Upload
others
View
15
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
_____________________________________________________________________________________
Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date Yayınlanma Tarihi / The Publication Date
28.08.2018 30.09.2018
Dr. Öğr. Üyesi Faruk ÖZDEMİR
Sinop Üni. İlahiyat Fakültesi, Temel İslâm Bilimleri Bölümü
ABDÜLBÂRÎ ES-SÎNÔBÎ’NİN HAYÂTU’L-KULÛB ADLI ESERİNDE
MUHYİDDÎN İBNÜ’L-ARABÎ’NİN “FİRAVUN İMAN ÜZERE
ÖLMÜŞTÜR” İDDİASINA REDDİYESİ
Öz
Bu makalede Abdülbârî es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb adlı eserinde, İbnü’l-
Arabî’nin “Firavun iman üzere ölmüştür” iddiasına yönelttiği reddiyesi araştırma
konusu edilmiştir. İbnü’l-Arabî Fusûsu’l-Hikem adlı bir kitap telif etmiş ve bu ese-
rinde Firavun’un iman üzere öldüğünü iddia etmiştir. Onun bu iddialarına Sînôbî
iki ciltlik Hayâtu’l-Kulûb adlı el yazması eserinin birinci cildinde sert eleştiriler
yöneltmiş ve kendisini tekfir etmiştir. İşte bu araştırmamızda Sînôbî’nin Hayâtu’l-
Kulûb adlı eseri incelenmiş ve İbnü’l-Arabî’nin söz konusu iddialarına yönelttiği
eleştiriler ile o iddiaları çürütmek için ileri sürdüğü deliller tetkik edilmiştir.
Sînôbî’nin İbnü’l-Arabî’ye yönelik eleştirileri incelendiğinde öyle anlaşılıyor ki Fi-
ravun dünyada ve âhirette kâfirlerden ve lanetlenmiş kimselerdendir. O âhirette de
kesinlikle kötülerden ve azabın en şiddetlisine girecek olanlardan olacaktır. Dolayı-
sıyla Sînôbî’ye göre zındıklar ve İslâm dininin akâidini bilmeyenlerden başka hiç
kimse Firavun’un iman sahibi olduğu zannına kapılamaz. İslâm önderlerine, şeria-
tına ve o şeriatın hükümlerini bilen âlimlere göre her kim melun Firavun’un iman
ettiğini iddia ederse hiç şüphesiz o kimse Kur’ân’ı yalanlamıştır, Allah’ın kelâmın-
da tenâkuz olduğunu tasdik etmiş, İslâm’ın temellerini iptal etmiş, Firavun ve
kavminin küfrü gibi kâfirlerden, yalancılardan ve dâlâlete düşenlerden olmuştur.
Sînôbî meseleye ilişkin açıklamalarıyla bir taraftan Firavun’un iman üzere ölmedi-
ğini ileri sürerken diğer taraftan da onun iman üzere öldüğünü iddia eden Fusûsu’l-
Hikem sahibi İbnü’l-Arabî’yi de tekfir etmiştir.
Anahtar kelimeler: Sînôbî, İbnü’l-Arabî, Hayâtu’l-Kulûb, Fusûsu’l-Hikem,
İman, Firavun.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
223
REBUTTAL OF ABDULBARI ES-SINOBI IN HIS WORK ENTITLED
HAYAT AL-QULUB AGAINST MUHYIDDIN IBN ARABI’S ASSERTION
“PHAROH DIED A BELIEVER”
Abstract
This paper examines Abdulbari es-Sinobi’s refutation of Ibn Arabi’s claim that
“Pharaoh died as a believer” in his work Hayatu’l-Kulub. Ibn Arabi wrote a book
called Fusus al-Hikam in which he asserted that Pharaoh died as a believer. Sinobi
directed severe criticisms at Ibn Arabi’s claims in the first volume of his manu-
script Hayatu’l-Kulub and declared Ibn Arabi an unbeliever. This study examines
Sinobi’s work Hayatu’l-Kulub and explores his criticism of Ibn Arabi’s claims and
evidences he put forward to refute these claims. The analysis of Sinobi’s criticisms
toward Ibn Arabi indicates that Pharaoh is among those who are unbeliever and
cursed both in this world and the hereafter. He will certainly be among evildoers
and those who will suffer from the severest torture. Hence, Sinobi argues that no
one except atheists and those who do not know Islamic doctrines can get the idea
that Pharaoh was a believer. According to Muslim leaders, Sharia and scholars who
know Islamic provisions, whoever claims that Pharaoh was a believer denies the
Quran undoubtedly, confirms that there is a contradiction in God’s word, abolishes
the foundations of Islam and becomes one of those infidels, liars and those who
went astray like Pharaoh and his tribe’s blasphemy. In his comments on the sub-
ject, Sinobi on the one hand contends that Pharaoh did not die as a believer, and
declares, on the other hand, Ibn Arabi, the writer of Fusus al-Hikam who defended
the faith of Pharaoh, an unbeliever.
Keywords: Sînôbî, Ibn Arabî, Hayat al-Qulûb, Fusûs al Hikam, Faith, Pha-
raoh.
Giriş
Tasavvuf ve İslâm düşünce tarihinde büyük etkileri bulunan sûfî müellif Muhyiddîn İb-
nü’l-Arabî (ö. 638/1240), Fusûsu’l-Hikem adlı bir kitap telif etmiştir.1 Müellif bu eserini kaleme
alma nedenini, kendi ifadeleriyle “Hicrî 627 yılı Muharrem ayının son on günü içerisinde,
Şam’da bulunduğum sıralarda Rasûlullâh’ı (s) bir rüya âleminde gördüm. Elinde bir kitap vardı.
Bana şöyle dedi: “Bu Fusûsu’l-Hikem kitabıdır. Onu al ve kendisinden istifade etmeleri için
insanlara ulaştır”. Bunun üzerine ben, “bize emredildiği üzere Allah’a, elçisine ve bizden olan
1 İbnü’l-Arabî ile ilgili tartışmalar ve polemikler en çok Fusûsu’l-hikem adlı eseri çerçevesinde yapılmıştır. Osmanlı
İmparatorluğu’nda da İbnü’l-Arabî’nin Fusûsu’l-hikem adlı telifinde ileri sürdüğü “Firavun iman üzere ölmüştür”
iddiası çerçevesindeki tartışmalar uzun süre gündemdeki yerini muhafaza etmiştir. Hatta XVII. yüzyılda patlak veren
ünlü “Kadızâdeliler” davasının çekişme konusu vahdet-i vücûd ve Firavun’un imanı meselesi olmuştur. İşte Sînôbî de
yaşadığı dönemin tartışmalarına dalmaktan kendisini alamamış ve Hayâtu’l-kulûb adlı eserinde İbnü’l-Arabî’nin söz
konusu eserindeki iddialarını reddeden tarafta yer almıştır. İbnü’l-Arabî’ye muhalif olanların yanında kendisine değer
veren Osmanlı padişahları da vardır. Örneğin Yavuz Selim 1517’de Kâhire’de bir süre konakladıktan sonra Şam’a
dönmüş ve burada bir İbnü’l-Arabî Camii ile anıt-mezarı inşa edilmesini emretmiştir. Çalışmalar Ekim 1517’de
başlamış ve hızlı bir şekilde sürmüştür. Yavuz Selim bunları iki defa teftiş etmiştir. Camii 1518 Şubat’ında bizzat
kendisi tarafından açılmıştır (Geniş bilgi için bk., Chodkiewicz, Michel, (2005), “İbn Arabî’nin Öğretisinin Osmanlı
Dünyasında Karşılanışı”, (Ed. Ahmet Yaşar Ocak) Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, c. I, s. 89-111.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
224
emir sahiplerine itaat eder ve emirlerini dinleriz” dedim. Böylece Rasûlullâh’ın (s) bana belirtti-
ği şekilde hiçbir ziyade ve noksanlık söz konusu olmaksızın bu kitabın insanlara açıklanması
hususundaki temennimi gerçekleştirdim. Niyetimi halis tuttum, temiz bir maksat ve himmet
güttüm”2 şeklinde dile getirmiştir.
İbnü’l-Arabî, yazma gayesini bu şekilde açıkladığı söz konusu telifinde, “Allah Fira-
vun’un canını, kendisinde kötülük namına hiçbir şey bulunmaksızın tertemiz ve pak (tâhir ve
mutahhar) olarak kabzetmiştir. Zira Allah herhangi bir günah işlemeden evvel iman ettiği esna-
da Firavun’un canını almıştır. Zaten Müslüman olmak önceki günahları silip yok etmektedir”3
ifadeleriyle Firavun’un iman üzere ölmüş olduğunu iddia etmiştir.
İbnü’l-Arabî’nin bu iddialarına, Osmanlı dönemi âlimlerinden Abdülbârî es-Sînôbî (ö.
936/1530) vaaza dair kaleme aldığı iki ciltlik Hayâtu’l-Kulûb adlı el yazması eserinin birinci
cildinin 38. babında4 sert eleştiriler yöneltmekte, kendisini tekfir etmekte ve söz konusu iddiası-
nı çürütmek gayesiyle başta Kur’ân âyetleri olmak üzere muhtelif deliller ileri sürmektedir. İşte
bu makalede Sînôbî’nin adı geçen eserinde İbnü’l-Arabî’ye yönelttiği eleştiriler ele alınacaktır.
Ancak eleştirilere geçmeden önce Sînôbî’nin hayatı ve yaşadığı dönemin siyâsî ve ilmî ortamı
hakkında kısaca bilgi verilecektir.
1. Sînôbî’nin Hayatı
eş-Şeyh Nebî Abdülbârî b. Turhân es-Sînôbî’nin doğum tarihi hakkında herhangi bir bil-
giye sahip değiliz. Fakat Sinop’a nispet edildiği için burada dünyaya geldiğini belirtebiliriz.
