28
islam Hukuku Dergisi, sy.13, 2009, s. 103-130. HANEFI FAKfHLERiN HABER BiR GÖSTERGESi OLARAK NASS ÜZERiNE ZiYADE MESELESi Dr. Murat Problem of Ziyiida ala ai-Nass Which lndication of Narrating Theory of Hanafi Doctrine One of the things discussed over the principle of ziyada ala al-nass is about qati (definitive) and zanni (indefinite). Qati and zannl concepts have been discussed in terms of text and in terms of meaning. According to all, khass is qatl (am m is not) as such it will prevail over am m. According to fakihs, most of the text ofthe Quran is qati in meaning; am m is al so qati, the effect of am m is that it remains in force unless specified. The problem of ziyada ala al-nass is al so related to the principle of ahad hadith, mutawatir and mashhür. Ahad hadithes don't do ziyada of the Quran/mutawatir. This ziyada considered as an abrogation (neskh). According to fakihs, related to the conflict of evidences as well; mutawatir and mashhür will be preferred over aha d; and qati (definitive) will al so be preferred over zanni (indefinite) hukukunun iki temel olan Kur'an ve sünnet ne bunlar münasebet ve dengenin sorunu hukuk tarihi boyunca fakihlerin en· temel birini Konya Selçuk Merkezi, e-mail: [email protected]

HANEFI FAKfHLERiN HABER BiR GÖSTERGESi OLARAK NASS …isamveri.org/pdfdrg/D02533/2009_13/2009_13_SIMSEKM.pdf · Hanefi Fakihlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak

  • Upload
    others

  • View
    22

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

islam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.13, 2009, s. 103-130.

HANEFI FAKfHLERiN HABER ANLAYlŞLARlNlN

BiR GÖSTERGESi OLARAK NASS ÜZERiNE ZiYADE

MESELESi

Dr. Murat ŞiMŞEK*

Problem of Ziyiida ala ai-Nass Which lndication of Narrating Theory of Hanafi Doctrine

One of the things discussed over the principle of ziyada ala al-nass is about qati (definitive) and zanni (indefinite). Qati and zannl concepts have been discussed in terms of text and in terms of meaning. According to all, khass is qatl (am m is not) as such it will prevail over am m. According to Hanafı fakihs, most of the text ofthe Quran is qati in meaning; am m is al so qati, the effect of am m is that it remains in force unless specified.

The problem of ziyada ala al-nass is al so related to the principle of ahad hadith, mutawatir and mashhür. Ahad hadithes don't do ziyada of the Quran/mutawatir. This ziyada considered as an abrogation (neskh).

According to Hanafı fakihs, related to the conflict of evidences as well; mutawatir and mashhür will be preferred over aha d; and qati (definitive) will al so be preferred over zanni (indefinite)

Giriş

İslam hukukunun iki temel kaynağı olan Kur'an ve sünnet lafızla­rının ne şeldlde aniaşılıp yorumlanacağı, bunlar arasındaki münasebet ve dengenin nasıl kurulacağı sorunu İslam hukuk tarihi boyunca fakihlerin en· temel tartışmalarından birini oluşturmuştur.

*DİB. Konya Selçuk Eğitim Merkezi, e-mail: [email protected]

1 04 Dr. Murat ŞiMŞEK

Kur'an, tevatüren naldedilmesi ve bunun neticesi olaral< kaynağına aidiyeti kesin (sübutu kati) olması sebebiyle lafızlarının manaya delaleti açısından incelenirken; tarihi süreç içerisinde sünnet, İslam bilginlerini hem senet hem metin olmak üzere iki açıdan meşgul etmiş; özellilde fukaha me­tin üzerinde yoğunlaşırken, nal<il/senet yönüyle hadisçiler ilgilenmişlerdir. Öncelilde şunu ifade etmek gerekir ki, hadislerin yazılma ve derleme işinin yaygın olmadığı ilk dönemlerde İslam hukukçuları kendi asli malzemelerin­den biri olan hadisleri kabulde, bulunduldarı çevreye, sahip olduldarı huku­ki anlayışa ve hukuk mantığına göre çeşitli şartlar ileri sürmüşlerdir. Daha sonraları bu ve buna benzer diğer konulardald yaldaşımlar çerçevesinde bazı hulruk ekolleri oluşmuştur. Bu husus, hadisleri kabul veya ret konusuudald prensiplerde daha açık bir şeldlde görülmektedir.'

İslam hulruk tarihi açısından baluldığında, dini hükümleri keşif ve tespit metoduna ilişicin ilk ayrışmanın, tablin döneminde ortaya çıkan ve önceleri Hicaz ve Iral< ehli diye anılırken sonraları ehl-i hadis ve ehl-i re'y şeldinde ifade edilen ayrışma olduğu görülür.2 Dolayısıyla, hulruk ekalleri­nin en köldülerinden ve ilk dönemler için en belirginlerinden birinin {daha soruald dönemlerde gelişimini tamamlamış şekliyle Hanefi mezhebi adını alan) ehl-i rey ekolü olduğu anlaşılmal<tadır. Hanefi bilginierin usulde, ilk devir mezhep imamlarının ictihad ederken ve fıkhi meselelerin hülrmünü verirken taldp ettiideri usfrllrurallarına uygun bir metot taldp ettiideri soy­lenebilir.3 Bu çerçevede, soruald hulrukçuların, selefieri olan imamlarının kabul veya reddettilderi hadisleri inceleyip, bunların gelişigüzel kabul veya reddedilmiş olamayacağını, tatmin edici ve inandırıcı birtakım prensipiere dayanılmış olması gerektiğini düşündülderi ve bu prensipleri tespite çalış­tıldarı bilinmel<tedir.4

iste bu yaldaşım tarzı ve metinleri-rivayetleri sübfrtve delaletyönün­den anlama ve yorumlama metodu içerisinde nass üzerine ziyade konusu önemli biryer işgal etmel<tedir. Hanefi usfrlcüler, diğerlerinden farldı olaral< bu konuda kendilerine münhasır bir takım kurallar geliştirmişlerdir. Kabaca ifade etmek gereldrse, nass üzerine ziyade konusunda onların temel görüşü, böyle bir ziyadenin nesih sayılacağı ve neshin. de ·en azından birbirine ~şit lruvvette deliller arasında söz konusu olabileceği şeldindedir. Dolayısıyla on­lara göre sübfrt ve delalet yönünden kat'iyet ifade eden bir nassa, zanni bir delille ziyade hüküm getirilemez.

1 Apaydın, Yunus, "Hanefi Hukukçulann Hadis Karşısındaki Tavırlarının Bir Göstergesi Olarak Manevi Inkıta Anlayışı", Erciyes Üniversitesi İlalıiyat Fakültesi Dergisi, Kayseri 1992, sy. 8, s. 159-193, s. 159. 2 Apaydın, "N aslan Anlamada Yetki ve Yöntem Sorunu", Marife, Konya 2002, Illi, s. 7-24, s. 10-12. 3 Şa'biin, Zekiyyüddin, İslam Hukuk İbninin Esasları (Usiilii '1-Fıklı, tre. İ. Kiifi D önmez), Ankara 1996, s. 35. 4 Apaydın, "Manevi Inkıta", s. 160.

Hanefi Fakihlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak

I- N ass ve Ziyade Terimleri

a) Nass

Nass Üzerine Ziyade Meselesi ı os

Usfrlcülerin, "nass üzerine ziyade" terldbinde geçen nass terimirus hangi manada kullandıldan, mütevatir ve meşhlir sünnetleri n ass kavramı­

. na dahil edip etmedilderi ve haber-i vahidleri bu terim Çerçevesinde nereye yerleştirdiideri hususu dild<at çekmektedir.

N ass kelimesinin, İslami ilimlerde yaygın olarak kullanılan terimieş­miş ild anlam taşıdığı görülür:

ı- Genel anlamıyla Kur'an ve sünnet lafı.zlarım, yani hüküm kaynağı olması yönüyle Allah'ın ve Peygamber'in sözünü ifade eder.

2- Fıkıh usulünde lafzın manaya delaletinin açıklığı yönünden la­fı.zların tasnifi içerisinde, fukaha metoduna göre, manasma açık bir şekilde delalet eden ve kelamın asıl sevk sebebini de içine alan, bununla birlikte te'vil, tahsis ve -vahiy sürecinde- neshe ihtimali bulunan lafzı ifade eder. Mütekellimin metoduna göre yazılmış usul eserlerinde ise açıldık balamın­dan lafiziarın tasnifınde, te'vile açık olan zdhirin bir üst delaleti olaral< nass, te'vile ihtimali bulunmayan sözleri ifade eder. 6

"Nass üzerine ziyade" terldbindeld nass kavramının bu anlamlar­dan hangisi için kullanıldığı konusunda fı.lah usulü eserlerinde bir açık­lık bulunmamaktadır. Gazzali (ö. sos/ıııı), İmam Şafii'nin (ö. 2o4/82o) "nass üzerine ziyade"yi tahsis olarak değerlendirmesinden hareketle, onun, nass terimi ile fıkıh usulü terminolojisindeld zahiri kastettiğini belirtmektedir. 7 Bu izah, nass kavramının ildnci manada kullanılmış olma ihtimalini ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca mütekellimin usulcülerin, nassı örneldendirirken, ona özel bir sıyga arama gayretiyle süreidi olarak hass lafızları kullanmalarının aksine; Hanefi usulcülerin nassın özel bir sıygasının bulunmayıp, bunun, lafzı söyleyenin kastma bağlı bulundu­ğunu ifade ederek hem hass hem amın lafızların nass haline gelebileceği­ni kabul etmeleri, 8 bu terimin yukarıda verilen ildnci manada kullanılma olasılığını arttırmaktadır.

5 Birçok usı1lcünün, Hz. Peygamber zamanı için de nass terimini kullandığı görülmektedir. Burada bu ıstılalım mutlak anlamda vahiy veya Kur'an nassı manasma olması kuvvetle muhtemeldir. Aynca bu kullanımdan yola çıkılarak sünnetin nass tabiri içerisine dahil oluşunun geç dönemlerde gerçekleştiği vb. sonuçlar çıkanlabilir. Nitekim bu ifadenin ilk kullananın İmam Muhammed Şeybiiıli olduğu talımin edilmekle birlikte, sünneti de içi­ne alacak şekilde re'yin karşıtı anlamında ilk sistemleştirenin Şil.fii olduğu söylenmektedir (bk. Ahmed Hasan, İlk Dönem İslam Hukuk Biliminin Gelişimi (tre. Haluk Songur), İstanbul1999, s.148-151). 6 Apaydın, Yunus, "N as", DİA, XXXII, 391-392. Aynca nass teriminin ictihad ile ilişkisi ye onun karşısındaki konumu için bk. Pekcan, Ali, "Mevrid-i N ass'ta İctihiida Mesağ Yok (mu) dur", İslam Hulmlm Araştımıaları Dergisi, Konya 2003, sy. 2, s. 69-84. 7 Gazzil.li, el-Menlıiil fi ta 'likdti '1-ıısı'il, Şam 1400, s. 177.

G.> .ru.ıı ~ .;':J .!JJ;, Jı.; liıJ ,~ ._,...,ıı ı? ;,~;)1 :.,rwı Jı.; 8 Apaydın, "N as", DİA, XXXII, 392.

106 Dr. Murat ŞiMŞEK

Bütün bunlarla birlikte Haiıefi usulcülere göre bu terkipte geçen nass terimiyle asıl kastedilenin, birinci anlam, yani öncelilde Kur'an lafiziarı ile birlikte, ma'r0f 9 sünnetlerle sabit olan hükümler/lafizlar olma ihtima­li daha kuvvetlidir. Çünkü Hanefi usUl kaynaklarında geçen, "mütevatir ve meşhur sünnetle nassa ziyade yapmak caizdir"ıo şeldindeki ifadeler, Hanefi usuleillerin nass kavramı ile daha çok Kur'an lafiziarını kastettiklerini gös­termektedir. Bununla biriiiete "Haber-i vahidle nassa ziyade" cümlesi içeri­sindeki n ass kavramının haber-i vahid olmayan ma'rf:ı.f sünneti de içine alan "sübutu ve delaleti kat'i nassları" ifade etme ilıtimali de mevcuttur. Zira Ha­nefi usUleillerin meseleye yaldaşımlarının temel noktasını, delillerin sübut ve delalet yönünden kat'i-zanni ayırırnma tabi tutulması teşkil etmel<tedir. Onlara göre, Kur'an'ın umum ve mutlak lafizlarınıiı -tahsise uğramadığı sü­rece- hem sübutu hem de delaleti kat'idir. Haber-i vahid ise zanni bir delil olduğu için Kur'an nassı karşısında, asıl nassa mukabil tali-fer'i durumda­dır.11 Burada unutulmamalıdır ki, ahad bir haber sübut yönünden daima zanni olmalda birlikte, delalet yönünden zanni de kat'i de olabilir. Kur'an ve sünnet/hadisler naldi delil olmaları ve vahye/peygambere dayanmaları sebebiyle nass kavramı içerisinde değerlendirilmelde birlilcte, nassa ziyade terkibi içerisindeki nass kelimesinin daha özel bir anlam ifade ettiği söyle­nebilir.

