n bütün serüvenler i anlatt ı. O n u kork u n ç bir i lgiyle dinlediler. V e h b i H o c a , namazını kaçırm a k pahasına bu s e r ü v e n i n b ü y ü s ü n e kapılarak sa lonu b ı r a k m a d ı .
379
Yalnız, büyük savaştaki ler le ondan önceki lerden s ö z etmedi.
— İşte, efendiler, ben geçt iğ im yer lerden boş g e ç medim. S i z e Çanakkale'deki si lâh depolar ının anahtar larını, Biga'daki silâhlı kuvvetleri sağladım. Şu noktayı h iç bir z a m a n g ö z d e n uzak tutmamalıdır ki iyi bir teşki lât kurulmazsa ve bu kuvvet ler bir disiplin altına a l ınmazsa, her an dönebil ir ler. Ş u n d a n ki, M a n y a s köyler i hep halife ve Feri t Paşa hastaları ve p r o p a g a n d a yuvalar ıdır . Bandırma ö r g ü t ü , ufak bir çabanız la meydana gelir. B u , olumlu bir s o n u ç ver i rse, İstanbul 'dan gelecek tehlike önlenir.
Dinleyici ler: G e n ç b o k s ö r ü n bundan sonra yapabi lec e ğ i g ö r e v i n türünü kavramışlar ve onun özel bir d e ğ e r taşıdığını anlamışlardı. O n d a n s o n r a s ö z alan V e h b i bey. b u n d a n böyle y a p a c a ğ ı g ö r e v l e r d e asıl adının gizl i kalmasını ileri sürdü. Ş u n d a n ki o her an işgal güçler iy le karşı laşabil ir; büyük tehlikelere düşebi l i rdi.
Yönet im kurulu üyeler i , g e n ç b o k s ö r için bir takma ad a r ı y o r d u . Kendisi, taa G a l a t a s a r a y Lisesi 'ndeki « ü ç ö k s ü z l e r » d e n biri olan Kemal'i anarak :
— T a k m a adım Kemal o l s u n , dedi. H a c i m bey : — Pek iyi! dedi. V e h b i bey, y ine tatlı ve siyasî gülüşüyle gülerek : — C a n ı m , dedi, yalnız Kemal olmaz. (İngil iz Kemal
olsun!) Eski Boksör Esat tarihe karışmıştı. G e n ç a d a m , ö m r ü n ü n sonuna dek artık « İngi l iz Kemal» olarak kalacak, bu arada hayali güç lü insanları biie şaşır tacak s e rüvenler yaşayacakt ı .
Yeni adıyla İngiliz Kemal, az z a m a n içinde K u m a n d a n Kâzım beyle ve V e h b i , Vas ı f , Necat i ve o n u n kardeşi H ü s n ü beyler le içli dışlı o ldu. S ö z arasında :
— S e n , ne malın g ö z ü s ü n ! Diyor lar , o da onlara : — Ne mal o lduğunu s ize z a m a n l a - g ö s t e r i r i m . D i y e karşılık v e r i y o r d u . O, artık resmen Biga dele-
g e s i y d i . H a s a n bey de talimat alarak Bandırma'ya d ö n d ü .
380
S A L İ H L İ C E P H E S İ
H. Humbold'dan Lord Curzon'a: İzmir'deki askeri raporlar, iyimser değildir. Yunanlılar da askeri disiplinleri olmadığını söylemekten çekinmiyorlar. Kondi-lis üçüncü birliğinin başkanı, Salihli'den kömür vagonlarının altında kaçmış. Öyle yörûnüyor ki, Yunanlılar bu işi beceremeyecekler.
Ethem bey, g ü m ü ş saplı ve meşin uçlu uzun süvari kamçısıyla ci lâsı pırıl pırıl yanan çizmesinin k o n c u n u dö-ğerek g ü z güneşin in daha çok sarartt ığı ovanın bir u c u n d a , mavi bir duman yığını gibi yükselen B o z d a ğ ' ı n tepelerine bakıyordu. O n u n d o r u ğ u n d a dev ak kuşlar gibi ak bulut yığınları kümelenmiş, dinleniyor g ibiydi . D o ğ a n ı n bu kımıltısız gibi g ö r ü n e n k a y g u s u z l u ğ u n a aldanmamalıydı. Araplar ın Karun dedikleri K r e z ü s ' ü n altın koşumlu atlarıyla cirit oynadığı bu oyalarda artık altının z e r r e s i yoktu.
Şimdi, b ö ğ r ü n d e altın akan T m o l a s dağı ( B o z d a ğ ) sık fundalıklar, kısır ve korkunç volkan taşlarıyla ör tü lüydü ve eskiden o n u n ayakları d ibinden altın zerreler iy le yüklenerek akan Paktol (Sardes ırmağı) b u g ü n yit iklere karışmış, herhangi bir deprem s o n u c u kaynağını ve yatağını yitirmişti. S a r d e s d e n e n kocaman altın şehr inden geriye kala kala çıplak ve sapsar ı ovada sır ıtan birkaç taş yıkıntısı kalmıştı. Şimdi, üzer inden eski Pers ordular ının bir çekirge mahşeri gibi geçt iğ i ve K e y h ü s r e v ' i n buyruklarının gök gürü l tüsü gibi L idya insanlarını t itrettiği bu ova larda yeni bir al ıcı kuş o r d u s u , tepeden t ı rnağa dek gereçlenmiş olarak i lerl iyor, Keyhüsrev ' in ordular ına rahmet okuturcasına adına T ü r k denen yerl i lerin kanını se-bif yapıp s a ç ı y o r d u . Lidyal ı lar ın T m o l o s dedikleri B o z d a ğ , kan dökerek i lerleyen bu vahşi o r d u n u n yolu üzer inde demir bir kale gibi y ü k s e l i y o r d u . Bir ülkenin ö z g ü r l ü ğ ü n ü
ç i ğ n e m e k üzere davranan her sa ld ı rgan o r d u n u n g ö z ü ilkin y o l u n u n üzer inde, sağında ve solunda y ü k s e l e n d a ğ lara, bu doğal özgür lük yuva lar ına takılır. B u r d a da Y u nanlı ların g ö z ü , üç kuvayı milliye cephes in in y a n ı b a ş ı n d o bir efeler ve zeybekler otağı olarak yükselen B o z d a ğ ' a dikilmişti. B o z d a ğ , Y u n a n o r d u s u n u n ger i ler ine, s ı r a s ı n d a taa İzmir'e dek akınlar yaparak o n u n s o l u ğ u n u kesen akıncı lar ın yatağı durumuna gelmişt i . Akıncı lar, bunun b a ğ r ından Y u n a n ordusunun üzer ine, uykuda bir d a ğ d a n kop u p y u v a r l a n a n kocaman tehlikeli kayalar gibi in iyor, s o n ra y ine o n u n vefalı vo lkan kayalıkları, fundalıkları, ç a m ları ve meşeleri arasında g ö z d e n s i l in iyordu. Ethem b e y gibi öteki kumandanlar da B o z d a ğ ' ı n e r g e ç Y u n a n l ı l a r c a sald ır ıya uğrayacağın ı bi l iyor, bunun zamanını elden g e l d i ğ i n c e ger iye atmak üzere ç a r e l e r ar ıyor lardı . Yunanl ıların B o z d a ğ ' ı ele geçirmekte iki tür lü yarar lar ı v a r d ı : B i r incis i , ordularının geri lerini sürekl i tehdit alt ında b u l u n d u r a n bir engel i ortadan kaldıracaklar, ikincisi de a r k a larında cirit o y n a y a n kuvayı mill iye akıncı larını dayanaksız bırakacaklardı. Yunanl ı lar, buna hazırlık olmak ü z e r e Ö d e m i ş ' i n kuzey doğusundaki Yerg i bucak merkezini iki p iyade tümeniyle işgal ettiler.
Y e r g i , batı cephesin in merkezi olan Salihl i ile g ü n e y cephes in in birleştiği noktada çok önemli bir y e r d i . S o n r a , buras ı B o z d a ğ ' a çok yakındı. S a v u n m a s ı da B o z d a ğ kuv a y ı mill iyesini yöneten M e s t a n Efe'nin el indeydi. B o z dağ zamanla bir önem kazanınca hemen M e s t a n Efe d ü şünülmüş ve ondan yararlanı lmak istenmişti. Bu kanun dinlemez Efe de birçok efeler gibi okuma-yazma bi lmez mert ve y iğit bir adamdı. Y u n a n o r d u s u , B o z d a ğ ' ı arkada bırakarak i lerlemeye baş lay ınca B o z d a ğ ' d a asker b u lundurmamız gerekli l iği anlaşı lmıştı. Bundan dolay ı , K r e -z ü s ' ü iki bin beş y ü z yıl ö n c e altın madenleriyle z e n g i n eden bu dağın şimdiki en namlı kralı Post lu M e s t a n Efe 'nin, kuvayı milliye saf lar ına katılması için davranı ld ı . S a lihli'nin ve Alaşehir ' in s ö z ü g e ç e n adamlar ından birkaç kişi B o z d a ğ ' ı n doruğuna t ırmanarak efeyle g ö r ü ş t ü ve o n u u y a r d ı . Post lu Mestan Efe'nin bir üstünlüğü s u r d a y d ı k i
382
bütün B o z d d ğ köylülerini örgüt leyerek s a v a ş a sokabi lecek g ü ç t e y d i . M e s t a n Efe, çarpışmalarda ince savaş hiy-lelerini başarabi lecek bir t e c r ü b e ve zekâya da sahipt i . Kuvayı milliye saf lar ında çarpışma işini benimsedikten s o n r a nizamî ordu bir l iklerinden arta kalan s i lâh ve c e p hane o n a veri ldi. G e r ç e k t e n de Bozdağ köylüleri d ü ş ü nüldüğü gibi , çabucak Postlu Mestan Efe'nin ç e v r e s i n d e toplanarak örgütlendi ler.
Salihli cephesi kumandanı Ethem bey, Demirci M e h met Efe'ninki ile kendi cephes i arasındaki Yergi b u c a ğ ı nın Yunanl ı larca al ınması üzer ine hemen Demirci M e h met Efe'y le haberleşerek anlaşmakta gecikmedi. İki c e p heden katılacak kuvvetler le Yergi 'ye bir saldırı yapmak üzere anlaştı lar. Ethem bey, kuvvet ler inden dört y ü z s a v a ş ç ı ayırdı , başlar ına G â v u r Ali bey adlı pek yakın ve değer l i bir arkadaşını g e ç i r d i . Bu sırada B o z d a ğ g r u p kumandanı Sarı Efe, ( jandarma yüzbaşıs ı Ed ip bey) Ö d e miş'in kuzeyinden Salihli cephesin in sol kanadına saldıran bir başka Y u n a n koluna karşı s a v a ş ı y o r d u .
Yerg i 'ye saldıran Demirci Mehmet Efe ve Ethem bey kuvvet ler i , ordaki Yunanl ı lar ı yer ler inden oynat ıp s ü r d ü -lerse de arkadan yet işen imdat g ü c ü n ü n kalabalığı ö n ü n de yeni lerek geri çekildi ler. Yerg i savaş ında e p e y c e şehit ve yaral ı verdi ler. Ö l ü l e r d e n başka o n b e ş s a v a ş ç ı m ı z da yaral ı olarak Yunanl ı lar ın eline düştü. B u g ü n l e r d e esir demek ölü demekti. Yunanl ı lar, el lerine geçirdikler i T ü r k er ve subaylar ın ı s ö z ü m o n a - yargı layarak - kurşuna diz iyor lardı . Bunları s a v a ş esir i değil de savaş s u ç l u s u olarak görüyor lard ı . Yunanl ı lar ın yaptığı bu adaletsiz l iği misil leme olarak bizimkiler de ellerine g e ç e n Y u n a n s u b a y ve erlerini hemen ö ldürüyor lard ı . 22 Haziran 1919 g ü n ü Ahmetl i 'ye bir p iyade taburuyla bir g e c e baskını y a p a n Y u n a n kumandanı A l b a y İskandil is, y ü z elli kişiyi g e ç meyen savaşçı lar ımızı darmadağın etmiş, birçok ölü verdikten başka Ahmetl i 'y i ikinci kez ele geçirmişt i ve dört subayımızla bir mangayı aşkın erimizi esir almıştı. Bu T ü r k esirlerini bir komedi s a v a ş mahkemesinde yargı ladıktan sonra kurşuna d izen Yunanl ı lar, T ü r k savaşçı lar ın ı
383
sindireceklerine onların öç alma ateşlerini daha çok kö-rüklediler.
Ethem bey de bu çok bayağı işe diş g ıc ırdatanlar ın başında bulunuyordu. Salihli karargâhına u ğ r a y a n bir Frans ız temsilcisini aracı koyarak İzmir'deki Y u n a n fevkalâde komiseri Iskirkiyadis'ë haber gönderdi ve bu biçim savaş öç al ıcı l ığından vazgeçi lerek eski savaş esir i statüsüne dönülmesini önerd i . Iskirkiyadis'ten hiç bir ses çıkmadığından bu arada her iki yan da ellerine g e ç e n esirleri harcamakta kusur etmedi.
Yergi savaşında esir düşen yaral ı lardan başka pek değerl i ve fedakâr arkadaşı G â v u r Ali beyin de a l ç a k ç a öldürülme tehlikesi karşısında bulunması Ethem beyi a c ı dan çı lgına döndürmüştü. Ne yapacağını bi lmiyordu. Bu s ırada cephenin Sart (Sardes) ucundan yaralı bir Y u n a n subay ı ile iki Yunan eri getirdi ler. Subay, ağırca yaral ıydı ve yaraları üstünkörü satı lmıştı. Bunu gören Ethem beyin gözler i sev inçten parladı. Bu Yunan subayını ona A llah göndermişt i . İçini bir umut aydınlığı kapladı. Hemen h a b e r saldı, Fransız temsilcisini karargâha çağırtt ı . G e l e n temsi lciye Yunan subayı ile erlerini gösterdi ve Y u n a n fevkalâde komiserinin katında esirlerin savaş suç lusu olarak öldürülmemesi işini savunmasını diledi.
Yunan subayı da İskirkiyadis' in akrabası o l d u ğ u n u söylediğ inden işin bir başar ıya erişme yönü de vardı . F r a n s ı z temsilcisi yaralı Y u n a n subayını İzmir'e götürmek istedi, Ethem bey de hemen razı oldu. O g e c e y i , büyük bir merak ve kaygu ile g e ç i r e n Ethem bey, ertesi g ü n G â v u r Ali beyle yaral ı askerlerimizin trenden inerek kararg â h a geldiklerini g ö r ü n c e çok sevindi. O, bunların dirimiy-le birlikte bundan sonra her iki yandan esir düşecek birç o k subay ve esirin de dirimini kurtarmış o l u y o r d u . Esir d e ğ i ş tokuşu, yine uluslararası kurallara göre yapılacakt. ı
Ethem bey, arkadaşı G â v u r Ali beyle yaral ı askerler imizin geri dönüşünü iz leyen günlerde ateşler içinde yanarak hasta yatağına düştü. Bir yandan cephenin kaynamaya başladığı bir zamanda y a t a ğ a mıhlanmasına yanan Eth e m bey bir y a n d a n da çoktanber id ir için için kaynayıp
384
d u r a n « P o y r a z » ve « A l a ş e h i r » çeteleri işinin b irdenbire alevlendiğini görerek kendi kendini y e m e y e başladı. O , y a t a ğ a mıhlanır mıhlanmaz Alaşehir' l i Mustafa beyle « P o y r a z » eşrafı o lumsuz davranışlar ını büsbütün a ç ı ğ a v u r m a y a başlamışlardı. Bu iş, kuvayı milliye kumandanları arasında b a ş g ö s t e r e n bir geçimsizl ikten ileri gelmiy o r d u . Ethem bey bunların durumunu eski bir «Teşki lât ı M a h s u s a c ı » olarak iyice incelemişti.
Bunlar, kuvayı mill iyeci örgüt ler olarak meydana ge lmiş, ya da böyle görünmüşler , Yunanl ı lar la yapı lan çarpışmalara da karışır gibi davranmışlardı.
Ethem beyin hastal ığıyla birlikte azıtmaya başlayan bu çeteler in sayısı beşer y ü z kişiden bin silâhlıyı buluyord u . Reisleri de Alaşehir eşraf ından Mütevel l izade M u s t a fa beyle P o y r a z eşraf ından Hacı Ali beydi. Ethem beyin aldığı sağlam bi lgiye g ö r e bunların arasına hiç de kuvayı mill iyeci olmayan kimi subay lar da karışmıştı. P o y r a z çetelerinin kumandanı Binbaşı Ahmet bey adlı bir s u b a y Ethem beyin yataktan kalkmayacak gibi hasta o l d u ğ u günlerde Salihl i 'ye girerek P o y r a z çetelerinin karargâhını buraya kurdu. Binbaşı Ahmet bey, eşrafla gizl i toplantı lar yapıyor , tehlikeli bir şey ler hazır l ıyordu. Alaşehir l i Mustafa bey de Yunan o r d u s u n u n karşısında bulunması g e r e k e n bir kuvveti de kandırıp kendi milislerine katarak gidip Alaşehir ' in g ö b e ğ i n d e karargâh kurdu. B ö y l e c e iki kasaba da bu şüphel i kişilerin işgalleri altına g i rmiş gibi o ldu.
Ethem bey, şu s ı rada bunlar ın, kendisininkiyle birlikte ağabeyler i Reşit ve Tevf ik beylerin dirimini de o y u na sürmek istediklerini anl ıyorsa da büyük a ğ a b e y s i Reşit bey, bu derebeyler iy le içtenliğini s ü r d ü r ü y o r , onun bütün uyarmalarına aldırış etmeyerek onlara karşı g ö s ter i len kuşkuyu ç o c u k ç a bu luyordu. Reşit bey, bu adamların y u r t s e v e r kişiler o lduğuna inanıyordu. O y s a , bu s ıralarda İstanbul 'dan İngiliz Dostları Derneği 'n in torbalarla altınlarını ve onların iğrenç düşünceler in i yüklenerek A n a d o l u ' y a geçmiş olan korkunç «Yetmişbeşsin tam olar a k nerelere gittiği bi l inmiyorsa da her ayaklanmanın pat-
385 3/F. : 25
lak verdiğ i y e r d e bunlardan birinin meydana çıkmış o ld u ğ u anlaşı l ıyordu. Padişahın, Damat Ferit ' in ve İngiliz c a s u s örgütünün toptan korkunç bir p r o p a g a n d a s a l v o s u na başladığı bugünlerde Ethem beyin ç e v r e s i n d e bu gibi durumlar için biçilmiş kaftan olan eşrafın boş bırakılmay a c a ğ ı meydandaydı. İ ler leyen düşman karşıs ında tam birlik istenen bir zamanda eşraf çetelerinin Ethem bey ve çetelerini ortadan kaldırmaya hazır lanması da göster iy o r d u ki İstanbul'un korkunç parmağı bu adamların içine girmiş, karıştırmaktadır. E ğ e r ağabeysi Reşit bey, ö n ü ne durmasaydı o, bu çıbanı ş imdiye dek bekletmeyecek, deşip kurtulacaktı. Bu işi daha ö n c e çözümlemiş olsaydı b u g ü n bu hasta yatağında sürekl i bir yok olma tehlikesiy le karşı laşmayacakt ı .
E p e y c e buhranlı günler, g e c e l e r d e n s o n r a yataktan kalkan Ethem bey, hasta yatağında verdiği kesin kararı uygulamak üzere tert ibat almaya başladı. Yalnız, o, bu niyet inden a ğ a b e y s i Reşit beye hiç s ö z etmedi. Ş u n d a n ki bu denli aç ıkça meydan okumalarına bakmadan, o, şimdi bile onlara inanıyor, g ü v e n i y o r ve onlar la senl i benl i bu lunuyordu. Ethem bey. Sal ihl i 'ye sokulmuş olan Poyraz kumandanının en yakın adamlarını ve cephedeki arkadaşlarını kandırarak kendi yanına ç e k m e y e çalıştığını aç ıkça g ö r ü y o r d u . Adamlar ından kimisi de Ethem beyi bırakıp onlara katı lmaktan geri kalmıyordu. Bu adam ayar-tıp alma işi Ethem beyin çeteci zekâsını gıcık ladı. B u n ların gerçek niyetlerini öğrenmek için en güzel f ırsat da b u y d u : Kendisine en bağl ı adamlarından birkaçını kandırılmış gibi onların arasına gönderecekt i . Kendis ine karşı ayaklanmış gibi y a p a n birkaç adamını, karşı saf lara geçirmekte gecikmedi: Bunlardan bir ikisi az z a m a n d a o n ların karargâhlar ına dek sokulmasını becerdi . Art ık, hasımların karargâhında bir sinek kanadını ç ı rpsa b u , Ethem beyin kulağına er işmekte gecikmiyordu.
Evet , Ethem bey, durumunu açıkça g ö r m ü ş t ü : Bu eşraf örgüt ler i , padişahla, Damat Ferit Paşa ile ve İngiliz Dost lar ı Derneği ile ilgili ve bütünüyle onlar ın etkisi alt ındaydı . Hasımların karargâhına sızmış olan en içten
386
arkadaşlar ı , Ethem beye önemli bir haber gönderdi ler : İzmir yo luy la Uşak dolaylar ına g e ç m i ş olan Rifat adlı bir subayla bir başkomiser, burada İstanbul'un p r o p a g a n d a sını yapmaktaydı . Ethem beyin emriyle yakalanıp Salihl i karargâhına getirdiler. Ethem bey, bunların İstanbul 'dan salt kuvayı mil l iyeye karşı isyan çıkarmak üzere g ö n d e rildiklerini g ö r d ü , g ö z ü dört açı ldı . Amaçlar ından biri de Ethem beyi öldürerek cephey i çökertmekti . O n u ö ldürme plânı, hasta yatağında yatarken uygulanacaksa da herhangi bir nedenle b u , ger i kalmışa benz iyordu. Bütün b u n ları hiç o lmazsa sezmiş olan Ethem bey, hiç renk vermedi. B i raz olaylar ın gidiş ine uyarak daha çok kendi hazır lanarak suikastçı ları fare del iğine sokacağı g ü n ü iple çekti.
Bir g ü n . Poyraz eşrafının çete kumandanları B inbaşı Ahmet b e y d e n üç kardeşlere bir şölen çağr ıs ı geld i . S a lihli'nin içindeki P o y r a z karargâhında, arada s ü r ü p g e len anlaşmazl ıklar ın or tadan kaldırılması için içkili bir yemek ver i lecekt i . Ethem bey, çağr ıy ı al ınca «tenki l» g ü nünün geldiğini anlayarak bıyıkalt ından güldü. B u n d a n daha elverişl i bir durum c a n sağl ığ ıydı .
Ş ö l e n çağr ıs ı , Ethem beyin eline gelmeden ö n c e a ğ a beysi Reşit beyle Ethem beyin askerî kumandanı Y u s u f bey, Binbaşı Ahmet beyle g ö r ü ş ü p anlaşmış, yemekli toplantıya gi tmeye, Ethem beyi de götürmeye kendi kendilerine karar vermişlerdi.
Reşit ve Y u s u f bey ler ona : — S e n de bizimle bu şölene g ideceksin, dediler. — Gidemem. Ben hastal ıktan yeni kalktım. D o k t o r
y e m e y i , içmeyi yasak etti bana. O n u n bu direnmesi ötekileri kandıramadı : — [ iz, sizi de bu davete get i receğimize dair s ö z v e r
miştik. Gitmemeniz çok ayıp olur. Biz, s ö z ü m ü z ü yer ine get irmemiş bir duruma girer iz!
Diye diretti ler. Ethem bey, onlara s o n olarak bu ş ö lene g idemeyeceğin i söyledikten sonra :
S i z de ihtiyatlı o lunuz ve hattâ davet saat ından bir saat -sonra gidiniz!
387
Diye salikladı ötekiler, dudak bükerek b u n d a n hiçbir ş e y anlamadıklarını söyledi ler. Ne var ki ateşten bir kuşku kurdu da içlerine düşmüş oldu. Bu y ü z d e n de Ethem beyin «ihtiyatlı o l u n u z ! » sözünü kulak arkasına atmadılar. O y s a , Ethem bey, ötekilerin karargâhına soktuğu adamları aracı l ığıyla suikast işini bütün ayrınt ı lar ına dek öğrenmiş, ağabeyler inden ve Yusuf beyden habers iz tert ibatını bile almış, onlar ın dirimini daha şimdiden kurtarmış bulunuyordu. O n u n suikastı karşılama plânı şöyleydi: Poyrazcı lar ın karargâhlar ı , bir çıkmaz sokaktaydı . Ethem bey, eğer şölene gi tseydi bu dar sokaktan geçerken p u s u y a düşürülecekt i . Suikastı yapacak adamları bile bi l iyordu. Bunlar, Kel Ö m e r , Gebeşi i O s m a n , Çatılı köylü Osman' la Tekeşinl i bir başka kişiydi. Bunlar, pusu yerinde Ethem beye yayl ım ateş açacaklardı . Bu plânda, başar ı sağlayamazlarsa onu sofra başında öldüreceklerdi- V
Ethem bey g r u b u n a pusu kuracak olan bu adamlar, g e r ç e k t e n g ö z ü pek ve sürekli kişilerdi. O, bunları pek yak ından tanıyordu. Ç o k gar ipt i : Bunlar. Ethem b e y g ü lerin ekmeğini yemişlerdi. Hele bunlardan ikisini dünya s a v a ş ı n d a Reşit bey, c e p h e d e n kurtarmak üzere himayesine almıştı. Bunlar, «Sal ih l i 'de çiftlikte koruculukla uğraşıyor lardı .»
Ethem bey güçler in in, erzak deposu olarak kullandığı iki katlı han, pusu yer in in tam karşıs ındaydı. Bu han, suikast ı en kolay biçimde önlemek üzere çok işe y a r a y a cakt ı . Ethem bey, şö lenden bir gün ö n c e buraya en içten iki adamını Halil Efe'y le Ali Ç a v u ş ' u n yönetiminde on kişi g iz ledi. Suikastçı lar mezarl ıkta pusuya yatar yatmaz bunlar, hanın ikinci katındaki pencerelerden bunlara yaylım ateşi açacaklardı . Ethem bey, temizlenecek olan s u ikastçı lardan doğacak olay lar için de tedbirler düşünmüşt ü .
Ş ö l e n günü, Reşit beyle Yusuf bey. Ethem beyin salığına uyarak yarım saat gecikmeyle Poyrazcı lar ın karargâhına yollandılar. H e n ü z çıkmaz sokağa girmemişlerdi ki önler inde on iki si lâh birden patladı ve vuru lan, yara-
388
lanon insanların çıkardıkları korkunç sesler , karanl ığı do ldurdu. Reşit beyle Y u s u f bey, yürekli kişiler olmalarına karşın ürkerek kendilerini kıyıya attı lar ve tabancalar ın ı çekti ler. Pusudaki ler bu yayl ım ateşi s ı ras ında hemen ölmüşlerdi. Ethem bey, şehrin dışındaki karargâhından bu g r u p halindeki tüfek seslerini işit ince hemen bir tek kaygu ile atına atladığı gibi şehr in içine d o ğ r u s ü r d ü . B ü tün kaygusu ağabeys i Reşit beyle kumandan Y u s u f beyin dirimlerinin tehl ikede olup olmadığıydı. Ethem b e y , makinalı tüfekle gereçlenmiş adamlarıyla Poyrazcı lar ın karargâhına giden yola saptı ve orda a ğ a b e y s i Reşit beyle Yusuf beyi sağ salim buldu. İkisi de g ü l ü m s ü y o r , mutlak bir ö lümden kurtulmuş insanların sevincini taşıdıkları ve akıllı Ethem'e karşı da minnet duygular ıy la yüklü oldukları g ö r ü l ü y o r d u . Ethem beyin, kalabalık adamlar ıy la ş e h re girmesiyle çatışma da başladı. Sabaha dek süren sokak savaş ı , tam anlamıyla d ü ş m a n c a bir anlam taş ıyordu. Her iki çete de yit iklere uğradı . B u , her iki ç e t e g r u b u n u n ölüm-dirim savaşıydı ve s o n kerte öfkeli ve d ü ş m a n c a y ö neti l iyordu. Her iki hasım da uzaktan gelecek imdada bel bağlayarak evlere sığınmış, d a y a n ı y o r d u . Poyrazc ı lar , d a ha ö n c e anlaştıkları gibi Alaşehir l i Mustafa b e y d e n yardım bekl iyorlardı. Ethem bey de Sart harabeler i ç e v r e sinde savaş durumunda bağlanan ortanca a ğ a b e y s i T e v fik beye telefon ederek bir süvar i müfrezesi g ö n d e r m e sini istedi: Atlı müfreze, gelmekte gecikmedi. Şehr in kaldırımlarını döğerek Ethem beyin yönetim yer ine d a y a n d ı lar. Atlı lar, geldikten s o n r a , Ethem beyin manevra yeteneği çoğald ı ; hasım çete, şehr in dışına s ü r ü l d ü . Y ine de orda s ipere girerek namlularını şehre karşı çevirdi ler. S a v u n m a d a bulunan Poyrazcı lar ın biricik umudu A laşehirli Mustafa bey çetes indeyse de Ethem bey, A laşehir yo lunu kestirmişti. Hâlâ A l a ş e h i r d e n yardım uman hasım çeteci ler, her yanları sarı larak bir mahal leye sıkıştırıldılar. Çember i daraltarak hepsini yok etmeye çal ışan Ethem beye bu sırada c e p h e d e n çok kötü bir haber g e l d i . H e r halde bu çat ışmayı haber alan Yunanl ı lar, Ahmetl i cephesinde saldır ıya geçmişt i . B u , Ethem beyin tam
389
anlamıyla iki ateş aras ında kalması demekti. İşte, tam bu daralma sırasında Salihl i 'nin ileri gelenler i , araya g i rerek bir bırakışma yapı lmasını sağlamaya çalıştı lar. A s i lerin kumandanı Binbaşı A h m e t bey, karargâhında Reşit ve Y u s u f beylerin eline esir düşmüştü. Ethem bey, bırakışmaya razı oldu ve bu haşerat ın şimdi, el inden kurtularak geçip gitmelerine s e s çıkarmadı. Yalnız bunun hesabın ı bir gün sormayı da aklının bir kıyısına yazmaktan ger i kalmadı.
Salihl i 'de silâh sesler i kesil ip de güvenl ik kurulur kurulmaz Ethem bey, hemen c e p h e y e koştu. Yunanl ı lar « B i n -bir T e p e l e r » d e Ethem beyin asker ler inden iyi bir kötek y iyerek yine Ahmetl i 'ye çekilmişti. Birkaç g ü n içinde topar lanıp yeni bir saldır ıya geçemezlerd i . Bunu anlayan Ethem bey, arkaya, yar ım kalan işi bitirmek üzere y ü z elli atl ının başında Sal ihl i 'ye d ö n d ü . İlkin Salihl i 'de eşraftan iki kişinin evlerine ateş ettirdi ve bunları yaktırdı. Bu ev ler in sahipleri. P o y r a z çeteler ine daygnak olmuştu. Böylece onlar ın, bir kez daha şehirde yuvalanmamaları için halka gözdağı vermek istedi. El lerine g e ç e n e türlü cezalar v e r i y o r d u . Müfrezesiy le şehirden bırakışma dolayısiyle çıkıp giden Poyraz çetesin in arkasına düştü. G e c e l e y i n , A laşehir ' le Salihli'nin bağlantısını büsbütün kesmek üzere, bu iki şehir arasındaki yol lara pusular kurdurdu. Dört önemli kişi, geceleyin bu pusulara düştü. Bunlar, Poy-razl ı lar la ilişkilerini s ü r d ü r e n Alaşehir l i Hacı Mustafa ile d ö r t arkadaşıydı. Ethem beyin kulağına gelen habere g ö re, Alaşehir l i Mustafa bey de harıl harıl savunma tertibatı a larak hazır lanıyordu.
Ethem bey, ertesi g ü n de Poyraz dağlar ında, müfrez e s i n i n başında at koşturarak Poyrazl ı ları alabildiğine kovaladı . Amana gelenler kurtuluyor, karşı koymakta ayak direyenlerrn evlerini ateşe verdir iyordu. Köyler, ateş ve d u m a n içinde kaldığından geri kalanlar da amana geldi ler. Ethem beyin ayağına düştüler. O :
— Silâhlarıyla gel ip teslim olurlarsa affederim, dedi. Bu koşulları benimseyerek teslim oldular. Bunun üze
rine Alaşehirl i Mustafa b e y e de haber saldı :
390
— Alaşehirl i Mustafa bey de gels in, dehalet • etsıf ı! d e d i . Yalnız Mustafa beyin aman dilemesi için kimi k o ş u l lar ileri s ü r d ü :
— Mustafa beyin amana gelmesini ancak şu biçimde kabul ederim: İ lkönce bizimle beraber Yunanl ı lara karşı döğüşmel id i r . İkinci olarak: A l a ş e h i r d e gadr ine u ğ r a y a n ların tazminatını bütünüyle vermeli, mallarını da geri vermelidir! S o n r a , Ethem bey gibi daha birçoklarının kulaklarına gelen söylenti lere g ö r e Mustafa bey. A l a ş e h i r d e , el indeki çetenin g ü c ü n e dayanarak tüyler ürpertici c inayet ler iş l iyordu. Mustafa bey, Ethem beye ne karşılık v e r d i , ne de Yunanlı larla döğüşmek üzere c e p h e y e gitt i. B irkaç gün süren sessizl ik, en sonra kesin olarak bozuld u : Bir gün Ethem beyin, kuvvetleri için bir subayın korumasında getirdiği c e p h a n e sandıklarına Alaşehir ist a s y o n u n d a Mustafa beyin adamları el koydular. A laşehir' in bir fesat yuvası olarak kalması Ethem beyin Salihl i c e p h e s i için s o n kerte tehlikeliydi. Ş u n d a n ki A laşehir , bu cephenin arkasına d ü ş ü y o r d u . Bu adamların Y u n a n lılarla ortaklaşa yapacaklar ı bir saldırı Salihli c e p h e s i y l e birl ikte kuvayı milliyenin umudunu da tuz-buz edebi l i rdi. Şimdil ik, Yunanlı ların ilerlemek iştihasını kursağında bırakan biricik güçlü c e p h e buydu. Alaşehir, Salihli c e p h e sinin yedi saat ger is indeydi. Y ine, Ethem beyin kulağına g e l e n haberlere g ö r e A l a ş e h i r d e nokta ve bağlantı memuru G e b e ş Haydar adlı bir yarbayla kazanın kaymakamı da Mustafa bey ve çetelerinin c inayet ve kötülüklerine karşı g ö z yummaktaydılar. Onlar ın Mustafa beyi destekler bir durum alması. Müdafaayı Hukuk Derneği üyelerinin birer ikişer kaçarak Sal ihl i 'ye sığınmasına s e b e p o l u y o r d u .
*
Ethem bey, bir akşam üstü karanlık basarken atlılar ının başında en becerikl i bir geri l lacı olarak Alaşehir 'e d o ğ r u yola çıktı. T a n yeri atarken şehri kuşattı. Mustafa b e y i n de böyle bir baskına hazırlıklı o lduğu anlaşı l ıyor- ' d u . Şehr in dışında bir subayın kumandasında seksen kişi l ik bir karakol müfrezesiy le karşılaştılar. Ethem bey,
391
Dir tek silâh patlatmadan bu seksen kişiyi başındaki k u -mandanıyla birlikte ele geç i rd i . B u , geri l lacıl ıkta kul lanılan, hesap edi lemeyen bir hesap s o n u c u n d a oluvermişt i . G ü n ışırken Ethem beyin bombayla gereçlenmiş y ü z elli kişilik saldırı müfrezesi, ş e h r e saldırdı. Şehr in kıy ıs ından o a ş l a y a n silâh sesler i , içine d o ğ r u derinlemesine yayı ldı . S i lâh sesler i , saat ler i lerledikçe bütün şehri sardı ve en s o n r a Alaşehir ' in dağlara yaslandığı yere d o ğ r u uzaklaştı ve s o n r a bir tek si lâh patlamaz o ldu.
Mustafa bey, kırk atlının başında burdan dağlara d o ğ r u sıvışmış, Afyonkarahisar 'a d o ğ r u uzaklaşmıştı . A laşehi r de artık padişahçı lar eline düşmekten kurtulmuş, kuvay ı milliyeci Ethem beyin g ü r b ü z g ü c ü n e b o y u n eğmişti. Burdaki hasım çeteci lerden aman di leyenleri de affeden Ethem bey, Yarbay G e b e ş H a y d a r beyle Alaşehir kaymakamını yargı lamak üzere tutuklattırdı.
Şimdi s ıra, suçlular ı yargı lamaya gelmişti. A f y o n ' d a Al i F u a t Paşa, tümen kumandanı Ö m e r Lütfü bey, Ethem b e y d e n G e b e ş H a y d a r beyin yargı lanmak üzere askerî mahkemeye veri lmemesini di lediğinden o n u s e r b e s t bı-rakt ıysa da kaza kaymakamını mahkemeye verdi . O da b e r a a t etti.
Şimdi s ıra, asıl korkunç işlere gelmişti. Ethem bey, bir d a h a hiç güneşe çıkmamak üzere gömülen birçok c i nayet kurbanlarının cesetler ini gömüldükleri gizl i yerler- • d e n çıkartt ı. Bir karı-koca istenen parayı veremediği için y a t a ğ ı n d a boğularak, birkaç g e n ç kız ırzlarına geçi ldikten s o n r a öldürülerek gömülmüştü. Bundan başka türlü nedenlerden öldürülüp gel iş igüzel toprağın altına itilen kimi Alaşehir l i ler in cesetler i de bir kez daha g ü n e ş e ç ı karı ldı. S o p a altına yatır ı lan katiller, t o p r a ğ a gömdükler i pek çok altın ve mücevherler in yerlerini bülbül gibi söylediler. B ö y l e c e cinayet belgeleri de meydana çıkarı lmış o ldu.
Bu cinayet ler i d o ğ r u d a n d o ğ r u y a iş leyenler ya da ' bunlarda parmağı olanlar, yirmi beş kişiydi. Hepsi ele geçiri lmemişti. Çat ışmada ölenlerle Mustafa beyle kaçanların dışında Mustafa beyin en kanlı adamı reji kolcubaşıs ı
392
Salih' le on adamı, çat ışma sırasında yakalanmışt ı . E t h e m bey, c inayet belgelerini bunlara kuyulardan kendi el ler iy le çıkartt ı. S o n r a bunlar ı , şehr in meydanına kurdurduğu darağaçlar ın ın başına getirtt i . Askerî mahkeme heps ini s u ç l u g ö r d ü , ası larak öldürülmelerine karar verdi .
S e h p a n ı n başında yürekli l iğini y i t i rmeyen yalnız kol-c u b a ş ı Sal ih o ldu. Ethem bey, « i n f a z » s ı ras ında meydandaki sey irc i ler aras ındaydı . İlk ipi çeki lecek olan Salih't i . « C e l l â t , bir eliyle Sal ih' in bağlı koluna yapışmış, ö b ü r eliyle de ipi tutuyordu.» Sal ih'e :
— S o n s ö z ü n nedir? d iye sordular. B u n u n üzer ine ko lcubaşı , g ö z ü n ü kırpmadan sandalyenin üzer ine çıktı ve meydanı dolduran halkın işitebileceği yüksek ve titremeyen bir sesle bağırarak şunları söyledi :
— E y , beni g ö r m e y e gelenler! B e n , bu c e z a y a ve bu kötü akıbete çoktan müstahak olmuştum. Yo ldan ve insanl ıktan çıkmıştım. Bana insanlık, vatanperver l ik telkin e d e c e k y e r d e yoldan çıkmama sebep olanlara da lanet ediniz. Komşuluk hakkını helâl ediniz.
Sal ih' in söz ler i , burda bitmişti. B u n u , cel lâdın y ü z ü n e d ö n ü p bakarak anlatmak istedi. Cel lât, hemen ipini çekt i ; s o n r a , s ı rayla öteki lerin ipleri çekildi. Salihl i cephes i kuv a y ı milliye kumandanı Ethem bey, hem askerî, hem de toplum suçlar ını işlemiş olanları yargı lay ıp b ö y l e c e ipe verd i .
Ethem beyin eline bu « t e n k i b d e n dolayı pek çok s ilâh ve insan geçt i . Bunlardan yeni bir müfreze kurarak hemen c e p h e y e s ü r d ü . Hafif suçlular, hep b ö y l e c e cepheye gönderi lmekle canlar ını kurtardılar.
Alaşehir ' i bütünüyle kendi bölgesine katan Ethem bey, dört gün sonra Sal ihl i 'ye d ö n d ü .
Sal ihl i 'ye d ö n d ü ğ ü günlerden bir g ü n , karargâhına İskoçyal ı bir İngiliz A lbayı konuk olarak geldi ve burda iki g ü n kalarak yine trenle İzmir'e d ö n d ü . Bu adam daha ö n c e bir kez daha gelmiş, Ethem beye konuk olmuştu. Bu kez. Ethem beyin gözler in i dört açt ı racak bir o lay geçmişt i . İskoçyal ı A lbay, İzmir'e d ö n e r d ö n m e z Y u n a n lılar, Yergi 'y i e p e y c e arkada bırakarak B o z d a ğ ' ı ele g e ç i r -
393
mek plânlarını uygulamayı hızlandırdılar. Artık, izinle de olsa karargâhlara böyle adamların alınmaması için karara vard ı . T r e n l e r d e gel ip g e ç e n yabancı lar ın da s ık ıca kontrolü için emir verd i .
B i rkaç önemli noktayı el ine geçi ren Yunanl ı lar, S a lihli merkez cephesini sol y a n d a n ' t e h d i d e başlamıştı. Sar ı E f e (Edip bey) g r u b u , Üç T e p e l e r ' e çekilmek z o r u n d a kald ı y s a da hâlâ Ahmetl i cephesin in sol kanadını korumgya ça l ış ıyordu.
İ N G İ L İ Z K E M A L ' İ N A T L I L A R I
•
Bilhassa söylüyorum: Korkma-yınız. Bu giriş zorunludur. Bu zorunluluk, bizi yüksek ve önemli bir sonuca götürür.
Mustafa Kemal
Kara H a s a n , Suphi bey, Kürt Mehmet Ç a v u ş ve İngiliz Kemal' in, başında bu lunduğu dört y ü z kuvayı milliyeci atlı, Biga'nın çarşı meydanında toplanmış, bütün halk ç e p e ç e v r e sıralanmış bekl iyordu. Bu sırada kurbanlar kesi ldi, ezanlar okundu, tekbirler, gök gürültüsü gibi şehr i sarst ı . S o n r a , Müftü Ahmet Hamdi efendi, uzun bir d u a ve nutuk karışığı çok g ü z e l söz ler söyledi, s o n u n u da ş ö y le getirdi :
— Al lah, düşman ile çarpışan mücahit lere, onlar ın kumandanlar ına ve başkumandan Mustafa Kemal Paşa'y a uzun ömürler v e r s i n !
Buna y ine gök gürü l tüsüne benzer bir yankı karşılık verdi :
— Amin! Bundan s o n r a , dört y ü z atlı, şehirde bir geçi t resmi
yapt ı . Kara Hasan' ın esmer ve granit bir heykel gibi üzerine kurulduğu atın başı , Bal ıkesir yoluna d ö n d ü . Kafi le, a ğ ı r ağ ı r kımıldadı ve d ö r t y ü z atın ayağından çıkan nal
tıkırtı ları, kaldırımların ve taşların bittiği tozlu yo l b o y u n ca uzaklaşt ı .
Atl ı ların başında, yan ında emireri olarak aldığı Dur-muş'la birlikte g idenlerden İngil iz Kemal' in işi Bal ıkesir 'den Biga 'ya bir bu dört y ü z atlıyı alıp Bal ıkesir 'e götürmek, bir de Bandırma'daki si lâh ve cephaneler i bu s ı rada zor la boşaltarak y ine Bal ıkesir Müdafaay ı Hukuk ve Kâzım bey b u y r u ğ u n a iletmekti. Şehirden çıkarken şenlik s i lâhları patlamaya başladı. G ü z e l sesl i ler, kalın ve y iğit sesler iy le yanık köy türküleri s ö y l ü y o r , atlar k işniyor, bir d ü ğ ü n alayı havasıy la g id i l iyordu. Biga g ö z d e n yitmiş, g ü zel d o ğ a yeşil l ikleriyle örtülü tepeler, bu yı lankavi i lerley e n atlıları yutuvermişt i . Atl ı lar, aynı sevinçl i g idiş le yo l alarak M a n y a s sınır ında bir T ü r k köyünde mola verdi . Bu köy, Kara H a s a n çetesiy le Kürt Mehmet Ç a v u ş ' u n , Bir inc i D ü n y a Savaş ı yı l lar ında kanunsuz yaşadığ ı bölgenin iç indeydi . Bundan dolayı , köy halkı onları sevg iy le karşılayarak ağır lamaya çal ışt ı . Bu sınırda o zamanlar Ç e r k e z çeteler iy le Kara H a s a n çetesi arasında birçok çat ışmalar geçmişt i . Kara H a s a n , kendi koruma sınırları içindeki T ü r k köylerine Ç e r k e z çeteler inin yaptığı baskınlara karşılık vermek üzere onlar ın k o r u d u ğ u Ç e r k e z köylerini basar, canlı cans ız malları ve eşraf ın, ağalar ın yükte hafif, pahada ağır mallarını kaldırıp götürür lerdi . Mola ver i len köye daha birkaç gün ö n c e Ç e r k e z çeteleri yeni bir baskın yapmış, ortal ığı talan etmişler, birçok h a y v a n götürmüşlerdi.
İngiliz Kemal, köyü g e z i p dolaşt ı , Kara H a s a n v e a n kodoşlarının konuk edildiği o d a d a b a ş b a ş a vererek fısıltılarla konuştuklarını g ö r d ü . Bu görüşmenin, kendis inden bile gizl i tutulduğunu hemen anladı. H e r h a n g i bir ters karşılık al ının kaygı ısuy la hic i lgi lenmez g ö r ü n d ü y s e de bir şey ler d ö n d ü ğ ü n ü sezmekte gecikmedi. Ertesi s a b a h , tanyer i atarken yola çıktı lar. K o l , bir s a v a ş durumu alarak i lerlemeye başlamıştı. İngil iz Kemal, yanıbaş ında g i d e n Suphi beye :
— Ne o luyoruz, Suphi b e y ? diye sormak z o r u n d a kaldı.
— Kemal bey, sen kumandaya karışma. S e y r e bak. S e n , bizi Balıkesir'e g ö t ü r m ü y o r musun? Biz de ge l iyoruz. İşte o kadar. Alt yanı bizi i lgilendirir. Biz im, buralarda sorulacak sorular ımız vardır.
Manyas ' ı gösterdi : — Köyler imizde bu adamlar ne hayvan bıraktı, ne
de çift-çubuk. Anladın mı? İngiliz Kemal, ne d iyeceğin i şaşırdı : — Siz bil irsiniz! dedi . Dört y ü z atlının baş ında kasılarak Edincik 'e g i r e n
Kara H a s a n ve adamları, beklendiğinin tersine halkın karşıcı çıkmadığını g ö r ü n c e şaşırdı . Onlar ı g ö r e n herkes b ü y ü m ü ş gözler iy le bir y a n a s ıv ış ıyordu. Padişahçı lar, onlar kasabaya girmeden ö n c e , saçacaklar ı a ğ u y u saçmışlardı i
— Mustafa Kemal'ci çeteler gel iyor, köyleriniz i basacak, y a ğ m a edecekler. Si lâh başında bulunun!
Kara Hasan' ın kargalar ı , bu haberi daha ö n c e o n a f ısı ldadıklarından o da g e r e k e n tert ibat ve plânını hazır lamıştı. H e r an bir y a n d a n tüfekler patlayabil ir, çat ışma başlayabil irdi. İngiliz Kemal, bundan habersizdi . Bunlar ı , çe-» tenin eiebaşlar ından Boşnak Rahman'dan dinleyerek toparlandı :
— A beyim, bizim erkânı harplik senin erkânı harp-liğe benzemez. S e n , şimdi s e y r e bak!
Dört y ü z atlı, g r u p g r u p Edincik' in sokaklar ında g ö z den yitti. Yalnız, erat dağı lmadan ö n c e Kara Hasan' ın kalın, erkek ve sert ses iy le şöy le bir buyruk verdiğ i işi-tllmişti :
— Mala, ırza karşılık g ö r m e d e n cana dokunan olursa g ö r e c e ğ i c e z a , beynine y i y e c e ğ i kurşundur. Neş'et ' in ahırını basın. Al O s m a n ' d a n aldığı kısrağı al ın. Y o k s a , Neş'et ' in bineğini, ikisi de o r d a y s a ikisini de alın.
Biraz s o n r a , Al O s m a n , iki binekle d ö n d ü . Edincik bomboştu. Sokaklarda dolaşan tavuk lardan,
ö r d e k l e r d e n , kedi lerden ve köpeklerden başka önemli bir canl ıya rast lanmıyordu.
Atlı kolu, y ine toparlanarak Bandırma yoluna dizi ldi. B i raz yo l aldılar. Bir tepenin ardında top ağaçlar ıy la bir
396
tehl ikeden giz lenir gibi duran bir çiftlik g ö r ü n d ü . Burasın ı g ö r e n elebaşılarla bütün eratta bir canlıl ık meydana geld i :
— Ş a h İsmail'in çift l iği! — Ş a h İsmail'in çift l iği! Sözler i ağ ızdan ağıza u ç t u . Suphi bey : — H a s a n ! H a s a n ! d iye bağırdı , bak, millet ne d iyor.
Şurası Ş a h İsmail'in çift l iği. Yağma edelim şu hainin çiftliğini!
Ş a h İsmail, yı l lardır ç e v r e y i kasıp kavurmuş bir çeteciydi . B u , Ç e r k e z çetec i , uzun zaman Biga köylerini ta-lanlamış, ora köylüleri aras ında tiksinilecek bir ad bırakmıştı. Hepsi , ona diş g ıc ı rdat ıyordu. Şah İsmail, uzun boylu, çok yakışıklı, palabıyıklı bir erkekti. O n a erkek güzel i de deniyordu. G ü n e y M a r m a r a kıyılarını acımadan haraca kesen Ş a h İsmail, ç o ğ u zaman ellerini kana bulamaktan da çekinmemişti. Bu y ü z d e n , Kara Hasan' ın adamlar ı , bu herifin çiftl iğini y a ğ m a etmek için korkunç bir istek d u yuyor lard ı .
Suphi bey : — Yağma edelim şu herifin çift l iğini, bu a d a m d a n
millete hayır gelmez! diye bağırmaktan kendini alamadı. Akşam ilerlemiş, g e c e n i n karanlığı bir sel g ü r b ü z l ü -
ğ ü y l e .bütün alçak ve çukur yer ler i , d e r e içlerini a ğ a ç altlarını basmıştı. Yalnız, açık g ö k y ü z ü n d e y a v a ş y a v a ş yükselen yumurta sarısı bir yarım ay, ortal ığı karanlıktan kurtar ıyordu.
Ş a h İsmail'in bir kötülüğü daha vardı ki bü hiç bir türlü bağış lanacak gibi deği ld i : O, azgın bir kuvayı milliye düşmanıydı. S o n r a d a n da Ahmet A n z a v u r Paşa'n ın cellâtl ığını yapacakt ı .
Kara H a s a n , savaş nağrasını attı : — H a y d i , y ü r ü y ü n be! Y ü z l e r c e si lâh birden patladı ve çift l iğe d o ğ r u akın
baş lad ı . Bir y ığın insanın saldırdığı bir çift l ikten bir çeteci Ş a h İsmail'in güzel atını yedekleyerek getirdi. Çift l ikten yağmalanan biricik mal b u y d u .
B u , yaln ızca bir g ö s t e r i , bir g ö z d a ğ ı plânıydı ve Kara H a s a n ve arkadaşlar ınca daha ö n c e d e n tasarlanmışt ı .
Kara Hasan' ın ç e t e s i , Bandırma'ya askerî bir atlı müfrezesi gibi girdi . Bütün şehir T ü r k bayraklar ıy la d o nanmıştı. Bandırma M ü d a f a a y ı Hukuk Derneği 'n in başkanı emekli deniz subay ı H a s a n beyin iyi çal ışmış o l d u ğ u n u ingiliz Kemal hemen anladı.
Bütün Bandırma halkı, atlıları çevrelemiş, a l k ı ş l ı y o r :
— Yaşasın aslanlar! Yaşas ın Mustafa Kemal P a ş a ! d iye bağır ıyordu. Şehirde, çoktan beri esir bulunan bir ş e h r i n kurtuluşunu andır ı r bir s e v i n ç dalgalanıyordu.
İngil iz Kemal, yanıbaş ında giden Kara H a s a n ' a :
— G ö r d ü n mü H a s a n ? dedi, millet siz i nasıl kurtarıcı olarak karşı l ıyor!
O n u n gözler inde umarak beklediği başar ı lardan b irinin sevinci y ü z ü y o r d u . Hemen ç e v r e y e g ö z c ü l e r ç ıkararak güvenl ik tertibatı aldırdı. S o n r a eratı hanlara yer leşt i rd i .
Kara H a s a n , Suphi bey, Kürt Mehmet Ç a v u ş v e B a n dırma eşraf ı , üyeler sökün etti. En s o n r a , kaza kaymakamının da geldiğini bildirdiler. U z u n uzadıya memleketin kritik sorunlar ı üzer inde konuşuldu. S o n r a , Kaymakam Seyfu l lah bey, İngiliz Kemal'i Y u s u f İzzet Paşa'nın deniz kıyısındaki karargâhına g ö t ü r ü p onunla tanıştırdı. İngil iz Kemal'i makamında kabul eden Y u s u f İzzet Paşa, şaşkın şaşkın onun y ü z ü n e baka kaldı. Anlaşı lan bu işleri ç e v i ren adamın şöyle böyle orta yaşl ı bir adam olması g e r e k iyordu.
— O ğ l u m , bu kuvvet in başında sen mi b u l u n u y o r s u n ? — Evet, efendim. A y n ı zamanda Biga'nın S i v a s d e -
legesiy im. — Burada çok kalacak mısınız? — N e d e n s o r d u n u z , paşam? Merak edecek bir ş e y
yok. B e n , diplomasi nedir, bilirim. İşgal bağlantı subayın ı resmen z iyaret etmeden g i tmeyeceğim.
— A m a n , evlâdım, bunları karıştırma! Paşanın gözler i y u s y u v a r l a k olmuştu. Ç e v r e s i n d e k i
kurmay subay lar g ü l ü y o r d u . Bu anlamlı gü lümsemeler , İngil iz Kemal'i yüreklendirdi :
— Z iyaret etmemek çok kalabalık olur, paşam, merak
398
etmeyiniz, hic bir hâdiseye önayak o lmayacağımıza g ü venebi l i rs iniz.
M ü s a a d e isteyerek ayrı ldı . Yanına ufak bir müfreze ile Kürt Mehmet Ç a v u ş ' u alarak işgal temsilci l iğine gitti. S u b a y yer inde yoktu. Deftere: « K u v a y ı Mil l iye Biga Kumandanı Kemal.» d iye y a z d ı . Hana döndükler inde İngil iz subayın ın karşı z i y a r e t için içerde kendisini beklediğini söyledi ler. Demek ki a d a m , o H a s a n beyle M ü d a f a a y ı Hukuk' la kimi işler üzer inde konuşup g ö r ü ş ü r k e n hana gitmişti. Bütün kuşku içinde y a ş a y a n insanlar gibi doğruca İngiliz subayın ın yanına girmeden ö n c e kapının aral ığından içeri baktı. Bir de ne g ö r s ü n ! B u , İstanbul 'da z i n d a n d a y k e n ifadesini alan s u b a y değil miydi? M e h m e t Ç a v u ş , İngiliz subayın ın karşısında nargi lesini tokurdat ıyordu. Hemen ters y ü z edip bir y a n a saklandı ve İngiliz subay ı g i d i n c e y e dek o r d a n çıkmadı.
* **
Kara Hasan' ın Bandırma'nın önüne, arkasına g ö n d e r diği ist ihbarat ajanlarının v e r d i ğ i haber çok k ö t ü y d ü . M a n y a s bölgesi , bir tehlike yaratacak gibi s i lâhlanmıştı . Ş a h İsmail çiftliği olayı A n z a v u r Ahmet' i uyarmışt ı , anlaşı lan padişah ve Damat Ferit ' le ya da İngiliz Dost lar ı D e r n e ğ i ' -nin sarıklı başlarıyla anlaşıp büyük bir g ö r e v l e bir ayaklanma bölgesinin başına g e ç e c e k t i . Kara Hasan' ın adamları, gerçekten hiç şaş ı rmadan en taze haberler i kuşun kanadıyla onun kulağına ulaşt ır ıyor lardı .
Bir jandarma eri gelerek İngiliz Kemal'e kumandanının kendisini görmek istediğini söyledi .
— B u y u r s u n . — Hayır , çok gizl i görüşmek ist iyor, siz i makamında
bekl iyor. İngiliz Kemal, b u n u Kara Hasan'a ve Kürt Mehmet
Ç a v u ş ' a bildirdi. Herhangi bir tehlikeyi ön leyecek tedbir-rer hemen alındı. Y ü z b a ş ı Abdul lah bey, o n u büyük bir içtenlikle karşıladı :
— Aman, gel , kardeşim, dedi , durum gitt ikçe kötüleşiyor. A n z a v u r M a n y a s ' a geçmiş. S i z e pusu kurmuş. H a beriniz var mı?
— Elbette, haberimiz olmaz mı? Bi l iyoruz. O n u n verdiği bi lgiye g ö r e Darıcal ı H a s a n , Manyasl ı Şevket, A n -z a v u r ' u n oğlu Kadri çeteler i . Kara Hasan' ın yo lu üzer inde Ayval ıdere 'de p u s u y a yatmışlardı.
Abdul lah bey, kendisinin de jandarmalarıyla birlikte onlara katı lacağını söy ledi .
Bal ıkesir 'e d o ğ r u yola çıkılmak üzereydi . İngiliz Kemal, Kara Hasan'a :
— H a y d i , bakalım, dedi , işbaşına! Ayr ı lmadan ö n c e yapı lacak iş var.
— Nedir o? — Si lâh depolarını boşal tacağız. Bunları Bal ıkesir 'e
a r m a ğ a n olarak g ö t ü r e c e ğ i z . Bir buyrukla hanlardaki bütün arabalar toplatı ldı.
K a h v e l e r d e oturup sinek av layan bütün erkekler, kaldırılıp c e p h a n e ve si lâh depolar ının bulunduğu y e r e götürü ld ü . Bu büyük kalabalığa büyük bir hevesle kadınlarla ç o cuklar la katıldı. Depolar ın kapıları kırıldı. T e k karşı koyan olmadı. Tüfekler, makinalı tüfekler, c e p h a n e sandıkları g ö t ü r ü l ü p arabalara yüklendi. Kadınlar, yol lara dizi lmiş, d u r m a d a n :
— Al lah size yardım etsin! diye dua ediyor lardı . Arabalar , kalın çadır bezler iy le sımsıkı sarıl ıp örtül
d ü . Halkın umutlu ve sevinçl i bakışlarıyla uğur lanan atlılar, Bal ıkesir yoluna dizi ldi. Bandırma arkada kalmıştı. Kara H a s a n , yaşay ış yo lunda d u y d u ğ u en yüksek s e v i n c in d o r u ğ u n d a y d ı . İngiliz Kemal'e şöyle d i y o r d u :
— Al lah, Yarabbi , bana b u g ü n ü de gösterdi . Yıl lardır beklediğim gün geldi.
Si lâh ve c e p h a n e arabalar ının yanısıra, ufak bir kor u y u c u g ü ç katılmış, ger i kalan ana güç ise Manyas ' ı tarayarak g id iyordu.
İngiliz Kemal, Bandırma'dan ayrı lmadan ö n c e , B a l ıkesir 'de 61. T ü m e n Kumandanı Kâzım beyi telefonla bulmuş ve ona durumu bildirmişti.
Tet ikte i lerleyen keşif kolları, beklendiği gibi A y n a -l ıdere'ye birkaç y ü z adım kala pusudaki ler in ateşler iy le
' karşı laştı lar. Kara H a s a n Ç e t e s i de sipere girdi . Karş ı -
400
lıklı say ıs ız kurşun at ı l ıyordu. Kara Hasan' la Kürt M e h met Ç a v u ş ' u n savaş emirleri, bütün bu cayırt ı aras ında iy ice işit i l iyordu.
Karşıdaki ler çok kabarık sayıda idiler. Bu yağdırdıkları kurşunların çok luğundan anlaşı l ıyordu.
Bandırma J a n d a r m a Kumandanı Yüzbaş ı Abdul lah bey, bu sırada bir hızır gibi yetişt i . İngiliz Kemal, baktı; « g e n ç , uzun boylu, çok kibar g ö r ü n ü ş l ü , gözler i a teş s a ç a n bir jandarma subayı , arkasında bir makinalı tüfek ve c e p h a n e sandığını taşıyan iki eriyle mevziye g i rd i . Hemen ingiliz Kemal'in yanıbaşına yerleştir i len makinalı tüfek, dakikada beş y ü z mermi kusarak karşıda t o z u dumana katınca işin rengi değişt i . Kara Hasan, ağ ı r baskı karşıs ında geri çekilmek emrini vermek üzere Kürt M e h met Ç a v u ş ' l a g ö r ü ş t ü ğ ü s ırada, makinalı tüfeğin imdada yet işmesiy le bir mucizeyle karşılaşmış gibi sevindi . Karşıdaki ler, çekilmeye başladı. Her iki yandan e p e y c e y a ralı vard ı . Karşıdaki lerin yaralı ları s o r g u y a çeki ldi. Burda A n z a v u r ' u n yerine çatışmayı oğlu Kadn'nin yönett iği öğreni ld i . Bu işte en çok şaşıran İngiliz Kemal o ldu. A n z a v u r ' u n oğlu Kadri , çıka çıka onun Beşiktaş Kulübü'nde boks dersi verdiği Beşiktaşl ı Kadri çıkmadı mı? Bu iş, o n u çok üzdü. Bayağı ağlamaklı o ldu. « B u ç o c u ğ u n kendisine karşı da büyük saygıs ı» o lduğunu bi l iyordu.»
Kara Hasan' ın atlı ları, bu çatışmayı savdıktan s o n r a , Bal ıkesir 'e dek olaysız gittiler. Balıkesir'e girişleri pek parlak o ldu. Sokaklara dökülen halkın ağzında « Y e ş i l o r d u » lâfları dolaş ıyordu. Başlar ında Durmuş'un da bu lunduğu si lâh ve cephane yüklü arabalar, hiç bir engele dekgel-meden Balıkesir'e varmıştı. Kâzım, Hacim ve V e h b i beyler, bunlara çok sevindi ler.
Kara Hasan' ın atlı ları, Bal ıkesir 'de iki gün konuk kaldıktan sonra, Biga'nın yabancı çetelere karşı savunmasız kaldığın ı söyleyerek geri d ö n d ü . Bunlar ı , cepheye g ö n d e r meyi uman kumandanla Müdafaayı Hukuk Derneği , bu işe e p e y c e üzüldü. B ö y l e c e Kara Hasan' ın durumundan kuşkulandılar. İngiliz Kemal'i de artık, orada yapacağı- bir âşi kalmadığını söyleyerek Bal ıkesir 'de bıraktılar. Yalnız,
401 3/F. : 26
Kara Hasan' ın atl ı larından c e p h e d e v u r u ş m a y a gitmek isteyenler sorularak ayrı ldı ve c e p h e y e gönder i ld i . İngiliz. Kemal' in emireri Durmuş da bunlar aras ındaydı . S o n r a c e p h e d e n şehit haberi geld i .
** Bir g ü n , Balıkesir M ü d a f a a y ı Hukukçular ıy la kuman
dan ve İngiliz Kemal, oturmuş konuşuyor lard ı . Bu s ı r a d a , içeri si lâh deposu gibi u z u n b o y l u , parlak bakışlı g e n ç bir adam girdi. Herkes, bu çok tanınmış silâhşoru g ö r ü n c e sevindi , el sıkıştılar. Bu s i lâhşor, Balkan dağlar ın ın yetişt irdiği en seçkin ve y iğit T ü r k komiteci ler inden ve eski «Teşki lât ı M a h s u s a s c ı l a r d a n Dramalı Rıza b e y d e n başkası değildi. 61. T ü m e n Kumandanının çağırması ü z e rine c e p h e d e n ayrılmış, gelmişt i . Ethem beyin Salihli c e p hesinde ve ister istemez o n u n b u y r u ğ u n d a b u l u n u y o r d u . H e r türlü buyruğa da ö n c e d e n isyan etmiş olan bu a d a m , Ethem beyle de geçinemiyor, başağrı lar ı meydana getirmekten uzak durmuyordu. İngil iz Kemal' in, Kâzım b e y e verdiği boşaltı lacak cephanel ik ler in krokisi, Dramalı Rıza bey aracı l ığıyla değerlendir i lmek isteniyordu. Kumandan, bu işe Dramalı Rıza beyi koşarken bunu İngil iz Kemal'e bi le bildirmemişti. İşte, Dramalı Rıza bey, o d a y a gir ip de herkesin elini sıktıktan s o n r a yeni bir yüz le karşı laşınca duraladı ve birkaç saniyelik şaşkınl ıktan sonra hemen o n u n üzer ine atıldı :
— V a y , vay, vay, bey im, dedi. Ben seni Paris s o kaklarında zevku safa ile ö m ü r s ü r ü y o r sanıyordum. Demek sen de düştün buraya ha?
E p e y zamandır birbirini görmemiş Olan iki c a n d a n arkadaşın birbirlerinin b o y n u n a atılmaları bütün o d a d a -kileri şaşırtmıştı. Bu iki adamın nasıl olup da bu denli c a n c i ğ e r ahbap olabi leceğini akılları a lmıyordu. O t u r d u lar ve Dramalı Rıza bey, merakla kendisini d inleyen arkadaşlara bu içten dost luğun uzun hikâyesini, bomba s a -v u r u r gibi çıkan güleç ses iy le anlattı. Dramalı Rıza bey in yanıs ıra odaya bir kişi daha girmişt i . O da o n u n gibi si lâh deposuna benzeyen bir s a v a ş ç ı y d ı . O da Balkan dağlar ında yı l larca B u l g a r komitacılarını kovalamış tam
402
bir Balkan komitacısı tipi ve s o n r a çok iyi bir ö r g ü t ç ü y d ü . S a ç ı sakalı birbir ine karışmış bu kalpaklı ve aydın y ü z l ü s i lâhşor, ünlü Edremit Kaymakamı Köprülü lü Hamdi beydi . Ayval ık ' ta kurduğu milis g ü c ü n ü n baş ında AH b e y i n (Çet inkaya) olayıyla y a n y a n a Yunanl ı lara karşı çarp ışmıştı. Ş imdi de Y u n a n zulmü n e r d e y s e o da g ö ğ s ü n d e k i a r - , malar, elindeki mavzer, bel indeki tabanca ve bombalar la bir d e ö r g ü t ç ü yeteneğiy le o r d a y d ı .
İşte Dramalı R'za b e y i n , İngil iz Kemal üstüne anlattığı h ikâyeyi çok i lgiyle d in leyenler aras ında o da v a r d ı , Kâz ım b e y , Dramalı i le o n u , çok önemli cephaneci l ik le-rin boşalt ı l ıp İç A n a d o l u ' y a taşınması ve Biga bölges in in b ü s b ü t ü n kazanılması için o r a y a göndermek üzere c e p h e d e n çağırtmışt ı . B ö y l e c e , Ethem bey de b a ş ağr ı lar ından kurtulmuş o luyordu. Kâzım beyle Bal ıkesir M ü d a f a a y ı H u kukçular ı , eğer Kara Hasan' la atl ı larına tam kuvayı mill iyeci olarak güvenebi lse lerd i , iş yoktu. O y s a . on lar c e p heye gitmekten çekinmişler, b ö y l e c e disipl inin dış ına çıkmışlardı. Bu y ü z d e n de onlara her kalıba g i recek ve s ı ras ında zararl ı olabi lecek kişi ler g ö z ü y l e bakı l ıyordu. Bu toplant ıda Kara H a s a n ve çetesi üzer inde ileri ger i e p e y ce konuşuldu. Hamdi b e y i n d e , Dramalı 'nın da bu konuşmalardan edindiği iz lenim, olumludan çok o l u m s u z d u . Hamdi beyle Rıza b e y , hemen B i g a ' y a yol lanmak üzereydi ler. İngiliz Kemal, Dramal ı 'ya :
— Rıza, kardeşim, dedi , bu Kara H a s a n senin işittiğ i n ve sandığın gibi b ir adam değildir. C o k mert, yürekl i g e r ç e k bir yurt ç o c u ğ u d u r . H i ç bir z a m a n hain o lamaz. Dikkat et! Yalnız cahi ldir. G ö r g ü s ü azdır. Fakat, iyi bir arkadaşt ı r . Senin sandığ ından da çok savaşçıd ı r . S ö z l e r i mi unutma. Kara Hasan' la zıt duruma girme!
— Bana bak! Dur, şimdiki adını unuttum. N e y d i o? İngi l iz Kemal ha? Ben diplomat deği l im. E ğ e r bana « e y v a l l a h » derse ne âlâ! Y o k s a ben kendim « e y v a l l a h » d e dirtmesini bilirim. B i raz da Hamdi b e y e s ö y l e .
« H a m d i bey, on kat daha kabına s ı ğ m a y a n bir a d a m dı.» O n a dert aniatı labil ir miydi? Bu mülkiyeden çıkmış y ö n e t i m adamı, Balkanlarda çeteci kovalamaktan b a ş a la-
403
mamış tam bir çeteci hırçınl ığı ve ataklığıyla davran ı r bir a d a m olup çıkmıştı. •
B ü t ü n arkadaşlar, Dramalı Rıza ve Hamdi beyler i , helâl laşarak Biga 'ya uğurladı lar. Gidip de gelmemek, g e lip de görmemek vard ı .
K A R A H A S A N ' I N K A R A T A L İ H İ
Bir g ü n , başlar ında Köprülü' lü Hamdi, Dramalı Ali Rıza ve Bandırmalı Kâni beyler üçlüsünün bu lunduğu kırk k u v a y ı milliye atl ısı, ansız ın Biga'nın sokaklar ında g ö r ü n d ü . Sokaklarda dağınık bulunan Kara Hasan' ın çetes i , bunlara yadırgayarak büyümüş gözler le baktılar. Bunların ge leceğin i pek az kişi b i l iyordu. Bunların başında M ü dafaay ı Hukuk Derneği 'n in başkanı Müftü Ahmet Hamdi efendiy le üyeleri vard ı .
Hamdi bey, d o ğ r u c a belediyeye vardı , atları t ımar ett ir ip hana çektirdi. Kendisi de öbür iki arkadaşıy la belediyeye yer leşt i .
Hamdi bey, hemen işe başladı. İlkin kaymakamı ç a ğır tarak g ö r ü ş t ü . U z a k t a n aldıkları bi lgi lere en yeni ler ini de kattıktan s o n r a , şehr in bütün ileri g e l e n , s ö z ü g e çenler i belediyeye çağırt t ı . Bu toplantıda memleketin b ü tün dert lerini g ö z d e n geçirdi ler. Hamdi bey, k ısaca ş u n ları söy ledi :
— Arkadaşlar, ilk işimiz, Yunanlı ları topraklar ımızdan ç ıkarmak olmalıdır. O r d u n u n başına Mustafa Kemal g e çecekt i r . Paşayı el imizden geld iğ ince desteklemeliyiz. B e n , b u r a y a düşmana karşı koyacak teşkilâtı kurmaya geldim, s iz ler in yardımınızı bekl iyorum.
Hamdi bey, Bigalı larla b ö y l e c e yakından g ö r ü ş ü p a n laştıktan s o n r a , hemen işe koyuldu: Ç o k kesin bir buyrukla herkesin el indeki s i lâh ve cephaneyi get ir ip hükümete teslim etmesini bi ldirdi. C e p h e d e s a v a ş a n birl iklere en çok gereken de b u y d u . H e r k e s si lâh ve cephanes in i hükümete, askerl ik şubeler ine bırakacaktı. Bunlar ı tesl im etmeyip de yakalananlar, çok şiddetli para ve hapis c e -
404
zasına çarptır ı lacaklardı. Bu arada kuşkulanılan herkesin evi de aranacakt ı . Halk, buyruk çıkar çıkmaz kasabalard a n , köylerden akın ederek si lâhı, cephanesiy le geldi ve hükümet konağıyla askerlik şubesinin önünde k u y r u ğ a girdi . A y r ı c a Hamdi bey müfrezes i , köylerde devr iye g e z e rek si lâhların teslimi için halka öğüt v e r i y o r d u . A s k e r kaçaklarına şöyle diyor lardı :
— Korkmayın, hiç çekinmeden silâh ve cephaneler i nizi teslim edin, af fo lundunuz, s ize hiç bir fenalık g e l m e yecekt ir . B ö y l e c e , güvenl ik kurulur gibi o ldu.
B u r d a pürüzlü bir nokta mide bulandır ıyordu. Kara Hasan' ın eşkiyalardan devşird iğ i kır bekçileri, hâlâ birer hükümet sorumlusu gibi köylerden para top luyordu.
Kara H a s a n , Hamdi bey müfrezesinin, hükümetin resmî g ü c ü olarak gel ip Biga'nın göbeğine yer leşmesinden çok pirelenmişse de yüksek ses le, göster i y a p a r , tehdit e d e r gibi konuşmaktan çekin iyordu. Biga'da şu s ö z l e r , yeni bir tehlikeli rüzgâr la kulaktan kulağa gidip d u r u y o r d u :
— Bir kümeste iki h o r o z ötmez. Kara Hasan' ı kara kara düşündüren şey, Hamdi bey
ve adamlarının hem hükümet adamı olması, hem de onları köylünün tutmaya başlamasıydı. Halk, onların buyruklarını baş tacı eder gibi hemen benimsiyordu. Hamdi beyin bütün d ü ş ü n c e s i , halkı ürkütmeden y a v a ş y a v a ş seferber l iğe d o ğ r u sürüklemekti .
Kara Hasan' la çetesinin kendisine için için diş bilediğini bildiği halde onların varl ığıyla y o k l u ğ u n d a n habers iz gibi g ö r ü n ü y o r d u . Belki de günün birinde daha b ü yük bir tehlike karşısında birlik olabileceklerini d ü ş ü n ü y o r d u . H e r ^ a m a n , onların karşısında deği l , yanında gibi g ö r ü n ü y o r ve onlardan yard ım ist iyordu :
— Memleketin kurtulması uğrunda elbirl iği edip ç a lışmalıyız, d iyordu.
Kara H a s a n , buna şöy le karşılık v e r i y o r d u : — Benim, hükümete güvenim yok, ne size si lâhımı
ver i r im, ne de işime karıştır ır ım. Y i n e adamlarını köy köy dolaştır ıp halktan para top
lat ıyordu. Biga dolaylarındaki Ç e r k e z , Pomak v.b. gibi bir-
405
çok müslüman azınl ıkların, padişahçı ların telkinleri alt ında giz l iden giz l iye kaynayıp köpürdüğü haberleri , her g ü n Hamdi beyle arkadaşlar ının kulaklarını y o k l u y o r d u . Kara H a s a n çetesinin de sık sık B iga dolaylarında büyük bir. g ü ç kazanmış olan p a d i ş a h ç ı propagandaca yoklandığı sez i l iyor ve tetikte bulunuluyordu.
Hamdi bey ve arkadaşlar ının en çok korktuğu ş e y , d ışardan gelecek bir isyan dalgasının, içerdeki-Kara Has a n çetesiy le bir leşerek büyük bir tehlike yaratması d ü ş ü n c e s i y d i . Bu y ü z d e n de Kara Hasan çetesini tezelden harcamak kararına varmışt ı . Artık besbell iydi ki Damat Fer i t ' in padişahçı ve İngil izci propagandası , Biga'nın içinde de pek çok yer leşecek gönül lü bulmuştu ve bunlar, y a v a ş y a v a ş örgüt lenme yolundaydı lar. İşte, Kara Hasan'la ilişki kuran bu kişiler, Hamdi bey ve arkadaşlarının yaptıklarından sızlanıp yakındıklarında o, onlara şöy le d iyordu:
— Korkmayın, gerekirse ben işe karışırım. B ü t ü n bunları yakından bilen Hamdi bey, bir baskın
la ya da komplo ile Kara Hasan' la çetesini or tadan kaldırma işini çabuklaşt ırdı. Bucaklara, köylere, yol lara dağıtı lmış olan bütün becerikl i ve a c a r jandarmaları birer ikişer merkeze aldırıp elinin altına yerleşt irdi.
Hamdi bey, arkadaşlar ına Kara Hasan'la çetesini ortadan kaldırma plânını şöy le açıkladı :
— Cumartes i sabahı Kara Hasan' la Suphi beyi ve çetenin ileri gelenler inden Halil Ç a v u ş ' u belediyeye çağır ıp, « Ç a n p a z a r ı ' n d a O s m a n efendi millî teşkilâta girmek istemiyor, hep beraber Ç a n p a z a r ı ' n a bir baskın yapal ım» d i y e c e ğ i m . Kara H a s a n bunu yapmak istemeyince: « Ö y leyse haydi , çıkın, g id in!» diye bağıracağım.
Bundan sonrası hazır lanmıştı. Cumartesi g ü n ü , Kara H a s a n , Suphi bey, Halil Ç a v u ş , belediyeye Hamdi beyle arkadaşlar ın ın -kurduğu tuzağa tıpış t ıpış gitti ler. Hamdi b e y , önerisini y a p a r y a p m a z Kara Hasan parladı :
— S iz , bize emredemezsiniz, eğer ileri g iderseniz s i ze tüfeklerimizin namlusu ile karşılık verir iz.
Hamdi bey, plâna g ö r e yüksek sesle onları kovdu. Öç elebaşı k a y g u s u z c a o d a d a n çıkarken Dramalı Ali Rıza
406
b e y l e arkadaşlar ının parabellumları göğüsler ine dayandı . Dramal ı :
— Tesl im o lun! diye haykırdı, kıpırdayanı gebert i r im. Kara Hasan : — T e s l i m ! Diyerek ellerini kaldırdı. Ö b ü r iki arkadaşı da onun
g i b i yapt ı . Ü ç ü n ü n silâhlarını çabucak aldılar, bileklerine kelepçeyi taktılar. Kara H a s a n , Rıza beye :
— Rıza bey, bana kelepçe vurma! dedi. O da bu yal-var ıy ı benimseyerek onu c e z a e v i n e kelepçesiz g ö n d e r d i .
Üç kişiyi c e z a e v i n e götürüp kapayan Dramalı , doğru Kara Hasan' ın karargâhına koştu. Orasın ı basma buyr u ğ u n u Kâni bey yerine get irecekt i . Kâni bey, karargâh o l a n hanı basmışsa da pek az kişiyle karşı laşmıştı. Onlar da karşı koymayı hiç denemeden teslim olmuşlardı. Yo lda Kürt Bekir Ç a v u ş ' l a karşı laşan Dramalı Rıza b e y o n u tutuklamak istedi, o da onu vurmak için ateş etti. Dramalı da silâhını çekerek o n u yaraladı ve ö y l e c e yakaladı. B ü t ü n kahvelerde, çarşı pazarda dağınık olarak bulunan ç e t e c i l e r , hiç bir o laya meydan veri lmeden devşir i ierek m a p u s a n e y e tıkıldı. Bir g ö z ü yeşi l , bir g ö z ü kara Kürt M e h m e t Ç a v u ş ' l a Abdul lah, Göktepel i Ş a b a n , Yeniçiftl ik^ l i M e s t a n gibi elebaşı ların tutuklanamadığı anlaşı l ınca Dramal ı Rıza bey, müfrezenin önüne düşerek dağ köyler ine d o ğ r u atını s ü r d ü . Kürtler, G ü n d o ğ d u köyünde, öteki ler de hep kendi köyler inde barınıyorlardı. Kara H a s a n ' ı n yakalanıp mapusaneye atıldığını anlayan b i r ç o ğ u , kendi l iğ inden Rıza beye teslim oldu. Öteki leri de kendisi y a k a l a y ı p B iga 'ya g ö t ü r d ü . Ç e t e d e n ele geçi r i lemeyen ya ln ız y e d i kişi kalmıştı. Kaçak çeteci leri köyler inden alıp g e t i r e n Dramalı Rıza bey, bir g e c e mapusaneye girerek S u p h i beyle Mustafa adındaki bir başka katil çetec iy i a ld ı , ç a y kıyısına g ö t ü r d ü , kafalarına ikişer kurşun sıktı ve ölüler ini açıkta bıraktı. Katil Mustafa, çok azılı bir adamdı. Ç ı n a r d e r e köyünden Bilâl efendiyle Süleyman A ğ a ' n ı n kız ı n ı ö ldürmüştü v e cezas ız dolaşmaktaydı.
Kır bekçisi adı alt ındaki eşkiyalara hükümete ver ir g i b i h a r a ç vermekten kurtulan köylüler, s e v i n ç iç indey-
407
diler. T a k ı m takım ş e h r e iniyor, Suphi beyle Mustafa 'n ın ö lüsünü görenlerden dinleyip Kara Hasan' la adamlarını mapusanede görerek geri dönüyor lar ve Hamdi beyle Dramalı Rıza beyin ömrüne dua ediyorlardı.
B A Y B U R T L U Ş E Y H H A S A N E Ş R E F S E R Ü V E N İ
Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar, hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir.
Mustafa Kemal
Kâzım Karabekir, Sıcak b ü r o s u n u n p e n c e r e s i n d e n E r z u r u m ' u n hâlâ çatı ları çökmüş, yanmış, yıkılmış ev ler inden meydana gelen geniş harabemsi görünüşünü biraz o l s u n güzel leşt irmek ve bu yoksul luğu örtmek istercesine d u r madan y a ğ a n kara bakarak g ü n c e defterine b u g ü n ü n önemli olayları üstüne notları karal ıyordu. « Ş e y h E ş r e f , hükümete karşı ayaklandı. A l lah'ça gönderi ld iğini , şer iat dağı tacağın ı , yedi devlet in krallarını Hart'ta toplayarak, padişahı da huzuruna getirerek bütün dünyayı düzel teceğin i ilân ediyormuş. H u z u r u n a varan heyetten askerl ik şubesi başkanına tokat vurmuş. Erzurum kadısına, sakal ı bir tutamdan az diye «kâf i rs in» demiş. Kendisi mehdi imiş; kendisine kurşun işlemezmiş. Keramet de göstermektey-miş. Meseiâ sakalının rengini bir anda değişt ı r iyormuş. S o n r a , gerek kendisinin, gerekse müritlerinin ileri s ü r d ü ğ ü n e g ö r e Hazret i Muhammed' in ruhu. Ş e y h E ş r e f t e y e r leşmiş. O n u n da Ebubekir , Ö m e r , O s m a n , Ali gibi a d a m ları ve « S a h a b e i K i ram»ı , Ayşe 's i ve Fatma'sı varmış. Y a kın adamlarına hep bu adları vermiş.
H i ç kuşku yok ki bu herif z ı rzobun biri. Ne v a r ki kendis inden aşağı kalmayanlar da çok. « S a h a b e » l e r i n i tam tertip bulmuş. Ası l gar ib i , bu herife kurşun işleme-
408
eliğine ve kerametlerine inanan insanların v a r o luşu! « Ş e y hin kerameti kendinden menkûl» olmasına karşın E r z u rum'a dek etkisini duyurmakta. Esir olan müfrezeler in de bu gibi telkinlerle y ıprandığına kuşkum kalmadı. Ası l s o r u n , bu herifleri oynatan el nerede?
