30
1

HT.18

Embed Size (px)

DESCRIPTION

HT resmi yayın organı

Citation preview

Page 1: HT.18

1

Page 2: HT.18

2

Espri ve çizim ; Şafak BATMAN

Page 3: HT.18

3

Page 4: HT.18

4

Merhaba dostlar 18 sayımızla beraber yayın hayatımızın üçüncü yılını dolduruyoruz. 4. yaşımızı yine 1 Mayıs şenlikleriyle kutlayacağız. Geçen 3 yıl içerisinde zaman zaman aksamalar olsa da her sayımızı ilgili olduğu ayın içerisinde çıkarmayı ve bu anlamda sürekliliğimizi korumayı başarabildiğimiz için mutluyuz. Dağıtım ağımızın zayıflığı nedeniyle taleplere sağlıklı yanıt veremiyoruz bu nedenle tek çözüm olarak abonelik sisteminin daha sağlıklı bir şekilde hayata geçmesi gerekiyor. Dergimize ulaşmakta zorluk çeken arkadaşlarımız bu hususu dikkate alırlarsa bizler de emeklerimizin boşa gittiği kuşkusu olmadan daha büyük bir heyecanla çalışmalarımızı sürdürebiliriz. Sayımızın kapak konusu olarak endüstriyel futbolun kovboylarına karşı biz Kızılderilileri işlemeyi uygun gördük. Yeni stadyum projeleri, ışık hızıyla gelip geçen yıldız futbolcular, isimli teknik direktörler; asgari ücretin neredeyse tamamına, öğrencilerin geçim paralarına göz koyan bilet fiyatları, modaevi koleksiyonu haline getirilen formalarımız, mali yapısı nedeniyle hızla özelleştirilmeye doğru yuvarlanan kulübümüz, hakem oyunları; maçlar olduğu için yayıncı kuruluş değil yayıncı kuruluş olduğu için maçlar varmış haline getirilen abuk subuk maç yayın tarihleri ve saatleri derken nihayet günışığına çıkartılması becerilen GDO’lu taraftar profili. Bunlar, Kızılderili olduklarını iddia etmelerine karşın beyaz adam gibi pantolon gömlek giyen, fuları ve şapkası olan, gürleyen boruları ve altlarında atları olan bir tür olarak tribünlerimizde görünmeye başladılar. Ekonomideki “kötü para iyi parayı kovar” temel kuralı burada da devreye giriyor; sadece para yerine taraftar geçti. Bizler tüm bu safkan ve çakma kovboylara karşı Kızılderili kalabilme mücadelemizi sürdüreceğiz; nereye kadar? Son Mohikan da stadyumlardan atılana kadar. Kapak konumuzu Şafak BATMAN yazdı.

Barbaros Tantan, bu sayıdaki analizinde yönetici sınıfını ele alıyor. Yılmaz Yılgın ise endirek serbest vuruşlarını nereye gittiğimiz yönüne doğru kullanıp sesleniyor “Bir şey yapmalı” Yayın periyodumuz içerisindeki 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününe dair anma yazısı bir konuk yazarımızdan, Zuhal Anayurt’tan geldi. Bir başka konuk yazarımız Gönül Yılgın ise Oscar ödüllerini ve Marlon Brando’nun ödülünü almaya yolladığı Kızılderili kız Sacheen LĐTTLEFEATHER’ın öyküsünü anlatıyor. Bucaspor’lu genç kardeşimiz Cem Unutmuş’un dergimize katkıları sürüyor. Bucaspor Futbol Akademisinde bazı çalışmalar yapmakta olan Beşiktaş mentörü Arzu Alkan’la yaptığı bir röportajı sunuyoruz sizlere. Dikkatle okumanızı öneririz. Amigo Mustafa’nın her zaman olduğu gibi taraftarımıza söyleyecekleri var. Ümit Bayezit’in kartalca sohbetlerinin konuğu bu kez oyuncu, yazar Özgür Özgülgün. Ümit’in sohbetleri her zaman menümüzün en lezzetlilerinden biri olmayı sürdürüyor. Cumhuriyet gazetesi Đzmir bürosu gazetecisi ve Küresel Đsyan 68 adlı kitabın da yazarı, Beşiktaş’lı dostumuz Mete Kızık basın özgürlüğü üzerine bir yazı hazırlamış bizlere.

Tribünlerin yeni rengi Bozbaykuşlar’la konuştuk. ĐBB taraftar grubu olarak ortaya çıkan bu arkadaşlar farklı duruşları ve mizahı zekice kullandıkları pankartlarıyla dikkat çeken bu arkadaşları sizlere kendi ağızlarından tanıtmak istedik.

Klasik satranç sayfamız elbette yine hocamız Aykut Đlker Mete üstadımızın kaleminden yerini aldı bu sayıda da.

Son olarak, bu yıl ikinci kez katılacağımız Đzmir 16. TÜYAP kitap fuarına tüm dostlarımızı bekliyoruz. Gelecek sayıda görüşmek üzere…

Page 5: HT.18

5

Kapak konusu TRT’nin pazar sinemalarında gördük önce onları.. Kasabalara saldırıp, insanların kafa derilerini yüzüyorlardı. Kadın ve çocuklara saldırıyor, posta arabalarını soyuyorlardı. Kötü, korkunç ve vahşiydiler. Sonradan öğrendik oysa gerçekleri. Gerçekler çok farklıydı. Beyaz adamlar yapıyordu o filmleri ve bize “Washington'daki büyük babanın” istediği gibi anlatıyorlardı her şeyi. Oysa onlar; toprağı, ailesi ve özgür olma hakkı için savaşıyorlardı. Hileli anlaşmalarla onları kandıran, onları açlığa mahkûm eden beyaz adama karşı mücadele ediyorlardı. Kutsal saydıkları değerleri için mücadele ediyor, onurları için savaşıyorlardı. Beyaz adamın getirdiği çağdaşlığa karşı direnen, nesli tükenmiş vahşiler diye tanıtsalar da onları bize, biz onlardan çok şey öğrendik. Hayvanlara, bitkilere, insanlara doğaya karşı saygıyı öğrendik. Çok güçlü de olsa beyaz adam,

değerlerimiz için beyaz adama karşı mücadele etmenin gerekliliğini öğrendik. Endüstriyel futbolun kovboyları, ellerinde ateş saçan çubuklarıyla saldırmaya devam ediyorlar şimdi bize… Medyasıyla, yeni yasalarıyla, yöneticisiyle saldırıyorlar. Tribünlerde taraftar değil seyirci istiyorlar çünkü… Seyirciyi müşteri haline getirip daha çok para kazanma dertleri. Asgari ücretin dörtte biri fiyata forma satmak, asgari ücretten daha pahalı fiyata maç bileti satmak, kısacası daha çok kar etmek dertleri… Para, para,para… Daha çok para. Oysa büyük bir çıkmazın içinde bu soluk benizliler. Biz olmazsak eğer, para etmez ki süper star futbolcuları. Milyonlarca liraya satamazlar ki naklen yayın haklarını… Kimse okuyamaz gazetelerde ki yorumlarını… Ve daha çok para diye gözü bürümüş soluk benizliler, biz olmazsak yaşayamazlar ki… Kızılderili’yiz şimdi ve diyoruz ki ; "Son balık öldüğünde, son nehir kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde beyaz adam paranın yenmediğini anlayacak."

Endüstriyel futbolun kovboylarına karşı Kızılderiliyiz.

Page 6: HT.18

6

Yakışmıyorlar ! Beşiktaş futbol takımı denilince (Avrupa kupalarındaki rakipler olmasa bile) Süper Lig'deki takımları bir heyecan basardı. Karakartal karşısına çıkan takımın futbolcularının dizleri titrerdi. Şimdilerde ise herkesin ''yenebileceği'' inancıyla sahaya çıktığı sıradan bir takım haline getirildi. O yüzden YAKIŞMIYORLAR... Futbol takımını bu hale getirenlerin, mevcut durumun altında imzası olanların vermesi gereken bir hesap yok mu ? Elbette var ve bu hesap sorulacak, kaçış yok. Hesabı görülemeyenlerin gerekirse birarada durmasına bile izin verilmemeli (En azından ben böyle düşünüyorum). Önce bu sezon için oluşturulan kadroya bakalım... Kale Rüştü Reçber, Hakan Arıkan ve Cenk Gönen'e teslim. Defansta Đbrahim Toraman, Rıdvan Şimşek, Matteo Ferrari, Erhan Güven, Đsmail Köybaşı, Tomas Sivok ve Ersan Adem Gülüm var. Orta saha Simao Pedro Fonseca Sabrosa, Roberto Hilbert, Onur Bayramoğlu, Ricardo Andrade Quaresma Bernardo, Jose Maria Gutierrez Hernandez (Guti), Fabian Ernst, Necip Uysal, Ekrem Dağ, Mehmet Aurelio ve Manuel Fernandes'e teslim. Gol yollarına ise Nihat Kahveci, Mert Nobre, Deivson Rogerio Da Silva (Bobo), Ali Kuçik ve Hugo Miguel Pereira de Almeida koşuyor. Kadro bu... Başlarında ise Alman futbolunun dev isimlerinden biri sayılan ama teknik adamlık konusunda öyle çok önemsenecek bir başarısı bulunmayan Bernhard Schuster var. Ona Tayfur Havutçu ve Manolo Ruiz Yardımcı Antrenör, Zafer Öğer Kaleci Antrenörü ve Carlos

Cascallana’ da kondisyoner olarak hizmet veriyor ama bu kadro bırakın başarılı olmayı takıma son 10 yılın en başarısız sezonunu yaşatıyor. Çünkü, bir senkron kayması var. Bu kaymayı, bu anlayışla gidermenin olanağı da yok gibi görünüyor. Öyleyse, yeni bir şeyler, yeniden bir şeyler yapmak gerekiyor. Hala Bernhard Schuster'in arkasında durduğunu söyleyen Başkan Yıldırım Demirören, yaklaşan felaketi görüp, ''birlik ve beraberliği'' yeniden ele alan, gereken önlemleri hayata geçiren bir tarz geliştirmeli ve yönetim de arkasında durmalı. Yoksa, bu bütünlük ve kararlılık sağlanamazsa, senkron ayarı yapılamamasının sonucu şeref tribününe kadar yansır. O tribüne 'misafir' kimliğiyle giren kabadayı görünümlü bazı kişiler, Beşiktaş Kulübü yöneticilerinin nezaketini elinin tersiyle itip, centilmenlik kuralları dışında davranışlar sergileme hakkına sahip değildir. Ancak, senkron ayarını yapamayan bir yönetim devam ederse, bu kabadayı görünümlü kişilerin sayısı artabilir. Đşte, asıl tehlike burada... Evet, yakışmıyorlar; Taraftara, Beşiktaş için canını bile vermeyi göze alan o vefakar topluluğa kaç maçtır kan kusturan futbolcular, Kulübün büyüklüğü altında ezilen yöneticiler, Beşiktaş'a YAKIŞMIYORLAR... Birileri de çıkıp, ''çok biliyorsun, sence yakışan nedir, onu söyle'' ya da, ''sen kim oluyorsun da bunları söylüyorsun'' deme hakkına sahip. (Öyle ya, ülkede düşünce ve düşünceyi yayma özgürlüğü var ne de olsa) Evet, YAKIŞMIYORLAR diyorum... Tersini iddia edenin kulüp tarihine bir bakması yeter. Başarılı olunan dönemleri değil, geçmişte de başarısız olunduğu söylenen dönemleri görmeleri yeter. Beşiktaş'ın şampiyonluk dışındaki bir derecesini başarı olarak kabul etmeyeceğimizi düşünerek, şampiyon olunamayan dönemlerdeki takım havasına bakın, bir de şimdiki takımın havasına... O dönemlerdeki kadro bütünlüğüne bakın, bir de şimdikine. Başarısız sayılan sezonlardaki ve bugünkü kulüp yönetimi anlayışına bakıp, ''kıssadan hisse'' diyerek mukayese edin... Ve nihayetinde ''taraftar – futbolcu - kulüp ilişkisi'' ne bir bakın. Hiç bu kadar kopukluk olduğunu göremeyeceksiniz. Đşte, bu yüzden YAKIŞMIYORLAR... ’

Page 7: HT.18

7

UCUZA NE VAR?

