158
“Doğrusu siz çeşitli merhalelerden geçeceksiniz” (İnşikak suresi: 19) “Allah’ım! Şu bir avuç İslam Cemaatini helak (Mağlup) edersen artık sana yeryüzünde ibadet olunmaz. (Allah Resulü aleyhisselatu vesselam’ın Bedir Savaşından önce yaptığı dua. ) GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN (……/1999) İTHAF İslam Davasının Solmayan Gülleri Şehidlere Ve Onların Bağrı Yanık Ailelerine… İslam Davasının Çilekeşleri Yusufilere Ve Onların Gözü yaşlı Analarına… Yusuf AZAD Şubat 2007 BU KİTAP Hamd, insanların zulümden kurtuluşu için Hz. Peygamber aleyhisselam’ı rehber ve önder olarak Kur’an– ı Kerim ile gönderen Allah’a mahsustur. Salat ve selam İslam davasının Serveri Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselam’ın üzerine olsun. O’nun kutlu yolunun takipçilerine selam olsun. Bu kitabı sizlere takdim etmeden önce çok önemli birkaç cümle sarf etmek gerekli oldu. Bu kitapta kullanılan dil olayların cereyan ettiği atmosferi yansıtır. Yani olayların içindeki atmosfer ile paralel tanımlamalar kullanılmış ve mücadelelerinin içindeki insanların duygularına sadık kalınmıştır. Kullanılan dilin, tarihin gerçeklerine sadık kalmaktan öte bir amacı yoktur. Geçmişin sıkıntılarını geleceğe taşıma niyetinde değiliz. Ama geçmişin İslami mücadele hatıralarını geleceğe taşımak da İslami bir vazifedir. Hiçbir tereddüt bu vazifenin icrasını engelleyemezdi. Herkese söylenecek en güzel söz şudur: “Herkes kendi hedefine yönelsin, herkes kendi düşmanıyla uğraşsın. “ 1

GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

“Doğrusu siz çeşitli merhalelerden geçeceksiniz”(İnşikak suresi: 19)“Allah’ım! Şu bir avuç İslam Cemaatini helak (Mağlup) edersen artık sana

yeryüzünde ibadet olunmaz. “(Allah Resulü aleyhisselatu vesselam’ın Bedir Savaşından önce yaptığı dua. )GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN(……/1999)İTHAFİslam Davasının Solmayan Gülleri Şehidlere Ve Onların Bağrı Yanık

Ailelerine…İslam Davasının Çilekeşleri Yusufilere Ve Onların Gözü yaşlı Analarına…Yusuf AZADŞubat 2007BU KİTAPHamd, insanların zulümden kurtuluşu için Hz. Peygamber aleyhisselam’ı

rehber ve önder olarak Kur’an–ı Kerim ile gönderen Allah’a mahsustur. Salat ve selam İslam davasının Serveri Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselam’ın üzerine olsun. O’nun kutlu yolunun takipçilerine selam olsun.

Bu kitabı sizlere takdim etmeden önce çok önemli birkaç cümle sarf etmek gerekli oldu. Bu kitapta kullanılan dil olayların cereyan ettiği atmosferi yansıtır. Yani olayların içindeki atmosfer ile paralel tanımlamalar kullanılmış ve mücadelelerinin içindeki insanların duygularına sadık kalınmıştır. Kullanılan dilin, tarihin gerçeklerine sadık kalmaktan öte bir amacı yoktur. Geçmişin sıkıntılarını geleceğe taşıma niyetinde değiliz. Ama geçmişin İslami mücadele hatıralarını geleceğe taşımak da İslami bir vazifedir. Hiçbir tereddüt bu vazifenin icrasını engelleyemezdi. Herkese söylenecek en güzel söz şudur: “Herkes kendi hedefine yönelsin, herkes kendi düşmanıyla uğraşsın. “ Fikri farklılıklar çatışmanın kılıcı haline getirilmesin. İslami Cemaat’in hedefi büyük zalimlerdir, hâkim zalimlerdir. Sözün özü bu çalışma, başkaları aleyhine propaganda endişesi taşımamaktadır. Bu kitabın tek endişesi İslami mücadele mirasına sahip çıkmaktır.

Okuyacağınız bu kitap bir roman ya da hayal ürünü bir senaryo veya bir felsefe kitabı değildir, entel bir birikimin ürünü ise hiç değildir. Bu kitap, mesajı yaldızlı edebi sözler arasında boğulan bir edebiyat kitabı olmadığı gibi mübalağa sanatı bu kitaptaki cümlelerin uzağından bile geçmemiştir. Bu kitap İslami mücadeleyi, İslami davayı en yalın biçimde ortaya koymakta ve tefsir etmektedir. Memleketlerinde İslam davasına gönül veren her Müslümanın karşısına çıkabilecek zorlukların, sıkıntıların, şehadetlerin, tehditlerin, hicretlerin cümlelere dökülmüş halidir bu kitap. O cümleler ki asla hakkıyla dertlere tercüman olamazlar. Çünkü kelimeler camid, ruhsuz ve nakıstırlar. Ama gönlünüz ve

1

Page 2: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

vicdanınıza çarpacak bu kelimeler canlanıp hayat bulacaktır. Kalpten kelimelere intikal eden manaları sizlerin duygu yüklü yürekleri canlandıracaktır.

Bu kitabı, ‘ben’ yazmadım. Bu kitabın yazarları, şehidleriyle gazileriyle; Yusufileriyle, muhacirleriyle; mazlumlarıyla, mağdurlarıyla; kadınıyla, erkeğiyle; genciyle, yaşlısıyla ‘İslami Cemaat’e gönül vermiş kahramanlardır. Bu kitabın yazarları ‘şehidler’, ‘yusufiler’, ‘muhacirler’ ve ‘direnenler’dir. Ben sadece derledim. Onlar mücadeleleriyle tarihi yazdılar. Onun için bu ‘yaşayan bir Kitap’tır. Bu kitabı ‘bir yazar’ değil ‘yüzlerce yazar’ yazmıştır.

Siz bu kitapta; şehadet aşıklarının ölümden korkmadıklarını belki adeta ölümü kovaladıklarını okuyacaksınız.

Siz bu kitapta; ölüm korkusunu öldürenlerin; dava kardeşime zarar gelmesin, vücudumu ona siper etmeliyim diyenlerin gerçek hikâyelerini okuyacaksınız.

Siz bu kitapta; hayatlarından başka sermayeleri olmayan Hizbullahilerin, hayatlarını İslam davasına vakfedişlerini okuyacaksınız.

Siz bu kitapta; Madem ki ölüm haktır ve tağyir edilmez öyleyse ölümümüz de İslam için olsun ve ölümümüz izzetli olsun diyenlerin ölümsüz mücadelelerini okuyacaksınız.

Siz bu kitapta; sahabeler gibi aileleri tarafından zincirlere vurulan ve ayaklarına bağlı zincirlerle koşarak İslami mücadele saflarındaki yerini boş bırakmayan mü’minlerin haykırışlarını okuyacaksınız.

Siz bu kitapta; camileri roketlenen, kadınları, çocukları, ihtiyarları ve gençleri katledilen bir şehrin; Nusaybin’in hikayesini okuyacaksınız.

Siz bu kitapta; “Oğlum ne işin var İstanbul’da, gel, sen de Muhammed Ata gibi şehid ol” diyen babaların hikayesini ve babalarla evlatların şehadet yarışını okuyacaksınız.

Siz bu kitapta; “Abi beni de şehadet için kaydeder misin?” diyen Rüstemlerin iman aşkını okuyacaksınız.

Siz bu kitapta; gençleri aileleri tarafından eve hapsedilen, camilerde fertlerinin kanı dökülen İslami bir cemaat’ın tarihini okuyacaksınız.

Kısacası siz bu kitapta; ‘direnen kazanır’ gerçeğini okuyacak ve tefsirini daha iyi anlayacaksınız.

Camilerinde, İslami dava erlerini kanlarının döküldüğü, sokaklarında şehid kanlarının döküldüğü, tarihinde ölümsüz mücadele hatıralarının olduğu, mezarlıklarında Selmanların, İbrahim Hocaların, Muhammed Ataların, Gaiblerin… Misafir olduğu, her sokağında canlı hatıraların olduğu bir memlekette alevlenen İslami özgürlük mücadelesi ve nuru asla söndürülemez.

Onlar hayatlarını vererek davaya hizmet ettiler. Onların hatırası geride kalanlara büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Bu sorumluluk, mücadele saflarında onları yaşatma sorumluluğudur. Bu bir ahde vefa sorumluluğudur. Onları gelecek nesillere aktarma sorumluluğudur. Bu, geçmişiyle, şehidleriyle ve mücadelesiyle gurur duyma ve sahiplenme sorumluluğudur.

2

Page 3: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Son duamız: Rabbimiz ‘o hal’ üzere kalmayı nasip et. Sön sözümüz: İslami hizmet berdevamdır. NUSEYBİNA GULİSTANTarihi ipek yolu üzerinde, Mardin iline bağlı, son yıllarda nüfusu hızla

büyüyen Nusaybin’in geçmişi milattan çok önceki tarihlere dayanmaktadır. Şehir ovada, Çağçağ akarsuyunun kenarına kurulmuş olup şu anda suyun her iki tarafında genişlemiştir. Şehir 1980’li yıllardan beri yoğun göç almaktadır. Kırsal kesimde birçok köy boşaltılmıştır ki birçoğu şehir merkezine gelip yerleşmiştir. Bu durum komünist örgütün güçlenmesine neden oldu. Devlet, örgütü kırsalda sınırlamak için halkı göçe zorlamakla adeta ayağına kurşun sıkmıştı. Çünkü halka uyguladığı baskılar ve zulümler şehirlerde örgütün lehine patlama yaptı. Bölgede ilk kitlesel olayların Nusaybin’de baş göstermiş olması, bu bakımdan, şaşırtıcı olmamıştır.

Nusaybin, günümüzde, tarih kaynaklarında bahsedilen doğal dokusundan uzaktır. 1304–1369 yılları arasında yaşamış olan ünlü Müslüman gezgin İbni Batuta, Hicri 728 (miladi 1327) yılında geldiği Nusaybin’i Seyahatname’sinde şöyle tanıtmaktadır:

“İki merhale Katettikten (Cizre’den) sonra Nusaybin’e ulaştık. Eski ve orta büyüklükte bir şehir olup büyük bir kısmı haraptır. Şehir akarsuları, bahçeleri ve bol meyveleri ihtiva eden geniş bir ovada bulunmaktadır. Bu beldede imal edilen gül suyunun, rayiha ve nefaset bakımından benzeri yoktur. Bir nehir, çember gibi bu şehri kuşatmıştır. Şehre yakın bir dağdaki kaynaklardan çıkan bir nehir birçok kollara ayrılarak bahçelere akar. Kollardan her biri beldeye girerek sokak ve hanelerinden geçer ve en büyük mescidinin avlusu ortasından, biri avlunun ortasında ve diğeri doğu kapısı yakınında bulunan iki sarnıca dökülürler. Nusaybin’in bir hastanesi ile iki medresesi mevcuttur. Halkı dindar ve güvenilir kimselerdir. “1

Şehrin hemen kuzey tarafındaki Bagok dağından iki su (Ava Spî ve ava reş) çıkmaktadır. Bu iki kaynak bir noktada birleşip Çağçağ akarsuyunu oluşturmaktadır. Bu kaynaklar şehrin hem içme suyunu hem sulama ihtiyacını karşılamaktadır. Kanallarla doğu–batı tarafına aktarılan suyla geniş tarımsal alan sulanmaktadır.

Nusaybin, Türkiye–Suriye sınırının sıfır noktasında bulunmaktadır. Tel örgüler evlere bitişiktir. Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasıyla çizilen bu sınır akrabaları birbirinden ayırmıştır. İşte bu sınır açık şahittir ki, bu coğrafyadaki zulüm ve baskıların kaynağı bu sahte sınırları çizip kardeşleri birbirinden ayıranlardır. Nusaybin sınır kapısı 1980’den sonra büyük bir işlerlik kazanarak birçok ailenin geçim kaynağı haline gelmiştir. Elektronik eşya ticaretinde önemli bir merkez haline gelmiştir.

1 Büyük Dünya Seyahatnamesi, sayfa: 172, İbni Batuta, Yeni Şafak yayınları, 2005, İstanbul

3

Page 4: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Nusaybin’de yapılan kazı çalışmalarında milattan önce 3 bin yılına ait tarihi eserler ortaya çıkarılmıştır. Buradan şehrin geçmişinin ne kadar eski olduğu ortaya çıkıyor. Nusaybin, tarihte “El–Cezire” olarak adlandırılan bölgenin en önemli yerleşim yerlerinden biridir. Bölge aynı zamanda Mezopotamya olarak bilinir ki burası uygarlıkların beşiğidir. Bölge İslam’dan önceki dönemde İran ve Rum İmparatorluklarının hâkimiyeti altında zaman zaman el değiştirmiştir.

Nusaybin’in M. Ö. 4500 yıllarında Subarular tarafından kurulduğu ve sonraki tarihlerde M. Ö. 3000 yıllarında Sümer Kralı Lugazakis tarafından ‘Nırbo’ olarak adlandırıldığı ve Çağ–Çağ deresinin batısında yeniden inşa edildiği söylenmektedir. Yukarı Mezopotamya’nın en önemli şehri olan Nusaybin sırasıyla Sümerler, Akadlar, Babiller, Mitanniler, Asurlar, Medler, Selefkuslar, Abgar Krallığı, Romalılar ve Sasanilerin hâkimiyetinde kalmıştır. İslam döneminde Müslüman devletlerin hâkimiyetinde kalmış, 1516 yılından sonra Osmanlıların hâkimiyetine girmiştir.

Bölge M. Ö. 321 yılına kadar Pers imparatorluğunun hâkimiyetinde kaldı. Pers İmparatoru Dara bin Dara bu dönemde Nasibin (Nusaybin) yakınlarında ‘Dara’yı inşa etti. Burası imparatorluğun yazlık başkenti ve önemli bir askeri üssü olur. Dara’nın kalıntıları halen mevcuttur. Roma İmparatoru, Dara bin Dara ile anlaşma yapmış vergi veriyordu. Makedonyalı İskender Roma İmparatoru olunca egemenliğini genişleterek Dara’ya vergi vermeyi redetti. Mezopotamya ovasında tarihin en büyük savaşında iki ordu karşı karşıya geldi. İskender, Dara’nın ordusunu yenerek M. Ö. 321 yılında Pers İmparatorluğuna son verir ve Çin dâhil bütün doğuyu ele geçirir. Dara savaşta iki koruması tarafından öldürülür.

Bölge yaklaşık 500 yıl Romalıların hâkimiyetinde kalır. Sasani hükümdarı Sabur (Şahpur) bin Erdeşir bölgeyi tekrar hâkimiyetine alırken M. S. yaklaşık 200 yılında Rumları Nusaybin’de muhasara altına alır. Sasaniler Nusaybin’in surlarını yıkarak ele geçirirler ve Rum topraklarının içlerine doğru ilerler. Bir zaman sonra bölge tekrar Rumların (Bizanslıların) eline geçer. Bu dönemde Bizanslıların (Doğu Roma İmparatorluğu) Suriye valisi Sasanilerin valisi Münzir bin Nu’man’a saldırınca Sasani hükümdarı Enuşirvan ordusuyla Cezire bölgesini geçerek önce Dara’yı sonra da Urfa’yı ele geçirerek Rumların birçok yerini hâkimiyeti altına alır.

Sasaniler bi’setin hemen başlarında İstanbul önlerine kadar dayanmışlardır. Bizans bu dönemde darmadağın olmuştur. Ehli kitap oldukları için sahabiler Bizans’ın yenilgilerine üzülürken müşrikler Sasanilerin zaferlerine sevinmektedirler. Çok geçmeden Bizans imparatorluğunun başına Hirakl (Heraklius) geçer ve imparatorluğu toparlar. Sasanilere karşı harekete geçer. Ordusunu Ermenistan üzerinden yürüterek gelip Nusaybin’de karargâh kurur. Dicle nehrini geçerek Sasanilerin başkenti Medain’e girer. 1 Sahabiler ehli kitabın zaferine sevinirler.

Hazreti Ömer (r. a)’ın hilafeti döneminde başlayan büyük fetih hareketiyle bölge İslam’ın hâkimiyetine girerek halkı Müslüman olur. Kurdistan coğrafyasının

1 İslam Tarihi İbni Esir, Cilt 1, Tercüme M. Beşir Eryarsoy, Bahar Yayınları4

Page 5: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

birçok yeri gibi Nusaybin’de Hicri 17. yılda İslam orduları tarafından fethedilir. Bölgenin fatihi komutan İyad bin Ganem’dir. 1

Tarihte Nusaybin’e İslamiyet’ten önceki dönemde Hıristiyanlığın çok önemli dini bir merkezi olarak rastlamaktayız. İlçe merkezinde hala varlığını koruyan Mar Yakub Kilisesi o dönemden kalma önemli bir tarihi yapıdır. Mar Yakub, M. S. 309 yılında Nusaybin Episkoposluğuna atanır. Mar Yakub, Nusaybin’deki kiliseyi küçük bulur (İlkin bir Yunan felsefe okulu olarak kurulmuştur. Sonra kilise okuluna çevrilmiştir. ) 313 yılında kendi adıyla bilinen büyük bir kilise inşa der. Mar Yakub Kilisesi, tarihte ilk üniversite olarak adlandırılan Nusaybin Okulunun2 bir devamıdır. Mar Yakub okulun temelini yeniden atar, 326’da hizmete sokar. Her öğrenciye mahsus bir oda olmak üzere, 800–1000 civarında öğrenci yatılı kalıyordu. Öğrenci, müdür ve personelin uyması gereken okul kuralları yazılı olarak günümüze ulaşmıştır.

Nusaybin’den Resulullah aleyhisselatu vesselam’a Uzanan YolSalman–ı Farisi çıktığı ‘İman Yolculuğu’nda Nusaybin’de yanında kaldığı salih

bir zattan bahsetmektedir. Hayatını ve Müslüman oluşunu Abdullah bin Abbas’a anlatmıştır. Selman, Hak Dini bulma ve yaşama yolculuğunda ailesini geride bırakıp Şam’a gelmiş, kilisede kalmaktadır. Yanında kaldığı Hıristiyan din adamının vasiyeti üzerine Mevsıl (Musul)’a gider. Mevsıl’daki Hıristiyan din adamı da öleceği sırada Selman ona;

–Ey Filan! Filan zat seni bana tavsiye ve yanına gitmemi emretmişti. Görüyorsun ki, sana da Allah’ın emri gelip çatmış bulunuyor. Senden sonra kimin yanına gitmemi bana tavsiye ve ne yapmamı emredersin? dedim. Bana;

–Oğulcuğum! Vallahi, ben Nasibin’deki filan zattan başka, bizim yolumuz ve gidişatımızda bir kimse daha var mı bilmiyorum. Sen, benden sonra onun yanına git! dedi.

Mevsıl’daki din adamı öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Nasibin’deki arkadaşının yanına vardım. Durumumu ona anlattım. Mevsıl’daki arkadaşının bana ne gibi emir ve tavsiyede bulunduğunu bildirdim. Bana;

–Olur. Yanımda otur! dedi. Yanında kaldım. Onu da önceki iki arkadaşının yolunda ve halinde buldum. Bu

yararlı zatın da yanında ve hizmetinde bulundum. Vallahi çok geçmeden, Nasibin’deki din adamına da ölüm geldi çattı. Kendisi ölüm döşeğine düşünce;

–Ey filan zat bana kendisinden sonra falan zatın yanına gitmemi tavsiye etmişti. Falan zat da kendisinden sonra senin yanına gitmemi bana tavsiye etti. Sen bana, senden sonra kimin yanına gitmemi tavsiye ve ne yapmamı tavsiye edersin? dedim. Bana;

1 İslam Tarihi, İbni Esir, Cilt2, Syf: 486 Tercüme M. Beşir Eryarsoy, Bahar Yayınları2 İslami Düşüncenin İlahi Yönü, Prof. Dr. Muhammed el–Behiy, Syf: 172, Fecr Yalınları, Ankara

5

Page 6: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

–Oğulcuğum! Vallahi Rum topraklarında Ammuriye’deki zattan başka, yanına gitmeni sana emredeceğim, bizim yolumuz ve gidişatımızda bir kimse daha kaldığını bilmiyorum. O zat tıpkı bizim yolumuz ve gidişatımızdadır. İstersen onun yanına git! İşte o bizim yolumuz ve gidişatımızdadır, dedi.

Nasibin’deki, din adamı öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Ammuriye’deki arkadaşının yanına vardım…”

Salman (r. a) Ammuriye’den sonra katıldığı kervanda köle diye satılıp bir Yahudinin kölesi olarak Medine’ye varır. Ve Hicretten sonra arzuladığı Resulullah aleyhisselatu vesselam’a kavuşur. 1

Gönümüzde Nusaybin şehir merkezinde “Selman–i Pâk Camii” vardır. Muhtemelen Selman (r. a)’ın kaldığı bu yer sonradan camiye dönüştürülmüştür. Bu küçük camide salih bir zatın türbesi de bulunmaktadır.

Nusaybin’de ünlü tarihi mekanlardan biri de ‘Gırnavas’tır. Şehrin hemen kuzeyinde bulunan Gırnavas küçük bir tepedir. Burada yapılan kazı çalışmalarında M. Ö. 3 bin yılına ait tarihi eserlere rastlanmıştır. Ayrıca yerleşim kalıntılarına da rastlanmıştır. Gırnavas’ta çıkan kalıntılar M. Ö. 1500–1250 yılları arasında hüküm süren Mitannilere aittir. Kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan mezarların Mitanni prenslerine ait olduğu söylenmektedir. Gırnavas halk arasında ‘cinlerin başkenti’ olarak ün kazınmıştır. Gırnavas ile alakası var mıdır bilinmez ancak Nusaybin cinlerinden bir taifenin Taif dönüşünde Resulullah aleyhisselatu vesselam’a iman ettikleri kaynaklarda geçmektedir.

Resulullah aleyhisselatu vesselam Taif dönüşü, Nahle’de geceleyin kalıp namaz kıldığı sırada Nasibin cinlerinden 7 (yedi)si oradan geçiyorlardı. Durdular. Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam’ın okuduğu Kur’an’ı dinlediler. Hz. Peygamber (sav) namazı bitirince cinler iman edip dinlediklerini kabul ettiler. Kavimlerinin yanına inzar edici, uyarıcı olarak döndüler. 2

Nusaybin ve bölgenin diğer bazı şehirleri Haçlı seferleri döneminde dönem dönem Hıristiyan Frenklerin (Avrupalıların) hâkimiyetine girer. 1105 yılına gelindiğinde Nusaybin Emir Çökürmüş’ün hâkimiyeti altındadır. Yakın yerler ise haçlıların kontrolündedir. Melik Rıdvan bin Tatuş Haçlılara karşı savaşmak için hazırlıklar yapar. Haçlılara karşı ordusunu güçlendirmek için Nusaybin’i de ele geçirip buradaki Müslüman askerlerini ordusuna katmak ister. Nusaybin’de Çökürmüş’ün iki emiri, askeri birlikle bulunmaktadırlar. Rıdvan hicri 499 Ramazan ayı başında (Miladi 1105) 10 bin süvariyle Nusaybin’i kuşatır. Çökürmüş’ün komutanları birlikleriyle surlara kapanırlar. Rıdvan 10 bin sürvarisiyle şehri ele geçirmeyi başaramaz. 3

1 M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Cilt:3, Syf, 114–118, Köksal Yayıncılık, İstanbul 20052 M. Asım Köksal, İslam Tarihi Cilt: 23 İbn–i Esir, İslam Tarihi, Cilt: 10, Syf; 3266

Page 7: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Bölge Haçlıların eline geçince Cezire bölgesinin her tarafında yağmacılık yaparlar. Haçlılar, Amid, Nusaybin, Ra’su–l ayn ve Rakka’ya kadar uzanmışlardı. Atabey İmadeddin Zengi 4 Aralık 1144 yılında (Hicri 539) Urfa’yı Haçlılardan alarak bu bölgedeki hâkimiyetlerine son verir. 1

Kürt halkının medar–ı iftiharı Selahaddin Eyyübi Kudüs’ü fethettikten sonra Müslüman Emirlikleri tek devletin hâkimiyeti altında birleştirdi. Salahaddin Eyyubi, Kürtlerin seçkin emirlerinden Hüsameddin Ebu Hica’ es–semit’i Nusaybin valiliğine atar. Hüsameddin Haçlı saldırılarının birine karşı Mısır ordusunun komutanıydı. 2

Hicri 628 yılında İslam coğrafyasında Moğol zulmü her tarafı kasıp kavurur. Bu yılda (Miladi 1230) Moğollar Azerbaycan’a girerek hızla ilerlediler. Harzemşah Sultanı Celaleddin Moğolların önlerinden kaçarak Amid’e kadar geldi. Moğolların bir kolu ısrarla Celaladdin Harzemşah’ı takip etti. Amid önünde bir gece baskınında Celaleddin Moğollardan kurtulur. Moğollar burada kollara ayrılarak bölgeye dağılırlar ve zulümlerini ve katliamlarını icra ederler. Bir Moğol birliği Nusaybin, Musul istikametine yönelir. Önce Mardin’in etrafını yağmalayıp harap ederler. Etraftaki halkla birlikte Mardin sultan’ı kaleye sığınırlar. Moğol askerleri buradan Nusaybin üzerine yürürler. Şehrin etrafını yağmalayıp önlerine çıkanı katlederler. Nusaybin halkı kaleye kapanır. Halk böylece büyük bir katliamdan kurtulur. Moğollar buradan ayrılıp Sincar’a yönelirler. 3 İbni Batuta, bu tarihten yaklaşık yüz yıl sonra gittiği Nusaybin’den, Seyahatnamesinde ‘Şehrin büyük kısmı haraptır’ şeklinde bahseder. Şehrin bu harab hali, Moğol talan ve tahribatından kalma olabilir.

Tarih kaynaklarında adı geçen Nusaybin kalesinin son kalıntıları da 1990 yıllarında tarihe karıştı. Kalenin ayakta kalan bölümü 1980’lere kadar askeri kışla olarak kullanıldı. Nusaybin okulu’nun ise ancak dış kapısının sütunları ve kilise olan ana binası (Mar Yakub) ayakta kalabilmiştir. Nusaybin tarihi zenginliklerinden biri de Zeynelabidin Camiî’dir. Burada Ehl–i Beyt soyundan gelen Zeynelabidin (r. a) medfundur. Türbesi ziyaret edilmektedir. Cami ise Nusaybin en büyük ve en eski camisidir. İbn–i Batuta’nın ‘iki medrese’ dediği yerlerden biri burası olmalı.

CEMAATA HİZBULLAH (HİZBULLAH CEMAATİ)Hizbullah Cemaati ve PKK örgütüne kısaca değinmekte fayda vardır. Her

ikisinin kısa bir tarihçesini kitabın başında sunmayı gerekli gördüm ve tarafların kimliklerini özet olarak takdim etmenin gerekli olacağına inanıyorum.

Cemaatleşme düşüncesi 1980’den önceki dönemde bölgede Müslümanlar arasında tartışılmaktaydı. Özellikle İhvan–ı Müslimin Cemaatinin, İslami mücadelede değerli bir birikim olan eserlerinin Türkçeye tercüme edilmesi büyük bir uyanış başlatmıştı. 1980’dan sonra Cemaatleşme düşüncesi artık oluşuma doğru gitti. Cemaatleşme düşüncesinin öncü isimlerinden biri de Hüseyin

1 İbn–i Esir, İslam Tarihi, Cilt: 11, Syf; 942 Muhammed Emin Zeki, Meşahir’ül Kürd ve Kürdistan, Syf: 873 İbn–i Esir, İslam Tarihi, Cilt: 12, Syf; 463

7

Page 8: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Velioğlu’dur. 1981’de evini Ankara’dan bölgeye taşıdı. Batman’a yerleşti. Bağımsız İslami kişiliğin oluşması için cemaatleşmenin gerekli olduğu düşüncesini hızla oluşuma dönüştürmeye çalıştı. Çalışmalarla, bölgede, İslami endişe taşıyan Müslümanlar cemaat çatısı altında bir araya geldi. İbrahim Hoca da cemaat oluşumunda emeği geçen şahsiyetlerden biriydi. Nusaybin’de cemaat faaliyetlerinin öncüsü İbrahim Hoca olur.

Gayretli Müslümanların fedakâr çabaları sonucu bölgenin her tarafında binlerce insan cemaat saflarına katılır. 1990 yılına gelindiğinde Komünist örgüt PKK, silahlarını TC’nin yanı sıra Cemaate de yöneltti. Bölgede kendileri dışında bir yapı istemiyorlardı. Cemaati hedef almaları nedeniyle yaşanan gerginlik 1991’de silahlı çatışmaya dönüştü. Çatışmalar kısa sürede bölgenin birçok yerine yayıldı. Cemaat’in yüzlerce ferdi bu çatışmada şehid düştü. Ancak Hizbullahi Cemaat çatışma sürecinden başı dik olarak çıktı. Birçok kişinin komünist örgüte karşı tutunamazlar, imha olup giderler, dediği cemaat, birkaç yıl içinde PKK’yi, önünde engel olmaktan çıkarmayı başardı. Cemaate saldırmakla PKK’nin başlattığı süreçte Dava zindan safhasıyla da tanıştı. Cemaatin zindan süreci 1990’de başladı. Yıllar geçtikçe gözaltı, işkence, cemaat fertlerinin polis tarafından kaçırılması, gözaltında şehadet olayları, cezaevlerinde baskılar… şartları en ağır seviyeye tırmandırdı. Hizbullahi Cemaat’in binlerce ferdi gözaltında işkencelerden geçti. 1994 yılından itibaren devlet toplu tutuklamalara girişti.

2000 yılının 17 Ocak’ında İstanbul Beykoz’da Cemaat Rehberi’nin şehadetiyle çok sıkıntılı bir dönem başladı. Türkiye’nin birçok ilinde Cemaate yönelik operasyonlar başlatıldı. Hizbullah’ın birçok ferdi en ağır işkencelerden geçirilerek 6 aya varan gözaltı süreleriyle zindana atıldı. Tutuklu Hizbullah ferdleri bölge cezaevlerini doldurdu. Bingöl, Batman, Elazığ, Mardin, Urfa, Adıyaman, Gaziantep, Muş, Van, Diyarbakır cezaevlerinde çoğunluk Hizbullahi tutuklular oldu. Halen yüzlerce ferdi zindanlarda tutulmaktadır. Onlarca cemaat ferdi çatışmalarda polis tarafından şehid edildi. 2000 yılında Rehber’in şehadetinden sonra, 5 Eylül 2001’de Davanın değerli öncü şahsiyetlerinden Selahaddin Ürük Tekir yaylasında şehid edildi.

Ama şu bir gerçek ki; ne PKK’nin ne de TC’nin imha amaçlı saldırı ve baskıları cemaati memleketimizden söküp atamadı. Aksine komünist örgüt ve devletin akıttığı kanlar ve gerek dışarıda, gerek gözaltında, gerek zindanda çekilen sıkıntı ve eziyetler İslami davayı bu topraklarda daha da kökleştirmiştir.

Cemaat, Resulullah aleyhisselatu vesselam’ın ‘Cemaatleşiniz’ yönündeki emir ve tavsiyelerini esas alarak bu zamanda küfre karşı başarılı olabilmenin yegâne şartının Müslümanların birlik, beraberlik ve dayanışma halinde planlı, programlı ve teşkilatlı olarak çalışmak olduğuna inanır. İslami çalışmada bu şekildeki hareket tarzının adı ‘Cemaat’tir. Zalim ve despotlarla ilahi emirler ve Kur’anî esaslar rehberliğinde mücadele etmek Müslümanlar üzerine ertelenemez bir vazifedir.

8

Page 9: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Müslümanların zalimlerin ve gayri İslami rejimlerin tahakkümü altında olmalarının temel nedeni, Müslümanların, zalimlerin zulmü altında zelil bir yaşamı rededen dinlerinden uzaklaşmış olmalarıdır. Bunun için, Müslümanlar dinlerine sarılmalıdırlar. Müslümanların, zalimlerin zincirini kırmalarının ilk halkası budur. Esaret halkalarının kırılması için mücadelenin bayrağı İslam olmalıdır.

Cemaat, Müslümanların izzeti için verilmiş tüm mücadeleleri dava yolunda tecrübe hazinesi bilir. Farklılıkları değil, birleştirici yönleri esas alır. Bu konuda, ‘ben müslümanım’ diyen herkesi kapsayan Üstad Bediaüzzman’ın anlayışını kabul eder. Her müslümanın takati ölçüsünce İslami hizmette vazifesini yapmasını ister. Ve bu zamanda, bütün Müslümanların en önemli görevinin İslam’ın izzeti, Müslümanların kurtuluşu için bir şeyler yapmak olduğuna inanır. Cemaat, ‘Ey Müslümanlar Cemaatleşiniz’ şiarı etrafında faaliyetlerini şekillendirir.

Geniş eserlerde ele alınması gereken bu konuya özetle değindik. Komünist Örgüt PKK (Partiya Karkerén Kürdistan)Örgüt kendini PKK ismiyle 1978’de ilan etti. Lice’nin Fis köyündeki ilk

kongresinde Abdullah Öcalan genel sekreter seçildi, aynı zamanda Mardin–Urfa bölge sorumluluğuna getirildi. Faaliyetleri 1973’e dayanmaktadır. Ankara’da 1974’te bir grup, ‘Devrimci Gençlik’ grubundan ayrıldı. Grup bundan sonra Apocular olarak tanındı. Faaliyetlerini Kurdistan’da kaydırdılar. 1976’dan itibaren bölgedeki diğer örgütlerle çatışmaya girdi. Örgüt çatışmaların gerekçesi olarak kendisi dışındaki diğer örgütlerin hain olduğunu ileri sürüyordu.

Örgüt, Marksizm ve Leninizm ilkelerine en katı biçimde sarıldı. İlerlemenin önünde en büyük engel gördüğü ve İslami değerleri ‘gericilik’ lanse edip saldırıya geçti. Çünkü, amaç Müslüman toplumun komünist topluma dönüştürülmesiydi. Yayın ve söylemlerinde ‘Molla ve Şeyhleri’ ilk hedef belirledi. 1 Kurulduğu günden bu yana örgüt’ün kendini değiştirmediği tek alan ‘İslam karşıtlığıdır’ denilse yeridir. Neredeyse Kürtlerin Kürtlüklerinden dahi vazgeçti ama İslam’ı ‘gericilik’ saymaktan vazgeçmiş görünmemektedir. Müslüman halkı İslami ahlaktan uzaklaştırma noktasında bilerek veya bilmeyerek rejimin amaçlarına hizmet etmiş oldular.

1980 askeri darbesi olurken Abdullah Öcalan ve birçok militan Suriye’ye kaçtı. FKÖ’nün kamplarında gerilla eğitimine başladılar. 1982’de İsrail’in Lübnan’ı İşgal etmesiyle militanlar Güney Kurdistan’da (Irak’ın Kuzeyi) yerleşmeye başladılar. Güney Kurdistan’da ki Peşmerge grupları onlara yer vermişlerdi. Ama PKK kısa sürede onlarla da çatışmalı hale geldi. TC askeri ilk defa 1983’te PKK’ye karşı Güney Kurdistan’a operasyon gerçekleştirdi. Ancak bir sonuç elde edemedi.

Örgüt 1984, 15 Ağustos’ta silahlı eylemlere başladı. Bölgede halkı sindirmek için katliamlara girişti. Onlarca köyde çoğunluğun kadın ve çocuk olduğu katliamlar gerçekleştirdi. Bunlardan biri de ‘Susa Katilamı’ dır. Bu katliamı diğerlerinden

1 Bu dönem sesli yayınların birinde “Bikujin melan Şéxan li erdéxin” (İmamları öldürün Şeyhleri yerlere vurun). Sloganlaştırılan bu söylemlerle İslam’a en ağır hakaretlerde bulunuluyordu.

9

Page 10: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

ayıran, asker kıyafetiyle katliamın Camide gerçekleştirilmiş ve Hizbullah’a karşı yapılmış olmasıdır. Başbağlar, Pınarcık, Derecik, ve daha birçok katliama imza attılar. Bu katliamlarla tahakkümünü kurdu.

1991’de Hizbullah Cemaatine karşı silahlı mücadele başlattı. Çatışmalarda yüzlerce Cemaat ferdi şehid olurken örgütün kayıpları binlerle ifade edildi. Hizbullah Cemaatini de 1980 öncesindeki diğer örgütler gibi sindireceğini düşünmüştü. Cemaate saldırmakla hata yaptığını anlayıp saldırılarını kesince, doğal olarak Cemaat de misillemelerini durdurdu ve böylece çatışma 1995’den sonra doğal bir süreçle son buldu.

Komünist örgüt PKK, bundan sonra devlete karşı da gerilemeye başladı. Baskılarla Suriye’den çıkartıldıktan sonra Abdullah Öcalan 15 Şubat 1999’da Kenya’da Amerikalılar tarafından Türkiye’ye teslim edildi. Uçakta ilk sözleri bunca yıllık mücadelesin ters düşüyordu: ‘Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hizmetinde çalışmak istiyorum. ‘ Yargılama sürecinde de bazı şartlarla PKK hareketini tasfiye etme önerisinde bulundu. Silahlı mücadeleye son verme çağrısında bulundu. Bunun üzerine Osman Öcalan 28 Ekim 1999’da ‘…1 Eylül itibariyle silahlı mücadele bitti. Bir daha başlamayacağız. Öncelikli hedefimiz Türklerle Kürtlerin bir arada yaşamasıdır. Ayrılıkçılıktan vazgeçtik. Türklerle birlikte yaşamaya karar verdik…’ açıklamasını yaptı. Örgüt bunu ‘barış çizgisi’ olarak isimlendirdi.

Örgüt, komünist düşüncelerle o kadar yoğrulmuş ki, Marksist–Leninist felsefeyi terk ettiğini söylemesine rağmen, ancak düşüncelerinin kabuğunu değiştirebilmiştir, özünde bir değişiklik olmadığı anlaşılıyor. Çünkü hala faaliyetlerinin kahir ekserisi Müslüman halkı İslami ahlaktan uzaklaştırmaya yönelik olduğu görülüyor.

Oysa halkın kurtuluşu İslami cevherindedir. Halkın zulümden kurtulup özgürleşmesini isteyenler çareyi burada aramalıdırlar. Müslüman gençler halkın kurtuluşu için gayri İslami ideolojiler uğruna değil İslam uğrunda şehid olmalıdır. Müslüman halkın değerlerine ters düşen bir hareket başarılı olamaz. Örgüt, bunu fark edip çizgisinde değişikliğe gittiğini iddia ediyorsa da değişiklik stratejik değil taktikseldir.

12 Eylül Öncesi NusaybinBatı illerinde türeyen solcu akımlar 1970’li yıllarda Türkiye’nin Doğu ve

Güneydoğu illerinde de çok faal ve etkin hale gelirler. Bu dönemde mantar gibi komünist örgütler türemişlerdir. Hâkimiyet alanlarını genişletme faaliyetlerinde kısa sürede örgütler çatışmalı hale gelmişlerdir. Çatışma ortamı yaratan bu örgütlerin başında PKK gelmektedir. Adeta çatışmadığı sol örgüt kalmamıştır. Kürdistan’da kanlı çatışmaların yaşandığı yerlerden biri de Nusaybin’dir. Nusaybin’de bütün komünist örgütlerin varlığına rastlamak mümkündür. KUK (Kürdistan Ulasal Kurtuluşçuları), KAWA, DDKD (Devrimci Doğu Kültür Dernekleri), PKK, Ala Rizgarî ve diğerleri. Nusaybin’deki çatışmalarda onlarca insan hayatını kaybetti. İlk başlarda pek etkin olmayan PKK, KUK’a karşı DDKD ile birleşti ve

10

Page 11: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

çatışma sürecinde baskın çıktı ve etkinliğini artırdı. Bu dönemde Komünist örgütler sokak ve mahalleleri adeta parsellemişlerdir. Örgütlerin tümü katı bir komünizm ve dinsizlik propagandası yürütmekteydiler, İslam ile alay etmek, Müslümanları küçümsemek onlar için adeta bir hobiydi. Bu dönemde komünistlerin gerçekleştirdiği çirkin bir saldırıyı anlatmadan geçemeyeceğim. Hafız Hüseyin (âma bir zattır) çevresindeki insanlara İslam’dan bahsettiği için saldırıyı uğrar. Bir grup Komünist evine girerek onu acımasızca döverler. Belinden aldığı darbeler, üzerinde kalıcı etki bırakmıştır. Ciddi bel rahatsızlığı oluşmuştu. Bu yaşlı insan sonraki yıllarda camide Kur’an–ı Kerim dersi verme hizmetini icra ediyordu. Cemaate de maddi–manevi destekleri oluyordu.

12 Eylül askeri darbesi diğer örgütleri çökertirken PKK’yi daha güçlü konuma getirdi. Elemanlarını Türkiye dışına çıkardığından darbeden fazla etkilenmedi. Darbeden sonra devlete karşı başlattığı silahlı mücadele ile diğer örgütlerin elemen ve tabanını kendine bağladı. 12 Eylül’den önceki düşmanlıktan kalma saldırılar, darbeden sonra da yaşandı. KUK’un önemli adamı Nedimé Kefri, askeri darbe döneminde girdiği cezaevinde on yıl kalıp çıktıktan hemen sonra PKK tarafından öldürüldü.

70’li yıllar İslami kesim açısından da sıkıntılı geçti. İslami duyarlılığı olanlar Selamet Partisi çevresinde kümelenmişlerdi. Nusaybin’de bir İslami kitapevi açmışlar, kültürel faaliyetleri vardı. Sonraki yıllarda şehirde ‘Akıncılar Derneği’nin bir şubesi de açılır. Müslüman gençlerin kültürel faaliyet merkezi Sakarya Caddesi üzerindeki bir kerpiç evdir. Bu öğrenci evinde bir araya gelip, dönemin İslami yayınları, Yeni Devir Gazetesi, Şura dergisi, Şehid İmam Hasan El–Benna’nın kitapları, Said Havva’nın kitaplarını okuyup müzakere ederler. İbrahim Hoca her ne kadar Tılminaré köyünde öğretmen olarak bulunuyorsa da çoğu vaktini şehir merkezinde geçirmektedir. Sık sık şehre gelmektedir. Bu öğrenci evinde İbrahim Hoca, gençleri İslami birikiminden faydalandırmaktadır.

Komünist örgütler kendi aralarında çatışmalı iken aynı zamanda İslami kesimi de hedef almaktadırlar. Ama çatışma ‘kavga’ boyutunda kalır, öldürme olayları yaşanmaz. Ancak bıçaklı, sobalı birçok kavga yaşandı İslami kesim ile solcular arasında. Özellikle Nusaybin lisesinde öğrenciler arasında kavgalar eksik olmuyordu. Okulda solcu öğrenciler yoğunluktadır, İslami düşünceye sahip öğrenciler ise azdırlar. Bu dönemde dinsizlik ve Allah’ı inkar, revaçtadır, özellikle okulda namaz kılan öğrencilerle alay etmektedirler.

Kavgalar sadece okul ile sınırlı değildir. Gruplar halinde mahalle aralarında kavgalar cereyan ediyordu. Bu dönemdeki İslami mücadelede İbrahim Hoca, Şeyh Kadri Arasan, Mele Hasan Aktaş… ön plana çıkan şahsiyetlerdirler. Şeyh Kadri korkusuz, atılgan ve kavgaların hep ön saflarındaydı. Bir gün, saldırmak için gelen kalabalık solcu grubu, öldürme kastı olmadan tabancasıyla ateş ederek dağıtmıştı. Bu dönemde İslami kesime karşı en tehlikeli eylem bir bombalı saldırıdır. Komünist

11

Page 12: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

örgüt PKK, Selamet Partisi ilçe Başkanı’nın evine bomba atar. Ancak ölen yada yaralanan olmaz.

Bu dönemde İbrahim Hoca’ya suikast planı yaparlar. Tilminaré ve çevre köylerdeki İslami faaliyetlerinden rahatsız olan komünist bir grup Suriye sınırını geçerken yakalanır. Yakalanan şahısların İtirafları arasında İbrahim Hoca’ya suikast da vardır. İbrahim Hoca temin edebildiği bir tabanca ile kendini korumaya çalışmaktadır. 1979’da Nusaybin merkezde PKK İbrahim Hoca’yı tehdit eder. Sol örgütlere karşı birçok silahlı eylemi olan (E. K) adlı militan İbrahim Hoca ve (M. S. K)’yi bir eve çağırır. Faaliyetlerinizi bırakacaksınız diyerek ‘Parti’ adına tehdit eder. Hoca hiddetle yakasından tutar ve sert karşılık verir.

Nusaybin’de durum bu seviyede iken bölgenin diğer şehirlerinde Marksist örgütler Müslümanların kanını dökmüşlerdir. Mardin, Batman, Diyarbakır, Urfa, Elazığ ve Malatya’da birçok Müslüman şehid etmişlerdir. Batman’da 1979’da Hayreddin Demir, Mardin’de 28 Ağustos 1978’de Ahmet Hattaboğlu ve Cemal Havuzoğlu komünist militanlar tarafından şehid edildiler. Bunların dışında Kürdistan’da birçok Müslümanın kanı dökülmüştür:

Mardin’de 14 Ekim 1979’da Abdurahman Sümer, Ali Timur, Cemil Timur ve M. Ali Sümer; Urfa’da 14 Mart 1980’de Hüseyin Kulak, Latif Işık, Mehmet Cengiz, Mehmet Orak, Sabri Özdemir ve Ahmet Candarma; Diyarbakır’da 4 Mayıs 1978’de Hasan Yeşil. Batman’da Abdullah Temiz’i şehid ettiler. 1

EY MÜSLÜMANLAR CEMAATLEŞİNNusaybin’de İslami faaliyetler, particilik çizgisinden tamamen bağımsızlaşarak

cemaatleşme çizgisinde yeni bir döneme girdi. 12 Eylül askeri darbesinden sonra, faaliyetlerin başında İbrahim Hoca vardır. Kültürel ders halkaları teşkil edilir. Derslerde İslami sohbetler yapılır, Resulullah aleyhisselatu vesselam’ın mücadelesinden Müslümanların önünü aydınlatacak ders ve ibretler çıkarılır. Bu derslerde ayrıca, bir araya gelen Müslümanlar tebliğ, İslami hizmet, komşu–arkadaş çevresiyle ilgilenme konularında görüş alış–verişinde bulunurlar. Varsa karşılaşılan sıkıntı ve problemler, ortaya konulur ve çareleri aranır. Kimi sorun ve sıkıntılar gerekirse cemaate rapor edilir ve nasıl hareket edileceği yönünde Cemaat’ten cevap alınır, böylece çalışmalarda tıkanıklıklar aşılmaya çalışılır. Bu dersler hem kültürel eksiklikleri tamamlama hem de tecrübe paylaşımı olduğundan çok büyük faydaları olur. Ve her şeyden önemlisi, ‘müslümanların birlikte çalışması gerektiği, teşkilatlı çalışması gerektiği’ anlayışının oturmasında çok büyük katkıları olur bu ders halkalarının. Bu ders halkaları, aynı zamanda cemaate görüş, öneri, istek, sorun iletme kanalları olur.

