95
HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI Faik ASLAN CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Lisansüstü Eğitim- Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı İslâm Mezhepler Tarihi Bilim Dalı İçin Öngördüğü YÜKSEK LİSANS TEZİ Olarak Hazırlanmıştır. Tez Danışmanı Doç. Dr. Metin BOZKUŞ SİVAS Şubat 2007

HACI BEKTÂ Ş-I VELÎ’N İN DÜ ŞÜNCE DÜNYASI İKİNC İ BÖLÜM HACI BEKTÂ Ş-I VEL İ’N İN DÜ ŞÜNCE DÜNYASI A.AHLÂKÎ GÖRÜ ŞLER İ 25 1. İnsan Görü şü 25 2.Din

  • Upload
    buidiep

  • View
    218

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI

Faik ASLAN

CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

Lisansüstü Eğitim- Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Temel İslâm Bilimleri

Anabilim Dalı İslâm Mezhepler Tarihi Bilim Dalı İçin Öngördüğü

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Olarak Hazırlanmıştır.

Tez Danışmanı

Doç. Dr. Metin BOZKUŞ

SİVAS

Şubat 2007

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Faik ASLAN’ın yapmış olduğu bu çalışma, jürimiz tarafından Temel

İslam Bilimleri Anabilim Dalı İslam Mezhepleri Tarihi Bilim Dalı’nda YÜKSEK

LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.

Başkan : Doç. Dr. Metin BOZKUŞ Üye : Doç. Dr. Kadir ÖZKÖSE Üye : Doç. Dr. Alim YILDZ

ONAY Yukarıdaki imzaların adı geçen öğretim görevlilerine ait olduğunu onaylarım. / / 2007 Prof. Dr. Nevzat GÜLDİKEN

Enstitü Müdürü

III

ÖNSÖZ

Hacı Bektâş-ı Velî, yaşadığı XIII. yüzyıldan günümüze kadar, gerek şahsiyeti

ve buna bağlı olarak teşekkül eden menkıbeler, gerekse fikirleri ve fikirlerinin işlendiği

eserleri ile Türk insanının gönlünde taht kurmuş, yüzlerce yıllık kültür tarihi içinde,

özellikle inanç dünyamızda düşünceleriyle kendini sürekli hissettirmiş ve geleceğe ait

pek çok önemli mesajlar vermiştir. Yılmadan usanmadan hoşgörü tohumları ekmiş

Anadolu Erenleri’nden biridir Hacı Bektâş-ı Veli.

Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında ve genel olarak Türklerin

Anadolu’daki dini, sosyal ve kültürel hayatlarında çok önemli görevler üstlenen,

yaşadığı coğrafyaya ve çağa damgasını vuran büyük şahsiyetlerden bir tanesi de hiç

şüphesiz Hacı Bektâş-ı Veli’dir. O, kişiliği ile Anadolu’nun hayatına ve tarihine

damgasını vurduğu gibi, adına izafeten teşekkül eden Bektâşîlik tarikatı da fikirlerini ve

manevi önderliğini devam ettirerek asırlara uzanan ve toplumumuzu birçok alanda

kavrayan büyük bir etkinin oluşmasını sağlamıştır. Bu büyük etkinin bugün dahi toplum

hayatımızda devam ettiğini görmek mümkündür.

Birçok alanda milletimizi etkisi altına alan bu büyük şahsiyet ve adını taşıyan

tarikat hakkında birbirinden oldukça farklı görüşler dile getirilmiş, yine birbirinden

oldukça farklı hükümler içeren çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bu sebeple biz

çalışmamızda Hacı Bektâş-ı Velî’nin daha doğru ve bilimsel bir şekilde anlaşılmasına

katkıda bulunmak amacıyla hayatı, kişiliği, eserleri ve düşünce dünyası üzerinde

duracağız.

Bu tez çalışmamda yardımlarını esirgemeyen ve bana devamlı yardımcı olan

ve beni teşvik eden değerli hocam Doç.Dr.Metin BOZKUŞ’a teşekkürlerimi borç

bilirim.

Sivas-2007 Faik ASLAN

IV

İÇİNDEKİLER

ÖZET…………………………………………………………………………… I

ABSTRACT……………………………………………………………………. II

ÖNSÖZ…………………………………………………………………………. III

İÇİNDEKİLER………………………………………………………………… IV

KISALTMALAR………………………………………………………………. 1

GİRİŞ…………………………………………………………………………… 2

BİRİNCİ BÖLÜM

HACI BEKTAŞ-I VELİ’NİN HAYATI, KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ

A. HAYATI

1.Doğumu ve Soyu…………………………………………………………. 8 2.Tahsili……………………………………………………………………. 10 3.Seyahati………………………………………………………………….. 11

4.Evliliği…………………………………………………………………… 14

5.Vefatı…………………………………………………………………….. 16

B.KİŞİLİĞİ……………………………………………………………………. 17 1.İlmi Yönü………………………………………………………………… 17

2.Tasavvufi Yönü……………………………………………………………18

C.ESERLERİ………………………………………………………………….. 21

V

İKİNCİ BÖLÜM

HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI A.AHLÂKÎ GÖRÜŞLERİ…………………………………………………… 25

1.İnsan Görüşü................................................................................................ 25 2.Din Görüşü................................................................................................... 31 3. Tasavvuf Görüşü………………………………………………………… 32

4.Hoşgörü Görüşü…………………………………………………………... 43

5.Cömertlik Görüşü…………………………………………………………. 45 6.Kadın Görüşü……………………………………………………………... 47 7.İlim Görüşü……………………………………………………………….. 49 8.Adalet Görüşü…………………………………………………………….. 51 9. İçki Görüşü……………………………………………………………….. 52 B.İTİKÂDİ GÖRÜŞLERİ…………………………………………………… 53 1.Allah İnancı………………………………………………………………... 53 2.Melek İnancı………………………………………………………………. 56 3.Kitap İnancı………………………………………………………………... 57

4.Peygamber İnancı………………………………………………………….. 59 5.Ahiret İnancı……………………………………………………………….. 62 6.Kader İnancı……………………………………………………………….. 64

C.İBADET ANLAYIŞI………………………………………………………... 66 1.Namaz Anlayışı…………………………………………………………….. 66 2.Oruç Anlayışı…………………………………………………………………69

VI

3.Hac Anlayışı…………………………………………………………………. 70 4.Zekât Anlayışı……………………………………………………………….. 73 5. Kurban Anlayışı…………………………………………………………….. 75

SONUÇ………………………………………………………………………..... 77

TERİMLER SÖZLÜĞÜ………………………………………………………. 82

BİBLİYOGRAFYA……………………………………………………………. 84

1

KISALTMALAR a.e. : Aynı Eser a.g.e. :Adı Geçen Eser a.g.m. :Adı Geçen Makale

Bkz. :Bakınız

CÜİF. :Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Çev. :Çeviren

DEİFD :Dokuz Eylül İlahiyat Fakültesi Dergisi

DİA :Diyanet İslam Ansiklopedisi

Haz. : Hazırlayan

Hz. :Hazreti

İA. : İslam Ansiklopedisi

MEB. : Milli Eğitim Bakanlığı

nşr. : Neşreden

ö. : Ölümü

s. : Sahife

sy. : Sayı

Terc. : Tercüme

Yay. : Yayınlar

2

GİRİŞ

Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında, kültürel ve sosyal alanda çok

önemli görevler üstlenen, yaşadığı coğrafyaya ve günümüze damgasını vuran büyük

şahsiyetlerden bir tanesi de Hacı Bektâş-ı Veli’dir. Toplumuzu birçok alanda etkileyen

bu manevi önderin günümüzde de toplum hayatımıza yön verdiğini görmekteyiz.

Bundan dolayı onun düşünce dünyasını incelemeye çalışacağız. Onun dini kimliği

hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazıları onu yaygın İslamî anlayışa uygun bir

Anadolu ereni, bazıları ise materyalist dünya görüşüne sahip halk lideri olarak

vasıflandırmıştır. Yani birtakım kimseler onu şeriata bağlı, sünnî bir mürşit, olgun bir

mutasavvıf olarak tanıtırken diğerleri bâtınî fikirlere sahip bir Alevî babası olarak

tanıtmaktadırlar.

Hacı Bektâş’ın düşünce dünyasını tespit etmek için takip edilmesi gereken yol,

ondan bahseden kaynakların incelenmesidir. Fakat Hacı Bektâş-ı Velî’yi kendi

zamanından epeyce sonra yazılmış ikinci dereceden kaynaklardan incelemek

mümkündür. Bu kaynakların başında; hiç şüphesiz XIV. yüzyılın ünlü sûfîlerinden

Aşık Paşa’nın oğlu Elvan Çelebi’nin “Menâkıbu’l Kudsiyye”adlı eseri gelir. Selçuklu

yönetimine karşı Babai İsyanı diye bilinen büyük sosyal hareketi gerçekleştiren Baba

İlyas’ı Horasani’nin torunu olan bu sûfî şairin eseri, Hacı Bektâş-ı Veli’yi yalnızca isim

olarak zikretmesine rağmen bize çok önemli ipuçları verir.

İkinci kaynağımız ise, Hacı Bektâş’ın vefatından yaklaşık yüzyıl sonra Ahmet

Eflâki’nin kaleme aldığı “Menakıbu’l Arifin” adlı eser ile Abdurahman Cami’nin

“Nefahatü’l Üns” adlı eseri gelir. Bu eserlerde Hacı Bektâş-ı Veli’nin mistik şahsiyeti

hakkında bilgiler vermektedir. Biz de çalışmamamızda bu kaynaklar başta olmak üzere

XVI. Yüzyılda kaleme alınan Taşköprüzâde’nin “eş-Şakaikü’n Numaniyye” adlı

biyografi eserinden faydalandık. Bu eser bize Hacı Bektâş’ın dini kimliği hakkında

fikirler vermektedir.

Aynı yüzyılda kaleme alınan diğer bir yapıtta, Aşıkpaşazâde’nin “Tevârih-i Âl-i

Osman”adlı eseridir. Bu eserde de Hacı Bektâş’a ait ilgi çekici bilgiler bulunmaktadır.

Ayrıca çalışmamızda diğer klasik kaynaklardan, tasavvuf kitaplarından ve

ansiklopedilerden de yararlandık.

3

Hacı Bektâş-ı Velî’ye ait olan eserlerden de faydalandık. Bilhassa, en önemli

eseri olan “Makâlât”tan ve yine son derce önem arz eden “Şerh-i Besmele” ve

“Velâyetname”den de yararlandık.

Hacı Bektâş-ı Velî’nin hayatı ve düşünce dünyasını ele almadan önce, onun

yaşadığı dönemin toplumsal yapısını bilmek gerekir. Bu toplumsal yapıyı

netleştirebildiğimiz oranda, onun hayatını ve düşünce dünyasını tespit imkanına da

ulaşmış oluruz.

1. Yaşadığı Dönemdeki Toplumsal Yapı

Hacı Bektâş-ı Velî, Horasan’dan Anadolu’ya geldiğinde, Anadolu’da

Babâiler ayaklanması yaşanmıştı (1240). Bu süreçte Anadolu’ya gelen Türkler, henüz

yüzeysel bir din anlayışına sahiptiler. Çünkü İslâmiyet, Türk’ler arasında başlangıçta

Budizm, Maniheizm ve Şamanizm gibi eski dinlerin bazı yönleriyle benzerlik arz eden,

Şiilik ve tasavvuf yoluyla yayılmıştı. Türkler Anadolu’ya göç ettiklerinde,

beraberlerinde şeyh ve dervişleri de getirmişlerdir. Bunların Müslümanlığı yüzeysel

olup, eski inançlarını devam ettirmişlerdir.1 Göçebelikten yerleşik hayata geçen

Türkler, tarımla yeni yeni uğraşmaya başlamış, soydaşlarıyla çıkar karşıtlığına, bir çeşit

sınıfsal çelişkiye düşmüşlerdir. Yer yer çatışmalar baş göstermiş, bu sıkıntılara Sadettin

Köpek’in zulmü, vergi toplayıcılarının acımasız baskısı da eklenince Türkmenler, artık

önder edinecekleri herhangi bir Baba’nın yönetiminde ayaklanmaya hazır hale

gelmişler. Bu önder Baba Rasul adını takınmış Baba İlyas olmuşsa da ayaklanmayı fiili

olarak yöneten Baba İshak olmuştur.2 Maraş, Kefersud ve sonraları Sivas, Tokat ve

Amasya’ya doğru yayılan ayaklanma devlet güçleri tarafından zorlukla bastırılmış ve

Baba İshak asılarak öldürülmüştür.3 Bu ayaklanma Anadolu Selçuklu devletinin maddi

ve manevi gücünü sarsmış, devletin güç ve otoritesini bozmuştur. Bu olayı fırsat bilen

Moğollar Anadolu’yu istila etmişlerdir (1243).

1Tahir Harimi, Balcıoğlu, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları , İstanbul, 1940, s.47-48. 2 Ahmet Yaşar, Ocak, Babailer İsyanı, İstanbul 1980, s.105-106. 3 İbn Bibi, el-Evâmiru’l Alaiyye fi’l Umuri’l Alaiyye II, Çev. Mürsel Öztürk, Ankara 1996, s.49. Bu konuda farklı görüşte olanlar da vardır. Asılarak öldürülenin Baba İlyas olduğunu söylemişlerdir. Baba İshak ise Baba İlyas’ın en büyük yardımcısı olduğunu iddia etmişlerdir. Bak. Ocak, “Babailik” DİA. IV/373. Y.Nuri Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşilik, s.71.

4

Kösedağ savaşından sonra Selçuklu Devleti yıkıldığı için 1308 yılına

kadar, Anadolu coğrafyası sözde sultanların ve şehzadelerin birbirleriyle yaptıkları

saltanat mücadelesine sahne olmuş, bu şehzadeler kendi çıkarları doğrultusunda

ayaklanmalar çıkarmış ve kan dökmüşlerdir.4

1243 Kösedağ Moğol bozgunundan sonra Selçuklular gittikçe ağırlaşan

Moğol baskısına maruz kalmışlardır. Moğollar, her geçen gün vergilerini ve askeri

masraflarını artırmışlardır. 1277’den sonraki dönemde ise iktisadi, ictimâi ve medenî

hayat tamamen çökmüş ve ekonomik sıkıntılar yaşanmıştır.5 İşte bu dönemde

Anadolu’da yaşayan Müslüman halkın arasında en önemli dini farklılık, şehirlerde

yaşayan halk ile göçebe Türkmenler arasındaki anlayış farklılığı idi. Bu anlayış

farklılığı sonraki dönemlerde de devam etmiştir. Bu anlayış farklılıkları devletle, göçebe

Türkmenler arasında birtakım mücadelelere neden olmuştur. Şehirli halkın göçebeleri

küçük görmeleri taraflar arasında ayrılıklara neden olmuştur. Neticede şehirli halk,

köylü halka göre daha yüksek bir din bilgisi ve kültürüne sahipti. Dolayısıyla

şehirlerden uzak bölgelerde yaşayan halk, Türkmen şeyh ve dervişlerin etkisinde dini

bilgileri zayıf ve inançları da geleneksel ananelere dayalı bir din inanışları vardı.6 Dini

önderlerin bunlara öğrettiği Müslümanlık, Türkmenlerin yaşayışına uygun, sade ve daha

çok menkıbelere dayalı tasavvufi yönü ağır basan bir Müslümanlık anlayışı şeklinde

olmuştur. Buna bir nevi halk Müslümanlığı denmiştir.7

Dolayısıyla Türkler, dedeler ve babalar hakimiyetine dayanan, kendine özgü

bir Türkmen Sünniliği oluşturmuşlardır. Böylece sıradan dervişler yoluyla öğretilen

İslâm inançları ile medrese öğrenimine dayanan dini öğretim farklılaşması da ortaya

çıkmıştır.8 Bunun yanında göçebe hayatı yaşayan Türkmenler, İslâmiyet’in bilgiden

ziyade duygusal yönünü ön planda tutarak, İslâmiyet’i şekil olarak benimsemişler ve

daha çok eski Türk inançlarına bağlı bir dini hayatı sürdürmeye çalışmışlardır.9

4 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul 1992, s.69-70. 5 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, İstanbul 1971, s.505-506. 6 Balcıoğlu, a.g.e., s.31-32 7 Metin, Boşkuş “Anadolu Selçuklarında Sosyal, Dini ve Mezhebi Yapı” CÜİFD. c.5, sy.2, Sivas 2001, s.251. 8 Boşkuş, “Türklerin İslâmiyeti Kabulü ve Aleviliğin Türkler Arasında Yayılması” CÜİFD. c.2, sy. 2, Sivas 1998, s.409-419. 9 Mehmet Eröz, Türkiye’de Alevilik ve Bektaşîlik, İstanbul 1990, s.203

5

Neticede devletin koymuş olduğu ağır vergiler ve devlet yöneticilerinin bazılarının

Türkmenlere kötü davranmaları, Türkmenlerle Selçuklu yönetimi arasında bir

mücadelenin oluşmasına neden olmuştur.10

XIII. yüzyılda tasavvufi alanda birtakım değişmeler olmuştur. Bu dönemde

halk, Moğol işkence ve zulmünden, kıtlık, yoksulluk ve ağır vergilerden dolayı korku ve

ümitsizliğe düşmüş, sığınacak yer aramış, bu yüzden de tasavvuf şeyhlerine ve

bilginlere aşırı derecede bağlılık göstermişlerdir.11 Anadolu toprakları Selçuklu

hakimiyetine girdiği zaman çeşitli milletlere mensup olan halk, düşünce bakımından

kozmopolit bir yapıya sahip olup tasavvuftan uzak ve fikri cereyanların yayılmasına

müsait bir durumda idi. Moğol istilasından kaçan Türkistanlı, İran ve diğer milletlere

ait birçok âlim, şair, mutasavvıf ve sanatkâr Anadolu’ya gelerek, ülkenin ilmi ve

kültürel bakımdan yükselmesini sağlamıştır.

Bu ortam içerisinde; âlim, şair ve tarikat şeyhlerinin benimsedikleri dini

inanç akımları, Anadolu’ya baştan başa yayılmıştır. İşte bu asırda büyük bir nüfûza

sahip olan ve şöhreti her tarafa yayılan Hacı Bektâş-ı Velî ve Yunus Emre gibi

mümtaz şahsiyetler dini ve sosyal hayatta önemli etkiler yapmışlardır.12 Böylesine

hoşgörülü ve fikir hürriyeti olan bir ortamda çeşitli tasavvufi hareketler olmuştur.

Bunların başında Rifâilik, Kâdirilik, Halvetîlik, Mevlevilik, Yesevilik gelir. 13 Sünnî bir

tarikatın öncüsü olan Mevlanâ hoşgörüyü ön planda tutarak, şehirlerde oturan gayri

Müslimlerin (Hristiyan ve Yahudi) arasına girerek onların ihtidalarına vesile

olmuştur.14

Mevlanâ Farsça gazellerini sema esnasında okuyup her sınıf halktan

dinleyenleri heyecanlandırmıştır. O devirde, halktan ve esnaftan cemiyette her türlü

insanla konuşup tanıştığında tenkide uğramıştır. Kalenderî ve Melâmeti şeyhlerinden

bazıları; sâliklerini, benlikleri ve gururlarını yenmek için onları dilenmeye teşvik

10 Ocak, Babailer İsyanı, s.41 11 Ahmet, Sevgi , “XIII. Asırda Anadolu’da Fikri ve Tasavvufi Hareketler” EÜİFD. sy.3, 1986, s.283 12 Sevgi, a.g.m. sy.3 s.285 , 1986. 13 Kadir, Özköse, “Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşmasında Tasavvufi Zümre ve Akımların Rolü”, CÜİFD. c.7, sy.1, Sivas 2003, s.251-253 14 Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, nşr.Tahsin Yazıcı І, İstanbul 1995, s. 137,273.

6

etmiştir. İnsanların arasında gelişen bu dostluk ve sevgi ortamı sayesinde, dînî

müsamaha gelişmiştir.

Moğolların çeşitli tarikat ve mezheplere karşı ilgisiz kalışları birçok tarikat

şeyhine propaganda imkanı sağlamıştır. Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra düşünce

ve temayüllerine uygun gelen tasavvufi tarikatlara girmişlerdir. Türk şehirleri, tasavvuf

cereyanlarının belli başlı merkezleri durumuna gelmeye başlamıştı. Anadolu’nun Türk

ve İslâm yurdu hale gelmesinde pek çok etken vardır. Bunların biri de, Tasavvuf ve

tasavvufi zümrelerdir. Bu tasavvuf zümreleri, Anadolu insanının sıkıntılı anlarında

sığındığı kurumlar olmuştur.15 Selçuklular genellikle, Sünniliğin dört mezhebinden

Hanefî ve kısmen de Şâfî mezhebine mensupturlar. Hanefîlerin itikatta imamı Maturidî

(h. 944) insanda “irade-i cüziye” yi va’z etmek suretiyle akla, Türk örf ve adetlerine

yer verdiğinden, Türkler arasında bu itikadî mezhep çok yayılmıştır.

Anadolu’da tasavvuf şeyhleri, manevi birlik, sevgi ve hoşgörü ortamı

hazırladıkları gibi ahî teşkilatının kurulmasıyla sanat ve kültürün gelişmesinde büyük

katkıları olmuştur. Daha çok tasavvufi ve iktisadi bir esnaf teşekkülü mahiyetinde

görülen ahîlik teşkilatı çok gelişmiş ve her zanaatta çalışan kişileri bir pirin manevi

kudsiyetine inanan ve mesleğin şart ve kurallarına bağlı müridler haline getirmekteydi.

Bugünün esnaf dernekleri diyebileceğimiz ahî zaviyeleri içinde her meslekten insan

bulunmaktaydı. Aynı zamanda onlar, manevi mertebesi yüksek bir pirin gözetiminde

tasavvufi eğitim de almaktaydılar. Aldıkları terbiyenin neticesinde, herkesten kendi

mesleklerinin gereğini yerine getirmesi, işinin ehli olması ve ürettiklerinin kalitesine

dikkat etmesi istenmekteydi. En küçük yanlış hareketle pirinin sevgisinden ve

himmetinden mahrum kalacağı telkin edilmekteydi.16 Bu akımlar, merkezî otoritenin

tesisinde önemli rol oynamış, böylece devletin maddi gücü yanında, irade ve iman

birliğini de tesis etmiştir. Şeyhlerine büyük bir teslimiyetle bağlanan tarikat ehli,

bozulan cemiyeti düzeltmiş, muzdarip insanlara teselli ve ümit kaynağı olmuştur.17

İşte Hacı Bektâş-ı Velî, Moğol istilası gibi büyük yıkımın ve sosyal

karmaşanın yaşandığı XIII. yüzyıl Anadolu’sunda yaşamış bir şahsiyettir. Selçuklu

15 Özköse, a.g.m., c.7, sy.1, Sivas 2003, s.249 16 Neşet, Çağatay, Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, Ankara 1974 s.90-95 17 Sevgi, a.g.m. ,EÜİFD sy. 3 s.288-293 , 1986.

7

Anadolu’sunda, Babâi hareketinin lideri Baba İlyas’ın çevresinde ve Yeniçeri

Ocağı’nın kuruluşunda adı geçen Hacı Bektâş’ın, devrinin kaynaklarında hemen hemen

hiçbir iz bırakmadığına bakılırsa yaşadığı dönemde yaygın bir şöhrete sahip olmadığı

söylenebilir.18 Hacı Bektâş-ı Veli, Ürgüp yöresindeki Hristiyanlarla çok sıkı ilişkiler

geliştirmiş, onların ihtidasına zemin hazırlamış, bundan başka işgalci Şamanist

Moğolların da Müslümanlığı kabul etmeleri için yoğun faaliyetler göstermiştir

18 Ocak, “Hacı Bektaş-ı Velî” DİA. XIV/455.

8

BİRİNCİ BÖLÜM

HACI BEKTAŞ’I VELİ’NİN HAYATI ESERLERİ VE KİŞİLİĞİ

A-HAYATI

1.Doğumu ve Soyu

Hacı Bektâş-ı Velî’nin asıl adı Velâyetnâme’ye göre Bektaş’tır. Kaynaklar,

kendisinden daima “Hacı Bektaş” diye bahsederler. “Bektaş”, kelime olarak “bendeş”

ve “beğdeş” gibi eski Türkçe bir sözcük olup “eşit, müsâvî, müâdil ve misil”

anlamlarına gelmektedir.19 Bu kavram, kimi zaman “Bekteş” ve “Petteş” gibi farklı

şekillerde de yazılmaktadır.20 Esad Coşan, Hacı Bektâş’ın asıl adının “Muhammed”

olduğunu, Bektaş’ın ise mahlas olarak kullanıldığını belirtir. Ona göre o zamanlarda,

özellikle âlim ve asîl kişilerin, İranlı veya başka bir soydan olsa bile, muhakkak dinî

mahiyette bir ismi bulunmaktaydı.21

Hacı Bektaş, Horasan’ın Nişabur şehrinde doğmuştur.22 Onun doğum ve ölüm

tarihleri hakkında kesin bir tarih vermek çok güçtür. Osmanlı müelliflerinden

Taşköprüzâde, onu I. Murat (1362-1389) devri uleması arasında zikrederken23

Aşıkpaşazâde, onun doğu illerinden geldiğini ve Osmanlılardan hiçbiriyle

görüşmediğini belirtmektedir.24 Ahmet Eflâkî de Hacı Bektâş-ı Velî’nin Mevlânâ ile

(1207-1273) çağdaş olduğunu söylemektedir.25

19 Bkz. Tarama Sözlüğü, “Bektaş” TDK. IV/5, Ankara 1967, Meydan Larousse,”Bektaş” İstanbul,1969 , II/249. 20 Esad, Coşan, Makâlât ,Ankara 1971, s.XX,XXI. 21 Coşan, a.g.e., s.XX,XXI. 22 Abdülkadir , Sezgin , Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşîlik , Ankara,1990, s.15. 23 Taşköprüzade Ahmet, eş-Şekaikun- Numaniyye, nşr.Ahmet Suphi Furat, İstanbul,1985, s.20. 24 Aşıkpaşazade, Tevarih-i Âl-i Osman, nşr.N.Adsız, İstanbul,1992 , s.21. 25 Ahmet Eflaki, Menâkıbu’l Arifin,terc. Tahsin Yazıcı, s.412.

9

Esad Coşan, Hacı Bektaş ilçesi Halk Kütüphanesinde yaptığı incelemelerde şu

bilgilere rastlamıştır: 14-15 nolu yazmada “Hazine-i Celileden şeref-vürûd olan tümâr-ı

kebîrde muharrer oldığı üzere tarih-i vilâdet-i şerîfleri 606/1209-1210 olarak müddet-i

ömr-i şerifleri 63 olmağıla 669/1270-1271 vefatı şerifleri muharrer olduğundan iş bu

mahalle tarir alındı.” kaydı bulunmaktadır.26 Bu kayıttan da anlaşıldığı gibi Hacı

Bektâş-ı Velî 606/1209-1210 tarihinde doğmuş, 669/1270-1271 tarihlerinde vefat

etmiştir. Hacı Bektâş’ın babası, İbrahim Sânî lakaplı Seyyid Muhammed b. Musa Sani,

annesi ise bilgin bir zat olan Şeyh Ahmet’in kızı Hatem Hatun’dur.27

Velâyetnâme başta olmak üzere bir çok kaynak, Hacı Bektaş’ı baba tarafından

Hz. Ali soyuna mensup saymakta ve buna ilişkin olarak soy zincirleri vermektedir.28

Bazı yazarlar Makâlât adlı eserini Arapça yazdığı için Hacı Bektâş’ın Arap, dolayısıyla

seyyid olduğu görüşünü bildirmektedir.29 İrene Melikoff da Hacı Bektâş’ın Türkmen

olduğunu ve Orta Asya’dan geldiğini dile getirmektedir.30 Yaşar Nuri Öztürk de Hacı

Bektâş-ı Velî’nin kan bağı bakımından Hz. Ali neslinden yani Arap olmakla birlikte

kültür ve duygu yapısı bakımından Türk olduğunu söylemektedir.31 Bektâşî kelimesinin

eski Türkçe sözcük olduğu düşünülürse Hacı Bektâş’ın Türk olduğu söylenebilir. Bütün

bunlara rağmen kaynaklar, Hacı Bektaş’ı yeterince tanıtmadığı için bu konuda kesin bir

şey söylemek oldukça zordur.

26 Coşan, a.g.e., s.xxv. 27Abdülbaki, Gölpınarlı, Velâyetnâme ,İstanbul,1995, s.1-4 , Y.Nuri Öztürk,Tarih Boyunca Bektaşîlik, İst , 1995 , s.57 , Ethem Ruhi Fığlalı ,Türkiye’de Alevilik- Bektaşîlik , İstanbul, 1994 , s.137-138. 28 Hacı Bektaş’ın soyunu Hz. Ali soyuna bağlayan soy zinciri şöyledir; 1.Hacı Bektaş 2.Muhammed İbrahim es-Sani 3.Musa es-Sani 4.İbrahim Mükerrem el-Mücap 5.Musa Kazım 6.Cafer es-Sadık 7. Muhammed el-Bakır 8. Zeyne’l Abidin Ali 9. Hz. Hüseyin 10. Hz. Ali. Bu soy kütüğü Velâyetnâme’de geçmektedir. Abdülbaki Gölpınarlı, a.g.e. ,s.1. 29 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.XXII. 30 İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar , İstanbul,1993, s.35-36. 31 Y. Nuri, Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşîlik , s.51.

10

2. Tahsili

Hacı Bektâş-ı Velî’nin, Hoca Ahmet Yesevî tarafından yetiştirilip Anadolu’ya

gönderildiğine dair bazı iddiaların olmasına karşın,32 yaşadıkları dönemler dikkate

alındığında, Ahmet Yesevî (562/1166-1167) ile, Hacı Bektâş-ı Velî’nin (669/1270-

1271) aralarında yüzyılı aşkın bir zaman dilimi olduğu görülür. Ancak Yesevî

ocağından feyz aldığı hususunda, mevcut araştırmalar ittifak halindedirler. Velâyetnâme

bu bağlılığı, Ahmet Yesevî ile Hacı Bektaş arasına Lokman-ı Parende’yi yerleştirmek

suretiyle çözer. Velâyetnâme’de anlatıldığına göre Hacı Bektâş’ın eğitimi için Ahmet

Yesevî’nin müridi olan Lokman-ı Parende görevlendirilmiştir.33 Babası, Hacı Bektaş’ı

Ahmet Yesevî’nin halifelerinden Lokman Parende’ye teslim etmiş, Lokman

Parende’nin himayesinde Yesevilikten feyz alarak yetişen Hacı Bektaş iyi bir eğitim

almıştır. Böylece Arapça ve Farsçayı kitap yazacak kadar iyi öğrenmiş ve devrinde

geçerli olan bütün bilgilerle donanmıştır.34 Parlak zekası ve düzenli eğitimi sayesinde,

küçük yaşta kendisini yetiştiren Bektaş, Kur’ân-ı Kerim’e, dini bilgilere ve bâtın ilmine

vakıf olmuştur. Gölpınarlı, Hacı Bektâş’ın vehbî bir ilme sahip olduğunu

Velâyetnâme’nin baş tarafında şöyle anlatır: “Bir gün Lokman Parende onun yanına

girdiğinde odanın nur ile dolu olduğunu görüp şaşırır; etrafına bakınır ve Bektaş’ın

sağında ve solunda iki nurâni zat görür. Bunlar Bektaş’a Kur’ân okutuyorlar. Lokman

Parende içeri girer girmez onlar hemen kaybolurlar. Lokman Parende, Hacı Bektâş-ı

Velî’ye ‘Bunlar kimdir?’ diye sorar ve birinin Hazreti Peygamber, diğerinin de Hazreti

Ali olduğunu anlar.”35 “Yine bir gün Hacı Bektâş-ı Velî, Lokman’dan ders okuyordu.