Osmanlı’nın yükselme devri müelliflerinden olan Sînôbî Hicrî 936, milâdî 1530 tarihinde Edir-
ne’de vefat etmiştir.5 Bazı kaynaklarda adı, Abdülbârî b. Turhân b. Turmûş es-Sînôbî olarak
zikredilmektedir.6 Sînôbî’nin hayatından söz eden eserlerde Edirne’de ikamet ettiği, vâiz olduğu
ve vaaza dair Hayâtu’l-kulûb adlı eserini vefat ettiği yıl olan 936 (m. 1530) senesinde orada
tamamladığı belirtilmektedir.7 Müellif söz konusu kitabında muteber kitaplardan terğîb ve terhîb
kapsamına giren rivayetleri bir araya toplamıştır. Eserinde, delil göstermek amacıyla âyetler ve
hadis-i şerifler nakletmiş, meşâyih-i kiramın hikâyelerine yer vermiştir. İki cilt ve 97 bab olarak
telif ve tertip edilmiş olan eserde ayrıca Halvetiyye ve sûfiyyeye yönelik reddiyeler de yer al-
maktadır.8
2. Yaşadığı Dönemin Siyâsî ve İlmî Durumu
2. 1. Siyasî Durum
Hayâtu’l-kulûb sahibinin doğum tarihi ve nerede doğduğu bilinmemekle birlikte Osman-
lı’nın yükselme devri padişahlarından Sultan II. Mehmed’in (Fatih) saltanatı döneminde (1451-
1481) doğmuş olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre müellifin, Sultan II. Bayezid, Yavuz Sultan
2 İbnü’l-Arabî, Muhyiddîn, (yy), Fusûsu’l-Hikem, thk., Ebu’l-‘Alâ el-‘Afîfî, Dâru’l-Kütübi’l-‘Arabiyye, Beyrût-
Lübnân, s. 47. 3 İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem, s. 201. 4 Nebî Abdülbârî b. Turhân b. Turmûş es-Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, Manisa İl Halk Kütüphanesi, Arşiv no: 45 Hk
6245, c. I, vr., 233b-244b; II. Cilt Arşiv No: 45 Hk 6644. 5 Kâtib Çelebi, Hacı Halîfe, (1941), Keşfu’z-Zünûn ‘an Esâmi’l-Kütübi’l-Fünûn, Maarif Matbaası, c. I, s. 698. 6 Bağdâdî, İsmail Paşa, (1951), Hediyyetü’l-‘Arifîn Esmâu’l-Müellifîn ve Âsâru’l-Musannifîn, Milli Eğitim
Basımevi, İstanbul, c. I, s. 494; Kehhâle, Ömer Rızâ, (1414/1993), Mu’cemu’l-Müellifîn Terâcimu Musannifi’l-
Kütübi’l-‘Arabiyye, Müessesetü’r-Risâle, 1. Bsk., Beyrût, c. II, s. 40. 7 Kâtib Çelebi, Keşfu’z-Zünûn, c. I, s. 698; Bağdâdî, Hediyyetü’l-‘Arifîn, c. I, s. 494; Kehhâle, Mu’cemu’l-Müellifîn,
c. II, s. 40; Mehmet Tahir, Bursalı, (1333), Osmanlı Müellifleri, İstanbul, c. I, s. 222. 8 Kâtib Çelebi, Keşfu’z-Zünûn, c. I, s. 698.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
225
Selim ve Kanunî Sultan Süleyman devirlerinde yaşadığını ifade edebiliriz. Sînôbî milâdî 1530
yılında vefat ettiğine göre Kanûnî’nin saltanatının ilk 10 yılına da şahitlik etmiş olmaktadır.
Dolayısıyla Sînôbî’nin yaşadığı Osmanlı’nın en parlak devrinin siyasî durumunu şu şekilde
hülasa edebiliriz:
Sînôbî’nin yaşadığı Osmanlı’nın yükselme devrinde İstanbul fethedilmiş, Sırbistan ve
Mora Osmanlı topraklarına katılmış, Mısır feth edilmiştir. Memlûk sultanlığı ortadan kaldırıl-
mış, bu durum Osmanlı devletine Asya kıtasında Suriye, Filistin ve el-Cezire ile Hicaz’ı ve Af-
rika’da ise Mısır gibi mühim ve mamur toprakları kazandırmıştır. Yavuz Sultan Selim, Abbasî
halifesinden hilafeti de alarak İslâm âlemi üzerindeki nüfuzunu artırmıştır. Kanunî Sultan Sü-
leyman devrinde Rodos adası alınmış, Mohaç meydan muhaberesiyle Macar ordusu mağlup
olmuş, Barbaros Hayreddin Paşa gibi denizcilerle Akdenize hâkimiyet sağlanmıştır. Osmanlı
gerek doğuda gerekse batıda fethettiği topraklarda hem siyasî hem de askerî olarak nüfuzunu
artırmıştır.9
2. 2. İlmî Durum
Osmanlının siyasî ve askerî yönden üstünlüğü ilmî yönden de üstünlüğünü beraberinde
getirmiştir. Nitekim Abdülbârî es-Sînôbî’nin yaşadığı ve Hayâtu’l-kulûb adlı eserini yazdığı
Edirne, ilmî yönden önemli bir merkezdi. Gerçekten de Osmanlılarda İznik, Bursa ve Edirne
medreseleriyle ön plandaydı. Osmanlıların ilk bir buçuk asır içinde yaptırmış oldukları medrese-
lerin derece ve sınıf itibariyle en mühimleri İznik, Bursa ve Edirne’de idi. Kuruluşun başlangıç
safhasında İznik medresesi bu beyliğin birinci sınıf medresesi idi. Sonra Bursa’da yapılan müte-
addit medreseler dolayısıyla İznik ikinci dereceye inerek Bursa’daki Sultan Medresesi birinci
sırayı almıştır. Edirne devlet merkezi olduktan sonra II. Murad döneminde h. 841’de (m. 1437)
başlanarak bazı arızalar sebebiyle h. 851 (m. 1447) senesinde tamamlanan üç şerefeli camii
yanındaki büyük medrese ile Dârü’l-hadîs o tarihte Osmanlı memleketlerindeki medreselerin
üstünde yer almış ve tedrîs ve tahsisatı itibariyle Bursa’daki Sultan Medresesi ikinci dereceye
düşmüştür. Edirne’deki üç şerefeli medrese müderrisliği İstanbul’da Sahn-ı seman medreseleri
inşa edildikten sonra bile bir müddet önemini muhafaza etmiştir.10 Hatta XVI. asır sonlarına
doğru III. Murad zamanında Edirne’de yirmi iki medresenin varlığından bahsedilmektedir.11
XV. yüzyılın ikinci yarısı Osmanlılardaki kültür hayatının en yüksek devri idi. Tahsilleri
yüksek olan II. Mehmed ile oğlu II. Bayezid, devlet erkânından Mahmûd, Karamanî Mehmed,
Fenarîzâde Ahmed, Çandarlızâde İbrahim ve Veliyyüddin oğlu Ahmed, Tazarruât sahibi Sinan
ve Cezerî Kâsım Paşa’lar gibi kıymetli âlim vezirler gerek Türkiye’deki ve gerekse hâriçten
gelmiş olan muhtelif âlim ve şairleri himaye eylemişlerdir. Bunlardan başka iyi yetiştirilmiş
olan Osmanlı şehzâdeleri bulundukları sancaklarda etraflarında âlim ve edipleri toplamışlardır.
Edebî hayat İstanbul, Edirne ve Bursa’dan başka şehzâde sancaklarında, Bağdat, Diyarbakır,
Konya ve Rumeli’de bir ilim merkezi haline gelmiş olan Üsküp ile Yenice-i Vardar’da inkişaf
etmekte olup buna da sebep buralarda şair ve edipleri himaye eden şahsiyetlerin bulunması idi.12
9 Osmanlı’nın yükselme devrindeki siyasî ve askerî durum hakkında geniş bilgi için bk., Uzunçarşılı, İsmail Hakkı,
(2006), Osmanlı Tarihi, (İstanbul’un Fethinden Kanunî’nin Ölümüne Kadar), Türk Tarih Kurumu Yay., 9. Bsk.,
Ankara, c. II, s. 4-420. 10 Uzunçarşılı, (2014), Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu Yay., 49. Bsk., Ankara, s. 3-5. 11 Uzunçarşılı, (2014), Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s. 22; a.mlf., Osmanlı Tarihi, (1982), (Anadolu
Selçukluları ve Anadolu Beylikleri Hakkında Bir Mukaddime İle Osmanlı Devleti’nin Kuruluşundan İstanbul’un
Fethine Kadar), Türk Tarih Kurumu Yay., 4. Bsk., Ankara, c. I, s. 522-523. 12 Uzunçarşılı, (1982), Osmanlı Tarihi, c. II, s. 591-592.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
226
Böyle bir ilmî ve kültürel zenginliğin olduğu ortamda doğal olarak pek çok ilim adamı ve eser-
ler meydana gelmiştir.13 İşte Sînôbî de o dönemin bu ilim adamları arasında yer almıştır.
3. Sînôbî’nin, Fusûsu’l-Hikem Sahibinin “Firavun İman Üzere Ölmüştür” İddiasına
Reddiyesi
Abdülbârî es-Sînôbî Hayâtu’l-kulûb adlı eserinde Firavun’un iman üzere öldüğünü iddia
edenleri zemmetmektedir. Ona göre bu görüşü ilk savunan Fusûsu’l-hikem sahibi İbnü’l-
Arabî’dir. Sînôbî’nin belirttiğine göre İbnü’l-Arabî Fusûsu’l-hikem’de kendisinden önceki zın-
dık ve sapıkları savunmuş, te’vili doğru olmayan bir rüya ile hareket etmiş ve Firavun’un bu
dünyadan tertemiz ve arınmış olarak ayrıldığını ileri sürmüştür. Kendisinden sonra da sûfîlerden
Halvetiyye onun görüşünü benimseyerek tıpkı onun gibi, “Firavun bu dünyadan tertemiz ve
arınmış olarak gitmiştir” demişlerdir.
Hayâtu’l-kulûb sahibi, İbnü’l-Arabî ve Halvetiyye’nin bu iddialarını reddetmekte ve “Ey
iman edenler! Biliniz ki tüm bunlar, Firavun’un küfür üzere öldüğünü kesin olarak belirten ve
Kur’ân’daki yirmi iki sûrede zikredilen açık naslar ile ümmetin her asır ve zamandaki icmâsını
inkâr etmek anlamına gelmektedir”14 diyerek inananları uyarmaktadır.
Sînôbî, Firavun’un iman ile dünyadan ayrıldığını iddia eden İbnü’l-Arabî’nin, “Biz,
İsrâîloğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere
onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, (Firavun): “Gerçekten, İsrâîloğul-
larının inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlarda-
nım!” dedi”15 âyetini delil getirdiğini söylemekte fakat kendisi buna itiraz ederek, “şayet o,
âyette yer alan kelimelerin terkiplerinin inceliklerini en alt seviyede anlayabilmiş olsaydı ve
İslâm dininin kaidelerini tasdik etmiş olsaydı bu âyetin kendisinin lehine değil aleyhine bir delil
teşkil ettiğini kesinlikle anlardı”16 demek suretiyle kendisini cahillikle itham etmektedir.
