Upload
suerur-oeztuerk
View
290
Download
15
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Â
Citation preview
HALİDE EDİP VE AMERİKAFRANCES KAZAN
İngilizceden Çeviren: Bernar Kutiuğ
a BAĞLAM
Bağlam Yayınları/ 95 Înceleme-Araştırma/ 52 Birinci Basım: Ekim 1995
ISBN- 975-7696-79-X
Kapak Tasarımı; Canan Suner
© Frances Kazan ve Bağlam Yayıncılık
Baskı; Bayrak Matbaası
BAĞLAM YAYINOLIK Ankara Caddesi, 13/1 34410 Cağaloğlu-İstanbul Tel; 513 59 68
Edip’in Amerika Birleşik Devletleri’yle ilk ilişkilerinin bir çözümlemesi ve 1928 yılında Williamstown Siyaset Enstitüsü’nde Yeni Türkiye üzerine yaptığı konuşmanın tematik sunumu.
İÇİNDEKİLER
Giriş ...........................................................................................9
Birinci Bölüm: Amerika Öncesi Halide Edip.................. 15
ikinci Bölüm: Halide Edip Amerika’d a ........................... 45
Sonuç ............................................. ....................................... .8 1
Halide Edip’in Kitapları................... .................................. 83
giriş
Halide Edip Adıvar (1882-1964) modern Türk tarihinde benzersiz bir yere sahiptir; buna karşın, Batı’ da Edip hakknı- da çok az şey bilinir. Edip, Atatürk’ ün yakm çevresindeki yegane kadın olmanın yanısıra, bir milliyetçi, çevirmen, gazeteci, eğitmen ve tanınmış bir roman yazarıydı. Yirminci yüzyıl başlarında Edip’le aynı sınıf ve dinsel inançtan gelen kadınla- nn öğretim kurunılanndan ziyade evde eğitim aldıkları ve siyasete atılmadıkları düşünüldüğünde, onun kaydetmiş olduğu başanlann önemi daha iyi anlaşılır. Bir Osmanh ailesinin kızı olarak dünyaya gelen Edip, çocukluk dönemini, imparatorluğun yönetici sınıfına üye insanlann oluşturduğu seçkin bir çevrede geçirdi. Eşine ender rastlanır zekası ve liberal bir düşünce tarzına sahip olan babasının bilgeliği, ona, o günlerde İstanbul’da kızlar için mümkün olan en iyi eğitim kurumlarma girme fırsatı verdi. İstanbul’daki Amerikan Kız Koleji’nden mezun olan ilk Türk öğrenci Edip oldu. Bir matematikçi olan Salih Zeki ile evlenmesi. Jön Türk hareketinin entellektüel kanadı ile ilişki kurmasına vesile oldu; Ziya Gökalp yakın çalışma arkadaşları arasındaydı. Edip, ulusal mücadele yıllarında Bağımsızhk Savaşı’na aktif olarak katıldı. Siyasal faaliyetleri yüzünden Padişah hükümeti tarafından gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı. Atatürk’ ün liderlik yöntemlerine karşı çıkma-
' Ziya Gökalp (1876-1924); Bir Türk sosyploğu, dü§ünüı-ü ve milliyetçisi olan Gökalp Atatürk’ün yaptığı refornılarnı pek çoğunun entellektUel mimarı idi. Türk-Islanı halkının Batı uygarlığını nasıl benimseyebileceği sorunuyla ilgili çalışmalar yürüttü. Gökalp’in yaşamı ve çabşmaları ile ilgili kapsamlı bir çalışma için bkz. Uriel Heyrf, Foundatioııs o f Turkish Natioualism, Luzac, Loııdou 1950.
sı, onu ve ikinci eşi Dr. Adnan Adıvar’ ı ülkeden aynbp sürgünde yaşamaya zorladı; 1939 yılında Türkiye’ye döndükten sonra, uzun yıllar ders vereceği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ingiliz Edebiyaü bölümüne girdi.
Bu tezde, Halide Edip’in Amerikan yanlısı düşüncelerinin kökenlerini ve bu düşüncelerin daha sonraları Türk ulusal sir yasetinin fiili dünyasındaki cisimleşmesini inceliyorum. Ardından, Edip’ in 1928 yıhnda bir dizi konferansta konuşma yapmak üzere ilk kez gittiği Amerika’da Amerikalı aydınlardan, gazetecilerden ve yorumculardan oluşan bir dinleyici topluluğuna hitaben yaptığı konuşmalarda anlattığı Yeni Türkiye’ nin tarihsel ve siyasal tablosunu çözümlüyorum. Edip ve Dr. Adnan, Mustafa Kemal’le aralarındaki ciddi ideolojik aynhklar sonucu siyasi birer sürgün olarak ülkelerinden uzakta yaşamaya zorlanmış olmalarına karşın, yaşamlarını ateşli birer vatansever olarak sürdürdüler. Edip’ in [Yeni Türkiye’ye ilişkin -ç.n.] bu anlatısı, Amerikalılara Türk bakış açısını anlamalarına yönelik bir çağn niteliğindeydi.
Halide Edip’in, Amerika Birleşik Devletleri hakkında, geldiği sınıftan ve kadın olmasından kaynaklanan Özgül, bu ülkeyi idealleştiren bir babşa (vision) sahip olduğunu düşünüyorum. O yıllarda görevleri gereği Türkiye’ de yerleşik yaşam süren Amerikan vatandaşları belli bir grubun temsilcileriydiler; fakat, bunlar Edip’ e Amerika’ daki demokratik sistemin yarattığı en iyi’yi (the best) simgeleyen insanlar olarak göründüler. Amerikan Kız Koleji’nde aldığı eğitim onun bu kanısını güçlendirdi. Bu söylediklerim Edip’ in bakış açısını yerme, ona olumsuz bir anlam yükleme anlamına gelmiyor. Amerika Birleşik Devletleri dünyanın en eski denıokrasisiydi ve bu ko-
Adnan Aciıvar (1881-1955), 1917 yıhnda Halide Edip ile evlendi. Tıp eğilimi alan Dr, Adnan Birinci Dünya Savaşı sıvasında bir Kızılay görevlisi olarak çalıştı. İmparatorluk zamanında Tıbbiye Mektebi’niiı yöneticiliğini yapan Adıvar, son Osnıanlı nıecb'sinde İstanbul milletvekili idi. Daha sonralan Büyük Millet Meclisi’nde sağlık bakam olarak görev yaptı. Daha aynniıb bilgi,için bkz. 'Adnan Adıvar', Türk Ansiklopedisi,1. Cilt, Ankara 1946, s. 139.
10
numunu sürdürüyordu; dolayısıyla, Edip, Amerika’yı, Yeni Türkiye’nin günün birinde onun düzeyine erişebileceği örnek ülke olarak gördü.
Tezimin Edip’in Türkiye’deki Amerikan vatandaşlarıyla ve eğitim kurumlanyla olan ilişkilerine özel bir yer ayırdığım birinci bölümünde, Edip’in yaşamının 1893 ile 19,24 yıUan arasında kalan döneminin bir değerlendirmesini sunuyorum. Edip, Osmanb seçkinler grubuna üye bir aileden geliyordu; fakat, ondokuzuncu yüzyılın sonlarından itibaren İmparatorluk sistemi yenileşme ve batılılaşma sürecinin yarattığı basıncın etkisiyle dağılma sürecine girmiş bulunuyordu. Tezimde, bu değişimlerin Edip’ in aile yaşamı üzerindeki etkilerini, genç Halide’nin iç dünyasında yol açtığı gerilimlerin sonuçla- nm çözümlüyorum. Edip, Amerikan Kız Koleji’ne kaydolduğu zaman kendisini farklı bir dünyada buldu; okulda yüz yüze kaldığı bu dünyanın çarpıcı aykırılığını ondokuzuncu yüzyıl Osmanb dünyasını göz önünde bulundurarak değerlendirmek gerekir. Bu yüzden, Edip’ in M em oirs (Anılar)* adlı kitabında sunduğu aynntıh bilgilerin ışığında, dikkatimi Edip’ in ev yaşantısının ve kolejdeki deneyimlerinin özgül koşuUan üzerinde yoğunlaştınyorum. Edip, daha erken yaşlardan itibaren son derece akıcı bir İngilizce’ye sahipti; yüzyıbn sonlarında İstanbul’ daki batılı diplomatik temsilcilerin pek çoğunun bir kelime bile Türkçe konuşamadıkları düşünülürse, Edip’in bu başansının değeri daha iyi anlaşıhr. Amerikan topluluğu ile kurduğu yakın ilişki, Edip’i, Birinci Dünya Savaşı’nın sonun-
Edip’in kaleme almış olduğu anılarınm 1917’ye kadar olan birinci bölümü, Memoirs of Halide Edip (Mor Salkımlı Ev, 1963j başlığıyla ilk kez İngilizce olarak 1926 yılında İngiltere’de yayınlandı. Anıların 1918-1923 dönemini kapsayan ikinci bölümü, yine İngilizce olarak İngiltere’de The Turkish Ordeal (Türkün Ateşle İmtihanı, 1962) adıyla 1928’de yayınlandı. Yazav Edip’ in yapıllanna ilişkin tüm değiııileviude yapıüarm İngilizce versiyonlannı esas aldığı için, muhtemel bir karışıklığa yol açmaması için yapıtların isimlerini İngilizce bırakmayı ve Türkçe isimlerini parantez içinde vermeyi uygun gördük. -Ç.N.
11
da ülkenin Amerikan mandası altma girmesi fikrini desteklemeye götürdü; bu görüş, onu milliyetçi dosüanyla anlaşmazlığa sürükledi. Mustafa Kemal, Amerikan desteği fikriyle kendi arasına net bir mesafe koymuş olmasına karşın, bir yandan Ankara’da ulusal dava için çalışmalar yürütürken diğer yandan Edip’in İstanbul’daki Amerika Birleşik Devletleri temsilcileriyle bağlanın sürdürmesine göz yumdu. Tezimde, Edip’ in Amerikan yanlısı tavnnın nedenlerinin ve bunun karmaşık doğasının kavranmasına yardımcı olacağı düşüncesiyle, her iki ülkenin o dönemdeki siyasal durumunu kısaca çözümlüyor ve halkın içinde bulunduğu durumla Edip’in tavrını etkilemiş olan fikirleri değerlendiriyorum.
Tezin ikinci bölümünde, Edip’ in 1928 yıhnda Williams- tovn Siyaset Enstitüsü’ndeki konuşmasında merkezi ve özgül bir yere sahip dört temayı irdeliyorum. Bu olay, ilk kez Türk/MiUiyetçi seçkinler grubunun bir üyesinin cumhuriyetin kurulmasıyla sonuçlanacak olan dünya olaylarına ilişkin Türk bakış açısını doğrudan sunması açısından önemli bir anlama sahip bulunuyor. Halide Edip ne tarih eğitimi almış bir tarihçi, ne de profesyonel bir siyasetçiydi; buna rağmen, yaptığı konuşmada Türk tarihinin ve siyasal evriminin çözümsel ve kronolojik bir dökümünü sundu. Konuşmasını 'Sıradan Türk’ ve onun bir Yunan işgali girişimiyle yüz yüze bulunduğu koşullarda demokratik bir devlet yaratmak için verdiği mücadele üzerinde yoğunlaştırarak, ortaya tarihsel kavrayış açısından yeni ve dinleyicinin ufkunu genişleten bir bakış açısı koydu. Edip, bu iki özgül ve birbiriyle çelişkili temayı birlikte ele ahp irdelemek suretiyle Türklere ve onlann henüz kurulmuş ulusal birliğine yönelik batılı önyargıları değiştirmeyi âmaçlamış- ü. Bildiğim kadarıyla, daha önce hiç kimse Edip’ in bu konuşmalarını incelemedi, ya da, onun İngilizce kaleme aldığı diğer çalışmaları çerçevesinde bu konuşmalar üzeride bir çalışma yürütmedi.
Edip, bir Türk kadını oluşunun özgül anlamının bilincindeydi ve Türk kadınları hakkında Batı’da geçerliliğini koru
12
yan basmakalıp yargılarla mücadele etmek için çaba harcadı. Kadınların özgürleşmesi teması ile -Ortadoğu’da anlaşıldığı şekliyle- milliyetçilik teması arasında bir paralellik kurdu. Çünkü, Edip’e göre, bu ikisinin evrimi ve cisimleşmesi birbi- riyle iç içe geçmiş durumdaydı. Tezimde bu dört temayı -Sıradan Türk, Yunanlıların Türk tarihindeki rolü, Türk feminizminin evrimi ve milliyetçilik- sahip olduklan tarihsel ve siyasal bağlam içine oturtarak değerlendirmeyi amaçlıyorum. Bunların sunumuna anlam kazandıran entellektüel ve toplumsal güçlerin bazılannı ele ahp çözümlemeye tabi tutuyorum. Edip, geçmişin ancak bugünün ışığı altında kavranabileceği inancındaydı ve sürgün koşuUanyla eski bir vatansever olarak yaşadığı duyguların düşüncelerini kısmen belirlemiş olduğunu düşünüyordu.
Edip’ in 1923 ile .1930 yıllan arasında kalan dönemde yürüttüğü İngilizce çabşmalannın Özgül niteliği, Edip’ in bu çalışmalarda kendi yaşantısının hem faih hem yorumcusu olmasıydı; Edip, biyografi, roman ve siyasi yorum türünde yazılar kaleme aldı; ancak, bunlara konu olan olayların seçimi ve düzenlenişi bir kitaptan diğerine değişildik gösterir. Edip’ in ça- hşmalarmın birbirleriyle karşılaştırılması, onun yaşantısının erken dönemlerini biçimlendiren etkilerin, iç dünyasının, siyasal ve kişisel inançlannın, bu inançlar arasındaki karşıllıkleı- rın derinlemesine ve kapsamh olarak kavranmasına yardımcı olabilir. Nitekim, bu tez, M em oirs ’in ilk cildine, Shirt o f Flam e (Ateşten Gömlek) adlı romana, Williaınstown’daki konuşmasından uyarlanmış T urkey Faces West. (Batı Kargısında Türkiye) adh kitaba ve -daha sınırlı biı düzeyde- Edip’in Bağımsızhk Savaşı İrasındaki faaliyetlerinin bir dökümünü sunduğu The Turkish O rdeal (Türk’ ün Ateşle İmtihanı) başlıklı çabşmasına ilişkin değinilen de içeriyor.
Edip’ in İngilizce kaleme aldığı romanlarla diğer türden (non-fiction) çabşmaları arasında ifade tarzı açısından öııeşmli bir fark vardır. Tarihsel ve siyasal anlatılarında sahip olduğu entellektüel fikirleri coşkusallıktan uzak yalın bir dille ifade
13
ederken, romanlannda kişisel ilgileri öne çıkaran sıcak ve duygusal bir üslup hakimdir. Bununla birlikte, tarihe ilişkin herhangi bir yazısı -kendi bağlamında- yaratıcı bir girişime karşıbk düşer. Olayları düzenleyiş ve sunuş tarzı, kendi karakterine ve içinden geldiği toplumun doğasına özgü öğeleri dışa vurur. Edip, roman türü dışında kalan eserlerinde, çalışmasının felsefi yönleri üzerinde fazlaca durmamayı yeğlemiştir; sahip olduğu düşsel dünya onu insana ve yaşamın gizemli yanlarına daha da yakmlaştırmıştır. Kendisini bir roman yazarı olarak düşünmüş' ve okurlarından gördüğü ilgiden gurur duymuştur:
Eğer benim mütevazı sanatımın tutkulu üslubu Türk okurlar tarafından güçlü bir beğeniyle karğılandıysa, bunun nedeni onun kaleme aldığım eserlerde ifade kazanmış saflığında aramak gerektiğine inanıyorum. Bu insanca feveranları kendi içimde, ya da roman sınırlan içinde tutmak için verdiğim mücadele, kalbimde duygusal olarak hala yoğun, samimi bir çocukluk ve gençliğin canlı kalmasına yol açmıştır M em oirs’ de açığa vurulan kişisel gizler, düşsel ile gerçek
arasında bir yerdedir. Gerçeğin ve aynntılann böylesine ileri düzeyde kişisel bir yoldan sunulması, bellek ve yorumun kendine özgü gizli .dünyasının bir sonucudur. Bununla birlikte, bu kitaplar o dönemde yaşamış bir Türk kadını için oldukça açık sözlüdür. Belki de. Edip, ansızın yüz yüze kaldığı sürgün hayatının beraberinde getirdiği şaşkınlık karşıöında, kendi yaşantısına ve hayatındaki bu kritik gelişmeye yol açan olaylara yönelik bir duygudaşlığa sığınmıştır. Bunu akılda tutarak, bu tezin biyografik verileri değerlendiren bölümlerinde, Edip’in bizzat kendisinin önemli olduğunu düşündüğü anıların yol göstericiliğinden yararlanıyorum.
’ Halide Edip’in 1924’de Florence BiUings’e yazdığı kişisel mektup, Smith CoUege, Sophia Smith Koleksiyonu’nun izniyle.
' Halide Edip, The Memoirs o f Halide Edip, Arno Press, New York City, yenibasım 1972, s. 205.
14
b ir in c i b o l u m
Edip’e sağlanan Amerikan eğitiminden yararlanma olana- ğmın ve Edip’in daha sonralan oynayacağı benzersiz tarihsel rolün öneminin daha iyi anlaşılabilmesi için, ilkin Amerikan Kız Koleji’nin kuruluşuyla sonuçlanan gelişmeleri ana batlarıyla aktaracağım. Sonra, Edip’ in aile yaşantısını biçimlendiren ve sonralan öğrenim gördüğü kolejdeki dünya ile evdeki dünyası arasında çatışmaya yol açan toplumsal etkenleri açıklamaya girişeceğim.
Ondokuzuncu yüzyıl sonlarında Osnıanlı dünyası bir değişim süreci içindeydi. Bir yüzyılı aşkın zamandır süregelen modernleşme süreci, §u ya da bu biçim altında varlığını devam ettiriyordu. Geleneksel yaşam tarzlan bozulmaya uğramıştı; eski anlayışlar ve inançlar Batı’ dan gelen düşüncelerin tehdidi altına girmişlerdi. Yönetici seçkinler grubunun bir üyesi olan Edip’in ailesi, bu değişmelerle ilk elde karşılaşan ve bunlardan etkilenen ailelerden biriydi.
Türkiye’deki Amerikan varlığının ilk işaretleri Edip dünyaya gelmezdrâ yarım yüzyıl kadar önce, 1830 ’da Boston Misyonerler Kurulu Harisson Gray Otis Dwight ve Eli Smith adla- nnda iki Protestan ilahiyatçıyı bölgedeki Nasturi mezhebinden Hristiyanlarla birlikte çalışmalarda bulunmak üzere Doğu Anadolu’ya göndermesiyle birlikte görüldü. Osmanlı yasaları Hıristiyanlann Müslümanlar arasında misyonerlik faaliyetlerinde bulunmasını yasakladığı için, bu ilahiyatçılann kendi dinlerine taraftar kazanma çabşmalan'sınırh kaldı. Bu ilk mis
15
yonerler insancıl bir bakış açısına sahiplerdi ve kötü koşuUar- cla yaşayanların durumlarını iyileştirmenin Hıristiyan olmaı^n kendilerine yüklediği bir sorumluluk olduğuna inanıyorlardı. Bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için hastalıklara ve benzeri sıkıntılara kadandılar; aileleriyle birlikte güç yaşam koşullarına göğüs gerdiler. Bu ilk misyonerleri Osmanb Asyası’nın gözden ırak bölgelerine sürüklemiş olan şeyin olağanüstü bir inanç ve kararlılık olduğunu söyleyebiliriz. Muhtemelen, bu insanlar, yöre halkını kolonileştirme ya da boyunduruk altına alma gibi bir niyete sahip olmaksızın dünyanın bu bölgesine ayak basmış ilk yabancılardı -tezimizin ilgi alanı dışında kaldığı için burada söz konusu misyonerlerin amaçlanna ayrıntılarıyla değinmiyoruz.
Ondokuzuncu yüzyıl ortalarında, Anadolu’nun Osmanb idaresinin o güne kadar ihmal ettiği ıssız bölgelerinde Ameri- kablar tarafmdan işletilen okullar ve sağhk ocakları kurulmuştu. Mary MiUs Patrick, fedakarhkçı ve kısmen serüvenci bir duygunun etkisiyle, elçiliğe bağlı bir okulda dersler vermek üzere 1871 yıhnda Erzurum’a geldi. Doktor Patrick ilk femi- nisüerdendi ve kişisel amacı Türk kadınlannm eğitim ve yaşam koşuUanmn geliştirilmesiydi. Dr. Patrick, Türkiye’ye gelişinden yirmi yıl kadar sonra genç Halide Edip’ in yaşamında önemli bir rol oynayacaktı. Söz konusu rol, İstanbul’ da Ro- bert Koleji ile Amerikan Kız Koleji’nin kurulmasıyla bağlantılıydı.
Erkek çocuklar için İstanbul’ da bir Amerikan koleji kurulması, Harrison Dv fight’ın oğuUan James ve WiUiam’ın Ya- le’ den^ mezun olduktan sonra ortaya attıklan bir fikirdi. Bunların zihinlerinde canlandırdıklan okul, mali açıdan kendine yeterli, dinsel etkilerden ve önyargılardan uzak bir okuldu. James ve William bu amaçla 1857 ’de New York’ a gittiler ve
Osınanh topraklarına ayak basan ilk misyonerlerin çoğu Yale, Williams, Hamilton vc Amherst gibi eski New England kolejlerinden mezun olmuşlardı. Bunlar özgür düşiinen, özgeci bir bakış açısına sahip, derin dinsel inancı olan insanlardı.
16
tasarılannı gerçekleştirmek için gerekli olan maddi kaynağı temin etmek üzere hayırsever bir kişi olan Christopher Rhine- lander’ i*" ziyaret ettiler. Dwight kardeşler Anadolu’ da dünyaya gelmişlerdi ve ülkeyi çok yakından tanıyorlardı. OsmanlIların modernleşme çabalarının ve Abdülmecid yönetimi altında ilerleyen reform hareketinin farkındaydılar. Gerçekten, Padi- şah’ ın görece liberal bir dünya görüşüne sahip olması bir Amerikan koleji kurulması fikrinin yaşama geçirilebilirliği konusunda onlan yüreklendiriyordu.
Dwight kardeşler gelecekteki Robert Kolej’ in yaratılmasında fiilen rol üsÜenmediler; fakat bunlann fikir babası olarak bu sürece yaptıklan katkı paha biçilmez değerdeydi. Onların uzak görüşlülüğü olmasaydı, Türkiye’ de liberal bir eğitimin gerçekleştirilmesi fikri gelişmeyebilirdi. 1863 yıhnda Cyrus Hamlin’in yönetiminde öğretime başlayan Robert Kolej’in müfredatı herhangi bir dinsel ya da siyasal anşajmana sahip değildi ve kapılan her ulustan öğrenciye açıktı. Robert Kolej
Christopher Rhinelander Robert (1802-1878); Long Isiand’da doğdu ve daha on beş yaşında olduğu sıra bir gemicilik şirketinde katip olarak çaLşmaya başladı. Giriştiği yatınmlar ve kurduğu işler sayesinde önenıh bir maddi sei'vete kavuştu. Hayırseverliğe duyduğu ilgi, 1885 yıhnda Misyonerler Topluluğu’nun mali müşavirliğine getirilmesine vesile oldu. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki pekçok koleje para yardımında bulmı- du. Robert Kolej'e yaklaşık 400.000 dolar bağışladı; bu, o yıllar için oldukça önemli bir miktardı. Uzun yıUar bu okulun gehşme süreciyle yakından ilgilendi.Cyrus Hamlin (1811-1900); teolog, eğitmen, hekim, mimar olan Hamlin Maine’de doğdu ve Amerikan Misyonerler Kurulu tarafından Hıristiyan çocuklar için bir okul kurması için 1838’de Türkiye’ye gönderildi. Sahip olduğu enerji ve yetenekleriyle Rhinelander Robert’ın hayranhğı- nı kazandı ve Robert tarafından kendisine Amerika Birleşik Devletleri dışındaki ilk Amerikan kolejinin geliştirilip kurumlaştıniması sorumluluğu verildi. Yaşamının sonlanna doğru R. Robert ile bazı anlaşmazhklara düştü ve Amerika Birleşik Devletleri’ne geri dönerek Middlebury Colle- ge’in başına geçti. Daha ayrıntıh bilgi için bkz. Cyrus Hamlin, My Life and Times, Boston Pilgrim Press 1893 ve Among the Tm-ks, Sanıson Lovf, London 1878.
° May Financi, Robert College Old and New, İstanbul 1983, s. 6-7.