Netice itibariyle, Hanefi usfılcülere göre nassa ziyade meselesinde nass kavramından mal<Sadın "kat'i bir şekilde sabit olmuş (sübO.tu kati) ve delaletinde de kesinlik bulunan ( delaleti kati) dini metinler (Kur'an ve ma­'rüf sünnet)" olduğu sonucuna varılabilir. Niteldm Hanefiler, bir defa tahsis görmüş bir amın lafzın delalet açısından kat'iyeti ortadan kallctığı (yani zan­ni hale geldiği) için artık o nassa her türlü ziyadenin caiz olacağını söylemiş­lerdir.

b) Ziyade

Lügatte artmak, artırma!< manalarma gelen12 ziyade kelimesinin, "nass üzerine ziyade" teriabiyle biriilde geçtiği ldasik usUl eserlerinde doğ­rudan bir tanımı bulunmamalctadır. Bu ziyadenin, ne tür ziyadeleri içerdiği, hangi ziyadelerin nesih sayılıp hangilerinin sayılıı;ayacağı usUllerde tartı­şılmalcta; ziyadenin çeşit ve şartlarından bahsedilmelctedir. Burada şunu da ifade etmek gerekir Id, ziyade teriminin tanımında esas ölçütü, daha son-

9 Ma 'rfrf sünnet terimini Pezdevi kullanmakta, Abdülaziz Bubiiri ise şerhinde bu ıstılalu meşhfir veya mütevatir olan sünnet olarak izah etmektedir (b k. Abdiliaziz Buhfui, Keşfii '/-esrar 'mı Uszili Fahrisltim el-Pezdevi (nşr. Abdullah Mabmüd Muhammed Ömer), Beyrut 1418/1997, I-IV, m, 13). Bu makalede de ma'rfrfterimi hem meşhfir, hem mütevatir haberi içeren bir anlamda kullanılıruştır. 10 Abdülaziz Buhiiri, Keşfii '1-esriir, III, 14-15. 11 Pezdevi, Ebü'l-'Usr Fahrülislam, Kenzii 'l-vuszil (Keşfii'l-esrar ile birlikte, nşr. Muhammed ei-Mu'tasunbillah ei­Bağdiidi), Beyrut 1414/1994, I-IV, m, 13; Abdiliaziz Buhfui, Keşfiı '!-esrar, m, 13-14. 12 Razi, Muhammed b. Ebi Bekir, Muhtii11ı 's-Sıhtih, Beyrut 1989, s. 246; Mabmüd Abdurrahman Abdülınün 'im, Mu 'cemu '1-mustalalıiiti'l-elflizı '1-jiklııyye, I-III, Dubai 1999/1419, II, 219-220.

ı

1

ı ı ı i 1

~+ ı 1

ı ı ı ı

~+~

I ı 1

Hanefi Fakihlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak Nass Üzerine Ziyade Meselesi 107

ra açıldanacağı üzere, nesih ile olan ilişkisi belirlernektedir. Nitekim fıkıh usUlü eserlerinin kahir ekseriyetinde bu rneselenin nesih konusu içerisinde incelendiği görülmektedir.

Usfılcülere görenass üzerine ziyade hüküm getiren delilin, o nasstan ayrı (rnunfasıl/rnüstakil) olması gerekir. Eğer ziyade, kazif haddine bitişik olarak gelen, kazifi.n mahkeme şahitliğinin reddi örneğinde· olduğu gibi'3 nass ile eş zamanlı (mulcô.rin) olarak gelirse, bu tür ziyadenin nesih sayılrna­yacağında usUl bilginleri arasında ittifak mevcuttur. Çünkü neshin cereyan etmesi için birinin önce, diğerinin sonra gelmesi gerekir. Ayrıca nesih sa­yılan ziyade öncekinin cinsinden olmalıdır; böyle olmadığı dururnda nesih sayılrnayacağı.nda ittifakvardır.14 Ziyadenin rnüstakil ve öncekinin cinsinden olduğu dururnda Hanefilere göre bu ziyade, şekil yönünden (sılreten) be­yan, haldkatte (ma'nen) nesih sayılırken, onlar dışındald cumhur alimiere göre nesih sayılmamaktadır. ıs

Hanefilere göre nassa ziyadenin nesih sayılıp kabul edilmediği du­rumlar esas itibariyle Kur'an'ın la:fzına rnuarız olan dururnlardır. Bir başka ifadeyle mevcut nassa bir cüz veya şart ziyadesi ya da rnefhurn-ı muhalefeti kaldıracal< rnahiyetteki bir ziyadedir. Bu da çoğunlukla haber-ivahidile Ku­r'an'ın arnrn, hass, mutlak gibi la:fızları arasında çatışma bulunması dururn­larında söz konusudur.'6

Netice olarak "Nass üzerine ziyade" terldbinde ziyadeyle kastedilen, öncelilde sübutu ve delaleti kat'i nasslara, sübutu veya delaleti zanni (haber­i vahid ve kıyas gibi) delillerle yapılan ziyade olup, bunun da nesih anlamı teşırnası sebebiyle Hanefilere göre geçersiz olacağı anlaşılrnal<tadır. Ancak sübut ve delaleti kat'i olan yahut da en azından ona yalan derecede (itrni­'narn) bilgi ifade eden nasslarla yapılan ziyadeler Hanefilere göre de nesih olaral< geçerli görülrnel<tedir. Ayrıca, nassdan bir cüz'ü, şartı veya rnefhurn-ı muhalefeti kaldırır nitelikte olan yahut bir arnrnın tahsisi, bir rnutlalun tal<­yidi şeklindeki ziyadeler kastedilmiş olabilir.'?

Ziyadeden ne kastedildiğinin aniaşılmasına yardırncı olması balu­ınından konuyla ilgili usul eserlerinde geçen nassa ziyadenin kısırnlarına de­ğinmek uygun olacal<tır. Bu konu fıluh usulü kaynaklarında genel itibariyle şu şekilde taksimata tabi tutulmuştur:

Müstakil olan ziyade: Bu tür ziyadeler iki kısma ayrılrnal<tadır: 13 Nur (24), 4. 14 Şevkiini, Ebu Abdilialı Muhammed b. Ali el-Havlam, İrşiidii '1-jİlhii/ i/ii tahH/d '1-lıa/d.:i min 'ilmi '1-usii/ (nşr. Şa'biin Muhammed İsmail), Kahire 1418/1998, II, 567-568. 15 Serahsi, Şemsüleimme Muhammed b. Ahmed b. Sehl, e/-Usii/ (nşr. Ebü'J-Vefii el-Efgiini), I-II, Beyrut 1426/2005, II, 82; Sönmez, Tahir, İslam Hukuku Metoda/ojisinde Nass Üzerine Ziyade, Yüksek Lisans Tezi, EÜSBE, Kayseri 2006, s. 10-13; Koca, Ferhat, ''Nesih" DİA, XXXII, 583. 16 Apaydın, "Manevi Inkıta", s. 176. 17 Sönmez, Nass Üzerine Ziyade, s. 11-13,

1 08 Dr. Murat ŞiMŞEK

İlk olarak konulan hükümle/metinle farklı bir konuda olan ziyade: Bu bölüm farldı ibadetlerin değişilc zamanlarda birbiri üzerine farz kılınma­sıdır ld böyle bir ziyadenin caizliği konusunda alimler arasında herhangi bir ihtilaf bulunmamaleta olup, bu tür ziyadelerin nesih sayılmamasında ittifak edilmiştir. Namaz ibadetinden sonra kullara bu ibadete ek olarale zekat iba­detinin de farz kılınması gibi.18

İlk konulan hükümle/metinle aynı konuda olan ziyade: Bir ibadete aynı cins biribadetin eldenmesidir. Beş valdt namaza ilave birvalctin eklen­mesi vb ... suretle olur Id bazı Iraldı faldhler hariç, cumhur ulema ittifalcia bunun nesih olmadığını söylemişlerdir.19

Müstaldl olmayan ziyade: Bu tür ziyadeler, namaz rekatlerine, bir rekatın daha ilave edilmesi; muhsan olmayanların zina suçu işleyenlerine celde cezasına ilave olarale sürgünün eldenmesi; kefaretlerde azat edilecek kölede mü'min olma şartının ilave edilmesi örnelderinde olduğu gibi, ge­rek nassa bitişilc (muttasıl), gerekse ondan ayrı (munfasıl) olan ziyadelerdir. Bu ziyadeler, nassdan bir cüz'ü, şartı veya mefhum-ı muhalefeti kaldırmak suretiyle yapılmış olabilir. Nassa ziyade meselesinde İslam hukukçularının tartıştıldarı temel konu bu tür ziyadelerdir. Niteldm Malild, Şafii ve Hanbe­lilerden oluşan cumhur ulema bu tür ziyadeyi beyan olarale kabul edip nesih saymazken, Hanefi usulciller nassa yapılan bu tür ziyadelerin ister sebepte ister hükümde olsun, şekil yönünden beyan, ancak gerçekte (ma'nen) nesih olduğunu ileri sürmüşlerdir.20

II- Nass Üzerine Ziyadenin Bazı Usul Terimleri ile ilişkisi

Nass üzerine ziyadenin nesih, sübut-delalet, kat'iyet-zanniyet, arnm­lıass ve mutlalc-mukayyed gibi usul terimleriyle yalandan münasebeti bu­lunmalctadır. Nassa ziyadenin bu terimler le olan ilişldsinin ortaya çıkarılma­sı konunun aniaşılmasına önemli bir kati~ sağlayacalctır.

Hanefi usUl ldtaplarında nassa ziyadenin geçtiği temel konulardan biri nesi h meselesi dir. Nassa ziyadenin nesih sayılıp sayılmayacağı tartışması nesih konusu içerisinde önemli biryere sahiptir. Esas itibariyle bu konu, ne­sih meselesi içerisinde Kur'an'ın, Kur'an ve sünnetfe, sünnetin de sünnet;.ve Kur'an'la neshi tartışmasında gündeme gelmelctedir. Başlangıçta şunu ifade etmek gereidr Id, faldhler Kur'an veya mütevatir sünnetle sabit bir hülcmün haber-i ahad, icma yahut layasla neshinin caiz olmadığı hususunda fildr bir­liği içindedirler.21

18 Alıdülaziz Buhiiri, Keşji1 '1-esriir, III, 284-295; İbn Kudfune el-Makdisi, Muvaffakudclin, Ravzatu 'n-niizır ve ciimıetii'l-nıiiniizu; Riyad 1994/1415, I-II, I, 209; el-Hinn, Mustafa Sa'id, Eseni'l-ilıtiliiffi'l-kaviiidi'l-usıiliyye fi ilıtiliifi 'l-fukalıii, Beyrut 1998, s. 266. 19 Şevkiini, İrşiidii 'ljiduil, II, 567. 20 Serahsi, Usıil, IT, 82-86; Alıdülaziz Buhari, Keşfi1 '!-esrar, III, (284-295) 362; Şevkiini, İrşiidii 'l-jiilııil, II, 567-568; el-Hinn, Esem '1-ilııiliif, s. 267. 21 Koca, "Nesih" DİA, XXXII, 583.

1

i 1

ı ı 1

ı 1

ı ı 1

ı ı ı 1

Hanefi Faklhlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak Nass Üzerine Ziyade Meselesi 109

Hanefi usulcüler teorik açıdan neshi birkaç şekilde lasırnlara ayır­rrıışlardır. Birincisi, kendisiyle ilk hükmün sabit olduğu delilin neshi ile ilk hülanün bağlı bulunduğu bir şartın neshi şeldindeki tasnif; ikincisi ise ilk hülanün neshinin kapsamı açısından yapılan, ilk konulan hülanün tamamı­nın kaldırılması ile hükme ziyade ve noksan getirecek şekilde ille hülanün ·bir losınının (bazısının) neshi tarzındaki tasniftir ki nass üzerine ziyade ko­nusu bu tür nesih işlemine dahildir. Ayrıca Hanefi usulcüler, neshi, vahy-i metluv ve vahy-i gayr-ı metluvvun neshedilmesi açısından da dört kısma ayırır ve nassa ziyade konusunu şekil itibariyle beyan olmalda birlilcte; halci­katte nesih olan ve birvasfi.n neshi kabul edilen lasımda incelerler.22

Bazı usulcüler, "saime olan koyunda zekat vardır"23 hadisinde ma'­lufeye zekatın gerekınediği hususunun fehve'l-hitô.b olarak anlaşılmasında olduğu gibi, üzerine ziyade yapılacak nass, kendisi bizzat ziyadeyi nefye­diyorsa böyle bir nassa ziyade yapmanın nesih sayılacağını; ancak ziyadeyi nefyeden bir durum olmadığında nesih sayılmayacağını savunmuşlardır. Bir lasım usulcüler ise, üzerine ziyade yapılacak nassı (eel de cezasına sür­gün cezasının ilave edilmesinde olduğu gibi) ziyade yapılmadan önce de sahih olarak uygulama imkanı varsa bu ziyadenin nesih sayılmayacağını ileri sürmüşlerdir. Başka bir grup usul bilgini ise nassa yapılan ziyadenin aldi bir hükmü veya heraat-ı zimmet gibi asıl olarak sabit olan bir kura­lı kaldıracak şelcilde olursa nesih sayılmayacağını; ancak şer'i bir hülanü kaldıran ziyadenin nesih sayılacağını iddia etmişlerdir.24 Bir diğer ifadeyle nassa ilave getiren hülanün müstalcil olduğu halde öneelcinin cinsinden olmaması halinde nesih sayılmayacağı; müstalcil ve öneelcinin cinsinden olması durumunda da çoğunluğa göre nesihten söz edilemeyeceği; aneale müstalcil olmayan ziyadenin ise Hanefilere göre nesih kapsamında değer­lendirileceği belirtilmelctedir. 2s Yine onlara göre nesih işleminde, ancak kat'i bir delil ile nassa yapılacak ziyade nesih sayılacağından ortada bir neshin olabilmesi için ziyade yapacak delilin de kat'i olması gerelcir. Bu sebeple zanni birer delil olan haber-i vahid ve kıyasla kat'i bir nassa ziyade yapınale caiz değildie6

Nass üzerine ziyadenin ilişkili bulunduğu diğer usul terimleri sübfıt­delô.let ve kat'iyet -zanniyettir. Hanefilerin nassları anlama ve yorumlama ko-

22 Serahsi, Usıi/, II, 82; Alıdülaziz Buhfui, Keşfu '/-esrar, III, 280, 284-295; Nesefi, Ebıi'l-Berakat Abdullah b. Ahmed, Keşfiı '/-esrar şerh u '1-musannıf 'ale '1-Menar, Beyrut 1976, II, 158. 23 Muvatta, "Zekat", 599; Buhfui, "Zekat", 37. 24 el-Hinn, Eserıı '1-ihtilaj, s. 268. 25 Şevkfuıi, İrşadii '1-jiıhul, II, 567-568; Koca, ''Nesih" DİA, XXXII, 583. 26 el-Hinn, Eserıı '1-ihtilaj, s. 269. Hanefi usiilcüler, kıyasın zaııni bir delil olduğunu, ammın deliiletinin ise kati olduğunu söylemekte ve sonuç itibariyle kıyasın nassa ziyadesini kabul etmemektedirler. Ancak bazı şartlada Hanefilerin bunu kabul ettikleri söylenmektedir ki bu da sonuç itibariyle kendi kuvvetinde başka bir delille tab­sis görmüş bir anım lafza, bu tahsisten sonra kıyasla da ziyade yapılabileceğine dayanmaktadır (Koca, Ferhat, İslam Hu!..""Zık Metodolojisinde Tahsis, İstanbul (İSAM) 1996, s. 234--245; Dümeyni, Müsfir Garamullah, Hadis Je Metin Teniddi Metotları (tre. İlyas Çelebi, Adil Bebek, Ahmet Yücel), İstanbul 1997, s. 364-390).