Hayâtu’l-kulûb sahibi bu şekilde itiraz ettikten sonra görüşünü desteklemek için el-Keşşâf
sahibinin âyete ilişkin şu değerlendirmesine yer vermektedir: Orada yüzüstü ve yardımsız bıra-
kılan (mahzûl) Firavun, kabul edilmesini çok arzuladığı için tek manayı üç kere ve üç ayrı iba-
reyle (yani, iman ettim; İsrâîloğullarının inandığı Tanrı’dan başka tanrı ilah yoktur; ben de Müs-
lümanlardanım) tekrar etmiş fakat bu iman kendisinden kabul edilmemiştir. Zira vakit kabul
vakti değildi.17
Sînôbî, Zemahşerî’nin (ö. 538/1144) izahını aktardıktan sonra görüşünü desteklemek üze-
re âlimlerin görüşlerine yer vermektedir. Onun belirttiğine göre âlimler şöyle demektedir: Me-
lekleri ve azabı açıkça görme anındaki iman ve tövbe makbul değildir. Nitekim Mü’min sûre-
sindeki “Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir”18
âyeti buna delâlet etmektedir. Ayrıca rivayet edildiğine göre Firavun iman sözünü, o sözü vesile
kılarak inmekte olan belayı def etmek amacıyla söylemiştir. Yoksa amacı o ifadeyle Allah
Teâlâ’nın vahdâniyyetini ikrar etmek ve O’nun rubûbiyyetini itiraf etmek değildir. Ancak ne var
13 Osmanlının yükselme devrinde yetişmiş bazı bilim insanları ve eserleri için bk., Uzunçarşılı, (1982), Osmanlı
Tarihi, c. II, s. 629-635. 14 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 233b. 15 Yûnus 10/90. 16 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 234a. 17 Ebu’l-Kâsım Cârullâh Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî, (1418/1998), el-Keşşâf ‘an Hakâiki Ğavâmidı’t-Tenzîl ve
‘Uyûni’l-Ekâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl, thk., Âdil Ahmed Abdulmevcûd, Ali Muhammed Mu’avvaz, Mektebetu’l-
Abîkân, 1. bs., Riyâd, c. III, s. 169; Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 234a. 18 Mü’min 40/85.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
227
ki o vakitte bu sözü söylemesi kendisine asla fayda vermemiştir. Yine rivayet edildiğine göre
Firavun yoktan yaratıcı Allah’ın varlığını inkâr eden Dehriyye’ye mensup idi. İşte bu yüzden
Firavun “Gerçekten, İsrâîloğullarının inandığından başka tanrı olmadığına ben de iman ettim.
Ben de Müslümanlardanım!” dedi”19 fakat ona bu iman fayda vermedi. Zira onun imanında şek
ve şüphe söz konusu idi. İşte bu sebeple Firavun ölümün gelmesi ve meleklerin açıkça görülme-
si hasebiyle iman ve tövbe imkânının ortadan kalktığı esnada imana ve tövbeye yönelince ken-
disine “Şimdi mi (iman ettin)! Hâlbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun”20
denilmiştir.21
Hayâtu’l-kulûb sahibine göre Firavun’un İsrâîloğullarının inandığı ilaha iman ettiğini ifa-
de etmesinin hemen peşinden “şimdi mi?” şeklindeki hitap Firavun’un imanının kabul edilme-
diğine delalet etmektedir. Firavun’a yönelik “şimdi mi?” şeklindeki ifade Cebrâîl’e aittir. Fakat
bu sözü söyleyenin Allah Teâlâ olduğu da ifade edilmiştir.
Firavun boğulma anında yaptığı işlerin çok çirkin olduğunu ve yeryüzünde fesat çıkardı-
ğını anlamıştır. Dolayısıyla âyetteki “bozgunculardan, fesat çıkaranlardan olmuştun” ifadesi
onun yeryüzünde fesat çıkaranlardan olduğuna ve imanının kabul edilmediğine işaret etmekte-
dir. Şayet o küfür üzere ölmemiş olsaydı Cenâb-ı Hak onu bu şekilde zemmetmezdi. Zira Allah
Teâlâ iman ettikten sonra geçmişte kalan küfür ve isyanı mağfiret etmekte ve zemmetmemekte-
dir. Sînôbî bu görüşüne Allah Teâlâ’nın “Senden sonra geleceklere ibret olması için, bugün
senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız”22 kavlinin delalet ettiğini ifade etmektedir. Rivayet
edildiğine göre Hz. Mûsâ (as) kavmi İsrâîloğullarına Firavun’un helâk olduğunu haber verince
onlar Firavun öldüyse nerededir? diye sormuş bunun üzerine Allah denize emretmiş de onu ölü
olarak kızıl deniz sahiline atmıştır. Bunun üzerine İsrâîloğulları onu görmüşler ve öldüğünü
doğrulamışlardır.23
Sînôbî’nin zikrettiğine göre Fusûsü’l-hikem sahibi İbnü’l-Arabî, anlayışı bozuk ve İslâm
akaidini inkâr ettiği (ilhâd) için Firavun’un denizde boğulanlardan olmuş olmasının, imanının
kabul edilmediğine delil olamayacağını iddia etmiştir. Yine İbnü’l-Arabî şunu da iddia etmiştir:
Ümitsizlik (ye’s) halinde -ki o hal azabı açıkça görme halidir- iman etmek makbuldür. Fakat o
iman ancak ahiret azabının defi konusunda fayda verir, dünya azabının defi konusunda fayda
vermez. Hz. Yûnus’un (as) kavmi bundan istisnadır.
Hayâtu’l-kulûb sahibi, İbnü’l-Arabî’nin bu iddiasını da reddederek şu değerlendirmeyi
yapmaktadır: Şayet İbnü’l-Arabî bu konuda müfessirlerin icmâsını ve dinin kaidelerini bilmiş
olsaydı onun kendisi lehine değil aleyhine bir hüccet olduğunu kesinlikler anlardı ki o delil de
Yûnus sûresindeki “Yunus’un kavmi müstesna, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir
ülke halkı, keşke (kendilerine azap gelmeden) iman etse de bu imanları kendilerine fayda ver-
seydi! Yunus’un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldır-
dık ve onları bir süre (dünya nimetlerinden) faydalandırdık”24 âyetidir. Bu âyetteki levlâ (keşke)
edatı aslında tahsis içindir fakat burada nefiy için kullanılmıştır. Yani “kentlerden hiçbiri azabı
açıkça gördüklerinde iman etmemiştir”. Fakat Yûnus (as) kavmi iman etmişler ve o vakitte iman
etmeleri kendilerine fayda vermiştir.
19 Yûnus 10/90. 20 Yûnus 10/91. 21 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 234a.-234b. 22 Yûnus 10/92. 23 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 234b. 24 Yûnus 10/98.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
228
Buradaki “onlar iman edince” ifadesi, ihtiyar ve teklifin baki olduğu vakitte iman ettikle-
rinde, demektir. Yûnus (as) kavmine imanı fayda vermiştir. Zira onların imanı ye’s halinde değil
ihtiyarın söz konusu olduğu vakitte gerçekleşmiştir. Bu sebeple ecellerini tamamlayana kadar
dünya nimetlerinden istifade etmişlerdir. Durum böyle olmasına rağmen Fusûsü’l-hikem sahibi,
Kur’ân’ın tefsiri konusundaki cehaleti ve el-melik, ed-deyyân olan Allah’ın âyetlerini inkâr et-
miş olması sebebiyle şunu iddia etmiştir: Yûnus (as) kavmi azabı açıkça gördüklerinde iman
etmişlerdir. İşte bu sebeple Allah Teâlâ onların imanını kabul etmiş, kendilerinden ahiret azabı-
nı kaldırmış ve ayrıca dünya azabını kaldırmayı sadece kendilerine has kılmıştır. Dolayısıyla
benzer şekilde azabı açıkça gördüğünde -ki bu boğulma anıdır- Firavun’un iman etmiş olması
da makbuldür. Ancak bu kabul olma dünyadaki o boğulma azabını def etmeyecek, sadece ahiret
azabını def etme noktasında fayda sağlayacaktır. Çünkü dünyada azabın kaldırılması sadece
Yûnus (as) kavmine mahsustur. O (İbnü’l-Arabî), Mü’min sûresindeki “Fakat azabımızı gör-
dükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir”25 âyetini, yani dilleriyle tasdik
etmiş olmalarını, hem dünyada hem de ahirette fayda vermeyeceğine değil, sadece ve sadece
dünyadayken fayda vermeyeceğine hamletmiştir.26
Hayâtu’l-kulûb sahibine göre ise katî naslar bunun tam tersine delâlet etmektedir. Yani
onların azabı gördüklerinde iman etmiş olmaları hem dünyada hem de ahirette kendilerine fayda
vermeyecektir. Ümmetin icmâsı da bu itikat üzeredir ki bu da Ehl-i sünnetin mezhebidir. Ayrıca
söz konusu âyetin siyakı da buna işaret etmektedir ki bu da Allah Teâlâ’nın “Bu, Allah’ın kulla-
rı hakkında, öteden beri yürürlükte olan yasasıdır. İşte inkârcılar o zaman hüsranda kaldılar”27
kavlidir. Yani azabı gördükleri zaman hüsrana uğramışlardır. Bunun anlamı şudur: Ye’s halinde
yani azabın açıkça görüldüğü anda iman etmenin kabul edilmemesi Allah’ın yasasıdır. Bunun
için Allah ye’s halinde iman kelimesini söyleyenleri hüsrana uğrayanlardan addetmiş ve onları
kâfirler olarak isimlendirmiştir. Dolayısıyla o (İbnü’l-Arabî) nasıl oluyor da onların mü’minler
olduklarını vehmediyor. Sonra Kur’ân’ın tefsirine vakıf olanlara şu husus gizli değildir: Cenâb-ı
Hakk’ın, “Yunus’un kavmi müstesna, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) herhangi bir ülke halkı,
keşke (kendilerine azap gelmeden) iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi!”28 âye-
tinin anlamı, müfessirlerin üzerinde icma ettiği üzere şu şekildedir:29
Hz. Yûnus (as) kavmi hariç azabı açıkça görmeden önce ve teklif yani ihtiyar ortadan
kalkmadan evvel iman edip de imanı kendisine fayda vermiş başka hiç bir kavim yoktur. Hz.