Ders halkalarında sonraki dönemlerde özellikle öğrenci grupları arasında dönerli sorumluluk şekli uygulandı. İşlenmesi gereken ilmi konuyu her seferinde bir kişi hazırlayıp hazırladıklarını ders olarak sunardı. Böylece hem araştırma

1 Liste Şehidlerimiz isimli kitabın 1. cildinden alınmıştır.12

Page 13: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

yönleri gelişiyor hem de ders verme kabiliyetleri gelişiyordu. Bununla birlikte grup sorumluluğu da dönerli oluyordu. Bu yolla sorumluluk yükleme yönleri gelişiyordu.

1987’de İslami çalışmalar belirli bir mesafeye geldi. Ancak ders halkalarına henüz genç–öğrenci kesimi dahil olmamıştı. 1987–88’de gençler üzerinde yoğunlaşan çalışmalar kısa sürede büyük bir açılım getirdi. Öğrencilerden oluşan onlarca ders halkası meydana getirildi. Çalışkan ve fedakâr öğrencilerin çabalarıyla birçok genç dava saflarındaki yerini aldı. Öğrenci ve mahalle arkadaşlarıyla ilgileniyor, kitap veriyor, sohbetlere çağırıyorlardı. Gündüz günlük meşguliyetler olduğundan sohbet dersleri genellikle geceleri yapılırdı. Öğrenciler de gündüz okulda olduklarından vs. nedenlerden dolayı yada gece daha müsait bulunduğundan genelde geceleri yapılırdı. Ancak genç Hizbullahilerin derslerden dolayı aileleriyle sorunlar yaşanınca sonraki dönemlerde dersler gündüz vakitlerine alındı. Çünkü aileler gençlerin gündüz nereye gidiyor olduğunun peşine düşemezlerdi. Ama gece nereye gitti, nerede kaldığı vs. sorular, çoğu zaman sıkıntılar yaşanırdı.

1987’de Düşünce Kitapevi’nin Sakarya Caddesine taşınmasının da büyük faydaları oldu. Çünkü burası işlek bir yerdi. Böylece insanların, özellikle gençlerin İslami kitaplarla tanışması daha kolay hale gelmişti. İnsanların kitap okuması için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmadı. Öncelikli hedef kitapları satmak değil, kitapları insanlara okutmaktı. Cemaat fertlerinin evlerindeki şahsi kitaplıkları olsun, kitapevi olsun adeta bir halk kütüphanesi vazifesi görüyordu. Her müslümanın, –bir kişi dahi olsa–insanlara İslami kitap vermesi ve okutması önemli bir vazifedir. Çünkü bir Müslüman için İslami hizmet, her şeyin üstünde bir görevdir.

Bu dönemde Nusaybin’de medrese eğitimi (Fâqîtî) hala canlıydı. Birçok camide fâqîler mevcuttu. Bunlardan bazıları aynı zamanda öğrenciydiler. Bazıları köylerden gelmiş, bazıları da Nusaybin dışından gelmişlerdi. Camiye bitişik olup Arapça medrese ilimleri okuyanlara tahsis edilen odalarda kalan bu talebelerin ihtiyaçları halkın bağış ve infaklarından karşılanırdı. Cemaat de bu yönde katkıda bulunuyordu. İnfak ve zekâtların bir kısmı bu Arapça talebelerine aktırılırdı. Hem Fâqiler hem de İmamlarla ilişkiler gayet olumlu ve sıcaktı.

İslami çalışmalar sadece şehirde değil, köylerde de sürdürülüyor, köylerde de güzel gelişmeler oluyordu. Birçok Müslüman dava saflarına koşuyordu. Cemaate olan bu teveccüh Komünist örgütü endişelendirdi. 1989 itibariyle Cemaat aleyhine propaganda faaliyeti başlattı. Gittikçe gerginliği artırdı ve tehditlerini Cemaat fertlerinin ailelerine yöneltti. Gerginlik ve tartışmalar öğrenciler arasında kavgalara dönüştü. PKK Cemaati kendisine karşı bir örgütlenme olarak halka takdim etti. Ailelere direk tehditleri ve aleyhteki propagandaları neticesinde Cemaat fertleri ile aileleri arasında sorunlar baş gösterdi. Bunların detaylı misallerini ileriki sayfalarda okuyacaksınız. Bazıları ailelerinin baskılarına dayanmayıp dava saflarından uzaklaştılar. Zaten örgütün de istediği buydu. Propagandalarıyla Cemaat mensuplarını toplumdan izole etmeyi ve çalışmaları akim bırakmayı hedefliyordu.

13

Page 14: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Propagandaların etkili olduğu görülüyordu. Propagandanın etkili olmasının birçok nedeni sayılabilir. Ancak bunların en önemlisi, silahlı gücüyle herkesi sindirmiş olması ve halkı kitlesel eylemlere yöneltecek güce erişmiş olmasıydı. Halkta güçlüden yana olma veya öyle görünme zaafı olduğu da söylenebilir. Örgütün propagandalarının tahrikiyle insanlar her ortamda Cemaat aleyhine konuşunca doğal olarak tartışmalar ve sözlü gerginlikler sık sık yaşanır oldu. Şehirdeki atmosferi yansıtan şu hadiseyi zikredelim. Bir cemaat ferdi yaşadığı hadiseyi şöyle anlatıyor:

“Cemaatle ilişkilerimden dolayı ailemle sorunlar yaşamıştım. Bir köyde bulunan dava kardeşlerime ziyarete gitmek için köy minibüsüne binmiştim. Araba mahallemize yakın ana caddede durmuş yolcu alıyordu. Bu sırada büyük ağabeyim arabada beni gördü. Arabaya yaklaştı içerdeki yolculara ‘bu kardeşim sofiktir (sofik, kelimesi Kürtçede ‘sofu’ kelimesinin küçültme ve biraz tahkir kalıbı), onu yolda bir yerde indirin ve gereken dersi verin’ dedi. Bazı yolcular, sen merak etme biz icabına bakarız, dediler. O anda sesimi etmedim. Sonra ben istediğiniz yere kadar geleceğim bana zarar vermeyenin…. !!! dedim. Yolculuk esnasında aramızda tartışma yaşandı. Köye gelmiştim. Arabadan indim. Tartışmada çok ileri giden şahsa ‘ben seni iyi tanıyorum’ deyip yoluma devam ettim. Arkamdan gelip yalvarmaya başladı. Niyetim örgütü savunmak değildi, şu, bu, deyip dil döktü. “

Bu hadiseden kısa bir süre sonra bu şahıs Nusaybin’den köye dönerken, arabada şöyle demişti. ‘Geçenlerde benimle bir sofik arasında arabada tartışma olmuştu, aşırı gidip partiye (PKK) ve Serok’a hakaret etmişti. Ben de ona gereken dersi vermediğim için parti beni azarladı. ‘ Meğer bir Cemaat ferdi de arabadaymış. Ama onu tanımıyordu. Adam sözlerini bitirir bitirmez, kardeşimiz buna girişiyor ve arabayı durdurup döverek onu dışarı atıyor. “

Bundan sonra çok zor ve sıkıntılı bir dönem başladı. Ailelerin de cemaat üzerinde baskısı oluşuyordu. Şehirde tanıdıkları cemaat mensuplarını sözleriyle rahatsız ediyorlardı. Şu somut misali anlatırsak atmosfer daha iyi anlaşılır. (M. S) anlatıyor: “Bir gün kitapevinde otururken (E)’nin annesi içeri girdi. Aniden önüme bir gömlek attı. Gömlek kanlıydı. Gömleği kanlı görünce dondum kaldım. Gömlek kanlı olduğuna göre yoksa (E)’nin başına bir şey mi geldi? Annesi bu hareketiyle ‘Oğlum sizin yüzünüzden öldürülecek’ demek istiyordu. Sordum, meğer gençler kavga etmişler, hayati bir tehlike yoktu. Biraz rahatladım…” bu tablonun oluşturduğu psikolojik baskıyı düşünün. Cemaat açısından durum böyle iken, karşı tarafın önüne kanlı gömlek atacak kimse yoktu. Zaten kimse buna cesaret de edemezdi.

Tehdit ve hakaretleri aleni yapıyorlardı. Hatta halktan düşük şahsiyetliler adeta komünist örgüt’ün gözüne girmek için pervasızca davranışlarda ve söylemlerde bulunuyorlardı. Bir gün bunlardan biri kitapevinin karşısında durarak içerideki genç akrabasına hitaben ve çevredeki tüm insanların gözü önünde hem de bağırarak İslam’a en galiz küfürleri savurup sonra da çekip gitti. Hakaret ve

14

Page 15: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

tehditleri, propagandaları sadece ‘Cemaate’ değil İslam’ın kendisine oluyordu. Komünist felsefelerine göre İslam gericilikti, halkın kurtuluş için İslami ahlaktan kurtulmak gerekiyordu. 12 Eylül darbesi öncesinde olduğu gibi namaz kılanlarla alay ediyorlardı. Bazı somut örnek vardır. Ki anlatmaya haya edilir.

Bölgenin genelinde manzara böyleydi. Her yerde şu sözlerini duymak mümkündü: ‘Göreceksiniz bir gün gelecek sizin sakallarınızı keseceğiz, kadınlarınızın da çarşaflarını çıkaracağız. ‘ Nusaybin’de de bu türden sözler artık olağan hale gelmişti. Sakalları kesmeye muvaffak olamadılar bilakis, ‘devrimci’ sembolü pos bıyıkların kesildiği görüldü. Müslümanların sakalını, onlara bedel olarak T. C. zindan sürecinde kesti. Yani onların tehdidini bir bakıma T. C. eyleme dönüştürdü.

Sahibine Yakışan İftiralarKomünist örgüt, Cemaat aleyhine başlattığı propagandada hiçbir ahlaki ve

insani kural tanımadı. İftira ve karalama kampanyası başlatmıştı. ‘Çamur at, tutmazsa izi kalır’ kaidesini harfiyen uyguluyorlardı. Bu karalama ve iftiraların en ağırı, Müslümanları ‘mit’ olmakla itham etmeleriydi. Çatışma başladıktan sonra ‘kontrgerilla’ iftirasını kullandılar. Kontrgerilla kavramını zamanında birileri PKK’ye yakıştırmıştı. 1980’den önce Siverek–Hilvan yöresinde Aydınlık Gazetesi çevresi olan TİKP (Türkiye İşçi Köylü Partisi) militanları ile çatışmanın nedeni Aydınlık Gazetesinin ‘Apocuları’ bir yazısında ‘Kontrgerilla örgütlenmesi’ diye takdim etmesiydi.

Bölgemizde en aşağılık konum, işbirlikçiliktir. Devlet ile işbirliği yolunu tutanlara genel ifade ile ‘mit’ denilir. Gerçekten zalimden yana tutum ve davranış olduğundan ‘mit’lik çok aşağılık bir seviyedir. Halkımız arasında bundan duyulan nefretin kaynağı çok eskilere dayanır. Mesela bu aşağılık seviyeye düşen Binbaşı Kasım, Şeyh Said kıyamından bu yana lanetle anıla gelmiş ve ihanetin sembolü olmuştur. Bölgemizde bu aşağılık konuma düşenler, şahsiyet sahibi çocukları ve hanımları tarafından dahi nefretle karşılanırlar. Bu, aslında zalimlerin geçmişte vahşi katliamlarına duyulan tepkinin psikolojik yansımalarıdır.

İşte bu yüzden, cemaat mensubu Müslümanları ‘mitlik’ ile suçlamaları ve itham etmeleri öldürmekten daha ağır bir saldırıydı. Bu propaganda, cemaati halktan soyutlamanın en etkili silahıydı onlar için. Zaten onların inancına göre (komünist inanca göre) hedefe giden her yol mubahtı. Onları yalan söylemekten alıkoyacak bir ahlaka da sahip değildirler.

Aslında Cemaat onları çok iyi tanıdığı gibi onlar da Cemaat mensuplarını çok iyi tanıyorlardı. Çünkü bölgenin çok büyük şehirleri hariç herkes birbirini tanımaktadır. Nusaybin gibi bir ilçede ise herkes birbirini yakından tanımaktadır. Veya isterse yakından tanıma imkânına sahiptir. Neticede ya komşu, ya okul arkadaşı, ya mahalle arkadaşı veya akrabadırlar. Bundan dolayı bu iftiralarını gıyabında, fısıltı olarak halk arasında yayarak cemaati yıpratmaya çalışıyorlardı. Cemaati hedef almamaları, çatışma yaşanmaması, böyle bir durumda sadece

15

Page 16: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

zulüm rejiminin karlı çıkacağı yollu cemaat mesajını PKK’ye götürüp cevabı getiren şahsın kardeşi O’na ‘Sen bizim amaç ve gayemizi herkesten daha çok biliyorsun. Bundan dolayı örgüt’ün propagandalarının yalan olduğunu herkesten daha çok sen biliyorsun’ dediğinde başını önüne eğip susmaktan başka bir şey yapamıyordu.

Bunun yanında küçümseme ve halkın nazarında Cemaat’in ciddiyetini zedelemek için cemaat mensuplarına ‘Sofik’ tabirini kullanıyorlardı. Sofu kelimesinin, Kürtçe dil yapısına göre küçültme ve tahkir kalıbıydı. ‘Birkaç sofiktirler kısa zamanda silip süpürürüz’ diyorlardı.

Komünist örgütün yürüttüğü çirkin propagandalardan biri de ‘geri kalmamıza ve ezilmemize din sebep olmuştur’ idi. Kürt halkının zulme uğradığı doğrudur. Bu zulmün ve ezilmişliğin nedeni din değil belki dinin hakiki manasından uzaklaşmış olmaktır. Bölgede İslam’ın hâkim olduğu dönemde Kürt kimliği inkar edilip baskı altına alınmadı. Müslüman Kürtler, Kürt kimliklerini ve dönemin okulları olan medreselerinde Kürtçeyi kullandılar. Kürt kimliğinin inkâr edilip baskı altına alındığı dönem İslam’a sırt çevrildiği dönemdir. Bugün PKK’nin takip ettiği ideoloji’nin hâkim olduğu TC gibi ülkeler Kürt kimliğini inkâr ve yok etme yoluna gittiler. Kaderin garip cilvesine bakın ki Kürtlerin ezilmişliğinin suçunu İslam’a yükleyen PKK, bu gün Kürt kimliğini yok etmeye çalışan TC ile aynı ideolojide birleşmekte ve birlikte İslam’a düşmanlık yapmaktadırlar. Kürt kimliğinin inkâr edilmeye başlandığı dönemde buna sahip çıkıp kıyam edenler İslami temelde hareket ettiler. Bu gün yine de Kürt halkının gerçek kimliğini bulması ancak İslam ile olur. Komünizm ve sair temelsiz düşünceler toplumumuzun yapısından uzak olup toplumun kanıyla uyuşmaz. Toplumu özünden koparma ve zorla toplumsal dönüşüm oluşturma çabası beyhude olmakla beraber bu gün bunu yapmaya çalışan TC vb. rejimlerin kendi milletlerini nasıl gerilettiği, yıprattığı ve halklarına zulmettiği ortadır. Başta TC olmak üzere bu rejimlerin hepsi bu gün halklarıyla barışık değildir.

Karalama propagandalarından biri de “Müslümanların İran’dan para aldığı” şeklindeydi. Bu yalanın mantığı da şuydu; “Müslümanlar bir davaya sahip değil, para karşılığında bir yerlerin hesabına çalışıyorlar. “ Bu da birinci iftiranın değişik bir versiyonuydu. Cemaat, bölgesinde kendi ayağı üzerinde durmayı kendine en önemli ilke kılmıştır. Cemaat, İslami Hareketler ve İslami Devletler ile ilişkileri önemli bulur, destekler. Ama ‘birilerinin sesi veya kolu’ olmayı asla kabul etmez. Müslümanların maslahatına göre kararını verir. Geçen bunca yılda bu gerçek daha net ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Bütün bu iftira ve karalamalara karşın Cemaat’in tavrı net idi: ‘Biz kendi işimize ve çalışmalarımıza bakalım. ‘ Cemaat kervanı, yürümesine bakardı. Bu çizgiden asla taviz verilmedi. Hala da öyle. Yıllardır Müslümanlar benzer şekildeki konulara cevap vermekle enerjilerini tüketip yapması gereken gerçek gündemlerinden uzaklaşmışlar.

16

Page 17: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Cemaat tüm mensuplarına onlara cevap vermemeleri, PKK konulu tartışmalara girmemeleri, aleyhte konuşmamaları, sohbetlerinde sadece İslam’ı anlatmaları vb. yönlerde mesaj vermiş ve böyle hareket etmeleri için de aralıklarla hatırlatmalarda da bulunuyordu. Ancak cemaat aleyhine propaganda silahını kullanınca doğal olarak Cemaat mensupları tepkilerini gösterirlerdi. Bu bir etki–tepki meselesiydi. Düşünün, karşındaki adam senin Cemaatin ve davan hakkında yukarıda bahsettiğimiz türden iftira ve yalanlar uyduruyor. Doğal olarak elbette sen de karşılık vereceksin. Ve aslında Komünist örgüt’ün amacının halkı zulümden kurtarmak değil, toplumu komünist zihniyete göre dönüştürmek peşinde olduğunu ortaya koyacaksın. Kimin mazlum halkın gerçek dostu olduğu elbette ki dillendireceksin.

MÜCADELİNİN KALBİCemaat’ın gençler ve öğrenciler arasındaki faaliyetleri 1987–88 yılında büyük

bir gelişim gösterdi. Öğrencilerin cemaat saflarındaki yerlerini almaları İslami faaliyetlerde büyük bir hareketlilik meydana getirdi. Kısa sürede bütün mesailerini Cemaat çalışmalarına adayan genç Hizbullah fertlerinin yaptıkları kültürel ders, grup çalışmaları semerelerini veriyordu. Komünist örgütün de öğrenciler arasında faaliyetleri vardı. Ancak söylemek gerekir ki onların faaliyetleri ilk başlarda İslami faaliyetler kadar canlı ve geniş değildi. Çünkü PKK’nin içinde bulunduğu silahlı eylem süreci, faaliyet ve propagandayı daha gizli kılıyordu. Bunda örgüt için hayati önem taşıyan gençler hakkında ‘elimizin altından kayıp gidiyorlar, dinci oluyorlar’ vb. tepki ve endişelerin büyük etkisi vardı. Şu durumdan bu sonucu rahatlıkla çıkarabiliriz. Özellikle cemaatin öğrenci elemanlarının ilgilendiği, okuması için kitap verdiği öğrencilere, el attılar ve onları kültürel komünizm dersleri içine çekmeye uğraş verdiler. Hatta diyebiliriz ki onların öğrenci çalışmalarının motoru haline gelenler bu öğrenciler arasından çıktı.

Değişik izahatlara girmeye gereksinim duymadan yalın olarak şöyle diyebiliriz. İki çalışma (İslami çalışma ve Komünist dava) arasında potansiyel olarak var olan ayrılık, zıtlık ve farklılık, faaliyet alanında harekete geçmeyle zamanla bir sürtüşmeyi meydana getirir. Bu eşyanın tabiatına uygundur ve doğaldır. Bu sürtüşmenin kıvılcımları lise öğrencileri arasında çıktı. Cemaat, davalar arasındaki zıtlığı doğal kabul ediyordu, ancak bu zıtlığın çatışmaya dönüşmemesi gerektiğine inanıyor ve bunun için itina gösterip gayret gösteriyordu. Bu konuda kesinlikle vicdanlar rahattır.

1989–90 öğretim yılında öğrenci kavgaları baş gösterdi. Özellikle 1990 yılında kavgalar grupsallaştı. Öğrenciler sınıfta, bahçede, eve dönüşte birbirlerini korumak zorunda kalmışlardı. Çünkü artık Komünist örgüt Nusaybin’de kitleselleşmiş ve kendini kabul ettirmişti. Bu gücün havasına kapılıp, yalnız gördükleri Cemaat mensuplarına hiç olmadık yerde sataşıp dövmeleri mümkündü. Onların kavgalarda başrol oynayan öğrencileri çoğunlukla ‘avare’ diye tabir edilen ve derslerle pek ilgileri olmayan tiplerdi. Onları sevk ve idare edenler ise çoğunlukla kendilerini

17

Page 18: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

açığa vurmazlardı. Hatta bazen kavgalarda araya girip yatıştırma rolünü üstlenenler de oluyordu.

Bu dönemde Nusaybin Lisesinde eğitim diye bir şey kalmamıştı denilse yeridir. Çünkü öğrenciler arasında ideoloji ön plana çıkmıştı. Bu konuda suçun büyüğü devletindi.

Meydana gelen öğrenci kavgaları bir yana, değişik vesilelerle Komünist örgüt kitlesel eylemlerin bir parçası olarak dersleri boykot ettiriyordu. Bu boykotlarda da çoğu kez karşı karşıya gelindi. Cemaat mensubu öğrenciler onların sürüklemesine göre hareket etmek istemiyorlardı. Bu onlara karşı bir tavır alış değildi. ‘Siz boykot ediyorsanız boykot edin, benim fikrim sizinkinden farklı olduğu için kendi düşüncem doğrultusunda hareket ederim’ tavrıydı. Ancak, onların boykotlarını delme gibi bir anlayış yoktu. Hatta bu boykot meselelerinde bir zıtlaşmaya mahal vermemek için cemaat mensubu öğrenciler vaziyeti doğal şekillerde idare edip geçiştirmeye çalışırlardı. Mesela boykot yapılacağı sezinlendiğinde veya tahmin edildiğinde önceden derse girilmezdi. Ve bunun gibi şekillerde doğal denkleştirmeler gözetilirdi. Boykotların tartışma ve sürtüşmenin sebebi olmaması için Cemaat’in öğrenci fertlerine talimatı vardı. Kepenk kapatma eylemlerinde aynı ölçüler esnaf kesimi için de belirlenmişti. Ne eylemde yer alma ne de karşısında olma arasında bir denge gözetildi. Cemaat fertleri, bulundukları semtte açan vatandaşlar olduğunda kendileri de açardı. Vatandaşların tümü kapattığında kendileri de kapatırdı.

Zaman zaman derslerde de tartışmalar yaşanırdı. Örgüt sempatizanı öğrenciler bilerek konuları siyasi alana çekip İslam ve Müslümanlarla alay eder üsluplarla dini konularda sorular ortaya atarlardı. Tabi amaç öğrenmek değil ateizm ve komünizmin propagandası yapmaktı. İslami düşünceyi hedef alarak, Cemaati öğrenciler arasında küçük düşürmekti. 1990’da bir gün derste Komünist örgüt elemanı (N) soru sorar. Orhan1 söz hakkı alarak görüşünü söyler. Sorusunun

1 Şehid Orhan Kölge: 1974 yılında Gercüş’e bağlı Kelehé (Akburç) köyünde doğdu. Ailesi 1975 civarında köyden göç edip Nusaybin Yeni Turan Mahallesine yerleşti. Orhan, İkokulu Devrim (Cumhuriyet) İlkokulunda okudu. Ortaokulu ise büyük ağabeyinin yanında kalarak Adana’da okudu. 1989–1990 öğretim yılında kaydını Nusaybin Lisesine yaptırdı. Öğrenciler arasında İslami çalışmaların aktif gençlerinden biri oldu. Öğrenci arkadaşlarıyla ilgilendi, okumaları için onlara İslami kitaplar temin etti. Okuyup öğrendiklerini arkadaşlarıyla paylaştı.Muhammed Ata’nın 3 Aralık 1991’de şehadetiyle başlayan süreçte Orhan okula devam edemedi. Bu eğitim yılında bütün Hizbullahi öğrenciler okulu komünist örgütün saldırılarına hedef olmamak için terk etti. Yani Nusaybin Lisesinde tek bir öğrenci bile kalmadı. Bu şekilde okulu yarıda bırakan Orhan Liseyi bitiremedi.20 Mayıs 1992’de Şehid oldu. Komünist Örgüt’ün her gün Müslümanları şehid ettiğini görünce tahammül edemiyor ve başlayan karşı koyuşta hep öne atılıyordu. İşte, Batman’da yine öne atılmıştı. Eylemini gerçekleştirdikten sonra maktulun akrabaları bıçak darbeleriyle onu şehid ettiler. Doğum yeri Kelehé’de defnedildi.18

Page 19: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

cevapsız kalmamasından rahatsız olan (N) Orhan’a sataşır. ‘Sofik! Sen niye karışıyorsun!’ tartışma kavgaya dönüşür. Orhan’ı arkadaşlarının yardımıyla döverler. Tabi bundan önce birçok kavga olmuştu. Sınıfta Orhan’ı dövmeleri karşılıksız kalsa daha da azgınlaşmalarında şüphe yoktu. Günler sonra, örgüt elemanını dövmek için fırsat kollayan cemaat fertlerine karşı ilk defa silah kullanılmış oldu. Hedefe doğru ateş etmemişse de silah kullanmaları bir kilometre taşıydı.

Örgüt, Cemaate karşı artık silaha mı başvuruyordu? Cemaat Rehberi ‘münferid bir olaydır, cahil ve serserinin biri silah kullanmıştır, ciddi bir durum yok’ deyip atmosferi yatıştırdı.

Okuldaki çalışmalarının ekserisi öğrenciler arasındaki İslami çalışmaları sonuçsuz bırakmaya yönelikti. Tehdit ve korkutma yöntemine başvuruyorlardı. Öğrencilerin bazılarına bu yönden yaklaşırlardı. Öğrencileri cemaatten uzaklaştırmak için onların kız öğrencileri de önemli vazife icra ediyorlardı. Duygusal arkadaşlık yaklaşımları olurdu. İslami faaliyetleri etkisizleştirmek için bu karşıt faaliyetlerle bir derce başarı da kazandılar. Cemaat aleyhine o kadar propaganda yapıyorlardı ki kısa sürede öğrenciler mesafeli davranır duruma gelmişlerdi. Ama durum onlar açısından böyle değildi. Nusaybin Lisesi örgüt için militan üreten bir bahçe gibiydi. Hizbullahi bir öğrencinin anlatımına göre 1990 yılında sadece kendi sınıfından 25 öğrenci dağa gitmişti.

1991–92 öğretim yılında artık öğrenci kavgaları olmaz olmuştu. Çünkü mücadele Örgütsel–Cemaatsel boyut kazanmıştı. Aralık 1991’de Muhammed Ata’nın şehadetiyle başlayan dönemde Hizbullahi öğrencilerin hepsi saldırı tehlikesine binaen okulu bıraktılar. Bunlardan bazıları başka il ve ilçelerdeki okullarda kayıtlarını yaptılar. Bazıları ise o sene ara vermiş oldular, bazıları ise okullarını tamamlama imkânı bulamadılar.

Okulda gerginlik olduğu ve Hizbullahi öğrencileri dövmek için hazırlık yaptıkları duyumları alındığında bazen öğrenci olmayan kimi Cemaat fertleri de okul önüne giderek destek olmaya çalışıyorlardı. Çünkü onlara nazaran Hizbullahi öğrencilerin sayısı azdı. Bir öğrenci şöyle bir anısını anlatıyor: “Lise Caddesinden traktörle şehir merkezine doğru geliyordum. Yolda Şeyh Kadri1 ve (A. Ş)’yi liseye

Orhan, cesur ve gözü pek Hizbullahi gençlerden biriydi.1 Şeyh Kadri Arasan: 2002 yılında kanserden vefat etti. Vefat ettiğinde 55 yaşlarındaydı. 1995 yılından beri polis tarafından aranıyordu. Arandığından dolayı hastalığını tedavi etme imkânı bulamıyordu. İstanbul’da vefat etti ve orada defnedildi. (Allah rahmet etsin)Şeyh Kadri Tuxubé’dendi Tuxubé Mardin’e bağlı bir köydür. Şeyh, kardeşiyle beraber Nusaybin sebze hali’inde komisyoncu dükkânı işletiyordu. 1970’lerden beri İslami faaliyetlerin içinde yer aldı. İslam davası için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı. PKK ile silahlı mücadele başladıktan sonra evini bütünüyle Cemaatin hizmetine vermişti. Evinde misafir eksik olmuyordu. Maddi sıkıntıların yaşandığı

19

Page 20: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

doğru giderlerken gördüm. Sordum, okulda kavga olduğu haberini aldık, destek için gönderecek kimse yoktu, biz geldik, dediler. Ben gidip ilgilenirim deyip onları geri gönderdim. Şeyh Kadri ağabeyimiz yaşına rağmen, çocukları yaşındaki kardeşlerine destek olmak için okul önüne gidiyordu. “

Bir cümleyle şunu da belirtmek isterim ki; Cemaat ferdi öğrenci sayısı onlarınkine göre azdı ancak, Hizbullahiler daha fedakâr, daha teşkilatlı, daha akıllı, daha programlı hareket ediyorlardı. Bu şekilde çok büyük olan güç dengesi açığını kapatabiliyorlardı.

Nusaybin Lisesinde Büyük KavgaNusaybin Lisesinde birçok kavga hadisesi vuku buldu. Bu kavgaların en

büyüğü 1989–90 eğitim yılının ikinci döneminde meydana geldi. Öğrencilerin derste olduğu bir esnada Komünist Parti sempatizanı ve mensubu bir grup sınıfa daldı. Genç Hizbullahilerin arkadaşlık kurup ilgilendikleri bir öğrenceyi hedef seçmişler. Tehditle dışarı çıkmasını isterler. Genç Hizbullahiler arkadaşlarına sahip çıkmak durumundadırlar. İleri atılırlar. Tartışma koridora taşınır. Onlara, arkadaşımızı dövmenize müsaade etmeyeceğiz ona karışırsanız karşınızda bizi bulursunuz, denir. Bu esnada bir kişi İslam’a hakaret ve küfürler etmeye başlar. Genç Hizbullahi Selman’ın yumrukları derhal peş peşe onun suratına inmeye başladı. Ortalık bir anda savaş alanına döndü. İki grup birbirine girdi. Beklemedikleri bir karşılık bulunca çoğu kaçtı. Öğrenciler araya girip ayırdılar. Öğrenciler sınıflarına döndü. Ders bitimine 15 dakika vardı. Polisin gelip sınıfta arama yapacağı haberi üzerine Hizbullahi öğrenciler üzerlerindeki kavga malzemelerini nereye saklayacaklarını düşünürken kız öğrenciler imdada yetiştiler. Zincir, mançuka, sopa ne varsa alıp çantalarına sakladılar. Kız öğrencilerin Cemaat ile bir ilgileri yoktu. Ancak, haklı taraf belliydi ve yıllardır beraber okudukları gençlerin olgun ilişki ve şahsiyetleri onların bu tutumunda etkili olmuştu.

Asıl ciddi kavga ders zilinin çalmasıyla başladı. Dayak yiyenler hazırlıklarını yapıp bekleşmişlerdi. Genç Hizbullahiler sınıftan koridora çıkar çıkmaz ortalık savaş alanına döndü. Bu sefer yumruklar değil sopalar, zincirler havada uçuştu. Her iki tarafın diğer sınıflardaki arkadaşları da kavgaya dahil olmuşlardı. Selman ve Cemal’in önünde kimse tutunamıyordu. Diğerlerdi de hakeza. Kavga okul bahçesine taşınmıştı. İslam’a hakaret ve küfürler eden zihniyetlilerin her biri bir tarafa kaçışmıştı. Güya bazıları yardım çağırmak üzere mahalle arasına dalmışlardı. Genç Hizbullahiler de daha büyük bir saldırıya karşı tedbirlerini arttırdılar. Haberi alan Muhammed Ata yaralı ayağıyla (motosiklete kazasında ayağını kötü yaralamıştı) elinde sopasıyla motosiklet üzerinde okul önünde belirivermişti. Gruplar halinde okuldan ayrıldılar. Alman köprüsünün yanında bir grubun onları beklediği söylenince yolları üzerindeki o noktaya hızlandılar. Bir müddet orada beklediler. Yaklaşık 100 kişi vardılar. Bir gelişme olmayınca uzaktan polis

bu dönemde bile cömertliğinden taviz vermedi. ‘Şeyh’ sıfatı geldiği aileye nisbetle halkın kendisine yakıştırdığı bir sıfattı, bir statü sıfatı değil.20

Page 21: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

arabasının belirmesiyle dağıldılar. Bu kavgadan onlardan 3–4 kişi hastanelik olmuştu.

Bu olay, komünist örgüt’ün okuldaki psikolojik üstünlüğünü düşürmüştü. En azından psikolojik dengeyi sağlamıştı. Bundan birkaç gün önce örgüt’ün en aktif kadrolarından biri işyerinde bir Cemaat ferdini açık sözlerle tehdit etmiş; ‘bu sene veya en geç gelecek sene Parti size karşı hareket geçecek okulda size iyi bir ders verecektir’ demişti. Anlaşılan bir planla bu tehdidi pratiğe dökmek istemişlerdi. Ama lise’de gelişen hadise aleyhlerine döndü

Mücadale Alevleniyor1990 yılında komünist örgütün Müslümanlara ve cemaat mensuplarına

yönelik sözlü ve fiili saldırıları had safhaya ulaştı. Komünist örgüt özellikle istasyon mahallesi (Abdulkadir Paşa Mahallasi)’n de çok geniş bir taban bulmuştu. Bu mahallede geceleri silahlı gruplar halinde gezecek kadar serbest hareket etme imkân ve gücünü yakalamışlardı. Bu mahallede oturan ve cemaat saflarına katılan fedakâr fertler vardı. Bunlara ve onların ailelerine yönelik baskı ve tehditlerin ciddiyeti daha fazlaydı. Bu Hizbullahi fertlerden (M) ve (A) ikisi günlük işçi olarak, Nusaybin’in hemen dışında ipek yolunun biraz yukarısında baraj yolunun üzerindeki brikethanelerde çalışıyorlardı. Komünizm ve İslam’a düşmanlık felsefesiyle devşirilen sokak çetesi gençler fırsat buldukça cemaat mensuplarına yönelik fiili saldırılar gerçekleştirdiklerinden, imkânlara göre tedbirli hareket edilmeye çalışılıyordu. Brikethanelerde çalışan bu Hizbullahilere saldırabilecekleri ihtimaliyle yanlarında bulunmak üzere iki genç Hizbullahi giderler. Nitekim o gün sokaktan topladıkları bir grup genç ile saldırı yaptılar. Bu olayda çok ağır yara alan Müslüman olayı şöyle anlatıyor:

“Mahallemizde Hizbullahi davaya katıldığımızdan Komünist örgüt elemanlarının ve mensuplarının baskılarına, alaylarına, istihzalarına muhatap oluyorduk. Cemaat mensuplarını toplumdan dışlamak için her türlü çaba ve gayreti sarf ediyorlardı. Ancak onların baskıları Müslümanların davalarına daha fazla sarılmalarına sebep oluyordu ve onların baskılarına asla boyun eğmediler. Komünist örgüt Müslüman gençleri davalarından vazgeçirmek için ailelerine tehdit ve baskı uyguluyordu.

6 Haziran 1990 günü (M) ve (A) iki kardeşimiz her günkü gibi brikethanelerdeki işlerine gitmişlerdi. Ben ve Selman Akbaş tedbir amacıyla yanlarında bulunmak için brikethanelere gittik. Biz yolda Endüstri Meslek Lisesi yakınına geldiğimizde Selman’a dedim ki, ‘Eğer işin varsa veya istersen geri dön, öğleye doğru gel. Çünkü saldırmak isteyenler olursa ancak öğleye doğru gelebilirler. O zaman gelsen daha iyi olur. Bunun üzerine Selman oradan geri döndü. Ben, iki kardeşimizin yanına gittim. Onlar çalışırken çevreye dikkat etmeye çalışıyordum. Haziran sıcağı insanı yakıp kavuruyordu. Öğle vakti olmuştu. Komünist örgüt mensupları istasyon mahallesinden 15–20 gencini toplayıp bulunduğumuz yere geldiler. Biraz uzağımızda beklediler. İçlerinden biri yanıma

21

Page 22: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

gelip, gel seninle biraz işimiz var, dedi. Gelmiyorum ne işiniz varsa burada söyleyin, dedim. İki arkadaş da, hayır gelmeyecek varsa bir söyleyeceğiniz burada söyleyin, dediler. Bu şekilde cevap alan şahıs arkadaşlarının yanına döndü. Biraz sonra grubun hepsi yanımıza geldi. Yine kendileriyle beraber gitmemi istediler. Cevabımız aynı oldu. Kötü niyetleri belliydi. Hazırlıklı ve organizeli hareket etmeleri ciddiyeti ortaya koyuyordu. Bu durumda ilk darbeyi vuran daha karlıdır, deyip harekete geçtim. Hızla belimdeki sopayı çıkarak tüm himmetimle topluluğun önündeki şahsın kafasına vurdum. Öyle sert vurdum ki genç sendeleyip yere düştü. Onlar da ağır demir çubuk, bıçak ve sopalarla bize saldırdılar. Artık darbe yesem de gam yemezdim. Çünkü yapabileceğimi yapmış, intikamımı önceden almıştım. O anda ağır metal bir parça ile kafama vuruldu. Gözlerim karardı, kendimi koruyacak durumda değildim. Kısa müddet sonra şuurum yerine geldiğinde kendimi olay mahallinden biraz uzak bir yerde buldum. Sendeleyerek buraya ulaşmıştım. Diğer iki arkadaşım da boğazlarından bıçak darbeleri almışlardı. Onlar ellerindeki çalışma kürekleriyle bir nebze kendilerini korumuştular. Aldıkları bıçak darbeleri de pek tehlikeli sayılmazdı. En tehlikeli yere boğaza, bıçağı sallamışlardı, fakat Allah’a şükür yaraları derin değildi. Ben ise çok kan kaybediyordum. Kafamda deri 10 cm’den fazla yırtılmış ve deri aşağıya doğru biraz yüzülmüştü, aşağıya sarkmıştı. Kandan bir iskelet halini almıştım. Ayakkabım bile kanla dolmuştu. Vücudum gittikçe ağırlaşıyordu. Ben bu durumda iken komünist örgüt sempatizanı bir komşumuz karşımda belirdi. Ben yardım etmesini beklerken bana şiddetli bir tokat attı ve “Baban seni bu işten (İslami dava ve hizmetten) vazgeçirmek için o kadar uğraştı, sen vazgeçemedin, sen de çek bakayım” dedi. Kendimi caddeye atmaya çabaladım. Diğer iki arkadaş da ortalıkta görünmüyordu. Onlara ne olduğunu o an bilmiyordum. İki arkadaştan (A) bir motosiklete atlayıp hızla dava kardeşlerimize haber vermek için şehre gitmişti. Yolda baktım diğer arkadaş bir traktör durdurup binmiş. Beni yolda görür görmez durup beni traktöre aldı. Sağlık ocağına gittik. Ancak kimse yoktu. Nusaybin Devlet Hastanesi yeni faaliyete girmiş oraya taşınmışlardı. Devlet hastanesine vardığımızda bazı kardeşlerimizin hastanede toplandıklarını gördüm. Yardımcı oldular. Diğer iki arkadaşın yaraları ciddi değildi ayakta tedavi edildiler. Durumum ise ciddi idi. Beni Mardin Devlet Hastanesine sevk ettiler. Kardeşler bir taksi tutup beni Mardin’e ulaştırdılar. Burada, durumu kritiktir, yapacağımız bir şey yok deyip Diyarbakır’a yönlendirdiler. Diyarbakır Devlet Hastanesi aciline kaldırıldım. İlk müdahale yapılıp hastaneye yatırıldım. Hastanede 8 gün yattım. O yıl Muhammed Ata Zengin Eğitim Fakültesinde okumaya başlamıştı. O ve diğer kardeşler benim için ellerinden gelen her türlü yardımı yaptılar. M. Ata sık sık hastaneye geliyordu. Hastanede yattığım sırada Cemaat Rehberi Hüseyin Ağabey, Muhammed Ata ile bana bir gömlek gönderdi. Hastaneden taburcu olmadan ayrıldım. M. Ata ve öğrenci arkadaşların kaldığı evde kaldım. Diyarbakır’da iki aydan fazla kaldım. Sonra Nusaybinli bir ağabeyim (M. A) ile birlikte Nusaybin’e döndüm. Gaib

22

Page 23: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Kahraman’ın (15 Mart 1992 tarihinde şehid oldu) kaldığı evde bir müddet beraber kaldık. Ancak bir müddet sonra eve gitme uygun ortamı oldu ve eve gittim.

Bu olaya karışan, bize saldıran tanıdığımız Komünist örgüt mensupları daha sonra sokak aralarında yakalanıp bir bir dövüldüler. “

Uyduran Bir Cahil İnanmaya Hazır Yüzlerce CahilCemaat’ın etrafında yankılanan ve dalga dalga yayılan İslami uyanışa birçok

genç kadın–erkek koşmuş Cemaatleşme ruhuyla kenetlenmişlerdir. Nusaybin’de gençlerin Cemaat’e teveccühünü hazmedemeyen ve paniğe kapılan komünist örgüt cephe alıp gençlerin aileleri üzerinde maddi manevi baskı oluşturmaya koyulmuştu. Bu yüzden genç Hizbullahiler aileleriyle çok büyük sıkıntılar yaşadılar. Ailelerin bazıları komünist örgüt zihniyetini paylaşınca haliyle yaşanan sıkıntılar çok daha ağır oluyordu. Bu sıkıntıları sadece erkekler yaşamadı. Müslüman bir genç kızın yaşadığı ve gördüğü zulüm, efendisinden işkence gören Sümeyyeleri hatırlatıyordu. Genç kız sohbetler ve kitap okuma vesileleriyle Allah’ın emrine uygun örtünmeye başlamıştı. İlk başlarda bir problem yaşanmazken örgüt’ün başlattığı karalama propagandası neticesinde aile ile sorunlar baş göstermişti. Ailesi örgüt sempatizanıydı. Örtüsünü atmasını istiyorlar şiddetli baskı uyguluyorlardı, dövüyorlardı. Sonunda örtüsünü zorla çıkarıp, saçlarını keserek cemaat fertlerinin bulunduğu mekânlardan geçiriyorlardı. Tarih bu acı sahneleri ve zulümleri unutmayacaktır. Yıl 1990–91.

Bir Aile Baskısı Hikâyesi“1987–88’de Cemaate katılmıştım. Ailem geleneksel İslami bir yapıya sahipti.

Devletçi olmadıkları gibi örgütleri de sevmezlerdi. Siyasetten uzak dururlardı. Babam ta çocukluğundan beri dinine bağlı bir sufi idi. Evimiz Komünist örgüt militanlarının geceleri cirit attığı mahalledeydi. Bu tehlikeli ortamda, kendisini ve ailesini korumak için örgütü sevmeyenler bile zahiren yandaşlığını gösteremeye çalışıyordu. Komünist örgüt, Cemaat’ın varlığını kabullenmeyip 1989’da iftira ve karalama propagandası başlatmıştı. Özellikle gençleri Cemaat’ten uzaklaştırmak için büyük gayret gösteriyordu. Bize yönelik direk tehditlerin fayda etmediğini bilen örgüt, oğullarını cemaat’ten uzaklaştırmaları için aileleri baskı altına almıştılar. Herkes onların vahşi yüzünü biliyordu. Örgüt’ün tehdit ve propagandalarından sonra ailemle aramda sorunlar baş gösterdi. Ondan önce ailemle bir sorun yaşamamıştım. Ailem bilhassa babam beni İslami Cemaat’ten koparmak için uğraştı. Cemaatle birliktelik konusunda taviz vermeyince her gün evde huzursuzluk yaşanıyordu. Bir gün ailenin tüm fertleri beni bayılıncaya kadar dövdüler. Abim İslami kitap ve kasetlerimi dışarı attı. Eşyalarımı alıp M. Salih Abi’nin evine gittim. Tanımadığım biri (sonradan O’nun Cemaat Rehberi olduğunu öğrendim) bahçede abdest alıyordu. M. Salih Abi’yi sordum. İçerdedir, abdest alıp içeri girdiğimde O’nu sana gönderirim, dedi. Bir müddet sonra M. Salih Abi geldi, misafirim var, sen şimdi Mele Abdullah’ın evine git, dedi. Mele Abdullah’ın evine gittim. İki gün sonra, cemaat ne olursa olsun ailenizden ayrılmayın, sabredin,

23

Page 24: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

tahammül edip ailenizle iyi geçinin diye haber gönderip eve gitmemi istedi. Sabırlı olmayı bana tavsiye ettiler. Eve döndüm, kimse seni kabul etmedi yine mi geldin, dediler. Bazı sözleri duymazlıktan geldim. Babam ve abilerim günlük işlerine gidip geliyorlardı. Bir müddet böyle geçti. Ben de Cemaat mensubu kardeşlerime gidip gelmeye devam ettim. Bazı geceler eve geç gönünce beni içeri almıyorlardı.

Aslında babamın maddi durumu fena sayılmazdı. Ben okul okumuyordum. Yaşıtlarım hepsi öğrenciydi. Babam bir iş bulup çalışmamı ısrarla söylüyordu. Çalışmama yönüyle üzerime geliyordu. Doğrusu bu konuda aile haklıydı. Bir iş yapmıyordum. Ama asıl sorun çalışmamam değildi. Tavırlarının nedeni Komünist örgüt’ün direk ve dolaylı baskı ve tehditleriydi. Babam, bir işe bağlanıp çalıştığım takdirde Cemaat’ten uzaklaşma yaşanabilir diye düşünüyordu. Doğrusu beni çalışmaktan alıkoyan bir sebep de gençlik çağının verdiği serbestiyet idi. Gençliğin verdiği bir heyecan da vardı. Baba birkaç kez kendisiyle birlikte işe gitmemi istedi. Gençliğimin de verdiği ve o anki Nusaybin mücadele ortamının verdiği his ve heyecanla şöyle dedim: ‘Dünya için çalışmayacağım bundan sonra İslam’a çalışacağım’ dedim. Babam tüm aile fertlerine benimle konuşmamaları, elbiselerimi yıkamamaları ve yemek vermemelerini söyledi. Ben ise görmezden geliyordum. Bir şey yokmuş gibi hareket ediyordum. Bunun da fayda etmediğini görünce babam yine tavrını sertleştirdi. Bir gün eve gittim. Ailenin tüm fertleri bahçede idiler. Babam beni dövdü. Ben ise sadece kendimi darbelerden korumaya çalışıyordum. Babam bağırdı, evimden git! diye. Komşular toplanmış seyrediyorlardı. Annem ‘baban çok sinirlenmiş, kötü şeyler yaşanmasın, en iyisi sen şimdi evden git’ dedi. Elbiselerimi bir çantaya koyup bana verdi. Arkadaşların yanına gittim. Uzun bir zaman geçmemişti ki Cemaat eve dönmemi ve iyi geçinmemi tavsiye etti.