O y u n u n bundan sonraki aşamaları neler? S o n perdenin kuvayı milliye teşkilâtı o l d u ğ u , asıl amacın, biz im şahıslarımız olduğu meydanda. Erzurum Kongres i 'nde d e lege o lduğu halde kuvayı mill iyenin ve ordunun tam d ü ş manı olan ve T r a b z o n gazetes iy le de saçmalayıp d u r a n , İstanbul ile de sıkı bağlantısı olan kaçak Ö m e r F e v z i ' n i n E r z u r u m Kongresi 'nden dönüşte Bayburt ve Hart b ö l g e sinden Sürmene'ye geçt iğ i anlaşı ldıysa da o bölgenin h ü kümet reisleri de bir zamanlar kongreye karşı durmuşlardı. Gar ip bir dekgel iş olmak üzere Yarbay Rawl inson, y a nında maden mühendisi bir İngiliz'le G ü m ü ş h a n e dolaylarında dolaşıp duruyor .
Fevz i Paşa heyet inin. Ş e y h E ş r e f i n ayaklanışını ve Ö m e r Fevzi 'nin durumunu bildiği halde T r a b z o n ' d a Ö m e r Fevzi 'y i korur gibi inceleme yapması , İlhami beyin bildirisi ve kolordu aleyhinde bulunması gibi durumların hepsi birden bir demet diken! En çok önem verdiğim nokta, şeyhin daha çok güç lü müritleri bulunan deniz kıyısı bö lgesi ne durumda? Bu şeyhin şeyhi de Elâziz 'de imiş. B u nun aracıl ığıyla ş e y h e ö ğ ü t vermeyi öneren saflar da var .
İşi büsbütün türlü bölgelere sıçratmak tehlikesini g ö rerek bu adamları yer inde g ö z hapsine aldırmayı ve Hart olayını da her yana duyurtmayı uygun buldum. S ü r m e n e kıyı larından silâhlı mürit lerin akın akın H a r f a d o ğ r u yo la çıktıkları haberi geldi. Demek şeyhin Bayburt 'a saldır ıya geçmemesi , deli saçması gibi bir şey olan bu olayın s i y a sal amaçları ve onlara varmak üzere ince d ü ş ü n ü l m ü ş bir yönetimi var. Buna karşı nizamî kuvvetlerin Y a r b a y Halit beyin kumandasında Bayburt ' ta toplanmasından sonra H a r f a kesin bir d a r b e vurmak, bu zamana dek de şeyhi oyalamak ve halkı dinlemek ve uyarma için A l b a y Rüştü beyi de araşt ırma kurulu başkanı olarak o do laylarda ruhsal çal ışmalarda bulundurmak gerek. E r z u r u m ' -
409
d a , hic bir olay yokmuş gibi denetlemelerimle uğraşmalıyım. Havalar —6. —10 ve kar her yanı ağartmış bir halde.»
** Bayburt ' ta toplanıp hazır lanan 28 ve 29. alaylarla
on buçukluk obüs bataryası , Y a r b a y Halit beyin kumand a s ı n d a Hart 'a d o ğ r u yürüyüşe- başladı. Derece hep sıfırın alt ında oynuyor , d o n d u r u c u bir soğuk askerler in yüzlerine yaprak yaprak menekşeler konduruyordu. Sürme-n e d e n ve Of ' tan gelmekte olan silâhlı müritlere yo lu kapamak üzere ü ç ü n c ü tümenden bir tabur ayrı lmış ve bu arkadan gelecek her türlü tehlikeyi önleyecek biçimde bütün geçit leri tutmuştu.
A ğ z ı n d a n söz yer ine el indeki tabancadan salt kurşun ç ı k a n Halit bey, atının üzer inde donmuş karları g ıc ı rdatarak dağlara d o ğ r u t ırmanırken, bu kara kışta durup d u r u r k e n başına böyle bir belâ açan Ş e y h E ş r e f i düşünerek dişlerini g ıc ı rdat ıyordu. Her i fç ioğlu, karşısına gelen askerler i ve subaylar ı afsunlayarak avluyor, esir ediyord u . Bakalım kendisine de bu o y u n u yapabi lecek miydi? O , d ü n y a savaşında b u y r u ğ u n a yan bakmış n ice eri v e s u b a y ı tabancasını çekerek armut gibi düşürmüş, belki d ü ş m a n kadar T ü r k de öldürmüştü. Demek ki Kâzım Kcr-rabekir, bu şeyhe o denli içerlemişti ki öbür d ü n y a y a g ö n der i lmesi işini kendisi gibi bir adama vermişti. Ş e y h E ş r e f i n oturduğu Hart köyü dolaylar ına var ıncaya dek birkaç s u b a y ve er, Y a r b a y Halit beyin her an çekilmiş bul u n a n uzun namlulu tabancası önünde ölüm tehlikesi g e ç i r d i . Hal i t bey, tepeden t ı rnağa silâhlı Hart köyünü geniş b i r ç e m b e r içinde kuşata d u r s u n biz, bu kış kıyamette s o n kerte tehlikeli olabi lecek siyasal bir ayaklanışla bunca insanı tedirgin eden Ş e y h Eşref üstüne bu ana d e ğ i n bi l inenler i anlatalım :
Bayburt 'a dört saat çeken Hart köyünde Ş e y h Eşref adl ı bir adam o t u r u y o r d u . Vakt iy le bir medrese ö ğ r e n c i si iken tabur imamlığından emekli O s m a n Bedrett in efend i n i n H a r p u f t a k i dergâhına kapılanmış, sonra bir ş e y h o l a c a k kertede olgunlaşarak şeyhinden « b i a t » almış, H a r f i merkez edinerek tarikatını kurmaya başlamıştı. Az
410
z a m a n içinde Hart bucağın ın yarısı o n u n müritl iğini ben i m s e m i ş , b u yol la ünü ö b ü r köylere v e d a h a d a uzaklara yayı lmakta gecikmemişt i . Ş e y h E ş r e f adını alan eski m e d r e s e öğrenc is i Eşref efendinin ünü daha ç o k Kar a d e n i z kıyılarının s o n ' kerte bağnaz köylüler i aras ında tatlı b ir vankı bulmuştu. Sürmene'de i s m a i l C e y b î ai lesind e n v e Saşoğul lar ı 'ndan birkaçı, G ü m ü ş h a n e ' n i n Yağmur-d e r e dolaylar ından birkaç köy halkı, müritleri aras ına girmekte gecikmemişt i .
Ş e y h Eşref , b a r ı ş s e v e r müritler edinmeyi d ü ş ü n e n lerden de deği ldi. Kendine mürit olarak g e l e n her erkek, s i lâh ın ı da birlikte get i r iyordu. B ö y l e c e , Ş e y h E ş r e f i n dört y a n ı , g ö z ü pek silâhlı larla dolmaya baş l ıyordu. 1907 yıl ına dek çevredeki dört y ü z silâhlı azgın müritle g ö z yıldı-rarak ç e v r e s i n e hükmeyieyen Ş e y h Eşref , bu y ı ldan s o n ra kendisinin Al lah'ça gönderi lmiş bir p e y g a m b e r o l d u ğ u nu d u y u r m a y a başlamıştı. Bütün islâm dünyas ın ın kendi ç e v r e s i n d e toplanacağın ı müjdel iyordu. Art ık, bütün kon u ş m a l a r ı , hep bu tütsü ile yüklü olarak s ü r ü p g id iyordu. H e l e s o n zamanlarda daha da ileri gitmiş, padişahın da, b ü t ü n subaylar ın ve memurların da « k â f i r » o l d u ğ u n u iler i s ü r m e y e başlamıştı . Bu tarikatın kural larına g ö r e tari-katten o lmayanlara selâm vermek yasakt ı . Kadınlar, ta-r i k a t e girmiş erkeklerden kaçmıyordu. T a r i k a t t e n olmay a n l a r ı n kestiği etten yemiyor lardı . Tar ikat ten o lmayanların c e n a z e s i n e gitmiyorlardı. Ö r n e ğ i n , bir mürit, tar ikat ten o lmayan babasının cenazesine bile g idemiyordu. B u n l a r , tarikatten o lmayan en yakın akrabalar ının kendi c e n a z e l e r i n e de gelmesini istemiyorlardı. C a m i y e gitmiy o r . C u m a namazını kı lmıyorlardı. Bütün mürit ler de kendi tar ikat ler ine girmemiş olan herkese « g â v u r » g ö z ü y l e b a k ı y o r l a r d ı .
B ü t ü n müritler, şeyhler in in tanrısal l ığına inanıyordu. Ş e y h E ş r e f i n b u geleneklere, dine aykırı v e zarar l ı düş ü n c e l e r i n i s e r b e s t ç e y a y ı p d u r d u ğ u n u g ö r e n İttihat v e T e r a k k i hükümeti, o n u H a r f t a n alıp E r z u r u m ' d a oturmak z o r u n d a bıraktı. D ü n y a s a v a ş ı çıkıp da Rus o r d u s u Erz u r u m ' a g ir ince, ş e y h , yine serbest l iğ ine kavuştu. Bıra-
411
kısma döneminde ortal ığı boş bulan Ş e y h Eşref, doludizgin çal ışmaya ve mürit yet işt i rmeye başladı. Y ine H a r t b u c a ğ ı n d a tünemiş, durmadan cahi l köylü yığınlar ına a ğ u s a ç ı y o r d u .
16 A ğ u s t o s 1919 da B a y b u r t kaymakamı, durumu v i lâyete yakındı, orası da İstanbul 'da « B a b ı Meşihatse bildirdi. « M e ş i h a t ı C e l i l e » , durumu fetva makamına d u y u r d u . H iç bir araştırma ve koğuşturma yapı lmadı. Ş e y h E ş ref, d a h a büyük bir hız ve yürekli l ikle köylü y ığın lar ın ın kafasını b o z u p d u r d u ; a y n ı zamanda silâhlı mürit lerinin sayıs ını daha da çoğaltt ı . En s o n r a , 6 Aral ık 1919 da B a y burt hükümetince s o r g u s u yapılmak üzere resmen çağ-rı ldıysa da bu ç a ğ r ı y a b o y u n eğmedi. Resmî çağr ıy ı kendisine g ö t ü r e n Hart bucak müdürüyle jandarma takım kumandanını adamakıllı tersledi ve onları bayağı tehdit ederek y ü z geri çevirdi . O r t a d a jandarma g ü c ü diye bir ş e y bulunmadığından 6.12.1919 da Hart 'a bir s u b a y y ö netiminde bir asker müfrezesinin gönderi lmesi istendi. Bu yardım isteğini benimseyen askerî kumandanlık, 6.12. 1919 da Hart 'a bir subayın b u y r u ğ u n d a elli kişilik bir müfreze g ö n d e r d i . Müfreze, Hart ' ı kuşattı ve tam şeyhin teslimini istemek üzereyken müfreze erat ında büyülenmiş gibi bir durum görü ldü. H e p s i , subayın ç e v r e s i n i alarak kendilerinin yaptığı gibi onun da ş e y h e b o y u n eğmesin i , o n a kurşun atmanın yarars ız o l d u ğ u n u , o n a kurşun işlemediğini, en d o ğ r u işin, gidip şeyhin elini öpmek o l d u ğ u n u söyledi ler. S u b a y , şaşırdı . Bütün askerler, ş e y h i n müritleri gibi k o n u ş u y o r d u . Zaval l ı subay, cahil asker lerin kaşla g ö z arasında böyle kandırıl ıp yo ldan çıkarı lmasına çok üzüldü ve hemen Bayburt ' tan kuvvet istedi. B u nun üzer ine mülkî makamlar, işi g ö r ü ş t ü . İşin daha ç o k b ü y ü y ü p dalbudak salmasını önlemek üzere barışçı l b ir yo l düşündüler. 17'nci a lay kumandanıyla kaza kaymakamının o lay yer ine gidip araşt ırma yapması b u y r u l d u . Baş ında alay kumandanıyla kaza kaymakamının bulund u ğ u heyet Hart 'a gitt iyse de şeyhin bi l inmeyen bir y a n a gitt iğini öğrendi ler ve elleri boş geri döndüler. S u b a y , müfrezesini alıp heyet le birlikte geri dönmek istediyse
412
d e köylüler asker ler in a ç v e y o r g u n o l d u ğ u n u , yemek y i y i p biraz dinlendikten s o n r a gitmelerinin daha iyi o l a c a ğın ı bir dilek olarak bildirdiler. Askerler, y e m e k için birer ikişer köy evler ine dağıt ı ldı. Bu s ırada d ışar ıdan mürit ler iy le köye d ö n e n Ş e y h Eşref, köylülerle birlikte askerler in si lâhlarını el ler inden aldı ve eratı esir etti. Bu s ı rada telefon başında Bayburt ' tan imdat isteyen alay kumandanı Nuri beyi vurarak şehit ettiler. Hart 'a bir müfreze daha gönderdi ler. Bu müfreze, Hart ' ın güney indeki , G ü r z i s u f l â köyüne vard ığ ında müslüman ve T ü r k kardeşler aras ında kan dökülmesini istemeyen A l b a y H a s a n Lütfü bey, Gürz isuf lâ 'da mola v e r e n askere yet işt i . O n u n da isteği , barışçı l bir yol la bu işin artık bitmesini sağlamaktı . 9.12.1919 g e c e s i , bu köyde dinlenen alay. H a s a n Lütfü beyle bütün müfreze. Ş e y h Eşref müritlerinin yapt ığ ı baskın s o n u c u n d a esir edildi. Bu önemli olay da şimşek hızıyla köylere yayı ldı ve bundan kabaran Ş e y h E ş r e f , kendisinin mehdi o l d u ğ u n u , mürit lerine ve bütün halka bildirdi. Bu k ü ç ü k başar ı , onu b a y a ğ ı evrenin fatihl iğine özendird i . Ar t ık , kendisinin şeriat sahibi o l d u ğ u n u , bütün evrenle (dünyay la değil) s a v a ş a c a ğ ı n ı bi ldiren bir bildiri hazır layarak bütün yakın köyler le S ü r m e n e ve Of dolaylar ına g ö n d e r d i . Art ık, y e r y ü z ü n d e bir «Hal i fei M ü s l i m i n » , bir p a d i ş a h ve bir hükümet yoktu. Bunlar ın hepsine karşı başkaldırmışt ı . Bu s ırada İlyas adlı bir müridine de « A l lah» adını takarak ona kendisi i lkönce s e c d e y e vardı ve b ü t ü n müritlerini de o n a s e c d e ettirdi. E s i r ettiği askerlere yeni bir O t u z b i r M a r t olayı yaratmak istercesine çok zarar l ı p r o p a g a n d a l a r yapt ı ve cuma g ü n ü camide kendi adına hutbe okuttu ve bu s ırada Ebubekir ve Ö m e r adın ı verd iğ i müritlerini yanında bulundurdu. Ş e y h E ş r e f i n b ü y ü k olaylara gebe gibi g ö r ü n e n ve bir kangrenl i yara gibi g ü n g e ç t i k ç e tehlikeli bir sınıra d o ğ r u i ler leyen d u r u m u n u zararsız laşt ı rmak ü z e r e bir kez daha B a y b u r t ' a büy ü k say ıda a s k e r gönder i ld i . « T e n k i l » işi, y ine de geri bırakı larak belki öğüt le yo la gel ir d iye umularak şeyhin y a n ı n a türlü heyet ler gönder i ld i . Subaylar ımız la erlerimiz i n si lâhları ger i veri lmek koşuluyla kendis ine hiçbir şey
413
Yapı lmayacağı üstüne birçok kez s ö z veri ldi. G id ip geler tür lü kurul lar aras ında vi lâyet kadısı da o l d u ğ u halde olumlu bir s o n u ç elde edilemedi. Ş e y h , kadı'nın sakalını kısa bularak a d a m c a ğ ı z ı gâvurlukla suçladı .
O n altı g ü n s ü r e n b u zaman içinde a d a m , N u h d e y i p p e y g a m b e r demedi. D a h a kötüsü, savaş y a p a c a ğ ı n ı bi ldirdi.
*
İşte. Kâzım Karabekir ; askerî ve s iyasal b ö l g e s i n d e işleyip d u r a n bu tehlikeli ç ıbanı, bütün ayrınt ı lar ıyla bilmekte ve b u n u söndürmek üzere türlü barışçı l çareler d ü ş ü n mekteydi. Bu « f e s a t » ocağın ın kendi ko lordusunu tutuşturup kendisini de yakmak yeteneğini taşıdığını ve bu o c a ğ ı İstanbul'daki lerin İngil iz körüğüyle üfleyip horlandırdığını da anladıktan s o n r a . Deli Halit denen yiğit belâyı bu ö r ü m cek!* ş e y h b o z u n t u s u n u n başına sarmakta gecikmedi . Yarb a y Halit bey, ilkin H a r f i n dolaylarındaki köy lerde diren e n bütün müritleri saf dışı etmek üzere sert bir « h a r e kete» gir işt i . Dıştan H a r f a yardıma gelecek bu si lâhlı adamlar ı temizledikten s o n r a , bütün g ü c ü y l e H a r f i ç e v i r di . A r a d a n fare g e ç i r m e y e c e k gibi sımsıkı bir kuşatmadan s o n r a , Hal i t bey, Ş e y h E ş r e f e teslim olması için en s o n öner ide bulundu. O n u n bu önerisine H a r f i n iç inden bir yayl ım ateşle karşılık veri ldi. Artık, günahın kendis inden gitt iğini an layan kumandan, kesin b u y r u ğ u n u verdi ve o b ü s t o p u , ilk mermisini tam bir « isabet le» Ş e y h E ş r e f i n karargâh olarak kul landığı evine g ö n d e r d i . Bu ilk o b ü s mermisi, kendisine kurşun işlemeyen Ş e y h E ş r e f i n tepes ine bir yı ldır ım gibi indi. Kendisiyle beraber iki o ğ l u n u , iki kız ını ve beş seçkin müridini parça parça etti. Ş e y h i n ö ldüğ ü n ü g ö r e n y ü z l e r c e tepeden t ırnağa silâhlı mürit, ellerini h a v a y a kaldırarak ak karların üzerinde kara hayaletler gibi o r d u saflar ına d o ğ r u ilerledi.
Hal i t bey, adamlarıy la köye girdi. Halkı kırıp g e ç i r e rek saklanmış s i lâh, adam ne varsa çıkartt ı. Ş e y h E ş r e f i n , çocuklar ın ın ve müritlerinin parçalanmış kanlı ceset lerine t iksintiyle bakarak ordan ayrı ldı. Bütün esir leri iplerle birbir ine bağlayarak Bayburt 'a g ö t ü r d ü . Y o l d a , gülme n e d i r bi lmeyen y ü z ü n d e gülümsemeye benzer bir b u r u ş m a
414
oldu. Bir tek obüs mermisiyle bitiri lecek bir işi « İ d a r e i maslahatçı lar» ay larca sürdürmüşlerdi . S ö z ü n bittiği her yerde namlu yatağına bir o b ü s mermisi sürmek, y e t e r de artardı bile.
Tutuklular, s ıkıyönetim bölgesi olan B a y b u r t Divanı Harbine veri ldi. Bunlardan birkaçı tam suçlu görü lerek hemen ası ldı. Ş e y h E ş r e f işinde onsekiz mehmetçikle üç subay şehit oldu. Kırküç er yeğnik ve ağır olarak y a r a landı. Bunlardan b i r ç o ğ u , kolsuz ve bacaksız kaldı.
S o n r a d a n Ankara'da kurulacak olan millî mecl is, g e ri kalan hükümlüleri toptan affederken. Kâzım Karabekir , bu denli kötü ve lânetli bir c inayetten dolayı hükümlü o l a n bu adamların affedi lmemesi uğruna d i renecekse de millî meclis, onları y ine de affedecekt ir .
K O Z A N D A Ğ I N D A N S E S L E R
Çıktım Kozan'ın dağına Kafi dizleyi dizleyi Yaralarım göz göz oldu Cerrah gözleyi gözleyi!
Şehre giren yabancı lar ın kontrolüyle görevl i Y ü z b a ş ı O s m a n (Tufan) beye karargâha dört kişinin geldiğini ve Mustafa Kemal'le g ö r ü ş m e k istediğini söyledi ler. O s m a n bey, cümle kapısına git t iğ inde kara kalpaklarının t e p e s i ve yakası kalkık paltolarının omuzbaşlar ı taze karla ağarmış dört kara palabıyıkl ı g e n ç adamla karşı laştı. Kar, kuzey rüzgârının yüksek kavaklarda uğuldayan g ü c ü ö n ü n d e eğri olarak ve savrularak y a ğ ı y o r d u . O s m a n bey, k a r a bıyıklarının üzer inde de kar taneleri par layan dört kişiye birden :
— Nerden g e l i y o r s u n u z ve kimi a r ı y o r s u n u z , ne y a pacaksın ız? diye s o r d u . İç ler inden biri :
— Biz Kozanl ıy ız; o r d a n gel iyoruz. Frans ız ve E r m e ni zulmünden kaçıp geldik. Memleketimizin kurtulması iç in çal ışacağız, s izden de yardım istemeye geldik, d e d i .
415
O s m a n bey, dört kişiyi içeri aldı. Ahmet Rasim beyin o ğ l u Maz lum beyin o d a s ı n a g ö t ü r d ü . O r d a birkaç arkad a ş daha vardı . Henüz yeni geçmiş olan Ş e y h Recep olayının tartışmasını yapıyor lard ı . Dört konuk, soğuktan mosmor olan ellerini s o b a y a d o ğ r u uzatarak ısıt ıyor, bu s u bay ve sivil karışığı kişi lere büyük bir umut ve sempatiyle bakıyorlardı. A c a b a bunlardan hangisi Mustafa Kemal ola ki?
S ı c a k çaylarını içip ısındıkları sırada Yüzbaş ı O s m a n b e y :
— Arkadaşlar, dedi , M u s t a f a Kemal Paşa şu s ırada İstanbul hükümetinin temsi lcisi Sal ih Paşa ile A m a s y a ' d a g ö r ü ş m e yapmaktadır. O n u n için şimdilik kendisiyle g ö r ü -şemeyeceksin iz . Yalnız, bu arada derdinizi bize anlatabil irsiniz. Not eder, kendis ine anlatırız. Siz de ayr ıca kendisiy le g ö r ü ş ü r s ü n ü z . Kozanl ı lar dertlerini anlatmaya başladılar. Anlattıkları s a a t l a r c a s ü r d ü . İlk ve son sözler i şu o l d u :
— Bizim si lâhımız, cephanemiz, paramız ve her şeyimiz var. Yalnız, bunları düzene koyup yer inde kullanılabi lecek kumandana iht iyacımız var.
Portakal, limon ve muz bahçeler i , zengin pamuk tarz l a r ı y l a örtülü T ü r k i y e ' n i n A k d e n i z bölgesinin kara g ü n leri gel ip çatmıştı. M o n d r o s bırakışması, buraları, y e n e n b ü y ü k devletlerin s ü n g ü s ü n e bırakıyordu. 17 Aralık 1918'-de M e r s i n 19 Aralık 1918'de T a r s u s ve 20 Aralık 1918'de A d a n a , itilâf devlet ler ince işgal edildi. K o z a n da her an işgal edilmek üzereydi . Halk, kara kara d ü ş ü n ü y o r , bu işgal i durdurmak için ne yapacağın ı bi lemiyordu. Kasabanın T ü r k eşraf ve ileri gelenler i , tehlikenin büyüklüğünü g ö r e r e k başbaşa verdi ler. Belki memleketi işgal için ya ln ı z c a büyük A v r u p a devlet ler i gelseydi tepkileri böyle sert o lmayacakt ı . G e l e n , F r a n s ı z o r d u s u adına Fransız üniforması giymiş Ermeni asker ler iydi ve bunlar, bu T ü r k topraklarının temelli sahibi o lmaya gel iyorlardı.
Kozan' ın eşraf ve ileri gelenler i , bir g ü n Mutasarr ı f J h s a n beyin katında toplanarak bu tehlikeli durumu g ö z -
416
d e n geçirdi ler. Vardık lar ı karar şöy leydi : A d a n a ' y a y e r -Jeşmiş olan işgal makamlarıyla görüşmek üzere üç kişilik t i r kurul seçti ler. K o z a n ya işgal edilmemeli ya da edilirse b u r a y a Ermeni asker i gönderi lmemeliydi. Kurula Savcı Ruhi. dâva vekili T o p a l Mustafa ve yedek Ü s t e ğ m e n S a i m beyler seçi lmişt i .
A d a n a ' y a g iden bu üç kişilik kurul, Kozanl ı lar ın isteklerini çok akıl l ıca anlattı. Fransız ve İngiliz kumandanları, onları anlayışla karşıladılar ve işgalin mutlaka o lac a ğ ı n ı bildirdiler. G e ç i c i olarak da olsa gönül leri hoş o ls u n diye Kozan'a Ermeni askeri göndermeyecekler ine söz verdi ler. Bu akıllı kurulun üyeleri, Kozan'a dönerken g ö -nüllerindeki karadüşe benzeyen ağırlık oldukça yeğnik leş-mişti.
Meraktan çat layarak onların dönüşünü bekleyen Koz a n halkı, getirdikleri haberle büsbütün d o y m a d ı y s a da bu gidiş geiişte ufak da olsa bir başarı payı bularak rahatladı. Yalnız, bu rahatlık, kış bulutlarının kalın y o r g a n ları aras ından s ızan bir kış güneşi gibi etkisiz ve ömürs ü z d ü . Mareşal A l lenby'n in işaretine uyan işgal kumandanlığı, Kozan'a bir işgal kurulu göndermeye hazır lanıyordu. Bırakışmanın başından beri Kozan' ı dolduran eski ve yeni bir Ermeni kalabalığı, büyük bir coşkunluk içinde işgal kurulunu karşılamak üzere harıl harıl ça l ış ıyordu. Kurulun geleceği g ü n , Kozan' ın bütün Ermenileri A d a n a -K o z a n y o l u üzerinde tertiplendiler. Kozan yakınlar ına varan F r a n s ı z işgal kurulu üyelerini, Ali K â h y a z a d e Ö k k e ş efendi karşı layarak kendi çift l iğinde konuk etti. Kurulu z e n g i n bir şölenle ağır layan çiftlik sahibi Ö k k e ş efendi , onları Kozan'a d o ğ r u uğurladıktan sonra, ilerde bunlarla y a p a c a ğ ı gizl i açık savaş ı düşünerek acı acı gü lümsedi . HNitekim sonralar ı , Saimbeyl i savaşında şehit düştü.) E r meni ler , akşamüstü Kozan'a varan Frahsızlar ı ç ı lg ınca karşı ladılar. Frans ız bayraklar ı , M a r s e y y e z marşı ve fetih dileyen Ermeni şarkı lar ı , haykırışlar, bağır ışlar, çağır ış lar, g ü n l e r d e n beridir Kozan' ın havasını ağır laşt ıran, karadüşe d ö n d ü r e n sessiz l iğ i paramparça etti. Fransız lar ı karşıl a y a n c o ş k u n Ermeni yığınları arasında sembolik bir kar-
417 3/F. : 27
şı layıcı T ü r k kurulu da b u l u n u y o r d u : Birkaç silik m e m u r u n başında bulunan mutasarrıf, gelen Fransız lar ın elini s o ğ u k ç a sıktı.
8 M a r t 1919 g ü n ü Kozan'a varan Frans ız işgal kurulunda Y ü z b a ş ı T a y y a r d a , Ü s t e ğ m e n S ü b i , T a y y a r d a ' n ı n yardımcıs ı Ermeni T e ğ m e n i T e r l e m e z y a n v e t e r c ü m a n B a y l a n bu lunuyordu.
İşgal kumandanı Y ü z b a ş ı T a y y a r d a . K o z a n ' d a yer leş i r yer leşmez düşünceler i y ö n ü n d e çal ışmaya başladı . E r m e nilerin bütün direnmesine bakmayarak işgal kurulunu karşı lamak üzere A d a n a - K o z a n ş o s e s i n e tak k u r d u r m a y a n Belediye Başkanı H ü s e y i n efendiyi uzaklaşt ırarak y e r i n e Ermeni ler le d o s t ç a geçinen Y e ğ e n z a d e Mehmet efendiy i atadı. A d a n a ' y a g iden ve Kozan' ın işgal edi lmemesi için işgal kumandanl ığıyla g ö r ü ş e n kurulun üyeler inden S a v c ı Ruhi ve dâva vekili Mustafa beyleri ve b a ş k a c a Mahfe-z a d e İbrahim H o c a ' y ı Kil ikya sınırları dışına sürmekte g e cikmedi. Adalet makinasıyla icra güçler ini elde etmek amacıy la bunların görevl i ler inin maaşlarına bir kat z a m yapt ı . İdare mecl is i , belediye meclisi, mahkeme kurulu üyeler inin yarısını yer ler inden atarak bunların yer in i E r menilerle doldurdu. Hele polis ve jandarma ö r g ü t ü n ü b ü s bütün kuşa benzett i : B u n u n yarısını Ermeni ler le do ldurarak, ö b ü r yarısını da Ç e r k e z , A r a p , Kürt ve azınl ıkta o l mak üzere T ü r k l e r d e n meydana getirdi. «Kadir l i i i Nur i Ç a -v u ş ' u n o ğ l u C a k o ile Ç e r k e z Murat ve Sefer beyler, jandarma subay ı oldular.» Bunlar, jandarma k a d r o s u n u daha çok Ç e r k e z eratla doldurmaya çalıştı lar.
Bu hazırl ıktan s o n r a , Kozan'a bir bölüklük bir F r a n sız işgal g ü c ü n ü n geleceği anlaşı l ınca. Ermeni hemşehr ilerde büyük bir kımıltı başladı. Fransız bayraklar ının yanı-sıra Ermeni bayrakları da meydana çıktı. F r a n s ı z b ö l ü ğ ü geld iğ inde Ermeni bayraklar ının çeki leceğini ö ğ r e n e n kasaba halkı, yedek Ü s t e ğ m e n Saim beyin k ı lavuz luğunda davrandı . Mutasarr ı f İhsan beyin katına dayandı lar :
— Ermeni bayrağı çeki lmesi değil görülmesi dahi ü z ü c ü olaylara sebep olabilir. Ç ü n k ü , buranın Ermeni bayrağıyla hiç bir i lgisi yoktur. Buras ı , T ü r k oğlu T ü r k o lan
418
Kozanoğul lan'n ın y u r d u d u r , dediler. Komiser Hamdi b e y e de başvurarak bu davranış ı önlemesini istediler. Hamdi b e y :
— Ermeni gençler i böy le bir ş e y yapmaya kalkıştıklarında yakalanıp hapsedilmeleri için mutasarrıftan kesin emir aldım. Fransız G o u v e r n e u r ' ü n de bundan haberi var , dedi.
Saim beyin başlar ında o l d u ğ u y u r t s e v e r g e n ç l e r g r u bu, F r a n s ı z bölüğünün geleceği saatta köprüye giderek Giritl i Mustafa'nın kahvesinde oturdu. Ermenilerin ne gibi bir çılgınlık yapacaklar ın ı merakla bekl iyorlardı. Ermeni delikanlı ları, bir Ermeni bayrağıy la görünmüştü. Bir tak kurmaya başlamışlardı. B u n u n bir yanına Frans ız , b ir yanına da Ermeni bayrağı asacaklar ve Frans ız b ö l ü ğ ü n ü bunun alt ından geçireceklerd i . Bunu g ö r e n Saim bey, hışımla yer inden fırladı, arkadaşlar ı da arkasından y ü r ü d ü ler. Ermeni gençler inin karşısına dikilen Saim b e y :
— S i z , aklınıza geleni yapamazsın ız! d iye bağırdı . S o n r a , o r a y a gelen Komiser Hamdi beye de b u y u r u r gibi :
— Komiser bey, aldığın emri yerine getir! dedi. Hamdi bey, hemen Ermeni delikanlı larının el inden Ermeni bayrağını çekip aldı.
Biraz s o n r a , karşılama yer ine Yüzbaş ı T a y y a r d a da geldi.
Bir Frans ız Yüzbaşıs ın ın kumandasındaki Frans ız b ö lüğü, bu s ı rada, çıkageldi. Ermeni gençler i , bölük kumandanına bir çiçek buketi verdi ler. Bölük kumandanı, at ından indi, Y ü z b a ş ı T a y y a r d a ile karşıcı Ermenilerin ellerini sıktı. Y ü z b a ş ı T a y y a r d a , bölük kumandanıyla bir şeyler konuştuktan sonra, hep birl ikte olaysız şehre girdi ler. Ermeni delikanlıları bayağı düş kırıklığı içinde bölüğün arkasından şehre döndüler. K a h v e d e n bu durumu g ö z e t l e y e n Saim bey ve arkadaşlar ı da biraz sonra kalkıp ağ ı r ağır şehre yollandılar.
* **
Ermeni sürgününde Türk ler in eline g e ç e n canl ı ve cans ız malların alınıp eski sahiplerine veri lmesini sağlamak üzere kurulan « T e s v i y e i Mesal ih» komisyonu, harıl
419
harıl çal ışmaya başlamıştı. S ü r g ü n d e n dönen Ermeni yurttaşlar, eski mallarını herhangi bir Türk yurt taş ında bulduklarında komisyona şu biçimde bir dâva açarak başvuruyor lard ı :
— Ben, giderken Ahmet A ğ a , yirmi altınlık ineğimi üç l iraya aldı. Bu inek, üç yılda üç yavru yapt ı . G ü n d e beş kilo süt verse yılda bin kilo eder. Bundan en aşağı y ü z kilo yağ çıkar, y ü z kilo peynir olur. Yavrular ıy la birlikte beş yüz lira eder. Şimdiki rayiçle iki bin beş y ü z liradır. Ahmet A ğ a , bu parayı bana vermelidir.
Bir başkası, mal sahibi olmak üzere sığır sürüler inin geçt iğ i yol larda bekl iyor, beğendiği en güzel hayvanlar ı mimliyor, sonra komisyona başvurarak :
— Bunlar benimdi, g iderken Hasan A ğ a ' y a emanet etmiştim. Geri gel i rsem alırım, gelmezsem helâl o lsun demişt im. Madem ki geldim, mallarımı isterim, d i y o r d u .
Komisyon, her zaman davacı Ermeni yurt taş ın d â vasını haklı bularak beğendiği malları ona vermekte gecikmiyordu.
Bir başka Ermeni yurttaş tipi de yeniden mal mülk sahibi olmanın çaresini şöy lece bulmaya ça l ış ıyordu: T ü r k l e r i n , bağ, bahçe ve evlerini inceliyor, buralarda hoşlarına giden ve işlerine yarayacak her türlü e ş y a y a g ö z koyuyor, sonra da bunların kendi malı o lduğunu ileri s ü rerek dâva aç ıyordu :
— Efendim, ben giderken avlumda ve evimde şu malları bırakmıştım. Şimdi, bunları Süleyman A ğ a ' n ı n ev inde buldum. Bu e ş y a bana lâzım. Evimi o n a r a c a ğ ı m . Bir de ahır yapt ıracağım. Mallarımı geri vers in. Şimdiye dek de kullanılıp y ıprandığı için bin iki y ü z seksen lira tazminat vers in.
D iyor ve komisyon o n u n isteklerine hemen uyuver i-y o r d u . Bu türlü isteklerin uygulanması, T ü r k l e r e karşı açı lmış bir zulüm kampanyası halini aldı. T ü r k l e r bu komisy o n a «zor la tesviyei mesal ih» adını taktılar.
Kozan'da Ermenilerin yaşl ı ve tecrübel i lerden kurdukları « E r m e n i Aksahini M i t o n » derneği , barışçı l g ö r ü n ü ş ü
420
alt ında tam anlamıyla s iyasal bir dernekti. Bu d e r n e ğ i n en dişli üyeler i A z e r y a n Misak, Ç ı rç ı roğ lu Kirkor, B a l y a n K a rabet. Nalbantyan Kirkor 'du. Bunlar. Ki l ikya'yı « B ü y ü k E r menistan» ' ın bir parçası olarak benimsiyor, bütün çal ışmalarını bu amaca d o ğ r u yönelt iyorlardı.
B i r y a n d a n da burada kurulmakta olan Ermeni g ö nüllüleri milis g ü c ü n ü n de kurmay kurulu görev in i g ö r ü yor lardı . İçerden ve d ışardan gelen ve buralarda hiç kimsenin tanımadığı türlü Ermeni erkekleri, gi t t ikçe kabaran gönül lü l istelerinde en önemli yer i al ıyorlardı. Bunlara E r meni fedaisi anlamına « K a m o v a r » diyorlardı. Bunlar, sırtlarına deri ceketler g iy iyor, göğüsler in i f işekle yüklü armalarla s ü s l ü y o r ve omuzlar ına birer m a v z e r asarak şehrin caddeler inde at koşturuyorlardı . "
« E r m e n i Aksahini M i t o n » derneği üyelerinin g ö r e v l e r inden biri de direnme ruhu ve si lâh taş ıyan d ö ğ ü ş eğil imi g ö s t e r e n bütün T ü r k erkeklerini işgal kumandanl ığına gammazlamak, bunların evler ine baskın yaptırmak, bunları s u ç l u düşürerek hapishaneye girmelerini sağlamakt ı . Bunu da eksiksiz yapmaktaydı lar. Bu y ü z d e n , tutuklanıp s o r g u s u z suals iz hapisaneye atılmış Türk ler in l istesi, her g ü n biraz daha kabar ıyordu.
Ermeni azınl ığı, « E r m e n i gençl iğ i» adı alt ında bir örgüt daha kurmuştu ki bunun amacı sosyal ve ekonomikti . Ermeni ler, bu örgütün başına. Birinci Dünya S a v a ş ı yıl larında bi l inmeyen bir kişice vurulup öldürülen Ermeni z e n g i n i Y a v e r Kirkor'un oğlu H a ç a d u r ' u getirmişti. Y a v e r Kirkor, çok z e n g i n bir adamdı. Hükümete büyük para yardımlarında b u l u n d u ğ u n d a n s ü r g ü n d e n ve yok olmaktan kurtul-muşsa da bir g e c e muhasebeci Hamdi beyi z iyarete g i derken belki de siyasal bir amaçla öldürülmüş ve katil bütün aramalara karşın bulunamamıştı. İşte, gençl ik örgütünün başına getiri len H a ç a d u r Kirkor, bu y ü z d e n içinde bir kin f ırt ınası esen ve her türlü öç almaya a n d içmiş bir kişi olarak s iyaset sahnesinde boy g ö s t e r m e y e başlamıştı.
Bu Ermeni ö r g ü t ü , her ç a r e y e başvurarak Ermeni azınl ığını kalkındırmak ve s a v a ş t a n önceki d ü z e y i n e yük-
421
seltmek amacını g ü d ü y o r d u . Ö r g ü t üyeler i , büyük bir kült ü r çabas ı gösterdikler i gibi ö z g ü r T ü r k hemşehri ler inin sayıs ın ı her gün sokaklarda biraz daha seyrekleşt i rmek ü z e r e programlı bir gammazlama mekanizması g ibi "çalış ı y o r d u . Fransız makamlarına verdikler i her rapor, bir T ü r k ailesinin ocağını s ö n d ü r m e y e y e t i y o r d u .
Y a v e r Kirkor'un öldürülmesi işi y i n e tazelenmiş, bu c i n a y e t e katiller bulunmaya çal ış ı l ıyordu. Ermeni ö r g ü t ü , katil adaylarını bulmakta da gecikmedi . C inayet i hazır layanlar ın baş suçlular ı olarak Sehl ikzade H a s a n , K u r t o ğ -lu Hulus i , T o p a l o ğ l u Halil ve Belediye Kâtibi Al i 'y i F r a n s ız makamlarına bildirdiler. O n l a r , korkunç K o z a n hapi-sanesi kapılarını aç ıp kendilerini yutmak ü z e r e y k e n bir g e c e birleşip mutasarrıf l ığın sınır larını aşt ı lar ve S ivas ' ta çakıp duran özgür lük şimşeklerinin aydınlatt ığı yol lara düştüler.
D ö r t arkadaş, Kayser i 'ye vard ığ ında orda d a h a ö n c e , K o z a n sınır larından dışarı s ü r ü l e n D â v a Veki l i T o p a l M u s tafa ile buluştu.
Fransız lar, salt canlar ını kurtarmak ü z e r e kaçmak z o r u n d a kalan bu dört kişinin arkada bırakmak z o r u n d a kaldıkları bütün mallarını sat ıp savdı lar, ya da Ermeni lere bağışladı lar, çoluk çocuklar ın ı da K o z a n sınır ları dışına sürdüler.
Y ü z b a ş ı T a y y a r d a , Kozanoğul lar ı 'n ın eski , g ü z e l y a y lasını bir Ermeni y u r d u yapmanın çabas ı iç indeydi . Bütün direnme yuvalarını b irer b i rer dinamit l iyor, bö lgey i y a v a ş y a v a ş Türklükten ar ındır ıyordu. B i r g ü n , K o z a n jandarma tabur kumandanı Binbaşı O s m a n Nur i beyi katına çağırd ı ve ona — O s m a n bey, d e d i , s iz , bizim buraya g e l e c e ğimizi anlar anlamaz jandarma dairesindeki bütün si lâhları köylerdeki - s ö z ü m ona - bekçi örgüt ler ine dağıtmışsınız. B u , bir direnme hazır l ığ ından başka bir ş e y deği ldir. S o n r a , İstanbul hükümetinden b u g ü n l e r d e y a r b a y l ı ğ a yükselt i lme b u y r u ğ u n u z gelmiş bulunuyor. O y s a b iz ; İstanbul hükümetine s iz in y a r b a y olmanız için bir « t e z k i -y e » d e bulunmadık. B u n u ilkin b i z d e n sormalar ı gerekird i . B u g ü n , yüksek kumandanl ıktan b u y r u k geld i . Y irmi
422
d ö r t saat iç inde çoluk ç o c u ğ u n u z u alıp Kil ikya sınırları d ış ına çıkaracaksınız. Yanınıza Fransız askerleri katılacaktır. B u y u r u n , şimdi gidebil irsiniz. Binbaşı O s m a n Nuri b e y , arkasında d o ğ a c a k faciaların türlerini düşünerek içi k a n ağlarken zengin ve ılık Ç u k u r o v a topraklarını arkada bıraktı ve gitti.
O s m a n Nuri beyden boşalan tabur kumandanlığına K o z a n Askerl ik Şubesi Başkanı Şamlı A r a p Binbaşı Haşim b e y , getir i ldi. O n u n bu makama kayrılması salt T ü r k o l mayış ından dolayı idi. T a y y a r d a , Türkler in artık askerlikle bir alış-verişi olmadığı gerekçesiy le askerl ik şubesini kapamış, buranın defterlerini ve evrakını da nüfus daires in in bir odasına yığdırmışt ı .
Fransız Yüzbaş ıs ı , adım adım amacına d o ğ r u ilerliy o r d u . G ü n l e r d e n bir g ü n , eski bucak müdürler inden Diyarbakır l ı Şükrü beyin o ğ l u yedek Ü s t e ğ m e n Sait beyi katına çağırd ı : Bu iri, ateş bakışlı, geniş alınlı, ciddî y ü z lü ve karakter sahibi g e n ç bir bir adamdı. Ç o c u k k e n babad a n öksüz kalmış eniştesi K o z a n Mahkemesi Başkâtibi Z e k e r i y a ' c a okutulup yetiştiri lmişti. Hukuk fakültesinin s o n sınıf ından ayrı l ıp yedek subay olarak c e p h e y e koşmak z o r u n d a kalmış ve y e d e k Ü s t e ğ m e n olarak terhis edilmişt i . K o z a n d geldikten s o n r a , durumun korkunçluğu karş ıs ında yeniden d ö ğ ü ş e atılmanın gerektiğini anlamış, K o z a n l ı g e n ç l e r ve aydınlar la kafa kafaya ver ip d ü ş ü n m e y e , sonra da çal ışmaya başlamıştı. T a y y a r d a onu oturttuktan s o n r a , Ermenilerin onun üstüne verdiği rapora d a ^ y a n a r a k şöyle konuştu :
— Saim bey, sizi b u r a y a d o s t ç a g ö r ü ş ü p konuşmak ve belki de bir anlaşmaya varmak düşüncesiy le çağır ttım. Siz in zekânız, karakteriniz ve kişil iğiniz, bütün K o z a n d a g ö z e çarpmakta v e beğenilmektedir. Yalnız, Ermeni hemşehri leriniz, s iz in var l ığ ın ızdan, daha çok d ü ş ü n celer in izden çok tedirgindir. S iz in İçin: « Ö r g ü t kuruyor, p r o p a g a n d a yapıyor, Türk ler i ayaklandır ıyor, Fransız lar ı b u r a d a n kovacak, Ermenileri de yok e d e c e k » diyorlar. B e n , bu türlü söz lere inanmıyorum. Siz in yetenek ve z e kânız üstüne çok şey işittim. Siz in gibi aydın gençlerden
423
yararlanmak isterim. Sizi y ü z b a ş ı tahsisatı vererek jandarma atamak ist iyorum. On dakika düşününüz, karar ın ız ı , bekl iyorum.
Bu öneri , g e n ç adamı kara kara d ü ş ü n d ü r d ü . Demek ki onu da C a k o türünden bir adam sanmış, sat ın almak ist iyorlardı. Demek ki kendisini para ile satın alıp kendi zavall ı halkının sırt ında kamçı olarak kullanmak ist iyorlardı. Ne aşağılık d ü ş ü n c e y d i bu. Fransız Y ü z b a ş ı s ı , e ğ e r kendisini birazcık tanımış o lsaydı bu öneriyi yapmak y ü rekliliğini gösterebi l i r miydi? On dakika düşünmeyi g e reksemeden T a y y a r d a ' y a y ine de nazik olmaya çal ışarak şu yanıtı verdi :
— Ekselans, savaş içinde dört yıllık askerlik yaşay ış ı beni bıktırdı. Zaten askerl ikten hiç hoşlanmadım. S e v mediğim bir iş, sonra, çok da y o r g u n u m . Dinlenmeye i h t iyacım var. Bir iki ay dinlendikten sonra İstanbul'a g i deceğim. Üniversi te eğitimini bitirerek sivil y a ş a y ı ş t a g e leceğimi kazanmak ist iyorum. Bunun için s izden ö z ü r d i lerim.
Fransız Yüzbaşıs ı , işi daha çok üstelemedi : — Siz bil irsiniz! dedi. Ermeni hemşehri lerin T a y y a r d a ' y a verdiği jurnallerin
sayısı g ü n d e n güne art ıyor ve sınırı geniş l iyordu. B ü t ü n varlıklı köy ağalarıyla şehir eşraf ı , bu jurnallerde baş köşeye oturtu luyordu. T a y y a r d a ' n ı n düzmece jandarmalar ı , köyleri dolaşıyor ve her ş e y d e n habersiz kişileri önler ine katıp get i r iyor ve eski birer çuval gibi dama at ıyorlardı. Bunlar, ay larca s o r g u s u z suals iz ne s u ç işlediklerini bi lmeden kara kara düşünerek orda yat ıyorlar, g ü n ü n bir inde teker teker Fransız Yüzbaşıs ın ın karşısına ç ıkar ı l ıyor-
. lardı. T a y y a r d a , onlara ş ö y l e d iyordu :
— Senin c e z a n çok büyük. S e n , burada örgüt y a p maya u ğ r a ş ı y o r s u n , bize karşı döğüşecek k u v v e t haz ı rl ıyorsun. Fakat, Fransa hükümeti, çok âdil ve acıyandır . Senin de bu kadarcık c e z a d a n aklını başına topladığını sanırım. Zaten yenmiş bir o r d u y a , koca bir devlete karşı gelmenin pek ç o c u k ç a bir davranış o lduğunu herkes b ilir. Şimdi, sen beş yüz lira bulup buluşturur bize v e r i r s e n
424
seni s e r b e s t bırakacağım. Bu parayı da memleketimizin yo l lar ına, hastane ve okul lar ına h a r c a y a c a ğ ı m .
— A m a n , efendim, benim bu işlerle ilgim yok, yanl ışlık var . Bunlar, Ermenilerin iftirasıdır.
Bu karşıl ığı veren tutuklular, yeniden dama at ı l ıyordu. D a m d a n kurtulmak u ğ r u n a zaval l ı lar, köyde işe y a r a y a cak neleri varsa sat ıyor ve Fransız ın istediği haracı ö d ü yor lard ı . Parayı dekleştir ip verebi lenler, kurtulup köylerine d ö n ü y o r , veremeyenlerse süresiz damda çürümeye bırakı l ıyordu. Böy lece tutuklananların pek ç o ğ u orda kal ıyordu.
*
G ü n l e r d e n bir g ü n , Kozan'a ansız ın bir İngil iz Hintl i süvar i b ö l ü ğ ü gel iverdi. Hepsi de müslümandı. T a y y a r -da'n ın karargâhının ö n ü n e var ıp Frans ız bayrağın ı selâmladıktan s o n r a . H a c ı H a s a n Ağa'n ın hanında mola verdiler.
Ö ğ l e ezanı o k u n d u ğ u n u g ö r e n Hintli askerler, hemen a b d e s t alarak Türk ler in yanıbaşında namaz kılmak ü z e r e c a m i y e doldular. Namaz bittikten s o n r a , cemaat dağı lmaya başladı . Saim beyle arkadaşı öğretmen Recep de o r d a idiler. Halk çekil ip gitmiş, Hintli müslümanlar, içerde kalmıştı. Saim beyle arkadaşı meraklanarak onlarla birlikte camide kaldılar. « M ü f t ü Ç a m u r d a n z a d e Hafız O s man efendi , büyük sar ığ ı , u z u n , kara c ü b b e s i , yakışıkl ı ve heybet l i g ö v d e s i y l e » o t u r u y o r , namaz duasını bitirmey e ça l ış ıyordu.
Hintl i ler hep onun çevres inde toplanmıştı. Ü s t e ğ m e n rütbes inde bir subay, müftüye ünleyerek gözyaş lar ıy la karışık ş ö y l e arapca bir nutuk söyledi :
— Ya Reisülülema! Biz, y ı l lardanberi esarette bir köle gibi yaşar , s iz lerden umut ve imdat beklerken bilmeyerek siz kardeşlerimizin de esir olmanıza kendi si lâhlarımızla yardım etmişiz. B u g ü n bunları gözler imizle g ö r mekle en büyük acı ve azabı duyduk. Biz i affediniz. M e ğ e r biz ne günahkâr insanlarmışız.
M ü f t ü Haf ız O s m a n efendi, bu anlayışl ı ve dokunakl ı s ö z l e r karşısında kendini tutamadı. G ö z l e r i n d e n y a ş l a r
425
b o ş a n d ı . Hintli s u b a y a o r d a birkaç s ö z söylemek yeteneğ i n d e olan Saim bey, yar ım yamalak da olsa içten bir a r a p ç a ile şunları söy ledi :
— A z i z kardeşlerimiz, s i z d e ve bizde bu özgür lük, bu bağımsızl ık aşkı y a ş a d ı k ç a yürekler imizde bu ateş y a n dıkça e r g e ç özgür lük ve bağımsızl ığımıza kavuşacağız. Y e t e r ki bu azim ve iman g e v ş e m e s i n !
Camiden çıkarken hepsin in g ö z ü yaşl ıydı . Dışarda Ermeni lere gözyaşlar ın ı göstermemek için mendil lerle gözler in i sildiler. Hintl i lerle aralar ında g e ç e n bu kısa ve s ıcak kardeşlik havasını m e y d a n a vurmamaya çalıştı lar. Kendi ler i bir ş e y deği l s o n r a Hintli askercikler in de başı y a n a r d ı .
& İşte, tam bu s ıra lardaydı ki Kil ikya'yı işgal alt ına al
mış olan Fransız lar la İngi l iz lerin işittiği yalnız T ü r k halkının işitmediği çok önemli bir o lay meydana gelmiş: M u s tafa Kemal, karargâhiy la S a m s u n ' a ayak basarak H a v z a ' ya g e ç m i ş ve ordan İstanbul 'a meydan okumaya başlamıştı. Anadolu işgalci ler i , bu haber in kendileri için ne korkunç bir s e r ü v e n haz ı r layacağın ı sezmiş, her d ü ş ü n e n b a ş a v e çarpan y ü r e ğ e d ü ş m a n c a v e kuşkuyla bakmaya başlamışlardı. Onlar , bu mill iyetçil ik dalgasının ne kanlı o laylara g e b e o l d u ğ u n u hemen sezmişlerdi. A n a d o l u ' n u n g ö b e ğ i n d e bu ufacık o r d u kadrolar ıy la tutunabilmek, a n cak bir talih işiydi.
T a y y a r d a , şimdi Kozan'dak i aklı başında T ü r k l e r e ve aydın lara daha kılı kırk y a r a r c a s ı n a ve daha büyük kuşkuyla bakıyordu. Ermeni ler de kendi « B ü y ü k E r m e n i s t a n » -ları için tehlikeli olabi lecek her T ü r k ' ü Al lah' ın g ü n ü T a y -y a r d a ' y a jurnal edip d u r u y o r d u . Sait beyin liderlik niteliklerini artık iy ice ö ğ r e n e n Y ü z b a ş ı T a y y a r d a bir g ü n , S a i m beyi y ine karargâha çağı rd ı . Somurtkan :
— Saim bey, dedi, s iz, burada işgal kuvvet ler ine karşı müslüman halkı kışkırtıp d u r u y o r s u n u z . Onlar ı örgüt lemeye, si lâhlandırmaya u ğ r a ş ı y o r s u n u z . Bütün davranış lar ınız ı dikkatle iz l iyoruz.
426
Saim bey, ona şu y iğ i tçe yanıtı verd i : — Bu söyledikler iniz i yapmayı çok isterdim. B u , be
n i m biricik amacımdır. Bende ölmeyecek, s ö n m e y e c e k b i r ideal v a r s a o da bu söylediklerinizdir. Bu temiz duyg u y u benden si lecek hiç bir kuvvet de yoktur. Ne siz ne de C u m h u r b a ş k a n ı n ı z b u n u başaramazsınız. B u , Fransız lar ın A l s a s Loren isteğinden çok daha güçlü bir amaçtır. Ç ü n kü, burada ne tek bir Fransız v a r ne de Ermeni hükümeti kurma imkânı! Ne yapay ım ki halk dört yıllık s a v a ş t a n çıkmış. Y o r g u n ve maddî, manevî birçok z a r a r a uğramış. Kendi kendini duymakla, kendi yarasını sarmakla meşgul . B u g ü n için söyledikler iniz gerçekleşecek durumda deği l ! K o y g u n u z boşunadır !
Saim beyin bağırarak söylediği bu s ö z l e r i Ermeni terc ü m a n Balyan, F r a n s ı z c a y a çev i r iyordu. S a i m bey in çok sözler in i sokaktan geçenler de dinleyebilmişti.
T a y y a r d a , g e n ç adamı daha çok söy letmeyerek iki E r m e n i jandarmanın arasında hapisaneye g ö n d e r d i .
Saim bey, damda tanıdıklardan Yar ımzade Ahmet efendiy le karşı laştı. Akşama doğru c e v i z s u c u ğ u alarak o n u g ö r m e y e giden arkadaşlarının a v u t u c u sözler ini bir y a n a iterek onlara şöyle dedi :
— Arkadaşlar, sakın korkmayın; cesaret imiz z e r r e c e g e v ş e m e s i n . Bu durum böylece sürüp g idemez. K o c a bir T ü r k l ü k böyle yok edilemez. Bütün d ü n y a ve islâmlık buna kayıtsız kalamaz. Umut güneşi y a k ı n d a doğacakt ı r . A l lah büyüktür. E lden geldiğince halkımızı bu ç e ş i t s ö z lerle aydınlat ın. Maneviyat lar ını yükselt in!
Ürkmesinler, metin olsunlar. Zamanı gel ince her türlü tehl ikeye yı lmadan birlikte g ö ğ ü s germesin i bilsinler.
Saim bey, ertesi sabah Ermeni jandarmalarının y a nında A d a n a ' y a , işgal kumandanlığına gönder i lecekt i . Arkadaşlar ı , onunla helâllaşarak ayrı ldı lar.
Ertesi sabah Saim bey, bir yay l ıya bindir i ldi; kendisi için Ermeni hemşehri lerin verdiği bir y ığ ın jurnal le A d a na'ya d o ğ r u yola çıkarı ldı. Bir y ığın Ermeni jandarmanın or tas ında A d a n a işgal baş administratörü A lbay Bremorçd'-u n karargâhına vardı .
427
T a y y a r d a , onun arkasından Mutasarr ı f İhsan beye ş ö y l e dedi :
— Yürekli l iğine, zekâsına hayran oldum. Ne y a p a y ı m ki .görevim onu uzaklaştırmaktır.
Jurnal ler i okuduktan s o n r a Saim beyi karşısına çağı ran A l b a y Bremond :
— S iz , işgal kuvvet ler ine karşı örgüt yapmakla s u ç landır ı l ıyorsunuz, dedi, d ü ş ü n ü n ki işgal kuvvet ler i , b ü yük ve yenen devletlerin kuvvetleridir.
— Yalan! O r a y a cahil bir adam göndermişs in iz . E r meniler ne derlerse ona inanır. O r a d a işgal kumandanı Frans ız lar değil Ermenilerdir. Evimi aradılar, ne buldular? H e p s i Ermenilerin düzmesi ve ift irasından başka bir şey deği l !
— Yatacağın yeri bize bildir, serbest gez. A r a d a s ır a d a buraya da uğra!
Saim bey, o g ü n , s e r b e s t bırakı ldıysa da b i rkaç g ü n s o n r a y ine tutuklanarak Kil ikya sınırları dışına çıkarı ldı.
** Kozan' ın yeni jandarma kumandanı Şamlı Binbaşı
Haşim bey, Türk iye 'den temelli ayr ı lan memleketindeki işlerini yoluna koymak üzere izinli g id ince yer ine vekâleten Kadirl i jandarma bölük kumandanı Y ü z b a ş ı Ali Saip bey ( U r s a v a ş ) atanmıştı. Ali Sa ip bey, Kadir l i 'de e p e y c e başar ı göstermiş, eşkiyaları yı ldırmıştı. Ç o k atak, yürekl i b ir askerdi. Gövdes i eşkıya kurşunlarıyla delinmişti. K e n disi Musul 'un Süleymaniye s a n c a ğ ı n d a d o ğ m u ş t u . Harb iye mezunu olduğu halde şimdi bile ş ivesi K ü r t ç e y e çal ıy o r d u . Fransız lar, b u y ü z d e n onu T ü r k t e n s a y m a y a r a k K o z a n gibi son kerte civciv l i ve tehlikeli bir b ö l g e y e jandarma kumandanı vekil l iğine getirmişlerdi. Belki de bir talihsizlik s o n u c u olarak Al i Saip bey, yapt ığı iş lerde F r a n sız yanl ısı g ö r ü n ü y o r d u . Türk ler , kendis inden y e r y e r y a k ı n m a y a bile başlamıştı. F r a n s ı z ve Ermeni d o s t u o l d u ğ u üstüne söylenti ler genel leşme eğilimi g ö s t e r i y o r d u . Askerî mutasarr ı f T a y y a r d a da salt bu söylent i lere ve kanıya dayanarak onu elinin alt ındaki bu çok önemli g ö r e v e atamıştı.
428
Bir g ü n Ali Saip b e y , çarş ıda dolaşırken h a r a ç mezat sat ı lan, birçok sığır la bir kır tayın başına bir y ığın Erme-ninin toplandığını g ö r d ü . Bu hayvanlar, tutuklanmak ve öldürülmek korkusuyla Kayser i 'ye kaçan ve o r d a n da Ki-l ikya kuvayı mill iyesini canlandırmak amacıy la g ö r ü ş m e ye g i d e n Sehl ikzade Hasan' la öbür üç arkadaşının mallar ıydı. Bu dört kişinin canl ı ve cans ız malları her g ü n böylece haraç mezat satı l ıyor, parası da alacaklı olduklarını s ö y l e y e n Ermeni lere ver i l i yordu. B u g ü n , hükümet av lusuna getir i lerek satı l ığa çıkarı lan hayvanlar, yalnız Sehlikz a d e Hasan' ındı . T a m Sehl ikzade'nin kır tayı üstüne pey sürü lmeye başladığında Y ü z b a ş ı Ali Saip bey, o r d a belirdi ve kır tayın alıcı ları aras ına karıştı. Ali Saip beyin karşıs ında Yaver Kirkor'un oğlu ve Ermeni gençl ik ö r g ü t ü b a ş k a n ı H a ç a d u r vardı . H a ç a d u r , doludizgin pey s ü r ü y o r ve bu cey lân gibi kır A r a p tayını eiden kaçırmamak için s o n u n a dek gitmeye kararlı g ö r ü n ü y o r d u .
H a ç a d u r , en s o n r a y ü z elli l iraya yüksel ince Ali S a ip bey, pey sürmekten v a z g e ç t i ve rakibine şöy le dedi :
— A l , işte verdim sana! Ne k ız ıyorsun? Burası er meydanı. Paran tatlı ise böyle ş e y e girme! Dikkat ediyor u m , s in i r leniyorsun. İçin, içini y iyor. Buna hakkın yok. S ö z ü n , yalnız parana g e ç e r .
Ali Saip beyin de kafası kızdığından bunu bağırarak söylemişt i .
O r d a boynu bükük ve gönül ler i yaşl ı T ü r k hemşehriler, bu denli ufacık bir direnmeyi bile y iğ i tçe bularak sevindi ler. H a ç a d u r , Y ü z b a ş ı n ı n karşısında s u s m u ş ve küçülür gibi olmuştu.
Yürekli l ik, akıllı bir kişinin dediği gibi , her zaman karş ı s ı n d a korkaklığı bulacaktır.
* »*
Fransız lar , yönet im mekanizmasına her g ü n yeni bir « ş ü p h e l i » memur tipi s o k u y o r ve y ü z d e y ü z T ü r k o l d u ğ u n u bi ldikleri kişileri, b i r biçimine get ir ip uzaklaşt ır ıyor lardı.
Art ık, b i r 'gerekl i l iğ i kalmadığı gerekçesiy le kaldırı lan •askerlik dairesinde boşta kalan mülhak Y ü z b a ş ı M i r z a •bey de Ali Saip beyin yanına bölük kumandanı olarak
429
atandı. O n u n Fransız lar ın hoşuna giden kimi nitelikleri v a r d ı : « E r z u r u m l u , kısa boylu, esmer y ü z l ü , kalın çatık kaşlı, or ta y a ş l ı » bir asker olan Mirza beyin konuşması b i raz K ü r t ç e y e ç a l ı y o r d u . Bu y ü z d e n de Kürt Y ü z b a ş ı d i y e ç a ğ r ı l ıyordu.
M i r z a beyin adı az zamanda kötüye çıkıvermişt i . A r tık, herkes o n u , T ü r k halkına ve çoğunlukla köy lüye z u l meden, onu inim inim inleten « E r m e n i g â v u r u » n d a n beter bir adam olarak tanımaya başlamıştı. Bu kanıda olanlar, daha çok köylülerdi. Ermenilerle y e y i p iç iyor, bir içtiği su ayr ı g i d i y o r d u . Ş a p k a giydiği gibi domuz eti yediğ i de s ö y l e n i y o r , gerek T a y y a r d a , gerekse Ermeni ler, o n a b a yı l ıyor, onu kendi ler inden say ıyor ve el üstünde t u t u y o r lardı.
Bir g ü n . Ö ğ r e t m e n Recep bey, hükümet daires in in merdivenler inden yukarı çıkıyor, Müftü Ç a m u r d a n z a d e Haf ız O s m a n Nurj efendi aşağı in iyordu.
Y ü z b a ş ı M i r z a da tam bu s ırada jandarma daires ine g e ç i y o r d u . İkisi de onu görmüşler ve içleri t iksiniyle kabarmışt ı . M ü f t ü , g e n ç öğretmenin kulağına eği lerek :
— Şu namussuzla konuşmaz mısın? Bu adam E r m e ni lerden beter. Köyler i kasıp kavuruyormuş, yak ından ko-n u ş m u ş l u ğ u n v a r s a bunu biraz uyar. Bu denli hain o lmas ı n . A l lah, zal imlerin hasmıdır! dedi .
G e n ç ö ğ r e t m e n , bir akşam, arkadaşı Ö ğ r e t m e n Lüt-1
ful lah' la Y ü z b a ş ı Mirza'n ın evine gitti. K a h v e ç a y içti ler, d e r e d e n tepeden konuştular. S o n r a , s ö z d ö n d ü dolaşt ı müftünün istediği konuya geldi. Recep b e y :
— Y ü z b a ş ı m , dedi , hakkınızda d o ğ r u yanl ış, kötü bir söy lent i var. S iz in için: Zalim davranıyor, çok c a n y a k ı y o r , kasıp kavuruyor, diyorlar. Muhakkak ki bu lâflar mübalâğalıdır. E s a s e n s izden böyle davranışlar ı beklememekle b e r a b e r bir de s izden dinlemek isteriz.
Y ü z b a ş ı M i r z a , pek içten sesiy le : — Val lahi , kardeşler im, dedi, ben şapka giydim. H a -
çın 'a g id ince d o ğ r u kil iseye indim. Onlarda konuk kaldım. Ermeni ler le dost ve ahbap oldum. Dağdan domuz v u r u r l a r bir budu benimdir derim. But eve gelir, d o ğ r u kenefe at ı-
430
lir. T ü r k l e r d e , köylerde si lâh var diye ihbar ederler. Gi tmeden ö n c e köye haber yol lar ım, sıkıştırmamı, dayak atmamı önemsemesinler, si lâhları iyi saklasınlar, inkâr etsinler, derim. Köye g id ince yanımda Ermeni jandarmalar var. Onlar ın yanında s ö ğ e r sayar ım, atar tutarım. Bir iki çırpışt ır ır ım, d ö n e r gelir im. Silâhlarını bulmam. Evlerini başlarına yıkmam. D a y a ğ ı n acısı çabuk g e ç e r . Fakat, s i lâhını bulursa en büyük felâket olur. Ermenilerin yanında bunu yapmak z o r u n d a y ı m . Bunları hep Ermeni lere g ü v e n vermek hem şimdi hem de gelecekte T ü r k ve islâm kardeşler ime yardım edebilmek için yapıyorum. Emin olunuz, ben bir T ü r k ' ü ağlarken g ö r ü r s e m ve ağlamasına sebep olan bensem, benim de içim kan ağlar. H e r g ü n eve ge ldiğimde yemek y iyemediğim, uyuyamadığım ve kendi kendime ağladığım çok olmuştur. Benden endişe etmeyiniz; bana inanınız, bana güveniniz.. Size dinim, v icdanım, namusum ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ederek s ö z v e r i y o r u m . Ben ne y a p ı y o r s a m T ü r k milletine velev ufak da olsa bir hizmetim d o k u n s u n diye yapıyorum. Kendi hesabıma bunları bir fedakârlık sayar ım. Teşki lât bütünle-nince silâhlı en büyük hizmeti ben yapacağım. Bunu benden bekleyiniz. S ö z v e r i y o r u m .
Dinleyici ler de bunun üzerine çok sevindi ler ve ona şöyle dedi ler :
— Yüzbaş ım, sözler iniz i en değerl i b ir hatıra olarak kalbimizin en derin köşesinde bir senet, bir hüccet olarak saklayacağız. ( G e r ç e k t e n de sonraları Y ü z b a ş ı M i r z a bey, sırrını ve oynadığı o y u n u daha çok saklamayı başa-ramayarak g ö z e çarpmış ve ö b ü r Kozanlı militanlar gibi şehirden kaçmak z o r u n d a kalmıştır.)
. T a y y a r d a , Kozan bölgesini gövdesiy le ve ruhuyla o v u c u n u n içinde tutmak ü z e r e el inden geleni y a p ı y o r d u . S a tın al ınmaya elverişli s ö z ü g e ç e r kişileri kilit noktalarına yerleşt irme işini aral ıksız s ü r d ü r ü y o r d u .
Kozanl ı Ermeni hemşehri ler de karakter sahibi, s ö z ü g e ç e r ve güçlü gördükler i her T ü r k ' ü durmadan jurnallı-. y o r ve bu gibi kişilerin sayıs ını elden geldiğince g ü n e ş a l - , t ından uzaklaştır ıp damın karanlığına istif etmekte kıla-
431
vuzluk ediyorlardı. Z a t e n , bu bir program içinde yapı lmaktaydı. Belki i leride yapı lması kararlaştır ı lan genel ö l -d ü r ü m ve kesimi rahatça yapabilmek için ş imdiden bütün »eğilmeyen ve direnme tehlikesi yaratacak başları s ü r g ü n le ve zindanla ortadan si lmeye çal ış ıyorlardı. İ lerde, T ü r k ler, koyun gibi kesil irken tıpkı koyunlar gibi isyansız olarak b ıçağa b o y u n vereceklerdi . T a y y a r d a , harıl harıl s a tılık s ö z ü g e ç e r adam ar ıyordu. Bunlar, hiç o lmazsa genel kesim g ü n ü n e dek T ü r k denen s ü r ü y ü güdecekler , s o n r a belki onlar da koyunlar la birlikte baş vereceklerd i .
T a y y a r d a , Feke ile Kadir l i 'ye böyle birer adam buld u . T a y y a r d a , Ç e r k e z Nur i Ç a v u ş o ğ l u oğlu C a k o beyi jandarma subayı yaptığı gibi Ç e r k e z Nuri Ç a v u ş u Kadirl i 'y e , z e n g i n Cezmi beyi de Feke'ye askeri mutasarrıf yardımcısı olarak atadı. Bu iki adam, onun adına bu iki kazay ı yönetecekt i . Bu iki • adam, hain ve satılık değildi. Belki de her T ü r k gibi orta halli yurt, millet sevgis iy le ç a r p a n bir yürekler i vardı . Yalnız, çok tehlikeli bir g ö r e v almışlardı. Kim bilir, belki de kimi erdemleri i lerde onları bu batakl ığa b e n z e y e n durumdan kurtaracak, birer şerefli insan yapacakt ı .
T a y y a r d a ' n ı n bu iki güveni l i r adamı, zaman zaman K o z a n ' a varıp ona raporlar ını sunuyor, aldıkları yeni buyruklarla d ö n ü y o r d u . Yalnız bu arada hapisaneyi dolduran masum tutuklular için olumlu tanıklıklarda bulunarak birç o ğ u n u n serbest bırakılmasını sağlamaktan da uzak durm u y o r d u . « C e z m i bey, Feke bölgesinin kralı g ibiydi.» O r a nın bütün aşarını a l ıyordu. Bütün köy.dler üzer inde sınırsız bir etkiye sahipti. F r a n s ı z askerlerine gerekl i erzağı da C e z m i bey sağl ıyor, ç o ğ u z a m a n , bunları parasız vermek z o r u n d a kal ıyordu. T a y y a r d a , ona olan borçlar ın ın s ö z ü nü etmekten dikkatle kaçın ıyordu. Cezmi bey. hep yanında on-on beş jandarma ile g e z i p dolaşıyor, K o z a n ' a g e l diğinde de yine bunlarla b e r a b e r bulunuyordu. Ç o k z e n g i n d i , bir de s iyasal bir g ü ç sahibi o luşu, onu hem F r a n sız lar ın, hem Ermeni ler in, hem de T ü r k l e r i n g ö z ü n d e
Önemli bir adam durumuna yükseltmişt i . Ermeni ler le F r a n -« ı z l a r , kendi çıkarlar ına çalıştığını bi ldiklerinden ona kar-
432
şı saygı l ıydı lar. T ü r k l e r de hem çok zengin ve itibarlı o l u ş u n d a n , hem de d u r m a d a n Ermenilerin içeri att ırdığı yurttaşlar ı kurtarıp serbest l iğe kavuşturduğundan dolayı o n d a n g o c u n m u y o r , belki de onu bir k o r u y u c u olarak benimsiyor lardı .
*• Bu da g ö s t e r i y o r d u ki Kil ikya şehir ve köyler inde y a
ş a y a n bütün Türk ler , her türlü koruyucu insan, kanun ve ö r g ü t t e n yoksundular . Buna karşılık, Kil ikya'yı « B ü y ü k Erm e n i s t a n ' ı n bir bölümü yapmak isteyen Ermeni azınl ığı, alabi ldiğine ö r g ü t l e n i y o r , s i lâhlanıyor ve g ü ç l e n i y o r d u . A d a n a ' d o örgüt lendir i len «int ikam a lay ı» , kandan, baruttan ve ateşten başka bir şeyi g ö z ü görmeyen Ermenilerden devşir i lmişt i . Bu alayı, Fransız işgal yönet ic i ler i kurmuştu. Bu « ö c a lay ı» d o ğ a l bir özgürlük s a v a ş ı için d e ğ i l , d o ğ r u d a n d o ğ r u y a bu bölgedeki T ü r k halkını toptan yok etmek için hazır lanmışt ı . Şundan ki, Ki l ikya'da kaiacak bir tek T ü r k bile onlar ın amacına zararl ı olabil ird i . Esk iden Çarl ık R u s y a polit ikasının Ermeni halkına oynadığı o y u n u n yönetmenl iğini bu kez de Fransız lar , İngilizler ve Amerikal ı lar üst ler ine almışlar, bu zaval l ı halkı b ir kez daha kanlı bir s e r ü v e n e atmaya hazır lanıyor lardı . Pek uzak lardan, F r a n s a ' d a n , Amerika'dan ve Kafkasya 'dan gelen « b e y a z kalpaklı, kamalı, çifte tabancal ı Ermeniler, Adana'y ı doldurduklar ı g ib i , Kozan l ivasına da ge lmeye başlamışlardı. Birçoklar ı , Kafkasya'da C a r o r d u s u n da hizmet eden Antranik çetesine ve anarşist örgüt ler ine bağl ı bu adamlar, u z u n süre şekavetle yaşadık lar ından ve bunu bir sanat ve g e ç i m aracı olarak benimsedikler ind e n , gözler i kanlanmış birer insan kasabı olmuşlardı. Yakmak, yıkmak ve öldürmek biricik amaçlarıydı. G a r i p üniformalar ıy la bu anarşist ler, herkese kendilerini türlü rütbede Frans ız s u b a y ı olarak tanıt ıyorlardı.»
Kil ikya işgal kumandanı A lbay Bremond, bunlara rah a t ç a Frans ız o r d u s u n u n üniformasını giydir ip azıl ı birer y a b a n d o m u z u gibi o r t a y a salmaktan çekinmemişti . Bre-m o n d ' u n , bu adamları pol is ve jandarma olarak kullanmas ı artık Ki l ikya'da T ü r k halkına yaşamak hakkı tanınma-
433 3 / F . : 28
yacağın ı gösteren en açık belgeydi. «Ki l ikya'da kurulan bu mavi renkli Fransız yönetimi her türlü uygarl ık k a y g u -larından ve insanlıktan y o k s u n d u . Bremond'un yönet imi, Kil ikya'yı kesimi yaklaşan kasaplık koyunlarla dolu kocaman bir kesimevi olarak d ü ş ü n ü y o r d u . Kasaplar da ötede beride sürünün dışına kaçar gördükler i koyunlar ı birer ikişer boğazlayarak büyük kesim g ü n ü için e g z e r s i z yapıyor , bıçaklarının keskinliğini deniyor lardı .
G ö z oymak, burun ve kulak kesmek, kadınları ayaklarından asıp dövmek, memelerini koparmak, en hayalc i bir facia romancısının bile d ü ş ü n e m e y e c e ğ i , hayal leye-m e y e c e ğ i bir biçim ve alçaklıkta Türk kadın ve kızlarının ırzlarına geçmekte, işgalci lerin beslemeleri, eşsiz örnekler göster iyor lardı . En canice ve yeni bulunmuş bir biçimde zulüm işleyen bir Ermeni, Ermeniler arasında büyük bir intikam kahramanı d iye ün sal ıyordu.
Üç Ermeni ö r g ü t ü , Fransız sömürge ruhunun korumasında Kilikya T ü r k l ü ğ ü n ü ezmek, korkutmak ve öldürmek için bir cehennem makinası gibi çal ış ıyordu. Bu üç örgüt , Ermeni öç alayı ve Ermeni gönül lü fedaileri, tes-viyei mesalih komisyonları ve ü ç ü n c ü olarak zabıta, hafiye, casusluk ve espiyonluktu.
«Frans ız-Ermeni zabıta ve hafiye örgütleri ve Ermeni fedaileri yol larda ve kırlarda ellerine geçirdikler i müs-lümanları c a n a v a r c a bir zevkle öldürüyorlardı . Bu sahnede Bremond'un maiyeti katil bir a v c ı , Ermeni ler bir av köpeği ve her türlü savunma aracı el inden alınmış zaval l ı T ü r k l e r de masum birer avdı . Her gün Türk lerden si lâh aramak bahanesiyle para cezalar ı al ınıyor, resmî bir ad ve giynek altında korkunç bir eşkiyalık ve s o y g u n yapıl ıyordu.»
« H a ç ı n kazası merkezine yarım saat uzaklıkta on bir yaşlar ında iki T ü r k ç o c u ğ u n u , Ermeni fedailerinin y e r e yatır ıp kuzu gibi boğazladıklarını g ö r e n eşraftan İsmail bey adlı genç adam, çocuklar ı kurtarmak üzere ya lvar ın-ca o da kulağı, burnu kesilerek ve gözler i oyularak ö ldürü lmüştü.» B u , küçük örneklerden biriydi ve bu tür lü saldırganlıklar, her zaman kaygusuzlukla karşı lanıyor ve
434
c e z a s ı z kal ıyordu. K o z a n livası dolaylar ında bu biçimde i ş k e n c e edilerek öldürülmüş, adları bil inen tanınmış otuz d o k u z kişi vardı . İşkenceler le öldürülüp de adı sanı bi l inmeyen daha pek çok Kozanl ı vard ı . « K o z a n ' ı n Frans ız larca işgali s ırasında dağlarda ve yol larda p a r ç a p a r ç a edilerek öldürülmüş y ü z kırk T ü r k ü n ölüsü bulunmuştu. Bu ölülerin kimlikleri de hiç bir zaman anlaşılamamıştı.
* v e *
Ermeni jandarması, kazanın T ü r k köyler inde p a r a c a , malca, ırz ve namusça ve en sonra c a n c a türlü talanlar yapıyor lardı . T a y y a r d a ' n ı n en içten adamlar ından biri o lan O h a n e s Ç a v u ş , Kamcvalar la köyleri dolaşıyor, varlıklı köylülerden durmadan korkutarak para s ızdır ıyordu. Bu talanı da maskelemek için saklanan silâhları vermemek amacıy la kendilerine veri lmiş rüşvet olarak y a y ı y o r l a r d ı . T ü r k kadın ve kızlarına yapı lan y ü z karası işler, halkı ç i leden çıkarıyorsa da şimdilik dişlerini sıkarak beklemekten başka çare bulamıyorlardı.
Hele, T ü r k kızlarının ki l iselere götürülüp vaft iz edi lerek hıristiyan dinine geçir i lmesi, öç alma duygular ın ı her ş e y d e n çok kamçı l ıyordu. Bir cehennem s u y u ile g i t t ikçe dolmakta olan bardak, taşmak üzereydi. S o n C e h e n n e m deresi damlaları, bardağa y a v a ş y a v a ş daml ıyor ve d ü ş tüğü yeri yakıp kül edecek bu damlalar, k a y g u s u z c a s e y redi l iyordu. S o n tehlikeli damla, bardağa Feke kazasının Yerebakan köyünde damladı :
Yerebakanl ı g e n ç Hasan' ın g e n ç ve güzel karısı, z o r la el inden alındı ve Ermeni jandarma ç a v u ş u K a m o v a r O s e p ' l e evlendiri ldi. Fedai kumandanı O s e p Ç a v u ş , del ikanlı Hasan' ın karısıyla g e r d e ğ e girdiği g ü n , C e h e n n e m deres in in suyuyla silme dolan bardak taştı ve dağ taş cız ırdayarak yanmaya başladı. K o z a n d a günlerce yakınacak kapı ve kulak a r a y a n Yerebakanl ı H a s a n , elleri b ö ğ ründe geri döndü ve korkunç kararını vermekte gecikmedi . Hemen, ertesi g ü n , bir çift öküzünü pazara g ö t ü r ü p satt ı ve bunların parasıy la bir s ü r ü mermi ve kız gibi b ir mavzer satın aldı. B ir g ü n , tek başına O s e p Ç a v u ş ' a p u s u kurduysa da attığı kurşunlar ı tutturamadı. Art ık, H a -
405
san'a K o z a n dağlar ının yolu g ö r ü n m ü ş t ü . A z z a m a n d a başına yirmi kişilik bir çete topladı. Zulüm görenler , bu «çeteye para, s i lâh, adam ve hiç o lmazsa umut ve d u a verdi ler. Ulusal bir çete hemen doğuvermişt i . Y e r e b a k a n -Jı Hasan' ın çetes i , bir g ü n , Kozan-Haçın yo lunda Pozat gediğ inde çetesiy le pusu kurdu ve Ermeni subay ı Misak' la dört Kamovar' ı oracıkta ulusal kurşunlarla delik deşik etti. Bu kurşunlar, beş insanı öldürmekle birlikte kutsal kurşunlardı . Mavzer ler in namlusundan onları dışarı f ır latan g ü ç , bir milletin öfkesiydi .
Bu kutsal öfkenin, beş Ermeniyi ö ldürmesi , bir başka öfke fırtınası kopmasına meydan verdi . Ermeni ler, bu ö ldürüşe karşılık vermek üzere bir zulüm yayl ım ateşine başladı lar: B e ş Ermeni jandarmasının ö ldürü ldüğü yer in dolaylar ındaki Pozat köyünü yakıp yıktılar. K ö y ü n bütün canl ı cansız mallarını yağmaladı lar. Pozat k ö y ü n ü n muh-'tarı Hamza ile kardeşi Musa'y ı Kozan'a sürükleyerek g ö z d a ğ ı vermek üzere yargı lamadan hükümet konağ' ö n ü n de ipe çekti ler.
Bütün Ermeniler, bu beş Ermeni fedaisinin ö ldürülmesi üzerine davrandı lar. Kadın-erkek si lâhlanarak y o l lara döküldüler. B ü y ü k bir vurma-öldürme hırsıyla yanıp tutuşmaya başladılar. « K ı z okulu öğrenci ler i , karalar g i yinmiş olarak Sırael if ' te büyük bir kalabalıkla Misak' ın ö lüsünü karşıladılar. Ermeni kızları, tabutun ö n ü n d e acıkl ı bir c e n a z e marşı söy leyerek y ü r ü d ü l e r » ve bütün şehirde bir diş gıcırt ıs ıdır gitti.
Manast ı ra götürü len ölülere orda papaz lar ın katılmasıyla korkunç s ö v ü p saymalar ortasında dinî tören y a pıldı. S o n r a , Misak' ın ö lüsünü burdan alıp herkese ve her-ş e y e meydan okuyan öfkeli bir Ermeni kalabal ığının ö n ü n de Ermeni mezarl ığına götürdüler. Mezar l ıkta şu biçimde nutuklar veri ldi :
— Misak, sen ölmedin. Seni ve senin idealini b iz y a şatacağız . Senin ö c ü n ü biz a lacağız. Ruhun müster ih o l s u n . Senin bir damla kanına karşılık y ü z bin damla kan akıtacağız. Bir başa karşılık bin baş k e s e c e ğ i z . Misak, s e n , lâyık o lduğun mertebeye yükseldin. B u l u n d u ğ u n C e n n e t
436
evinde bizler için de y e r hazır la. Seni orada yalnız bırakmayacağız.