Namaz vakti geldi. Lokman Parende öğrencisinden abdest için su istedi. Bektaş

hocasına dedi ki: ‘Bir nazar etseniz de, su burada aksa, dışarı gitmeye hacet kalmasa!’

Hocası kendi kudretinin buna yetmeyeceğini söyleyince, Hacı Bektâş-ı Velî, derhal

Allah’a dua etti. Lokman Parende ‘Amin’ dedi. O anda mektebin ortasında latif bir su

çıkıp kapıya doğru aktı gitti ve pınarın başında güzel susam çiçekleri açtı.”36

32Fuad,Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 2003, s.79. 33Gölpınarlı, a.g.e., s.5. 34Çiğdem, Aktaş, “Toplumsal Açıdan Erenlerin Sır Çeşmesi:Hacı Bektâş-ı Velî”, Hacı Bektâş-ı Velî Araştırma Dergisi, sy.14 , 2000, s.201. 35 Gölpınarlı, a.g.e., s.5., Fuad Köprülü, a.g.e., s.76. 36 Gölpınarlı, a.g.e., s.6., Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s.77.

11

Ethem Ruhi Fığlalı, Hacı Bektâş-ı Velî’nin tahsilini Nişabur’da yaptığını,

Arapça ve Farsçayı iyi öğrendiğini ve manevi terbiyesini de aynı yerde tamamladığını

belirtir. Ayrıca Ahmet Yesevî’nin onun ilk hocası olmasının tarihsel olarak mümkün

olmadığını, ama Yesevî ocağından feyz aldığını ifade eder.37 Tarihsel açıdan

görüşmeleri imkansız olan bu iki şahsiyeti birbirine bağlama hususunda Velâyetnâme

bize ışık tutmakta ve zikredildiği gibi aralarına Lokman-ı Parende’yi koymaktadır.

Dolayısıyla bu bilgilere dayanarak Hacı Bektâş’ın Ahmet Yesevî’den doğrudan olmasa

bile, dolaylı yollarla feyz almış alması mümkündür.

3. Seyahati

Aslen Horasanlı olan ve Nişabur şehrinde doğduğu bilinen Hacı Bektâş-ı Velî,

hocasının dergahında üç yıl hizmet ettikten sonra şeyhinden icazet alır.38 Hocasının

“Müjde olsun ki, kutbu aktablık senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye dek bizimdi,

bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, ahirete gideriz. Var

seni Rum’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik, Rum abdallarına seni baş

yaptık.”39 demesiyle Hacı Bektaş Anadolu’ya gelmek için yola çıkar.

Hacı Bektâş’ın Amasya, Kayseri ve Sivas şehirlerine gittiği ve sonra

Karacahöyük’e yerleştiği ünlü tarihçi Aşıkpaşazâde tarafından nakledilmektedir.

Aşıkpaşazâde’nin anlattığına göre Hacı Bektaş, Anadolu’ya tek başına değil, kardeşi

Menteş ile birlikte Horasan’dan gelmiş, Baba İlyas’ı görme arzusuyla önce Sivas’a,

oradan Kırşehir’e ve Kayseri’ye varmışlar. Kardeşi Menteş tekrar Sivas’a dönmüş,

orada ölmüş. Hacı Bektaş ise Kayseri’den Sulucakarahöyük’e geçmiştir.40

Aşıkpaşazade, Hacı Bektâş’ın Baba İlyas’ı görme arzusuyla Sivas’a gittiğini

kaydetmektedir. Baba İlyas, Selçuklu yönetimine karşı yapılan Babâi ayaklanmasının

lideri Baba Rasül’dür.41 Ahmet Eflâki, Hacı Bektâş’ın, Baba Rasül’ün has halifesi

olduğunu kaydetmektedir.42 Bu bilgiler birbirini tamamlamakta olup , Hacı Bektâş’ın

Anadolu’ya geldiğinde Baba İlyas’la görüştüğü ve onun halifesi olduğu söylenebilir.

37 E.Ruhi Fığlalı, Türkiye’de Alevilik – Bektaşîlik , s.142. 38 Abdurrahman, Güzel, http/www.hbektaş.gazi.edu.tr / 08.08.2005. 39 Abdülkadir, Sezgin, Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşîlik, Ankara 1990, s.16. 40 Aşıkpaşazade, Tevârih-i Âl-i Osman, nşr. N. Atsız s.223. 41 A.Yaşar, Ocak, Babailer İsyanı , s.89. 42 Bkz. Ahmet Eflaki, Menâkıbu’l Ârifin , nşr. T. Yazıcı, İstanbul 1995, s.412.

12

Ancak, Hacı Bektâş’ın ayaklanmaya bizzat katılıp katılmadığı konusu açık değildir.

Yaşar Nuri Öztürk’e göre isyana katılmamıştır.43 Ahmet Yaşar Ocak da, Hacı Bektâş’ın

isyanda hiçbir aktif rol almadığını söylemektedir.44 Menâkıbu’l Kudsiyye de, Bektaş’ın

isyana katılmadığını söylemektedir.45

Hacı Bektâş’ın Anadolu’ya gelmeden önceki hayatı hakkında Velâyetnâme’de

yer alan menkıbevi bilgiler dışında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak,

onun “Horasan Erenleri” diye bilinen Kalenderiye akımına mensup sûfîlerden biri

olduğu düşünülebilir.46 Değişik kaynaklar da Bektaş’ın önce Necef, Mekke, Medine,

Kudüs, Halep, Elbistan ve oradan da Sivas, Kırşehir, Kayseri ve nihâyet

Sulucakarahöyük’e uğradığı, buralarda “erbâin” 47 çıkardığı rivâyet edilmektedir.48

Hacı Bektaş, Anadolu’ya geldiğinde, Anadolu’da toplumun sosyo-kültürel hayatına

yön veren bazı zümreler vardı. Bunlar; Gâziyân-ı Rum, Abdalân-ı Rum, Ahiyân-ı Rum

ve kadınlardan oluşan Bâciyân-ı Rum’dur.49 Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş, Rum

Abdallarının başıydı.50

Hacı Bektâş’ın Anadolu’ya kaç yaşında ve kaç yılında geldiği konusunda

kesin bir bilgi yoktur. Fakat, Ethem Ruhi Fığlalı, Hacı Bektâş’ın olgunluğa adım

atmakta olduğu bir yaşta Anadolu’ya gelmiş olabileceğini söylemektedir.51

Âşıkpaşazâde’nin verdiği bilgiye göre 25 yaşını biraz geçtiği bir dönemde gelmiş

olmalıdır. Zira Âşıkpaşazâde’ye göre Hacı Bektaş, Anadolu’ya kardeşi Menteş ile

birlikte gelmiş, önce Sivas’a ve Kırşehir’e oradan Kayseri’ye birlikte gitmişler, Menteş,

Kayseri’den tekrar Sivas’a dönmüş ve Babâi ayaklanmasında öldürülmüştür.52 Babâi

43 Bkz. Öztürk, a.g.e., s.62. 44 Ocak, Babailer İsyanı , s.168,169. 45 Elvan Çelebi, Menâkîbu’l Kudsiyye Fi Menâsibi’l Ünsiyye, nşr. İsmail Erünsal, A.Yaşar Ocak, Ankara 1995, s.xxxıx. 46 Ocak, Hacı Bektaş-ı Velî , DİA, XIV/455. 47 Erbain, Arapça kırk demektir.Tasavvuf yollarında şeyh; dervişi, kırk gün az yemek, az içmek, az uyumak, kendini bütünüyle ibadete vermek üzere çile ve riyazata sokar.Buna erbaine sokmak veya girmek, tamamlamaya erbain çıkarmak denir. Ayr. Bk. Süleyman Uludağ , Tasavvuf Terimler Sözlüğü, Kabalcı Yay. İstanbul, 2002. 48 Aşıkpaşazade, Tevârih-i Âl-i Osman, s.221, Abdülbaki Gölpınarlı , Velâyetnâme, s.17-18. 49 Aşıkpaşazade, a.g.e., s.238. 50 Gölpınarlı, Velâyetnâme, s. 16. 51 Fığlalı, Türkiye’de Alevilik-Bektaşîlik, s.145. 52 Aşıkpaşazade, a.g.e., s.223.

13

ayaklanması, A.Yaşar Ocak’ın tespitine göre 1239-1240 yılları arasında vuku

bulmuştur.53 Hacı Bektâş’ın 1209-1210 tarihinde doğduğu kabul edilecek olursa

Anadolu’ya geldiğinde 30 yaşlarında olmalıdır.

Hacı Bektaş hakkında mutlaka temas edilmesi gereken konulardan biri de,

onun Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşu ile olan alakasıdır. Geleneğe göre, Hacı Bektaş

kuruluş sırasında ocağı kutsamış, askerlerden birinin başını sıvazlarken hırkasının kolu

(yen’i) askerin arkasından sarkmıştır. Bu sebeple yeniçerilerin giydiği börk, Hacı

Bektâş’ın eli, arkaya sarkan kısmı ise hırkanın yeninden (kolundan) kinaye olduğu

belirtilir.54 Yeniçeri ismi de “Yen-İçeri” kelimesinden gelmektedir. Ne var ki bu

anlatılanlar rivâyet olmaktan öteye geçmemektedir. Her ne kadar Velâyetnâme’de Hacı

Bektâş’ın Osman Gazi ile görüştüğü55 anlatılıyorsa da bunun gerçekleşmesi mümkün

görülmemektedir. Çünkü Âşıkpaşazâde, Hacı Bektâş’ın Osman Gazi ile görüşmesi ve

Yeniçeri Ocağı ile olan ilişkisi konusunda net bilgiler vermektedir. Aşıkpaşazade, Hacı

Bektâş’ın Osmanlı hükümdarlarından hiç kimse ile görüşmediğini kesin bir dille

belirtirken, Hacı Bektâş’ın Yeniçeri’lerin başındaki taçla ilişkisini yalanlayıp bu tacın

Orhan Gazi zamanında Bilecik’te ortaya çıktığını, Hacı Bektaş’la alakası olmadığını

kaydetmektedir.56 Y.Nuri Öztürk ise, Âşıkpaşazâde’nin sözünü ettiği bükme elif tacın,

bacılar tarafından imal edildiğini ve menşeinin Kayseri’deki Külahdüzler Mahallesi’ne

de ismini veren “külah” modeline dayandığını ileri sürmektedir. Öztürk,

Âşıkpaşazâde’nin bu yorumunun eksik ve hatta maksatlı olduğunu söylemektedir.57 O

halde Hacı Bektâş-ı Velî ile Yeniçeri Ocağı arasında bir ilişkinin olmadığına göre, bu

irtibatlandırmalar nereden kaynaklanmaktadır?

Kısaca Hacı Bektâş’ın Orhan Gazi (1326-1362) ve oğlu I. Murat (1362-1389)

devrinde kurulan Yeniçeri Ocağına duâda bulunması, kıyafetlerini kutsaması daha

sonra Yeniçerilerin pîri kabul edilmesi ile ilgili rivâyetlerin, ilk Osmanlı fetihlerine

53 Ocak, Babailer İsyanı, s.223. 54 Cemal, Şener, Alevilik Üstüne Ne Dediler, İstanbul, 1990, s. 159. 55 Gölpınarlı, a.g.e. s. 71-73. 56 Aşıkpaşazade, Âşıkpaşaoğlu Tarihi, N.Atsız, İstanbul 1992, s.16, Abdülkadir Sezgin, Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşîlik, s.128. 57 Öztürk, a.g.e., s.87.

14

katılan ve Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasını sağlayan Kara Rüstem, Seyit Ali Sultan, Gazi

Evrenos, Abdai Musa gibi kişilerin, ahilik, gazilik ve Hacı Bektaş’la irtibatlı

olmalarından dolayı ortaya çıkmış olabileceği anlaşılmaktadır.58

4. Evliliği

Hacı Bektâş-ı Velî’nin evli olup olmadığı, Bektâşîler arasında ihtilaf konusu

olmuştur. Bektâşîler, bu konuda Hacı Bektâş-ı Velî’nin evli olduğu görüşünü kabul

eden Çelebiler kolu ve evlenmediği görüş ve kanaatinde olan Babağan (Babalar) kolu

olmak üzere iki gruba ayrılmışlardır.59

Coşan’a göre, Hacı Bektâş-ı Velî mücerret (bekar) olarak göçmüş, çocuğu

olmamıştır.60 Evlendiği kanaatinde olanlar şu olayı öne sürerler; Velâyetnâme’de,

Hünkâr’ın bir gün abdest alırken burnunun kanadığı, Kadıncık’tan bu abdest suyunu

tenha bir yere dökmesini istemiştir. Bunun üzerine Kadıncık Ana da bu suyu, Hünkar’a

göstermeden içmiş leğeni tekrar götürmüştür. Hünkar, Kadıncık Ana’nın bu suyu

içtiğini anlamış ve Hünkâr’ın sorusu üzerine Kadıncık Ana da; “Erenlere ne malûm

değil, erenlerden artanın bir yudumunu bile dökecek yer bulamadım, ancak karnımı

buldum.” demiştir. Hünkâr’ın da: “ Bizden umduğun nasibi aldın, senden iki oğlumuz

olacak, halkın yetmiş yaşındakileri, onların yedi yaşında olanlarının elini öpsünler.

Dünya bozulsa da onlar sırtları üstüne yatsınlar, hiç zahmet görmesinler.” Demiştir. Bu

söz üzerine Kadıncık’ın üç oğlu olduğu, ama bunlardan birinin Hünkâr’ın sağlığında

ölüp diğer ikisinin yaşadığı, soylarının yürüdüğü şeklinde anlatılmaktadır.61

Evlenmediği tezini savunan Babağan kolu, Hacı Bektâş’ın kesinlikle

evlenmediğine inanmaktadır. Onlara göre, Bektaş bekar göçmüştür. Kadıncık Ana

evladı, onun burun kanından gelme manevi evladıdır, bel evladı değil “nefes evladı”dır.

Bu görüşe karşı çıkan Çelebiler ise, Hacı Bektâş’ın Sulucakarahöyük’te yerleşmesini;

58 Coşan, Makâlât, s.XXIX., Abdülbaki Gölpınarlı, Velâyetnâme, s.127. 59 Hasan, Yavuzer, “Hacı Bektaş-ı Velî’nin Kişiliği ve Türk Tasavvuf Hayatındaki Yeri”, Hacı Bektaş-ı

Velî Araştırma Dergisi , Kasım 1997 Ankara, s. 178 . 60 Coşan, a.g.e., s.XXII. Ethem Ruhi Fığlalı,Türkiye’de Alevilik Bektaşîlik, s.151. 61 Gölpınarlı, a.g.e., s.65, E.Ruhi Fığlalı, Türkiye’de Alevilik-Bektaşîlik s.152, Y.N.Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşîlik, s.94.

15

oraya gidince İdris Hocanın kızı Fatma Nuriye (Kadıncık Ana) ile evlenmesi ve bu

evlilikten İbrahim Seydi (Seyyid Ali Sultan=Timurtaş) adında bir çocuğun dünyaya

gelmesiyle açıklarlar.62

Abdülkadir Sezgin, Tarikat-ı Âliyye-i Bektâşîyye isminde bir kitap yazan

Munci Baba’dan, şu bilgiyi aktarmaktadır: “Benim Pîrim evli idi ve hâlâ nesl-i âliyyesi

bihamdillah pâyidardır. Menkûha-i muhteremesi, nikahlı eşleri ise Kutlu Melek

(Kadıncık Ana) denilmekte maruf Fatma Nuriye nâm hatun-ı mübarektir.” 63 Bedri

Noyan ise, Hacı Bektâş’ın evlenmediğini ileri sürmekte ve “Hacı Bektâş-ı Velî evladı”

deyimini Hacı Bektaş yoluna mensup olanlar anlamında anlamaktadır. Onun evli

olduğunu iddia ettikleri Kadıncık Ana, İdris Hoca adındaki kişi ile evli bir hanımdır.

Her ikisi Hacı Bektaş’a intisap edenlerdendir. Hacı Bektaş, Kadıncık Ana’yı kendisine

manevi evlat edinmiştir.64

Ethem Ruhi Fığlalı’ya göre Fatma Bacı, Ahi Evren’in karısı ve Ahi Evren’in

mürşidi Şeyh Evhadüddin-i Kirmani’nin kızıdır. Fatma Bacı, Ahi Evren ve ahilerinin

659/1261’de Kırşehir’de Nureddin Caca tarafından katliama tabi tutulmalarından sonra

kaçarak, Sulucakarahöyük’te Hacı Bektâş-ı Velî’ye sığınmıştır. Orada Bedrettin İdris

adlı biriyle evlenmiş, Hacı Bektaş da onu evlat edinmiş, o da Hacı Bektaş’tan ve

babasından kalan serveti erenler yolunda harcamış ve hatta Hacı Bektâş-ı Velî’nin

vefatından sonra ona türbe yaptırmıştır. 65

İddialar ne olursa olsun Hacı Bektâş’ın evliliği Çelebiler ve Babalar arasında

bazen alevlenen bazen de küllenen bir konu olmuştur. Hacı Bektâş’ın dinî düşüncesi

göz önünde bulundurulduğunda, evlenmiş olma ihtimalinin kuvvetli olduğu

söylenebilir.

62 Coşan, a.g.e., s.XXIII, Fığlalı, a.g.e., s.152. 63 Sezgin, a.g.e., s.17. 64 Bedri, Noyan, Bektaşîlik Alevilik Nedir, İstanbul 1995, s.22. 65 Fığlalı, a.g.e., s. 153.

16

5. Vefatı

Velâyetnâme’ye göre Hacı Bektaş hayatını sürdürdüğü Sulucakarahöyük’te

ölmüş ve aynı yerde toprağa verilmiştir. І. Murat, Bektaş’ın mezarını Yanko Madyan

adlı mimara yaptırtmış, ІІ. Beyazıt ise mezarın kubbesini kurşunla kaplattırmıştır.66

Tarihi verilere göre Hacı Bektaş, eski adı Sulucakarahöyük olup, günümüzde

Hacı Bektaş olarak bilinen yerde 1270-1271 tarihinde vefat etmiştir. Tabiatıyla mezarı

bu ilçede bulunmaktadır. Âşıkpaşazâde’nin belirttiğine göre mezarını Hatun Ana

(Kadıncık Ana) yaptırmıştır.67 Türbesi bugün hâlâ farklı zümrelere mensup insanlar

tarafından ziyaret edilmektedir. Ayrıca ilçede her yıl 16 Ağustos tarihinde ilçe

belediyesi tarafından “Hacı Bektaş’ı Anma Programı” düzenlenmektedir.

66 Gölpınarlı, a.g.e., s.89-90, İrene Melikoff, “İlk Osmanlıların Toplumsal Kökeni”, s.157. 67 Âşıkpaşazâde, a.g.e., s.223.

17

B. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN KİŞİLİĞİ

Hacı Bektâş-ı Velî’nin kişiliğini tespit edebilmek için öncelikle ona atfedilen

eserlerin ciddi bir şekilde incelenmesi ve içeriklerinin anlaşılması gerekir. Bu

bağlamda ona ait olan Makâlât ile Velâyetnâme adlı eserlerden istifade etmeye

çalışacağız.

1. İlmî Yönü

Velâyetnâme bize Hacı Bektâş-ı Velî’nin ilmî yönü hakkında yeterli ipuçları

vermektedir. Eserde anlatılan, Hacı Bektaş güçlü bir imana sahip, ibadetlerini yerine

getiren, takvâlı fakat, İslamî konularda derinleşmiş ve bu alanda otorite kabul edilecek

seviyede bilgisi olmayan bir şeyhtir. Göçebe yaşayan bir Türkmen şeyhinin köy köy

dolaşırken ilimlerde otorite olabilecek bir seviyeye ulaşması çok zordur.

Velâyetnâme’deki bazı rivâyetlerde, Hacı Bektâş’ın güçlü bir Allah inancının olduğu

anlaşılmaktadır. Mesela, “Bismillah deyip Kutbettin Haydarı kucağına aldı”,68

“Besmeleyle yemeğe başladı”69 vb. rivâyetler de olduğu gibi o, yaptığı her işte

Allah’ın adını anmayı dini bir prensip olarak hep uygulamıştır. Ayrıca insanlar bazı

dini konularla ilgili soru sormak için Hacı Bektâş-ı Velî’ye geliyorlardı. Bu da bize

gösteriyor ki o, yaşadığı çevrede dini konularda bilgi sahibi, yaşayış olarak dindar ve

takva sahibi bir şeyh olarak tanınmıştır.

Hacı Bektâş-ı Velî hocasından iyi bir eğitim almıştır. Arapça ve Farsçayı kitap

yazacak kadar iyi öğrenmiş ve devrinde geçerli olan bütün bilgilerle donanmış70 olması

da bu durumu göstermeye yeterlidir. Küçük yaştan itibaren Kur’an-ı Kerîm ve dini

bilgiler konusunda yeterli eğitimi almıştır. Vehbi bir ilme sahip olduğunu A.Gölpınarlı

belirtmiştir.71

68 Gölpınarlı, a.g.e., s.11. 69 Gölpınarlı, a.g.e., s.57. 70 Çiğdem, Aktaş, “Hacı Bektaş-ı Velî”, Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi sy. 14 2000, s.201. 71 Bak. Gölpınarlı, a.g.e., s. 6 , Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 76-77.

18

Eflâki’ye göre, Hacı Bektâş-ı Velî tutucu değil, -Peygamberin sünnetini tam

anlamıyla izlememesine ve beş vakit namaz kılmamasına rağmen- iyi bir müslümandı.72

Yaşar Nuri Öztürk de, “Hacı Bektâş-ı Velî, Kur’ân ve sünnet kaynaklı genel sûfî

düşüncenin içindedir” der.73 Fakat Hacı Bektâş’ın Sünni akaide ters bir anlayışa sahip

olduğunu ileri sürenler de vardır.74

Makâlat adlı eserinde ise, Hacı Bektaş gerçekten dini konularda derinlemesine

bilgi sahibi biri olarak anlatılır. Eserin birçok sayfasında âyet ve hadisler yer almakta ve

anlatılan konular bunlarla desteklenmektedir. Mesela her varlığın aslına döneceğinden

bahsederken “Sizi yerden (topraktan) yarattık, oraya döndüreceğiz ve başka bir sefer

yine oradan çıkaracağız”75 âyetini zikreder.76 Peygambere iman konusunda,

Peygamberlerden bahsederken Hz. Muhammed’in (sav) “ Bir gün tok, iki gün aç

dururum.” hadisini nakleder.77 Bunlardan da anlaşıldığına göre Hacı Bektâş’ın

mevzûları izah ederken âyet ve hadislerden yararlandığı dolayısıyla âyet ve hadisleri iyi

bildiği anlaşılmaktadır.

2. Tasavvufi Yönü

Âşıkpaşazâde, Hacı Bektâş-ı Velî’yi meczup bir derviş olarak tanıtır.78

Âşıkpaşazâde, Hacı Bektâş’ın bir şeyh olacak ve bir tarikat kuracak durumda olmayıp,

kendini bilemeyecek kadar cezbe sahip bulunduğunu kaydeder. Elvan Çelebi de “tâc-ı

sultanı istemeyen, Allah’ın kendisine edep, ilim, bilim ve takva verdiği bir şahsiyet olup

şeriatı bilip onunla amel eder, tarikatta da ârif vasfına sahip kişidir.”79 der. Hacı

Bektâş’ın Sünni bir mutasavvıf olduğu tezini ileri sürenler, genellikle Makâlat isimli

72Ahmet Eflaki, Âriflerin Menkıbeleri, terc.Tahsin Yazıcı I, s. 411-412. 73 Öztürk, a.g.e., s.98. 74 Şakir,Keçeli, “Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Aleviler”, Yol Dergisi 2, 1999 Ankara, s.48-49. 75 Taha 20/55 76 Hacı Bektâş-ı Veli, Makalât, Haz. Esat Hacı Bektâş-ı Veli, Sadeleştiren, Hüseyin Özbay, Ankara 1996, s.6. 77 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.9. 78 Âşıkpaşazâde, Tevarih-i Âli Osman, s. 204-205. 79 Elvan Çelebi, Menâkıbu’l Kudsiyye, nşr. İsmail Erünsal- A.Yaşar Ocak, s.170-171.

19

esere dayanırlar.80 Yaşar Nuri Öztürk, makâlat hakkında “Kur’ân ve sünnet üzerine

çevrilmiş bir Türkmen yorumudur.” 81 der.

Ahmet Yaşar Ocak’a göre, Velâyetnâme’nin dikkatli bir tahlili yapıldığında,

Hacı Bektâş-ı Velî’nin, hem Ahmet Yesevî hem de Yesevilik etkilerini geniş ölçüde

taşıyan Kutbettin Haydar geleneğini sıkı sıkıya koruyan bir Haydari şeyhi olduğu

ortaya çıkmaktadır. Hacı Bektaş, Yesevilik ve Kalenderiliğin karışımından oluşan

Haydari tarikatının bir mensubu olarak Anadolu’ya gelmiştir. Daha sonra Baba İlyas-ı

Horasani çevresine girerek Vefâilik tarikatına intisap etmiş ve hayatının sonuna kadar

da böyle yaşamıştır. Bektâşîlik tarikatını kendisinin kurmadığı muhakkaktır.82 Yaşar

Nuri Öztürk’e göre, Hacı Bektâş-ı Velî’nin düşüncesi Kur’ân ve sünnet kaynaklı genel

sûfî düşüncesinin tamamen içindedir. Tarih boyunca, en büyük Bektâşî düşmanlarının

bile, Hacı Bektaş’tan saygı ile bahsetmeleri bundandır. O, Türk’ün karekteristik

vasıflarıyla tasavvufu kaynaştırırken İslâm dairesinden dışarı çıkmamıştır. Yine o, İslam

ahlâkı ve ruhuyla Türk duygu ve civanmertliğinin birleşimi olan “Alp-eren” tipinin bir

tür amentüsü olarak görülebilir.83

Hacı Bektâş-ı Velî’nin eserlerini özellikle Makâlât’ı incelediğimiz zaman

karşımıza şu sonuç çıkıyor: Düşüncelerini Kur’ân âyetlerine ve hadislere

dayandırmıştır. Ayrıca önemli gördüğümüz bir diğer husus da, onun düşünce

dünyasında Şiiliğe ait bir durumun yer almamasıdır. Hacı Bektâş-ı Velî’nin Şii

olduğunu merhum Fuad Köprülü’nün “Anadolu’da İslamiyet” isimli makalede dile

getirmiştir. Köprülü bu bilgiye delil olarak Makâlât’ın ön kısmında yer alan şu beyitleri

vermiştir:

Hem on iki imama ikrarun

Bunların zıddına inkârın olsun

Muhip ol dostuna, zıddına düşman

Dilersem kim ola imanın rûşen84

80 A.Yaşar, Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, İstanbul 1996, s.161. 81 Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşîlik, s.97. 82 A.Yaşar, Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar ,s.163. 83 Öztürk., a.g.e., s.98. 84 Köprülü, Anadolu’da İslâmiyet, İst 1996, s.52,95.

20

Esad Coşan’a göre, anılan bu beyitler Makâlât’ın diğer güvenilir nüshalarında

mevcut değildir. Ve aynı mahalde Hz. Ebubekir , Hz. Ömer , Hz. Osman ve Hz. Ali

hakkında methiyeler yer almaktadır. Fuad Köprülü’nün kullandığı nüshaya ait

mukaddimenin tahrif edildiği anlaşılmaktadır. Eserin istinsahını yapan kişi mutaassıp

bir Alevî olduğu için, metindeki dört halife methine tahammül edememiş metni

değiştirmiştir. Çünkü, eserin sahibi ve nâzımı olan Muhammed Hatipoğlu’nun

Letâifnâmesi’nde aynı parçalar aynı şekilde bulunduğu ve Hatipoğlu’nun İznik

Medresesi’nde hadis ve tefsir müderrisi olduğu bilindiği için Köprülü’nün kullandığı

nüshaya ait mukaddimenin muharref ve bozuk olduğu rahatlıkla anlaşılır.85

Coşan: “Hacı Bektaş da, Aşık Paşa, Yunus Emre ve Mevlana gibi o çağların

Sünni, şeriata bağlı, riyadan, kötü huylardan, ilhad ve ibahecilikten uzak olgun

mutasavvıflar zümresindendir” der.86 İren Melikoff da, Baba İlyas’ın ve muridi Hacı

Bektâş-ı Velî’nin Şii olmadıklarını; Şiiliğin Bektâşîliğin içine XV. yüzyılın ikinci

yarısıyla XVI. yüzyılın başlarında girdiğini belirtir. İran’dan kaçan Hurûfî dervişleri

devletin takibatından kurtulmak için, Bektâşî tekkelerine sığınmışlardır. Bu durum da,

Bektâşîlerin düşüncelerini etkilemişledir. XV. Yüzyılın sonlarına doğru Erdebil Safevi

tarikatının Şiileşmiş biçiminin Anadolu’da yoğun propaganda faaliyetleri yapması

Bektâşî tarikatını da etkilemiştir.87

Tahir Harimi ise, bu görüşlere katılmaz. Ona göre, Hacı Bektâş-ı Velî Anadolu

Şiiliğini temsil eden şahsiyetlerin başında gelir. Lokman Parende, Şiiliğin mezhebini

taşıyan Cafer Sadık’tan hırka giymiş ve bu hırkayı da Beyazıd Bestami getirmiştir.88 O,

Hacı Bektâş-ı Velî’yi Anadolu üzerinde hakim bir nüfûz sahibi olan Şii dailerinden

birisi olarak görmektedir.

85 Coşan, Makâlât, s.XXXVII-XXXVIII, Y.N.Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşîlik, s.99-100, Süleyman Hayri Bolay, “Hacı Bektaş Velâyetnamesinde İbadet Unsurları” s.83-91, I.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Sempozyumu Bildirileri,(22-24 Ekim 1998) Ankara 1999. 86 Coşan, a.g.e., s.XXXVIII. 87 İrene, Melikoff, a.g.m, s.152. 88 Tahir Harimi, Balcıoğlu, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları , s.179.

21

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektâş-ı Veli’nin düşüncesi Kur’an ve

Sünnetle örtüşen bir yapıdadır. Onun sufi düşüncesinde de Kur’an ve sünnete muhalif

bir görüşü yoktur.