11 O Dr. Murat ŞiMŞEK

nusunda ileri sürdüideri sübO.t ve delalet bakımından nasslarzn birbirlerine karşı konumu meselesi nassa ziyade konusunu etkileyen bir bölümdür.

Aşağıda geleceği üzere Hanefi usill.cüler özellikle Kur'an'ın amın lafzının, manaya delalet yönünden hass lafız gibi kat'i olduğunu söylemek­tedirler.27 Bunun neticesi olarak da amın lafzın umum manasıyla amel et­menin vacib olduğunu, tahsis edilebilmesi için ise en az kendi kuvvetinde bir nassın/delilin bulunması gerektiğini belirtmektedirler.28 Hanefileı:e göre· haber-i vahid, sübut kuvveti yönünden Kur'an'a denk olmadığı için, onunla Kur'an'ın amınının tahsisi caiz değildir. Böyle bir uygulama nassa ziyade sa­yılır ve nesih kabul edilir. Nesih ise ancak aynı kuvvetteki nasslar arasında cereyan eder.29

Hanefi usuleiliere göre Kur'an ve mütevatir sünnet, kaynağına aidi­yet yönünden yakini bilgi ifade ederken, haber-i vahid zanni bilgi ifade et­mektedir. Mertebe açısından ikisi arasında bulunan meşhur sünnet ise kesin bilgi değil de kanaat sahibi olmayı sağlayan bilgi (ilm-i tuma'nzne) ifade et-. mektedir. Böylece onlara göre mütevatir haberde olduğu gibi meşhur haber ile de nassa ziyade yapmak caizdir.3°

Klasik fıkıh usUlünde nassa ziyade konusunun ele alındığı bir diğer bölüm, Hanefilere göre kaynaklardan hüküm çıkarma metotları (turuuz is­tinbô.ti'l-ahkô.m) içerisinde bir lafzın vaz' olunduğıı mana bakımından ince­lendiği konudur. Bu konu içerisinde özellilde am, has, mutlak ve mukayyed teriınleri doğrudan nassa ziyade ile ilgilidir.

Bir fıkıh usulü terimi olarak ô.m, "bir kullanımda sözlük anlamına uygun olarale bütün fertleri istisnasız bir şekilde kapsayan lafız" manasma gelmektedir.3' Hanefi usUleiliere göre arnının bütün fertlerine delaleti kat'i­dir. Ancak amın lafız, tahsise ihtimali bulunması sebebiyle kendi kuvvetin­de bir delille tahsis edilmesi halinde artık fertlerine delaleti zanni hale gelir.32 Halbuki cumhura göre arnının bütün fertlerine delaleti hem tahsisten önce hem de tahsisten sonra zannidir.33 Hanefi usulciller ile cumhur arasında­ki, tahsis edilmeıniş arnının delaleti konusundaki ihtilaf, hükmün ispatı ve nassların yorumu konusunda önemli bir sonuç olan, sübutu kat'i olan Kur'-

ı.

an' ın ammının, sübutu zanni olan haber-i vahidle tahsisi meselesini doğıır-muştur. Hem Hanefi usulcülere, hem cumhura göre ise hassın vaz' olundu-

27 Serahsi, Usul, I, 132. 2s Serabs i, Usul, I, 133,135. 29 Cessas, Ebfı Bekir Ahmed b. Ali er-Razi, e/-Fusıil fi '1-usıi/ (nşr. Uceyl Cas im en-Neşeıni) I-IV, İstanbul 1414/1994, II, 346; Serahsi, Usıil, I, 133. 3° Koca, Tahsis, s. 210; Ünal, İsmail Hakkı, İmam Ebıi Hanife'nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, Ankara 2001, s. 132. 31 Bardakoğlu, "Am", DİA, IT, 552. 32 Koca, Tahsis, s. 92. 33 Koca, Tahsis, s. 93.

1

1

ı ı ı 1

ı i

Hanefi Fakthlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak N ass Üzerine Ziyade Meselesi 111

ğu manaya delaleti kat'idir ve delile dayanan bir ihtimal bulunmadığı sürece bu manadan başkasına çekilemez.34

Hanefi usUleiliere göre ammın, umum anlamından çıkarılıp bazı fertlerine hasredilmesi ancak arnının umum anlamını engelleyen delilin,

-amm lafzı ihtiva eden nassdan müstakil ve amma zaman bakımından mu­karin (eş zamanlı) olması halinde tahsis olarak isimlendirilebilir. Fakat delil; şart, istisna ve sıfat gibi gayrı müstaldl ise, bu yolla arnının umum anlamın­dan çıkarılmasına tahsis değil kasr adı verilir. Ayrıca delil müstakil olmakla birlikte, amma mukarİn değilse yani ondan sonra gelmiş ise, bu yolla arnının bazı fertlerine hasredilmesine nesih denir.3s

Hanefi usulcülerin, ammı tahsis eden nassın, ona mukarin ve on­dan müstaldl olmasını şart koşmaları nassa ziyade meselesini doğurmuştur. Onlara göre arnını tahsis edecek olan delilin nassa mukarin (eş zamanlı) ve müstaldl olması yanında bir de arnını umum anlamından çıl<aran delilin, en azından amın ile eşit kuvvette olması gerekmektedir. Hanefi usfı.lcüle­rin, tahsis delilinin amın lafızla birlikte (mukarin) olması ve ondan sonra (müterahl) gelmemesi gerektiği şeldindeld tahsis delilinin zamanıyla ilgili ayrımlarının da, arnının kat'iliği konusuudald ilitilaftan kaynaklandığı söy­lenebilir.36

Bütün bunların sonucu olarak Hanefi usulcüler, amın lafzın içinde bulunduğu delil kat'i ise onu tahsis eden delilin de kat'i olmasını şart koş­muşlardır. Bu kuralın sonucu olarak sübutu kat'i olan Kur'an ve ma'rlif (mü­tevatir ve meşhur) sünnetin, zanni olan haber-i vahidle ve layasla tahsis edilerneyeceği ve böyle bir tahsisin kabul edilmesinin nassa ziyade olacağını ifade etmişlerdir.37 Cumhur usulciller ise arnının delaletini zanni kabul et­tikleri için onlara göre böyle bir lafzı, kendisi gibi zanni olan haber-i vahid ve layasla tahsis etmek mümkündür.38

Yukarıda zilcredildiği üzere Hanefi usfılcüler, şartlarını taşıyan bir tahsis delilin ammı tahsis edebileceğini ve bir defa tahsis gören arnının ar­tık zanni hale geleceğini; bunun sonucu olarak da zanni bir delille tahsis edilebileceğini söylemişlerdir. Bu açıdan baluldığııida Hanef'ıler ile cumhur arasında bir paralellik olduğu söylenebilir. Çünkü tahsis delili bulunmadığı sürece ammın umum manası ile amel edileceği konusunda ihtilafyoktur. Ne var ld naslarda tahsis edilmemiş arnının sayısının çok az olduğu hususu da dikkatlerden uzal< tutulmamalıdır.39

34 Şa'ban, İslam Hu!.:-ıık İlminin Esasları, s. 31 1-312; Bardakoğlu, Ali, "Am", DİA, II, 552-553. 35 Şa'biin, İslam Hu!.:-ıık İlminin Esasları, s. 352; Koca, Tahsis, s. 159-163. 36 Koca, Tahsis, s. 108, 163. 37 Koca, Tahsis, s. 156. 38 Dümeylli, Metin Tenkidi, s. 265. 39 Koca, Tahsis, s. 95; Şa 'biin, İslam Hulruk İbninin Esasları, s. 316; Zeydiin, Abdülkeriın, el-Veciz fi usiili '1-fiklı. Arnman 1994, s. 284.

112 Dr. Murat ŞiMŞEK

Hassın kesinliği konusundaki ihtilafın en .önemli pratik sonucunun nass üzerine ziyade konusundaki tartışma olduğu söylenebilir. Niteldm Ha­nefilere göre has kat'i olduğu için onun üzerine yapılan ziyade nesih sayıi­maltta ve bu da ancak kendi gücünde kat'i birnasla olabilmektedir. Cumhu­ra göre ise hassın katiyetinde şüphe bulunduğundan ona yapılan herhangi bir ziyade nesih değil beyan sayılmakta ve bu beyan, has ile aynı kuvvette bir delil ile olabileceği gibi haber-ivahidile de olabilmektedir.40

İslam hukuk metodolojisinde mukayyed, "gayrı muayyen fert veya fertleri gösteren bir la:fzı herhangi bir sıfatla kayıtlamak" şeklinde tarif edil­mektedir.41 Hanefi usulcüler mutlalan talcyidinin arnının tahsisinden farldı olduğunu ve mutlalan, arnının değil hassın lasımlarından olduğunu savun­muşlardır. Onlara göre ıtlak, talcyidin zıddıdır. Talcyidin varlığı ıtlak sıfahmn yok olmasını gerektirmekte ve netice olara!< talcyid, ıtlalnn sona erip, zıttı olan hülrmün ispatı ile olmal<tadır. Tahsiste ise ammın dışında bir hüküm getirilmeyip, sadece tahsise uğrayan bölümün beyarn söz konusudur. Dola­yısıyla talcyid ispat, tahsis ise ihraç ifade eder.42

Hanefilere göre talcyid nassa ziyade niteliği taşır ve marren nesih an­lamına gelir. Dolayısıyla mutlal< ile mukayyedin tarihleri bilinmezse arala­rında çatışma söz konusu olacal<, tarihlerinin bilinmesi halinde ise sonra gelen mukayyed önce gelen mutlala neshedecektir.43 Hanefilerin talcyidi nassa ziyade ve nesih olarak nitelemeleri, aşağıda zikredilecek olan tahsis ile nesih arasında tespit ettiideri farldarın tahsisi e talcyid arasında da mevcut olduğunu kabul etmeleri anlamına geldiğini göstermektedir. Hanefilerin bu anlayışlarının en önemli pratik sonuçlarından birinin, zanni olduğu için haber-i vahid ile kat'i olan mütevatir nassın talcyidinin caiz görülmemesi olduğu söylenebilir. Niteldm Hanefiler layasla da mutlalnn kayıtlanmasım doğru bulmamal<tadırlar. Çünlru nassa ziyade olan talcyid nesih anlamında­dır, Kur'an'ın layasla neshi ise caiz değildir.44

Hanefi usulcüler talcyid konusunda da nasslara "kat'i-zanni" olma­ları açısından bakınaltta ve biri zanni diğeri kat'i olan delillerden, zanninin kat'iyi talcyidini caiz görmemektedirler. Bu sebeple.onlar, haber-i vahid ve layasla Kur'an ve mütevatir sünnetin mutlal<li1İ takyid ehneyi caiz görme­mişler; Kur'an'da geçen bir lafzı talcyid edecek delilin en az onun kuvvetinde olmasım şart koşmuşlardır. Çünlru nassa ziyade olan talcyid nesih sayılır ve zanninin kat'iyi neshi caiz değildir.45

40 Koca, ''Has", DİA, XVI, 267. 41 Koca, Tahsis, s. 128. 42 Koca, Tahsis, s. 128-129; a.mlf., ''Miıtlak", DİA, XXXI, 403. 43 Serahs!, Usül, II, 83-84. 44 Koca, ''Mutlak", DİA, XXXI, 403. 45 Koca, Tahsis, s. 130.

i l 1

1 ( ı l

ı

ı ı ı 1

1

j )

ı 1

CL

Hanefi Fakihlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak Nass Üzerine Ziyade Meselesi 113

Şafii usu.lcülere göre ise mutlak, amın lafzın kısımlarındandır ve takyld, mutlakın umumunu tahsis etmektir. Onlara göre amın lafzın de­laleti zanni olduğu gibi, arnının lusımlarından olan mutlalun delaleti de zannidir. Bu sebeple onlara göre beyan anlamına gelen nassa ziyade nesih değil, meşru hülanün iyice yerleştirilmesi (takrir) olup, bu ziyade meşru hülanün aslıyla çatışmaz. Dolayısıyla, Hanefilerin aksine Şafiiler, haber-i vahidle, mutlak bir nassı kayıtlamayı caiz görmüşlerdir. Hanefi ve Şafii usulcüler arasındaki tahsis ve takyldi anlama ve yorumlama farlu da büyük çapta nassa ziyadenin nesih olarak kabul edilip edilmemesinden kaynak­lanmaktadır. 46

Burada nesih ile tahsis arasındaki farka değinmek yerinde olacak­tır.47 Alıdülaziz Buhari nass üzerine ziyade konusunun sonunda özel bir fasıl açarak bu iki terim arasındaki farldarı izah etmiştir. Buhari, nesih ve tahsisin lafızda mevcut olmayanı beyan etme bakımından ortak yönünün bulunduğuna işaret ettikten sonra, aralarında dokuz fark bulunduğunu söylemiştir. ı- Tahsis, arnının özel hülanü içermediğinin beyanı, nesih ise sabit olduktan sonra hülanün kaldırılmasıdır. 2- Tahsis sadece amın la­fızlar için söz konusudur; nesih ise hem amın hem onun dışındaki konu­larda olabilir. 3- Hanefilere göre tahsisin muttasıl olması vacip iken, nesh ancak müterahi olur. 4- Tahsisin, arnmda hiçbir şey kalmayacak şekilde olması caiz değilken, nesihte bu caizdir. s- Tahsis, şer'i (sem'i) delillerle olabildiği gibi başka delillerle de olabilir; nesih ise sadece şer'i delillerle olur. 6- Tahsis, malum ve meçhul olabilirken, nesih sadece malum olur. 7- Tahsis, gerçeldeştiği konuyu gelecek zamanda amel edilir olmaktan çı­karmazken, nesih, neshedilen delili/hükmü (mensuhu) arnelden düşü­rür. 8- Tahsis, hem haberlerde hem alıkarnda varit olurken, nesih sadece alıkarnda varit olur. 9- Tahsisin delili, ta'lili kabul ederken, nesih ta'lili kabul etmez. Ayrıca neshin takyid ile de bazı farldı yönleri vardır. Tak­yid münferid olurken, nesih toplu olur; takyid, mutlakın vasfı iken, nesih onun vasfı değildir; takyid bazen mukarin olabildiği halde, nesih sadece müterahiyen olur.48

Beyan türlerinin konuyla ilgili lusmı ise, tahsis, istisna, şart, gaye gibi lafzı açıldayıcı unsurların tağyir beyanı mı yoksa tefsir beyanı mı olduğu konusundaki ihtilaflardır. Hanefi usftlcüler, böyle bir açıldamanın tağyir beyanı olduğunu söylerken, kelamcı metodunu benimsemiş usulcüler bu­nun tefsir beyanı olduğunu savunmuşlardır. Bu ihtilafın sebebi yukarıdaki konularda olduğu gibi, sonuçta yine ammın kat'iliği konusundaki yaldaşım farldılığıdır. Yani Hanefi usftlcülere göre amın kat'i olduğu için tahsis delili onun hükmünü değiştirmekte (tağyir), diğer usftlcülere göre ise amın kat'i-

~6 Koca, Tahsis, s. 131-132; a.ınlf., '~Has", DİA, XVI, 266; a.mlf., "Mutlak", DİA, XXXI, 403 .. ~7 Bu konuda aynnhlı bilgi için bk. Koca, Tahsis, s. 121-124. ~8 Abdiliaziz Buhfui, Keşfii'l-esrtir, III, 294-295; Aynca bk. Koca, Tahsis, s. 121-124.