** Bir g ü n t e r ö r c ü bir kamovar atlı g r u b u , Hamamkö-
yü'ne d o ğ r u doludizgin at s ü r d ü . C a n ve mal alacaklar ı köylere bu hızla at sürmekteydi ler. S o n günlerde tehlikenin büyük lüğünü g ö r e n kimi köylerin halkı, mavzer ler in i gizledikleri yer lerden çıkarmış, sil ip parlat ıyor, ş a r j ö r ü n ü her z a m a n dolu bulunduruyor lard ı . Huğ denen kamıştan ve s a z d a n kulübelerde oturan Hamamköyü halkı, nöbetçinin verdiğ i haber üzer ine hemen köyün ö n ü n d e s ipere girdi ler ve köyün önüne dek gelen kamovaların üzer ine bir yayl ım ateş açtı lar. Köylüler, bunları öldürmek deği l uyarmak üzere ateş açmışlardı . Ermeni gönül lü ler i neye uğradıklar ını anlayamadı lar, s o n r a , p a b u c u n pahalı o lduğ u n u anlayarak atların başını Kozan'a çevirdi ler; korku ve öfke içinde dört nal s ü r ü p kaçtılar. H a m a m k ö y ü köylüleri, ilk kez yaptıkları işin önemini kavradı lar, başlar ı , şöy le bir y iğ i tçe dikildi. B i rçok köye yaptıkları gibi onların da huğlarını ateşe v e r e m e d e n kuyruklarını kısarak kaçmışlar ve art lar ından atı lan tek tük kurşunlarla da se-lâmlanmışlardı.
K o z a n ' a kapağı z o r atan kamovarlar. Y ü z b a ş ı T a y -y a r d a ' y a , mutasarrıfa yakındı lar. Hamamköyü'nün kendi lerine karşı ayaklanarak ateş açtığını söyledi ler.
J a n d a r m a teğmeni Yozgat l ı Halil beyin kumandasında bir y ığın Ermeni jandarması, Hamamköyü'nü c e z a l a n dırmak üzere K o z a n ' d a n yola çıktı.
G e n ç jandarma kumandanı arkasına taktığı bu öç almak hırsıyla dopdolu Ermeni jandarmalarının ö n ü n d e Hamamköyü'ne v a r ı n c a , durumun ağırl ığını hemen kavradı. Bütün köylü s ipere girmiş, çarp ışmaya hazır bekl iy o r d u . O n l a r a karşı ateş açt ı ramayacağın ı hemen anladı . Ermeni ler, bir kez b u r a y a girdi ler mi hem bütün huğları ateşe ver ip kül edecekler, hem de bütün insanlarını ö ldüreceklerdi . Hayır , böy le bir alçakl ığa önayak olamazdı . Hemen gerekli kararı verd i |andarmalara :
437
— D u r u n , ben birkaç jandarma ile g ideyim. Onlar ı kandırayım. B o ş u n a kan dökülmesin! dedi.
S o n r a , ak bayrak yer ine ak bir mendil alıp sal layarak Hamamköy' lü lere şöy le seslendi :
— D u r u n , ben mülâzım Hali l ' im, siz inle k o n u ş a c a ğ ı m . A t e ş etmeyin.
— M a d e m ki T ü r k ve müslümansın, b u y u r konuşalım.
T e ğ m e n , yanındaki jandarmaların si lâhını boynuna ast ı rarak silâhlı köylülere d o ğ r u i lerledi. Köylü ler in yanına v a r a n g e n ç jandarma s u b a y ı , Ermeni jandarmalarını g ö s t e r e r e k :
— Al ın şunların si lâhlarını, diye köylülere emretti. Köy lü ler , hemen kamovarlar ın si lâhlarını aldı lar. T e ğ m e n , kamovar lara :
— Defolun, gidin şimdi arkadaşlar ınız ın yanına. Arkanıza bakmadan Kozan' ın y o l u n u tutun. Y o k s a bu arkadaşlar la beş dakikada hepinizi temizlerim! d iye bağırdı . Ermeni ler korkudan s a p s a r ı kesilerek b iraz uzakta bekl e y e n arkadaşlar ının y a n ı n a döndüler. Ş a ş k ı n ve s e s s i z , at lar ıha binip Kozan'a sürdüler.
Hamamköylü o lay ı , bütün o v a köyler ine bir işaret o l d u . H a m a m k ö y ü köylüler i . T e ğ m e n Halil beyle birlikte s a v u n m a s ı kolay dağlık b ö l g e y e sığındı lar. Bütün öbür köy ler de onları izlediler. « K a ç - k a ç » başlamıştı . Artık,, d a ğ l a r d a güçlenerek d ö n ü p d ö n ü p düşmana vuracaklard ı .
Tar la lar , bahçeler, yemiş ağaçlar ı ve ekin tarlaları boşalt ı lmış köylerin ç e v r e s i n d e ölü bir dünyanın toprakları g ibi ıssız ve s e s s i z u z a m a y a başladı. Boşalt ı lan o v a köylerinin huğlar ından her g e c e göklere kıpkızıl a levler v e . a c ı dumanlar yüksel iyor, köyler in yer ler i bi le bir zaman s o n r a ıs ırgan otları , çakır dikenleriyle ör tü lüyor, anlaşı lmaz o l u y o r d u .
M u s t a f a Kemal, kürklü uzun asker kaputunun ve Sof-., y a ' d u bir baloda giymiş o l d u ğ u yeniçer i başl ığını andırır b o z kalpağının üzer inde lâpa lâpa y a ğ a n kardan kalın b i r tabaka olarak karargâhtan içeri g i rd iğ inde günlerdir
438
kendisini bekleyen yığı lmış işlerle karşılaştı. A m a s y a ' d a Sal ih Paşa ile yapmış o lduğu görüşme, g ö r ü n ü r d e olumlu bir gidiş göstermekle beraber, bunun arkas ından daha kritik günler in ge leceği önsezis iy le S ivas 'a dönmüştü. Kendisini görmek üzere memleketin .şuras ından burasından kimi kişiler ve kurullar gelmişti.
Kozan'dan gelen Sehl ikzade Hasan beyin başkanl ığındaki kurulu, sobası gürül gürül yanan o d a s ı n d a kabul eden Mustafa Kemal, on lardan yukarda anlatt ığımız korkunç hikâyeleri uzun uzun ve sabırla dinledikten s o n r a , Kil ikya'nın nerdeyse elden gitmekte o lduğunu anladı ve bu tehlikeli gidişi durdurmak üzere hemen d a v r a n d ı . S e h likzade Hasan bey ve arkadaşlar ı , ona da benzer i söz leri söyledi ler :
— Bizim silâhımız, cephanemiz, paramız ve her şeyimiz var. Yalnız, bunları bir düzene koyup yer inde g ü z e l ce kullanacak kumandana ihtiyacımız var!
Bu toplantıda Ali Fuat Paşa, Rauf bey ve başka arkadaşlar da vardı . Mustafa Kemal, onları dinledikten s o n ra, hemen bir karara vardı ve şöyle dedi :
— Size istediğiniz kumandanları v e r e c e ğ i m . Yalnız s iz in hayatınız gibi v e r e c e ğ i m kumandanların var l ığı da bu işin büyük bir gizlilik, bir komitecilik ruhu iç inde y ü rütülmesine bağlıdır. Şimdi, siz Kayser i 'ye d o ğ r u yola ç ıkar, kim o l d u ğ u n u z u belli etmeden orda beklersiniz. Arkadan kumandanlarınız da yola çıkıp s ize yet işecekt ir . Yalnız, onların burda daha birkaç g ü n g ö r ü l e c e k işleri var .
Sehl ikzade H a s a n bey ve arkadaşları, s e v i n ç içinde K a y s e r i ' y e d o ğ r u yola çıktı lar. Onlar gittikten s o n r a M u s tafa Kemal, karargâh subaylar ından Binbaşı Kemal beyle Y ü z b a ş ı O s m a n beyi karşısına aldı ve uzun uzadıya g ö r ü ş t ü :
— Sizleri Kil ikya'nın kurtuluş hareketlerini yürütmek ü z e r e göndermek ist iyorum, dedi. E lden gitmek üzere olan bu zengin bölgeyi kurtarmak şerefini ikiniz paylaşacaksınız.
Mustafa Kemal, onlara gerekli belgeleri bile hazır-
439
lamışti: Binbaşı Kemal beyi ( K o z a n o ğ l u D o ğ a n ) takma adıyla Kilikya kuvayı mill iye kumandanl ığına. Y ü z b a ş ı O s man beyi de (Aydınoğlu Tufan) adıyla onun yardımcı l ığ ına v e r i y o r d u . İkisine de S i v a s v i lâyet basımevinde bastı rılmış bir y ığın « M ü d a f a a y ı Hukuk» derneği nizamnamesi veri ldi. Mustafa Kemal, onlara kesin direktifini de şöylece bildirdi :
— Sivas' tan yola çıkışınız belli o lmayacak, kıyafetleriniz değişt ir i lecek, S i v a s mukarrerat ına u y g u n teşkilât yapı lacak, halk içten bu teşkilâtı benimseyecek, teşkilât işgal bölgesi içinde kurulup genişlet i lecek, Karaisal ı 'da toplanacak büyük bir kuvvet, Fransız lar ı A d a n a ' d a n Ota-GUI'
Bu b u y r u ğ u alan Binbaşı Mehmet Kemal ( K o z a n o ğ l u Doğan) beyle Yüzbaş ı O s m a n (Aydınoğlu Tufan) bey, kılık kıyafetlerini değişt irerek Kayser i 'ye d o ğ r u yola çıktılar. Kayser i 'de, arkalar ından yet işecek olan Ali Fuat Paşa'dan yeni buyruklar alarak pek tehlikeli ve şerefl i görev ler ine at ı lacaklardı.
Ali Fuat Paşa ile Mustafa Kemal, başbaşa vererek Kil ikya'da yürütülecek direnme davranışlar ının yüksek kad e m e d e bir incelemesini yaptı lar. Kasım ayının o t u z u n c u g ü n ü , Ali Fuat Paşa, Kayser i üzer inden A n k a r a ' y a gitmek üzere emirsubayı idris beyle yola çıktı. «Ki l ikya'nın en önemli bölümünü kurtarmak görev i yirminci kolorduya verilmişti. Paşa, Kayser i 'de kolorduca alınması gereken tedbir ler le uğraşacak, görev lendird iğ i arkadaşlarla g ö r ü ş e cekti . Binbaşı Mehmet Kemal beyle Yüzbaş ı O s m a n bey, »Sehlikzade Hasan bey ve arkadaşlar ıy la Kayser i 'de son b u y r u ğ u almak üzere bekleyeceklerdi .
Yeni adlarıyla K o z a n o ğ l u D o ğ a n beyle A y d ı n o ğ l u T u t a n bey, karlı, bulutlu, çamur lu, fırtınalı yol ları bin türlü zahmetle aşarak Kayseri'-ye vardı lar. Bu, ak malta taşınd a n yapılmış düz damlı ev ler şehr inde Sehl ikzade H a s a n bey, başkanlığındaki K o z a n kurulunu, kendilerine veri len buluşma adresler inde boşuna aradılar. K o y d u y s a n bul ! O n l a r s ı z da hiçbir şey yapmayacaklar ın ı anlayarak çok üzüldüler. Ne yapacaklar ın ı bilmez bir durumda g e z i p do-
440
taşırken yur tsever bir z e n g i n olan N u h Naci bey, onlar ı alıp konağına konuk etti. Sıcak ve güzel yemeklerle g ö v delerini ısıttılar. N u h Naci bey, bu sırada haber g ö n d e r e rek a c a r ve yiğit bir g e n ç olan jandarma kumandanı Y ü z başı Ratip beyi de çağırtt ı ve iki kuvayı milliyeci subay la tanışt ırdı. Ali Ratip bey, S ivas Kongresi 'y le zaten ilgilen i y o r d u . O r d a n iki meslektaşını böyle yanıbaşında biti-vermesine çok sevindi : T u f a n bey, ona bir sürü Müdafaay ı Hukuk nizamnamesi verdi .
D o ğ a n beyle T u f a n bey, ertesi gün Kozanl ı kuvayı mil-l iyecileri aramak üzere Develi kasabasına d o ğ r u yo la çıktı. Bütün ovalar, dağlar kar alt ındaydı. Hâlâ da durmadan kar yağıyor , gel ip g e ç e n yolcular, hayvanlar ı ve insanlar ı parçalayan a z g ı n kurt sürüler inden söz ediyorlard ı . İki arkadaş, s o ğ u k t a n mosmor kesilerek Devel i 'ye yardı lar. Anadolu kasabalarını andıran giynekleri iç inde h iç kimse kendileriyle i lgi lenmiyor, dumanlı kahvelere g i r i p çıkarak yana yakıla Kozanlı ları ar ıyorlardı. Onlar ı burda da bulamadılar. Bütün örgütü bu adamlara dayanarak •yapacaklardı. Onlar ı bulamadıkça da hiç kimseye g ü v e n e m e z l e r d i . En s o n r a , Devel i Belediye Başkanı Kanberl i O s m a n efendi, onlar la i lgilendi. Onlar ı akşam yemeğine ç a ğ ı r d ı . Y u r t s e v e r bir adam olan O s m a n efendinin g ü v e n di bir adam aracı l ığıyla en sonra Kozan kurulu bulundu ve yemekten sonra Kaymakam Atıf beyle çıkageldi ler. Kozanl ı lar, Fransız lardan kaçıp saklandıkları ve sık sık y e r değiştirmek z o r u n d a kaldıklarını söyledi ler. O g e c e belediye başkanının ev i , çok ateşli konuşmalara s a h n e o l d u . Ertesi sabah, hemen örgüte başladılar. İşgal bö lges i n i n yeni durumunu incelemek üzere Kurtoğlu Hulusi bey i Feke'ye, Sehl ikoğlu H a s a n beyi Karaisal ı y ö n ü n e g ö n derdi ler. Her ikisinin de gitmesiyle geri d ö n ü p gelmesi bir o ldu :
— Gitmek, işgal bölgesinde örgüt kurmak imkânsız. Al i Saip' in jandarmaları, bizi yakalayıp Fransız lara teslim edecekler , dediler.
B u n u n üzerine işe Devel i 'den başlamayı u y g u n b u larak güveni l i r yerl i leri topladılar ve bunlarla Müdafaay ı
441
Hukuk Merkez Kurulunu kurdular. İki kumandan ellerindeki Müdafaayı Hukuk nizamnamelerini uygulamak üzere onlara verdi.
Develi kasabası, uzakta bulunduğu halde Kozan'da g ü ç l ü bir casus ağı kurmuş olan T a y y a r d a ' c a kontrol edilmekteydi. Feke'de Fransız lar ın s ö z c ü s ü ve adamı durum u n d a olan Cezmi bey, Kozan jandarma kumandanı Yüzbaşı Ali Saip beyle g ü ç l ü bir bağlantı kurduğundan Develi 'deki adamları aracı l ığıyla elde ettiği bütün bilgileri o n a aktarıyor, o da F r a n s ı z askerî mutasarrıfına i let iyordu.
Bugünlerde Kayser i 'den Develi 'ye gelen Papaz Ka-toksifos, her Allah'ın g ü n ü Ermenilerle kil isede toplantı y a p m a y a başlamıştı. Bu kilise toplantılarının s iyasal amaçlar taşıdığı bell iydi. Papaz, Ermeni cemaatinin dinsel lideri değil kumandanı durumundaydı . Yeni kurulan Müdafaayı Hukuk örgütü, T o p a l T e v f i k adlı bir adamı, kil isede g e ç e n -
Jeri incelemekle görev lendird i . Bu adamın annesi Ermeni, babası Türktü. Bu y ü z d e n de Ermeni hemşehri ler aras ı n d a Ermeni olarak geç in iyor , onlara sempatik g ö r ü n ü y o r d u . Bu Ermeni gibi konuşabi len ve T ü r k t e n başka bir ş e y olmayan T o p a l Tevf ik , ayin ve dua bahanesiyle Pap a z Katosifos'un toplantı larına girip çıkmaya başladı. Direktif le gittiği ilk toplantıda birçok yararlı bi lgiler toplay a r a k getirdi. Papaz toplantıda şöyle diyordu :
— Artık, Ermeni ler in yüzyı l lardan beri bekledikleri günler i geldi. Osmanl ı hükümeti, ölü duruma girdi . Korkulacak, ürkülecek bir yanı kalmadı, üstelik, bütün hıris-tiyanlık dünyası ve yenmiş büyük devletler, bizim yardımcımız. Artık bu f ırsat kaçırılır mı? Durmak zamanı de-jğil. Hemen kaynaşıp önemli bir g ü ç ve varlık o lduğumuzu göstermel i , « B ü y ü k Ermenistan» Krall ığına kavuşmal ıy ız. Bakınız, Paris'te meydana gelen Aksahin-miton (Ermeni fedaileri derneği) durmadan bizim için çal ış ıyor, örg ü t kuruyor. Bu ö r g ü t e girmiş olanlardan on beş kişilik S a m u e l çetesi Y o z g a t ' t a n kalkarak Adana'ya dek gitti. B ü y ü k Fransız Kumandanı Bremond'un elini öptü. Milletimiz için dileklerde bu lundu, vaatler alarak d ö n d ü . Siz ler
442
ve bizler niye d u r u y o r u z ? Haydi Ermeni kardeşler, g ö r e v başına! Örgüt lenel im. Fedai" olalım.
Kaymakam Atıf bey, daha ö n c e de kulağına çal ındığ ı n d a n bu haberi doğruladı .
Bunlar ı d inleyen D o ğ a n beyle T u f a n bey. artık, bir dakika biie boş aurmanın kendilerine haram o l d u ğ u n u anladılar. D o ğ a n bey, g iz l ice Niğde'ye gitti ve Devel i 'ye or-daki askerî birl ikten alarak bir y ığın si lâh get irdi . Köylere dek genişleti lmek istenen silâhlı örgüt , korkunç bir engel le karşı karş ıyaydı . « İ ş g a l bölgesinde Frans ız lardan çok millî davranış lar ı ön leyen ve her yere girerek halkı t i treten ve her haberi almak g ü c ü n d e olan Fransız lar ın K o z a n J a n d a r m a Kumandanı Yüzbaş ı Ali Sa ip beyi d ü şünceler in in uygulanması karşısında en g ü ç l ü bir engel o larak» bulmaya başladılar.
B u n u n üzer ine Mustafa Kemal'e bir rapor g ö n d e r mek ve ondan destek istemek zorunda kaldılar. Evet , askerî birl ikler kendilerini desteklemedikçe bu işin içinden çıkamayacaklar ın ı anlamışlardı. Karşı larında y a b a n c ı ordu birl ikleriyle el ele vermiş çok güç lü bir yerl i ve si lâhl ı ihanet ö r g ü t ü , alabi ldiğine yayı lmış haince ça l ış ıyordu.
Al i Fuat Paşa, Mustafa Kemal'den aldığı buyruklarla Kayser i 'ye vardığ ında takvim 4 Aralık 1919'u g ö s t e r i y o r d u . Kış, acı ve ak ağır l ığıyla A n a d o l u ' n u n üzer ine biraz d a h a abanmışt ı . Paşa, D o ğ a n beyle T u f a n beyin M u s t a f a Kemal'e gönderdik ler i raporda istedikleri ordu desteğin i g ö r ü ş m e k ve sağlamak üzere d o ğ r u c a on y e dinci tümen kumandanı Yarbay Emrul lah, askerl ik şubesi başkanı Y a r b a y Mümtaz beylerle buluştu. Onlar la bir hazırl ık g ö r ü ş m e s i y a p a n Ali Fuat Paşa, h a b e r salarak D o ğ a n beyle T u f a n beyi Kayser i 'ye çağırdı . Bu kez Kilikya kuvayı mil l iyesiyie o r d u y u birbirine bağlamak üzere g e n e l bir g ö r ü ş m e yaptı lar.
Al i Fuat Paşa, bütün Kil ikya'nın kumandanl ığını t ü men kumandanı Emrul lah beye vermek istedi. T ü m e n kumandanı bunun karşısında duraladı :
— Elde bir kuvvet yoktur , bir şey yapı lamaz, dedi.
M a s a üzerine açı lan haritada Kil ikya'yı işaret e d e n .Ali Fuat Paşa, tümen kumandanına şöyle dedi :
— Bu bölge çok genişt ir. Bir elden idaresi z o r d u r . B u n u ikiye ayıralım. Birini T u f a n beye verel im, ö b ü r ü için b a ş k a bir arkadaş daha bulalım. Her ikisini de Mehmet Kemal bey (Doğan) kumanda etsin.
T ü m e n kumandanı : — İkinci arkadaş kim olacak? diye s o r d u . T u f a n bey, hemen aklına gelen bir adı s ö y l e y i v e r d i .
B u , Kayser i jandarma kumandanı Ali Ratip beydi . K a y s e r i ' y e ilk geldiğ inde T u f a n beyin kendis ine v e r
diği Müdafaay ı Hukuk nizamnamelerini şuna buna v e r d i ği ve rengini belli ettiği için son günlerde a ç ı ğ a çıkarı lmıştı.
— Paşam, Ali Ratip bey var. 41'inci N iğde tümeninin kumandanı Emrul lah b e y : — C a n ı m , o delinin biri, dedi. Kaş y a p a y ı m derken
g ö z çıkarır. Al i Fuat Paşa : — İşte, bize öy le adam gerek, dedi, çağır ın g e l s i n ! Ç a ğ r ı l a n eski jandarma kumandanı, hemen geld i .
« F u a t Paşa, haritayı açt ı , masanın üzerine serd i . Z a m a n l ı s u y u sınır olmak üzere d o ğ u ve batı Ki l ikya'yı da Ratip beye verdi . Bu bölüştürmeyi yaptıktan s o n r a , p a ş a . Y ü z b a ş ı Ratip beye :
— Y ü z b a ş ı Ali Ratip bey, şimdi c e p h e y e g i d i y o r s u nuz. Ne kadar kuvvetiniz v a r ? diye sordu. Ratip bey t o puklarını birbir ine vurup selâm verdi :
— Kuvvet ben' im, paşam, dedi , bu u ğ u r d a her şey i g ö z e al ıyorum. Hem kendimi, hem de milletimi idam s e h pasından kurtaracağım.
Ali Fuat Paşa sev inc inden nerdeyse ağlayacakt ı : T ü m e n kumandanı Emrul lah beye şöyle dedi : — G ö r ü y o r s u n u z y a , böyle işleri ancak del i ler y a p a r ;
akıll ı lar, s o n r a d a n hazır lanmış olanı yer. Şimdi bu işleri biz yapal ım, sonra siz ler yers in iz.
Ali Fuat Paşa, Ali Ratip beyin yüklendiği g ö r e v i S i vas ' ta Mustafa Kemal'e bildirdi. O da tıpkı D o ğ a n beyle
444
T u f a n beye verdiği kendi imzasını taşıyan bir belgeyi hemen imzalayarak K a y s e r i ' y e yol ladı.
Mustafa Kemal, numaraladığı b u y r u ğ u n u n alt ında Al i Ratip b e y e de bir takma ad vermişt i : « N a m ı müstearınız T e k e l i o ğ l u Sinan'dır !»
D iyor ve bunun alt ında « H e y e t i Temsi l iye Reisi M. Kemal» imzasını a t ı y o r d u .
Al i Fuat Paşa, protokol imzalandıktan sonra üç kuv a y ı mill iyeci militana başar ı lar diledi. Emrul iah beye de onlar ı desteklemesi için sıkıca uyarmada bulundu. S o n r a hepsinin elini s ıkarak vefal ı yaver i İdris beyi yanına aldı . A n k a r a ' y a yol lanmak üzere onlardan ayrı ldı .
* * Yeni adlarıyla D o ğ a n , T u f a n ve Sinan beyler de yine
Devel i 'n in yolunu tuttular. Es i r Kil ikya'nın kapısı orasıydı. Ki l ikya'yı o r d a n z o r l a y a c a k , geçebi lmek için bir gedik a ç m a y a çal ışacaklardı . Ne v a r ki ilk g idiş ler inde o lduğu g ib i y ine jandarma kumandanı Ali Saip beyi k o s k o c a tehlikeli bir engel olarak karşı lar ında buldular.
A d a m , Devel i 'de bir sinek kanadını kımıldatsa haber a l ıyor, hemen tepkisini de g ö s t e r i y o r d u , kuvayı milliye sınır ıy la Kilikya arasına g ö z e görünmez, tuzaklar la dolu bir baraj kurmuş gibiydi . Onlar ın her türlü davranış ve düşünceler in i saati saat ine ö ğ r e n i y o r d u . Bu baraj ı başka türlü aşamayacağın ı an layan üç ihtilâlci arkadaş, Ali Sait beyi or tadan kaldırmaya karar verdi. Ali Sa ip bey, kendisini Fransız lara Revandız l ı T ü r k düşmanı bir Kürt o l a r a k tanıtmıştı. Kadir l i 'de jandarma bölük kumandanıyken F r a n s ı z ve Ermeni zu lmüne karşı dağa çıkmış, T ü r k köylüleriyle yaptığı bir çarp ışmada çetenin reisi Andır ınl ı Bal-tacı 'nın kurşunlarıyla yaralanarak Adana memleket hastanesine kaldırılmış, bu olay dolayısiy le Fransız lar uğruna çarp ışan bir jandarma subay ı olarak ün salmış ve F r a n sız lar, hemen o n u jandarma kumandanı olarak Kozan'a •aldırmışlardı. « E r m e n i çeteler ini emrine almış, Kürt ve Ç e r k e z l e r d e n , T ü r k düşmanlar ından milis kıl ığıyla g ö n ü l lü toplamış, ünü o dolaylar ı tut tuğundan h a b e r alma g ü c ü y l e ve yaptığı işlerle her yanı titretmişti.» F e k e Belediye
445
Başkanı C e z m i bey aracı l ığıyla üç kuvayı milliye militanının d ü ş ü n c e ve tasarı larını da ö ğ r e n i y o r d u . Bir süre s o n ra, « ü ç kuvayı mil l iyeci ler»i yakalamak üzere tatlı dil ler d ö k m e y e başladı. O n l a r d a n g ö r ü n ü r gibi k o n u ş u y o r v e d a v r a n ı y o r , onları tuzağa düşürmek üzere türlü düzenler k u r u y o r d u . E ğ e r bugünlerde onları ağına d ü ş ü r ü p yaka-layabi lseydi T a y y a r d a ve B r e m o n d , ona «di le benden ne d i lers in!» diyecekti. Çi l çil sarı Fransız altınları düşler ine g i r i y o r d u . Andırınl ı Baltacı çetesiy le yaptığı çat ışmada ayağ ı n d a n aldığı hafif kurşun yarasın ı Fransız lara tam elli F r a n s ı z altınına mal etmişti.
Ş imdi, Doğan, T u f a n ve S i n a n beyleri ölü diri yakal a y a c a k olursa bu ışıl ışıl Fransız altınlarının kaynağına d ü ş e c e ğ i n i pek iyi bi l iyordu.
Ali Sa ip bey, kolayca d ü ş ü n c e değişt iren ve o lay lar ın gel işmesini büyük bir dikkatle gözet leyen bir adamdı.. B i r z a m a n sonra, K i l i k y a d a Fransız lar la kuvayı mil l iyecilerin şansını eşit g ö r m e y e başlay ınca bu kez hem F r a n -sız lar ı , hem de kuvayı mill iyecileri aldatmak hevesine d ü ş t ü . S o n r a , y ine güç lü y a n d a n yararlanmak taktiğini kul lanmaya başladı. Daha s o n r a , yeni bir o y u n kul landı; kuvayı mill iyeci görünerek T a y y a r d a ' n ı n emriyle onları tuz a ğ a düşürmek yolunu denedi. En sonra da üç kuvayı mil-l iyeciyle görüşmeyi benimsediğini bildirerek onları yakalamak istedi. Üç kuvayı mil l iyeci, onun bütün plânlarını boşa çıkar ınca bu kez Ali Saip bey, kendine g ü v e n i n ' y i t i rmeye ve onların g ü c ü n e inanmaya başladı.
« Ü ç kuvayı mi l l iyeci ler», Feke Belediye Başkanı C e z mi beyi elde etmişler, bir arkadaş olarak Fransız lara ve Ali Sa ip 'e karşı çal ışt ır ıyorlardı. Franstz lar ı , bütün kurnazlıklarına bakmayarak a ldat ıyordu. Ali Saip beyi de şaşırtan ve böyle sık sık d ü ş ü n c e değişt i rmeye z o r l a y a n ned e n de C e z m i beyin T u f a n beylerle çal ışmasıydı.
C e z m i bey, sezdirmeden Ali Saip beyi etki lemeye başlamıştı: « C e z m i , hain deği ldi. İlkin Fransız lardan korkmuştu. Kendisini Feke dağlar ında kereste ve av deris i t ü c c a r ı göstermiş, Fransız ı da, madamını da aldatmış ve elde etmişti. Cezmi, Ali Saip' i de elde edince daha ö n c e
446
millî hareket yanlısı o l d u ğ u n u gösterecek, Fransız lar ı da daha kolay aldatacaktı.»
Ali Saip bey, sık sık .düşünce değişt ir iyor, kuruntuya d ü ş ü y o r , bir rakkas gibi her iki y a n arasında sal lanıp d u r u y o r s a da yalnız bir işte şaşmıyordu: T ü r k l e r e karşı korkutma ve yıldırma davranışlar ını s ü r d ü r ü p g id iyordu. Bunun üzerine T u f a n beyin kafası kızdı. Bir türlü yola g e l mek bilmeyen Ali Saip' i ö ldürterek yolunun üzer inden kaldırmaya karar verdi. Ermeni subayı Misak' la dört arkadaşını öldüren on beş kişilik Gizz ik Duran çetesiy le g ö rüştü. Onlara Ali Saip'ten öç almalarını söy ledi . Ne v a r ki Cezmi bey, en sonra Ali Saip' i yola getirmişe benziy o r d u . Ali Saip bey, en sonra arkasında başka bir d ü ş ü n c e sürülemeden, « ü ç kuvayı mil l iyeci ler»le g ö r ü ş m e y e razı olmuştu.
*
Ali Saip bey, Firaktın köyünde kuvayı mill iyeci başlarla görüşmeyi benimsedikten s o n r a , hemen örgüt lenme g ü c ü n ü gösterdi .
Fıraktın'a var ıncaya dek uğrayacaklar ı bütün köylere gizl ice haber saldı :
— Hepiniz, kalabalık olarak bana karşıcı ç ıkacaksınız, köylerinize su getir i lmesi, yol yapılması, cami ve okul için ormandan parasız kereste veri lmesi sürüleriniz i eş-kiyadan ve kurttan korumak üzere köyünüze beş-on s i lâh veri lmesi için dileklerde bulunun.
Cezmi beye yazarak üç kuvayı mill iyecilerin de F ı raktın'a doğru yola çıkmasını sağladıktan s o n r a . Y ü z b a ş ı T a y y a r d a ' d a n dalavere ile bir denetleme gezis i için müsaade istedi :
— Bölgemdeki jandarma karakollarının uyanık o lup olmadıklarını g ö z d e n g e ç i r e c e ğ i m . Kilikya sınırları ötesinde olup bitenleri ve kuvayı mill iyecilerin neler yapt ığını ya da yapmak istediğini ö ğ r e n e c e ğ i m , d e d i . ,
T a y y a r d a da, tercüman veter iner Muzaffer beyle Ü s teğmen Sübi 'y i de yanına almak koşuluyla bu denetleme gezisini kabul etti.
Ali Saip bey ve arkadaşlar ı atlarına binerek yola çık-
447
t ı lar. Yo lda Üsteğmen S ü b i , Al i Saip beyle ş ö y l e c e dertleş iyordu :
— F r a n s a ' y a on bin lira ile dönmek ist iyorum. Bu para ile orada geleceğimi kazanabil ir im. Yalnız, bu parayı t icaret yaparak elde etmek ist iyorum.
— Bu çok kolay, C e z m i bey, z e n g i n , nüfuziu, kurnaz bir tüccardır . Bu bölgenin bütün aşarını o alır. G ü n de bin lira kazandığı bile olur. S iz , ona beş yüz lira ver in. C e z m i bey de size a y d a üç-beş y ü z lira kâr sağlar.
Ali Saip beyin bu yemlemesi g e n ç Frans ız subayın ı kendinden geçirmişt i . Art ık, hep Türk ler in soy lu ve iyi b ir millet o lduğundan s ö z edip duracakt ı .
« F e k e Kaymakamı vekil i Eşref beyle C e z m i bey İn-deresi köyünde Ali Saip bey ve arkadaşlar ıy la birleşti ler.» Ali Saip bey, Cezmi beye usulca Ü s t e ğ m e n Sübi 'n in isteğin i anlattı.
Cezmi bey : — Beş y ü z lirayı hemen ver i rse kendisine haftada
birçok para vereceğime s ö z ver ir im, dedi. Ali Saip'ten bunu işiten S ü b i , hemen oracıkta beş
yüz lirayı Cezmi beyin eline saydı . H e p beraber yola çıkarak akşamüstü A y ş e p ı n a r kö-
vüne vardı lar. Buras ı , Devel i 'den beş saat ç e k i y o r d u . T u fan bey ve arkadaşlar ı da onlardan ö n c e Firaktın köprüsü dolaylarındaki Firaktın köyüne varmış, Ali Saip beyle arkadaşlarını bekl iyorlardı.
Yalnız, beri yanda C e z m i beyle Ali Saip bey, Üsteğmen Sübi 'y i ekmenin k a y g u s u içindeydiler. Bunun için de bir tertip hazır lamışlardı. A y ş e p ı n a r ' d a kafalar çeki lecek, Sübi 'ye körkütük sarhoş o l u n c a y a dek içiri lecek, adamcağız komaya benzer bir sarhoşluk dünyas ında sızarak kendinden g e ç i n c e onu Ayşepınar 'da bırakarak kalkılıp Firaktın randevusuna gidi lecekti . Böy lece S ü b i , köyde kurulan zengin içki sofrasında on bin liranın şeref ine içti, içti. Dos J a r eliyle sunulan hiç bir kadehi geri çev irmiyord u . S. J t on ikiye dek dolup boşalan kadehler, görev in i yapmış, S ü b i , bir patates çuval ı gibi oracıkta devri l ip kalmıştı. Bunun üzerine Ali Saip beyle Kaymakam Eşref ve
448
C e z m i bey, veteriner-tercümcın Muzaf fer (Bekman) beyi F r a n s ı z subayının yanında bırakarak atlarına atlayıp F i raktın köprüsüne d o ğ r u yola çıktı lar. S o ğ u k Aralık g e c e s i , içtikleri az ö lçüde içkinin verdiği sıcaklık, onları pek ısırmadıysa da yine de y o r u c u , tedirgin ve heyecanl ı bir yolculuk yaptı lar.
Firaktın köyüne vardık lar ında, vakit g e c e yar ıs ıydı . T u f a n bey, Develi Kaymakamı Atıf bey. Belediye Başkanı Kanber l i O s m a n efendi, Kozanl ı Dâvavekil i T o p a l M u s t a f a b e y , onları sabırsızl ıkla ve kaygı içinde beklemişlerdi.
T u f a n bey, Ali Saip beyle ta Harbiye 'den tanışıyord u . Ali Saip bey, o n d a n bir sınıf sonraydı . Ali Saip beye ş ö y l e dedi :
— Bu milletin ekmeğiyle aynı çatı alt ında yetiştik. Ç ı k a r k e n de namusumuzla bu millete hizmet edeceğimize a n d içtik. İşte, şimdi o hizmet g ü n ü geldi çatt ı , i lkönce soracaklar ıma d o ğ r u c e v a p vereceğine namusun üzer ine s ö z ver.
— Namusuma yemin ederim, d o ğ r u s ö y l e y e c e ğ i m . T u f a n bey, Ona birçok sorular s o r d u . Ali Sa ip bey, bunlar ın hepsine d o ğ r u yanıt lar verdi . Bilmediklerini de defterine not ederek ö ğ r e n i p bi ldireceğine s ö z verdi .
• T u f a n bey : — Benimle nasıl haber leşeceksin? diye s o r d u . — Karımın el yaz ıs ıy la, Namık imzasıyla ve C e z m i
aracı l ığ ıy la mektup gönder i r im. — Peki, ben Kozan'a nasıl gelebil ir im? — Ç e r k e z kıl ığına girer, bir di lekçe y a z a r , jandarma
lık istersin. T a y y a r d a , di lekçeyi bana havale eder. Ben de s e n i önemlice bir karakola jandarma karakol onbaşıs ı tay i n eder im. O r a d a , teşki lâta başlarsın.
Firaktın görüşmesi tam anlamıyla y u r t s e v e r bir a n laşmayla sonuçlandı . G e n e l d ü ş ü n c e o y d u k i K o z a n b ü s b ü t ü n si lâhsız y e savunmasızd ı . Türk ler in b u s a v u n m a d a n y o k s u n durumlarının ters ine Ermeniler, d iş inden t ı rnağına dek si lâhlıydı. Bir genel ö ldürmeye gir işseler b i rkaç s a a t iç inde şehirde bir tek T ü r k sağ kalmayabil irdi. İlkö n c e , bu tehlikeyi önlemek üzere şehre si lâh sokulacak.
449 3/F. : 29
halkın eli si lâh tutanları si lahlandırı lacaktı. Bu işi de C e z mi bey üzerine aldı. B u n u şu biçimde y a p a c a k t ı : F e k e ' -i den Kozan'a her g id işte yanında on beş - y irmi silâhlı .1 bulunduracak, sonra bu si lâhları Kozan'da bir komiteye bırakarak si lâhsız dönecekti. ' Bu işi ayda iki-üç kez y a p - 1 t ığında Kozan'a birkaç ay içinde 150-200 si lâh sokabi le-1 çekti.
Şimdi, sıra bu si lâhları teslim alacak komitenin kim- ;] lerden meydana g e l e c e ğ i n e gelmişti.
Ali Saip bey, bu komite için Şih Ali E f e n d i z a d e H ü s e - 1 y in , Yar ımoğlu Ahmet, Al i Şadi , Tahr i ra t M ü d ü r ü Rıza g i - i bi Kozan'da s ö z ü dinlenir namuslu kişiJerin adlar ını v e r - 9 di. T u f a n bey de bunu u y g u n buldu ve şafak s ö k m e d e n 1 onlardan ayrı ldı.
Al i Saip' le arkadaşlar ı , g ö r ü ş ü p anlaşt ıktan s o n r a , I çabucak Ayşepınar 'a dönmek zorundaydı lar . Ş u n d a n ki ï sabahley in Ü s t e ğ m e n S ü b i , sarhoşluktan ayrı l ıp da onları | orda bulamayacak olursa kızı lca kıyamet koparabi l i rdi. Bu I görüşmeyi gizlemek üzere bir düzen daha düşündüler : 1 Bevel i Kaymakamı Atıf bey, s ö z d e Ayşepınar 'a dek gelmiş olan Fransız s u b a y ı n a bir çağrı yol layarak o n d a n J Firaktın köyünde bir randevu isteyecekti. At ıf bey, bu mektubu y a z d ı , Ali Saip-Sübi kafilesini Fıraktın'a çağırd ı . Bu mektup şafak sökerken Ali Saip ve arkadaşlar ıy la birlikte Ayşepınar 'a vardı . S ü b i , mahmur gözler le bu mek- I tubu okudu, ö n c e gitmemek için nazlandıysa da s o n r a d a n | razı o ldu. Ali Saip beyle arkadaşlar ı , T a y y a r d a ' y a verile--1 cek rapor için bu görüşmenin bulunmaz malzemeler hazır layacağını söy leyerek Sübi 'n in kafasını çel ivermişlerdi. |
Ali Saip bey g r u b u , y o r g u n argın ve u y k u s u z , bu kez j de gündüz gözüyle Fıraktın'a d o ğ r u yola düştü. Fıraktın'a j vardıklarında Kaymakam Atıf bey ve köylü lerce karşı landılar. T u f a n bey, tanınmamak için bu toplantıya katılma- j dı . Sübi , Atıf beyle tanışt ıktan sonra :
— General G o r o , Beyrut 'a yol landı. Artık, bu b ö l g e de F r a n s ı z ülkesinden sayı lacak, adaletli ve hür bir yöne- ] time kavuşacaktır, dedi .
Kaymakam Atıf bey :
450
— Hürr iyet in beşiği Fransa'n ın Kil ikya ile hiç bir ilgisi y o k k e n böyle haksız ve mantıksız bir davranışa c e saret e d e c e ğ i n e hiç inanmıyorum. Haçın'daki Ermeni ler, neden si lâhlandı lar? C i v a r köylerde bir tek si lâh yok. Ha-çın' ın si lâhlı o l u ş u , c i v a r köyleri pek haklı olarak korkutuyor. Biz bile burada kaygudayız . Ç ü n k ü , Ermeni ler kan d ö k ü c ü ve cani bir millettir. Hiç bir z a m a n g ü v e n olmaz. Bu d u r u m , böyle s ü r ü p g i d e r s e biz de bütün sınır b o y u n c a si lâhlanmak v e örgüt lenmek z o r u n d a kalacağız. S o nunda bir o lay ç ıkarsa sorumluluk Fransa'n ın, söy lediğ in iz ve bizim de bildiğimiz adaletl i , hürr iyetsever Fransa 'n ın olacaktır. Bu nedenle H a ç ı n Ermenilerinin si lâhlarının hemen al ınmasını s izden rica ediyorum, dedi.
S ü b i düşünerek : — Hakl ısınız, dedi, T a y y a r d a ile görüşerek bu iste
ğinizi y e r i n e get i rmeye çal ışacağım. Müster ih o lunuz. At ı f bey le Sübi 'n in görüşmesi bitmişti. İçten bir ha
va içinde el sıkışarak ayrı ldı lar. Ali S a i p ve S ü b i g r u b u , ö n c e d e n tasar lanan biçimde
birçok köylere uğradı . Uğranı lan her köy halkı, toplu o larak onlara karışıcı ç ık ıyor, Ali Saip beyin b u y r u ğ u gibi birçok isteklerde bulunuyor lardı . B ö y l e c e bir y ığ ın dilek ve yakınma dinleyerek mağara bucağına vardı lar. B u r d a , M a ğ a r a b u c a ğ ı n a bağlı y ü z e yaklaşık köyün bütün ihtiy a r kurulları toplanmıştı. O n l a r da Ali Saip beyin b u y r u ğ u n a uyarak benzeri yakınmalar ve dileklerini o r t a y a döktüler. A y r ı c a şunlardan yakındı lar :
— H e r saat, her dakika birkaç silâhlı Ermeni çıka-gel iyor, mallarımızı alıp g ö t ü r ü y o r , ırza ve namusa saldır ıyorlar. Kendimizi korumak üzere bize si lâh ver iniz. Er-menilerdeki-si lâhlar, çok büyük felâketlere sebep olabil ir, bunlar ı toplayınız.
S ü b i , bunun üzer ine onlara : — F r a n s ı z hükümeti, dünyanın en âdil ve en dürüst
yönetimini uygulayacakt ı r , bunun için şimdiden sevinmelisiniz. Ermeni ler in silâhları işini de istediğiniz gibi ç ö z ü m leyeceğim.
Diyerek Ali Saip beyden de bu sözler inin halka a n -
451
tat ı lmasını istedi. Ali Saip bey, Fransız lara karşı a ç m a y a karar verdiği savaş ın ilk belgesi olmak üzere kalabalık k ö y l ü l e r e şöy le y i ğ i t ç e bir nutuk verdi :
— Hemşehri ler im! B u g ü n , kara günler y a ş ı y o r u z . Her •yanımız düşmanla dolu. Frans ız lar Ermeniden beter. Er-*neni ler Fransız lardan daha mel 'un! Ermeni ve Fransız pulmü g ü n d e n g ü n e art ıyor. Fakat, bunun s o n u gelecek. H ü r i l lerimizdeki yurttaşlar ımız bizim için u ğ r a ş ı y o r . G ü n ü n bir inde bizleri kurtarmaya gelecekler. Ş imdi , bizim y a p a c a ğ ı m ı z iş, birbir imize yardımcı olmak, el imizden geldiği kadar çabuk si lahlanmaktır. Kardeş gibi el ele verelim. Mal mülk demeyip satalım ve si lâh alal ım, hazırlanalım. Başka türlü kurtuluş çaresi yok. U z a k l a r d a n
bizi kurtarmak için koşup geleceklere kucağımızı aç ıp kolaylık gösterel im. <
Al i Sa ip beyin u z u n c a konuşmasında b i rçok köylünün göz ler i yaşarmışt ı . Hıçkırarak ağlayanlar da vardı . Halk şaşırmışt ı . D o m u z u n a F r a n s ı z c ı , Ermenici o lduğunu bildikleri bu adam, meğer neymiş! Hepsinin y ü r e ğ i n d e bir g ü ç ışımaya başlamıştı . Esk iden bir c a n a v a r belledikleri Al i S a i p beye şimdi s e v g i ve sempati dolu y u m u ş a k bakışlarla bakıyor lardı .
F r a n s ı z Ü s t e ğ m e n i , köylülerin ağladıklarını g ö r ü n c e y a d ı r g a y a r a k bunun nedenini s o r d u . Bu kez de t e r c ü m a n M u z a f f e r bey, düzeni s ü r d ü r d ü :
— Efendim, dedi , bunlar, Osmanl ı hükümetinin maksats ız s a v a ş a girerek evlâtlarını telef ettiğini s ö y l ü y o r lar, ağlayanlar, b i rçok evlât ve akrabalarını yit irmişlerdi. Ş i m d i , o yönet ime lanet ediyor lar ve Frans ız yönet imind e n h o ş n u t olarak d a s e v i n ç g ö z y a ş l a n döküyor lar .
<! * *
B u r d a n yola çıkan Al i Saip bey ve Ü s t e ğ m e n S ü b i g r u b u , dağlar ın aras ında v e ya lç ın kayal ıklar üzer inde b i r kartal y u v a s ı n a b e n z e y e n ve oturanları s i lme Ermeni o l a n bir Ermeni kaymakamınca yönet i len H a ç ı n kasabas ı n a v a r d ı . Ermeni ler, Sübi 'y i alıp Ermeni okuluna götürd ü l e r . S o n r a , tercüman-veter iner M u z a f f e r b e y l e Al i Sa ip beyi de okula çağırdı lar. O k u l baştanbaşa salt Ermeni
452
bayraklar ıy la süslenmişti. O k u l d a toplanmış iki y ü z e y a kın Ermeni genci Ermenice şarkı lar, marşlar söyledi ler. Sübi 'den bir konuşma istediler. M u z a f f e r bey de Şübi 'y l kışkırtmak için :
— B u , ne haddini bilmezliktir, efendim, d e d i , şunlara bakın, burda T ü r k yönetimini bir y a n a bırakın, F r a n sız yönet imini de h içe sayarak ya da yok farzederek bir F r a n s ı z bayrağı bile asmamışlar!
S ü b i , o zaman işi ayırt etti. G e r ç e k t e n de b u n c a E r meni b a y r a ğ ı arasında ilâçlık o lsun bir tek F r a n s ı z b a y rağı y o k t u .
B u n a iy ice içer leyen S ü b i , kürsüye çıkarak s ö z e başlarken ş ö y l e dedi :
— Ermeni ler, yalnız bir işgal o r d u s u subay ı d e ğ i l , aynı z a m a n d a bu ülkeyi y ö n e t e n bir devletin yönet im âmirine karşı göster i lmesi g e r e k e n saygıy ı bi lmemektedirler. O y s a Genera l G o r o yakında Beyrut 'a gelerek b u görev i r e s m e n üzer ine alacaktır.
Ermeni gençler i bağırdı lar : — Kil ikya Ermenistan'dır. Sübi 'y i bu s ö z adamakıl l ı öfkelendirdi : — G a l i b a , zafer i s iz in ordular ın ız kazandı. Gal iba Av
rupa bar ış konferansını s iz y ö n e t i y o r s u n u z . B u , ne d e mek? B a ş ı n ı z d a n büyük işlere karışmayın. Buradaki s i lâhlı larınız da hazır lansınlar. Kozan'da onlara iht iyacımız var. O r a y a g ö t ü r e c e ğ i m .
Ermeni ler, bunun üzer ine davrandı lar. Al i Sa ip b e y i n eline g iz l ice bir mektup tutuşturdular. B u n d a : « S ü b i ' n i n kararına e n g e l o lmazsanız ö ldürüleceksiniz!» d iye y a z ı y o r d u . Al i Sa ip bey, bu mektubu Sübi 'ye verdi . Sübi de hemen T a y y a r d a ile telgraflaşt ı . O n u n verdiği açık buyruk üzer ine üç y ü z silâhlı Ermeni , Kozan'a g ö t ü r ü l d ü .
S ü b i , s ö z d e b ö y l e c e Haçın 'da korkutucu bir g ü ç olarak bu lunan bu silâhlı ları, Devel i Kaymakamı Atıf b e y e verd iğ i s ö z ü tutmak üzere yer inden oynatmışt ı . Ne v a r k i bu üç y ü z kişilik silâhlı Ermeni , Kozan'dä göster i ler y a p ı p M a n a s t ı r a Ermeni bayrağı astılar. B i rkaç hafta
453
b ö y l e c e K o z a n ' d a büyük bir «tehl ike» gibi dolaşt ıktan sonra y ine Haçın 'a döndüler.
Ali Saip bey, Kozan'a d ö n ü n c e hemen uyumak ve dinlenmek üzere ev ine gitti. Günlerdir u y k u s u z d u . Dinlenmek üzere s o y u n u p d o k u n u r k e n iki silâhlı ve s ü n g ü l ü Ermeni fedaisi kapıya dikildi :
— T a y y a r d a ' n ı n b u y r u ğ u , dediler, sizi ona g ö t ü r e c e
ğiz-Ali Saip bey, «gezint in in kokusu çıktı» d iye düşüne
rek kalktı, iki s ü n g ü l ü n ü n arasında T a y y a r d a ' n ı n karargâhına gitti. T a y y a r d a , onu asık bir y ü z ve s o ğ u k bir sesle karşıladı :
— Siz in Kemalist o l d u ğ u n u z ve halkı da kışkırttığınız üstüne el imizde Müslümanlarca veri lmiş belgeler var. Hakkınızda araştırma yapt ır ıyoruz. Bunun s o n u c u n a dek tutuklu bulunmanız, Bremond'un b u y r u ğ u gereğindendir . Yalnız, hakkındaki özel t e v e c c ü h ü m ü z ü n eseri olarak s iz i hapishaneye g ö n d e r e m e y e c e ğ i m . Ev in izde gözal t ına ald ı racağım.
Al i Saip, düşüncel i , evine döndü. S a b a h a dek karısıy la başbaşa bir kurtuluş çaresi aradı. Karıs ı g e b e y d i . O n u d ü ş ü n d ü r e n salt b u y d u . Yoksa, tek başına olsa « f e r man padişahın, dağlar bizimdir» deyip mavzerini ve fişekliğini kaptığı gibi K o z a n dağlar ına d o ğ r u y ü r ü r d ü . Harb iy e arkadaşı O s m a n T u f a n bey ötede onu bekl iyordu. E n s o n r a , karı-koca, bu işin de çaresini buldular. Kar ıs ı , s ö z de d o ğ u m yapmak üzere Mardin'deki annesinin yanına g i d e c e k , böy lece Ali Saip beyin ayağındaki z incir ler i ç ö z müş olacakt ı . Bu işi de ancak Yüzbaş ı T a y y a r d a ' y ı y a ğ layarak yapacaklardı . Kadıncağız, sabahleyin pek s e v d i ği gerdanl ığ ını kutusuyla eline alarak T a y y a r d a ' l a r ı n kapısını çaldı . Madam T a y y a r d a , elindeki kolye ile o n u pek sempatik karşı ladı. B a y a n Saip :
— Muhterem madam, dedi , pek yakında d o ğ u m y a p a c a ğ ı m . Burası ise benim için yabancı bir yer . M a r d i n ' de oturan annemin yanında doğum yapmak ist iyorum. Bu kolyeyi bir «hat ı ra» olarak kabul etmenizi ve annemin y a nına gitmeme kocanızdan izin almanızı r ica e d i y o r u m .
454
Kolyenin etkisi kesin o ldu. İzin çıktı ve Ali Saip beyin ayaklar ının z incir i , Mardin 'e d o ğ r u yola çıkmakta gecikmedi.
Ali Saip bey, karısı Mardin 'e gittikten s o n r a , diken üstünde Kozan'da bekleyip d u r u y o r d u . Birkaç g ü n sonra T a y y a r d a onu çağırtt ı , y ü z ü gü lümsüyordu, y ine eskisi g ibi dosttu. Önündeki kâğıtlara bakarak araştırmanın sonucunu ona açıkladı :
— Ermeni fedai sürüleri « S a i p bey Mağara b u c a ğ ı n da verdiği nutukta halkın vakit yit irmeden silâh bulup buluşturmasını, yakında kuvayı milliyenin geleceğin i , berab e r harekete geçmek üzere herkese hazır beklemelerini s ö y l e d i » d iye ihtiyar kurullarını sıkıştırarak işkencelerle tutanaklar tertip ettirip, imza ettirmişler ve bunların içinde yazı lanları telgrafla A d a n a ' y a bildirmişler. B u n u n için gel ir gelmez sizi tutuklamak z o r u n d a kaldık. Bununla beraber Sübi sizin lehinizde bulundu. Ben de Bremond'a s u ç s u z o lduğunuzu yazdım. Kozan'dan siz in gitmenizi istememekle beraber Ermenilerin dedikodu ve yakınmalar ına s o n vermek üzere U r f a , Maraş, Antep'ten hangisini isterseniz göreviniz in oraya nakledilmesine önayak olacağım.
1 Ali Saip bey, ona teşekkür etti, birkaç gün d ü ş ü n ü p
taşınmak için müsaade istedi. Kalkıp gitmek üzereydi ki T a y y a r d a : — B e n , bir A r a p kısrağına sahip olmak ist iyorum, de
di . Ne v a r ki her A r a p denene de güvenmiyorum. Sanır ım, s iz in kısrak hâlis Arap't ır. E ğ e r satmak isterseniz ona v e r e c e ğ i m paraya ac ımayacağım.
Ali Saip bey, hemen anladı. Karısının madama verdiği gerdanl ık, A r a p tayını da tehlikeye atmıştı. Ali Saip bey i n içine bir ateş düşmüştü. Y ine de hayvanı g ö z d e n ç ı karmak z o r u n d a o lduğunu anladı :
— Karşı l ığında hiç para almamak koşuluyla ve yalnız benim armağanım olarak kabul ederseniz, hayhay! d e d i .
Ali Saip bey, eve d ö n d ü , sevgi l i kısrağını eliyle tımar
455
ederek y ü z ü n d e n , gözler inden öptü ve içi kan ağlayarak onu T a y y a r d a ' n ı n ahırına g ö n d e r d i .
Ali Saip bey, hemen ertesi g ü n , Devel i Kaymakamı Atıf beye bir mektup yazarak T u f a n bey ve arkadaşlar ından buyruk istedi. Atıf beyin' T u f a n beye verdiği mektubunda şöyle d iyordu :
« — Ben, oraya gel irsem 1000 kişilik bir kuvvet ver i r misiniz? Kozan' ın alt ından girer, üstünden çıkarım. Y o k s a bu teklif edilen yer lerden hangisine g i d e y i m ? »
T u f a n bey, 1000 kişi s ö z ü n e gülmek z o r u n d a kaldı. S o n r a , y ine kuvayı milliyeyi küçük düşürmemek için ona şöyle yazdı :
« — Buradaki kuvvetlerin kumandanları , ö n c e d e n tayin edilmiştir. S iz , U r f a ' y a gidiniz!»
Ali Saip bey, aldığı buyruk üzerine T a y y a r d a ' y a çıkarak Urfa 'ya gitmek İstediğini bildirdi. T a y y a r d a onu bir Fransız ordu otomobil ine bindirdi ve U r f a ' y a d o ğ r u y o l c u etti. Al i Saip bey, Nuri Ç a v u ş ' l a adamlarının korumasında çok tehlikeli bölgelerden aşarak Urfa 'ya vardı .
A N K A R A Y O L U N D A
Bugün vatanımızda bir ulusal güç varsa o akım, felâketlerden ders alan ulusun kalp ve kafasından doğmuştur.
Mustafa Kemal
1919
İki büyük kongre şehr i , Erzurum ve Sivas' ta işlerini bitiren Mustafa Kemal'le arkadaşlar ı , artık A n k a r a ' y a v a rıp yerleşmenin hazırl ığı içindeydiler. Hazırl ık dediğimiz de pek önemli bir şey değildi. İhtilâlcilerin baş ında, y ine Erzurum'dan Sivas'a yol lanacakları g ü n karşılaştıkları d e r d i n bir benzeri vard ı : Yol için gereken para ile otomobillerine gereken benzin ve lâstik onları kara kara d ü şündürmeye başlamıştı. Rauf beyin altıncıkları da s u y u n u
456
çekmişti . Kimi arkadaşlar ı , Mustafa Kemal'e bankalardan para çekmek yo lunu önerdi lerse de o. bunu benimsemedi . Bankadan çeki len para, düşman propagandasın ın işine y a r a r diye korkuyordu. M a z h a r Müfit bey, bu para iş in i n arkasına düştü ve en sonra buna bir çare bulmakta g e c i k m e d i : Sivas'taki Osmanl ı Bankası şubesin in müdürü, M a z h a r Müfit beyin dostu çıkmıştı. O n d a n kendi hes a b ı n a b o r ç para istedi ve v a a d aldı. B a ş t a Mustafa Kemal olarak bütün ihtilâlcilerin y ü z ü g ü l d ü . S ı ra , b e n z i n tve lâstik bulmaya gelmişti. S i v a s Amerikan O k u l u yönet ic i ler inden başka hiç bir y a n d a otomobi l lâstiği ve b e n z i n bulunmadığı öğreni lmişt i . M a z h a r Müf i t bey, bir g i r ginlik daha yaparak, Amerikal ı lardan benzin ve lâstik istedi . H iç üstelemeden ve mırın kırın etmeden verdi ler . M a z h a r Müfit bey, bunların karşı l ığında her ne kadar p a ra vermek istediyde de kabul ett iremedi. Yalnız, M u s t a f a Kemal, ele g e ç e n bu Anka kuşlarına çok sevinmekle birlikte bunların parasız al ınmamasını, mutlaka karşıl ıklarının parayla ödenmesini tutturdu :
— Biz, parasız istemiyoruz, onlar almıyor, evet a m a , i leride ne olur ne olmaz, onlar ın, bizim ısrarımıza r a ğ m e n para almadıklarına dair elimizde bir vesika b u l u n s u n !
M a z h a r Müfit bey de çok ince d ü ş ü n e n Mustafa Kemal'in istediğini yer ine getirdi. Y ine okulun müdiresine uğray ıp bu derdi açt ığında iyi yürekli kadıncağız, ş ö y l e dedi :
— Para ile benzin satmak bizim için imkânsızdır. Paş a , bu kadarcık bir hediyeyi kabul etsin ve daha çok d i retmesin. Kendi iht iyaçlarımızdan kısarak daha da vermeye hazırım. Hayır l ı yolculuklar dilerim. Mustafa Kemal Paşa'ya saygı larımı sunarım. Yurt hizmetinizi takdir e d e r ve başarı larınızı dilerim.
M a z h a r Müfit bey de veri lenin kendilerine y e t e c e ğ i ni söyleyerek teşekkür etti ve müdireden ayrı ldı. Bütün karargâhl ı lar, kendilerine düşen yol hazırl ığı görevin i kendi açıs ından başarmaya çal ış ıyordu: Doktor Refik ( S a y dam) bey, e c z a sandıklarını yo lcu luğa dayanacak biçime s o k u y o r , arkadaşlardan biri mahsus paketlerde bir kusur
b u l u n c a öfkeleniyor ve kendi işlerine karışılmamasını söyl ü y o r d u . Hayati bey, dosyalar ı yer leşt i r iyor, C e v a t A b b a s b e y , otomobil leri g ö z d e n geç i r iyor , Muzaf fer bey, M u s t a fa Kemal' in yol üstüne düşünceler in i not ediyor, H ü s r e v ( G e r e d e ) bey de hareket saatler ini, kilometre hesapların ı , geceler i kalınacak yer ler i , köy ve türlü mola yer ler in i n v.b. gir iş çıkış saatlerini düzenlemeye, M a z h a r Müfit b e y de yukarda dediğimiz gibi para, benzin ve lâstikleri bulmaya çal ış ıyordu.
İki dolma tekerlekli, üstü açık otomobil le bir şişik lastikli otomobi l vardı . H ü s r e v (Gerede) bey hareket müdürü o l d u ğ u n d a n daha hızlı g iden bu otomobile binecek, y a n ı n a da M a z h a r Müfit beyi alacaktı. U z u n yol b o y u n c a , Mustafa Kemal'in uğramasını pek gerekli kılan bir uğrak yer i vardı. Buras ı Hacıbektaş't ı . M u c u r ' d a n d o ğ r u ca o r a y a gidi lecekti. Mustafa Kemal, Hacıbektaş y o l c u luğunun gizl i tutulmasını b u y u r d u . Bu mola yer i , s iyasal b i r anlam taşımaktaydı. Ünlü Alevi şeyhinin arkasında ö z b e ö z T ü r k s o y u n d a n sayıs ız insan o r d u s u sıralanıyord u . Ankara'n ın hemen bütün çevresin i kuşatmış olan ezik ruhlu ve yiğit Alevi yurt taş kalabalığının desteği , onun için her zaman değer l iydi . Z a t e n Rumeli çocuklar ı , ç o ğunlukla bektaşi deği l miydi?
Mustafa Kemal, A n a d o l u bektaşilerinin gönüllerini fethetmeden geçmemeye kararl ıydı.
Karargâhın önemli bir bölümü, yayl ı arabalarla gidecekt i . Bütün eşyalar da bu arabalara yüklenecekt i .
Aral ık ayının on sekiz inci g ü n ü akşamına dek ihtilâlci leri, ger i kalanlarla ve S i v a s hemşehri leriyle helâllaş-t ı lar.
M a z h a r Müfit bey, Osmanl ı Bankası direktöründen b i n liralık bir b o r ç kaldırmanın s ö z ü n ü almıştı ve buna. alınmış bir para g ö z ü y l e bakıyordu. Ne v a r k i g iderayak d i r e k t ö r hastalanıp yatağa d ü ş m ü ş , bir türlü bankaya g e lip parayı veremiyordu. Kimbilir, belki de mahsustan h a s -
•talanmıştı. İster istemez b ö y l e düşünenler de ç ık ıyordu. •Mazhar Müfit beyin el inde on sekizinci günün akşamı, «ancak yirmi yumurta, bir okka peynir ve on tane ekmek
458
a l a c a k para vardı . Nitekim, bunlan çarş ıdan aldıklarda art ık cepler inde beş paraları kalmamıştı. Er tes i saffah, Aral ık ayının on d o k u z u n c u perşembe g ü n ü sabahley in e r k e n d e n yola çıkacaklardı. Akşam daireler kapanıncaya d e k umutlu olan millet, o saatte de direktör ge lmeyince tam bir umutsuzluğa düştü. Artık, b u n c a insanın aç kald ı ğ ı g ü n d ü .
Akşama dek gidip gelen haberci lere bankadan ver ilen karşılık ş u y d u :
— Banka direktörü hastadır, ev inden çıkamıyor. M a z h a r Müfit bey, yaradana sığınıp akşam karanlı
ğ ı n d a direktör dostunun evine bir haberci daha saldı. Hab e r c i y e direktör şöy le demişti :
— M a z h a r beye selâm söy ley in. B e n , yar ın saat sekizde bankaya mutlaka ge leceğim, istenen parayı vereceğim, onları da uğur lamaya g ideceğim.
B u n u n üzerine milletin yüreğine biraz s o ğ u k su serpildi. M a z h a r Müfit bey, bütün g e c e y i tedirgin geçirdikten s o n r a , sabahleyin saat sekizde Bedr i beyle Osmanl ı Bankasına damladı. «Bit l is vali-i sabıkı» imzasıyla bir senet düzenlendi . Yüzbaş ı Bedr i bey, t ü c c a r d a n diye kefil o ldu. M a z h a r Müfit bey, bin lirayı cebine indirdikten s o n r a , kendisini kuş gibi yeğnik duyarak karargâha koştu. Saat d o k u z a on vardı . Demek k i on dakika s o n r a y o l c u luk başl ıyordu. Herkes, otomobil ve arabalar ın yanında sabırsızl ıkla onu bekl iyordu. M a z h a r Müfit bey, daha uzaktan cebine vurarak parayı aldığını anlat ınca Mustafa Kemal'le bütün arkadaşların y ü z ü güldü.
T a m saat dokuzda H ü s r e v beyle M a z h a r Müfit v e eski Akâ mutasarrıfı Haki Behiç ve Y ü z b a ş ı Bedri beyler, bir inci otomobile binerek Kayser i y o l u n a d o ğ r u yol landılar. Arkas ından Mustafa Kemal' le ö b ü r arkadaşlar ın b indiği arabalar, uğurlamaya gelen kalabalık bir halk y ığınının « u ğ u r l u o lsun, güzel yolculuklar!» bağır ış lar ı aras ında yo la dizi ldi. Yo l ve ç e v r e karla ö r t ü l ü y d ü . Kar, durmad a n at ışt ır ıyordu.
Mustafa Kemal, koyu kürklü kurşunî asker kaputuna g ü z e l c e sarınarak üstüne başına y a ğ a n kar alt ında. Kay-
ser i yo lunun her iki yanına dizi lmiş, taş ve kerpiç e v lerden kendisine gülümseyen ve el sal layan Sivasl ı lar ı selâmlayarak i ler l iyordu. Şehirden dışarı ç ıkı ldığında, a r tık bir tek a ğ a ç bulunmayan apak, g e p g e n i ş bir o v a başladı. Güneydeki dağ zincir inin eteklerinden g e ç e n Kız ı l ırmak bile ancak kalın ve esmer bir ç izgi gibi g ü ç ayırt edi l iyordu.
Mustafa Kemal' in ihtilâlci k o n v o y u , yalnız deği ld i . Siv a s ' ı n , iyi cirit oynayabi len yiğit atlıları ve arabalara d o l muş bir y ığın insan, onların başında i ler l iyordu. O t o m o b i l ler saatta ancak yirmi-yirmi beş kilometre yol a l ı y o r d u . Sivasl ı uğurlayıcı lar, Mustâfa Kemal' le arkadaşlar ına K ö p -rübaşına dek yoldaşl ık ettiler. Bu birkaç saatlik a r k a d a ş lıktan s o n r a , helâl laşarak ayrı ldı lar. Artık, b o m b o ş k a r lı vadi lerde rüzgâr ın ıslık çaldığı ova larda bir şişik lastikli ve iki dolma tekerlekli üstü açık otomobi l , s o ğ u ğ u n ş i d det ine meydan okuyarak üç esmer nokta gibi bat ıya d o ğ ru i ler l iyordu.
Mustafa Kemal ve arkadaşlar ıy la helâl laşarak bütün S ivas ' ı ayakları alt ına alan yüksek odasına çıkmış o l a n Va l i Reşit Paşa, onlar ın apak kar tipileri iç inde g ö z d e n ıraklaşıp gittikleri yol lara düşüncel i düşüncel i bakarken p o s t a c ı içeri girdi ve ona şu telgrafı uzattı :
— Vi lâyet in iz sınırını g e ç e r k e n Sivas' ta hakkımızda göstermiş o l d u ğ u n u z konuksever l iğe ve değerl i yardımlarınıza bir kere daha minnettarl ığımızı bildirmeyi bîr ö d e v sayarak hepimiz saygı larımızı arzeder iz .
M u s t a f a K e m a l
** Sivas-Kayser i yo lunun çetin koşulları y ü z ü n d e n b ü
tün yo lcu lar , tedirgin ve yar ı hasta bir duruma düşmekle birl ikte eski Akâ Mutasarr ı f ı Hakkı Behiç bey, iy ice hastalanmıştı. Bundan dolayı , karlı, çamurlu, rüzgâr l ı , b u z l u yo lun s o n u n d a Kayser i 'ye v a r ı n c a , Hakkı B e h i ç beyi tedavi altına almak gerekti. Bu da çok değerl i üç günler in i aldı. Üç günlük zoraki moladan sonra Mustafa Kemal' in kafi lesi, kar ve f ırt ınaya g ö ğ ü s vererek O r t a A n a d o l u ' n u n geniş ufuklu bozkır lar ında batıya d o ğ r u yol a lmaya baş-
460
Jadı. Kafi le, Mucur kasabası üzerinden Hacıbektaş'a uğr a y a c a k t ı . Orda Mustafa Kemal için çok önemli bir adam •oturuyordu. Anadolu'daki altı milyon Alevinin başı olan Cemalett in efendi, orda oturuyor ve İstanbul'a da dirsek çev i rmiş bulunuyordu. Ankara Kalesi'nin yanıboşında kendi l iğ inden meydana gelen bu güç, elbette görülmeye, ilg i leni lmeye ve saygıya değerdi.
Cemalettin efendi, Mustafa Kemal'in kendisine uğray a r a k Ankara'ya geçeceğini öğrenince davrandı ve onu karşı lamak üzere Hacıbektaş'tan kalkarak karşılama yeri olarak seçtiği Baştarla'ya gitti. Cemalettin efendinin, o n u karşılamak üzere kalkıp Baştarla'ya gitmesi, Mustafa Kemal 'e verdiği önemi gösteriyordu. Şundan ki Cemalettin efendi, vGktiyle devrin birçok ejderhasını kendi ayağına dek getirmiş ve onlara yeri öptürmüştü. O zamanlar, Ankara Valisi olan Sırrı Paşa, onu görmek üzere Hac ıbektaş 'a yolandığında Baştaria denen yerde arabadan inmiş, yeri öptükten sonra, yayan yürüyerek Hacıbektaş'a v a r m ı ş t ı . O donemin en büyük iki kodamanı Talât ve Env e r Paşalar da Cemalettin efendiyi ziyaret etmek üzere Hacıbektaş 'a gitmişlerdi. Cemalettin efendi, hiç bir biçimde onlara karşıcı çıkmamış, onları dergâhın selâmlığında karşı lamakla yetinmişti.
Hacıbektaş'a doğru ilerleyen Mustafa Kemal, Cemalettin efendinin, eski paşalara karşı takındığı bu yüksekt e n alma durumunu kendisine de takınıp takınmayacağını d ü ş ü n ü p dururken arabası Baştarla'ya vardı. Orda C e malett in efendi, bütün dervişleri ve kalabalık halk yığın-larıyla soğuktan mosmor kesilmiş olarak kendisini bekliy o r d u . Demek ki Alevilerin büyük adamı, Mustafa Kemal'in anlamını anlamıştı. Karşıcılar arasında bulunan Hacıbektaş ' ın Kaymakam Vekili Nihat bey. Mustafa Kemal'e ş ö y l e dedi ;
— Paşam, Çelebi'nin bu davranışı dâvamız için fali hay ı rd ı r .
Mustafa Kemal'in küçük kafilesi, Çelebi'nin kafile-s i y l e birleşerek Hacıbektaş'a doğru yollandı.
S ivasl ı konuklan, orda büyük bir şölen bekliyordu.
461
Cemalett in efendi, Mustafa Kemal ve arkadaşlar ına o ğ l u Hamdul lah efendinin kocaman s ü s l ü salonunu ayırdı . Ş ö len burda ver i l iyordu. Kuzular, hindiler kızartılmış, ş a r a p lar ve rakılar hazırlanmıştı. Ay lardır , güzel yemeği ö z -leyip duran ihtilâlciler, Çelebi 'n in zengin sofrası karş ıs ında adamakıll ı keyiflendiler. Böbrekler i y ü z ü n d e n içkiyi e l den geld iğ ince kulak arkasına atan Mustafa Kemal, g e n ç bakire ve güzel kızların Bektaşi C e m ayinleri u s u l ü n c e s u n d u ğ u mis gibi anason kokan rakı dolu kadehlerin karş ıs ında kendinden geçt i : Mustafa Kemal, bir bakire k ız ın d o l d u r d u ğ u kadehi tokuşturmak üzere bir başka kadeh aradı. Bu sırada yeşi l sarığını çıkarıp saygı işareti o larak rahlenin üzerine koyan Ç e l e b i ' y e d o ğ r u kadehini kaldır ırken :
— Çelebi efendi, içmez misiniz? diye s o r d u . Çelebi hiç düşünmeden şu yanıtı verdi : — İçmiyorum, fakat, s iz in şeref inize zehir de olsa
içerim! Hemen bir bakirenin d o l d u r d u ğ u kadehi bektaşi usulü o v u c u n u n içinde giz leyerek bir yudumda b o ğ a z ı n o aktardı. Mustafa Kemal de kadehini, pek eskiden beri bildiği bu biçimde içerken ş ö y l e dedi :
— Ortaklaşa amaç u ğ r u n a , hür ve mutlu y a ş a y a c a ğımız günler, Türk iye'n in kurtuluşu şeref ine!
Mustafa Kemal, o g e c e harem dairesinde konuk o l d u . *
* * Ankara 'da Mustafa Kemal ve arkadaşlarını g e r e ğ i
gibi karşılamak üzere bütün sorumlu kuvayı mil l iyeciler, davranmışt ı . İstanbul hükümetinin adamı o lduğundan d o layı Ali Fuat Paşa'ca Keskinli Rıza beye yakalattır ı l ıp Mustafa Kemal'in b u y r u ğ u n c a İstanbul'a sepet lenen Val i Muhitt in Paşa'nın yer ine vekil olarak Defterdar Y a h y a Gal ip bey getirilmişti.
Z o r l u bir kuvayı mill iyeci ve y u r t s e v e r olan Y a h y a Gal ip b e y de Ankara 'ya polis müdürü olarak H a y m a n a Kaymakamı Cemal (Bardakçı) beyi getirmişti. Bir g ü n Hakan lâkabı veri len Y a h y a Gal ip bey, telefonda g ü r s e siyle Polis M ü d ü r ü Cemal beye :
— M ü d ü r , çabuk yanıma g e l ! diye bağırdı. 462
Y ü z ü kılçıl sakal larla çerçevelenmiş olan göz lük lü ve b a b a c a n davranışl ı Y a h y a Gal ip bey, g e n ç polis müdürüne ş ö y l e dedi :
— M u s t a f a Kemal Paşa, temsil heyetiyle birlikte buraya ge lmeye ve burasını millî hareketlerin merkezi y a p maya karar vermiş. Ay s o n u n a d o ğ r u gelmek ihtimalleri var. O n l a r ı muazzam göster i ler le karşılamak gerek. Yalnız, ş e h i r halkının bu törene katılmasının hiç bir anlamı olamaz. Buradaki İngil izlerle Fransız lara kuvayı mill iyenin kuru gürültü olmadığını göstermek, bunun için de e lden g e l d i ğ i n c e çok s a y ı d a atlı bulmak gerekir. Bu atlıları nereden bulacağız? G ö n ü l l ü alayı kumandanı unvanını taktığımız Müftü Rıfat efendinin g ü y a karargâhı o lan şu hükümet avlusundaki mahrutî çadıra g iren çıkan yok. Müftü efendi orada s a b a h t a n akşama dek sinek av l ıyor. İsmi v a r cismi yok bu a l a y d a n yarar lanamayacağız . D ü ş ü nüyor, taşınıyor, başka bir tedbir bulamıyorum. Bu d ü ş ü n c e , bu çaresizl ik benim için bir dert o ldu. Bana g e c e l e r i uykü uyutmuyor. S e n ne ders in? Nası l edelim de bu d e r d e bir deva bulal ım?
C e m a l bey : — Efendim, kolayı var , dedi. Kaza kaymakamlarına
emir b u y u r u n . Herbir i bulabi ldiği atlıları peşine taks ın, b u r a y a get irs in. H e r kaza kırk-elli atlı ç ıkarsa bir süvar i tümeni meydana gel ir.
Bu d ü ş ü n c e y i iy ice benimseyen Y a h y a Gal ip bey, hemen mektupçuyu çağırd ı . Verd iğ i buyruk üzerine bütün kazalara mektuplar yazı l ıp telgraf lar çekildi. Ne var ki s o n u ç sıf ırdı. Kaymakamlar ın kimisi bu b u y r u ğ u n u y g u lanamayacağını bi ldir irken, kimisi de ancak beş-on kişiyle gelebi leceğin i b i ld ir iyordu.
B u n u n üzerine d a v r a n a n pol is müdürü, Y a h y a Gal ip b e y e :
— M ü s a a d e b u y u r u n u z da ben kendi kazama, Haymana'ya g ideyim, dedi . M ü s a a d e y i alan Cemal bey, ertesi g ü n H a y m a n a ' y a d o ğ r u yo la çıktı. O r a y a var ı r varmaz Kar-galıl ı Kara Mustafa ve emekli jandarma subayı Halit beyle el ele vererek işe gir işt i . İki gün içinde y ü z atlı toplo-
463
<iılar. Ü ç ü n c ü g ü n ü n sabahı da bir müfreze diz is iy le A n kara'ya yollandılar. A k ş a m a d o ğ r u kış g ü n e ş i , kavuniçi renkleriy le karlı bozkır ufuklarının arkasına inerken A n kara'ya yirmi kilometre ç e k e n Gölbaş ı 'na ulaştı lar. B u r d a onar-on beşer kişilik topluluklara bölünerek yakın köylere konuk oldular. Cemal b e y i n , yaptığı yoklamalardan a n ladığına g ö r e bura köylüler i , Mustafa Kemal' in kim o l d u ğ u nu hemen hemen hiç bi lmiyorlardı.
Bu y ü z d e n ihti lâlciler kafi lesinin yo lda hoşa gitmey e c e k olaylarla karşı laşabi leceğini d ü ş ü n e n C e m a l bey, A n k a r a ' y a bir atlı ile bir mektup göndererek bu durumu anlatmak ve karşılama işinin v i lâyet sınır lar ında yapı lmasının daha u y g u n o lacağın ı bildirmek istedi.
Ertesi g ü n , ö ğ l e d e n s o n r a , Kara Mustafa, C e m a l bey in yanına vardı ve ona çok kötü bir haber verd i : Kara M u s t a f a ile gelen atl ı lardan beşi geceley in atlarına atladığı gibi s a v u ş u p gitmişti. Cemal bey, ger i kalanlarla Kara Mustafa da öteki ler gibi g e ç i p g idecek olur larsa çok kötü bir duruma düşeceğin i ve Hakan'a rezil o l a c a ğını d ü ş ü n d ü . Böyle o l u n c a , y ine eskisi gibi Y a h y a Gal ip beyle elleri b ö ğ r ü n d e b a ş b a ş a kalacaklardı.
Cemal bey, bu karadüşü yenmek üzere hemen Kara Mustafa ile birlikte ö b ü r atlı ların konuk o l d u ğ u köylere d o ğ r u atını s ü r d ü . Hemen bütün atlılar, s a v u ş u p g iden ö b ü r beş arkadaşlar ının düşüncesindeydi ler . A n k a r a ' y a gitmek istemiyorlardı. B u n u n nedenini de ş ö y l e c e açıkladı lar :
— Kaymakam bey, s e n bizi c e p h e y e götürmek için toplamışsın. Bunu ö n c e d e n bildirmiş o lsaydın çoluk ç o c u ğ u m u z l a helâllaşır, beş-on kuruş harçlık bulup buluş-tururduk. Şimdi, böyle yaln ız sırt ımızdaki çamaşır la ve b e ş parasız, ai lelerimizden habersiz o uzak illere nasıl gi d e r i z ?
M e ğ e r , atlı ların arasına giren bir b o z g u n c u , hepsinin d ü ş ü n c e s i n i çelmişti :
— Budalalar, demişti. Kaymakam sizi karşılamak iç in deği l , Ankara'dan v a g o n l a r a doldurdup A y d ı n cepl ıe-s i n e göndermek için topladı.
464
Bu, gerçekten de işleri b o z u c u , çok tehlikeli ve alçakça bir propaganda idi. Cemal beyle Kara Mustafa, bunun böyle olmadığını anlatabilmek için sabaha dek dil döküp mantık yürüttüler. Atlılar, s o n r a , g e r ç e ğ i anladılar ve kaçmayacaklarını anlatmak üzere teker teker Kur 'an ve namus üzerine yemin ettiler.
Cemal bey, sabahleyin val iye yazdığı mektubun karşılığını aldı. Şöyle diyordu :
— Heyet, otomobil lerle gel iyor. Süvari ler, otomobilleri izleyemez. Hem, heyetin birkaç gün gecikeceği anlaşılıyor. Bu süre içinde Ankara'da göster i ler yapmak daha uygun olur. Hemen geliniz!
Cemal bey, atlıların başına geçerek Ankara'ya yol landı . O r a y a var ınca, atlıları Samanpazar ı 'ndaki hanlara yerleştirdi.
Hakkı Behiç beyin hastalığı y ü z ü n d e n Kayseri 'de mola vermek z o r u n d a kalan heyetin gecikt iği üç g ü n içinde Cemal bey ve adamları ikişerli dizi lerle atlarına binerek her sabah şehrin içinde y ü r ü y ü ş l e r yaptılar. Halk, bu göster i ler le çok ilgilendi. Atlı dizi leri, şehirdeki Fransız ve İngiliz karargâhlarının önünden de g e ç i y o r d u . Hükümet konağının avlusundaki ak çadırda gönül lü d a y ı n ı n kumandanı olarak boşuna bekleyip duran Müftü Rifat efendiye bir tek gönüllü vermekten çekinen Ankaralı lar, ş imdi , bu atlı gösteri lerden yüreklenmiş, kendileri de atlanarak gezinti lere katılmaya başlamışlardı. İngi l iz-Fransız askerlerinin karşısında ata binmeyi bile bir tehlike s a y a n halkı büyüleyen tılsım, bu üç gün içinde kırıldı. Atlı dizileri y ü r ü y ü ş e çıkarken Samanpazar ı 'ndan hükümet konağına dek uzanıyordu.
Mustafa Kemal'in arkadaşlarının Aralık ayının yirmi yedis inde Ankara'ya varacağı artık kesin olarak anlaşıld ığ ından gerek Vali Yahya Gal ip bey ve gerekse Ankara Müdafaayı Hukuk Derneği , etekleri zi l çalarak hazır lanmaya başlamıştı. Yahya Gal ip, halkın val isiydi. Muhitt in Paşa'nın İstanbul'a kovulmasından s o n r a halk, Defterdar Y a h y a Gal ip beyi vali seçmişt i . B u , küçük bir ihtilâldi. O n u n vali vekili olmasıyla birlikte mapusanenin demir ka-
465 3/F. : 30
pıları açılmış, bütün s iyasal ve adi suçlular, kuvayı milliye hizmetinde çalıştırı lmak üzere boşaltı lmıştı. Ne v a r k i bundan ö n c e Val i Muhitt in Paşa, birçok y u r t s e v e r ve kuvayı milliyeciyi padişah düşmanı olarak İstanbul 'a N e m rut Mustafa Paşa mahkemesine yollamıştı.
Beri yanda daha ilk g ü n d e n beri Samanpazar ı 'ndaki Nakşibendi medresesinin küçük bir odasında M ü d a f a a y ı Hukuk Derneği Müftü Rifat Börekçi 'nin başkanl ığında ç a lışıp duruyordu. Derneğin üyeleri arasında Hacı Atıf, Ç a -y ı roğlu Hilmi, Ö m e r Mümtaz, Kütükçüzade Al i . E k r e m ( E n g ü r ) beyler vardı . Bütün çabaları örgütün kazalara dek yayı lmasını sağlamak, bütün vi lâyet sınırları içindeki köy ve kasabaları bir an ö n c e uyandırmak d ü ş ü n c e s i ü z e r i n d e toplanıyordu.
Bu günlerden bir g ü n , İstanbul hükümeti, kovulan Val i Muhitt in Paşa'nın yer ine Ankara'ya başka bir val i göndermeye kalkınca. Müdafaayı Hukuk Derneği 'n in b a ş kanı Müftü Rifat efendi, şöyle bir şahlandı, sert bir çıkış yaparak Eskişehir 'e dek gelmiş olan Damat Ferit ' in val isini ters yüz İstanbul'a döndürdü.