C- HAC-I BEKTÂŞ-I VELİ’NİN ESERLERİ

Yakın zamana kadar Hacı Bektâş-ı Veli’ye ait olduğu bilinen eserlerin sayısı

oldukça azdı. Fuad Köprülü, onun sadece “Fatiha Tefsiri” ve “Makalât” adlı eserinin

olduğunu iddia etmiştir.89 Daha sonraki araştırmacıların Hacı Bektâş’a ait olduğunu

söyledikleri eserler ise şunlardır:

1. Kitabu’l – Fevaid

İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Türkçe yazmalar bölümü 55 numarada bir

nüshası bulunan90 eserin muhtevası üçüncü bir şahıs tarafından anlatılmakta, fakat

anlatılanların Hacı Bektâş’ın kendi kaleminden çıktığı, esere “Fevaid” adını onun

verdiği belirtilmektedir. Abdülbaki Gölpınarlı, bu eserin Hacı Bektâş-ı Velî’ye ait

olmadığını, Mesnevi, Nefahat,.. gibi tasavvufi eserlerden intihapla oluşturulduğunu,

eserin uydurma olduğunu ve muhtevasındaki sözlerin çoğu tefsirlerde ve Mesnevi’de

geçtiğini belirtmektedir.91 Esad Coşan ise, bu eserin, Makâlât ile şaşılacak derecede

benzerlik arz ettiğini, Kitabu’l Fevaid ile Hacı Bektaş arasında bir ilgi ve irtibat

bulunduğu; ancak eserin çeşitli ilave ve tahrifler ile orijinal hüviyetinden uzaklaştığı

düşüncesindedir. Ona göre; eser, bir mürit tarafından, onun ağzından çıkanları

kaydetmek suretiyle yazılmış olabilir.92

Eserin, İstanbul Üniversitesindeki nüshası Türkçeye çevrilmiş ve eser

çoğaltılmıştır.93

89 Fuad Köprülü, Anadolu’da İslamiyet, s.86. 90 Coşan, a.g.e., s.XXXIX. 91 Gölpınarlı, “Bektaş” , Türk Ansiklopedisi ,VI/33 ,İstanbul 1968. 92 Coşan, a.g.e., s.XL. 93 Gölpınarlı, “Bektaş” , Türk Ansiklopedisi ,VI/33.

22

2. Fatiha Suresi Tefsiri

Hacı Bektâş-ı Velî’nin böyle bir eserinin bulunduğunu ilk defa Fuad Köprülü

belirtir. O da, Baha Said Beyin, Tire’de yanan bir kütüphanede Hacı Bektaş’a ait bir

Fatiha tefsirini gördüğü bilgisine dayanmaktadır.94

Esad Coşan ise, eser hakkında daha geniş bir araştırma yapmak için bu

kütüphaneye gittiğini, ancak, ne ilgili nüshaya ne de başka bir kayda rastladığını, ancak

mutasavvıfların, özellikle Fatiha Suresi Tefsiri ile uğraşmaları yaygın olduğundan, Hacı

Bektâş’ın gerçekten böyle bir kitap yazmasının muhtemel olduğunu söylemektedir.95

3. Şathiyye96

Hacı Bektâş’ın iki sayfa kadar tutan bir Şathiyye’si mevcuttur. 1091/1680

yılında Enverî mahlaslı Hurûfî ve Nakşi bir müellif bu Şathiyye’yi nazım ve nesir

karışık olarak “Tuhfetû’s- Sâlikîn” adıyla şerh etmiştir.97 Eserin yeri bilinmemektedir.

Bu konuda Türk Ansiklopedisi’nin “Bektaş” maddesinde sınırlı bilgi veren Gölpınarlı,

eserin yerini zikretmemiştir.98

4. Hacı Bektâş’ın Nasihatları

Hacı Bektaş ilçesi, Halk Kütüphanesi 29 numarada kayıtlı olan nüshada

Dedemoğlu tarafından yazılan “Akâid i Tarîkât”ın devamında, Hacı Bektâş’ın

emanetleri (yani nasihat ve vasiyetleri) kaydedilmiştir. Ayrıca İstanbul Arkeoloji

Kütüphanesi 891numarada kayıtlı “Mecmûatür- Resâil” içinde tamamlanmamış bir Hacı

Bektaş Nasihatleri bulunmaktadır. Bu nasihatlerin ona ait olup olmadığı tespit

edilememiştir.99

94 Fuad,Köprülü, “Anadolu’da İslâmiyet”, s.86. 95 Coşan, a.g.e., s.XL-XLI. 96 Şathiye, çoğulu şatahat,şathiyattır.Mutasavvıfların manevi sarhoşluk ve cezbe anında sarfettikleri , ölçüye sığmaz sözleridir.bk. İslâm Ansiklopedisi, Şath. Mad. XI/351. 97 Coşan, a.g.e., s. XL-XLI. 98 Gölpınarlı, “Bektaş” mad.VI/33. 99 Coşan, a.g.e., s. XLI.

23

5. Şerh-i Besmele

Bir nüshası Manisa Kütüphanesi’nde 3536 numarada kayıtlı olup, “Kitâb-ı

Tefsîr-i Besmele Ma’a Makâlât-ı Hacı Bektâş Rahmetullâh” başlığını taşıyan 827/1422

yılında Cafer b. Hasan tarafından istinsah edilmiş bir eserdir. 57 sayfa olup, Rüştü

Şardağ tarafından 1985’te yayınlanmıştır.100

6. Makâlât

Hacı Bektâş’ın en önemli ve en kapsamlı eseridir. Birçok nüshası

bulunmaktadır. Süleymaniye ve İstanbul Üniversitesi Kütüphanelerinde yazmaları

mevcuttur. Bu eser üzerinde ilk ciddi çalışmayı Esad Coşan yapmıştır.101 Kitabın

orijinali Arapça olup henüz ele geçirilememiştir.102 Eserde; şeriat, tarikat, hakikat ve

marifet kapıları, âyet ve hadislerle desteklenerek açıklanmıştır. Velâyetnâme’de

Makâlât’ın aslının Arapça olduğu ve Sadettin Konevî tarafından Türkçeye çevrildiği

rivâyet edilmektedir.103

Esad Coşan, yaptığı araştırmalar sonucunda eserin kesin olarak Hacı Bektaş’a

ait olduğu kanısına varmıştır.104 Fakat Ahmet Yaşar Ocak, eserin kesin olarak Hacı

Bektaş’a ait olduğunun söylenemeyeceğini ifade etmektedir. Ona göre Hacı Bektâş-ı

Velî’ye izafe edilen diğer eserler gibi, Makâlât’ın da onun kaleminden çıkmış olduğu

tarihen ispat edilememiştir.105 Yılmaz Soyyer de Esad Coşan’ın sözlerine katılarak bu

eserin Hacı Bektaş’a ait olduğu düşüncesindedir.106 Son olarak Hüseyin Özbay, Esad

Coşan’ın tenkitli neşrini sadeleştirerek yayınlamıştır.107

100Bkz. Rüştü Şardağ, Her Yönü İle Hacı Bektaş-ı Velî ve Şerh-i Besmele, İzmir, 1985 , E.Ruhi, Fığlalı, Türkiye’de Alevilik-Bektaşîlik , s.160, Bayram Ali Çetinkaya, “Hacı Bektaş-ı Velî’nin Hayatı ve Eserleri” CÜİFD. sy.3,1999, s.349. 101 Esad Hacı Bektâş-ı Veli , Makâlât, Seha Neşriyat, Ankara 1971. 102 Ocak , Bektaşî Menakıbnamelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983, s.5 , bkz. Meydan Larausse, “Bektaşîlik” , II/249. 103 Gölpınarlı, a.g.e., s. 61. 104 Coşan, a.g.e., s. XLIII. 105 Ocak, “Hacı Bektaş-ı Velî” , DİA. XIV/457. 106 Soyyer, Sosyolojik Açıdan Alevi Bektaşî Geleneği, İstanbul1996, s.3. 107 Hüseyin Özbay, Hacı Bektaş-ı Velî Makâlât, Ankara 1990.

24

7. Hacı Bektâş-ı Velî’ye Atfedilen Diğer Eserler

Makâlât-ı Gaybiyye, Kelimet-i Ayniyye, Hurde-Nâme, Üssü’l-Hakîka gibi bazı

eserlerin de Hacı Bektâş-ı Velî’ye ait olduğundan söz edilse de, adı geçen eserlerin Hacı

Bektâş-ı Velî’ye ait olduğu ortaya konulabilmiş değildir.108

108 Coşan, a.g.e., s.XLI, Abdülbaki Gölpınarlı, “Bektaş” , Türk Ansiklopedisi ,VI/33.

25

İKİNCİ BÖLÜM

HACI BEKTAŞ VELİ’NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI Hacı Bektâş’ın düşünce dünyasını ortaya çıkarmak için, ona atfedilen eserleri

temel kaynaklar olarak almak gerekir. Bu eserlerin başında ise Makâlât, ve Şerh-i

Besmele gelmektedir. Ayrıca Firdevsî (Şuara tezkirelerinde Firdevs-i Rumî ve Firdevs-i

Tavil diye adı geçen tarih ve muhadaratta bilgi sahibi olan Bursalı İlyas b. Hızır’dır. II.

Beyazıt adına 380 cüzlük “Süleymannâme” yazmış bu eserin 300 cüzü beğenilmediği

ve yakıldığı için kızarak İran’a kaçmış ve orada ölmüştür.) tarafından yazıldığı bilinen

Velâyetnâme’nin109 de önemi büyüktür. Onun düşünce dünyasını üç başlıkta ele aldık.

Bunlar; Ahlâkî görüşleri, İtikâdî görüşleri ve İbadet anlayışı.

A. AHLÂKÎ GÖRÜŞLERİ

Hacı Bektâş-ı Veli’nin eserlerinde üzerinde durduğu konuların başında ahlâkî

görüşleri gelir. İnsanın mizacı ve karekteriyle ilgili hususlar üzerinde durur. Bir insanın

tarikata girebilmesi için güzel ahlâkla ahlâklanması , kötü hasletten kurtulması gerekir.

Nefsin kötü arzularından uzaklaşıp kendini olgunlaştırmalıdır. İnsan nefsini nasıl eğitir

ve İnsanı kâmil olmanın yollarını bize öğretir. Dış görünüşüne hiç önem vermeyen

Hacı Bektâş-ı Veli’nin insan görüşünü inceleyelim.

1. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN İNSAN GÖRÜŞÜ

Allah, bütün kainatın yaratıcısıdır. Gökteki meleklerden cinlere kadar,

hayvanât, nebâtât her şey Allah’ın “ol” demesiyle var olmuşlardır. İnsan yaratılmışlar

içerisinde en önemlisi olup “eşref-i mahlukât”tır. Kur’ân’a göre insan, Allah’ın

yeryüzündeki halifesidir. Pek çok âyette insanın halife olduğuna dair ifadelerden biri;

“Hatırla ki, Rabbin meleklere: ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’, dedi. Onlar:

bizler hamdinle seni tesbih ve takdis edip dururken yeryüzünde fesad çıkaracak, orada

kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara: Sizin

109 Coşan, a.g.e., s.XVII.

26

bilemeyeceğinizi ben bilirim dedi”.110 İşte Hacı Bektâş-ı Velî bu fikirleri ifade eden

âyetlerden dolayı insanı, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak kabul eder. O bu konuda

şunları söyler; “Âdemi rıza suyuyla yıkadılar, ululuk ve ihtişam tâcını başına koydular,

kerâmet hilatını üstüne giydirdiler. Yücelik kürsüsü üzerine oturttular. Halife adını

koydular ve yerde ve gökte halifesin dediler”.111

Hacı Bektâş-ı Velî insanla kainat arasında bir münasebet kurar ve bu

münasebeti, insan vücudunu evrenle mukayese etmek suretiyle göstermeye çalışır.

“İnsanın başı Arş’a benzer. Dünya da gök var, yer var. İnsanın da arkası göğe, tabanı

yere benzer. Akıl aya, marifet güne, ilim yıldızlara benzer. Hem yedi kat gök vardır.

İnsanın teni dahi yedi kattır. Deri, et, kan, damar, sinir… Dünyada bulut var, yağmur

var. İnsanda kaygı buluta, gözyaşı yağmura benzer”.112

Hacı Bektâş-ı Velî, kâmil bir insanın vasıflarını da bize öğretiyor: Kâmil

insan her şeyden önce, gönül dünyası kirlerden arınmış bir insandır. Hacı Bektâş,

mükemmel bir insan olma yolunda dış görünüşe hiç değer atfetmez. Sözlerimiz ve

giysilerimizle ve hatta davranışlarımızla filan veya falan unvanları alabiliriz, ama bunun

gerçekte bir değeri yoktur. Yaratıcı katında unvanımız, gönül şehrimizin temizliğine

göre belirlenecektir.113 Hacı Bektaş dış görünüşe önem vermez, önemli olan iç dünyadır.

Yani şekilciliğe önem vermeyen bir insan modeli çizmektedir.

“Hararet nardadır, sac’da değildir

Keramet baştadır, tac’da değildir

Her ne arar isen kendinde ara

Kudüs’te Mekke’de, Hac’da değildir.114”

diyen Hacı Bektâş-ı Velî, her şeyi insanda arayan, Hakk’ı kendi özünde, kendi özünü

Hakk’ta bulan anlayışıyla sevgiyi kendisine rehber kılmıştır. Onun din anlayışı her türlü

gösterişten, tutuculuktan ve şekilcilikten uzaktır. Onun dine bakışının esasını, insan

sevgisi, evrensel barış, hoşgörü, doğruluk gibi erdemli ilkeler oluşturur. O, Cenneti,

Mekke’de, Kudüs’te, Hira Dağı’nda değil, kalplerde, gönüllerde arar. O “Ellerin

110 Bakara 2/30. 111Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.46. 112 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.34. 113 Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşîlik, s.115. 114 İsmet Zeki,Eyupoğlu, Bütün Yönleriyle Hacı Bektaş-ı Velî, İstanbul 1998, s.103.

27

Kâbe’si var, benim Kâbe’m insandır” diyerek bu erdemli düşüncesini dile

getirmektedir. İnsana verdiği değeri, “Düşmanınızın bile insan olduğunu unutmayınız”

sözüyle dile getirir.115

Hacı Bektâş-ı Velî, insan ömrünü beş vakit namaza benzetir. Çocukluk halini

sabah namazına, ergenlik halini öğle namazına, yiğitlik halini ikindi namazına, yaşlılık

halini de yatsı namazına benzetmektedir. Uyumayı ölüme benzetir, tekrar uyanmayı da

ölüp geri dirilmeye benzetir.116 Hacı Bektâş-ı Velî insanları dört gruba ayırarak

değerlendirir: Âbidler, Şahitler, Ârifler ve Muhipler.117

Âbidler; şeriat mertebesinde kalan kimselerdir. Bunlar ibadetlerin şart

olduğunu bilir, fakat yeterli olmadığını bilmezler. Kuralları icra etmenin her şey

olduğunu zannederler. Hacı Bektâş-ı Velî, “âbidler” olarak isimlendirdiği kişilerin

avam olduğunu, bunların kendilerini tam olgunluğa eriştiremedikleri için, birbirlerini

incitebileceklerini, birbirlerine karşı kibir ve kıskançlık gösterebileceklerini belirterek,

bunların birbirlerine düşman olabileceğine dikkat çekmektedir.118

Şâhitler; bunlar ateş ehli olup, tarikat kavmidir. Bunlar dünyada kendilerini

yakarlar. Ancak bu dünyada çektikleri ıstırabın ve katlandıkları fedakârlığın karşılığı

olarak sonsuzlaşmış, ahiret kaygılarından kurtulmuşlardır. Ölümden sonra onlara korku

ve endişe yoktur. Hacı Bektâş bunları, gece gündüz ibadet edip, korku ve ümit arasında

bulunan, nereden gelip nereye gittiklerini bilmeyen kimseler olarak tasvir etmektedir.

Ona göre bu guruptaki insanlar bu makama kendi çabalarıyla gelmişlerdir.119

Ârifler; bunlar hem arı hem de arıtıcı insanlardır. Âriflerin aslını suya

benzeten Hacı Bektâş-ı Veli, bu guruptaki insanların içlerinde ne kötülükten ne de

pislikten hiçbir şeyin bulunmadığını dile getirmektedir. Ona göre âriflik mertebesine

ulaşmış kişi, artık dünya ve ahiret endişesinden uzaklaşmış, çok derinden Allah’ı

düşünerek manevi mertebesinin yükselmesini bekleyen, istediğini sadece Allah’tan

isteyen ve ümitsizliğe düşmemesi gereken kişi der.120

115 Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî’nin Kişiliği, http/www.ziyababa.org. 02.02.2006. 116 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.41. 117Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.30-31. 118 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.31. 119 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.3. 120 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.31.

28

Muhipler ise, hakikat ehli olup asılları topraktandır. O, bu konuda şöyle der:

“Bunlar hakikat kavmidirler. Bunların aslı topraktandır. Toprak teslimiyet ve rızâyı

temsil eder. Bu yüzden muhip de teslimiyet ve rızâ içinde olmalıdır.”121

Hacı Bektâş-ı Velî’nin insanlar için kullandığı birtakım vasıflar vardır.

Bunlardan biri “âkil” yani “akıllı olma” sıfatıdır. O akıllı kişinin üç bekçisinin

bulunduğunu, bu üç bekçinin gönülden rızayı ve dünya sevgisini çıkaracağını, şeytanın

da bu üç erdemden (sabır, haya, kanaat) korktuğunu ifade eder.122 İnsanlar için

kullandığı vasıflardan birisi de “mürid” dir. O , müridi “mürid-i mutlak, mürid-i mecaz

ve mürid-i mürted” diye üçe ayırır.123

Hacı Bektaş’a göre insan, Allah’ın kendisini akıl, bilgi ve gönül ile donattığı

insandır. O, kul ile Allah’ın yakınlığını önemseyerek “münacat” adını verdiği ve

Allah’a, “O’nu görüyormuş gibi kulluk etmenin” gerekliliğini ifade eden hadisin

insanlarca rehber kılınmasına hep vurgu yapmıştır. Ona göre insanların “Çalap

Tanrı’yı kendilerinden, kendilerini de Çalap Tanrı’dan bildiklerini” söyleyen

muhiplerin, ârif ve âşıkların, kısaca kâmil velilerin yolunda olması gerekir. Bunun için

insan, her şeyden önce içini tertemiz kılıp, dış görünüşe önem vermemeli; tevazu

sahibi olmalı, yetmiş iki milleti ayıplamamalı, bütün yaratılmışları Yaratan’dan ötürü

sevmesini bilmeli, onlara karşı hoşgörülü ve emin olmalı, daima münacat aşk ve şevkle

Allah ile biliş buluş içinde bulunmalıdır.124

Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre, kâmil insan, her şeyden önce iç dünyası,

kirlerden arınmış insandır. O, mükemmel insan olma yolunda dış görünüşe hiçbir değer

vermeyendir. Türk tasavvuf düşüncesinin bu anlayışı, Horasan diyarındaki Melâmet

ocağının ürünü olarak kendisini gösterir. Melâmet anlayışı ki, Hacı Bektaş’ın

kişiliğinin dinsel yönünü oluşturur. Melamet anlayışı, Türklerin mert, sevecen fakat

göründüğü gibi olmayı esas alan karakterleriyle de uyuşmuş ve bu kaynaşma hem Hacı

Bektaş’ta hem de Yunus’ta zirveye ulaşmıştır. Ona göre din, iman ve insanlığın özü, iç

ve dışın aynı olmasıdır.125 Öztürk ise Hacı Bektâş-ı Velî’nin kişiliğini ve insana bakışını

farklı bir şekilde değerlendirir. Ona göre, Hacı Bektaş doğup yetiştiği topraklardaki

121Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.5. 122Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.31. 123 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.14-15. 124Fığlalı, Türkiye’de Alevilik Bektaşîlik, s.177. 125 Bayram Ali, Çetinkaya, “Hacı Bektaş-ı Velî’nin Hayatı ve Eserleri” CÜİFD , sy.3 1999, s.355.

29

çeşitli milletler ve Arap mirasının karışımı ile Anadolu’daki Grek ve Bizans karışımını

İslam kültürüyle kaynaştıran bir kişilik yapısına sahiptir. O, insana ve insanlığa

bakışında bütün dar ve peşin fikirlerin üstüne çıkmış, bütün insanları sevmeyi,

başkalarını ayıplamamayı insan olmanın koşulu olarak kabul etmiştir.126

Hacı Bektâş-ı Velî’nin insan anlayışını tamamladıktan sonra şimdi de insan

sevgisini ele almak istiyorum. Hoca Ahmet Yesevi ile birlikte anılan Horasan

Okulu’nda yetişen ve Ahmet Yesevi’nin Anadolu’ya attığı sevgi fidanını,

Sulucakarahöyük’te yeşerten Hacı Bektaş, sevgi ile oturup sevgi ile kalkmış bir velidir.

Eserlerinin pek çok yerinde sevginin mekanı olan kalp hakkında bilgi veren Hacı

Bektaş’a göre, kişiyi aşktan sevgiden alıkoyan yegane engel dünya sevgisidir. Kalbini

dünya sevgisi ile dolduranlar devamlı onu elde etmek için mücadele ederler. Hacı

Bektâş-ı Velî’ye göre dünyaperestler hiçbir zaman ondan ayrılmazlar.127 Fakat dünyayı

tam manasıyla elde etmek de mümkün değildir. O, dünya hakkında şunları söyler:

Dünyayı zahmetle elde ederler ve hasetle muhafaza ederler, hasretle de ellerinden

çıkarırlar.128 Ona göre dünya Müslümanların birbirleriyle mücadele etmelerine

değmeyecek kadar değersizdir. Değerli olan bir şey varsa o da, Allah ve Allah’ın

yarattıklarına sevgi duymaktır. Kalpte duyulan Allah ve insan sevgisi davranışlara da

sabır, tahammül, hoşgörü ve fedakarlık olarak yansır.

Hacı Bektâş-ı Velî’de insan sevgisi en yüksek noktaya ulaşmış olup, bu sevgi

yumağı etrafında toplanan insanlar gönül erliğine ulaşmanın hazzını yaşarlar. İnsanlığın

ancak XX.yüzyılda, üstelik de çoğu kez politik amaçlarla kullandığı insan sevgisi ve

insan haklarını, Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektâş-ı Velî gibi insanlar, en buhranlı

bir dönemde bile en içten duygularla dile getirmişlerdir. O, dini kurallara bağlı kalma,

manevi güce dayanma ve Ehlibeyt sevgisiyle yetişme gibi hasletleri, engin zekası ve

sarsılmaz inancıyla, kitlelere aşılamış ve günümüzde de aşılamaya devam etmektedir.

O, bir yandan “Oturduğun yeri pak et, kazandığın lokmayı hak et”129 diyerek,

temizlik, dürüstlük, çalışmak ve helal kazanç konusunda tavsiyelerde bulunur, diğer

yandan yıkıcılığa, zulme, sömürüye ve tembelliğe karşı da tavır koyarak toplumsal

126 Bkz. Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşîlik, s.118. 127 Baki, Öz, Hacı Bektaş-ı Veli Kitabu’l Fevaid, İstanbul 1996, s.15. 128 Öz, Hacı Bektaş-ı Veli Kitabu’l Fevaid, s.56. 129 Erdoğan, Alevi Bektaşî Gerçeği, s.35.

30

barışın devamını sağlamaya çalışır.

Hacı Bektâş-ı Veli;

“Ayağa kalkarsan hizmet amacıyla kalk,

Eğer konuşacaksan, hikmet ile konuş

Ve oturacağın zaman, saygı ile otur.”130

sözleri ile toplumda birlik ve dirliğin sağlanması, gönüllere sevgi yumağının dolması,

insanların kardeş olarak yaşaması gibi hususları şu sözleri ile dile getirir: “Gelin

canlar bir olalım”, “Bir olalım diri olalım, iri olalım.”131 Bu şekilde gönüllere taht

kuran Hacı Bektâş-ı Veli, birleştirici, yapıcı, hoşgörü sahibi, sevgi dolu bir gönül eri,

büyük bir mutasavvıftır. Hacı Bektâş-ı Velî’nin insan anlayışı konusunda derin anlamı

bulunan sözlerden bazıları şunlardır:

“Karşısındaki insanın iyi olmasını isteyen önce kendisi iyi olmalıdır.”132

“Ayağa kalkarsan, hizmet için kalk!”133

“Biz dile ve söze bakmayız, içe ve hâle bakarız.”134

“Gönül Kâbe’sini üstün tutmak gerekir.”135

“Düşmanınızın dahi insan olduğunu unutmayınız.”136

“Okunacak en büyük kitap insandır.” 137

“İncinsen de incitme!”138

130 Erdoğan, a.g.e., s.35. 131 Erdoğan, a.g.e., s.36. 132 Ali, Sümer, Hacı Bektâş-ı Veli’nin Söyleyişleri, Ankara 1974, s.5. 133 Sümer, a.g.e, s.5. 134 Erdoğan, a.g.e, s. 37. 135 Erdoğan, a.g.e, s.38. 136 Sümer, a.g.e., s.5. 137 Erdoğan, a.g.e, s.39. 138 Erdoğan, a.g.e, s. 40.

31

2. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN DİN GÖRÜŞÜ

Hacı Bektâş-ı Veli, diğer dinlere karşı da hoşgörülü idi. Hiçbir insanı ve

toplumu dininden, düşüncesinden dolayı dışlamamıştır. Bütün insanlığa karşı hoşgörülü

olmuştur. Her türlü görüş ve düşüncedeki insana hitap ederek kendi şemsiyesi altında

yer bulacaklarını söylemiştir. Onun bu çağrısı, ulusçuluğu aşan evrensel bir çağrıdır.

O, “Bütün tavladan boşanan, bizim tavlamızda eğlensin”139 sözünü söyleyerek, dünya

kardeşliğini kurma sürecini başlatmıştır.

Hacı Bektaş, aynı dinin mensuplarının birbirlerine karşı hoşgörülü olmakla

yetinmeyip, farklı dinden insanların da kardeşçe bir arada yaşamasının örneklerini

sunmuştur. Yani diğer dinlere karşı tutucu, bağnaz bir düşünce gütmemiştir. O,

Kayseri’den Ürgüp’e gelirken yolda “Semoson” denen bir Hristiyan köyüne uğrar.

Hristiyanlar çavdar ekmeği pişirmişlerdi. Bir kadın bu ekmekten ikram eder ve burada

buğday bitmediğini söyler ve bundan dolayı kendisini ayıplamamasını ister. O, bu sözü

duyunca : “Bereketli olsun, çavdar ekin buğday biçin, küçük hamur yapın büyük olsun”

der ve onun bu duası kabul olur. O köydeki Hristiyanlar, onu ziyaret edip adaklar

getirirler.140

Hacı Bektâş-ı Velî’nin insanlık görüşü, onun din anlayışını da ortaya koyar.

Hacı Bektâş-ı Velî öğretisi evrensel bir yaklaşımla, dünya insanının kardeşliğini, dünya

uluslarının dostluğunu savunur: O, insanlığa olan sevgisini “yetmiş iki milleti

ayıplamamak”, “yetmiş iki millet birdir bize”, “dünya içinde yaratılmış nesneler eşittir” 141sözleriyle dile getirir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin Hristiyanlarla sıkı ilişki içinde olması ve

onların dinine karşı hoşgörülü davranması, onların ihtidasına zemin hazırlamıştır.142

139 Sümer, a.g.e., s.6. 140 Gölpınarlı, a.g.e., s.23. 141 Çiğdem, Aktaş, “Toplumsal Açıdan Erenlerin Ser Çeşmesi ,Hacı Bektaş-ı Velî” , Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi, sy.14 2000,s.216. 142 Ocak, “Hacı Bektaş-ı Velî”, DİA, XIV/456.

32

3. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN TASAVVUFÎ GÖRÜŞÜ

Tasavvuf, Allah’ın rızasını kazanmak ve ebedi saadete ermek için nefsi

temizlemek demektir. Bunu yaparken hareket noktası, İslâm’ın ana kaynakları olan,

Kur’ân ve sünnettir. Tasavvuf, Allah’a tam teslimiyettir, kalp temizliğidir.143 Tasavvuf,

Kur’ân-ı Kerim’i, Hz. Rasulullah gibi yaşamaya çalışmak demektir.144 Tasavvuf

kelimesinin hangi kökten geldiği konusu ihtilaflıdır. Tasavvufun kökeni hakkında

değişik görüşler mevcuttur. Tasavvufun Mahir İz’in kitabında145 “Ashab-ı Suffa” dan

146 (Mescidi Nebevi’nin sofasında oturan ve orada ibadet ve riyazatla uğraşan sahabiler)

türediğini söyleyenler olduğu gibi, bazı görüşler de; “Saffı Evvel” den147 türediğini dile

getirmişlerdi. (Namazda ön safta bulunanlar) Kimileri de “Safavi”148 kelimesinden

türediğini söylemişlerdir. Bazıları da Yunanca “hikmet” manasına gelen “sofos” veya

“sofia”149 kelimesinden türediğini iddia etmiştir. Kimileri de; Arapça, “yün” anlamına

gelen “suf”150 kelimesinden türetildiğini iddia etmiştir. Bu görüş daha çok taraftar

bulmuştur. Tasavvuf, mutasavvıfların zühtün ve dünyayı terk etmenin bir işareti olarak

giydikleri yün elbiseden gelmektedir.151 Tasavvuf kelimesi hicri ikinci asırdan itibaren

kullanılmaya başlanmıştır. Tasavvuf, İslam’ın rûhî hayatı ve İslam Peygamber’inin

şahsında temsil ettiği manevi otoritenin müesseseleşmiş ve yaygınlaşarak günümüze

kadar gelmiş şeklidir.152

Hacı Bektâş-ı Velî Horasan ilinden almış olduğu icâzetle, Anadolu’ya gelmiş,

hizmet ve kerametleriyle Anadolu’yu aydınlatmıştır. Etrafına topladığı insanlara

tasavvufun inceliklerini anlatmış, insan-ı kâmil olmanın, Hakk’a ulaşmanın, hakikate

kavuşmanın yollarını talebelerine öğretmiştir. Sahip olduğu marifet bilgisini müritlerine

anlatarak onlara Allah’ı sevdirmiştir. Hacı Bektâş-ı Veli “incinsen de incitme”

metodunu kullanarak insanların kalplerini kazanmıştır.153

143 H.Kamil, Yılmaz, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 2000, s.28. 144 Ethem, Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara 1997, s.345 145 Mahir, İz, Tasavvuf , Haz. M.Ertuğrul Düzdağ, İstanbul 2000, s.33-38. 146 Kuşeyrî, Risâle-i Kuşeyrî, Mısır 1949, s183. 147 Zeki Mübarek, et-Tasavvufu’l İslâm, Mısır 1956, s.66. 148 Sühreverdî, Avârifu’l Meârif I, Mısır 1940, s.337. 149 Şemsettin Sami, Kâmûs-i Türkî, Tasavvuf Mad. İstanbul 1960. 150 İbn Haldun, Mukaddime II, İstanbul 1918, s.85. 151 Seyfullah, Sevim, “Suf” İA. X/455, İstanbul 1971, Y.Nuri Öztürk, Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet’e göre Tasavvuf, İstanbul 1979, s.3-7 152 H.Kamil, Yılmaz, a.g.e., s.17. 153 Osman,Eğri, Bektaşîlikte Tasavvufi Eğitim, İstanbul 2001, s.12.

