79
358 DOI: 10.7596/taksad.v6i3.894 Citation: Yücer, H. (2017). Vahdet-i Vücûd Düşüncesini Açıklamada Halı Sembolizmi ve Muhyiddin-i Rûmî’nin Temsîl-i Kālîçe İsimli Risâlesi. Journal of History Culture and Art Research, 6(3), 358-436. doi:http://dx.doi.org/10.7596/taksad.v6i3.894 Vahdet-i Vücûd Düşüncesini Açıklamada Halı Sembolizmi ve Muhyiddin-i Rûmî’nin Temsîl-i Kālîçe İsimli Risâlesi The Symbolism of the Rug (Qalicha) to Expound the Doctrine of the Unity of Being and Muhyiddin al-Rumi's treatise "Tamthil Qalicha" Hür Mahmut Yücer 1 Abstract In the Islamic thought, Wahdat Wujud (The Unity of Being) is generally defined as a doctrine which discusses the transition of the real being (the absolute being) to the methaphorical (the relative) one, its formation and quality. By means of this doctrine, questions concerning the relations of Allah, the universe and human being are answered and many obscure issues found in the Holy Qur'an and the hadiths become intelligible. In the center of the doctrine of the Unity of Being occur the categories of being such as maratib al-wujud (the ranks of being), hadarat khamsa (the five presences) and tanazzulat sab'a (the seven condescensions). The categories of being have been long dealt with in a similar manner in almost every corner of the Islamic World through explanatory works like those in the form of sharh (commentary). In order to facilitate the comprehension of the subject in question a number of symbolisms such as seed and tree, point and letter, steam and ice, mirror and dream (shadow) have been utilised. The symbolism of the rug (qalicha) which is focused by the present study has not been studied or drawn attention to until today. Thus Muhyi's treatise, Tamthil Qalicha is quite compelling. This study firstly endeavors to elucidate the symbolism of the rug and then presents a Turkish transliteration of the said treatise of Muhyi, Tamthil Qalicha. Keywords: Muhyiddin al-Din al-Rumi, Wahdat al-wujud, Tanazzulat sab’a, Symbolism, The symbolism of carpet, Tamthil qalicha. Bu makale KBÜ-BAP-14/2-KP-070 nolu projesinden üretilmiştir. Makalenin tashihinde yardımcı olan Yard. Doç. Dr. Şerife Ağarı’ya teşekkür ederim. 1 Prof. Dr., Karabük Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Turkey. E-mail: [email protected] Journal of History Culture and Art Research (ISSN: 2147-0626) Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi Vol. 6, No. 3, June 2017 Revue des Recherches en Histoire Culture et Art Copyright © Karabuk University ﻣﺠﻠﺔ ﺍﻟﺒﺤﻮﺙ ﺍﻟﺘﺎﺭﻳﺨﻴﺔ ﻭﺍﻟﺜﻘﺎﻓﻴﺔ ﻭﺍﻟﻔﻨﻴﺔhttp://kutaksam.karabuk.edu.tr

i Vücûd Düşüncesini Açıklamada Halı Sembolizmi ve

  • Upload
    others

  • View
    8

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Vahdet-i Vücûd Düüncesini Açklamada Hal Sembolizmi ve Muhyiddin-i Rûmî’nin Temsîl-i Klîçe simli Risâlesi∗
The Symbolism of the Rug (Qalicha) to Expound the Doctrine of the Unity of Being and Muhyiddin al-Rumi's treatise "Tamthil Qalicha"
Hür Mahmut Yücer1
Abstract
In the Islamic thought, Wahdat Wujud (The Unity of Being) is generally defined as a doctrine which discusses the transition of the real being (the absolute being) to the methaphorical (the relative) one, its formation and quality. By means of this doctrine, questions concerning the relations of Allah, the universe and human being are answered and many obscure issues found in the Holy Qur'an and the hadiths become intelligible.
In the center of the doctrine of the Unity of Being occur the categories of being such as maratib al-wujud (the ranks of being), hadarat khamsa (the five presences) and tanazzulat sab'a (the seven condescensions). The categories of being have been long dealt with in a similar manner in almost every corner of the Islamic World through explanatory works like those in the form of sharh (commentary). In order to facilitate the comprehension of the subject in question a number of symbolisms such as seed and tree, point and letter, steam and ice, mirror and dream (shadow) have been utilised. The symbolism of the rug (qalicha) which is focused by the present study has not been studied or drawn attention to until today. Thus Muhyi's treatise, Tamthil Qalicha is quite compelling. This study firstly endeavors to elucidate the symbolism of the rug and then presents a Turkish transliteration of the said treatise of Muhyi, Tamthil Qalicha.
Keywords: Muhyiddin al-Din al-Rumi, Wahdat al-wujud, Tanazzulat sab’a, Symbolism, The symbolism of carpet, Tamthil qalicha.
∗ Bu makale KBÜ-BAP-14/2-KP-070 nolu projesinden üretilmitir. Makalenin tashihinde yardmc olan Yard. Doç. Dr. erife Aar’ya teekkür ederim. 1 Prof. Dr., Karabük Üniversitesi, lahiyat Fakültesi, Turkey. E-mail: [email protected]
Journal of History Culture and Art Research (ISSN: 2147-0626)
Tarih Kültür ve Sanat Aratrmalar Dergisi Vol. 6, No. 3, June 2017
Revue des Recherches en Histoire Culture et Art Copyright © Karabuk University http://kutaksam.karabuk.edu.tr
Öz Vahdet-i vücûd, slam düüncesinde en genel anlamyla hakîki varlktan mecâziye geçii, kln (ca’liyet) ve nasll anlatan nazariyenin addr. Bu nazariye ile Allah-âlem- insan münasebeti hakknda sorular karlklarn bulur ve Kur’ân- Kerîm ve hadislerde geçen birçok müteabih konu anlalr hale gelir. Vahdet-i vücud nazariyesinin ana çatsn merâtibü’l-vücûd, hazerât- hams, tenezzülât- seb’a gibi farkl isimlerle ifade edilen varlk kategorileri oluturur. Varlk mertebeleri tarih boyunca slam dünyasnn her bölgesinde benzer tarzda açklanmaya çallm ve üzerine erhler yazlmtr. Anlatnn daha iyi kavranabilmesi için çekirdek-aaç, nokta-harf, buhar-buz, ayna-hayal (gölge) gibi bir takm sembolik anlatm tarzlar tercih edilmitir. Bu çalmann konusunu tekil eden hal sembolizmi/metaforu üzerine farkl ekillerde dikkat çekilmi olsa da bu güne kadar herhangi bir çalma yaplmamtr. Bu konuda Muhyî’nin Temsîl-i Klîçe isimli risalesi oldukça ilgi çekicidir.
Çalmamzn banda hal sembolizmini açklamaya çalacaz. Daha sonra Temsîl-i Klîçe’nin günümüz Türkçesi ile yazmn vereceiz.
Anahtar Kelimeler: Muhyiddin er-Rûmî, Vahdet-i vücut, Tenezzülât- seb’a, Sembolizm, hal sembolizmi, Temsil-i Klîçe.
Giri
Daha önceki Muhyî Efendi ve eserleri hakknda yaptmz çalmalarda onun Halvetiyye’nin Cemâliyye kolundan eyh Bâyezîd-i Rûmî’nin halîfesi olduunu, 946 (1539)'dan sonra irtihâl edip Köstendil Sancanda tib Kasabasnda medfun olduunu, Devâirü’l-maarif, Dâire-i Cihannümâ, Temsîl-i ecer, Temsîl-i Nokta ve en son Temsîl-i Klîçe adlarnda be eserinin bulunduunu ifade etmitik.2
Muhyî’nin bütün eserlerinde iledii konu, vahdet-i vücûd ekolünün anlatsna uygun olarak tecellî nazariyesidir. Gerçekte varlk birdir. Dierleri onun farkl kategorilerde tecellî etmesinden ortaya çkan mecazi varlk alanlardr. Onun ilgilendii esas konu lâ ta’ayyün mertebesinden ilk tecellînin oluumu ve ilk tecellînin dier tecellîlere göre konumudur. Zira ilk tecellî anlalrsa dier tecellîler daha kolay anlalacaktr. Dier yandan onun vurgulad bir baka hususiyet, ilk tecellî ile ilgili olarak yanl anlamalarn nasl sonuçlanaca meselesidir. Muhyî daha sonraki kategorilerde gelen ruhlar âlemi ve misâl âleminden pek bahsetmez. Bunlar okuyucunun kefine ve cehdine brakr ve dorudan çkarmda 2 Bk. Hür Mahmut Yücer, “Vahdet-i Vücûd Nazariyesinini zahnda Nokta Sembolizmi ve Muhyiddin-i
Rûmî’nin Temsîl-i Nokta Adl Eseri”, Tarih Kültür ve Sanat Aratrmalar Dergisi Vol. 6, No. 2, March 2017, ss.198-278.
360
bulunmasn ister. Çünkü bu çkarm insana yaptran çok sayda âyet ve hadisten örnek bulunmaktadr.
O'nun ilgilendii ikinci husus neden insan- kâmil olunmas gerektiidir. Zirâ perdelere taklp kalnmas, hakîkati görememesi ya da bunun için çabalamamas insan olana yakan bir tavr deildir. Zâten insân- kâmil olunsa varlk balarndan kurtulacak, Tur dana tecellî eden Alalh ona da tecellî edecek, kaytlardan kurtulup dorudan hakîkatle yüzleecektir.
Tasavvufî düüncede Zât mertebesi ile ehadet âlemi arasndaki mertebeleri açklayabilmek için bir yandan varlkta ‘zuhûr eden’in Hak olduu dier yandan Hak’tan tamamen ayr bir ey olduu yani ayniyet ve gayriyet konusu özellikle açklanmaya çallr. Zira ii-bâtnîlik, hurufîlik, hulûliyye, ittihadiyye ve Panteizm benzeri ezoterik akmlar bu ince ayrma ulaamadklar için slam tasavvufundan ve Ehl-i sünnetten ayr dümülerdir. Bata bn Arabi olmak üzere müellif mutasavvflarn ite bu savrulmay önlemek ve vahdetten kesrete, latiften kesîfe geçiin daha rahat anlalabilmesi için skça semboller üzerinden konuyu ele aldklar görülür. Bunlar içerisinde özellikle buhar-buz, çekirdek-aaç, ayna-hayal/gölge sembolleri dikkat çeker.3 ve harf ve k/nûr sembolizmi bunlar takip eder.4
Muhyî Efendi’nin yukardaki sembollere ilâveten Temsîlât- Muhyî bal altnda nokta-harf, çekirdek-aaç, yün-hal sembolizmine younlat, bunlar için özel risâleler kaleme ald görülür. Özellikle yün-hal sembolizmine ait müstakil eseri ise tasavvuf düüncesi literatürü içerisinde ilk defa karlatmz bir çalmadr. Bu nedenle hem yün-hal sembolizmi hem de bu eser orijinal niteliktedir.5 Müellifimizin konuyu ele al, Ehl-i sünnetin Allah-insan münasebetine dair itikadi anlayna uygundur. Eserlerinde kulland sembolik yöntem, okuyucularn ve takipçilerini hakîkati anlama yönünde kulland remizler bazen Hurufilerin remizlerine, sembollerine benzese de (o hem odur, hem o deildir tarzndaki) ayriyet ve gayriyeti çok açk bir biçimde vurgulamas onlardan temel ayrl noktasn gösterir.