17
ondokuzuncu yüzyıl boyunca gelişimini sürdürdü; Amerika Birleşik Devletleri ekonomisinin genişlemesiyle birlikte kazançları giderek artan hayırsever Amerikalılann verdikleri mali destek, okulun bu gelişiminde pay sahibi oldu. Rhinelan- der Robert, kızlar için de benzer bir kolejin kurulması fikrine pek ilgi duymadı; bunun üzerine bu fikir bir tasan olarak Boston’daki Kadın Misyonerler Kurulu’na önerildi. Bir grup kadın eğitmen, genç kızlar için bir yüksek okul kurulması için bir fon oluşturdular. 1871 yılında öğretime açılan okul giderek büyüdü ve Boğaz’dan Üsküdar’ daki yeni binasına taşındı.'
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki eğitim kurumlarma benzer bir eğitim veren ve bilimsel öğretime dayalı iki liberal okulun kurulması, Osmanh toplumu içindeki köklü değişimlerin bir göstergesiydi; batıhlaşmanın etkileri siyaset alanının ötesine geçmiş, toplumsal yaşamın diğer alanlannda da hissedilir hale gelmişti. Köklü Islami değer ve inançlara yönelik meydan okuma, Osmanlı yaşam tarzı ile batıh yaşam tarzının kendilerine özgü değerleri arasında bir ikilik (dualism) yaratıyordu. Edip’in içinde büyüdüğü Hamid’ in baskıcı yönetimi boyunca, 'o sıralar Osmanh toplumunda yaşanan Doğu-Batı geriliminin başta gelen odak noktalarından biri aile kurumu oldu’ . ’ ” Edip’ in aile yaşantısındaki olayların seyri bu tezi açıkça doğrular; geleneksel Islami değerler modern liberal anlayışların ördüğü duvara çarpıyor, aile üyeleri ve bunlann hizmetçileri arasında bir kanşıkhk ve gerginlik yaratıyordu...
Reformlar ve Avrupa’ nın giderek artan etkisi şehrin çehresinde de gözle görülür durumdaydı. Osmanlı başkentini Batı tarzında bir metropole dönüştürme çabası, Tanzimat Döne-
Bu iş için gerekli para, Womens Mission Board ile kadınların eğitimi konusuna özel bir ilgi duyan hayırsever insan WiUiam Chapin’in çabalan sonucu kurulan fon tarafından teinin edildi.Alan Duben ve Cem Beliar, İstanbul Hovıseholds, Matriage, Family and Fertility in Constantinople 1880-1940, Cambridge University Press 1991, s. 194.
18
mi’nden (1839 -18 78 )" beri süregelen bir çabaydı.. Haliç’ in iki yakası sağbk işleriyle diğer kamu hiznıeüerindeki iyileştirmelerden eşit oranda yararlanamamıştı; bu eşitsizlik şehirdeki kolonileşmenin, biçimlenişine de katkıda bulunuyordu. Eski İstanbul dar, dolambaçlı sokaklarıyla ve Galata Köprüsü’ne bakan alanlardaki biçimsiz yapılaşmayla bir ortaçağ şehri görüntüsünü korurken, şehrin çeşiûi bölgelerinde Avrupa tarzı binalar yükseliyordu. Beyoğlu bölgesi Osmanb Türkiye- si’ nden çok Paris’i çağrıştıran bir görünüme sahipti. Edip, şehrin bu çeUşküi karakterinden, romanlarında ulusalcı güçlerin yandaşlarıyla Padişah hükümetini ve işgalci İtilaf kuvveüe- ri destekleyenler arasındaki gruplaşmayı simgesel düzeyde ifade etmek için yararlandı.
Edip, "konak" olarak anılan ve ahşaptan eski tarzda inşa edilmiş büyük evlerde yetişmişti. Bağımsızlık Savaşı’nı izleyen kaos ortamında, Türk toplumunda mimari alanda gözle görülür bir yıkım yaşandı. Pek çoğu harabe haline gelen bu güzel,
" Türkçede yapılandırmak/yeniden yapılandırmak (organize/re-organize) anlamına gelen tanzim etmek fiilinden türetilmiş olan Tanzimat, Osman- blann kendi siyasal sistemlerini yeniden yapılandırmayı ve Batı Avrupa tarzı siyasal kuı-umlarla yasalan benimsemeyi amaçlayan ilk resmi girişimdi. Aynntıb bilgi için bkz. Şerif Mardin, The Geııesis of Young Ottoman Thought, Princeton University Press 1962, ve Stanford ve Ezel Shaw, History of the Ottoman Empire and Modern Turkey,2. cilt, Cambridge University Press 1977, s. 55-172.Zeynep ÇeHk, The Remaking of İstanbul, California University Press 1986.Halide Edip, Shu-t of Flame, Duffield, New York 1923, s. 24: "İstanbul kadınlan ne zaman İtilaf devletlerinin büyükelçiliklerinden birine Türk davasından yana bir "muhtıra" gönderseler, Şişlili kadınlar hemen orta yağlarda, eski hariciye memurlannın hanımlanndan oluşan zarif ve iyi Fransızca konuşan kadınlardan kurulu bir karşı heyetle karşı bir "muhtıra" gönderirler. Bunlar "Türkiye’nin Soylu Kadınlan" diye imza atarlar ve kendilerini İtilaf devletlerinin asil dostlan olarak adlandırıp İstanbul kadınlannı 'düşük’ Alman dostları olarak nitelendirirler. İstanbul kadınlan bir müsamere tertiplediğinde, Şişlih kadınlar hemen karşı bir müsamere düzenlerler. Şişüli kadınların yabancılar ve İtilaf devletlerinin elçileri arasında pekçok dostlan vardır. Buna karşılık, İstanbul kadınlan elçiliklere "muhtıra" götürmenin dışında yabancılarla asla temas kurmazlar. "
19
heybetli konaklar geleneksel Osmanlı yaşam tarzıyla birlikte ortadan kayboldular. Kemalist Cumhuriyet , kendisine yeni bir toplumsal ve moral temel yaratırken toplumda yaşanan bu kaos ortamından da yararlandı. 'Konak’ hayatının sona ermesi, eski seçkinlerin pek çoğu için, toplumda yaşanan krizin ve alışılageldik aile yaşantısının çöküşünün bir simgesi gibiydi. Edip, sürgün yaşamının ilk yıllarında, artık ortadan kaybolmuş olan bu dünyayı M em oirs adb eserinde yeniden yarattı. Edip’ in bu girişiminin içerdiği yoğun duygusallık, ifadesini, onun konak yaşamının yitik dünyasının anılarını yeniden dirilttiği bu çalışmasının Türkçe versiyonuna verdiği isimde bulur: Mor Salktmiı Ev.
Edip’in çocukluk yıllarında gündelik yaşamın ritmi Islami takvim tarafından belirleniyordu. Dindar bir kadın olan büyükannesi ile inançları esas olarak eski folklorik anlayışlara ve efsanevi motiflere dayanan hizmetçiler, dini bayramlann gereklerini titizlikle yerine getirirlerdi. Edip’in çocukluk dünyası, ruhani açıdan selamete ermekten yeniden sağlığa kavuşturmaya varıncaya kadar her şeye kadir oldukiannı söyleyen falcdann, şifa dağıtıcıların, hocalann cirit attığı canb bir gündelik yaşamla kuşatılmıştı. Ruhani açıdan, yönetici çevreler İslamın bu aşın tezahürleriyle sıkı bir yakınlık içindeydiler; hatta Padişah’ ın bir karar almadan önce müneccimlere danış- üğı hemen herkesçe bilinen bir şeydi. Abdülhamid rejimi, halifeliğin gücünü artırmak için Pan-İslamcılığın karmaşık bir biçimini benimsemişti. Geleneksel İslamın mutlakçı kuraUa- nna geri dönüş fikri ülkenin bir ucundan diğerine yaygın des-
İstanbul Households, s. 200-202.Pan-İslami ideoloji köklü İslanii değerlere ve geleneklere geri dönülmesi çağnsında bulunan bir ideolojiydi. Padişah ve Halife sıfatlarının ikisini birden elinde bulunduran Abdül-Hamid, bütün Müslünıanlan kendi liderliği altında bir araya getirebileceği düşüncesiyle bu ideolojiyi benimsedi. Tanzimat’ın Müslüman olanlarla Müslüman olmayanlan bir pota içinde eritme doktrinine karşı bir tepki olan Pan-Islanii hareket önemli ölçüde başanh oldu. Aynntıh bir bilgi için bkz. Niyazi Berkes, The De- velopment o f Secularism in Turkey, McGill University Press 1964, ve Stanford Shaw, 2. cilt, s. 259-60.
20
tek görüyordu. Reformasyon süreci ekonomik sıkıntılar yaratmış ve ülkeyi bir belirsizlik içine sürüklemişti; din aracılığıyla selamete kavuşma iddiası insanlara daha iyi bir gelecek vaad ediyordu. Dinsel inançlar, küçük yaşlardan itibaren Islami inancın nüfuzuna açık bir ortamda yetişmiş olan Edip üzerinde kimi kalıcı etkiler yaratmıştı. Bununla birlikte, Edip, inançlı bir Müslüman olmasına karşın, ortodoks dogmatikliğe kuşkuyla yaklaştı. Çocukluk dönemi boyunca ruhani ve ahlaki değerlerle insana ilişkin bir sorgulama içine girmiş olduğu M em oirs ’de çok açık olarak hissedilir.
Islamın temel ilkelerinden biri olan kazancın bir bölümünü zekat olarak yoksullara verme öğretisi, zamanla Osnıanlı yönetici sınıfının belli bazı unsurlarım karakterize eden bir 'noblesse oblige’ * geleneğine dönüşmüştü. Her dini bayram
da Edip’in büyükannesi giysilerin, yiyeceklerin ve çocukların eğitimi amacıyla verilen paralann mahallenin yoksuUan arasında bölüştürülmesi işine gözcülük ederdi. Edip, zenginliğin paylaşılmasına ve yoksulların gözetilmesine ilişkin ahlaki yükümlülüğün ayırdına henüz yaşamının erken yıllarında vardı. Yoksul bir yaşam sürenler yararına özveride bulunma eylemine duyduğu hayranlık, daha sonraları, onu, ilk Protestan misyonerler tarafından yaratılmış geleneğin mirasçısı olan Ortadoğu’ daki Amerikan topluluğuyla yakınlık kurmaya yöneltti.
Annesinin erken ölümüne karşın evde mutlu ve sevgiye dayak bir hava egemendi. O yıUarda Padişah’ın ikametgahının bulunduğu Yıldız Parkı’na komşu küçük bir köy olan Beşiktaş’ ta yaşayan çok sevdiği büyükannesi ve büyükbabasıyla birlikte yaşadı. Halide, Abdülhamid’in hükümet sarayında yüksek düzeyde bir katip olarak çahşan babasının ısrarı üzerine, İngiliz eğitim sistemine uygun tarzda yetiştirildi. Kışın yünlü kumaştan yapılmış koyu elbiseler, yazın ise beyaz bluzlar giyerdi. Sonuç olarak, 'yaşıtlanndan ve kendi sınıfından’ gelen diğer kızlardan farklı göründüğünün ve farklı şeyler his
(*) Noblesse oblige: soyluluğun gerektirdiği bir davranış ya da yaşam tarzı ç.n.
21
settiğinin bilincindeydi/'’ Halide’ nin babası bir önceki ev kahyasının kızıyla evlendiği zaman, onun ailenin sahip olduğu toplumsal statünün gerisinde bir kadınla evlenmiş olması Halide’nin büyükannesini derinden sarstı. Edip için, sınıf farklı- hklan yaşamın doğal ve kaçınılmaz bir parçası gibiydi; Os- manh dünyasında erkekler (ve kadınlar) arasında eşitsizlikler olması ona doğal görünüyordu.
Edip’in amcası ve büyükbabası üç gün arayla öldüklerinde evdeki atmosfer ansızın değişiverdi. Halide’nin büyükannesi bu acı olayın anılanndan kurtülamaymca. Edip Bey evi şehrin Anadolu yakasında bulunan Üsküdar semtindeki yeni ve diğerinden daha büyük olan bir konağa taşıdı. Yeni konak, bu tür köşklerde erkeklere aynlan ve selamhk olarak isimlendirilen bölümden, kadınlara ait odalardan ve Halide’nin üvey kızkardeşiyle oyun oynadığı çok geniş bakir bir bahçeden oluşuyordu. Ev, gerek görünüm gerekse düzenleniş biçimi açısından geleneksel Osmanh yaşam tarzının özelliklerini muhafaza ediyordu. Edip’ in 'yeni eşyalan kaba ve çirkin bularak reddeden’ büyükannesi, batı tarzı mobilyalan ve dekorasyon anlayışını aşağıhyordu. Piyano, yeni evin donatılması sırasında varlığına izin verilmiş birkaç modem eşyadan biriydi.
Üsküdar, en ciddi aile sıkıntılannın yaşanmaya başladığı yer oldu. Liberal ve ilerici bir kişi olan Edip Bey, her nasılsa Edip’ in Teyze olarak isimlendirdiği üçüncü bir kadın daha aldı ve onu Halide’nin üvey annesi ve çocuklanyla birlikte Üsküdar’ daki eve yerleştirdi. Evin olağan yaşantısındaki bu değişildik, tüm ev halkının psikolojik ve duygusal sağhğında yıkıcı etkiler yarattı;
Unutmamak gerekir ki, yalanan sıkıntılar çoğu zaman büyük önem arz eden ve karşılıklı bir güvensizlik ve üstünlüğü
Memoirs of Halide Edip, s. 23.Mary Mills Patrick, Under Five Sıdtans, EP Dutton, New York 1929. Dr. Patrick, 1870^erin Türkiyesi’nde halk içindeki sınıfsal ve dinsel bölünmeler karşısında şaşkınhğa uğramıştı: "Bulunduğum çevre içinde beni ençok şaşırtan şey halk arasındaki mutlak ayrımlardı..." s. 15.
22
ele geçirme mücadelesinin yıkıcı atmosferi içinde yalayan iki grubu -çocuklar, hizmetçiler ve akrabalar- da içine alıyordu.Çokeşlilik ve bunun sonuçlan çocukluğumda üzerimde çok çirkin ve itici bir izlenim yarattı. Evimizde sürekli var olan gerginlik en basit aile törenini bile adeta fiziksel bir acıyü dönüştürüyordu; bunun zihnimdeki izleri hemen hiçbir zaman silinmedi.Edip Bey’in bu hareketi [eve yeni bir kadın alması -ç.n.]
beklenmedik bir olaydı. ÇokeşliHk yasal olmakla birlikte modası geçmiş bir uygulamaydı. 1885 yılında yapılan nüfus sayımı, İstanbul’un erkek nüfusu içinde birden çok kadınla evli erkeklerin oranının yüzde üçün altında olduğunu gösterir. Bu modası geçmiş olgu, kentsoylu grubuna dahil ve eğitim düzeyi görece daha yüksek kişiler başta gelmek üzere giderek daha çok insan tarafından uygunsuz bulunuyordu. Halide Edip, çok sevdiği babasının bile kendisinin neden olduğu bu sıkıntı verici durumdan üzüntü duyduğunu belirtir. Teyze daha sonralan Edip Bey’den boşanacaktır. Edip Bey ikinci karısı ve kızlanyia birlikte Beşiktaş’a geri döndü, Halide ise büyükannesi ve Teyze ile birlikte Anadolu yakasında görece küçük bir evde yaşadı. Duygusal bir krize yol açan bu dönem boyunca Halide kendisini kitaplara vermiş, kitapların düşsel dünyasında teselli bulmuştur.
Abdülhamid rejimi boyunca, diğer liberal ve demokratik yenilikler ağır bir baskı cdtına alınmış olmiasına karşın, eğitim alanındaki reformlar sürdürüldü. Türk kadınlan okula gitmeye başladılar, ancak bu durum ilköğrenim düzeyiyle sınırlı kaldı;. Türk kızlan koleje ve diğer yüksek eğitim kurumlarına girme olanağından büyük ölçüde yoksun kaldılar. Genç kızlar, eğitim şansına eriştikleri durumda bile, genel olarak eğitimleri evde özel hocalardan ders alma şeklinde oluyordu. O
Memoirs, s. 145.İstanbul Hoııseholds. s. 122-3.
23
yıllarda toplumda eğitimli kadınlara kuşkuyla b a k ılır d ı.B u açıdan Edip’ in babası hem aydın fikirli, hem de zamanının değerlerinin ötesine geçmiş bir insandı. Edip’ in şehirdeki en iyi hocalardan özel ders almasını sağladı ve Edip gerekli yaşa erişir erişmez onu evin hemen yakınındaki eski bir yahda faaliyet gösteren Amerikan Kız Koleji’ ne kaydettirdi.^* Sarayda katiplik yapan Edip Bey’in kızını bu koleje kaydettirmesi, onun Osmanh ailelerin çocuklarının yabancı okullarda eğitim görmesini uygun bulmayan Padişah’ın gözünden düşmesine yol açtı ve mesleki kariyerini olumsuz yönde etkiledi.
O sıralar sekiz ya da dokuz yaşında olan Halide Edip’in Amerikan Kız Koleji’ne girmesi, onu ev merkezli yaşantısından uzaklaştırdı. Edip, M em oirs ’de, söz konusu döneme ilişkin çok az şey hatırladığını söyler; fakat, 1928 yıhnda kaleme aldığı bir makalede, çevresinin çeşitli ırklardan gelen girişken, eneqik öğrencilerle kuşatılmış oldu|unu, kendisine sıkıntı veren bir ürkeklik yaşadığını hatırlar. Birkaç kez okuldan kaçmayı planlamış, fakat öğretmenlerinin duyarbğı onu bu planını yaşama geçirmekten alıkoymuştur.^^ Edip, yaşadığı bu deneyimlerden hareketle, Amerikalı kadınlara ilişkin olarak -izleri yaşamı boyunca sürecek olan- kendi izlenimini yaratmaya başlamıştın
Under Five Sultans, s. 14. 1870’lerin başlannda Türkiye’nin iç kesimlerinde uzun yolculuklara çıkan Dr. Patrick, buralarda gördüğü Çerkez ve Türk kadmlanna ilişkin olarak şu gözlemde bulunur; "... Muhtemelen Türkiye’nin iç bölgelerinde haremlerde yaşamaya yazgjlı kıLnmış bu genç ve güzel kadmlar okuma yazma bilmiyorlar; eğer biraz eğitim görmüş olsalardı bu duruin efendilerinin gözlerinde sahip oldukları cazibenin azalmasma yol açardı..."Edip Bey, -Halide’nin yaşça kendisinden büyük üvey kızkardeşi- üvey kızı Mahmure Abla dışında bütün kızlanm Amerikan Koleji’ne kaydettirdi.Dr. Patrick, ünlü bayan mezunla ilk karşılaşmasını şu şekilde hatırhyor: "Kırmızı, hoş bir ipekli cüppe giymişti; parlak gözleri ışıltılar saçan utangaç, mütevazı, küçük bir kızdı." Under Five Sultana, s. 189. Halide Edip, "A Turkish Feminist Views Women Here", New York Times Magazine, 7 Ekim 1928, s. 6-7.
24
Bunlar, çoğunlukla, ağızlan sımsıkı kapalı, donuk gri gözlü, özenle dikilmiş elbiseler giyen orta ya§ta kadınlardı. Zihninizde ve ruhunuzda olan biten her §eyi anlamaya çalı- §ır, üzerinizde, yaladığınız sıkıntılar ve zihninizi nıe§gul eden sorular konusunda her an yardıma hazır oldukları yolunda bir izlenim uyandırırlardı. Kendilerinden çok diğerlerinin iyiliği için yakıyor, onlar için çalınıyor gibiydiler; kendi özel yaşamlarında son derece bağımsız ve güçlüydüler. İngiliz dilini çok iyi düzeyde öğrenmesi kolejdeki ilk yıUa-
nnın belki de en önemli başansıydı. Dr. Patrick’ in söylediğine göre. Edip The M other in the H om e (Evdeki Anne) adını taşıyan bir kitabı İngilizce’den Türkçe’ye çevirdiğinde henüz on beş yaşındaydı. Babası onun bu başarısından öylesine büyük bir memnuniyet duymuştu ki, kitabı bastınp binlerce kopyayı ordudaki subayların eşlerine ve saraydaki kadınlara dağıtmıştı. Hatta Padişah da kendisi jgin bir kopya almış ve Edip’i bir hediyeyle ödüllendirmişti. Edip’in Abdülhamid rejimine karşı duyduğu soğukluk öylesine derindi ki, M em o- irs ’ te bu olaydan hiç söz etmedi. Bu olaydan kısa bir süre sonra da Padişah’m emriyle kolejden alındı.
Edip, birkaç yıUık aradan sonra, ikinci sınıf öğrencisi olarak Amerikan Kız Koleji’ndeki öğrenimine geri döndü. Aradan geçen zaman içinde eğitimini evde sürdürmüş. Doğu edebiyatı, müzik ve Arapça konusunda dersler almıştı. Evdeki yaşantısı, giderek artan ölçüde, düşünsel çatışmalar ve duygusal başkaldırı tarafından belirlenir olmuştu. Edip, kolejdeki dünyaya geri döner dönmez duyumsadığı enteUektüel ve duygusal özgürlük hissini kendisine özgü bir yoldan ifade eder:
Kolejin yaşantım üzerindeki etkisi öylesine güçlüydü ki, bunun bende yarattığı genel ve özgül etkiler üzerinde kısaca durmayı gerekli görüyorum.... Yaşantım, yakın çevremin bana verdiği hergünkü sıkıntı ve acıların işgaline uğramıştı. Bunun duygu ve düşüncele
Ibid, s. 6.Under Five Sultana, s. 192.
25
rim üzerindeki etkisi öylesine derindi ki, giderek kendi içime kapanıyordum; zâten çekingen ve suskun bir yaradılı§a sahiptim ve mizacımın bu özellikleri anormal bir düzeye eriliyordu. Kişiliğimin özgürce gelişmesi ciddi bir tehditle yüz yüzeydi.Kolej bir bütün olarak yaşantımın üzerinde özgürleştirici bir etkiye sahipti; yaşantıma büyük bir denge getiriyor, bana çok daha farklı keyifler bulduğum kişisel bir yaşam olanağı sunuyordu. Halihazırda güçlü bir niteliğe sahip düşünsel eğilimlerimden bazıları, bu yaşamın getirdiği yeni olaylarla birlikte kendilerine daha geniş sahalar buluyorlardı.Diğer dünya dinlerinin ilkeleri ve inançları Edip’in ruhsal
evrenini genişletti. Kendi rızası ve gönüllülüğüyle bu alternatif dinsel değerleri Islamla ilişkili olarak değerlendiriyor, kendi dinsel inancı çerçevesinde yeni edindiği bu bilgileri bir yere oturtmaya çalışıyordu. Edip, edindiği bilgileri sınıflandırmak ve onları kesin kategoriler içinde düzenlemek gibi bir eğilime sahipti. Bu, daha sonraları kaleme aldığı siyasi yazılarda özellikle belirgindi. Edip, dinsel öğretilerin içsel ve dışsal içerikleri arasında tutarh bir birlik bulmaya da çahştı. Kolej, ona, sanatsal anlatımın gerek sanatçıyı gerekse seyirciyi maneviyatın 'düşünce ve duygusu’na yakınlaştırdığını öğretmişti. Öğret
menlerinden Bayan Fensham, kendi örnek yaşantısıyla, dinsel bir mesajın aktarılmasında içtenHğin ve yahn gerçeğe bütünüyle sadık kalmanın ne denh önemli olduğunu göstermişti. Edip, anlatımda yahnlığın en yüce duyguları harekete geçirdiğinin ayırdına vardı.
Edip, fiziksel olarak geleneksel Osmanh ev yaşantısının sınırlan içine hapsolmuştu. Kolej, ona o güne değin tanımadığı bir fiziksel özgürlük kazandırdı; bu özgürlükle birlikte Edip kişisel mutluluğun yeni bir boyutuyla tanıştı. Yitirmiş olduğu zamanın acısını çıkarırcasına bir çocuk gibi oyunlar oynadı; öğretmenleriyle, okul arkadaşlarıyla kurduğu dostluklar henüz >eni yeni kazanmaya başladığı özgüven duygusunu gehş-
Meınoirs, s. 190.
26
tirdi. Daha önce ilişkileri aile bireyleri ve onların dost çevresiyle sınırlıyken, toplumsal ilişkileri Amerikalı, Bulgar ve hatta Ermeni arkadaşlarmın da dahil olduğu yeni dosduklarla aniden genişledi ve renklilik kazandı.