114 Dr. Murat ŞiMŞEK

yet ifade etmediği için ona bitişik veya sonra gelen tahsis delili onu değiştir­meyip sadece tefsir etmektedir.49

Hanefi usUleillerin nazarında tahsis ve takyid gibi lafziaçıklama me­totlarının "tağylr beyanı" sayılması, onların bu değişikliği yapacak delilde bazı şartlar ileri sürmelerini gerektirmiştir ki, o da bu delilin en az tahsis ve takyid ettiği amın ve mutlak delil kuvvetinde olması şartıdır. Eğer delil, aynı kuvvette olmayıp daha alt mertebede olursa, o lafzı beyan (tağyir) ed_emez. · Eğer bu kabul edilirse "tebdü beyanı" sayılır ki, o da nassa ziyade çerçevesin­de nesih demektir.so

III- Hatıefi Haber Teorisi ve Nass Üzerine Ziyade

Hadis usulü literatürüne göre ilk sistemli hadis usulü eseri telif ede­nin Ramehürmüzi (ö. 360/970) olduğu göz önüne alınırsa,5' ondan çok önce Hanefi imamlarından İsa b. Ebanın (ö. 22ı/836) üçüncü asrın ilk çeyreğin­de, Cessas'ın (ö. 370/981) ise en azından onunla aynı dönem olan dördüncü asrın ilcinci yarısında, hadis ve sünneti rivayet telmiği ve yorumlama usUlü açısından bir sistem geliştirdiideri rahatlılda söylenebilir. Pezdevi ve Serahsi sonrası dönemde yazılan fıkıh usUlü eserlerinde yer alan haber bölümleri­nin, tasnif ve algılayış sistemleri farldı olmakla birlilcte, en azından bir hadis usUlü eseri kadar bilgi içerdiğini söylemek mümkündürY Buradan hareketle denebilir Id, Hanefi usUl alirnleri, İslam hukukunun kaynaldarını incelerken Kur'an'dan sonra ilcinci teşri' kaynağı olarak kabul ettiideri sünnet üzerinde etraflıca durmuşlar ve mezhep imamlarının görüşleri doğrultusunda sün­netin delil olma değeri, kısımları ve ravinin halleri gibi hususlarda bir hadis usulü geliştirmişlerdir.

Hanefi haber nazariyesinin teorik alt yapısını oluşturmak üzere ilk adıını atan ldşinin, mezhebin üç kurucu imarnından biri olan Muhanımed eş-Şeybam'nin talebesi Ebu Musa İsa b. Eban b. Sadaka el-Basri (ö. 221/836) olduğu görülmektedir.53 Genel manada Hanefi usUl teorisini sistemli şeldl­de nakleden İsa b. Eban'ın, diğer usfil meseleleri haklanda olduğu gibi bu konudaki görüşlerine, Cessas'ın, onun ldtaplarından yaptığı, sistematil< bir özet izlenimi veren alıntılardan ulaşılabilmekteair. İsa b. Eban, önetililde nakledilen bilgiler (haber) hususunda kesin doğru, kesin yalan ve her ild ihtimali içeren olmak üzere aldi/rasyonel bir haber tasnifi vaz' ertilcten son­ra, bu sisteme bağlı olarak nebevi bilgiye dayalı haberleri de tasnif etmeye yönelmiştir. İsa b. Eban, haberlerin dini tasnifini yaparken yukarıdald sınıf-49 Koca, Tahsis, s. ll 7. 50 Dönmez, İ. Kafi, "Beyan", DİA, VI, 24-25. 51 el-Muhaddisü'l-fiisıl beyne'r-riivive'l-vii'i, Dımaşk 1971,686 s. 52 BunaAbdülaziz el-Bubiiri'nin Keşfii 'l-esriir adlı eserinin üçüncü cildinin tümüyle bu konuya aynlınış olması örnek verilebilir (bk. Abdülaziz el-Buhfu:i, Keşfii 'l-esriir I-IV). 53 Özmen, Ramazan, "Isa b. Ebfuı'ın Hayah-Eserleri ve Haberlerin Epistemolojik Değeri ile İlgili Bazı Görüşle­ri", İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2008, sy. 12, s. 127-154.

Hanefi Faklhlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak N ass Üzerine Ziyade Meselesi 115

lamaya göre rnütevatiri, kesin doğru bilgi ifade eden kısma dahil etmek­te, topluluk haberi (haberu'l-cema'a) ve alıad haber dediği kısmı ise her iki ihtimali (sıdk-kizb) de içeren bölüme yerleştirrnektedir.s4 Dolayısıyla genel itibariyle üçlü bir kademe önermektedir. Toplumsal hafızanın malı olmayan (alıad) haberleri ise bağlayıcılık açısından cemaat haberlerinden daha alt

· rnertebede bulunan, alirnlerin üzerinde ihtilaf ettikleri, kabul ve reddi re'­ye/ictihada dayalı olan bir konuma yerleştirrnektedir.ss

İsa b. Eban'da net olarak anlaşılrnamakla birlikte, ondan sonraki dö­nemde Cessas, Debusl (ö. 430/1039), Serahsl (ö. 483/1090) ve Pezdevl'nin (ö. 482/1089) tasniflerinde genel anlamıyla rneşhfu haberlerin, alıadların değil, rnütevatirin alt bölümü olarak ele alındığı görülmektedir. Ebu Bekir el-Ces­sas'ın (ö. 370/98ı), haberleri bilgi değeri açısından tasnif ederken rnütevatiri iki kısma ayıraral<, birincisinin (rnütevatir) zarful bilgi doğurduğunu, ikin­cisinin (sonraki anlamıyla rneşhfuu kastetrnekte) ise istidllli bilgiyi ifade ettiğini söyleyerek rneşhfu haberi rnütevatir haberin kapsamına dahil ettiği görülrnektedir.s6

Debusl, haberleri temel olarak meşhur ve garfb olmak üzere ilciye ayırrnakta; meşhur kavramını bir üst başlık olarak kullanmak suretiyle, rnütevatir ve kendi adlandırrnasıyla müştehiri onun iki alt kısmı olarak önermektedir. Garfb haberi ise üzerinde ihtilaf edilmelde birlikte ret (is­tinlcdr) sınırına varmadığı için kabul gören makbul haber ve reddedilen müstenker haber olmak üzere iki alt kısırnda incelernektedir.57 Bu tas­nifte terirn farklılığı olrnalda birlikte en azından ara kademenin özel bir isimle belirtilmiş olması konuyla ilgili önemli bir gelişme olarak göze çarpmaktadır.

Serahsl ve Pezdevl ile birlikte rnütevatir, rneşhfu ve alıad şeklinde­ki üçlü bölürnlernenin, sonraki Hanefi usUleillerin çoğunluğu tarafından benirnsendiği görülmektedir. Bu tasnif şekline göre meşhur haber, rnüte­vatir ve alıadın dışında üçüncü bir kategori olarak sınıflandırmadaki yerini almıştır. Ancak bununla birlikte meşhur haber haklanda gerek Serahsl'nin "fl hayyizi't-tevatür" diye isirnlendirildiğinden bahsetrnesi,s8 gerekse Pez­devl'nin "bi-rnenzileti't-tevatür" ifadesi,s9 rneşhfuun bilgi değeri itibariyle rnütevatire yakın, hatta fıkhl işlevi açısından onunla aynı dereceye sahip ol­duğunu işaret etmektedir. 60

54 Cessas, el-Fusiil, m, 35-49. ss Bedir, Fıkıh, s. 95-101. s6 Cessiis, ei-Fusiil, m, 35-59. s? Debıisi, Ebıi Zeyd Abdullah Ömer b. Isa, Takvfmii '1-edille fi usılli '1-jikh (nşr. Halil Muhyiddin Meys), Beyrut 1421/2001, s. 205-213. ss Serahsi, ei-Usiil, I, 291, 328; II, '78. s• Pezdevf, Kenzü '1-vusiil, II, 535. 60 Apaydm, Yunus, "Meşhur", DİA, XXIX, 368-369.

116 Dr. Murat ŞiMŞEK

Hanefilerin, ilke olarak ahad haberlere dayanarak nassa ilavede bu­lunma imkarunı kabul etmemeleri onları, bilgi ifade etmesi yönünden nakli delillerin taksimi esnasında, bu prensipteki tutarhlığı sürdürmek için, ahad haber ile mütevatir haber dışında bir ara kategori oluşturmaya itmiştir. Bu sebeple Hanefiler, ilk tabakadahaber-i vahid olduğu için ittisalinde şüphe taşısa bile, bu haberin ikinci ve üçüncü nesillerde alınıp kullanılmasının, özü itibariyle Hz. Peygamber'e aidiyetindeki şüpheyi kaldırdığını ve dolayı­sıyla onu mütevatire yaldaştırdığını; bunun aksine kendisiyle amel edilmiş olmamasının da haklun~ald şüpheyi arttırdığını söylemişlerdir. Dolayısıy­la Hanefiler, aslı itibariyle ahad olan bu haberlere, ildnci nesildeki yaygın kabulü, faldhleriiı veya aliınlerin onu hüccet sayıp onunla amel etmesi ve haber üzerinde icma oluşması vb. kuvvetlendirici delilleri yansıtarak onları bir ara mertebeye oturtınaltta ve bu tür haberlere meşhur haber ismini ver­mektedirler. 61

Hanef'ilerin dışındaki mezhep bilginlerine ve özellilde hadisçile­re göre haberler, senet yönünden mütevatir ve ahad olmak üzere iki ana kısma ayrılmakta, meşhur, alıadın nevilerinden biri kabul edilmekte, do­layısıyla Hanefi usulcülerde olduğu gibi mütevatir ile ahad arasında bir ara kademe bulunmamaktadır. Meşhuru, mütevatir ile ahad arasında bir mertebeye yerleştiren Hanefiler, ahad haberlere tanımadıldarı bazı imti­yazları/özelliideri meşhur haberlere tanımışlardır.62 Bunun en önemli ör­neğini, nassa ziyade meselesinde, meşhur hadislerle, Kur'an'ın amın veya mutlak hükümlerine/lafızlarına ziyade yapılabileceğini söylemeleri teşldl etmektedir.63 Ayrıca Hanefi usulcüler ahad haberlerin zan ifade ettiğini, meşhur haberlerin ise mütevatir gibi yakini bilgi olmasa da en azından ka­naat oluşturacak seviyede bilgi (ilm-i tuma'nfne) ifade ettiğini söylemek­tedirler. 64.

Burada Hanef'ıler ile cumhur arasında yaldaşım farldılığını gösteren şu hususu hatırlamak uygun olur: Özellilde İsa b. Eban'da belirgin olarak ortaya çılup sonrald devirlerde lusmen devam ettirilen, hadisi rivayet eden ravide -saha be dahi olsa- fıluhla meşguliyet şartının, genel itibariyle fakihler topluluğuna mensubiyet olaral< değerlendirildiğinde: bunun, ehl-i hadisiıt, bir rivayetin kabulü için "kendi çevrelerinde meşhur olma" konusunda ileri sürdüideri şarta karşılık geldiği sonucu çıkarılabilir. Ayrıca cumhur usulcü­ler, meşhuru ara mertebeye almasalar bile, zaten onlar aha d haberlerle nass üzerine ziyade yapılabileceğim kabul ederek bu konuda Hanef'ılerden farldı düşünmektedirler.

61 Apaydın, "Meşhur", DİA, XXIX, 369. 62 Bardakoğlu, "Hanefi Mezhebi", DİA, XVI, 14. 63 Serahsi, Usul, I, 292. 64 Serahsi, Usul, I, 292.

ı ı \

ı 1

ı 1 ı

ı l

t

ı 1

1 ı

1

ı 1 )

Hanefi Faklhlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak Nass Üzerine Ziyade Meselesi 117

Nass üzerine ziyade konusunun bağlantılı bulunduğu bir diğer önemli konu ise ahad haberlerin kabul şartları ve onların bazı sorunlar (ilel) sebebiyle reddi meselesidir. Hz. Peygamber'den nakledilen ahad haberler konusundaki isnat ve irsal sistemi dışında kalan ve rivayetin metnine yöne­lil< eleştiriyi (metin tenlddi) içeren bir değerlendirme esasının, Hanefi usul­cüler tarafindan geliştirildiği görülmektedir. Aşağıda geleceği üzere bunun düzenli şeldi ilk olarak İsa b. Eban'da yer almalda birlil<te, Pezdevi'de manevf iniata konusu içerisinde işlenmiştir.