Yûnus (as) kavmi Firavun gibi azabın indiği esnada değil de azabın inme alametleri görüldüğü
vakit iman edince kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabı kaldırılmıştır. Ne var ki
Firavun’un imanı kabul edilmemiştir. Çünkü onun imanı ümitsizlik halinde ve azabı açıkça
gördüğü esnada gerçekleşmiştir. İşte bu nedenle Allah dünya azabını da kendisinden kaldırma-
mıştır. Zira kâfirler inanmamakta inat etmeyi sürdürdükleri müddetçe sünnet-i ilâhiyyenin hük-
mü bu hususta azabın inmesini gerektirmektedir. Aynı şekilde ihtiyar vaktinin ortadan kalkma-
sından önce tövbe etmek, imanı izhar etmek ve boyun eğmek de ilahî yasa gereği azabın kaldı-
rılmasını gerektirir. Dolayısıyla müfessirlerin icmâsıyla şu açıkça ortaya çıkmıştır ki Hz. Yûnus
(as) kavminin imanının kabul edilmesi ile Firavun’un boğulma esnasında imanının kabul edil-
mesini mukayese etmek batıldır. Aynı şekilde bu âyeti, ümitsizlik halinde ve azabın açıkça gö-
rülmesi esnasında iman etmenin makbul olduğuna delil göstermek de kesinlikle geçersizdir.
25 Mü’min 40/85. 26 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 235a-235b. 27 Mü’min 40/85. 28 Yûnus 10/98.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
229
Yine “Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, (Firavun): “Gerçekten, İsrâîloğulları-
nın inandığı Tanrı’dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım!”
dedi”30 âyetinin bağlamı da Firavun’un imanının makbul olmadığını beyan etmektedir. Çünkü
Firavun’dan bu sözün sadır olması ancak ümitsizlik ve azapla karşı karşıya kalma halinde ger-
çekleşmiştir ki o da boğulma halidir. Şu bir gerçek ki ümitsizlik halinde iman Müslümanların
ittifakıyla makbul değildir. Nitekim Allah Teâlâ Mü’min sûresinde “Fakat azabımızı gördükleri
zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir”31 buyurmaktadır. Yani azabımızı gördük-
leri vakit dilleriyle tasdik etmeleri kendilerine bir fayda vermemiştir.32
Sînôbî bu izahların akabinde ümitsizlik halindeki tövbe meselesine ilişkin şöyle demekte-
dir: Ümitsizlik halindeki tövbeye gelince, bu konuda âlimler arasında ihtilaf söz konusudur. En
doğru olan o durumda imanın kabul edildiği şeklindedir. Zira mü’minde, kâfirdekinin aksine
imanla ilgili daha önce var olan bilgi ye’s halinde açılır. Kâfirin ise Rabbine yönelik bilgisi yok-
tur ki ye’s halinde açılsın. Dolayısıyla Cenâb-ı Hakk’ın Zümer sûresindeki “Size azap gelip
çatmadan önce Rabbinize dönün, O’na teslim olun, sonra size yardım edilmez. Siz farkında
olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline
(Kur’ân’a) tâbi olun”33 âyetleri onun imanını reddetmektedir. Yani azap inmeden evvel Rabbi-
nize tövbe etmezseniz size yönelik azap engellenmez. İmâm er-Râzî (ö. 606/1209) de tefsirinde
onun imanının makbul olmadığına ilişkin farklı yorumlar zikretmiş ve bu bağlamda şu izahları
yapmıştır: Firavun’un imanı kabul edilmemiştir. Çünkü o bu iman sözünü, bu söz vesilesiyle
gelen belayı ve vuku bulmak üzere olan sıkıntıyı başından def etmek için telaffuz etmiştir.34
Nitekim A’râf sûresinde belirtildiği üzere onlar “Ey Mûsâ! Sana verdiği söz hürmetine, bizim
için Rabbine dua et; eğer bizden azabı kaldırırsan, mutlaka sana inanacağız ve muhakkak
İsrâiloğullarını seninle göndereceğiz”35 diyorlardı.
Firavun’un azabın indiği sırada bu sözü söylemesinden maksadı, kesinlikle Allah
Teâlâ’nın vahdâniyyetini itiraf etmek değildir.36 Zira o dehrî idi. Yani Yaratıcının varlığını inkâr
ediyordu. Şöyle de denilmiştir: Onun imanı sırf taklide dayalı idi. Baksana o, “Gerçekten,
İsrâîloğullarının iman ettiğinden başka tanrı yokmuş”37 demiştir. O, sanki bu ifadesiyle Allah’ı
tanımadığını itiraf etmiş ancak İsrâîloğullarından âlemin bir ilahı bulunduğunu duyduğunu ifade
etmiştir. Böylece o, İsrâîloğullarından, varlığına inandıklarını duyduğu o ilâhı ikrar etmek du-
rumunda kalmıştır.38 Dolayısıyla bu şekildeki körü körüne taklit iman hususunda fayda verme-
yecektir. Şu da söylenmiştir: İman, ancak hem Allah Teâlâ’nın vahdaniyetini hem de Hz.
Mûsâ’nın (as) nübüvvetini kabul etmekle tamamlanır. İşte Firavun orada Allah’ın birliğini ikrar
etmiş fakat Hz. Mûsâ’nın (as) nübüvvetini kabul etmemiştir. İşte bu yüzden imanı kabul edil-
memiştir.39
29 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 235b. 30 Yûnus 10/90. 31 Mü’min 40/85. 32 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 236a-236b. 33 Zümer 39/54-55. 34 Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer Fahru’d-Dîn er-Râzî, (1401/1981), Tefsîru’l-Fahri’r-Râzî: et-Tefsîru’l-Kebîr,
Mefâtîhu’l-Ğayb, Dâru’l-Fikr, 1. bs., Lübnân-Beyrût, c. XVII, s. 161; Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 236b. 35 A’râf 7/134-136. 36 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, c. XVII, s. 161; Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 237a. 37 Yûnus 10/90. 38 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, c. XVII, s. 161; Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 237a. 39 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, c. XVII, s. 162; Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 237a.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
230
Ayrıca şöyle de rivayet edilmiştir: Yahûdilerin çoğunun kalpleri teşbih ve tecsim inancına
meyletmiş idi. İşte onlar bu nedenle, Allah Teâlâ’nın, o buzağının vücuduna hulul ettiği zannıy-
la buzağıya taptılar. Dolayısıyla Firavun, “Gerçekten, İsrâîloğullarının inandığı Tanrı’dan baş-
ka tanrı olmadığına ben de iman ettim”40 deyip de tıpkı sihirbazların, “Âlemlerin Rabbine,
Mûsâ’nın ve Hârûn’un Rabbine iman ettik”41 dedikleri gibi dememiş böylece sanki o, cismiyyet,
hulûl ve nüzul etmekle tavsif edilen bir ilaha iman ettim, demiştir. İşte bundan dolayı onun ima-
nı kabul edilmemiştir.42 Hülasa, Müslümanlar arasında Firavun’un boğulma esnasındaki imanı-
nın -ki o ye’s ve azabın şiddetli bir şekilde indiği haldir- ve ümitsizlik halindeki imanın makbul
olmadığı hususunda hiçbir ihtilaf söz konusu değildir. Onlardan bazısı şu görüşü ileri sürmüş-
lerdir: Ümitsizlik hali, âhiret azabı halini görme ve ölüm meleğini müşahede etme halidir, bo-
ğulma gibi dünya azabının şiddetli bir şekilde inmesi hali değildir. O zaman onun boğulma ha-
lindeki imanı ümitsizlik imanı değildir fakat makbul değildir.43
Hayâtu’l-kulûb sahibi iddiasını Râzî’nin izahlarıyla kuvvetlendirdikten sonra Kur’ân-ı
Azîm’deki yirmi iki sûrede Firavun’un müfsitlerden (müfsidûn), dalâlete düşenlerden (dâllûn),
günahkârlardan (hâtıûn), yeryüzünde haksız yere kibirlenenlerden (mütekebbirûn), aşırı giden-
lerden (müsrifûn) vb. onun âhirette kâfirlerden ve ateşte ebedî olarak kalacak olanlardan oldu-
ğuna delalet eden pek çok âyetin yer aldığını ifade ederek İbnü’l-Arabî’ye reddiyesine devam
etmektedir.
4. Sînôbî’nin, Firavun’un İman Üzere Ölmediğine Dair İleri Sürdüğü Âyetlerden
Bazıları ve Bu Âyetlere İlişkin İzahları
1. Yüce Allah Âl-i İmrân sûresinde “Gidişatları/tutumları, Firavun hanedanının ve on-
lardan öncekilerin gidişatı gibidir. Onlar bizim âyetlerimizi yalanladılar. Bunun üzerine Allah
da kendilerini işledikleri günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah’ın cezası çok şiddetlidir”44
buyurmaktadır. Yani inkâr etme, Kur’ân’ı ve elçileri tekzip etme konusunda bu kâfirlerin gidi-
şatı, tıpkı Hz. Mûsâ’yı (s) tekzip etme konusunda Firavun’un gidişatı gibidir. Bu âyetin anlamı
hakkında İbn Abbâs (r) şöyle demektedir: Firavun hanedanı Hz. Mûsâ’nın (s) Cenâb-ı Hak tara-
fından gönderilmiş bir elçi olduğuna kesinlikle inanıyordu fakat yine de onu yalanladılar. İşte
tıpkı bunun gibi bunlar da Hz. Muhammed (s) kendilerine doğruyu ve hakikati getirince onu
yalanladılar. İşte bu nedenle Allah Teâlâ Firavun hanedanına bela indirdiği gibi onlara da (Be-
dir’de) bela indirmiştir.45
Allah Teâlâ’nın Firavun hanedanını günahları yüzünden yakalamasından maksat, inkâr-
ları sebebiyle kendilerini suda boğmak suretiyle cezalandırmasıdır ve Firavun’un boğulanlardan
olduğu ise gizli değildir. Dolayısıyla Firavun hanedanından murat, Firavun ve ona tabi olan
halkıdır. Nitekim bu durum Bakara sûresinde “Denizi yarıp sizi kurtarmış ve gözlerinizin önün-
de Firavun ailesini boğmuştuk”46 şeklinde dile getirilmektedir. Şayet Firavun’un sonu iman
üzere olmuş olsaydı kesinlikle Allah onu günahı sebebiyle yakalamazdı. Ve yine eğer iman
üzere ölmüş olsaydı onu önceki küfrü nedeniyle yakalayıp cezalandırmazdı ki A’râf sûresindeki
40 Yûnus 10/90. 41 A’râf 7/120-122. 42 Râzî, Mefâtîhu’l-Ğayb, c. XVII, s. 162; Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 237a. 43 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 237a. 44 Âl-i imrân 3/11. 45 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 238a; Ayrıca bk., Alâuddîn Ali b. Muhammed b. İbrâhîm el-Bağdâdî el-Hâzin,
(1399/1979), Lübâbu’t-Te’vîl fî Me’âni’t-Tenzîl, Dâru’l-Fikr, Beyrût-Lübnân, c. III, s. 42; Abdurrahmân b. Ali b.