Okul yaşantısı, Edip’ i, Abdülhamid rejimi yıllarında topluma derinliğine nüfuz etmiş olan baskıcı kuşku atmosferinden de uzaklaştırdı. Kolejin sınırlan içinde, ters tepkiyle karşılaşma korkusu duymadan kendisini özgürce ifade edebiliyordu. Edip’in çocukluk ve gençlik yıUannda son derece ayncahklı ve sıradışı bir konuma sahip olduğunu hiçbir zaman kabul etmemiş olması, günümüz okurlarını şaşırtan bir durumdur. Edip bunu doğru ve doğal bir şey olarak mı görmüştür, yoksa kendi sınıfından gelen ve benzer bir geçmişe sahip kadınların pek çoğunun aynı koşuUan yaşadığını mı varsaymıştır? Gerçek şu ki, hem erkeklere hem de kadınlara açık liberal bihın- sel eğitim geleneği o yıUarda yalnızca Amerika’ya özgü bir uygulamaydı. O dönemin Avrupası’nda kadınlann yüksek öğrenim kurumlannın kutsal salonlanna adım atmalanna izin verilmiyordu. Edip’in sahip olduğu eğitim olanaklarının ne denli istisnai olduğunu anlayabilmek için, Virginia WoolPun 'Oxb- ridge’de yalnızca erkeklere ait kütüphaneye girmesini kendisine yasak eden öğretim üyesini anlattığı pasajı hatırlamak ye- terlidir. Bağımsız bir kişiliğe sahip Mary Mills Patrick gibi bir kadın bile, Almanya’ da yalnızca erkeklere açık olan bir doktora programına girebilmek için bu ülkedeki önyargılann üstesinden gelmek, bu yolda epeyce çaba harcamak zorunda kalmıştı.
Psikanalitik yaklaşım, Edip’in İngilizce kaleme aldığı eserlerin genel çerçevesini oluşturmuştur -bu M em oirs için özellikle geçerlidir. Böyle bir metodolojiye başvurma Türk aydın
"...aniden ortaya çıkıp beyaz kanatlar yerine siyah bir cübbenin eteklerini dalgalandıran koruyucu bir melek gibi yolu kapayan kır saçb, nazik, durumdan duyduğu hoşnutsuzluğu açıkça dışa vuran bir beyefendi cli\ - le geri dönmemi işaret etti; alçak bir sesle, bayan öğrencilerin kiilüpİM neye girmesinin ancak bir fakülteü eşliğinde gelmeleri veya biı izin İn I gesi getirmeleri durumunda mümkün olabileceğini söyledi."
2 :
lan için 1920 ’lerde bile son derece istisnai bir durumdu. Berlin Üniversitesi’nde psikoloji eğitimi görmüş olan Mary MiUs Patrick’in Edip’in yenilikçi düşüncesini etkilemiş olduğu çok açıktı. Dr. Patrick, psikoloji alanında akademik bir eğitimden geçmiş ve buna ek olarak uzmanbk düzeyinde bilimsel araştırmalarda bulunarak doktor ünvanına ulaşmış ilk Amerikalı kadınlardan biriydi. Dr. Patrick, yaşamını öğretime, diğer ülkelere yaptığı uzun yolculuklara ve bilimsel araştırmalara adamış sıradışı bir kadındı. Türkiye’ ye geldiğinde 21 yaşında olan Patrick, eş, anne gibi geleneksel roUerden bilinçli olarak sakınarak alışılmışın dışında bir kariyer peşinde koştu. Genç Halide Edip’ in Dr. Partrick’e bağımsızlık ve cesaretin eşsiz bir örneği olarak baktığı kuşkusuz gibidir. Dr. Patrick gibi kadınlar, Edip’ in Amerika Birleşik Devletleri’ne ilişkin belli bir bakışı formüle etmesinde .merkezi bir rol oynadılar. Edip’ in kolejdeki öğretmenlerinde bulduğu kişisel özelliklere duyduğu hayranlık, onun yaşantısının daha sonraki dönemlerinde sosyal yardım kuruluşlannda çabşan Amerikalılarla geliştirdiği dostluklarında belirleyici öğe olmuştur.
Kolejdeki değer sistemiyle evdeki değerler arasındaki karşıtlığın son derece hassas, kırılgan bir yapıya sahip genç Edip’in zihninde bir kanşıkhk yarattığı kesindir. Babası, ailesinin duygu ve kanaiatlerine aldırmadan evlenip yeniden boşandığı eşlerine adeta birer mal gibi davranıyordu; ama aynı baba, kızlannı genellikle yalnızca erkeklere açık eğitim olanaklarından yararlandırabilmek için Padişah’ı öfkelendirme riskini göze alabiliyordu. Dönemin yaşam standartlânna göre Edip’in akrabaları ayncahklı bir yaşam sürüyorlardı. Bununla birlikte, sonuç olarak onlar da diğer kadınlar gibi peçe giyiyorlardı ve gündelik yaşantılan yalnızca kadınlardan kurulu, yahtılmış bir dünyada geçiyordu. Kanunlar meşru saydığı için gurur kinci bir uygulama olan ikieşüliğe karşı çıkamayan kadınlar, toplumsal ilişkiler kurmada fazla yürekli davranamı- yorlardı; aile dışından erkeklerle dostluk kurmaya asla cesa
Under Five Sultans, s. 182.
28
ret edemezlerdi. Bu açıdan Edip’in öğretmenlerinin konumu çok farklıydı; bunların özgürlüğü de kısmen sınırlanmıştı, ama bu sınırlamanın nedeni Osmanlı kanunları ve yasaları değil, mesleki gerekliliklerdi.
Edip, mezuniyetinin hemen ardından, son sınıf öğrencisi olduğu yıl kendisine özel ders vermiş olan Salih Zpki Bey’le evlendi. Çok başarılı bir matematikçi ve bilim adamı olan Zeki Bey, Edip’in babası sayılabilecek kadar yaşlıydı. Edip, evlendikten sonra kendi rızasıyla evli Osmanlı kadınlarına özgü geleneksel, kısıtlı bir gündelik yaşam sürmeye başladı. Eve kapalı yaşam tarzı pek çok açıdan Edip için yararh oldu; bu şekilde okul yıUarında kazandığı enteUektüel yetenekleri kullanma olanağı buldu. Doğu ve Batı edebiyatı üzerinde çalışmalar yürütüp çeviriler ve uyarlamalar yaparak yaşantısının daha sonraki dönemlerinde kendisi için paha biçilmez bir değere sahip olacak dil yeteneğini daha da geliştirdi.
II
Edip’in mezuniyeti (1901) ile Bağımsızlık Savaşı’nın başlangıcı (1920) arasında kalan yıUarda Türkiye’ deki siyasal ve toplumsal durumunda köklü bir değişim yaşanmıştı. Baskıcı Abdülhamid rejimine karşı muhalefet giderek büyüyordu; ordudaki subaylar bile 1876 Anayasası’nın restorasyonu talebinde bulunuyorlardı. Ne var ki, 1908 Devrimi’ ni izleyen coşku ve dinamizm uzun ömürlü olmadı. Abdülhamid’i destekleyen gerici ve dinsel güçler, ittihat Ve Terakki taraftarlarına yönelik şiddetü bir karşı ayaklanmaya giriştiler ve yeni hükümet derin bir kanşıklık içine sürüklendi. Nihai olarak Padişah iktidardan uzaklaştınidı; ancak, padişahın yerini alan askeri rejim en az onun kadar zorba ve acımasızdı. Edip, Türk- lerin Birinci Dünya Savaşı’na katılmasını 'Makedon soyundan’ gelen liderliğin saldırgan eğilimlerine ve İstanbul’daki Alman varhğmm nüfuzuna bağladı.
29
OnyıUar boyunca sürekli savaş halinde olması ülkeyi ekonomik ve moral açıdan tüketmişti. Balkan Savaşı’nm yarattığı mülteciler İstanbul’a doluşmuş, her iki tarafa da büyük kayıplar verdiren savaş kırsal bölgeleri yoksulluk ve yıkım içine itmişti. Modernleşme ve reformlar bütün bu olumsuz koşullara rağmen devam etti. Telefon ve elektriğin kullanıma girmesiyle birlikte İstanbul’ un altyapısında önemli bir gelişme kaydedildi. Eğitim olanaklan yaygınlaştı ve onaylanıp yürürlüğe sokulan yeni kanunlar laikleşme sürecini hızlandırdı.
iyimserlik ve yatırım şevki, yirminci yüzyılın başlarında Amerika Birleşik Devletleri’ni belirleyen ruh haliydi. Amerikan ulusu gerek ekonomik, gerekse coğrafi açıdan genişlemeye devam etti, ilkenin ekonomik temeli tarımdan sanayiye kaydı ve büyük özel işletmeler ülkenin doğal kaynaklanndan yararlanır hale geldiler. Bu zenginlikten pay kapma beklentisindeki Avrupah göçmenler ülkenin doğu kıyılanndaki liman kentlerine doluştular. İspanyol-Amerikan Savaşı’ nda elde edilen zafer (1898), Amerikan ulusunun ülkenin dünya sahnesindeki gücünün giderek arttığı yolundaki kanısını pekiştirdi. Monroe Doktrini’nin ilkelerini yaşama geçiren Theodore Ro- osevelt, ülkenin Güney Amerika’yla ilişkilerini güçlendirmeye ve Avrupa emperyalizminin bölge üzerindeki basıncını azaltmaya girişti. İzlenen bu siyaset, çok bilgili bir aydın olup bir süre sonra Amerika Birleşik Deyletleri’ni kendi liderliğinde Birinci Dünya Savaşı’na sokacak olan Woodrow Wilson’ın siyasi ilkeleri için uygun bir zemin hazırladı. Amerika, başlangıçta gösterdiği bir isteksizhk döneminin ardından 1917 ’de savaşa katıldı. Bundan bir yıl sonra, Amerikan Başkanı "On- dört Madde"den oluşan barış yönergesini ilan etti. Woodrow Wilsori, ulusların toprak bütünlüğünü korumayı ve muhafaza etmeyi taahhüt eden bir Uluslar Birliği örgütünün uluslararası işbirliği ve uluslararası güvenliği ilerleteceğine çok inanıyordu. Başkan’ ın -özellikle Osmanlı topraklarına ilişkin olarak- uluslann kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesine verdiği destek.
.50
Paris Barış Konferansı’nda Avrupa ülkeleri karşısında muhalif bir konuma sürükledi.
Edip, evlüiğinin ilk yıllarında (1901-5) inzivai bir yaşam sürdü; bu yıUarda babasının arkadaşlarıyla olan ilişkisi bile kesintiye uğradı. Zamanının büyük bölümünü kocasının araş- tırmalanna yardımcı olmak için harcıyordu. Okumak ve araştırmalar yapmak, yalnız geçen günlerinin başta gelen uğraşısı idi. Eski öğretmenlerinden bazılarıyla olan ilişkileri devam etmekle birlikte, Edip’in enerjisi esas olarak ailesi ve yürüttüğü çalışmalar üzerinde yoğunlaşmıştı, ikinci oğlunun dünyaya gelmesinin ardından bir sinir bunalımına sürüklendi. Elntel- lektüel ve duygusal içe kapanıldığm olumsuz etkilerine karşı en etkili çare toplumsal bir faaliyet içine girmekti. Böylece dış dünya ile yeniden ilişki kurmaya başladı ve hem bir gazeteci hem de bir aktivist olarak siyasi arenaya katıldı. Jön Türk- ler’ in çıkardığı bir gazete olan Tanin gazetesine yazı göndermenin yanısıra, feminizmle ilgili konularda ciddi tartışmalar yürüten kadın gazetesi K adınlar Dünyası için de yazılar yazıyordu. Bir düzineyi aşkın kadın derneği kurulmuştu ve bun- lann bazıları Edip’ in nüfuzu ve yönetimi altındaydı. Edip, bu yoğun faaliyet dönemi boyunca Amerikah arkadaşlarıyla birlikte çahştı:
Yaşantımın belli bir faaliyet içinde olduğum dönemlerinin pek çoğunda, Amerikalı kadınlarla bir §ekilde ili§ki içindeydim. 1908 ’den sonra, okullar açmak, yardımseverlik hizmetleri ya da eğitim hizmetleri veren dernekler kurm,ak için mücadele ettiğimiz yıllarda her zaman bunlardan birkaçıyla bağlantı halindeydim. Teâli-i Nisvan adlı kadın derneğini kurduğumuz zaman, üyelerimiz arasında bazı değerli Amerikalı kadınlar da vardı. Bunlar ya Türkçe öğreniyor, ya İngilizce öğretiyor, ya da konferans ve toplantılar yapmamız için kendi okullarının salonlarını bize tahsis ediyorlardı. ilginçtir ki, Türk erkeklerinin Türk kadınlarına konferans vermeleri ilk kez 1908 yılından sonra Amerikan okul-
31
larında gerçekleşmiştir.Jön Türkler’m idaresi altında, feminist amaçların gerçek
leştirilmesine yönelik çabalar milliyetçi Türk hareketinin gelişimiyle yakından bağlantıbydı. Edip, hareketle olan ilişkisi derinleştiği oranda gericilerin boy hedefi haline geldi ve gerici ayaklanma sırasında evini terk etmek zorunda kaldı. îlkin çocuklarıyla birlikte Amerikan Kız Koleji’ne sığındı; okulun yeni müdürü Dr. Vivian onu 'soğukkanhhkla ve büyük bir nezaketle’ karşıladı.G üvenlik kaygısıyla bir süre tanıdık kişilerin yanında kalan Edip, güvenUk içinde olacağı daha iyi bir dönemin özlemiyle yanıp tutuşmaya başladı, içinde bulunduğu durumun yol açtığı gerginlik onu iyiden iyiye tüketti.
Edip, bu olayı M em oirs ’ de ve Amerika Birleşik Devletle- ri’ni ilk ziyareti sırasında kendisiyle yapılan röportajlarda tekrar tekrar anlatmıştır. Edip’ in bu olayın taşıdığı önemi vurgulamasının nedeni, AmerikaL okurlanna kendisi hakkında daha iyi bir fikir verebilmek olabilir. Yaşamına ihşkin kaleme aldığı yazılarına bakıhrsa. Edip güvenlik kaygısıyla sık sık Ame- rikah arkadaşlannın yardımına sığınmıştır. Dr. Adnan Adıvar ve üvey kızkardeşi Mahraure Abla gibi en yakın aile üyeleri dışında hemen hiç kimseye yeterince güven duymamıştır.
1910 yıhnda Salih Zeki Bey’den boşanmasıyla birhkte Edip’in yaşamında yeni bir dönem başladı. Kendisini iki küçük oğluyla birlikte yalnız halde bulmuş olmasına karşın, kaydettiği mesleki başarılar onun özgüvenini daha da artırmışü. Bundan sonra dikkatini eğitim reformu üzerinde yoğunlaştıran Edip, kız okuUan kurmayı amaçlayan çahşmalan dolayısıyla bir süre Suriye ve Lübnan’da yaşadı. Bu yeni serüvende kendisine eşUk eden çahşma arkadaşlanndan bir kısmı. Amerikan Kız Koleji’nden mezun iki Rus ile Anadolu’daki Amerikan okullarından mezun olmuş kimi Türk kadınlarıydı.' Edip, sağhk bilgisi ve toplumsal sağhk konularına özel bir
"A Turkish Feminisl Views Women Here", s. 6.Meınoirs, s. 282.
” Gerlıucle Emerson, "Halideh Hanoum", Asia, Ocak 1920, s. 86-89.
32
önem veriyordu; bu iki konu, Amerikan Koleji’nin müfredat programınm iki önemli öğesiydi., Beyrut’ ta yaşadığı günlerde Arap dünyasında çalışma yürüten Amerikalı misyonerlerle ilişki kurdu:
Amerikalılar önemli iğler başarıyorlardı. Finansmanı bütünüyle Dr. Bliss’in damadı olan Bay Dodge tarafından sağlanan bir yetimhane vardı. Dodge ailesinin DeynâHa kaldığım yıl boyunca tanık olduğum özveriye dayalı yabamı gerçekten övgüye değerdi.'Suriye’deki kolejin kökeni ve geçmişi, İstanbul’ daki Ame
rikan Koleji’nin kuruluş süreciyle büyük bir benzerlik taşıyordu. Ortadoğu’ya gelen Protestan misyonerler, ondoku'/Auıcvı yüzyılın ortalanndan itibaren sadeliği, disiplini ve çalışmayı ilke edinen bir ahlak anlayışını destekleyip yaygınlaştırmayı amaçlayan eğitim kurumlan oluşturmuşlardı. Edip’ in heyecanla benimsemiş olduğu bu ahlaki ilkeler, onun kuruluşuna yardımcı olduğu pek çok okulun işleyişindeki temel prensipler oldu. Beyrut ve İstanbul’ daki kolejler eşitlikçi bir yapıya sahiplerdi ve Amerikan toplumunun belli bir kesiminin karakteristik geleneklerini yansıtıyorlardı.
Edip, 'Osmanh İmparatorluğu perdesinin kapandığı’1918 yıLnın Mart ayma kadar Beyrut’ ta kaldı. Mondros Ateşkes Antlaşması’nm imzalanmasından (Ekim 1918) sonra. Edip ülkenin varbğını sürdürebilmesinin yegane yolunun Amerika Birleşik Devletleri hükümetinin koruyuculuğuna girmekten geçtiğine iyice ikna oldu. T he Turkish O rdeal (Türkün Ateşle İmtihanı) adlı çalışması, o sıralar İstanbul’ da bulunan Amerikalı çalışma arkadaşlanna ilişkin çeşitli değiniler içerir. Söz konusu eserde adı geçen Amerikalılardan biri de, işgale refakat eden gözlemci sıfatıyla o sıralar İstanbul’da bulunan ve daha sonraki yıllarda Edipler’ in kadim dostu olan Phillip MarshaU Brovvn idi. Brown, Türk halkını seven ve Wo- odrow Wilson’ ın "ondört maddesi"ni destekleyen bir Ameri-
Memoirs, s. 455.’ ■* Memoirs, s. 472.
3.3
kalıydı. Brown’ ın Wilson BirHği (Wilsonian League)’ne katılma konusunda Edip’ i etkilemi| olduğu, Edip’ in yazılarının satır aralarında açıkça hissedilir' :
Bir grup yazar, gazeteci ve avukat, sava§ta yenilgiye uğra- rnı§ ülkelerin tümünde destek bulan Wilson ilkelerinin verdiği ilham ve cesaretle, İstanbul’da Wilson Birliği adı verilen geçici bir cemiyet kurmu§tu. Derin bir nefret duygusunun yalandığı ve ^mağlup devletlere bir karı§ toprak bırakılmamalı’ haykırırlarının i§itildiği o günlerde, bu ilkeler yegane hakkaniyet ve sağduyu parıltısı olarak görünüyordu. Çirkin bir paylarımın gölgesi altında yalayan Türkler, doğal olarak, yüzlerini umutla Ba§kan Wilson’a ve Türkiy e ’den herhangi bir toprak beklentisi olmayan Amerika’ya çevirdiler.... Söz konusu Birlik Aralık 1 9 1 8 ’de kuruldu ve iki aylık bir süre sonra tamamen ortadan kalktı.Bu son cümle bütünüyle doğru değildi; fakat, Edip anıları
nı kaleme aldığı sıra ününe ve prestijine gölge düşmemesi ko-. nusunda özellikle duyarlıydı. Atatürk’ün Millet Meclisi’nde yaptığı yirmi altı saatlik ünlü konuşması sırasında Edip’ e yönelik sözlü bir saldırıya girişmiş olması Edip’ i oldukça sarsmıştı ve gerçekleri olduğu gibi ortaya koymakta kararlıydı. Adı geçen Birlik 'ortadan kalkmış’ olmasına rağmen. Edip Amerikan mandasının koşuUannın kabulü konusunda Mustafa Kemal’ e ve henüz kurulmuş Ulusal Kongre’ye (Kongre Si-
Halide Edip, Turkey Faces West, Yale Press, New Haven 1930, s. 10. "Bay Philip Browne 1908’den önce Damat Ferit Paşa’nm bir arkadaşıydı ve Aralık 1918’deki bu ziyareti sırasında Damat Ferit Paşa’yla da görüştü ve ona halkına sahip çıkmasını önererek kendi düşüncesini ona empoze etmeye çalıştı; o sıralar Padişah’ın kısa bir süre sonra Ferit Paşa’yı işbaşına getireceğine inanılıyordu. "Ibid., s. 15." İstanbul’da -aralannda kadınlann da bulunduğu- önde gelen beUi şahsiyetler, ülkenin gerçek kurtuluşunun Amerikan koruması altına girmekten geçtiğine inanıyorlardı. Bunlar bu fikir üzerinde inatla ısrar ettiler ve bu görüşlerinin kabul edilmesinin mümkün olan yegâne çözüm olduğunu kanıdamaya çalıştılar." A Speech delivered by Mustapha Kemal Atatıu'k 1927 , MiUi Eğitim Bakanlığı Basımevi, İstanbul 1953.
34
vas’ta toplanmıştı) yönelik çağrılarını sürdürdü. Bu amaçla, Mustafa Kemal’e 13 Ağustos 1919 tarihini taşıyan ve Amerikan koıumasının kabul edilmesini öneren kişisel bir mektup yazdı;
Bir ülkenin ruhunun ne anlama geldiğini ve demokratik bir rejimin nasıl tesis edileceğini bilen yegane ülke Amerika’dır. Bunu (yabancı ulusların rekabetinden korunma) elde etme konusunda biricik umudumuz, Avrupa sınırlarının dışında kalan ve ondan daha kuvvetli olan bir ülkedir. Yüz yüze bulunduğumuz paylaşımın kötülüklerinden kurtulabilmek ve dünyanın gözünde davamızı daha büyük bir enerjiyle savunabilmek için, bize destek verecek kadar güçlü bir ülkenin yardımına başvurmamız kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bunun için Amerika’yı kendi yanımıza çekebilmeli ve onun önüne bizi Emperyalist Avrupa’nın binbir çeşit baskı yöntemlerinden koruyabileceği bir manda formülü koyabilmeli-
• 37yız."Bir ulusun ruhu" Edip’ in siyasal metinlerinde sık sık ge
çen bir terimdir. "Ruh", siyasal anlamda, derin bir kan bağına, bir öze, kesin bir biçimde tanımlanmış kimliğin değişmez bir içsel bileşenine göndermede bulunur. "Ruh" duygusal bir terimdir ve İngilizce’deki "Soul" sözcüğüyle paralel bir anlam- taşımaz. Türkçe’deki can sözcüğü, birey, kişi, canlıhk ve güç anlamlarına gelir; ruh bütün bir varoluşu tanımlayan bir bireyselliktir. Edip’ in, Woodrowf Wilson’ ın bir halkın kendi ba- ğımsızhğını ve özgürlüğünü koruma hakkına sahip olması gerektiğini düşündüğüne inandığı açıktır. Bilgili ve kent kültürü almış bir insan olan Wilson, toplumsal ülkülerin gücüne ve bunların sıradan insan için taşıdığı anlamın önemine inanan bir kişiydi. Avrupa ülkelerinin niyetlerine karşı çıkıyordu. Dolayısıyla, Princeton’dan gelen bu aydın insan Edip’de bir ya-
Halide Edip’in 13 Ağustos 1919’da Karahisar'dan Mustafa Kemal’e gönderdiği mektup. Yenibasınıı A Speech delivered by Mustapha Kemal Atalurk 1927 içinde, çeviren: K.F. Koehler, MiUi Eğitini Bakanlığı Basımevi, İstanbul 1963.
3.5
kinlik hissi uyandırmış olabilir; muhtemelen. Edip, Wilson’ın kigiliğinde, demokrasi ilkesinin kentsoylu, bilge bir devletada- mı kılığına bürünmüş bir formunu bulmuştur.
1919 yıhnın ilk aylannda, Yakm Doğu Yardım Komitesi için oluşturulan fonlarda biriken miktar yükselmiş durumdaydı. Bu fonlardaki paralar yalnızca Amerikan halkının bağışla- nndan değil, bunun yanısıra Amerikan hükümetinin kendi fonlarından aktardığı paralardan oluşuyordu. Dr. James Bar- ton adında bir kişi, ülkenin giderek kötüleşen durumunu yerinde incelemek üzere Anadolu’ya gön d erild i.B arton ’ ın Paris Konferansı’ndaki Amerikan delegelerine gönderdiği raporlar ülkenin bir kaos içinde olduğunu, başta Ermeniler olmak üzere nüfusun çoğunluğu oluşturan bir bölümünün Amerika’nın korumasına girmekten yana olduğunu ortaya koyuyordu. Eşanlı olarak, Küçük Asya’da yaşayan diğer Amerikan vatandaşları, Amerika’nın Osmanb topraklarının güneyinde bulunan bölgelerdeki petrol haklarinın önemi konusunda Amerikan hükümetine uyarılarda bulunuyorlardı. Barton’ ın, Edip’in Yardım Komitesi’yle müşterek faaliyet yürüten arka- daşlan Florence BiUings ve Annie T. Ailen i le ' bir noktada ilişkiye geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Edip, yazılann- da. Dr. Barton’ın vardığı hükümler konusunda, ya da onun Amerika’nın petrol çıkarlarının gözetilmesine yönelik gizH niyetlerine ilişkin bilgi sahibi olup olmadığı konusunda bize ipucu verecek herhangi bir imada bulunmamıştır.