Her şeyin bir değeri var. Öyle değil mi? Çevrenize bakın gözünüzün alabildiği her şeyi alıcı gözüyle süzün ve düşünün, “paranın alamadığı şey” var mı? Acaba!.. Đhtiyatlı olmakta fayda var ki başta soyut olup gözle görülmeyen ancak sonunda somutlaşacak birçok değer vardır paranın alamadığı. Sizin sevdanızın içinde neler vardır paranın satın alamayacağı? Bazıları pazara çıkarmışken siz, sevdanızı kaça satarsınız? Namus, ahlak ve “geleceğe ilişkin muğlaklık” ki onun da satılması mümkün olabilir mi dersiniz. Kafalar biraz karıştı galiba ama genel anlamda sevdamızı “satmayız ulan” deriz dimi? “Geleceğe ilişkin muğlaklık”; yukarıda yazmıştım fark ettiniz mi? Tıpkı; “En az 3 çocuk yapın” der gibi… Esas olan çok çocuk yapmak olmasa gerek bir çoğumuz gelecek kaygısı taşırken. Üstüne 3-4 hatta 5 çocuk yapıp sokağa salma kışkırtmasına uymamız beklenemez herhalde. Bizi yönetme hesabı yapanların başka bir hesabı daha var. Gelecekte eğitimsiz ve aç kalacak evlatlarımıza ihtiyaçları var. Tıpkı bugünkü gibi onurunu yitirmiş, cahil bırakılmış toplumlara ihtiyaçları var. 1919 yılında Yunan askerleri Đzmir’i işgal ederler. Esir aldıkları Türk esirlere emirler yağdırarak şaklabanlık yaptırmak isterler. “Ellerinizi kaldırın ve bağırın zito Venizelos!” Eller kalkar iner derken içlerinden bir subay bu şaklabanlığa riayet etmez. Venizelos gelip Türk subayı Fethi Beyin apoletlerini çekip koparmak ister. Fethi Bey eliyle engeller ve der ki “ o apoletleri sen takmadın ki, sen sökesin”. Yunan komutan tekrar bağırır “zito Venizelos”. Yanındaki emirberine seslenerek süngüyü Fethi Beyin göğsüne dayamasını emreder. Fethi Bey ani bir el hareketi ile göğsündeki süngüyü iter ve o

süngü tesadüfen Venizelos’un göğsüne girer. Yaralanan Venizelos daha da hiddetlenip, emirberine süngüyle Fethi Beye baskı yapmasını emreder. Aralıksız devam eder bu süngüleme işi, Fethi Bey kan içinde kalmıştır. Hiçbir şekilde gözünü kırpmaz ve baş eğmez. 22. Süngüde çok kan kaybettiğinden takatten düşer ve göllenen kanının üzerine uzanır Fethi Bey. Ali Şefik Bey Đzmir’deki Fransız Konsolosluğuna başvurarak Fethi Beyi hastaneye kaldırır ama ne fayda, çok geç kalınmıştır… Fethi Beyin tavrını duyan Đzmir halkı cenazeye büyük bir katılım sağlar. Şimdi diyeceksiniz kim bu Fethi Bey? Đstanbul Sirkeci’de bulunan Salkımsöğüt Kadiri Tekkesi Şeyhi Đzzi Efendi’nin oğlu. Fethi Beyin gerçek adı da Süleyman Fethi’dir; isteyen araştırabilir. Süleyman Fethi Bey’e saygı duymamak mümkün mü? Başını dik tutmakla kalmayıp Vatan savunmasında Anadolu insanın nasıl tavır sergilemesi gerektiğini ortaya koymuştur. Cumhuriyetin ilanı ile laikliğin kabul edilmesini değerlendirirken, cemaat-tarikat yaklaşımına verilecek en güzel örneklerden biri de Süleyman Fethi Bey’in tavrıdır. Konu Vatan savunmasıysa gerisi teferruattır. Şimdiki tarikat ve cemaatleri düşünür müsünüz… Mustafa Kemal ATATÜRK 30 Ağustos 1925 tarihinde, Kastamonu’da halka boşuna dememiş. “En doğru, en gerçek tarikat uygarlık yoludur” Nereden nereye? Tabii ki çoğumuz Süleyman Fethi Bey ve diğer fedakar insanların yaptığı bir çok şeyi yapacak kapasitede değiliz fakat bu demek değildir ki “asla yapmayız”. Herşeyi zaman ve yaşam belirler. “Muğlaklık” ifadesi, yavaş yavaş anlaşılıyordur herhalde. Süleyman Fethi’lerin tercih etmediği şey, umudu tükenenlerin zayıf tarafıdır. Geleceği pazarlamak… Satacak şeyi olmayanların son başvuracağı “kirli yol”. Cumhuriyet ile özdeşleşmiş camiamızın geleceği pazara çıkarılmış. Nereye kadar borçlanacaksınız, satacak neyiniz var? “Fonlardan para sağlanıyor” diyorlar; siz olsaydınız böyle bir şeye para yatırma riskine girer misiniz? Pahalıya mal edilen şeyleri ucuza elden çıkarıyor ve elinizdekilerin değerini bilmiyorsanız biz burada “dur bakalım” deriz. Diyorlar ki neyin pahalı, neyin ucuz olacağını “Pazar” belirliyor. Arz-talep meselesi yani. Siz yıldız istiyorsunuz, alın size yıldız! Siz forma istiyorsunuz, ver parayı al lisanslı formayı. Kendi tercihlerini bize empoze ederek, meşrulaşmaya çalışıyorlar. “Tüketin bakalım, nasıl olsa yılacaksınız ve bu kısır döngü böyle devam edecek.”

Page 8: HT.18

8

“Para bulamadık, borçları ödeyemedik, alacaklılar Kulüp kapısına dayandı”. Tamam şirketler iflas eder ve batar da, camiaya ne diyecekler? 25 Kuruşa mal edilen ekmeğin 85 Kuruşa satıldığı bir Ülkede, “Ticaretin 9/10’u helaldir” diyorsak tabii ki yapılan her şey adil olmaz çünkü bu ifade, tefecinin önünün açılmasına, alıcının kazıklanmasına yol açar. Peki nerede kaldı onur-haysiyet-şeref? Adıyla şanıyla Kulübümüzün temel taşını oluşturan “Şeref” Bey sadece isimden mi ibaret? Sadece bu mu?

Taraftarı olduğumuz spor kulüplerinin faaliyetleri nedir, ne olmalıdır veya nasıl olmalıdır? Elbette başarıyı yakalamak için alt yapısını güçlendirmelidir. En başta üyelerinin vereceği aidata bağlı olmalıdır ki dışarıdan müdahale riski en aza indirilmeli. Sonra mümkünse gelir getiren yatırımlar yapmalıdır ki küresel anlamda rekabet için ekonomik gücünü de geliştirebilesin. Daha nasıl olmalı? Ülkenin, kentin, ilçenin spora en yatkın ve en uygun gençlerini seçmelidir ki bu da tecrübeli insanların görevlendirilmesiyle gerçekleşir. Senin, benim, bizim gözümüzü bağlamak için medya her gün borazanlık yapıyor ve her yalakalığından prim kazanıyor. Yönetenlerin ağzından çıkan rakamları kaç kişi telaffuz edebilir? Milyon, milyar, trilyon, katrilyon…

Bu ufak bir örnektir bizim için. Ya üretim için emeğini, ömrünü verenlerin kazandığı?.. Çocuklarını eğitmek için hangi fırsat eşitliğinden yararlanacağı?.. Hastalandığında sigortanın masrafının ne kadarını karşılayacağı?.. Đşsiz ise veya işten çıkarıldıysa akşam dönüşte ailesine ne söyleyeceği?.. Đşte bunların hiçbir önemi yok. Bunlar ucuz şeyler!!! Ucuz olan nedir? Đnsan hayatı… Toplumumuz gittikçe deforme oluyor. En başta yalnızlaştırılıyor sonra isyan edenler tecrit edilerek, sokaklarda katlediliyor ya da mapus damlarında hunharca yakılıyor. Amaç; koyun sürüsü yaratmak. Tribünlerde de bundan farklı bir tutum yok. Legal yollar tıkanırsa “illegal”, illegal yol tıkanırsa tekrar “legal” yollarla kendi hükümranlıklarını dayatıyorlar.

Moğollar Grubunun bir parçası var, “birşey yapmalı”. Sözlerini çok anlamlı buluyorum. camiamızın organları ve taraftarlar yaşanılan adaletsizlikler için gerçekten “birşey yapmalı”. Sadece taraftar olmak yetmez “taraf” da olmak gerekiyor; emekten, emekçiden yana… Varlığımızı önceki kuşaklara borçluyuz; borcumuzu bizden sonrakilere ödeyeceğiz.

Aziz NESĐN

Yaşanılası dünyanın Ne tadı ne tuzu kaldı

Ömür denen şu zamanın Çoğu gitti azı kaldı

Çalışmadan yiyenlerin

Derimizi giyenlerin Nice benim diyenlerin

Ne izi ne tozu kaldı

Çürük ökçe yırtık taban Kurdu kuşu ettik çoban

Gariban daha gariban Ne çulu ne bezi kaldı

Bizden geçinen kalleşler

Döner geri bizi taşlar Sıvıştı yaren yoldaşlar

Ne sözü ne özü kaldı

Cahiller kendini aklar Kamiller özünü yoklar

Kurudu çaylar ırmaklar Serçeşme'nin gözü kaldı

Dertli Divani'nin varı

Canandır canın öz yari Geçti bu devrin baharı Ne yazı ne güzü kaldı

Dertli DĐVANĐ

Page 9: HT.18

9

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

“Bundan tam 154 yıl önce (8 Mart 1857), ABD’nin New York şehrinde, 40.000 kadın tekstil işçisi, daha iyi koşullarda çalışabilmek için greve başlar. Her ülkede olduğu gibi, bu ülkede de polis şiddete başvurur ve kadın işçiler fabrikaya kilitlenir..

Bilinmeyen bir nedenden dolayı fabrikada yangın çıkar.. Kadınlar fabrikanın önünde kurulan barikatlardan kurtulamadığı için 129 kadın işçi hayatını kaybeder..”

8 mart dünya kadınlar günü bu yüzden daha farklı bir anlam taşır.. Bence 1 mayıs işçi bayramı gibi, Taksimde kutlanmalıdır..

Yani; pembe tulumlarla doğan her varlık için değil, emekçi, çalışan ve hakkını arayan kadınlar için bir gündür!

Sırf kadın olduğu için sömürülen, tarlada, fabrikalarda kadın işçi olmanın zorluluğunu yaşayan, annelerimizin, kardeşlerimizin günüdür..

Emekçi, amaçlarına ulaşmak için çalışan, her türlü zor koşula göğüs geren, bütün “emekçi” kadınların, “dünya emekçi kadınlar” gününü kutlarım..

* * *

VE KADINLAR

Ve kadınlar, bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri, ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve karasabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar,, bizim kadınlarımız..

Nazım HĐKMET

Page 10: HT.18

10

OSCAR

Bir çok onurlu insan gibi bizler de “centilmence” tutum sergileyenlere saygı duymuşuzdur. Belki, rakibimizdir, belki dostumuzdur ama ne değişir değil mi? Centilmen duruş aynı zamanda ahlaklı bir insan olmayı da içinde barındırdığından saygın olma meşruiyetine sahiptir. Şimdi “centilmen” ifadesi bazılarında “kokoş, şımarık zengin” tiplemesi çağrısı da yapabilir fakat biz de zaten tam bu noktaya dem vuracağız.

Rakip spor kulüpleri ve oyuncuları da aynı bizim gibi başarıyı hedefler. Oysa başarmak için mücadele etmek başka, “başarıya giden yolda her türlü hileyi meşru kılmak” daha başka bir şeydir. Objektif olması gereken hakem heyetlerinin yıllarca bu etik tutumdan uzak durmasının tek bir amacı vardır; daha çok yalakalık ve daha fazla kazanma hırsı… Hile ve haksızlığın başka bir boyutu.