Hal/nak metaforuna farkl mutasavflarn divanlar içerisinde bazen bir msrada bazen beyitler arasnda rastlanlmaktadr. Buna göre, “el-Musavvir” Allah'n sfatlarndan olduuna göre her yapt ii sanatl ve en güzel tarzda yapmas doaldr. Hatta airlere göre onun iinin güzellii ehadet âleminde ortaya çktndan beri nakkalar ‘en güzel nak ben yaparm’ diye herhangi bir iddiaya giriemez olmulardr.
3 A. Avni Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve erhi, (haz. Mustafa Tahral, S. Eraydn) c.II, stanbul 1995, s.
30-37. C.III, s. 44-56. 4 Ayna, harf ve k sembolizmi için bk. Tahir Uluç, “bn Arabî’de Mistik Sembolizm”, Tasavvuf: lmî ve Akademik Aratrma Dergisi, yl: 7 [2006], say: 16, ss. 151-190. 5 Mevlânâ eserinde ayn benzetmeyi kullanrken konuyu bir basamak ileriye tar ve cüz’î irâde sahibinin küllî
irâde karsnda aciz olduuna delil olarak sunar: “Nak nakkala nasl mücadele eder?, Nak, nakkan ve kaleminin huzurunda ana karnndaki çocuk gibi âciz ve eli baldr.” Mevlânâ, Mesnevî, c.I, beyt nr: 605- 610.
361
Dah da‘vî klmaz old nakkâ6
Kad Burhaneddin’e göre de,
Nakkâ- ezel sûret-i nakn yazaldan
Düdi bu dil ayahdan u gitdi bu göz elden7
Nakkâ- ezel naknn sûretini yazdndan beri bu dil ayaktan dütü ve bu göz elden gitmitir.
Niçe kul olmayaym sana ki nakkâ- ezel
Geldi ol anber ile bir hat- reyhân yazm8
Sana nasl kul olmayaym, çünkü nakka- ezel anber ile bir hatt- reyhan yazm olarak gelmitir.
Ahmed Paa'nn "Nakka- ezel cenneti o kadar yüceltti ki kaplarn üstüne senin erefli adn yazd" dedii beytinde nakka kelimesi ile Allah'n yaratclk vasfna deinir:
Cenneti ol denlü ta‘zîm itdi nakkâ- ezel
Kim senün nâm- erîfün yazd ebvâb üstine
eyhî de gönlüne seslenerek "Bu renk ve nak brak da nakkaa bak, onun cemalini gözle de kukularn ve gözündeki perde ortadan kalksn",
Gönlüm bu reng ü nak ko nakkâa kl nazar9
Gözle yakîn cemâlini gitsin hicâb u zan
diyerek gerçein ancak maddi âlemden vazgeçmekle mümkün olacan belirtir.
Kad Burhaneddin "Senin hayaline tapyorum, ama putperest deilim, nereye bakarsam bakaym senin suretinin resmedilmi -musavver- olduunu görüyorum",
Hayâlüne taparam büt-perest hod degülem
Nireye bakar isem sûretün musavver olan10
eklindeki beytinde sevgilinin canda veya dimada resmedilmi hayaline iaret eder. Bu hayal Allah'a kadar giderek kendinin O'ndan bir parça olduuna da iaret eder. eyhî, "Musavvir-i
6 Fatma Büyükkarc Ylmaz, “Divan Edebiyatnda Nak ve Nakka 1: lk Yüzyllar”, Divan Edebiyat
Aratrmalar Dergisi 12, stanbul 2014, 24-26. 7 Ylmaz, a.g.m., 24-26. 8 Ylmaz, a.g.m., 24-26. 9 Ylmaz, a.g.m., 24-26. 10 Ylmaz, a.g.m., 24-26.
362
ezel, yani Allah senin nakn tasvir edeli beri Çin memleketinde bulunan suretler yüzünü topraa sürer",
Musavvir-i ezel edeli nakn tasvîr
Yüzünü hâke sürer Çîn içinde sûretler
dedii beytinde Allah'n sevgiliyi çok güzel yarattn ve artk Çin memleketinin güzelliiyle mehur olan suretlerinin yüzüne bile baklmadn belirtir.11
Tabiatn bir nakkan elinden çkm süslü bir nak olduu eklindeki benzetmesine tasavvuf düüncesi dnda da iaret edildii görülür. Mesela Mihri Hatun’un bahar tasviri yapt bir gazelinde, Nakkan bir sanat eseri olarak yeryüzünü ilediini, kuru aaçtan güzel yüzünü gösterdiini ifade eder.
Nice nak itdi gör ol na unndan yine
Her diraht hâmdan gösterdi bir rûy nigâr12
Temsîl-i Klîçe ve çerii
Muhyî Efendi’nin Temsîl-i Klîçe (Seccâde sembolü) isimli risâlesi, Süleymaniye Kütüphanesi Mihriah Sultan, 179 numarada bulunan Temsîl-i Nokta risâlesinin ikinci yarsnda, 23b-44b varaklar arasnda bulunmakta olup 21 varaktan müteekkildir.13 Risâlenin banda iki sayfalk kimin yazd belli olmayan hal ve makamlar ile bunlarn birer cümle ile izah edildii bir risâle bulunmaktadr. Bu risâlede daha çok ilim ehli, ilim, iman, marifet, ârif, niyet, fazîlet, mev’za, nasihat, zühd, zâhid, muhabbet, evk, vecd, taharet, namaz, zekât gibi tasavvuf klasiklerinde rast geldiimiz kavramlarn birer cümle ile tarifinin yapld görülür. Fakat bu kavramlarn teorik birer anlatmdan ziyade dorudan pratik hayata yönelik olarak hatta müellifimizin tecrübesine parelel bir sralamayla yazldn söylemek mümkündür. Zira recâ, tâib, inâbe gibi kavramlarla biten risâlenin sonunda emanet konusu yer almakta, maddi emanetlerden manevi emanetlere geçile konu bitirilmektedir. Bu sralamada ise insanolunun neyi, niçin aramad, nerede, nasl ve kimde bulunduu sorularna cevaplarn verildii görülmektedir. Zira “yerlerin ve göklerin almaktan çekindii emaneti insan üstlenmitir.” (Ahzâb 33/72) Sizden olan emir sahiplerine itaatle kastedilen de fakihler ve âlimler olup
11 Ylmaz, a.g.m., 24-26. 12 Mihri Hatun (1506), Gazeller (ed. Didem Havliolu),
http://courses.washington.edu/otap/archive/data/arch_txt/texts/mihri_work/mihri_gazels.html 13 Muhyî, Temsîl-i nokta, Sül. Ktp., Mihriah, nr. 179.
günah ilemeyi emretmeyen emirler olmaldr. Veli de Allah’n sevdii, dümanlarn alçaltt kimsedir.14
14 Âlemlerin Rabbine hamd olsun. Âkbet muttakilerindir. Salât ve selâm onun elçisi Muhammed’e ve bütün
âline olsun. lim sahipleri dediler ki, akl k veren bir cevherdir. Allah onu dimada (beyinde) yaratmtr. Nûrunu kalpte klmtr. Araclar vastasyla görünmeyen eyleri, görerek görünen eyleri anlar ve bilir. lim: Duyarak ve düünerek eyann hakîkatlarn anlamaktr. man: Dil ile ikrar, kalp ile inanmaktr. Kulun, Allah’n vahdaniyetine, sfatlarna, Allah katndan gelen bütün elçi ve kitaplarn ikrar etmesidir. O kalbiyle bunlara inanr. Mârifet: Allah’ vahdaniyeti ile tanmandr. Onun her eyin evveli olduunu, hereyin ona döneceini, her eyin rzknn onun üzerine olduunu bilmendir. Ârif: Göz açp kapayncaya kadar bir süre dahi olsa herhangi bir eyin Allah ile meguliyetini kesmedii kimsedir. Niyyet: Allah’tan baka hiçbir kimsenin muttali olamayaca kalpteki tehlikedir. Fazileti hakknda, kii ne zaman sâlih olur diye sorulunca, dendi ki; niyeti sahih, kalbinde korku, dilinde doruluk, azalarnda amel-i sâlih olduunda. Mev’ize: Saadet kaplarn açmakla gafilleri irâd etmektir. Nasihat: Hakîkat nurlarn alabilmek için (kapsn) çalmaya devam etmenin gerekliliini anlamaktr. Bir adamdan öyle anlatld. Bana kuatc bir vaazda bulun dedi. Dedi ki, ekim günlerini kaçran hasat gününde piman olur. Zühd: Allah’dan baka meguliyetleri kesmektir. Denildi ki zühd, dünyann ne olduunu bilip onun için terk etmektir. brahim b. Edhem’den rivayet edildi ki; Zühd üç harftir. Z, he, dal. Z, zineti, süsü terk etmektir. He, hevay, nefsin isteklerini terk etmektir. Dal, dünyay terk etmektir. Zâhid: Hz. Peygamber’in mesleine giren kiidir. Denildi ki zühd; ehvetlerden uzaklamaktr. Allah rahmet etsin Seri’den rivayet edildi ki, zahidin ahlak betir. Helala ükretmek, harama sabretmek, ne zaman nimetleri kaçrsa aldrmamak, ne zaman belaya urasa aldrmamak, fakirlik ve zenginliin ona göre eit olmasdr. Muhabbet: Sevgilinin dndaki eyleri unutmaktr. ibli’nin yanna giden bir gruptan hikâye edildiine göre, yanna girdiklerinde, siz kimsiniz diye sordu. Dediler ki, biz seni sevenleriz. Onlara ta atmaya balad. Gelenler kaçtlar. Bunun üzerine, niçin benden kaçyorsunuz, ayet beni sevenler olsaydnz size verdiim skntdan kaçnmazdnz dedi. evk: Sevgili zikredildiinde (hatrlatldnda/anldnda) kalbin heyecanlanmasdr. Ak: Perdenin kalkmas, srlarn aça çkmasdr. Muhammed Badadi’den nakledildiine göre öyle buyurmutur: Basra’da bir genç gördüm, yüksek bir yere çkm insanlara öyle diyordu: Kimin ak öldüyse ite böyle ölsün Ölümü olmayan akta hayr yoktur. Sonra kendini aa att ve öldü. Vecd: Zikrin tatll olumaya baladnda evkin galebesini tamaktan ruhun aciz kalmasdr. Taharet: Allah’a yaknlamaya engel olan eylerden ruhun çkarlmasdr. Baz dilcilerden öyle rivayet edilmitir: Dört eyle dört eyi ykaynz: Gözlerinizin suyuyla yüzünüzü, Yaratcnzn zikriyle ellerinizi, Allah korkusuyla kalplerinizi, Mevlanza tevbe etmekle günahlarnz. Namaz dört eydir. Bilerek balamak, haya ile ayakta durmak, ta’zimle eda, korkuyla bitirmek. Baz sâlih kimselerden öyle rivayet edilmitir. Koyunlarn güden bir çoban gördüm. Namaz klyordu ve koyunlarn kurt güdüyordu. Namazn bitirince dedim ki, kurt ne zamandr koyunlarla dost oldu. Dedi ki, çoban ne zaman koyunlarn Rabbiyle dost olursa kurt da koyunlarla dost olur. Zekat: Hakkn rzasn istemek, mahlukun nefsinin rahat etmesidir. Oruç: Kalplerin yaamas için günah derdine devadr. Sadaka: Fânî sevgilinin bâkî sevgiliye hediyesidir. Riyâzet: Kötü hallerin iyi hallere dönümesidir. Hac: Rahatn sebeplerini kesmek ihtiyaç kaplarn açmaktr. Mücâhede: Hak rzasnda nefsi bezletmektir. Hükm: Gücü yeterken haddi amamak ve affetmek hususunda kiinin süsüdür. Gadap: ntikam istei için kalpteki kann galeyandr. Reca: Tevbeyi engelleyen eylerden hayra younlamaktr. Dünyaya ve nefse muhalefet etmektir. Tâib: Geçmite günah olarak iledii eylerde ve çirkin eylere piman olmaktr. nâbe: kalp ve amellerle Allah’a yönelmektir. Denildiki inâbe; külden küle dönmektir. bn Osman’dan hikâye edildiine göre öyle buyurmutur: nâbe tevbeden daha ileri seviyedir. Çünkü tevbe eden bazsndan döndüünde tâib olarak isimlendirilir, münîb olarak deil. Fakat tamamen Rabbine yönelirse ve tamamen Rabbine muhalefetten ayrlrsa o zaman (Münîb) olur. stifar, çirkin, günah ve yoldan sapmalar gördükten
364
Temsîl-i Klîçe içerisinde de dâire-i nâzr- manzûr ismiyle yaratl serüvenini ifade eden bir daire yer almaktadr. Risâlenin sonunda müellifimiz Vâka sûresini okuyup bitirenin okumasn tavsiye ettii bir dua yer almaktadr.