1919 yılının Eylül ayında, King-Crane Komisyonu üyeleri, önceliği ülkenin çıkarlannm gözetilmesine verdikleri yoluıı-
Arthur Walworth, Wilson and his Peace Makçrs, Norton, New York ve London 1986, s. 489.Ibid-, S . 489.Zengin bir hayırsever, sanayici ve sadık bir Demokrat olan Richard Cra- ne ile OberKn Koleji Müdüı-ü olan Henry C. King, daha önce Osmanhla- nn egemenliği altında olan topraklardaki çevrelerin ağızlarını arayıp bunlann siyasal düşüncelerini öğrenmeleri için Başkan Wilson tarafından bölgeye gönderildiler. Bu, WiIşon’ın bölge halkına yönelik özgeci tutumunun kanıtlanmasına yardımcı oldu.
36
da aldatıcı bir savla Ermenilerle görüşmelerde bulunmak üzere İstanbul’a geldiler. Son anda hem Türklerin, hem de ülkedeki azınhkların şikayetlerini dinlemek istediler; Edip bunların yaptıkları görüşmelere çevirmen olarak katıldı. Edip, komisyon üyelerinin art niyeüerini sezmiş ve bundan rahatsızlık duyduğunu da itiraf etmişti. Buna karşın, gayriresmi bir sıfat taşıyor olmakla birlikte, Crane’nin 'Türklere karşı çok dostane bir tavır içinde’ olduğunu söyledi. Sonuçta, komisyonun hazırladığı raporda Türklerin kendi kendilerini yönetme kapasitesinden yoksun olduklan hükmüne varıhyor ve bir Amerikan mandasının derhal uygulamaya sokulması isteniyordu. Raporun nihai şekli Wilson’ ın çalışma odasına ulaştırıldığında Başkan bir felç sonucu yatağa düşmüştü ve rapora ilgi gösteremeyecek durumdaydı'. Bu zor günlerde Edip’in varhğını 'geleceğin tarihçileri için bir şans’ olarak gördüğü bir diğer
Amerikalı Profesör Albert Lybyer’ in^' İstanbul’da olması Edip’i rahadatıyordu; Lybyer, sorunlara Türkler açısından da bakabilen birkaç batılı tarihçiden biriydi. Edip, yazılarında, Lybyer’in aynca Türkiye üzerinde bir Amerikan mandasının uygulanabilirliği konusunu araştıran ve bu konuda Amerikan hükümetine 'teknik danışmanhk’ yapan bir kişi olduğundan bahsetmedi.
İ9 2 0 yıhnın Ocak ayına gelindiğinde bile, Edip Türkiye’ nin Amerikan yardımına ihtiyacı olduğu fikrini Amerikan basınında ısrarla öne sürüyordu. Edip’ e göre, ekonomik gelişmenin sağlanması ulusun gündemindeki birinci sorundu ve, dış yardım olmaksızın bu amaca ulaşılamazdı. Avrupa ulusları kendi çıkarlannı düşünüyorlardı ve bunlara güvenilemezdi;
41 Dr. Albert Lybyer (1876-1949); Harvard ye Oberün’de ortaçağ Avrupa tarihi üzerine dersler verdi. 1918 yıhnda barışın tesisi için çaba gösteren Albay House komisyonundaki üyelerden biriydi. 1919’da, Türkiye’deki Amerikan mandasıyla ilgili olarak Amerikan hükümetine teknik danışmanlıkta bulundu. 1928’de Williamstown Ko^feransı’na katıldı. L,ybyer, Govemmenl The Ottoman Empire in the Time of Sule- iınan ihe Magnificent (Harvard University Press 1913) adlı eserin yazandır.
37
önyargılara sahip olmayan ve Türk halkı için yardımı kabul edilebihr yegane dış güç Amerika’ydı:
Böylece, varlığı eski imparatorluk topraklarının her kölesinde açıkça hissedilen bir Amerikan propagandasını örgütledik. En sıradan insanlar bile bizim iddialarımızın gerçekçiliğini görüyor; bu yüzden onları Amerikan kontrolü altına ginne fikrine ikna etmek güç olmuyor.Bu arada Müttefik Kuvveüer ordusu İstanbul’u işgal etmiş,
Edip ve kocası Dr. Adnan Mart 1920 ’ de Ankara’daki ulusal kurtuluş yandaşlarına katılmaya karar vermişlerdi. Yaşamları tehdit altındaydı ve hareket alanları giderek daralıyordu. Edip, ogullannın yaşamını daha fazla tehlikeye sokmamak için Crane ile ilişki kurdVve ondan oğuUannı kendi refakatinde Amerika’ya götürmesini rica etti. Crane bunu kabul etti; böylece Edip çocuklannı pek tanımadığı bir yabancının korumasına teslim etmiş oluyordu. Haşan ve Ali Amerika’ya gittiler ve sonraları uzun yıllar bu ülkede kaldılar.
Edip’in İstanbul’ daki Amerikan topluluğu ile yakın ilişki kurabilmesi, büyük ölçüde onun İngilizce’yi kusursuz bir biçimde konuşuyor olmasının sonucuydu. Türkçe konuşabilen Amerikalılann sayısı çok azdı. Henüz Türkiye’ye turist akını- mn başlamamış olduğu o günlerde, Türkiye’deki Amerikalılar -birkaç istisna dışında- ülkeyi ve Türk halkını çok sevdikleri için burada yaşıyorlardı; iyi eğitim görmüş ve Protestanhğa inanan bu insanlar Amerikan halkının bir kesitini temsil ediyorlardı. Edip, Amerikah tanışlarının ve dostlannın dar bir bakış açısına sahip olduklannı sezebilecek denli zeki bir insan olmasına karşın, toplumun küçük bir kesiminin toplumun bütünü adına karar alma hakkına sahip olmasını doğal ve makul bir şey olarak kabul etmiş görünür. Ne var ki, bunlar gerçekten zor günlerdi; Anadolu’nun yoksul, okuma yazma bilmeyen halkı yaşammı idame ettirmek için çabalıyor, ulusalcı güçler ise bağımsızhk için savaşıyorlardı. İdealizm zorunluy-
"Halideh Hanoum", ş. 87.The Turkish Ordeal, s. 80.
38
du; geleceğe ilişkin büyük umutlara sarılmamak, ülkeyi yok pahasına elden çıkarmak anlamına gelecekti. Böylesine büyük düşlere ve ülkülere sahip olunmasının önemini Edip’den daha iyi kavramış çok az insan vardı.
Edip, Anadolu’da goçen ilk aylarında Amerikan Yakın Doğu Yardım Komltesi’nin Anadolu’daki temsilcileri olan Annie T. AUcîh ve Florence BiUings’e dostça davrandı. Stanford Üniversitesi mezunu olan Miss BiUings, başanh hizmetleri dolayısıyla Croix de Guerre ile ödüllendirilmiş olduğu Fransa’dan henüz dönmüştü. .Dr. Patrick gibi oldukça erken yaşlarda eğitim alanında uzmanlaşmak üzere Amerika’dan aynimıştı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Fransa’da gönüllü olarak Kızılhaç’ ta çahşmış ve bu deneyiminden sonra bütün eneıjisini ve zihnini diğer insanlara yardım etmeye vakfetmişti. Annie Allan da Anadolu’da yaşamış ve burada misyoner olarak çalışmış anne babasını kendisine örnek almış bir kadındı. Har- put’ ta dünyaya gelmişti ve Türkçe’ yi güçlü bir yöre aksanıyla konuşuyordu. Dr. Lowry, hem Türk ulusal kurtuluşçulannın hem de İstanbul’daki Amerikan diplomatik temsilcilerinin güvenini kazanmış kişi olarak sıradışı bir konuma sahip bu insandan 'gerçek bir insansever’ olarak söz ediyordu. Bu kadın- lann ikisi de kendi işlerini kendi gören, bağımsız ruhlu, ilkeli insanlardı ve Edip onlann bu özelliklerinin hayranıydı. 1928 yılında bu arkadaşlarının o zor yıllarda sergiledikleri cesareti yeniden anımsayan Edip, ciddi ve içtenlikli olarak, bu iki kadının Amerikalı olmasının bir rastlantı olmadığı yorumunda
” Bu bölümdeki matei7alin büyük bir kısıra herhangi bir yerde yayınlanmamış olan §u çalışmadan alınmıştır: Profesör Heath Lovvıy, "Halide Edip Hanım in Ankara; April 2nd 1920-August 16th 1921", Institute ofTurkish Studies Inc. Washington.Ölüm İlam. The Redlands Facts, 10 Eylül 1954.
39
bulunuyordu.'^^ Edip’in bu dostlanna olan derin bağlılığı, T he Turkish O rdeal adb eserinin giriş bölümünde net olarak hissedilir:
Mis$ Ailen ve Miss Billings, tarihi mücadelesinin babından ^ ’^una kadar Türk halkının yanında yer almı§ yegane ya- bancılarat sınıftan Türkün içten saygı ve sevgisini kazandılar... Gerek Mtss millngs ve gerekse Miss Ailen orada bulunduğum yıllarda çok gedmeden yaşantımın ayrılmaz birer parçası haline geldiler; onların ki§is<ıl dostluğu, büyük mücadele günlerinde benim için her zaman bir teselli ve moral kaynağı oldu.O yıllarda, birkaç yabancı dışında, Ankara’ da İngilizce ko
nuşabilen ve okuyabilen yegane kişi Edip’ ti. Atatürk’ ün en yakın çevresine mensup bir insan olarak, benzersiz ve güçlü bir konuma sahip olduğu kuşkusuzdur. Edip, ulusalcı güçlerin başkenti konumundaki Ankara’ya gelen her yabancı gazeteci ve siyasetçiye rehberlik ediyor, çevirmenlik yapıyordu. Bu arada gelen bilgileri toplamak ve dış dünyaya duyurmak üzere Ankara’ da Anadolu Ajansı adında bir haber bürosu kuYdu. Amerikan Hükümeti, Bağımsızlık Savaşı boyunca bu ajansı haber konusunda daha tarafsız davranan ajans olarak gördü. Edip’in önde gelen amaçlanndan biri. Amerikan hükümetinin ve Amerikan kamuoyunun ulusal davanın hakhlığı- na inanmasını sağlamaktı.
Edip, Ankara’da kaldığı zaman diHminin ilk on yedi ayı boyunca, '...Mustafa Kemal’den İstanbul’ da bulunan Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Komiseri Amiral Mark L. Bris- tol’a mesaj aktaran kişi’ olarak faaliyet yürüttü. Profesör Lowry, yaptığı araştırmalar neticesinde, Edip’ in bu rolünün ülkeden kaçmadan önce İstanbul’ da başlayan rolünün bir devamı olduğu sonucuna varmıştır. Philadelphia Public Led-
"A Turkish Feminist Views Women Here", ş. 7.Halide Edip, The Turkish Ordeal, Hyperion Press, Conııecticut
. 1928, s. 200.Lowry, s. 1.
40
ger’in gazetecisi olan ve o sıralar Ankara’da görev yapan Cla- rence Streit, Edip’ in statüsünün Mustafa Kemal’ in genelkurmayında görev yapan bir istihbarat subayı olduğunu resmen doğrulamıştır.^^ Mustafa Kemal, o tehlikeli ve ne getireceği belirsiz günlerde, 'İstanbul’daki Amerikalılarla sülrekli ilişki içinde kalmak” gerektiğini düşünecek kadar dikkaüi ve zekiydi. Annie Ailen- da bu istihbarat faaliyetlerinde önemli bir rol oynadı:
Ailen, ulusalcı güçlerden AmiraVe bilgi getiren ve onun verdiği mesajları Mustafa Kemal’e ileten aracı ki§i olarak fa aliyet yürüttü. Bristol, Miss Ailen ve ona yardım eden birkaç ki§i aracılığıyla, ulusal kurtulu§çulann amaçları, güçleri, zaafları, tavırları konusunda diğer herhangi bir komiserin sahip olabildiğinden çok daha doğru bilgiler ediniyordu.' Bristol’ın 'Anadolu’daki gözü ve kulağı’ olan Robert
Dunn, Miss AUen’ ın Ankara’da yaşadığı sıra 'İstanbul’daki Amerikan Yükcak Komiserliği’ nin gayriresmi delegesi’ olduğunu doğrulamıştır. Bunlar, ulusal hareketin önemi konusunda Amiral Bristol’ ı ikna etmişlerdi. AUen’ın tifüs hastahğı- na yakalanıp 1922 yılının Şubat ayında aniden ölmesinden sonra, pek çok ordugahtan AUen’ ın cesaretine yönelik övgüler gelmişti. Amiral, AUen’ın 'açık fikirli, korkusuz kişiliği’ ni övmüş, onun 'doğru olanı yapmaya yönelik güçlü kararlılı- ğı’ndan söz etmişti. Arkadaşının beklenmedik ölümü Edip’ i derin bir üzüntüye boğdu; yalnızca çok sevdiği bir insanı değil, aynı zamanda Türkiye’nin sadık ve değerli bir dostunu yitirmişti.
"Ankara’da siyasi bir göreve sahip birkaç kadından biri olup Milliyetçi hükümette yüksek bir mevkide bulunan yegane kadın olan Halide Hanım, Genelkurmay’da askeri istihbaratla ilgili çalışmalarda bulunan büroların sorumlusudur." Lowry, s. 11.Ibid.,s. 22.
’ ’ Peter A. Buzanski, "Admiral Mark Bristol and Turkish-American Relati- ons 1919-1922", yayınlanmamış doktora tezi, Berkeley 1960, aktaran Dr. Heath Lowry, s. 16-17.Lowi7, s . 18.
41
Edip’in Ankara’da bulunduğu günlerde, Paris’te batılı ülkeler Türkiye’ nin yazgısını belirliyorlardı; 10 Ağustos 1920 günü Sevr Antlaşması imzalandı. Antlaşma koşulları İstanbul basını tarafından kınandı. Türk halkı Mustafa Kemal’ in çağrısının yaşamsal önemini nihayet anlamaya başlamıştı; gönüllüler ulusalcı kuvvetlere katılmak üzere Ankara’ya akmaya başladılar. Sevr Antlaşması Amerika Birleşik Devletleri’ nin izolasyonist siyasetine bir son verdi ve Wilson kendisini dünya olaylarının içine çekilmiş halde buldu. İstanbul ile Was- hington arasında diplomatik ilişkiler olmamakla birlikte, ulusalcı güçler yakın gelecekte iki ülke arasında yakın bir ilişki kurulacağını umuyorlardı. Diplomatik ilişki kurulduktan sonda Edip’ in Amerika Birleşik Devletleri’ne büyükelçi atanacağı yolunda söylentiler dolaşıyordu; Clarence Streit, Mustafa Kemal’e bu söylentinin doğru olup olmadığını soracak kadar ileri gitti. Mustafa Kemal, bu soruya net bir karşıhk vermekten kaçındı; ancak, Annie AUen’a yazdığı tarihsiz bir mektupta Halide Edip’ in böyle bir beklenti içinde olduğu açıktı;
Eğer bu arada ban§ olur ve Amerika ile Türkiye arasında diplomatik ilişkiler kurulursa, Amerika'ya (ilk kadın büyükelçi olar,ak) geleceğimi umuyorum; bu bana oğullarımı görme fırsatı da verecek. Amerikalılara ulusal savunmanın ba§ında özveriyle nice sıkıntıya katlanmış insanların bulunduğunu söyleyebilirsin.^'^
Sevr Antlaşması koşullan sonucu Türkler ellerindeki bütün Arap topraklarını yitirdiler. Birkaç şehir bütünüyle Yunan devletine bırakıhrken İzmir şehri ve çevresi beş yıl için Yunan idaresine verildi. Ege Adaları Yunanislan’a, Oniki Ada (Menteşe Adaları) İtalya’ya bırakıldı. Ermenistan bağımsız bir devlet olarak tanındı ve sınırlannm Başkan Wilson'ın hakemliğinde belirlenmesi kararlaşhrıldı. Kürdistan olarak anılan topraklar bağmısızhk istemeleri durumunda Kürtlere verilecek ve Boğazlar uluslararası bir komisyon tarafından kontrol edilecekti. Türklerin egemenlik hakkı sımi'lanmıştı; ordu, yabancı subayların denetimi altında olacak en çok 50.000 askere sahip olabilecekti. Kapitülasyonlar yeniden yürürlüğe sokulacak ve itilaf devletlerinden oluşturulacak bir komisyon bütçe ve vergileri idare edecekti.Halide Edip’in Annie AUen’e yolladığı tarihsiz mektup. Snıith College, Mass., Sophia Snıith Araştırma Kütüphanesi’nin izniyle.
42
Böyle bir göreve atanma, Edip’in Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasında sağlam bir ilişkinin yaratılmasma yönelik umutlannnı gerçekleşmesi açısmdan son derece önemli bir gelişme olurdu. Ne var ki, olaylar Edip’in umduğu yönde gelişmedi; Ekim 1924’te Edip’in yaşantısmm akışmda köklü bir değişiklik oldu. .Dr. Adnan parlamentodaki görevinden istifa etti ve bir grup arkadaşıyla birlikte Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu. Bu muhalefet grubu, henüz kurulmuş ulusal devletteki her hoşnutsuzlukta bir çekim merkezi haline geldi. 1925 yılında bağımsız mahkemeler yeni partinin liderlerini ciddi bir Kürt ayaklanmasını kışkırtmakla suçladılar ve parti resmen feshedildi. 0 arada Dr. Adnan ve Halide Edip ülkeden ayrılarak 1939 yılma kadar kalacaklan Avrupa’ya kaçmışlardı.
Edip ulusal harekete katılmamış, İngilizce yerine Almanca öğrenmiş olsaydı devrimin gidişatı farklı olur muydu? Bu sorunun muhtemel yanıtı "hayır"dır; ancak, böyle bir durumda Amerika ile Mustafa Kemal’ in ulusal hükümeti arasındaki iletişim var olmaz. Amerikan hükümeti ile Amerikan kamuoyu onlann gücü ve amaçları konusunda bir bilgiye sahip olamazlardı. Muhtemelen Avrupalıların tutumunu izler ve Türkiye’nin kendi kaderini tayin hakkına karşı çıkarak diğer ülkelerin siyasal ve ekonomik çıkarları doğrultusunda davranırlardı. Halide Edip olmasaydı, biz, Batı kamuoyu, bu en kritik yıUa- nn olaylannı birinci elden Ingihzce olarak okuyup öğrenme olanağına sahip olamazdık. Osmanlı toplumu üzerine batıhlar- ca kaleme alınmış metinlerle ve bugün büyük ölçüde ortadan kaybolmuş bir yaşam tarzına ilişkin birkaç izlenimle yetinmek zorunda kalırdık.
4.3
ik in c i b o lu m
Edip, kendisinden Wilüamstown Siyaset Enstitüsü’nün sekizinci yazlık konferansında baş konuşmacı olması istendiğinde, Dr. Adnan Adıvar’la birlikte Londra’da, Hampstead He- ath’e çok yakın bir evde yaşıyordu. Oğullan Haşan ve Ali Amerika’da Öğrenim görüyorlardı; aile geçimini yazılardan ve derslerden gelen sınırL bir gelirle sağbyordu. Önceki yıl Edip’ in Zeyno’nun Oğlu adlı romanı Türkiye’de dizi olarak yayınlanmıştı. Hemen hemen aynı günlerde Memoirs İngilizce olarak yayınlandı. 1928’de The Turkish Ordeal’ın Londra ve New York’ta yayınlanmasının ardından Türk basınında Edip’ i suçlayan makaleler çıktı.
1927 yıbna gelindiğinde Türkiye Cumhuriyeti kültürel ve etnik açıdan homojen bir yapıya bürünmüştü. Atatürk hükümeti köklü bir modernleşme programı uyguluyor, ülkenin darmadağın olmuş altyapısını yeni baştan inşa ederek ekonomiyi yeniden yapılandırıyordu. Bu amaca uygun olarak, Kemalist politikalar Halkçılık, Laiklik ve Cumhuriyetçilik doktrinleri üzerinde yoğunlaşmıştı. 1924 Anayasası gereğince Türkiye’deki tüm yurttaşlar yasa önünde eşit bireyler olarak kabul ediliyorlardı. Sınıfa, mevkiye ya da dine dayalı ayrımcı- bğa son verilmişti. Edip Türk arkadaşlarıyla bağını koruyordu, ancak Kızılhaç aracıhğıyla sürdürdüğü yazışmalan düzen-
’ ’ İnci Enginün, H alide Edip A dıvar’ ın Eserlerinde D oğu ve Batı M eselesi, İstanbul 1978.Ibid., s. 70-71.
45
sîzdi.Sürgünde olması, onu Türkiye’de yaşanan bu hızlı ve köklü değişimlerle doğrudan ilintilenmesini engelliyordu. "Yeni Türkiye" onun bildiği ve aşina olduğu Türkiye’den çok farklı bir ülke haline gelmişti.
Amerika Birleşik Devletleri’nde, Başkan Wilson geçirdiği beklenmedik rahatsızlık sonrası seçimde yenilgiye uğramış ve iktidara Cumhuriyetçi Parti gelmişti. Temkinli bir enternasyonalizm siyaseti, yerini izolasyonizme ve kapitalist genişlemeye dayalı yeni bir siyasete bırakmıştı. "Kükreyen yirmili yıllar" olarak anılan dönem bir tezatlıklar dönemiydi. Büyüyen ekonomi maddiyatçılığı kışkırtıp insanların kendi bireysel yaşanılan üzerinde yoğunlaşmalarını teşvik ediyordu. Ülkenin tüm sathında şehirler genişlemiş, otomobil sahibi olmak sıradan bir olay haline gelmişti. Ulusal gurur şoven ve maneviyatçı bir niteliğe bürünmüştü;- Hıristiyan köktendincilik ivme kazanıyordu. Ekonomik gönencin bunlardan daha iç karartıcı bir diğer sonucu, yabancılara, liberallere, Yahudilere ve Afrika kökenli Amerikahlara yönelik bir düşmanbğın hortlamasıydı.
Edip’in misyonerler, eğitmenler ve diplomatlar dışında diğer Amerikahlarla ilk karşılaşması Trans-Adantik seyahati sırasında oldu. O sıra kırk altı yaşındaydı ve, son derece sıradı- şı bir yaşam sürmüş olmasına karşın, görece yüzeysel ve saf bir düşünüş tarzı içindeydi. Edip, değerli takılarla, 'göz kamaştırıcı zarif gece elbiseleriyle’ ve smokinlerle akşam yemeği için geminin yemek salonuna gelen Amerikahların kendinden emin tavırlarından etkilenmişti. Kadınların 'egemenlik bilinci’ (ruling consciousness) Edip’in ilgisini çekti ve böyle bir özgüven duygusuna nasıl sahip olduklannı merak etti. Edip, Ame- rikah kadınlann oy hakkını kısa bir süre önce elde etmiş olduklarını göz önüne alarak, söz konusu özgüven duygusunun doğuştan kazanılan ve yaratılıştan gelen karakteristik bir özellik olduğu sonucuna vardı. 'Sahip oldukları erkek egemen tavn bir yana bırakıp eşlerine ve kızlarına son derece nazik
Edip, Florence Billings’le olan mektuplaşmasında yerine geç ulaşan veyolda kaybolan mektuplardan söz eder.
46
bir şeklide davranan’ Amerikalı erkekler Edip’ i çok şaşırttı; onlann karakterlerindeki bu 'seçkin niteliğin’ Amerikalı kadınlara böyle bir ayncalık verdiğini düşündü.' Edip’in özgüven duygusunun kazanılması ile oy hakkı arasında bir bağ kurmuş olması ilginçtir. Şu halde, özgüven duygusu doğuştan kazanılan bir karakter özelliği olamazdı. Edip için, oy vermek suretiyle demokratik sürece katılma hakkı özgüven duygusunun önemli bir bileşeni idi.
Amerikan basını Edip’i ateşh bir feminist, Türk kadın hareketinin lideri olarak resmetti.’ Edip’in New York’a geKşi sırasında çekilmiş fotoğraflar, onun dönemin modasına uygun giyindiğini gösteriyor. Düzgün, parlak saçlarının bir kuciförün elinde biçimlendiği belliydi; giysisi sade ama zarifti. ’ Edip, Amerika’da film yıldızlarına benzer bir ilgiyle karşılanmıştı ve "egzotik", sıradışı ama aynı zamanda "kadın bir devrimci" olarak ilgi çekmekten hoşnuttu. Sayısız röportaj ve makalede Yeni Türkiye’nin genel bir resmi veriliyor, böylece harem ve çokeşlilik konusunda yaratılmış olan modası geçmiş yanhş kanıların ortadan kalkması süreci hızlanıyordu. Bu makaleler, Edip’in Amerikan kadmlanna büyük saygı duyduğunu açıkça ortaya koyuyordu.