Bir seferinde yine babam cemaatten ayrılmam için beni dövdü. Beni battaniyeye sararak çok sert dövdüler. Tarif edilemeyecek haller yaşıyordum. Beni döverken ben Allah–u Ekber diye bağırıyordum. Buna karşılık babam da La ilahe illallah! Diyordu. Başta da söyledim. Babam çok şükür dindar bir insandı. Bana karşı olan bu tavırları ibadetlerimi yerine getirip İslam’ı yaşamaya gayret etmemden ileri gelmiyordu. Bilakis eski halime nazaran ibadetlerimi yapmama seviniyorlardı. Ama kahrolası, Komünist örgüt’ün Cemaat aleyhine o dönemde oluşturduğu siyasi atmosfer ve hafızalardan silinmeyen köy katliamlarının psikolojik tehdidi, ailelerimizi bu tutumlara zorluyordu.

Babam bir gün, ‘Bugün benimle işe geleceksin’ dedi. İşim var gelmiyorum, dedim. ‘Senin baban ben miyim yoksa İbrahim Hoca mı?’ dedi. Tartışma çıktı. Tartışma sokağa taştı. Bu esnada (A) evinden çıkarak ‘Amca niye Müslümanlara hakaret ediyorsun’ dedi. Babam, ‘Oğlumla tartışıyorum seni ne ilgilendirir’ dedi. Bunu üzerine (A) silah çekerek babamı hedef almadan havaya birkaç el ateş edip kaçtı. Ben de arkasından kaçtım. Bu olaydan sonra bir daha eve dönmedim. “

Hicretliler Kervanı Artıyor

24

Page 25: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Okuduğunuz hikaye Cemaat mensubu gençlerin aileleriyle yaşadığı sıkıntılardan sadece bir örnektir. Birçok ferdin bu türden yaşadıkları vardır. Ailesiyle aynı sıkıntıları yaşayanlardın biri de Gaib’tir. Bu dönemde evden ayrılmak zorunda kalmıştır.

Ailesiyle trajik hadiseler yaşayan Genç Hizbullahilerden biri de (Ş)’dir. Babası ve amcaları onu Cemaat’ten uzaklaşması için ikna etmeye çalıştılar. Babaya itaatın İslam’ın önemli ahlakından biri olduğu yollu izahatlarla ikna etmeye çabaladılar. Halkın Cemaat fertleri hakkında iyi şeyler söylemediğini, belirttiler. (Ş) ‘Söylenenlerin yalan olduğunu siz herkesten daha iyi biliyorsunuz. Cemaat’i benden daha iyi tanıyorsunuz’ dedi. Babası, ‘Evet Cemaati senden daha iyi tanıyorum. Onlarla olmaya devam edersen, örgüt sizi öldürecek ve kimse sizi sahiplenemeyecek. Bizim de başımız tehlikeye girer’ diyerek işin hakikatini söyledi. Demek ki sorun örgüt ’ün tehditleriydi. (Ş) Cemaat ’in haklılığını tavizsizce savundu. Sonunda işi şiddetle halletmeye çalıştılar. Babası ve amcaları ona rastgele vurmaya başladılar. Epeyce bir dayaktan sonra el ve ayaklarını bağlayarak banyoya kapattılar. Kan revan içinde ıslak beton zemin üzerinde, hava soğuk. Bir müddet bu halde kaldı. Kapı zilinin çalındığını ve birilerinin eve geldiğini anlayınca imdat diye haykırdı. Gelen kişi bir akrabalarıydı. Durumu hemen anladı, el ve ayaklarını çözerek onu banyodan çıkardı. Baba ve amcalarına da akıllıca hareket etmelerini tavsiye etti.

İşte ailesiyle tarifi imkânsız bu çetin imtihanı yaşayan (Ş) de sonraları ‘hicretliler’ kervanına katılmak zorunda kaldı.

Ailesinden büyük sıkıntılar gören Genç Hizbullahilerden biri de (M)’dir. Dava kardeşleriyle beraber yaptığı İslami sohbetten sonra gece vakti eve, gider. Vakit biraz ilerlemiştir. Ancak aileden kimse yatmamış gelmesini beklemişlerdi. İçeri girer girmez onu dövmeye başladılar. Kendini ellerinden kurtarıp sokağa attı. Şimdi artık sokakta kalmıştı. Uzun bir yol kat ederek bazı arkadaşlarının Faqi olarak bulunduğu camiye gitti. Geceyi orada geçirdi. Ancak bu seferde Cami imamının hışmına uğradı. İmam sabah erkenden kaldıkları bölüme gelerek faqilerine; ‘Yabancı kimse var mı? Size kimseyi almayacaksınız demedim mi? diyerek kızar. (M) yorganın altına gizlenmiştir ama kıpının önündeki ayakkabısı onu ele vermişti. Akşam olunca yatsı namazından sonra İmam Caminin bulunduğu karanlık sokağın köşesinde bir müddet bekleyip vaziyeti kontrol etmeyi adet edinmiş. Akşam bakkaldan bir şeyler almak için çıkınca sokakta İmam’a yakalanır. Böylece gece yarısına kadar sokakta kalmak zorunda kalır. Gece yarısında sonra camiye arkadaşlarının yanına gider.

Babası ve akrabaları, camide toplanıp Cemaat’ten ayrılmaları için iki kardeşi önce ikna etmeye çalıştılar. Ancak genç kardeşler taviz vermeyince üzerlerine çullanıp dayaktan geçirirler.

Ailelerin, İslami davanın genç fertlerine yönelik bu acımasız tutumları nedeniyle hicretliler kervanına günden güne katılım oluyordu. Duygusal davranıp

25

Page 26: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

ailelerine taviz verenler ise günden güne gevşeyip zamanla dava saflarından uzaklaşıyorlardı. Bazıları da aileleri tarafından batı illerine gönderilerek dava saflarından uzaklaştılar.

Gençlerin direnişi sessiz bir çığlık gibiydi. Genç bir Hizbullahi’nin babasına gıyaben şu seslenişi sanırım tüm gençlerin duygularına tercümandır.

“…Kötü bir şey mi yaptım? Kahvehane köşelerinde veya el alemin namusu peşinde mi dolaştım? İçki âlemlerine gittim de mi geç kaldım? Serserilik ayaklarım mı var? Hoyrat bir hayat mı yaşıyorum? Gecenin bu vaktinde hırsızlık için mi sokaktayım? Hayır, tam aksi, İslami sohbetteydim. Allah ve Resulü aleyhisselam’ın emir ve yasaklarının hatırlatıldığı, Müslüman kimliğinin canlandırılmaya çalışıldığı sohbetteydim.

İnsanlık önderi Hz. Muhammed aleyhisselam’ın güzel ahlakının anlatıldığı ortamdaydım. Fitne fesadın revaçta olduğu zamanımız gençlerinin imanını kurtarmak için yapılması gereken çalışmaların anlatıldığı bir yerdeydim.

Kesin olarak bulunduğum mekan, Allah ve Resulü aleyhisselam’ın buğz ettiği, hoşlanmadığı bir yer değildi. Bilakis tavsiye ve hatta emrettikleri bir mekandı. Bu yüzden bana kızman gerekmez…”

Her şeyde Ölçü, İslami Ahlak (Bir Düğün)İslam, toplumun ve Müslümanların yaşamının bütününü sarmalıdır. İslam,

hayatın her alanına yansımalı, sadece ibadet alanıyla sınırlı kalmamalıdır. İslami hareketlerin varlığı bu vazife ve hakikat üzerine kaimdir. Hizbullahi Cemaat de varlığıyla, faaliyetleriyle, mücadelesiyle Müslümanların, İslam’ı hayatlarının her alanında yaşamalarını gaye edinmiştir. Bundan dolayı, İslam’ın izzeti için çalışan her Müslüman, yaşantı ve tavırlarının, ameli (fiili) bir tebliğ olduğunun bilincindedir. Müslümanın evlenirken düğününü İslami ahlaka uygun gerçekleştirmesi de bu kapsamdadır. Gelenekselleşmiş düğünler maalesef İslami ahlaktan çok uzaklaşmıştır. Belki de bu yüzden, bu gelenekselleşmiş düğünlerden farklı bir düğün gördüklerinde biraz garip karşılıyorlardı. Bu düğünleri siyasi bir faaliyet görüyorlardı. Oysaki bu bir Müslümanın düğünün olması gereken normal şeklidir. Ama İslami ahlakı yansıtması bakımından bir tebliği içinde barındırması ise gülün doğal olarak kokusunu yayması gibidir.

1990 yılı sonbaharında genç Hizbullahi (S) evlendi. Düğünü yapıldı. Düğünün İslami ahlakı yansıtması doğaldı. Her düğünün sahibinin düşüncesini yansıtması da doğaldır. Nitekim gayri İslami laik birinin düğünü düşüncesini; Komünist örgüt sempatizanının düğününü de düşüncesini yansıtır. Bölgenin her tarafından yüzlerce gönüldaşının gelmesiyle alışılmadık bir kalabalık meydana gelmişti. Nusaybin’de ilk defa İslami ezgi ve ilahiler eşliğinde halay çekiliyordu. Farklılık halkın dikkatini çekiyordu. Bu güzelliğe sevinenler olduğu gibi hoşnut olmayanlar da oluyordu. Düğünde kenetlenmek, bir birlik ve dayanışmayı ortaya koyduğundan Cemaat’ın sesi oluyordu. Kısa aralıklarla tüm zalimlere ve Büyük Şeytan’a ve İsrail’e lanet haykırışları yükseliyordu.

26

Page 27: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Bu dönemde Komünist örgüt, Hizbullahi Cemaat’e cephe almış olduğundan siyasi hava gerginleşmeye doğru gidiyordu. Öğrenci kavgaları olmuş, Cemaate karşı bütün propaganda imkânlarını seferber etmişlerdi. Düğün alanına saldırı düzenlemeleri bile beklenebilirdi. Sanırım buna yönelik tedbirlere de başvurulmuştu.

Bu düğün Nusaybin halkının yeni gündemi olmuştu. Komünist örgüt buna da yönelik bir propaganda söylemi üretmekte gecikmedi. “Onların amacı düğün değil, ‘Parti’ aleyhine propagandadır. Amaçları ‘Partiye’ sataşmak ve saldırmaktır vs. “ Yani kısacası ‘yalan üretme makinası’ çalışmaya başlamıştı. Onlar için önemli olan halkı Cemaat aleyhine sevk etmekti. Bu hedefe hizmet edecek her sözü ve yalanı yayma o kadar basit ki. Mesela diyorlardı ki; ‘Bu faaliyet gerçekleştirmek için bir yerlerden para almışlar, insanları düğüne getirmek için para dağıtmışlar’ vb. safsatalar gibi. Düğün güzel bir organizasyon ile olumsuz bir durum yaşanmadan geride kaldığın tarih 1990 yılının sonbaharını gösteriyordu. Düğün tabi ki polisin de dikkatinden kaçmamıştı. Ama suç unsuru bir davranış görmedikleri için yapılacak bir şey de yoktu. Fakat bununla birlikte henüz tanımlayamadıkları bir oluşumu da sezinlemişlerdi.

Halkı Cemaatin Üzerine Sevk ediyorlar!Maceracı ve kahvehane takımı gençler için cemaat mensuplarıyla uğraşmak

bir eğlence gibiydi. Bu işi basit algılıyorlardı. Bu yüzden sonucunu hesaplayamadıkları işlere kolaylıkla sevk olunuyorlardı. Parti ayakları olan biri bir söz söylese etrafına onlarca kişi toplayabilirdi. Bir gece aynen böyle olmuş. Kışkırtılan mahalleli serseriler bir Cemaat mensubunun evini basmaya kalkışırlar. Hadiseyi yaşayan bir Cemaat mensubu o geceyi şöyle anlattı:

“Cemaat saflarında İslami çalışmalar ve mücadele 1987–88 yıllarında öğrenci ve genç kesim arasında yaygınlık kazandı. Cemaate yoğun teveccüh olmuştu. Her yaş grubundan insanlar Cemaat saflarına koşuyordu. Komünist Örgüt, Cemaate olan bu teveccühü tahammül edemiyordu. Bütün gayretleri halkımızı İslam’dan uzaklaştırmak ve komünizmi yerleştirmekti. İslami çalışmaların gelişimini durdurmak için yılmaz dava kardeşlerimizi sindirmek ve halk üzerinde korku oluşturmak için saldırılar düzenliyorlardı.

Bu zor zamanlarda saldırılardan biri bir kardeşimizin (E) evine yapıldı. Kendisini çok sevdiğim ve o zamanlar cemaat saflarında takdire şayan cehd ve gayret gösteren ve kendini tamamıyla davaya adamış (E) kardeşimizin evinde bulunuyordum. Fakat maalesef bu kardeşimiz şu anda dava saflarında değil. Cemaat saflarından uzak düşmesinin üzerinden uzun yıllar geçmiş bulunuyor. Fakat nerede olursa olsun bu kardeşimizin gönlünün Cemaatle ve bizimle olduğuna inanıyorum. Kışla Mahallesinde bulunan bu kardeşimizin evinde bulunuyorduk. O dönemlerde çok büyük zorluklarla karşılaşıyorduk. Hiçbir kardeşimiz, işyerimiz, evimiz güvende değildi. Her an saldırıya uğrama tehdidi

27

Page 28: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

altındaydık. Her gün kardeşlerimize ve evlerimize saldırılar gerçekleştiriyorlardı. Ama bu dönemde daha silahlı, bombalı vs. saldırılara geçmemişlerdi.

Bir kardeşimize sokakta saldırıp yaralayanlardan biri o gün hak ettiği derecede birkaç genç kardeşimiz tarafından sokak ortasında dövülmüştü. Bundan dolayı sokak serserisi gençlerini harekete geçirerek bir linç olayı gerçekleştirmek istediler. Komünist örgüt, korku ve şiddet ile de olsa kitleleri harekete geçirme avantajını yakalamıştı. Kalabalık bir topluluk evin önünde toplandı. Vakit akşam, yatsı namazından sonra idi. İçerde oturuyorduk. Birden yüksek bir uğultu geldi. Bu esnada kardeşimizin yengesi korku ve heyecan içinde odaya girip evin mahalleliler tarafından basıldığını söyledi. Kalabalık içinde insanlar bahçenin yüksek duvarlarına tırmanıp avluya atlamaya çalışıyorlardı. Kardeşimiz silahı kapıp dışarı fırladı. Ancak kalabalık topluluk ve onların kinli halleri karşısında heyecanlanıp içeri döndü. “Abi! Üzerimize büyük bir topluluk gelmektedir” dedi. Evdeki bayanların yaşadığı panik ve kardeşimizin içine girdiği heyecan beni de bir an için panikletti. Fakat hemen kardeşin elinden tabancayı kapıp dışarı fırladım. Havaya bir–iki el ateş ettim. Duvarın üzerinde bulunanlar, bahçeye atlayanlar ve bu arada bahçe kapısını açmaya çalışanlar birbirlerini ezercesine kaçmaya başladılar. Onların bu hale düşmesi ve korkaklıkları bize güç ve kuvvet aşıladı. Peşlerinden sokağa çıktım. Bir–iki el daha havaya ateş ettim. Dolu olan sokak bir anda boşalmıştı. Bazıları sokağın yukarısına diğeri de aşağısına doğru kaçtılar. Allah’a çok şükür ki onların acımasız palanlarından kazasız belasız kurtulmuştuk. Bunun sevincini yaşıyorduk. Bundan sonra, ne olabilir, diye düşünmeye başladık. Biraz sonra tekrar toplanıp bu sefer silahla üzerimize gelebileceklerini düşündüm. Sürekli saldırıya uğrama tehlikesini yaşıyorduk. Ama böylesi bir olayı ilk defa yaşıyorduk. Cemaat mensuplarına düşmanca tutumlarını o kadar yüksek boyutlara çıkarmışlardı ki evlerimizin içine girip saldırmaya kadar tırmandırmışlardı.

Gece vakti sokakları güvenli bulmadığımız için evi de terk edemiyorduk. Dolayısıyla kardeşlerimizin evlerine ulaşıp yardım isteme imkânımız olmuyordu. Yapabileceğimiz tek şey, ev ahalisini sakinleştirmek ve teselli etmekti. Olup bitecekler için Allah’a tevekkül edip sabahı bekledik. Ev halkını, tehlike kalmadı, diyerek sakinleştirmeye çalıştım. Silahla karşı koyma ciddiyetini görünce bir daha böyle bir şeye yeltenmeyeceklerini söyledim. Ancak tehlikenin başka boyutu vardı. Her ne kadar polis karanlık bastı mı sokaklara giremiyor idiyse de silah seslerinin geldiği yere baskın yapma ihtimali vardı. Polis baskınında silahla yakalanmak istemiyorduk. Öte taraftan tehlike tamamen kalkmış değildi. Saldırı ve polis baskını endişeleri arasında bir karar verdik. Bazılarımız evden ayrıldı. Ben ise Sabah erkenden evden çıkıp kardeşlerimize durumu haber verdim.

Müslümanlar olarak zor günler yaşıyorduk. Ancak İslam’a gönül veren dava kardeşlerimizin tümü her türlü zorluk ve sıkıntıya hazırdılar. Sabır ve direnç kaynağımız ise Allah’a olan imanımız idi. Yüklendiğimiz yükün mesuliyeti ağırdı. Düşmanlarımıza karşı Müslümanların izzetini düşürmemeliydik. Bunun için bu

28

Page 29: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

kadar ağır şartlar altında bile olsa direnmeliydik. Örgütün amacı davamızdan vazgeçirip teslim almaktı. Korkuya teslim olup evimizi barkımızı bırakıp memleketimizi terk etmeye niyetimiz yoktu. İslam davasından taviz vermeye ise hiç niyetimiz yoktu…”

Bu olaydan yaklaşık bir hafta sonra aynı sokakta bir–iki ev aşağıda bir eve daha böyle bir saldırı oldu. Hadiseyi yaşayanlardın dinleyelim:

Bir Ev Baskını Daha ve Bir Tanıklık“Mele Abdullah’ın evine birkaç arkadaşla gece misafirliğe gitmiştik. Birden

evin yakınında bir bağırma sesi geldi. Daha ne olduğunu anlamadan evin önünde kalabalık bir grubun sesi geldi. Kalabalık oldukları seslerden anlaşılıyordu. Ve herkes ağzına geleni söylüyordu. Hatta sadece Müslümanlara küfretmekle kalmıyor mukaddesata da (haşa) küfrediyorlardı. İçlerinden bazıları bizi dışarı çağırıyorlardı.

Biz ise bunları duyuyor ve ne yapalım, diye düşünüyorduk. Aradan kısa bir süre geçmişti ki başka arkadaşlarımız içeri girdiler. Kalabalık onları içeri girerken görmüş ‘durun kaçmayın’ diye bağırıyor aynı zamanda eve taş atıyorlardı. Arkadaşlar pencereden tabancayla havaya ateş etmeye başladılar. Kalabalık dağılıp her biri bir tarafa kaçmıştı. Polis gelmeden evi terk etmek için dışarı çıktık. Ara sokaklara doğru kaçmaya başlarken meğer polis iki yönü tutmuş çıkmamızı bekliyormuş.

Hızla sokağa çıkmıştık. Polislerin ‘teslim ol’ çağrısına aldırış etmeden çareyi kaçmakta bulduk. Bazı arkadaşlar kurtulmayı başardılar. Polis arkalarından ateş etti. Allah’tan yara almadan kurtuldular. Biz iki kişi yakalanıp çarşı karakoluna götürüldük. Karakolda arkadaşımda silah yakalandığını öğrendim. Mele Abdullah’ı da evden alıp getirmişlerdi.

Üçümüzü ayrı ayrı sorguya çektiler. ‘O esnada sokaktan geçiyordum’ ifadem üzerinde ısrar ettim. Arkadaşımız (N)’nin üzerinde tabanca yakalanmıştı. Mele Abdullah’ın elbiseleri üzerinde pas izine rastladıkları için ondan da tabanca istiyorlardı. Onlara çok eziyet ediyorlardı. İşkenceli sorgulama yapıyorlardı. Mele Abdullah’ın işkence altındaki feryatları karakolda yankılanıyordu. Pas izi nedeniyle ısrarla ondan silah istiyorlardı. O ise kabul etmiyordu.

Beni alt kattaki nezarethaneye götürmemişlerdi. Yukarıda ifademi alıyorlardı. Burada bekletmişlerdi. Bundan dolayı olup bitenleri görüyordum. Son gün, dayak yiyen bir örgüt sempatizanını, ifadesini almak üzere getirmişlerdi. Birbirimizi gördük. Tanışıklığımız vardı, selam verdi. Selamını aldım. Onunla konuşma fırsatı buldum. Bu arada işkence altındaki kardeşimizin feryatları yükseliyordu. Ona, görüyorsun değil mi? kardeşimiz işkence altına feryat ediyor. Siz ise ‘Devletin adamlarıdırlar diye iftira atıyorsunuz. Bize yapılan işkenceleri görüyorsun’ dedim. İnkâr etti. Kendisinin kesinlikle böyle şeyler söylemediğini anlattı. Arkadaşlarına söyle suçum neyse bana söylesinler, yok eğer böyle devam etmeye niyetleri varsa o zaman bana mühlet versinler yurtdışına çıkayım, dedi. Ona, eğer normal bir

29

Page 30: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

insan olarak kendi halinde olursan ne Müslümanlar sana karışır ne de yurtdışına gitmeye mecbur kalırsın, dedim.

Gözaltı sorgumuz bir haftaya yakın sürdü. Mele Abdullah hiçbir şey kabul etmemişti. Bende de bir suç unsuru ele geçmemişti. Sabıkamız da yoktu. İkimiz serbest bırakıldık. Üzerinde silah yakalandığı için diğer kardeşimiz hakkında tutuklama kararı verildi. Silah bulundurma suçundan bir ay Nusaybin cezaevinde yattı. “

Bazı Hadiseler–1991 yılının olaylarından biri de (F)’yi dövmeleriydi. Alika Mahallesinde

Nusaybin Lisesinin arka taraflarında birkaç Hizbullahi öğrencinin kaldığı öğrenci evi vardı. Yaz tatili başlamıştı. Bu evde kalan öğrenciler evlerine (köye) gitmişler, (F) ise henüz gitmemişti. Bir akşam vakti bir grup Komünist örgüt sempatizanı, seninle konuşmamız lazım, diyerek onu mahallenin dış tarafına kadar götürüp orada dövmüşler, tehdit etmişlerdi. Vücudunun çeşitli yerlerinde yara almıştı.

–1991’in ilginç olaylarından biri de Hizbullahi Cemaatin fedakâr gençlerinden Gaib ile ilgilidir. Gaib’in ailesi Koçera Mahallesinde oturuyordu. Gaib mahallede Komünist Partililerin gözüne batmış faaliyetleri ve sarsılmaz kararlığıyla onları rahatsız etmişti. Gaib’e bir gece pusu kurarlar. Plana göre gece karanlığında görevlendirilen saldırganlar sokak köşesinde bekleyecek, geldiği vakit babasının ismini soracaklar eğer “babamın adı İsa’dır” derse Gaib olduğunu anlayacaklar ve dövecekler.

Gece zifiri karanlık, köşe başında gelen kişiyi durdurup babasının ismini sorarlar. İsa, deyince saldırırlar. Dayak yiyen kişi bir çuval dayak yedikten sonra aklı başına gelmiş olacak ki babasının isminin sorulmasından durumu anlar ‘ben o değilim’ diye feryat eder. Meğer ki Gaib’in komşusu olan bu zavallının da babasının ismi İsa imiş.

–Bir diğer olay da şöyledir: Kışla mahallesinde oturan Hizbullahi gençlerden biri akşam yürürken daha önceden samimi olduğu eski bir arkadaşı önünü keser. Hiçbir şey söylemeden kin ve nefretle mukaddesata hakaret etmeye başlar. Çok çirkin küfürler eder. Buna tahammül etmeyip gencin üzerine yürür. Bu esnada dükkânda hazır bulunan Komünist örgüt mensubu 5–6 kişi hemen saldırıya geçerler. Meğerki hadise planlıymış. İlk şahıs hakaretleriyle tahrik etmiş. O gece olaya karışanlardan biri birkaç gün sonra cezasını gördü. Burnu kırılmış olarak Hizbullahi gence rastlıyor ve şöyle diyor; “Sizinkiler beni dövdüler, herhalde cezam burnumun karılmasıydı. İsteselerdi daha ağır darbeler vurabilirlerdi. Çok şükür burnumun kırılmasına razıyım. Bundan sonra hiçbir şeye karışmam. “

–İslami dava gençlerinin emektar öğrenci evlerinden biri de Saffar Camiî’nin arkasında kalan tek katlı ev idi. Köylerden veya Nusaybin dışından gelen öğrenciler kiralamışlardı. Ev 1988 yılında kiralanmıştı. Sonra ki yıllarda, 1990–91’de ailelerin baskıları nedeniyle evden ayrılmak zorunda kalan gençler de bu öğrenci evinde kalmaya başladılar. İslami dava gençleri arasında evden ayrılmalar ‘hicret’ olarak

30

Page 31: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

isimlendiriliyordu. Çünkü bir tercih yapmakla karşı karşıya kalıyorlardı. Tercihlerini Cemaat’ten yana, İslami dava’dan yana koyanlar ‘hicret’ etmek zorunda kalıyorlardı. Ailesini, dünya varlığını gerisinde bırakarak dava saflarından dökülmemek ‘hicret’ tanımlamasına uygundu.

İslami davanın genç Hizbullahileri, bir gece bu öğrenci evinde iken Komünist Parti sempatizanlarının yakındaki sebze halinde toplandıklarını ve öğrenci evini basmayı kendi aralarında telaffuz ettiklerini haber alırlar. Genç Hizbullahiler o esnada kendi aralarında istişare ederler. Ne yapmalı? Sonunda, eğer bir şey olacaksa da evin dışında cereyan etmesi daha hayırlıdır, diyerek malzemelerini (sopa vs. ) alıp sebze haline yönelirler. Ancak etrafta kimseyi bulamazlar. Bu sırada Kışla Camiînde kalan dava kardeşlerinden biri bir grubun Kışla Camiî etrafında gezindiklerini haber verir. Genç Hizbullahiler Kışla Mahallesine yönelirler ancak etrafta kimsecikleri bulamazlar.

HİZBULLAHİ CEMAAT PKK’YE MESAJ GÖNDERİYORCemaat, kan dökülmemesi, bir çatışmanın yaşanmaması için elinden geleni

yaptı. Cemaati hedef almaktan vazgeçmeleri, insanları Cemaat aleyhine sevk etmemeleri ve bunun sonucunda bir çatışmanın yaşanmaması için elinden geleni yaptı. Komünist örgüt ise bu yöndeki çabaları ‘zaaf ve güçsüzlük’ gibi algılayıp daha da hırçınlaştı.

Nusaybin’de örgüt yönetici takımını Cemaat yakından tanıyordu. Nihayetinde aşağı–yukarı kimin konumu nedir biliniyordu. Aynı şekilde onlar da Cemaat mensuplarını yakından tanıyor, kimilerini dostluk ve akrabalık ilişkileri bile vardı. Cemaat’ın faaliyetlerine engel olmamaları, herkesin davasıyla meşgul olması gerektiği defalarca bunlara söylendi. Cemaat, örgütün Nusaybin yöneticilerinden (A. A) ve (A) aracılığıyla örgüte mesaj gönderdi. Mesajı merkeze iletmeleri söylenerek Cemaat’ın mesajı iletildi. Mesaj şu çerçevedeydi: “Bu memleket herkesin kendi faaliyetini yürütebileceği kadar geniştir. Bu halk herkesin davasını tebliği edebileceği kadar kalabalıktır. Yaşanacak bir çatışmadan sadece Devlet karlı çıkacaktır. Cemaati ve Müslümanları hedeflemeniz size hiçbir fayda sağlamayacaktır…”

(A. A) mesajı iletti. Aynı şahıs örgütün cevabını da Cemaate getirdi. Cevap Cemaati kale bile almadıklarını gösteriyordu. (A. A)’nın getirdiği cevap şöyleydi. “Örgüte bağlı olacaksınız, örgütün çatısı altına gireceksiniz. Örgüte bağlı olarak faaliyetlerinizi yapabilirsiniz. Eğer örgüte teslim olmazsanız o zaman bu memleketi terk edin. Kurdistan’da Parti kendisinden başka bir gücü yaşatmaz…”

Nusaybin yöneticilerinden (A. A) eski elemanlarıydı. 1980 döneminde lise öğrencisiyken faal elamanlarıydı. O ve eşi 1980 döneminde yıllarca cezaevinde kalmışlardı. Kendisi örgütün merkezi gibi düşünmüyordu. Veya zahirde böyle yansıtıyordu. Örgütün cemaat’i karalamak için yürüttüğü ‘ajan’, ‘işbirlikçi’ propaganlarının yalandan ibaret olduğunu herkesten daha iyi biliyordu. Ancak örgütüyle ters düşmek de istemiyordu. “Devlet adına çalışmadığınızı, kendi fikriniz

31

Page 32: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

doğrultusunda bir cemaatsel güç olduğunuzu örgüte anlatmaya kalksam ben de damgayı yerim” yollu cevaplar veriyordu. Silahlı çatışmanın başlamasından sonra ortalıktan görünmedi. Avrupa’ya gitti. Halen Avrupa’dadır.

Aynı günlerde Komünist Örgüt’ün ‘Serok’u, gazetesindeki Ali Fırat müstear ismiyle ‘Birkaç lümpen’ ifadelerini kullanıyordu. Kendisince hadiseye atıfta bulunuyordu.

Bahoz’un Mağrurane CevabıBu mesajdan bir müddet sonra Cemaat bu defa dağ kadrosu aracılığıyla

örgüt’e haber gönderdi. Şehir kadrosu ihtimal ki mesajı farklı iletmiş veya eksik ya da kişisel konumunu hesaba katarak iletmiş olabilir ihtimallerine karşı bu defa da dağ kadrosu aracılığıyla Cemaat’ın mesajı iletildi. O dönem Nusaybin–İdil arasındaki kırsalın sorumlusu olan Suriye asıllı Bahoz (kod)’a örgüte iletmesi için haber gönderildi. Mesaj aynıydı: Cemaatle uğraşmamaları, Cemaat mensuplarını hedeflememeleri, İslami faaliyetlere engel olmamaları. Böyle bir işten sadece Devletin istifade edeceği söylendi. Bahoz mağrurane edasıyla ‘Bu işin zararlı olup olmayacağına ancak Parti karar verir’ diyordu. Bir süre sonra örgüt’ten gelen cevap yine aynı oluyordu. “Bu topraklarda Parti’ye teslim olmaktan başka kimsenin hayat hakkı yok” ve meşhur üç seçeneği sunuyorlardı: “Ya teslim olacaksınız, ya bu memleketi terk edeceksiniz ya da öldürüleceksiniz. “

Cemaat bu aşamalardan sonra sadece misliyle karşılık verme çizgisini izledi. Onlar silaha başvurmayana kadar silaha başvurmadı. Hiçbir yerde ilk saldırıyı yapan cemaat olmadı. Onlar İdil’de (Hezex) silah kullanmayana kadar silah kullanmadı. Onlar Nusaybin’de silaha başvurmayana kadar Cemaat silaha başvurmadı. Ve bütün il ve ilçelerde de durum aynı oldu. 18 Haziran 1990’da Hasan Tekin’i Şırnak’ta şehid etmiştiler. Ama düşmanın istifade edeceği bir çatışmanın yaşanmaması için sabredilmişti. Yukarıda bahsedildiği şekilde yapılan girişimlerden sonuç alınmamıştı. Onların gençlerinin Cemaat mensuplarına yönelik yaptıkları bıçaklı sopalı saldırılara sadece misliyle cevap veriliyordu. Süren bu gerginlikte tarih 8 Mayıs 1991’e dayandığında İdil’de (Hezex) Mele Sabri’nin evini, Bahoz militanlarıyla basıyor, Mele Sabri’nin oğlunu alıp götürmek istiyordu. Baskında Mele Sabri ve hanımı Hayriye ağır yaralandılar. Kaldırıldıkları Diyarbakır Devlet Hastanesinde ruhlarını teslim ettiler. Mele Sabri’nin küçük torunu da kurşunların hedefi oldu. Küçük Şehadet ayağından yaralandı.

Burada şunu belirtmekte fayda var. Örgüt’ün yerel sorumlularının ‘Serok’larına ‘birkaç sofiktiler’ şeklinde bilgi verdikleri ve Cemaat’in gücünü önemsemedikleri ve hesaplamadıkları sonraki yıllarda anlaşıldı. Sonraki yıllarda ‘Serokları’ feveran edip hakaretler eşliğinde, komutanlarına galiz küfürler eşliğinde ‘Hani siz diyordunuz birkaç sofiktir, birkaç günde temizleriz. Şimdi korkunuzdan dışarı çıkamıyorsunuz’1 diye fırça atacaktı. Ama o zaman iş işten geçmiş olacaktı.

1 Cemaat’ın eline geçen örgüt arşivlerinden birinde yer alan bir kasette militanlara yaptığı konuşmanın dökümü.32

Page 33: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Örgütün İslami Cemaati hedef almaktan vazgeçmeyeceği kesin olarak anlaşılınca Hizbullah Cemaati ileriye dönük bazı icraatlara koyuldu. 1991’de aktif örgüt militanlarını çeşitli zamanlarda takibe aldı. Böylece ilgili istihbari bilgilerini hem artırdı hem de bazı bilgilerini teyit etti. Hizbullahilerin ailelerine yönelik baskılara misillemeler yapıldı. Onların genç elemanlarının ailelerine mesajlar gönderildi. Çocuklarının cemaat ve İslami dava aleyhine faaliyetlere alet olmaya müsaade etmemeleri istendi. Ailelerin fikri yapısı ve duruma göre bu mesajlar tehdit de içerebiliyordu.

Ayrıca Hizbullahi gençler bazen aralıklarla ikişer–üçer gruplar halinde çarşıda gezerlerdi. Amaç ortamın psikolojik havasına hâkim olmaktı. Ayrıca bu vesileyle örgüt’ün aktif elemanlarının iş yerlerinin takibi sağlanıyordu. Şüpheli kimi şahısların nerelere uğradıkları da öğrenilmiş oluyordu. Cemaat fertlerine yönelik çeşitli saldırılara karışanlar da görüldüğünde Cemaat’ın verdiği plan–program doğrultusunda hareket ederlerdi. Bu dönemde örgüt, Cemaate karşı henüz silaha başvurmamış olduğundan sadece sopa vb. aletler kullanılırdı. Yani saldırı türüne, aynı saldırı türüyle misilleme.

Artık ipler kopmuş, halk arasında bugün–yarın Komünist örgüt’ün Cemaat’e silahlı saldırılar gerçekleştireceği ve birkaç hafta içinde onları tasfiye edeceği konuşulmaktaydı. Zaten bu fısıltıları halk arasında yayan örgüt’ün kendisiydi.

CAMİLER İSLAMİ ŞUURLANMANIN MEKÂNIDIRLARRamazan ayı mü’minler için rahmettir. Ramazan ayı Kur’an ve ibadet ayıdır.

Bu ayın manevi havasıyla kalpler Allah’a daha yakın olur. Müslümanların birlerine hayrı tavsiye etmesi bir kardeşlik hukukudur. Özellikle Ramazan ayında hayır tavsiye etmenin psikolojik şartları daha fazladır. Dolayısıyla teravih sünnetlerini kılmak için Müslümanların akın ettiği camiler hayrı tavsiye etmenin en hak mekânıdırlar. Cemaat, Camilerde, Müslümanlara, Resulullah aleyhisselatu vesselam’ın çektiği sıkıntıları ve mücadelesini hatırlatma ve O’nun hayatından ders alma yönünde fayda sağlamak için sohbet halkları oluşturmayı hedefledi. Gün boyunca çalışan Müslüman halkın, gece yarım saat kadar bile olsa İslami sohbete iştirak etmesi çok hayırlı olacaktı(r). Elbette bunu yapmaya en layık kişiler Cami İmamlarıdır. Ama sadece onların değil, hakkı tavsiye etmek, bütün Müslümanların görevidir, bildiği oranda. Özellikle Ramazan ayında gençler de teravih namazları için Camilere gitmektedirler. Elbette, onların yaşıtı birilerinin onlarla ilgilenmesi, sohbet etmesi onları daha çok etkiler. Ayrıca bu vesileyle camide kurulan dostluk ilişkisinin okulda, çarşıda, mahallede fertler tarafından sürdürülmesi ve geliştirilmesi faydalı olur ve gençlerin daha fazla İslam’a ısınmalarına vesile olur.

Daha önceki yıllarda sayılı camide böyle bir Tebliğ–İrşad çalışması vardı. Ama 1991 yılındaki Ramazan’da Nusaybin’deki tüm camilerde sohbet programı düşünüldü. İslami çalışmalar kısa sürede semeresini vermiş Cemaat’ın potansiyeli artmıştı. Onun için bu sene bütün camilerde böyle bir İslami hizmet imkânı vardı. Herkes kendisine en yakın Camide böyle bir İslami hizmet icra edebilirdi. Önce

33

Page 34: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

bunu İmam’dan talep ettiler. Bazı camilerde İmamlar memnuniyetle kabul ettiler. Şu veya bu nedenle İmam’ın bunu üzerine almadığı bazı camilerde ise belirli Cemaat fertleri İmam’dan izin alarak bu vazifeyi yapmaya çalıştı. Sohbetlerin ana konusu da Resulullah aleyhisselatu vesselam’ın hayatı ve bundan alınması gereken nasihat çerçevesinde idi.

İlk günler, camilerde gençler, yaşlılar, herkes bu sohbetlere çok sevinmiş ve isteyerek iştirak etmişlerdi. Ancak bu İslami çalışmalar Komünist Örgüt’ün hesabına uymuyordu. Çünkü programları özellikle gençlere ateizm (dinsizlik) ve Komünizm fikrini aşılamaktı. Bu İslami çalışmalar onların uğraşlarını boşa çıkarıyordu. Zaten bu yüzden cemaat aleyhine çirkin bir propaganda başlatılmıştı. Okulda öğrenciler arasında kavgalar baş göstermiş, ortam iyice gerilmişti.

Komünist Örgüt, Cemaat’in cami çalışmalarını sabote etmek için uğraştı. Bazı camilerde, kahvehanelerden ve hatta mahallenin deli ve ayak takımını toplayarak Hizbullah fertlerine linç girişiminde bulundular. Önce Şeyh Muhammed Camiinde sonra Alika Camiînde Hizbullahi gençleri dövüp kanlarını döktüler. Diğer bir camide ise bu vahşi tavırlarına Hacı Musa (Cemaatle o dönem bağlantısı yoktu. Hacı Musa o çevrede tanınan sözü geçen bir şahsiyetti. ) toplanan insanlara “Camiye namaz kılmaya gelen ve Resulullah aleyhisselatu vesselam’ın hayatını anlatan bu insanlara ne hakla böyle davranıyorsunuz? diyerek engel olmuştuk.

O geceyi yaşayanlardan biri (M) şöyle anlatıyor. “Caminin etrafında bütün mahalleli toplanmıştı. O esnada mahallede ‘Camideki sofikleri öldürmüşler’ şeklinde yaygara yayılmıştı. Evimiz yakındaydı. Haberi duyan annem panik içerisinde Camiye gelmişti. Yayılan söylentiyle o kadar sarsılmıştı ki, bana; ‘Oğlum nerdedir, bana oğlumu gösterin’ diyordu. Beni tanımamıştı. Ben, ‘Anne! İşte benim’ diyordum. Ama o hala bana; ‘Oğlumu gösterin’ diyordu. Toplananların niyeti belki bizi linç etmekti, ama hepsini tanıyorduk, tanıdık simalardı. Belki bundan dolayı cesaret edemediler. O geceye kadar, camideki sohbetimiz güzel gidiyordu. Namazdan sonra bazı gençler kalıyordu. Fıkhu’s–Sire (Said Ramazan el–Botî) kitabından bir bölüm okuyarak sohbet ediyorduk. “

Komünist örgüt çirkin provokasyonlar geliştiriyordu. İki camide bilfiil amacına ulaşmış bazı camilerde ise gerginlik yaşanmıştı. Gidişat çok tehlikeliydi. Böyle kitle halinde insanları Cemaat fertlerini yöneltmesi çok tehlikeli bir stratejiydi. Bu türden provokasyonların yaşanmaması için acil bir karar vermek gerekiyordu. Gelişmelerin daha kötü mecralara kaymaması için Cemaat fertleri bazı camilere namaz kılmak için dahi gitmediler. Sadece merkezi bazı camilerde sohbetlere devam edildi. Ancak bu camilerdeki programlar da Komünist örgüt’ün oluşturduğu menfi atmosferden etkilendi. İlk geceler kadar insanlar kalmıyor, namazdan hemen sonra camiyi terk ediyorlardı. Masum bir nedenle bile olsa kimse örgütün damgasını yemek istemiyordu. Bu cami olaylarının yaşandığı dönemde Cemaat Rehberi bir hafta Nusaybin’de kaldı. Ramazan ayı bitmeden Nusaybin’den ayrıldı.

34

Page 35: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Cemaatin Ramazan ayındaki faaliyet programlarından biri de iftar davetiyeleriydi. Önceki seneler de aynı şey yapılmıştı. Ramazan ayı boyunca hemen hemen her gece bir Müslüman iftar yemeği hazırlar. Komşular, tanıdıklar vs. bu iftarlara davet edilir. Bu vesileyle Müslümanların gönülleri birbirine kaynaşmaktadır ve Müslümanlar birbirinden güç almaktadır, yakınlaşma ve dayanışma ruhu canlanmaktadır. Ayrıca her Müslüman malından iftar programı için infak ettiğince sevaba nail olmaktadır. Bununla birlikte toplumsal dayanışma ve yardımlaşma ruhu gelişmektedir. Bu Ramazan ayının bir bereketidir.

CAMİLERDE HİZBULLAHİLERİN KANI DÖKÜLÜYOROnlara insanlar: ‘Şüphesiz Düşmanınız olaninsanlar sizin için kuvvetlerini topladılar. Onlardan korkunuz’ dedi de bu onlarınimanını artırdı ve onlar ‘Allah bize yetero ne güzel vekildir’ dediler. (Al–i İmran: 173)Yukarıda Camilerde Hizbullahilerin kanlarının döküldüğünden bahsettik.

Şimdi camilerde yaşananlara daha yakından bakalım. Şeyh Muhammed Camiinde yaşananları adım adım, dakika dakika gecenin

tanıklarından ve mağdurlarından dinleyelim: “Henüz Ramazan ayının ilk günleri idi. 7–8 kişiydik. Ğayib de bizimleydi. Ufak

sayılabilecek camide en fazla iki saf oluşuyordu. Bizler hariç teravih namazlarına gelenlerin geneli yaşlıydı. Cami’nin bulunduğu mahalledeki (A. Kadir Paşa Mah. ) insanların çoğunluğu Komünist örgüt sempatizanı veya elemanıydı. Hizbullahi Cemaat’in aleyhine yoğun propaganda da olunca haliyle cami cemaati bizlere çok kuşkulu bakıyordu. Ğayib ve bir arkadaşımız daha o mahalledendi. Biz diğerleri ise onlarla beraber o camide teravih namazlarını kılmayı tercih etmiştik. Cami’nin bahçesine adımımızı attığımız andan itibaren bütün bakışlar üzerimize yoğunlaşıyordu.

İlk akşam namaz kılındıktan sonra Cami cemaati bir yandan yavaş yavaş dağılma hazırlığı yaparken bir yandan da merakla neden o camiye geldiğimizi ve ne yapmak istediğimizi öğrenmeye çalışıyorlardı. Tabi her hareketimizi en ince detaylarına kadar takip etmeye çalışanların başında İmam geliyordu. Cami imamını da mahalleli gibi Komünist Örgüt sempatizanı olmakla birlikte Hizbalullahi Cemaati hiç sevmeyen biri olarak biliyorduk. Onun bu tavırları dini değil tamamen siyasi düşüncesiyle alakalıydı. Şahsen bizleri tanımasa da Cemaatimizi çok iyi tanıyordu. Bizlerin de Cemaat mensubu olduğumuzu ve İslami endişelerden başka bir gayemizin olmadığını anlaması için hiçbir neden yoktu.

Namazdan sonra İmam’a ‘Seyda eğer uygun görürseniz Ramazan ayı boyunca teravihlerden sonra bizlere (cami cemaatine) vaaz ve nasihatlerde bulunsanız, Resulullah aleyhisselatu vesselam’ın hayatını anlatsanız memnun oluruz’ dedik. İmam çok soğuk ve olumsuz bir cevap verdi. Genç yaşımızın verdiği heyecanla talebimizde ısrar ettik. Sonunda ‘Eğer sizler bizlere sohbet etmeyecekseniz biz

35

Page 36: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

kendi aramızda Caminin manevi havasından faydalanmak için sohbet ederiz’ dedik. İmam niyetimizin farklı olduğunu, talebimizin Allah rızası için olmadığını söyleyerek cami cemaatinin aleyhimize tavır takınmalarına sebebiyet verdi. Bizden yana tavır takınan bir kişi bile çıkmadı. Ne İmam’ı ne de Cami cemaatini ikna edebildik. Israrla dışarı çıkmamızı, kapıyı kilitleyeceğini söylüyordu. Bu şekilde 10–15 dakikalık münakaşadan sonra dağıldık. Her gece geleceğimizi söylemeye de ihmal etmedik.

Sonraki akşam, aynı vakit, yine camideydik. Önceki gece yaşanalar tekrar etti. Bu defa biraz sert oldu. Çünkü İmam’ın ithamlarına sert cevap vermekten kendimizi alamıyorduk. Üçüncü gece yine cemideydik. Allaha’u Teâlâ camiye gidiş–gelişleri bizlere sevimli kılmıştı. İftarlarımızı açıp cami yoluna koyulmak anlatılmaz bir haz veriyordu. İmam ve cami cemaatinin itham ve iftiralarını Allah’a havale ediyorduk. Allah (cc) niyetimizi en iyi bilendi.