33

Hacı Bektâş-ı Velî, yaşadığı dönemin “Ârif-i Billah” şeyhlerinden olup

keramet sahibi velilerinden biridir.154 Eserlerine bakıldığında dini ibadetlerine düşkün,

namazını kılan, keramet ehli marifet sahibi bir şeyh olduğu görülür.155 Ömrü boyunca

nefsiyle mücadele etmiş, insanların kusurlarını görmezden gelen mütevâzı bir

Türkmen şeyhidir. Bazen şekle takılıp birilerine ders vermek gerekiyorsa, pos bıyıklı,

uzun tırnaklı bir görünümde karşımıza çıkar.156 Tasavvuf zümreleri arasında az da olsa

görülen rekabet, Anadolu’da bulunan şeyhlerle onun arasında da vuku bulmuştur.

Anadolu’daki bazı şeyhlerin kendisine karşı takındıkları olumsuz tavrı, müsamaha ve

hoşgörülü davranışlarıyla geçiştirmiştir. Kendini küçümseyenlere barış ve alçak

gönüllülüğün sembolü olan güvercin masumiyetiyle yaklaşarak gönül dünyalarını

yumuşatmıştır. Hayatını Anadolu’da barış ve hoşgörünün hakim olmasına adamıştır.157

Hacı Bektâş-ı Velî, insanları tasavvufun engin sevgi ve iman aşkıyla

yoğurmuştur. Elindeki çapasıyla dağ başlarında yer açıp yerleşen, bağ ve bahçe

yetiştiren; dolayısıyla göçebe ruhunu medenileştiren, onlardan imanlı, şuurlu, kendini

bilen bir insan tipi, yani insan-ı kâmil yetiştirmeye çalışan bir mürşittir.158

Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre tasavvuf, Allah’tan başka her şeyden

uzaklaşmaktır. Kafandaki her türlü düşünceyi bir kenara bırakmak, elindeki malı ihtiyaç

sahiplerine vermektir. Gerçek derviş, hiç kimsenin kendisini incitmesinden incinmez.

Er odur ki, kırılmaya layık olanı da kırıp gücendirmez. Dervişlik, aç gözlülüğü, mal ve

para biriktirmeyi bırakmaktır. İnsanın süsü ve güzelliği sözlerinin doğruluğunda ve

iyiliğindedir. Olgunluğu ise işinin dürüstlüğündedir.159

Hacı Bektâş-ı Velî’nin tasavvufi düşüncesinde dört sayısının ayrı bir önemi

vardır. Bir müridin takip edeceği tasavvuf makam ve hallerini, “dört kapı kırk makam”

olarak açıklar. Bunda geleneksel kültürlerde yer alan sayıların anlamlarının da bir rolü

154 M.Necmettin, Bardakçı, “ Bir Tasavvuf Mektebi Olarak Bektaşîlik”, Uluslar Arası Bektaşîlik ve Alevilik Sempozyumu I, (28-30 Ekim) Isparta 2005, s.53. 155 Gölpınarlı, Velâyetnâme, s.4. 156 Gölpınarlı, ,a.g.e., s.57. 157 Hacı Bektaş güvercin kılığında Anadolu’ya gelmiştir. Anadolu erenleri onun gelişinden rahatsız olmuş ve Hacı Bektaş’ı Anadolu’dan çıkarmak üzere Hacı Doğrul’u, doğan şeklinde göndermişler, bunu gören Hacı Bektaş, tekrar insan kılığına dönerek, Hacı Doğrul’u perişan edip, Anadolu erenlerine velâyet gücünü göstermiştir. Bkz. A. Gölpınarlı, Velâyetnâme, s. 18-19. 158 Fığlalı, Türkiye’de Alevilik Bektaşîlik, s.149. 159 Önder, Göçgün, “Hacı Bektaş-ı Velî ve İnsan İmajı”, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Sempozyumu, (22-24 Ekim 1998) Ankara 1999, s.152.

34

bulunmaktadır. Zira dört sayısı, maddi düzenin sayısı ve ideal bir sayı olarak kabul

edilir. Dört ile kırk arasında bir ilişki kurulur. İslam geleneğinde de dört sayısının

önemli bir yeri vardır. Allah tarafından indirilen kutsal kitaplar (Tevrat, Zebur, İncil, ve

Kur’ân-ı Kerim) dört tane, Azrail, İsrafil, Mikail ve Cebrail dört büyük meleği, Hz.

Osman, Hz.Ebubekir, Hz.Ömer ve Hz. Ali dört halifeyi, Ceberut, Melekût, Nâsût ve

Lâhut dört âlemi teşkil eder. Tasavvufi düşünce de ise Allah’a ulaşmak için geçilmesi

gereken, dört kapı vardır: Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat.160

Şeriata bağlılığı mükemmel olmayan kimseye Tarikat, Marifet ve Hakikat

mertebeleri de kapalı kalır. Bu mertebeleri usulüne uygun olarak tamamlayan kimse

sonradan Şeriata bağlılığını bozarsa, Tarikat, Marifet ve Hakikati de bozmuş olur.161

Bu dört mertebe kırk tane makam ihtiva eder. İnsan Allah’ü Teala’ya ancak bu

makamları geçerek ulaşır. Bunlardan on tanesi Şeriat’ta, on tanesi Tarikat’ta, on tanesi

Marifet’te, on tanesi de Hakikat’tadır. Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre “Şeriat” makamları

şunlardır:

1.İman esaslarına inanmaktır.

“İman ; Allah’a, onun meleklerine, kitaplarına, elçisi Peygamber’ine, son

güne, kadere, iyi ve kötü kaderin her ikisinin de Allah tarafından olduğuna

inanmaktır.”162

2.İlim Öğrenmektir.

Şeriatın ikinci makamı ilimdir, yani bilmektir. Çünkü bilmeden yapılan dini

işler sapıklık olur, buna karşılık fiile tatbik edilmeyen kuru bilgi de vebal ve

mesuliyetten ibaret olur.

3. İslam Esaslarını Yapmak.

Bu kurala; namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek, hacca gitmek, gazâ

yapmak ve cünüplükten temizlenmek girer.

4. Helal kazanmak ve faizi haram kabul etmektir.

5. Nikahlı yaşamaktır.

6. Kadın, hayız ve loğusa iken birleşmeyi haram kabul etmek demektir.

160 Bardakçı, a.g.m. s.55. 161 Sezgin, Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşîlik, s.84. 162 Sezgin, Hacı Bektaş-ı Velî ve Bektaşîlik, s.85.

35

7. Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat içinde olmaktır.

8. Şefkatli olmaktır.

9. Temiz yemek ve temiz giyinmektir.

10. İyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır. (Emr-i bi’l mâ’ruf, nehy-i an’il

münker)163

Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre “Tarikat” makamları şunlardır:

1. Pirden el alıp tövbe etmektir.

Hacı Bektâş-ı Velî’nin istediği tövbe, tam pişmanlık tövbesidir. Bunun için

Hacı Bektaş şöyle demektedir: “Öyle tövbe etmek gerek ki, onda tereddüt ve şüphe

olmasın, yine tövbeyi öyle yapmak gerek ki, fayda getirsin, çünkü tövbe etmek

pişmanlıktır. Pişmanlığın esası budur ki, yetmiş yıllık günah, bir özre değişilir.”164

Burada Hacı Bektaş, tarikata girmenin basit bir alan olmadığını, geçmişte yapılmış

olduğu hatalara dönülmemesi için irade sahibi olunması gerektiğini belirtmiştir.

2. Mürid olmaktır.

Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre tarikat makamlarının ikincisi mürid olmaktır. O,

müridi üç kısma ayırır: Birincisi mutlak müriddir. Böyle bir mürid, şeyhine tam bir

teslimiyet içinde olduğunu belirtir. İkincisi, mecâzî müriddir. Bu mürid zahirde şeyhine

tam bir teslimiyet içinde olduğunu; ancak içinden kendi isteklerine uyduğunu

belirtmektedir. Üçüncüsü mürted müriddir. Bu mürid, şeyhinin bir halini görünce yüz

çeviren mürid. Yani şeyhinden değişik bir hal gördüğü zaman onu, ilmi az olduğundan,

nefsinin arzusuna uyup terk ediveren kişidir.165

3. Tıraş olmaktır. Saçları kestirip elbiseyi değiştirmektir.

Kâbe’yi tavaftan önce yapılan işleri, tarikat makamlarındaki kişilerin de

yapmaları gerekir. Bunun anlamı, temiz ve düzenli olarak kulun kendini, Allah’ın

huzuruna kendisini hazırlaması demektir.166

163 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.11-12, Hasan Yavuzer, “Hacı Bektaş-ı Velî’nin Kişiliği ve Türk Tasavvuf

Hayatındaki Yeri”, Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi , Kasım 1997 Ankara, s.82. 164 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.13. Osman Eğri, Bektaşîlikte Tasavvufi Eğitim, s.17. 165 Sezgin, a.g.e., s.91. 166 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e.,s.15, Mehmet Aydın, a.g.m. s.545 cilt. 8 sy.23.

36

4. Nefis mücadelesi yapmak.

Mutasavvıflar, Hz. Peygamber’in; “Nefsini bilen Rabbi’ni bilir”167 hadisinden

yola çıkarak, nefis kavramı üzerinde durmuşlardır. K.Kerim’deki “Şüphesiz nefis

kötülüğü emreder.”168 âyetinden hareketle, nefislerini eğitmişler ve kötülüğü emretmez

hale getirmenin çarelerini aramışlardır.169 Hacı Bektâş-ı Velî de nefis kavramı ve nefsin

basamakları üzerinde durmuştur. “Kim Rabbi’ni Rububiyetle bildi ise, ancak o nefsini

ubudiyetle bildi. Kim nefsini fakr ile bildi ise, ancak o Rabbi’ni vefa ile bildi. Kim

nefsini kusur ile bildi ise ancak o, Rabbi’ni bekâ (sonsuzluk) ile bildi”.170 Burada Hacı

Bektâş-ı Velî, nefsinin kusurlu, aciz ve fakir olduğunu anlayan insanın, Allah’ın

mükemmelliğini, kudret ve bağışlayıcılığını daha iyi anlayacağını izah etmektedir.

Hacı Bektâş-ı Velî’de, nefsi bilmede ilme’l yakîn, ayne’l yakîn ve hakka’l

yakîn dereceleri vardır. Alimler ilmel yakîn, arifler aynel yakîn, muhipler de hakka’l

yakîn ile nefislerini ve Rablerini bilirler.171 Hayvani sıfatlardan kurtulmanın yolu nefsi

terbiye etmek ve nefsi bilmekten geçer.

5. Hizmet etmek.

Bu makamda şuna işaret edilmektedir: Nefis mücadelesini yapan kişilerin

kendilerini hizmete adamaları gerekir. Bunun için Hacı Bektâş-ı Velî “Hizmet eden

kimse hizmet görür”172 kaidesine bağlı kalmayı tavsiye eder.

6. Havf (Korku).

Burada Hacı Bektâş-ı Velî çok ince ve hassas bir konuya temas etmektedir.

Şöyle ki, müridin, yaptığı ibadetlere ve zikirlere güvenmemesi gerektiği, Allah’tan

167 İsmail.b.Muhammed Aclûnî, Keşfu’l Hafâ II, S. 262. Muhyiddin-i Nevevi, Riyazü’s Salihin ve Tercemesi, c.1, Ankara 1995, s.414. 168 Yusuf 12/53. 169 Osman, Eğri, Bektaşîlikte Tasavvufi Eğitim, s.30. 170 Baki, Öz, Hacı Bektaş-ı Velî Kitabu’l Fevaid, s.61-62, Osman Eğri, Bektaşîlikte Tasavvufi Eğitim, s.31. 171 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s. 31, Baki Öz, a.g.e., s.30. 172 Kutluay, Erdoğan, Alevi-Bektaşî Gerçeği, İstanbul 2000, s.22.

37

daima korkması icap ettiği ve hiçbir zaman kendini manevi yönden güven içinde

hissetmemesi gerektiğini belirtmektedir.

7. Recâ (Ümit).

Altıncı makamdaki korku ile yedinci makamdaki ümit birbirini

tamamlamaktadır. Bu hal Müslümanların hali olmalıdır. Yani müminlerin bir yandan

Allah’tan korkmaları, bir yandan da Allah’tan ümit kesmemeleri gerekmektedir. Hacı

Bektâş-ı Velî müridin de böyle olması gerektiğine işaret etmektedir.173

8. Hırka, zenbil, makas, seccade, tesbih, iğne ve âsâdır.

Bunlar, müridin sahip olması gereken şeylerdir. Bunlar bir yandan müridin,

dünyadan uzak kalması, sahip olduklarıyla yetinmesi anlamına gelirken, diğer yandan

da, müridin kendi işini kendisinin yapması gerektiği anlayışını ifade etmektedir.174

9. Makam sahibi, cemiyet sahibi, nasihat sahibi ve muhabbet sahibi olmaktır.

Hacı Bektâş-ı Velî, müridin doğruluk ve ibret üzere olması gerektiğini

vurgulamaktadır.

10. Aşk, şevk, safâ ve fakirliktir.175

Hacı Bektâş-ı Velî bu son makamı, cân makamı olarak nitelendirir. Bir cânın

bu makamda aşk ve şevkle hareket etmesine, vecde gelip kendinden geçmesine, fenâya

ermesine şaşmamalıdır.176

Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre “Marifet” makamları şunlardır:

1. Edebdir.

Hacı Bektaş’a göre, en büyük makamlara ulaşanlar edeble ulaşmışlardır.

Mahrum kalanlar da saygı ve edebi terk ettikleri için, mahrum kalmışlardır. Bundan

dolayı bütün tarikatlarda edebe büyük bir önem verilmiştir. Çünkü her şey edebin

sonucunda elde edilir.

2. Korkudur.

173 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.15. 174 Mehmet Aydın, “Hacı Bektaş-ı Velî’de Dini Boyut”, Erdem Dergisi ,Türklerde Hoşgörü Özel Sayısı II. Cilt 8 sy.23, s.546. 175Hacı Bektâş-ı Veli Makâlât,s.13-16, Mehmet Aydın, “Hacı Bektaş-ı Velî’de Dini Boyut” , Erdem Dergisi, Türklerde Hoşgörü Özel Sayısı II. Cilt 8 sy.23, s.544-545. 176 Hacı Bektâş-ı Veli,a.g.e., s.16.

38

Marifetin ikinci basamağı korkmaktır. Allah’tan yeterince korkanlara Allah,

iki cennet hazırlamıştır. Bundan dolayı Hacı Bektaş şu âyeti zikretmektedir: “Rabbinin

makamından korkanlara iki cennet vardır.”177

3. Perhiz etmektir, riyazettir.

Burada nefis terbiyesi, açlık ve kanaatkârlıktır. Karınlarını tıka basa

doyuranlar, gaflete daha yakın olan insanlardır. Bunun için bütün tarikatlarda az yemek,

az uyumak ve az konuşmak prensip haline gelmiştir.

4. Sabır ve kanattır.

Hacı Bektâş-ı Velî bu yolun yolcularına sabır ve kanaati tavsiye etmektedir.

Sabır, seyr ü sülûktaki imtihanların başarı anahtarıdır. Bütün mutasavvıflar sabır ve

kanaati tavsiye etmişlerdir. Kanaat, insanın elindeki ile yetinmesi durumudur. Nefsin

başka şeylere meyletmemesi, başkasının elindekine tamah etmemesidir. Hacı Bektaş’a

göre kendini bu noktaya getiren kimse marifet yolunda belli bir dereceye ulaşmış

kişidir.

5. Utanmak ve hayâ sahibi olmaktır.

Marifet makamlarından birisi de utanmaktır. Peygamberimiz de hayânın

imandan olduğunu belirtmektedir.178 Hacı Bektâş-ı Velî de “Edep urbasını sırtınızdan

ölünceye kadar çıkarmayınız”179 demiştir.

6. Cömertliktir.

Marifet yolunda cimriliğe yer olmaz. Cimrilik avamın işidir. Bütün

tarikatlarda Allah’ın verdiği nimeti, başkaları ile paylaşmak Allah’a teslimiyetin bir

ifadesidir. Cömertlikte Allah’ın güven duygusu yatmaktadır.

7. İlimdir.

Bu konuda Hacı Bektâş-ı Velî Peygamber’imizin şu hadisini zikretmektedir:

“Dünyanın durması dört şey üzerinde ve onlar sayesindedir. Alimlerin ilmi,

hükümdarların adaleti, cömertlerin el açıklığı ve yoksulların duaları”180 Burada o,

toplumun temel direklerini bize gösteriyor. Çünkü ilmin olmadığı yerde cehalet,

177 Rahman 55 /46. 178 Buhari, İman, 16, Müslim, İman, 57-59. 179 Haydar, Teberoğlu “Hacı Bektaş-ı Velî Düşüncesi” , I.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Sempozyumu ,Ankara 1999, s.141. 180 Sahihi Buhari Muhtasar, Tecrid-i Sarih Tercemesi, İstanbul 2004 c. 1, s.62.

39

adaletin olmadığı yerde azgınlık kendini gösterir. Bundan dolayı Hünkâr, “İlimden

gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”181 demektedir.

8. Miskinliktir.

Hacı Bektâş’ın burada kastettiği şey, Allah’tan müstağni olarak yaşamamak

halidir. İnsan her zaman Allah’a karşı muhtaç olduğu duygusu ile yaşamalıdır. Nefsinin

nankörlüğüne kendini kaptırmamalıdır. İnsan kalbini yumuşatmalı, inceltmeli ve tevazu

içinde yaşamalıdır.

9. Marifettir.

Kalbi ve gönlü hoşnut kılmaktır. Çünkü kalp Allah’ın arşıdır. Bunun için

sûfîlikte gönül yıkmak çok büyük bir günahtır. Hacı Bektaş da mü’minin kalbine dikkat

çekmekte ve gönül kırmamaya davet etmektedir. Hacı Bektaş’ın şu mısralarında bu

konuyla ilgili düşüncesi oldukça açıktır:

Sakin ol! kimsenin kalbini yıkma

Gerçek erenlerin izinden çıkma182

10. Kendini bilmektir.183

Son makamda insanın kendisini bilip tanımasıdır. Kendini bilen insan Rabbini

de bilir.

Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre “Hakikat” makamları şunlardır.

1. Toprak gibi tevazu sahibi olmaktır.

Hacı Bektaş, İnsanın tevazu sahibi olmasını istemiştir. Bunu açıklamak için

Hacı Bektaş şöyle demektedir: “Bir kişinin incitmesinden incinmemesi, aksine kendine

rastlayan her şeyi Allah’tan bilmesi, başına gelen musibetlerin tümüne rıza göstermesi,

iradesini Allah’a terk ve havale etmesi ve istemeyi sadece Allah’a ait bilmesidir”.184

2. Yetmiş iki milleti bir görüp onları ayıplamamaktır.

Bu makamdaki bir kimsenin, bütün kainata tek bir gözle bakmasının

gerektiğini dile getirmektedir. O, herkesi Allah yarattığı için sevmek gerektiğini

belirtmiştir.

181Osman, Eğri, Bektaşîlikte Tasavvufi Eğitim, s.37. 182 Teberoğlu, a.g.m., Ankara 1999,s.142. 183 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.17, Ali Dinçal, Alevilik Bektaşîlik ve Notaları ile Semah, Ankara 1997, s.91-92. 184 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.120.

40

3. Elinden gelen iyilikleri esirgememektir.

Bu, kişinin Allah’ın kendisine vermiş olduğu nimetleri gönül hoşnutluğu ve

Allah rızası için başkasına vermesidir. Allah’ın kendisine ikram eylemiş olduğu

yemeklerden, giyimlerden vermeyi sakınmamak, aksine Allah’ın rızasını kazanma

isteğiyle, O’nun yolunda bol bol vermektir. Bu konuda Hünkâr, Kur’ân-ı Kerim

âyetlerini zikretmektedir. “Mallarını Allah yolunda harcayanlar her birinde yüzer tane

tohum mevcut olan yedi başak bitiren bir tohum tanesi gibidirler”.185

4. Kulun ölmeden önce nefsini öldürmesi.

Bu, kişinin bütün arzularından arınması ve sadece Allah’a teslim olması

demektir. Bütün sûfî ekollerin üzerinde durduğu gibi; Hacı Bektâş-ı Velî de bu noktaya

önem vermektedir. Çünkü bu bir mana da Allah’tan başka her şeyden soyutlanmak

anlamına gelmektedir. Hacı Bektâş-ı Velî bu konuyu Kur’ân-ı Kerim’den âyetlerle

açıklamaktadır. “Sizin yanınızdakiler tükenir, fakat Allah’ın yanındakiler daimî ve

bâkidir.”186

5. Kişinin yaratıklardan hiçbirine zarar vermemesi ve onların kendisinden cefa

görmemeleridir.

Burada Bektaş, iyi bir Müslüman’ın temel özelliklerinden bahsetmektedir.

Çünkü Peygamber’imiz bir hadislerinde, “Müslüman, diğer Müslümanların kendisinin

elinden ve dilinden zarar görmedikleri kimsedir.” buyurmuştur.187

6. Sohbette hakikat sırlarını söylemektir.

Kişinin, sohbet esnasında gerçekleri söylemesi ve söylediklerine gönülden

tam olarak uymasıdır. Yani müridin, şeyhini can kulağıyla dinlemesi ve duyduklarını

yerine getirmesi gerekir.

7. Seyr ü Sülûktur.

İyi ve olgun kulların girdiği yola girmektir. Yani seyr ü sülûka girmeleri

gerekmektedir. Hacı Bektâş-ı Velî burada şu âyet-i kerimeyi delil gösterir: “Gerek

âfâkta, gerek kendi nefislerinde âyetlerimizi yakında onlara göstereceğiz”.188 Burada

185 Bakara 2/261. 186 Sezgin, a.g.e., s.94. 187 Sahîh-i Buhârî I, çev. Abdullah Fevzi Kocaer, Konya, 2004, s.28. 188 Fussilet 41/53.

41

Hacı Bektâş-ı Velî insanın seyr ü sülûk yoluna girdiği zaman, neticede Allah’ın kendi

nefsindeki işaretlerini anlayacak bir duruma geleceğine işaret etmektedir.

8. Kendinden sâdır olan kerametleri saklamak.

Kerâmet gösterecek duruma gelenlerin, kerâmetlerini gizlemeleridir. Kerâmeti

izhar etmek, açıklamak çok ayıptır. Çünkü bu, Allah’ın insanlara vermiş olduğu bir

nimetin ifşası anlamına gelmektedir. Bu durum halk nazarında da bilinince işin içine

riya ve şöhret karışarak kulun sâfiyeti bozulabilir. Bundan dolayı Hacı Bektaş,

kerameti göstermemeyi hakikatin makamları arasında saymıştır.

9. Münacattır.

Sabretmek, Tanrı’ya ulaşmak ve Tanrı’ya yakarmaktır. Hacı Bektâş-ı Velî bu

konuda Kur’ân-ı Kerim’den şu âyeti örnek olarak verir: “Ey inanan kimseler!

Sabrediniz, sabırda yardımlaşın, birbirlerinizle irtibatlı olun ve Allah’tan korkunuz ki

kurtulasınız”.189

10. Allah Teala’ya vuslattır.190

İlm-i Ledünnî’yi öğrenmektir. Yani iç gözüyle gözlemde bulunmak, Tanrısal

bilimi öğrenmektir.191 Allah Teala’nın şu sözü gereğince “Biz ona kendi tarafımızdan

ilim öğrettik.”192

Marifet ve Hakikat, Şeriat ve Tarikat makamlarından geçmesini bilenler,

eliyle, diliyle ve beliyle hata işleyemezler. Çünkü bu dört kapı, elin, dilin ve belin

terbiyesi içindir. Gönülde rahmânî ve şeytânî iki güç hükümranlık kurmak için

mücadele ederler. Allah sevgisinin gönle yerleşmesi için can bostanını marifet suyu ile

sulamak gerekir. .Marifeti bir ağaca benzeterek anlatan Hacı Bektâş-ı Velî, tevhidin,

marifet ağacının başı olduğunu ve arşın da bu ağacın üstünde bulunduğunu ifade eder.

Bu ağacın gövdesi iman, yaprakları İslam, dibi yakınlık, kökü tevekkül, budakları

kötülükten sakınmak, suyu havf ü recâ, meyvesi ilim, yeri de müminin gönlüdür.193

189 Âl-i İmran 3/200. 190 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.18-20, Sezgin, a.g.e., s.93-95. 191 Mehmet Aydın, “Hacı Bektaş-ı Velî’de Dini Boyut”, Erdem Dergisi ,Türklerde Hoşgörü Özel Sayısı II. Cilt 8 sy.23,s.549. 192 Kehf 18/65. 193 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.38.

42

Dikkatlice bakıldığı zaman, Hacı Bektâş-ı Velî’nin ele aldığı konuların

İslam’ın temel prensipleri ile tamamen örtüştüğü görülür. Bu da onun XIII. yüzyıl

Anadolu’sunda sûfîliğin bel kemiğini oluşturan ve Ahmet Yesevi’ye dayanan güçlü bir

tasavvufî anlayışın önemli bir temsilcisi olduğunu bize gösteriyor.

Hacı Bektâş-ı Velî’nin tasavvuf düşüncesini burada noktalıyor ve şimdi de

onun bir tarikat kurup kurmadığı konusunu incelemek istiyorum. Hacı Bektâş’ın bir

tarikat kurup kurmadığı, şeyhliği ve müritlerinin olup olmadığı gibi hususlar

günümüzde de tartışılmaktadır. Hacı Bektâş’ın, Bektaşî tarikatına kendi adını verdiği

için bu tarikatın kurucusu olduğunu düşünenler, bu konuda çeşitli tarikat zincirleri

vermektedirler.194 Söz konusu bu zincirlerin de bir değerinin olup olmadığı

tartışmalıdır. Aşıkpaşazâde’ye göre, bu silsilelerin bir önemi yoktur. Ona göre Hacı

Bektâş-ı Velî, Osmanlıların kuruluşundan önce Anadolu’ya gelip yerleşmiş meczup bir

derviştir ve hiçbir suretle tarikat kurmamıştır. Üstelik kişiliği böyle bir tarikat kurmaya

manidir.195

Köprülü’ye göre, Anadolu Türkleri arasında XIII. yüzyıldan başlayarak XIV-

XV hatta XVI. yüzyıllarda da devam eden dini kaynaşmalar arasında, çeşitli

mahiyetteki mezhep ve tarikatlar gibi Bektâşî tarikatı da –daha önce değilse bile

herhalde- XV. Yüzyılın başlarında layıkıyla teşekkül etmiş ve XIII. yüzyıldan beri tarihi

mahiyeti unutularak halk arasında menkıbeleri teşekkül etmiş olan Hacı Bektaş’ı Pîr

seçmiştir.196 Hacı Bektâş’ın tarikat kurup kurmadığı konusunda tarihi kaynaklara

bakıldığında durum çok da farklı değildir. Nitekim Hacı Bektaş’tan bahseden en eski

kaynak XIV. Yüzyılda Elvan Çelebi tarafından yazılan “Menâkıbu’l Kudsiyye fi

Menâsibu’l Ünsiyye” adlı eserdir. Fakat ne bu eserde ne de daha sonra yazılan diğer

eserlerde,197 onun bir tarikatın kurucusu olduğu veya herhangi bir tarikatla ilgisinin

bulunduğundan söz edilmemiştir. Üstelik Aşıkpaşazâde, tarikat kurmadığı üzerinde

ısrarla durmuştur.

194 Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s.127. 195 Aşıkpaşazade, Osmanlı Tarihleri I, s.222. 196 Köprülü,a.g.e., s.127-128. 197 Bkz. Elvan Çelebi, Menâkıbu’l Kudsiyye fi Menâsibu’l Ünsiyye , Nefahatü’l Üns ( Abdurrahman Cami, trc. Lami Çelebi), Tevârih-i Âl-i Osman (Aşıkpaşazâde) ve Şekaiku’n Numaniyye (Taşköprülüzâde Ahmet, nşr. Ahmet Suphi Fırat)

43

Bu bilgiler ışığında, Hacı Bektâş’ın bir tarikat kurmadığı, ancak daha

sonraki dönemlerde isminin ve sevenlerinin şöhreti ve çokluğu sebebiyle kurulan bir

tarikatın onun ismine nispet edildiği söylenebilir.

4.HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN HOŞGÖRÜ GÖRÜŞÜ

Hoşgörü “müsamaha-tahammül” anlamına gelir.198 Aslında Türkçeye

tolerans olarak girmiş. Latince “tolarare” kökünden türetilmiş bir sözcüktür.199 Kelime

anlamı olarak da “savundukları görüşleri ve açığa vurdukları duyguları, bizimle çelişen

kişileri sabırla karşılama ve tahammül etme” olarak tanımlanır. Hoşgörü, inançlara,

düşüncelere her çeşit manevî özgürlüğe saygı gösterme olgunluğudur.200

Anadolu’da hoşgörü tohumlarını yılmadan usanmadan eken Hacı Bektaş,

kimseyi kendinden küçük görmemeyi, iyi ahlâk, hoşgörü sahibi olmayı, bütün dünya

insanlarını birleştirici evrensel dostluk ve kardeşlik yaratma çabası göstermeyi, hiçbir

milleti ve dini ayıplamayıp onları hor görmemeyi öğütlemiştir. Hacı Bektâş-ı Velî’de

insanlığa karşı bir sevgi ve müsamaha vardır. O kendine düşmanlık besleyenlere bile

sevgi ve müsamaha ile bakmıştır. Hacı Bektâş-ı Velî sadece kendi dininden olan

insanlara karşı hoşgörülü değildi, diğer dinlerdeki insanlara karşı da hoşgörülüydü.201

“Gelin canlar bir olalım, diri olalım” diye birliğe çağıran Hacı Bektaş bu sözüyle de

hoşgörü anlayışını ortaya koymuştur. O, her fırsatta insanları birliğe, dirliğe, sabra ve

hoşgörüye davet etmiştir.

Menkabeye göre, XII. ve XIII. yüzyılın savaş ve kargaşa ortamında, barışın

ve mazlumun simgesi olan bir güvercin donuyla Anadolu’ya gelen202 Hacı Bektâş-ı

Velî, savaş yerine barışı; düşmanlık yerine dostluğu, kin yerine sevgi ve müsamahayı

temel ilke edinen bir dünya görüşüne sahipti. O, farklı dini ve etnik kökenlerden ve

farklı kültürlerden gelen insanları bir çatı altında toplayan, ceylanla aslanı203 zayıfı ve

güçlüyü, dost olarak kucaklayan bir mutasavvıftı. Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre, dünyada

198Mehmet, Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, I/385, İst 1996. 199 Tarama Sözlüğü, TDK. ,Ankara 1998 s.1005. 200 Güven,Aykan “Hacı Bektaş-ı Velî Nerede Doğdu ,Kimdir” Hacı Bektaş-ı Velî Dergisi ,sy.15 2000, s.220. 201 Aykan, a.g.m. s.229. 202 Gölpınarlı, a.g.e., s.18. 203 Gölpınarlı, a.g.e., s.86.