Hanefi usUlciller haber-i vahidler konusunda şöyle bir ilke koymuşlardıq~1 ~ .ı.ı ~ ':IJ ı:.r-..UI __,..i <J .ı.ı J..J.l ;;,;,._,.. J..WI..ı..-1}1?) "Adil bir tek ravf­nin haberi, dinf konularda kendisiyle amel edilecek bir hüccettir;fakat haber-i vahidle kesin bilgi (ilm-i yakin) sabit olmaz." Bu kaideyi koyduktan sonra Şerahsi, sözüne güvenilmeyen bazılarının haber-i vahidi hüccet saymamal< suretiyle; ehl-i hadisin ise haber-ivahidin ilm-i yakin ifade ettiğini iddia et­mek suretiyle hataya düştülderini söylemiştir. 65 Hanefi usulcülerin haber­i vahid konusundald görüşlerini, usul ldtaplarında geçen şu ifadeler açıl< bir şeldlde ortaya koymal<tadır: "Her kim ahad haberleri toptan reddederse önemli bir hücceti iptal etmiş olur ve zayıf bir delil olan kzyas, asıl itibariyle hüccet olmayan ıstıshab-ı hal gibi deliliere dayanarak şüphe ile amel etmek durumunda kalır. Her !dm de ldtaba muhalif ahad haberlerle amel eder ve onunla Kur' anı neshederse yakzni iptal etmiş olur. Birincisini yapmak cehalet ve ilhad kapısını, ilancisini yapmak ise bid'at kapısını açmak olur. En doğrusu ise her birini kendi konumunda değerlendirmek suretiyle bizim arkadaşları­mızın yaptığıdır."66

Cessas, İsa b. Eban'ın ahad haberleri kabul şartlarını dört başlık al­tında topladığını söylemektedir. Ona göre bunlar:

ı) Haberin sabit sünnete muarız olması;

ıı) Söz konusu rivayetin manasını içerrneyerek, Kur'an'ın ona muha­lif olması;

m) Yaygın bilgi olması beklenen bir konuda (umum-u belva), toplu­mun bilmediği özel bir haberin birey tarafindan rivayet edilmesi;

ıv) Rivayetin yaygın uygulamaya ters düşerek şaz kalması durumla­rıdır.67

Cessas bu tal<Simi genel olaral< korumakla birlikte, Kur'an'a muara­zayı, doğrudan Kur'an'a muhalefet yanında, onun zahirve umum anlarnları­na aykırılığı da içerecek şekilde genişletmiş;68 sabit sünneti ise mütevatir ile 65 Serahsi, Usiil, I, 321-333. 66 Serahsi, Usiil, I, 367; Pezdevi, K~nzii '1-vusiil, III, 16. 67 Cessiis, el-Fusiil, III, 113. 68 Bu konu hakkında uınfım lafiziann haber-i viihid ile tahsisi bölümüne bakılabilir: el-Fusiil, II, 155-207.

118 Dr. Murat ŞiMŞEK

tefsir etmiştir. Üçüncü ve dördüncü şartı, olduğıı gibi kabul ettikten sonra aha.d haberin delil olma şartlarına bir beşincisini daha ilave etmiştir ki, o da akla muarız olmama şartıdır.69

Debiisi de Isa b. Eba.n'ın sistemini esas almalda birlikte, ana madde­lere bazı ilave yorum ve terimler ekleyerek konuya yeni açılımlar getirme­ye çalışmıştır. Debusi, haber-ivahidin geçerliliğinin, Allah'ın kitabına arz edildiğinde, ona muvafakat etmesi durumunda gerçekleşeceğini; ziyade bir hüküm getirdiğinde ise ona muhalif kalacağını ifade ederek, hab"er-i vahid ilenass üzerine ziyadeyi kabul etmediğini bizzat tasnifın ana mad­deleri içerisinde belirtmiş bulunmaktadır. Sünnet-i sa.biteyi mütevatir ve müstefiz haberlerle Hz. Peygamber'den geldiğinde icma bulunan rivayet­ler olarak tefsir etmekte, üçüncü ve dördüncü maddede ise kendi termi­nolojisi ile "hadiseye arz" adını verdiği ve illdni toplumu ilgilendiren bir meselede (umO.m-u belva) bireysel bir haberin rivayet edilerek şaz kalması ile; diğerini ise ilgili meselenin selefarasında tartışıldığı halde tarafların bu ahad habere hiç atıfta bulunmamaları durumu ile açıkladığı bir tenldt sistemi kurmaktadır.7° Debusi'nin, rivayetin belli bir dönemde ilim mec­lislerinde yer almamasını, onun sonradan ortaya çıkmış olma ihtimaline hamlettiği görülmektedir. 7'

Selefierinin görüşlerini disipline ederek onlara katlada bulunan Se­rahsi ve Pezdevi'nin selefierinden en büyük farla, bu konuyu kendilerinin sistemleştirdiği "rivayetlerde iniata şekilleri" başlığı altında ele almalarıdır.72

Özellilde Kur'an'dan sonra ilinci şer'! delil olan sünnetin ittisal, inkita, ha­berin delil olduğıı yerler ve haberin kendisi şeldinde dört alt başlık altında toplanması suretiyle Pezdevi tarafından sistemleştirilen bu tasnif,73 kendi­lerinden sonrald Hanefi usllicülerin hemen hepsi tarafından benimseniniş bulunmaktadır. Nass üzerine ziyade meselesi bu iniata şekilleri içerisinde manevi ınlata bölümünün büyük bir bölümünü teşkil etınektedir. Nitekim Pezdevi'nin nassa ziyade konusunu manevi iniata lasmında ele alması da bu ilişldyi açıkça ortaya koymaktadır. Nassa ziyadenin bu konu içerisindeki konumunun sağlıklı bir şekilde tespit edilebilmesi için lasaca iniata şekille-rinden bahsetınek gerekmektedir. -~

Serahs! ve Pezdevi'den başlayarak Hanefi usllicüler hadislerde esas itibariyle ild türlü iniatadan bahsetmektedirler.74 Bunlar:

69 Cessas, el-Fusiil, m, 114-123. 70 Debfisi, Takvim, s. 196-200. 71 Bedir, Fılalı, s. 166. 12 Serahsi. Usıil, I, 359; Pezdevi, Kenzü '1-vusiil, IT, 520-52!. 73 Pezdevi, Kenzü'l-vusiil, IT, 520-521. 74 Serahsi, Usul, I, 359-374; Abdiliaziz Buhfu:i, Keşfo '/-esrar, m, 3-39. Konuyla ilgili olarak şu iki çalışmaya bakılabilir: Apaydın, "Manevi Inkıta", s. 159-193; Erdoğan, Mehmet, "Batmi inkıta", Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul1986, sy. 4, s. 415-427.

T .

't· "-l~"-

1

ı 1

ı ı 1

1

ı

1

Hanefi Fakfhlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak Nass Üzerine Ziyade Meselesi 119

ı) Zahir (sur!) "inkıta: Bu inluta çeşidi senette kopukluk olması du­rumudur. Bunun içerisine mürsel hadisler ve hükümleri girmektedir. Ha­dislerin senedinde bulunan şeldi inluta ile ilgili olan bu konuya kendi sis­temleri içerisinde bir çözüm geliştiren Hanefi usulcüler sonuç itibariyle mürsel hadislerle amel etmişler ve onları hüccet saymışlardır.7s Ancak bu­rada Hanefilerin müsned hadislerden de üstün saydıldarı bu mürsellerle, meşhur konusunda olduğu gibi nassa ziyade yapıp yapmayacaldan mese­lesi gündeme gelmektedir. Buna cevaben Serahsi, mürsel hadisin tespiti konusunaravi ve senet hald<Inda cerh ve ta'dilin, dolayısıyla bir çeşit icti­hadın meseleye dahil olduğunu, bunun kıyas yoluyla sabit olan delil gibi zan ifade edeceğini; neticede mürsellerle nassa ziyade yapılamayacağını belirtmektedir. 76

2) Manevi (batın) inkıta: Bu inkıta şekli ikiye ayrılmaktadır:

a) Hadisi naldeden ravideki bir kusur veya noksanlılctan doğan inkı­ta: Senet üzerinde bir noksanlık olmamalda birlikte ravinin halinden kay­naldanan bir kusur veya noksanlık sebebiyle hadisin manen munkatı sayıl­masıdır.77

b) Muaraza (tenakuz) sebebiyle inkıta: Haberin, kendisinden daha kuvvetli bir delile muarız olması sebebiyle meydana gelen inlutadır. Bu bö­lümde yukarıdakilerin aksine, isnat dışı mülahazalarla haberin red di konusu ele alınmaktadır. Rivayet tekniği açısından sağlam olmasına rağmen, rivaye­tİn ihtiva ettiği bilginin usule arz edilmesi sonucu sorunlu olma olasılığına dayalı isnat dışı sıhhati sorgulama yöntemidir. Senette kopulduk olmadı­ğı halde buna inkıta adının verilmesi, bir hadisin isnat kriterlerini geçerek sahih hükmünü almış olsa bile, içerdiği bilginin usUle aykırı olması onda isnat eleştirmenlerinin gözünden kaçan bir ravi problemini alda getirmesi sebebiyle olmalıdır.78

Haber-ivahidin asıllara ve selef uygulamasına arzı ve bunlara mu­arız kalma durumları, yukarıda geçen Isa b. Eban'ın tasnifinin gelişmiş hali olarak, Serahsi ve Pezdevi tarafından şu dört şekilde tasnif edilmiştir:79 Kur'an'a (Kitabullah'a) muarız olan haber; Ma'rfrf (mütevatir ve meşhur) sünnete muarız olan haber; Umum-u belvada (genel ve özel herkesi ilgi­lendiren ve herkesin bilmesi gereken bir konuda) varit olan ahad haber; Sahabenin ileri gelenlerinin o haberi kabul etmemesi (aralarında ihtilafa

15 Serabsi, Usul, I, 359-364; Alıdülaziz Buhilıi, Keifu '1-esrtir, m, 3-4. 76 Serabsi, Usul, I, 36L 11 Serabsi, UsUl, I, 370-374; Ab dülaziz Buhilıi, Keifu '1-esrtir, m, 28-39; Nesefi, Keifu '1-esrtir, IT, 46. 78 Bedir, Fıkıh, s. 173-174. Konunun bazı tasniflerinde muiiraza ikiye aynlmış; Kitab'a ve ma'rfif sünnete mu­iirazaya sarih mu' tiraza; umum-u belvii ve sahabenin ihticac etmemesi sebebiyle olan muiirazaya ise deliileten mu'tiraza ismi verilmiştir ( bk. fv!:olla Hüsrev, Mir'titü'l-usul şerhu Mirktiti'l-vusfı!, İstanbul 1339, IT, 219; Apaydm, "Manevi Inkıta", s. 163-164; Erdoğan, "Batıni İnkıta", s. 418-425). 79 Serabsi, Usul, I, 364-370; Pezdevi, Kenzü'l-vusfıl, m, 12-28.

120 Dr. Murat ŞiMŞEK

düştüideri halde, konuyu tartışırken o konuyla ilgili bir hadisten bahset-memeleri gibi).80 .

Genel olarak dilli bir hillane ziyade açısından meseleye bakıldığında bu tasnifın son ild maddesinin dalaylı olarak konuyla ilgisi bulunmalda bir­lilcte, nassa ziyade meselesi asıl itibariyle birinci rnaddedeld haber-i vahidle Kur'an'a yapılan ziyadeyle ve ilcinci rnaddedeld rna'rı1f sünnetle ilgilidir.

Hanefi usülcüler, bilgi değeri açısından zan ifade eden haber-i va­hidin, bir tür nesih sayılan nass üzerine ilave, onun urnurnunu tahsis ve rnutlalaru takyid gibi hususlarda mütevatirve meşhürun işlevini göremeye­ceğini savunmalctadırlar. Dolayısıyla onlar, mütevatir ve meşhur seviyesine ulaşmamış haberlerin nass üzerine ilave anlamlar içerenlerini, onu tahsis ve takyid edici malumat taşıyanlarını Kur'an'a ve ma'rfıf sünnete rnuarız say­malctadırlar. 8'

Burada konunun Hanef'ılere göre konumunun tespiti için, Hanefi usUlünde öneınli bir yere sahip Serahsl'nin Usul'ünde nassa ziyadenin te­mas edildiği ve genişçe işlendiği bölümlere yer verrnek uygun olur. Yul<arıda kısmen değinildiği üzere, Serahsi'nin, nass üzerine ziyade meselesine değin­diği en önemli konulardan biri manevi iniata konusudur. Burada Serahsi, haber-i vahidlerin, Kur'an'ın has, zahir ve nass lafiziarı karşısında rnal<bul sayılarnayacağını; çünkü Kur'an'ın umum lafızlarının haber-i vahidle tahsi­sinin ve zahirinin mecaza hamlinin caiz olmadığını belirtrnelctedir. Serahsi, buna gerekçe olaral< ise, hadislerin Kur'an'a arzı fikrine dayalı olaral< haber-i vahidlerin Kur'an'ın anlamına muhalif durumda kalmalarını zikretrnelcte.: dir .. Ayrıca Kur'an'ın yal<in ifade ettiği halde, haber-i vahidlerin subutunda şüphe bulunduğunu dile getiren Seirahsi, detaya inerek, has lafiziarda ol­duğu gibi, arn lafzın da kapsamındald fertlere delaletinin kat'! olduğunu; ayrıca zahir ve nassın da kat'i olduğunu söylemekte; buradan hareketle me­tin rnana ilişkisine girmektedir. Ona göre, Kur'an'ın metni yal<in ifade ettiği halde, marren rivayet sebebiyle hadis metinleri şüpheden ari değildir; dola­yısıyla mananın tamamlanması metnin kuvvetine bağlı olup, Kur'an metni rnütevatiren naldedildiği için hadis metinlerine ters_ih edilecektir. Serahsi bu konuya "avret mahalline değinenin abdesti bozacağı" şeldindeld nal<illeı; ri; boşanan kadının iddet süresince nafakasız şekilde kalmasını ifade eden Fatıma bt. Kays rivayetini; bir şahit ve bir yeffiinle hüküm verrne"yi ifade eden hadisleri örnek olaral< vermelctedir. Niteldrn nass üzerine ziyade hü-

