Upload
others
View
6
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
rak yönetim üzerinde etkili olmaya çalıştılar. Genel olarak Jön Türkler'e karşı ll. Abdülhamid'i desteklediler. Erbilli Esad Efendi ise bu hususta farklı bir yol takip ettiğinden Erbil'e sürüldü. 1908'de ll. Meşrutiyet'in ilanı üzerine İstanbul'a dönüp KanCın-i Esasi hareketini destekleyen Tasavvuf dergisinde yazılar yazdı ve Cem'iyyet-i SCıfiyye'nin ikinci başkanı oldu.
Halidi şeyhleri 1946 yılında demokrasiye geçilmesi üzerine seçimlerde etkili olmaya başladılar. Siyasi partiler, oy toplamak için şeyhterin çocukları ve torunlarını listelerinden aday gösterdiler. Kasım Kufralı, Şeyh Selahaddin'in oğulları Kamran İnan, Abidin İnan, Şeyh Muhammed Ma'sCım'un oğlu Muhittin Mutlu, Şeyh Said'in tarunu Abdülmelik Fırat,
Şeyh Fethullah'ın tarunu Gıyasettin Emre, Şeyh Ali es-Sebt'i'nin tarunu Ali Rıza Septioğlu çeşitli dönemlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görev yaptılar.
Halidi Tekkeleri. Nakşibendiyye'de böyle bir gelenek bulunmamakla birlikte Halid ei-Bağdad'i erba'ine girmeyi tarikatının esası haline getirmiş, itirazlara rağmen bu tutumunu sürdürmüştü. Erba'ine girilmesi ve hatm-i haceganın topluca icra edilmesi Halidi tekketerine bir canlılık getirdi. Halid ei-Bağdad'i'nin vefatından sonra Şam, Musul, Bağdat, Mekke, Medine, İstanbul ile Anadolu ve Rumeli'nin çeşitli şehirlerinde tekkeler açıldı. Günümüzde bu tekkeler özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da "divan" adıyla faaliyetlerini sürdürmektedir.
İstanbul'daki en eski Halidi tekkesi Fatih-Çarşamba'daki İsmet Efendi (ö. 1872) Tekkesi'dir. Koca Hüsrev Paşa'nın Eyüp'te kendi adına kurduğu tekke Halidi tekkesi olarak faaliyet göstermiştir. Silistreli Hacı Feyzullah Efendi İstanbul'da Fatih- H alıcılar'da kendi adıyla tanınan tekkeyi kurmuştu. Mustafa Saffet Paşa Halid'iler için yine İstanbul'da bir tekke yaptırmıştı. Babıal'i'deki Gümüşhanevi Tekkesi de Halid'iliğin önemli bir merkezi olmuştur. Abdülfettah ei-Akr'i Üsküdar'daki Alaca Minare Tekkesi'nde, Şeyh Esad Erb'ili de Şehremini'deki Ketarni Dergiıhı'nda faaliyet göstermiştir. Önceleri diğer tarikatiara ait olan bazı tekkeler sonradan Halidller'in eline geçmiştir. Özellikle 1826'da kapatılan Bektaşi tekketerinin Halid'iler'e verilmesi bu tarikatın daha da güçlenmesine vesile olmuştur.
Tekkelerin 1925'te kapatılmasından sonra Halidller önce evlerde, daha sonra
kurdukları dernek ve vakıf merkezlerinde sohbet toplantıları düzenleyerek faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Nakşibend'iliğin "zikr-i hafi"yi esas alması ve evradın daha çok münferiden icra edilmesi mensuplarının tarikat yasağından fazla etkitenmemesini sağlamıştır (tarikatın adab ve erkanı için bk. NAKŞİBENDİYYE).