Mahallenin yeni gündemi bizdik. O zamanlar ‘Sofik’ ve ‘Humeynici’ halk arasında meşhur kimliklerimizdi. Artık cami cemaatine yeni katılımlar oluyordu. Yeni gelenler Komünist Ögrüt’e mensup olduklarını bildiğimiz bazı gençlerdi. İşin sonunda bizlere fiili bir saldırı olacağını çok iyi biliyordu. Hatta saldırı sonrasındaki hal–u kevnimiz ile ilgili latifelerde bulunuyorduk. Artık İmam’dan sohbet talebimiz de kalmamıştı. Yani herkes gibi namazımızı kılıp dağılıyorduk. Dolayısıyla bundan sonra rahatsızlık duydukları tek şey camideki varlığımızdı.

Komünist örgüt ‘ün yönlendirmesiyle yapılan iftira ve ithamlara alışmıştık. Ancak bu akşam, İmam hiç tahmin edemeyeceğimiz bir ithamda bulundu. Caminin aydınlatma için kullanılan bir piknik tüpü varmış ve önceki akşam biz camiden ayrıldıktan sonra kaybolduğu anlaşılmış. Her ne kadar küçük dillerimizi yutmadıysak da hayretler içinde kaldığımızı çok iyi hatırlıyorum. Ve tahminlerimizin gerçekleştiği gece gelmişti. O akşam İmam dâhil bütün cami cemaatinde bir olağan dışılık olduğu hemen fark ediliyordu. Saflara dâhil olan oruçsuz–namazsız gençler vardı. Bakışlarından kin ve nefret okunuyordu. Bütün dikkatlerini bize vermişlerdi. Abdestli olmadıklarından şüphe etmek kesinlikle sui–zan olmazdı. Teravihlerin yavaş yavaş sonuna geliniyordu. Buna paralel olarak içeri giriş–çıkışlar artıyor, dışarıdan uğultular duyuluyordu. Sevgi gösterisinde bulunmak için beklemediklerini ve ellerinde üstümüze atmak için gül tutmadıklarını çok iyi biliyorduk. İmamın her selamıyla heyecan biraz daha artıyordu. Zira her şey, olacağına varmak için İmam’ın vitir namazının son rekat selamını vermesini bekliyordu. Zamanın bizim için mi yoksa dışarıda bizi bekleyenler için mi hızla akıp gittiğini hatırlamıyorum ama çok iyi hatırladığım bir şey var ki, o da Allaha’u Teala’nın hepimizin kalbine sekine indirdiğidir. O anda Allah’ın murakebesinde ve korumasında olduğumuzu çok iyi hissediyorduk.

Nihayet beklenen an geldi. Selamdan hemen sonra içeri giren 40 yaşlarında, 1, 80 boylarında, pos bıyıklarından dudakları görünmeyen biri içeri girip bir yandan sağa–sola bakıp bizleri tanımaya çalışıyordu bir yandan da İmam’a hitaben ‘Seyda

36

Page 37: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

hani onlar nerededir?’ diye soruyordu. (onun bu sözleri gelişen hadisede ve bizler için tertiplenenlerde İmam’ın rolünü ortaya koyuyordu). Arkasından, görevlerini yapmaya hazır gençler teker teker içeri sükûn etmeye başladılar. İçeride bir şey yapmaya niyetli olmadıkları anlaşıldı. Organizatörlük görevi yaptığı anlaşılan pos bıyıklı şahıs etrafındaki gençlere bizi dışarı çıkarmaları talimatını verdi. Bu arada her kafadan bir ses çıkıyordu. Lehimize tek laf eden bir Allah’ın kulu yoktu. 40 yaşlarındaki adam çok bilmiş bir edayla, kim olduğumuzu ve gerçek niyetimizin ne olduğunu cami cemaatine kendince tahlil ediyordu. Bu arada bizler de kapıya doğru iteleniyorduk. Cami’nin kapısı ile bahçenin kapısı ters istikametteydi. Doğal olarak avlunun da dışına çıkabilmemiz için biraz daha gayret gösterip itelemeleri lazımdı. Bu görevi yerine getirenlerin işi gittikçe kolaylaşıyordu, zira asıl kuvvet dışarıda bekliyordu. Kimler yoktu ki! Gençler, kadınlar, çocuklar, deliler… Sonradan bizzat o mahallenin delilerden birinin (Deli Cafer–Cafero) dediğine göre bizleri dövmeleri karşılığında kendisine bir kundura vaat edilmişti. Nihayet avludan da çıkarılmış sokaktaydık.

Artık görev, ellerinde sopa, demir, çubuk, taş ve sair taşıyan genç ve çocuklara aitti. Dört bir yandan üzerimize çullandılar. Kalabalığın içinde adeta kaybolmuştuk. Yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu, kaçmaktan başka.

Her birimizi 15–20 kişi kovaladı. O mahallede oturan 1–2 arkadaşımızın dışında dövülmekten kurtulanımız olmadı.

Ana cadde tarafına doğru kaçan arkadaşlarımızdan birinin, o esnada içinde bulunduğu acıklı duruma rağmen takındığı tavır bize çok manidar gelmişti. Arkadaşımız, etrafını saranlar tarafından ölesiye dövülürken polis gelir. Caniler soğukkanlılıkla biraz geri çekililer. Polis onları adeta görmezden gelir. Ve işin garip tarafı arkadaşımıza suçlu muamelesinde bulunurlar. Failler bulundukları yerden polis ile arkadaşımız arasında geçen diyalogu izlemektedirler. Muhtemelen de yarın halk arasında yayacakları yalanın senaryosunu kafalarında şekillendiriyorlardı: ‘Polis adına çalışıyorlar, polis gelip onları elimizden kurtardı vs. ‘ Muhtemel iftiralarını bertaraf eder miydi? bilmiyordu ama yediği onca dayağın üstüne polisin de dayak ve işkencesini göze alarak arkadaşımız o anda aklına gelen planını uygulamaya sokar:

“Alçaklar! Karşıda duranlar beni dövüyor, onları yakalayıp cezalandıracağınıza bana suçlu muamelesi yapıyorsunuz!” diyerek polise çıkışır. Bir amacı da polisin kendisini dövmesini sağlamaktı. Ve orada o bahtsız güruhun gözleri önünde Polisler kardeşimize şiddetli kaba dayak atarlar.

Camiden iyice uzaklaşmıştık. Alman köprüsü yakınlarında tevafukan arkadaşımızın çoğuyla buluştuk. Çoğu kan–revan içindeydi ve herkes zar–zor yürüyebiliyorduk…”

Alika CamiîBu camiye de bazı Cemaat fertleri gidiyordu. Farz namaz ve teravih

sünnetlerinin kılınmasından sonra yarım saat veya 45 dakika kalıp Resulullah

37

Page 38: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

aleyhisselatu vesselam’ın hayatını anlatıyorlardı. Tabiî ki ilk önce İmam’dan sohbet etmesini talep etmişlerdi. Ancak İmam bazı gerekçelerle kendisi yapmamış, istiyorsanız siz kendi aranızda yapabilirsiniz, demişti. İlk günler sohbet çok bereketli geçmiş, namaza gelen mahalle gençleri yoğun bir teveccühle iştirak etmişlerdi. Bu gelişmeleri hazmedemeyen Komünist Parti müsaade etmemesi için İmamı tehdit etti. Ardından çevrede propaganda ve psikolojik hâkimiyetiyle durumu tersine çevirdi. Diğer camilerde olduğu gibi camiye yığdığı namazsız–oruçsuz insanlarıyla Hizbullah gençlerini dövdüler. O akşam Cami İmamı münakaşanın yaşandığı anda camiden gitmişti. Ve olan ondan sonra olmuştu. Sonra ki yıllarda İmam, yaşanan bu olaydan dolayı vicdan azabı çektiğini söylüyordu. Diyordu; “Çünkü o gençleri orada terk etmeseydim onları dövmeyeceklerdi. Orada olmam buna engel olurdu. Bir bakıma o genç yaşlarında İslam için hizmet eden gençleri, Resulullah aleyhisselatu vesselam’ın hayatını anlatan o mübarek gençleri onların eline terk etmiştim. Sonra onların dövüldüğünü duyduğumda çok üzülmüştüm. “

O gece yaralanan biri (M. B) ailesine yaralarından bahsetmez. Ama gece yatarken ağrıların verdiği şiddetten gayri ihtiyari uykuda inler. Annesi durumu fark eder. Hasta olduğundan şüphelenir. Ama üzerinden yorganı kaldırdığında vücudunda yara ve morarmalar görür. Sonra bu durumu bir arkadaşının annesine anlatır. İşte böyle! Hizbullah fertleri başka sıkıntılar oluşmasın diye bütün sıkıntılarını Allah rızası için gizler ve dışarıya vermezlerdi. Yani Ondan (cc) başkasının bilmesi de önemli değildi.

Bu İş Burada BitmezRamazan ayının ilk haftasında yaşanan olaylar havayı iyice gerginleştirdi. İki

camide, Cemaat fertlerine linç girişimi ve kanlarının dökülmesinin ardından bir karar vermek gerekiyordu. Bunun için bu camilere gidenlerin görüşleri alındı ve onlarla istişare edildi. Gelişen bu hadiselerden sonra ne yapmak gerekir? Hepsi de; zalimlerin baskılarının amacı, İslami dava ile camiler arasına engel koymaktır. İslami dava cami merkezlidir. Bundan dolayı ne pahasına olursa olsun devam etmek gerekir, dediler.

Komünist örgüt, halkı topyekun cemaat aleyhine döndürüp üzerine sevketmek istiyordu. Böylece İslami dava boğulacak hesabı yapıyorlardı. İki camide bunu başarmıştı. Diğer camilerde de benzer olayların tekrar etmesi, durumu daha da ağırlaştıracaktı Cemaat açısından. Bu yüzden aynı olayların tekrar etmesi ihtimali yüksek olan camilere gitmeme kararı alındı. Bu bütünüyle, sohbet programından vazgeçmek değildi. Merkezi yerlerde olan camilere devam edildi. Cemaat Rehberi bu günlerde Nusaybin’de bulunuyor, gelişmeleri yakından takip ediyordu. Alınan karar gereği ileriki satırlarda anlatacağımız camilerde okunan Cemaat mesajından sonra ve nispeten sükunet hasıl olduktan sonra Cemaat Rehberi Nusaybin’den ayrıldı.

38

Page 39: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Cemaat, camilerde Hizbullahilere yapılanları karşılıksız bırakmak istemiyordu. Ama Ramazan ayında bir olayın çıkmasını da istemiyordu. Fakat yaptıkları vahşeti mesajsız bırakmadı. Gidilmekten vazgeçilen camilerde artık gitmemenin nedeni belirtilmeliydi. Ta ki, gitmemenin, bir korkunun eseri olmadığı anlaşılsın.

Her gece kalabalık topluluk halinde bu camilerde hazır bulunuldu. Gruplar halinde camide toplanıp fazla beklenilmeden mesaj okundu. İlk gece Şeyh Muhammed Camii’ne gidildi. Komünist Örgüt’ün olası silahlı saldırısına karşı tedbir de alınmıştı. Sadece farz namazı kılıp teravihleri beklemeden camiden dağılmak da tedbirin bir parçasıydı. Mesaj yazılı metin olarak hazırlanmıştı. Önceki gecelerde yapılanların ne kadar zalimce olduğu hatırlatılacaktı. Mesajı okuyacak kişi de özenle seçilmişti. Gür sakallı, tok sesi ve fiziğiyle göz dolduran biri (M).

Namaz kılınıp tesbihat ve sünnet namazlarından sonra mesajı okuyacak kişi herkesin yakına gelmesini söyler Hizbullah fertlerinin bir kısmı tedbir amacıyla cami avlusunda kimileri de sokakta bekledi. Euzu besmeleden sonra:

“Hamd, bizleri Müslümanlardan kılan, İslam’ın nurlu yoluna hidayet eden, bizi zalimlerden değil de mazlumlardan yana kılan, Hizbulahi bilinci kazandırıp asrın çirkinlerinden koruyan Rahman, Rahim, Kahhar ve Cebbar olan Allah’a mahsustur.

Salat ve selam, insanlığın rehberi, Müslümanların önderi, mücahitlerin komutanı, masumların hamisi, hidayet Rehberi Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselam’a, ehline, ashabına ve İslam için mücadele edip kafirlerden hesap soran Müslümanların üzerine olsun.

“Allah’ın mescidlerinde O’nun isminin anılmasını engelleyen ve bunların yıkılmasına çaba harcayandan daha zalim kim olabilir? Onların (durumu) içlerine korkarak girmekten başkası değildir. Onlar için dünyada bir aşağılanma, ahirette büyük bir azap vardır. “(Bakara 114)

Camiler, Müslümanların toplanıp İslam’ı anlattıkları, ilim tahsil ettikleri, Kur’an’ı öğrenip–öğrettikleri, ibadet ettikleri, ümmetin sorunlarını görüştüğü, cihad kararları aldıkları hatta devlet işlerini gördükleri mekânlardır. Müslümanlar camilerden uzaklaştıkları andan itibaren zillete uğrarlar. Bugün içerisinde bulunduğumuz acınası halin temelinde camilerimizden gafil olmamız yatıyor.

Bizler, Allah’ın ‘aranızda iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir CEMAAT bulunsun’ emriyle yola çıkmış bir CEMAAT’iz. İslam’dan başka bir gayemiz yoktur. Allah’ın emirlerini yaşayıp yaşatmaktan öte hedefimiz olmadı. Şu gördüğünüz gençlerin Hz. Peygamberin sünnetini takip etmekten, Kur’an ahkamını ihya etmekten, Allah’ın rızasına kavuşmaktan başka amaçları yoktur. Allah’a yemin olsun ki, bu gençlerin değerini bilmezseniz, onları hor görüp dışlarsanız ve bundan dolayı Yüce Allah (cc) onları aranızdan çekip alırsa yarın–öbür gün başınızı vurursunuz. Yaptıklarınıza yanmakla kalmayıp zillet çukurunda boğulur gidersiniz.

Ramazan’da gecelerimizi ihya etmek için camilerde sohbet yapmak istedik. Üzülerek ifade etmeliyiz ki buna engel olanların başında bazı İmamlar geldi. Oysa

39

Page 40: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

onların ön ayak olması gerekiyordu. Vaaz vermek, Müslüman halkı uyarmak asli vazifeleri iken bunu yapmadılar. Bazı imamlar yapmak şöyle dursun yapmak isteyenlere de engel oldular. Böylece Hizbullahi gençlere saldırıların gerçekleşmesine neden oldular. Burada Hizbullahi gençler, taşlandı, dövüldü, hakarete uğradı. Belki tehdit edildiniz, korkutuldunuz ve can güvenliğiniz yoktu. O korkuyla bunları yaptınız. Yalnız şunu unutmayın bunlar, zalimlerin Müslüman kanı dökmesine gerekçe olamaz.

Camiler bizimdir. Gerekirse hepimiz cami yolunda ölürüz. Camilerde bunu kardeşlerimize yapanlar cahildirler. İnanıyoruz ki eğer idrak etseydiler böyle bir şeye girişmezdiler. Bu menfur hadiseye korkudan tehditle karışanlara dua edeceğiz. Kardeşlerimizi döven cahillere Resulullah aleyhisselatu vesselam’ın Taif dönüşünde Cebrail aleyhisselam’a verdiği cevabı veriyoruz; “Onlar cahildirler. Umulur ki çocukları Müslüman olur…”

Ama! Allah’a yemin ederim ki yapılanları zalimlerin hesabına yazacağız. Bu iş kesinlikle burada bitmeyecektir. İslam’a ve Müslümanlara savaş açmış dinsizlere asla boyun eğmeyeceğiz. Tarihin hiçbir döneminde Müslümanlara saldıranlar iflah olmamışlardır. Bunlarda olmayacaklar. Zillet altında yaşamaktansa izzetle ölümü tercih ederiz. Eğer şu ana kadar saldırılara karşılık vermediysek, bu, güçsüz olduğumuzdan değil fitne çıkmasını istemeyişimizdendir. Bıçak kemiğe dayanırsa olacaklardan biz sorumlu olmayacağız…”1

Yukarıda yazılanlar, okunan mesajın tıpkı metni değildir. Ancak muhteva olarak benzerdir. Hizbullahi topluluk camiden ayrılmadan önce tüm mahallede yankılanacak şekilde üç tekbir getirdi. Ve hızla gruplar halinde değişik güzergâhlardan dağıldılar.

Aynı mesaj Hizbullahilerin dövüldüğü ve huzursuzluk çıkarılan birkaç camide okundu. Her gece aynı disiplinle bir camiye gidiliyordu. Ancak mesajı okuyan kişiler değişiyordu. Alika Camiî, Köprübaşı Camiî, Devlet Hastanesinin yanındaki cami, Paşa Camii mesajın okunduğu camilerdi.

Bundan sonra, Ramazan ayının sonuna kadar sükûnet hâkim oldu. Diğer camilerde teravihlerden sonra sohbet halkaları devam etti. Komünist parti’nin propagandalarına rağmen merkezi camilerde sohbet halkalarına katılım oluyordu. Ama bu sohbetleri sabote etmek için elinden geleni yaptılar. Bazı camilerde sohbet halkasına katılan Komünist Örgüt sempatizanları, ortamı gerginleştirmek, konuyu saptırmak vb. niyetlerle siyasi sorular ortaya atıyorlardı. Ancak Cemaat fertleri bu konularda hazırlıklıydılar ve sürüklenmeyecek kadar tecrübeliydiler. Soruları makul cevaplarla geçiştirip asıl sohbet konusunun dışına çıkmıyorlardı.

Bazı camilerde sohbet etmek için Cemaat elemanları sabırlı tavırlarını sürdürdüler. İzin vermeyen İmam bu sabırlı tavır karşısında izin vermek durumunda kaldı.

Camiden alıkoyana tahammül edilemezdi!

1 Yeşeren Umutlar, Ö.S. (Basılmamış Eser).40

Page 41: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Komünist Örgüt sempatizanlarının iki camide Hizbullah fertlerini darp ettiği ve birkaç camide de gerginlik çıkardıkları Ramazan ayı, geride kalmış, Bayramdan sonraydı. Cemaat Ramazan ayı içerisinde olumsuzlukların yaşanmasını istemiyordu. Fakat bu şekilde kitle halinde hem de camilerde bu yaptıklarına göz yummayı mümkün görmüyordu.

Şeyh Muhammed Camiî’ndeki korkunç olayın öncüsü maalesef cami İmamı olmuştu. İmam herhangi başka bir endişeden bu tavrı takınmamıştı. Kendisi iyi tanınıyordu. Komünist örgüt sempatizanıydı. Menfur tavrının nedeni siyasi düşüncesiydi. İnsanları tahrik edip kalabalığı Hizbullahi gençlerin üzerine sevk eden oydu. “Bunlar camide huzursuzluk çıkarmaya gelmiş” biçimindeki sözleri ve yüksek sesle seslenmesi ortamı gerginleştirmişti.

İslam için zamanlarını harcayan insanlara bir İmam’ın böyle zorluk çıkarması üzücüydü. Kaldı ki talep ettikleri sohbet başta onun göreviydi. Cemaat yaşanan olayı, müsebbibi İmam bile olsa göz yumulmayacak kadar ciddi buluyordu. Bu sıfatı ona zırh olamaz diyordu.

İmam, akşama doğru çarşıdan Abdulkadir Paşa Mahallesindeki evine doğru giderken Alman Köprüsü yakınlarında sopalarla dövüldü. İnsanları cemaat üzerine sevk edenler hak ettiği karşılığı görmeliydi. İslami çalışmada engel olan ve zarar veren bir İmam bile olsa Cemaat’in kendini koruyacağının ve davada taviz verilmeyeceğinin mesajıydı bu, İnsanların sıfatının bu İslami dava karşısında bir değeri olamazdı. Bu imamın hak ettiği dayağı yemesi halk arasında yankı bulmuştu. Tabiî ki herkes sebebi de, müsebibblerini de iyi biliyordu.

EBABİLLERİN GECESİRamazan ayında teravih namazı için gittikleri camilerde namazdan sonra

İslami sohbet ile Ramazan ayının bereketinden nasiplenmek isteyen ve halkın dinini daha fazla öğrenmesi için gayret gösteren cemaat fertleri birkaç camide dövülüp darp edilmiş, camide kanları dökülmüştü. Onların dövülmesi belli bazı şahısların tahriki ile olmuştu. Camide kanın dökülmesi şüphesiz çok büyük bir cürüm idi. Bunların geçiştirilecek ve hafife alınacak bir yanı olamazdı. Müslümanlarda acziyet gördüklerinde daha da kudurup saldırganlaşmak küfür ahlakının özelliğidir. Cami olaylarının elebaşlarına anladıkları dilden karşılık vermek için Ramazan ayı ve Bayram geçmesi beklendi.

Cami olaylarının elebaşlarından biri kahvehane (kumarhane) işleten bir şahıstı. Çağçağ caddesi üzerinde kahvehane işletiyordu. Evi, Alika Mahallesindeydi. Alika ismi halk arasında kullanılan isimdir. Resmiyette ismi Abdulkadir Paşa Mahallesi olan mahallenin bir bölümüdür. Kahvehanesinde oyun oynayan serserileri tahrik edip arkasına takarak camiyi basıp Cemaat fertlerinin kanlarının dökülmesinde başrol oynamıştı. Elebaşı şahıslara ders vermek herkese iyi bir mesaj olacaktı. Aynı mahallede dövülmesi ise işe ayrı bir ciddiyet veriyordu. Aralarında Selman’ın da bulunduğu birkaç genç, adamı gece saat 12’ye doğru işyerini kapatıp eve gideceği vakte kadar takip altına aldılar. Gecenin sessizliğinde

41

Page 42: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

tenha sokaklara dalıp evine doğru gitti. Hizbullahi gençler onu aralarına alıp kaçmasına da fırsat vermeden sopalarla ona hak ettiği dersi verdiler. Sırada diğer mücrimler vardı.

“Bu İş Burada Bitmez” Denilmişti!Ramazan ayında Cemaat fertlerine cami içinde saldıran ve kanlarını döken

mücrimlerin elebaşlarından biri de Şakıro idi. Çağ çağ Caddesi üzerinde camiye yakın Motosiklet tamirciliği yaptığı iş yeri vardı.

Saldırganların içinde bizzat kendisi de vardı. Ramazan ayı geçmiş, Bayram’dan sonraydı. Bu mücrim de hak ettiğini bulacaktı. İş yeri ve evinin bulunduğu mahallede bir şey yapmak riskliydi. Onun için Hizbullahi gençler bir plan uygulayıp onu Mardin’e bir tamir işi için çağırdılar. Bunlardan biri de Muhammed Ata idi.

Mardin’de Şakıro’ya telefon açtılar. Motosikletimiz arıza yapmış gel tamir et, dediler. O da bir şey sormadan motosikletine atlayıp Mardin’in yolunu tuttu. Gittiği yerde hak edeceği şekilde şiddetli bir dayaktan geçirerek hastanelik ettiler. Aslında yaptıklarının büyüklüğü daha fazlasını icab ediyordu. O ve onun gibilerinin akılları başlarına gelir de Camilerde yaptıklarının bedelinin karşılıksız olmadığını anlamalarına kafi gelir diye bu kadarıyla yetinildi.

SELMAN’IN ACISI HALA TAZE19 Ekim 1991 günü gelen bir kaza haberi kalplere kor ateş düşürdü.

Midyat’tan Nusaybin’e gelen yolcu minibüsü şarampole yuvarlanmış ölü ve yaralılar vardı. Ölüler arasında gayretkeş mü’min Selman Akbaş da vardı. Yanındaki arkadaşı ise ağır yaralanmıştı. Fedakârlığıyla Müslümanlara örnek olan Selman’ın bu ayrılığı çok zor gelmişti. Özellikle öğrenciler ve gençler çok müteessir olmuşlardı. Hala da hatırası capcanlıdır. Selman’ın naşı Haccac Mezarlığına (60’lı yıllarda Nusaybin yakınlarında Ege taraflarından Hacc’a giden bir otobüs kaza yapmış ve birçok kişi vefat etmişti. Dönemin ulaşım problemlerinden dolayı bunların naaşları defnedildi. O zamandan beri halk bu mezarlığa Haccac (hacılar) Mezarlığı adını verdi) defnedildi. Bölgenin yakın yerlerinden Hizbullahiler akın akın taziyesine geldiler. Taziye günlerce sürdü. Bölgenin her tarafından dava mensuplarının gelmesi Komünist örgüt’ün dikkatini çekmişti. Aslında Cemaat fertlerinin birbirine bu bağlılığı ve vaazlarda ön plana çıkan ‘şehadet aşkı’ onların gözünü açsaydı belki daha basiretli düşünebilirlerdi. Çünkü bu topluluk hiçbir güce boyun eğmeyeceklerini her halleriyle ortaya koyuyor, ilan ediyorlardı. Tabloyu iyi etüd edemediler ve kısa süre (bir buçuk ay) sonra patlak verecek gelişmeleri ısrarla tırmandırdılar.

Selman 18 yaşındaydı. Nusaybin Lisesinde üçüncü sınıfta okuldan uzaklaştırma cezası verilmişti. Eğitimine devam etmek için Midyat lisesine kaydını yaptırmıştı. Midyat’ta M. Said Bozkurt (21 Şubat 1992’de İdil’de şehid edildi) ile aynı öğrenci evinde kalıyorlardı. Muhammed Said de İdil Lisesinden uzaklaştırma cezası almıştı. Lisedeki kavgaların faturasını cemaat fertlerine kesmişlerdi. Sanki

42

Page 43: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

kavgaların müsebbibi onlarmış gibi. Oysa okulda sadece kendilerini savunuyorlardı. Kavgaların karşı tarafında olanlardan kimse uzaklaştırılmamıştı. Bunun nedeni yöneticilerin siyasi görüşüyle alakalı olmalıydı.

Selman, okulda öğrenci arkadaşlarıyla ilgileniyor, onlara İslami kitaplar vererek okumalarını tavsiye ediyordu. Genç yaşında İslami sorumluluğunun bilincine varmış ve görevini yapma uğraşı veriyordu. Bununla birlikte kendisi de çok okuyordu. Lise’de meydana gelen kavgalarda kahramanca öne atılıyordu. Cesur ve korkusuzdu. Yerinde ve nükteli esprileriyle arkadaşlarının neşe kaynağıydı. Öğrenci evinde kalan genç arkadaşlarının moral kaynağıydı. Sosyal ilişkilerinde girişkendi.

Kalbinde yanan iman ateşinin etkisiyle yerinde duramıyordu. Bir gün iki arkadaşla mezarlık ziyaretine giderler. Onları gören avare ve serseri genç gruptan biri tahrik etmek amacıyla mukaddesata dil uzatıp hakaret eder. Selman ve arkadaşları sabredip tahriklerine kapılmazlar. Akşam olmuştur. Selman yerinde duramaz. Vicdanı yavaş yavaş kendisini rahatsız eder. O alçak haşa Allah’a dil uzattı, biz de seyrettik, bu olacak şey midir? Diye kendi kendini suçlar. Hemen arkadaşının evine giderek, ona da söyler. Hakaret ve küfürlerinin cezasını vermeden rahat edemem, biz nasıl orada ona müdahalede bulunmadık, biz nasıl Müslümanız, der. Arkadaşıyla beraber sopalarını alıp genci ararlar. Onu bulup döverler.

Başka bir anısı da şöyledir. Selman bir dava kardeşinin minibüsüyle Midyat’a gitmişti. Midyat’ta dönüş için yolcu beklerken Selman içerde ön koltuğa gömülmüş gibi oturmuş minibüsün kapılarını açmış, teybin sesini yükseltmişti. O sırada pos bıyıklı iki kişi arabaya yaklaşır, arka koltuğa binerler. Farsça marşların sesinden durumu anlarlar. Selman’ın varlığından habersiz kendi aralarında konuşurlar. ‘Bu minibüs sofiklerindir, plakasını alalım’ derler. Selman diyordu: ‘O esnada onlara eğer plakayı yazacaksanız buyurun kalem verebilirim’ dedim. Bu sözlerim üzerine adamlar renkten renge girdiler, kıpkırmızı oldular. Neredeyse kalp krizi geçireceklerdi’ deyip hep gülerek bu anasını anlatırdı merhum Selman.

Bıra Selman u AtaŞéré erd u welataTırsa dılé kufré bunJı Amedé heta Botan1

ŞEHİD MELE SABRİ’YE KARŞILIK MİXO8 Mayıs 1991’de İdil’de Komünist Örgüt’ün dağ kadrosu elamanları bölgede

tanınmış bir İmam olan Mele Sabri ve hanımı Hayriye’yi şehid ettiler. Komünist örgüt artık silaha başvurarak gücünü tehdit olarak ortaya koyuyordu. Onların öngörüsüne göre birkaç kişi öldürülürse diğerleri ya teslim olur ya da kaçıp bölgeyi terk ederlerdi. Şehidler, Xırabé Şeref köyünde defnedildiler. Çevre il ve ilçelerden gelenlerin oluşturduğu büyük bir kalabalık burada hazır bulunmuştu. Şehid Mele

1 Şehit–2 (Ezgi kaseti), Dengé Ümmeta İslamé.43

Page 44: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Sabri’nin evi İdil’in hemen girişindeydi. Devlet güçleri yolu kapatıp konvoyun ilçeye girmesine izin vermedi. Şehid’in evinde Seyda topluluğa bir konuşma yaptı. Seyda Şehid’in mezarı başında yaptığı konuşmada, Müslümanların şehadet aşığı olduğunu, asla ölümden korkmadıklarını söyledi ve ‘Komünist örgüt, kardeşlerimizin kanını akıtmakla zalimleri sevindirdi hepimiz tek şehid edilsek bile izzetle direneceğiz’ dedi. Ama Komünist örgüt ne konuşmanın mesajını ne de topluluğun mesajını doğru okuyabilme basiretini gösterebildi. TC’ye Karşı başarılarını, gücünün ölçüsü olarak görüyor adeta kendini dev aynasında görüyordu.

Mele Sabri’nin şehid edilmesine misilleme yaklaşık sekiz ay sonra geldi. 3 Aralık 1991’de İdil ilçe merkezinde, Mixo (Mihail Bayru) dükkânında öldürüldü. Mixo Komünist örgütün faal adamlarından biriydi. Hıristiyan oluşunun avantajıyla ara sıra gittiği Avrupa’da ilişkiler geliştiriyor ve önemli görevler yerine getiriyordu. İdil kırsalında köylere gidiyor faaliyetlerde bulunuyordu. Köylerdeki Hizbullah Cemaati sempatizanları onun faaliyetlerine şahit oluyorlardı. Şehir içerisinde Komünist Örgüt’ün ERNK yapılanmasında yer alıyordu.

Hizbullah’ın şehidi Mela (İmam), onların ‘Şehidi’ Fıleh (Hıristiyan). Şimdi Komünist örgüt bir kafiri Müslüman topluma ‘şehid’ olarak takdim ediyordu. Gören gözler için Hizbullah–Komünist örgüt mücadelesinin hakikatini anlamaya bu tablo yeter. Bu hesaplanmış bir tercihti.

Muhammed Ata (Zengin) ve arkadaşı dükkânında Mixo’yu vurduktan sonra kaçarken Polis panzerine rast gelirler. Muhammed Ata ve arkadaşı ara sokağa kaçarlar. Polisin açtığı ateşle önce arkadaşı yaralanır. Arkadaşının yaralandığını görünce geri döner arkadaşını sırtlayarak uzaklaşmaya çalışır. Polislerle çatışmaya girer. Teslim ol! çağrılarına şöyle cevap verir: ‘Siz zalimlere teslim olmaktansa şehadeti tercih ederim. ‘ Kurşunları tükenince demir parçasından ibaret kalan silahını polislerin üzerine fırlatır ve Allah’u Ekber haykırışları arasında şehid olur. Arkadaşına ise yaralı haliyle olmadık işkenceler yaparlar.

Şehid Muhammed Ata: 1972 İdil (Hezex) Zınarex köyü doğumludur. Ailesi 1976 yılında Nusaybin’e taşınır. Nusaybin Meslek Lisesinden mezun oldu. Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Matematik Öğretmenliğini kazanmış ikinci sınıf öğrencisiydi. 1990 yılında motosikletiyle kaza geçirip ayağından yaralandı. Bir süre koltuk değneklerine mahkûm oldu. Evleri Nusaybin Lisesine yakındı. Okulda Hizbullahiler ve Komünist örgüt sempatizanları arasında kavga çıktığını duyunca evde dayanmaz koltuk değnekleriyle okulun önünde beliriverirdi. Meslek lisesinde de aynı durumdu, kavga duyumu alır almaz motosikletiyle anında olay yerinde bitiverirdi.

Okulda yaptığı çalışmalarla birçok öğrencinin dava saflarına katılmasına vesile olmuş oldukça faal biriydi. Okul müdürü ona; okula gelme, söz seni yok yazmaz ve diplomanı sana veririm, diyordu. O, hayır okula geleceğim, diyordu. Müdürün

44

Page 45: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

amacı M. Ata’nın okuldaki İslami çalışmalarını engellemekti. Cesur ve sosyal ilişkilerde oldukça girişken bir insandı.

Dicle üniversitesinde okurken Tıp’ta okuyan arkadaşlarına ‘Ne ben kravat takacağım ne de siz önlük giyeceksiniz. ‘ Bu sözüyle, dava için gelecekte nelerin olabileceğine işaret etmek istiyordu.

Üniversite’de öğrenci iken bir gün geldiği Nusaybin’de annesine şöyle der: ‘Anneciğim! Sen şehid anası mı yoksa öğretmen anası mı olmak istersin. ‘ Annesi ‘Tabi ki şehid anası olmak isterim’ der.

Muhammed Ata, Mixo eylemi için İdil’de bulunduğu evden dışarı çıkarken, arkadaşlarıyla helalleşir ve şöyle der; ‘Benim kanım hak ile batılı birbirinden ayıracaktır. ‘ Ardından vasiyetini yapar; ‘Sakın Kur’an, Sünnet ve Cemaat’ten ayrılmayın kurtuluş bunlardadır. ‘ Gittiği eylemin riskli olduğunu biliyordu.

Yakın bir arkadaşı M. Ata ile ilgili şu anasını anlattı: “PKK ile silahlı mücadelenin başlamasından önce fikri tartışmalar oluyordu. Biz az olduğumuz için onlar çokluklarına güvenerek pervasızca sözler sarf ediyorlardı. Bir gün M. Ata’nın evinin bulunduğu mahallede bir evi ziyarete gittik. Evde bulunanların çoğu Komünist örgüt sempatizanıydı. Bizimle tartışmaya başladılar. Gittikçe tansiyon yükseldi. Neredeyse kavga çıkacaktı. Bu esnada M. Ata, şimdi hatırlamadığım bir nedenden dolayı ayağa kalkınca belindeki silah yere düştü. Silahını alıp tekrar beline koydu. Karşı taraf silahı görünce konuşma üslubunu değiştirip saygılı ve hürmetli konuşmaya başladılar…”

Davanın Kahraman Şehidi: Muhammed AtaAllah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, fakat siz

farkında değilsiniz. (Bakara: 154)Devlet güçleri Şehid Muhammed Ata’nın cenazesini gece yarısı geniş

önlemler alarak Veysiké mezarlığına defnetti. Babası Mele Yusuf dışında kimsenin hazır bulunmasına izin vermedi. Şehadet haberi ertesi gün Nusaybin’de hüzün dalgası yarattı. Özellikle gençler derin hüzünler içindeydiler. Şehidin taziyesi Çağçağ Caddesi üzerindeki babasının evinde yapıldı. Bölgenin her tarafından Hizbullahiler akın akın Nusaybin’e geldiler.

Allah kendilerinden razı olsun. Şehidin babası ve ailesi büyük metanet gösterdiler. Mele Yusuf’un oğlunun şehadeti karşısında övgüye değer tavrı herkesi derinden etkilemişti. “İslam davası böyledir, İslam yolunda öldürülmek de vardır. Batıl davalar uğruna öleceklerine İslam uğruna ölmeleri… Allah şehadetini kabul etsin. “

Taziye evi Komünist örgüt’ün en etkin olduğu mahalledeydi. Sonraki günlerde taziye evi dolup taşıyordu. Caddeyi dolduran kalabalık mezarlığa gidip Muhammed Ata’nın mezarı başında fatiha okuyup şehadet yolunda kararlılıklarını izhar ediyorlardı. Mezarı başında genç bir Hizbullahi’nin yaptığı konuşma, aralıklarla tekbir sesleriyle kesiliyordu. ‘kâfirler ve hainler şunu iyi bilsinler ki

45

Page 46: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

hepimiz öldürülsek de asla davamızdan taviz vermeyeceğiz. ‘ Kalabalık topluluk halinde birkaç kez mezarlığa gidilip konuşma yapıldı.

Taziye evinde de evin balkonundan (A. T) “Şehidin davasına sonuna kadar sadık kalınacağı ve hainlerin cemaati hedef almasıyla hayati hata yaptığı mesajını içeren kısa konuşmasının ardından kalabalık topluluk Allah’u Ekber nidalarıyla mahalleyi titretiyordu. Allah rahmet etsin Şeyh Mele Zeki (Atak) ve diğer âlimler güzel hitabetleriyle taziyeye gelenleri iman, cennet–cehennem, ahirete hazırlık, İslami uyanış, Müslümanların memleketlerinde dinlerine sahip çıkmaları konularında irşad ediyorlardı. Bütün tehlikelerine rağmen Nusaybin’de İmamların çoğu taziyeye geldiler. O zor günlerde bu şekilde Cemaati yalnız bırakmadılar.

Komünist örgüt, Mixo’nun öldürülmesinin ertesi günü İdil’de büyük bir gösteri yaparak güç gösterisinde bulunuyordu. Komünist örgüt Müslüman halka ‘Şehid Mixolar ölmez’ diye bağırtıyordu. Bu komik durum halk arasında konuşulur olmuştu. Bir Hıristiyan kâfirin şehidlikle ne alakası var!’ denilir olmuştu. Doğrusu Komünist örgüt’ün has elemanları dışında kimse bir Hıristiyan öldürülmüş olmasına pek üzülmüyordu. Komünist örgüt halkı zorla İdil’de Mixo’nun yürüyüşüne götürmüştü. Örgüt’ün psikolojik baskısı olmasaydı hiçbir Müslüman Mixo’nun taziyesine gitmezdi. Korku ve kendini gelebilecek zarardan muhafaza etme psikolojisiyle toplanan bu kitleleri Komünist örgüt kendine devasa güç görüyordu. Oysaki fazla değil sadece bir–iki ay sonra güç dengesi sağlanınca cenazelerine bile sahip çıkamayacaklardı.

Muhammed Ata’dan Sonra İlk ŞehidŞehid Ata’nın taziyesi daha devam ediyordu. Komünist örgüt’ün silahlı

çatışmayı Nusaybin’e sıçratıp sıçratmayacağı belli değildi. Cemaat hiçbir yerde ilk saldıran taraf olmama prensibini uyguluyordu. İdil’de Mele Sabri ve Hanımı Hayriye şehid edilmişti. Buna Mixo’nun öldürülmesiyle misilleme yapılmıştı. Bu misillemenin gecikmesi tamamen imkânsızlıklar nedeniyle olduğu belirtiliyordu. İdil küçük bir yer, burada saldırı düzenlemek çok güçtür. Kaç defa denenmişti ama fırsatın ele geçmediği söylendi. Tüm bunların yanında Cemaat oranın dışında bir yerde cevap vermek istememişti.

Şehid Ata’nın Nusaybin’den olması nedeniyle Mixo’nun intikamını Nusaybin’de almaya kalkışmaları beklenirdi. Ama yine de onlar çatışmayı buraya sıçratmadıkları sürece Hizbullahi Cemaat bir şey yapma niyetinde değildi. Doğrusu çatışma başlayınca bir yerle sınırlı tutmak da güçtür. Ama yine de prensibi sonuna kadar uygulama kararlığı vardı.

Vahdeddin ve arkadaşı (A. Ö) taziye evinden çıkıp iki yüz metre kadar ilerideki terminale doğru giderler. ÇUKOBİRLİK hizasına geldiğinde Komünist militanlar arkadan silahlı saldırı düzenlediler. Saldırganlar çevredeki sempatizanların dükkânlarının birinde beklemiş taziye evinden birilerinin geçişlerini bekleyip pusu kurmuşlardı. Vahdeddin olay yerinde şehid olurken arkadaşı yaralı kurtuldu. Vahdeddin silahına davranmaya fırsat bulamamıştı.

46

Page 47: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Böylece Vahdeddin Dil, Muhammed Ata’dan sonra ilk şehid olurken tarih 12 Aralık 1991 gününü gösteriyordu.

Vahdeddin Nusaybin’e bağlı Tılmınaré (Tepeüstü) köyüne götürülüp defnedildi. Defin işleri tamamlanana kadar karanlık basmıştı. Saldırı öğle vaktine yakın yapılmıştı. Aynı günün gecesinde de taziye evine uzun namlulu silahlarla ateş açtılar. Şehid Vahdeddin 20–21 yaşlarında Tılmınar köyü doğumlu, ilkokul mezunu ve bekârdı.

Bir HatıraYaşlı bir ağabey o gün ile ilgili sonraki yıllarda bir anısını anlatıyordu.

Vahedettin şehid olmuş köyde defnedilmişti. Bu anı, o günkü havayı yansıtması bakımından dikkat çekicidir. O gün yeğenim geldi, ‘Amca! Vahededdin’in taziyesine gideceğiz’ dedi. Araba hazırdı. Bindik, yeğenim şöyle diyordu; ‘Şeré me u wan bibîn ji xwe re’ (Onlarla mücadelemizi artık şimdi görün). Ben ise o günkü güç dengesine bakıyor, bu Komünist örgüt hepimizi tek tek öldürecek, diye kendi kendime düşünüyordum. Ben hepimizi öldürecekler diye düşünürken, genç yeğenim, mücadeleyi asıl şimdi görün, diyordu.

Sonraki yıllarda bu yaşlı ağabey bu hatırasını anlatıyor ve Cemaat’in örgüt’e diz çöktürmesi Allah’ın yardımıdır diyordu. Allah rahmet etsin bu fedakâr Müslüman Ali Can 8 Ekim 2005 yılında vefat etti. İslami hizmete çok emeği geçti. Allah rahmet eylesin

Komünist Örgüt’ün Taziye Evine SaldırısıBu eylem onların insani değerlerden tamamen uzak olduklarının

göstergesidir. Düşmanlar arasındaki saldırıların bile bir ahlakı var. Bu saldırı ile Hizbullahi Cemaate karşı topyekûn bir saldırı başlatacaklarını ve ayırım gözetmeksizin silah kullanacaklarını ortaya koyuyorlardı.

İlk günden itibaren evde her türlü saldırıya karşı tedbir alınmıştı. Gece–gündüz evin dört bir yanında sırayla nöbet tutuluyordu. Geceleri damda ayrıca tedbir alınıyordu. Gece saat 10’u geçmişti. Evin önünde cadde üzerinde bekleyen birkaç genç yolun karşı tarafında evler arasında kereste ve direklerin bulunduğu alanda şüpheli bir durum hissederler. Orada bir ışık yanıp söner. Bunu gören biri diğerlerine yolun karşı tarafını işaret eder. Karanlıkta bekleyen komünist militanlar fark edildiklerini anlayıp onlara keleş’lerle ateş açarlar. Aniden karşılık görmeleri büyük bir faciayı önledi. O ana kadar saldırmayıp beklemiş olmaları ve ancak fark edilmeleri üzerine saldırıyı gerçekleştirmeleri, daha büyük bir saldırı hedeflediklerini ortaya koyuyordu. Muhtemelen evde bulunanların dağılmalarını bekliyorlardı. Dağılma anında kalabalığın üzerine ateş açmayı düşünüyorlardı. Şehid Vahdeddin’in defninden sonra köyden dönen kalabalık taziye evinde bulunuyorlardı, henüz dağılmamışlardı. Saldırıda Mahmut Avcı boğazından yaralandı. Kurşun boğazını delip geçmişti. Acilen hastaneye kaldırıldı. Allah’ın yardımıydı ki eğer mermi bir milim daha derine isabet etseydi düşmanların sevineceği sonuç yaşanabilirdi.

47

Page 48: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Öğrenci Evi BaskınıNusaybin Lisesine yakın mahalledeki öğrenci evinde Şehid Orhan ve birkaç

öğrenci kalmaktaydı. Bu öğrenci evi önceki gece silahla taranmıştı. Ertesi gün ise aşağıda okuyacağınız saldırı gerçekleşti. O esnada Orhan hariç diğer öğrenciler bulunmaktaydı.

Öğrenci evi baskını ve gelişmelerin öncesi ve sonrasını mağdur ve mazlumlarından dinliyoruz:

“Kış mevsimiydi. 1991 yılı Aralık ayının ortalarıydı. M. Ata (Zengin) kardeşimizin taziyesi daha devam ediyordu. Bir hafta, 10 gün sonraydı. Abdulkadir Paşa Mahallesindeki öğrenci evimizdeydik. Ev, taziye evinin birkaç sokak aşağısında olup ikinci kattaydı. Ben, Abdulhakim, (İ) ve (L) kalıyorduk. Dördümüz de genç idik. (L)’nin dışında üçümüz Nusaybin Lisesi öğrencileriydik. İkindiden sonraydı. Namazımızı cemaatle kılmış tesbihatlarımızı ifa ediyorduk. Abdulhakim kardeşimiz merdivenlerin önündeki balkon kısmında beklemişti. Abdulhakim ‘ev sahibi 2–3 genç ile beraber geliyor’ diye haber verdi. Abdulhakim önlerinde ev sahibini görünce şüphelenmemiş. Kapının önüne gelince de aniden kafasına silah dayamışlardı. Abdulhakim ‘ev sahibi’ deyince, konuşmak için gelmiştir, diye düşündük. Odadan çıkınca dört silahlı adamla karşılaştık. Birisi Abdulhakim’in başına MP–5 otomatik silahı dayamıştı. Namlular bize yöneltmiş elleri tetikteydi. Üzerimde tabanca vardı, ancak davranma fırsatını kaçırmıştık. Gaflet göstermiştik, gençliğimizin verdiği tecrübesizlik de vardı. Bunun yanında böyle bir eylemi de şahsen beklemiyordum. M. Ata kardeşimiz İdil’de şehid olmuştu. Ama Nusaybin’de silahlı çatışma başlamamıştı. Tecrübesizliği yaşıyorduk. Ama neticesi ne olursa kolsun asla taviz vermeyecektik, vermedik. Şimdilik belimde taşıdığım silahın kıymeti kalmamıştı.