New York’ta geçen günleri boyunca Beşinci Cad- de’de*^ oturan eski bir arkadaşının yanında kaldı; burada, Gatsby döneminin henüz yeni yeni zenginleşen "kendi başına buyruk insanları"yla yüz yüze geldi. Karşılaştığı bu insanlar, onun Amerikalılara ilişkin zihninde yaratmış olduğu idealleştirilmiş görüntüye uymuyorlardı; onlann delibozuk tavırlannı bir hayli yadırgamıştı. Edip, sade bir yaşam süren hayırsever
"A Turkish Feminist Views Women H ere", s. 7.Mildred Adams, "The Mother o f Turkey", T h e W om an ’ 8 Journal,Kasım 1928.Edip, giysilerde ve dış görünüşte içkin olan sembolizmin farkındaydı."Ateşten Gömlek’teki kadm kahraman Ayşe her zaman, 'Şişlili kadınla-nn süslü, şık giysileriyle’ (s.25) karşıtlık içinde kalan 'yalın, siyah bir elbise giyerdi’ (s.40)Halide Edip A dıvar’ ın E serlerinde D oğu ve Batı M eselesi, s. 71.
47
6 il
soylu ailelere duyduğu hayranlığı muhafaza etti ve onlardan temin ettiği parayı hayır işlerinde kullandı. Bunlar, Ortadoğu’da tanıdığı, eski düzenin "soylu sahipleri" olan tipte Amerikalılardı:
Zengin sınıfın birinci örneği olan insanlar, kucaklar boyunca kurup topladıkları milyonları hatta milyarları bulan servetleriyle büyük vakıflar kurmuşlardır; bu vakıflar sadece Amerika'nın değil, ba§ka kıtalardaki insan topluluklarının da bilimsel, sıhhi, insani, vs. esas ihtiyaçlarına yardım etmiştir. Camegie, Rockefeller’ler, Ford’lar hep bu sınıfa dahildirler. Sahipler çok sade yaşa,r...... ikinci zengin sınıfıoluşturan birtakım türedi kişiler, servetlerini yaratıcılık ve yetenekten çok birtakım çarpık araçlarla elde etmişlerdir... ’ Williamstown Konferansı’nın başhğı "Modern Türkiye Ve
Sorunları" şek lindeydi.E dip ,, böylesine önemli bir konferansa katılan ilk Türk, Müslüman kadın oldu. Amerika’yı ziyareti sırasında, konferansla ilgili olarak bir Amerikalı gazeteciye şunlan söylemişti: "Bu olay yaşantımda bir dönüm noktası, bir ayrıcalık ve şeref olmuştur".*’"' Daha önemlisi, konferans Edip’e Türklerin davasını Amerikan kamuoyuna anlatma şansı verdi. Konferans yaklaşık üç hafta sürdü; Edip’ in yaptığı konuşmaların metinleri birkaç yüz sayfayı buluyordu.
Konferansa katılım oldukça yüksek boyuttaydı; Edip’ih konuşmacı olarak kaühmı Amerika Birleşik Devletleri’nin dört bir yanındaki feministleri konferansa çekmişti. Dışa vurmaktan sakınmadığı bir gururla şunlan söylüyordu; "Bunlann yüzlercesi konuşmaları dinledi, yuvarlak masa toplantılanna iştirak etti, konferansın çetrefilli tartışmalanna katıldı."*"'’ Diğer konuşmacılar arasında Osmanh İmparatorluğu’nda çalış-
Halide Edip, Y eni İstanbul no. 2332, 15 Mayıs 1956, Aktaran Prof.Dr. i. Enginün, s. 71-72.Konferans 1928 yıbnın 2 Ağustosu’ndan 30 Ağustosu’na kadar devametti."A Turkish Feminist Vieıvs Women Here", s. 6.
“ Ibid., s 6.
48
mış ya da bulunmuş seçkin aydınlar, siyasetçiler, eğitmenler ve gazeteciler de vardı.^ Bunlann çoğu kendisini "Türkiye’nin dostu" olarak niteliyordu. Amerikan halkının çoğunluğundan farklı olarak, bunlar Ortadoğu’nun karmaşık, çetrefıUi doğasına aşina kişilerdi. Edip, eski dostu Dr. Philip Marshall Brown" tarafından resmi olarak karşılandı. Brown, Edip hakkında yaptığı sunuş konuşmasında, onun mesleki başarılarını vurguladı ve himaye edici bir tarzda Türk halkına ve Türk kültürüne duyduğu yakınlığı dile getirdi.
İlk oturum, henüz doğmuş Türk ulusunun yüz yüze bulunduğu güçlüklerin değerlendirilmesine aynimıştı. Edip, Türkiye’nin tehlikeli ve sözüne güvenilmez komşu ülkelerle çepeçevre sarılmış durumda olduğuna dikkat çekti. Kuzey’deki Rusya, yayılmacı emellerle Türkiye’yi gözlüyordu. Doğu’da Kürder özerklik talebinde bulunuyor, giriştikleri protesto ha- rekeüeriyle Kemalist rejimin istikrarını tehdit ediyorlardı. Yunanistan ve İtalya’nın hala Ege kıyılarında gözü vardı. Onyıl- larca süren savaşlardan sonra Türkiye ekonomisi dış yardıma çok büyük ihtiyaç duyuyordu. Eğitim en öncelikli meseleydi. Bütün bu zorluklara ye Batı’daki kuşkuculuğa karşın, Türk halkı varlığını korumaya devam edecekti, çünkü Türk halkı demokratik bir geleneğin mirasçısıydı. Edip, bunu izleyen günkü konuşmasına, geçmişin gerektiği gibi kavranmasının
Mr. Leland Sage, Prof. Philip Marshall Brown, Mr. Luther Fowle, Mr. Albert Staub, Albay Rodney Berg, Mr. Stephan Radeff, Mr. Polyzoides, Mrs. McLennan, Prof. A. H. Lybyer ve Mr. Sangsong F. Wang."Philip Brouınh geçtiğimiz y^l tanıdım... Doğıı şiirinin yanısıra Türklere ve Türklerin yaşantısına karşı çok büyük ilgi duyuyordu ve bunun bu ilgisi bir süre bizi birbirimize yakınlaştırdı... Bütün dünya bize kanun kaçağı insanlarmışız gibi davranırken ülkeme ve halkıma dostluk ve ilgi gösteren birkaç kişiden biriydi. " M em oirs, s. 198."Bayan Halide Edip'i tanıtmadan önce, arkadaşım Abdullah’ı sizlerle tanıştırmak istiyorum. Tann’nın bir hizmetkarı olan Abdullah, basit, sıradan bir Türk... Herhangi bir ulusta esasen önemsenmesi gereken insanların Abdullahlar olduğu, biz her şeye meraklı aydınlar gerçekten uzaklaşırken bu basit insanlar bir şekilde hakikate ulaşıyorlar..." Dr. Philip Marshall Brown, WiUianıstown, 3 Ağustos 1928.
49
geleceğe ilişkin değerlendirmelerde bulunmak açısından büyük önem taşıdığını vurgulayarak başladı:
Modem Türkiye ’nin çokyönLü sorunlarım kavramaya çalı§- mazdan önce Türk tarihinin belli ba§h olaylarına kısaca göz atmak son derece yararlı olur....Türklerin nerede muzaffer olduklarım ve nerede yenilgiye uğradıklarını net bir §ekilde yeniden hatırlamadıkça, onların bugünkü varlığını etkileyen sorunlun gerektiğince kavrayanlayız. Bunun yanışım, Müslüman Doğu’nun Batı ile olan ilişkileri Türkiye’nin yaşadığı sorunlardan, onun bu sorunlarla, şimdiye kadar hangi yoldan ba§a çıkmış olduğundan ve gelecekte hanşi yoldan başa çıkacağından büyük ölçüde etkilenecektir.Edip’in meseleleri ortaya koyuşu son derefce başarılıydı.
Jön Türk aydınları arasında İngilizce yazılmış tarihi kaynakları incelemiş, ya da kendi fikirlerini Fransızca dışında bir Avrupa dilinde ortaya koymuş başka bir aydın yoktu. Gerçekten, bunlann sahip olduklan ideolojinin entellektüel ve felsefi temeli Comte, LeBon, Durkheim gibi Fransız pozitiyisderine dayanıyordu. Ayrıca, Jön Türk liderhği yalnızca erkeklerden oluşuyordu. Edip’ in Osnıanh İmparatorluğu’nun çöküş dönemlerine ilişkin ortaya koyduğu kronolojik çözümleme, Türkiye tarihiyle ilgili herhangi bir Avrupab öğrenciye hiç yabancı gelmeyecektir. Edip, 1699 ile 1923 ydları arasında kalan tarihsel dilimi, modernleşme sürecinin özgül aşamalarına kar- şıbk düşen beş döneme ayırmıştır.^” Edip’in tarihsel çözümlemesinde kendisine esas aldığı tema, "sıradan" ya da "basit"
Halide Edip, Birinci Konferans, WilIiamstown, 4 Ağustos 1928, Cumartesi.Edip’ in tanımladığı gelişme modeK dört aşamalıydı: 1699-1807; 1807-1839; 1839-1876; 1876-1908; 1908-1923. Bernard Lewis, Niyazi Herkes ve Stanford Shaw’un da aralarında olduğu modern tarihçiler de Modern Türkiye’nin gelişimine ilişkin yaptıkları çözümlemelerde bu dönemlemeyi kullandılar.
50
Türk’ün^' dünya tarihinde oynadığı roldü.
II1928 yıbnda, Batılı gözlemciler Osmanb kimliğinin dışında
bir Türk kimliğinin var olduğunun pek farkında değillerdi. Edip, dinleyicilerine, Batı’da uzun zamandan beri toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir öğesi olarak algılanan ulusun Do- ğu’da yeni bir olgu olduğunu hatırlattı. Ondokuzuncu yüzyıl boyunca ve yirminci yüzyılın başlannda çeşitb’ uluslar Osman- h imparatorluğu içinde kendilerini bağımsız bir güç olarak inşa ediyor, Türkleri değişen bir dünyada kendilerini dine dayalı geleneksel Türk tanımlamasının yeterliliği üzerinde yeniden düşünmeye zorluyorlardı. Olumsuz bir anlam içeren ve Türk Müslümanlann kendilerinin bile aşağılayıcı buldukları "Türk" sözcüğü, tedrici olarak yeni bir anlam kazanmaya başlamıştı. Jön Türk aydınlan örgütlü dinin ruhani alanının ötesinde bir geçmiş ve gelecek duygusu içeren bir tarihsel bi- Unç formüle ettiklerinde, Türk halkı etkin bir biçimde modem tarih içindeki yerini almış oldu.
Yusuf Akçura^^ ve Ziya Gökalp, Türk halkını ulusal kökene dayah kuramlarla tanımlayan ve ortaya ırksal bir Türk
' ' Ne yazık ki Edip kullandığı terimleri dinleyicilerine açıklamamıştır ve bu yüzden İngilizce 'simple Turk’ terimi bir yanıltıcılığa sahiptir. Türkçede 'basit’ sözcüğü 'yalın' ya da 'sıradan’ anlamına gelir. İngilizce’de ise,
bir kişiyi ya da kişileri tanımlamak için kullanıldığında, 'budalalık’ , 'akılsızlık’ anlamı içerir.E. H. Carr, W hat Is H istory?, NYC 1961.Yusuf Akçura (1876-1933); Rusya’da doğdu ve çocuk yaşlarda Türkiye’ye geldi. Fransa’da siyaset biünıi ve tarih öğrenimi gördü. Türk ulusal kimliğinin Islami, Osmanh ve Türk bileşenleri üzerinde çahştı ve yazılı eserlerinde bu soruna bir açıklık getirmek için çabaladı. Aynntılı bilgi için bkz. T ü rk Yılı 1 9 2 8 , İstanbul 1928, s. 396-411 ve M. F. To- gay, Y usuf A kçura, İstanbul 1944.
51
kimliği koyan ilk düşünürler oldular/"^ Bu milliyetçi ideologlar, ilk kez Ahmet Cevdet Paşa’mn çalışmasmda görülen bir anlayış geliştirdiler. Cevdet Paşa, Osmanbnm ondökuzuncu yüzyıl başlanndaki tarihini konu alan bir araştırmaya yazdığı sunuş metninde, Osmanh Islamının dayanıklıhk gücünü onun "Türk" kökenlerine bağlıyordu. Bundan elli yıl sonra, Ahmet Mithat Paşa Osmanblann Türk soyundan geldiklerini keşfediyor ve bunlann Orta Asya’dan aldıkları mirasın önemini vurguluyordu. Akçura, bir topluluğun soyağacını bir grup kimliğine temel olacak şekilde uyarlayarak tarihçiliğe (histori- cism) siyasal bir içerik kazandınyordu. Ondökuzuncu yüzyıhn sonlanna doğru, Türk gazeteleri "Türk" terimini Türk ırkına yönelik yeni bir anlayışı nitelemek üzere kullanmaya başladılar. O sıralar Jön Türklerin çoğu Paris’te yaşıyor, bunlann çı- kardıklan yayınlar Türkiye’de yaşadışı kabul ediliyordu. Jön Türk devriminin bu konularda açık bir tartışma ortarlıı yarattığı 1908 yıhna gelinceye kadar. Edip Türklük kavramının içeriğine tam olarak vakıf d e ğ i l d i . '
1908, Yeni Türkiye’nin tarihinde kritik bir yıl oldu. Edip, 1908 yıhnı, 'geçmişle şimdiki zaman arasında psikolojik ve si-
M em oirs, s. 312;Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895); tarihçi, eğitmen ve hukuk reformcusu olan Cevdet Paşa MeceUe kohıisyonunun başkanıydı ve bu görevi yaşan- tısmm son yirmi yıh boyunca sürdürdü. Bulgaristan’da doğmuş olan Cevdet Paşa öğrenimini İstanbul’daki bir medresede devam ettirdikten sonra mühendislik okuluna geçti. Bir tarihçi olarak kariyeri Encümen-i Daniş’ in kendisine Osmanh împaratorluğu’nun 1774-1826 arasmdaki tarihini derleyip yazıya dökmesi görevini vermesiyle birlikte 1852 yıhn- da başladı.Kushner, David, T h e R ise o f Turkish Nationalism, London 1977, s. 28.Ahmet Mithat Paşa (1822-1884); Tanzimat’ın taşradaki idarecilerinden ve reform yanhsı başvezir (1872, 1876-77). 1876 Anayasası’nm baş miman olan Mithat Paşa Abdülhamid’ın emriyle ilkin görevden ahndı, ardından öldürüldü. Edip, Mithat Paşa’dan "Özgürlük için verilen ilk şehit" ve "Batı değerlerini benimsemiş ve ismi birinci sınıf idareci ile özdeşleşmiş büyük Türk" olarak söz etmiştir. Halide Edip, Tui'key Fa- ces W est, yenibasım Arno Press, New York 1972, s. 87.M em oirs, s. 256.
52
yasal bir aynm, ruhsal ve siyasal bir yeniden doğuş dönemi’ olarak tanımladı. Edip’e göre, bu tarihten itibaren, anlamını "sıradan Türk" teriminde bulan ulusal duygu ulusun tüm olumsuz koşullara rağmen ayakta kalmasına yardımcı olmuştu.®” Edip, Türklerin ulusal karakteri konusunda Amerikalı dinleyicilerine da:ha iyi bir fikir verebilmek için Türkleri "say- gıh, ağırbaşh, gerçekçi, değişen koşullara uyarlanma yeteneğine sahip, ahlaklı, cesur, dürüst" kişiler olarak tanımladı. Edip’e göre, göçebe bir kökenden geUyor olmaları Türklere hem demokratik hem de otokratik özellikler kazandırmıştı; Türkler siyasal yenihğe ve reformlara ayak uydurma konusunda içgüdüsel bir yeteneğe sahip gerçek kahramanlardı. Os- manhlann zayıflatıcı etkisinden bağışık kalan "sıradan Türkler", gerek zihinsel gerekse moral açıdan saf ve yenilmez kalmasını bilmişlerdi. Buna karşıhk, Türklerin yaşama geçirdiği demokratik sürece karşı çıkan Öteki 'ırksal gruplar’ , diğer özelliklerinin yanısıra, Avrupalı devlederin piyonu olup dostlarını 'arkadan hançerleyen’ nankör , soysuzlaşmış, yozlaşmış, enteUektüel açıdan felç olmuş gruplardı.®^
Edip’in Tüîklere duyduğu hayranlık, onun Türklerin başa- nsızhklannı görmesine engel değildi. Jön Türk pozitivistleri- nin yeğledikleri bilimsel tutumu benimseyen Edip, WiUiams-’’ town’daki konuşmalannda Türkleri üç kategoriye ayırarak tanımladı. İstanbul Türkleri bencil ve yozlaşmış bir karaktere ve, fanatik ve patlamaya her an hazır Makedon Türklerden farklı olarak, 'bayağı’ bir kozmopolitliğe sahiplerdi. Saflığı bozulmamış olanlar yalnızca Anadolu Türkleriydi. Bunlar sevgi dolu ve yardımsever insanlardı; Bağımsızhk Savaşı sonrası ik-
Ib id .,s . 240.1908 ’de Türkler hükümette üstünlüğü ele geçirdiklerinde, 'sıradan Türkler’ imparatorluk nüfusunun yaklaşık yüzde kırkını temsil ediyorlardı; Araplar da nüfusun en az yüzde kırkhk bir bölümünü oluşturuyorlardı.T urkey Faces W esl, s. 4.Ibid., s. 36.WiUiamstown Konferansı, 18 Ağustos 1928, Cumartesi.Ibid., 4 Ağustos 1928, Cumartesi.
tidan ele almış olanlar bu 'tip’ Türklerdi. Geçmişlerinin büyük bölümünde çiftçilikle uğraşmış olan Anadolulular, sessiz fakat kararlı bir biçimde, Ankara’daki iktidann resmi binalarına 'insan unsuru’nu kazandırmışlardı. Edip, Enver hükümetinin acımasız ve zalim yanlanyla yeni rejimin yüz yüze bulunduğu güçlüklerin nedenini Makedon 'unsurlar’ ın varlığına bağbyordu. ^
Edip’in çakşmalan, insan doğasının bu birbirinden farklı yanlarını kategorize etme eğilimine sahip olmakla birlikte, bilgi dolu ve kavranabilir bir niteliğe sahipti. Aldığı batı tarzı eğitim, onun görece yeni bir bilim dah olan psikolojiyle içli dışL olmasına vesile olmuştu. Kendisinden önceki Türk tarihçilerden farklı olarak, ulusal motivasyon ve karakteristiklerin uygarlıkların karşılıklı etkileşimi üzerindeki etkisini araştırmaya girişti. Tarih, Edip i^in, 'Türklerin yaşam anlayışı’ ve 'esnek Türk psikolojisi’nin özgül kıldığı bir süreklilik idi. Edip, Türklerin kendi İslam kardeşlerinden farkh olduklanna, Türklerin kendi davâlannın daha sonraları seçkin bir modern tarihçinin çaLşmalannda yansımış olduğuna inanıyordu. Burada, Edip’ in Yeni Türkiye’nin batdı demokratik sisteme uyarlanma konusunda gösterdiği başarının nedenlerine ilişkin çözümlemesi ile Bemard Lewis’ ın geliştirdiği çözümlemeyi karşılaştırmak yerinde olabilir. Edip şunları söylüyordu:
Asli Türklerin başlangıçta sahip oldukları özellikler. Doğu’dan çok Batı ile müştereklik içinde görünürlen Türklerin
Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938); O sıralar Osmanlı İmparatorlu- ğu’nun bir parçası olan Selanik kentinde doğdu. Bu yüzden 'Makedon tipi’ bir kişiydi.Bu kategoriler anakronistik ve modası geçmiş olmakla birlikte, Edip bu sınıflandırma yöntemini önemsedi. 1931 ’de New York Barnard Kole- ji’nde ileri düzeyde bir tarih kursu verdi. "Modern Türkiye’nin Siyasal, Toplumsal ve Ekonomik Gelişimi" başlığını taşıyan kurs programının girişinde şu dersler yer alıyordu; "X . dersten XX. derse; Anayasanın Restorasyonu, Genç Türkler ve bunlann politikası, Makedonya, İstanbul ve Anadolu Türkleri ve bunların karakteristik özellikleri, toplumsal değişim sürecindeki rolleri..."İbid ., s. 28.
54
genliğinin yanısıra diğer doğulu halklara olan üstünlüğünün nedenlerinin yattığı yer de burasıdır; Batı, kendi sorunlarım acımasız bir gerçekçilikle ve hakikate bütünüyle sadık kalarak ele alır ve kendi gelinim sürecinde yeni aramalara geçerken. Doğu dünyasının çok büyük bir bölümü, gerçek Doğu, konulmakla, tanımakla, uzun uzun düşünüp takınmakla zaman kaybeder.Bernard Lewis ise şöyle söylüyordu:Modern Türkiye’yi kendi Müslüman kom§ulanndan ayıran ve onu Batı dünyasının hem faziletlerine hem de kusurlarına yakınlaştıran iki olgu var. Bunlardan birisi süreç anlayı- ği -olayların ardışıklığını basit bir olaylar dizisi olarak değil bir zaman süreci olarak görmek... ve bir bütünü birbirinden ayn, bağlantısız varlıkların basit bir toplamından ziyade birbirlerlyle bağlantılı olan ve karşılıklı etkileşim içinde bulunan parçaların birlikteliği olarak görme yeteneğine sahip olmak.^^Edip "sıradan Türk"ü ırksal olarak Avrupalı anlamda ta
nımlamanın olanaksız olduğunu kabul etmekle birlikte, Ana- dolululann sahip olduklan farklı geçmişinin onlann yaranna işlemiş olduğunu öne sürdü. Türk karakterinin bu çeşitli unsurlan, halkın kendi Islaıni-Bizans-Osmanlı geçmişini özümsemesine ve oluşturduğu sentezi Realpolitik* alanında yeniden sahneye koymasına izin vermişti. Türkler, diğer Is- lami toplumlardan farkb olarak, batıh fikirlere yatkınlardı ve eski Türki aşiretler batıL anlamda devlet kurma konusunda doğal bir yeteneğe sahiplerdi.
(*) Realpolitik: Siyasetin moral değerlere veya ülkülere göre değil, nesnel koşuUann maddi gereklerine göre yürütülmesi Ç.N.
Ib id .,s . 35.Bernard Lewis, T he E m ergeııce o f M odern Turkey, Oxford Univer- sity Press, 1968 basımı.
^ Turkey Faces W esl, s. 251.Ib id .,s . 250.WiUiamstown Konferansı. Birinci Oturum, 4 Ağustos 1928 Cumartesi.
5.S
Her şeyden önce, Türk karakterinde içkin olan sağduyu ve bilgelik, Özgürlük ve demokrasi arayışına yardımcı olmuştu.'’ Edip’ in "eski Türklerin psikolojisi" konusundaki anlayışı, Na- ima’nuı vakayinamelerinin titiz bir incelemesinin ürünüydü; Naima’nın eseri, 'tarihimizin erken dönemlerinin pek çok tarihsel anının psikolojik önemine’^ belli bir yorum getiriyordu.
Edip, Batı Avrupa’nın durağan ve dilsel açıdan homojen topluluklarına özgü kavramlann çok-diUi, çok-ırklı ve 'inişli çı- kışL’ Osmanh dünyasına tatbik edilmesinin güçlüklerine ilişkin karmaşık (mixed) fikirlere sahip olan Arnold Toyn- bee’nin çahşmasından haberdardı. Bir yandan, Avrupa kökenli siyasal formülasyonlann kaba bir biçimde batıh olmayan toplumlara tatbiki girişimi genellikle kiüesel kınmlara (massacre) yol açıyor, diğer yandan, milliyetçilik bu iki uygar- hğa birlikte yaşamaları için bir temel sunuyordu. "Sıradan Türk"ün geleceğine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Edip, düşüncelerini insanlığın müşterek deneyimlerinden yararlanarak geliştiriyordu. Edip, milliyetçilik ile Türkçülük arasında bir fark gözetiyordu. Milliyetçi anlayışlar ayrımcı ve baskıcı bir niteliğe sahiplerken, Türkçülük bir ulusun karakteristiği
WiUiamstown Konferansı. Altıncı Oturum, 20 Ağustos 1928, Pazartesi. Mustafa Naima Osmanblann 1591-1659 (Hicri 1000-1070) dönemi tarihini olaylann tarihsel sırasına uygun olarak kaleme aldı. Naima'nın vakayinamesi 1147 (Hicri)’de İstanbul'da basıldı.M em oirs, s. 282.Arnold Toynbee (1889-1975); Oxford Balliol Koleji’nde eğitim görmüş bir İngiliz tarihçisi. Latince ve Yunanca’yı çok iyi bilen Toynbee 1924 yılına kadar Londra Üniversitesi Bizans Araştırmaları Kürsüsü’ne baş- kanhk etti. Paris Banş Konferansı’na katılan İngiliz delegasyonundaki üyelerden biriydi. En önemli çalışması olan A Study o f H islory 1934 ile 1961 yıUan arasında on iki cilt olarak basıldı. Edip, Turkey Faces W esl adb kitabında Toynbee’den alıntılar yapar (s. 13 ve 142) ve WiUi- amstown’daki konuşmalannda sık sık Toynbee’nin yapıtına göndermelerde bulunur. Toynbee’nin iki kitabı WiUiamstown bibliyografyasına dahil edilmiştir.Toynbee, Arnold, T h e W egtern Q uestion in G reece and Turkey, New York 1922, s. 15-16.