BİBLİYOGRAFYA :
Osman b. Sened, Aş{a'l-mevarid, Kahire 1313; İbrahim Fasih ei-Haydari. el-Mecdü 't-talid fi mena~ıbi'ş-şeyl] ljalid, Kahire 1292; Es' ad Sahib. en-Nürü '1-hidaye, Kahire 1311; a.mlf., el· Füyüzatü'l-ljalidiyye, Kahire 1311; a.mlf., Mektübf'it-ı Mevlana ljalid (haz. D ilaver SelviKemal Yı l dız), İstanbul 1993; Mustafa Fevzi, Hediyyetü 'l-ljalidfn, İstanbul 1313; Abdülmecid el-Hani, el-ljada'i~u '1-verdiyye, Kahire 1308, s. 258, 272; Lutfi, Tarih, ı, 285-286; Hüseyin Vassaf. Se(ine, ll , 161; A. Haurani, "Shaikh Khalid and the Naqshbandi Order", lslamic Philosophy and the Classical Traditon (ed. S. M. Sten v.dğr.). Oxford 1972, s. 89-103; İrfan Gündüz. Gümüşhanevi Ahmed Ziyaüddin, İstanbul 1984, s. 231-294; Na~şf ez Mevlana: ljalid-i N?~şibendi ve Peyreviın-ı Q (nşr. M. Mu'temedl). Tahran 1368 hş.; Butrus Abu Manneh, "Khalwa and Rabıta in the Khalid Suborder", Naqshbandis(ed. M. Gaborieau v.dğr.). Par is 1990, s. 299-302; a.mlf. , "Gülhane Hatt-ı Hümayunun İslami Kaynakları -1" (tre. Şaban Bıyıklı), Dergah, Vll/73, İstanbul 1996, s. 16-19; Müfıd Yüksel, Kürdistan 'da Değişim Süreci, Ankara 1993, s. 82-189; M. Gammer. Muslim Resistance to the Tsar: Shamil and the Conquest of Chechnia and Daghestan, London 1994, s. 39-46; İsmail Kara, islamcıların Siyasi Görüşleri, İstanbul 1994, s. 74-76; M. van Bruinessen. Ağa, Şeyh ve Devlet (tre. Remziye Arslan). Ankara, ts ., s. 240-325.
Iii SüLEYMAN ULUDA<'i
HALİF -,
(bk. HİLF). L _j
HALİ FE -,
(bk. Hii..AFET). L _j
HALİ FE -,
( ~1 )
Şeyhi adına
irşad faaliyetinde bulunan ve ölümünden sonra yerine geçen kimse;
insan-ı kamil anlamında tasavvuf terimi.
L _j
Sözlükte "arkada olmak, birinin arkasından gelmek, yerine geçmek" anlamIanna gelen half kökünden türetilmiş olup "birinin yerine geçerek işini, göre-
HALiFE
vi ni devam ettiren" şeklinde açıklanan (Ragıb el-isfahanT, el-Müfredat, "blf" md.; ibnü'l-Eslr. en-Nihaye, "blf" md.; Usanü'l-'Arab, "blf'' md.) halife kelimesi (çoğulu hulefa, halaif) terim olarak biri siyasette, diğeri tasawufta olmak üzere başlıca iki alanda kullanılmaktadır. Bir kimsenin diğer bir zatın yerini tutmasına hilafet, halife tayin etme işine de istihlaf veya tahlif denir.
İnsanın Allah 'ın halifesi olup olamayacağı safilerden önce ulema tarafından tartışılmış. "Yeryüzünde bir halife yaratacağım" (ei-Bakara 2/30); "Sizi yeryüzünün halifeleri kılan ... " (el-En'am 61165; en-Nemi 27/62) mealindeki ayetlerde geçen halife kelimesi iki şekilde açıklanmıştır. Bazı alimiere göre insan kendinden önce yeryüzünde hakim olan cinlerin yerine getirildiği için "bu varlık türünün ardından gelenler" anlamında Hz. Adem ve soyuna halife denmiştir. İbn Abbas'ın bu görüşte olduğu rivayet edilir. Bu görüş sahipleri "Allah resulünün halifesi" ifadesini kullanır, ancak "AIIah'ın halifesi" tabirinden hoşlanmazlar (MaverdT, s. !5). İbn Mes'Cıd'un da katıldığı ikinci görüşe göre Hz. Adem ve insan yeryüzüne hükmettiği için Allah'ın halifesi olmuştur. "Ey DavCıd! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet" (Sad 38/26) mealindeki ayet de bu görüşü desteklemektedir (Fahreddin er-Razi, 1, 381; İsmail Hakkı Bursevl, 1, 64 ).