Gündüz vaktiydi, Kalaşnikof ve MP–5 otomatik silahlarla dört militan. Muhtemelen tedbir olarak bazıları da dışarıda beklemişti. Yüzlerini gizlemeye bile gerek görmemişlerdi. Grubun amiri konumundaki kişi kendini tanıtmayı ihmal etmedi; “Ben İdrisé Hopé (Bunların ailesi bu şekilde Hopé’ye nispetle tanınıyor. Kendini böyle tanıtması da Komünist örgüt’ün o zamanlar kendine ne kadar güvendiğinin de göstergesiydi). Niye Hizbullah’a katıldınız, gücümüzün farkında değil miydiniz? Sizi öyle bir şekilde öldüreceğiz ki ibret olursunuz. İbrahim Hoca nerededir? Başka isimler de sayarak nerede olduklarını sordular. “ Bu arada, Komünist örgütün kişilik modeline uygun ahlaksız küfür ve hakaretler ediyorlardı. Küfürlerle beraber tekmeler de savuruyorlardı. Hakaretlerine sessiz kalmadık. Ecel bize tetiği dokunmak kadar yakındı. Ölüm ve hayat arasındaki bu anda “Sizden korkumuz yok, öldürüyorsanız, öldürün…” onurlu duruşu o anda bize bahşettiği için Allah’a hamd olsun. Ben şahsen bizi öldüreceklerinden emin değildim. Zira güç gösterisi yapma havasındaydılar. Mesaj vermek, korkutmak istiyorlardı. Elebaşları şöyle diyordu; “Arkadaşlarınıza söyleyin bize karşı gelmekten sakınsınlar. Kurdistan’ı onlara zindan edeceğiz…” Bu sözlerle amaçlarının güç gösterisi olduğu

48

Page 49: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

anlaşılıyordu. Bu ana kadar henüz üzerimizi aramış değillerdi. Birisi üzerimizi aradı. Tabancayı belimden aldı. Silahı görünce paniklediler. Üzerimi arayan kişinin rengi atmıştı. Birisi ‘bunlar çocuk değil tabanca taşıyorlar!’ diye bağırdı. Diğer bir arkadaşın üstünde komando bıçağı buldular.

İdrisé Hopé, niye taşıyorsun?, diye sordu. “Bunun bir değil bin sebebi var. Daha dün gece evimiz otomatik silahlarla tarandı. Hayatım risk ve tehlikededir. Kendimi korumak için taşıyorum” dedim. İdriso; ‘Peki koruyabildin mi?’ ben de; ‘Bu şekilde geleceğinizi bilseydim kullanırdım. Ev sahibinin kardeş veya oğullarısınız diye karışmadık. Çünkü 2–3 saat önce eve sahibi gelmiş, evi boşaltmamız konusunda tartışmıştık. ‘

Bir militana ‘yorgan, döşek, kitap ne varsa toplayın’ diye emretti. Tüm eşyaları odaya topladılar. İdriso ayaklarıyla Kur’an–ı Kerim’e bastı. Pencereyi kapattılar. Eşyaları ateşe verdiler. Ateş alevleninceye kadar odada kaldılar. Sizi diri diri yakacağız, deyip odanın kapısını üzerimize kapattılar. Ateş tam alevlendi. Sokağa bakan pencereyi açtık. Sokaktaki militan namluyu pencereye doğrulttu. Açarsanız ateş ederim, dedi.

Gerçekten Allah’ın yardımıydı ki yerdeki kilimlerimiz yaş ve ıslaktı. Odayı su basmıştı. Kilimlerimiz ıslanmışlardı, kaldırmıştık, ıslak bekliyorlardı. Islak halleriyle ateşin üzerine atınca çok şükür ateş hemen sönmüştü. İçeri duman dolmuştu. Pencereyi açtık, militanlar gitmişti ama 40–50 kişilik bir kalabalık bizi seyrediyordu. Kapı ile biraz uğraşınca açabildik. Ateşi de tamamen söndürmüştük. Çevrede maç seyreder gibi olayı seyreden topluluğa haykırdım:

“Şu anda bir film izler gibi izleyişinize pişman olacaksınız. Öncelikle ev sahibine söyleyeceğim tek şey var. Bunun hesabını vereceksin. Bizim bu zalimlere boyun eğmeyeceğimizi de göreceksiniz. Bu işi onlar başlattı. Ama biz boyun eğmeyeceğiz…”

Hadiseden çok etkilenmiştik. Öfkemiz artmıştı. Hamd olsun, hiçbirimiz taviz vermedik. Sonradan tahminlerini sorduğumda arkadaşlar, kesin öldürecekler, diye kendilerini ölüme hazırladıklarını söylediler. Kimliklerimizi de alıp gitmişlerdi. Ama elhamdulillah kimliksiz kalmamıştık. Hatta o ‘sün’i’ kimliklerden kurtulmuştuk. Şimdi hakiki kimliğimiz, Hizbullahi kimliğimizle baş başa kalmıştık…”

49

Page 50: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

O gün Komünist örgütün şehid etmediği Abdulhakim Tan’ı1 10 yıl sonra, 7 Temmuz 2001’de Diyarbakır’da 6 saat süren uzun bir çatışmanın ardından polis şehid edecekti. Yani sonraki yıllarda Komünist örgütün Cemaati tasfiye edemediklerini, beceremediklerini görünce onlar yapmaya koyulacaktı. Manzara bunu ortaya koyuyor.

Nusaybin’de İlk Karşılık“…(O zaman) Muhakkak Allah’a kavuşacaklarınıumanlar (şöyle) dediler: “Nice küçük topluluk, dahaÇok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir. “ (Bakara: 249)Vahdeddin’i şehid etmeleri, aynı gece taziye evini hedef almaları ve

öğrencilerin kaldığı evi basıp ateşe vermelerinin ardından ciddi bir darbe yemedikleri takdirde daha da azgınlaşarak Cemaat’in üzerine gelecekleri ortadaydı. Akılları gözlerinde olanlara anladıkları dilden cevap vermekten başka çare kalmıyordu. Ama onların da çoğu elemanı piyasadan çekilmiş ortalıkta artık görünmez olmuştu. Tanınmadıklarını sananlardan bazıları ise ortalıkta görünüyordu.

1 Şehid Abdulhakim Tan: 1975’te doğdu. Babası Nusaybin’de tanınan alimlerinden Mele Muhammed’dir. Abdulhakim küçüklüğünden İslami bir terbiye ile büyümüş, babasından Arapça medrese kitaplarının bazıların okumuştu.

Abdulhakim lise yıllarında dava saflarına katılmıştı. Öğrenci evine örgüt baskınından kısa bir müddet sonra ailesi tarafından Gümüşhane’ye gönderildi. Orada Lise’ye kaydoldu. İkinci dönemi orada okudu.

Gümüşhane’de iken dava kardeşlerinin Nusaybin’de şehid düştüklerini duyduğunda dayanamadı ve mücadele saflarına koştu. O, tehlikeden kaçan değil, İslam için tehlikeye koşan mü’minlerden idi. Bunu mücadele cephesine koşarak ispat etmişti. 1995 yılına kadar kaldığı Nusaybin’de İslam davası için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı. Camide çok sayıda çocuğa Kur’an-ı Kerim dersi verdi.

1995 Mart ayında Polis–hain işbirliği ile Cemaat’e yönelik başlatılan tutuklama kampanyasından kurtularak Karacadağ köylerine gitti. Köylerde yıllarca kaldı. Medrese eğitimi aldığından kaldığı köylerde imamlık yaptı. İslami hizmet konusunda üzerine düşeni yaptı.

Abdulhakim çok yumuşak ahlaklıydı. Cemaat’in emirlerine itaatkardı. Daima güler yüzlü ve kaldığı arkadaşlarıyla uyumluydu. Şehadetinden önce evlenmek için hazırlıklar yapmışsa da nasip olmadı.7 Temmuz 2001’de Diyarbakır Bağlar’da kaldığı evin etrafı polis tarafından sarıldı. 6 süren çatışma sonunda şehid olarak bu dünyadan ayrılırken dava kardeşlerini derin acılar içinde bıraktı. Naaşı Nasaybin’de Haccac Mezarlığına defnedildi.50

Page 51: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Evine giderken sorumlu düzeydeki militan kadrolarından Xéro1 vuruldu. Örgüt onun cenazesinde büyük bir kalabalık topladı. Güç gösterisi yaptı. Ancak bu ilk ve son olacaktı. Bundan sonra cenazelerinde küçük bir gruptan başka toplanan kimse olmayacaktı. Artık halk daha temkinli davranıyordu.

Xéro’nun vurulmasıyla bir şok yaşıyorlardı. Çünkü böyle tepeden bir darbe beklemiyor ve onun tanınmadığını sanıyorlardı. Oysa onunla ilgili bilgiler daha önceden Cemaat’ın elinde vardı. Xéro’nun Kur’an dersi verdiği için komşusu Fahri İmamı dövmesi ve sarf ettiği sözler onun İslam’a tahammülsüzlüğünü ortaya koyuyordu. Komünist örgüt’ün gerçek çehresini yansıtan bu olayı tarihe not düşmek gerekir. Şimdi tarihi biraz geri alıp notumuzu düşelim:

Tarihe Düşülmesi Gereken Bir NotBölgemizin tarihinde aşağıda bahsedeceğimiz olayın benzerini bulmak

mümkün değil. Bu olay onların düşünce ve kimliklerini çok net ortaya koyuyor. İslam düşmanlarının varlığı Hakk–Batıl mücadele tabiatına uygundur. Ancak burada şunu belirtmekte yarar görüyorum. İslam’a düşman kişilikler güç ve kuvvet kazanınca vahşileşiyorlar. Güç ve kuvvetten yoksun oldukları zaman onları çok masum sanırsınız. Ama güç kazandılar mı perdeledikleri düşüncelerini uygulamaya koyularak adeta vahşileşiyorlar. Tarihte bu tür karakterlere çok rastlanır. Ama özellikle TC’nin tarihinde bunlara daha fazla rastlanır.

Nusaybin’de (genel olarak bölgemizde) İslami duyarlılığı olan ve Kur’an–ı Kerim dersi verme salahiyeti olan birçok insan mahallesinde komşu çocuklarına Kur’an dersi verir. Bu önemli bir hizmettir. Yeni Turan Mahallesinde komşu çocuklarına Kur’an dersi veren fahri bir imam (Mele N) vardı. 1990 yılında 30–40’a yakın çocuk ders ondan alıyordu. Xéro adlı Komünist örgüt mensubu bu İmam’ın komşusuydu. Xéro, Komünist örgüt felsefesiyle yoğrulup İslam’a ve Müslümanlara karşı ‘vahşileşen’ kişiliklerden biridir. Ki çocuklara Kur’an dersinin verilmesine tahammül etmeyip, ders verildiği esnada içeri dalarak İmam’ı dövmüştü. Yaşlı adamı feci şekilde darp etmiş bu arada çocukların da gözünü korkutup onları dağıtmıştı. Xéro İmam’ı dövüp çocukları dağıtırken Komünist örgüt’ün fermanını da duyurmuştu. ‘Bundan böyle Parti, Kurdistan’da Kur’an dersini yasaklamıştır. ‘ Bu ifade kelimesi kelimesine o gün kullandığı kelimelerdir. Herhalde kendisi aldığı bu talimatın gereğini yerine getirmek için hareket geçmişti. Yani Komünist örgüt’ün gücünü arkasında görüp vahşileşmişti. Kur’an dersine olan bu kini, hep Cumhuriyet tarihinden okuyoruz. Onlar da 1923’ten önce ‘masum’ idiler. Güç kazanınca Xéro’nun bugün yaptığını yapmışlardır. Onların varisleri de halen aynı yolu takip etmektedirler. Demek ki Xéro zihniyeti onları 70–80 yıl geriden takip ediyordu. Örgüt için çalıştığı bilindiğinden mahallede kimse onun bu yaptığına ses çıkarmamıştı.

1 Asıl ismi Hayrettin’dir. Kürtçe dil yapısında uzun isimler kısaltılarak biraz farklı kullanılır. Xéro Hayrettin isminin kısaltılmış formu günlük dilde kullanılan yapısıdır.

51

Page 52: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Bahsi geçen fahri imam’ın (Allah ondan razı olsun) Cemaatle organik hiçbir bağı yoktu. Ama elbette manevi bağ vardı. Kur’an’a hizmet aradaki en önemli bağ idi. Bu Kur’an hizmetkarı imam’a duydukları kinin hiçbir siyasi yönü yoktu. Dolayısıyla, Cemaat’e ve Cemaat mensuplarına duydukları kin siyasi değil tamamen düşünseldi denilebilir. Çünkü bunun imam’a duydukları kin ile hiçbir farkı yoktu. Xéro’nun, Nusaybin’de başlayan silahlı çatışmada kiniyle ölen ilk sorumlu kadro olması şaşırtıcı değil.

En Çetin SavaşSilahlı çatışmanın patlak vermesiyle elbette ki en büyük sıkıntıyı genç

Hizbullahilerin aileleri yaşadı. O zamana kadar düşman özellikle gençleri davadan ve Cemaat’ten koparmak için aileler üzerinde maddi–manevi büyük bir baskı oluşturmuştu. Silahların konuşmasıyla beraber birçok Hizbullahi genç evlerinden ayrılmak zorunda kaldı. Çünkü bu zor günlerde cemaat ve İslam davası için daha fazla fedakârlık yapmak gerektiğine inanıyorlardı. Düşmana karşı Bunyan–ı Marsus gibi kenetlenme vaktiydi. Yoksa azılı düşmana karşı durmak mümkün olmayacaktı.

Aileler, anne–babalar, evlatlarının peşine düştüler. Anne–babalar tanıdıkları cemaat mensuplarının evlerine tek tek gidiyor, kimi yerlerde tatsız tartışmalar oluyordu. Adeta sokak sokak dolaşarak evlatlarını arıyorlardı. Bu, ortalığı kasıp kavuran komünist örgütün zulümleri, katliamları, tehditleri karşısında evlatlarını öldürülmekten kurtarmak için annelik ve babalık şefkatinden kaynaklanıyordu elbette. Ama onlar, genç Hizbullahilerin kalbine düşen ve zalime ve zulme boyun eğmeyi reddeden iman ateşini anlayamıyorlardı. Gençlerin evlerinde kalmamaları bir zorunluluk olmuştu. Çünkü güvenlikleri kalmamıştı. Bu şekilde fertlere gelecek zarar önlenmiş oluyordu. Bütün cemaat fertlerinin adeta evlerine hapsoldukları bu zor süreçte bazı gençlerin aileleriyle yaşadıkları hal ve başlarından geçenler insanlık tarihinin en acıklı sahneleri arasında yerini almıştır.

Babası, Cemal’i yakalamış, evde zincirle bağlamıştı. Yaklaşık 10 gün bu şekilde evde bağlı tutuldu. Hatta tuvalete giderken bile zincirlerin çözülmediği anlatıldığında yürekler burkuldu. Cemal bir yolunu bulup evden kaçmayı başardı. Dava kardeşleri İslam düşmanları tarafından şehid edilirken iman, bağlı kalmaya dayanamaz, dayanmamalıdır. Cemal yakındaki bir Müslümanın evine telefon açar. “Gece kapıyı kapatmayın, geliyorum” der. Kendisi: “Uykuya daldım. Kapıyı açık bırakın dediğim saat geçecekti. Ben uykuda iken beyaz elbiseli ve beyaz sakallı bir zat uykuda bana “kalk oğlum, bir yere gidecektin, gecikme” dedi. Kalkıp saatime baktığımda randevu saatim gelmişti” diyordu. Cemal evden kurtulma planı geliştirmiştir. Sokaklarda gerektiğinden bir dakika dahi fazla kalmak tehlikelidir. Çünkü karanlık bastı mı sokaklar ölüm sessizliğine bürünür, ölüm pusuya yatardı. Cemal karanlık sokağın içinden süzülerek açık bırakılan kapıdan bahçeye girivermişti. Fakat ev zindanından kurtulduktan birkaç gün sonra bu kez TC zindanına düşüverdi. Babası Cemal’in silahını saklamıştı. Cemal yerini bilmiyordu,

52

Page 53: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

fakat babasına ait silahın yerini biliyordu. Evden ayrılırken kendi silahını karşılık onunkini almıştı.

(M)’nin hikâyesi ise çok daha içler acısıydı. O da babası tarafından eve götürülmüş, ayakları zincirle bağlanmıştı. Aynı gün içerisinde ayaklarındaki zincirle tuvalete gider. Tuvalette gevşek olan zincirden bir ayağını kurtarır ve diğer ayak bileğine dolandırır. Tuvaletten çıkar çıkmaz ikinci katın balkonundan aşağı atlar. Koşarak Şeyh Kadri’nin evine gider. Sokakta yalın ayak koşmuştur. Babası, annesi peşine düşerler. (M. ) avluda bir köşede beklemektedir. Babası, Şeyh Kadri ile “oğlum buraya gelmiş” diye tartışmaktadır. Bu sırada avluda fark edilir. Duvarı atlayarak tekrar koşmaya başlar. Babası peşinde sokaklarda kovalamaca başlar. (M. ) nefes nefese kalır, yorulur. Açık bulduğu kapılardan içeri girer, biraz dinlenip fark edilince tekrar koşmaya başlar. Kovalamaca bazen sokakta bazen de damların üzerinde devam eder. Yalın ayakla ve ayaklarından birine bağlı zincirle uzun bir kovalamacadan sonra izini kaybettirip bir dava kardeşinin evine gider. Ayakları yara bere, toz–toprak içinde kalmıştır.

İşte böyle bir bağlılık sürdüğü müddetçe hiçbir güç ve kuvvet İslam davasını bu topraklardan söküp atamaz. Bunlar gibi, genç dava fertlerinin yaşadıkları sayısız örnekler vardır. Bunların bazı örneklerini daha önce de zikretmiştik.

Babası tarafından evde zincirle bağlanan genç Hizbullahilerden biri de Ş’dir. O da bir süre evde bağlı kalıyor. Annesine, çabuk kilidi açın yoksa ben açarım, der. Kilidin sağlam olduğuna güvenerek annesi onun sözlerine aldırış etmez. Annesi bir an ayrılınca sanki ellerinde zincir değil de eldiven varmış gibi, hiç uğraşmadan eldiven çıkarır gibi çözüyor. Ve mücadele saflarına dava kardeşlerine kavuşuyordu. Sonraki yıllarda hadiseyi anlatan annesi, zincirlerin çözülmesi apaçık bir keramettir, diyordu.

Bire BeşSilahlı eylemleri başlatmalarının ardından hedef alacakları ilk evlerden biri de

İbrahim Hoca’nın evi olacağı ortadaydı. Aralık 1991’de gece İbrahim Hoca’nın evine birkaç bomba atıldı. Damın üzerine düşen patlamıştı. Onların bu eylemine hemen şiddetli misilleme yapıldı. Misillemenin şiddetli ve fazlasıyla yapılması onları daha fazla ileri gitmemeleri ve caydırması içindi. Komünist partinin önemli isimlerinden üçünün evine, aile efradına zarar vermeyecek tarzda bomba atıldı. Bunlardan biri H. Hoca’nın evi değeri (A) nın evi idi. (A), komünist partiye iletmesi için Cemaat’in mesajının verildiği iki kişiden biriydi.

Bir şiddetli misilleme de başka bir gece oluyordu. Bundan önceki gece Hacı Musa’nın evine saldırı gerçekleştirmişlerdi. Bu gece, önceki gecenin cevabı oluyordu. Hiçbir gece Nusaybin’de bu kadar kurşun atılmamıştı. Komünist partinin en etkin olduğu Abdulkadir Paşa mahallesinde tespit edilen 5 evlerine aynı anda saldırı yapılmıştı. Evlerin damlarında bulunan çalı çırpı arasına yangın bombası atılmıştı. Çıkan yangın her taraftan görülüyordu. Misillemenin bu kadar şiddetli

53

Page 54: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

ortaya konulmasının nedeni komünist partiyi muhasebeye sevk etmek ve Cemaate saldırmaktan caydırmaktı.

Aynı gece, o vakitte Cemal Uçar, 1 (MS) ve (A) ile arabayla bir yerlere giderlerken Fevzi paşa karakolu önünde devlet güçleri tarafından durdurulurlar. Arabanın içerisinde yerde bir şarjör, polisin gözüne takılır. Doğal olarak silahı isterler şarjörü saklamışlardı. Bulunduğu yerden düştüğü fark etmemişlerdi. Silahı Cemal Uçar üstlenir. Karakola götürülüp ifadeleri alınır. Cemal tutuklanıp cezaevine konulur. Silah taşımadan yaklaşık bir ay Nusaybin cezaevinde kaldı.

Hizbullahçıların lideri öldürüldü!

1 Cemal Uçar: Yıllar sonra 24 Kasım 1999’da Diyarbakır E Tipi Cezaevinde davasının kurbanı olarak hayata veda etti. Devlet ise olayı intihar olarak kayıtlara geçirdi. Katilleri, onu 45 gün kaçırıp, resmi kayıtlara geçirmeyen ve vahşice işkenceli sorgudan geçirenlerdi.Cemal Uçar, 1973’te Nusaybin’e bağlı Harbé köyünde doğdu. Harbé Ömerya bölgesi köylerinden biridir. Cemal ilkokul, ortaokul ve liseyi yüksek başarılarla Nusaybin’de bitirdi. 1992’de girdiği Üniversite sınavlarında Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesine girmeye hak kazandı. Ancak mezun olmadan tahsilini yarıda bırakmak zorunda kaldı.Nusaybin lisesinde okurken 1988’de cemaate katıldı. Kısa sürede büyük gelişme kat ederek öğrenciler arasında İslamî çalışmaların faal bir ferdi olur. Bu genç yaşında hayatını İslamî hizmete vakfeder. Faaliyetlerinden dolayı Nusaybin Lisesinde komünist örgüt sempatizanlarının hedefi haline gelir. Tehdit, yol kesme vb baskılara maruz kalır. Komünist örgüt ailesini tehdit edince çok büyük sıkıntılar yaşar. Babası ve yakın akrabalarının baskılarına maruz kalır. Bazen dövülmüş, bazen hakaretlere maruz kalmış bazen de evde hapsedilmiştir. Birkaç kez evden ayrılarak kesin tavrını koyunca ailesinin ricalarıyla tekrar evine dönmüştür. Babası, maddi olarak varlıklıydı. Kendisi evin büyük çocuğu olduğundan tüm işlerle kendisi ilgilenirdi. Yaz tatillerinde genelde zamanı kendilerine ait tarlada çalışmakla geçerdi. 1991 yılına gelindiğinde artık dünya işlerini dava hizmetlerine engel teşkil etmekten çıkardı.1991 yılından itibaren cemaat rehberinin yakınında yer aldı. Cemal İdil’de Mixo’nun vurulması için M. Ata ile İdil’e gitmişti. M. Ata’nın şehadetinden sonra cemaat rehberi onu tekrar Nusaybin’e gönderir. Nusaybin’de bir ay cezaevinde kalıp çıktıktan bir müddet sonra Batman’a gider, bir müddet cemaat rehberiyle birlikte kalır, Dicle Üniversite’sini kazandıktan sonra İslamî hizmetlerine Diyarbakır’da devam eder.Diyarbakır’da ortaöğretim öğrencileri üzerinde çalışmaların içinde yer alır. 1993’te gözaltına alınır. TEM’de işkenceli sorgudan geçirilir. Ancak polise hiçbir bilgi vermez. Bir suç unsuru bulunmadığından savcılıkta serbest bırakılır. 1995 yılında evlenir. Bu dönemde polis tarafından aranır duruma düştüğünden yüksek tahsilini yarıda bırakmak zorunda kalır.En yakın dava kardeşinin kaleminden şehidin şahsiyet: Cemal çok mütevazı bir şahsiyetti. Tevazusunu her davranışında sergiliyordu. Çok utangaç bir yapısı vardı. 54

Page 55: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Muhammed Ata’nın şehadetinden sonra başlayan süreçte Komünist örgüt’ün saldırı ihtimallerine karşı alınan tedbirlerden biri de resmi görevli cemaat fertlerine yönelikti. Memur olanlara, mümkünse istifa etmeleri veya uzun süreli izin almaları söylendi. Bu günlerde İbrahim Hoca da izne ayrılma işlemleri için uğraşıyordu. İbrahim Hoca’nın evi ile görevli olduğu Edip Mungan İlkokulu arasında 50 metre kadar mesafe ancak vardı. Evinden okul rahatlıkla görülüyordu. İki dava kardeşi okula gidiş gelişlerinde ona eşlik ederlerdi. O da bugün–yarın izne ayrılırım, diyordu. Zaten çoğu gün göreve gitmiyordu.

Yıl 1992. Ocak ayının 6. günü. Öğleye doğru öğrencilerin dağılma vakti. İbrahim Hoca biraz erken ayrılmış. Demek ki takdir gelince bütün tedbirler iptal olur. O’na eşlik edecek iki Müslüman da okuldan ayrılma anını yakalayamadı. İbrahim Hoca minik öğrenciler arasında sokağa çıkınca kapının hemen önünde silahlı saldırıya uğradı. Karşı sokağın köşesinde bekleyen üç saldırgan (birinin kadın olduğu söylendi) üzerine ateş ederler. Hoca silahı çeker, sadece bir el ateş etme imkânı bulur. İslam’ın hizmetinde geçirdiği 40 yaşına yakın ömründe ruhunu orada Rahman’a teslim eder. Saldırıda minik bir kız öğrencisi de hayatını kaybeder.

Aynı gün İbrahim Hoca’nın naşı Şeyh Reşid Camii’nde yıkanıp kefenlendi. Namazı kılındı ve büyük üzüntü ve gözyaşları arasında Haccac Mezarlığında defnedildi. Nihayet İbrahim Hoca yıllarca özlediği şehadete ulaşmıştı. O, arzuladığı mertebeye kavuştuğu için mutluydu. Ama sadece Nusaybin’de değil tüm bölgede Hizbullah fertlerinin gönlüne kor ateş düşürmüştü.

Zalimlerin sevincine de diyecek yoktu. Komünist örgüt eleman ve sempatizanlarının yaşadığı sevinci anlatmaya şu sözler yeter. Hiçbir siyasi konum verilmeyen, sıradan vatandaş telakki edilen biri, bir cemaat ferdini yanında ve

Bununla birlikte yerinde espriler yapıp hazır cevaptı. Çok zeki, cesur, iş bitirici ve çok iyi bir teşkilatçıydı. Babasının tüm servetini elinin tersiyle itmesi fedakârlığını anlatmaya kâfidir. Şehid, çok itaatkârdı. Kendisine “falan yere git, ötesine gitme” denildiğinde gider, ötesine kesinlikle geçmezdi. Çünkü geçmeyi itaatsizlik addederdi.

Polis, itirafçı Aziz Tunç’un verdiği bilgiler doğrultusunda önce kayınbabasının kim olduğu bilgisine ulaşmıştı ve takibe almışlardı. 1999’da ailesiyle beraber Edirne’den Diyarbakır’a dönerken polis tarafından önce Diyarbakır girişinde kaçırılmaya çalışılır. Kendisi takip edildiğini fark eder. Ailesini eve bıraktıktan sonra evden uzaklaşmak ister. Polis tarafından sokakta alınarak bilinmeyen bir yere götürülür. 45 gün kendisinden haber alınamaz. Polis böyle bir şahsın ellerinde olduğunu reddetti. Kaçırmakta kullanılan polis arabasının plakası tutulmuştu. Sonunda dönemin emniyet müdürü Gaffar Okkan, Cemal’in gözaltına alındığını kabul etti. Cemal’e vahşice işkencelerde bulunmuşlardı. Cezaevine bırakıldıktan sonra da işkenceye devam etmişlerdi.

Şehid Cemal, iki çocuk babasıydı. Cenazesi Nusaybin’e götürülüp Haccac Mezarlığına defnedildi.

55

Page 56: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

onun Hizbullahi olduğunu bildiği halde, babasına hitaben hiç çekinmeden şöyle der: “Hacı dayı! Bugün bizim bayramımızdır. Çünkü Hizbullahçıların lideri öldürüldü!”

Dava kardeşleri Şehid Hoca’nın kanını yerde bırakmadılar. Örgüt mensuplarından bazıları silahlı saldırıya uğradılar. Komünist örgüt sempatizanları bir cenaze töreni için mezarlıkta iken bir cenaze de Nusaybin dışından gelir. Bunların, Hoca’nın şehid edilmesine cemaatin misillemesi olduğu halk arasında konuşuluyordu.

Bu dönemde Nusaybin dışındaki başka yerlerde kimi Nusaybinliler silahlı saldırı sonucu öldürüldüler. Cenazeleri Nusaybin’e getirildiler. Edinilen bilgilere göre bu eylemlerle “Cemaat isterse çatışmaları bölgenin her tarafına yayma kudretine sahiptir. Cemaat Kürdistan’da bir güçtür. Her yerde karşı koyma gücüne sahiptir. Bu güç sadece Nusaybin veya benzeri yerlerle sınırlı değildir” mesajı veriliyordu.

ŞEHİD İBRAHİM HOCA (KIZMAZ)İbrahim Hoca 1952–(54)’de Gercüş’e bağlı Kelehé (Akburç) köyünde doğdu.

İlkokulu yatılı olarak Gercüş’te okudu. Ergani Öğretmen Lisesini kazandı. İlkokul öğretmeni olduktan sonra ilk görev yeri Muş idi. Muş’ta 1–2 sene görev yaptıktan sonra tayinini Nusaybin’e aldırdı. Nusaybin’e bağlı Tılmınaré (Tepeüstü) köyünde öğretmenlik yaptı. İbrahim Hoca daha Ergani Öğretmen Lisesinde okurken İslami düşünce kazanmıştı. Öğretmen olmasının verdiği birikim ile gittiği her yerde İslami çalışmalarını resmi görevinin önüne alıyordu. O, kendini İslam’a hizmete adamıştı. Çalışmaları da hemen semeresini veriyordu. Tılmınaré’yi o yörede İslami mücadelenin merkezi konumuna getirmişti. Çalışmalarını sadece bulunduğu köyle sınırlandırmıyor, çevre köylere de el atıyordu. Mücadele arkadaşlarıyla çevre köylere Müslüman halk ile ilişki kurmaya ve onlara İslam’ı anlatmaya giderdi. Bir gün Hoca, bazı dava kardeşleriyle Duruca köyüne tebliğ için giderler. Dönmeye yakın vakitte Komünist militanların yolda pusu kurdukları haberi gelir. Ev sahibi gece kalmaları için ısrar eder. Ancak İbrahim Hoca: “Biz geri döneceğiz ta ki bizim Allah’tan başka kimseden korkmadığımızı bilsinler” der. Gece karanlığında tedbirli ve dikkatlice Tılmınaré’ye dönerler. Bir tehlikeyle karşılaşmazlar. O dönemde yörede Komünist örgüt KUK, KAWA ve PKK etkin idi. Hoca’nın İslami faaliyetlerinden rahatsız olurlar. Hoca, bu yüzden köylere giderken silahlı tedbirini alarak giderdi. Komünist örgütler Hoca’yı tehdit ederler. Ama Hoca tehditlerine kulak asmadan çevre köylere İslami tebliğ için gitmeyi ihmal etmedi. Hoca’ya suikast tertiplerler. Ancak eylemi yapacak militanlar Devlet tarafından yapılan bir operasyonda yakalandıkları için amaçlarına ulaşamadılar. Militanlar ifadelerinde örgüt tarafından İbrahim Hoca’yı öldürmekle görevlendirildiklerini söylemişlerdi.

Bir gün Komünist bir örgüt mensubu, Hoca’dan haraç ister. Hoca: “Size para vereceğim, o paralarla kurşun alıp mazlum halka sıkın. Size verecek param yoktur”

56

Page 57: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

der. Militan ona 24 saat mühlet verip “yoksa kefenini hazırla” deyine; Hoca: “Eğer beni öldürmezsen, senden şerefsiz yine sensin” der.

İbrahim Hoca Nusaybin ilçe merkezinde de İslami faaliyetlerin öncüsüdür. Çoğu vakit Nusaybin’dedir. Kültürel faaliyetlerde çok aktif olup ilim ve ahlakıyla da kendini herkese kabul ettirmiştir. 1984’de yerel seçimlerde bağımsız belediye başkan adayı oldu, kazanamadı. Adaylık için öğretmenlikten istifa etmişti. İki yıl sonra tekrar öğretmenlik görevine başladı. Bu dönemde M. Salih ağabeyle birlikte kuru gıda toptancılığı “Kölge Toptancılık” dükkânını açarlar. Öğretmen olarak Nusaybin ilçe merkezinde Cumhuriyet İlkokulu, Yavuz Selim İlkokulu ve Edip Mungan İlköğretim okullarında sınıf öğretmenliği yaptı. Öğretmen boşluğu nedeniyle kısa bir dönem Nusaybin Lisesinde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerine girdi. Ancak Hoca’nın “İslamcı” kimliğinden rahatsız olan bazı yetkililerin bu görevi sürdürmesine mani oldukları söylendi sonradan. Hoca, her seviyeden öğrencileriyle rahat diyalog kurup etkileyebiliyordu. Tatil günleri sık sık gezi programları düzenleyerek gençleri pikniğe götürür, onlarla ilgilenir sohbet ederdi. Davanın aktif gençleri de bu tür gezi programları düzenliyorlardı. Bu gezilerle hem tebliğ vazifelerini yapıyorlardı hem kardeşliklerini pekiştiriyorlardı.

1987’de Kölge Toptancılık dükkânını kapatıp Sakarya Caddesi üzerinde Düşünce Kitap–Kırtasiye’yi açarlar. Maksat bütün mesainin İslami hizmete verilmesidir. Düşünce kitap evi önceden de vardı. Ama bu yeni yerinde artık bütün mesai bu işe veriliyordu. İbrahim Hoca, Düşünce kitap kırtasiye’de davanın diğer değerli şahsiyetleriyle beraber özellikle gençler ve öğrencilerle iyi diyalog kurma imkânı buldular.

İbrahim Hoca’nın 1980’den önce de cemaat rehberi ile tanışıklığı vardır. 1980 askeri darbesinden sonraki cemaatleşme ve İslami faaliyetlerde öncü şahsiyetlerden biridir. O dönemde Ankara’dan gelip Batman’a yerleşen cemaat rehberi ile yakın diyalog ve ilişki içindedir. Sık sık Batman’a gider görüştürdü.

Hoca, Saddam’ın Güney Kürdistan’da (Irak Kürdistan’ı) gerçekleştirdiği Enfal katliamları ve özellikle Halepçe’de kimyasal silah kullanmasının ardından memleketimize iltica eden mazlum halka yardım için uğraş verdi. Bu mazlum insanların dertleriyle dertlendi. Yardım için esnaftan gıda ve giyecek toplanmasında öncülük etti.

İbrahim Hoca, ilimde geniş pay sahibiydi. Mükemmel bir ikna kabiliyetine sahipti. Her konuda, ilmi ve mantıki delillerle muhataplarını ikna edebiliyordu. İkna olmayan ise en azından itiraz noktası bulamıyordu.

Bir gün, kardeşinin komünist olduğundan şikâyet eden bir Müslümana, kardeşini yanıma gönder, der. Hoca onunla konuşur, bu inkârcı şahıs, Hoca’nın yanından İslami bir şuurla ayrılır.

İbrahim Hoca, klasik medrese ilimlerinden de kendini mahrum bırakmamıştı. Tılmınaré’de öğretmen iken Mele Şerif’in yanında Arapça ilimlerini belli bir yere kadar okumuştu. Nusaybin’de iken camilerde imamların yanında okuyan medrese

57

Page 58: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

talebelerini (fâqi) sık sık ziyaret ederdi. Cemaatin gelirlerinin bir kısmını camilerde okuyan bu talebelerin ihtiyaçları için imamlara verirdi. Bu yönüyle tüm imamlarla çok sıcak ilişkileri vardı. Hepsinin de Hoca’ya itimadı tamdı.

İbrahim Hoca geniş İslami ilminin yanında şair bir şahsiyetti de. Yazdığı birçok şiirleri vardır. Şiirlerini ana dili Kürtçe ile yazardı. Yazdığı eserleri kendi sesiyle kasetlere doldururdu. Misafirlerine şiirlerini okuyup beğenilerine sunmaktan haz alırdı. Hoca, şairliğini de davası için bir vasıta olarak kullanırdı. Şiirlerinde mana ve edebiyatı mezcederdi.

İslami faaliyetlerinden dolayı her dönemde İslam düşmanlarının hedefi olmuştu, İbrahim Hoca. Ama hiçbir zaman İslam düşmanlarının tehditlerini önemsemedi; hatta tehditlerini yüzlerine vurarak açık açık onlara meydan okudu. Nusaybin’de 1979 yılında, ilçede cinayetleriyle namdar PKK militanı ve aynı zamanda köylüleri olan (E. K) İbrahim Hoca ve M. Salih ağabeyi bir eve çağırarak Komünist örgüt’ün tehdit mesajını iletir. Militan, örgüt adına “bu işleri bırakacaksınız, yoksa. . . “ diyordu. İbrahim Hoca ise onun yakasından tutarak “elinizden geleni yapın. Yapmayanın. . . “ diyerek sert bir cevap verir. İbrahim Hoca o kadar sinirlenir ki titremektedir. Araya girip onu İbrahim Hoca’nın ellerinden kurtarırlar.

İbrahim Hoca, evli ve bir çocuk babasıydı. İlk eşinden uzun yıllar çocuğu olmamıştı. İkinci evliliğinden bir kızı olmuştu. Şehadetinden sonra doğan erkek çocuğu ise dünyaya gözlerini açamadı.

İbrahim Hoca çok mütevazı bir şahsiyet idi. Hem maddi olarak mütevazı yaşadı hem de ahlaken mütevazılığı ile herkesin takdirini kazanmıştı. 1980 öncesiyle ilgili bir anısını anlatırdı: “Komünistlerin tehditlerine karşı kendimizi korumak için tabanca almıştım. Artık kendime güvenim artmış, istedikleri kadar gelsinler, diyordum. Evimin önünde domates, patlıcan vs. ekmiştim. Akşam vaktiydi, bahçeyi suluyordum. Ben bu dalgınlıkta iken aniden önümdeki hışırtıdan panikleyip sıçradım. Elimdeki silah düşmüştü. Meğerki bir kedi imiş, atlamış. Demek ki bir saldırı olsaydı silahın hiçbir kıymet–i harbiyesi olmayacaktı. Çünkü heyecandan silah bile aklıma gelmemişti. Demek ki hakiki güç ve güven kaynağı Allah’tır, imandır. Bu maddi araçlar hakiki güç değildir. . . “

İbrahim Hoca bu mizansen anısıyla aslında muhatabına çok değerli dersler ve tembihler sunuyordu. Bununla birlikte o anda yaşadığı acziyeti de sıkılmadan mütevazice anlatıyordu. Tüm güzel hasletleriyle beraber İbrahim Hoca ibadetlerine çok düşkündü. Sürekli gece namazı kıldığına ve hüngür hüngür ağladığına babası şahit olmuştur. Allah’a tevekkülü tamdı. En büyük arzusu şehadetti.

Bir Müslüman, İbrahim Hoca ile ilgili şu anısını anlattı. “Belirli gecelerde İbrahim Hoca’ya gidiyorduk. Hoca bize sohbet ediyordu. Bir gün mürid bir arkadaşımı da sohbete götürdüm. Mürid arkadaşımız İslami meseleler hakkında soru üstüne soru sordu. Hoca her sorusunu detaylıca cevaplandırıyordu. Mürid

58

Page 59: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

arkadaşımız bazı konularda Hoca ile tartışmaya giriyordu ve üslubu da yumuşak değildi. Ama İbrahim Hoca o yumuşak tavrından hiçbir şey kaybetmeden rahat bir edayla sorularına gereken delilleri getiriyordu. Bir baktık ki sabah ezanı okunmaya başladı. Mürid arkadaşımız sabah namazından sonra da sorularına devam etti. Ta ki kahvaltı vaktine kadar. Kahvaltı yapıp evden ayrıldık. İbrahim Hoca, sabaha kadar bıkmadan ve yumuşak ve güler yüzlülüğünden bir şey kaybetmeden mürid arkadaşımızın sorularına cevap vermişti. “

Başka bir cemaat ferdi şöyle demektedir: “Bazen Hoca ile beraber tebliğe giderdik. Bu ziyaretlerimiz bazen kışın ortası, yağmurlu ve karanlık gecelerde dağ köylerine olurdu. Çoğu sefer karanlıkta yolumuzu şaşırırdık. Eğer Allah’ın yardımı olmasaydı, bırak düşmanları, köylerin köpekleri ve vahşi hayvanlar bizi sağ bırakmazdı. “

BABA KATİL EVLAD MAKTULTarih bunun benzeri başka bir olayı kaydetmiş midir, bilmiyorum. Belki ben

şu anda cansız harflerle sizlere aktaracağım ve siz bu satırları okuyacaksınız. Ama siz sadece okuyacaksınız! Cemaat fertleri ise yaşadılar, teneffüs ettiler, gördüler ve bir “baba”nın öz evladını gözünü kırpmadan katledişini gördüler ve yaşadılar. Komünist örgüt’ün fikirlerini benimseyen bir “baba”nın İslami cemaatle ilişkisi olduğundan dolayı öz evladını katledişinin hikâyesini okuyacaksınız. Bu bir “baba” portresidir. Bu kitapta bu portrenin tam tersi, kendini çocuklarına feda eden hakiki bir baba portresi daha okuyacaksınız. Evlatlarının fikirlerini paylaşmayan iki baba. Biri evladını katleden; diğeri evlatlarına kendini feda eden bir baba. Sizin belki okuyarak gözyaşı döküp hissedeceğiniz duyguları, dava fertleri İslami mücadelenin gerçekleri olarak yaşadılar. Nusaybin’de ve çevresinde İslami mücadelenin öncü hizmetkârlarından İbrahim hoca’nın şehadeti üzerinden iki gün geçmişti. Gönüller yaralı, acı had safhada. Taziye evine acılı bir haber geldi. Ali şehid edilmişti. İslam’a hizmet etme yolunu seçen, İslam düşmanlarına boyun eğmeme izzetini seçenlerin şehid olmasında bir garabet olamazdı. Çünkü şehadet yolunu seçmişlerdi. Şehadete gülümseyerek ve kahramanca gitmeleri, ayrılıkta teselli veriyordu. Ama Ali’nin bu mazlumiyeti…

8 Ocak 1992. Ali her günkü gibi eve gitmişti. Babası Şakıro (Şakir Karakaş) cemaat ile irtibatını hemen kesmesini ister. Bu da yetmez, oğlunun Hizbullahi olmasından dolayı Komünist örgüt nezdinde güya sarsılan itibarını da düzeltmesini istiyordu. Bunun için de gerekirse dağa bile çıkması gerekiyordu. Daha önce de babasıyla tartışmaları olmuştu. Ama şöyle böyle geçiştirmişti. Salonda ayakkabılarını çıkarmış, henüz rafa yerleştirmek üzeredir. Babasının sinirli hali belki yatışır veya yatışana kadar en iyisi evden dışarı çıkmak, diye düşünmüştü. Şakıro ise elleri bile titremeden peşpeşe tabancanın tetiğine dokunmuştu. Annesinin gözleri önünde bir baba evladının kanına giriyordu.

Ali’nin şehadeti tam Komünist örgüt’ün aradığı propaganda malzemesiydi. Çok gariptir; dünyanın hiçbir yerinde, bir babanın oğlunu öldürmesi hadisesini,

59

Page 60: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

siyasi ve psikolojik savaş malzemesi yapacak bir örgüt bulmak mümkün değildir; Komünist örgüt’ten başka. Şakıro komünist zihniyetin “halk kahramanı” ilan edilmişti. Başkalarının da oğullarını cemaat’ten koparmalarını ya da Şakıro gibi kendi elleriyle öldürmelerini istiyorlardı!! Bu öyle bir dönemdi ki şurada burada patlayan silahlar bu savaşın sadece küçük bir kısmıydı. Sanırım görünmeyen çetin savaş ise zihinlerdeydi. Sessiz ama çok çetin ve ağır bir savaş…

Ve cemaat fertleri öyle çaresizlikler yaşıyorlardı ki kardeşlerinin cenaze ve taziyesinde bile bulunamıyorlar. Şehid Ali Haccac mezarlığına defnedildi. Babası tutuklanıp cezaevine konuldu. Evlat katili baba birkaç sene cezaevinde kalacaktı.

ŞEHİD ALİ KARAKAŞŞehid Ali 1974 doğumluydu. 18 yaşındaydı. Mahalle arkadaşının vasıtasıyla

namaza başlamış, cemaati tanımıştı. Kendi anlatımına göre, dağa çıkma hazırlığını yapıyordu. O günlerde kendisine yapılan İslami tebliğden etkilenip Cemaat saflarına katılarak dağa çıkmaktan vazgeçmişti.

Liseyi ikinci sınıfa kadar okumuş, terk etmişti. Küçüklüğünden beri mahalle arkadaşları arasında “belalı” bir karakter ortaya koymuştu. Son dönemlerde kendini çok kitap okumaya vermişti. Şehadetinden önceki aylarda diğer bazı genç dava kardeşleri gibi evden ayrılmayı istiyor, babasıyla yaşadığı sorunlardan dolayı eve gitmemek için izin istiyordu. En son Şehid İbrahim Hoca’nın taziyesine gelmişti.

Şehid Ali’nin babası iki evliydi. Üvey kardeşleri Komünist örgüt’ün aktif elemanlarıydılar. Şakıro tamamen inançsız bir insandı. Belki “ismen Müslüman” bile demek mümkün değildi. Allah–ahiret günü inancı yoktu. “Öbür dünyadan kim gelip haber vermiş ki?” diyebilen bir insandı. 1

Şehid Ali de şehidler kervanındaki yerini şu mısralarla aldı: Ali şina tarixéyeKuştiyé desté bavéyeAli bé bav u bé déyeBiçuké şehida Ali2

Kerbelai’nin ŞehadetiŞehadet kervanı, Ocak 1992’de, Şehid Ali’den bir hafta sonra bir mü’mini

daha mücadele saflarından alıp götürdü. Bir taziye bitmeden bir diğeri başlıyordu. O gün hava güneşliydi. M. Salih Kavak, 65 yaşlarında bir mü’mindi. Evinin önünde güneşlenmek için oturmuş, yanında bir komşusu da vardı. Kucağında ise bir torunu vardı. Komünist bir militan MP–5 silahla üzerine ateş açtı. M. Salih aldığı

1 Şakıro cezaevinde 6 sene kaldıktan sonra öldürüldü. 1998’de cezası az kaldığından cezaevinden izinli olarak çıkabiliyordu. Bayram izniyle gittiği Nusaybin’de kızı (Şehid Ali’nin öz kız kardeşi) tarafından öldürüldü. Babayı evladın ve evladı babanın kanını dökmeye sevk eden zihniyet utansın. Gerçekten söylenecek söz bulmak çok zor.2 Şehit–2 (Ezgi kaseti), Dengé Ümmeta İslamé.60

Page 61: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

kurşunlarla şehid oldu. Kucağında oturan küçük torunu ise, Allah’ın takdiriyle yara almadı.