56
nin tanımlanmasına yönelik bir çabanın ifadesiydi.*^* Toyn- bee, Batı’nın nüfuzunun Do|u üzerine 'soğuk bir gölge’ (chilly shadow) gibi düştüğünü ifade ederek temkinli bir tutum sergilerken, Edip iyimser yaklaşımını koruyordu. Türk- 1er, Baü’da kendi bireysel özgürlük ruhunun ve demokrasinin ışığının bir yansımasını görmüştü; Yeni Türkiye’nin geleceği Türklerin bu duyarlılığı tarafından güvence altına alınmıştı:
Türkiye’nin kendi somniannı çözmesi ve kağıt üzerinde bıraktığı pek çok reformu hayata geçirmesi bir ku§ak boyu sürecek uzun bir zamana mal olacaktır. Cumhuriyet 'in geleceğine -hepimizin Tanrısı olan- tek bir Tanrı’nın varlığına inandığım kadar inanıyorum. Ancak, bu, duygusallıktan kaynaklanan bir inanç değil. Bana bu inancı kazandıran şey, kendilerine yeni bir ülke kurmak için nasıl çabaladıklarına gözlerimle tanık olduğum Anadolu erkeklerinin ve ka- dınlannm sahip oldukları niteliklerdir.Edip, WiUiamstown Konferansı’nda yaptığı konuşmalar sı
rasında kendisinden bir Müslüman, Batı uygarlığını benimsemiş bir Türk olarak söz etmekle birlikte, hiçbir zaman kendisini "Sıradan Türk" olarak tanımlamadı. Gerçekte, Edip Birinci Dünya Savaşı sonrası ortadan kaybolmuş saray sınıfına üye bir Osmanlı ailesinden geliyordu. Ailesi, pek çok Türkün yaşadığı çile dolu yoksul yaşamın dışında bir hayat sürmüştü. Edip’in kitaplan, 'nazik, iyi huylu, inançh ve kültürlü’ insanlar olan 'Eski Tarz Türkler’e duyduğu hayranhğı dışa vuran ifadelerle doluydu. Savaş sırasında sıradan Türklerle yan yana çalışmıştı; bununla birlikte, onlarla kendi arasında farklı sınıftan ve eğitimden gelen bir kadın olmasının beraberinde getirdiği bir mesafe vardı. Savaşın yıkıma uğrattığı Anadolu’nun en derin köşelerinde olduğu zamanlarda bile, kendisine göz kulak olan bir hizmetçi ya da emir erini yanından hiç
WiUiamstown Konferansı, 20 Ağustos 1928, Pazartesi.The W estern Questiolı in C reece and Turkey, s. 362.Turkey Faces W est, s. 250.WiUiamstown Konferansı, 22 Ağustos 1928.
57
eksik etmemişti ve bu durumu son derece normal bulduğu çok açıktı/”^
Edip, ülkenin yaşadığı ölünıcül sıkıntıların hala çok canlı olduğu Bağımsızhk Savaşı’nın sonlanna doğru Shirt of Fla- me (Ateşten Gömlek) adlı eserini yazdı. Kitabındaki derin vatanseverlik duygusu, eserin Türkiye’de büyük bir başanya erişmesine katkıda bulundu. Eser aynca filme de aktarıldı; Türk ordusu askerlerinin figüran olarak kullanıldığı film büyük ölçüde yazarın istekleri doğrultusunda çekildi. Bakir Anadolu topraklarının arka fonu oluşturduğu filmde, Peyami ile Ayşe arasındaki aşk, bunların 'İzmir davası’ uğruna kendilerini feda edişlerinin dokunaklı öyküsüyle iç içe veriliyordu. Edip’ in roman kahramanlan, yaşamlannı özgürlük savaşma adamış, kişisel arzulanın bir yana bırakmış kişilerdi. Edip, yaşadığı ve tanık olduğu olaylann kendisini bu romanı yazmaya zorlamış olduğunu itiraf eder °"*; romanı duyduğu sınırsız heyecanın verdiği yaratıcılıkla kaleme almıştır. Roman, "Sıradan Türk" ün duygu yüklü bir biçimde dile getirilişidir:
Hepsi çok basit, hepsi iyi çocuklardı. En kanlı olayları en tabii bir §eymi§ gibi anlatıyor, en tahammül edilmez felaketleri sabırlı ve dayanıklı genç omuzlarında ta§ıyorlg.rdı. isyanlarının felsefesi me^ru ve açıktı. Birtakım yabancılar, mütareke aldatmacasıyla hakları olmayarak memleketlerine sokulmuşlar, vatanı soyuyorlardı. Ne kadar zor olursa olsun... bu davetsiz misafirlere karşı savaşmaktan asla vazgeçmeyeceklerdi. Ayşe, bunların samimi yakınlığını hemen hissetmişti. İzmir'in güzelim dağlarında özgürce serpilmiş ruhu, kurtuluş askerlerini oldukları gibi, bütün erdemleriyle ve hatalarıyla seviyordu.^°^
Florence Billings’e mektvıp, 1928. Sophia Smith Araştırma Kütüphanesi, Smith College.Halide Edip, T he Shirt o f Flam e, Duffîeld&Co. New York 1924, s.216.
lO"! »ı_ • tIbıd., s. X X I.
Ibid., s. 92.
58
Edip, daha çocukluğundan itibaren roman dünyasının çekiciliğine esir düşmüştü. Yetişkin bir kadın haline geldiği yıllarda, çok yoğun bir şekilde yaşadığı deneyimlerim roman aracıhğıyla ifade etme yeteneği daha da gelişmiş durumdaydı. Kitapları, mutluluğu geleneksel normlann dışında arayan bağımsız kadın kahramanlarla doludur. Shirt of Flame adlı romanında, sıradan Türklerin özelliklerini insanüstü bir düzeye çıkarmıştır.
'Benliğin güçlendirilmeye ihtiyaç duyduğu zamanlarda’ kahramanlara ve kahramanhk sembollerine duyulan ihtiyaç derinleşir. Bilinçaltı, ; a|amda bir neden ve anlam arayışında bireye yardımcı olur. Edip, yaşamı boyunca Anadolu’nun sıradan insanlannı birer kahraman düzeyine çıkarmış olmakla birlikte, romanlarındaki insanlar yalnızca birer roman kahramanı değillerdi. Kendi geleceğinin bile belirsiz olduğu bir zamanda, dört elle sarıldığı davanın bir mantığa ve akla yakın bir gerekçeye dayandırılması gerekiyordu. Eğer ortada bir kahraman var idiyse, mantıksal bir zorunluluk olarak, aynca bir de "kötü" olmalıydı.
III1928’de, Avrupalıların sonuçsuz kalan Yunan işgaline
verdiği desteğin anılan Türk aydınlannın zihninde henüz çok tazeydi. Türkiye’nin dört bir yanında Yunan karşıtı duygular bir hayli güçlenmişti; eski bir azınlığın Anadolu topraklannı işgal etmeye hakkı olduğunu iddia etmiş olması 'Türklerin ö fkesini söndürülmesi mümkün görünmeyen bir ateşe çevirmişti’ .B a ğ ım s ız h k mücadelesi sırasında binlerce insan ölmüştü. Türkler, nihai olarak zaferi kazanmış ve yeni bir Türk cumhuriyeti kurmuş olmalarına karşın, Batı’da varbğını sür
Joseph L. Henderson, "Ancient Myths and Modern Man", M an and His Sym bols, ed. Cari Jung, New York 1963.T h e E m ergence o f M odern T urkey, s. 241.
59
düren Yunan yanbsı eğilimlere karşı son derece duyarlıydılar. Batılı komşularıyla Hıristiyanbk gibi ortak bir paydaya sahip olan Yunanistan, onlarla kimi kültürel ve ticari bağlara da sahipti. Öte yandan, çağdaş Yunanhlar Klasik Çağ’ ın mirasçıları olduklannı ileri sürüyorlar ve yüzyıllarca "Asya’nın Yedi Kilisesi "ni arayan seyyahların uğrak yeri olarak kalmış Ege kıyılarının bir zamanlar Aristo ve Homer’in vatanı olduğuna inanıyorlardı.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru. Jön Türler kendi milliyetçi kuramlarını desteklemek üzere tarihten yararlanmaya ve Anadolu topraklannm Türklere ait olduğu savına meşruluk kazandırmaya başladılar. Türkçü yazarların amacı yalnızca birer Türk tarihçisi olarak dünya tarihine katkıda bulunmak değildi; bunun yanısıra Osmanh toplumunun olumlu yanlarına işaret etmek gibi bir kaygıya da sahiplerdi. Avrupa’daki imajlarını iyileştirmek isteyen Jön Türk tarihçileri,' Müslümanlarla Müslüman olmayanlar arasındaki ilişkinin eşitliğine ve özelikle de imparatorluk topraklarında yerleşik yaşam süren Ortodoks Yunanhların varlığına dikkati çekiyorlardı. Bunlann yazılan çeviriden kaynaklanan güçlükler nedeniyle Türkiye dışında çok sınırh bir okur kitlesine sahipti.
Edip, Lozan Konferansı’nı izleyen dönemde Batı’nın Türk-Yunan anlaşmazlığı konusundaki tek yanlı bakış açısını değiştirmek için çaba gösterdi.WiUiamstov»rn Konferansı, Edip’e, Türk bakış açısını anlatma ve Batı’nın bu konudaki düşüncelerini düzeltip onlara bir denge getirme fırsatını ver-
Edip’in İngiliz arkadaşı Grace EUison, Edip’ in 1921 ’de yunan vahşetiyle ilgili veri topladığı sıra ikisi arasında geçen bir sohbeti aktarır: "....Bir Hıristiyan öldüğünde, olması gerektiği üzere bütün Hıristiyan dünyası bunu kendisine kaygı edinir; ama, öte yandan, bütün bir Müslüman topluluğu yok edildiğinde bununla hiç kimse ilgilenmez... Dünya, Yunanhlar hakkında hükme varırken bu durumu göz önüne almalıydı... Çok öteden beri varolagelen bu haksız eleştiri,, yalnızca onun ruhunu yaralamakla kalmaz, fakat aynı zamanda onu yapmayı aklına bile getirmeyeceği peyleri yapmaya kışkırtır." Grace EUison, An EnglİEhwoınan in Angora, EP Dutton, NYC 1923, s. 212.
60
di. Arnold Toynbee’nin Yunan topluluğunun sahip olduğu propaganda yeteneğiyle Avrupa ile Amerika’da hükümetleri etkilemiş olduğu yolundaki gözlemlerine atıfta bulunan Edip, argümanlarını mantıkh bir yoldan ortaya koymaya özel bir dikkat gösterdi. Metinlerindeki bibliyografyaya bakıldığm- da Edip’in konuşmalarını Batıh kaynaklara dayandırdığı ve Türk bihm adamlannın eserlerini referans göstermekten özellikle kaçınmış olduğu görülür. Edip’in öne sürdüğü argümanlar esas olarak iki teze dayanıyordu; bunlar, Osmanhnın gerilemesinin Bizans-Yunan etkisinin sonucu olduğu, modern Yunan devletinin Klasik Çağ’la ırksal ya da kültürel bir bağa sahip olmadığı savlarıydı.
Edip, Osmanh kurumlarının Türk-Islami bir kökene sahip olduğu tezini yaygınlaştırmış olan Fuat Köprülü’nün tarih tezini benimsedi. Balkan Savaşlan (1912-1913) sonrasında yaşanan, Slav ve Yunan karşıtlığının öne çıktığı dönemde bu tarih kuramlan milliyetçi hareket içinde ivme kazandılar. Anadolu’daki Türki işgali, Islamın Orta Asya’nın batısından kopup gelen Türkmen boylarıyla bölgeye taşınmasından beş yüzyıl önce başlamıştı. O sıralar. Ortaçağ Helenizmi Anadolu halkı üzerine örtülmüş 'ince bir örtü’den başka bir şey değildi. Çı- karcıhk ve istismar yüzünden harabeye dönmüş ve ruhani otoritesini yitirmiş Bizans Kilisesi’nin yerli halk üzerindeki nüfuzu çok zayıftı. Bölgeye gelen ve dinamik bir güce sahip Türki aşiretler köylüye cazip bir seçenek olarak göründüler. Bun- lann giriştikleri akınlar Küçük Asya’nın hızla ve tamamen Türkleşmesiyle sonuçlandı. Yalnızca -Bizans’ın kültürel ve si
"Batı, aşağılayıcı bir tavır takınıp soğuk davrandıkça Ortadoğu’yu kendisiyle bir yakınlanma içine girmekten o denli uzaklaştırıyor ve onu kendi içine kapanmaya itiyor. Eğer ortada bir propaganda sorunu varsa, bunu diğer tarafta aramak gerek. Yunanlılar bu propaganda sanatında... eşine ender rastlanılır bir beceri, kazandılar. Batı dünyasının önde gelen kent merkezlerindeki Yunan kolonilerinin -ticaret, o ülkenin vatandaşlığına geçme, karşılıklı evlilik gibi yollarla- Batılı toplumlarla ve bu toplumların nüfuz sahibi çevreleriyle kurdukları sıkı ilişkiler, bu sanatı gerçekleştirmeleri için onlara eşsiz olanaklar sunuyor." T he W estern Questioıı in G reece and Tıu-key, s. 345.
61
yasal yaşamının merkezi durumunda olan- İstanbul’ un çevresi 'Latin Kilisesi’nin nüfuzu altında kaldı. Edip, Ortaçağ Yunan
kültürünün gerileme içine girdiğini göstermek üzere Gibbon ve Prof. T. W. Arnold’ın çalışmalarından çeşitli abntılar yapıyordu.
Türkler 1453’te İstanbul’a 'girdikleri’ zaman (Edip çalışmalarında "fetih" sözcüğünü kullanmamıştır) Bizans’ın 'kurnaz ve yozlaştıncı’ etkisine maruz kalmışlardı. Osmanlı yöneticileri, Bizans kurumlanm benimsemekle kendi çöküşlerini kendi elleriyle hazırlamış oluyorlardı. Edip bu noktaya kadar tezini akla yatkın, bilimsel bir tarzda sunmuştur. Ancak mantıksal doğrultudan aniden sapmış ve sözü birden İmparatorluk Haremi meselesine getirmiştir. Edip’e göre, harem, 'ahmh yabancı kadınların’ yöneticileri kuvvetten düşürdükleri bir 'entrika ve fesat’ merkezi idi.
IstanbuVdaki Saray kötülük ve siyasi entrikanın gizli, uğursuz, son derece tehlikeli bir merkezi, aile hayatından ziyade ahlaksızlık ve düşkünlüğün yaşandığı bir yer haline geldi. Padişahlar artık Türk kadınlarıyla evlenmez oldular -belki de Türk kadınlan artık onlarla evlenmek istemediler. Türkiye ’nin kadınlan her zaman müstesna ve buyurgandılar ve kendilerine mevki ve güç getirecek olsa bile çokeşliliğe asla nza göstermediler. Diğer ırklardan güzel kızlar -özellikle Çerkezler- saraya geldiler, ya da kendi anababalan tarafından yollandılar. Ancak Türk kızlan kendilerini bunlardan uzak tuttular. Yabancıların anladığı şekliyle Türk Haremi, güzel kadınlann bir araya gelip kötü zevkler için erkekleri kandınp baştan çıkardıklan ve onlann erkeksi yeteneklerini dumura uğrattıkları bir günah ve ayartma yeridir. Batıklar bazen haremdeki kadınlara, bazen de erkeklere acıyor. Ancak bunların hepsinin Bizanslılardan alınmış bir kurum
Ahmet Refik, Kadınlar Saltanatı adlı kitabında benzer görüşler ileri sürmüştür. Refik ikinci cumhuriyet döneminin tanmmış bir tarihçisiydi. Çalışmalan o dönemin gazetelerinde dizi yazılar olarak' yayınlanıyordu. Edip’in onun düşüncelerini kendisine adapte etmiş olması muhtemeldir.
62
olarak bu aynı musibetin kurbanları olduğunu asla göremiyorlar. Söz konusu sistem Osmanlıların çöküğünde belli bir rol oynamıştır.Düşünülmeden söylenmiş bu yanhş ifadeler, çokeşlilik ola-
yınm Edip’te yaratmış olduğu aşırı duygusal tepkiyi ortaya koymaktadır. Yanısıra, bu ifadelerdeki kadın karşıtı tutum onun kendi cinsine karşı duyduğu şaşırtıcı antipatiyi yansıtmaktadır. Bu konferansın önemi, bir dizi batıb bilim adamının ve feministin konferansta hazır bulunduğu düşünülürse, Edip’in bu aşırı duygusaUığm mantıklı ve bilimsel araştırmalara dayalı konuşmasını sekteye uğratmasına nasıl olup da izin verdiğini anlamak gerçekten güçtür.
Edip, çözümlemesini Osmanlı sisteminin zayıfbğımn 'Bizans zehiri’nin bir sonucu olduğunu vurgulayarak sürdürdü. Edip’e göre, Osmanlıcılık Türk toçlumunun yüzeyindeki ince bir zırhtan başka bir şey değildi. Türk halkı, sıradan Türk göçebe yaşamın kendisine miras bıraktığı 'yalın ve saf karakteristikleri koruduğu için varbğını sürdürmesini bilmişti. Bunlar, Bizanshlann her yeri kaplayan etkisinden bağışık kalmışlardı. Onsekizinci yüzyılda Padişahlar ve onların danışmanları yüzlerini Avrupa’ya çevirip Hıristiyan dünyasının kaydetmiş olduğu bilimsel ve teknik ilerlemeleri örnek almaya giriştiklerinde, imparatorluğun siyasal yapısı değişimin ağırlığıyla tedrici olarak çökmüştü.
Bu arada Balkanlar’ın Hıristiyan yerleşik nüfusu 'batıhlaş- maya yönelik reformlar’dan etkilenmiş ve 'dar’ bir milliyetçilik anlayışını benimsemişlerdi. Yunan halkı Doğu Ortodoks hiyerarşisinin desteğiyle ayaklanmış ve 'Osmanb Imparatorlu- ğu’ndan doğan ilk devlet’ (1821-9) olmuştu. Modern Yunanistan’ ın yaratılmasının ardından kilise kendi gücünü artırmak için kültürel canlanışı teşvik etmişti. Edip, o zamanın Helen edebiyatının ve vatansever cemiyetlerinin devrimci fa-
Halide Edip, Willianıstown Konferansı, İkinci Oturum, 2 Ağustos 1928, Sab.T urkev Faces W est, s. 63.
63
aliyederin üstünü örten birer araçtan ibaret olduğunu ileri sürüyordu. Modern Yunan kültürünün "Perikles Çağı" ile tarihsel da kültürel bir bağa sahip olduğu savını reddediyordu. Edip, bu tezini desteklemek üzere Arnold Toynbee’nin Yunanistan ve Türkiye’ye ilişkin araştırmalanndan kimi ahntı- 1ar aktardı. Gerçekten, Edip’in metni ile Toynbee’nin metni arasında yapılacak bir karşılaştırma, Edip’in tezinin Toynbee’nin argümanlannıh bir uyarlaması olduğunu açığa çıka- nr. Edip’e göre, Modern Yunanlılar, Küçük Asya’nın kıyı kesimlerinde yerleşmiş Klasik Çağ’ ın Eski Yunanlılarından farklı olarak, Slav bir kökene sahiplerdi:
Yakın Doğu’da etnik arılığa pek rastlanmaz. Hepimiz az çok birbirine karı§mı§ durumda bulunuyoruz; milliyetçiliği en güçlü olan Yunanlılar bile her peyden çok Slav bir kökene sahip görünüyorlar. Ne yazık ki, bu sözler Edip’ in diğer uluslann ve azınhkla-
nn 'sıradan Türk’ üzerindeki 'zararlı etkileri’ konusunda daha önce yaptığı bütün yorumlan geçersiz kılar. Kendisinin de itiraf ettiği üzere, imparatorluk çokırkb bir yapıdaydı ve Türk- lerin -diğer azınbklardan herhangi biri gibi- ırksal ve etnik olarak saf kalma konusunda fazlaca bir şansı yoktu. Konuş-
Yunan halk edebiyatını ve modern Yunanistan’ın kültürel canlanışını temsil eden isimler arasında en tanınmış olanı Constantine Cavafy (1863-1932) idi. İstanbul’da zengin bir tüccar ailenin oğlu olarak dün-* yaya gelen Constantine Cavafy, yaşantısının büyük bir bölümünü İskenderiye’de geçirdi. Siyasetten kaçınmış olmakla birlikte, Yunan Tannlan ve Bizans’a ilişkin imgelerle dolu olan şiiri milliyetçilik duygularına seslenen öğeler içeriyordu. Şiirleri Fransızca, İtalyanca, Almanca ve İngilizce’ye çevrildi; Ancient Tragedy:"Ancient tragedy, ancient tragedyis as holy and wide as the universal heart.A Demos gave birth to it, one city in Greece,but quickly it soargd and set the stage in heaven..........
’ Edip, Yunan milliyetçiliğini "ırksal bir hareketten çok zihinsel bir durum, kültür ve dilin bir ürünü..." olarak tanımladı. Toynbee, ".... nıilliyetçilik ırksal değil zihinsel bir durumdur" diyordu.
” ’ WiUiamstown Kongresi, 2 Ağustos 1928 Sah.
64
masjnda kullandığı terimlere pek açıkLk getirmediği için Edip’in "ulus", "ırk", "kültür" gibi kavramlarla tam olarak neyi kastetmiş olduğunu kestirmek oldukça güçtü.
Edip, konuşmasını banş çağrısında bulunarak tamamladı. Yunanistan ve Türkiye birbirine komşu ülkelerdi ve bu iki ülkenin yurttaşlarının geleceği bir arada ve dostane ilişkiler içinde yaşamalarına bağlıydı. Edip, dinleyicilerinden, Yakın Doğu’nun küçük devlederini kendi hallerine bırakmalan konusunda Batılı hükümetleri etkilemelerini istedi. (Edip Yunanistan’ı da bu coğrafi bölgeye dahil ediyordu). Yunan halkı değerli bir komşu, Türklerin ticari ortaklık kurabilecekleri ba- nşçı bir halktı. Bölge istikrannı tehdit eden şey, ^^nızca 'diğer Yünanistan’ , yani Venizelos’un Yunanistanı ile onun savaşçı müttefikleri idi;
Yakın Doğu’nun barışı büyük ölçüde Yunanistan ile Türkiye arasındaki dostane ilişkilere bağlıdır. Yunanistan’ın Küçük Asya’da giriştiği emperyalist savaş kendisine çok pahalıya mal olmuştur; bu savaşa iştirak eden üçyiiz bin askerinden dörtte üçü hayatını kaybetmiştir. * Edip, siyasi retoriğin içeriğini kişisel duygularla pekiştirme
konusunda çok becerikliydi. Üretken bir gelecek, ancak iki taraf arasında karşılıklı saygı ve anlayışın inşa edilmesiyle mümkün olabilirdi. Bu ifade, Edip’in o dönem kaleme almış olduğu İngilizce yazılmış kitaplarının hepsinde geçiyordu. Edip’ in Bağımsızhk Savaşı Ü7,erine yazdığı ilk eseri olan The Turkislı Ordeal (Türkün Ateşle İmtihanı), bu dileğin en bariz ve vurgulıı bir biçimde dile getirildiği kitaptı. Edip, l.ozan Konferansı toplanmazdan önce İç Anadolu’yu köy köy dolaşıp
Eleutherios Venizelos (1864-1936); 1910-1915; 1917-1920; 1928-32 ve 1933 yıUannda Yunanistan’ın başbakanı olan Venizelos, Paris Ban§ Konfernnsı’na İzmir’in ve Güneydoğu Anadolu’nun büyük bölümünün işgalini öngören (Edip’in sözleriyle) "Megalo Idea"ya sahip olarak geldi. Ege’nin bah ve doğu kıyıları arasında uzun bir tarihsel bağ olduğunu ileri sürdü ve birleşik bir gelişmeden söz etti. İngiliz Başbakanı David Lloyd George onun bu iddiasına destek verdi.Turkey Faces W est, s. 198.