Mutasawıflar, halife konusundaki görüşlerini geliştirirken terimin "insanlar arasında Allah adına hükmetme" şeklindeki ikinci anlamını esas almışlardır. Hasan-ı Basri, takva sahibi temiz ve seçkin kullar için "AIIah'ın halifesi" tabirini kullanmış olmakla beraber (Taberl, XXIV. 117) ilk sfıfiler arasında bu konu üzerinde durulmamış, halife ve hilafet bir tasawuf kavramı olarak insan-ı kamil ve kutub fikrinin gelişmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Halife kelimesine ilk defa tasavvufi anlam yükleyen Gazzal'i olmuştur. İnsanın Allah tarafından üflenen bir ruh taşıdığına (b k. ei-Hicr 15/29) ve Allah'ın Adem'i kendi sCıretinde yarattığına dikkat çeken Gazzal'i, Allah ile insan arasında manevi mahiyette özel bir münasebetin bulunduğunu, bu münasebetin yazıyla anlatılmasının mümkün olmadığını ifade eder ve insanın Allah'ın halifesi olmasını bu münasebete bağlar (İf:ıya', ııı. 315; ıv. 294). Gazzal'i, Allah' ın kendisine isimleri öğretmiş olması sebebiyle Adem'in O'nun halifesi olmaya hak
299
HALiFE
kazandığını da belirtir (a.g.e., I, 20). Şehabeddin es-Sühreverdi de nefsin Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğunu
söyler (Se Risale, s. 77).
Halife ve hilafet konusu üzerinde geniş bir şekilde durarak bunu tasavvufun temel kavramı haline getiren Muhyiddin İbnü'I-Arabi ve takipçileri olmuştur. İbnü'I-Arabi'ye göre Allah'ın halifesi, isim ve sıfatlarıyla kendisinde en mükemmel biçimde tecelli ettiği insan -ı kamildir. MülkAIIah'ındır. İnsan-ı kamil bu mülkte onun halifesi yani vekilidir. Mühür nasıl hazineyi korursa Allah da halifesi olan insan-ı kamil vasıtasıyla halkı ve m ülkü öyle korur (Fuşuş, s. 50). Öte yandan insan işini ve varlığını Allah'ın himayesine havale ettiği için Allah da insanın halifesidir. Nitekim Hz. Peygamber sefere çıkarken, "AIIahım yolda sahibim, ailemde halifem sensin" diye dua ederdi (el-Füta/:ıti.t, IV, 148). Allah'ın kulunu halife kılması mutlak, kulun rabbini halife kılması mukayyet bir hilafettir. İbnü'I-Arabi'ye göre Allah'ın yeryüzündeki halifesi peygamberlerdir. Peygamberler O'nun hükümlerini O'nun adına insanlar arasında uygularlar. Hz. Muhammed'den sonraki halifeler Allah'ın değil resulünün halifeleridir, çünkü onun getirdiği şeriatı uygularlar (Fuşuş, s. 162); uyguladıkları hükümleri de rivayet yoluyla Peygamber'den alırlar. Bunlar zahiri manada halifedir. Halbuki veliler arasında doğrudan doğruya Allah'tan hüküm alan halifeler de vardır. Onların Allah'tan hüküm almaları peygamberlerin hüküm almalarının aynıdır. "Sen de onların yoluna uy" (eiEn'am 6/90) mealindeki ayete göre hareket eden Resill-i Ekrem'in kendisinden önceki peygamberlere uyması AIIah'tan hükümler ve bilgiler almasına nasıl engel olmamışsa halifenin de AIIah'tan doğrudan hüküm ve bilgi alması Hz. Peygamber' e uymasına engel olmaz. Onun hakkında "keşfen Allah'ın halifesi, zahiren Resillullah'ın halifesi" denir (a.g.e., s. 163). Hz. Peygamber, ürhmeti içinde doğrudan Allah'tan hilafet alan bir kimsenin bulunduğunu bildiği için yerine hiç kimseyi halife tayin etmemiştir
(a.g.e., s. 163). Böylece İbnü'I-Arabi, devIetin başında bulunan ve halife adını alan sultanlarla Allah'ın halifeleri olan velileri birbirinden ayırır; birinciler zahiren, ikinciler ise manen halifedir.