80 Bazı Hanefi usullerinde bu maddelere bir derivayetin akla uygun olması şartının ilave edildiği görülmektedir. Nitekim ilk olarak Cessas'ın usfilünde geçen, rivayerin akla uygunluğu şartı (Cessas, ei-Fusül, m, 121-123) Abdiliaziz el-Bubılıi tarafindan tekrar gündeme getirilmiştir. O, haber-i viilıidin akla rnuilnz olması durumun­da, zorlamaya gidilmeksizin te'vili mümkünse yorurnlanacağuu; eğer zorlamayı gerektirecek bir durum ortaya çıkacak olursa Hz. Peygamber'in (a.s.) aklın muktezasma aykın bir şey söylernesinin mümkün olmayacağına hamledilerek başkası (nlv!) tarafindan ziyade veya noksan yapıldığına hükmedileceğini belirtmektedir (Abdü­laziz Bubılıi, Keşfu '1-esriir, III, 13). 81 Pezdevi, Kenzıi '1-vusül, m, 13-15.

f ı ı

ı ı ı ı

ı ı ı i 1

! ı

ı 1

ı

Hanefi Faklhlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak Nass Üzerine Ziyade Meselesi 121

küm getirmek suretiyle Kur'fuı'a muhalif kalmaları sebebiyle Hanef'ıler bu rivayetleri kabul etmemektedir ler. 82

Serahsi'nin nassa ziyade meselesine temas ettiği bir diğer konu meş­hfu haber kategorisidir. Serahsi, asıl itibariyle haber-i vahid olmakla birlik­te, ümmetin kabulü ve arneli neticesinde meşhur derecesine yükselen ha­berlerin, mütevatirin bir fer'i durumunda olduğunu söylemekte; bunlarla Kur'fuı'a ziyade hüküm getirilebileceğine delil olaral< mestler üzerine mesh; muta nikahının haramlığı; bir kadımn hala veya teyzesiyle aynı nikah atında bulundurulmasımn haramlığı ve fazlalık ribası (riba-i fazl) konusundald altı sınıfın tespiti rivayetlerini örnek vermektedir. Daha sonra Serahsi, Cessas'ın yukarıda zilcredilen, meşhuru mütevatirin bir kısmı sayan görüşüyle İsa b. Eban'ın, meşhurun yakini bilgi ifade ettiğini ileri süren görüşlerine atıfta bulunmal<ta; doğrusunun ise bu tür haberlerin yaldnl değil itmi'naru bilgi ifade etmesi olduğunu söylemel<tedir. Bununla birlikte meşhur haberle nass üzerine ziyadenin caiz olduğunu; ancak her ne kadar ildnci ve üçüncü hicri asırlarda şöhret bulmuşlarsa da bu tür haberlerin asıl itibariyle haber-i va­hid olduldarım; niteldm inl<arımn, dinden çıkmayı gereldi kılacal< bir sebep olaral< görülemeyeceğini ifade etmel<tedir. 83

Serahsi'nin nass üzerine ziyade konusuna değindiği bir diğer usUl bölümü şer'i hükümler (ahkô.m-z şer'iyye) meselesidir. Serahsi, şer'i hüküm­lerin bağlayıcılıl< açısından tasnifi meselesinde, farz ve vacip terimlerinin kullanımındald ayrımda temel gerekçe olaral< nassa ziyade konusunu gös­termektedir. Haber-i vahidlerin, ravinin yamlma ihtimalinden dolayı yal<ini bilgi ifade etmemelde birlil<te, amel etmeyi gereldi kılacal< bilgiyi ifade et­tiğini; ancal< bunlarla nass üzerine ziyade hüküm getirilmeyeceğini söyle­yen Serahsi, bir hadisle arnelin nasla sabit bir hükmün talcriri olup, nesih sayılmayacağım ileri sürmel<tedir. Dolayısıyla haber-i vahidle sabit olan hü­l<Ümler farz derecesinde bir bağlayıcılık ifade etmemelde birlikte, onun alt kategorileri olan özellilde vacip ve mendup tarzında bir bağlayıcılıl< ifade edebilmektedirler. Farz ve vacip ayrımımn Ebu Hanife'ye kadar dayandığım gösteren bir rivayeti naldettil<ten sonra Serahsi, Kur'fuı'a ziyade hüküm ge­tirmeleri ve habar-i vahide dayalı olmaları sebebiyle farzın alt mertebesinde bağlayıcılıl< ifade eden örnelcieri zilcretmiştir. Bunlar: namazda Fatiha'nın ol<unuşu; tadil-i erkan; vitir namazı; tavafta abdestli olma şartı; tavafı.n ha­tim dışından yapılması şartı; tavafı.n ardından sa'y yapılmasının gerekliliği; Kurban kesmenin ve sadal<a-i fıtrın gereldiliği örnelderidir.84

82 Serahsi, Usıll, I, 364-366. 83 Serahsi, UsUl, L 292-293. 84 Serahsi, Us ıli, I, 111-113. Seiahsi bu örneklerde Hanetilere göre vacip kategorisinde değerlendirilen örnekleri zikretmekle birlikte, bunlar arasında umrenin sübutuna da yer vermiştir. Halbuki umre Hanefilere göre vacip değil, sünnet hükmündedir. Buradan· hareketle Serahsi'nin, umrenin vacip olduğuna meylettiği anlaşılabileceği gibi, ziyade hükmün her halükarda vacip olarak değerlendirilmeyip, onun daha alt mertebesinde de sayılabile­ceği anlaşılabilir.

122 Dr. Murat ŞIMŞEK

Serahsi'nin usUl! yaklaşım açısından nass üzerine ziyade meselesine en geniş yer verdiği konu nesih konusudur. Serahsi neshi, tilavet ve hük­mün birlikte neshi; tilavetin mevcudiyeti ile birlikte hükmün neshi; hüküm mevcudiyetiyle beraber tilavetin neshi ve de nass üzerine ziyade yoluyla ne­sih olmak üzere dört kısma ayırmaktadır. Bu kısımlar içerisinde ise en fazla dördüncü kısım olan nassa ziyade konusu üzerinde durmaktadır. Serahsi, gerek sebepte olsun, gerek hükümde olsun Hanefilere göre nass üzerine ziyadenin şelden beyan olmakla birlilete gerçelete (manen) nesih olduğunu söyleyerek konuya başlamakta, ardından İmam Şafii'nin ziyadeyi nesih değil de tahsis sayan, hatta haber-i vahid ve kıyas ile ziyadeyi caiz gören görüşünü ve gerekçelerini uzunca izah etmektedir. Şafıl'nin zıhar ve yemin kefaretin­de azat edilecek kölenin mü'min olmasının gereldiliği konusundaki görüşü üzerinden meseleyi açıklamaletadır. Şöyle ki, Şam, köle (rakabe) lafzının, hem mü' mini, hem kiliri kapsayan am bir lafız olup, um um bir lafızdan bazı fertlerin çıkarılmasında olduğu gibi kafirin rakabe lafzının kapsamından çı­karılmasının nesh değil, tahsis olduğunu; niteldm Bakara suresinde geçen İsrailoğullarından bir buzağı kesmeleri emredildiğinde, onların açıklama ta­leplerinin8s nesh değil, beyan talebi olduğunu söylemektedir. İmam Şafn bu örneleten hareketle meseleyi şu şekilde gerekçelendirmektedir: Nesih, meşru kılınmış bir hükmün kaldırılması il<en, ziyade meşru bir hükmün tal<riri ve ona başka bir şeyin ilhak edilmesidir. Mesela, celde cezasına sürgünün ilave edilmesi, celdeyi meşru olmaktan çıkarmayacaletır. Azat edilecek kölenin mü' min olma şartının bu hükme ilhak edilmesi de onun, kefaretlerde azatlık haldam ortadan kaldırmamaletadır. İmam Şam kullar arasındaki ilişkilerde de benzer durumun söz konusu olduğunu; nitekim bir şahsın, diğerinde bin beş yüz (lira) alacağı olduğunu iddia etse, iki şahit bin (lira)sına, başka iki şahit de bin beş yüzüne şahitlik etse, bin (lira)lıl< miktarı şahitlerin hepsi­nin şahadeti ile sabit olur. Diğer şahitlerle bine ziyade miletarın ilhakı şahit olunan asıl miktarın (yani bin liranın) tal<riri anlamına gelip, hükmünün kaldırılması anlamına gelmez. Dolayısıyla ona göre, ziyade meşru kılınmış hükmün aslına zarar vermez ve hiçbir surette bunda nesh manası yoletur. Bu tür ziyadeler bazen tahsis yoluyla, bazen başka yolla olabilir, bu sebeple asla mukarin olması da şart koşulamaz.86

" Serahsi, İmam Şam'nin zil<rettiği şeylerin çoğunun, ziyadenin şeklen

beyan olduğunu gösterdiğini, kendilerinin de bunu kabul ettiklerini; ancak ziyadenin manen nesih olduğunu iddia ettiklerini söylemektedir. Buna delil olarak ise Serahsi, Allah hakla olan konulardan olan ibadetler, şer! cezalar (ukU.bat) veya kefaretlerin tecezziyi kabul etmemesini, bunların bir kısmının, tamamı yerine geçmeyeceğini ileri sürmektedir. Nitekim sabah namazının bir rekatının, öğle namazının ild rekatının, onların tamamı yerine geçemeyece-

85 Bakara (2), 67-72. 86 Serahsi, Usul, IT, 82.

... ı·~ ı

·ı ı 1 1

ı 1 ı

1

1 ı \

ı 1 1

! ı

ı

--Hanefi Fakihlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak

Nass Üzerine Ziyade Meselesi 123

ğini; aynı şekilde zıhar kefareti olarak oruç tutan birinin yarısında bundan aciz kalması durumunda geri kalan günler için otuz fakiri dayurmakla kefa­reti ödemiş olamayacağını söyler. Bu sebeple kendisine yetmiş dokuz celde vurolan kişinin şahitliğinin düşrneyeceğini; çünkü haddin tamarnının seksen sopa olup, bir kısmının, tamarnı yerine geçrneyeceğini ifade eder. Buradan ha­reketle Serahsi, zina ayetinde had olarak sabit olan cezanın sadece celde oldu­ğunu; cezanın bir kısmının, tamarnı yerine geçerneyeceği gerekçesiyle, buna sürgün cezasının ilave edilmesinin onu had olmaktan çıkaracağını; nitekim ilietin bir kısmının tamarnı yerine geçerek ilietle sabit hükümden hiçbir şeyi gerekli kılarnamasında olduğu gibi, bu tür ziyadelerin nesih sayılacağını ileri sürmektedir. Yine köle azadı örneğinde, ayette mutlak anlarnda bir köle azadı ile kefaretin yerine geleceği ifade edildiği halde, onu rnü'rnin köle ile takyit etmenin, ayetteki rnananın, kefaretin sadece bir kısmını içerdiğiili iddia et­rnek olacağını ve onun da nesih sayılacağını söylemektedir. Şafii'nin yukarıda geçen kullar arası ilişkilerle (kul hakları) ilgili örneği konusunda ise Serahsi, kul hald<ı olan konuların tecezziyi kabul ettiğini ve dolayısıyla kendisine ilave edilen aslın takriri anlamında ziyadenin mümkün olduğunu; hatta kul hakları konusunda tecezziyi kabul etmeyenlerde dahi aynı dururnun söz konusu ola­cağını; nitekim alışverişin icap ve kabulden ibaret olup, sadece icabın alışveriş sayılrnamasının böyle olduğunu söyler. 87

Bazı örnelcierden sonra Serahsi, tal<yit ve nesih ilişkisine değinir. O, neshin, hükrnün kalan müddetinin beyanı ve yeni hükrnün ispatı anlamına geldiğini; takyidin ise rnutlal<ın zıttı olup, ıtlal< sıfatının ortadan kaldırılması ve rnutlal<ın hükmünün sona ermesi anlamına geldiğini söyler. Buradan ha­reketle Serahsi, önceki hükrnün, hiçbir özelliği kalmayacak şekilde kaldırılıp yerine başka bir hülrmün ispatı nesih sayılrlığına göre, öneelci hükrnün zıd­dının ispatı olan takyidin öncelikle nesih sayılması gerektiğini söyler. Ancal< tahsisin farklı bir durum olup, funının kapsarnındaki ilk hükümden başka bir hükrnün ispatı değil, funının sadece tahsis edilen bölümü kapsamadığının be­yanı anlamına geldiğini söyleyen Serahsi, tahsisin rnul<arin olması gerektiği­ne, takyidin ispat, tahsisin ise ihraç anlamına geldiğine işaret etmiştir. 88

Bütün bu izahlardan sonra Serahsi, nassa ziyadenin nesih sayılaca­ğını, haber-i vahid ve kıyasla, nasla sabit bir hülrmün neshinin mümkün olamayacağını söyler ve konuya birçok örnek verir. Bu örnekler arasında na­rnazda Fatiha'nın okunmasının rükün olarak değil, vacip olarak sabit olması; tavafin abdestli yapılması şartının, vacip olarak belirlenmesi; evli olmayan­ların zina suçlarının cezası olan celdeye, sürgünün ziyade edilerneyeceği; zı­har ve yernin kefaretinde azat edilecek olan kölenin mü' min olmasının şart koşulamaya cağı sayılabilir. 89