Halnn asl yündür
Allah-âlem münasebetini açklamada çok elverili bir örnek olarak hal sembolünün ilk defa bu risâlede müstakil olarak ele alndn müahede ettiimizi daha önce söylemitik. Gerçi
sonra mafiret talebidir. Mâlik radyallahu anhâ’ya sorulduunda öyle anlatlmtr: Hükümdar veya emir olmadn halde siyasetin ve heybetin var. Bu güç nereden geliyor. Dediki; salah yemekten, rzktan emin olmaktan, zenginlie rza göstermekten, amelde ihlastan, zorlua sabrdan, nimete ükretmekten, üpheli eylerden saknmaktan, hatalara istifar etmekten. Allah, Efendimiz Muhammed’e, bütün âline ve dostlarna salat etsin, hem bolca da selam etsin. Risâle burada bitti. Allah’n “Allah size emanetleri ehline vermenizi emrediyor” (Nisa 58) âyetine gelince: Kâbe’nin anahtar eybe’nin elinde bulunuyordu. Haclara su datma görevi de Beni Hâim’in elindeydi. Hz. Peygamber Mekke’yi fethedince Osman b. Talha’y çard. Ona anahtar getirmesini söyledi. Osman anahtar amcas Abbas’a vereceini zannederek korkarak anahtar getirdi. Hz. Peygamber anahtar geri ona verirken öyle dedi. Onu Allah’n emaneti olarak al. Rasûlüllah Beytullah’a girdi, duvarda elinde kadeh olduu halde brahim aleyhisselâmn resmi vard. Yannda da smail aleyhisselam ve koç çizilmiti. Hz. Peygamber: Allah kâfirleri yok etti. Bu brahim ve kadeh ii nedir deyip bunlarn silinmesini emretti. Çizimleri yok ettiler. Beytullah’ta iini bitirdi. Dar çkt, anahtar vermek için Abbas’ istedi. Bunun üzerine; “Allah sizlere emanetleri ehline vermenizi emrediyor” âyeti nâzil oldu. Sonra âyet bütün insanlarn emanetleri ehline vermeleri eklinde genelleti. Denildi ki bu âyet Yahudiler hakknda nazil oldu. Çünkü onlar yanlarnda emanet olarak bulunan Hz. Peygamber’in sfatlarn gizlemilerdi. Yine denildi ki, bu bütün Müslümanlar için farzlar eda etmeleri ve bütün emirleri yerine getirmeleri eklinde bir emirdir. Çünkü bu bir emanettir. Nitekim âyette: “Biz emâneti göklere ……..teklif ettik”, âyetin sonunda “onu insan yüklendi” denilmektedir. Sonra Allahü Teâlâ öyle buyurmaktadr: “nsanlar arasnda hükmettiinizde adaletle hükmetmeniz” yani Hakk ile hükmetmeniz eklinde geldi. Dahhâk dedi ki; “nsanlar arasnda” demek “kavmi arasnda” demektir. “Adaletle hükmetmek”, delîl getirmek iddia sahibine aittir, yemin ise kendisinden ikâyet edilene aittir. “Dorusu Allah bununla size ne güzel öüt veriyor”, yani size adaleti, nasihati, istikameti ve emanetleri eda etmenizi emrediyor. “Allah en iyi itendir” kullarnn konumalarn, “Görendir”, anahtar ehline vermenizi. bn Amir ve Kisâî “neîmâ” eklinde nûnun nasb ve ayn harfinin kesresiyle okudu. Buradaki ihtilaf Bakara suresindeki ihtilafa benzemektedir. Orada Cenab Allah; “sadakalar verdiinizde güzelce (nimmâ) verin” eklinde geçmektedir. Allah kelâmnda; “Ey iman edenler Allah’a itaat edin” yani farzlar yapn, “Rasûlüne itaat edin” yani açkland ekliyle. Yine “Allah’a itaat edin” lâ ilahe illallah sözüyle anlamna gelir (cümleyi yeniden kur). “Rasûlüne itaat edin”, Muhammedün Rasûlüllah sözünü söylemekle. “Üli’l-emri minküm” yani sizden olan ulu’l-emre. Kelbi ve Mukatil dediler ki; yani ümeraü’s-süreyya, Dahhâk dedi ki, yani fakihler ve dinde âlim olanlar. Ve yine denildi ki hulefa ve ümeradr. Günah ilemekle emretmeyenlere itaat gereklidir. Sonra Allahü Taala öyle buyurdu: “Herhangi bir eyde ihtilafa düerseniz, helaller haramlar veya er‘î hususlarda, “Allah’a ve Rasûlüne götürünüz”. Yani Allah’n vahiyde emrettii ekildeki emrine, vahiyden haber verdii ekliyle Allah Rasûlünün iine. Peygamberden sonra vahiy kesildii için Allah’n kitabna ve Rasûlü’nün sünnetine dönersiniz. Denildi ki bunun manas herhangi bir eyde üpheye dütüünüzde Allah ve Rasûlü daha iyi bilir demenizdir. Nitekim Ömer b. Hattab radyallahu anh buyurdu ki, (ilerinizde) Hakk’a rucu’ batla dayanmaktan (kendi reyinizle karar vermekten) daha hayrldr. Halil b. Ahmed Basrî de buyurdu ki, insanlar dört snftr. Bilmediini bilmeyen bilmez adamlar, bunlar ahmaktr, onlardan kaçnn. kincisi, bilmediini bilen bilmez adamlar, bunlar cahildir, öretiniz. Bildiini bilmeyen bilgin insanlar, bunlar uykudadr, uyandrnz. Dördüncüsü bildiini bilen bilgin kimseler, bunlar âlimdir, onlara tabi olun. Ebü’l-Leys Tefsiri: nsanlardan veli Allah’n sevdii kimsedir. Allah velisini sever ve ona yardm eder. Velisinin dümanlarn alçaltr. Onun dümanlar nefs ve eytandr. Kim onlar alçaltrsa Allah tarafndan yardm olunur ve evliyâsndan olur. Yine dümanna dümanlk ilan eden insanlar arasndan velisi olur.
365
kesret âlemi olan bu cihann nak ve süsleriyle bir aldatmaca olduu gerçek süsünün ise insan- kâmil olduunu birçok sûfimiz dile getirmitir. Onlardan biri olan Hasan Sezâî Efendi;
Nice tesâvir ile nak idüp cihan deyrin
O nakn âdem içinde velî güzîdesidir15
demektedir. Müellifimiz vahdetten kesrete doru halnn bütün renkleri, ilenilen naklar, kullanlan ip ve ipekleriyle dünyaya benzediini, doal olarak insanlarn sadece ilevsel olan halyla ilgilendiini, gerçekte ise halnn aslnn ip, ipin aslnn sadece yün olduunu bildiini ifade eder. Öyleyse sadece halya, naklarna ya da renklerine aldanmak ve asl olan yünü unutmak nedendir.
Bu durumda yün zât (lâ-taayün) mertebesini ifade ederken, yünden yaplan iplii birinci taayyüne (hakîkat-i Muhammediye)16, ipliin dokunmas ve ilenmesiyle oluan naklar, ekilleri ve renkleri dier mertebelere benzetmektedir. Aslnda Hakk’n bu âlemde taayyünât yünün farkl eyâlar eklinde görülmesinden ibarettir. Nasl yüne yeil, yeile de yün diyemezsek eyaya da Hak, Hakka da eya diyemeyiz. Mahiyet olarak ayn, ekil ve ilev olarak farkl bir kategoridir. Yünü zât mertebesine, naklar da esmâ ve sfat mertebesine benzetebiliriz. Naklar, basiret sahibini gönlünü nakkâa verdii için aldatamaz. O hepsinin hakikatinin yün olduunu, ip ve naklarn o hakikatin baka ekillerde ortaya çkmasndan ibaret olduunu bilir ve yüne yün naka da nak olarak bakar.17
“Yün” naklar mahiyet olarak nasl kuatyorsa Zât- Hak da eyây ihâta eylemitir.18 Öyleyse insana yaraan Allah’n rahmetinin eserlerine bakmas (Rum 30/50), eserlerden müessiri, ihata edici mahiyeti görmesi gerekir. Nak görüp ona younlaan fakat nakkâ görmeyenler, gönüllerini maalesef bir katre su üzere yazan nakkâa da vermemektedir.19
O, görenlerin hayran kald ne güzel nak ilemitir fakat çou nake taklp nakkaa ulaamamaktatr. Onlar yarn cehennemin azabna girecek, hep alayp gülemeyeceklerdir. Basîret ehli olan daimâ nakkaa bakar, basiretsiz olanlar da gönüllerinin pasn silmezler. Bu varlk âlemi çok ho bir sergidir. Hayvan hissiyle bakarsan bir ey göremezsin. Hâlbuki basiretle baksan Firdevs cennetine girip ebediyyen ölmeyeceksin. Öyleyse yalnzken Hakk’ tefekkür et. Bu meydan ak temeli üzere kendini ina edenlerin meydandr. Âklara ta’n edenler Adn cennetine giremeyecektir.20
15 eyh uayb erafeddin Gülenî, zâhü’l-merâm fî meziyyeti’l-kelâm, Divan Yay. stanbul 2001, s. 45. 16 Muhyî, Temsîl-i Kâliçe, vr. 27ab. 17 Nak ârada behânedir ehl-i basirete, Nakkâa vire göñlün her kim basîr ola. Muhyi, a.g.e., vr.29b. 18 Muhyi, a.g.e., vr.30a. 19 Muhyi, a.g.e., vr.29b. 20 Muhyî, a.g.e, vr.30a.
366
Fakat nûr mesabesindeki bu eserlere yani perdelere taklmak deil, eserlerden aslna ulamaya çalmak daha önemlidir. Asl maksad nak deil nakkâ, eser deil sahibi olmaldr. Öyleyse öncelikle nefsin perdelerini kaldrmak gerekir. Sonra seyru sülûk ile dier perdeler kaldrlmal, fiil, sfât ve isim tecellîleri örenilmelidir.