Muhammed el-Cevzî, (1404), Zâdu’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, el-Mektebetu’l-İslâmî, 3. bs., Beyrût, c. III, s. 370. 46 Bakara 2/50.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
231
“Biz, ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırınca hemen sözlerinden dönüverdi-
ler. Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden inti-
kam aldık ve onları denizde boğduk”47 âyetleri onun ve halkının cezalandırıldığına işaret etmek-
tedir. Buradaki âyetlerden maksat dokuz alamettir ki bunlar, yed-i beyzâ, asa, kuraklık, ürünle-
rin eksiltilmesi, tufan, çekirge istilası, haşerât, kurbağa ve kandır. Âyetlerden gafil olmaları ise o
âyetlerden ders almayıp yüz çevirmeleridir. Bunun, kendilerine isabet edecek olan intikam ve
cezadan habersiz olmaları manasında olduğu da söylenmiştir.48 Binâenaleyh şayet Firavun’un
sonu iman üzere olmuş olsaydı Allah onu kâfirler topluluğu ile birlikte suda boğmaz ve helâk
edilmesinin ardından kendisini hakkı tekzip edenler kapsamında zikretmezdi.49
2. Enfâl sûresindeki “(Evet bunların durumu), Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin
durumuna benzer. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı; biz de onları günahlarından
ötürü helâk etmiştik ve Firavun ailesini (denizde) boğmuştuk. Hepsi de zalimler idiler”50 âyeti
de Firavun’un iman üzere ölmediğine işaret eden delillerdendir. Buradaki “(Evet bunların du-
rumu), Firavun ailesinin durumuna benzer” ibaresi şu demektir: Yani bu kâfirlerin inkârdaki
gidişatı, tıpkı Firavun’un inkârdaki ve tekzipteki gidişatı gibidir. İşte o nedenle Firavun haneda-
nı suda boğulmak suretiyle cezalandırıldığı gibi bunlar da Bedir günü öldürülmek ve esir edil-
mekle cezalandırılmışlardır. Firavun rubûbiyyet iddiasında bulunduğu, halkı da ibadet konusun-
da kendisine itaat ettiği için, “Firavun ailesini (denizde) boğmuştuk” ifadesinde dile getirildiği
üzere suda boğulmuşlardır. Söz konusu âyetteki “Hepsi de zalimler idiler” ibaresine göre, hem
Kıptîlerden boğulanlar hem de Kureyş’ten öldürülenlerin tamamı inkârları ve isyanları sebebiy-
le kendilerine zulmetmiş idiler. Dolayısıyla şayet Firavun’un sonu iman üzere idiyse Allah ke-
sinlikle, helâk edilmesinin ardından kendisini, hakkı tekzip edenler ve zalimler kapsamında
zikretmezdi. Ve yine onu günahları nedeniyle kendisi dışındaki kâfirler gibi helâk edilenlerden
saymazdı. Zira Allah Teâlâ geçmişte kalanları affeder. Ayrıca İslâm da kendisinden önceki gü-
nahları silip yok eder.51
3. Firavun’un imanının kendisine fayda vermediğine ilişkin bir diğer âyet de Yûnus
sûresindeki “Mûsâ: “Rabbimiz! Doğrusu sen Firavun’a ve erkânına ziynetler ve dünya hayatın-
da mallar verdin. Rabbimiz! Senin yolundan şaşırtmaları için mi? Rabbimiz! Mallarını yok et ve
kalplerini sık; çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe inanmazlar” dedi”52 âyetidir. Firavun’a
ve erkânına verilen “zinet”, dünya hayatının süsü ve geçici metaı kapsamına giren giyecekler,
hayvanlar, evlatlar, ev mobilyaları, mal-mülk vb. şeylerdir. Rivayet edildiğine göre Firavun ve
ileri gelenlerine ait Fustat’tan Habeş topraklarına kadar olan bölgelerde altın, gümüş, yakut ve
zebercet madenleri vardı. Bu zenginlikler nedeniyle yeryüzünde azgınlık yapıp yoldan çıktılar.
Bu âyet kapsamında İbn Abbâs (r) şöyle demiştir: Hz. Mûsâ (s) Firavun’a gitmeden evvel,
“Rabbimiz! Mallarını yok et ve kalplerini sık; çünkü onlar can yakıcı azabı görmedikçe inan-
mazlar”53 diye dua edince Cenâb-ı Hak onun duasını kabul etmiş ve Firavun ile iman arasını
suda boğulmasına kadar ayırmıştır. Ne var ki boğulma esnasındaki iman kendisine fayda ver-
memiştir.54
47 A’râf 7/135-136. 48 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 238b. 49 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 239a. 50 Enfâl 8/54. 51 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 239a. 52 Yûnus 10/88. 53 Yûnus 10/88. 54 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 239a-239b; Ayrıca bk., Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, (1420/2000),
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
232
Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: Hz. Mûsâ (s) bu duayı, Allah’ın onlar hakkında iman
etmeyeceklerine dair takdir etmiş olduğu hükmünü bildikten sonra yapmış, Hz. Mûsâ’nın (s)
duası Allah Teâlâ’nın onlar hakkındaki takdiri ve hükmüyle muvafık olmuştur. Nitekim Cenâb-ı
Hak da “İkinizin duası kabul olundu. Dürüst hareket edin; bilmeyenlerin yoluna asla uyma-
yın”55 ilahî hitabında işaret edildiği üzere duayı onlara nispet etmiştir.56 Yine rivayet edildiğine
göre Hz. Mûsâ (s) ile duasına icabet arasında kırk yıl kadar bir süre vardır. İcma ile teyit edilen
kati nasla malumdur ki azabın açıkça görüldüğü esnadaki iman makbul değildir.57
4. Sînôbî’ye göre Firavun’un iman üzere ölmediğine işaret eden Kur’ânî delillerden biri
de Hûd sûresindeki “Andolsun ki Mûsâ’yı Firavun ve erkânına mucizelerimizle ve apaçık bir
delille gönderdik. Fakat onlar Firavun’un emrine uydular. Oysa Firavun’un emri doğru değildi.
Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir. Vara-
cakları yer ne kötü yerdir! Onlar burada da, kıyamet gününde de lânete uğratıldılar. (Onlara)
verilen bu armağan ne kötü armağandır!”58 âyetleridir. Bu âyetlerde belirtildiği gibi Hz. Mûsâ
(s) Firavun’a ve kavminin ileri gelenlerine mucizelerle gönderilmiş fakat onlar Firavun’a tabi
olmuşlardır. Ne var ki kıyamet gününde Firavun kavminin önünde kavmi de tıpkı dünyada ken-
disinin peşinden gittikleri gibi arkasından gidecekler ve onları ateşe götürecektir. Yani tıpkı
dünyadayken kavminin önüne geçip kendilerini denize soktuğu gibi kıyamet gününde de kav-
minin önüne geçip onları ateşe sürükleyecektir. Başka bir ifadeyle dünyadayken dalâlette ve
küfürde onlara öncülük ettiği gibi kıyamet günü de onların önünde ateşe girecektir. Onların bu
dünyada lanete uğratılmaları suda boğulmaları; kıyamet gününde lanete uğramaları ise ateş aza-
bıdır. Yani iki dünyada da lanetlenmişlerdir. Binâenaleyh şayet Firavun iman üzere ölmüş ol-
saydı ne inkârcı kavminin önünde onları ateşe götürür, ne kıyamet gününde ve ne de bu dünya-
da lanetlenmiş olanlardan olurdu.59
5. Hayâtu’l-Kulûb sahibine göre İsrâ sûresindeki “Andolsun ki, Mûsâ’ya dokuz tane
apaçık mucize verdik. İsrâîloğullarına sor, Mûsâ onlara geldiğinde, Firavun kendisine: “Ey
Mûsâ! Ben seni büyülenmiş sanıyorum” demişti. Mûsâ da: “Andolsun ki, bunları göklerin ve
yerin Rabbinin açık belgeler olarak indirdiğini biliyorsun. Ey Firavun! Doğrusu senin mahvo-
lacağını sanıyorum” demişti. Firavun bunun üzerine onları memleketten sürmek istedi. Biz de
onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk”60 âyetleri de Firavun’un iman üzere ölmediğine
delâlet etmektedir. Nitekim Hz. Mûsâ (s) dokuz mucize ile -ki bunlar asa, yed-i beyzâ, çekirge
istilası, haşerat, kurbağa, kan, tufan, kuraklık ve ürünlerin eksiltilmesidir- Firavun’a gitmiş fakat
o Hz. Mûsâ’yı (s) büyülenmiş olarak kabul ederek Mısır’dan sürmek istemiştir. Neticede Fira-
vun’la beraberindekileri Allah suda boğmuştur. Buna göre şayet Firavun son anda iman üzere
ölmüş olsaydı Cenâb-ı Hak önceki küfrü nedeniyle kendisini suda boğmakla cezalandırmazdı.
Câmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, thk., Ahmed Muhammed Şâkir, Müessesetu’r-Risâle, 1. bs., yy., c. XV, s. 181. 55 Yûnus 10/89. 56 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 239b; Ayrıca bk., Celâluddîn Abdurrahmân es-Suyûtî, (1424/2003), ed-Dürrü’l-
Mensûr fi’t-Tefsîr bi’l-Me’sûr, thk., Abdullâh b. Abdulmuhsin et-Türkî, Merkezu Hicr li’l-Buhûs ve’d-Dirâsâti’l-
Arabiyye ve’l-İslâmiyye, 1. bs., Kâhire, c. VII, s. 697; Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkânî, (ty), Fethu’l-
Kadîr el-Câmî’ beyne Fenneyi’r-Rivâye ve’d-Dirâye min ‘İlmi’t-Tefsîr, thk., Abdurrahmân ‘Umeyre, Dâru’l-Vefâ,
yy., c. II, s. 658. 57 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 240a. 58 Hûd 11/96-99. 59 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 240a. 60 İsrâ 17/101-103.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
233
Zira İslâm ya da Müslüman olmak önceki günahları yok sayar. Ayrıca o iman üzere ölmüş ol-
saydı Allah onu suda boğulmuş olan inkârcı kavmi içerisinde zikretmezdi.61
6. Sînôbî’ye göre Hac sûresindeki “Eğer onlar seni yalanlıyorlarsa, bil ki onlardan ön-
ce Nuh’un kavmi, Ad, Semûd (kavimleri de kendi peygamberlerini) yalanladılar. İbrâhîm’in
kavmi de, Lût’un kavmi de yalanladılar. Medyen halkı da yalanladılar. Mûsâ da yalanlanmıştı.