65
Yunan ordusunun vahşetine kanıt oluşturacak deliller toplamıştı. Edip ile komutanı İsmet Paşa, aralarında yaptıkları bir dizi müzakere sonrasında söz konusu kanıtlar ne denli çarpıcı olursa olsun yersiz ve aşın duygusal ifadelerden kaçınmanın daha doğru olacağı sonucuna vardılar. Babedarın işlediği gü- nahlan oğuUannın üstüne yıkmamak gerekirdi:
• Suçlu halk diye bir §ey yoktur. Halkların çektikleri çileleri siyasi amaçlarla isterik ve mübalağalı bir propagandanın malzemesi haline getirmek, bancın önündeki engellerden biridir. Bu, hiçbir rolleri olmadığı halde babalarının imledikleri suçların sorumluluğunu genç ku§aklann üzerine yıkmak anlamına gelir.Edip, kişisel düzeyde, tek tek Yunanlılarla olan dostlukla
rının hoş anılarını korudu; hemşire okulundaki öğretmeni ve 'ilk büyük aşkı’ Kyria Ellenie de bunlar arasındaydı. Edip’in ailesi bir aralar Yunan mahallesine oldukça yakın bir yerde yaşamıştı; Edip, gerilim dolu günlerinde kendisini teselli eden Yunan komşulannın dostane tavırlarını unutmamıştı. Salih Zeki ile evlendikten sonra ilk çocuklanna bakan ve nekahat döneminde kendisine göz kulak olan bakıcı bir Yunan kadınıydı. Ancak Yunanlılarla olan yakınlaşması birkaç seyrek olaydan ibaretti; İstanbul’daki Yunan azınhğı üyeleri onun gelişim döneminde önemli bir rol oynamadılar.
Edip’ in önyargısı zaman zaman aşın boyutlara vardı; bu, kendisinin de itiraf ettiği heyecanh ve ateşli mizacıyla banşık kalma isteğinden ve bir bilim adamının sahip olması gerektiği tarafsız bakış açısıyla arasının pek iyi olmamasından kaynaklanıyordu. Edip, Memoirs adh eserinde klasik Yunan kültürünün batı uygarlığı üzerindeki etkisine yalnızca bir yerde de- ğjniyordu ve bu değini de olumsuz bir içeriğe sahipti.
119Halide Edip, T he Turkish OrdeaI, Hyperion Press, Conn. 1928."O [Dr. Patrick -ç.n.J, bize İncil üzerine dersler verdi; onun Incil’e ilişkin bilgi dolu ve bir dereceye kadar yaratıcı sunumu İncil'in sanata ait nite- liklenne derinlik kazandırıyor, Avrupa edebiyatı ve sanatının eski Yunan edebiyatının etkisiyle açıklanamaz olan eğilimlerini tam olarak anlamama yardımcı oluyordu." M em oirs, s. 193.
66
Edip’in bu konunun üzerinden atlamış olması eğitim ya da bilgi eksikliğinden kaynaklanmıyordu. Eski Yunan edebiyatında temel bilgilere sahip olmaksızın Edip’ in Amerikan Kız Ko- leji’nden Edebiyat Ve Beşeri Bilimler’de uzman bir öğrenci olarak mezun olması olanaksızdı. Dahası, Dr. Patrick eski Yunan ve Latin edebiyatı üzerinde çalışmış, Sapho* ve Yunan septikleri üzerine üç kitap yazmış bir araştırmacıydı. Edip’ in okuduğu dönemde, Dr. Patrick üeri sınıflardaki kızlara felsefe ve psikoloji dersleri de veriyordu. Dolayısıyla, Edip’in Yunan kültürünün batı uygarlığı üzerindeki etkisine değinmeden geçmesi, bilinçli bir isteğin sonucuydu.
WiUiamstown Konferansı’ndan iki yıl sonra Edip’in Tur- key Faces West (Batı Karşısında Türkiye) adlı eseri yayınlandı. Arada geçen zaman içinde Yunanistan ile Türkiye arasındaki üişkilerin durumu değişikliğe uğramıştı. Nüfus mübadelesi tamamlanmış; Mustafa Kemal ve Venizelos rejimleri aralarındaki görü aynlıklannı giderme yolunda karşıbklı adımlar atmaya başlamışlardı. Bu değişikliklerin Edip’ i tarihsel söyleminin vurgusunu değiştirmeye sevk etmiş olması muhtemeldir. Bu eserde, OsmanL İmparatorluğu’nun çöküş nedeni artık 'Bizans zehiri’nin öldürücü etkisiyle değil, Os- manh yönetici sınıfın soysuzlaşmasıyla açıklanıyordu. Düşüncelerini Ziya Gökalp’in kültür kuramlanna'^° ve eşi Dr. Adnan Adıvar’m tarih tezine uyarlayan Edip, Osmanh uygarlığının "Doğu Roma İmparatgrlu’nun uygarhğı" olduğunu ileri sürüyordu. Bizans kültürü, Arap ve Farsça öğrenim aracılığıyla Osmanlı kültürüne nüfuz etmişti. Çeviri yoluyla yaşanan söz konusu sulandırma (dilution) Osmanlı kültürüne 'yüzeysel bir hava’ vermişti. Osmanb kurumlan ve yönetici azmhk sıradan Türk halkı üzerinde ince bir zırhı andırıyordu ve bu ne
(*) Sapho: Eski Yunan’da Lesbos Adası’nda yaşayan ve eşcinselliğiyle tanınan kadın ozan Ç.N.
Ziya Gökalp, T h e Princip les o f Turkisın (Türkçülüğün İlkeleri),çeviren; Robert Devereux, Leiden Brill 1932, s. 32.Turkey Faces W est, s. 30.
67
denle de Türklerin kendileri zararlı yabancı etkilerden bağışık kalmışlardı. Diğer bir deyişle, söz konusu olan şey Bizans’tan Osmanh’ya olan bir isim değişikliğinden ibaretti.
IVYirminci yüzyıl içinde yaşayan bizler, milliyetçiliğin önemli
bir rol oynamadığı bir dünyayı tasavvur edebilmek için düş gücümüzü biraz zorlamak zorunda kalıyoruz.Geçmişte, insanın kimlik ve toplumsal örgütlenme arayışı dinsel, ailesel ve kavimsel bağblık üzerinde yoğunlaşmıştı. Toplumun kurumsal biçimi Doğu’dan Batı’ya farkLlık gösteriyordu, ancak bu fark- lılaşmanm temel nedeni din olgusuydu. Edip, toplumsal örgütlenişe ilişkin her kanaatin radikal bir yeniden gözden geçirmeye tabi tutulduğu bir dünyada doğmuştu. İnançlı bir Müslüman olmakla birlikte, batılılaşmanın kaçınılmazlığına olan inancı, onu kendi dinsel inancının demokrasinin gerekle- jiyle çatışma içinde olan yanlarına karşı çıkmaya zorladı. Edip’in yaşamı boyunca nıiUiyetçiliğin ve demokrasinin anlamını Türk halkıyla iHntili olarak sürekli yeniden değerlendirmeye tabi tutmuş olduğu kaleme aldığı yazılardan açıkça anlaşılır.
Milliyetçilik, Avrupa’da uzun bir geçmişe, sahipti. Ulusal kimlik bilinci ilkin Ortaçağ sonlarmda, özellikle Fransa ve Ingiltere’de ortaya çıkmıştı. Bundan sonra, yaşanan Reformas- yon hareketi Katolik Hıristiyan kurumların çökmesine yol açmış, bu toplumsal altüst oluş sürecinden yeni devleder ve sınıflar doğmuştu. Ve bu toplumsal değişimler nihai olarak 1789 Fransız Devrimi’yle sonuçlanmıştı. Bu olay, o güne kadar insanların zihinlerinde derin bir biçimde kökleşmiş varsayımlardan ve anlayışlardan bazılannı, bir daha eskiye dönül
Isiah Berlin, T h e C rook ed T im ber o f Humanity, Rnopf, New York1991, s. 238.
68
memek üzere ciddi bir değişikliğe uğrattı. ' '’Bunun aksine olarak, Osmanlı/Türk dünyasında dinsel ya
kınlığın kimlik üzerindeki belirleyiciliği ondokuzuncu yüzyıla kadar devam etti. Osmanlı sözlüğü, Aydınlanma’nın entellek- tüel fikirlerinin kavranmasını kolaylaştıracak sözcükleri içermiyordu/^^ 1860’lara, bir gazete yazan, dil reformu programının öncüsü ve "millet" sözcüğünü "ulus" anlamında kullanan ilk Türk olan İbrahim Şinasi’ye gelinceye kadar, ulus sözcüğü kullanılmadı. Serbesdik, anayasa, ulus, özgürlük gibi anlayışlar siyasal değişim süreci devam ettiği sürece giderek aşina anlayışlar haline geldiler; bunların Türk siyasal yaşamına girmesi -"Milliyetçilik" anlayışının Atatürk Cumhuriye- ti’nin temel ilkelerinden biri durumuna geldiği dönemde- 1924 Anayasası ile sonuçlandı.
Türk milliyetçiliğinin geçirdiği evrimi ana batlarıyla Edip’in tarihsel söylevinde gözlemek mümkün. Edip’in söylevi, Osmanb rejiminin onsekizinci yüzyıldan itibaren düşüncede ve pratikte demokratik bir karaktere bürünmüş olduğu, buna karşıhk Hıristiyan azınlıklann milliyetçi ve bencil oldukları şeklindeki dayanaksız inançta ifadesini buluyordu. Edip’e göre, bu bölünme Fransız Devrimi’nin doğurduğu fikirlerin etkisiyle ve '...yeni bir bağımsızhk ruhu her halkı etkisi altına aldığı zaman’ daha da şiddeûenmişti. imparatorluk içinde, Balkanlar ve Yunanistan’daki azınhklar baskı altında tutulduklarını ileri sürmeye başlamışlardı. Ancak, bunlar bireysel özgürlüğün baskıcı kurumların yıkılması sonucu elde edildiği
Ibid., s. 238.Fransız Devrimi’nin hemen ardmdan İmparatorluğun Paris büyükelçisi olan Morah Esseyid Ali Efendi, Osmanlı sarayına sunduğu raporlarda Fransız devletinden ve ulusundan bahsediyordu; ancak Ali Efendi’nin raporlannda kullandığı bu sözcüklerin anlamlarına bütünüyle vakıf olduğu §üphelidir.Niyazi Berkes, T h e D evelopm ent o f Seeularism in T urkey, McGiU University Press 1964.Stanford ve Ezel Shaw, T he Rise o f M odern T ıırkey, 1 9 0 8 -1 9 7 5 ,Cambridge University Press 1977.
69
ni görüyor, ve Avrupa ülkelerinin de teşvikiyle batıLlaşmaya yönelik reform sürecini önlemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlardı.
Tanzimat dönemi boyunca, siyasetçiler Gülhane Sözleşmesi ile azınLklara "eşitlik ve özgürlük" sunarak onlan Osmanlı vatandaşları durumuna "dönüştürmek" istemişler, ancak azınlıklar bunu reddetmişlerdi. Azınbk statüsünde olmanın kendilerine getirdiği avantajların farkında olan 'Kilise ulusla- n ’ (church nations) statükoya dört elle sarılmışlardı. Edip’e göre, 'eğer yabancı güçler ve Kilise devletleri müdahalede bulunmamış olsalardı demokrasinin yaratılması mümkün olabilecekti’ .
Edip, azınlıklann kendi durumlanna ilişkin yanlış bir kavrayışa sahip olduklarını ileri sürüyordu; azınLklai: gerçekten eziliyorlardı, ama onlan ezenler Türkler değildi. Yunanhlar ve Ermeniler siyasi açıdan Osmanlılann idaresi altında olma- lanna karşın 'Kilise’nin dinsel yönetimi Eiltındaydılar’ . Os- manlılara karşı sonu kan dökülmesiyle biten ayaklanmanın sorumluluğu, gerçekte kendi konumunu daha da güçlendirmek isteyen ve bu nedenle milliyetçi duygulan kışkırtan Ortodoks kilisesine aitti. Milliyetçi liderlerin şovenist tutkulannın bir sonucu olarak hoşnutsuzluk bütün Balkanlar’a yayılmış, "töpyekün kıyını" atmosferini daha da koyulaştırmıştı. Bunun bir sonucu olarak, Türkler de kendilerini Slav ve Yunan devletlerine karşı koruyabilmek için milliyetçiliği benimsemek zorunda kalmışlardı.
Ziya Gökalp, ulusal bilincin her türden ilerlemenin kaynağı ve bağımsızhğın temel taşı olduğuna inanıyordu. Türk milliyetçiliğini Pan-Türkçülük, Pan-İslam ve Pan-Osmanlı ideolojilerinin unsurlarının birleşimi sonucu oluşmuş bir kolektif kimlik biçimi olarak tanımlamıştı. Edip, M em oirs’in sonlan- na doğru Gökalp’ in çalışmasından taktirle söz etmiş, onun
WiUiamstown Konferansı, 11 Ağustos 1928 Cumartesi.Ziya Gökalp, T h e Principles o f Turkism (Türkçülüğün İlkeleri),çeviren; Robert Devereux, E. J. BriU, Leiden 1968.
70
Türklerin batılılaşmaya yönelmesi gerektiği fikrindeki ısranm övgüye değer bulmuştu:
Türklere atfettiği tanımlamalar arasında en iyi olanı sonuncusudur: ''Türk ırkından, Müslüman dininden, ve Batı uygarlığından geliyorum.''Bu almtı, Edip’ in WiUiamstown Konferansı’nda yaptığı ko
nuşmada Gökalp’e ya da onun felsefesine herhangi bir referansta bulunulmaksızın Edip’in kendi kişisel ifadesi gibi yer almıştı. Burada dikkate değer husus, gerek Edip’in gerekse Gökalp’in miUiyetçiHği kendi tanımlamalanna dahil etmede başansızhğa uğramış olmalandır. Edip, yaptığı konuşmalarda milliyetçiliğin modernleşme sürecinde oynadığı rol konusuna geniş yer ayırmış olmakla birlikte, siyasi bir ülkü olarak milliyetçilik kavramı Edip’i tedirgin etmiştir. Edip’e göre, milliyetçiliğin 'olumsuz ve dar’ yanları şovenizmi yaratmış ve sonuçta baskıya ve kitlesel kıyıma yol açan yanlış bir gururun doğmasına neden olmuştu. Milliyetçilik, en olumlu anlamında, kendine dönük bir çözümleme biçimiydi:
Bir birey ya da ulus, kendi karde§i olan insanları ya da ulusları anlayabilmek, güzellikler yaratabilmek ve kendi kimiliğini ifade edebilmek için kendi benliğinin kökenini derinliğine ve samimi olarak arattırmak zorundadır. Milliyetçilik, bu kendine kar§ı görev sürecinin kendisi ve onun sonuçlarıdır. Milli kökene ilişkin bu tür bir arattırmanın ve bunun bulgularının karşılıklı olarak müzakere edilmesinin enternasyonal bir anlayışa, halklara ve uluslara yönelik sevgiye giden yolda atılmı§ ilk ve doğru bir adım olduğuna içtenlikle inanıyorum. 'Bu ifadeler, WiUiamstown’daki tartışmalardan iki yıl önce
yazılmışlardı. Edip’in Yunan hükümetinin ve özellikle de Ve- nizelos’un "Megalo Idea" siyasetinin girişimlerine karşı yönelttiği saldırgan eleştiriler, Williamstown Konferansı’ na katılan bir diğer konuşmacı olan Yunanh Admantis Polyzoides ta
MemoİTB, s. 320. Ibid., s. 326.
71
rafından yanıdandı. Polyzoides, Amerikan kamuoyunun soykırım iddialarından, suçlamalardan ve karşı suçlamalardan bıktığını söyledi. Yunanistan demokratik bir Türk devletinin yaratılmış olmasından memnuniyet duyuyor, eski düşmanlarıyla barış içinde yaşamayı arzu ediyordu.
Edip’ in konuşma metninde ele alman konular ârasında belki de en karmaşık olanı, kadınların Modern Türkiye’deki rolüydü. Bu, Edip’ i hem kişisel hem de siyasi olarak bir hayli etkilemiş olan bir konuydu. Çocukluğu sırasında, kendisini erkeklerin yanında kadınlarla olduğundan daha rahat hissediyordu; bir keresinde, erkeklere ilişkin olarak safça diyebileceğimiz bir ifadeyle şöyle söylemişti; " Kadınlardan farkb olarak bir insanın görünüşüne pek aldınş etmiyorlar." Genç bir gazeteci olarak ataerkil Osmanlı sisteminin kadınlara getirdiği kısıtlanıalann bilincine yarmış ve onların sorunlarına daha büyük bir duygudaşbkla yaklaşır olmuştu. Bununla birlikte, feminizme ve kadınların oy hakkına iUşkin olarak İngilizce kaleme aldığı yazılarında ortaya koyduğu düşünceler çoğu zaman negatif bir içeriğe sahiptirler. Edip’in bu düşüncelerini geliştirildikleri koşullar içinde verebilmek için, ilk olarak, Türkiye’deki kadınlann 1928’e kadar olan dönemdeki özgül koşullarını tarihsel olarak gözden geçireceğim. Sonra, Edip’ in kadınlann Türk tarihindeki rolü konusunda konuşmalarında aktardığı genel özeti irdeleyeceğim.
"Kadın sorunu", ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru siyasal tartışma ortamına dahil oldu. Genç Osmanlı aydınları ve yazarları, kadınlara yönelik tutumu da dahil olmak üzere ata-
72
erkil düzenin baskıcı yanlarını eleştiriyorlardı. Ziya Paşa'*', Namık K e m a l ' v e diğerleri, kadınların özgürleşmesi talebinde bulunuyor ve bunu kapsamb bir batıblaşma programının bir parçası olarak görüyorlardı, ikinci Abdülhamid yönetimi sırasında pek çok reform Pan-Islami hareketin tutucu güçleri tarafından dizginlendi. Devrimin ardından, toplumsal yaşama ilişkin reformlar kadın hakları sorununu da içine almış, ancak söz konusu sorun Jön Türkler’in gündeminde önemli bir yere sahip olamamıştı.
Edip, kadınların özgürlüğü hareketinde ilk yer alan aydınlardan biriydi ve 1908’de Teâli-i Nisvan Cemiyeti (Kadınların Durumunu Yükseltme Derneği)’ni kurmuştu. '' O zamana gelinceye kadar korunakh, ayrıcahidı bir yaşam sürmüş olan Edip, gazetecilik faaliyetleri dolayısıyla toplumun daha geniş ve farkh kesimleriyle ilişki içine girdi. Kadın okuyucularının ziyaretleri ve onlardan aldığı mektuplar, Edip’e 'eski toplumsal düzenin trajik sorunlarını’ gösterdi. ' Türkiye Birinci Dünya Savaşfna dahil olduğunda, her sınıftan kadın tarımda, sağlık işlerinde, cephe gerisi hizmetlerde gönüllü olarak çalışarak sahip olduğu işgücünü toplumun hizmetine sundu. "Is-
*■’ ' Abdülhamid Ziya Pâ|a (1825-1880); Genç Osmanb idareci ve kuramcısı. Anadolu’da ikinci dereceden bir devlet memurunun oğlu olarak dünyaya geldi. Aydınlanma'nın öne çıkardığı düşüncelerle Islanıın öğretilerini kaynaşlırmaya girişen küçük bir entellektueller grubunun bir parçası oldu. İyi bir hükümet olmaksızın uygarlığın var olamayacağı inancın- daydı. Aynntıh bilgi için bkz. Şerif Mardiiı, T lıe Genesis o f Youııg Ottoman Tlıoııglıt, s., 337-360.Namık Kemal (1840-1888) Ziya Paşa’mn çahşma arkadaşı ve Genç Os- manhlarm en ünlü üyesiydi. Babası sarayın astrologu idi ve ailesinin kökleri İran Şahlarından Nadir Şah’a kadar uzanıyordu. Kemal, Türk dilini anndırmaya çah|an, Farsça ve Arapça sözcükleri kullanmaktan kaçınan bir şairdi. "Özgüllüğe Dair" adlı şiiri hala sık sık söylenir. Siyasi küramlannda liberalizmin gerekleri ile Islaıııi kültür arasında bir denge kurmaya çahşınıştır. Aynntıh bilgi için bkz. Şerif Mardin, s. 283-336.Deniz Kandiyoti, "End of Emipe. İslam, Nationalism and Women in Turkey", W om en , İslam and the State, Columbia University Press 1991,'s . 23-47.Memoiı-s. s. 270.
73
lami Osmanlı Kadınlarının İstihdamı Cemiyeti" dahi kadınla-"Lrın bu hizmeûere katılmalarını teşvik ediyordu. ' Kadınlar
hükümetten gelen muhalefete (Enver Paşa son derece tutucu bir kişiydi) karşın 'vatanseverlik bayrağı altında’ ' kendi haklarını talep etmeyi sürdürdüler. Edip’ in kişisel özgürlüğü bu görece daha geniş sosyal hareketle aynı ana rastladı.
Mustafa Kemal’in hükümeti 1926 yıhnda Türk Medeni137Kanunu’nu yürürlüğe koydu. ' Çokeşlilik kaldınidı, boşan
ma ve çocuğun velayetini üstlenme konusunda evli eşlerinjıer ikisine de eşit haklar tanındı. Bu yasal değişiklikler, modern ve laik bir devlet yaratılmasını amaçlayan bütüncül bir programın bir parçasını teşkil ediyordu. Tarihçiler, Mustafa Kemal’in kadınların oy hakkını desteklemesinin onun Islama duyduğu derin antipatiden kaynaklandığını belirtirler. Mustafa Kemal, kendi modernleşme programının bir parçası olarak kadınlara peçeyi bir kenara bırakıp batılı giyim tarzını benimsemeleri çağnsmda bulunmuştur. Ortaçağa özgü bir imparatorluktan demokratik bir devlete geçiş süreci, kadınlann toplumsal konumunda köklü bir dönüşümü de içermiştir. Edip’e göre, Türkiye’de kadınların özgürlüğü milliyetçi hareketin iç bileşenlerinden biriydi.
Baü’da kadınlara oy hakkı verilmesi talebi, demokrasi ve genel oy hakkının elde edilmesi için verilen bir ulusal mücadele şeklinde yaşanmadı. Kadınlar, erkeklerle aynı ekonomik temelde çahşıyor olmalanna karşın, toplumsal yaşama erkek-
136
1.17
"Nationalism and Women in Turkey", s. 30.Ibid., s. 31.Kanun, İsviçre Medeni Kanunu’nun hemen hemen aynısıydı. Edip, ta- sannm kabul edilip yasalaşmasıyla ilgili olarak şu yorumda bulunuyordu: "Diktatörlük boyunca gerçeklemen en dikkate değer ve en önemli iki deği^iklikterı biri..." T urkey Faces W est, s. 227."Kadınlar ulusun toplumsal yaşamına katılmazlarsa, tam gelişimimizi hiçbir zaman gerçekleştiremeyiz. Düzeltilmesi mümkün olmayan bir şekilde geri, Batı uygarhklanyla eşit koşullan paylaşmaktan yoksun bir ülke olarak kahnz." Mustafa Kemal, aktaran Lord Kinross, Atatürk içinde, s. 343."Nationalism and Women in Turkey", s. 39.