Vakit yetmediğinden şehidin defni ertesi güne kaldı. O gece sabaha kadar kendisi için Kur’an–ı Kerim okundu ve dua edildi. Ertesi gün kardeşlerinin omuzlarında Haccac mezarlığına götürülüp İbrahim Hoca’nın yanına defnedildi. Allah şehadetini kabul etsin.

Dönemin Nusaybin Belediye Başkanı Müslüm Yıldırım, bir grup belediye çalışanıyla Şehid M. Salih’in torunun taziyesine geldi. Şehid M. Salih’in büyük oğlu belediyede çalıştığından taziyeye gelmişlerdi. Belediye başkanı, bir şey sorabilir miyim? Diyerek müsaade alıp şöyle dedi: “Her iki taraf da kürttür. Şimdi böyle birbirimize düştük, sadece düşman seviniyor… vs”1 Bir cemaat ferdi ona cevap verdi: “… Bu soruyu bize değil onlara sormanız lazım. Çünkü düşmanı sevindirenler onlardır. Bu işin olmasını biz değil onlar istedi. Size soruyorum, elinde silah, sizi öldürmeye gelene karşı kendinizi savunmaz mısınız? Herkesin bir davası vardır. Herkes zulme karşı mücadelede kendine bir yol benimsemiştir. Onlar komünizmi benimserken biz İslam’ı benimsemişiz. Davanızdan, yolunuzdan vazgeçin demeye hakları yoktur. Hepimiz bu memleketin çocuklarıyız, bu memleket ve bu halk hiçbir gücün tekelinde değildir. Onlara bu güne kadar niçin mücadele ediyorsunuz, dedik mi? onlara sadece şunu dedik, diyoruz: Bizi ve davamızı hedef almayın. Herkes kendi mücadelesini versin…. “

Şehid, dava arkadaşları arasında Kerbelai ismiyle isimlenmişti. İslami bir filmdeki yaşlı Kerbelai karakterine benzetilerek kendisine Kerbelai ismi verilmişti. Bu yaşına rağmen bir genç kadar hareketli ve canlıydı.

Şehid M. Salih 65 yaşlarında Gercüş’e bağlı Kelehé (Akburç) köyü doğumluydu. 1970 yılı civarında ailesini köyden alıp Nusaybin’e yerleşmişti. Odun doğrama makinesi alarak ailesinin geçimini sağlıyordu. İslami mücadele saflarında, 1980’den önceki İslamcı–solcu kavgalarında da ön saflarda bulunmuştu. Cemaate teslimiyeti tamdı. Geceleri kendini uykusuz bırakırcasına nöbet tutardı. Hatta gençlere sıra vermezdi. Siz bana bırakın, ben ömrümün sonlarına gelmişim, siz ise daha İslam davasına lazımsınız, der, çoğu kez onlara nöbet tutturmaz, kendisi tutardı. Yaşına rağmen çok dinçti. Saç ve sakalı bembeyaz olmuş, siyah kıl kalmamıştı.

1 O gün bu sözleri söyleyen Yıldırım, yıllar sonra örgütün niyetini anlayacak ve örgütün amacının halkın kurtuluşu olmadığının farkına varacaktır.“Nusaybin eski Belediye Başkanı (DEP) Müslüm Yıldırım şöyle diyor: Biz Anadolu’da iki millet olarak aynı haklara sahip bir şekilde bir arada yaşayabiliriz, düşüncesinden hareket ederken, bir baktık ki Abdullah Öcalan ve ekibi son 15–20 yıldır Türkleştirmek için çalışıyor ve “biz Türkleşeceğiz” diyorlar. Kürt tarihini, alt–üst etmeye çalışıyorlar” (Taha İslam, Apo Artık Türkiye’de!, Genç Birikim Dergisi, Ekim 2005, sayı 17.

61

Page 62: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

İbrahim Hoca’nın şehadetinden sonra Nusaybin dışından taziye için gelenlerle bir anısı olmuştu. Bir minibüs gelir taziye evine. Evin nerede olduğunu tam çıkaramaz. Kerbelai minibüsü görünce dışarıdan taziye için gelenler olduğunu anlar. Minibüse biner, onları taziye evine götürür. Minibüse biner binmez parkesinin altından kaleşnikofunu çıkarır, dizlerinin üzerine bırakır. Amacı herhangi bir saldırıya karşı tetikte olmaktı. Minibüstekiler de bu ihtiyar mücahide hayran kalmışlardı.

Burada şu olaya da değinelim. Kerbelai’nin 13–14 yaşlarında Osman adında bir torunu aynı yıl içerisinde katledildi. Osman, ortaokul öğrencisiydi. Okuldan eve dönerken sokakta önüne çıkan iki genç tarafından bıçaklandı. Çocuğun namaz kıldığı için ve dedesinin İslami kimliğinden dolayı katledildiği sanılmaktadır. Olayın gelişimi, gelişen bir kavga sonucu olmadığı, tertiplendiğini ortaya koyuyordu.

Evlerinizi havaya uçuracağız!1992 yılının başları. Halk arasında cemaat mensuplarının evlerinin roket ve

bombalarla imha edilmesinden bahsedilir olmuştu. Birkaç hafta içerisinde “hepsi öldürülecek, zavallılar” gözüyle cemaat mensuplarına bakılıyordu. Dostlar bu zor şartlar karşısında üzülürken, düşmanlar ise içten içe seviniyorlardı. Hatta içten içe değil açıktan açığa seviniyorlardı. Örgütün şehir militanları saldırı üzerine saldırı düzenliyorlardı. Şubat ayının ilk haftası idi. Evde bulunmadığı sırada genç bir cemaat ferdinin evine baskın düzenlediler. Tehlikelerden dolayı cemaat mensubu birçok genç uzun süreydi zaten evlerine gidemiyorlardı. O geceyi ve sonrasındaki hadiseleri şöyle anlatıyor: “Annem sonradan bana baskını şöyle anlattı. Karanlık henüz çökmüştü. O sırada kapı çalınmış, kardeşin kapıyı açıvermişti. Aniden kaleşnikof makineli silahlarla ve yüzleri kefi ile sarılı 3 kişi içeri daldı. Hızla telefonun bulunduğu adaya dalıp telefonu kestiler. Bazıları da avluda kapı önünde beklemişlerdi. Hepimizi dipçik darbeleri ile bir odaya topladılar. Tüm odaları arayıp, seni sordular. Onu bize teslim etmezseniz evi roketlerle havaya uçuracağız, siz de içinde olduğu halde evi imha edeceğiz… vs. diyerek şiddetli tehditler savuruyordu, elebaşları. Senin bir süredir eve gelmediğini ve nerede olduğunu bilmediğimizi söyledik. Senden küçük kardeşinin kimliğine baktılar. Onun sen olabileceğinden şüpheleniyorlardı. Kardeşinin gözlerini bağlayıp çıkardılar. Bakacağız eğer o değilse bırakacaklarına söz verdiler. Bunun üzerine biz de daha büyük bir tehlike yaşanmasın diye karşı koymadık. Kardeşini alıp arka sokağa götürdüler. Demek ki bizim aileyi çok yakından tanıyan birisi de onlarla olup arka sokakta beklemişti. Kardeşini bu şahsa gösterdiler. Şahıs sen olmadığını söyleyince, kardeşini bırakıp gittiler. Saldırganları organize edeni tanıyordum. Çok kere sağda solda görüyordum, onu.

Sonraki günlerde evimize tehdit telefonları eksilmedi. Kısa sürede onu bize teslim etmezseniz artık sizi hedef alacağız! Diyorlardı. Bu tehdit telefonları, Lokman sığınakta öldürülene kadar sürüp gitti. En son telefonda onlara şöyle dedim. Oğlumun şehirde olduğunu, her gün çarşıda göründüğünü siz de

62

Page 63: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

biliyorsunuz. Belki siz de onu görüyorsunuz. Eğer erkekseniz ve o kadar cesur iseniz ve elinizden geliyorsa onu öldürün. Ben böyle sert cevap verince bana “bekleyin, bu gece evinizi yerle bir etmezsek görürsünüz” dedi. Ben de ona, gel seni evde bekliyoruz, elinden geleni yap, dedim. Ve bu son tehdit telefonu oldu. “

İKİ NAZENİN ŞEHİD1992 yılının başlarında, bütün genişliğine rağmen dünyayı Müslümanlara

daraltan musibetler yaşanıyordu. Gerçekten bu dönemde imtihan o kadar çetindi ki kelimelerin bunu ifade edebileceğini sanmıyorum. 1992 yılının musibetleri arasında iki taze fidan, Halil ve Nazım’ın şehadetleri kadar hazin başka bir gün var mı?!

Şubat ayıydı. Halil ve Nazım birkaç gündü Kışla mahallesinde bir evde kalıyorlardı. İkisi de eve gidemez olmuşlardı. Halil aile sorunundan değil, evleri tehlikeli yerde olduğundan; Nazım ise köyden kaçıp geldiğinden eve gitmemeye başlamışlardı.

Halil ve Nazım sabah evden çıkarlar. Tekrar döneceklerdi; dönmediler. Gidebilecekleri yerlere haber gönderildi, ama izlerine rastlanamadı. O gün öğle vakti arkadaşların bulunduğu eve gitmişler, oradan ayrıldıktan sonra sırra kadem basmışlardı. Ertesi gün, Kışla mahallesinde evlerin bittiği noktada, 27 Mayıs caddesi üzerinde iki cesedin olduğu duyuldu.

Halil ve Nazım elleri bağlanmış ve vücutlarında korkunç işkence izleriyle çöplüğün üzerine atılmışlardı. Onları vahşi işkencelerle şehid etmişlerdi. Bu mazlumane şehadetleri yürek parçalıyordu. Onların eline ne şekilde düştükleri öğrenilemedi. Somut bir bilgiye ulaşılamadı. Anlaşılan bir tuzağa düşmüşlerdi, ama nasıl? Tanıdık ve şüphelenmedikleri birileri mi onları bir şekilde içeri almıştı? Ya da iyiliksever rolle birileri onları arabaya mı almıştı? Ancak şöyle bir duyum da alınmıştı. Halil ve Nazım sokaktan geçerken, bir kadın kapının önüne ağır bir eşya bırakmış, içeri alınması için onlardan yardım istemiş. Eşyayı içeri taşırken tuzağa düşmüşlerdi. Güçlü bir ihtimalle kaçırılmaları böyle olmuştu. Çünkü arkalarında hiçbir iz bırakmamışlardı. Sokak ortasında kaçırılmış olsalardı bir ipucuna rastlanabilirdi.

Cemaat rehberinin en çok üzüldüğü olaylardan biri, Halil ve Nazım’ın şehadetleriydi. Şüphesiz bütün şehadetler üzücüydü. Ama bu iki gencin uğradıkları işkenceler üzüntüyü arttırıyordu. Aynı yıl içerisinde Abdulkerim ve Abdurrahman’ın şehadetlerinden de aynı şekilde büyük ıstırap duymuştu. Bu iki gencecik şehidin uğradıkları vahşet, Hizbullah fertlerini onların yoluna daha sıkı bağlamıştı. Zulüm, sahibini eninde sonunda zelil eder. Çoğu zaman zalim, zulmüyle kendi kuyusunu kazmaktadır. Halil ve Nazım’ın acısın asla unutulmayacaktır. Onların hatırası nesilden nesile aktarılacaktır.

“… Eğer siz acı çekiyorsanız, sizlerin acı çektiği gibi onlar da acı çekiyorlar…” (Nisa: 104)

Şehid Halil Avcı

63

Page 64: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Şehid Halil 1975’te Dargeçit’e bağlı Batur köyünde doğdu. 5–6 sene önce ailesi Nusaybin’de A. Kadir Paşa mahallesine yerleşmişti. Halil İlkokulu okumuş, tahsiline devam edememişti. Şehadetinden birkaç ay önce Konya’dan dönmüştü. Konya’da işçi olarak çalışıyordu. Orada Komünist örgüt, işçilerden para toplamış, ama o tek başına olduğu halde onlara para vermemiş ve karşı çıkmıştı. Silahlı çatışma başladığı haftalarda evde kalıyordu. Kimseyle irtibatı olmamasına rağmen mahalle arkadaşları arasında cemaatin ve İslami davanın haklılığını onaylıyor ve açıkça savunmaktan geri durmuyordu. Evde vaktini bol bol kitap okuyarak değerlendirmişti. Bu günlerde Komünist örgüt, Halil zannederek onun bir arkadaşını Alika mahallesine götürüp ağır biçimde yaralamışlardı. Mağdur, kendisinin Halil olmadığına zar–zor onları inandırabilmişti.

Halil yaşının üzerinde bir olgunluğa erişmişti. Vaktini İslami kitap okumaya vererek sürekli kendini geliştirme çabası içindeydi. Çok halim, selimdi. Şehadetinden önceki gün kaldığı evde vaktini boşa geçirmemek için eline bir roman alıp o gece bitirmişti. Romanın adı: “Baş eğmek için Başkaldırıyorum” (?)

Xelîl u Nazim bira heyfa çı jı wan hilaninHaci Şükriyé ixtiyar lédan ew derba xayinXain édi zarok u ixtiyara dikujînYa Reb li ser xayina şiyarkî vé ummetéŞehid Nazım AkayŞehid Nazım 1975 (?) doğumlu, 17 yaşındaydı. Nusaybin’e bağlı Gundik

Hamza doğumluydu. Ailesi köyde oturuyordu. Nusaybin’de ablasının evi vardı. Sık sık gelirdi. Bu vesileyle İslami cemaat fertleriyle tanışmıştı. Nasihat ve vaazlardan faydalanmış İslami bir bilinç kazanmıştı. İslami kitaplar okuyarak bilinç ve şuurunu arttırmaya çalışıyordu. Köyde tek başına yalan ve iftiralarla dolu propagandalara karşı cesurca cemaati savunuyordu. Ailesinden de birçok eziyetler görüyordu. PKK–Hizbullah silahlı çatışması başladığında köydedir. Hizbullahi olduğu bilindiği için onu şehid etme yollarını ararlar. Akrabalar toplanır. Belki aile meclisi kararıyla… Belki de örgüt militanlarına teslim edecekler. Durumu anlayan Nazım gece karanlığında köyden kaçar. Peşine düşüp yakalamaya çalışırlar. Şiddetli yağmurun yağdığı bir gecedir. İpek yoluna koşar. Islanmak bir yana çamur içinde kalmıştır. Zar–zor yola yetişir. Habur sınırı kapalı olduğundan yol de pek işlek değildir. Bir arabayı durdurup Nusaybin’e varmayı başarmıştı, Nazım. O da bu şekilde hicretliler kervanına katılmıştı. Şehid Halil de aynı günlerde kervana katılmıştı. Birbirlerinden ayrılmadılar. Uzun boylu bu iki nazenin şehidler yurduna elele gittiler. Şehid Nazım’ın cenazesi köye götürülüp defnedildi. Şehid Nazım babasının tek erkek çocuğuydu.

MÜCADELEDEN BAŞKA YOL YOKTarih Şubat 1992’yi gösterirken peş peşe cemaat fertleri şehid düşmüşlerdi.

Cemaat açısından durum kritik eşikteydi. Direnmek daha büyük zararlara mı yol açacaktı? Hatta mücadele tamamıyla kayıp mı edilecekti? Bu durumda İslami dava

64

Page 65: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

büyük yara alırdı. Nusaybin’de de üstünlük Komünist örgüte kaptırılsaydı mücadelenin seyri nasıl etkilenirdi? Şubat ayı itibariyle durum bu kritik eşiğe gelmişti. Çünkü İdil, Cizre ve Silopi’de Komünist örgüt şimdilik hedefine kavuşmuş gibi görünüyordu. Muhammed Said Bozkurt’un şehadetinden sonra cemaat İdil’i tamamen boşalttı. İdil ilçe merkezinde sadece rahmetli Mele Sabri’nin evi boşaltılmadı. Mele Sabri’nin evi şehrin Midyat çıkışındaydı. Sembol bir evdi. Onun için boşaltılmadı. Ancak evde kalanların tüm ihtiyaçları dışarıdan tedarik edildi. Midyat’ta arabaya yüklenen yiyecek maddeleri eve bırakılıp şehir merkezine girilmeden geri dönülüyordu. İdil’de dava fertleri evlerinde muhasara altında kalmışlardı. Onların küçük çocuklarına dahi hiçbir esnaf bir şey satmıyordu. Manzara tam bir “Şib–i Ebi Talib” idi. Cemaat fertlerinin İdil’den çıkmalarının temel nedeni buydu. İdil’in köylerinde de durum vahimdi. Köylerdeki cemaat fertleri kendilerini gizlediler. Hatta namazlarını dahi gizli kılmak zorunda kaldılar.

Cizre’de de durum bundan farklı değildi. Cemaat mensupları dış mahallede evlerinde adeta muhasaraya alınmışlardı. Çarşıya gidebilmeleri mümkün değildi. Onların da gıda ihtiyaçları dışarıdan ulaştırılıyordu. Gıda yüklü pikap gider, evin büyük kapısına yanaşır, eşyaları bırakırdı. Eşyalar boşaltılana dek etrafta azami tedbir alınırdı. Seyyid Hüseyin Yeşilmen ve Hasan… Cizre’de erzakları bırakıp geri dönerlerken Cizre’den fazla uzak olmayan bir noktada İdil yolu üzerinde asker kıyafetiyle yolu kesen komünist gerillaların eline düştüler. Bu güne kadar cesetleri dahi bulunmuş değil. Arabaları da yol üzerinde yakılmıştı.

Silopi’de ise durum başka bir vahametteydi. Cemaat, genç fertlerini Silopi’den çekmek zorunda kaldı. Çünkü burada aileler gençleri alıp komünist örgüte teslim ediyorlardı. Silopi’de kalan birkaç aile oldu.

Yukarıda özetlediğim manzara ışığında durum değerlendirildiğinde Nusaybin’de örgütün etkisini kırmak ve üstünlük sağlamak büyük önem taşıyordu. Bundan dolayı ağır bedeller ödense bile son damlaya kadar mücadele etmekten başka çare yoktu. Bu bakımdan en tehlikeli mevkide olduğu halde Hacı Musa’nın evinin boşaltılmaması ve büyük tehlikelere göğüs gerilmesi, aynı şekilde Kertwéné ve Gıré mira’daki kararlılık anlamlıydı.

Öyleyse Nusaybin’de tutunmak lazımdı, ne pahasına olursa olsun…“…Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve

kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et. “ (Bakara: 250)“Allah’ım! Şu bir avuç İslam cemaatini helak (mağlup) edersen artık sana

yeryüzünde ibadet olunmaz!”Bir Bombalı SaldırıCemaat mensubu Müslümanlar her yerde saldırı tehdidi altındaydılar. Evde,

sokakta, çarşıda, okulda, camide… Kısacası güvenli hiçbir yer yoktu. Çarşı merkezinin en işlek yeri, burada saldırı gerçekleştirmezler denilen yerde bile saldırıya uğradılar. Kaçakçılar çarşısı en merkezi ve işlek yerdir. Burada bir Müslümanın dükkânına el bombalı saldırı gerçekleştirdiler. Buradaki esnafın çoğu

65

Page 66: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

komünist örgüt mensubu veya sempatizanıydı. Çoğunun pasaportlu olup ticari mal almak için Suriye’ye oradan da Beyrut’a gidiyor olması ve orada kurulan bağlantılar onları örgütün etki alanına sokmuştu.

Nusaybin’in en gergin olduğu aylardı. (Z) ve bir esnaf komşusu içerde oturmuş sohbet ediyorlardı. Bu sırada açık olan kapıdan yerden atılan bir cisim yuvarlanıp para kasasının altına girer. Ne olduğunu anlayamazlar. (Z) ne olduğuna bakmak için dışarı çıkar. Etrafa bakar kimseyi görmez. Bu sırada içerde korkunç bir patlama olur. El bombasının yuvarlanıp çelik kasanın altına girmiş olması tehlikeyi azaltmışsa da içerde kalan Müslümanı ağır şekilde yaralamıştı. Özellikle bacaklarına birçok parça isabet etmişti. Patlamanın basıncıyla dükkân kapısı da çarparak kapanmıştı. Dışarıda kalan (Z) kapıyı açmaya çalışır ama açamaz. Çevre ve komşu esnaftan yardım ister ama kimse kılını bile kıpırdatmaz. İçten içe sevinenlerin yardıma gelmesi zaten mümkün değildi. Diğerleri de korkudan yardım etmiyorlardı. Sonunda içerde yaralı vaziyetteki Müslümanın babası az ilerideki dükkândan yetişip beraber kapıyı açtılar. Ağır yaralıyı Mardin Devlet Hastanesine kaldırdılar. Durumu kritikti. Birkaç güne kadar da ölüm tehlikesini atlatamamıştı. Allah’a hamd olsun ki iyileşti.

Patlamadan yaklaşık bir saat kadar önce yakın yerde dükkânı bulunan İdris adlı örgüt mensubu, dükkânın önünden geçmiş içeriye bakmıştı. Onun saldırıda parmağı vardı. Sonraki aylarda 5 arkadaşıyla bir evdeki sığınakta devlet güçleri tarafından öldürülünce en aktif sorumlu militanlarından olduğu anlaşılmıştı.

1992 NEWROZU1992 yılı Mart ayı. Hiçbir yıl “Newroz” bu kadar gergin geçmemişti. Komünist

örgüt en etkili ve mağrur dönemini yaşıyordu. Cemaate yönelik silahlı eylemlere girişmeleri ve silahla karşılık görmeleri üzerinden sadece birkaç ay geçmişti. 1992 yılında Nusaybin’de Newroz’un çok gergin geçmesi bekleniyordu. Ancak beklentilerin aksine Newroz üzücü bir olay olmadan geçti. 21 Mart günü Cizre ve başka yerlerde ölümlerin yaşandığı olaylı gösteriler olmuştu. Nusaybin ise 21 Mart’ı sakin geçirmişti. Belki de silahlı çatışmaların başlamış olmasının bunda etkisi vardı. Newroz günü gecesi TC İçişleri Bakanı adeta tahrik edici bir açıklama yaptı. Bu, onun ve onun gibi devlet adamlarının cehaletinin tescili olmalı. Ekranların karşısında Newroz’da bir olay yaşanmadığı için Nusaybin halkına teşekkür ediyordu. Yani sanki illa da bir olayın çıkmasını istiyordu. O siyasi atmosferde bu sözler tahrikten başka bir anla ifade edemezdi. Komünist örgüt geceyi boş geçirmedi. O gece (H)’nin evine roket attılar. Roket sadece maddi hasar meydana getirdi. Gündüz Newroz kutlama işiyle uğraşmamışlardı. Amaçları gece roketli saldırıyla kutlamakmış. Gündüz Newroz tertiplemek için uğraşmamaları ve gece yaptıkları bu saldırı; Komünist örgüt kadrolarının Nusaybin’de yüzlerini bütünüyle cemaate çevirmiş olduklarını ortaya koyuyordu. Hatta denilebilir ki TC İçişleri Bakanının demeci olmasaydı Newroz akıllarına bile gelmeyebilirdi.

66

Page 67: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Newroz günü örgütün militan kadrosundan 4 kişi sokaktan geçerken cemaat fertleri onları görmüştü. Peşlerine düşmüştüler ancak izlerini kaybetmiştiler. Onların gündüz görülmeleri gece bir saldırının habercisiydi. Onları görenlerin tahmini doğru çıktı. O gece (H. )’in evine roketle saldırdılar.

Aynı gece Komünist örgüt elemanları Şehid Halil’in ailesinin oturduğu evi ateşe verdiler. Şehid halil’in anne–babası kapıyı kilitleyip Batman’a gitmişlerdi. Saldırganlar gece, duvarda açtıkları delikten içeri girmişler, değerli bazı eşyaları aldıktan sonra evi ateşe vermişlerdi. Ateş kendiliğinden sönünceye kadar devam etmiş, kimse müdahale etmemişti. İtfaiyeye haber verme erdemi zaten kimsede yoktu. Halil’in şehadetinden sonra yıkılan anne–babası şimdi de sadece üzerlerindeki elbiselerle kalmışlardı. Çok zor ve tarifi imkânsız bir mazlumiyet… Allah–u Teala bu mazlumiyetin hesabını zalimlerden sormaz mı?! Tarih zalimlerin yakasına yapışmaz mı?! Bu mazlumiyet ve mağduriyet zalimleri boğmaz mı?! mahallede dağıttıkları bildiride evi kundaklama eylemini üstlendiler.

Ertesi gün Abdulkadir Paşa mahallesinde örgüt militanları silahla ev ev dolaşarak halkı kütüphanenin yanındaki boş meydanda topladı. Güya dün kutlanamayan Newroz kutlanacaktı. Devlet tarafının tahrikinin yanında örgüt de kan dökülmesini ve gündem olmasını istiyordu. Halk ise iki taraf arasında sıkışmıştı. Köprünün bu tarafında güvenlik kuvvetleri diğer tarafında ise silahlı militanlar. Panzer dağılmaları için kalabalığın üzerine yürüyordu. Bu arada bir anda silahlar patladı. Polis panzeri ise köprü üzerinde biriken halkın arasına hızla daldı. İnsanlar köprünün iki tarafından çağ–çağ deresine döküldü. Rastgele kalabalığın üzerine ateş edildi. Netice ağır olmuştu. Onlarca insan hayatını kaybetmişti. Gerçekten üzücüydü. Çünkü bu tür hadiselerde olan fakir fukara halka oluyordu. Bir taraf “propaganda olsun, kanlı olsun” demekten çekinmezken diğer taraf da “en iyi vatandaş ölü vatandaştır” şiddetini uygulamaktan çekinmiyordu. Olayda cemaat ferdi, aziz bir gencin babası da ölmüştü. Allah taksiratlarını affetsin. Gündüz bu hadisler olurken aynı günün gecesi Ğaib şehadete yürüyecekti.

İŞKENCELERLE ŞEHADETE GİDEN YİĞİT“Bulunduğumuz eve (Kışla Mahallesi) akşam saldırabileceklerini

düşünüyorduk. Çünkü dün, sokakta örgüt militanları görülmüş ve gece (H) kardeşimizin evine roketle saldırmışlardı. Akşam damda nöbet bekleyen kardeşimiz üç kişinin geçtiğini haber verdi. Bu kez hızla dışarı çıktık. Yatsı namazı vaktiydi. Ğaib yine paltosunun altında keleşiyle arkamızda olduğu halde şahısların geçtiği tarafa ilerledik. Karanlık ve dar sokaklarda bazı karartılar gördük ve o yöne doğru hızlandık. Şehir merkezine doğru ilerliyorduk. Tüm sokakların girişine baktık ama kimseyi göremedik. Bir ara arkama döndüm. Silahlarının namlusunu havaya yöneltmiş, bazı adamların bizi takip ettiğini gördüm. Dikkatlice bakınca polis olduklarını anladık. Mecburen kaçakçılar çarşısına doğru hızlı adımlarla ilerledik. Sık sık yavaşlayarak arkamızdan gelen Ğaib’e acele edip bize yetişmesini söylüyordum. Çünkü polisler aradaki mesafeyi hızla kapatıyorlardı. Üstelik Ğaib’in

67

Page 68: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

aşağıya sarkan keleşinin namlusu görünüyordu. Bazen duruyorduk. Ama Ğaib bir türlü hızlı yürüyüp de bize yetişmiyordu.

İki yol ayırımına geldik. Sola yönelsek ana caddeye çıkan yol, bizi polis devriyesinin eksik olmadığı bölüme çıkaracaktı. İleri gitsek kaçakçılar çarşısı… Ordan da polis eksik olmuyordu. Tek çare sağdaki dar, uzun ve karanlık sokağa girmekti. Bu sokaktan Zeynel Abidin Camiinin önündeki boş meydana çıkıp oradan sokaklara girip geri dönecektik. Sokakları dolanıp eve geri dönecektik.

Dar sokağa girdik. Sokak sağlı sollu kerpiç evler… Sokak uzundu. Sokağın sonuna yaklaşmıştık. Sokağın önü geniş boş bir alandı. Ğaib arkamızda kalmıştı. Sokağın başı panzerle tutulmuştu. Eller yukarı! Duvara yaslanın! Geriye kaçmaya fırsat bulamadık. Kaldı ki gerimizde de polisler vardı. Ğaib’e baktım, 10–15 metre gerimizdeydi. O bizim gibi içlerine düşmemişti. Geri dönüp kaçmaya başladı. Polisten kurtulmaya çalışırken özel timlerin avucuna düşmüştük. Benim ve arkadaşımın üst aramasını yapıp geniş alanda duvar dibinde ayaküstü bizi sorguladılar. Kaçan şahsı tanıyıp tanımadığımızı sordular. Tanımadığımızı söyledik.

Ğaib tam dar sokağa geçip geniş sokağa çıkarken polisle karşılaşmıştı. Kaçarken de havaya seri birkaç mermi sıktı. Yanımızdakiler de siper alıp ona ateş ettiler. İki ateş arasında kalan Ğaib de gerideki polislere ateş ediyordu.

Beni ve arkadaşımı aynı sokaktan yürüterek emniyete götürmek için kaçakçılar çarşısına doğru götürdüler. Geniş sokağın ortasında Ğaib’i yerde sırtüstü uzanmış gördüm. Kaleşnikofu elinden düşmüş, yakınındaydı. Bizi orada durdular. Ğaib ağır ağır doğruldu, oturmaya çalıştı. Bir polis uzun namlulu silahı göğsüne dayayıp bastırdı ve onu sırtüstü devirdi ve ayağıyla yerdeki silahı ondan uzaklaştırdı. Ardından montumuzu başımıza dolayıp başımızı öne eğdirerek tek sıra yürüttüler. Sokağın ortasında bizi bir müddet beklettiklerinde polis ve özel tim ekipleri buluşup konuştular. Ğaib karnından yaralanmıştı.

Ben önde, arkadaşım peşimden etrafımızda kalabalık polis grubuyla ilerideki emniyet müdürlüğüne kadar yürüdük. Başımızı montumuzla örttüklerinden geriden yürüyen Ğaib’i göremiyordum.

Emniyet müdürlüğünün önündeki caddede polis araçlarının park yerine geldiğimizde kalabalık özel tim grubu vardı. Ğaib’in ateş açmış olması polisleri çıldırtmıştı. Timlerin arasında geçerken hepsi birden üstümüze çullandı. Kafama ve karnıma indirdikleri şiddetli tekme ve dipçiklerden iki büklüm olmuştum. Kollarımla, kafama inen darbelerden korunmaya çalışıyordum. Polisler onları uyarıyorlardı. Arkadaşlar! Hepinizin tüfeğinde mermi namluya sürülmüş, patlayabilir, Allah muhafaza birbirinizi vuracaksınız! Diyorlardı. Ama dinlemiyorlar, bizi linç etmeye çalışıyorlardı. 30–40 kişi kadar vardılar. Belim bükük ellerim kafamda yürürken onların sadece ayaklarını görebiliyordum. Biz üçümüz avazımız çıktığı kadar tekbir getiriyorduk. Aniden yüzüme sert bir tekme aldım. Bayılmışım. Gözlerimi açtığımda kendimi bir odada, beton zeminde sırtüstü uzanır vaziyette gördüm. Başıma polisler dikilmişti. Başımda duranlardan biri asker subayıydı.

68

Page 69: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Rütbesini bilmiyordum. Beni ayağa kaldırdılar. Polis amiri avucunda boş keleş kovanlarıyla bana yöneldi. Bunları polise sıktınız, diyordu. Beni sorguladılar. PKK mısın Hizbullah mısın? Hiçbiri, cevabını veriyordum. Bodrum kattaki işkence hücrelerine indirdiler. İşkenceye başladılar. O esnada Ğaib’in de başka hücreden yükselen tekbir seslerinden tüylerim diken diken oldu. Çünkü normal bir insan çığlığına benzemiyordu. Çığlık atarken adeta gırtlağı yırtılıyordu. O esnada şöyle düşündüm: Ğaib’in karnındaki kurşun yarasıyla oynuyorlar ve iç organlarını çıkarıyorlar. Bizi öldüreceklerine yüzde yüz inanıyordum. Onun tekbirlerini duyunca diğer arkadaşımın da yakınımda tekbir seslerini duydum ve ben de tekbir getirmeye başladım. Üçümüze aynı anda işkence ediyorlardı. Yaklaşık yarım saat sonra Ğaib’in tekbir sesleri kesildi. Bizi de çağçağ caddesi üzerindeki Şehit Fevzi Paşa Karakoluna götürdüler. Ğaib’i “tanımadığımız” ifadesi üzerinde ısrar etmiştik. Bizim cemaat mensubu, Ğaib’in de örgüt mensubu olduğu ve bizi vurmak için arkamızdan geldiği ve bizim ondan kaçtığımızı düşünüyorlardı. Böyle bildiklerini söyleyip konuşmamızı istiyorlardı. Bir hafta gözaltında kaldık. Silah taşıma kanununa muhalefetten tutuklanıp cezaevine konulduk. Yaklaşık bir buçuk ay Nusaybin cezaevinde kaldık.

Cezaevinden çıktıktan sonra bir ağabeyin oğlu hastane morguna gidip Ğaib’i teşhis etmeye gittiğini anlattı. Yüzünün ve vücudunun mermilerle delik deşik olduğunu anlattı…”

Yukarıda anlatıldığı gibi işte o gece Ğaib’i gaddarca şehid etmişlerdi. Sonra da haber ajanslarına “çatışmaya giren bir “terörist” ölü ele geçirildi” denmişti. Oysa yaralı olarak işkenceyle şehid edilmişti. Hastane morgunda ilk etapta annesi dahi teşhis edememiş, bu oğlumuz değil, demişti. Sonra bazı eşyalarından tanımıştı. Vahşetleri adeta Ğaib’in yüzüne yansımıştı. Yüzü şekilden çıkmıştı. Bu zor günlerde işte görüyoruz bir taraftan Komünist örgüt, dava fertlerini şehid ederken, bir taraftan da TC güçleri aziz Müslümanları dava saflarından alıyordu. işkenceler altındaki tutumundan ve Allah–u Ekber haykırışlarından kesinlikle Ğaib’in Hizbullah mücahidi olduğunu anlamışlardır. Ancak yaralı birini başlarına bela almak istememiş ve kurtulmak istemişlerdi. Ayrıca malum olduğu üzere her bir ölü “terörist” onlar için başarı ve prim demekti.

Dava kardeşleri taziyesini bile yapamadılar. Cenazesi ailesi tarafından alınıp “Gıré Mohrız”daki mezarlığa defnedildi. Kanın, İslam düşmanlarının alnında kara bir lekedir, ey şehid Ğaib.

Şehid Ğaib KahramanĞaib, aşiret olarak Dorikî idi. 20 yaşındaydı. Bekârdı. Okul okumamıştı. Son

dönemlerde evlerde beraber kaldığı arkadaşlardan Türkçe okuma–yazma dersleri almaya çalışıyor, vaktini boş geçirmiyordu. Okuması olan arkadaşlarına gıpta ederdi. “Sizin okumanız var, okuyup İslami ilimden nasipleniyorsunuz, ben ise böyle bir nimetten mahrumun” derdi. Buna bedel, vaktinin çoğunu Kur’an okuyarak değerlendirirdi. Uzun bir süreydi evden ayrılmıştı. Diğer bazı genç dava

69

Page 70: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

kardeşleri gibi o da davaya katıldığı için ailesiyle sorunlar yaşamıştı. Öğrenci evinde kalıyordu. Bir dava kardeşi onunla ilgili şu hatırasını anlattı:

“Birgün öğrenci evinde iken Ğaib çarşıdan geliyordu. Yanında çok eski, şuan ismini hatırlamadığım, pek okunmayan bir kitap almıştı. Ğaib, sen niye daha okunur bir kitap almadın, bunu almışsın? Diye sordum. Ağabey, bilirsin şu aralar cemaatin parasıyla geçiniyorum. En ucuz kitaptı, ben de bunu aldım, dedi.

Ğaib çok mütevazi ve kanaatkârdı. Lüksü yoktu. Cemaate bağlılığı o kadar çoktu ki, okuyacağı kitabın içeriğine değil, fiyatına dikkat ediyordu. Tasarruflu davranan biriydi. “

Dayé dikkat et seni şehid etmesinler!Musibetlerin yağmur gibi Müslümanların üzerine yağdığı mevsimdi. Tarihte

eşine az rastlanır, kalpleri yakan mazlumiyetler yaşanıyordu, Nusaybin’de. İbrahim Hoca’nın şehadetinden sonra Ali Karakaş babası tarafından şehid edilmiş, yaşı 70 civarında olan M. Salih Kavak örgüt militanlarının silahlı saldırısında, yine iki nazenin genç Nazım Akay ve Halil Avcı kaçırılıp işkencelerle şehid edilmişlerdi. Adeta vahşet bulutları Nusaybin’in üzerine çökmüştü. Kalpleri dağlayan olaylardan biri de yaşlı Ayşe annemiz ve küçük kızı Fatma’nın şehadetleri oldu. 55 yaşlarındaki Ayşe Öz, 8–9 yaşlarındaki kızı Fatma ile Yeni Turan Mahallesindeki evlerinde kalıyorlardı. Saliha bir kadındı. Bu zor günlerde Müslümanlara dua etmekten başka elinden bir şey gelmiyordu. Oturduğu evin bir sokak ötesinde 4–5 Müslüman oturuyordu. Örgüt militanlarının daima buraya saldırı düzenleyebilecekleri bekleniyordu. Ancak kalleşçe masum ve korumasız yaşlı ve çocuğa roketatarlarla, otomatik silahlarla saldırı düzenleyebileceklerini kim bilebilirdi ki? Ama komünist zihniyete göre suçluydular. Çünkü Müslümandı ve Müslüman komşularının evlerine uğruyordu ve dualarıyla onları destekliyordu. Bu kalleş ortamdan uzaklaşmak için ertesi gün köye gideceklerdi. O gün büyük kızı köyden gelmiş, ertesi gün berber döneceklerdi. Muhtemelen o gece vahşetlerini gerçekleştirecek olanlar onların savunmadan yoksun olduklarını öğrenmişlerdi. Belki hedefledikleri ev ile ilgili bilgileri yakın çevrede oturan dostlarından edinmişlerdi. Ya da saldırıyı gerçekleştirenler zaten yakın çevrede oturan militanlar idi.

O gün Ayşe Ana, sokaktan geçerken öğrenci evinin damında bulunan genç bir Hizbullahi, ona latife yapmıştı: “Dayé (ana) kendine dikkat et, pekekeciler seni şehid etmesinler” deyince, hayır İnşaallah yapmazlar demişti.

Tehlikelerle dolu bir gece daha başlamıştı. Sükûnet vakti olması gerekirken geceler sıcak ve soğuk savaşın vakitleri olmuştu. Bu gece acaba kimin evine saldıracaklar stresi gecelerin tabiatı olmuştu. Çünkü imkânlar karşılaştırıldığında maddi güç henüz Komünist örgütten yanaydı. Ama sabahın, gecenin en karanlık anına yakın olduğuna tüm benlikleriyle inanmışlardı, cemaat fertleri.

O gecelerden biri başlamıştı, yine. Bu gece iki masum can kalleşlerin kurşunlarına hedef olacaktı. Öğrenci evinde bulunan bir cemaat ferdi o geceyi şöyle anlatıyor: “Akşam namazından sonraydı. Evin damındaydım. Şiddetli bir

70

Page 71: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

patlama sesi geldi. Roket patlaması idi. Hedefin bizim ev olduğunu sandım. Bahçeye atladım. Kısa bir sessizlik oldu. Aniden keleş makineli tüfekle yoğun tarama sesleri geldi. Çok yakından geliyordu. Hedefin ben olabileceğimi düşündüm. Ne olup bittiğine bakmak için evin damına dayalı sayar tahta merdivene çıktım. Silah sesleri kesildi ve gece sessizliğe gömüldü. Kahredici bir sessizlikti. Acaba ne olmuştu? Etrafta bir şeyler gözükmüyordu. Bu sırada kapı büyük bir gürültüyle çalındı. Kapının hizasında durmadım. Çünkü kapı tahtadan idi ve ateş edilebilirdi. Duvara dayanıp kim oldukların sordum. Ağlayan bir bayan sesi “aç kapıyı kardeşim, benim” dedi. Tereddüt etmeden kapıyı açtım. Karşımda dehşet verici bir manzara… minik Fatma ablasının elleri üstünde, vücudu delik deşikti. Karın bölgesi parçalanmıştı. Feryatla birlikte “kardeşim, bizi öldürdüler, annem de evde” dedi. İçeri girdi. Acele komşu eve gidip Ayşe Ana’nın büyük oğlunun evine telefon açtım. Bir arabayla gelmesini söyledim. Durumu haber verdim. Fazla bir zaman geçmeden iki kardeş taksiyle geldiler. Evde kanlar içinde yatan Dayé Ayşe’yi hastaneye yetiştirmeye çalıştılar. Ama o çoktan ruhunu Rahman’a teslim etmişti. Ertesi gün ikisinin naaşı köye (Xanıké–Kozluca) götürülüp defnedildi. “

Tek katlı ve önünde bahçesi bulunan ve bahçe duvarı yüksek olan eve konumu itibariyle sokaktan roketatarlarla (RPG–7) saldırı düzenlemek olanaksız gibiydi. Bu durumda büyük ihtimal ile çevre evlerin birinin damından roket atılmış olabilir. Ancak roket sadece maddi hasar vermişti. Roketten sonra pencereden keleşlerle tarayarak Dayé Ayşe ve Fatma şehid edilmişlerdi. Yakın mesafeden ateş açılmıştı ve rasgele değildi. Hedef gözetilerek, bilinerek ve seçilerek ateş açılmıştı.

İslami dava fertlerini kedere boğan bir saldırıyı daha geride bırakırken tarih Nisan 1992’yi gösteriyordu.

Rüstemé İslamé30 Nisan 1992 günü Rüstem bir arkadaşıyla (M. D) beraber Kışla

mahallesindeki amcasının evine dönmektedir. Şüpheli bazı şahısların ara sokaklarda dolaştığını görmüşler. Çıkıp etrafta tur attıktan sonra eve dönmekteydiler. Evin bulunduğu sokakta iki gence rastlarlar. Rüstem onları durdurur. Rüstem üzerlerini aramaya çalışır. Onlardan biri yalvarır: “Rüstem, beni tanımıyor musun? Biz çocukluk arkadaşıyız” der. Bu genç, Rüstem’in mahalleden çocukluk arkadaşıdır. Yanındaki arkadaşı da aynı mahalledendir. Evleri birkaç sokak ötededir. Rüstem; “tamam gidin, yalnız bir daha buralarda dolaşmayın” der. Rüstem de onları iyi tanımaktadır. Onları bırakıp eve yönelirler. Rüstem ve arkadaşı yollarına devam ederlerken arkalarında bıraktıkları mahalle arkadaşları (İ) ve Fadi (Fuat Yarul)’dur. Rüstem birkaç metre ilerlemişti ki arkadan ateş ederler. İki Komünist militan bir evin bahçesine girip oradan Rüstem ve arkadaşına ateş ederler. Rüstem başından yaralanır. Yaralı olarak Diyarbakır’a kaldırılır, ancak kurtarılamaz. Hainlerin kurşunuyla şehadete ulaşır. Şehid Rüstem’in naaşı Diyarbakır’da defnedilir. Diyarbakır’da cemaat mensubu Müslümanlar şehid

71

Page 72: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Rüstem’in babası Hacı Musa’ya; bizim şehidlerimiz yoktur, onu buraya defnedin, bizim de bir şehid mezarımız olsun, dediler. Böylece şehid Rüstem Diyarbakır’da defnedilir.

Şehid Rüstem yaklaşık 4 ay kadar önce İstanbul’dan gelmişti. İstanbul’da çalışıyordu. Muhammed Ata’nın şehadetinden sonra babası ona telefon etmiş, oralarda ne yapıyorsun, gel sen de Muhammed Ata gibi şehid ol! Demişti. Rüstem hiç beklemeden Nusaybin’e dönmüş ve kendini mücadelenin içinde bulmuştu. Taziyelerdeki vaazlardan ve gençlerin yakın ilgisinden çok etkilenmiş, kendini hızla değiştirmişti. Namaza başlamış ve o güne kadar kılmadıklarını da kaza etmeye başlamıştı. Onda muazzam bir değişim meydana gelmişti. Kısa sürede bütün herkesin sevgisini kazanmıştı.

Şehid Rüstem 1974 doğumluydu. Babasının büyük çocuğuydu. Küçüklüğünden beri “yaramaz” bir karakter sergilemişti. Mahalledeki komşuları, yaramazlıklarından dolayı onu babasına şikâyet ederlerdi. Hacı Musa onunla baş edemiyor, çoğu kereler onu döverdi. Bu yüzden babasıyla arası iyi sayılmazdı. En son İstanbul’a gidişi de böyle olmuştu. Hacı Musa, telefon ederken onun döneceğine pek inanmamıştı, ama o hemen gelmişti.

En son, İbrahim Hoca’nın taziyesinde “şehadet için beni de kaydedin” demişti. Bu kısa zaman içerisinde adeta bir acelesi varmış gibi kaza namazlarını kılmaya ağırlık vermiş ve kendini İslami kitaplar okumaya vermişti. On sekizinde yaşının baharında şehadete ulaşan bu gencin şefaatinden Allah–u Teala bizleri mahrum etmesin ve onun kanını İslam davasına bereketli kılsın.

Şehid Rüstem, ilkokulu bitiremeden terk etmişti. Bekârdı. Şehadetinden kısa bir süre önce birkaç hafta Nusaybin cezaevinde yattı. Sokakta polise yakalanmış, üzerinde tabanca bulunmuştu. Silah taşımadan açılan davası devam ediyordu.

Şehid Kirin Huseyné MinTarih, yaz sıcaklarının 40 derecenin üzerinde her tarafı kavurduğu bir

Temmuz günü… 29 Temmuz 1992… Vakit ikindi. Hüseyin bir arkadaşıyla beraber Çarşı Camiinde namaz kılıp çarşıda gezmişlerdi. Hüseyin, kısa bir süre önce köyden (Xanıké) gelmişti. Çok ihlâslı, itaatkâr ve muttaki bir dava eriydi. Çok sosyal, insanlarla hemen kaynaşabiliyordu. O gün bazı esnaf kardeşlerinin işyerlerine uğramış, bu zor günlerde Müslüman kardeşleri için fedakârlık yapma ve yalnız olmadıklarını fiilen ortaya koymaya çalışmıştı. Müslümanların her yönden kuşatıldığı, tehlikenin had safhada olduğu günlerdi. Kaçakçılar çarşısından geçerlerden muhtemelen birçok esnafın kem bakışlarını üzerlerinde rahatlıkla hissetmişlerdi.