İşte ben o kâfirlere süre tanıdım, sonra onları yakaladım. Nasıl oldu benim onları reddim (ceza-
landırmam)!”62 âyetlerinden de Firavun’un iman üzere ölmediği açıkça anlaşılmaktadır. Zira bu
âyetlere göre Cenâb-ı Hak Hz. Peygamber’e (s), kendisinden evvelki elçilerin de yalanlandığını
fakat onların sabrettiklerini bildirmektedir. Allah önceki kavimlere mühlet vermiş fakat inan-
mayınca onları azapla yakalamış ve helak etmiştir. Dolayısıyla aşikâr olan şu ki Firavun da Al-
lah Teâlâ’nın kâfirler olarak isimlendirdiği o yalanlayıcılar ve azap ile yakaladıkları kimseler
arasındadır. Binâenaleyh kim Firavun’un iman ettiğini iddia ederse işte o kimse âlemlerin Rab-
bini yalanlayan kâfirlerden olmuş olur.63
7. Hayâtu’l-Kulûb sahibine göre Firavun’un iman üzere ölmediğinin bir başka delili de
Mü’minûn sûresindeki “Sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn’u, Firavun ve erkânına mucizelerimiz ve
apaçık delille gönderdik. Büyüklük tasladılar. Zaten mağrur bir topluluktular. Bu yüzden: “Mil-
letleri bize kul iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız?” deyip onları yalancı saydılar. Bu
yüzden yok edildiler”64 âyetlerdir. Bu âyetlere göre Cenâb-ı Allah Hz. Mûsâ (s) ve kardeşi
Hârûn’u dokuz mucize ile Firavun ve eşrafına göndermiş fakat onlar büyüklük taslayarak iman
etmek ve itaat etmekten imtina etmişler ve bu şekilde mağrur bir topluluk olmuşlardır. Neticede
o iki elçiyi yalanlamışlar ve denizde boğulmak suretiyle helâk edilenlerden olmuşlardır. Şimdi
şayet Firavun son anda iman üzere ölmüş olsaydı Allah Teâlâ helâk edilmesinin ardından onu
zemmetmez ve yine önceden Hz. Mûsâ’yı (s) tekzip etmesi nedeniyle onu helâk edilenler kap-
samında belirtmezdi.65
8. Şu’arâ sûresinde “Firavun’a varınız: “Biz şüphesiz âlemlerin Rabbinin elçisiyiz” de-
yiniz… Mûsâ ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık. Öbürlerini suda boğduk”66 buyu-
rulmaktadır ki bu pasajda da Yüce Allah Firavun ve kavminin elçileri tekzip etmesi ve büyük-
lenmelerinin akabinde suda boğulduklarını haber vermektedir. Onların suda boğulmaları inkâr-
larının cezasıdır.67
9. Cenâb-ı Hak Neml sûresinde “Elini koynuna sok, Firavun ve milletine gönderilen do-
kuz mucizeden biri olarak kusursuz, bembeyaz çıksın. Gerçekten onlar yoldan çıkmış bir millet-
tir. Âyetlerimiz gözlerinin önüne serilince: “Bu apaçık bir sihirdir” dediler. Gönülleri kesin
olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü onları bile bile inkâr ettiler.
Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!”68 buyurmaktadır ki eğer Firavun iman üzere
ölmüş olsaydı Yüce Allah, helâk edilmesinin akabinde onun fâsıklardan ve fesat çıkaranlardan
olduğunu haber vermezdi.69
61 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 240b. 62 Hac 22/42-44. 63 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 241a. 64 Mü’minûn 23/45-48. 65 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 241a. 66 Şu’arâ 26/16, 65-66. 67 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 241b. 68 Neml 27/12-14. 69 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 241b.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
234
10. Kasas sûresinde yer alan “Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını çe-
şitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor,
kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı… Nihayet Firavun ailesi onu yitik
çocuk olarak (nehirden) aldı. O, sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı. Şüphe-
siz Firavun ile Hâmân ve askerleri yanlış yolda idiler”70 âyetler de Firavun’un iman üzere öl-
mediğine delalet etmektedir. Bu âyetlerde belirtildiği üzere Firavun, memleketi Mısır toprakla-
rında insanlara zulmetmede haddi aşmıştır.71
11. Yine bu sûredeki “Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bak işte, za-
limlerin sonu nice oldu! Onları, (insanları) ateşe çağıran öncüler kıldık. Kıyamet günü onlar
yardım görmeyeceklerdir. Bu dünyada arkalarına lânet taktık. Onlar, kıyamet gününde de kötü-
lenmişler arasındadır”72 âyetleri de onun iman üzere ölmediğine delalet etmektedir. Zira eğer
Firavun iman üzere ölmüş olsaydı Allah Teâlâ onu, helâk edilmesinin ardından önceki olumsuz
tutum ve davranışları sebebiyle zemmetmez; onun fesat çıkaranlardan olduğunu haber vermez;
onu Hâmân ve inkârcı askerleri arasında saymaz; onu, tıpkı lanetlenmiş kavmi gibi denize at-
makla cezalandırmazdı. Allah onun sonunu da tıpkı diğer zalimlerin sonu gibi yapmış, kıyamet
gününde de onu, insanları ateşe götüren önderlere, lanete uğramışlara, kötülere ve yardımsız
bırakılanlara benzetmiştir.73
12. Sînôbî’ye göre Ankebût sûresinde yer alan “Âd ve Semûd’u da (helâk ettik). Sizin
için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onla-
ra yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durum-
daydılar. Kârûn’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da (helâk ettik). Andolsun ki, Mûsâ onlara apaçık
deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki (azabımızı aşıp) geçebi-
lecek değillerdi. Nitekim onlardan her birini günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine
taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçir-
dik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı”74
âyetleri de Firavun’un iman üzere ölmediğinin bir diğer Kur’ânî delilidir. Zira şayet Firavun son
anda iman edip bu şekilde ölmüş olsaydı Cenâb-ı Hak, helâk edilmesinin ardından kendisini
kâfirler, müstekbirler, zâlimler, Âd, Semûd, Kârûn ve Hâmân ile aynı kapsamda zikretmez; onu
günâhı sebebiyle yakalamaz; şayet günâhı olmamış olsaydı ve zulmetmemiş de olsaydı onu
tıpkı kavmi gibi boğulanlardan saymazdı. Zira İslâm önceki günahları silip yok eder.75
13. Hayâtu’l-Kulûb sahibine göre Sâd sûresindeki “Onlardan önce Nûh kavmi, Âd kav-
mi, kazıklar sahibi Firavun da yalanladılar. Semûd, Lût kavmi ve Eyke halkı da (peygamberleri)
yalanladılar. İşte bunlar da (peygamberlere karşı) birleşen topluluklardır. Onların her biri
gönderilen peygamberleri yalanladılar da bu yüzden (kendilerine) azabım hak oldu”76 âyetleri
de Firavun’un iman üzere ölmediğine delalet etmektedir. Şayet Firavun iman üzere ölmüş ol-
saydı Yüce Allah helâk edilmesinin ardından kendisini önceki tekzibi yüzünden zemmetmez;
70 Kasas 28/4, 8. 71 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 241b. 72 Kasas 28/40-42. 73 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 242a. 74 Ankebût 29/38-40. 75 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 242a. 76 Sâd 38/12-14.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
235
onu tekzip edenler içerisinde zikretmez ve o hiziplere azap hak olduğu gibi ona da azap hak
olmazdı.77
14. Mü’min sûresindeki “Firavun: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap; belki yollara
erişirim. Göklerin yollarına erişirim de Mûsâ’nın Tanrısı’nı görürüm! Doğrusu ben onu, yalan-
cı sanıyorum”, dedi. Böylece Firavun’a, yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve yoldan saptırıldı.
Firavun’un tuzağı tamamen boşa çıktı”78 âyetleri de Firavun’un iman üzere ölmediğini gösterir.
Şayet Firavun iman üzere ölmüş olsaydı Allah Teâlâ onu helâk edilmesinin ardından zemmet-
mezdi. Zira ona yaptığı kötü işler süslü gösterilmiş, kendisi yoldan saptırılmış ve tuzağı da boşa
çıkmıştır.79
15. Bu sûredeki “Andolsun ki Mûsâ’yı, mucizelerimiz ve apaçık delillerle Firavun,
Hâmân ve Kârûn’a göndermişizdir. Onlar: “Bu, yalancı sihirbazın biridir” demişlerdi”80 âyet-
leri de delildir. Şayet Firavun iman üzere ölmüş olsaydı Allah Teâlâ onların Hz. Mûsâ (s) ve Hz.