“Şerefli ikincilikler” ifadesi de yerini Camiamızda bu şekilde yerini buluyor. Sarayların klişeleşmiş, kokuşmuş hilelerinden uzakta ahlaki bir duruştur, sergilenen…

Hani kimi zaman rastlamışızdır veya filmlere konu olmuştur bu tutum. Kupa-madalya kazanılır ancak en az kendileri kadar sportmen olan güçlü rakiplerinin şanssızlığı da görülür ve nezaketen rakipler ziyaret edilerek tebrikler sunulur. Veya şampiyon olan takım kupayı aldıktan sonra şanssızca sakatlanan arkadaşlarını ziyaret ederek gönlünü almaya çalışır. O halde başarıyı sadece birinci olmaya endekslemek kısır ifade olacaktır.

Şubat ayı sonunda en iyi sinema ödüllerinden biri olan “Oscar (The Academy Of Mation Picture Arts End Sciences-AMPAS)” finali yaşandı. Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin 5.835 üyesinin oyları ile seçimler yapılıyor. Akademik film ödülüne “Oscar” isminin verilmesi de hayli ilginçtir. Akademide kütüphane görevlisi olan Margaret HERRĐCK,

1934 yılında birinciye verilen heykelin amcası Oscar’a benzediğini söyler ve böylece bu zamana kadar böyle anılır.

Birçok sanatçı bu ödülü almak için bütün hünerlerini beyaz perdede sunma yarışına girer. Jüri gizli seçim ile oylama yaptığından ne derece adildir bunu tam olarak bilemiyoruz ancak her halükarda kalitesiz bir filmin ödüle layık gösterilmesi pek görülmemiştir.

1955 yılında Marlon BRANDO “Rıhtımlar Üzerinde” filmi ile ilk Oscar ödülünü alır.

1973 yılında Marlon BRANDO “Baba” filmi ile yeniden Oscar ödülüne layık görülür ancak ödülünü almaya gitmez; yerine Sacheen LĐTTLEFEATHER isimli bir Kızılderili kızı gönderir.

Page 11: HT.18

11

American filmlerinde izlemişsinizdir, Kızılderililer hep “barbar” olarak sunulur; neredeyse katli-vacip fermanı vardır üzerlerinde. “Beyaz adamlar”, Apache’lere, Cherokee’lere, Siu’lara, Comanche’lere ve Mohawk’lar ile daha 24’ten fazla kabileye sahip Kızılderililere müthiş bir kıyım yaşatarak tam bir ırkçılık örneği sergilemiştir. Oysa ki Kristof Kolomb Kızılderililer için günlüğünde ne yazmış; okuyalım.

"Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Keskin demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler...

Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmüyorlar. Hiç silahları yok. Son derece sade, dürüst eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar öldürmüyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar..."

1890 yılında Kızılderililerin “Hayalet Dansı”nı savaş dansı olarak değerlendiren (mazeret) beyaz adamlar, 7. Süvari Alayını Woundet Knee’deki Kızılderililerin üzerlerine gönderir. Silahlarını bırakmaları emri verilir. Kızılderililerin hepsi silahlarını teslim eder ancak bir Kızılderili ısrarcıdır, vermez. Çıkan kargaşada çoluk çocuk demeden 300’den fazla Kızılderili katledilir ve

toplu olarak gömülür. Sonradan anlaşılır ki silahını vermek istemeyen Kızılderili aslında sağır ve dilsizdir. Üstelik silahı da babadan kalma bir çakar-almaz olup, ateş etme gücüne sahip değildir.

Đşte bu nedenle Marlon BRANDO, sisteme ve o sistemi ayakta tutan araçlardan biri olan sinema sektörüne fevkalade güzel bir tavır sergileyerek ödül törenine gitmemiştir. Şimdi Marlon BRANDO Oscar törenine gitmediği için ne kaybetmiştir?

Kızılderili kız Oscar töreninde konuşmak ister ve kendisine 60 saniyelik bir süre verilir. Şayet aşacak olursa salondaki güvenlik görevlileri kendisini dışarı atacaktır.

Đşte o 60 saniyelik konuşma özeti;

“Marlon Brando benden, zaman darlığı nedeniyle şu anda sizinle paylaşamayacağım kadar uzun bir konuşma yapmamı istedi ancak basınla paylaşmaktan memnuniyet duyacağım şey şu ki O, çok üzülerek, bu cömert ödülü kabul edemiyor ve bunun sebebi de; günümüz film endüstrisinin -beni affedin- ve televizyon filmlerindeki yeniden çevrimlerde Amerikan Yerlilerine yaptıkları ve Wounded Knee'deki son olaylardır. Bu akşam aranızda bulunamadığım için beni affedin. Gelecekte kalplerimiz ve anlayışlarımızda, sevgi ve cömertlikte bir araya geleceğiz. Marlon Brando adına sizlere teşekkür ederim.”

Etik olmak=Ahlaklı olmak… Centilmen olmak…

Page 12: HT.18

12

Basın açıklamasının tamamı ise şöyledir;

“200 yıl boyunca toprağı, ailesi, ve özgür olma hakkı için savaşan yerli halka şöyle dedik “Đndir silahını arkadaş, gel birlikte oturalım. Đndirirsen eğer silahını arkadaş senle barıştan söz ederiz, senin hayrına anlaşırız birlikte.”

Silahlarını indirdiklerinde onları katlettik biz. Onlara yalan söyledik. Onları topraklarından koparmak için kandırdık. Onları açlığa mahkûm ettik ki antlaşma dediğimiz ama hiçbir zaman da andımıza sadık kalmadığımız o hileli anlaşmaları zorla imzalasınlar. Onları, yalnızca yaşamın anımsayacağı kadar uzun bir süredir yaşam vermiş bu kıtada dilencilere döndürdük. Ve tarihi istediği kadar çarpıtılmış dahi olsa nasıl yorumlarsanız yorumlayın; biz doğru yapmadık. Ne adil davrandık ne de dürüst. Onlara karşı ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de anlaşmalarımıza sadık kalmak çünkü gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gasbetme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken onların yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu ki onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlâksızlıklarımız erdem oluyordu.

Fakat öyle bir şey var ki bu sapkınlığın ulaşamayacağı, o da tarihin büyük hükmü. Emin olun ki tarih bizi yargılayacaktır.

Ama umurumuzda mı? O nasıl bir ahlâki şizofrenidir ki tüm dünyanın işitmesi için ulusumuzun en tepesindeki sesle ciğerlerimiz patlayana kadar bizim taahhütlerimizi tuttuğumuzu haykırırız da tarihin tüm sayfaları, Amerikan Yerlilerinin yaşamındaki son 100 yıl boyunca geçirdikleri tüm o aç, susuz günler ve geceler bu sesin dediklerinin tam zıddını söyler...”

Büyük bir ödül töreni ve o ödüle layık büyük bir sanatçı ve o sanatçının takındığı büyük bir tavır. Teşekkürler Marlon BRANDO, cesaretin ve etik duruşun ile…

Yine bizden bir haber; Bakanımız!!! “Mohikan-Cemalan” isimlerinin benzerliğine dikkat çekti… Bakanın konuşmasına ilişkin eleştirel bir yorum yapmıyorum…

Yaşam-ölüm, sevinç-hüzün, dünyada yaşayan her insanın doğasında olan şeyler değil midir? Kızılderililer Türk müdür komedyasına bir de “Kürt mü dür yoksa” yı ekleyerek insanlık tarihiyle dalga geçmek doğru olmaz. Tarihsel süreçte yaşadığı doğaya uygun kıyafetler ve yiyecekler ile meşgul olan klanlar-aşiretler-uluslar esasında birçok “komün”ün bir araya gelmesinden oluşur ve tabii ki insanlığın en büyük çabası gıda, barınma, giyinme, ısınma, seyahat etme ve sağlıklı bir hayat içindir. Bundan daha ortak ne olabilir ki? Zaten her şeyimiz ortak değil mi?

Beyazlar (zalimler) macera olsun diye katletmez insanları. Onların zenginliklerini gasp ederek kendine katma çabasıdır yapılanlar. Bakın insanlık tarihine; hepsi açgözlü olmanın verdiği utançla doludur. Đğneyi başkalarına batırırken kendi coğrafyamızda yaşananları da göz önüne getirip yüzleşsek iyi olacak ama o konu buraya sıkıştırılacak kadar basit değil.

Şimdi kimse bana mal edinimi için insanlara-doğaya-dünyaya zarar verenlerin haklılığı hikayesini anlatmaya kalkmasın. Dünya, evrende çok küçük fakat tüm canlılara da yetecek kadar büyüktür; yeter ki onurlu bir şekilde paylaşmasını bilelim.

Oscar mı? Herkes layık olduğu yeri elbet bir gün yakalayacak ancak centilmenlik en çok da Marlon BRANDO’ya yakışıyor…

Tanrı altı yönü yerli yerine yerleştirdi.

Doğu, batı, kuzey, güney, alt, üst. Bir tek yön kalmıştı ki hala yeri belli değildi. O yedinci yöndü ve hepsinin en kuvvetlisiydi, akıl ve hikmet onun içindeydi. Tanrı; onu kolayca bulunmayacak bir yere koymak istedi.

Nihayet kararını verdi, yedinci yönü insanoğlunun bakmak en zor olan yerine, yani kalbine yerleştirdi. Sioux Şefi

Page 13: HT.18

13

Arzu Alkan Beşiktaş Mentörü Bizlere kısaca kendinizi tanıtır ve işinizden bahseder misiniz? 1980 Doğumluyum. Üniversiteye kadar olan eğitim sürecimi Đzmir’de tamamladım. Üniversite tercihim Manisa Celal Bayar Üniversitesi idi. Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulları arasında eğitimine inandığım ve iyi spor adamları yetiştirdiğini bildiğim okuldu orası ve iyi dereceyle kazandım. Henüz ilk okul 5.sınıfta aldığım bir karardı, hani herkes doktor ya da avukat olucam der ya ben sporcu olucam diyordum. Spor geçmişimi aldığım eğitim ile birleştirmiş oldum ancak bilginin sınırı yok, hele de konu spor olunca; çok hızlı değişen ve gelişen bir sektör. Üniversite eğitimimi tamamladıktan sonra Newport International University’de Davranış Bilimleri Master’ı yaptım. Sonrasında da BJK maceram başladı. Mahir Ünal, Cemal Büyükeroğlu, Mehmet Ekşi ve Sinan Vardar alt yapı ile ilgili bilimsel çalışmalar yaparak geleceğe yatırım yapmaktan bahsederken ben de bazı fikirlerimi paylaşmıştım, o dönemde amacım kendi bilgi ve donanımım ile büyük bir spor okulu açmak ve o okulda sporcuların eğitim ve spor yaşantılarını birlikte rahatlıkla

yürütebilecekleri, görgü kurallarından güzel konuşmaya, yabancı dilden kültür sanat etkinliklerine kadar birçok etkinliğin olduğu bir projeyi hayata geçirmek istiyordum. Ancak Sn. Sinan Vardar, projelerinin içeriğinden bahsedip, sen de gel bizimle çalış ve bu projenin yürütücüsü ol deyince o dakika kabul ettim ve BEFAM’ı (Beşiktaş Futbol Araştırmaları ve Uygulamaları Merkezi) kurduk. Halen Eğitim Grupları sorumlusu ve Mentör olarak çalışmalarıma devam ediyorum. BEFAM projesi hakkında bizleri bilgilendirir misiniz? BEFAM; sporcunun antrenmanlarını bilimsel veriler ışığında yönetmek, bilimsel bilgi ile tecrübeyi yoğurmak diyebiliriz aslında. Fulya Şan Ökten Tesisi’nde büyük bir çalışma ve eğitim odası hazırlamıştık. Đzleme, Kondisyon, Teknik, Taktik ve Mental olarak bölümlere ayırdık çalışmaları. Her grupta birkaç hoca çalışıyordu. Kendi bölümünde araştırmalar yapan antrenörler haftanın iki günü düzenlediğimiz toplantılarda çalışmalarını paylaşıp sporculara nasıl uygulayacağımız ile ilgili açıklamalar yapıyordu. Đstanbul ve Marmara üniversitelerinden gelen bilim adamları ile de bilgilerimizi paylaşarak bilimsel destek alıyorduk. Aynı zamanda sporcularımıza da eğitimler vererek çalışma prensiplerimizi uygulayabilecekleri seviyeye taşıyorduk onları. Neden geçmiş zamanda konuştuğumu merak edebilirsiniz çünkü şu an bu çalışmaları yapabileceğimiz fiziksel şartlara sahip değiliz, bu nedenle de çalışmalar eskisi kadar heyecanla ve hızla yapılamıyor maalesef. Şan Ökten Tesislerimiz yeniden inşa edilecek, alt yapıya yeni tesisler kazandırılacak ve bizler bu çalışmalara tekrar devam etme şansı bulacağız. Yine sporcularımızı ve antrenörlerimizi eğitimler ile donatıp, periyodik testleri ve analizleri yaparak kaldığımız yerden devam edeceğiz. O dönemde yapılan çalışmaların mahsulleri ortada. A-Takımımızda birçok oyuncumuz resmi maç oynadı, birçok oyuncumuz ise kiralık olarak farklı kulüplerde Türk Sporuna hizmet etmeye devam ediyor. Ülke futbolu ve alt yapı çalışmalarında nelere dikkat etmemiz gerekmektedir? Alt yapıya gereken önem ülke genelinde neden verilemiyor? Ülke olarak maalesef alt yapıya gereken önemi vermiyoruz, birkaç kulüp dışında sistemli çalışmalar yapılmıyor. Bu kadar genç nüfusa sahip bir ülkenin Milli takımında Türkleştirilmiş bir Brezilyalının olması bana göre çok acı. Temelinde alt yapı eksikliği yatıyor tabiî ki. Türk insanı maalesef sabırsız. Kulüp yönetimleri geleceğe yatırım yapmak yerine bugün kendilerini yüceltecek başarılara sahip olmak istiyorlar. Biraz egoist buluyorum bu yaklaşımı.