Ali Fuat Paşa'nın kolordusuyla Müdafaay ı H u k u k ç u ların devşirdiği küçük ulusal güçler, batı c e p h e s i n d e d ö v ü ş e n kuvayı mill iyecilerin saflarına yol lan ıyordu.
Ankara jandarması, tam anlamıyla kuvayı mil iyeci olarak sımsıkı çal ış ıyor ve Müdafaayı Hukukçular ın s i lâhlı g ü c ü n ü meydana getir iyorlardı.
Ali Fuat Paşa'nın 20. Kolordusuyla Ankara bölgesin i güvenl i ve güveni l ir bir sığınak durumuna get irmesi, temsil kurulunun buraya yerleşmesi şansını y ü z d e y ü z g ü ç lendirmişti. Eskişehir, K o n y a , S ivas gibi şehirler, türlü sakıncalar ından dolay ı , merkez olmak şansını yit irmişti.
Ali Fuat Paşa, Sivas'taki kumandanlar toplantısı bittikten sonra, Ankara 'ya dönerken politik bir yatır ım y a p maktan çok güveni l ir insanlar ve güvenli bir bölge kazanmak düşüncesiy le ve Mustafa Kemal'in de direktif ve bilgisiy le Hacıbektaş'ta Celebi Cemalettin efendiyle birl ikte Hacı Bektaş Vel i 'nin mezarını ve Bektaşi babası Niyaz i
466
efendiy i de z iyaret etmiş, Mustafa Kemal' in z iyaret ine bir kapı açmışt ı .
M u s t a f a Kemal ve arkadaşlar ı , üç üstü açık. eski-p ü s k ü otomobil içinde Hacıbektaş' tan ayrı larak yeniden yola koyuldular. Otomobi l lerden bir i . Bala kazasının y o lunda b o z u l d u . Karl ı, buzlu ve rüzgârl ı bir g e c e d e bir s ığ ı nak arayarak yola yakın Beynam köyüne gitti ler. K ö y ü n bütün köpekleri, y o i c u l a n sardığı halde bir tek evin kapısı açı lmadı ve bir tek kişi başını kapıdan ya da p e n c e r e d e n uzatarak gelenlerin kim o lduğnu sormadı ve ö ğ r e n mek istemedi. S o n r a d a n kim olduklarını ö ğ r e n e n l e r de onları konuk etmekten çekindiler. Mustafa Kemal ve arkadaşlar ı , g e r ç e ğ i n bu zal im kayasında başlar ı ve d ü ş ü n celeri s ız layarak başka bir çare aradılar. Karanlık ve karl ı ufuklarında karanlık ve buzlu rüzgâr lar la birl ikte aç kurtlar u luyan bu korkunç g e c e d e dışarda kalamazlardı, donabi l i r lerdi.
En s o n r a , Cemal bey adlı birinin boş köy odasını z o r layarak açmak zorunda kaldılar ve kuru tahta peykeler üzer inde palto ve kaputlarına sarınarak bir c e p h e u y k u s u u y u m a y a çalıştılar.
* **
A n k a r a ve dolaylarında y a ş a y a n halkın eskiden beri bir töreleri vardı . Önemli olaylar patlak verd iğ inde, bütün eli si lâh tutan erkekler, atlanıp si lâhlanarak meydana atılırdı. Ö z e l bir giyim kuşam biçimleri de olan bu adamlara Ankara efesi anlamına S e y m e n deniyordu. A n k a r a dolaylarından s o n günlerde heveslenerek gelmiş, ya da z o r l a getiri lmiş seymenler yayalar dışında, bin atlı çıkarabilmiş-ti. Hepsi de savaşa gider gibi si lâhlanmış, d ü ğ ü n e g ider gibi süslenmişt i . Seymen alayının bayrağı ilkin U l u c a n l a r yolundaki Sarı Ahmet' in kahvesinin önüne dikilmişti. « K a lecik'ten Sülük, Zir 'den Sarayl ı Ahmet, Y o z g a t ' t a n (E l-madağı) Yenişehir l i Rıza, seymenier iy le Y u k a r ı y ü z ' ü n hanlarına çoktan inmişlerdi. Hancı Bahri Ç a v u ş , Yağcı 'n ın Fehmi. K a s a p Yaşar, Güveçl i İbrahim» günlerdir -hazırlanmaktaydılar.
467
27 Aralık 1919 g ü n ü Ankara 'n ın bir kar şer idiy le ç e v rili dağlar ı üzer inden kış g ü n e ş i daha h e n ü z g ö r ü n m e d e n « ö n d e bayrak, arkada da abdal ların gümlett iği d a v u ! m a n g a s ı » , Ankaral ı ları yatağından sıçratt ı . « K a l e d e n a ş a ğı d o ğ r u kopan bu f ırt ınaya Ankara tekkelerinin c e z b e halindeki şeyh ve derviş ler i , el lerinde teberler i , kudümleri ve defleri ile katı lmışlardı. S e y m e n alayı, K a r a o ğ l a n ' a inerken esnaf örgüt ler i ve kadını, erkeği, hastası-sağı ile bütün halk, onun peşine düşmüştü.
A lay, bugünkü H a v a Kurumu'nun ö n ü n d e n o z a m a n b o m b o ş , çorak bir toprak olan Yenişehir 'e d o ğ r u saptı. O r a d a n bugünkü Millî S a v u n m a Bakanlığı 'nın önüne geldi. Bir bölük s e y m e n de H a v a Kurumu ö n ü n d e n istasyona d o ğ r u dizi l iyor, o r a d a n hükümete kadar da okul ö ğ r e n c i leri ve yine seymenler y e r a l ıyordu.»
« A n k a r a Müdafaayı Hukukundan Müftü Rifat Börekçi başta olmak üzere, Şakir Kınacı, Rasim Serattar , Â d e m -z a d e Ahmet, Ratip Ahmet, Ali Kütükçüoğlu M e h m e t H a -nif ve Tevf ik Bulgur lu» Mustafa Kemal'i karşı lamaya hazır lananların başında bu lunuyordu.
* s *
1919 yılı Aralık ayının 27'nci g ü n ü saat on birde üç üstü açık asker otomobil i . Dikmen sırt larında Ankara'y ı kuşbakışı g ö r e n en yüksek tepede durdu. Buras ı Ankara-Kırşehir yolunun Ankara'n ın içine kıvrılan noktasıydı . Üç otomobi lde yüzler i soğuktan morarmış birçok g e n ç ve kalpaklı adam vardı .
Ali Fuat Paşa ile Ankara Val i Vekil i Y a h y a Gal ip bey. onları y ine açık bir otomobi l içinde burda bekl iyordu. «Bir inc i otomobilde Mustafa Kemal Paşa, H ü s e y i n Rauf, ve Ahmet Rüstern beylerle Y a v e r Y ü z b a ş ı C e v a t A b b a s bey vardı . İkinci otomobi lde temsil heyetinin öbür üyeler i S ü r e y y a , M a z h a r Müfit ve Hakkı Behiç beyler le kâtipler y e r almışlardı. Ü ç ü n c ü otomobi lde ü ç ü n c ü ordu müfettişl iği karargâhından p a ş a y a yoldaşl ık etmiş olan Doktor Binbaşı Refik (Saydam), Kurmay Binbaşı H ü s r e v ( G e rede) beyler le» başkaları y e r almıştı. M u s t a f a Kemal' in otomobil i yaklaşınca d u r d u . Ali Fuat Paşa ile Y a h y a G a -
468
lip bey, hemen otomobil ler inden inerek ona d o ğ r u ilerlediler. Mustafa Kemal de gülümseyerek indi ve onlara doğru y ü r ü d ü . Ayaklarının alt ında geceley in sert leşmiş olan karlar g ıc ı rd ıyordu. Mustafa Kemal, onlarla sarı l ıp kucaklaştıktan sonra, Ankara'nın panoramasını görmek üzere y ü z ü n ü o yana çevirdi. Arabalar ından inen herkes, onlar ın çevres ine toplanmış, Ankara'n ın karlar alt ında yit ip gitmiş g e r ç e k g ö r ü n ü ş ü n ü ar ıyor lardı. Kardan bir kuşak, A n k a ra çukur luğunun kıyılarını ağartarak dolan ıyordu. M u s t a fa Kemal baktı: Kendilerini karşı lamaya gelenler, kara bir şerit gibi karlı ve boş toprak ortasında kendisine en yakın tepeden başl ıyor, dolaşarak istasyona iniyor, o r d a n da kıvrılarak hükümet konağına var ıyordu. G ö r ü n ü ş e g ö re, karşıcı ların sayısı kırk bine yaklaş ıyordu. Karlı bir şehr in yitik g ö r ü n ü ş ü n ü canlandıran bu insan y ığınlar ı , burada bir ruhun kaynağını Mustafa Kemal'e anlatmış ve dost şehrin bu büyük g ö r ü n ü ş ü , onun içini s ıcak duygular la doldurmuş, gözler ini yaşartmıştı.
Ali Fuat Paşa, hiç konuşmadan bu anlamlı panoramayı s e y r e d e n Mustafa Kemal'e onun düşlerini ürkütmemek isteyen saygıl ı bir sesle :
— Ankara'y ı nasıl buldunuz, paşam? diye s o r d u . — C i d d e n fevkalâde, tebrik ederim. A n k a r a , gerçek
ten millî bir merkez haline gelmiş. Mustafa Kemal'in bu sözler i , Ali Fuat Paşa'ya g ü n
lerdir, bugünü hazırlamak uğruna çektiği yorgunluk lar ı unutturdu. Mustafa Kemal Paşa, karlar içinde esmer bir insan seli olarak Ankara'nın içine d o ğ r u akan kalabalığı göstererek :
— Karşıcı gelenleri bu soğukta bekletmeyel im, dedi . Ali Fuat Paşa ile Y a h y a Gel ip beyi kendi arabasına aldı. Otomobi l ler , yokuş aşağı indiler. Biraz s o n r a , karışıcı ırmağının başına vardı lar. Müftü Rifat efendi. M ü d a f a a y ı Hukuk üyelerinin başında y e r al ıyor. Yarbay M a h m u t ve kurmay başkanı Binbaşı Ö m e r Halis beyler, temiz ve parlak üniformalarıyla bu kalabalığı süslüyor lardı . M u s t a f a Kemal, otomobilden inerek hepsinin ayrı gayr ı elini sıktı. H e p s i n e teşekkür ederek hal hatır s o r d u . S o n r a , arka-
469
daşlany la yeniden otomobil ler ine binerek halkın ö n ü n d e n aşağı doğru inmeye başladılar. Ulusal atlı müfrezeleri ö n ü n e geldiklerinde Mustafa Kemal hepsine :
— Merhaba, arkadaşlar! diye bağırdı . Bütün seymen 1er, bir ağzıdan :
— Merhaba, varo l ! Haykır ışıyla karşılık verdi ler. Mustafa Kemal' in oto
mobil i, halk yığınlarının ö n ü n d e n geçerken tam bir c o ş kunluk kendini göster iyor ve boğazlar ı y ı r tarcasına çıkan: « V a r o l , y a ş a ! » haykır ışlarına :
— Siz de varo lun, siz de y a ş a y ı n ! d iye g ü r sesiy le karşılık ver iyordu.
Mustafa Kemal, y o l u n u sürdürürken karşıcı lar da arkasına takıl ıyor ve r ü z g â r gibi arabaların arkasından koşuyor lardı . Kafile istasyona d ö n e n yola g ir ince Mustafa Kemal'le birlikte hepsi otomobi l ler inden inerek halkın ö n ü n d e n y a y a n i lerlemeye başladı. İs tasyonun önüne v a rı ldığında, on binlerce kişinin orasını d o l d u r d u ğ u g ö r ü l d ü . İngil iz ve Fransız lar, d u r g u n yüzler iy le orda s ıralanıyor, kendilerine hiç de hayır get i rmeyeceğini sezdikler i bu b ü y ü k g ö r ü n ü ş ü , biraz da şaşkınca seyrediyor lard ı , y e r d e n biter gibi biten bu silâhlı insan kalabalığı, onlar ın g ö z ü n de adamakıllı büyümüşe benz iyordu.
Mustafa Kemal'le yanındaki ler, hep y a y a n olarak H a -cıbayram Camii 'ne dek gitti ler, ordan da hükümet konağı meydanına ulaştılar. Buray ı dolduran insan mahşeri arasından zorlukla g e ç e r e k içeri girdi ler. Hükümet konağında birer kahve içerek dinlendiler. Mustafa Kemal, halkın kendisine gösterdiğ i içtenlik ve yakınlıktan s o n kerte hoşnuttu. Erzurum'da da Kâzım Karabekir, ancak bu kadarını yapabilmişti :
— Yoruldunuz mu, paşam? Mustafa Kemal, kendisine gülerek bu s o r u y u s o r a n
Al i Fuat Paşa'ya : — H a y ı r , hiç yorulmadım, dedi, hatta yo l y o r g u n l u
ğ u n u da unuttum. Hükümet konağında bir kahve içimi dinlenen M u s t a
fa Kemal'le arkadaşlar ı , Ali Fuat Paşa'nın k ı lavuzluğun-
470
da şehr in g ü n e y batısında bir tepe üzerinde kurulmuş olan « Z i r a a t Mektebi»ne gitti ler. Bu koskoca uzun bir y a pıydı. Ö n ü n d e n y o l , arkasından Çubuk çayı g e ç i y o r d u . Temsi l heyeti için burası hazırlanmıştı. Mustafa Kemal, yukarı kata çıkınca tam karşıda kendisine çal ışma odası olarak ayrı lmış ve döşenmiş o d a y a gitti. Ö b ü r arkadaşlar için de çal ışma ve yatak odaları ayrılmıştı. Bürodaki s o ba, belki de sabahtan beri y a n ı y o r d u . O d a sıcacıkt ı . M u s tafa Kemal, gözler inin bütün dostça tatlıl ığıyla Ali Fuat Paşa'nın gözler ine baktı. Bu gözlerdeki başl ıca d u y g u , minnetti.
G Ü N E Y E K A Y A N IŞIK
Bundan sonra asker oluşumuz, artık eskisi gibi başkalarının hırs ve şöhreti ve keyfi için değil, yalnız bu aziz topraklarımız içindir.
Mustafa Kemal
E n v e r Paşa'nın d ü ş ü n d ü ğ ü Kurtuluş Savaş ı için Kafk a s y a ' y a y ığdığ ı seçme o r d u birlikleri ve tonlarca alt ın, kendisi O d e s a ' d a n o r a y a yet iş inceye dek yeni sadrazam M a r e ş a l Ahmet İzzet Paşa'nın buyruğuyla kaldırılıp İstanbul 'a götürü lmüştü. H iç yeni lmeden yenilmişlerin kaderini p a y l a ş a n T ü r k subay ve askerler i , içleri kan ağlayarak bir T ü r k ülkesi olan A z e r b e y c a n ' d a n ayrılmış ve tutsak T ü r kiye'nin içine dağılmışlardı. Azerbeycan'dak i T ü r k O r d u s u n u n kumandanı, E n v e r Paşa'nın kardeşi Nur i Paşa'ydı . A h m e t İzzet Paşa, o r d u n u n ' terhisi ve si lâhların bırakılması için Nuri Paşa'yı sıkıştırdığı halde o, buna kulak asmıyor, E n v e r Paşa'dan daha ö n c e aldığı b u y r u ğ a g ö r e davranarak o n u n gelişini beklemek ist iyordu. H e n ü z , ağabey-siy le üzer inde anlaştığı Anadolu 'nun kurtuluş savaşı için h iç k imseye bir ş e y söylemiyor, ordunun terhis edilmesini ön lemek işini başka nedenlere dayamaya çal ış ıyordu: H e r
471
tür lü belkiye karşı T ü r k milletinin elinde terhis edilmemiş tam kadrolu bir ordu bulunmalıydı. Ne yazık ki İstanbul'da İngil izlerin sıkışt ırması ve İzzet Paşa'nın uzak g ö r ü ş l ü olmayışı y ü z ü n d e n Nuri Paşa'nın durumu nazik leşmeye başlamıştı. En s o n r a , o r d u n u n terhisine razı o l d u y s a da b u n u n Kimi koşul lar alt ında yapılmasını istemişti. Hükümetin b u y r u ğ u n u uyguladıktan sonra salt, gönül lü subay ve erattan bir birlik kurmaya karar vermişt i . O r d u n u n terhisiy le birlikte kendisiyle kalkıp yeni bir o r d u n u n çekirdeğinde g ö r e v almak isteyenleri ayırmaya başlamıştı . G e r ç e k t e n büyük bir tehlike içine düşmüş olan y u r d u n en karanlık günler inde imdadına koşmaya hevesl i pek çok s u b a y ve er, Nur i Paşa'nın yanıbaşında y e r almaya başlamışsa da Ahmet izzet Paşa, İstanbul'dan tam terhis için y ır t ın ırcasına d i ret iyordu. Ç ü n k ü , o da sırt ında İngiliz tab a n c a s ı n ı n s o ğ u k namlusunu d u y u y o r d u . İzzet Paşa'nın A z e r b e y c a n ' d a k i o r d u y a yol ladığı buyrukiar, s o n kerte ş iddet l iydi : T e r h i s b u y r u ğ u n u benimsemeyenlere âsi g ö z ü y l e bakı lacağını ve haklarında o yolda işlem yapı lacağ ın ı bi ld ir iyordu. Bu durum karşısında hiç kimse Azer-b e y c a n ' d a g ü v e n l e çal ışamazdı.
B u n u n üzer ine, bütün kumandan ve subaylar, g ö r e v lerini bırakarak boyunlar ı bükük ve yürekler inde ezilmişliğin ve küçülmüşlüğün katran gibi tortusuyla İstanbul'a g idecek ilk v a p u r a binmek üzere Batum'a yol lanmışlardı.
İşte, Batum'da v a p u r bekleyen bu asık ve ü z g ü n y ü z lü s u b a y ve kalabalığı içinde iri yapıl ı , yakışıklı bir s u b a y o lan o r d u bir inci yaver i Kılıç Ali beyle pek sevgi l i arkad a ş ı süvar i y ü z b a ş ı s ı Sal im bey de vardı . O n l a r da öbür s u b a y l a r gibi ü z g ü n ve şaşkın İstanbul'a vardık lar ında d a h a çok şaşırmışlardı. O eski ve güzel şehir, artık T ü r k -ten başka herkesindi. Bir T ü r k s u b a y ı , her sokak başında bin türlü ölüm tehl ikesiyle karşılaşabil irdi. İzmir işgal edilmiş, y e r y e r protesto mitingleri başlamışsa da silâhlı b ir direnme olmadıkça bütün bunlar, bir çocuk ağlamas ından ileri g e ç e m e z d i .
Mustafa Kemal adı, işte tam bu sıralarda memleketin uzak sisleri iç inde bir kış güneşi gibi k ızarmaya başlayın-
472
ca Kılıç Aİi'nin gözler i de her subayınki gibi o y a n a ' d o ğ r u kalkıvermişti. E r z u r u m K o n g r e s i , büyük çalkantılar ve dalgalanmalar yaparak kapanmış, daha büyüğü ve anlamlıs ı Sivas Kongresi , başlamıştı. Bütün dünyanın gözler i o r -d a y d ı . Birçok yur tsever , her türlü tehlikeye meydpn okuyarak Sivas'a k o ş u y o r d u .
Kılıç Ali bey, her g ü n beraber gezip dolaştığı kendisi gibi bekâr süvari yüzbaş ıs ı Salim beyle anlaşmakta gecikmedi. Hazırl ıklarını yaptı lar. İ lkönce askerlikten çeki ldiler. Kılıklarını değişt irerek bir g ü n birlikte Yörük vapuruna atladıkları gibi Bandırma'ya yollandılar. Mustafa Kemal'e gideceklerdi. Ö t e s i yoktu. V a p u r kalkıncaya dek y a kalanmak korkusuyla geçirdikler i ö ldürücü yürek ç a r p ı n tısını ömürleri o ldukça unutmayacaklardı. Al lah'tan kl Bandırma, henüz itilâf devlet ler ince işgal altına al ınmamıştı.
Bandırma'da, İstanbul 'da görmedikleri bir ulusal ruh e s i y o r d u . Bunu ilk adımda duymuşlardı. Görüştükler i b ü tün subaylar, umutluydu. Si lâh bulduktan sonra, evvel A l lah her şey yapılabil irdi. E g e bölgesinde yiğit subaylar la el ele v e r e n zeybek ve efelerin dişinden t ırnağına dek s i lâhlı düşman karşısında gösterdikler i destan konusu y i ğitl ikler gerideki bütün subaylar ı canlandırmış, onlarda yeni yiğitl ik düşleri uyandırmaya başlamıştı.
Kıl ıç Ali beyle Sal im bey, Bandırma'daki 14. Kolordu subaylar ı arasında ancak üç-dört saat kalabildiler. F r a n sız lar ın işlettiği trene güçlükle bindiler. Şundan ki F r a n sız lar, T ü r k yolculara çok güçlük çıkarıyorlardı.
* * G e c e n i n bir vakt inde Balıkesir'e vardılar. Hiç tanıma
dıkları bir şehre g e c e yar ıs ı inişlerinin tatsız duygular ı iç inde istasyonu sıkıca kontrol altında bulunduran kuvayı milliye polisiyle y ü z y ü z e geldiler. T ü m e n kumandanı A l b a y Kâzım (Özalp) beyi görmeye geldiklerini söylediler. Al lah'tan O s m a n Zade Hamdi bey de istasyonda bulun u y o r d u . Polise, kendilerini üzmeden Kâzım beyin karar ' gâhına götürmelerini söy ledi . Şehre vardıklarında her y a nı kapalı buldular. El ayak çekilmişti. Balıkesir halkı kim
473
bilir kaçınca uykulardaydı . Kâzım beyin karargâhına vardıklarında onu bir lâmba ışığında basit ve konforsuz bir o d a d a bir haritanın üzer ine eğilmiş buldular. Kendilerini tanıttı lar, amaçlarını anlattı lar, söyleşti ler. Kendi ler ine göster i len bir yerde tavşan uykusuna yattılar. Ertesi akş a m , kumandcna veda ederek - Eskişehir 'e yol landı lar.
Marmaris 'e vardık lar ında burdaki kimi g e n ç l e r kendi lerini burda yeni kurulmuş olan cephenin kumandanıyla tanıştırmak istediler. O g e c e , bucak müdürünün ev inde konuk edildiler. G e c e yar ıs ına d o ğ r u bu eve uzun b o y l u , kalpaklı, gözlüklü, kısa sakall ı ve düşük kara bıyıklı, g ö ğ s ü n d e fişek yüklü çifte arma ve el inde bir mavzer le bir a d a m çıkageldi: Bu yeni A k h i s a r milis alay kumandanı M a h m u t Celâl (Bayar) b e y d e n başkası deği ldi. S a b a h a d e k memleketin dert ler inden, Mustafa Kemal'den ve c e p helerden konuştular.
O r d a n Salihli c e p h e s i n e , Ethem beyin karargâhına v a r a n yolcular, burda dört g ü n konuk edildiler. B u r d a n Afyonkarahisar 'a yol landıklar ında Ankara'nın kapısında tehl ikenin başgösterdiğin i gördüler . Ş u n d a n ki Ali F u a t Paşa kuvvetleriyle Esk işehir ve Afyon'daki İngiliz taburları arasında savaşa varabi lecek bir gerginl ik başlamıştı . A l i Fuat Paşa. İngil izleri bu bölgeden atmak kararıyla kuvayı milliye kumandanı g iyneği içinde Sivr ih isar üze
r i n d e n Eskişehir 'e inmeye hazır lanıyordu. İngil izler, kuv a y ı mill iyecilerin korkusuyla Eskişehir 'e kuş u ç u r m u y o r -lardı. Kıl ıç Ali beyle Salim bey, edindikleri sahte kimlik kâğıt lar ıy la Eskişehir 'e girdi ler.
Eskişehir halkını s e v i n ç içinde buldular. O n l a r o r a y a a y a k atmadan pek az ö n c e şehir Aii Fuat Paşa'nın politik baskıs ıy la kurtulmuştu. İki arkadaş, burda da birkaç g ü n kaldıktan sonra, dört günlük çet in bir yolculuk yaparak A n k a r a ' y a vardı. Ankara 'da 20. tümen kumandan vekili M e h m e t beyle görüştüler.
Ali Fuat Paşa, henüz c e p h e d e n dönmemişti. Ankara'- , ya varışlarının ikinci g ü n ü , kumandan da yenmiş olarak c e p h e d e n dönmüştü. Mahmut bey (Şehit), onları kuman-
474
d a n l a tanıştırdı. Al i Fuat Paşa, onları içten ve k a r d e ş ç e kabul etti :
— Ben de Sivas 'a g i d e c e ğ i n , bir iki g ü n bekleyin, b e r a b e r gidel im, dedi.
O da Sivas'taki yüksek kademedeki kumandanlar toplantıs ına çağrı lmıştı. Beklediler.
İki g ü n s o n r a , tepeden t ırnağa silâhlı bir atlı müfrez e n i n eşl iğinde Sivas 'a d o ğ r u yola dizildiler. Y o l c u l a r aras ında Ali Fuat . Paşa, Hakkı Behiç bey, paşanın y a v e r i S a i m bey, bir de kendileri vard ı .
Kafi le, Ekim ayının 28 inci g ü n ü S ivas 'a v a r d ı . Vaki t g e c e yar ıs ıydı . D o ğ r u c a «Sul tani M e k t e b i » n d e k i karargâha gitti ler. Şehirde g e c e yar ıs ı horozlar ı ö tüp d u r d u ğ u halde karargâh hâlâ uyanıktı. O d a l a r d a n ışıklar s ız ıyor , k o n u ş m a sesleri g e l i y o r d u . A ş a ğ ı d a , şehir, k o r k u n ç bir karanlık iç inde u y u y o r d u .
Kıl ıç Ali beyle arkadaşı Sal im bey, kapıdan içeri ilk g irdik ler inde hemen karşıya konmuş bir karatahtada tebeşir le yazı lmış şu yazı lar ı gördüler : K u r u fasu lye, pilav, ü z ü m hoşafı. Bu liste, ağızlarını sulandırdı . K a r a r g â h halkının da akşam yemeği olarak b u n l a n y e d i ğ i anlaşıl ıy o r d u . Nitekim biraz s o n r a onlar da bu yemeklerden d o y a d o y a yedi ler, yol larda kurt gibi acıkmışlardı. M u s t a f a Kemal, kendi odasında, Rauf, M a z h a r Müfit, V a n Val is i Haydar, Ö m e r Mümtaz, İbrahim S ü r e y y a beyler le birl ikte bir k o n u y u tart ış ıyordu.
Ruşen Eşref beyle Ahmet Rasim beyin o ğ l u M a z l u m bey, bir odada yazı işleriyle uğraşıyor lardı . Y a v e r M u z a f f e r b e y ve Hayatî beyler, bir başka o d a d a ş i f re kapamak, şi fre açmak işine dalmış gitmişlerdi.
Toplant ı bittikten s o n r a , Mustafa Kemal, yeni g e l e n leri g e c e yar ıs ından s o n r a okulun alt kat ındcki kapıya yakın çok sade döşenmiş bir odada kabul etti. O n l a r a karş ı çok içten davrandı . S o s y e t e salonlar ından gelme bir insan gibi en yüksek nezaket kurallarıyla onlar ı h a y r a n bıraktı. Sır t ında, E r z u r u m ' d a giydiği o ünlü jaketatay, bas ı n d a da sarışın y ü z ü n ü renklendiren o ünlü fes v a r d ı .
Kıl ıç Ali beyle kabul edi lenler aras ında Hakkı B e h i ç
oeyle birlikte Demirci Mehmet Efe'nin c e p h e d e n g ö n d e r diği bir kurul da vardı . Bu kurul, Mustafa Kemal'e a r m a ğ a n olarak gümüş işlemeli pek güzel bir parabel lum tab a n c a ile birlikte Demirci Mehmet Efe'nin selâmlarını da getirmişt i . Mustafa Kemal, cephe üstüne onlardan u z u n uzun bilgi aldıktan s o n r a kurul üyelerini yat ıp dinlenmey e g ö n d e r d i .
Hakkı Behiç beyin de katıldığı söyleş ide Kılıç Ali beyle Salim bey, şafak s ö k ü n c e y e dek Mustafa Kemal' in sorular ını yanıt ladılar ve o n u n tatlı sözler ini dinledi ler. T a Şişl i 'deki evden b a ş l a y a n serüven, S a m s u n , A m a s y a , S ivas, E r z u r u m , yeniden S ivas derken uzayıp gitmişti. C e p h e savaş ından beter olan bu çekişmeli ve tehlikeli günler in ö y k ü s ü konukları s o n kerte i lgilendirmişti. O n u hayran hayran dinl iyorlar, saatların nasıl geçt iğ in i anlamıyorlardı.
Pencerelerden horoz sesler iy le karışarak giren masmavi şafak, sabahın yaklaşt ığını anlatmış olacaktı ki M u s tafa Kemal, konuklarını daha çok uykusuz bırakmak istemedi, onları yatmaya g ö n d e r d i . Bir dershanede kendiler ine kurulan karyolalara uzanıp kulaklarında hâlâ M u s t a fa Kemal' in tatlı sesi u ğ u l d a r ve mavi gözler i ılık bir su
gibi dalgalanırken deliksiz bir y o l c u uykusuna daldılar. *
** Kılıç Ali beyle Y ü z b a ş ı Salim bey, temsil heyet inin
yanında, g ö r e v a l ıncaya dek, dört-beş g ü n ancak kaldılar. Zaten Sivas' ta kalmaya değil başlamış olan d ö v ü ş t e bir g ö r e v almaya gelmişlerdi. İstedikleri g ö r e v de onlara veri lmekte gecikmedi. M u s t a f a Kemal, Kılıç Ali beyle arkadaşı Sal im beye M a r a ş ve Antep' in Frans ız lardan kur-iar ı lması görevin i verdi . Kıl ıç Ali 'nin adı güzeldi . Halk arasında iyi g iderdi. Salim'in başına da bir « Y ö r ü k » adı takarak ona da « Y ö r ü k Sal im» dedi ve Salim adı da Sel im'e çevr i ld i . O n l a r ı n , işgal alt ındaki Kilikya sınır larında örgüt yaparak aşağı d o ğ r u kaymalarını salıkladı. Z a t e n oralarda kımıldamalar başlamıştı. Kıl ıç Ali ve Yörük Selim o r a ya temsil heyetinin ve Mustafa Kemal'in temsilcisi o lacak gidecek, orda başlayan kımıldamaları merkeze b a ğ -
476
layacaklardı. B ö y l e c e özgür lük ocakları körüklenmiş, horlandırılmış ve hızlandırı lmış olacaktı.
Kılıç Ali beyle Yörük Selim, Kil ikya'nın ve g ü n e y illerinin kapısı olan Kayser i 'ye gittiler. Ordaki kuvayı mill iyeci lerin yardımıyla ç o ğ u Pındrbaşıl ı y irmiye yaklaşık kuvayı milliyeci arkadaş edindiler. Hepsi de atlı ve si lâhl ıydı. Başlar Mustafa Kemal gibi kalpaklı, göğüsler i armalıydı. O r d a n Elbistan'a gittiler, geçtikleri yol larda kuvayı milliyeci yuvalar ve sığınaklar bırakarak g ü n e y e doğru ilerlediler. 21 Kasım 1919'da Pazarcık'a vardı lar. M a -raş'ta direnmeyi yönetenler in lideri olan Ars lan beyi görüşmek üzere Pazarcık 'a çağırdı lar. Pazarcık, M a r a ş doğuşunun rahatça yönet i lebi leceği elverişli bir yerd i . Kılıç Ali beyle arkadaşı Yörük Selim, Ars lan bey ve arkadaşlar ından Maraş ' ın şimdiki durumu üzerinde bütün ayrıntı larıyla gereken bilgiyi aldılar. Maraş da bugünlerde patlamak üzere bulunan bir volkan gibiydi. O lay lar , o denl i gelişmişti :
Fransız lardan ö n c e İngil izler ilk atılımda Adana'y ı , Antep' i , Urfa'y ı işgo' etmişler, Maraş' ı işgal etmek üzere y ü r ü y ü ş e geçmişlerdi . Onlar ın geldiğini g ö r e n Maraşl ı lar, hemen davranarak ilk sabotaj ı yapmış, Pazarcık-Narl ı köy ü arasındaki A k s u köprüsünü yıkıvermişlerdi. Ö t e y a n d a n . İngil izlerin M a r a ş ' a doğru yürüyüşe geçtiklerini öğrenen Maraşl ı Ermeni ler, önlerindeki bandonun çaldığı c o ş k u n ve kışkırtıcı marşlar ve havalara ayak uydurarak İngil izlere karşıcı çıkmak üzere yollara dökülmüşlerdi.
İngil izler, safları arasında İngiliz üniforması giydir i lmiş pek çok Ermeni delikanlısıyla Şehadil y ö n ü n d e n ş e h re girerken Ermeniler, çı lgın gibi göster i ler yapmışlardı.
15 Ekim 1919 da İngil izlerin, yerlerini Fransız lara bırakacağı haberi işitildi. Maraş halkı. Ulu Cami 'de yapt ığı büyük ve c o ş k u n bir mitingte, eli kulağındaki Frans ız işgalini protesto ederek ilk adımını attı.
Ne v a r ki, F r a n s ı z sömürgeci ler i kös dinlemiş insanlardı. O t u z üç haftalık işgalden sonra, İngil izler çekil ip gitt i ler; 25 Ekim 1919 g ü n ü Yüzbaş ı Ju l ie , buyruğundaki iki bin kişilik kuvvetle Maraş 'a girdi. C izv i t papazlar ı on-
\
lan bando ile Karşıladı. Ertesi g ü n , beş y ü z Cezay i r l i ile dört y ü z Ermeni askeri daha geldi. Ermeni askerler inin geldiğini gören Maraşl ı Ermeni hemşehriler, s o n s u z s e vinçlerinin arasında buran-ıı bir T ü r k şehri o lduğunu unuttular. Fransızlarla birlikte gelen dört y ü z Ermeni a s k e r i , yerl i Ermenileri ç ığır ından çıkartmakta büyük bir etken o ldu. Ermeniler, hemen o g ü n hükümet konağı ö n ü n e var ıp T ü r k nöbetçis iy le eğlendi ler, bir posta müvezzi in i iy ice dövdüler. Bir g ü n , Uzunoluk hamamının önünde meydana gelen bir olay, yabancı lar la Maraşl ı ları b irdenbire bütün güçler iy le karşı karşıya getirdi.
Hamamın tam karşısında bir sütçü dükkânı vardı . Bu dükkânı kırk beş yaş lar ında, kırçıl sakallı, kimsenin etl is inde, süt lüsünde g ö z ü o lmayan bir adamcağız işletiy o r d u . Cı l ız yapılı bir adam olan bu dükkân sahibini herkes, asıl adını unutmuş olarak S ü t ç ü İmam diye çağır ı y o r d u . H a c c a da gitt iğinden ayr ıca ona Hacı İmam da d i yor lard ı . S ü t ç ü İmam, her Al lah' ın günü atının her iki y a nına astığı kocaman güğümler le yakın köylere g id iyor, süt doldurarak getirdiği bu güğümler i boşalt ıp yine köylere yol lanıyordu. Su katılmamış güzel sütleri ve yağl ı y o ğurt lar ı kapışı ldığından imam, her gün köylere gitmek z o r u n d a kalıyordu. O n u n ayr ıca bir görev i daha v a r d ı : Karşıdaki küçük camide imamlık da ediyordu İşte, S ü t ç ü İmam diye adlandırı l ışın asıl nedeni de buydu
S ü t ç ü İmam, Frans ız askerinin şehre girdiğinin ikinci g ü n ü , dükkânda işleriyle uğraşırken sokakta bir g ü r ü l tü işitti. Karşı hamamdan çıkıp evlerine dönmekte olan üç çarşafl ı ve peçeli T ü r k kadınıyla onların bohçasını taş ıyan bir oğlan ç o c u ğ u , üç Ermeni askerinin saldır ıs ına uğramışt ı . Silâhlı ve s ü n g ü l ü üç kişilik devr iye, kadınların hamamdan çıktığını g ö r ü n c e yanlarına sokulmuş ve iç ler inden biri kadınlardan birinin peçesini açmak istemişti. Kadınla asker itişip dururken, erkek çocuk, elindeki b o h ç a y ı bir yana fır latarak hemen askerin bacaklar ına bfr dal ış yapmıştı. Karşı kahvede kâğıt oynayan Maraşl ı birkaç erkek, yer inden fır ladığı gibi kadınlarla ç o c u ğ u n yardımına koşmuştu. İşte, tam bu sırada el inde tabancasıy la
478
s o k a ğ a f ır layan S ü t ç ü İmam, tetiğe d o k u n u n c a kadıncağız ın peçesini açmaya çalışan, askerin bir çığlık kopararak y e r e yuvar landığı g ö r ü l d ü . Sağ kalan iki asker, tabanları kaldırarak karargâha d o ğ r u kaçtı.
S ü t ç ü İmam, hemen boş güğümler ini at ının terkisine attı, kendisi de üstüne at layarak Ahırdağlar ı 'n ın y o l u nu tuttu.
S ü t ç ü İmam, artık, M a r a ş ' a yapı lacak genel T ü r k sa ldır ıs ına dek şehre dönmeyecekt i .
S ü t ç ü İmam'ın, kötü y a b a n c ı y a ilk kurşunu yapışt ı rdığı g ü n , tarih o lmuştu: 31 Ekim 1919.
Bu tarihten s o n r a , o lay lar birdenbire kızışmış ve hızlanmıştı. Ermeniler, ö ldürülen Ermeni asker i için büyük bir c e n a z e töreni yaptı lar ve bu o laydan s o n r a . S ü t ç ü İmam'ın yakın ve akrabalarını ortadan kaldırmanın y o l u nu tuttular. O n u n dayısının oğlu Kadir' i bir g ü n p u s u y a d ü ş ü r ü p yakaladılar; kulaklarını, burnunu ve birçok duyg u l u yerlerini keserek s o n s u z bir işkence ve sadizmle ö ldürdüler. B u n u n , peşinden bir Ermeninin, N a s ı r o ğ l u M e h -med'in boynuna bir pala sal layarak kellesini uçurmak olayı geldi . Bir T ü r k polisini yaraladı lar. Ç ö m e z o ğ l u Mehmet Haydar ' la Ahmet oğlu Mehmed' i kışlanın yan ında s ü n g ü -leyerek delik deşik ettiler. M u h a c i r A l ioğlu Mustafa 'y ı Duaçınar ı denen yerde koyun gibi boğazladı lar. Cicekl i ' -d e n Âşık Mustafa oğlu Ökkeş' i kurşunla kalbura çevirdiler. Baht iyar mahal lesinden çiftçi H a b i p o ğ l u Ali 'yi bir bomba savurarak paramparça ettiler.
Bu olaylar, Türk ler in gözler ini açmışt ı . Herkes, bir mavzer, bir tabanca edinmenin yoluna bak ıyordu. Başka türlü kurtuluş çaresi olmadığını anlamışlardı. Frans ız kumandanı, depolardaki bütün silâhları Ermeni lere dağıttı. H e r iki yan da bu işten s o n r a , ateş alacak duruma g e l mişti. Korkunç bir olayın patlak vermesini önlemek üzere y ine, Fransız kumandanı, Ermenilerin T ü r k mahallelerine geçmesini yasakladı .
Ermeniler, büyük bir o lay çıkararak bütün Türk ler i M a r a ş ' t a n süpürmek ve şehri hemencecik Büyük Ermenistan' ın şehir lerinden biri durumuna getirmek Istiyorlar-
479
4 l . Ş e h r i n güvenl iğini bozmak amacıyla birçok g e c e l e r T ü r k mahallelerine d o ğ r u rastgele kurşun yağdırdı lar. B u n d a n da bir şey ç ıkmayınca Osmaniye'deki Fransız asker i mutasarrıf ını M a r a ş ' a çağırdı lar. Gouverneur militaire A n d r é , onları ç o k ç a yalvartmadı; dertlerini dinlemek ve M a -raş'taki Fransız g ü c ü n ü denetlemek üzere arkasına pek çok say ıda silâhlı ve si lâhsız Ermeni takarak M a r a ş ' a d o ğ r u yo la çıktı.
Kumandan A n d r é , 27 Kasım 1919 Ç a r ş a m b a g ü n ü şehr in çok uzaklar ında, A k s u köprüsünün bile i lerisinde el ler inde Fransız-Ermeni bayrakları bulunan Ermeni karş ıc ı y ığınlar ıy la karşı landı.
Ç e v r e s i n d e k i kalabalık Ermenilerle hükümet konağının ö n ü n e gelen Kumandan André, içeri girmek istedi. Kapıda süngülü bir T ü r k nöbetçis i vardı. B u , Gol lü köy ü n d e n Yusuf Ç a v u ş ' t u . Askerî mutasarrıf ın arkasından bir y ığ ın silâhlı Ermeninin de içeri dalmaya hazır landığını g ö r ü n c e tüfeğini onlara çevirdi :
— Yalnız, kumandanla tercüman içeri girebil ir, başkaları bir adım atarsa v u r u r u m ! diye bağırdı. Belki de hükümet konağını ele geçirmek üzere içeri girmek istey e n yığınla Ermeni fedaisi oracıkta kalakaldı. Yalnız A n d r é ile tercüman, mutasarrıf Ata beyle görüşmek üzere içeri g i rd i .
Maraş ' ın Ermeni hemşehri ler i , akşama dek kaplarına sığamadı lar. G o u v e r n e u r ' ü n gelişiyle burda çok önemli o laylar ın g e ç e c e ğ i n e ve ideallerine biraz daha yak laşacaklar ına inanıyorlardı. Osmanl ı meclisi mebusanı üyeler inden eski mebus Hır lakyan A g o p , evini ve sofrasını en g ü z e l yemekler, içkiler, ç içekler ve kızlarla donatmış. Kum a n d a n A n d r é ' y e felekten bir g e c e çaldırmak üzere parlak bir şölen hazırlamıştı. Artık, bu şölenden s o n r a da M a r a ş , Büyük Ermenistan' ın bir parçası o lmazsa ay ıp o lurdu.
Aalaturka-alafranga s a z sesleri konaktan dışarı taşıy o r , T ü r k hemşehri lerin g e r g i n sinirleri üzer inde her melod i , ba lyoz etkisi y a p ı y o r d u . E s m e r ve eğitimli, kültürlü E r meni kızları, kumandanı baştan çıkarmak istercesine g i -
480
y inmiş kuşanmış, birer A v r u p a kadını zarif l ik ve inceliğ i y l e türlü dil lerde k o n u ş u y o r , p iyano, gitar, mandolin ç a l ıyor, batı müzik kültürünün en güzel parçalar ını kolaylıkla di le get ir iyor lardı. S o f r a d a hindi, tavuk, bı ldırcın, keklik, çulluk, y a b a n ö r d e ğ i kızartmaları, yağl ı b o y a bir natürmort resminin zengin l iğ ine meydan okurcas ına bol ve ustalıkla hazır lanmıştı. T ü r l ü şaraplar la hurma ve üzüm rakıları sofrada gözler i ısıtarak boy v e r i y o r d u . K a v u n , karpuz, üzüm ve türlü yemişler, çevres inde pek çok davetl inin toplandığı masaların üstünü b o y d a n b o y a süsl ü y o r d u .
G ü z e l Ermeni kızları aras ında O s e f ' i n kızı V ir j in i , herkesin gözler in i üzer ine ç e k e n bir güzel l ikteydi. Güzel l i ğ i n d e n başka kültüründen dolayı bir kişiliği de o l d u ğ u g ö ze ç a r p ı y o r d u . Durmadan A n d r é ile i lgi leniyor, b ö y l e c e çok önemli bir g ö r e v yapmakta o lduğu anlaşı l ıyordu.
G r a m o f o n oynak bir dans havas 1 ça lmaya başlamıştı. Adamakıl l ı içmiş olan kumandan, iki y a n a yalpa vurarak deminden beri y e r gibi gözler in i diktiği Vir j in i 'ye doğru i lerledi. Karşıs ında durarak reverans yapt ı . G e n ç kız, s u b a y ı n uzattığı ele tutunarak koluna girdi ve sa lonun ortasına d o ğ r u y ü r ü d ü . Vir j in i , s a r h o ş kumandanı d a n s e d e r gibi yöneterek M a r a ş Kalesi 'nin iyice g ö r ü n d ü ğ ü pencerenin ö n ü n e götürdü. Kalede kocaman bir T ü r k bayrağı dalg a l a n ı y o r d u . H iç d inmeyen p o y r a z , onu dalgalandır ıyor ve g e r g i n tutuyordu. Vir j ini başının bir davranış ıy la kumand a n a o n u gösterdi :
— Kumandanım, bu kalede şu T ü r k bayrağı dalgaland ı k ç a b e n sizinle d a n s e d e m e m ! dedi. Kumandan A n d r é , emir subayın ı çağır tarak o n a şu b u y r u ğ u verdi :
— Yar ın sabah kalktığımda şu T ü r k bayrağın ın yer ini F r a n s ı z bayrağı alacaktır.
O zaman Vir j ini , A n d r é ' n i n g ö ğ s ü n e yaslanarak sa-at larca çı lgınlar gibi d ö n ü p d u r d u . F r a n s ı z bayrağının y e l ini de elbette pek yakında Ermeni bayrağı alacaktı.
O g e c e , Fransız kumandanının emir s u b a y ı , yanına b i r y ı ğ ı n silâhlı alarak kaleye çıktı ve oradaki beş T ü r k asker ini b ir kenara i teleyerek T ü r k bayrağın ı indirtti ve
481 3/F. : 31
o n u n yer ine Fransız bayrağını çekt irdi. O r a d a n uzaklaşt ırı lan b e ş T ü r k askeri, hemen T ü r k mahallelerine inerek durumu anlattı lar.
28 Kasım 1919 sabahı , evler inden dışarı u ğ r a y a n M a -raşlı T ü r k l e r , her zaman T ü r k bayrağının dalgalandığı b u r ç t a üç renkli Fransız bayrağının dalgalandığını g ö r ü n ce bir hoş oldular. Şaşkınl ıkları g e ç i n c e öfkelendiler, s o n r a da öfkeleri g a z a b a d ö n d ü . Bu olay. herkes gibi bir a y d ı n kişiyi Avukat Kısakürek Mehmet Al i beyi de çi led e n ç ıkardı . A y d ı n kişinin görevin i hakkıyla yaparak ş ö y le bir bildiri kaleme aldı :
— Ey necip İslâm milleti! Vakt inde hazırol . Bin üç yüzy ı ld ı r Al lah' ını, Peygamber' ini senden hoşnut ett iğin bir din ö lüyor. Yani, dedelerinin kanı pahasına fethett iğin bir kalenin burcunda al s a n c a ğ ı n b u g ü n Fransız lar ın el iyle indir i l iyor. Şimdi, acaba bunu ger i , yer ine koyacak s e n d e birkaç y ü z damla İslâm kanı ve gayret i hiç mi y o k ? Karışıklık a r z u etmeyelim. Yalnız makul ve azametl i olarak al s a n c a ğ ı yer ine koyalım, y ine azametle yerler imize dönelim. K o r k m a , seni buradan birkaç F r a n s ı z askeri kıramaz.. S e n , varl ığını gösterecek o lursan, değil birkaç y ü z F r a n s ı z asker i , hatta bütün Fransız milleti, karşı koyamaz buna, inan!
Camin in içine asılan bu bildiriyi cuma namazına g e lenler o k u y o r , ateşleniyor, bir şey ler yapmak için ç ı rp ın ı y o r d u . Cemaat in heyecanını g ö r e n imam, bağırarak şöyle dedi :
— Kalelerinde bayrağı hür dalgalanmayan esir bir memlekette cuma namazı kıl ınamaz!
Kaledeki Fransız b a y r a ğ ı , bütün şehri h e y e c a n a g e tirmişti.
C u m a namazı da oraya toplanmak için iyi bir bahane o lmuştu. Caminin av lusunda anlaşan binlerce kişi, baş çekmek yiğitl iğini g ö s t e r e n imamın arkasından kaleye d o ğ r u t ırmanmaya başladılar. B u n u g ö r e n çoluk ç o c u ğ u n da katı lmasıyla kalabalık, korkutucu bir biçim aldı. O n ları g ö r e n Ermenilerle Frans ız larda tıs yoktu. B u n u n ulusal bir öfke o lduğunu anlamışlardı. Hele Fransız lar, millet
482
olarak başlar ından çok ş e y geçt iğ i için bunun ne demek o l d u ğ u n u daha iyi bil ir lerdi. Bu y ü z d e n , öfkeli halk y ı ğ ı nının ö n ü n e hiç bir engel leyic i g ü ç dikilmedi. T a m b u r c u n tepesindeki bayrak direğinin dibine varmışlardı . Zeüi ıa H o c a o ğ l u O s m a n adlı bir g e n ç , hemen g e c e indiri l ip y&»*e atılmış olan T ü r k bayrağın ı kaptığı gibi d i reğe tırmandı, F r a n s ı z bayrağını indirdi ve T ü r k bayrağını y ine eski y e rine ast ı . B u n u kutlamak üzere halktan bağır ıp ç a ğ ı r a n lar , h a v a y a t a b a n c a s ıkanlar o ldu.
İlk zaferi kazanmış olan halk, hemen oracıkta kıbleye d ö n ü p cuma namazını kıldı ve s o n r a yine hep birl ikte ş e h re inerek hükümet konağının ö n ü n e v a r d ı . F r a n s ı z kumandanına bir ült imatom vereceklerdi . Mutasarr ı f A t a beyi istediler. Geld i . O n u n F r a n s ı z kumandanını b u r a y a çağırmasını istediler. F r a n s ı z kumandanı, kendi y e r i n e Ermeni tercüman V a h a n ' ı g ö n d e r d i . Halkın karşıs ına dikilen V a h a n :
— Bir bez parçası için bu kadar gürül tü çıkarmak neden d o ğ u y o r ? diye halkı terslemek istedi.
Bu s ö z e içer leyen iki delikanlı tercümanın üstüne atı larak kıyasıya d ö v m e y e başladı. B u n u n üzer ine G o u v e r -neur 'ün yaver i Ç e r k e z İshak, nağra atarak halkın üzer ine kama ile saldırdı. N a c a r Ahmet oğlu Mehmet, Y a v e r is-hak'ın üstüne atı larak kamayı çekip el inden aldı.
Mutasarr ı f Ata bey ile jandarma bölük kumandanı M a h m u t bey, bu s ırada a r a y a girerek ortal ığı yat ışt ı rdı , b ö y l e c e büyümek eğilimi g ö s t e r e n olay da kapandı. Yalnız, T ü r k halkının burda bir kazancı o lmuştu: H e p birl ikte davranı l ı rsa yapı lmayacak iş yoktu.
Bu olay, Müdafaay ı Hukuk derneğinin kurulmasını hız landırdı. Maraş' ın bütün ileri gelenleri d u r a k s a m a d a n d e r n e ğ e girdi ler. Bundan s o n r a , kuvayı milliyecilik, fırtın a d a bir yangın gibi yayı ldı v e b ü y ü d ü . M a r a ş dolaylar ındaki köylerde meydana getir i len kuvayı milliye örgüt ler i . Keşfi l i Camii 'nde a n d içti ler.
Z a f e r ve Muharrem beyler, dört y ü z kişilik bir çete g r u b u y l a g ü n e y e indiler. N u r i müfrezesi batı bö lges ine. Ö ğ r e t m e n Hayrul lah müfrezesi de Elbistan dolaylar ına
483
jgitti. J a n d a r m a kumandanlığı deposunda bulunan dört y ü z altmış m a v z e r çetelere dağıt ı ldı. Bütün yedek s u b a y lar, si lâh altına çağrı larak millî müfrezelerin başına ya da kumandan yardımcıl ıklarına getiri ldi. 1920 O c a k ayının ortalar ına d o ğ r u bütün Maraşl ı lar, en c o ş k u n ve h e y e c a n l ı günler ini yaş ıyordu. M a r a ş şehrinin ruhu Ars lan bey olmakla birlikte biricik toplayıcı ve b u y u r u c u g ü ç . Kıl ıç Ali b e y d i . Pınarbaşı 'ndan get irdiği yirmi kişilik çetes i , yeni gruplar ın katılmasıyla çığ gibi b ü y ü y o r d u . J a n d a r m a kumandanı Ali Rıza, H a s a n Efe, Ahmet Ç a v u ş , Pişkin Ali g ibi namlı kişiler, kuvayı mill iyeci gruplar ıy la onu destekl iyorlardı. Kılıç Ali bey, M a r a ş dolaylarının aşiret a ğ a larını da davası u ğ r u n d a çal ışt ırmanın yo lunu bulmuştu. Kı l ıç Ali beyin b u y r u ğ u n d a Mustafa Kemal'in K o z a n o ğ l u D o ğ a n diye adlandırdığı Binbaşı Mehmet Kemal beyin bir müfrezesi de b u l u n u y o r d u .
M a r a ş Ermeni ler i , çevre ler inde g ü n d e n g ü n e b ü y ü y e n T ü r k tehlikesini hiçe sayarak sanki bir ütopi ülkesinde yaşıyor lardı . Maraş' ı mutlaka bir Ermeni şehri yapmaya kararlı g ö r ü n ü y o r l a r d ı .
Bir g ü n , bir T ü r k delikanlısı sokaktan g e ç e n bir E r meni papazına bir kiremit savurarak başını y a r d ı . B u n a karşıl ık vermek isteyen Ermeni ler, bir kahvede oturan halka saldırdı lar ve savurduklar ı bir bomba ile iki T ü r k ü ö l d ü r ü p b i r ç o ğ u n u da ağır yaraladı lar. Maraş' ın başında büyük işler d ö n d ü ğ ü n ü anlayan Fransız işgal kumandanl ığı, o r a y a diş inden t ı rnağına dek silâhlı taburlar yürüt tü. M a r a ş ' a d o ğ r u k a y g u s u z c a i lerleyen bu taburlar, 20 O c a k 1920 g ü n ü Ö ğ r e t m e n H a y r u l l a h , Z a f e r ve M u h a r r e m beylerin müfrezelerinin saldır ısına uğradı. Bundan s o n r a , kuv a y ı milliye müfrezeler iy le Fransız lar aras ında tam bir c e p h e düşmanlığı havası e s m e y e başladı.
Maraş ' ın içinde de kopacak f ırt ınaya hazırlık olmak üzere her iki y a n da tert iplenmeye ve örgüt lenmeye çalış ı y o r d u . Önceler i şehirde Türk ler le karışık olarak oturan Ermeni ler, evlerini boşaltarak Pınarbaşı 'nın A m e r k a n K o -Jeji semtine taşınmaya başladı lar ve orda «:ilâh ve g ü ç
484
biriktirdiler ve g ü n ü gel ince bütün Maraş ' ın T ü r k halkını h u r d a n sil ip süpürmek kararıyla hazır landılar.
T ü r k Maraş, tam bir s a v u n m a savaş ına g ö r e tert iplendi. Ş e h r i on semte ay ı ran kuvayı milliye ö r g ü t ü , her mahal lede başlarında birer o n b a ş ı bulunan o n a r kişilik birer müfreze meydana get irdi . Maraşl ı lar ın, S i v a s ' t a n -Mustafa Kemal'den bir a s k e r g ü c ü ve ağır s i lâh istemeleri ü z e r i n e o buraya süvar i y ü z b a ş ı s ı Kâmil b e y b u y r u ğ u n d a bir süvar i bölüğüyle iki top ve iki ağır makinalı tüfek g ö n derd i .
Y ü z b a ş ı Kâmil bey, Cancık ' ta karargâh kurarak M a raş halkının Fransız lara karşı a ç a c a ğ ı kurtuluş s a v a ş ı n a katı lmaya hazır o lduğunu bildirdi. M a r a ş halkı artık, y a l nız başına olmadığını anlamıştı. K o s k o c a T ü r k milleti ar-k a l a r ı n d a y d ı ve hepsi d a v a n ı n peşindeydi .
Maraş ' ın içinde dışında siperler, s ıçan yol lar ı hazırlanıyor, şehr in bir başından ö b ü r başına bağlantı kurmak üzere evler in duvarları del inip yo l aç ı l ıyordu. Maraş ' ın d o laylarındaki kasaba ve köylerde d a h a sıkı bağlant ı lar kuru luyor, haberci ler v ız ır v ız ı r gidip ge l iyordu.
H e r iki y a n da tam bir s a v a ş hazırl ığı iç indeydi . Fransız lar , askerlerini Ermeni ler in taştan ve sağlam evlerine yer leşt i r iyordu. B ü t ü n cephaneler papaz okuluyla ki l isenin altındaki mahzenlerde istif edi l iyordu. G ü z e l E r meni kızına karşı gösterdiğ i zaaf y ü z ü n d e n işlerin bu d e n l i büyümesine yol açan kumandan A n d r é , ger i al ınmış, o n u n yer ine General Keret gelmişt i . G e n e r a l , bir baskı ,ve s indirme politikasıyla a lev lenen işleri yat ışt ırmayı d ü ş ü n e r e k bir gün Maraş' ın bütün ileri gelenlerini ve y ö n e ticilerini çağırdı :
— Memleketi adaletle y ö n e t e c e ğ i m , yalnız Pazarcık 'taki Kıl ıç Ali hemen yakalanarak bana teslim edilmelidir, d e d i .
Genera l in Kılıç Ali 'yi istemesi hepsini şaşırtmışt ı . B u . onlardan Mustafa Kemal'i istemesiyle birdi. Kıl ıç A l i , Mustafa Kemal' in bir parças ıyd ı . B ö y l e bir ihaneti akl ınd a n geçirebi lecek bir Maraş l ı bulunabil ir miydi? M a r a ş l ı yönet ic i ler , bu çiğ öner iy i a laycı ve öfkeli yüz ler le kar-
485
şıladılar. Genera l Keret, bu önerinin onlarda yaratt ığ ı tehlikeli tepkiyi aç ıkça g ö r m ü ş t ü . Bu toplant ıdan bir iş Çıkmayacağını anlayan G e n e r a l , s a v a ş hazırl ıklarını fe lce uğratmak üzere türlü çarelere baş v u r d u . Pazarcık ' la M a r a ş arasındaki telefon ve .telgraf tellerini kest ir ip bozd u r d u .
Maraşl ı kuvayı mill iyeciler, r ü z g â r kanatlı delikanlı haberci ler iyle yine Pazarcık'taki Kılıç Ali beyi M a r a ş ' a bağladı lar.
Genera l Keret, Mustafa Kemal' in Pazarcık ' taki temsi lcisiyle bağlantının kesilmediğini Ermeni ler aracı l ığ ıy la ö ğ r e n i n c e , ikinci kez olarak Maraş' ın büyüklerini 21 O c a k 1920 g ü n ü topladı. Bunda da onlara eski öneri ler ini yine
l e d i :
— E ğ e r Kılıç Ali 'yi yakalayıp bana get i rmezseniz hepiniz i hapse atacağım! diye bağırdı .
Hiç kimseden ses çıkmadı. B u n u n üzer ine G e n e r a i Keret, ileri gelenlerden birkaçını süngülü F r a n s ı z askerlerinin önüne katarak hapisaneye g ö n d e r d i . S e r b e s t bıraktıklarına şu korkutmalarda bulundu :
S iz , Kılıç Ali'yi getir ip bana teslim e d i n c e y e dek ben >de bu arkadaşlarınızı s e ı b e s t b ı rakmayacağım.
Bu ikinci toplantıdan s o n r a , G e n e r a l , hükümeti iş-rgal için bir müfreze g ö n d e r d i y s e de bu Kızılkabirl ik denen y e r d e kuvayı milliyeci müfrezelerce püskürtüldü ve ama-«ca ulaşamadı. G e n e r a l Keret' in ileri gelen birçok Maraş l ı -yı hapsettirmesi ve hükümeti işgal için davranması o layı , Bert iz köylülerini bir çığ gibi yer inden oynatt ı . Buras ı , \bir kuvayı milliyeci s ığınağı gibi bir yerd i . S ü t ç ü İmam bile arkasına taktığı g ö z ü pek adamlarıyla burda barınıy o r d u . Ahır dağlarında güçlenen bu yur tsever ler , mavzerleri ellerinde doruklardan g ü n e y e , kavga ve d ö ğ ü ş yer ine d o ğ r u inmeye başladılar.
Maraş' ta her iki y a n da bir kızı lca kıyametin kopac a ğ ı g ü n ü bekleyerek hazır lanıyordu. F r a n s ı z kumandanı, olayları küçümsüyor, her z a m a n bastır ı labi lecek t ipte olaylar bekl iyordu. Bu olaylar ın, Maraş' ı b ü s b ü t ü n el ine d ü şüreceğin i hesapl ıyordu. M a r a ş savaşı , beklenmedik bir
486
s ı r a d a ve birdenbire başlay ıverdi . Hazır lanan barut f ıç ıs ını ateşleyen nedenler şunlardı : Ermeni ler, iki T ü r k ' ü yakalayarak yanyana bir duvara çivi lemişler, arkasından da Ö ğ r e t m e n Hafız Vel iy i t t in ile ulemadan M u s t a f a e f e n diyi korkunç işkencelerle' öldürmüşlerdi. İşte, bu olaylar, barut f ıçısına giden fitili ateşledi ve semt kuvayı mill iye ö r g ü t l e r i , Fransız lara ateş açtı lar. Bu da kendi l iğ inden olmadı. Şehr in savaş durumunu Arslan bey y ö n e t i y o r , o da Kılıç Ali beyden buyruk a l ıyordu. Ars lan bey, Kıl ıç Al i beyin de işaretiyle demiri tavında döğmek üzere d a v r a n d ı . Halk kaynıyordu. Şehit ler in tüten kanları onlar ı deli etmişti: Ars lan bey, semt örgütler ine şöyle bir g e n e l g e g ö n d e r d i :
— Arkadaşlar! S a v a ş başlamıştır. Al lah' ın inayet i , peygamber in ruhaniyet i , din kardeşlerin fedakârl ığıy la her ş e y g ö z e alınmıştır. Vatanımız, bir ferdimiz kal ıncaya dek düşmana teslim olmayacaktır. G a y r e t b izden, tevfik A llah'tan!
S a v a ş başlar başlamaz, kuvayı milliye kumandanlığı hapisaneleri boşaltarak bütün mahkûmları da kendi saflarına a!dı. T ü r k evleri delinip birbirine bağlanarak nasıl baştanbaşa bir bağlantı kurulmuşsa Fransız lar da Ermeni mahallesini kendi karargâhlarıyla böy lece birbir ine bağlamışlardı. Bu bağlantıyı kesmek g e r e k i y o r d u . B ö y l e c e F r a n s ı z karargâhıyla Ermeni silâhlıları birbir inden ayr ı d ü şürülecekt i . Bundan s o n r a , iş daha kolaylaşacakt ı . Bu bağlantıy ı kesmek için de Manast ı r önündeki evler i yakmak gerek iyordu. Ne v a r ki bununla da iş b i tmiyordu. M a nastır önündeki evleri yakmak için yine i lkönce T ü r k evlerini ateşlemek gerekmekteydi.
Bu yangının çıkarı lması için en u y g u n u Ermeni ev-Jerine pek yaklaşık durumda olan bir iki T ü r k evinin t u -tuşturulmasıydı. Bu evlerden bir Kara Kız Muhitt in ' in, ö b ü r ü de Zeki 'nindi. Kara Kız Muhitt in, kendisine ver i len b i r teneke gazyağın ı evinin iç ine kendi el iyle döktü ve s o n r a kibriti çakarak ateşledi. S o ğ u k ve buzlu kış g e c e s i , kıpkızıl alevler büyük evin penceres inden dışarı f ı r layarak saçakları yalamaya başladı. Sert bir p o y r a z , d u m a n -
487
lan ve alevler i , uçan kıvılcımlarla birl ikte Ermeni m a h a l lesine d o ğ r u savurmaya başladı. Abdul lah Ç a v u ş da ikinci T ü r k evini kendi eliyle ateşe verdi . Ahır dağlar ının karla örtü lmüş yamaçlar ına vuran öfkeli bir aydınl ık, Maraş ' ta s a v a ş ı n başladığını kurda kuşa bildirmiş o ldu.
S a v a ş başlayalı üç g ü n olmuştu. Ü ç ü n c ü g ü n , Kıl ıç Al i bey, dört y ü z kişilik müfrezesinin başında yangınlar ın aydın l ığ ında Maraş 'a girdi . Arapkir l i d e n e n y e r e karargâhını kurdu. O n u n arkasından öbür kuvayı milliye ç e teci ler inden Doktor Mustafa, E c z a c ı Lütfü beyler, adamlarıyla yet işt i ler ve semt savaşçı lar ın ın daha ö n c e kazdığı s iper lere girdi ler.
Kıl ıç Al i bey de bu s ırada Maraş ' ın savaşçı lar ı arasına katılmış, bir er gibi ç a r p ı ş ı y o r d u . Şekerl i Camii d o l a y lar ında bulunan Kılıç Ali beyin yanına yaşl ı bir kadın s o kuldu. El inde de dolu bir g a z tenekesi vardı :
— Kıl ıç Ali bey siz misiniz, evlâdım? — Evet , val ide hanım. Bir emriniz mi v a r ? — Estağfurul lah. S i z e bir r icaya geldim. — B u y u r u n u z , sizi dinl iyorum. — G ö r ü y o r u m ki karşı evdeki ler, sizi çok uğraşt ı r ı
y o r l a r . Hem kayıp da v e r i y o r u z . Onlar ın ateş ettikleri b i tişik pembe boyal ı ahşap ev, benim babamdan kalma ma-lımdır. E ğ e r , o n u yakarsanız düşmanın s ığındığı ev de tutuşur. İşte, bunun için s ize bir teneke de g a z getirdim. L ü t f e n , şu keseyi de alınız. İçinde birkaç altın vardır . Bu işi kim y a p a r s a bunu o n a ver irs in iz, evlâdım.
G a z tenekesini ve keseyi Kıl ıç Ali beye teslim eden yaşl ı kadıncağız, bir g ö l g e gibi oradan uzaklaşt ı . Kıl ıç Al i b e y , yaşl ı gözler iy le y i t i r inceye dek kadıncağız ı kovaladıktan s o n r a , bu işi kimin yapabi leceğin i s o r d u . M ü f r e z e d e n ö k k e ş , bu görev i üstüne aldı. Pembe boyal ı ev, biraz s o n r a duman ve alevler içinde çat ırdayarak y a n m a y a başladı . Alevler, kolayca Ermeni evlerine s ıçradı . Bir s ü r ü si lâhlı insan, tütsülenmiş bir kovandan boşalan arı lar g ibi d ışar ı uğrayarak s ıv ışmaya "çalışıyorsa da T ü r k s a v a ş ç ı larının kurşunlar ı , onları birer birer av l ıyordu.
Ya ln ız , görev in i bit iren ö k k e ş . arkadaşlar ının y a n ı -
488
na s ığ ınmaya çalışırken c a n alıcı bir yer inden yediğ i kurşunlar la kanlar içinde Kıl ıç Ali beyin yanına kendini dar att ı :
— Vazifemi yaptım, kumandanım, dedi. H e m e n o r a c ığa yığı ldı kaldı; ölmüştü.
Manast ır ' la Fransız karargâhı arasındaki bağlant ı g ö revi g ö r e n evler de tutuşmaya ve oralardan çığl ıklar g e l meye başladı. General Keret, don gömlek s ıcak yatağından dışarı uğrayarak hemen Fransız topçusuna ateş buyr u ğ u n u verdi . Fransız toplarının mermileri Maraş ' ın T ü r k mahal lesinde her yanı yakıp yıkarak patl ıyor, h a v a y a t o z duman, insan ve hayvan enkazı savru luyordu.
Y a n g ı n , bütün T ü r k mahallelerini korkunç bir hız la s ö m ü r ü p bitiriyor, Fransız toplarının mermileri de kül ve kar yığınları üzerinde korkunç gürültülerle pat l ıyor, h a v a y a kıvılcımlar y a ğ d ı r ı y o r d u . Halk, yanan evlerinin ateşinde ısınıyor, y ine bu ateşler üzerinde sıcak ç o r b a l a r pişirerek hem kendisi y iyor, hem de savaşçı lar ı d o y u r m a y a ça l ış ıyordu. Fransız ve Ermeni ler durmadan kurşun yağdı r ıyor , Maraşl ı savaşçı larsa mermileri daha e s i r g e y e r e k o n l a r a karşılık ver iyor, poyraz ın ıslıkları arasında mermil e r a v l a y ı p d u r u y o r d u . Kuvay ı mill iyeciler, Mercimek T e -p e ' d e tutunan Fransız mevzi lerine karşı saldır ıya g e ç e r e k onlar ı daha geri lere püskürttüler. Dışardan ve içerden Fransız lar ın üzerine çul lanan kuvayı milliye çeteler i ve halk savaşçı lar ı , onları şaşırtt ı lar. Ambarları tıklım tıklım b u ğ d a y ve y iyecek dolu M a r a ş zenginler i , «bunlar ın a n a h tarlar ını» kuvayı milliye kumandanlığına teslim ettiler. Ç o c u k l a r , kadınlar, gençler, yaşl ı lar, hep birden s a v a ş a atılmıştı. Kimi kilit noktaları salt Maraşl ı kadınlar tutuyord u . Ö r n e ğ i n , yalnız kadınlarca tutulan önemli bir y e r de A r a b a b a ş ı idi. G e r ç e k savaşçı lar , yet iş inceye dek o g ü n , bu mevzileri salt bir amazon g r u b u savundu.
Kümbet T e p e ' d e mevzi lenmiş Fransız lara karşı ya ln ız bir Maraşl ı s a v a ş ç ı mermi yak ıyor ve onlara g ö z açt ırmıy o r d u . Evinin önündeki s iper lerden Fransız lara y e r d e ğişt i rerek kurşun yağdıran Ramazan adlı savaşç ın ın hemen yanıbaşında karısı S e n e m A y ş e duruyor v e o n u y ü -
489
reklendir iyordu. Bir ara, kocasının vuru lduğunu g ö r e n S e i lern A y ş e , onun tüfeğiy le f işeğini kaptığı gibi kocasının görev in i sürdürmeye başladı.
Ramazan'ın bağl ı o l d u ğ u müfrezenin kumandanı. V e z i r H o c a ' y ı beş adamıyla S e n e m Ayşe'n in düşmana mermi üstüne mermi yakt ığı y e r e yardıma g ö n d e r d i . Ç ü n k ü , b i r ara atışın d u r d u ğ u n u ve sonra yeniden başladığını görerek orda bir ş e y l e r o lduğunu anlamıştı. S e n e m A y ş e . g e l e n l e r e kocasının kanlı ö lüsünü göstererek :
— O n u biraz ö n c e bu hale getirdiler, dedi. (Ne v a r ki karısının sağ o l d u ğ u n u bilmiyorlardı. Elbette onun ö c ü n ü a lacağım.
(Senem A y ş e , M a r a ş savaşı b o y u n c a bir erkek g iy-n e ğ i giyerek düşmanla döğüşecekt ir .)
G ü n l e r i lerledikçe. A h ı r dağlarında karın kalınlığını <Jaha çok artt ıran kara kış, bu dağları ör ten kalın kar ö r t ü s ü n ü yalayıp gelen p o y r a z l a daha çok ş iddet leniyordu. H e r g ü n açıkta ve a y a z d a kalan Maraşl ı ların sayıs ı art ıy o r d u . Frans ız kumandanl ığı , d o ğ u ve batı mahallelerini durmadan yaptığı bombardımanlarla büsbütün barınılmay a c a k bir duruma getirmişt i : T o p ç u ateşi, karakışla birleş e r e k T ü r k halkının c a n evine saldır ıyordu. Bu sürekl i bombardımanlar sonunda bu iki mahallede oturulacak bir tek y a p ı kalmadığından, eli si lâh tutmayan çoluk ç o c u k b u raları boşaltt ı ye yakın köylere sığınmak z o r u n d a kaldı. Ermeni ler, bombardımandan ayakta kalabilen bütün evleri kundaklayarak yaktı lar. Ermenilerin bu arada yak tığı büyük yapı lar aras ında belediye, mevlevihane ve bir d e cami vardı .
M a r a ş savaşının bu çok kızıştığı günlerdeydi . G e r e k T ü r k l e r , gerekse Ermeni ler, birbirlerinin evlerini yakmakta y a r ı ş ı y o r d u . Bu işi, h e r iki yandan ancak en yürekl i ler, fedai ler yapabi l iyordu. Yaln ız, Ermeni evlerinin ç o ğ u kagir konaklar o lduğundan kundaklamak ve yakmak çok g ü ç o luyor, buralara tepeden t ı rnağa dek silâhlı olarak yerleşen Ermeniler, m e y d a n d a g e z e n Türkler i ko layca avl ıyorlardı.
İşte, bu sırada bir Maraşl ı delikanlı, u z u n b o y l u , y i -
ğ i t , g ö z ü p e k Mıll ış N u r i , birdenbire ş e h r e ü n saldı . O n u art ık, yapt ığı kahramanl ık lardan dolayı , bütün T ü r k l e r , s a l d ı ğ ı korku y ü z ü n d e n de bütün Ermeniler, t a n ı y o r d u . En b ü y ü k tehlikelere karşı şerbetl iymiş gibi at ı l ıyor, gir i lmes i , yakı lması e n g ü ç e v v e sığınakları duman v e a lev iç inde bırakıyordu. A r k a s ı n a taktığı kendisi gibi g e n ç arkadaşlar ıy la hiç o l m a y a n y e r d e birdenbire m e y d a n a çık ıy o r , herkesi ş a ş ı r t ı y o r d u . Maraş. ın tam g ö b e ğ i n d e k i b ü y ü k M e r y e m A n a ki l isesinin içine s ığ ınan üç bin kişilik b i r düşman yığını , m e y d a n a getirdikleri mazgal lardan o ç e v r e y e ölüm s a ç ı y o r d u .
Mıl l ış Nur i , arkadaşlar ıy la d ü ş ü n ü p taşındı ve bu kil iseyi içindeki s i lâhlar la birl ikte bir tehlike olarak or tadan kaldırmayı karar laşt ırdı .
Zi f i r gibi karanlık bir g e c e d e kil iseyi d ö r t bir y a n d a n kuşatt ı . B irkaç arkadaş ıy la kil isenin tepesine çıktı. Damı delerek büyük bir delik açtı lar. Delikten aşağı atarak y ığdıkları kuru tahtaların üzer ine tenekelerce g a z boşaltt ılar ve sonra ateşledi ler. Ki l isede baş layan y a n g ı n , o r a y a istif edilmiş c e p h a n e yığınlar ını tutuşturdu. A lev ler, dum a n l a r ve patlamalarla birlikte çığl ıklar ve haykır ışma-lar işitildi. Kapı lara saldır ıp kaçmak isteyenler, ki l isenin kuşatı lmış o l d u ğ u n u ve her yandan üzer ler ine kurşun y a ğ dığını görerek geri ledi ler. B ö y l e c e bir kale gibi kullanılan ki l ise, içindekilerle birl ikte ortadan kaldırı ldı.
Mıl l ış Nur i , bir g ü n arkadaşlar ıy la kale olarak kullanılan bir evi y a k a r k e n p e n c e r e d e n u z a n a n bir namlun u n ucundan bir k u r ş u n geldi ve o n u n karnına saplandı . O d a bütün Maraşl ı ö lüler in başında en g ü z e l bir mezara kahramanlara her z a m a n kapısı açık olan insan yüreklerine gömüldü.
8 Şubat 1920 C u m a g ü n ü Ermeni asıllı A l b a y N o r m a n d , b u y r u ğ u n d a k i tabur lar, yeni s i lâh ve c e p h a n e yük-leriyle M a r a ş d gel ip mevz iye girdi ve get irdiği toplar la T ü r k mahallelerine d o ğ r u g ö z açt ı rmamacasına s a l v o ateş ine başladı. M a r a ş l ı savaşçı lar ın durumu g ü n d e n g ü n e kötüleşmeye başladı . Y i y e c e k ekmek, atacak mermi kalmadı. B i rer moral kayası gibi ortada dolaşan bütün iri kı-
y ım ve ünlü savaşçı lar , b irer birer vurulup öldüler. Ar t ık şeh i rde Frans ız lara karşı bir c e p h e direnmesi kalmamıştı. Surda burdaki d irenme yuva lar ı , s o n kurşunlarını a t a rak tutunmaya ça l ış ıyordu. Bu s ırada moral kayalar ından Abdul lah Ç a v u ş da vuru lup gitt ikten s o n r a , ger i kalan savaşç ı lar , hiç o lmazsa ger ide ne kalmışsa o n u kurtarmak k a y g u s u n a düştüler. Bir çetenin reisi o lan D o k t o r M u s t a f a beyi koleje sığınmış olan G e n e r a l Keret 'e g ö n derdi ler . El ine ak bir teslim bayrağı alarak karargâha v a ran Doktor, General le g ö r ü ş t ü . Bırakışma yapı lması k a rarlaştır ı ldı. Ne yazık ki doktor, y ine elinde teslim b a y r a ğı olarak dönerken Ermeni fedai lerinin yağdırd ığ ı k u r ş u n lar alt ında delik deşik g ö v d e s i kanlara boyanarak o r a c ı k ta c a n v e r d i . Bunu g ö r e n Maraşl ı savaşçı lar , en s o n kurşunlar ın ı atıp dişleriyle, t ırnaklarıyla d ö ğ ü ş e r e k ö l m e y e a n d içti ler. S o n kurşunlar, yeniden donmuş kış havası iç inde ç ıv lamaya ve A l b a y Normand' ın toplar ı , y a n g ı n yer in in kül ve korlarını f ıskiye gibi kaldırıp ç e v r e y e s a ç maya başladı . G e n e r a l Keret, artık, Türk ler in işinin bitik o l d u ğ u n u , koşulsuz teslim olacaklar ı saati bekl iyordu. 10 Ş u b a t 1920 g ü n ü , s o n kalan Maraşl ı savaşçı lar ın e l ler indeki ak bezler i sal layarak teslim olacaklarını hesapl ıyord u . G e n e r a l Keret, b u g ü n d e n s o n r a durumun salt T ü r k ler için deği l Frans ız lar için de çok tehlikeli ve kritik o l a cağın ı anlamıştı. B irkaç bin Ermeniy i kurtarmak p a h a s ı na F r a n s ı z askeri ve şeref inin her gün bir p a r ç a d a h a göz ler in in ö n ü n d e er iy ip gitt iğini g ö r ü y o r ve s a v u ş u p gitme saat inin çaldığını d ü ş ü n ü y o r d u . Bundan dolay ı , bütün s a v a ş kuralları ge leneğine g ö r e s o n g ü n korkunç bir t o p çu bombardımanıy la T ü r k mahal lesinde tozu dumana katt ırdı. Bu kaçış hazır l ığını örtmek üzere yapılmıştı.
Şubat ' ın on bir inci g ü n ü . G e n e r a l Keret teslim bayraktar ının çeki lmediğini g ö r ü n c e akıllı bir asker o l d u ğ u n u g ö s t e r d i . Zamanında yapı lan bir çekil işin z a f e r kadar öneml i o l d u ğ u n d a karar kılarak kıtalarına hazırl ık emri iverdi!
Maraş l ı savaşçı lar , f ırt ınanın karları savurarak yıkık' d u v a r l a r d a u luduğu karanlık g e c e n i n bir vakt inde karşı-
492
d a n kurşun y a ğ m u r u n u n ve tüfek sesler inin kesildiğini g ö r d ü l e r . S iper lerde aç ve donmuş olarak bekleyen ve ç o ğ u yaral ı olan savaşçı lar , bunda bir iş o lduğunu ayır t ett i ler. Kış ladan ta uzaklara dek g iden patlama gürül tüleri ge lmeye başlamıştı . Patlamalarla birlikte yükselen a l e v l e r ve dumanlar, f ırt ınayla s a ğ a sola savru luyordu. -Savaşçı lar anlamıştı: Düşman kışladaki cephanelikleri pat la t ıyordu. Demek ki çok hızlı çekilmek karar ındaydı. G e c e n i n içinde g ü r ü l t ü s ü z c e ilerlemek üzere hayvanlar ın ayak lar ına keçe ve battaniye sarmışlardı. Bunu g ö r e n s a v a ş ç ı l a r , Frans ız kıtalarının rahatça çekilmelerini önlemek A i z e r e arkalar ına düştüler.
Er tes i g ü n . Kıl ıç Al i , arkadaşı Yörük Selim ve A r s l a n bey ler , sağ kalan ufak müfrezeleriyle Maraş 'a girdi ler. Ş e h i r , bir a v u ç külden başka bir ş e y deği lse de bu denli g ü ç l ü bir düşmanı yenerek püskürttükler inden dolayı b ü t ü n sağ kalanların yüz ler i g ü l ü y o r ve herkes kendini b ü y ü m ü ş ve devleşmiş bu luyordu. Şaka deği l , büyük bir iş başar ı lmışt ı . Ermeni ler in kaçabilenleri Frans ız kıtalarıy-la uzaklaşt ıysa da g e r i y e kalanların sayısı da önemliceydi. M a r a ş halkı, bunlardan öç almaya kalkışmadı. Onlar ı kaz a y a uğramış hemşehri ler olarak karşıladı ve T ü r k kard e ş l e r i gibi onlar la da i lgilendi. M a r a ş kurtulmuştu.
U R F A S A V A Ş Ç I L A R I
Bilelim ki,' milli benliğini bilmeyen- milletler, başka milletlerin şikârıdır.
Mustafa Kemal
1920 Şubat ' ın ın ilk günler indeydi. Kar ve soğuk dalg a l a r ı , O r t a Anadolu 'dan hızla güney in sıcak topraklarına d o ğ r u in iyordu. Yalnız, bu soğuk dalgaları arasında bir b a ş k a s ıcak r ü z g â r da g ü n e y insanlarımızın yüreğine d o ğ ru e s i y o r d u . İşte. E r z u r u m ve Sivas' tan aşağı d o ğ r u p o y r a z a karışarak İnen bu r ü z g â r , güneyl i ler in yiğitlik da-
493
morlar ını k ı rbaçl ıyordu. T u t s a k Urfa 'da da tıpkı firma ö n ce tutsak Maraş ' ta o l d u ğ u gibi bir oTay g e ç t i : B irkaç F r a n s ız asker i , kafaları çekerek içi y ıkanan T ü r k kadınlarıyla d o l u kadınlar hamamına saldırdı. Çığl ıklar, çağr ışmalar, ç a ğ r ı ş m a l a r s o n u n d a yet işen halk ve sorumlular s a r h o ş F r a n s ı z askerlerini o r d a n uzaklaşt ırdı larsa da şehir T ü r k lerinin kafalarının tası atmıştı. Demek ki Fransız lar, bu ş e h i r d e de her y e r d e o l d u ğ u gibi rahat durmayacaklardı . B u b irkaç Frans ız asker i , y ü z l e r c e topun v e tüfeğin y a p a m a y a c a ğ ı bir iş yapmış, es i r şehr in kutsal öfkesini ayaklandırmışt ı . Bu haber, Urfa 'n ın bütün kaza ve k ö y lerine yı ldırım hızıyla yayı lmışt ı . Herkes namusa saldıran F r a n s ı z askerlerini bir kaşık s u d a boğmak ve ç iğ çiğ y e mek ist iyordu. Herkes g ü n l e r c e bunun s ö z ü n ü etti.
B i r tek namusu için y a ş a y a n milletin bu kutsal o c a ğına saldırı lmıştı. Artık durulmazdı. Buna ses çıkarı lmadığı s ü r e c e daha kötülerini de beklemek gerek iyordu. U r fa'nın içi ve dışı kayn ıyordu.