Ani patlayan silah sesleriyle Hüseyin ve arkadaşı ara sokaktan mahalle içerisine doğru koşmaya başlarlar. Hüseyin öndedir. Neredeyse köşeyi dönecek ama arkalarından gelen silah sesleri üzerine geri dönüp baktığında arkadaşının yaralandığını görür. Tereddütsüz silahını çekerek geri döner ve faillerin peşine düşer. Tüm mermilerini kullanır. Birkaç saldırganı yaralar. Bu arada kendisi de

72

Page 73: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

yaralanır. Üzerinde yedek şarjör vardır. Ancak onları da tüketti mi değiştirme fırsatı bulamadı mı, bilinmiyor. Çevredeki Komünist örgüt elemanı ve sempatizanları onu orada alçakça şehid ederler.

Arkadaşı ise, kurşun başını sıyırmıştı. İlk anda dengesini kaybetmiş, çok kısa sürede şuuru yerine gelmiş, duvara tutunarak sokağın köşesini dönebilmişti. Hastaneye kaldırıldı. Oradan Diyarbakır Devlet Hastanesine sevk edildi. Bir hafta kadar hastanede yattı. Hüseyin’in kurtulduğunu zannetmişti, ancak şehid olduğunu sonradan öğrendi.

Hüseyin’i şehid eden ve arkadaşını yaralayanlardan bazıları sonraki hafta ve aylarda vuruldular. Bazıları da Nusaybin’i terk edip kaçtılar. Müslümanların kanına girmeye cüret edenler o gün yaptıklarının yanlarına kalacağını zannetmişlerdi. Belki de Komünist örgüt ‘ün şişirme gücüne güvenip cesaret almışlardı. Ama Müslümanların kanı hiçbir tarihte ucuz olmamıştır ve bundan sonra da asla ucuz olmayacaktır.

O gün gerçekten hazin bir gündü. Münafık ve hain yüzler gülüyordu. Bir cemaat ferdinin öyle mazlumca şehid olması ise dava kardeşlerinin yüreğini dağlamıştı. Hüseyin’in naaşı köyü Xanıké’ye götürülüp defnedildi. O da ölümsüzler kervanına katılmıştı. Çünkü o artık “Şehid Hüseyin” idi.

Şehid Hüseyin 20 yaşlarındaydı ve bekârdı. İlkokulu köyde okumuştu. Köyde cemaat hizmetinde ön saflardaydı. Komünist örgütün köye saldırma tehlikesine karşı tedbir olarak geceleri belli noktalarda tutulan nöbetlerde çok fedakârlıkları olmuştu. İslami hizmette hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştı. Bir dava kardeşi Şehid Hüseyin’i şehadetinden önce, son görüşünü şöyle anlatıyor:

“Bayram arifesi akşamüstü kaldığım bir eve geldi. Neden bayrama gitmemişsin, dediğimde; abe ben sizi nasıl bırakıp giderim. Çoğunuz gitmemişsiniz. Kendinize istemediğinizi niye benim için istiyorsunuz, deyip gitmemekte ısrar ediyordu. Durumun sakin olduğunu, ailenin sevinmesi ve bayramı üzüntülü geçirmemesi için gitmen lazım. Bayram günü kalıp tekrar gelirsin. Tabi bayram için bir hazırlığı da olmamıştı. Üstündeki elbiseler de eski elbiselerdi. Kardeşlerinin bayram için bana aldığı elbiseleri ısrarla kendisine verip gönderdim. Evden uzaklaşıp görüş alanımdan çıkıncaya kadar da ikide bir arkasını dönüp eve bakıyordu. Bu son görüşümüz oldu. Gerçekten o anı hiç unutamadım. “

Lı bajaré NuseybinéLı ber wé germa havinéBı tekbira lı nav xwinéŞehid kirin Huseyné minŞehidé dawa PéxemberXwina te wek misk u amberNuseybin temam seram serDıxwede hişt Huseyné min1

1 Şehid–3, (Ezgi kaseti), Dengé Ümmeta İslamé.73

Page 74: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

ŞEHADET SENESİ: 1992Şükür Demir’in Şehadeti6 Mart 1992 günü akşam vaktinin ilk saatlerinde silahlı saldırganlar açık olan

pencereden içeri girip evin içinde Şükrü’yü şehid ettiler. Evde hanımıyla yalnızdı. Şehid’in hanımı saldırganları görmüştü. Evi Yeni Turan Mahallesindeydi. Şükrü hiçbir siyasi faaliyetin içinde değildi. Müslüman bir şahsiyetti. Ama cemaatin ve İslami davanın haklılığını onaylıyordu. Bazı cemaat mensuplarının akrabasıydı ve İslam düşmanlarının tehditleriyle ilişkisini kesip cemaate karşı tavır almamıştı. Bundan dolayı onu hedef aldılar. Zalimlerin onu hedef alacağını düşünmemişti bile. Şehid 50 yaşlarında aslen Gercüş (Hewri)’lüydü. Haccac mezarlığına defnedildi.

Minik Muhammed Nafi De Şehidler Kervanında1992 yaz aylarında cemaate yönelik bombalı bir saldırı yaptılar. Seyda Mele

Salih’in evinin bahçesine bir el bombası atıldı. Muhtemelen Ağustos ayıydı. Saldırganlar bombayı komşu bir örgüt mensubunun evinin damından attılar. Seyda’nın avlusu onun damından görülüyordu. Damın üzerinde duvardan açtıkları küçük bir delikten gözetlemişlerdi. Biri gidip zili çalmış, Seyda da avluya çıkınca bomba atılmıştı. Bombayı, Aslan adlı militan atmıştı. Bu militan daha sonra itirafçı oldu. Bu saldırıda hedef Seyda’ydı. Seyda çıkıncaya kadar evin sokak kapısının zili birkaç defa çalınmış. Birileri zile basıp kaçıyordu.

Avluya düşen bomba patladı ve o esnada bahçede olan minik Muhammed Nafi’ye şarapnel parçaları isabet etti. Diyarbakır Devlet Hastanesine kaldırıldı. Birkaç gün iyileşme gösterdi. Kendine gelmişti, artık tehlikeyi atlatmış görünüyordu. Ancak o da şehidler kervanına katıldı.

Muhammed Nafi 9 yaşındaydı. İlkokul öğrencisiydi. Çok zeki ve çalışkandı. Bu küçük yaşta babasından güzel bir İslami terbiye almıştı. Namazlarını aksatmadan kılardı. Allah–u Teala onu cennette anne–babasıyla buluştursun.

Şükrü Keskin’in ŞehadetiAğustos ayı içerisinde Hacı Şükrü’yü evinin önünde şehid ettiler. Şükrü

berberdi. Sakarya Caddesi üzerindeki dükkânını kapatıp eve dönerken evinin önünde silahlı saldırıya uğradı.

Şükrü 50 yaşlarındaydı. Gercüş doğumluydu. Siyasi davalarla hiçbir ilgisi yoktu. Zaten siyasi düşüncelerle ilgilenecek okumuşluğu da yoktu. Kendi halinde bir Müslümandı. Cemaat fertleriyle akrabalığı vardı ve gönlü Müslümanlarlaydı. Demek ki Komünist örgüte bunlar öldürmek için yeterli gerekçelerdi. Tabi eğer saldırılarını bir gerekçeye dayandırma endişesini taşıdıklarını söyleyebilirsek.

Şehid, Haccac mezarlığına defnedildi. Bir Şehadet Haberi de İzmir’denCemaat bu tehlikeli süreçte fertlerine izinsiz ve habersiz bir yere

gitmemelerini tembihlerdi. Celal Bayın, kamyon şoförüydü. Kamyonla Irak’a nakliye için giderdi. En son kamyonuyla Adana’ya gitmişti. İzmir’de ablasının evi

74

Page 75: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

vardı. İzmir’e gider, beklemeden dönerim, diye düşünmüştü. Çünkü İzmir tehlikeliydi. İzmir Kadife Kale’deki ablasının evinde fazla beklemeden ayrılmıştı. Otobüse bineceği yerde Komünist militanların saldırısına uğradı. Böylece o da şehidler kervanına katıldı. Cenazesi Nusaybin’de Haccac mezarlığına defnedildi.

Şehid Celal Bayın 30 yaşlarındaydı. O zorlu dönemde Irak’a gitmesi sebebiyle birçok yararları oldu. Ayrıca fazla tanınmıyordu. Halk arasında dolaşan haberleri toplayıp iletiyordu. Maddi açıdan da kardeşlerine faydası dokunuyordu. Çünkü bu dönemde onun gibi istisnaların dışında cemaat mensupları geçimleri için çalışma imkânı bulamıyorlardı.

Muhammed Beşer’in Şehadeti25 Ekim 1992’de evinin önünde silahlı saldırıda şehid edildi. Saldırganlar

birkaç kişiydiler ve saldırıda keleş kullanmışlardı. Şehid’in hanımı ve çocukları saldırganları görmüş, peşlerine düşmeye çalışmışlardı.

Şehid, 40–45 yaşlarındaydı. Evi kışla mahallesindeydi. Silahlı çatışma başladıktan sonra o en sıkıntılı günlerde cemaat fertleriyle ilişkisini kesmedi. Sık sık Müslümanların evine uğrardı. Siyasi faaliyetlerin içinde yer alan bir insan değildi. Belki de cemaate desteği, fertleriyle ilişkisini kesmemiş olması ve evlerine uğramasıydı.

Şehid, Muhammedé Piré olarak tanınıyordu. Haccac mezarlığına defnedildi. Bir Mazlumu Daha KatlettilerDüşmanın iğrenç yüzünü ortaya koyan olaylardan biri de İbrahim Evren’in

katledilmesiydi. İbrahim, Abdulkadir Paşa mahallesinde oturuyordu. Komünist örgüt elemanları, seninle konuşmak istiyoruz, deyip çağırdıkları yerde ona tuzak kurup kaçırdılar ve zihniyetlerine yakışır işkencelerle onu şehid ettiler. Cesedi Ömeriya kırsalında bulunmuştu. (Yol kenarında elektrik direğine asılmıştı) Tek suçu Hacı Musa’nın yeğeni olmasıydı. Kaçırılmadan kısa bir müddet önce merhum İbrahim’in dayılarına “ajan–mit” yakıştırmasıyla hakaret edip iftira etmişlerdi. O ise buna karşı çıkmış, “dayılarım Müslüman insanlardırlar. Sizin yakıştırma ve iftiralarınızdan beridirler” demişti. Hakkı söylemek ve savunmak Komünist örgütün hoşuna gitmemişti. “Bir Hizbullahçı öldürdük” demek ve güç propagandası yapmak için her şey onlar için mubahtı. Kurbanın kim olduğu önemli değildi. Katliamlarıyla büyüyen bir örgüt, varlığını ancak bu şekilde hissettirebilir. Kurbanlarının cesedini teşhir etmesi de bu zihniyetin bir parçasıdır. İşte mazlum İbrahim’in cesedini böyle yapmışlardı.

Allah ona rahmet etsin ve onu şehidler zümresi arasında haşretsin. İbrahim, 23 yaşlarında, iki çocuk babasıydı. Şehid Muhammed Can’ın Şehadeti1992 yılının olaylarından biri de Hacı Muhammad’i şehid etmeleridir. Eylül

ayının sonlarında Hacı Muhammed evden işyerine giderken sabah 08: 30 civarında şehid edildi. Saldırganlar 32 mermi sıkmışlardı. Bunlardan sadece bir tanesi isabet etmişti. Bu saldırı onların vahşi yüzünü bir kez daha ortaya çıkarmıştı. 65

75

Page 76: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

yaşlarındaki bu amca o kadar masum idi ki tek başına evine gitmekte kendisi için hiçbir tehlike görmemişti. Yaşı ilerlemiş, kendi halinde bir Müslüman ve İslam’ı yaşayanları seven bir Müslüman idi.

1992’nin Diğer Bazı HadiseleriBu yıl içerisinde mele Yusuf’a yönelik silahlı saldırı gerçekleştirdiler. Nisan

1992 idi. Muhammed Ata’nın şehadetinden bu yana marangoz atölyesini kapatmıştı. Marangoz atölyesi ailenin tek geçim kaynağıydı. Bu yüzden atölyeyi açıp işe başlamıştı. Marangoz dükkânı evinin üstündeydi. Dükkânda çalıştığı esnada Komünist militanların silahlı saldırısına uğradı. Hamd olsun amaçlarına ulaşamadılar. Mele (Y) ve ufak oğlu (M) hafif yaralandılar.

–1992 Ağustos ayı ya da sonraki dönemde Yeni Turan Mahallesinde (Z) ve (E) cemaat fertleri sokaktan geçerlerden karşıdan üç Komünist örgüt militanı onları geçer geçmez arkalarından ateş açıp kaçmışlardı. Doğrusu her iki taraf da kendini korumaya çalışmıştı.

–Bir diğer olay da Eylül ayı civarında oldu. Kışla Mahallesinde iki Hizbullahi genç motosiklet üzerinde giderken 27 Mayıs caddesinde demir rayları üzerine geldiklerinde orada (İ. Y) adlı Komünist örgüt militanı onlara ateş açmıştı. Ancak yara almadan saldırıyı atlattılar.

–1992 yılının olaylarından biri de iki masum genci katletmeleriydi. Kışla Mahallesi Mele Yunus Camii civarında 18 yaşlarında iki genci katlettiler. İki Hizbullahçıyı öldürdük, türünden haberler halk arasında dolaşıyordu. Oysaki bu iki gencin cemaat ile yakından uzaktan bir bağlantısı yoktu. Öldürülen bu mazlum gençlerden biri M. Latif Mutlu, diğeri de Mele Yunus’un oğlu (Hıdır Acar) idi. Her ikisinin de o mahalledeki cemaat fertleriyle okul ve mahalle arkadaşlığına dayanan sadece bir merhabaları vardı. Maksat insanlar üzerinde baskı, korku ve tehdit oluşturmak olunca kurbanların kim olduğu onlar için fark etmezdi. Sonradan halk arasında “İki Hizbullahçıyı öldürdük” propagandasını yapmaları eylemin bir yanlışlık eseri olmadığını ortaya koyuyordu. Çünkü bu propagandalarıyla eylemlerine sahip çıkmış oluyorlardı. Böylece cinayet defterlerine iki mazlumun daha kanı eklenmiş oluyordu. Olay 1992’nin baharındaydı.

GECE SALDIRILARIKomünist örgüt gündüzleri silahlı saldırılarının yanında geceleri de cemaat

ferdi Müslümanların evlerine yönelik birçok eylem gerçekleştirdi. Bu, gece eylemleri, yoğunlukla 1992 yılı içerisinde ve özellikle silahlı çatışmanın başlamasının ilk aylarında gerçekleşti. Bu saldırıların bazıları da 1993 yılında oldu. Gece yapılan bu saldırılarda Xaltika Ayşe ve Fatma’nın şehadetleri hariç, bir şey elde edemediler. Bu gece saldırılarının birinde bir Hizbullahi genç bomba parçalarından yaralandı. Burada şunu da belirtmek istiyorum. Övündükleri ve halk üzerinde tedhiş unsuru olarak kullandıkları RPG roketlerinden hiçbir fayda görmediler. Evlerin duvarlarında bir delik açmaktan başka bir tesir göstermediler.

76

Page 77: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Bu saldırılardan biri (Z)’nin evine yönelik yapıldı. Evde Müslüman öğrenciler kalıyorlardı. Demir yolunun üst tarafından atılan roket sadece bahçe duvarının üst kısmını sıyırıp boşluğa doğru geçip gitmişti.

Bu saldırılardan biri de (N)’nin evine yapıldı. Evin ikinci katına isabet eden roket fişeği madde hasar meydana getirdi. Patlamanın şiddetinden pencere yerinden fırlamıştı.

Bu saldırılardan biri de (H)’nin evine yapıldı. Bu saldırı 21 Mart 1992 gecesiydi. Eve isabet eden roket fişeği sadece cüz’i maddi hasar meydana getirmişti.

Bu saldırılardan biri de Mele Hasan’ın evine yapıldı. Evde Mele Hasan vardı. Duvarı delip geçer roket fişeği yere düşmüş, bez parçalarına sarmalanıp patlamamıştı.

Hacı Musa’nın evine birkaç kez saldırdılar. Hacı Musa’nın evi çok tehlikeli bir yerdeydi ve o çevrede eylem olanakları genişti. Roket ve el bombaları atıp ardından uzun namlulu silahlarla da tarıyorlardı. Ama Hacı Musa kahramanca onlara karşı savunmasını yapıyordu. Aralık 1991’de ilk saldırı gecesinde saldırıp hemen kaçmalarının ardından Hacı Musa çok sinirlenmiş, dama çıkmıştı. Onlara meydan okumuştu: “Alçaklar! Gelin bakın buradayım, neden uzaktan atıp kaçıyorsunuz? Sizin…” Hacı Musa o kadar yüksek sesle haykırmıştı ki bütün mahalleli duymuştu. Yaklaşık 300–400 metre ötedeki evinin damında bulunan bir Müslüman, Hacı Musa’nın sesini rahatlıkla duyuyordum, demektedir.

Bir gece (A)’nin evine saldırı için geldiler. Evin damında tedbir olarak nöbet bekleyenler onları fark edip planlarını uygulama şansı vermeden onlara doğru ateş açtılar. Onlar da bir iki el ateş edip kaçmışlardı. Bir cemaat ferdi sokağa fırlayıp peşlerine takılmak istemiş hatta kısa bir mesafe gitmiş ama diğer kardeşlerinin ikazıyla geri dönmüştü.

(M. A)’nin evine de gece saldırısı gerçekleştirdiler. Evin damına fırlattıkları el bombası patladı, (N) şarapnel parçalarından birkaç yerinden yara aldı. Hamd olsun yaraları ölüm tehlikesi oluşturmadı. Başka bir gece ise saldırıları teşebbüs halinde kaldı. Damdaki nöbetçi, bir saldırganı görür. Saldırgan da fark edildiğini anlar. Bundan dolayı sokakta görüş alanına girer girmez hızla koşup sokağın köşesini döndü. Gündüz olunca komşulardan, arka sokakta birilerinin de arabayla beklemiş oldukları öğrenilmişti.

Cana Can Mala MalKomünist örgüt, eylemlerin her türlüsüne başvurdu. Bunlardan biri de

kundaklama eylemleridir. Ayrı zamanlarda Müslümanların dükkânını kundakladılar. Kundakladıkları işyerlerinden biri Mele Hasan’ın konfeksiyon dükkanıydı. Cemaat fertlerine can ve mal zararı vermek için her yolu denediler, hiçbir sınır tanımadılar. Onlar bir eylem türüne başvurmayana kadar cemaat o eylem türüne başvurmazdı. Onlar dükkânları kundaklamaya girişince bu tür misillemeler de yapıldı. Mala mal, cana can.

77

Page 78: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

(H. )’in dükkanını kundaklamalarına karşılık çarşı merkezinde bir dükkana misilleme yapıldı. Ancak Hizbullahi eylemciler yangın bombası yerine sis bombası atmıştılar. Daha tesirlidir zannıyla bombaların içinden en büyüğünü seçmiştiler. İşyeri sahibi panik içerisinde ikince kata çıkarak feryad eder. Her taraf sis dolmuştur. Polis olaya bir anlam verememişti. Yolun iki tarafını trafiğe kapatıp Mardin’den bomba uzmanlarının gelmesini beklerler. Uzmanlar gelinceye kadar ilginç bir yankı oluşur.

“…Öyleyse kim size saldırırsa, onun saldırdığı gibi siz de ona saldırın. Allah’tan korkup–sakının ve bilin ki Allah, muhakkak ki korkup–sakınanlarla beraberdir. “ (Bakara: 194)

KÖYLERDE ÇETİN İMTİHAN“Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve

ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. “ (Bakara: 155)

Çatışmaların başlamasıyla Nusaybin ilçe merkezinde cemaat mensubu Müslümanların yaşadığı kuşatılmışlık, köylerde çok daha tehlikeli ve vahşi boyutlardaydı. Çünkü köyler komünist örgütün dağ kadrolarının direkt hedefindeydi. Kırsal kesimde saldırı imkân ve deneyimleri çoktu. Bu yüzden köylerdeki Müslümanlar çok daha büyük saldırı tehdidi altındaydı. Üstelik şehirdeki gibi saldırıp hemen uzaklaşma dertleri olmadığından bazen çatışmalar 1–2 saat kadar sürerdi. Ayrıca kırsaldaki komünist militanların elinde ağır silahlar vardı.

Bu köylerden biri Kertwéné (Duruca) idi. İpek yolu üzerinde Nusaybin ilçe merkezine 10 km kadar uzaklıktadır. Belde olup köyün ortasında askeri karakol vardır. Nüfusu 5–6 bin civarındadır. Nusaybin’de çatışmaların başlamasıyla komünist örgütün hedefi haline geldi. 1993’ün son aylarına kadar İslami dava mensubu Müslümanların evleri defalarca saldırıların hedefi oldu.

Kertwéné’de, bir gece saldırısında Seyid Halef ve çoban Hüseyin’i şehid ettiler. Karanlık çöker çökmez iki koldan eylem planlamışlardı. Bir Müslümanın evine girmeyi başarırlar. Ancak ev çok büyük ve birkaç bölümden oluşmaktadır. Girdikleri odada buldukları çoban Hüseyin’e ateş ederler. Hüseyin Cizre taraflarından gelmiş, ücretli olarak çobanlık yapıyordu. 17 yaşlarındaydı. Onu ev sahibi zannedip şehid ederler. Allah rahmet etsin.

Eş zamanlı olarak Seyid Halef’in evine gitmişler, onu alıp köyün dışına götürmüşlerdi. Seyid Halef 70 yaşlarında, masum bir insandı evde yalnızdı. Tek suçu cemaati seven bir Müslüman olmasıydı. Köyün dışında ona çok işkence etmişlerdi. Ağzını bez parçalarıyla tıkayıp parmaklarını kırmışlardı. 70 yaşında bir pir–i faniyi işkence ile katlederek yöntem ve metodlarında, kimin yolunda gittiklerini ortaya koyuyorlardı. Allah rahmet etsin. Seyid Halef namazına ve ibadetlerine düşkün salih bir insandı. Ömrünün sonunda bu zalimlerin eliyle mazlumca şehadet mertebesine ulaşmıştı.

78

Page 79: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Sonraki yıl ve aylarda burada Müslümanların evlerine büyük küçük saldırılar gerçekleştirdiler. Bu saldırılar içerisinde ikisi çok şiddetliydi. Saldırılar iki saat kadar sürdü. Bu saldırıların birinde 15’ten fazla el bombası ve o kadar da roket kullandılar. Makineli silahlar ise aralıksız çalıştı. Fakat Allah’a hamd olsun ki maddi hasar vermekten başka bir şey elde edemediler. Geniş demir kapı (arabanın geçebileceği kadar büyük) önüne yerleştirdikleri mayın, kapıyı yerinden fırlatmıştı. Plana göre buradan içeriye sızacaklardı. Nitekim kapıyı tahrip ettikten sonra buradan girmeye çalışmışlar ancak üzerlerine yağan kurşunlardan geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Evin arka duvarı önünde kazdıkları hafif çukura yerleştirdikleri el yapımı büyük bomba ise patlamamıştı. El yapımı bomba büyük su bidonuna yerleştirilmişti. Bidonun içine patlayıcı yerleştirilmiş, parça tesiri olsun diye de metal parçalarıyla doldurmuşlardı. Bağladıkları kabloları ise uzağa çekmişlerdi. Amaçları duvarı yıkmak ve buradan içeri sızmaktı. Allah’a hamd olsun ki planları tutmadı ve bomba patlamadı. İki saat kadar devam eden bu büyük saldırı Mayıs 1993’de idi.

Gerçekten bu saldırılarda can kaybının olmaması tamamen Allah’ın yardımıydı. İki metre karelik dar bir yerden saldırılarını püskürten mücahidin ateş açtığı küçük pencereye fırlattıkları roket deliği geçip içeride patlamıştı. Bölmenin saç kısmı delik deşik olmuştu. Ancak o en ufak bir yara bile almamıştı. Bunun Allah’ın yardımından başka izahı olamazdı.

Saldırılara, köyde bulunan askeri karakol müdahalede bulunmuyordu. Asker sayısı az diye müdahale etmiyordu. Ancak biraz uzakta bulunan karakoldan askerler konvoy olarak köye geliyordu. Bu da saatler sürüyordu. Köy tepelik yerde olduğundan uzaktan gelen askeri araçların ışıkları görülüyordu. Askerin geldiğini gören saldırganlar geri çekiliyordu. Zaten saldırganların çoğu köy içindeki milisleriydi. Çünkü içerden destek almadıkça saldırı imkânları çok azdı. Saldırıya katılanların bazıların görülüp tanınıyordu. Bazıları da saldırılarda yaralanmışlardı.

Bu saldırganlıkları karşılıksız kalmadı. Nusaybin ilçe merkezine her gün köyden ihtiyaçları için geliyorlardı. Tanınan bazı elemanları saldırıya uğradı. Aralıklarla yedikleri bu darbelerin arkasından büyük saldırı gerçekleştirme imkânını kaybettiler. Çünkü köyün içinden desteklerini kaybettiler. Yapılan ufak çaplı saldırılar da sonradan kesildi.

Abdurrahman Ve Abdulkerim’in ŞehadetleriKertwéné’de 1992 yaz aylarında değerli iki cemaat ferdi şehid verildi.

Köylerdeki dava mensupları tarlalarına gidemiyorlardı. Bu yüzden maddi olarak da büyük sıkıntılar yaşanıyordu. Pamuk ekmişlerdi. Sahip çıkmasalar yıllık gelirleri heba olup gidecekti. Pamuğun sulanması gerekiyordu. Yoksa kuruyup gidecekti. Doğrusu cemaat, kuruması pahasına olsa tarlaya gitmemelerini istiyor ve söylüyordu. Çünkü tarla çok tehlikeliydi. Pusudan kurtulmak imkânsızdı. Karşı tedbirin ise pek faydası olmazdı.

79

Page 80: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Abdurrahman Akbalık, Abdulkerim Aslan ile tarlayı sulamak için giderler. Sabahın erken saatleridir. Tarla dağın eteklerine yakındır. Komünist militanlar buradan pusu kurmuşlardı. İkisini keleşlerle tarayıp şehid ettiler. Saldırganlar ayarladıkları traktörle dağa yetiştirirler.

Abdurrahman 18–19 yaşlarındaydı. Liseyi bitirmiş, üniversiteyi kazanmıştı. Çok kültürlü, zeki ve fedakâr bir cemaat ferdi idi.

Abdulkerim Aslan ise tarla işinde yardımcı olmak için Tılmınaré’den (Tepeüstü) gelmişti. 23–24 yaşlarında idi. Her iki şehid de bekârdı.

Abdurrahman ve Abdulkerim’in şehadetinden sonra tarla içerisinde misilleme olarak onlardan da vurulan oldu.

Abdulkerim u Abdurrahman nayén jî bîr kirinDı tarîxa Hizbullah de hatine qeyd kirinMizgîn heta bı ebed wé bén zikir kirinEw şehîd bun ji bo ehkamé İslam u Qur’anZulme Direnmek En Şerefli TavırdırEn ağır saldırıların yaşandığı köylerden biri de Gırémira (Girmeli) idi. Köy,

yaklaşık 30 km. Nusaybin’in doğusunda, ipek yoluna yakın yerdedir. Tüm tehlikelere rağmen köyün terk edilmemesi komünist partinin dağ kadrosunun prestijini yerle bir etmişti. Çevrede onların halk üzerindeki tesirini etkiledi. Çünkü 40–50 kişilik gruplar halinde en ağır silahlarla saldırılar düzenliyor, ama hiçbir şey elde etmeden dönüyorlardı. Üstelik geceleri yapılan bu saldırıların sayısını hesaplamak mümkün değil. Çünkü birkaç gecede bir gelirlerdi ve süren uzun çatışmada bomba, roket ve en ağır makineli silah kullanırlardı. Genelde de yakın yerdeki askeri karakoldan birlikler silah seslerinin kesilmesinden sonra gelir, etrafa bakar, geri dönerlerdi. Allah’a hamdolsun ki bu saldırılarda kimsenin burnu bile kanamadı.

Ama direnmesin mümkün olmadığı köyler de vardı. Tam dağlık bir yerde olduğundan kalmak mümkün görülmeyen Merbabé’de dava fertleri köyü terk ettiler. Burada bir iki kez saldırı düzenlenmişti. Durum çok riskli görüldüğünden köyden ayrıldılar.

Girmeli’de dava fertleri tarlalarına hiç gidemediler. Senelik emekleri sulama yapılamadığından ve bakımsızlıktan kuruyup gitti. İslami dava mensupları bütün mal varlıklarını da İslam davası uğrunda feda ediyorlardı. İzzetle direnen insanlar her zaman kazanmışlardır. Aziz olmuşlardır. Bu sıkıntılı bir–iki yılı geride bıraktıktan sonra köyde Kur’an’a hizmet önünde geniş bir alan açıldı. Tüm köylülerin ilişkisini kestiği insanlar sonraki yıllarda camide Kur’an dersi vermeye başladılar. Camide en az 50 çocuğa Kur’an–ı Kerim dersi vermeye başladılar.

Kanın Durmasını İstemeyen Kim? Ve Abdulgafur’un Şehadeti1992 yılı her bakımdan sıkıntılı geçti. 1992 İbrahim Hoca’nın şehadetiyle

başlamıştı. Şimdi ise yılın son haftalarına gelmişti. Bu yılın son haftalarında (12

80

Page 81: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Aralık) aziz bir cemaat ferdi daha şehid olacaktı. Bir taraftan ardarda Müslümanlar şehid olurken diğer taraftan adeta evlerine hapsolmuşlardı. Çok zaruri bir durum olmazsa kimsenin dışarı çıkmaması cemaatin bir tedbiriydi. Hatta ev ihtiyaçları için dahi çıkılmayacaktı. Özellikle evleri çarşı merkezinden uzak olanlar. Gıda ihtiyaçlarının temini için araba tahsis edilmiş görevli bir ferd vardı. Uygun vakitlerde eşyaları arabayla evlerine ulaştırılıyordu. Bunun gibi, ihtiyaç anında arabayla cemaat fertleri evlerinden alınıyorlardı. Yer değiştirmesi gerekenler de uygun vakitlerde çoğunlukla, sabahları ortalık tam aydınlanmadan ve ortalık sessiz iken arabayla alınır ve gideceği eve bırakılırdı. Arabayı kullanan kişinin çok iyi şoför olması gerekliydi. Çok dar sokaklardan seri ve hızlı geçmek ve vakit kaybetmemek önemliydi. Hiçbir vakit saldırı ihtimali göz ardı edilemezdi.

Abdulgafur yeni askerden gelmişti. Nusaybin merkezinde fazla tanınmıyordu. Evleri Kozluca (Xaniké) köyündeydi. Şoförlüğü de fena değildi. Son dönemde Abdulgafur yukarıda bahsettiğim vazifeyi icra ediyordu.

12 Aralık 1992’de Abdulgafur yanında bir arkadaş ile Şeyh Kadri’nin evine giderler. Vakit ikindiden sonradır. Araba kapının önünde durur. Abdulgafur arabada beklerken arkadaşı inip zili çalar. Kapı açılıp araba geniş kapıdan içeri alınacaktı. Tam bu sırada komünist örgüt militanları keleşle ateş açarlar. Abdulgafur şehid düştü. Şehidin cenazesi köye götürülüp şehid Hüseyin ve rahmetli Abdülaziz Kar’ın1 yanına defnedildi.

Abdulgafur’un şehadetinden bir müddet önce halk arasında tarafların barıştığı yönünde haberler dolaşmıştı. Gerçekten bir müddet eylemler durmuştu. Nusaybin’de eylemlerin durduğu bu dönem biraz uzun olunca “çatışmanın durduğu” havası yaratmıştı. “Barış” haberlerinin kaynağı bilinmiyordu. Hatta halk arasında iki taraf Batman’da buluşup kucaklaşarak barışmışlar, şeklinde haberler dolaştı. Doğrusu halk bu haberle sevinmişti. Dolaşan haberin kaynağı, halkın arzusu olabilir. Belki de arzu, söylentiye dönüşmüştü. Bu söylentilerin akabinde 12 Aralık’ta Abdulgafur’u şehid ettiler. Saldırı ile kanın durmasından yana olmadıklarını tekrar ilan ettiler. Halk, yine onlar başlattı, şimdi her gün şurada burada onlardan biri yere serilecek, demeye başladı.

Şehid Abdulgafur BalŞehid Abdulgafur 22 yaşındaydı. İdil’e bağlı Kozluca (Xanıké) köyünde doğdu.

Askerliğini deniz piyadesi olarak yapmıştı. Köydeki İslami faaliyetlerle cemaat saflarına katılmıştı. Askerden dönünce Nusaybin’de çatışma dönemi başlamıştı. Şehirde kalarak üzerine düşeni yapmaya koyulmuştu.

Molla Osman’ı Da Şehid Ediyorlar

1 Merhum Abdülaziz Kar’ı da bu vesileyle yâd etmek istiyorum. Abdülaziz’in Xaniké köyünde İslami hizmetleri oldu. O da genç yaşında dava safların katılmış, kısa sürede yüksek bilinç seviyesine ulaşarak hizmet yoluna koyulmuştu. 1989’da ipek yolu üzerinde, köye yakın bir yerde trafik kazasıyla vefat etti. 20 yaşlarındaydı. Köy mezarlığına defnedildi.

81

Page 82: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

14 Şubat 1993 tarihinde Abdulkadir Paşa Mahallesinde yatsı vaktinde bir grup komünist militan Mele Osman’ın (Demir) evinin önüne gelir. Mele Osman evinin karşısındaki camide yatsı namazını kıldırıp sokağa çıkar. Militanlar sokakta onunla konuşurlar. Oğullarını kendilerine teslim etmesini isterler. Eve girmemişler, sokakta münakaşa olur. Oğullarını “Parti”ye teslim edeceksin, diye diretirler. Mele Osman ise kesinlikle böyle bir şey yapmayacağım, öldürmeniz için evlatlarımı nasıl kendi elime size teslim ederim, der. Sinirlenip onlara bağırır. Ahmak nasıl size teslim ederim! Komünist militanlar yüzlerini kapatmışlardır. Ama birinin sesi Mele Osman’a yabancı gelmez. Bu militan terbiyesizlik derecesinde ileri geri konuşur. Mele Osman sinirlenip militanın yüzündeki örtüyü çeker. Tanıdık simadır. “Falan kes, sen ha!” der. Bu şekilde tanınan militan, tanınmasının verdiği panikle keleşle Mele Osman’ın üzerine ateş eder. Mele Osman’ı şehid ederler.

Mele Osman 60–65 yaşlarında Nusaybin’de ve çevresinde tanınan bir âlimdi. Evinin hemen yanındaki camide imamdı. Yörede ilmine itibar edilen âlimlerden biriydi. Birçok fakiye (feqi) medrese ilimlerini vermişti. Son dönemlere kadar da imamı olduğu caminin medresesinde (hücresinde) kalan ve Arapça ilimleri okuyan talebeler vardı. Halkın, sorunları için müracaat ettiği bir âlimdi. Cemaatin Nusaybin’deki mensuplarını yakından tanıyordu. Ayrıcı cemaati bölge genelinde de tanıyordu. Komünist örgütün cemaate cephe alıp propaganda başlatmasıyla zaman zaman bunların iftiralarının etkisiyle üzüldüğümüz tavır ve sözler sergilemişse de bu ailenin İslam davasına çokça hizmetleri olmuştur. Mele Osman Zaxurani idi. (Zaxuran, geniş bir aşirettir. )

Mele Osman kendini evlatlarına açıkça feda etmişti. Şakıro portresi ile Mele Osman’ın sergilediği baba portresi birbirinin tam zıddıdır. Biri izzet ve şerefli; diğeri ise tarihe “evlat katili” diye geçen bedbahttı.

Mele Osman’ın oğulları o gece evdeydiler. Zaten komünist militanlar istihbarat almış, onun için gelip kendilerine teslim edilmesini istemişlerdi. Onlar silah sesleri üzerine sokağa çıktıklarında, olan olmuştu artı. Doğrusu onların böyle bir alçaklık yaparak Mele Osman’ı şehid edeceklerini beklemiyorlardı.

Mele Osman’ı şehid etmekle büyük hata yaptılar. Bu eylemle herkes onları lanetledi. Allah Mele Osman’a rahmet etsin.

ONURLU DİRENİŞİN DÜĞÜNÜGünler 13 Haziran 1993’e gelip dayandığında Nusaybin’de devran değişmişti.

Komünist partinin Hizbullahi cemaat karşısında havası sönmüştü. Artık açıktan kimseyi peşlerinden koşturamıyor, dolayısıyla hareket alanları bayağı daralmıştı. İşte 13 Haziran’da yapılan bir düğün (S) bunun ilanı değerindeydi. Buna zafer düğünü demek istemiyorum. Çünkü “Zafer” diyerek, olmasını asla istemediğim ama kaçınılmaz olarak Hizbullahi cemaatin önüne çıkan veya çıkarılan “ölümleri” yüceltmek istemiyorum. Ama ben buna “izzetli duruşun” “onurlu direnişin” düğünü diyorum. Cemaat fertlerinin sokağa çıkamadığı veya zorunlu olarak bulunduğu bir yerden ayrılırken “acaba yerine ulaşabilecek midir? Acaba geri

82

Page 83: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

dönebilecek midir” deniler günler daha hafızalarda taze iken böyle “binler”in katıldığı düğünde bir araya gelebilmek şükür gerektiriyordu. Çevre yerlerden gelenlerle oluşan kalabalık bu “Cemaat”in bir kitle hareketi olduğunu, basit bir dava ve hedef gütmediğini bir kez daha ilan ediyordu. Bu yolda hayatını feda eden çok sayıda şehidin varlığı hedefin yüceliğini ortaya koymaya yeterlidir. Düğünde atılan sloganlarda asıl büyük düşmanın emperyalistler ve yerel uşakları olan gayri İslami rejimler olduğu ilan ediliyordu. Komünist örgüt aleyhine tek bir slogan atılmadı.

Düğünler İslam’a hizmetin yoludur. Şehidlerin yoluna bağlılığın ilanıdır. Çünkü söylenen her bir marş, ezgi, onları hatırlatır.

Nusaybin merkezinde 13 Haziran’da yapılan düğünün ardından sonraki aylarda köylerde de düğünler yapıldı. Kırsal kesimde yapılan bu düğünlerin elbette ki anlamı daha fazlaydı.

Her Sıkıntının Arkasından Bir Kolaylık Vardır1993’ün baharından itibaren yeni bir dönem başlamıştı, Cemaat için. Her ne

kadar Komünist örgüt henüz engel olmaktan çıkarılmamışsa da cemaat büyük ölçüde ağırlığını koymuştu. Çatışma süreci başlayınca haliyle bütün faaliyetler durmuş ve bütün imkânlar savunma için seferber edilmişti. Zaten o ortamda İslami faaliyeti sürdürme imkânı da olamazdı. Çünkü cemaat fertleri zorunlu hallerin dışında evlerinden dahi çıkamıyorlardı. Çatışma şiddetini yavaş yavaş yitirirken artık asıl yapılması gereken yani İslami faaliyetlere kalınan yerden devam edilmesi gerekiyordu. Belki İslami çalışmalar için fertlerin gidiş gelişleri saldırıya uğrama tehlikesini artırıyor olabilirdi. Ama ne olursa olsun İslami çalışma yani tebliğ, sohbetler, ziyaretler, irşad, Kur’an–ı Kerim dersi… Faaliyetlerine artık yoğunluk vermek gerekiyordu. Çünkü asıl gidilen yol buydu, cemaat için örgüt ile yaşanan çatışma süreci ise arızi bir durumdu.

1993 baharıyla birlikte yeniden tüm camilerde çocuklara Kur’an–ı Kerim dersi verme hedefi ortaya konuldu. Birkaç ay içerisinde bu hedef yakalandı. Tüm tehlikelerine rağmen cemaat fertleri ders saatinde, özellikle ikindi vakitlerinden sonra gider çocuklara Kur’an dersi verirlerdi. Bununla birlikte akide, ahlak, siyer, ibadet… Bilgileri de veriliyordu. Cami çevresindeki ahalinin evleri ziyaret edilir, çocuklarını Kur’an dersine göndermeleri tavsiye edilirdi. Bazı camilerde kalan gençler kendileri de ayrıca medrese ilimlerini ders alıyorlardı. Denilebilir ki 1993’ün sonu itibariyle Kur’an–ı Kerim dersinin verilmediği cami kalmadı. Böylece yüzlerce çocuk Kur’an ile tanışıyordu. Halk arasındaki tebliğ faaliyetlerinde tekrar güzel bir seviye yakalandı.

1993’te okulların açılmasıyla gençler arasında da İslami faaliyetlerde canlılık arttı. Bir yıl önce liseyi terk etmek zorunda kalan öğrenciler tekrar eğitimlerine Nusaybin lisesinde devam etme imkânı buldular. Bu da yeni bir dönemin başladığını gösteriyordu.

83

Page 84: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Geride bırakılan dönemde İslam davasının birçok şehidi olmuştu. Bugün Müslümanlar memleketlerinde izzetlice yaşıyorlar idiyse onların fedakârlıkları sayesinde idi. Dolayısıyla onları her an hatırlamak ve hatıralarını canlı tutmak ve onlara karşı vazifenin en güzel şekilde yapılması gerekiyordu. Mezarlık ziyaretleri ihmal edilmemeliydi. Perşembe günleri ikindiden sonra (yani Cuma akşamları) şehidlerin ziyaret edilip kabirleri başında dua edilmesi ve Yasin–i Şerif okunması geride kalan Müslümanların göreviydi. Özellikle bayramlarda unutulmamalıydılar. Şehid adeta dava saflarında yaşıyorlar gibi hareket edilmeliydi. İşte, bu dönemde artık bunların tümü vardı.

BÜYÜK SALDIRI“7–8 esnaf arkadaş beraber eve dönüyorlardı. Tedbir olarak aralıklı ve çapraz

yürüyorlardı. Yine tedbir olarak işyerlerini herkesten önce kapatıp biraz erken eve dönüyorlardı. Çoğunun evi çarşı merkezine yakın, nispeten güvenli yerdeydi. Bu yüzden bazı esnaf kardeşlerimiz evlerine gitmiyorlar bu esnaf kardeşlerimizin evinde kalıyorlardı. Çünkü her gün düzenli eve gidiş–geliş çok tehlikeliydi.

Toplam 10 kadar esnaf kardeşimizdi, yolun iki tarafında ilerliyorlardı. Eve yaklaştıklarında çocuklar da babalarını karşılamak için çıkmışlardı. Evin penceresinden bu şekilde kardeşlerimizin akşamüzeri dönüşlerini seyrediyordum. Bazıları bulunduğum evin hizasına gelmişlerdi. Diğerleri de arkadan onları takip ediyordu. Saldırı olduğu esnada çocuklarla beraber sokakta 20’ye yakın insan vardı.

İki katlı evin penceresinden geçişlerini seyrediyordum. (M) kardeşimiz tam pencerenin hizasına gelmişti ki seri halde patlayan otomatik silah sesleri ve yerden havalanan tozla irkildim. Sağına soluna yere değen kurşunlar toz kaldırıyordu. Pencereden sol tarafa baktım. 15 metre ileride komünist örgüt militanı acımasızca keleşini çalıştırıyordu. Silah sesleri çok yoğun geliyordu ve aynı anda birkaç silahla ateş ediyorlardı. Ben ise sadece bu taraftakileri görmüştüm. Sonradan öğrendik ki iki kişi arkadan (çarşı tarafından) iki kişi de mahalle tarafından aynı anda ateş açmışlardı ortalık karışmıştı birkaç kardeşimizin yerde yattığını görmüştüm. Ateş açıldığında kendilerini yere atmışlardı. Ben ise vurulmuşlar diye düşünüyordum. Saldırganlardan birini sokakta duvar dibinde, adam, başı önünde MP–5 silahla uğraşıyor gördük. Ya şarjörünü değiştiriyordu ya da silahı tutukluk yapmıştı. Sokağa fırladım. En az 5–6 kardeşimiz şehid olmuştur, diye düşünüyordum. Yalnızca Xaltika Neima (Naime teyze–60 yaşlarında) kolundan ve babasının elinden tutan 5 yaşındaki Serdar ayağından yaralanmıştı. Hemen hastaneye götürüldüler. O sırada Edip Mungan İlköğretim okuluna giden sokağın girişinde birinin öldüğünü söylediler. Baktım biri yerdeydi. Bu vatandaş da o sırada eve dönüyormuş. Neredeyse evinin kapısının önüne gelmişti. Silah sesini duyar duymaz sokağa kaçmaya çalışmış. Saldırgan da onu esnaf arkadaşlarımızdan sanıp taramıştı. Yere düşünce de yerde şarjörü kafasına boşaltmışlardı. Esnaf arkadaşlarımızdan biri bunu görmüştü.

84

Page 85: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Arkadaşlar evlerine dönerlerken en geride (S) ve (A) vardı. Arkasından gelen saldırgan silahın emniyetini indirince, sesini fark edip geri dönünce 2–3 metre gerisinde keleşi doğrultan saldırganı görmüş, kendini yere atmasıyla saldırganın tetiğe dokunması bir olmuştu. Bu yöndeki saldırganlar iki kişiydiler. Ön tarafta da biri keleşli diğeri MP–5’li iki saldırgan ateş açmış ve iki de el bombası atmışlardı. Bir kardeşimizin kafasını kurşun sıyırmıştı. Biraz kan akmıştı. Ama montu ve pantolonunda 5–7 kurşun deliği vardı. Kurşunlar vücuda temas etmeden delip geçmişti. Diğer bir kardeşimizin sırtında kurşun derinin altına girmiş, sanki yanda derinin altına itilmiş, öylece duruyordu. “ Kısacası onların irade ettiği “katliamı” Allah irade etmemişti. Adı Bülent olan vatandaş ise maalesef onların kurşunlarıyla ölmüştü. Allah onun hakkını zalimlere bırakmasın. Olayın canlı şahidinin anlatımıyla bu katliam girişimini sizlere aktardık.

Komünist örgüt gazetesinin ertesi günkü manşeti de hazırdı. Gazete sanki gerçekleşen olayı değil de Komünist örgütün tasarladığını yazmış ve yansıtmıştı.