Page 14: HT.18

14

Anlık başarılar kazanmak yerine bulundukları kulüplerin geleceğine yatırım yapmış olsalar Milli takımımız ve kulüplerimiz daha fazla gelişecek ve Türk futbolu sistemi ve yetenekleri ile çok önemli yol kat edecektir. Çok zor değil aslında ama çok fazla prim yapmıyor. Bugün konuşulmak yerine 6 yıl sonra meyveler toplanırken emeği geçenler arasında yer almak açıkçası kimsenin işine gelmiyor ve Federasyonun bu çalışmaları yapması bekleniyor. Ülkemizde çok yetenekli gençler var aslında, ancak belirli bir seviyeye kadar gelip o noktada kaybolmaya başlıyorlar. Burada sporcuya eğitim veren antrenör, fiziki şartlar, maddi manevi olanaklar, eğitim sistemi, sosyal çevresi ve bunlara benzer daha birçok etken var. Bu şartları yönetebilecek donanımlı antrenörler ile çalışılmalı. Hedefleri olan antrenörler gelişimin birinci ayağıdır. Alt yapıda çalışmalar A-Takım çalışmaları ve sistemi ile paralel bir şekilde yürütülmelidir. Yıllarca 4-4-2 varyasyonları ile çalışmış genç bir oyuncunun A-Takım seviyesine geldiğinde 4-3-3 sisteminin içinde kendini bulması bir anda sporcuda bir boşluk yaratacaktır, sisteme alışma süreci sanılandan daha uzun zaman alacaktır. Yıllarca tekrar edilmiş bir hareket bütünlüğünün yenisi ile değiştirilmesi o kadar da kolay değildir. Takımların alt yapıları da onların sistemini uygulayarak çalışmalıdır, antrenör değişiklikleri sistem değişikliğini de beraberinde getirmektedir, ancak alt yapı antrenörleri A-Takımlarını takip ederek sistem geçişlerini kendi takımlarına uygulamalılar. Sporcular tek düze antrenman yapmamalıdır. Her sporcunun kendine özgü belirli özellikleri vardır ve bu özellikleri geliştirebilmesi ve farklı özellikleri ile öne çıkabilmesi için özel antrenmanlar yapması gerekmektedir. Sporcuların küçük yaşlardan itibaren gelişimlerini takip edecekleri ve antrenman programlarına şekil verecekleri bir haritalarının olması gerekiyor. Bu haritada sporcunun geçmiş dönem maç ve antrenman performans kayıtları, fiziksel ve psikolojik olarak durumunu gösteren test kayıtları, sağlık durumu ile ilgili raporları, aile ve kişisel bilgi formları gibi temel bilgilerinin yer alması gerekmektedir. Böylelikle sporcuya potansiyeli doğrultusunda özel antrenman programları uygulanarak gelişimi sağlanabilir. Đyi sporcu yetiştirmek için iyi sahalara ve iyi malzemeye ihtiyaç vardır. Bu dünyanın neresine giderseniz gidin değişmeyen tek gerçek. Özellikle son 10 yılda ülkemizde hızla yayılan sun’i çim çılgınlığı var. Çılgınlık diyorum çünkü bilimsel olarak sporcu gelişimini kısıtlayan ve uzun süreli çalışmalardan sonra birçok sakatlığa zemin hazırlayan bir sistem. Hava şartları nedeni ile bazı şehirlerimizde kullanmak zorunda

olduğumuz bir gerçek ancak uygun olan çim sahada çalışmaktır. Özellikle de küçük yaş gruplarında kas eklem dokularının henüz gelişim aşamasında zemin ve giydiği krampon son derece etkilidir. Bir yazımda Futbol artık zengin oyunudur diye yazmıştım. Evet artık maalesef futbol oynamak için sadece iki taştan bir kale ve bir sokak arası yetmiyor. Sporcu iyi beslenmeli, iyi dinlenmeli, iyi malzeme kullanmalı, iyi eğitim almalı ve iyi sahalarda sistemli bir şekilde antrenman yapmalı. Başarı, bu şartlar oluştuğu sürece daha hızlı bir şekilde gelecektir. Kulüpler yaptıkları transferlerde harcadıkları paranın onda biri ile bu giderleri karşılayabilir aslında ve bir süre sonra da alt yapı kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek mahsule sahip olur. BJK alt yapısı sadece spor okulları gelirleri ile tüm bu ihtiyaçları karşılayabiliyor, demek ki A-Takıma çıkan ya da diğer kulüplerde kiralık oynayan sporcularımız artı kazançlarımız.

Sporcularınızı menajerler ile görüştürüyor musunuz? Hangi aralığa kadar bu tarz girişimlerden sporcular uzak durmalıdır? Sporcuların profesyonel süreçlerini takip edecek profesyonel menajerlerle çalışmaları gayet doğal ancak Ülkemizde maalesef herkes menajer, işi gücü olmayan bir sporcuyu yanına alıp ben menajerim diye kulüp kulüp geziyorlar. Sporcuların akıllarını karıştıracak birçok gereksiz bilgi ile yanlış yönlendiriyorlar. Profesyonel olarak bu işi yapanlara saygım sonsuz. Artık çok geniş kapsamlı çalışan menajerlik firmaları var.

Page 15: HT.18

15

Sporcunun finans danışmanlığından hukuk danışmanlığına, antrenman ve maç analizlerinden sağlık kontrollerine, eşinin çocuğunun ihtiyaçlarından imaj ve sponsorluk anlaşmalarına kadar birçok hizmeti veriyorlar. Hatta son yıllarda hizmetlerini genişleterek şirket bünyelerinde sporcularının takım adaptasyon süreci ve maçlardaki performanslarını arttırmak amaçlı Mentör bulunduruyorlar. Ancak BJK alt yapısındaki bir sporcunun buradan gidene kadar menajere ihtiyacı yok. Zaten onların tüm haklarını koruyan ve onları yönlendiren futbol şube sorumluları ve idarecilerimiz var. Daha önce de belirttiğim gibi profesyonel çalışan firmalara sözüm yok ama bu işi gelişigüzel şekilde yapan insanlar faydadan çok zarar veriyorlar, bu nedenle de menajerlerinin olmasını çok doğru bulmuyorum. "Bucapor Futbol Akademisi" hakkında ne düşünmektesiniz? Ülkemizdeki diğer alt yapı hamlelerini nasıl bulmaktasınız? Genel olarak zayıf olduğumuz ve güçlü olduğumuz yönler nelerdir? Bucaspor Futbol Akademisi; Profesyonel temellere oturtulmuş, hedefleri belirlenmiş, yol haritası olan çalışmalar bütünü bana göre. Beş yıl önce BEFAM modelini diğer kulüplerin örnek alarak bizlerlere birlikte Türk Futbol’una katkı sağlamalarını istiyordum. Bugün ise Bucaspor Futbol Akademisini model olarak almaları gerektiğini söylüyorum. Genç dinamik ve eğitimli antrenörleri bünyelerinde bulundurmalarının yanı sıra fiziki olarak da antrenör ve sporcularına son derece uygun şartlar hazırladılar. Yeterli antrenman sahasına sahipler. Sporcuların beslenme ve dinlenme alanlarının yanı sıra çalışma odalarının, eğitim ve toplantı salonlarının olması son derece önemli. Uzun yıllar Türk Futboluna katkı sağlayacak gençlerin yetişmesinde çok önemli rol oynayacağını düşünüyorum. Çalışmalar sistemli şekilde devam eder ise birkaç yıl içerisinde Türkiye’nin en önemli futbol fabrikası olabilir. Üst düzey yeteneklere sahip sporcular her ne kadar tercihlerini Đstanbul takımlarından yana kullansalar da Bucaspor Futbol Akademisinin ilerleyen yıllarda bu düşünceyi kıracağını ve Alt Yapı konusunda markalaşacağını düşünüyorum. Açıkçası bu çalışmanın Đzmir’de yapılıyor olması gelecek için beni umutlandırıyor. Egenin incisi Đzmir’den tek takımın süper ligde oluşu maalesef çok üzücü. Necip, Ali Kuçik ve diğer arkadaşlarımızı bir de sizden dinleyelim? Aranızda geçen diyaloglar, kazandıkları başarılar, profesyonel olma süreçlerinde gördüğünüz spesifik olaylar ve yaşadıklarınızı aktarabilirseniz çok sevinirim

Necip; oyun anlayışı ve duruşu ile A-Takımızdaki gururumuz. Mütevazı tavrı ile dikkatleri üzerine toplayan Necip, çalışkanlığı ve tükenmeyen enerjisi ile de uzun yıllar Beşiktaş ve Türk Futbol’una katkı sağlayacaktır. Necip’i üniversiteye ben yazdırdım. Tüm işlerini babası ile birlikte yaptık. Babası çok değerli bir insan. Necip’ te birçok özelliğini sanırım babasından almış. Okul takımı maçında sakatlanınca bana gelip, senin yüzünden sakatlandım demişti ve çok üzülmüştüm. Kısa süre sonra şaka yaptığını söylese de o gün yüreğimi acıtmıştı. Onların gelecekleri için üniversite okumaları gerektiğini söylüyorum sürekli ve okul burslarını ayarlayıp kayıtlarını bizzat kendim yapıyorum. Tek isteğim sadece futbolları ile değil kültür ve duruşları ile de örnek olmaları. Ali Kuçik; Gamzeli diye seviyorum onu, gülünce yüzünde güller açıyor. Çok yetenekli ve süratli bir sporcu Ali. Geçen yıla kadar çok fazla eleştirilen bir sporcuydu. Saha içerisinde ne zaman kırmızı kart yer diye bekliyorduk. Hatta Ali saçıyla birkaç kez oynadığında eyvah diyordum kart geliyor ve maalesef gelirdi. Sinirlenince farkında olmadan eli saçına gidiyor. Ama bu sene fazlasıyla olgunlaştı, özellikle A-Takım ile antrenman ve kamp süreci var olan yeteneklerini daha doğru kullanmasını sağladı. Profesyonellik anlayışını benimsedi ve bu doğrultuda çalışmalarına devam ediyor. Çok büyük başarılara imza atacağından hiç şüphem yok. Đkisinin ortak özelliği hiçbir şekilde profesyonel sözleşmeleri yapılırken paradan bahsetmemeleri, her ikisi de bir gerçeğin farkında. Đyi oynarsan şartlar değişir. Necip aldığı maaştan bir gün şikayet etmedi taraftar, onun daha fazla kazanmasını istedi. Kalecimiz Rüştü Reçber kendi alacaklarından indirim yapılmasını ancak Necip’in şartlarının düzeltilmesini söylemişti. Bu bir sporcu için çok büyük bir gurur.