Muhyî’nin, “nsanlar uykudadr öldüklerinde uyanrlar” hadisinin mânasn anladktan sonra gaflet uykusundan uyandn, ilme uru‘ ettiini, konuyu önce âyet ve hadislerle sonra nazm u rubâiyyât ve kasâyidbirle beyân eylediini, yine konunun daha iyi anlalabilmesi için de baz özellikli mevzular aklna gelen dairelerle ekilsel olarak göstererek anlattn ifade etmitik.
Muhyiddin-i Rûmî eserinde yaratl serüvenini ele alrken akl, ruh, ar, kürsi gibi âlem veya âlemin unsurlarn, bu unsurlarn birbiriyle ilikisini âyetlerle açklar. Sistemin âyetler üzerinden ina edildii görülür. Muhyî Efendi eserine “Allah’n yerlerin ve göklerin nuru” olduunu bildiren âyetle (Nûr 24/35) balar ayrca Allah’n basiret sahiplerine, ibret almalar gerektii (Har 59/2), bunun için de mürid-i kâmil hizmetine girip tamamen teslim olmalarn, hakîkî nazara ermelerini “Allah’n rahmetinin eserlerini seyretmelerini (Rum 30/50), kendisinin de mü’minlere kendi içlerinde ve d dünyada varlnn delillerini göstereceini vadettiini belirterek devam eder.
Baknz ama nereye!
Muhyi hal sembolünü anlatrken ayrntda neye dikkat edilmesi gerektiini öyle anlatr: Faraza nakl bir hal olsa, bu halnn asl yün ve iptir. Dokuma ilemi neticesinde hal olur. Halnn naklar, naklarnn renk ve ekilleri vardr. Bütün bu renk ve ekiller, farkl varlk katmanlarna iaret etmektedir. Âyette “Allah’n rahmetinin eserlerine baknz” emrinde geçen baknz (fenzur) kelimesinde, râ, nun ve z olmak üzere üç harf bulunmaktadr. Nûn, nurani perdeye, z karanlk perdeye (zlâl), râ ise Hakk’ görmeye (rü’yet) iarettir.
Nûrani perdeye örnek “Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir.” (Nûr 24/35) âyeti iaret etemektedir. Zulmani perdeye iaret ise Hz. Peygamber’in “Allah mahlûkât karanlkta yaratt. Sonra onu nuruyla kaplad.” hadisidir. Kim bu nura ulaabilirse kurtulmu olur. Kim de bu perdeleri aamazsa “ap açk bir sapklk içinde kalm olur”. (Nisa 4/136). Râ harfinin rü’yete delil olmas da “se-nürîhim âyâtinâ/mü’minlere kendi içlerinde ve d dünyada varlnn delillerini göstereceini” ifade ettii (Fusslet 41/53) âyetidir. Bu karanlklar içinde hakîkati görmek isteyene Allah (cc) gösterecektir.21 Burada nur ve zulmet (karanlk) kavramlarna iaret etmek gerekir. ‘Nûr’ âlem-i rûhaniyyete, zulmet âlem-i cismâniyete iarettir. nsanda bu iki âlem de bulunmaktadr.
21 Muhyî, a.g.e, vr.26b.
367
Bazlar nak görüp nakka görmez, gönüllerini bir damla su üzerine yazan nakkaa vermezler. O, görenlerin hayran kald ne güzel nak çekmitir fakat nake taklp nakkaa ulaamayanlar yarn cehennemin azabna girecek, hep alayp gülemeyecekler. Basîret ehli olunlar daimâ nakkaa bakar, basiretsiz olanlar da gönüllerinin pasn silmezler. Bu varlk âlemi çok ho bir sergidir. Hayvan hissiyle bakarsan bir ey göremezsin. Hâlbuki basiretle bakarsan Firdevs cennetine girip ebediyyen ölmeyeceksin. Öyleyse yalnzken Hakk’ tefekkür et. Bu meydan ak temeli üzere kendini ina edenlerin meydandr. Âklara tan edenler Adn cennetine giremeyecektir.22
Pir nefesi diriltici madendir
Müellifimiz müride balanp seyru süluk görmeyi tarif edebilmek için eyhi Bâyezîd-i Rûmî’nin on daire çizdiini, on daire içine de onar daire yerletirerek toplamda yüz daire ile konuyu açkladn ifade eder. Kemâle erebilmek için bu yüz daireyi geçmek gerekmektedir.
Hak ehlinin nefesi, ruhlar ebedi olarak dirilten kymetli bir maden gibidir. Pîr’in nefesiyle mürid hazrete ular, ârif olur.23 Allah insan toprak, hava, su, ateten yaratm, bu maddelere baka eyleri kartrarak onu canlandrmtr. çine kendi srrn katmtr. Kiinin kendi içinde olan srr bulmas gerekir. Kendi benliini mahvetmeli, gerçekte açk olan o nurun aça çkmasn temin etmelidir. Yoksa ömür dediin Nûh aleyhisselamn ki gibi bin sene olsa neye yarar. Muhyî pir nefesinin önemini anlattktan sonra perdeleri kaldrmayla ilgili olarak âk- sâdk olup, Hakk’n tecellîlerine ulap ezelde kiinin isti’dadna göre ilâhî nurdan nasibine ne dümüse o kadar olduunu ifade eder.
Hak Tur Da’na tecellî ediyorsa
Hakk’n tecellîsi sadece Tur Da’na mahsus deildir, o kime tecellî ederse o kii Tur Da gibi olur. lk tecellî ile ikinci arasndaki fark bilmek gerekir hatta her zaman dier tecellîleri de görmek gereklidir.24
Müellifimiz nasihat yoluyla sülûkün açklanmasn öyle yapar: Ey iki gözüm, iyilik et. yilii kendine rehber edinirsen Hak senden gazabn giderir. Gece gündüz çal da Allah bu gafleti gidersin, evini maara edin, gurbetteki gibi ol ki ate sönsün. Yaknlk elde edersen kalbin açlr, binlerce üphen gider, ilm-i ilâhî sana açlr, o ilmin eserleri ortaya çkar, meyvelerini toplarsn, hayet ve halvet ile mihnet çekersin ama dostlar (celevât) bulursun.
22 Muhyî, a.g.e, vr.30a. 23 Muhyi, Temsîl-i Klîçe, vr.25a 24 Muhyi, Temsîl-i Klîçe, vr. 24b-25a.
368
Dokuz felei gezersin. erîati bilir uyarsan, heva ve hevesini terk edersen uçup tayyi mekân edebilirsin.25 Sünnetlere uyarsan nefsin ehvetlerini terk edersin. Kalp evini tavaf et, ak olup lezzet al, vahdeti elden brakma, kesrete aldanma.
Esmâ ve sfât hakknda yazd kasidede, Rasûlün nuruna mazhar olann kendi srrn da anlayabildiini, her eyde Hakk’ fehm etmeye baladn, o nuru zevk ve safa ile gördüü için artk kalpleri, melek ve cinleri hatta kabir hallerini de kef etmeye balayacan söyler. Aslnda bu dört türlü keif türü kâfirde de bulunabilir. Keften kast kef-i ilâhîdir ki buna ulaldnda bütün eyann mahiyeti anlalr. “Ey Allahm bana eyann hakikatini göster” duas bunun içindir. Zulmette kalan huzur bulamaz.26
Marifet, aklî, ilmî, nazarî ve uhûdî olmak üzere dört türlüdür. Marifet-i aklî aklla, yaratcy yarattndan bilmektir. lmî marifet, verilen ilimle Hakk’ bilmektir. Kalp safâs ile olur. “Biz ona katmzdan bir ilim verdik” âyeti bunu tanmlar. Safâ, kederleri gidermek, ondan gayrisini yok etmektir. Nazarî marifet, her nereye baksam orada ancak Allah’ görürüm” halindeki bilmedir. uhûdî marifet, fenâ makamndan sonra ortaya çkan bilme makamdr. Artk ikilik yok teklik vardr. Kim Allah’ bilirse hüzün denizine ve srrñ sevincine gark olur. Hz. Peygamber kendisine rabbini gördün mü diye sorulunca; ‘O bir nurdur, ben onu göremem’ diye cevap vermitir. Hz. Ömer, ‘kalbimle rabbimi gördüm’, Hz. Ali, ‘tecellî sahîh olduunda kalp ve göz bir olur’ demitir. Cüney-i Badâdî de, “krk senedir vecd ve uyanklk halindeyim, ne zaman Rabbimi bulsam kendimi kaybediyorum, ne zaman da kalbimi bulsam Rabbimi kaybediyorum” demitir. Cenâb- Allah tamamen bir nurdur. Bir anlna da olsa aradaki perdeler kalksayd Ahadiyyet nuru bütün eyay yakp mahvederdi.27
nsan refîu’d-derecât ismine mazhardr. Âlemde, madenler, bitkiler, hayvanlar, melek, cin, insan vardr. Her biri bir ismin mazhar olmakla birlikte insan ism-i câmiin mazhardr. Dier bütün isim ve varlklar kendinde toplamtr. “Arn sahibi olan Allah dereceleri kademe kademe yükseltir. Elinde olan ruhu da kullarndan dilediine ilkâ eder.”28 Refîu’d-derecât ismine mazhar olanlar “benimle görür benimle duyar” hadisine mazhar olmu, daire-i fenadan dâire-i cem’a ermi olur.
Zikrin esrâr udur; Allah kendini zikr için snlacak kal’amdr tarifini yapmtr. Mü’minin mürid-i kâmil bulup kendini ona teslim etmesi, gece gündüz bu sna aramas gerekir. Douda batda insan- kâmili bulmas, kalbini ona rabdetmesi, “beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim” kelâmn içinde hissetmesidir. Bu zikir devaml olursa azgn nefsin isteklerini keser, zikirle megul olan onu parlatr. Zikirle meguliyetin sonucu Hallac- 25 Muhyî, a.g.e, vr.25b. 26 Muhyî, a.g.e, vr.30a. 27 Muhyî, a.g.e, vr.32a. 28 Muhyî, a.g.e, vr.33a.
369
Mansur gibi onun kalesine girmektir. “Ene’l-Hak” söyleyen Hallac’n savurulan külleri deildir, külleri toprakla karnca (cüz, aslla buluunca) bu bulumayla tpk asl su olan yamurun nehirle bulumasnda olduu gibi -hatta Msr’n Nil rma kadar büyük olsa bile- taar. nsann özü de hava, su, ate ve topran birleiminden olumutur. Bu toplam içerisindeki özünü zahire taklmadan bilmek için ask suratl durma, öze gel. Aslolan kalp gözüdür, zâhir kelimesindeki ‘zâ’nn noktasn görmezsen, tâ (perde) üzerindeki noktay silmi, perdeleri kaldrm binlerce problemini halletmi olursun.