İsmail Hakkı Bursevi'ye göre tasavvufi anlamdaki hilafetin sebebi, halkın Hak'tan gelen feyiz ve irfanı doğrudan kabul
300
etme kabiliyetine sahip olmamasıdır. Bu husus, ateşte yaş ağaçların arasına kuru odunların konulmasına veya sultanın
halkla arasına vezir ve milbeyinci koymasına benzer (Ruf:ıu'L-beyan, ı. 64).
Tarikatlar döneminde şeyhin, kendi adına müridieri terbiye ve irşad etme yetkisi verdiği mensupianna da halife denilmiştir. Ankaravi hilafeti şekli, manevi ve hakiki olmak üzere üçe ayırır. Bir tekkenin ve oradaki görevli dervişlerin yönetilmesi için yetkili kılınan kişi şeklen halifedir. Bu kişinin alim olması veya seyrü sülilkün usulünü bilmesi gerekmez, ehliyetli bir yönetici olması yeterlidir. Seccadenişin olan şeyhzadelerin halifelikleri de böyledir. Sülilkünü tamamlayan bir kimseye şeyhi tarafından irşad izni verilmesine manevi. hilafet denir. Hakiki hilafet ise bizzat Allah'ın bir zatı irşad için görevlendirmesidir. Kamil bir şeyhin terbiyesinde bulunan bir kişide bazan hilafetin bu üç derecesi de gerçekleşebilir. Şeklen halife olduğu halde hilafetin mana ve hakikatinden nasibi olmayanlar da vardır (Minhacü'L-fukara, s. 27). Şeyh, sülilkünü tamamlayan müridin irşad ehliyetine sahip olduğunu hiIafetname denilen bir belge ile tesbit eder. Uzak bölgelerde bulunan müridiere halife oldukları bir mektupla veya sözlü bir beyanla bildirilir. Halife unvanını alan salik, mürşidi adına müridierin manevi terbiyesiyle ilgilenir. Şeyhe manen en yakın olan ve vefatı halinde yerine geçen halifeye "ha!Yfetü'I-hulefa" denir. Bir tarikattan hilafet alan bir salikin diğer tarikatlardan da teberrüken hilafet alması mümkündür.
Şeyh efendi vefat etmeden önce yerine kimin geçeceğini bildirirse tasawuf adabına göre müridierin bu emre ve vasiyete uymaları gerekir. Bu durumda şeyhin diğer halifeleri ve mensupları onun çevresinde toplanırlar. Şeyh efendi halifesinin ismini vermeden vefat ettiği takdirde mürid ve halifeleri toplanıp onun yerine geçecek olan zatı belirler! er. Bu belirlemede adayın müridlikteki kıdemi, bilgisi ve liyakatı dikkate alınır. Bazan da şeyhin vefat etmeden önce halifelerine karşı takındığı tavırdan ve verdiği işaretlerden hareket edilir. Vefat eden şeyhin kendisini kimin techiz ve tekfin edeceği, cenaze · namazını kimin kıldıracağı konusunda yaptığı vasiyet bu tür işaretlerden sayılır. Şeyhin halifesini belirlemeden vefat etmesi durumunda Hz Peygamber'in halefi konusunda vasiyette bulunmamış olması örnek alınırken
halifesini belirlemesi durumunda Hz. E bil Bekir'in yerine Hz. ömer'i vasiyet etmesi örneği göz önünde bulundurulur.