Page 16: HT.18

16

Ali Kuçik ve Samet Bülbül'ü Bucaspor takımı Beşiktaş’tan sezon sonuna kadar kiralamıştır. Bu futbolculara kiralık olarak ter dökecekleri yeni kulüplerinde nelere dikkat etmelerini önerirsiniz? Samet Beşiktaş’a ilk geldiğimde minik takımda oynuyordu, oyun anlayışına ve tekniğine hayran kalmıştım. Hatta o zaman Mehmet Ekşi hocamız vardı, ona Samet’i çok beğendiğimi söylemiştim o da espriyle sen futboldan anlıyormuşsun dedi ve güldük. Zaman zaman beni şaşırttığı olmuştur. Bazen bir insan yeteneklerine bu kadar ihanet edemez diyordum çünkü gerçekten çok yetenekli. Hani top ayağına yakışıyor derler ya işte top Samet’in ayağına çok yakışıyor. Takımın neşe ve espri kaynağıydı. Pratik bir zekaya sahip ama uzun yıllar bu özelliğinin farkında değildi. Çok fazla koşmazdı, koştuğu anda transferi gerçekleşti zaten. Bucaspor maçlarını takip ediyorum, oynadığı maçlarda son derece etkiliydi. Süper lig tecrübesi olmamasına rağmen oyun içerisinde bu hiç hissedilmedi. Olgun ve tecrübeli gibi soğukkanlıydı. Bu bir futbolcu için çok önemli bir özellik. Bucaspor’da yabancılık çekmesi mümkün değil çünkü Beşiktaş ailesinin iki önemli ismi orada; Samet Aybaba ve Recep Çetin. Camiamızda büyük başarılara imza atmış iki önemli teknik adam. Yani Samet emin ellerde ve orada başarılı olacağını düşünüyorum.

Ali ve Samet Bucaspor’da tecrübe kazanarak mevcut

yeteneklerini geliştirme fırsatı

bulacaklardır. Umarım sezon sonunda Ali ve Samet gibi Hasan, Cumali, Emir, Caner ve daha birçok sporcumuzu süper lig takımlarında görebiliriz. Her ikisine de başarılar

diliyorum. BJK çok büyük transferlere imza attı, herkes alt yapı oyuncuları için dezavantaj olarak yorumluyor bu durumu ancak ben sporcularımıza çok fazla katkıda bulunacağına eminim. Onlar daha düne kadar ancak bilgisayar oyunlarında oynattıkları isimler ile bir arada forma giyme

şansı elde ettiler. Artık televizyondan değil ayağından top alırken izliyor adamı. Hedeflerini büyütmeleri ve hatalarını düzeltmeleri için çok önemli bir fırsat yakaladılar. Özellikle Guti çok önemli bir oyuncu ve genç sporculara çok destek oluyor. Q7 enerjisi ve takım anlayışı ile sporcularımızın vizyonunu genişletiyor. Simao, Fernandes ve Almeida; ayrı ayrı futbol profesörleri. Hepsinden alınacak büyük dersler var ve sporcularımız tüm duyuları açık onları takip ediyorlar. Yazmayı seven bir spor insanısınız. Bir yazınızda Çarşı grubunun kitap yardımları, kan verme ve çeşitli organizasyonlarında yer almadan Çarşı'yı anlamanın zor olduğu ve giysi, atkı bere taraftarlığı ile ispat edilebilecek etkileşimin yetersizliğini; büyümenin getirisiyle henüz bilinçlenmemiş kişilere yön göstermiştiniz. Siz nasıl bir Beşiktaşlısınız, futbolu ne kadar sevmektesiniz ve ne kadar Çarşı Ruhunu taşımaktasınız? Yazmaya devam edecek misiniz? Yazmayı ve insanları doğru yönlendirmeyi seviyorum ancak Türkiye’de bu çok kolay değil, okunmanız için olumsuz şeyler yazmanız gerekiyor, üslubunuz ve duruşunuzdan çok eleştirileriniz önemli ancak ben yazılarımda insanları eleştirmek yerine sporcu ve ailelerine mesajlar vermeyi tercih etmiştim. Şimdi herhangi bir yerde yazmak yerine kendi kitabımı çıkarma kararı aldım. Daha önce bir kitap yazmıştım ama sadece yakın çevremle paylaşmıştım. Kısa bir zaman sonra çıkacak olan kitabım sporcu ve antrenörlere ışık tutacak bilgileri içerecek. Sporcular tüm profesyonellik yaşamlarında kullanacaklardır. Ben çocukluğumdan beri iyi bir futbol izleyicisi ve taraftarım. Her ne kadar profesyonel olarak çalışmalar yürütüyor olsam da içimde sönmesine izin vermediğim amatör bir aşkı taşıyorum ama o aşkı fanatizmin kirletmesine, endüstriyelleşmenin heyecanımı yok etmesine izin vermiyorum. Bir çalışan olarak bile ekonomisine katkı sağlamaya çalışıyorum. Çarşı grubu çok özel bir grup. Onlar için söylediğim sey; tek ses, tek yürek, tek nefes olabilen tek topluluk. Ancak büyümeleri çok hızlı oldu ve bu hızlı büyüme ile grup kontrolünü az da olsa kaybetti. Böyle bir taraftar grubunun çok önemli olan sosyal sorumluluk projelerine imza atmış olmaları gurur verici. Gönülden tebrik ediyorum emeği geçenleri. Tribündeki destekleri tüm dünyanın dikkatini çekmeyi başardı. Bundan sonraki süreçte de takımımıza destek olacaklarını sonuçlar ne olursa olsun yüreklerindeki sevginin her geçen gün büyüyeceğine tüm kalbimle inanıyorum. Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

Page 17: HT.18

17

RUHUNUZ YETER, RUHUMUZU HĐSSETSENĐZ! Sevgili Beşiktaşlılar; hepinizi siyah ve beyazın asaletiyle kucaklıyorum. Son zamanlar öyle kara bulutlar çöktü ki üstümüze, hüzün doluyuz ama sonu ölüm bile olsa hep yanındayız Beşiktaş’ım. Ben çirkeflikten anlasam, Baba Hakkı’ ları, Şeref beyleri unutsam, her zaman ligde lider olurdum ama benim için ne güzeldir ki, Şerefli ikincilikleri birçok başarıya tercih etmişimdir, hiçbir kazandığım kupada; şikenin esamisi, teşvikin hikâyesi, anlı şanlı hatırlı ağabeylerin hissesi olmamıştır. Kazandığım hiçbir kupa ve madalya için tarihimde yoktur benim kazma kürekle girişim, hiçbir çirkeflikte bulamazsın benim adımı; ben kim miyim? Ben iyiliğin asaleti, beyazın simgesi, kartalın resmi, siyahın en güzel hali Beşiktaş’ım. Gururluyum mutluyum. En kötü gün bugünse bu gün de Beşiktaş ulan derim hep.

Ah be futbolcu kardeşlerim, abilerim, Sn. hocam; sen de anlamayansan bizi tercüme edelim kendimizi. Bizim sizden isteğimiz siyah-beyaz formanın hakkını vermeniz, o armanın asaletini anlamanız, anlamak istemezseniz aldığınız profesyonellik ücretinin karşılığını vermeniz. Biz sevinmek için sevmedik evet, ancak topa öyle bir girin ki görelim ruhu. Ruhunuz yeter, ruhumuzu hissetseniz ve görürsünüz neler değişiyor… Bazen futbol katili hakemleri de piyonları oynatanları da, oyun tezgahlayanları da yenmek gerekir. 1 metre içeri düşüp de vermiyorsa, daha çok saldırıp ağları yırtmak gerek belki de cümle âleme inat. Bir de çuvaldızın biz tarafına gelelim. Öyle 15 günde bir maça gelip, semti solumayan; solusa bile havasını anlamayanlara gelsin bu sözlerim,

15 dakikada tabelaya bakıp sonuç kötüyse veya berabere ise takıma sırtını dönmüş gibi hiç destek olmamak mıdır taraftarlık? Sadece ‘ben ürün alıyorum, kombine aldım, bilet aldım; o zaman kötüyse hemen karşı takımı alkışlarım’ mıdır taraftarlık? Yoksa klavye başına geçip de yeni açık kapalıyla uyumsuz diye ahkâm kesmek midir taraftarlık? Sallamak mıdır gazelden? Tribünün yenisi de, eskisi de, kapalısı da bir bütündür; ayrımcılık yapan Beşiktaş aşkımızı tanımayanlardır. Kimin kim olduğunu sorgulamak yerine ünü yedi düveli aşmış Beşiktaş tribünlerinin nasıl kurulduğunu inceleyin. Saygı kalmamışsa ve sevgi yok olmuşsa, yarın takım diye bir şey bulamazsınız. Siz önce skorboard taraftarlığı yerine boynunuza sardığınız siyah beyaz kaşkolu ve ben de çarşıyım diye övündüğümüz grubun Ç sini anlayın. (Tabiî ki sözümüz herkese değil ). Neyse bu kısa öğüdü alan buradan alsın derim, biz kendimizden geçelim. Bir büyük aile gibi görmeliyiz birbirimizi, öyle de olmalıyız. Omuz omuza sıkıca girmeliyiz, Gündoğdu’yu daha bir içten söylemeliyiz. Saralım siyah beyaz kaşkolu boynumuza inletelim dört bir yanı Beşiktaş diye… Basın istiyor diye protesto yapmayız, bizim aklımız bize yeter. Yaparsak kralını yaparız, alayınızı sobeleriz.

Biz Beşiktaş’ı bir gün için sevseydik, bizden önceki nesil 15 yıl şampiyonluk görmeden peşinden koşar mıydı hiç bu aşkın? Biz de babamdan kalan miras değil oğlumuza olan borcumuzsun der miydik? Seninle ölmeye geldik dediysek, ölüm gelse ayıramaz demektir bizi senden Beşiktaş’ım. Sen mahalli ligde oynasan biz kaldırıma çıkar Beşiktaş’ım benim deriz yine. Ne Lidya’lıların bulduğu para, ne manitalar bizi senden alamaz, biz sadece senin yolundayız, asla bırakmayız. Bir tek nefes bile olsak hep yanındayız, seninleyiz kara kartalım, Şanlı Beşiktaş’ım.

Page 18: HT.18

18

Maçlara gelirken şunu düşünün arkadaşlar; neden Beşiktaş? Neden siyah-beyaz Aşk? Ben niye stada veya salonlara gidiyorum? Bu armanın anlamı ne? O zaman amigoya bile gerek kalmaz. Kimse sana Beşiktaş aşkına herkes ayağa dediğinde yaylayıp umursamaz davranmazsın, aksine yanındaki kardeşini uyarırsın hadi hadi daha fazla destek! Baktın sonuç çok kötü o zaman da renklerine sarılıp, hüzünlenir ancak asaletinle gurur duyarsın; sen görevini yapmışsındır artık. Gereğini beklersin. Protesto ise alası yapılır; arkasında durulacaksa yenilenlerin hiçbir önemi olmaz, takarsın siyah –beyaz atkıyı, başlarsın besteye inceden ve derinden. Sen benim her gece efkârım veya bir sevda düşün senin uğruna diye sarılırsın tribünde hiç tanımadığın birine kardeşim diye… Tribünlerin kıymetini bilin arkadaşlar. Bir simidi, bir çayı, bir bardak suyunuzu, bir sıcak tebessümü veya gözü dolan kardeşinizi başka nasıl teselli ederseniz? Nerede vardır aynı dili

konuşmayan, aynı mezhep, dil, din, ırk, kültür, sosyoekonomik sınıf farkı olmasına rağmen; yaş, cinsiyet ve bilumum sayılmış sayılmamış tüm ayrımcılıklara rağmen kol kola girilip, tek vücut olunan başka bir yer? Hüzünlendiğimizde ortaklaşa ağladığımız, sevindiğimizde statları yıktığımız, yüzlerimize baktığımızda 40 yıllık dostluklarımızı hatırladığımız başka bir yer var mıdır? Mutlu olduğumuz sen varsın sadece Beşiktaş’ım, her şey senin yoluna feda. Elbet bitecek dertler emin olun arkadaşlar. Orkestra şefi de gelecek, halk ayağa kalkacak, topyekûn hücum edecek halkın takımı şanlı Beşiktaş’ım. Yine bestekâr tribünler döktürecek, yine rakipler beste çalıp yeni beste diyecek ve sen hep var olacaksın onlardan önce çünkü sen Beşiktaş’sın, kimse yokken sen vardın kara karatalım.