Siverekl i ler, halkın bu öfkeyle kıvama geldiği b ir z a m a n d a davrandı lar. Kasabanın bütün eşraf ve ileri g e l e n ler i , belediyede toplandılar. Amaçlar ı elden geld iğ ince ç a buk bir atlı g ü ç meydana getirerek Urfal ı ların yardımına koşmak ve Fransız lar ı bu g ü z e l şehirden geldikleri y e r l e r e püskürtmekti . U r f a , tek başına bu işi yapacak g ü ç t e deği ldi .
O g ü n havanın s o ğ u k l u ğ u n a bakmadan bütün S i v e rek halkı, sokaklara dökülmüştü. Ahır lardan çıkarı lan g ü ze l A r a p atlarının tüyleri t ımar edil ip parlatı l ıyor, üzer lerine g ü m ü ş kakmalı takım ve eğer ler v u r u l u y o r d u . M e m lekette binmeye elverişl i bütün atlar, si lâh kullanabil ir, askerl ik etmiş her y a ş t a n bütün erkekler, köşeden b u caktan çıkardıkları mavzerler iy le atlarının üzerinde belediyenin önüne var ıyor lardı . K a ç atlı ve silâhlı çıkarı labilec e ğ i ç a b u c a k hesaplandı ve herkesin evinde s o n hazırl ığını yapması , U r f a ' y a y ü r ü y ü ş g ü n ü n ü n bildir i leceği s ö y lendi. Herkes dağıldı ve hazırlık başladı. Sandık lardan bayramlık süslü giyneklerle birlikte muşambalara sarı l ıp saklanmış tüfekler çıkarı l ıyor, atların nalları yeni leniyor.
494
koşumları ve eğerleri onar ı l ı yordu. Bütün ufak tefek g i z l i cephanel ik ler açıl ıp bel lere, g ö ğ ü s l e r e çapraz lama takılacak armalara dikkatle f işekler yer leşt i r i l iyordu. Yedek s u b a y l a r da cepheden getirdikleri s u b a y giyneklèr i , tabancalar ı ve dürbünler iy le atl ı lara katılmak ü z e r e harıl harıl hazır lanıyordu.
U r f a ' y a yürüyüş için 6 Ş u b a t 1920 sabahı , bütün atlılar, hükümet meydanında toplandı. B ü t ü n Siverek halkı, çoluk ç o c u k hükümet meydanını ç e p e ç e v r e kuşatmış, sokakları doldurmuştu. Bir b a y r a m sabahı bile caddeler bu denli kalabalık olamazdı. H e m e n herkesin bir yakını F r a n -sızları U r f a ' d a n kovacak atl ı lar aras ında y e r almıştı.
Atl ı lar, hükümet meydanında a s k e r c e bir düzenle ikiş e r olarak dizilmiş bekl iyor, iyi beslenmiş A r a p atları ya da başarı l ı kırmalar, aygır lar , sabırsız l ıktan şiddetle kiş-niyor. kısraklar onlara ince ve ci lveli k işnemeleriyle karşılık v e r i y o r d u . At lar da atl ı lar gibi belki d a h a çok s e v i n ç liydiler. Ş u n d a n ki hiç biri ş imdiye dek böy le çokluk olarak y a n y a n a gelmemiş, birbir lerinin güzel l iklerini böyle yak ından görmemişti: Hepsi ahır lar ında kız g ibi korunmuş ve yetiştiri lmişti. İç ler inde e p e y c e s o y l u at vardı . Kum çöl ler i üzerinden yel gibi u ç a n g ü z e l bir at kuşağının torunlar ı , şimdi haklı davalar ını yürütmek üzere Urfa 'ya saldırmaya hazır lanan yiğit atlı ları s ırt lar ında taşımakla öğünebi l i r lerdi .
M ü f t ü O s m a n efendinin konuşacağın ı an layan halk ve atl ı lar, susup kulak kesildiler. O s m a n efendi , bu gidişin bir T a n r ı b u y r u ğ u o lduğunu anlatan ve c o ş t u r u c u bir duaya b e n z e y e n konuşmasını şu söz ler le bitirdi :
— Yavrular ım, b u g ü n namus ve g a y r e t günüdür. Düşmanı bulunduğu yerde ölüme mahkûm edenler, yaşamak hakkına sahip olurlar. V a t a n a ve memlekete sevgisini taş ımayanlarda namus ve iman bulunmaz.
Bu konuşmadan s o n r a atl ı lar, kumandanlar ının arkasında U r f a yoluna dizi ldiler. Bu yo lun yar ım saat ç e ken bir bölümü, karşılıklı insan duvar ıy la ö r ü l ü y d ü . Kimisi g ö z y a ş ı , ç o ğ u da g ü z e l söz ler iy le onlar ı u ğ u r l u y o r ve arkalar ından birer bardak su s e r p i y o r d u . Bu «sağl ık la
495
gi t , sağlıkla d ö n » demekti. H a v a da, Ş u b a t olmasına bakmadan ılıktı. G ü n e ş , ince bulutların arkasından tatlı bir sıcakl ık serpiyor, kuytulardan atların kokusunu alan küç ü k , parlak gövdel i kara sin'ek bulutları, keskin vızılt ı la-nyla atlara ve atlı lara sa ld ır ıyordu.
Siverek atlı ları, rahat bir yürüyüşle ilk mola yerler i o l a n Hilvan J ın kaza merkezi Karcurun'da mola verdi ler. D a h a önceden sözleşi lmiş o l d u ğ u gibi burda kendi ler ine bu bölgenin aşiret ler inden devşir i lmiş gruplar katıldı. Atlılar, i lerledikçe çığ gibi b ü y ü y o r d u . İkinci mola yer i o lan Külünç'de onlara yeni aşiret atlıları katılarak biraz d a h a çoğaldı lar. Burdan da yola dizi len atlılar, hiç bir olayla karşı laşmadan i ler l iyordu. Yalnız, Siverek atlı ları, Şubat ' ın sekiz inci günü, öğle üstü Karaköprü'de Y ü z b a ş ı Ali Saip bey in yüz elli kişilik atl ısıyla bir leşecek ve Urfa üzer ine hep birden y ü r ü y ü ş e g e ç e c e k l e r d i .
* * *
Erzurum Kongresi hazırl ıkları başladığı g ü n , bütün d o ğ u vi lâyetlerinden o l d u ğ u gibi Urfa 'dan da bir de lege istenmişti. B u n u n üzer ine mutasarrıf ın başkanl ığında bir toplantı yapılmış, delege olarak Erzurum'a kimin g ö n d e r i leceği üzerine g ö r ü ş ü l m e y e başlanmıştı. B u , kelleyi koltuğa almak o lduğundan herkes arpacı kumrusu gibi d ü ş ü n e dursun U r f a M ü f t ü s ü H a s a n efendi :
— Ben giderim! demişt i . Müftü H a s a n efendinin bu yiğitl iği i lkönce jandarma
kumandanı Ali Rıza beyi büyüledi. Müftünün yürekli l ik ve yiğitl iğinin alt ında derin ve büyük anlamların yatt ığını anlamıştı. Müftünün bu jesti onu bayağı sersemletmişt i . -Saatlarca bu konu üstünde ileri geri düşünmüş, müftünün kendisinden ö n c e tuttuğu yo lun hele bir askere yak ışan en gerçek yurtseverl ik ve insanlık yo lu o l d u ğ u n u anlamıştı. Bu yolda z a m a n bile yitiri ldiği kanısına varmış ve en kısa yoldan bu yit ir i len zamanı kazanmak için çal ışm a y a koyulmuştu. Yapı lacak ilk iş, bir ihtilâlci dernek kurmaktı. Ne var ki. u c u M u s t a f a Kemal'e dek g idecek o lan bu derneğin yerl i ve y a b a n c ı pek çok düşmanlar ı o lacakt ı . U r f a . Fransızlarla Ermeni fedailerinin işgali a l t ındaydı.
496
O n l a r , böyle bir derneği barındırmak istemeyeceği gibi onlar ın yardakçıs ı olan kimi yerl i ler de bunu köstekleme-y e çal ışacaklardı.
Ali Rıza bey, bundan dolayı bu derneğe gizl i olarak kurmayı kararlaştırdı ve y u r t s e v e r , karakter sahibi eşraf ve ileri gelenlere dikkatle açı lmaya başladı. Derneğe kendisiyle birlikte ikinci üye olarak belediye yönetim üyelerinden güç lü bir tip olan Hacı Kâmilzade Hacı Mustafa bey girdi . Bu güçiü adamın d e r n e ğ e girmesiyle Ali Rıza beyin yur tseverce düşünceler i hemen eylem alanına g e ç miş o luyordu. Hacı Mustafa bey, Ali Rıza beyden kaptığı ışığı hemen bütün yerli büyükler in gözler ine sokmaya başladı. Şehrin eşrafı ve aydınları H a c ı Mustafa beyin çevres inde pervane gibi d ö n ü y o r , o n u n yüreğinin lâmbas ı n d a n umut ve inançlarını yak ıyor lardı . Dernek, az z a manda memleketin en değerl i ve g ü ç l ü çocuklarını bağr ında toplayıvermişti. Gelenler, salt d ü ş ü n c e ve iyi niyetleriyle değil silâh ve si lâhiı larıyla da gel iyor lardı . B u n d a n dolay ı , dernek romantik ihtilâlcileri barındıran bir ö r g ü t deği ld i . Derneğin güçlü üyelerinin say ıs ı az zamanda on iki kişiye yükselmişti. B u , bir M ü d a f a a y ı Hukuk ö r g ü t ü n d e n başka bir şey deği ldi.
4 T e m m u z 1919 gecesi gizl i bir toplantı yapan dernek üyeler i Binbaşı Ali Rıza beyi derneğin başkanl ığına seçt iler ve örgütü Mustafa Kemal'e bağlamak kararını aldılar.
Urfa'nın ateşli çocuklar ı , Müdafaay ı Hukuk ö r g ü t ü n ü çabucak benimsediler. B ö y l e c e ö r g ü t yayı ldı v e g ü ç lendi. Ne yazık ki yerli kargalar, ö r g ü t ü Fransız kumandanl ığına fısıldamakta gecikmedi ler. Frans ız kumandanı, tam bir sömürge yönet ic is iydi . Ast ığı astık, kestiği kestikti.
Y u r t s e v e r c e d ü ş ü n c e çabalar ından dolayı eline geçirdiği Türk ler i işkence etmek ve onları s ü r g ü n e göndermek ve öldürebilmek yetkilerine sahipti. Binbaşı Ali Rıza beyin b ö y l e tehlikeli bir ö r g ü t kurduğunu haber alan Frans ız kumandanı hemen onu tutuklamak üzere davrandıysa da A l i Rıza bey, ondan daha atik davranarak şehirden s a v u ş u p gitti. Bu kez, Fransız kumandanı kendi adamı olan
497 3/F. : 32
Salihal 'abdulla adlı A r a p aşireti reisini o n u n arkasına taktı. Ş e y h atlıları ve adamları jandarma kumandanını k ö ş e bucak araştırdılar. Ali Rıza bey, bu adamların e l inden kurtulabilmek için binbir kılığa girmek ve binbir y e r d e ğişt irmek zorunda kaldı. En s o n r a , V i ranşehi r yoluyla S i -verek 'e vardı ve orda çok g ü ç l ü ve tanınmış bir adam olan C u d i Paşa'nın konağına s ığ ındı ; böy lece de canını kurtarmış o ldu. C u d i Paşa, bütün uzak yakın aşiret lere s ö z ü g e ç e n , çok zengin, namuslu ve y u r t s e v e r bir adamdı. K e n dis ine sığınan yur tsever jandarma kumandanı ve ş imdi kuvayı milliyecilerin başı o lan Binbaşı Al i Rıza b e y i n üstüne yiğitçe kanat gerdi . Yalnız, bu büyük ailenin insanlar ından olan Ali efendiyi Frans ız kumandanı Al i Rıza beyin derneği üyeler inden sayarak tutuklayıp h a p s e att ırdı. İki ay hapse ve y ü z altın para c e z a s ı n a çarpt ı r ı lan Al i efendinin durumu, Ali Rıza beyi s o n kerte üzdü. F r a n sız lar ın, onu kendi y ü z ü n d e n hapsett irdiğini bi l iyordu.
Al i Rıza bey, kendisine çok yardım etmiş olan Al i efendiy i kurtarmak d ü ş ü n c e s i n d e y d i . Bir g ü n , C u d i P a ş a ile birlikte Siverek J a n d a r m a Kumandanı A z i z beyin d a iresinde oturmuş memleketin korkunç dert ler inden k o n u şuyor lard ı . Ali Rıza bey, birdenbire :
— Ali efendinin hapsedi lmesine ben sebep o ldum. G i d i p Fransızlara teslim olmak ve onu hapisten kurtarmak ist iyorum, dedi.
Bunun üzerine C u d i Paşa : — Familyamızdan bir Al i 'nin hapisanede b u l u n u ş u ,
ailemizi söndürmez. Fakat, siz i yitirmek memleket için bir kayıp, çoluk ç o c u ğ u m u z u n da felâketi olacaktır; d i y e kestir ip attı ve onu bu d ü ş ü n c e s i n d e n uzaklaştırdı.
O sıralarda, salt ist ihbarat ve propaganda için Vil l i adlı bir Fransız Yüzbaşıs ı S iverek'e geldi ve C u d i Paşa'nın konağına indi. Arkasında da birkaç silâhlı Fransız asker i vard ı . Vi l l i , S iverek' in bütün ileri gelenlerini toplayarak g ö r ü ş t ü . Onların düşünceler in i öğrenmek istedi. Vi l l i , bu toplantı lardan birinde dinleyici ler ine :
— Hükümetiniz ölmüştür, artık umudunuzu kesiniz. B u n d a n sonra, size Frans ız hükümeti her türlü bakacak
498
v e yard ım edecektir. F r a n s a uygarl ığının y e r y ü z ü n d e k i ş a n ve şerefini dağ başındaki insanlar bile işitmiş ve inanmışlardır. Hükümetimin adalet ve şefkat ine g ü v e n e bil irsiniz. B ize sadık kal ırsanız s iz de bu uygarl ık g ü n e ş i nin ışığı alt ında rahatlık ve mutluluğa kavuşacaksın ız . Mekke'deki altın o luğu ve kutsal eşyalar ı paşalar ınız y a ğ ma etmişlerdir. S ize. F r a n s ı z hükümet ve devlet ine karşı gösterd iğ in iz bağlılık ve yapt ığ ın ız hizmetler karşı l ığında her z a m a n para ve rütbeler veri lecektir. H iç bir emeğiniz karşı l ıksız kalmayacaktır.
T o p l a n t ı d a bulunanlar, bu sözler i hep bir a ğ ı z d a n şöy le yanıt ladı lar :
— Biz, bayrağımız ın g ö l g e s i n d e n başka bir g ö l g e d e yaşamak istemeyiz.
Bu toplant ıdan s o n r a , C u d i Paşa, hemen davrandı ve durumu Diyarbakır 'da Nihat Paşa ile İbrahim Paşa o ğ u l larına telgraf la bildirdi ve onları gelmekte olan tehlike karşıs ında uyarmaya çal ışt ı . İbrahim Paşa oğul lar ı , V i ranşehir bölgesine bütünüyle egemen eski bir derebey i a i lesiydi. Bunlarda millet ve milliyet üstüne hiç bir d ü ş ü n ce y e r etmiş değildi. Salt çıkarları için yaşamaktaydı lar . Bu y ü z d e n , memlekete e g e m e n olmaya çal ışan her tür lü y a b a n c ı g ü ç l e hemen anlaşmak yo lunu s e ç i y o r ve ger is in i hiç düşünmüyor lard ı . İngi l iz ler Urfa ve dolaylar ını işgal ed ince hemen onlarla anlaşmakta gecikmemişlerdi. S o n ra, O s m a n l ı hükümetine eskiden beri bir s ü r ü belâ ve g ü ç lük çıkarmakla tanınmışlardı. H e r hırsatta ayaklanıyor, ç e v reyi kana Doyuyorlardı. Milli aşireti reisi, Sul tan A b d ü l h a -mid'in paşalık verdiği adamlardandı. Bu bölgede u z u n zamanlar Abdülhamid' in .adamı olarak g e ç i n e n İbrahim Paşa oğul lar ı . Hürr iyet devr iminin ilanıyla birlikte ayaklanmış ve padişahın haklarını korumaya kalkmıştı. Bu ai lenin, başına topladığı y a ğ m a c ı aşiret güçler in in kötülüklerini önlemek üzere U r f a , Halep, M u s u l , Diyarbakır ve Siverek' ten ordu eratı ve milis güçler i gönderi lmişt i .
Bu kurnaz ailenin y a ş a y ı ş taktiği de ş ö y l e y d i : Bir b ö lümü memlekete giren düşmanla işbirl iğine gir iş irken öbürleri de hükümetin yanında olduklarını bi ldir iyor ve dav-
499
Alamut - Çizgiliforum.com
ranışlar ıy la da g ö s t e r m e y e çal ış ıyordu. İbrahim Paşa o ğ u l larıyla birkaç A r a p aşiret i bir y a n a bırakıl ırsa U r f a , S iverek. V i r a n ş e h i r ve dolaylar ı halkı, bütünüyle T ü r k t ü ve y a b a n c ı işgalini benimsemekten uzak bir ruh durumu içind e y d i .
İşte, Yüzbaşı Vi l l i , C u d i Paşa'nın konağından bu tats ı z izlenimle ayrı ldıktan s o n r a , atlı larıyla V i r a n ş e h i r y o lunu tuttu. Şimdi de İbrahim Paşa oğul lar ıyla g ö r ü ş m e y e v e onlar ın düşünceler in i yoklamaya g id iyordu. J a n d a r m a teğmeni Fahri bey de Yüzbaş ın ın korunmasıyla g ö r e v l e n diri lmiş olarak yirmi jandarmasıy la onun yanıbaşında g i d i y o r d u . Vil l i , arka d ü ş ü n c e l e r i olan bir asker dikkatiyle y o l u n krokilerini ç iz iyor , s ı rasında bir harita gibi kullanmak üzere en ufak tepe, yo l kuru derelere dek bu krokiye işaret ed iyordu. Bu bilgileri de yanıbaşında giden T ü r k jandarma teğmeni Fahr i beyden a l ıyordu. Ne var ki, T ü r k subayının o n a verdiği yer adları baştanbaşa uyd u r m a y d ı
Y ü z b a ş ı Vill i ve T e ğ m e n Fahri bey ve atl ı ları, yo la çıktıklarının ikinci g ü n ü V i ranşehir 'e vararak İbrahim Paşa oğul lar ının konağına indiler.
Vill i V i ranşehir 'e d o ğ r u yola çıktığında C u d i Paşa ile eşraf tan önemli bir kişi o lan Mahmut efendi , telgrafla İbrahim Paşa oğul lar ına buyruklar vermiş ve bunun bir y u r t ve millet işi o l d u ğ u n u anlatarak Vi l l i 'ye karşı sıkı durmalar ını telkin etmişti :
Y ü z b a ş ı Vil l i , İbrahim Paşa' larca karşı lanıp ağır lanmak üzere konuk edildi. Konağın önündeki meydana ve yol lara bakan büyük salon ona ayrı ldı. Pencerenin ö n ü n de oturmuş dışarısını s e y r e d i y o r d u . A r a d a n bir saat g e ç memişti ki y ü z l e r c e silâhlı halkla meydan d o l d u . Bir y ığın k o y u n ve bir yıllık körpe d e v e yavrular ı kesilip y ü z ü l m e y e . kazanlara doldurularak pişir i lmeye başladı. En çok iki saat s o n r a , şölen hazırdı : Cifni denen kocaman sini lere y ığ ı lan bol yağl ı pi lav ve et yığınlarının çevres in i alan y ü z l e r c e silâhlı, iştahla at ışt ırmaya başladı. Vil l i 'nin atlılarıyla Fahr i beyin atlı ları da böyle sini lerin ç e v r e s i n d e b a ğ d a ş kurmuş, y iyor lardı . Vil l i 'nin önüne g e l e n pek s ü s -
500
lü sininin üzerinde de k o y u n , d e v e , tavuk ve keklik kı-zartmalarıyla içli ve baharatl ı pilav, y o ğ u r t , süt, kaymak ve Antep baklavası g ö z e ç a r p ı y o r d u .
Fransız Yüzbaşıs ı bunlara şaşkın şaşkın bak ıyordu. İbrahim Paşa oğul ları , C u d f Paşa ile O d a b a ş ı Z a d e M a h mut efendinin buyruklarını o lduğu gibi uyguluyor lardı .
Şölen sona er ince yeni bir şey başladı: Halk Y ü z başıya dertlerini anlatmak üzere b i r y ığın mektup g ö n d e r i y o r ve bunlar minderin ü s t ü n e y ığı l ıyordu. Frans ız Y ü z b a şıs ı , gar ip bir durum karşısında kaldığını s e z i y o r s a da ne o l d u ğ u n u anlamaktan uzak bulunuyor, bu bi lmecenin ç ö zümlenmesi için merakla bekl iyordu. Bir süre s o n r a , bu mektupların ne demek o lduğunu ve nerden, kimden ge ldiğini sordu. İbrahim Paşa oğul lar ı , ona şu karşıl ığı verdiler :
— Derzor, Musul 'daki İngiliz güçler inin demiryolunu geçmek ve buraları da işgal etmek istediğini haber alan aşiret reislerinin gönderdikler i raporlardır. Biz de yar ın Abir 'e yani karargâha giderek ordan buyruk ve direktiflerimizi g ö n d e r e c e ğ i z .
O gecey i gar ip düşünceler ve düşler içinde g e ç i r e n Y ü z b a ş ı Vil l i , gözler ini oğuşturarak dışarı baktığında ür-perdi .
C a d d e l e r d e n binlerce yüklü deve ve atlı g e ç i y o r , s a vaşçı lar daha çok savaş ruhu taşıyan türküler ve marşlar söy lüyor lard ı . Yol lardan kalkan toz bulutları arasında geçip g iden atlılar, mühimmat ve erzak kolları, işin d o ğ r u luğunda kuşku bırakmıyordu. Abir ' in çadır halkının kulakları yırtan sesleriyle söylediği şarkılar, atların kişnemelerine ve si lâh şakırtı larına kar ış ıyordu.
Y ü z b a ş ı Vi l l i , buna bakmadan yine de şehrin ileri gelenlerini karşısına çağırdı ve V i ranşehir dolaylarını F r a n s ız hükümetinin buyruklar ına bağlamak üzere kırk bin altın bağışlayabi leceğim söylediyse de hiç kimse bu paraya tamah etmek küçüklüğünü göstermedi. G e r e k halkın sömürgeci l iğe karşı gösterdiğ i ulusal uyanıklıktan ve g e r e k s e kırk bin sarı altına heveslenmemesi üzerine atına atlayıp yine Urfa'n ın yolunu tuttu. Cudi Paşa ile O d a b a -
501
ş ızade Mahmut efendinin Siverek' ten attığı si l le, Y ü z b a ş ı Vi l l i 'yi V i ranşehir 'de y e r e sermişt i .
* a t i
16 O c a k 1920'de arkasında otuz-kırk atlı ile S iverek'e gelen Ermeni asıllı Frans ız A lbayı Normand, kasabanın en önemli iki yer l is inden biri o lan O d a b a ş ı z a d e Mahmut efendinin konağına indi. C u d i Paşa ailesiyle M a h m u t efendi ai lesi, eskiden beri birbirini br kaşık suda boğmak ist iyor larsa da memleketin kara günler inde el ele vermek yiğit l iğini göstermekten de ger i kalmıyorlardı.
A lbay N o r m a n d , Diyarbakır 'a gitmek üzere ta A d a -na'dan Bremond'un yanında yo la çıkmıştı. Yo lunun üstündeki Fransız mandasına bırakılmış yerleri de görerek g i d i y o r d u . Normand, daha Beyrut ' tayken Diyarbakır Val is ine telgraf çekerek kendisini korumak üzere tert ibat almasını bildirmişti. Siverek'te Mahmut efendiye konuk olan Normand' ın yanında Kil ikya yönetim müsteşarı adıyla kumandan İlhami bey de bu lunuyordu.
Normand, Siverek'e geldiği g ü n , sicim gibi bir y a ğ m u r y a ğ ı y o r d u . Mahmut efendi , büyük salonda k o n u ğ u n a ve beraber inde getirdiklerine g ü z e l bir akşam yemeği çıkarmış ve tercümanın a ğ z ı n d a n hemen baklayı almıştı. N o r mand'ın Diyarbakır 'a g i d e c e ğ i böy lece anlaşıldıktan s o n ra, Cudi Paşa ile Mahmut efendi birlikte davrandı lar ve hemen haberi Diyarbakır 'daki tümen kumandanlığına bildirerek Normand' ın S iverek' ten bir adım daha ileri atmamasını salıkladılar. T ü m e n d e n de Siverek'çe al ınacak tedbir ler üzerinde giz l ice buyruk gönderi ldi . N o r m a n d , kendisi de Ermeni o l d u ğ u n d a n ve temel amacının da B ü y ü k Ermenistan davası olmasına bakmadan kendisini görmeye gelen Siverekl i Ermeni ler i yanına kabul edip g ö r ü ş m e k istemedi. Bunda s iyasal bir sakınca görmüştü. G ö r ü ş m e k ü z e r e katına çağırd ığ ı Siverekl i T ü r k ileri gelenler ine de :
— Fransız lar, buralara uygarl ık get ireceklerdir, memleketin yükselmesi için bütün varlıklarıyla çal ışacaklardır. F r a n s a yönetimini benimseyenlere kendilerini z e n g i n edec e k kadar altın v e r e c e ğ i m ! d i y e çölde y a ş a y a n Araplara yapı ldığı gibi çiğ öneri lerde bulundu. Burda y a ş a y a n hal-
502
kın bir üstün uygar l ığa ve millî kültüre sahip kişiler o l d u ğ u n u düşünmeyerek konuşan N o r m a n d , dinleyenler in şeref ve insanlık duygular ın ı incitti." Normand'a öfkey le ş ö y l e karşılık v e r d i l e / :
— Biz, toprağımızı Araplar gibi gâvur lara para ile s a t a n millet değil iz. B u n u n için bundan sonra daha ileri de gidemeyeceksin iz.
Normand' ın yaptığı bu kabalık y ü z ü n d e n burunlar ınd a n soluyarak toplantıyı bırakıp çıkan Siverekl i ileri g e lenler, on-onbeş dev gibi aşiret silâhlısını Normand' ın b u lunduğu salona sokarak onu gözalt ına almakta gecikmedi ler . Aşiret si lâhlı ları, dışarda kendilerine öğret i len işaret ler le Normand'a :
— Siverek'ten bir adım daha içerlere g i d e m e z s i n , yoksa g ö z ü n ü patlatırız! dediler.
N o r m a n d , eğer Siverek halkından y ü z g ö r s e y d i y a nında yemleme için get irdiği on sekiz bin altının önemli b i r bölümünü burada saçmayı tasarlamıştı.
C u d i Paşa ile Mahmut efendi ve arkadaşlar ı , N o r mand burdan kös kös ardına bakarak ger i d ö n e r k e n bu on sekiz bin altını adamlarına vurdurmayı g ö r ü ş t ü l e r s e d e s o n r a d a n siyasal sakıncasını düşünerek vazgeçt i ler .
A lbay N o r m a n d , tasarladığı Diyarbakır y o l c u l u ğ u n d a n y o k s u n kalmanın üzüntüsü içinde yats ı vakti konuk edi ldiği salonda ev sahibi Mahmut efendinin oğlu M e h m e t E m i n . süvar i alay kumandanı Binbaşı İsmail Hakkı ve K ü ç ü k Ö m e r o ğ l u Rüştü beyler le oturmuş pis pis d ü ş ü n ü y o r d u . Hiç kimse onunla konuşmuyordu. Halkın yats ı namazından çıktığı bu s ı rada, şehrin her yanından si lâh s e s ler i gelmeye başladı. Bu seslere Normand'dan başka kulak v e r e n ve şaşan olmadı. Hemen tercümana b u n u n ne o l d u ğ u n u sormasını söy ledi . T e r c ü m a n , Mehmet Emin bey e :
— Kumandan hazret ler i , bu si lâhların neden atıldığ ın ı s o r u y o r , dedi. Mehmet Emin bey :
— Bu bölge, genel olarak aşiret lerden meydana gelmiştir. Geleceğin iz yol lar ve Karacadoğ' ın her iki g e ç e s i n -dek i halk, geleceğiniz i haber almış. Şimdi, yo l larda g ü -
503
vensizl ik vardır. Biz de onların şehre baskın yapmalar ından kaygulanıyoruz. Atı lan silâhlar, aşiretlerin yapmasr beklenen baskına karşı bizim şehri savunmaya hazır o l d u ğ u m u z u bildirmek amacını g ü d ü y o r , dedi.
T e r c ü m a n :
— Kumandan hazret ler i , yarın g ideceğim, diyorlar. — Halk, kaynaşmaktadır, tehlike kapıdadır. — Ben, Fransız devlet inin büyüklük ve şerefini y o k
edemem. — Siz yok o lursunuz. N o r m a n d , başını sal layarak parmağıyla : — N o n , non, n o n , dedi . Mehmet Emin bey : — Memleket, s iz in içine düşeceğin iz bir tehlike ve uğ
r a y a c a ğ ı n ı z bir saldır ıdan sorumlu olmayacaktır. Konuğ u m olmanız dolayıs iy le sizi tehlikeli yer lerden sağ salim geçi rmek ulusal geleneklerimizdendir. Ne yazık ki şu tehlikeli gülnerde köylerine gidemediğim gibi adamlarımı bile gönderemiyorum.
N o r m a n d bu konuşmadan pirelenmişti. P a b u c u n pahalı o lduğunu görmüşe benz iyordu. Bu sırada Siverek mutasarrıf ı da Normand' ı z iyarete geldi. O n a tatlı söz ler söy ledi . Şehirde cıv layıp duran kurşunların tatsız gürült ü s ü n ü yumuşatmak ister gibi Fransız kültür ve uygarl ığının eşsiz l iğinden s ö z etti. Normand' ın bir kulağı mutasarr ı f ın umut verici tatlı sözler inde, öbürü si lâh sesler in-d e y d i . Ne var ki söz d ö n ü p dolaşarak yine memleketteki güvens iz l iğe ve anarşiye geldi. Mutasarr ı f eski U r f a jandarma kumandanı Ali Rıza bey, alay kumandanı Binbaşı İsmail Hakkı bey, sırasıyla s ö z . alarak bu bölgenin eskid e n beri korkunç bir anarşi ve güvensizl ik içinde y ü z d ü ğ ü n ü anlattılar. Bir F r a n s ı z Albayının Diyarbakır yo lunda kazaya uğramasının büyük yankıları o lacağını , hem kendi canının tehlikeye d ü ş e c e ğ i n i , hem de T ü r k makamlarını büyük sorumluluklar alt ında bırakacağını say ıp döktüler.
N o r m a n d , karşısındakileri buraların güvenl i l iğiy le uğraşan sorumlu kişiler o l d u ğ u n u bildiğinden ister istemez
504
omarin sözlerinin etkisi alt ında kaldı ve bir balon gibi s ö nerek küçüldü ve p ö r s ü d ü .
İşte, Albay N o r m a n d , burdan elleri boş döndükten s o n r a bunun hıncını almak için M a r a ş savaş ında G e n e r a l Keret' i desteklemek üzere bir sürü asker ve top g ö t ü r d ü ve toplarıyla Maraş ' ta taş üstünde taş bırakmadı.
** T ü r l ü belâlar, Urfa 'n ın başı üstünde bir leş kokusu
almış dev akbabalar gibi d ö n ü p d u r u y o r d u . Frans ız işgal kumandanlığı kargaları aracı l ığıyla jandarma kumandam Binbaşı Ali Rıza beyle y u r t s e v e r Urfal ı ların meydana g e tirdiği Müdafaayı Hukuk Ö r g ü t ü ' n ü darmadağın etmişlerse de Urfa, için için kaynıyordu. Düşmana karşı koyma d ü ş ü n c e s i bir kez ruhlara yerleşmişt i . Ne v a r ki Ur fa 'n ın içinde düşmanla işbirl iği edenlerden başka bir y ığ ın da k a y g u s u z hemşehri yaşamaktaydı . Bunlar, bana d o k u n mayan yılan bin y a ş a s ı n deyimince k a y g u s u z l u ğ u n , tasasızl ığın sağır duvarlar ı arasına çeki lmişlerdi.
Müdafaayı Hukuk başkanı Al i Rıza beyin c a n k a y g u -s u n a düşerek Siverekl i C u d i Paşalara s ığ ınmasından s o n ra Frans ız kumandanl ığı , bu ö r g ü t ü n elebaşlar ından C u d i Paşa'nın çok yakın akrabası Ali Fuat beyi tutuklayarak hapsettirmişti. Siverekl i olup Urfa 'da oturan Ali Fuat bey i n tutuklanması, bütün Siverek' i Fransız lara karşı ayaklandırmıştı.
Ali Rıza bey, Fransız lara teslim olarak Ali Fuat beyi Kurtarmak istemişse de Cudi Paşa, buna razı olmamıştı. O n u n daha başka düşünceler i vard ı : A m c a o ğ l u Sakip' le yeğeni C e r r a h Ağa'y ı ve Badill i aşiret reisi Sait beyi U r fa cezaev ine gönderdi . S ö z d e g ö r ü ş m e y e gelen bu akrabalar, Ali Fuat kendisini kaçırmak için hapisaneye bir baskın yapacaklar ını söyledi ler. Bu gizl i konuşma, az z a m a n da bir giz olmaktan çıktı ve Frans ız kumandanının kulağına gitti. Gitt iği de bir y a n d a n iyi o lmuştu. Ş u n d a n ki Fransız kumandanı, bu baskına karşı z o r tedbiri a lmayı d ü ş ü n e c e ğ i n e daha kolayını seçt i . Siverek halkının öfkesini hesaba katarak Ali Fuat beyi sal ıvermekte gecikmedi.
Urfa'nın gelenekler i , ç ıkarlar ı , Siverek' i öyle yakın-
505
d a n i lgi lendir iyordu ki orda g e ç e n en büyük bir olay, hem e n Siverekl i lerin kulak kabartmalarına yol a ç ı y o r d u . U r fa ile Siverek arasındaki bu kader birl iği, Urfa 'n ın b a ş ı n d a d ö n e n tehlikeleri, Siverekl i ler in de paylaşmasını sağl ıyordu. Bundan dolayı , kader Urfa 'n ın kurtuluşu için S i verekl i y iğit lerden demetler hazırlamıştı.
S iverek' te C u d i Paşa, Sivas'taki temsil heyetiyle ve M u s t a f a Kemal'le bağlantı kurmuş, ordan gelen buyruklara g ö r e davranıyordu. O d a b a ş ı z a d e Mahmut efendiyle bu a landa el ele veren C u d i Paşa, Sivas'taki temsil heyet ine her türlü araç ve gereç ler i , yedirme içirmeleri kendiler inden olmak üzere bin kişilik bir g ü ç çıkarabi lecekler ini bi ldirmişlerdi.
U r f a , Siverek ve V i ranşehi r dolaylar ındaki bütün aşiret ler. Karakeçi ve Milli aşireti olarak iki büyük g r u p t a toplanıyor, bunlardan Karakeçi aşiretini C u d i Paşa, Milli aş iret in i de İbrahim Paşa o ğ u l l a n adına O d a b a ş ı z a d e M a h m u t efendi temsil ed iyordu. Büyük felâket karşısında bir leşen bu iki büyük aşiret g r u b u , kolayca temsil heyet in in ve Mustafa Kemal' in etkisi altına girmişti. M u s t a fa Kemal, Sivas' tan C u d i Paşa'ya :
— E ğ e r Fransız lar, U r f a ' d a n sonra Siverek'e d o ğ r u y ü r ü y ü ş e g e ç e r l e r s e ne y a p a c a k s ı n ? diye s o r u n c a C u d i P a ş a , telgraf ında ona şöy le karşılık vermişt i :
— Bütün eli silâh tutan şehirl i ve köylü halkla S ive-rek-Urfa sınır ında Fransız lar ın karşısına ç ıkacağını ve g e rekirse Urfa 'y ı işgalleri alt ında butunduran Fransız lar ı burd a n da atmaya çal ışacağım.
Bu y iğ i tçe s ö z e çok sev inen Mustafa Kemal, S ivas't a n o n a sivil çekilmiş bir resmini göndermişt i .
*
İngil izler, Osmanl ı ordularının b o z g u n a uğrayarak hızla dağı lması ve çekilmesi üzer ine sahipsiz buldukları g ü ney T ü r k şehir leri üzerine bir karakuş gibi atı lmışlar, ilk at ı l ımda A d a n a , M a r a ş , Antep gibi yı ldız şehir leri işgal etmiş lerdi . Bırakışmayla birlikte s ü r g ü n d e n eski yer ler i n e d ö n e n Ermeni hemşehri ler, İngilizleri c o ş k u n g ö s t e -
506
r i ler le karşı lamışlardı. İngil izler, Ur fa 'ya yer leşir yer leşm e z , Ermeni yurt taşlar davranmış, g iderken yitirdikleri c a n l ı ve c a n s ı z malların yer ine ellerine geçirebi ldikleri T ü r k mallarını zor la almaya ve sahiplenmeye başlamışlardı. Urfa'daki Ermeni hemşehri ler de başka yerlerdeki-ler gibi « B ü y ü k Ermenistan» hülyası peşindeydi ler. Ermeni okul lar ı , a labi ldiğine bağımsız bir Ermenistan'da eğ itim yapıyormuş gibi s e r b e s t davranıyor, s o n kerte T ü r k d ü ş m a n ı ç o c u k l a r yetişt irmenin yanlış yol ları üzer inde y ü rüyor lard ı . Bir inci D ü n y a Savaşı 'nda yüzbin lerce Ermeni yur t taş ın dirimine mal olan Türk iye toprakları üzerinde B ü y ü k Ermenistan kurmak amacıyla Çarl ık Rusya'nın gizl i n iyet ler ine hizmet etme siyaset i , şimdi de onları büyük bir dayanışma içinde sürükleyen başl ıca etkendi. Yalnız, bu kez onları sürükleyenler, İngilizlerle Fransız lardı . B ü y ü k s a v a ş içinde bütün Ermeni yurttaşların si lâhlandırı lmış o lması , büyük kötülükler doğurmuş ve bu küçük az ınlık için hiç bir y a b a n c ı patron g ö z y a ş ı dökmemişti. Rus o r d u l a r ı , S i v a s üzer ine d o ğ r u sarkmaya başladığı g ü n lerde bütün T ü r k i y e Ermeni ler i , kışkırtıcılarının emrinde başkald ı rmak için kulak kabartırken s ü r g ü n ve zor la g ö ç et t i rme felâketi başladı. Arabistan sınır larına yakın oturanlar, canlarını kurtarabi ldiyse de pek ç o ğ u , İttihat ve T e r a k k i hükümetinin korkunç kaygusuz luğu y ü z ü n d e n s ü r g ü n yol lar ında feda edilmiş insanlar durumuna düşerek eridi ve dirimlerini yit irdi. Aklı başında kişilerin g ö r d ü ğ ü n e g ö r e tarih bir kez daha y ineleneceğe benz iyordu. O z a m a n S u r i y e ' y e kaçan ve dördüncü ordu kumandanı C e m a l P a ş a ' c a dirimleri garanti edilen ve korunan on b i n l e r c e Ermeni , öç almak ve Türk iye 'de bir Ermeni yurdu kurmak amacıy la İngiliz ve Fransız lar ın yanısıra s i lâhlanmış olarak T ü r k i y e ' y e gel iyor lardı. İngil izler, geçic i işgal ler ini s o n a erdir ip de çekilip g iderken Fransız lar, beş y ü z kişiyi aşkın işgal g ü c ü y l e Urfa 'ya gelmişler ve y a n larında s ü r g ü n Ermeni lerden önemli bir g r u p getirmişlerd i ; F r a n s ı z işgal kumandanl ığıyla bu ilk Ermenilerin U r f a ' y a yer leşmesinden s o n r a , Sur iye 'den çok önemli say ıda Ermeni kafileleri getiri lmiş ve bir tek Ermeninin b u -
lunmadığı şehirde Ermenilerin sayısı altı bini bu lmuştu. Hepsi de barut fıçısı gibi kinle ve öç alma hırsıyla d o p dolu gelen bu zaval l ı insanlar, kendileri için y ine kendilerinin ne büyük bir tehlike o lduğunu ayır tedecek d u r u m da değildiler. Kısa g ö r ü ş l ü yabancı kumandanlarla kendi milletlerinin çıkarları için tehlikeli birer idealist o lan E r meni papazlar ı , T ü r k i y e ' d e yeni bir Ermeni dramı hazırlamakta sanki yar ış ıyor lardı .
Amerikalı J . K . Walker, Ermeni yurttaşlar ın öç alma hırslarını pek b a y a ğ ı c a körükleyip duruyor , Fransız lar da o n d a n aşağı kalmıyordu. Fransız Cizv i t papazlar ıy la Y ü z başı S a j o ve bütün Amerikan misyonerler i , Frer lerden A n i , G a b r i y o l , Rafael de bu kampanyada güçler in in üstünde çaba harcamaktaydı lar. El lerinin altındaki şaşkın Ermeni azınl ığını devlere karşı g idecek masal kahramanları g ib i donat ıyor, sonra ne olacağını bir an düşünebi lmekten uzak bulunuyorlardı .
Fransız subaylar ı , Küçük ve Büyük Ermenistan d ü ş lerine ucuzdan destek olarak güzel Ermeni kızlarının el inden d o ğ u n u n keskin ve güzel şaraplarını iç iyor lardı.
Urfa 'n ın T ü r k hemşehri lerini ç i leden çıkaran bu tedirgin edici aşırı l ıklar yetmiyormuş gibi Paris'ten d o k u z rahibe daha gelmiş, eski orkestrada tiz çığl ıklar çıkarmaya başlamıştı. Dokuz Frans ız rahibesi, on iki yı ldır burda hıristiyanlığı y a y m a y a çal ışan. Ermeni ve S ü r y a n i çocuklar ın ı yem olarak kullanan Amerikalı rahibelerden Mis Holmes, Mis Valer , Mis Mansf ie ld, Papaz W o o d w a r d ile Mr. Klomant'ın patronluğu altında hızla T ü r k i y e ' y e ve T ü r k l e r e düşmanlık propagandalar ına başladılar. Eski haçlı savaşlarının kahramanı Papaz Pierre-L'hermite' in mezar ından bulup çıkardıkları parolaları , altın suyuna batırarak yeniden birer büyülü ok gibi kul lanıyorlardı. Emperyal ist lerin bu öncüler i , T ü r k mahallelerine de dal ıyor, o r a lara da tatlı i lâçlar biçimine sokulmuş iksirleri iç ir iyor-lardı. İşgal kumandanı Kapiten S a j o , bu misyoner ler ö r gütüyle el ele ça l ış ıyordu. O n u n kargalar ı , o denli ç o ğ a l maya başlamıştı ki artık, T ü r k mahallelerinde bir s ineğin kanadı v ız ı ldasa onun kulağına g id iyordu.
508
İşte, böyle bir or tamda kurulan ve şimşek gibi yay ı l ma eğilimi g ö s t e r e n Ati Rıza beyin başında b u l u n d u ğ u M ü d a f a a y ı Hukuk Ö r g ü t ü , çabucak Kapiten S a j o ' n u n kulağına gitmiş, d e r n e ğ e girmiş olan üyelerin dirimi tehlikeye düşmüştü. Binbaşı Al i Rıza bey, bin türlü g ü ç l ü k l e S iv e r e k ' e dek varabi lmiş, C u d i Paşalara sığınmışt ı .
Bu s ırada, Kozan'da kuvayı mill iyeciliği meydana çıkt ığ ından, Y ü z b a ş ı T a y y a r d a ' n ı n Kolonel B r e m o n d ' a yapt ığ ı aracıl ıkla Urfa jandarma kumandanlığına atanan Y ü z başı Ali Saip bey, o r a y a varmış, görev ine başlamıştı . Ali S a i p bey, U r f a ' y a vard ığ ında Mustafa Kemal 'ce ve Diy a r b a k ı r kolordu kumandanl ığınca desteklenen bir kuvayı mil l iyeci militan durumundaydı . Ali Rıza beyin kaçışı ve Ali Fuat beyin tutuklanarak kuvayı mil l iyeci damgası y e m e s i y ü z ü n d e n eski ö r g ü t dağı l ıp gitmişti. Ali Sa ip bey, U r f a ' y a gelir gelmez, y e n i d e n işi ele aldı ve en yakınlarının düşünceler in i yok layarak kuracağı M ü d a f a a y ı H u kuk Derneği 'n in ilk üyelerini toplamaya başladı . Ali Rıza b e y i n ö r g ü t ü n d e y e r almış bütün eşraf ve aydın lar ve T e ğ m e n Hulusi bey, yeni örgüt te de y e r aldılar. 15 O c a k 1920 g ü n ü , çok gizl i b ir toplantı yapıldı ve M ü d a f a a y ı H u kuk Ö r g ü t ü böy lece kurulmuş o ldu. Ne v a r k i Y ü z b a ş ı S a jo'nun kargalar ı , her y a n a dalbudak saldığından bu yeni ö r g ü t d e çabucak gammazlandı .
Ali Saip bey de tıpkı Binbaşı Ali Rıza bey gibi s o l u ğ u S iverek ' te, C u d i Paşa.'nın konağında aldı. B ö y l e c e kuvayı mil l iyecil ik Urfa 'da e p e y c e sempat izan bulmuş olmakla b e r a b e r sürekli ihbarlar ve düşünceler in dağınık olması y ü z ü n d e n hiç bir silâhlı ö r g ü t kurulamıyordu. Y ü z b a ş ı S a jo'nun elinin alt ında si lâhlanmış o lduğu anlaşı lan altı bin Ermeni ve beş y ü z elli de karışık ırklardan Frans ız askeri v a r d ı .
Art ık, iy ice anlaşı l ıyordu ki U r f a , b u n c a değer l i ç o cuklar ıy la da kendi kendini kurtaramayacakt ı . O, ancak d ı ş a r d a örgüt lenecek silâhlı kuvayı mill iyeci g ü ç l e r l e kurtarı lmaya çal ışı lacaktı.
509
Ali Saip bey, Siverek kuvayı mi l l iye«evler ine s ığ ınarak dirimini kurtardıktan sonra yeniden davrandı ve M u s tafa Kemal adına Urfa 'y ı Frans ız lardan kurtarmaya g e l miş bir görevl i olarak atlı toplamaya ve ö r g ü t ü n ü büyüt-1
meye çalıştı.
İşte, Siverek'te, U r f a ' y a yapı lacak saldırı hazır lanırken Mustafa Kemal'den gelen buyruk üzer ine Ali S a i p bey, U r f a ' y a saldıracak g ü c ü n kumandanı olarak benimsenmişt i .
Al i Saip bey, dostu Badilli aşireti reisi Sait beyin köy ü n d e n alacağı yüz-yüz elli atlı ile Siverek' ten yo la ç ı kan atlıları Karaköprü'de bekleyecek, b ö y l e c e büyük bir g ü ç l e Urfa üzer ine yürünecekt i .
A l ınan en önemli karar da bu saldırının bir bask ın biçiminde olmasıydı. Ş e h d e giz l ice gir i lecek, Fransız lar meydana çıkınca hepsinin üstüne ateş edilerek o r t a d a n kaldırı lacak, böylece u c u z bir z a f e r kazanılmış olacakt ı .
Siverek Müdafaayı Hukuk Derneği 'n in toplant ıs ında var ı lan bu karara g ö r e , K a r a k ö p r ü ' y e v a r a n Siverekl i s a vaşçı lar , Ali Saip beyi o r d a g ö r e m e y i n c e şaşırdı lar. S o n r a , durumu öğrenmekte gecikmedi ler: Ali Saip bey, a r k a d a n g e l e n bu büyük atlı g r u b u n u ve Siverek Müdafaay ı Hukuk toplant ıs ında veri len kararı h içe sayarak elindeki y ü z elli atlı ile Y ü z b a ş ı Sa jo 'nun beş y ü z elli kişilik asker ine bir g ö s t e r i d e bulunmuş ve ona şöy le bir ült imatom vermişt i :
Gerek Wi lson prensipler ine ve gerekse M o n d r o s bırakışması hükümlerine karşıt olarak sebepsiz y e r e memleketimizi işgalinizi, millet ş iddetle red ve protesto e d e r ve kısa bir süre içinde b u l u n d u ğ u n u z yeri boşal tmayacak o lursanız zor la çıkarı lmanıza baş lanacağından bu y ü z d e n akacak kanların sorumluluğu bütünüyle siz in olacaktır.
Bu ültimatoma karşı Kapiten Sajo şöyle bir korkutma bildirisi yayımladı :
— Üzer inde silâh bulunan bir adam s o r u soru lmadan kurşuna dizi lecektir. Bir kargaşalık s ırasında ölecek her F r a n s ı z erine karşılık yer l i lerden iki adam kurşuna d iz ilecek ve bunlar kur'a ile seçi lecektir. Bir e v d e n si lâh atıl ırsa o ev yakılacaktır. Osmanl ı hükümeti memurlarının
510
b ö y l e bir o lay s ı ras ında yönet im hakları el ler inden al ınacaktır. Küçük bir o lay ç ıkacak olursa sokaklar, makinalı tüfek, bomba ve gazl ı mermilerle ateş altına al ınacaktır.
Siverek kuvayı mill iye atlı ları, Ali Sa ip beyin anılarıyla birleşip K a r a k ö p r ü deresini iz leyerek Sirr in yo luy la i lerlediler ve akşam karanl ığından yarar lanarak 8 Şubat ' ta H a r a n ve Bey kapı lar ından U r f a ' y a girdi ler. Şehr in kuvayı milliye yanl ısı ileri gelenler i , atlıları t ımar ettirip ahırlara çektirerek savaşç ı lara g ü z e l ve sıcak yemekler ç ıkardılar. Fransız lar, bu çok kalabalık kuvayı milliye atlılarını g ö r d ü l e r s e de hiç kımıldamadılar; görmemiş gibi davrandı lar. O y s a , Kapiten S a j o , daha Siverek' te gürü l tüsü a y y u k a çıkan saldır ı hazır l ıklarında bulunulurken, haberci lerden durumu öğrenmiş ve s iperler kazdırmaya ve s a v u n m a için g ö z e ç a r p a n çal ışmalara başlamıştı. Ü ç g ü n d ü r at üstünde d o k s a n ki lometre yol almış olan s a v a ş ç ı lar, yemeklerini yedikten s o n r a , nöbetçi ler ini dikerek sıcacık odalarda ve pufla gibi döşeklerde derin bir u y k u y a daldı lar. Bütün Urfa 'n ın dolay lar ından ve iç inden hiç bir s i lâh sesi gelmemişti. S a v a ş ç ı l a r , s a b a h kahvalt ı larını da ettikten sonra g r u p g r u p ana g ü c ü aramak üzere sokaklara döküldüler. Ali Sa ip bey, Mahmut efendinin oğlu Mehmet Emin beyle atl ı ların en ö n ü n d e ş e h r e girdiği halde atlı ların ç o ğ u o n u tanımıyordu. Bütün savaşç ı lar t o p ;
landıktan s o n r a , Ali Sa ip bey, Mehmet Emin beyle birkaç atlı reisini daha yanına alarak jandarma daires ine d o ğ r u y ü r ü d ü .
Şehr in hemen yar ıs ı kuvayı mil l iyecilerin silâhlı işgali alt ında o l d u ğ u n d a n Al i Sa ip beyle arkadaşlar ı , hiç bir karşı koymaya u ğ r a m a d a n içeri girdi ler. Daireden çıkarılan si lâh ve cephaneler , aşiret ağaları aras ında bölüştü-rülmeye başlandı. Bu arada Urfa Müdafaay ı Hukuk Derneği , kuvayı mill iyenin yedir ip içiri lmesi için çabucak bin altın lira topladı. Halk da bir tek si lâh pat latmadan U r fa'ya g iren kuvayı mil l iyecileri nasıl ağ ı r layacağın ı bilmiyor, elindeki en g ü z e l yemekleri onlara hazır l ıyordu. Herkes sokaklara dökülmüş, kuvayı mil l iyecilerle y a n y a -na ve sarmaş dolaşt ı . M ü d a f a a y ı Hukuk Derneği , hemen
511
Clrfalı gençlerden « Ç a n a k k a l e müfrezes i» adlı bir s a v a ş ç ı g ü c ü devşirmek üzere davrandı .
B ü t ü n Ermeni hemşehri ler ve Urfa 'y ı kendilerinin y ö nett iğ in i sanan misyoner takımı, evlerine ve sığınaklarına çekilmiş merak ve kaygu içinde bekleşiyor lardı. Şehir , s a y ı s ı z gibi g ö r ü n e n silâhlı aş iret insanları ve kalpaklı k u v a y ı mil l iyecilerce kuşatılmış, yarıs ı da yine Ali Saip' in b u y r u ğ u n d a k i müfrezelerce işgal edilmişti.
Şu sırada Urfa'y ı kuşatan g ü ç l e r arasında y ü z elli kişilik milli aşiret müfrezesi , iki y ü z elli kişilik Mehmet Emin beyin müfrezesi, y ü z elli kişilik Bucak aşireti reisi M e h m e t Ağa'n ın müfrezesi, iki y ü z elli kişilik Badilli aş ireti reisi Sait beyin müfrezesi g ö z e ç a r p ı y o r d u . A n e z e aşireti reisi Hacim beyin b u y r u ğ u n d a bulunan müfreze altı y ü z kişilikti ve bu kalabalık müfrezenin içinde Dökerl i aşiretinin reisi Bekir Ağa'n ın, İndelli aşireti reisi B o z a n A ğ a ' n ı n müfrezeleri bu lunuyordu. Şınahl ı aşireti de kuşatmaya y ü z atlı ile katılmıştı.
D e p o d a n çıkarı lan si lâh ve c e p h a n e l e r dağıtı ldığı s ır a d a jandarma kumandanlığı dairesinin arkasındaki dar y o l d a n tüfek dağıtı lan meydana d o ğ r u bir Fransız asker a r a b a s ı gel iyordu. Henüz, bunun neden geldiği anlaşı lmamıştı ki bir jandarma er i , tüfeğini çev ir ip içindeki bütün kurşunlar ın ı bu arabayı sürenler le atların üzerine boşaltt ı . A r a b a c ı y l a , atların y e r e yuvar landığı g ö r ü l d ü . S a v a ş ç ı lardan birkaçı :
— V u r u l d u , düştü, d ü ş t ü ! d iye bağrışt ı . Bu s ırada, Fransız lar da daha ö n c e evlerde mey
d a n a getirdikleri mazgal lardan ateş etmeye başladılar. Si lâhlar ın bölüştürülmesi işi de henüz bitmemişse de bir o lupbit t i olan savaşı benimseyen kuvayı mill iyeciler, b irer köşeyi siper alarak gördükler i hedeflere kurşun yağdı rmaya başladılar. Düşman, anlaşı l ıyordu ki günlerden beri savunma tertibatı almış, hazırlanmıştı.
Urfa'daki Fransız taburu on sekiz inci C e z a y i r alayın ın bir parçasıydı . İçlerindeki y ü z Frans ız dışında hepsi d e A r a p v e Müslümandı. Bunlar, g a r n i z o n v e tabur kumandanı Hojer ' in b u y r u ğ u alt ındaydı. Kapiten S a j o ise iş-
512
•gal kumandanıydı. İşgal taburu, şehrin kuzeyindeki bir tepede, geniş bir alan üstünde bar ın ıyordu. Gel i rken H a lep'ten getirdikleri altı bin Ermeni de Frans ız işgal g ü c ü nün silâhlı yardımcıs ıydı .
Si lâhlar karşılıklı patl ıyor ve kurşunlar yumuşak ak M o s k o f taşından evler in duvarlarını çiçek b o z u ğ u n a çevir i y o r d u . Kurşunlar, ç o ğ u zaman bu yumuşak taşlara saplanıp kal ıyor, ince bulduğu yer lerden kolayca öte yana geçebi l iyordu.
Anadolu halkının « g ü c ü k » dediği Şubat, beklendiği gibi b irdenbire h u y u n u göstermişt i . D ü n akşamdan beri b a ş l a y a n korkunç a y a z , şimdi yerini sıkı bir kara bırakmıştı. İ lkönce p o y r a z ı n şiddetle s a v u r d u ğ u seyrek taneler olarak düşen kar, birden hızlanıp yoğunlaşmış, bir anda yerler i ve evlerin damlarını ağart ıvermişti. Frans ız askerleri T ü r k evlerinin yanıbaşında bulunan bütün Ermeni evlerini mazgal layarak sağlam birer savunma yuvas ı yapmışlardı. Karşılıklı ateş başlar başlamaz, kuvayı milliye-ci ler de g r u p g r u p ön evlere girerek mazgal delikleri açt ı lar ve karşı larındaki düşman namlularının uzandığı mazgal deliklerine karşı namlularını yerleştirdi ler. Mahmut Nedim'in kocaman konağını işgal ederek mazgal la-yıp kaleye benzeten Fransız lara en yakın bir s iperden karşılık vermek üzere otuz Siverekl i s a v a ş ç ı da tam bu evin karşısına düşen Şakir efendinin evini işgal etti ve ak M o s k o f taşlar ında kolayca mazgallar açtılar. B ö y l e c e mazgal savaş ı s ü r ü p giderken bir başka kesimde çarpışan S iverek l i Sakıp' ın diz kapağının parçalandığı ve Karakeçi b u c a ğ ı n a bağlı G a r b i köyünden Hasan oğlu Musa'n ın şehit d ü ş t ü ğ ü işitildi. H e r iki s a v a ş ç ı y a değen kurşunlar da M o s k o f taşlarını delerek gelmişti. Duvarı delip g e ç e n kurş u n M u s a ' n ı n kafasını da delip geçmişt i . S a v a ş ı n ilk g ü nü bir yaral ı bir ölü vardı . Ali Saip bey, şehr in dışında s iper ler kazdırarak milisleri buraya yerleşt irdi. B ö y l e c e Frans ız lara d ışardan yardım gelemeyecekt i .
Kuvay ı mill iyeciier, U r f a ' y a gireli dört g ü n olmuşsa <ja hâlâ Fransız lar ın şehri bırakıp gidecekler ini gösteren b i r belirti yoktu. Ali Saip boy, Fransız lara şehri boşaltma-
513 3/F. : 33
larını b i r daha bildirdi. İşgal kumandanlığı buna ş ö y l e karşıl ık verdi :
— Askerî güçler , ancak F r a n s ı z hükümetinin b u y r u ğuyla burdan ayrılabil ir. Bırakışmayı imzalayan ne benim ne de sizsiniz. Sorumluluktan kendinizi k o r u y u n u z .
Y ine eskisi gibi karşılıklı tüfekler konuştu d u r d u . Ş u bat, ortal ığı kasıp k a v u r u y o r d u . Korkunç bir kar y a ğ ı ş ı millete g ö z açt ırmıyor, hedefleri g ö s t e r m i y o r d u . S iper ler-deki savaşçı lar ın parmakları d o n u y o r , s o ğ u k t a n göz ler i y a ş a r ı y o r d u . Ali Saip bey, Fransız lar ın su aldıkları derenin yo lunu değişt irerek onları s u s u z bıraktı.
* **
Kuşatı lmış olan Fransız lar la bağlantı kuran Ermeni fedai ler i , tam birer Frans ız askeri gibi T ü r k l e r e karşı çarp ış ıyordu. Fransız lar la Ermeni ler in bağlantı merkezler i de B e d i ü z z a m a n karakoluydu. Buras ı , T ü r k savaşçı lar ın ın tuttukları hiç bir noktadan g ö r ü n m ü y o r d u . Bu y ü z d e n uzaktan u z a ğ a burası bir bağlantı merkezi o lmaktan çıkarı lmalıydı. En gerekl i ç a r e buranın si lâh g ü c ü y l e ele g e ç i -r i lmesiydi. Bunu d ü ş ü n e n kuvayı milliye kumandanl ığı , 21-22 Şubat g e c e s i buranın işgalini buyurdu. S iverek s a vaşçı lar ın ın bulunduğu yer, Bediüzzaman karakoluna en yaklaşık çıkış noktasıydı. Baskın burdan yapı lacakt ı . Akşam karanlığı bastıktan sonra Bucak müfrezesi kumandanı Ramazan oğlu Mehmet' le İzollu aşireti reisi B o z a n A ğ a , müfrezeleriy le çıkış noktasına vardı lar. Kar alabi ldiğine y a ğ ı y o r , korkunç bir tipi hiç kimseye g ö z açt ı rmıyordu. B ü t ü n yol lar, geçit ler, kalın bir kar ör tüsü alt ında yitmiş gitmişti. Bediüzzaman karakoluna yapı lacak baskını B o z a n A ğ a yönetecekt i . H e r iki müfrezenin kumandanl ığı ona veri lmişt i . Siverekl i Ramazan A ğ a oğlu Mehmet A ğ a , s a vaşçı lar ına şöy le ünledi :
— Arkadaşlar, bize veri len g ö r e v i yapmak b o r c u m u z dur. Ölmek var, dönmek yok. Siz i görey im. Siverek' in ve Siverekl i ler in adını da yükseltmek y ine b o y n u m u z u n borc u d u r .
S a v a ş ç ı l a r :
514
— G e r i dönersek namus bize ar o l s u n , karılarımız b izden boş o lsun! diye bağırdı lar.
Savaşçı lar , hem s a v a ş heyecanın ın, hem de s o ğ u ğ u n şiddet inden t i tr iyor, donmamak için oldukları y e r d e t e ^ i -niyor, içtikleri s igaralar ın ateşini avuçlar ında saklayarak düşmana hedef göstermemeyi de unutmuyorlardı . Bu s ı rada B o z a n Ağa'n ın kalın ve g ü ç l ü ses i Şakir efendi ev inin av lusunu dolduran savaşçı lar ı yer inden oynatt ı :
— Al lahaısmarladık, hakkınızı helâl edin! Gidenler, kalanlarla helâl laşarak tek sıra uzaklaşıp
karların arasında g ö z d e n yitti ler. Vaki t yats ıya gelmişt i . Şehirde ara sıra işitilen s i lâh sesler inden başka hiç bir gürül tü yoktu.
B o z a n A ğ a , keşif kollarını çıkararak güvenl ik tert ibatını aldıktan s o n r a , müfrezesiy le karları d iz leye diz leye i lerlemeye başladı. Yanında on üç yaşlar ında yürekl i bir küçük s a v a ş ç ı da g ö t ü r ü y o r d u . Ak çarşaf lara bürünmüş olan müfreze, Bediüzzaman karakoluna yaklaşmışsa da hiç bir kımıltı d u y u l m u y o r d u . B o z a n A ğ a cebine d o l d u r d u ğu çakıltaşlarını elindeki sapanla birer birer karakola atmaya başladı. Y ine hiç bir canlıl ık belirtisi gözükmedi . B u n u n üzer ine B o z a n A ğ a , küçük delikanlıyı keşif için ileri s ü r d ü . Ç o c u k , çevrey i kolaçan edip orada insan olmadığını anladı. Bunun üzer ine B o z a n , arkadaki müfrezeyi çağırtarak karakola girdi . Kırk silâhlıyı karakolda bırakan müfreze kumandanı, yirmi s a v a ş ç ı y ı alarak Bediüzzaman türbesine gitti. B o z a n A ğ a ' n ı n anladığına g ö r e karakola bu g e c e mutlaka F r a n s ı z ya da Ermeni ler gelecek ya da burdan birbirlerine gel ip geçeceklerd i . B o z a n A ğ a , Bediüzzaman türbesine giderken hem kendisinden, hem de karakoldaki lerden ö n c e gelecek düşmanı görebi lecek bir y e r d e bulunan Hızmalı köprüye de beş g ö z c ü bırakmıştı. Bu g ö z c ü l e r , düşmanın karakola d o ğ r u geldiğini hemen Bozan A ğ a ' y a bildirdiler. B o z a n A ğ a , gelecek düşmanın kendi hizalarını g e ç i n c e y e dek ateş açmamalarını karakolda pusuya yatan adamlar ına bi ldirdiğinden onlar da i lerleyen düşman asker ler ine karakola kırk-elli metre, yak laş ıncaya dek ateş a ç m a y a r a k B o z a n A ğ a ' n ı n v e r e c e -
515
ği ateş işaretini beklediler. B o z a n Ağa'nın verdiğ i işaretle hem Bediüzzaman türbes inden, hem de karakoldan s i lâhlar patlamaya başladı . Pusuya düştüğünü anlayan ve nereye ateş edeceğin i bi lmeyen düşman asker ler i , işin kolayını kaçmakta buldular ve çil yavrusu gibi dağıldılar.
B o z a n A ğ a , biraz s o n r a adamlarıyla olay yer ine vardığında karlar üzer inde on ö lünün yattığını ve c a n çekiştiğini gördü.
S o n r a , karakolda ve türbede savunma için yapı lacak işlere girişi ldi. Bir y a n d a n B o z a n Ağa'nın beraber inde getirdiği kocaman matkapla karakolun ak M o s k o f taşından duvar lar ı delinerek mazgal lar açı l ıyor, bir y a n d a n da türbe duvar ı gelecek kurşunlar işlemesin diye taş yığılarak kalınlaştır ı l ıyordu.
B ö y l e c e , Fransız birl iği şehir dışından kuşatı ldığı gibi şehir içinden de kuşatı lmış o luyordu. Ermenilerle aralar ındaki bağlantı kesilmişti.
* • Kuvayı milliye kumandanl ığı , Bediüzzaman karako
lunun kolay ele geçir i lmesinden Gülaplı T e p e ' n i n de alınmasını buyurmuştu. B u r d a bir yumak düşman askeri yerleşmiş, bulunduğu e g e m e n noktadan kolay hedeflere kurş u n yağdır ıp d u r u y o r d u . Bu y ü z d e n bu tepenin ele geçir i lmesi gerekmişti. G ü n d ü z g ö z ü y l e Siverekli savaşç ı lardan g ö z ü pek bir g r u p seçi ldi . Bunlara Urfa yerl i ler inden s a v a ş ç ı l a r katılarak bir baskın müfrezesi meydana getir i ldi. Kamuflaj için hepsine ak gömlekler giydiri ldi. Kar, yerde diz b o y u idi. Hâlâ da durmadan yağıyor, açık ovay ı yalayarak gelen d o n d u r u c u p o y r a z rüzgâr ı , kurtların yararlanacağı tipili, dumanlı bir hava yarat ıyordu.
Savaşçı lar , yatsı vakti keşif kollarını çıkardı lar, arkadan aralıklı tek s ıra olarak öndekilerin açtıkları ç ığırd a n i lerlemeye başladı lar: Karın kalınlığı elli-altmış santimi bulduğundan s a v a ş ç ı l a r dizlerine dek gömülerek gidiyor lard ı . Fırtına ve tipi b ir ara öyle şiddetlendi ki ş imdiye dek böyle bir kar y ü z ü görmemiş olan g ü n e y çocuklar ı , y iğit l iği ölüme dek götürmeyerek geri dönmek z o r u n d a kaldılar.
516
C e v h e r z a d e Ömer' in buyruğundaki baskın g r u b u , er-'os i akşam, yatsı vakti y ine yola çıktı ve dün akşam ç i ğ n e yerek açtıkları ç ığ ırdan yarar lanarak Gülapl ı T e p e ' y e dek sokuldu. Ansız ın düşmanın üstüne atılan savaşç ı lar , birçoklarını ö ldürdüler, bir bölümünü de Karaköprü y ö n ü n e d o ğ r u kaçırdılar. Bu başarı l ı bir baskın o lmuştu. B i rçok si lâh, a r a ç ve g e r e ç e le geçt i . Ertesi g ü n de K a r a k ö p r ü y ö n ü n e kaçan Fransız askerler i yakalanarak ş e h r e getir i ldi. İçlerindeki yaral ı lar, T ü r k yaral ı lar ıyla y a n y a n a bir koğ u ş a yatırı ldılar.
G ü n d e n güne artan yaral ı ların yaralar ını s a r a c a k pansuman bezi ve pamuk yet işmez olmuştu. C u d i Paşa, bu iş için tanıdığı Diyarbakır eşraf ına birçok telgraf çekt iy-se de istenenler bir türlü gelmedi. Elli g ü m ü ş mecidiye gönder i l ince istenen maddeler geldi. Diyarbakır eşraf ı , yurt için kanını akıtanların s ı r t ından, az da o lsa t icaret yapmaktan kendini alamamıştı.
Bütün korkunçluğuyla s ü r ü p giden kış. bir ayak ö n c e s o n u ç almak z o r u n d a o lan T ü r k savaşçı lar ını daha ç o k ü z ü y o r ve kaygulandır ıyordu. Fransız lar, mazgal lanmış s ı cak konaklara çekilmiş, mermi üstüne mermi yakarak savunmayı uzatmak ve dışar ıdan gelebi lecek yardımı beklemekten başka bir şey düşünmüyor lard ı . Kale gibi s a ğ lam evlerden eldeki kaval tüfeklerle düşmanı s ö k ü p atmak ham bir hayaldi. S a v a ş ı n tanrısı olan topu kul lanmadıkça bu olacak bir işe benzemiyordu. Kuvayı milliye kumandanı Ali Saip bey, C u d i Paşa ve Mahmut efendi A n kara ile birlikte türlü yer lere başvurarak top istediler. Bu s ırada Türk iye'n in dört b u c a ğ ı n d a ateş bacayı sarmışt ı . Dört yandan savaşçı lar , top, tüfek ve c e p h a n e ist iyorlardı. Ne yazık ki Ankara'n ın el inde bunlardan hiç biri y o k t u .
En s o n r a , ö lesiye beklenen bir top ve c e p h a n e S ive-rek'e dek gelebi ldiyse de bu kış kıyamette b u n u , d o k s a n kilometrelik karla kaplı yol üzer inden U r f a ' y a hangi babayiğit götürecekt i?
Siverek kuvayı mill iyesini destekleyen halk, Nizamiye alay karargâhına saldırarak bir türlü yola çıkarı lamay a n topu ve cephanesin i ele geçird i . Adl iye dairesindeki
şimdiye dek türlü s u ç l a r dolayıs iy le mahkemece el konmuş b in lerce silâhı da ele geçirerek U r f a ' y a g ö t ü r ü p sav a ş ç ı l a r a verd i .
Halkın omuzlar ında taşıdığı top ve c e p h a n e l e r U r f a ' ya a n c a k altı g ü n d e (,etirilebildi. Bu bir tek topun bile ş e h r e varışı bütün savaşçı lar la birlikte halka da bir bayram havası yaşatmaya başladı. Artık, z a f e r çantada keklikti. Bu topla, düşmanın sığındığı evler b i rer birer yıkılacak, hepsi az s o n r a , tütsü veri lmiş arı lar gibi dışarı dökülecekt i . Evet , modern savaşın bu g ü r sesl i tanrısı, bu g ü z e l top, ilk olarak mazgal lar ından aral ıksız ateş püsküren M a h m u t Nedim'in evine sığınmış o lan düşmanın karşıs ına diki lecek ve kalelerin yıkımına i lkönce burdan başlanacaktı . Kuvayı mill iye kumandanlığı, topun ilk ateşlenmesiyle birl ikte düşmana karşı genel bir saldır ıya g e ç e cekt i . T o p , canl ı bir şey gibi sevi l iyor, okşanıyor, tımar edi l i r gibi yağlanıyor , si l iniyor, parlat ı l ıyordu.
K A H R A M A N L A R Ş E H R İ . '•
Bütün bu milyonlarca insan kütleleri, şunun ya da bunun tutsaklık ve zillet zincirlerini karabilecek insanlık erdemlerini elde etmelidir.
Mustafa Kemal
1919 yılı Aralık ayının başında Mısır 'daki Şeydi Beşir T ü r k tutsakları kampında büyük bir canlıl ık ve sev inç g ö z e ç a r p ı y o r d u . B u r d a İngil izlerin y ı l larca ö n c e esir ett i ğ i T ü r k asker ve subaylar ı bu lunuyordu. İngil izler artık, M o n d r o s bırakışması hükümlerine g ö r e bütün T ü r k tutsaklarını s e r b e s t bırakıyorlardı. Bu işte g e ç bile kalmışlardı. Mısır ' ı kasıp kavuran s ıcaklar g e ç i p gitmiş, kampa d o ğ r u yeşi l Anadolu yaylasın ı yalayıp gelen ser in rüzgârlar esmeye başlamıştı.
Kamp müdürü, bütün tutsakları s ı raya dizmiş, yokla-
518
ma y a p ı y o r d u . S u b a y l a r l istesinde Mehmet Sai t d iye künyes i okunan yerden y ı ğ m a , geniş omuzlu, büyük başl ı , değirmi ak yüz lü, iri kara g ö z l ü ve kırk yaşlar ında bir subay el indeki bavuluyla kampın kapısında bekleyen asker kamy o n u n a bindi ve ö b ü r arkadaşlar ının arasına sıkıştı.
S o n r a , trenle İskender iye'ye dek gitti. O r d a onları T ü r k i y e ' y e , İstanbul'a götürmek üzere bekleyen bir İngil iz v a p u r u n a bindiri ldi. İngil izler, hepsinin torbalarını Nest le s ü t ü , hurma, portakal ve et konserveler iy le doldurmuşlardı . G e m i kalkıp da deniz in serinl iği baş lay ınca, y ü z ü n d e b â z l a çö iün yakıcı ve k a v u r u c u havasından kalıntılar taş ıyan T e ğ m e n Mehmet Sait, kendini hemen kuzeyin ser in yeşil l ikleri iç inde, eş ve dost arasında d u y d u .
G e m i , dumanlar savurarak kıyın kıyın k u z e y e d o ğ r u g i d i y o r , Akdeniz ' in kocaman ölü dalgalar ı , onu kimi zaman bir fındık kabuğu gibi oynat ıyordu. Mehmet Sai t de arkadaşlar ı gibi b o z g u n a uğratı lmış ve yeni lmiş, işgal edi lmiş T ü r k i y e ' d e kendisini mutlu insanların ve mutlu günler in beklemediğini bi l iyorsa da o r d a çoluk ç o c u ğ u vardı ve belki de daha bin kat çet in yur t görevler i öteki arkadaşlar ı gibi kendisini de bekl iyordu. Ama yurt topraklar ına varmak, o n u n taşını, toprağını bir ayak ö n c e öpmek için y a nıp tutuşuyorsa da bindikleri geminin kaplumbağa gibi gitt iğini sanıyor, c a n sıkınt ıs ından pat l ıyordu. N e y s e , y o la çıkışlar ından on üç g ü n sonra 13 Aralık 1919 g ü n ü İngiliz gemisi , İstanbul l imanında demirledi.
Mehmet Sait beyin göz ler i , Üsküdar ve Dolmabahçe önler inde yatan kül rengi deniz ejderhalar ına, dr i tnot ve zırhl ı lara içinden kan ağlayarak baktı. Evet , ancak yürekl i bir insan bu g ö r ü n ü ş e dayanabi l i rdi . Karaya çıkınca yere yat ıp toprağı ö p m e y e and içtiği halde bu işi yapamadı. Ş u n d a n ki burda toprak adına hiçbir şey olmadığı gibi burası tutsak bir topraktı. Belki dudaklarını s ü r e c e ğ i yağl ı ve çamurlu taşları her g ü n binlerce düşman çizmesi ve postal ı ç i ğ n i y o r d u .
El indeki bavuluyla bir faytona at layarak d o s d o ğ r u Harb iye Nezaret ine gitt i . Harb iye Nazır ı Mersinl i Cemal Paşa, etli ve tombul y ü z ü , iri yar ı g ö v d e s i y l e b ü r o s u n d a
Alamut - Çizgiliforum.com
oturmuş, ona bakıyordu. İngil izlerin kendisini tutup M a l t a ' -ya s ü r g ü n edeceklerini sezmekte olan paşa, bugünlerde Anadolu'daki kuvayı mill iyenin işine daha çok yaramak, y u r t s e v e r c e işlerde daha canla başla çalışmak için hazırlıklı bir ruh ortamında bu lunuyordu. Sabahtan ber i . Ş e y di Beşir kampından gelen bir sürü s u b a y a iş bulmuş, h e p sini görevler i başına göndermişt i . Mehmet Sait ' in de A n -tepli o lduğunu anlayınca onu da memleketine yakın b i r y e r d e görevlendirmek babacanl ığ ında bulundu ve onu B i recik askerlik şubesi başkanl ığına atadı. Mehmet S a i t , Mersinl i Cemal Paşa'nın elini öperek yola çıkmak ü z e r e ayrı ldı .
Mehmet Sait ve arkadaşlar ı , daha Şeydi Beş i r tutsak kampındayken Türk iye 'de bir ayaklanma başladığını ve bunun liderliğini Mustafa Kemal Paşa'nın yaptığını bil iyor lardı . Mehmet Sait, daha vapurdayken nerde olursa o ls u n gidip Mustafa Kemal'i bulmayı aklına koymuştu. O n u ta T r a b l u s g a r p İtalyan s a v a ş ı n d a n tanıyordu. O da E n v e r ve Mustafa Kemal beyler gibi oraya gönül lü olarak g idenlerdendi .
Yalnız, Anadolu y o l c u l u ğ u n u g ü v e n altına almak üzere Mersinl i Cemal Paşa'dan bir memuriyet istemiş, böylece biraz da yol parası koparmanın yolunu bulmuştu. Y o k s a , bu günlerde gerek İngiliz ve padişahçı lar, g e r e k s e kuvayı mill iyeciler, A n a d o l u ' y a kuş uçurtmuyor lardı . Bu korkunç çift barajı kolayca aşmak için Birecik askerlik şubesi başkanlığı bulunmaz nimetti. İstanbul 'dan t rene binen Mehmet Sait A n a d o l u ' y a girdikten s o n r a , y ö n değişt irerek g ü n e y e g ideceğine trenden indi ve O r t a A n a dolu'nun içine d o ğ r u y o l c u l u ğ u n u s ü r d ü r d ü . Korkunç karakış, O r t a A n a d o l u ' y u kasıp kavuruyordu. Anadolu kışını kalın bir kürk gibi sırt ına çekmiş olan Sivas 'a varıp da Mustafa Kemal'in «Sultanî Mektebi» ndeki küçük ve s ıcak odasına girdiğinde buraya dek çektiği bütün zahmetleri unuttu. Mustafa Kemal, 1911 yı l ında Derne'deki karargâhında takım kumandanlığı yapmış olan Mehmet Sait ' i hemen tanıdı. O n d a n s o n r a , yedinci orduda ve vı ldırım ordular ı grubunda e p e y c e karşı laşmışlardı. Mustafa K e -
520
mal. eski tanıdıklarını ve daha çok kendi üstünde fedakâr ve iyi insan etkisi bırakmış olanları, hiç bir vakit unutmazdı. Mehmet Sait, Mustafa • Kemal'den dört y a ş d a h a büyükse de, bütün kahırlara karşın çökmemişt i . Ancak o n u n yaşında g ö r ü n ü y o r d u .
Mehmet Sait, buraya g ö r e v almaya geldiğini söy ley inc e , Mustafa Kemal, çok sevindi . Eski adamlarının gel ip kendinden görev istemeleri o n u n moralini daha da kamçı l ıyordu. Mustafa Kemal, birçok karargâh arkadaşının y a nında Şeydi Beşir kampında geçenler i Mehmet Sait ' in ağz ından uzun uzun dinledikten sonra kendisi de batı ve g ü n e y cepheleri üstüne bilgi verdi . Ki l ikya'nın, Maraş ' ın kurtarılması için giden T u f a n beyden. D o ğ a n b e y d e n , Kılıç Ali bey s ö z etti. Y ü z b a ş ı O s m a n beyin adını nasıl T u -fan'a, Binbaşı Kemal beyinkini nasıl D o ğ a n ' a , Y ü z b a ş ı Ratip beyinkini nasıl S inan'a çevirdiklerini, böy le adlarm halkın dil inde daha kolay döneceğin i anlattı :
— Sen de memleketin olan Antep'i Frans ız lardan kurtaracaksın. Senin adın da bundan sonra Şahin o l s u n , dedi. D o ğ a n , T u f a n , S inan, Şahin ve Kıl ıçlar, g ü n e y c e p h e sini düşmandan temizlemekle görevl is iniz. S i z e verebi leceğimiz ancak başarı ve dostluk dileklerimizdir. T ıpkı bizim burda yaptığımız gibi s iz de orda her şey i kendiniz yaratacaksınız. Parayı , si lâhı, adamı kendiniz bulacaksınız. H a y d i , şimdi uğurlar o lsun. Ölmez kalırsak y ine böyle toplanır, savaştan sonra bu acı günleri tatlı tatlı anar ız.
Şahin bey, cebindeki Birecik askerlik şubesi başkanı Mehmet Sait' in atanma buyruğuna sıkıca sarı larak A n -tep'e doğru yola çıktı.
*** Şahin bey, bir kira atının üstünde Kil is'ten Antep'e
g id iyordu. Küçük Kızı ihisar boyun noktasına t ırmanırken biraz sonra g ö r e c e ğ i güzel doğa parçasını d ü ş ü n d ü k ç e yüreği daha hızlı çarp ıyor ve içinde u z u n , eskimiş, mayalanmış üzüntü ve acılarla yepyeni bir sev incin karışımından meydana gelen sıcak duygular kaynıyordu. B o y u n u n üstüne çıktığında atını d u r d u r d u ve g ö z ü n alabi ldiğine y a yı lan ve uzanan memleketine g ö ğ ü s geçirerek baktı. Bu
521
^şehrl ne çok sevdiğin i şimdi anl ıyordu. O r a d a g e n ç bir kadınla altı yaş ında bir de erkek ç o c u k kendisini bekl iyorsa da şu s ırada kendis in in A n t e p yo lunda ve bu güzel tepe ü s t ü n d e bulunduğunu ö lse ler akı l larından geçiremezlerd i . Ş u n d a n ki o hâlâ Mıs ır 'da tutsak olarak bi l in iyordu. Ş e h r e b i rdenbire gir iş i , hem çoluk ç o c u ğ u , hem de bütün tanıdıkları şaşır tacakt ı . Bir s igara yakarak A n t e p ' e baktı: Ak taştan yapılmış köşkler, üzüm bağlar ı , s e b z e bahçeler inin z e n g i n yeşi l l iği or tas ında par l ıyordu. Ç e v r e s i , bütün üzüm bağları ve s e b z e bahçeler iy le yeşyeş i l ve kalın bir kuşak gibi çevri lmiş ve üç küçük tepe üstüne kurulmuş olan g ü z e l Antep'e bir daha d o y a d o y a baktı. Ne güzel bir şehirdi bu. Nası l olmuştu da ç o c u k l u ğ u n u n ve gençl iğ in in acı tatlı anılarıyla süslenmiş bu güzel şehirden böyle yirmi yı l uzaklarda kalmıştı?
H e r iki yanında g ü z e l yazl ık köşkler bulunan Amerikan Kolej i , daha arkada T ü r k memleket hastanesi , iç-kale harabeler ine tepeden bakan birkaç katlı ak yüz lü evler, s o n r a d a n adı T ü r k T e p e olacak olan Kürt T e p e , sülün gibi ak minareler, g r e g o r y e n kil iseleriyle katolik kil isesi, iri kıyım gövdeler iy le uzaktan g ö z ü d o l d u r u y o r d u .
Ş a h i n bey, her iki yanı sık ve iyi beşli dut ağaçlar ıy la çevri l i yo ldan şehre girmek üzereydi . Artık, mevsim g e r e ğ i n c e dutların yapraklar ı dökülmüşse de yer ler yeşi l ç imenlerle örtü lüydü.