Hârûn’a (s) “yalancı sihirbaz” dediklerinden haber vermezdi.81
16. Yine bu sûrede yer alan “Nihayet Allah, onların kurdukları tuzakların kötülüklerin-
den bu zatı korudu, Firavun’un kavmini ise kötü azap kuşatıverdi. Onlar sabah akşam o ateşe
sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (denile-
cek)!”82 âyeti de Firavun’un imansız öldüğüne işaret etmektedir. Şayet o iman üzere ölmüş ol-
saydı kıyamet günü kâfir kavmiyle beraber azabın en çetinine sokulanlardan olmazdı. Şimdi ey
muhatap sen, “azabın en şiddetlisine girecek olan Firavun değil aksine Firavun’un ailesidir”
iddiasında bulunan o mülhidin sözüne meyletmekten sakın! Zira Kur’ân’da “Firavun ailesi”
ifadesinden maksadın hem Firavun hem de Firavun ailesi olduğuna ilişkin âyetler yer almakta-
dır. Nitekim Bakara sûresindeki “Denizi yarıp sizi kurtarmış ve gözlerinizin önünde Firavun
ailesini boğmuştuk”83 âyeti Firavun’u da ihtiva etmektedir. Çünkü Yüce Allah onun azabı hak
ettiğini haber vermiş, elçileri tekzip edenlerden olduğunu bildirmiştir. Dolayısıyla onun azabın
en şiddetlisine girenlerden olduğu hususunda asla şüphe yoktur.84
17. Zuhruf sûresinde bu bağlamda “Firavun, milletini küçümsedi ama onlar kendisine
yine de itaat ettiler. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir milletti. Böylece bizi öfkelendirince onlar-
dan öç aldık, hepsini suda boğduk. Onları, sonradan gelenlerin geçmişi ve bir ibret örneği kıl-
dık”85 şeklinde geçmektedir. Bu âyetlere göre Allah onlardan geride hiçbir kimse kalmayacak
şekilde hepsini cezalandırmıştır. Yani Allah onların hepsini helâk etmiş, kendilerini ibret için
sonradan gelenlerin selefi yapmış, sonradan gelecek olan inkârcılar için de ibret örneği kılmış ki
onların yaptıkları gibi yapmasınlar. Dolayısıyla şayet Firavun iman üzere ölmüş olsaydı Allah
Teâlâ suda boğmak suretiyle kavminden intikam aldığı gibi ondan da intikam almazdı ve onu da
kavmi gibi sonrakiler için ibret alınacak selef ve ibret örneği yapmazdı.86
77 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 242a. 78 Mü’min 40/36-37. 79 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 242b. 80 Mü’min 40/23-24. 81 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 242b. 82 Mü’min 40/45. 83 Bakara 2/50. 84 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 242b. 85 Zuhruf 43/54-56. 86 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 242b-243a.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
236
18. Sînôbî’ye göre Duhân sûresindeki “Andolsun biz, İsrâîloğullarını o alçaltıcı azaptan
kurtardık. Yani Firavun’dan. Çünkü o bir zorba idi, aşırı gidenlerdendi”87 âyetindeki “alçaltıcı
azap” Firavun’un İsrâîloğullarına uyguladığı şiddetli ve aşağılayıcı azaptır ki bu da onun erkek
çocukları katledip kadınları sağ bırakmasıdır. Şimdi şayet o iman üzere ölmüş olsaydı Allah
Teâlâ onu helâk edilmesinin ardından zorba ve ateş halkından olan o aşırı gidenlerden olması
nedeniyle zemmetmezdi.88
19. Hayâtu’l-Kulûb sahibine göre Kâf sûresindeki “Onlardan önce Nûh kavmi, Res hal-
kı ve Semûd da yalanlamıştı. Âd ve Firavun ile Lût’un kardeşleri de (yalanladılar). Eyke halkı
ve Tübba’ kavmi de. Bütün bunlar peygamberleri yalanladılar da tehdidim gerçekleşmişti!”89
âyetlerinden de Firavun’un iman üzere ölmediği anlaşılmaktadır. Bu âyetlerden öyle anlaşılıyor
ki Kureyş kavminden önce Firavun’un kavminin de yer aldığı adı sayılan kavimler de elçileri
yalanlamıştır. Dolayısıyla şayet o son anda iman ederek bu şekilde ölmüş olsaydı helâk edilme-
sinin ardından Yüce Allah inkâr edenler ve tekzip edenler içerisinde belirtmez ve o kâfirler top-
luluğuna azap hak olduğu gibi Firavun üzerine de azap sözü gerçekleşmezdi.90
20. Sînôbî’ye göre Firavun’un iman üzere ölmediğinin bir diğer delili de Zâriyât sûre-
sindeki “Mûsâ’da da (ibretler vardır). Onu apaçık bir delil ile Firavun’a göndermiştik. Firavun
ordusuyla birlikte yüz çevirmiş: “O bir büyücüdür veya bir delidir” demişti. Nihayet onu da
ordularını da yakalayıp denize attık, Firavun ise bu sırada kendini kınayıp duruyordu”91 âyet-
lerdir. Bu âyetlere göre sadece ordusu değil onlarla birlikte Firavun da suda boğulmuştur. Fira-
vun ise boğulma sırasında işlediği günahları ve inkâr yüzünden kendisini kınamaktaydı. Buna
göre eğer Firavun iman üzere ölmüş olsa idi helâk edilmesinin ardından Allah’ı inkâr etme,
ordusuyla yüz çevirme gibi kusurlarını sayıp dökmez; bu yaptıklarının ardından onu azap ile
yakalamaz ve onu ordusuyla birlikte denize atmazdı.92
21. Hayâtu’l-Kulûb sahibi Kamer sûresindeki “Şüphesiz Firavun’un kavmine de uyarı-
cılar gelmişti. Lâkin onlar mucizelerimizin hepsini yalanladılar. Bunun üzerine onları güç ve
kuvvet sahibi olana yakışır bir şekilde yakaladık”93 âyetlerinin de Firavun’un son anda iman
üzere ölmediğine delalet ettiğini iddia etmektedir. Zira bu âyetlere göre Firavun kavmine Hz.
Mûsâ (s) ve Hz. Hârûn (s) ya da o ikisinin dışında başka peygamberler gelmiş fakat onlar elçile-
rin uyardıkları şeylerden yüz çevirmişler; dokuz mucizenin hepsini inkâr etmişlerdir. Tüm bun-
lardan sonra Allah onları azapla yakalamış ki o azabı engellemeye hiç kimsenin gücü ve kuvveti
yetmez ve ona engel olamaz. Burada suda boğulmak suretiyle yakalanan Firavun ve halkıdır.
Binâenaleyh şayet o son anda iman üzere ölmüş olsaydı helâk edilmesinin ardından Cenâb-ı
Hak onu tekzip edenler ve kâfirler içerisinde zikretmez ve lanete uğramış kavmini cezalandırdı-
ğı gibi geçmiş tekzibi yüzünden de kendisini suda boğmak suretiyle yakalayıp ona azap etmez-
di.94
22. Firavun’un iman üzere ölmediğinin bir diğer delili de Hâkka sûresindeki “Firavun,
ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen beldeler halkı (Lût kavmi) hep o günahı (şirki) işlediler.
Böylece Rablerinin peygamberlerine karşı geldiler, O da onları pek şiddetli bir şekilde yakala-
87 Duhân 44/30-31. 88 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 243a. 89 Kâf 50/12-14. 90 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 243a. 91 Zâriyât 51/38-40. 92 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 243b. 93 Kamer 54/41-42.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
237
yıverdi”95 âyetleridir. Zira bu âyetlerde belirtildiği üzere Firavun ve diğer kavimler şirk koşma-
ları ve elçileri yalanlamaları nedeniyle şiddetli bir şekilde cezalandırılmışlardır. Dolayısıyla
şayet Firavun iman üzere ölmüş olsaydı helâk edilmesinin ardından Cenâb-ı Hak onu isyanla
muttasıf o altı üstüne getirilen beldeler halkı içerisinde zikretmez ve mâsiyetten sonra onları
azapla yakalamazdı.96
23. Sînôbî’ye göre Nâzi’ât sûresindeki “Ve ona (Firavun’a) en büyük mucizeyi gösterdi.
(O ise) hemen yalanladı ve isyan etti. Sonra (inkâr için) olanca çabasını göstererek sırtını dön-
dü. Derhal (adamlarını) topladı ve (onlara) bağırdı: Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi. Allah
onu, (herkese ibret olarak) dünya ve âhiret azabıyla cezalandırdı”97 âyetleri de Firavun’un iman
üzere ölmediğini ifade etmektedir. Zira bu âyetlere göre Hz. Mûsâ (s) Firavun’a en büyük muci-
zesi olan asa ve yılanı göstermiş fakat o Hz. Mûsâ’yı (s) tekzip etmiş, Allah’a isyan etmiş ve
imandan yüz çevirmiştir. Daha sonra sihirbazları ve ordusunu toplayıp, “tapmakta olduğunuz
putlara tapmaya devam ediniz. Zira bunlar küçük Rableriniz, ben ise en büyük Rabbinizim,
benden üstün Rabbiniz yoktur” diye nida etmiş fakat Allah onu dünyada suda boğmakla ceza-
landırmış, âhirette de ateşte yakmakla cezalandıracaktır. Şimdi eğer Firavun iman üzere ölmüş
olsaydı helâk edilmesinin ardından Allah Teâlâ onu dünya ve âhiret azabıyla cezalandırmazdı.
Çünkü Cenâb-ı Hak geçmiş günahları affeder. Ayrıca İslâm, önceki günahları silip yok eder.98
24. Hayâtu’l-Kulûb sahibinin Firavun’un iman üzere ölmediğine dair ileri sürdüğü son
bir Kur’ânî delil de Fecr sûresindeki “O vadide kayaları yontan Semûd kavmine? Kazıklar (ça-
dırlar, ordular) sahibi Firavun’a? Ki onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler. Oralarda kötü-
lüğü çoğalttılar. Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı”99 âyetleridir.
Sînôbî’ye göre bu âyetler de Firavun’un açıkça iman üzere ölmediğini belirtmektedir. Zira şayet
o iman üzere ölmüş olsaydı Allah onu helâk edilen Âd ve Semûd kavimleri yanında zikretmez-
di. Çünkü Yüce Allah geçmiş günahları affeder, İslâm önceki günahları silip yok eder.100
Hayâtu’l-Kulûb sahibi Firavun’un iman üzere ölmediğine dair tüm bu delilleri serdettik-
ten sonra son olarak şu değerlendirmeleri yaparak İbnü’l-Arabî’ye yönelik eleştirilerine son
vermektedir: Tüm bu âyetler ve daha fazlası, melun Firavun’un dünyada ve âhirette kâfirlerden
ve lanetlenmiş kimselerden olduğuna, âhirette de kesinlikle kötülerden ve azabın en şiddetlisine
girecek olanlardan olacağına ilişkin kati naslar ve kesin delillerdir. Dolayısıyla zındıklar ve ilm-
i meânînin kaideleri ile İslâm dininin akâidini bilmeyenlerden başka hiç kimse Firavun’un iman
sahibi olduğu zannına kapılamaz. İslâm önderlerine, şeriatına ve o şeriatın hükümlerini bilen
âlimlere şu husus asla gizli değildir: Kim melun Firavun’un iman ettiğini iddia ederse hiç şüp-
hesiz o kimse Kur’ân’ı yalanlamıştır, ed-deyyân ve el-melik olan Allah’ın kelâmında tenâkuz
olduğunu tasdik etmiş, İslâm’ın temellerini iptal etmiş, Firavun ve kavminin küfrü gibi kâfirler-
den, yalancılardan ve dâlâlete düşenlerden olmuştur. Dolayısıyla Allah’ın, meleklerin ve tüm
insanların laneti onun üzerine olsun. Zira o sapasağlam yapılmış din binasını yıkmış, akl-ı selim
ve katî naslarla tespit edilmiş delilleri inkâr etmiştir.101 Yukarıda görüldüğü üzere Sînôbî bu
açıklamalarıyla bir taraftan Firavun’un iman üzere ölmediğini ileri sürerken diğer taraftan da
94 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 243b. 95 Hâkka 69/9-10. 96 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 243b-244a. 97 Nâzi’ât 79/20-25. 98 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 244a. 99 Fecr 89/9-13. 100 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 244a. 101 Sînôbî, Hayâtu’l-Kulûb, c. I, vr., 244a.-244b.