Arkadaşlar unutmayın başka Beşiktaş yok, sahip çıkmak zorundayız; bu takım bizim… 90 dakikalık değil bizim aşkımız bir ömür boyu sürecek sevdamız. Yalnız bırakmadık gücümüz yettiği kadar ve bırakmayacağız da. Bu yıl hüzün

olsa da elbet güneş doğacaktır. Yapılacaksa protesto hep birlikte yapılır. Kargalar sürüyle, kartallar yalnız uçar ancak o kartalın kanatları biziz ve biz olmadan kanatları eksik olur, bunu iyice anlayın. Bu güne kadar, eğer ki tribünler bu kadar iyi şekilde destekleyip mantıklı hareket edilmemiş olsaydı 2 büyük projesi tamamen gerçek olacaktı ama olamaz, Beşiktaş’ı kimse yok sayamaz; biz her zaman varız ve alayına karşı ŞANLI BEŞĐKTAŞ’IZ.

Kim olduğunuzu ve hangi zorlu engelleri aşıp da güneşi zapt etmeyi başardığınızı unutmayın. Başka Beşiktaş varsa bilmem ama Beşiktaş’ı daha çok sevin ve sevginizi desteğe en çok ihtiyaç duyulan anlarda her zaman yaptığımız gibi fazlasıyla gösterin. Haydi, kalk ayağa Kartalım; sana gökler yakışır. Tam zamanı tam zamanı Şimdi… Alayına inat her zaman Beşiktaş ulan…

Sen benim her gece efkârım, gözümdeki

yaşım, sigara dumanım Sen benim damardaki kanım, alnımdaki

yazım, şanlı Beşiktaş’ım Kalbimin en orta yerinde, büyük bir

yangın var, alevler içinde Beşiktaş sana yemin olsun, bitmeyecek

sevdam mezarımda nile Beni benden alır siyah beyaz renklerin,

sen benim kalp ataşımsın Sen bana babamdan kalan miras değil,

oğluma olan borcumsun Her maçına gittiğimde, o formayı

gördüğümde, hayallerim, umudumsun Cebimdeki son bilet param, belki de son

sigaram, sen büyük tutkumsun BEŞĐKTAŞ’IM

Hoş kalın, Siyah-Beyazla kalın… Saygılarımla, Amigo Mustafa

Page 19: HT.18

19

KARTALCA SOHBETLER’in konuğu; değerli dostumuz, 1973 Đstanbul doğumlu, taraftar, yazar, oyuncu ve iyi bir baba olan Özgür ÖZGÜLGÜN.

HABER1903 internet sitesi sayesinde yazılarını okuma fırsatı bulduğumuz dostumuzla hayatında olmazsa olmazlardan; yani oğlu Can, Beşiktaş’ımız ve taraftarlık üzerine sohbet ettik. Ayrıca Özgür ÖZGÜLGÜN’ ün ‘’Minik oyuncunun el kitabı’’, ‘’Efendi çocuk Can Ersin’in okul maceraları’’ ve ‘’Sakıncası yoksa hepinizi çook seviyorum’’ isimli üç kitabı bulunuyor.

Kendinden bahseder misin bize?

Kendimden bahsetmeyi çok sevmiyorum ama herkesin Beşiktaş’ lılığı birbirinden daha değerli ve önemli diye düşünüyorum. Her şeyden önce Beşiktaş’ lıyım ve benim için alt kimlik üst kimlik değil hayat kadar gerçek olmak halidir Beşiktaş.

Seninle ilgili ana bilgiler dışında basın ya da internet kanalıyla çok fazla bilgi edinme

şansları yok dostlarımızın. Genç ve başarılı olmana rağmen magazin basınında da rastlamak mümkün değil sana. Bunu nasıl başarıyorsun?

Modern zamanlarda hayat çok kalabalık. Bütün bu kalabalıklar içinde yüzümü önce oğlum Can sonrasında Beşiktaş’ ım güldürüyor. Tabii yaşamın içinde sadece gülmek yok, ağlamak da var. Siyah ile Beyaz gibi.

Sanatçılarla yapılan bu tarz söyleşilerde çok samimi geçmiyor konuşmalar ya da seyrettiğiniz film ya da oyunlardaki sanatçıları yakından tanıdığınızda hayallerinizdeki kahramanlar parçalanıveriyor. Bu yönde düşündüğüm içindir ki söyleşi ve röportajlardan uzak durmaya çalışıyorum. Hayat ve gerçeklik bana stadyumlarda, deplasmanlarda daha delikanlı görünüyor. Ya da herhangi bir eylem ve protestoda omuz omuza yürüdüğün dostun daha gerçektir benim için.

Aşk meşk halleri şimdilik rafa kalkmış görünüyor ama bu hiç olmayacak değil tabii. Aşksız olmaz. Nasıl ki Beşiktaş’ sız hayat hata ise aşksız hayat da hayat değildir.

Beşiktaş’lı olmayı nasıl ifade edersin?

Beşiktaş’ lılık sonuç ne olursa olsun, hayat ne getirecekse getirsin paylaşmak ve direnmektir. Akla ziyan acılara göğüs germek ve hayatı anlamlandırmak için birlikte farklılık yaratma halidir. Bu farkın ihtimalini yani Beşiktaş'ın da bizi sevme ihtimalini severek ötekileştik.

Geçenlerde bir belgesel izlemiştim. Spiker taraftarlardan birine “Beşiktaş senin için ne ifade ediyor?” diye sordu. taraftarın cevabı “Beşiktaş benim için uykusuz gecelerden birinde sabaha karşı acaba Feyyaz şimdi ne yapıyor? Düşüncesidir” olmuştu.

Eğer bir dost, uykusuz gecelerinde hala sporcularımızı düşünüyorsa bu aşkın Leyla-

Page 20: HT.18

20

Mecnun aşkını çoktan sollamış olduğunu söyleyebilirim. Sevginin en biçimsel hali bu olsa gerek. Muammalı, çok hummalı bir durum.

Bir Beşiktaş vardır bizlerde bizden içerilerde... Hayatta ki en gerçek meselemizdir. Son olarak bireysel özgürlüktür Beşiktaş...

Taraftar sözcüğünün yakıştığı ve hakkını veren dostlarımızdansın? Nedir sence taraf olmak, taraftar olmak?

Đnsan yaşadığı yere benzer demiş üstat Edip Cansever. Beşiktaş semt takımıdır, semtin sevdasıdır. Sevdalı yüreklerden taşanlar evrensele taşımıştır Kartalı ve hava, su, ateşin olduğu her yerde Beşiktaş vardır; gerçektir. Adaletsizliğin hakim olmadığı yerlerde var olan cesur yürektir Beşiktaş. Hiçlik değil var olmaktır. Haykırış ve çoğu zaman kendine isyandır. Taraftar için sevgisini sunma ve sahiplenmektir. Yaratıcı olmaktır. Sevdanın kimlik haline bürünmüş durumudur. Vatansız, ailesiz, evsiz olabilsek de Beşiktaş’ sız olamayacak kadar yürekliyiz. Gelenekçi, özgürlüğe düşkün, yüreklerimizin yadsıyamayacağımız yanımızın en kuvvetli kanadıdır Beşiktaş. Dayatmalara karşı çıkan vicdanımızın sesi olan, var olan her durum Beşiktaş'ın kendisidir. Hepimiz için ihtiyaçtır. Direnmenin adıdır. Sol yanım. Ona gidemediğim gün öldüğüm gündür. Ben değil biz halidir.

Maç günü nasıl başlar nasıl biter senin için?

Maç günleri ibadettir. Gelenekçi yanım semt havasını aldıktan sonra balık pazarı ritüeline yelken açar. Sonrası ağaçlıklı yoldan stada yürüyüş. Beraberce yapılan tezahürat ve stattaki durum sevgilinin bana dönüşen gerçek halidir. Tek vücut. Sensiz geçen günlere sövecek kadar samimi. Maç günleri "aklımda bir tek sen varsın" durumunun açılımıdır.

Koltuğunun karpuz istiabı oldukça fazla. Oyunculuk, yazarlık, taraftarlık ve en

az işlerin kadar önemsediğin oğlun Can. Yaptığın her işte başarılı olmanın sırrı nedir?

1994 yılında Müjdat Gezen Sanat Merkezi tiyatro bölümünden mezun oldum olalı sektörün içinde çalışıyorum. Sanatçıyım ama siz de takdir edersiniz ki sanatın içinde "oldum" kavramı yoktur. Sanat uzun hayat kısa misali her yıl çeşitli projelerin içinde var olma çalışmaları yapıyorum. Gerek TV gerek tiyatro olsun koşmaca halinde geçen hayat serüveni tadında yolculuk devam ediyor. Unutulmak ve işsizlik en büyük korkumuz.

Dedim ya yaptıklarım değil yapacaklarımdır Beşiktaş’ lılık halim.

Son yıllardaki en büyük mutluluğum baba olmak oldu. Başka türlü bir yaşam. Hele baba-oğul gidilen ve seyredilen maçlar tadından yenmiyor.

Đnternette ''Baba Beşiktaşlı'' yorumuna rastladım seninle alakalı; yakıştırdım da. Baba olmak, Beşiktaşlı olmak ve Beşiktaşlı baba olmak; ağır bir sorumluluk mudur?

Beşiktaşlı baba demek kara kartal demektir. Biri diğerinin önüne geçmez, geçemez. Beraber yürümektir. Đkimiz içinde karşılığı olmayan bir durum. Đnsana direnmeyi öğreten, sorgulatan başka bir hal... Umut dediğimiz şey...

Vedat abi (Özdemiroğlu) ile yaptığımız söyleşide oğlu Can için ''Beşiktaş’ın kaybıdır'' demişti. Peki ya senin Can'ın ?

Son yıllardaki en büyük mutluluğum baba olmak oldu. Başka türlü bir yaşam. Hele baba-oğul gidilen ve seyredilen maçlar tadından yenmiyor.

Oğlum can için şimdilerde Beşiktaş’lılık "gücüne güç katmaya geldik" şarkısının ezgileridir. Büyüdükçe kimlik hanesindeki doğum yerine sahip çıkacak kadar hastası olacağından eminim. Rakipler korksun "Geliyoruz"…

Page 21: HT.18

21

Can’ından söz etmişken; ''Dünya çocuk olsa'' deriz ya hep. Sen sadece söylemekle kalmadın, çocuğa yaptın yatırımını; çok da iyi yaptın. Para kazanmayı değil çocukları kazanmayı tercih ettin. Çocuklara yönelik kitaplar yazdın, kutluyorum seni. Dergimizin yayımlanacağı dönemde 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlanacak. Yavru Kartallara ve tüm çocuklara mesajın var mı?

Özellikle ebeveynlere seslenmek isterim; doğru büyüyen çocuk zaten doğru olacaktır. Doğru işler yapıp, doğru yaşayacak; hayata güzellikler katmak adına çabalayacaktır. Artık çocuklarımızı tostla besleyip test ile büyütmeyelim. Yanı başındaki diğer çocukların onlar için rakip değil dost olma potansiyelinden bahsedelim.

BEŞĐKTAŞ ve ÇARŞI; ayrı ayrı bahsetmek mümkün değil. Siyah&Beyaz misali. Geleneksel tribünün parçası olmak sana neler hissettiriyor?