Şahin bey, bu güzel dutlu yoldan Antep şehrini iki büyük bölüme ayıran geniş c a d d e y e girdi . Yo lun d o ğ u s u n da T ü r k mahallesi, batısında da Ermeni mahallesi yüksel iyordu. Bu mahallelere ana c a d d e d e n ayrı lan bütün yo llar, plânsız bir biçimde yapıldıklarını göster i rces ine ince, d a r v e eğri b ü ğ r ü u z u y o r d u . G e r e k T ü r k , g e r e k s e Ermeni mahallelerindeki bütün evler, ak ve esmer yumuşak taşt a n yapı lmış, üzerler i de ç o ğ u y e r d e M a r s i l y a kiremitleriy-le örtülmüştü. Kimi evlerin üstleri düz ve teras olarak y a pılmıştı. Ö z e t olarak, A n t e p y a ş a n a c a k bir şehirdi. Dışard a n hiçbir ş e y g ö r ü n m ü y o r s a da şehr in içi kaynıyordu. Şahin bey. bunu bilerek buraya ge l iyordu. Fransız s ö mürgeci ler ini bu d o ğ d u ğ u güzel şehirden kovacakt ı . M u s -
522
tafa Kemal'e, eski kumandanına bunun için daha birkaç g ü n ö n c e Sivas' ta s ö z vermişt i .
Şahin bey, d o ğ r u c a ev ine gitti. Karısı Z e y n e p ' l e altı yaş ındaki o ğ l u , o n u g ö r ü n c e bayağı korktular. H i ç beklemedikleri bir z a m a n d a karşı lar ında kalpaklı bir subay bulmuşlardı . Şahin b e y , s o y u n u p dökündü. Y o k s u l evine hısım akraba sökün etti, ev sabahlara dek doldu boşaldı . Ş a h i n bey, (Mehmet Sait) d o ğ m a büyüme Antepl iydi . Del-lâkoğulları denen bir s o y d a n gel iyordu. B o s t a n c ı mahallesinde d o ğ a n Şahin bey, dört yaş ındayken babası A b dullah' ı yitirmiş, annesi A y ş e , henüz pek g e n ç bir kadın o l d u ğ u n d a n Elbeyl ioğlu Abdülkadir A ğ a ' y l a evlenmek z o runda kalmıştı. Ö k s ü z ve kimsesiz kalan Mehmet Sait' i dayıs ı İspaha Hacıkara yanına alarak büyütmeye ve yet işt irmeye çalıştı. İ lkokulu bit iren ç o c u k , Rüşt iye'de okud u y s a da eğitimini yürütemeyerek bir z e n a a t a , tabakçıl ı-ğa atıldı. A n n e s i , o zamanlar, 'g id i l ip gel inmeyen bir felâket o c a ğ ı sayı lan asker o c a ğ ı n a gitmesin diye oğlunu ö k s ü z bir kızla ev lendirdi .
Ne var ki kapı komşuları Fahrett in H o c a , onunla zıt g iderek bir kötülük o lsun d iye g e n ç Mehmet Sait' i asker ettir ip Yemen'e yollatt ı.
Mehmet Sait, er olarak gittiği Yemen çöl ler inde her T ü r k askeri gibi türlü ölümlerden kurtuldu. K o r k u n ç g ü ç lükler ve her an ayaklanan yerli halkla b o ğ u ş a b o ğ u ş a ustalaşt ı ve yer l i lerce kuşatılmış bir kaledeki bir T ü r k alayını yürekli l iği ve zekâsıy la kurtararak birdenbire erlikten kurtulup kumanda kadrosuna geçt i . Alayl ı bir sub a y olan Mehmet Sait, artık kaderini o r d u y a bağlayarak o r d a kaldı.
1911 de T r a b l u s g a r p ' t a Mustafa Kemal' le İtalyanlara karşı s a v a ş a n Mehmet Sait, o n d a n sonra çıkan bütün s a v a ş l a r d a bulundu ve en s o n r a 1918 deki Büyük Arabistan b o z g u n u n d a on binlerce T ü r k asker iy le birlikte İngilizlere tutsak düşerek Mısır 'daki Şeydi Beşir kampına g ö t ü r ü l d ü .
Şahin bey, evinde bir g e c e yarımyamalak dinlendik-
ten s o n r a , hemen Antep kuvayı ' mill iyesiyle görüşmek istedi. Bütün Antep' in kuvayı milliye sorumlularını b a ğ r ı n da toplayan « H e y e t i M e r k e z i y e » ile g ö r ü ş ü p konuştu ve Mustafa Kemal'ce Antep' in kurtuluşu için görevlendir i ld iğini söyledi. U z u n uzun görüştüler. Bütün şimdiye dek olanlar ve bundan sonra olması gerekenler g ö z d e n g e ç i rildi. Antep, Fransız işgal inden beri için için k a y n ı y o r s a da asker Merkeziye d e n e n Antep Müdafaayı Hukuk Derneği , Şahin beyin kumandanlığını hemen benimsedi. B u n d a n böyle bütün a s k e r c e işleri Şahin bey yürütecekt i . İ lkönce, İngiliz ve Fransız işgalleri üzerine bilgi alan Ş a hin bey, halkın ve eşraf ın bu işgal üzerine gösterd iğ i tepkiyi öğrendi . Şehr in bütün şu sıradaki psikolojik d u r u munu anlamaya çalıştı. Arkasını boşluğa dayamış olmaktan korkuyordu. İşgal ve o lay lar kronolojisini ş ö y l e c e bir daha yaşadı : 1918 Ekim'inde M o n d r o s bırakışması imzalanınca Antepli ler sevinmişt i : G ü z e l şehir leri, S u r i y e ' y e katı lmayarak Türk iye 'ye bırakılmıştı. Yalnız, itilâf devlet ler i , bu bırakışmaya a lçakça bir madde koydurmuşlardı : K a rışıklık çıkan her şehir, itilâf ordular ınca işgal edilebilecekti . Böylece bütün T ü r k şehirleri zamanla işgal edi lmek tehlikesiyle başbaşa bırakı l ıyordu.
15 O c a k 1918'de İngil izler, M o n d r o s bırakışmasının ünlü yedinci maddesine dayanarak Antep'i b irdenbire bir olupbitt iye getirerek işgal ettiler. İlk günlerde yerl i Ermenilerin kı lavuzluğunda Türk ler i epeyce hırpaladılar. Mi ll iyetçi olduklarından kuşkulandıkları şehir ileri gelenlerini tutuklayıp Mısır'a s ü r g ü n ettiler. 12 Mart 1919'da sıkıyönetim ilân ettiler. Herkesin elindeki si lâh ve c e p h a n e y i yirmi dört saat içinde getir ip teslim etmesini, üzerinde si lâh yakalanacak olanın hemen s o r g u s u z suals iz idam edileceğini,, ayr ıca ai lelerinden de y ü z e r altın lira c e z a al ınacağını bildirdiler. Halk, bu pek şiddetli buyruk karşısında ölümü g ö z e alamayarak elindeki si lâhları teslime başladı ; bir günde tam on dört araba dolusu si lâh ve cephaney i gözyaşlar ıy la İngil izlere teslim etti.
Ermenilerin, kolej müdürünün, İngil izlere T ü r k l e r d e bundan daha çok si lâh bulunduğunu haber vermesi üze-
524
r ine İngil izler, Türk ler i yeniden sıkıştırdılar. Bütün kuşkulanı lan kişileri çağır ıyor , sakladığı si lâhı ç ıkar ıncaya dek tepesinde ekşiyordu. T a m on sekiz g ü n s ü r e n bu kara-d ü ş dönemi de en s o n r a bitti, kapanan dükkânlar, yenid e n açı ldı ve şehir de normal yaşay ışa d ö n e r gibi o ldu.
Başlangıçta, bırakışmada bulunmayan bu haksız işgal dolayısıy la Antep halkı e p e y c e homurdanmışsa da İngi l iz kumandanlığının gösterdiğ i yumuşakl ık ve anlayış y ü z ü n d e n zamanla, doğmakta olan direnme d u y g u ve düş ü n c e l e r i er iyerek si l indi. İngil izler, memleket içinde otomobilli keşif kollarıyla güvenl iği sağl ıyor, T ü r k pol is ve jandarmasının işlerine hiç karışmıyorlardı. Hükümet memurları da Osmanl ı Devleti 'nin normal memurları olarak işlerini s ü r d ü r ü y o r d u . İngil izlerin, yoksul lara da yaptıkları bol yardımlar, onları halkın g ö z ü n d e b a y a ğ ı sevimli ieşti-r i y o r d u . İngil izler, Antep' i ü ç ü n c ü süvar i tugayı , g ü ç l ü bir ist ihkâm müfrezesi, bir batarya ve bir de otomobil l i makinalı tüfek kıtasıyla işgal etmişlerdi. İ lkyaz ve y a z ayları, bar ış günler inin yumuşakl ığı ve sessiz l iğ i iç inde g e ç t i y s e de b u , arkadan fırtınalı günler in g e l m e y e c e ğ i demek deği ld i . Bu s ırada İngil iz ve Frans ız hükümetleri ikili bir a n l a ş m a y a vardı lar. Buna g ö r e Sur iye ve Kil ikya'daki İngi l iz işgal kıtaları ger i çekilerek yerler ini Frans ız işgal kıtalarına bırakacaklardı.
A n t e p halkı, çok kalabalık bir miting yaparak gelecek Frans ız işgalini protesto etti ve Belediye Başkanı Lütfü beyin imzasıyla bu işgal işi Mustafa Kemal'e bildiri ldi. Haklarının Paris Konferansı 'nca hesaba katı lmasına aracı l ık etmesi di lendi. Bundan sonra Diyarbakır 'dan kolo r d u kumandanı A l b a y C e v d e t bey F r a n s ı z işgal g ü c ü kumandanl ığ ına uzun bir protesto telgrafı çekt i . Bütün bunlar, Fransız, işgal kumandanl ığına sivrisinek vızıltısı gibi gelmiş ve Fransız işgal kıtaları Kil ikya şehirlerini birer birer işgale başlamıştı .
5 Kasım 1919 g ü n ü s o n İngiliz kıtaları çekil ip gitti. İngil iz ve Frans ız işgal kıtaları değişt ir i l i rken meydana •gelecek boşlukta şehr in yerl i hır ist iyanlarının müslüman v e T ü r k l e r c e saldır ıya uğramaması d ü ş ü n c e s i y l e salt E r -
525
meni gönül lü ler inden bir alay kuruldu. Bu tip alay, y a l n ı z Antep'te değil bütün Kil ikya bölgesinde kurulan ve T ü r kiye'nin bu bölgesinde bir Ermenistan meydana get i rme d ü ş ü n c e s i n e bağlı temelli bir ö r g ü t olmuştu. B u , öç alayı adını alan örgüt, Antepl i ler i ç i leden çıkarmaya yett i . A m a cı ne denli saklanırsa saklansın, bu s a ğ d u y u sahip ler ince tehlikenin çan çalması demekti.
29 Ekim 1919'da Antep'e giren Fransız asker ler i , A n tep Ermeni ler ince bayraklar, ç içekler ve « y a ş a » l a r l a karşı landı. Ermeni ler in, bu kerte ç ı lg ınca göster i yapmalarının bir nedeni de ş u y d u : G e l e n işgal kıtaları aras ında bir de tam gereçl i bir Ermeni alayı vardı .
İşkal kumandanı Saint-Mar ie Antep'e gel ir gelmez, Fransız lar ın geri sömürgeler inde uygulanan usullerle T ü r k halkının gönlünü kazanmayı düşündü.
Sabahley in birkaç otomobill ik maiyetiyle Reşadiye İ lkokulu'nun kapısında g ö r ü n d ü . Saint-Marie ve arkasındakiler, Fransız okulunu g e z e r gibi ders yapı lmakta olan sınıflara girip ç ıkmaya başladılar. H e r girdikleri sınıfta birkaç dakika dikilip d u r u y o r , dersleri dinl iyor, s o n r a ç ı kıyorlardı. Öğretmenler de onları hiç görmemiş gibi y a p a rak derslerini sürdürüyor lard ı .
A l b a y Saint-Marie iİe ö b ü r subaylar, bütün sınıf lara böylece bir kez gir ip çıktıktan sonra, öğretmenler odas ına gir ip oturdular. Dersten çıkart öğretmenler, odalar ına döndüler ve birer s a n d a l y e y e ilişmiş olan Frans ız s u b a y larına incelik ve g ö r g ü gereği :
— H o ş geldiniz! Dediler. Öğretmenler , A lbay ın kendilerinden çok d u
varı kaplayan kocaman d u v a r saatiyle i lgilendiğini g ö r d ü ler. A lbayın dediğine g ö r e b u , p e k eski bir Frans ız saat iydi. Şimdi de bu tip s a a t yapı lmıyordu. Bu saat, kendisine armağan edil irse çok sevineceğini söyledi . S o n r a kitaplığı g ö z d e n geçi ren kumandan, okulu çok beğendiğin i a n lattı. S o n r a , gitmek üzere a y a ğ a kalktı ve tercümanına, öğretmenlere kırk-elli altın vermesini söy ledi . T e r c ü m a n , altınları cebinden çıkarıp öğretmenlere uzat ırken :
— Kumandan hazret ler i , okulumuzdan çok h o ş n u t
526
olarak ayrılmaktadır. Bu altınları s ize bu hoşnut luğun karşı l ığı olarak ver iyor, dedi .
Öğretmenler , şaşırmışlar, birbir lerinin y ü z ü n e bakıy o r , ne diyeceklerini bi lmiyorlardı. Birisi :
— Kumandana iht iyacımız olmadığını söyleyin iz. Mi llet, b ize bakacak güçtedir , d e d i .
— Kumandan hazret ler i iht iyacınız olmadığını bil iy o r . A n c a k okulunuzdan g ü z e l bir izlenimle ayrı ldığı için b u n u ödül olarak ver iyor.
— G ü z e l izlenimle ayr ı lması bize yeter. B u n u başka iht iyaçlar ınıza harcayın ız.
D e r s zili çalmış, öğretmenler sınıf lara girmeye hazırlanıyorlardı Bunu niçin müsaade isteyerek o d a d a n çıkmaya davrandıklar ında t e r c ü m a n :
— M a d e m ki parayı a lmıyorsunuz, kumandan h a z ret ler i , yar ın çocuklara dağıt ı lmak üzere şeker g ö n d e r e cek, bunun kabulünü di l iyor, dedi .
Öğretmenler , daha diretmeyerek kumandanı okulun kapısından uğurladılar. Kumandan otomobil ler in çevres in i bir merak dolayısıyla almış olan kalabalıkça bir ç o c u k g r u bu için y e r e birkaç a v u ç çil kuruş serpt irdi ve onlar ın tane toplayan civciv ler gibi birbirini ç iğneyerek bunları kapışmasın ı bekledi. Başka koloni lerde bunu denemişt i , s o n u c u n u bi l iyordu. G a r i p deği l mi? H iç bir ç o c u k eğil ip y e r d e n bir kuruş almayı aklının kıyısından geçirmedi . Ç i l paralar ı , torbadan avuçlayarak yer lere s a ç a n tercümanın d u r u m u n u zehir gibi bir gülümseme ve küçümsemeyle izlediler. Kumandanla adamları otomobil ler ine binerek uzaklaştılar.
Öğretmenler, ertesi g ü n gönder i lecek şeker lere karşı ne biçimde davranı lması gerekt iğini « M a a r i f i İs lâmiye» d e r n e ğ i n d e n sordular. Dernek de bunun üzerinde bir kar a r a varamayarak mutasarr ı fa bildirdi. Mutasarr ı f l ıktan g e l e n buyruk şekerlerin al ınmaması yo lundaydı . Ertesi s a b a h , şekerler bir otomobil le geldi . İki Frans ız asker in in taşıdığı dört sepet ş e k e r öğretmenler odasına getir i ldi. Asker ler in başında iki de F r a n s ı z subay ı vardı . Ö ğ r e t menler, şekerleri a lamayacaklar ını s ö y l e y i n c e s u b a y l a r .
kumandanın b u y r u ğ u g e r e ğ i n c e şekerleri y ine de öğretmenler odasına bırakıp gitti ler. Bunun üzer ine okul y ö netici leri de bir otomobi l tutarak dört sepet şekeri bir hademeyle kolejdeki Frans ız karargâhına gönderdi ler . Hademe, şekerleri bir türlü Fransız lara veremeyerek yine a l ıp okula getirdi. Öğretmenler , şekerleri , hademeyi ve ş o f ö r ü yine geri çevirdi ler. E ğ e r , Fransız lar, bunları almazlarsa kolejin kapısına bırakıp döneceklerdi . Fransız lar, şekeri bu kez de almadılar, görevl i ler de bunları kolejin kapıs ına bırakıp döndüler.
1 Kasım 1919 g ü n ü Antep hükümet memurları , Frans ı z işgal kumandanı Sai t-Marie 'ye ilk yazı l ı protestoyu •çektiler. 9 Kasım 1919 g ü n ü , işgal kumandanına Sivas ' tan M u s t a f a Kemal imzasını taş ıyan önemli bir protesto telg r a f ı geldi. T ü r l ü ulusal örgüt lerden yağıp duran protesto telgrafları , Fransız işgal kumandanlığının sağır duvarlarına çarparak kırı l ıyorduı.
Fransız işgalinin meydana geldiği bütün bölgelerde T ü r k halkı, kaynaşmaya başlamıştı. Halk, hızla si lâhlan ı y o r d u . Her yerde sinirleri üstünde olan halk, en küçük b a h a n e y l e kendisini ç e v r e l e y e n bu demirden adaletsizl ik kuşağın ı parçalamak üzere yay lan ıyordu.
Antep'te işgal ordusuy la T ü r k halkı daha ilk g ü n d e n karş ı karşıya gelmişti. İngil izlerin işgal günler inden beri A k y o l Camii 'ne her cuma g ü n ü T ü r k bayrağı çekmek, bir gelenek olmuştu. 5 Kasım 1919 sabahı camiye bayrak çekildiğini g ö r e n bir Fransız astsubayı , bir T ü r k polisi eliyle b u n u indirtti. Arkas ından kıyamet koptu. T ü r k şehir, kork u n ç bir homurtu ile sokağa döküldü. Frans ız a s t s u b a y ı n a alet olarak bayrağı indiren T ü r k polisi g ö r e v i n d e n atıldı. İşgal kumandanı Sait-Marie, işinden atılan T ü r k polisini y e n i d e n işine yer leşt irmeye çal ışt ıysa da başaramadı.
Antep hükümeti, işten çıkarmanın, kötü hal lerden d o l a y ı meydana geldiğini söyleyerek direndi. Kumandan ı n öfkesi de olumsuz havanın daha çok yoğunlaşmasına y o l açt ı : Bugünden sonra şehirde hiç bir T ü r k bayrağı çekilmemesi için bir buyruk yayımladı. Antep hükümeti ile halk örgütler i el ele, Antep'e gelen Ermeni öç alayının şe-
528
Ji irden çıkarı lması uğruna baskıya başladılar. Saint-Marie, en s o n r a halkın bu isteğine u y a r g ö r ü n e r e k Ermeni öç alayını, iki makinalı tüfek takımını a l ıkoyarak M a r a ş ' a g ö n d e r d i . Maraş' ta Frans ız v e . Ermenileri tedirgin e d e n u lusal kımıldama, tehlike biçimini a lmaktaydı.
G i d e n Ermeni alayının yer ine Antep'e M ü s l ü m a n C e z a y i r a v c ı alayı geldi. Antep kamuoyu b u n u n üzer ine g e çic i olarak yatışt ı .
10 Kasım 1919 g ü n ü , şehirde Ermeni alayının makinalı tüfek erleriyle T ü r k polisleri aras ında kavga çıktı. T ü r k kadınları tahkir edi ldi, t iyatroda da kavga çıkt ı ; öteber i , kırılıp döküldü. T ü r k topluluğu bir kez daha F r a n sız işgalini protesto etti.
13 Kasım 1919 g ü n ü , Kilikya Frans ız işgal kıtaları kumandanı A lbay Piyepap ile Ermeni asıllı A lbay N o r mand Antep'e gelerek hükümete bir nezaket z iyaret i yap-tı larsa da buz gibi karşılandılar. Hiç kimse onlara ne bir s igara verd i , ne de bir f incan ünlü T ü r k kahvesi s u n d u . K ö s kös arkalarına bakarak daireden çıkıp gitti ler.
23 Kasım 1919 g ü n ü işgalin kaldırılması için büyük bir miting yapıldı. Fransız işgali protesto edildi. Mutasarrıf, Fransız lar ın çıkardığı g e c e devriyeler i işini protesto etti. Güvenl iğ i koruma hakkının yalnız T ü r k hükümetine ö z g ü o lduğunu bildirdi.
25 Kasım 1919'da A n t e p hükümet sorumlular ıy la işgal kumandanlığı arasında bir başka anlaşmazlık daha çıkt ı. Fransız lar, T ü r k jandarmasına bir ek maaş vermek ist iyordu. Bu, Türk jandarmasının kurnazca işgal kumandanl ığının buyruğuna girmesi demekti. Mutasarr ı f , buna karşı şiddetle direndi. B u n u n ardından çıkan bir anlaşmazlık daha, işi büsbütün karıştırdı. Fransız lar, kullandıkları bütün yapılara Fransız b a y r c ğ ı çekince mutasarrıf, b u n u n , T ü r k egemenliğini çiğnemek demek o l d u ğ u n u bi ldirerek protesto etti.
30 Kasım 1919'da Fransız işgal kumandanı, T ü r k po lis ve jandarmasının, Fransız lar ın b u y r u ğ u altına g i receği üstüne mutasarrıfa gönderd iğ i bildiri, buz gibi bir hava yaratt ı .
529 3/F. : 34
3 Aralık 1919'da A n t e p ' e iki Fransız güçlendirme bölüğü geldi. İşgalin daha da sağlamlaştırı lmak istendiğini g ö r e n halkın sabrı g i t t ikçe daraldı.
5 Aralık 1919 g ü n ü A n t e p jandarma bölüğü kumandanı Sait beyin bir Frans ız T e ğ m e n i n e selâm vermeyiş i , Frans ız larca büyütülüp bir sorun durumuna getir i ldi.
12 Aralık 1919 g ü n ü A l b a y Renya ile on sekizinci C e z a y i r avcı alayı Antep'e gel ince halkın nevri b ü s b ü t ü n d ö n d ü . Gerek halk, g e r e k s e resmî hükümet sorumlular ı , bunu protesto ettiler.
14 Aralık'ta Genera l Keret, Antep'e geldi. Memurlar, T ü r k eşrafının bir bölümü, Ermeni komitesiyle Amer ikan misyonerler inin yanıbaşında geçi t resmine katıldı. T ü r k eşrafının geri kalanıyla halk y ığınlar ı , törene katılan eşrafın durumunu kınadı ve y e r d i . G e n e r a l , teftiş düzeninde dizi len askerin ve ö b ü r karşı layıcı ların önünden hemen hemen dört nalla geçt i . Genera l i karşılamak için y o l u n kenarına dizilen T ü r k eşraf ıy la memurlar, o n u n kendilerine hiç aldırış etmeden g e ç i p gidişinden pek üzüldüler ve bunu kendilerine bir hakaret saydılar.
General Keret, hemen o gün u y g u n s u z bir bildiri y a yınladı ve Antep halkı b u n u yazı l ı bir protesto ile karşı-' (adı.
17 Aralık'ta Antep'e bir sipahi bölüğü, bir dağ topu bataryası ve üç istihkâm takımı geldi . Halkın midesi b ü s bütün bulandı. Bunu da protesto ile karışladı.
Antep' in d ö ğ ü ş ç ü r u h u , g ü n d e n güne ateşleniyor ve pçı lan ulusal p r o p a g a n d a kampanyası halkı y a v a ş y a v a ş bir granit yığını gibi b ir leşt i r iyordu. İstanbul'dan Fransız-kumandanl ığının kulağına şöyle sinir bozucu, parolalar ulaşt ır ı l ıyordu :
— E ğ e r Fransız lar da, İngil izler gibi yalnız askerî bir bekçi olarak kalır larsa ne alâ; yoksa kanları bir ırmağın suları gibi akacaktır.
Müdafaayı Hukuk Derneği 'n in üyeleri, sert birer militan olarak çal ış ıyor, F r a n s ı z yönetimine karşı y u m u ş a k davrananlar ı , onlarla anlaşma yoluna sapanları , pısırıkları şiddetle haşl ıyor ve kutsal direnme ve d ö ğ ü ş e katı lma-
530
y a z o r l u y o r d u . Surda burda kimi Ermeni ler ö l d ü r ü l m e y -başlandı. F r a n s ı z yanl ısı eşraftan Şükrü beyle Kadri Paşa ölümle korkutuldu.
Bu s ırada M a r a ş ' t a kurtuluş savaşı başlamak üzereydi . İngil iz ler zamanında, ulusal hakları korumak üzere kuruîc. ı « C e m i y e t i İs lâmiye» yer ini si lâhlı bir ö r g ü t l e n menin başı o lan M ü d a f a a y ı Hukuk Derneği 'ne bıraktı. Bu dernek, kuru protestolar la yet inmenin zamanı olmadığını anlayarak g ö l g e d e bir silâhlı d ö ğ ü ş ö r g ü t ü m e y d a n a g e t irmeye başladı. Yirmi yedi semte ayr ı lan şehir , tam bir a s k e r c e ö r g ü t ağı içine alındı. H e r semtin, ell isi s i lâhl ı , y ü z ü si lâhsız olmak üzere y ü z elli s a v a ş ç ı s ı v a r d ı . Ya ln ız , İngi l iz lerin si lâh toplamak y ü z ü n d e n A n t e p halkına yapt ığ ı kötülük, g e r ç e k t e n de çok büyük olmuştu. Halkın, bir kurtuluş s a v a ş ı n a , bir ölüm-dirim s a v a ş ı n a ilk adımını a t a c a ğ ı b u g ü n l e r d e el inde si lâh diye bir ş e y bulunm u y o r d u . B u y ü z d e n d e Halep'te v e Sur iye 'n in başka şehir ler inde kalmış y ü z b i n l e r c e Osmanl ı m a v z e r i n d e n a n cak b irkaç y ü z ü n ü on beşer-yirmişer altın lira ö d e y e r e k olmak z o r u n d a kal ıyordu. Araplar, bu s i lâh ve c e p h a neler i , eski sahipler ine böy lece tutturabi ldiğine s a t ı y o r s a da Antepl i lerde alım g ü c ü yoktu. Ne v a r k i şehirde M ü dafaayı Hukuk Ö r g ü t ü ' n e girmek, bir şeref göster is i g ibi bir ş e y o lmuştu. Bu ulusal şerefe her sahip çıkmak istey e n erkek, bir s i lâh edinmek z o r u n d a y d ı . Y o k s a M ü d a f a a y ı Hukuk Ö r g ü t ü başka türlü üye a lmıyordu. Yalnız, on beş yirmi altın vererek bir mavzer edinemeyecek olan s a v a ş çı lar ın si lâh ve cephaneler in i de varlıklı A n t e p hemşehr ileri bulup buluşturmak zorundaydı lar . S a v a ş ö r g ü t ü n e kuru bir si lâhla gelmek de işe y a r a m ı y o r d u . O n u n yanında iki y ü z de fişek getirmek z o r u n l u ğ u vard ı . B ir f işeğin tanesi de yirmi g ü m ü ş kuruş tutuyordu. A n t e p halkı, bu s o n s u z gibi g ö r ü n e n g ü ç l ü ğ ü d e yenerek s i lâh v e c e p h a neye sahip o l d u .
Bu s ıralarda kendil iğinden meydana g e l e n çok ö n e m li bir o lay, Antep' in s a v a ş a hazır lanan halkına büyük bif y ü r e k g ü c ü v e r d i . O l a y şöyle meydana geld i : M a r a ş olayları başlamak üzereydi . Herhangi bir kuşatı lma tehl ikesi-
531
ni kolay savuşturmayı d ü ş ü n e n Maraş' taki F r a n s ı z işgal k u m a n d a n ı , erzak ve insan stokları d e p o s u d u r u m u n d a o l a n Antep'teki kumandanl ıktan erzak ve s a v a ş ç ı istedi.
20 O c a k 1920 g ü n ü karlı bir havada bir s ü r ü yüklü e r z a k arabasıy la bunlar ın ö n ü n d e v e arkasında d ö r t y ü z el l i kişilik, bir C e z a y i r , Ermeni ve Frans ız s a v a ş ç ı koruy u c u kıtası. T e ğ m e n Feniş b u y r u ğ u n d a Antep' ten M a r a ş ' a d o ğ r u yo la çıktı. Savaşçı lar ın ellisi C e z a y i r s ipahis i (atlı), ger i kalanlar da piyade ve bunların ç o ğ u n l u ğ u da Antepl i Ermeni lerdi . T e p e d e n t ı rnağa silâhlı olan bu « i a ş e » kolu Keferd iz yoluyla i lerleyerek yirmi kilometre yo l aldıktan s o n r a karanlık bas ınca g e c e y i geçirecek bir y e r d ü ş ü n ü r ken tam yolunun üzer inde A r a p t a r köyünü g ö r d ü . E ğ i limli b ir sırt üzerine kurulmuş olan bu köyün evler i hep b a h ç e l e r iç indeydi. İ lkbahar v e yaz g ö r ü n ü ş ü b a y a ğ ı g ü zel o lan Araptar k ö y ü , bu g e c e bolca y a ğ a n kar alt ında y i tmiş gitmişti. P e n c e r e d e n s ızan tek tük bir iki ışık, buranın bir köy o l d u ğ u n u g ö s t e r i y o r d u . Durmadan y a ğ a n kar, k ö y ü n ağaçlar ın ı b irer karaltı olmaktan çıkarmışt ı .
A r a p t a r halkı, akşam karanl ığında köye g i r e n bu kalabalık düşman askerinin karşısında ilkin biraz şaş ı rd ıysa da s o n r a ileri gelenler, bunun ne demek o l d u ğ u n u anlamak üzere T e ğ m e n Feniş ' in karşısına çıktıklarında bu gece bu asker in ve bu hayvanlar ın bu köyde bar ınması g e rektiği karşıl ığını aldılar. Bu karlı-buziu g e c e d e s a v a ş ç ı ve hayvanlar ın ın donarak ölmelerini önlemek isteyen T e ğ m e n Feniş, hayvanlar ın ahır lara, erlerin de evlere zor la sokulmasını buyurdu. B u n u n üzerine Antepl i Ermeni savaşç ı lar , bütün kapıları dipçiklerle kırarak açt ı lar ve köylüler i d o n gömlek yataklar ından kaldırıp dışarı attılar. Kendi ler i ve hayvanlar ı buralara yerleşti ler. E v l e r e zor la y e r l e ş e n Fransız üniformalı savaşçı lar , bununla yetinmeyerek, el ler ine geçirdikler i bütün kız ve kadınları da ölümle korkutarak yataklar ına almakta gecikmedi ler. Saldırganlar ın el lerinden kurtulabilen çoluk ç o c u k ve k ö y ü n erkekleri, Araptar ' ın dolaylar ındaki köylere sığındı lar, olanı, biteni anlattılar. K o r k u n ç ve kutsal bir öfke k ö y d e n köye bir çığ gibi b ü y ü y e r e k gitti. Araptar köyü erkekle-
532
l in in g e c e yarısı istediği yardıma karşılık gelmekte g e cikmedi. Bu kara o laydan sonra bütün köylere yayı lan kara haber halkı g e c e yar ıs ı yataklar ından uğrat ıp kara kara d ü ş ü n d ü r m e y e başlamıştı. Yar ın, hepsinin başına g e lecek olan. bundan başkası değildi. A r a d a n dört saat ancak geçmişt i ki B o y n o oğlu Memik'in b u y r u ğ u n d a elli kişilik bir savaşçı g r u b u , dört y ü z elli kişilik « ı rz ı k ır ık»la savaşmak üzere geldi . Memik'le birlikte Ç a v d a r A ğ a ve o d a m l a r ı . Yamaç O b a l ı Dede A ğ a ve adamları da gelmişti. Kafi lenin sabahley in g e ç e c e ğ i yol üzerindeki Çatalma-zı 'da s iper ler kazdılar. Buras ı , tam bir pusu yer iydi . S a b a ha karşı hazırladıkları s iper lere giren Memik' in savaşç ıları, h ınçtan ve soğuktan t i treyerek, bir y a n d a n da s igara sar ıp bıyıklarını burarak düşmanı bekl iyorlardı.
Beri yanda düşman askerler i , geceley in Araptarl ı la-rın sandıklarını kırıp yükte hafif, pahada ağır ne bulmuş-larsa almış, evlere de g a z döküp ateşe verdikten sonra sabahleyin erkenden yola dizilmiş i lerl iyorlardı!
Araptar ' ın dolaylar ında karlara gömülerek g e c e y i geçirmiş olan yaşl ı erkek ve kadınlar, ağlayarak ve soğuktan t i treyerek bu kapkara dumanlara bakıyor ve düşmana en korkunç beddualar ı ediyor lardı .
T e ğ m e n Feniş' in kafi lesi, Çatalmazı 'ya sokulmuştu ki birdenbire yüksekteki ç e p e ç e v r e s iperlerden bir kurşun y a ğ m u r u n a tutuldu. G e r ç e k bir şaşkınl ık, içine yuvar landılar. S o n r a , toparlanıp savunma tertibatı almaya çalışt ılar. Karşılıklı ateş üç saat s ü r d ü ve bu süre içinde Fransız kafilesindeki savaşçı lar , g ü n e ş görmüş kar gibi eridiler.
A n c a k B o y n o oğlu Memik'in kurşunlar ından kaçıp kurtulabilen birkaç Fransız asker i , Antep'e varabi ldi .
Frans ız kumandanlığıyla birlikte Antep'teki bütün Hır ist iyan kolonisi, heyecana d ü ş t ü . Fransız kumandanı, hemen mutasarrıfa başvurarak olay suçlularının cezalandırı lmasını istedi. Bir heyet hazır lanarak Araptar*a g ö n d e rildi. Karma heyetin düzenlediği raporda Türk ler in haklı o l d u ğ u anlaşıldı.
A r a p t a r olayı, salt katıksız halkın meydana get irdiği
533
bir anıttı. Araptar k ö y ü n ü n yeşi l sırtlarına dikilmiş olarak gel ip g e ç e n kuşaklar b o y u n c a parlayacaktı .
Antep Türkler i , bu olayı örnek olarak aldı. Zafer umud u , her Anteplinin kdpısını çalmaya başlamıştı. Y a b a n c ı z u l m ü n ü n , dönüş yollarını göz lemeye başladığı bir d ö n e m , gel ip çatmışa benz iyordu.
20 O c a k 1920 g ü n ü çarşaf l ı g e n ç bir kadın yanında sekiz yaşındaki oğlu Mehmet' le Fransız kumandanl ığının el koyduğu taze ekmek kokuları gelen fırının ö n ü n d e n g e ç i y o r d u . Fırında çal ışan birkaç Fransız asker, birdenbire f ı r ından dışarı f ır layarak g e n ç kadının ö n ü n ü kesti. K a dıncağız ın peçesini açmak için onunla itişip kakışmakta-larken Mehmet bunlardan birinin üzerine atıldı ve gırt lağ ına sarı ldı.
— Gâvur lar, edepsiz herif ler, ne ist iyorsunuz b izden? Defolun burdan! diye bağırd ı .
Bu çığlık gibi bağır ış ı , b irçok işiten o l d u y s a da henüz kimse ne olduğunu anlayamadan süngülü fırın nöbetç iler inden biri, s ü n g ü s ü n ü Mehmet' in karnına sapladı. Çoc u ğ u n can acısıyla haykır ışı ve ananın attığı çığl ıklar, Frans ız askerlerini korkutup kaçırdığı gibi , bütün çarş ı halkı oraya toplandı. Ç o c u k , karlar üzerinde göl lenen kanlarına bulanarak c a n vermişt i .
Şehrin T ü r k mahalleleri, birdenbire elektriklendi ve halk, bir sel gibi o lay yer ine aktı. Mağazalar ın, dükkânlar ın kepenkleri şiddetle iniyor, her kafadan bir ses çıkıy o r , ulusal türden g e r ç e k ve büyük bir öfke, şehr in ruh u n u sarsarak d o l a ş ı y o r d u . O l a y yer inde toplanan kızgın halk, hemen suçluları yakalayıp linç etmek üzere fır ına saldırdı. Saldırganlar, tutularak, aklı başındaki kişilerin şefaatiyle ölümden kurtulup Fransız kumandanlığına teslim edildiler.
Ertesi gün, T ü r k kesimindeki bütün dükkânlar yenid e n kapatıldı. Minarelerde uzun süren yanık ezanlar okund u . C e n a z e namazı kıl ınan Mehmet' in tabutu T ü r k bayrağ ı n a sarılarak omuzlar üstünde götürüldü. Bütün kadınlar ve kızlar ağl ıyor, yaşl ı kadın ve erkekler, dudaklar ı
534
.kıpır kıpır oynayarak beddua ediyordu. T a b u t u n arkas ı n d a yirmi bine yakın insan vardı . Halk, bir granit kütlesi gibi ayaklanmış, zu lmün üzerine y ü r ü y o r d u . T a r i h kitaplarından ve Kanunî Sultan Süleyman'dan kalan T ü r k -F r a n s ı z dostluk efsanesi , şimdi lime lime olmuş bir paç a v r a zavall ı l ığıyla yer lerde, ayaklar alt ında sürükleniy o r d u .
Kumandan Saint-Marie, tehlikenin b ü y ü d ü ğ ü n ü g ö rerek halkı yatıştırmak, üzere çareler araşt ı rmaya başladı. Ü s t üste bildiriler yayın layarak suçlular ın şiddetle cezalandır ı lacağını bildirdi. Bu s ı rada binlerce kişi, Ş e y h M u s t a f a efendinin evinin av lusunda toplanmış bağır ıp çağır ıyor , yatıştır ı lamayan öfkesine şeyhin kı lavuz olmasını is t iyordu.
Saint-Marie, bunu görerek Ş e y h Mustafa efendiden medet umdu ve onunla görüşmek istediğini bildirdi. S o n ra da silâhlı koruyucular ın ın ortasında otomobi lden inerek şeyhin av lusuna girdi. Bütün yüz ler , düşmandı ve bir d u v a r gibi kapalıydı. K u m a n d a n , halkın, g e r ç e k t e n tehlikeli bir öfke içinde bocaladığını yüz ler inden ve bakışlar ından
sanladı. Ş e y h Mustafa efendinin yanıbaşında dikilerek halktan ö z ü r diledi :
— Pardon, dedi, s ize hükümetim adına tarz iye ver iy o r u m . Ç o c u ğ u n ölümü beni de çok üzdü.
Suçlu lar mutlaka cezalandır ı lacaklardır; buna inanmanızı r ica ederim.
Saint-Marie, bununla da kalmayarak ertesi gün M e h met' in annesine iki y ü z altın lira « tazminat» vermek ist e d i y s e de kadın, bu parayı almak istemedi.
Frans ız kumandanı, halkın öfkesinin k o r k u n ç l u ğ u n u g ö z ö n ü n e alarak şehirde silâhlı kıtalar dolaşt ı rmaya başladı. Fransız kıtalarının tek yanlı güvenl iği sağlama gir iş imi, işi büsbütün karıştırdı. Mutasarr ı f , T ü r k ve Ermeni
•mahallelerinde T ü r k ve F r a n s ı z karma devr iyeler inin d o laştırı lmasını önerdi ve bunun T ü r k halkının güvenl ik duyg u s u n u daha çok artt ı racağını söyledi. Bu öner i , benimsendi ve Antep sokaklar ında T ü r k pol isiyle Frans ız jan-«darması, birlikte dolaşmaya başladı.
Pazarcık'a yirmi, A n t e p ' e kırk ki lometre çeken B e s n i k a z a s ı n a bağlı Kürt Elif k ö y ü n d e Kabalar aşireti reisi Mamo ile karısı A y ş e ' d e n 1888'de g ü r b ü z bir erkek ç o c u k d o ğ d u . Adını Mehmet koydular. 1904'de Ermeni çeteler i Elif köyüne bir baskın yaptı lar. K ö y haikı, çet in bir s a v u n m a yaptı. Yalnız, bu çarpışmada Mehmet' in babas ı M a m o , topuğundan v u r u l d u . Yara zamanla kangrene ç e virdi ve adamcağız, henüz kırk beş yaş ında öldü. Babası ö ldüğünde Mehmet, on altı y a ş ı n d a y d ı .
Rişvan oymağında abalar aşiret i , M a m o ' n u n z a m a n -•sız ölümünden sonra o ğ l u Mehmet' i reis olarak benimsed i . Mehmet, okuma-yazma ö ğ r e n d i , bir arada köy h o c a lığı yaptı . O n a ver i len Mol la adı burdan g e l i y o r d u . O k u -ma-yazmayı babası henüz s a ğ k e n A k ç a d a ğ kazasının S ö ğüt lü köyünde öğrenmişt i . Babasının ö lümünden sonra da okumasını ilerletti. Babas ı , d a v a r sürüler i bes l iyordu. B u n dan dolayı da şu yay la senin, bu yayla benim g e z i y o r -ladı. On altı yaşında babasından öksüz kalan Mehmet' in aşiret reisliğine seçi lebi lmesi için e p e y c e yaş lanması , akıl v e tecrübe sahibi olması gerekmişt i . Mehmet, d o ğ r u , y i ğit ve zeki bir g e n ç adam olarak herkesin g ö z ü n e ç a r p makta gecikmemişti. Kendi aşiretinin insanları, onun davranışlarını, yaşının gerekt i rd iğ inden üstün buluyor lardı .
İlk dünya savaşında Besni askerlik ş u b e s i , tam askerlik çağındaki Mehmet' i E r z u r u m cephesine g ö n d e r d i . M e h met, Rus ordularına karşı y iğ i tçe çarpışarak çavuşluk rütbesini almakta gecikmedi. Birçok savaşlara girdi , çıktı. En sonra tıpkı babası gibi ayağından yaralanarak Malatya'deki ûsker hastanesine gönderi ld i . Mehmet' in hastaneden taburcu olarak y ine c e p h e y e gitmesi gerekmedi. Şundan ki: Bir inci Dünya S a v a ş ı , birdenbire bıçakla kesi l i r gibi bitivermişti. H a s t a n e d e n çıkararak E l i f e d ö n d ü ğ ü n d e birçok akraba ve arkadaşının geri dönmemiş o lduğunu g ö r d ü . Hepsi birer kemik tümseği gibi d o ğ u topraklar ında kalmıştı. Mehmet, hastaneden çıkarak köye g e l diğinde henüz ayak bi leğindeki y a r a sız layıp d u r u y o r d u . T a m sağlam sayı lmazdı.
536
K ö y ü n e döndükten s o n r a , birçok e ş k i y a - g r u p l a r ı n ı n memleketi kasıp kavurduğunu g ö r d ü . H iç bir y a n d a mal ve c a n güvenl iği kalmamıştı. Askerden gel ir gelmez c a n d a n arkadaşı Mamato'nun büyük bir eşkiya çetesinin b a şında gezdiğini g ö r d ü . G ö r ü ş t ü l e r . ' M a m a t o , o n u n da kendisiyle birlikte eşkiyalık yapmasını çok istedi ve o n u z o r -ladıysa da başaramadı.
Adıyaman-Besni-Pazarcık dolaylar ında g e z e n eşk iya-iar, halkın başına g e r ç e k t e n büyük belâ olmuşlardı . H ü kümet, salt adda kaldığından halkı bu korkunç belâdan -kurtaracak hiç bir güveni l i r g ü ç yoktu. Bu dolay larda g e z e n ve ç e v r e y e korku salan çetelerin en b ü y ü ğ ü , halkın « B o z o » dediği B o z a n kardeşler çetesiydi k i y ü z - y ü z elli kişi tutarındaydı. Bozan' la A b u z e r , Mamo, S e y d o adlı ö b ü r üç kardeşi, Malatya'nın Balyanl ı aşiret indendi.
B o z a n , asker kaçağı o lduğundan d a ğ a çıkmak z o r u n da kalmış, kendisini kovalayan birkaç jandarma s u b a y ı ile birkaç jandarmanın da başını yediğ inden ç e v r e y e ün salmış, birkaç ufak çete ile de birleşerek daha çok g ü ç lenmişti.
Bozan A ğ a , yoksul halka iyilik ederek on larca k o r u nan insancıl eşkiya reisler inden değildi. Birçok köyleri basıyor, soyup s o ğ a n a çevir iyor, bu arada c a n a da kıy ıyor, kan da d ö k ü y o r d u . Halk, canavarl ığıy la ün salmış olan bu adamdan yı lgındı.
Bozan A ğ a , bir g ü n Pazarcık'ta Atmalı aşiret inin reisi olan Paşa Yakup'un Kösüklü-Haydarl ı t ren i s t a s y o n u arasındaki Lordin çiftl iğini bastı. Paşa Yakup'un çiftl ikte bulunmadığı bir s ırada yapı lan baskında B o z a n A ğ a , çiftliğin bütün paralarını ve değerl i mallarını y a ğ m a etti. Bu arada Paşa Yakup'un yakın akrabası o lan C a n e y , Hanım ve Eley adlı g e n ç ve güzel kadınları at larının terkis ine atan eşkiyalar, çiftl iği bütün yakıp yıkarak s o l u ğ u dağların yalçın doruklar ında aldılar.
Kabalar aşireti reisi Mehmet, Paşa Yakup'a karşı y a pılan bu korkunç kötülükten pek çok üzülmüştü. Paşa Yakup, onun yakın akrobasiyd i : S o n r a , bu yapı lan iş en namussuzca bir eşkiyalıktı. Mal ın götürülenini götürmüşler ,
537
götüremediklerini yakıp yıkmışlar, en kötüsü, üç g e n ç kadını da rezilce dağa kaldırmışlardı. Böy le bir alçakl ığın c e z a s ı n ı vermek gerek iyordu. B o z a n A ğ a bunu haketmişti.
Mehmet, çiftlik o layından sonra, çok siinrli ve öfkeli b i r adam olup çıkmıştı. O l u r olmaz herşeye bağır ıp çağır ıy o r d u . C a n sıkıntısından ve kızgınl ığından ağz ına bir lokma bir şey koymuyordu. Bir g ü n sandıktaki paraları çıkarıp s i lâh ve cephane almak kararını verdi . Sandığ ın açı lması u z u n sürdüğünden kapağını kırıp paraları ç ıkardı . Karış ır ı m boynundaki altınları çıkarttır ıp aldı. Birkaç gün içinde ev, mavzerlerle ve cephaney le doluverdi . Mehmet; kardeşi Mamo, eniştesi Kara Si lo 'yu yedeğine alarak aşiretind e n ve akrabasından birçok atıcı ve yürekli kişiyi si lâhlandırdı. Köyde ve aşiret bölgesinde si lâhlarıyla şöy le bir g ö r ü n e n Mehmet, atının başını, Ant i toros dağlarının keklik s e s i n d e n geçi lmeyen çıplak ve yalçın doruklar ına çevirdi .
Çetes iy le Bozan Ağa'n ın izini sürüp duran Mehmet' in adı hemen duyulmaya başladı. Köylüler, aşiret halkları s e v i n i y o r s a da Bozan' ın giz lendiği yeri bi ldirmekten çekin i y o r d u . Korku, dağları bekl iyordu. Mehmet, böyle çetes i y l e korkunç bir eşkiya reisinin arkasında dolaşa dursun adı da y a v a ş yavaş Mehmet' l ikten çıkıp Karayı lan'a dön ü y o r d u . Şundan ki onlara baba yanından Karayı lan deniy o r d u . Bir lâkabın meydana çıkması ve tutması için önemli bir olay gerekti. B o z a n Ağa'n ın kovalanması işi de b u n u kolaylaştırmıştı.
Karayı lan' ın, B o z a n A ğ a belâsını ortadan kaldırmak ü z e r e dağa çıktığını ö ğ r e n e n Malatya ikinci inzibat kumandanı Mehmet Âdil bey, o n a gizl i bir mektup g ö n d e r d i . Mekt u p şöyle diyordu :
— Bozan Ağa'nın hükümetçe takibindeyiz. S iz in de B o z a n Ağa'y ı kovaladığınızı öğrendim. Senin bir eşkiya deği l bir yurtsever o l d u ğ u n u bi l iyorum. Seninle Malatya 'd a görüşmek ist iyorum.
Mektubu okuyan Karayı lan, çok sevindi , kardeşi Ma-m o ' y u da yanına alarak Malatya'nın yolunu tuttu. J a n d a r m a kumandanı, onları çok d o s t ç a karşı ladı. Bu belâyı o r t a k l a ş a ortadan kaldırmakta anlaştı lar. Şimdiye dek B o -
538
z a n A ğ a hükümetçe çok izlenmişse de köylüler, ölüm •korkusu y ü z ü n d e n o n a yardımdan çekinmişlerdi. Ahmet •Âdil bey. Karayı lan çetesinin hükümetin jandarmasından daha iyi iş göreceğin i anlamış ve bundan yarar lanmak ü z e r e hemen davranıvermişt i . Karayı lan, B o z a n A ğ a ' y ı ölü ya da diri olarak yakalayacağına s ö z ver ip iki-üç günlük •konukluktan sonra M a l a t y a ' d a n ayrı ldı ; adamlarının bab ı n a d ö n d ü .
Karayı lan' la kardeşi M a m o , geri döndükler inde hem kendi ler i , hem de önemli adamları için yanlar ında şöyle •belgeler de getirmişlerdi :
— Bu vesikada adı ve lâkabı yazı l ı kişilere hangi askerî birlik o lursa olsun el inden gelen yardımı yapacakt ır . C e p h a n e , s i lâh, y iyecek, kuvvet ve buna benzer yardımı es i rgemeyecekt i r . Birl iklerin başında bulunanlar la işbirl iği y a p a c a k l a r d ı r .
Karayı lan, Mamato, Ş i ro Mamo, Kara Si lo 'nun kardeşi H o r t o ğ l u , böyle birer belge taş ıyordu.
Ahmet Adi l bey, ayrı l ı rken onlara şöy le demişti : — B e n , ayr ıca B e s n i ' y e , Pazarcık a, Adıyaman'a ve
g e r e k e n yer lere, size yard ım yapılması için mektup y a z a rım. Mut laka Bozan' ı ölü ya da diri yakalayacaksın ız . S i z e v e r d i ğ i m bu vesikayı s u b a y l a r d a n başka hiç bir kimseye g ö s t e r m e y e c e k s i n i z . Besni 'de Rifat b e y e de emir y a z a c a ğ ı m . Ald ığ ım s o n habere g ö r e B o z a n A ğ a , K a r a d a ğ ' d a bulunuyormuş. Siz lere verdiğim bu görev in kutsall ığını anlay ış ın ıza bırakıyorum. Ne şahsım, ne şahsınız için deği l bir p a r ç a s ı o lduğumuz az iz milletimiz ve sevgi l i vatanımız için çal ışma zamanı gelmiştir. Haydi , arslanlar ım, görey im siz i . İnşaal lah, pek yakın zamanda B o z a n denen namussuz ırz, mal, c a n düşmanının haddini bi ldirirsiniz.
* **
Paşa Yakup'un çift l iğinin yakıl ıp yıkı lması, talan edi lmesi ve ayr ıca burdan birkaç güzel gel inin d a ğ a kaldırılm a s ı , yaln ız Karayı lan' ı deği l bütün Kabalar aşiretini kı-mı ldatmışt ı . Pazarcık' ın Ardı l köyü bütün nişancı lar ın bir t o p l a n m a yer i o ldu. Ardı l köyü boş deği ldi . Al i H a y d a r b e y Alt ıntaş'ta bar ınan b u y r u ğ u n d a k i süvar i g ü c ü n ü n bir
539
b ö l ü ğ ü ile burada bu lunuyordu. Yanında Nur i ve M i r z a adlı iki g e n ç subay da vard ı . Karayı lan ve arkadaşlar ı , el lerindeki belgeleri göstererek Al i H a y d a r beyle g ö r ü ş tüler ve anlaştılar.
H e p birlikte köyden çıkarak B o z a n A ğ a ' n ı n peş ine düştüler. Tülecik köyüne vararak Mehmet A ğ a ' n ı n e v i n e indiler. Artık, bütün köylüler, hükümetle el ele v e r e n halkın B o z a n Ağa'y ı kovalamaya başladığını b i l iyordu. Esk iden türlü baskılara karşın ağzın ı bıçak a ç m a y a n köylüler. B o z a n Ağa'n ın yerini söylemek yürekli l iğini g ö s t e r e c e k duruma gelmişti. Burda B o z a n Ağa'n ın H o r o z köyünde bulunduğunu bildirdiler.
Ali H a y d a r beyle Karayı lan, H o r o z köyüne iki koldan yürümek ve Bozan' ı iki ateş arasına almak üzere d a v r a n dılar. Ali Haydar bey buyruğundaki yirmi sekiz atlı ile bir koldan, Karayı lan ve arkadaşları bir başka koldan ilerlediler. Karayı lan' ın çetesinde atlı olarak yalnız kendisiyle kardeşi Mamo vardı .
Ali H a y d a r beyin atlı larıyla Karayı lan' ın çetes i , B o z a n A ğ a ' y ı H o r o z köyünde kıstırmakta gecikmedi lerse de s a -at larca süren çat ışmada B o z a n Ağa'n ın hepsi atıcı o lan çeteci ler i baskıncı lara çok tehlikeli dakikalar yaşat ıp birkaç da asker öldürerek sık ormanlara çekildi ler. Y ü z yıllık ardıçlar, meşeler ve çamlarla örtülü ya lç ın kayalıklara d o ğ r u kurşun ata ata çekilen kalabalık B o z a n çetesi, gerç i kurtulmuşsa da bu baskın türü dolayıs ıy la iy ice tedirgin olmuştu. Bu y ü z elli kişilik çete, bu ya lç ın dağlarda hükümetin jandarmasıyla her zaman eğlenip, a lay edebi l i rse de kendi s o y u n d a n , yiğit, g ö z ü pek halk ç o cuklarının jandarma ile el ele ve yanyana peşler ine d ü ş mesi, elbette çok tehlikeliydi. Artık, s o n s u z bir kaçış ve kovalayış başlamıştı.
Bu çatışmada Karayı lan' ın adamlarından ölen kalan olmadıysa da birkaç zavall ı Mehmetçik' i H o r o z k ö y ü n ü n mezarl ığında bırakmak z o r u n d a kalarak ayrı ldı lar. Pazarcık jandarma kumandanı İsmail Hakkı beyle Paşa Yakup, sekiz yüz kişilik silâhlı bir aşiret g ü c ü y l e Ali H a y d a r beyle Karayı lan' ın yardımına koştular. B o z a n A ğ a ile adam-
540
l a n , artık ürkek geyik ler gibi soluk almaya vakit bulam a d a n dağdan dağa kaçıyor, izlerini yit irmek için bin tür lü d ü z e n kul lanıyorlardı.
Al i H a y d a r beyle Karayı lan müfrezesi . Yavuzel i 'n in Mi lenis köyünde İsmail Hakkı beyle Paşa Yakup'un izleme •gücüyle buluştular. Ali H a y d a r bey. burda da B o z a n A ğ a ' nın saklandığı yer i ö ğ r e n d i . Kara Yı lan'a :
— B o z a n A ğ a şu s ı rada H a v u z köyünde bulunuyormuş. Birkaç askerimizi daha öldürmüş. A m a n arslanım. art ık şu B o z a n denen itin hep beraber hakkından gelel im. H e m e n , Havuz köyüne yetişel im! dedi.
Karayı lan' la adamları , y ine y a y a n olarak sıkı bir y ü rüyüş le bir buçuk saatta H a v u z köyünün yanıbaşındaki d a ğ a vardı lar. Nur i beyle askerler i , atlı o lduklar ından çok ö n c e gelmiş, atları kuytuya çekmiş, kendileri de bir ç u k u ra sinmiş bekl iyorlardı. Karayı lan, Nuri beyin gösterd iğ i y e r e g ö ğ s ü n d e asılı dürbünüyle*bakt ı . K ö y ü n biraz ötes indeki kara kıldan g ö ç e b e çadır lar ı arasında B o z a n A ğ a ' n ı n adamları her şeyden habers iz dolaşıp duruyor lardı . Daha ö n c e eşkiyalarla Nuri beyin yaptığı çat ışmada birkaç as-kercik daha ölmüş iki asker de tutsak edil ip götürülmüştü. Dürbünle bakil ınca iki asker in de onların arasında o l -B u ğ u g ö r ü l ü y o r d u . Karayı lan' la Nuri bey, anlaşarak eşki-yalar ın toplu bulunduğ y e r e yayl ım ateşi açt ırdı. Bir a n da eşkiyalar çil y a v r u s u gibi dağıldılar. S o n r a da birer y a n a sinerek yayl ım ateşin geldiği dağa d o ğ r u ateş etmeye başladılar. Akşam karanlığı da basmak üzereydi . G ü neş battıktan sonra köyde sessizl ik başladı. B o z a n A ğ a ' nın, eşkiyasını alıp sıvışt ığı anlaşı l ıyordu. Karayı lan, adamlarını tert ipleyerek H a v u z köyüne girdi. Nur i bey, asker leriyle dağda kalmıştı. Köy lü ler korku iç indeydi. B o z a n A ğ a ' nın tutsak ettiği iki askeri köyde buldular. Atı lan k u r ş u n lardan biri bunlardan birinin elini delip geçmişt i .
Karayı lan, çatışma alanını dolaşırken dere kıyısında iki eşkiyanın uzandığını g ö r d ü . Biri hiç kımıldamıyor, s e s ç ıkarmıyorsa da öbürü inleyip d u r u y o r d u . Bir kurşun ç e nes in i parçalamıştı. Eşkiyalar, tanınmasın diye ö lüyü anad a n doğma soymuşlar, « a v r e t mahal l i»ne de bir a s k e r
541
kalpağı örtmüşlerdi. Ö l ü , kurşunu tam g ö ğ s ü n d e n y e m i ş ti. Karayı lan' la arkadaşları ö l ü y ü tanımakta gecikmedi ler . B u , Atmalı aşiretinin Keli K ö v e oğlu Ali idi.
Karayı lan, dost kurşunuyla eli parçalanan askeri al ıp köye götürdü. Nuri beye haber salarak onu da köye ç a ğırdı . Karayı lan' la Nuri bey, Milenis köyünde bek leyen kumandan İsmail Hakkı beyle Paşa Yakup'a mektup y a zarak bir haberciy le gönderd i ler ve onları H a v u z k ö y ü n e çağırdı lar. O n l a r gel ince hiç beklemeden B o z a n A ğ a ' n ı n kaçtığı yöne d o ğ r u yola çıktılar. Eşkiyalara hiç s o ğ u k a ldırmayarak sayılarını azaltmayı amaç tutuyor lardı . Y o r u lan, yara lanan, korkup çeteden ayrı lanlar y ü z ü n d e n ç e t e , ister istemez azalacak, küçülecek ve yok edilmesi kolaylaşacaktı .
G e c e yar ıs ı , Yavuzel i 'ne vardı lar. H a y v a n l a r da k e n dileri de çok y o r g u n d ü ş t ü ğ ü n d e n güvenlik tert ibatı a larak g e c e y i burda geçirdi ler. Sabahley in g ü n ışırken y e niden yola koyuldular. Karadağ' ın ardıçlar ı , meşeleri ve çamları arasından çetin bir yolculuk yaptı lar. Ali H a y d a r bey, buyruğundaki atlılarla A r a b a d a n ' a bağl ı K a r a c a v i r a n köyünde bulunuyordu. O n l a r da oraya vardı lar. Artık y ü reklenen halk, her y a n d a n eşkiyalar ın gitt iği yönler i ve bulundukları, mola verdikleri yer ler i bi ldir iyor, izleyişi iy ice kolaylaştır ıyorlardı.
Karacav i ran köyünde dinlenir lerken B o z a n A ğ a ' n ı n Besni kazasının Şombayat köyünde bu lunduğunu işittiler. Kabalar aşiretinin bütünüyle si lâhlanarak B o z a n A ğ a ' n ı n arkasına d ü ş ü ş ü , onun b ü y ü s ü n ü kırmıştı. Karayı lan, adamlarını alarak pek hızlı bir y ü r ü y ü ş l e Besni toprağına g e ç i p Şombayat köyüne yaklaşt ığ ında, büyünün b o z u l d u ğ u n u yakından anladı.
B o z a n A ğ a ' y l a adamları , bu köye girmek is tey ince köylülerin açtığı sert bir ateşle karşı laşmıştı. B o z a n A ğ a , köylülerle yapı lan silâhlı çat ışmaların bir eşk iya için s o n kerte tehlikeli o lduğunu bi ldiğinden çat ışmayı s ü r d ü r m e yip başka bir köyde mola vermek üzere o r d a n uzaklaşmıştı. Şombayat ' tan y ü z bulamayan B o z a n A ğ a ç e t e s i . Balyanl ı köyüne uğramış, orda da silâhla karşı lanmışt ı .
O r d a Rifat beyle çete aras ında yapı lan çat ışmada B o z a n A ğ a ayağından yara lanmışsa d a ö b ü r y a n d a n Rifat beyin b u y r u ğ u n d a ç a r p ı ş a n s u b a y Bedir bey, İnce bey o ğ lu Derv iş vurulup ölmüşlerdi . Karayı lan' la adamlar ı , Ba l-y a n l ı ' y a vardıklar ında B o z a n A ğ a ile çetesi ç o k t a n d o ğ u y a d o ğ r u s a v u ş u p gitmişti. Karayı lan, hiç mola v e r m p d e n adamlarının başında A d ı y a m a n kazasının Ş ıh lar k ö y ü n e yo l landı . O r a y a vardık lar ında B o z a n A ğ a v e adamlar ın ın köyün karşısındaki Ö l b e k dağına çıktıklarını öğrendi ler . O n l a r da Ölbek dağına t ırmanarak eşkiyaları kuşattı lar. Her y a n d a n çevr i len eşkiyalar ın, bir yanı açık kalmıştı k i burası da, şu s ı rada geçi lmesi g ö z e a l ınmayacak bir su ile çevr i l iydi . Çat ışma başladığında g ü n e ş bat ıya d o ğ r u devri lmek üzereydi . B o z a n çetes i , yaral ı reisleriyle kapana b e n z e r bir yere sıkıştır ı lmışsa da karanl ığın b irdenbire gel ip çatmasıy la y ine bir kurtuluş umuduna sarı lmışlardı. S a r p ve çetin kayalıklar üzer inde üşüyerek, uykusuzluktan ve yorgunluktan per işan bir durumda sabahı eden Karayı lan' la adamları , karşı lar ından ses seda gelmediğini g ö r ü n c e eşkiyalar ın bir tek açık olan su y a n ı n d a n g e c e n i n karanl ığından yarar lanarak sıvıştıklarını anladı lar. Karayı lan burdan da elleri boş olarak yine K a r a d a ğ ' a d ö n d ü . O r d a n Besni kazasının birkaç köyünü taradı lar. B u r d a aldıkları en yeni habere g ö r e , B o z a n A ğ a çetesi H a r a b e köyünde idi. Karayı lan, adamlarının önüne düşerek sıkı bir y ü r ü y ü ş t e n sonra H a r a b e köyünün dolay lar ına yaklaşt ığında köyden si lâh sesler i işitti. S o n r a , anlaşı ldığına g ö re su başında g ö r e v d e bulunan iki jandarma er i , B o z a n A ğ a ' n ı n çetes inden birkaç kişinin köye d o ğ r u geldiğini g ö rünce ateş etmiş, s o n r a , bütün çetenin arkadan yetişt iğini görerek Beydil i köyüne kaçmıştı . J a n d a r m a l a r , eşkiyaların iki atını vurmuşlardı . Beydil i köyünde B o z a n çetesini kovalayan Hamza beyin müfrezesi b u l u n u y o r d u . J a n d a r malardan durumu ö ğ r e n e n H a m z a bey, hemen H a r a b e köy ü n e seğirtt i . İşte, si lâh sesler inden kuşkulanarak tilki k u r nazl ığıyla Harabe köyüne y c k l a ş a n Karayı lan' la adamları, orda Hamza bey müfrezesiy le karşılaştı lar. Kösel i aşiret inden birinin verdiği habere g ö r e B o z a n A ğ a , Harabe'-
d e n ayr ı l ınca herhangi bir köy y ö n ü tutmayıp atını d o ğ r u s a r p dağlara sürmüştü- Kösel i aş iret inden olan adam :
— Ben kayanın dibinde p u s u d a bulunuyordum. K a y a n ı n yakınından geçti ler. D o k u z atl ı, o tuz üç de y a y a eşk i y a saydım, dedi.
Karayı lan, bu habere çok sev indi . Demek ki sıkı iz-Jeme s o n u n d a y ü z elli kişilik a z g ı n çeteden kala kala bunlar kalmıştı.
Karayı lan, Kösel i aş i ret inden olan adamı kı lavuz alarak müfrezeye kattı ve iz sürmekte çok usta olan d e ğerl i k ı lavuzun yardımıyla g e r ç e k iz üzer inde seğir t i rces i-ne ilerlediler. Biraz i lerde bir kayanın dibinde pansuman bezler iy le Antep fıstığı kabukları gördüler . Demek ki ava çok yaklaşmışlardı. Karayı lan, dürbünle bakınca Hacı H a lil k ö y ü n ü n kıblesinde b irkaç atın otladığını g ö r d ü . B u n ların B o z a n Ağa'n ın atları o l d u ğ u meydandaydı . Karay ılan, adamlarını avcı hatt ında aç ıp yayarak dağa t ırmanmaya başladı. Sinerek e p e y c e tırmandılar. Bir kayanın üzer inde kıpkırmızı abasıy la bir eşkiyanın g ö z c ü olarak dikildiğini gördüler: M i ç o o ğ l u Hali l , tüfeği doğrul tup ateş etmek üzereydi ki Karayı lan onu d u r d u r d u .
— Dur ki onları t u z a ğ a düşürek, dedi. Karayı lan da Z a m o ' n u n oğlunu g ö z c ü çıkardı. T a m
onlara bir tuzak kurmak ü z e r e kafa patlatırken Zamo'nun o ğ l u :
— Karayı lan A ğ a , d e d i , eşkiyalar bize d o ğ r u gelir ler. H e p s i , dikkatle baktı: B o z a n A ğ a ile adamlarının bu
y a n a d o ğ r u geldiği artık d ü r b ü n s ü z de g ö r ü l ü y o r d u . Karayı lan :
— Arkadaşlar, kır katırı iyi g ö z l e y i n . Yanı lmazsam kır katırın üzerinde B o z a n bulunuyor. Mutlaka Bozan' ı ö l -dürmel iy iz. Başsız kalan eşkiyalar birlik kuramazlar. Yeter artık bu kadar asker ö l d ü r d ü ğ ü , yeter bu kadar nizamı b o z d u ğ u !
Karayı lan, böyle s ö y l e y e r e k adamlarını p u s u y a y a tırdı. Bu pusudan ş e y t a n bile kurtulamazdı. B o z a n A ğ a ' n ı n kır katırı ile kardeşi S e y d o ' n u n k i arka arkaya p u s u y a yakl a ş ı y o r , ötekiler de y a y a ve atlı olarak y a v a ş y a v a ş onlar ın
544
arkas ından g e l i y o r d u . T a m pusuya geldiklerinde Karay ılan ilk mermiyi atarak işaret verdi . Bütün namlulardan çıkan kurşunlar B o z a n ' ı n g ö v d e s i n e d o ğ r u yol aldı. Eşki-yalar ın şaşkınl ığı büyük o lmuşsa da çabucak toparlanarak pusudaki lere rastgele ateş etmeye başladılar. Bu rast-g e l e atı lan kurşunlardan biriyle Karayı lan' ın kardeşi Memo ağır yaralandı. Bir kurşun sol böğründen girmiş sağ b ö ğ r ü n d e n çıkmıştı. İkinci bir kurşun da koluna saplanarak bir anda onu işe yaramaz duruma getirmişti.
Karayı lan, kardeşinin vuru lduğunu işitince çi leden çıktı. Kardeşi M e m o ' n u n çok tehlikeli bir yerde kanlar içinde kıvrandığını g ö r d ü .
— Beni koruyun! d iye arkadaşlarına hedef g ö s t e r e r e k pusudan fırladı.. Kardeşini kaptığı gibi pusuya götürmesi bir oldu. M a m o ' d a n başka iki arkadaşları da v u r u larak ölmüştü. Bunlar Kizirl i , Belverenli köyler inden iki y iğit t i . Mamo'dan başka üç kişi daha yaralanmışt ı .
Eşkiyalar, pusudaki ler i korkunç bir kurşun y a ğ m u r u na tutarak çatışma y e r i n d e n sıvışmış, Mastey Aş inen vadisine d o ğ r u uzaklaşmışlardı. Karayılan'la arkadaşlar ı , ç a -,tışma yer inde hiç bir ö lüye rastlamadılar. Demek ki B o -zan' la kardeşi S e y d o ' n u n ölülerini ikiye kat larcasına kal ı r lar ın üstüne atarak kaçırmışlardı. Karayı lan' la arkadaşları, eşkiyaların d e r e d e n su içmeye bile vakit bulamadan t o z u dumana katarak gidişlerini seyrett i ler.
Karayı lan, hemen oracıkta Bozan' la kardeşinin yapılan çat ışmada ö ldürü ldüğünü bildiren bir rapor yazarak Beydi l i 'de bulunan kumandan İsmail Hakkı beyle M i r z a g ö n d e r d i .
Karayı lan, raporu kumandanlara gönderdikten sonra y ine başsız kalan eşkiyalar ın izini sürmeye başladı. Besni ' nin Sel lok köyü dolay lar ına vardıklarında köylülerden g ü z e l bir müjde alarak ilerlediler. Sellok köyünün y a s l a n J
dığı dağın başında iki d e r i n c e siper kazan eşkiyalar, B o zan' la kardeşi S e y d o ' n u n ölülerini s ipere yatmış gibi bur a y a uzatıp el lerine de birer tüfek vererek bi l inmeyen b i r e r y a n a s a v u ş u p gitmişlerdi.
Karayı lan, hemen ölülerin başlarını kestirerek Pa-
545 3 / F . : 35 Alamut - Çizgiliforum.com
zarcık 'a gönderdi. Yalnız, Bozan' ın öbür iki kardeşi A b u -z e r ile Memo, bu dolaylarda artık dikiş tutturamayacaklarını anlayarak Dersim'e kaçmışlardı.
Yalnız, izlemedeki askerler, Bozan' la S e y d o ' y u kendilerinin ö ldürdüğünü ileri s ü r d ü ğ ü n d e n M a r a ş j a n d a r m a .kumandanı Âkit bey Besni 'ye vararak araşt ırma yapt ırdı . Ş u n d a n ki işin ucunda Bozan' ın başını get i receklere, adanan para mükâfatı vardı . Âkif bey, Bozan' ı vuranın Ka
ray ı lan ' la adamları o l d u ğ u gerçeğin i meydana çıkararak p a r a n ı n onlar arasında bölüştürülmesini sağladı . Karay ılan'la kardeşi Mamo'ya ve onlardan başka daha sekiz Akrabalar ına birer madalya ile y irmişer altın lira verdi ler.
Bozan' ın çetesi , darmadağın olmuş, kar gibi er iy ip •gitmişti. Karayılan'la arkadaşlar ı , tüfeklerini omuzlar ına atarak Elif köyüne döndükler inde gerçek birer kahraman olarak karşılandılar. Art ık Mehmet adını herkes bir y a n a bırakarak onu efsaneye bulaşmış bir ad olan Karayı lan diye çağırmaya başladı.
**
11 O c a k 1920'de Araptar köyünde B o y n o oğlu M e mik'in kazandığı zafere eski Mehmet Ç a v u ş ve şimdi Karayı lan diye anı lmaya başlayan Kabalar aşiret inin g e n ç reisi çok imrenmişti. İnsan, d ü n y a y a yiğitl ik için gelmez miydi? Antep'te kurulan heyeti merkeziye komitesiyle bağlantı kurmayı ve gitt ikçe adları kulaklarda çın çın çınlamaya başlayan ulusal yiğit lerin yanıbaşında nam almayı kafasına koymuştu. Bütün Malatya dolaylarının ve namuslu insanların başına belâ kesilen B o z a n A ğ a çetesini yok edişi, onun çok yiğitl ikler yapabi lecek g ü ç t e bir adam olduğunu herkese göstermişt i . Evet. o kimsenin, hele binlerce jandarma ve asker in yıl lardır başaramadığı bir işi, kurduğu küçük çeteyle başarmışt ı . B u , kendine de bir g ü v e n kaynağı olmuştu. Reisi bulunduğu Kabalar aşiret i , artık ona güç lü bir reis olarak g ü v e n i y o r d u . Bir g ü n , aşiret in bütün ileri gelenlerini Elif köyünde topladı ve ulusal dâva uğrunda savaşanlar ın yanıbaşında Kabalar aşiretinin de yer alması gerekt iğini anlattı. Karşı lar ındaki d ü ş -
546
man g ü z e l g ü n e y topraklarını haksızca işgal etmiş o lan Frans ız lard ı .
Kabalar aşiretinin büyükleri bu haklı d â v a d a o n u n arkas ından gidecekler ine s ö z verdi ler.
B u n d a n g ü ç alan Karayı lan, ilk iş olarak bütün Kabalalar aşiret i erkeklerinin si lâhlanması gerekt iğini s ö y l e di ve kendisi , şimdiye dek biriktirmiş o l d u ğ u beş y ü z altını o r t a y a k o y d u .
Ertes i s a b a h , küçük kardeşi Ş i ro M a m o ' y u sıcak y a tağından kaldıran Karayı lan ona şöyle dedi :
— Şu mektubu, Maraş ' ın T u z h a n ı dolaylar ında adı zar f ın üzer inde yazı l ı s i lâh kaçakçısına v e r e c e k s i n . B e n onunla g ö r ü ş ü p anlaşt ım. İşin içinde hiç bir kahpelik ve o y u n yoktur. Biraz sonra yanına iki silâhlı n işancı , iki de yük katırı vereceğim. Hemen yola ç ıkacaksınız. H iç durmak yok. Al sana beş y ü z de altın. Bunları herife v e rir, s i lâhları g ü z e l c e sar ıp sarmalar, katırlara yükler d ö nersiniz.
Ş i r o Mamo, k o r u y u c u arkadaşlar ıy la, yükseklerde kar, a lçaklarda sulusepken olarak düşen y a ğ m u r alt ında •Maraş'a vard ı . Si lâhlarla cephaneyi alabilmek üzere birk a ç g ü n orda öteye ber iye koşup durmak z o r u n d a kaldı. En s o n r a denen adamı bularak si lâhları, on ikişer-kırkar l iradan sat ın alarak bir g e c e yarısı geri d ö n d ü .
Karayı lan, kazasız, belâsız bu değerl i si lâhları köye yet iş t i rd iğ inden dolayı Ş i ro Mamo'nun sırtını s ıvazladı ve sonra aşiretinin yiğit lerini çağırarak silâhları ve c e p h a neleri on lara dağıtt ı. Karayı lan, böyle bir s ü r ü ç a b a d a n sonra seksen kişilik bir müfreze meydana get irdi . E l indeki bu y a b a n a atılmaz g ü c ü n verdiği yürekli l ikle Antep'-ie tütüncülük eden Merakoğlu Mehmet efendi aracı l ığ ıy la ;«Heyeti M e r k e z i y e » adı altındaki ulusal g ü ç l e r ö r g ü t ü n e bir mektup gönderdi . B u n d a ulusal dâvalara A n t e p ulusal güçler in in yanıbaşında Fransız lara karşı çarpışmak üzere Kabalar aşiretinin kendi buyruğunda haz ı r o l d u ğ u n u , ilk elde seksen kişilik bir silâhlı savaş müfrezesi meydana get i rd iğ in i y a z ı y o r d u . « H e y e t i M e r k e z i y e » o n u v e müfrezes in i canıy la başıyla benimsedi. Bu s ırada «Kı l ıç Al i Pa-
547
ş a » Pazarcık'ta M a r a ş ayaklanışını örgüt lemeye çalışıy o r ve bütün güney bölgesine Mustafa Kemal 'den aldığı bir moral ve savaş iksiri dağıt ıyor, bu da bütün aşiretler üzer inde bir büyük « c i h a t » etkisi y a p ı y o r d u . Aşiret ler, hem içlerine sokulmuş bir düşmapı yok etmenin tadını tatmak, hem de si lâh, alt ın, y iyecek, g iyecek yağmalamak ü z e r e harıl harıl hazır lanıyor lardı.
Karayılan'ın ulusal çetes i , 1919'un Aralık ayı iç inde s a v a ş a hazır bir durumdaydı .
Maraş Kurtuluş S a v a ş ı ve Antep Savaşlar ı başlamad a n epey önce İslâhiye'den ve Antep'ten M a r a ş ' a g iden yol lar üzerinde i lerleyen erzak ve asker kollarına türlü çete ler le baskınlar yapı l ıyordu. Gelenek durumuna gelen bu baskınların en b ü y ü ğ ü n ü Araptar olayının ö c ü n ü almak üzere Boynoğlu Memik yapmışt ı .
Bütün bu baskınları dikkatle iz leyen Karayı lan, A n -tep'teki ulusal komiteden aldığı buyruk üzer ine şanlı bir o lay, bir kahramanlık destanı yaratmak üzere Elif köyünün sırt larında d ü r b ü n ü ile ufukları gözet leyerek bekliy o r d u .
En sonra Antep ulusal komitesinden beklediği işaret geldi. O c a k ayının sonlar ına d o ğ r u "Antep şosesin i iz leyerek Maraş 'a çok büyük bir Frans ız erzak kafilesi g e ç e c e k t i . Bu kafileyi başarı l ı bir biçimde vurmak için o ldukça ince hesaplara dayanmak g e r e k i y o r d u . Ağı r s ilâhların karşısına basit p iyade si lâhlarıyla çıkmak z o r u n da olan bu müfreze kumandanı, aklını ve zekâsını bir a ğ ı r si lâh gibi kullanmalıydı.
Karayı lan, s i lâhlandırdığı bütün aşiret köyler ine hab e r salarak savaşçı lar ı karargâha çağırd ı . Elif k ö y ü , tam bir karargâh olmuştu. Mil let, tepeden t ı rnağa si lâhlanıy o r d u . Seksen kişilik g ü ç hazır lanınca Karayı lan, y e r d e n y ı ğ m a geniş omuzlu, t ıknaz g ö v d e s i y l e atına atladı. Kendis inden başka bir de küçük kardeşi Ş i ro M a m o ' n u n atı v a r d ı . Bütün öbür savaşç ı lar y a y a y d ı . Bütün savaşçı lar , •ağı bolca sarkan kara kumaştan pantolonlar ını , allı, mor-j u , işlemeli ve süslü cepkenler in i giymişler, külahlarının ü z e r i n e renkli ve süs lü poşular ı sarmışlar, bel lerine sa-
548
r ıh f işekliğe üçer-dörder sıra mermileri dizmişler, ayaklarına Eti desenli yün çoraplar ını çekmişler, e lden g e l d i ğ i n c e bir birlik yaratmaya çal ışmışlardı. Hepsin in bel inde sedef kakmalı eski tabancalar, saldırmalar, tür lü bıçaklar vard ı .
Hepsinin sakalları traşl ı , bıyıkları burulu idi. 18 O c a k 1920 g ü n ü Karayı lan, kardeşiyle y ü r ü y ü ş ko
lunun başına geçerek y ü r ü y ü ş b u y r u ğ u verdi . Y ö n , A k s u -Karabıyıkl ı 'ydı. Antep-Maraş yo lunun coğrafyas ın ı çok iyi bilen Karayı lan, bundan a s k e r c e yarar lanmanın yol lar ını aramış, en elverişli baskın yeri olarak o bölgeyi bulmuştu.
Müfreze, köyden ayrı l ı rken kar fırtınası s ü r ü y o r d u . Hızl ı bir yürüyüşle a laca karanlıkta Tek i rs in k ö y ü n e v a rarak Mistik ve Mehmet Ağalar ın evler ine konuk o l d u . G e c e , iyi bir uyku çekerek y ine yola koyulan s a v a ş ç ı l a r , A k ç a b u r ç köyüne vardı lar. Karayı lan, burda Kambur M u s tafa 'dan iki kılavuz alarak dağlara çıktı, çevrey i iy ice inceledi . Burda beklemekte o l d u ğ u önemli haberi de almakta gecikmedi. Fransız erzak kolu, Topaktaş ' ta çadır l ı o r d u g â h kurmuştu. Karayı lan, adamlarıyla Ali Kiya'nın e v i ne konuk oldu. Ali K iya, bir kuvayı Mil l iyeci çetenin b a şıydı. Burda Karayılan çetes ine Mertmenge k ö y ü n d e n Gallo ile arkadaşları da katılarak s a v a ş ç ı sayısını b iraz d a h a arttırmış oldular.
20 O c a k 1920 sabahı , kara karıncalara b e n z e y e n y ü ze yakın çeteci, M a r a ş ' a g iden ş o s e y e tepeden b a k a n mevzi lere girmek üzere karları ç iğneyerek i lerledi. B ü t ü n ova lar ve dağlar apaktı, ufuklar, yeni kar y a ğ a c a ğ ı n ı g ö s teren somurtkan bir morluğa belenmişti.
Karayı lan, çetesini tam bir kıskaç biçiminde y e r l e ş tirmek üzere tertibat almıştı. Kardeşi Ş i ro 'nun b u y r u ğ u na on beş savaşçı vererek Balkaya'ya yerleşmeler ini s ö y ledi. Bu mevzi, ikinci d e r e c e d e önemli olan bir y e r d i . K a rayı lan, müfrezenin büyük bölümünü yanına alarak en c a n alacak noktaya yer leşt i . Çeteci ler , yerleştir i ldikleri yer lerde korunacak s iper ler meydana getirdi ler.
Hepsine, ancak, kendisi düdük çal ınca ateş etmele-
549
rini b u y u r d u . Hepsi , k o y u n postundan gocuklar ına sarınarak bekledi. Sert bir p o y r a z , y e r d e n kaldırdığı karları savaşçı lar ın yüzler ine s a v u r u y o r , üstlerini karla ö r t ü y o r d u . Bekley iş , uzun sürmedi. F r a n s ı z kafilesi, g ö z ü k t ü . Kara-bıyıkl ı 'yı g e ç i p ağır ağır i lerleyen kafilenin ö n ü n d e dört g ö z c ü atlı gel iyordu. Ö n c ü l e r d e n sonra, bir manga atlı, at larını oynatarak ve sağı solu dikkatle gözet leyerek ilerl i y o r d u . Atl ı ların arkasından piyade muhafızları gelmekt e y d i . Bunların arkasından da tepeleme yüklü, çift atlı erzak ve g e r e ç arabalar ı f ıkırdayarak i ler l iyordu. Taş ı t arabalar ın ın arkası da bir kat p iyade ve bir kat atlı koruy u c u ile g ü v e n e alınmıştı.
D ö r t ö n c ü atlı S i r o M a m o ' n u n pusuya yatt ığı kayanın ö n ü n d e n k a y g u s u z c a geçerek gitti. Hâlâ, düdük sesi iş i t i lmiyordu. Fransız kolu y a v a ş yavaş, Karayı lan' ın kıskaç biçimindeki p u s u s u n a girmişti. Fransız piyadeler i , pu-sudaki ler in elli metre i lerisinde y ü r ü y o r d u . İşte tam bu s ı r a d a . Karayı lan, demindenberi el inde k ırarcasına sıkıp d u r d u ğ u d ü d ü ğ ü bütün g ü c ü y l e öttürdü. Düdük sesi işiti l ir işiti lmez tepelerden aşağı yı lankavi bir ateş başladı. İlk dakikada şaşıran Frans ız askerleri , sonra çabucak s a v a ş düzeninde açıldı lar. Arabalar ın arkasına saklanıp, y e r l e r e yatıp ateş etmeye çabalayan Frans ız askerlerini, Karay ı lan çetesinin kurşunlar ı saklandıkları, yapıştıkları y e r d e n bulup çıkar ıyor, hayvanlar ı öldürmemek için de s o n kerte dikkatli davranıyor lard ı . Ö ğ l e üzeri başlayan s a v a ş , durmadan s ü r ü y o r d u .