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
238
onun iman üzere öldüğünü iddia eden Fusûsu’l-Hikem sahibi İbnü’l-Arabî’yi de tekfir etmekte-
dir.
Sînôbî’nin, Fusûsu’l-Hikem sahibi İbnü’l-Arabî’ye verdiği Kur’ân merkezli cevapların
tutarlı olduğunu söylemek ve ortaya koyduğu kanaatleri isabetli bulmak mümkündür. Bu bağ-
lamda ayrıca İbnü’l-Arabî’ye şöyle bir soru yöneltmenin de yerinde olacağı kanaatindeyiz. Bir
kimse elinde tıpkı İbnü’l-Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem’i gibi bir kitapla gelse, ardından o kitabı
Rasûlullâh’ın (s) kendisine rüyasında görünerek yazmasını tavsiye etmesi üzerine kaleme aldı-
ğını söylese ve bu kitapta İbnü’l-Arabî’nin rüyayı yanlış tevil ettiğini, Fusûsu’l-Hikem kitabında
yazdıklarının yanlış olduğunu ve konumuz bağlamında Firavun’un Kur’ân âyetlerindeki gibi
iman etmeden ölmüş olduğunu yazıyor olsa, iddia sahibinin bu kitabı Hz. Peygamber’in (s)
yazdırmış olduğunu Kur’ânî nasların zahirine bakarak değerlendirmek yerine ve yine epistemo-
lojik olarak test etme yoluna gitmeden kabul etme yoluna mı gideceğiz? Dolayısıyla İbnü’l-
Arabî’nin bu iddiası epistemolojik açıdan her zaman eleştiriye açık olarak kalmaya mahkûm
görünmektedir. Başka bir ifadeyle elbette bu tür bir analojik duruma bilimsel olarak itibar etmek
nasıl ki mümkün değilse İbnu’l-Arabî’nin Fusûsu’l-Hikem’inin vücuda gelişini rüya yoluyla
kutsal otoriteye (peygambere) dayandırmasının da kabul edilebilir bir yanı söz konusu değildir.
SONUÇ
Muhyiddîn İbnü’l-Arabî Fusûsu’l-Hikem adlı bir kitap telif etmiş ve bu kitabını
Rasûlullâh’ın (s) “Bu Fusûsu’l-Hikem kitabıdır. Onu al ve kendisinden istifade etmeleri için
insanlara ulaştır” şeklindeki tavsiyesi üzerine kaleme aldığını belirtmiştir. İbnü’l-Arabî’nin en
çok tartışma ve polemik konusu olan bu eserinde, “Allah Firavun’un canını, kendisinde kötülük
namına hiçbir şey bulunmaksızın tertemiz ve pak (tâhir ve mutahhar) olarak kabzetmiştir. Zira
Allah herhangi bir günah işlemeden evvel iman ettiği esnada Firavun’un canını almıştır” diye-
rek Firavun’un iman üzere öldüğünü iddia etmiştir.
Osmanlı’nın yükselme dönemi âlimlerinden Abdülbârî es-Sînôbî de İbnü’l-Arabî’nin
iddialarına kayıtsız kalamamış ve iki ciltlik Hayâtu’l-Kulûb adlı el yazması eserinin birinci cil-
dinde onun iddialarına sert eleştiriler yöneltmiştir. Sînôbî, Kur’ân-ı Azîm’deki yirmi iki sûrede
Firavun’un yeryüzünde müfsitlerden (müfsidûn), dalâlete düşenlerden (dâllûn), günahkârlardan
(hâtıûn), kibirlenenlerden (mütekebbirûn), aşırı gidenlerden (müsrifûn) vb. olduğuna ve onun
âhirette kâfirlerden ve ateşte ebedî olarak kalacak olanlardan olacağına delalet eden pek çok
âyetin yer aldığını ifade ederek İbnü’l-Arabî’ye eleştiriler yöneltmiş ve kendisini tekfir etmiştir.
Hayâtu’l-Kulûb sahibi “Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları
(çekip) ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir! Onlar burada da, kıyamet gününde
de lânete uğratıldılar. (Onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır!” gibi pek çok Kur’ân
âyetini delil getirerek İbnü’l-Arabî’nin aksine Firavun’un iman üzere ölmediğini ispat etmeye
çalışmıştır. Sînôbî’nin serdettiği delillerden öyle anlaşılıyor ki Firavun dünyada ve âhirette
kâfirlerden ve lanetlenmiş kimselerdendir. O âhirette de kesinlikle kötülerden ve azabın en şid-
detlisine girecek olanlardan olacaktır. Dolayısıyla Sînôbî’ye göre zındıklar ve İslâm dininin
akâidini bilmeyenlerden başka hiç kimse Firavun’un iman sahibi olduğu zannına kapılamaz.
İslâm önderlerine, şeriatına ve o şeriatın hükümlerini bilen âlimlere göre her kim melun Fira-
vun’un iman ettiğini iddia ederse hiç şüphesiz o kimse Kur’ân’ı yalanlamıştır, Allah’ın
kelâmında tenâkuz olduğunu tasdik etmiş, İslâm’ın temellerini iptal etmiş, Firavun ve kavminin
küfrü gibi kâfirlerden, yalancılardan ve dâlâlete düşenlerden olmuştur. Sînôbî meseleye ilişkin
Abdülbârî Es-Sînôbî’nin Hayâtu’l-Kulûb Adlı Eserinde Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin “Firavun
İman Üzere Ölmüştür” İddiasına Reddiyesi
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 222-239
239
açıklamalarıyla bir taraftan Firavun’un iman üzere ölmediğini ileri sürerken diğer taraftan da
onun iman üzere öldüğünü iddia eden Fusûsu’l-Hikem sahibi İbnü’l-Arabî’yi de tekfir etmiştir.
KAYNAKLAR
Bağdâdî, İsmail Paşa, (1951), Hediyyetü’l-‘Arifîn Esmâu’l-Müellifîn ve Âsâru’l-Musannifîn,
Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.
Chodkiewicz, Michel, (2005), “İbn Arabî’nin Öğretisinin Osmanlı Dünyasında Karşılanışı”,
(Ed. Ahmet Yaşar Ocak) Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler, Türk Tarih Kuru-
mu Yayınları, Ankara.
Hâzin, Alâuddîn Ali b. Muhammed b. İbrâhîm el-Bağdâdî, (1399/1979), Lübâbu’t-Te’vîl fî
Me’âni’t-Tenzîl, Dâru’l-Fikr, Beyrût-Lübnân.
İbnü’l-Arabî, Muhyiddîn, (yy), Fusûsu’l-Hikem, thk., Ebu’l-‘Alâ el-‘Afîfî, Dâru’l-Kütübi’l-
‘Arabiyye, Beyrût-Lübnân.
İbnü’l-Cevzî, Abdurrahmân b. Ali b. Muhammed, (1404), Zâdu’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, el-
Mektebetu’l-İslâmî, 3. bs., Beyrût.
Kâtib Çelebi, Hacı Halîfe, (1941), Keşfu’z-Zünûn ‘an Esâmi’l-Kütübi’l-Fünûn, Maarif Matbaa-
sı.
Kehhâle, Ömer Rızâ, (1414/1993), Mu’cemu’l-Müellifîn Terâcimu Musannifi’l-Kütübi’l-
‘Arabiyye, Müessesetü’r-Risâle, 1. Bsk., Beyrût.
Mehmet Tahir, Bursalı, (1333), Osmanlı Müellifleri, İstanbul.
Râzî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer Fahru’d-Dîn, (1401/1981), Tefsîru’l-Fahri’r-Râzî: et-
Tefsîru’l-Kebîr, Mefâtîhu’l-Ğayb, Dâru’l-Fikr, 1. bs., Lübnân-Beyrût.
Sînôbî, Şeyh Nebî Abdülbârî b. Turhân b. Turmûş, Hayâtu’l-Kulûb, Manisa İl Halk Kütüphane-
si, Arşiv no: 45 Hk 6245 (cilt I); 45 Hk 6644 (cilt II).
Suyûtî, Celâluddîn Abdurrahmân, (1424/2003), ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsîr bi’l-Me’sûr, thk.,
Abdullâh b. Abdulmuhsin et-Türkî, Merkezu Hicr li’l-Buhûs ve’d-Dirâsâti’l-Arabiyye
ve’l-İslâmiyye, 1. bs., Kâhire.
Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, (ty), Fethu’l-Kadîr el-Câmî’ beyne Fenneyi’r-
Rivâye ve’d-Dirâye min ‘İlmi’t-Tefsîr, thk., Abdurrahmân ‘Umeyre, Dâru’l-Vefâ, yy.
Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, (1420/2000), Câmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, thk.,
Ahmed Muhammed Şâkir, Müessesetu’r-Risâle, 1. bs., yy.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, (2014), Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, Türk Tarih Kurumu
Yay., 49. Bsk., Ankara.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, (1982), (Anadolu Selçukluları ve Anadolu Beylikleri Hakkında Bir
Mukaddime İle Osmanlı Devleti’nin Kuruluşundan İstanbul’un Fethine Kadar), Türk
Tarih Kurumu Yay., 4. Bsk., Ankara.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, (2006), Osmanlı Tarihi, (İstanbul’un Fethinden Kanunî’nin Ölümüne
Kadar), Türk Tarih Kurumu Yay., 9. Bsk., Ankara.
Zemahşerî, Ebu’l-Kâsım Cârullâh Mahmûd b. Ömer, (1418/1998), el-Keşşâf ‘an Hakâiki Ğa-
vâmidı’t-Tenzîl ve ‘Uyûni’l-Ekâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl, thk., Âdil Ahmed Abdulmevcûd,
Ali Muhammed Mu’avvaz, Mektebetu’l-Abîkân, 1. bs., Riyâd.