44

yaşanan kavga, dövüş ve savaşların altındaki en önemli sebebi, insanî değerlerin

yoksunluğu; bencillik, hoşgörüsüzlük, kibir, gurur ve haset gibi olumsuzlukların

varlığıdır. İnsanlara “ Her ne arar isen kendinde ara!”204diye seslenen Hacı Bektâş-ı

Velî “İncinsen de incitme!”205 sözleriyle hoşgörü anlayışını ortaya koymaktadır. Hacı

Bektâş-ı Velî bütün insanlığı sevgi barış ve kardeşliğe çağırmıştır.206

Hacı Bektâş-ı Velî’nin hoşgörüsü o kadar geniştir ki, onun bu tavrı sadece

insanları değil tüm canlıları da kapsar. Bu yüzden bugün onun yolunu izleyenler,

“Marulu seviyorsan, gübreyi de hoş görmeyi bilmelisin.” diyebilmelidirler.207

Hoşgörülü olmanın başlangıcı sevgi ve saygıdan geçer. Başkalarını sevip – sayabilmek,

onlarda kusur aramaya çalışmakla mümkün değildir. Çevremizde görebileceğimiz ufak

tefek kusurları da görmezlikten gelmek, onları büyütmemek daha büyük çaptaki

güzelliklerin oluşmasına imkan tanımamız açısından önemlidir. Bu nedenle Hacı

Bektaş, “Gördüğünü ört, görmediğini söyleme.” ve “Kimsenin ayıbını görmeyen cana,

aşk olsun.”208 der. Hacı Bektâş-ı Velî, Anadolu’da hoşgörüsü sayesinde insanların

gönlüne girmiştir. Onun hayatında hoşgörünün çok ciddî bir yeri olduğu görülmektedir.

Peygamber’imizin “Birbirinizi sevmedikçe gerçek mümin olamazsınız.”209 sözünü kabul

eden bu ünlü düşünür, yetmiş iki millete aynı gözle bakmış ve bütün insanlara karşı

hoşgörü ve sevgi ile yaklaşmıştır. Hacı Bektâş-ı Velî’ye atfedilen şu söz hoşgörüsünün

bir başka delilidir. “Her tavladan boşanan at, bizim tavlamızda eğleşir. Bizim

tavlamızdan boşanan at ise felah bulamaz.” 210Bu ifadeyle o, herkese kapılarının açık

olduğunu ve bunun için uygun ortamın bulunduğunu anlatmak istemiştir.

Hacı Bektâş-ı Velî’nin tövbe ehline karşı tutumu, hoşgörünün sembolü haline

gelmiş çağdaşı Mevlana’nın bile takdirini kazanmıştır. Çaldığı koyun postunu

koltuğunun altına alan bir genç, Hz. Mevlana’ya gelir. Hz. Pir, postun çalıntı ve gencin

de hırsız olduğunu gönül gözü ile derhal anlar ancak belli etmez. Genç:

204 Sümer, a.g.e. s.14. 205 Sümer, a.g.e., s. 12. 206 Eğri, Bektaşîlikte Tasavvufi Eğitim, s.132. 207 Belkıs, Temren, “Anadolu’ya Hoşgörü Tohumlarını Eken Hacı Bektaş-ı Velî” ,Erdem Dergisi,Türklerde Hoşgörü Özel Sayısı II. Cilt 8,sy. 24, s.764. 208 Hüseyin, Özcan, “Alevi Bektaşî Şiirinde Âdap ve Erkan” , Uluslar Arası Bektaşîlik ve Alevilik Sempozyumu I, (28-30 Ekim) Isparta 2005 , s.151. 209 Muhyiddin-i Nevevi,Riyazü’s Salihin ve Tercemesi, c.1, s.410. 210 Sümer, a.g.e. s. 8.

45

-“Postumu dergahınıza serebilir miyim? Yani burada kalabilir miyim?” diye

sorar. Hz. Mevlana:

-Hayır buraya seremezsiniz.Hacı Bektâş-ı Velî’ye gidiniz, cevabını verir.

Genç, postu alır, Hacı Bektaş’a gider. Bu defa ondan izin ister. Hacı Bektâş-ı Velî de:

-Hay hay, postunu dergahımıza serip, bizde kalabilirsiniz, der. Genç, postunu

serer; Hacı Bektaş dergahında kalır, çile çıkarır, nefsini eğitir ve uzun zaman sonra,

memleketine dönmek üzere izin ister. Kendisine izin verilir. Ancak işin başından beri

gencin zihnini, “Beni Hz. Mevlana niye kabul etmedi de Hacı Bektâş-ı Velî kabul etti?”

sorusu kemirip durmaktadır. Bu durumun farkında olan Hacı Bektâş-ı Velî, gence şöyle

bir açıklama yapar:

- “Bak delikanlı; Hz. Mevlana o kadar saf, duru berrak bir denizdir ki, senin

o kirli, çalıntı postun o denize ve o makama yakışmazdı. Biz ise, onun kadar saflığa,

berraklığa ulaşamadığımız için, zaten kirliliğe batmışız diyerek seni kabul ettik, postunu

serdik.” der.

Genç, şükür ve dualarla oradan ayrılır. Dönüşte Konya’ya uğrayarak, doğruca

Hz. Mevlana’yı ziyaret eder. Kendisini güler yüzle karşılarlar. Hz. Mevlana’nın

huzuruna vardığında, bu defa büyük veli;

-Hoş geldin, biz vaktiyle seni ve postunu kabul etmedik, gönderdiğimiz yer

kabul etti, çile çıkardın, nefsini eğittin, tekrar merakını yenmek için bize geldin diyerek,

kendisinin niçin böyle davrandığını şu şekilde izah eder:

-“Biz kendi halimizde küçük bir su birikintisi, bir göl gibiyiz. Onun için, senin

postunu temizlemeye gücümüz yetmezdi, onu ancak bir okyanus temizlerdi ve o postun

serildiği, atıldığı okyanusa hiçbir şey olmazdı. O okyanus da, işte seni kendisine

yolladığımız Hacı Bektaş-ı Veli idi.” der.211

Hz. Mevlana’nın da ifade ettiği gibi Hacı Bektaş o kadar hoşgörülüdür ki,

onun hoşgörüsünden yararlanmayacak insan yok gibidir. Hırsız olan bir genç bile onun

kucağında, onun hoşgörüsü sayesinde nefsini eğitmiş ve kâmil bir insan olmuştur. Hacı

Bektâş-ı Velî’de düşmanlık ve kin tohumları yoktur.

211Önder, Göcgün, “Hacı Bektaş-ı Velî ve İnsan İmajı”, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Velî Sempozyumu, (22-24 Ekim 1998) Ankara 1999 ,s.146-147.

46

5. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN CÖMERTLİK GÖRÜŞÜ

Hacı Bektâş-ı Velî, cömertliği dörde ayırır:

1.Mal cömertliği, zenginlere hastır.

2.Ten cömertliği, zahitlerin cömertliğidir.

3. Can cömertliği, âşıkların cömertliğidir.

4.Gönül cömertliği, âriflerin cömertliğidir.212

Dört cömertlikten ilki, mal cömertliğidir. Bu cömertlik maddî varlığı yerinde

olan bir kişinin başka hiçbir zahmete katlanmaksızın, elinde bulunan çeşitli imkanlardan

muhtaç durumda bulunanları yararlandırması biçiminde tarif edilir. Yani zenginlere

hastır.213

İkincisi; devamlı Allah’a ibadet eden zahitlerin cömertliğidir. Bunlar öldükleri

zaman cehennem azabından kurtulmak ve cennete girerek ebedî rahat ve huzura

kavuşabilmek için, yaşadıkları süre boyunca Allah’a hoş gelecek iyiliklerde bulunmak

isterler. Bunun için de, durmadan ibadet ederler; her türlü güçlüklere, yoksulluklara

şikâyet etmeden katlanırlar. İhtiyaç sahiplerine yardım etmek için maddî varlıkları

yetişmiyorsa, bedenen çalışmak suretiyle bu yardımı yapmaya gayret ederler.214

Üçüncü grup; âşıkların cömertliğidir. Seven bir insan, sevdiği için en değerli

varlığı olan canını bile vermekten çekinmez. Âşığın gönlü sevgililerin en yücesinde olan

Yüce Allah’a yönelmiş ise, malın da canın da onun için artık hiçbir anlamı ve değeri

kalmamış olur.215

Dördüncü cömertlik ise; gönül cömertliğidir. Her şeyi, herkesi hiçbir karşılık

beklemeksizin içten gelen, gönülden kopan bir istekle, bir tutkuyla sevebilmek

cömertliklerin en anlamlısı, en değerlisi ve en yücesidir. Maddî ve manevî hiçbir

karşılık beklemeden, hiçbir çıkar hesabı gözetmeden yalnızca verebilmek, ancak Yüce

Allah’a ve onunla bir ve beraber olabilme sırrına erişmiş âriflere, kâmil insanlara has bir

cömertlik anlayışıdır.216

212 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.28. 213 Aziz Yalçın, Makâlât-ı Hacı Bektaş-ı Velî, İstanbul 2004, s.140. 214 Yalçın, a.g.e., s. 141. 215 Yalçın, a.g.e., s. 141. 216 Yalçın, a.g.e., s. 142.

47

Hacı Bektâş-ı Velî’nin üzerinde durduğu cömertlik, toplumun insanlardan

beklediği ve çok önem verdiği, güzel bir davranış biçimidir. Cömertlik, sadece para-

pul, mal-mülk gibi maddi varlıklarla yapılmaz. Yani zengin olan insanların, muhtaç

durumda bulunan insanlara yardım etmesi anlamına gelmez. İlim sahibi, bilmeyenlere

bilgisini hiç esirgemeden öğreterek; işçi, kendisine ekmek parası kazandıran,

başkalarına muhtaç olmaktan kurtaran işini en iyi biçimde yapmak suretiyle de

cömertlik yapmış olur.

Hacı Bektâş-ı Velî “Utanmak dileyen cömertliği sever.”217 demektedir.

Utanma duygusu taşıyan, utanmayı bilen herkes, Allah’ın yüce emirlerine de uymayı

bilir. Toplumun iyi, güzel ve değerli olarak kabul ettiği şeyleri de benimser. Utanmanın

ne olduğunu bilen kişi, kendisi tok olsa bile bir yakınının ya da komşusunun aç olarak

yatmasından utanır. Bir insan kendi evini, yuvasını rahatça ısıtabilmişse yakıtları

bulunmadığı için, çoluk çocuk soğukta üşüdüklerini gördüğü insanlardan utanır.

Utanan insan, bu duygudan kurtulmak ister. Zira; utanmak, kişiyi rahatsız ve huzursuz

eder. Bu durum onu, bunlardan kurtulmaya yöneltir. Böyle bir kurtuluş da, insanın

elinde bulunan imkanlardan muhtaç durumda bulunanlara özveride bulunmasıyla

gerçekleşir.

Cömert kişi, her şeyde cömerttir. Yardımda, sevgide, dostluk ve kardeşlikte,

özveri ve alçak gönüllükte de cömerttir.

6. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN KADIN GÖRÜŞÜ

Hacı Bektâş-ı Velî, kadına büyük değer vermiş, kadını hiçbir zaman ikinci

sınıf birey olarak görmemiştir. Ayrıca kadına cinsiyet olarak bakmamış, kadını insanın

diğer yarısı olarak görmüştür. O, kadının dört duvar arasında kalmaması gerektiğini

savunmuş, kadınla erkeğin yan yana mutlu, birbirine kardeş, eş, ana, bacı olduğunu

belirtmiştir. Ona göre, kadın sevilen, sayılan eştir. O şu sözü ile kadın erkek eşitliğini

şöyle vurgulamaktadır:

217 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e.., s.28.

48

“Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde

Hakk’ın yarattığı her şey, yerli yerinde

Bizim nazarımızda kadın, erkek farkı yok

Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde.”218

Hacı Bektâş-ı Velî, kadınların okutulmasını öğütleyerek, gelecek kuşakların

bilinçli annelerin elinde yetişmesini ister. “Kızlarınızı okutunuz, onlar geleceğin

anneleridir.”219 “Kadınları okutunuz.”220 “Kadının yüzünün peçetesi, kadınlık iffeti ve

haysiyetidir.”221 Ayrıca, “Kadınları okutmayan milletler yükselemezler.”222 sözüyle de

kadınlara verdiği değeri gösterir.

Hacı Bektaş devrinin Anadolu’sunda kadının toplumsal statüsüne

baktığımızda, Âşıkpaşazâde’nin Anadolu erenleri arasında “Bacıyân-ı Rûm” adlı bir

kadın örgütlenmesinden bahsettiğini görürüz. Bacıyân-ı Rûm, Anadolu’da bulunan ve

isimleri Gaziyân-ı Rûm, Âhiyân-ı Rûm, Abdalân-ı Rûm olarak anılan örgütlenmelerden

biridir.223 Bektâşî dergâhlarında kadın dervişler de vardı. Kadıncık Ana, bu derviş ve

dergah yöneticisi kadınlardan biriydi.

Hacı Bektâş’ın kadına verdiği değeri, Şeriat makamlarının beşinci ve altıncı

makamları arasında söylemiş olduğu sözlerden de anlayabiliriz.224 O, erkeklerin,

nikâhında olmayan bir kadınla cinsel bir ilişki kurmaya kalkışmamalarını, Kur’ân-ı

Kerim’in bu husustaki uyarılarını hatırlatarak öğütlemiş, kadının erkek için bir zevk

aracı olmadığını kuvvetle vurgulamıştır. Böylece kadının, kişiliğine ve onuruna vermiş

olduğu değeri de açıkça ortaya koymuştur.

218 Haydar Teberoğlu, a.g.m. s. 143, Belkıs Temren, “Bektaşî –Alevi Kültüründe Kadın”, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaşî Veli Sempozyumu, Ankara 1999, s.320. 219 Teberoğlu, a.g.m., s. 143 220 Önder Göçgün, “Hacı Bektâş-ı Veli ve İnsan İmajı”, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektaşî Veli Sempozyumu, Ankara 1999, s.152. 221 Teberoğlu, a.g.m., s. 144 222 Teberoğlu, a.g.m., s. 144. 223 Âşıkpaşazâde, a.g.e., s.205-206 , İrene Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, İstanbul 1993, s. 218. 224 Şeriatın beşinci makamı “nikah kıymaktır”, altıncı makamı da “hayz ve lohusalıkta cinsi münasebeti harâm bilmektir”.Bkz. Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.11.

49

Bunun dışında, Hacı Bektaş kadına vermiş olduğu önemi, kadın sağlığı ile

ilgili konuyu ele alarak da gösterir. Bakara Suresi’nin 222. âyetinde225 işaret edilmiş

olduğu gibi, modern tıp bilimi de kadınların muayyen rahatsızlık günlerinde ve

loğusalık hallerinde cinsel ilişkilerde bulunmalarını, kadın sağlığı açısından son derece

sakıncalı bulmaktadır. Hacı Bektâş-ı Velî de, erkekleri bu konuda “hayz ve loğusalıkta

cinsi münasebeti haram bilmektir” 226 sözüyle uyararak onları, eşlerinin sağlıklarını

tehlikeye sokabilecek davranışlarda bulunmamaya çağırır.

Ayrıca Hacı Bektâş-ı Velî, bir erkeğin çok eşliliğine sıcak bakmaz. Tek evlilik

ve tek eşlilik esastır. Hacı Bektaş, evliliği şart koşar. Bundan dolayı, şeriat kapısının

beşinci makamını “evlenmek, nikah kıymak” olarak görür. O bu yolla sağlıklı bir aile

kurumu oluşturmayı ve toplumu bu aile kurumu üzerine oturtmayı amaçlar. Yine O,

erkeğin hanımın üzerine kuma getirmesini, tevhid inancını puta tapıcılıkla karıştırmaya

benzetir ve şöyle der: “Tekkenin üst katında tefekküre daldığım bir sırada kulağıma bir

ses geldi. Dikkat ettiğimde bir kadının kocasıyla konuştuğunu anladım. Kadın kocasına:

‘Dövdün, yüz döndürmedim. Başıma ne belâ getirdinse seni bırakıp gitmedim, üstüme

bir başkasını almayasın diye. Benim üstüme bir başkasını alırsan ben ne yaparım?’ Ben

bu sözün benzerini Kur’ân’da aradım ve şu âyeti buldum: “Şüphesiz Allah kendisine

ortak koşulmasının dışında dilediği kimselerin günahlarını bağışlar.”227 Yüce Allah bu

âyette, tüm günahlarını bağışlarım, bana kulluğunda eksiklik olursa örterim. Bütün

bunları şunun için yaparım ki, benim üstüme bir nesneye inanıp bağlanmayasın diye.” 228 Bundan dolayı Hacı Bektaş, çok eşliliğe sıcak bakmaz.

7. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN İLİM GÖRÜŞÜ

Kur’ân-ı Kerim’de “De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”229

buyruğundan sonra Allah Teala, bilgiyi ve bilgili kimseleri; aydınlığa, gerçeği görene,

ışığa ve diri olanlara; bilgisiz ve cahil insanları da körlüğe, karanlığa ve ölülere

225 “Bir de sana kadınların ay halini sorarlar. De ki:Bu bir rahatsızlıktır, onun için âdet sırasında kadınlardan geri durun ve onlar temizleninceye kadar, kendilerine cinsel yaklaşmada bulunmayın..” Bakara, 2/222 226 Hacı Bektâş-ı Veli, Makâlât, s.11. 227 Nisa 4/48. 228 Rüştü Şardağ, Hacı Bektaş-ı Velî ve Besmele Tefsiri, Ankara 1996, s. 19-20. 229 Zümer 39/9.

50

benzetir.230 Hz. Muhammed (sav) bir hadislerinde, “İlim öğrenmek kadın erkek herkese

farzdır”231 buyurarak İslam dininin ilme verdiği önemi göstermiştir.

Bilmek, manasına gelen ilim, Makâlât’ta, şeriat makamlarından ikincisi,

marifet makamlarından yedincisi olarak geçmektedir. Birinci makamı iman, ikinci

makamı ilimdir der.232 Hacı Bektaş burada, geleneksel anlayışın aksine, şeriatın ilk

makamı olarak “ilim öğrenmeği” göstermekte, diğer İslam şartlarını bunun ardından

anmaktadır. Makâlât’ta, ilmin yeri göğüstür. Göğüs ise, gönlün bulunduğu yerdir. Bir

şehre benzetilen gönlün içinde rahmanî ve şeytanî iki sultan vardır. Rahmanî olan

sultanın adı, akıldır ve yüreğin sağ kulağında yedi kale vardır. Allah-u Teâla her bir

kalede bir muhafızı vekil kılmıştır. O muhafızlardan birincisi ilimdir.233 Dolayısıyla

ilmin aslı rahmanîdir. Kişi ilmi ve doğru amelleri sayesinde Allah’a kavuşur, akıl ve

ilim sayesinde marifete, oradan da Hakk’a ulaşır. Ayrıca Hacı Bektâş-ı Velî, yol

göstericiliği sebebiyle ilmi, yıldızlara benzetir. Nasıl ki kullar açık ve bulutsuz bir

havada yollarını kolayca bulurlar, gerçek ilim sahipleri de Hak’tan yana yol bulurlar.

Hacı Bektaş’a göre, ilim sahipleri olmasa Hak’tan yana yol bulunmaz. Dolayısıyla

âlimleri, ana ve babadan daha iyi ağırlamak gerekir. Çünkü Hacı Bektâş-ı Velî’ye göre,

anne-baba, çocuklarını dünya sıkıntılarından, korur. Âlimler ise; Müslümanları, ahiret

belasından, cehennem ateşinden ve sıkıntısından korurlar. O, “Nesneler can ile, can ise

bilgi ile dirilir.” diyerek, “Bir kimsede akıl, marifet, ilim olmaz ise, Hak’tan yana nasıl

yol alıp, yolunu nasıl görecektir? Eğer âlimler olmasa, Allah’a giden yolu kim, nasıl

bilebilirdi?” der. 234

Dolayısıyla Hacı Bektâş-ı Velî’nin en fazla değer verdiği konuların başında,

fazilet ve bilgi gelir. Faziletli bir insan modeli oluşturabilmek için tek yol vardır: O da

ilimdir. İlmi, üstün bir değer olarak kabul eden Hacı Bektaş: “Her kim ki ilme yakın olsa

öğrenmelikten mahrum kalmaya”235 sözüyle ilmin önemini vurgular.

230 Fatır 35/19-20. 231 Sahîh-i Buhâri Muhtasar, Tecrid-i Sarih Tercemesi I, s.49. 232 Hacı Bektâş-ı Veli ,a.g.e., s.11. 233 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.21. 234 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.54, Şardağ, a.g.e., s.105. 235 Aziz Yalçın, Makâlât-ı Hacı Bektaş-ı Velî, İstanbul 2004, s.223.

51

Kısaca Hacı Bektâş-ı Velî, “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”

sözüyle ilmi ve bilgiyi, insanı ve insanlığın yolunu aydınlatan birer ışık olarak görür.

İnsan; bilmek, tanımak, öğrenmek ve öğretmek için yaratılmıştır. Bilgi, insanın en

önemli yönünü oluşturur. İlim hakkında düşüncelerini anlatmaya çalıştığımız Hacı

Bektâş’ın ilim konusunda meşhur olan sözlerinden bazıları şunlardır:

“İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”

“Araştırma açık bir sınavdır.”

“Biliniz, görünüz.”

“İlmi ve bilgiyi yüce tutan kimse, hiçbir zaman alçalmaz.”236

8. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN ADALET GÖRÜŞÜ

Hacı Bektâş-ı Velî, üretimde, tüketimde, insanlara karşı muamelede hep

âdaletli olmuş ve adaletli olmayı öğütlemiştir. O, insanın alnı açık ve cesur olarak

dolaşması için, her şeyden önce adaletli olması gerektiğini237 savunan bir mutasavvıftır.

O, insanlara dininden ve mezhebinden dolayı farklı bakmamış, bütün insanları

bir olarak görmüştür. Yani Hristiyanlığa mensup olanlara farklı, İslâm dininde olanlara

farklı bir muamele yapmamıştır. O, “Yetmiş iki milleti bir görmüştür”. Ayrıca, “ Dünya

içindeki yaratılmış nesneler eşittir.”238 ilkesiyle, bütün insanları bir gördüğünü vurgular

ve bundan dolayı insanlara eşit davranmanın önemine dikkat çeker. Hacı Bektâş-ı Velî,

âdil, eşitlikçi, paylaşımcı ve toplumcu bir toplum modeli çizer.

Hacı Bektaş, cinsiyet ayırımı gözetmez, kadın erkek ayırımı da yapmaz,

adaletli davranırdı. O, sadece insanlara değil, hayvanlara karşı da merhametli ve eşit

davranırdı. Hayvanların incinmesine ve onlara işkence yapılmasına karşıydı. Hacı

Bektaş, canlılar arasında ayrım yapmadan hepsine karşı merhametli davranırdı.

Kısaca Hacı Bektaş, inanç ve düşünce ayrılığı gözetmemiş, bütün insanlara

sevecenlikle, hoşgörüyle ve âdaletle davranmıştır.

236 Göçgün, a.g.m. s. 148, “Haydar Teberoğlu, Hacı Bektaş-ı Velî Düşüncesi”, Hacı Bektaş-ı Velî Araştırma Dergisi, sy.16 2000, s.149. 237 İ.Zeki Eyupoğlu, Bütün Yönleriyle Hacı Bektaş-ı Velî, İstanbul 1998, s.121. 238 Aktaş, a.g.m. , sy.14 2000,s.216.

52

9. HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN İÇKİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ

İçki ve sarhoşluk veren uyuşturucular, İslâm dinine göre, haram

kılınmıştır.239 Hz. Muhammed de, “Sarhoşluk veren tüm içecekler haramdır.” sözüyle

içkiyi haram kabul etmiştir.240

Hacı Bektâş-ı Velî de, Makâlât adlı eserinde şunları söylemektedir: “Bir

kuyuya bir damla murdar (içki) damlasa, kuyunun suyunu tamamen boşaltıp, bir yere

dökseler, bu dökülen yerde ot bitse, o otu koyun yese, ehli takva katında o koyunun eti

haramdır. Çünkü, murdar nesnenin haramlığı ve murdarlığı şeytan fiilindendir.”241 Bu

ifadesiyle o, içkinin haramlılığı konusunda, net bir görüş belirtmiştir.

Başlangıçta Alevi-Bektaşî kesim içki içmezdi. İçkinin haram olması dışında

da kötü hatıraları vardı ve ondan tiksinilirdi. Çünkü Kerbela faciası yaşandıktan sonra,

Hz. Peygamber’in sevgili torunu Hz. Hüseyin’in mübarek başı kesilerek gümüş tepsi

içinde, Yezid’e,

- “İşte, düşmanın Hüseyin’in başı.” diye takdim edilmiş, o da bu iş karşısında

keyiflenerek, iki bardak şarap getirtmiş ve içmiş.242 Onun için de, Hz. Hüseyin’i

sevenler; içki içmek Yezid’in işidir diye içkiden tiksinmişler ve içki içmemişlerdir.

Haydar Kaya’ya göre içki, Bektaşilik tarikatına, Babağan Kolu tarafından,

XVI. yüzyılın ikinci yarısında, “Dimetoka” dergahından girmiştir. Ak Abdullah Baba

tarafından içki tarikata sokulmuştur. Yine yazara göre, Çelebi Cemaleddin Efendi’ye

gelinceye kadar, Hacı Bektaş Çelebileri içki içmemiş ve erkânlarında içkiyi

kullanmamışlardır.243

239 Maide 5/90. 240 Sahîh-i Buhari Muhtasar, Tecrid-i Sarih Tercemesi II, s. 701. 241 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s. 4-5. 242 Sezgin, Hacı Bektaş-ı Veli ve Bektaşilik, s.76. 243 Haydar Kaya, Alevi-Bektaşi Erkanı, İstanbul 1993, s.485-490.

53

B.İTİKADİ GÖRÜŞLERİ

Hacı Bektâş-ı Veli’nin dini düşüncesinin temelini, itikadî görüşleri oluşturur. Bu

görüşlerin başında; Allah inancı, Peygamberlere olan inancı, Meleklere olan inancı,

Ahiret inancı, Kitaplara olan inancı ve Kader ve Kaza’ya olan inancı gelir. Onun dini

düşüncesine baktığımızda güçlü bir Allah inancının ve peygamber inancının olduğunu

rahatlıkla söyleyebiliriz.

1.HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DE ALLAH İNANCI

Hacı Bektâş-ı Velî’den bahseden klasik kaynaklar, onun dini kimliği

konusunda yeteri kadar aydınlatıcı değildir. Bazıları onu şeriata bağlı ve dini

görevlerini yerine getiren244 bir kişi olarak tanıtırken, bazıları da şeriata uymayan,

namaz kılmayan245 bir kimse olarak tanıtırlar. Bu çelişkili görüşler günümüzde de

varlığını devam ettiriyor. Kimi düşünürler, onu Sünnî bir velî, en azından dindar bir kişi

olarak görürken246 kimileri de Sünnî olmadığını, şeriatçı olmadığını savunur.247

Görüldüğü gibi, Hacı Bektaş ile ilgili kaynaklar, onun dini kimliği konusunda,

benzer bilgiler vermemektedir. O halde bu kaynaklarla yetinmek yeterli olmamaktadır.

Makâlât adlı esere bakmak gerekir. Bilhassa onun Velâyetnâmesi’ne bakmak zaruridir.

Velâyetnâme, Hacı Bektâş’ın vefatından yaklaşık iki yüz yıl sonra kaleme alınmış bir

eserdir.

İslam dininde itikat esaslarının temeli, imandır. İman; Allah’a, meleklerine,

kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan

geldiğine inanmaktır. İslam dininde, Allah inancının yeri ve önemi çok büyüktür. Hacı

Bektâş-ı Velî’ye göre de imân; “dört kapı, kırk makam” içerisinde şeriat makamlarının

birincisidir. Hacı Bektâş-ı Velî, “Allah”ı; Hakk, Çalap, Tanrı, Mevlâ gibi isimlerle

zikreder.248 Makâlât incelendiğinde, Hacı Bektâş’ın Allah’a olan inancı güçlü bir

şekilde görülmektedir. O, şeriatın makamlarını sayarken, ilk sırada Allah inancının

244 Elvan Çelebi, Menâkıbul Kudsiyye, nşr. İ.Erunsal-A.Y. Ocak, s.170-171. 245 Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri I, terc. Tahsin Yazıcı, s.412. 246Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e. s. XXXVII. 247 Şakir Keçeli, “Hacı Bektaş-ı Velî Şeriatçı mıydı?”, Yol Dergisi II, Ekim-Kasım ,1999, s.48. 248 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e. , s.2,6,8,9,30,42.

54

olduğunu söyler.249 Ona göre, Rahman’ın aslı iman, şeytanın aslı ise, şüphedir. Fakat

imana şüphe katmak güçtür. Çünkü iman akıl üzeredir; akıl sultandır ve ten içinde

imanın naibidir. Sultan giderse naip nasıl durabilir? Bunu örnek vererek açıklar. İmanı

hazineye benzeten Hacı Bektaş, “İman bir hazinedir, iblis hırsız, akıl da bekçidir. Eğer

bekçi giderse hırsız hazineyi çalar.” der. Bir başka yerde, “İnsan koyundur ve akıl

çobandır ve iblis kurttur. Çoban giderse, kurt koyunu ne yapar? Kapar. Yaratan

Tanrı’ya inanmak imandır ve emrini tutmak da imandır. Sakın dediğinden sakınmamak

Tanrı’ya inanmamaktır”250 diyen Hacı Bektaş, böylece Allah’a iman etmenin önemine

işaret eder. Ona göre, Allah’ın emrini yerine getirmemek ve sakının dediğinden

sakınmamak, inanmamak anlamına gelmektedir. Bu sözlerden de anlaşılmaktadır ki o,

imanı salt zihinsel süreç olarak görmemekte ve varoluşsal bir boyut eklemektedir. Amel

iman arasında zorunlu bir ilişki kurmaktadır.

Makâlât’ın başka bir yerinde imanı, ameli ve küfrü ticari kavramlara

benzeterek açıklamaktadır: “İmanı” ticaret yapmak için gerekli olan “sermaye”ye,

“ameli” yani Allah’ın emirlerini tutmayı “kâr”a, “küfrü” de “iflas”a benzetmektedir.251

Bu benzetmelerden şu sonucu çıkarabiliriz; Nasıl sermayesiz ticaret yapmak mümkün

değilse, imansız da Müslüman olmak mümkün değildir. Ticaret yapmaktan maksat, kâr

elde etmektir. O halde imanı elde etmek yeterli olmayıp Allah’ın emirlerini de yerine

getirmek lazımdır. Hacı Bekâş-ı Veli soyut bir kavram olan imanı, amel ve ahlakla

ilişkilendirerek somut bir hale getirmektedir. O soyut olarak Allah’a inanmayı yeterli

görmez bunu amellerle olması gerektiği üzerinde durur.