Ş i r o Mamo'dan elli-altmış metre uzakta birkaç F r a n sız asker i bir makinalı tüfek yer leşt irmeye çal ış ıyordu. O, makinalı tüfeği iyice görmediğ inden o r a y a bir top yerleştirdiklerini san ıyordu. İçinde gizlendikleri çukurdan başını ç ıkaramadığından yanındaki arkadaşlar ıy la namluyu ayar layarak habire o r a y a ateş ediyor lardı . Yerleştir i lmeye çalışı lan âletin başına gelen askerleri armut gibi düş ü r ü y o r l a r , bunların yer ine başka askerler gel iyor, y ine o a ğ ı r si lâhı kurmakta diret iyorlardı. S a v a ş , en kızgın dakikalarını y a ş ı y o r d u . Ş i r o M a m o , top sandığı âletle uğr a ş a n Frans ız askerlerini arkadaşlar ıy la avlanıp dururken.
550
o ğ a b e y i s i Karayı lan' ın bu lunduğu yüksek tepeden aşağı -doğru bir ağ ı r makinalı tüfek ateşi başlamıştı. K o r k u n ç bir s e s l e takırdıyor, kurşunlar ın değdiği karlar f ıskiye g i bi h a v a y a f ışkır ıyordu. İlk anda Ş i r o Mamo, ağabeyis in in tut tuğu tepeyi Fransız lar ın aldığını ve oraya makinalı t ü fek kurarak kendilerine ateş ettiğini sandıysa da, a ğ a b e yisinin tepeden kendi ler ine renkli poşusunu sal ladığını g ö r ü n c e işi anlamıştı. Dikkat etti, ağır makinalı tüfek kurşunlar ı , ölüm dizisi gibi Fransız lar ın üstüne y a ğ ı y o r d u . İki saat süren s a v a ş , Karayı lan' ın bulunduğu tepeden başlayan ö l d ü r ü c ü makinalı tüfek ateşiyle sona erdi. S a v a ş ı n uzayıp d u r d u ğ u n u g ö r e n Karayı lan, on beş arkadaşıy la « A l l a h ! Al lah!» nağralar ı atarak Fransız lar ın içine dalmış, d ö r t T u n u s l u müslüman asker tutsak almış, iki ağır makinalı tüfek ele geçirmişt i . Makinalı tüfekleri T u n u s luların sırt ında zor la t e p e y e çıkartan Karayı lan, o r d a n , y ine Tunus lu lar ı kullanarak Fransız lar ın üzer ine ateş açtırmıştı. A ğ ı r makinalı tüfekler, savaşın çabucak bitmesini sağladı . Ö l ü m d e n kurtulan Fransız lar, ellerini kaldırarak Karayı lan'a teslim oldu. Bunlar elli kişiydi. Elli kişi de ö ldürülmüştü.
S a v a ş bittikten s o n r a , o dolaylardaki köylerin halkı s a v a ş meydanına üşüştü. H e p s i , bu kahramanlığa parmak ıs ı r ıyordu. Karayı lan' ın eline canl ı ganimet olarak, y ü z kadana, katır, attan başka, iki yeğnik makinalı tüfek, bir ağır makinalı tüfek, y ü z altmış piyade tüfeği, yirmi s a n dık c e p h a n e , y ü z tane de bomba geçt i .
Karay ı lan, gelen köylülere işlerine y a r a y a c a k her şeyi alıp götürmelerini söy ledi . Köylüler, karakuş gibi y iyecekler in, g iyecekler in ve türlü eşyalar ın üzer ine atıldılar. Karay ı lan, bu da olup bit ince, köylülere elli F r a n s ı z ölüs ü n ü götürüp Derbent deresine atmalarım b u y u r d u . O n lar da ceset ler in üzerindeki işlerine yarayan eşyalar ı alarak ölüleri yo lun üstünden uzaklaştırdı lar. Derbent deres inde akbabalar, kurtlar, çakal lar, tilkiler g ü n l e r c e bayram yaptı lar. Pis bir leş kokusu günlerce dağı taşı tuttu.
Karay ı lan, eline g e ç e n Fransız bombalarının etki g ü rcünü ölçmek üzere yaktıkları ateşe bunlardan birkaçını
551
atarak patlattı. Ş u n d a n ki, bunları kullanmasını bi lmiyorlardı.
Karayı lan, savaş için buraya gel irken yalnız kendisiyle kardeşi Ş i ro Mamo'nun bineği vardı . Şimdi, hepsi atlı olarak Elif köyüne dönüyor lardı . A y r ı c a hepsinin yedeklerinde cephane ve si lâh yüklü b irer at, ya da katır vardı .
S a v a ş ikindi üstü bitmiş, ganimetleri alıp d ö n ü ş e haz ır lanıncaya dek g ü n ü n kısalığı y ü z ü n d e n akşam karanlığı basmaya başlamıştı. Yol larının üstündeki C u b a köyünde Ali T o r u n ' a konuk olup g e c e y i orda geçirdi ler. S a b a h leyin g ü n ışırken yola çıkıp A k ç a b u r ç köyüne vardı lar. Halk onları bir bayram havası içinde karşı ladı. Karay ılan'ın ünü, kendinden çok ö n c e kös çalarak köylere v a r ıyor, ordan öbür köylere ve ötelere var ıyor, karlı ufukların ötesinde y i t iyordu. A k ç a b u r ç ' t a çok eğlenmeyerek yine yola çıktılar. Kürt Elif köyüne vardıklar ında halk o n ları ç ı lgınca karşıladı. Artık, köyün eski Mehmet' i , mollası unutulup gitmişti. Karayı lan, değirmi, kanlı y ü z ü , burulmuş kalın bıyıkları, geniş omuzları ve kaya parças ı gibi g ö z ü dolduran t ıknaz ve g ü r b ü z v ü c u d u y l a bir yar ı T a n r ı gibi atının üstünde par l ıyordu. Karayı lan' ın arkasından elli tane de Fransız esirinin köye gir iş i , halkı büs-Dütün şaşırtmıştı.
Karayı lan, tutsakları, iyi bakılmak üzere konuk ola-;ak bütün evlere bölüştürdü. Kendi evinde de d ö r d ü n ü al ıkoydu. Bunların tutsak deği l , konuk o lduğunu söyledi. Elli tutsağı doyurmak önemli bir işti. Bu y ü z d e n Kara-vı lan, köyün dolaylarında bulunan büyük bir mağarada iki ç o b a n c a bakılan iki y ü z keçisinden kestirip onlara karavana çıkar ıyordu. Karayı lan, karısı E l i f i n keçi lerin kesimine engel olmak üzere kapıldığı öfkeler karşısında şöy-,e d iyordu :
— Esir lere kötü davranmak ne milletimizin sânına, ne de bizim sânımıza yakışır. Onlar es irse de b u g ü n e bugün bizim konuklarımız sayıl ır lar.
Karayı lan, M a r a ş kurtulduktan s o n r a , esir ler in b i rçoğ u n u Pazarcık i lçesi kaymakamlığına teslim etti. S o n r a
Antep-Ki l is yo lundan iş leyen Fransız askerî traf iğinin başına belâ olmak üzere daha bilinçli bir kuvayı mil l iyeci olarak hazır lanmaya başladı .
Karayı lan, böy lece yeni Fransız kollarını vurmak üzere hazır lanırken Antep Müdafaayı Hukuk'unun g ö n d e r d i ği bir adam, ona gizl i bir mektup getirdi. B u n d a , Kara-yı lan'ın Dülük ve Sam köyleri dolaylarında ulusal d a v r a nışlara çok z a r a r v e r e n Kel Ahmet çetesinin o r t a d a n kaldırı lması di leğinde bulunuluyordu. Kel Ahmet, b a y a ğ ı bir eşkiya çetesi kurmuş, rastgele Türk köylerine baskınlar y a p ı y o r , güzel kadın ve kızların ırzına g e ç i y o r , mallarını korumak üzere direnenleri öldürmekten ç e k i n m i y o r d u . S o n r a , bu herif, cami duvar ına siymiş, Karayı lan' ın dayıs ı oğ lu Yusuf 'u da öldürüp hem Karayı lan' ın, hem de bütün Kabalar aşiretinin hıncını üzerine çekmişti.
Y u s u f , Pazarcık ' tan birçok halı almış, yedi e ş e ğ e yüklemiş Antep'e g ö t ü r ü y o r d u . Dülük köyü dolay lar ına vardıklar ında birdenbire önlerini kesen Kel Ahmet çetes i , hem halıları yağmalamış, hem de Yusuf 'un canına kıymtş-tı. Halı ları götüren Y u s u f ' u n öbür arkadaşları kaçarak c a n larını kurtarabilmiş, durumu Kabalar aşireti büyükler ine anlatmışlardı. Hemen silâhlı kalabalık adamlarıyla o lay y e rine yet işen Kâmil' efendi ile Hort lu H a s a n efendi, Yusuf 'un ö lüsünü bir mağarada bulmuşlardı.
İşte, böyle epeydir Kel Ahmet'e diş b i leyen, işlerinin çok luğundan arkasına düşemeyen Karayı lan, M ü d a faayı Hukuk'tan gelen buyruk üzerine hemen hazır landı. S e k s e n kişilik çetesinin başına geçip seğirterek Dülük k ö y ü n e vardı . Karargâhını köyün camisine kurdu. Dülük köylüler i , Kel Ahmet' in sığınağını haber vermekte gecikmediler. Kel Ahmet, S a m köyündeydi . Karayı lan, S a m köy ü n e çok ustaca bir baskın yaparak Kel Ahmet' i ev inde kıstırdı ve ele geçird i . E v d e yığınla yağmalanmış e ş y a bulundu. Karayı lan, hemen oracıkta bir mahkeme kurarak Kel Ahmet' i çabucak yargı ladı. Ası lmasına karar ver i len katil çete reisi, caminin önündeki dut a ğ a c ı n ı n dallarına asılarak ö ldürüldü. Kel Ahmet'in yakalanan arka-
553
daşlar ı , ancak bundan s o n r a eşkiyalık etmeyecekler ine yemin edip akrabalar ınca da kefalete bağlanarak köyler ine salıveri ldi ler.
İki büyük s o y g u n c u çeteyi or tadan kaldıran Karay ılan, b u n d a n böyle memlekete ancak kuvayı mill iyeci çetelerin barınabi leceğini anlatmış o l u y o r d u . A n t e p M ü d a faayı Hukuk'unun b u y r u ğ u n d a Antep bölgesi kuvayı mill iye kumandanı olan Şahin bey, Karayı lan' ın g ü n d e n g ü ne yayı lan ününü d u y u y o r , onunla birlikte, Frans ız lara karşı y a p a c a ğ ı baskınları hesapl ıyordu.
** Şahin bey. M ü d a f a a y ı Hukuk ile anlaşarak A n t e p
bölgesin in kuvayı milliye kumandanlığını ele aldıktan s o n ra, hızlı bir askerî örgüt lenme işine gir işt i. Antep' in içinde hemen her sınıftan insanla konuşup g ö r ü ş ü y o r , halkın d ü r ü n r a i e r i n i yok luyor, Mustafa Kemal'den aldığı ulusal kurtuluş savaşı parolasını ve bunun gerekli l iğini her kulağa i letmeye çal ış ıyordu. A m a ç , yalnız bir tek Antep, M a r a ş şehrini kurtarmak deği ldi. Her yanından ateş almış T ü r k toprağının bütününü kurtarmak gerek iyordu. Batı A n a d o l u , y ine kendileri gibi derme çatma si lâhlarla g e -reçlenmiş başıbozuk milislerle Yunanlı lar ın çok üstün ordular ına karşı d ö ğ ü ş ü y o r , onları şimdilik hiç o lmazsa durd u r m a y a çal ış ıyorlardı. B u y ü z d e n Mustafa Kemal, g ü ney savaşçı lar ına c a n d a n selâmlardan ve yenme dilekler i n d e n başKa bir şey g ö n d e r e m i y o r d u . Burada Fransız lur ı ya ln ız kendi güçler iy le yenmek ve şehirden kovmak zorundaydı lar. S ırasında si lâhlarını, bombalarını da kendileri yapmak z o r u n d a kalacaklardı.
Şahin bey, cephelerde giydiği kurşunî subay kaputu, kara kuvayı mill iyeci kalpağı, ateş s a ç a n iri, kara g ö z l e r i , değirmi ak tenli ve sert anlamlı y ü z ü . kalın kara kırpık bıyıklarıyla evden e v e , dükkândan dükkâna, kahv e d e n kahveye gez ip d o l a ş ı y o r ve çok güç lü konuşmasıyla Antepl i ler in yüreklerini fethederek ardında sempati ler, s e v g i l e r ve ö v g ü l e r sürüklüyocdu. İşte, öksüz Antep' in c e p h e l e r d e yetişmiş, gOçlü bir asker evlâdı gelmiş, en gerekl i zamanda ona elini uzatmış, o n u n uğrunda ölme-
554
ye hazır o lduğunu s ö y l ü y o r d u . Şahin bey, Antep halk liderler inin daha ö n c e yapmış o l d u ğ u askerî mahalle örgütlerini denetleyip güçlendirdikten s o n r a , y o l u n u Antep köylerine çevirdi . O r a l a r d a y a ş a y a n g ö z ü pek yiğit lerle ne i ş l e r yapı labi leceğini pek iyi b i lyordu: Şehr in dış ında d ü ş manla vuruşmak için yaln ız bu köyler in y iğit ler inden y a rarlanmak gerek iyordu. Hemen birçok köyde si lâhlanmış s a v u n m a çeteleri vardı . Bunlar ı bir leştirerek büyük dâv a y a bağlayacak ve Frans ız lara karşı askerî bir ö r g ü t olarak s a v a ş a geçirecekt i .
Şahin bey, ata binerek köy köy dolaşıyor, köy o d a larında sat lerce konuşup dert leş iyor, iyi yürekli köylüleri kavrayıc ı konuşmalarıyla kendine bağl ıyordu. Karlı o v a lar, dağlar aşarak, yar ı buz tutmuş akarsulardan geçerek o n b e ş gün böylece dolaşt ı . Bu seferberl ik kampanyası son u c u n d a ikiyüz kişilik bir kuvayı milliye müfrezesi topladı.
Şimdi, yapı lacak ilk iş, Antep-Kil is yolunu keserek şehirdeki Fransız askerlerini yardımsız bırakıp buradan kaçırmaya çalışmaktı. Kil is, Fransız lar ın bir ikmal merkezi durumundaydı . Katma tren is tasyonu buraya çok yakın o l d u ğ u n d a n Sur iye 'den gönder i len asker birlikleri iaşe ve erzak kolları bu is tasyona indiri l iyor, buradan Kilis'e ulaşt ır ı l ıyordu. Bu ikmal karargâhından da gereken işgal bölgeler ine güçlü kollar meydana getir i lerek gönder i l iyordu. İşte, Anadolu 'nun içine gönder i len bu yardım ve g ü ç l e n dirme koilarını vurmak, Fransız lara karşı uygulanacak ilk olumlu savaş biçimi olarak d ü ş ü n ü l ü y o r d u . Müdafaay ı Hukuk ile kuvayı milliye kumandanı Şahin bey, bu yolda anlaşt ı lar ve Şahin bey, iki y ü z kişilik müfrezesiyle F r a n sız lara karşı silâhlı çat ışmayı yapmak üzere Antep-Kil is y o l u n a egemen Kızı lburun tepelerine gidip yer leşmeden ö n c e Antep işgal kumandanı Saint-Marie 'ye şöyle bir y a zılı ültimatom gönderdi :
— Maraş ayaklanması, Ermeni ler le T ü r k l e r aras ında nifak tohumu eken G e n e r a l Keret ' in düzenbazl ığ ı s o n u c u d u r . Fransız lar, güvenl iğ i korumak ve 1 Şubat' ta dört Amerikal ın ın öldürülmesine engel olmak işinde yetenek-
555
sizlik gösterdi ler. Şimdi, Antep-Kil is yolunda güvenl ik k u rulmuştur. Fransız lardan başka herkes sorumluluğum alt ında, tehl ikesizce gelip gidebil ir.
Şahin bey, Fransız işgal kumandanına bu mektubu gönderdikten sonra hemen Kilis'e yakın Kız ı lburun tepelerine müfrezesiy le gidip yer leşt i . Ş u n d a n ki 3 Ş u b a t 1920 g ü n ü Kil is'ten Antep'e g ü ç l ü bir Fransız kolunun g e ç e c e ğ i kuvayı milliye ö r g ü t ü n c e bildirilmişti. Şahin bey, s a vaşçı lar ı karla örtülü tepelerin kuytularında s iper lere sokmuş bekl iyordu. Ak çarşaf lar ı ve ak koyun p o s t u n d a n g o cuklara bürünmüş dürbünlü nöbetçi ler, sık sık değişt ir iy o r , iki y ü z namlunun uçları boydan boya yola çevr i lmiş bekl iyordu. Cok da beklemiş sayı lmazlardı. Üç y ü z kişilik ve y ü z elli arabalık kol, karlı yolu karartarak s ö k ü n etmeye başlamıştı. Kol, tam namluların sıralandığı tepeler altına geldiği s ırada bütün namlular ateş püskürtmeye başladı. Kol, şöy le bir sendeledi , si lkindi, s a ğ a sola kaçıştı. Ne v a r ki karların arasında gizl i namlular, nereye gi tseler onları bu luyordu. Fransız lar, bu ateş bol luğu karşısında yine Kilis'e dönmekten başka çıkar yo l bulamadılar. Y ü z elli arabalık erzak kolu, üç y ü z asker in a y a ğına bağlı y ü z elli demir gül leden başka bir ş e y deği ldi . B u , gerç i d ü z g ü n bir çeki l işse de yine de çekil işt i.
Şahin beyin Kil is-Antep yoluna büsbütün egemen o luşu, Antep'teki Fransız lar la Hır ist iyan kolonisini kara kara d ü ş ü n d ü r ü y o r d u . Ö t e y a n d a n Türkler in yürek g ü c ü artt ıkça art ıyordu. Şahin bey, yolda egemenlik kurar kurmaz ilk iş olarak bütün telefon ve telgraf tellerini kopararak her türlü haberleşme olanağını or tadan kaldırdı. Antep'teki Fransız garn izonu açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldığından Fransız kumandanlığı, her ne araçla olursa olsun oraya erzak yetiştirmekte kararl ıydı. B u n d a n dolayı , Şubat ' ın on sekizinde bir zorlama daha y a p m a y ı g ö z e alarak iki top, bir tank, sekiz makinalı tüfek ve bin kişilik bir p iyade g ü c ü y l e Kil is'ten yola çıktılar. K e n dini g ü ç l ü bulan kol, bütün yol b o y u n c a savaş d ü z e n i n e geçerek iki uzun gün Şahin beyin savaşçı lar ı üzerfne y e nilmez yutulmaz taneler yağdırdı larsa da bunların ateş ba-
556
raj ını yar ıp geçemedi ler. Frans ız birl iği, yeni lg iye u ğ r a y a rak ikinci kez Kil is'e dönmek z o r u n d a kaldı. Kilis'teki F r a n s ı z telsiz i , Türk ler i söküp geçemedikler in i , bunun için daha büyük bir Fransız g ü c ü gerektiğini bildirdi. Fransız yüksek kumandanlığı, bunun üzerine bir şehir karşısında F r a n s ı z şerefinin iki paralık o luşunun ö c ü n ü almak üzere çabalamaya başladı. Ki l is-Antep Fransız bağlantı ve ulaşımını büsbütün kesen Şahin bey, Antep kuvayı milliye kumandanı olarak Frans ız işgal kumandanına 21 Şubat 1920 g ü n ü şöyle bir ültimatom daha verdi :
— Kirli ayaklarınız ın bastığı şu toprakların her zerresinde bir damla T ü r k kanı karışıktır. H e r bucağında bir atanın mezarı vardır. Adı belli olmayan zamanlardan beri T ü r k l e r , bu topraklarda yaşamaktadır. T ü r k bu topraklara, bu topraklar da T ü r k ' e ısındı, kaynadı. S a d e siz deği l , bütün dünya bir araya gelse bizi bu topraklardan ayıramaz. Sonra s e n , hiç ömründe Türk tutsak yaşamaz diye •duymadın mı? Namus ve hürr iyet için ölüme atılmak ise b ize, A ğ u s t o s ayı s ıcağında soğuk su içmekten daha tatl ı gelir. S iz ler canı kıymetli insanlarsınız. Çatmayın ız biz e . Bir gün ö n c e topraklar ımızdan s a v u ş u p gidiniz. Yoks a , kıyarız canınıza.
Şahin bey, kuvayı milliye kumandanı olarak birer ült imatom niteliği taşıyan mektuplarıyla Frans ız işgal kumandanl ığını bombardıman edip dururken ö b ü r yandan da Antepl i ler in kurtuluş davasını savunmak üzere türlü memleket büyüklerine sempati toplayan mektuplar g ö n d e r i y o r d u .
28 Şubat 1920 g ü n ü A n t e p kuvayı milliyesi ö n c e eşrafı sürerek işgal kumandanl ığına dört maddelik bir ült imatom verdirdi :
— Antep'teki bütün Ermeni kıtaları ger i gönderi lmeli, T ü r k yönetimine karışılmamalı, Antep'e güçlendirme kıtaları get ir i lmeyeceğine s ö z veri lmeli, g e ç i c i bile olsa r ı iç b i r kol kurulmayacağı üstüne s ö z veri lmeli, g ü v e n liği korumak üzere Antep bölgesine iki T ü r k taburunun •gelmesine müsaade edilmelidir.
Antep'te Müdafaayı Hukuk D e r n e ğ i , çoktan kurulmuş. M a r a ş şehri işgalden kurtulmuş, ulusal g ü ç l e r b ü y ü k umutlar içinde y ü r ü y o r d u . A n t e p halkı, pek yakın bir g e lecekte tıpkı Maraş' ta o l d u ğ u gibi Fransız lar ı g ü z e l ş e hir lerinden atacaklarına bütün yüreğiy le inanıyordu. B u n ca kişinin içinde bir tek sorumlu insan, Başkomiser Fevz i , buna inanmıyordu. İnanmaması n e y s e ne, o lumsuz p r o pagandalarda da bulunuyor. Müdafaay ı Hukukçular ı halkın g ö z ü n d e n düşürmek için el inden geleni y a p ı y o r d u . T ı p k ı , İstanbul dolaylarındaki padişahçı ve İngil izci p r o pagandanın diliyle k o n u ş u y o r d u . Başkomiserl ik gibi s o rumlu bir görevde bulunmasaydı kuvayı mil l iyeciler onun bu kışkırtıcıl ığına yine de çok önem vermeyeceklerd i . Ne v a r ki, adam, Fransız ve Hır ist iyan kolonisiyle de ilişkileri o l d u ğ u kuşkusu alt ındaydı. O n u n , bu işi cebine indiri len bolca Fransız altınlarıyla yaptığını sananlar ın sey is i da kabarıktı. Müdafaayı Hukukçular, tam da Fransız lar la bir s a v a ş a doğru gidildiği s ı rada böyle bir başkomiser in şehirde görevl i bulunmasını zarar l ı görerek onu kaçırarak M a r a ş kuvayı mill iyesine teslim etmeyi kararlaştırdı. B a ş komiserin dışında bütün pol isler, kuvayı mil l ıyeciydi.
S o ğ u k ve karlı bir g e c e yar ıs ı , polis memuru A h m e t K ö r ü k ç ü , Başkomiser F e v z i beyin evinin kapısını çaldı.
Sıcak yatağından kalkıp gecelik kılığıyla kapıyı a ç a n başkomiser, karşısında Ahmet K ö r ü k ç ü ' y ü görerek y ine önemli bir zabıta olayı meydana geldiğini d ü ş ü n d ü .
— Efendim, sizi mutasarrıf bey ist iyor, acele gelmenizi söyledi .
— Peki, şimdi gel iyorum, dedi. Birkaç dakika sonra Başkomiser F e v z i bey dışarı çık
mış, palaskasını düzelterek Ahmet Körükçü'nün yanında çizmeleriyle karları gıcırdatarak y ü r ü y o r d u .
— Bir cinayet mi ders in? — Ö y l e olsa bizim de haberimiz o lurdu. — O halde? — Bilmiyorum, efendim. — Sakın Müdafaayı Hukukçular ın bir münasebet
sizl iği olmasın? Bu adamların başımıza e r g e ç bir felâket
558
get i recekler i muhakkaktır. Say ıs ız zafer ler kazanmış bir o r d u y a karşı koyacaklarmış. O n l a r , buradan kovulacak, biz e g e m e n olacakmışız. Bir ç o c u ğ u n bile g ü l e c e ğ i akılsız l ık lardır bunlar.
— Kim bilir efendim! — Bilmesi de v a r mı b u n u n ? M u a z z a m bir o r d u ile
savaşı l ı r mı hiç. ç o c u k ? Şimdi, kurulan halin yanına varmışlardı ki başkomi-
ser in gevezel iğ i b irdenbire kesildi. Silâhlı üç kişi üstüne atı larak onu sımsıkı yakaladı. Ahmet K ö r ü k ç ü ile dörtle-ş e n saldır ıcı lar, hemen o n u n ağzını bir mendil le t ıkayıp göz ler in i sıkıca bağladı. Dört g e n ç kuvayı mil l iyeci, Baş-komiser Fevz i 'y i karga tulumba ederek koşar adım T a b a k h a n e mahal lesinde bir e v e tıktı. Hemen o s ı rada kapıya y a n a ş a n silâhlı bir kuvayı mill iyeci müfreze, başko-mlseri o r a d a n alarak sıkı bir yürüyüş le yola çıktı.
Başkomiser Fevz i beyin Dirlik köyü üzer inden g ö türü lüp M a r a ş kuvayı mil l iyesine tesl iminden sonra F r a n sız kumandanl ığında önemli bir tedirginlik meydana geld i .
Yalnız, Başkomiser F e v z i bey, sonralar ı , bu kaçırı l ı-ş ın mutlu bir s o n u c a bağlanış ından ömrünün s o n u n a dek hoşnut kalacaktı. Ş u n d a n ki Başkomiser F e v z i , Maraş ' ta Kıvı lcım adlı bir kuvayı milliye örgütü kurarak bunun baş ında şeref le Antep'e girecek ve Frans ız sömürgeci ler iy-le s a v a ş ı n sonuna dek y iğ i tçe çarpışacak ve birçok y a rarl ıklar gösterecekt i r .
KARGA PAZARI
Bir milletin ruhu zaptolunma-dıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o milleti boyunduruk altına almanın i m -kânı yoktur.
Mustafa Kemal
Kanlı bir boğuşma s o n u c u n d a Maraş ' tan Frans ız işgal g ü c ü n ü n atılması, her yanda o lduğu gibi K o z a n ' d a k ı
işgal kumandanının da eteklerini tutuşturdu. Maraş' ın kurtuluşu o lay ı , bütün F r a n s ı z işgal güçler in in başına gelec e ğ i bildiri len kesin bir işarett i. A lbay B r e m o n d , hemen K o z a n işgal kumandanı T a y y a r d a ' y ı ivedi A d a n a ' y a ç a ğırmış, ona bu « u ğ u r s u z » M a r a ş olayı üzer inde sıkı d u r ması için yeni buyruk lar vermişt i . T a y y a r d a , iki g ü n s o n ra A d a n a ' d a n d ö n d ü ğ ü n d e , gerçek ya da yapmacık bir s in ir küpüne benziyor, daha çok da böyle görünmeyi rol g e r e ğ i s a y ı y o r d u .
D ö n e r dönmez bir zı lgıt geçmek üzere dairesinde Kozan' ın bütün ileri gelenler i ve örgüt başkanlarını topladı. Mutasarr ı f İhsan bey, müftü, belediye başkanı . E r meni katagigös vekil i, T ü r k ve Ermeni eşraf ı , T ü r k ve E r meni gençl ik ö r g ü t ü başkanlar ı bu toplantıya katılmak z o r u n d a kaldılar. Bütün çağrı lanlar ın geldiğini g ö r e n T a y y a r d a , şöy le bir konuşma yaptı :
— B u g ü n A d a n a ' d a n buraya geniş yetki lerle gelmiş b u l u n u y o r u m . B u y r u ğ u m a karşı gelen herkesi, müftü, kat a g i g ö s bile olsa g ö z ü n ü n yaş ına bakmadan kendi elimle d a r a ğ a c ı n a götürürüm.
Ş u r a d a üç ç a n g ö r ü y o r s u n u z . Bunlar, hiç çal ınmayacak. E ğ e r çan sesi iş it irseniz, işinizi, g ü c ü n ü z ü bırakacak, dükkânınız ı kapayıp hemen evinize koşacaksınız. Yeni bir s inyal ver i lmedikçe hiç kimse evinden çıkmayacakt ır . Ç a n çaldıktan s o n r a , beş dakika içinde evine g i tmeyenler, kurşuna dizi lecektir. B ö y l e zamanlarda, daha çok ç o cuklar, iy ice korunmalıdır. Benim de ç o c u ğ u m var. B u n d a n , ç o c u k l a r a acır ım. Yalnız, böyle zamanlarda ç o k ç a telâş ve heyecana kapılmamalısınız. Belki, bunu bir d e neme olarak da yapabi l i r im.
M u s t a f a Kemal o r d u s u , Türk iye 'n in yıkımı için uğraşmaktadır. Paris Bar ış Konferansı 'nda ö b ü r devlet ler, İstanbul 'un dahi T ü r k l e r d e n alınmasını istedikleri halde F r a n s a devlet i , İstanbul 'un T ü r k l e r d e kalmasını savunmaktadır.
Y i n e s ö y l ü y o r u m ; buyruklar ım kesindir. Karşı davranış larda, bulunacaklara makineli tüfekler karşılık verecektir. Şimdi, burada toplanan kişi lerden hiç bir o lay
560
•çıkmayacağı üstüne bir tutanak ist iyorum. E ğ e r en ufak bir o lay olacak olursa burda toplananları sorumlu tutac a ğ ı m .
Mutasarr ı f İhsan b e y : — Burdaki ler adına ben tutanak verebil ir im, dedi ;
burada hiçbir ş e y olmaz. T a y y a r d a , İhsan bey in kefil olması üzerine tutanak
almaktan v a z g e ç t i . Yüzbaş ı T a y y a r d a , ültimatoma benzeyen bu madde
leri dakti lo ettirerek sokak başlar ına, kahvelere ve genel yer lere astırdı.
Bundan birkaç g ü n s o n r a , Kozan' ın en ileri ge len Türk ler in i birer birer tutuklatıp karşısına getirdi ve üstlerini başlarını inceden inceye araşt ırdı. Bu on kişiden Mehmet Zahit Ç a m u r d a n , Üçtut lu Ş ü k r ü G ö k o ğ l a n , M u s tafa. Hikmet Ç a v u ş d a h a ö n c e tutuklanıp hapsedilmişti.
Tutuklular, dört manga s ü n g ü takmış Ermeni jandarmasın ın ortasında Ermeni manastır ına d o ğ r u yola çıkarıldı. Bir manga jandarma önde, bir manga arkada, birer manga da yanlarda g id iyordu. On kişinin de betibenzi atmıştı. Bu sıkı rejim, ancak kurşuna dizi lmenin y o l u y d u . Hemen hepsi de kurşuna dizi lmeye götürü ldüğünü sanıy o r d u . Bir sırttaki dik yokuş lu manastıra vardı lar. İçeriye sokuldular. Sol yanda tek kapılı bir o d a y a götürü lüp itildiler. Bu taştan odanın bir tek hava ve ışık alacak penceres i vardı ki, o da ç o k yüksekte açılmış ufak bir delikten başka bir şey deği ldi. O r d a n zayı f bir kış aydınlığı s ız ıyordu. Kapı d ışardan sımsıkı kapatılıp üstündeki k o c a m a n bir kilitte bir anahtar dönmüş ve kalabalık ayak sesleri uzaklaşmıştı. Kapıda süngülü bir Ermeni nöbetçi bırakılmıştı. Demir gibi soğuk kış havası , ruhları da üşüy ü p duran bu tutukluları t i tret iyordu. Üzer ine oturacak bir tahta parçası bile yoktu. H e r y a n taştı ve s o ğ u k t u ; pisipis ine kurşuna dizilmek korkusu, kışın ve s o ğ u ğ u n etkisini daha çok art t ı r ıyordu.
Y ü z b a ş ı T a y y a r d a , bir saat sonra, ç ıkageldi. Böylece kurşuna dizilme korkularının bir kuruntu o l d u ğ u n u anlayarak rahatladılar. Y ü z b a ş ı :
561 3/F. : 36
— Burada ateş yok, lâmba, kibrit, s igara yok, d e d i . Yalnız M ö s y ö ö k k e ş (daha ö n c e onu çift l iğinde konuk, ett iğinden) için her g ü n bir paket s igara verebi l ir im. B u rada iki ay kalacağınıza g ö r e evler inizden yatak ve y e mek getirebil irsiniz.
Y ü z b a ş ı gitti. Bir Ermeni hepsinin adlarını y a z d ı : Ö k keş efendi, Helvacızade Ahmet Hafi bey, Nalbant Ethem. usta, o n u n oğlu Kemal efendi , Üçtut lu Şükrü efendi, Himmet Ç a v u ş , Mustafa K ö k o ğ l a n , Mısır l ızade A v u k a t M a h mut efendi, Ç a m u r d a n z a d e Mehmet Zahit ve T ü r k g e n ç lik ö r g ü t ü başkanı ö ğ r e t m e n Lûtful lah beyin evler ine haber salınarak yatak, y o r g a n ve y iyecek getiri lmesi istendi . Yataklar ve yemekler geldi , ö l ü m korkusunu y e n e n adamcağız lar, buna da şükrett i ler.
Dışardaki ayak yo luna gidemiyor, odanın içine konan bir kaba dışkı l ıyorlardı. S o n r a alınıp d ö k ü l ü y o r d u . Bir g e c e , Ökkeş efendi. T a y y a r d a ile konuşmak istedi ve konuştu. Y ü z b a ş ı , bu g ö r ü ş m e d e gençlik ö r g ü t ü başkanı Ö ğ r e t m e n Lûtfullah b e y üstüne şöyle dedi :
— Lûtfullah'ta bir defter yakaladım. O n d a n pek çok ş e y öğrendim, idam edecekt im. Fakat, asker olan babası çok yaşl ı o lduğundan o n a acıdım.
G e r ç i Lûtfullah A d a n a ' y a gitmiş, Saim beyi g ö r m ü ş ve ona yirmi lira da para vermişt i . T a y y a r d a ' n ı n yakaladığı defterde yalnız bunlar yazı l ıydı .
G e n ç Ö ğ r e t m e n , Ö k k e ş efendiden bu idam lâfı g e ç e n önemli haberi aldıktan sonra diken üstünde oturmaya başladı. Gençl ik ö r g ü t ü n ü n başkanı o lduğundan kendisini harcayabi l i r lerdi. Sinir leri iy ice gerilmişti. H e r an bir o lay bekl iyordu. Y ine bir g e c e yar ıs ı , z indanın kapısı aç ı l dı. Mahpuslar, fırtına fenerler inin ışığında on-onbeş kişilik bir süngülü jandarma kalabalığının kapının ö n ü n d e toplandığını gördüler.
— Lûtfullah!..
G e n ç öğretmenin adı çağrı ldı . Lûtfullah bey, bu k e z sağlama kurşunlanmaya götürüleceğin i d ü ş ü n d ü . ' Öteki arkadaşlar ı da kendileri için böyle düşünüyor lardı . G ö r ü -
562
n ü ş , b u y d u . Demek k i g e c e yar ıs ı hepsini birer b i rer g ö türüp kurşuna dizeceklerdi .
Lûtful lah, ç a b u c a k giy inerek kamavorların o r t a s ı n d a manastırdan çıktı. G a r i p deği l mi, tenha bir y e r e g ö t ü r ü leceğine şehrin g ö b e ğ i n e gidiyor lardı . Biraz s o n r a T a y yarda'n ın karşıs ındaydı. T a y y a r d a , d u v a r gibi sert ve kar t iydi , g e n ç öğretmene şöy le dedi :
— Sizi F r a n s ı z c a bi ldiğinizi düşünerek çağırt t ım. T u tuklulara d iyeceğim var . B u n u da onlara ancak s iz anlatabil irsiniz. Şimdi, ş u n u dinle ve arkadaşlar ının kulaklarına sok. Eğer, toplar ın bile g ü ç y ıkacağı manastır ın, kapısı kilitli ve süngülü nöbetçi l i z indandan biriniz kaçacak olursanız hepinizi kurşuna dizerim. B u n u hemen her g e c e arkadaşlar ınıza s ö y l e y e c e k s i n i z .
Ö ğ r e t m e n Lûtfutlah'la arkadaşlar ı , T a y y a r d a ' y ı karısının aracı l ığıyla yola get i rmeyi düşündüler. Karıs ına F r a n s ı z c a bir mektup yazarak hiç bir suçlar ı o lmadan sırf Ermenilerin suçlamalar ı y ü z ü n d e n z indana atılmış, bu y ü z d e n de sürekl i bir biçimde zulüm görmekte olduklarını y a n a yakıla anlattı lar. O n d a n ç o c u ğ u n u n başı iç in kendilerine yardımcı olmasını yalvararak istediler.
Bir süre bekledi lerse de M a d a m T a y y a r d a ' n ı n k o c a sı katında, etkili o lmadığını gördüler. S o n r a , işi o luruna bıraktılar. Bu arada da işi f i lozof luğa ve şaklabanl ığa d ö kerek türküler, şarkı lar söy lemeye, oynay ıp s ı ç r a m a y a başladılar, yapmacık s e v i n ç ve eğlenceler iy le manastır ın zal im havasını ürkütmeye çalıştı lar. Nöbetç i ler , g e c e g ü n düz s ü r ü p giden bir sev inç l i gürül tü patırt ının, bu bayrak havasının ne demek o l d u ğ u n u anlamayarak manastır ın dolaylar ında oturan T a y y a r d a ' y a yakındılar.
T a y y a r d a , hemen damladı. G ö z d a ğ ı vermeye çalıştı : — Siz, ş a n t ö r m ü s ü n ü z ? Şarkı söyleyerek bizimle
alay mı etmek is t iyorsunuz? Bundan sonra s ize yemek yok, dedi.
Ö ğ r e t m e n Lûtfulah, b u n u arkadaşlar ına T ü r k ç e l e ş -tirdi.
Manast ı r z indanındaki mahpuslarla bağlantı kurmanın ve onlara yemek vermenin yasaklandığı haber i , K o -
563
zan'da yayı larak elektrikli bir hava yaratt ı . B ü t ü n mahpuslar ın yakınları, onlar ın dir imleriyle i lgi lenmeye baş ladılar.
Nalbant Ethem ustanın karısı , oğ lu Kemal' in z i n d a n da ö ldürü ldüğünü, kocasın ın da aç bırakılarak ö ldürü lmek istendiğini Kadirl i 'deki Nur i Ç a v u ş ' a bildirdi ve o n d a n yardım istedi. Nur i Ç a v u ş , hemen koşup geld i , T a y -y a r d a ' y a çıkarak z indanın kapısını açacağın ı bi ldirdi.
Ç e r k e z Nuri Ç a v u ş , g e r e k K o z u n d a , g e r e k s e Kadir-l i 'de tanınmış kişi lerden bir iydi . K o z a n ve Kadir l i 'nin, F r a n sız lar ın işgalinde meydana gelen olaylarda adı en çok işit i len önemli kişi lerden biri o lmuştu. Azınlıkları elde e d e rek T ü r k ç o ğ u n l u ğ u n a e g e m e n olmak isteyen K o z a n işgal kumandanı T a y y a r d a , o n u n Çerkez l iğ ine a ldanarak yanl ış kapı çalmıştı. T a y y a r d a ' n ı n hizmetine g i ren Nur i Ç a v u ş , ö n c e zekâsıy la o n u avuturken beride doludizg in kuvay ı milliye için ça l ış ıyordu. Nur i Ç a v u ş , birçok Ç e r k e z i jandarma yazdırarak si lâhlandırdı. Bu si lâhlar, o n u n el inde Ermeni taşkınlıklarına karşı kullanılmak üzere her z a man hazır bulundu. H e r z a m a n , Kadirl i 'den Kozan'a uğr a y a n Nuri Ç a v u ş , d u r m a d a n Ermenilerin T ü r k l e r e y a p tığı zu lümden s ö z ed iyor , onları etkisi alt ında bu lundur u y o r d u .
Kozan'a gittiği bir g ü n , c e z a reisini uyarmış, Ermeniler in kışkırtmasıyla kendisini tutuklamak istediklerini, ç a ğır ı r larsa sakın gitmemesini söy ledi .
Bir g ü n , Kadirl i halkının, v e b a d a n kaçar gibi kasab a y ı bırakıp dağlara d o ğ r u kaçışt ığı görü ldü. B u n u n çok önemli nedeni ac ıyd ı : K a s a b a y a Kozan'dan y ü z si lâhlı Ermeni gönder i l iyordu. Y ü k t e hafif, pahada ağ ı r eşyas ın ı , çotuğunu ç o c u ğ u n u kapan tam bir panik içinde büyük gruplar olarak k a ç ı y o r d u .
Kadirl i 'nin namus ve dirimini korumak üzere F r a n s ı z hizmetine girmiş olan Nur i Ç a v u ş , bu durum karş ıs ında öfkeden küplere bindi, hemen te lgrafhaneye koştu. T a y y a r d a ' y ı makina başına çağırt t ı .
T a y y a r d a ' y a ş ö y l e d e d ' :
564 Alamut Çizgiliforum.com
— Kadirl i 'ye g ö n d e r e c e ğ i n i z Ermeni si lâhlı ların s i lâhla karşı lanacağından hiç kuşku etmeyiniz.
T a y y a r d a . Ç e r k e z Nur i Ç a v u ş ' u n bu kesin ültimatomu karşısında yelkenleri s u y a indirdi. Ermeni jandarmalarını Kadirl i 'ye göndermekten ister istemez v a z g e ç t i .
İşte, hem Fransız hizmetinde çal ışan, hem de böy le b i r adam olan Nuri Ç a v u ş , Kozan' ın Manast ı r z indanında g e ç e n olayları haber alır almaz hemen gelmiş, z indanın kilidini açtırmış, hızır gibi içeri dalmıştı.
Mahpuslar ın hepsi o n u tanıyordu. U z u n b o y l u , g e n i ş o m u z l u , kalpaklı, düşük bıyıklı yaş l ıca bir adam olan N u r i Ç a v u ş , hepsiyle ayr ı ayr ı kucaklaştı , onlar ın yataklarına oturarak dertlerini dinledi. Mav i gözler i y a ş iç indeydi . Bütün mahpuslar, o n u n yardıma gelmesinin etkisiy le s e v i n ç gözyaşlar ı dökmeye başladılar. G e r ç e k t e n de b ü tün dünyanın kendilerinin unuttuğu bu korkunç z indanın kapılarını omuzlayıp a ç a n Nur i Ç a v u ş , inanılmaz bir iş yapmışt ı . Cepleri s igaralar la dopdolu gelen Nuri Ç a v u ş , hepsini onlara bölüştürdü. Ermeni nöbetçi ler i göz ler i ö n ü n d e sigaralarını tüttüren mahpuslar, artık kendilerini s e r b e s t l i ğ e kavuşmuş bi l iyorlardı.
— Siz lere bir ş e y get iremedim, kusura bakmayın, nası ls ın ız? Hiç merak etmeyin, ya bu alçak beni de b u raya hapseder, ya da inşaal lah sizleri çıkartır ım.
Nur i Ç a v u ş , onlara hiçbir ş e y getirmemiş olsa bile bir kurtuluş umudu getirmişti ki, en önemlisi buydu. Y a rım saat zindandakilerle g ö r ü ş e n Nuri Ç a v u ş , ordan ayrı larak d o ğ r u c a işgal karargâhına gitti. T a y y a r d a ' d a n z i n -dandaki ler in çıkarı lmasını istedi ve zor lay ıc ı nedenler i anlatt ı. O da :
— S e n git, ben onları çıkarır ım! dedi. Nur i Ç a v u ş , bu s ö z ü senet bilerek çıktı gitti. E ğ e r
Y ü z b a ş ı sözünü tutmayacak o lursa elinde o y n a y a c a k bir s ü r ü koz v a r d ı . Yalnız Lûtful lah bey, bir aylık kötü z i n d a n yaşayış ı y ü z ü n d e n dizanter iye yakalanarak F r a n s ı z hastanesine kaldırıldı. O d a s ı n ı n kapısına dört Ermeni s ü n
g ü l ü s ü dikilmekle beraber y i n e de kendini ö z g ü r l ü ğ e kav u ş m u ş bulunuyor, sev in iyordu. H iç olmazsa burda ken-
565
di milletinden ve hemşehri ler inden türlü insanlara ve tanıdıklara rastl ıyor, a v u n u y o r d u . Z indanda kalan arkadaşlar ının kötü durumlarını düşünmekteyken bir g ü n o n l a n n s e r b e s t bırakıldığını işiterek çok sevindi.
Demek, Ç e r k e z Nuri Ç a v u ş , . T a y y a r d a ' y a s ö z ü n ü g e t i r e b i l m i ş , Kozan' ın en tehlikeli kuvayı mill iyecileri s a nı lan bu adamları, i leride başlar ına gelebi lecek türlü kor-, k u n ç belâlardan korumuştu. H e p s i ona karşı minnet d u y g u s u y l a do luydu.
Yalnız mahpuslar, z i n d a n d a n kurtulup da evler ine gitt iklerinde çok üzüldüler. Kendileri yakalanıp manast ıra g ö t ü r ü l ü n c e silâhlı polis ve jandarmalarca ev aranmış, her şey didik didik edilmiş, bütün değerl i eşya ile paralar uydurma birer senet karşı l ığında alınıp götürülmüştü. Hele gençl ik Örgütü başkanı ve ilkokul öğretmeni Lûtful-lah'ların evi hallaç p a m u ğ u gibi atılarak bütünüyle s o y u l muştu. Lûtfullah beyin babası K o z a n jandarma taburu h e s a p memuru O s m a n Sırr ı beydi . O ğ l u alınıp z indana götürüldükten sonra, on altı silâhlı Ermeni, a d a m c a ğ ı z ı n evini kuşatmış ve baştan aşağı araştırmak üzere A r s l a n -p a ş a mahallesinin Ermeni muhtarı Balasanoğlu Kirkor' la, pol is memuru Vartonis efendi eve girmişti. E v d e muzır kâğıt namına hiçbir ş e y bulamamışlarsa da bin üç y ü z yetmiş sekiz liralık e ş y a kaldırıp götürmüşlerdi . İkinci o ğ l u Ahmed' in dükkânını da komşusu Alt ıparmak Art in o ğ l u H a c ı ile kardeşleri O h a n n e s ve Seneker in y a ğ m a ve talan etmişler. B ö y l e c e bu tutuklama olayı s ı rasında Ö ğ retmen Lûtfullah beyin ev halkından soyulan para ve
e ş y a n ı n değeri altıbin dörtyüzkırkdört lirayı bulmuştu.
* Fransız lar, Maraş ' tan kanlı bir savaş s o n u n d a atıl
dıktan sonra öç almak ister gibi Ermeni fedailerini T ü r k lerin üstüne daha çok saldırtmak ve onları e lden geld iğ ince sindirmek yolunu tutmuşlardı.
Ne v a r ki, Fransız lar ın ve Ermenilerin yaptıkları hiç bir zulüm artık c e z a s ı z kalmıyordu. T ü r k topluluklarının h e r dara düştüğü y e r d e kuvayı milliye örgüt ler i y e r d e n biter gibi bel ir iyor, d işe diş döğüşerek zulüm yapanlar ı
566
h e r g ü n biraz daha ger iye s ü r ü p atmaya ça l ış ıyordu. Ö l ü mün, çok zal imce, hunharca bir ölümün kapıya geldiğini g ö r e n halk, kuvayı milliye düşüncesin in altın y ö r ü n g e s i ç e v r e s i n d e bir ikmeye başlamıştı. Maraş'taki Frans ız lar ve Ermeni savaşçı lar ı sonras ız olarak kovulduktan s o n r a küç ü k bir Ermenistan çekirdeği olarak düşünülen kartal y u v a s ı Haçın 'da da kaygu başlamıştı. Karakışta Fransız bir l iğinin yanısıra Maraş' ı bırakıp giden binlerce Ermeni '-nin dirimi tehl ikeye girmiş, yo lda ölüp g idenlerden başka pek ç o ğ u n u n ayakları donmuş, kangren olmuştu. Şu var 'ki M a r a ş ' t a n çıkmayan Ermenilerin de hiç bir vakit burnu konamamış, şehre egemen olan kuvayı mill iye, onlara her şeye karşı insanca davranmış, onları yedir ip içir-mişti.
İşte, Haçın'daki Büyük Ermenistan hülyacı lar ı , pek uzak o lmayan bir gelecekte kendi başlarına da b ö y l e bir felâket gelir korkusuyla Fransız kumandanl ığından savaşç ı istemişlerdi. Bu gereksinimi Fransız lar da duymuştu. İşte, bu kaygu iledir ki. T a y y a r d a , y ü z kişilik bir Ermeni silâhlı g r u b u n u Haçın 'a göndermeyi kararlaştırdı. Yalnız, Haçın 'a g iden yol lar, s o n günlerde kuvayı mil l iyeci çetelerin türemesi y ü z ü n d e n çok tehlikeli g ö r ü l ü y o r d u . T a y y a r d a , bu y ü z kişiyi bir kazaya belâya u ğ r a m a d a n en güvenl i y o l d a n Haçın 'a ulaştırmak üzere Feke Belediye Başkanı C e z m i beye danışmak zorunda kaldı. C e z m i beyd e n şimdi bile kuşkulanmıyor, onu hep kendi adamı say ıy o r d u . T a y y a r d a ' y ı en çok ürküten nesne, bu g r u b u n da
•daha ö n c e T e ğ m e n Misak' la arkadaşlarının Feke-Saim-beyli y o l u n d a Gizik D u r a n , A r a p Al i , Yerebakanl ı H a s a n çete ler ince uğratı ldığı akıbete benzer bir felâkete kurban gitmeleri belkisiydi. A n t e p - M a r a ş yolunda kocaman toplu tüfekli F r a n s ı z asker kolları, kuvayı mill iyeci çeteler in ateşleri alt ında bir a v u ç kar gibi eriyip gitmişti. Y ü z Ermeni si lâhlısı, kuvayı mill iyecilerin dişlerinin k o v u ğ u n a bile gitmezdi. T a y y a r d a , bütün bunları burdaki herkesten d a h a iyi b i l iyordu. Hem askerdi , hem de çok sorumluluk taş ıyan bir g ö r e v i n başında her g ü n bir y ığ ın ter döküp durmaktaydı .
567
Feke Belediye Başkanı C e z m i bey. Y ü z b a ş ı y a : —- Haçın 'a Kozan'dan üç yol gider, en iyisi T a ş l ı - G e -
dik-Sırt yoludur, dedi. Y ü z b a ş ı , Ermeni si lâhlarını bu salık ver i len y o l d a n
g ö n d e r m e y e hazır landığı s ırada C e z m i bey, ö b ü r y a n d a n Karabacakl ı Deli Hacı A ğ a ' y a haber saldı :
— Yakında Fransız lar Haçın 'a si lâh, c e p h a n e ve asker gönderecekler. İz leyecekleri yo l , daha çok T a ş l ı - G e -dik-Akçalı Uşağı-Tapan yolu olacaktır. Bundan dolayı S ı -raeiif 'e nöbetçi dikerek Kozan' ı her g ü n gözal t ında bulund u r u n .
Hacı Ağa'nın adamları, hemen Sıraelif kayalıkları üzer indeki g ö z c ü yuvalar ına sokularak Kozan' ı sıkı bir g ö z hapsine aldılar. G ö z c ü l e r , kayalıklar aras ında soğuktan mosmor bekleyip dururken, birdenbire h e y e c a n d a n titrediler. Y ü z kişilik kafile yola çıkmış, kendilerine doğru i ler l iyordu. G ö z bağlantısını y it irmeyerek on lar da geri lemeye başladılar. Yol b o y u n c a sıralanmış olan g ö z c ü ler, ger i ledikçe bir leşiyor, bir araya toplanıyor lardı . İki-üç ki lometre bir uzaklıktan sıkı g ö z hapsine al ınan kafile, ormanlar arasında kaygusuz gibi g ö r ü n e n bir yürüyüş le i lerlemekteydi.
Ermeni kolunda, yüklenmiş doksan iki si lâhlı Ermeni v a r d ı . Hayvanlar ın yüklerinde de si lâh, bomba, g a z y a ğ ı , tuz ve peksimet bulunuyordu. Bu kolun ö n ü n d e de o n beş silâhlı Ermeni fedaisi g id iyordu.
Kol, Sıraelif' i geç ip Taşl ı-Gedik yoluna girdi . Ermeni silâhlı ları, yol b o y u n c a sıralanmış köyleri tedirgin etmeye başladılar. Bedava ekmek, tavuk, yumurta, yağ, arpa ist iyor, arkalarında kırgın ve üzgün bir hava bırakarak i lerl iyorlardı. Malları yağmalanan köylerin erkekleri, Ermeni lerden daha önce davranarak y o l u n i lerisindeki köyler i , Ermeni yağmasına karşı uyarmaya başladı lar. T a lana uğramak tehlikesiyle başbaşa kalan köyler in eli s i lâh tutanları hemen silâhlandılar. O t u z a yaklaşık silâhlı köylü toplandı. Başbaşa vererek, silâhlı kolu p u s u y a düşürmeyi kararlaştırdılar.
Pusu yeri olarak en u y g u n y e r de Tokmanakl ı köyü-*
568
nün altındaki Kara Evl iya Kısığı idi. Ermeni kolunun s i lâhlıları. Aşağı Tokmanakl ı mezar l ığ ında, Yukar ı T o k m a -naklı köyünden Köreken köyüne giden Kara Hasan' ın kızı o n ü ç yaşındaki Fatma'yı kafasını keserek ö l d ü r ü n c e iş değişt i . Pusu plânı altüst o ldu. Bu kanlı o lay karşısında sabır taşı çatladı. Silâhlı köylüler, a z g ı n kolu, ağaçl ık lar aras ından ve yakından iz lemeye başladılar. Kol Kuyubel i ile Akçal ı Uşağı arasında Kargapazar ı denen bir düzlükte mola verdi . Kol, buradan gel ip g e ç e n her y o l c u n u n , her zaman mola verdiği çok y a ş l ı bir ç ınar ağacın ın dibinden kaynayan gür bir s u y u n başında konaklamıştı. B u r a d a bir de mezarlık vardı . Memlekette barış ve güvenl ik old u ğ u zamanlarda uzak y o l c u l u ğ a çıkan yo lcu lar , çınar altmda gecel iyor ve g ü n ışırken y ü z l e r c e kuş ses iy le u y a nıyorlardı.
İşte, şimdi, bu a ğ a c ı n altında Büyük Ermenistan' ı T ü r k toprakları üstünde kurmak hülyası peşinde koşan bir silâhlı insan kalabalığı dinleniyor ve hiçbir ş e y d e n kuşkulanmadan yemeklerini y iyor , sularını iç iyor, h a y v a n ları da yollardaki köylerden yağmaladıkları arpalar ı kest i r iyordu. Kırgın köylüler, tüfeklerini sıkıca kavramış, y a ş l ı çamların gövdeler i arkasından onları gözet l iyor , çatışma samanın ı sabırsızl ıkla bekl iyorlardı.
Bu sırada, bekleneni hızlandıran bir olay d a h a meydana geldi. Çamlıkta av kuşları av layan İboğlu köyünden Ş a h b a z Mehmet' le Karabucak köylü İshak, birdenbire y o l da üç silâhlı ve atlı Ermeni g ö z c ü s ü y i e karşı laştı. Köy lü delikanlı lardan bir inde mavzer, bir inde de bir çifte vardı . B u , öyle bir karşı laşmaydı ki, her iki y a n da ötekini kendisi için en yakın tehlike olarak belledi ve hemen ateş etti. Her iki y a n da tüfeklerindeki mermileri ve saçmalar ı boşaltmaktayken çamlıklı tepelerden Kargapazar ı düz lüğ ü n d e mola vermiş olan kolun üzerine bir yay l ım ateşi başladı. Üç atlı Ermeni , at üstünde o lduğundan kolayca vuru lup düşürüldü.
Asker kolu, tepelerden y a ğ a n kurşun y a ğ m u r u altında saklanacak yer de o lmadığından, bocaladı , pan iğe kapıldı. Y ine de tepelere d o ğ r u rastgele ateş etmeye koyuldu.
569
Bu si lâh sesler i , uyanık olan bütün köylerin erkeklerini a y a ğ a kaldırdı. H e p s i , baltasını, nacağını , bıçağını al ıp K a r g a p a z a n ' n a d o ğ r u yo la çıktı. Silâhlı köylüler, yüz lerc e köylünün kendilerine yardıma geldiğini g ö r ü n c e , daha ç o k canlandı lar. O r a s ı , tam bir savaş-alanı o ldu. Çat ışma b i r saat s ü r d ü . Hava çabuk karardığından akşam da ind i . G ü n d ü z g ö z ü y l e bu tuzaktan kurtulamayan kolun, gece karanl ığından yarar lanıp s a v u ş a c a ğ ı bell iydi. B u n u düş ü n e n B a y a d o ğ l u A h m e t Ç a v u ş , karanlık büsbütün basm a d a n onları teslim alabilmenin yollarını d ü ş ü n m e y e baş-Jadı. Kurşun atıp d u r a n köylülere ünledi; s e s i , dağı taşı tuttu. Bu Ermenilerin de işitebileceği bir s e s t i :
— Emmiler, kardeşler, beni dinleyin. Gal iba biz, y a n l ış iş y a p ı y o r u z . Bunları A r a p Ali çetesi d iye ö ldürmeye ça l ış ıyoruz. Ama bunlar, hükümet jandarmasına benz iyor. H e l e bir durun, ateş kesin, bunlar kim, anlayal ım.
B u n d a n sonra Ermeni lere de şöyle bağırdı :
— H e y ! Siz kimsiniz? E ğ e r hükümet jandarması isen i z si lâhınızı çat ın. Benim bulunduğum yere gel in, yanl ışlık olmasın. Bu millet siz i A r a p Ali çetesi sanıyor.
S o n r a s ö z ü A r a p Al i aldı ve şöyle bağırdı : — E ğ e r siz A r a p Al i çetesi deği lseniz, ben de s iz in
g i b i jandarmayım. Gel in sizi köyde konuk edeyim. Yar ın t ia istediğiniz yere götürey im. A m a , i lkönce si lâhınızı ç a t ın, buraya si lâhsız olarak gel in.
Alt ıparmak da buna benzer biçimde bağırdı . Ermeni ler in bir bölümü, A h m e t Ç a v u ş ' u n söz ler ine kanarak s i lâh çatmak isterken Ermeni ler in kı lavuzu olan Kazak H a s a n , Alt ıparmak'ın sesin i tanıdı ve hemen onları uyardı :
— Sakın kanmayın, bu Alt ıparmak'ın sesidir. Bü o d a m , geçenlerde Kirazbel i 'nde de önümüze çıktı. B u n l a rın hepsi eşkiya. Bunlara teslim olmaktansa ölmek y e ğ d i r .
Ermenilerin bir bölümü,- onun s ö z ü n e bakmadan s i lâhlarını çatarak H a s a n Ç a v u ş ' u n sesinin geldiği y a n a d o ğ r u yürümeye başladı . Kazak Hasan' la birlikte g e r i d e
570
ka lan Ermeni ler, bu tatlı söz ler in bir tuzak o lduğuna inan a r a k gitmekte ayak diredi ler ve g iden arkadaşlarının üzer i n e a t e ş açtı lar. Ermeni jandarmalar. Türkler i unutup birbir ler iy le kıyasıya b o ğ u ş m a y a başladılar. Köylüler, bun-
' d a n yarar lanarak hepsinin üstüne birden yeniden yayl ım a t e ş i açtı lar. Tüfek ler , karşılıklı daha bir süre bambumla-nıp d u r d u . En sonra K a r g a p a z a r ı düz lüğünden ses çıkmadığ ın ı g ö r e n köylüler, y a v a ş y a v a ş çamlıktan aşağı indiler. Yer lerde inleyen bir s ü r ü yaral ı insan ve attan baş-"ka canl ı namına bir ş e y yoktu. Silâhlı köylüler, kocaman ç ı r a l a r yakarak savaş meydanını taradılar, ölüleri ve y a ralıları saydı lar. B i rkaç kişi eksikti. O n l a r da nâmert eşkiya Kazak Hasan' la adamları olacaktı . Ölüler le yaral ı lar a r a s ı n d a bulunmadıklarına g ö r e karanlıktan yarar lanarak Sıvışmış olacaklardı . (Kazak H a s a n , ulusal Kurtuluş S a -v a ş ı ' n d a n s o n r a yüzell i l ikler l istesindeki yerini alacaktır.)
Köy lü ler inleyen at ve katır ların, Ermeni yaral ı lar ının kafalar ına birer kurşun sıkarak sağlam hayvanlarla ganimetler i topladı lar. T o p l a n a n hayvanlar ın hepsi T ü r k l e r d e n z o r l a al ınmıştı. Halil A ğ a z a d e H a c ı Ağa'nın kır atı da b u n l a r aras ında bulunarak sahibine veri ldi. Çat ışma başlad ığ ında si lâh sesinden ürken atların kimisi sırt larındaki s i lâh, g a z y a ğ ı ve tuz yükler iy le ağaçl ıklara kaçmış olduğ u n d a n görülemedi ve g ü n l e r c e bu durumda dolaşıp y a y ı ld ık tan sonra bulunup kuvayı mill iyeye teslim edildi. Ş i m d i y e dek salt kargalar ın toplanıp gakladığı yaşl ı ç ınar ı n g ö v d e s i n e saplanan kurşunlar, Kozanl ı yiğit lerin zafer armağanlar ı gibi orda gömülü kaldı. Bundan s o n r a , Kar-g a p a z a n ' n d a n g e ç e n yolcular , yüz lerce, binlerce karganın ç ıkardığı büyük gürültüler yanında, kurşun seslerini de işitir gibi o lacaklardı. K a r g a p a z a n ' n ı n vaktiyle bir ölüm ve z a f e r p a z a n o l d u ğ u n u her kuşak, kendinden sonraki k u ş a ğ a anlatıp duracakt ı . Bu çat ışmada veri len tek şehit, B o z t a h t a köyünden Deli H a c ı o ğ l u Molla Mehmet't i .
K a r g a p a z a r ı o layı , Y ü z b a ş ı T a y y a r d a ' y ı ç i leden çıkar ı p ürkütmüş, Haçınl ı lar ı ise kara kara d ü ş ü n d ü r m e y e b a ş l a m ı ş t ı .
571
B O M B A L A R
Felâketler, insanları, akılları başında milletleri daima azimli, gürbüz atılımlara iter.
Mustafa Kemal
İngil iz Kemal, elleri g ö b e ğ i n i n üstünde bağlay ıp uzun s ü r e bir y e r d e oturabi lecek yaradı l ışta bir insan deği ld i . O l a y l a r l a , en aşağı atbaşı bir gitmek ya da olayları kendisi yaratmak ist iyordu. T ü r k ç e s i , tezcanl ı bir g e n ç t i . O n u mutlu kılan, durup din lenmeden bir f ırt ınanın iç inde y a şamaktı . Fırt ınaların iç inden kedi ayağıy la g e ç m e n i n tadını tatmak, onun için ideal bir fyaşayış ö r n e ğ i y d i .
B iga 'dan geldikten s o n r a Bal ıkesir kuvayı milliye karargâhında Hüsnü gibi arkadaş lar da bulduğu halde içi bir türlü rahat etmiyordu. Didişmek, insanoğluna parmak ısırtacak işler peşinde koşmak, kuvayı milliye için çal ışmaya c a n at ıyordu. İç inde kabarıp duran bu istekleri, o r a s ıra Müdafaayı Hukuk örgütündeki kişi lere ö r n e ğ i n V e h b i beye, sonra tümen kumandanı Kâzım beye a ç ı y o r , onlar ın kendisini önemli bir işe koşmalarını is t iyordu.
İşte, onun böyle işsizl ikten bunaldığı bir s ı rada « İ z mir 'den, Balıkesir'de bomba gibi patlayan bir haber ge ld i » : Yunanl ı lar, İzmir'i kendi ana yurt lar ına katmak istiy o r d u . Artık İzmir, sonuna dek Selanik gibi bir Y u n a n şehr i olacaktı. İzmir'de Rumlar ve Yunanl ı lar şenlik için hazır lanmaktaydı. Ki l iselerde dualar okunacak, şehirde d o n a n m a yapılacak, İzmir'in bir Yunan şehri o l d u ğ u bütün d ü n y a y a çan çal ınarak bildir i lecekti. İzmir'in T ü r k halkı ise yeni bir y a s a girmek üzere şaşkın bekl iyor ve kara kara d ü ş ü n ü y o r d u .
Bu haberi işittiklerinde Bal ıkesir kuvayı milliye başlar ı da heyecana düştüler. U m u t s u z c a öfkelenme krizleri geçi rd i ler . Kumandan Kâz ım bey, çaresiz l ikten dişlerini s ı k ı y o r , ellerini uğuşturup d u r u y o r d u .
572
Bu haber, herkesi sersemletmişt i . Bütün bu kişiler aras ı n d a bu haberden s e v i n e n bir tek kişi İngil iz Kemal'di. K a f a s ı hemen çal ışmaya başlamıştı. İşte, f ırt ına kuşlarına b e n z e y e n ruhu, içinde çel ik kanatlarıyla b o y v e r e c e ğ i bir f ı r t ınaya rastlamıştı. Kendi kendine :
— İşte, benim beklediğim günlerden bir i , dedi. B e n , b ö y l e günlerde kendimi göstermel iy im. Benim alanım, yet e n e ğ i m bu gibi o lay larda rol oynamakta.
Hemen Kâzım beyin yanına koştu : — Bu ilhak haberinin pek öyle k a y g u v e r e c e k bir
n e s n e olmadığını s a n ı y o r u m , dedi. Arkas ından söz ler ine ş u n u kattı : — Buna karşı elbette yapı lacak bir ş e y bulunur. Kumandan, s e r t g ibi g ö r ü n e n k a y g u l u bakışlarıyla
o n u n gözler ini aradı : — Ne gibi meselâ? — Müdafaayı Hukuk'a gidelim. Bu konu üzer inde ar
kadaşlar la bir konuşma yapal ım. Kaikıp oraya gitti ler. Hacim bey başkanl ığ ında V e h b i , Vâsı f , Necat i bey
ler ve H o c a Gafur 'un ve daha başkalarının katıldığı toplantıda, İzmir'in başına örülmek istenen korkunç ç o r a p üzer inde çözüm yolu düşünüldü. Herkes bir şey ler s ö y lüyorsa da, bütün konuşulanlar havanda su dövmekten ileri geçmiyordu. Elle tutulur bir yol d ü ş ü n e n yoktu. İzmir'in Yunanistan'a katılmasını salt protesto ile geçişt irmek, çok kötü olacaktı. İngil iz Kemal, konuşulanlar ı , belli belirsiz bir gülümsemeyle din l iyordu. Ş u n d a n ki, o, en olumlu ç ö z ü m yolunu bulmanın rahatl ığı ve sev inci iç indeydi. En s o n r a , söz sırası o n a gel ince şöyle konuştu :
— Efendiler, benim d ü ş ü n c e m şudur: Bir gösteriye, biricik karşı koyma y o l u , « A n a d o l u İhtilâl Komitesi» diye hayalî bir komite adına bildiri ler hazır layıp, bunları İzmir iç inde dağıtmaktır. B u n u n amacı da şudur: Bu bildir i lerde, e ğ e r İzmir'i Yunanistan'a katmak için göster i yapı lmaya kalkışı lacak olursa « A n a d o l u İhtilâl K o m i t e s i n i n hemen, ayak lanacağı , bütün kuruluşları yakıp y ıkacağı , konsolosları ö ldüreceği ve halkı toptan yok e d e c e ğ i bildiri lecektir.
573
Şimdi, « b u bildiri leri hazır lamak k o l a y . ' a m a , bunlar ı kim dağı tacak?» d iyeceksin iz .
Üye ler hep birden : — Evet! — Kolay iş deği l . , — Bunun için temelli bir plân hazır lamalı, d iye kar
makarışık karşılık verdi ler. İngiliz Kemal, işi bu duruma get ir ince : — M ü s a a d e ederseniz , askerî bir nitelikte gizl i bir
iş o lan bu alandaki düşünceler imi kumandan beyle g ö r ü ş e y i m , dedi.
Hepsi bunu doğru lad ı .
Kâzım beyle birlikte o d a d a n Çıkarak karargâha gitt iler. Kâzım bey :
— Söyle bakalım. Kemal, dedi , seni d in l iyorum.
— Ç o k kolay. Bir sandık içine tahrip kalıpları ve bombalar koyacağız. Y ine bu sandığın içine bildiri leri yer leştirip üstüne yumurta istif e d e c e ğ i z . İzmir'de güvendiğ imiz bir t ü c c a r a yumurta g ö n d e r i y o r m u ş gibi sandık buradan İzmir'e gider. Bana « a l m a y a gelecek kişiye ver i ls in» d i y e bir de mektup verirsiniz. Benim s izden istediğim bu kadar.
B e n . İzmir'de bildiri leri, bombalar ı , tahr ip kalıplarını, ki l iselere, konsolosluk kapılarına, büyük kuruluşlara, v b . yer lere koyacağım. Bi ldir i lerde: « B u bombalar ın gerekt iğ inde patlatılması için her türlü tertibat al ınmıştır» d iye yazı lacak. Bir terör davranış ında bulunacağız. İlhak ve göster i sorunu da İtilâf devlet lerinin kararıyla olacak bir şey değildir. Ve biz, bu türlü davranmakla itilâf devletlerine. Yunanl ı lara karşı s ö z hakkı sağlamış o l a c a ğ ı z . İzmir'de itilâf devletlerini temsil eden İst iryadis, burada hiç bir karışıklığa meydan v e r m e y e c e ğ i üstüne itilâf devletlerine garanti vermiş bulunmaktadır. E ğ e r biz böyle bir terör davranışı göster i rsek. Yunanl ı lar ın bu ilhakı istemeleri ve bu göster i ler i doğal olarak itilâf devlet ler ince mevsimsiz bulunacak ve önlenecekt ir . B ö y l e c e ,b iz de amacımıza ulaşmış o lacağız .
— Kemal bey, bu işi başarabi lecek misin?
574
— K u m a n d a n ! Ben buna benzer ve d a h a da önemli: işler başardım, merak etmeyiniz.
— Yakayı ele ver i rsen s o n u nedir, bi l iyor m u s u n ? — M e r a k etmeyiniz, dedim y a . Benim ölümle o y u n
oynadığımı azrai l de anladı artık. Kâz ım bey, böyle bir işin çok büyük tehlikesini y a
kından bi l iyor, g ö z ü pek ve değerl i g e n c i harcamaktan ç e k i n i y o r d u .
İngil iz Kemal, öy le diretti ki, kumandan o n u n istediğini ister istemez benimsemek z o r u n d a kaldı.
V â s ı f beyi çağırarak işi açtı lar. Bildir i ler « İzmir 'e D o ğ r u » gazetes in in basımevinde bası ldı. İzmir'i b i rkaç g ü n s o n r a teröre b o ğ a c a k olan demir, barut ve ö b ü r korkunç maddeler le d ü ş ü n c e d e n meydana gelen bir s ü r ü nesne, bir sandığa yerleşt ir i ldi. Daha T ü r k ç e s i , sandığ ın dibine tahrip kalıpları denen patlayıcı ve yıkıcı maddeler, bunun üstüne bir s ü r ü küçük lâmba, en üstüne de b irkaç kat yumurta istif edi ldi . Yalnız, bildiri ler de bunlar ın arasına bir y ığ ın d ü ş ü n c e bombası olarak kondu.
Bi ldir iyi Vâs ı f bey yazmışt ı . B u n u n ş iddet inden İngil iz Kemal bile ürkmüştü. İngil iz Kemal 'ce, işin en g ü ç y a n ı , b u sandığ ın İzmir'e gi tmesiydi . Ö b ü r y a n ı , o n a , ç o c u k o y u n c a ğ ı gibi g e l i y o r d u .
Kâzım bey, İzmir 'de sandığın g i d e c e ğ i adresteki tücc a r a bir de mektup y a z d ı . Sandık posta ile b a y a ğ ı mal gibi ona gidecek, Kâzım beyin mektubunu o t ü c c a r a g ö s teren kişi de sandığı teslim alabi lecekti.
İngil iz Kemal' in at ı lacağı bu yeni ve korkunç s e r ü veni bi len Müdafaayı Hukukçular , y ü z d e y ü z ölüme gittiğini düşünerek üzülüyor lardı .
V e h b i bey, o g e c e o n u kolundan tutarak G a f u r H o -ca'n ın ev ine g ö t ü r d ü , başına bir iş gelmemesi için okutup üfletti.
Er tes i g ü n , M u h a s e b e c i Adil bey, İngil iz Kemal'e y o k s u l kasadan otuz lira uzatt ı .
İngil iz Kemal, tam bir g a z e t e sat ıcıs ı kıl ığına girerek Kâzım beyle ve öbür arkadaşlar ıy la helâl laşarak, İzmir'e'
575
g i d e c e k trene atladı. Ko l tuğunun alt ında da bir y ığ ın İstanbul gazetes i vard ı .
İngil iz Kemal, yeni s e r ü v e n i n kendisini ö lüme dek götürebi leceğin i de hesaplayarak V â s ı f b e y e g iz l ice üzerindeki paranın yarıs ıy la bir de vasiyetname bırakmıştı. S a n d ı ğ ı bayağı bir eşya gibi f u r g o n a vermişt i .
T r e n , Saruhan'a dek (Manisa) kuvayı mill iye gizl i pol isinin korumasında g id iyor, o r d a n Y u n a n kontrolü başl ıyordu. İngiliz Kemal de hazırl ığını buna g ö r e yapmış, bir y ığ ın « İzmir 'e D o ğ r u » ile, b ir y ığ ın da İstanbul g a z e t e s i almıştı. Saruhan'da kuvayı mill iye gazetelerini bırakarak İstanbul gazetelerini meydana çıkardı .
Y u n a n bölgesine g i ren t rende hemen bir İngil iz p o lisi karşısına dikilerek gazeteler i g ö z d e n geçirdi ve çeki ldi gitti. İzmir'e kazasız belâsız v a r a n İngiliz Kemal, B a s -mahane'ye indi. Yumurta sandığını da f u r g o n d a n indirip teslim aldı. Sandığı bir hamala yükleyerek Kâzım bey in verdiği Hisaralt ı dolaylar ındaki tüccar ın adresine götürd ü . Yaşl ı t ü c c a r a :
— Efendim, Bal ıkesir 'den s ize bir emanet get irdim, d e d i .
— Nedir o? — Yumurta sandığ ı , beyim. B e n , gazeteciy im. Yar ın
s a b a h s izden alacaklarmış. Bana öyle söyledi ler. T ü c c a r , sandığı teslim alarak kapının yanına yer leş
tirdi. İngil iz Kemal, ellerini cepler ine sokarak rastgele y ü
rüdü. Şehirde kar yoksa da sürekl i ve soğuk bir yağmur la ser t bir p o y r a z , caddeler i haraca kesiyordu. Bu işleyici ıslak bir soğuktu. Sandığ ı t ü c c a r d a n aldıktan s o n r a , ner e y e yer leşt i receğini d ü ş ü n ü p d u r u y o r s a da, aklına hiç bir ç a r e gelmiyordu. Karnının acıktığını d u y d u . B a ş d u -rak'ta küçük bir aşçı dükkânına dal ıverdi. Yemek ısmarlayıp masalardaki müşteri leri g ö z d e n geçir i rken İstanbul 'dan tanıdığı Filibeli N a c i adlı bir arkadaşının da kendis in i dikkatle s ü z d ü ğ ü n ü g ö r d ü .
Fil ibeli N a c i , d ü n y a savaş ı sıralarında Bulgar is tan 'dan T ü r k i y e ' y e sığınmış ve İstanbul 'da bomba, si lâh ara-
576
cılığı yaparak geçinmişt i . Hem iyi bir usta, hem de iyi bir komiteciydi. İngiliz Kemal'i bu külüstür kılıkla g ö r ü n c e , yadı/gadi :
— Bu ne hâl, y a h u ? — Ne yapalım kardeşim, şimdi t icaret yapıyorum.
Ö y l e eskisi gibi- şık giyinmek olmuyor. Yumurta get ir iyorum.
— Güzel! . . — Sen ne iş y a p ı y o r s u n ? — Ben, Salepçi hanında bir oda tuttum, ut, keman,
saat tamir ediyorum. Kahvelerini içerlerken İngiliz Kemal : — Yumurta sandıklarının ikisini sattım. Bir tane kal
dı. O n u da birine bıraktım. Şimdi, senden bir di leğim vdr. Ben gidip sandıkların parasını a lacağım. S e n , a! şu lirayı , bir arabaya bin, şu mektupla git, sandığı al gel de bu akşam seninle bir âlem yapalım. Biraz gezel im, olmaz mı?
Mektubu vererek Naci 'y i bir arabaya bindirdi. O da oradaki kahvelerden birine gir ip beklemeye başladı. Bir süre sonra, Naci 'n in sandıkla birlikte bir arabada g e ç t i ğini görerek kalktı. Ç a r ş ı d a n bir kasket, hâki bir pantolon, bir İngiliz subayı pardesüsü satın aldı. İşin ikinci bölümüne girişmek üzere bir İngiliz deniz eri kıl ığına girecekti .
Nac i 'ye de açılmak kararındaydı. O, hem bu işlerden anlardı, hem de memleketsever bir insandı. İstanbul'da onu dişine vurmuştu.
D o ğ r u , Naci 'nin handaki odasına çıktı : — Sandığı a ç , kardeşim, birkaç yumurta al da me
ze yapal ım, ben de gidip rakı alayım, diyerek yine sokağa çıktı.
D ö n d ü ğ ü n d e , arkadaşını sapsar ı bir yüz le sandığın başında dikilir buldu. Bakışlarında türlü o lumsuz d ü ş ü n celer karınca gibi kaynaş ıyordu.
Arkadaşı her şeyi görmüştü : — N a c i , ben zaten bunu senden saklayacak deği l-
577 3/F. : 37
dim. S e n , eğer benim bildiğim eski komiteci N a c i isen-o t u r karşıma, konuşalım. Yok, deği lsen. . .
B u n u söylerken sol eline bir bomba, sağına da bir kibrit aldı :
— Burada ikimiz de uçar ız. Bu korkutma, Naci 'y i uyardı : — Yahu, deli misin? Yalnız bunların neden b u r a y a
getir i ldiğini bana anlat, yeter. Anlatt ı . Ö b ü r ü , ya ln ızca : — Peki! dedi. S o n r a içmeye başladılar. Çakırkeyi f olmuşlardı. İşi sarhoşluğa dökmeden kalk
tı lar. — H a y d i , kardeşim, şimdi, gel seninle şu bana g e r e
ken yerler i bir görel im. Bildiri lerin bırakı lacağı bankaları, kuruluşları, metro-
pol i thaneyi , Kordonboyu'ndaki İstiryadıs' in evini , kiliseleri, konsoloshaneler i birer birer mimledi.
Ertesi g ü n , akşama dek hiç dışarı çıkmadı. A k ş a m karanlığı basarken bir İngil iz deniz eri kılığına g i rd i . T a h rip kalıplarını, el bombalarını ve bildirileri el çantas ına yer leşt i rd i .
Sandıkta yedek olarak birkaç bomba ile b irkaç tahrip kalıbı bırakmayı da unutmadı. C a d d e y e çıktı. Ç e k aydınl ık olan ana c a d d e y e hiç çıkmayarak arka sokaklardan g e ç t i , buralarda şiddetl i poyraz y ü z ü n d e n herkes evler ine kapanmıştı. İlk bombaları ve tahrip kalıplarını kolayca kiliselerin kapıları önüne, bankaların, türlü kuruluşların, konsoloshaneler in pencereler iy le kapılarına patlayıcı maddelerle bildirileri yanyana bıraktı. Bunları y a parken kimsenin ruhu bile duymamıştı.
Yalnız, şimdi sıra en g ü c ü n e gelmişti. İşgal güçler i temsilcisi İst iryadis' in o t u r d u ğ u y e r e nasıl g i recekt i? O r a ya yaklaşt ığında süngülü bir Efzun nöbetçinin aşağı y u karı dolaştığını g ö r d ü . Dikkat etti. Açık kapıdan birçok kişi gir ip ç ık ıyordu. O da bir İngiliz deniz eri üniforması taşıdığından kolayca içeri girdi . Hiç bir s o r u y a ve e n g e l e uğramadan merdivenlerden birinci kata çıktı. Köşedeki helaya girdi . Helanın p e n c e r e pervazına bildirileri koya-
573
rak uçmamaları için de tahrip kalıbıyla bombayı üstüne yer leşt i rdi .
Y ine hiç kimseyle karşı laşmadan merdivenleri indi. c a d d e y e çıktı. Şimdiki T a y y a r e s inemasının önüne vard ığında yanıbaşında bir otomobil d u r d u ve iç inden güzel bir yabancı kız indi. Bu resmî arabanın asker ş o f ö r ü , hemen y e r e atlayarak g e n ç kıza kapıyı açmak üzere koştu. İngil iz Kemal, ş o f ö r ü n g e n ç kızla uğraşmasından yararlanarak otomobil in p e n c e r e s i n d e n içeri birkaç bildiri, bir bomba, bir de tahrip kalıbı bıraktı.
İkinci Kordon'un daracık sokaklar ında i lerledi, rast-geldiği kilise, okul gibi yapı lar ın kapılarına bıraka bıraka çar.tasındaki korkunç yükten en sonra kurtuldu. Ç a n t a y ı da boş bir arsaya fırlatarak yine Naci 'n in odasına d ö n d ü .
Arkadaşı N a c i , kalbi çarparak saatlardır onu bekl iyord u . Böyle sağ salim geldiğini g ö r ü n c e sev inc inden göz leri yaşardı :
— Bilmezsin, ne kadar merak ettim, dedi. İngiliz Kemal, bombalar ı , tahrip kalıplarını ve bildi
rileri ne biçimde, nerelere bıraktığını anlattıktan s o n r a , hemen sırtındaki İngiliz deniz eri g iyneğini ç ıkarıp bir İngiliz subayı kılığına girdi . Hâki bir kat subay g iyneği apoletl i gabardin pardesü, bir kasket, onu bir İngil iz s u bayı yapıp çıkıvermişti. Bcşındaki iki arslan işareti bulunan kasketle eline aldığı ince kamış baston, onun İngiliz o r d u s u n d a n bir subay o l d u ğ u n u gösteren parlak işaretlerdi .
N a c i , odada yedek olarak bırakılan bombaların tahrip kalıplarının ve bildiri lerin ne olacağını s o r d u .
— S e n onları yok et ve yar ın her yanda meydana gelen s o n u c u iyice izle. Al şu parayı da. Bu işleri yaptıktan s o n r a , hemen Bal ıkesir 'e g e l . B e n , oraday ım!