Münkir, zâhirde ‘hû’ zikrini söylemekle birlikte gönlünden söylemeyen kimsedir. Zira Celâl ismine mazhar dütüü için elinden gelen bir ey de yoktur. Aslnda “Hû” ismini inkâr etmek Hakk inkâr etmek anlamna gelir. Hakkn tercihi ‘Hu’ ismini kulun tekrar tekrar söylemesidir. Bunun için münkirin yüzünde ‘Hu’ isminin nuru bulunmaz. Ona mülhid desen sana küfr eder, kaba söyler. Hu zikrinin faziletinin ipuçlarn anlayacak kabiliyeti bulunmamaktadr. Münkirin akl fikri mâsivâyla dolu olduu için ömrü bo geçmi hûnun manasn anlamamtr. Hatta ölüm an gelse bile mâsivânn etkisi sebebiyle hûnun anlam kendine açlmaz. Muhyî, Bâyezid’den ‘Hu’ ismini telkin alm har gününde ‘Hû’nun srr kefolacaktr.29 Müellifimiz buraya kadar münkiri tarif edip tanmlamaya çalrken çözümü ve yol göstericiliini de gösterir. mam Gazzâlî, kalpleri açan Lâ ilâhe illallah zikri, ruhlar açan illallah zikri, srlar açan hû hû zikridir. Kalplerin az lâ ilâhe illallah, ruhlarn az Allah, srlarn az hû hû zikridir. Baka bir deyile, Lâ ilâhe illallah zikri kalplerin mknats, Allah zikri ruhlarn mknats, hû hû zikri de srlarn mknatsdr. Öyleyse “Allah zikrini söylemeyi çevrenizdekiler size mecnun deyinceye kadar artrn” der.
“Gâfiru’z-zenbi ve kâbili’t-tevbi edîdi’l-kâb” âyetinin mânâsn Hz. Ebu Bekr’e sormular da buyurmu ki, “gâfiru’z-zenb”, lâ ilâhe illallah zikrini cehri olarak pe pee söyleyen, “kâbili’t-tevbi” lâ ilâhe illallah zikrini cehri olarak söyleyen ve zikir esnasnda sallanan, hareket edenler içindir, “edîdü’l-kâb” ise lâ ilâhe illallah zikrini hiçbir ekilde söylemeyenler içindir.30
Melekler ar tavaf ediyorsa, mü’minler Kâbeyi tavaf ediyorsa, zâkirler de elbette kalplerine gelen ak ve evk ile sema ederler. imdi bu semay yanl yorumlayp suizanda bulunmak ne slâmn ne de hayrn alametidir. “Allah suretlere deil kalplerinize bakacak”, “Kim benim zikrimden yüz çevirirse onu dar bir yaantya sokar ahirette de kör olarak diriltiriz”. “Kim, Rahmân'n Zikri'ni görmezlikten gelirse biz onun bana bir eytan sararz.” “Kyâmet
29 Muhyî, a.g.e, vr.42b 30 Muhyî, a.g.e, vr.41a
370
gününde azabn en iddetlisi Allah’n bilip kendi ilminin kendine fayda vermedii alimlerdir.”31
Sûret ve zâhir ehlini anlatt bölümde, amelsiz ilmi olan ve bununla enâniyet satan vaizleri tenkit eder. Hakk’n emrini tutmayp cehaletle hareket ettiini, nefsine zulm eylediini, kesrete düüp vahdeti terk ettiini, kalp aynasnn silmediini, Hakk’ zikretmediini belirtir.
Molla Gürânî müftü olduu dönemde, eyh Vefâ’ya dervilerin semâ ve raksnn kâfirlerin horonlarna benzediini, bunu yapmamasn belirten bir mektup göndermitir. eyh Vefâ, mektubun altna, peki bu horon tepenler ne diyerek horon teperler diye yazarak geri göndermi. Gürânî, ulumaktadrlar diye cevap yazm. eyh Vefâ, peki bu zikir eden zâkirler ne demektedirler diye tekrar sormu, Gürânî, Lâ ilâhe illallah demektedirler cevabn vermi. eyh Vefa son olarak, bir grup kâfir sarho olup ayaklarna çngraklar balayarak horon tepse, dier bir grup da el ele tutuup belirli bir ritim halinde zikrullah ile megul olsa sonra bu iki taifeyi gördüünde birbirinden ayramayan, arasndaki fark bilemeyenler için ne denilir diye sormu. Bu soru karsnda Molla Gürânî susmu ve cevap yazmam. te bu tartma bile mü’minin ferasetini göstermektedir. Zâhirî ilmi örenip te bâtnî ilmi inkâr etmek cehaletin ta kendisidir.32
Muhyî, Hakk’n ilhamnn gönlüne akp gelebilmesi için kendisinin halvete girip kesreti terk etmesi gerektiini ifadeyle yine kendisine nasihat eder bir haldedir. uras bir gerçektir ki kalp hali herkese nasip olacak bir hal deildir. Riyazet ve mücahede ile öncelikle kalbi tasfiye sonra da dünyevi megalelerden kalbi uzak tutmak gerekir. Yoksa zahiri dil ile megul olmak yetmez.33 Kimi tarikat kandrclar çounlukla ilim tahsiline balar fakat ondan zevk almaz, buna ramen cehaletten kurtulduk diyerek Allah rzas için deil geçinme amacna yönelik olarak vaizlik mesleine yönelir, hatta kendini öne çkarmak için bn Arabî hazretlerine saldrrlar. Amelsiz ilimle blisle ayn duruma dümü olurlar. Bu bölümün sonunda yazd nazmda vaize nasihat ederek nefsinden kibri sürüp çkarmasn, nefs kalesini cehri zikirle yakmasn, kalp açlnca ten ehrini riyazetle yakmasn salk verir. Aksi takdirde zahir ehli vaiz de zahire bakar, tenkit ettii eyin batnna bakmaz, hatta batnn inkâr eder, içi d makam sevgisiyle dolu olduu için enâniyet sfatyla kürsiye çktn söyler.34
Zikr’i anlatt bölümde, gece gündüz zâkir olmay, her kimin zikr ile ünsiyet kesb ederse kalbine Hakk’n ilhamnn geleceini, Hakk’n vasfyla sfatlanacan, her eyde Hakk’ görüyorum derse, nefsini bilip Hakk’ anlam, teslîm-i hüdâ eyleyip kendini aradan çkartm, irfan tahtasna ayan basm, zâhid olarak daima yukarlara bakmakta olduu için 31 Muhyî, a.g.e, vr.42a. 32 Muhyî, a.g.e, vr.42b. 33 Muhyî, a.g.e, vr.43a. 34 Muhyî, a.g.e, vr.43b.
371
sadk olacan söyler. Ak ehli Hak’dan gönlünün akn ister, bu sebeple vâsl olabilmek için her eyde Hakk’ görmesi gerekir. Muhyî’nin kendisi de vakfede durarak kalbi selim üzere ona ulamay dilediini, her kim hacc ederse Allah’n kabul edeceini, kabul olmu hac için de varp bir dam (kurban) aktacan ifade eder.35
Sonuç
Edirneli olarak tannp tip Kasabasnda medfun bulunan Muhyiddin-i Rûmî, 16.yy’da yaam Halveti/Cemâli koluna mensup ama ayn zamanda bn Arabî arih ve muakkb bir mutasavvftr. Hac farizasn yerine getirdikten sonra Edirne’de eyh Bâyezîd-i Rûmî’ye intisap etmitir. Hallâc- Mansûr (ö.922), Muhyîddin bn Arabî (ö.1239), Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî (ö. 1273) ve Bâyezid Halîfe (ö.1516’dan sonra) gibi mutasavvflarn etkisiyle ilmî ve edebî ahsiyeti ekillenmi, 1539’dan sonra vefat etmitir. O, âlem ve adem tasavvurunu Devâirü’l-Maârif, Cihânnümâ gibi eserlerinde manzum, mensur ve dairsel çizimlerle ifade etmekle birlikte konunun daha iyi anlalabilmesi için Temsîlât- Muhyî bal altnda Temsîl-i ecer, Temsîl-i Nokta ve Temsîl-i Klîçe risâlelerini kaleme almtr.
Müellifimizin mutlak varlktan (vâcibü’l-vücûd) mecazî varla (yoklua) geçii ya da ilk tecellînin nasl ortaya çktn, aralarndaki aynlk-gayrlk ilikisinin daha salkl kavranmasna yardmc olacak nitelikte üç eyadan yararland görülür. Bunlarn birincisi bizatihi Kur’andan ikincisi hadislerden alnm, üçüncüsü ise reel hayatta kullanlan bir eyaya benzetmede bulunulmutur. bn Arabî ve muakkblarnn eserleri içerisinde iaret ettikleri bu sembolleri için müellifimiz müstakil olarak üç risâlede iledii üçüncü sembolün ise orijinal olduu görülür.
Küçük hal, seccade anlamna gelen Farsça ‘Klîçe’ kelimesi varlk mertebelerini açklamak için seçilmi bir eya olarak anlalmaya çok elverili bir metafordur. Klîçe’nin aslnn yün olduu, nakn ise görüntü ve renklerden ibaret olduundan hareketle yünün zât mertebesi, naklarn ise isimler ve sfatlar mertebesi olduu anlatlmak istenmitir. Muhyî bu hususta öyle der:
“Faraza dokunmu bir hal olsa o halnn asl tamamen yündür. Onu eirip büktüünde ipe dönüür. Halnn hakikati tamamen yündür, bütün nak ve ilemeleri hep yün sebebiyle meydana çkar. Yün olmasa naklar belirginlemez ortaya çkamazd. Yün zât mertebesi naklar ise isim ve sfat mertebesidir”.36 nsanlar ise naklara, renklere ve ekle bakar da halnn asl olan yünü hiç aklna getirmez. Halbuki buradaki esas unsur yündür ve belki ona younlamak gerekir.
Temsîl-i Klîçe, mürid-i kâmillerin hizmetine girmenin ve onlara tam olarak teslim olmann gereinden bahseden mensur açklama ve ayn konuda bir ilahî ile balamaktadr. Manzûmelerin çou kaside ve rubâîllerden meydana gelmektedir. Az sayda gazel, kt’a, mesnevî ile hece vezniyle yazlm manzumeler bulunmaktadr.
35 Muhyî, a.g.e, vr.44a. 36 Muhyî, Temsîl-i Klîçe, vr. 25b-28a.
372
P37F
37 P“ ” ve’s-salatü ve’s-selâmü ‘alâ seyyidinâ
Muhammedin nebiyyihî ve habîbihi menei’l-ervâh. Ve ‘alâ âlihi ve ashâbihi ve hulefâi’r- râidîn: Min ba’dihî sirâci’l-fettâh
Ammâ Ba’dü: Kavlühû Taâlâ P38F
38 P“ ” deyü buyurmutur. Pes insan olan
kimesneye lâzmdr ki mürid-i kâmil hizmetine irüp teslîm-i küllî olmak gerekdir. Ki nazar- hakîkiye irüp “Fenzurû ilâ âsâri rahmetillâhP39F
39 P nazaryla nazar idüp “ ”
basîretiyle tevhîd-i ayne mâlik olup P40F
40 P“ göstermesi zuhûr idüp ”
“mâ raeytü ey’en ve illâ ve raeytüllahe fihi”
srr âkâre olup her eyde Hakk’ bile halk makm- fenâdan müâhede idüp nazar- ibretle nazar eyler olursun.
Ferd
Her zerre ki görürdün bir âfitâb olurdu
Zikr olan mukaddemât sâlik olan kimesnelere mahsustur ki merhum eyh Bâyezîd-i Dovvom (ikinci) kuddise sirrahu’l-azîz sülûke müteallik on dâire vaz’ idüp on dâire içinde onar dâire dahî vaz’ idüp âyet-hadis birle sâlik olan kimesneler yüz dâire sülûk etmeyince kâmil olup kemâle ermezler.