Cümle içinde kullanacağımız ve görmezden gelemeyeceğimiz durumsallarımız. Düşünsenize otuz bin kişi omuz omuza zıplarken oluşan o enerjiyi. Bu kadar insan yanılamaz. Sevgimiz önce kendimize gösterdiğimiz var olma çabamızdan ibaret oluyor. 90 dakikanın çöküp insaniyetimizin başka boyuta geçen hallerini yaşıyoruz. O yüzden anlayamaz kimse bu sevdamızı diyoruz. Đnanılmaz ama sivil itaatsizlik hallerimiz. Nasıl olunmazın olmuş hale izdüşümü, yeterlilik hali. 90+ da oynanan uzatma halleri... Đçselleştikten sonra bilinçsizce muhafazakarlaşan denk gelme hali. Düştüğümüz yollarda kendimizi bulma ve özdeşleşme planları. Anadolu taraftar gruplarının modernizmi ararken sığındığı limandır Çarsı ve felsefesi.

Profesyonelleşmeyi kabullenemeyen yol hali. Asla sırtını dönmeyecek aşık olduğu rengine sahiplenecek bu durum hepimiz için "ben" değil "biz" olacak ve öylece kalakalacaktır. O halde ne bekliyor olabiliriz ki hayattan? Her santra ile omuz omuza "bu sevdadan vazgeçersek allah belamızı versin" ulan! durumu...

Sportif başarı mı? Đlkeler, değerler mi önemli senin için?

Söylenecek son söze en iyi örnek HALKIN TAKIMI demek ona layık olup değerlerini özgürce savunabilmektir. Spor kapitalizmin oyuncağı değil sevdamızın parçası diyenlere şapka çıkarmaktır. Yeni jenerasyon arkadaşlara birkaç kelam etmek istiyorum. Biz kuşak olarak radyolarla büyüdük. Yani demem o ki biz hep dinledik ve öğrenmeye çalıştık. Sizler simdi TV çağında görsel aksiyonlarla gelişiyorsunuz. Bazen sevginin sunum şiddeti gereksiz eyleme, eylemlere dönüyor. Buna gerek yok. Önce ağabeylerimize, eski tribüncülere kulak verelim sonra kendimizin ya da bir başka arkadaşımızın taraftarlığını sorgulayalım. Manevi değerlerimize sahip çıkalım ve bizi biz yapanlara değer verelim.

HALKIN TAKIMI okuyucu ve dostları adına teşekkür ediyorum. Can cana, Siyah kadar asil, Beyaz kadar duru bir hayat dilerim.

Bugününüzün yarından daha siyah beyaz olmasını diler hayatta her zaman BEŞĐKTAŞ derim. Tüm dostlara sevgi ve saygılarımı sunarım.

Teşekkürler Özgür Özgülgün…

Page 22: HT.18

22

Basın özgürlüğü ve bir portre; Abu Cemal Mumia

Ülkemizdeki basın özgürlüğü konusu son zamanlarda ülke gündemine oturdu. En son rakamlara göre ülkemizde gazetecilerden tutuklu sayısı 60, yargılananı 2000, hakkında soruşturma açılanların sayısı ise 6000'i aşmış durumda. Medyada sansürden dolayı herşeye karşın cesurca gazetecilik yapanların yanında, kalemini kıran, satan, kiralayan light'lenenler de var.

Ülkemizde basına yönelik tutuklamalar, baskılar ve sansür dünyanın dört bir yanında protestolara yol açarken, Đçişleri bakanı Beşir Atalay ise 18 Şubat'ta, ” Türkiye basın özgürlüğü açısından Amerika'dan daha çok basın özgürlüğünün olduğu bir ülkedir” dedi

Ancak ABD'de basın özgürlüğü konusunda neler yaşanıyor bu konu hiç araştırılmadı yazılmadı. Google aramasında bile böyle bir konu bulunmadı. Ancak yaşantımın yarısından fazlasını geçirdiğim Avrupa'da, bir çok etkinliklerin düzenlenmesinde de yer aldığım bir

konu var ki gündem “ gazeteciler” olunca tam zamanı dedim. Abu Cemal Mumia'nın başına gelenler ve yaşadıkları ve onunla dayanışmak bir yanıyla benim için de, uluslararası dayanışmasının gereği... Mumia'nın suçu; derisinin rengi Abu Cemal Mumia beyaz bir polisi öldürdüğü gerekçesiyle tartışmalı ve komplolarla dolu bir yargı süreci sonucunda ölüm cezasına çarptırıldı. Dünyanın dört bir yanındaki gösteriler ve eylemler onu bir haksızlıktan kurtardı. Hakkındaki ölüm cezası 2008’de kaldırıldı. Lehine bulunan kanıtlar mahkemede dinlenmeyen, cinayeti itiraf eden kişi göz önüne alınmadan işleyen dava süreci sonucunda Mumia 29 yıldır hapis. 29 yıldır dayanışma yaşatıyor

Kara Panterler Partisiyle 14 yaşında tanıştı. Okulla ilişkisi parti bildirisini dağıttığı için kesildi. Partinin radyosunda spikerlik yapmaya başladı. Bir radyo programında Mao'nun “iktidar namlunun ucunda

büyüyor” alıntısını okudu. Fişlendi. Tüm kapılar yüzüne kapandı. Taksi şoförlüğünden başka iş bulamadı. Beyaz bir polisi öldürdüğü gerekçesiyle tartışmalı ve komplolarla dolu yargı süreci sonucunda ölüm cezasına çaptırıldı. Ancak dünya bu haksızlığa ayaklandı. Dört bir yanda protesto eylemleri, yürüyüşler, imza kampanyaları düzenlendi. Dayanışma onun yaşamını kurtardı. Đnfazı defalarca ertelendi. En sonunda hakkındaki ölüm cezası 27 Mart 2008'de tümden kaldırıldı. Geçen hafta içinde ABD Yüksek Yargıçlar Meclisi, davanın en başından görülmesi başvurusunu ele aldı... Ancak başvuru ret edildi. Haksız yere mahkum olup, her saniye infazı olasılığıyla 29 yılı hücrede geçen Abu Cemal Mumia'nın, kısa sürede özgür kalması yine olanaksızlaştı... Ancak Onu; 27 yıl boyunca dayanışma yaşattı, belki de yine dayanışma kurtaracak...

Page 23: HT.18

23

Mumia'nın öyküsüne bakalım. Mumia, babasını 9 yaşında kaybederken üç küçük kardeşiyle birlikte beraber yaşam mücadelesi veriyordu . 1964'deki Philadelphia Eyaleti siyahi ayaklanması onun politize olmasına yol açtı. 68 ABD devlet başkanı adaylarından George Wallace'ye karşı gerçekleştirilen protesto eylemlerinde ilk kez ırkçı polislerin şiddetiyle tanıştı. 14 yaşında bu eylemde tutuklandı. Sonra Kara Panterler'in radyosunda spikerliğe başladı. Üçüncü evliliğiyle birlikte partiden ayrılarak, çevreci yeşil anarşist MOVE gurubuna katıldı. Bu gurubun radyosu WHYY'de kadife sesi, ilginç röportajlarıyla kısa sürede ünlendi.

9 Aralık 1981'de Đrlanda doğumlu polis memuru Daniel Faulkner gece sokak devriyesi görevini

yapmaktadır. Farları kapalı arabayı durdurur. Đçindekileri indirir. Şoförü yere yatırır. Köşe başındaki Mumia, yerde kelepçe takılmak üzere olan kardeşini görür. Bu arada taksideki

müşteriler polise saldırır. Çıkan silahlı çatışmada polis memuru Faulkner yaşamını yitirir. Mumia iki sokak aşağıda üzerinde tabancayla yakalanır. Gözaltında polisi kimin öldürdüğünü söylemesi istenir. Ancak ifade vermez. Sadece beyazlardan oluşan jüri ve ırkçı bir savcının mahkemesi sonucunda hemen ölüm cezasına çaptırılır. Üstelik polis memurunu öldüren mermiyle Cemal'in tabancasında çıkan mermiler farklıdır.

Mumia yalnız değildir...

Bu durum tüm dünyada onun suçsuzluğunun savunulmasına yol açar. Cemal'le dayanışma gurupları oluşturulur. Binlerce yürüyüş, basın açıklamaları, imza kampanyası, konser düzenlenir... ABD’de idam cezasına karşı mücadelenin de simgesi olan Mumia Abu Jamal’in, 1999 yılında infaz tarihi belirlenir. Gelen tepkiler üzerine infazı ertelenir. Đsmi Paris'te bir sokağa bile verilir.. Bir çok insan hakları örgütü jürinin ırkçı bir anlayışla seçildiğini, soruşturmaların gelişigüzel yürütüldüğünü ve Mumia'yı aklayan tanık ifadelerinin dinlenmediğine dikkat çeker. Çünkü 2001 yılında, olay gecesi takside bulunan Arnold Beverly’nin duruşmada yeminli ifadesinde polisi öldürenin kendisi olduğunu

açıklaması bile dikkate alınmamıştır.

Mumia, en sonunda yaklaşık 20 yıl süren sessizliğini 3 Mayıs 2001'de bozar. Suçsuz olduğunu söyler. Avukatı Robert R. Bryan davanın yeniden görülmesi için başvuruda bulunur. Bryan: “Savcılığın 1982’deki jüri üyelerinin seçiminde izlenen ırkçı motifleri göz önüne serecek güçlü kanıtlarımız var. Đdama kararlı iddia makamı karşısında adalet umuduyla mücadele etmekten başka çaremiz yok” açıklamasında bulunur.

Ancak bu karara rağmen yine dayanışma sesleri kesilmiyor. Jürinin verdiği ırkçı karara karşı tepkiler, dayanışma sesleri yükselmeye devam ediyor. Son kararın yeniden gözden geçirilmesi için dilekçeler yağmaya başladı bile...

Onu, dayanışma yaşattı, dayanışma kurtaracak...

* * *

Mete Kızık, Cumhuriyet gazetesi Đzmir bürosu gazetecisi ve Küresel Đsyan 68 adlı kitabın yazarıdır.

Page 24: HT.18

24

Tribünlere son zamanlarda yeni bir renk geldi

Bozbaykuşlar.

Đstanbul Büyükşehir Belediyespor Kulübünün taraftar grubu olarak kendilerini ifade eden bu arkadaşlar nicelik olarak çok küçük bir hacme sahip olsalar da sahip oldukları mizah duygusuyla bir tribün klasiği olmaya şimdiden aday olmayı bildiler.

ĐBB Spor Kulübü, maçlarını ülkenin en büyük stadyumu olan Đstanbul olimpiyat stadyumunda oynamasına karşın bu durum, ülkenin en az taraftarına sahip olmalarından dolayı müthiş bir mizahi cevheri zaten bağrında taşımakta. Đşte bu cevheri çok iyi değerlendiren Bozbaykuşlar, futbol piyasasına Trabzonspor taraftarının övünerek söyledikleri “Bize her yer Trabzon” sloganına gönderme yaparak giriyorlar.

“Bize her yer deplasman”.

Bu neşeli ve ilginç grubu hem tanımak ve hem de sizlere tanıtmak amacıyla kendilerine bazı sorularımız olduğunu ilettik; sağolsunlar kırmayıp sorularımızı içtenlikle cevaplandırdılar. Teşekkürlerimizle birlikte kendileriyla yaptığımız bu mini söyleşiyi sunuyoruz.

* * *

Tribün dünyasına cazcıların mavi notası gibi girdiniz. Öncelikle şunu öğrenmek istiyoruz;

Muhtemelen hepiniz başka takımların taraftarısınızdır. ĐBB’nin bir taraftar grubu olmasının hiçbir doğal koşulu olamayacağına göre böyle bir örgütlenme fikri nasıl ve kimler arasında oluştu?

Bozbaykuşların kuruluş fikri ve eyleme geçiş sürecini anlatır mısınız.

Kurucumuz Ahmet’in Đnci Sözlük isimli bir internet platformunda ki fikri üzerine kurulma süreci başladı. Bu fikre sıcak bakan 5-6 arkadaş toplanıp kemik kadro oluşturduk ve maçlara gitmeye başladık. Kartopu gibi büyüyen bir taraftar kitlemiz var. Đnci Sözlük olarak emeği destekleyip, ezilenin yanında yer aldığımız için, her zaman diğer seçenek olan bizlerin bu noktaya gelmesi çok da garip karşılanmamalı.