Halifenin belirlenmemesi halinde bazan mürid ve halifeleri yerine geçecek kişi hususunda anlaşamazlar. Bu durumda bazı müridier şeyhin halifelerinden birine, diğerleri başka birine bağlanır ve birden çok şeyh ortaya çıkar. Bu ise bir tarikatın şubelere ve koliara ayrılması anlamına gelir. Mesela Hacı Bayram-ı Veli'nin halifelerinden Akşemseddin ile ömer Dede Sikkini arasında çıkan ihtiIaf neticesinde Bayramiyye tarikatı biri Şemsiyye, diğeri Melamiyye şeklinde iki kala ayrılmıştır. Şeyhin postuna oturacak zatı belirleme konusunda müridierin anIaşmazlığa düşerek çekişmelerine "post kavgası" denir.
Mevlevilik'te hilafet şeyhlik ve dervişlik gibi bir makamdır. Bu makamda bulunan salike halife denir (Gölpınarlı, s. 137).
Şiilik'te gerçek halife masum imam dır. Resill-i Ekrem'den sonra Hz. Ebil Bekir zahiren ve şeklen, Hz. Ali ise batmen ve hakikaten halife idi (Haydar ei-Amüll, s. 753; Seyyid Cemaledd!n-i Aştiyan!, s. 928-936). Silfiler de Şiiler gibi hilafeti (imamet) zahiri hilafet ve batını hilafet diye ikiye ayırır ve esas olanın ikincisi olduğunu söylerler. BİBLİYOGRAFYA :
Ragıb el-isfahani. el-Mü{redat, "\:ı.lf' md.; İbnü'I-Esir. en-Nihfıye, "\:ı.1f" md.; Lisanü 'l-'Arab, "\:ı.1f'' md.; Tehanevi, Keşşaf, 1, 141; el-Mu'cemü'ş-şü{i, "\:ı.alffe" md.; Thberi, Gimi'u'l-beyan, Kahire 1374, XXIV, 117; Hakim et-Tirmizi, ljatmü'l-evliya', s. 485; Maverdi, el-Af:ıkamü's
sultfiniyye, Kahire 1960, s. 15; Gazzali, it:ıya', Kahire 1939, 1, 20; lll, 315; IV, 294; Fahreddin er-Razi, Me{atif:ıu 'l-gayb, İstanbul 1309, 1, 381; Şehabeddin es-Sühreverdi. Se Risale ez Şeyb-i işrai): (nşr. Necef Kul! Hablbl). Tahran 1397, s. 77; İbnü"I-Arabi, Fuşüş (Af1f1). s. 50, 162, 163; a.mlf .. el-Fütü/:ıat, I, 36; IV, 148; Necmeddin-i Daye, Mirşadü'l-'ibad (nşr. M. Emin-i Riyahi), Tahran 1352 hş., s. 415; İbn Teymiyye, Mecmü'u {etava, II, 411; Haydar ei-Amüli, Cami'u '/esrar (tre. Cevad-ı Tabatabal). Tahran 1368 hş . ,
s. 753; Şa"ranl. el-Yevai):it ve'l-cevahir, Kahire 1378/1958, II, 31; İmam-ı Rabbani, el-Mektabat, İstanbul 1962, 1, 31 ; Ankaravi, Minhacü'l{ukara, İstanbul 1286, s. 20, 27; İsmail Hakkı Bursevi, RCıf:ıu 'l-beyan, İstanbul 1306, I, 64; Şeybi, eş-Şıla, s. 633; EbO'I-Aia ei-Afifi. et-Taşavvuf: şevretün rCı/:ıiyye fi'l-islam, Kahire 1963, s. 307; Abdülbaki Gölpınarlı , Mevlev1 Adab ve Erkanı, İstanbul 1963, s. 137; Cevad-ı Nurbahş. Ferheng-i Nurbaljş, Tahran 1369 hş., lll, 46, 49; Seyyid Celaleddin-i Aştiyani, Şerf:ı-i Mul):addime-i Kayseri, Tahran 1370 hş., s. 754, 928-936. r:;ı
• SüLEYMAN ULUDAÖ