87 Serahsi, Usul, II,83. 88 Serahsi, Usiil, II, 83. 89 Serahsi, UsUl, II, 84.

124 Dr. Murat ŞiMŞEK

Bütün bu izahlardan sonra Hanefii haber teorisi açısından, nassa ziyade konusunun meşhur haber kategorisi ile ilişkisi haldrmda bir değer­lendirme yapmak gereldrse şunları söylemek mümkündür: Öncelilde Ha­nefiler meşhur habere dayanaral< nassa, yani subutu ve delaleti kat'i Kur'an ve sünnet metinlerinin bildirdiği hükümlere ziyadede bulunduldan gibi, bu konuyla çok yalan ilişkisi olan Kur'an'ın am ifadesini tahsis, mutlak ifadesi­ni tal<yid etmekte, hatta bazı ahad haberleri, meşhur hadise aykırı olduğu gerekçesiyle reddetmektedirler. Dolayısıyla onların arneli sahada meşhur sünnete, mütevatirin işlevine sahip bir rol tayin ettiideri anlaşılmal<tadır.9o Ayrıca Hanefilerin haber-i vahidin Kur'an'a ve maruf sünnete ayları olma­ması ilkesinin birparçası olarak hadislerin Kur'an'a arz edilmesine verdilderi önem, hadislerle Kur'an arasındaki uyum ve bütünlüğü koruma ve hadisle­rin Kur'an'ın genel çerçevesi içerisinde bir anlam ve yürürlük kazandırma gibi bir rol üstlenmesine vesile olmuştur.9•

Burada yeri gelmişken sünnetin Kur'an'a arzı92 ve nass üzerine ziyade meselesi ile ilişkisi konusuna değinmek yerinde olur. Klasik dönemde, bir ri­vayet malzemesinin senedinin sağlam olmasının yeterli olmayıp, muhtevası­nın da Kur'an'la çelişip çelişmediğinin kontrol edilmesi gerektiği; niteldm Hz. Peygamber'in Kur'an'a aykırı bir söz söylemesinin veya böyle bir şeyi onaylama­sının mümkün olmadığı; dolayısıyla hadis ile Kur'an arasında bir çelişld varsa o hadisin, Hz. Peygamber' e ait olamayacağı anlayışına dayanan sünnetin/ha­dislerin Kur'an'a arzı düşüncesi, modern dönemde bir hadisin Kur'an'dald bir hükme, bir habere, bir ilkeye ... veya benzeri konulardan birden fazlasına ters düşmesi durumunda reddedilmesi gerektiği; böylece özellilde senet teniddi­nin yetersiz kaldığı durumlarda devreye sokularak eksikliğin giderilmesinde ve dine sonradan sokulduğu iddia edilen birçok din dışı unsurların temizlen­mesinde önemli rol alacağı; dolayısıyla uzmanların bütün hadisleri Kur'an'la test etmesi gerektiği düşüncesine doğru geniş biryelpaze izlemiştir.93

Klasil< dönemdeld anlamıyla sünnetin Kur'an'a arzı düşüncesinin sa­habeye kadar uzandığı söylenebilir. Bunun en mümtaz örneğini Hz. Aişe'nin sahabeyi, rivayet ettiideri hadisler sebebiyle tenldt ederken bunların birço­ğunu Kur'an'a dayanaral< reddetmesi oluşturmaktad1r.94 Benzerlerine sıkça

" 90 Bardakoğlu, ''Hanefi Mezhebi", DİA, XVI, 14. 91 Bardakoğlu, "Hanefi Mezhebi", DİA, XVI, 14. 92 Klasik dönemde arz hadisi diye meşhur olan şu rivayet konuyla ilgili tartışmalarda önemli rol oynanuştır. Rivayete göre Rasiılullah (as.) şöyle buyurmuştur: "Benden sonra birçok hadis/e karşılaşacaksmız. Size benden bir hadis rivayet edildiğinde onu Allalı 'mlıitabma wz edin! Şayet ona uyw-sa kabul edin ve bilin lı? o bendendiı: Eğer Kur 'mı 'a mulıdlif düşerse kabul etmeyin ve bilin ki o bana ait deği/dil:" Arz hadisi, Hanefi usül kitaplarnun hepsinde rivayet olarak yer almaktadır (Serahsi, Usul, I, 365; Abdiliaziz Bııhiiri, Keşfu '1-esrdr, m, 15). Hanefi usiılcilier ile muhaddis­ler arasında sert tartışmalara sebep olan arz hadisi, muhaddisler tarafindan ınevzu sayılırken; Hanefiler hadisin rivayet açısından sabit ve ınana balamından doğriı olduğunu söyleyerek onunla iliticilc etmişlerdir. Bk. Serahsi, Usul, I, 365; Abdiliaziz Buhiiri, Keşfo'l-esrdr, m, 15. Dümeyni, Metin Tenkidi, s. 102,245-260. 93 Polat, Salahattin, Hadis Araştırmaları, İstanbul 1997, s. 239-240. "'Zerkeşi, Bedruddin, Hz. Aişe 'nin Salıdbeye Yönelttiği Eleştiriler (tre. Bünyaınin Erul), Ankara 2000.

1 ~+~

1

ı 1

ı

1

ı 1

1 1

ı ı

ı ı

1

1

ı 1

ı

1

ı

ı ı

ı ı ı

Hanefi Fakihlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak Nass Üzerine Ziyade Meselesi 125

rastlanılan bu yaklaşım, Ebu Hanife ve talebeleri zamanında sistematik hale getirilmiştir.9s Ebu Hamfe'nin, hadisleri muhteva (metin) olarakdeğerlen­dirmede dikkate aldığı en önemli unsurun, Kur' ana uygunluk ve ona aykırı düşmeme olduğu anlaşılmaktadır. Hadis ilmi rivayet tekniiderinin henüz teşekkül etmediği bir dönem ve çevrede Ebu Hanife'nin sünnet ve hadisleri anlama ve yorumlamadaki metodunun, onları Kur'an'a ve ulema nezdinde bilinen, yaygın olarak am el edilen sünnete arz etmek şeldinde olduğu görül­mektedir. 96

Arz hadisiyle ilgili olara!< rivayet ilmi kriterleri açısından yapılan tartışmalar bir yana, meseledeki ihtilafın aslının muhaddisler ile falalıler arasındald sünnete yaklaşım farldılığından kaynaklandığı söylenebilir. Mu­haddisler, sünneti Kur'an'a arz düşüncesini kökten reddedip, onu bütünüy­le sünneti reddetmeye yönelik bir tavır olarak değerlendirirken; faldhlerin çoğu ( Hanefi ve Malikiler) sünnetin Kur'an'a arzı düşüncesini doğru bulmuş ve kendileri için bir ölçü olara!< kabul etmişlerdir. Sünnetin Kur'an'a arzı fik­rini reddedenler (Şafii ve muhaddisler) bunu Kur'an'da bulunmayıp sadece sünnet ile sabit olan her şeyin reddedilmesi olara!< anlamış ve dini hüküm­lerin çoğunun sünnetle ve özelilde ahad haberlerle sabit olmasından dolayı da böyle bir düşüncenin dilli ahl<amın büyük bir kısmını reddetmek ve Hz. Peygamber' i yalanla itharn etmek anlamına geleceğini ileri sürmüştür.97

Rivayetlerin Kur'an'a arzı ve nassa ziyadeyle ilişldsi açısından mese­leye balaldığında arz metodunun temel kriterlerinden birini, Kur'an lafız­larına ahad haberlerle yapılan ziyadelerin oluşturduğu görülmektedir. Bu konuda nassların sübut açısından değerlendirilmesi esas olmalda birlikte, ilgili nassların anlamlarının da (delalet) dild<ate alındığı ve birbirleriyle mu­kayese edildiği görülmektedir. Niteldm Kur'an lafzına ilave anlam getiren rivayetin delil olma yönünden kuvveti ona denk değilse bu durumda bu zi­yade anlamın Kur'an'a aylmılık içerdiği kabul edilmektedir.

Sonuç olarak söylemek gereldrse, Hanefllerin Kur'an ve sünnetin ge­nel hüküm içeren naslarını esas alıp bunların tahsisini ancak belli şartlarda kabul etmeleri, arnının tahsisini ve nassa ziyade kılınayı bir nevi nesih sayıp hem bu konuda hem de mudakın takyldi konusunda çekimser davranmala­rı onların, hadislerin Kur'an'a arzı, ahad haberlerin kabul şartları, nesih ve delillerin tearuzu konularında sergiledilderi tutuınla uyum göstermektedir. Hepsinde de Kur'an hükümlerinin genelli!< ve bütünlüğünün korunmasına, ayrıca deliller arasında hiyerarşi ve denldiğin gözetUmesine ayrı bir özen gösterildiği görülmektedir. 98

95 Ebil Hanife, el-'A/im ve-miite'allim (tre. Mustafa Öz, İmam-ı Azam'ın Beş Eseri içinde) İstanbull981, s. 32-33. 96 Dümeyni, Metin Tenkidi, s. 246; Ünal, Ebü Hanife, s. 85. 97 Dümeyni, Metin Tenkidi, s. 258. 98 Bardakoğlu, "Hanefi Mezbebi", DİA, XVI, 15.

126 Dr. Murat ŞiMŞEK

IV- Hanefi UsUleillerin Nassa Ziyade Sayarak Kabul/ Am el Etmedikleri Rivayetler Meselesi

Nassa ziyade meselesinde, Hanefilerin, ziyade hüküm getirdilderi, bu ziyade hülanün ise o nassı neshetme manasma geleceği ve haber-i va­hidin Kur'an ve ma'rUf sünneti neshinin caiz olmadığı gerekçesiyle de bazı rivayetlerle amel etmedikleri ortadadır. Ancak Hanefi usUleillerin nassa zi­yade saydıkları rivayetleri terkleri, her zaman için o haberlerin tamam~n terki ve arnelden düşürüldüğü anlamına gelmemektedir. Mesela onlar, ha­ber-i vahidle sabit olan, abdest ve gusülde niyet edilmesi hükmünü, nassa ziyade sayarak farz kabul etmemişler, ancak sünnet kabul etmek suretiyle de tamamen arnelden düşürmedilderini gösterınişlerdir. Aynı şekilde, na­mazda Fatihft'mn tayini; ta'dll-i erkanın gereldiliği; namaza başlama tekbiri ile namazdan çıkış selamı gibi konularla ilgili hükümleri farz değil de vacip sayarak haber-i vahidleri tamamen ihmal etmeyip, bağlayıcılık açısından bir alt dereceye ( vô.cib) çekerek onlarla amel ettilderini gösterınişlerdir.

Ne var ki, bu örneklere rağınen Hanefi uswcüler bazı hadisleri nassa ziyade sayarak tamamen terk etıniş ve onlarla herhangi bir hüküm ortaya koymamışlardır. Buna, bir şahit ve bir yeminle hüküm vermeyi;99 eel de ceza­sına sürgünü ( tağr'ib) ilave etmeyi;ıoo erkeğin avret mahalline dokunmasının abdesti bozacağıru10' anlatan bazı hadisler örnek verilebilir. Kiıni zaman da hadiste geçen ilave şartı nassa ziyade sayarale kabul etmeme şeldinde bazı hadisleri arnelden düşürmüşlerdir. Buna, nilcahta velinin izninin şart koşul­ması,102 abdestte uzuvların peşpeşe (muvô.lô.t) ve sırayla (tertfb) yıkanması­mn şart koşulması gibi hülcüınler örnek verilebilir.

Konuyla ilgili örnekler ve bu örneklerin ret sebepleri arasında bazı tedahüller bulunduğu unutulmamalıdır. Yani bir hadis bir taraftan nassa zi­yade sayıldığı için reddedilirken, diğer taraftan Hanefilerin haber-i vahid için ileri sürmüş oldukları diğer şartlardan birine veya daha fazlasına uyma­dığı için reddedilıniş olabilir. Mesela bir hadis veya hüküm hem nassa ziyade meselesine hem de um um-u belvô. ile ilgili konuya örnek olabilmektedir.

Öncelilde, reddedildiği söylenen hadislerin haber-i vahid olduğunu, göz ardı etmemek gerekir. Fıkhl ekallerden her biri, haber-i vahid konusun­da belirli kıstas ve şartlar ileri sürerek, şartlarına uymayan hadislerle amel etmemişlerdir. Prensip olarak haber-i vahidi delil kabul etmiş bulunmakla birlilcte, İslam hukulcçularının pek çok hadisle amel etmedilderi de bilinen bir husustur. Nitekim İbn Ebi Şeybe (ö. 235/849) Musannef'ine, Ebu Ha.nl­fe'nin amel etmediğini iddia ettiği hadisler için "Kitô.bu'r-red 'ald Eb'i Ha-

99 Müslim, "Akdıye", 3. 100 Buhan, "Hudud", 21, 30-32; Ebu Dlivfid, "Hudud", 23-25. 101 Ebu Dlivfid, "Tahlire", 70. . 102 Ahmed, Müsned, I, 250.