Velâyetnâme incelendiğinde ise, çok güçlü bir Allah inancı göze çarpar. Bu

inanç sadece, Allah’ın varlığını, birliğini, aşkın ve yüce bir varlık olduğunu kabulle

sınırlı, bir inanç değil, bunun ötesinde Allah’ın sıfatlarının da gerektiği gibi bilinip

kabul edildiği bir inançtır. Velâyetnâme’nin daha ilk sayfalarında, Hacı Bektâş’ın

doğumu anlatılırken, şunlar kaydedilir: Zeynep Hatun (Hatem Hatun), oğlu Hacı

Bektaş’ı emzirmek istemiş, ancak çocuk annesini emmemiş, altı ay geçince de şahadet

parmağını kaldırarak “Eşhedü en lâ ilâhe illallâhu vahdehu lâ şerîke leh ve eşhedü enne

Muhammed’en abduhu ve rasalûhu” ( Ben şahadet ederim ki, Allah’tan başka ilah

249 Hacı Bektâş-ı Veli , a.g.e. s.11. 250 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.9. 251 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.39.

55

yoktur ve yine şahadet ederim ki, Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.) demiştir.

Altı aylık bir bebekken Hacı Bektâş’ın ağzından çıkan ilk söz bu olmuştur.252 Hacı

Bektaş’ın Müslüman olduğu ve Müslüman olarak yaşadığını daha iyi ifade edebilmek

için, böyle bir yola başvurulmuş olmalıdır.

Velâyetnâme’nin birçok yerinde Allah ve Tanrı adları çeşitli şekillerde

geçmektedir. Mesela, “Hacı Bektaş bir keresinde, Allah deyip elini uzatarak, taşı tuttu,

parmakları hamura gömülür gibi taşa gömüldü.”253 ifadesinde, Hacı Bektâş’ın kerâmet

gösterirken, Allah’ı andığı görülmektedir. Bu ifade Bektaş’ın kerâmet gösterirken

Allah’tan yardım isteği anlamını da taşımaktadır. Yine Hacı Bektaş, işlerini yaparken

Allah’ın adını da anmaktadır. Hacı Bektaş, “Bismillah” diyerek Haydar’ı kucağına

aldı.254 “Hünkâr besmele ile ağaca çıktı.”255

Ayrıca, Hacı Bektâş’ın, Allah’ın sıfatlarını bilip, onlara inandığını gösteren

pek çok söz de nakledilir: Hacı Bektaş Bedahşan’da * kafirlerle mücadele ederken, “Ya

Rabbi bu kafirlerin günlerini karart, sen bana yardım et.” 256 diye özellikle Allah’ın

rububiyet sıfatlarını kendinde toplayan “Rab” ismine sığınarak Allah’a el açıp dua

etmiştir. Hacı Bektâş’ın Allah’a dua edip yalvarması Allah’ın yüceliğini kabul ettiğini

gösterdiği gibi, onun sıfatlarından da haberdar olduğunu göstermektedir.

Ayrıca Vilayetnâme’nin başka bir bölümünde de Hacı Bektâş’ın ölümü

anlatılırken, “Tanrıya can verdi.” 257 ifadesi geçer. Bu söz onun acizliğinin ifadesi

yanında, Allah’ın yaratıcılığını kabul ve geri dönüşün yine ona olduğunu kabul edişin

de bir ifadesidir.

Görüldüğü gibi bu ifadelerden, Hacı Bektâş’ın Müslüman olduğunu, daha

doğduğu ilk aylardan itibaren Allah’ın varlığını, birliğini ve Hz. Muhammed’in

Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu kabul ettiği anlaşılmaktadır. Dikkat edilirse Hacı

Bektaş hayatın her safhasında Allah’ın adını anmadan hiçbir iş yapmamış, sürekli olarak

“Bismillah” diyerek işlere başlamıştır. Bu ifadeler bize onun Allah’ın varlığını ve

252 Gölpınarlı, a.g.e., s.4. 253 Gölpınarlı, a.g.e., s. 60. 254 Gölpınarlı, a.g.e., s.11. 255 Gölpınarlı, a.g.e., s.32. 256 Gölpınarlı, a.g.e., s.9-14. * Amu-deryanın (Ceyhun) kaynağı olan Perc’in yukarı mecrasının sol sahilindeki dağlık memleket (Türkistan). 257 Gölpınarlı, a.g.e., s.88.

56

birliğini iliklerinde hisseder derecede kabul ettiğini gösteriyor. Onun Allah’tan yardım

dilemesi, ona dua etmesi ve ölümünde Allah’a can verdiğinin ifade edilmesi, onda bu

inancın güçlü bir şekilde var olduğunu ispat eder. Nitekim hiçbir insan, inanmadığı bir

varlıktan yardım dilemez ve kabul etmediği bir varlığın adını da sürekli zikretmez.

2.HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DE MELEK İNANCI

Melekler gözle görülmeyen nurânî varlıklardır. Kur’ân-ı Kerim’de var

oldukları bildirilir.258 Hacı Bektâş’ın melekler konusundaki görüşü açık ve nettir.

Makâlât’ta “Melek” kavramı için “Melek ve ferişte” isimleri geçer. Aynı eserde Onun,

“..ve hem meleklerine inanmak imandandır”259 ifadesi, meleklere inanmanın imanın

şartlarından biri olduğunu gösterir. Ayrıca Hacı Bektâş-ı Velî, meleklere iman

konusundaki imanını şu sözlerle sürdürür: “Pes imdi azizmen, her bir kişiye üç yüz

altmış melek müekkeldir. Pes bunca melekler arasında edepsizlik edersin de ve senin

gibi insan olan kişilerin yanında edepsizlik etmezsin. Hani meleklere inandığın?”260

Hacı Bektâş-ı Velî burada, Yüce Allah’ın her bir insan için, onu görüp

gözetleyen üç yüz altmış adet melek yarattığını, bu melekler, insanları Yüce Allah

adına, her yerde ve her an denetim altında bulundurduğunu vurguluyor. Buna böyle

inanması gerekirken, bir kişi kötü bir hareket, uygunsuz bir davranış ya da çirkin bir iş

yapacağı vakit, çok defa yanında ve yakınında kendisini görebilecek başka bir insanın

olmamasına dikkat eder. Ama hiç düşünmez ki, kendisini gece gündüz her an

gözetleyen onca melek vardır. Dolayısıyla insanlardan çekinen insan, onca meleklerden

nasıl çekinmez, nasıl utanmaz, diyerek melekler konusundaki görüşünü dile getirir.

Ayrıca meleklerin Hz. Adem’e secde edişi, “Rıdvan” adlı meleğin Cennet’in kapıcısı

olması, “Mâlik” adlı meleğin Cehennem’in kapıcısı olması, “Kirâmen Kâtibin”

meleklerinin günah ve sevapları yazması gibi çeşitli atıflar bazı vesilelerle zikredilir.261

Velâyetnâme’ye baktığımız zaman, Hacı Bektâş-ı Velî’nin melekler

konusundaki görüşlerini daha net bulabiliriz. Eserde anlatıldığına göre, Ahmet Yesevi,

Hacı Bektaş’ı Anadolu’ya göndermiş, O da Anadolu’ya gelmek için yola çıkmıştır. Hacı 258 Bakara 1/285, Meryem 19/64. 259 Hacı Bektâş-ı Veli, Makâlât, s.9. 260 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.9. 261 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e.., s.44,42.

57

Bektâş’ın gelişi, Rum erenlerine mâlum olmuş, ancak erenler bundan memnun

olmamışlar, ülkeyi ele geçirmesinden ve halkı da kendisine muhip etmesinden endişe

duydukları için, onun gelişine engel olmak istemişler ve velâyet kanallarını birbirine

çatıp yolu bağlamışlardır. Hacı Bektaş da yolun bağlı olduğunu görünce, “Bismillahi ve

billahi” diyerek velâyetle sıçramış ve arşın tavanına yetişmiş, burada kendisini,

melekler karşılayıp selam vermişlerdir.262

Burada Hacı Bektaş, meleklerin kutsal varlıklar olduğuna, onun zıplayıp arşa

yükseldiğinde, meleklerin orada bulunduğuna ve oradaki meleklerle görüştüğüne, yani

meleklerle velîlerin görüşebileceğine, hatta bulundukları yere kadar

yükselebileceklerine, meleklerin ona selam vermesinin, onun üstün bir veli oluşundan

kaynaklandığına inanılmaktadır. Burada meleklerden bahsedilmesi, onlara iman

edildiğine işaret etmektedir. Çünkü, varlığını kabul etmeyen ve ona inanmayan bir

insan meleklerden bahsetmez.

3.HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DE KİTAP İNANCI

Kutsal kitaplara inanmak (Tevrat, Zebur, İncil ve K.Kerim) İslam’ın temel

inançlarından birisidir. Bu kutsal kitaplardan birine inanılmadığı zaman bu iman

gerçekleşmiş olmaz. Kur’ân-ı Kerim dışındaki diğer kutsal kitaplar, gönderildikleri

zamandan bugüne asıl özelliklerini koruyamamış ve tahrif edilmişlerdir. Kur’ân, Allah

tarafından indirildiği gibi günümüze kadar gelmiştir.

Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât adlı eserinde, şeriatın ilk basamağının iman

etmek olduğunu belirtir. Bunun içinde; Allah’a, peygamberlere ve kitaplara iman da

vardır. Dolayısıyla Hacı Bektaş, kitaplara iman etmeyi, “kırk makamdan” biri olarak

sayar.263 Tanrı’nın Kur’ân’ına ve diğer kitaplara inanmak da imandır der. Makâlât’ta

en çok adı geçen kitap, Kur’ân-ı Kerîm’dir.264 Diğer kutsal kitaplar; “İncil, Zebur,

Tevrat” ise İsa Peygamber’le ilgili bir kıssada geçmektedir.265 “Kibir, haset, cimrilik,

tamah, öfke, gıybet, şamata ve maskaralık... Hangi kitapta, bunlardan birisinin iman

262 Abdulbaki Gölpınarlı, a.g.e., s.18. 263 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8. 264 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.12,13,20. 265 İsa aleyhisselam bir gün yürürken dağ dibine ulaşır ve oradan su içer. Fakat içtiği su, acı ve dağ da sürekli sallanıyordu. Bunun için hal diliyle dağa sorar: Su niçin acı ve niçin sallanırsın? Dağ, Musa aleyhisselam zamanında bir yiğit gezerken buraya geldi ve şu âyeti okudu; “Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu o ateşten koruyunuz ki onun odunu insan ve taşlar olacaktır” Tahrîm Suresi 66/6, Sonra bu âyet Tevrat’ta ve İncil’de ve Zebur’da ve Kur’ân’da’da var mıdır?dedi. O zaman İsa Aleyhisselam , İncil’de ve Tevrat’ta ve Zebur’da ve Kur’ân’da bu âyet vardır dedi. Bkz. Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.3.

58

ehlinin içinde olacağı buyrulur? Nerde kaldı Allah’ın kitaplarına inandığın?” 266

diyerek diğer kutsal kitaplara da inandığı açıkça söylenebilir.

Velâyetnâme de ise, kitaplara iman konusu direkt söylenmez ama dolaylı

yollardan dile getirilir: Ahmet Yesevî’nin Tanrı’ya duasından bahsedilirken onun “Ey

herkesin sırrını bilen Tanrı! Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün

peygamberlerin hakkı için” 267 ifadesi, bütün peygamberleri kapsamaktadır. Dolayısıyla

peygamberlere inanan kimse, onun getirdiği kutsal kitaplara da inanır.

Allah tarafından indirilen ve hiçbir değişikliğe uğramamış bulunan ve esasen

korunmasını bizzat Allah’ın üzerine aldığı268 Kur’ân-ı Kerîm’den Velâyetnâme’de

daima saygı ile bahsedilir. Eserde anlatıldığına göre, Hacı Bektâş’ın anne ve babası,

uzun süre evli kalmalarına rağmen çocukları olmamıştır. Hacı Bektâş’ın babası bu

duruma çok üzülmektedir. Babası, şehirde ne kadar hafız ve derviş varsa toplamış,

bunlara Kur’ân okutmuş ve yoksulları doyurmuştur. Bu okunan Kur’ân’ın ve yapılan

duaların karşılığında Allah, İbrahim Sâni ve Hatem Hatun’a bir çocuk vermiş ve Hacı

Bektaş doğmuştur.269 Burada çocuğun doğması için, Kur’ân’ın yüceliğinden istifade

edilmiş ve Kur’ân okunduktan sonra dua edilmiştir. Bu durum Kur’ân’a ne kadar önem

verildiğini göstermektedir. Yine Velâyetnâme’de, Hacı Bektâş’ın eğitimi için Lokman-ı

Parende görevlendirilmiştir. Ders alırken bir gün, Hacı Bektâş’ın sağında ve solunda, iki

kişinin bulunduğunu görmüş, onlara yaklaştığında ise, ikisi birden kaybolmuşlar.

Lokman Parende, bunların kim olduğunu sorduğunda, Hacı Bektaş, sağında oturanın

Hz. Muhammed (sav), solunda oturanın ise, Hz. Ali (ra) olduğunu, birisinin kendisine,

Kur’ân’ın zahirini, diğerinin ise, Kur’ân’ın bâtınını öğrettiğini söylemiştir.270 Bu

demek oluyor ki, Hacı Bektaş Kur’ân’a ait bilgileri, alınabilecek en sağlam ellerden

almıştır. Kur’ân’a iman konusunda en ufak bir şüphe yoktur.

Eserde anlatılan başka bir olay da şöyledir: Hacı Bektaş Bedahşan ilini zapt

etmiş ve orayı ele geçirmiştir. Halk yenilince Hacı Bektaş’tan eman dilemiş ve onu

kendilerine padişah yapmak istemişler. O ise bunu kabul etmeyerek halka Kur’ân

266 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.9. 267 Gölpınarlı, a.g.e., s.10. 268 Hicr Suresi, 15/9. 269 Gölpınarlı, a.g.e., s.3-4. 270 Gölpınarlı, a.g.e., s.5.

59

okumayı ve namaz kılmayı öğretmiştir.271 Hacı Bektaş, Kur’ân’ı sadece öğrenmekle

kalmamış, diğer insanlara da öğretmiştir. Dolayısıyla Kur’ân’a inanmayan biri olsaydı,

kendisi öğrenmezdi halka da öğretmezdi.

Ayrıca Hacı Bektaş, öleceğini hissedince vasiyetini bildirmiş, Tanrı’ya

niyazda bulunmuş, Peygambere salavat getirmiş ve Yasin Sûresi’ni okumuştur.272

Özellikle Yasin Sûresi’nden bahsedilmesi, bu sureye verilen değerin onun tarafından

bilindiği anlamını da taşımaktadır. Diğer bir olay da, Hacı Bektaş Anadolu’ya gelirken,

Necef, Medine, Kudüs gibi şehirlere uğrayarak “erbaîn” çıkarmış, hac görevini eda

ederek Elbistan’a gelmiş ve burada Ashab-ı Kehf mağarasına uğramış ve burada erbain

çıkarmıştır.273 Bilindiği gibi Ashab-ı Kehf kıssası Kur’ân’da geçmektedir. Hacı

Bektâş’ın burada erbain çıkarması ve buraları ziyaret etmesi, Kur’ân’daki Kehf

Sûresi’ni okumuş olabileceği ve dolayısıyla Kur’ân’a inandığını göstermektedir.

Özet olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektaş’tan kitaplara iman konusunda herhangi

olumsuz bir tutum ve söz sâdır olmamıştır. Üstelik kitaplara iman etme konusuna atıflar

yapılmaktadır.

4.HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DE PEYGAMBER İNANCI

Peygamberler, Yüce Allah’ın insanları uyarmak ve ilahi dinleri onlara

öğretmek amacıyla gönderildiği ve bazılarına kitap indirdiği seçilmiş elçilerdir. Allah,

peygamberlerine vahiy göndermiş ve onları mucizelerle desteklemiştir.

Makâlât’ta peygamber kavramı, “peygamber”274, “Tanrı dostları”275 gibi

kelimelerle ifade edilir. Hacı Bektaş, peygamberlere iman etmeyi imanın şartlarından

biri olarak görür ve şeriatın ilk basamağını, kırk makamdan birincisi olarak iman etmek

olarak belirtir. Bu makamın içerisine peygamberlere imanı da girdirir.276 Eserde en çok

adı geçen peygamberler; Hz. Muhammed, Hz. İsa ve Hz. Âdem’dir. Hz Muhammed’i

271 Gölpınarlı, a.g.e., s.13. 272 Gölpınarlı, a.g.e., s.88. 273 Gölpınarlı, a.g.e., s.18. 274 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8. 275 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.9. 276 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8.

60

(sav) Hz. Rasul, Muhammed-i Mustafa gibi adlarla zikreder. Konuların izahını Hz.

Muhammed’den hadisler vermek suretiyle izah eder. Yine insanın yaratılışının sebebini,

“Muhammed adının harfleri üzerinedir” şeklinde bir izah getirmiştir.277 Yani insanın

bedenini, Muhammed isminin harflerine benzeterek izah etmiştir. Hz. Muhammed’den

sonra kendisinden en çok bahsedilen peygamber, Hz. Âdem’dir. Hz. Âdem bahsi başlı

başına bir konu olarak ele alınmıştır. Allah’ın Hz. Âdem’i, yaratmak isteyişi, bunu

meleklere söylemesi, Âdem’in topraktan yaratılışı, kendisine ruh verilişi ve meleklerin

kendisine secde edişi anlatılmıştır.278 Dolayısıyla peygamberleri kabul etmeyen biri,

peygamberlere imandan bahsetmez. Ayrıca Hacı Bektaş, “Tanrı dostlarına inanmak da

imandır.” der. Ona göre, Tanrı dostları miskinliği kabul ettiler. İkiliği, kesreti bırakıp

vahdet yoluna girdiler. Tanrı dostları bir gün tok, iki gün aç gezerler.279 Burada

peygamberlerden bahsederek, onların peygamberliklerini de kabul etmiş olmaktadırlar.

Çünkü, peygamberlere inanmayan birisi, onlardan hiçbir zaman bahsetmez.

Velâyetnâme’ye baktığımızda, peygamberlik anlayışının sınırlı olarak

işlendiğini görürüz. Sınırlı da olsa işlenen konuda Kur’ân’a mutabık yaklaşımlar

bulmaktayız. Eserin başlangıcında, Hacı Bektaş doğduktan altı ay sonra, şahadet

parmağını kaldırarak, “Eşhedu enlâ ilahe illâllah vahdehû lâ şerîke leh ve eşhedü enne

Muhammed’en abduhû ve resûluhu”280 ( Tanıklık ediyorum ki, Allah’tan başka ilah

yoktur, O’nun hiçbir ortağı bulunmamaktadır; yine şahitlik ederim ki, Muhammed

Allah’ın kulu ve peygamberidir.) diyerek şahadet getirmiştir. Hacı Bektâş’ın bu sözü

Hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul ettiğinin ispatıdır. Başka bir yerde de,

Lokman Parende’nin, Hacı Bektaş’a yanındakinin kim olduğunu sorması üzerine

“Yanımdaki iki cihan güneşi atam Hz. Muhammed Mustafa ve bana Kur’ân’ın zahirini

öğretiyordu.”281 Şeklindeki ifadesi de, peygamberliğin tasdiklendiğinin kanıtıdır.

Bunların dışında eserde, Hz. Muhammed (sav) ile ilgili olarak “gerçek din

Muhammed dini, Peygambere salavat, ve Tanrı elçisi”282 gibi ifadeler geçmektedir.

277 Âdem’in başı “mim” gibidir, iki eli “ha” gibidir ve karnı “mim” gibidir, iki ayağı da “dal” gibidir.Bkz. Hacı Bektâş-ı Veli, Makâlât, s.41. 278 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.44-46. 279 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8. 280 Gölpınarlı, a.g.e., s.4. 281 Gölpınarlı, a.g.e., s.5. 282 Gölpınarlı, a.g.e., s.12,44.

61

Yine Hacı Bektaş-ı Veli’nin soyunun Hz. Muhammed’e dayandığı birkaç kez ifade

edilmektedir.283 Bütün bunlar bize Hacı Bektaş’ın kuvvetli bir şekilde Hz.

Muhammed’e olan inancını göstermektedir.

Peygambere iman konusu sadece Hz. Muhammed’in nübüvvetinin tasdik

edilmesi değil, aynı zamanda diğer peygamberlerin de peygamberliklerinin tasdik

edilmesi anlamına gelmektedir. Eserde, Ahmet Yesevi’nin duasından bahsedilirken,

onun “Ey herkesin sırrını bilen Tanrı! Adem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün

peygamberlerin hakkı için..”284 ifadesi, ilk peygamber Hz. Adem ile son peygamber

Hz. Muhammed’in nübüvvetlerinin tasdik edildiği gibi, bu ikisi arasında gönderilen

bütün peygamberlere de atıf yapılarak, onların da peygamberliğini kabul edildiği anlamı

çıkarılabilir. Ayrıca bazı alimlerin salih bir insan, bazı alimlerin peygamber olduğunu

söylediği Hızır’dan sık sık bahsedilmekte ve Hacı Bektâş’ın onunla buluşup, sohbet

ettiği eserde geçmektedir. Mesela, Hacı Bektaş çok zamanlar Hızır peygamberle

buluşurdu. Yine bir gün Saklan Kalesi * yakınlarında Hızır’la buluştu, sohbet ettiler.285

Ayrıca Hacı Bektâş’ın ölümü esnasında, “Tanrı’ya niyazda bulundu, Peygamber’e

salâvat getirdi.”286 ifadesi Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul ettiğini

göstermektedir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Velâyetnâme’de Hacı Bektaş Hz. Muhammed ve

Hz. Adem’in peygamberliklerini kabul etmekte, dua ederken kendilerine hürmet ve

saygı gösterilip, tevessül edilmektedir. Diğer peygamberlerden de üstü kapalı bir şekilde

bahsedildiği için onların da peygamberliklerinin kabul edilmektedir.

283 Gölpınarlı, a.g.e., s.1,19. 284 Gölpınarlı, a.g.e., s.10. 285 Gölpınarlı, a.g.e., s.11,19,22. 286 Gölpınarlı, a.g.e., s.88. * Kayseri ilinde

62

5.HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DE AHİRET İNANCI

Ahirete iman, iman esaslarından biridir. Kur’ân-ı Kerim’de bu inançla

kıyametin hak olduğu,287 diriliş,288 mahşer,289 cennet290 ve cehennemin291 gerçek olduğu

ifade edilir.

Kur’ân’da bahsedilen ahiret anlayışı ile, Hacı Bektâş’ın Ahiret anlayışı

arasında bir paralellik vardır. Dört kapı, kırk makamın ilk mertebesi olan şeriatın ilk

makamı, iman getirmektir. İman etmenin bir şartı da Âhiret gününe inanmaktır.292

Ayrıca Hacı Bektaş, ahirete inanmanın nasıl olması gerektiği konusu üzerinde durur. O,

“Kıyamete inanmak, böyle sizin gibi inanmak değildir. Zira siz, harâm ve helâl her ne

bulursanız giyinir, donanır; haksız yere nimetler yiyip beslenirsiniz. İşte bu inanmak

mıdır ki siz inanmış olacaksınız?”293 diyerek ahirete inanmanın önemine dikkat

çekmektedir. Kıyamete inanan insanların bu dünyada harama ve helâle dikkat etmesi

gerektiğini, buna uymayanların kıyamet gününden korkmadığını ve imanının eksik

olduğunu söyler. Buradan da anlaşıldığı gibi, Hacı Bektaş, kıyamete inanmakta ve

ahiretin varlığını kabul etmektedir.

Ayrıca Hacı Bektaş, cennet ve cehennemden de bahseder. Cennette Tuba

ağacının olduğunu, burada yeme içmenin olduğunu ifade eder. Ayrıca şahitlerin

özelliklerinden bahsederken, “Bunların aslı ateştendir. Bu sebeple gece gündüz

yanmaları, kendilerini yakmaları lazımdır. Her kim bu dünyada kendisini yakarsa, yarın

Ahiret’te türlü azaplardan kurtulacaktır.” İfadesini kullanır. O, “bir kez yanan başka

yanmaz” diyerek ahiretin varlığına ve Cehennem ateşine inandığını vurgular.294

Dünyayı ahirete tercih edenlerin hayvanlardan daha kötü olduğunu, Allah aşkı ile

yananların yarın cehennem ateşinde yanmayacağını vurgular. Dolayısıyla cennet ve

cehennem kavramları, ahiret inancıyla alakalı kavramlardır. Ahirete inanmayan bir

insan bu kavramlardan da bahsetmez.

287 Sebe 34/8, el Âraf ,7/8. 288 El Hac 22/5-7. 289 Et-Tegabün 64/9. 290 En Necm 53/13-15. 291 El Ahzab 33/64. 292 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8. 293 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.10. 294 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s. 2, 25, 39,54.

63

Velâyetnâme’ye baktığımız zaman, onun ahiret inancıyla ilgili verdiği

bilgilerde İslam’ın temel esaslarına aykırı bir durum görülmez. Kur’ân’ın verdiği ahiret

anlayışıyla Hacı Bektâş’ın vurgu yaptığı ahiret anlayışı arasında bir uygunluk vardır.

Hacı Bektaş bir gün, Molla Sadettin’in daveti üzerine yemeğe gider, sofra kurulur, fakat

yemekler tuzsuzdur. Bunun üzerine Hacı Bektaş, “Filan yere gidin orada tuz madeni

var, kazın çıkarın. Kıyamete dek bizden armağan olsun.” der. Gerçekten de Hacı

Bektâş’ın dediği yerde tuz bulunur.295 Bu ifadeden, biz onun kıyamet inancına sahip

olduğunu, açık bir şekilde anlamaktayız.

Aynı şekilde eserde, “mahşer” inancına da âtıf yapılmaktadır. Buna göre,

Hacı Bektaş Tatarlara Karadonlu Can Baba’yı göndermiş, onlar da müslüman olarak

Hacı Bektaş’a muhip olmuşlardır. Ancak zamanla eski âdetlerine geri dönmüşler.

Bunun üzerine Hacı Bektaş, halifelerinden “Huy Ata”yı Tatar topluluğuna göndermiştir.

Huy Ata, onların arasında, birkaç yıl kalmış, kerametler göstermiş ve onların

sakladıkları putları bularak hepsini yakmıştır. Neden böyle yaptın denilince, “Tanrı’yı

ve Peygamber’i tanıdınız, bu yaptığınız şeriata ve tarikata uymaz. Buna aykırı

harekette bulunmayın ki, mahşer günü Peygamber bayrağı dibinde haşrolunasınız.”

der.296 Görüldüğü gibi mahşere olan inanç burada açık bir biçimde ifade edilir.

Eserde, “sıratla” ilgili ifadeler de bulunmaktadır. Hacı Bektaş, Kolu Açık

Hacım Sultan’ı Germiyan iline göndermiş, Hacım Sultan “Susuz”* denilen yerde

yerleşmiştir. Orada yaşayan iklim erenleri, Seyit Gazi’yi ziyaret için kurban hazırlayıp

yola düşmüşler, ancak ırmak taşkın olduğu için karşıya geçememişlerdir. Hacım Sultan

iklim erenlerinin suyu geçemediğini görünce, onlara: “Hal böyleyken yarın kıyamet

günü, bunca müridi, muhibleri sırat köprüsünden ve bunca berzahlardan nasıl

geçireceksiniz?” der ve sonra da başındaki elifî tacı çıkartarak sudan geçmeyi başarır.297

295 Gölpınarlı, a.g.e., s.57. 296 Gölpınarlı, a.g.e., s.44. * Uşak iline bağlı köy 297 Gölpınarlı, a.g.e., s.82.

64

Ahiret inancıyla ilgili başka bir husus da, onun “Cehennem ateşi” ifadesini

kullanmasıdır. Hacı Bektaş, Kavus Han’a gönderdiği Karadonlu Can Baba’nın kazanda

kaynatıldığını anlayınca, onu serinletmek istemiş ve kerametiyle yerden pınar

çıkartmıştır. Hacı Bektaş, pınarı görünce “Nerede ihtiyacımız olsa gel derdik, gelirdi.

Kim bu pınarda yıkanırsa, Cehennem ateşinde yanmasın” demiştir.298

Ayrıca Velâyetnâme’de, muhtelif kimselerden bahsedilirken zaman zaman

“ahirete göçtü” ifadesi kullanılır. Örneğin, Baba Resul’den hikaye edilirken, “ O, bunca

velâyet ve kerâmet gösterdikten sonra Beşkarış * makamında ahirete göçtü.” denilir.299

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektâş-ı Velî ahirete inanmış ve bu inancına

uygun olarak yaşamaya çalışmıştır.

6.HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DE KADER VE KAZA İNANCI

İslâmî inançlardan biri de, “kader” ve “kaza”ya inanmaktır. Kader ve kaza

konusu, kelâmî ekoller arasında büyük tartışmalara ve ayrılıklara yol açmış, ancak bu

tartışmalar ve ayrılıklar kaza ve kadere iman noktasında değil, bunun anlaşılması ve

izahı noktasında olmuştur.300

Hacı Bektâş’ın kader ve kaza konusundaki inancını, Makâlât adlı eserinde

görmekteyiz. O, kader ve kazayı imanın şartlarından biri olarak görür. O, “İmanın şartı

altıdır; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır

ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmaktır”301 der.

Ayrıca Velâyetnâme’de kader ve kaza konusunda şöyle bir rivâyete rastlanır.

Bu rivâyete göre, Hacım Sultan, Seyyid Gazi tekkesini ziyarete gitmek ister, ancak

tekkedeki şeyh, bundan memnun olmaz. Bu durum, Hacım Sultan’a malûm olur ve

semâ etmeye başlar. Semâ ederken eteği kime değdiyse ölür, tekke şeyhi Kara İbrahim

ise, buna kızarak Hacım Sultan topluluğundaki bütün demir aletleri tandıra doldurarak

298Gölpınarlı, a.g.e., s.41. 299 Gölpınarlı, a.g.e., s.86. 300 Bekir Topaloğlu, Kelâm İlmi, İstanbul 1996, s.284.

• Kütahya’nın Altıntaş ilçesine bağlı köy 301 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8.

65

yakar. Bunun üzerine Hacım Sultan, “Sen bizi ateşle sınadın, biz de seni Tanrı kazasıyla

sınayalım.” der ve o anda gökten bir yıldırım Kara İbrahim’e isabet eder.302 Kaza,

Allah’ın ezeldeki hükmünün yürürlüğe girmesidir ki, Kara İbrahim’e yıldırım isabet

etmesi ve onu yakması Tanrı kazası olarak değerlendirilir. Bundan başka herhangi bir

rivâyet söz konusu değildir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektaş İslam’ın

öngördüğü şekilde bir kader ve kaza inancına sahiptir. Yani kader ve kazaya inanmıştır.

302 Gölpınarlı, a.g.e., s.84.

66

C.İBADET ANLAYIŞI

Hacı Bektâş-ı Veli’nin düşünce dünyasını oluşturan konularından biri de

ibadet anlayışıdır. İbadetlerine sıkı sıkıya bağlı olan bir mutasavvıftır. Onun

düşüncelerine baktığımız zaman ibadetlerini yerine getirmiş ve hatta diğer insanlara da

ibadetlerin yerine getirilmesi konusunda öğütler vermiş olan bir velidir.