Desteklenmeyi bekleyen güzel bir kulüp bulunuyordu ve biz de elimizden geldiğince, hakkını vererek desteklemek istedik. Sözlükte çeşitli fikirler ortaya atılmış olsa da kurucumuz Ahmet’in hayata geçirmek için diğerlerinden biraz daha fazla uğraşarak emek vermesi sonucunda kuruluşumuz gerçekleşti. Karar verildikten sonra en kısa sürede toplanıldı ve ileriki günler için neler yapılabileceği tartışıldı. Ardından Konyaspor maçıyla da tribünlerde uçmaya başladık.

Bozbaykuşlar isminin bilmemiz gereken özel bir anlamı var mı yoksa ortaya atılan isimlerden birini mi seçtiniz?

Kurulma kararı aldıktan sonra bir çok isim önerisi aldık ancak birini seçmek zorundaydık. (Öneriler arasında) tüm sözlük olarak oylama yaptık ve ismimizin "Bozbaykuşlar" olmasına karar verdik.

Bu ismin seçilmesi zor olmadı açıkçası. Sözlük olarak, asil bir hayvan olan baykuş bizim için çok değerli ve kutsal bir anlam taşımakta.

Bizler de genel olarak geceyi gündüze tercih ediyor olmamızdan dolayı böyle bir seçim gerçekleşti. Ayrıca lacivert rengi gören tek kuş olma özelliğinin de etkisi büyük. Boz ise ülkemizdeki baykuş türlerinin genel rengi olmasından dolayı tercih sebebi oldu.

Page 25: HT.18

25

Pankartlarınızı her hafta mizah dergisi okuru gibi bekleyen bir hayran kitlesi oluştu sanki. Her pankartınızın arkasında da teatral bir gösteri var. Bunların hazırlanış ve uygulama sürecinden bahsetsek.

Bizim kuruluş amacımız futboldaki tribün kültürüne yeni bir tat kazandırmaktı. Tribünde kavga küfür vb. protestolara karşı olarak kurulduk ve takımımızı desteklemek için böyle espritüel pankartlar oluşturmaya başladık.

Pankart fikirleri bir kişiye değil tüm gruba aittir; hep beraber düşünüp karar veriyoruz. Açıkçası bu beklenti üzerimizde büyük bir baskı oluşturuyor çünkü her hafta daha iyi olmaz zorundaymışız gibi hissediyoruz; öyle bir beklenti var. Bu bizi mutlu ediyor ve geliştiriyor da.

Sayı olarak çok olmadığımızdan dolayı takımımızı böyle destekliyoruz. Mesela büyük takım taraftarları maçlardan önce konsantrasyon sağlayabilecek bir ortam hazırlayabiliyorlar, oyuncularına moral verebiliyorlar sesleriyle fakat bizim desteğimiz sahaya çıktıklarında, bizi gördükleri zaman başlıyor oyuncularımız için. Yani morali bozuk bir oyuncumuz pankartları gördüğü zaman motive olabiliyor; buna inanıyoruz ve bu yönde çalışıyoruz. Tabii ki her grupta olduğu gibi bizde de bir beyin takımı var. Genel olarak fikirler oradan çıksa da kesinlikle bütün fikirleri dinliyoruz ve genel bir oylama sonucu beğenilen fikirleri uyguluyoruz.

Varlık sebebiniz ve temel espriniz az olmanız. Ya bir gün ummadığınız kadar büyük bir kitleyi peşinize takarsanız ne olacak? Size her yer deplasman olmadığı zaman bildiğimiz taraftar gruplarından birine dönüşme tehlikesine karşı bir önleminiz var mı yoksa ne olursa olsun mu diyorsunuz?

Tribünde, hepimiz yıllardır birbirimizi tanıyor gibiyiz. Hepimiz aynı fikirleri paylaşan, aynı görüşlere sahip olan insanlarız. Kavga çıkartıp küfür edecek insanlar bizim yanımızda mutlu olamayacakları için ne kadar çoğalsak da başka taraftar gruplarına benzeyeceğimizi düşünmüyoruz.

Bizim amacımız ve gittiğimiz yol temiz tribün. Bugün, Türkiye’nin neresinde olursanız olun, kaç yaşında olursanız olun, evden maça gitmek için çıktığınızda anneniz size dikkatli olmanızı, kavgaya karışmamanızı tembih eder. Bunu değiştirmek istiyoruz. Yani tamam, futbol sadece futbol değildir ama savaş da değildir. Grubumuzdaki insanlar belli bir kültür seviyesine sahip kişiler. Yeni gelen arkadaşlarımız da aynı şekilde medeni insanlar.

Sonuç olarak tribünümüzde kesinlikle kabul edemeyeceğimiz şeyler küfür, kavga, karşı takım taraftarını ve oyuncusunu tahrik etmektir. Eğer ki bir gün o kadar büyürsek yine bu şekilde kalacağız; aksi takdirde var oluş amacımız sapmış olur ve kimseden farkımız olmaz. Böyle bir şey olduğu gün de zaten bu grup kendini fesheder.

Bozbaykuşların kendisini başkaca feshetme gerekçesi ancak ne olabilirdi?

Page 26: HT.18

26

Şu an için böyle bir durum söz konusu değil ama zamanın ne göstereceği belli olmaz. Biz de hep böyle devam etmesini temenni ediyoruz.

Ortaya çıkış sebepleriniz olsun, eylem ve pankartlarınız olsun müthiş bir mizah duygusu içeriyor. Bunu klasik taraftar fanzinlerinin dışında taraftar mizah dergisi türü bir yayına dönüştürmeyi düşünür müsünüz? Aslında ne güzel olur, dünyada da bir ilk olurdu.

Şu an için tam kapasite çalışıyoruz diyebilirim. Bir yandan okullarımız, işlerimiz diğer yandan grup işleri ama tabii ki düşünce üretimini kestiğimiz düşünülmesin. Sürekli bir üretim söz konusu. Fikirlerimizi şu an için biriktiriyoruz. Uzun soluklu bir grup olmak istiyoruz ve çabamız bu yönde.

Kendinizin eklemek istediği bir konu ya da mesajınız varsa onu alalım son olarak…

ĐBB gerçekten taraftarı hak eden bir takım.

Not: Dedemin doğum günü. 86 yaşında kendisi. onu kutlamak istiyorum. Bi de bütün dedelerimizin ellerinden öpüyoruz… (Hangi tarihte yayınlanacaksa o gün Metehan’ın dedesinin doğum günü)

* * *

Her ne kadar taraftarı oldukları takım Đstanbul Büyükşehir Belediyespor Beşiktaş’ımızın başındaki en büyük belalardan biri olsa da bizler bu güzel grubun ortaya çıkmasına sebep olduğu için kendilerinin her zaman Süper ligde yer almasını arzu ediyoruz. Gerçi kendileri kartopu gibi büyüdüklerini söyleseler de bu durumun varlık sebepleriyle bir çelişki olup olmadığı hususu tam kendilerine yakışan bir ironidir diye düşünüyor ve bu söyleşi için kardeşlerimize Halkın Takımı olarak teşekkür ediyoruz.

Söyleşimizin sonunda Bozbaykuşların –en azından- Beşiktaş tribünlerinde yarattığı sempatiye ilişkin bir örnek verelim istedik.

Geçtiğimiz günlerde medyada şöyle bir haber yer aldı;

Kolombiya'da inanılmaz bir holiganizm örneği yaşandı. Atletiko Junior ile Pereira arasındaki maçta, Pereira oyuncusu hırsını bir baykuştan çıkardı. Maç esnasında sahaya konan baykuş yüzünden maçın durdurulmasına sinirlenen oyuncu milyonların önünde kuşu tekmeleyerek öldürdü.

Bu vahşet karşısında Çarşı tribünleri, simgesi Baykuş olan Bozbaykuşlara, tribünlerinde açtıkları bir pankartla başsağlığı dileyip olayı kınadılar.

Page 27: HT.18

27

Türkiye Satranç Federasyonu (TSF) tarafından bu yıl farklı bir formatta (önceki yıllarda bir kaç aşamada oynanan şampiyona bu yıl tek aşama) düzenlenen Türkiye Satranç Şampiyonası 04-14 Şubat 2011 tarihlerinde Antalya-

Kemer’de düzenlendi.

18 ünvanlı sporcunun yer aldığı ve 56 ilden 262 sporcunun mücadele ettiği şampiyona Đsviçre Sistemi ile 10 maç üzerinden eşlendirildi. 90 dakika 40 hamle devamında 30 dakika (tüm hamleler için 30 saniye eklemeli) oyun temposu kullanılan şampiyonada başhakemliği uluslararası hakemlerimizden Uğur Tülüce (Adana) yaptı. 30 bin lira nakdi ödül dağıtılan organizasyonda son tur maçları büyük çekişmeye sahne oldu. Birinci masada 7,5 puanlı GM Barış Esen yine aynı puana sahip FM Cemil Can Alimarandi ile ikinci masada IM Mert Erdoğdu (7,5 puan) Engin Topak’la (7,5 puan) berabere kalarak puanlarını sekize çıkardılar. Đlk iki masadaki beraberliklerden sonra gözler üçüncü masaya çevrildi. Bu şansı iyi değerlendiren GM Emre Can (7,5 puan) IM Burak Fırat’ı (7 puan) yenerek puanını 8,5’a çıkardı ve 2010-2011 Türkiye

Şampiyonu oldu. Đlk üç sıraya tekrar baktığımızda 20 yaş altında üç sporcuyu görüyoruz. 2012 yılında Đstanbul’da yapılacak olimpiyat

öncesinde çalışmaların ne

kadar olumlu geçtiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu arada şampiyona sonunda ilk on dereceyi elde eden sporcular ise aşağıdaki gibi sıralandılar; 1. GM CAN EMRE ĐSTANBUL 2. IM YILMAZ MUSTAFA ADANA 3. TOPAK ENGĐN ADANA 4. GM ESEN BARIŞ ADANA 5. IM ERDOĞDU AZĐZ MERT ADANA 6. FM ALĐ MARANDĐ CEMĐL CAN ANKARA 7. ÖZKAN ERVIN T.S.K. 8. FM KARATEKĐN TAMER ĐSTANBUL 9. FM YILMAZYERLĐ MERT ĐSTANBUL

10. DAŞTAN MUHAMMED BATUHAN

BURSA

Ayrıca şampiyonada aşağıdaki kategorilerde ilk üç dereceyi alanlara ödül verildi.

Bayan Sporcular

WIM ÖZTÜRK KÜBRA

WIM YILDIZ BETÜL CEMRE ÖZTÜRK HĐLAL

2200 ELO ve üzeri

GM HAZNEDAROĞLU KIVANÇ FM ERDOĞAN HAKAN

KELER FARUK

2200-2000 ELO arası

ERTAN CAN EMĐROĞLU CANKUT

ŞĐMŞEK CEVDET

2000-1800 UKD arası

YELKEN MUSTAFA DEMĐR ZEKĐ DEVĐREN ERDĐ

1800-1600 UKD arası

ÖZSARILAR OSMAN NURĐ KANSAL ÇAĞIN

BÖREKÇĐOĞLU ZEYNEP DĐLARA

1600 altı UKD

BARIŞSEVER ERDOĞAN ÜNAL MUSTAFA EMĐRHAN

ÖZKARA HASAN CAN

Türkiye Satranç Şampiyonalarının 50. Şampiyonu büyük usta Emre Can olurken son on yılın şampiyonlarına baktığımızda ise 2001 yılından bugüne şu isimleri görüyoruz;

2001 Umut ATAKĐŞĐ

2002 Can ARDUMAN (Serkan YEKE)

2003 Kıvanç HAZNEDAROĞLU

2004 Turhan YILMAZ

2005 Umut ATAKĐŞĐ

2006 Mikhail GUREVICH

2007 Suat ATALIK

2008 Mikhail GUREVICH

2009 Mustafa YILMAZ

2010 Oğulcan KANMAZALP

SATRANCIN BÜYÜSÜ : Hamle sırası siyahlarda ve siz olsanız nasıl oynarsınız?

Cevap : 1...Ab3! 2.axb3 Fxe3+ 3.Vxe3 Vg2# –+ Satranç sporu ile ilgili soru ve görüşleriniz için eposta adresim : [email protected]

Page 28: HT.18

28

Page 29: HT.18

29

Page 30: HT.18

30