Rubâî
O diye ahvâlle velâyet-i hakâyk
Nihâyete irer sözün olur dakâyk
37 Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. Nûr
24/35 38 Ey akl sahipleri! bret aln. Har 59/2 39 Allah’n rahmetinin eserlerine baknz. Rum 30/50 40 nsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceiz. Fusslet 41/53
373
Gele irâd oluben Hakk’ özünle bilegör
Asln fehm idüben gayri hicâb silegör
Daradan bakma gelüp ma’naya ir añla Hak’
Pes tarîkat ne imi erile ‘añla gelegör
Hem hakîkat ne durur srrn izân idegör
Sen seni añlamaa sâlik oluban hele gör
Nefsini bilmek içün geldin ahî ‘âleme sen
Mürid-i kâmile ir ‘âlemi bir bir elegör
Hakk’ her eyde görüp gayra gönül verme sakn
‘bretile nazar it Hakla halk bilegör [24b]
Aslun bilmek içün geldin ahî ‘âleme sen
Er olub ere yeti ma’nay andan a’la gör
Kesrete düme yürü vahdetile üns idegör
Seni sende ara bul göñlünü Hakk’a ile gör
Nefsini birle Hakk’n sunn izân idegör
Vahdetin bahrna dal dürr-i cevâhir bulagör
Muhyî’nin pendi sana mürid olur tâlip isen
Yokluu mülk idüben ölmeden evvel ölegör
Manâdan hissen alup pendin gû etmezsen
Nefsin arzusyla yel gibi durma yelegör
Rubâî
it Hak sözüni ehl-i nefesden
Nefes ehli didüüm ehl-i hakdr
Ruh asla irer uçtukta kafesden
374
Kavlühû Taâlâ: P41F
41 P“ pes nefes-i pîre mukârin olmak ,”
gereksin ki rûh- erîf asla ulatrp tarîk- Hakk’dan behremend olasn.
Der-Beyân- ehl-i Nefes
Ebedi hayy idüben rûh- revândr biline
Nefes-i pirle irer tâlib olan hazretine
Hazrete iren gör ârif candr biline
Aslumz hâk üzre âble âtele hevâ
Halk idüp cem üzre câmi’ olandr biline
Seni îcâd idüben sevdi ki bilinmeiçün
Pes Hakk’ sevme kelâm içre ayândr biline
Srrn sende kodu sende seni fehm idegör
Seni sende ara bul sende nihândr biline
Sen seni fehm idüben senlüünü mahv idicek
Sun’- Hak zâhir olur nûr- ayândr biline
Muhyî ömrünü hevâ üzre geçürme yürüvar
Ömr-i Nûh olursa sonu bir andr biline
Pes nefes-i pîrle nefsini añlayp rabbini bilup mahcûp kalmayp “Lev keefe’l-gtâu mâ izdâdet yakîna/Perde kalsa bile yakîni imanm artmazd” Pes yakîn hâsl idüp hicapdan beri olup Kavlühû teâlâ:
P42F
42 P“ ”
Der-Beyân- Ref’i Hicâb
Hak’a âk olan sâdk deil mi
41 'O gün, ne mal fayda verir ne de evlât. Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda
bulur)’. uara 26/88-89 42 ‘Onlar üphesiz o gün Rablerinden (O'nu görmekten) mahrum kalmlardr. Sonra onlar cehenneme girerler.’
Mutaffifin 83/14-15
çen hikmet arabñ ezelden
Elest ilinde nû iden piyâle
Ebed mülkinde pes âyk deil mi
Hak’ hak añlayup Hakk’ görenler
Bilip fark eyleyen fârk deil mi
ren tevhîd-i ayn içre visâle
Bu tevhîde iren fâyk deil mi
Adn insan durur ger nâtk isen
Hak’ zikr eyleyen nâtk deil mi
Hakîkat bahrinin ser çemesinden
Temiz olmayup mahcûb olanlar
Eken biçer güzel âzk deil mi
Bu Muhyî levh-i mahfûzundan evvel
Hak’n ilminde pes sâyk deil mi
Kavlühû Teâlâ: P43F
43 P“ manâsna iarettir. Pes her ahsn isti’dâdna ”
göre ezel-i âzâlde nûr- ilâhiden hisse konulmutur. Ol mikdâr- tecellîyât- ilahî zuhûr idüp her an bir arz tecellî zuhûr idüp mukarrabînden makbûl- hazret olup;
P44F
44 P“ ”
43 ‘(Hayrda) önde olanlar,(ecirde de) öndedirler. te bunlar, (Allah'a) en yakn olanlardr. Vâka 56/10-11 44 Fakat (ölen kii Allah'a) yakn olanlardan ise, Ona rahatlk, güzel rzk ve Naîm cenneti vardr.’ Vâka 56/88-
89
376
Rubâî
Her vücûda kim tecellî etse Tûr olur ol an
Pes tecellîden tecellî-i evveli bil sâniden
Hem tecellî-i uhûdu eyleyigör her zaman
Kasîde der-beyân- sülûk alâ tarîkati’n- nasîha
Gel beru âk aç safahât
Gör oku bil bu suhufât
Ey iki gözüm açt özüm
Budur sözüm it hasenât
Ger hasenât pîe idinsen
Tâ gideresin bu gafelât
Gafletle pes eyledüün sen
Gidere cehdin çok fuzelât
Ta söyüne nâr, bul gurebât
Kurbe irüben kalbin açlsa
lm-i ilâhi feth ola her ân
Zâhir ola pes çok eserât
Eylerse nâz gelme sakn vâz
Ta göresin yaz, çok semerât
Bu semerât zevk iderisen
Açla kalbin bin hucurât
Çek mihenât bul celevât
Cilve idüben eyle cülus
Sâkin oluben eyle sükûtu
era uyuben it harekât
Nefsine uyup olma hevâyî
Özle yuvan it tayerât
Ara çkuben it seyerât
Cem’ idemezsin bu sünenât
Bu sünenâta tabi’ olursan
Ko sekenât it tarebât
Dut galebât bul derecât
Çünkü göresin yüzün urasn
Anda durasn it daavât
zine varyor fi’l-halevât
zzeti gördün it tarebât
Ülfeti buldun kymet buldun
Eyle sürûru it emelât
erbeti içtin srriyyet geçtin
öhrete dütün it nagemât
Nameler idüp eyle serâgâz
Âk olagör lezzet alagör
Esrik olagör it azemât
Döndürme yüzün k yolundan
Ger elemâta sabr idersen
Al haberât min ceberât
Aç hcâbât min hazerât
Zâtn gördüm deyü sevinme
Nefhden Âdem buldu hayât
Artragöresin bu hutevât
Salver elden bu hucubât
Bu hucubât ref’ iderisen
Açla aynn bin uyûnât
Ger hucûbâta berk yaprsan
Arturasn sen çok zulumât
ki admdan geçer olursan
Hakkn erüür çok nesemât
Birisi dünya birisi ukbâ
Geçdüü buldun çok gayebât
Gayiba irüben gayib olagör
Zâhir oluben it zuhûrât
Vahdete erip bul fütühât
Vahdeti elden koma saknhâ
Kesret içinde vahdete iresin
Görmeyesin sen hiç keselât
Srr- cemâlin it gazelât
Gör bu uhûd it nazarât
Muhyî’yi gör kim gece vü gündüz
Hakk’ zikr ider hep kelimât
Kavlühû Teâlâ: P45F
45 P“ ” mefhûm üzere felâh üzre olunur.
378
Bekâ-y Hakla bâkî kalasn
Felâhn mânâs budur bilesin
Pes felâh üzre asla nazar ider olursun
Faraza bir münakkâ kâliçe ki vardr, ol kâliçenin hakîkati hep ‘yün’ yünden ‘ip’ oldu. Dokuduk kâliçe oldu. Nukû ki elvân ekâldir. Sair taayyünât eyâ mertebesinde.
Müfred
Pes nazar- hakîkate irmek gereksin ki kavlühü P47F
47 P“ nazaryla nazar ”
idebilesin. Pes nazar üç harften mürekkep olub melfûz olur. ‘Nun’dur, ‘z’ dr, ‘ra’dr. Nûn hicâb-i nûraniyesine, z hicâb- zulmâniyesine, ra rü’yet-i Hakk’a iarettir.
Rubâî
Bu ‘ra’dur rü’yet-i Hakk’a iden tâlipleri vâsl
Kelâm- Hak fehm içün ki maksûd oldurur asl
Bu bâtn ilmine zâhir ulûm olmu durur âlet
Ki zâhir bâtn añlansa kamu tahsîl olur hâsl
‘Nun’ hicâb- nûraniyesine misâl, Kavlühû teâlâ: P48F
48 P“
deyü buyurmutur. ‘Z’ hicâb- zulmâniyesine misâl kâle aleyhisselâm: “nnellahe ” haleka’l-halka fi zulmetin, sümme rae aleyhim min nûrihi femen esabehu min zalike’n-nûri ihtedâ vemen ahtaahû dalle/Allah mahlûkat karanlkta yaratt. Sonra nûruyla onu kaplad. Kim bu nura ulaabilirse hidâyete erer. Kim de hata ederse saptr” Kavlühû teâlâ: “Fe kad dalle dalâlen baide” deyü buyurmutur.
45 Allah' çok ann ki baarya eriesiniz. Enfal 8/45 46 Eya yüz de olsa yüz bin den fazla da olsa, hepsi ayndr, eer hakikatle bakacak olursan. 47 Allah'n rahmetinin eserlerine bir bak. Rum 30/50 48 Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. Nûr
24/35
379
Ra, rü’yet-i Hakk’a iarettir. Kavlühâ Teâlâ: P49F
49 P“ göstermesi zuhûr ”
idüp, “Mâ raeytü ey’en illâ ve raeytüllahe fihî/Her ne gördüysem onda Allah’ gördüm” srr âikâr olub.
Pes mahcûbiyet bize nisbettir. Hazret-i Hakk’ müâhede eylemekte hazret-i Hak, hicaptan hudutdan münezzehtir. Kemâ kle aleyhisselâm, “inne lillahi seb’ine elfe hicâbin min nûrin ve zulmetin. Lev keefehâ le-ihterakat sübühât vechihi ma inteha ileyhi basarûhu min halkh/Allah’n nûr ve zulmetten oluan yedi bin perdesi vardr. ayet onu kaldrsayd mahlûkatndan ona ulaan bütün gözleri veçhinin aydnl yakard.” deyü buyurmutur. [26b]
Pes her hicâb bir mertebedir merâtib-i Hakk’da ve her mertebe bir âlemdir ki yetmi bin âlemdir. Bu iki âlemde müdrectir ki nûrla zulmettir. Kavlühû teâlâ: “ 50 F
50 ” deyü buyurmutur. ‘Nûr’ âlem-i rûhaniyyete, zulmet âlem-i cismâniyete iarettir. Pes insan bu ikiden mürekkep olup bunca bin hicâbla mahcûb olup gezer, kendü kendüden haberi yok. “ 51 F
51
Sfat esmâ yönündendir, Hakk’n zâtn fehm itmek
Tefekkür-i zât- Hakk iden bilmez asln eyânun
Müfred
Her ki mî bîned dûyî der râh- vahdet kâfirest P52F
52 P
49 nsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceiz. Fusslet 41/53 50 Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlklar ve aydnl var eden Allah'a mahsustur. En’am 6/1 51 Hayr hayr! Dorusu onlarn kazanmakta olduklar kalplerini paslandrmtr. Hayr, üphesiz onlar, kyâmet
günü Rablerini görmekten mahrum braklacaklardr. Mutaffifin 83/14-15 52 Muhakkak ki O her eyi kuatmtr, idrak et Cümle eyada sakldr, O’nun gibidir Tüm bu eya tek bir nûr ile ebede kadar parlaktr Vahdet yolunda ikilik gören her kii kâfirdir
380
Pes yüne ‘ip’ ve ipee ‘Klîçe’ demezsin zira merâtib haysiyetle ism-i âharle taayyün ki; Yedi merâtib-i bâki ve ehl-i merâtib, Bezîr-i emr-i Hak vallahu glib53