1.HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN NAMAZ ANLAYIŞI

Yüce Allah’ın farz kıldığı ibadetlerden birisi de namazdır. Namaz, müminin

miracıdır. Abdest alarak, temiz kıyafetlerle Allah’ın huzuruna geçmek, ona dua edip

yalvarmak manevi bir yakınlık kurulmasını sağlar. Hz. Peygamber miraca çıkıp

döndükten sonra diğer müslümanların miracı sayılan beş vakit namaz, müslümanlara

farz kılınmıştır.303

Hacı Bektâş-ı Velî Makâlât’ta, dört kapı kırk makam bağlamında şeriat

makamlarından bahisle namaza temas eder. Burada namaz, şeriatın üçüncü makamı

olarak zikredilir.304 O, Makâlât’ta, namaz konusunda şunları söyler: “Pes imdi adam

gerek kim suya yaraya ve su gerek, kim abdeste yaraya ve abdest gerek kim namaza

yaraya ve namaz gerek kim Çalap Tealâ’ya yaraya.”305 Burada Hacı Bektâş-ı Velî,

abdestin susuz olamayacağı gibi, namazın da abdestsiz olamayacağını ve Allah’ın

rızasını kazanmanın namazsız mümkün olmadığına vurgu yapıyor. O, başka yerde ise,

insanoğlunun gençlik, ihtiyarlık vs…gibi dönemlerini namaz vakitlerine benzetir şöyle

ki; çocukluk hali, sabah namazına; ergenlik hali, öğle namazına; yiğitlik hali, ikindi

namazına; kırgınlık hali, akşam namazına ve yaşlılık hali de yatsı namazına

benzemektedir.306 Hacı Bektaş-ı Veli namaz gibi önemli bir ibadeti ısrarla tavsiye eder.

Ayrıca ona göre, peygamberimizin isimlerinden olan “Ahmet” ifadesi “namaz”a

benzetilmektedir. Elif kıyâma, ha rüku’ya, mim secdeye, dal tahıyyâta benzetilir.307 O,

303 Nisa , 4/5, el Bakara 2/110,238. 304 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.11. 305 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.8. 306 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.41 ,Cenksu Üçer, “Geleneksel Alevilikte İbadet Telakkileri”, Uluslar arası Bektaşîlik ve Alevilik Sempozyumu, 28-30 Ekim 2005, Isparta, s.301. 307 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.41.

67

namaz vakitlerinde Allah’ı tesbih etmenin gerekliliği üzerinde ısrarla durur: “O halde

akşama girdiğinizde ve sabahladığınız vakit Allah’ı tesbih ediniz, göklerde ve yerde

hamd O’nundur. İkindi ve öğle vakitlerinde de Allah’ı tesbih edin”308 âyetini delil

getirir.309 Yine o, tarikatın sekizinci makamında, namazla ilgili olarak “seccade” ve

“tesbih” gibi maddi unsurlardan da bahseder.310

Onun bir diğer eseri olan Velâyetnâme’de ise, namaz konusuna oldukça fazla

atıf bulunuyor. Bu atıflar sadece beş vakit namazla ilgili değil, cuma namazı ve cenaze

namazı konusunda da pek çok rivayet zikredilir. Bunların birinde, Lokman Parende,

Kabe’de namaz kılarken Hacı Bektaş’ın da, keramet sergileyerek orada namaz kıldığını

görür, ancak namaz bitince, gözden kaybolduğunu söyler.311 Bir diğer bir rivâyete göre

ise, Horasan pirleri Hacı Bektaş’a pirinin kim olduğunu sorar, bunun üzerine O,

“Sizden kim susam yaprağı üzerinde iki rekat namaz kılarsa biz onu pirliğe kabul

ederiz.” der. Erenler buna cesaret edemeyince kendisi hemen abdest alıp, susam yaprağı

üzerinde iki rekat namaz kılar.312 Ayrıca O, Bedahşan’daki kafirleri imana getirmek

üzere gider, orada bir mağarada ibadet halinde iken kendisine saldırmak üzere gelenler,

onu namaz kılarken bulurlar.313 Yine Bedahşan’daki halk Müslüman olunca o, bu halka

namaz kılmayı öğretir. Yine onun darı taneleri üzerinde namaz kıldığı da anlatılır. 314

Yine onun Alacık* köyüne gittiği, orada akşam namazı vakti girince abdest alıp,

namaza duracakları vakit, köyün “Kara Fakı” adlı imamının Hacı Bektâş’ın önüne

geçip imam olacağı sırada, aklına Kur’ân’dan hiçbir şeyin gelmediği ve dolayısıyla

namazı bozduğu anlatılır.315

308 Rum 30/17-18. 309 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.41. 310 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.15. 311 Gölpınarlı, a.g.e., s.7. 312 Gölpınarlı, a.g.e., s.8. 313 Gölpınarlı, a.g.e., s.12. 314Gölpınarlı, a.g.e., s.16 , S.Hayri Bolay, a.g.m. Ankara 1999, s.84-85. 315 Gölpınarlı, a.g.e., s.33. * Hacı Bektaş ilçesinin güneyinde bulunan köy. 315 Gölpınarlı, a.g.e., s.55.

68

Hacı Bektâş bir gün, müritlerinden birini Müslüman olan bir keşişe gönderir

ve bu keşiş ile müridin birlikte namaz kıldıkları Velâyetnâme’de nakledilir.316

Tuzköyü’nün* kahyası, Molla Sadeddin’e Hacı Bektaş’ı anlatırken “Köy mescidine

gidip namaz kılmıyor da kendi dervişleriyle namaz kılıyor.” der.317 Ayrıca Molla

Sadettin, Açıksaray* köyünde Hacı Bektaş’ı namaz kılarken görür.318 Yine Hacı

Bektâş’ın ölüm gününden bahsedilirken, “Hacı Bektaş bir gün namaz kıldı, evradını

okudu.” denilmektedir.319

Bize göre Velâyetnâme’de namaz konusunun geçtiği en çarpıcı rivâyet

şöyledir: Hacı Bektaş halktan çekildi, ibadete ve riyazata yöneldi ve bu durum öyle bir

hale geldi ki namazda rükû ettiği zaman, başından mübarek beyni hareket eder,

rükû’dan kalkınca yine yerine gelirdi. Tam kırk yıl ibadet etti. Tanrı’dan, “İbadetin

kabul oldu.” diye bir ses gelince daha fazla ibadete koyuldu.320

Velâyetnâme’de cuma günü ve cuma gecesine ait bilgiler de vardır. Bunlardan

bir tanesi şöyledir: Hacı Bektaş Sulucakarahöyük’ün doğu tarafında bulunan bir köye

gider, buğday ve arpalarını döven köylülerden eteğini açıp bir şeyler ister, onlar da

vermeyince, taş olsun diye beddua eder ve o anda bütün mahsul taş olur. Köylüler,

bunlar hiçbir işe yaramaz deyince, Hacı Bektaş, “İşe yarar, çocuğu olmayan kadınlar üç

gün oruç tutup, cuma gecesi bunlardan yutsunlar der.”321 Çocuğu olmayan kadınlardan

buğday tanelerini cuma gecesi yutmalarını istemesi, onun cuma gününe ve cuma

gecesine verdiği önem ve değerden, bu gecenin mübarek bir gece olmasından

kaynaklanmaktadır.

Cenaze namazının kılınmasıyla ilgili olarak da Velâyetnâme’de Hacı

Bektâş’ın ölümü anlatılmaktadır. Hacı Bektâş’ın vasiyeti üzerine, o öldükten sonra Sarı

316 Gölpınarlı, a.g.e., s.55. 317 Gölpınarlı, a.g.e., s.56. 318 Gölpınarlı, a.g.e., s.56. 319 Gölpınarlı, a.g.e., s.8. 320 Gölpınarlı, a.g.e., s.8. 321 Gölpınarlı, a.g.e., s.34. * Nevşehir ili Gülşehir ilçesine bağlı köy. * Nevşehir iline bağlı belde

69

İsmail, yüzü nikaplı kişiyi bekledi, Hacı Bektaş’ı ikisi yıkadılar, kefenlediler. Bu kişi,

imamlık etti, namazını kılıp götürüp gömdüler.322

Ayrıca Velâyetnâme’de Hacı Bektaş’ın namaz kıldığından bahsedilen bölüm

şöyledir: “Bir gün Hacı Bektaş, Tekkekaya’da* oturup sohbet ederken öğle namazının

vakti girdi. Molla Sadeddin’in gönlünden, “Hünkâr, her namaz vaktinde kaybolur, acaba

nereye gider?” düşüncesi geldi. Bu düşünce Hacı Bektaş’a malum oldu. Sadeddin’e

‘İleri gel elini elime ver, ayağını ayağımın üzerine koy.’dedi. Bir de baktı ki Kâbe’de,

halk sünnet namazı kılmakta. Derken kamet getirildi ve farza durdular. Namaz bitince

Hacı Bektaş kayboldu. Sadeddin öbür namaz vaktine kadar Mekke’de kaldı. Namaz

vakti baktı ki, Hacı Bektaş yine Mekke’de, namazdan sonra yine kayboldu. Sadeddin

oradakilere; ‘Şurada namaz kılan eri tanır mısınız?’ diye sordu. ‘Evet’ dediler, her vakit

namazını burada kılar. Bu şekilde Sadeddin kırk gün Mekke’de kaldı.”323 Bu rivâyet

incelendiğinde, Hacı Bektâş’ın beş vakit namaza verdiği önemi anlayabiliriz. Nitekim

Sadeddin’in Mekke’dekilere sorduğu sorunun cevabına karşılık olarak “Her vakit

namazını burada kılar.” şeklindeki söz genel bir ifadedir ve bütün vakit namazlarını

kapsamaktadır.

Özet olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektaş, namaz ibadetine önem vermiş, namaz

kılmayı şeriatın makamları arasında saymış, Bedahşan halkına namazın nasıl

kılınacağını göstermiş, kendisi de keramet eseri olarak Kâbe’de namaz kılmıştır. Ayrıca

o, abdestsiz olarak namaz kılınamayacağını söylemiş ve namazı insanın hayat

evrelerine benzetmiştir.

2.HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN ORUÇ ANLAYIŞI

İslâmî ibadetlerin en önemlilerinden biri de oruç ibadetidir. Kur’ân’ın

ifadesiyle, bu ibadet bizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi, biz Müslümanlara da

farz kılınmıştır.324 Bu ibadet Ramazan ayında otuz gün olarak yerine getirilir. Oruç

322 Gölpınarlı, a.g.e., s.89. 323 Gölpınarlı, a.g.e., s.61.

* Eskişehir ili Seyitgazi ilçesine bağlı köy 324 Bakara, 2/183-185.

70

ibadeti İslam’a has bir ibadet olmayıp, diğer ilahi dinlerde de bu ibadet vardı ve farz

kılınmıştı.325 İslami gelenekte farz olan oruçlardan başka adak ve nafile oruçlar da

yaygın olarak tutulmaktadır.326

Hacı Bektâş-ı Velî, oruç hakkındaki görüşünü, Makâlât adlı eserinin dört

kapı kırk makam bağlamında ilk kapı olan Şeriat kapısının üçüncü makamında net bir

suretle vurgular.327 Yani, onun oruç tutmayı şeriatın makamları arasında saydığını ve

bu ibadete büyük değer verdiğini görmekteyiz.

Velâyetnâme’ye baktığımız zaman, Hacı Bektâş’ın oruç ibadetine ilişkin

görüşlerini görürüz. Bu görüşlerin birinde, Hacı Bektâş’ın oruç tuttuğu anlatılır. Burada

nakledildiğine göre, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş’tan Bedahşan’a gidip oğlu Haydar’ı

kurtarmasını ister. Hacı Bektaş bu emri duyunca kendi kendine, “Bedahşan iline gidip,

Haydar’ı azad etmedikçe ekmek yemeyeyim, su içmeyeyim, orucumu bozmayayım.”

der.328 Bu rivâyette onun oruç tuttuğu anlatılmaktadır. Buradaki tutulan oruç adak

orucudur. Hacı Bektaş, sadece yapacağı işi bitirinceye kadar oruç tutmaya and içmiştir.

Velâyetnâme’de Hacı Bektâş’ın oruç tuttuğuna dair başka bir rivâyet yoktur. Ancak

Velâyetnâme’de geçen bir bölümde, Hacı Bektaş, çocuğu olmayan kadınlara, üç gün

oruç tutmalarını ve bıraktığı buğday tanelerinden yutmalarını tavsiye etmiştir.329 Bu

rivâyette Hacı Bektâş’ın kadınlara oruç tutmayı öğütlemesi, âdeta onların istedikleri

şeyin gerçekleşmesi için şart koşulmuştur. Bu da Hacı Bektâş’ın oruç ibadetine verdiği

önemi ve değeri göstermektedir.

3.HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN HAC ANLAYIŞI

Kur’ân-ı Kerim’de, imkanı olanların yerine getirmesi, Allah’ın kulları

üzerindeki hakkı olarak açıklanan hac ibadeti, farz olan bir ibadettir.330 Hali vakti

yerinde olan bir Müslüman’ın ömründe bir defa hacca gitmesi gerekir. Pek çok dinde

kutsal bazı mekanların ziyaret edilmesi şeklinde hacca benzer kimi uygulamaların

325 Bakara, 2/183. 326 Ö. Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, s.307-320. 327 Hacı Bektâş-ı Veli , a.g.e..s.11. 328 Gölpınarlı, a.g.e., s.10, S.Hayri Bolay, a.g.m., Ankara 1999, s.87. 329 Gölpınarlı, a.g.e., s.34. 330 Âl-i İmran, 3/97.

71

olduğu bir vakıadır. Yahudilik ve Hristiyanlık için Kudüs şehri, kutsal bir mekandır ve

ziyaret edilir. Ancak bu durum İslâm dinindeki hac ibadeti kadar yoğun ve sistemli bir

şekilde cereyan etmez. Hac ibadeti, sosyal açıdan çok önemli olduğu kadar

Müslümanların aynı gaye için burada toplanmış olmaları da onlar açısından psikolojik

bir motivasyon sunmaktadır.

Hacı Bektâş-ı Velî Makâlât’ta, hac ibadetini, şeriat kapısının makamları

arasında sayar ve hacca gitmeyi insan için imkan bulma şartına bağlar.331 Ayrıca

eserin başka bir bölümünde ise, Hac ibadeti çeşitli teşbihler çerçevesinde ele alınır.

Burada mümin kişinin gönlü Kâbe’ye benzetilir. Dolayısıyla Hac ibadeti tasavvufi bir

anlatımla işlenir. Kâbe’ye gidene kılavuz gerektiği, gönlün kılavuzunun ise Allah

olduğu dile getirilerek başlanan cümlelerde, hakkı batıldan ayırmak ihram giymeye,

yoldan bir taş kaldırmak hacdaki şeytan taşlamaya, nefsin hevâ ve hevesini tepelemek

kurban kesmeye, geçmiş ömür Safâ’ya, gelecek ömür Merve’ye, geçmiş ömür için

pişmanlık duyup tövbe etmek ve kalan ömrü Allah’ın kulluğunda geçirmek Safâ ile

Merve arasında yürümeye, devamlı tövbe-istiğfar halinde olmak ise Kâbe’yi tavaf

etmeye benzetilir.332

Velâyetnâme de ise, hac ibadeti, çok açık ve net bir şekilde dikkat çeker.

Eserde Lokman Parende’nin hacca gittiği, Kâbe’yi tavaf ettiği, hac görevlerini yerine

getirip arife günü Arafat’a çıkıp vakfeye durduğu, ayrıca Hacı Bektâş’ın keramet

yoluyla Lokman-ı Parende’nin yanına gittiği nakledilir.333 Hacı Bektâş’ın hacca

gittiğini gösteren bir başka rivâyet ise şöyledir: Hacı Bektaş, Rûm ülkesine hareket

edince, önce hacca niyet eder, Necef, Medine, Kudüs ve Halep şehirlerine uğrar

“erbain” çıkarır ve böylece hac farizasını eda ederek Elbistan ve Kayseri üzerinden

Anadolu’ya gelir. Bu rivâyet onun hac vazifesini yerine getirdiğini açık bir şekilde

gösteriyor.334

Yine onun bu ibadeti yerine getirdiğini yansıtan bir diğer ayrıntı ise, ona

“hacı” denmesidir. Bilindiği üzere hacca giden birisi döndüğünde, “hacı” diye 331 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.11. 332 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.40. 333 Gölpınarlı, a.g.e., s.6. 334 Gölpınarlı, a.g.e.,s.17-18.

72

isimlendirilir. Artık “hacı” o kişinin isimlerinden biri olur. Hacı Bektaş’a bu isim şöyle

verilmiştir: Lokman Parende hacca gittiğinde, arife günü canı “bişi” çeker, bu durum

Hacı Bektaş’a malûm olur. Derhal bir tepsiye bişileri koyarak hocasına götürür,

Lokman-ı Parende hac dönüşü bu durumu, kendisini ziyarete gelenlere anlatır ve Hacı

Bektaş’a artık “hacı” denmesi gerektiğini söyler.335 Başka bir rivâyette ise Hacı

Bektâş’ın keramet göstererek Kâbe’ye gittiği ve orada namaz kıldığı anlatılır. 336

Günümüzde bu konuda dikkat çeken nokta, Anadolu’daki bazı Alevî-

Bektâşîlerin hac ibadetini farklı yorumlamaları ve Hacı Bektâş’ın hac yapmadığına dair

görüşleridir. Bunların bir kısmı, Hacı Bektâş’ın türbesini ziyareti hac, bunu yapanı da

hacı olarak görmekteler.337 Oysa hac ibadeti Makâlât’ta son derece açık ve net olarak

ifade edilmiş bir husustur. Hacı Bektâş’a ait türbenin, onun sağlığında mevcut

olmadığı gerçeğinden hareketle, Kâbe’ye onun hac için gittiği ve hac yaptığı hakikati

ortaya çıkmaktadır. Ayrıca bazı Alevi-Bektâşîlerin hac ibadetini farklı yorumlamalarına

delil olarak ileri sürdükleri şey, onun şu sözleridir:

Hararet nardadır, sacda değildir

Akıl baştadır, tacda değildir

Her ne arar isen, kendinde ara

Mekke’de Kudüs’te Hac’da değildir.338

Hacı Bektaş bu sözüyle, İslam’ın şartı olan ve bütün Müslümanların kabul ettiği hac

ibadetini küçümsemez veya gereksiz görmez. Yani bu sözün gayesi hac değil, insandır.

O, hacla insan arasında bir benzetme yaparak insana değer katmak ister. Bu sözüyle

dindarlık anlayışının insan merkezli olmasına vurgu yapmıştır. Ayrıca bu sözden

Kâbe’ye karşı olmak ve haccı gereksiz görmek gibi bir yaklaşım çıkarmak yerine,

insana verilen önemin ifade edildiği bir önemli vurguyu anlamak gerekir. Burada insana

verdiği değeri göstermek için bu yola baş vurmuştur.

335 Gölpınarlı, a.g.e., s.6. 336 Gölpınarlı, a.g.e., s.61, Süleyman Hayri Bolay, a.g.m. , Ankara 1999, s.87. 337 T.Mümtaz, Sözengil , Tarih Boyunca Alevilik, İstanbul 1991, s.103, Cenksu Üçer, “Geleneksel Alevilikte İbadet Telakkileri”, Uluslar arası Bektaşîlik ve Alevilik Sempozyumu, 28-30 Ekim 2005, Isparta, s.305. 338 İsmet Zeki,Eyupoğlu, a.g.e., s.103.

73

Özet olarak diyebiliriz ki, Hacı Bektaş, hac ibadetine önem vermiş ve aynı

zamanda da hac görevini ifa etmiştir. Haccı lüzumsuz görmesi veya kötülemesi söz

konusu değildir. Onun bu sözünü, hacca karşı görmek ise Onu anlamamak ve ona karşı

yapılmış bir saygısızlıktır.

4.HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN ZEKAT ANLAYIŞI

İslam’ın şartlarından biri de zekat vermektir. Zekat, kelime olarak temizlik,

bereket, çoğalma ve güzel övgü manalarını taşır. Terim olarak ise, nisaba ermiş maddi

zenginliğin kitap ve sünnetle belirlenmiş bölümünü, belirli bir zamanda muhtaç olan

kimselere, sırf Yüce Allah’ın rızasını dileyerek vermektir.339

İslâm’da malî bir ibadet olarak önemli bir yeri olan zekatın farz oluşu, Kur’ân

âyetleriyle sabittir.340 Zekat, kimi ayetlerde tek başına ele alınmış ve pek çok âyette ise

namazla birlikte emredilmiştir.341 Zekat, İslam’ın toplumsal hayatla ilgili getirdiği en

önemli ibadetlerden biridir. Zekat, toplumda sosyal adaleti sağlayan bir ibadettir. Bunun

için zekât vermek, birey ve toplum için ekonomik ve sosyal huzurun en önemli

dayanağıdır. Sosyal katmanlar arasındaki eşitsizlikleri, karşılıklı bakış açılarını en güzel

tolere eden sosyal boyutlu bir ibadettir.

Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât’ta zekâtı, şeriat kapısının makamları arasında

sayar.342 Yani, onu kırk makamdan biri olarak görür. Bir başka yerde ise, bu konuda

şöyle der: “Bir kişi diliyle ‘iman ettim’ dese, ama gönlüyle inanmasa veya zekatı tamam

vermese veya hacca giderken yoldan geri dönse o kişinin amelleri tamamen boşa

gider”.343 Velâyetnâme’de ise, zekât ibadetine ilişkin herhangi bir atıf mevcut değildir.

Kur’ân’da birçok yerde namazla birlikte anılan zekât konusunun, namazın çok fazla

işlendiği Velâyetnâme’de geçmemesi dikkat çekicidir. Ancak İslâm’da malî ibadetlerin

farklı boyutlarını teşkil eden sadaka vermek, misafirlere ikramda bulunmak,

yardımlaşmak, sofra açıp insanları yedirip içirmek gibi hususlara burada fazlasıyla yer

verilmiş olduğu görülür. Ayrıca burada Hacı Bektâş’ın şöhretinin arttığı, fukaranın

onun huzurunda toplandığı, Kızılca Halvet’in yakınında bir misafirhane kurularak

339 Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı, II, s.107. 340 Bkz. el Bakara 2/110, Nisa 4/77, et Tevbe 9/71. 341 Bkz. el A’raf 7/156, el Bakara 2/43,110, et Tevbe 9/5,11,71. 342 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.11, Aziz Yalçın, Makâlât-ı Hacı Bektaş-ı Velî, s.193. 343 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e., s.18.

74

mutfak ve fırın yapıldığı, orada gelene gidene yedirilip içirildiği ve izzet ikramda

bulunulduğu bu konuda fiili bir zekat anlayışını yansıtıyor.344

Başka bir yerde ise, Hacı Bektâş’ın, kendisine gelip tövbe etmek istediğini

söyleyen bir haramiye, bir bostan ekip, yetişen mahsulü gelene geçene yedirmesini

tavsiye ettiği anlatılır.345 Aynı şekilde Kadıncık Ana’nın, babasından kalan bütün

malını erenler yolunda harcadığı, yalnız üzerinde bir gömleğinin kaldığı, onu da Hacı

Bektaş’ı ziyarete gelen Kalender topluluğunu karşılamak için satıp onlara sofra kurduğu

anlatılmaktadır.346 Netice itibariyle, Hacı Bektaş kendisi cömertlik edip sadakalar

verdiği gibi, bunu kendi halifelerine ve müritlerine de tavsiye etmiştir. O, vefatına

yakın bir zamanda Sarı İsmail’e şu tavsiyede bulunur: “Hizmet et, sofra yay. Himmet

dilersen cömertlikte bulun. Benden kisvet giyen her mürid, konuk istesin, konuğa hizmet

etsin.”347 Aynı zamanda o, sadece Müslümanlara karşı cömert olmakla kalmamış,

gayrimüslimlere de yardım etmiştir. Örneğin o, bir kıtlık yılında sıkıntıya düşen bir

keşiş için bizzat ilgilenmiş, ona bir dervişi vasıtasıyla buğday göndermiş ve onun

sıkıntısını gidermiştir.348

Kısaca , Velâyetnâme’de zekâta ilişkin hiçbir işarete rastlanmamaktadır.

Fakat sadaka vermenin, cömertliğin ve yoksullara yardım etmenin üzerinde titizlikle

durulmuş, hatta Hacı Bektaş bunu vasiyetin de bile söylemiştir. Sofra kurup yedirmek,

yoksullara yardım etmek ve ihtiyaç sahiplerinin sıkıntısını gidermek, İslâm’ın tavsiye

ettiği güzel davranışlardandır. Makâlât adlı eserde de, zekât açıkça geçmekte olup,

şeriat makamları arasındadır.

344 Gölpınarlı, a.g.e., s.43. 345 Gölpınarlı, a.g.e., s.54. 346 Gölpınarlı, a.g.e., s.63. 347 Gölpınarlı, a.g.e., s.88. 348 Gölpınarlı, a.g.e., s.55

75

5.HACI BEKTÂŞ-I VELİ’NİN KURBAN ANLAYIŞI

Kurban, her yıl Allah’a ibadet etmek amacıyla belli özellikleri olan bir

hayvanın kanını akıtma işlemidir. Kurban kesme işleminden, zengin olan Müslümanlar

sorumludur. Zengin olmayanlar kurban kesmeyebilir. Zenginlikten kasıt ise, zekât

verecek kadar malı olmasıdır. İbadet maksadıyla yılda bir defa kesilen kurbanın dışında,

adak ve değişik zamanlarda kesilen kurbanlar da vardır. Kurban, Allah’a yaklaşmak ve

onun rızasını kazanmak amacıyla kesildiği gibi, kaza ve belalardan korunmak amacıyla

da kesilmektedir. Kurban, toplumsal açıdan da önemli bir fonksiyona sahiptir. Zira bu

sayede maddi imkanı olmayanlar hiç olmasa bu vesileyle bolca et yeme imkanı

bulmaktalar. Bu yönüyle kurban kesmek, toplumsal barış ve yardımlaşma açısından

önemli bir ibadettir.

Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât’ta, nefsin arzularını defetmeyi Kabe’de kurban

kesmeye benzetir.349 Burada onun kurban kestiğine dair bir atıf yoktur. Hacı Bektaş,

Hz. İbrahim (a.s)’ın, Hz. İsmail (a.s)’i kurban etme olayını başka bir açıdan

değerlendirir: Şöyle ki; o, Hz. İbrahim’i ruha, Hz. İsmail’i de kalbe benzetir. Kalp, ruh

ile akıl arasındadır. Hz. Cebrail ise, akıl konumundadır ve kalp ile nefis arasında

hakemdir. Cebrail’in getirdiği kurban da nefistir.350 Kalp, tam bir teslimiyet

gösterdiğinde nefsini kurban etmiş olmaktadır.

Velâyetnâme’de ise kurban ibadeti konusunda daha fazla bilgi vardır. Kurban,

bilindiği üzere kurban bayramında kesilmektedir. Fakat Velâyetnâme’de açıkça Kurban

Bayramı ifadesi geçmemektedir. Bunun yerine “Hacılar Bayramı” ifadesi tercih

edilmiştir. Rivâyete göre Hacı Bektaş, her yıl Kurban (Hacılar) Bayramını müritleriyle

birlikte Seyyid Gazi * zaviyesinde kutlamaktadır.351 Başka bir rivâyette de Hacı

Bektâş’ın halifelerinden birisi olan Kolu Açık Hacım Sultan, Susuz denilen yerde Bekce

ve Habib Hacım adlı iki dervişe rastlar. Bu dervişler kurbanlarıyla birlikte Hacılar

Bayramı için Seyyid Gazi Zaviyesi’ne gitmektedirler.352 Bu rivâyetlerden anlaşıldığına

göre, Hacı Bektaş da müritleri de Kurban Bayramı’nı kutlamakta ve kurban

kesmektedirler. Velâyetnâme’de Kurban Bayramı dışında kesilen bazı kurbanlardan da 349 Hacı Bektâş-ı Veli, a.g.e..,s.40 350 Baki Öz, Hacı Bektaş-ı Veli Kitabu’l Fevaid, s.61-62. 351 Gölpınarlı, a.g.e., s.70-71. 352 Gölpınarlı, a.g.e., s.82.

76

bahsedilir. Örneğin, Tatar beylerinin yaylaya çıkarken kurbanlarıyla Kızılca Halvet

önünden Tekke Kaya’ya kadar sofra kurdukları, yüzlerce kurban keserek Hacı Bektâş’ın

önünde sohbet ettikleri anlatılmaktadır.353

Netice olarak Velâyetnâme’de Kurban Bayram’ı kutlanmakta ve kurbanlar

kesilmektedir. Fakat Makâlât’ta ise, Velâyetnâme’deki gibi açıkça kurban kesildiğine

dair bir rivâyet yoktur. Makâlât’taki kurban kesme olayı, metaforik açıdan

değerlendirilmiştir.

353 Gölpınarlı, a.g.e., s. 43.

*Eskişehir iline bağlı Seyyid Gazi ilçesinde

77

SONUÇ

Hacı Bektâş-ı Velî 1209-1210 tarihlerinde Nişabur şehrinde doğmuştur.

Hoca Ahmet Yesevi tarafından yetiştirilip, Anadolu’ya gönderildiğine dair iddiaların

olmasına rağmen, yaşadıkları dönem göz önüne alındığında, bu iki mümtaz şahsiyetin

görüşmelerinin imkansız olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sorunu Velâyetnâme, Hacı

Bektaş ile Ahmet Yesevi arasına, Lokman Parende’yi yerleştirmek suretiyle çözer. Hacı

Bektaş, iyi bir eğitim almış, devrinin geçerli olan bütün bilgileriyle donanmıştır.

Türkler, 1071 Malazgirt zaferinden sonra, yoğun bir şekilde Anadolu’ya göç

etmişler ve bu göçler nedeniyle İslamlaşma süreci de zamana yayılmıştır. XIII. yüzyılın

ilk yarısından itibaren bozulan siyasî ve ekonomik durum nedeniyle, göçebe

Türkmenler ayaklanmış ve Babâî isyanı çıkmıştır. Ardından Moğollar karşısında

yaşanan yenilgi ile Moğol işgali yaşanmıştır. Bu istila sonucu, ülkede büyük bir kaos

ortamı oluşmuş ve bu durum bir ölçüde şeyh ve dervişlerin işine yaramıştır. Bu

dönemde, Sünnî olan ve olmayan birçok tarikat şeyhi Anadolu’ya gelmiştir. Bunlar

arasında Hacı Bektâş-ı Veli de bulunmaktadır. Bu kaos ortamında Hacı Bektâş-ı Velî,

çevresindeki birçok insanı etkilemiştir.