74
lerle aynı düzeyde katılamıyorlardı. Söz konusu ikilik bu iki cins arasında bir gerilimin doğmasına yol açıyordu. Kadınla- nn oy hakkı ekonomik bir olgu olmanın ötesine geçip bir sınıf değil, bir cins sorunu haline geldi. Edip’in tarih söylevi Tur- key Faces W est adh çalışmasında bu birbirinden farklı iki perspektife değiniyor , ancak bunlann kavramsal bir çözümlemesini dinleyicilerine bırakıyordu. Bununla birlikte, WiUiamstown’da kendisiyle yapılan bir röportaj sırasında, Türkiye’deki durumun ne olduğunu bilmeyen Amerikalı dinleyicilerine bir fikir vermek için bu konuya açıklık getiriyordu:
Sanırım yakında oy verme hakkına sahip olacağız. Ülkedeki genel hava buna uygun. Kadınlara bu hakkın verilmemesi için ortada bir neden görünnıüyor. Gördüğünüz gibi Türkiye’de kadınların özgürlenmesi feminist hareketin bir parçası olarak gelinmemektedir; bu, Türkiye'deki topyekün değinimin bir parçasıdır.Edip’in tarih tezi oldukça yabndı; Osmanlı/Bizans hege
monyası, İslam öncesi zamanlarda iktidarı erkeklerle paylaşmış olan özgür Türk kadınını baskı altına almıştı. Osmanlı rejimi parçalandığı zaman Türk kadını toplumun eşit bir katı- hmcısı olarak toplumdaki haklı yerini yeniden kazanmıştı. Edip, bu konudaki argümanlarını Ziya Gökalp’in çabşmala- nndan hareketle geliştirmişti. GökeJp, 1923’te, modern Türk ailesinin evlilik ilişkisinde eşlerin eşitliği ilkesine dayandığı yolunda devrimci bir jraklaşımı öne çıkardı. Gökalp, bu savını, müşterek iktidann İslam öncesinin aşiret topluluğuna var- hğını idame ettirme yeteneğini kazandırmış olduğunu ileri sürerek destekliyordu. "Eski" Türk kadınlan, "Amazonlar, li-
"Kadınlann özgürleşmesinin bir cinsiyet mücadelesinden ziyade parti programının bir sonııaı olarak gerçeklenmesi Türkiye açısından talihti bir durumdur." T u rkey Faces W est, s. 229.Janel Mabie, "W oman’s Influence in Politics" Christian S cience Mo- nitor, 14 Eylül 1928, s. 1.
75
derlerler, yöneticiler ve e l ç i l e r " o la r a k pek çok iktidar rolü üstlenmişlerdi. Cinsel eşitlik ilk Türklerin "hakim bir karakteristiği" idi ve onlan Asyalı komşulanndan ayınyordu. Edip, modern Türk kadmmm bağmısızhğmı ayrıca "ırksal ve milliyetçi eğilimlerin yeniden canlanışı "nın bir ürünü olarak görüyordu. Bu kuramlar 1930’larda Türklerin resmi tarihinin birer parçası haline geldiler.
Osmanh dönemlerinde kadınlann toplumsal statüsü gerilemeye başlamıştı. Edip’ in tezine göre, bu sorun ortodoks Isla- mın nüfuzunun ve peçe, harem, çokeşlilik gibi Bizans kurum- lannın benimsenmiş olmasının bir ürünü idi. Yönetici sınıfa dahü kadınlar yalıtılmış ve dejenere olmuşlardı. Sıradan Türkler ise bu tür etkilerden bâğvşık kalmışlardı. Edip, dir\le- yicilerine, "dişi kuşun gagaladığı" Türk kocanın sahip olduğu "Islami ayncalığa" karşın karısına itaat etmeye devam etmiş olduğunu anlatıyordu. Gerçekte ise, Anadolu’nun kırsal bölgelerindeki Türk kadınlannın durumu son derece geriydi. Mary Mills Patrick, Doğu Anadolu’ya yaptığı gezileri sırasında, çok kötü koşullarda yaşayan ve çahşan kadınlann "sıradan bir yük hayvanı" gibi muamele gördüklerini, bütünüyle kocalarının iradesifıe tabi olduklannı gözlemişti.
Edip, Türk tarihi içinde "kadınla erkeklerin eşit olduklarını kabul eden" ilk önemh kişi olan Padişah III. Selim’e karşı eleştirel bir yaklaşım içindeydi. Selim, bu konudaki düşüncelerini Fransız hükümet sarayıyla yakın ilişkiler içinde bulunan Osmanh gözlemcilerden almıştı. Edip’e göre, eğer Padişah bu konuda bir örnek olarak "Sıradan Türkler"e bakmış olsaydı ve kendi ülkesindeki sıradan Türk kadınının durumunu gözlemiş olsaydı aynı sonuca yine ulaşırdı! Edip, Yeni Türkiye ve kadınların bxı toplum içinde oynayacakları rol konusunda
The Principles o f Tıırkism , s. 113.Mustafa Kemarin evlat edindiği kızı Afet İnan, bu kuramı T h e Eman- cipalion o f the Turkish W om an (Paris UNESCO 1962) başlıklı kitabında ayrıntılı olarak açıklamıştır, Kandiyoti, s. 40-41.U nder Five Sultans, s. 47.
76
iyimser düşüncelere sahip olduğunu ifade ederek konuşmasını bitirdi. Atatürk’ün de kadmlarm eğitimi sorununu çok önemsediğini ve eşitliğin ancak kadmlarm eğitimindeki başarılar sayesinde gerçekleşebileceğine inandığmı vurguladı. Ka- dınlann Islamın kendilerine biçtiği geri koşullarda yaşamaya devam etmeleri halinde Türkiye hiçbir zaman Batı’mn eşiti bir konuma yükselemeyecekti ve bu gerçek Mustafa Kemal açısından daha kritik bir öneme sahipti. Edip, Mustafa Kemal’in yöntemlerini eleştiriyor olmakla birlikte halihazırda büyük ilerlemeler kaydedilmiş olduğunu da kabul ediyordu. Gerçekten, kadınlar demokratik bir devletin yaratılmış olmasından erkeklere oranla daha çok yararlanmışlardı. Bununla birlikte, 1930 yıhna gelindiğinde Türk kadınlan Mustafa Kemal’in kendilerine verdiği desteğe rağmen hala oy hakkını elde edememiş durumda bulunuyorlardı. Edip’in bu duruma tepkisi oldukça şaşırtıcıydı:
Türk kadınlarının oy hakkına sahip olmaması belki de Tan- nnın bir lütfudur. Böylece, onlar parti politikalarıyla özde§ hale getirilme tehlikesinden korunmu§ olmaktadırlar ve siyaset alanı diğindaki faaliyetleri siyasi gerekçelerle durdu- rulamamaktadır.Bu ifadeler, Edip’in kendi cinsine yönelik çelişkili bir tavır
içinde olduğunu açığa çıkanr. Yazılannda bunun başkaca örneklerine de rastlanıhr. Örneğin, onun Türk tarihine ilişkin çözümlemesi erkek egemen iktidar hiyerarşisini olumlayan ataerkil (patriarchal) bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır. Söz konusu çözümlemede kadınların yeri ancak erkeklere bağlı olarak resmedilmiştir. Edip’in tanımladığı tarihsel süreçte belirleyici olan padişahlann ve bunların ordulannın eylemleridir; kadınlar -kendilerinden bahsedildiği ölçüde- eş ve anne olarak ikincil roUerde gösterilmiştir. Edip, EMzabeth Foxe Genovese’in "feragat edilmiş kimüğin diyalektiği" olarak nite-
T urkey Faces Wesl-. s. 228. İtalikler bana ait.Edip, tarihsel söylevinde kadınlardan hiç bahsetmeyen Osmanh tarihçisiNaima’ran çalışmasına büyük hayranlık duyduğunu ifade etmişti.
77
lendirdiği şeyi benimsemiştir. Diğer bir deyişle, Edip kendisini eşanlı olarak hem egemen kültürle, hem de marjinal cinsle özdeşleştirmiştir. Edip, hem bir kadın hem de iyi eğitim görmüş bir Osnıarıhdır ve çabşmasındaki ikilik bu konumundan kaynaklanmıştır. Romanlarında ise daha tutarbdır. Öyküleri ve romanları geleneksel kadın rollerine karşı koyan güçlü, kararlı kadınlan resmeder. Shirt o f Flame adlı romanında, Ayşe, kendi cinsi üzerindeki bsıtlamalarla yüz yüze kalmış bir kadının düşkınklığmı dile getirir. Shirt o f Fla- me’ in yazarının aynı zamanda Türk kadınlarının oy hakkından yoksun olmasını haklı gösteren ifadelerin sahibi olduğuna inanmak gerçekten güçtür;
Buraya bak Peyami, en çok beni korumak, benim isteklerime hayır demek, beni bir midye kabuğu içinde muhafaza etmek isteyenlerden nefret ediyorum. Ne İzmir için savaşabilir, ne de onun düşmanlarını kovalayabilirim, ama bu yolda ölenlere teselli verebilirim... Hastalara bakabilir, yaşamlarının son anlarında gözlerini kapatmazdan Önce onlara bir annenin, bir kızkarde§in sevgisini verebilirim... Moralsizliğin ve bütün yoksunlukların ağırlığını onlarla paylaşabilirim... Sen, sanki bir zamanlar ki şehirli kadınmışım gibi beni hep güvenlikli bir yerde tutmak istiyorsun. ...nümden geçenler arasında en fazla yirmisinde olan İstanbullu genç bir kadın bile vardı; omzunda asılı bir tüfekle mutluluk içinde ülkesini savunmak için savaşa gidiyordu.Edip romanlannı kaleme alırken somut, siyasi içeriği olan
amaçlar gütmüştü; ahlaki konumu olumlu ve sağlamdı. Türk romanı daha başlangıçtan itibaren toplumsal reform çağnsı- nın bir aracı olarak kullanılmıştı. Jön Türk aydınlan, kendi ideolojilerini daha da güçlendirmek için roman yazımına baş-
Elizabeth Foxe Genovese, Fem iiiism W ithout Illusion, Chapel Hili University of North Carolina Press 1991.Florence BiUings, Ateşten G öm lek adL kitabın İngilizce versiyonuna yazdığı sunuş metninde, yazann Anadolu’ya ilişkin deneyimlerinin çeşitli yönlerini Ayşe aracüığıyla yansıtmış olduğunu ileri sürmüştür.Shirt o f Flame, s. 112.
78
vurmuşlardı. Bu tür roman yazımı gücünü net bir ahlaki anlayıştan alıyordu. Shirt of Flame bu geleneği izleyen bir romandı. Usta bir roman yazannın ellerinde biçimlenmiş bu roman, sağlam karakterlere, iyi kurgulanmış bir öyküye dayanıyor. Yaraücdık tutkusunun ateşi, Edip’ i eserlerine uzlaşmaz bir ahlaki yaklaşımı empoze etmekten alıkoymamışür.
Edip’in Shirt of Flame’i kaleme aldığı sıralar, Ingiliz yazar Virginia Woolf’ ^ , yaraücıhğın "ahlaki bakışı değişik, öznel ve dayalıcı olmaktan uzak" yeni bir biçimini keşfediyordu. Roman yazımındaki bu alternatif bakış açısı, onun insanlara yeni ufuklar açan A Room of One’s Own (Kendine Ait Bir Oda)adlı feminist romanının habercisiydi.
W oolfun kendisi ve sanab hakkında sahip olduğu duygularda kesinlik ve istikara yer yoktu:
Yazar, kendi özgür iradesi tarafından değil, fakat bir öykü, komedi, trajedi, a§k konusu bulması ve bütün bir olayı tam
Edip ile W oolf arasındaki karşılaştırma, ilk bakışta göründüğü kadar çapraşık değildi. Her ikisi de 1882 yılında büyük, hali vakti yerinde ailelerde dünyaya gelmişlerdi. Ayncahklı çevreler içinde büyümüşler, ailelerinin yoksulluktan uzak, rahat koşullan sayesinde çocukluk döneminden itibaren iyi eğitim olanaklarına sahip olmuşlardı. Her ikisi de yaşamlannın 13 ile 19 yaş arasında kalan dönemlerinde sinirsel bir gerginliğe düşmüş, karmaşık iç dünyalşnnı yatışünp onu nnlamb kılmak için roman yazmaya başlamışlardı. Üslup ve kendini ifade ediş açısından ildsi arasında oldukça büyük farklar olmakla birlikte, her iki yazar da kendi ülkelerindeki feminist entellektüel gelişimin en ön saflannda yer aldılar. Sahip olduklan fikirler ve bu konudaki örnek çabalan feminizmin ve siyasal eylemin gelişmesine katkıda bulundu.PhyUis Rose, A W om an o f Letters. A L ife o f Virginia W oo lf, Har- court Brace, New York 1978, s. 100.W oolf, 1929’da A R o o m o f O ne’ s Own (Kendine Ait Bir Oda) adb çalışmasında, tarihin yeniden gözden geçirilmesi -kadınlann deneyimini temel alan bir tarih yazımı- için açık bir çağnda bulundu. O günden itibaren, cinsiyet bilimsel çözümlemede kendi başına bir kategori olarak gelişim gösterdi. Edip’ in kendi tarihsel çözümlemesini hazırladığı sıralar böyle bir yaklaşımın varlığından haberdar olmamasını bir talihsizlik olarak görmek »gerekir;,çünkü, aksi taktirde Edip’ in kendi varsayımlarını daha titiz bir şekilde gözden geçirmesi kuvvede muhtemeldi.
79
151
bir kusursuzluk içinde vermesi için onu kendi kölesi haline getiren güçlü ve acımasız bir hükümdar tarafından sınırlandırılmış görünür; yazardan beklenen öylesine mutlak bir kusursuzluktur ki, onun roman kahramanlan birden canlanı- verecek olsalar kendilerini tepeden tırnağa içinde bulunulan zamanın modasına uygun bir şekilde giydirilmiş halde bulmalıdırlar... Roman yazarının görevi, bu değişik, bilinmeyen ruhu -ne denli büyük bir sapkınlık veya derin bir karmaşıklık gösterirse göstersin- kendisine yabancı olan güçten mümkün olabildiği kadar az etkilenmek suretiyle nakletmek değil midir?^^^Woolf, imparatorluk gücünün doruğundaki bir ülkenin va
tandaşıydı. W oolfun çalışmalan verili statükoyu değiştirmeyi değü, daha çok gerçek olarak algılanan durumların algılan- dıklan perspektifi değiştirmeyi amaçbyordu. Halide Edip ise, ölüm sancılannın yarattığı kaos içinde bulunan bir ülkeden ayrılmıştı ve sürgün hay ab sürüyordu. Osmanh İmparatorluğu çökmüş, sahip olduğu güç tam bir yıkıma uğramışü. Türkler, kısmen kendilerine yabancı siyasal kavramlara dayanan yeni bir toplum kurmak için çabalıyorlardı. Böylesi koşullarda, dışavurum ve yaratıcılık, geçici bir süre güçlü moral duyguların çizdiği sınırlar içinde kalmak zorundaydı. Bu smırlann aşılması durumunda toplumsal ya da moral çöküş büyük ölçüde kaçınılmaz olacaktı. Edip’in anlatım biçimi Batı modeline uyarlanmış olmakla birlikte. Edip Türk toplumunun amaçlan-, nı yansıtan kendisine özgü bir anlaüm biçimi geliştirmişti. Edip’in eserleri dikkatle okunduğunda, tarihinin kritik bir aşamasında bulunan Türk halkının içinde bulunduğu psikolojik durum bu eserlerde belirgin bir biçimde hissedilir.
Virginia Woolf, "M odem Fiction", T h e C onunon R eader, Hogarth Press, London 1962. Birinci basım 1925, s. 118.
80
SONUÇ
Batı tarihinde modern Türkiye’nin kuruluşuyla karşılaştıra- bileceğimiz benzeri bir olay yaşanmamıştır. Batı’da yetişmiş olanlar için, ortaçağa ait bir Islami imparatorluğun yıkıntılan arasından yeni ve modern bir devletin yaratılması sürecinde görülen psikolojik, ruhsal ve duygusal bir başkaldmnm nasıl bir şey olduğunu zihinlerinde tasavvur etmeleri güçtür. Halide Edip, Türk-Osmanb tarihinin en önemli dönemlerinden, birinde yaşamış olağanüstü bir kadındı. Edip, bütün bu olayları batdı okurlar için yazıh olarak kaydetmiş, kendi deneyimlerini tutarlı bir bütün oluşturacak şekilde sunmaya girişmiştir. Gerek geçmişin gerekse geleceğin en dikkate değer öğelerini içeren siyasal ve kişisel bir felsefeyi formüle etmeye çabşmıştır. Amerika Birleşik Devlederi ve bu ülkenin yurttaşları, örnek bir demokratik sistem olarak Edip’in ülküsünün önemli bir bileşenini oluşturmuştur.
Edip’in IngUizce olarak yazdığı romandışı (non-fîction) eserleri Jön Türk aydınlannm 4ü§üncelerinden çok etkilenmiştir. Baü tarzı bir eğitim almış olması, onun yaratıcı, bilgi dolu eserler vermesine katkıda bulunmuş önemli bir diğer etmendir. Edip’in düşüncelerinin sık sık karşıtlıklar içerdiği, zaman zaman bir kitaptan diğerine değişiklik gösterdiği gözlenir. Karşımıza, kimi zaman naif, kimi zaman derin ve karmaşık düşüncelere sahip bir entellektüel, kimi zaman deneyimli, kimi zaman ise masum ve deneyimsiz bir kadın olarak çıkar. Gözlemleri keskin bir zekanın, iyi bir eğitimin. Birinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan "yeni dünya düzeni" içinde kendisinin ve Türk halkının yerinin ne olacağını bilme arzusunun ürünleridir.
81
Türkiye’de karşılaştığı Amerikalılarda gözlediği karakteristik özellikler Edip’ in düşlerinde kendilerine önemli bir yer edinmişlerdir. Edip’in zihninde yaratıp idealleştirdiği "sıradan Türk", yine zihninde yarattı|ı idealize edilmiş Amerikalı ile yabn bir benzerlik içindedir. Bağımsızhk, dürüstlük, fedakarlıkçılık ve sanayileşme, Edip’in bunlann ikisine birden atfettiği özelliklerdir. Edip, bir Osmanh olarak, Osmanbnm en güzel karakteristik özeUiklerihi -naziklik, temizlik, eğitim ve gör^ü üe dengelenmiş mutedil bir ruhanilik- yansıtan insanla- a karşı büyük bir hayranhk duymuştur. Bir kadın olarak ise,
yu"? l'ürk devletinin tüm yurttaşlannın eşit olanaklara ,ve aynı eğitim düzeyine sahip olması gerektiğine yürekten inanmıştır. Her şeyden önce, Türkiye’nin geleceğinin uzun zamandan beri muhafaza edilen, bütün bir taıih boyunca "sıradan Türk"ü ayırt edilir blaıı ve Türk "ruh"unu besleyen birtakım değerlerin korunmasına bağh olacağını önceden görmüştür.
"Mytlı" (mit) sözcüğü, 'doğru olmayan şey’ anlamma gelmek üzere olumsuz yananlamlar kazanmıştır. Myth, "mystery" (gizem) ve "mysti- cism" (gizemcilik) sözcükleri gibi, 'göze veya ağıza yakın’ anlamma gelen Yunanca musteion sözcüğünden türemiştir. Bu sözcüğü, Edip’in insan ruhunun dünyasını açıklamak üzere başvurduğu simgesel Sıradan Türkler ve Sıradan Amerikalılar terimlerinde içkin olan anlamıyla kullanıyorum. Sıradan Türklerin ve Amerikablann nitelikleri, İNSANLIĞIN sahip olabileceği en iyi nitelikleri temsil ederler.
82
Halide Edip’in Kitapları
Turkey Faces West (Batı Karşısında Türkiye), Prof. Mead Earle’ün sunuş yazısıyla, New Haven ve Yale Press, New Haven 1930.
MemoirB (Hatıralar), yenibasım Arno Press, New York 1972.The Turkish Ordeal (Türk İntikamı), Hyperion Press, Connecticut
1928.Shirt o f Flame (Ateşten Gömlek), Florence Billings’ in sunuş yazısıyla,
Duffıeld, New York 1923.
Halide Edip’ in yayınlanmamış yazı ve mektupları:''M odern Turkey and its Problem s", Williams Koleji Ağustos 1928 Ta
rihli Yuvarlakmasa Konferansı Tutanakları (yayınlanmadı), WiUiams Koleji Arşiv Ve Kütüphanesi’ nin yardımıyla, Williamstown, Mass.
"Letters to Florence Billings (1921-9) and Annie Ailen (1 9 2 0 )", Sophia Smith Araştırma Kütüphanesi ve Arşivi’ nin yardımıyla, Smith Colle- ge, Northhampton, Mass.
"Letters to Dean Gildersleeves, Barnard College and Edip’ s proposed syllabus (1 9 3 1 )" , Barnard Koleji Kütüphanesi ve Arşivi’nin yardımıyla; New York.
Halide Edip: Röportajlar ve Makaleler:"A Woman Speaks for the Ne-vv Turkey", New York Times, 28 Tem
muz 1928.Adams, Mildred, "The Mother o f Turkey", Woman’s Journal, Ağus
tos 1928.Edip, Hahde, "A Turkish Feminist Views Woman H ere", New York
Times Magazine, Ekim 1928.Edip, Halide, "Turkey and her AUies", Foreign Affaira, Nisan 1940.Emerson, Gertrude, "Hahde Hanoum", Asia, Ocak 1920, s. 86-89.Mabia, Janet, "A Woman’ s Influence in Politics", Christan Science
Monitor, 14 Eylül 1928.
83
Kitaplar:Atatürk, Mustafa Kem al, A Speech Oelivered by Mustapha Kemal
Atatürk, çeviren: K. F. K oehler, Milli Eğitim Bakanlığı Basımevi, İstanbul 1 9 6 3 .
Berkes, Niyazi, The Development o f Sectdarism in Turkey, M cGill University Press, Montreal 1 9 6 8 .
Berlin, Isiah, The Crooked Timber o f Humanity, K nopf& C o., Nevir Y ork 1 9 9 1 .
Carr E. H ., What is History?, Vintage B ooks, New Y ork 1 9 6 1 .Çelik, Zeynep , The Re-Making o f İstanbul. Portrait o f an Otto-
man City in the Nineteenth Century, University o f California Press, Berkley 1 9 8 6 .
D uben Alan & Cem Bahar, İstanbul Households, Marriage, FamUy and Fertility 1880 -1940 , Cam bridge University Press, New Y ork 1 9 9 1 .
Enginün, İnci, Halide Edip Adıvar’m Eserlerinde Doğu ve Batı Meselesi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Y ayınlan , İstanb u l 1 9 7 8 .
Ellison, G race, An English-vvcman in Angora, E .P. Dutton, New Y ork 1 9 2 3 .
Financi, M ay, The Story o f Robert CoUege Old and New,' R edh o- use Press, İstanbul 1 9 8 3 .
Foxe G enovese, Elizabeth, Feminism Without Illusion, University o f North Carolina Press, Chapel Hili 1 9 9 1 .
Gökalp, Ziya, Turkish Nationalism and Western Civilisation (Türk Milliyetçiliği ve Batı Uygarlığı), çeviren: Niyazi Berkes, Colum bia Press, New Y ork 1 9 5 9 .
Gökalp, Ziya, The Principles o f Turkism (Türkçülüğün İlkeleri), ç e viren; R obert D evereux, Leiden E. J. BriU 1 9 6 8 .
H eyd, Uriel, The Foundations o f Turkish Nationalism: T he i^ife and T each ing o f Ziya Gokalp, Luzac, L on don 1 9 5 0 .
Issawi, Charles, The Economic, History o f Turkey 1 800 -1914 , University o f C hicago Press, Chicago 1 9 8 0 .
Kinross L ord , David, Atatürk, The Birth o f a Nation, W ied en feld , L ondon 1 9 6 4 .
Kushner, David, The Rise o f Turkish Nationalism, Frank Cass, L on don 1 9 7 7 .
84
Lewis, Bernard, İslam and the Wc8t, O xford University Press, New Y ork 1 9 9 3 .
M ardin, Şerif, The Genesis o f Young Ottoman Thought, Princeton University Press, Princeton 1 9 6 2 .
Nevins, A llan ve Henry Com m ager, A Short History o f the United States, M odern Library, New Y ork 1 9 4 5 .
Ramsaur, E. R. Jr. The Young Turks. Prehıde to the Revolution,, Princeton University Press, Princeton 1 9 5 7 .
R ose , Phyllis, Vom an o f Letters. A Life o f Virginia W oolf, H arco- urt Brace Janovitch, Nevv Y ork 1 9 7 8 .
Scott, Joan W allach, Gender and the Politics o f History, Colum bia University Press, New Y ork 1 9 8 8 .
Shaw, Stanford ve Ezel Kural, History o f the Ottoman Empire and Modern Turkey, Cam bridge University Press, New Y ork 1 9 7 7 .
T oynbee, A . J;, The Western Question in Greece and Turkey, Ho- ughton Miflin, Boston ve New Y ork 1 9 2 2 .
W aW orth, Arthur, VUson and His Peace Makers, N orton, New York 1 9 8 6 .
W ooH, Virginia, A Room o f One’ s Own, Harcourt, Brace, Janovitch, New Y ork 1 9 5 7 .
Makaleler:Hanioğlu, Şükrü, "T he Y oung Turks and Constitutionalism", yayınlan
mamış makale, Princeton 1 9 9 2 .Lowry, Heath, "H alide Edip Hanım in Ankara: April 2nd 1920-A ugust
16th 1 9 2 1 " , Institute o f Turkish Studies In c., yayınlanm amış makale.
Kandiyoti, Deniz, "E n d o f Em pire: İslam, Nationalism and W om en in T u rkey", Women, İslam and the State, Colum bia University Press, 1 9 9 1 .
85