Müfred
Esmâ zuhur- kesret, kesret sfât- vahdet
Vahdet yân- zâtest ez ismhâ müberrâ54
Pes ‘yün’ olmas zât- Hakk mesabesidir ki kavlühû teâlâ: “ 55 F
55
r müride ki açla pes kalbünün gözü
Kavlühu teâlâ: “P56 F
56 P , ” deyü buyurmutur.
Kasîde-i Nûr
Cümle zerrât- cihân Mansûr-vâr
Cümle eyâ old zâtn mazhar
Seniniçün görünüben oldu âyât 53 Baki olan Allah’n yedi mertebesi ve mertebelerde bulunanlar, Hakk’n emri altndadr, Allah dâima galiptir. 54 simler çokluun (kesretin) zuhûr etmesi, çokluk vahdetin sfatdr Vahdet isimlerden müberrâ bir sûrette zâtn âyân oluudur 55 Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun temsili udur: Duvarda bir hücre; içinde bir kandil... Nûr
24/35 56 Göz (gördüünden) amad ve (onu) amad. Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir ksmn
gördü. Necm 53/17
Kefile âsân olur her mükilât [27a]
Hakk ‘âlem sûretinden fehm idüp
Görünür sende ol dem srr- mirât
Pes münezzehdir kamudan Zât- Hak
Ne ism resm ü ekl vaz’ u hey’ât
Demitir Hak Rasûlü ‘mâ arafnâke’
Nicesi bilesin sen zât heyhât
Bilinmez zât- Hakk hem fehm olunmaz
Ki zât- genc-i mahfi ho tlsmât
Bu zâtun zât- Hakk’n mazhardr
Sende göründü kamu esmâ sfât
Merebin Muhammedî mereb durur
Hakk’ her yüzden temâa eyleyüp
er’a muhkem yapup buldum sebât
Sâbit olan er’ile ‘ömri ann
Son nefesde irmeye hergiz memât
Evvel srâfil makm ‘ar olup
Oldurur tedbîr iden müdebbirât
Oldur taksîm iden mukassimât
Dutd kabz- rûh içün ol nâziât
Bu vücûbun cânibi Muhyî rûhun
Cisminüñ haysiyyetidür mümkinât
Bilirsin zât buldun sende bizzât
p olmas hakîkat-i Muhammedî’ye mesâbesidir. Nûr- Muhammedî’dir ki ta’ayyün-i evvel derler. Kemâ kle aleyhisselâtü vesselâm: “Evvelü ma halekallahu nûrî/Allah’n ilk yaratt benim nûrumdur”, Sehl bn Abdullah Tüsterî ve eybânî Râî radyallahu anhümâ Hazret-i Hzr’dan rivâyet ederler. “Halekallahu nûri Muhammed’in min nûrihi fe savverahû ve sadderahu ala yedihi. Fe bâkîye zalike’n-nuru beyne yedeyillahi teâlâ miete elfi âmin. Ve yülahzu fi külli yevmin ve leyletin seb’îne elfe lahzatin, ve yeksûhu fi külli nazratin nuran cedîden ve kerâmeten cedideten. Sümme haleka’l-mevcûdâti”,57 Kavlühû taâlâ celle zikrahu:
“ 58F
58”
deyü buyurmutur. Pes muvahhidin îmân hüsn-i rûyinden. Ve kâfirin küfrü zülf-i mûyinden olup.
Rubâî
Senin çemiñ cemi’ ey’e nâzr
Ruhin nûr u zülfüñ zulmetinden
Bu kavmin kimi mü’min kimi kâfir
57 Allah, Nûr- Muhammediyi kendi nûrundan yaratt. Ona ekil verdi, eliyle onu sudur ettirdi. Bu nur, Allah’n
elleri arasnda yüz bin yl kald. Her gece gündüz onu yetmi bin defa kontrol etti. Her bakta onu yeni bir nurla ve yeni bir ikramla giyindirdi. Sonra Allah mevcudat yaratt.
58 üphesiz, Allah' ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah'a inanp peygamberlerine inanmayarak ayrm yapmak isteyenler, "(Peygamberlerin) kimine inanrz, kimini inkâr ederiz" diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasnda bir yol tutmak isteyenler…. Nisa 4/150.
383
Pes îmân eser-i cemâl ve küfür eser-i celâldir. Bu ikisi hakîkat-i Muhammediye ile kâimdir. Ta ol vakte dein kim P59F
59 P“ ” [27b]
Manâs yüz gösterip “Limeni’l-mülkü’l-yevm/Bugün mülk kimindir” hitâb olur. “Allahu’l- vâhidü’l-kahhâr” cevap oluncaya dek. Pes esrârn hakîkate vâkf olmak gereksin ki nûr- nübüvvetten hissedar olub “innellahe halaka nûrî min nûrihî/Allah benim nûrumu onun nûrundan yaratt” esrârn izân idüp tecellî-i uhûdu müâhede edebilesin.
Kasîde-i Nûr- Nübüvvet aleyhisselâm
Mefâîlün mefâîlün mefâîlün mefâîlün
uhûr itmege âlemde nice ekâl ile elvân
Ebu’l-ervâ olup geldi mukaddem lâ taayyünden
ki âlem anuñ içün yazld ânna unvân
Anuñ ânnda dinmidir bugün “levlâke levlâke”
Kelâm- hak anuñ ânn beyân itdi gelüp Furân
Resûlü’s-saaleyn old iki âlemde bil Amed
Anuñçün al olunmudur vuû u ayr u ins ü cân
Cemî-i enbiyâ üzre an mümtâz idüp aret
Sevüp an habîb itdi delîli âyet ü bürhân
Ne kim olmu olacadur aña tafîl idüp bir bir
Kelâm- a beyân ider ou gör sûre-i Ramân
Olup bu âlemüñ ub anuñ üzre döner eflâk
Tamâm olunca islâmuñ binâs devr ider devrân
Bugün ems ü amer anuñ cemâlinden münevverdür
Dah üsnünden olmudur iidüñ Yûsuf- Kenân
Ebu’l-beer olup geldi bu mukaddem lâ-taayyünden
Halîfe dikdi ekvâna didi kim geliser sulân
“Nefatü” srr âdemde uhûr itdügi dem âdem 59 O'nun zâtndan baka her ey yok olacaktr. Kasas 28/88
384
O demde aa amd itdi da hiç geçmedin bir ân
Haber virdi hem esmânuñ uûlinden hemân ol dem
Melekler iidüp cümle alurlar vâleh ü ayrân
Didiler cümle yâ Rab bizim hiç ilmimiz yodur
Bu insân imi ilmüñe müâhir düen âlî-ân
Olanlar Amedî-mereb düüpdür câmia mahar
Anuñçün ilm-i hikmetden aber virmi idi Lokmân
Anuñ ceddi ki brâhîm urupdur Kabe’ye bünyâd
itdin nâr- Nemrûd’ Halîl’e eyledi bostân
Halîl smâil’i urbân içün çald bça kesmez
Hemân Cibrîl cennetden getürdi bir kebi urbân
Resûlüñ nûr ced-be-ced gelüpdür nesl-i Âdem’den
Necat Nû olup ol dem an gark itmedi Tûfân
Bu cümle Ahmed’ün fazln beyân itmege âlemde
Ki tâ Ahmed gelüp da kemâlin buld pes insân
Delîl olubeni itdi delâlet her kim uydîse
Fenâ mülkinde gelüben olup bir nice gün mihmân [28a]
Ouyup davet itdükde bu âlem aln cümle
Saâdet insden cinden olupdur emrine fermân
Zehî devlet bulup fazln olanlar Ahmed’e ashâb
Mukarreb hazret oldular, olardr sâhib-i vicdân
Resûle ittiba idüp Hakun vad- vaîdinden
Ziyâde havf iden yârn cinân içre ola handân
Cemâle mazhar olanlar bu gün ism-i celâliyle
Celâli kalb idüp dâyim iderler ney gibi efgân
Celâline düen mazhar cemâlinden müberrâdr
Anunçün añlarn kalbi dolubdur küfrile isyân
Ana ümmetten olmuken münâfk old bazlar
385
Ana ümmetten olmaa çkup sâ felek üzre
Nüzûl idem deyu dâyim kalupdur zâr- sergerdân
Ânun zât u sfâtndan haber virdikde bil Tevrât
Beâret etdi kavmine üveyktir Musa-y mrân
Ân tasdîk iden evvel Ebu Bekri’di evvelde
Tamam, adl iden âlemde Ömer’dir kim dutup mîzân
Üçüncüsü ânn Osman, annçün didi ‘zinnûreyn’
Kelâm- Hakk’ idüp ol oldu câmi-i Kur’an
Ânun dördüncüsü haydar tarîknda odur rehber
Ali bin Ebî Tâlib deyupdur îr âna Yezdân
Olupdur çâr rüknüyle ânun er’i mükemmel pes
Olara tâbi’ olanlar bugün âñlar durur irfân
Hüseyn ile Hasan bilüp ehîd olmalarn tahkîk
Hakkn emrine râm olup talep klmadlar dermân
Beâret kim olup Hak’dan öiriçün bu âlemde
Saadet âñlarndur kim olara iyledi gufrân
Âna inkâr idenlerden ziyâde mekrle münker
Ebu Cehl idi cehliyle ezip kld kat’î nâdân
âret etti leyl içre kamer, akk oluben geldi
Görüben Kâbenin halk ân hep ettiler seyrân
Ânun mu’cizine had yok yine yemi kuzu bir gün
Yeme benden dedi âña zehürlüyem dedi büryân
Görüben mucizin ânun hayâ itmediler hergiz
Hayâsndan kzard pes yer içre la’lile mercân
Kabul etmedise her kim iidüp davetin ânun
Olarn üzre hâkimdir mukarrr bilesin eytân
Hakk’a inkâr idüp Hakkn rasûlün itmeyen tasdîk
386
Bu Muhyî bilmedi kendünedür, aslu nedür kendüm
Bileydi kendümi kendüm iderdüm kendümi izân
ularkim nefsini bildi evvela kendüyi bilmidür
Bilenler nefsi rabbin bilüben oldular pinhân
Eer nefsim bilüp rabbim bilüp izân idem dirsen
Vücûdun ehrin âlemde idegör sen dahî vîrân
Ve ‘kâlîçe’ olmas ‘âlem’ mesabesindedir ki “ 60 F
60”
Bilinmez pes senün zâtn nedendür nefy ile isbât
Bu zerrâta yaramaz zâtn ki medh ede senün cânâ
Sfatndur bilinen pes irilmez zâtna heyhât
Münezzehsin kamûdan sen senin zâtuna akl irmez
Ne na’t u ism ve ne resm u ne ekl u sun’la hey’ât
Özin mestûr idüp kendin yân olmu beyân eyler
Ki her eyin vücûd pes senünçün oldu bil âyât
Sfat esmâ durur ekvân- vühû u tâyr ins u cân
Senin mihr-i rahin srr ki zâtn âlîdür bizzât
Akl zâtnda pes hayrân demitir ‘mâ arafnâke’
Hadîs içre Resûlullah bilinmez yok âna gâyât
Bu srra irmez herkes tarik- ehl-i irfândr
Hakn ilhâm añlara gazâ olmu verür lezzât
Bu sr kim nûr- Ahmeddür taayyün verdi eyâya
60 Allah, gökleri ve yeri, ikisi arasndakileri alt gün içinde (alt evrede) yaratan sonra da Ar'a kurulandr.
Secde 32/4
Bu Muhyî nu(r) Ahmed’den aluben feyzini her ân
Ki mecbûr olmu söyler bu gün olmu âna mirât
Ki eyin vücûdndan hakîkat srrñ añlayup
Ene’l-Hak çaurup söyler lisân- halile her zât
Ve nukû sâir taayyünât eyâ mertebesi ki kavlühû teâlâ: P61F
61 P“
.deyü buyurmutur. Pes bu kârgâh ki vardr kurulmutur Kur’ân fiilî vâki olmutur ” Kemâli oldur ki okuyup Hakk- âlem yüzünden añlayasn.