Bu saldırıda hedefine ulaşamayan komünist örgüt, sonraki aylarda esnaflara yönelik yeni bir saldırı tertipledi. Bu sefer de bir katliam planlamışlardı. İkindi vaktinden sonra evlerine dönmekte olan bir grup esnaf komünist militanların silahlı saldırısına uğradı. Geçiş vakitlerini daha önce takip edip pusu kurmuşlardı. Allah’ın yardımıdır ki Hizbullah’tan o kadar korkmuşlardı ki fazla yaklaşmaya cesaret bulamaz olmuşlardı. Açtıkları ateşle (M) ve (D) yaralandılar. Ancak yaraları ağır değildi. Komünist örgüt aldığı darbelerle sersemleşmiş, kudurmuşçasına yaşlı, masum ve berilere saldırıyordu. Ancak amaçlarına ulaşamadılar. Büyük bir tehlike daha böyle atlatılmıştı.

Camiye Roketle SaldırıyorlarCemaat mensuplarına yönelik gerçekleştirilen “Camiye roketli saldırı”

yazılması gereken olaylardan biridir. Mele Seyfeddin Camii (H. Hüseyin Camii)’nin medrese bölümünde birkaç Müslüman genç kalıyordu. Aynı zamanda lise öğrencileriydiler. Camide mahalle sakinlerinin çocuklarına Kur’an–ı Kerim dersi veriyorlardı. Tarih 1994’ün Ocak ayının ilk haftasına gelmişti. İki yıldır yaşanan silahlı çatışmada komünist örgütün etkinliği kırılmıştı. Halk artık cemaat fertleriyle diyaloga girmekten ve çocuklarını Kur’an–ı Kerim dersine göndermekten korkmuyordu. Diğer bütün camilerde dolduğu gibi burada da Kur’an–ı Kerim alan çocukların sayısı günden güne artıyordu. Komünist zihniyetin bunu hazmetmesi beklenemezdi.

Tanınan ve devlet tarafından da her yerde arandıkları bilinen bazı komünist militanların bu çevrede bazı evlerde kaldıkların biliniyordu. Ancak mahalleye girip izlerini kaybettirdiklerinden nokta tespiti yapmak mümkün olmamıştı. Onun için hala bu çevrede saldırı düzenleme imkânları vardı.

Ocak ayının ilk haftasıydı. Akşam yatsıdan sonra camiyi karşıdan gören aşağı sokaktan roket attılar. Roket duvarı delip medresenin mutfak olarak kullanılan odasını geçip diğer odanın içinde patladı. Tevafuk–i ilahi ki kardeşler roketin

85

Page 86: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

patladığı odada yatıyorlardı. Ama o gece kendi aralarında ‘her gece bu odada yatıyoruz, bu gece de diğer odada yatalım demişlerdi. Allah’a şükür ki kimsenin burnu bile kanamadı. Sadece ciddi olmayan maddi hasar meydana geldi. Bu saldırı ile medresenin terk edilip böylece Kur’an–ı Kerim hizmetinin sekteye uğrayacağını zannediyorlardı. Ertesi gün genç Hizbullahilerin yaptığı ilk iş, biraz kum ve çimento temin ederek roket deliğini kapatmak oldu. Bu saldırı onların moralini daha da arttırmış ve hizmetlerine daha ihlâslı sarılmalarına vesile olmuştu. O dönemde bu medresede kalan Hizbullahilerden biri de Hamdullah Yaşar’dır.

Aynı gece Mele Mıhemed Camisine de roketli saldırı yapıldı. Atılan roket hücreye isabet etmeden boş bir olana düşer. Saldırı anında merdivenden yukarı çıkmakta olan bir (B. )’ye de (merdivenler açıktaydı) ateş edilir. (B) kendini içeri atarak isabet almaktan kurtulur. Caminin yanındaki trafoya ateş edilip trafoyu ateşe verirler.

Yine bu günlerde Şex Mıhemed Camisine de saldırdılar. Yatsı namazı vakti cami cemaat namaza başladığı esnada başları puşuyla sarılı militanlar cami avlusuna girdiler. Bu esnada (A) şadırvanda abdest alıyordu. Bir militan ona yaklaşıp Kalaşnikof’u ona doğrultup sus işareti yapıyor. Niyetleri Caminin içine girmek veya caminin kapısından ateş etmekti. (A) sesli bir şekilde tekbir getirip kendini şadırvandaki abdest suyunun aktığı boşluğa atıyor. Militan ona ateş ediyor. Allah’ın yardımıyla isabet almıyor. Bir saldırı beklendiğinden (İ) namaza gitmeyip tabancayla nöbet tutuyordu. Ancak bulunduğu yer şadırvan ve cami kapısını görmüyordu. Tekbir ve silah sesini duyunca o da rastgele havaya ateş ediyor. Olay kontrollerinden çıkınca militanlardan bir diğeri hemen kalaşnikofu pencereye koyup caminin içine bir jarjör boşaltıyor. Tabi ilk silah sesleri ve tekbirle camideki cemaat, kendini duvar diplerine atıyor. Cami penceresi de yüksek olup militan cami içerisini görmeden ateş ettiğinden Allah’ın yardımıyla kimse isabet almadı. Ve militanlar hemen oradan kaçıyorlar.

Önceki yıllarda camilerde cemaat fertlerini dövenler, caminin içerisinde kanlarını dökenler şimdi de camiye roketle saldırmışlardı. O zaman halkı; deli, kadın, çocuk… Hizbullahilerin başına toplayanlar şimdi camiye yaklaşamıyorlardı. Ama ellerindeki kozlarını uzaktan kullanmaya devam ediyorlardı.

Qutbeddiné DilovanTarih Nisan 1994’e gelirken komünist örgütün cemaate karşı eylem gücü

sönmüş, ortam nispeten sakinleşmiştir. 12 Nisan’da çarşı merkezinde peş peşe patlayan mermilerin sesi bu sefer farklı geliyordu. Bir TC askeri elindeki G–3 silahla gözü dönmüşçesine ateş ediyordu. Katil asker, Hizbullah mensubu Kutbettin’i şehid etti.

Kutbeddin manav dükkânı işletiyordu. Karşısındaki pastanede yapılan ahlaksızlık, gayretine dokunmuştu. Komşusu lise öğrencisi kız, orada askerle buluşuyordu. O gün Kutbettin kıza öğütte bulunmuş, aileni düşün, onlar seni okula

86

Page 87: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

gönderiyorlar, seni ise bu utanmazlığın içindesin. Kendine çeki düzen vermezsen ailene de söylerim, demişti. Pastane sahibi arka taraftaki kapalı yeriyle bu işlere aracılık ediyordu. Kutbeddin pastanede askere de uyarıcı sözler söyledi. Asker o anda yanında bulunmayan silahına koşmuş, kısa müddet sonra dönerek vahşice Kutbeddin’in üzerine ateş etti. Kutbeddin olay yerinde şehid oldu. Askere ise en hafif cezayla kurtaracak bir ifade düzenlendi. İfade tutanağının içine cezayı hafifletici tüm unsurların yerleştirilmesine özel bir gayret sarfedilmişti.

Kutbeddin mazlumca şehid edilmişti. Ayrıca katil, bir asker idi. Bunların da etkisiyle halktan grup grup insanlar taziyesine geldi. Halkın komünist örgütten yana ciddi bir korkusu da kalmamıştı. Şehid, Haccac Mezarlığına defnedildi.

Şehid Kutbeddin OtKutbeddin 30 yaşlarındaydı. Evli olup 4 çocuk babasıydı. Aslen Kozluklu olup

ailece gelip Nusaybin’e yerleşmişti. Ailesini geçindirmek için manav dükkânı işletiyordu. Maddi olarak pek de iyi sayılmamasına karşı infak etmede cömert idi. Camide çocuklara Kur’an–ı Kerim dersi verenlere her gün manav dükkânından sebze–meyve göndermeyi ihmal etmezdi. Onlar çok büyük bir hizmet ifa ediyorlar, Kur’an–ı Kerim dersini çocuklarımıza veriyorlar, onlara Peygamber aleyhissalatu vesselam efendimizin hayatını öğretiyorlar. Dolayısıyla elimizden gelen yardımı yapmalıyız, derdi.

Allah şehadetini kabul etsin. Allah onun kanıyla İslam davasını bereketlendirsin.

……. . Xwîna Şehîdé Qur’anQutbeddîné DılovanXweş ronî kır NuseybînNuseybîna GulîstanFerzendeyé ŞerîatDa fém kirin bi milletXwey namus u bi xîretKîne îro lı Kurdîstan1

Molla Ali Şehid OluyorMele Ali Nusaybin’e bağlı Talaté köyünde imamdı. 1994 yılına gelindiğinde

komünist örgütün faaliyetleri tamamen yeraltına hapsolmuştu. Şehirde durum böyleyken kırsal kesimin bazı yörelerinde etkinliklerini muhafaza ediyorlardı. Bu yörelerden biri de Ömeriya kesimiydi. Talaté ise Ömeriya bölgesinin merkez köylerinden biridir. Mele Ali burada imam idi.

Mele Ali son dönemlerde Nusaybin’e geldiğinde artık Müslüman kardeşleriyle irtibat kurmaya başlamıştı. Sık sık Nusaybin’e gelir cemaat için elinden gelen hizmeti yapmaya hazır olduğunu belirtirdi. Komünist parti, mele Ali’nin cemaatle irtibatından rahatsız olmuş ve köyde ona tehdit edici tavır

1 Şehid–11 (Ezgi kaseti), Dengé Ümmeta İslamé.87

Page 88: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

almışlardı. Bütün bunlara rağmen Mele Ali köyü terk etmek istemiyordu. Bu bölgede kalıp İslami hizmetin verilmesini istiyordu. Fakat bu köyde tek başına olduğundan tehlike büyüktü. Mele Ali’nin güvenliği ve İslami hizmet için birkaç dava kardeşinin köye gönderilmesi kararı alındı. Kendilerini savunmaları için gerekli silahlar temin edildi. Ancak köye silahların ulaştırılması sorundu. Çünkü askeri kontrol noktaları çoktu. Bunların atlatılması için formular düşünüldü. Ancak Allah’ın takdiri bırakmadı, Mele Ali’nin şehadet haberi geldi. Tarih 1994, 30 Haziran.

Mele Ali, Talaté köyünde gece, evde pencere hizasına geldiği sırada dışarıda bekleyen komünist militanlar tarafından keleşle tarandı; yaralanmıştı. Hanımı ve çocukları sabaha kadar başında çaresizlik içinde beklemişlerdi. Köyden hiç kimse yardımına gelmemiş, hastaneye kaldırılması için yardımcı olmayıp araçlarını vermediler. Sabah Hanımı sabah yola çıkmış yoldan geçmekten olan bir aracı durdurarak ancak Mele Ali’yi Nusaybin’e hastaneye kaldırabilmişti. Mele Ali kan kaybından şehid oldu. Yaralı halde hanımına vasiyette bulunmuş, Müslüman kardeşlerinin yanına gitmesini, onların kendisine yardımcı olacağını söylemişti. Hastaneye kaldırılması için köylülerden kimsenin arabasını vermediğini ve yardımcı olmadığını gördüğünde hanımına şöyle demişti: “Üzülme, sanki ben kerbela’da Hüseyin, sen de Zeyneb’sin. “

Mele Ali 30 yaşlarındaydı. Arap olup Midyat’a bağlı Kartmin köyündendi. Medrese ilimlerini okumuştu. 3 kız çocuğu vardı. Şehadetinden sonra ailesi Midyat’a yerleşti.

Mele Ali’nin cenazesi köyü Kartminé’ye götürülüp defnedildi. Şehid, çok ihlâslı ve muttaki bir Müslümandı. İslam’a hizmet aşığıydı. Tehlikelere aldırış etmeden köyde kalmada ısrar etmişti. Üstelik kendisi Nusaybin’e gelip araştırmış, cemaatle irtibat kurmuş, İslami hizmette kendisinin de katkısı olmasını ve her hizmete hazır olduğunu söylemişti.

Cemaat rehberi, Mele Ali’yi tanıyordu. Daha medrese okurken kendisini görmüştü. Onun ihlâs ve takva, samimiyetine şahid olmuş, şehadetinden müteessir olmuştu.

Mele Ali’nin şehadetinden sonra aynı köyden bazı komünist parti elemanları Nusaybin’de vuruldu.

Mele Hasan’ın ŞehadetiKomünist örgütün 1992’de yoğun saldırıları 1993’de seyrekleşmişti. 94’te ise

son bulmaya yüz tutmuştu. Ancak hala, Devleti sevindiren süreci başlatan zihniyetlerinden bir şey kaybetmemişlerdi. Çatışma kendiliğinden son bulmaya doğru giderken yaptıkları eylemlerle tekrar alevlendiriyorlardı. Talaté köyünde Mele Ali; ardından evinin önünde Mele Hasan’ı şehid etmeleri zihniyetlerinde hala direndiklerini ortaya koyuyordu.

11 Ağustos 1994. Mele Hasan, Abdulkadir Paşa Mahallesindeki evinde, ikindi vakitlerinden sonra kapının önüne çıkmakta, serinlemek için etrafı sulamaktadır.

88

Page 89: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Evinin önünde, iki militanın silahlı saldırısına uğradı ve ruhunu sahibine teslim etti. Ona, Seyda! Kapının önüne çıkma denilince, tehlike kalmamış, sanıyla ağırdan alıyordu.

Cenazesi hastane morgunda yıkandı ve halktan binlerce insanın katılımıyla Haccac mezarlığına götürülüp defnedildi. Taziyesi günlerce sürdü.

Allah şehadetini kabul etsin. ŞEHİD MELE HASAN AKTAŞMele Hasan şehid düştüğünde 55 yaşlarındaydı. Behwari aşireti ve

köyündendi. Medrese ilimlerini okumuş, fahri imamlık yapmıştı. Bundan dolayı Mele (Molla) Hasan olarak tanınıyordu. Akrabaları arasında itibar görüyor ve sözü dinleniyordu. Mele Hasan’ın İslami mücadele saflarında bulunması 1980 öncelerine dayanıyordu. 1980’den önce Selamet Partisi saflarında yerini almıştı.

Şehid’in mütevazi, küçük bir konfeksiyon dükkanı vardı. 1992 yılında komünist örgüt tarafından kundaklandı. Aynı yıl içerisinde evi roketli saldırıya uğradı. Mele Hasan İslami tavrından hiçbir taviz vermedi. O, malı ve canını İslam davasının hizmetine vermişti. Evini kardeşlerinin istifadesine sunmuştu.

Şubat 1993’te evine yapılan baskınla Mele Hasan iki dava kardeşiyle beraber gözaltına alındı. İki gün nezarethanede kaldıktan sonra tutuklanmak istemiyle sevk edildiği savcılıkta bir suç unsuru olmadığından serbest bırakıldı.

DEVLETİN ZULMÜ BAŞLIYOR1991 yılı sonu itibariyle komünist örgütün bütün gücüyle Hizbullah

cemaatine yönelmesi devletin yıllardır arzuladığı gelişmeydi. Sonunda komünist örgüt, düşmanı sevindiren yola girmişti. Silahlı çatışmanın çıkması halinde bundan sadece devletin karlı çıkacağına dair uyarı ve ikazları kale bile almamıştılar. Ancak başlattıkları çatışma kısa sürede aleyhlerine döndü. Kendisi dışında başka bir güçle çatışması kendisini rahatlattığından TC, gece–gündüz komünist örgütün cemaat üzerine gelmesini zevkle seyretti. Komünist örgütün etkisini kıran bu yeni gücü tanımadığından devletin kısa sürede yapacak bir şeyi yoktu. Devamını getirebileceği bir ipucu henüz elinde yoktu. PKK’nın saldırılarına misilleme yapan tarafın da bir cemaat olduğu ve doğal olarak bu cemaatleşmiş gücün Nusaybin ile sınırlı olmadığının farkına vardığı an cemaate yönelik operasyon planları geliştirmeye başladılar.

Aradıkları büyük fırsatı 1995’in Mart ayında yakaladılar. Aslında bundan önce birçok kere cemaat fertlerini gözaltına almış ancak bir bilgiye ulaşamamışlardı. Mesela 1993’te Mele Hasan’ın evine baskınla onu gözaltına aldılar. Bir şey elde edemediler. Tarih 1995’e geldiğinde cezaevlerinde yılları deviren cemaat fertleri vardı. Bundan da öte 1991’de Mele Abdullah’ın evine baskınla gözaltına götürdüklerine yaptıkları işkencelerden (ilgili sayfaya bakınız) ve 1992 Mart ayında gözaltında Ğaib’i vahşice şehid ettiklerinden ve yaptıkları işkencelerden daha önce bahsetmiştik.

89

Page 90: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Şemso (Şemseddin Güler) ailesi PKK ile hem de devlet ile irtibatlıydı. İkili oynuyordu. Oğlunun PKK ayakları vardı. Gece evine silahlı birilerinin girdiği yönünde istihbarat alınmıştı. Bu dönemde PKK cemaate karşı eylem koyma inisiyatifini kaybetmişti. Dolayısıyla gece görülen silahlı şahısların varlığı bir eylem yapma olasılığına işaret olabilirdi; bir de Şemso iki tarafı (PKK–Devlet) nasıl idare edebiliyordu? Şemso’nun oğlu Şehabettin çağırılıp ifadesine başvurulacaktı. İfadesini almak, varsa art niyetlerini kendiliğinden bertaraf edecekti. Çünkü çağırıp ifadesini almak “senden haberimiz var” demekti ve bu doğal bir caydırıcılık olurdu. Şayet varsa somut bir şey o da öğrenilmiş olacaktı. Bu kesinlikle zarar verme yöntemi değildir. Zaten onlar gibi onlarcası çağrılıp ifadelerine başvurulmuş ve kendilerine kötü bir söz dahi söylenmeden geldikleri gibi gitmişlerdi. Hatta zamanında Hizbullahi cemaat aleyhine faaliyetlerini itiraf edenlere bile zarar verilmemişti. Ki duyulan bu güvenden dolayı rahatlıkla geliyorlardı. Şemso, oğlunu yalnız göndermemekte diretmişti. Dolayısıyla ikisi beraber gittiler. Herkes gibi arabayla alınıp bir eve götürüldüler. Kendisine sorular soruluyor o da cevap veriyordu. Çok geçmemişti ki ev polis tarafından sarıldı. Sonradan anlaşıldı ki önceden durumu polise haber vermişler, polis ise uzun süredir aradığı fırsatı kaçırmamak ve iyi değerlendirmek istemişti. Bundan dolayı polisiye tabirle “suçüstü” yapmak istemişlerdi. Bu eve baskınla başlayan operasyonlarla 1–2 ay içerisinde yüze yakın cemaat ferdi gözaltına alınıp işkenceli sorgulamalardan geçirildiler. Baskınlarda ele geçirdikleri kimi doküman ve silahlar işlerini kolaylaştırmıştı. Bununla birlikte o dönem bir ay olan gözaltı süresi boyunca yaptıkları vahşi işkencelerle (Filistin askısı, elektrik verme, hayaları sıkma…) kimi bilgilere ulaşmayı başardılar. Bu vahşi işkencelerin yanında A. Baki Öz’ü kandırıp hainleştirmeyi başarınca işleri daha da kolaylaşmıştı. Gece olur olmaz Mardin emniyet müdürlüğünde başlayan işkence feryatları sabaha kadar kesilmezdi. Bunların anlatımını başka eserlere bırakıyorum.

Mart 1995’te başlayan operasyon bazı dava fertleri için yıllarca sürecek zindan hayatının; bazıları için firari hayatın, bazıları için de çileli ve sıkıntılı bir dönemin başlangıcı oldu. Komünist örgütün Hizbullahi cemaate karşı estirdiği terör son bulmaya yüz tutmuşken TC’nin terörü başlamıştı. Komünist örgütün beceremediği vazifeyi bu sefer kendisi üstlenmişti.

Operasyonlar sürerken polis tesadüf eseri bir evin sığınağında tutulan İrfan’ı buldular. 19. 12. 1994’ten beri yaklaşık 3 aydı cemaatin elindeydi. İrfan, Nusaybin’de ‘Mala Xensiké” diye tanınan ailedendi. Bunlar geniş aile çevrelerine güvenerek olmadık yerde cemaat aleyhine cephe alıyorlardı. Onların böyle bir tavır takınmalarında Komünist örgüt’ün tahrik ve yönlendirmesi de rol oynamış olabilir. Veysiké mahallesinde yıllar önce bir cami yaptırmışlardı. Birkaç Hizbullahi genç orada çocuklara Kur’an–ı Kerim dersi vermeye başlamışlardı. Mala Xensiké ise, gençleriniz gelip “bizim” camide Kur’an dersi vermesinler, diyordu. Bu nedenle onlara engel çıkarıyorlar, sıkıntı yaratıyorlardı. Bu cami “bizimdir”, Kur’an dersi

90

Page 91: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

veremezsiniz, diyorlardı. Bunu gerekçe göstererek karşıt tavır almanın hiçbir masum tarafı olamaz. İşte bu yanlış tavırlarından vazgeçmeleri ve caymaları için aileden İrfan sığınakta tutuluyordu. İrfan’dan sonra işin ciddiyetini kavrayan aile artık hatalarını görmeye başlamışlardı. Kesinlikle ona insanlık dışı muamelede bulunulmadı, şartlar ve imkânlar dâhilinde bir muamele gördü. Çünkü amaç zarar vermek değildi. Amaç yanlışlıktan caydırmaktı. Hatalarını kabul edip Cemaat’e pişmanlıklarını iletmişlerdi. Ama henüz süreç bitmeden polisin operasyonları başlamıştı. Yoğun operasyonların yapıldığı o günlerde “İrfan’ın elde tutulması” sürecini bitirme imkânı bulunamamıştı.

Hain İşbirlikçilere Hamdullah’ın DarbesiKomünist örgüt Cemaat için engel olmaktan çıkınca TC, İslami hareketin

önüne yeni engeller çıkarma uğraşına girdi. Şemso (Güler) bazı cemaat fertlerini yakalatıp geniş çaplı operasyonların başlamasına ön ayak olunca devletin gözdesi haline geldi. Onu, cemaatin Nusaybin’deki etkisini kırmak için kullandılar. Geniş aile çevresi olan Şemso, polisin de desteğini arkasında görünce bir anda kendini cemaate meydan okuma havasında buldu. Şemso ve oğulları haince bir rol üstlenmişlerdi. Polisle işbirliği halinde bazı Müslümanları yakalatması, yanında kâr kaldığı her geçen gün cemaat aleyhine sözlerinde daha da azgınlaşıyordu. Oğulları da devlet için gönüllü korucu olmuşlardı.

4 Mayıs 1995’de, Şemso Çağ çağ Caddesi üzerindeki evinin önünde otururken Hamdullah onu öldürüp kaçarak mahalle arasına daldı. Şemso’nun oğulları ve akrabaları Hamdullah’ı kovalayıp şehid ettiler. Hamdullah’ın mermileri tükenmişti. Yaşanan bu olayın ardından polis, Şemso’nun oğullarının iplerini adeta salıvermiş gibi müsaade etti. Elini kolunu sallayarak aynı gün içerisinde kaçakçılar çarşısına gelip dükkânının önünde oturmakta olan Hacı İzzet’e silahlı saldırı gerçekleştirdiler. Böylece Hacı İzzet dayı da şehidler kervanına katıldı. Katil ise kısa bir süre cezaevinde yatıp salıverildi.

Şehid Hamdullah YaşarHamdullah 18 yaşında (1976 doğumlu), aslen Derik’liydi. Okula devam

edememişti. Ortaokul diplomasını dışarıdan alıp 1994–1995 eğitim yılında geç de olsa kaydını Nusaybin lisesine yaparak öğrenimine devam etmek istedi. İlkokulu Devrim İlkokulunda okumuş, ortaokulu yarıda terk etmişti.

Komünist örgüt PKK ile mücadelenin kızıştığı en sıkıntılı günlerde kendini cemaat saflarına teslim etmişti. Daha önce genç Hizbullahiler kendisiyle ilgilenmiş, bir müddet sohbet derslerine katılmıştı. Namaza başlamış, yavaş yavaş hayatında değişiklik yapmıştı. Sonra aniden İstanbul’a çalışmaya gitti. Orada inşaatlarda çalıştı. 1993’ün başlarında Nusaybin’e döndü. Cemaat ile irtibat kurup dava saflarına katıldı.

Şehid Hamdullah dava saflarına katıldıktan sonra bir süre Mele Seyfeddin camiinde çocuklara Kur’an–ı Kerim dersi verdi. Çocuklarla güzel ilgileniyor, mahallede aileleri ziyaret ederek Allah rızası için çocuklarını derse göndermelerini

91

Page 92: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

istiyordu. Onun bu ihlâslı çabaları günden güne semeresini veriyordu. Kısa sürede Kur’an–ı Kerim dersi için camiye gelen çocukların sayısında artış oldu. Öğrencileri onu çok seviyorlardı. Komünist örgüt cami çevresindeki bu gelişmelerden hoşnut olmamıştı. 1994 yılının hemen başında camiye yönelik roketli saldırı gerçekleştirdiler. Bununla mahallelinin gözünü korkutarak çocuklarını camiye göndermemeleri mesajını veriyordu.

Şehid Hamdullah kısa ömründe İslam’ın izzeti için nice kahramanlıklar sergilemişti. İtaatkâr, becerikli ve pratik zekâlıydı. Soğukkanlılığı herkesi kendine hayran bırakırdı. Çok cömert idi. Yakın arkadaşları şöyle demektedirler: “Bazen babası ona para verirdi. Yanımıza gelince paraları kast ederek ‘cebimde ateş var, hemen harcayalım’ derdi. O paralarla bir şeyler alır, ikram ederdi. “

1994 yılının sonlarında Nusaybin’de gözaltına alındı. Polis ona “soyun sana işkence yapacağız” der. Hamdullah zaten polisin eline düştüğü anda her şeyi göze almıştır. İşkenceden korkmadığını göstermek için, polis böyle der demez elbiselerini çıkarmaya başlar. Hamdullah’ın kararlılığını gören polis: “Bırak elbiselerini çıkarmayı, biliyoruz seni öldürsek de konuşmazsın” der. Daha sonraları Hamdullah şöyle demiştir: “Polis bunu söylediği zaman arkadaşlarla gurur duydum ve kendi kendime artık beni öldürseler de konuşmamam lazım. Çünkü konuşursam cemaate leke getirmiş olurum, diye düşündüm, o an. “

Mart 1995’te polis operasyonu nedeniyle tedbir olarak Nusaybin’den ayrılıp memleketine gider. Bir müddet kaldıktan sonra vazife için Nusaybin’e çağrılır.

4 Mayıs’ta Rabbine şehid olarak kavuşur. Haccac Mezarlığına defnedilirken polis geniş önlemler alır, ailesi dışında kimsenin hazır bulunmasına izin vermez.

Şehid Hacı İzzet AktaşŞehid Hacı İzzet Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Tınaté (Kutlubey) köyünde

1941 yılında doğdu. Tınaté, Ömerya bölgesinin merkez köylerindin biridir. Ailece geleneksel bir İslami yaşantıya sahip olmakla beraber Hacı İzzet, kardeşleri arasında dindarlığıyla ön plana çıkar.

Hacı İzzet evlendikten sonra ailesini İzmir’e taşır. İzmir’de bir müddet kaldıktan sonra Nusaybin’e gelip yerleşir. Ticarete atılır. Kaçakçılar çarşısında bir dükkân açar. Nusaybin ile sınır komşusu olan Kamişlo (Suriye) ilçesine sık sık ticaret için gider. Ailesinin nafakası için uğraş vermesi ona çocuklarının İslami terbiyesini unutturmaz. Dini sorumluluğunu da en güzel biçimde yerine getirmeye çalışır. Tüm çocuklarını Kur’an–ı Kerim kursuna gönderip onların İslami terbiye ile büyümelerine özen gösterdi. Bu samimi ve ihlâslı duyarlılığı boşa gitmedi. Arkasından salih evlatlar bıraktı.

Hacı İzzet, Nur cemaatiyle tanışmış, fırsat buldukça Rasile–i Nur derslerine katılırdı. Çocuklarını da teşvik eder. Ancak bu dönemde komünist örgüt PKK halkın gündemine oturmuştur. Hacı İzzet’in iki yeğeni örgütün aktif dağ elemanlarıdır. Bunlardan birinin öldürülmesi ve diğerinin tutuklanmasının etkisi ve arkadaş

92

Page 93: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

çevresinin de etkisiyle Hacı İzzet’in çocuklarında örgüte bir meyil doğar. Ancak kısa sürede, geçici heveslere, imanın güzellikleri hâkim olur.

Komünist örgüt, cemaat aleyhine çirkin propaganda başlatınca Nusaybin’de aileler içerisinde sorunlar baş gösterdi. Bu sorunlardan Hacı İzzet’in ailesi de nasibini aldı. Herkes gibi şehid Hacı İzzet de gerek iftira ve propagandaların etkisinde kalması gerekse de çevresinin psikolojik baskısı altında ve en önemlisi de çocuklarının hayatının tehlikede olduğu endişesinin baskın çıkması onu, oğullarını cemaat saflarından uzaklaştırma girişimlerine sevk eder. Ancak Hacı İzzet bu mücadeleyi kaybeder, tavizsiz gençler kazanır.

Çatışma başlayıp 1993 ortalarından itibaren komünist örgütün etkisi büyük ölçüde kırılınca halkın cemaate yönelimi başladı. Cemaat mensupları açılım başlatıp halkı ziyaret etmeye başlayınca çalışmalar netice veriyordu. Sık sık ziyaret edilenlerden biri de Hacı İzzet’tir. Artık Hacı İzzet cemaat saflarına yakındır. 1995 Mart ayında polisin Hizbullahi cemaate yönelik başlattığı tutuklama kampanyasında Hacı İzzet’in de iki oğlu tutuklanıp Bingöl zindanına konur. Devletin yaptığı zulüm ve baskılar onu cemaat saflarına daha çok yakınlaştırır. Müslümanların bu sıkıntılı döneminde elinden geldiği kadarıyla yardımını esirgemez. Bayramda ziyaretine gidip iki oğlunun tutuklanmasından dolayı onu teselli etmeye çalışanlara şöyle der: “Bugüne kadar iki oğlum idi. Bundan sonra ise bütün ailemle İslam davası için seferberim. “

Kurban bayramında Bingöl cezaevine ziyaret için gider. Ziyarette tutuklulara teselli ve moral vermeye çalışır. Onlara şu tarihi sözleri söyler: “Zindan ciyé şéra ye (zindan aslanların mekânıdır)”

Şemso, polisin dürtmesiyle ve devletin gücüne(!) güvenerek yaptığı cürmün büyüklüğünün farkındaydı. Sonucunun ne olacağını artık anlamıştı. Bunun için oğullarına şöyle demişti: “Şayet öldürülürsem intakımım olarak Hacı İzzet’i öldürün. “

Allah rahmet etsin, şehid Hacı İzzet’in çok güzel bir ahlakı vardı. Çok yardımsever idi. Özellikle dostlarından sıkıntıya girenlere, fakirlere yardım elini daima uzatırdı. Ticaret yaşantısında da dürüstlüğüyle tanınmıştı. Açık sözlü idi, doğruyu eğip bükmezdi. Cesaretliydi, muhatabının hangi örgüte ya da aşirete mensup olduğuna bakmazdı.

Evini kiraya verdiği kişilerin kötü alışkanlıklarının olup olmadığına dikkat ederdi. Bu tür insanlara evini vermezdi, dindar olanları tercih ederdi.

Şehid, Haccac mezarlığına defnedildi. Allah şehid’in kanıyla İslam davasını memleketimizde daimi kılsın.

İHANET ÇETESİTutuklama, ev baskınları ve işkencelerle başlatılan terör sürecinde alçakça bir

“İhanet çetesi” oluşturmaya yöneldiler. Polisin amacı cemaatin etkisini kırmak için bir kaos ortamı, bir ihanet ortamı oluşturmaktı. Tutuklama, gözaltında işkence, öldürme gibi şantajlarla birkaç bedbahtı devşirip kendi kontrollerinde bir terör

93

Page 94: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

çetesi kurdular. Sonraki aylarda itiraflarıyla polisin bu çeteyi nasıl kullandığı detaylarıyla açığa çıktı.

Cemaat aleyhine kullanmak için (Y. D. )’i çok kirli bir planla hainleştirmişlerdi. (Y)’nin cemaat faaliyetleri hakkında detayla bilgisi yoktu. Zaten bu türden bilgileri yakından öğrenecek kadar yakınlaştırılmamıştı. Sadece cemaat mensuplarını şahsi olarak yakından tanıyordu. Babası , çatışmanın başlamasının ilk aylarında 6 Mart 1992’de gece vakti evine giren silahlı kişilerce öldürülmüştü. Annesi evdeydi ve saldırganları görmüştü. Olayı komünist örgütün gerçekleştirdiğinden kuşku yoktu. Ancak polis failleri ortaya çıkaramamıştı. Polis ahlaksızca bir oyuna başvurdu. Babasının katilleri olarak bazı cemaat elemanlarını gösterdi. Bu iğrenç oyunla; onu kurdukları çetenin içine çekmek daha kolay olmuştu. O da cezaevindeki bir Hizbullahinin ziyaretine giderek polisin düzenlediği (sahte) belgeyi göstermiş, doğru olup olmadığını, şayet kabul ederse kendisini cezaevinden kurtarma sözü vermiş (!), iddiayı kabul etmesini istemişti. Tabiî ki sert bir tepki almıştı. Polis sadece bununla kalmamış, bunun dışında başka bir mağdurun katili olarak cemaat fertlerini göstermişti. 25. 10. 1992’de katledilen Mehmet Beşer, cemaat ferdi idi ve komünist örgüt tarafından katledilmişti. Silahlı saldırı esnasında hanımı ve çocukları saldırganları görmüşlerdi. Bu ahlaksız planlarla polis iç içe birçok fayda amaçlıyordu.

Polisin, cemaate karşı oluşturup kullandığı bu birkaç kişilik çete kısa sürede kirli işlere bulaştırıldı. Bu çetecilerden birine, yaşlı bir Müslümanı öldürmesini teklif etmişler. Eylemi kabul etmesi için sıkıştırmışlar, eylemi yapmazsa cezaevine atmakla tehdit etmişlerdi. Böyle bir eylemle cemaatte büyük bir infial meydana getirmeyi hedefliyorlardı. Allah’a hamd olsun ki bu eylemi yaptıramadılar. Bu dönem içerisinde, çarşı merkezinde bulunan ve öldürmeyi planladıkları Müslümanın kuyumcu dükkânı soyuldu. Bu soygun da çete–polis karanlık işlerinden biri olmalıydı. Polisin kontrolündeki bu çetenin izleri Gaziantep’e kadar uzanmıştı.

Bu çete elemanları, yoğun operasyon günlerinde kimseyi piyasada görmeyince artık kimsenin kendilerine zarar veremeyeceğini zannetmişlerdi. Polisin desteğine güvenip adeta horoz kesilmişlerdi. Tarihte hak ettikleri cezayı göremeyen çok az hain bulunur. Haini kimse sevmez. Genelde hainlerin ömrü daha kısa olur. Bunların da böyle oldu. Belki de son nefeslerinde gözleri onları koruyacak polisleri aramıştı. Ama nerde! Onların üzerine ne yer ağladı ne de gök. “Kendi nefislerine ihanet edenlerden yana mücadeleye girişme. Hiç şüphesiz Allah, ihanette ilerlemiş günahkârı sevmez…” (Nisa: 107–108)

Bu çete, ortamı fırsat bularak bazı dava fertlerinin paralarına elkoyma cüretinde bile bulundular. Arabayı gasp edip “Cemaat malıdır” deyip satmışlardı.

Şehid Babası Hacı Musa’nın ŞehadetiBirçok cemaat ferdinin tutuklanıp zindana atılmaları, birçoklarının firari olup

muhacir olmaları nedeniyle Nusaybin’de sıkıntılı dönem başlamıştı. Tutuklatmak

94

Page 95: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

için bir yol bulamadıklarını da sıkı takip altında tutuyorlardı. Her an gözaltına alma baskısı altında çok sıkıntılı bir dönem başlamıştı, Nusaybin’de. Hacı Musa bu dönemde adeta varlığıyla ve kararlı tavrıyla hizmet etmektedir.

Hacı Musa 2 Şubat 1997 günü çarşıya çıkmıştı. Ramazan bayramına hazırlık için alış–veriş yapar. Kaçakçılar çarşısında, bayram için aldığı şekerleri arabaya yüklemek için eğilirken arkadan Şemso’nun yeğeni ona ateş eder. Hacı Musa şehid olarak ruhunu teslim edip oğlu Şehid Rüstem’e kavuşur.

Cemaat açısından bu sıkıntılı dönemde Hacı Musa’nın varlığına ve esaslı duruşuna tahammül edemeyen malum güçlerin katili tahrik ettiklerinden, teşvik ettiklerinden şüphe yoktur. Katil birkaç yıl cezaevinde yattıktan sonra çıktı.

Şehid Hacı Musa, Haccac Mezarlığına defnedildi. Allah rahmet etsin. Şemso ailesinin adamları Hacı Musa’yı şehid etmeden önce Abdulkadir Paşa

Mahallesinde (S) adlı bir Müslümana da silahla saldırmıştı. Bu Müslüman yaralı olarak kurtuldu. (S), Hacı Musa’nın iş ortağıydı. Belki de Hacı Musa ile iş ortağı olmasını hazmedememişlerdi.

Şehid Hacı Musa ŞayıkHacı Musa, 1 Şubat 1950’de İdil’e bağlı Hespist köyünde doğdu. Aşiret olarak

Ömerki’dir. Ailece 1970 veya öncesi tarihlerde gelip Nusaybin’e yerleşirler. Hacı Musa, o dönem Nusaybin’de yaygın olan “kaçakçılık” işiyle uğraştı.

Kaçakçılar, gece Suriye sınırını geçip sırtlarına yükledikleri ticaret eşyalarını getirip kaçakçılar çarşısında satarlardı. Bunun yanında ziraat ile uğraştı. Hacı Musa iki evli olup iki eşinden 18 çocuk babasıydı.

Muhammed Ata’nın şehadetinden sonra cemaat ile ilişkisi başladı. Bundan sonra malıyla, canıyla kendini İslam davasına vakfetti. Evi çok tehlikeli (Koçerler mahallesi) bir mevkide olmasına rağmen ve birçok defa silahlı ve roketli saldırıya hedef olmasına rağmen taşınmadı.

30 Nisan 1992’de büyük oğlu Rüstem Komünist örgüt tarafından şehid edildi. Muhammed Ata’nın şehadetinden sonra komünist örgüt–Hizbullah mücadelesinde Hizbullah saflarını seçtikten sonra Rüstem’i İstanbul’dan “gel, sen de şehid ol” diyerek çağırırdı. Bir baba olarak onun bu sözleri, İslam davasına gönülden bağlılığını ortaya koyuyordu. Nitekim oğlunun şehadetinden sonraki metaneti bütün Müslümanlara örnek bir davranıştır. “İslam davası böyledir, Müslümanlar bu yolda şehid düşerler, sıkıntı ve eziyet çekerler” diyordu. Cemaate katıldıktan sonra evi defalarca komünist örgütün saldırısına uğradı. Tüm tehlikesine rağmen evini taşımadı.

1996 yılında TC’nin de zulmüne uğradı. Gözaltına alınıp tutuklandı. İki ay kadar Bingöl zindanında kaldıktan sonra tahliye oldu. Tahliye olurken gerisinde birçok kardeşini bıraktığından dolayı üzülüyordu. Bedeni tahliye olmuştu ama gönlü zindanda kalmıştı.

Şehid Hacı Musa Hac farizasını yerine getirmiş, hacı olmuştu. Okul okumamıştı.

95

Page 96: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

Şehadetinden kısa bir müddet önce, Şemso ailesinden bir grup birkaç Müslüman çocuğunu taksi ile Hacı Musa’nın evine kadar kovalamıştı. Durumu gören Hacı Musa, saldırgan grubu tüfekle ateş ederek kovalamıştı.

Şehid, dost–düşman herkes tarafından cesareti ve cömertliğiyle tanınıyordu. Hiçbir gelirinin olmadığı 1992 yılının en sıkıntılı günlerinde evinde kalan dava kardeşlerine elinden gelen ikramı yapmaktan çekinmemişti. Şehid tüm güzel hasletlerinin yanında vakarlı ve babacan tavırlarıyla dikkat çekiyordu.

Mazlum Xalé OsmanHizbullah–Komünist örgüt çatışması doğal bir süreçle sona ermiş, çatışmanın

durmasının üzerinden 4 yıl geçmişti. Örgütün dayattığı bu çatışmadan bütün Nusaybin halkının kendine gereken dersi aldığını söylesek yeridir. Çünkü çatışma süreci birçok şeyi değiştirmişti. Ancak tarih 18 Haziran 1999’a gelirken cemaate yönelik saldırıların durmamış olduğu anlaşıldı.

Xalé Osman mahalle arasında evine bitişik bakkaliye dükkânında 18 Haziran 1999 günü Cuma namazından sonra saldırıya uğradı. Müşteri olarak dükkâna giren saldırgan, istediği eşyayı vermek için arkasını dönen Xalé Osman’a ateş eder. O da bu şekilde şehidler kervanına katıldı. Komünist zihniyet fırsat ve yapma gücünü kendinde bulunca kan dökmekten vazgeçmediğini ortaya koyuyordu. Saldırının bir örgüt organizasyonu olmayabileceği söylense bile saldırının komünist zihniyetin eseri olduğu biliniyor. Saldırı, kimlerin çatışmadan yana olduklarını ve kan dökülmesini arzuladıklarını, kimlerin de arzulamadığını ortaya koyuyor. Dört yıl aradan sonra çatışmanın tekrar alevlenmesini isteyenlerin varlığına ve bölgemize huzur gelmemesi için çabalayanların varlığına işarettir, Xalé Osman’ın mazlumane şehadeti. “Kan dökülsün, maktulün kim olduğu önemli değil” kör zihniyetini ortaya koyuyordu bu saldırı. Çünkü hiç kimseye zararı dokunmamış bir ihtiyarı hedef almışlardı. Saldırının kişisel bir kinin eseri olduğunu söylemek de güçtür. Çünkü Xalé Osman’ın ne açıktan ne gizliden hiçbir dönemde kimseye zararı dokunmamıştı. İnşaallah art niyetli insanlar amaçlarına ulaşamayacaklar. Herkesin daha duyarlı olma sorumluluğu vardır.

Kısacası Xalé Osman sadece Hizbullahi olduğu için hedef seçilmişti. Dolayısıyla katili de harekete geçiren saik siyasi düşüncesi olmalıydı.

Şehid Osman KayaXalé Osman (Osman dayı) Gerçüş’e (Kercos) bağlı Akburç’ta (Kelehé) doğdu.

Şehid olduğunda 55 yaşlarındaydı. Nusaybin Yeni Turan Mahallesinde ikamet ediyordu. Evine bitişik kendine ait bakkal dükkânını işleterek geçimini mütevazı olarak sağlıyordu. Bu kıt–kanaat gelirine rağmen çok cömert idi. Bütün varlığını İslam davasının hizmetine sunmuştu. Okumuş değildi ama bütün benliğiyle İslami davaya bağlanmıştı.

1995 Mart ayındaki polis baskınlarından dolayı bir müddet köylerde kaldı. Sonra Nusaybin’de gözaltına alınıp 12. 06. 1995 yılında tutuklandı. Bingöl zindanı Yusufi Medresesinde kaldı. DGM’de yargılandı. Mahkemede dosyası, üzerinde

96

Page 97: GULİSTANA ŞEHİDA NUSAYBİN

birçok silahlı eylem olan bir PKK dosyası ile karışmıştı. Zindandaki dava kardeşleri “Xalé Osman, sen neler yapmışsın da haberimiz yokmuş” diyerek ona latife ederlerdi. Türkçe bilmediğinden mahkemede Kürtçe ifade veriyordu. Altı buçuk ay süren zindan hayatından sonra 1 Şubat 1996 günü tahliye edildi. Zaten tutuklanmasına mesned olacak hiçbir delil ortaya konulamamıştı. Tutuklanması tamamen siyasi bir karar ürünüydü.

Tahliye olduktan sonra Nusaybin’de kalıp geçimi için bakkaliyesini işletmeye devam etti. 18 Haziran 1999’da dükkânda iken silahlı saldırıya uğradı ve şehidler kervanına katıldı. Haccac Mezarlığına defnedildi. Taziyesi evinde yapıldı.

SON SÖZ“Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin! Bilakis (onlar) hayattadırlar,

fakat (siz) anlayamazsınız” (Bakara: 154)Müslüman halkın İslami kurtuluşunu müjdeleyen Dava’nın memleketimizde

meyvelerini vermemesi için dayatılan çatışmada Hizbullah Cemaati birçok ferdini şehid verdi. Şehidler arasında kadınların, çocukların, gençlerin, ihtiyarın bulunması, İslami umutları bütünüyle söndürmeyi amaçladıklarını ortaya koymaktadır. Ama bugün baktığımızda memleketimizde İslami umutların, sönmek bir yana daha da güçlendiği ve büyüdüğünü görmekteyiz.

İslam davasının yolu zorluk ve maşakkatlerle doludur. Zulmü ortadan kaldırıp İslam’ın adaletini hakim kılmayı gaye edinenler, hedefin büyüklüğüne paralel olarak büyük engeller ve sıkıntılarla karşılaşırlar. Bu, sünnetullahtır ve imtihandır. Allah’u Teala Kur’an–ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. “1

Bu ilahi imtihan karşısında göstereceği sabır ve kararlılık Müslüman’ın inancında samimi olduğunun kanıtı olacaktır. Fertlerin imtihanı olduğu gibi Cemaatlerin de imtihanı vardır. Okuduğumuz satırlarda Hizbullahi Cemaat ve fertlerinin karşılaştığı eziyet ve belaların sünetullah dairesinde cereyan ettiğinden kuşku yoktur. İmtihan ne kadar ağır olursa olsun kazançlı çıkacak olanların mü’minler olacağından şüphe duyulmamalıdır. Allah’u Teala her kuluna amellerinin, sabrının ve samimiyetinin karşılığını verecektir.

Son olarak söylemek istediğim şudur: ilgili okuyucuların yanında kitabın muhtevasına uygun bilgi, hatıra, fotoğraf… varsa gönderdikleri takdirde mutlaka değerlendirilecektir. İlgililerin bu konuda gereken duyarlılığı göstereceğine inanıyorum. Ayrıca kitapta yazılan hadiselerin yazımında yanlışlık veya hata olduğunu düşünen veya fark eden ilgililer, tanıklıkları doğrultusunda bilgi gönderirlerse bu doğrultuda düzeltmelerin yapılacağına güvenmelerini istiyorum.

Unutulmamalıdır ki yarınlar, tarihine ve geçmişine sahip çıkanlarındır. Davamızın sonu Alemlerin Rabbine hamdetmektir. Çeşitli resimler

1 Bakara: 15597