Diyerek cebinden e p e y c e para çıkarıp arkadaşına uzatt ı .
B i r ayak ö n c e İzmir'den ayrı lması gerek iyordu. Yarın sabah burada kıyamet kopacak, belki de her y e r d idik didik edilip A n a d o l u İhtilâl Komitesi 'nln s u ç l u üyeleri aranacakt ı . Naci ile helâl laşarak hemen çıktı.
579
K o r d o n b o y u ' n d a yabancı lar ın gir ip çıktığı bir bara uğradı . Viski bardaklarını üstüste yuvar layarak İstanbul'da h a p s e d ü ş t ü ğ ü n d e n beri özlemini çekip d u r d u ğ u bu İngil iz içkis inden hıncını a lmaya çalıştı.
S a b a h a dek burada vakit geçirerek g ü n e ş d o ğ m a d a n A n a d o l u ' y a kalkacak olan Bandırma trenine bindi. Korkusu yoktu. Kendine ustaca bir İngiliz o r d u s u belgesi hazır lamıştı . W o o d adı yazı l ı küçük bir hüviyet defterinin baş ında bir vesikalık fotoğraf ı g ö r ü n ü y o r , b u n u n üstünde s a b u n d a n yaptığı sahte Yorkshire alayı mühürü de basılmış b u l u n u y o r d u . T r e n kalkmış, hiç kimsenin tedirgin etmediği bir yolculuk başlamıştı. Kondüktör ler, bacak bacak üstüne atmış, p iposunu içmekte olan İngil iz subayına s a y g ı ile selâm ver ip geçiyor lard ı .
İzmir'den bir sürü de İngiliz gazete ve dergis i almıştı. H i ç kimseyle i lgi lenmez görünerek bunları okuyordu. B ü t ü n g ü n yol alan tren Saruhan' ı geçmiş, kuvayı milliyen in kontrolü altındaki bölgeye girmişti. K u v a y ı milliye inzibat lar ı , y a n göz le bu çıtkırıldım İngiliz subayın ı süzerek dolaşıp duruyor lard ı .
Bu sırada kompartımanına iki tanıdık y o l c u bindi. B u n l a r d a n biri Akhisar M ü f t ü s ü , öbürü de Bal ıkesir Maarif Müfett iş iydi . O n l a r ı , Bal ıkesir 'de yapı lan g e n e l kong r e toplantı lar ında tanınmıştı. Kendisiyle iy ice tanışıyorlardı. H iç tanışıklık vermedi.
K a y g u s u z c a gazeteler ini okuyor, kendi dünyasında dalgın gibi g ö r ü n ü y o r d u . O n l a r da durmadan y a n gözle o n u s ü z ü y o r l a r d ı . En sonra maarif müfett işi, yarım y a malak Frans ızcas ıy la gazeteler in neler yazdığ ın ı sordu. İngil iz Kemal, b u n c a yakından tanınmadığını g ö r ü n c e sev i n d i , demek ki ustaca maskelenmişti.
Bir İngiliz pibi T ü r k ç e konuşarak : — B e n , biraz T ü r k ç e bil iyor. — Yaa! Ç o k g ü z e l . N e r e y e g i d i y o r s u n u z ? — Balıkesir. — İrtibat subayı mısınız? — Hayır . . . Askerî temsilci. Müfett iş, kuvayı mill iyecinin g ü c ü n d e n s ö z ederek
580
müftü ile konuşur gibi yapıyor, bunları İngiliz subayına işitt irmeye çal ış ıyordu. İngiliz Kemal de bıyıkalt ından g ü lerek bunları dinl iyor, onlar ın p r o p a g a n d a için çabalamaları hoşuna g id iyordu.
Balıkesir 'e vardığ ında Albay Kâzım beyle Vas ı f ve o n u n kardeşi Esat beyleri is tasyonda g ö r d ü . Belki de birisini bekl iyorlardı. İstasyon polisi hemen İngiliz Kemal'e d o ğ r u ilerledi. O da İngiliz subaylar ının verdiği biçimde selâm verdi ve cebindeki sahte hüviyet belgesini çıkarıp gösterdi . S o n r a :
— Askerî mümessi l ! Diyerek ilerledi. Kâzım beyle arkadaşlar ının ö n ü n d e n
ve sanki onlara sür tünürces ine geçt iğ i halde onu tanıyamadılar. Hemen orda bekleyen faytonlardan birine atlayarak Müdafaa-i Hukuk Merkez ine yol landı. Kapıdaki s ü n g ü n ü nöbetçi ler, İngiliz subay ına selâm durdular. İçeri girdi. Herkes, merak iç indeydi. Bu İngil iz temsilcisinin burada ne işi vard ı? Biraz sonra V e h b i bey, ç ıkageldi. S o n r a , Albay Kâzım beyle arkadaşlar ı geldi . H e p s i , merakla bu İngiliz subayına bakıyor, bu z iyaret in alt ından ne çıkacak diye bekl iyordu.
İngiliz Kemal, b a ş ı n d a n çift arslanlı kasketini çıkarıp da :
— M e r h a b a arkadaşlar! Görev imi yaptım ve geldim! d iye ellerini onlara uzat ınca başta kumandan olarak hepsi e p e y c e şaşkınlık geçi rd i . 1
Hepsinin şaşkınl ığı büyük o lduğu gibi sev inci de büyük oldu. Ş u n d a n ki onların bu a c a r arkadaşı , y ü z d e y ü ze yaklaşık bir ölüm y o l c u l u ğ u n d a n dönmüştü.
İngiliz Kemal, hemen odasına giderek kılığını değiştirdi. Raporunu yazarak kumandana sunmak üzere salona d ö n d ü ğ ü n d e , Akhisar Müftüsüyle müfettişin t rende İngiliz temsilcisine yaptıkları propaganday ı anlattıklarını g ö r d ü . V e h b i bey :
— Yahu, hocam, bu kefereyi g ö r s e n tanır mısın?" diy e s o r d u .
— İlâhi V e h b i bey, nasıl tanımam? İngiliz Kemal, gülerek yer inden kalktı. Müftü ile mü-
581
fettişin ellerini sıktı ve ünlü adını söyleyerek kendini tanıttı. Salondaki ler tatlı tatlı güldüler.
İngiliz Kemal, gülerek yer inden kalktı, müftü ile müfettişin ellerini sıktı ve ünlü adını söyleyerek kendini tanıttı. Salondaki ler, y ine tatlı tatlı güldüler.
İngil iz Kemal, İzmir 'den gelen taze haberlere g ö r e başarı sağladığını anladı. O, bir İngiliz subayı üniforması içinde tren y o l c u l u ğ u n u sürdürürken İzmir'deki y a b a n cı sorumlular, büyük bir k a y g u içinde Anadolu İhtilâl Ko-mitesi'nin peşine d ü ş m ü ş , sıkı askerce tedbir ler almışlardı. Yabancı konsolosluklar paniğe kapılarak İstanbul'daki daha büyük sorumlulara başvurmuşlardı .
Bu ufak ç a b a , İzmir'i Yunanistan'a katma tasarısını s u y a düşürmüşe b e n z i y o r d u . Bu işin pek sert tepkilerle karşı laşacağını d ü ş ü n e n itilâf devletleri sorumlular ı , Yunanl ı lar ın heveslerini kursağında bırakmıştı.
İzmir'in T ü r k halkı, İhtilâl Komitesinin yaptığı bu ç ıkıştan çok sevinmiş ve umutianmıştı. Vehbi bey, İngiliz Kemal'e toz kondurmuyordu. Hele G a f u r H o c a , bütün bu başarı lar ı kendi « n e f e s i n e » ve duasına yüklediğinden ayrı bir sev inç iç indeydi. Bundan sonraki başarı ları için de yeni dualarıyla o n u n çevres ine kurşun iş lemeyen, az-railin giremediği büyük bir kale duvarı çev i rmeye çalışıy o r d u .
İngiliz Kemal, bir g ü n odasında yeni bir iş için makyaj yaparken nöbetç i , bir isinin kendisini aradığını söyledi. Bu gelen N a c i ' y d i . S a ç ı sakalı birbir ine karışmıştı.
— H o ş geldin kardeşim. Hayrola, bıraktığım bombalar ne oldu?
— Ne olacak, onları bir türlü kimseye emanet edemedim. Denize atıp yok etmek de istemedim. G ü n ü n birinde işe y a r a r diye Darülmuall imat M ü d ü r ü Nailî beye teslim ettim.
İngil iz Kemal, bu vefal ı arkadaşına Bal ıkesir 'de iyi b ir ev tuttu ve onu o r a y a yerleşt irdi. N a c i , burada hemen saat ve müzik aygıt lar ı onarıcı l ığına başladı.
582
A K B A Ş C E P H A N E L İ Ğ İ N E B A S K I N
ßüyüfe şeyleri yalnız büyük milletler yapar.
Mustafa KEMAL
1920 Şubat' ının sonlar ına d o ğ r u Lapseki 'nin ıssız bir kıyısına yanaşan bir motora d o ğ r u hızlı hızlı iki adam i ler ledi .
İkisi de uzun b o y l u y d u . İkisinin de başında kara kuv a y ı milliye kalpağı, sırt ında apoletleri sökülmüş subay ceket i , bacaklar ında külot pantolon, ayaklarında uzuri konçlu çizmeler vardı .
İkisinin belinde de birkaç mermi dizisi taşıyan bir f işeklik, sol yanlar ında birer uzun atımlı iri kıyım tabanc a , göğüsler inde birer büyük Alman savaş d ü r b ü n ü , sağ yanlar ında kınına yerleştir i lmiş birer kama g ö z e çarpıyord u .
A y r ı c a , daha geniş omuzlusu ve sakall ısında da hiç bir vakit el inden bırakmadığı bir mavzer bulunmaktaydı. B u n l a r d a n daha geniş gövdel is i ünlü Edremit Kaymakamı Köprülü lü Hamdi bey, ö b ü r ü de bir o denli tanınmış eski Teşki lât ı M a h s u s a c ı Dramalı y e d e k s u b a y Ali Rıza b e y d i .
Hamdi bey : — G ö r e y i m seni Rıza bey, dedi, Akbaş'taki zengin
s i lâh ve cephaneyi b e y a z Rus ordularına veri lmeden önce A n a d o l u ' y a geçirebi l i rsek çok büyük bir iş yapmış o l a c a ğ ı z . 61. Tümeni iy ice donatacağız. Kâzım bey de sabırsız l ık la bu işin s o n u c u n u bekliyor. Sana başarı lar di lerken bü işi başaracağına da güveniyorum.
Hamdi bey, bunu d e r demez karşısındaki g e n ç adama kollarını açt ı . Sarı l ıp öpüşerek helâllaştılar. Kuvayı mil l iyeci U m u r b e y Nahiye M ü d ü r ü Reşadett in beyle birlikte küçük motora at layan Dramalı Ali Rıza bey, kar fırt ınasın ın kalın perdesi arkasında yi ten motorda Gel ibolu kıyısına d o ğ r u , yaşamının en kahramanca serüvenin' y a r a t m a y a g id iyordu.
533
Lapseki'nin Bergaz iskelesinden Gel ibolu yar ımadasına akına giden Ali Rıza beyin yanında U m u r b e y B u c a k M ü d ü r ü Reşadettin beyle en güveni l i r g ö z ü pek s a v a ş ç ı lardan Şerif Efe, Piriştineli Sal ih, Kalkanderel i İbrahim, Resneli Akif, Resneli Ahmet, Ohri l i Arif, T ikveşl i Süleyman, Resneli Adem vardı . Atlarını, mavzerlerini B iga 'da bırakmış, yanlarına salt tabancalar ıy la birkaçar el b o m bası almışlardı. Kara Hasan' ın çetesi yer ine Biga'da da egemen olanlar bunlardı. Bunlar ta Ali bey alayının Y u nanlı lara ilk kurşunu attığı nizamî g ü c ü n yanında E d r e mit Kaymakamı Köprülülü Hamdi beyin b u y r u ğ u n d a ç a r pışmış olan çok tecrübel i Rumelili mil islerdi. Ayval ık z e y tinliklerinde d ü z g ü n Y u n a n ordusu saflar ına sayıs ız kuvay ı milliye kurşunu yağdırdıktan sonra 61. T ü m e n K u mandanı Köprülülü A lbay Kâzım beyin b u y r u ğ u y l a S o m a -İvrindi cephesine al ınmışlardı. Bu cephede d ü z g ü n o r d u birl iklerinin yanısıra küçük Anadolu atlarının sırt ında d ü ş manın burnunun dibinde cir it o y n a y a n bu eski Rumelili T ü r k akıncılarının torunlar ı , bu kez de Kâzım beyin buyruğuyla Hamdi beyin b u y r u ğ u n a veri lerek Biga'y ı eşkiya-ların saltanatından kurtarmak üzere gönderi lmişt i . O n l a r , buradan da akbaş cephanel iğini basmaya giderken gitt ikçe önemli bir durum alan Biga'da Hamdi beyi g ü ç lendirmek üzere Edremit 'ten Bekir Ç a v u ş b u y r u ğ u n d a bir müfreze ile G ö n e n ' d e n Nuri Ç a v u ş b u y r u ğ u n d a başka bir müfreze gönderi lmişti.
Hamdi beyle Dramalı Rıza bey, Gel ibolu 'da T e k e b u cağındaki Türk alayından kuvayı milliyeci bir Binbaşı ile baskın örgütü üzerinde çalışmak üzere anlaşmışlarciı. Dramalı Ali Rıza beyin b u y r u ğ u n d a karşıya g e ç e c e k on dört akıncının pişirilip kotarı l ıncaya dek güveni l i r bir yerde yuvalanması gerek iyordu. Binbaşı, baskın g ü n ü n d e n birkaç g ü n önce Lapseki 'de Hamdi beyle Dramalıyı bulmuş, karşıya geçecek on dört kişinin T e k e bucağındaki a layda gizlenebilmesini sağlayacak mektubu y ine bu alay ı n kuvayı milliyeci subayı Y ü z b a ş ı H ü s e y i n beye y a z ı p Dramalı Rıza beye vermişti.
Binbaşının sal ıklamasına uyularak on dört kişinin
584
Alamut - Çizgiliforum.com
kışlaya ancak asker kaçağı olarak sokulması kararlaşt ır ı ld ı . Böy lece kimse kuşkulanmazdı. Binbaşı , Lapsek i 'den iki de süngülü muhafız asker bularak bunların yanına ka-t ıvermişt i .
Dramalı Rıza beyle arkadaşlar ı , bu tert ibat üzere G e libolu'ya geçti ler. Dramalı , kendisi, onlardan ayrı larak bu dolaylara yerleşmiş Rumelili eski hemşehri lerinin k ö y ü ne yol landı. Ö b ü r on dört kişi de iki muhafızın ortas ında T e k e bucağındaki B u l g a r d e r e ' y e gitti. Burada alayın yalnız bir bölüğü, kuvayı mill iyeci Yüzbaş ı H ü s e y i n bey buyruğunda bulunmaktaydı. Şerif Efe, Binbaşının mektubunu Yüzbaş ıya verdi. H ü s e y i n bey, mektubu okuyarak asker kaçaklarını (!) tesl im aldı. Şerif Efe ile H ü s e y i n bey, •başbaşa verip bundan sonra yapı lacak işleri görüştü ler . On dört baskıncının A k b a ş cephanel iğinin yanıbaşına dek sokulması gerekiyordu. Y ü z b a ş ı H ü s e y i n bey, bunun için de bir yol buldu: On dört kişilik asker kaçağı (!) g r u b u nu dört süngülü ortas ında Akbaş cephanel iğindeki sevk kumandanlığına d o ğ r u yola çıkardı. Onlar ın orada birkaç g ü n olsun barınabilmesi işi s o n kerte kolaylaşt ıracaktı . Sevk kumandanlığını per işan kılıklı, içi geçmiş ve padişahçı bir Binbaşı y ö n e t i y o r d u . On dört asker kaçağını g ö r e n Binbaşı, öfkeden küplere bindi :
— Sizler, askerden kaçmakla padişahımız efendimize nankörlük ediyorsunuz. Hepinizi kurşuna dizmeli! d iye ağzından köpükler saçarak bağırıp çağırmaya başladı . S o n r a , askerleri çağır ıp bunların bacaklarına tüfek kayışı geçirt ip falakaya yatırdı ve danalar gibi böğürtür-cesine bir güzel d ö v d ü r d ü . Hepsi de dişini sıkarak s o p a y a •dayanmanın gerektiğini anladılar. Yalnız, bu sopa ile kurtulup burada birkaç g ü n barınabilselerdi bu külüstür Binbaşıya neler yapacaklar ın ı onlar bilirdi. Ne yazık ki iş, hiç de düşündükleri gibi çıkmadı. S o p a d a n patlamış ta-banlarıyla bü kış kıyamette y ine Bulgardere'deki bö lüğe dek yürümek zorundaydı lar . Onlar ı , y ine dört muhafıza teslim ederek gerisin ger i yo la çıkardı. A s k e r kaçaklarının sevk kumandanlığında ne işleri vardı?
Şer i f Efe'yle birl ikte bütün baskıncı lar, B inbaşıya en
585
<jğır b iç imde s ö ğ ü p s a y a r a k s ız layan tabanlarının ac ıs ı n ı ç ıkarmaya çal ış ıyorlardı. O n l a r , s ö ğ ü n t ü n ü n , ruhun y e l p a z e s i o l d u ğ u n u daha ç o c u k l u k t a n bi l iyorlardı.
Y ine Bulgardere'ye döndükler inde. Binbaşıdan yedikleri fa lakaya hep birlikte güldüler. Y ü z b a ş ı H ü s e y i n beyle «Şerif E f e , y ine külahlarını önler ine koyarak uzun uzun d ü ş ü n d ü l e r . Bir karara varmış lardı . Baskıncı ları bölükte k o n u k bırakıp ikisi, G e l i b o l u ' n u n , Ya lova bucağına yo l land ı . O r a y a var ınca köyün iht iyar kurulunu toplayıp durumu o l d u ğ u gibi onlara açtı lar. Köylü ler, bu işe içten bir ilgi gösterdi ler . Düşmana kafa tutup silâhlanarak dört arkadaşıy la dağa çıkan T a h i r O n b a ş ı ' y a haber saldılar. T a -hir O n b a ş ı geldi , onlarla tanışarak, bütün Yalova köyün ü n b u baskında yardımcı o lacağına s ö z v e r d i .
Y ü z b a ş ı Hüsey in beyle Şerif Efe, sevinerek Bulgard e r e ' y e d ö n d ü . On dört a s k e r kaçağıyla Yalova köyü başta o l a r c i ; birkaç köy halkı, baskın gecesini iple çektiler.
Dramalı Rıza bey, G e l i b o l u yarımadasında Balkan S a v a ş ı ' n d a g ö ç m e n olarak gel ip yerleşmiş Rumelili hemş e h r i l e r i n i n barındığı bir çift l ikte arkadaşı Reşadett in beyle birl ikte konuk oldu. Ö r g ü t kurabilmek için onlara açı ld ı . Köylü ler onu kolayca anladılar. Baskınla ele geçir i lecek si lâhlar. Akbaş d e n e n yerde bulunuyordu. Buras ı , G e l i b o l u ile Eceabat aras ında ve deniz kıyısında bir yerd i . Bırakışmadan s o n r a , buradaki silâh ve cephane depolarında sekiz bin Rus tüfeği , kırk Rus makineli tüfeği, yirmi bin sandık c e p h a n e toplandığı sanı l ıyordu. Haberleşme ve istihkâm malzemesi de bol sayıdaydı. Damat Feri t hükümeti, bu si lâh ve cephanenin önemli bir bölümünü Sovyet ler 'e karşı savaşmakta olan V r a n g e l o r d u s u na göndermek üzereydi . B e y a z Rusların emrinde bir Rus v a p u r u gelmiş, bunları yükley ip götürmek üzere G e l i b o lu'ya demir bile atmıştı.
Bu y ü z d e n , bu değer l i depoları bir ayak ö n c e boşaltıp karşı kıyıya geçirmek gerek iyordu. İvedi olarak y a pılması gereken iki iş v a r d ı . İ lkönce baskında kurtarı la-
•cak s i lâh ve cephaney i kıyıdaki deniz taşıtlarına taş ıyacak insan g ü c ü n ü peylemek, ikinci olarak da A k b a ş c e p -
586
hanel ikler inin yer ler in i g ü z e l c e bellemek, bunları koruy a n küçük Fransız g a r n i z o n u n u n nasıl saf dışı edi leceği ü s t ü n e bir karara varmaktı .
Dramalı Al i Rıza bey, hemşehri leri aras ında sıkı bir fr iğ iz birl iği yaparak iş g ü c ü n ü peyledikten s o n r a , küçük F r a n s ı z g a r n i z o n u y l a iktisadî ilişkiler kurmuş o lan hemşehri ler inin bu d u r u m u n d a n yarar lanarak bu ikinci s o r u nu çözümlemeyi de d ü ş ü n d ü . Köylüler, F r a n s ı z s u b a y ve asker ler ine her z a m a n tavuk, yumurta gibi ş e y l e r sat ıy o r , b ö y l e c e de onlar ın ta içlerine g i r iyor lardı . Dramalı da bir gün bir e ş e ğ e birçok tavuk ve yumurta yükleyerek ve yanına da a ç ı k g ö z adamlar ından birini alarak Ak-baş 'a yol landı. Mallarını öteki köylülerden daha u c u z a s a t a r a k Fransız lar la ahbapl ık kurmaya çal ışt ı . T ıpk ı ora köylüler i gibi g iy in iyor, beline de kırmızı Rumeli kuşağı « a r ı y o r d u . Böyle, g ü n l e r c e oraya mal g ö t ü r ü p sattı, her g i d i ş i n d e de baskına katı lacak on beş-yirmi adamından birini yanısıra götürerek cephanel iğin özell iklerini onlara da g ö s t e r d i . Nöbetç i ler in dikildiği yer ler i , askerler in koğ u ş u n u , subaylar ın odalarını ve bunların tertibatını g ö rüp öğreniyor lard ı .
Dramalı Ali Rıza bey, bu işin de olup bittiğini kest irdikten s o n r a , durumu karşıda U m u r b e y b u c a ğ ı n d a sabırs ız l ık la bekleyen Köprülü lü Hamdi b e y e bildirdi. Hamdi b e y , hemen davrandı . Çanakkale'deki bırakışma komisy o n u n a aracı larla b a ş v u r a r a k Bolayır römorkörünün bir g ü n için kendilerine veri lmesini istedi. S ö z d e U m u r b e y •skelesindeki kuvayı milliye erzakı bununla Karabiga 'ya taş ınacakt ı . Bırakışma komisyonunun mil letsever üyeleri ,hemen bir vapur büyüklüğündeki bu motoru Hamdi beyin •buyruğuna verdi ler. Karadan taşıma ö r g ü t ü de çabucak kuruldu; Ç a n b u c a ğ ı n d a n Lapseki 'ye dek bütün köylerd e n bir y ığın eşek, at, katır, tatar arabası , kağnı ve dev e y e dek ne buldularsa U m u r b e y b u c a ğ ı n a topladı lar.
İngil iz Kemal' in ahbabı hancı Lütfü beyle o n u n arkadaşı İbrahim A ğ a , Lapseki 'y i kendi çabalar ıy la bir kuv a y ı mill iye şehri yapmış lardı . Onlar ın büyük yardımı ile L a p s e k i , Ç a r d a k , Gel ibo lu ve U m u r b e y iskelelerine bağtı
587
bütün kayık, mavna ve motorlar Umurbey iskelesinde toplandı. Şubat ' ın yirmi altıncı g ü n ü akşamı bu hazırl ık karşıda haber bekleyen Dramalıya bildirildi. Bütün bu hazırl ıklar, karşılıklı olarak havaya f işekler atılarak bildiril iyordu.
Dramalı , U m u r b e y ' d e n gelen ışık işaretini al ır a lmaz bütün köylere en hızlı aracı larla haber salarak 26-27 Ş u bat g e c e s i , türlü y ö n l e r d e n gelen yüz lerce kişiyi ç e ş m e önündeki İstihkâm Parkı denen düzlükte topladı. Bu d ü z lük, adını dünya savaş ında g ö r d ü ğ ü g ö r e v d e n almıştı. Karaya çıkarı lan si lâh ve cephane, hep buraya y ığ ı l ıyor, buradan da c e p h e y e gönder i l iyordu. İstihkâm Parkı 'nda toplanan gönül lüler in kimisi silâhlı, kimisi s i lâhsızdı. H e r k e s i n toplandığını g ö r e n Dramalı Ali Rıza bey, ç e ş m e taşının üstüne s ıçrayarak karlar üzerinde kara lekeler gibi dikilen gönül lülere şöyle birkaç söz söylemeyi gerekl i buldu :
— Kahraman din kardeşlerim, düşman istilâsı alt ında bulunmamıza rağmen çağırışıma korkmadan gelmek suret iy le Çanakkale Savaşı 'ndaki aynı kahramanlar o l d u ğ u n u z u gösterdin iz. Siz lere Anafartalar kahramanı M u s tafa Kemal Paşa'dan ve onun silâh arkadaşlar ı Bal ıkesir 'deki tümen kumandanı Kâzım beyle Biga'daki millî kuvvetler in başında bulunan eski Edremit Kaymakamı H a m di b e y d e n sevgi ve selâmlar getirdim. Ben de Hamdi beyin en yakın silâh arkadaşlar ından ve B u r h a n i y e ile A y valık'ta müstevli Y u n a n sürülerine ilk kurşunu atanlardan yedek s u b a y Dramalı Ali Rıza'yım. Düşman zulümler ine ve y u r d u n isti lâsına dayanamayan din kardeşlerimiz, İzmir dolaylar ında A y d ı n ve Akhisar'da silâha sarı larak mill î c e p h e y i kurmuş bulunuyorlar. Başlarına kahraman M u s tafa Kemal Paşa, geçt i . Köprülülü Hamdi bey ise si lâh ve asker toplayarak millî kuvvetlere göndermektedir. Haber aldığımıza g ö r e düşmanlarımız. Akbaş cephanel iğ indeki s i lâh, c e p h a n e v.b. s a v a ş malzemesini bugünlerde Gel i bolu'ya gelen bir vapurla Bolşevik Ruslara karşı silâhlan,-dırdıkları Ç a r yanlısı V r a n g e l ordusuna g ö n d e r m e y e karar vermiş bulunuyorlar. Biz, onlardan ö n c e davranarak bun-
588
J a n bu g e c e A n a d o l u ' y a geçirmek z o r u n d a y ı z . Karşı kıy ıda B e r g a z iskelesinde deniz araçlar ı toplanmış olarak işaretlerimizi bekl iyorlar. Si lâhsız olarak gelen arkadaşlar, s e s s i z c e burada kalacaklar ve işaretimizi a lmadan kı-mıldamayacaklardır. İşareti alır almaz ise hiç bir kargaş a y a meydan vermeden cephanel iğe gelerek cephanen in ve gereçler in taşınmasında bize yardım edeceklerdir. B i z silâhlı arkadaşlarla baskını yapmaya g id iyoruz. Ölmek var, dönmek yok!
Dramalı Ali Rıza bey, sözlerini bit ir ince çevik bir davranışla yere at layarak bir araya toplanmış olan s i lâh-, l ı yirmi arkadaşıyla cephanel ik lere d o ğ r u yola çıktı. Adamlarını cephanel ikten iki yüz metre ötede d u r d u r d u . Kara-inebey köylü Recep iie Ç e r k e z oğlu İsmail ve Cumal ı köylü U z u n Hasan Ç a v u ş ' u bir yana çekip el lerine bir çift tel kesme makası tutuşturdu :
— Recep, sen bu iki arkadaşınla E c e a b a t yolunu tutacaksın. O y a n d a n gelen telefon ve telgraf tellerini keseceksin iz . Akbaş'a gelenleri ürkütmeyin; ger i kaçmalar ına da g ö z yummayın.
Ayr ı lan üç kişi, başlar ında Karainebeyl i Recep olmak ü z e r e Eceabat yo luna y ü r ü d ü .
S o n r a , üç arkadaş daha ayırarak şöyle görev lendird i : — Siz de Gel ibolu yolunu tutun ve bu y ö n d e n gelen
te lefon ve telgraf tellerini kesin. O y a n d a n gelenleri ürkütmeyin, yalnız ger i dönenler in her ne pahasına o lursa o lsun geçmelerine müsaade etmeyin.
Bu üç kişilik g r u p da Gel ibolu yoluna düştü. « Y a n ı n d a bulunanlardan A r n a v u t Ramazan' la Koz ludere köyünd e n Hüsey in Ç a v u ş ' u da deniz kıyısında cephanel ikler in bu lunduğu düz lüğün yanıbaşında yar ımadanın ilk fatihler inden G a z i Fazı l B a b a türbesinin bu lunduğu tepeye yo lladı.
Bu tepede, d ü n y a savaşında hastahane olarak kullanı lmış bir baraka vard ı . Bu barakada İstanbul hükümetine bağlı cephanel ik ve İstihkâm Parkı k o r u y u c u s u T ü r k asker ler in in kumandanları Binbaşı Bahr i , Y ü z b a ş ı Hilmi
ve Ü s t e ğ m e n Hulusi beyler o t u r u y o r , gecenin şu vakt inde de derin bir uykuda bulunuyor lardı .
Üç kişilik grup, tepedeki T ü r k subaylar ını kolayca uykuda bastır ıp bağladı. Dramalı Ali Rıza bey, yanındaki b ü y ü k ç e grupla Fransız lar ın Senegal l i z e n c i askerler in uyumakta olduğu barakalara yöneldi . Kedi adımlarıyla i lerleyen baskıncılar, cephanel iğ in kara yanındaki cümle kapısında dikilen Senegall i ler i s e s s i z c e avladılar; el ler ini kollarını sıkıca bağlayıp ağz ına da bir çaput tıktıktan s o n r a barakaların arasına süzüldüler. Av luda dikilen n ö betçi ile devr iyeyi avlamak da z o r olmadı. Silâhları el ler inden alınan zenci ler, hem s o ğ u k t a n , hem de korkudan zangı r zangı r t itreyerek karların üzerine eli kolu bağlı uzatı ldı lar. Bütün bunlar, çıt ç ıkmadan olup bitmişti. S ı r a g a r n i z o n u n koridorunda diki len nöbetçinin avlanmasına gel ince Karainebeyi i Osman' la A r n a v u t H a s a n , kedi adımlarıyla içeri süzüldü. O s m a n , birdenbire zencinin b o ğ a z ı na sarı ldı , neye uğradığını an layamadan g ö ğ s ü n d e A r n a vut Hasan' ın keskin ve sivri b ıçağının ucunu duyan S e negal l i , sess izce baskıncı lara teslim oldu. Silâhı alınıp z a r a r s ı z duruma getiri len nöbetçiy i koridora ölü gibi y a tırdıktan sonra Dramalı'nın da yet işmesiyle hep birl ikte erat koğuşuyla b a ş ç a v u ş u n yatt ığı odanın önüne geldi ler. Dramalı Rıza beyin bir işaretiyle bütün koğuş ve oda camları dipçik vuruşlar ıy la şangırdatı larak kırıldı. Si lâhların namluları, karayol larından s ı ç r a y a n Senegall i ler le başç a v u ş u n üzerine çevri ldi. Kapı lardan dalan birkaç baskıncı, hemerı b a ş ç a v u ş u n tabancasıy la koğuştaki tüfeklerin mekanizmalarını toplcdı .
S o n r c , bütün zenci askerler, elleri kolları bağlanıp ağız lar ı t ıkandıktan sonra karyolalarına yatır ı ldı. Bu arada cephanel ik koruyucusu T ü r k askerlerinin koğuşuna da u ğ r a y a n baskıncılar, orada kendilerine karşı büyük bir anlayış ve birlik ruhu buldular. Hepsi de cephanel ik ler in taşınmasında yardımcı olacaklar ına s ö z verdi ler.
Artık, bütün Akbaş cephanel iğ i Dramalı Ali Rıza bey in el indeydi. Hemen, sarı meşin çantasından çıkardığı hava işaret fişeğini biraz ötede kumlar üzerinde şıpırda-
590
yıp d u r a n b o ğ a z sularının karanlığına d o ğ r u fırlattı. M a v f ışık f ıskiyeleri serpen fişek, bir süre havada yanarak g ü rültüyle Adalar Deniz ine d o ğ r u akıp giden mosmor sular ın üzer ine döküldü. A n a d o l u yakasında Köprülülü Hamdi beyle arkadaşlar ı s o n s u z bir merak ve sabırsızl ık içinde v e ri lecek ışık işaretini beklerken karanlıklar iç inde bir tatlı müjde gibi yükselen ışığı g ö r d ü : Hemen Bolayır römorkör ü n ü n kaptanına :
— Haydi kaptan! diye bağırdı . Demir al. Karş ıdan seni bekl iyorlar.
Umurbey ' in B e r g a z iskelesinde kaynaşan bir y ığın motor, kayık birdenbire canlanır gibi o ldu. Hepsi A k b a ş e jderhanın kuyruğuna bağlı yavrular ı gibi dizili olarak iskeleden ayrı ldı. Hepsi de kalın halatlarla birbir ine bağlıydı.
Dramalı Ali Rıza bey, işaret f işeğini ateşledikten s o n ra hem B e r g a z iskelesinde d o k u z d o ğ u r a n Hamdi beye haber vermiş, hem de İstihkâm Parkı'nda bu işareti bekleyen» y ü z l e r c e gönül lüye kendisine kavuşmalarını bildirmişti. Bolayır römorkörü ile arkasında sürüklediği b i r * y ı ğın deniz aracı b o ğ a z d a y a t a n düşman destroyer ler in in g ü ç l ü projektörleriyle tarayıp d u r d u ğ u tehlikeli su lardan A k b a ş ' a doğru i lerlerken istihkâm Parkı 'nda bekleyen y ü z l e r c e kişi de A k b a ş cephanel ik ler ine d o ğ r u koşar adım i lerlemeye başladı.
« B o l a y ı r » , denizin şiddetl i akıntısından da yarar lanarak seğirt i rcesine Akbaş' ta tahta iskeleye yanaşt ı . B ü tün cephanel ikler, o g e l i n c e y e dek arı gibi iş leyen g ö n ü l -tülerce boşaltıl ıp kumlar üstüne istif edilmişti. Bu kez yeni bir çal ışma başladı. Sekiz bin Rus tüfeğini, yirmi bin s a n dık cephaney i , kırk Rus makinalı tüfeğini, el leriyle g ö z leri bağlanan Senegal l i z e n c i askerler i , Frans ız b a ş ç a v u ş u n u , üç Türk subayı ile bütün T ü r k k o r u y u c u askerlerini yükleyen Bolayır römorkörler iy le peşine taktığı bir s ü r ü a r a ç , Karabiga'ya d o ğ r u yola çıktı. İngiliz projektörler inin denizi tarayan ışıklarından kurtularak karşıya g e ç t i , y ine U m u r b e y iskelesine yanaşt ı . B u r d a da hummalı bir taşıma çal ışması başladı. Bütün bu çok değer l i
591
yükler, çabucak tehlikeli b ö l g e d e n uzaklaştırı lmak üzere, karadan hazır bekleyen at lara, eşeklere, katır lara, develere, ö k ü z ve tatar arabalar ına yüklenerek Ç a n y ö n ü n d e yo la çıkarıldı ve Yen ice b u c a ğ ı n d a depo edildi. Frans ız b a ş ç a v u ş u ile Senegal l i askerler, sabaha dek iskelede bir s ü n g ü l ü kuvayı milliye erinin g ö z c ü l ü ğ ü n d e bekletilerek, g ü n doğarken s e r b e s t bırakıldılar.
« B o l a y ı r » değerl i yüklerini boşaltarak Karabiga 'ya yol landı. O r a d a Halit bey çift l iğinin sazl ıklarında karaya bindirerek gizlendi. Saz lar , kamışlar ve türlü yeşil l iklerle iy ice kamufle edilen kahraman « B o l a y ı r » , burda s o n u c u beklemeye başladı. H e r h a n g i bir tehlikeye karşı geminin bütün değerl i eşyalar ı , karaya taşındı ve gemi kuru bir gemi iskeleti olarak kaldı. Kaptan da, tayfalarını alarak karaya çıktı.
A k b a ş cephanelik s o y g u n u n u n ertesi 27 Şubat 1920 g ü n ü , olay, İstanbul işgal kumandanlığı merkezindeki bütün sorumlu başlar üstüne korkunç bir yıldırım çatırtısıy-la düşmüştü. Hemen, İngil izler, Çanakkale'de üslenen destroyer ler in i Anadolu kıyı larına saldırtmış, Bandırma'-ya iki y ü z kişilik bir İngil iz kıt'ası çıkararak oradaki si lâh depolar ın ı kordon altına aldırmıştı. 27 Şubat g ü n ü , akşama dek « B o l a y ı r » ı a r a y a n tarayan olmadı. Sorumlular, her an İngiliz savaş gemiler inin gelmesini bekl iyorlardı. 28-29 Şubat geces i de d e n i z d e hiç bir projektör ışığı parlatmadı. S a b a h horozlar ı Karabiga'da bir yaylım ateş gibi ötmeye başlamıştı ki, d u r g u n ve mavimtrak suların üzer inde İngiliz destroyer in in ışıktan k.lıçları gez inmeye başladı. L iman, çiğ ışık demetleriy le cıvıl cıvı l kaynaştı. Ka-rabiga bucağın ın bütün ev ler i , çarşısı aydınlık içinde y ü z meye başladı. En s o n r a , projektör, sazlıkta maskelenmiş o lan « B o l a y ı r » üzerinde d u r d u . S o n r a , destroyerden denize indiri len bir sürü fil ika, İngil iz deniz erleri ve s u b a y ları ile dopdolu olarak kıyıya d o ğ r u kaymaya başladı. Bir kayıktan iskeleye birkaç İngiliz subayıy la birkaç deniz er i çıktı.
Bir İngiliz subayı , bucak müdürünü gemiden Amiral in istediğini söyledi. M ü d ü r İsa bey, korkarak gitmek
592
is temediyse de, kuvayı mill iyecilerin kendisine ak.bıdığı b i r k a ç sözü söylemek üzere yüreklenerek s a v a ş gemisine gitt i . Amiral, onu çok nâzik karşıladı. Yalnız, söz aras ında :
— V a p u r u n tayfasını ve kaptanını teslim etmezseniz bu g e c e Karabiga'y ı yakacağız ! diye bir kurusıkıda bulundu.
İsa bey : — Bu adamlar, kuvayı milliyenin emrindedir. Kara-
bigalı ların bu işle hiç bir ilgileri ve suçlar ı yoktur. Yapac a ğ ı n ı z bu iş. kanunsuz ve haksız olur. Millî kuvvetlerin B i g a ' d a birçok silâhlı adamları ve makinalı tüfekleri vardır. Şu sırada gidişatı gözetlemektedir ler. H o ş a gitmeyen bir davranış karşısında ateş açabil ir ler, dedi .
Bu s ö z , Amirali yatıştırmış olacak ki bucak müdür ü n ü daha çok sıkıştırmadı. O n a kahve ikram etti. S o n r a İngiliz deniz erlerine « B o l a y ı r » ı sazlıktan kurtarıp yüzdürmelerini buyurdu. « B o l a y ı r » ı y ü z d ü r ü p ona İngil iz bayrağı çekt iren Amiral, her saat başı buyruğunu y inel iyordu :
— Kaptan ve tayfalar bir saate dek gel ip teslim olmazsa Karabiga'yı topa tutarak yakıp y ıkacağım.
Akşam olmuş, g e c e i lerl iyordu. İngil izler, kömürü kalmadığından çal ışmayan « B o l a y ı r » römorkörünün ocaklarını, d ışardan kesip getirdikleri ağaçlar ın odunlarıy la dold u r a r a k ateşlediler. « K a h r a m a n Bolayır» b ö y l e c e tutsak edilerek gecenin karanl ığında alınıp götürü ldü. Kaptanla tayfalar, kuvayı mill iyeciiere katıldılar.
İ H A N E T E D E N T O P
Yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak saldırı, hiç sal-dırmamaktan çok daha fenadır.
Mustafa K E M A L
Fransız lar ın bir kale gibi güçlendirdikler i Mahmut Medim konağı, alınması gereken kilit noktalardan biriy-
593 3/F. : 38
di. U r f a kuvayı miil iyesi için büyük bir engel olan bu konağın, bin türlü güçlükle Siverek' ten getir i len pek değer l i topla tuz buz edi leceği g ü n , gel ip çatmıştı. Urfa 'n ın yıkık dökük kale harabeler i ger is ine yerleşt ir i len top, namlus u n u M a h d u m Nedim konağına çevirmiş, korkunç mermilerini gürültüler le kusacağı saati bekl iyordu. S a v a ş ç ı l a rın bir tek umudu, bu güzel toptu. E ğ e r bir A r a p atı gibi canlı bir şey o lsaydı , onu Antep ve Şam fıstıklarıyia beslerlerdi. O, bütün savaşçı lar ın g ö z b e b e ğ i y d i . Ç ü n k ü , zafer in şarkıcı basısı da o o l a c a ğ a benz iyordu. Sanki bütün s a vaşçı lar ın y ü r e ğ i , bu topun çel ikten varl ığında çarp ıyord u . G ü z e l top, avının üstüne atı lmaya hazır bir ars lan g i b i yıkık duvar lar ın arkasında p u s u y a yatmıştı. O n u n gür lemesi, hem Fransız lar ın yüreğini oynatacak, hem de b ü t ü n Urfal ı ların yüreğin i zafer umuduyla çarpt ı racakt ı . Savaşçı lar , 4 Mart 1920 sabahı , başlayacak saldır ıda F r a n sız lar ın düşeceği şaşkınl ığı düşünerek kıs kıs gü lüyor lardı. Ş u n d a n ki, Frans ız işgal kumandanı, T ü r k s a v a ş ç ı l a r ın ın elinde böyle bir top o lduğunu bi lmiyordu. 3-4 M a r t g e c e s i , Mahmut Nedim konağına saldıracak savaşç ı lar , Mi l le t Hanı'yla daha başka yer lere yerleştir i ldi. Düşmanın ••üstüne toptan atılmak üzere Samsat kapısıyla ç e p s ç e v -re Fransız mevzi lerine karşı yerleştir i lmiş olan bütün sa,-vaşçı lar, bu büyülü g ü z e l topun, gür leyerek v e r e c e ğ i işareti bekl iyorlardı.
T o p , 4 Mart 1920 sabahının ilk aydınl ığıyla birl ikte gürledi ve ilk mermi M a h m u t Nedim konağındaki F r a n sızların şaşkınl ığı or tas ında bir duvar ı çökert i rken bütün T ü r k savaşçı lar ı mevzi ler inden fırladı. Samsat kapısında yapı lan saldırının ilk başar ıs ı , karşısındaki nalbant dükkânına erişmek olacaktı . Ne var ki, Mahmut Nedim konağının yanındaki değirmene Fransız lar ın yerleştirmiş o lduğu bir otomatik tüfek, S a m s a t kapısından kuş u ç u r m u y o r , sayıs ız Fransız mermisi, ö n ü n e gelen canlıyı cansız ı kesk i n bir bıçak gibi ikiye b içerces ine yağıp d u r u y o r d u . B ö y lece savaşçı lara b ü s b ü t ü n kapanmış olan S a m s a t kapısının her iki yanında harap ve yıkık dükkânlar vardı . T o pun attığı ikinci mermi y ü z ü n d e n Fransız otomatiği bir
594-
duraklama y a p a r y a p m a z , Siverekl i savaşçı lar , şimşek g i bi nalbant dükkânına atladılar. A ğ ı r otomatik tüfeğin ateş i , buray ı tutmuyordu, Bu s ı rada ilk top mermisiyle davr a n a n Mil let Han' ındaki savaşçı lar , Mahmut Nedim konağının c a d d e y e bakan avlu duvar ı önündeki bitişik dükkâna daldı lar. Makinal ı tüfeğin hışmı burayı da tutmuyord u . S a v a ş ç ı l a r ı n , yanlar ında o lsa, topu tutup ş a p u r ş u p u r ö p e s i g e l i y o r d u . O, g ü r ses iy le genel bir s a v a ş ruhu gibi ileri at ı l ıyor, s a v a ş ç ı l a r da o n u n arkasından korkuyu ç iğneyerek ileri at ı l ıyorlardı. T o p , böy lece Fransız lar ın s ığ ındığı M a h m u t Nedim konağıy la öbür konakları d ö v e durs u n , av lu duvar ı önündeki bitişik dükkâna v a r a n s a v a ş ç ı lar, b u n u n kepenklerini baltalarla kırıp içer iye girdi ler. B u r a d a n av luya g e ç m e k üzere y ine beraberindeki kazma ve baltalarla kalın av lu duvarını ç a b u c a k deldi ler.
Ne yaz ık ki, ö n c ü s a v a ş ruhu o güzel top, s u s m u ş tu. Kulakları ve yürekler i sev inç le dolduran o tatlı ars lan kükremesi, bilmedikleri bir nedenden dolayı s u s m u ş t u . Bütün savaşç ı lar , yetişt ikleri ilk erekler inde kulak kabartılmış bekl iyor lardı . A ç ı l a n d u v a r del iğinden ilk av luya g i ren bir Siverekl i s a v a ş ç ı , makinalı tüfeğin say ıs ız kur-şunlar ıy la biçi lerek oracıkta c a n verdi. G ü r l e y e n t o p u n b ü y ü l ü s e s i n d e n yüreklenerek saldıran T ü r k l e r i n , böy le duraklamasın ın anlamını an layan kurnaz Fransız lar , hemen karşı saldır ıya geçt i ler. Mahmut Nedim konağının av lu duvar ı dibindeki s a v a ş ç ı l a r a el ve tüfek bombalar ı y a ğ d ı r m a y a başladılar. Bir anda burası mezbahaya d ö n d ü . H a v a d a kaldırım taşlar ı , tahta parçalar ıy la birl ikte insan parçalar ı da u ç u ş u y o r , iniltiler, haykır ışlar, patlay ış lar ve kapkara dumanlar birbir ine kar ış ıyordu .
M a h m u t Nedim konağı av lusunda delik a ç a n yiğit ler b ö y l e c e bir et ve kan y ığını olarak savaşçı lar ın saf ından s o n r a s ı z olarak ayr ı l ınca, nalbant dükkânına sığınmış o lan s a v a ş ç ı l a r , bir süre ne yapacaklar ın ı şaşırdı lar. Bu kap a n d a n çıkabilmek için akşamın karanlığını beklemek, hiç o lacak iş deği ldi . Hızl ı s ıçramalar la makinalı tüfeğin kurd u ğ u b a r a j d a n öteye geçmek, daha elverişl i yer lerde mev-Zilenmiş arkadaşlar la bir leşmek ve karınca karar ınca bir
595
iş başarmak g e r e k i y o r d u . B ö y l e düşünerek teker teker s ı ç r a m a y a ve Samsat kapısından içeri g i rmeye başladılar. H e p s i de böylece Samsat kapısını geçti ler. İçlerinden birisi b a c a ğ ı n d a n yaralandı . U z u n ve dolambaçl ı bir yol izleyerek Mahmut Nedim konağının cümle kapısı karşısındaki e v d e mevzi lenen arkadaşlar ına kavuştular.
Baktı lar, Mahmut Nedim konağı önündeki dükkânda sağ kalmış, ya da önemsiz yaralar almış birkaç arkadaşları vardı . O n l a r a arsa duvarı b o y u n c a sinerek ve s ü r ü nerek Millet Han' ına geçmeler ini salıkladılar.
Mahmut Nedim konağının karşısındaki ev in av lusunda birçok kuvayı milliye savaşçıs ın ın toplandığını s e z e n Fransız lar , o r a y a bir tüfek bombası savurdularsa da, bomba bir taş gibi oradaki ler in arasına düştü. Patlamamıştı. S a v a ş ç ı l a r d a n biri bunun üzerine heyecanla bağırdı :
— Arkadaşlar , korkacak hiçbir ş e y yoktur. Ecel i g e len ölür. Ölmemiz kaderde olsaydı şu bomba patlar, birkaçınız ı alıp götürebi l i rdi . Korkmayın, dalalım şu evden içer i , ölüm bizden korksun.
H e p birlikte içeri girdiler. Girdikleri iki oda da karanlıktı. Yalnız bunların duvar lar ından M a h m u t Nedim'in ev ine açı lmış delikler görerek orada neler olup bittiğini anlamak üzere gözler in i bunlara yerleştirdi ler: Fransız ların bir bölümü yıkılan duvarlar ın taşlarıyla kendilerine s iper ler yapmaya çal ış ırken, öbürleri de durmadan Urfalı mil isleı jn üzerine tüfek, el bombaları ile atış yapıyor lardı .
B u n u n üzer ine, milisler, hazır buldukları mazgal lara tüfeklerinin namlularını yerleştirerek hep birden yayl ım ateşe geçti ler. Bu s ırada dükkândaki az yaral ı larla sağ kalanlar da Millet Han' ına geçip oradan da onların yanına gelmişlerdi.
Siverekl i ler, akşam karanlığında yaral ı lar ıyla şehitleri sayabi ldi ler: D ö r t ' y a r a l ı ile on bir şehit leri vardı .
* * *
Artık, bütün Urfa 'da mazgal savaşı s ü r ü p gidiyord u . Fransız lar, tam anlamıyla kuşatı lmışlardı. Kuvayı mill iye kumandanlığının bütün isteği, d ışardan onlara yardım gelmesini önlemek ve cephaneler inin bitmesini hız-
596
landıracak davranış lar v e düzenler yapmaktı . B u y ü z d e n , yürekl i milisler, düşmanın makinalı tüfekleriyle ve tüfek bombalar ıy la eğlenerek o n a durmadan mermi yakt ır ıyorlardı. Giz l i yer lerden saldır ıya geçmiş gibi tür lü gürül tüler ç ıkar ıyor, g e c e karanl ığında sokaklarda teneke çalarak düşmanı tedirgin ediyor lardı .
Mil isler, böy lece kaplumbağa savaşıy la değerl i z a manlarını y i t i redursunlar, bağlant ıda bulundukları Şahin-oğul lar ı , Suruç ' tan çok önemli bir haber gönderdi ler : Frart-6izlur, Urfa 'da kuşatılmış olan askerlerini kurtarmak üzere yard ım gönderecekt i . B u , korkulacak bir haberdi . K u v a y ı milliye kumandanı Al i Sa ip bey, Fransızla'rı kuşatan milis g ü c ü n d e n iki y ü z eli kişilik bir müfreze ayırarak gelecek düşman yardımını karşılamak üzere S u r u ç ' a g ö n dermek kararını aldı. Bunlar ın da hızlı davranmak için atlı o lması gerek iyordu.
G i d e c e k müfreze, g e c e y i hazırl ıkla geçir ip, sabahleyin erkenden atlara b inmeden ö n c e Köroğlu 'nun kahves inde birer acı kahve içt i. S o n r a ahır lardan hayvanlar ı ç ıkarıp t ımar ettiler ve eğerler in i vurdular. S o y l u h a y v a n lar, yo la gidecekler inden dolayı çocuk gibi sev in iyor, s a hiplerinin ellerine, kol larına, yüz ler ine, yüzler ini s ü r ü y o r lardı. Günlerdir , ahır ların karanl ığında tüfek sesler i dinleyerek sıkılmışlardı. İki y ü z elli kişilik müfreze, F r a n sız lara uzak olan H a r r a n kapısından çıktı ve N e m r u t dağlarına d o ğ r u yöneldi . B i rçok y e r d e kar eriyip gitmişse de kuzey sırt larda ak yamalar gibi g ö z e ç a r p ı y o r d u . Kar s u ları, bütün kuru derecik lerden gümüş s a l y a n g o z izleri gibi akıp g id iyordu. G ü n e y baharının eli kulağındaydı. Kafile, kest irme patikalardan g i d i y o r d u . Bu dalgalı topraklar üzerinde toplu hedef göstermemek için müfreze, g r u p l a r a ayrı lmış, aralıklarla birbir lerini iz l iyordu. Kolbaşı , Urfa-S u r u ç ş o s e s i n e inmek ü z e r e y d i . En arkadan g iden öğretmen ve yedek subay Kerim Fuat bey g r u b u , yedi atl ıydı ve e p e y c e de geride kalmıştı. Kestirme bir pat ikadan g i derek yo lun önüne çıkmak istediler. İçlerinde Hamit Ç a v -ş a n adlı yaşl ı bir milis, buralar ı karış karış bildiğini s ö y leyerek arkadaşlar ına kı lavuzluk etmek istedi. Engebel i
Alamut - Çizgiliforum.com
597
ve dalgal ı topraklar üzer inde saat lerce döndüler , dolaştı lar, y ine önceki y e r e geldi ler. G ü n e ş de batmak üzereyd i . A n a yolu yit irmişlerdi. Bir köye rastladı lar, bir s ü r ü koyunla tepeye d o ğ r u t ırmanan bir ç o b a n a seslendi ler. S ü r ü n ü n iki köpeği ağız dolusu havlayarak onlar ın üzer i n e atıldı. Ç o b a n , köpekleri kovarak onlara yaklaşt ı . U r -falı atl ı ların buralardan g e ç i p geçmediğini sordular. G ö r mediğini söy ledi . Frans ız askerlerini g ö r ü p görmediği s o r u s u n u da şöyle yanıt ladı :
— Şahin bey oğul lar ı , Fransız lar la çarpış ıyor lar , Frans ız lar , yetmiş v a g o n a d ö r d e r asker yer leşt irerek ö n lerine de kum torbalar ından siperler yaptı lar. Biz i iki g ü n torbalara kum doldurmak işinde çalıştırdı lar.
Ç o b a n d a n , gitmek istedikleri Boztepe y ö n ü n ü s o r d u lar. « S u r u ç ovas ı , köpüksüz, dalgasız, karanlık bir d e n i z » gibi u z u y o r ve yay ı l ıyordu.
Kerim bey, b irdenbire uzaktan g ö k y ü z ü n e d o ğ r u bir aydınlatma f işeğinin yükseldiğini g ö r d ü :
— Arkadaşlar , dedi , düşman aydınlatma tabancasıyla o v a y ı aydınlat ıyor. Ya bizim varl ığımızı keşfett i ; ya da hiçbir ş e y bi lmeden y ü r ü y ü ş e geçmek üzere ilerisini aydın latmaya çal ış ıyor. Tedbir l i davranal ım. Aydınlatma tab a n c a s ı ile havaya üç fişek atılmıştı. Demek ki düşman yak ındaydı .
Kerim bey, s o n r a , d ü ş ü n d ü : Bu aydınlatma fişekleri S u r u ç ovasın ın eski azizl iklerinden başka bir şey deği ld i . S ıcak y a z günler inde bu güzel ve geniş ovanın göklerinde ne güzel ve şiirli seraplar doğar, halkı çobanlar ı ve yolcular ı şaşırtarak saat larca eğlendir irdi. Kerim bey. attan inerek y e r e uzandı ve kulağını yapışt ırarak dinledi . U z a k t a n ve yakından hiç bir ayak sesi ge lmiyordu.
— Arkadaşlar , daha i leriye gitmeyelim, dedi. Bizimkiler, bizim ö n ü m ü z d e deği l , arkamızdadır.
Hamit Ç a v ş a n ' ı n direnmesiy le atlarına at layıp o v a da bir çeyrek saat daha gitti ler. Kerim bey, bir ddha attan at layarak y ü z ü k o y u n y e r e uzandı ve y ü z ü n ü o k ş a y a n kısa ot lar ve güzel kokulu çiçeklere yaslanarak yeri d inledi. İşte, bir y ığın atın nal sesler i , toprağın katı da lga-
598
larını aşarak kulaklarına dek gel iyordu. Öteki ler de inip yeri dinlediler, atların ayak sesler i , açıkça işit i l iyordu. Bir s ü r e daha bekleyerek kulak verdiler. Artık, atların tıksırmaları, kişnemeleri ve savaşçı lar ın -konuşmaları da işitilmeye başlamıştı. O v a , kapkaranlıktı. Yalnız iri yı ldızlar, burayı z indan karanlığından kurtar ıyordu.
G e r ç e k t e n de biraz sonra büyük kol, onlar ın bulund u ğ u yere geldi. Buradan hep birlikte B o z t e p e köyüne vardı lar. Vakit gece yansın ı geçmişti. Köy ağasın ın odasında konuk edildiler. Köy ağası :
— Fransız lar, çok üstün güçler le A r a p p ı n a n ' n a çıktılar, dedi. Bu dolaylardaki köyler, hep teslim bayrağı çektiler. Beiki de yarın buraya geleceklerdir. Hepimizi öldürecekler diye korkuyoruz.
Tanınmış Urfalı savaşçı lar la aşiret ağalar ı , köy ağasının bir b o z g u n c u havası esen sözlerini düşüncel i düşüncel i dinliyorlar, alınlarının çizgi lerini, k o y g u n u n bıçağı d a h a çok yar ıyor ve derinleşt ir iyordu.
Savaşçı lar , aşiret geleneğine göre yemeklendiler. Koc a m a n siniler üstünde kumullanan sıcak bulgur pilâvını, kaşık ve çatal olmadığından elleriyle yedi ler. Kolun başları, Boztepe köyü ağasının yaptığı ağulu propagandanın etkisinde kalarak Urfa 'ya dönmeyi kararlaştırdılar. Pilâvı y e y i p ayranı içtikten sonra atlarına atlayıp köyden çıktıkları sırada yaşlı bir köylü soluk soluğa önlerini kesti :
— Ağalar, nereye g id iyorsunuz? dedi. Şahin bey oğulları, çoktanberidir Fransız lar la çarpış ıyor lar. Fransız lar, onlar ın köylerini yaktılar. Şimdi, buradan bir saat uzakta bulunuyorlar. Size bu kaygulandır ıcı lâfları eden köyümüz ü n ağası olan Süleyman oğlu Mehmet Faik, Fransız lard a n yanadır, sonra kendisini korusunlar diye de birçok Ermeniy i saklamıştır.
Yedek subay Kerirri Fırat, İzollu aşireti reisi B o z a n A ğ a ve Rüştü Küçük Ömer, yaşl ı köylünün sözlerini gerç e ğ i n ta kendisi bilerek dinlediler ve hemen atlarını süre-; rek durumu ilerideki ağalara da anlattılar. Sözler ini dinletemediler. Hepsi köy ağasının yapt ığı b o z g u n c u l u ğ u n
-etkisi alt ındaydı. Bu y ü z d e n yaşl ı köylünün verdiği doğ-
599
ru bi lgiye kulak asmadan atlarını U r f a y ö n ü n d e d e h l e y e -rek uzaklaştılar.
Sonradan, Ali Saip beyin eline geçmiş olan bir mektup, Boztepe köyü ağasının ihanetini o lduğu gibi meydan a v u r u y o r d u . Yüzbaş ı S a j o ' d a n Süleyman A ğ a oğlu M e h met Faik A ğ a ' y a giden mektup şöyleydi :
« İzzet lû efendim hazret ler i ! Gönderdiğin iz mektuba çok teşekkür eder im. Mek
tupta dediklerinizle kişil iğiniz üstüne gereken bi lgi leri A l b a y hazretlerine bi ldireceğim. M e k t u b u get iren güveni l ir adamınıza emanet ett iğim mektubumu Arappınar ı 'na g ö n dermenizi diler, saygı larımı sunar ım, efendim.
2 5 M a r t 1920 - Y ü z b a ş ı S a j o -»
Şahinoğul lan'na yardıma gidip de düşmanın üstüne varmadan, bir p r o p a g a n d a y a kapılarak y ine U r f a ' y a dö-> nen ikiyüz elli milis, atlarını t ımar edip ahırlara çekti ler ve sonra sıkıntılı bir mazgal savaş ına sürüklendi ler. F r a n sızların birer kale gibi güçlendirdiğ i ak Moskof taşından evler, mavzer kurşunlarına bana mısın demiyordu. C o k güveni len nazlı top da anlaşı lan çok şımartı ldığından bir susmuş, bir daha da gürlemek bitmemişti. Fransız lar ın ateş püsküren mevzilerine ve sığınaklarına karşı yapı lan pek çok saldırı lar boşa gitmişti.
Bütün savaşçı lar, üzüntü iç indeydi. Ali Saip bey de Halvet iye'deki karargâhında oturmuş,
yarars ız günler g e ç i r i y o r d u . Y ığınlar la s a v a ş ç ı , ne y a p a cağını bilmeyerek evlerde ve kahvelerde oturup sabah akşam acı kahve ve çay içerek vakit ö l d ü r ü y o r d u . O y s a , öbür yanda Akçakale tren is tasyonuna çıkıp b u r a s ı n ı ' g ü ç -lendiren Fransız askerler i , Urfa 'n ın arkasında bir tehlike yarattıkları gibi, o dolaylardaki boyun eğmeyen köyleri de yakıp yıkıyorlardı.
Ali Saip bey, uzaktan u z a ğ a sır ıtmaya başlayan bu tehlikeyi bulunduğu yerde yok etmek üzere davranmanın gerektiğini anladı. A n e z e aşireti reisi Hacim'in aşiret at-
600
illerini da hesaba katarak Urfa-Siverek atl ı larından ait» yüz kişilik bir g ü ç hazır ladı.
Ali Saip bey, son günlerde T e ğ m e n Kemal beyin g e tirdiği iki toptan birini Frans ız mevzilerine aralıklı ateş edilmek üzere Urfa 'da bırakarak bunlardan birini, iki ağır makinalı, bir yeğnik makinalı tüfekle birlikte altı y ü z kişilik atlının başına geç i rd i .
Yumuşak, tatlı bir Mart sabahı , Ali Saip bey, atına atlayarak atlıların başına geçt i . Akçakale'deki düşman üzerine oldukça d ü z g ü n bir y ü r ü y ü ş başladı.
Harran ovasının yemyeşi l düzlükleri ortasından g e çen Akçakale-Urfa y o l u , atl ı ların da, atiarın da pek hoşuna gidiyordu. İ lkyaz, erkenden ovaya inmiş ve burada inanırların hayallerinde y a ş a y a n cennet düzünün çiçekten, yeşill ikten ve kokudan çok zengin bir minyatürünü yaratmış gibiydi. At lar, bir y a n d a n , günlerdir u y u ş a n ayaklarını birer kuş kanadı gibi kullanmak için hırsla o y n a y ı p duruyor , bir yandan şu yeşi l l iğe dalıp d o y a s ı y a ot layabi l-menin özlemi içinde durmadan ovayı gözet l iyor lardı .
Atlı lar, Harran ovasın ın gökler ine yaklaşt ıkça uzaklaşan gök gürültülerini, seraplar ı seyrederek Keyifli k e yifli türküler yakarak, konuşup gülüşerek i lerl iyorlardı. Harran ovasının çabuk geldiği gibi çabuk da g iden ilkyaz ı mutluluk düşünceler i v e r e n güzel bir barış d ü n y a sının ölmez güzell iklerini andır ıyordu. B ö y l e güzel bir doğa içinden geçerek ö lmeye, ö ldürmeye gitmek, feleğin ne büyük kahpeliğiydi. Atl ı ların b i r ç o ğ u , bunu ruhlarının derinl iğinde duyuyor lardı . S ü r ü sahiplerinin, göçebeler in kara çadır ları, y e r yer , öbek öbek g ö z e çarpıyor, koyun sürüler i , bu yeşil sonsuz luk ortasında ak köpükten a d a cıklar gibi y ü z ü y o r d u . Atl ı lara yaklaşmak yürekli l iğini g ö s teremeyen iri ve beşli ç o b a n köpekleri, ta ötelerden y ı ldırım gibi koşarak g e l i y o r ve s ı raya dizi lerek bu kalabalık asker dizisine iş o lsun diye ağız dolusu havl ıyor lardı.
Ali Saip bey, Akçakale 'ye iki saat kala milislere mola verdirerek kuvayı milliye kumandanlarını yanına aldı, A n e -zë aşiretinin çadırlarına d o ğ r u ilerledi. O r a d a onları aşiret reisi Hacim dostça karşı layacaktı . Ne v a r ki Hacim'i
o r a d a bulamadılar. Kaçmışt ı . Aş i ret ileri gelenler i , Ali S a ip beyle arkadaşlarını ağır ladı lar. Sütler, ayranlar, yoğurt lar verdi ler. Yalnız bu yağl ı ballı yemeklemenin arkasından çok kötü bir haber de vermekten uzak kalmadılar: Büyük bir Fransız yardım birl iği, Urfa 'da kuşatılmış olan Fransız g a r n i z o n u n u kurtarmak üzere, H a r a p n a z istasyonundan Urfa y ö n ü n d e yola çıkmıştı. Bu kafilede dört bataryal ık bir t o p ç u g ü c ü de y e r almıştı.
A n e z e aşiret ağalar ından bu taze haberi alan Ali S a ip beyle bütün Urfa ve Siverek aşiret ağalar ında şafak attı. Bu bataryalar karşısında hangi babayiğit dayanabi l ird i? Bunlar, acımadan bütün Urfa 'y ı yakıp yıkabil ir lerdi.
Al i Saip beyle arkadaşlar ı , çadır lardan ayr ı l ınca biraz ötede çabuk bir karara varmak üzere ayak üstü g ö rüştüler. Var ı lan karar şu o l d u : Urfa hemen boşaltı lmalı, millî güçler , Karaköprü'ye çekilmelidir. Şu s ırada yapılacak tek iş, hemen vakit geç i rmeden Urfa 'ya dönmekti. Ali Saip bey ve arkadaşlar ı , Hacim'in çadır ına g iderken o v a y a serpilmiş gördükler i boş top mermisi kovanlar ına bir anlam verememişlerdi. Şimdi buralara serpi lmiş olan bu mermi artıklarına göz ler i faltaşı gibi açı larak bakıyorlardı. Onlar ı , yola dek uğur layan Aneze aşireti ağalar ı , Ali Sa ip beyin boş kovanlara korkuyla baktığını g ö r d ü k ç e bıyıkalt ından g ü l ü y o r d u .
Bunlar ı , daha bu s a b a h , aşiretin güveni l i r adamları, Akçakale 'deki Fransız lardan alıp bir d e v e y e yüklemiş ve çadır lara giden yol üstüne serpiştirmişti.
Anezel i ler konuklarını yola bırakıp dönerken A k ç a kale'deki Fransız lar ı bir kez daha kurtardıklarından dolayı Fransız lardan koparacaklar ı altınların pçrı l t ıs ıyla g ö z leri kamaşarak kurnaz ve zeki olmanın verdiği tatlı mutluluk içinde yüzüyor lard ı .
Al i Saip beyin atlıları gitt ikten sonra Hacim saklandığı y e r d e n çıktı.
Altı yüz atlı. o v a d a uzaklaştı, küçüldü. Kar ıncalar g i b i g ü ç görülebi l ir o ldu. Evet, bu kerte güzel bir cennet yeşil l iği üzerinde s a v a ş nağralar ı atmanın, tepinmenin a n -
602
lamı var mıydı? G ö z d e n büsbütün yiten atlı ların arkasınd a n uzun uzun baktı ve s o n r a , esneyerek çadır ına girdi .
Akçakale 'den Urfa kuvayı miiliyesi üzer ine y ü r ü y e n korkunç Frans ız bataryalar ı masalına Ali Saip beyle birkaç aşiret reisi o kerte inanmışlardı ki ç o ğ u n l u ğ u n düşüncesine karşıt olarak Urfa 'y ı boşalt ıp Karaköprü 'ye çekilmekte ayak diredi ler. Atl ı lar hem Urfa y ö n ü n d e gidiyor, hem de boşaltmalı mı, boşaltmamalı mı konusunu tartış ıyor lardı . Siverekl i ler in ç o ğ u n l u ğ u , boşalt ı lmamasından yanaydı . Ö ğ r e t m e n ' y e d e k s u b a y Kerim bey, hemen U r f a ' -da bulunan Mehmet Emin beye kendileri g e l i n c e y e dek herhangi bir b iç imde şehi rden çıkmamasını salıkladı ve b u n u seğirtken bir atlı ile g ö n d e r d i .
Siverek atl ı ları, Ali Sa ip beyle ötekilerin d ü ş ü n c e l e rine sırt çev i rerek :
— Biz, Siverekl i ler, ö lürsek de kalırsak da Urfal ı lar-la beraberiz. Biz ö ldükten ger i öte yanı da Urfal ı lar d ü ş ü n s ü n ! diye s ö y l e n m e y e başladı.
Mil is ler U r f a ' y a g i rerken g ü n e ş de Nemrut d a ğ l a n üzer inde bat ıyordu.
Atl ı lar, şehre g i r ince korkunç bir panik havasıy la karşılaştı lar. Ali Sa ip bey, Badill i aşireti reisi Sait ' i kandı rarak birlikte K a r a k ö p r ü ' y e çeki ldi. Ali Saip beyin çekilmesi, halkı çok kötü etki ledi. Yatağını yorganın ı hayvanın a , arabasına v e sırt ına yük leyen şehirden g ö ç etmeye başladı. Kuvayı mill iye kumandanının A n e z e aşireti ağalarının p r o p a g a n d a s ı n a kapılarak şehri boşalt ıp gitmesi, Urfa Belediye Başkanı H a c ı Mustafa Kâmil beyi d a v r a n -dırdı. B ö y l e c e elden gitmek tehlikesi atlatan şehir, kurtuld u . Siverek savaşç ı lar ı , ona destek oldu. E ğ e r Siverekl iler de Urfa 'y ı boşalt ıp gitselerdi kuşatılmış olan F r a n s ı z g a r n i z o n u kurtulacak, Ermeni ler, belki de si lâhsız halka saldır ıp büyük bir kesim yapacaklard ı . Ertesi g ü n , Kara-köprü'de bir p r o p a g a n d a düzenine kurban gitt iğini anlay a n Ali Saip beyin b u y r u ğ u n d a k i savaşçı lar la Badill i aşireti atlı ları, y ine U r f a ' y a dönerek eski mevzi lerine yer leştiler.
603
K A D İ R L İ ' N İ N K U R T U L U Ş U
Milletlerin tutsaklığı üzerine oturtulmuş kuruluşlar her yanda yıkılmaya mahkûmdur.
Mustafa KEMAL
Kargapazar ı o layı , Kil ikya'daki Fransız s ö m ü r g e c i l e -riyle onların emrinde sert bir silâhlı kalabalık olarak ç a lışan Ermeni «int ikam tabur lar ı»n ı kara kara d ü ş ü n d ü r meye başladı. Bu y ü z d e n işgal kumandanlığı çok y e r e yayı lma açgöz lü lüğünden v a z g e ç e r e k belli « m ü s t a h k e m » yer lerde toplanma işine hız verdi . Bu y ü z d e n Kadir l i 'deki Ermeni fedaileriyle otuz kişilik F r a n s ı z atlı g a r n i z o n u n u n kumandanları Ü s t e ğ m e n Sübi ve P iyerson da pirelenmeye başlamıştı. Kadirl i 'deki jandarma örgütü de, F r a n s ı z işgaliyle birlikte, ulusal rengini yit irmiş, tam anlamıyla bir sömürge jandarma ö r g ü t ü o lup çıkmıştı . T ü r k jandarmaları bütün terhis edil ip memleketlerine gönder i lmiş, onların yerini Çerkezler le K a m o v a r denen Ermeni fedai ler i almıştı. J a n d a r m a subaylar ı da hep Ermeniydi . İşgal askerlerinin kasabaya ayak basışıy la birlikte bütün T ü r k lerin silâhları toplanmıştı. Bu s ı rada Kadirl i 'nin yerl i E r menileri de silahlandırılmıştı. Aklı başında kimi Ermeni ler, bu işin kötüye g ideceğin i , T ü r k halkının si lâhsızlandır ı l ıp Ermenilerin si lahlandırı lmasının i lerde çok büyük kötülükler doğuracağın ı boşuna söyley ip d u r u y o r s a da sözler i h a vada kalıyordu. Eski s ü r g ü n e giden Ermenilerin heps i , Kadirl i 'ye dönmüş, bunların yanıs ıra T ü r k i y e ' d e d o ğ m a m ı ş bir y ığın Ermeni göçmeni de gelmişti. Başlangıçta F r a n sızların güvenini kazanıp burada jandarma kumandanl ığı y a p a n Ali Saip bey zamanla kuvayı mill iyecilerle bir leşmiş, Urfa kuvayı milliye kumandanl ığına gitmişti. K a s a bada Ermenilerin ve Fransız lar ın gerek s iyasal , gerek ekonomik baskısı dayanı lmaz bir kerteye gelmeye başlamıştı. S ivas Kongresi 'n in b u y r u ğ u n a uyarak kasabanın aydınları ve ileri gelenleri, davrandı lar. Müftüoğlu H a z ı m ,
604
M ü f t ü O s m a n Nur i , C e z a Reisi F e y y a z , Tevf ik C o ş k u n , T e k e r e k H a s a n , Hali l, Müftüoğlu Remzi, Hacı İdem, Ö ğ retmen Rasim, Öğretmen Bekir Sıtkı, V a y i s o ğ l u Vahit , Hüsnü C o ş k u n , Hacı Muharrem, bir g e c e Nalbant Mehmet A ğ a ' n ı n dükkânının üstündeki odada toplandılar. Bu toplantı, Kadirli Müdafaayı Hukuk Derneği 'ni doldurdu. Tevf ik C o ş k u n bey, derneğin başkanlığına getir i ldi. Dernek üyeler i , hemen sistemli bir p r o p a g a n d a y a girişti ler. Kadirlil i T ü r k l e r i n malını, canını ve namusunu korumak uğruna s i lâhlanmak gerekti. Halk, parolayı çabuk kavradı, satı labilecek her şeyini satarak si lâh ve c e p h a n e edinmeye başladı. T ü r l ü tehlikeler alt ında Kadirl i 'ye getir i len si lâhların f iyatı da otuz alt ından aşağı düşmediğinden çok yıkıcı o l u y o r d u .
Y ine bu sırada müjdeye benzer güzel bir haber Kadirl i leri sevindir ip gözler ini ışıldattı. Buna g ö r e Andır ın '-da hemen kırk bin kişilik kuvayı mill iyeci Kozan' ın ve Ka-dir l i 'n in üstüne yürümek üzere hazır lanmaktaydı. Bu ord u n u n başbuğu da Hafız Bekir adlı, kimsenin bilmediği b i r yiğitt i.
Gerçekten de Hafız Bekir 'den Müdafaayı Hukuk Derneği Başkanı Tevfik C o ş k u n beye haberin duyulmasından birkaç gün sonra bir mektup geldi. Mektup şöyle d iyordu :
— Silâhlı ve millî bir ö r g ü t meydana getirerek müstevl iy i bu güzel yurttan kovmak için Andır ın'da çal ış ıyorum. Siz in de milliyetçi ve y u r t s e v e r bir g e n ç o l d u ğ u n u z u ö ğ r e n d i m . Çalışmalarımızı birleştirelim.
Tevf ik C o ş k u n , mektubu al ınca yüreği çok büyük sev inçler le çarptı . Hemen en içten arkadaşı Öğretmen Bek i r Onat ' ı buldu. Kolkola S a v r u n s u y u kıyısına dek uzandı lar. Mektubu dikkatle birkaç kez okuduktan sonra yırt ıp ç a y ı n suyuna fırlattılar.
Kasabanın Ermeni halkı, T ü r k l e r arasında bir şeyler d ö n d ü ğ ü n ü , silâhlı bir örgüt kurulmak üzere o lduğunu sezmişler, Üsteğmen Sübi 'nin kulağına fısı ldamakta da gecikmemişlerdi. Bunu Tşiten S ü b i , bir g e c e , şehrin kıyıs ı n d a birkaç el si lâh atarak kendine g ö r e bir deneme yap-
605
mak istedi. Durumu bi lmeyen T ü r k ve Ermeni bütün K a dirli halkı, yataklarından fırlamış, her iki halk da s i lâhlarıyla kapılarının ve pencereler in in önüne koşuşmuştu.
Sübi 'n in iş olsun diye tabancasını boşalt ıp d u r d u ğ u nu g ö r e n Müftü O s m a n Nuri efendi, onun karşısına d ikilmiş : 1
— Y a h u , demişti, biz sizi burada adaletli bir yönet im kurarsınız sanıyorduk. O y s a s iz memleketi ihtilâle ver ip halkı birbirine kırdırmak ist iyorsunuz. Bu ne biçim y ö n e t im?
Sübi buna şu yanıtı vermişti : — Şehr in ne durum alacağını öğrenmek üzere bir
d e n e m e yaptım. S ü b i , birkaç g ü n s o n r a , müftüyü çağırarak ona ş ö y
le bir propaganda sakızı vermişt i :
— İ s k e n d e r u n d pek çok Frans ız askeri ve tankı ç ı karıldı. Yalnız, bu dediğimi k imseye söyleme emi?
Müftü, buna inanmış görünerek oradan uzaklaşt ı .
Tevf ik C o ş k u n bey, artık A n d ı r ı n d a k i kuvayı mil l iye k u m a n d a n ı y l a d ü z g ü n c e mektuplaşıyordu. B ö y l e c e , d o lay lardaki köylerden olan T e k e r e k o ğ l u H a s a n efendiy i Hafız Bekir 'e gönderdi . H a s a n efendi, Andır ın'a vard ı . H a fız Bekir' i aradı. Karşıs ına « O s m a n T u f a n » bey çıktı. T u fan bey, türlü takma adlar alt ında neden saklandığını o n a kolayca anlattı :
— Kadirl i lere benden çok selâm et, hiç biri yer in i bırakarak başka yana savuşmasın. Birkaç kişi Andır ın 'a •kaçıp kurtulsa bile Ermeniler, ger ide kalanları toptan ö l dürüp o güzel ve verimli kasabayı büsbütün sahiplenebilirler. Andır ın kuvvetleri gel ince de onlara her türlü y a r dımı yapmaya hazır olsunlar.
T u f a n beyin Andır ın'da o lduğunu öğrenen F r a n s ı z kumandanl ığ ı , Kadirl i 'ye iki y ü z kişilik bir Ermeni atlı g ü cü gönderdi . Atlılar, kasabaya g e c e yarısı vardı lar. T ü r k -ların ahırlarının kapılarını kırarak atlarını bağladılar. Ahırlarda ele geçirdikleri dinlenmiş atlara b i n e r e k - A n d ı r ı n ' a d o ğ r u yollarını sürdürdüler. Sınırdaki Nürfet köyünde
606
halktan Andır ın 'da neler olup bittiğini öğrenmek istedi ler. •Köylüler, durumu kavrayarak şöyle konuştular :
— Yukarıdaki tepelerde, çalıların arasında sar ı kar ınca gibi silâhlı çete ler g ö r ü y o r u z .
Bu bilgiyi a lan atl ı lar, ger is in geri ederek dört nal geldikler i yere döndüler. Kadirl i 'de bıraktıkları atlarını alarak ivedi Kozan'a döndüler .
T a y y a r d a , Ermeni ler in getirdiği bi lgiye inanmayarak kendi adamlar ından olan Darendel i Mustafa A ğ a ' y ı Andı rın'a g ö n d e r d i . M u s t a f a A ğ a , oraya var ıp da T u f a n beyi bulmadan ö n c e M u s t a f a A ğ a ' n ı n bir c a s u s o l d u ğ u haberi T u f a n beyin kulağına iletildi.
O s m a n T u f a n bey in Andır ın 'a varış hikâyesi şöy leydi : Y ü z b a ş ı Ali Ratip (Sinan Tekel i ) , Sehl ikoğlu H a s a n
efendiyle Niğde üzer inden Karaisal ı 'ya g iderken O s m a n T u f a n bey de Kurtoğlu Hulus i , Gizzik Duran, A r a p Ali ve dört silâhlı milisle A z i z i y e - G ö k s ü n üzer inden Andır ın 'a d o ğ r u yola çıkmıştı. Halkın zemheri dediği ' karakış ortalığı kasıp kavuruyor, h iç bir canlıya g ö z açt ı rmıyordu. Karla kaplı yol lar ye patikalarda yaşamaya lanet ederces ine çok büyük zahmet le i lerl iyorlardı. Kimi yer lerde y a y a n dahi g idemeyerek parayla tuttukları köylüler in yardımıyla açı lan iz lerden i lerlemeye çalıştı lar. Bu köylüler, onları birçok yer lerde omuzlar ında taşımak z o r u n d a kaldılar. Yo l vermez d a ğ l a r d a n ve bellerden aşarak en s o n ra yarı donmuş bir durumda Toklar b u c a ğ ı n a vardı lar. Bucak müdürü, T u f a n beye aldırış etmeden eski ve ünlü eşkiya A r a p Ali 'yi :
— A r a p Ali A ğ a Hazret ler i ! diye etekleyerek karşıladı. S o n r a onlara da :
— H o ş geldiniz! dedi. Yo lda G e b a n köyünde mola verdi ler. O r a d a Şakır
B o z d o ğ a n adlı birini T u f a n beyin g ö z ü ısırdı. Harb iye öğ-rencis iyken Şakir B a h ç e adlı bir arkadaşları vard ı . M a h mut Şevket Paşa'nın öldürülmesinde ilgili görülerek kovuşturmaya uğramış, kaçarak Rusya'ya gitmişti. İşte, o Şakir B a h ç e , şu s ı rada karşısında bulunan adamdı. N e reden nereye? T u f a n bey :
607
— Senin adın Şakir B a h ç e değil mi? diye s o r d u . — Siz kimsiniz? — Bir y o l c u , bir T a n r ı misafiri. T u f a n bey, a n c a k O c a k 1920'de Andır ın'a varabi l-
mişt i . A ş a ğ ı Andır ın 'da Y a ğ c ı o ğ l u İbrahim A ğ a ' y a konuk o l d u . Bunun damadı M a r a ş l ı H a c ı İ lyas efendinin s o n M a raş savaşında şehit d ü ş t ü ğ ü n ü öğrendi .
T u f a n bey, burada kimi eşkiya reisleriyle karşı laştı. B a y a ğ ı s o y g u n c u olan bu adamlara şöyle ünleyerek y o l larını değişt ir iyor ve onlar ı kuvayı milliye saf lar ına alıy o r d u :
— Erkeklik bu mudur? İşte, düşman karşınızda, Ç u kurova 'da; hem de çok z e n g i n , g idin, onları v u r u n , s i lâhlarını alın. Yiğitlik odur. Y o k s a burada kendi d in in izden zaval l ı ları soymak, canını yakmak, hiç bir zaman insanl ığa, Türk lüğe, erkekl iğe yakışmaz.
Bu eşkiyalar, Karabucakl ı Deli Hacı A ğ a ' y ı da soymuş s o ğ a n a çevirmişlerdi . G e c e l e y i n , a d a m c a ğ ı z ev inde d o n gömlek kalmıştı. G iynek ler ine var ıncaya dek alıp g ö türmüşlerdi. Deli H a c ı A ğ a , hırsızları gizleyerek ta Andır ınca gelmiş, orada T u f a n beyle tanışmış, ondan da şöy le s ö z l e r işitmişti :
— Düşmana, o n a vural ım. O n d a her ş e y var. Hacı A ğ a gitt ikten bir süre sonra ünlü K a r g a p a z a r ı
o layı meydana gelmişti. B u n u n en önemli elebaşı lar ından bir i de Deli Hacı A ğ a ' y d ı .
Ü Ç Ü N C Ü K İ T A B I N S O N U
608
Alamut Çizgiliforum.com
Bu iyi insanlar, Mustafa Kemal'e yol para
sını nereden bulacaklarını bir türlü kestiremi-
yor, arpacı kumrusu gibi düşünüp duruyorlar
dı. En sonra uslarına geldi: Çoluk çocuklarının
süs eşyalarmı satarak paraya çevirmek. Kadın
lar, süslerinin arkasından istediklerince ağlaya
bilirlerdi. Başka hiçbir çare yoktu.
îyice hesaplayınca bütün bu süs eşyasını
eritmiş olduğunu anladılar ve umutsuzluğa düş
tüler.