İşte böyle bir dönemde hocasının görevlendirmesiyle Anadolu’ya gelen Hacı

Bektâş-ı Velî, Anadolu’ya gelmeden önce Necef, Mekke, Kudüs ve Halep’e uğramış,

oradan da, Sivas, Kırşehir, Kayseri ve Sulucakarahöyük’e gelmiştir. Anadolu’ya geldiği

bu dönemde, Babaîler ayaklanması çıkmış fakat kendisi bu ayaklanmaya katılmamıştır.

Hacı Bektâş’ın yeniçerilerle olan ilişkisi bu ocağın askerleri arasında Hacı Bektâş-ı

Veli’ye sevgi duyan insanların fazla olmasından kaynaklanmış ve bu durum zaman

içinde bir tür resmiyet kazanmıştır. Aynı şekilde Hacı Bektâş-ı Veli, Osmanlı

hanedanından hiçbir kimseyle görüşmediği halde, yeniçeri ocağını kutsadığı ve

başlarındaki börkün Bektâşî tacı olduğuna dair yaygın kanaat, onun şöhretinden

kaynaklanmıştır.

Hacı Bektâş-ı Velî’nin evli olup olmadığı konusu, Bektâşîler arasında ihtilaf

konusu olmuştur. Dolayısıyla Bektâşilik, onun evlendiğini kabul eden “Çelebiler Kolu”

78

ve evlenmediği görüşünü kabul eden “Babağan Kolu” olmak üzere iki gruba

ayrılmıştır. Bizim kanaatimize göre ise Hacı Bektaş evlenmiştir. 1270-1271 tarihlerinde

vefat eden Hacı Bektâş-ı Velî’nin mezarı, Sulucakarahöyük’tedir. Türbesi günümüzde

ziyaret edilmekte olup, son yıllarda 16 Ağustos tarihinde burada her yıl Hacı Bektaş

ilçesinde, geleneksel olarak Hacı Bektaş’ı anma şenlikleri düzenlenmektedir.

Hacı Bektâş-ı Velî’nin düşünce sistemi, genel hatlarıyla âyetler ile hadislerin

tasavvufî yorumlarına dayanmış olduğunu görürüz. Onun dini düşünce sisteminde,

kesinlikle bir Şiilik anlayışından söz edilemez. Onun düşünce dünyası içinde, insan

anlayışının önemli bir yer tuttuğunu görmekteyiz. İnsanı, Allah’ın yeryüzündeki halifesi

olarak kabul eden Hacı Bektaş, bize kâmil bir insan tipinin vasıflarının nasıl olması

gerektiğini gösterir; Kâmil insan her şeyden önce gönül dünyası, kirlerden arınmış bir

insandır. Mükemmel bir insan olma yolunda, dış görünüşe hiçbir zaman değer

vermeyen Hacı Bektâş-ı Velî, “sözlerimizle giysilerimizle bazı unvanlar alabiliriz, ama

bunun gerçekle hiçbir değeri yoktur” diyerek iç görünüşe verilen değeri vurgular. Yine

o, “Yaratıcı katında unvanımız, gönül şehrimizin temizliğidir.” sözüyle de şekilciliğe

önem vermeyen bir insan modeli çizer. Bundan dolayı o, her şeyi insanın özünde

arayan bir düşünce sistemine sahiptir. O, insana verdiği bu değeri “Benim gönül

Kâbe’m insandır.” sözüyle özetlemiştir.

O, aynı din mensuplarının birbirlerine karşı hoşgörülü olmasıyla yetinmeyip,

farklı dinlerden insanların da kardeşçe bir arada yaşayabileceklerini söyler ve bunu

hayatında gösterir. O, hiçbir bireyi ve topluluğu inancından ve milliyetinden dolayı

dışlamaz. Bu yönüyle o, yetmiş iki milleti bir gözle görmüş ve “Dünya içinde

yaratılmış nesneler eşittir.” sözüyle de bütün düşüncesini ifade etmiştir.

Hacı Bektâş-ı Veli’nin düşünce sistemini oluşturan temel unsurlardan biri de,

onun tasavvufi düşünceye yaptığı yeni açılımlar olmuştur. Hocası Lokman Parende’nin

manevi işaretiyle Anadolu’ya gelen, buradaki hizmet ve kerametleriyle insanları

etrafına toplayan Hacı Bektâş-ı Veli, insanlara tasavvufun inceliklerini anlatmış, insan-ı

kâmil olmanın yollarını müritlerini öğretmiş ve sahip olduğu marifet bilgisini

79

müritlerine anlatarak, Allah’ı onlara sevdirmiştir. Yine o, “incinsen de incitme”

düsturuyla insanların kalplerini kazanmıştır. Ona göre, Allah’a ulaşmak için geçilmesi

gereken “Şeriat, Tarikat, Hakikat ve Marifet” gibi dört kapı vardır. Bu dört kapının da

kırk makamı bulunmaktadır. O, kendisi doğrudan bir tarikat kurmamış, ancak daha

sonraki dönemlerde, manevi şöhreti ve müritlerinin çokluğu nedeniyle “Bektaşilik”

adıyla, Ona nispet edilen bir tarikat kurulmuştur.

Hacı Bektâş’ın hoşgörü anlayışı, düşünce dünyasının temelini oluşturur.

Onun düşünce sisteminde, insanlığa karşı sınırsız bir sevgi ve hoşgörü vardır. Kendisine

düşmanlık besleyenlere bile hoşgörüyle bakmıştır. Bundan dolayı hoşgörüsü sadece

kendi dininden olan insanlarla sınırlı kalmamış, diğer din mensuplarını da içine almıştır.

O, XII. ve XIII. yüzyılın savaş ve kargaşa ortamında, Anadolu’ya gelmiş, savaş yerine

barışı, düşmanlık yerine dostluğu, kin yerine sevgiyi ve hoşgörüyü temel ilke edinen

insan merkezli bir anlayışı egemen kılmaya çalışmıştır. Hırsız olan bir genç bile onun

kucağında, onun hoşgörüsü sayesinde nefsini eğitmiş ve neticede kâmil bir insan

olmuştur. Hacı Bektâş’ın hoşgörüsü o kadar geniştir ki, sadece insanlara değil tüm

canlıları kapsar.

Hacı Bektaş, cömertlik anlayışını dörde ayırır: “Mal cömertliği, ten

cömertliği, can cömertliği ve gönül cömertliği.” Bu cömertlik tasnifinden de

anlaşılabileceği gibi o, cömertliği, sadece para-pul, mal- mülk olarak görmez. Ona

göre, ilim sahibinin bilgisini diğer insanlarla paylaşması, insanların birbirleriyle

dostane ilişkiler içinde olması ve yardımlaşması, insanların birbirlerine karşı uhuvvet

duyguları beslemesi cömertliğin tezahürlerindendir.

Kadına büyük değer veren Hacı Bektâş, kadını hiçbir zaman ikinci sınıf birey

olarak görmez, kadına cinsi bir meta olarak bakmaz ve kadını insanın diğer yarısı olarak

görür. Kadının dört duvar arasında kalmaması gerektiğini savunan Hacı Bektâş, kadınla

erkeğin toplumsal yaşamın içinde birlikte olması gerektiğini söyler. Hacı Bektaş,

kadınların okutulmasını öğütleyerek, gelecek kuşakların bilinçli anaların elinde

80

yetişmesini ister. Ayrıca o, bir erkeğin çok eşliliğine sıcak bakmaz ve evlilikte tek

eşliliği savunur.

Hacı Bektaş, şeriat kapısının ikinci basamağı olarak gösterdiği ilim

anlayışını, faziletli bir insan modeli oluşturabilmenin tek yolu olarak görür. Yine o,

“İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” sözüyle de bilgiyi, insanlığın yolunu

aydınlatan yegane ışık olarak görür.

Hacı Bektaş, insanın toplum içinde alnı açık ve cesur olarak dolaşabilmesi

için, her şeyden önce dürüst olması gerektiğini savunur. O, üretim ve tüketimde hep

adil olmayı öğütler. Bu konularda hiçbir zaman cinsiyet ayırımı gözetmez ve bütün

insanları eşit görür.

Hacı Bektaş, Hz. Peygamber’in bütün kötülüklerin anası olarak kabul ettiği

içkiyi, haram olarak saymış ve bu konudaki görüşünü ve tavrını net bir şekilde ortaya

koymuştur. O, içkinin haram olma durumunu verdiği şu örnekle çok daha geniş bir

çerçeveye taşımıştır: İçkinin döküldüğü toprak üzerinde biten otu yiyen bir hayvanın eti

de o içkiden dolayı haramdır.

Hacı Bektâş-ı Velî, iman esaslarını kabul eder ve inanç esaslarının başında da

Allah inancını zikreder. Allah inancını güçlü bir şekilde vurgular ve her işe Allah’ın

adını zikrederek başlar. Bebekken kelime-i şahadet getiren Hacı Bektâş-ı Veli, Allah’tan

başka ilah olmadığını ve Hz. Muhammed’in (sav) onun elçisi olduğunu vurgulayarak,

Allah inancını açıkça ortaya koyar.

Peygamberlere iman konusunda da net bir tavır sergilemiştir. Kelime-i

şahadet getirirken, Hz. Muhammed’in peygamberliği kabul edildiği gibi,

Velayetnâme’de yer alan “Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün peygamberler”

ifadesi de, diğer peygamberlere iman edildiğini göstermektedir.

Meleklere iman konusunda da Hacı Bektâş’ın görüşü açıktır. Meleklere

inanmaktadır. Peygamberlere inanan insan, meleklere de inanır. Çünkü, peygamberlik

görevini Allah’tan alıp peygamberlere getiren varlık Cebrail adlı melektir.

Hacı Bektâş’ın ahiret inancıyla, Kur’ân’ın ahiret inancı arasında bir paralellik

söz konusudur. Kıyamete inanmış, “cennet, cehennem, sırat ve mahşer” gibi kavramları

da sıkça kullanmıştır. Bu da Bektâş’ın ahirete inandığını gösterir. Ayrıca kader ve

kazaya da inanır.

81

Hacı Bektaş’ın ibadetler konusundaki görüşlerini incelediğimizde namaz

ibadetinin önemli bir yer tuttuğunu görürüz. Hacı Bektaş namaz kılmış ve Bedahşan

halkına da namaz kılmayı öğretmiştir. Keramet göstereceği zaman iki rekat namaz

kılmayı ihmal etmemiş, namaz vakitlerinin çoğunu Kabe’de kılmıştır. Bu da bize Hacı

Bektaş’ın namaz ibadetine verdiği önemi gösterir.

Oruç konusundaki düşüncesi ise, namaz konusundaki tavrı ve düşüncesi kadar

açık ve net değildir. Oruç tutmuştur, fakat Ramazan orucunu tuttuğuna dair bir rivâyet

yoktur. Adak orucu tutmuştur. Fakat, oruç ibadeti veya diğer nafile oruçlar konusunda

olumsuz bir tutum yoktur.

Hac ibadeti konusundaki görüşü açık ve nettir. Hacı Bektaş Anadolu’ya

gelmeden önce hacca gitmiş, haccını yapmış ve oradan da Anadolu’ya gelmiştir.

Zekât konusundaki görüşü açık ve net değildir. Fakat, sadaka, cömertlik ve

yoksullara yardım etmenin üzerinde özenle durmuştur.

Hacı Bektaş kurban ibadetini de yerine getirmiş ve Kurban Bayramı’nda

kurban kesmiştir.

Kısaca Hacı Bektâş-ı Velî’nin düşüncelerine baktığımız zaman, Kur’ân’a ve

Peygamber’in sünnetine uygun olduğunu görmekteyiz. Alemlere rahmet olarak

gönderilen Hz. Peygamber’in takipçisi olan Hacı Bektâş-ı Velî, rahmet, sevgi ve

hoşgörüyü hakim kılmak için, çalışmış ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur.

82

Terimler Sözlüğü

Âbidler : İbadet eden demektir. Hacı Bektaş Veli’ye göre dört grub insanlardan

biridir.

Ârifler : Bilen demektir. Hacı Bektaş Veli’ye göre dört grup insanlardan biridir.

Ârif-i Billah: Marifeti Allah’a vasıl olan velilik mertebesine ulaşmış kimse, veli.

Bişi : Anadolu’da bazlama yapılarak pişirilen yağlı çörek.

Börk : Hayvan postundan yapılan başlık. Yani el örgüsüyle koyun kılından yapılan

bere.

Çalap : Moğolcadan gelmiş bir kelimedir ve Tanrı anlamına gelmektedir.

Dede : Tarikat şeyhi, yöneticisi ve büyüğü anlamında kullanılan bir kelimedir.

Elif-i Tacı : Tepesi sivrice, uzun ve dört parçanın dikilmesinden meydana gelmiş ve

kalınca keçeden yapılan taçlara denir.

Erbaîn çıkarmak : Arapça kırk anlamına gelir, Farsçası “çihle, çile” dir. Dervişler, dar

bir odada, veya kutlu bir yerde kırk gün kalırlar. Bu müddet içinde az yerler, az uyurlar,

az içerler. Hatta bazıları ilk günü kırk, ikinci günü otuzdokuz, üçüncü günü otuz sekiz

zeytin yemek ve her gün bir zeytin eksilterek, kırkıncı günü bir zeytinle gıdalanmak

suretiyle kendilerini ibadete verirler. Böylece de nefislerini terbiye ettiklerine inanırlar.

Bu ibadete girişe “erbaîne girmek”, kırk günü tamamlamaya “erbaîn çıkarmak” denir.

Ferişte : Melek demektir.

Gülbank :Hep bir ağızdan ve makamla okunan duadır. Bir tek kişi tarafından da

okunur.

Hırka giymek : Sûfîlerde şeyh tarafından dervişe giydirilen yakasız,genişçe

kollu,ayaklara kadar uzun, geniş ve önü açık üst kostümü. Şeyh bir törenle dervişe hırka

giydirmekle halini ve hakikatini ona vermiş olur.

İcazet : Şeyhlik ve halifelik verilen zata, bu rütbesini ispat için verilen yazılı

kağıda verilen addır.

İhtida : Hidayete ermek demektir. Delâlet ve irşadı kabul edip doğru yola

girmek. Allah'a ve Resül-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimize iman etmek.

83

Kutbu’l Aktab : Kutub, değirmen taşının mili anlamına gelir. Kutbu’l Aktab ise,

kutupların kutbudur. Sûfîlere göre mânevî mertebelerin her birinin bir kutbu olduğu gibi

her şehrin, her kasabanın hatta her köyün de bir kutbu vardır. Fakat bir de kutupların

kutbu vardır ki bu zat, Hz. Muhammed’in hakikatine vârisidir.

Muhip : Bir şeye sevgi duyan, seven anlamına gelir. Bektaşilikte ise, tarikata

ikrar vermiş ve âşık mertebesinden bir basamak yükselmiş, tarikata girmiş adam

demektir.

Rûşen olmak : Yanmak, aydınlanmak, ışıklanmak.

Şahitler : Hacı Bektaş Veli’ye göre dört grup insanlardan biridir.

Şathiye : Çoğulu “şatahat” tır. Mutasavvıfların manevi sarhoşluk ve cezbe anında sarf ettikleri, ölçüye sığmaz sözleridir. Tığlamak : Kurban kesmeğe denir.

84

BİBLİYOGRAFYA

Abdurrahman Cami, Nefehâtü’l-Üns Evliya Menkıbeleri, trc. Lami Çelebi, haz.

Mustafa Kara, Süleyman Uludağ, Marifet Yay. İstanbul 1998.

Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, trc.Tahsin Yazıcı, MEB Basımevi, İstanbul 1986.

AKDAĞ, Mustafa, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi,c.I, Can Yay.İstanbul 1974.

AKTAŞ, Çiğdem, Toplumsal Açıdan Erenlerin Ser Çeşmesi: Hacı Bektâş-ı Velî, Hacı

Bektâş-ı Velî Araştırma Dergisi, sy.14, 2000.

ALTINTAŞ, Hayrani, Hacı Bektâş-ı Velî Düşüncesinde İbadet ve Ahlak,

http://www.hbektaş.gazi.edu.tr/01 altintas.htm,08.08.2005.

ATSIZ, A.Nihal, Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Ankara 1985.

AYDIN, Mehmet, Hacı Bektâş-ı Velî’de Dini Boyut, Erdem (Türklerde Hoşgörü Özel

Sayısı II) c.8, sy. 23.

AYKAN, Güven, Hacı Bektâş-ı Velî Nerede Doğdu, Kimdir, Soyu Nereye Dayanıyor,

Hacı Bektâş-ı Velî Araştırma Dergisi, sy.15, 2000.

Aşıkpaşazâde, Tevarih-i Âl-i Osman, nşr. N. Atsız, MEB İstanbul 1970.

Baha Said, Türkiye’de Alevi-Bektâşî, Ahi ve Nusayri Zümreleri, haz. İsmail Görkem,

Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 2000.

BALCIOĞLU, Tahir Harimi, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları, Kanaat Kitapevi,

1940.

BARDAKÇI, Mehmet Necmettin, “Bir Tasavvuf Mektebi olarak Bektâşîlik” , Uluslar

arası Bektâşîlik ve Alevilik Semp. 28-30 Ekim, 2005, Isparta.

BALİ, Muhan, İki Bilim Adamı ve Hacı Bektâş-ı Velî, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı

Velî Sempozyumu, Ankara 1999.

BİLGİNER, Recep, Hacı Bektaş ve Barış, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî

Sempozyumu, Ankara 1999.

BİLMEN, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, Huzur Yayınevi, İstanbul.

BİRGE, John Kingsley, Bektâşîlik Tarihi, çev. Reha Çamuroğlu, Ant Yay. İstanbul1991

BOLAY, Süleyman Hayri, Hacı Bektaş Velâyetnâmesinde İbadet Unsurları, I. Türk

Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî Sempozyumu, Ankara 1999.

85

BOZKUŞ, Metin, Anadolu Selçuklularında Sosyal, Dini ve Mezhebi Yapı, CÜİFD. c.5,

sy.2, Sivas 2001.

_________Türklerin İslamiyeti Kabulü ve Aleviliğin Türkler Arasında Yayılması,

CÜİFD. c.2, sy.1 Sivas 1998.

Buhari, Müslim, Çağrı Yay. İstanbul 1992.

CEBECİOĞLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Rehber Yayınları,

Ankara 1997.

COŞAN, Esad, Makâlât, Seha Neşriyat, Ankara 1971.

_________ Makâlât, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1996.

ÇAĞATAY, Neşet, Bir Türk Kurumu Olarak Ahîlik, Ankara Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Yay. Ankara 1974.

ÇETİNKAYA, Bayram Ali, Bir Anadolu Ereni Hacı Bektâş-ı Velî: Hayatı, Eserleri ve

İnsan Anlayışı, CÜİFD. sy.3, 1999.

DİNCAL, Ali, Alevilik ve Bektâşîlik Notaları ile Semah, Cem Matbası, Ankara 1997.

DOĞAN, Mehmet, Türkçe Sözlük, İz Yay. İst 1996.

EĞRİ, Osman, Bektâşîlikte Tasavvufi Eğitim, Horasan Yay. İstanbul 2001.

_________ Yaygın Din Eğitimi Açısından Bektâşîlik, Horasan Yay. İstanbul 2003.

_________ “Kitab-ı Cabbar Kulu’nda Din Öğretimi Unsurları”, Uluslar arası

Bektâşîlik ve Alevilik Semp. 28-30 Ekim 2005, Isparta.

_________ Alevilik ve Bektâşîlik Hristiyanlıktan Etkilenmiş midir?, I. Türk Kültürü ve

Hacı Bektâş-ı Velî Sempozyumu, Ankara 1999.

Elvan Çelebi, Menâkıbu’l-Kudsiyye Fi Menasibi’l-Ünsiyye, haz. İsmail Erünsal,

A.Yaşar Ocak, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1995.

ERDOĞAN, Kutluay, Alevi Bektâşî Gerçeği, Alfa Yay. İstanbul 2000.

ERÖZ, Mehmet, Türkiye’de Alevilik ve Bektâşîlik, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1990.

________ Eski Türk Dini ve Alevilik-Bektâşîlik, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı,

İstanbul 1992.

EYÜPOĞLU, İsmet Zeki, Bütün Yönleriyle Hacı Bektâş-ı Velî, Özgür Yay. İstanbul

1998.

FIĞLALI, Ethem Ruhi, Türkiye’de Alevilik Bektâşîlik, Selçuk Yay. Ankara 1994.

86

_________ Geçmişten Günümüze Halk İnançları İtibariyle Alevilik-Bektâşîlik, Türk

Halk Kültürü Araştırma ve Tanıtma Vakfı Yay. Ankara 1994.

_________ Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, Erdem (Türkler’de Hoşgörü Özel Sayısı II) c.8,

sy. 23.

GÖÇGÜN, Önder, Hacı Bektâş-ı Velî ve İnsan İmajı, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı

Velî Sempozyumu, Ankara 1999.

GÖLPINARLI, Abdülbaki, Velâyetnâme, İnkılap Yayınevi, İstanbul 1995.

GÖRTAŞ, İrfan, Hacı Bektâş-ı Velî, Makâlât ve Bilgi Sorunu, Erdem (Türkler’de

Hoşgörü Özel Sayısı III) c.8, sy. 24.

GÜMÜŞOĞLU, Dursun, “Bektâşîliğe Göre İnsan ve Murşid Anlayışı” Uluslar arası

Bektâşîlik ve Alevilik Sempozyumu, 28-30 Ekim 2005, Isparta.

GÜZEL, Abdurrahman, Hacı Bektâş-ı Velî Armağanı, Gazi Üniversitesi Türk Kültürü

ve Hacı Bektâş-ı Velî Araştırma Merkezi, Ankara1987.

________Hacı Bektâş-ı Velî’nin Hayatı, Eserleri ve Fikirleri, Türk Kültürü ve Hacı

Bektâş-ı Velî Vakfı Yay. Ankara 1998.

_________ Hacı Bektâş-ı Velî, Hacı Bektâş-ı Velî Araştırma Dergisi, Kasım 1997,

Ankara.

HALICI, Fevzi, Hoşgörü ve Hacı Bektâş-ı Velî, Erdem (Türkler’de Hoşgörü Özel Sayısı

III) c.8, sy. 24.

İbn Bibi, el-Evâmiru’l Alaiyye fi’l Umuri’l Alaiyye II, Çev. Mürsel Öztürk, Kültür

Bakanlığı Yayınları, Ankara 1996.

İZ, Mâhir, Tasavvuf, Haz. M.Ertuğrul Düzdağ, Kitapevi 2 Yayınları, İstanbul 2000.

KAFESOĞLU, İbrahim, Selçuklu Tarihi, MEB Yay. İstanbul 1992.

KAYA, Haydar, Alevi-Bektaşi Erkanı, Engin Yayıncılık, İstanbul 1993.

KEÇELİ, Şakir, Hacı Bektâş-ı Velî Şeratçı mıydı?, Yol Dergisi-2, Ekim Kasım 1999,

Ankara.

KÖPRÜLÜ, M. Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Akçay Yay. Ankara 2003

_________ “Hacı Bektâş-ı Velî” md. İA. , MEB c.II, İstanbul1940.

_________ Anadolu’da İslamiyet, haz. Mehmet Katar, İnsan Yay. İstanbul 1996.

MELİKOFF, İrene, Uyur İdik Uyardılar, trc. Turan Alptekin, Cem Yayınevi, İstanbul

1993.

87

_________ “İlk Osmanlıların Toplumsal Kökeni”, Osmanlı Beyliği,(1300-1389) Tarih

Vakfı Yurt Yay. İstanbul 1997.

Meydan Larousse, “Bektaş” md. İstanbul 1997.

Muhyiddîn-i Nevevî, Riyazü’s Salihin ve Tercemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı

Yayınları, Ankara 1995.

NOYAN, Bedri, Bektâşîlik Alevilik Nedir, Can Yay. İstanbul 1995.

OCAK, A. Yaşar, “Babailik” md. DİA, c. IV, İstanbul1988.

_________ Babailer İsyanı, Dergah Yay. İstanbul 1980.

_________ “Hacı Bektâş-ı Velî” md. DİA, c. XIV. İstanbul 1988.

_________ Alevi Bektâşî İnançlarının İslam Öncesi Temelleri, İletişim Yay. İstanbul

2000.

_________ “Bektâşîlik” md. DİA. c.V, İstanbul 1988.

_________ “Balım Sultan” md. DİA, c.V, İstanbul 1988.

_________ “Baba İlyas” md. DİA, c.IV, İstanbul 1988.

_________ Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menakıpnâmeler, Türk Tarih Kurumu

Basımevi, Ankara 1992.

_________ Türk Sufiliğine Bakışlar, İletişim Yay. İstanbul 1996.

_________ Osmanlı Beyliği Topraklarındaki Sufi Çevreler ve Abdalan-ı Rum Sorunu,

Tarih Vakfı Yay. İstanbul 1997.

ÖZ, Baki, Bektâşîlik Nedir?, Der Yay. İstanbul 1997.

_________ Kitâbu’l- Fevâid, Can Yay. İstanbul 1996.

_________ Hacı Bektaşı Oluşturan Düşünsel Kaynaklar, I. Türk Kültürü ve Hacı

Bektâş-ı Velî Sempozyumu, Ankara 1999.

_________ Osmanlı Devletinin Kuruluşunda Alevi-Bektâşî-Ahi Çevrelerin Rolü, Yol

Dergisi -2, Ekim-Kasım 1999, Ankara.

ÖZCAN, Hüseyin, “Alevi- Bektâşî Şiirinde Âdâb ve Erkân”, Uluslar arası Bektâşîlik ve

Alevilik Semp. 28-30 Ekim 2005, Isparta.

ÖZKIRIMLI, Atilla, Alevilik Bektaşilik, Kültür Yayınları, İstanbul 1998.

ÖZKÖSE, Kadir, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında Tasavvufi Zümre ve

Akımların Rolü, CÜİFD. c.VII, sy.1, Sivas, 2003.

ÖZTÜRK, Y. Nuri, Tarih Boyunca Bektâşîlik, Yeni Boyut Yay. İstanbul 1995.

88

_________ Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet’e Göre Tasavvuf, Fatih Yayınevi, İstanbul 1979.

_________Hacı Bektâş’ın Düşünce Dünyası, http://www.hbektaş.gazi.edu.tr/

01ozturk.htm, 08.08.2005.

Sahihi Buhari Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi I-II, çvr. Abdullah Fevzi Kocaer,

Hüner Yay. Konya,2004.

SEVGİ, Ahmet, XIII. Asırda Anadolu’da Fikri ve Tasavvufi Hareketler, EÜİFD, sy. 3,

Isparta 1986.

SEVİM, Seyfullah, “Suf” md. İslam Ansiklopedisi, MEB Yay. c.10, İstanbul 1971.

SEZGİN, Abdülkadir, Alevilik Deyince, Burak Yayınevi, İstanbul 1996.

_________ Hacı Bektaşı Veli ve Bektâşîlik, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1990.

_________ İslam Düşüncesinde Tarikat ve Bektâşî Tarikatı, Erdem (Türkler’de

Hoşgörü Özel Sayısı II) c.8, sy. 23.

_________“Bektaş” md. Türk Ansiklopedisi, c.6, İstanbul 1968.

SOYYER, A. Yılmaz, Alevi Bektâşî Geleneği, Seyran Yay. İstanbul 1996.

_________19. Yüzyılda Bektâşîlik, Akademi Kitapevi, İzmir 2005.

SÖZENGİL, T. Mümtaz, Tarih Boyunca Alevilik, Çözüm Yay. İstanbul 1991.

SÜMER, Ali, “Bektâşîlikte Eğitim Metodları” Uluslar arası Bektâşîlik ve Alevilik

Semp. 28-30 Ekim, 2005, Isparta.

_________Hacı Bektâş-ı Velî ve Öğretileri, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî

Sempozyumu, Ankara 1999.

_________Hacı Bektâş-ı Veli’nin Söyleyişleri, Yeni Sanat Matbası, Ankara 1974.

ŞARDAĞ, Rüştü, Her Yönü İle Hacı Bektâş-ı Velî ve Şerh-i Besmele, İzmir 1985.

ŞENER, Cemal, Alevilik Üstüne Ne Dediler, Ant Yay. İstanbul 1990.

Tarama Sözlüğü, “Bektaş” TDK. Ankara 1967.

Taşköprülüzâde Ahmet, eş- Şekaiku’n Numaniyye Fi Ulemai’d Devleti Osmaniye, nşr.

Ahmet Subhi Furat, İstanbul Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul 1985.

TEBEROĞLU, Haydar, Hacı Bektâş-ı Velî Düşüncesi, Hacı Bektâş-ı Velî Araştırma

Dergisi, sy.16, 2000.

TEMREN, Belkıs, Anadolu’ya Hoşgörü Tohumları Eken Hacı Bektâş-ı Velî, Erdem

(Türkler’de Hoşgörü Özel Sayısı III) c.8, sy. 24.

89

_________Bektâşî ve Alevi Kültüründe Kadın, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî

Sempozyumu, Ankara 1999.

TOPALOĞLU, Bekir, Kelam İlmi, Damla Yay. İstanbul 1996.

TURAN, Osman, Selçuklu Zamanında Türkiye, Turan Neşriyat, İstanbul 1971.

TÜMER, Günay; Abdurrahman Küçük, Dinler Tarihi, Ocak Yay. Ankara 1988.

ULUÇAY, Çağatay, İlk Müslüman Türk Devletleri, MEB Yay. İstanbul 1977.

ULUÇAY, Ömer, Bir Bayraktır Hacı Bektaş, I. Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî

Sempozyumu, Ankara 1999.

ULUDAĞ, Süleyman, Tasavvuf Terimler Sözlüğü, Kabalcı Yay. İstanbul 2000.

UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yay. Ankara1988.

ÜÇER, Cenksu, “Geleneksel Alevilikte İbadet Telakkileri”, Uluslar arası Bektâşîlik ve

Alevilik Semp. 28-30 Ekim, 2005, Isparta.

ÜZÜM, İlyas, Velâyetnâme-i Hacı Bektâş-ı Velî’ye Göre İslami İnanç ve İbadetler, I.

Türk Kültürü ve Hacı Bektâş-ı Velî Sempozyumu Bildirileri, Ankara 1999.

_________Günümüz Aleviliği, Türk Diyanet Vakfı Yay. İstanbul 1997.

YALÇIN, Aziz, Makâlât-ı Hacı Bektâş-ı Velî, Der Yay. İstanbul 2004.

YAVUZER, Hasan, Hacı Bektâş-ı Velî’nin Kişiliği ve Türk Tasavvuf Hayatındaki Yeri,

Hacı Bektâş-ı Velî Araştırma Dergisi, Kasım 1997, Ankara.

YILDIRIM, Ahmet, “Alevi- Bektâşîlerin Dinin Temel Kaynaklarından Kur’ân ve

Sünnete Bakışı”, Uluslar arası Bektâşîlik ve Alevilik Semp. 28-30 Ekim

2005, Isparta.

YILDIRIM, Suat, Kur’ân-ı Kerim ve Meali, İstanbul 1998.

YILDIZ, Harun, Anadolu Aleviliği, Araştırma Yayınları, Ankara 2004.

YILMAZ, H. Kamil, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat, İstanbul

2000.

YÜKSEL, Hasan, Saim Savaş, Üveysilikten Bektâşîliğe Kitab-ı Cebbâr Kulu, Sivas

1997.