Kasîde Der-Beyân Nazar- bret
Okuyana yeryüzü cümle sebak
Bildirür bilmediin ilhâm- Hakk
Fa’tebirû âyetin izân idüp
Her neyi görsen göresin mâ-sadak
Gel kadem irfâne basl âr ko
bu namusile âr oda yak
Gör Resûle mu’cizîçün gökde ay
Emrine fermân oluben oldu akk
remezsin irmeyince müride
Gice gündüz dime eyle bâb dakk
Sdkile gel pîrim kim feyz almaa
61 Biz gökleri, yeri ve her ikisi arasnda bulunanlar ancak hakka ve hikmete uygun olarak yarattk. Hicr 15/85
388
Merebin âlî gerek feyz alasn
Zer’ olunmaz ol yere olsa çorak
Gel inâyet eyle Hakk emrin dutup
tmeyenler esfele dek gide çâk
Millet-i vâhide üzre ol bugün
Yetmi ikidir hadîs içre fark
Pîr pendiyile iregör rif’ate
Olmayasun yarn anda sanduk
Sâlik olanlara yarn diyeler
Ehl-i Hakk’a mâil ol su gibi âk
Adn insan hâsln yok bî-amel
Kaldn û zulmette söndükde çark
Muhyî sen sende seni sen bile gör
Hak yakn senden sana deil rak
“P62F
62 P ” deyü buyurmutur. ‘Kâliçe’ hakîkati hep ‘yün’, cümle nukû, yünle
kâim ‘yün’ olmasa ‘nukû’ taayyün bulmazd. Pes yüne yeil ve yeile yün diyemezsin. Yün zât mertebesi ‘nukû’ esmâ ve sfat mertebesi.
Müfred
Nakkâa vire göñlün her kim basîr ola
62 Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et. Hicr 15/99
389
Gönül bir katre âb üzre, yazan nakkâa vermezler
Ne ho çekmi kalem nake görenler hep kalur hayrân
u kim naka bakup kald olar nakkâa irmezler
Acip nak eyledi nakkâ u kim nake bakup kald
Girip nârn azabna ebed alar gülmezler
Basîret ehli nak içre yazan nakkâ görürler
Basîretsiz olan körler gönül pasn silmezler
Bu eyâ ho mezâhirdir basîret varsa gör sende
Bakan hayvan hissiyile gönül nakkâa eylemezler [29b]
Bel ahyâ dedüün her kim iüdüben amel eyler
Girip Firdevs-i a’lâya kalup bâkî hiç ölmezler
Tefekkür eyleyip Hakk’ tezekkür birle halvette
Tâlib-i akun hayaline bulup lü’lüi dermezler
Klup ak üzre bünyâd bu meydân âkndr bil
u kim ta’n ide uâka olur Adn içre girmezler
Bu gün âklarn zevki küfürdür zâhid-i huka
Ko geçsin küfr ile ömrü hele ol zevk bilmezler
Gele âklara eydür özünü sen dahî Muhyî
Kimin kim zerrece ak bulunsa nâre sürmezler
‘Ammâ nukû’ ki vardr elvân ekâldr ki: ‘kzl-sar’, elvân zât mertebesi. Kzl, isim. Kzll, sfat. Sar, isim. Sarl, sfat. Elvân ki zât mertebesindedir. Kzl-sar, esmâ sfat mertebesi bir eyin üçüncü mertebe-i hakîkatinden haber verirsin. Ancak esmâ- sfat haysiyetinden haber verirsin. Senin zâtn ki vardr, “nnellahe seb’ine elfe hcâbin min nûrin ve zulmetin lev küifehâ leahrakat subuhât vechihi ma-inteha ileyhi basarûhu min halkh/Allah’n nûr ve zulmetten oluan yetmi bin perdesi vardr. ayet o zâhir olsayd mahlûkâtn gözleri ona eriemezdi yüzünün aydnl yakard”
390
Pes bu nice bin hicâbâtla mahcûb olub kendü kendünden haber yok, yalan davay idüp zât- Hakk’ añladm bildim deyü söylersin.
Kt’a
Ki ân râ haber od haberî bâz neyâmed
Ey mürg- seher ak zi pervâne beyâmûz
Kân suhte râ cân od ve âvâz neyâmed P63F
63
Pes sen dahî beeriyyetin haysiyetini vücûdun ehrinden mahv itmek gerektir bu esrâra vâkf olasn.
Müfred
Can vermeyecek âk cânâna erilmezmi
Pes kzl isim kzll sfat, sar isim sarl sfat. Pes bu haysiyeti ‘itibâriyle “yün” ki zat mertebesindedir, “nukû” esmâ sfat mertebesindedir. “Yün” nukûu ihâta eyledii gibi Zât- Hak dahî ta’ayyünat- eyây ihâta eylemidir. Zâtyle sfatyle P64F
64 P“ ” ve
dahî “ 65 F
65
Old zâtn genci mahfî der tlsmât- sfât
Ser-be-ser âlem senin gencin tlsm nakdr
Ol tlsmatn ki nak hâl olunmaz mükilât [30a]
Hem sfatndur senin olan dokuna nakbend 63 Bu müddeîler taleblerinden habersizler Onlara bir haber verildi tekrar bir haber gelmedi Ey seher kuu ak pervâneden ören Ki o yanma can oldu ve ses gelmedi 64 Allah, her eyi kuatcdr. Nisa 4/126 65 Allah'n her eye kadir olduunu ve Allah'n her eyi ilmiyle kuattn bilesiniz. Talak 65/12
391
Ol sebepten bir zaman olmaya pes âna sebât
Sâye varlk gösterir yoktur pes ânun asl hiç
Yokluk içre varlk añlarsn bulursun sen necât
Her zamanda sâye-i biçare mesken nûradr
Ben seninle zâhir olduk sen dahî kâyim bizzât
Nice içer hazr-dil âb- hayâtn erbetin
Seninle zulumât tasavvur eyledik âb- hayât
Geç tasavvurdan hakîkat añla iç âb- hayât
sm-i bâkîden bekâ gör irmeye her giz memât
Gel fenâfillah oluben añla esrâr- Hakk’
Seni senlikten çkarr añlamazsan seyyiât
Muhyî’ye vahdet meyinden içiriptür Bâyezîd
Ol sebepten kalbine lâyh olupdur vâridât
Mest olupdur ol meyin zevkinden eylemez ebed
Hayretinden añlamaz nedir sorarsan e cihât
Pes senin zâtn ki vardr zât- hakkn mazhar vâki olmudur ki nitekim denülür.
Nazm
Sfat- esmâ yönünden fehm olur Hak
Bilirsün zât bulduñ sende bizzât
392
Hadîs-i Kudsîdir: “El-nsânü srrî ve srr sfâtî ve sfatî lâ-yenfekkü an zâtî”66 deyü buyurmutur. Pes senin zâtn ki sana hicapdr senin senden haberin yok. “Hucubü’z-zât bi’s- sfât ve hucubü’s-sfât bi’l-efâl/Zâtmn örtüsü sfatmladr. Sfatmn örtüsü fiilimledir.”
Sfat zâtn ne ayndr ne gayr
Görürsün ger hudâ kldysa yari
Der-Beyân- Zât
Gönüller âle cilve idüben cemâl-i ah
âhn cemâl-i cilvegehî cümle kâyinât
âhn cemâl-mihr rûh ideli zuhûr
Geldi ayâna cümle-i zerrât- mümkinât
Gör bu adem hâkine âsâr bir nazar
Oldu vird-i mevrid kim külle vâridât
Gör akyla çarh- felek ems ile kamer [30b]
der semâ evkle eflâk deyrât (!)
Bârân- rahmeti ki nüzûl etti ber-adem
Rûy zemin üzre çkup çeme-i hayât
Âb- hayat i bu zulumâta gir yürü
Bu nefs-i ûm oldur gör bulasn necât
‘Mûtû’ hadîsi üzre olursan bu kevn ki sen
Âb- hayât içtin vermez sana memât
Muhyî anâsr asln olub Hakk’a âyine
rdin bu srra kef oluser sana mükilât
Pes nûr- ahadiyeti izân eylemek gerekse ki nûr-u nübüvvetinden hissedar olub ayn- tahkîke irüp sen de esmâ sfata mazhar olasn
66 nsan benim srrmdr. Sfatmn srr ve sfatm zatmdan ayrlamaz.
393
Nûr- Resüle mazhar olub eyler ol zuhûr
Nûr- nübüvvete irüüp srrñ añlayup
Ol nurlua zevk üzre dâima surûr
Her eyde Hakk’ fehm idüben gayri görmeyüp
Zevk u safâ üzre görünür o nûr
Kef ü hcâb oluben feyz-i Hakla
Kat’ menâzil eyleyüben eyler ol mürûr
Kef kulûp kef-i melek kef-i cin dahî
Dâim riyâzet eylersen kef olur kubûr
Kef ki vardurur dönülür asl be durûr
Kâfirde de bulunur dördü bî-kusûr
Kef-i ilahdr ki evvelen keften murâd
Eyâ hakîkatin bilüp eyler o dem zuhûr
‘Allahümme erine’l-eeyâe kemâ hiye’ kelâmna
rdinse sana mufavviz cem’i umûr
Feyz-i ilâh kalbüne ilhâm ola her ân
oy ey gibi ki feyz hevâdan alur sabûr
Zulmet hicâbna ki düen mazhar- celâl
Zulmette kaluben pes ona yokdurur huzûr
Bir kimseden meded yok ana bulunmaz cezâ
Zira ki ulü olmutu fsk ile fücûr
Hayret makmna varuben gamgüzâr olûp
Elin eline uruben durmaz ovunur
Sürüp cahîme ileteler ol dem kâbla
Kalalar anda nice sene bir nice uhûr
Nefsin hevâsyla olar yel gibi ylûp
394
hrâk olalar anda temam kâl olunca pes
Çkan cinâne dâhil ola rahm ide Gafûr
Muhyî ki ehl-i zevke irüp zevkle dolup
Ehline vir cinân gerekmez bana kusûr [31a]
Abdü’l-ecîr olmad kim ücretin umâr
Gözler rzâ-y Hakk olup dâima ekûr
Kavlühû teâlâ: “ve kalilüm min badiye’-ekûr/Kullarmdan çok az bana ükreder” deyü buyurmutur. Ve kâle aleyhisselâtu vesselâm hâkiyen ani’llahi teâlâ:
“ 67F
67
Kelâm- Hakk’ fehm it dut bu kâr
Sana ‘vallahu meaküm’ dedi hazret
Lisân- hamd üzere eyle cârî
‘Ve üfevvizu emrî’ di ‘ilel