T ı 1

·1 ı 1

1

ı ı 1

1 1

\

ı (

\

1 j

ı 1

1

ı,

\ \ !

j T

Hanefi Faklhlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak Nass Üzerine Ziyade Meselesi 127

nife" adı altında· bir bölüm açmış ve bu bölümde 124 meselede 484 hadisi zikretmiştir.'03 Ayrıca İbnHazmda (ö. 456/1064), Hanefi ve Malikilerin iki binden fazla hadisle amel etmeyip, onları terk ettiklerini ileri sürmüştür.'04 Aynı şekilde İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350), İ'lc1mü'l-muvakkz'ln adlı eserinde ikinci cildin son üçte birini çeşitli gerekçelerle hadisleri terk eden­lerin eleştirisine ayırmış bulunmaktadır.ıos Bunlara ilaveten ehl-i hadisten İbn Hacer el-Askalan1 (ö. 852/1449) de Hanef'ılerin nassa ziyade hüküm ge­tirdiği gerekçesiyle on beş hadisle amel etmediklerini söyleyerek onları ten­ldt etmiştir.106

Hanef'ılerin nassa ziyade ile ilgili görüşlerini geniş şeldlde ele alıp tenldt eden İbnü'l-Kayyim'in asıl tenlddi,'0 7 Hanefi usfılcülerin bu konuda tezada düştüideri ve kendilerinin koymuş oldukları prensipiere herkesten önce kendilerinin ayları davrandıldarı eleştirisidir. Ona göre Hanef'ıler bir taraftan nassa ziyade olduldarı gerekçesiyle sahih haberleri reddederken, diğer taraftan bazı konularda sahih olduğu bile kesin olmayan hadislerle (14 hadis/mesele) Kur'an'a ziyade yapmışlardır.108 Ayrıca İbnü'l-Kayyim, Ha­nefüerin kendi prensiplerine göre nassa ziyade olması gerekirk~n -neshin

103 İbn Ebi Şeybe, Ebü Bekir Abdullah b. Muhammed el-Kitiibu'l-Musanneffi'l-alıddis ve'l-iisdr (Takdim ve zabt: Kemal Yusuf el-Hüt), Beyrut 1989 VII, 277-325, nr. 36049-36533. Tenkit için bk. Kevseri, Muhammed Ziihid, en­Niiketii i-t arife JH-telıaddiis 'an mdiidi İbn Ebf Şeybe 'ald Ebi Hanife, Kahire 1365 (Mecmiiatii '1-Kiitiibi'l-Kevserf içinde); Hadisçilelin tenkidi için bk. el-Yemfuıi, İbn Adurrahınan b. Yahya el-Mualliml, et-Tenldl binıd fi Te 'n fbi '1-Kevself mine '1-ebdtfl (I-II), Beyrut 1986. Kevseri, en-Niiketii 't-t arife adlı eserinde, 124 temel ictibadi meselede Hz. Peygamber'den gelen hadisiere (484 rivayet) muhalefet ettiği gerekçesiyle Ebü Hanife'yi tenkide tiibl tutan İbn Ebi Şeybe'nin bu eleştirilerini, hem fikbi yönden, hem de hadis tekniği açısından değerlendinnektedir. "'' İbn Hazm, Ebü Muhammed Ali b. Ahmed b. Said, el-İlıkdm fi us iili '1-alıkdm I-VIII, Beyrut 1985, I-rv, 147. 105 İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebü Abdiilah Şemsüddln N.fuhamrned b. Ebi Bekir, İ'liimii '1-muvak!d 'in 'an Rab­bi'/- 'd/emfn (nşr. İsamüddin es-Sababıti), Kahire 1422/2002, I-IV, II, 505-614. 106 Tehiinevi, İ'ldii s-siinen, XV, 370 vd.; Kiriinevi, HablbAhmed Kavdidfi 'u/iimi'l-jik!ı (Mukaddimetii İ'ldii s-siinen içinde), Karaçi 1415, s. 234. İbn Teymiyye (ö. 728/1327) "Refu'l-meliim 'ani'l-einımeti'l-a'liim" adlı nsalesinde herhangi bir imiimm sahih hadise aykın bir sözü bulunursa, mezkür hadisi reddetme hususunda onun mutlaka makbul bir gerekçesinin bulunacağına işaret etmiştir. İbn Teyıniyye bu gerekçeleri üç ana kısımda toplayarak bir imarnın her hangi bir hadisle am el etmeme sebebinin 1) o hadisin Rasülullah 'ın sözü olduğuna inanmaması 2) bu badisle o mese­leyi kııstetmediğini düşünmesi ve 3) hükmün mensuh (yürürlükten kaldınlınış) olduğunu kabul etmesi gerekçelerin­den biri olabileceğini söylemiş ve bu üç kısımdan on mazeret sebebi doğduğunu ifade etmiştir. Bu mazeretlerden dör­düncüsünde ise "bazı alimleıin haber-i viihidle ilgili, diğer alimleıin ileri sürmediği, onlara benzemeyen bazı şartlar ileri sürmelerini" saymış ve Kur'iin'a arz anlayışını da burada zikretmiştir ("Miictelıidlerin Sünnete Verdikleri Değer (Ref'ul-Meldnı ... Risalesi)", (tre. Hayreddin Karaman), İctilıad, Tak/id ve Teflik Üzerine Dört Risale, İstanbul 1998, s. 33-70. Aynca bk. İzmirli, İsmail Hakkı, İ/m-i HiliiJ, İstanbul 1330, s. 23-26). Çağdaş İslam alimlerinden Yüsuf el­Karadiivi ise "fıkıh imarnlarının bazı sürınetlerle amel etmeyişleıindeki gerekçeleri" başlığı altında konuya değinmiş İbn Teyıniyye'nin saydığı sebeplere bir de "fakihin terk etmiş olduğu sünnetin, onun nazarında teşri'! değere sahip olmaması" maddesini eklemiştir (Karadiivi, Yusuf Sünneti Anlamada Yöntem (tre. Bünyamin Erul), Kayseri 1998, s. 61-66) ki bu, en önemli sebeplerden biridir. Aynca nass üzerine ziyade meselesi klasik fikıh edebiyatında asıllardaki yaklaşım farklılığını tespite yönelik olan Hiliif ilmi içerisinde temel usül aynrnlarından biri olarak zikredilınektedir (Mesela b k. Debüsi, Te sfsii'n-nazar (nşr. Mustafa Muhammed Dımaşki), Beyrut, ts., s. 155-157; Zencfuıi, Malımüd b. Ahmed, Talılfcıı '1-fiirii' 'ale '1-usı/l, Beyrut 1398, s. 50-52; İzmirli, İlm-i Hi !dj, s. 193-215. 107 İbnü'l-Kayyim, İ'ldmu '1-muvak!a 'fn, II, 504-614. Dümeyni'nin, İbnü'l-Kayyim'ın tenkitlerini kitabında naklederken onun, Haneillerin bu konudaki delillerini temelinden çürüttüğü şeklindeki iddiası (bk. Dümeyni, Metin Tenkidi, s. 285) çok genelleyici ve mesele iyi tetkik edilmeden aceleyle verilmiş bir karar olarak değer­lendirilebilir. 108 İbnü'l-Kayyim, İ'ldmu 'l-muvak!a 'fn, II, 538-543.

128 Dr. Murat ŞiMŞEK

varlığından hiç söz etmeksizin- her iki nassla da am el etmek suretiyle cum­hura muvafakat ettiideri hadislerden de (32 hadis/örnek mesele) bahset­mektedir.ıag Bunlara ilaveten haber-i valıidle nassa ziyadeyi kabul etmeyen Hanefilerin bazı meselelerde (25 hadis/örnek) kıyasla nassa ziyade yaptık­larını söylemektedir. İbnü'l-Kayyim, bütün bunlar ortadayken, nasıl olup da Hanefilerin nassa ziyade olduğu gerekçesiyle bazı hadisleri terk ettiklerini sormaktadır.110

Konu hakkında bir ön fikir vermesi açısından nass üzerine ziyade konusunda tartışmalı olan örneklerden bir kısmının, bu örneklerin tahlil ve değerlendirilmeşi bir başka çalışmaya bırakılarak zilcredilmesi uygun ola­calct:ır. Bu sebeple burada İbnü'l-Kayyirrı'in eleştiriye konu ettiği rivayetlerin nassa ziyadeyle doğrudan ilgili olanları nakledilecelct:ir:111

ı. Bir şahit ve yeminle hüküm verme.

2. Celde cezasına ilave sürgün cezası verme.

3· Erkeğin cinsel organına dolmnrrıasıyla abdestin gereldiliği.

4· Müslümanın, kafir karşılığında kısas ile öldürülmesi.

5· Velisiz nikahın caiz olmaması.

6. Namazda Fatihayı okumanın hükmü.

7· Ruku ve secdede ta'dil-i erkanın hükmü.

8. Abdest ve gusülde niyetin hükmü.

9· Abdest alırken uzuvları peşpeşe yıl<ama (muva.Iat) ve tertibin hülanü.

ı o. Boğazlanırken kasten besınele çekilmemiş hayvanın etinin helal olması.

ıı. Tavafta abdestin gereldiliği.

12. Deve eti yemelde abdestin bozulması.

13. Musarrat hadisi.

Muhayyer alış-veriş.

ıs. Caninin, Kabeve civarına sığınması.

ı6. Namazda tekbir ve selamın hükmü.

17. Malırernlik doğuran süt emme sayısı.

ı8. Sarıl< üzerine meshetnıek.

109 İbnü'l-Kayyim, İ'ldmu '1-muvakkı 'in, II, 544-566. ııo İbnü'l-Kayyim, İ'ltimu '1-muvak/.7 'in, II, 541, 544-566. 111 İbnü'1-Kayyim, İ'ltimu '1-muvakk:ı 'in, II, 504-614. İbnü'l-Kayyimin, bir çok gerekçeyle reddedildiğini iddia ettiği rivayetlerin sistemli bir listesi için bk. Dümeyni, Metin Tenkidi, s. 287-290.

Hanefi Fakfhlerin Haber Anlayışlarının Bir Göstergesi Olarak Nass Üzerine Ziyade Meselesi 129

19. Çorap üzerine meshetmek

20. Bam talalcia boşanmış kadının nafakası.

21. Ölen kimse için oruç tutmak ve haccetmek.

22. Boşama şartıyla hulle yapılması

23. Birden fazla evlilikteyeni eşin baldre olması halinde ilk yedi günün ona ayrılması.

24. Denizde ölen hayvanın hükmü.

25. Azat etmenin mehir sayılması.

26. Malını, iflas eden ldşinin yanında bulan lamsenin durumu.

27. At etinin helal olması.

28. Abdest alırken burna su almak.

29. Öldürülen ldşinin alcrabalarımn, diyet ile kısasarasında muhayyer olmaları.

İbnü'l-Kayyim, yukarıdili rivayetlerin, Hanefilerin kendisiyle amel edip nassa ziyade yaptılciarı hadislerden daha kuvvetli olduğu halde, onları nassa ziyade olduğu gerekçesiyle reddettilderini iddia etmektedir. İbnü'l­Kayyim bu örnelderi sıralarken her bir örneğin hemen peşinden Hanefile­ri ilzam etmek üzere, nassa ziyade sayılması gereldrken, onların bu şekilde davranmadıldarını iddia ettiği örnelcieri de vermektedir. m

Misal vermek gereldrse Hanefilere hitaben "bir şahit ve yeıninle hü­küm verıneyi nassa ziyade diye reddettiniz, an cal< yine size göre nassa ziyade sayılması gerelcirken yeıninden dönme (nukül) ile hüküm verilebileceğini kabul ettiniz; yine velisiz nikahın caiz olduğunu söylerken daha sonra şahit bulundurmayı nil<ahta şart koştunuz. Halbuld ildsi de aynı hadiste peş peşe geçmekteydi"ıı3 gibi her bir meselenin peşinden ilzam edici zıddını vererek tenkit etıniştir.

Ne var Id, İbnü'l-Kayyim'in, Hanefileri ilzam için örnek verdiği me­selelerin tasnifinin, sadece konunun liste halinde sunumu maksadıyla ya­pıldığı; bu örnelcierin çoğunun, sadece nassa ziyadeyle ilgili olmayıp Ha­nefi usuleillerin ortaya koyduğu, haber-i vahidin şartları, tahsis, tal<yid ve umum-u belva gibi birçokesaslada alakah olduğu unutulmamalıdır.

Sonuç

Hanefi uslilcüler, nassların amın ve mutlak lafızlarının delaletlerinin kat'i olduğunu; onlar111: umum ve ıtlak anlamlarına getirilecek daraltmanın 112 İbnü'l-Kayyim,İ'/anııı '1-muvakkı 'in, II, 538--543. 113 İbnü'l-Kayyim, İ'liinıu '1-muvakkı 'in, II, 538.

130 Dr. Murat ŞiMŞEK

nesih anlamına geleceğini; neshin de ancak aynı kuvvette deliller arasında cereyan edebileceğini; zanni ile kat'i neshedilemeyeceğinden, zanni bir de­lille nassların kat'iyet ifade eden lafiz ve hükümlerine ziyadede bulunulama­yacağını ileri sürmektedirler. Cumhur usillcüler ise hem nassların amın ve mutlak lafizlarının manalarma delaletlerinin zanni olduğunu; hem de nassa yapılacak ziyadenin nesih değil beyan olduğunu söyleyerek bu konuda Ha­nefilerden farklı düşünmektedirler.

Hadisleri yazma ve derlemenin henüz yaygın olmadığı ilk dönemler­de İslam hukukçularının onları kabulde, çevreye ve hukuk anlayışlarına göre bazı şartlar ileri sürdükleri görülmektedir. Bu minvalde Hanefi usillcillerin, kendi hukuk sistemleri içerisinde bir haber teorisi geliştirdikleri; bu teori­nin en önemli noktalarından birini, onların ba.tıni inkıta olarak isimlendir­dikleri, rivayetin Kur'an'a ve ma'ruf sünnete muarız olma durumunun teşkil ettiği görülmektedir. Hanefilere göre bu muarazanın en temel tezahürlerin­den biri de, tek kişinin rivayeriyle sabit olan bu tür haberlerin kat'! yolla sa­bit nasslara ziyade anlam yilidemesinin nesih olarak değerlendirildiği nass üzerine ziyade meselesidir.

Burada ortaya konulmaya çalışıldığı gibi, nassa ziyade meselesinin, fıloh usulü içerisinde birçok konuyla ilişkisi bulunmaktadır. Bu meselenin ortaya çıloşının temel parametrelerini, Hanefilerin hadis-sünnet anlayışları, neshe yüldedilderi anlam, nassları anlama ve yorumlamada izledikleri me­tot, arnm-lıass ve mutlak-mukayyed konularındaki yaldaşımları, nasslara sübut ve delalet açısından verdikleri konum oluşturmaktadır. Bu konuda sübut açısından nassların tasnifinde en önemli noktayı, meşhur haber kate­gorisine yilidedikleri işlev teşkil etmektedir.

Hanefi usUlciller ile cumhur ulema arasında, usUldeki yaklaşım fark­lılığının bir sonucu olarak ortaya çıkan nass üzerine ziyade ihtilafi, hillanün ispatı ve nassların yorumu konularında önemli farldılıldarı beraberinde ge­tirmiştir. Ayrıca bu mesele, Hanefi usUleillerin hadisleri anlamada ve yo­rumlamada ortaya koymuş oldukları prensipierin en önemlilerinden biri olarak kaynaklardaki yerini almıştır. -~

1 ~

{

ı

ı \

l ı